You are on page 1of 5

BALKANLARDA UNUTULAN TÜRK SOYKIRIMI

Balkanlarda Balkan SavaĢında iĢgal edilen bölgelerdeki Müslümanların


savaĢtan önceki ve sonraki nüfusları ele alındığında, 96 yıldır
görmezden gelinen büyük bir insanlık suçu ortaya çıkar. Osmanlı'nın
1906 yılı nüfus istatistiklerine göre Makedonya'da 1 milyon Türk, 750 bin
de Arnavut olmak üzere toplam 1 milyon 750 bin Müslüman (Selanik'te
485 bin, Kosova'da 752 bin, Manastır'da 460 bin). Ulahlar ve Sırplar da
dahil olmak üzere 627 bin Rum, 575 bin Bulgar, 200 bin civarında da
Yahudi, Ermeni, Katolik ve Protestan bulunuyordu.

Avrupalı kaynaklar da Müslümanları 1 milyon 200 bin ila 1 milyon 500


bin arasında gösteriyordu. Ama Avrupalılar, Hıristiyanların toplam
nüfusunu biraz daha fazla göstermeye gayret ediyorlardı.

Balkan SavaĢları'ndan önceki nüfus hareketlerini de hesaba katan


McCarthy, yeni göçlerle 1911'de Makedonya'yı oluĢturan üç vilayette
(Kosova, Manastır ve Selanik) Müslümanların iki milyona ulaĢtığını
söylüyor. Osmanlı Rumeli'sindeki diğer Müslümanların sayısının da
(Edirne vilayetinde 760 bin, Yanya vilayetinde 245 bin, ĠĢkodra vilayetinde 218 bin olmak üzere) 1 milyon 223
bin olduğunu hesap ediyor. Buna göre Balkan SavaĢlarından önce Osmanlı Avrupa'sı denen Rumeli
topraklarında (Arnavutluk ve Bosna Hersek hariç) toplam 3 milyon 242 bin Müslüman (Türk, Arnavut,
BoĢnak, Pomak, Çerkez) yaĢıyordu. Bulgarların sayısı 1 milyon 220 bin (Makedon ve Sırplar, Bulgar nüfusu
içinde sayılıyor), Rumların ise 1 milyon 558 bin idi. Müslümanlar tek tek her vilayette ve bölgenin tamamında
mutlak çoğunluğu ellerinde tutuyorlardı.

SavaĢla birlikte Edirne vilayeti dahil Osmanlı toprakları tamamen iĢgal edildi. Daha sonra Osmanlılar
Edirne'yi kurtardı ve buradaki Bulgarlarla, Bulgaristan'da kalan Türklerin bir kısmı mübadele edildi. 1911 yılı
istatistiklerine göre hesaplandığında Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan tarafından iĢgal edilen bölgelerde
bulunması gereken Müslüman nüfus 2 milyon 315 bindi.

SavaĢın baĢladığı 1912 yılından itibaren Osmanlı topraklarına (Anadolu ve Trakya'ya) sağ salim ulaĢabilmiĢ
sürgün sayısı 413 bin 922 kiĢiydi. Türk-Yunan mübadelesi gereğince, 1921-1926 yılları arasında gelen
göçmen sayısı da 398 bin 849 idi. Bu da Balkanlar'dan Türkiye'ye 1912'den 1926'ya kadar toplam 812 bin
kiĢinin ulaĢtığını gösteriyordu. Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan'da 1920'li yıllarda yapılan sayımlar ise
buralarda kalan Müslüman sayısını 870 bin olarak veriyordu. Bunlar, Türkiye'ye sığınanlarla birlikte 1 milyon
682 bine ancak ulaĢıyordu. Bu savaĢtan önceki miktardan (2milyon 315 bin) düĢüldüğünde 632 bin kiĢinin
kayıp olduğu ortaya çıkıyordu. Kayıpların tümünün katledildiği, açlık ve hastalıklara kurban gittiği kesindi.
SavaĢlarda ölen, esirken öldürülen on binlerce asker ile devlet görevlisi olduğu için Balkan nüfusundan
sayılmayan binlerce kiĢi bu sayılara dahil değildi.

Sonuçta Balkanlar'daki Müslüman nüfusunun yüzde 35'i sürülmüĢ, yüzde 27'si kıyıma uğramıĢtı. Kalanlar
artık azınlıktaydı. ''Irklar SavaĢı'' meyvesini vermiĢ, yüz yıla yayılan etnik temizlik hareketi sonucunda Türkler,
Balkanlar'ın hayatından tart edilmiĢti.

TÜRKĠYE'YE VE TÜRKLERE DE BUNU KABULLENMEK DÜġMÜġTÜ. Hayır, kabullenmek de yetmemiĢti.


UNUTMAK gerekmiĢti. Trakya'dan Anadolu'nun en ücra köĢelerine kadar yayılan göçmen köylerinin, kasaba
ve Ģehirlerinin; o Ģehirlerdeki göçmen mahallelerinin, konusu sürgün ölüm olan pis bir oyunun hazin dekorları
olduğu hatırlanmak dahi istenmemiĢti.

Balkanlar'ı gezenler, Balkanlar üzerine yazanlar, SÖZÜM ONA ANADOLU'DAKĠ SOYKIRIMLARIN


ÇETELESĠNĠ TUTANLAR, bir kez olsun, bir zamanlar Balkanlar'ın çoğunluk nüfusunu oluĢturan Türklere ne
olduğunu sormadılar.

Vicdanlı bir kalem, temiz bir kalp, kirlenmemiĢ bir beyin; LEON TROÇKĠ bundan 96 yıl önce, ''kültürden
nasibini almıĢ her insanın, hissetme ve düĢünme aczi yaĢamayan herkesin tüylerini ürpertecek,
midesini bulandıracak suçları'' bir bir sıraladı ve haykırdı: ''Nerdeler Ģimdi? O binlerce yaralı Türk
nerede? Onlara ne oldu? Onları ne yaptınız? Bize bu soruların cevabını verin!''
Bu soruya kimse cevap vermedi. Ne yazık, o gün bugündür bir daha kimse sormadı.

Balkan SavaĢlarında Batıda Sırpların, kuzeyde Bulgarların, güneyde Yunanlıların geniĢleyerek kendi
sınırlarına kattığı Makedonya ve ötede Trakya bir cehenneme dönmüĢtü. Ġngiliz konsolosluk raporlarından
birinde, ‘’Hiç abartmaya düĢmeden denilebilir ki, Kavala ve Drama yörelerinde Bulgar komitacılarının
ve yerel Hıristiyan halkın elinden çile çekmemiĢ tek bir Türk köyü bile yok gibidir. Çoğunda
düzinelerle erkek kıyımdan geçirilmiĢtir, ırza geçmeler ve talan etmeler olmuĢtur’’ diye yazılmıĢtı.
Bulgarlar, Rainovo, Kilkis ve Plantza’da Türkleri toplu halde yakma yoluyla infaz etmiĢlerdi.

Rodop mıntıkasında Pomak köyleri ‘’insanları ve hayvanlarıyla birlikte’’ top ateĢine tutularak yok edilmiĢti.
Dimotike’de ‘’silahsız Türkleri nehre atıp yaban ördeklerine ateĢ eder’’ gibi avlamıĢlardı. MustafapaĢa’da
hayat bir ‘’Ģeytan oyununa’’ dönüĢmüĢtü. Makedonya Lejyonu denen katiller çetesinin geçtiği her yerde,
örneğin Tırnova’da, Kırcali’de, kadını ve erkeğiyle Müslümanlar ‘’boğazları kesilmiĢ’’ olarak yatıyorlardı.
‘’Türk çocuklarının cesetleri de … o kurtarıcı lejyonun muzaffer yolu’’nu iĢaretliyordu.

Troçki, Bulgar ordularına esir düĢen ya da savaĢ meydanlarında yaralı ele geçirilen Türk askerlerinin de
katledildiğini duyurmuĢtu. Sadece Bulgar askerlerince değil, görevi yaralılara yardım etmek olan
sıhhiyecilerin de bu suça katıldığını belirterek, ‘’Kastettiğim… Bulgar komutanlarının emriyle, savaĢ
meydanlarındaki yaralı Türklerin süngülenerek veya hançerlenerek soğukkanlı bir Ģekilde
öldürülmesinden baĢka bir Ģey değil. Birçok yaralı Bulgar askeri, bana üzerlerine kalkan süngüleri
dehĢet içinde seyreden o silahsız adamların nasıl katledildiğini, gözlerini benden kaçırarak anlattı’’
diye yazmıĢtı.

Yunanlılar ise örneğin, ‘’PraviĢta kazasında Türkleri toplayıp Kasrub Çayı’nın yatağına götürdüler,
hepsini öldürdüler ve cenazeleri, orada becerdikleri iĢin tanığı olarak bıraktılar’’. Doyran, Gevgili
ilçelerinin tüm kapsamında hemen hemen bütün ileri gelen Müslümanları öldürdüler. Yanya’da,
Arnavutluk’un güneyinde Yunanlıların giriĢtiği kıyım ve yağma olayları, köylerin yakılması konsoloslarca
rapor edilmiĢti. Gene de Yunanlılar hakkındaki suç dosyasının, diğerleri kadar kabarık olmamasının bir
nedeni, savaĢı izleyen gözlemci ve gazetecilerin çoğunun ‘’Hellen aĢığı’’ olmasıydı. Diğer bir nedense, iĢgal
altındaki Arnavut topraklarının gazetecilerce tercih edilmemesiydi.

Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün adlı yapıtında, Bulgar ve Yunan iĢgali altındaki bölgelerde yaĢanan
olayları tek tek anlatıyor. Trakya’dan geçen demiryolu boyunca tüm köy, kasaba ve kentlerin tamamen talan
edilip yakıldığını, kaçamayan Türklerin öldürüldüğünü anlatıyor. Dedeağaç, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne;
Çatalca’ya kadar bütün Trakya bu öldürme ve talandan paylarını almıĢtı. Ama Gümülcine, Kavala’da,
Serez’de, Ustrumca’da öldürülenlerin sayısı hesapsızdı. Örneğin Kavala’da yerliler hariç, buraya sığınmıĢ
yedi bin muhacir katledilmiĢti. Serez’de öldürülenler beĢ bin kadardı.

Manastır en talihsiziydi. Ġngiliz Konsolos Greig durumu rapor etmiĢti: ‘’Yalnız Müslümanların yaĢadığı
köylerin yaklaĢık %80’i ve karıĢık nüfuslu köylerin Müslüman kesimleri, Manastır kazalarından
Kirçevo, Florina, Serfiçe, Kialar, Kozan, Elassona, Grevena, Neseliç ve Kastoria’da her yer talan
edilmiĢ veya bütünüyle yakılıp yıkılmıĢtır.’’

Bütün bu bölgelerde savaĢtan önce Müslümanlar çoğunluktaydı. SavaĢla birlikte bu nüfusun kimi yerde
tamamı, kimi yerde de çoğu yok olmuĢtu; bir kısmı göç etmiĢti, bir kısmı da katliama uğramıĢtı. Bütün bu
suçlar, Birinci Balkan SavaĢı (Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne karĢı)
bitip de Ġkinci Balkan SavaĢı (Makedonya’nın bölüĢülememesi yüzünden bu ülkelerin birbirine karĢı giriĢtiği
savaĢ) baĢlayınca ortaya çıktı. Yunanlılar Bulgarların, Bulgarlar Yunanlıların suçlarını sayıp dökmeye
baĢladılar. Bazı Avrupa ülkelerinin gazeteleri Yunan taraftarı olarak Bulgar zulümlerini anlatırken Bulgar
yanlısı Rus gazeteleri Yunan dehĢetini tefrika ettiler. Dünya ‘’zavallı Türklerin’’ baĢına gelenlerin bir kısmını
bu sayede öğrendi.

Örneğin Bulgar yanlıları bildirdiler ki, Türkler Selanik’i Yunanlılara değil de Bulgarlara teslim etseydi, o feci
olayları yaĢamazlardı. Yunanlılar Selanik’i bir protokol ile savaĢsız ele geçirmiĢti. Protokolde Selanik’teki
Türklerin ve savaĢ boyunca buraya doluĢmuĢ on binlerce sığıntının hayatları garanti edilmiĢ, talan ve
yağmaya göz yumulmayacağı taahhüt edilmiĢti. Tam tersi oldu. Türklerin ve bu arada Yahudilerin ne canı ne
de malı korundu. Koca Ģehir teröre teslim edildi. ‘’Büyük karıĢıklık ve katliam baĢladı. Epey Müslüman ve
Musevi hayatlarını kaybettiler.’’ Bir Alman gazeteci, SELANĠK’ĠN FETHĠNĠ Ģöyle duyurdu: ‘’SELANĠK’TEKĠ
AYASOFYA CAMĠĠ ÜZERĠNDE HAÇ YÜKSELĠYOR YENĠDEN. YENĠ FATĠHLER HAÇI DĠKTĠLER; AMA
HANĠ NEREDE HIRĠSTĠYANLIK VE ĠNSANLIK BELĠRTĠLERĠ? TALAN, KATLĠAM, IRZA GEÇME,
KORKUNÇ ORANLARA YÜKSELDĠ. ÇETELER CĠVAR KÖYLERDEKĠ MÜSLÜMANLARA
YAPMADIKLARINI KOYMADILAR. ÇOK SAYIDA GÖÇMEN AÇLIKTAN YA DA SÜNGÜYLE ÖLDÜ.
YUNANLILARIN BESLEMEYĠ TAAHHÜT ETTĠKLERĠ SĠLAHTAN TECRĠT EDĠLMĠġ OSMANLI
ASKERLERĠNDEN ÇOĞU KEZA AÇLIKTAN ÖLDÜ.’’ Belirtmek gerekir ki, teslim olan Osmanlı askerlerinin
sayısı yaklaĢık 25 bindi. Times muhabiri de ‘’Yunanistan’ın zaferini ne yazık ki fazla takdir edemiyoruz’’
diyerek olanları özetlemiĢti. Bütün bu cinayetler iĢlenirken Ġngiliz ve Fransız donanması Selanik Körfezi’nde
demirliydi ve olanı biteni izlemekle yetinmiĢlerdi.
MORA’DA TÜRK SOYKIRIMI VE YUNANĠSTAN’IN DOĞUMU
1800’lü yılların baĢında, bugünkü Yunanistan’ın güney ucunda, Mora Yarımadası’nda kin ve düĢmanlığın
çığlığı yükselene kadar:’’Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!’’ Balkanlar’ın Türklerden
temizlenmesine dönük ilk hareket Yunan baĢpiskoposunun tarihe armağan ettiği bu sloganla baĢladı.
Mora’da baĢlayan 1821 isyanı, buradaki Türklerin toptan katline dönüĢtü ve tüm Balkan ülkelerine model
oldu. BU ĠSYAN HALA BATI DERS KĠTAPLARI VE KAYNAKLARINDA SADECE YUNANLILARIN TÜRK
YÖNETĠMĠNE KARġI KAHRAMANCA ĠSYANI VE BAĞIMSIZLIK HAREKETĠ OLARAK GÖSTERĠLĠR.

Model Ģuydu:’’Bağımsız bir Yunanistan yaratma amacına uzanan yolda Türkler, bir engel olarak
görülmekte idiler.’’ Buradaki Türk varlığı, Osmanlı müdahalesi için bahane oluĢturabilir ve Türkler doğal
olarak Osmanlı’ya bağlılık duyarlar diye varsayıyorlardı. ‘’Çare, kökten kazıyıp yok etme idi.’’ Nitekim
Mora’daki (o zamanki Yunanistan sadece Mora Yarımadası’nı kapsıyordu) ayaklanma, doğrudan sivil
Türkleri hedef aldı. O sırada Mora’da 30 bine yakın Türk yaĢıyordu. Ġki ay içinde çoğu kıyımdan geçirildi.
Yunan ayaklanmasını anlattığı 1861 tarihli kitabında George Finlay, Ģunları yazdı:’’Adamlar, kadınlar ve
çocuklar hiç acımadan ve sonra da piĢmanlık duyulmadan öldürüldüler. YaĢlılar hala taĢ yığınlarını parmakla
gösterip, gezginlere, ‘iĢte Ģurada Ali Ağa’nın kulesi vardı; burada hem onu, hem eĢlerini ve
hizmetkârlarını öldürdük’ diye anlatırlar. Ve bunu anlatan yaĢlı adam, yolu üzerinde bir öç alıcı meleğin
bekliyor olabileceğini aklına bile getirmeden, bir zamanlar Ali Ağa’nın olan tarlaları sürmek için yürür gider.
ĠĢlenen suç bir ulusun suçu idi…’’ Finlay’i bu denli dehĢete düĢüren Ģey, savaĢ ya da isyanlarda görülecek
türden öldürmeler değildi. Yunan çeteci ve köylülerin, düpedüz karĢılaĢtıkları her Türk’ü çocuk, kadın, yaĢlı,
hasta demeden doğramalarıydı. Kasabalar basılıyor, Türkler toplanıp ‘’bir dere yatağına’’ ya da uygun bir
yere götürülüyor ve orada katlediliyorlardı. Alison Phillips 1897’de yayımlanan kitabında katliamın boyutlarını
Ģöyle anlattı:’’Her yerde daha önceden kararlaĢtırılmıĢ bir iĢareti almıĢ gibi, köylüler ayaklanmakta ve
yakalayabildikleri bütün Türkleri, erkeğiyle, kadınıyla, çocuklarıyla kıyımdan geçirmek idi. ‘Hiçbir Türk
kalmayacak! Ne Mora’da, ne dünyada’; ağızdan ağza dolaĢarak bir kökten kazıma savaĢının
baĢlangıcını ilan eden Ģarkı böyle diyordu…

Ayaklanmanın patlak vermesinden sonraki üç hafta içinde, kentlere kaçabilenler dıĢında, bir tek Müslüman
bırakılmamıĢtı. Amerikalı tarihçi Justin McCarthy, ÖLÜM VE SÜRGÜN adlı kitabında, öldürülen Türklerin 25
bin kiĢi olduğunu yazdı.

Burada ölenlerin sayısından daha önemli olan, bunun bir arındırma politikası olması ve Balkanlar’ın tarihine
damgasını vurmasıydı.

Olayların Osmanlı baĢkentindeki yankıları yakıcıydı. Katliamlar karĢısında halkın kapıldığı infial ve öfke o
denli büyüktü ki, Ġstanbul’daki Rumlara karĢı her an misilleme hareketleri baĢlayabilirdi. PadiĢah Mahmud da
öfkesini dizginleyemeyenlerdendi. Kayseri, Edirne, Tarabya, Edremit piskoposları ile Ġstanbul’daki patrik
Gregorius’un idam fermanını verdi. Ortodoksların davranıĢlarından patrik sorumlu tutulmuĢtu. Patrik,
Fener’deki patrikhanenin ‘’Orta Kapı’’sında asıldı ve yaftası göğsünde üç gün teĢhir edildi. (O kapı o gün
bugündür kapalı tutuluyor.)

Öte yandan, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali PaĢa’nın oğlu Ġbrahim PaĢa komutasındaki ordu, Mora’ya çıktı.
Ġsyan kısa zamanda ve Ģiddetle bastırıldı. Ama iĢte tam da bu anda, Batılı devletler müdahale çarkını iĢletti.
Ġsyana sevk ettikleri, destekleyip yönlendirdikleri Yunanistan’ın daha doğmadan ölmesine izin veremezlerdi.
Ordularını Mora’dan çekmesi için Osmanlı’ya yönelen baskı ve tehditler iĢe yaramayınca, dünya askerlik
tarihinin en utanç duyulacak saldırısını gerçekleĢtirdiler. Ġngiliz, Fransız ve Rus gemileri, Navarin’de demirli
bulunan Osmanlı-Mısır donanmasını, savaĢ ilanına gerek duymadan topa tuttu; savaĢ hali olmadığı ve
herhangi bir saldırı beklemediği için müttefik gemilerinin geliĢini seyretmekle yetinen 57 Osmanlı gemisi
batırıldı. Sekiz bin denizci oracıkta öldürüldü. Fransa, denizcilik tarihine ‘’Ģanlı bir zafer’’ yazdıklarını açıkladı.
Ġngilizler temkinliydi; bir yanlıĢlık olmuĢ gibi davrandılar. Osmanlı’nın Mora’dan çekilmesi için bu da yeterli
olmadı. Bu kez Ġbrahim PaĢa üzerindeki baskılar artırıldı. Sonunda Ġbrahim PaĢa ikna edildi ve isyanı
bastıran ordu Mora’dan çekildi. Osmanlı hala Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etmiyordu. Artık tek yol
kalmıĢtı: SavaĢ. Rusya’nın saldırısı(1828) bu koĢullar altında baĢladı ve Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlandı.
Edirne AntlaĢması’nın imzalanması Yunanistan’a bağımsızlık, Sırbistan’a da özerklik getirdi. Osmanlı’dan
koparılan bu ilk ülkenin kralı da Almanya’dan geldi; BAVYERA PRENSĠ OTTO, beyaz bir atın üzerinde
muzaffer bir komutan gibi Atina’ya girdi. AntlaĢmada adına ‘’bağdaĢmazlık ilkesi’’ denen yeni bir anlayıĢ da
yüzünü gösterdi: Buna göre, ‘çatıĢmaları önlemek için ‘’Mora’daki Türklerin çıkarılması öngörüldü.
ÖzerkleĢtirilen Sırbistan’daki Türklerin de, Belgrad ve bir iki kale hariç ülkeden sürüldüler. BALKANLAR’I
KANA BOĞACAK, ĠLERĠDE MÜDAHALEYE GEREKÇE OLUġTURACAK OLAN DA ĠġTE BU BATILI
ĠLKEYDĠ. BAĞIMSIZLIK FĠTĠLĠNĠ TUTUġTURAN HER BALKAN HALKINA, AYNI TOPRAKLARI PAYLAġAN
TÜRK VE MÜSLÜMANLARI SÜRME, GEREKĠRSE YOK ETME ĠġARETĠ VERĠLMĠġTĠ.

93 HARBĠ VE RUSLARIN YAPTIĞI TÜRK SOYKIRIMI


TARĠHĠMĠZE 93 HARBĠ DĠYE GEÇEN BU SAVAġ, BALKANLAR’DA SĠVĠLLERĠN DOĞRUDAN HEDEF
ALINDIĞI ĠLK SAVAġTI. Mesele toprak kayıplarının çok ötesindeydi. Kaybedilen topraklarda ve sonradan
Bulgaristan olacak ülkede yaĢayan Türkler, toptan kıyıma ve sürgüne tabi tutulmuĢlardı. Bir milyonun
üzerinde insan sürgünlerin önünde yollara düĢmüĢ ve bunların yüz binlercesi can vermiĢti.
Bulgaristan, Türklerin en yoğun yaĢadıkları Balkan ülkesiydi. SavaĢtan önce, yani 1877’de, sonradan
Bulgaristan olacak Tuna Vilayeti ile Edirne vilayetinin Filibe ve Ġslimye sancaklarında yaĢayan Türklerin
(aralarında Çerkezlerde vardı) sayısı 1 milyon 500 ila 1 milyon 700 bin civarındaydı ve toplam nüfusun yarıya
yakınını oluĢturuyordu. Bulgarların sayısı kimi kaynaklara göre Türklerden biraz daha az, kimine göre biraz
daha fazlaydı. Osmanlı, Rus, Ġngiliz, Fransız kaynakları her iki halkın nüfusunun aĢağı yukarı aynı olduğunda
birleĢiyordu. Tarihçi Justin McCarthy, Türk nüfusunun 1 milyon 500 bin olduğunu söylüyor. Nüfusla ilgili
kaynakları değerlendiren Ömer Turan ise savaĢtan önce Bulgar olmayanların (1 milyon 949 bin),
Bulgarlardan (1 milyon 793 bin) daha çok olduğunu, Bulgar olmayanların yüzde doksanını da Türklerin
oluĢturduğunu söylüyor: Buna göre, Türkler 1 milyon 600 bin civarındaydı. Rum, Ulah, Yahudi, Ermeni gibi
Bulgar olmayan toplulukların sayısı da 350 bin kadardı. Demek ki, ‘’Bulgar devletinin kurulması hazırlıklarının
yapıldığı bölgede Bulgarlar çoğunluğu teĢkil etmemektedirler.’’ Bu durum iĢgal sonrasını planlayan Rus
Prens Panslavist Çerkaski’nin baĢkanlığında kurulan Bulgaristan Mülki Ġdare TeĢkilatı’nca da tespit edilmiĢti.
Örneğin Tuna Vilayeti’ne bağlı Ruscuk, Sofya, Tulça ve Varna sancaklarında Türkler; Vidin ve Tırnovo’da ise
gayrimüslimler çoğunluktaydı. Diğer Hıristiyan unsurlar dıĢta tutulunca, hiçbir yerde Bulgarların, etnik bir grup
olarak çoğunluğu sağlayamadıkları anlaĢılıyordu. Tarihçi Turan, Bulgaristan Mülki Ġdare TeĢkilatı’nın Tuna ve
Edirne vilayetlerindeki Türkleri ve Müslümanları ‘’def etmeyi ve yok etmeyi’’ amaçlayan ‘’nüfus ihtilali’’nin,
bölgenin bu demografik durumunun tespitiyle planlandığını belirtiyor. Açıkçası katliam ve sürgünlerin nedeni
kurulacak Bulgar devletinin Slav çoğunluğa dayanması fikriydi ve önceden planlanmıĢtı.

SavaĢ ve ardından yürütülen saldırılarla Türk nüfusun bir milyon kadarı topraklarından sürüldü. Bunun 515
bini sığındıkları topraklarda kaldı. Sığıntıların 105 bini Edirne’ye, 60 bini Selanik’e, 140 bini Kosova ve
Manastır’a, 120 bini Ġstanbul’a, 90 bini de Anadolu’ya yerleĢtirildi. Bazıları da savaĢtan sonra geri döndü.
Bulgaristan’ın 1887 yılı nüfus sayımına göre kalan Türklerin sayısı 672 bindi. SavaĢtan sonra da 52 bin
Türk’ün Osmanlı Ülkesine göç ettiği kayıtlıydı. Bunlara Osmanlı ellerinde kalmıĢ 515 bin de eklendiğinde,
baĢlangıçtaki 1 milyon 500 bin rakamına ulaĢmak mümkün oluyordu. Tarihçi Ömer Turan da Türk nüfusun
savaĢtan sonra yarı yarıya azalarak 800 bin kiĢiye düĢtüğünü belirtiyor. Bunun 515 bini göçmen olarak
Osmanlı Topraklarına yerleĢtirildiğine göre, 250 binden fazla (McCarthy’ye göre tamı tamına 261 bin) Türk’ün
akıbeti meçhuldü.

Meçhul değildi aslında, nüfus tablolarında ‘’telefat’’ hanesinde gösterildiğine göre, bu insanlar ölmüĢtü. Peki,
bu kadar insan nasıl öldü? Bir kısmı kuĢkusuz, savaĢlarda ve çatıĢmalarda can vermiĢti. Ama ezici
çoğunluğu katliama uğramıĢtı, sürgün sırasında açlık, hastalık ve soğuğa kurban gitmiĢti.

VAHġĠ TÜMEN

Bu katliamın sorumlusu Rus ordusu, bu ordunun Rus kazaklarından oluĢturulmuĢ dehĢetengiz birliği VahĢi
Tümen ile Bulgar çeteleri idi. VahĢi Tümen, Rus düzenli ordusunun ardı sıra gelerek, Bulgar çetelerle iĢbirliği
halinde Türk köylerine kıyım ve yağma saldırıları düzenlediler. Sivil halkın dehĢete kapılıp korku içinde
topraklarını terk etmeleri için her türlü Ģiddete ve rezilliğe baĢvurdular. Düzenli ordu da onlardan geri
kalmadı; geçtikleri her yer ‘’çöle döndü’’.

Bulgar çetelerinin sırtına ise daha da kirli görevler yüklenmiĢti. Osmanlı ordusunun ikmal yollarına sabotaj ve
saldırılar düzenlemek sıradan iĢleriydi. Asıl görevleri köy basmak, tecavüz ve yağmaydı. Rusların cinayetten
imtina ettiği durumlarda, kuĢatılmıĢ köylere girip kıyıma kalkıĢmaktı. Sürülenler geri dönmesin diye köyleri ve
çiftlikleri yakıp yıkmaktı. Türklerin ‘’tarlalarını, evlerini, besi hayvanlarını ve her türlü mallarını ellerinden
almak’’tı. En canice eylemleri ise savaĢ meydanlarındaki yaralı Osmanlı askerleri ve esirlere son darbeyi
indirmekti.

Yapılanlar öyle yaygındı ki, diplomatlar ve gözlemciler, yaĢananların ‘’istisna değil, olağan’’ olduğunu
bildiriyordu. Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün adlı yapıtında ‘’Olayların çoğunda Müslümanlara zulmeden
Bulgarların sıradan köylüler olduğunu’’ söylüyor. ‘’Hatta bazen, halkı karma olan köylerde yüzyıllardan beri
babaları dedeleri Müslümanlarla yan yana yaĢamıĢ olan köylülerdi. Bunların o çeĢit eylemlere giriĢmelerinin
nedeni, Müslümanlara karĢı nefret ediyor olmaktan ya da milliyetçilikten çok, mal kapma hevesiydi.’’ O
yüzden sadece Müslümanların değil, Yahudilerin de malları talan edildi.

SavaĢtan önce ‘’Türk vahĢeti’’ne iliĢkin haberleri yapan Batılı gazetecilerin muhabirleri ortak bir bildiri kaleme
almak gereğini duydular. Aralarında Times, New York Herald, Republique Français, Frankfurter Zeitung,
Daily Telegraph gibi büyük yayın kuruluĢlarının da bulunduğu 21 gazete ve derginin muhabiri ‘’Bulgaristan’ın
suçsuz Müslüman ahalisine karĢı iĢlenmiĢ insanlık dıĢı eylemlerin bir özetini imzaya bağlamayı görev’’
saymıĢlardı. Olaylardan Rus ordusunun sorumlu tutan gazeteciler ‘’kurbanların büyük çoğunluğunun
kadınlarla çocuklar olduğunu’’ da bildiriyordu. Ayrıca bölgede görev yapan Batılı devletlerin konsolosları,
bağlı oldukları bakanlıkları olaylar hakkında günü gününe bilgilendirmiĢlerdi. Örneğin Burgaz’daki Ġngiliz
Konsolosu Brophy, ‘’Türk yönetiminin en kötü olmuĢ haline kıyasla dahi, sözde büyük bir Avrupa devletinin
(Rusya) yönetimi altında durumun eskisine göre on kat daha fazla kötü olduğunu’’ görmüĢ ve pek büyük
ĢaĢkınlığa kapılmıĢtı. Edirne konsolosu Blunt, Türklerin yaĢadığı kıyımları derlemiĢti. Bir baĢkası, ‘’Rusların
kararlı benimsedikleri amacın, bütün Müslümanları ülkeden sürüp çıkarmak’’ olduğunu tespit etmiĢti. Bu
tanıklıklar ve araĢtırmacı Bilal ġimĢir’in yayımladığı sayısız Ġngiliz belgesi, bu büyük kıyımın büyük devletlerin
gözü önünde iĢlendiğini gösteriyor.

Kıyımın bir baĢka boyutu da Osmanlı uygarlığının izleriyle ilgiliydi. Ekrem Hakkı Ayverdi’ye göre bugünkü
Bulgaristan topraklarında, Türk evleri ve dükkânları dıĢında, 3 bin 339 Osmanlı mimari eseri vardı. Bunların 2
bin 356’sı cami, 415’i eğitim yapısı, 174’ü tekke ve zaviye, diğerleri de han, hamam, hastane, çeĢme, köprü
gibi yapılardı. Çoğu savaĢ sırasında, geri kalanlar da savaĢtan sonra Ģehir planlarını bozdukları gerekçesiyle
yerle bir edildi. Örneğin Filibe Ģehrinde 33, Sofya’da 82 cami bulunmaktaydı. SavaĢ sonrasında her iki
Ģehirde de birer cami kalmıĢtı. Yüzyıllardır hakim unsur olarak yaĢadıkları topraklar üzerinde Türkler,
birdenbire azınlık durumuna düĢmekle kalmamıĢlar, mal ve mülklerini, camilerini, okullarını, hatta
mezarlıklarını bile kaybetmiĢlerdi.

Gene de Bulgaristan’daki Türklerin sayısı, Bulgarlar için hala tehdit edici düzeydeydi. Bosna-Hersek’in bazı
bölgelerinde, Balkan ülkelerinin gözlerini diktiği ve her birinin üzerinde hak iddia ettiği Makedonya (Kosova,
Manastır, Selanik vilayetleri) ile Trakya’da ise Türk ve Müslümanlar mutlak çoğunluktaydı. Müslüman nüfusu
rahatsız ederek uzaklaĢtırma siyaseti, o yüzden, savaĢtan sonra da devam etti. Makedonya’da sivil halka
yönelik çete (çentiklerin) saldırılarının ardı arkası kesilmedi. Bulgaristan’ın 1885’de Doğu Rumeli’yi,
Avusturya’nın da 1908’de Bosna-Hersek’i ilhakı üzerine, Hıristiyanların yönetimi altında bulunmayı kabul
etmeyen Müslümanlar dalgalar halinde Türkiye’ye göçtü. Karadağ’da neredeyse tek bir Müslüman kalmadı.
Öte yandan Ege adalarındaki Türkler de bir daha dönmemek üzere Anadolu’ya taĢınıyordu. Örneğin Girit’te,
1821’de Türklerin sayısı 160 bindi. Bu sayı 1876’da 95 bine, 1897’den sonra 33 bine düĢtü. (Onlar da
mübadelede göçmek zorunda kaldı.) Sonuçta bütün bu bölgelerden, savaĢtan sonra gerçekleĢen göçlerle
yaklaĢık 340 bin kiĢi daha Osmanlı ellerine sığındı.

Balkanlar’ın Müslüman nüfusu eriyordu. Son darbeyi Balkan SavaĢları vuracaktı; ama bir farkla: Bu kez
ÖLDÜRÜLENLERĠN SAYISI GÖÇ EDEBĠLENLERDEN, ĠSTANBUL VE ANADOLU’YA
SIĞINABĠLENLERDEN ÇOK DAHA FAZLA OLACAKTI.

You might also like