You are on page 1of 25

İnsanı insan yapan en önemli özelliklerden biri, onun kendisini çevreleyen

dünyayı, içinde yaşadığı toplumu, geçmişini ve bütün yönleri il kendisini tanımak


ve bilmek istemesidir. Felsefe insanların kendilerin: çevreleyen dünyayı,
yaptıklarını ve neyin kendileri için önemli olduğunu anlamalarında önemli bir
araçtır. Genel anlamda felsefe, inanç ve değer sistemlerinin oluşmasını
sağlayarak, bireylerin hayatları süresince aldığı türe kararları ve yaptıkları
tercihleri belirler.

FELSEFENİN TANIMI

Grekçe "philosophia" terimine dayanan felsefe, eski Yunancadan Arapçaya


ve bu dilden de Türkçeye geçmiştir. İki sözcüğün birleşmesinden oluşmuştur.
"Sevgi" anlamına gelen "Philio" sözcüğü ve "bilgi, bilgelik anlamına gelen
"sophia" sözcüklerinin bir araya gelmesiyle bilgi ve bilgelik sevgisi anlamını
almıştır. "Philosophos (filozof)" da, "bilgeliği seven" "bilgiyi arayan ve ona
ulaşmak isteyen kişi"dir.

M.Ö. VI. yüzyıla gelinceye kadar Yunanlılar da zamanın diğer toplumları


gibi, doğa ve insanların aynı güçler tarafından yönetildiğine inanmaktaydılar.
Toplum ve doğal olayların açıklanmasını, Tanrıların: iradesine bağlayarak
mitolojik bir şekilde yapıyorlardı. M.Ö. VI. ve V. yüzyıldan itibaren evreni hangi
güçlerin yönettiği değil, olayların nasıl cereyan ettiği üzerinde düşünülmeye
başlanınca mitolojiden felsefe}" geçişin de temelleri atılmış oldu. Felsefenin
doğuşuyla birlikte doğa. Tanrıların iradesine bağlı olmaktan çıkmış, doğa ve
toplumsal olayları fark; dünyalar olarak değil, tek bir dünya olarak ele almaya
başlamışlardır.

Felsefeyi tanımlamak istediğimizde, tek bir tanımının olmadığını, her felsefi


görüşün, bağlı olduğu değerler ve inanç sistemlerine göre felsefeyi tanımlayışının
farklı olduğunu görürüz. Ünlü filozoflardan Sokrates felsefeyi "neleri bilmediğini
bilmek" olarak tanımlarken, Platon felsefeyi "doğruyu bulma yolunda, düşünsel
(idealist) bir çalışma" olara}' tanımlamıştır. Bu tanımlarda ortaya çıkan sadece
yeni bilgiler değildir Filozofun ürünü, bir ahlak anlayışını, yaşama biçimini
doğurur. Örneği dünyayı idealardan oluşmuş (yani sadece düşüncelerden ve bu
düşünceleri görünüşlerinden) bir yapı olarak algılayan bir felsefe öğretisi, yaşama
ilişkin tüm yargılarını da ona göre oluşturur. Aristoteles felsefeyi "ilkeler ya da ilk
nedenlerin bilimi ya da bilimlerin bilimi" şeklinde tanımlar. "İlk nedenler” varlığı
var kılan nedenlerdir. Bu da, varlığın gözlenebilen özelliklerin ir: ötesinde öz
gerçekliğinin ne olduğu anlamına gelmektedir (Gutek, 2001).

Kant ise felsefeyi "kendisini akla dayanan nedenlerle meşru kılmak veya
haklı çıkarmak iddiasında bir zihinsel etkinlik biçimi" olarak tanımlamıştır. Bu
tanımda akla dayanan nedenlerden, insanın her türlü deneyimini, gözlemini,
bunlara dayanan her türlü akıl yürütmesini ve sezgisini içine alan geniş bir
nedenler grubunu anlamak gerekir. Haklı çıkarmak veya meşrulaştırmak iddiası
ise herhangi bir önermeyi, bu önermeyi ileri sürmeyi mümkün kılan kanıtı
gerekçelerle ortaya koymak anlamına gelmektedir (Hilav, 1993).

Felsefe bir yaşam, bir düşünme biçimi ve geleceğe bakış biçimi olduğu için
çok sayıda tanımının olduğunu görmekteyiz. Farklı kültürlerde yetişmiş aşağıdaki
filozoflar da felsefenin tanımlarını kendilerince yapmışlardır:

Epikuros: Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir.
Augustinus: Felsefe Tanrıyı bilmektir ve gerçek felsefeyle, gerçek din
özdeştir.

Anselmus: İnanılanı anlamaya çalışmaktır.

Campanella: Eleştiridir.

F. Bacon: Deney ve gözleme dayanan bilimsel veriler üzerinde


düşünmektir.

T. Hobbes: Felsefe yapmak, doğru düşünmektir.

Spinoza: Felsefe, genelleştirilmiş bir matematiktir.

Leibniz: Gerçekte doğru olanı algılamaktır.

Locke: Bütün düşüncelerimizin, duyumlarımız ile gerçek alemden geldiğini


kanıtlamaktır.

Condillac: Felsefe duyumların bilgisidir.

Hume: İnsan zihninin mahiyetini incelemektir.

Felsefe, yaşamın her köşesinde varlığını sürdürmektedir. Hatta felsefe,


yaşamın kendisidir.

Bazı düşünürlere göre ise, felsefenin tanımı yapılamaz, çünkü o üst bir
dildir. Farklı düşünürlerin ortak tanımı, felsefenin bilgi sağlayan bir faaliyet olması
şeklindedir. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, felsefe mitos, din ve şiirden doğmuş
zaman içinde taşıdığı bu öğelerden arınmıştır. Bu süreçte bilimsel ve' özgür
düşünmenin temellerini atarak gelişmiş ve gerçeği bütünüyle açıklamaya
çalışmıştır (Hilav, 1993; Sönmez, 2008). Bu noktadan hareketle, genel olarak
felsefeyi, gerçeği tümüyle ele alıp inceleyen ve bunun sonucunda ulaşılan bilgileri
yorumlayan ve sistemleştiren bir uğraş alanı olarak tanımlayabiliriz (Hilav, 1993).

FELSEFENİN KONU ALANLARI

Filozoflar felsefenin tanımında olduğu gibi felsefenin konu alanlarında da


anlaşamamışlardır. Ancak bu konuya ilişkin görüş bildiren bilim adamları
günümüzde felsefenin varlık felsefesi (ontoloji), bilgi felsefesi (epistemoloji) ve
değerler felsefesi (aksiyoloji) olmak üzere üç ana konu alanı ile ilgilendiğine ve
son zamanlarda bu üç konu alanına mantık konusunun da eklendiğine vurgu
yapmaktadırlar.

Varlık Felsefesi (Ontoloji)

Varlık felsefesinin konusu, adından da anlaşılacağı gibi varlıktır. Yalnız


burada varlık, duyularla algılanan "sınırlı ve göreli dış gerçeklik" ile bilimlerin şu
ya da bu yönüyle inceledikleri nesneler dünyası değildir. Aksine, bunların da
kendisine bağlı oldukları "genel varlık"tır (Elibol, 1993). Felsefi anlamda var olan
şey, ağaç ve ateş gibi canlı veya cansız bir madde de olabilir, düşünme ve sezme
gibi ruhsal bir şey de olabilir. Aynı şekilde varlık, inanç gibi manevi bir şey de
olabilir. Kısacası felsefe için varlık; fiziksel, zihinsel veya ruhsal olarak kabul
görebilir.

Ontoloji kavramını ilk kez Aristoteles ortaya atmış ve onu "on he on" bilimi
(var olanı, var olan olarak ele alma) olarak tanımlamıştır. Ontoloji var olanı
bütünsel bir algılayışla inceleyen, onun niteliğini, yasal düzenliliklerini konu alan
ve çözümlemeye çalışan bir felsefi disiplindir (Sönmez, 2008). Varlık felsefesi
(ontoloji); var olan şeyleri, varlıkların temellerini ve varlıklar arasındaki bağları
sorgulayan felsefe dalıdır (Arslan, 2005; Yıldırım, 2008).

Varlık felsefesinin en önemli sorusu "İlk nedir?" sorusudur. Yani, "Tüm var
olanların başlangıcı, ilk tözü nedir?" sorusuna yanıt aramaktır (Sönmez, 2008).
Ayrıca "Varlık var mıdır? Varlık varsa oluş biçimi nasıldır? Varlık yalnızca fiziksel
olarak mı vardır? Maddi varlığın dışında tinsel varlıklar da var mıdır? Varlığın
nitelikleri nelerdir?" gibi sorulara cevap aramaktadır. Felsefe bu sorgulamalarla,
varlığı ve var olanla ilişkili olayları, bir bütün olarak açıklamaya çalışır. Varlık
felsefesinin ulaşmak istediği sonuç, tüm varlık dünyasını yöneten ilkeleri bulmak
ve açıklamaktır (Elibol, 1993; Arslan, 2005; Sönmez, 2006).

Bilgi Felsefesi (Epistemoloji)

Bilgi edinme, bilme ve öğrenme insanın en temel ihtiyaçlarından ve onu


diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerindendir. Bu güdüler, insanın ortaya
çıkmasından itibaren her yerde ve her zaman insanın aktivitelerini temelden
etkilemiştir. Yani bilgi edinmenin, dolayısıyla da bilginin tarihi, insanlık tarihi
kadar eskidir (Elibol, 1993; Arslan, 2005). Bilgi konusunun, felsefi düşüncenin
gündemine gelmesi; Sofistler, Sokrates ve onu takip eden Platon ve Aristoteles
gibi büyük filozofların döneminde olmuştur.

Epistemoloji bilme olayının nasıl gerçekleştiği ile de ilgilenir. Bilme, özne


(sübje) ile nesne (obje) arasında bağ kurma olarak tanımlanabilir. Bu etkinlik
sonucu ortaya çıkan "bilgi" korunur. Bilginin bir ucunda bilen insan; diğer ucunda
ise bilinen doğal, toplumsal, politik, ekonomik, psikolojik her türlü olgu, olay ve
nesne yani gerçek vardır (Sönmez, 2008).

Felsefenin ilk ortaya çıktığı dönemlerde (M.Ö. 6. yüzyıl; Yunan düşüncesi)


insanlar ilgilerini bilginin öznesine değil, nesnesine yoğunlaştırmışlardır. Bu da
demektir ki, felsefenin ilk dönemlerinde insanlar "bilen özne" ile değil de "bilginin
konusu olan nesne" ile ilgilenmişlerdir. Bilgi felsefesi temelde, bilginin
sınırlılıklarını, bilginin geçerliliğini ve güvenirliğini, doğru veya yanlış, mutlak ya
da göreceli bilginin ne olduğunu araştırır (Bilhan, 1991).

"Gerçek bilinebilir mi? Bilginin kaynağı nedir? Mutlak (yüzde yüz kesin) bilgi
var mıdır? Bilginin güvenirliği ve geçerliği nedir? İnsan bilgisinin sınırları var
mıdır? Bir şeyi bilmek ne demektir?" gibi sorulara verilen cevaplar eğitim
sistemini etkiler; hedeflenen içerik, eğitim ve sınama durumu, ona göre
düzenlenir. Söz gelişi eğer "bilgi doğuştandır ve yüzde yüz doğrudur" denildiğinde
ya da "sonradan öğrenilir ama yine mutlaktır" savı ileri sürüldüğünde, "hayır bilgi
görecelidir, sürekli değişir, yüzde yüz doğru bilgilerimiz yoktur" şeklinde bir görüş
savunulduğunda öğrenciye kazandırılacak hedef davranışlar, içerik, eğitim ve
sınama durumları bu cevaplara göre planlanıp işe koşulur. Eğer "bilgi doğuştan ve
yüzde yüz doğrudur" denilirse, eğitim sisteminde akıl ön plana çıkar. Öğretmen
ders anlatmaz, bilgi aktarmaz. Yaptığı etkinliklerle öğrencinin kafasında doğuştan
var olan bilgileri ortaya çıkarmaya çalışır. "Bilgi sonradan kazanılır" savı temel
alınırsa, bu kez öğretmen dersi anlatır, öğrenci dinler, çünkü onun kafası boştur.
Öğretmenin dediklerini aynen ezberler ve söyler (Sönmez, 2008; Helvacı, 2008).
Bilgi felsefesinin problemleri de vardır. Bu problemlerden birisi bilginin
kaynağı ve ölçütleri problemidir. "Bilgi elde etmede zihin mi daha etkindir, yoksa
zihnin dışarıdan aldığı veriler mi?" gibi sorular, bilgi teorisinin kaynak ve ölçüte
ilişkin sorularından birisidir. Bilgi edinme sürecinde insan, genel anlamda
kendisinin iki temel özelliğinden yola çıkarak hedefe varmaya çalışır. Bu
özellikler, insan aklının düşünme ve duyuların algılayıp gözlemleyebilme yetisidir.
İşte bilgi felsefesi tam da bu noktada, "bilgide bunlardan hangisinin rolü daha
fazladır?" sorusunu sormaktadır.

Felsefe tarihine bakıldığında bu sorulara verilen cevapların, aklın kendi


kendine bilgiyi elde ettiğinden, sadece duyular vasıtasıyla bilgi elde
edilebileceğine kadar geniş bir yelpazeye yayıldığını görebilmek mümkündür.
Bütün bunların yanında bilginin elde edilmesinde duyuları ve zihni eşit değerde
bulan, bunların her ikisini de yanıltıcı gören, doğru bilgiyi reddeden, bilgiye
ulaşılamayacağını öne süren görüşler de bulunmaktadır.

Bilginin yalnızca duyularımız veya gözlemlerimizle elde edildiğini düşünen


bir filozof için bilginin alanı, duyular veya algılarımızla kavrayabileceğimiz alanla
sınırlıdır. Yani bu filozof için duyusal olmayan bir şeyin bilgisi mümkün değildir.
Buna karşılık olarak insan zihninin duyulardan bağımsız olduğunu düşünen bir
filozof, duyusal olmayan bir alanın varlığını ve bilgisini kabul etmekte bir sıkıntı
çekmeyecektir. Bu alan mesela fizik-ötesi varlıkların alanıdır. Bu varlıklar tanrı,
ruh ve gelecek hayat gibi varlıklar ve varlık alanlarıdır (Arslan, 2005).

Felsefi yöntemle bilginin incelenmesi ve felsefi yöntemle eğitimin


incelenmesi, insanı amaçlar açısından bazı ortak hedeflere götürür. Bu ortak
hedeflerin başında doğruyu bulmak ve insana kazandırmak gelir (Oztürk,2002).

Değerler Felsefesi (Aksiyoloji)

Değerler felsefesi, etik ve estetik konularını içerir. Yunanca etique sözcüğü,


genel olarak ahlak anlamına gelir. Bu kavram huy, mizaç, seciye yani varlığın
kendisine özgü, yaratılışı gereği yapmış olduğu hareket anlamına gelen
Arapçadaki hulk sözcüğünün çoğuludur (Sönmez, 2008).

Aksiyoloji, insanın yapıp etmelerini inceler; bu tür davranışların dayandığı


ilkeleri ve değerleri araştırır. Bu disiplin, "ahlaklı, ahlaksız, iyi, kötü, saygılı,
özgürlük, tutsaklık, erdem, erdemsizlik, mutsuzluk, güzellik, çirkinlik, vicdanlılık
vb nedir? Bunlar var mıdır, yok mudur? Varsa neden var, nasıl kaynaklanır?
Bunlar değerlendirilirken bir ölçüt kullanılabilinir mi?" sorularını yanıtlamaya
çalışır. Bu sorulara verilen cevaplar da eğitim sistemini etkiler ve değiştirir. Eğer
"bu değerler var ve evrenseldir" derseniz, bunları öğrencilere kazandırmaya
çalışır ve hiç ödün vermezsiniz. "Bu değerler var fakat evrensel değildir, zamanla
değişir" derseniz, hoşgörülü olur, eğitim ortamında esnek davranırsınız (Elibol,
1993; Arslan, 2005).

Değerler felsefesi içinde ahlak, insanın davranışları ile ilgili olup Arapçadan
Türkçeye geçen ve Türkçede bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları
davranış biçimleri ve kuralları anlamına gelen bir kavramdır. Genel anlamda
ahlak ise toplum içinde oluşan geleneklerin, değerlerin ve kuralların oluşturduğu,
herhangi bir bireyin, herhangi bir grubun ya da bütün toplumun doğru veya
yanlış, iyi veya kötü davranışlarını belirleyen, yönlendiren ve şekillendiren
sistemsel yapıya verilen addır Bilhan, 1991; Gutek, 2001; Yıldırım, 2008).

Ahlak, tek bir yapıya bağlı kalmak zorunda değildir. Bu bağlamda, iş ve aile
ortamında, siyaset arenasında ve hatta yaşamın bütün alanlarında ahlaktan söz
edilebilir. Ahlak felsefesi, ahlaktan söz edilebilecek bütün alanlarda, ahlakı
açıklamaya ve değerlendirmeye çalışan felsefi soruşturma dalıdır.

Ahlak felsefesi, insan yaşamındaki değerler, kurallar, yargılar ve temel


düşüncelerle ilgilenir. Yani ahlak felsefesi en genel anlamıyla, insan yaşamının
ahlaki boyutunu ele alır ve değerlendirir; insan davranışlarını ve bu davranışların
doğru mu yanlış mı, iyi mi kötü mü olduğu sorularına cevaplar arar (Hilav, 1993;
Elibol, 1993; Arslan, 2005).

Ahlak Felsefesinin Konusu:

1. Ahlak felsefesi, insan eylemlerini ve bu eylemlerin dayandığı ilkeleri 'onu


alan felsefi disiplindir.

2. Ahlak felsefesi, ahlak alanında hakim olan ilkeleri, iyinin ve kötünün ne


olduğunu, ahlaklılığın ne anlama geldiğini sorgular.

3. Ahlak felsefesi, ahlak hayatı üzerinde sistemli bir biçimde düşünme ve


soruşturmadır.

4. Her bilgi dalının kendine özgü kavramları ve özel terimleri vardır.

Ahlak felsefesinin de "iyi", "kötü", "özgürlük", "erdem", "sorumluluk",


"vicdan", "ahlak yasası", "ahlaki karar", "ahlaki eylem" gibi kendine özgü
kavramları vardır (Arslan, 2005; Yıldırım, 2008).

Değerler felsefesi içinde estetiği, sanat olarak algılarız. Sanat, gerçekle


estetik bağ kurma süreci ve sürecin sonunda elde edilen ürünlerin dirik bir
bütünü şeklinde tanımlanabilir.

Sanat ürünleri; şiir, roman, öykü, tiyatro, sinema, müzik, resim, heykel,
mimari, fotoğraf vb. şeklinde sınıflanır. Her sanat ürünü, güzeli yakalamak ve
ortaya koymak ister. Her sanatçı doğa ve insan tarafından oluşturulan gerçeği,
kendi duygu ve düşünceleri açısından inceler, ayrıştırır; sonra ona estetik form
katarak sentezler ve yeniden yaratır. Bu nedenle, sanat da sürekli değişen,
gelişen, ucu açık, göreli ve dirik özellikler taşımakta, toplumdan topluma,
kültürden kültüre ve zamandan zamana değişmektedir. Sanatta; "Güzellik-
çirkinlik nedir? Göreli mi, mutlak mıdır? Sanatta bir erek var mıdır? Sanat, sanat
için mi, yoksa toplum için midir?" gibi sorular ile onlara ilişkin verilen yanıtlar ele
alınır (Gutek, 2001; Sönmez, 2008).

Mantık

Mantık kelimesi Yunancada logike sözcüğünün karşılığıdır. Logikos, logos


akıl ve akıl yürütme anlamına gelmektedir. Arapça nutk sözcüğünden türetilen
mantık, düşünme ve düşündüklerini ifade etme anlamında ele alınmaktadır.
Günümüzde mantık, tutarlı veya doğru düşünme, akıl yürütme kavramlarının
özelliklerini kapsamaktadır (Sönmez, 2008). Mantıklı düşünme, önermeler
arasında bağ kurarak bilinenden bilinmeyeni elde etme süreci ve bu sürecin
sonunda oluşan ürünlerdir.

Mantık, "Akıl nedir? Aklın kuralları var mıdır? Varsa nelerdir?

Evrensel ve genel geçerli midir? (Sönmez, 200S) Akıl yürütme yolları var
mıdır? Doğru düşünme nedir? Doğru düşünmenin kuralları nelerdir? Bunlar
doğuştan mı, yoksa sonradan mıdır? Sorularını ve bu sorulara verilen cevapları
inceleyen felsefenin konu alanlarından biridir. Eğer bir öğretmen aklın kurallarının
doğuştan olduğunu kabul ederse, öğrencinin aklını kullanmasını sağlayacak hedef
ve davranışları, sınıf ortamına getirir ve dersi ona göre işler. Olmadığını kabul
ederse bu kez sorunu çözmesini ister. Eğitim ortamında öğretmen danışılan, yol
gösteren kişi görevini yüklenebilir (Gutek, 2001; Arslan, 2005).

FELSEFİ AKIMLAR

Her ülkenin farklı eğitim sistemleri ve bu sistemlerin dayandığı farklı


felsefeler vardır. Ülkelerin eğitim anlayış ve uygulamaları da farklı dünya
görüşlerine dayanmaktadır. Her felsefe, belirli toplumsal koşulların bir ürünü
olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu felsefeleri ele alırken içinde geliştirildikleri
kültür ve ortamı göz ardı etmemek gerekir. Felsefeciler ileri sürdükleri fikirlerle
dolayısıyla görüşleriyle içinde yaşadıkları toplumun kültürel özelliklerini yansıtırlar
(Şişman, 2006).

Her felsefi akım ya bir felsefi akımdan etkilenmiş ya da bir felsefi akıma
tepki olarak doğmuştur. Felsefe tarihi incelendiğinde birçok felsefi akımın var
olduğu görülmektedir. Aşağıda birçok felsefi akıma temel oluşturmuş idealizm,
realizm, pragmatizm, varoluşçuluk ve natüralizm gibi belli başlı felsefi akımlar
verilmiştir. Bu felsefi akımlar özellikle eğitim felsefelerinde eğitim düşüncelerinin
oluşmasında en önemli etkiyi yapmıştır.

İdealist Felsefe (idealizm)

İdealizm, evreni açıklamada temele ruh, ahlak, zihin ve düşünce gibi


kavramları alan bir felsefedir. Maddi varlığı olmayan, duyularla algılanamayan,
elle tutulup gözle görülmeyen şeylerin varlığını da kabul eder. idealizm
maddeciliğin karşıtı olan, gerçekliğin temelde ruhsal ve düşünsel olduğunu ileri
süren bir felsefe akımıdır. Gerçek ve değerler mutlak, zamanla değişmeyen ve
evrensel olarak düşünülür ve insan zihninde "idea" denilen bu gerçekliklerin
doğuştan geldiği varsayılır. insanın temel amacı, aklını kullanarak bu idealara
ulaşmaktır. İdealar aynı zamanda mükemmel bir düzen içerisinde bulunan evreni
yaratan Tanrı'yı da simgelemektedir (Büyükdüvenci, 1988).

Platon idealizmin babası olarak kabul edilmektedir. Platon, insan


duyularının algıladığı gerçeğin, gerçeğin kendisi olmayıp onun bir gölgesinden
ibaret olduğunu belirtmiştir. Bu bakış açısı ile gerçeğin, zihinsel ve düşünsel
olarak keşfedilebileceğini vurgular. Bu nedenle idealizm, gerçeğe gözlem ve
deneye dayanan bilimsel yöntemden çok sezgisel ve düşünsel yolla
ulaşılabileceğini ileri sürer (Şişman, 2006).

İdealist felsefeye göre değerler evrenin yapısında vardır. Bu değerler


mutlak ve içsel olup değiştirilemez ve evrenseldir. İyilik, doğruluk ve güzellik
evrenseldir ve insanda vardır. Sanat ise hayatımızdaki şeyleri idealize ederek
yansıttığında başarılıdır (Ergün, 2007).

İdealist felsefe, parça-bütün ilişkisine önem verir; insan, evren ve onun


içinde yer alan bütün nesne, olgu ve olayları bu mantık içinde açıklar. Doğru
bilginin tek ve değişmez olduğunu ve söz konusu bilgiye akılla ulaşılabileceğini
kabul eder. İdealist felsefe, aynı zamanda geleneğe önem verir. İdealistlere göre
çağdaş insan, bilim ve teknolojideki hızlı değişmeler sonucunda şaşkına dönmüş
bir haldedir (Şişman, 2006).

İdealist felsefenin eğitimdeki temel anlayışı insanı olduğu gibi - değil olması
gerektiği gibi eğitmektir. İdealist eğitim bireyi, iyi, doğru ve güzel olana
yöneltmek ister; öğrenmeyi, insanın aklında doğuştan var olan gizil fikirleri
(ideaları) yeniden düşünmesi (hatırlaması) olarak algılar. Bu nedenle her bir
öğretmenin temel görevinin, öğrencilerindeki bu gizil bilgileri bilinç düzeyine
çıkarmak olduğuna vurgu yapar. Ôğrenme-öğretme sürecinde, öğrencilerin
doğuştan getirdikleri yeteneklerin farkına varmalarını sağlamayı amaçlar. Temeli
zihinsel ve düşünsel olan gerçekliğin, aynı zamanda kültürel birikimle aynı şey
olmasından dolayı, okul bu değerleri topluma aktaran bir kurum olmak
durumundadır. Bu nedenle, eğitimde materyalist değerlere, uzmanlaşmaya ve
yaracılığa dönük tüm amaçlara karşı çıkmaktadır (Öztürk, 2002).

İdealist felsefeye dayanan eğitimin merkezinde konular, dersler, evrensel


doğrular ve bunları aktaracak öğretmen vardır. Bu nedenle idealist felsefe
eğitimcileri, konu alanı veya bilgi merkezli eğitim programı geliştirme
yaklaşımlarını benimsemiştir. Konu alanı merkezli program yaklaşımlarının ortak
özellikleri arasında; evrensel doğruları yansıtan bilgi ve içeriği programın ayrılmaz
parçaları olarak kabul etme, içeriği ders kitaplarının içeriği ile sınırlama,
öğretmenlerin her birinin bir konu alanının uzmanı olması gibi özellikler sayılabilir.
Ancak bu tür programlar, içeriği birbirinden kesin olarak ayrılmış konu alanlarına
göre düzenlenmesi ile bilginin gerçek hayattan kopmasına neden olması ve
öğrenci ilgi ve ihtiyaçlarını göz ardı etmesiyle de eleştirilmişlerdir (Gutek, 2001).
Konu alanının örgütlenmesine göre kendi içinde de çeşitleri olan bu yaklaşımlarda
genellikle düz anlatım, soru-cevap, ezberleme gibi öğretim yöntem ve teknikleri
kullanılır. Değerlendirmede ise, öğrencilerin başarısını birbirleriyle kıyaslamaya
dayanan norm dayanaklı değerlendirme tercih edilmektedir. Değerlendirme
konuları, öğrencilerin genel zihin yeteneklerini kullanmalarını gerektiren konular
arasından seçilmektedir. Bunun için dönem ya da yıl sonunda düzey belirleme
sınavları yapılmaktadır (Helvacı, 2008).

Realist Felsefe (Realizm)

Realizm, evreni madde ve somut olarak var olan gerçeklerle açıklayan bir
felsefi akımdır. İnsanlar, akıl ve muhakeme güçleriyle dünyayı bilirler. Var olan
her şey, doğadan gelir ve doğanın kanunlarınca idare edilir. İnsan davranışları bu
doğa kanunlarına uygunluğu ölçüsünde akılcıdır (Ornstein ve Hunkins, 1988).
Realizmde, maddeden gelen gerçeklik değişmez ve mutlak kabul edildiği için,
insanların bu mutlak doğrulara ulaşmasında aklını kullanması gerektiğine inanılır.
Bu sayede insanlar, yaşadıkları toplumun bilgi birikimini de edinirler. Realist
felsefeyi savunan düşünürlerin başında Aristo gelmektedir. Aristo'ya göre insan
madde ve ruhtan oluşan bir varlıktır ve yaratıklar içinde en üstte yer alır. İnsan,
rasyonel bir varlık olup dünyada mutluluğu arar. Realist felsefe temelde İdealist
felsefeye karşı ortaya çıkmış bir felsefi akımdır (Bilhan, 1991; Öztürk, 2002;
Şişrnan, 2006; Ergün, 2007; Helvacı, 2008).

Realizm eğitime dair düşüncelerinde idealist felsefeden farklı olarak,


akıldan bağımsız dış dünyanın varlığından hareketle gerçeklik yargılarımızın
tecrübelerimizle uyuşmasına vurgu yapar (Büyükdüvenci, 1989). Realist
felsefecilere göre eğitimin amacı, bilgiyi keşfetmek, bilgiyi kullanmak, bilgiyi
başka alanlara transfer etmek ve toplumun kültürel birikimini genç nesillere
aktararak, onların akıllarını kullanma yollarını geliştirmek ve bu sayede insanları
mutlak doğrulara ulaştırarak onları mutlu etmektir (Öztürk, 2002; Erişen, 2004;
Ergün, 2007). Realist felsefede öğretmen düz anlatım, tartışma, gözlem ve deney
gibi yöntemleri kullanarak ve öğrencilerin geçmiş yaşantılarını göz önünde
bulundurarak dersi anlatır. Öğretmen hem konu alanında hem de öğretim
yöntemleri konusunda uzman kişidir. Öğretmen bilgi aktarıcı rolünde olmalıdır.
Öğrenme ise öğretim işine katılmak isteyen öğrencinin sorumluluğundadır (Ergün,
2007).

Realist felsefeye göre eğitim; yeni kuşağa kültürel mirası aktararak, onları
topluma uyuma hazırlama sürecidir. Eğitim bireyi toplumsallaştırma sürecidir.
Eğitim aynı zamanda bilgiyi kullanma sanatı, yeni bilgi kazanma işidir (Ergün,
2007). Realizmde okul çatısı altında yer alan üç önemli unsur vardır. Bunlar;
öğretmen, öğrenci ve öğrenciye kazandırılmak istenilen bilgi ve becerilerdir.
Okulun asıl görevi ise öğrencilerin zihinsel gelişimini sağlamak ve belirli
konularda bilgi ve beceri kazanmalarını sağlamaktır (Değirmencioğlu, 1997;
Sönmez, 2008).

Realist eğitimciler insan aklını merkeze aldıklarından, konu alanının


sistematik olarak disiplinlere ayrılarak organize edilmesinin, düşünmeyi
kolaylaştırdığını kabul ederler. Bu nedenle, tıpkı idealizmde olduğu gibi realizmde
de konu alanını merkeze alan eğitim programları benimsenir. Aradaki en önemli
fark, realist programlarda konuların mantıklı bir düzen içerisinde sınıflanarak,
örgütlenmiş disiplinlerle ifade edilmesidir. Günümüzdeki okul programlarının
matematik, fizik, biyoloji gibi disiplinler ve bunların kendi içinde alt disiplinlere
ayrılarak düzenlenmesinin temelinde realist filozofların bu görüşleri yer
almaktadır. Ayrıca öğretilecek konu alanının özelliklerine göre öğretim
yöntemlerinin değişmesi gerektiği fikri de realistlere aittir. Kısaca realistlerin
eğitim görüşlerinin temelinde disiplinler ve kültürel birikimi aktaran
öğretmenlerin var olduğu söylenebilir. Realist eğitim anlayışında kullanılan
yöntem ve teknikler ile değerlendirme teknikleri idealist görüşlerle benzerlik
göstermektedir. Ancak realist eğitimciler, bu yöntemlere ek olarak, öğrencinin
bizzat kendisinin yaptığı deney, gözlem gibi yollarla yeni bilgiyi edinmesini de
önemserler (Helvacı, 2008).

Pragmatik Felsefe (Pragmatizm)

20. yüzyıl Amerikan felsefesi olarak kabul edilip deneyeilik


(experimentalizm), aletçilik/araççılık (instrumentalizm), işlevsekilik
(functionalizm) de denilen pragmatik felsefe, gerçeğin değişken ve göreceli
olduğu görüşüne dayanır. Gerçeğin bu yapısı nedeniyle mutlak ya da evrensel
doğru da bulunmaz. Gerçeği olgu, yaşantı veya davranışlarla ilişkisini
kanıtlayarak aramak gerekir. Pragmatizme göre değişmeyen tek şey, doğanın
kanunlarıdır; bu kanunlar önünde herkes eşit olduğu için, yönetimde de tüm
insanların katılımı esas alınır. Buradan hareketle pragmatistler, demokratik bir
toplum düzenini savunurlar. Mutlak doğrunun var olmamasıyla beraber,
diğerlerine göre doğruluk değeri daha fazla olan gerçeklikler de vardır. Bilimsel
yöntem, bize bu tür doğrular sunduğu için, özellikle çağdaş pragmatistler
tarafından çok önemsenir (Bilhan, 1991; Fidan ve Erden, 1991).

Yararcılık/faydacılık olarak ta bilinen bu felsefi akım, John Dewey'in deneyci


düşünce sistemi üzerine kurulmuştur. Amerikan kültürünün ve yaşam biçiminin
özünü oluşturan bir felsefe olup siyaset, eğitim, sanat ve bilim gibi alanlarda
önemli etkisi görülmektedir. Dewey, eğitimi insanı geliştirmeye yarayan bir süreç
olarak, okulu ise toplum hayatının küçük bir örneği olarak görür. Ona göre ideal
bir eğitim programı, öğrencilerin yaşantı ve ilgilerine dayalıdır. Ayrıca pragmatist
programların önemli bir farkı, derslerin birden fazla disiplini içerecek şekilde
disiplinler arası örgütlenmesidir. Bu felsefe, yaşama ve insana karşı iyimser,
pratik ve faydacı açıdan yaklaşmakta, insana ve insanın sahip olduğu güçlere
önem vermektedir (Şişman, 2006; Ergün, 2007).

Pragmatik felsefeye göre dünya sürekli değişmektedir. Bu felsefi akıma


göre gerçeğin özü değişmedir. Buna göre değişmez bir gerçeklikten söz edilemez.
İnsan doğası da dahil olmak üzere her şey değişmektedir. Sonlanmış, bitmiş
hiçbir durum söz konusu olmayıp sürekli bir oluşum vardır. Gerçek, insan
deneyimlerinin bir ürünüdür. Bu felsefeye göre bir şeyin değeri, yararlı olmasıyla
ölçülür. İnsana yararlı olan şey iyidir. Pragmatistler, özellikle insanın çevresiyle
ilişkisine önem verirler. Pragmatizme göre değerler ve ahlaki ilkeler görecelidir;
zaman, toplum ve kültürlere göre değişir (Şişman, 2006).

Pragmatik felsefenin amacı, bireyleri yetiştirmektir. Toplumdaki bireylere


daha sonraki yaşantılarının kontrolünü ve yönlendirmesini sağlayan temel bilgiler
kazandırılmalıdır. Eğitim, değişen çevre ve koşullara bağlı olarak bireyi sürekli
yeniden yetiştirme işidir. Yetiştirme ise değişik deneyimler ve öğrenilenler
arasındaki bağlantıları ve ilişkileri anlama yeteneği kazanmaktır. Deneyimlere ve
sorun çözümüne dayalı eğitim, sürekli değişen ve hiç bitmeyen bir süreçtir.
Pragmatizm insanı sosyal bir varlık, eğitimi sosyal bir süreç olarak görürken okulu
ise deneysel öğrenme için en uygun çevre olarak görmektedir. Eğitim gerçek
yaşamdan hareket etmelidir. Okul ve okul dışı yaşam birbirinden ayrı şeyler
değildir. Eğitim, yaşama hazırlık değil yaşamın kendisidir. Eğitimde değişmez bir
içerik söz konusu değildir. Eğitim sürekli değişen çevre ve koşullara insanın
uyumunu sağlamaktır (Şişman, 2006; Ergün, 2007).

Öğretmenin asıl görevi öğrencinin öğrenmesini yönlendirmekten çok ona


rehberlik etmektir. Öğrenci merkezli bir öğretim yaklaşımı esas alınmalıdır.
Öğretmen problem çözme yöntemini kullanarak derslerini işlemeli ve
öğrencilerine, hedeflerini belirleyip uygulama yapabilecekleri bir öğretme-
öğrenme ortamı oluşturmalıdır (Ergün, 2007).

Konu alanı, disiplinler ve düşünceleri vurgulayan idealist ve realist1ere


karşılık, pragmatistler bilgiyi sürekli değişim içinde olan bir süreç olarak kabul
ederler. Öğrenme ise problem çözme esnasında gerçekleşir. Bilme eylemi
pragmatizme göre, öğrenen ve çevre arasındaki etkileşim sonucunda
gerçekleştiğinden, öğrenenin aktif katılımını gerektirir. Bu etkileşimin temelinde
ise değişme kavramı bulunmaktadır. Hem öğrenen hem de çevre sürekli etkileşim
içerisindedir.

Pragmatist eğitimcilere göre, öğrencilere öncelikle nasıl eleştirel


düşünebileceklerini öğretmek gerekmektedir. Ayrıca sürekli değişen dünyanın
problemleri de değişeceğinden, problem çözme becerilerini geliştirmek de
önemlidir. Bir durumun problem olarak algılanması ise eleştirel bir bakış açısına
sahip olmakla ilişkilidir. Tüm bunlar, konu alanlarını vurgulayarak değil, öğretim
yöntemlerini vurgulayarak mümkün olabilir. Çünkü asıl olan değişimle baş etme
yöntemlerini ve bilimsel araştırmayı bilmektir. Bu nedenle pragmatist felsefenin
gelişimi, bilimsel gelişmelerle paralel gitmiştir (Bilhan, 1991).

Pragmatik felsefede, merkeze öğrenenin ilgi ve ihtiyaçları alınarak, öğretim


yöntem ve süreçleri vurgulanmaktadır. Bu özelliğiyle pragmatik eğitim
programlarında öğrenen merkezli program geliştirme yaklaşımları
benimsenmektedir. Bu yaklaşımların ortak özellikleri arasında; okul içerisinde
düzenlenen tüm öğrenme etkinliklerinin öğrenci ilgi ve ihtiyaçlarına
dayandırılması, öğrenme yaşantılarının, görüşlerin özgürce paylaşıldığı
demokratik bir sınıf ortamında oluşturulması, öğrencinin her türlü etkinliğe aktif
olarak katılımının ve bireysel gelişiminin amaç edinilmesi sayılabilir (Erişen,
2004).

Pragmatik eğitim programlarında hedefler esnek olup, süreç içerisinde


değişmeye açıktır. Öğrencilerin yorumlama, ifade etme ve tartışmalarını
sağlayacak problem çözme etkinliklerine uygun öğretim yöntem ve teknikleri
kullanılır. Bu tür programlarda, geleneksel yöntemlere ek olarak, bireyin kendi
başarısını ölçtüğü, bireysel değerlendirme teknikleri de kullanılmaktadır.

Varoluşçu Felsefe (Varoluşçuluk)

Varoluşçuluk; varlığın, varoluşun ilkliğini ve önceliğini ortaya koymak


isteyen bir felsefe akımıdır. Bu varoluş insana özgü olan bir varoluştur (Öztürk,
2002). Bu nedenle insanın özgürlüğüne önem veren bir felsefi akım olarak ta
tanımlanmaktadır. Bu felsefi akımın temelinde, insanın kendisini ve kendi
gerçekliğini tanıması yatmaktadır (Ergün, 2007). Varoluşçuluğun kökeni Sokrates
ve Descartes'a kadar uzanır. Varoluşçu felsefeyi doğuran ortam, XX. Yüzyılın ilk
yarısında başta i. ve II. Dünya Savaşları olmak üzere Batılı toplumların yaşamış
olduğu bazı felaketler, kapitalizme bağlı olarak sınıflar arasında oluşan uçurumlar,
insanlar üzerindeki çeşitli baskıların neden olduğu mutsuzluk ve geleceğe ilişkin
kaygılardır (Bilhan, 1991).
Varoluşçuluk, temel ilkesi gereği insanın insan olma sürecinde özgür olması
gerektiğini savunur. Her insanı kendine özgü, benzersiz bir varlık olarak
görmekte, esas itibariyle bireyselciliğe dayanmakta, insanın öznelliğine vurgu
yapmaktadır. Varoluşçuluk, insana olabildiğince özerklik ve seçme şansı
verilmesinden yanadır. Dolayısıyla insan, kendisiyle ilgili bütün kararları kendisi
belirleyen, yaptıklarından yine kendisi sorumlu olan bir varlık olarak görülür.
İnsan kendi değerlerini kendisi oluşturmak zorundadır. Bu nedenle toplumda
insana yol gösterecek herhangi bir ahlaki ilke ve otorite söz konusu değildir
(Şişman, 2006).

Bu felsefe akımının en önemli özelliklerinden biri de, her şeyin merkezinde


insanı görmesidir. Toplumun karşısında bireyin tekliği ve özgürlüğü ön plandadır.
Tüm insanlar var olma ve kendilerini tanımlama sorumluluğuna sahip olmalıdırlar
(Gutek, 2001).

Varoluşçuluğa göre eğitimin amacı; bireye insan özgürlüğünü n her şeyden


üstün olduğunu, insanın bir varlık olarak kendi varoluşunun farkında olmasını,
kendini tanımasını ve kendi, bireyselliğini gerçekleştirmeye olanak sağlamaktır.
Bu nedenle insan yaşadığı zaman dilimi içinde kendi kendini ortaya koyan, kendi
kaderini kendi belirleyen bir varlık olarak görülmektedir (Ergün, 1996;
Değirmencioğlu, 1997).

Varoluşçu felsefede eğitim daha çok bireyin kişilik oluşumuna yöneliktir.


Bunun için öğretmen derslerde her öğrenciyle ayrı ayrı ilgilenmelidir. Okul,
bireyin bireyselleşmesini sağlamalı, belli bir telkinde bulunmamalı, insanlar arası
farklılığı dikkate almalı, onları birbirlerine benzetmeye çalışmamalıdır (Şişman,
2006; Ergün, 2007). Eğitim ortamları kişinin yaratıcı bireyselliğini, özgür gelişimini
sağlayacak biçimde düzenlenmelidir. Eğitim ortamları, öğrenci tarafından
tartışılıp seçilebilecek farklı içeriklerin bulunduğu, kendilerini
tamamlayabilecekleri imkânların sunulduğu ve bire bir eğitimin gerçekleştirildiği
bir yapıya sahip olmalıdır (Ergün, 2007; Sönmez, 2008).

Birey özgürlüğünden, seçiminden, eylemde bulunmasından ve yaptığı


eylem sonucundan sorumluluk duymalıdır. Ortaya çıkan sonuçlardan bir başkasını
sorumlu tutmamalıdır. Bu sebeple, dersler ve içerikleri öğrenciye seçme ve
eylemde bulunma imkânı sağlayacak şekilde düzenlenmelidir Ergün, 1996).
Varoluşçu felsefeye uyan en önemli öğretim tekniği soru-cevap tekniğidir.

Varoluşçu felsefecilerin en çok işledikleri temalardan biri ölümdür. Bu efe,


kötü bir yaşam sürmektense, ölümü daha tercih edilebilir olarak görmüştür.
Eğitimde de bu temanın işlenmesinin önemine işaret etmiştir. Ayrıca bu felsefe,
yaşanan hayata önem vermektedir. Dolayısıyla Pascal'ın Yarın ölecekmiş gibi
bugünü yaşa" sözü varoluşçuların yaşam felsefesini ifade etmektedir (Şişrnan,
2006). Bir anlamda varoluşçular geçmişi ve geleceği düşünmeden "an"ı
yaşamaya vurgu yapmışlardır.

Natüralist Felsefe (Natüralizm)

Natüralizm, doğayı tek gerçeklik, bilgi ve değer kaynağı olarak kabul eden
ve insan zihnini doğal kavramlarla açıklayan felsefe akımıdır. İnsanı doğal bir
varlık olarak görüp onun doğuştan iyi olduğunu savunur. Çünkü Yaradan'ın
elinden çıktığında her şey iyidir, insanın elinde ise her şey zulur" (Sönmez, 2008).
Natüralizmin en önemli isimlerinden birisi olan Fransız düşünürü Jan Jack
Rousseau "Emil" adlı eserini bu felsefi akıma dayandırmıştır.

Bu felsefe akımı, insan ile doğa arasındaki ilişkiler üzerinde durmuştur


(Ergün, 2007). Toplumun insanı bozduğunu, onun istenmedik davranışlar
göstermesine neden olduğunu ileri sürer. Çünkü insan güçsüz doğar, güce
ihtiyacı vardır. Her şeyden yoksun doğar, yardıma ihtiyacı vardır. Aptal doğar,
akla ihtiyacı vardır. Doğuşta neyi yoksa, büyüyünce neye ihtiyaç duyacaksa, bunu
insana eğitim verir. İnsan bu eğitimi ya doğa, ya insan ya da eşyalar aracılığıyla
edinir. İnsan, bu üç tür eğitimcinin elinde şekil alır. İşte bu üç tür eğitimci aynı
hedefleri gerçekleştirirse, çocuk iyi yetişir (Sönmez, 2008).

Natüralizme göre eğitimin temel amacı, insanları insan doğasının


gerektirdiği şekilde ve bu doğaya uygun bir yaşam doğrultusunda yetiştirmektir.
Eğitimin hedefleri belirlenirken, evrensel düzenin bir parçası olan doğaya ve insan
doğasına bakılmalıdır (Ergün, 2007). Program öğrenci merkezli ve demokratik
olmalı, öğrenci hazır bilgiye konmamalı, o bilgiyi bizzat yaparak, yaşayarak
öğrenmeli, doğal bir ortamda karşılaştığı problemleri kendisi çözmeli, duygularını
geliştirmeli, bilgiyi kendisi keşfetmeli, bilgiyi biri söylediği için değil, kendisi
anladığı için edinmelidir (Sönmez, 2008).

Birey doğal bir ortamda öğrenmek istediklerini ilgi ve yeteneğine göre


seçmelidir. Bu nedenle de öğrenme bireyin ilgi ve yeteneğine göre
düzenlenmelidir. Öğrenci bilgiyi keşfederek öğrenmelidir. Öğrencinin keşfederek
öğrenmesini sağlayacak bir eğitim ortamı oluşturulmalıdır (Ergün, 2007).

Öğretmen bilgi aktaran, ezberlettiren, zorlayan biri olmamalı; aksine


öğrencisine seçenekler sunan, doğal ortamda bilgi için fırsat ve imkânlar yaratan
biri olmalıdır (Sönmez, 2008). Öğretmen, sonucu öğrencilerin bulmalarını
sağlamak amacıyla buluş yolu ile öğretimi kullanmalı ve öğrencilerin çevre ile
etkileşimlerini sağlayarak öğrenmelerini gerçekleştirmelidir (Ergün, 2007).
Öğrenci algılayamadığı toplumsal olay ve değerlerden uzak tutulmalı, hatta çocuk
büyüyene kadar hiç bir dini inanç, ahlaki değer yargısı ona verilmemeli, o kendi
inanç ve değer yargılarını kendi mantığıyla oluşturmalıdır (Sönmez, 2008).

FELSEFE-EGİTİM İLİŞKİSİ

Felsefe, eğitim üzerinde de önemli etkileri olan uğraş alanlarından biridir.


Felsefenin ne olduğunu, belli başlı konu alanlarını ve felsefi akımları öğrendikten
sonra felsefe ile eğitim arasındaki ilişkiyi incelemek daha da kolaylaşmıştır.

Eğitim insanları toplumda iyi ve sağlıklı bir hayat için hazırlamaya çalışır.
Bunu gerçekleştirmek için amaçlar ortaya koyar. Eğitim, "iyi ve sağlıklı bir toplum
veya yaşam nedir?", "yaşamın anlamı nedir?", "iyi vatandaş kimdir?" gibi
sorularıyla felsefenin metafizik ve aksiyoloji konu alanlarıyla yakından ilgilidir
(Fidan ve Erden, 1991). Bu açıdan bakıldığında eğitimin amaçlarının felsefeden
ayrılmasının imkânsız olduğunu söyleyebiliriz.

Eğitim sürecinde, öğretimin "nasıl" olması gerektiğini belirlemenin yanı


sıra, "kime", "niçin", "hangi amaca yönelik" olarak "ne öğretileceği" gibi sorular,
eğitimin özünü ve temel sorununu oluşturmaktadır. Eğitim bilimleri, eğitimin
"nasıl" olacağı, eğitim felsefesi ise eğitimin "niçin" yapılacağı sorusuna cevap
bulmaya çalışır. Bu nedenle eğitimin düşünsel temellerinin olması bir
zorunluluktur. Eğitim ile felsefenin arasındaki bütünsellik işte bu noktada
karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda felsefe ile eğitim arasındaki ilişkiyi; eğitim
çalışmalarını ve araştırmalarını yönlendirme, insanların hangi amaçlar için nasıl
yetiştirileceği konusunda yol gösterme, eğitim ile diğer toplumsal olgular
arasındaki ilişkiye anlam vermeye çalışma, eğitim faaliyetlerinin dayandığı teorik
temelleri inceleme ve bunları eleştirme, eğitim politikalarını ve programlarını
belirleme olarak özetleyebiliriz (Fidan ve Erden, 1991; Öztürk, 2002).

İnsanın bir diğer özelliği de "değer" yaratmasıdır. Değer doğada bulunmaz


ama onu doğaya katan, ekleyen ve oluşturan insandır. İnsanın doğaya kattığı
değer, kültür ve uygarlık olarak insanın oluşturduğu en yüksek değerdir. Değer
konusu felsefenin bir konu alanı olan aksiyolojinin inceleme alanıdır. Eğitimi bir
anlamda değer oluşturan ve aktaran süreç olarak söyleyecek olursak bu noktada
da felsefe ile yakın ilişkisi ortaya çıkmaktadır. İnsan değer üreten bir varlık olduğu
kadar bilgi de üreten bir varlıktır. Bilgi konusu ise felsefenin diğer bir konu alanı
olan epistemolojidir. Epistemoloji bilginin içeriği, ölçütleri ve değerini bilmek
durumundadır. Bu nedenle epistemoloji de eğitimle ilişki içindedir
(Büyükdüvenci,2001).

Eğitimle felsefe arasındaki bu ilişki noktaları bir bakıma eğitim felsefesinin


de çerçevesini çiziyor görünmektedir. Bu nedenle eğitim felsefesinin ne olduğuna
açıklık getirmek, ne olduğunu tanımlamak için aşağıda bu konuya yer verilmiştir.

EGİTİM FELSEFESİNİN TANIMI

Eğitim felsefesi, eğitim ve felsefe gibi iki ayrı kavramı dile getiren iki
sözcükten oluşmaktadır ve bu disiplin iki kavram arasında kavramsal bir ortaklık
oluşturmaktadır. Eğitim felsefesi yeni bir kavram olmakla birlikte tarih boyunca
genel felsefe içerisinde yerini bulmuştur. Tüm felsefi öğretilerde çocuğun
yetiştirilmesi, onun bedensel ve zihinsel gelişimi, sanatsal ve ahlaksal
davranışının mükemmelleştirilmesi üzerine düşünülmüştür.

Eğitim felsefesi genel anlamda felsefi sorunları tartışmaz, eğitimi


ilgilendiren felsefi sorunlarla uğraşır. Eğitim felsefesinin ortaya çıkmasına yol
açan nedenlerden biri felsefedeki iş uzmanlaşmasıdır, Felsefe, temel ilkeleri
oluştururken, eğitim felsefesi de özel bir alanda bunun sonuçlarını ele almaktadır
(Helvacı, 2008).

Felsefenin çeşitli tanımları yapılabildiği gibi eğitim felsefesinin de çeşitli


tanımları yapılabilir. Eğitim felsefesi, eğitime yön veren, amaçları şekillendiren ve
eğitim uygulamalarına yol gösteren bir disiplin veya sistemli fikir ve kavramlar
bütünüdür (Fidan ve Erden, 1991). Bir başka tanıma göre eğitim felsefesi, eğitimi
bir bütün olarak ele alan ve kültürün vazgeçilmez bir öğesi biçiminde düşünen,
özenli, eleştirici ve yöntemli çalışmaların tamamıdır (Oğuzkan, 1974). Yıldırım'a
(1987) göre eğitim felsefesi, eğitime egemen yaşam anlayışında, dünya
görüşünde çoğu kez üstü örtülü bulunan amaç ve varsayımları açığa çıkarma ve
yorumlama etkinliğidir. Demirel'e (2001) göre eğitim felsefesi, eğitimde
uygulamayı kılavuzlama ve değerlendirmede esas tutulan temel sayıtlılar ve
tutarlı değerler bütünü ve bunların sürekli ve eleştirici biçimde incelenmesidir.

Alkan (1983) eğitim felsefesini, eğitim temellerinin kuramsal yönden


incelenmesi ya da yöntem, program, ortam ve eğitim hedefleri ile ilgili sorulara
cevap arama girişimi olarak tanımlamıştır. Eğitim felsefesinin öğretmene, eğitimi
bütün yönleri ile görme konusunda yardım ettiğine, yapılmış ve yapılmakta olan
eğitim faaliyetlerinin anlam ve önemini açık bir düşünce sistemi içinde
görmemize yaradığına vurgu yapmıştır. '

Eğitim sürecinde bilginin elde edilişi, bilginin aktarımı, ahlak eğitimi, sanat
eğitimi, bireyin sosyalleşerek toplumsallaşması ve buna benzer konular eğitim
felsefesini ilgilendirmektedir. Bunların yanında Milli Eğitim Bakanlığı'nın izlediği
eğitim politikasının temelinde Türkiye Cumhuriyeti'nin eğitim felsefesi
yatmaktadır. Ayrıca bakanlık makamına gelen kişilerin, eğitim programlarını
hazırlayan teknokratların, Milli Eğitimde değişik konumlarda görev yapan
yöneticilerin ve son olarak ta öğretmenlerin felsefi görüşleri eğitim
uygulamalarını bir biçimde etkilemektedir (Ergün, 2007).

Eğitimi hedefler açısından incelediğimizde; "hedef''leri belirlemek isterken


bir felsefe sorunuyla karşı karşıya kaldığımız gerçeği ortaya çıkmaktadır. "Neyi,
niçin istediğimiz", "istediğimiz bu şeyin bize gerçek anlamda ne vereceği" ve "bizi
nereye ulaştıracağı" iyi bilinmeli ve bu "gerçekliği" isteyip istemediğimize karar
vermek durumundayız. Böylece "ne tür bir insan yetiştirmek istediğimizi"
belirlemek zorundayız (Bilhan, 1991). Bunu ortaya koyacak olan ise eğitim
felsefesidir.
Liberal eğitim
Liberal eğitim
anlayışını hakim
anlayışını hakim
Yetenek-eğitim olması
Yetenek-eğitim olması Eğitimin
korelâsyonunun Eğitimin
korelâsyonunun toplumsal
yükselmesi toplumsal
yükselmesi işlevinin
işlevinin
çeşitlenmesi
Farklılıkların çeşitlenmesi
Farklılıkların
kaldırılması Soyut bilimsel
kaldırılması Soyut bilimsel
bilginin öne
bilginin öne
(Irksal-Cinsel- geçmesi
(Irksal-Cinsel- geçmesi
Sosyal)
Sosyal) Geleceğin
Geleceğin
Eğitim
Eğitim
Felsefesi
Felsefesi
Öğretimin yerini Seçkinci eğitimin
Öğretimin yerini Seçkinci eğitimin
öğrenmenin (Vizyon 2023) öneminin
öğrenmenin (Vizyon 2023) öneminin
alması artması
alması artması

Disiplinler arası
Disiplinler arası
eğitimi ön plana
eğitimi ön plana Eşitlikçi eğitimin
çıkarma Eşitlikçi eğitimin
çıkarma yaygınlaşması
İnsan odaklı yaygınlaşması
İnsan odaklı
eğitim ve
eğitim ve
Yaratıcılığı bağımsız birey
Yaratıcılığı bağımsız birey
öngören eğitim yetiştirme
öngören eğitim yetiştirme

EGİTİM FELSEFESİ AKIMLARI

Eğitim, insanlık tarihi kadar eskiye dayanan bir olgudur. Eğitim üzerine
düşünme ve eğitimle ilgili çeşitli görüşlerin doğup gelişmesi de ilk çağlara kadar
dayanmaktadır. Bu anlamda yukarıda sözü edilen felsefi akımlar ışığında eğitimle
ilgili bazı akımlar da gelişmiştir. Daha önce ele aldığımız temel felsefi akımlardan
çıkan bu eğitim akımları eğitim felsefesinin temel kuramları olarak ele
alınmaktadır. Bu eğitim akımlarını daimicilik (perennializm), esasicilik
(essentializm), ilerlemecilik (progressivizm) ve yeniden kurmacılık
(reconstructionism) olarak sıralayabiliriz.

Daimicilik

Daimicilik akımının temelinde idealizm ve realizm vardır. Bu eğitim akımını


savunanlar eğitimin evrensel nitelikteki belli gerçeklere göre şekillendirilmesi
üzerinde dururlar. Daimicilere göre insan doğasının ve ahlaki ilkelerinin değişmez
bir yapısı vardır, bu nedenle eğitim de değişmez gerçeklikleri öğrencilere
kazandırır. İnsan özünde her yerde ve her zaman aynı olduğundan eğitim de
herkes için aynı olmalıdır (Alkan, 1983). Çünkü insanlık tarihi boyunca insanın özü
hiç değişmemiştir. Eğitim, sağlam ve doğru karakterli insan tipi yetiştirmelidir
(Demirel, 1998; Fidan ve Erden, 1991).

İnsan doğasının en önemli özelliği "akıl"dır. İnsanın zihnini geliştirmek


(entelektüel eğitim) için okulu özel olarak oluşturulmuş bir toplumsal kurum
olarak görür. Okul, geçmişte elde edilen kesin doğruları yeni kuşaklara aktararak
değişmenin ve kuşaklar arası çatışmanın önlenmesini sağlamak gibi bir görevi
daha üstlenmiştir (Gutek, 2001). Daimiciliğin temel ilkeleri aşağıda verilmiştir.
Bunlar:

1. Değişmeyen evrensel bir eğitim: İnsanlar, insanlık tarihi boyunca ve her


yerde özde değişmemiş, aynı kalmıştır. Bu nedenle eğitim de herkes için aynı
olmalıdır. İnsan doğasının bir sonucu olarak, insanın işgörüsü her toplumda
aynıdır. Eğitim sisteminin amacı, insanı geliştirmek olmalıdır. Çocuklar her yerde
ortak belli özelliklere sahip olmalıdır. İnsan doğasının evrenselliği edebiyat ve
tarihte görülür. Bu nedenle, eğitim programlarının merkezinde beşeri bilimler
olmalıdır.

2. Entelektüel eğitim: İnsanın en önemli özelliği düşünme yeteneğine sahip


olmasıdır. Bu nedenle, insan kendini akıllıca yönetebilecek şekilde yetiştirmelidir.
İnsan hem akıllıca bir yaşam hem de özgürlüğünün sorumluluğunu taşıyabilmesi
için eğitilme durumundadır. Uygar insanda özgürlük ve sorumluluk birbirini
tamamlar.

3. Eğitim hayatın bir kopyası değil, ona hazırlıktır: Bu eğitim akımına göre,
okullar hiçbir zaman gerçek hayatın bir kopyası ya da toplumun bir benzeri
olamaz. Okulun amacı, insan zihnini geliştirmek olmalıdır. Daimiciler "eğitim
hayata hazırlıktır" derken, bunu "öğrencinin kültürel mirasını ve değerlerini
benimsemesi, bu vesileyle değerlerinin farkında olmaları ve onların gelişimlerine
katkıda bulunma" olarak açıklamaktadır. Okulun temel işlevi kültürü etkili bir
şekilde yeni kuşaklara aktarmaktır.

4. Çocuklara ve gençlere dünyanın hem manevi hem de maddi gerçeklerini


tanıtacak bilgiler verilmelidir: Çocuklara belli zamanlarda önemli olan bilgiler
yerine her zaman, her yerde ve her yaş için geçerli bilgi ve değerler
kazandırılmalıdır. Bunlar sırasıyla beşeri bilimler, matematik, felsefe, mantık ve
tabii bilimlerdir. Okuma, yazma, matematik ve edebiyat öğretimi eğitimin
merkezinde yer almalıdır. İş ve meslek eğitimi meslek sahiplerine ve iş yerlerine
bırakılmalıdır.

5. Büyük kitaplar (klasik eserler) eğitimi: Öğrencilere, evrensel sorunlar ve


insanlığın üstün nitelikteki dilek ve istekleri edebiyatta, felsefede ve tarihte
geliştirilmiş olan eserler yoluyla öğretilmelidir. İnsan doğasının evrenselliği ve
insan aklının en iyi ve en güzel eserleri klasik yapıtlarda örneklendirilmiştir.
Eğitimde bunlara ağırlık verilmelidir (Fidan ve Erden, 1991; Demirel, 1998).

Daimici eğitim akımında öğretmenler işin uzmanı olmalı, öğrenciye arkadaş


gibi davranmalı, davranışlarıyla öğrencide öğrenme isteği uyandırmalı, öğrenciye
örnek olmalı, her zaman, her yerde evrensel değerlere göre davranmalıdır. Eğitim
programı ise, insan yaşamındaki evrensel ve tekrar eden konulara önem vermeli,
aklı geliştirecek düşünsel konuları içermeli, mantıksal bütünlükte olmalıdır. Ayrıca
ahlak ilkelerini içerip öğrencilerin moral, estetik ve dinsel eleştirilerle
değerlendirme yapmalarını özendirmelidir (Ergün, 2007).

Esasicilik

Esasicilik, bir felsefe akımına dayalı olmaktan çok doğrudan doğruya bir
eğitim hareketi olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen bu eğitim akımının
temelinde de idealizm ve realizm yatmaktadır. Bu eğitim akımını savunanlar,
geçmişte yararlı olan bilimlerin, sanatların ve temel yeteneklerin öğretimi ve
geleceğe aktarılması üzerinde önemle dururlar. Temel eğitimin gereksinimleri
olan okuma, yazma, matematik gibi öğrenilmesi gerekli konuların ve toplumsal
davranışların öğretilmesinin insanı en iyi varlık durumuna getireceğine inanırlar
(Gutek, 2001).
Esasiciler eğitimin temel işlevini, insan kültürünün temel öğelerini, özünü
korumak ve bunları gelecek nesillere aktarmak olarak görürler. Eğitimin amacını
ise geçmişte yararlı olan bilimleri, sanatları ve temel yetenekleri gelecek
kuşaklara aktarmak olarak görmektedirler. Bu nedenle esasicilik muhafazakârlık
ile paralellik gösterir (Alkan, 1983). Geçmişten gelen temel bilgi 've değerlerin
önemli yanları korunup yeni kuşaklara öğretilirse, yeni kuşaklar için geçmişin
başarıları üstüne daha mükemmel bir uygarlık yaratılabilir. Esasiciliğe göre
insanları eğitilmiş olarak kabul edebilmek için bütün insanların sahip olması
gereken esaslar vardır (Demirel, 1998). Esasiciliğin temel ilkeleri aşağıda
verilmiştir:

1. Öğrenmenin doğasında çok sıkı bir çalışma ve zorlama vardır:

Öğrenme işi zorludur ve çok çalışmayı gerektirir. Disiplin, eğitimde çok


önemli bir yer tutar. Bu nedenle öğrenciye kendini disiplin altına alabilme
öğretilmelidir. Öğrencilere başlangıçta bazı şeyler öğrenmek zor gelebilir. Bu
güçlükler disiplin içinde çözümlenebilir.

2. Eğitimde ve öğretimde girişim öğrenciden çok öğretmende olmalıdır:

Öğrencinin potansiyelini tam olarak gerçekleştirebilmesi için öğretmenin


rehberliğine ve yetişkinlerin kontrolüne ihtiyaç vardır. Öğretmenin görevi,
yetişkinin dünyası ile çocuğun dünyası arasında bir beraberlik kurmaktır. Bu
nedenle, böyle bir görev için öğretmen duygusal ve entelektüel yönden yeterli ve
sınıfta lider olacak şekilde yetiştirilmelidir.

3. Eğitim sürecinin özünü, konu alanının çok iyi özümlenmesi oluşturur:

Öğrenci okulda kendinden bağımsız olarak dünyayı tanımalı; onu kendine


göre yorumlamamalıdır. Esasicilere göre, tarihin süzgecinden geçmiş temel
bilgiler çocuğun kendi tecrübelerinden daha önemlidir. İnsanlığın süzgecinden
geçmiş temel bilgiler (sosyal miras); programların çekirdeğini oluşturan teorik
dersler, matematik, fen ve yabancı dillerdir.

4. Okulda zihinsel disiplin yaklaşımının geleneksel yöntemleri


kullanılmalıdır: İnsanlığın süzgecinden geçen temel bilgiler soyut niteliktedir.
Bunları pratik problemlere uygulamak her zaman mümkün olmayabilir. Bu
nedenle, genel kavramların geliştirilmesi ve hayatın bütününü kavratacak şekilde
bir öğretimin yapılabilmesi için soyut düşünme, alıştırma ve ezberleme
yöntemleri kullanılmalıdır (Fidan ve Erden, 1991; Demirel, 1998).

Esasicilik eğitim akımında öğretmenler kültürel mirasın temsilcisi olarak


görülmekte ve bu mirasın aktarımı ile görevli olmaktadırlar. Bunun sonucu olarak
da, öğretmen bilgi aktarıcısı konumundadır. Öğretmen etkin, öğrenci pasiftir.
Öğrenci öğretmenin gösterdiklerini ezberlemek ve yapmak zorundadır (Ergün,
2007).

Esasiciler okul programlarının geliştirilmesinde ağırlığı konu alanına


verirler. Konu alanının merkeze alındığı programlar bu görüşün ürünüdür.
Dünyada ve kâinatta olup biten tüm olaylar, değişmeler ve gelecekle ilgili
sorunlar okulu ilgilendirmez. Bunun için bütün bunlar eğitim ortamında ele
alınmamalıdır. Önemli olan konuların belirli bir süre içerisinde işlenmesidir
(Sönmez, 2008).

İlerlemecilik

İlerlemecilik, pragmatik felsefenin eğitime uygulanmış halidir. İlerlemecilik,


19. yüzyılın başlarında Amerika'da geleneksel eğitimin biçimciliğine, sözelciliğine,
geleneksel okulun sıkıcılığına, baskısına ve sert disiplin anlayışına karşı bir
hareket olarak ortaya çıkmıştır. Bu eğitim akımına göre eğitimin özünü; topluma
uyum, dış dünyaya uyum ve belli doğruluk, iyilik, güzellik kurallarına uyum değil;
tecrübenin (deneyimin) sürekli olarak yeniden yapılandırılması oluşturmaktadır.
Çünkü geçmişteki yaşantılar gelecekteki davranışları yönlendirmeye yardım eder
(Ergün, 1996; Demirel, 1998).

Pragmatik felsefe değişmeyi gerçeğin esası olarak görür. Bu nedenle,


ilerlemecilikte eğitimin sürekli bir gelişim içinde olduğu anlayışı benimsenmiştir.
Bu akımda eğitim bireye, toplumda geleneksel olarak süren standartları ve
değişmezlikleri değil, sürekli değişen hayatı öğretmelidir (Alkan, 1983).
İlerlemecilikte öğrencilere gereksinimlerini karşılayacak, sorunlarını çözecek
araştırma ve öğrenme yöntemleri öğretilmelidir. Öğrenciler bilgiye ulaşabilmek
için bilimsel yöntemi kullanmalı ve karşılaştıkları sorunlara çözüm yolları
bulabilmelerini sağlayacak yeterlilikler kazanmalıdırlar. İlerlemeci eğitim
akımında bilimsel yöntemin basamakları ise John Dewey tarafından aşağıdaki gibi
sıralanmıştır (Sönmez, 2008):

1. Güçlük yaratan bir durumla karşı karşıya kalma,

2. Problemi hissetme ve tanıma,

3. Olası çözüm yollarını belirleme ve hipotez kurma,

4. Hipotezleri sınama,

5. Sonuçları değerlendirme.

İlerlemeci eğitim akımının belli başlı ilkeleri aşağıda verilmiştir.

1. Eğitim aktif ve çocuğun ilgilerine göre olmalıdır: İlerlemeciler, çocuğun


bir bütün olarak görülmesi gerektiğini kabul ederler. Buna dayalı olarak çocuğun
merkezde olduğu bir eğitim düzeni önem taşır. Çocuklar ilgi, kapasite ve
özelliklerine uygun bir eğitim programı içinde yetiştirilmelidir.

2. Öğretimde problem çözme yöntemi esas alınmalıdır: İlerlemeci eğitim


akımında, bilginin soyut olarak elde edilmesi ve bilginin öğretmen tarafından
öğrencilerin zihinlerine doldurulması görüşü yer almaz. Bilgi önemli ve anlamlı ise
insanlar o bilgi ile bir şeyler yapabilmelidir. Bilgi etkileşim içinde aktif olarak
kazanılmalı ve çocuğun ilgilerine bağlı olarak öğrenilmelidir. İlerlemecilere göre
öğrenme aktif bir bilgi edinme sürecidir.

Aktif bilgi edinme sürecinde de problem çözme esastır. Bilgi yaşantı


edinmede, yaşantıları geliştirme de ve yeniden düzenlemede bir araçtır. Bu
açıdan problem çözme; kritik düşünme ve daha önce öğrenilenlerin yeniden
geliştirilmesini içerir.

3. Okul yaşama hazırlık olmaktan çok, yaşamın kendisi olmalıdır:

Akıllıca yaşam, tecrübelerin yeniden yorumu ve yeniden inşa edilmesini


gerektirdiği için doğrudan doğruya öğrenmeye bağlıdır. Bu nedenle okul,
öğrencilerin eleştirel güçlerini kullanarak yaşadıkları bir yer olmalıdır. Okulda
öğrenciye uygun öğretim ortamları hazırlanırken, yaşamında karşılaşacağı
durumlara yer verilmelidir.

4. Öğretmenin görevi yönetmek değil, rehberlik etmektir: Çocukların


ihtiyaçları ve istekleri, onun ne öğreneceğini belirler. Çocuklar kendi gelişimlerini
kendileri planlamalı, öğreten de bu durumda onlara rehberlik etmelidir. Öğretmen
sahip olduğu bilgi ve becerilerini öğrencilerin kullanımına sunmakla yükümlü
olmalıdır. Öğretmen öğretme ortamının hazırlayıcısı, yol göstereni ve
koordinatörüdür.

5. Okul, öğrencileri yarışmadan çok işbirliğine özendirmeli ve yöneltmelidir:


İlerlemecilere göre, insan doğası nedeniyle sosyal bir varlıktır ve en büyük
mutluluğu da diğer insanlarla olan ilişkilerinden elde eder. Bu nedenle, eğitimde
işbirliği yaparak öğrenme, yarışmadan daha değerlidir. Bu görüşte sosyal
amaçlar, entelektüel amaçlar kadar önemlidir. Eğitimde sevgi ve arkadaşlık,
bireysel çaba ve rekabetten daha üstündür. Uygar bir yaşam için eğitim bir grup
yaşantısı olmalıdır. Bu süreçte eğitim, yaşantıların yeniden inşa edilmesi yoluyla
insanın kendisini yeniden düzenleyerek geliştirmesine yardım eder.

6. Demokratik eğitim ortamı: Demokrasi, fikirlerin ve insan kişiliklerinin


birbirini özgürce etkilemesine imkân verir. Bu durum, gelişme için gerekli bir
koşuldur. Bu nedenle eğitim ortamı demokratik olmalıdır. Bunun için de okulda,
öğrencilerin kendi kendilerini yönetmelerine, fikirlerin serbestçe tartışılmasına,
okul faaliyetlerinin öğrencilerle birlikte planlanmasına ve herkesin eğitim
yaşantısı sürecine katılmasına imkân sağlanmalıdır.

İlerlemecilik akımını savunanlar, bireyin dinamik yönüne ağırlık vererek,


onun grup sürecine katılarak, bilimsel yöntemleri kullanarak kendi kendisini
gerçekleştirmesine önem vermektedirler (Fidan ve Erden, 1991; Demirel, 1998).

İlerlemecilik eğitim felsefesinde sürekli aynı kalan bir eğitim amacından söz
etmek imkânsızdır. Toplumsal, kültürel, ekonomik ve teknolojik değişmelere göre
eğitimin amaçlarında da sürekli değişme olmalıdır. Bu akımda öğrencilere grup
çalışması yoluyla projeler verilerek öğrenmenin gerçekleşmesi sağlanır (Ergün,
2007).

Yeniden Kurmacılık

Yeniden kurmacılık, ilerlemeciliğin bir devamı olup temeli pragmatik


felsefeye dayanır. En son gelişen akımlardan biridir. Bu eğitim akımına göre
eğitimin görevi toplumu sürekli olarak yeniden düzenlemek ve topIumda gerçek
demokrasiyi yerIeştirmektir (Fidan ve Erden, 1991; DemireI, 1998; Ergün, 2007).
Esas itibariyle bilim ve teknikteki bazı geIişmelerin, batı uygarlığında kültüreI
bunalımIara neden oIduğunu ve insan yaşamını tehdit ettiğini ileri sürerek
eğitimi, bu küItüreI krizden kurtuImanın bir aracı olarak görür (Şişman, 2006).
Eğitimin hedefi insanlığın huzur, barış ve mutluluğunu sağlama, güçlü ve tutarlı
değerIere dayalı bir dünya uygarlığı kurmak oImalıdır.

Bu akıma göre eğitim bir sosyal reform hareketi geliştirmede önemli araç
olarak görülmektedir. Eğitim yeni bir toplumsaI düzen yaratmaya girişmeIidir.
Eğitim bir değişim aracı olduğu kadar bir denge aracı oIarak da görüImektedir.
Yaşam yaInızca yaşanan an değiI aynı zamanda geIecektir. Yaşam sürekIi
değiştiği için insan her an onu yeniden kurmak zorundadır (Sönmez, 2008).

Yeniden kurmacılık topIumsaI değişmede temel sorumluIuğun oku II ara ait


oIduğuna ve bu işte gücün öğretmenlerde olduğuna vurgu yaparlar. Okullar yeni
bir toplumsal gelişmeye imkân verecek biçimde geIeceğe yönelik olmalıdır. Bu
akımın en önemli özelliği, eğitimin davranış bilimlerinin bulgularına dayalı olarak
yeniden inşa edileceğine inanılmasıdır (Fidan ve Erden, 1991; Demirel, 1998).

Bu eğitim akımında öğretmenler eğitim amaçlarını gerçekleştirebilmek için


her türlü öğretim materyalini, eğitim araçlarını, strateji, yöntem ve tekniklerini
kullanmalıdırlar. Eğitim-öğretimin gerçekleştirilebilmesi için demokratik bir ortam
oluşturmaya özen gösterilmelidir.
Related
curriculum
DAYANDI
EĞİTİM trends
EĞİTİM ĞI EĞİTİMİN
Bilgi Eğitimin ROLÜ PROGRAMINDAKİ
FELSEFESİ FELSEFİ AMACI
ODAK NOKTA Söz konusu
TEMEL
program
eğilimleri

REALİZM - -Geçmiş ve devam -Öğretmen, -Klasik konular -Büyük kitaplar


Mantıklı(Rasyon eden çalışmalara öğrencilerin rasyonel
el) kişileri odaklanır. biçimde -Edebi çözümlemeler -Sosyal
eğitmek düşünmelerine bilimlere
-Gerçeklerden yardımcı olur. -Sabit program dönüş.
-Aklı geliştirmek yararlanma.
DAİMİCİLİK -Sokratik yöntem
Zamansız bilgi. kullanılır.

-Geleneksel
değerlerin açık
öğretimi söz
konusudur.

İdealizm- -Bireylerin -Temel beceriler ve -Öğretmen alanında -Temel beceriler -Kültürel


realizm zihinsel akademik konular. uzman kişidir. okuryazarlık
gelişimine -Temel konular
yardımcı olmak -Konu alanlarının -Geleneksel (anadil, fen, tarih, -Eğitimde
ESASİCİLİK ilkelerini ve değerlerin yaygın bir matematik) mükemmellik
-Yetenekli kavramların şekilde öğretimi söz
kişileri eğitmek kullanılması. konusudur.

Pragmatiz -Demokratik ve -Bilgi gelişmeye, -Öğretmen, problem -Öğrencilerin -İlgili


m(faydacılı sosyal yaşamı büyümeye ve çözme ve bilimsel ilgilerine dayalıdır. programlar
k) geliştirmek yaşayarak öğrenme araştırmalarda yol
sürecine yol açar. göstericidir. -İnsanların -Hümanist
problemleri ve eğitim
İLERLEMECİ -Aktif öğrenmeye deneyimlerinin
LİK odaklanır. uygulanmasını içerir. -Radikal eğitim
reformu
-Disiplinlerarası konu
alanı yaklaşımı.

-Aktivite ve projeler.

Pragmatiz -Toplumu -Beceri ve konular -Öğretmen değişim -Sosyal bilimler ve -Uluslarası


m yeniden toplumun ve reformun sosyal araştırma eğitim
yapılandırmak problemlerini temsilcisidir. metotları üzerinde
ve geliştirmek. belirleme ve çözme Araştırma lideri, proje vurgu; -Eğitimde fırsat
için gerekli beceri ve yöneticisi olarak eşitliğinin
-Sosyal reform konular. görev yapar -Sosyal, ekonomik ve yeniden
YENİDEN
ve değişme için politik problemlerin kavramsallaştırı
KURMACILI
eğitim -Her zaman aktif -Öğrencilerin, incelenmesi. lması
K
öğrenme. insanlığı tehdit eden
problemlerin farkına -Ulusal ve
-Çağdaş ve geleceğin varmalarına yardımcı uluslararası konuların
toplumu ile ilgilenir. olur. yanı sıra şu andaki ve
gelecekteki
eğilimlere odaklanma
Geleneksel felsefe (daimicilik- Çağdaş felsefeler (İlerlemecilik-
esasicilik) yeniden kurmacılık)

Toplum ve eğitim

1. Formal eğitim okullarla başlar ve 1.Formal eğitim ailede başlar. Aile çocuğun
okullar çocuğun eğitimi için başlıca eğitiminde en önemli etken olarak kabul
kurumlar olarak kabul edilir. edilir.

2. Okul, toplum kültürünü öğrencilere 2. Okul toplumu geliştirir.


kazandırır. -Bireyin asıl sorumluluğu
sosyaleşmek, toplumsal görevleri yerine Bireylerin kendini yetiştirmesi ve görev
getirmektir. alması topluma yarar sağlar.

Topluma uyum ve işbirliği önemlidir. Bağımsızlık ve yaratıcılık önemlidir.

3. Eğitim, toplumun amaçları içindir. 3.Eğitim, bireyin kendi kapasitesini


geliştirmesi için değişik fırsatları içerir.
Eğitim otorite ve ahlaki sınırlamayı içerir.
Eğitim de kişisel tercihler önemlidir ve
birey kendi seçimlerinden sorumludur.

4. Belirli konular ve bilgi, öğrencileri 4.Okuldaki demokratik ortamlar ve


demokrasi ve özgürlük için hazırlar. yaşantılar, öğrencileri demokrasi ve
özgürlük için hazırlar.

5.Eğitim, çoğunlukla bilişsel kavramlara 5.Eğitim, toplumsal, ahlaki ve bilişsel


göre düzenlenir. kavramlarla ilgilenir.

Akademik konular üzerinde yoğunlaşma Sağlıklı bireyler yetiştirme üzerinde


vardır. odaklanma vardır.

6.Değerler ve inançlar objektif olma 6.Değerler ve inançlar özneldir. Bireylerin


eğilimlidir. Eğer mutlak değilse; kabul dünya görüşlerine bağlıdır.
edilmiş standartlara ve gerçeklere
dayanır.

Bilgi ve öğrenme

7. Bilgi üzerinde yoğunlaşma vardır. 7.Bireyin sosyal çevredeki problemleri


çözmesi önemlidir.

8. İçerik (konular) önemlidir. 8.Öğrenci önemlidir.

9.Konular öğretmenler tarafından seçilir 9.Konular öğretmen ve öğrenciler


ve organize edilir. tarafından planlanır.

10.Konular geçmişe odaklı olup basitten 10.Konular şuandaki ve gelecekteki


karmaşığa doğru organize edilir. duruma odaklı olup, ilişkileri anlamaya
göre organize edilir.
11. Ünite ve ders planları konulara ve 11.Ünite ve ders planları problemlere veya
kavramlara göre hazırlanır. öğrenci ilgilerine göre hazırlanır.

12. Konular farklı alanlara, disiplinlere 12. Birbirleriyle ilişkili olan konuların bir
veya çalışma alanlarına göre ayrılır. araya getirilmesi söz konusudur. (geniş
(Disiplin yaklaşımı) örneğin; Fizik, kimya, alan yaklaşımı) örneğin; Fen bilgisi
biyoloji

Öğretim

13.Ders kitapları önemlidir. Öğrenme ve 13. Farklı öğretim materyalleri;


öğretim büyük ölçüde sınıfta gerçekleşir.
Toplumsal kaynakları içeren öğretim.

14. Bütün grup öğrenmeleri; Sabit Küçük ve bireyselleştirilmiş gruplar. Esnek


programlar ve değişmeyen programlar ve değiştirilebilir zaman
zamanlamalar. aralıkları.

15. Homojen öğrenci grupları. Heterojen öğrenci grupları.

16.Öğrenci pasif durumdadır. Öğrenciler, 16. Öğrencilerin sürece aktif katılımı söz
öğretmenin söylediklerini veya kitaplarda konusudur.
yazılanları özümsemek zorundadırlar.

17. Sınıf içerisindeki yaşantıların ve 17.Sınıf içerisindeki yaşantıların


öğretimsel durumların tek şekilde değişkenliği önemlidir.
olmasına önemlidir.

Amaçlar ve program

18. Fen bilimlerine ve sosyal bilimlere 18. Sosyal bilimler, uygulamalı ve mesleki
vurgu yapılır. konuların karışımı söz konusudur.

19. Belirli bir alanda uzmanlaşmaya önem 19.Genel bir eğimim söz konusudur.
verilir.

20. Program önceden hazırlanır. Seçmeli 20. Program öğrencilerin ilgi ve


derslere fazla önem verilmez. ihtiyaçlarına dayalıdır. Seçmeli derslere yer
veilir.

21. Mükemmel ve yüksek standartlar. 21.Eşit ve esnek standartlar.


Okuma Parçası–2

Platon (M.Ö 427–347)

Mağara Benzetmesi

- Sevgili Glaukon şimdi insan denen yaratığı eğitim ile aydınlanmış ve


aydınlanmamış olarak düşün. Bunu şöyle bir benzetme ile anlatayım: Yeraltında
mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş...
İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından boyunlarından zincire vurulmuş bu
mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldayabiliyorlar, ne de burunlarının ucundan başka
bir yeri görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki kafalarını bile
oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında.
Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani
şu kukla oynatanların seyircilerle kendileri arasına koydukları ve üstünde
marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar, Böyle bir yeri
getirebiliyor musun gözünün önüne?

-Getiriyorum.

-Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar, taştan,
tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar
taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler, bölmenin üstünde görülüyor. Gelip geçen
insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor.

-Garip bir sahne doğrusu ve garip mahpuslar

-Ama tıpkı bizler gibi! Bu durumdaki insanlar kendilerini ve yanlarındakileri nasıl


görürler? Ancak arkalarındaki ateşin aydınlığı ile mağarada karşılarına vuran
gölgeleri görebilirler değil mi?

-Ömürleri boyunca başlarını oynatamadıklarına göre, başka türlü olamaz.

-Bölmenin üstünden gelip geçen bütün nesneleri de öyle görürler.

-Şüphesiz.

-Şimdi bu adamlar aralarında konuşacak olurlarsa, gölgelere verdikleri adlarla


gerçek nesneleri anlattıklarını sanırlar değil mi?

-Öyle ya.

-Bu zindanın içinde bir de yankı düşün. Geçenlerden biri konuştukça, mahpuslar
bu sesi karşılarındaki gölgenin sesi sanmazlar mı?
-Sanırlar tabii

-Bu adamların gözünde gerçek, yapma nesnelerin gölgelerinden başka bir şey
olamaz ister istemez değil mi?

-İster istemez.

-Şimdi düşün: Bu adamların zincirlerini çözer, bilgisizliklerine son verirsen; her


şeyi olduğu gibi görürlerse ne yaparlar? Mahpuslardan birini kurtaralım; zorla
ayağa kaldıralım; başını çevirelim, yürütelim onu; gözlerini ışığa kaldırsın. Bütün
bu hareketler ona acı verecek. Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü kamaşarak
bakacak. Ona; “Demin gördüğün şeyler sadece boş gölgelerdi. Şimdi ise gerçeğe
daha yakınsın, gerçek nesnelere daha yöneliksin, daha doğru görüyorsun”
dersek; önünden geçen her şeyi birer birer ona gösterir, bunların ne olduğunu
sorarsak ne der? Şaşakalmaz mı? Demin gördüğü şeyler, ona şimdikinden daha
gerçek gibi gelmez mi?

-Daha gerçek gelir.

-Ya onu aydınlığın ta kendisine bakmaya zorlasak? Gözlerine ağrı girmez mi?
Boyuna başını

bulabildiği şeylere çevirmez mi? Kendi gördüğü şeyleri, sizin gösterdiklerinizden


daha açık, daha seçik bulmaz mı?

-Öyle sanırım.

-Onu zorla alıp götürsek, dik ve sarp yokuştan çıkarıp, dışarıya gün ışığına
sürüklesek, canı

yanmaz, karşı koymaz mı bize? Gün ışığında gözleri kamaşıp bizim şimdi gerçek
dediğimiz

nesnelerin hiçbirini göremeyecek hale gelmez mi?

-İlkin bir şey göremez her hâlde.

-Yukarı dünyayı görmek isterse, buna alışması gerekir. Rahatça görebildiği ilk şey
gölgeler

olacak. Sonra, insanların ve nesnelerin sudaki yansımaları, sonra da kendileri.


Daha sonra da gözlerini yukarı kaldırıp güneşten önce yıldızları, ayı, gökyüzünü
seyredecek.

-Herhâlde

-En sonunda da güneşi, ama artık sularda ya da başka şeylerdeki yansılarıyla


değil, olduğu yerde, olduğu gibi.

-Öyle olsa gerek.

-İşte ancak o zaman anlayabilir ki, mevsimleri, yılları yapan güneştir. Bütün
görünen dünyayı güneş düzenler. Mağaralarda onun ve arkadaşlarının gördükleri
her şeyin asıl kaynağı güneştir.

-Bu değişik görgülerden sonra, varacağı sonuç bu olur elbet.

-O zaman ilk yaşadığı yeri, orada bildiklerini, zindan arkadaşlarını hatırlayınca,


hâline şükretmez, orada kalanlara acımaz mıyız?
-Elbette

-Ya orada birbirlerine verdikleri şerefler ünler? Gelip geçen şeyleri en iyi gören, ilk
veya son geçenleri ya da hepsini en iyi aklında tutup gelecek şeylerin ne
olabileceğini en doğru kestirenin elde ettiği kazançlar? Mağaralardan kurtulan
adam artık onlara imrenir mi? O ünleri kazançları sağlayanları kıskanır mı? O boş
hayallere dönmekten, eskiden yaşadığı gibi yaşamaktansa, Homeros’taki
Akhilleus gibi,“fakir bir çiftçinin hizmetinde uşak olmayı” dünyanın bütün
dertlerine katlanmayı bin kere daha iyi bulmaz mı?

-Bence bulur; her mihneti kabul eder de bir daha dönmez o hayata.

-Bir de şunu düşün: Bu dediğimiz adam yeniden mağaraya dönüp eski yerini alsa;
gün ışığından ayrılan gözleri karanlıklara dayanabilir mi?

-Dayanamaz.

-Daha gözleri karanlıklara alışmadan, ki kolay kolay da alışamaz, yeniden bu


karanlıklar içinde düşünmek, zincirlerinden hiç kurtulmamış mahpuslarla
gördükleri üzerinde tartışmak zorunda kalsa herkes gülmez mi ona? Yukarıya
boşu boşuna çıkmış, üstelik de gözlerini bozup dönmüş demezler mi? Bu adam
onları çözmeye, yukarıya götürmeye kalkışınca ellerinden gelse öldürmezler mi
onu?

-Hiç şaşmaz öldürürler.

-Şimdi, sevgili Glaukon, bu benzetmeyi demin söylediklerimize uyduralım.


Görünen dünya mağara zindanı olsun. Mağarayı aydınlatan ateş de güneşin
yeryüzüne vuran ışığı. Üst dünyaya çıkan yokuş ve yukarıda seyredilen güzellikler
de, ruhun düşünceler dünyasına yükselişi olsun. Benin nereye varmak istediğimi
merak ediyordun ya, işte bu benzetme ile onu iyice anlamış olursun. Doğru mu
yanlış mı orasını Tanrı bilir. Her hâlde benim düşünceme göre kavranan dünyanın
sınırlarında iyi ideası vardır. İnsan onu kolay kolay göremez. Görebilmek için de
dünyada iyi ve güzel ne varsa, hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir.
Görülen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan odur. Kavranan dünyada da doğruluk
ve kavrayış ondan gelir. İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış hayatında
bilgece davranabilir. (Platon, Devlet)

“Felsefe yolda olmaktır…”


Yön kaynağımız yön gösterici felsefeye dayanır.

Felsefenin olmayışı, eğersiz bir atın üzerine


binerek, çılgın bir şekilde oradan oraya gitmeye
benzer” William Van Til

“Bir milletin fertleri ne kadar iyi felsefe yapar ise, o milletin de o kadar medeni ve

incelmiş olacağına inanmak gerekir… böylece, bir devlette bulunabilecek en büyük

nimet, orada gerçek filozofların bulunmasıdır…” felsefenin ilkeleri,10.Descartes

Düşünüyorum o halde
varım…

Varımda öyleyse neye


yararım…

Cenap Şahabettin

You might also like