Professional Documents
Culture Documents
Bilinç ise daima yönelimseldir, nesnelere yönelir. Gerçek bir şeye de yönelse,
fantazik bir düşünceye de yönelse bu onun nesnesidir. Ve unutmamak gerekir
ki farklı gerçeklik alanlarının farklı nesneleri vardır ve bilincim de bu ayrımın
farkındadır. Örn: rüyalarımın kafasız bedenleri ile sokakta yürürken
karşılaştığım arkadaşımın gerçeklikleri arasındaki farkı bilirim. Demek ki
bilincim gerçekliğin farklı alanları arasında bilinçli olarak gezebilir.
1
Yazarlar gündelik hayatın gerçekliğini başkalarıyla paylaştığımızdan bahseder
ve bunu subjektiviteler-arasılık olarak adlandırırlar. Buna göre gündelik hayatın
gerçekliği başkaları için de gerçektir ve bu onu yalnız olduğumuz
rüyalarımızdan ayırır, paylaşımımız ve etkileşimimiz sayesinde varlığımızı
sürdürürüz. Gerçekliklerimizin birebir örtüşmediğini farklı perspektif, algı ve
projelerimiz olduğunu biliriz; söz gelimi bizim için burada olan onlar için şurada
olabilir ve hatta projelerimiz çatışabilir bile ama yine de gündelik hayata dair
bir ortak duyumuz vardır.
2
Gündelik hayat mekânsal ve zamansaldır. Ama bilinç zamansal aktığından
yazarlar daha çok zamansallık üstünde dururlar. Onlara göre gündelik hayatın
subjektiviteler-arası kullanılan standart bir zamanı vardır. Bu zaman ise;
fizyolojik ritmimiz, doğadaki örüntülerin oluşturduğu kozmik zaman ve ona
bağlı olarak oluşturulmuş sosyal zamanı içerir. Elbette bu kadar farklı unsuru
içeren bu standart zamanda eş zamansızlıklar da olur. İşte bunların sonucu da
beklemeyi gerektiren durumlardır. Örn: bir spor aktivitesine katılabilmek için
ayağımızın iyileşmesini beklememiz. Aslında bakarsak zamansallık içinde tam
bir eş zamanlılık mümkün değildir. Biz tasarılarımızı gündelik hayatın karmaşık
zamansal yapısına göre ayarlamak zorundayızdır.
3
anlamamız her zaman olduğu gibi mümkündür ama bunların sürdürülmesi yüz-
yüze etkileşimde çok daha zordur.
Ele alınması gereken bir diğer husus ise ötekilerle ilişkimin çağdaşlarımla sınırlı
olmadığıdır. Geçmiştekiler ve gelecektekilerle de bir etkileşimim vardır. Bunlar
bireysel içerikli olmasalar dahi gündelik hayatın gerçekliği açısından çok
belirleyici ve önemli olabilirler. Örn: gelecek kuşaklar için kendimi feda
edebilirim.
4
bıçağın av gerecinden şiddet göstergesine dönmesi gibi. Aynı zamanda
başından itibaren gösterge olan nesnelleşmeler da olabilir.
Beden hareketleri, jestler gibi gösterge sistemleri arasında en önemli olan ‘sesli
gösterge sistemi’ olarak tanımlanabilecek olan dildir. Gündelik hayat da dil
sayesinde yürüttüğüm bir hayattır. Bu nedenle dil gündelik hayata dair her
kavrayışım için gereklidir. Dil yüz-yüze iletişimden uzak iletişim kainalları
nedeniyle olabileceği gibi yüz-yüzeyken dahi kopabilecek bir yeteneğe sahiptir.
Örneğin dil yoluyla hiç görmediğim şeylerden bahsedebilirim ve hatta bunu
gelecek kuşaklara aktarabilirim.
Dil aynı zamanda kendi içinde anlam alanları inşa eder. Bunun içinde belli bir
kelime darcığını ve kategorilerini kullanır. Örneğin dillerde samimi resmi
konuşmayı belirleyen anlam alanları vardır. Ya da mesleğimize dair bir dil alanı
vardır. İşte tüm bu anlamsal alanlar biyografik ve tarihsel olarak birikir ve
sosyal bilgi stokunu oluştururlar. Ama bu stok sadece içinde yaşayanlar için
5
anlamlıdır. Örn: toplumda yoksul biri kendi yoksulluğunu ve bunun
sınırlamalarını bilir, aynı şeyin bilgisine zengin olan da sahiptir ama aynı bilgi
stokuna sahip olmayan biri için hayatta ve sağlıklı olmak bir zenginlik belirtisi
olabilir.
Öte yandan sosyal bilgi stoku her zaman arkasında bir karanlık taşır. Her ne
kadar ben kendime yakın alanları net ve karmaşık olarak bilsem de bilgilerimi
doğrulayan süreçleri bilmiyor olabilirim. Aynı şekilde sosyal bilgi stokunun beni
ilgilendirmeyen alanlarını da bilmem, eğer borsayla ilgilenmiyorsam, bir şirketin
hisselerinin durumunun beni ilgilendirmemesi gibi.
Değinilecek bir başka konu da bilginin sosyal dağılımıdır. Bilgi her alanda
herkesle eşit paylaşılmaz. Farklı bireyler farklı bilgileri farklı şekillerde
sahiplenirler. Ben de her bilgiyi herkesle paylaşmam bazılarını saklı tutarım.
Aynı şey elbette onlar için de geçerlidir onların da her bilgiyi benimle
paylaşmak zorunda olmadıklarını bilirim. Burada devreye uzmanlık da girer. Bu
nedenle her bilgiyi bilmesem ve her bilgi bana verilmese de bilgiye nasıl
ulaşabileceğimin bilgisine ana hatlarıyla sahibimdir.
2.1. Kurumlaşma
İnsanlar, hayvanlar dünyasında özgün bir konum taşırlar; diğer yüksek memeli
hayvanlardan farklı olarak, hiçbir türe-özgü çevreye ait değildir yani; köpek-
6
dünyası veya bir at-dünyası gibi bir insan-dünyası yoktur. Hayvanların tümü,
biyolojik donanımlarının önceden belirlediği yapılara sahip kapalı dünyalarda
yaşarlar. Bunun tersine, insanın çevresiyle kurduğu ilişki, dünyaya-açıklık ile
karakterize olur. İnsan farklı faaliyetlere yönelir. İnsanın bu biyolojik özelliği,
içgüdü öğesi ile alakalıdır. İnsan dürtülere sahip olsa da, diğer yüksek-
memelilerinkiyle kıyaslandığı zaman insan içgüdüsü daha az-gelişmiştir. Yani,
insan organizması, oluşum halindeki verili donanımını, daha geniş ve sürekli
değişip çeşitlilik gösteren bir faaliyetler alanına uygulama yeteneğine sahiptir.
İnsan organizmasının bu özelliği de ontogenetik gelişiminde temellenir.
Ontogenetik kavramından kasıt, tek bir organizmanın hayat döngüsüne ait
olmasıdır. Hayvanlarda ana karnındayken tanımlanan önemli organizma
gelişmeleri, insanlarda ana rahminden çıktıktan sonra ortaya çıkar. İnsan
yavrusu ana rahminden çıktıktan sonra sadece dış dünya içinde olmakla
kalmaz, aynı zamanda, bu dünyayla ilgili karşılıklı ilişkiler de geliştirir.
7
ve cinsel alandaki antropolojik varsayımlarını barındırır. Bu oluşumlar,
insanların biyolojik doğasının yanı sıra sonradan şekillenmiş sosyo-kültürel
özelliklerinden ileri gelir.
İnsanın kendini üretmesi sürekli ve zorunlu olan bir sosyal girişimdir. İnsanlar,
kendi sosyo-kültürel ve psikolojik oluşumlarıyla bütünleşen insani bir çevreyi
hep birlikte üretirler. İnsanlar izole edilerek gelişemezler ve kendilerine bir
çevre de üretemezler. İzole olmuş bir insan, hayvan düzeydeki bir varlık olarak
geçer. İnsanın spesifik insanlığı ve sosyalliği, ayrılmaz bağlarla birbirine
bağlıdır.
8
olarak var olan istikrarı nereden kaynaklanır? Bu soruya iki şekilde cevap
verilebilir. İlk olarak, verili bir sosyal düzen her türlü bireysel organizma
gelişiminden önce gelir. Bu da demektir ki, biyolojik anlamda insan varoluşunun
içsel dünyaya-açıklığı, sosyal düzen tarafından daimi olarak bağıl bir dünyaya-
kapalılığa dönüştürülür. Bu dönüştürme zorunludur. Bu dönüştürmeyle birlikte
sosyal düzenin nasıl ortaya çıktığı sorusu ortaya çıkar. Sosyal düzen, insani bir
üründür ve insanın süregiden dışsallaşması sırasında üretilir. Sosyal düzen,
biyolojik olarak verilmiş değildir veya herhangi bir biyolojik veriden türemez.
Ayrıca sosyal düzen, bilindiği üzere insanın doğal çevresinden de oluşmamıştır.
Sonuçta, sosyal düzen sadece insan faaliyetin bir ürünü olarak var olur.
9
doğrultusunda faaliyetlerini mutatlaştıracaktır. Empirik olarak, insan
faaliyetlerinin mutatlaştırılmasında bu faaliyetlerin kurumlaşmasıyla eş zamanlı
olması çok önemlidir ve kurumların ortaya nasıl çıktığı sorusunu akıllara getirir.
Kurumlar, genellikle, çok sayıda insanı içine alan kolektivitelerde ortaya çıkar.
Ancak iki kişinin sil baştan etkileşime girdiği durumlarda bile kurumlaşmış
karşılıklı tipleştirme süreçlerinin oluşabileceğini vurgulamak önemlidir.
Kurumlaşma, zaman içinde süregelen her sosyal durumun başlangıcında öz
olarak mevcuttur. Mesela birbirinden farklı sosyal dünyalardan gelen A ve B
bireylerini ele alırsak, bu bireyler etkileşime girdikleri zaman çok hızlı bir
şekilde tipleştirmeler üretilecektir. Birbirlerinin yaptıkları eylemleri izledikçe
zamanla A, B’nin, B de A’nın rollerini ve eylemlerini yapmaya başlayacaktır.
Bunun sonucunda da, her biri bir diğerinin eylemlerini öngörebilecek duruma
gelir. Aynı zamanda, bu iki birey, hem eylemlerini hem de etkileşimlerini
sabitlemede iş görecek bir art-alan yaratmaktadırlar. Bu art-alanın oluşması,
yeri geldiğinde bu bireyler arasında yenilikler ve işbölümü yaratılmasını
mümkün kılar. Ortaya çıkan bu işbölümü ve yenilikler, bireylerin ortak alanlarını
genişletecek, böylece de yeni mutatlaştırmaların oluşmasına yol açacaktır.
10
Çoğunlukla, tekrarlanan bütün eylemler, bir dereceye kadar mutatlaştırılma
eğilimindedirler; tıpkı gözlemlenen tüm eylemlerin, zorunlu olarak belirli bir
tipleştirmeyi gerektirdiği gibi. Böyle bir karşılıklı tipleştirmenin ortaya çıkması
için, iki veya daha fazla bireyin aynı sosyal düzen içerisindeki mutatlaşmış
eylemlerinin birbirine bağlanması gerekir. Bu açıklamalar şu soruyu ortaya
çıkarır “Hangi eylemlerin bu şekilde karşılıklı tipleştirilmesi mümkündür?”
Kendi ortak durumları içinde A ve B ile alakalı eylemler vardır. Bu alakalı olan
alanlar, farklı durumlarda farklılıklar da gösterir. Bunlardan bazıları,
toplumsallık öncesi koşulların sonucu olabilir. Her koşulda mutatlaştırılması
gerekecek olan şey, A ile B arasındaki iletişim sürecidir. İş, cinsiyet, memleketi
tipleştirme ve mutatlaştırmanın diğer muhtemel odaklarıdır. A ve B’nin bu farklı
alanlar içerisindeki durumu, geniş ölçekli toplumlarda oluşan kurumlaşmanın
bir örneğini yansıtır.
Öyleyse, kurumsal dünya, nesnel bir gerçeklik olarak tecrübe edilir. Bu dünya,
bireyin doğumundan önce de vardır, o geldikten sonra da onun bireysel
deneyimlerden etkilenmez ve o öldükten sonra da var olmaya devam eder.
Tarihsel ve nesnel olgular olarak kurumlar, bireyin karşısına reddedilemez
olgular olarak çıkarlar. Kurumlar hep ordadırlar, bireye dışsaldırlar ve bireyler
ister beğensin ister beğenmesin var olmaya devam ederler. Birey bu
kurumlardan uzaklaşmayı da isteyemez, bunlar bireyin bu çabalarına karşı da
direnir. Kurumlar, hem olgu olmaları sebebiyle hem de içerdikleri kontrol
mekanizması sayesinde bireyler üzerinde zorlayıcı bir güce sahiptirler.
11
Kurumlar, dış gerçeklik olarak var olduklarından bireyler onları kendi
içbakışlarıyla anlayamazlar. Bu yüzden bireyler, doğayı öğrendikleri gibi,
kurumları da dışarı çıkarak, gözlemleyerek öğrenmelidir.
12
da, yalnızca belirli tiplerle ilgili olacaktır. Bu davranış alanları, bu tiplere görece
sabit bir anlam yüklemesi açısından kendini gösterecek bir farklılaşmayı içerir.
Bu farklılaşma, biyolojik farklılıklarla veya işbölümü sürecinde yaşanan farklı
sosyal etkileşimlerle açıklanabilir. Örneğin, bereket büyüsüyle sadece kadınlar
ilgilenebilir ve mağara resimlerine de sadece avcılar ilgi duyabilir. Bunlar farklı
davranış alanlarına işaret eder ve bunların illa sosyal açıdan bütünleşmeleri
gerekmez.
İlke olarak, bütün gösterge sistemleri bunu yapabilir. Asıl gösterge sistemi,
dilsel gösterge sistemidir. Dil ortak tecrübeleri nesnelleştirir ve böylece kolektif
bilgi stokunun hem temelli hem de aracı haline gelerek, bu ortak tecrübeleri dil
13
içinde herkese erişilebilir kılar. Ayrıca dil, yeni tecrübelerin nesnelleştirilerek
mevcut bilgi stokuna katılmasını sağlar ve nesnelleşmiş ve somutlaşmış
tortuların da mevcut kolektivitenin geleneği içine aktarılmasını sağlar. Örneğin,
silahlarını kaybedip çıplak elle avlanmak zorunda kalan bir avcı toplumunun
bazı bireyleri bu olayı tecrübe ederler. Bu kötü olay onların bilincine yerleşir ve
tortulaşır. Eğer bu tecrübe, o toplumun başka bireyleri tarafından da
paylaşılırsa, öznellikler-arası tortulaşma meydana gelecek ve bu bireyler
arasında derin bir bağ oluşacaktır. Bununla birlikte, bu olay, dil aracılığıyla
başından böyle bir şey hiç geçmemiş başka bireylere aktarıldığı zaman, bu
tecrübe onlar için de ulaşılabilir ve oldukça anlamlı bir hale gelir. Dille
tanımlanan bu tecrübe artık bireyden soyutlaşır ve herkes için nesnel bir
olasılık haline dönüşür.
Dil böylece, ilk oluşum süreçleri yeniden inşa edilmeksizin edinilebilecek geniş
bir kolektif tortular deposu haline gelir. Meşrulaştırmalar, mevcut kolektivitenin
tortulaşmış tecrübelerine yeni anlamlar vermek suretiyle, zaman zaman
birbirlerinin yerine geçebilirler.
14
Belirli bir bilgi tipinin sosyal ilgi alanına, karmaşıklığına ve belirli bir
kolektivitedeki önemine bağlı olarak, bu bilginin sembolik nesne veya sembolik
eylemler aracılığıyla yeniden onaylanması gerekebilir. Bunun sebebi, bu tarz
sembollerin akılda daha kalıcı olmasıdır.
2.1.4. Roller
Roller, kurumsal düzeni iki şekilde temsil ederler. İlki, rolün icrası, bizzat rolü
temsil eder. Örneğin, yargılayan birey kendi adına değil, yargıçlık rolüyle
yargılar. İkinci olarak; rol, bütün bir kurumsal davranış ağını temsil eder.
Mesela, yargıç rolü, diğer rollerle, yani hukuk kurumunu içine alan bütünlükle
ilişki içerisindedir. Kurum, ancak icra edilen rollerdeki böylesi bir temsil
aracılığıyla gerçek tecrübede belirir.
15
Bunu yapabilmek için aynı zamanda, bu role doğrudan ve dolaylı bir biçimde
uygun bilgi gövdesinin farklı bilişsel ve hatta duygusal katmanlarına da bakmak
gereklidir.
Bu durum, bilgini sosyal dağılımını gösterir. Bir toplumun bilgi stoku, genel
bakımdan ilgili olan şeyler ve yalnızca belirli rollerle ilgili olan şeyler aracılığıyla
yapılandırılır.
Roller ile bilgi arasındaki analizi iki açıdan yapabiliriz. Kurumsal düzen
perspektifinden bakılırsa, roller, kurumsal olarak nesnelleşmiş bilgi kümelerinin
kurumsal temsilleri olarak görünür. Rollere tek bir perspektiften bakarsak, her
bir rol, sosyal olarak tanımlanmış bir bilgi parçasını kendi içinde taşır. İlk
perspektif, toplum ancak bireyler ona dair bir bilinç taşıdığı için vardır;
ikincisinde ise, bireysel bilinç sosyal olarak belirlenir. Kurumsal düzen bir
yandan, ancak yapılan rollerde gerçekleştirildiği müddetçe gerçek olur; ama
diğer yandan roller de, karakterlerini tanımlayan ve içinde nesnel bir anlam
kazandıkları kurumsal düzenin temsilcileridir.
Bu konudaki temel nokta, kurumlar ile bilgi arasındaki ilişkidir. Herhangi bir
somut kurumsal düzen araştırılırken, kuramlaşmanın kapsamının ne oluğuna
dair bir soru ortaya çıkar. Burada farklı toplumların kurumsallaşmaya geniş ve
ya dar alanlar sağlamalarının tarihsellikleri içerisinde değişken olduğunu
görebiliriz.
16
Kurumlaşmanın bütüncül olduğu bir toplum yaratırsak; bu toplumdaki her
problem ortaktır, bu problemlerin her çözümü sosyal olarak nesnelleşmiştir ve
her sosyal eylem de kurumlaşmıştır. Her rol, her faille eşit derecede ilişkili
koşullarda icra edildiği için, bilginin role-özgü dağılımı ya hiç yoktur ya da hiçe
yakındır.
Bunun aksi bir toplum yarattığımızda ise, sadece bir tek ortak problemin söz
konusu olduğu ve sadece bu problemle ilgili eylemler için kurumlaşmanın
oluştuğu bir toplum yaratılacaktır. Bu tür bir toplumda, neredeyse hiç ortak bir
bilgi stoku olmayacaktır. Bilginin hemen hemen hepsi, role-özgü olacaktır.
Kurumlar bir kere oluşturulduktan sonra süreklilik kazanmaya meyilli olsalar da,
bu kurumlaşma sürecinin tersine çevrilemez olduğunu göstermez. Çeşitli
tarihsel sebeplerden ötürü kurumlaşmış eylemlerin kapsamı daralabilir; sosyal
hayatın bazı alanlarındaysa kurumluktan çıkma gerçekleşebilir. Buna örnek
olarak, modern sanayi toplumunda ortaya çıkan özel alanın kamusal alanla
kıyaslandığında önemli ölçüde kurumluktan çıkmış olması verilebilir.
17
kalmayacak, bir de, bir fail tipinin kurumsal faaliyetlerini diğer tipler karşısında
meşrulaştırma problemi meydana gelecektir.
Sosyal açıdan birbirinden ayrı olan anlam alt-evrenlerinin ortaya çıkma olasılığı,
kurumsal parçalanmanın bir diğer sonucu olarak kendini gösterir. Bu olasılık,
role-özgü bilginin ortak bilgi stoku karşısında tamamen ezoterik bir hal
almasına dek uzanan rol uzmanlaşmasıdır. Ortak görüşten bakıldığı zaman,
böyle anlam-alt evrenleri görünmez olabilir ya da olmayabilir. Anlam alt-
evrenleri, cinsiyet, yaş, meslek, dini eğilim, estetik beğeni gibi, farklı ölçütler
aracılığıyla sosyal olarak yapılandırılabilirler. Alt-evrenlerin meydana gelme
ihtimali, işbölümünün ve ekonomik artının büyümesiyle paralel olarak
artacaktır.
Alt-evrenler de bütün diğer sosyal anlam yapıları gibi belli bir kolektivite
tarafından, yani mevcut anlamları sürekli üreten ve bu anlamların içinde nesnel
gerçeklik kazandığı bir grup tarafından taşınmak zorundadır. Bu tür gruplar
arasında rekabet veya çatışma olabilir.
Bir bilgi gövdesi görece otonom bir anlam alt-evreni düzeyine erişirse, kendisini
üreten kolektiviteye geri yönelme kapasitesine sahiptir çünkü bilgi ile sosyal
tabanı arasındaki bağıntı diyalektiktir. Bu da demektir ki, bilgi sosyal bir
üründür ve sosyal değişmede bir etkendir.
18
tarafından, bilmediği bir olgu olarak, yani kendi üretici faaliyetinin dışında,
üzerinde hiçbir kontrole sahip olmadığı bir yabancı işi olarak tecrübe edilir.
Nesnel bir sosyal dünya oluşur oluşmaz, şeyleşme olasılığı da meydana gelir.
Sosyal dünyanın nesnelliği, onun insanın karşısına insanın dışında bir şey olarak
dikilmesi anlamına gelir. Bu noktada yeni bir soru belirir: İnsan, nasıl
nesnelleşmiş olursa olsun sosyal dünyanın insanlar tarafından yeniden
yaratılabileceğinin henüz farkında mıdır değil midir? Şeyleşme, nesnelleşme
sürecinin en son aşaması olarak, yani nesnelleşmiş dünyanın bir insan girişimi
olarak kavranabilirliğini kaybetmesi ve gayri-insani, insanileştirilemez ve
durağan bir olgu şeklinde sabitlenmesi sonucu ortaya çıkan bir aşama olarak
tanımlanabilir. Birdenbire, insan ile dünyası arasındaki gerçek ilişki, yerle bir
olur. İnsani anlamlar, artık dünya içinde yaratılan ürünler olarak değil, şeylerin
doğasına ilişkin ürünler olarak anlaşılmaya başlanırlar. Şunu da vurgulamak
gerekir ki, şeyleşme insani dünyanın insan tarafından nesnelleştirilmesinin bir
biçimidir. İnsan dünyayı şeyleşmiş bir şekilde anlarken bile, üretmeye devam
eder. Bu da demektir ki, insan, paradoksal bir biçimde, kendisini reddeden bir
gerçeklik üretme yetisine sahiptir.
Hem bir bütün olarak kurumsal düzen hem de onun parçaları, şeyleşmiş bir
biçimde kavranabilir. Kurumların şeyleşmesi için gerekli temel nitelikler, onlara
insani faaliyetten ve insani anlamdan bağımsız bir ontolojik statü vermektir.
Kurumlar dünyası, şeyleşme aracılığıyla, doğa dünyasıyla iç içe geçer. Kurumlar
dünyası böylece zorunluluk ve kader haline gelir ve duruma göre mutlu ya da
mutsuz bir şekilde yaşanıp gider.
19
Mesela, Yahudi kimliği hem anti-Semitist hem de bizzat Yahudi’nin kendisi
açısından eşit derecede şeyleşmiş olabilir; ancak Yahudi bu kimliği olumlu
anlamda vurgularken anti-Semitist olumsuz anlamda vurgulayacaktır. Her iki
şeyleşme de, insan tarafından üretilen ve içselleştirilmiş olsa da sadece
benliğin bir parçasını nesnelleştiren bir tipleşmeye bir statü atfeder.
2.Meşrulaştırma
Teori öncesi
Bir şeyin nasıl olması gerektiğinin söylendiği aşama
Teorik önerme
Bu noktada teori aşamasında belirtilen olgu atasözleri, ahlaki ilkeler ve bilgece
sözlerle desteklenir.
Belirgin teoriler
Alanda saf teoriler oluşur. Konuda uzmanlaşmalar başlar
Sembolik evrenler
20
Meşrulaştırmanın pragmatik uygulama alanının ötesine geçmesidir. Burada
meşrulaştırma birbirinden kopuk gerçeklik alanlarına nüfuz eder. Onları
anlatarak haklı çıkartır nesnelleştir (Örn: rüyalar psikolojik teorilerle açıklanır)
Sosyalizasyon asla tam olarak başarılı değildir der yazarlar. Tüm sosyalleşmiş
‘sakinler’ birbirlerinden az çok farklıdırlar. Bu nedenler ideal olan ile gerçek
olan birbirini tutmaz. Ve bu, bu ilahi durumun eğitimcileri için bir problemdir.
21
Bu evrenler onlara göre sapkındır. Esas problem ise bu sapkın sembolik
evrenlerin paylaşılmasından ortaya çıkar.
Bu toplum içi sapkınlıklardan çok daha gerçek ve büyük bir tehdit unsuru ise
farklı bir tarihe sahip başka bir toplumla karşılaşılmasıdır. “alternatif bir evrenin
ortaya çıkışı, diğer evrenlerin hiç de kaçınılmaz olmadığını bizzat kendi
varlığıyla empirik olarak kanıtladığı için bir tehdide yol açar”. İşte bu durum
oluştuğu anda bir teorik açıklama gerekir. Yazarların bu konuya verdikleri
örnek ataerkil Yunanlıların gelişiyle beraber civarda yaşayan anaerkil
toplumların sarsılmasıdır. Burada yunanlıların idame aygıtı ataerkilliği
meşrulaştıran teorilerle dolu olan yuman mitolojisidir.
Mitoloji, teoloji, felsefe, bilim arasındaki en arkaik idame aygıtıdır. “ince elenip
sık dokunmuş mitolojik sistemler, tutarsızlıkları ortadan kaldırmaya ve mitolojik
evreni teorik olarak bütünleştirilmiş bir biçimde idame ettirmeye çalışırlar.”
Mitoloji tanrılar ve insanlar arasındaki süreklilik dâhilinde işlerken, teoloji
birbirinden kopmuş insan ve tanrı dünyası arasında aracılık eder. Bu 2. dünya
bir sırdır, bilgi stokundan kopuktur. Öte yandan işgal ettiği sosyal konum
bakımından toplumun daha içindedir. Bilim ise hem kutsal olanı hem de
dünyanın işleyişine dair anlaşılabilir olanı gündelik yaşamdan koparır.
22
terapi ile sunulanı içselleştirecektir. Suçluluk doğru ve normale dönüşün
gururuna dönüşecektir ve bireye bu anlamda bir tatmin de sağlayacaktır.
Hiçleştirmenin daha da etkin bir diğer yöntemi ise her şekilde kendini
kanıtlayan teorik açıklamalar yapmaktır. Bunu bir örnek üzerinden anlatacak
olursak eşcinselliğin insanın doğasında olan bir durum olduğu ve bunu
yadsıyanların da bu olguyu henüz kabullenememiş bireyler olduğu teorisi ile
eşcinselliğin varlığını ve doğallığını karşı çıkılsa da çıkılmasa da kanıtlamış
oluruz.
Daha karışık bilgi formları ortaya çıktığında ise bu uzmanlar gündelik hayatın
gerçekliğinden bir ölçü de kopmaya başlayabileceklerdir. İşte burada karşımıza
evrensel uzmanlar çıkıyor. Bu uzmanlar kendilerini tam zamanlı uzmanlığa
vererek tüm bilgi stokuna hâkim bir statü isterler. Gerçeğin nihai tanımına
hâkim olduklarının bir iddiasıdır bu.
23
bu üretilen gerçeklikler işlevsel oldukları sürece sorunsuz görülürler. Çıkarlara
uygun gerçeklik üstün olandır.
Birey toplumun bir üyesi olarak doğmaz, sosyalliğe bir yatkınlıkla doğar ve
toplumun bir üyesi haline gelir. Her bireyin hayatında toplumsal diyalektiğe
katıldığı andan itibaren bir zamansallık ardışıklık söz konusu olur. Buradaki ilk
süreç içselleştirmedir. Bunu; göstergeleşmeyi ön gerektiren, birinin öznel
süreçlerini algılamak olarak en basit şekilde açıklayabiliriz. Demek ki
içselleştirme önce bir başkasını sonra da dünyayı anlamlı bir gerçeklik olarak
algılayabilmektir. Bu süreçte anladığım kişinin içinde yaşadığı dünyayı da anlar
dolayısıyla o dünyayı da kendimin kılmış olurum. Ve etkileşim sırasındaki
karşılıklı anlamalar ve tanımlamalar yoluyla kesintisiz olarak birbirimizin
varlığına katılıyoruzdur. İşte bu içselleşme derecesine ulaştığında birey
toplumun üyesi olmuş olur.
Bireyler anlamlı ötekilerle karşılaştıkları bir sosyal yapı içine doğarlar ve onların
kendi durumlarına yaptıkları tanımlar bireyin karşısına nesnel bir gerçeklik
24
olarak çıkar. Sosyal dünya anlamlı ötekiler ve biyografik süreçlerle gerçeklikleri
seçerler örneğin aynı aşağı sınıftan iki kişi birbirinden oldukça farklı tarzda
hayat sürüyor olabilirler.
25
Asli sosyalizasyon genelleşmiş öteki bireyin bilincinde oluştuğu zaman sona
erer. Ama sosyalizasyon hayat boyu sürecek bir süreçtir.
Tali sosyalizasyon ancak çok sınırlı bilgi stokuna sahip toplumlarda olmayabilir.
Ama böyle, bilgi dağılımına sahip olmayan bir toplum mevcut değildir. Bilgi
dağılımı yanında tali sosyalizasyonu zorunlu hale getirir. Tali sosyalizasyon,
kurumsal ya da kurum temelli alt-dünyaların içselleştirilmesidir. İşbölümünden
temellenen rollere dair bilginin edinilmesidir. Bunun içinde davranış şekilleri,
kelime seçimleri gibi öğeler, imajlar ve alegoriler vardır.
26
olmayan, nötr süreçlerden geçmeyi gerektirirken, müzisyenlik daha duygusal
süreçleri gerektirir. Din alanında eğitim de müzisyenlik gibi, yoğunlaştırılmış
tekniklere ihtiyaç duyar. Bu teknikler olabildiğince asli sosyalizasyon
süreçlerine benzetilmeye çalışılır. Sosyalleştirici görevli, anlamlı öteki niteliğini
üstlenir.
Bir diğer idame aygıtı da söyleşmedir. Söyleşme gerçekliği idame ettiği gibi
değiştirir de. Söyleşme aygıtı “farklı tecrübe öğeleri üzerine etraflıca konuşmak
ve bunları gerçek dünyadaki belirli yerlere pay etmek suretiyle gerçekliği idame
ettirir. Dil düzeni kurarken hem anlamak hem üretmek yoluyla dünyaya
gerçeklik kazandırır.
27
olabilir. Ve gerçekler ne kadar yüz-yüze şekilde kurulurlarsa o derece iyi
korunurlar.
Bu yer değiştirme yapıları farklı alanlarda da taklit edilirler (örn: politik beyin
yıkama). Bu yeni dünya bireyin önceki dünyasının yerine geçmelidir. Birey
önceden bulunduğu dünyayla bağlarını büyük ölçüde koparmalıdır. Bu zihinsel
olarak hiçleştirmeyle mümkündür. Burada devreye söyleşme aygıtı da girer
elbet. Aygıt yeniden örgütlenir ve bireyin öznelliğini değiştirir.bu nedenledir ki
28
kişinin kiminle konuşacağı çok önemlidir. Tüm anlamlı ötekiler, kolektiviteler ve
gerçeklikler yeniden tanımlanmalıdır. Bireyin hayatında yer değiştirmeden
öncesi ve sonrası olarak bir ayrım oluşturulacaktır. Bu ayrışım sırasında
geçmişin yeniden yorumlanması ve hatta bilinçli ya da değil, uydurulması da
mümkündür.
Bir de dönüşümlerin radikal ama geçici olduğu durumlar vardır (örn: askere
gitmek). Böyle durumlarda ise kişinin önceki gerçekliği ve tutarlılığı korunmaya
devam edecektir.
29
tanımlayışı üzerinden sekilenmiştir. Buna vereceği her hangi bir tepkinin de bir
değeri ya da bir ağırlı olmayacaktır. İşte bu bireyin içinde yaşadığı dünyanın
nesnel gerçekliği ile kendi öznel gerçekliği arasında ciddi bir asimetri vardır ve
birey başarısız sosyalleşecek ve önceden tanımlanmış, bir yeniliği ve değerliliği
olmayan bir etiket sahibi olacaktır.
30
sorun yaratmayacağıdır zira bir erkek çocuk kadın perspektifinden haberdar
olsa dahi erkek rol modeliyle özdeşleşeceği kabulüdür. Öte yandan kimi
talihsiz şartlar nedeniyle doğru bir rol modelden yoksun bireylerin yanlış
sosyalizasyonunun da ortaya çıkması görülen bir durumdur. Burada da kadınsı
olan bir erkek çocuğun gerçek kimliği ile sosyal kimliği arasında bir asimetri
oluşur.
31
bir kimlik geliştirebilir. Bu kimlik hayal gücü düzeyinde ortaya çıkar ve kurumsal
olarak kabul gören kimlik nedeniyle bir gerilime neden olur.
Kimlik öznel gerçeklik gibi toplumla diyalektik bir ilişki içindedir ve sosyal
süreçler tarafından oluşturulur, değiştirilir ve yeniden biçimlendirilir. Kimlikler
sosyal yapının sürmesinde rol oynarlar. Belli bazı tarihler ve tarihsel süreçler
bazı kimliklerin ortaya çıkmasında rol oynarlar ama bahsettiğimiz tarihlerde
bazı kimliklere sahip insanlarca ortaya çıkarılırlar. Tarihle kimlik, böylece,
ilişkililerdir ve bu süreçlerde kimlik tipleri ortaya çıkar.
32
Psikolojiler kimlik ve toplum arasında bir diyalektik ilişkiyi de ortaya çıkarırlar
der yazarlar. Çünkü psikolojiler bir gerçeklik içerirler ve bu da bireylerin
üzerinde derin bir etkiye sahiptir. İşte bu nedenle bu konuda eğitilmiş ve
psikolojileri idare edecek personel ortaya çıkmıştır. Personelin görevi problemli
vakaları Zarasız hale getirecek teoriler yoluyla, kimlikler ve dünya arasında
bağlantı kurup meşru bir şekilde kimlik-tamiri yapmaktır. Böylece bu teoriler
gündelik dünyaya girmiş olur ve öznel-kimlik, sosyal-kimlik arasında ortaya
çıkmış olan problemlere yoğunlaşırlar.
33
3.4 Organizma ve Kimlik
Daha önce de yer verildiği üzere, biyolojik etkenler bireyin sosyal olanaklar
alanını sınırlarlar. Bunun yanı sıra bireyden önce var olan sosyolojik şarlarda
biyoloji üzerinde etkilidirler. Örneğin istatistiksel olarak bakıldığında toplum
yaşam süreleri üzerinde büyük belirleme gücüne sahiptir.
Tüm anlatılanların ışığında diyebiliriz ki, ‘ insan biyolojik olarak, ötekilerle bir
dünya inşa etmeye ve orada ikamet etmeye yazgılıdır.’ İnsanın inşa ettiği
dünyaya doğa tarafından sınırlan konmakta olsa da bir kez inşa edilince, doğa
34
üzerinde geri etkide bulunur. İşte bu diyalektikten de insan organizması
etkilenir ve dönüşür, kendini ve gerçekliğini üretir.
KAYNAKLAR
Paradigma Yay.
35