Professional Documents
Culture Documents
Mahmut TEZCAN
KÜLTÜR VE KİŞİLİK
(PSİKOLOJİK ANTROPOLOJİ)
Ankara, 1987
ÖNSÖZ
Kültür ve Kişilik ilişkileri konuşu, kültürel antropolojinin bir dalı olarak Batı ülkelerinde ele
alınmakta, araştırmalara konu olmaktadır. Konu, kültürel antropolojinin bir uzmanlık dalı
olduğu için «Psikolojik Antropoloji» olarak da adlandırılmaktadır. Özellikle A.B.D.
üniversitelerinde her iki adla da lisans ve lisans üstü programlarında yer almaktadır.
Ülkemizde ise konunun bağımsız olarak yer alışı çok yenidir. Ankara Üniversitesi Dil' ve
Tarih Coğrafya Fakültesi Sosyal Antropoloji Ana bilim dalında ve İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümünde konu bağımsız olarak yer almaktadır. Ayrıca
konu, kısmen Psikoloji Bölümlerinde, Eğitim Bilimleri Fakültelerinde ve Sosyoloji
bölümlerinde de yer almaktadır.
Kültür Kişilik îlişkileri, sosyal psikoloji dalında da ele alınmaktadır. Fakat sosyal psikolojinin
alanı daha geniştir. Kişilik dışında başka konulara da yer vermektedir. Oysa psikolojik
antropoloji, sadece kişilik üzerindeki kültürel etmenlerin etkisini araştırmaktadır. Ayrıca
sosyal psikolojideki yaklaşımdan farklı olarak, ilkel kültürlerdeki kişilik yapışı ile
ilgilenmektedir. Oysaki sosyal psikoloji, daha çok modem kültürlerdeki kişilik üzerinde
toplum etkisini ele almaktadır.
Konu, Ülkemizde bağımsız olarak öğretimde yer almakla birlikte, araştırma ve yayınlarda
yeterince yer almamıştır. Bu çalışmamız. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde Antropoloji
Bölümünde 1984 ve 1985 yıllarında aynı adla okuttuğumuz derslerin notlarından ve konuya
ilişkin daha önceki çalışmalarımızdan oluşmuştur. Konuların bir kısmı, daha önceki
çalışmalarımıza dayandırılmıştır.
Şüphesiz, alanında ilk kapsamlı yayın olan bu çalışmamızın birçok eksiklikleri vardır, îlerde
bu eksikliklerin giderileceğini umuyorum.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
İÇİNDEKİLER
A. Amaç
A. Kişilik Kavramı
C. Karakter Kavramı
D. Benlik Kavramı
E. Kişiliğin Tabakalar
F. Kültür Kavramı
A. Davranışın Gözlemi
C. Rorschach Testleri
E. Anketler
F. Alor Araştırması
B. Annesizlik
C. Kibbutz Çocukları
D. Olgunlaşma ve Gelişme
F. Çocuk Beslenmesi
G. Tuvalet Eğitimi
H. Seksüellik
I. Kundaklama
J. Kültürümüzde Kişilik Benzetmeleri
C. Yaşlılık ve Kültür
2.Köy de Yaşlılık
A. Ralph Linton
C. Konfigürasyon el Yaklaşım
1. Zuniler
2. Dobular
3. Kwakiutl’lar
F. B. Malinowski
G. G. Roheim
I. Yeni Yaklaşımlar
G. Devereux
TOPLU BAKIŞ
1. Dantel Lerner
2. Everett Hagen
3. Mc Clelland
A. Stereotip Kavramı
1. Tanım
2. Özellikleri
a. Kişilerin Kategorileşmesi
3. Boyutları
4. Gelişimi
b. Özelleştirme Eğilimi
1. Tanım
2. Özellikleri
3. îşlevleri
A.Agresiflik- Saldırganlık
D. Güvensizlik
E. İhmalcilik, Plansızlık
F. Seksüellik
G. Gururluluk - Onurluluk
H. Kurnazlık - Hîlekarlık
I. Kanaatkarlık - Tutumluluk
J. Gösteriş Tüketimi
K. Hurafecilik
L. Hayırseverlik, Yardımseverlik
M. Tevekkül -Kadercilik
N. Alçakgönüllülük (Tevazu)
O. Siyasal Değerler
Ö. Hükmetme Arzusu
S. Devletle İlişkiler
T. Konukseverlik Değeri
U. Yüzeysellik, Duygusallık
SONUÇ
KAYNAKLAR
l.
BÖLÜM
Psikolojik Antropolojinin Konuşu, Özellikleri ve Gelişimi
Günümüzde toplumsal bilimlerde uzmanlaşmanın giderek arttığı bir gerçektir. Peki niçin
uzmanlaşma? Uzmanlaşma neye yarıyor? Bilindiği gibi uzmanlaşma, incelediği bilim daimin
konusunu daraltarak daha derinlemesine araştırmalar yaparak daha gerçekçi, sağlıklı ve
sağlam bilgi elde etmek ve sağlıklı genellemelere varmak için gereklidir. Çok genel ve makro
yaklaşımların terk edildiği günümüzde daha mikro düzeyde ve alan araştırmalarıyla geçerli
bilgi elde edileceği kanışı egemen olmuştur.
Sosyo - kültürel antropoloji de tıpkı sosyoloji gibi kendi içinde uzmanlaşmış, örneğin, din
antropolojisi, ekonomik antropoloji, dil antropolojisi gibi dallar ortaya çıkmıştır.
Kültürün kişisel olmayan amaçlarının, bireylerin özel amaçlarına çevrilişi süreci olarak
tanımlanabilen «Kültürleştirme» kavramı, bireyin kişiliğinin ve kültürel bütünün birbirine
uygunlaştırılması için çalışır, îşte bu süreç, antropolojinin «Kültür ve Kişilik» olarak bilinen
bir daimin konusunu oluşturur (3).
(2) Emiroğlu, Vedia : «Kültür - Kişilik îlişkisinde Antropolojik Yaklaşımlar» Antropoloji, Sayı 10.
Kültür ve kişilik, psikoloji ve antropolojinin birleştiği bir alandır. Bu konu, bize şu hususları
hatırlatır : Bireysel davranış, onun kültürel durum ve öğelerini göz önünde bulundurmadan
anlaşılamaz. Kültür kurumlarım da onlara katılan bireyi gereken biçimde bilmeden
anlayamayız. Kültür ve kişilik dalı, psikologun dikkatinin ya yalnız soyutlanmış bireyin veya
birkaç seçilmiş kişinin üzerinde toplanmaya olan eğilimine karşı gelmesidir. Yine, kültür -
kişilik, hem kişinin kendi kültürünü yansıtan bir küçük öğe olduğuna ve hem de davranışının
birçok yönlerinin sadece bireysel yönden değil, aynı zamanda hem dışında ve hem de onun
içinde kendisini etkileyen kültür yönünden de açıklanması gerektiğine değinir. Bundan başka,
bir kültürü ancak bireylerin davranışında inceleyebileceğimizi göstererek başka antropoloji
dallarının bireysel davranıştan soyutlanmış modeller üzerinde durmasına karşı gelir (4).
A. Amaç
Bu dalın genellikle iki amacından söz edilebilir (5).
Bu etkilerden birisi tespit edilebilir mi? edilirse hangisi? Eğer birbirlerine bağımlı değillerse,
bu ilişkilerin niteliği nedir? Bu soruların yanıtlanması, alanın tanınmasında ön şart kabul
edilmiştir.
Bireyin toplumla ilişkisi nasıldır? îkisi arasındaki yanlış ayrımı nasıl önleriz? Başka bir ifade
ile, psişik ve sosyo - kültürel değişkenler arasındaki ilişkiler nasıldır? Bu konuda çeşitli
hipotezler, yaklaşımlar ileri sürülmüştür. Bunlardan birkaç tanesini kısaca gözden geçirelim
(6).
E) Durkheim, birinci görüş taraftarıdır. Çünkü ona göre toplumsal faktörler, diğer toplumsal
faktörle açıklanabilir. Bu görüşte toplum önemlidir. Durkheim, toplumsal normların birey
üzerindeki önemini vurgulamıştır. Daha sonra, normların içselleştirilmesini ele almıştır.
Bunlar ahlakî ve toplumsal kişilik yaratır.
îkinci görüş, psikolojik antropolojinin egemen konuşu olmuştur. Freud'a göre yetişkin kişilik,
ilk deneyimleri tarafından biçimlendirilir. Bu da nükleer ailede gerçekleşir. Çocuğun psişik
gelişmesini ailenin nasıl etkilediği birçok araştırmalara konu olmuştur.
Üçüncü görüş, bugünkü davranış bilimcileri tarafından çok az ele alınmıştır. Bu görüşte,
toplumun biçimi, ya da onun bazı kurumları, toplumsal davranış, birincil psikolojik ihtiyaçlar
nedeniyle oluşur. Malinowski, dinsel törenlerin karmaşıklığının, yaşam dönemi hakkında
insanların kaygılarına kısmen cevap olarak ele alındığı görüşündedir. Toplumsal bağlamda
öğrenilmiş davranışın önemi üzerinde durmak, bu çeşit çözümlenişi çok ender duruma
getirmiştir.
Mc Dougall'da toplumsal olguların psikolojik bir temele dayandığım ifade eder. İçgüdülerin
toplum yaşamındaki rolünü inceler. Ona göre insan doğası, içgüdülerden ve genel
eğilimlerden oluşur. Bütün davranışların temelinde içgüdüler ve bunlardan oluşan eğilimler
bulunur. Toplumsal yaşamın tümü bunlar üzerine kuruludur. Kısaca, ona göre toplumsal
yaşam, içgüdüler üzerine kurulmuştur.
Başka bir yaklaşıma göre psikolojik değişkenlerin yeri, farklı sosyo - kültürel değişkenler
arasında orta bir yerdedir. Bu görüşün bir örneği, Fromm'un «Hürriyetten Kaçış» (Escape
From Freedom) isimli çalışmasıdır. Ona göre ekonomi, ailenin biçim ve işlevini etkiler. Aynı
zamanda çocuk yetiştirme uygulamalarım etkiler. Buradan da kişiliği etkilemiş olur. Kişilik
de sonradan toplumsal süreçleri etkiler. Kardiner'in çalışması da bu niteliktedir. Ona göre,
birincil sosyo - kültürel kurumlar, temel kişiliği oluşturur. Bu da, ikincil sosyo - kültürel
kurumları etkiler.
Son bir görüşe göre, psişik ve sosyo - kültürel değişkenlerin ayrı, fakat birbiriyle ilişkili,
karşılıklı etkileyici olduğu görüşüdür. Bunları bağımlılık - bağımsızlık biçimindeki tek hatlı
bir çizgiye oturtmak mümkün değildir. Bateson bu görüştedir. Onun kalıplaşmış insan
davranışının görünümleri olarak ileri sürdüğü «Ethos» (Kültürel bakımdan standardize
edilmiş duygusal ton) ve «Eidos» (Kültürel olarak standardize edilmiş biliş modu) kavramları,
toplumsal yapı ya da ekonomik sistem gibi diğer görünümlere tamamen denktir.
Spiro da toplum, kültür ve kişilik gibi birbiriyle ilişkili üç değişkeni kullanarak aynı türden
görüşü savunur.
Şerife göre Self (öz) kimliğe ilişkin referans grupları ile içice girmiş birbiriyle ilgili tutumların
bir toplamı olarak kavramsallaşmıştır. Bu kavram kültür değişmesi ya da kültürleşme ile ilgili
psikolojik sorunların incelenmesinde kullanılan yararlı bir kavramdır, insanın çevresinde
kileriyle etkileşimi anlamında kullanır
Toplumsallaşma yoluyla fert - toplum ilişkisine cevap ararlar. Fromm'a. göre, bireyler,
toplumsallaşma yoluyla, ne yapmaları gerektiği konusunda bir şey yaparlar.
Toplumsal yapı ve davranış arasında bir bağ olarak kullanılmıştır. Uygulamada aile ortamı
içinde toplumsal rollerin öğrenilmesi üzerinde durulmuştur. Rol kavramı, a) Yapısal olarak
belirli talepleri, b) Bir organizasyona mensup olunan üyelik yönelimleri, c) Bireylerin
eylemleri biçiminde kullanılmıştır.
Konunun ilk ele alınışının kökleri, E. Durkheim'a. dayanır. Kültürün kişiliklerle oluştuğunu
belirtmeği, onun konuyla ilgisini gösterir. Bununla birlikte, konunun ele almışı 1930
yıllarında başlar. O zamanlar Edicard Sapir, « The Emergence of the Concept of Personalit in
a Study of Cultures» isimli yazısıyla konuya dikkati çekmişti.
1920 den önce A.B.D. de antropolojide psikolojik yaklaşım yoktu. Yani kültür ve kişilik
konuşu da yoktu. 1935 lerde antropologlarla psikiyatristlerin işbirliği başladı. Bu dönem M.
Mead'ın Güney Deniz araştırmaları, R. Benedict'in çalışmaları ve Edward Sapir'in yazılarının
göründüğü donemdi. 1924 yılında C. G. Seligman, Antropoloji ve Psikoloji ilişkileri
konusunda bir yazı yazdı. Jung'un. içe dönük ve dışa dönük tiplerin ırksal genetiklerle
ilişkisine değindi (7). Yabanıllar dışa dönük tip idiler. Şefler ve sağlık elemanları içe dönüktü.
Avrupalılar dışa dönüktü. Hindular içe dönüktü. Daha sonra Malinowski'nin araştırmaları yer
alır. «Sex and Repression in Savage Society» (1927) ve «The Sexual life of Savages» (1929)
isimli çalışmaları belli başlıları idi.
Freud'un, «Civilization and its Discontents» (1930) ve «Group Psychology and the Analysis
of the Ego» (1922) isimli çalışmaları, psiko analizin kültüre ve topluma uygulanışı idi. 1935
den sonra bu konuda araştırma, öğretim, yayın başladı. Birçok antropolog, psikiyatristti.
Birçok psikiyatrist, Sosyolojideki Thomas ve Znaniecki'nin, «The Polish Peasant» (1917 -18)
isimli araştırmaları da bu konuda sözü edilmesi gerekli bir çalışmadır.
1954 yılında John Honigmann tarafından kültür ve kişilik konusunda ilk genel ders kitabı
yayınlandı (10).
Bir insanın diğer bütün insanlara ne kadar benzediğim bir kültür sorunu olarak ortaya atarsak;
kültür ve insan tabiatı ilişkisini ele almış oluruz.
Bir insanın hiçbir kimseye benzemeyisini bir kültür sorunu olarak ele alırsak, o zaman
bireysel kişiliğin kültürle ilgili olduğu sorunu ele alınmış olur.
Konunun ülkemizde yer alışı ise çok yenidir. Daha çok üniversitelerimizin «Sosyal
antropoloji ve Etnoloji» ayrıca «Psikoloji»bölümlerinde son yıllarda yer almaktadır. Fakat
henüz araştırma ve incelemelere yeterince konu olmamıştır.
1) Yetişkin kişiliğin yapışma ilk çocukluk deneyimleri tarafından bırakılan derin iz;
Bununla birlikte, psiko analizin artan etkisi, antropologlarca eleştirilmişte (13). Örneğin §u
düşünce ileri sürülmüştür : intibak etmemiş bireylerin incelenmesi ve iyileştirilmesi için
yapılan psikoanalitik teknik ve kavramlar hem sağlıklı, hem de intibak etmemiş bireylerden
oluşan toplumların iyileştirilmesi için yeniden gözden geçirilmelidir.
2.
BÖLÜM
Psikolojik antropolojinin temel kavramları pek çoktur. Bunların hepsini bir bölümde toplamak
imkansızdır. Fakat burada konunun temel kavramlarından birkaçım incelemekle yetineceğiz.
Bunlar, «Kişilik», «Karakter» ve «Kültür» kavramlarıdır.
A. Kişilik Kavramı
«Kişilik, psikologlara göre, bireyin kendine özgü ve ayırıcı davranışlarının bütünü» biçiminde
tanımlanır (l). Başka bir ifade ile, «Bir insanı başkalarından ayıran bedensel, zihinsel ve
ruhsal özelliklerin bütünü» olarak da tanımlanmaktadır. Kişilik kavramı, onunla ilgili
«Mizaç», «Huy» ve «Karakter» gibi kavramlarla karıştırılmaktadır. Oysa ki aralarında fark
vardır. Kişiliği yukarda tanımlamıştık. Bir insanı nesnel (Objektif) ve öznel (Sübjektif)
yanlarıyla diğerlerinden farklı kılan duygu, düşünce, tutum ve davranış özelliklerinin tümü
olarak belirlenmektedir (2).
Görüldüğü gibi psikologların «Kişilik» tanımı içine bir insanın sadece günlük hayattaki
kendine özgü davranış özellikleri girmemektedir. Bu tanıma, beden yapışı, görünüş (dış
gösteriş), zeka, yetenekler ve karakter özellikleri gibi kişilikte rolü olan etmenler de
girmektedir (4). Ayrıca ilgiler, tutumları da içine alan, karakteri de kapsayan geniş bir
kavramdır.
Kişiliği oluşturan başlıca Öğeler, duygu, düşünce, yetenek, ilgi, tutum, davranıştır. Bu öğeler,
insanın görünüşü, hareketleri, jest ve mimikleri ve çevreye uyumuyla dışarıya yansır. Her
insanın, diğerlerinden farklı özellikleri vardır (5). Bu özellikler, kişiliğin belli ögeleriyle
bağlantılıdır ve bunların dışarıya yansımasıdır. Örneğin iyi ya da kötü hatırlama, çabuk
öfkelenme, çok duygulanma, alınganlık, kolay karar verme, kararsızlık, iyi ve güzel konuşma,
insanların birbirlerinden farklı özelliklerdir. Ayrıca, giyim, yürüyüş biçimi, el - kol
hareketleri, ses tonu da kişiliğin birer parçasıdırlar. Kişiliğin dışa yansımayan ve dışa
yansıyan yanları arasındaki uyum ve tutarlılık, sağlıklı bir kişiliğin temelidir.
(6)Köknel. A.g.e. s. 26
B. Mizaç Ya da Huy Kavramı
Mizaç ya da huy, günlük yaşamda kişiye özgü, oldukça sınırlı, belirli duygusal tepkilerin
nitelik ve nicelik bakımından değişmesidir. Çabuk kızmak, sıkılmak, neşelenmek gibi
bireylere göre değişen görünümler, mizaç özellikleri ya da huydur (7).
C. Karakter Kavramı
Şu veya bu ahlak veya estetik standartları bakımından bir hareket, doğru veya yanlış olarak
nitelendirilince, kişilik özellikleri karakter özellikleri durumunu almış olur. Dürüstlük,
övünme, cömertlik ve gaddarlık (Hepsi kişilik özellikleridir) toplum tarafından iyi veya kötü
diye hüküm giyen davranışları tasvir ettiklerinden dolayı da, aynı zamanda birer karakter
özelliğidir (8).
Kişilikle eş anlamda kullanılır. Karakter, kişiye özgü davranışların bütünü olup, insanın
bedensel, duygusal ve zihinsel faaliyetine çevrenin verdiği değerdir (9). Bireyin karakteri,
kişisel Özelliklerle içinde yaşanılan çevrenin değer yargılarından oluşur. Başka ifade ile,
karakterde, kişilikle içinde yaşanılan çevrenin değer yargıları birlikte yorumlanır. Bu tür bir
yorum, karakteri, benlik kavramına yaklaştırır. Ancak, karakterin kişilik ve benlik
kavramlarından farkı şudur : Karakter, içinde yaşadığı çevrenin toplumsal değerlerinden ve
ahlak kurallarından oluşur ve değerlendirilir. Genellikle toplumda iyi, güzel, doğru, olumlu
davranış biçimi anlaşılır, «îyi ahlâklı» dendiğinde, iyiyi, güzeli, doğruyu yapan, başkalarım
seven insan anlaşılır. Aksini yapan, karaktersiz sayılır (10).
Allport'a, göre, karakter, insanın içinde yaşadığı çevrede geçerli olan değer yargılarım ve
ahlak kurallarım kullanış biçimidir (11). Karakter, aile, okul, çevre gibi ortamlarda
çocukluktan sonra biçimlenmeye başlar.
Allport'a göre de karakter, ahlakî değer taşır. Bireyin davranışım iyi ve kötü olarak
değerlendirmedir.
Alfred Adler'de karakter hakkında şunları söylüyor : Karakter özelliği dediğimiz şey,
içerisinde yaşadığı dünyaya intibak etmeye çalışan bir bireyin geliştirmiş olduğu bazı belirli
ifade tarzlarıdır. Karakter toplumsal bir kavramdır. Ancak bir bireyin çevresi ile olan
ilişkilerim göz önünde bulundurduğumuz takdirde bir karakter özelliğinden söz edebiliriz...
Karakter özellikleri, bir bireyin hayat tarzının ve davranış kalıbının dış görünüşlerinden başka
bir şey değildirler» (12). «Karakter özellikleri, bir bireyin çevresine .başka insanlara,
içerisinde yaşadığı topluma ve genellikle hayatın gereklerine karşı takındığı tutumu
anlamamızı mümkün kılmaktadır. Karakter özellikleri, ne verasetle geçen günlerin
ifadesidirler, ne de doğuştan gelen birtakım yatkınlıklardır, onları, özel bir beden yapışım
veya bünyeyi yaşatabilmek amacı ile kazanılmış özellikler olarak görmek gerekir (13).
Örneğin, bir çocuk tembel olarak dünyaya gelmemiştir. Hırs, haset, güvensizlik, v.s. gibi
karakter özelliklerinin kişiliğin ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmekle beraber, verasetle
geçtiğine ve değişmez olduğuna inanmıyoruz. Daha derin bir gözlem, bize göstermektedir ki,
bunlar davranış kalıbı için gerekli ve uygun olarak görülen ve bu amaç ile bazen hayatın çok
erken yıllarında kazanılmış olan bir takım özelliklerdir» (14).
Bu açıklamaların hepsi, bize karakterde bir toplumsallığın var oluşunu ifade etmektedir
(8)Garrett,a.g.e.s.225
D. Benlik Kavramı
Benlik, kişiliği çok etkilemekle birlikte, kişilikten biraz farklı bir anlam taşımaktadır. Benlik,
kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımız ve kendi kendimizi görüş tarzımızdır. Bu bakımdan
benlik, kişiliğin öznel yanı olarak tanımlanabilir (15).
îç varlığımızın bütününü oluşturan benlik, kişilik gibi karmaşık bir kavramdır. Ben neyim?
sorusunu olumlu ya da olumsuz olarak cevaplayabilir. Ben ne yapabilirim? ne gibi
yeteneklerim var? Değer yargılarımız nedir? ne yapmalı, ne yapmamalıyım? Hayatta ne
istediğine ilişkin emel ve ideallere özgü soruların yanıtlandığı durumdur.
O halde benlik, bireyin özellikleri, yetenekleri, değer yargıları, istek ve ideallerine ilişkin
kanaatlerinden meydana gelir (16).
E. Kişiliğin Tabakaları
Kişiliğin tabakaları aşağıdaki gibi özetlenebilir <17). En alt tabakada, kişiliğin bedensel
nitelikleri bulunur.
îkinci tabakada, bedensel yapıya biçim ve renk veren iç salgı bezlerinin işlevi bulunur.
Onuncu tabakada kişi, kişiliğini oluşturan öteki tabakaların bilincinde olarak akıp giden
zaman içinde evrendeki yerini ve değerini tespit eder.
F. Kültür Kavramı
Kültür, en geniş anlamıyla, bir toplumun tüm yaşam biçimidir (18). insan davranışının
öğrenilen yönüdür. Özel bir kültürden söz ettiğimizde, o toplumdaki insanların toplam olarak
paylaşılmış yaşam biçimleridir. Onların duygu, düşünce ve hareketlerinden oluşan kalıplardır.
Maddî olabileceği gibi (Konutlar, giyimleri, kullandıkları araç gereçler) manevî öğeleri (Din,
hukuk, sanat, dil, gelenekler v.s.) de kapsar. Biz burada kültürü, daha çok,
Kültür, insanın meydana getirdiği bir şey ve insanî yaşamın şartıdır, însan kültürü yaratır,
fakat kültür de insanı yaratır. Bu durum ise, kültürleşme sayesinde gerçekleşir. Kültürün içe
dönüşüm süreci de dediğimiz kültürleşme, kişinin kendi kültürünü oluşturan düşünce, eylem
ve duygu biçimlerini özümsemesidir (19).
Ralp Lînton'ın tanımı ise şöyle : «Bir kültür, öğrenilmiş davranışlar ve bu davranışların
sonuçlarından oluşan bir bireşimdir. Onu oluşturan öğeler, belli bir toplumun üyelerince
paylaşılır ve aktarılır (20). Bu tanımın biraz açıklanması gerekmektedir. Bireşim kelimesi, bir
çeşit modeli akla getirir. 'Kültür Modeli' kavramı, Ruth Benedict'in 1935 de çıkan ve çok
tanınmış olan 'Kültür Modelleri' isimli eserinin yayınından sonra genellikle kullanılan bir
kavram olmuştur. Bir kültür modeli, toplumsal yaşantıda herhangi sürekli bir ihtiyaç ve
işlevle birleşmiş davranış biçimleri olarak ele alınabilir. Örneğin herhangi bir toplumda çocuk
yetiştirme yöntemi muayyen bir kültür modeline uyar. O, çocuk dünyaya getirme ve bunlara
bakma gibi evrensel ihtiyaçlara ait davranış biçimlerinden oluşan bir bireşimdir. Çocuğun
yetiştirilmesi, bütün toplumların sürekli bir ihtiyacıdır ve bunun yerine getirildiği tarz, bu
toplumun bir kültür kalıbıdır. Kültür kalıplarının diğer örnekleri şunlar olabilir: Dinsel
usuller, iş ve ticaret yöntemleri, yeme - içme biçimleri, yaşam ideallerinin hepsi bir
toplumdan diğer topluma farklılık .gösterir. Tüm kültür, bütün kültür kalıplarının
etkileşmesinin bir bireşimidir
Davranış kelimesi, yalnız yapma değil, düşünme ile de ilgilidir ve bütün bu davranış
biçimlerim öğrenmek zorunluluğu vardır. Kültürün diğer bir tanımı da şöyledir: 'Kültür, insan
davranışının öğrenilen kısmıdır.' Bu tanım, kültürel davranışı, doğuştan gelen içgüdüler yahut
diğer kalıtımsal özelliklerden ayırır. «Biyolojik kalıtımsın tersine kültür, «Toplumsal kalıtım»
olarak adlandırılabilir ve bir toplumsal grupta kuşaktan kuşağa aktarılır.
Bir kültür, yukarda geçen tanımdaki davranış sonuçları altında geçen maddî eşyalarla da
temsil edilir, însanın icat ettiği şeyler, binalar, sanat yapıttan, aletler ve makinaların hepsi
maddî kültürün parçalarıdırlar. Bir millet hakkında, yaptığı şeylere bakarak pek çok şey
öğrenilebilir. Arkeologların görevi, bugün mevcut olmayan toplumların yaşam biçimlerim
onların geriye bıraktıkları maddî kalıntıların bulunmasıyla yeniden ortaya çıkarmaktır.
Davranışın tutumlar ve inançlar gibi akılda yerleşen sonuçları da olabilir. Bunlar da aktarılma
sırasında değişmelerine rağmen kuşaktan kuşağa aktarılabilir. Böylece, bir toplumun
değerleri ve amaçları da onun kültürünün bir parçasıdır. Yurtseverlik, spor sevgisi, hayaletlere
inanç veya hayvanlara şefkat gösterme, tekrarlanan davranışlardan yahut başkalarım taklitten
öğrenilen tutumlardır. En derin dinî inançlar da bu gruptandır.
Tanımdan çıkarılan, üzerinde durulması gereken diğer önemli bir nokta da, kültürün
ögelerinin paylaşılması ve aktarılması ihtiyacıdır. Davranış, bir toplumun üyelerince kabul
edildiği ve devam ettiği zaman kültürün bir parçası durumuna gelir. Kültür kalıplarının
kuşaktan kuşağa geçişi, genellikle eğitimin/ bir işlevi olarak ifade edilir.
3.
BÖLÜM
A. Davranışın Gözlemi
Araştırıcı, bir grubu ele alır ve bu grubun gerçek koşulları içinde yaşar. Sayısal
çözümlemelere genellikle gidilmez. Derinlemesine çalışmalardırlar. Araştırmacı, evrenini
çalışır. Toplumun sosyal yapışı, karşılıklı ilişkileri çalışma konusudur. Daha çok antropolojik
tekniklerden birisidir.
Bu konuda bir yol, insanların nasıl hareket ettiğini, ne yaptıklarım ve ne söylediklerini, nasıl
söylediklerim ve ne tür davranış ve jestte bulunduklarım gözlemektir. Gregory Bateson
«Modal kişilik» kavramım kullanmamakla birlikte, onun New Guinea'de insan avcılığı yapan
bir kabile olan latmul üzerindeki gözlemlerinin bazıları açıklayıcı, amaçlar bakımından bir
örnek olabilir :
«Törenin yapıldığı eve girmekte olan önemli bir kimse, kamunun gözünün kendisinde
olduğunun bilincindedir ve bu uyarıya bir tür açın vurgulama ile tepki gösterir. Bir jestle
girecek ve varlığına herhangi bir işaretle dikkati çektirecektir.
Bazen aşın derecede gururlu ve caka satıcı olmak eğilimindedir, bazen de şeytanlık yaparak
tepki gösterir. O grup içindeki yeri ne kadar yüksekse davranışları da o derecede göze çarpıcı
olur. Durumları henüz tam anlamıyla belirlenemeyen gençler arasında kendi kendini denetimi
daha fazladır. Törenin yapıldığı eve ciddî olarak girerler ve yüksekten atıp tutan büyüklerinin
yanında sessiz ve ağır başlı olarak otururlar.
Ayakta duran genç insanlar arasında temin edilmişlik değil, daha çok kendini denetim vardır.
Vakur ve göze batmayacak bir biçimde tören evine girecek ve yüksekte bulunan yaşlılar
huzurunda sessizce ve ağırbaşlı olarak oturacaktır. Ayrıca erkek çocuklar için küçük bir tören
evi de vardır. Onlar burada, yaşlıların bulunduğu evdeki töreni minyatür olarak yerine
getirirler ve onları gurur ve maskaralık karışımıyla taklit ederler.»
«Bateson, burada, tören evine giren bir ya da daha fazla erkeğin ne söylediklerim, ne
yaptıklarım ve ne gibi jestler yaptıklarım kaydetmekten çok, tipik davranış hakkında
genelleştirmede bulunmuştur. Böylece genelleştirmeleri desteklemek için dokümante etmeye
ihtiyaç duyulursa, alanda kaydedilen notlar metne konabilir ya da eklenebilir. Bateson, tören
evine girerken hem başarılı yaşlı adamın, hem de daha az başarılı genç adamın davranışım
açıklar. Genç adamın davranışım iki durumda açıklar :
Birincisi, yaşlıların önündeki, diğeri ise gençlerin tören evindeki davranışı. Bundan başka
erkeklerin diğer durumlardaki karakteristik davranışlarım da açıklar. Örneğin bir erginleme
törenin de : «Ergilenme töreninin başka kısımlarında eziyet etme görevi, bunu yapmaktan
hoşlanan ve bu görevi alaycı, şakacı bir hava ile yerine getiren kişilerce yapılır.» Bateson'un
açıklamaları, gözlem ve yorumla birleşmiştir. Eğer insanlar çeşitli farklı konumlar ve
durumlarda gözlenirse ve davranışlarında uygunluk gösteriyorsa etnolog, onların kişilik
eğilimleri hakkında bazı deneysel sonuçlar çıkarabilir. Bunlar projektif testler gibi diğer
anne, bebeği kullanarak oğlunu rahatsız etmek istedi ve onu emziriyormuş gibi yaptı. Böylece
Balinese annelerinin her zaman yaptığı söylenen çocuğu kıskandırma gerçeğini ortaya
çıkaracaktı. latmul çocukları, herhangi bir rahatsızlık edilmeye tabi olmadan annelerinin
yanında bebekle sessizce oynadılar. Hem, Bali, hem de latmul çocukları arasında, aynı yaş
çocukları arasında icra edilen kulak delme işlemi filme alındı. Bali'de bu işlemi gözleyen
büyük kız kardeş küçük kardeşinin duyduğu acıya hiç aldırış etmedi. Oysaki latmul'daki erkek
büyük kardeşin çok kaygılandığı, onunla özdeşliği ve kardeşine çok. üzüldüğü kaydedilmiştir.
Çelişkili film deneyimleri, Bali'de kardeşler arasında yarışmanın teşvik edildiğini göstermiş,
latmul'da ise buna Önem verilmediği anlaşılmıştır. Filmlerde gösterilen çocukların
örnekleminin tüm nüfusa oranla az olmasına rağmen onların davranışları iki kültürdeki
karakteristik kalıpları ortaya çıkarmıştır.»
Bu örnekte, filmlerde gösterilen duygusal ve işbirliğine yatkın latmul çocuğunun nasıl olup da
Naven'de tasvir edilen gösterişçi, yarışmacı, yetişkin durumuna geldiği bir merak konusudur.
Fakat Bateson, bunu, erginleme töreni zamanında erkek çocuğun geçirdiği zalimce işlemlerle
açıklamaya çalışır. «Çocuk sorumsuzca bir korkutma ve rezil etmeye konu olmaktadır. Öyle
ki bunun sonunda yerlilerin «deli dolu» diye tanımladıkları sert, kinci olarak
tanımlayabileceğimiz bir adam haline gelmektedir.»
Bireysel hayat hikayeleri bilgileri Cora Du Bois ve Thomas Gladwin'in ilk kültür - kişilik
incelemelerinde sağlanmıştır. Buradaki sorun, hayat hikayelerim bir antropoloğa zaman
harcayarak anlatmaya istekli kişilerin, topluluğun daha asabî ve daha az başarılı kişileri
olmaya uygun kişiler olduğudur, Du Bois, bu
Geniş çapta deneklerin kişilik tiplerini elde edecek örneklem yöntemleri, Glandwin'in Truk
incelemesinde ve G. Motris Carstairs'in yüksek kast Hinduları üzerinde yaptığı araştırmada
ortaya konmuştur. Carstairs, örneklemine, hem başarılı, hem de
başarılı olmayan kişileri, farklı yaştaki erkekleri, yaşlı ve genç erkek çocuklarım almaya
çalıştı.
Bir hayat hikayesi çözümlemesinde bir kimse, yinelenen temleri ve nakledenin belirgin değer
ve tutumlarım arar. Anlatmak için ne gibi konuları seçmiş ve nerede susar? Du Bois'nin Alor
C. Rorschach Testleri
Rorschach, kültür - kişilik araştırmalarında geniş ölçüde yararlanılan bir kişilik testi olmuştur.
Bu testler on tane iki yanlıSimetrik mürekkep lekelerinden oluşur. Bunların yansı renksiz,
yansı da biraz renklidir; bu kartlar, daima aynı düzen içinde deneklere uygulanır. Denekten
lekelerde ne gördüğünü söylemesi istenir. Testi uygulayan, deneğin ne söylediğini kaydeder v
sonra onunla her yanıt için mürekkebin hangi kısminin kullanıldığım ve nasıl görüldüğünü
bulmak için yanıtları gözden geçirir. Mürekkep lekeleri bütün denekler için objektif olarak
aynı olmasına rağmen onlara verilen yanıtlar büyük bir çeşitlilik gösterir. Bu, test projesini
alan kişilerin mürekkep lekesinde bulunan bir şeyin niçin Rorschach'ın bir projektif test olarak
adlandırıldığını gösterir. Deneğin yanıtlarının niteliğinin çözümlenişi, onun kişilik
organizasyonu hakkında ipuçları sağlar. Testin puanlanmasının bir bölümü nesneldir.
RORSCHACH TECNİQUE
Örneğin lekenin bir parçasına verilen cevapların sayışı hesaplanır ve lekenin tümüne verilen
cevapların sayışı ile karşılaştırılır. Renk cevapları veya bir hareketi belirten cevapların sayışı
da hesaplanır.
Bu test, kullanılan lekelerin birçok biçimlerde yorumlanmaya uygun olması nedeniyle, denek
için daha belirsiz bir testtir.
Projektif testleri klinikçiler, bir kimseyi neyin rahatsız ettiğim bulmanın bir yolu olarak
kullanırlar. Tabi bu tür testlerden elde edilen yargılar yeterli değildir. Bunlar görüşme ve
nesnel testlerden sağlanan diğer verilerle birleştirilerek daha geçerli sonuçlara varılır (2).
«Özel bir kültürün insanlarının bazen karakteristik türden yanıtlar verdiğim kaydetmeliyiz.
Örneğin A. I. Hallowell tarafından Ojibwa yerlilerine uygulanan Rorschach testinde ve birçok
araştırıcıların araştırmalarında ilginç yanıtlar ve ayrıca oldukça fazla beşerî hareketleri ifade
eden yanıtlar alınmıştır. Bu birleşme, Ojibwa kişiliğinin daha çok içe dönük, ihtiyatlı ve
başkalarıyla duygusal ilişkilerinde engellenmiş olmayı içermektedir. Bu Ojibwa'nın bazı
tasvirî etnoğrafik araştırmalarla da uygunluk göstermektedir. Benzer Rorschach özellikler
Wisconsin'de Menomini yerlileri ve British Columbia'sındaki Kaska yerlilerinde de
karakteristiktirler. Bunun karşıtı Alor'lular değişik yanıtlar vermişlerdir fakat çok az beşerî
hareketlerle ilgili yanıtlara yer vermişlerdir. Bununla birlikte Dilaga yerlilerinin çocukları ise
ne ilginç, ne de hareket yanıtları vermişlerdir. Samoan'lılar, Cezayirliler ve Tuscarora yerlileri
«Bütünsel» yanıtlar vermiş, bir yanıtta tüm lekeyi kullanmışlardır. Oysaki Zuni çocukları çok
az ve ayrıntılı yanıtlara yer vermişlerdir. Bu grup değişiklikleri, farklı kültürlerde farklı modal
kişilik tiplerinin varlığım doğrulamaktadır.»
D. Thematic Apperceptlon Testleri (TAT)
Bu testler (TAT), bir serî resimlerin (Bazıları reprodüksiyon), kullanılmağı, kitap ya da dergi
açıklamalarına bakmayı içerir. 20 resimden oluşur. Denekten, kendisine verilen resimlerden
bir hikaye çıkarması istenir. Kendisinden tasvir edilen görüntüye neyin yol açtığı, resimdeki
kişilerin ne düşündükleri ve duydukları ve olayın sonunun ne olacağım söylemeği istenir.
Serîdeki kartların bazıları sadece erkek deneklere, bazıları kadınlara, bazıları çocuklara,
bazıları da herkese gösterilir. Bir erkeğin anne figürü ile ilişkilerini, baba figürünü, kız
arkadaş, iş ve tutku ve diğer konuları ele alan düzenlenmiş resimler vardır. Biraz
otobiyografik olmayan böyle hikayelerin anlatılması denek için zordur. Kendi değerlerini,
tutumlarım, beklentilerim ifade etmesi uygun olur. Onun hikayeleri, yinelenme ya da istisnaî
temler, açıklanan çatışma türleri ve onların kararlarının niteliği bakımlarından çözümlenebilir
«Serîdeki resimlerin bazıları orta sınıf iç Amerikalıları gösterir; Amerikan tipi giyim ve yüz
ifadeleri «Caucasian»dır. Bu resimler, farklı konut, giyim ve ırksal özelliklere sahip batılı
olmayan toplumlarda çok iyi gösterilemez. Bu sorunun bir çözümü, kültürel özelliklere çok az
yer veren kartların verilmesidir. Bu örneğin Ojibwa çocuklarının kültürleştirilmesinde başarılı
bir biçimde uygulanmıştır. Diğer bir çözüm ise değiştirilmiş TAT serîleridir. Bunlardaki
resimler testin verildiği kültür ve ortama uygun olarak çizilmiş orijinal serîlere paralel
resimlerdir. Bu Hopi ve Navaho çocuklarına, Mikronezyalı deneklere, Japon köylülerine ve
çeşitli Afrikalı gruplara uygulanmıştır. Bu uygulamadan genellikle doyurucu hikayeler
sağlanmıştır. Hopi ve Navaho yerlilerinin çocukları üzerinde TAT kullanılarak yapılan
araştırma sonuçlarına kısaca değindim. E. Henry, 6-18 yaşları arasındaki Hopi çocuklarının
hikayelerim çözümledi. Cinsiyete göre ayrım, eşit olarak yapılmıştı. Hikayelerde yetişkin
kadın figürünün egemen bir rol oynadığım ve onlara karşı daha çok bilinçsiz bir düşmanlık
geliştirildiğini ortaya koydu. Baba figürleri anneninkinden daha az belirgindi ve düşmanlık
duyulan obje değildiler:
«.Henry, aynı zamanda Hopilerle aynı yaş grubunda olan 104 Navaho çocuğunu da TAT ile
çözümledi. Bu çocuklarda Hopi çocuklarına oranla sorumluluk konusunda az bir baskı ve
daha fazla özgürlük ve kendiliğindenlik buldu. Aile ilişkilerinde duygusal belirsizlikler ve
kardeşlerarası yarışmacılık konusunda az kanıt vardı.»
«Kurallardan sapma daha az suçluluk duygusu yaratmaktaydı. Navahos'lar konusunda önde
gelen otoritelerden Clyde, Kluckhohn, Henry'nin genel görüşü ile hemfikirdir.»
«TAT, standart bir puanlama sistemine sahip değildir. Testi uygulayan, hikayelerde tekrar
eden konulara yönelir ve bunlardan hareket ederek neyin açığa vurulduğu hakkında kararlara
E. Anketler
Soru : Mahender sana itaat etmediği zaman ne yaparsın? Yanıt : Döverim, sabrım yoktur.
Sopayla döverim onu...,
Yanıt ; Döverim.
Eğer her kültürde aynı sorular sorulsaydı yanıtların kültürler arası karşılaştırması yapılabilirdi
Ayrıca annenin ılımlılık ve sertlik derecesinin kaba bir çerçevesi elde edilebilirdi. Bu
durumda sorun, her hangi bir anketle deneğin gerçeği söyleyip söylemeyeceğidir. Belki
Rajput deneği, oğlunu belirttiği gibi sık sık dövmez. Böyle olması muhtemel olmakla birlikte
kadın, gerçekten oğlunu dövdüğünü inkar edecektir. Bu sorunun denetimi davranışın
gözlenmesi yoluyla mümkün olabilirdi. Rajput kadınının gerçekten oğlunu dövdüğü görülmüş
müdür? Bununla birlikte buradaki güçlük, dışarıdan gözleyen bir kimsenin yanında bir
kadının oğlunu dövmemesi gerektiğidir.»
F. Alor Araştırması
«Kültür ve kişilik araştırmalarında kullanılan bazı yöntemleri kısaca gözden geçirdikten sonra
şimdi de bu yöntemlerden bazılarının iyi bir araştırma projesinde nasıl birlikte
kullanıldıklarına bir göz afalım. Cora Du Bois, Endonezya'da bir ada olan Alor'lular arasında
18 ay çalıştı. Felemenkçe, Malezya'ca ve yerli dil öğrendi. Du Bois, Alorlular hakkında çoğu,
davranışsal gözlemleri içeren genel bir etnografya yazdı; 37 kişiye Rorschach testi, 36 kişiye
kelime birleştirme testi ve 55 kişiye porteus maze testi uyguladı, 33 erkek ve 22 kız çocuğuna
resim çizdirdi ve 8 kişinin de uzun hayat hikayesini elde etti. Bu araştırma hakkında Prof.
Barnouw, şu açıklamayı yapmaktadır :
«Bu projenin en önemli yeniliği, o kültür hakkında hiçbir bilgisi olmayan farklı uzmanlara
projektif materyallerin verilerek «Kapalı çözümleme» ye (Blind anaiysis) tabi tutulması idi.
Rorschacs'lar Rorschach çözümleme uzmanına, resimler resim analizcilerine ve hayat
hikayeleri, Abram Kardiner tarafından incelendi. Her uzmandan kendilerine verilen materyale
dayalı olarak bir Alor'lunun kişilik yapışım tanımlamaları istendi. Eğer bu tanımlamalar
birbirinden oldukça farklı olsaydı kullanılan yöntemlerin geçerliliğinden kuşku duyulabilirdi.
Fakat, sonunda, raporlar arasında ve etnografların görüşleriyle de bir uygunluk görülmüştür.
Bu yöntem, Alor'lunun kişilik tanımlamasındaki yanlılık ve sübjektiflik imkanım asgariye
indirmiştir.»
Kardîner, babaya ait figürlerin idealleştirilmediğini ve üst benlik (süper ego) biçiminin
zayıflığım gözlemlemiştir.
Kardiner ve Du Bois, çocuklukta geniş ölçüde maddî savsamanın (ihmalin) söz konuşu
olduğuna inanmışlardır. Bu toplum, kadınların geçim ekonomisinde temel rol oynadığı bir
toplumdur. Tarlalarda ağır işlerde çalışırlar. Erkekler domuzların, gongların ve dümbeleklerin
malî değiş tokuşuyla (mübadeleleriyle) uğraşırken kadınlar, tarımsal uğraşılar içerisindedirler.
Çocuklarının beslenmesine ve şefkat ihtiyaçlarına özen vermezler. Bir çocuğun doğumundan
sonra on gün ve iki hafta içinde anne kendi üzerinde olan tarımsal işlere geri döner. Bazı
toplumlarda görüldüğü gibi çocuğu tarlaya beraberinde götürmez. Fakat onu babasının,
kardeşinin, kız kardeşinin ya da büyük annesinin yanma bakılmak için bırakır. Günün büyük
bir kısmında anne yoktur. Çocuk bazen başka bir kadın tarafından bakılır. Fakat bu durum her
zaman mevcut değildir. Çocuk konuşma yoksunluğundan zarar görür. Anne aksama doğru eve
gelince çocuğu emzirir. Du Bois'e göre yürüme aşamasına gelindikten sonra engel olunmalar
daha kötü duruma gelir. Çocuk artık kucakta taşınmaz ve böylece daha önce sürekli olarak
sahip Olduğu insan teni ile temas ve bundan desteklenme imkanım kaybeder. Çocuk,
kendisinden yaşlı kardeşleri ve başkalarınca düzensiz olarak beslenir. Bali'deki gibi çocuğun
kızdırılması ve kıskançlığa tahrik edilmesi anne tarafından uygulanır. Gençlere yetişkinler
tarafından bıçaklarla şaka yapılır, elleri ya da kulakları kesileceği biçiminde korkutulurlar.
Çocuk ağladığı zaman ağzına yan çiğnenmiş muz verilir. Fakat kimse çocuğun sevgi ve
güvenlik ihtiyacına cevap vermez. Daha sonra yürümeyi öğrenmeye başladığında ve
oynadığında kimse yardım etmez ve çocukla alay edilir.»
«Öfke nöbetleri, Alor'lu çocuğun genel görünümlerindendir. Bu nöbetler, sabahleyin anne
tarlaya gittiği zaman gerçekleşir. Çocuk öfkelenebilir ve kafasını yere vurur. Bu nöbetler beş
ya da altı yaşları civarında durmaya başlar.
«Alor'lu temel kişiliği, kaygılı ve şüphecidir. Kendilerine güven vermeyen dış dünyaya
kayıtsızdırlar. Girişim gücü bastırılmıştır. Ancak, kin ve nefretle doludurlar. Bu özelliklerim
sinsi bir biçimde gösterirler. Komşularından düşmanca davranışlar beklediklerinden, işbirliği,
dayanışma yetenekleri hemen hemen yoktur. Toplumsal bütünlükleri karşılıklı güven ve sevgi
ile değil, egemen olma ve boyun eğme tutumlarıyla elde edilir. Dinsel töre ve sanatları baştan
savmadır. Savaşları korkak ve sinsi saldırılardan oluşur. Kadın ve çocukları da hedef alırlar.
Bunlar, çocukluklarında yaşadıkları kin dolu öfke nöbetlerinin devamı gibidir» (4).
«Bu araştırmanın bazı yönlerine eleştiriler yapılmış olmakla birlikte, «The People of Alor»
hala unutulmaz bir basan örneğidir. Eğer okuyucu, analitik yorumların bazılarından kuşku
duyuyorsa, onların dayandıkları verileri inceleyebilir. Hayat hikayeleri, aşağı yukarı kitabın
yansını oluşturur. Çocuk resimlerinin çoğu, yemden çoğaltılmıştır.
«Özgün verilerin yorumlarla birlikte benzer sunumu, «Truk: Man in Paradise» isimli eserde
bulunur. Bu eserde hayat hikayeleri, Rorschachs ve değiştirilmiş TAT testlerini içermişlerdir.
Böylece okuyucu, çözümleyicilerin nasıl sonuca vardıklarım görebilir. Eğer onların yorumları
yetersiz bulunursa veriler, hala değişik açıklamalar sağlayacak biçimde incelenmeye
hazırdır.»
Bu bölümde farklı kültürel çevrelerde büyüme konusunu ele alacağız. Örneğin şu sorunlarla
ilgileneceğiz: Kişiliğin biçim
4.
BÖLÜM
Belirli bir uygarlıkta çocuk yetiştirme yöntemleri, bu uygarlığın başlıca değer ve kurumlarına
tekabül eden bir kişilik yapışım ortaya çıkarırlar. Çocuklarım yetiştirirken bakım, giyim,
beslenme, uyutma yöntemlerim belki de kavramıyorlardır. Fakat bütün bu yöntemler, çocuğun
ait olduğu grup ve kültürün değerlerine göre davranmasını sağlarlar. Böylece, kimi
antropologlara göre Amerikan yerlisinin metanetinin, kısmen çocuklar için kullandıkları beşik
fantasma bağlanmağı ve sonradan da hapsedilmelerinden ileri geldiği söylenmiştir. Bunun
aksine. Yeni Meksiko ve Arizona'daki Pueblo toplumları, sulu ziraat sistemlerim işletmek için
işbirliğine dayalı bir halka ihtiyaçları olduğundan daha uyumlu bir davranış hazırlamak için
daha rahat bir beşik kullanıyorlardı (l).
Willîa'm H. Sewell, çocuk yetiştirmede kullanılan özel yön.. tem ve araçların (Tahta beşik ya
da ince kağıt gibi) kişilik gelişmesinden sorumlu temel öğe olmadıklarım önerdi. Ona göre
temel öğe, bu uygulamaların içinde ifadesini bulduğu tüm psiko sosyal durumdur (Annenin
tutum ve davranışları dahil olmak üzere) (2).
Fakat çocukluk deneyiminin yetişkin kişiliğin temelim oluşturması düşüncesi doğru olmasına
rağmen, onu tüm olarak biçimlendiremez. Eğer bir psiko - analistin iddia ettiği gibi bir
çocuğun ana babası tarafından sevgi ile ve bazı sınırlar içerisinde serbest olarak
büyütülmesinin bu çocuğun büyürken duyduğu güvenlik ve iyi intibakına sebep olsa da buna
rağmen bu iyi intibak etmiş yetişkinlik için ancak temel oluşturur ve intibaklı olmaya devam
edip etmemesi sonradan gelen deneyimlerine bağlıdır. Örneğin Navaho çocuğu, ilk iki yıldır
şımartılarak büyütülür. Fakat, buna rağmen kabilesinin şimdiki geçirdiği bunalımlardan dolayı
yetişkinler, karakteristik bir biçimde çok kaygılıdırlar (3).
Beşerî sosyo - kültürel sistemler, birinden diğerine çeşitli farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar,
yaşam temeli, evlenme biçimleri, evlilik sonrası ikametgah, toplumsal ve siyasal örgütlenme
ve başka bakımlardan olabilmektedir. Bu farklı sistemlerde doğan çocuklar onlara uymalıdır
ve her ne olursa olsun kültürün değer ve kurallarım Öğrenmelidirler. Her toplumun
yetişkinleri, gençlerine gerçeklik hakkındaki kendi kavramlarım öğretirler. Genellikle gençler,
takip edecekleri başka seçenekleri, modelleri olmadığı için bu öğretileri kabullenir, ana
babalarıyla özdeşleşir, çabalar, çeşitli derecelerdeki çaba ve başarılarıyla toplum1 arının ideal
tipine ulaşmaya çalışırlar.
Birbirinden farklı davranışçılık ve psiko - analistler kadar psikoloji okulları, çocukluk yılları
üzerinde önemli bir yere sahiptir. Onların görüşleri bakımından yetişkin esas olarak
çocuklukta biçimlenir.
«Bana bir düzine sağlıklı çocukla, onları içinde yetiştirebileceğim kendi özel dünyamı
verdiğiniz takdirde bunlardan herhangi birini rastlantısal olarak seçerek onu doktor, hukukçu,
sanatçı, tüccar ve hatta dilenci ya da hırsız gibi atalarının yetenekleri, eğilimleri, istidatları,
meslekleri, ırkları ne olursa olsun istediğim konuda bir uzman yetiştireceğimi garanti
edebilirim». Prof. Bamouw, bu konuda şöyle diyor :
«Watson böyle biraz abartmalı biçimde yazabiliyordu. Çünkü o, yeni doğan bir çocuğun
bilinçliliğinin üzerine herşeyin yazılabileceği temiz bir yazı taşı olduğuna inanıyordu. Watson
bakımından içgüdüler ve duygular geniş ölçüde öğrenilen tepkilerdi. Freud, insan doğasına
ilişkin çok farklı varsayımlara sahipli. O, insanın hatta çocukları bile güçlü güdü ve dürtülerle
başa çıkmak zorunda olduğuna inanmıştı. Bu dürtülerin çocukluk yıllarındaki açıklanma ya da
engellenme biçimleri ne tür bir kişiliğin ortaya çıkacağım belirler, öyleyse davranışçılık ve
psiko - analiz, insan doğasına ilişkin farklı varsayımlara sahiptir. Fakat her ikisi de diğer
psikolojik okullar tarafından hala benimsenen ilk yıllara büyük önem vermede hemfikirdirler.
Bu düşünce, çocuk gelişmesi konusunda yapılan kültürler arası çalışmaların temelinde yer
almaktadır.» (5)
B. Annesizlik
însan gelişmesi, yeter derecede anne bakımım gerektirir, insanlar arasında böyle bir ilişki
yoksunluğu bireyin gelişmesinde çok şiddetli etkileri olabilir. Birçok yazarlar annesizliğin
çocuğun Herki yıllarda normal olarak gelişememesine yol açması dolayısıyla bundan zarar
gördüğünü tartışmışlardır. Bununla birlikte bunun kanıtı da anlaşmazlık durumundadır.
Çocukların zarar görmesinde temel yoksunluğu oluşturanların ne olduğu konusunda düşünce
farklılıkları vardır. Barnouw'm bu konudaki açıklamaları şöyle :
«Rene Spitz, bir kimsesizler yurdunda yaşayan bebeklerle hapishanedeki çocuk odasında
büyüyen bebekleri karşılaştırdı. Kimsesizler yurdunda fiziksel bakımın iyi olmasına rağmen,
bebeklerin yetişkinlerle sıkı temas imkanları yoktu. Bununla birlikte hapishanenin çocuk
odasındaki bebeklerin anneleriyle günlük görüşme saatleri vardı. Kimsesizler yurdundaki
bebekler birçok duygusal rahatsızlıklar, bunalım ifadeleri, gerçek fiziksel bozukluklar ve hatta
bazen ölümle sonuçlanan durumlar göstermişlerdir. Spitz, bu olumsuz gelişmelerin nedeninin
anne sevgisinden yoksunluk olduğuna inanmıştır.» (6)
«Daha önceden söz edildiği gibi kurumsallaştırılmış çocukların zarar gördüğü temel
yoksunluğu oluşturan şeyin ne olduğu konusunda da düşünce ayrılığı vardır. Spitz, bunun
anne sevgisinin yokluğu olduğuna inanmıştır; yani GoldfarVm kurumsallaştırılmış süjeler
arasında yaptığı araştırmada ileri sürülen sonsuz sevgi ihtiyacıdır. Bununla birlikte diğer
yazarlar, temel sorunun uyarı noksanlığı olduğunu tartışmışlardır. Çocukların çok ve
bakımcıların az olduğu durumda, bakımcılar, sorumlulukları altındaki çocuklarla kişisel
olarak ilgilenmeye ya da onları uyarmaya zaman bulamamaktadırlar. Aynı koşullar aynı
zamanda erken kurumsallaşma durumlarında dil öğrenme ve gelişmenin yasaklanmasına da
neden olabilir.»
«Sorun, annelerinden uzaklaştırılıp bir kuruma yerleştirilen bazı çocukların annelerinden ayrı
olmayanlardan daha iyi durumda olmalarında karmaşıklaşmaktadır. Bu, en azından
psikosomatik nedenlerle gelişmelerinde gerileme olan çocuklarda bulunan «Yoksunluk
cüceliği» ya da «Psiko sosyal cücelik» durumlarında kaydedilmiştir. Sonsuz iştahları vardır ve
çok fazla su içerler, fakat gerektiği biçimde gelişemezler. Bununla birlikte çocuk, bir yetim de
olsa, evden alınıp farklı bir çevreye yerleştirildiğinde normal bir biçimde büyür. Eğer evine
geri dönerse gelişmesi yine durur. Böylece çocukların annelerinin, çocuklarına düşmanlık
duydukları kaydedilmiştir; babalan ise genellikle alkolik ya da uzun süre eve uğramayan
kimselerdir. Bu durumlarda anne
C. Kibbutz Çocukları
«Kibbutz'da bir anne, çocuğunu ilk altı hafta için emzirir, sonra bu beslenme azaltılır ve anne,
yarım zamanlı bir iş üzerine alır. Çocuklar Evi'nde (infant's House) genellikle her beş ya da
altı çocuğa bakmak üzere görevlendirilmiş hemşireler vardır. Altı ya da dokuzuncu ayda
anaokuluna girinceye değin dört ya da altı çocuktan oluşan bir gruba dört ya da beş yıl onlarla
sürekli olarak kalacak bir hemşire atanır. Bu kişi, bir tür vekil annedir. Gerçek anne ise,
çocuğu akşamları ziyaret etmeye devam eder ve çocuk da ana babasını ziyaret eder. Böyle bir
Kibbutz'daki çocuklar kurumsal olarak yetiştirilmiş olurlar fakat ana baba ile ilişkilerim
sınırlandırılmış olarak sürdürürler.
Rabin, dört yaş grubundaki Kibbutz çocuklarına çeşitli psikolojik testler uygulamıştır : l
yaşındakiler, 10 yaşındaki çocuklar, 17 yaşındaki ergenler ve 1920 yaşındaki ordu mensuplan.
Aynı testler, bir denetim grubu olarak, bir Moshav'dan ortaklaşa fakat komünal olmayan, aile
yapısının değişmediği bir îsrail yerleşme birimine uygulanmıştır. Her iki topluluk da temel
olarak tarımsal bir yapıya sahipli, üyeleri de köken olarak aynı ülkelerden gelmişlerdi. Aynı
değerleri ve siyasal tutumlan paylaşmakta ve aşağı yukarı aynı eğitim düzeyinde idiler. Her
iki gruba verilen testler, Zihin Gelişme Skalası, Toplumsal Olgunluk Skalası (Bu ikisi
çocuklar için); Bir Adam Çiz Testi (Drawa person test), Cümle tamamlama, Rorschach testi,
410 yaşındakiler için Biacky Resimleri ve Thematic Apperception Testlerim (TAT)
kapsamaktaydı.
Rabin'in bulguları, Kibbutz'da erken kurumsal deneyimin bazı yoksunluklara sahip olduğunu,
fakat Kibbutz hayatında çocuğun gelişmesi bakımından yeterli olumlu yönlerin de
bulunduğunu önermektedir.
D. Olgunlaşma ve 'Gelişme
((Arnold Gesell ve arkadaşları, New Haven'de uzun yıllar çocukların olgunlaşma sürecim
araştırdılar (10). Bulguları birçok kitap halinde yayınlanmıştır. Gesell ve arkadaşları hem
fiziksel olgunlaşma, hem de kişilik gelişmesi hakkında genelleştirmelerde bulundular.
Gelişme ve olgunlaşmayı helezoni bir süreç olarak gördüler. Bir noktada bir çocuk
gelişmelerini sağlamlaştırır ve dünyasına çok iyi uyarlanmış görünür. Böylece bazı yeni
gelişmeler bu dengeyi alt üst eder ve farklı davranış örnekleri ortaya koyar. Örneğin beş
yaşında çocuk, kendisiyle ve dünyası ile evde olmak ister
Altı yaşında daha ele avuca sığmaz, her şeyi isteyen ve atılgan bir duruma gelir. Altı yaş geçiş
yaşı olarak görülür. Süt dişi çıkar, tik sürekli azı dişi görülür. Genellikle artan bir biçimde
bulaşıcı hastalıklara karşı bir alınganlık vardır. Amerika'da bu, birçok yeni uyarlamaları
gerektiren okula başlama yaşıdır. Sekizinci yaşta beşinci yaştan daha fazla korku vardır.
Vahşî hayvanlardan ya da gök gürültüsü, şimşeklerden oluşan korkulu rüyalar görebilir.
Karanlıktan ve yatağının altında gizlenen bir adam olduğunu sanarak korkabilir. Annesinin
öleceğinden korkabilir. Yedinci yaşta durgunlaşır. Bu yaşta daha durgun ve kendisine
yöneliktir. Daha çok içine kapalı görünür ve hikaye, radyo dinlemeyi, TV izlemeyi sever.»
Uganda çocuğunun erken olgunlaşması iki yaşında pek az belirgindir. Üç yaşından sonra
Uganda çocuğu Avrupa çocuklarından daha az gelişir. Bu düşüş, Uganda'da sütten kesme
sürecinin birdenbire oluşunun doğurduğu ıstıraba ve daha sonra anne çocuk ilişkisinin
azalışına bağlanır. Başka bir çocuk doğduğunda anne, bütün ilgisini ona verir ve birkaç
oyuncağı, oyun araçları olan ve birkaç organize eyleme katılan daha yaşlı çocuğa çok az ilgi
gösterir. İlk yıldan sonra onlar için göreli olarak az bir uyarı kaydedilmiştir.»
«Toplumsal çevrenin olgunlaşma düzeyine etkisinin başka bir açıklanışı, Wayne Dennis'in
kurumsallaştırılmış çocuklar üzerindeki araştırmasından elde edilmiştir (11). Araştırmasını
İran'da üç kurumda çocukların davranışsal gelişmesi üzerine yaptı. Bu kurumların ikisinde
bulunan çocuklar yalnız basma oturma, ayakta durma, yürüme yeteneği dahil birçok
bakımlardan oldukça geri idiler. Üçüncü kurumdaki çocuklar bu bakımlardan geri değildiler..
Uzanmış durumda yatma deneyiminin yoksunluğu, sürünmeyi öğrenmede başarısızlığa ve
genel olarak hareket edebilmede geriliğe yol açar
Bazı toplumlarda, anne çocuk ilişkisi ve etkileşim miktarı, A.B.D.'den daha fazladır. Çocuk,
doğumundan sonra bir yıl ya da daha uzun süre ile cinsel ilişki yasağı koyan toplumlar
vardır : böylece ana baba hiç cinsel ilişkide bulunmaz ve bu dönem içinde çocuk annesi ile
uyur. Kimi yazarlar bu durumun anne üzerinde güçlü bir bağımlılığın kurulması ya da
çocuğun anne ile özdeşleşmesi gereğini tartışmışlardır. Sonraki deneyimler tarafından ters
sonuçlar alınmasına rağmen, uzun memeden kesilmemiş dönemin aynı sonuca sahip olduğu
inancına varılmıştır.
F. Çocuk Beslenmesi
23 yaşlarına kadar azaltılan emzirme geleneği, her zaman anne şefkatinin ve düşkünlüğünün
bir belirtisi değildir. Çeşitli yörelerde, ekonomik nedenlerle ya da gebeliği önler inancıyla, ya
da erkek çocuğu daha güçlü yetiştirme isteği ile çocuk uzun süre emzirilir. Bu uzun süreli
emzirme, çocuğun bağımlılık durumunu güçlendirmektedir (13).
O halde, çocuğun beslenmesi, korunması gibi çeşitli bakım tarzlarının kişilik gelişmesi
üzerindeki özel etkileri tartışmalıdır. Fakat bu durum, Prof Öztürk'e göre yakın, sürekli ve
yeterli bir çocuk anne ilişkisinin sağlam bir benlik gelişmesinde gerekli çok önemli şartlardan
birisidir.
Kültürümüzde anne sütü ile beslenme, çocuk açısından önemli sayılır. Anne sütü yetersiz
duruma geldiğinde şişe ile beslenme başlar. Anne sütü yetersiz geldiğinde, kırsal kesimde bir
başka yol da, «Süt ana» tutmaktır (14). Süt ananın sütü de ana sütü kadar çocuk için helal
sayılır. Süt ana seçilirken bazı hususlara dikkat edilir. Örneğin kadının temiz olması, beş vakit
namaz kılması, ailenin yakın bir komşusu veya akrabası olması gerekir. Süt ana, çocuğun öz
anası kadar çocuk üzerinde manevî değere sahiptir. Halk da bu durumu destekler. Yalnız
anne, hem hukukî, hem de manevî haklara sahip iken süt anne, sadece manevî haklara
sahiptir. Süt anne ya aylıkla tutulur, veya bakım sonunda bir hediye verilerek gönlü hoş edilir.
Anadolu'nun bazı yörelerinde anne sütü ile beslenmeyen şahıslara «inek sütü ile beslenmiş
adam» gözüyle bakılır ve ona göre karakter tahlili yapılır. Bir kimse hakkında değerlendirme
yapılırken anne sütü ile beslenip beslenmemesi göz önünde bulundurulur. «Sütü bozuk»
biçimindeki deyim, ana sütü ile beslenmeme durumunda kullanılır. Bu nedenle, anne sütü ile
beslenme, diğer bütün hayvan sütlerine oranla yüksek bir değere sahiptir.
Çocuğu memeden kesme hakkı anaya aittir. Bu hususta babanın rızası alınır. Memeden
kesmenin şartları vardır. Örneğin süt çocuğu bozarsa, (yani annenin tekrar gebe olması), anne
sütü yetersiz olursa... Kız çocuklar bir yaşından itibaren memeden kesilir. Çünkü ağzı kokar,
nefesi kötü olur gibi nedenlerle memeden erken kesilir. Erkek çocuklar 23 yasma kadar
emzirilir. Çünkü, «Erkek çocuk meme emdikçe aslan gibi olun) denir (15).
Emzirmenin uzun sürmesi, geleneksel anne cömertliğim ve sevgisini ifade eder. Ayrıca
gebeliği önleyeceği inancı da Anadolu'da yaygındır.
G. Tuvalet Eğitimi
Ağıza ait ihtiyaçların doyumu gibi hayatta erken ya da geç kurumsallaştırılsın, tuvalet eğitimi
biçimi de kişiliği etkiler. Bu konuda yapılan hatalar cezalandırılır. Whiting ve Child, biraz
önce değinilen araştırmalarında A.B.D. de tuvalet eğitiminin araştırılan diğer
toplumlardakinden daha sert olduğu gerçeğine dikkati çekmişlerdir (16). îlkel toplumların
yarısından biraz fazlası tuvalet eğitimine 1.5 2.5 yaşları arasında bir yerde başlarlar. A.B.D.
de orta sınıflar, çocuk altı aylıkken tuvalet eğitimine başlarlar. Madagaskar'ın Tanala
yerlilerinde çocuk 23 aylık iken çok sıkı ve cezalı bir eğitime tabi tutulur (16).
Göçebelerin, Amerikan orta sınıflarının duvarları halı ile kaplı tuvalet eğitimine önem
verdikleri gibi titiz olmadıkları söylenebilir. Örneğin Bolivia'da göçebe Siriono'lar çocuğa
nasıl işeneceğini öğretmek hususunda pek az çaba sarf ederler ve kirletme durumunda onları
cezalandırmazlar. Güney Amerika yerlileri, çocuklarının üzerinde dışkıları ve işemeleri
durumunu hoşgörü ile karşılarlar.
Kırsal kesimde bu konuda sert ceza verilmez. Erken bir uygun yer ve uygun zaman eğitimi
yoktur. Çocuklar bazı köylerde 6 yaşına kadar donsuz gezerler.
Doğu ve îç Anadolu köylerinde çocukta tuvalet eğitimi onun kırkından sonra başlar.
Kırkından sonra günün çeşitli saatlerinde kundağı açılır. Bezinin üzerine tutulur. Höllükle (bir
çeşit killi toprak olup saçta ısıtılır, çocuk bu toprağa kundakla birlikte sarılır) kundaklama
yapılır. Çocuğun idrarım emerek ıslanmasını önler. Ayrıca toprağa yatırılan çocuğun
topraktan kuvvet aldığına inanılır (18). Son yıllarda çocukların giysileri olan zıbın, gömlek ve
kundağı kirlettiği nedeniyle, toprak kullanan ailelerin sayışı azalmıştır. Kullanma durumunda
kundak açılır, pisli höllük atılır. Yeniden kundaklanır. Yaş ilerledikçe çocuğa tuvalet
alışkanlığı kazanması için aile üyelerince sert bir titizlik gösterilir. Altına yapan çocuklar
cezalandırılır.
Tuvalet eğitimi köylerde, kaka yönünden yalnız yaptırılır. Fakat işeme, sakınılmadan ortalıkta
yaptırılır. Çocuk yürümeye başlayınca alınıp tuvalete götürülür. Eğitim açısından ayıplamaya
çok sık başvurulur.
H. Seksüellik
Seksüel disiplinler farklı toplumlarda önemli derecede farklılık gösterir ve bu durum, kişiliğin
biçimlenmesinde farklı sonuçlar doğurmalıdır, îçinde cinsel ilginin olmadığı ve Freud'un
çocukluğun bir dönemi olarak ayırdığı gizlilik dönemini Malinowski, Trobriand yerlileri
arasında mevcut olmadığım belirtmiştir ki bu yerliler, çocuklar arasında seks oyununun
kabullenilmesinde çok müsaade kardırlar. Bazı toplumlarda çocuk mastürbasyonu, çocuklar
arasında cinsel ilişki oyunları, annenin çocuğun cinsel organlarıyla oynayarak yatıştırması
olağandır. Bazılarında cinsel konular cezalandırılır. Cinsel eğilimler, ilişkiler, bastırma ve
yasaklanmaya tabi tutulur ve bu konular tabulaşır. Ergenlik, geleneksel olarak Batı
dünyasında «Fırtına ve Gerilim» dönemidir. Fakat Margaret Mead, Samoa kızları arasında
böyle olmadığım tespit etmiştir. Burada evlilik öncesi aşka müsaade edici tutumlar vardır.
Kültürün, gelişimin her aşamasına müdahale etmesine rağmen, biyolojik veya biyokimyevî
etmenlerin
önemi kuşkusuz inkar edilemez. Bununla birlikte kültürel çevre, A toplumunda B dekinden
farklı bir biçimde yer alır. Türk kültüründe çocuğa ve gence genellikle cinsel eğitim verilmez.
Normlar arasında ayıp sayıldığı için bu gibi konuları çocuk yada genç, arkadaş grubundan
kardeşlerinden ve kitap dergi gibi basılı malzemelerden öğrenir.
Kültürümüzde Erkek çocuğun penisi babaya bir gurur vesilesi olmaktadır. Özellikle köylerde
babanın arkadaşları arasında erkekliğim kanıtlamak için çocuktan penisini göstermesi istenir.
Babalar böylece kendi kudretlerini de göstermiş olurlar.
Çocuk büyüdükçe sürekli olarak eşcinsel tecavüzlere karsı uyarılır. Bu konuda kırsal kesimde
güçlü tabular mevcuttur.
I. Kundaklama
Doğu Anadolu köylerinde kundaklamaya genellikle üç altı ay devam edilir. Üç ay sonra yarım
kundaklama yapılır (19). Çocuk bir yasma geldiğinde kundaktan çıkarılır. Yörenin inancına
göre kundak ne kadar fazla sıkılırsa çocuk da o kadar güçlü olur. Ayrıca sıkı sarılan kundak,
çocuğu dik tutacağı için vücudunun güzel olacağına inanılır.
Sanayileşmiş yörelerde (Ereğli gibi) dört hafta sonra yarım kundak yapılmaktadır. Yalnız aynı
yörede bazı aileler 67 aya kadar kundaklamaktadırlar.
Kundaklamanın yararları olarak, çocuğun üşümesini ve kambur olmasını engellemesi
belirtilmektedir (20).
Erikson da, Gorer'e benzer bir açıklama getiriyor. «Kundaklanmış ruhlar» kavramım
kullanıyor ve şöyle devam ediyor: «Sanki her kişi, garip bir biçimde boğuk heyecanlarla dolu
mahfaza içinde kendi benliğini hapsetmiş gibidir». Erikson, bu durumun kundakla
benzerliğine değiniyor (23).
(19) Turkdoğan, O.: Doğu Anadolu'da Anne Çocuk Bakımı ile ilgili Kültür Kalıpları, Türk Kültürü. Sayı 233.
«Halk arasında geçerli olan, çocuğu sıkı kundaklamaktır. Hatta çocuklar, «Annem, babama
kızsa da, beni sıkıca kundaklasa» dermiş. «Çocukları kundağa sarmak (Belemek)» Havva
anamızdan kalmış. Doğum yapan Havva Anaya «Çocuğunu yalayarak mı. beleyerek mi
büyüteceksin?» diye sorulunca, «Hayvanlar yalıyor, ben beleyeceğim» demiş.
Yaramaz çocuklara «Anası hiç kundağa sarmamış» deniliyor. (Çocuğun terbiyesi için
söyleniyor iklimin soğukluğu nedeniyle ve çocukların ayaklarının eğri olmaması inancıyla
Sivas ve köylerinde çocuklar kundaklanıyor (26).
Eledim, eledim höllük eledim, Aynalı beşikte bebek beledim, Büyüttüm, besledim, asker
eyledim...
Özetle, bazı araştırıcılara göre, kundaklama ile çocuğun hareket serbestliği önlenmektedir.
Böylece, açık bir engellenmeye yol açmaktadır. Bu durum, saldırganlık dürtülerinin gizli bir
biçimde birikmesine ve aşırı bağımlılığa neden olmaktadır.
Bizim köylüde çocuğun ilkel dönemde toplumsal ve doğal çevre tarafından doyurulmayışı, bir
yandan agressif dürtülerin artmasına, öte yandan da onun kendi benliğine ve çevresine karşı
bir güvensizlik tutumu geliştirmesine yol açmaktadır. Özetle, bir yandan çocuğun bağımsız ve
girişken duruma gelmemesi, öte yandan da sürekli olarak biriken agressif dürtülerini
bastırmak zorunda bırakılması, kırsal kesim çocuk yetiştirmesinin özünü oluşturur (28),
Türk kültüründe birisinin diğer bir kişiye benzetilmesi çok yaygındır. Benzetilen kişinin
özellikleri ve karakteri diğeri ile bütünleştirilir. Yeni doğmuş bir çocuk, bir süre sonra, eli
yüzü iyice ortaya çıktıktan sonra anne ya da babaya benzetilir. Çocuk fiziksel olarak kime
benzetilmişse onun tarafından daha çok sevilir. Çocuk sadece ana babaya değil, diğer yakın
akrabalara da benzetilir.
(26) Üçer, Müjgan : Sivas ta Doğum Folkloru, Sivas Folkloru, Sayı 40.
«Kır atın yanında duran, ya huyundan ya suyundan», birisiyle sık ilişkilerle ona benzeyeceği
inancım ifade eder. Özellikle arkadaşlıklarda kullanılır. Kötü alışkanlıklarda özellikle
çocuğun bulunduğu toplumsal çevreyi, onun çocuk üzerinde etki yapacağının kabullenmesi
için kullanılır.
Çocuğun mutlaka birisine benzemesi için çeşitli pratiklere başvurulur. Örneğin çok sevilen bir
kişi kırkı çıkmadan küçük çocuğun ağzına tükürür ki onun gibi olsun. Ya da çocuğa,
benzetilen kişinin adı konur. Özellikle ölmüş kişilerin adı konur.
Böylece o kişi hafızalardan silinmez, daima anılır. Rahmetli amcası gibi, rahmetli halası gibi
denir.
Çocuğun kime benzeyeceği konusunda inançlar da vardır. Örneğin çocuk doğunca üstüne kim
gelirse ona benzermiş. Anne hamile iken aynaya çok bakarsa çocuk kendine benzermiş.
Dayısının
çorabı île çocuğun ağzı kurulanırsa ona çekermiş. Anne hamile iken sakatlara, delilere
gülerse, alay ederse, çocuğu da onlara benzermiş gibi.
Benzetmelerin çok yaygın olduğunun bir kanıtı da, hayvanlara benzetme biçimlerinde
görülür. Kuzu gibi uslu, ceylan gözlü, maymun iştahlı, fare kılıklı, ayı kılıklı, tilki gibi
(kurnazlık), it gibi dalaşır örneklerinde olduğu gibi.
var, benim kişiliğim ayrıdır gibi ifadeler daha çok kent gençliğinde ortaya çıkmaktadır.
Böyle bir ortamda annenin çocuğa şefkat, sevgi ve güven duygusu gibi ruhsal ihtiyaçları
yeterince veremeyeceği bir gerçektir. Annenin çocukla ilişkisi çelişik duygular içindedir. Bir
yanda çocuğu sever, şefkat gösterir. Diğer yandan toplumsal baskı ve engellemeler, kocaya
karşı hayal kırıklığı ve olumsuz duygularının yarattığı saldırgan dürtüleri çocuğa yöneltir.
Çocuğu, bu zor yaşama katlanmaya zorlayan suçlu kişi olarak da görebilir. Ayrıca
doyumsuzluk ve hayal kırıklıklarım çocuğun varlığı ve
ona aşırı bağlılık ile gidermeye çalışır. Böylece çocuğa çok düşkün ve aşın koruyucu duruma
gelir. Bu durum ise çocuğun hem güven, hem de bağımsızlık kazanmasını engellemektedir.
Baba otoritesi
karşısında anne, kişiliği silik kalmış ve bastırılmıştır, otonomi ve bağımsızlığı yoktur. Anne,
çocukları ile bağımlı olan bir ortak yaşama içindedir. Bu nedenle çocukların kişilik
gelişmesine yardımcı olamaz. Fakat annenin bu zayıf ve silik kişiliği, aydın ailelerde de
görülmekle birlikte, kent
ortamında kadının eğitimi ve çalışma hayatına girmesiyle değişmekte olup, çocuk eğitiminde
daha etken duruma gelmektedir. Fakat genel olarak sert ve baskılı bir kişiliğe sahip bir baba
ile, görünümde şefkatli ve koruyucu olan, fakat gerçeklikte çocuklarıyla ortak bağımlı bir
yaşam sürdüren anne, aile ilişkilerimizin egemen özellikleridirler
5.
BÖLÜM
Bazı toplumlarda bir yaş derecesinden diğerine geçiş, özellikle erginlik döneminde ayrıntılı
törenlerle kutlanır. Gerçekten erinlik döneminde erkeklerin erginleme törenleri, bazı
toplumlarda evlenme törenlerinden daha fazla öneme sahiptir. Bu törenler ayrıntılı, dramatik,
acı veren özelliklerle doludur ve sünneti içerirler.
Orta Avustralya'da Aruntalılar arasında erginleme törenleri haftalarca, hatta aylarca sürer ve
çeşitli aşamalara sahiptir (l). Erkek çocuklar, önce kadınlardan soyutlanır ve çocuklarla
birlikte geceleyin uyanık kalırlar. Sonra yaşlı erkekler, bu çocukları havaya doğru atar ve yere
indiklerinde onlara vururlar. Erkekler, başlama yerine otururlar ve kanayıncaya kadar basının
üst kısmına ve çenesine vururlar (Saçın gelişmesi için, baş için iyi olduğunu söylerler). Daha
sonra erkek çocuklar, sünnet edilirler ve vücutları deşilir. Son çetin bir sınavda ise yanan bir
ateş üzerindeki yapraklara uzanırlar. Bütün bu aşamalardan emin olarak geçen erinlik
çağındaki çocuk, artık erkek olduğu duygusuna kapılır.
Güney Amerika'da tropikal ormanlar bölgesinde gençler, oruç, karınca ısırmalarına tabi
tutma, deri kazınması ve kamçılanma yoluyla sık sık denenirler. Bir genç kız ise, oturduğu
geniş bir toplu konut biçimindeki evde tavana kadar bir salıncakta yukarı kaldırılır, evdeki
ateşlerden çıkan dumanların içine sokulabilir.
Yaşlı erkekler kademesine kabul edilen erkek çocuklara, kendilerinin o zamana değin
korudukları sorunlar öğretilir ve ölüm açışı ya da çeşitli cezalar hakkında ikaz edilebilirler. Bu
gizli şeylerin kadınlara ve çocuklara. asla ifşa edilmemesi tembihlenir.
Arunta erkekleri, «Churingas» denen basit olarak dekore edilmiş taş ya da odun objelerine
dinsel olarak sahiptirler. Bunlar gizli depo yerlerinde saklanırlar ve zaman zaman törenlere
çıkarılır, erkekler arasında elden ele geçirilir ve bazen da vücutları
Böylece yetişkinlikte erginleme, bir kimsenin önceden bilmediği her türlü şeyin öğrenilmesini
içine alır. Erkek çocuklar için erginleme, annelerinden ve yetişkin erkeklerle yakın ilişkiden
ayrılmayı içerir. Böyle törenler, kutlamayı ifade eder ve erkek toplumsal dayanışmasını
güçlendirir. Erkek dayanışmasının önemli bir ihtiyaç olduğu, savaşçı çok karılı toplumlarda
sık sık cereyan ederler.
Erginleme üzerine erkek çocuğa yeni bir ad, yeni araç gereç ve arttırılmış statüsünü gösteren
yeni ayrıcalıklar verilebilir.
Ön erinlik döneminde erkek çocuklar için erginleme törenleri olan toplumlarda, doğumdan
sonra anne ve çocuğun bir yıl özel olarak beraber yatması ve bu dönemde kan ile koca
arasındaki seksüel ilişkilerin yasak olması var sayımlanmıştı. Bu varsayım için ileri sürülen
ilk neden, ana oğulun yatma durumunun, erkek çocuğun anne üzerinde güçlü bir bağımlılık
ilişkisi kurduğu ve babaya karşı Oedipal düşmanlık geliştirdiğidir. Bunların her ikisi ön
erinlik çağma kadar karşılanılmalıdır.
Daha az psikolojik ve daha fazla sosyolojik türdeki yorumlar, Yehudi A. Cohen ve Frank W.
Young tarafından yapılmıştır ki bunların her ikisi de aynı zamanda kültürler arası yaklaşım
kullanmışlardır (4). 65 toplum örnekleminde Cohen, bu akraba grubunda bağımlılığı
vurgulayan bireyin oluşumuna yönelik doğrudan toplumsallaşma (28 toplumda) ile çekirdek
ailede bağımsızlığa yönelik toplumsallaşma (37 toplumda) arasında bir ayrım yaptı.
Erginleme törenleri, birinci tipteki 28 toplumun 18'inde görüldü. (yaklaşık % 65) Fakat ikinci
tip, toplumun sadece bir tanesinde görüldü. Bu durum, erginleme törenlerinin, klan ya da
akrabalık gibi bağımlı ilişkilerin bulunduğu toplumlarda daha önemli ve onlara uygun
olduğunu göstermektedir.
Bir başka kültürler arası araştırmada Judith K. Brown, bazı toplumlarda kızın evlenerek evden
ayrılmasının bir değişme yaratması nedeniyle kızlar için erginleme törenlerinin var olmadığını
tespit etmiştir. Fakat kızın evlendikten sonra, aynı toplumsal konumda kaldığı ve özellikle
kadının geçim için önemli katkısı olduğu toplumlarda statü değişmesini belirleyen bir tören
yapılabilir.
Türk kültüründe ergenlik dönemi belirgin olmakla birlikte, ilkellerdeki gibi formal değildir.
Konuyu kız ve erkek ergenler açısından ayrı ayrı ele alabiliriz.
Buluğ çağma girme, Batı Anadolu'da (Zonguldak gibi) kızlar açısından «Ana haline girme»
olarak adlandırılır. (5) özel ritler ve pratikler yapılmaz. Kızlar bu kritik dönemi çok gizli
olarak geçirmeye çalışırlar. Bu konuda büyüklerin yardımına genellikle başvurulmaz. Kız
kendi arkadaşları yoluyla sorunlarım çözümlemeye çalışır. Özellikle cinsel bilgilerin çoğu,
kültürümüzde arkadaş çevrelerince elde edilir. Bununla birlikte, kent yaşamında ve son
zamanlarda köylerde de kıza, anne yardımcı olmaktadır. Bu konuda anne ile işbirliğine
gidilmektedir. Büyükler, genç kızın bu durumunu anlarlar ve haberdar değilmiş gibi
davranarak kızın davranışlarım incelerler. Büyük kazalarda ve kentlerde genç kız, anne ile her
zaman birliktedir. Annenin dert ortağı ve arkadaşıdır (6).
Erkekler bu dönemde asileşirler. Büyüklere kafa tutarlar. Daha saldırgan olurlar. Çocuk
olmadıklarım her fırsatta belirtirler. Bunların aşırı davranışları genellikle delikanlılık olarak
nitelendirilerek hoş görülür. Köylerde bu dönemde gencin başı bağlanarak sorunlardan
kurtulmak istenir. Etraf da gencin evlenme çağma geldiğini teşvik ederek onu genç yaşta
evlendirirler. Gencin ahlakinin bozulmaması isteği, erken evlendirilmesine yol açar.
ihtiyarlarla oturup konuşmazlar. Köyde kötü şöhret yapmış kimselerle arkadaşlık yapmaları
istenmez. Yine, cinsel bilgiler erkek arkadaşlarından elde edilir. Erkek açısından da ergenlik
dönemi formel olmamakla birlikte, sünnet töreni, köylüler nazarında çocukluktan kurtulma
hududunu sembolik olarak açıklayan rit ve pratik niteliğindedir (7). Sünnet olan çocuk, artık
erkek olmakla ödüllendirilir. Sünnetin bedenen ve manen olgunlaştırdığına inanılır. Delikanlı,
askerlikten ve evlendikten sonra tam erkek sayılır. Çocuk manevî olarak bu telkinlerin
etkisinde kalır. Fakat son yıllarda özellikle kentlerde sünnet törenleri çok küçük yaşlara
kaydırıldığı için, çocuğun ergenlik dönemine gelmesi beklenmemektedir.
Ergenlik dönemini kırsal ve kentsel kesim açısından ayrı ayrı ele almak gerekir. Kent
delikanlısı genellikle okumaktadır. Bu nedenle ana baba, titizlikle gencin üzerine düşer.
Okuması ön planda tutularak diğer faaliyetlerden sınırlandırılır. Özellikle gencin üniversiteye
gitmesi istenir. Gencin önünde zorlu bir üniversiteye giriş sınavı vardır. Bu yarışma sistemi,
gencin kendisi ve ailelerinde kaygılar yaratmaktadır. Üniversiteye girememek, istediği
fakülteye girememek korkuşu gençte psikolojik bunalımlara ve sorunlara yol açmaktadır.
Köy delikanlılarında amaç, okuma imkanı olmadığı için evlenmek ya da askerliktir. Okumak
isteyenlerde sorun daha fazladır. Kente gelip bir okula girebilmesi, kalacak yer, beslenme gibi
ekonomik sorunlar genci güç durumlara itmektedir.
Geleneksel toplumda baba otoritesi ve anne himayesi, delikanlı üzerinde olumsuz sonuçlar
doğurmaktadır. Sonuçta, gençlerin inisiyatiften yoksun, itaatli ve bağımlı oldukları
görülmektedir.
Yetişkinlik, genellikle gençlik döneminin bittiği 25 yaştan sonra başlar, ikiye ayrılır. Orta
yaşlılığın ilk dönemi 45 yaşına kadar sürer, ikinci dönem 45 den sonra başlar ve 65'e kadar
(yaşlılık dönemi) devam eder.
Yetişkinin bir başka özelliği, toplumsal çevre oluşturmasıdır. Bu çevre, arkadaş grupları,
karşılıklı ziyaretler, dinî, siyasî, toplumsal ve gönüllü kuruluşlara katılma biçimindedir.
Böylece yetişkin, pek çok roller kazanmaktadır. Yetişkinin kişiliğine bağlı olarak çevre ile
ilişkileri farklılık gösterebilir. Kimileri yakın çevre ile ilişkilerim sürdürür. Kimileri sadece
yakın çevreleri ile ilgilenirler. Kimileri de toplumsal ilişkiyi reddederler.
Orta yaşlılık, (yetişkinlik) olgunluk çağıdır. Bu nedenle ağır başlı oluş, aklı basında oluş,
toplumun bu kimselerden beklentileridir. Böylece giyimleri, davranışları olgun insana yakışır
biçimde olmalıdır. Bu bakımlardan toplumda oldukça sınırlandırılmışlardır.
Evlilik, oturmuş, istikrar kazanmıştır. Eşler birbirlerini, huylarım iyice anlamışlardır. Fakat,
eşler arasında kıskançlıklar orta yaşlılıkta da görülür.
Çocukların istekleri yerine getirilmeye çalışılır. Bu arada geçim derdi önemli olmaya
başlamıştır.
Birey, yetişkinlikte, ilgisini, yeteneklerim tanır. Böylece davranışlarında daha tutarlı ve akıllı
olabilir
Şimdi de kişiliğin gelişiminde son aşama olan yaşlılık dönemini ve bu dönemin toplumumuz
kültüründeki görünümlerine değinelim.
Genellikle 65 yaşından sonra başlayan yaşlılık, toplumsal değişme sürecinde değişik boyutlar
kazanmıştır. Yaşlının bulunduğu çevreye göre konumu farklılaşmıştır. Değişen koşullar
içerisinde yeni işlevler kazanmıştır. Değişim sürecinde rollerinden bazıları değişmiştir. Rol
değişimi çeşitli toplumsal sorunlar yaratmıştır, Toplum biçimlerine göre de yaşlılık değişik
görünümler kazanmıştır.
Yaşlı nüfusun genel nüfus içinde giderek arttığım görmekteyiz. Dünya nüfusunun % 5 ini
oluşturan yaşlılar, dünyada 260 milyon olarak görülmektedir. Geçen 20 yıl süresince
dünyadaki 65 ve daha yukarı yaşlıların sayısında % 63 lük bir artış görülmüştür. Bu artışın %
55 lik bir oranla 2000 yılında 140 milyon fazlalaşarak 400 milyona ulaşması beklenmektedir
(S.S.Y. Bak. Dok.).
Avrupa ve Kuzey Amerika'da, yaşları 65 ve daha yukarı olanlar, toplam nüfusun % 14 17 sini
oluşturmaktadır. Japonya'da bu oran 1980 de % 9 dür.
Ülkemizdeki durumu :
O halde ülkemizde, 2.5 milyona yakın yaşlı nüfusa sahip bulunmaktayız. Eğer yaşlılığı 60 dan
itibaren dikkate alırsak bu sayının daha fazla (3 milyon) olduğunu görürüz.
Ülkemizde de yaşlılık oranı az olmakla birlikte, yine de giderek artmaktadır. Oranın azlığı,
kuşkusuz, yaşlılık sorununun önemini küçümsemez. Yaşlıya saygı duymuş, onu sevmiş bir
ülke, ona yönelik hizmetleri esirgememelidir. Uygarlığın ölçütlerinden birisi de şüphesiz
yaşlılara sağlanan hizmetlerdir.
Toplayıcılıkla (Bitki, kök gibi) geçinen ilkel toplumlarda yaşlılar, kendi kendilerine
bakabildikleri kadar yaşayabiliyorlardı.
tikel toplumların avcılıkla geçinen ya da göçebe olanlarında ise yaşam, bir av mevsiminden
ötekine, etkili ve hızlı yoğun bir hareket etme sistemine bağlı olarak sürüyordu. Yaşlılar da
böyle bir toplum türünde grubun hareketine ayak uydurmak zorunda idiler. Bu uyumu
yapamayanlar o gruba yük oluyorlardı.
Japonya'da ilkel bir topluluk olan Amu'larda yaşlı kadınlar, değersiz yaratıklar olarak
görülürler. Bunun gibi, Güney Amerika'da Arawask'larda çok yaşlı kişiler terk edilmektedir.
Hopi gibi göçebe gruplarda ve kuzey Avrupa’daki Lapps'lerde hasta ve çok yaşlı kişiler,
kabile başka yere giderken ölüme terk edilmektedirler (11).
Eskimoların ilkel kesimlerinde ulaşım sisteminde bir yerden diğerine gitmek için köpek
kızaklardan yararlanılmakta idi. Gruba katkısı sınırlı olan yaşlı kadınlar, grubun hareketine
ayak uyduramayınca, yanma bir miktar yiyecek bırakılarak, yolda terk ediliyorlardı. Bunun
gibi diğerlerinde, horlanmakta, gıdasız bırakılmakta idiler. Bu tür toplumlarda genç kişilerin
işlevi söz konuşu idi. Hareket edemeyen, gruba uyamayan yaşlılar, gruba yük olmakta idiler.
Çünkü, üretici olmaktan çok, tüketici duruma gelmişlerdir.
O halde ilkel toplumlar, yaşlılara sağlam ve genç oldukları sürece saygı duyup değer
vermişler, fakat yaşlanınca ondan kurtulmak istemişlerdir.
2. KÖYDE YAŞLILIK
Toplumumuz köylerinde yaşlılar, her zaman işlevsel durumdadırlar. Gücünün yettiği oranda
tarımsal faaliyetlerde yer alır. Bunu yapamıyorsa hiç olmazsa evi bekler. Bir dağ köyü olan
Ankara Kızılcahamam’a bağlı Teve köyündeki yaşlılarla ilgili olarak, araştırıcı şunları
söylüyor : «Yaşlı erkek ve kadınlar, tavuk, gülü (hindi) civcivlerim güder, Kaş'ta kurumakta
olan bulgur ve tarhanayı bekleyip onların börtü böcek ve kuşlar tarafından yağma edilmesine
engel olurlar. Yaşlı ebe (büyükanne) evde
zar zor hazırladığı çıkını (ekmek torbası) torununun sırtına bağlayıp gelin, kız, oğlan
tarlada hep birlikte çalışan ailesine gönderir. Bir köylü, «Allah anamın eksikliğim
vermesin. O olmasa biz hasat zamanı evi böylesine (hep birlikte) terk edemeyiz derken
tarım kültüründe her insanın emeğinin değerlendirildiğini belirtir.» (13)
Yaşlıya saygı, itibar, ayrıca İslam dinin gerekleri olarak da söz konusudur. Hem
törelerimizde, ulusal geleneklerimizde, hem ahlak anlayışımızda ve hem de dinsel
hükümlerimizde yaşlılara güçsüzlere saygı, bakım, sevgi göstermek gereği vardır. Bu
hususlar, özellikle kırsal kesimde daha güçlü olarak yerine getirilmektedir.
Hadislerden yaşlılığa yönelik bir kaç örnek :
«Büyüğüne saygı göstermeyen, küçüklerini sevmeyen, bizden değildir»; «Yaşlılara
saygı Allah'a saygıdandır»; «Yaşlılara saygı gösteren gençler, yaşlanınca gençlerden
saygı görürler». Bu düsturlara ülkemizde geniş ölçüde uyulmuştur.
Kırsal kesimde ailenin birkaç kuşağın bir arada oturduğu geniş aile biçiminde oluşu da
yaşlı kuşağa saygıyı ve bakımı daha sağlıklı biçimde gerçekleştirmiştir. Yaşlılar evli
oğullarıyla, gelinleriyle, torunlarıyla birlikte oturmakta, onlar için herhangi bir sorun
olmamaktadır. Yaşlı kadın kaynanadır. Ev işlerinde, gelin üzerinde, torunlar üzerinde
söz sahibidir, yetkilidir, otoriterdir. Yaşlı erkek, karar organıdır. Oğulları, torunları
üzerinde söz sahibidir. Torunlar da en fazla hoşgörüyü; yumuşak buyruğu,
dedelerinden, ninelerinden aldıkları için yaşlıları ana babalarından çok sevebilirler.
(14)
Köy ortamında yaşlıların önemli işlevlerinden birisi de, dinsel rollerdir. Dinsel
görevlerde liderlik, hocalık, danışmanlık yaşlıların görevleri arasındadır.
«Geçenlerde baktım, komşunun kızı, erkek çocuklarla oyun oynuyor. Kızın yaşı yedi,
sekiz. Neredeyse gelinlik. Vakti zamanında biri bunu görse, sopayı kaptığı gibi kızı bir
güzel döverdi. İçimden şuna çekişeyim dedim. Ama belki dinlemez diye vazgeçtim.
Varıp atasına desem, belki de, senin ne işine diyecek. Şimdi pek eskisi gibi yaşlıların
sözüne gidilmiyor. Komşu hatırı, ihtiyar hatırı kalmadı. (Kaya dibi imamı).
Oğulun baba evinden ayrılması, günümüzde yaşa bağlı saygının azalmasında rol
oynamıştır. Baba evinden ayrılarak başka yerde ev açmak ve kendi bütçesini
yönetmek isteği, köylerimizde baba otoritesinin ve yaşlıya saygı kültürel değerinin
sarsılmasında rol oynamıştır.
Kırsal kesim köy ortamında toplumsal değişmeler, yaslıların aleyhine bir durum
yaratmıştır. Daha önceki güçlü durumlarım kaybetmektedirler. Bunun nedeni, göçler
yüzünden geniş ailenin parçalanmasıdır. Toprak, geçime elvermeyecek oranda
ufalmıştır. Miras nedeniyle küçülen
topraklardan bir aileyi geçindirecek kadar verim alınamamaktadır. Bu nedenle oğullar, kente,
hatta yurt dışına göç etmişlerdir.
Ailenin parçalanmasında bir başka neden de, kuşaklar çatışması olgusudur. Toplumsal
değişmenin yarattığı değer farklılıkları, kuşakların birlikte yaşamasını engellemektedir.
Böylece genç kuşaklar kente gelmekte, oraya yerleşmektedirler. Yaşlılar ise köyde
kalmaktadırlar. Bugün köylerimizdeki yaşlılık sorunlarından en önemlisi, onların
yakınlarından ayrı, uzakta oluşlarıyla yalnız kalmalarıdır. Gelinler, yaşlı kayınvalide ve
kayınbabalarla ilgilenmemektedirler.
Geçinmeleri kendi kıt olanaklarına kalmaktadır. Ayrıca köydeki konu komşunun ve
akrabaların yetersiz olan yardımlarıyla geçinmektedirler. Kentteki çocukları, köye para
gönderseler de, yaşlılar, onların sevgi, bakım ve şefkatinden yoksun kalmaktadırlar. Bu
nedenle kırsal kesimde yalnız kalan yaşlılara bakım hizmetlerinin geliştirilmesi,
yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bu hizmetler, kamu, belediye, özel kesimce planlanıp,
uygulamaya konmalıdır.
Köyde yalnız kalan yaşlıların ekonomik durumu, köylerin gelişmişlik derecesine göre de
değişmektedir. Örneğin Manisa ova köylerinde kendi toprağım işleterek kendi basma
başkalarına muhtaç olmadan yaşayan yalnız kadınlar vardır. Oysaki dağ köylerinde yalnız
yaşayan kadınların hepsi, oğullarının ya da kızlarının yardımına sığınmışlardır. (16)
Kent ortamında yaşlılık, daha değişik boyutlar kazanmıştır. Kentleşme, kuşaklar çatışması,
aile yapısındaki farklılaşma (ufalma) gibi toplumsal değişmeler, yaşlılığı etkilemiştir.
Kentlerimizde yaşlıların büyük bir kısmı, işlevsel duruma gelmişlerdir. Kente aileleriyle
birlikte gelenler, yine kentte ayrı hane açmışlardır. Fakat bu haneler genellikle birbirine yakın
yerlerdedir, îşte kent ortamında yeterli yuva, kreş, ana okulu bulunmaması nedeniyle, ana
baba, çocuklara bakmaktadır. Çalışan kadın ve erkek, işe giderken, çocuklarım kendi anne
babalarına bırakmakta, akşam tekrar oradan alıp evlerine götürmektedirler. Böylece yaşlılar,
kentte çocuk bakıcılığı olarak tampon işlevler üstlenmişlerdir. Kentlerin sağlayamadığı
kurumların görevlerim üstlenen yaşlılar, bu kurumların, mevcut olmaması sonucu ortaya
çıkacak bunalımların, sorunların çözümünü sağlayan, dengeye getirici öğeler olmaktadırlar.
Özellikle yaşlı kadınlar çocuğa bakmaktadırlar. Yaşlı anneler, çalışan kızlarına mutfakta
yiyecek hazırlama açısından da önemli işlevlere sahiptirler. Yemek hazırlamaya fazla zamanı
olmayan çalışan kadınların en büyük yardımcısı yine evde annesi olmaktadır.
Ayrıca, çamaşır, ev temizliği gibi işler de anneye düşmektedir. Kuşkusuz bu işleri kendi
güçleri ölçüsünde yapabilmektedirler.
Çocuklara masal anlatmak gibi roller de yaşlıların her yerde yaygın rollerinden birisidir.
Kentte çocuklarıyla birlikte oturmayan bir kısım ailelerde ise anneanne, kızının evine
çağırılmakta ve orada kalarak torununa bakmaktadır. Böylece anne, kızma ekonomik yönden
yardımcı olmaktadır. Çünkü çocuğunu bir kuruma gönderdiğinde ya da kadın tutmasında
bakım ücreti önemli bir miktara varmaktadır. Ayrıca annesi, torununa kurumdakilerden daha
iyi bakar, sevgi gösterir.
Yaşlı kadının çocuk bakıcılığına karşılık, yaşlı erkekler de kent yaşamında işlevsel duruma
gelmektedirler. Özellikle emekli olduktan sonra apartman yöneticiliği, bunların başarıyla
yaptıkları iş olmaktadır. Apartman yöneticiliğinin yasal yönden yetkileri oluşu, başkanlık gibi
değerler sistemimizde önemli bir değeri gerçekleştirmesi, ufak yararlar sağlaması ve zaman
yönünden uygun olduğu için apartmanla ilgilenmeye yol açması gibi nedenler, emeklilerin
severek yaptıkları bir iş olmaktadır.
Ayrıca, birlikte oturulduğu ailelerde erkek yaşlılar yine, mesai saatleri içerisinde yapılması
gereken ailenin dışarıdaki işlerini yapmaktadırlar. Her türlü vergileri yatırma, banka işleri,
bulunmayan bazı yiyeceklerin alınması, telefon ücretlerini ödeme gibi işler, yaşlılara
verilmiştir. Bunların dışında çeşitli marjinal işleri yapabilmekte, kasiyerlik, gişelerde,
büfelerde satıcılık, arzuhalcilik, piyango bileti satıcılığı gibi oturarak, fazla yorulmadan
yapılan işlerde çalışabilmektedirler.
Kente gelen yaşlıların sorunlarından birisi de, kente uyum yapamamaktır. Bu durum, yaşlı
kadın için daha zor olmaktadır. Köydeki gibi samimî, her an gidip oturup sohbet edeceği
insanlar, komşular bulamayan yaşlı kadın yalnız kalmaktadır. Bu nedenle köye dönme arzusu
artmaktadır. Oysaki yaşlı erkek, kentte bir kahveye, camiye, parka giderek
oyalanabilmektedir.
Kentteki yaşlıların bir sorunu da, onların yalnız bırakılmış olmalarıdır. Geniş ailenin
parçalanması sonucu bir kısım yaşlılar yalnızlığa terkedilmişlerdir. Bu durum onlarda ruhsal
bunalımlar yaratmaktadır. Yaşlılar, sıcak aile ortamından uzaklaşmış, kimsesizlik,
terkedilmişlik duygusu içerisine girmiştir.
Günümüzün güç ekonomik koşulları da ailelerin, yaşlılara ekonomik yönden yardımım sınırlı
duruma getirmiştir. Hatta bazen yardım imkansızlaşmıştır. Yaşlı, kendisine bakacak,
ihtiyaçlarım karşılayacak, samimî olarak yaklaşacak kimselere muhtaç olmaktadır. Bu
nedenle yaşlıların çeşitli kurumlarca bakımı önem kazanmıştır.
yaşlılarımızdan sık sık duyarız. Hiç kimsesi olmayan, terkedilmiş, gelirliyle birlikte oturmak
istemeyen, kendi kendine özgür yaşamak isteyen yaşlılar için ve yeterli personel ile olanaklara
sahip Huzur Evleri hiç de yadırganacak yerler değildir. Önemli olan, buralardaki eksiklikleri
tamamlamaktır, îdeal olan, yaşlının çocuklarıyla birlikte oturarak evde bakımıdır. Oysaki
yukarda değindiğimiz gerekli durumlarda kurumlar şarttır. Kurumlarda bakım, çok pahalı bir
sistem olarak nitelendirilmektedir. Bu nedenle Sağlık Bakanlığının pilot bölgelerde
uygulamaya başladığı yalnız kalmış yaşlılar için evde bakım projelerinin geliştirilmesi,
yaygınlaştırılması, ülkemiz açısından en uygun yollardan birisidir. Böylece kurumların bazı
olumsuz yönleri de giderilmiş olacaktır. Örneğin bu sistem daha ekonomik olacak, yaşlıyı
anılarıyla bağlı olduğu yerden uzaklaştırmayacak, konu komşusu ve yakın çevresinin ilgi ve
iletişiminden ayırmayacaktır.
Prof. Köknel'in belirttiği gibi, kişinin toplumla ilişkisini sağlıklı bir biçimde sürdüğü,
toplumsal rolünü yerine getirdiği sürece yaşlılıktan söz bile edilemez.
Onların yaşam deneyimlerinin gençler için daima yararlı olduğu, onların varlığı ile ailenin
daha güçlü ve mutlu olacağı, gelecekte de yeni görevler yüklenebilecek, rehber olabilecek,
kendilerinden ailenin ve toplumun her zaman yarar sağlayacağı vazgeçilmez elemanlar
oldukları göz önünde bulundurularak sorunlarının asgarî düzeye indirilmesi, amaçlarımız
arasında olmalıdır. Ülkemiz açısından köyde ve kentte daima işlevsel duruma gelen
yaşlılarımıza gereken sevgiyi, saygıyı sürdürmeli, onların bakımı, sağlığı ile ilgili hizmetleri
ve kurumları yaygınlaştırıp, sayılarım arttırmalıyız. Çocuklarım yetiştirmek için her türlü
özveriye, sıkıntılara, güç koşullara katlanmış olan yaşlılarımız için toplum olarak ne kadar
hizmet götürsek azdır. Yaşlı, toplumda bir yeri ve görevi olduğuna inandığı ölçüde
kendiliğinden girişimlerde bulunur, îşte bu durumda çevre, olarak ona anlayışlı
davranmalıyız.
Yaşlının beden ve ruh sağlığı uygun olduğu ölçüde, toplumda ona yer ve rol verilmesi, kişi ve
toplum açısından yararlı ve sağlıklı bir yoldur. (18) Böylece kişi, toplumsal rolünün
sürdüğünü görüp ruhsal ve bedensel çöküntüye düşmez.
6.
BÖLÜM
Kültür kişilik konusunda temel ağırlık, kültüre verilmektedir. Yani, ağırlık, bir kültürün, kendi
ihtiyaçlarına göre üyelerinin kişiliklerim ne dereceye kadar biçimlendirdiği konusuna verilir.
Bu hususu dikkate alarak kültür kişilik alanında çalışan antropologların görüşlerim ve
çalışmalarım gözden geçirelim.
A. Ralph Linton
Bu yaklaşım, en iyi biçimde, Ralph Linton tarafından ifade edilmiştir (l). Dört önerme ileri
sürer :
1) Bireyin ilk deneyimleri, onun kişiliği üzerinde uzun süren kalıcı bir etkide bulunur.
2) Benzer deneyimler, onlara maruz kalan bireylerde benzer kişilik biçimleri yaratacaktır.
3) Her hangi bir toplum üyelerince çocuk bakım ve yetiştirilmesinde kullanılan teknikler
kültürel olarak modellendirilmiştir ve toplumdaki çeşitli ailelerce niteliği asla belirtilmemiş
olmasına rağmen benzer olmaya eğilim gösterecektir.
4) Çocuk bakım ve yetiştirîlmesi için kültürel olarak kalıplandırılmış teknikler bir toplumdan
diğerine farklılık gösterir.
Linton küçük çocukluk döneminin yanında ergenlik çağının da kişilik gelişmesinde katkısının
bulunduğunu kabul eder. (3)
Psiko analitik kuram, bebeklik ve çocukluk dönemlerine ağırlık verir. Çocuğun ana babasıyla
ilişkilerinin, ana baba davranışlarının daha sonraki yaşamım etkileyeceğini ileri sürer.
Geleneksel yaklaşımlara göre, yetişkin kişiliğin kalıbım ilk yıllar biçimlendirir. Buna göre,
benzer çocukluklar, benzer yetişkin kişiler ortaya çıkarır. Kültür, ana babaların çocuklarına
neler öğreteceğini, hangi biçimde öğreteceğini belirlediğine göre, belirli bir kültürün, belirli
bir kişilik tipini
meydana getireceğini bekleyebiliriz. Örneğin hızla değişen bir kültür, ihtiyaç duyduğu
hareketli ve dinamik bir kişilik yaratır. Bununla birlikte, bu kültürde, pek çok düzensiz ve
değişmeye ayak uyduramayan kişiler de ortaya çıkabilir. Amerika da bu hareketli kişilik, bu
durumunu hem evde ve hem de okulda hüküm süren müsaade edici öğretime borçludur (6).
Bu öğretim, kişiyi, geniş ölçüde gelişme hızım kendine göre tayin etmesine yardım eder.
Yetişkinler, genellikle kendilerinin gördüğü Öğretimi çocuklarına vermek suretiyle genellikle
bu tip bir kişiliğin sürmesini sağlarlar.
Böylece, kültür, bireyi öyle biçimlendirir ki, birey sayısız biçimlerde ve genel olarak
bilinçsizce kendini koruma ve yaymaya çalışır (7). Bireyleri kültürleştirirken kendi
ihtiyaçlarım bireylerin içgüdülerine aktarır. Örneğin modem sanayi, insanları dakik, düzenli
ve çalışkan olmaya zorlamasa idi ortaya çıkmayacaktı.
C. Konfigürasyonel Yaklaşım
Bu yaklaşım, kültürün temel kişilik tiplerim, onun temel konfigürasyonları ile bağlamaya
çalışır. Başlıca temsilcileri, Ruth Benedict ve Margaret Mead'dir.
R. Benedict, bir kültürün temelini oluşturan konfigürasyonun kişiliğin belirli tipi ile ilişkili
olduğunu önerir ve bu konfigürasyonunun bu nedenle kültür içindeki birçok çeşitli
elemanların seçimim, gelişmesini, değiştirmesini etkilediğini iddia eder. Genellikle bu
konfigürasyonları, psikologların bireylere uyguladıkları kavramları bütün toplumlara
uygulamak suretiyle tanımlar (8).
îkinci Dünya Savaşı sırasında hazırladığı Japon millî karakterini inceleyen çalışması,
«Krizantem ve Kılıç» adı altında yayınlanmıştır.
Boas'un öğrencisi Ruth Benedict tarafından 1934 yılında yazılan «Patterns of Culture»
(Kültür Kalıpları) isimli eser, bu doğrultuda bir çaba idi. Benedict bu popüler çalışmasında
Pueblo (Zuni), Dobu ve Kwakiutl gibi üç ilkel kültürü karşılaştırdı. Benedict, bu üç kültürün
değerlerinde ve dünya görüşleri üzerindeki farklılıklar üzerinde durdu.
R. Benedict, iki farklı kişilik tipolojisi yapmıştır (11). Bunlar : a) Apollonian, b) Dionysian.
Bu kavramlar, Nietzsche tarafından Greek tragedy (Yunan trajedisi) isimli araştırmalarında
kullanılmıştır.
• Güvensizlik, itimatsızlık
• Aşırılıklara yönetiş
• Duygusallık
3. Melanesia'da Dobu'lar
isimli üç kültürü ele aldı. Bu kültürlerin kişilik yapılarına etkilerini kısaca gözden geçirelim.
l. Zuniler
Zunilerde ideal insan, haysiyetli, toplum halinde yaşamaya alışkın, yüce gönüllü ve liderliğe
özenmeyen kimsedir. Hatta memuriyetten de çekinir ve kendisine empoze edildiği zamanda
kabul ettiğinde isteksiz görünmelidir. Bir konum elde etmeye ve iktidara sahip olmaya
susamış bir kimse, ancak eleştiriye maruz kalır ve sihirbazlıkla itham edilip takibata maruz
kalabilir. Birey, böylece
kendini işlevsel bir birim olan grubun içine sokmaya eğilimlidir. Birey, kişisel otorite aramaz
ve hiçbir zaman şiddet kullanmaz.
Duaların çoğu, toprak verimi için esas olan, insan yaşamı için önem taşıyan konularla ilgilidir.
2. Dobular
Dobu kişiliği, düşmanlık, hainlik duygularının yer ettiği sinsi ve şüpheci bir özellik taşır (17).
Bunlar, kanunsuz ve ihanetle dolu bir yaşam sürdürürler (18). Herkes başkaları ile ilgilidir.
Şefleri ve siyasal organizasyonları yoktur. Dobular köylerde yaşarlar. Her köy diğeriyle
çatışma durumundadır. Köyler arası çatışma yanında köy içinde de sürekli çatışma vardır.
Çatışmaların kaynağı, hasat, ekonomik mübadele, evlilik, doğum ve ölüm gibi olaylardır (19).
Her insan bir büyücüdür. Becerisi, başkalarına yaptığı kötülükle ölçülür. Köyler arası evlenme
yaygındır. Kadınlar, erkeklerden daha üstündür. Zenginliğe ve cinsel başarıya önem verirler.
Hayatta basan, başkasının elindekini almakla kazanılırdı (20). Bunları elde etmek için sürekli
savaşım gerekli idi.
3. Kwakiutlular
Dionisian bir kültüre sahiptirler (21). Günlük yaşamın bunalımlarından kurtulmak için dinsel
merasimlere önem verirler (22). Bunlar arasında yamyamlık yaygındır. Önemli görevler için
sürekli bir yarışma vardır. Büyüklük duygusuna kapılmışlardır. Zenginlik ve soyluluk,
toplumda itibar kazandırır. Zengin ve soylu olmak için gerekli ekonomik yarış, çocukluktan
başlar (23).
Bu üç kabiledeki kültür ve kişilik ilişkisinin çözümlenişi, bize her bir kültürün kendine özgü
amaçları olduğunu ve bu amaçları gerçekleştirmek için de kendilerine özgü yöntemleri
olduğunu göstermektedir.
etkilenmiştir. Daha çok, geçiş aşamaları ve özellikle ergenlik törenleri üzerinde durmuştur
(24).
Araştırmalarında daha çok çocukluk çağma önem vermiştir. Çeşitli toplumlarda çocuk bakımı
ve yetiştirilmesi yöntemlerim incelemiştir. Bu bağlamda çocuğun beslenmesi, sevilmesi,
cezalandırılması, ödüllendirilmesi, tuvalet eğitimi, cinsel eğitimi konularındaki davranış ve
uygulamaların farklı kişilik özellikleri yarattığı görüşündedir (26).
Mead, her kültürde pek çok kişilik tipi olduğunu keşfetmiştir. Oysaki Benedict, her kültürde
tek kişilik tipi olduğunu savunur.
Doğum sırasında oldukça esnek olan karakterler, o kültürün egemen kişilik tiplerine göre
yoğrulurlar ve bu suretle yetişkinlerin çoğu, kültürün gerektirdiği tiplere uyarlar.
îlk alan araştırması, Samoa'da yaptığı, aComing of Age in Samoa» (1928) isimli eserdi. Kişilik
özelliklerinin kültürden kaynaklandığım belirtir. Ergenlik, duygusal çatışma ve otoriteye isyan
zamanı olarak görülür. (A.B.D.) de. Oysaki her toplumda böyle değildir.
Samoada 50 ergen kız üzerinde çalıştı. Samoalı kızlar için ergenlik, güç bir dönem değildi.
Evlilik öncesi cinsel ilişkiler doğal olarak kabul edilir. Böylece orada ergenlik, gerilim,
duygusal çatışma ya da isyan olarak görülmez (26a). Kız ergenlere cinsel yasaklama
uygulanmamaktadır. Burada kültür, bu çağın doğal ve mutlu geçmesini destekler. Burada
grup yaşamının önemli olduğunu görüyoruz. Gündüz zamanı ailesine yardımcı olan genç kız,
geceyi dans ve arkadaşlıklara ayırmaktadır. Görev ve sorumlulukları ile serbestiyi
uzlaştırmaya çalışan genç kız, evlenme konusunda aceleci olmamaktadır.
«Sere and Temperament in Three Primitive Societîes (1935) isimli eserinde üç kültürü inceler.
Burada psikolojik bir tipolojiden çok, bu kültürlerde cinsiyete göre belirlenen davranış
kalıplarım, Batı toplumlarındaki tipik kadın ve erkek kişilikleriyle karşılaştırır (27). Arapesh,
Mundugumor ve Tchambuli adlarındaki kültürler, birbirinden farklı idi.
Bu üç kabile, ırk bakımından aynı oldukları halde karakter bakımından farklılık gösterirler.
M. Mead, bu farklılığın esasım çocuk yetiştirmeye bağlıyor.
Arapesh'de hiç kimse mesuliyet altına girmeyi ve başkalarına emir vermeyi sevmez.
Zengin ve hayatta başarılı bir adam olmak, çok kadınla evlenmeyle ölçülür. Zengin bir
Mundugumorlunun 15 20 karışı vardır.
Ona göre, cinsel roller bakımından kadın ve erkek davranışları, toplumdan topluma farklılık
gösterir.
Arapesh'lerde her iki cins (kadın ve erkek), Batı toplumlarındaki kadınlar gibi davranıyordu.
Tchambuli'de cinsel roller, Batı toplumuna göre ters cinslere verilmişti. Kadınlar Batıdaki
erkekler gibi, erkekler ise Batıdaki kadınlar gibi davranıyordu.
Bunların en önemli özellikleri, sanata olan düşkünlükleriydi. Bunlardaki inanca göre, bir
erkek çocuğun, tam bir erkek olması için, başka kabilelerden birisini öldürmesi gerekir (31).
Mead, kişiliğin biopsikolojik ve kültürel biçim alıcılığım göstermiştir. însan biyolojik bir
varlık idi. Fakat ona göre, biyokültürel bir varlık alanı olarak incelenmeliydi (32).
Her Tchambulili başlı basma bir sanatkardır. Kabiliyet gösterdikleri sanat kolları çoktur.
Bunların en mühimleri dans, ,raks, odun oyma, resim ve müzik aletleri çalma sanatlarıdır.
Bu bulgular, Mead'ın öğretmeni Boas'nın görüşlerim doğruluyordu. Yani, ona göre, insanın
kültürel kişiliğim ve rolünü biyolojik etmenler değil, kültürel değişkenler belirliyordu.
F. Malinowski
İlk kez çocukluk deneyimlerine ilgi duyan ve bu konunun Batı dışı toplumlarda psiko analitik
kuram ile ilgisini kuran antropologlardan birisi idi.
Büyü ve ruh inancı yaygındır. Bu nedenle küçük çocuk yalnız bırakılmamaktadır. Korumak
için beşiğe sıkıca bağlanır. Çocuk eğitiminde ceza uygulanır. Çocuğa cezanın majik güçler
tarafından verildiği hissettirilir. Erkekler bu kültürde kadın rolünü benimserler. Bazıları kadın
giysisi giyerler (35).
G. G.Roheim
Riesman, üç çeşit toplum tarafından yaratılan üç karakter tipini ayırt eder (38).
En saf biçimine ilkel aşirette rastlanır. Kişi, toplumundan ayrı olarak bir birey olduğunun
farkına varmaz. Kendisinin niteliği, toplum tarafından belirlenir. Keza neye ihtiyacı varsa onu
hemen hemen tamamen toplum gösterir. Geleneklere bağlıdır.
(33) Özbek, Abdülkadir : Sosyal Psikiyatri'ye Giriş, s. 81.
Kültürel normları evde ve okulda benimser ve onları yerine getirmeye bütün gücüyle çalışır.
19. yüzyıl burjuvazisi gibi. Sanayileşmeye geçiş durumundaki toplum tipidir. Kendine
güvenir ve katıdır,
Amerikan orta sınıfında ve bir dereceye kadar da diğer sanayileşmiş toplumların orta
sınıflarında bulunan bu tip, değerlerini çağdaşlarından elde eder. Esnek bir özellik gösterir.
insanların istedikleri bütün amaçları, kültürlerinden doğar, fakat içten doğrultulu insan, bu
amaçları benimsemiş iken, başkalarına doğrultulu insan, başkalarından aldığı amaçları yerine getirir ve bu
amaçların temsil edildiği gruba daha fazla bağlıdır. îçe doğrultulu insan, amaçlarının geçerliğine inandığından
dolayı, akranlarının isteklerine önem vermeyecek bir durumdadır. Başkalarına doğrultulu insan için bu böyle
değildir. Çünkü o, kendine ait zorlayıcı amaçlara sahip olmadığından, kendi standartlarım, içinde yaşadığı ve
çalıştığı grubundakilere intibak ettirir.
I. Yeni Yaklaşımlar
G. Devereux
Ona göre belirli bir faaliyetin, örneğin kiliseye gitmenin, tek basma bir dürtüyü ya da kültürel
yoldan telkin edilmiş bir dürtüyü doyuma yönelik olmayabilir (40). Gerçekte birçok sübjektif
dürtüleri doyum sağlamaya yönelik olabilir. Örneğin çeşitli dürtüler, bireysel Macarları 1956
yılında Ruslara karşı ayaklanmaya yöneltmiştir. Bunun gibi bir veya birkaç dürtü, kültürel
bakımdan uygun görülen birtakım çeşitli faaliyetleri harekete getirebilir. Eğer kültürel
uygunluk, benimsenmiş normlardan değil de kişisel dürtülerden ortaya çıkabiliyorsa, bu
takdirde, dolayısıyla rol davranışı dahi sadece rolün kendisinin koşulları tarafından değil,
fakat aynı zamanda bir sıra güdüler tarafından uyarılabilir. Örneğin bir öğretmen, okul saatleri
dışında yüzme antrenmanı yaptırıyorsa, bunu sadece kendisinden beklenen program dışı bir
eyleme girmek için değil, fakat öğrencileri île dinlenmekten hoşlandığı için ya da eve gitmek
istemediği için, yahut gençliğim hatırladığı için, ya da diğer birçok nedenlerden dolayı
yaptırıyor olabilir.
Ona göre az sayıda farklı güdü, geniş çeşitteki farklı davranışları destekleyebilir, ya da farklı
kişilerde çok değişik dürtüler aynı rol davranışının temeli olabilir. Bunlardan her ikisi de
mümkün olduğu içindir ki, güdüler rol gereklerinden bağımsızlaşmalardır.
Ralph Lînton, temel kişilik olgusunun, bir yetişkin kişi olarak üzerine aldığı statü ve
roller tarafından değiştirilebileceğini ileri sürmüştü.
Linton'un. 1936'da «The Study of Man» isimli eserinde işaret ettiği gibi her birey,
muayyen bir «statü» ya da toplumsal konuma sahiptir. Örneğin öğretmen, avukat,
baba gibi. Toplum, bir statüye sahip kimseden, rolünün gerektirdiği davranışı bekler,
însanın yasinin artışıyla birlikte statüler, bebeklikte cinsiyete, daha sonra, belki
kardeşleri arasındaki yeri, sınıfı ve kazandığı diğer statü ve rollere göre tanımlanır.
Bazı statüler «Edinilmiş», yani sabit ve değişmez; diğerleri «Başarılmış», yani bireyce
seçilmiş ve bir çaba ile elde edilmiştir.
7.
BÖLÜM
Kardiner gibi bazı yazarlar, temel kişiliğe, kültürün egemen değerlerine uyan bir
psikolojik tip gözüyle değil, daha çok, çocuk yetiştirme yöntemleri ve aile
organizasyonu gibi kültürün birincil kurumları tarafından biçimlendirilen bilinçsiz
yeteneklere dayanan tipler gözüyle bakar. Bu durumlar bütün yaşam boyunca sürer;
başka insanlara ve başka durumlara ve sanat, din hukuk, devlet, mitoloji gibi kültürün
ikincil kurumlarının içine yansıtılır (l).
Kardiner'e göre birincil kurumlar aile, beslenme, çocuk bakımı, sevgi, eğitimden
oluşur ki bunlar, çocuğun toplumsallaşmasını etkileyen değişkenlerdir.
îkincil kurumlar ise, din, devlet, hukuk, ahlak ve düşünce gibi, kişinin davranışlarım
sınırlayan değişkenlerdir. Temel kişilik yapışı bu iki tip değişken arasında gelişir.
Kişilik yapışı, birincil kurumlarla etkileşir ve tepkisini ikincil kurumlarda dışa vurur.
Yani, birincil kurumlar temel kişilik yapışma biçim verirken,
Whiting ve Child, Kardiner'e göre daha ileri bir adımdı. Çünkü, tekno-ekonomik
sistemleri de devreye koyuyordu. Destek sistemi kavramı, eğitim ve toplumsallaşmada
toplumsal ve ekonomik öğelerin rolünün bulunduğunu savunan kültürel
antropologların görüşleri ile de uyumludur. Fakat bu kuram da yetersiz kalıyordu. Bir
kültürde çocuk bakımı teknikleri, yetişkin
Kültürel Ürünler
Dini inançlar
Hastalık kuramları
Halk masalları
Çocuk davranışı
Çalışma
Oyunlar
Kültürel Ürünler
Fantasya Efsaneler
Çocuk Yetiştirme
Uygulamaları
Kaynak : La Vine, Culture, Behavior and Personality, s. 57.
kişiliğin bütün niteliklerini Belirliyor muydu? işte bu nedenle, bir önceki sayfada
görüldüğü gibi yeni bir kavramsal model geliştirildi.
Yukarıdaki şemada görüldüğü gibi, ekoloji, destek sistemim belirler. Destek sistemi,
temel ekonomi ve toplumsal yapının öğelerinden oluşur. Örneğin iklim ve toprak,
tarımsal bir toplumda yetişen ürünün niteliğini belirler, insanlar yiyecek elde
ederken .tarlada ve evde çalışma düzenlemesi belirlenir. Bu durum, çocuk yetiştirme
uygulamalarım ortaya çıkarır. Farklı çocuk yetiştirme uygulamaları, çocuğun
kişiliğinde farklılıklara yol açar, buradan aynı zamanda yetişkin kişiliğindeki
farklılıklar doğar. Bu kişilik boyutları, kültürel ürünlere yansır. Din ve folklor gibi.
Her iki yaklaşım da kültür-kişilik kuramım modern ülkelere uygulamak ister. Millî
karakter, çeşitli zamanlarda ve çeşitli kişiler tarafından kurumsal kalıp olarak, kültür
temi olarak, bir faaliyet olarak, ırksal psikoloji olarak ifade edilmiştir.
Yararlı bir kavramdır. Çünkü, bir grup insan tarafından en kolay kabul edilebilecek
değişmelerin türlerinin neler olduğu ve niçin olduğu bakımından yararlıdır. Ayrıca
genel bir kişilik kuramının kullanımına yol açtıkları için de yararlıdır.
8.
BÖLÜM
Yaklaşımlara Toplu Bakış ve Toplumsal Değişme - Kişilik Değişmesi
YAKLAŞIMLAR
(1) Prof. Le Vine, bu kuramları beş ana gruba ayırmıştır. Bu bölümde onun sınıflandırmasını esas
alacağız.
Ruth Benedict, Margaret Mead ve Geoffrey Gorer gibi antropologların «Biçimlendirilmiş Kişilik»
görüşü, kültürel görelilik kavramının kişilik psikolojisine uygulanmasıdır (4). Kültürel görelilik
yaklaşımına göre her kültür, diğerlerinden farklıdır. O halde kişilik gelişimi, cinsel roller, çocuk
yetiştirme, akıl hastalıkları gibi psiko-sosyal olgular, kültürler arası bir genellik göstermez. Bunlar da
kültürden kültüre değişir. Böylece, bu görüşten hareketle kişiliğin de kültürün bir parçası olduğu
söylenebilir. Kültürle kişilik birbirinden farklı olgular değildir çünkü kültürle kişilik, aynı kalıp içinde
belirir. Bunlar aynı şey oldukları için birbirine uymaları gerekir. O halde kültüre uymayan kişilik
olamaz. Oysa kültüre uymayan kişilikler de vardır. Bit yaklaşımda, aynı zamanda neyin sebep, neyin
sonuç olduğu karışmaktadır.
Inkeles ve Levinson, bir toplumda en sık görülen «Modal» tipik kişilik türü üzerinde
incelemelerde bulunmuşlardır. «Modal» sözcüğü, istatistikte kullanılan «Modadan
gelmektedir. Bir dağılım içinde en sık görülen puan anlamına gelmektedir. Buradaki
anlamı ise, birey düzeyinde ölçülen psikolojik özelliklerin toplum içindeki dağılımıdır.
Bu durumda kişilik ve sosyo-kültürel kurumlar birbirleriyle ilişkili iki ayrı sistem
olarak göz önüne alınır (6). Bir yandan kişilik sistemi, diğer yandan ise sosyo-kültürel
sistem, bireyin davranışlarını etkiler. Bu etkiler ise hem psikolojik ihtiyaçlar, hem de
toplumsal rol beklentileri yönündedir,
Toplumsal normlara uyma davranışı, bireye psikolojik doyum da sağlıyorsa, iki sistem
bu bireyde birbiriyle uyum halinde demektir. Aynı yazarlar, bu uyumun
bozulabileceğini de belirtmişlerdir.
Levine, yukarda ana hatlarını açıkladığımız kültür-kişilik ilişkisine ait farklı görüşleri
basit formüllerle şöyle özetlemiştir (6a):
Bugün bir kültürdeki «Temel kişilik yapışı» nın ne olduğunu anlamak için sanat, din,
edebiyat, inançlar gibi kültür eserlerini inceleyip temel kişilik hakkında soyut
genellemeler yapmak imkansızdır. Birey düzeyinde geçerli psikolojik ölçüler
gerekmektedir. Bu ölçülerle toplumdaki bireylerin kişilik özellikleri belirlenir.
İstatistiklerle bu özelliklerin genellik derecesi de ölçülerek en sık görülen özellikler, o
toplumun modal kişiliğim oluşturuyor demektir.
(7) Hallowell, A. Irving: «Ojibwa Kişiliği ve Kültürleşmesi», S.B.P. Derg., Cilt. 25, No: 2.
Günümüzde;
B. Güvenç'in belirttiği gibi; «Temel kişilik yapısının yalnızca emzirme, kundağa sarma
ve tuvalet eğitimi gibi bakım teknikleriyle değil de, anne baba ile çocuğun yakın
eğitim çevresinin çocuğa karşı takındığı ortak tutumlarla iletildiği, sürekli bir eğitim
Stratejisiyle oluştuğu düşünülmektedir» (10).
1. Daniel Lerner
Lerner'in «Empati» kavramı konuyla ilgilidir. Empati, bir kimsenin kendini başkasının
yerinde görebilme kapasitesidir. Bu kavramı Lerner, psikolojik hareketlilik olarak ele
almaktadır. Ona göre empatik kişiler açık ve esnektir. Kapalı kişilerden daha fazla
değişmeye yatkındırlar. Bir toplumda empatik kişilerin sayışı artarsa, o toplumun
değişmeye daha yatkın olacağı söylenebilir.
2. Everett Hagen
3. Mc Clelland
Basan güdüsünü ele alarak başarılı kişiler yetiştirmek üzerinde durmuştur. Başarılı
kişi, toplumsal değişmeyi gerçekleştirir.
s. 44
a) Psikolojik kavramlardır.
1. Zaman kavramı: Zamana önem vermek, geçmişe değil, geleceğe dönük olmak,
4. Yurtseverlik,
Kişinin çevresini ya da doğayı denetimi de, modernleşme île ilgili bir kavramdır.
Modern kişilik kalıbının ortaya çıkışında bir çok yazar, eğitimin önemini
vurgulamışlardır (16). Ayrıca sosyo-ekonomik düzey, kent yaşamı, kırdan kente göç,
dikey hareketlilik de kişisel modernlikte ilişkisi olan değişkenlerdir.
Örneğin, ekonomik gelişme için önemli olan başarı güdüsü, teknoloji sonrası
toplumun bürokratik yapışı içinde önemini kaybetmektedir.
Çalışma saatlerinin giderek azalmasıyla, çok çalışmanın değerli olduğu düşüncesi
zayıflamaya başlamıştır.
9.
BÖLÜM
A. Stereotip Kavramı
1. Tanım
Stereotipiler, insanları birtakım türlere, tiplere bölmeyi ifade eden zihinsel yapıtlardır.
Belli özelliklerin muayyen insanlarda mevcut sanılmasını ifade ederler (l). Bu
özelliklerin, her zaman gerçeğe ve olumlu kanıtlara dayanmaksızın, sadece mevcut
bulunması gerektiği kamsına dayanırlar. Bir başka ifade ile, kafamızdaki düşünceleri
sadeleştiren birtakım zihinsel eylemler ve basma kalıp düşüncelerdirler (2).
2. Özellikleri
Stereo tipten söz ederken onda şu özellikleri görüyoruz;
Staats ve Staats (1958), stereotiplerin, sözlü olarak, bilinçsiz bir biçimde, rast gele
elde edilebileceklerine işaret etmişlerdir (3). Gerçekten stereotipler, doğrudan
deneyimden çok, kulaktan dolma öğrenim (by hearsay) yoluyla elde edinilmektedirler.
Ama bunların gerçek ve yararlı olanları da yok değildir (4).
3. Tahminî veya duygusal bir durumu ifade eder ve «değer yargısı» niteliğindedirler.
Yargılar ve önyargılar birer değerlendirmedir. Bununla birlikte, aralarında fark vardır
(5). Yargı, gerçeğe dayanır. Oysaki ön yargı, gerçek belli olmadan ortaya çıkar.
Yargının içeriği, nesnel gerçeklik ile uygunluk gösterir. Oysaki Ön yargının içeriğinin
henüz daha nesnel gerçekle uzlaştığı veya onunla geliştiği denetlenememiştir. Diğer
kavramsal davranış kalıpları gibi yargılar ve ön yargılar da kuşaktan kuşağa miras
olarak geçer. Kültürün içeriğinin bir parçasıdırlar. Hiç kimse bunlardan kaçınamaz.
Rasyonel ve bilimsel düşünen bir toplumun insan davranışı ile ilgili yaklaşımı,
yargıların sayısının artmış, ön yargıların sayısının ise azalmış olması biçimindedir.
Oysaki bütün toplumlarda çok sayıda ön yargılar
(2) Abadan, Nermin: Türk Halkoyunu Yanıltıcı Klişeler. Cumhuriyet Gaz. 8 Ağustos, 1965.
Tutum ise, toplumsal bakımdan önemli olan bazı objelere doğru bir eğilimi veya
yönelmeyi ifade etmektedir (6). Bu obje, bir kişi; grup; kategori veya açık (sarih) veya
kapalı (zımnî) davranış örnekleri olabilir. Toplumbilimciler, tutumları, belli bir
biçimde düşünme ve hareket etmeye hazır bulunma olarak görürler. Fichter,
«stereotipi», «tutumla ön yargının birleşimi» olarak belirtiyor (7). Örneğin, «Tüm
kapitalistler sömürücülerdir» stereotipinde bir sınıfa karşı antipatinin yarattığı tutum,
yine aynı sınıfa karşı olan ön yargı ile birleşir. Böyle «zihinsel resim» diyebileceğimiz
stereotipler bizi, diğer kimseler ve kişi sınıfları hakkında hem ayrıntıda, hem de
bütünlükte yanlış olan bir fikir edinmemize götürür.
stereo tiptir.
6. Olumlu veya olumsuz, övücü veya övücü olmayan niteliklerde olabilirler (9).
Örneğin «Amerikan zencileri cahil insanlardır» dediğimizde bu, olumsuz nitelikte bir
stereotiptir. «Fransız kadınları entelektüeldir» veya «Amerikan kadınları neşelidir»,
«Meksikalı kadınlar güzeldir» dediğimizde ise, olumlu nitelikte stereotip
yapmış oluruz.
7. Kısmen basit bilgilerdir. Tartışma konuşu olan sorun hakkında bilgi edinilmesini ve
kişisel bir kanaati oluşturmayı kolaylaştırmaktadırlar. Ayrıca toplumda köklü halde
bulunan ön yargıları beslemektedirler. Böylece, gerçeğe ters düşen durumları, varmış
gibi gösterirler. Örneğin «Türkiye'de turistler öldürülür» stereotipinde olduğu gibi.
Ayrıca, öznel nitelikleri nesnel durumlara doğru yaymaya da uygundurlar (12).
Örneğin, «İngiliz politikası daima iki yüzlüdür,» «Türkler tembeldir» gibi.
(12) Abadan: Türk Halk Oyunu Yanıltıcı Klişeler, Cumhuriyet, 8 Ağustos 1965-
a. Kişilerin kategorileştirilmesi
Kişiler belirli, ayırt edici niteliklerine göre kategorileştirilir. Bu nitelikler;
i) Yaş, cinsiyet veya ırkî özellikler gibi fizikî nitelikler olabilir, (Örneğin, Zencilerin
kıvırcık saçlı, siyah derili, kalın dudaklı, geniş burunlu, ufak kulaklı olmaları gibi),
ii) Bir meslek, kilise veya millî bir demek gibi bir grup, örgüt veya toplumda üyeliği
içine alabilir.
Başka bir deyimle stereotip, kategorik yanıtın özel bir biçimidir. Bir kimsenin bir
kategoriye mal edilen bütün özelliklere sahip olduğunu kabul etmek bakımından, o
kimsenin sadece o kategorinin üyesi olması yeterlidir.
Kavrayıcılar, o kategoriye mensup bir kişide mal edilen özelliklerin var olduğu
hususunda hemfikirdirler (14).
Örneğin, bütün evlenmemiş kızları muayyen bir yaşta olan tek bir sınıfta
toplayabiliriz. Bunlara «Yaşlı kızlar» deriz ve pek soğuk, resmî ve düzenli, yalnız ve
oldukça şımarttıkları evcil hayvanlara sahip kimseler olduklarına inanırız. Veya,
Amerikalıların çalışkan ve maddeci olduklarına inanılması veya yaşlı kimselerin
modası geçmiş, tutucu ve huysuz sayılmaları; zencilerin vurdum duymaz, tembel,
hurafeci ve şerefsiz olarak kavranmış olmaları;
c. Mal edilen özellikler île gerçek özellikler arasında bir uyuşmazlığın varlığı
Hemen hemen daima, stereotiplerin, hepimizce hiç olmazsa bir kısminin yanlış olduğu
düşünülür. Mal edilen özellikler bakımından bir stereotipin yanlış olabilmesi,
stereotipleştirilen bireylerin gerçek özelliklerinin aşırı bir biçimde
basitleştirilmesindendir (15).
3. Boyutları
a) Mantıkî olarak kuşku veya eleştiri ile karşılanması gerektiği halde ilk elden kabul
edilen görüş ve kanaatler.
b. Deneyim ve, bilgiden esinlenmeksizin belli kişi veya eşyaya karşı takınılan olumlu, ya
da olumsuz bir tutum.
a) Belli bazı nitelikler, her hangi bir eleştirmeden geçirilmeksizin, genelleştirilip belli kuruluş
ya da kişilere mal edilmektedir.
c) Olumsuz olarak damgalanmak istenen gruplar, istenen bazı niteliklerden yoksun tutulmaya
çalışılmaktadır.
d) Bir grupta iftiharla belirtilen bir nitelik ya da eğilim, başka bir gruptan esirgenmektedir.
4. Gelişimi
Kendisini tanıdığımız bir veya birkaç kişinin özelliklerini, onunla aynı kategoride bulunan
bütün diğer kişilere yaymamızdır. Örneğin kısa boylu, fesat, temiz kalpli olmayan bir
çocuğumuz olsa, hemen bütün kısa boylu çocukların aynı karakterde olduklarını sanarız.
Burada, bir sempati veya antipatiyi, tecrübe ettiğimiz bir kimse üzerinden, geniş sayıdaki bir
kitleye, fazla düşünüp taşınmadan, anîden duygusal bir tutumla genelleştirmemiz söz
konusudur.
b. Özelleştirme Eğilimi
Burada ise, bir ülke, grup veya kategori hakkında sahip olduğumuz bir kanaati, o grup, ülke
veya kategoriden olan kimseye uygulamamız söz konusudur. Bu, birinciden daha çok
uygulanır. Örneğin herhangi bir yabancı ülkede bulunan bir Türkün, kendisinin yabancılar
tarafından daha hiç ilişkisi olmadan barbar olarak kabul edilmesi gibi.
Özetlersek, stereotiplerin bir gerçekten çok, bir ön yargı, bir fikir saplantısı veya bazen bir boş
inanç ifade ettiklerim söyleyebiliriz.
Lippman da bu konuda, «Bir kalıp yargısı nötr olamaz. Kalıp yargısı, bir çeşit kısadan kesme
değildir. Kendimize karşı gösterdiğimiz saygının teminatı, kendi değerimizin, kendi
konumumuzun, kendi haklarımızın dünya üzerine yansımış bir uzantısıdır. Kalıp yargılar,
bizim kendi geleneğimizin sınır kaleleridir ve onların savunma çizgisi ardında, elimizde
tuttuğumuz konumumuzla kendimizi teminat altında ve emniyette hissederiz diyor (19).
Cantril ve Buchanan da bir ulus hakkında, herhangi bir ulusun ortaya attığı kalıp yargıları şu
etkenlere bağlıyorlar (20).
• Bir ulus da, bir başka ulusa karşı dostluk duygusu veya dostça olmayan duyguların
varlığı;
• Bu ulusların devletlerinin son savaş da veya içinde bulunulan zamanda «Soğuk Savaş»
içinde birbirlerinin müttefiki, veya düşmanı olmasına;
Burada, millî stereotiplere bir örnek olarak UNESCO arafından yapılan bir araştırmadan
aldığımız sonuçları sunacağız. Bu araştırmada milletlerin, birbirlerini ve kendilerim nasıl
görmekte olduklarım stereotipler yoluyla tanımlamaları istenmiştir. Beş ülkenin diğerlerim ve
kendilerim tanımlamaları aşağıdaki gibidir(21).
l. Rusların Tanımlanması
2. Amerikalıların Tanımlanması
Kendine Hakim
3. İngilizlerin Tanımlanması
Zekî Kendine Hakim Zekî Kendine Hakim Barışsever Çalışkan Mağrur Pratik Cesur
Hükmedici Mağrur Barışsever Pratik Çalışkan Mağrur îlerici Zekî Kendine Hakim
4. Fransızların Tanımlanması
İngilizlerce Almanlarca Hollandalılarca Çalışkan Çalışkan Geri ve kaba Geri ve kaba Geri ve
kaba Çalışkan Barışsever Zekî Zalim Cesur Zalim Cesur Zalim Cesur Kendine Hakim Zekî
Kendine Hakim Barışsever Barışsever
5. Çinlilerin Tanımlanması
İngilizlerce Almanlarca Hollandalılarca Çalışkan Çalışkan Geri ve Kaba Geri ve Kaba Geri
ve Kaba Çalışkan Barış sever Zekî Zalim Cesur Zalim Cesur Zalim Cesur Kendine Hakim
Zekî Kendine Hakim Barışsever Barış sever
Değerler konuşu hem felsefede hem de sosyolojide ele alınmaktadır. Felsefedeki ele
alınışında değerlerin niteliği, aralarındaki hiyerarşi ve eleştirisi üzerinde durulmaktadır.
Sosyolojide ise değerlerin tasviri, ortaya çıkış yolları, toplumsal olgu, kurum ve süreçlerle
olan etkileşmeleri, tipleri ve belli somut durumlarda Rastlanan değer çatışmaları ele alınır.
Toplumsal değerleri ele alırken üç öğe üzerinde durabiliriz: l. Değeri söz konuşu olan şey
(Maddî eşya veya bir davra Nış, bir rol, bir kurum, bir durum v.s.) 2. Söz konuşu şeyin belli
ihtiyaçları karşılama yeteneği. (En geniş anlamda toplumsal ihtiyaçlar). 3. Söz konuşu olan
şeyin ihtiyaç karşılama yeteneği hakkın Daki takdir (ölçme).
l. Tanım ..
Yukarıda sözü edilen hususlar göz önünde bulundurularak Su tanım yapılabilir: «Sosyolojik
anlamda değerler, grubun veya toplumun, kişilerin, davranış örneklerinin, amaçların ve diğer
sosyo-kültürel şey Lerin önemlerim ölçmeye yarayan ölçütlerdir» (22). Burada, ne bu şeylerin
aslî değeri ve ne de herhangi bir kimsenin bunlara verdiği kişisel değerlerle doğrudan
ilgileniyoruz.
2. Özellikleri..
c) Değerler, duyguları da içerirler. Üyeler, ulvî (yüksek) değerler için fedakarlıkta bulunmaya,
dövüşmeye ve hatta ölmeye razıdırlar.
d) Bunlar, birçok insanlar arasında genel onama yahut anlaşmaya dayandıklarına göre
kendilerini canlandıran veya taşıyan şeylerden soyut olarak insan zihinlerinde yer etmiş
kavramsal yarlıklara sahiptirler.
3. İşlevleri
b) Toplumdaki maddî şeylerden hangisinin arzuya değer, yararlı, gerekli olduğunu tayin
etmek ve bunlar üzerine dikkati çekerek, istekleri ilgileri tahrik etmek.
Bir eğitimci grubu ise, değerler sisteminin işlevlerim şu noktalarda topluyorlar (26) ;
Değer sistemleri ile stereotipler aslında birbirini bir yerde tamamlamaktadırlar. Değerler
stereotiplerin kaynağım oluşturmaktadırlar. Örneğin, Türklerin «Saldırgan (agressif),
Almanların «otoriter», Amerikalıların «maddeci», İngilizlerin «sebatlı» olduklarım
söylediğimiz zaman aslında bu genellemelerin birer stereotip olduklarım unutmamalıyız.
Fakat bu stereotipler o toplumdaki bireylerin çoğunluğu tarafından benimsenmiş olan değer
sistemlerinden çıkarılmaktadır. Bununla birlikte, belirli bir grup veya toplum hakkında
stereotiplerin ortaya çıkışının her zaman değerlere dayalı olmadan, çok yüzeysel bir biçimde
de oluştuğunu belirtmek gerekir.
(26) Smith, Stanley and Shores, Fundamentals of Curriculum Development, s. 61. 115
10.
BÖLÜM
Şimdi de çeşitli ülkelerin belli başlı kişilik ve karakter özellikleri üzerinde durmak istiyoruz.
Bu ülkeler ilkel toplumlar olmayıp, bugünkü uygar ülkelerdir. Herhangi bir ölçüte göre
seçilmiş olmayıp sadece birkaç örnek olarak buraya alınmışlardır.
Amerikan kişilik ve karakter özelliği, tek kelime ile, «Dinamizm» olarak özetlenebilir.
Bütün Avrupa ırklarının Amerikan potasında eriyip karışmasından yeni bir insan birimi
meydana çıkmıştır.
«Her tarafta, her şeyi aynı açıdan görmek yolunda bir eğilim vardır: Her yanda aynı trenleri,
aynı otelleri ,aynı lokantaları, aynı benzin istasyonlarım, aynı gazeteleri, aynı dergileri, aynı
sloganları, aynı düşünceleri görürsünüz. Hatta bu tek biçimlilik, bu yeknesaklık millî birliğin
kaynaştırıcı öğelerinden biri durumuna gelmişlerdir ve tuhafı şu ki, halk, bunlara katlanmak
değil de, tıpkı bir ilerlemede olduğu gibi, bunları kabul etmekte, severek karşılamaktadır» (l).
Good Will (iyi niyet) Amerikalıya özgü bir şeydir ve onun yurttaşlık duygusunun temelidir ki
bu duygu herşeyden önce, çok Protestan bir anlamda «sosyal hizmet» demektir.
117«Bir mümindir ama ruh da dahil, her şeyin Örgütlenebileceğine inanan bir mümindir;
insanlık şerefine içten inanmakla birlikte, bu şerefin o insanın yaşam düzeyinden
ayrılamayacağı düşüncesindedir)) (2).
«Herkes gibi olmaktan acı duymak şöyle dursun, insanlar aynı şapkaya, aynı elbiseye, aynı
düşüncelere sahip olmakla övünmekte, bundan memnun olmaktadırlar. Ferdiyeti övmek moda
olarak kalmıştır (4).
Millî ideoloji, 150 yıl öncekinin aynı olarak kalmaktadır: Bu da bireycilik, girişim düşüncesi,
hürriyet, rekabettir ve iyi niyetli Amerikalı da bunlara içten bağlı kalmaktadır» (5).
Geoffrey Gorer tarafından yazılan eserin adı 'Amerikalılar* di. Gorer tarafından yapılan bu
çalışmadan tipik bir Amerikan Kültür Modelini örnek olarak ele alalım. Onun Amerika'da
anne ve babanın statüleri konusundaki görüşlerinin kısa bir özeti, Îngiltere dekinden birçok
bakımdan farklı bir aile yaşamı normunu canlandıracaktır (6).
«Amerika'da göze çarpan bir gerçek, kadının Avrupa ailesindeki babanın rolünü üzerine
almak hususundaki eğilimdir. Kadın hürriyet Abidesi, Sam Amcadan daha fazla kabul edilen
bir semboldür. Babanın arka planda kalması sonucunda anne, ailede liderliği ele almakta ve
çocukta dişilik bilinci aşılanmaktadır. Bu durumun iki sonucu vardır. Birincisi anne sevgisinin
yüksek derecede saygı görmesi ve idealleşmesi, ikincisi ise erkek çocuklarda fazla kadınımsı
olma korkusunun görüşmesi ve bunun sonucunda erkekliğin büyük Ölçüde gösterilmesi
çabasının belirmesidir.
Oradaki annenin çocuklara bağlılığı, büyük bir tehdit oluşturur. Babanın ailede sahip olduğu
egemenlik ifade eden otoritesi, Amerika'ya ilk kez gelen göçmenlerden doğan kuşağın
büyümesiyle anavatandan gelen geleneklerle beraber terkedilmiş görünen bir Avrupa
örneğidir. A.B.D.'de annenin çocuk üzerindeki egemenliği, Öğretmenlerin çoğunun kadın
olması nedeniyle daha çok kuvvetlenmiştir. Fakat anne, «basan sistemi» nin tam bir
destekleyicisidir. Çünkü basan kazanmak ve toplulukta daha yüksek düzeye çıkmak bütün
Amerikalılar için çok değerli diğer bir kültür karmaşığıdır. Böylece annenin çocuğu
başarısızlığa uğramamalı ve her yaşta yarış etmelidir. Küçüklüklerinden beri çocuklar için ne
yapılsa yine azdır. Çünkü çocuklar evvelce olduğundan daha iri ve daha iyi olmalıdırlar;
gıdanın, en yeni çocuk büyütme ve psikoloji yöntemlerinin v.s.nin önemi işte bunun bir
sonucudur. Her şeyden Önce bir hanım evladı (süt çocuğu) olmaması şarttır ve aynı zamanda
kızlar da hanım çocuğu olmamalıdırlar. Çünkü bu kural, her iki cinsi de kapsadığından,
bağlılık, korku, çekingenlik, utangaçlık ve edilgenlik gösterilmemelidir. Böylece çocuklar
serbestlik ve bağımsızlığa doğru sevk edilmiş oluyorlar. Amerikalılar, ana babalarına egemen
olmaya eğilim gösteren çocukların serbestisini kısıtlamaktan nefret ederler. Böyle küçük
çocuk, atılganlığım göstermek için fırlar gider- Zafer kazandığı durumlarda teşvik kazanmak
için gelip hikayesini anlatır. Böylece dil dökmenin ve kendini Övmenin önemi buna dayanır.
Büyümekte olan bireylerin üzerlerine aldıkları roller kültür repertuarının takdim ettiği roller
arasından seçilmiş ve babanın, ananın işlevlerinin açıklanış biçimleri çocukların
büyütülmesinde her şeyden üstün bir önem taşımaktadır. Amerikalıların 'dating' denilen
randevu biçimi, çocukların yetişmesiyle ilgili olup, biraz tanımlanmaya değer. Çünkü Gorer
bunu tam bir iş başındaki antropolog durumuyla inceler. Gorer ondan şöyle söz eder. «Dating,
cinsel oyuna giriş davranışıdır ve gerek klasik dansa, gerek bir yarışma oyununa benzeyen
yüksek derecede modelleşmiş bir faaliyettir.» Dating, aşağı yukarı 12 yaşından, nişanlanma
çağma kadar devam eder. Başarı sistemi rekabeti devam eder ve «Başarılı mıyım?» «Seviliyor
muyum» a eşit olur. Daha doğrusu amaç, bir insanın aşka layık
olduğunu ispat etmesidir. Dating'in sevişmeye benzer bir tarafı vardır. Fakat amacı, cinsel
zevkten daha çok, kendini takdir ve başarı kazanmaktır. Erkek çocuk için başarı, güzel
konuşabilmek, sevilebilen bir kimse olduğunu kanıtlamak için kızı elde etmek, mümkün
olduğu kadar çok tercih edilmek suretiyle rakiplerini geçmek ve en popüler kızlarla çıkmaktır.
Kız için başarı, mümkün olduğu kadar fazla «date» (buluşma) yapma, kendisi için harcayacak
bol parası olmak, kendisine çiçek verilmesi, en şık arabaya sahip olmak, erkeğin Önerilerine
çok fazla olmamakla birlikte, onun ilgisini devam ettirecek kadar boyun eğmek, onun
girişimlerini savuşturmak ve bir beraberliği (eşit durum) sağlamaktır.
1. Amerikan Maddeciliği
Bir toplumun değerlerinin, o toplumun en başarılı olduğu davranış alanında en fazla önem
kazanmaları hemen hemen kaçınılmaz bir durum olarak görünür. Amerikan toplumu, en
büyük başarısını kendi fizikî çevresine egemen olmakta göstermiştir. Amerikalılar,
muhtemelen insanlık tarihine aşılmamış bir derecede becerikli ve hünerli bir biçimde madde
ile uğraşmışlardır. Madde ile uğraşmaktaki ve ona egemen olmaktaki bu başarı, manevî ve
insanî başarılarda bile maddî ölçütleri kullanmak eğilimim doğurmuştur.
Maddecilik, bir derece konusudur ve Amerikan kültürünün maddî değerlere önem verdiği
hükmü, onun başka değerleri olmadığı ya da onları ihmal ettiği anlamda yorumlanmamalıdır.
Biz burada, kantitatif ölçmeye olan eğilim ve ona verilen önemden söz ediyoruz. Amerikan
kültüründe üzerinde durulan değerlendirme normları, maddenin özellikleridir: Ölçü, sayılar,
frekans ve hız. Bir ürünün «daha iyi» göründüğü, verdiği his ve lezzetin «daha iyi» olduğu
yani daha fazla rahatlık, zevk ve kolaylık verdiği söylendiği zaman, maddenin duygulara
yönelen kalitelerine dikkat çekmiş oluruz.
Genellikle çok başarılı bir rahibin, en geniş kalabalıkları kürsüsüne, radyo veya televizyon
programlarına çeken kimse olduğu varsayılır. Toplantısını «bir ticarî işi yönettiği gibi»
yöneten veya kilise binasından doğan borcu tam olarak ödemiş olan bir rahip çok övülür.
Benzer ölçütler, birçok
Bu yazı, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt. 6, Sayı: l - 4'de (1975) yayınlanmıştır
durumlarda, akademik düzeyden kayıp iş yöneticileri sırasına girmeye çalışan kolej veya
üniversite başkanlarının işlevlerinin değerlendirilmesinde de sık sık kullanılır. Tekrar
seçilmek isteyen belediye başkanı, vali veya devlet başkanı, kampanyasının büyük bir
kısmım, halkı ikna için kendisinin başarılı bir iş adamı olduğuna ve malî, maddî başarı ve
gelişmelerini belirtmek için çaba gösterir.
Bütün bu roller, aynı zamanda, maddî olmayan ve parayla ilgisi olmayan ölçütlerle de
ölçülürler. Devlet memuru, eğitimci, rahip, eğlendirici ve ana-baba, aynı zamanda kendi temel
kurumlarında geçerli olan temel değerlere göre de değerlendirilirler. Herhangi bir toplumda
bunun böyle olması mantıken beklenir ve muhtemelen bundan kaçınılmaz. Böylece, bu
kurumsal değerlerin, malî ve kantitatif ölçme normları durumuna getirilmiş olduğunu veya
bunların içinde eritildiğini söylemek doğru değildir. Gerçek şudur ki, temel kurumlar, aslında,
ekonomik kurumlara özgü olan birtakım değerlerin istilasına uğramışlardır.
Bizimki gibi materyalist bir kültürde, manevî ve insanî kazançların, hemen hemen otomatik
olarak maddî başarılardan doğduğu hakkında belirsiz bir inanış da vardır. İnsanın yaşamı
maddî yaşamın asgarî standardının altına düştüğü zaman, kültürel değerlerin bunlarda zarar
gördüğü de gözle görülebilen bir gerçektir. Manevî huzur, kültürel ilgiler ve normal toplumsal
ilişkiler asgarî maddî geçimden daha fazla bir şeyi gerektirir. Fakat bundan asla şu sonuçlara
varılamaz: Bir insan ne kadar çok maddî başarı kazanırsa o kadar mesut olur, yahut, yoksulluk
ortadan dî basan elde eden adam, tanrının sevgili kuluduri
Canlı, genç Amerikan kültürü geleneksel ve yavaş değişen kültürlerin tam karşısında yer alır:
Biz, «En büyük ve en iyi» objelere önem veririz; başkaları ise «En eski ve en iyi»ye önem
verirler. Biz, mantıkî olarak, en iyi başardığımız şeyler üzerinde dururuz: En uzun köprü, en
geniş yol, en yüksek bina, en hızlı uçak. Bütün bunlar nicelikle ilgili ölçülerdir. Bu en üstün
dereceleri bile aşacak olan yakın geleceği bekleyiş, Amerikan toplumunun karakteristik bir
niteliğidir.
Amerikalıların sayısız maddî olmayan işlevleri ve değerleri ifade için ölçülebilir sembollere
başvurmayı kolay bulmalarından, onların kültüründe materyalizmin her şeye nüfuz ettiğini
sanmak büyük bir hatadır. Babanın işi ve ücreti, onun ailesine olan sevgisinin bir göstergesi
olarak kullanılmasına bakıp da, baba sevgisinin zayıflığına veya yokluğuna hükmedilemez.
Maddî sembollerin dinsel, ekonomik ve siyasal kurumların başarısının ölçülmesinde
kullanılması, dinsel motivasyon, işe bağlılık veya genel refahla ilgilenmenin bu kurumlarda
azalması demek değildir. Materyalizm, maddî olmayan çabaların ve işlevlerin yerini
almamıştır. Hatta bunun aksini iddia etmek mümkündür. Pragmatik ve maddî ölçme
tekniklerinin kullanılmasının maddî olmayan faaliyetler düzeyindeki çabayı daha da ileri
götürdüğünü ve ıslah ettiğini ispatlamak da mümkündür.
«Materyalist kültür» kavramı göreli (izafî) olup, Amerikan toplumunda maddî başarıya kendi
basma bir amaç gözüyle bakılmaz. Servet için servet peşinde koşmak, cimrinin niteliğini
oluşturur. Yoksa, genel olarak Amerikalının değil. Servete daha fazla mal ve hizmet üretmek
ve tüketmek için bir araç gözü île bakılır. Hiçbir Amerikalı, servet sahibi olmayı başlı basma
bir amaç olarak kabul etmeye istekli değildir. Hatta böyle yapsa bile, davranışım daha değerli
nedenlerle makul göstermeye çalışır.
Aile başkanı, zamanım ve enerjisini iş faaliyetlerinde harcarken bunu karışı ve ailesi için
yaptığım söyler. Katkıları için eski mezunların peşinde koşan ve yüksek öğretimde gelir
sağlayacak bir yardım fonu oluşturmak isteyen yüksek okul müdürü, yüksek öğrenimin şimdi
pahalı bir iş olduğunu söyler. Bu örnekler, maddî başarıların başarı normu olarak
kullanıldığına işaret etmekle birlikte, aynı zamanda, daha yüksek amaçların terası için de bir
araç olarak kullanıldıklarım da gösterir. Bu bileşimde esas itibariyle bir mantıksızlık ve
uyuşmazlık yoktur.
İşte bu gerçeğin ışığı altındadır ki Amerikan kültürünün hem maddî başarıya ve hem de
hümanist değerlere ilgi gösterdiği gözlenir. Denilebilir ki, bu her ilgi de paralel hatlar halinde
ilerlemektedir ve ikisinin arasında bir çeşit karşılıklı nedensellik vardır. Halk kitlesinin maddî
yararı bakımından doğal kaynaklarımızın fevkalade imkanlarını kavradıkça yüksek değerlerin
yayılma ve korunmasının önemini de kavramaya başlıyoruz.
b — Diğer bir örnek, çocukların çalışması ile ilgili mevzuattır ki buna da bir parça karşı
geliniyordu. Bu mevzuat, çocukları sömürüye karşı koruyordu. Bunlar zaman zaman hala
ihlal edilmekte iseler de toplumun çocukları koruması gereği bugün Amerikan kültüründe
genel bir ilke olarak kabul edilmiştir. Çalışanların örgütlenme ve kolektif pazarlık hakları
bugün yasalarımıza girmiş bulunmaktadır. Azınlıklara karşı yapılan ayrımları yok etmeye
çalışan hakkaniyetli işe alma usulleri, bazı federe devletlerde kabul edilmiş olup .muhtemelen,
ulusal çapta bütün ülkeye yayılacaktır.
însaniyetçi değerlerin pratik uygulanışının ilginç bir yönü, daima karşılaşılan karşı gelinme
çeşididir. Değişme gerçekleşmeden önce idealin sözde kalan onayı ile yetinilir. Fakat önerilen
somut uygulamaya karşı gelinir. Değişmeden sonra ise insanlar
hem ideale ve hem de pratiğe uymayı öğrenirler. Şimdi, kadınların oy vermesine veya
çocukların sömürülmesini önleyen yasalara karşı gelinmesini kimse düşünmez. Fakat hala,
adil çalışma şartlarım düzenleyen ve zencilerin eşit haklara sahip olmalarım sağlayan yasalara
şiddetle karşı çıkan kimseler vardır.
Hakların başkalarına yayılması, kişisel haklara karşı bir tecavüz oluşturur. Bu kanıtın
doğruluğu, ancak şu noktadadır: Bir kimsenin başkalarının haklarına riayet etmesi gereği,
onun biçimsel görevlerim arttırır. Haklar ve görevler birbirlerine bağlıdır ve bu vakıanın
toplumsal vicdanda gittikçe daha fazla kabul edilişi, Amerikan kültürünün lehine
kaydedilecek bir husus oluşturur.
Bu kültürel eğilimde kaçınılmaz veya mutlak hiçbir şey yoktur. Bunun sayısız toplumsal
nedenleri ve şartları vardır. Fakat bu, çağdaş Amerikan toplumunun göze çarpan bir
gerçeğidir.
Amerikan toplumu o kadar çok farklı grup ve kategorileri kapsar, o kadar çok farklı değer
yönelimlerine sahiptir ki, ilk bakışta bütün Amerikalıların üzerinde anlaştıkları nihaî bir değer
noktası bulmak imkansız görünüyor. Bununla birlikte, dış davranış modellerinde geniş ölçüde
beliren birtakım fikir ve inançlar vardır. Bunlardan bir özet yapacak olursak, halkımızın
çoğunluğunun önemli saydığı bir şeyi bulmak mümkündür. Bu ise, değer sistemidir.Din, ırk,
etnik temel, ekonomik statü ve bölgesel alt kültür farklılıklarına rağmen pek çok Amerikalı bu
değerleri onaylarlar. îşte «Değerlerin nihaî noktasından kastettiğimiz şey, birçok Amerikalının
onayladığı bu değerlerdir. Bunlar Amerikan kültürünün temel temalar serişim oluştururlar.
Bunların her biri, aynı zamanda başka kültürlerde de bir dereceye kadar bulunmalarına
rağmen, birleştikleri zaman tipik olarak Amerikandır. Herhangidir mutlak anlamda nihaî
değildirler. Ancak halkın değerli olarak kabul ettiği şeylerin en yüksek ortaklaşa çıkağı
olmaları bakımından nihaîdirler.
a — Yaşamı rasyonel bir biçimde ele alma değeri, hemen hemen bütün Amerikalılarca kabul
edilir. Bu eğilim, toplumsal sis125
b — Aklîlik yaklaşımıyla çok sıkı bir biçimde ilişki durumunda olan diğer bir değer de
gelişmeye verilen önemdir. Toplumun, kültürüne ve kişiliğin iyileştirilebilirliğine olan iman,
tarihimizde bir tür itici güç olmuştur. Amerikalıların geleceğe inançları vardır. Fakat bu
geleceği sadece zamanın getirdiği bir gelişme olarak değil, beşerî çabanın, sorunların
çözümüne başarılı olarak uygulanabildiği bir devre olarak görürler. Burada önemli olan,
Amerikan aklının değişme ve deneyimi kabul etme isteğidir ve bu, zekanın güttüğü
değişmenin mutlaka iyi olacağına dair bir millî tutumdur.
c — Bireysel basan değerine aklî yaklaşım ve gelişme ile birlikte giden bir parça olarak büyük
önem verilir. Başarının •maddesel ve paraya ait ödüllerle ölçüldüğünü daha önce görmüştük.
Fakat bu, başarının sadece iş ve ekonomik gayretlerle elde edildiğinde ona değer verildiği
anlamına gelmez. «Kendini yetiştiren kimse» dendiğinde, bir fizikçi veya biyokimyacı olduğu
kadar fizikçi, atlet veya bir güzellik kraliçesi de olabilen bir erkek veya kadın anlaşılabilir.
Başarının en büyük kısmı, gerçekleşmiş bir basan olarak değerlendirilir. Fakat başarı yolunda
rol oynayan «kopmalar» (breaks) da geniş ölçüde takdir edilirler.
d — Amerikan kültüründe çalışmaya yüksek bir değer verilir. Bir insanın değerinin başlıca
ölçütü, onun «ne yaptığı», yani topluma olan işlevsel yarandır. Çalışmaya yönelme eskiden
Amerikalılar arasında hemen hemen zorunluluğa denkti. Maddî refahın, başarının ve boş
zamanın ulusal çapta artışı ile çalışmanın bu zorunlu görünüşü birey bakımından azaldı. Fakat
hala, faaliyet üzerinde genel bir direnme ve bir iş meydana getirme
ye değer verilir. Amerikan kentlerinin aceleci ve hummalı faaliyeti, yabancı bir gözlemcinin
daima gözüne çarpar.
e — Nispeten genç Amerikan kültürünün az sayıdaki örneğinden biri de birey için özgürlük
değerine önem vermesi İnsanın aslî niteliklerinin değerli olarak tanınması, onun at.
sorumluluğu, kişisel dokunulmazlığı ve Tanrının bir yaratığı olarak vekarı, değer sistemimizin
tipik bir özelliği olmuştur.
Özgürlük artık sadece siyasal sınırlamalar ve ekonomik baskıdan ;kurtulmuşluk değildir. Hem
birey ve hem de toplum için özgü:
Amerikan toplumsal davranışının diğer birçok başka suçları da bize, aynı zamanda, nihaî
değerler noktası hakkında ipucu verir. Fakat onların çoğu, yukarda söz ettiklerimizden farklı
değildir. Materyalizm ve insan severlik gibi iki merkezî yerin birbirine bağlı ve dengeli oluşu,
Amerikalıların hem fi ve hem de toplumsal mükemmelleşebilirliğe olan inancını gösterir.
Onlar, aynı zamanda, hür bir toplumun ilerlemek için çalışmaya, başarılı olmaya ve bilimsel
olarak çalışmaya olan mini gösterir.
Liberalizm, Amerikan kültürünün en yüksek değerlerinin 1 çoğu ile çok iyi uyuşuyor görünen
genel bir deyimdir. Her şeye fazla beşerî ruhun hür olmasında direnen liberal bir kimse,
kendisine bilimsel, ilerici, rasyonel ve aydın bir kişi gözüyle bakmayı sever. Fakat, liberaller
arasında büyük bir anlaşmazlığa den olan şey, özgürlük kavramı ve onun insan davranışı
bakım dan yorumudur. Genelleştirilmiş temel değerler, örneğin, sadak Tanrıya inanç,
pragmatizm, ihtiras v6 komşuluk duygusu gibi liberalizm de analize ve tanıma tabi tutulduğu
zaman özelliği kaybeder.
b) Daha nüanslı fakat aynı derecede saf bir liberalizm tipi de ancak mevzubahis hareketin
başkalarına zararlı olduğu durumlarda özgürlüğün sınırlandırılmasına müsaade eder. Bu
görüşe göre toplumsal adaletin ihlali hariç başka bir ahlakî kötülük çeşidi yoktur, toplumsal
adalet ise, liberalin her ne pahasına olursa olsun, savunması gereken bir toplumsal erdemdir.
Son yıllardaki çok satılan romanlar bu tutumun örnekleridir. Bu romanlardaki kahraman,
Yahudi düşmanı, zenci düşmanı veya işçi düşmanı olanlara karşı kızgınlığından köpürür.
Fakat kahramanın kendisi ve yazar, evlilik dışı cinsel ilişkiler, çocuk düşürmeler, kutsal
şeylere hürmetsizlik ve yalancılığa karşı hiç ahlakî bir kaygı duymamaktadır. Gerçekten, bu
sonuncu davranış örnekleri, bazen özgür ruhun ifadesi olarak benimsenir. «Kimseye bir zararı
dokunmuyor» kanıtı ile savunulur. Toplumsal davranışın yegane ve en son ölçülünün
«kimseye bir zarar vermeme» olduğunu kabul eden liberal tipi, son yılların Amerikan
tarihinde birçok sorunlarla karşılaşmıştır. O, bir zaman Hitler aleyhtarı, fakat Stalin taraftarı
olmuştur. Keza 1930 yılları başındaki Marksist barışseverlik politikası ve îkinci Dünya
Savaşından önce halk cephesi politikası onu tam anlamıyla aldatmıştır. Çinli komünistlere
tarım reformcuları gözüyle bakmıştır. Bu sükutu hayallerine rağmen hala, sadakati belirlemek
için yapılan duruşmaları, üniversitelerde hür konuşma sorunu ve her çeşit sansür olayı
karşısında ne yapacağım bilmemektedir.
c) Herhangi bir toplumun tam bir özgürlüğe veya birisine fenalık yapma yasağı ile sınırlanmış
bir özgürlüğe dayanan toplumsal hareket sistemine geçmişte sahip olmadığı veya olması
mümkün olup olmadığı bilimsel bakımdan kuşkuya açıktır. Geçen yüzyılın «bırakınız
yapsınlar» felsefesi tarafından ileri sürülen liberalizm, her yerde iyi sonuç vermemiştir.
Liberal ideolojinin mantıkî temeli, ne mutlak özgürlük, ne de toplumsal adalettir; «Doğru
olanı yapmak özgürlüğü» dür. Fakat burada da hala neyin doğru, neyin yanlış olduğunun
ölçütü ve yargısı sorusuyla karşı karşıyayız. Özgürlük, başlıca kültürlerin en çoğunda yüksek
değer biçilen bir haktır. Fakat f ir takım temel ahlakî ilkelerden doğan ve ancak onlar
taraflıdan mümkün kılınan bir haktır.
d) Bu temel ilkeler, y zamandan beri, Amerikan temel değerlerinin bir kısmım oluşmuştur.
Aşın liberalist, bunları kabul etmemekle aynı ölçüce Amerikan değer sistemim benimsemeyi
reddetmiş olur. Sırmadan bir vatandaşın yorumladığı gibi Amerikan liberalizmi, aşır
kavramları içine alan bir ideoloji değildir. Nihaî olarak doğuştan insanda var olan haysiyet
duygusuna ve bizim, değerlenir aslî ölçütleri dediğimiz ilkelere toplumsal kişinin ahlakî
bakımdan sorumlu ve şiddete açık olmayan bil insan kavramına dayanır. Sorumluluk ve
dokunulmazlık kaliteleri insanlarda kalıtımsaldırlar ve aydınlanmış iyi niyetli bir toplumun
ileri sürdüğü b: sonuç değildirler.
Amerikanın bireyin özgürlüğüne ve insanın iç ve karını geliştirmeye yüksek değer v,. yen
liberal ve ilerici bir toplum olduğunda kimsenin kuskusu olamaz. Özgürlüğün genel olarak
Amerikalılar tarafından kabul edilmiş anlamı, aşın ve salt liberalizm anlayışından çok
farklıdır Amerikalılar, bir polis devletinin resmî yetkilerine, totalitarizm herhangi bir biçimine
ve birey, sınıf veya bir partiye uygulanan herhangi bir mutlak otorite kavramına şiddetle itiraz
ederler Fakat Amerikalılar, aynı zamanda, kırtasiyeciliğin varlığım, t toplumsal tabakalaşma
ve toplumsal düzen, iktidar ve otorite gibi toplumsal gerçeklerle de yüz yüzedirler. Köle veya
uysal olmaksızın normal Amerikan yetişkini, bu toplumsal gerçeklerin; vazettiği gerekli
engelleri ve sınırları kabul eder.
Realist toplumsal bilimci, özgürlüğü, her yerde sınırlanmış, göreli ve şartlanmış olacak görür,
însan, son yılın liberalistlerinin farz ettikleri bireysel yg rasyonel olarak kendi çıkarı için
çalışan ekonomik insan de değildir. O, haklar ve ödevlerle yüklü tüm •bir kişiliktir. Toplumda
yaşar ve sorumludur. Toplumsal ahlakîlik, kişisel ahlakiliğin yerini alamadığı gibi, toplumsal
vicdan da kişisel vicdanın yerine geçemez. Özgürlüğün sınırlanmaları, gerek bir bireyin
kendine hakimiyeti yoluyla içten, gerek toplumsal denetim yoluyla dıştan gelir. Liberal bir
toplumun hem baklan ve hem de görevlerinin kök î olarak insanlık değerindedir.
5. Toplumsal Sorunu
Amerikan toplumunu niteliği, sürekli olarak yeni toplumsal sorunlar yaratır. Bu ifade,
toplumsal bilimlerin, toplumsal sorunları hafifletmek için bir araç olması gerektiği inancında
olan öğrenimin başlangıcındaki bir öğrenciyi sükutu hayale uğratabilir. Fakat Amerikan
değerlerinin karakteristikleri değişmedikçe, toplumsal sorunlarımızın hiçbir zaman tamam
olarak yok olmayacağım farz etmemiz mantıkîdir. Bir anlamda, toplumsal sorunların toplumla
beraber kaçınılmaz olan bir husus olduğu insanlık tarihinin kaydettiği bir derstir.
Şüphesiz bu, bir derece konusudur. Nispeten Statik olan bir kültür, içinde çok az temel
huzursuzluklar gösteren bir nevî sürekli iyi nizamı sağlayabilir, ilkeler çağdaş Amerikalılar
için imkansız bir biçimde toplumsal yaşamın gerçeklerim kabul etmeye eğilimlidirler.
Kültürümüzün egemen Özelliklerinden birisi, mükemmelleşebilirliğe ve bunu yerine getirmek
için de çalışmak gerektiğine inanmaktır. Bakışların daima yükseldiği dinamik bir
b) Teknolojik ilerleme, toplumsal sorunlar alanında diğer geniş bir etmen olmuştur. Bu,
başlıca, bilimsel icatlara, maddî şeylerin yaratılmasına ve daha iyi şeyleri daha iyi bir biçimde
yapmak güdüsüne dayanır. Fakat teknoloji, toplumsal Örgütü etkiler ve ona uygulanabilir. Bir
kimsenin, buluşun ve üretimin değişen taleplerine bir kere değil, sık sık yeniden intibak
ihtiyacı, istikrarlı ve sürekli bir toplumsal düzenin başarısını önler. Bu durum, toplumumuzu
eski teknolojik imkanların yarattığı davranışları yeni imkanlara göre değiştirmek bakımından
bir tazyik doğurur.
Sorunlar yaratır. Su ifade, toplumsal bilimlerin, toplumsal sorunları hafifletmek için bir araç
olması gerektiği inancında olan öğrenimin başlangıcındaki bir öğrenciyi sükutu hayale
uğratabilir. Fakat Amerikan değerlerinin karakteristikleri değişmedikçe, toplumsal
sorunlarımızın hiçbir zaman tamam olarak yok olmayacağım farz etmemiz mantıkîdir. Bir
anlamda, toplumsal sorunların toplumla beraber kaçınılmaz olan bir husus olduğu insanlık
tarihinin kaydettiği bir derstir,
Şüphesiz bu, bir derece konusudur. Nispeten statik olan bir kültür, içinde çok az temel
huzursuzluklar gösteren bir nevî sürekli iyi nizamı sağlayabilir, tikeler çağdaş Amerikalılar
için imkansız bir biçimde toplumsal yaşamın gerçeklerim kabul etmeye eğilimlidirler.
Kültürümüzün egemen özelliklerinden birisi, mükemmelleşebilirliğe ve bunu yerine getirmek
için de çalışmak gerektiğine inanmaktır. Bakışların daima yükseldiği dinamik bir
kültürde araştıran ruh, geleceğe doğru döner. Veriler, daha bol sayıda ve daha fazla ayrıntılı
olarak vardır. Altüst edilmemiş hiçbir alanı kalmadığı gibi, düzenin bozulduğu hiçbir alan
incelenmemiş olarak bırakılmamıştır. Amerikalılar, şimdi, toplumsal gerçekleri
geçmiştekinden daha fazla bilirler. Toplumsal bilimin keşiflere, analizlere ve toplumsal
gerçeklerin tartışılmasına bağlı kaldığı bir gerçektir. Lakin toplumsal bilim öğrencisi toplumla
ilgilenen bir vatandaş olarak geleceğe mümkün olacak imkanlar üzerinde de mutlaka durur.
Eğitim arttıkça Amerikalılar mevcut duruma karşı hassas ve isyankar olmaktadırlar. Bu eğitim
sadece toplumsal sorunları tanımakla yetinmeyip, aynı zamanda yeni sorunlar «yaratmaya»
eğilim gösterir. Eğitilmiş insanların sayıca çokluğu, Amerikan değerlerine daha büyük ölçüde
katılmaya yol açmış, fakat aynı zamanda bu değerleri tüm toplum için geliştirmişlerdir. Bir
Amerikalı aydının, proletaryadan türemiş toplumsal reformcuya nispeten daha iyi bir topluma
dair görüşlerinin çok daha geniş olması bir rastlantının sonucu değildir.
b) Teknolojik ilerleme, toplumsal sorunlar alanında diğer geniş bir etmen olmuştur. Bu,
başlıca, bilimsel icatlara, maddî şeylerin yaratılmasına ve daha iyi şeyleri daha iyi bir biçimde
yapmak güdüsüne dayanır. Fakat teknoloji, toplumsal örgütü etkiler ve ona uygulanabilir. Bir
kimsenin, buluşun ve üretimin değişen taleplerine bir kere değil, sık sık yeniden intibak
ihtiyacı, istikrarlı ve sürekli bir toplumsal düzenin başarısını önler. Bu durum, toplumumuzu
eski teknolojik imkanların yarattığı davranışları yeni imkanlara göre değiştirmek bakımından
bir tazyik doğurur.
İngiliz iklimi, tipik okyanus iklimidir. Özelliği nemlidir. Yılın dörtte üçünde esen bir batı yeli
ile boyuna yağmur yağar. Böyle bir iklimde yaşayabilmek için, sürekli çaba gerekir.
Siegfried, şöyle söyler: «İngiltere'de yataktan kalkmak tıpkı bir arabanın güçlükle harekete
geçmesi gibi, enerjiye ihtiyaç gösteren bir iştir;
onun içindir ki İngilizler genel olarak geç kalkarlar ve yine bunun içindir ki günlerine
mümkün olduğu kadar bol ve besleyici bir sabah kahvaltısı ile başlarlar.» İngiltere'de spor,
yalnız bir zevk değil, bir çeşit ihtiyaçtır. Davranışları şevkli, heyecanlı, pratik ve işgüzardır.
İngiliz, gerçek bir liberaldir. Kendini zorla kabul ettirmez ama, rahat bırakılsın ister. Özel
yaşamına saygı gösterilmeli ve hiç kimse buna girmek iddiasında bulunmamalıdır.
Hürlük, ona göre muhakkak kargaşalık, otorite ise muhakkak istibdat anlamına gelmez.
C. Fransız Kişilik ve Karakteri
Yurt sevgisi pek o kadar aşırı olmamakla birlikte, toplumsal bağlar sağlamdır. Borca
girmekten hoşlanmazlar.
Mülkiyete ve tutumluluğa isteklidir. Bu konuda ölçülüdür, tevazuludur. Bir ev, küçük bir
bahçe, geçimine yetecek ufak bir
para ister. .
Menfaatine düşkündür.
Olağanüstü bir çözümleme yeteneği vardır. Sokaktaki adam bile genelleştirme yapabilir.
İlkeler ve bunların sonuçlarım ayırt
edebilir.
Kökleşmiş, fakat edilgen bir yabancı düşmanlığı vardır. Kamusal zihniyete sahip değildir.
Bir Fransız, zekî bir adamdır. İki Fransız, konuşma demektir. Üç Fransız, kargaşalık demektir
(9).
Kararsızlık ülkesi ve sürekli biçimde oluş durumunda, edilgen bir ülke olduğu söylenir (10).
Demokrasiyi oldukça iyi biçimde uygular. Bununla birlikte, özgürlükçü, demokratik temel
düzen kavramı, Batı Alman devletiyle özdeşleşmiştir. Demokrasi, öteden beri B. Almanya'nın
hem en büyük sorunu, hem de övünç kaynağıdır. Anglo - Sakson ülkelerden farklı olarak,
daha merkezî ve daha
(9) Siegfried, a.g.e.. s. 48 - 79'dan özetlenmiştir.
Otoriter bir devlet anlayışı egemendir. Batılı anlamda bir fert ve mülkiyet anlayışına sahiptir
(11).
Alman, görevini müdrik ve işini hakkiyle yapan çalışkan, disiplinli bir kimse olmakla övünür
(12). Ortaklaşa hareket için çok gerekli olan disiplin ona bir sıkıntı gibi değil de aşikar bir
lüzum gibi görünür ve o bu disipline bir çeşit ferahlıkla razı olur. Alman, kendisini, ancak
ekip halindeyken rahat hisseder, ekip halinde hareket gösterir, eğlenir, heyecana kapılıp coşar
(13). Sîegfried şöyle söylüyor: «Almanya'da (Örneğin Nasyonal Sosyalizm devrinde ya da
Weimer rejimi zamanında) yazın, bir pazar günü kadar tipik bir manzara tasavvur
edemiyorum: Pazarları hiç kimse tek basma eğlenme çaresini araştırmaz, sabahtan itibaren
çocuk, delikanlı, ana baba gibi her yaştan insanlar, sanki bir yeri fethetmeğe gidermiş gibi
gezintiye çıkarlar; önlerinde bayraklarla manga, takım, bölük halinde geçit yaparlar; sert
adımları, şarkıları, meydana getirdikleri teşkiller yığın kudretinin bir teyididir; kendilerine
gerekli olan, sadece gidilecek bir noktadır; bunun üzerine de yola koyulurlar. Hareket
halindeki bu başı bozuk sürüşü heyecan uyandırır insanda. Kırlarda, köylerde başka kıtalar
görülürdü ki bunlar da omuzlarında kazmaları, kürekleri tüfek gibi taşıyarak tarlalarda geçit
yaparlar. Sanırsınız ki Almanya'da geçit yapmaktan daha büyük bir zevk yoktur (14).
Güçlü itaat, otoriteye saygı, güçlü milliyetçi tutumlar ve Vatan için fedakarlık istekleri
belirgindir. İkinci Dünya Savaşından önce sıkı disipline sahipti. Erkek çocuklar kendilerini
baba ile aynîleştirirlerdi. Eğitim sistemi, bireysel sorumluluk ve demokratik yaşama çok az
önem vermişti. Naziler tarafından milliyetçi ve otoriter eğilimler güçlendirildi. Otoriter aile
temeli, Alman karakterini oluşturmakta idi. Alman çocuk, otoriteden korkmak ve onu saymak
üzere eğitilirdi. Çocuk, görev, düzen, temizlik, erkeklik değerlerim kazanırdı. Bugün aile
yapışı çok değişmiştir. Özellikle patriarkal aile yapışı değişmiştir. Anne egemenliği de ailede
yer almıştır. Ailede özgürlük benimsenmiştir. Demokratik aile tipi yaygınlaşmıştır. Amerikan
tarzı yaşam, artık her alanda yaygınlaşmıştır. Disiplin, basan, kazanç gibi değerler öncelik
kazanmıştır. Refah düzeyinin yükselmesiyle Amerikalılar gibi dünyanın en çok gezen milleti
olmuşlardır.
Suskunluk, özgün bir gülmece anlayışı ve biçim tutkusu. Bunlar, Meksikalının derindeki
benliğini gizlemek için takındığı değişik maskelerdir (15).
Meksikalı, ancak Fiesta'sında yalnızlığım unutur. Yalnızlığı, sık sık yaptığı fiestalarla
unutmaya çalışır.
Meksikalı bağırıp çağırır, sonra susar. Bıçağım çeker, Tanrıya yalvarır ya da yüzyıllık bir
uykuya dalar.
Eski ya da çağdaş Meksikalılar, tüm değerlere karşın, düğün derneğe ve bol bol bayram
yapma gereğine inanırlar (19).
«Meksika insanı dış dünyaya kapalıdır. Gülen yüzü aslında bir maskedir, hem çekici, hem de
itici olabilen o acımasız yalnızlığında, suskunluğu ve sözcükleri, eğitimi ve nefreti, mizah ya
da eleştiri gücü, ve teslim olmaya yatkınlığı onun savunma burçlarıdır. Kendi özel yaşamları
kadar başkalarının özel yaşamım da kıskanır. Komşusuna bakmaktan bile korkar; çünkü, tek
bir bakış, çıngar çıkmasına, dolu tüfeklerin birden boşalmasına yetebilir. Her şey onu kolayca
incitebilir. Sözü sohbeti, suskunluklar, benzetmeler, dolaylı anlatımlar ve bitirilmemiş
tümcelerle doludur... Ağız dalaşında bile, örtülü deyimleri, mertçe aşağılamaya' ve küfre yeğ
tutar. «Anlayana bir söz yeteri) der. Meksikalı, dünyadan, insanlardan ve kendinden uzak
yaşayan bir insandır... Erkekliğin övgüsü, hiç eksik olmaz ağızlarından... Öteki insanlardan
ayrılarak dışa açılma, güçsüzlük ya da erkekliğin ölmesi olarak nitelenir... Dış dünyanın özel
yaşamına girmesine, karışmasına izin veremez. Kadınlar erkeklerden daha aşağı görülür.
Çünkü onlar (cinsel ilişkiye baştan «peki» demekle) kendilerini dışa açmış olurlar (20).
Erkekçe (iş-güç) ilişkilerde onu en çok etkileyen duygu, kuşkudur. Meksikalı ne zaman bir
dostuna ya da tanıdığına açılıp derdini paylaşsa, (erkeklik) tahtından inmiş sayılır. Derdini
açtığı kimselerin kendisini küçük görmelerinden korkar.
Başkasına sır vermek, kendini. Yok etmek anlamına gelir. Meksikalı, güvenilir olmayan
birine sır vermek zorunda kalınca, «kendimi falancaya sattım» der (21). Tüm istekleri yenmek
ve acıya dayanabilmek biçimindeki «Stoacılık», asker ve sivil yöneticilerde aranan
erdemlerdir. Tarihleri, acıya ve ölüm korkusuna aldırmayan yiğitlerin destansı hikayeleriyle
doludur.
işlerin ters gitmesi ve düşmanlar karşısında metin olup ayakta kalmayı yeğ tutar. Kapalının,
açığa üstünlüğü ve egemenliği söz konusudur.
Yazar şöyle devam ediyor: «Nezaket kurallarımızın karmaşıklığı, ilkçağ insancılığının şurup
gitmesi, sonnet ve decima gibi biçimce değişmez şiir türlerine bağlılığımız, süsleme, mimarlık
ve resim sanatlarında geometrik desenlere gösterdiğimiz düşkünlük, romantik sanattaki genel
güçsüzlüğümüze karşılık Barok sanattaki üstün başarılanınız, siyasal kurumlarımızın biçimsel
yasacılığı ve toplum, ahlak ile bürokrasi konularında «biçimcilik» olarak nitelenebilecek
eğilimler, biçim tutkumuzun ulusal yapımızdaki yansımalarıdır (22).»
Meksikalı, politika ve sanatta, kapalı bir dünya yaratmak isterken, düşünce, alçak gönüllülük
ve törensel bir saygının egemen olmasını da ister. Meksikalı erkek, kadını bir araç gibi görür;
erkeğin isteklerini yerine getirmek, ahlakın, toplumun ve de yasaların belirlediği işleri
yapmakla görevli bir araçi (23). ... Kadın, yalnızca erkeksi istem ve isteklerin bir
yansımasıdır. Kadını biraz karanlık ya da gizemli ve edilgin bir varlık olarak görür. ...
Meksikalı kadın, kutsal bir ağırbaşlılığın, umut ve aldırmazlıktan oluşan bilgece bir sessizliğin
hanımefendisi olmalıdır. ... Kadın aramaz, çeker; çekim merkezi onun örtülü ve 'edilgin
cinselliğidir. ... Politikada, aşk ve dostluk ilişkilerimizin günlük işleyişinde yalanları önemli
bir yer tutar. Aşkı, savaş ve fetih olarak görür.
Meksikalı, bayramlara ve düğün derneklere katılmaya bayılır. Tören ve şölen sever bir halktır.
Takvimleri fiesta günleriyle doludur. Birlikte dua edilir, bağırıp çağırılır, coşup taşılır, sarhoş
olunur. Paz, şöyle der: «Fiestalar bizim hayatımızdaki tek hovardalığımızdır.» Törenlerde
Meksikalı dışa açılır. Fiesta, kendini dışarıya atması, tanrısıyla, ülkesiyle, dost ve ilişkileriyle
diyalog kurması için ona bir imkan sağlar. Fiesta süresince, o sessiz, suskun Meksikalı coşar,
taşar. Fiestanın günlük hayat değerleriyle çatışan bir mantığı, yasası, hatta ekonomist vardır.
Coşkuyla büyülenmiş bir ortamda yaşanır. ... Olup biten her şey, sanki gerçek değilmiş, sanki
rüyada imiş gibidir (24).
Ölüm, en beğendiği oyuncak ve ona candan bağlı sevgilisidir. Ölümden korkar, ama hiç
olmazsa ölümü gömemezlikten gelmez. Ölüm, doğal ve istenen birşeydir. Ölüm ne kadar
erken gelirse o kadar iyidir.
Anayı şiddetle aşağı görürken, babayı aynı şiddetle yüceltmek Meksikalıya özgü bir tutumdur
(25).
Siegfrîed: «Rus bir millet vardır. Kökü, coğrafyası, komşuları bakımından Asyalıdır ama
Avrupa tarihiyle olan uzun bir ortaklık dolayisiyle, Batıya da geniş ölçüde bağlıdır. Bu millet
ustalıklı, ince tartışmalara beslediği zevki, bazen hîlekarlık derecesine varan kurnazlığı,
gençliği hatırlatmayan fakat öte yandan benliğindeki ilkel, barbar tarafla çelişki durumunda
olan o fazla olgun tarafı Bizans'tan almıştır.» (27).
«Rus'un en Asyalı niteliklerinden biri, onun büyük sabrı, dayanıklılığı, acıya olan
mukavemetidir. Rus, ızdırap çekmesini bilir ve hayatın haşin, hatta belki zalim oluşundan ne
hayrete, ne de öfkeye kapılır. Bu davranış, kötü hava şartlarından, istilalardan, dünyanın bu
parçasındaki tarihsel gaddarlık geleneğinden
vardır (28).
«Ferdiyetin temeli olan özel mülkiyet anlayışı herkeste olduğu gibi Rus ta da vardır, fakat bu
anlayış onda asla bir inanç durumuna gelmemiştir. Sanki mülk sahibi olmakla haksız bir iş
yapıyormuş gibi, daha ihtilalden önce bu anlayış onda bir rahatsızlık, bir vicdan azabı
uyandırmaktaydı. Para kazanan, işlerini çeviren, mal mülk toplayan Rus, daima az çok
namussuz bir kimse sayılır» (29).
Aynı yazarın diğer açıklamaları şöyle; «Rus halkı her zaman için dünya malına önem vermez
bir zihniyet taşıya gelmiştir ki, batılı milletler böyle şey bilmezler ve Rusların belirli
özellikleri de budur. Rus dünya nesnelerine, mülkiyete, aileye, devlete, kendi haklarına,
evinin eşyasına, dış yaşayış biçimine hiçbir zaman bağlanıp zincirlenmemiştir. Batı Avrupalı
bir insan için mülkiyet kutsaldır ve o, kendini canla başla savunmadan mülkünü başkasına
kaptırmaz. Bir Rus, mülkünü kutsal saymaz, dünya malına sahip oluşunu haklı gösteren
ideolojik bir mazerete malik değildir ve benliğinin ta içinde, «sırtına cübbeyi giyip hacı olsam
daha iyi» diye düşünür» (30).
«Rus, bir çeşit Ortaçağın özellikleriyle, makine devrinin özelliklerim kendi benliğinde acayip
biçimde birleştirir» (31).
«Rusya da adım basında canlılığa, hamleciliğe, fanteziye, yaratıcı zihniyete rastlarız. Artistik
ya da dinsel buluş söz konuşu Olsun, Rus icatçıdır; fakat bizim Batılı kurallarımız bakımından
az verimli bir yaratıktır.
Rusya'da bozkırların nasıl çerçevesi, sınırı yoksa, zamanın da çerçevesi yokmuş gibi
görünmektedir. Bohem ruhlu olan Rus ta zaman anlayışı diye hiçbir şey yoktur, yemeklerini
belli saatlerde yemez.
Saatle ilgisi olmayan bu toplumda görünüşe göre örgütlü. belirli, sabit bir yaşayış hiçbir
zaman yerleşememiştir insanlar bizde olduğu gibi toprağa iyi bağlı değillerdir ve asırların
mirası gibi görünen bir göçebeliğe tabidirler» (32).
«Ruslar, konuşkan, sokulgan insanlardır. Bitmez tükenmez bir şekilde konuştuklarım, bunun
boyuna devam ettiğim ve sonunda da muhakkak bir sonuca varılmadığım hep biliriz (33).»
«Bu millet haşindir, yabanîdir, içkiye düşkündür (erkekler votka içmeyi erkekliğin şanından
sayarlar), insan yaşamına önem vermez.»
Rus kişiliği, bir bedende iki ruh olarak nitelendirilmiştir. Bugün, çift değerli kişilik örneği Rus
kişiliğinde görülür. «Ateşlidirler, birdenbire coşarlar, taşkınlıklar yaparlar, kendilerini
tutamayıp çok şiddetli hareketlere kadar varırlar. Buna karşılık yine Ruslar, iyi kalplidirler,
sevgiden anlarlar, insanları severler, yumuşak yaradılışlıdırlar. Sevgiyle nefret, iyi kalplilikle
zalimlik, şehevî çılgınlıkla keşişlik, günahkarlıkla mübareklik. îşte çift değerli kişiliklerin bir
arada bulundurdukları özellikler.» (34). Aynı yazar, Rusların içten gelme, doğallık, içtenlik,
saflık gibi özelliklerinin büyük ölçüde kaybolduğunu söylüyor (35). Yine aynı yazar, bugünkü
gençlerin de dedeleri, nineleri gibi romantik olduğunu söylüyor.
Devlet, milleti malından mülkünden yoksun edip her şeyi kendi elinde topladığı için halkta:
«Mal benim değil ya...» düşüncesi yerleşmiştir. Alınan bütün sıkı önlemlere, şiddetlendirilen
cezalara rağmen, devlet malına karşı saygı sağlanamamıştır. Ruslar,
zaten öteden beri devlet malına karşı saygı gösteren bir millet değildi (36).
Rus kişiliğini inceleyen Geoffrey Gorer, Rusların, güçlü bir iradeye boyun eğmesini,
çocukluk çağında çok sıkı bir biçimde kundaklanmış olmalarına bağlar. Ona göre çocuk,
bağlanmayı kabul edersem, süt alırım biçiminde davranmaktadır. Ruslar, çocuğun kendi
kendini inciteceğine inandıklarından, çocuklarım bizzat kendinden korumak için kundaklarlar.
Gorer, Rus kişiliğine özgü olan büyük kayıtsızlıklar ve ardından gelen patlamaları, bebeklik
hayatı ile açıklar. Köylü analar, tarlaya giderken, bebeklerim yaramazlık yapmasınlar diye,
çok sıkı bir biçimde kundaklayarak evde bırakmakta, eve dönüşlerinde ise kundaklarım çözüp
açmakta, temizlemekte, yedirmekte ve büyük bir canlılık ve neşeyle onları sevmektedirler.
Yalnızlık ve durgunluk içinde geçirilen bir süreden sonra gelen hareket ve büyük haz
bilinçaltı bellekte yer etmekte ve yaşamın daha sonraki aşamalarında yeniden karşımıza
çıkmaktadır (37).
Yapılan bilimsel araştırmalarda, geleneksel Rus kişiliğinin özellikleri olarak şunlar elde
edilmiştir (39):
(34) Mehnert K.: Rusya'daki insanlar, Çev. V. Gültekin, Cumhuriyet Gazetesi, Seri Yazı-No: 4.
Ruslar diğer kişilerin fikirlerine saygı göstermeden yüz yüze ilişkilere gerek duymuşlardır.
Bağlanma, birlikte olma ihtiyacı, en güçlü özellikleridir. Bununla, bir kimsenin başkalarıyla
yoğun etkileşimi, doğrudan, yüz yüze ilişkileri, sıcak ve kişisel ilişkiler anlaşılır. Gurup
üyeliğine derin bir kabul gösterilir. Ailede, iş grubunda, arkadaşlık ortamlarında bu özellikler
söz konusudur.
Bunlar:
îyi lîder ve iyi bir otorite imajları: Sıcakkanlı, destekleyici, bakıcı (besleyip büyütücü),
dikkate alınma, bireysel sorunlarla ve refahla ilgilenmesini isterler. Bu tür lîderlere sevgi ve
saygı duyulur.
Bolşevik rejim, ikincil ilişkilere dayanan, bağımsız, özerk, akılcı ve metodik bir kişilik
gerektirmektedir.
Japonlar, imparatora derin saygı duyan, sadık ve itaatkar, görevlerine bağlı ve kendi
kendilerim disipline eden insanlardır. Yabancılara karşı olumsuz tutumlara sahip olup, güçlü
milliyetçidirler. Aileye bağlıdırlar ve baba otoritesi ailede esastır, ihtiraslı, gururlu, şerefli,
kişisel girişim sahibidirler.
Çocuklar önce oldukça hoşgörülü yetiştirilir, fakat sonra, temizlik ve kurallar onlara sıkı
biçimde uygulanır. Cinsel rolleri küçükten farklılaşır. Erkekler, mağrur, egemen ve saldırgan
ol;maya, kızlar ise müşfik, edilgen olmaya alıştırılır.
R. Benedîct, 1945 ten sonra, Japonların garplılara karşı garip uysallığım kısmen imparatora
olan bağlılık tutumları ile açıklar. Japon ahlakı, alternatiflere yer veren bir ahlaktır.
1952 lerde UNESCO tarafından yapılan bir araştırma, Japon kişiliğindeki farklılaşmaları
ortaya koymuştur. Gençler ve orta yaşlılar eski çağlardakinden daha çok esnektirler. Bazı
kentlerde cinsler arasında oldukça eşitlik görülmeye başlamıştır. Eş seçiminde ana - baba
egemenliği ortadan kalkmıştır
Japonya'ya bağlılık, yaş söz konusu olmadan bütün Japonlar tarafından ifade edilmiştir. Çoğu,
dünyada olup bitenlerden haberdar olmayı istemektedir. Geleneksel ahlaka daha az önem
verilir ve genellikle okul programlarından kaldırılmıştır. Savaş aleyhtarı eğilimler artmıştır.
En büyük kötülükler arasında, savaş belirtilmiştir.
Şimdi, Japon karakterini daha ayrıntılı olarak incelemiş R. Benedict'm «Krizantem ve Kılıç»
isimli klasik çalışmasındaki bilgileri gözden geçirelim.
Japonlar hem son derece saldırgan, hem son derece çekingen, hem militarist, hem estetik
anlayışları 'güçlü; hem kibar,
Aşırı derecede sert ve uysaldırlar, içinde bulundukları duruma çabuk uyarlar. Gayet sadık,
hem de nankördürler (41).
Hem cesur, hem korkaktırlar. Hem pek muhafazakar, hem de son derece inkılapçıdırlar.
Askerleri disiplinlidir.
Japonya, ruhun her şey olduğunu ve ebediyen yaşadığım söylüyordu. İntihar uçaklarım
kullanan ve savaş gemilerine çarparak intihar eden pilotlar, ruhun maddeye üstünlüğünü
gösteren ölmez birer örnektir. Japonlar bu pilotlara "Kamikaze Ordusu" adım vermişlerdi
(42).
Mükemmel birer asker olan Japon savaş esirleri, benimsedikleri aşırı militarizm siyasetim
imparatora bağlıyorlardı ve onun istediğim yerine getiriyor, onu huzura kavuşturuyor, onun
emri ile ölüyorlardı (43). Milleti savaşa imparator soktu, ona itaat etmek görevimdi diyorlardı,
imparator herkes için her şeydi. Ondan barış seven «imparator Hazretleri» diye söz
ediyorlardı. imparatorun daima liberal ve savaş aleyhtarı olduğunda ısrar ediyorlardı. Japon
imparatoru, Japon balkının sembolü ve dinî yaşamının eksenidir. Doktorlara ve cerrahlara
düşkünlük göstermezler (44).
Onlara göre, ölünceye kadar çarpıştığı takdirde bir insan şeref kazanabiliyordu.
Evladın göstermekle mükellef olduğu saygı, şüphesiz Japonya'nın Çin'den aldığı yüksek bir
ahlak kuralıdır.
Atalara saygı duyulur. Oğulları yetişmiş olan bir baba, aktif yaşamdan ayrılmamış olan kendi
babasının onaylamadığı hiçbir işi yerine getiremez. En büyük erkek evlat, babasının
yetkilerini fazlasıyla paylaşır.
Bir insanın yaşı ne olursa olsun, onun hiyerarşideki yeri, erkek veya kadın oluşuna bağlıdır.
Japon kadını kocasının arkasından yürür ve onun bulunduğu yere oranla daha alçakta durur
(47). Ev kadınları, ailenin alış verişim yapar ve aile bütçesini yönetirler. Ailenin bütün
üyelerinin sorumluluğu, babanın ya da en büyük erkek kardeşin üzerindedir. Her zaman ve
her yerde ailevî sorunlar kişisel sorunlardan önde gelir (48). Ailede bireyler arasında
fevkalade bir birlik vardır.
Japonların aileye fazlasıyla değer vermeleri, aile üyelerine ve bu üyeler arasındaki bağlara
fevkalade saygı duymalarım sebep olur (49). Alay edilmeyi asla affetmezler (50).
İntihara değer verirler. Bu da onu, şerefli ve anlamlı bir hareket durumuna sokar.
Bedenî zevklerin güzel ve geliştirilmeye değer olduklarına inanırlar. Küçük birtakım bedenî
zevklerin en sevilenlerinden birisi, sıcak hamamdır. Bir insanın güçlenmesi için yapılan adet
durumuna gelmiş geleneksel soğuk duşlar da çok sevilir. Uyku da çok sevilir. Erken yatarlar.
Yemek yeme de çok sevilir. Boş zamanlarında uzun süren yemeklere özen gösterirler. Çabuk
yemek, Japon erdemlerindendir. Romantik aşkı da severler (51). Çok kadınla evlenme yoktur.
Filmlerde erkek kahramanın acıklı sonunu ve güzel kadın kahramanın talihin bir cilvesi olarak
ölmesini, gözleri yaşlı olarak seyrederler.
Bir vatan görevi yapmakta olduklarım hissettikleri anda, o işe deli gibi sarılırlar (52).
Japon anlayışına göre her şey, başkasından yardım görmeden, sadece insanın kendi çabasıyla
elde edilebilir (53).
Japon anne ve babaları, çocuğu sadece duygularım tatmin etmek için değil de, aileyi
sürdürmek için isterler. Aksi durumda kendilerini hayatta başarılı olmamış kimseler olarak
kabul ederler. Her Japon un bir erkek evladı olması gerekir (54). Kuşaklar boyunca aileyi
idame ettirecek, aile şeref ve malım koruyacak yine oğlan çocuktur. Erkek çocuk, gelecekte
babanın görevini alacaktır. Çocuğu olmayan bir kadının aile içindeki konumu hiç de sağlam
değildir. Erkekler, sarhoş olmaktan hoşlanırlar.
İzzeti nefis sahibi olmak daima yasaklara uymak anlamına gelir ve yasaklara uymak
izzetinefis sahibi olmak kadar değerlidir. Japonlara göre bir insan kendisini denetlediği,
kendisine egemen olabildiği takdirde büyük işler başarabilir (55).
Masumiyet ifade eden şeylerden zevk alırlar. Kiraz çiçeklerini, mehtabı, krizantemleri, yağan
karı seyretmek, kuşların ötüşünü dinlemek, bahçeler yapmak, küçük şiirler yazmak, çiçekleri
düzenlemek, törenle çay içmek, başlıca zevk veren eğlencelerdir.
Bireyin kendi kendisinden mesul olma durumu İnsanlar kendi hareketlerinin sonucundan
mesul olmalıdır. Kılıç, onlara göre bir tecavüz sembolü değildir. O, ideal olan ve kendi
sorumluluğunu bilen bir kişiyi ifade eder (56).
Baba ile çocuk arasında gerçek bir arkadaşlık vardır. Baba, genç çocuklarına sert davranmaz
ve gençlik çağı, baba otoritesine karşı gelme devresi değildir. Baba bir saygı objesidir (57).
Şimdi de günümüz Japon kişiliğine ilişkin bulgulara bir göz afalım (58):
(51) Benediot,
(52) Benedict,
(53) Benedict,
(54) Benedict,
(55) Benedict,
a.g.e., s. 199. a.g.e., s. 247. a.g.e., s. 272. a.g.e.. s. 281. a.g.e., s. 321.
(56) Benedict, a.g.e., s. 328.
Yabancı gözlemciler, Japonların birey, grup kurum ve millet olarak yalnızca yapmaya değil,
doğru dürüst, temiz, güzel şeyler yapmaya, başarıya yönelik bir kişiliğe ve dünya görüşüne
sahip olduğunda birleşirler (59). Nerede ne yaptığı o kadar önemli değil, her Japon ülkesinin
en önemli işini yapıyor, yapılan her şeyin sorumluluğunu taşıyor gibidir (60).
Japon insanı işini, görevini gereği gibi iyi yapmak, karşısındakini hizmet ettiği insanları
sevindirmek, onların övgülerini kazanmak ister.
Japon insaninin kişilik yapısında ve de dünya görüşünde dikkati çeken başlıca nitelikler,
«Karmaşıklık», «Belirsizlik» ve «Yönsüzlük» tür. Kişilik yapışı, çok katmanlı, oldukça
karmaşık bir işleyiş içindedir. Sanatında açık seçik olmama anlamında bir belirsizlik vardır
(61).
Japonluk duygusu, doğal hak ve özgürlüklerini bilen bir varlık olmak değil, Japonya'ya karşı
bireyin görev ve sorumluluklarım bilmesi duygusudur (62).
Japon duygu ve düşüncesinde üç evrensel değere karşı değişmeyen bir ilgi ve saygının varlığı
gözlemlenir:
Japonluk duygusu, üç ayrı saygıyı, saygıdeğer bir biçimde birleştirmek, uzlaştırmaktır. Japon,
gerçeklik duygusunu tarihte (kültüründe) güzellik duygusunu doğada (kültüründe), güç-güven
duygusunu toplumsal ilişkilerinde ve gelecekte arar. Geçmişe dayanır, bugünü yaşar ama
geleceğe yöneliktir (63).
Japonya'da II. Dünya Savaşından sonra sosyo - ekonomik değişmeler olmuş ve babalar tüm
eski otoritelerim yitirmiş, evde etkisiz bir duruma gelmişlerdir. Böylece ürkek ve çekingen
anneler azalmıştır. Zayıf baba ve güçlü anne, çocuklarda duygusal gelişimi geciktirmiştir. Bu
yüzden, olgunlaşmanın genç sayışı artmıştır (67).
11.
BÖLÜM
Türk Kiş ilik ve Karakteri
Bu bölümde ise Türk kişiliği ve toplumsal karakteri ile ilgili olarak genellikle davranış
bilimcilerinin yaptıkları araştırmalar sonunda ortaya çıkan özellikleri, Türk kişiliği ile ilgili
çeşitli gözlemleri ve folklorik ürünleri belirtmeye çalışacağız.
A. Agressiflik - Saldırganlık
Bu konuda yapılan bir araştırmada (2), Ankara ili içinde muntazam konutlarda ve
gecekondularda oturan kentli ile, köylerde yaşayan çiftçiler arasında tesadüfi örnekleme usulü
ile eşit sayılarda alınan bireylere MMPI testinin kitap formu uygulanmıştır. Sonuçta Türk
toplumunda bireylerin daha çok edilgen argessif eğilimler taşıdığı, introvert (içedönük) kişilik
özelliği taşıdığı görülmüştür. Araştırıcı, eğitim ve toplumsal düzeyin yükseltilmesinin bu
sonucun alınmasında etkili olduğunu belirtiyor. Aynı araştırmada aktif düşmanlık ve belirgin
düşmanca hareketler, en çok köylümüzde, şoförlerde ve gecekondu sakinlerinde görülmüştür.
Ayrıca patolojik örnekler elde edilen kimselerde aktif düşmanlık ve edilgen agresyon
indekslerinde belirli yükselişler elde edilmiştir.
(*) Tezcan, Mahmut : Türklerle ilgili Stereotipler ve Türk Değerleri Üzerine Bir Deneme.
(1) Özbek Koksal: Psiko Biyolojik ve Sosyal Yönleri ile Agressivite, Tıp Fak. Der., Cilt: 23, Sayı: 6. s.
1849.
(2) Çifter, İsmail: Türk Toplumunda Agresyon Yönelimleri, V. Millî Nöro Psikiyatri Kongresi, s. 3143
Örneğin aile yapısındaki ekonomik güçlükler, aile içi huzursuzluklar, rol ve otorite
dağılımındaki karışıklıklar, geleneklerin kaybı, moda, sinema, dans gibi zevklerin aile üyeleri
arasında değişik ölçüde benimsenmesi, kuşaklar arası çatışmada rol dağılımında karışıklık ve
bozulmalara yol açmaktadır. Yine yazar, toplumumuzda eğitici ile eğitilen, yönetici ile
yönetilen, uzmanla uzman olmayan, patronla işçi, devlet ile ona bağlı kuruluşlar, anne baba
ile çocuklar arasında hak ve ödevlerin karşılıklı tanımı ve kuvvetlendirilmesindeki aksaklıklar
ve eksikliklerin davranışlarımızı etkileyen, toplumsal aktif ve edilgen agressif davranış
bozukluklarına yol açan nedenler olarak belirtiyor. Gerçekten, her konumdaki bireylerin
içinde bulundukları ekonomik güçlükler, ideolojik ayrılıklar, aile yapısındaki çözülmeler,
günün koşulları içinde kendilerini değersiz ve kudretsiz hissetme, iyi bir örnekten ve millî
ideolojiden yoksun olma,, soyutlanma, agresyonları ve diğer dürtüleri kanal ize edebilecek
yapıcı imkanların yokluğu, güvensizlik duygusu, yetersiz yönetici ve eğiticiler toplumda aktif
agresyona ya da edilgen agresyona (apati ve tembellik) neden olmaktadırlar (4).
«Kavga eden bir kadın ise, kendi oğlunun veya diğer bir erkek yakınının penisi ile karşı tarata
küfreder. Örneğin «Yılanların Öcü» isimli eserde Irazca kadının oğlunu, düşmanının kansı ile
cinsel ilişkiye zorlaması ve bundan zevk alması. Ayrıca Anadolu köy kavgalarında küfür
edilirken insan yerine at veya eşek penisinin verbal agresyon ifadeleri olarak kullanılması çok
görülür (6).
«Süngü, kan, ezme, yok etme, geleneksel değerlerimizdir. Üniversite öğrencilerinin şiddet
hareketlerinde bu değerlerin izlerim bulmak mümkündür. Üniversiteye gelinceye kadar bu
değerler futbol maçlarındaki vur kır ve küfürlerle, gazetelerin çizgi serüvenlerinde tatmin edilmekte ve
üniversite çağında ise bir «uç» a dahil olmakla, geleneksel değerleri kişiliklerinde toplayanlar
duydukları eksikliği gidermektedirler (7).»
Yine, zaman zaman parlamentoda çeşitli partilere mensup milletvekillerinin fikri anlaşmazlık
veya çeşitli nedenlerle yumruklu kavgalarım gazetelerden okur, radyolardan duyarız. Bu
durum da agressif kişiliğin parlamentoya yansımasıdır. Bu husus karikatürlere de konu
olmuştur. Örneğin: «Siyasal tartışma» nın çeşitli ülkelerdeki uygulanma biçimi şöyle ifade
edilmektedir (8):
Siyasal Tartışma
Kavga etmek biçiminde cereyan eden boks sporundan hoşlanmamız, yine agressif kişiliğimizi
ortaya koyan bir örnektir. Boks yapan gerek profesyonel, gerekse amatör boksörlere bu sporu
niçin tercih ettikleri sorulduğunda, küçükken kavga etmeyi sevdikleri için bu sporu
seçtiklerim belirtmeleri anlamlıdır (9). Bunun gibi güreş de kavgacılık, yenmek, ezmek gibi
nitelikleriyle Türklerin en çok sevdiği ve başarılı olduğu bir spor çeşididir.
îşte evde uslu, aşırı saygılı yetişen genç, saldırganlık dürtülerim serbestçe kullanabileceği yer
olarak güreş, savaş, maç v.b. gibi alanları bulmaktadır.
Diğer örnekler:
1964 yılında cezaevlerine giren hükümlü toplamı 93.040 dır. Suç türlerine baktığımız zaman
şu üç grubun başta geldiğini görmekteyiz (10).
1. Şahıslara karşı işlenen cürümler (Öldürme, öldürmeye teşebbüs, yaralama, fena muamele,
hakaret gibi) toplamı 11.004 dür. Bunların 9363'ü öldürme, öldürmeye teşebbüs veya
yaralamadır.
2. Mal' a karşı işlenen suçlar (hırsızlık, yağma, gasp, meraya saldırı gibi) sayışı 10.004 dür.
.3. Adabı Umumîye Nizamı aile aleyhine cürümler (cebren ırza geçme, kız, kadın ve erkek
kaçırma, fuhşiyata tahrik, zina gibi) sayışı ise 4308 dir.
Ankara Çocuk Islah Evine giren mahkum çocuklar sayışma da baktığımızda 1967 1968
yılındaki durum şöyledir (11):
1967 153 64 63 21 5
1962 227
1963 593
1964 308
1965 139
1967 96
1968 98
İntihar olaylarının azlığının kökenlerinden birisi de İslam dinidir. İslam dini intiharı şiddetle
yasaklar, intihar edenden dinsel töreni esirger. Kur'an kendi kendini öldürmeyi, başkasını
öldürmekten daha büyük suç sayar (13). Böylece bizde saldırganlık dürtüşü, kendisi yerine
daha çok diğer kimseler üzerine boşalmaktadır.
Genellikle bencil olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunun örneklerini günlük yaşamda çok görürüz.
Bu hem entelektüel, hem de geleneksel çevreye mensup üyeler için de doğrudur. Örneğin,
Bir üniversite öğretim üyesinin kendi uzmanlık alanında pek çok yayın varken, öğrencilerine
onlardan hiçbirini salık vermeyip, sadece kendi kitabım okutması;
• Otobüslerde sıraya riayet etmeden, önce binip ayakta kalmamak için kapılara hücum etmek,
ayakta kalmışsa diğerlerinin binmesine yardımcı olmak için ileri yürümemek,
• Kıtlık veya savaş belirtisi zamanlarında kıt malın stoku için adeta yansa girilmesi veya
herhangi bir malın kıtlığının söz konusu olması durumunda, ihtiyacı olsa da, olmasa da hemen
stokçuluğa gitmesi,
• Radyo, pikap v.s. gibi şeylerin sesini kendi zevkine göre başkalarını rahatsız edeceğini
düşünmeden istediği kadar açması,
• Hemen hemen bütün şoförlerimizin zorunlu kalmadıkça yayalara hiç yol vermek
istememeleri,
• Apartmanların alt katında oturanların otomat parası vermek istememeleri veya aynı
apartmandaki bazı dairelerin,
«Benim kapıcıya ihtiyacım yok» diyerek, kapıcı ücretim vermeye yanaşmamaları (özellikle
kenar semtlerde apartmana yeni taşınmış ailelerde görülmektedir).
Deyimler:
«Herkes görünüşte birmiş gibi davranır ama işe gelince sonuç çıkmaz.»
Yenimahalle ve Kaya dibi araştırmasında da aile başkanlarının yandan çoğu, ortak yarar için
köyde yapılacak bir işe katılmayacaklarım söylemişlerdir (16).
Yapılan bir hesaba göre, köy yolunda halk katılımı oranı % 1.14, içme suyunda ise % 2.19
dür. Oysaki elektriklendirmedeki katılım % 45.59 dür. Elektriklendirmedeki katılım oranının
yüksekliğinin, bundan yararlanmanın kişisel nitelikte oluşu ile açıklanması yine bencillik
örneklerindendir (17).
Ayrıca köyde hep birlikte topluca bir iş yapılmama nedeni olarak köylülerin (% 27.7)
çoğunluğu «birlik yok» demişlerdir (19). Örneklemeye giren köylerin ancak % 24.6 ünde
dernek bulunmaktadır (20). Bunlar da cami yaptırma ve onarım demekleridir. Bu bulgular
bize işbirliği yapmanın zayıflığım gösterir.
İşte bu tutum, işbirliği yapamama, ortaklaşa çalışamama, örgütlenememe gibi bir karakter
özelliği doğurmuştur. Gerçekten bizde kooperatifçiliğin gelişememesinin etkenlerinden
birisini, bu özelliğe bağlamak mümkündür... Ortakların kooperatifin yönlendirilmesine,
eylemlerinin değerlendirilmesine, yönetimine ve denetimine, ortaklık hak ve vecibelerinin
gerektirdiği oranda katılamayışı, kooperatiflerin istediği biçimde işlemesini engellemekte,
bunun sonucu, bir yandan ortakların, diğer yandan ortak olmayanların güvenlerînin
sarsılmasına neden olmaktadır (21).
Dairelerde, üniversitelerde ve çeşitli kurumlarda bir soruna hal çaresi bulmak, çözümlemek,
incelemek için çeşitli KOMİSYONLAR kurulur. Bu komisyonlarda herkes konuşur,
toplantılar uzar gider ve genellikle bir sonuç alınamaz. Hatta öyle ki, bir iş çıkmaza
sürüklendiğinde, bir sonuç alınmak istenmediğinde, derhal bir komisyona havale edilmesi
artık bizde bir karikatür konuşu olmuştur. Çünkü bu komisyonlarda genellikle usul
tartışmaları uzun zaman alır, esas konuya daha az
(17) Tütengil, Cavit Orhan: Köy Kalkınması Bakımından Köylerimizdeki işgücünün Değerlendirilmesi,
iktisat Fak. Derg., Cilt 29. No: 14.
zaman kalır, çünkü esas konu, ikinci plana atılmıştır veya hiç zaman kalmadan komisyon
dağıtılır. Parlamentomuzdaki usul ile ilgili tartışmalara ayrılan zamanın çokluğu, bu konuya
bir örnektir. Bu durum bizde aynı zamanda şekilciliği doğurmuştur.
Almanlar, bizim hakkımızda şöyle derler: «Bir işi bir Türk, bir saatte yaparsa aynı işi iki
Türk, iki saatte yapar, ayni işi üç Türk, hiç yapamaz.»
Prof. Dantel Lemer, Anadolu'daki gözlemleri sonucu Türk toplumunda kişiliğin, «Daralmış
Benlik» (Constricted Şelf) biçiminde olduğundan söz etmiştir. Bu kavram, merak, girişme,
empati ve değişebilmede eksikliği ifade etmektedir. Gerçekten çocuk
yetiştirme biçimimiz böyle bir kişilik geliştirmeye uygundur. Çocuk konuşmaya ve yürümeye
başladıktan sonra bastırıcı ve benliği daraltıcı bir yetiştirme sistemine girmektedir. Şöyle ki
uysallık, boyun eğiş, saygılı duruş ve konuşmama durumlarında çocuk ödüllendirilmekte;
hareketlilik, canlılık, tecessüs, fazla konuşma ve girişme çeşitli biçimlerde kısıtlanmaktadır.
Kundaklama sistemimizin de kısıtlanmış, daralmış benlik yaratılmasındaki öğelerden birisi
olduğu belirtilmektedir (25).
Prof. Öztürk, 64 üniversite öğrencisi ve 50 hastabakıcı üzerinde yaptığı bir soruşturmaya göre
çocuklar genellikle, büyüklerin sözünü tutmama, saygısızlık, kırıcılık, saldırganlık, aşırı
tecessüs ve hareketlilik gibi eğilimlerine karşı, dayak, mistik veya masallardaki yaratıklarla
korkutulma, utandırma ve kastrasyon tehditleri (îğdiş etme) ile cezalandırılmaktadırlar (26).
Böylece çocuk, ana babanın birer uzantısı halinde dar bir çerçeve içinde identifikasyon
yaparak daralmış benliği ile gelişmektedir. Yine üniversite öğrencileri ve hastabakıcılar
üzerindeki soruşturmada en sık görülen rüyanın bir insan veya hayvan tarafından kovalanma
ve kaçmak isterken kaçmama temasına ait olduğu anlaşılmış ve 64 öğrencinin 50 sinden
fazlası haklı bir iş takibi için bir devlet dairesine girerken veya hocalarına soru sorarken
şiddetli bir heyecan ve çekingenlik duyduklarım belirtmişlerdir (27). Bunlar bağımsızlık
(Özerklik) ve girişme duygusundaki sinme ve büyüklerce cezalandırılma korkusunun
belirtileri olarak kabul edilmektedir. Böylece saldırganlık dürtüleri birikerek
şiddetlenmektedir. Bu dürtüler çeşitli biçimlerde kendini ifade etmektedirler. Bunlar arasında
savaşçılık ve kahramanlıkla öğünme, göz değmesi ve çeşitli majik inançlar örnek olarak
gösterilebilmektedir. Çocuk bağımsız ve girişken duruma gelememekte, ayrıca biriken
agressif dürtülerim bastırmak zorunda bırakılmaktadır.
Örneğin idrar yapma, doğal bir olaydır. Çocuk herhangi bir köşede yapabilir. Fakat dışkı, ayıp
sayıldığından 'gizli yapılması gerekir, îşte çocuğun davranışları, yaşadığı küçük toplulukta
geniş bir aile çevresi tarafından sürekli olarak ayıplarla denetilir.
(26) Öztürk, Orhan: Toplumsal Çocuk Yetiştirme Tarzları. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Derg.. Cilt 8. Ocak
Ekim 1965.
îşte bu durum onun daha sonraki kişilik gelişimim etkilemekte, ayıp bir şey yapmaktan
korkmakta ve çekingen bir kişiliğe sahip
olmaktadır (28).
F. Frey de, 458 köyden 8500 kişi üzerinde yaptığı araştırmada toplum kalkınmasını önleyen
etkenleri tespit ederken aşırı bağımlılık, özerklik ve girişme noksanlığı, değişme ve
başkalaşmaya karşı direnç, kavramsal katılaşma (Cognitive rigidity) gibi özelliklerin önemini
belirtmektedir (29).
Başka bir yazar da, geleneksel toplumdaki kişilikle ilgili olarak, çocukların büyüklerin
düşüncelerini yanlış da olsa soru sormadan kabul etmek zorunda olmalarının inisiyatif
yoksunluğuna ' yol açtığım, uysallık ve boyun eğmenin iyi bir nitelik olarak
ödüllendirildiğini; çocuğun hiçbir zaman kendi fikrim ifade etmeyi öğrenmediğini, kişiliğinin
grup kişiliği ile karıştığım, otonomi kazanamadığım, bundan ötürü zor sorunlar karşısında
kendi basma karar verip hareket etmekten kendini aciz hissettiğini belirtiyor (30). îşte bu
otonomi ve girişimi engelleyen etmenlerden birisinin de köy çocuğunun oyundan yoksun
bırakılması olduğu belirtiliyor (31). Genç yaşta tarımsal yaşamda işe koşulan çocuk, yaşamı
yerine getirilmesi gerekli bir görevler dizişi olarak görür. Oysaki oyun, çocuğu yetişkin
yaşamına hazırlayan, toplumsal rollerini zevkle öğreten bir araçtır. Aynı yazar, oyundan
yoksun kalan çocuğun yaşama zevkim geliştirme imkanının sınırlanmış ya da kaybolmuş
olduğunu, yaşamın amacım ölüm olarak gördüğünü, yaşamın bitirilip tamamlanması gereken
bir görevler topluluğu durumuna geldiğim, günün bitirilmek, zamanın öldürülmek, okul
yaşamının sadece sınıf geçmek biçiminde görüldüğünü ve böylece kararlarda katı ve ritsel
davranışlara yol açıldığım belirtiyor.
D. Güvensizlik
Anadolu'nun sürekli bir biçimde akınlara, savaşlara, göçlere ve çeşitli uygarlıklara sahne
oluşu bu özelliğin yaratılmasında önemli etkenlerdirler. Bütün bu akın ve savaşlar mal ve can
güvenliğini kaldırmıştır (33). Köylerin çok dağınık ve ulaşılması güç yerlerde kurulması da
bu etkenlerin sonucudur. Güvensizliği ifade eden çeşitli ata sözlerimiz de var. «Atım,
avradım, silahım kimseye emanet etmeyeceksin», «Ağlarsa anan ağlar, gayrısı yalan ağlar»,
«Babana bile güvenmeyeceksin», «El elin ineğini türkü söyleyerek arar». «Halk, bilmediği,
tanımadığı, kendinden olmayan yabancı kimselerin sözlerine inanmaz. Kooperatifleşme,
dernek, örgütlü yardımlaşmanın gelişememesi veya çok yavaş gelişmesini güvensizliğe
bağlayabiliriz.
(28) Sümer, Değişen Türk Kültürünün Dinamik Yönden Analizi, 5. Nöro Psik. Kong.,
s. 302.
(31) Geçtan, Engin: Toplumumuz Bireylerinde Kimlik (identity) Kavramı île ilgili Sorunlar
Üzerinde Bir Tartışma. 50. Yıla Armağan, s. 75.
(32) Özbek, Abdülkadir: Sosyal Kültürel Faktörler ve Kişilik ilişkileri Yönünden Türkiye'de
Trafik Sorunu, A. Ü. Tıp Pak. Derg., Cilt. 22. Sayı 3, s. 668.
Ayrıca devlete karşı güvensizlik de oldukça belirgindir. Örneğin köyde silah yapımı, tabanca
ve mermi sanayii, kaçak mermi ve silahların çok sayıda alıcı bulması, devletin iç güvenliği
yeterince sağlayamamasındandır. O zaman köylü, kendi güvenliğim kendisi sağlamaktadır
(34).
Herhangi bir yere gitmek için (Vapur, tren, sinema, otobüs gibi) bilet aldığımızda mutlaka
biletçiye tekrar gideceğimiz yeri, istediğimiz seansı veya saati doğru verdi mi diyerek yeniden
sorarız.
Tahvillere, çeşitli kuruluşlara yardım için gelen, makbuz uzatanlara olan tereddüt, çeşitli ticarî
şirketlerin kurulup kısa zamanda dağılması, çeşitli şirketlerdeki birleşmelerin azlığı, her
alanda ortaklık biçimindeki çabalarda derhal anlaşmazlıklar baş göstermesi, çok yakın
akrabalarla ortak olunma gibi durumlar günlük yaşamımızda sık sık rastladığımız güvensizlik
örnekleridir.
E. İhmalcilik, Plansızlık
Burada ihmalcilikten, yapılacak olan işleri sonraya bırakmak ve o zamana kadar bir gevşeklik,
işi hafiften alma, kendini sıkıntıya sokmamayı kastetmekteyiz. Bu özellik, gerçekten hem
aydın, hem de geleneksel kişilikte çok yaygındır. Bu durum bizi plansızlığa da götürmüştür.
«Hayatımız adeta tesadüflere terkedilmiş gibidir. Genellikle uzak geleceğe ait planlar
yapamayız» (35). Önceden planlama alışkanlığım edinememişizdir. «Hele o gün gelsin»
deriz. «Gün ola hayır ola» kavramı da belki bu yönümüzü ifade ediyor. O gün de gelince
sıkışır, alelacele bir karar alınır veya hareket edilir. O gün de isabetli veya isabetsiz hareket,
bir iş yapılmış olur. «Düzen» kavramı, pozitivist anlamda bir kişilik yapışı olarak içimize
sinmemiştir. Yabancılar böyle güç durumlarda isabetli ve uygun kararlar aldığımızdan söz
ederler. Örneğin Hotham, «Türklerin kritik dönemlerinde hiç beklenmedik bir şeyler yapmak
gibi dikkati çekecek bir özellikleri vardır» diyor (36), ve tarihten örnekler veriyor (1919 da
resmen yenilgiden sonra zafere ulaşılması, 1945 de İnönü'nün bir gecede diktatörlüğü
demokrasiye dönüştürmesi, 1961 de askerî yönetimin demokrasiye dönmesi v.s.).
12 Eylülden önceki Cumhurbaşkanı seçimi de, büyük bir bunalımdan sonra en isabetli karar
olarak nitelendirilmiştir. Bu konuda İngiliz dergisi Ekonomist, «Türklerin kendilerine özgü
bir sağduyuları var. En büyük bunalımların içinden, her türlü ümitlerin kesildiği anda bir
çözüm yolu bulup çıkıveriyorlar» diyor (37). Tarihimizde büyük önderlerin genellikle dar
zamanlarda ortaya çıktığım görüyoruz. Gerçekten, Toplumumuzda büyük adamların ortaya
çıkışı çevre koşullarına bağlı kalmış, ümitsizlik durumlarında tarihsel koşullar, kurtuluşu
kendi kişiliğinde toplayan büyük adamların ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur (38).
Halk arasında, «Hep yumurta kapıya gelince iş yaparız» denir. Yahut, «Türkün aklı sonradan
gelir» deyimi bu durumlarda kullanılır. Gerçekten davranışlarımız, günlük, kısa vadelidir.
Uzun, planlı, hesaplı iş az yaparız «Yarma Allah Kerim» deriz. Bu konuda güncel bir örnek
olarak büyük kentlerimizdeki «hava kirlenmesi» sorununu gösterebiliriz. Önceden hava
kirliliğinin doğuracağı
D. Hotham'm da belirttiği gibi, başkalarının kendimiz hakkında düşündüklerine karşı aşırı bir
umursamazlık içindeyiz. Örneğin Ermenilerin aleyhimizdeki propagandalarına, Yunanlıların
turistlerîmizi kendi ülkelerine çekmelerine ve birçok geleneksel sanatımıza sahip çıkmalarına,
tarihsel eserlerimizin dışarıya kaçırılması karşısında ciddî olarak bir umursamazlık içindeyiz.
Yine Hotham, Türklerden hiç iyi garson, tezgahtar çıkmamasını, kayıtsızlığa, ihmalkarlığa
bağlamaktadır (39). Bürokratik hayatımızdaki «ivedi», «çok ivedi» gibi kavramlar bu
tutumuzu kanıtlamaktadır.
Türklere ilişkin eski stereotipler de yabancı gözlemciler, cahillik örnekleri olarak tarihsel
yapıtlara önem verilmediği için onların onarımlarının yapılmadığım belirtmişlerdi. Bu durum
son zamanlara kadar aynen devam etmiştir. Bakanlığımız, çok yakın zamanlarda onarım
işlemlerine başlamış ve sürdürmektedir.
Plansızlık örneği olarak yine gözlemlerimize dayanarak aile bütçesini verebiliriz. Aile
bütçesini planlı olarak harcayan çok az aile vardır. Bir hediye için, yaz tatili için veya hastalık
v.s. gibi olağanüstü durumlarda ne yapacağımızı şaşırır, borç harç almaya kalkarız. Bu
durumun siyasal hayatımızda da böyle olduğunu görürüz. Devlet adamlarımız inşaat v.s.
kararlarında genellikle plansızdırlar. Resmî bina, yol v.s. bugün yıkılır, bozulur başka biçim
alır, yarın bir başka yetkili kendi zevk ve görüşüne göre onu değiştirir. Yol, asfalt yapımında
olduğu gibi, yangın, zelzele veya herhangi bir felaketten sonra önlemler alınır. Önceden o
inşaat veya iş yapılırken önlem genellikle alınmaz.
Plan yapılsa bile kişisel ve grup disiplini içinde sabırla çaba gösterme yeteneğimiz oldukça
zayıftır (40). «Türk gibi başla, Îngiliz gibi bitir» deyimi sebatsızlığımızı belirtir. Bir işe
heyecanla şevkle başlarız, fakat sonunu getiremeyiz. Halk arasında «maymun iştahlı» deyimi,
bir işte sonuna kadar kalmamayı, sebatsızlığı, kararsızlığı belirtir.
F. Seksüellik
Türk kişiliğinde güçlü bir seksüellik özelliği görülmektedir. Bunun kökenleri ve nedenlerini
Prof. Öztürk, bir incelemesinde söyle belirtiyor (41). «Anadolu da kız ve erkek çocuklara
yönelen toplumsal tutumlar, çocuğun cinsel benlik duygusunun ayrılmasında ve cinsel rol
benimsemenin erken ve hızla gelişmesinde önemli etken olmaktadır. Daha anne
memesindeyken, hatta doğumdan önce bile, erkek ve kız çocuklara tutumlar arasında kesin
ayırmaların ve kayırmaların bulunuşu, erkek ve kız çocukları arasındaki cinsel ayrılıklarının
keşfine ve bu ayrılıkların anlamım kavramaya çocuğu hızla itmektedir. ... Fallik dönemde,
çocuk, penisinin önemini artık iyice kavradığı gibi «fallusun üstünlüğü» nü yalnızca biyolojik
yönden değil, toplumun tutumlarından da anlamaktadır. Bu yüzden, cinsel organlara doğru
tecessüsün canlanması, onların uyarılması, penisin üstünlüğü ve penise imrenme duygularının
güçlenmesi bakımından uygun bir toplumsal ortamla karşı karşıyayız. Cinsel rollerin erken
ayrılaşması cinsel yönelimlerin de erken ve güçle ayrılaşmasına ve bununla birlikte bu
yönelimlerin doğurabileceği tehlikelerin ve yasakların (Kastrasyon Korkuşu) da aşın
algılanmasına yol açacaktır.»
(41) Öztürk, Orhan: Anadolu Toplumunda Oedipus Kompleksi Teorisinin Geçerliği, 5. Millî Nöro Psik.
Kong.. s. 285 286.
Türk kişiliğinde agressivite ile cinsel dürtünün birbirinden kesin olarak ayrılmadığım,
genellikle ikisinin ortak bir görünüm içinde olduklarım söyleyebiliriz.
Özellikle geleneksel kesimde çocuklar, oyun çağma girince, bir tehdit veya şaka olarak
penisinin kesileceğine değin sözlerle karşılaşmaktadırlar. Örneğin çocuğun küfür, açın
hareketlilik, tecessüs, girişkenlik, saldırganlık, kavgacılık, saygısızlık, söz dinlememe,
teşhircilik gibi yaramazlık hallerinde «Çükünü keserim ' haa.» tehdidi savrulur. Bu durum
çocuğun psikolojisini etkilemekte, penise aşırı değer ve önem verme, acırı erkeklik
davranışlarına yol açmaktadır (42). iğdiş etme tehditlerinin en somut ve gerçekleşmiş belgesi
sünnettir. Sünnete verilen değer ve anlam, dinsel bir gelenek olmasından başka,
toplumumuzda erkek benliğinin, özellikle cinsel yönden tamamlanması için bir ihtiyaç olarak
hissedilmesidir (43).
Güreş, basketbol, futbol gibi oyunlarda cinsel sembolizm çok bol kullanılır. Maçlarda bunun
örneklerini çok görürüz. Ağları parçalayan bir golün cinsel faaliyet yerini tutmakta oluşu ve
golü atan kimse ile seyircilerin kendini özdeşleştirmesi, cinsel küfürlerin bolluğu, erkekler
için çapkınlığın hoş görülmesi, Türk dilinin lastikli bir dil olarak kabul edilip cinsel cinaslarla
kullanılmasının yaygınlığı, cinselliğin kuvvetliliğini belirten hususlardır. Erkekler arasında
çok kullanılan «Haydi bastır» deyimi bu hususta güzel bir örnektir. Bu konuda bir
psikiyatristin şu gözlemi de ilginçtir:
«Türkler her hastalık, hatta ölüm karşısında bile büyük tevekkül ve hekime karşı saygı
gösteriyorlar, sen elinden geleni yaptın diyorlar. Ancak empotans (împotence Cinsel
İktidarsızlık) söz konuşu olunca, «Doktor bey, buna bir çare bul, yoksa ben kendimi
öldüreceğim» biçiminde bir tutumları oluyor (44). Çünkü bu durum, erkeklik değeri ile
bağdaşmıyor. Erkek, aynı zamanda cinsel bakımdan güçlü kimse olmalıdır. Bu tutum cinsel
benliğe verilen önemin büyüklüğünü göstermektedir. Aşın nüfus artışının temel nedenlerinden
biri olarak da, Türk erkeklerinin biyolojik olarak cinsel bakımdan güçlü olduklarıdır (45).
Türk erkeğinin kıskanç olduğu da bir gerçektir. Bu özelliği de daha çok cinsel açıdan
yorumlamak gerekir. Kız kardeşim, karışım başka erkeklerden kıskanması cinsel açıdan
yorumlanan bir namus anlayışı içersindedir.
Eski oturak alemleri, bir zamanlar yerli filmlerdeki dansöz bolluğu, seks filmlerinin iyi iş
yapması, seksüelliğin diğer örnekleridir. Yine Aziz Nesin, adı geçen monografisinde bu
hususta şöyle söylüyor.
(44) Savaşır, Yusuf: Toplumsal Kişilik Yapısının Önemi, Araştırılması ve Bazı Bulgular, 5. Mim Nöro
G. Gururluluk
Bu nitelik, Türklere ilişkin eski stereotiplerde olumsuz bir Türk özelliği olarak geçmektedir.
Eski anlayışta gururluluk, Türklerin kendilerini diğer ülkelerden üstün görme biçimindeki bir
millî gururluluktu. Bunu Osmanlı împaratorluğunun hiçbir boyunduruk altında kalmamasına,
daima başka ülkeleri yönetmesine, hiçbir zaman başkalarınca yönetilmemesine bağlayabiliriz.
Atatürk de Türkün daima öğünmesini tavsiye etmişti. İşte bu millî gururluluk, aynı zamanda
bireysel onurluluğu, gururu ortaya çıkarmıştır. Ama bireysel onurluluk, kendini daima
başkalarından büyük görme biçiminde anlaşılmamalıdır. Aksi takdirde ilerde belirteceğimiz,
«Alçak gönüllülük» özelliğimize ters düşer. Çünkü İslam dininde kibirlilik yasaklanmıştır.
Örneğin Kuranı Kerim'de, «Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez»
deniyor (46). «Büyüklük taslayan zorbanın kalbini Allah mühürler» (47).
(48).
Bu konuda hadisler de var. Örnekler: «Size Cehennemlik olanları bildireyim mi? Onlar
onursuz, sağa sola yalpa yaparak kibir eden kimselerdir» (49).
«Allah u Teala bana, tevazu etmenizi bildirdi! Sakın kimse kimseye övünmesin, kimse
kimseye zulmetmesin» (50).
«Müslüman kardeşine karşı tevazu eden kimseyi Allah yüceltir ve ona karşı üstünlük gösteren
kimseyi ise alçaltır.» (51).
«Üç kimse Cennete girmeyecektir. Zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar ve kibirli fakir.» (52).
Kuşkusuz halkımızın kibirli olmamasında bu dinsel hükümlerin büyük rol oynadığı
kanısındayız.
Bugün onurluluk Türkler arasında daha çok, izzeti nefs, haysiyet anlamında kullanılmaktadır.
Yani kişiliğine söz getirmemek anlamında. Bu açıdan olumlu bir özellik sayılabilir. Çeşitli
mesleklerde bunun örneklerini görebiliriz. Ticarî hayatta arzumuza göre bir şey almaya veya
yaptırmaya giriştiğimiz zaman meslek sahibi satıcı, derhal müdahale eder. Onun anlayışına
ters düşünce kendi istediğini yapmak ister. Çünkü o konuyu kendisinin daha iyi bildiğini,
müşterinin iyi bilemeyeceğini düşünür. Hatta günlük hayatımızda onurluluğun komik
örneklerim görebiliriz. Örneğin bir kimse, herhangi bir konudaki bilgisizliğim, cahilliğini
hiçbir zaman başkalarına belli etmemeye çalışır. O konuyu biliyor görünür. Aksi takdirde
onuruna dokunur. Yine, içgüveyliğinin bizde rağbet görmemesi erkeğin onurluluğu
dolayısıyladır.
D. Hotham; bu konuda, kendini Türk olmaya zorlayan ufak bir Türk çocuğu ile konuşmasını
naklediyor. Yazar nedenim sorunca, çocuk, Türklerin Yunanlıları denize döktüğünü söylüyor.
. Yine, yazar, bir terziye, istediği gibi bir elbise diktiremediğini, çünkü terzinin, kendisinin
istediği tipteki elbiseyi dikmesinin terziye hakaret olduğunu belirtiyor (53). intiharların
nedenleri ile ilgili
olarak yapılan bir araştırmada özellikle gurura düşkünlük dolayısıyla rastlanan intihar
girişimlerinin büyük oranda oldukları anlaşılmıştır (54). Vakalar arasında, kendisine sözle
hakaret edilen, görevim suiistimal ile itham edilme, nişanlısının kendisini beğenmediğini
söylemesi, çirkin olduğu gerekçesi ile isinden çıkarılma (bir bar kadını), aile içi
anlaşmazlıkları, okul başarısızlıkları, istediği ile evlendirilmemesi örnek gösterilebilir.
Bir kimseye itimat edilmemesi, güvenilmemesi, onu çok üzer ve onur konuşu yapar. Yine bir
örnek olarak, kızı kaçırılan baba veya erkek kardeş, bunu bir onur sorunu yaparak derhal
müdahale eder, sonu cinayetlere kadar gidebilir.
H. Kurnazlık Hîlekarlık
Almanya'daki Türk işçileriyle yapılan bilimsel bir araştırmada Türklerin aldatma olaylarına
çok sık başvurdukları, amaca ulaşmak için kurnaz ve gizli yollara giriştikleri belirtilmektedir
(56). Aynı araştırmada Türklerin aldatma olaylarına zor kullanmadan daha fazla başvurdukları
tespit edilmiştir. Hatta yazar, Türklerin zor kullanma ve hîlekarlığa başvurma île Köln'lülerce
sevilmeyen durumlarım kurtarmaya çalıştıklarım belirtiyor (57).
Kısa yoldan amaca erişmek biçiminde arıladığımız kurnazlık, bizi hazırcılığa alıştırmış,
böylece taklitçilik özelliğimiz ortaya çıkmıştır. Gerçekten gerek devlet hayatında, gerekse
bireysel hayatta taklitçilik adeta bir karakter özelliğimiz durumuna gelmiştir. Tarih boyunca
devlet hayatında batıdan pek çok kurumları taklit etmişizdir. Ayrıca bir tür .«manevî
göçebelik» diyebileceğimiz taklitçiliğin günlük hayatımızda da pek çok örneklerim görürüz.
Bir ses sanatçısı meşhur olur, hemen ardından onun taklitçileri ortaya çıkar. Yine bir plak, bir
film, bir reklam programı tutunur, arkasından onun taklitleri çıkar. Edebiyatta, resimde
Tipik Türk ekonomik davranışlarından birisi de, bir şey alırken satıcı ile pazarlık etmektir. Bu
durum, hem geleneksel ve hem de kentsel topluluklarımız için söz konusudur. Yabancıların
da tipik Türk davranışı olarak nitelendirdikleri bu davranışa «Türk işi pazarlık usulü»
denmektedir. Bu davranışın temel nedeni, ticarî ahlakımızın yetersizliğine bağlanabilir.
Gerçekten ticaretle uğraşanların aşın kazanç isteği, müşteriyi aldatmak biçiminde
oluşmaktadır, işte bu durum müşteride satıcıya karşı bir güvensizlik ve itimatsızlık
doğurmuştur. Ne kadar pazarlık .edilse, satıcının o kadar malın fiyatım düşürmeği bu tutumu
güçlendirmektedir. Yabancı turistler bile Türkiye'ye geldiklerinde aldanmamak
(54) Gürgen, Yavuz: Sosyal ve Kültürel Özelliklerin Türkiye'de intiharlar Üzerine Etkisi, Nöro
Psikiyatri Arşivi, Cilt: 6, Sayı l. Ocak 1969.
(55) Yörükoğlu, Atalay: Çocuk Yetiştirme ve Ulusal Karakter. Yeni Ufuklar, sayı:
için pazarlık etmektedirler. Bu davranışın çok yaygın olduğunu belirten işaretlerden birisi de
genellikle gösterişten ibaret kalan bazı kentsel bölgelerdeki «Burada pazarlıksız satış yapılır»
Babadağ dokumacıları ile ilgili araştırmada, araştırıcı şunları söylüyor: «Dokumacının tek
amacı veya değeri, kazanç teminidir... Mümkün olduğu kadar çok üretmek ve bunun sonunda
da kazanmak, esas amaçtır. Bu amaca varmak için üretim faaliyetini denetleyen meslekî ahlak
kuralları bugün Babadağ'da çok zayıflamıştır. Üzerinde yazılı standart ve özelliğe uygun mal
dokuyan dokumacıların oranı, kendilerinin ifadesiyle % 20 yi geçmiyor. Bunun dışında
hemen herkes az veya çok meslekî hîle yapmak durumundadır. Meslekî faaliyeti düzenleyen
değer ve normların en etkin olduğu devre, II. Dünya Savaşı yıllarında kendini göstermiştir. Bu
devrede, kooperatifler aracılığı ile dokumacıların ürünleri sıkı bir kontrolden geçirilmiş ve
bozukları satışa çıkarılmamıştır. Ancak, savaş yılları sona erip ekonomik koşullar normale
dönünce, meslek faaliyeti düzenleyen kuralları denetleyen merkezî bir örgütün işlevim
yitirmesi ile birlikte, meslekî kuralların dokumacılık faaliyeti üzerindeki etkin rolleri de
azalmıştır.» (58).
Hepimiz, bir malın daima Avrupa'sını isteriz. Çünkü yerli malın kötü yapıldığı, hileli
yapıldığı inancı içersindeyiz. Bugün hîlekarlıkla ilgili örnekleri günlük yaşamımızda her gün
görebilmekteyiz. Örneğin radyo, pikap, teyp, v.s. onarımı için mutlaka bir yakınımıza
güvenilir, hîle yapmayacak bir onarımcıyı tavsiye etmeği ile gideriz. Çünkü hiç tanımadığımız
bir onarımcının iyi parçalarımızı söküp kötü olanlarım takacağına inanırız. Son günlerde para
karşılığında Türk işçilerini Kanada'ya göndermeye çalışan dolandırıcıların ortaya çıktığım
resmî beyanatlardan öğrendik. Yine, herhangi bir şeyin hakîkisinin yerine sahtesinin
yapıldığım, sahte para basıldığım, emlak alım satım, vergi, gümrük gibi işlerde çeşitli
hilelerin yapıldığım, yasanın açık yollarından yararlanarak yasaya karşı hileleri
günlük yaşamımızda her gün duyuyor, gözlüyoruz. Dilenciler bile halkın yardımseverlik
duygularım sömürerek çeşitli hîlelere başvuruyorlar (vücut uzuvlarında sahte özürler
yaparak). Örnekler çoğaltılabilir, biz şimdilik bu kadarla yetiniyoruz. Hîlekarlık folklora da
yansımıştır.
Örneğin:
Ya terazi ya kantar Oğlan bir parmak atar Kaşla göz arasında On dirhem eksik tartar.
I. Kanaatkarlık, Tutumluluk
Türk halkı, öteden beri kanaatkarlığıyla tanınmıştır. Tarımsal ekonomik yapı, yetersiz gelir,
bu tutumun yerleşmesinin başlıca etkenleridir. Örneğin 1929 Dünya Ekonomik Buhranı
kuşkusuz ülkemizi de etkilemiştir. Fakat Türk kanaatkarlığı, bunalıma mukavemet etmede
geniş rol oynamıştır. Bu konuda Prof. Şevket
...Anadolu köylüsü, karşılığım beklemeden isteneni veren, devlete mutlak sadakati olan bir
insandır, îşte bu insan hiçbir fevkaladelik göstermeden, hiç yaygara koparmadan bize bunalım
etkisizmiş intibaını vererek bütün yükleri sessizce üzerine almıştır. Anadolu köylüsünün,
zaman zaman bir kusur olarak yüzüne çarptığımız kendi hayatındaki sadelik, iddiasızlık,
kanaat ve feragat, onun buhrana dayanmasında bir kuvvet olmuştur. Türkiye'nin buhrana
dayanmasının sırrı işte buradadır» (59).
Prof. Tütengil de bir konferansında Türk balkının dış etkilere, doğa güçlüklerine, açlığa karşı
dayanıklığını belirtiyor ve «Mahrumiyet, meşakkat, hastalık, yorgunluk gibi engeller onun
üzerinde az etki yapar» diyerek, Ş. R. Hatipoğlu'nun gözlemlerim doğrulamaktadır (60).
Kanaatkarlık, halkı aynı zamanda tutumlu olmaya sevk etmiştir. Özellikle geleneksel kesimde
bu tutum daha güçlüdür. Yapılan tasarruflar genellikle altın bilezik, beşibirlik gibi altın ziynet
eşyasına yatırılır veya para olarak saklanır. Bankaya yatırmadan çok, bu eski usul tercih edilir.
Kentsel kesimde bankaya yatırma alışkanlığı gelişmiştir. Akraba, komşu, arkadaşa borç
vermek suretiyle de tasarruflar değerlendirilir.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi kliniğine 1970 1971 yılları arasında yatan ve psikiyatrik
muayeneleri sırasında kendilerinden akıllarına gelen üç atasözü söylemesi istenen hastaların
% 54'ü tutumlulukla ilgili atasözü söylemişlerdir (62). Bu konu ile ilgili en sık söylenen
atasözleri: «Ak akça kara gün içindir», «Sakla samanı gelir zamanı», «Damlaya damlaya göl
olur», ve «ayağım yorganına göre uzat» dır. Yine Dr. H. Dümen'in öğrencilerle ilgili bir
araştırmasında tutumlulukla ilgili atasözlerinin ön planda ve sık olarak söylendiği tespit
edilmiştir (63).
Tutumlu ev kadını övülür, takdir edilir. Evinde günlük harçlığından, bütçesinden üç beş kuruş
arttırıp bir kenara koyan, çocuğuna bir şey alan veya ilerde bir ihtiyacı için harcayan ev kadını
tipine her zaman rastlarız. Hatta hazan bu tutum çok ölçüsüz bir biçimde dar tutulan bir
davranış durumunu da almaktadır. Örneğin çocukların ve kendisinin gıdasını kesmek, bir
kuruşun
(59) Yavuz, Fehmi: Memleketimizde Toplum Kalkınması, s. 67. Prof. Ş. R. Hatipoğlu'ndan naklediyor,
2. Baskı.
(60) Tütengil, C. Orhan: Türk Halkının Mümeyyiz Vasıfları.
(62) Örnek Atalay; Psikiyatrik Hastalar ve Atasözleri. 7. Millî Nöro Psikiyatri Kongresi, s. 153 160.
hesabım sormak veya para arttıracağım diye kalitesiz ve ucuz şeylere rağbet etmek gibi.
Maaşlı kesimdeki ailelerin çocuklarının her isteklerini «Aybaşı 'gelsin de öyle» diye
ertelemeleri çok görülen durumlardandır, îsraf, dinimizce de istenmemektedir. Örneğin
Kur'anı Kerim'de Enam suresi 141. ayette «îsraf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez»,
ayrıca «yiyin, için israf etmeyin» deniyor (Araf S. 31. Ayet).
Dinsel neden olarak, İslam dininin, kanaatkarlık kuralının servet edinme isteğini durdurması
olarak belirtilebilir. Çeşitli vaazlarda ona, «Bir Müslüman alçak gönüllü ve kanaatkar
olmalıdır. Büyük bir servet .dünyasaldır. Fakirlik, göğün kapılarım açar» denmiştir (64).
Fakat dinsel metinlerde servet edinmenin engellenmesi ile ilgili hükümler yoktur. Örneğin,
«Allah tarafından kendisine mal verilip de hak yolunda harcayan kimseye haset olunmaz»
deniyor. (Sahihi Buhari tere. C. III. S. 79, Hadis 66). Yine, «hiç ölmeyecekmiş gibi dünya
için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız» hükmü de servet edinmeyi engellememektedir.
Kutadgubilig'de aynı konudaki ifadeleri önceki bölümde görmüştük.
Toplumsal etkenler ise, Anadolu köylüsünün çeşitli istilalarla servetim yağmacılara sık sık
kaptırmasıdır. Bu da servet edinme arzusunu engellemiştir. Anadolu insanı, savaşlarda,
ayaklanmalarda, zor alımlarda, yağma ve ağır vergilerle, birikmiş varlığım yitirmiş, böylece
servet yapmak için bütün çabaların anlamsız olduğu deneyimini geçirmiştir. Sonra, çeteler,
ağalar, şeyhler ve onların adamları, büyük küçük bütün çiftçilerden daima almışlardır. Yine,
coğrafî şartların elverişsizliği de bu tutumda rol oynamıştır. Sel, kuraklı, dolu, hayvan salgın
hastalıkları, çekirge gibi doğal yıkımlar bu arada sayılabilir. Fakat aynı halkımızın düşmana
karşı savaş ve ganimet esprisi ile dolu olduğunu da belirtmek gerekir.
Zengin olandan yoksullara, hastalara, düşkünlere yardım etmesi, yabancıları konuk kabul
etmesi ve ikramda bulunması beklenir. Bu kimseler genellikle bu hususları yerine getirirler.
Ayrıca köy içinde sözleri geçer, önde gelirler. Böylece ikram, cömertlik ve yardımlarla ve
kentle ilişki kurarak üstünlüklerim korurlar (65). Zenginlik, itibar ve mevkî sahibi olmanın ilk
etmeni sayılmaktadır (66). Tahsil de ikinci etkendir. Zenginliğin folklorik yansıması:
Çek deveci develeri engine Şimdi rağbet güzel ilen zengine Engine de deli .gönül engine
Şimdi rağbet güzel ile zengine Zengin isen hatırım sayarlar Fukaraysan dış kapıdan kovarlar.
içtiğim, nargiledir
Güzelle zenginedir.
Olacaksın paralı
Zengin sayılmak için gerekli görülen servet biçimi, yerleşme birimlerine göre değişmektedir.
Örneğin kent veya kente açık topluluklarda nakit para ön plana geçerken, kapalı ve kırsal
çevrelerde toprak ve hayvan, zenginlik öğesi olmaktadır. Çünkü toprağın tek mülk olması:
a) Zenginliği yaratmakta,
d) Güven vermekte,
«Bir avuç altının olacağına, bir avuç toprağın olsun» sözü toprağın değerim ifade etmektedir.
Özetle, toprak varlığı, geçim, toplumsal güvenlik, saygı görme ve güç sağlar. Toprak hem
ova, hem de dağ köylerinde esas servet kaynağıdır (67).
Üretimin biçimi de insanların değerlerine yön veren, onları oluşturan bir rol oynamaktadır.
Örneğin genellikle geçim için üretim eylemlerinde bulunan dağ köyleri ve kapalı köylerle
pazar için, kar için üretimde bulunan ova köyleri ve kente açık, yakın köylerin değer,
davranış, düşünce ve tutumları farklı olmaktadır.
Hotham, «Türklerin parayı hor görmeleri, onların iyi birer iş adamı olmalarım önlemiştir.
Tarihte de Türk, ticaret gibi aşağılık işler yapmayacak kadar soylu bir kişiydi..» diyor (68).
Aynı yazar, tezgahtarlığın bir ticarî meslek olduğu için Türk karakterine uymadığım, bunu
çeşitli gözlemlerinde tezgahtarların müşterilere karşı ilgisiz ve soğukluğu ile açıklamaktadır.
J. Gösteriş Tüketimi
Geleneksel çevrede gösteriş tüketimi, genellikle kadınlara altın takılması biçiminde görülür.
Beşibirlik, altın bilezik takmak, gerek evlenirken, gerekse evlendikten sonra en çok rağbet
edilen gösteriş tüketimidir. Ayrıca varlıklı olup olmamasına göre, köy aileleri çifte davullu
düğün, uzun süren masraflı düğün ve ziyafetler de bu guruba girer. Bunların dışında, eve
gelecek gelinlerin her birine ayrı ayrı dikiş makinesi, halı alınması, 1015 kat yatak yapılması
gibi örnekler de gösterilebilir (69).
Davulcu, zurnacıya bol bahşiş dağıtmak ve yakılan çok sayıdaki mermiler de geleneksel
gösteriş tüketimi örnekleridir (70).
Kentte varlıklı kesimde gösteriş tüketimi çeşitlenmiştir. Giyim, lüks daire, yeni arabalar vs.
bunlar arasında sayılabilir. Orta tabaka için giyim, en belirgin gösteriş tüketimidir. Yine orta
tabaka için, yazın denize gitmek de bir gösteriş tüketimi halini almıştır. Sigara çeşidi ve içki
de bunlar arasında sayılabilir.
(70) Eröz, Mehmet: Sosyal Antropoloji. Sosyoloji Konferansları, 9. Kitap, s. 54. 174
Eski Ankara evleri üzerindeki araştırmada, giyim ve konutun başlıca gösterişçi tüketim
olduğu görülmüştür (72).
Sünnet töreni de bir zenginliği gösterme, toplumsal statü ile ilgili geleneklerdendir (73).
Düğünde davul çaldırmak, çocuklara para dağıtmak, yemek vermek, yoksul ve öksüz
çocukları sünnet ettirmek, aynı zamanda bir zenginlik gösterişi olmaktadır (74).
K. Hurafecilik
Boş İnanlar Boş işlemler
Dinsel ve sihirsel inançlara bağlılık, toplumsal yaşayışın bütün alanlarında yaygın ve etkin
durumdadır. Boş inanlara bağlılık (Fal, büyü, nazar değmesi, cin perilere inanma) ve boş
işlemlere başvurma (adak adama, kurşun döktürme, muska takma, üfürükçüye gitme, yatır
ziyareti, yağmur duası) dinle yakından ilişkili olarak görülmüştür. Oysaki bunlar dinsel olarak
ret edilmiştir. Nitekim boş inanlar, korku, çaresizlik, çağrışım gibi psikolojik nedenlerle
beliren, geleceği bilmek arzusu ile tesadüfi benzerlikleri iyilik ya da kötülüğün ön belirtileri
olarak değerlendiren, bilimin ve geçerli bir dinin reddettiği bir takım doğaüstü güçlere
inanılan »kuşaktan kuşağa geçen yanlış ve boş inanmalardır (76). Bunlar, cahil hocaların
toplumumuzun dinsel inançlarım kötüye kullanarak dini bir alet yapmalarından, kendi
çıkarlarım korumalarından ortaya çıkmış boş inan ve işlemlerdir (77). Yurdumuzda 60.000
imamın 55.000 inin okuma yazma bilmediğim göz önünde bulunduracak olursak, durumun
vahametini daha iyi anlarız (78). îşte bu cahil hocaların etkisiyle dinin gerçek esaslarım
bilmeyen halk arasında hurafelere dayanan bir uygulama görülür. Buna, «Volk İslam»
hareketi denmektedir (79). Kutsal metinlerin klasik yorumu ile köylüler tarafından uygulanan
halk dini birbirinden oldukça farklıdır.
(76) Örnek, S. Veyis: Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla ilgili Batıl inançların ve Büyüsel
işlemlerin Etnolojik Tetkiki, s. 20.
(77) Tezcan, Mahmut: Memleketimizde Köy Yaşantısın»» Bazı Toplumsal Sorunları ve Çözüm
Yolları, Eğitim Fak. Derg., Cilt 2, s. 148.
Yine, Batı Anadolu'da «Sindel Köyü»nde de yağmur duası, üfürükçülük, muska yazdırma,
kurşun döktürme, el verme, adak adama gibi işlemlerin çok yaygın olduğunu görüyoruz (82).
Türklerin büyü, sihir, muska, fal gibi şeylere inançları şamanizmden gelmektedir (83). Çünkü
İslamiyet bunları yasak etmiştir. Şamanizm'e göre tabiat, yer ve su kutsal sayılır. Ağacın
kutsal sayılmasını gösteren belirtiler olarak ağaçlara, çalılara ve evliye türbelerine çaput
bağlamak örnek olarak gösterilebilir. Yine, falcılık, büyücülük, kurşun dökme ve yağmur
duası da şamanist kalıntılardır (84). işte bu inan ve işlemler, geçerliklerim belki de bu
sınanmalarından değil, daha çok bu dinsel dış görünümlerinden almaktadırlar. Prof. Yasa,
«Boş inanlarla işlemlere, birtakım zor, sıkışık, sıkıntılı ve tehlikeli durumlardan kurtulmak, bu
gibi durumlara düşmemek veya kasıtlı olarak bu gibi durumlar yaratmak için
başvurulmaktadır» diyor (85).
Ankara'ya çok yakın Hasanoğlan Köyü'ndeki araştırma bulguları şöyle (86): Erkeklerin en az
inandığı boş inan «fal» (% 3.5), en çok inandıkları ise «şeytanın şerri (% 39) dir. Yine
erkeklerin % 11'i büyüye, % 28.5 u nazar değmesine, % 30 u çarpılmaya uğramaya, % 31 i
cin ve perilere inanmaktadır.
Eşler ise : Fala inananlar : %' 7 Şeytana inananlar : % 62.5 Büyüye inananlar :
% 26.5 Nazara inananlar : % 48 Çarpılmaya inananlar : % 62.5 Cin peri
inananlar : % 57.5
Görüldüğü gibi kadınlar, boş inanlara daha fazla inanmaktadır. Araştırıcı, fal ve büyüye
inancın az olmasını bunların dince günah olmasına, nazara inancın artmasının da nedenim,
halkın inancına göre Peygamberlerin bile nazara tutulup rahatsızlık geçirmiş olmalarına
bağlıyor.
(83) Gül, Kemal Vehbi: Dinin Türk Toplumuna Etkileri, Milliyet. 25 Temmuz 1967.
(87)Öztürk Orhan -Tekeşin,Füsun:Geleneksel Göz Düğmesi İnancının Psiko Dinamiği 5. Milli Nöro P.
Kong. S. 312
Daha çok yaşlı kimseler boş inanlara sahip olmaktadır. Ayrıca iş güç ve eğitim değişkenleri
de bu inançları zayıflatmaktadır. Yasa, Ankara Gecekonduları araştırmasında bu inançların
köyden daha fazla olduğuna işaret ediyor.
Verdiğimiz örnekler Ankara'dandır. Gelişmiş bir ilin köylerindeki durum bu olunca, taşradaki
köy, kasaba ve kentlerde bu konudaki inanç ve işlemlerin daha kabarık bir orana ulaşacağım
tahmin etmek zor değildir. Boş inan ve boş işlemlerle ilgili folklorik birkaç örnek :
Sarı tasın kalayı Şimdi geçti alayı Beni annem vermezse Bir muskadır kolayı
L. Hayırseverlik, Yardımseverlik
Türklerde dinin biçimlendirdiği bir davranış da hayırseverliktir. Gerek varlıklı, gerekse orta
halli kimse ve ailelerin hayır için çeşitli biçimlerde yardımda bulunduklarım görürüz. Örneğin
sadaka vermek, kurban bayramlarında et dağıtmak, bayramlarda çocuk giyindirmek, yoksul
çocukları sünnet etmek, onlara kumaş, ayakkabı v.s. vermek gibi. Tabi bunları varlıklı aileler
yerine getirmektedir. Örneğin Manisa'da Hayır faaliyetlerinde bulunmak, üst tabakanın esaslı
niteliklerindendir. Burada hayırseverlik eylemleri eskiyeni biçiminde cereyan etmektedir.
Eskiler, fitre, zekat, kurban, cami, yol, köprü v.s. gibi dinsel esas ve geleneğe daha uygun
olanlar; yeni biçimdekiler ise, daha çok ülke yararına olan eylemlerdir. Hava kurumuna,
Kızılay'a, Yardım sevenler Derneğine yapılan yardımlar gibi (91).
«Ne verirsen elinle, o da gider seninle» sözü hayırseverliğin dinsel niteliğini belirtmektedir.
Ayrıca Kur'anda, «Hayır, Allah Rızası için yapılır. Karşılık beklenmez» deniyor ve yoksulun,
yetimin ve kölenin doyurulması öngörülüyor (Dehr Suresi, 9. Ayet).
Caminin içi köy kadınlarınca hayır için temizlenir. Ramazanda yoksul akrabaya, yoksula
yiyecek yardımı yapılır (92). Zengin sayılanlar fitre ve zekatlarım yoksullara ve dullara
verirler.
Gençlerin dinsel ödevlerini yerine getirmemelerinin nedenleri, genellikle üretici olan genç
erkeklerin ekonomik eylemler yüzünden daha az vakit bulmalarım, geniş aile düzeninin
değişimi sonucu baba otoritesinin zayıflamasını belirtebiliriz. Baba baskısının kalkması ve
zayıflaması ve eğitim, genç erkeklerin dinsel inançlarının zayıflamasına etken olmaktadır
(93).
Dr. Eros, Adana ve Hatay taraflarında «şekere» denilen bir gelenekten sözediyor (98). Bu
gelenekte varlıklı kimseler, yoksullar için küçük bir arazi parçası ayırmakta ve bu tarlayı
ekerek ürünü yoksullara dağıtırlar. Ayrıca yazar, yine bu illerde yoksullara harmandan da bir
hisse verildiğini belirtiyor.
Hediye vermek geleneğimiz de tamamen yardımlaşmaya dayanan çok yaygın bir gelenektir.
«Komşuda pişer, bize de düşer» deyimi de yardımlaşma ile ilgilidir. Özellikle geleneksel
grupta komşudan gelen veya komşuya giden tabak, tencere, sepet, tepsi v.s. gibi kapların boş
olarak gönderilmemesi, içine bir şeyler koyup öyle iade edilmesi geleneği de yine temelinde
yardımlaşmaya dayanan bir gelenektir.
Merhamet ve acıma gibi duygusal yönlerimiz de günlük hayatımızda çok rastladığımız bir
Türk niteliğidir. Özellikle güçsüzlere, kadınlara ve çocuklara karşı kendisini açık bir biçimde
ortaya koyan bu niteliğimiz yardımlaşma duygusunu pekiştiren bir niteliktir.
Yine bir yardımseverlik örneği olarak, şöhretli sanatçıların yaptıkları yardımları gösterebiliriz.
Özellikle çok para kazanan şöhretli ses sanatçılarımız, film yıldızlarımız, çeşitli yardımlarda
bulunurlar. Kimsesizlere, yoksul çocuklara, evlenenlere yapılan yardımlar gibi. Tertiplenen
konserler, jübileler, genellikle bu amaçlarla yapılır. Bu yönleriyle de halktan geniş takdir
toplarlar. Ayrıca okul yapımı, çeşme, cami gibi kamuya yönelik yardımlar da yine varlıklı
vatandaşlarımız tarafından yapılmaktadır.
Yine, yolda giderken bir kimseye bilmediğimiz bir yeri sorduğumuzda o kimse orayı bilmese
bile yine de bir şeyler söylemeye, yardım etmeye gayret eder. Bu da ülkemizde çok görülen
en basit bir yardımlaşma örneğidir.
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'da zengin kimseler yoksul çocuklarım sünnet ettirirler,
onların bütün giderlerim üzerlerine alırlar ve çocukların kirvesi olurlar. Bu gelenek de yine
dinsel nitelikteki bir yardımlaşma biçimidir (99).
M. Tevekkül Kadercilik
(99) Erdentuğ, N. : Sün Koyunun Etnolojik Tetkiki, s. 54 ve Türkdoğan, Orhan: Türklerde Kirvelik ve
Sünnet Geleneği, Türk Kültürü Araştırmaları, Sayı, 3, 4, 5, 6.
(100) Yasa, t. : 25 Yıl Sonra Hasanoğlan, s. 256. Türkdoğan, O.: Türkiye'de Kirvelik ve Sünnet
Geleneği, Türk Kültürü Araştırmaları, Sayı 3, 4, 5, 6.
Geleceği Allah'a veya kısmete bağlamak, insanları otokritikten uzaklaştırmıştır. Oysaki Hz.
Muhammed, «Sen elinden geleni yap, gerişim Allah'a bırak» demiştir. Yine bir hadiste,
«Sizler, Allah'a gereği gibi tevekkül etseydiniz, sabahleyin aç olarak gidip, akşamleyin tok
olarak dönen kuşu rızıklandırdığı gibi elbette sizi de rızıklandırırdı» diyor (Seçme hadisler).
Müslüman için bütün dertler, gündelik sıkıntılar, sadece bu dünyadaki dayanıklılığı ölçmek
için Tanrı tarafından gönderilmiştir. Bu dünyada acı çeken, öbür dünyada rahat edecektir
inancı egemendir. Geleneksel kesimde çile çekmeden mutlu olunamayacağı inancı da güçlü
kaderciliği ifade eder. Talih ve kötü şans daima Allah'tandır. Dr. Tur ek, bir incelemesinde bu
konuda şunu söylüyor: «...Müslümanlığın bu karakteri, kişinin ruhsal mukavemetini,
mahrumiyetlere karşı dayanıklılığım arttırır. Bu görüş, Kızıl Çin Brain Washing metotlarına
karşı Birleşmiş Milletler askerlerinde dayanıklılık düzeylerini ölçmek amacıyla yapılan
araştırma ile desteklenmiştir (105).»
N. Alçakgönüllülük (Tevazu)
İddiasızlık, kanaatkarlık, alçak gönüllü olmayı da gerektirmiştir. Bunun dinle de ilişkisi var.
Dinde alçakgönüllü olma, kibirli olma emredilmiştir.
Bu dünyada doğruluk
Azrail'in suçu ne
(105) Türek, İbrahim: Türkiye ve Amerika'da Akıl Hastalıkları, Nöro • Psikiyatri Arşivi, Cilt 2. Sayı
l. Ocak 1965.
(106) Yasa, î. : Yirmi beş yıl Sonra,... s. 260.
Bozulmaz mı acaba
Alnımdaki yazılar
«Ey fanî, niçin kendini aldatıyorsun? Sen burada iki günlük misafirsin.»
«Bilirsin ki, hayat ölmek içindir; ölüm hazırlanmıştır, sadece vaktim bekliyor.»
«Alçak gönüllü olan insan, uzun müddet itibarda kalır; haşin ve kibirli insanlar büyüklüğe
ulaşamaz.»
«Gurur ile insan göğe yükselmez; alçak gönüllü olmakla da işi bozulmaz.»
«Büyüklük taslayan, kibirli ve küstah adam tatsız ve sevimsiz olur; kibirli insanın itibarı
günden güne azalır.»
O. Siyasal Değerler
Siyasal kurumlar, toplumda genel yönetim ve kamu düzeni ile ilgili ihtiyacı karşılayan işlev
yerine getirirler (107). îkincil kurumları ise, seçim usulleri, askerî sistem, yasa yapma,
yürütme ve yargılama kurumları, polis örgütü, yabancı ülkelerle diplomatik ilişkiler v.s. dir.
Prof. Duverger de en geniş anlamıyla siyaseti, «insan toplumlarım yönetme sanat ve eylemi»
olarak tanımlıyor (108). Aynı biçimde bizde de siyaset kavramı, kısaca «ülke, devlet, insan
yönetimi» olarak ele alınıyor (109). Biz
de siyaseti bu anlamda ele alarak yine, özellikle konunun değerler yönünü gözden geçirirken,
hükmetme arzusu, eksen kurum, otoriteye bağlılık ve saygı, devletle ilişkiler, yurtseverlik gibi
noktaları ele alacağız. Yani biz, siyaseti, «başkalarım yönetmek» anlamında geniş olarak ele
aldık. Burada, bireyleri yönetmek gibi kişiler arası ilişkileri (hükmetme arzusu, otoriteye
bağlılık)
Ö. Hükmetme İsteği
Toplumumuzda hükmetmek, baş olmak, gerçekten bir olumlu değer halini almıştır.
Başkalarım yönetmek, başkalarına emretmek, tercih edilen bir davranıştır. Bu, hem kırsal hem
de kentsel hayatımızda böyledir. Askerde iken oğulların çavuş olması, onbaşı olması, ana
babalarca istenir ve tercih edilir. Bu yüzden askerde oğlu çavuş olanlar daha itibarlı sayılır.
Hatta askerden döndükten sonra hala Çavuş Mehmet, Çavuş Ali olarak anılır. Memurluk
mesleğinin tercih nedenlerinden birisi de hükmetme, emretme isteğidir. En ufak bir memur
bile olsa, hiç olmazsa müstahdemlere emredecek, masasındaki zile basıp onları ayağına
çağıracaktır (110). «Mühür kimde ise Süleyman odur»
Hükmetmek isteği, toplumun tüm hayatında olabilir. Fakat genellikle siyasal alanda, siyasal
konumdaki hükmetme isteği önemlidir. Devlet dairelerinde amirlik, parti başkanlığı, parti
yönetim kademelerinde başkanlık v.s. gibi. Başkanlık unvanım elde etmek, hangi alanda
olursa olsun, önemli sayılır. Örneğin ayak figürlerinin ağır bastığı yurdun çeşitli
bölgelerindeki halk oyunlarında oyunu yürüten, yöneten, çekip çeviren, baş tarafta elinde
mendil bulunan bir baş oyuncu vardır. Diğer oyuncular onu takip ederler. Mendil, tuğ ve
beylik sembolünü ifade eder. Bu yüzden mendili baş oyuncu, o oyun grubunda onure bir
durumdadır (111). Örneğin Erzurum dolaylarında «bar başı» olarak oynamak bir statü
sembolü olmaktadır. Düğünlerde oğlunun bar başı oynadığım gören annelerin «Bar başı çeken
Alimin boyuna bosuna anası gurban olsun» diye övünerek bağırmasını her zaman görürüz.
Kadınların kendi aralarında oynadıkları halaylarda da başı çeken kadın daha itibarlı sayılır.
Çünkü bar başında bulunmak, o oyunu çok iyi bilmek, diğerlerini yönetmek ve deneyim
sahibi olmak demektir.
Bar başı çeken delikanlı, ayrıca genç kızların da takdir ve sevgisini kazanır.
Toplumsal hayatımızda daima halkı ve grupları yöneten bir baş vardır. Halkımız, devlet
kavramım, devleti yönetenlerin kişiliklerinde biçimlenmiş bir kuvvet olarak anlar. Devletin bu
gücü, folklorümüze de girmiş, hatta pek çok atasözleriyle de kalıplanmış ve benimsenmiştir.
Örneğin halk arasında «Baş ol da ne olursan ol» denir. Yine, aslında erkekliği temsil etmekte
ise de, baş olmayı ifade eden şu söz de oldukça kullanılır «Kırk gün tavuk yaşamaktansa, bir
gün horoz yaşamak iyidir.»
(111) Dümen, Haydar: Halk Oyunlarının Psiko -Sosyal Özellikleri. Tıp Dünyası Derg., Cilt 40. Sayı: 10. s. 548.
Hotharn:
«— Haa oğlum, eski köylü Memişin Gadir oğlan esgerliğe senin yanma gelceymiş. Orası eyi
değilsen. söyle eyi bi yere düşür gayri. Önbaşıymışın işde ya.. köylüler çok övübatı gari,
onbaşı olmuş otura gömüş deyyola. Yanındaki esgercikleri irezil etme oğlum, senin gibi
yitimler vardır.»
Yine, bürokratik hayatımızda bu isteği tatmin edecek bir çok şeflikler, şef yardımcılıkları
konmuştur. Muhasebe şefliği, müdürlüğü, büro şefliği v.s. gibi. Hatta müstahdemleri bile
yöneten ser hademe (Baş hademe) lik bunun diğer ilginç örneğidir. Çöpçü başı da sokaktaki
temizlik işlerini yönetici durumdadır, inşaatlarda amelebaşı da aynı biçimde. Esasen bu
gelenek, Osmanlı împaratorluğunda sarayda da uygulanmaktaydı. Yani, her hizmet için bir
şeflik yaratılmıştı.
Eksen kurumumuzun temel toplumsal kurumlar içinde en önemli sayılan kurum (114) siyaset
olduğu söylenebilir. Öyle ki sokaktaki adam, bir müstahdem, bir temizlik işçisinin, bir
köylünün siyasal ilgisi o derece yüksektir ki kendisi ile ufak bir sohbette sözü hemen
başbakan olsa neler yapacağı konusuna getirir. Örneğin bir araştırmada köylüler, başbakan
olacakları zaman neler yapacaklarım sayıp dökmüşlerdir (115). Eskiden beri toplumumuzda.
siyaset, eksen kurum olmuştur. Ülkemize gelen yabancıların çeşitli illerimizdeki
seyahatlerinde de dikkati çektiği gibi her yerde Atatürk'ün heykeli yer almaktadır. Bu, tabii ki
Atatürk'ün büyük hizmetine bir saygı ifadesi olduğu gibi, aynı zamanda siyasete verilen
önemi de göstermektedir. Zira diğer büyüklerimizin —sanatkar, ozan, v.s.— heykelinin
sayısının çok azlığı veya hiç yokluğu da bu hususu doğrulamaktadır. Siyasal ilginin
fazlalılığını hem seçmenin bilinçli, hem de bilinçsiz davranışlarında görmek mümkündür.
Örneğin 1962 yazında yapılan bir köy araştırmasında köylülerin % 79 u seçimlerde oy
kullanmışlar, fakat köylülerin ancak % 65 i herhangi bir partinin adım bilmektedir. % 35 i
siyasal partilerin adlarından dahi habersizdir. Köy kadınlarından oy hakkına sahip olanların
ise % 50 si hiçbir siyasal partinin adım söyleyememektedir (116). îşte bu kitle, gerek
ailelerinin, gerekse ağa, şeyh gibi kimselerin etkisiyle, onların istekleri yönünde oy
vermektedirler. Çünkü bu kimseler halkımız için bir «ilişki çerçevesin rolü oynamakta, yani,
özellikle kamu hizmetlerinin halka ulaşamadığı yerlerde bu hizmetleri halka götüren kimseler
olmaktadırlar. Bu yüzden halk, onların siyasal davranışları yönünde oyunu kullanmaktadır.
(117). Bunların dışında ise halkımız, kendi günlük hayatinin ve maddî çıkarının
(117)Tezcan, Mahmut: Memleketimizde Köy Yaşantısı, Eğitim Fak. Derg., Cilt 2, s. 141.
doğrultusunda oy kullanmaktadır (118). «Ben ekmek partisindenim» sözü bu hususu
doğrulamaktadır.
Başka bir araştırmada da her dört köyde oy vermeye yoğun bir katılma olduğu anlaşılmıştır
(120). Kent kesiminde de aydın ve kentlinin siyasetle ilgisi çok fazladır. Öyle ki siyasetin
girmediği alan kalmamıştır. Hatta siyasetin girmemesi gereken alanlara siyaset girmekte, bu
yüzden klikler, çatışmalar doğmaktadır. Siyaset, başlı basma bir amaç olmuştur. Siyaset,
günlük konuşmaların, sohbetlerin, kitle iletişim araçlarının önemli bir kısmım oluşturur.
Bir araştırmada köylülerin çoğunluğu çok partili düzenden yana olduklarım belirtmişlerdir
(121).
a Köyü % c Köyü
Tek parti 36 33
Çok parti 60 50
Hiç olmasın 5 17
Buna gerekçe olarak da, birden çok partinin aralarında rekabet ederek istedikleri kimselere ve
topluluklara daha fazla hizmet sağlayacaklarım ümit etmişlerdir. Tek partinin köylüyü
ezeceğine inanmaktadırlar. Partilerin sayısının da en fazla iki veya üç olmasını istemişlerdir.
Parti istemeyenler de Atatürk gibi bir önderin olması durumunda partiye gerek
görmemişlerdir (122).
Kent toplumunda yapılmış uygulamalı araştırmalar olmadığı için bu kesimle ilgili eğilimleri
belirtemiyoruz.
Otoriteye bağlılık, aile hayatinin doğurduğu ve gerektirdiği bir davranıştır. Baba otoritesinin
güçlü olduğu geleneksel Türk ailesinde bu otoriteye bir saygı doğmuştur. Özellikle köyde
kendinden büyük herkese saygı gösterilir (123).
îşte bu durum hayatın çeşitli aşamalarında etkisini göstermektedir (124). Örneğin köy ağasına,
beylere saygı, kabile, aşiret reislerine saygı, eşrafa ve devlet büyüklerine saygı, üstatlara,
peygamberlere bağlılık ve saygı, aile başkanına saygının bir devamıdır. Dairede amire saygı
da bu türdendir. Amir, maiyetindekilere, aynı zamanda bir baba gibi davranır.
(118) Cem, ismail: Türkiye'nin Gerçekleri Açısından 1961 Seçim Sonuçları, 2, Milliyet Gazetesi, 16 Ekim 1969.
Hasta hekim ilişkilerim de bu çerçevede görmek mümkündür. Yine çırak usta ilişkilerinde
ustaya saygı da aynı türdendir. Hatta savaşçılığımızı etkileyen etmenlerden birisi de otoriteye
bağlılıktır. (Savaşta subayın, komutanının emirlerine harfiyen riayet).Otoriteye bağlılık,
bireylerde kendiliğindenlik, inisiyatif eksikliğim doğurmuştur. 'Günlük hayatımızda otoriteye
bağlılığın örneklerim görebiliriz. Örneğin trafikte otomatik ışıkların yanında aynı zamanda
trafik polisleri de bulunur. Yolcular trafik polisinin orada bulunmasından dolayı işaretlere
riayet ederler. Polis olmadığı zaman genellikle işaretlere riayet edilmez.
Bütün öğretim kademelerinde sınavlarda gözcü bulunur. Gözcü olmasa kopyeye teşebbüs
edilir.
Memurların en ufak bir işi yaparken amirlerine danışması, askerlikte bir iş yapılırken
komutanın oradan bir an ayrılması ile işin savsaklanması gibi.
Otoriteye bağlılık, disiplini benimsememize yol açmıştır. Örneğin Türklerin tembel oldukları
söylenir. Oysaki Almanya'ya giden Türk işçilerinin, dünyanın en çalışkan işçileri olduğunu
bizzat yöneticiler ve Almanlar doğrulamaktadır (126). Çünkü orada bir çalışma disiplini var.
Esasen disiplinli yetişmiş birey bu disipline uyabiliyor. Askerlikteki disiplin de bu tutumu
pekiştirmektedir. Halk oyunlarımızdaki başarıda disiplinin rolünü yadsıyamayız. Geleneksel
topluluklarımızdaki gelinin kayınbabaya «gelinlik etmesi» geleneği de disipline itaatin bir
başka görünümüdür.
minin verilmesi de onlara olan saygı, sevgi, anılar ve teselli île ilgilidir.
Köy kahvelerinde gençlerin ayrı kahvelerinin bulunması aynı zamanda yaşlılara saygının da
bir ifadesidir. Aynı kahvede yaşlılarla oyun oynama, şakalaşma, saygı ile bağdaşmamaktadır.
«Sonra, isteğimiz üzerine, erkekler bir halay çevirdiler. Ahmet, başı çekti. Ötekiler, isteksiz
isteksiz katılıp bir angarya savar gibi oyunu savdılar. Muhtara bunun nedenini sordum.
Yaşlıları oradaymış da, saygı için böyle isteksiz oynuyorlarmış, köyümüzün adeti, ananesi
gavidir.. Çok iyi çok ala...» (127).
Dr. Reşit Galip'in yazdığı ve ilkokullarda her sabah söylediğimiz and, hem saygı sevgi, hem
de yurtseverliği ifade eder: «Türküm, Doğruyum, çalışkanım, Yaşam: Küçüklerimi korumak,
büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm: yükselmek, ileri
gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.»
Babaya isyan temasım Tanrıya baş kaldırma olarak sembolize eden pek çok Bektaşi fıkraları
vardır.
Geleneksel kesimde babaya saygıyı gösteren belirli davranış modelleri gelişmiştir. Yanında
sigara içilmemesi, çocuğunu sevmemesi, ayak ayak üstüne atmamak, içki içmemek, oyun
oynamamak, ters cevap vermemek, babasının bulunduğu bir toplulukta konuşamamak gibi
(128). Bu durum aynı zamanda anne babanın yaşlılığında çocuklarca bakılma geleneğini
doğurmuştur. Yani çocuklar bir çeşit toplumsal güvenlik öğesi durumundadırlar. Yalnız kent
ailelerinde bu anlayış değişmektedir. «Çocuğum kendi hayatım kazansın yeter, biz ondan bir
şey istemiyoruz» biçiminde bir davranış gelişmektedir.
Aileye bağlılık ,aile otoritesi ile yakından ilişkilidir. Aile başkanına, bağlılık, bir norm
durumuna gelmiştir (129). Yaşlıya, onun bilgi ve deneyimine saygı, toplumumuzun eski ve
yerleşik normları arasındadır.
Kent kesiminde ise, baba otoritesinde yumuşama biçiminde bir değişme olduğundan söz
edilebilir.
S. Devletle ilişkiler
Devlet, daima saygı duyulan bir varlıktır. Baba niteliğindedir. Türk ve devleti, birbirinden
ayrılmaz, bir bütünün iki parçası gibidir. Örneğin dört köyde yapılan bir araştırmada devlete
adeta kayıtsız şartsız itaat etmenin farz olduğu inancına sahip olanların büyük bir çoğunluğu
oluşturduğu görülmüştür (130).
Hotham, «Türkler, hiçbir başka ulusta rastlanmayacak biçimde devlet otoritesine karşı saygı
beslerler» diyor (131). Bir memurla konuşan bir yurttaşın saygılı tutumu, devlete olan saygıyı
temsil etmektedir. Türk, «Allah devlete zeval vermesin dileğini dilinden, gönlünden
düşürmez. Askerlik görevinin kutsal sayılması da bu hususu doğrulamaktadır. Örneğin bir
oyundan aldığımız şu parça bu hususu doğrulayan genel bir örnektir (132).
«— Vatan hizmeti değil mi oğlum, her yer birdir. Beni dinle oğlum. Sakın askerde nöbetten
kaçma. Nöbet tutmak çok sevaptır. Sakın yalandan hasta olup raporla falan izin alma.
Boncukların oğlan turp gibiyken «veremim» diye rapor alıp askerliği altı ay yaptı, fakat bi
seneye kalmadan sahiden verem oldu.»
Askere oğlunu gönderen analar öğünürler. Seve seve onu askere yollarlar. Askerden kaçanlara
iyi gözle bakılmaz. Vatana ihanet sayılır ki bu da en ağır suçu oluşturur. «Askerliğe hîle eden
(129) Kağıtçıbaşı, Çiğdem: Gençlerin Tutumları, Kültürler arası Bir Karşılaştırma, s. 29.
onmaz» anlayışı yaygındır. Analar, oğullarım vatan, millet için doğurduklarım, askerliğe hîle
edenlere sütlerini helal etmeyeceklerim bildirirler (133). Yine Umman nine diyor ki: (134) ...
Meddubunu mallim oğlan okuyverdi. Esgerlik çok faydalı, issan çok her bişeyler öğreniyo
deyosun, tabi oğlum, esgerlik gibisi var mıdır? Deden ırağmatlının bi sözü varidin, «esgerlik
görmiyen ıssan çiğ olur» deridin. Ben senin esgerde olduğna, gonşulan yanda baya sevincilen
söyleyyon. Yalınız Allah dirlik düzenlik vessin de cumla gonşulan çocuklarına da
nasibedsin.?)
«Şeriatın (Hükümetin) kestiği parmak acımaz» sözü de devlete saygıyı ifade eder.
Gençler de askerlik çağlarının gelmesini arzu ile, sevinçle beklerler. Hayatlarında yeni bir
devre açılır. Kültürü artar, toplumda söz sahibi olur, askerden sonra evlenir, köyünden ilk kez
dışarı çıkar.
Askerlik arkadaşlığı hiç unutulmaz. Uzun yıllar geçse de yine bu arkadaşlık güçlülüğünü
korur.
Ö. Ozan Kaya'nın araştırmasında, «Bir vatandaş olarak devlete karşı ne gibi görevlerimiz
vardır?» sorusuna köylülerin % 80 den fazlası başta askerliği, sonra da vergi vermek, itaat
gibi görevleri belirtmişlerdir (135).
Daha önceden incelediğimiz devlete saygı, askerlik görevinin kutsallığı, aynı zamanda
kahramanlık, yurtseverlik özelliğimizi yaratmıştır. Yine daha önceden incelediğimiz
erkeklikte aranan nitelikler arasında cesurluk, mertlik de vardı. Erkek çocuk yetiştirilirken
özellikle bu nitelikte olmasına dikkat edilir. Cesurluk ve atılganlık, erkek çocuğa öğretilen
değerlerdir (136). Arslan Ali, Arslan Mehmet derken çocuk gururlandırılır ve bununla onun
cesurluğu, yiğitliği belirtilmiş olur. Sadıklık ise hem aileye, hem de devlete bağlılık olarak
yine çocuğa öğretilen değerdir. Yurtseverlik, esas itibariyle toplumumuzda bir temel normdur.
Yurtseverlikle ilgili değerlerin tümü dinsel kökenlidir. Örneğin Hazreti Peygamberin bu
konudaki birkaç emri şöyledir: (137). «Din ve devlet uğrunda nöbet beklerken hayatı
kaybedenler şehadet rütbesini kazanırlar»;
«Allah Rızası için bir gün nöbet beklemek, geceleri namaz, gündüzleri oruç ile geçen bin
geceden efdaldir»; «Allah Rızası için bir gün nöbet bekleyen kimseye bin ay oruç ve namazın
sevabı vardır.» Yurt ve milletin savunması kadın erkek her Müslüman'a farz kılınmıştır. Haz.
Peygamberin de devlet kurarken savaşmış olması, ordular yönetmiş olması, yurtseverlik
değerini kuvvetlendiren dinsel bir örnek olmuştur. Savaş sınırda iken yalnız bir kısım erkek
için (muharipler) farzdır. Fakat düşman, ülkenin içine girmişse, her Müslüman ölünceye kadar
dayanmakla mükelleftir. l— Farzı kifaye, 2— Farzı ayn.
Askere giden oğluna, baba veya yakın akraba, annelerin nöbetlerde uyumaması, görevini
aksatmaması için nasihatleri, yurtseverlik belirtileridir.
(136) Sümer, G.: Geleneksel Topluluklarda Çocuk Yetiştirme. 5. Nöro Psikiyatri Kongresi, s, 302.
Askere bütün yurtta gösterilen ilgi, sevgi de geleneksel yurtseverliğin başka bir görünümüdür.
Askere giden delikanlıya akraba, eş dost davetler, harçlıklar verir, davul zurna ile güle
oynaya, coşku ile uğurlar, köy meydanında bütün köylü ile vedalaşır.
Kurtuluş savaşında kahramanlık gösteren iki ilimiz arasındaki isim yarışması da bu duyguyu
belirtir. Antep, Kurtuluş Savaşında Fransızlara karşı üstün başarısından dolayı, Atatürk
tarafından ödüllendirilerek Şubat 1921'de bir yasayla «Gazi» kelimesi eklenerek «Gaziantep»
olmuştur. Son zamanlarda Maraş'da aynı gerekçe ile meclisten bir yasa çıkarılarak
«Kahraman Maraş» ve Urfa da «Şanlı Urfa» olarak ismini değiştirip güçlü yurtseverliğim
pekiştirmek istemiştir.
Halk oyunlanmızdaki Karadeniz uşağı, Erzurum dadaşı, İzmir, Ankara efesi hep yiğitlik,
kahramanlık, mertlik, güzellik, yardımlaşma sembolleridir. Bu oyunlara gösterilen ilgi, sevgi
gösterileri, imrenme duyguları, halkın da yiğitlik, kahramanlık değerlerim benimsemelerinin
göstergesidir. Bu oyunlardaki gurur, kararlılık, azamet, dayanışma ve mertlik de Türk
değerlerim aksettirmektedir. «Bursa kılıç kalkan oyunu», «Erzurum Hançer barı» tam
anlamıyla diğer kahramanlık sembolleridir. «Bar», kahramanlık, yiğitlik, erlik destanıdır.
Dadaşın her harında bir savaş seyri vardır.
Köylerimizde okunan kitaplara bir göz attığımız zaman, dinsel kitaplardan sonra en çok
kahramanlıkla ilgili kitapların ilgi çektiğini görüyoruz (138). Zaloğlu Rüstem, Kan Kalesi,
Kerbela Vak'ası, Muhammed Hanefi Cengi, Seyit, Battal Gazi gibi kitap isimleri bunlardan
birkaçıdır.
Herhangi bir olay için zorunlu tutulmaksızın devlete yardım söz konusu olduğunda halkın
büyük bir ilgi ile bu yardıma katılması durumları da yurtseverlik örnekleridir. Örneğin
Donanma Cemiyetine yardımlar, 27 Mayıs devriminden sonra hazineye altın, alyans v.s. gibi
yardımlar, Kıbrıs çıkarması dolayısı ile Türk Donanma ve Hava Kuvvetlerim güçlendirme
vakıflarına içten yardımlar bu konuda birer örnektirler.
Örneğin:
Genellikle aşk temasım işleyen divan edebiyatımızda bile kahramanlık duygularım işleyen
şiirlerin sayışı az değildir. Özellikle kasidelerin başlangıç kısımlarında savaş tasvirlerine,
hükümdar ve kumandanların zaferlerine yer verilir.
(139) Timurtaş, Faruk: Türk Şiirinde Kahramanlık Duyguları. Türk Kültürü Dergisi. Sayı 26. Aralık
1964,
Anonim örnekler:
Bu bizim arabalar
Denizin dalgasına
El sundum halkasına
Yunan'ın kavgasına
Kibrisin meyvasını
Güzellerin hasım
Korkmayın askerler
Silahım kuşanmış
Vatandan ayrılanın
Sandalyeye kuruldum
Entarisi turuncu
Bahçelerde domata
Verin Karadeniz'e
Yunan'ın yerlerine
Kıratım haylatırım
Ovada oynatırım
Kırata çiğnetirim
Şehitlik Değeri
Yurt savunmasında şehit olmak çok yüksek bir değere sahiptir. İslam dini, din ve yurt
savunmasında ölenlere «Şehitlik» unvanı vermiştir. Bu yüzden «Şehit» ve «Peygamber»
dereceleri birbirine eşit sayılmıştır (140). Savaşta sağ kalanlara «Gazi», denilir. Bu da
yeryüzünde kazanılan büyük bir unvandır.
Kur'anı Kerim'de: «Allah yolunda öldürülmüş olanlar için ölüler demeyiniz. Aksine, onlar
diridirler, lakin siz iyice anlayamazsınız» denmektedir (141). Hadisi Şeriflerde ise şehitlerin
değeri şöyle belirtiliyor: «Allah yolunda şehit olmak, alacaklının hakkından başka bütün
kusurlarım affettirir.» «Denizlerde şehit olanlar Allah katında karada şehit olanlardan
efdaldir.»
Gerek kendi aramızda, gerekse dışarıda, savaşçılık yeteneğimizin yüksek olduğu söylenir.
Yabancılar, Türk devletinin uzun yaşamasını sadece bu özelliğimize bağlarlar. Türk
ordusunda güçlü bir disiplinin varlığı, yabancıların bizden çekinmesine yol açmaktadır.
«On dört aydır kıratımı besledim, hem gazilik hem şehitlik istedim.» sözü şehitlik değerini
temsil etmektedir.
Kutadgubilig'de bu konuda şöyle deniyor: «Şeref duygusu ile insan düşmanım darmadağın
eder; Savaşta ilk önce şerefsiz kimseler kaçar.»
«insanın bilgili olması çok iyi bir fazilettir; insanın kılıç kullanması daha üstün bir fazilettir.»
T. Konukseverlik Değeri
Eski stereotiplerde belirtildiği gibi, konukseverlik özelliğimiz halen devam etmektedir. Bu,
hem köy, hem de kent ailesi bakımından söz konusudur. Örneğin kent ailesi bakımından,
anlatılan şu fıkra, konuk severliğimizi çok güzel ifade etmektedir (142).
Yoldan giderken birisi bir komşusuna rastlar: Yahu nerelerdesin hiç görünmüyorsun,
gelmiyorsun özlettin kendini nedir bu hal? der. Dostu da, Gelirim ama üç şartım var. Bunları
kabul edersen daha sık gelirim der. Şartlarım söyler: l— Oturduğum yeri bana zindan
ettirmezsen, 2— Yediğimi zehir ettirmezsen, 3— Sevdiğini bana sevdirmezsen. Birincisi,
konuğu daha rahat oturtturmak için ev balkının onun yerini durmadan değiştirtmesi ve
konuğun da yer değiştirmeye boyun eğmesi. îkincisi,
(140) Pazarlı, a.g.e., s. 360.
yemekte, şunu da yiyin, bunu da yiyin, biraz daha alın diyerek sürekli ısrar. Üçüncüsü ise,
konuğu oyalamak için onun ilgilenmediği şeylerin kendisine zorla gösterilmesi,
ilgilenmesinin beklenmesi. Örneğin ailede damadın veya uzak akrabaların fotoğraflarının
gösterilmesi, onun hobisi ile ilgili şeylerin uzun uzun anlatılması gibi. Bu kadar ikram
karşısında adam misafirliğe gittiğine pişman oluyor.
Yeri gelmişken burada, halkımızın bir entelektüel özelliğine işaret etmek istiyoruz. Gerek bu
ziyaretler sırasında, gerekse çeşitli sohbetlerinde halkımız, genellikle olayları değerlendirirken
sık sık
atasözlerine başvurur, düşüncesini bir takım belirli fıkralarla açıklayarak ortaya koyar, çeşitli
olaylar karşısındaki tutumunu manilerle, deyimlerle, şiirlerden parçalarla açıklamaya çalışır.
Bu konuda Prof. Tütengil, «... Toplumun ve zamanın hazırladığı düşünce formlarının, Türk
halkının düşüncelerim ifade etmekte, ona bir kolaylık sağladığı, adeta hazır bir reçete rolü
oynadığı görülür. Kişinin bu yola başvurması, onda, kişisel bir düşünceden çok, ortaklaşa
belli kalıplar ve ölçüler içersinde bir düşünce eğiliminin ağır bastığım ifade etmektedir» diyor
(143). Gerçekten hem entelektüel, hem de halk tabakasının böyle folklorik ürünlere çeşitli
konuşmalarında başvurması, bu ürünlerin onun düşüncelerini pekiştirmesi, desteklemesi
bakımından önem taşımaktadır. Hala sözlü kültürün egemen olduğu toplumumuz bakımından
bu usulün yaygınlığım ve önemini doğal karşılamak gerekir.
Konuk ağırlamak, başlı basına bir değer halini almıştır. Konuğa toplumun her kesiminde
geniş ölçüde ikramda bulunulur. Konuk olmasa bile, herhangi bir yerde ve toplulukta bir
Türkün yanındaki kimselere kendisi içmeden önce sigara ikram etmesi, tipik bir Türk
davranışıdır. Şanlı Urfa'da yapılan bir röportajda yazar, yabancıların en çok itibar gören
kişiler olduğunu, herhangi bir eşyaya konuğun «ne güzel şey» dediğinde ev sahibinin onu
mutlaka konuğa verdiğini belirtiyor (145).
Eskiden camilerde bile misafirhane vardı. Avrupa'dan camileri görmeye gelen gezginler, yerli
halk gibi, parasız olarak orada yatırılmakta ve ağırlanmakta idi (146). Sohbet, konukseverlikle
ilgili olarak yine, resmî veya özel dairelerde ve bütün iş yerlerinde bile arkadaşlar, dostlar
yanlarına, odalarına gelenlere ikram eder, sohbet ederler. Sigara, çay kahve, meşrubat,
işyerlerinin geleneksel ikram araçları olmuşlardır. Çok acele yapılması gereken yoğun bir
çalışma gerektiren hallerde bile, odaya gelen arkadaş ile yine meşgul olunur, konuşulur,
ikramda bulunulur. Aksi takdirde o kimse soğuklukla, kendini beğenmişlikle itham edilir ve
ayıplanır. Bunlar batı toplumlarında görülmeyen tipik Türk davranışlarıdır. İkram geleneği o
kadar yerleşmiştir ki iki arkadaş öğrenci bile, sınırlı bütçelerine rağmen, otobüs veya dolmuş
veya sinema ücretini vermekte adeta birbirleriyle yarış ederler. Gerçekten bu durum, kişi ve
millet ölçüsünde gelirimizle orantısız cömertliklere yol açmaktadır. Herkesin kendi ücretim
kendisinin vermesi anlamına gelen «Alman usulü» ne çok gerekli durumlarda başvurulur, bu
yola başvuranlar genellikle yadırganır veya ayıplanır.
Konukseverlik, çeşitli araştırmalarda belirlenmiştir. Biz burada sadece bir örnekle yetinmek
istiyoruz. «Binamlı», çok yoksul bir köy olmasına rağmen konukseverlik, onların vazgeçilmez
erdemidir. Konuklar köy odasında ağırlanır, et, tavuk gibi en iyi yemekler onlar için
hazırlanır. Konuklar toplu olarak karşılanır ve uğurlanır (148).
Stirling'de her köy evindeki konuk odasının geniş, tertipli, en özenilen oda olarak
konukseverlik belirtisi olduğuna işaret ediyor (149).
Yatılı olarak eve gelen konuklara en güzel yatağı, döşeği hazırlamak, bahçesi tarlası varsa
oradan aldığı en güzel ürünleri ona ikram etmesi Anadolu'da çok ve sık görülen durumlardır.
«Yabancının kusurunu bağışla, onu yedir ve içir; ey alim, hakîm konuğa iyi muamele et.»
«Yabancıya karşı iyi davranan kimsenin yüzü güler; konuğa iyi muamele edenin şöhreti
yayılır.»
Konukseverlik de dinsel kökenli bir özelliğimizdir. Kur'anda konuğu ağırlama ile ilgili
hükümler «Allah'a ve ahiret gününe inanmış olan kimse konuğuna ikram etsin..» (Müslim,
Zekat, 91, Vela 6.) ve Peygamberin hadisleri vardır. Örneğin bir hadisinde Peygamberimiz
diyor ki:
«Allah'a ve Kıyamet gününe iman eden kimse, konuğuna ikramda bulunsun. Bir kimse
Allah'a ve kıyamet gününe iman ediyorsa, konuğuna caizesini versin.»
(148) Tanyol, Cahit: Pegke Binamlısı Köyü. Sosyoloji Dergisi. Sayı 16. s. 36. U49)Stiriing, a.g.e.. s. 238239.
U. Yüzeysellik Duygusallık
Türk insanı hem neşeyi, hem de hüznü çok sever. En ufak bir fırsatta eğlenmek için çaba
harcar. Aslında neşe hüzün bir karşıtlığı ifade eder. Yoksulluklar, savaşlar, gurbet,
çaresizlikler, Türklere hüznü sevdirmiştir. Evlenen kızın «Hem ağlarım, hem giderim» sözü
bu karşıtlığı çok iyi dile getiriyor. Yine, «Düğüne giden oynar, ölüye giden ağlar» sözü de bu
konuya ilişkindir. Türk'e göre eğlenirken bile hüzne başvurulmayınca o eğlencenin tadı mı
olur? Düğünde, gazinoda, eğlenceli bir yerde, neşeli coşkun bir ortamda, ya sanatçı ya da
orada şarkı türkü söyleyen kimse, bir uzun hava (hüzünlü türkü) çeker, îyi uzun hava
söyleyemeyen bir halk türküleri sanatçısı meşhur olamaz. Hüzün, Türk insaninin yüreğine
işlemiştir. Yerli filmlerde, Türk'ün bu özelliğim, yapımcılar bol bol kullanmışlardır. Hem
ağlayıp hem gülmek, hayatın en önemli, vazgeçilmez öğeleridir. Türk'e göre, Son yıllarda
hüznün önemi «Göç» etmeni ile artmıştır. Savaşın yerini alan göçler (Yurtiçi ve dışı), aileleri
birbirinden koparmakta, manevî hayatta kederi arttırmaktadır.
BÖLÜM
Kültür ve Akıl Hastalığ ı
Kültürün kişiliğe etkisinin bir başka görünümü de, akıl hastalığı alanıdır. Bugün akıl
hastalığının birey hastalığından çok, bir toplum hastalığı olduğu görüşü giderek önem
kazanmaktadır (l). Bir ülkede karakteristik olan şizofrenik belirtilere bir başka kültürde
rastlanmamaktadır. Klinik formlar çok değişik farklar göstermektedir. Şüphesiz bu husus,
tedavi yöntemlerinde de farklılık gerektirmektedir. Çeşitli ülkelerdeki insanların gösterdikleri
psikopatolojik öğeler oldukça farklılık göstermektedir.
Bir kültürde normal sayılan bir kişi ve davranış, bir başka kültürde akıl hastası olarak
nitelendirilebilmektedir (2). Bazı kültürlerde toplumla akıl hastası arasındaki ilişkiler çok katı
ve sert olabildiği gibi, bazılarında bu ilişkiler çok normaldir. Bu duruma göre akıl hastalığı,
gerçek anlamında bir hastalık olmayıp, belli kültürlerde belli normlarla değerlendirilen itibarî
bir düşünce ve davranış tipi olmaktadır (3).
a) Çocukluk deneyimleri
c) Organik etmenler
ç) Kalıtım.
Carotes, Afrika'da zenciler arasında Şizofreni ve Şizofreniye benzer grup hastalıklarının çok
seyrek görüldüğüne işaret etmiş ve bunu kültürdeki «Semantie» eksikliğine bağlamıştır.
Caroter, Afrika'da zenciler arasında şizofreni ve şizofreniye benzer grup hastalıklarının çok
seyrek görüldüğüne işaret etmiş ve bunu kültürdeki «Semantie» eksikliğine bağlamıştır.
Writtes ise bunun aldatıcı bir görünüm olduğunu ve bir taraftan çevre, diğer taraftan kültür
yapısının semptomları değiştirdiğim ve tanınmağım zorlaştırdığım açıklamıştır (5).
Hayal görme ve ses duymanın bir üstünlük, bir rüçhaniyet gibi kabul edildiği toplumumuzda
bu tip olaylara sıklıkla rastlamaktayız. Ermişlik, şeyhlik, malum olma durumları gibi. Bazı
kimselerin özel ve üstün bir takım niteliklere sahip olduğu ecdatla konuşabildiği ve onları
görebildiğine inanma hali bugün için bile modern toplumlarda da rastlanır (6).
Sıkıntı halleri - Okuma yazması olmayan Afrikalıda sıkıntı, hemen daima hayatı tehdit eden
bir büyülenme biçimi olarak yorumlanır. Bu düşünüş tipi ise, hastayı motor bir huzursuzluğa
sev-keder.
Afrika, Hindistan, Çin ve Güney Amerikanın ilkel toplumları arasında yapılmış olan
çalışmalarda bu ülkeler insanında şizofrenik belirtilerin bir benzerlik gösterdiği tespit
edilmiştir (8).
Klinik tablonun batı insanında rastlanan klinik tablo ile hemen aynı olduğu ortaya
çıkarılmıştır.
Bazı araştırmalara göre ağrı, bazı kültürlerde bir ceza olarak algılanır. Ya da bir zarar verme,
günah karşılığı olarak algılanır. Bazılarında bir moral deneme niteliğindedir (9).
Hastalığa Sığınma : Hastalık rolü oynama, her depresyonla hasta için kendi kültürüne özgü
bir değişiklik gösterir. Bazı kabilelerde hastalık, ilahî bir deneme olarak kabul edilir. Ona
hasta gözüyle bakılmaz. Bizde de Hazreti Eyüp'ün vücuduna dolan kurtlara karşı tutumu bu
inanışı doğrular. Eyüp, yere düşen kartları tekrar vücuduna koymakta ve bu şekilde tanrının
kendisini bir sabır sınavına koyduğuna inanmaktadır. Güney Amerika'da inanılan bir duruma
göre bazı kimselerin ruhunu kaybettiği kabul edilir. Böyle bir insanın tedavi edilmesi gereği
düşünülmez (11).
Kültüre özgü gibi görülen incelenmiş hastalıklardan biri «Voodoo- ölümü» (Ruhsal Ölüm)
denilen ve bazı ilkel topluluklarda görüldüğü bildirilen hastalıktır (12). Bu hastalıktaki durum
şöyle: Hastalığın meydana geliş nedenleri olarak, bir tabunun çiğnenmesi, büyü, toplum
tarafından lanetlenme, ya da bilinç dışı olarak kendi kendini suçlama belirtilmektedir.
Hastalığa yakalanan kişinin bütün ilişkileri kalkar, tam bir vejetatif yaşam içine gömülür,
çoğu kez, birkaç saat veya gün içinde ölür. . Ancak, çok az vakada ilk büyünün, karşıt bir
büyü ile çözülmesi, hastanın tekrar topluma dönmesini sağlar. Bu hastalığın herhangi bir
mikrop veya zehirlenme ile meydana gelmediği kesindir. Batı kültürü ile ilişkiye giren bazı
ilkel toplumlarda ya da çok sıkı olarak bağlı olunan bir gruptan ayrılmalarda akut olarak aynı
tabloya rastlanmaktadır.
Büyücülük korkuşu, sadece, hastalık değil, ölüme bile götürebilmektedir. İndonezya ve başka
yerde bulunan Amok denen durum, tehlikeli bir şiddet patlamasına yol açar. Güneydoğu
Asya'da Koro denen bir anksiyete durumunda hasta kişi, penisinin geri çekileceği korkuşu
içindedir ve bu durum onun ölümüne neden olmaktadır.
Ayrıca Latin Amerika'da köysel yörelerde Susta denen bir majik korku durumu vardır (14).
2. Akıl hastalıklarının sıklık derecesi kültürler arası ve alt kültürler arası farklılıklara
göre görülmektedir.
6. Çocuk doğumuna ait psikozlar (Puerperal) m bazı Asya, Afrika ve Güney Amerika
ülkelerinde daha sık görüldüğü kaydedilmiştir.
7. Conversion Hysteria (Duygu dönüşümü), en geniş biçimleriyle Avrupa ve
Amerika'da kaybolmuştur. Hindistan, Mısır .ve Tunus gibi gelişmekte olan ülkelerde
ise yaygındır.
Akıl hastalığı ile sosyoekonomik sınıf arasında biri ilişki vardır. Alt sınıflarda şizofreni gibi
akıl hastalıkları üst sınıflara oranla daha yüksek düzeydedir (16).
Göçle akıl hastalığı ilişkisi de bir gerçektir. Bulundukları yerlerden göç etmiş kimselerde akıl
hastalığı daha fazladır. Yeni çevreye uyum da onlarda stres yaratmaktadır (17).
Almanya'da çalışan Türk işçileri arasında yapılan bir araştırmaya göre, ruh sağlığı
bozuklukları, daha çok, sıkıntılı, korkulu, çökkün zeminlerde gelişen hipokondriyak
psikosomatik reaksiyonlar ile akut paranoid reaksiyonları biçimlerinde görülmüştür (18).
Yurt dışına çalışmak için giden ve orada hastalandıkları için ülkeye dönen 60 vaka üzerinde
yapılan bir incelemeye göre, psikozların fazla olduğu görülmüştür. Paranoid muhteva ve
perseküsyonların merkezî bir yer tuttuğu belirtilmiştir (19).
Yine başka bir araştırmada. Batı Berlin'de çalışmaya gelen Türkler arasında hasta olan beş
kişinin gösterdikleri ruhsal tabloda anksiyeteli depressif bir zemin ve paranoid düşünce
muhtevası ortak özellik olarak görülmüştür (20).
Göç ve ruh hastalıkları konuşanda da henüz sonsöz söylenmiş değildir. Yapılan çalışmalarda
çelişkili bulgulara da rastlanmıştır,
SONUÇ
Eğitim sistemimiz, Türk insaninin temel kişilik özelliklerim (Özellikle olumlu olanlarım)
korumalıdır. Türk kültürünün özü olarak değerlerin ve tutumların eğitim yoluyla geniş
kuşaklara aktarılması gerekir. Ulu Önder Atatürk'ün de sentez olarak belirttiği millî öğelerle
birleşmiş çağdaşlaşma, ancak, gence millî olanı, eğitim programları ile vermekle
gerçekleşebilir.
KAYNAKLAR
Arkun, Nezahat: intiharın Psikodinamikleri, ist. 1963, îst. Üni. Ed. Fak. Yay., No:
1052.
Arkun, Nezahat: Türkiye'de Evlenme ve Boşanmalar Hakkında PsikoSosycd Bir
Araştırma, İstanbul 1965, îst. Üni. Edebiyat Fak. Yay, No. 1142.
Balaman, Ali Rıza: TeVe Köyü Genel Etnografyası, İzmir 1982, Ege Ün., Sosyal
Bilimler Yay. No.5.
Buchanan, W.:
Daver, Bülent: Siyasal Bilime Giriş, Ank. 1968, S.B.F. Yay. No. 251.
Dümen, Haydar: «Halk Oyunlarının PsikoSosyal Özellikleri,» Tıp Dünyası Der. Cilt
40, Sayı 10, Ekim 1967.
1982, Kültür ve Turizm Bak. Eröz, Mehmet: İktisat Sosyolojisine Başlangıç, îst. 1973, Î.Ü.
iktisat Fak. Yay., No:321.
Fichter, Joseph: Sociology. U.S.A. 1966. Fichter, H. Joseph: «Amerikan Değer Sisteminin
Görünümleri». A.Ü. Eğitim Fak.
Derg., Cilt 6, Sayı 14, Ankara 1975. Friedlander, A. 'Walter: Sosyal Refah Hizmetine
Başlangıç (Çev. Resan Taşçıoğlu), Ank.
Fromm, Erich: Hürriyetten Kaçış (Çev. Ayda Yörükan), Ank. 1972, Tur Yay. No: 7. Garrett,
E. Henry: Psikolojiye Giriş. (Çev. Fevzi Ertem Remzi Öncül), îst. 1969. Geçtan, Engin:
«Toplumunuz Bireylerinde Kimlik Kavramı île ilgili Sorunlar Üz.erin
de Bir Tartışma,» 50. Yıla Armağan, A.Ü. Eğitim Fak. Yay., Ankara 1973. Guthrie, George:
«Culture And Mentol Disorder,)) 396. U.S.A. Güçbilmez, Erdoğan: Yenimahalle ve Kayadibi,
Karşılaştırmalı Bir Köy Araştırmanı.
Ank. 1972, S.B.F. Yay. No. 327. Güler, Şevki: Sosyal ve Ekonomik Yapışı İtibariyle Babadağ
Dokumacıları, Ank. 1972,
(Çoğaltma) A.Ü.D.T.Ç.F. Gül, Kemal Vehbi: Dinin Türk Toplumuna Etkileri, Milliyet
Gazetesi, 25 Tem.
muz 1967.
Gülersoy, Çelik: Türk Toplumu ve Turizm. (Sosyo Psikolojik Temeller), îst. 1970. Gürgen,
Yavuz: «Sosyal ve Kültürel Özelliklerin Türkiye'de intiharlar Üzerine Etkisi.»
Nöro Psikiyatri Arşivi, Cilt VI, Sayı I, Ocak 1969. Güvenç, Bozkurt: Kültür Kurammda
Bütüncülük Sorunu Üzerine Bir Deneme, Ank.1970.
Güvenç, Bozkurt: Japon Kültürü, Ank. 1980, îş Bankası Yay. Hallowell, A. Inving: «Ojibwa
Kişiliği ve Kültürle smesi,)) (Çev. Seval Gürel), A.Ü.
S.B.F. Derg., Cilt 25, Sayı 2, Haziran 1970. Hotham, David: Türkler (Çev. Mehmet Ali
KayabaÇ, îst. 1973, Milliyet Yay., Genel
U.S.A. 1967.
Hunt, Robert (Ed.): Personalities and Cultures, «introduction», U.S.A. 1967. inkeles, Alex
Hanfmann, Eugenia Beier, Helen: «Modal Personality and Adjustment
to the Soviet Socio Political System»m Personalities and Cultures, U.S.A. 1967. inkeles, Alex
Levinson, T. Daniel: «National Character: The Study of Modal Personality and
SosyoCultural Systems» in The Handbook of Social Psychology, Vol. 4,
U.S.A. 1969.
Kağıtçıbaşı, Çiğdem: insan ve İnsanlar. Sosyal Psikolojiye Giriş, Ank. 1976. Kağıtçıbaşı,
Çiğdem: Gençlerin Tutumları, Ank. 1973, O.D.T.Ü. Yay. No. 25. Keleş, Ruşen: Eski
Ankara'da Bir Şehir Tipolojisi, Ank. 1971, A.Ü.S.B.P. Yay., No.314.
Kemal, Yaşar: Bu Diyar Baştan Başa, îst. 1971. Kıray, Mübeccel: «İstihlak Normları.))
Planlama, DPT. Derg., Sayı 3, C. l, 1962. Kıray, Mübeccel: Ereğli, Ank. 1964, D.P.T. Yay.
Kneller, F. George: «Kültür. Kişilik ve Eğitim» Educational Anthropology, An
introduction isimli kitapta. (Çev. Mahmut Tezcan), Ank. Üni. Eğitim Fakültesi
Köknel, Ozcan: Ailede ve Toplumda Ruh Sağlığı, îst. 1981, Hürriyet Yay. No. 264. Köknel,
Özcan: Kişilik, îst. 1982, Altın Kitaplar, Bilimsel Sorunlar Dizişi; 4. Le Vine, A. Robert:
Culture, Behavion and Personality, U.S.A. 1974. Sec. Printing.
Linton, Ralph: The Cultural Background of Personality. U.S.A. 1945. The Century
Psychology Series. Lundberg, G. Schrag, C. Laisen, O.: Sosyoloji. 2 Cüt, Ank. 1970, Türk
Siy. îlim Dem.Yay.
Mardin, Şerif: Din ve ideoloji. Ank. 1969, S.B.F. Yay. No. 275. Mardin, Şerif: Şiddetin Kökü
Toplumdadır, Milliyet Gazetesi, 4.1.1971. Morgan, T. Clifford: Psikolojiye Giriş, Yayın
Sorumlusu Sirel Karakaş, Ank. 1984, 3. b. Mutlu, Necati; Köy ve Köylü Sorunları, îkinci Beş
Yıllık Plan Çalışmaları, Mart
Nesin, Aziz: Mahallenin Kısmeti. Mizah Hikayeleri, îst. 1972. Nesin, Aziz: Cumhuriyet
Döneminde Türk Mizahı, îst. 1973. Akbaba Yay. : Ottaway, A.T.C.: Education and Society,
London 1962. Ozankaya, Özer: Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür, iki Gurup Köyde
Yapılan
Karşılaştırmalı Bir Araştırma. Ank. 1971, A.Ü. S.B.F. No: 322. Örnek, Sedat Veyis: Sivas ve
Çevresinde Hayatın Çeşitli Sahalarıyla ilgili Batıl inançların ve Büyüset İşlemlerin Etnolojik
Tetkiki. Ank. 1966, A.Ü. D.T.C.F., Yay. No. 174.
Sağlığı ve Hastalıkları Derg. Cilt 8, OcakEkim 1965. Öztürk, Orhan: «Anadolu Toplumunda
Özerklik ve Girişme Duygularının Kısıtlanışı»,
Özbek, Abdülkadir: Sosyal Psikiyatriye Giriş, Ank.. 1971, A.Ü. Tıp Fak. Yay. No: 243. Paz,
Octavio: Yalnızlık Dolambacı (Çev. Bozkurt Güvenç), istanbul 1978, Cem Yay. Pazarlı,
Osman: İslam da Ahlak, îst. 1972. Büyük Fikir Kitapları Dizişi; 16, Remzi Ki
tabevi Yay. Planck, Uirich: Köy Sosyoîojisi, Ders Notları (Çev. Coşkun San), Ank. Üni. Ziraat
Fak.
Yay.
Sargent, S. Williamson, R.: Social Psychology, U.S.A. 1958. Savaşır, Yusuf: «Toplumsal
Kişilik Yapısının Önemi, Araştırılması ve Bası Bulgular,»
Yıllığı, 1976, Kültür Bak. MÎPAD Yay. Singer, Milton: «A Survey of Culture and Personality
Theory and Research» in Stud
ying Personality Cross Culturally, Ed. Bert Kaplan, U.S.A. 1961. Siegfried, Andre:
Milletlerin Karakterleri, (Çev. Semih Tiryakioglu), îst. 1961, Varlık Yay., No. 811, Faydalı
Kitaplar No. 12.
Tanyol, Cahit: Peske Binamlı sı Köyü, Sosyoloji Derg., Sayı 16, Î.Ü. Ed. Fak., Yay.
Taşkıngöl, Fatma: Manisa Şehri derinde Bir Sosyal Araştırma, A.Ü. D.T.C.F. 1955.
Teber, Serol: İsçi Göçü ve Davranış Bozuklukları, îst. 1980, Konuk Yay. No. 87.
Tezcan, Mahmut: Eğitim Sosyolojiği Ank. 1985, A.Ü. Eğitim Bil. Fak. Yay. No. 150,
4. Bası.
Tugaç, A. Yurt, î., Ergil, G., Hüseyin, T.: Türk Köyünde Modernleşme Eğilimleri
Araştırması, Rapor I., Ank. 1970, DPT. Yay.
Türkdoğan, Orhan: «Doğu Anadolu'da, AnaÇocuk Bakımı île ilgili Kültür Kalıplar»,
Türk Kültürü Derg., Sayı: 233, Eylül 1982.
Üçer, Müjgan: Sivas ta Doğum Folkloru, Sivas Folkloru, Sayı 40, Mayıs 1976.
Wells, Calvin: Sosyal Antropoloji Açısından İnsan ve Dünyası (Çev. Erzen Onur), îst.
1972. Remzi Kitabeyi.
Yasa, ibrahim: Yirmibeş Yıl Sonra Hasanoğlan Köyü, Ank. 1969. S.B.F. Yay. No.
270.
Yasa, îbrahim: Türkiye'nin Toplumsal Yapışı. Ank. 1970, TODAÎE Yay. No. 119.
Yavuz, Fehmi: Memleketimizde Toplum Kalkınması (Köy Kalkınması}, Ank. 1969, 2.
Bası, TODAÎE Yay.
Yörük, Ali: Çatallı Köy (Üç Perdelik Piyes), Ank., 1968, M.E.B. Yay. Çağdaş Türk
Yazarları Tiyatro Serişi: 4.
Yörükan, Türkan: «Temel Şahsiyet ve Kültür.» Sosyoloji Dergisi, 13 14, îst. 1959. İst.
Ün. Edebiyat Fak. Yay.
Yörükoğlu, Atalay: «Çocuk Yetiştirme ve Ulusal Karakter». Yeni Ufuklar Derg., Cilt
14, Sayı: 166, îst. 1966.