You are on page 1of 33

~2~

Önsöz
Birazdan ilginç bir yolculuga çıkmak üzeresiniz. Okudugunuz kitaplardan daha tuhaf ama daha gerçekçi bir yolculuk… Ögrendiginiz tüm
fizik kurallarından bagımsız ve gerçekleşmesi sizi şaşkınlıga itecek hayallerinizin yeni görümüne dogru olan bir yolculuk. Genç bir adam
düşünün ki bir yılda çevresindeki maddi, manevi ve sosyal her şeyi degiştirdi. Bu oldukça zekice degil mi ? Sınır koymadan hayal
edebildigimiz mutluluk, para, saglık ve sosyal hayatı hayatımıza çekmek zekice degil mi ? Size bu kitapta anlatacaklarım asla motivasyon
vermek ve gerçek dışı bir hayal dünyasına sokmak için yazılmadı. Yaşadıgımız evrenin, kurdugumuz hayallerin, içinde bulundugumuz şartlar
ne olursa olsun nasıl olup da ayagımıza kadar getirebilecegi durumlarını anlatan bir gerçeklik yazısıdır. Hepimizde olan ve dogdugumuzdan
beri farkında olamadıgımız bir gücün yazısı…

Bizler yaşadıgımız evrende bir makinemiyiz. Yoksa gözlemlerimizle yaşadıgımız gerçekligi etkileyen yaratıcılar mı ? Dünya son
dönemlerde “Çekim Yasası” ismiyle kalıplaşan bir terimi tartışıyor. Bu tartışma Rondie Bryne’nın kaleme aldıgı “The Secret” (Sır) adlı
kitap ve bu kitabın baz alınarak yapıldıgı etkileyici bir belgesel ile başladı. Peki insanlık bu terimi ilk defamı duyuyor. Daha önceleri birileri
çıkıp bize bu konuda bir şeyler söylemiş mi ? Peki yıllar boyu kendini kaderci bir yaklaşımla dinine ve ilahi kitaplara vermiş insanlar için bu
ortaya atılanlar yaratıcıya bir hakaret mi ? Yoksa yaratıcının yolladıgı ilahi kitaplar bize aynı gerçekleri işaret ediyor muydu.? “SIR”
gerçektende bir “sır” mıydı. Yoksa insanlık tarihi boyunca isteyenin zaten ulaşabilicegi gerçegi görmemizi saglayan bir takım bilgiler mi?
Dünya tarihinin yıllar boyu önde gelen isimleri bu sırrı biliyorlar mıydı? Eger biliyorlarsa bizden sakladılar mı? Yoksa insanlıga verdikleri
mesajlarda bu gücü defalarca anlatmaya çalıştılar mı?

Bu kitap çalışmasına başlamaya karar verdigim zaman Bu güç ile tanışalı yaklaşık 1 yıl olmuştu. Bu bir yılda onlarca kitap, makale
okuma fırsatı buldum. Olabildigince başarı hikayelerini inceledim. Yaşadıgım çevrede insanları gözlemledim. insanların her hareketinin
kendisine dönüşünü olabildiğince takip etmeye çalıştım. internet üzerinde üye oldugum forumlarda insanların sorularını dinledim. insanlar
iletişimimde gelişim yolculuklarını takip etme fırsatı buldum. Yaptıkları hataları görme imkanı da buldum. Bu bir senede tanıştıgım insanlar,
benim tanışmayı seçtiğim insanlardı. Kendi farkındalıgımı geliştiştirmeye başladıgımda her hareketimin farkında olmak harika bir
deneyimdi. Bu süreçte hayatımda meydana gelen irili ufaklı binlerce şeyi fark ettim. Yani adaletsiz bir dünyada olmadıgımızı fark etmek
heyecan vericiydi. Farkındalığımı daha ileri boyutlara taşımaya kararlıydım. Beni derinden etkileyen düşüncelerle ilahi dinleri inceleme fırsatı
bulduğumda karşılaştım. Kur’anı Kerim başta olmak üzere incil, Tevrat’tan bu konulara ilişkin çarpıcı gerçeklerle karşılaştım. Madde
gerçeği, evren, yaratılış, fizik kanunları, doga kanunları ile ilgili onlarca belgesel izledim. içinde bulundugum durumlardan çok şey öğrendim.
Bu kitaptaki hedeflerimden biri tecrübelerimin “çekim yasası” ve onun gücüyle ilgili anlayışımı ne düzeyde kuvvetlendirdigi üzere olan
gerçeklerimi yalın bir anlatımla konu başlıkları halinde anlatmaktı. Bu güç, baş döndürücü bir vahiy gibi anında görünmedi. Bir yerde apaçık
yazmıyordu. Peşinden koşmadıgım sürece o güce sahip olmam mümkün degildi. Yani bir bakıma bu güç hem her yerde hem de hiçbir
yerdeydi. Bu çalışmanın ortaya çıkmasını saglayan öncelikle hayatimdegisti.com üyelerine sonra tüm herkese ve tüm şartlara teşekkür ederim.

Bu bir yılın benim açımdan mucizeler içinde geçmesine ragmen; zaman zaman üzüntüler, güçsüzlükler, hayal kırıklıkları yaşamadım da
değil. içinde bulundugum durumu sorguladıgım çok oldu. insanların yaşadıkları sıkıntılarla karşılaştırdım. Bazen tüm bildiklerimi unutur
duruma geliyordum. Teorik bilgi şahane bir şeydir aslında. Çevrenize anlattıgınızda sizin hayatınızın dört dörtlük oldugu hissine kapılabilirler.
Sırf teorik bilginin gününü güzelleştirmeye yetmedigini anladım. Alışkanlık haline dönüşmeyen yöntemlerin, hayallerin ve davranışların
gerçeğe dönüşmedigini anladım. Bu kitapta 1920’ler de keşfedilen ve “The Secret” kitabının anlatmak istedigi düşünce teknigi olan olan
Kuantum Düşünce Teknigini, kafa karıştırmaktan uzak bir niyetle günlük gerçeklerimiz ışıgında anlattım. Dolayısıyla hayalini
kurabildiğimiz her şeyi deneyimlemek, gizemli rastlantıları izlemeyi ögrenme işlemine baglıdır. Çok azımız geriye dönüp baktıgında şu andaki
işimize, eşimize, ya da yürekten güvendigimiz dostlarımızla birlikte oluşumuza neden olmuş olan gizem dolu gücün bu evrensel yasayla ilgili
olmadıgını söyleyebilir. Gerçek şu ki, Bu güne kadar istedigimiz ya da istemedigimiz bütün olayları hayatımıza biz çektik. Evet biliyorum…
Burası anlaması en zor olan kısım. inansanız da inanmasanız da bu gücü bilinçli ya da bilinçsiz kullanmaya devam ediyorsunuz. Bu güç
yaşamlarımızın çevresinde her an dans edip bize seçimler yapmamız için göz kırıp duruyor.
~3~

Çekim yasasının mekanizması nedir? Nasıl oluyorda zihnimizde tuttugumuz şeyleri deneyimliyoruz. Ne oluyorda atom altı parçacıklar her
an bir yaratım başlatıyor. Bunu bilemiyoruz. Anlatacaklarım böyle bir gerçegin var oldugunu bize kanıtlıyor ve yaşadıklarımızın
sorumlulugunu bizlere veriyor; Fakat mekanizmasını bizlere vermiyor. Bilimsel açıdan ve dini açıdanda bu böyledir. Yani bulgularımız “bu
güç gerçek kanıtı binlerce ama nasıl çalıştıgını hiçbir zaman tam anlamıyla çözemessiniz” diyor. Bunun gizlendigini ayetlerde ve bilim
adamlarının açıklamalarında görmek mümkün.

Bu gerçekleri ögrendigim dönem 2007 yılının bitişi ile başlıyor. Memur anne ve babanın ilk çocugu olan ben, 21 yaşıma kadar metaryalist
bir düzen içinde oldugumu sanıyordum. Orada bir dış dünya vardı. Benim inancım onun kurallarına uymak zorunda oldugumdu. Tüm
yaşamım karşıma çıkacak tesadüflere, şansa, insanlara baglıydı sanki. Çogu insan gibi bende, iç dünyamın degişmesi için, dış dünyanın
degişmesi gerektigine inananlardandım. Bu düşünce tarzım 2007 yılının son devresine kadar sürmüştü. Hayatımın kilit noktası olan o
dönemde hayatımın en büyük üzüntülerini, özlemlerini, yalnızlıgını, haksızlıklarını yaşamıştım. Simdi anlıyorum ki o zaman içindeki
bulunduğum tramvatik durum hayatımın en büyük altın anahtarına sahip olmak için hazırlıktı. Bu nedenle hayatımın mucizeler içinde
geçmesine iyi ya da kötü vesile olan yanımda olan olmayan tüm herkese buradan teşekkür ediyorum ve “iyikide” diyorum.

Bu gücün kişinin yaşamını her alanda dönüştürebilecegine inanmıştım. Ama artık bunu adım gibi biliyorum. Bizler bizim dışımızda olan
bir dış dünyaya şartlandırıldık. Maddi şartlar, sosyal şartlar, şans kavramı... Gelenekçi ve kaderci dini ögretiler, yıllar boyu kazandıgımız ön
yargılarımız bize içinde tekdüze bir yaşam sunan bir ilizyonun içine attı. Eger gözlerinizi açıp birazcık bakarsanız, kendinizi yeteri kadar
egitirseniz etrafınızdaki tüm yalanları görmeye başlarsınız. Dolayısıyla dünyaya gelme amacımızın sürekli bir şeyler dilemek olmadıgını ve
“Neden burada oldugumuzu” bulmak oldugunu görürsünüz…

Akin Berk SÜRÜCÜ


~4~

Sabah yataktan kalkıp da camdan dışarı baktığımızda çağdaş dünyanın yavaş yavaş uyanmaya başladığını
görürüz. İnsanlar bir bir evlerinden çıkarlar arabalarıyla ve ya toplu taşıma araçlarıyla iş yerlerine giderler.
Vapurlar seferlerine başlar. Dükkanların önüne parketmiş olan kamyonlar mallarını boşaltır. Öğrenciler ders
ve sınav telaşıyla okullarına doğru yol alırlar. Yapılması gereken ne ise onları yaparlar. Nasıl oluyorda yaşamımızı
bu şekilde sürdürüyoruz. Bizim dışımızdaki insanlar ya da bizden önceki insanlar tarafından biçimlendirilen
günlük gerçeklerimizi oluşturan asıl neden kendi düşüncelerimiz olabilir mi ? “Benimle ne alakası var, orda bir dış
dünya var ve bende onun kurallarına uymak zorundayım” diyebilirsiniz. İşte benim bu kitapta anlatmak
istediklerimin nedeni dış dünyanın sizin sandığınız gibi olmadığı gerçeğidir.

Kaç yaşında olursak olalım, yaşadığımız geçmiş elbette yaşamımızın koşullarını oluşturdu. İlk önce ailemizden
öğrendiğimiz kurallar, sonra yıllar süren öğrenim hayatı, Edindiğimiz arkadaşlar ya da aşklar, yaşadığımız
toplumun maddi ve sosyal durumu bizim kendi kurallarımızı, yani hayata bakış açımızı belirledi. Bunun sonucunda
biz kendimizce dış dünyaya sıfatlar belirledik. Kimimiz “yaşamak güzel” dedik. Kimimiz “dünya adaletsiz”…
Kimimiz “Ben kadersizim, şansızım” … Bunun gibi yüzlerce şeye inandık. Bu gerçeklere göre yaşadık. Dünya da bizi
hep haklı çıkardı. Çok az bir kısım zenginliğe, huzura, şansa kavuşuyor ama toplumun büyük bölümü ise tekdüze
bir yaşam mücadelesi veriyordu.

Hatta biraz uç örnekler verelim. Kimilerimiz milli piyangoyu tutturuyordu. Bizde milyonda bir olan bir şansa
bakıp “şansa bak” dedik. Kimilerimiz ise hiç beklemedikleri anda bir trafik kazası geçiriyordu ya da amansız bir
hastalığa yakalanıyordu. Bizde bu kötü rastlantılara bakıp “Ne kötü şans, eğer o saatte orda olmasaydı böyle
olmazdı” diye hayıflandık “Kaderde varmış” dedik. Sürekli dedik. Birazcık güzel hayal kurduğumuzda “Ama” dedik
“Nasıl olacak ki” dedik. Hatta birileri çıkıp yaşam sevincinden, inanmaktan bahsettiğinde “pollyanna’mı olalım
yani” dedik.

Doğrusunu söylemek gerekirse “pollyannacılık” hayatımda duyduğum en saçma ve en gerçek dışı kurgudur. Bu
kitabı yazan biri olarak size pollyannacılığın sırlarını hazırlamadım. Pollyanna masalında biliriz ki, küçük kız
olumlu düşündükçe başına kötü şeyler gelmiştir. Gerçek hayattan alınmış bir hikaye değil. Yani pişirilip önümüze
sürekli sunulan şey bir masal ! Bunun dışında öyle motivasyon kitaplarından esinlenip “inan, iste, çalış çabala,
düşün taşın” gibi desteksiz ve içi boş motivasyon yazısı da hazırlamadım. Size bir rüya alemine sokacak, ironik
masallarda hazırlamadım. Şimdi aranızda “The Secret”i okuyanlarınız da vardır. Biliyorum, biliyorum. Ama öyle
değil. Size o kitabı pişirip önünüze sunmadım.  O kitaptaki eksik ne varsa zamanla anladım. Gerçeklerle
birleştirdim.

“Ne” yi mi iddaa ediyorum. Gerçekliği… Beş duyu organımızla deneyimlediğimiz ve istediğimizde etkilediğimiz
gerçekliği. Çevremizin her türlü maddi, manevi ve sosyal şartlarından bağımsız “hayalini kurduğumuz her ne
varsa” deneyimleme ve sahip olabilme gerçekliğini... 21 yıl kendimi dış dünya kandırdıktan sonra, gözlerimi
açtığımda bana bir yılda binlerce deneyim yaşatan gerçeği… Bu güne kadar yeryüzüne gelmiş bütün insanların
sahip olduğu ve doğdumuzdan beri ya iyi ya da kötü her şekilde ve her an kullandığımız gerçeğini… Bu dünyada
neden bulunduğumuzun ve nereye gittiğimizin gerçeğini… Yaratıcının bizi yaratırken, nasıl adil bir güç verdiği ve
“O” onun bizden bağımsız bizim dışımızda bir varlık olmadığı gerçeğini… İstediğimiz her şeyin emrimize ve
irademize verildiğinin bilimsel ve dini ayet boyutundaki gerçekliğini… Aslında evrendeki tüm maddelerin
yoğunlaşmış öz enerji olduğu, nasıl birbirine bağlı olduğu ve hepimizin ortak evrensel bir zihin içinde olduğumuzu
fark ettiren apaçık gerçekliği… Bunu göremeyen insanların bu güne kadar hangi neden ve yanılgılarla fark
edemediği gerçeğini… Zaman dediğimiz olgunun sandığımız gibi işlemediği gerçekliğini… Eşzamanlılık Gerçeğini…
YANİ Evrensel Çekim Yasası Gerçeğini…

Hiç “Gireceğim sınavdan kötü not almak istemiyorum” deyip kaldınız mı? “Sevdiğimden ayrılmak
istemiyorum” diye düşünüp bunu bol ilgi ve aşırı kıskançlık ile önlemeye çalışsanız dahi ayrıldığınız oldu mu?
“Borçlarım bitsin istiyorum” diye yakınıp yeni borçları hayatınıza çektiniz mi ? İlişkileriniz hep birbirinin
benzeri mi? Şiddetle karşı çıktığınız şeyin sonra sizinde aynısını yaptığınız oldu mu? “Bu devirde çok para
kazanmak zor” deyip sigortalı bir işi hayatın garantisi olarak gördünüz mü? Şans’a inanıyor ama şanssız
olduğunuzu mu düşünüyorsunuz ? “Çok güzel hayallerim var ama çok zor hatta imkansız” dediniz mi?
Kendinizden daha az yakışıklı ya da daha az güzel buldunuz birinin nasıl olup da karşı cins tarafından çok
fazla ilgi gördüğünü merak ettiniz mi? Günlük yaşamda her ne kadar düzenli ve tertipli olsanız da, tam evden
~5~
çıkarken cüzdan, telefon, anahtar vb. gibi aksesuarlardan herhangi birini her seferinde dakikalarca telaşla
aradığınız oldu mu? GSM hattınızı sürekli yenileseniz dahi mutlaka bir yerden bulup sizi rahatsız ediyorlar
mı? ? Dünya ülkelerinde neden en çok karşı çıkılan kişilerin iktidarda olduğunu düşündünüz mü? Geleceğe
ertelediğiniz bir hayal hala gelecekte mi? İstemediğimiz yerine odaklandıklarımızı ve hissettiklerimizi
deneyimliyor olabilir miyiz.

Tüm motivasyon kitaplarının “iste-olsun” klişesini yıkan ve yerine “Hisset-Olsun” mantığını temel alan, duygu
ve titreşimlerle yaşadığımız çevreyi etkilediğimiz gerçek yasa Evrensel Çekim Yasası dır. Formülü
“Odaklanmak” tır. Bir düşünceyi beraberindeki his ile iyi ya da kötü sürekli bilincinizde tuttuğumuzda Onu
gerçekleştirecek olay ve koşulların oluşmasını sağlar ve deneyimleriz. Bu içinde bulunduğumuz şartlar ne
olursa olsun maddi, manevi, sosyal her alanda, inansanız da inanmasanız da doğduğunuzdan beri kullandığınız bir
gerçektir. Başınıza gelen kötü şeyleri de, “Ama benim bir suçum yoktu ki” dediğiniz şeyleri de siz çektiniz.
Hastalık, trafik kazaları, hırsızlıklar, para kayıpları da dahil hepsini hayatınıza siz çektiniz. Ne? Büyük bir iddaa
mı…

Hiç “Sevdiğimi kaybetmek istemiyorum” yerine “Onunla ömür boyu mutlu olacağınız koşullara”
odaklandınız mı ? Odasına posterini astığınız son model bir arabaya nasıl olup da sahip olacağınızı bilmeseniz
bile milyonlarca sebepten biri ile mümkün olabileceğine inandınız mı? Defalarca ve severek dinlediğiniz
şarkıların sözlerinin odaklanmaya sebep olduğunu ve yaydığınız titreşimlerle benzerlerini hayatınıza çektiğinizi
hiç düşündünüz mü? Beyninizin yaydığı alfa dalgalarının dünyanın gerçekliğini etkilediğini biliyor musunuz?
Milli piyangoyu nasıl kazanacağınızı hayal etmek yerine onu oynama amacınız olan parayı çekmenin sonsuz
sayıda olasılığının var olduğunu biliyor musunuz ? Bunun dolaylı niyet ile mümkün olabileceğini düşündünüz mü?
Dua’nın sırrını biliyor musunuz ? Nasıl dua edileceğini ve nasıl kabul göreceğini biliyor musunuz ? Yoksa “Çekim
Yasası” Allah’ın yarattığı sonsuz düzenin kendisi mi ? Kaderin gerçek olduğunu ama ne olduğunu biliyor
musunuz? Evrensel Zihin nedir? Birbirimize bağlı mıyız ? Gerçekten etrafınızda neler olup bitiyor hiç
düşündünüz mü?

Bu kitabı bugün bitirebilirsiniz hatta 3 kere arka arkaya da okuyabilirsiniz. Ama sakın yarın sabah kalkıp hayal
falan kurmaya başlamak gibi bir hata yapmayın.  Ya da bir hafta sonraki sınavı bu yolla nasıl kurtaracağınızı
planlamayın. Hatta ve hatta gittiğiniz dersanenin en ön sırasında oturan, sınıfın en güzel kızının gözüne nasıl
gireceğinizi de bu yolla planlamayın. Yani olaya “sihirli değnek” gözüyle bakmayın. Yoksa benim ilk zamanlarda
yaşadığım “E hani ama ” durumunda kalmanız olasıdır. Evet kabul ediyorum ! O kadar çok gerçekleşmesini
istediğimiz hayallerimiz, istediklerimiz var ki. Hemen şu an olsun isteyebilirsiniz. Yarın sabah sorunsuz bir
dünyaya uyanmak isteyebilirsiniz. Bilmenizi isterim ki bende bu aşamalardan geçtim. Bazen bu bilgileri teorik
olarak iyi kavramama rağmen, yinede adım atamadığım, üzüldüğüm durumlar oldu. Her olayda Yapbozun bir eksik
parçasını daha buldum. Üstünde önemle durduğum bir konu ise hiç vazgeçmediğimdi. Size anlatmak istediğim
hayatınızın geri kalan tüm yıllarının mucizelerle ve gerçekleşen hayellerle dolu geçeceğidir. Fakat bu geri kalan
yılların sadece ve sadece ilk yılı inişli çıkışlı, yer yer inanılmaz mucizeler, yer yer ise sıkıntılarla geçebileceği
olasılığıdır. Takdir edersiniz ki hayatımızın 20-30-40 yıllık kayıtlarını bir anda değiştirmek zordur.

Bu anlattıklarımı bana danışan insanlara anlattığımda nedenini anlamadığım hayal kırıklıklığı yaşıyorlar. Çünkü
onlar bu gelişim sürecini yaşayıp kavramak yerine, ya kendine lazım olan parayı nasıl kendine çekeceğinin, ya da
ayrıldığı sevgilisini nasıl geri döndüreceğinin yöntemlerini bana soruyor. İyi de ben büyücü değilim ki  Ben
hayatın geneline bakarım. Neden-sonuç ilişkilerini düşünce gücümüzle nasıl yönettiğimizi gözlemlerim. Ben
düşüncelerle, düşüncelerin oluşturduğu alışkanlıkla, alışkanlıkların oluştuğu karakterlerle, karakterlerin
oluşturduğu kuansal yaratımı gözlemlerim. Her insanın nasıl düşünce frekansının nasıl benzerlerini çektiğini fark
ederim. İnsan beyninin potansiyelini incelerim. Evrensel Çekim yasası için bir bardak nescafe istemekle, 1 milyon
dolar para istemek aynı şeydir. Arasındaki farka inanan biziz. Onun için biri diğerinden zor ve imkansız gelir. Oysa
yaşadığımız evrensel düzende ikisi de aynıdır ve tüm bu düzeni yaratan Allah için ikisi de aynı kolaylıktadır. “OL”
der ve olur.

Size başlangıç için anlatacağım güzel şeylerde var tabi  Eğer gerçekten istekliyseniz hemen birkaç gün içinde
gözlemleme yeteneğimizin arttığını hissedeceksiniz. Yaşadığınız iyi ya da kötü her şeyin düşündüklerimizin
sonuçları olduğunu ufaktan sezmeye başlayacaksınız. Geçmişteki her düşüncemizin bugünle bir bağlantısını
mutlaka bulacaksınız. Hatta hatta minik mucizeler bile deneyimleyebilirsiniz. İstediğiniz bir kitap, bir bilgi, yemek
istediğiniz meyveyi birkaç saat sonra size birinin ikram etmesi gibi… Tabi minik kötü mucizeler de yaşarız. Bir
tartışma, bir tepki, bir eşyamızın kaybolması hatta ayağmızın takılıp sendelememiz gibi. Siz zaten bunları
~6~
doğduğunuzdan beri uyguladınız. Aradaki zaman tamponundan dolayı bunu fark edemediniz. Bunlar iyi ya da kötü
olsa da fark etmek çok önemli. Çünkü bu ufak fark etmeler bir alışkanlığa dönüşecek. Bu daha büyük mucizeleri
sezmeniz için bir alıştırma olacaktır. Evet uzun bir süre büyük hayal kurmayın. İlk önce gerçeği görün. Yaşadığınız
iyi ya da kötü ne varsa “Haa evet ben bir ara şöyle hissedip şöyle bir tepki vermiştim” farkındalığına gelin. Bu
arada başınıza gelen olayları istediklerinizle değil “hissettikleriniz”le karşılaştırın. Evrensel düzen sizin bir şeyi
isteyip istememenizle ilgilenmez. O olayla ilgili ürettiğiniz duygulara bakar. Ve benzerleri ile bizi tekrardan
karşılaştırır.

Bu açıklamalardan şu sonuca varıyoruz ki, şu an yaşadığınız hayat, geçmiş düşüncelerinizin


yansımasıdır. Buna, yaşadığınız tüm mükemmellikler ve bi o kadar da Şanssız ve kötü bulduğunuz her şey
dahil. Üzerinde en çok düşündüğünüz şeyleri kendinize çektiğinize göre, hayatınızın her alanında baskın
olarak neler düşündüğünüzü görmek kolay, çünkü yaşadıklarınız bunlardan ibaretti, şimdiye kadar! Şimdi
ise, Evrensel Çekim yasasını öğreniyorsunuz ve gözlemleme yeteneğini kazandığınızda hayatınızı
yönetecek duruma geleceksiniz. Anlatacağım diğer konularda, hem yaşadığım deneyimleri, bu gücün
aşamalarını bilimsel ve de ilahi boyutunu göreceksiniz.

Bir konuya açıklık getirmekte daha fayda görüyorum. Hiçbir hayal bedel ödemeden elde edilmez. Tekrar
vurgulamak gerekirse anlatmak istediğim hangi hayali kurarsanız kurun, “Ona sebep olacak, olayların ve şartların”
oluşmasının kesin formülleridir. Bu hayal dünyanın öbür ucundaki bir şeyde olabilir. Hayal edemeyeceğiniz
miktardaki parada olabilir. Ama önce bu hayalin oluşması için koşulların oluşması gereklidir. Yani çok basit bir
örnek vermek gerekirse; bir araba almak istediğinizi hayal edelim. Nasıl olacağını bilmesek bile eğer doğru
düşünmeyi öğrenirsek, evren bizi o hayale ulaştıracak kişilerle tanıştırabilir, aklınıza çok can alıcı bir fikir gelebilir,
ya da o arabaya kolayca sahip olmak için tam da o parayı ödeyecek bir işe kabul edilirsiniz ya da o arabaya
ulaştıracak binlerce yoldan bir ve ya bir kaçı sizi bulabilir. “Ama ya olmazsa” diye ihtimal yok. Eğer gerçekten
doğru düşünmenin sırrını fark edebilirseniz, yaşadığınız dünyayı titreşimlerle etkilersiniz, dünyanın öbür
ucundaki bir şeye bile çok mantıklı neden-sonuç ilişkileriyle ulaşabilirsiniz. Çoğu insan buna “şans” der. Bende
önceden bu kadar rastlantının şans olabileceğini düşünüyordum. Ta ki dünyayı etrafımda döndürebileceğimi
anladığım ana kadar…

Bu çalışmada ilk olarak “yaratılış” konusunu ele almak istedim. Bu konudan özellikle başlamak istedim. Biliriz ki
çevremizde fiziksel kanunlar vardır. Yer çekimi, suyun kaldırma kuvveti, elektromanyetizma gibi… Fakat, elektron
boyutuna indiğimizde bambaşka fiziksel kanunlarla karşı karşıya kalıyoruz. Elektron boyutuna inmediğimizde
maddeyi mutlak bir varlık olarak görebilir, evrenin her yerinde sonsuzdan beri var olan katı cisimler olarak
düşünebiliriz. Sahip olduğumuz beş duyu organı ile çevremizdeki tüm fiziksel olayları algılayabiliriz. Olaya
buradan baktığımızda her şeyin maddelerden oluştuğunu ve yaratıcı gerçeğinin olmayabileceği olasılığını
düşünmüşüzdür. Çünkü metaryalist bakış duyusal kanıt ister. “Yaratıcı varsa nerde, göremiyorum,
duyamıyorum” der. Modern bilimden önce bu ayrıma düşülmüş ve “evrim teorisi” ve “sabit evren teorisi” gibi
evrenin sonsuzdan beri var olan tesadüfler karmaşası olarak gösterilmiştir. Fakat 1920 ler’den itibaren fizik
alanında büyük buluşlar olmuştur. Bu buluşlar hem evrenin sonsuzdan beri var olmadığını, hem de elektron
boyutuna inildiğinde evrenin aslında katı maddelerden oluşmadığını açıklıyordu. Hayallerimizin nasıl
yaratılacağını anlamak için evrenin nasıl bir düzen içinde ve neden yaratıldığını anlatmayı amaçladım. Bunu
yaparken dini bir bakış açısı yansıtılmış görünse de, aslında farkına vardığım bu akıllı düzeni anlatabilmeyi uygun
buldum. Çünkü hayalleri gerçekleştirmek gerçek yaratımı bilmekten geçiyor

Ben yıllarca “din” kavramını yaşadığım toplumdan, çevremden, ve Kur’an dan öğrenmeye çalıştım. Etrafımdaki
evrendeki tüm ihtişama bakarak Allah gerçeğine inanıyordum ama kafamda hiçbir zaman parçaları
birleştirememiştim. Toplumun büyük çoğunluğu gibi geleneksel bakış açısıyla yaklaşmıştım. İbadetlerimde,
ettiğim dualarda hep hissederek yapmak istemiştim. Yaşadığım fiziksel dünya, birde manevi olarak iletişimde
olduğum bir yaratıcı vardı. Bunların arasındaki bağı çözebilirsem hayalimin nasıl gerçekleşebileceğine
inanabileceğimi biliyordum. Elbette bu tam anlamıyla çözmek anlamına gelmiyordu. Bilirim ki, gaybı ondan
başkası bilemezdi. Örnek olarak; televizyon izlediğimizde bir amaca ulaşmış olurduk, görüntüyü algıladığımızı
bilirdik. Televizyonu izlememiz için televizyonun tüm elektronik aksanını ve nasıl çalıştığını bilmemiz
gerekmiyordu. Bende kendi mantık düzeyimde parçaları birleştirmek istiyordum. Ve zamanla yaratıcı, evrensel
zihin, fiziksel yasalar arasındaki bağı kafamda oturttum. Bu tabi; uzun bir gözlem, kendime birbiri ardına
sorduğum sorular, bilimsel bulgular ve bunun sonucunda günden güne gelişen farkındalığım sayesinde oldu. Din
~7~
kavramını yeniden öğrenmek istediğimde karşılaştıklarım hissettiklerim muhteşemdi. “Yaratılışı iliklerime kadar
hissetmek” böyle bir şey olsa gerek. Bu sözlerle anlatılmayacak muhteşemlikte bir his. İnsanların inandıkları yada
inanmadıkları arasındaki muhteşem uyum gözlerimin önündeydi. Bu his tüm düşünce ayrılıklarını ortadan
kaldırıbiliceğini anladım. Dil, din, ırk, düşünce ayrımı yapmadan tüm insanlığın gözüme aynı görünmesi tüm
gelecekçi düşünceleri yıktı. Sadece önündeki caddeyi gören bir bakış yerine tüm şehrin haritasını görebilen bir
düşünce boyutuydu. Bunu okuyan çoğu kişi bu hissi kestiremiyor olabilir. Ama bu bilinç yazıyla yazılabileceğim bir
his değil. Parçaları zihninizde arayıp bütünleştirecek olan sizsiniz. Zaten bizi yaratan sonsuz kudret bunu istiyor.
Onu düşünmemizi, yarattıklarını düşünmemizi, ona ulaşmamızı istiyor. Buna hoşgörüyle ve önyargısız
ulaşacağımızı biliyor. Bize ne istersek emrimize verdiğini söylüyor. Sadece derin kavrayanların bu bilgeliğe sahip
olacağını söylüyor.

Bu çalışmam gerçekleri benim bakış açımdan sizlere sunuyor. Herkesin bakış açısı ve anlayış biçimi göreceli
olabileceğinden konulara objektif olarak bakmanızı ve anladığınız ölçüde parçaları zihninizde birleştirmenizi
öneriyorum. Kavramakta zorlanacağımız yerleri, çalışmanın yazarına sormak yerine; kendi içimize sorup birazcık
etrafı gözlemlemek daha kalıcı temeller sağlayacaktır.

"Mıknatıs sahip olduğunuz baskın düşünce ya da zihinsel tutum; benzerin benzeri çekmesi de kural
olduğuna göre, sonuç olarak zihinsel tutumunuz kendi doğasına uygun şartları kendine çekecek ve bu
değişmeyecektir." ( Charles Haanel )

“Çekim yasası” terimini daha önce duymamış kişinin ilk aklına gelen Newton’un “Yer çekimi kanunu” oluyor.
Fizik derslerinden biliriz ki, bir cisim başka bir cisme göre çekim kuvveti taşır. Evrenin hemen hemen her
köşesinde bu fiziksel kanunlar geçerlidir. Atomlar arasında, hatta atomu oluşturan çekirdek ve elektronlar
arasında bu çekim gücü mevcuttur. Evreni dengede tutan bilinen ya da bilinmeyen bir çok çekim kuvveti vardır.
Fiziksel çekim kuvveti zıt kutuplar arasında olur. Buna “elektromanyetik çekim kuvveti” denir.

Bizim anlattığımız çekim yasası ise bunun tam tersini iddaa ediyor. Burada aynı kutuplar yada benzerler
birbirini çekiyor. Buda manyetizma değil titreşim yoluyla mümkündür. İnsan zihni, ağladığında, güldüğünde,
sevindiğinde, öfkelendiğinde yani herhangi bir duygusal reaksiyonunda belli frekanslarda bir titreşim yayıyordu.
Bu titreşim onun hayatına benzer olaylarla geri dönüyordu. Buradan anlıyoruzki Çekim yasası elektromanyetizma
ile değil titreşimlerle farkedebiliceğimiz bir olgudur. Lisede fizik okuyanlar Diapozon deneyi yapmışlarsa mutlaka
hatırlayacaklardır. İki tane diapozonu yan yana koyduğumuzda ilkini bir tokmak yardımıyla titreştirdiğimiz zaman
onunla aynı frekansa sahip ikinci diapozon etkilenip titreşmeye başlıyor. Albert Einstein insan zihninin yaydığı
titreşimlerin hayatlarımıza nasıl etki ettiğini şöyle anlatıyor.

“Kafamızdan çıkan titreşimleri görebilseydik, dönüp dolaşıp yine bizi etkilediğini bilirdik”

Bu gerçek “The Secret”in “iste-olsun” teorisini yıkıyor, “hisset-olsun” gerçeğini ortaya koyuyordu. Aynı secret
kitabın içinde şöyle bir yorumda bulunuyordu. “Çekim yasası sizin bir şeyi isteyip istememenizle ilgilenmez”
diyordu. Tamamen bizim bir olaya bakış açınızla alakalıydı. Hayaller bir duyguya büründüğü zaman bir yaratım
başlatıyor. Sadece buda yetmiyordu. Bu duyguları alışkanlık haline getirmekte lazımdı.

Evrensel çekim yasasının kusursuz düzeni, yaşamınızın her anı, yaşadığınız her deneyim bu yasaya göre
belirleniyor. Kim olursanız olun, nerede yaşarsanız yaşayın; tüm yaşantınız çekim yasası tarafından
şekillendirilirken, bu her şeye muktedir yasa, düşünceleriniz aracılığıyla işliyor. Çekim yasasını harekete geçiren
ise siz kendinizsiniz ve bunu düşüncelerinizi kullanarak yaparsınız. Siz evrendeki en güçlü mıknatıssınız! İçinizde
barındırdığınız manyetik güç, yeryüzündeki her şeyden daha, güçlü. Bu akıl sır ermez çekim gücünü yayan ise yine
sizin düşünceleriniz. Bu kesinlikle uygulamanız gereken bir yöntemler dizisi değildir. Hepimiz bunu her an
uyguluyoruz. Ama bu evrensel güç ilk olarak “The Secret” kitabında ele alınmadı.

Bu evrensel güç, 1937 yılında, Napollion Hill’in binlerce kişi üzerinde deney ve araştırmaları sonucunda
kitaplarda konu olmaya başlamıştır. Düşünce gücü üzerine yazılan kitapların öncüsü olan Napollion Hill, yaptığı
sayısız deneyle o dönemlerde binlerce kişinin başarısında etkin rol oynamıştır. Bu kişiler arasında sanayi devleri,
bilim adamları, ülke liderleri ve hayallerini düşünce gücüyle gerçekleştiren bir çok insan vardır. Napolleon Hill in
kitapları “The Secret” hazırlanmasında bilgi ve ilham kaynağı olmuştur. “The Secret” belgeselerinin hemen başında
bize sırrın “çekim yasası” olduğunu açıklayan beyaz saçlı amcayı hepimiz biliyoruz. Bu amcanın adı Bob
~8~
Proctor… Dünyanın en ünlü yaşam koçu diyebilirim kendisi için. Bob amca tüm dünyada ayağı bulunan “The Key
Başarı Akademisi” Life Success Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı dır. Napollion Hill den öğrendiği tüm
bilgileri ve onun kitaplarını dünyaya yayan ve dünyanın her yerinde seminerler veren uluslar arası konuşmacı
yazar, ve bir çok yazarın eğitmen hocası ve mentorudur. Bob Proctor'un müşteri listesinde RE/MAX, IBM,
VolksWagen, Proctor & Gamble, Malezya Havayolları, Birleşik Devletler Çelik Grubu, Metropolitan Sigorta gibi
dünyanın önde gelen bir çok şirketi dikkat çekiyor. Yani bob amcaya ilham kaynağı olan Rondie Bryne değil.

“The Secret”in hedeflediği strateji her neyse ticari alanda başarılı olduğunu söyleyebilirim. Benim yorumuma
göre bu kitap ve belgesel izlemesi çok zevkli ve inandırıcı fakat işin uygulama ve altyapı hazırlama kısmına gelince
okuyucularına eksik bilgi veren bir kitap. Muhtemelen bu eksiklikler ticari bir amaç taşıyor. Yani insanların
egolarına hükmediliyor. Bu kitabı okuyan biri benim ilk bölümde örneğini verdiğim gibi kendisini hemen ertesi
sabah hayal kurmaya hazır hissediyor. Sırf bu his için özel olarak tasarlanmış bir kitap. Verilen yöntemlerin
hepsinin mutlaka bir geçerliliği var ama insanların bakış açılarını değiştirtmeden hayal kurmayı, hissetmeyi
odaklanmayı öğretiyor.
Peki ne mi oluyor. Örneğin 20-30 yıl kaderine razı olmuş ve kemikleşmiş inançlarıyla hayatlarını sürdüren
insanlara “sen bunca yıldır yanlış biliyosun, aha işin doğrusu bu kadar basit aslında” deyip insanların en büyük
zafları olan egolarına ve nefslerine hükmetmek işi bambaşka bir boyuta sokuyor tabi. E tabi bilinçaltını deiştirmek
o kadar kolaymı. 30 yılın kayıtlarını 1 günde 1 haftada 1 ayda atabilmek. “The Secret”ın anlattığı her şey mantıkta
gerçektir ama pratikte çoğu insan için hiçte anlattı kadar kolay değildir. Zaman, irede ve alışılmış düşüceler bu
süreçte büyük rol oynar. Peki Nasıl olur da zamanın ve şartların dışına çıkabiliriz ? Nasıl bu farkındalığı en üst
seviyeye çıkarırız ? Allah çoğu ayette düşünmek kavramını neden vurguluyor olabilir ?

Allah (C.C) bir çok ayetinde düsünce gücünün önemini hemde defalarca “Siz hiç düşünmez misiniz” kalıbıyla
anlatmıştır. Şimdi size “The Secret” teki tüm gerçekleri iki ayette göstereyim.

“Buyruğu ile içinde gemiler yüzsün, lütfettiği elde ederseniz ve beklide şükredersiniz diye denizi
emrinize veren Allah’tır. O göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden bir lütuf olarak emrinize
vermiştir. Bütün bunlarda düşünenler için işaretler vardır.” ( Casiye Suresi 12-13 )

Düşünmek, şükretmek, isteğimize sunmak işte tüm bunları iki ayete sığdıran Allah diğer ilahi kitaplarda da
böyle bir gücün varlığına işaret etmektedir.

“Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır.
Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.” ( Nahl Suresi, 12 )

“Dileyin verilecektir. Arayın bulacaksınız. Kapıyı çalın, size açılıcakır. Çünkü dileyen alır. Arayan bulur.
Kapı çalana açılır.” ( İncil: Luka 11 : 9 )

Buna paralel bir çok ayet ve hadisi sizlerle bu çalışmada paylaşmaktayım. Her ne kadar kanıt bulursak bulalım
görüyoruz ki; düşüncelerin açıklanması ile birlikte eyleme geçilmese bile, birazda toplumların gelişmişliğine
paralel bir takım yasaklar ve engellemeler ortaya çıkabiliyor. Bu kesinlikle metaryalist düşüncenin bir ürünüdür.
Bu düzene göre madde mutlaktır ve en son niteliktir. Modern bilim ve dini kaynakların yeniden yorumlanması bu
düzenin artık yavaş yavaş yok olmaya yüz tuttuğunu gösteriyor.

“Allah katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü düşünemediklerinden dolayı sağır ve dilsiz olanlardır”
( Enfal Suresi 22 )

Tarih boyuca akılda kalıcı bir şeyler elde edebilmeyi başarabilmiş, liderler, bilim adamları, sanatçılar, iş adamları
bu sırrı biliyorlar ve bize söylemeye çalışıyorlardı. Bu gücü göremeyen bizler, bu sözleri bir motivasyon malzemesi
olarak gördük. Peki ne demek istemişler di… Bir birinden başarılı insanların bu dünyadan göçüp gitmeden önce
dünyaya verdikleri hizmet acaba sadece yaptıkları icatlar mıydı… Alexander Graham Bell çevresine iki ucu
birbirinden uzak bir kablo vasıtasıyla insanların birbiriyle haberleşebileceğini söylediğinde çevresi onun aklını
kaçırmış olduğunu düşünmüştü. Ve bugün cebimize kadar giren telefonun ilk temelini atan adam daha sonra şu
sözleri söymeişti.
~9~

“ Bu sırrın ne olduğunu söyleyemem. Tek bildiğim, varolduğu… ”


Şimdi sizden boş vaktinizde bir deneme yapmanızı istiyorum. Sessiz bir ortamda yatağınıza uzanın. Bir obje
düşünün. Bu her şey olabilir. Ama bizim için açıklaması kolay olsun ki ilk başta kolay gözlemleyelim. Mesela bir
Elma. Şimdi elmanın rengini ve tadını düşünün ve elmayı yiyormuş gibi tadını düşünün. Elma sanki elinizde ve siz
onu yiyorsunuz. 1-2 gün boyunca 10 ar dakika yapın. Yaşadıklarınıza inanamayacaksınız. Hayır hayır sadece o
elmaya sahip olmaktan bahsetmiyorum. Yaydığınız titreşimler size elmayla beraber onu anımsatacak benzerlerini
çekecektir. Görmeye başlıcaksınız ki ufak ufak işaretler gelecek. Örneğin TV izlerken reklamlarda birden elma
görecebilirsiniz, internette gezerken tesadüfen girdiğiniz bir sayfada elma resmi gözünüze çarpabilir,
arkadaşlarınız sohbetinde bir elma muhabbeti geçebilir. Ya da bunun gibi binlerce irili ufaklı işaret. Ama ısrarla
hayal etmeyi sürdürürseniz, bir bakmışsınız anneniz bir meyve tabağıyla gelmiş ve kırmızı elmalara sahipsiniz.
Kendi hayatımdan örnek vermek 3-4 yıl önce bilgisayar mühendisi olmak istediğimde tesadüfen bilgisayar
mühendisleri ile tanışıyordum. İnternette bilgisayar mühendisleri ile ilgili kuruluşların, derneklerin haberleri ile
karşılaşıyordum.
Bu olayları tesadüf sanıyordum. Ama son 1 yıl gözlerimi açıp baktığımda anladım ki düşüncelerim ile olaylar
adeta dans ediyorlar. Bir şey yaşadığımda, birkaç gün öncesi verdiğim tepkiyi hatırliyordum. Bu iyi ya da kötü her
durumda geçerliydi.
Yaşadığım olay kötü bile olsa “benim yüzümden oldu” diyebilmek ve mucizeyi gözlemlemek bile çok heyecan
vericiydi. Fakat henüz büyük şeyler gerçekleştiremiyordum. Yani istediğim bir kitabı, birkaç gün sonra biri hediye
getirebiliyordu. Ama bana asıl şaşkınlık verecek olayları deneyimleyemiyordum. Bu da bende soru işaretleri
yaratıyordu. Sonra anladım ki zaman ile bizim önyargılarımız doğru orantılıydı. Kısa zamanda gerçek olacağına
inandığımız şeyler birkaç günde kendini belli ediyor, bizim alışmadığımız ve açıklamamamızın zor olduğu şeyler
ise biraz zaman alıyor ve belirli olaylar dizisi sonucunda deneyimleniyordu.

Çekim yasası genel olarak şöyle çalışıyor;

İlk önce ne yapmak istediğimize karar verdiğimizde; ilk aşamayı geçmiş oluyoruz. Çünkü öyle karar vermeliyiz
ki, 1-2 gün sonra değiştirmek zorunda olmayalım. Gerçek şu ki, ciddi olarak “Niyet”imizi bilmeliyiz. İkinci aşama
“bir şekilde olacağına inanma” evresidir. Hayalimizin nasıl gerçekleşeceğini bilmemize gerek yok. Ama olayların
bir şekilde birleşip hayalimizi bize deneyimleteceğinize inanmamız gerekiyor. Buda iyi bir farkındalık gerektirir.
Gözlemlerine inanmaya başlayan biri zaten gelecekte bişeylerin olaşmaya başlayacağına inanır. Üçüncü aşama
artık yaratıcı hayal kurma zamanıdır. “Şimdiki Zaman” prensibine göre hayal kurmalıyız. Gözlerimizi kapatıp
gerçekmiş gibi duygulara kapılmalıyız. Hareket ve tavırlarımızı “sanki hayalimiz gerçek olmuş gibi” değiştirmeliyiz.
Bu kendini kandırmak değildir. Ve bunu sembolik şekilde yapın. Örneğin; kendinize uygun bir iş arıyorsanız,
sanki sabah işe gidicekmiş gibi erken kalkabilirsiniz. Ya da yeni bir ev almak istiyorsanız, ev alacak paranız olmasa
bile o ev için bir vazo alabilirsiniz. Bilinciniz “bu gerçek değil” desede. Bilinçaltı gerçek ile sanal arasındaki farkı
bilmez. Sembolik hareketler bilincinizi ve çevrenizi kandırmak için değil. Bilinçaltınızı kandırmak içindir. Çünkü
bilinçaltınız her şeye inanır ve evrene olması yönünde titreşim yollar. Dördüncü Aşama İşin mucizelerle dolu en
zevkli yanıdır. Bu aşamada dıştan ve içten işaretler gelir. İç dünyanız o an hayalinizin gerçekleşmesi ile ilgili
fikirleri bir bir sıralar… Dış dünya ise daha eğlencelidir. Beklemediğiniz yerden gelen bir telefon, tesadüfen
açtığınız bir web sayfası sokakta yürürken karşılaştığınız bir dostunuz, Veya kitapçıda elinize gelen herhangi bir
kitap… Bu anlar harikadır. Bu aşamada mucizeler olur. Ve çekim yasası sizi, hayalinizi çekecek olay ve kişilerle
bağlantı kurdurur. Ama bu bağlantıların devam etmesi gerekebilir. Hayal etmeyi sakın bırakmayın. “Ya işaretleri
kaçırırsam” diye bir paniğe kapılmayın rahat olun. İşaretler zaten sizin gözünüze batmak için ortaya çıkarlar 
Beşinci Aşama işin emek aşamasıdır. “bir şeyler vermeden alamassın” kuralı geçerlidir. Yani işaretleri
gördüğümüzde harekete geçmeliyiz. Hayalimizdeki iş için görüşmeye çağırıldığımızda hemen gitmeliyiz.
Hayalimizdeki araba için dolgun ücreti bir iş teklifi geldiğinde hemen çalışmaya başlamalıyız. Hayalimizdeki
sevgiliyi arıyorsak, arkadaşımız bizi bir doğum günü partisine kabul ettiğinde orada olmalıyız. Düzenli spor
yapmak istediğinizde, tamda sizin istediğiniz standartlarda bir spor salonu gördüğümüzde hemen kaydolmalıyız.
Bir konu hakkında bilgi ararken, internetteki bir haber sitesinde o konunun başlığını gördüğümüzde hemen
içeriğini okumalıyız. Beklide aradığımız içinde bir cümlede geçebilir. Altıncı Aşama bu aşama artık olumlu
düşünme ve emeğimizin karşılğını aldığımız en güzel andır. Hayalimizin elimize geçtiği andır.

Yalnız, çok dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Çekim Yasası hayatımızın tüm olaylarının olumlu
olacağını bize garanti etmez. Sadece Odaklandıklarımızın sonuçlarını bizim istediğimiz duygu ve obje boyutuna
getirecektir. Şimdi ben burada ne demek istedim bunu açıklayayım. Bizler hayalimize doğru giderken bazı işler iyi
~ 10 ~
girmiyormuş gibi görünebilir. Yani kendimizi istemediğimiz tartışmalar, maddi kayıplar ya da “sanki olmuyomuş”
hissine sokabilecek işaretler olabilir. Burda bir yetenek gereklidir. İşte tam bu anlarda yapmamız gereken
şudur. Bu yaşanan olumsuz şeyleri “hayalimizin yaratımının bir parçasıymış” gibi kabul etmek, olumsuz
durumlara fazla takılıp odaklanmamaktır. Hatta daha ileri gidip “hayaliniz gerçek oluyor” diye teşvik olabilirsiniz.
Önemli nokta ne yaşadığınız değil, vazgeçmemenizdir.

Bana göre bu gücü en iyi kullananların başında gelen Atatürk, hiç sıkıntı çekmemiş miydi. Vatanının
parçalandığını daha gençken görebilen ve bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti inancına henüz 20 li yaşlarında askeri
okul öğrencisiyken inanan Atatürk’ün karşılaştığı sıkıntılar apayrı bir konu olmaz mıydı. Atatürk eğer vazgeçseydi
şu an ne türlü bir ortam içinde olurduk düşündünüz mü? 7 yaşındayken babasını kaybetti. 17 yaşındayken gitmek
istediği okulun not ortalamasını tutturamadı. 24 yaşında tutuklandı ve 2 ay hücrede kaldı. 25 yaşında sürgüne
gönderildi. 27 yaşındayken diğer meslektaşı krallar gibi karşılanırken o hiç önemsenmiyor kalabalıktan arkadaşına
bakıyordu. 30 yaşında amiri tarafından sürgüne gönderildi. 36 yaşında böbrek rahatsızlığı şikayetiyle Viyanada 2
ay boyunca yalnız halde yattı. Geri döndüğünde ordusu dağıtıldı. 37 yaşında Savunma bakanlığı tarafından
görevinden alındı. 38 yaşında tek bir sivil elbisesi yoktu. Ödünç aldığı elbise ve cebinde 80 lirası vardı. Yine 38
yaşında kendisi hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. 39 yaşında verdiği milli mücadelede en yakın beş
arkadaşından üçü ona muhalefet oldu. 40 yaşında Osmanlı hükümeti tarafından idamla yargılandı. 42 YAŞINDA
TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI OLDU. Ve 42 yaşından sonra ülkeyi eşi benzeri olmayan liderlikle
yönetmiş, yaptığı devrimlerle tüm dünyada hayranlık uyandırmış ve Türkiye’yi hızlı gelişimine başlatmıştır. 2000
yılında ABD’de yayınlanan The Times dergisi Atatürk’ü 20. Yüzyılın en büyük lideri olarak seçmişti. Ve
yeryüzünde başardıkları tüm dillerde sayısız kitaba konu olmuştur.
İşte gördüğünüz gibi size tarihin en büyük başarı hikayesini özetledim. Bilmeliyiz ki Çekim Yasası bize
istediğimiz şeyi elde etmeyi vaad eder. Ama sıkıntısız olaylar vaat etmez.

Bende mantıklı bir senaryo üretebilirim. Ciddi bir şekilde değişmek isteyen ya da
kendisi için büyük bir hayali başarmak isteyen birini ele alalım. Ve olumlu bir bakış
açısına sahip olduğunda hayaline sımsıkı tutunmuş ve olacağına dair olan inancı sonsuz
biri olduğunu varsayalım. Kesinlikle biliriz ki bu kişinin artık düşünce frekansları eskisi
gibi değildir. Bu da olumsuzmuş gibi görünen sonuçlar doğurabilir. Mesela düşünce
frekansları aynı olduğu için uzun süredir birlikte olduğu arkadaşlarıyla görüşememesi
için nedenler oluşması olasıdır. Bu ayrılıklar tatsızlıklarla tartışmalarla da bitebilir.
Çünkü artık düşünceler ve buna bağlı frekanslar benzememeye başlar. Bu evrenin ona
yeni arkadaşlarla karışlaştırması ve yeni ortamlara sokması için hazırlıktır. Hayaline
ilerlerken dışarıdan ona inanmayanların tepkileri olabilir. Belki de istemediği bir maddi
kaybı da olabilir. Çünkü daha büyük bir gelir gelecektir. İyi ve kötü bir takım olaylar
birbirini izlerler.

Size, bugün hayatta olan efsanevi bir iş adamının hayat hikayesini anlatmak istiyorum. Bu kişi Steve Jobs. Sahibi
olduğu şirket bize hiç de yabancı değil. Artık herkesin elinde moda haline gelmeye başlayan I-Phone telefonları ve
I-Pod müzik çalarları üreten “Apple” Şirketi. Apple grafiksel tasarım alanında bir marka haline gelen “Macintosh”
efsanesinin mimarıdır. Hayatımda karşılaştığım en harika ve ibret verici öyküdür.

Steve Jobs evliliksiz bir ilişkiden dünyaya gelmişti. Doğumundan bir hafta sonra
annesi onu bir aileye evlatlık vermişti. 17 yaşında ailesi onu Stanford
Üniversitesine kayıt ettirmişti. Ama Steve Jobs’a göre dersler çok anlamsız ve
gereksizdi. Üstelik ailesine daha fazla yük olduğunu düşündüğünden yurtta dahi
kalmak istemiyor, arkadaşlarının odasında yerde yatıyordu. Üstelik yemek
parasını da ailesinden istemiyordu. Depozitolu pet şişeler bulup bozdurarak
karnını doyuruyordu. Okulun sıkıcı derslerinin kendisine bir şey
kazandırmadığını anladığında 6. Ay okulu bırakmaya karar verdi. Çünkü
hayatının böyle sürmesini istemiyordu. Kendisini daha iyi olayların bulacağına
inandı. Başkaları onun budala olduğunu ve korkunç bir karar verdiğini
düşünmüştü. Oysa Steve Jobs dış dünyanın şartlarını boşvermişti ve kalbinin
sesini dinlemek istiyordu. Ama okula önceden para ödendiği için 18 Ay daha
okula gelmeye hakkı vardı. Steve Jobs okulu bitirme derdi olmadığı için tüm sıkıcı
dersleri bıraktı. Ve kendisine ilginç, eğlenceli ve severek yapacağı dersleri
seçmeye başladı. İşte mucizenin başladığı zamanlar gelmişti. Steve Jobs bir gün
~ 11 ~
“Kaligrafi” bölümünde gezerken çok etkilendi ve oraya kayıt olmaya karar verdi.
“Kaligrafi” yazı yazma bilimidir. Tüm harflerin yazıların birbirine oranını inceleyen
bir daldır. İşte Steve Jobs sırf sevdiği için bu dersi almıştı. Ama bir sorun vardı. Bu
yazı yazma sanatını nasıl pratiğe döküp çok para kazanabilirdi. Bunun cevabını
şimdilik bilmiyordu. Birkaç yıl sonra Steve Jobs 20 yaşına gelmişti. Bir arkadaşı ile
beraber evinin garajında bir bilgisayar sistemi geliştirdi. Ve aklına harika bir fikir
geldi. Yeni tasarladığı bilgisayarın yazı fontlarını çok iyi bildiği “Kaligrafi” düzenine
göre yapmaya başladı. Bu harika bir buluştu. 1976 da ilk ürün Apple I Bilgisayarı
piyasaya sürüldü. Steve Jobs’un bulduğu font teknolojisi çığır açmıştı. (Ve bu gün bile
Windows’da dahil tüm kişisel bilgisayarlar Steve Jobs’un font teknolojisini kullanır.)
1977 de Apple II piyasaya sürülmüştü. Ve birbirini takip eden bir çok ürün Apple
markasını dünyada klasikleştiriyordu. Yıl 1986 yı gösterdiğinde Apple 4000 çalışanı
olan 2 milyar dolarlık bir şirketti. Hikayenin burada bittiğine inanıyorsanız
yanılıyorsunuz. Can alıcı her şey bundan sonra başlıyordu. 1986 yılında Steve Jobs Çok inandığı PepsiCola CEO’su
John Scully’i ısrarla yönetim kuruluna istemişti. Ve bir gün yönetim kurulunda çok inanarak işe aldığı John Scully
ile bir konuda düşünce ayrılığına düşüp tartıştı. Yönetim kurulu John Scully’den yana tavır alınca Steve Jobs kendi
elleriye kurup büyüttüğü Apple firmasından kovuldu. Bu dramatik olay karşısında Steve Jobs mahvoldu. Çünkü
hayatının tek gerçeği elinden gitmişti. Aylarca bir şey yapamadı. Kendini güçsüz hissediyordu. Haber hızla yayılmış
ve o günlerde kendisinden “Başarısızılık örneği” diye bahsedilmişti. Yaşadığı şehirden kaçmayı bile düşündü.
Fakat aylar sonra içinde yeniden bir şeyler uyanmaya başladı. İşini hala sevdiğini fark etti. Sıfırdan başlamaya
karar verdi. Steve Jobs “NeXT” adında bir bilgisayar şirketi kurdu. 5 sene içinde şirketini dünya çapında tanınır
hale getirdi. Arkasından ikinci şirket olan PİXAR’ı kurdu. PİXAR şirketi bugün de bildiğimiz TOY STORY, KAYIP
BALIK NEMO gibi animasyon çizgi filmlerini yapan şirkettir. PİXAR daha sonra Walt Disney’inde büyük bir
hissesini alarak Yıllık 5,7 milyar dolar gelir sağlamıştı. Grafik ve animasyon alanında dünyada bir numara olmuştu.
O sırada Apple Firması için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Çünkü Microsoft şirketi “Windows” işletim
sistemleri ile dünya pazarında büyük bir patlama yapmıştı. Asıl kurtuluş eski sahipleri Steve Jobs’un sahibi olduğu
NeXT ve PİXAR’ın kullandığı teknolojilerdi.

Bir zamanlar onu kovan Apple yönetim kurulu Steve Jobs’un eline düşmüşdü artık. Ve Steve Jobs’un şirketlerini
Apple bünyesine katarak kendisini de şirketin başına geçirdiler. Jobs tüm her şeyini geri kazanmıştı. Sadece geri
kazanmakla kalmamış bunun yanına iki şirket daha eklemişti. Jobs Apple firmasından ayrıldıktan sonraki
geliştirdiği teknolojileri Apple bilgisayarlara entegre etmesiyle olağan üstü özellikteki bilgisayarlar ortaya çıkmıştı.
Bu gün hala Apple ürünlerin hemen hemen hepsinin işlemcisi “NeXT” tir.
“İyiki kovulmuşum” diyor jobs. “Eğer kovulup o teknolojileri geliştirmeseydim Apple şimdiki kalitesinde
ve teknolojisinde olamazdı”… Bugün dijital fotoğraf teknolojileri, reklamlarda gördüğünüz animasyonlar,
PlayStation ev PC oyunlarının grafiksel temelleri, filmlerde izlediğiniz tüm efektler, Steve Jobs’un geliştirdiği “Mac”
bilgisayarları sayesindedir. 2004 yılında kendisine pankreas kanseri teşhisi konuldu. Doktorlar kendisine
“Ameliyatla iyileşmeyeceğini ve 3-4 Ay ömrün kaldığını” söyledi. Ama Steve Jobs şu an şirketinin başında yeni
teknolojiler geliştirmeye devam ediyor. Bu insan parasızlığı, kaybetmeyi, açlığı bahane etmedi. Nasıl olacağını
bilmese de vazgeçmedi. Vazgeçmediği için hayatı boyunca yaşadığı her şey bir neden oluşturmuştu ve tüm
noktaları birleştirmişti. Çoğu kişiye göre, hayatını paraya adamış gibi görünebilir. Ama o küçüklüğünden beri
ölüm gerçeğini kabul eden bu yüzden kalbinin sesini dinleyen ve bu sayede mutlu olmuş bir insandır. Bunu
konuşmasında ise hayata bakış açısını şöyle özetlemiştir.

“ Onyedi yaşındayken, şöyle bir şey okumuştum: “her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün
birinde haklı çıkarsın.” bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya
bakıp, kendi kendime hep şunu sordum: “eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün (normalde)
yapacağın şeyleri yapmak ister miydim?” uzun süre art arda, “hayır,” yanıtını verdiğimde, bir şeyleri
değiştirmem gerektiğini anladım. insanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak
kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya
da başarısızlık korkuları - tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir, yalnızca ölümdür önemli olan.
Aslında ölüme kötü gözle bakılır. Kimse ölmeyi düşünmez, Cennete gitmek isteyenler bile… Ama hepimizin
ortak sonudur. Güzel olan tarafıda budur. Çünkü bunun böyle olması gerekir. Ölüm Tanrının en güzel
icadıdır. Hayatın yeni değişim alanıdır. Bizden sonra yenilerin gelmesi için açılmış bir kapıdır. Günün birinde
hepimiz eskiyeceğiz. Üzgünüm ama gerçek bu… Bu yüzden zamanınızı boşa harcamayın. Başkalarının
düşüncelerinde ve gelenekçi dogmalarında takılı kalmayın. Başka insanların ne düşündüğü sizin kalbinizin
sesine engel olmasın. Kalbinizden hangi hayal geçiyorsa onu gerçek yapın. Bunu yaparken kalbinizin ve
~ 12 ~
sezgilerinizin sesini dinleyecek kadar cesaretli olun. Tüm noktaların birleşeceğine inanın. Sezgileriniz sizin
ne istediğinizi bilir ve bir gün gerçekleştirir.”

İşte yukarıdaki paragraf her şeyi anlatıyor. Bu konuşmasında her ne kadar “ölüm” temasını işlemiş olsa da
kendisinin hayatı ne kadar çok sevdiğini anlatmak istemiştir. Hayatımızın her anının ne kadar kıymetli olduğunu,
yapmamız ve düşünmemiz gereken ne varsa “şimdi” yapmamız gerektiğini vurgulamıştır. Ölümü; herkesin ortak
sonu olduğunu için kötü bir kavram olmadığını; tam aksine hayallere teşvik edici bir olgu olarak görmüştür.
Çünkü; hayatının son gününü yaşadığını bilen insan için korku, küçük düşme, “kim ne der” gibi düşünceler değerini
yitirir.

Bu hikaye bu kitabı okuyan herkese bir hayat dersi olmalıdır. Çünkü beni tanıyanlar bilirler. Bana hayallerini
anlatanlara “Yaşadığın şey ne olursa olsun, olumlu tarafını gör” derim. Fakat; çoğu kişi bana hayatının kendince
gerçekleriyle cevap verip “ama yaşadığım falanca olayın ne iyi tarafı olabilir ki, resmen rezillik” derler. Hayallerinin
neden gerçekleşmediklerini merak ederler. Yukarıda kendi milyar dolarlık şirketinden kovulması için “iyikide”
diyen bir adamdan bahsettik. Ama Steve Jobs bırakın milyar dolarılık şirketinden kovulmanın, herkesin
düşünmekten kaçtığı “ölüm” olgusunun bile olumlu yanını görebilmişti. Bu görüşe sahip olduğu için dünyayı
değiştirecek güç kendisine verilmişti. Hala beyninizde şimşekler çakmadı mı? Can alıcı noktayı fark etmediniz mi ?
Allah neden ayetlerinde sürekli ölümü hatırlatıyor olabilir ? Düşüncenin gücünü, “Çekim Yasası”nı ayetlerinde
nasıl anlattığını merak ediyoruz da, ölüm gerçeğinin bu yasayı en üst seviyede kullandırabilecek gerçek olduğunu
merak etmiyor muyuz ?

De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez. Vereceğini var
saydığınız takdirde de nimetlerden ancak pek az faydalandırılırsınız." ( Azhab Suresi 16 )

Bu anlatılanlara kadar bir şeyleri yavaş yavaş kavramış olmalıyız. Tüm evrende eşit olan bu gücün nasıl bir
düzende oluştuğunu ve bilimsel olarak kanıtlarının ne ile ölçülebileceğimizi merak ediyor olabilirsiniz. Düşüncenin
yaşadığımız evreni etkilediği görüşü 1920 lerde başlayan kuantum mekaniği çalışmalarıyla başladı. Bu çalışmalar
atom altı parçacıklarının olasılık hesaplarını temel alıyordu.. Biz bir hayal kurduğumuzda evrensel zihin o hayale
ulaşacak olasılıkları hesaplıyordu. Bu olasılık hesapları bizim hayatımızdaki gerçeklerle mantıklı neden sonuç
ilişkileriyle birleşip hayalimizi bize çekiyordu. Kuantum mekaniği ve olasılıklar ne anlama geliyor öyleyse ?

Kuantum Fiziğinin önde gelenleri, Niels Bohr, Wolfgang Pauli ve Werner Heisenberg’dir. Atom fikri
onaylanmasına karşın fizikçiler atomu proton ve elektronlara bölmüşler ve kücücük parçaların olduğunu hayretle
görmüşlerdi. Bu zerreciklerin nasıl hareket ettiğinin keşfedilmesi oldukça şaşırtıcıdır. Bilim adamı bu gerçek
karşısında inanmakta çok zorlandılar. Bu gerçeğe göre parçacıklar bizim gözlemlerimize göre hareket ediyordu. O
zaman gözlemleme yeteneği olan bizler yaşadığımız maddesel dünyayı etkiliyor muyuz ? Çekim yasasının temeli
neye dayanıyor ?

Konuya böyle bakınca çılgınca gelebilir. Biliyoruz ki fizik derslerinden alıştığımız bir atom, onun bünyesinde
elektronları çevresinde tutan bir çekirdek vardı. Bunlar çeşitli maddeleri meydana getiriyordu. Bilimin yeni
modeli bunu yıkıyor. Ve maddenin düşüncemize göre hareket eden Quant’ların, oluşturduğu çekirdeklerin belli bir
yük kazanarak maddeye dönüştüğünü ıspatlıyor.

Kısa bir anlatımla

Atom → Çekirdek → Proton → Quark → Leptoquark → Quant → Sonsuz Öz Enerji (String)

Eğer elimizde görüntüyü elli milyar kere büyütmeye yarayan bir alet olsaydı. Atomları görebilirdik. Ama daha
ileri bir alet olsaydı. Etrafımızda gördüğümüz her şeyin, tüm canlıların, tüm eşyaların, tüm gezegenlerin tüm yıldız
sistemlerinin tek yapıyla yani Quant lardan oluştuğunu görebilirdik. Gerçek şu ki tüm evren aynı maddeden
yaratılmıştır.
Evrendeki tüm maddeler dolanık yapıda ve eşzamanlıdır. Eşzamanlılık “Aynı anlama sahip ama neden açısından
ilişkisiz iki ya da daha fazla olayın zaman içindeki rastlaşmasıdır. Yani tüm olaylar aynı zaman paralelinde
olmaktadır
~ 13 ~
Evrendeki her olay, nedenli bir şekilde, kendisinden önce ve sonra gelen olaya bağlıdır. Nedensellik ve
eşzamanlılık birbirine karşı kavramlar değildir. Fakat bunlar aynı gerçeğin iki farklı idrakidir. Jung ile ortak ya da
birlikte çalıştıkları bilinen W.Pauli, kuantum düzeyinde doğanın tamamının bir düzen olduğunu iddia etmiş ; “Tüm
elementer parçacıklar ve enerji paketçikleri dans halindedir.” demiştir.

“Evrenin yaratıcısı Quantı seçti” (Louis de Broglie)


“Evren üstün bir matematik nizam içindedir. Bu nizam yaratıcının üstün bilincinde sekillenir” (Dirac)

Modern fiziğin büyük bir ilgiyle ele aldığı bu konular,Tekvir Sûresinin 15 ve 16. âyetlerinde şöyle açıklanıyor.

“Felâ uksimu bil hünnes. El cevaril künnes ” (Hayır! Kasem ederim pusup gizlenene. çevresinde akıp gidenlere.)

Bu âyetlerde önemli olan kelimeler “Hunnes” ve “Kunnes” kelimeleridir. Hunnes tersine hareket, pusma,
gücünü kendi içine sarma demektir ki , tam mânâsıyla gravidasyonu (cazibeyi) tarif etmektedir. Kunnes ise,daha
çok orbit(kanal-yuva-yörünge) mânâsına gelmektedir. ”felâ uksimu” ise çok önemli delil manasına geliyor. Ama
bu anlamlar üç fiziksel olguyu da tarif ediyor.

İlk tanımda; Hunnes ve Kunnes gerçeğini yıldızlar açısından tetkik edelim. Evrende kuasar’lar gibi dev
enerjilerle akıp giden yıldızlar (Kunnes) yanında, pusmuş yok olmuş gibi duran,fakat civarındaki herşeyi
esrarengiz bir şekilde yutan dev,ölü yıldız noktaları vardır ki, bunlar tam mânâsıyla birer Hûnnes’dir. Sinesinde
dev kudretler saklı olan fakat pusmuş, susmuş bulunan ve âdeta mekân ilgisini kaybetmiş olan noktalar.Ve
milyonlarca Hûnnes yörüngesinde akıp giden gezegenler.

İkinci tanımı atomun yapısında görüyoruz. Atomun yapısında, korkunç bir enerjinin varlığını özüne sindirip
pusmuş (Hunnes ) bir çekirdek ile, onun etrafında, yâni yörüngesinde (Kunnes) akıp giden elektronlar. Bu ikili bir
sistemdir.

Üçüncü tanımı ise, Kuantum düzeyinde görüyoruz. Kuant dalgacığı, gücüne göre olasılıklardan birini
seçmektedir. olasılıklar, hareketsiz pusmuş, sinmiş, esrarengiz istikametlerdir. (Kunnes) Kuantlar ise, cevvâl ve
şiddetli bir hareketin temsilcisidir ve belli bir olasılıkta akıp giden kuantlar, Hunnesi temsil etmektedir.
Kelimelerin yerine Bulduğumuz parçaları koyarsak ortaya böyle bir sır ortaya çıkıyor.

“Gizlenmiş Olasılıklara ve onlara akan Kuant’lara yemin ederim”


Kuantum kuramında zaman kavramı yerine “an” kavramı geçerlidir. Her olay bir anda oluşur ve bu bakımdan
olaylar arasında süreklilik geçerli olmaz. Ancak olaylarda nedensellik istendiği için bu nedenselliği koruyacak ara
parçacıklar (dalgalar) aranır ve de deneysel olarak bulunmaya çalışılır. Kuantum Kuramına göre evrende süreksiz
bir bütünlük vardır ve her nesne diğer her nesne ile anında etkileşir. “Çekim Yasası” bu bütünlüğü temel alır.
Seçilen bir düşünceye kararlılıkla katlanıldığında, onu oluşturacak bir neden mutlaka bulunacaktır.

The Secret “hayallerinizi şimdi sahipmiş gibi tasavvur edin” derken acaba neyi kastediyordu? Bizler
'şimdiki an' içinde yaşayan biz insanlar için zaman, hem geçmişten hem de gelecekten etkilenen bir yapıya
sahiptir. Sadece tek yönlü akan bir zaman kavramı, bizim için sadece pratik önemi olan bir yaklaşımdan ibarettir.
Gerçekte zaman süreksiz anlardan oluşmaktadır. Bu bulgular bizim zaman kavramının sandığımız gibi olmadığını
söylüyor. Evrende geçmiş ve gelecek zamanın sadece algıdan ibaret olduğunu ve asıl gerçeğin “Şimdiki Zaman”
olduğunu anlatıyor. Peki nedir bu şimdiki zamanın sırrı …? Zamanın en küçük birimi olan “AN” da neler oluyor.
Her an kendi içinde bir bütündür ve bir an ile diğer an arasında sürekli bir ilişkinin bulunması zorunlu değildir. An
adını verdiğimiz zaman süresi son derece kısa, adeta sıfıra yakın olmakla birlikte tamamen sıfır da değildir.
Saniyenin 10 milyar kere Trilyonda biridir. Bu çok kısa süre Kuantum kuramındaki Planck sabiti ile orantılı olup
Planck zamanı olarak tanımlanmıştır. Tüm evren bu Planck süreleri arasında bir var olmakta, bir yok olmaktadır.
Bu bahsettiğim zaman kavramı çok önemli bir noktadır. Çünkü hayatımızda karşımıza çıkan ne varsa “Şimdiki
zaman” prensibine göre hayatınıza gelmiştir. Siz istemeseniz de geçmiş duygusal reaksiyonlarınız şimdiyi
oluşturdu. Şu anki duygularınız ise yarını oluşturmaktadır. Bir hayali “Gelecekte bir gün gerçekleştireceğim”
diye kurarsanız bu hiçbir işe yaramaz. Hayaliniz hep geleceğe ertelenir. Ama “Şimdiki zaman” prensibi
vazgeçilmeden uygulandığında sonuç kaçınılmazdır. Bu süreçte hayalimizle ilgili olumsuz duygulardan kurtulmalı
ve gelenekçi önyargılarımızdan bağımsız olarak karşımıza çıkan işaretleri değerlendirmeliyiz. Biz yeter ki inanıp
yola çıkalım. Evren bu isteğimizi görecek ve olasılık ağlarını birbirine bağlayıp sizi hayalinize ulaştıracaktır.
~ 14 ~
Kuantum fiziği olasılıkların fiziğidir. Bir düşüncenin sonsuz olasılığını hesaplayan bir fiziktir. Kuantum fiziğini
anlatırken olasılık kavramını daha rahat tanımlayabilmek için “olasılık demeti” diye bir kalıp kullanmayı uygun
buldum. Olasılık demeti kavramını “Kader” gerçeğini anlatırken kullanmak istedim. “Kader” kavramı çoğu insanın
tartıştığı konuların başında geliyordu. Buda benim kendime sorduğum soruların ilk sırasını alıyordu. Bulduklarım
ve hissettiklerim zamanla kader gerçeğinin bana ne olduğunu anlattı. Kaderi nasıl anladığımı ileriki konuda sizlere
anlatıyorum.

Kuantum fiziğinin en önemli noktası, “Dolanık” yapıda olmasıdır. Dolanıklık, idrak etmemiz gereken bütünlüğü
anlatan bir olgudur. Evrendeki herşeyi oluşturan tüm elektronlar, dolanık yapıdadır. Hepsi birbirine bağlıdır. Bir
elektron dahi tüm evrenin bilgisini taşır. Burada çok can alıcı bir nokta vardır. Örneğin; bir pastayı 10 dilime ayırıp
bir dilimini yediğimizde, geriye 9 dilim kalacaktır ve pastanın bir kısmı orada hala durmaktadır. Biz bunu klasik
fizikle bu şekilde anlatabiliriz. Ama işin elektron boyutundan sonra bambaşka bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz.
Evrenin oluşturan elektronlardan birisini yok sayarsak, tüm evrenin yok olacağı anlamına geliyor. Bu nasıl olur ?
diyeceksiniz. Şöyle anlatayım. Evreni oluşturan her şey büyük patlama noktasında birdi ve dolanık yapıdaydı.
Evren genişlese de bu birbirine bağlılık hep olacaktır. Bu gerçek, hepimizin birbirimize bağlı olduğunu birbirimizin
düşüncelerini evrensel zihin yoluyla etkilediğimizi ve birbirimizi yok sayamayacağımız anlamına geliyor. Bunu çok
basite indirgemek gerekirse sizlere şöyle anlatmak isterdim.

Örneğin; Ben ve arkadaşım dünden beri birbirimizden haber almamaktayız. Ben arkadaşımın ne yaptığını
merak etmekteyim. Kendisi şu anda alışverişte, sinemada, okulda ve ya herhangi bir yerde olabilir. Ya da evinde
ders çalışıyor da olabilir. Bilirim ki beş duyu organımla algılamadığım sürece şu anda ne yaptığı konusunda sonsuz
olasılık vardır. Kuantum fiziği “Bilmediğinizde sonsuz olasılık vardır” der. Ama ben arkadaşıma ulaşıp ne
yaptığını sorduğumda o bana yaptığı şeyi anlatacak sonsuz olasılık bire inecektir ve ne yaptığı konusunda tek bir
bilgim olacaktır. Ama hepimizin idrak edemediği gerçek şu ki, arkadaşımızın ne yaptığı bilinçaltımızın en yakın
gördüğü olasılığın ta kendisidir. Biz bilmeden hesaplanmıştır. Beş duyu organımız vasıtasıyla bize
deneyimletilmiştir. Yani biz arkadaşımızı etkiledik mi ? Evet… Aynı oranda arkadaşımızda bizi etkilemiştir.
İkimizinde bir gerçek ile ilgili deneyimi ikimizin de en inandığı olasılık ölçüsünde birleşmiştir. Dünyadaki tüm
insanlar birbirimize bu şekilde bağlıyız. Örneğin maddesel baktığımızda bize en yakın gelen annemiz olabilir. Ama
evrensel zihne göre annemizle, dünyanın öbür ucundaki herhangi biri arasında fark yoktur. Her insan kendisi
dışındaki 6 milyar insanın düşüncelerini ve gerçekliğini etkiler. Bu o kadar mükemmel tasarlanmıştır ki yaşanılan
tüm gerçeklikler insanın en çok inandıkları olarak karşısına çıkacaktır. Benden bağımsız bir “Sen” düşünülemez.
Hepimiz biriz…

Bilim adamları kuantum mekaniği üzerine çeşitli araştırmalarını devam ettirseler de bir noktadan sonra ileri
gidemedikleri konusunda hemfikirler. Einstein “Kuram çok şey söylüyor, fakat, bizi gerçekte yaratıcının
sırrına yaklaştırmıyor ” diyor.

"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (Enam Suresi 59)

“The Secret”in ortaya çıkışı ile tartışmaya açılan “Çekim Yasası” kavramı çoğu çevrelerce farklı bir şekilde
yorumlandı. Bir çok insanın boşluklarından dolayı bu konuya umut bağladığını ve yanlış düşünce sistemiyle hayal
kurduklarını gördüm. Kitabı okuyup hemen ertesi gün hayal kurmaya başlayan hemen hemen herkes birkaç gün
sonra bunun saçmalıktan ibaret olduğunu düşünerek günlük hayatlarına geri dönmüştü. Kimileri araştırmaya
devam etti. Kimileri de hiçbir zaman bakış açılarını değiştiremeyip çekim yasasını aleyhlerine kullandılar. Sanırım
bir yerde yanlış yapılmıştı. Bu kitap insanlara milyon dolarları vaat etmeden önce bakış açılarımızı değiştirmeyi
öğretmeliydi. Yaratımı oluşturan enerjileri anlayabilmemiz için sancılı bir geçiş dönemi olacaktı. Yani uzun bir süre
iyi ve kötü mucizeler birbirini izleyecekti. Bu bilinçaltının bize bir oyunuydu. Aslında bir nimetti ve bilinçaltının
değişmeye başladığını gösteriyordu. Ama anlaşılamıyordu. İnandığımı anlatamadığımı anladığımda kendime şu
soruyu sordum.

“Ben bu kadar mucizeyi görebiliyorken, yazdığım makalelerde bunu defalarca anlatıyorken, neden insanları
materyalist düşüncelerinden uzaklaştıramıyorum ve bu gücü tam anlamıyla anlatamıyorum ?”

Evet !!! Gün boyunca bu soruyu sordum. Duygusal ilişkide olduğum kişinin dahi bakış açısının değişmesine
yardımcı olamamıştım. Bu soruları sorduğum günün akşamı cevaplar peş peşe geldi. Tarihte sözleriyle bu güce
~ 15 ~
işaret eden insanların hayatlarını inceledim. Onlar “Secret” diye bir kitap okumamışlardı. Ama öyle sözler
söylemişlerdi ki; Bu gücü bildikleri su götürmez bir gerçekti. Bizler bu sözleri motivasyon sözcükleri sandık. Hatta
dersaneye gidenler bilirler. Rehberliğin dağıttığı broşür ve dergilerde başarılı insanların sözleri bulunurdu. Bende
o zamanlar bu sözlerin anlık motive eden sözler olduğunu sanıyordum.

Anladım ki; bu güç için kitap okumaya gerek yoktu. Yaşamın tekdüzeliğini kabul etmeyen, isteyen ve inat eden
insana zaten bir şekilde ulaşıyordu. Ama böyle bir şeyde ısrar etmeyenlere kitap da versen, en etkileyici belgeseli
de çeksen çok ilginç ki anlamıyorlardı. Kolayca anladıklarını düşünenler ise anlamış olduklarını düşünüyorlardı.
Bunları peş peşe anlamaya başladıktan sonra karşılaştığım üç ayet bu gücü belli kişilerin isteyerek idrak
edebildiğini anlatır gibiydi.

“O dilediğine bilgeliği verir ve kime bilgelik verirse, o kimse birçok hayra nail olmuş demektir. Bu hikmeti
ancak derin kavrayışa sahip olanlar düşünüp anlarlar” ( Bakara Suresi 269 )

“Hiç bilenle bilmeyen bir olurmu ? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunu hakkıyla düşünürler”
(Zümer Suresi 9 )

“Rabbim ! Bana hikmet ( derin bilgi, hükmetme ve kavrama yeteneği) ver ve beni iyiler arasına kat”
(Şuara Suresi 83)

Tabi ki yorumu sizlerin takdirine bırakıyorum ama “Çekim Yasası” asla parayla kitabı satın alınabilecek bir
kavram değildir. Eğer bir kitap kadar kolay olsaydı günümüze kalan her şey gibi buda gelemez miydi? Onca
tarihsel kayıt, fosil, bilimsel deney, icatlar bu güne saklanmadı ama “Çekim Yasası” saklandı !!! Bir çamaşır
makinesi gibi herkes kullanabilirdi oysa !!! Bir çamaşır makinasının nasıl programları varsa “Çekim Yasası”nın da
belirli yöntemleri vardı. Kullanınca her istediğimiz oluyordu öyle mi ? Sır Gömülmüş !!! Sır gizlenmiş !!! Bana pek
inandırıcı gelmedi.

Çekim yasası zaten insanlık tarihinde var olan ve bunu gerçekten elde etmek isteyen çok az bir insanda
bulunan bir bilinç boyutudur. Bu azınlık ölçütü benim kıstasımdır. Ama bu gücü kullanamayacağınız anlamına
gelmiyor. Bahsettiğim özel kişiler kategorisine girebilmeniz için öyle olduğunuza inanmanız ve hiç vazgeçmemeniz
gerekiyor. Bu gücü size nasıl anladığımı açıklayım.

Ben memur anne ve babanın bir çocuğuyum. Yıllar boyu bu düzen ve zihniyetle büyüdüm. Ama çocukluktan beri
hep bu hayattan kurtulup özel biri olmak istemiştim. Tekdüze yaşam standartları bana anlamsız geliyordu. Ama
cevapları bulmak bir yana aramıyordum bile…  Lise yıllarım vasatın üstündeydi. 2007 yazına kadar bu düşünce
devam etti. 2007 duygusal ilişkimdeki travma, iki yıllık çalışma süresinden sonra lisansımı yükseltmek için
girdiğim sınavı kılpayı kaybetmem, ailemle aramın bozulması ve mesleğimle ilgili yaptığım birkaç işten sonra
dolandırılmam hepsi ard arda gelmişti. Depresyondan daha ileri bir travma idi. Bildiğim tek bişey vardı. Belli ki
hayatımın geri kalanı bundan farklı geçecekti.. Ama, iyi şekilde mi kötü şekilde mi bir fikrim yoktu. Arkadaşıma
şöyle dediğimi hatırlıyorum. “Bir gün bir şey olsun ve dokunduğum şey değişsin”… Evet. Aklımda tuttuğum tek
resim buydu. Hayatımı değiştirecek bir şeyler olmasını istiyordum. Ama benzersiz bir şey. Bir gün gerçek olup
olacağını bile bilmiyordum. Bir gün kitapçıda gördüğüm bir sözle bir yolculuğa başladım.”
“Yaşadığın evreni sen şekillendiriyorsun”
Bu istek beni “The Secret” kitabıyla karşılaştırdı. Çok şaşırdım. Çünkü 2 yıldır dünyayı sarstığı konuşulan
kitaptan yeni haberim olmuştu. Kitabı ilk okuduğumda inanmak istemiştim. İçinde bulunduğum durum pek iç açıcı
değildi. Bu arada belgeseli izleme olanağı da buldum. Anlatımını kitabından her ne kadar akıcı ve yalın görünse de
ikna olmamıştım. Çünkü bu işin belgeseldeki gibi kolay olmadığını düşünüyordum. Eğer anlattığı gibi olsaydı onu
okuyan binlerce kişi çoktan hayatını değiştirmişti. Kitap yorumlarını okumaya karar verdim ve tüm kitap satışı
yapan web sitelerini gezdim. “İşe yarıyor” diyenler yorum yapanların neredeyse %5 ini oluşturuyordu. Bu ”işe
yarıyor” diyenler ise gerçekleştirdikleri normalin biraz üstü hayallerini anlatıyordu. Yeni bir iş bulmak, ya da
maaşlarına yapılan zam vb. Bu bana göre “dünyayı değiştirmek” değildi. Ama önümde bunu deneyecek bomboş bir
ayım vardı. Ve hayallerimi listeledim. Yöntemleri kavramaya çalıştım. Bunun yanında, hedeflerime giderken aynı
zamanda gözlemci olmaya karar verdim. Ve hayal kurmaya başladım. Küçük mucizeler beni heyecanlandırmaya
başlamıştı. Yani isteğimizin ne olduğu önemli değil, sadece bizim için açıklaması kolay olan şeyler hemen meydana
geliyordu. Bir kitap, bir bilgi, arkadaştan bir telefon… Odaklandığım nesneleri ve kavramları ya gazete
manşetlerinde, ya haber sayfalarında ya da arkadaşlarımın sohbetlerinde duyuyordum. Fakat nedense benim
~ 16 ~
alışmadığım benim için açıklaması zor olan şeyler bir türlü olmuyor, küçük mucizelerin dışında kötü rastlantılarda
yaşıyor ve tekdüze hayatıma devam ediyordum. Ama bu her ne haltsa geliştirmeye kararlıydım.

Ve bir şeyler dilemekten vazgeçtim. Aylar boyunca kitap okudum. Fakat yinede bir şeyler istememekte ısrar
ediyordum. Amacım gözlem yapmaktı. Normal hayatımı, çevremin hayatını ve toplumun hayatını… Farkındalığım
arttıkça gelecek hakkında tahminlerde bulunmaya başladım. Arkadaş sohbetlerinde benimle dertleştikleri ve ye
gelecek hakkında fikir sordukları zaman onlara karşılacakları durumu tarif ediyordum. Gelecek bilinci hakkında
yanılmadığımı hissedince farkındalığımın geliştiğini anlıyordum. Her olayın geçmişini ve şimdisini inceleyince
gelecekte nelerin başına geleceğini adeta film şeridi gibi görüyordum.

Bu tabiî ki çevremden daha çok benim işime yaradı. Arkadaslarımın bir çoğu beni dinlemediler. Bildiklerimi
öğretmek için çok çalıştım ve çabaladım. Hatta ilk gün inanıp sonra unutular bile. Ama ben defalarca anlattığım için
öyle çok tekrar ediyordum ki bilgilerimi; bu bilinç benim içime iyice yerleşmişti. Üye olduğum forumlarda dahi bu
bilgileri kaç kez tekrar ettim hatırlamıyorum. Birer ikişer kere okuyup dinleyen onlar, onlarca kez tekrar eden
yine bendim. Ama sosyal açıdan sancılı bir dönem yaşıyordum. Çünkü olaylara eskisi gibi bakmıyordum. Bu
yüzden benim gibi düşünmeyen bazı kişiler hayatımdan kopmaya başladılar. Sekiz yıllık kankam ile bile ayda bir
görüşebiliyordum.

Bu bilinç zamanla hareketlerime yansıdı. Konuşmam, bakışlarım bakış açım çok değişmişti. Doğrusunu
söylemek gerekirse lehime olan bir duruma dönmeye başladı. Çevrem beni bambaşka biri olarak görmeye başladı.
Duruşumdan, bakışımdan konuşmalarımdan etkilendiklerini gördüm. Yaşıma göre çok olgun ve karizma
buluyorlardı. Daha önce duymadığım sözleri duymaya başladım. Açıkca söylemek gerekirse şımaramıyordum bile.
İşin içine egolarım girdiği anda sanki bozulur gibi oluyordu. Ben bardağın dolu tarafına bakmayı öğrendikçe
insanlar benim kusurlarımı mucizevi bir şekilde görmemeye başladılar. Daha ileri götürüp mükemmel ve kusursuz
olduğuma kadar götürdüler. Buna çok içerliyordum. Çünkü bende bir insandım ve göreceli olarak kusurlarım
bulunabilirdi. Halbuki anlatmak istrediğim “Ben Mükemmelim” demek değildi. “Herkes Mükemmeldir.” Anlayışını
yayabilmekti. Ama bir şey daha keşfettim. Olayların olumlu tarafına bakan ve karşı tarafın iyi yönlerini gören
herkes bu sözleri elbet duyabilirdi.

Fakat asıl mucizeyi henüz yaşamamıştım. Ben bu konularla haşır neşir olurken bir gün beynimde şimşekler
çaktı. İçinde korku ve vicdan azabının yanında merak ve ilgide vardı. Bizi yaratan Allah gerçeği… Ben hiç bu
evrsensel gücü dini bakış açısıyla düşünmemiştim. Oysa yaşadığım hayat boyunca Allah’a inanmıştım. Ama ben
yaşadığım toplumun dini bakış açısına sahiptim. Kaderci bir bakış açım vardı. Ve araştırmaya başladım. Kendime
sorduğum ilk soru “eğer bize yazılan kaderin dışına çıkamıyorsak, ahiret gününün, hesap sormanın ve cehennem
ya da cennet ile ödüllendirilmenin ne anlamı vardı? Bana irademin dışında cehennemlik bir kader yazıldıysa ve
ben hesabım görüldükten sonra cehenneme gideceksem bu adil olur muydu? Bu Allah’ın bize öğretilen sıfatlarına
uyarmıydı “Herşeyi hakkıyla bilen, yaptığınızı gören, hesap soran” değil miydi. Böyle düşününce mantıklı
geliyordu. Ama birde “Doğduğumuz aileyi ve yeri seçemememiz” gerçeği apaçık karşımızdaydı. Bu Emerson’un
“Herkes kendi evrenini yaratır” sözünü kafamda ters köşeye yatırmıştı. Bu konuyu düşünürken “Külli ve Cüzi
irade” konusuyla karşılaştım. Bu benim sorumu kısmen cevaplıyordu. Ama tatmin olmamıştım. Sonra birçok ayetle
karşılaştım. Allah birçok ayetinde nimetlerini “düşünenlerin, dua edenlerin ve şükredenlerin” emrine verdiğini
tekrarlıyordu. Bu diğer ilahi kitaplarda da vurgulanmıştı. Kafamda her şey birbirine girmişti. Yani nasıl oluyordu?
Hem doğduğumuz ortamı seçemiyorduk, hem de tüm nimetler emrimize verilmişti. Yaklaşık bir hafta düşündüm.
Sabahlara kadar araştırdım. Kader olgusu ile ilgili belgeseller izledim. Aradığım cevabı bulamamıştım.
Düşüncelerim benimle dalga geçiyor gibime geliyordu. Yok yok bu şekilde olmayacaktı. Kitapla, belgeselle
anlaşılabilecek bir şey olmadığını anladım. Başka bir yerde bulacağıma inandım. Bu konuyla ilgili kafa yormayı bir
süre bıraktım. Araya okul kaydım, işlerim ve kız arkadaşımla olan bazı konular girince yaklaşık bir hafta bu
konuyla ilgilenmedim.
Aradan geçen bir hafta sonrasında bir gün babamı belgesel izlerken gördüm. O an beynimde şimşekler çaktı.
İstediğim cevap yine elimdeydi. Belgeselin konusunu bilmiyorum ama ekranda bir afrikalı çocuk vardı. Elinde bir
parça yiyecek vardı ve yüz ifadesi dünyaları kazanmış gibiydi. Çünkü onun zihninde “hamburger” diye bir bilgi
mevcut değildi. Ya da “oyuncak” diye bir obje. O bildiklerinin içinde en iyiyi isteyebilirdi. Hindistan cevizi ağacının
en tepesine tırmanıp bir Hindistan cevizi koparabilmek harika bir yetenekti. Ona göre en iyi dini inanç kabilesinin
inancıydı. Sahip olmak istediği en güzel şeyler av aletleri gibi şeyler olabilirdi. En yüksek mevki ise ileride
kabilesinin başına geçebilmekti. İşte bu bana her şeyi anlatıyordu. Evrensel düzen, kuansal yaratımı temel
alıyorsa ve kuansal yaratım olasılıkları temel alıyorsa biz sadece bize verilen olasılıklar içinden
seçebiliyorduk.. Gün içinde insan beynine gelen ve beş duyu organıyla algıladığı yada fark etmeden
~ 17 ~
bilinçaltına yaklaşık olarak 60 bin düşünce gelir. Bu bize yollanan “olasılık demetinin” ta kendisidir.
Zihnimiz bu 60 bin düşüncenin hepsini, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yorumluyor ve önyargılarımız
ölçüsünde titreşim yayıyordu. Yani bir şeyi düşündüğümüzde zihnimiz onunla ilgili tüm olasılıkları
hesaplıyor ve senin seçim yapmanı bekliyor. Peki bunun Kader ile bağlantısı ne olabilirdi. Şöyle
anlatayım. Biz dünyaya geldiğimizde bize verilen aileyi seçemediğimiz gibi bize verilen olasılık demetinide
seçememiş oluyorduk. Sadece bu demetin içinden istediğimizi seçip sahip olabiliyorduk. Bu olasılık
demeti her gün farklılık gösterebilirdi. Buda dünkü düşünce ürünümüzün sonucundan meydana gelecek
olan bağlantıydı. Şimdi bunu normal insan yaşantısı için örnekleyerek daha açık anlatayım.

Aranızda yemek tariflerine meraklı bayan arkadaşlarımız varsa onlara sormak istiyorum. “Berk’in Yemek
Tarifleri” adlı kitabı okudunuz mu? Ne ? Öyle bir kitaptan haberiniz yok mu? Eğer bu kitap hakkında bilginiz
olsaydınız beklide bugüne kadar sahip olacağınız en iyi kitaptı !!! Tabi bu bir espiri.  Yemek kitabı falan
yazmadım. Yani anlatmak istediğim benim böyle bir kitabım olsa bile sizin bu kitabı istemeniz için bi yerden bu
bilgiyi almış olmanız lazım. Bir rafta görmüş, ya da birinden duymuş olmanız lazım. Bilmediğiniz bir şeyi nasıl
isteyebilirsiniz ki. Ben hayalimdeki arabayı istemeden önce öyle bir modelden haberim yoktu. Ta ki bir gün yolda
görünce, modelini merak etmiş araştırmış ve istemeye başlamıştım. Biz sadece bize algılatılanların içinden birini
seçebiliriz. Burada dünyasal şartlar önemli değildir. Cebimizde para olup olmaması önemli değildir. Eğer o araba
önümüzden geçtiyse artık o görüntüyü deneyimlemiş isek bize yollanan olasılıkların içinde demektir. Bilinçaltımda
o arabayı isteyip istemediğimle ilgili tüm olasılıklar hesaplanır. Eğer o arabayı istersem, bu sefer “o arabaya nasıl
sahip olacağım” ile ilgili tüm olasılıklar hesaplanır. Vazgeçmediğim sürece sahip olur ve deneyimlerim. Ama o
araba önümden hiç geçmeseydi veya o araba hakkında bir bilgim olmasaydı isteme gibi bir durumum olamazdı.
Zincirleme olarak geriye doğru gidildiğinde “Kader” gerçeğinin var olduğunu, Hangi hayalimizi
gerçekleştirirsek gerçekleştirelim yinede kaderin dışına çıkamadığımızı görebiliyorduk. Alabileceğimiz en
pahalı evı, ruh ikizinizi, hayalinizdeki son model arabayı ne isterseniz elde edin. Yinede size verilenler arasından
bir seçim yapmışsınızdır. Ya da size verilenler arasından bir kaçına odaklanıp yada etkilenip yeni benzer
olasılıkları seçmişsinizdir. Ama yine eski düşüncelerinizin zincirinde ve benzerleridir. Yinede size verilenlar
arasında seçim yapmısınız, yapıyorsunuz ve yapacaksınız.

Bize verilenler arasında seçimi yapan bilincimizdir. Olasılıklar içinden önyargımıza uyan, olacağına inandığımız
olayı seçeriz. Hayatta hep iyi olayları seçeceğiz diye bir şey yok. Bir şey ile ilgili kötü denebilecek olasılıkları da
seçeriz. Örneğin; biri bizi kızdırdığında, o insana yapacaklarımızla ilgili tüm olasılıklar hesaplanır. Eğer irademize
hakim olamaz isek o adama yapacağımız tüm kötü olasılıklar hesaplanmaya başlar. Küfür etmek, vurmak,
öldürmek ve bunun gibi sonsuz olasılıklar… Eğer irademize hakim olabilirsek, o adama yapacağımız tüm iyi
olasılıklar hesaplanır. Susup gitmek, anlayışla karşılamak, dost olmak gibi sonsuz olasılıklar… İşte biz bu irade
durumuzun yaptıklarıyla ilgili hesaba çekileceğiz. Ahiret gününde; doğumumuzdan ölümümüze kadar, bize
her an verilen olasılık demetlerinin içinden seçtiğimiz en küçük bir düşünceden bile sorumluyuz. O
düşünceyi irademizin nasıl karşılayacağı ve niyetinden sorumluyuz. Peki bir şey düşündüğümüzde neden
o konuyla ilgili kötü olasılıklar da hesaplanır? Burada “Nefs” dediğimiz kavram ön plana çıkar. İyi olasılıkları
isteyen irade, kötü olasılıkları isteyen “Nefs” tir. Bu kavramı daha önce duyduğunuza eminim. Ama “Nefs” nedir.
Onu tanımlayalım. Nefs; insan bedeninin ve duygularının; zevklerinin, öfkelerinin ve hırslarının esiri olmasıdır.
Çünkü insan yeryüzündeki en mükemmel varlık olmasına rağmen zayıf yönü de vardır. Örneğin; iki gün yemek
yemediğimizde ayağa kalkacak halimiz olmaz. iki gün uyumadığınızda dengemiz bozulur ve ayakta halusünasyon
görürüz. iki hafta banyo yapmasak insan içine çıkamayız. Tabi bu yaşamsal taraflarıdır. Bunlara cinsel dürtüler,
intikam, anlık öfke, alkol, sigara ve dünya malının çekiciliğini de eklememek mümkündür. Ama çok yanıltıcıdır.
Bizim için sonu kötü sonuçlanabilecek şeyleri o kadar çekici gösterir ki. İşte biz bu şekilde sınanıyoruz.
Seçimlerimiz iyi ya da kötü ne olursa olsun çok istediğimizde elimize geçiyor. Mantık olarak düşündüğümüzde de
nefsimizi yenebildiğimiz durumlar çekim yasasını çok hızlandıracak durumlardır. Örnek vermek gerekirse “Cinsel
Güç” harika bir yaratıcı enerjidir. Ama iradeli olup bu gücü düşünce kanallarına aktarmayı öğrenirsek harika
fikirler ve olaylarla karşılaşabiliriz. Tarihteki en başarılı insanların cinsel iradeleri olan insanlar olduğunu
söylesem şaşırır mıydınız? Şimdi yukarıda anlattıklarım ayetlerde şöyle bildirilmiştir.
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda
bize döndürüleceksiniz.” ( Enbiya Suresi 35)
~ 18 ~
Sonsuz zaman deyince genellikle insanların aklına yüz bin yıl, bir milyon yıl ya da bir milyar yıl gibi rakamlar
gelir. Bu sürelerin çok uzun olduğu, asla tükenmeyeceği düşünülür. Sonsuz uzaklık deyince de yine genellikle
akıllara yüz bin ışık yılı, bir milyon ışık yılı ya da bir milyar ışık yılı gibi uzaklıklar gelir. Oysa bunlar son derece
sınırlı düşünceler ve kavramlardır. Şöyle bir örnekle sonsuzluğun ne derece olağanüstü bir büyüklük olduğunu
vurgulayabiliriz: Yüz katrilyon insan olsa, tüm hayatları boyunca gece gündüz hiç durmadan sayı saysalar, üstelik
yüz katrilyon yıl ömürleri olsa ve ömürleri boyunca başka hiçbir iş yapmadan bu işle uğraşsalar, yine de
sonsuzluğa ulaşamazlar. Çünkü sonsuzluk, hiç bitmeyecek, başı ve sonu olmayan bir büyüklüğü ifade eder. Oysa
Allah öyle büyük bir ilme sahiptir ki insana göre "sonsuz" olan ve bu yüzden asla hesaplamaya güç yetiremeyeceği
bu kavram, Allah'ın katında sona ermiştir. Bizim için sonsuzluk asla ulaşılamayacak bir kavram gibi görünür ama
aslında Allah katında sonsuzluk tek bir andır…

Zaman dediğimiz algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz. Bir
cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. Aynı cisme tekrar vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci
ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda,
birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı,
yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır.

Aynı şekilde kişi, bir odaya kapısından girip sonra da odanın ortasındaki bir koltuğa oturan bir insanı
gördüğünde, kıyas yapar. Gördüğü insan koltuğa oturduğu anda, onun kapıyı açması, odanın ortasına doğru
yürümesi ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman algısı, koltuğa oturmakta olan insan ile bu
bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya çıkar. Kısacası zaman, beyinde saklanan birtakım bilgiler arasında kıyas
yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman
algısı da oluşmaz. Bir insanın "ben otuz yaşındayım" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz yıla ait bazı
bilgilerin biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi olduğunu düşünmeyecek,
sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olacaktır ki bu nokta çok önemlidir. Einstein, Barnett'in ifadeleriyle, "uzay
ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten
ayrılamayacağını göstermiş"tir. Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden
ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur."

Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdı. Zamanın akış
hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir
doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirttiği gibi "rengi ayırt edecek bir göz yoksa,
renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey
değildir. Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi
hissetsek de, gerçekte her şey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür.

Aynı şekilde zamanın akış hızının, farklı şartlarda herkesçe farklı olarak algılanması da zamanın psikolojik bir
algıdan ibaret olduğunu kanıtlar. Örneğin, bir arkadaşınızla buluşacağınız zaman onun 10 dakikalık bir gecikmesi
size bitmek bilmeyen, çok uzun bir zaman gibi gelebilir. Ya da sabah okula veya işe gitmek üzere uyanan uykusuz
bir insana uyuyacağı fazladan bir 10 dakika oldukça kısa gelebilir, Modern bilim tarafından doğrulanan, zamanın
psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini pek çok Kuran
ayetinde görmek mümkündür. Örneğin bir insanın bütün hayatı, Kuran'da bildirildiğine göre çok kısa bir süredir:

Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.
(İsra Suresi, 52)

Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar
birbirlerini tanımış olacaklar (Yunus Suresi, 45)

Hiçbir an, hiçbir kare, hiçbir olay, hiçbir varlık yok olmamıştır ve olmayacaktır. Nasıl televizyonda izlediğimiz
bir film, film şeridine kaydedildiyse, çeşitli karelerden oluşuyorsa ve bu kareleri bizim görmememiz onların
olmadığı anlamına gelmiyorsa, bizim "geçmişte yaşanmış" veya "gelecekte yaşanacak" dediğimiz olaylar için de
aynı şey geçerlidir. Her şey “Şu Anda” olmuştur, oluyor, ve olacak. Bu gerçeği anlamak için yalnızca tarihin
derinliklerini düşünmeye gerek yoktur. Herkesin çok uzun zannettiği kendi hayatı için de yine aynı gerçek
geçerlidir. Sizin yeni doğduğunuz, annenizin kucağına verildiğiniz o ilk an yok olmamıştır. O kare ya da o görüntü
ya da o olay sonsuza kadar var olacaktır.. Fakat daha önce de ifade edildiği gibi siz 5 duyunuza bağımlı olduğunuz
~ 19 ~
için ve sizin hafızanızda bu bilgi saklanmadığı için böyle bir sahneyi görmüyorsunuz. Bu, yaşamınız boyunca
başınızdan geçen her olay için geçerlidir.

İlkokula başladığınız gün, ya da çocukken kutladığınız bir doğum gününüz, başınızdan geçen bir olay, liseyi
bitirdiğiniz gün, üniversite diplomanızı alışınız, evliliğiniz ve bunun gibi daha binlerce olay aslında evrende aynı
anda olmaktadır. Bu olayların hiçbirisi de kaybolmuş değildir ve sonsuza kadar canlı olarak mevcut kalacaktır.
Atom altı parçacıklar, tüm zaman bilgisini içinde bulundurmaktadır. Bize algılatılanlar ise elektriksel algılar ve
kıyaslamamızı sağlayan zaman kavramıdır.

Bizler gün içinde 60 bin düşünceyle muhatap oluyoruz. Ve her an her saniye yaratım başlatıyoruz. Fakat ısrarcı
ve inanmadığımız için olasılık dünyamızdan hemen yenilerini seçiyoruz ve yine yenilerini… Hayalinizdeki evi
düşünün. Evet şu an bir yaratım başlattınız. Fakat ne kadar ısrarcısınız. Bu evi alacağınıza inanmıyor musunuz ?
Size can alıcı bir sır vereyim mi ? Siz demin bir ev hayali kurduğunuz için, başlattığınız yaratım anında evrene
mesaj olarak gitti. Sizin çevrenizin ve yaşadığınız toplumun evrensel zihnini etkiledi. Belki de bir sene sonra
alacağınız ev için kim bilir nerelerde bir çark dönmeye başladı.? Bu hayali yalnızca 2 dakikacık kuracak kadar mı
inandınız. İşte mucize bu ya. Dünya 2 dakika boyunca size çalıştı. Keşke bunu fark edebilseydik İsteseniz de,
istemeseniz de “Şu an” kurduğunuz, düşündüğünüz, ihtimal verdiğiniz her an yaratım başlatır.

Bazen bir şeyi planlarız ve onu gelecekte bir tarihe erteleriz. Bilmeliyiz ki bir şeyi geleceğe ertelediğimizde
mutlaka bir şeyler olur ve tekrar ertelenir. Gelecek tarihte bir yerden bir miktar para geleceğini ve bu yolla bir
miktar rahatlayacağınızı varsayalım. Ama siz kendinizi o paraya hazırlamazsanız sanki şimdi gelmiş gibi kendinizi
rahat hissetmeye çalışmazsanız, o paranın gelişi yine ertelenecektir. Bir yakınım kendini gelecek tarihte ki bir
kişisel gelişim seminerine şartlamış ve bütün sıkıntılarının gideceğine inanmıştı. Ama “ŞİMDİ” yolunda gitmeyen
bir şeyler vardı. O şimdiden kendini hazırlamayı seçmek yerine ona sıkıntı veren huylarını ısrarla
tekrarlamaktaydı. Kıskançlık, küsme, karamsarlık… Ve bilin bakalım ne oldu Evren ona “Dileğin benim için
Emirdir” dedi. Ve bir şekilde o semineri ona kaçırtarak “şimdiki” ruh halini devam ettiren olay ve şartlarla
karşılaştı. Üzülerek söylüyorum ki kendisine “Şimdi düzelmeyi seçmesen o seminer gerçeği hiç zaman olmayacak”
demiştim.

“The secret” daki tasavvur etmekle ilgili kısmı bilirsiniz. Gözlerini kapatıp, sanki “şimdi” yaşıyormuş hissine
kapılmak… Zenginmiş gibi hissetmek, sağlıklıymış gibi hissetmek, hayalindeki arabanın direksiyonunu hissetmek…
Eğer “ŞİMDİ” öyle hissederseniz gerçek olacaktır. Siz “dün” diye algıladığınız tüm anılarınızı “Şimdiki zaman”
prensibine göre kendiniz yazdınız. Başınıza gelen her şey isteseniz de istemeseniz de “AN” da odaklandıklarınızın
bir sonucudur. Kaçıp kurban rolü oynamanız hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Şu andaki ruh haliniz yarını
yaratmakta… Masaya bir elma koyun, ona dokunun, rengini kokusunu hissedin. Sonra o elmayı ortadan kaldırın.
Sadece zihninizde düşünün. Rengini, kokusunu hissetmeye çalışın. Evet biz iki farklı olay yaptık. Ama beynimiz için
hiç bir şey fark etmedi. Beyin iki olayıda gerçek algıladı. Zihin gerçekle hayal arasındaki farkı asla bilemez. Siz bir
hayal kurup “Şimdi” gerçekmiş gibi hissettiğinizde beyniniz bunu gerçek sanıp hayatınızı o yöne çevirecektir.
Olumlamaların neden “şimdiki zaman” prensibinde yazıldığını anladınız mı ?

Zamanın zaman yolculuğuna ilişkin niteliğini açıklarken şu iki soru vardır: Birincisi zaman nelerden oluşur
sorusu -birbirine kopmaz zincirlerle bağlı tarih örgüsünden mi ya da üstüste veya yanyana konmuş "AN" lardan
mı?

Aslında içinde bulunduğumuz gerçeklik zaman yolcuları tarafından binlerce kez değiştirilmiş orijinal
gerçekliğin çarpıtılmış bir hali olabilir. İnsan anıları ve belleği de zaman ve uzay matriksinin bir parçası olduğu için
zamanın içindeki insan bu değişikliği asla fark edemez! Bize sanki geçmiş hep aynı geçmiş gibi gelir.Ama 'gerçek'
görmek istemeyeceğiniz kadar esnek, kaotik ve plastiksi bir yapıdır. Sonsuz geçmiş ve gelecek birbiriyle kuvantum
vakumu düzeyinde grift bir bağlantı içerisindedir. Geçmiş ve gelecek iç içe frekanslar halinde yaşanır.
Geçmiştekiler bizi kendi ''şimdi'' lerinden algılayabilecekleri gibi bizde şimdiden geleceğe ait görüntü, ses ve
bilgileri yakalayabiliriz. Tarihin değiştirilebileceği düşüncesi çatallaşan zaman/tarih düşüncesini de beraberinde
getirir. Yani geçmişi değiştirirseniz, özgün zaman akışına -ki özgünlügü her zaman bir soru işareti taşır zaman
yolculuğu olasılığının kabullenilmesiyle beraber- paralel yeni bir zaman akışı oluşabilir.. Nazi Almanya'sının dünya
savaşını kazandığı bir tarih bunun olmadığı bir tarihle yanyana ayrı bir evren olarak var olabilir. "Paralel dünyalar"
ya da "paralel zamanlar" evrenin ve zamanın, zaman yolculuğuna izin veren yapısını açıklar.Aslında bir gerçeklik
ve tek bir dünya vardır.Fakat olası potansiyeller sonsuzdur.Yani belki dünyada ilk söyleyen kişilerden biri
olacağım fakat zamanın derin sırrını anlayanlar sanıldığı gibi aynı AN'da bir çok alternatif dünyanın illede bir
~ 20 ~
arada olmasına gerek olmadığını anlayabilirler.Sanıldığı gibi bir yerlerde varolduğu sanılan ''alternatif zaman
çizğileri'' sadece matematiksel olarak evrenin olası eğilimleri dizgesinin soyut bir ölçümü olarakta varolabilir.
Fakat gerçekte olan tek bir dünyadır, bir çok dünya gerçeği değil..! Söz konusu olan tek bir gerçekliktir.O zaman şu
soruyu sorabilirim. Sadece düşünerek zaman yolcusu olabilir miyiz ? 

“Olup biten şimdidir; ve olması gereken zaten oluyor; ve Tanrı’nın geçmiş olana ihtiyacı vardı” ( İncil:
Ecclesiastes 3:15)

Biraz düşünecek olursanız evrendeki canlı cansız tüm varlıkların insanlara hizmet ettiklerini görürsünüz. Bütün
bitkiler, hayvanlar üzerlerinde barındırdıkları vitamin, mineral, protein ve çeşitli ilaç hammaddeleri insanlara
hizmet içindedir. Maddi ve manevi kavramlarda dahil hepsi bizlerin emrine ve iradesine verilmiştir. Yeter ki
istemeyi öğrenelim.

“O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı…” (Bakara Suresi 29)

“Allah’ın göklerde ve yerde nice varlık ve imkanları sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve bolca
ihsan ettiğini görmediniz mi ?” (Bakara suresi 20)

“Allah, inanç sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır.
Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır.” ( Zümer Suresi 61 )

Hayallerimize ulaşırken, zihnimizde tuttuğumuz şeyi çekerken mutlaka kendimizdende bir şeyler vermemiz
gerekiyor. Biz bir şeyi çekerken, o şey de bizi çekiyor demektir. “Peki bu süreçte ne yapmalıyım, nasıl olacağını bile
bilmiyorum” diyebilirsiniz. Gün içinde size ilham veren mutlaka bir olayla karşılaşacaksınız. Hurma dalına rüzgarın
esip dalın, sallanıp, hurmanın önünüze düşmesini bekleme Yada aklınıza bir fikir gelecek. Bir telefon gelecek. Ya da
hedefinize ulaşmanız gereken her ne ise onunla bağlantılı bir şey hemen sizi bulucak. Asla vazgeçmeyin.
Vazgeçmediğiniz takdirde elinize geçecektir.

“Hurma dalını kendine doğru silkele ki taze, olgun hurma dökülsün…” ( Meryem Suresi 29 )

Yeryüzü size meyvelerini vermektedir, eğer avuçlarınızı nasıl doldurabileceğinizi bilirseniz, elinize geçecek
olan size yetecektir. (Halil Cibran)

Bilinçaltınıza yalnızca siz emir verebilirsiniz. Başka birinin sizinle ilgili düşüncelerinin kararlarınızı
etkilediğini düşünebilirsiniz. Fakat bu etki sadece siz kabul ettiğiniz için zihninizi programlamaktadır. Çok severek
dinlediğiniz bir şarkıda sitem, ayrılık, aldatılma geçiyorsa ve siz bunu defalarca dinliyorsanız. Zihninizi bu yönde
programlarsınız. İzlediğiniz haberlere aşırı tepki veriyorsanız ya da izlediğiniz filmden etkileniyorsanız, zihninizi
bu yönde programlarsınız. Bir arkadaşınızla tartışırsanız zihninizi programlarsınız. Bir insana küstüğünüzde veya
onunla ilgili kötü bir niyet bile geçirseniz zihninizi programlarsınız.

Bilinçaltınız üzerinde mutlak bir kontrole sahipsiniz. Bu bizim için önemli ve heyecan verici bir gerçektir. Bu
çekim yasasını çalıştırmamız için bilmemiz gereken en önemli unsurdur. Zihnimize gün içinde onlarca şey gelirken
çekim yasası sadece bilinçaltımızın kabul ettiği şeyleri bize sunucakır. Bu insan için çok önemli ve heyecan verici
bir gerçektir. Kendi düşüncelerinizi yönetemezseniz başka hiçbir şeyi yönetemeyeceğinizin farkına varın. İradeniz
size bunun için verilmiştir.

Bilinçaltında tuttuğunuz düşünceler, kimsenin anlamayacağı büyüsel değişimler yaratmazlar. Hayatınızdaki tüm
gerçekleri tarar bir sebep sonuç ilişkisi bağlar. Doğa yasalarını harekete geçirir. Bu titreşimler arkadaşlarınıza,
tanıdıklarınıza ve yaşadığınız topluma zincirleme etki başlatır. Düşüncenizden vazgeçmediğiniz sürece bu
etkileşim devam eder. Ve dış dünyanız bir mıknatıs misali iç dünyanızı yansıtmaya başlar. Bu sınırsız titreşimler
sizden yayılır. Onun kapıları, bilinçaltınıza yolladığınız imgelerdir. İlk başlarda olmuyormuş gibi görünebilir. Ama
düşünce yeterli derecede arttırılmış, yoğunlaştırılmış ve vazgeçilmemişse; madde sonunda teslim olur ve
mükemmelen ifade edilir. Bunun için çaba harcamaya değmez mi ?
~ 21 ~
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık” ( Tin Suresi 4)

“Görebildiğiniz topraklar size verilecektir; ama siz gidip ona sahip olmalısınız” ( İncil: Jenesis 13:15 )

“Gerekeni yap ve güce sahip ol” (Ralph Waldo Emerson)

Yıllardır üniversitelerde okutulan bir ders vardır. Bu “Evrim Teorisi” yani diğer adıyla Darwinizim’dir
İnsanlar tarafından o kadar güzel kurgulanmış ve dünya düzeninin içine o kadar güzel sokulmuştur ki. Birçok
metaryalist felsefecinin, bilim adamının, dünya liderlerinin dayanağı olmuştur. 200 yıl önce ortaya atılan Evrim
Teorisi hala bazı kesimler tarafında gerçek olduğu iddaa edilmektedir. Fakat son 20 yılda bilim alanındaki
yenilikler ve bulunan yüz milyona yakın fosil örneği bulunmuştur. Evrim teorisi inancı ise yerini yavaş yavaş
bilimsel gerçeklere ve evrim konusunda yanılan bilim adamlarının sayısız itirafları ile son dönemlerini yaşıyor.
2008 yılının bitmesiyle birlikte geçtiğimiz günlerde Darwin’ in ölümünün 200. yılında açılan vasiyeti kendisine
inanları şok etmiştir. Vasiyeti yanılgılar ve itiraflarla doludur. Akıl Çağı’na girmek üzere olduğumuz bu dönemde
tüm bu aldatıcı metaryalist öğretiler giderek etkinliğini kaybetmektedir.

Eğer biraz araştırırsanız evrim teorisinin bilimselmiş gibi yapılan tanımlarını gerçekdışı bulabilirsiniz. Bu bir
aldatmacadır. Bu aldatmaca Charles Darwin'in öncülüğünü yaptığı, tüm canlıların şuursuz süreçlerle, amaçsız
hayali dönüşümlerle, tesadüfen geliştiği iddiasında olan evrim teorisiydi. Cehalet ortamında gelişmiş olan bu teori,
yanıltıcı telkinlerle, sahte delillerle, Yaratılış Gerçeğine karşı sistemli ve dogmatik mücadelesiyle, 200 yıl boyunca
varlığını devam ettirdi. Bu görüşe inananlara göre evren sonsuzdan beri var olan bir kavramdır. Ve dünya
üzerindeki yaşamı tesadüflere bağlarlar. Ve bunlar arasında güçsüz olanın yok olacağına ve sonsuza dek böyle
süreceğine inanırlar.

Evrim teorisi hemen kendisinin bir kolu olan “Statik Evren Modeli” teorisini ortaya çıkarmıştır. "Statik Evren
Modeli" (Sabit Durum Teorisi) adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz
konusu değildir. Bu teori “evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza
kadar da var olacağı” şeklindedir. Bu teoriler yaratıcıya inanmayanların tek dayanakları olmuş ellerinde gün
geçtikçe daha inandırıcı gösterilmeye çalışıyor. Bu günümüzde de bazı kesimlerde mevcuttur. Hemde 20. Yüzyılın
sonlarındaki buluşlara rağmen hala savulmaktadır. Ama gün geçtikçe de yok olmaktadır.

Modern bilime göre, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli
bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bilim dünyası tarafından kabul
edilmektedir. İçinde bulunduğumuz evren 14 milyar yıl önce BİG BANG adı verilen büyük bir patlamayla
oluşmuştur. Şimdi size yaratım gerçeğini kanıtlayan bilim adamlarını ve de daha önceden inanmayan ve sonradan
pişmanlıkla itiraf ettiklerini ve yaratıcı gerçeğini kabullendiklerini görelim.

Dönüşümlü evren inancına ilk geçiş Albert Einstein’in çalışmalarıyla başladı. Ünlü fizikçi kütle ve enerjinin eş
değerliliğini kanıtlamış ayrıca uzay, zaman ve kütle çekimi konusunda yepyeni araştırmalar ve düşünme yolları
önermiştir. Einsteine göre madde ve enerji aynı şeyin iki değişik biçimde ortaya çıkışını simgeleyen eşdeğerli iki
kavramdı. Einstein aynı zamanda dalga ve parçacık özelliğindeki ikili yapısını vurgulayarak bu enerji alışverişinin
maddeyle etkileşime girdiğini her durumda savunmuştu. Maxwell ve Faraday 1860 yılında enerjinin en iyi dalgalar
şeklinde evrenin çevresinde dolaşan uzayın kırık ve elektromanyetik alanında titreşim olduğunu açıklamışlardı. Bu
gerçekler sonsuzluğa değin uzanan boşluktaki evrende yaşamadığımız anlamına geliyodu. Evren içindeki tüm her
şeyiyle bildiğimiz ve bilemediğimiz tüm galaksileriyle yıldız ve gezegen sistemleriyle hepsinin dünyadaki yaşama
bir neden sağladığını ortaya çıkarıyordu.

“O dönüşümlü semaya andolsun ki…” ( Tarık Suresi 11 )

1920'li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından çok önemli yıllardı. 1922'de Rus fizikçi Alexandre
Friedmann, Einstein'in genel görecelik kuramına göre evrenin durağan bir yapıya sahip olmadığını ve en ufak bir
etkileşimin evrenin genişlemesine veya büzüşmesine yol açacağını hesapladı. Friedmann'ın çözümünün önemini
ilk fark eden kişi ise Belçikalı astronom Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, bu çözümlere dayanarak evrenin bir
~ 22 ~
başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini öngördü. Ayrıca, bu başlangıç anından arta
kalan radyasyonun da saptanabileceğini belirtti.

Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden birini yaptı. Hubble, kullandığı
dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık
yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsıyordu. Bilinen fizik
kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı
noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. (Gözlemciden uzaklaşmakta olan bir trenin düdük
sesinin gittikçe incelmesi gibi.) Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna göre, gökcisimlerinin bizden
uzaklaşmakta olduklarını gösteriyordu.
Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden
de uzaklaşıyorlardı. Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç ise, evrenin
"genişlemekte" olduğuydu. Galaksilerin birbirlerinden uzaklaşmalarının ölçü ve hesabındaki esasa, 'Hubble
sâbiti' diyoruz. Bu ölçeğe göre aralarında bir milyon ışık yılı uzaklığı bulunan herhangi iki galaksi, birbirlerinden
saniyede 20 km. hızla uzaklaşmaktadırlar. Eğer bu iki galaksi arasındaki uzaklık, bin katına çıkarsa, bunların
birbirlerinden uzaklaşma hızları da bin misli artacaktır. Aynı ölçüleri bizden 10 milyar ışık yılı uzaklıktaki bir
galaksiye uygulayacak olursak, bu galaksinin saniyede 200 bin km. hızla bizden uzaklaştığı, yani o noktada bir
genişlemenin var olduğu söz konusudur ki, bu müthiş sürat, ışık hızının üçte ikisi kadardır. Hubble'ın ortaya
koyduğu evrenin saniyede genişlediği gerçeği, kısa bir süre sonra yeni bir evren modelini doğurdu. Evren
genişlediğine göre, zamanda geriye doğru gidildiğinde çok daha küçük bir evren, 14 milyar yıl geriye
gittiğimizde "tek bir nokta" ortaya çıkıyordu.

Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu "tek nokta"nın, korkunç çekim
gücü nedeniyle "sıfır hacme ve sonsuz sıcaklığa" sahip olacağını gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu
noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Sıfır hacim fizikte YOKLUK anlamına gelir. Bu patlamaya "Big
Bang" (Büyük Patlama) dendi ve bu teori de aynı isimle bilindi.

Tüm bu bulgulara göre evren yokluk hacminde bir noktadan meydana gelmişti. Sürekli
genişlemekteydi. Einstein bulgularına göre bu genişleme bumerang etkisi yapacaktı. Yani genişlemenin
bir sonu olacak ve hızla her şey geri toplanacaktı. Buda evrenin sonuna dini kaynaklara göre de Kıyamet
Günü’ nü işaret ediyordu. Şimdi ayetlerdeki işaretlere bir göz atalım.

“Allah yeri ve göğü yoktan var edendir” ( Enam Suresi 101 )

“Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz onu genişleticiyiz” (Zariyat Suresi 47)

“O gün göğü kitap sayfalarını dürer gibi geri toplarız. İlk yaratmaya başladığımız gibi onu yine iade ederiz.
Üzerimize sözdür. Biz bunu mutlaka yapacağız” ( Enbiya Suresi 104)

Sabit durum teorisi gibi evrenin tesadüfen oluştuğunu varsayan bazı metaryalist fizikçiler bu bulgulara rağmen
inanmayı reddetmektedir. Hadi şimdi gerçekleri anlayabilen dünyaca ünlü fizikçilerin ne dediklerini hatırlayalım.

Güneş'ten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu çok hassas sistem, sadece akıl ve güç sahibi bir
Varlık'ın amacından ve hakimiyetinden kaynaklanabilir... O, bunların hepsini yönetmektedir ve bu
egemenliği dolayısıyladır ki O'na, "Üstün Kuvvet Sahibi Rab" denir. ( Newton )

Doğa kanunlarının gördüğümüz evreni yaratmak için ne denli olağanüstü bir şekilde ayarlandığını
farkettiğinizde, evrenin öylesine oluşmadığını, arkasında bir amacın olması gerektiğini görüyorsunuz.
(John Polkinghorne, İngiliz fizikçi)

“Fizik kanunları, yıldızların içinde gerçekleştirdikleri sonuçlara bakılırsa, bilinçli olarak düzenlenmişlerdir"
(yıllarca yaratılışa karşı çıkan ve sonunda kabul eden Fizikçi Fred Hoyle)

Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık
gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmeyişin) nedeni,
bilimsel değil, psikolojiktir. (yıllarca yaratılışa karşı çıkan ve sonunda kabul eden Fizikçi Fred Hoyle)
~ 23 ~

Evrenin şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi tümüyle delice bir düşüncedir.
Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetiyle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla
kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır .
(Karl Stern, Montreal Üniversitesi Psikiyatristi )

"Bunlar doğanın kanunları tarafından, tesadüfler sonucu veya bir ihtiyaçtan dolayı tasarlanmamıştır;
aslında bunlar önceden planlanmıştır. Tasarımı yapan ise, sistemlerin en son halinin nasıl olacağını en iyi
şekilde bilmektedir; bu nedenle sistemlerin oluşacağı her adım da planlanmıştır. Yeryüzündeki hayat da en
basit örneğinden en kritik parçalarına kadar, bu akıllı dizaynın sonucudur. Akıllı dizaynın sonucu aslında
tüm gerçekliğini kendi içinde barındırmaktadır. Biyokimyasal sistemlerin akıllı bir tasarımcının eseri
olduğunu anlamak için, yeni bir prensibe dayalı mantık veya bilim de gerekmemektedir. Son kırk yıl içinde
biyokimya dalında yapılan çalışmalar zaten bu gerçeği görmeye yeterlidir ve ortaya konanlar da günlük
hayatımızda rastladığımız unsurlardır."
( Michael J. Behe. Pennsylvania'da Lehigh Üniversitesi'nde biyoloji profesörü)

"İnsan, tasarım ve amaç olmadan, evrenin kanunu ve düzeni ile bırakılamaz. Evrenin ve onun barındırdığı
herşeyin şaşırtıcı yönlerini daha iyi anladıkça, zaten bu amaçla yaratılan tasarımda hayrete düşülecek çok
daha fazla neden bulmuş olduk... Tek sonuca inanmaya zorlanmakla -yani evrendeki herşeyin tesadüfen
oluştuğuna inanmaya zorlanmakla- bilimin tarafsızlığı ihlal edilmiş olur... Rastgele meydana gelen hangi
işlem bir insanın beynini veya bir insan gözünün sistemini oluşturabilir?..."( Wernher Von Braun, uzay Bilimcisi)

"Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle ifade edilebilir:
Dinsiz bir bilime inanmak imkansızdır." ( Albert Einstein )

"Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun
olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı yaratıcıya götürür." (Albert Einstein)

"Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüşüyor. (Albert Einstein)

İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang
modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir
iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Sadece evrenin bir sonunun ve başlangıcının
olmadığını kabul ettiğimiz sürece, evrenin şu anki varlığının mutlak bir açıklama olduğunu savunabiliriz.
Ben hala bu açıklamaya inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir
durum olmadığını itiraf etmeliyim. (Anthony Flew. Ünlü ateist felsefeci):

Neden evren zamanın bir ucunda, geçmiş diye adlandırdığımız bir ucunda yüksek bir düzen durumu
içinde olmalıdır? Neden bütün zamanlar boyunca tamamen bir düzensizlik içinde değildir? Düzensizlik
içinde olması çok daha mümkün görülebilir. Ve neden düzensizliğin arttığı zamanın yönü neden evrenin
genişleme yönü ile aynıdır? Bir muhtemel görüş Yaratıcının evrenin genişleme evresi için başlangıcında
yumuşak ve düzenli bir durum seçmiş olmasıdır. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışmamalıyız veya
nedenlerini sormamalıyız, çünkü evren Yaratıcının yaratması ile başlamıştır. Aslında evrenin bütün
tarihinin Yaratıcı tarafından yaratıldığı söylenebilir. Görülmektedir ki, evren çok düzenli, belirlenmiş
kanunlara göre gelişmektedir. (Stephen W. Hawking)

Yaratılış kavramı oldukça akla uygundur. Buna inanmakta hiçbir zorluk görmemekteyim. Daha önceki
dönemde, bu evren var değildi ve bu görünümüne önceden var olan bir varlığın iradesi sonucunda ulaştı.
(Leonard Huxley)

Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder. Ama bildiğimiz gibi
patlamalar maddeyi dağıtır ve düzensizleştirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi bir
etki meydana getirmiştir: Maddeyi birbiriyle birleşecek ve galaksileri oluşturacak hale getirmiştir.
(yıllarca yaratılışa karşı çıkan ve sonunda kabul eden Fizikçi Fred Hoyle)

Eğer yıldız nükleosentezi (atom çekirdeği birleşimi) yoluyla karbon ya da oksijen üretmek isterseniz,
ayarlamanız gereken iki ayrı düzey vardır. Ve yapmanız gereken ayar, tam da şu anda yıldızlarda var olan
ayardır... Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl, fiziğe,
kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiştir ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur.
~ 24 ~
Gerçeklerin hesaplanmasıyla ortaya çıkan sayılar o kadar akıl almazdır ki, beni bu sonucu tartışmasız
biçimde kabul etmeye götürmektedir.
(yıllarca yaratılışa karşı çıkan ve sonunda kabul eden Fizikçi Fred Hoyle)

Bilim adamlarımızın yüzyıllarca süregelmiş çabaları ve katlandıkları onca zahmetten sonra


varlıklarından ancak haberdar olabildiğimiz onca karşılıklı ilişki ve sayısı neredeyse belirsiz doğa olayı,
hayret ve şaşkınlığın, gerçek bir hayranlığın kaynağı olmaz da ne olur? Evrenin boyutlarından ve yıldızların
gelişme yasalarından atomların yapısına ve madde ile enerji arasındaki sır dolu ilişkiye; içinde canlı bir
organizmanın inşa planının depolanmış olduğu hücre çekirdeğinin içindeki olaylardan beynimizdeki elektrik
akımlarının keşfedilmesine kadar, sadece ve sadece bilimsel araştırmaların sonuçları olarak öğrendiğimiz
hayranlık uyandırıcı doğa olayları saymakla bitmez. (…) Gerçekten de biyolojik işlevler yerine getiren tek bir
protein molekülünün kuruluşunun o olağanüstü özgünlüklerine bakınca, bunu, hepsi doğru ve gerekli bir
sıra içinde, doğru anda, doğru yerde ve doğru elektriksel ve mekanik özelliklerle birbirine rastlamış olmaları
gereken birçok atomun, tek tek rastlantı sonucunda buluşmalarıyla açıklamak mümkün değil gibi
görünmektedir. (Evrim teorisini destekleyen bilim adamlarından Hoimar Von Ditfurth)

Sabit durum teorisini gerçek olduğu için değil, gerçek olmasını istediğim için savunuyordum. Ama
kanıtlar biriktikçe bu teorileri bir kenara bırakmak gerektiği ortaya çıkıyordu. (Prof. Dennis Scaima)

Akıl tıpkı bir buz dağı gibidir. Buzdağının su üstünde kalan bilinç dediğimiz kısım, Günlük karar verme
sürecinde ve akılcı düşünce yoluyla ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı kestirmemize yardım eder. Bunun yanı
sıra birde bilinçaltı vardır ki, Buzdağının su altında kalan bölümü gibi, zihnin daha büyük bir bölümünü oluşturur.
Bilinçaltı öğrenilmiş davranışların tekrar edilmesiyle oluşur. Zihnin bu bölümü sadık ama saf bir hizmetkardır. Ona
verdiğimiz her şeyi doğru kabul eder. Size mantıklı gelen her şey ona da mantıklı gelir. Ve gerçeğe dönüştürmek
için çalışmalara başlar.

Aklımızın yönettiği beş duyu organımızla dış dünyayı algılıyoruz. Sonra algıladıklarımızı kendi önyargılarımıza
göre bir mantık süzgecinden geçiriyoruz. Bize mantıklı gelmeyen şeyleri bilinçaltımıza yollarken, bize mantıksız
gelenleri dışarı atıyoruz. Bilincimiz bu nedenle bir filtredir. Önyargılarımıza ve inançlarımıza göre eleme yapar.
Bilinçaltımız bize mantıklı gelen hedeflerimizi ve ya korkularımızı sadakatle işlemeye başlar. Ve titreşimler
yaymaya başlar. Yaydığı bu titreşimler gün içinde bu düşüncelerimizi destekleyecek olayları ufak ya da büyük
işaretler halinde bize sunar ve bizi denemeye alır. Biz karşımıza çıkan olaya verdiğimiz tepki ölçüsünde “evet evet
aynen devam” ya da “demekki böyle düşünmüyor en iyisi her şeyi başa döndüreyim” der. Bu iki cümle yoruma
açıktır. İkiside hem iyi hem kötü olaylarda tezahür edebilir. Bilinçaltımız iyi veya kötü olayları ya devam ettirir ya
da durdurur. Dış dünya dediğiniz her şey kafanızda oynattığınız filmdir adeta.

Bilinçaltının en çarpıcı örneklerinden biri ses tellerimizdir. Biz hangi sesi hangi tonda çıkaracağımızı
belirliyoruz. Gerisini bilinçaltı belirliyor. Hangi ses telimizin hangi frekansta titreşerek bilincimizin arzu ettiği sesi
çıkaracağını bilir. Arabayı ilk kullanmaya başladığımız da çok dikkatlı bir şekilde kullanırız. Sonra bu alışkanlığa
döner. Artık arabayı bilinçaltı kullanır. Direksiyonu, vitesi ve gazı freni hangi anlarda kullanacağımızı bilinçaltımız
bilir. Ben bu satırları yazarken klavyeme bakmıyorum. Bilinçaltımda klavyenin bir resmi var ve parmaklarım
nereye gidiceğini biliyor. Eğer hayalimizin sonucuna odaklanırsak ve ilk başta bilinçli hayallerle ve çabayla
zihnimize bir şeyleri vermeye çalışırsak, parmaklarımızın klavyedeki harfleri bulduğu gibi işimize yarayan her şeyi
elde ederiz ve sonucu deneyimleriz. Bu örneklerin gösterdiği gibi bilinçli olarak karşı karşıya olduğumuz bilgi ve
olaylarla ve bu olayların beraberinde getirdiği duygularla bilinçaltımızda “anı” şeklinde saklanması ve sonuçta
bizim ileride aynı durumla karşılaştığınızda takındığımız hareket tarzı arasında bir bağ oluşur.

İşe yaramaz olduğunuzu düşündüğünüzde, aldatılacağınızı düşündüğünüzde, başarısız olduğunuzu


düşündüğünüzde bir kısır döngüye giriyorsunuz. Belki de bu varsayımlarınız gerçek dışı iken kehanet kendi
kendini yerine getiriyor. Birden kendimizi o olayı deneyimlerken buluyoruz. Bu olayı çevremde çok
gözlemliyorum. Beni en çok derinden etkileyenlerin en başında duygusal ilişkide olduğum bir kız arkadaşımın
karamsarlık ve kıskançlık duygularını frenleyemediği için başına bununla ilgili istemediği birçok şeyin gelmesi idi.
~ 25 ~
Onun bu düşüncelerini engelleyemediğimi üzülerek söylüyorum. Ama hayatım boyunca bildiklerimi en çok
anlattığım kişidir. İradenin değiştirilemediği gerçeğini istemeyerek yaşadığım olaylardan biridir.

Davranışlarımızı etkilemek istiyorsak bunu ancak bilinçaltı zihnimizle yapabiliriz. Kendimize olumlu düşünceler
seçmeli ve bunları sürekli tekrarlamalıyız. Aradaki sancılı dönemi atlatabilirseniz bu sizin lehinize olacaktır. Bir
mesaj ne kadar sık tekrarlanırsa o kadar derinlere iner. Birde bunu mutlu olacağınız şeylerle desteklediğinizde
işlerin değişmeye başladığını göreceksiniz.

“Önce fikir gelir, sonra iş gelir, ezelden beri, alemde yaratılışın hükmü böyledir.”
(Mevlana: Mesnevi, 2/219)

İyiliği, hastalığı, mutluluğu, sefaleti, zenginliği, fakirliği yapan; zihindir… (Edmund Spencer)

Bilinçaltımız, düşünme hayal etme gibi alışkanlıklarımızı yerine getirmek için koşulları ve deneyimleri
yaratır.
(Dr. Joseph Murphy)

Bilinçaltı zamanda ileri ve geri gidebilir. Onda zaman ve terslik düzlük kavramı yoktur. Bir metni ses kayıt
cihazına okuyup kaydedin. Sonra bunu tekrar çalın. Yaptığınız kaydı Bilinciniz anlayabilir öyle değil mi ? Ama aynı
bant kaydı tersten okunduğunda ? Anlamsız sesler çıkar. Eğer bu uzun bir metinse beynimiz bunu anlayamaz.
Örneğin biri bize gelip “Kadrap” dese bize bunun “Bardak” kelimesinin tersi olduğunu ilk anda anlamayız. Ama çok
uzun bir metin tersten okunduğunda çıkan seslerden hiç ama hiçbir şey anlamayız. Ama bilinçaltı için böyle bir
sorun yoktur. Her şeyi sanki düz okunuyormuş gibi anında algılar. Heavy Metal şarkılarının çoğu “Back-Masking”
denilen bu yöntemle hazırlanmıştır. Şarkılar tersten okunduğunda satanizm propagandası içeren cümleler
mevcuttur. Bu şekilde bilinç kırılabilir. Back-Masking bir subliminal (bilincaltı) yöntemidir.

Beynimiz yaşadığımız evrene farklı frekanslarda dalgalar yaymaktadır. Uynaık olduğumuzda 14-21 Hertz arası
“beta dalgaları” üretilir. Bilinç az aktif olduğunda 7-14 Hertz arası “alfa dalgaları” üretiriz. Bilinçaltımızla iletişim
kurar. Uyku halindeyken 4-7 Hertz arası “teta dalgaları” yayarız Fakat bilinçaltımız uyanık olduğumuzda alfa
dalgalarını nasıl yayabilir ve bilinçaltımızla iletişime geçeriz.

Bilinçaltına uyanık haldeyken ulaşma yollarından biri o konuyla ilgili derin düşünmekdir. Bu 20-30 dakika arası
zihnimizde o konuyu netleştirmeliyiz. Bu bir nevi pasif bir hipnozdur. Odaklanma çalışmasıdır. Odaklandığınızda
bilinçaltınızla bağlantı kurulur. Ve beklemediğiniz anda o konuyla ilgili biri fikir geldiğini görürsünüz. Bu tamamen
“ilham” dediğimiz olaydır. Gün içinde aklımıza bir anda gelip unuttuğum okadar çok fikir olur ki. Bazen bizi
hayallerimize ulaştırıcak fikir olduklarını bilmeyiz bile. Zaten birkaç dakika sonra unuturusunuz. Eğer bir not
defteri taşırsanız ve aklınıza gelen fikirleri yazarsanız kendinize hayret edeceksiniz.

Çekim yasası olayları bizim hayatımıza nesnel olarak çekerken aynı zamanda sezgilerinizi de kullanacaktır.
Çünkü hepimizin içinde yüzyılların bilgeliği yatar. Sonsuz yaratıcı fikirler dışarıda değil, sizin içinizdedir. Dış
dünyanıza aktaran sizin iç dünyanızdır. Bilinmelidir ki bir şeye odaklandığımızda kendimizi gün içinde rahat
hissetmeliyiz. Fikirler ve olaylar hiç beklemediğimiz anda gelişirler. Odaklan ve bırak…

“Tanrı doğruyu kullarına hiç beklemedikleri anda ya da uykuda ulaştırır” (Hz. Davut)

“Tanrı bir kez söyledi, iki kez söyledi ama insanlar fark edemediler. Bir gece insanlar yataklarında derin
uykuya dalıp düş görmeye başladıklarında onların kulaklarını açtı ve gerekli bilgiyi verdi”
( İncil: Eski Ahit 33:14-16 )

Mucitler, yazarlar sanatçıların, bilim adamlarının fikirlerini nasıl ürettiği konusunda yapılan araştırmalar
gösteriyor ki. Hepside fikirlerini en umulmadık zamanda alıyorlar. Yemek yerken, araba kullanırken, yataklarına
yattıklarına uykuya dalmadan önce ya da dinlenirken kafalarında çakan şimşekler sayesinde hedeflerine
ulaşıyorlar. Asıl mucizevi olan ise aklına fikirlerin sürekli gelebilmesi bir fırsatı kaçırdığı için üzülmeyen insanlar
her zaman mutlaka zafere ulaşıyorlar.
~ 26 ~
Sürekli tekrarlanan cümleler de odaklanmanıza yardımcı olacaktır. Bir cümleyi ne kadar çok tekrarlarsanız o
kadar derinliklere iner. Bu cümlelere ses ve duygu katarsanız bu daha etkili olacaktır. Beyin alışkanlık haline gelen
cümleleri de gerçek kabul edecektir. Ve gerçeğe dönüştürmek için çalışmalara başlayacaktır. Sürekli tekrarlanan
duaların gerçeğe dönüşmesi konusunu ileride anlatıyorum.

Dikkatinizi amacınız üzerine yoğunlaştırırsanız, çekim yasası her ayrıntıyı halleder. Başarıya ulaşmanız için
gerekli olan yardımı sağlayacak insanları bulur, fırsat ve ortamları hazırlar. Beklemediğiniz anda harika fikirler
sunar. Bir gazete sayfasında, beklemediğiniz anda gelen bir telefonda, tesadüfen açtığınız bir internet sayfasında,
okuduğumuz kitapta geçen bir cümlede, arkadaşlarımızın kulak misafiri olduğumuz bir konuşmasında,
gördüğünüz rüyada… Kısacası binlerce bildiğimiz ya da bilemediğimiz yolla evrensel güç ruhunuzla bütünleşecek
ve hayaliniz yönünde gerçekliğe dönüşecektir.

Dış dünyanın şartlarını boşverin. Dış dünyanın maddi ve sosyal şartları zaten bizim dünkü düşünce
ürünümüzdü. Siz hedefinize yoğunlaştığınızda nasıl olacağını bilmeseniz de, hayalinizin bir şekilde oluşacağına
inanıp “yapabilirim” deyin. Bunu yaptığınızda “Nasıl yapabilirim” çalışmaya başlar. Olaylar ve fikirler oluştukça
“Hah bir işaret daha” deriz. Ve en sonunda “işte başardık” deriz. Sezgilerine güven. Dış dünya diye bir şey yok. Dış
dünya senin kafanda oynayan yönetmeni olduğun filmden başka bir şey değil.

Niyet, “Bir şeyi önceden kurma zihninde tasarlama, ne yapacağına karar verme” anlamındadır. Niyet, odaklanma
ve çaba ile birleşince başarı kendiliğinden gelecektir. Aslında her şeyin başı niyettir. Hedef seçmektir bir bakıma…
Niyetleriniz bir araya geldiğin de hedeflerinizi, hedefleriniz bir araya geldiğinde vizyonunuzu oluşturur. Vizyon
bizim tüm hedeflerimizin gerçekleşmiş halidir. Yani “Mutlu olma formülümüz” dür. İslam dininde ibadetler niyetle
yapılır. İnsani ilişkilerde niyetin gücü çok ama çok önemlidir. Yaratıcı gücü çok büyüktür.

“Ameller niyetlere göredir.” (Hz. Muhammed (s.a.v) )

“Niyet arzuya yetişme sebebidir” (Hz. Muhammed (s.a.v) )

“Kendini iyi niyet ve güzel amaca alıştır ki, isteklerinde başarıya ulaşsın.” (Hz. Muhammed (s.a.v) )

Dr. Larry Dorsey’in niyetlerin gücü hakkında yaptığı araştırma uzayı, zamanı ve çevreyi etkilemenin baştan
çıkarıcı özelliğini sunmuştu. Dr. Dorsey’in, San Fransisco’da yaptığı şimdilerde herkes tarafından bilinen bir
araştırması vardır. Hastalar iki gruba ayrılmış ve denek oldukları kendilerine söylenmemişti. Gönüllülerden oluşan
bir grup kişi ilk hasta grubuna dua etmişti ve iyi niyetler yollamıştı. Diğer hasta grubuna ise dua edilmemişti. Dua
edilmeyen grup , dua edilen gruba göre beş kat daha fazla antibiyotiğe ihtiyaç duymuştu. Dua edilen grup hızla
iyileşme gösterdi. Aynı zamanda dua edilen gruba artık yapay havalandırma gerekmiyordu. Solunumları
düzelmişti. Moralleri yerine gelmişti. Dossey bu araştırmayı bitkilerde yaptığında, bitkilerin hızla geliştiğini ve
tohum sayılarının arttığını belirlemişti.

Bizim bir komşumuz vardı. Evinde rengarenk çiçekler vardı. Çokta güzel kokuyordu. Herkes bu bakımın sırrını
soruyordu. Çünkü çoğu kimse çiçeklerine onun kadar iyi bakamıyordu. En kaliteli toprağı da koysalar, en güneş
alan yere de koysalar gerçektende onun gibi olmuyordu. Sorduklarında ise “onlarla konuşuyorum, onları
seviyorum” diyordu. Çocuk aklımla çok gülerdim. Oysaki hayatımı değiştirecek bir sırmış. 

“İnsanın niyetleri derin bir kuyunun suları gibidir. Akıllı bir kişi onları açığa çıkarabilir.” ( Hz. Süleyman )

“Bedenlerimiz bahçelerimizdir, niyetlerimiz de bahçivanlarımız” (Willam Shakespeare)


~ 27 ~
Niyetle ilgili araştırmalar çok ilginç bir bulguyu da beraberinde getirdi. Niyetler dünyayı etkileme özelliğine göre
iki türlü çalışıyordu. Dolaylı ve dolaysız niyet vardı. Dolaylı niyet, bir olayla ilgili hayalimizin en iyi şekilde
sonuçlanacağını dilemektir. Örnek vermek gerekirse “100 bin ytl istiyorum” demek yerine, “Zenginlik ve bolluk
için en iyi maddi kazancı istiyorum” demek, dolaylı niyettir. “Falanca kişiyle ilişki yaşamak istiyorum” demek
yerine, “Beni mutlu edecek en uygun kişiyi hayatıma istiyorum” demekte dolaylı niyettir. Dolaysız niyet ise somut
sonuçlar içindir. Kimi istediğinizi, kaç para istediğinizi niyet etmek gibi. Fakat Dolaylı niyet, dolaysız niyetten çok
daha güçlüdür ve hızla gerçekleşir. Bunun nedeni egolarımızın denetimidir.

Niyetler dünyayı etkilediği gibi bumerang etkisi yaparlar. Zaten hayallerimizin gerçekleşme nedeni budur.
Evrene güzel hayaller ve niyet yolladığınız da gerçekleşmesini beklersiniz. Peki ya kötü niyet yolladığınızda 
Kesinlikle oda bizi bulur. Başkasının mutsuz olmasını isterseniz evrene “bende mutsuz olmak istiyorum” dersiniz.
Birini kıskanırsanız evrene “daha çok kıskandır” dersiniz. Küs olduklarınız sizin yeni insanlarla daha az
tanışmanızı sağlar. Başkası için istediğiniz zenginlikler sizin zenginliğinizin önünü açar. Hepimiz birbirimize
bağlıyız. Bencillik çekim yasasını istemediğimiz yönde çalıracak ve evren size cömert olmayacaktır.

Yaratıcı Japon bilim adamı Emotonun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin,
düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun
moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir. Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Beden bir sünger gibidir ve
hücre denilen, sıvı dolu trilyonlarca odacıktan oluşur. Yaşamımızın kalitesi sıvımızın kalitesi ile direk bağlantı
halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Fakat
değişen sadece fiziksel şekli değildir, moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler suyun
moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda
moleküler anlamda da yansıtır. Bay Emoto görsel anlamda bu moleküler değişimi belgelemekte. Su damlacıklarını
dondurup fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor. Yapılan çalışmalar
çevresel etkilerin suda yarattığı moleküler değişimi açıkça ortaya koymakta. Bay Emoto dünyanın değişik
kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklar
keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken,
sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ve su borularında, depolarda bekletilen
durgun su kesin olarak şekilsel bozukluk ve rastgele oluşmuş kristal şekiller oluşturuyor.

“İçinde su olan şişenin üzerine yazılmış yada sözel olarak söylenmiş sözler, edilen niyetler, suya çalınmış
olam müzik veya oynatılan bir film, suyun yapısal özelliğini değiştirir” (Masaru EMOTO)

Unutmayalım ki; insan bedeninin %85'i sudur. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya
kaydedilir ve o kalitede yaşarız. Şeklimizi, sağlığımızı ve hayatımızı biz oluştururuz. Su hücreler arası bilgi alış-
verişini sağlar. Bu şekilde var olabiliyoruz. Sizin gün içinde düşündüğünüz ve söylediğiniz her şey tüm
hücrelerinizi etkiler, çünkü bedeninizdeki su bunların enerjisini kopyalayıp hücrelere dağıtır. Dolayısı ile siz bir
bakıma düşündüğünüz ve konuştuğunuz şeyler olursunuz, bedeninizi de etkilersiniz. "Ben hep hasta olurum."
dediğinizde içinizde dolaşan su o kaliteye bürünüp bunu hücrelere iletir. "Beni hasta ediyorsun, seni öldüreceğim"
cümlesi yüklenilmiş olan suyun fotoğrafına bakınız. Düşündüklerinizin ve konuştuklarınızın kalitesinde yaşarsınız.
Tüm hayatınız ve sağlığınız hücrelerinizde var olan, atalarınızdan aktarılan ve kendi geçmişinizden gelen
bedeninizdeki sudaki bilgilerin kaydıdır.
~ 28 ~

Size ait olduğunu sandığınız eşyaların gerçeklerine aslında hiçbir zaman sahip olamayacağınızı hiç düşünmüş
müydünüz? Bu, lise biyoloji ve fizyoloji kitaplarında dahi okutulan, herkesin bildiği bilimsel bir gerçektir.

Her insan hayatı boyunca beyninin içinde yaşar ve hiçbir şekilde beyninin dışına çıkamaz. Gördüğümüz her
görüntüye, duyduğumuz her sese, dokunduğumuz her cisme, tattığımız her lezzete dair algılar, elektrik
sinyallerinin beynimizde oluşturduğu hislerdir. Biz ne tattığımız bir meyvenin, ne duyduğumuz bir sesin ne de
gördüğümüz bir görüntünün beynimizin dışındaki aslına asla ulaşamayız. Hayatımız boyunca, bu asılların
beynimizde oluşan algılarını seyrederiz. Örneğin; gören göz değildir. Göz sadece elektriksel algıları beyne iletir.
Bunun gibi tüm duyu organlarımız aslında beynimize elektiriksel sinyaller yollarlar. Beynimiz bunları yorumlar ve
bize çok gerçekçi algılar olarak hissettirilir. Dış dünyada renkler ve sesler yoktur. Her şey bizim kafamızın içinde
oluşur. Dış dünyada ne olduğu hiçbir zaman bilinmemektedir. Bilimsel olarakta bu kanıtlanmıştır.

Örneğin, uçakla bir ülkeden bir diğerine giden, okyanuslar geçen bir insan aslında beyninde oluşan görüntüler
arasında seyahat eder. Havalanının görüntüsü, gürültüsü, uçak saatlerinin anonsu, uçağın motorunun sesi, uçağın
havalanırken insanda oluşturduğu his, bulutlar, aşağıda kalan şehir görüntüsü, okyanus, uzaklık hissi, uçak
koltuğunun döşemesinin verdiği his... Bunların tamamı beyindeki küçücük algı merkezlerinde algılanır. Şu
bilimsel bir gerçektir ki, herkes kafatasının içinde beynine yerleştirilmiş küçücük bir odada yaşar aslında. Hiçbir
insan, ne yaparsa yapsın kafatasının içindeki bu odadan dışarı asla çıkamaz. Beyninde gördüklerinin asıllarına asla
ulaşamaz. Herkesin bildiği bir gerçek vardır: Görüntü, ses, koku, tat, dokunma duyusu beyinde hissedilen
duyulardır. Yani dış dünyamızı aslında iç dünyamızda yaşarız. Bütün hayatımız, beynimizin içindeki küçük bir
mekanda geçer. Dışarıyı, beynimizdeki televizyondan seyrederiz. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini
beynimizdeki algı merkezinde koklarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini yine beynimizde sertlik olarak
~ 29 ~
algılarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyalleri beynimizdeki hoparlörde sese dönüşür. Kilometre uzağa bakıp ta
gördüğünüz dağlar aslında o kadar uzakta değil, beyninizin içindedir. Öylesine mükemmel bir derinlik ve
gerçekçilik verilmiştir ki gerçekten ordalar zannederiz. Aynı şey karşısına oturduğunuz bilgisayar içinde geçerlidir.
Eğer gerçek kafamızda oynayan gerçekçi bir film ise, bunu isteğimize göre yönlendirmek yine bizim elimizdedir.

Evinin bir odasında oturup, televizyon izleyen ya da yemek yiyip, ailesiyle sohbet eden bir insan, kendisi
farkında olmasa da, aslında çok büyük bir mucize ile iç içedir. Bu büyük mucize, bir evin içinde oturan her kişinin
gördüğü dört duvardan ibaret olan görüntünün, aslında o kişinin beyninin içinde olduğu gerçeğidir. Peki o halde ev
mi sizin içinizdedir, yoksa siz mi evin içindesiniz? Belki Matrix filmini hatırladınız mı… ya 13. Kat filmini. Hepsi bu
bilimsel gerçekten esinlenilmiştir. Richard Bartlett “Matrixe hükmedin” Kitabının ismini koyarken hangi gerçeğe
göre koydu sizce ? 

Dünyanın en ünlü bilim dergilerinden biri olan New Scientist adlı dergi, 27 Nisan 2002 tarihindeki kapak
konusunda, okuyucularına önemli bir bilimsel gelişmeyi aktarmıştır. J. R. Minkel tarafından kaleme alınan makale
"Sahte Evren" başlığı altında ve "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" kapak yazısı ile yayınlanmıştır.
Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu
yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır. New Scientist, bilim
adamı-yazar J. R. Minkel'in bu önemli konu ile ilgili şu itirafına yer vermiştir:

“Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde
var olduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objeler de aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi
dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal.”

“Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. “ ( Ali İmran Suresi 185 )

“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir
övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun
bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı
kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. “
(Hadid Suresi 20)

"Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret,
(asıl) karar kılınan yurt odur." (Mümin Suresi 39)

Bahçede otururken şöyle bir etrafınıza bakın; ağaçlar, yerdeki çimenler, gökyüzündeki güneş, oturduğunuz
sandalye, kolunuzu yasladığınız masa, dokunduğunuz bardak... Bunların tümü aslında duyu organlarınız vasıtasıyla
tanıdığınız ve beyninizdeki elektrik sinyallerinin yorumlanmasıyla algıladığınız nesnelerdir.

Siz hayalinizde kurduğunuz herhangi bir şeye ulaşamayacağınızı düşünüyor olabilirsiniz. Televizyonda
gördüğünüz bir araba, hayranı olduğunuz bir aktör, gitmek istediğiniz bir ülke. Halbuki hepsi sizin zihninizde
oynattığınız bir filmdir. Zihninizde oynayan filmin yönetmeni sizsiniz. Hayalinizi kurduğunuz arabada, tanışmak
istediğiniz aktörde hepsi aslında uzakta değil hepsi kafanızın içindedir. Eğer filmin konusunu değiştirecek
yeteneğe sahipseniz. Aklınıza bile gelmeyen şaşırtıcı olayları deneyimlersiniz.
~ 30 ~
Peki biz bu filmin yönetmeni isek nasıl değiştirebiliriz. Size şöyle anlatayım. Balkona bir kamera koyun. Ve gün
boyunca kayıt etsin. Gün sonunda kaydı inceleyin. Göreceksiniz ki kamera sokaktan geçen tüm insanları, tüm
trafiği, tüm arabaları ve her şeyin rengine kadar kaydeder. Çünkü kameranın bir önyargısı yoktur. Her şeyi
görebilir. Ama balkona biz çıkarsak sadece bakmak istediklerimizi görürüz. Ya bir arabaya dikkat ederiz. Yada
sokaktan geçen birine… Aynı anda hepsine dikkat edemeyiz. Hayatımızda böyledir. Bakmak istediklerimizi
görürüz. Kendi önyargılarımızı yaşarız. Ama şöyle bir gerçek vardır. Beynimiz bize “MÜMKÜN OLACAĞINA
İNANDIĞIMIZ” şeyleri deneyimletmeye programlıdır. Bir şeyin mümkün olacağına inandığınızda ve güvenle
beklediğinizde zihninizdeki film haklı çıkaracaktır. Ve deneyimlersiniz. Dünyada size her istediğiniz vaat
edilmiştir. Ama neyi elde ederseniz edin her şey bir imtihandır. Ve bir gün hepsi bitecek. O zaman neden
buradayız. Neyi nasıl istemeliyiz. Buda sizlerin takdiri…

“Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının metası ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve
daha süreklidir. Yine de, düşünüp akıllanmayacak mısınız? “ (Kasas Suresi 60 )

“Şimdi, kendisine güzel bir vaad de bulunduğumuz, dolayısıyla hayaline kavuşan kişi, dünya hayatının
metası ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü hazır bulundurulan kişi gibi midir?”
( Kasas Suresi 61 )

Kitabımda bu konuyu özellikle araştırıp yazdım. Sanıyorum bu hakikat üzerine uzunca düşüneceksiniz. Daha
önce böyle bir yazıyla pek karşılaşmadığınıza eminim. Bu gerçeği herkesin bilmesi gerektiğini düşündüm.

Olumlu düşünme, bilinçaltı zihnimizin yönlendirebilme yeteneğini olumlu yönde kullanmak ve dolayısıyla
olumlu şeylerle karşılaşma potansiyelidir. Bilinçaltımız muhakeme yürütmediği için bilginin doğrumu, yanlış mı,
mantıksız mı, makul mu olduğunu anlamaz. Sadık bir köle gibi her söyleneni yapar. Ve bu bilgileri her seferinde
önümüze çıkarır. Bu yüzden kendimize olumlu düşünceler seçmeli ve bol bol olumlu sözler tekrarlamalıyız.

Günlük olumsuzluklar, günlük sıkıntıları yaratırlar. Aynı şekilde genel olumsuzluklar, genel sorunları yaratırlar.
Ne düşünüyorsanız “o” sunuz. Düşüncelerinizin kalitesi yaşamınızın kalitesini belirler. “Kısır döngü”yü “Üretken
Döngü” ye çevirin. Sevdiğinizi kaybetme korkusu yaşamak yerine, “Onu nasıl daha fazla kazanırım ?” deyin.
“Borcumu ödemeliyim” yerine “nasıl daha fazla kaynak yaratırım ?” deyin.

Gün içinde yaşayacağımız olumsuz her şeyin “mutlaka” hayırlı ve iyi bir tarafı vardır. O yönüne odaklanıp sadece
kendinizi iyi hissettirmeyeceksiniz. Olayı olumlu yönde hızla değiştireceksiniz. Hepsinden önemlisi çevrenizi de
olumlu yönde etkileyeceksiniz. Genel olarak kurduğunuz hayallerin yaratımını hızlandıracaksınız. Şimdi size
“Bardağın boş mu ? dolu mu ?” olduğunu anlatan bir hikaye anlatayım.

“Ayakkabı pazarlaması yapan bir genç, ayakkabı satması için bir adaya gönderilir. İlk gözleminden sonra
ayakkabı satıcısı umutsuzlukla telefonuna sarılır. Patronuna şöyle der.
- Ben dönüyorum. Çünkü burada kimse ayakkabı kullanmıyor.
Bundan iki ay sonra adaya daha deneyimli bir eleman gönderilir. Oda ilk gözleminden sonra heyecanla
telefona sarılır.
- Bana gönderebildiğiniz kadar ayakkabı gönderin. Çünkü bu adadaki hiç kimse ayakkabı giymeyi
bilmiyor.”

İki farklı insanın bakış açısı olayları bambaşka yapıyor değil mi? Öyleyse olumlu düşünme bir sanattır.
Olumlu olmak, açık ve dostça olmak demektir. Kimsenin kapıkulu olmak değildir. Dünyaya gerçekdışı pembe
gözlüklerle bakmakta değildir. Olumlu düşünmek, kendinizi ve başkalarını sevmek. Çevrenizdeki insanlarla
ilgilenmek demektir. Ayrıca ilgili insan çekicidir. Eğer bu söylediklerimin bencilce olduğunu düşünüyosanız başka
bir açıdan bakmanızda fayda var. Eğer siz kendinizi sevmezseniz başkalarını sevemezsiniz. Aslında hiçbir şey
zâtında ve gerçekte çirkin değildir. Onları faydalı veya zararlı kılan, güzel veya çirkin gösteren bakışımız ve
yaklaşımımızdır. Olumlu bakış, “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır” şeklinde
formüle edilmiştir. Sıkıntı, üzüntü gibi olumsuzlukların kaynağı yanlış niyet, yanlış bakış açısıdır. Bizi durduran,
gücümüzü kıran da bu bakıştır. “Yapamam, başaramam” tarzında negatif yaklaşımlar, peşinen başarısızlığa
~ 31 ~
şartlanmaktır. Bu durumda arzuladığımız şeyi gerçekten yapamayız. Olumlu bakış, sevgi, saygı, şefkat ve
merhamet gibi duyguların karışımından oluşan bir enerjidir.

“Kişinin korktuğu başına gelir. Eğer kişi doğru kişiyse dileğine erişir” ( Hz. Süleyman )

Çatışmalardan uzak durun... Çatışma, hayatımızın bir parçası olarak her an her şekilde karşımıza çıkabilir.
Çatışmanın kaçınılmaz olması, ondan uzak durulamayacağı anlamına gelmez. Tek yapmanız gereken şey; çatışmayı
olumlu bir eksen etrafında çözmek için çaba sarf etmek olmalı. Konu ne olursa olsun çatışmanın merkezine sürekli
olumlu düşünceler yerleştirmek için çaba gösterin. Genellikle pozitif düşünmenin en büyük engellerinden birisi
etrafımızdaki insanların bizim hakkımızda ne düşündüklerini çok fazla sorun yapmaktır. Diğer insanların bizim ne
düşündüğümüz ve ne yaptığımızla yakında ilgilendikleri fikri olumsuz düşüncelerin çok çabuk ortaya çıkmasına
yol açabilir. Geçmişi geçmişte bırakın... Kötü anılar, olumsuz duyguların ortaya çıkmasına yardımcı olma özelliğine
sahiptir. Geçmişte yaşadığımız kötü şeyleri hatırladıkça, hissettiğimiz olumsuz duyguları da hatırlar ve zihinsel
olarak o günlere geri döneriz. Önemli olan böyle bir durumda kötü şeyleri unutmak değil, onların hafızalarımızda
edindiği mevcut önemi azaltmaktır. Geçmişi geçmişte bırakıp yüzümüzü geleceğe dönmek pozitif düşünmek için
önemli bir başlangıçtır. "Karamsarlık, bir tür öğrenilmiş çaresizliktir. Bugüne kadar karşınıza çıkan kötü sonuçlarla
ömrü hayatınız boyunca sürekli karşılaşacağınıza dair kötü bir inanca kapılmışsınız. Çaresizliğin kaderiniz
olduğuna inanıyor olmalısınız ki, olumsuzluklardan başka bir şey düşünemez hale gelmişsiniz. Kendimizi mutlu,
heyecanlı, başarılı hissettiğimizde etrafa pozitif enerji yayarız. Oysa kendimizi üzgün, kızgın, yalnız, incinmiş
hissettiğimizde etrafımıza da negatif enerji yayarız. Gözlerimizdeki ışık söner. Bu ruh hali uzun sürerse
hayatımızda her şeyin ters gitmesinden yakınırız. Oysa hayatta karşılaştığımız her şeyin hem olumlu hem de
olumsuz pek çok nedeni ve sonucu vardır. Tek yapmanız gereken şey, olumsuzlukların yanı sıra olumluları da
düşünmek ve sonraki aşamada olumludan yana tavır göstererek karamsarlıktan kurtulup iyimserliğe doğru
kaymak. Bir kez olumsuzlukları hesaba katarak olumlu sonuçlara varmanın keyfine ulaştıktan sonra hayatınız
iyimserliğin güzellikleri ile dolup taşacaktır.

Daha çok düşünün, risk alın ve eylemde bulunun. İş yaşamında, mizahi yönünüzü asla kaybetmeyin. Her olayın
gülümseten kısmını da görün. İşyeriniz için yaptığınız fedakarlıkları değil, o işyerinin size kazandırdıklarını
düşünün. Hedefi görmek ve ona yönelmek çok daha kolay olacaktır. Yaptığınız işlerden gurur duyun, keyif alın.
İşinizi, sadece bir görev olarak görmeyin, sizin yaşamınızı devam ettirmeniz için gerekli olan şeyi yani çalışmayı,
en iyi şekilde yapıyor olmanın zevkine varın. Ve siz izin verin ki, yolunuz istediğiniz yere çıksın. Çok sayıda
olumsuz düşünceye sahip olmak ve ısrarla olumsuz düşünmek size gerçek olumsuzluklar yaşatabilir. Belli bir
zaman dilimi içinde ısrarla olumsuz düşünürseniz, o olumsuzluklar yaşamda karşınıza çıkarlar. Olumsuz
düşünmekten kaygılandıkça, bu konuda daha çok endişeyi üzerinize çeker, olumsuz düşüncelerinizi kat kat
arttırırsınız. Şu anda, bundan sonra sadece olumlu şeyler düşünmeye karar verin ve sahip olduğunuz olumlu
düşüncelerin son derece güçlü, her türlü olumsuz düşüncenin ise çok daha güçsüz olduğunu yaşadığınız evrene
yayın. Zihninize hakim olmanızın yollarından biri de onu huzura kavuşturmaktır.Meditasyon zihninize huzur verir,
düşüncelerinizi kontrol etmenize ve bedeninizi canlandırmanıza yardımcı olur. Burada iyi haber, saatlerce
meditasyon yapmanız gerekmediğidir. Başlangıçta buna günde üç ila on dakikanızı ayırmanız, düşünceleriniz
üzerinde kontrol kazanmanız konusunda şaşırtıcı derecede etkili olacaktır. Çekim yasasını istediğiniz yönde
çalıştırmanın en büyük noktalarından biride olumlu bakış açısıdır. İlk konuda bahsettiğim hikayelerde olumlu
bakış en güzel örneğini yansıtmıştı. Steve Jobs ölümün bile iyi tarafını bulmayı başarmıştı. Yaşadığınız en kötü
şeyde bile mutlaka iyi tarafı görün. “Göremiyorum” diyorsanız o sizin bakış açınızdır. Bir daha bakın ve bir daha…
Kendimizi savunmak için bu sanata aikido sanatından daha çok ihtiyacımız var. Hastalığın omuzlarına basıp
sıçrayın. Yetimliğin omuzlarına binip uçun. Terk edilmişliği, ihaneti ayaklarınızın altına dayanak
yapın. Başarısızlıklarınız dağ gibi birikmişse müjdeler size. Dağlara çıkmak isteyen siz değil misiniz? Bakın işte
hepsi ayaklarınızın altında.

“ Sizin kötü gördüğünüz bir şeyde umulur ki, sizin için büyük hayır vardır” ( Bakara Suresi 216 )

“ Görmek yalnız gözle olmaz, görüşler görenleri aldatabilir. Can gözü kör olunca gözle görüşün bir faydası
yoktur”
( Hz. Ali )

“Nice dağ gibi akıllar, derin vehim ve hayal denizinde gark olup gitmiştir” ( Mevlana, Mesnevi 5/521 )
~ 32 ~
“Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yolu kolaydır. Ordan gidenler pek çoktur. Oysa
yaşama

Bizler bilinmeyen bir alfabeyle yazılmış bir kainata doğarız. Anlamını bilmediğimiz mesajları kavrayamayız
önce. Bebek tabancadan korkmayı, lüks otomobilleri sevmeyi bilmez. Evrenin bize anlattığını değil, bizim
evrenden anladığımızı dikkate alıyoruz. Herkes evrensel dili kendi tercümesine göre yorumlar. Aslında evren
bize çok büyük, çok yüce mesajlar verir. Kainatta olumsuz mesaj yoktur. Biz bazılarını olumsuz algılıyoruz.
Kainatın gerçek mesajını algılayanlar keşiflere, başarılara imza atanlardır . Edison elektriği ararken yaptığı yüzlerce
deneyin her biri bittiğinde "Bugün elektrik üretemeyen yeni bir yol keşfettik" dermiş. Başarıyla bitmeyen her
deney bizi başarıya bir adım daha yaklaştırır. Çünkü hedefe ulaştırmayan deneyler nasıl
başarılamayacağını göstererek hatalı alternatifleri azaltırlar. İhtiyacımız olan yaklaşım budur.

Bizim bilinç dediğimiz kısım zihnimizin yaklaşık %10 unu oluşturmaktadır. 5 duyu organımızla çevremizden
aldığımız uyarılarla yaşarız. Gün içinde zihnimizde tahmin ettiğimizden daha mükemmel şeyler olmaktadır.
Bilinçaltımız, bilincimizden saniyede tam 2 milyar kat daha fazla bilgi işler. Bilinciniz siz bir olasılık düşünürken,
bilinçaltınız o olayla ilgili tüm olasılıkları hesaplar. Tüm olasılıkların bilgisi o an bilinçaltınızdadır. Çılgın olduğumu
düşünebilirsiniz ama şu anda beymizin içinde yüzyılların bilgeliği var. Fakat biz bilginin orda olduğunun dan
habersiziz. Bilgiyi birleştirmeyi bilmiyoruz. Çekim Yasası’nın biyolojik boyutunu incelediğimizde düşüncelerimizin
ve alışkanlıklarımızın nasıl oluştuğunu sinir ağları ile açıklarız.

Bilinç, evrenin varoluşunun gerçeğini onun sayesinde anladığımız bir olgudur. Bilinci dikkate almayan
yasalarla yönetilen bir evrenin asla bir evren sayılamayacağı ileri sürülebilir. Hatta sadece bilinç olgusu
“varsayımsal” bir evreni gerçek varlığına kavuşturabilir! Aslına bakarsanız evrimsel süreçte; bilinç en son
oluştu. Belki nereye ve neden gittiğini anlamadığımız (belki yalnızca bazen hissettiğimiz) bir sürecin
tamamlanma yolunda birinci tekil şahıslar olarak bilinci geliştirme görevini üstlenmişizdir. Belki sevgi ile
başlayan yolumuz bilmeye doğru gitmektedir. Bilinç ile ilgili çok az şey bilmemiz de, onun esrarını
vurgulayan tuhaf bir paradoks olabilir. Örneğin, bilincin beynimizin neresinde yer aldığını kimse
bilmiyor. Eğer bilince ruh olarak bakıyorsak, beynimizde yer aldığını bulamamamız çok doğaldır.

Biz bilinçli kararlar verdiğimizde, 5 duyu organımla uyarılar hissettiğimizde, düşündüğümüzde beynimizin sinir
hücreleri arasında bağlar oluşur. Bir düşünceye körü körüne bağlandığınızda, o korteks deki sinir hücrelerinin
ağını genişletir ve hayatımızdaki sebep sonuç ilişkilerine daha fazla sokarız. Fakat artık o düşüncelere
odaklanmadığınızda sinir hücreleri oradaki ağları yavaşça yok ederler. Bu duygu ve düşünce bağımlılığında da,
sigara bağımlılığında da aynıdır. Duygularınızı kontrol edemiyorsanız ona bağımlısınız demektir.

Çevremizde karamsarlığa bağımlı insanlar görmüşünüzdür. Bunlar stres ve karamsarlığı o kadar


benimsemişlerdir ki. Mutsuz oldukları işyerlerinden bile istifa edemezler. Mutsuz oldukları sevgililerinden bile
ayrılamazlar. Çünkü bir işe yaramayacaklarını bilirler. Daha iyisini yaşayacaklarını idrak edebilseler bile
melankoli, acı, stres onlara çekici gelmektedir. Sigaranın zararını bilip zevkle içmek gibi. Bu tür insanlar “Zavallı
Ben” rolüne bürünerek yaşadıkları acıları dış dünyaya bağlarlar. Karşısındaki insana kurban rolü oynayarak,
onların yanında olmasını isterler. Tek yaptıkları kısır döngüdür. Yarınlarını bu şekilde hazırlarlar. Bu insanlar
birine defalarca “Seni seviyorum” deseler bile bağımlı oldukları duyguların tatmini beklentisi yüzünden bu sözlere
kendileri bile inanırlar. Karşısındakini ikna edebilmek için durmadan sevgi sözcükleri kullanabilirler. Bencil
yapıları yüzünden ilk çekip gidende kendileri olabilirler.

Nice özlemlerin, ayrılık acılarının, ölüm acılarının zamanla geçtiği gözlemlenmiştir. Bu artık o kişilerin
hayatımızda olmayışı ile o bölümdeki sinir hücrelerinin kendi kendini yok edip yeni düşüncelerimiz için hücreler
oluşturmasından başka bir şey değildir. Bu tür acılar hayatımızda olasıdır. Fakat hep daha güzel günlerin
yaşanacağına dair geliştirilen inançlar yeni hücreler, yeni sinir ağları oluşturur. Bu sinir ağları belirli DNA
şifrelerinde peptitler üretirler. Bu peptitler vücudumızdaki tüm hücrelere kan yoluyla ulaşır. Ve hücrelemizin DNA
zincirine eklenirler. Ve tüm hücrelerimizde duygularımızın ve düşüncelerimizin şifreleri bulunur. Yani kurduğunuz
hayallerle yıkanırsınız. Hiç geçmişte kör kütük aşık olduğunuzu ve alıştığınızı düşündüğüz sevgilinizi düşünüp
~ 33 ~
“Amaan nasıl okadar üzüldüm anlamıyorum” dediğiniz oldumu.? Özlemleri, alışkanlıkları ve bağlılıkları yaratan
karşıdaki kişi değil sizin beyninizdeki sinir ağlarınızdır. Bunu yok etmenin yolu “Bunu yok edeceğim” şeklinde
değildir. Yepyeni bir şeye odaklanmaktır. Unutmayın her zaman daha iyisi yaşanabilir. Ve Daha iyisi vardır.

Bu düşünce yapısı ilk başta çok zordur. Sigara içenleri örnek vermek gerekirse 25 yıldır sigara içen birini
düşünün (örneğin benim annem  ) Sigarasız geçecek 1 ayı göze alamazlar. Halbuki göze alsalar bir daha sigarayı
aramayacaklar bile. Duygularda böyledir. Bu yüzden çekim yasası herkesin aktif kullanabileceği bir güç değildir.
Alışkanlıklarımızı değiştirmeden hayatımızı değiştirmek pek akılcı durmuyor değil mi ? Bana “Hayatımı nasıl
değiştirim” diye sorduklarında onlara şöyle cevap veriyorum. “Size ömrünüz boyunca mutlu ve hayallerinizi
gerçekleştireceğiniz bir yaşam formülünü verebilirim” diyorum. “Ama ilk senesi sıkıntılarla ve eski
alışkanlıklarınla mücadele şeklinde geçecek…” Hemen karamsar olduklarını görüyorum. Çünkü onlar bir hafta
sonraki sınavı kazanmanın veya gittikleri dersanede ki en güzel kızı ayarlayabilmenin formülünü bekliyorlardı.
“Çekim yasası haa !!! dur hayalini kurayım düşüneyim düşüneyim” “Ama neden olmuyor, Hani isteyince oluyordu”
 Hadi ama biraz irade… Kim olduğunuzu anladığınızda, daha iyisini çekecek gücü kendinizde bulduğunuzda,
kendinize inanamayacaksınız.

Kendinize eleştirel gözle baktığınız zamanlar, odak noktanızı hemen


içsel varlığınıza çevirin, böylece ne kadar kusursuz olduğunuzu
görebilirsiniz. Bunu yaptığınızda, yaşantınızda karşınıza çıkan tüm
kusurlar ortadan kaybolacak, çünkü, kusurlar varoluşun ışığı
altında yaşayamazlar. Kusursuz görme yeteneğini geri kazanmak,
hastalıkları yok etmek ve yeniden sağlığa kavuşmak, yoksulluğu
zenginliğe dönüştürmek, yaşlanmayı ve çirkinleşmeyi engellemek de
isteseniz, her türlü olumsuzluğun kökünü kazımayı da isteseniz; içsel
varlığınıza odaklanıp onu sevdiğinizde mükemmellik kendini
gösterecektir.

Bunu Biraz Düşünün…

You might also like