Professional Documents
Culture Documents
FELSEFENİN TANIMI
Kant ise felsefeyi "kendisini akla dayanan nedenlerle meşru kılmak veya
haklı çıkarmak iddiasında bir zihinsel etkinlik biçimi" olarak tanımlamıştır. Bu
tanımda akla dayanan nedenlerden, insanın her türlü deneyimini, gözlemini,
bunlara dayanan her türlü akıl yürütmesini ve sezgisini içine alan geniş bir
nedenler grubunu anlamak gerekir. Haklı çıkarmak veya meşrulaştırmak iddiası
ise herhangi bir önermeyi, bu önermeyi ileri sürmeyi mümkün kılan kanıtı
gerekçelerle ortaya koymak anlamına gelmektedir (Hilav, 1993).
Felsefe bir yaşam, bir düşünme biçimi ve geleceğe bakış biçimi olduğu için
çok sayıda tanımının olduğunu görmekteyiz. Farklı kültürlerde yetişmiş aşağıdaki
filozoflar da felsefenin tanımlarını kendilerince yapmışlardır:
Epikuros: Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir.
Augustinus: Felsefe Tanrıyı bilmektir ve gerçek felsefeyle, gerçek din
özdeştir.
Campanella: Eleştiridir.
Bazı düşünürlere göre ise, felsefenin tanımı yapılamaz, çünkü o üst bir
dildir. Farklı düşünürlerin ortak tanımı, felsefenin bilgi sağlayan bir faaliyet olması
şeklindedir. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, felsefe mitos, din ve şiirden doğmuş
zaman içinde taşıdığı bu öğelerden arınmıştır. Bu süreçte bilimsel ve' özgür
düşünmenin temellerini atarak gelişmiş ve gerçeği bütünüyle açıklamaya
çalışmıştır (Hilav, 1993; Sönmez, 2008). Bu noktadan hareketle, genel olarak
felsefeyi, gerçeği tümüyle ele alıp inceleyen ve bunun sonucunda ulaşılan bilgileri
yorumlayan ve sistemleştiren bir uğraş alanı olarak tanımlayabiliriz (Hilav, 1993).
Ontoloji kavramını ilk kez Aristoteles ortaya atmış ve onu "on he on" bilimi
(var olanı, var olan olarak ele alma) olarak tanımlamıştır. Ontoloji var olanı
bütünsel bir algılayışla inceleyen, onun niteliğini, yasal düzenliliklerini konu alan
ve çözümlemeye çalışan bir felsefi disiplindir (Sönmez, 2008). Varlık felsefesi
(ontoloji); var olan şeyleri, varlıkların temellerini ve varlıklar arasındaki bağları
sorgulayan felsefe dalıdır (Arslan, 2005; Yıldırım, 2008).
Varlık felsefesinin en önemli sorusu "İlk nedir?" sorusudur. Yani, "Tüm var
olanların başlangıcı, ilk tözü nedir?" sorusuna yanıt aramaktır (Sönmez, 2008).
Ayrıca "Varlık var mıdır? Varlık varsa oluş biçimi nasıldır? Varlık yalnızca fiziksel
olarak mı vardır? Maddi varlığın dışında tinsel varlıklar da var mıdır? Varlığın
nitelikleri nelerdir?" gibi sorulara cevap aramaktadır. Felsefe bu sorgulamalarla,
varlığı ve var olanla ilişkili olayları, bir bütün olarak açıklamaya çalışır. Varlık
felsefesinin ulaşmak istediği sonuç, tüm varlık dünyasını yöneten ilkeleri bulmak
ve açıklamaktır (Elibol, 1993; Arslan, 2005; Sönmez, 2006).
"Gerçek bilinebilir mi? Bilginin kaynağı nedir? Mutlak (yüzde yüz kesin) bilgi
var mıdır? Bilginin güvenirliği ve geçerliği nedir? İnsan bilgisinin sınırları var
mıdır? Bir şeyi bilmek ne demektir?" gibi sorulara verilen cevaplar eğitim
sistemini etkiler; hedeflenen içerik, eğitim ve sınama durumu, ona göre
düzenlenir. Söz gelişi eğer "bilgi doğuştandır ve yüzde yüz doğrudur" denildiğinde
ya da "sonradan öğrenilir ama yine mutlaktır" savı ileri sürüldüğünde, "hayır bilgi
görecelidir, sürekli değişir, yüzde yüz doğru bilgilerimiz yoktur" şeklinde bir görüş
savunulduğunda öğrenciye kazandırılacak hedef davranışlar, içerik, eğitim ve
sınama durumları bu cevaplara göre planlanıp işe koşulur. Eğer "bilgi doğuştan ve
yüzde yüz doğrudur" denilirse, eğitim sisteminde akıl ön plana çıkar. Öğretmen
ders anlatmaz, bilgi aktarmaz. Yaptığı etkinliklerle öğrencinin kafasında doğuştan
var olan bilgileri ortaya çıkarmaya çalışır. "Bilgi sonradan kazanılır" savı temel
alınırsa, bu kez öğretmen dersi anlatır, öğrenci dinler, çünkü onun kafası boştur.
Öğretmenin dediklerini aynen ezberler ve söyler (Sönmez, 2008; Helvacı, 2008).
Bilgi felsefesinin problemleri de vardır. Bu problemlerden birisi bilginin
kaynağı ve ölçütleri problemidir. "Bilgi elde etmede zihin mi daha etkindir, yoksa
zihnin dışarıdan aldığı veriler mi?" gibi sorular, bilgi teorisinin kaynak ve ölçüte
ilişkin sorularından birisidir. Bilgi edinme sürecinde insan, genel anlamda
kendisinin iki temel özelliğinden yola çıkarak hedefe varmaya çalışır. Bu
özellikler, insan aklının düşünme ve duyuların algılayıp gözlemleyebilme yetisidir.
İşte bilgi felsefesi tam da bu noktada, "bilgide bunlardan hangisinin rolü daha
fazladır?" sorusunu sormaktadır.
Değerler felsefesi içinde ahlak, insanın davranışları ile ilgili olup Arapçadan
Türkçeye geçen ve Türkçede bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları
davranış biçimleri ve kuralları anlamına gelen bir kavramdır. Genel anlamda
ahlak ise toplum içinde oluşan geleneklerin, değerlerin ve kuralların oluşturduğu,
herhangi bir bireyin, herhangi bir grubun ya da bütün toplumun doğru veya
yanlış, iyi veya kötü davranışlarını belirleyen, yönlendiren ve şekillendiren
sistemsel yapıya verilen addır Bilhan, 1991; Gutek, 2001; Yıldırım, 2008).
Ahlak, tek bir yapıya bağlı kalmak zorunda değildir. Bu bağlamda, iş ve aile
ortamında, siyaset arenasında ve hatta yaşamın bütün alanlarında ahlaktan söz
edilebilir. Ahlak felsefesi, ahlaktan söz edilebilecek bütün alanlarda, ahlakı
açıklamaya ve değerlendirmeye çalışan felsefi soruşturma dalıdır.
Sanat ürünleri; şiir, roman, öykü, tiyatro, sinema, müzik, resim, heykel,
mimari, fotoğraf vb. şeklinde sınıflanır. Her sanat ürünü, güzeli yakalamak ve
ortaya koymak ister. Her sanatçı doğa ve insan tarafından oluşturulan gerçeği,
kendi duygu ve düşünceleri açısından inceler, ayrıştırır; sonra ona estetik form
katarak sentezler ve yeniden yaratır. Bu nedenle, sanat da sürekli değişen,
gelişen, ucu açık, göreli ve dirik özellikler taşımakta, toplumdan topluma,
kültürden kültüre ve zamandan zamana değişmektedir. Sanatta; "Güzellik-
çirkinlik nedir? Göreli mi, mutlak mıdır? Sanatta bir erek var mıdır? Sanat, sanat
için mi, yoksa toplum için midir?" gibi sorular ile onlara ilişkin verilen yanıtlar ele
alınır (Gutek, 2001; Sönmez, 2008).
Mantık
Evrensel ve genel geçerli midir? (Sönmez, 200S) Akıl yürütme yolları var
mıdır? Doğru düşünme nedir? Doğru düşünmenin kuralları nelerdir? Bunlar
doğuştan mı, yoksa sonradan mıdır? Sorularını ve bu sorulara verilen cevapları
inceleyen felsefenin konu alanlarından biridir. Eğer bir öğretmen aklın kurallarının
doğuştan olduğunu kabul ederse, öğrencinin aklını kullanmasını sağlayacak hedef
ve davranışları, sınıf ortamına getirir ve dersi ona göre işler. Olmadığını kabul
ederse bu kez sorunu çözmesini ister. Eğitim ortamında öğretmen danışılan, yol
gösteren kişi görevini yüklenebilir (Gutek, 2001; Arslan, 2005).
FELSEFİ AKIMLAR
Her felsefi akım ya bir felsefi akımdan etkilenmiş ya da bir felsefi akıma
tepki olarak doğmuştur. Felsefe tarihi incelendiğinde birçok felsefi akımın var
olduğu görülmektedir. Aşağıda birçok felsefi akıma temel oluşturmuş idealizm,
realizm, pragmatizm, varoluşçuluk ve natüralizm gibi belli başlı felsefi akımlar
verilmiştir. Bu felsefi akımlar özellikle eğitim felsefelerinde eğitim düşüncelerinin
oluşmasında en önemli etkiyi yapmıştır.
İdealist felsefenin eğitimdeki temel anlayışı insanı olduğu gibi - değil olması
gerektiği gibi eğitmektir. İdealist eğitim bireyi, iyi, doğru ve güzel olana
yöneltmek ister; öğrenmeyi, insanın aklında doğuştan var olan gizil fikirleri
(ideaları) yeniden düşünmesi (hatırlaması) olarak algılar. Bu nedenle her bir
öğretmenin temel görevinin, öğrencilerindeki bu gizil bilgileri bilinç düzeyine
çıkarmak olduğuna vurgu yapar. Ôğrenme-öğretme sürecinde, öğrencilerin
doğuştan getirdikleri yeteneklerin farkına varmalarını sağlamayı amaçlar. Temeli
zihinsel ve düşünsel olan gerçekliğin, aynı zamanda kültürel birikimle aynı şey
olmasından dolayı, okul bu değerleri topluma aktaran bir kurum olmak
durumundadır. Bu nedenle, eğitimde materyalist değerlere, uzmanlaşmaya ve
yaracılığa dönük tüm amaçlara karşı çıkmaktadır (Öztürk, 2002).
Realizm, evreni madde ve somut olarak var olan gerçeklerle açıklayan bir
felsefi akımdır. İnsanlar, akıl ve muhakeme güçleriyle dünyayı bilirler. Var olan
her şey, doğadan gelir ve doğanın kanunlarınca idare edilir. İnsan davranışları bu
doğa kanunlarına uygunluğu ölçüsünde akılcıdır (Ornstein ve Hunkins, 1988).
Realizmde, maddeden gelen gerçeklik değişmez ve mutlak kabul edildiği için,
insanların bu mutlak doğrulara ulaşmasında aklını kullanması gerektiğine inanılır.
Bu sayede insanlar, yaşadıkları toplumun bilgi birikimini de edinirler. Realist
felsefeyi savunan düşünürlerin başında Aristo gelmektedir. Aristo'ya göre insan
madde ve ruhtan oluşan bir varlıktır ve yaratıklar içinde en üstte yer alır. İnsan,
rasyonel bir varlık olup dünyada mutluluğu arar. Realist felsefe temelde İdealist
felsefeye karşı ortaya çıkmış bir felsefi akımdır (Bilhan, 1991; Öztürk, 2002;
Şişrnan, 2006; Ergün, 2007; Helvacı, 2008).
Realist felsefeye göre eğitim; yeni kuşağa kültürel mirası aktararak, onları
topluma uyuma hazırlama sürecidir. Eğitim bireyi toplumsallaştırma sürecidir.
Eğitim aynı zamanda bilgiyi kullanma sanatı, yeni bilgi kazanma işidir (Ergün,
2007). Realizmde okul çatısı altında yer alan üç önemli unsur vardır. Bunlar;
öğretmen, öğrenci ve öğrenciye kazandırılmak istenilen bilgi ve becerilerdir.
Okulun asıl görevi ise öğrencilerin zihinsel gelişimini sağlamak ve belirli
konularda bilgi ve beceri kazanmalarını sağlamaktır (Değirmencioğlu, 1997;
Sönmez, 2008).
Natüralizm, doğayı tek gerçeklik, bilgi ve değer kaynağı olarak kabul eden
ve insan zihnini doğal kavramlarla açıklayan felsefe akımıdır. İnsanı doğal bir
varlık olarak görüp onun doğuştan iyi olduğunu savunur. Çünkü Yaradan'ın
elinden çıktığında her şey iyidir, insanın elinde ise her şey zulur" (Sönmez, 2008).
Natüralizmin en önemli isimlerinden birisi olan Fransız düşünürü Jan Jack
Rousseau "Emil" adlı eserini bu felsefi akıma dayandırmıştır.
FELSEFE-EGİTİM İLİŞKİSİ
Eğitim insanları toplumda iyi ve sağlıklı bir hayat için hazırlamaya çalışır.
Bunu gerçekleştirmek için amaçlar ortaya koyar. Eğitim, "iyi ve sağlıklı bir toplum
veya yaşam nedir?", "yaşamın anlamı nedir?", "iyi vatandaş kimdir?" gibi
sorularıyla felsefenin metafizik ve aksiyoloji konu alanlarıyla yakından ilgilidir
(Fidan ve Erden, 1991). Bu açıdan bakıldığında eğitimin amaçlarının felsefeden
ayrılmasının imkânsız olduğunu söyleyebiliriz.
Eğitim felsefesi, eğitim ve felsefe gibi iki ayrı kavramı dile getiren iki
sözcükten oluşmaktadır ve bu disiplin iki kavram arasında kavramsal bir ortaklık
oluşturmaktadır. Eğitim felsefesi yeni bir kavram olmakla birlikte tarih boyunca
genel felsefe içerisinde yerini bulmuştur. Tüm felsefi öğretilerde çocuğun
yetiştirilmesi, onun bedensel ve zihinsel gelişimi, sanatsal ve ahlaksal
davranışının mükemmelleştirilmesi üzerine düşünülmüştür.
Eğitim sürecinde bilginin elde edilişi, bilginin aktarımı, ahlak eğitimi, sanat
eğitimi, bireyin sosyalleşerek toplumsallaşması ve buna benzer konular eğitim
felsefesini ilgilendirmektedir. Bunların yanında Milli Eğitim Bakanlığı'nın izlediği
eğitim politikasının temelinde Türkiye Cumhuriyeti'nin eğitim felsefesi
yatmaktadır. Ayrıca bakanlık makamına gelen kişilerin, eğitim programlarını
hazırlayan teknokratların, Milli Eğitimde değişik konumlarda görev yapan
yöneticilerin ve son olarak ta öğretmenlerin felsefi görüşleri eğitim
uygulamalarını bir biçimde etkilemektedir (Ergün, 2007).
Disiplinler arası
Disiplinler arası
eğitimi ön plana
eğitimi ön plana Eşitlikçi eğitimin
çıkarma Eşitlikçi eğitimin
çıkarma yaygınlaşması
İnsan odaklı yaygınlaşması
İnsan odaklı
eğitim ve
eğitim ve
Yaratıcılığı bağımsız birey
Yaratıcılığı bağımsız birey
öngören eğitim yetiştirme
öngören eğitim yetiştirme
Eğitim, insanlık tarihi kadar eskiye dayanan bir olgudur. Eğitim üzerine
düşünme ve eğitimle ilgili çeşitli görüşlerin doğup gelişmesi de ilk çağlara kadar
dayanmaktadır. Bu anlamda yukarıda sözü edilen felsefi akımlar ışığında eğitimle
ilgili bazı akımlar da gelişmiştir. Daha önce ele aldığımız temel felsefi akımlardan
çıkan bu eğitim akımları eğitim felsefesinin temel kuramları olarak ele
alınmaktadır. Bu eğitim akımlarını daimicilik (perennializm), esasicilik
(essentializm), ilerlemecilik (progressivizm) ve yeniden kurmacılık
(reconstructionism) olarak sıralayabiliriz.
Daimicilik
3. Eğitim hayatın bir kopyası değil, ona hazırlıktır: Bu eğitim akımına göre,
okullar hiçbir zaman gerçek hayatın bir kopyası ya da toplumun bir benzeri
olamaz. Okulun amacı, insan zihnini geliştirmek olmalıdır. Daimiciler "eğitim
hayata hazırlıktır" derken, bunu "öğrencinin kültürel mirasını ve değerlerini
benimsemesi, bu vesileyle değerlerinin farkında olmaları ve onların gelişimlerine
katkıda bulunma" olarak açıklamaktadır. Okulun temel işlevi kültürü etkili bir
şekilde yeni kuşaklara aktarmaktır.
Esasicilik
Esasicilik, bir felsefe akımına dayalı olmaktan çok doğrudan doğruya bir
eğitim hareketi olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen bu eğitim akımının
temelinde de idealizm ve realizm yatmaktadır. Bu eğitim akımını savunanlar,
geçmişte yararlı olan bilimlerin, sanatların ve temel yeteneklerin öğretimi ve
geleceğe aktarılması üzerinde önemle dururlar. Temel eğitimin gereksinimleri
olan okuma, yazma, matematik gibi öğrenilmesi gerekli konuların ve toplumsal
davranışların öğretilmesinin insanı en iyi varlık durumuna getireceğine inanırlar
(Gutek, 2001).
Esasiciler eğitimin temel işlevini, insan kültürünün temel öğelerini, özünü
korumak ve bunları gelecek nesillere aktarmak olarak görürler. Eğitimin amacını
ise geçmişte yararlı olan bilimleri, sanatları ve temel yetenekleri gelecek
kuşaklara aktarmak olarak görmektedirler. Bu nedenle esasicilik muhafazakârlık
ile paralellik gösterir (Alkan, 1983). Geçmişten gelen temel bilgi 've değerlerin
önemli yanları korunup yeni kuşaklara öğretilirse, yeni kuşaklar için geçmişin
başarıları üstüne daha mükemmel bir uygarlık yaratılabilir. Esasiciliğe göre
insanları eğitilmiş olarak kabul edebilmek için bütün insanların sahip olması
gereken esaslar vardır (Demirel, 1998). Esasiciliğin temel ilkeleri aşağıda
verilmiştir:
İlerlemecilik
4. Hipotezleri sınama,
5. Sonuçları değerlendirme.
İlerlemecilik eğitim felsefesinde sürekli aynı kalan bir eğitim amacından söz
etmek imkânsızdır. Toplumsal, kültürel, ekonomik ve teknolojik değişmelere göre
eğitimin amaçlarında da sürekli değişme olmalıdır. Bu akımda öğrencilere grup
çalışması yoluyla projeler verilerek öğrenmenin gerçekleşmesi sağlanır (Ergün,
2007).
Yeniden Kurmacılık
Bu akıma göre eğitim bir sosyal reform hareketi geliştirmede önemli araç
olarak görülmektedir. Eğitim yeni bir toplumsaI düzen yaratmaya girişmeIidir.
Eğitim bir değişim aracı olduğu kadar bir denge aracı oIarak da görüImektedir.
Yaşam yaInızca yaşanan an değiI aynı zamanda geIecektir. Yaşam sürekIi
değiştiği için insan her an onu yeniden kurmak zorundadır (Sönmez, 2008).
-Geleneksel
değerlerin açık
öğretimi söz
konusudur.
-Aktivite ve projeler.
Toplum ve eğitim
1. Formal eğitim okullarla başlar ve 1.Formal eğitim ailede başlar. Aile çocuğun
okullar çocuğun eğitimi için başlıca eğitiminde en önemli etken olarak kabul
kurumlar olarak kabul edilir. edilir.
Bilgi ve öğrenme
12. Konular farklı alanlara, disiplinlere 12. Birbirleriyle ilişkili olan konuların bir
veya çalışma alanlarına göre ayrılır. araya getirilmesi söz konusudur. (geniş
(Disiplin yaklaşımı) örneğin; Fizik, kimya, alan yaklaşımı) örneğin; Fen bilgisi
biyoloji
Öğretim
16.Öğrenci pasif durumdadır. Öğrenciler, 16. Öğrencilerin sürece aktif katılımı söz
öğretmenin söylediklerini veya kitaplarda konusudur.
yazılanları özümsemek zorundadırlar.
Amaçlar ve program
18. Fen bilimlerine ve sosyal bilimlere 18. Sosyal bilimler, uygulamalı ve mesleki
vurgu yapılır. konuların karışımı söz konusudur.
19. Belirli bir alanda uzmanlaşmaya önem 19.Genel bir eğimim söz konusudur.
verilir.
Mağara Benzetmesi
-Getiriyorum.
-Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar, taştan,
tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar
taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler, bölmenin üstünde görülüyor. Gelip geçen
insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor.
-Şüphesiz.
-Öyle ya.
-Bu zindanın içinde bir de yankı düşün. Geçenlerden biri konuştukça, mahpuslar
bu sesi karşılarındaki gölgenin sesi sanmazlar mı?
-Sanırlar tabii
-Bu adamların gözünde gerçek, yapma nesnelerin gölgelerinden başka bir şey
olamaz ister istemez değil mi?
-İster istemez.
-Ya onu aydınlığın ta kendisine bakmaya zorlasak? Gözlerine ağrı girmez mi?
Boyuna başını
-Öyle sanırım.
-Onu zorla alıp götürsek, dik ve sarp yokuştan çıkarıp, dışarıya gün ışığına
sürüklesek, canı
yanmaz, karşı koymaz mı bize? Gün ışığında gözleri kamaşıp bizim şimdi gerçek
dediğimiz
-Yukarı dünyayı görmek isterse, buna alışması gerekir. Rahatça görebildiği ilk şey
gölgeler
-Herhâlde
-İşte ancak o zaman anlayabilir ki, mevsimleri, yılları yapan güneştir. Bütün
görünen dünyayı güneş düzenler. Mağaralarda onun ve arkadaşlarının gördükleri
her şeyin asıl kaynağı güneştir.
-Ya orada birbirlerine verdikleri şerefler ünler? Gelip geçen şeyleri en iyi gören, ilk
veya son geçenleri ya da hepsini en iyi aklında tutup gelecek şeylerin ne
olabileceğini en doğru kestirenin elde ettiği kazançlar? Mağaralardan kurtulan
adam artık onlara imrenir mi? O ünleri kazançları sağlayanları kıskanır mı? O boş
hayallere dönmekten, eskiden yaşadığı gibi yaşamaktansa, Homeros’taki
Akhilleus gibi,“fakir bir çiftçinin hizmetinde uşak olmayı” dünyanın bütün
dertlerine katlanmayı bin kere daha iyi bulmaz mı?
-Bence bulur; her mihneti kabul eder de bir daha dönmez o hayata.
-Bir de şunu düşün: Bu dediğimiz adam yeniden mağaraya dönüp eski yerini alsa;
gün ışığından ayrılan gözleri karanlıklara dayanabilir mi?
-Dayanamaz.
“Bir milletin fertleri ne kadar iyi felsefe yapar ise, o milletin de o kadar medeni ve
Düşünüyorum o halde
varım…
Cenap Şahabettin