You are on page 1of 11

5.

Hafta: Erken Dönem Sanat Fotoğrafı (2) 1917-1950


Özgür Yaren

Sanat Fotoğrafı Kavramının tartışılacağı derslerin ikincisinde, Resimsel fotoğrafa karşı tepki
olarak doğan ve fotoğrafın rüştünü ispat etmesini sağlayan doğrudan fotoğraf akımı
incelenmektedir. Günümüz modern fotoğraf sanatına teorik ve pratik köken oluşturan
20.yy’nin ilk yarısındaki Modern Sanat akımları ile paralel biçimde gelişen, fotoğraf
akımları tartışılmaktadır. Bu bağlamda sanat fotoğrafının Kübizm, Ekspresyonizm, Dadaizm
ve diğer Avant-Garde sanat akımlarıyla kurduğu bağlar serimlenmektedir.
Derse konu olan fotoğrafçılar: Ansel Adams, Andre Kertesz, Edward Weston, Henri Cartier
Bresson, Bill Brandt, Irwin Penn, Man Ray

Resimsel Fotoğraf'a Tepki: Doğrudan Fotoğraf ve F/64 Fotoğraf Grubu


Doğrudan fotoğraf, resme öykünme ile geçmiş ilk yılların ardından, fotoğrafın ulaştığı bir üst
basamağı ve modern fotoğrafın esasını temsil eder. Doğrudan fotoğraf, ilk olarak eski bir
resimselci olan Stieglitz’in 1890 sonrası farklılaşan çalışmalarında, ve esas itibariyle Paul
Strand’in fotoğraflarında kendisini gösterir. Edward Weston ve Ansel Adams’ın işlerinde ve
yazılarında, derken Henri Cartier Bresson’un karar anı yaklaşımı ile foto röportajcıların,
belgesel fotoğrafçıların ve doğa fotoğrafçılarının çalışmalarında ifadesini bulur.

20. yüzyılın başlarında yenilikçi sanatçılar, araçlarının benzersiz özellikleri ve niteliklerine


dayanan yeni bir estetik fikri etrafında toplandılar. “biçim işlevi izler” diyorlardı. Örneğin
yenilikçi ressamlar, fotoğrafı kendileri için bir özgürleştirici olarak görmüşlerdi. Kübizm ve
soyutun doğuşu böyle olmuştur. İşlevsel estetik, fotoğrafı da etkilemiş, fotoğraf gibi
fotoğraf”tan söz edilmeye başlanmıştır. Böylelikle fotoğrafları resme benzeten teknikler ve
manipülasyonlar reddilmiş, saf fotoğraf savunulmaya başlanmıştır. Beaumont Newhall’ın
Fotoğraf Tarihi kitabında alıntıladığına göre sanat eleştirmeni Sadakichi Hartmann 1904’ün ünlü
Photo-Secession sergisinde, gum-bichromate gibi teknikleri, negatiflere ve baskılara elle
müdahaleyi reddediyor, resimselcileri doğrudan (dürüst) çalışmamakla suçluyor ve ekliyordu;

“…doğrudan fotoğraf ile ne demek istediğimi soruyor ve tarif edebilir misin diyorlar, evet çok
kolay, fotoğraf makinanıza güvenin, gözünüze güvenin, güzelik algınıza, kompozisyon zevkinize
güvenin. Rengin, gölgelerin, ışığın her kıpırtısını değerlendirin. … kısacası çekmeye
niyetlendiğiniz, fotoğrafı sabırla bekleyin…herhangi bir manipulasyona imkan vermeyecek ya da
asgari düzeyde verecek kadar iyi olmasına çalışın… Fotoğraf tekniğinin doğrudan niteliğini
bozmaması koşuluyla rötuş, maskelemeye karşı değilim… Fırça darbeleri ve izleri fotoğraf için
doğal şeyler değildirler… Sözlerimin yanlış anlaşılmasını istemem. Fotoğrafın böylece eskisinden
daha az değil aksine daha sanatsal olmasını arzuluyorum ama yalnız uygun yollar kullanarak…”

Amerikalı ünlü manzara fotoğrafçısı Ansel Adams, fotoğrafın bir ifade biçimi olarak büyük bir
gizilgüç taşıdığını anlamıştı. A.Adams müziği bırakıp, tamamen fotoğrafa yönelme kararına
“makina insan ruhunu ifade edemez” diyerek karşı çıkan anne ve teyzesine “makina ifade
edemez ama fotoğrafçı eder” demiştir. Ansel Adams, resimselciliğe karşı çıkar ve fotoğrafı
tamamen fotoğraf yöntemlerini kullanan bir sanat olarak kabul eder. Edward Weston, Ansel
Adams ve Imogen Cunningham’ın da aralarında bulunduğu bir grup fotoğrafçının oluşturduğu
f/64 grubunun manifestosu aynı zamanda bir doğrudan fotoğraf manifestosudur. f/64 grubuna
göre yalın fotoğraf, başka bir sanat biçiminin türevi olan kompozisyon, fikir ya da teknik
esintiler taşımayan fotoğraftır. Resimselci fotoğraf ise doğrudan doğruya resim ve diğer grafik
sanatlar ile ilişkili sanat ilkelerine bağlıdır. Ne var ki, f/64 grubunun 1932 sergisi büyük ölçüde
olumsuz tepki almıştır. Sergiye yer veren müze, “bir sanat olmayan fotağrafa” kapılarını açtığı
için eleştirilmiştir. Fotoğrafta resimselciliğin ve manipulasyonların genel kabul gördüğü o
günlerde yanlış olarak, saf fotoğrafın öznel bir bakışı yansıtamıyacağı düşünülüyordu. Doğrudan
fotoğrafın nesnel yaklaşımının, hislerle ilgili olmadığı hiç bir biçimde ileri sürülemez. Edward
Weston ve Ansel Adams gibi doğrudan fotoğrafçıların bazen teknik fetişizmle eleştirildikleri ve
f/64 ün savunduğu “fotoğrafı fotoğraf yapan değerlerin” fotoğrafın teknik değerleri olduğu
iddia ediliyor. Oysa ki, A. Adams’ın çekeceği fotoğrafı önceden zihninde canlandırması
previsualisation sadece en iyi filtreyi seçmek demek değildir. Doğrudan fotoğraf, fotoğrafın
hem tekniğini hem de estetiğini iyi kavramayı gerektirir. Makina sadece, donanımın elverdiği
ölçüde, önündeki görüntüyü kaydeder. Görüntü zihinde şekillenir.

"Group f/64 -

* Ansel Adams
* Imogen Cunningham
* John Paul Edwards
* Sonya Noskowiak
* Henry Swift
* Willard Van Dyke
* Edward Weston

Modern Sanat Akımları ve Fotoğraf


Modern sanatın, genellikle 1880’lerin izlenimcilerinden (empresyonistler) 1960-70’lere
kadar devam ettiği kabul edilir.
Sanatta modernizmin temelleri, ressamların dünyayı gördükleri gibi temsil etmeyi
bırakmalarıyla atılmıştır. Temsil, temel sorun haline gelmiş, sanat kendi kendini konu
haline getirmeye başlamıştır.
Sonucu iyi ya da kötü olsun, XX. Yy’ın sanatçıları bir şeyler keşfetmek zorundaydılar. Dikkat
çekmek için, geçmişteki büyük sanatçıların o hayranlık duyduğumuz ustalıklarına ulaşmaya
çalışmak yerine, daha önce hiç denenmemiş bir şey yapmaları gerekiyordu. Gelenekten en
ufak bir kopuş, eleştirmenlerin dikkatini çekip bir izleyici grubu oluşturursa, geleceğe
egemen olacak bir “izm” olarak karşılanıyordu. Bu “izm”lerden bazıları çok uzun ömürlü
olmuyordu. Yine de XX. Yüzyıl sanatının tarihi, tüm bu durmak bilmeyen deneyleri dikkate
almak zorundadır, çünkü dönemin yetenekli sanatçılarının çoğu bu çabaların içinde
olmuştur (Gombrich, Sanatın Öyküsü, 2007: 563).
Modern Sanat Akımları
1880’ler
Tonalizm, Sembolizm, Post-empresyonizm (geç izlenimcilik), Neo-empresyonizm (yeni izlenimcilik)
1890’lar
Ekspresyonizm (dışavurumculuk), Fauvism
1900’ler
Art nouveau, Die Brücke, Kübizm, Fütürizm
1910’lar
Süprematizm, Dada, Bauhaus
1920’ler
Konstrüktivizm, Art deco, de Stijl, Sürrealizm
1930’lar
Arbsraction-Creation, Sosyalist realizm
1940’lar
Soyut dışavurumculuk, Art brut vb.
1950’ler
Neo-dada, Pop-art, Durumculuk
1960’lar
Op art, Fluxus, Minimalizm, Kavramsal sanat, Fotogerçekçilik vb.
Bu akımların içinde yer alan fotoğrafçılar da hem bu akımların yaklaşımlarından etkileniyor
hem de onlara yön veriyorlardı. Fotoğrafçılar, görsel deney yapma fikrinden yola çıkarak
fotogram, optik bozmalar, solarizasyon, kolaj, fotomontaj gibi yöntemlerle fotoğrafa
müdahalelerde bulundular. Fotoğraflara yapılan müdahale fotoğrafı resme benzetmeye
yönelik değildi, daha ziyade soyut ya da yarı soyut ürünler vermeye yönelikti. Resimdeki
gerçekçiliği tamamen reddederek netsizlik, hareketli görüntü, üst üste çekim ya da baskı
gibi teknolojik olanakları yaratıcı olarak kullanma yoluna gittiler.

Fütürizm ve Fotoğraf
Fütürizm, 20. yüzyılın başlarında İtalya'da orataya çıkmış bir sanat akımıdır. Genel olarak
büyük bir İtalyan fenomeniydi. Fakat o dönemde, başta Rusya ve İngiltere olmak üzere
daha bir çok ülkede paralel hareketler ortaya çıkmıştır.
Geçmişin reddi ve çağdaş dünyanın anahtar kavramları olan dinamizm, hız ve makineleşme
gibi teknik gelişmenin benimsenmesine dayalı bir sanat akımıdır.
Sözcük anlamı “gelecekçiliktir”. 1909 yılında Paris’te Marinetti tarafından Figaro
gazetesinde yayınlanan manifesto ile doğmuştur.
Fütürizm, siyasal eğilimi belirgin olan en önemli sanat akımlarından biridir. İtalya’nın
geçmişin ezici ve bunaltıcı ağırlığndan kurtulmasını amaçlıyordu. Müzelere, akademilere ve
eski Roma’yı öven geleneksel kurumlara başkaldıran militan bir yönü vardı. Fütürizm, şiir,
roman, oyun, heykel, müzik, fotoğrafçılık, film ve mimarlık sanatlarını kapsayan bir akım
olmuştur.
Konusunu açıkça, kentsel ve endüstriyel çevreler oluşturmuştur. Devinim olarak
yorumladıkları hız kavramı da önemlidir.
İtalyan Fütürist sanatçı Giacomo Balla uzun süre fotoğrafla uğraşmıştır. Bir olayın ard arda
gelen evrelerini tek bir görüntüymüş gibi saptayan “kronofotoğraf” tekniğinin hareketi
çözümleyişinden yararlanmıştır. “Keman Yayının Ritimleri” (1912) adlı fotoğrafında her şey
kronofotoğrafta olduğu gibi görünür. Ayrıca Balla fotografik hareket analizi çalışmalarından
yola çıkarak yapıtlar vermiştir. Örneğin “Kuyruğunu Sallayan Bir Köpeğin Dinamizmi” (1912)
adlı tablosunda kuyruk sallayışın devinimsel evreleri görsel olarak ifade edilmiştir.
Fütürist sanatçılardan Bragaglia’nın “Fotodinamizm” olarak adlandırdığı fotoğraf
çalışmaları da önemlidir. Bragaglia, hareketin dinamik kaydını gerçekleştirmek amacıyla
uzun poz süreleri kullanıyordu. Fütürist sanatçılar arasındaki tek fotoğrafçı olan
Bragaglia’nın “fotodinamizm” çalışmalarının amacı zamanındaki birçok sanatçı gibi,
hareketin karmaşıklığını, ritmini, gerçeği ve maddeleşmekten ayrılmayı yansıtan fotoğraflar
üretmekti. Siyah fon üzerinde tek bir figür vardır ve onun hareketi farklı aşamalar ve
düzensiz aralıklarla gösterilir. Aralarda, hareketten kaynaklı netsizlik örnekleri görülür.
Bragaglia’nın bu fotoğrafları çekerken düşündüğü şey şu sözleriyle özetlenebilir: “İnsan
ayağa kalktığı zaman, koltuk hala onun ruhuyla doludur”. Hareketin sürekliliğine önem
veren Bragaglia, hareket halindeki bir cismi belli aralıklarla dondurarak net bir biçimde
göstermek yerine, hareketin hareketini saptamak, çizmek istiyordu.

Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) ve Fotoğraf


Doğanın olduğu gibi temsili yerine, duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yy
sanat akımıdır. Bozulmuş çizgiler, şekiller ve abartılı renklerle sanatçının duygusal
dünyasını aktarmayı hedefler. 19. yy gerçekçilik ve idealizmine karşıt anti-natüralist
öznelliğe sahip bir bakış açısını içerir. Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında
Almanya’da ortaya çıkmıştır. Bu akım içinde yer alan sanatçı, toplumun ve toplumsal
yaşamın, aşkın, ölümün, karamsarlıklarıyla bunalan insanın yazgısını dile getirmeye çalışır
ve sanatçının kişisel yaşamı ile sanatçı özdeşleşir.
Dışavurumcu sanatın amacı, sanatçının duyguları ve iç dünyasını renk, çizgi, düzlem ve
kütle aracılığıyla dışavurmasıdır. Bu duyguları daha iyi yansıtabilmek için sanatçı geleneksel
kuralların dışına çıkarak biçim bozma yöntemini kullanır. Edward Munch’ın Çığlık adlı
tablosu bunun en belirgin örneğidir. 1895 tarihli bu taşbaskı ani bir heyecanın, tüm duyusal
izlenimlerimizi nasıl değiştirebileceğini anlatmayı amaçlıyor. Bütün çizgiler, resmin odak
noktasına, yani çığlık atan başa doğru gidiyor gibi, sanki tüm sahne, o çığlığın acısına ve
heyecanına katılıyor. Çığlık atan kişinin yüzü gerçekten karikatür gibi çarpıtılmış. Faltaşı
gibi açılmış gözler ve oyuk yanaklar kafatasını anımsatıyor. Korkunç bir şey olmuş mutlaka
ve resmi daha da rahatsız edici yapan bu çığlığın nedenini hiçbir zaman bilemeyecek
olmamız.
Ekspresyonist sanatta halkı rahatsız eden şey, doğanın çarpıtılmasından çok güzellikten
uzaklaşmasıydı. Karikatürcü, insanın çirkinliğini gösterebilirdi, ne de olsa bu onun
göreviydi. Oysa kendini ciddi sayan bir sanatçının, bir şeyin görüntüsünü değiştirirken, onu
daha da idealleştireceği yerde çirkinleştirmesi hoş karşılanmıyordu. Fakat Munch, bir acı
çığlığının güzel olmayacağını, yaşamın yalnızca güzel yönlerini görmenin ikiyüzlük olacağını
söylemekle yanıt verebilirdi. Çünkü ekspresyonistler, insanların çektiği acıyı, sefaleti,
vahşeti ve tutkuları öyle derinden hissediyorlardı ki sanatta uyum ve güzellik üzerine
diretmenin dürüst olmayı reddetmekten başka bir şey olmadığına inanıyorlardı.
Ekspresyonistler için güzellik ve incelikle uzaktan yakından ilişkisi olan her şeyden
sakınmak ve kendini beğenmiş “kentsoyluları” şaşkına çevirmek, neredeyse bir namus
meselesi olmuştu. (Gombrich, 2007: 567-568).
Wols ekspresyonist bir fotoğraf sanatçısıdır. Asıl adı Alfred Otto-Wolfgang Schulze olan
Wols, akımın etkisinde kalarak “Ohne Titel” başlıklı 10 fotoğraflık bir çalışma yapar. Bu
çalışmada bebeklerin bozulmuş görüntüleri yer almaktadır.

Konstrüktivizm (Yapılandırmacılık) ve Fotoğraf


Konsrüktivizm, 1914 yılında Rusya’da ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. Sosyalist Gerçekçilik
resmi tutum olarak benimsenince ortadan kalkmış, yandaşlarının bir bölümü batıya
göçmüştür. Sosyalist Gerçeklik, gerçekçi bir stil benimsemiştir ve işçiler tarafından
üniversal olarak anlaşılabilir propaganda mesajları içermiştir.
Sovyet Devrimi’nin ardından parlayan en yaratıcı konstüktivist ve produktivist sanatçı olan
Aleksandr Rodçenko, fotomontaj ve kolaj çalışmalarıyla tanınmaktadır. Ressam ve
heykeltıraş olan Rodçenko, kübizmin geometrik temsillerinden etkilenmiştir.

Dadaizm ve Fotoğraf
Dadaizm, I. Dünya savaşı yıllarında başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Daha, Dünya
Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa ve
erotizme bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve varolan sanatsal düzenin reddedilmesi
Dada’nın ana karakteridir. Sadece Avrupa’da değil, Amerika’da da etkin olmuş bir sanat
akımıdır. New York’ta dada hareketi Alfred Stiegliz’in çabalarıyla filizlenmiştir. 291 adlı
galerisinde avangard çalışmaları sergilemiştir.
Dada, kelime anlamı olarak Fransızca “tahta at” anlamına gelmektedir. Zürih’te Caberet
Voltaire, dadaizmin merkezi olmuştur. Batı uygarlığının tümüne karşı çıkmak amacıyla
ürünler vermiştir. Her türlü sanatı, dünün öncü sanatı, özellikle ekspresyonizm savaş
çarkının bir parçası olmakla suçlanıyordu. Sembolizme, fütürizme ve ekpresyonizme karşı
bildiriler kaleme alınıyordu. Dadacı bildirge ve sloganlar, 20. yy’ın başlarında burjuva
sınıfına ve bu sınıfı ayakta tutan ideolojilere, ahlaki, sanatsal ve felsefi üst yapı
kurumlarına karşı sürekli ve kesin bir ayaklanmayı amaçlıyordu.
Dadaist sanatçı Christian Schad soyut fotoğraflar üretmiştir. Onun soyut fotoğraflarlarını
Tzara, “schadographs” olarak nitelemiştir. Bu terim Fox Talbot gibi erken fotoğrafçıların
kullandığı yöntemi, “shadowgraph”, anımsatmaktadır. Tzara, muhtemelen bunun
farkındadır, ama belki de, dadacıların şeyleri parçalara ayırmaları bağlamında, Almanca
“hasarlı” anlamına gelen “schaden” kelimesine gönderme yapmaktadır.
Alman Dadaistler Zürih’dekilere göre daha politikti ve toplumsal ifadeler oluşturmak
istiyorlardı. Berlin Dadaistlerinin temel aracı fotomontajdı. Fotomontajın temelleri
konusunda uzun yıllar tartışma konusu olmuştur ama görünen o ki Hannah Höch ve
Hausmann bu tür imajları kullanan ilk dönem Dadaistlerindendir. Hannah Höch’ün ana
temalarından biri Yeni Kadın’dır. Höch, çağdaş şık giyimli kadınla geleneksel toplumsal
roller içindeki kadını yan yana koymuştur ve bunları otomobil, makine, ampulu gibi
modernizmin sembolleriyle birlikte kullanmıştır. Höch bu fotomontajlar aracılığıyla modern
politikaları ve toplumun kadına bakışındaki ikiyüzlülüğü eleştiriyordu. Bu ikiyüzlülük
kadının bir yandan işçi bir yandan cinsel obje olarak görülmesiydi. Höch’ün sevgilisi olan
Hausmann da kadının yeni toplumsal düzen içinde eşitliğini savunan az sayıda komünistten
biriydi. O da fotomontaj yöntemini kullanmıştır.
İlk kullanılan fotomontajlarda Rejlander’in yaptığı gibi genellikle birden fazla negatif bir
araya getirilerek montaj yapılıyordu. Ancak deneysel fotoğrafçılar Viktoryan öncülerinden
farklı bir toplumsal yol ve amaca sahiplerdi. Dadaist sanat içinde ise hem birden fazla
negatif kullanılıyor, hem de çeşitli dergi, gazete, reklam afişleri ve atıklar gibi birçok
malzeme kes-yapıştır yöntemiyle fotomontaj yapıyorlardı. Amaçları hayali olanla çeşitli
zamanlarda yaşanan gerçekleri bir araya getirmekti.
1920’lerde Grosz ve Heartfield yapıştırma resim (kolaj) alanında işbirliği yapmaya
başladılar. Kolajlarında fotoğraflar da kullanıyorlardı. Heartfield, savaştan sonra
propaganda amacıyla kullandığı fotoğraflarla ün yaptı. Kamerayla elde ettiği görüntüleri
öğretici sanatında hammadde olarak kullandı. Yan yana ve üst üste getirilen görüntüler,
içerikliğinin gerçekliği yüzünden herhangi bir iletiyi büyük bir çarpıcılıkla aktarabiliyordu.
Fotomontaj, izleyicinin ilgisini çekmenin yanında, politik ve toplumsal tepkiler yaratmak
için kullanılır. Heartfield, fotomontajlarıyla Nazi Almanyası’nda tırmanan terörü kınamıştır.
“Mutlu Filler” adlı yapıtı bu bağlamda çarpıcı bir örnek sayılabilir.
Berlin’deki grubun politik eylemlilikleri, Paris’te daha geniş bir kültürel eleştiriyi kapsar
hale gelmiştir. Paris’te Marcel Duchamp Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sına bıyık
çizmiştir. Alman ressam Max Ernst de Paris’e gelip Dadaistlerle tanışmadan önce psikolojik
olarak şaşırtmacalı fotoğrafik kolajlar yapmaktaydı. Kanvas ve kağıt üzerinde frottage (bir
kagit ya da kumasin puruzlu bir yuzey uzerine gerilerek yerlestirilmesi ve sonrasinda kalem
ya da firca turu bir seyin yuzey uzerinde gezdirilmesi sonrasinda alttaki objenin
cikintilarinin, puruzlerinin yuzeye cikmasinin saglanması işlemidir.) gibi teknikler
kullanarak tedirgin edici efektler yaratmaktaydı.

Sürrealizm ve Fotoğraf
Sürrealizm, 1920’lerin başında Fransa’da ortaya çıkan bir sanat akımıdır. Sürrealizm,
kapitalist toplumun buhranının karakteristik bir ifadesidir. Kuramsal alt yapısı Freud’un
bilinçdışı kavramı ve bireyin bilinçdışı arzuları, rüya analizine dayanır. Toplumsal
gelişmelere odaklanmaktan ziyade insan algısının hayal dünyasıyla bağlantılı dönüşümüne
ve deneyimine odaklanır. Sürrealizm, rüyanın, içgüdünün, arzunun ve başkaldırmanın
üstün bir güç olduğunu öne sürer ve mantıksal, ahlaki ve sosyal her türlü kalıplaşma ve
düzene karşı çıkar.
Andre Breton, yeni bir dünya olasılığını tamamen göz ardı eden Dadaizm’den uzaklaşmış ve
1924 yılında sürrealizm manifestosunu yayınlamıştır. Sürrealizm, olağanüstü bir düş kurma
makinesidir. Onlara göre akıl ancak bilimi verebilirdi, sanatı ise akıldışı.
Sürrealist fotoğrafçılar, sandviç baskı, superpoze, back-projection gibi pek çok teknikle
görüntüleri birleştirmişlerdir. Çeşitli boyama teknikleriyle renklendirmişlerdir. Bunların
yanında yalın fotoğraf tekniklerinden yararlanıp günlük yaşamın içinde sürrealist görüntüler
yakalayıp soyutlamışlardır. Figürleri ya da cansız mankenleri çerçeve içine yerleştirmek,
anlık bir yüz ifadesinden yararlanmak sürrealizme konu olabilmiştir.
Yasak cinsellik Sürrealist başlıkların en önemlilerinden biridir. Hans Bellmer de daha çok
deforme edilmiş bebek görüntüleriyle tanınmıştır. Fotoğraf çalışmalarında hem sürrealist
hem de ekspresyonist boyut bir aradadır. Bellmer, “La Poupee” (Bebek, 1936) adlı 10 adet
fotoğrafının yer aldığı bir fotoğraf albümü de çıkarmıştır. Bu fotoğraflar, Bellmer’in grotesk
figürü Nazi propaganda fotoğraflarında kullanılan normal, sarışın, Aryan bedene bir
misilleme içeriyor. Dada’nın Amerika’daki en önemli temsilcilerinden biri Man Ray’dir. Man
Ray sadece Dadaist değil, kübist ve sürrealist akımlar içinde de sayılır.

Man Ray (1890 - 1976)


"I paint what cannot be photographed, I photograph the things I don't want to paint."
Çok yönlü bir sanatçı olan Man Ray’in, fotoğraftan resme, heykelden sinemaya neredeyse
ürün vermediği alan kalmamıştır. Ayrıcı tasarımcı ve yazar olarak da bilinir. 27 Ağustos
1889 Amerika'nın Pensilvanya eyaletinde doğan ve asıl adı Emanuel Radnitsky olan sanatçı,
daha sonra kullanım ve telaffuz zorlukları nedeniyle adını Man Ray olarak değiştirmiştir.
İlk sanatsal ürünlerini resim alanında veren Man Ray’in portrelerinde, 1910 yılında Galeri
291’de tanıştığı Alfred Stieglitz’in izleri görülür. Bu dönem çalışmalarını Henry Matisse,
Paul Cezanne, Pablo Picasso gibi ressamların da eserlerinin sergilendiği Galeri 291’de
sergilemiştir. 1913 yılında Alfred Kreymbery ile birlikte kurdukları atelyede çalışmalarını
sürdüren Man Ray 1914 yılında ise yaşamını tamamen değiştirecek bir karar verir ve
Belçikalı yazar Donna Lecoir ile evlenir. Donna ona Boudlaire ve Rimbaud'nun kapılarını
açacaktır.
İlk kişisel resim sergisini 1915 yılında New York’ta Charles Daniel’in galerisinde açan Ray,
aynı yıl Dadaizmin en önemli isimlerinden Marcel Duchamp ile tanışır ve Duchamp onu
montaj ve kolaj konusunda destekler. Bu dönem, ilk değişimler resimlerinde görülür. Önce
soyut resme, daha sonra da gerçek nesneleri de kullanarak soyut tasarımlara yönelir.
Fotoğrafa da aynı yıllarda, resim ve tasarımlarının reprodüksiyonlarını yapmak için başlar,
daha sonra fotoğrafı başlı başına bir anlatım aracı olarak kullanır. Ray, 1921’de Paris’e
taşınır ve hayatını profesyonel moda ve portre fotoğrafçılığından kazanmaya başlar. Ama
bu arada daha yaratıcı işlerin de peşine düşmüştür. İki savaş arası dönemde, en ünlü
fotoğrafçılar arasına girer. Tristan Tzara, Andre Breton, Paul Eluard, Max Ernst, Aragon ile
dostluklar kuran Ray, onların toplantılarına katılır. Ray bu dönem, kendi entelektüel
çevresinin portrelerini çeker. Portresini çektiği sanatçılar arasında Breton, Joyce, Eliot,
Schoenberg, Matisse, Ernst, Artaud, Stein, Brancusi ve Hemingway vardır.
Kübist, dadaist ve sürrealist sanat akımlarına dahil olan Ray, fotoğrafa yeni teknikler
kazandırmıştır. Rayogram ve solarizasyon fotoğraf sanatındaki yenilikleridir. Rayogram,
fotoğraf kağıdının üzerine nesnelerin yerleştirilip kağıdın ışıklandırılmasına ve daha sonra
geliştirilmesi aşamasında tekrar başka bir kağıda aktarılmasına dayanan bir işlemdir.
Solarizasyon ise filmin geliştirilme aşamasında ışıklandırılmasına dayanır, bu yöntem,
negatifin yanlışlıkla ışık alması sonucunda bulunmuştur. Man Ray’in kareleri gerçek ile
hayalin birleştiği karelerdir, bunun için onlara "rüyaların fotoğrafları" ismini vermiştir.
Ray, Paris’e taşındıktan bir süre sonra ilk Rayogram’ını yapar. Paris’teki ilk uluslar arası
Dada gösterisine ve 1925’te de yine Paris’te düzenlenen ilk Sürrealist gösterilerine katılır.
1932 yılında çalışmaları New York’taki Julien Levy Galeri’de büyük bir sürrealist serginin
içinde sergilenir.
Nazi işgalinden önce 1940 yılında Paris’ten ayrılır ve Hollywood’a yerleşir. Burada bir
yandan kendi sanatsal çalışmalarına devam ederken diğer yandan eğitim vermiştir. Man Ray
1951 yılında tekrar Fransa'ya döner. Üretim sürecinin yavaşladığı, sunum sürecinin
hızlandığı bir dönemde dadaist ve gerçeküstü akımın öncüleri ile beraber birbiri ardına
sergilere katılır. Albümleri piyasaya çıkar ve sayısız onur ödülü alır. 18 Kasım 1976'da
Paris'te ölür.
Man Ray’in çalışmaları, birlikte çalıştığı ve onun asistanlığını yapmış olan Bill Brandt ve
Berenice Abbott başta olmak üzere multi-media teknikleriyle çalışan tüm fotoğrafçılar
üzerinde etkili olmuştur.

Andre Kertesz (1884-1985)


Özellikle dışbükey aynalar yardımıyla gerçekleştirdiği çekimlerdeki deformasyonlar
sürrealist etkiler taşır.
Andre Kertesz dünyanın en önemli fotoğrafçıları arasında sayılır. Yetmiş yılı aşkın fotoğraf
kariyeri boyunca özellikle küçük formatlı kameralar kullanarak, iddiasız bir üslupla günlük
yaşama ilişkin fotoğraflar çekmiştir. 18 yaşındayken kendi gündelik yaşamının görsel
kaydını tutma merakının doğurduğu biçimsel üslubunu sonraki yıllara da taşımıştır.
Budapeşte’de doğan Kertesz, 1912 yılında Paris’e yerleşmiş ve fotoğrafçılığa burada
başlamıştır. Küçük formatlı bir 35mm. Leica kullanarak serbest fotoğrafçı olarak çalışmaya
başlayan Kertesz, Picasso, Calder, Mondrian ve “Paris elit grubunun” diğer sanatçılarından
etkilenerek, bükümlü aynalar aracılığıyla elde ettiği bir dizi ‘biçimi bozulmuş’ nü fotoğrafla
çalışmaya başlamıştır. 1937 yılında fotoğraflarını satabilme umuduyla New York’a giden
Kertesz benzersiz “bakış noktası” perspektifiyle bir usta olarak kabul görmüş, patlak veren
II. D.S.’nın da nedeniyle yaşamının geri kalan kısmını New York’da geçirmiştir.
Emsalleri, eleştirmenler ve küratörler tarafından 1930’ların sonlarından itibaren kendisine
yakıştırılan usta sıfatı ve sanat dünyasında kazandığı itibar 40’lı ve 50’li yıllar boyunca,
Amerika’da yaptığı ticari işler nedeniyle zarar görmüştür. Özellikle 1937 -1949 yılları
arasında Look, Harper’s Bazaar, Vogue, Town and Country gibi magazinlerde moda
fotoğrafçılığı yapmıştır. Ancak 1962’de Conde Nast Yayıneviyle yaptığı sözleşmeyi bitirip
yeniden kişisel yaratıcı fotoğraflar çekmeye ve yaptığı sanatsal çalışmaları sergilemeye
girişince bu haklı itibarı tekrar kazanmıştır.
Yazar John Szarkowski Kertesz'in fotoğrafları hakkında "...biçimsel buluşların muhteşem ve
orijinal niteliğinin yanında Kertesz’in çalışmalarının daha zor anlaşılabilen ancak kuşkusuz
daha az önemli olmayan bir yönü de vardır. Bu da sanatçının yaşamın sevimliliğinden ve
dünyanın güzelliğinden aldığı özgür ve çocuksu haz duygusudur.
Kertesz, belki tüm diğer fotoğrafçılardan daha çok, küçük kameranın özel estetiğinin
farkına varmış ve bunu kullanmıştır. Analitik fotoğraflarla çok ilgilenmemiş, daha çok
eliptik görüşün ortaya çıkarılmasının peşine düşmüş, beklenmedik detayların, geçici anların
fotoğrafını çekmiştir. Daha çok üst açıyla çektiği fotoğrafları yatay olarak ortadan ikiye
bölen ufuk çizgisinin üstünde daha sakin, tenha bir alan bırakırken, altında, örümcek
ağındaki sinekler gibi insanları yakalamış, küçük figürler halinde onlara yer vermiştir.
Kertesz, epik değil, lirik doğrunun peşindedir.
Portrelerden still-life fotoğraflara, bükeyli aynalar kullanarak çektiği bozulmuş nü
fotoğraflardan foto röportajlara birçok farklı tarz ve yöntem deneyen Kertesz dünya
fotoğrafçılığının biçimlenmesinde etkili olmuş, özellikle Fransa’da Henri Cartier Bresson,
Robert Capa ve Brassai gibi fotoğrafçıların üsluplarının oluşmasında rol oynamıştır. Bresson,
ustası Kertesz için “Yaptığımız herşeyi, o çok daha önce yapmıştı” diyerek Kertesz’e
hakkını teslim eder.

Bill Brandt (1904-1983)


Alman bir anneyle İngiliz bir babanın oğlu olarak 1904 yılında Hamburg – Almanya’da
doğmuştur. Birinci dünya savaşı sırasında büyüyen Brandt, tüberküloz hastalığı nedeniyle
İsviçre’nin Davos kentindeki bir senatoryumda uzun süre kalmıştır. Bu sırada fotoğraf
yeteneğini geliştirmiştir. 1929 yılında ise Paris’e taşınmış ve burada sürrealist sanatçı Man
Ray’in asistanlığını yapmıştır. Man Ray’in stüdyosunda 3 ay çalışan Brandt, bunu izleyen 2
yıl boyunca da onu görmeye devam etmiştir. Bu deneyimin ardından Man Ray ve
çevresindekilerin sürrealist işlerinden oldukça etkilenmiştir.
1931 yılında Londra’ya taşınan Brandt burada İngiliz toplumunu, özellikle İngiliz
aristokrasisini fotoğraflamaya başlamıştır. İngiltere’de bu tarihlerde bu tür bir röportaj
alışılmışın dışında bir tarzdır. Bu çalışmasını 1936’da “English at home” ve 1938’de “A
Night in London” kitaplarıyla yayınlamıştır. Sürrealizm hareketinin zirvede olduğu bir
dönemde, Brandt’ın çalışmalarında Man Ray’in ve bu akıma dahil olan diğer sanatçıların
etkisi görülmektedir. Brandt aynı zamanda Harper’s Bazaar, Lilliput, Picture Post ve The
Bystander dergilerine de düzenli olarak fotoğraf çekmiştir.
İkinci dünya savaşından sonra röportajdan uzaklaşmıştır ve dolayısıyla çalışmalarında
dışavurumculuk ve sürrealizm kuvvetlenmiştir. Brandt bu dönemde portre, manzara ve nü
fotoğrafa yönelmiştir. Nü fotoğraflarında perspektif ve deformasyonu kullanan Brandt
ayrıca yazar ve oyuncuların portrelerini çekmiştir. Bunun yanında manzara ve İngiltere
adalarının deniz kıyılarını fotoğraflamıştır. Bu çalışmalarını Literary Britain (1951)
kitabında ve nü fotoğraflarını Perspective of Nudes (1961) kitabında toplamıştır.
Fotoğrafın hala yeni bir araç olduğunu ve herşeyin denenmesi gerektiğini söyleyen
Brandt’ın işleri onu 20. YY’da İngiltere’nin en etkili fotoğrafçısı yapmıştır. Birçok fotoğrafı
toplumsal bir tanım niteliği taşırken, manzara ve nü fotoğrafları da deformasyon efektleri
ve açılarıyla dinamik, yoğun ve güçlüdür.

Henri-Cartier Bresson (1908-2004)


Zamanın en önemli fotoğrafçılarından biri olarak Bresson, fotoğrafı snap shot (şip şak)
fotoğraftan disipliner sanat seviyesine taşımıştır. Kendi kavramlaştırması olan “mutlak anı
(decisive moment)” yakalamadaki başarısı, alçak gönüllü çalışma yöntemleri, tasarım için
keskin gözü onu da çağdaş fotoğrafçılar arasında efsanevi bir figür seviyesine taşımıştır.
Çalışmaları sıklıkla ardılları tarafından esin kaynağı olarak benimsenmiştir. Çalışmaları ve
foto-röportajları dünyanın en önemli dergilerinde otuz yıl boyunca aralıksız yayınlanmıştır.
Fotoğrafları A.B.D.’de ve Avrupa’daki en önemli sanat galerilerinde sergilenmiştir
(Decisive Moment isimli sergisi Louvre Müzesinde açılan ilk fotoğraf sergisidir). Bresson
ayrıca Magnum Ajansının dört kurucusundan biri olarak da fotoğraf tarihinde önemli bir
yere sahiptir.
Bresson 1908 yılında Chanteloupe, Fransa’da doğmuştur. Orta-sınıf bir ailenin çocuğu
olarak dünyaya gelen Bresson ilk fotoğraflarını Brownie marka kutu fotoğraf makinesi
kullanarak ailesi ile gittiği hafta sonu gezilerinde çekmiştir. Daha sonra edindiği 3x4 inç
wiev fotoğraf makinesiyle deneysel olarak adlandırabileceğimiz fotoğraflar çekmiştir.
Ancak daha sonra Paris’de kurduğu stüdyosunda iki yıl boyunca fotoğraf yerine resimle
ilgilenmiştir. Bresson’un bu dönemde resimle kurduğu yakın ilişki, bir sanata fotoğrafçısı
olarak olgunluğa erişmesini sağlayan önemli bir nokta olarak görülebilir. Resim çalışmaları
sırasında etkilendiği Kübizm anlayışını fotoğraflarına da taşımıştır. Bresson’un etkilendiği
şekliyle Kübizm 1908-1912 yılları arasında Pablo Picasso ve Georges Braque ortak
çalışması sonucu ortaya çıkan, onlara göre kökenleri Paul Cezanne’nin çalışmalarına kadar
uzanan, kısa ömürlü ve geniş ölçekli olmayan ancak 20.yy modern sanatını yaratıcı
deneyimlerini kökten etkileyen bir akımdır. Kübizm temel olgusu, nesnelerin özünün,
sadece eş zamanlı olarak çoklu bakış açılarını göstererek yakalanabileceğidir. Bresson
bu anlayışı fotoğraflarına ağırlıklı olarak geometrik şekillerle ve diğer formel yapılarla
yansıtmıştır.
1931 yılında Bresson Batı Afrika ormanlarına giderek burada yaşadığı safari deneyimi ve
ardından geçirdiği hastalıktan sonra döndüğü Marsilya’da fotoğrafla yeniden tanışır. Bu
dönemde edindiği Leica fotoğraf makinesi ile fotoğraflar çekmeye başlar. Başta, kendi
değişiyle sokakları gezerek insanların yaşam edimlerini fotoğraflar. Bir süre sonra 35
mm. Leica makinesinin ona sağladığı kolaylıklar ile birlikte, medyumu üzerindeki
hakimiyetini sağlar. Bu dönemde insan gözüne en yakın açı olan 50 mm. Odak
uzunluklu objektifi kullanmaya başlar. Fotoğraf yaşamını sona erdirdiği 1970’li yıllara
kadar sıklıkla aynı objektifi kullanarak fotoğraflar üretir.
2. Dünya savaşının patlak vermesiyle birlikte Fransız Ordusuna hizmet etmek amacıyla,
Fransız Direniş hareketine katılır. Ancak savaş sırasında Almanlara esir düşer. İki
başarısız kaçma girişiminin ardından üçüncü denemede başarılı olur. Savaşın sonuna kadar
yer altında saklanmak ve direniş mücadelesini sürdürmek zorunda kalır. Savaşın sonunda
sekteye uğrayan fotoğrafçılık deneyimi, 1947 yılında Magnum Ajansının kuruluşunda
etkin rol oynamasıyla ve ajans için doğu Avrupa, Hindistan, Rusya ve Çin de
gerçekleştirdiği foto-röportajlarla yeniden canlanır. 1952 yılında “The Decisive
Moment” adlı 400 baskıdan oluşan sergi kariyerinde ulaştığı en yüksek nokta olarak
görülebilir. Bresson 70’lerle birlikte fotoğraf çalışmalarını arka plana iterek,
gençliğinden bu yana tutkusu olan resim çalışmalarına yönelmiştir.
Bir fotoğrafçı ve gazeteci olarak Bresson, oluşturduğu görüntülerde, gördüğü şey hakkında,
ne düşündüğün ve ne hissettiğini keskin bir biçimde ifade etme ihtiyacı duymuştur. Bu
yüzden fotoğrafları sıklıkla inceliklidir ve kolay anlaşılırdır, nadiren karmaşıktır. Basın
fotoğrafçılığına derin bir saygısı vardır ve hikayelerini tek bir etkileyici fotoğrafta
anlatma eğilimindedir. İnsanın gerçekleri ve olgularla ilgili foto-muhabirlik deneyimi, onun
haber ve tarih duyumundan, fotoğrafın toplumsal rolü ile ilgili yaklaşımından
beslenmektedir. Bresson’un portre yaklaşımı da onu çağdaşlarından ayıran bir inceliğe
sahiptir. Doğal ışık kullanarak, fotoğrafladığı kişi ile ilgili referanslara ulaşabileceğimiz
mekansal portre anlayışından faydalanarak bu inceliği gözler önüne serer. Bresson
fotoğraf çekme deneyimi için Mutlak An kavramını tanımlamıştır. Ona göre mutlak an
saniyeden çok kısa bir süre içerisindeki, en doğru çerçeve, kompozisyon ile
ulaşabileceğimiz, bize fotoğraflanan olayın ya da insanın özünü anlatan zamandır. Bu
anın Şipşak fotoğraftan ayrıldığı nokta ise insan davranışlarını ve duygularını
yansıtmasındaki ayrıntıda gizlidir. Bresson “Mutlak An” adlı makalesinde “Fotoğrafda, en
küçük şey bile, büyük bir özne haline dönüşeblir” sözüyle bu süreci özetlemektedir.
Bresson`a göre objektif mutlak an`da açılıp kapandıysa, fotoğrafınızda içgüdüsel olarak
geometrik bir düzen oluşturduğunuzu görür, bu düzen olmadan fotoğrafınızın hem
şekilsiz hem de cansız kalacağını fark edersiniz.
Bresson aynı zamanda bir fotoğrafın baskı sırasında kesilmesine (crop) tamamen
kaşıdır. Ona göre, eğer bir fotoğrafı kesmeye ya da kırpmaya başladıysanız, oranların
geometrik açıdan doğru olan karşılıklı etkileşimini öldürüyoruz demektir. Kısaca ona göre
her şey Mutlak An`da belirlenir ve ardından gelen müdahaleler fotoğrafın özüne zarar
vermekten öte herhangi bir işe yaramazlar.

Edward Weston (1886-1958)


“Fotoğraf çekmek, aynı andan beynin, gözün ve kalbin bir olayı hedeflemesidir.”
“Röportaj, bir sorunu ortaya koymak, bir olayı ya da izlenimi sabitlemek için zihnin,
gözün ve kalbin sürekli devinimidir”.
Edward Weston, günümüzde en yalın modern fotoğrafçılardan biri olarak görülmektedir.
Tam anlamıyla kendini sanatına adaması -standartları ile uzlaşmayı reddetmesi, basit
yaşam tarzı, güzel sanat fotoğraflarının ressamı olarak sıra dışı yetenekleri,
kompozisyonları üzerinde tam anlamıyla biçimsel bir kontrol sağlamış olması- onu zamanın
en dikkat çeken fotoğrafçılarından biri yapmaya yetmiştir. Çağdaşları tarafından hayran
olunan bir fotoğrafçıdır. Ansel Adams gibi bir fotoğrafçı, Robinso Jeffers ve Lincoln Steffens
gibi yazarlar, Jose Clemente Orozco ve Diego Rivera gibi ressamlar Weston’un
çalışmalarına hayranlık duyan isimler olarak sıralanabilir. Ayrıca Weston, ardından gelen
kuşakları da etkilemiştir. Pek çok fotoğrafçı onun yakın plan çekim, neredeyse mekanından
soyutlanmış kayaların ve ağaçların fotoğraflarını, kum tepeleri üzerinde kadın nü
fotoğraflarının benzerlerini üretmişlerdir.
Buna karşın Weston’ın fotoğrafları, umulduğunun aksine genel kamunun beğeni sınırının
dışında kalmıştır. Bunun altında yatan sebep olarak, basit ve yalın anlatımına rağmen
Weston’un, nesnenin popüler ve pitoresk görüntülerinden sakınması görülebilir.
Aynı zamanda Weston, Georgia O’Keeffe, Arthur G.Dove gibi erken dönem modern
sanatçıları ile karşılaştırıldığında, ressam olmaktan çok fotoğrafçı olmakla engellenmiştir.
Uzun bir süre Alfred Stieglitz’in arkasında ve ondan etkilenen çalışmalar gerçekleştirmesi,
özellikle erken dönemleri için kayıp olarak görülmektedir. Buna örnek olarak Weston’ın,
çok uzun süre fotoğraf sanatının içinde olmasına rağmen, New York sanat çevresine kendini
kabul ettirmesi 1946 yılında Modern Sanatlar Müzesinde açtığı retrospektif sergisi ile
gerçekleşmiştir. Weston’ın yapıtlarının yüzyılın en önemli Amerikan modern sanatçılarından
biri olarak kabulu de henüz gerçekleşen bir süreçtir.
Weston’un fotoğraflarının genel olarak metaforik yapıları nedeniyle şiirsel izler taşıdığı
söylenebilir. Ansel Adams bunu şöyle açıklıyor: “Weston, şu an dünya üzerinde varolan az
sayıda yaratıcı fotoğrafçıdan biridir. Doğanın gizli güçlerini ve maddenin biçimlerini
yeniden canlandırır. Bu işi de dünyanın kökten birliğinin dokunaklılığı içinde yapar. Onun
fotoğrafları insanın ruhun mükemmelliğini keşfetmek üzere iç dünyasına yaptığı
yolculuktur.”
Weston’un en çok bilinen ve ona özgü kabul edilen çalışmaları 1920 ve 1930 yıllarında
gerçekleştirdiği arketipik (numunesel) modern çalışmalarıdır. Bu çalışmaları kendi
deyimiyle; Point Lobos adı verilen bölgeye ait kaya paraçaları ve selvi ağaçları
fotoğraflarında ile deniz kabuğu fotoğraflarında görebiliriz. Ancak Weston’ın çalışmaları,
onun artık imzası haline bu tarzın ötesinde de izler taşımaktadır. Weston’ın çalışmalarının
kıyasla daha az bilinen portre ve nü örnekleri bu izleri tanımlamaktadır. Weston’ın nü
fotoğrafları ve portreleri de, tıpkı kaya fotoğraflarında olduğu gibi ince bir biçimciliğin, iyi
düşünülmüş kompozisyonların izlerini taşımaktadır.
Weston’un biyografisine baktığımız zaman; fotoğrafik anlamda gelişim sürecini
gözlemlememiz mümkündür. Weston, Chicago’da doğmuş, Oakland Edebiyat Okuluna
gitmiş, okulda okuduğu dönemde ilk makinesi olan BullsEye2’yi de babası sayesinde bu
dönemde edinmiştir. 1902 yılında hem Marshellfield Şirketinde satış görevlisi olarak
çalışmış, hem de Chicago’daki yaşamı görüntülediği ağırlıklı olarak park fotoğrafları
çekmiştir. 1908 yılından 1911 yılına kadar kapı kapı dolaşarak ticari portre fotoğrafçılığı
yapmıştır.
Weston bu günlerini biraz para kazanmak için ev ev gezerek, ailelerin, çocukların, ev
hayvanlarının fotoğraflarını çekmek zorunda kaldığı günler olarak hatırlar. Weston, 1911
yılında Tropicana’da açtığı portre stüdyosu ile portre çalışmalarını düzenli bir hale getirir.
İlk dönemlerinde yumuşak-netliğe dayanan resimsel portreler çeker. Bu dönemde sıklıkla
kullandığı model; Margrette Mather’dir. Margrette Mather üzerine yaptığı çalışmalar, bir
İngiliz eleştirmen tarafından büyüleyici bir yumuşaklık içerisindeki gizemli ve rafine bir
çekicilik olarak görünmüştür. 1922’ye kadar hem Margrette Mather’le çalışmalarını hem
resimsel yaklaşımla üretilmiş fotoğraf anlayışını sürdürmüştür. Hatta bu dönemde yaptığı
çalışmalarda Stieglitz’in dikkatini çekmiş, 1917 yılında Stieglitz’in düzenlediği bir
yarışmada Paul Strand’ın arkasından ikinciliği almıştır.
1922 yılında Stieglitz, Strand gibi resimsel fotoğrafçılarla tanışmış, bu tanışma tam da
onların doğrudan fotoğraf anlayışına yöneldiği döneme denk gelmiştir. 1923 yılında Weston
Meksika’ya taşınmış, doğrudan fotoğraf anlayışıyla burada ilk ciddi çalışmalarını yapmıştır.
Bu dönemde yanında Tina Modotti hem ona modellik yapmış hem de çalışmalarında onu
asiste etmiştir. Hatta Meksika Rönesansı’nın önemli isimleriyle tanışma fırsatı bulmuştur.
Bunlar, her zamanki gibi Riviera Orozco ve Siqueros’dur.
1924 yılında Weston, tamamen ‘softfokus tekniğini’ terk etmiştir. Daha sonra imzası haline
gelecek olan ‘natural’ (doğal) biçim yakın plan çekimlere, nü’lere ve manzara
fotoğraflarına yönelmiştir. Meksika’da yürüttüğü çalışmaların yanı sıra aralıklarla Carmel
California (ki burası; doğal kayalık yapısıyla tam da Weston’a uygun bir bölgedir) çekimler
yapmıştır.
Weston’un en önemli girişimlerinden biri de; 1932 yılında F64 Topluluğunu kurmaktır.
Topluluğun kuruluş manifestosunda F64 ile kastedilenin; sınırsız alan derinliği, dolayısıyla
hiçbir optik müdahaleye yer olmayan fotoğrafın biçimselliği olduğu söylenmektedir. Bu
Weston’un softfokus’dan müdahalesiz ve dolaysız fotoğrafa yönelişinin elle tutulur en
belirgin örneğidir.

Irving Penn (1917-)


"Photographing a cake can be art"
1917’de New Jersey’de doğan Penn, tasarım okumuştur. 1937 yılında, mezun olmasına
henüz 1 yıl varken Penn’in çizimleri Harper’s Bazzar’da yayınlanmıştır. Daha sonra fotoğraf
kariyerine başlamıştır ve Vogue Dergisi’nde çalışmaya başlamıştır. Önceleri kapak
illistürasyonları yapan Penn, daha sonra kapak fotoğrafı çekmiştir. Penn, hayli stilize ve
zorlayıcı moda fotoğrafı stilini geliştirmiştir. Savaş sonrası dönemin şık ve göz kamaştırıcı
kadın kavramını yansıttığı fotoğraflarıyla tanınmaya başlamıştır.
Objelerini basit, dikişsiz, gri ya da beyaz fon önünde çeken ilk fotoğrafçılardan biridir ve
bu sadeliği diğer fotoğrafçılara göre daha etkili kullanmıştır. Penn, portre çekimleri için
kendisine bir fon inşa etmiştir. Bu beyaz fon iki parçadan oluşmaktadır ve bir yerde birleşip
bir köşe oluşturmaktadır. Birçok fotoğrafında objeleri köşeye sıkışmış gibi görünmektedir.
Bu teknikle portrelerini çektiği insanlar arasında Martha Graham, Marcel Duchamp ve
Georgia O’Keeffe, W.H. Auden, Igor Stravinsky ve Marlene Dietrich vardır.
1953 yılında kendi ticari stüdyosunu kuran Penn, bunun hemen ardından dünyanın en
etkileyici ve ünlü reklam fotoğrafçısı olmuştur. Penn, kontrol altında olabilen stüdyo
koşullarında çalışmayı tercih etmiştir. Yeni Gine yerlileri, Kuzey Afrika göçmenleri ya da
Perulu Kızılderililer’i fotoğraflarken bile ışığı ve kompozisyonu kontrol edebilmek adına
kendi yarattığı taşınabilir stüdyosunu da yanında götürmüştür.
1958 yılında Popular Photography dergisinin yaptığı oylamada “Dünyanın En İyi 10
Fotoğrafçısından Biri” seçilmiştir.
Netlik, kompozisyon, objelerin ve insanların dikkatli düzenlenmesi, biçim ve ışığın
kullanımı Penn’in işlerini tanımlar. Penn, still life fotoğraflar da çekmiştir ve objeleri
olağandışı bir şekilde düzenlemiştir ve muhteşem detaylar ve netlik fotoğraflarında göze
çarpmaktadır.
2002 yılında Metropolitan Museum of Art’da 53 fotoğraftan oluşan kişisel bir sergi açmıştır.
2005 yılında Penn’in çalışmaları Washington DC’deki National Gallery of Art’da "Irving
Penn: Platinum Prints."başlığıyla sergilenmiştir.

You might also like