You are on page 1of 22

Film Grameri / Temel Kavramlar

AÇI (angle): Görüntülenen konuyla ilintili olarak kameranın görüş açısı.


Yüksek/üst açılı çekim konuyu yukar(sın)dan, alçak/ alt açılı çekim ise
aşağı(sın)dan görüntüler.

AÇIK FORM (open forms): Genellikle gerçekçi filmciler tarafından kullanılan,


düzenlenmemiş kompozisyonlara ve aşikâr biçimde gelişi güzel tasarımlara
ağırlık veren müdahalesiz çerçeveler. Çerçeve geçici sınırlandırma aracı, eylemin
bazı kısımlarını rastlantısal olarak kesip atan bir pencereymişçesine kullanılır.

A-GRUBU FİLM (A-film): ABD’de stüdyo sistemi döneminde, genellikle önemli


yıldızlar ve büyük bütçeyle gerçekleştiren önemli yapımları tanımlamak için
kullanılan bir terim. Salonlarda iki film gösterildiğinde esas filme işaret
etmektedir.

AKSESUAR (prop) : Bir filmdeki taşınabilen eşyalar: kitap, tabanca, masa vb.

ALÇAK IŞIK (low key): Gölgeleri ve ışıklı alanları oluşturan, atmosfer yaratan
aydınlatma tarzı. Genellikle gerilim filmlerinde, gizemli filmlerde kullanılır.

ALT AÇILI ÇEKİM (low-angle shot): Konunun aşağıdan görüntülenmesiyle elde


edilen çekim.

ALTMETİN (subtext) : Bir oyun ya da filmin dilinin altında/arkasında yatan


dramatik imaları tanımlamak için kullanılan bir terim. Bir metnin dilinden tümüyle
bağımsız olan fikirler ve duygularla ilgilidir.

ANA İLGİ/ ESAS MERAK ( intrinsic interest): Filmsel görüntüde, dramatik ya da


bağlamsal önemi nedeniyle, öyle ya da böyle hızla dikkatimizi çekmesi istenen
alan.

ANAHTAR IŞIK (key light): Bir çekimdeki ana ışıklandırma kaynağı.

ANAMORFİK MERCEK (anamorphic lens): Fransa’da 1. Dünya Savaşı sırasında,


askeri amaçlar için geliştirilip kullanılan geniş açılı bir mercektir ve 180 derecelik
bir görüş alanı sağlar. Önceleri deneysel biçimde filmlerde kullanıldıysa da,
1952’de patent haklarının Amerikalılarca satın alınması ticari sinemada, geniş
perde sistemi içinde yaygın biçimde kullanılmasına olanak tanımıştır.
Sinemascope bu merceğin iki aşamalı (çekimde ve gösterimde) kullanımıyla elde
edilir. Kameradaki mercek, görüntünün 1:2 oranında sıkıştırarak 35 mm.’lik filme
yazımlanmasını sağlar, daha sonra göstericinin aynı nitelikteki merceği bu işlemi
tersine çevirerek, perdede 1:2.35’lik çerçeve boyut oranına sahip görüntüyü
yansıtır.

ARKA KISIM (back lot): Stüdyo döneminde -yüzyıl başı apartman blokları, sınır
kasabası, bir Avrupa köyü gibi- genel mekanların yalnızca dış cephelerinden
oluşan dekorlar.
ARKADAN IŞIKLANDIRMA (back lighting) : Bir çekimde aydınlatmanın, setin
arkasından yapılması ve böylece öndeki figürleri yarı karanlıkta ya da silüet
halinde bırakması.

ARKETİP (archetype): Ardından şeylerin biçimlendiği ilk (orjinal) model ya da tip.


Arketipler, bilinen öykü kalıpları, evrensel deneyimler ya da kişilik tipleri olabilir.
Mitler, masallar, türler ve kültürel kahramanlar, genellikle arketipseldir.

ARTIK ÇEKİMLER (outtakes): Filmin ince kurgusunun ardından, son kopyasında –


bitmiş halinde- kullanılmayan film ya da çekim parçaları. Kullanılmamış dolu film
parçaları.

ARTSÜREMLİ/EŞSÜREMLİ (diachronic/synchronic): İki farklı yaklaşımı


sergileyen dil bilimi kavramlarıdır. Artsüremli dilbilimi dilin zaman, yani tarih
içinde incelenmesidir. Eşsüremli dilbilimi ise dilin tarihin belli bir anında
incelenmesidir. Birincisi dili gelişen bir süreç, ikincisi içsel ilişkilerinin sınanması
gereken bir yapı olarak tartışır. Sinema çalışmalarına göre birincisi, yani
artsüremli yaklaşım, filmi başlangıcı olan 1895’ten bugüne kadarki dilsel ve
endüstriyel gelişimiyle araştırır. Ayrıca tek bir filmin zamansal yapısını, kronolojik,
çizgisel anlatısal terimlerle inceler (kabaca söylemek gerekirse, hikâyenin bildik
anlatı üçlemesi olan düzen/düzensizlik/ düzenin yeniden kuruluşu şeklinde
geliştirilmesi). Eşsüremli yaklaşım belirli bir filmi çağdaş kültürel bağlamıyla
ilişkisi içerisinde inceler ve filmi içsel ilişkilerinin analiz edilmesi gereken yapısal
bir varlık olarak görür.

ASLINA SADIK UYARLAMA (faithful adaptation ): Özel edebi tekniklerin


sinemasal karşılıklarını bulup kullanarak orjinalin özünü yakalayan, edebi bir
yapıta dayalı film.

AVANGARD/AVANT-GARDE (avant-gadre):“Ön saflarda” anlamına gelen


Fransızca bir terim. Uylaşımların dışında kalışla ve belirsiz, tartışmalı ya da yoğun
biçimde kişisel düşünceler barındırışla nitelendirilen ürünleri içerir; azınlıkta olan
sanatçılar, yapıtlar ya da böyle bir sanatsal yaklaşım için kullanılmaktadır.

AVRUPA SİNEMASI: Böyle bir sinemadan söz etmek Avrupa’da devamlı,


dengeli ve ideolojik bir bütünlük taşıyan sinema olmadığı, uzun yıllar devam eden
soğuk savaşın etkilerini hiçe saydığı için anlamsızdır. Dolayısıyla, özellikle
Hollywood’un kullandığı gibi homojen bir anlam içerecek biçimde kullanılamaz.
ABD’den Avrupa’ya bakışta, 1920’lerle birlikte böyle bütünlüklü bir sinema
kavramının, en azından Hollywood’dan farklılığı vurgulamak amacıyla kullanılıp
yerleştiği görülüyor. Gerek sanatsallığa daha fazla ağırlık, gerekse cinselliğe daha
çok yer vermesi nedeniyle, Avrupa ülkelerinin filmleri, Hollywood tarafından
topluca adlandırılabilmiştir. Bu adlandırmanın temel nedeni ise, dünya pazarı
açısından Hollywood’a rakip olabilecek sinemaların Avrupa ülkelerinde
bulunmasıydı. Avrupa sineması kavramı daha sonraki daha sonraki dönemlerde,
bu iki kutbun dışında kalan ülkelerde de kullanılmaya başlandı ve ticari filmler için
Hollywood, sanat filmleri için de Avrupa örnek gösterildi. Amerikan sinemasının
dünya pazarındaki gücünden bir şey yitirmemesi karşısında zayıflayan ulusal
sinemalar, çeşitli koruma ve destekleme yöntemleriyle canlandırılmaya çalışılıyor,

2
sinemada ‘farklı’lığın, ‘sanatsal’lığın ve ‘ciddi’liğin Avrupa’ya has olduğu imgesi
destekleniyor. Avrupa ülkeleri Amerikan pazarına sızma konusunda çok sınırlı
başarı kazanabildiklerinden, daha çok kendi girişimlerini desteklemeye,
Hollywood’un gerçekleştiremeyeceği biçimde yerel kültürel özelliklere
dayanmaya ümit bağlamış bulunuyorlar. Amerikan hâkimiyetine en fazla direnç
gösteren Fransa’da bile durumun giderek ABD firmaları lehine değiştiği
gözleniyor. Örneğin, 1981’de İngiltere pazarında ABD nin payı %81 ama
Fransa’da %35 iken, on yıl sonra Fransa’da oranın %59’a çıktığı görülüyor.

AYRINTI ÇEKİM (extreme close-up, ECU): Bir kişi ya da nesnenin çok yakından
ayrıntılanmış görünümü. Bir oyuncunun ayrıntı çekimi, onun gözü, ağzı ya da
parmağı olabilir.

B GRUBU FİLM (B-film, B-movies): Amerikada büyük stüdyolar döneminde,


genellikle ikinci film olarak gösterilen düşük bütçeli filmlere verilen ad. Bu
filmlerde nadiren yıldız oyuncuya rastlanır ve bunlar, gerilim, western, korku gibi
popüler türlerin formları içinde yer alırlar. Büyük şirketler, sözleşmeleri altındaki
yeni yetenekler için bu filmleri sınama ortamı olarak kullanmışlardır. Hollywood
sistemi içinde, 1948 yılında, tekelleşmeyi yasaklayan yasaya dayalı olarak yapım,
dağıtım, gösterim zincirlerinin kırılması sonucunda bağımsız yapımcılığın
canlanmasıyla ‘major’lar arasında çok yoğun bir rekabet doğdu. Bu durum, ‘iki
film birden’ uygulamasını büyük ölçüde ortadan kaldırdı ve şirketler ağırlığı büyük
bütçeli yapımlara verdi. Böylece B Grubu filmlerin yapımı da büyük ölçüde son
buldu.

BAĞIMSIZ YAPIMCI (independent producer): Herhangi bir stüdyo ya da büyük


ticari şirketle bağlantısı olmayan yapımcı. Birçok yıldız ve yönetmen kendi
sanatsal denetimlerini güvenceye almak için bağımsız yapımcı olmaktadırlar.

BAKAÇ (viewfinder): Görüntülenen eylemin çerçevesini ve oyun alanını belirleyen


kamera üzerindeki bakaç.

BAKIŞ AÇISI ÇEKİMİ (point-of-view shot, pov shot): Filmdeki karakterlerden


herhangi birinin hâkim noktasından, karakterin ne gördüğünü görmek üzere
yapılan çekim. Kameranın, karakterlerden birinin bakış konumuna
yerleştirilmesidir. (ÖZNEL ÇEKİM)

BİÇİM-İÇERİK (form-content): Film çalışmalarında, içerik ve biçim birbirinden


ayrılması mümkün olmayan şeyler olarak değerlendirilir. Filmin biçimi, içeriğinden
doğar ve içerik filmin biçimsel öğelerinden yaratılır. Dolayısıyla, bir film
karakterinin anılarının içeriği, bir dizi geriye dönüşün kullanılmasıyla biçim haline
getirilir ama bu geriye dönüşler biçimsel olarak normal durumda erime ya da
kararmayla işaretlenir. Seyircinin bir saat boyunca, karakterin bir iskemlede bir
saat oturarak anılarını hatırlayışını seyretmesi beklenemez. Film biçimi, izleyicinin
beklentilerini yönlendirir. Böylece, eğer içerik bir aşk üçgenine ilişkinse, filmin
biçimi klasik anlatının olay örgüsü yapısını (düzen/düzensizlik/düzenin yeniden
kuruluşu) izleyecektir, çekimler kimin sonunda terk edip gitmek zorunda
olduğunu göstermek üzere çeşitli, okunabilir yollar içinde bu üçlüyü
çerçeveleyecektir.

3
BİÇİMCİ, BİÇİMCİLİK (formalist, formalism): Estetik biçimlerin, ele alınan
konunun ve içeriğin önüne geçtiği bir film yapma tarzı. Bu filmlerde, zaman ve
mekânın sıradan algılanışı sık sık bozulur. Temel vurgu, yüzeysel görünüşlerde
değil, nesnelerin ve kişilerin simgesel nitelikleri üzerinedir. Biçimciler çoğunlukla
tarzlarını, dikkati, kendi başına bir değer olarak onun üzerine çekecek biçimde
belirginleştirirler.

BİLGENİN GÖRÜŞ NOKTASI / BİLGECE BAKIŞ AÇISI (omniscient point of


view): Kameranın, izleyiciye tüm gerekli malumatı veren, her şeyi bilen bir
anlatıcının konumuna yerleştirilmesiyle elde edilen çekim. Konuyu, her şeyi bilen
bir anlatıcının varlığını hissettirecek biçimde görüntüleyen çekim.

BİNDİRME (double exposure): Aslında birbiriyle ilgisi olmayan iki görüntünün


filmde üst üste getirilmesi. (Bkz. ÇOKLU BİNDİRME) Bir tür anlatım aracı olmakla
birlikte, çekim gibi kameranın kullanımıyla ilgili değil; daha çok kurgu,
düzenleme, senaryo ya da öykü ve olay örgüsüyle ilintilidir.

BLİMP/SARICI YASTIK (blimp): Kameranın, motor görüntüsünü boğarak sette


sesli çekimin temiz biçimde yapılmasını sağlayan ses geçirmez kamera
sandığı/kutusu.

BOOM: İçiçe geçebilen parçalarıyla uzayıp kısalabilen taşıyıcı çubuk. Genellikle,


oyuncuların hareketlerini sınırlamaksızın eşlemeli ses kaydı yapmaya olanak
veren, baş üstü mikrofon taşıyıcı uzun çubuklar için kullanılır.

BOY ÇEKİM (full shot): Başın çerçevenin üstüne ve ayakların çerçevenin altına
yakın bir biçimde yerleştirildiği insan bedenini tümüyle gösteren bir toplu çekim
ölçeği.

CANLANDIRMA (animation): Hareketsiz nesneleri ya da çizimleri, biri


öncekinden çok küçük farklılık taşıyacak biçimde, çerçeve çerçeve
görüntülemeye dayalı film yapım tekniği. Böyle görüntüler saniyede 24 kare
standart hızıyla yansıtıldığında, nesneler ya da çizimler hareket ediyormuş gibi
görülür ve “canlandırılmış” olur.

ÇAPRAZ KESME/ÇAPRAZ KURGU (PARALEL KURGU) (cross cutting): İki ayrı dizi
içeren ve çoğu kez farklı mekânlarda yer alan olayları gösteren çekimlerin, aynı
anda oluyormuş hissini vermek üzere birbiri ardına eklenmesi.

ÇEKİM (take): Kameranın çalışmaya başlamasıyla durması arasında geçen süre


boyunca, sürekliliği içinde kaydedilen görüntüler. Yani, kurgulanmamış film
parçası. Aynı çekimin birden fazla tekrarı. Her çekim birçok kez çekilebilir ve
sonuçta en uygun olan seçilerek kullanılır.

ÇEKİM (shot): Filmin bitmiş halinin gösteriminde, perdede iki kesme arasında
kalan parça. Filmin çekimi sırasında elde edilen çekim parçalarından daha kısa
olabilir.

4
ÇEKİM ORANI ( shooting ratio): Filmin bitmiş halindeki uzunluğu ile, filmin
görüntülenmesi sürecinde kullanılan ham film miktarı arasındaki oran. Bu oran
20:1 ise bu, son kopyadaki her bir metre için 20 metre film kullanılmış demektir.

ÇEKİM SENARYOSU (shooting script): Bir film öyküsünün, tüm tekil çekimleri ve
teknik komutları kapsayacak biçimde ayrıntılandırılmış olduğu yazılı metin. Yapım
sırasında yönetmen ve ekip tarafından kullanılır.

ÇERÇEVE (frame): Perdedeki görüntüyü, salondaki çevreleyici karanlıktan ayıran


kenar çizgileri. Aynı zamanda, film şeridi üzerindeki tek tek fotoğraflar.

ÇEVRİNME, ÇEVRİNMELİ ÇEKİM (pan, panning shot): Panorama sözcüğünün


kısaltılmış şeklidir. Kameranın sağdan sola ya da soldan sağa yatay dönüş
hareketiyle elde edilir.

ÇOKLU BİNDİRME (multiple exposures): Bir çok görüntüyü aynı anda birbiri
üzerine bindirebilen optik yazıcı tarafından gerçekleştirilen özel efekt.

DAĞITIMCI (distributor): Film endüstrisinde, ürünlerin salonlarda gösterilmesinde


aracı olarak hizmet eden kişi kuruluş.

DERİN ODAKLI ÇEKİM/ GENİŞ ALAN DERİNLİKLİ ÇEKİM (deep-focus shot):


Her uzaklıktaki yüzeylerin, yakın çekimden sonsuza dek, netlik alanı içinde
kalmasını sağlayan görüntüleme tekniği.

DEVAMLILIK (continiuty): Kurgulanmış çekimler arasındaki –onları bir araya


getiren- anlaşır mantık; çekimlerin birleşme, uyum ilkesi. Devamlılık için kesme
ya da devamlılık kurgusu, çekimler arasındaki, zamanın ve mekânın zorlanmadan
yoğunlaştırıldığı, sarsıntısız geçişleri vurgular. Daha karmaşık olarak, klasik
kesmede, bir olayın hem psikolojik hem de mantıki yapısına uygun olarak
çekimlerin birleştirilmesidir. Tematik montajda devalılık, zaman ve mekandaki
gerçekliğe uygun bağlantılar yerine, çekimler arasındaki fikirlerin simgesel
ilintilerince belirlenir.

DEVAMLILIK KURGUSU (cutting to continuity): Çekimlerin, bir eylemin tümünü


göstermeden, onun akıcılığını koruyacak biçimde düzenlediği kurgu tarzı. Devamlı
bir eylemli, dağıtmadan yoğunlaştırma.

DIEGESIS: Anlatılamaya (narration) gönderme yapar; anlatının içeriği, hikâye


içinde tarif edilen kurmaca dünya. Filmde, sadece gerçekten perdede görünene
işaret eder, yani kurmaca gerçekliğine. Karakterlerin sözcükleri ve davranışları,
perdedeki tüm hareket, diegesis’i kurar.

DIŞAVURUMCULUK/ EKSPRESYONİZM (expressionism): Nesnellikten


fedakârlık ederek, uzaklaşarak, önemli ölçüde biçim bozmaya, şiirselliğe ve
sanatsal ifadeye yer veren bir film yapma tarzı.

DİKEY ÇEVRİNME (tilt, tilt shot): Kameranın sabit konumda yukarıdan aşağıya
ya da aşağıdan yukarı doğru yaptığı hareket.

5
DİKEY TEKELLEŞME (vertical integration): Yapım, dağıtım ve gösterimin aynı
şirket tarafından yürütüldüğü bir yapımcılık sistemi. Amerika’da bu uygulama
1940’ların sonunda yasa dışı ilan edildiyse de yakın zamanlarda gerçekleşen
yasal gevşemelerle yeniden böyle girişimler ortaya çıkmış bulunuyor.

DIŞ SES ANLATIMI (voice over): Filimdeki bir karakterin düşünce ya da anılarını
dışavurmak, öykünün öncesine ilişkin bilgi vermek, yorumlamak vb. durumlarda
kullanılan eşlemesiz konuşma.

DOLU FİLM (footage): Işıkla karşılaşmış, üzerine görüntü düşürülmüş, üzerine


görüntü kaydedilmiş film. Çekilen ve kameradan çıkarılan film stoğu.
(Kurgulanmamış parçalar)

DONUK ÇERÇEVE/DONUK KARE (freeze frame, freze shot): Tek bir çerçevenin,
laboratuarda, film şeridi üzerine birçok kere basılmasıyla elde edilen çekim. Böyle
bir film parçası perdeye yansıtıldığında durağan fotoğraf izlenimi yaratır.

DOSTLUK, YOLDAŞLIK FİLMLERİ (buddy film): Özellikle 1970’lerde popüler


olan, iki ya da daha fazla erkeğin maceralarını anlatan ve çoğu kez önemli bir
kadın karaktere yer vermeyen erkek merkezli eylem filmlerinden oluşan tür.
Geleneksel olarak delikanlılar için yapılan filmlerdir. Anlatı iki erkek karakterin
arkadaşlığında odaklanır, 1960 ve 70’lerde, belki de ABD nin 1962’den itibaren
Vietnam savaşına bulaşmasının hümanist değerleri sarsmasının etkisiyle moda
olmuştur. (1969: Buch Cassidy ve Sundance Kid, 1973: The Sting) Karakterler
arasındaki ilişki, tümüyle heteroseksüelleştirilmiş olduğundan, farklı ya da yanlış
okumalara karşı korunaklıdır. Bu farklı okumaların engellenmesinde,
kahramanların her zaman eylem ağırlıklı şeyleri bir arada yapmalarından
(öncelikle başlarını belaya sokmaları) –delikanlı her zaman delikanlıdır- ve
anlatıdaki yeri sınırlı bile olsa her zaman civarda bir kadının bulunmasından
yararlanılmıştır. Bu tür, 1980 ve 90’larda gelişmiş ve baba-oğul arkadaşlığına
yönelmiştir. Böylece, aile değerlerinin ya da en azından babanın değerinin
yenilenmesi söz konusu olmuştur: her delikanlının, ona nasıl adam olunacağını
öğretecek bir erkeğe ihtiyacı vardır. Son yıllarda bu erkek ağırlıklı film türü,
eşcinsel erkeklerin dostluğuna da yer vermektedir. İlgi çekici olan, türün son
örneklerinin, ilk örneklerde en çok neden çekinilip korkulmuşsa tam da onları
temsil etmeye başlamış olmasıdır.

DUBLAJ/SESLENDİRME (dubbing): Konuşmaların, imgeler görüntülendikten


sonra filme eklenmesi. Seslendirme eşlemeli (senkronize) ya da eşlemesiz
(nonsenkronize ) olabilir. Yabancı dildeki filmler istendiğinde yerli dilde
seslendirilerek gösterime girebilir.

EDEBİ UYARLAMA (literal adaptation): Dialogların ve eylemlerin az ya da çok


korunduğu, bir sahne oyununa dayanan film.

EĞİK AÇI, EĞİK ÇEKİM, EĞİK ÇERÇEVE (oblique angle, oblique frame tilt shot):
Kameranın gövdesinin, yatay eksenle açı yaparak görüntülediği çekim. Görüntü
perdeye yansıtıldığında konu bir verev çizgi üzerinde eğik olarak görünür.

6
EĞRETİLEME/METAFOR (metaphor): Aksi halde birbirine benzemeyen iki öğe
arasında, hakiki olmaktan çok mecazi açıdan anlamlı olan, ima edilen benzerlik.

EK (insert): Herhangi bir sabit nesnenin (kitap, saat, pencereden görünüş vb.)
çekimlerinin, eylemin ana akışının dışında gerçekleştirilerek sonradan, çapraz
kesmede olduğu gibi, öteki çekimlerin aralarına yerleştirilmesi.

EKSİLTİ (ellipsis): Anlatıda, dışarıda bırakılan, atlanan zaman dilimlerini tanımlar.


Çekimler arasındaki geçişlerde ortaya çıkar; kurgu sırasında, bir geçiş aracılığıyla
eylemin bir bölümü atılır. Geçiş kararma ya da erime ile yapıldığında seyircinin
zaman geçişine, silinmeyle (wipe) yapıldığında mekân değişimine uyumlanma
olanağı doğar. Aksi halde, bir eylem ve zamandan bir başkasına doğrudan kesme
ile geçişte, çekimler birbirine uyumlu değillerse, seyirci nereden nereye geçtiğini
bilemez. (sıçramalı kesme, seyirciyi bir zaman ve mekândan ötekine gönderir;
çapraz ya da paralel kurgu elipsis yaratır.)

EPİK (epics): İtalyan sinemasının erken dönemlerinde ürettiği filmlerden


etkilenerek Hollywood tarafından çekilen, büyük bütçeli, tarihten ve uzak
geçmişten, dini konulardan yola çıkılarak yapılan ve dolayısıyla ideolojik içeriği
sorun yaratmayan, büyük setlere, dekorlara ve yıldızlara ağırlık veren bir
kostüme film türü. Geniş, kapsayıcı temaları ve genellikle kahramanlık gösterileri
içermesiyle ötekilerden ayrılan bir türdür. Öykünün kahramanı bir kültürün,
ulusun, dinin ya da yörenin ideal temsilcisidir. Epiklerin çoğunun ağırbaşlı bir
havası vardır ve her şey yaşamdakinden daha büyük boyutlu ele alınır. 1923’de
On Emir ve 1926’da Ben Hur’un büyük ticari başarısıyla önem kazanmış, TV’nin
rekabetine karşı sinemayı çekici kılmak üzere devreye sokulan, renkli filmin ve
sinemaskopun olanaklarından yararlanmış ancak 1963’de Cleopatra’nın
karşılaştığı hezimetle tür olarak noktalanmıştır. İlk örneği Bir Ulusun Doğuşu
(1915), son örneği ise Arabistanlı Lawrence (1963) kabul edilir. Bazı westernler de
Hollywood sinemasının kendine özgü epik filmleri olarak kabul edilebilir.

ERİME/ZİNCİRLEME (dissolve, lap dissolve): Bir çekimin yavaşça kararması


sırasında bir sonrakinin onun içinden ağır ağır açılması. Genellikle bu sürecin
ortasında, iki görüntü kısa bir süre üst üste gelir.

ESAS ÇEKİM (master shot): Genellikle toplu ya da genel çekim ölçeğinde elde
edilen ve tüm sahneyi içeren, çekimin müdahale edilmemiş hali. Ya da sahnenin
geniş ölçekle görüntülenmiş çekimi. Seyirciye eylemin ortamına ilişkin
konumlayıcı bir bilgi verir. Yakın ölçekler daha sonra görüntülenir ve çeşitli
çekimlerden kurgulanmış bölüm, kurgu masasında inşa edilir.

ESTETİK MESAFE/UZAKLIK (aesthetic distance): Seyircinin, dış gerçeklikle


sanatsal gerçeklik arasındaki ayrımı yapma yeteneği. Seyircinin kurmaca bir
filmde olayların taklit edildiğinin, seyredilenin film olduğunun farkında olması.

EŞLEMELİ SES (synchronous sound): Ses ve görüntünün birbiriyle uyumlu,


birbirine çakışır biçimde, aynı anda kaydedilmesi ya da son kopyada öyleymiş gibi
görünmesi. Eşlemeli ses, duyulan seslerin, görüntü içinde bulunan varlıklardan
kaynaklandığı izlenimini verir.

7
FAZLA POZLAMA (overexposure): Kameranın merceğinden çok fazla ışığın
geçmesi sonucu görüntünün beyazlaşması. Fantezi ve rüya sahnelerinde
kullanışlıdır.

FİLTRELER (filters): Kameranın merceği önüne yerleştirilerek kameraya giren ve


filme düşen ışığın niteliğini değiştiren cam ya da plastik parçalar.

GECEYMİŞ GİBİ YAPILAN GÜNDÜZ ÇEKİMİ (day-for-night shooting): Gündüz,


özel filtrelerle yapılan ve filmde gece çekilmiş izlenimini veren çekim.

GEÇİŞ/DÖNÜŞÜM AYİNİ (rite of passage): Bir kişinin yaşamındaki anahtar


aşamaları konu edinen, delikanlılıktan yetişkinliğe, masumiyetten deneyime, orta
yaştan yaşlılığa vb. aşamalar arasındaki geçişi sağlayan bireylere odaklanan
dramatik anlatılar.

GENEL ÇEKİM (extreme long shot): Bir dış mekânın panoramik görüntüsünü
vermek üzere çok uzak mesafeden (çoğu kez 400m. civarında) yapılan çekim.

GENİŞ AÇILI MERCEK, KISA ODAKLI MERCEK (wide-angle lens, short lens):
Normal merceklere göre daha geniş alanları çerçevelemeye olanak veren bir
mercek cinsi. Bunların kullanılması, perspektifi ve derinliği abartır. Derin odaklı
görüntülemelerde kullanılır.

GENİŞ PERDE, SİNEMASKOP (widescreen, CinemaScope, scope): Boyut oranı


yaklaşık 5:3 olan film görüntüsü. Bazı geniş perde yöntemlerinde perdenin yatay
kenarı, dikey kenarından 2,5 kat daha uzun olabilir.

GERÇEKÇİLİK (realism): Nesnel gerçekliğin, otantik mekânlara ve ayrıntılara,


genel çekimlere, uzun çekimlere ve en az müdahaleci tekniklere yer vererek,
genel olarak algılandığı haliyle kopyalanmasına çalışan bir film yapma tarzı.

GERÇEKÜSTÜCÜLÜK (surrealism): Sanatta, Freudcu ve Marxcı fikirleri, bilinçsiz


öğeleri, akıldışılığı ve fikirlerin simgesel birlikteliklerini vurgulayan avantgarde bir
akım. Gerçeküstücü filmler, kabaca 1924-1931 arasında özellikle Fransa’da
yapılmış olmakla birlikte; bazı yönetmenlerin yapıtlarında, özellikle müzik
videolarında gerçeküstücü nitelikte görüntü ve ses kullanımlarına rastlanır.

GERİDEN YANSITMA (process shot, rear projection): Görüntüdeki arka planın,


oyuncuların arkasındaki yarı geçirgen bir perdede yansıtılmasıyla yapılan ve elde
edilen görüntüde oyuncuların o mekânda oldukları izlenimini veren çekim.

GERİYE DÖNÜŞ (flashback): Şimdinin, geçmişi temsil eden bir ya da bir dizi
çekimle kesintiye uğradığını anlatan bir kurgu tekniği. Karakterin hayatında ya da
tarihinde geçmişe gitmek. Öznel zamanlar. Öznel bir gerçeğin ya da hatıranın
temsili.

GERİYE HAREKET (reverse motion): Normal olarak gösterildiğinde, yumurtanın


kabuğuna dönmesi, atlayanların havuzdan fırlaması gibi geriye hareket izlenimi
yaratmak üzere, çerçevelerin görüntüleniş sırasının tersine sıralanmasıyla elde
edilen özel efekt (laboratuar) tekniği.

8
GERİYE KAYDIRMA (pull-back dolly): Daha önce çerçeve dışında kalan bir nesne
ya da karakterin görüntüye girmesini sağlamak üzere kameranın geriye doğru
çekilmesi.

GEVŞEK ÇERÇEVELEME (loose framing): Genellikle toplu çekim ölçekleri için


kullanılır. Çerçevelenen görüntünün sınırları içindeki mizansen, mekana ağırlık
verilerek yapıldığından görüntülenen kişilerin önemli ölçüde hareket özgürlüğü
vardır.

GEVŞEK UYARLAMA (loose adaptation): Önceden var olan bir başka malzemeye
dayanmakla birlikte, onunla, yalnızca yüzeysel bir benzerlik taşıyan film.

GÖNDERME/HÜRMET (homage): Bir filmde, bir başka filme, bir yönetmene ya


da sinemasal tarza yapılan, açık ya da kapalı (doğrudan ya da dolaylı) gönderme.
Daha çok sevgi ve saygı içerir; bunları anlayan seyircilerle anlatı metni dışında bir
ilişkinin kurulmasına neden olur.

GÖRÜNTÜ (image): Basit tanımıyla, filmsel metnin en küçük anlam birimidir.


Perdedeki her görüntü, içinde yer aldığı çekimin türüne göre çeşitli biçimlerde
okunabilir. Görüntülenen nesnelerin hacmi ve büyüklüğü ilk olarak düzanlamı
yaratır. Kameranın açısı da tercih edilen okumayı sağlamaya yöneliktir, anlamı
yine düz anlam düzeyinde iletir. Ancak görüntüler değerlendirilirken, görüntünün
ikonografisi denilen ve yananlamların ya da ikinci düzey okumanın ortaya çıkışını
sağlayan özelliklere de önem verilmelidir.

GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ (cinematographer, director of photography, D.P.):


Görüntünün niteliği ve bir çekimin ışığından sorumlu olan sanatçı ya da
teknisyen.

GÖRÜNÜŞ ORANI/ ÇERÇEVE ORANI (aspect ratio): Perdenin ve perdeye


görüntüsü düşen çerçevenin yatay ve dikey boyutları arasındaki oran, perdedeki
görüntünün büyüklüğü. Her zaman perdenin ve filmsel görüntünün çerçevesi
birbirine çakışmadığı düşünülmelidir. Hem perdenin, hem de film üzerindeki
karelerin görünüş oranları da söz konusudur.

GÖZ HİZASI ÇEKİM (eye-level shot): Kameranın, sahnedeki kişinin boyuna


uygun olarak yerden 170-180 cm. yüksekliğe yerleştirilmesidir. Bu çekim, yetişkin
ortalama insanın göz hizası söz konusu olduğunda geçerlidir. Çocuk, böcek, dev
vb. ile, bir şeylerin üzerinde duranların durumu farklıdır.

GÜÇLÜ KONTRAST (high contrast): Aydınlık ve karanlık kısımlar arasında keskin


farkların ve dramatik ışık sızıntılarının olduğu aydınlatma tarzı.

GÜNLÜK ÇEKİMLER/GÜNLÜK KOPYALAR (rushes, dailies): Bir sonraki günün


çekimleri başlamadan önce, o günün çekimlerinden oluşan, yönetmen ve görüntü
yönetmeni tarafından değerlendirilen, seçilmiş dolu film parçaları.

HÂKİM ZITLIK/ EGEMEN ÖGE (dominant contrast, dominant): Görüntüde,


genellikle öne çıkan ve görsel zıtlık nedeniyle seyircinin en çok dikkatini çeken
alan.

9
HAM FİLM, BOŞ FİLM (stock): Işıkla karşılaşmamış film. Hızlı film, yavaş film,
pozitif film, negatif film gibi birçok farklı nitelikte ham film bulunmaktadır.

HAVADAN ÇEKİM (aerial shot): Esas olarak vinçle yapılan çekimlerin (crane
shot) yalnızca dış mekânlarla sınırlanmış olan bir çeşidi. Genellikle helikopterden
yapılır ve çoğu kez kuşbakışı görüş pozisyonu sağlar.

HIZLANDIRILMIŞ HAREKET (fast motion): Bir konuyu, saniyede 24 kareden


daha düşük kare sayısıyla görüntüleyen ve standartta uygun gösterildiğinde
zıplamalı, biraz komik ve denetim dışı izlenimi veren görüntüler.

HIZLI ÇEVRİNME (swish pan, flash, zip pan): Kameranın, görüntülenen konunun
perdede bulanıklaşmasına, bozulmasına neden olacak biçimde yatay eksende
yaptığı hızlı çevrinme hareketi.

HIZLI FİLM/ HASSAS FİLM (fast stock, fast film): Işığa duyarlılığı yüksek ve
çoğu kez grenli bir görüntü veren ham film. Genellikle, yalnızca hazır ışıkla çekim
yapmak isteyen belgeselciler tarafından kullanılır.

İKİLİ ÇEKİM (two shot): İki oyuncuyu görüntüleyen orta ölçekli çekim.

İKON (icon): Gösterileni ile göstereni arasında rastlantısal değil, benzerliğe dayalı
bir ilişki olan gösterge. Dolayısıyla ikon, görüntüyle ilişkilidir, resimsel bir
göstergedir.

İKONOGRAFİ (iconography): Sanatsal bir temsilde iyi bilinen kültürel simgelerin


ya da simgeler karışımının kullanılması. Sinemada ikonografi, bir yıldız kimliğini,
bir türün yerleşik uylaşımlarını (westernlerde tabancayla vurulma, düello),
arketipleşmiş karakter ve durumları kullanmayı ve aydınlatma, set düzeni,
kostüm, aksesuar gibi tarza ilişkin nitelikleri de kapsar. Filmin görsel motiflerini
ve görsel tarzını sınıflandırma ve çözümleme olanağı veren araçlardır. İkonografi,
görüntünün ve aynı zamanda tüm filmin türsel niteliklerinin de incelenebilmesini
olası kılar. Dolayısıyla, hem mizansen hem de türe ilişkindir. Karakterlerin
giyimlerini ve kullandıkları donanımı da kapsadığından, tarihsellik içerir, çünkü
her dönemin ikonları öteki dönemde bu özelliklerini kaybederler. Donanıma ilişkin
kodlar, tarihselliğin ötesinde yan anlamlar da üretir, bir fildeki kadın karakterin
giysisi, erkeksi ya da famfatal (femme fatal) olduğuna dair bir anlam yaratacaktır.
Westernlerde ve gangster filmlerinde, giyim ve donanım kodları ikonlar
aracılığıyla kurulur ve bu türün ticari araçlarından biri haline gelmiştir. Westernin
yerleşik ideolojik iletisine karşı çıkan bir filmde bile yine aynı ikonlar
kullanılacaktır. Ancak gangster filmlerinde durum daha farklıdır ve özellikle giyim
kodları zamanla değişmektedir. Bunun sebebi, westernlerin her zaman, çok
geride kalmış bir tarihsel döneme ilişkin olması ve bir ülkenin kültürel tarihinin
hala bir parçası olmasıdır. Dolayısıyla ikonların değişmesi de söz konusu olamaz.
Kentsel şiddet, günlük hayatın bugün de bir parçası olduğundan, zamanla
çeşitlenme, değişme gösterdiğinden, gangster türü ve ikonları da zaman içinde
değişmiştir. Siyah gangster, mafya filmleri gibi, hem gerçeklikle hem de mitle
işleyen bir türdür.

10
İLERİ SIÇRAMA (flash-forward): Şimdinin, geleceği temsil eden, bir ya da biz dizi
çekimle kesintiye uğradığını anlatan bir kurgu tekniği.

İMA (allusion): Genellikle iyi bilinen bir olay, kişi ya da sanat eserine yapılan bir
gönderme.

İRİS (iris): Perdenin bazı bölümlerini, görüntünün yalnızca bir kısmını görünür
kılarak karanlıkta bırakan perdeleme aracı.

KABA KURGU (first cut, rough cut): Bir filmin çekimlerinin, çoğu kez yönetmence
inşa edilen bir dizi olarak ilk kez birbirine eklenmiş hali. Dolu film parçalarının
olay örgüsüne uygun olarak birbirine eklenmiş hali. Dolu film parçalarının olay
örgüsüne uygun olarak birbirine eklenmiş hali. Bir tür ilk taslak.

KADIN FİLMLERİ (women’s pictures): Aile ile mesleki kariyer arasında ortaya
çıkan çelişki gibi, kadınların sorunları üzerine odaklanan film türü. Bu filmlerde
ünlü bir kadın yıldız esas karakteri canlandırır.

KAPALI FORM (closed form): Titizlikle uyulmanmış kompozisyonlara ve kendine


yeterli tasarımlara yönelen görsel bir tarz. Tüm gerekli görsel bilgiyi intiva eden
çerçeve, kendine yeterli bir ortam ortaya koymak üzere, özellikle estetik açıdan
çekici biçimde kullanılır.

KARA FİLM (film noir): Adı Fransızcadan gelen bir Amerikan film türü. İkinci
Dünya Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan, kentin tehlikeli sokaklarından, suçtan,
yalnızlıktan ve ölümden kaçmanın mümkün olmadığı kaderci bir evren yaratan bu
tür, tarz olarak alçak açılı ve yüksek kontrastlı aydınlatmaya, karmaşık
kompozisyonlara, ürküntü ve paranoyanın güçlü atmosferine ağırlık verir.

KARARMA-AÇILMA (fade-out, fade-in): Kararma, bir görüntünün normal ışık


değerinin siyahlığa doğru yok olmasıdır. Bunun tersi olan duruma, karanlık
perdede yavaş yavaş bir görüntünün aydınlanmasına ise, açılma denir.

KARIŞTIRMA/ EŞLEME (mix): Birbirinden ayrı ayrı kaydedilmiş sesleri aynı ana
ses şeridi üzerinde bir araya getirme süreci.

KARŞI AÇI (reverse angle shot): Kameranın, önceki çekimdeki konumunun tam
karşısındaki konuma yerleştirilmesiyle elde edilen; önceki çekimin 180 derece
karşısından yapılan çekim. Diyalog içeren sahnelerdeki tepki çekimleri genellikle
böyledir.

KAYDIRMALI ÇEKİM/DOLLY (tracking-trucking-shot, travelling shot,


dolly,şaryo): Kamera hareket halindeyken yapılan çekim. Kameranın, üzerine
yerleştiği tekerlekli zeminlerin (dolly, otomobil, tren vb.) ya da kameranın raylar
(şaryo) üzerindeki hareketiyle elde edilir. Gerektiğinde, sarsıntısız çekim yapan ve
kameranın gövdesine tesbit edilen SteadyCam’ler de kullanılmaktadır. Kaydırmalı
çekimler, özel bir neden (öznel kamera kullanımı gibi) yoksa genellikle sarsıntısız
yapılır. Çekimler, kaydırmanın hızına bağlı olarak farklı yananlamlar kazanırlar.
Kaydırma iyice yavaş olursa, rüya ve trans hali gibi, epey hızlıysa çılgınlık ve
korkutuculuk gibi bir anlam kazanabilir. Takip sahneleri eylemin iç dinamiğine

11
uygun olarak kaydırmalarla çekilir. Kaydırmalı kamera hareketleri, çerçevenin ve
dolayısıyla mizansenin de her an değiştiği çekimlerle sonuçlanır. Kaydırmalar her
yöne (yukarı aşağı, ileri geri, sağa sola, her türlü diyagonaller) olabilir,
çevrinmelerle birlikte gerçekleşebilir.

KESİNTİSİZLİK/KESİKSİZLİK (seamlessness): Devamlılıkla ilişkili bir kavramdır.


Bu tarz gerçekçilik adına kurgunun dikkati kendine çekmeyecek biçimde
düzenlendiği bir kurgu yöntemi. Hollywood’da gelişen bu yöntemde seyirciye,
zaman ve mekanda açıklanmadan bırakılmış hiçbir kopukluk, sıçrama olmayan
kesiksiz bir anlatı sunulur.

KİNAYE (allegory): Adalet, Ölüm, Din, Toplum gibi oldukça aşikâr fikirlerin stilize
karakterler ve durumlarla temsil edildiği, simgesel bir teknik.

KİNETİK (kinetic): Harekete, devinime ait olan.

KİŞİLİK/KİMLİK (persona): Latincede maskenin karşılığı. Bir oyuncunun, önceki


rolleri ve gerçek kişilik özellikleriyle birleşen kamusal imajı.

KLASİK KESME (classical cutting): Çekim parçalarının yalnızca fiziki eylemce


değil, sahnenin dramatik ve duygusal vurgusu tarafından da belirlendiği, D. W.
Griffith tarafından geliştirilen bir kurgu tarzı.

KLASİK SİNEMA/KLASİK ÖRNEK (classical cinema, classical paradigm):


Kabaca, 1960’ların sonlarına dek Amerika’da yapılan genelgeçer kurmaca film
tarzını tanımlamak için kullanılan, bulanık ama yararlı bir terim. Klasik örnek,
öykü, yıldız ve yapım değerleri açısından, teknik başarısı yüksek, klasik kesmenin
uylaşımlarına uygun biçimde kurgulanmış filmdir. Görsel tarzı işlevseldir ve
dikkati nadiren eylem içindeki karakterden uzaklaştırır. Bu cins filmler, anlatısal
olarak, açıkça belirlenmiş bir çatışma, yükselen zirve noktasına doğru yoğunlaşan
karmaşıklaşma ve biçimsel kapalılığı vurgulayan bir çözüm aracılığıyla
yapılanırlar.

KONUMLAMA/YERLEŞTİRME (setup): Kameranın ve ışıkların belirli bir çekim


için düzenlenerek yerleştirilmesi.

KURGU (editing): Bir çekimin (film parçasının) ötekiyle birleştirilmesi. Çekimler,


olayları ve nesneleri farklı yerlerde ve farklı zamanlarda görüntüleyebilir.
Avrupa’da kurgu montaj olarak adlandırılır. Ancak, Sovyet sinemacılarının
özellikle 1920’lerde, klasik kesme yöntemini terk ederek, yeni yan yana getirme
yöntemleri geliştirmeleriyle birlikte montaj, kavramsal bir nitelik kazanmıştır.

KURTARICI ÇEKİMLER (coverage, covering shots, cover shots): Bir sahneye ait,
önceden planlanan parçaların istenildiği gibi kurgulanamaması halinde geçişleri
sağlamada kullanılmak üzere yapılan fazladan çekimler. Bunlar, genellikle bir
sahnenin topyekûn akışını içeren toplu çekimlerdir.

KURUCU/DÜZENLEYİCİ ÇEKİM (establishing shot): Sahnelerin başında,


seyirciye sonraki daha yakın çekimler için bir bağlam sağlayan ve genellikle toplu
ya da genel ölçeğinde yapılmış çekimler.

12
KUŞBAKIŞI GÖRÜŞ/KUŞBAKIŞI ÇEKİM (bird’s-eye view): Kameranın bir konuyu
tümüyle onun tepesinden görüntülediği çekim.

KÜLLİYAT (ouvre): Fransızcada yapıt anlamına gelmektedir. Bir sanatçının bir


bütün olarak kabul edilen bütün yapıtları.

MAJÖRLER (majors): Belirli bir dönemdeki en önemli yapım stüdyoları/şirketleri.


Hollywood stüdyo sisteminin altın çağında (kabaca 1930’lar ve 1940’lar) MGM,
Warner Brothers, Twentieth Century-Fox, RKO ve Paramount Pictures majörleri
oluşturuyorlardı.

MERCEK (lens): Işık ışınlarının içinden kırılarak geçtiği ve böylece ışınların


birbirlerine yaklaşıp uzaklaşmasını sağlayarak, fotografik görüntünün formunu
oluşturmaya imkan veren cam, plastik ya da benzeri geçirgen malzeme.

MERKEZCİ (centrist): Sol ve sağ kanatların arasında yer alan ılımlı ideolojiyi
adlandırmak için kullanılan siyasal terim.

METOD OYUNCULUĞU (method acting): Rus tiyatro yönetmeni Konstantin


Stanislavski’den kaynaklanan, 1950’lerden bu yana Amerika’da egemen olan
oyunculuk tarzı. Method oyuncuları, psikolojik yoğunluğa, karakteri ayrıştırmaya
yönelik geniş ve uzun provalara, teknik üstünlükten çok duygusal inanılırlığa ve
karakterin dışsal davranışlarını taklit etmekten çok rolü “yaşama” ya önem
verirler.

MEVCUT IŞIK/HAZIR IŞIK (available lighting): Çekim mekânında, (güneş) ya da


yapay (lamba) olsun, yalnızca var olan ışık kaynaklarının kullanılması. İç
mekânlarda mevcut ışıktan yararlanılacaksa, genellikle duyarlı, hızlı ham film
kullanılır.

MİNİMALİZM (minimalism): Sınırlama ve yalınlıktan yana olan ve sinematografik


öğelerin ancak yetecek kadar bilgi verici konuma indirgendiği film yapma tarzı.

MİZANSEN (mise en scene): Verili mekanda, görsel ağırlıkların ve hareketlerin


düzenlenmesi. Sahneye koyma anlamına gelen bir tiyatro terimidir. Tiyatroda,
mekân genellikle sahnenin kemeriyle belirlenir; filmde ise görüntüleri çevreleyen
çerçeveyle. Sinemada mizansen, hem eylemin sahnelenişini hem de onun
görüntülenişini birlikte kuşatır. Önce mekânın düzenlenişi (setting), kostüm ve
aydınlatmayı, sonra da çerçeve içi hareketi anlatır. Mizansen kavramı, sinema
eleştirisinde, Fransız sinema dergisi Cahiers du cinema etrafındaki yazarlar
aracılığıyla önem kazandı. Bu yazarlar, yaratıcı sanatçının sinemada yönetmen
olduğunu iddia ederlerken, Hollywood sistemi içinde senaryoya müdahale etme
şansları olmayan yönetmenlerin bazılarının mizansen aracılığıyla yapıtlarına kendi
imzalarını koyabildiklerini, kendi tarzlarını yaratabildiklerini; mizansenin
yönetmenin dışavurum aracı olduğunu öne sürdüler ve bu yönetmenleri ‘auteur’
olarak adlandırdılar.

MONTAJ (montage): Avrupa’da kurgu sanatı anlamına gelir. Sovyet sinemacılar,


Lev Kuleshov, Vladimir Pudovkin, Sergei Eisenstein ve Dziga Vertov tarafından,
geleneksel filmsel anlatının tüm yapısını değiştirmek üzere yapılan çalışmaların

13
sonucunda ortaya çıkan ve film sanatının temeli kabul edilen bir işlem. Montaj bu
anlamıyla, çekimlerin, hatta çekim içindeki tüm öğelerin yan yana gelişlerinden,
tekil görüntüde olmayan yeni anlamlar üretmeye, fikirler ve zihinsel çağrışımlar
yaratmaya yarayan bir kurgu yöntemidir. Görüntüde yer alan nesnelerin,
mizansenin, her türlü hareketin, ışık değerlerinin, sesin vb., öykünün akışına değil
anlamların üretilişine hizmet etmek üzere, benzerlik ve zıtlık yaratacak biçimde
bir araya getirilmesi söz konusudur. Montaj sözcüğü, ABD’de, zamanın ya da
olayların geçişini anlatan, genellikle zincirleme tekniklerin kullanıldığı hızlı
kurgulanmış geçiş parçalarını tanımlamak üzere kullanılmaktadır.

MODEL ÇEKİMLERİ (miniature shots): Küçük ölçekli modellerin, gerçek


büyüklükte nesneler izlenimi verecek biçimde görüntülenmesi. Denizde batan bir
gemi, dev dinazor, çarpışan uçaklar gibi.

MOTİF/ÖRGE, KILAVUZ KAVRAM (motif, leit-motive): Film boyunca sistematik


olarak yinelenen, isteğe bağlı herhangi bir teknik, nesne ya da tematik fikir.

NEGATİF GÖRÜNTÜ (negative image): Görüntülenen nesnenin aydınlık ve


karanlık kısımlarının tersini içeren, siyahların beyaz, beyazların siyah göründüğü
görüntü.

NESNEL KAMERA (objective camera): Kameranın bir konuyu ya da sahneyi,


onun içindekilerden birinin bakış açısından ya da yüce her şeyi gören bir gözün
bakışıyla değil, sıradan bir izleyici ya da gözlemciymişcesine, olaya katılmaksızın,
onunla arasına bir mesafe koyarak görüntülemesi.

ODAKLANMA (focus): Bir görüntünün makbul netlik derecesi.

ODAK DIŞI ÇEKİM (out of focus shot): Görüntünün bulandığı ve makbul bir
çizgisel belirlenimin ortadan kalktığı çekimler. Daha çok, öznel kamera
kullanımlarında, baş dönmesi, göz yaşarması, akli dengenin bozulması ya da
duygusal sarsıntıların, heyecanların ifadesinde başvurulmaktadır.

OMUZDA ÇEKİM (hand-held shot): Denetlenmeyen bir ortamda çekilen, belgesel


bir parçaymış hissini vermek üzere, genellikle bilerek sarsıntı içeren hareketli
kamerayla yapılmış çekim.

OPTİK YAZICI (optical printer): Filmlerdeki özel efektleri –kararma, açılma,


erime, çoklu bindirme gibi- gerçekleştirmeye yarayan gelişkin makine.

ORTALAMA ÇEKİM (DİZ VE BEL ÇEKİM) (medium shot): Bir insan figürünün
dizinden ya da belinden yukarısını görüntüleyen, nispeten yakın çekim ölçeği.

ÖLÇÜ/BOYUT (gauge): Film şeridinin milimetreyle belirtilen genişliği. Boyutun


genişlemesi görüntü kalitesini arttırır. Sinemalarda gösterilen filmin standart
genişliği 35 mm’dir.

ÖNE ÇIKARMA (foregrounding): Bir eleştirmenin, bir sanat yapıtındaki bir yöne
önem verip onu bağlamından yalıtarak ele alması ve bu niteliği derinlemesine
çözümlemesi.

14
ÖNGÖRÜLÜ KAMERA, ÖNGÖRÜLÜ DÜZENLEME (anticipatory camera,
anticipatory setup): Kameranın, bir eylem gerçekleşmeden önce ve eylem
önceden kestirilmişcesine o eylemi izleyecek noktaya yerleştirilmesi.

ÖYKÜNÜN ÇARPICI ÖZELLİKLERİ/ÖYKÜDE ÇARPICI ÖĞELER (story values):


Bir filmin, uyarlanan malzemenin popülerliğinden ya da senaryodaki
zanaatkârlıktan kaynaklanan anlatısal çekiciliği.

ÖZNE, KONU (subject): Filmsel metnin içinde belirli karakterlerin bakış açıları
ayrıcalıklı konuma geldiğinde, bunu belli edecek öznel kamera pozisyonları, öznel
görüş açıları kullanılır. Kamera, bir karakterin baktığı alanı zaman zaman onu da
çerçevenin içine arkasından alarak çekim yapacak biçimde karakterin yan
arkasına yerleştirildiğinde, onun öznel görüş açısını verir. Geriye dönüşleri içeren
çekimlerin çoğu öznel çekim niteliği taşısa da, genellikle karakterin de
görüntülerin içinde yer alması görsel öznelliği kırar. Seyirci açısından, karakterle
özdeşleşmede en etkili olan, kameranın tümüyle karakterin gözü yerine
geçmesidir. Bu tür çekimler, çoğu kez, gerçekçilik izlenimini artıracak biçimde
sallantılıdır ve omuz kamerasıyla çekilir. Karakterin bakış noktasından yapılan
çekimler, izleyici ile metin arasındaki ilişkiyi güçlendirmesi, seyircinin karakterin
özelliğine paralel konumlandığını hissetmesi ve dolayısıyla onunla
özdeşleşebilmesi açısından önemlidir. Açı karşı açı çekimlerden oluşan bir
sahnede ise, kesin olmamakla birlikte, seyircinin konumu ve özdeşleştiği
karakterler değişir.

ÖZNEL ÇEKİM/ÖZNEL KAMERA (subjective shot, subjective camera) : Esas


olarak, kameranın objektifiyle karakterin ve seyircinin gözünün çakıştığı izlenimini
veren çekimler için kullanılır. Bunun dışında, karakterlerden birinin görüş noktası
ve görüş alanını yansıtan ancak kendisinin de çerçevenin içinde (amorstan,
arkadan) yer aldığı çekimler ve karakterin bir olayı izlemesini ya da çevreyi
gözden geçirmesini aktaran kamera hareketlerini içeren çekimler açısından öznel
bakış açısı tanımı geçerlidir. Birincisine öznel kamera, ikincisine ise öznel çekim
denebilir. Bu tür kullanımlar, seyircinin özdeşleşme sürecini –isteniyorsa- olumlu
yönde etkiler ve metnin içine daha yoğun olarak girmesine yardım eder.

PARALEL KURGU: Bkz: ÇAPRAZ KESME

PERDELEME (masking): Görüntünün bir kısmını dışarıda


bırakarak(göstermeyerek) perdenin görünüş oranını yaratan boyutları geçici
olarak değiştirme tekniği.

RASTLANTISAL TEKNİKLER (aleatory techniques): Şans öğesine dayanan


filmleştirme teknikleri. Önceden planlanmayan ancak kameraman tarafından
yerinde düzenlenen teknikler. Genellikle belgeselci tavırla çalışırken ortaya
çıkmaktadır.

RENK (colour): Sinemada renk ses kadar hızlı bir yayılma göstermemiştir.
1950’lerde Hollywood filmleriyle parlak bir dönem yaşayan renkli film (ki yıllık
yapım sayısının ancak %50’siydi), renkli televizyon yayınlarından sonra, altmışlı
ve yetmişli yıllarda, önce Amerika’da sonra da Avrupa’da piyasaya egemen oldu.

15
Aslında, filmlerin renklendirilmesi sinemanın ilk günlerinden itibaren
gündemdeydi. Amerika’da Edison, Avrupa’da Melies, kalabalık kadın gruplarına
film şeritlerini çerçeve çerçeve elle boyatıyorlardı. Ancak, bu maliyeti yüksek
girişim, fil uzunluklarının artmasıyla kısa zamanda ortadan kalktı. Daha sonra
Amerika’da tinting, toning denilen bir yöntemle, kırmızı, sarı ya da maviyle
laboratuarda renklendirilmiş filmler yapıldı. Gerçek anlamda ilk renkli film, çekim
ve gösterimde renkli filmler kullanılarak 1912’de İngiltere’de denendi ve
belgesellerde kullanıldı. Modern renk teknolojisinin temeli, 1920’lerde Technicolor
Motion Pictures Şirketi tarafından geliştirildi. Bu sistem istenmeyen renklerin renk
yelpazesinden elenmesi ilkesine dayanır. Renkli film, bir yandan siyah beyazdan
daha doğal bir gerçeklik üretebilirken, öte yandan da dikkati kendine çeker ve
böylece simgesel bir değer yaratır. Önce, rengin bazı türlerle (müzikal, fantastik
ve epik) sınırlı kalması kararlaştırıldıysa da bu türler gerçekçi türler değildi. Ancak
1950’lerle birlikte rengin filmin havasını ve anlamını izlemesi desteklemesi
gerekliliği anlaşıldı. Böyle etkiler elde etmek için, parlak ve abartılı renklerden
uzaklaşmak gerekti.

RESİMLENMİŞ ÖYKÜ (storyboard, storyboarding): Çekimlerin çizimlerinin,


yapım öncesinde, çizgi romanlardaki gibi ayrımlar halinde düzenlenerek filmciye
mizansenin bir taslağını ve kurgu devamlılığının yapısını kurma olanağını
sağlayan görselleştirme tekniği.

SABİT ÇERÇEVE/DURAĞAN ÇERÇEVE: Çerçeve içi harekete yer veren ancak


kameranın hareket etmeyip çerçevenin sabit kaldığı çekimler.

SAĞCI, SAĞ KANAT SİNEMA (rightist, right-wing cinema): Aile değerleri,


ataerki, soyluluk, mutlak ahlaki ve etik standartlar, din, geleneklere ve geçmişe
hürmet, insan doğasına ve geleceğe karamsar bir bakış, rekabet gereksinimi,
liderler ve elit sınıflarla özdeşleşme, milliyetçilik, ekonomide serbest pazar ilkeleri
ve tekeşlilik gibi özelliklerle belirlenen, temelinde tutucu ideolojik değerlere sahip
filmler.

SAHNE (scene): Birbirleriyle ilişkili ve genellikle bir mekân, bir olay, bir eylem ya
da küçük bir dramatik zirve gibi merkezi bir ilgi noktası açısından benzeşip
bütünleşen bir grup çekimin oluşturduğu ancak, kesin biçimde tanımlanması zor
olan filmsel birim.

SAHNELEME SORUMLUSU (metteur en scene): Mizanseni yaratan sanatçı ya da


teknisyen, yani yönetmen, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız eleştirmenlerce
kullanılan bu tanımlama, Amerikan Stüdyo Sistemi içinde çok sayıda film yapan,
ancak sahneleme teknikleri açısından tüm gereklilikleri yerine getirerek istenilen
etkileri yaratmakla birlikte kendi kimliklerini filmlerine aktar(a)mayan
yönetmenlere yönelik olarak kullanılmıştır. Auteur’ler ise, kendi kişiliklerinin ve
yaratıcılıklarının damgalarını filmlere vurabilmiş yönetmenlerdir.

SALON KOMEDİSİ/ SAÇMALIKLAR KOMEDİSİ (screwball comedy): 1930’ların


Amerika’sında ortaya çıkan ve 1950’lerde popüler olan, genellikle farklı toplumsal
sınıflardan gelen gülünç aşıklar üzerine kurulu bir film türü. Olay örgüleri, sık sık,
umulmayacak saçmalıklara yer verme ve denetim dışına çıkma eğilimine sahiptir.

16
Bu filmlerde, çoğu kez, “slapstick” güldürü sahnelerine, çekici ve saldırgan kadın
kahramanlara, tuhaf yan karakter çeşitlerine yer verilir.

SANAT YÖNETMENİ (art director): Bir filmin, setlerinin inşasını öngörüp


tasarlamakla sorumlu olan kişi. Zaman zaman filmin iç dekorasyonundan ve
bütünsel görsel stilinden de sorumlu olabilir.

SANSÜR (censorship): Bazen merkezi otorite, bazen de sinema sektörünün


kendisi tarafından düzenlenen ve hangi konuların, davranışların, hareketlerin,
sözlerin, fikirlerin vb. filmlerde yer alıp almayacağının ya da nasıl ele alınıp
görüntüleneceğinin kurallarını önceden koyan, daha sonra da denetleyen resmi
mekanizma.

SARHOŞLAMA/ SARSAK GÖRÜNTÜ (pixillation, stop-motion photography):


Canlı oyuncuların tek tek kareler halinde görüntülenmesiyle elde edilen
canlandırma tekniği, böyle bir film parçası, standart gösterim hızıyla
yansıtıldığında oyuncular çizgi film karakterleri gibi sarsak ve sıçramalı bir şekilde
hareket ederler.

SEÇİCİ ODAKLAMA, BOZUK ODAKLAMA (rack focusing, selective focusing):


Bir çekimde çeşitli yüzeylerin, seyircinin gözünü, görüntüdeki net kalmış olan
kısımlara yöneltmeye zorlayacak biçimde netlik dışı bırakılması.

SEKANS/AYRIM (sequence): Çoğu kez birden çok sahneden oluşan ve kendine


ait iç gerilim kuruluşuna sahip olan anlatısal bölüm. Genellikle öykünün içindeki,
başı sonu belli, geniş kapsamlı bir eylemler bütününü sergiler. Her filmin
sekanslardan oluşması gerekmediği gibi, tek çekimlik sekanslara da rastlanabilir.

SEKANS ÇEKİM/AYRIM ÇEKİM (sequence shot, plan-sequence): Çoğunlukla


karmaşık bir sahneyi ve çeşitli kamera hareketlerini içeren tek ve uzun çekim.

SENARYO (script, screenplay, scenario): Bir filmin, diyaloglarını ve çoğu kez


kamera komutlarını da içeren, eylemlerini tanımlayan yazılı metin.

SENKRONİZE OLMAYAN SES (nonsynchronous sound): Eşlemeli olarak


kaydedilmeyen görüntü ve ses; ya da görüntüde kaynağından koparılmış ses.
Örneğin pek çok filmde müzik çoğu kez senkronize değildir, atmosfer yaratmak
için kullanılır.

SIÇRAMALI KESME (jump cut): Zaman ve mekândaki devamlılık açısından


şaşırtmaya neden olan, bazen bilerek kullanılan, çekimler arasındaki ani ve sert
geçiş. Bir film karakterinin iki çekimi arasında yapılan kesmelerde ortaya çıkabilir.
Geçişin şiddeti en azından abartılı bir dengesizlik yaratır. Alain Resnais’in
Hiroşima Sevgilim ve Geçen Yıl Marienbad’da adlı filmlerindeki sıçramalı kesmeler
böyledir. Bir başka çarpıcı örnek, Jean Luc Godard’ın, Serseri âşıklar adlı filminde
yer alır. Kadın karakterin, otomobil içindeki konuşmasını görüntüleyen çekimler,
sıçramalı kesmelerle birbirini izler; ilk çekimdeki sözleriyle bağlantısı olmayan
sözler öteki çekimlerde arka arkaya gelir. Her çekimde, karakterin başının
arkasından görülen çevre de sürekli farklılaşır. Zaman ve uzamdaki bu kesmeler,

17
kameranın sıçradığı izlenimini de yaratır ve sarsak bir hareketle devamlılık
ortadan kalkar. Acaba farklı günlerde mi konuşuyor? Sorusu doğabilir.

SIKI/SIKIŞIK/GERGİN ÇERÇEVE (tight framing): Özellikle yakın çekimler için


kullanılır. Dikkatle dengelenip uyumlanmış, bu yüzden görüntülen kişinin hareket
özgürlüğünü çok kısıtlayan mizansen.

SİLİNME (wipe): Genellikle bir çizginin dikey olarak hareketiyle bir görüntüyü
iterek götürdüğü ve bir başkasına yer açtığı izlenimini veren bir kurgu
uygulaması.

SİMGE, SİMGESEL (symbol, symbolic): İçinde, bir nesne, olay ya da sinemasal


tekniğin, aşikar anlamının ötesinde bir anlama sahip olduğu mecazi araç.
Simgecilik her zaman dramatik muhteva tarafından belirlenir.

SİNERAMA (cinerama): Üç göstericiye ve iç bükey perdeye gereksinim gösteren


geniş perde sistemi.

SİNEMA VERİTE, DOĞRUDAN SİNEMA (cinema verite, direct cinema):


Olayların gerçeklikte ortaya çıkışlarına, oluşlarına müdahale etmeyen, rastlantısal
metodları kullanan belgesel film yöntemi. Bu filmler elde taşınabilir kameralar ve
portatif ses aygıtları gibi minimum donanımla gerçekleştirilir.

SOLCU, SOL KANAT (leftist, left-wing): Eşitlikçilik, insan davranışını belirleyiciliği


açısından çevreye verilen önem, ahlaki meselelerde görelilik, dine değil laikliğe
vurgu, insan doğasına ve geleceğe iyimser bakış, ilerlemenin itici gücü olarak
teknolojiye inanma, yarışmacılık yerine dayanışmacılık, yoksul ve baskılanmışlarla
özdeşleşme, uluslararasıcılık, cinsel ve yeniden üretici özgürlük gibi özellikleriyle
belirlenebilen, temelinde liberal nitelikli ideolojik değerler dizgesi olan filmler.

SON KOPYA (final cut, release print): Bir filmde, halka sunulacak hale gelmiş
olan çekimler dizisi.

STEREOTİP (stereotype): En basit anlamıyla, sabit ve tekrarlanan


karakterleştirmedir (westernlerdeki sarhoş doktor vb.). Stereotip, sinemaya ilk
olarak, seyircinin anlatıyı kavramasını kolaylaştırmak için girdi. Ayrıca bunun,
sahne melodramı ve vodvil gibi performans geleneğinden taşındığını da söylemek
gerekir –ki bu iki tiyatro türü sinemanın ilk zamanlarında en çok uyarlanan
türlerdi. Ayrıca anlatıyla ilişkisinde stereotipin ekonomik işlevleri de vardır. Niye
öyle olduklarını bildiğimizden, karakter kuruluşunu geliştirmeye gerek kalmaz.
Bu, stereotiplerin çok az değiştiğini gösterir. Stereotipler sadece ikincil
karakterlerde kullanılmazlar. Esas roller, yıldızlarda aynı şekilde
stereotipleştirilebilir (aptal sarışın ya da sex tanrıçası, beyinsiz çam yarması, iyi
orta Amerikalı: Marilyn Monroe, Sylvester Stallone, James Stewart). Stereotipler
gelirler ve giderler; değişen politik kültürel bağlamın ışığında değişirler. Örneğin
1950 ve 60’lardaki Hollywood’un komünist temsilleri bugün değişmiştir.

STÜDYO (studio):Paramount, Warner gibi, film yapımında uzmanlaşmış büyük


şirketler; filmin gerçekleştirilmesinde gerekli olan tüm fiziki olanaklar.

18
ŞİİRSEL (lyrical): Ortamın duyumsal güzelliğini vurgulayan ve yoğun bir duygu
patlaması yaratan stilistik bir coşkusallık ve öznelik.

TEKRAR BASIM (reprinting): Birbirinden ayrı görüntülenmiş, iki ya da daha fazla


görüntünün, tek bir film şeridi üzerinde yeniden görüntülenmesine dayanan özel
efekt tekniği.

TELEFOTO MERCEK, ÇOK DAR AÇILI MERCEK, ÇOK UZUN ODAKLI MERCEK
(telephoto lens, long lens): Uzaktaki nesnelerin büyütülmüş görüntüsünü,
teleskop gibi elde edebilen bir mercek. Bu merceklerin kullanılmasında ortaya
çıkan yan etki, görüntünün düzleşmesi, derinlik duygusunun, perspektifinin
azalmasıdır.

TEMATİK MONTAJ (thematic montage): Sovyet sinemacı Eisenstein tarafından


geliştirilen ve farklı çekimlerin, gerçeklikteki asli devamlılığıyla değil, simgesel
birliktelikler içinde birleştirildiği bir kurgu tarzı. Kendine hayran bir kişinin
çekimini oyuncak tavus kuşu çekimiyle yan yana getirmek gibi. Belgesellerde,
yönetmenin tezine uygun biçimde çekimlerin düzenlenişinde de görülür.

TEPKİ ÇEKİMİ (reaction shot): Bir karakterin önceki çekimin içeriğine tepkisini
gösteren çekim.

TOPLU ÇEKİM (long shot): Görüntüde, tiyatro sahnesindekine benzer bir alanı
seyircinin görüşüne sunan çekim ölçeği.

UYLAŞIM (convention): Sanatçı ve izleyici arasında, bir sanat yapıtındaki bazı


yapaylıkların gerçek gibi kabulüne dayalı zımni anlaşma. Örneğin, seyircinin
gerçekliği algılayışı devamlı ve parçalanmamış olsa da, filmlerde kurgu (ya da
çekimlerin yan yana getirilmesi), “mantıklı” kabul edilir.

UYUMSUZ ÇEKİMLER, UYUMSUZ KURGU (unmatched shots): Aralarında,


görünür biçimde bir eylem ve hareket devamlılığı yaratmadan birbirine eklenen
çekimler. Bu tarz bir kurgu, avant-garde ve gerçeküstücü filmlerde, zaman ve
mekânda alışılmamışlık, uyumsuzluk yaratmak amacıyla kullanılır. Klasik örnek
Louis Bunuel’in Endülüs Köpeği filmidir(1929).

UZAKLAŞTIRMA (distantiation): Sovyet Sinemasından gelen yabancılaştırma


ilkesine dayanmakla birlikte, özellikle Bertold Brecht tarafından 1920’li ve 30’lu
yıllarda tiyatroda kullanıldı. Brecht’in amacı, seyirciyi çeşitli yollarla metnin
dışında tutarak ona, tiyatronun, özellikle karakterleştirmenin nasıl işlediğini,
toplumsal düzeni ideolojik ve kurumsal olarak nasıl yeniden ürettiğini kavramasını
sağlayacak eleştirel bir bakış kazandırmaktı. Brecht böylece, tiyatronun
‘normal’liğini bozarak yapaylığını (sahneleme, oyunculuk) göstermenin, izleyici
politize edip, toplumun normalliğinin de kırılabileceğini, değiştirilebileceğini
düşünmeye yönelteceğine inanıyordu. Uzaklaştırma, karşı-sinema ve avant-garde
filmlerin esaslı bir parçası olmuştur. Önce görsel düzeyde, hızlı kurgu, sıçramalı
kesme, uyumsuz çekimler, karakterlerin perdeden seyirciye doğru konuşması,
açıklanmayan ara yazılar, görüntülenen dünya ve konuyla ilgisi olmayan araya
eklenmiş çekimler gibi, hepsi seyirciyi uzaklaştırmaya ve uyumsuzluk yaratmaya
yönelik uygulamalara yer verilir. İkinci olarak, anlatı düzeyinde ortaya çıkan

19
uzaklaştırma uygulamaları ise, anlatıyı anlamla çok fazla yükleme ya da boş
bırakmayı içerir. Karakterlerin anonimliği, iki boyutluluğu ve esrarlı fizyonomileri
de uzaklaştırmaya hizmet eder.

UZUN ÇEKİM (lengthy take, long take): Süresi uzun olan çekim.

ÜÇLÜ ÇEKİM (three shot): Üç oyuncuyu birlikte görüntüleyen orta ölçekli çekim.

ÜST AÇILI ÇEKİM (high-angle shot): Konunun yukarıdan görüntülendiği çekim.

ÜST IŞIK (high key): Birkaç bariz, göze çarpan gölge içeren parlak, dengeli, düz
aydınlatma tarzı. Özellikle güldürülerde, müzikallerde ve hafif eğlenceli filmlerde
kullanılır.

VİNÇLE ÇEKİM (crane shot): Vinç adı verilen ve devasa bir mekanik kola
benzeyen özel araçla yapılan çekim. Kamerayı ve görüntü yönetmenini –
kameramanı da- taşıyan bu vinç her yöne doğru hareket edebilir.

YAKIN ÇEKİM (close-up, close shut): Bir nesne ya da kişinin yakından görüntüsü.
Bir oyuncunun yakın çekimi, genellikle onun sadece başını gösterir.

YAPIMCI YÖNETMEN (producer-director): Projeleri, en yüksek yaratıcı özgürlüğü


elde etmek üzere bağımsız olarak finanse eden yapımcı.

YAPIMCI/PRODÜKTÖR (producer): Bir filmin finansmanını ve çoğu kez de


yapılma biçimini denetleyen kişi ya da şirketi adlandırmak için kullanılan biraz
bulanık bir terim. Yapımcı, yalnızca işe ilişkin sorunlarda ya da senaryodan
yönetmene ve yıldızlara dek ekibi bir araya getirmeyle ilgilenebilir. Ya da yapım
boyunca ortaya çıkan sorunları çözen bir levazım memuru gibi işlev görür.

YAPIMIN PARA GETİREN HARCAMALARI (production values): Bir filmin gişe


başarısında etkili olan dekor, kostüm, aksesuar gibi fiziksel destekleyiciler.

YAPMACIKLI/RÜKÜŞ FİLM (camp, campy): Özellikle, alışılmış düzgün yaşamı


ve uylaşımsal ahlakı mizahla alaya almasıyla nitelenen sanatsal bir duyarlılık. Bu
filmler gülünç bir teatrelliğe, neşeli bir yıkıcılığa ve süslü, gösterişli bir stile
sahiptir.

YARATICI YAPIMCI (creative producer): Bir filmin gerçekleştirilmesinde en ince


ayrıntıya dek danışmanlık yapan, aslında onun sanatsal yönetmeni olan yapımcı.
Amerika’da stüdyo döneminde, en ünlü yaratıcı yapımcılar David O. Selznick ve
Walt Disney’di.

YARATICI YAZAR/AUTEUR KURAMI (aueteur theory): Cahiers du Cinema adlı


Fransız dergisinin eleştirmenlerince 1950’lerde ortaya atılan bir film kuramı. Bu
kurama/yaklaşıma göre, malzemeye kişisel bakış, stil ve tematik takıntıların
damgasını vuran yönetmen, film sanatının esas yaratıcısıdır.

YARDIMCI ZITLIK/ÇELİŞKİ (subsidiary contrast): Film görüntüsündeki, egemen


zıtlığa bağımlı ya da ona ters düşen ikincil öğeler.

20
YAVAŞ FİLM (slow stock, slow film): Işığa göreli olarak duyarsız ve net
ayrıntılarıyla temiz görüntüler elde etmeye imkân veren bir cins ham film.Kapalı,
iç mekânlarda kullanıldığından önemli ölçüde yapay ışığa gereksinim olacaktır.

YAVAŞLATILMIŞ HARKET (slow motion): Saniyede 24 kareden daha hızlı bir


şekilde görüntülenmiş olan bir konunun, standart hızda gösterildiğinde rüyamsı,
dans edermiş gibi bir yavaşlık yaratan çekimleri.

YENİ DALGA (New Wave, nouvelle vague): 1950’lerin sonlarında önemli yapıtlar
veren bir grup genç Fransız yönetmen. Kendilerinden önceki Fransız sinema
geleneğini, birkaç yönetmen dışında reddedip farklı tarzlarda film yapan genç
sinemacılardan oluşan bu hareketin en tanınmış yönetmenleri Jean-Luc Godard,
Françoise Truffaut ve Alain Resnais’dir.

YENİDEN DÜZENLEYİCİ/ANIMSATICI ÇEKİM (reestablishing shot): Bir


sahnedeki ilk düzenleyici çekime, yakın çekimlerin fiziksel bağlamını hatırlatmak
için geri dönüş.

YENİGERÇEKÇİLİK (Neorealismo, neorealism): En iyi yapıtlarını 1945-1955


döneminde gerçekleştiren İtalyan sinema akımı. Teknik açıdan güçlü biçimde
gerçekçi olan yenigerçekçilik, gevşek bölümlerden oluşan olay örgüsüne, sıradan
olay ve karakterlere, yoksulluğa ve toplumsal sorunlara, insancıl ve demokratik
ideallere ağırlık vererek film sanatının belgeselci yanlarını ortaya koyar. Bu terim
aynı zamanda, İtalyan Yenigerçekçiliğinin teknik ve stilistik eğilimlerini kullanan,
anımsatan öteki filmleri tanımlamak için de kullanılır.

YENİ SİNEMA (Cinema novo): Brezilya’da, 1950’lerin başlarında, İtalyan


Yenigerçekçiliğinden etkilenerek ortaya çıkan, sıradan insanların yaşamlarını
belgeselci bir tarzda sergileyen filmlerin oluşturduğu bir hareket. Sonraki yıllarda,
özellikle 1960’larda bu hareket daha radikal bir çizgiye oturmuş ve bir sinema
kooperatifinin kurulmasına yol açmıştır. Brezilya’nın bu döneminde yaşanan
yoksulluk, açlık ve şiddetin günlük hayatın içine yerleşmesi, servetin az sayıda
insanın elinde toplanması gibi sorunları ele alıp, yeni bir film estetiği yaratmayı
amaçlayan bu kooperatifleşmiş hareketin yönetmenleri arasında Glauber Rocha,
Nelson Pereira dos Santos ve Guy Guerra da yer almıştır. Bu filmler, popülist ve
devrimci bir nitelik taşıyordu.: tarih, mit ve popüler kültürün bir karışımı
olduğundan popülist, mülksüzlerin, topraksız köylülerin haklarını savunduğundan
ötürü de devrimciydi. Ancak, popülizmi, sert yaşam koşullarına karşı yetersiz
kalmış; 1970’lerin başında bu grubun etkinlikleri, 1969’da iktidara gelen cunta
yönetimince engellenmiş ve bastırılmıştır.

YILDIZ (star): Geniş kitlelerce tanınan film oyuncusu. Kimlik haline gelmiş bir
yıldız, önceden var olan ve onun kimliğini (persona) oluşturan kamusal imajına
uyan rollerde oynama eğilimindedir. Bir yıldız oyuncu ise, daha geniş bir yelpaze
içinde yer alan çeşitli rollerde oynayabilir.

YILDIZCILIK/YILDIZ SİSTEMİ (star system): Filmlerin gişe başarısını büyütmek


için popüler oyuncuların karizmasından yararlanma tekniği. Yıldız sistemi,
Amerika’da 1910’lardan başlayarak film endüstrisinin omurgası olarak gelişmiştir.

21
YUMUŞAK ODAKLAMA/GEVŞEK ODAKLAMA (soft focus): Arzu edilen uzaklık
alanı içindekiler hariç, her şeyin netlik dışında kalması. Aynı zamanda, yüzdeki
çizgileri tümüyle ya da kısmen ortadan kaldıracak şekilde keskinlikleri yumuşatan
bir çekici kılma tekniği. Tüm görüntünün bu anlayışla görüntülenmesi bir ara
“sanatsallık”la ilintilendirildi.

ZOOM (zoom lens, zoom shot): Tek ve devamlı bir hareket içinde, görüntünün
geniş açıdan teleye dek uzanan değişik aşamalarını elde etmeye yarayan, değişir
odak uzunluklu bir mercek sistemi. Görüntüde optik kaydırma denilen hareketi
yaratan, değişik odaklı mercek sistemine verilen addır. Aynı zamanda, zoom
mercek olarak anılan objektifle yapılan çekimler içinde kullanılır. Zoom
aracılığıyla, kameranın yerini değiştirmeden, bir konunun yakın ya da uzak
ölçekteki görüntüsünü, değişimi içinde ve devamlılık içinde yazımlama olanağı
vardır. Zamanda ve uzamda hızlı bir harekettir ve yine zaman ve uzamda yer
değiştirme yaratır. Zoom ileri (zoom forward) genel çekim ölçeğinden yakın
çekime, zoom geri (zoom backward) ise yakın çekimden genel çekime geçiş
sağlar. Zoom gir (zoom in) komutu bir kişi ya da nesneyi seçip yalıtırken, zoom
çık (zoom out) komutuyla yapılan çekim kişi ya da nesneyi geniş bir bağlama
yerleştiren çekimlerde kullanılır. Dolayısıyla, bir zoom çekimin, en mükemmel bir
röntgenciliğe imkân verdiği söylenebilir.

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü


öğrencileri için Prof. Dr. Nilgün Abisel’in “Sinematografinin Temel Ögeleri”
notlarından hazırlanmıştır. 2010/Van

22

You might also like