You are on page 1of 21

GİRİŞ

Bir basitleştirme yaparsak, ekonomik aktiviteler bir ekonomideki bireylerin bir araya gelip
kocaman bir pasta yapması olarak resmedilebilir. Ekonomideki –pastanın yapımına katılan-
her iktisadi aktörün hedefi pastadan kendine düşen payı arttırmaktır. Dilimlerin büyümesinin
birinci yolu pastanın bir bütün olarak büyümesidir. Buna iktisadi büyüme denir ve reel milli
gelirdeki artışlar iktisadi büyümeyi ifade eder. Pastayı paylaşanların sayısı sabit iken, pasta
büyüdüğünde herkesin – en azından bazı aktörlerin- payına düşen dilim mutlaka artar. Bir
diğer durum ise, pasta sabit iken herkesin payına düşeni arttırmaya çalışmasıdır. Bu ise üç
şekilde gerçekleşir. Birinci yol, iktisadi birimlerin etkinliklerini arttırmalarıdır. İşçilerin
verimlilikleri arttırmaları onların kazançlarının yükselmesine neden olacaktır. Ya da
maliyetleri düşüren yeni bir teknolojiyi uygulamaya sokan firmanın karları artacaktır. İkinci
yol, iktisadi aktörlerin piyasalardaki güçlerini kullanarak pastadan aldıkları payları
arttırmalarıdır. Piyasada birbirine rakip durumda olan firmaların aralarında anlaşmaya giderek
karlarını arttırmaları bu durum için iyi bir örnektir. İşçiler de militan sendikacılık hareketleri
ile pastadan aldıkları payları, üretime yaptıkları katkıyı arttırmadan, arttırabilirler. Üçüncü
yol, siyasi güç kullanımıdır. Günümüzde her ekonomide devlet, iktisadi aktiviteleri yönetme
ve yönlendirmede çok önemli bir işlev görmektedir. Devletin elinde paylaşımı etkileyecek üç
mekanizma mevcuttur: Devletin gelir elde etme ve harcama süreci, hukuk yapma ve
uygulama tekeli, devletin kamu iktisadi teşebbüsleri aracılığıyla yürüttüğü iktisadi faaliyetler.
Otomobil üreticilerinin hükümete baskı yaparak gümrükleri yükseltmesi veya seçim öncesi
devlet memurlarının maaşlarında verimlilik artışlarıyla ilişkisi olmayan artışlar siyasi güç
kullanımına bağlı olarak adı geçen grupların siyasi güçlerini kullanarak pastadan aldıkları
payı arttıracaktır.
İktisadi aktörlerin pastadan aldıkları payı arttırma çabaları pastanın bir bütün olarak
büyümesini de etkileyecektir. Etkinliği arttırarak pastadan alınan payı arttırma çabasının
pastanın büyümesini olumlu yönde etkileyeceği açıktır. Diğer iki yöntem konusunda ise
tartışmalar sürmektedir. Aktörlerin piyasadaki güçlerini arttırıp pastadan aldıkları payı
arttırma çabalarının iktisadi büyümeyi düşüreceği iddiası ilk bakışta kolaylıkla kabul görse de
olgularla desteklenmemektedir. Örneğin, dünyadaki uçak üreticilerinin sayısı ikiye düşmüş
olmasına, otomobil şirketlerinin sayısı sürekli azalmasına rağmen ne uçak üretiminde ne de
otomobil üretiminde bir azalma görülmemiş aksine her ikisi de önemli ölçüde artmıştır.
Devletin paylaşıma müdahalesinin ekonominin performansı üzerindeki etkisi konusu ise
iktisat disiplininin en önemli tartışma konularından biridir. Adam Smith’in meşhur Milletlerin
Zenginliği kitabı ile başlayan devletin ekonomideki yeri tartışması müdahale taraftarları ve
karşıtları arasında yüzyıllardır sürmektedir. Bu tartışmada bugün gelinen noktada müdahale
karşıtlarının üstün durumda olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle 1980’lerin sonunda
Sosyalist sistemi uygulayan ülkelerin birer birer piyasa sistemine dönmeleri bu üstünlüğü bir
zafere dönüştürmüştür.
Görüldüğü gibi pastadan pay almanın iki tane temel yolu vardır. Birincisi piyasa sürecinin
işleyişiyle iktisadi ajanların üretime yaptıkları kadar üretimden pay almaları; ikincisi ise
tahsisat mekanizmasıdır. Tahsisat mekanizmasında kaynakların nasıl dağıtılacağı piyasa
mekanizması dışında kişisel kararlarla belirlenir. Tahsisat mekanizmasında kaynaklara piyasa
dışı yöntemlerle el konur (örneğin, güç) ve kaynaklar yine piyasa dışı yöntemlerle dağıtılır.
Bu durumu bir örnekle açıklamak iki tip mekanizma arasındaki farkın anlaşılmasını
kolaylaştıracaktır. Elinizde bir futbol derbisine bilet olduğunu ve bu maça gidemeyecek
olduğunuzu varsayalım. Bu bileti birisine vermek istiyorsunuz. Nasıl ve kime vereceksiniz?
Bunu birinci yolu bileti en yüksek fiyatı ödemeye razı olana satarsınız (piyasa) yada kendi
tespit edeceğiniz birisine (mesela bir arkadaşınıza) verirsiniz (tahsisat). İkinci yöntem kulağa
daha hoş geliyorsa da birincisinin daha etkin sonuçlar üreteceği kesindir. Çünkü bir mala en
yüksek fiyatı ödemeye razı olan kişi ondan en çok faydayı sağlayacak kişidir. Halbuki
arkadaşınız futboldan o kişi kadar hoşlanmıyor olabilir. Tahsisata dayalı kaynak dağılımının
en önemli sorunu buradan kaynaklanır: Kaynakların dağılımı bu kaynakları idare eden kişiler
tarafından yapılır. Bu durumda kaynak dağılımının etkinliği kaynakları elinde tutan kişinin
dürüstlüğü, bilgisi, zekası gibi öznel faktörlerle ilişkili hale gelir. Bu nedenle etkin kaynak
dağılımını sağlamak için potansiyel olarak benzer zaafları olan başka insanoğullarından
oluşan denetleme mekanizmaları oluşturulur. Buna karşın suistimallerin, hatalı kararların
önüne geçmek mümkün olmaz. Piyasa mekanizmasında ise menfaatleri birbiriyle çatışan iki
tarafın pazarlıkları sonucunda oluşan piyasa fiyatına göre kaynaklar alternatif kullanım
alanları arasında dağılır. Bu yüzden ilave denetim mekanizmaları gerektirmez. Oluşan fiyatlar
üretim faktörlerinin üretime katkılarının değerini ifade ettiği için bu faktörleri kullanacak
iktisadi aktörlere kaynakları en etkin şekilde kullanmalarını sağlayacak enformasyonu aktarır.
Tahsisat mekanizmasının en yaygın olduğu ekonomiler Sosyalist ekonomilerdir. Bu
ekonomilerde devlet ekonomide üretilen tüm gelire önce el koyar. Sonra bu gelir, merkezi
plan hazırlayıcıları, siyasetçiler ve bürokratlardan oluşan bir grup tarafından bu kişilerin
bireysel önceliklerine (kendine ya da yakınlarına çıkar sağlama, sosyalist sitemin menfaatleri,
ülke menfaatleri vs) göre yeniden dağıtılır. Bu sistemin yarattığı etkinsizlik reel Sosyalist
sistemin çöküşü ile tescillenmiştir. Kapitalist ekonomilerde de gerek piyasa sisteminden
kaynaklanan aksaklıklar gerekse de geçmişte devletçiliğin gözde olduğu dönemlerde başlayan
uygulamalardan geri dönüşte yaşanan çekingenlikler nedeniyle kaynaklar tahsisat yöntemiyle
dağıtılmaktadır. Günümüzde her kapitalist ülkede devlet eliyle kaynak tahsisatı çeşitli
seviyelerde sürmektedir. Ancak, özellikle 1980’li yıllardan itibaren devletin ekonomiye
müdahalesini azaltmaya yönelik politikalar giderek ağırlığını arttırmaktadır.(freedom index)
Burada bir konuya değinmek yararlı olacaktır. Tahsisat yoluyla kaynakların dağılımı denince
ilk akla gelen devletin müdahalesi olmaktadır. Oysa özel kesimin egemen olduğu bir
ekonomide de kaynaklar piyasa dışı yollarla dağıtılabilir. Örneğin bir firma herhangi bir
kaynağın üretim tekelini elde edip kaynakları kendi lehine değiştirebilir. Ya da aynı gruba
dahil iki firma birbirlerine kaynakları piyasa dışı yollarla aktarabilirler. Özel kesimin piyasa
dışı yöntemlerle kaynak dağılımını değiştirmesi de kamunun değiştirmesi gibi ekonomide
etkinsizliğe yol açar. Bankalar ile reel kesim arasındaki ilişkiler nedeniyle bankaların
kaynaklarını kendi bağlı oldukları gruba ait şirketlere vermeleri Güney Doğu Asya
ülkelerindeki ekonomik krizin en önemli gerekçelerinden biri olarak görülmektedir. Benzer
şeyler Türkiye için de söylenebilir.

PİYASA AKSAKLIKLARI

Piyasaları etkin biçimde işlemekten alıkoyan sebepler beş başlık altında toplanabilir:

1. Doğal Tekel: Piyasada mübadele edilen malın üretiminde kullanılan teknoloji büyük
üretim ölçeğine maliyet avantajı sağlamaktadır. Bir başka deyişle üretim ölçeği
büyüdükçe birim maliyetler düşmektedir Ölçeğe göre artan getiri durumu) . Bu
durumda piyasada tek bir firmanın bulunması çok sayıda firma olması durumuna göre
daha etkin olacak, piyasalar kendiliğinden tekele doğru evrileceklerdir.
2. İşbirlikleri: Piyasadaki firmalar birbirleri ile rekabet edip normal karlarla
yetinmektense birlikte hareket edip daha yüksek fiyatlar uygulayabilir, karlarını
arttırabilirler.
3. Dışsalıklar: Piyasa mekanizması bireysel fayda- bireysel maliyet üzerine kuruludur.
Bir malın tüketiminden sağlanan negatif ya da pozitif faydadan sadece malın bedelini
ödeyenler yararlanabilir. Ancak bazı malların doğası gereği, bu malların tüketiminden
sağlanacak fayda ya da zarardan sadece bedelini ödeyenler değil ödemeyenler de
faydalanır. Hatta çoğu durumda kimin ne kadar faydalandığını tespit etmek mümkün
değildir.
4. Enformasyon sorunları: Tam rekabet piyasasının aksine çoğu zaman piyasadaki
alıcı ve satıcılar mübadeleye tabi malın fiyatı ve kalitesi hakkında eşit enformasyona
sahip değildirler. Ya da bu enformasyonu elde etmenin maliyeti çok yüksektir.
5. Kamusal mallar: Özel bir mallarda ekonomik aktörler arasında rekabet ve dışlama
vardır. Bir kişi tarafından tüketildiğinde diğerleri için kalan miktar azalır. Bu nedenle
her aktör bedelini ödediği malı başkasına kullandırtmama hakkına sahiptir. Kamu
mallarında ise rakiplik söz konusu değildir. Kamu malının bir kişi tarafından
tüketilmesi diğerlerinin tüketeceği miktarı azaltmayacağı gibi kimseyi tüketimden
dışlamak mümkün değildir (milli savunma hizmetleri).

Piyasa aksaklıkları bir taraftan piyasalardaki etkinsizliklerin kaynağı sayılırken diğer taraftan
piyasalara devlet müdahalesi için gerekçe oluşturur.

REKABET VE ETKİNLİK

Tam rekabet ve tekel piyasaları: karşılaştırmalı analiz

Neoklasik firma bir maliyet fonksiyonuyla ifade edilen bir iktisadi ajandır. Bu firmanın
yöneticisi (gerçek hayattaki yöneticilerin aksine) tek bir karar verir: Karı maksimum yapacak
üretim düzeyinin belirlenmesi. Bu da ilave mal üretmenin maliyetinin (MM) ilave mal
satmanın getirisine (MG) eşit olduğu noktaya karşılık gelir.
Firmalar bir ucunda Tam Rekabet’in, diğer ucunda Tekel’in yer aldığı bir rekabet skalasının
herhangi bir noktasında bulunurlar. Bulundukları konum Tekel’e yaklaştıkça piyasalardaki
rekabet düzeyinin düştüğünden, Tam Rekabete yaklaştıkça rekabet düzeyinin yükseldiğinden
söz ederiz. Gerçek hayatta gerçek anlamda ne Tekel ne de Tam Rekabet piyasasına rastlamak
mümkündür (Tekel’in varlığı konusu tartışmaya açıktır) ancak piyasa yapılarının etkisinin
incelenmesi açısından bu iki uç piyasa yapısının incelenmesinin sonsuz yararı vardır. Bu
piyasaları karakterize eden varsayımların mevcudiyeti piyasaların işlerliğinin bir
göstergesidir. Piyasada karşı karşıya gelen taraflardan herhangi biri diğeri üzerinde ekonomik
etkinliği dışında bir güç kullanabiliyorsa o piyasanın iyi işlemediği söylenir. Piyasaların iyi
işlememesi de toplumsal refahın azalmasına (üretimin düşmesine) neden olacaktır.

Şekil 1. Tekelde Refah Kaybı

B
MM=A
D
FT
FTR A

C T

QT MR
QTR
İdeal durumu ifade eden Tam Rekabet piyasası bağımsız olarak hareket eden çok sayıda alıcı
ve satıcının bulunduğu piyasaların işleyişini tasvir eder. Diğer firmalar hiçbir maliyete
katlanmadan bu piyasaya girebilecekleri gibi içerideki firmalar da hiçbir maliyete
katlanmadan piyasadan çıkabilirler. Homojen bir malın alınıp satıldığı Tam Rekabet
piyasasında alıcı ve satıcılar kendi talep ve maliyet eğrileri hakkında tam enformasyona
sahiptirler. Tam enformasyon nedeniyle tek bir fiyatın oluşacağı Tam Rekabet piyasasında
satıcılar piyasada oluşan fiyatı veri kabul edecekler. Hiç bir satıcı tek başına piyasada oluşan
fiyatı değiştirme gücüne sahip olmadığı için tüm mallar aynı fiyattan satılacaktır. Bunun
sonucunda Tam Rekabet piyasasında oluşan fiyat piyasadaki firmaların marjinal ve ortalama
gelirine eşit olacaktır (FTR=MG=OG)
Tam rekabet durumunda tüketiciler FTRAB üçgeni kadar rant elde ederler. Üreticiler ise
FTRAC kadar üretici rantı elde ederler.
Tekelci ise yakın ikamesi olmayan bir malın tek üreticisidir. Piyasadaki tek üretici olduğu için
Tam Rekabet piyasasındaki bir firmaya göre daha yüksek fiyattan mal satıp daha yüksek
karlar elde etme avantajına sahiptir. Tabi tekel piyasasındaki yüksek karlar başka firmaları da
bu piyasaya girmeye teşvik edecektir. Ancak piyasaya giriş önündeki engeller tekelcinin
avantajlı konumunu sürdürmesini sağlar.
Tekelde piyasa fiyatı FT noktasına yükselir. Tüketici rantı FTDB üçgenine küçülür. Üretici
rantı ise FTDEC yamuğuna çıkar. DEA üçgeni kadar bir toplumsal refah kaybı meydana gelir.
Bu ne tüketicilere ne de üreticilere gider.
Rekabet sonucunda toplumun kıt üretken kaynaklarının en etkin dağılımına ulaşılır (allocative
efficiency). Bu sonuca marjinal maliyetin fiyata eşit olduğu uzun dönem denge noktasında
ulaşılır. Bilindiği gibi marjinal maliyet kaybedilen fırsatlarla ölçülür. Toplum açısından bu bir
faktörün, alternatif kullanımları yerine, ilave bir birim A malı üretmek için kullanılmasının
maliyetini ifade eder. Bu yüzden üretim marjinal maliyetin fiyata eşit olduğu noktaya kadar
yükseltildiğinde tüketicilerin bir mala biçtiği marjinal değer (ödemek istediği miktar) malın
üretiminde kullanılan kaynakların marjinal değerine (fırsat maliyetine) eşittir. Eğer F>MM ise
ilave bir birim A malının topluma sağlayacağı fayda o malın üretilmesinin alternatif
maliyetinden (yani diğer mallardan vazgeçilmesiyle ortaya çıkan kayıptan) daha büyük
olacaktır. Bu durumda kaynakların diğer malların üretiminden alınıp A malı üretimine
aktarılması gerekir. Diğer malların üretiminde kullanılan kaynak miktarı azaldıkça azalan
verimler kanunu nedeniyle MC yükselecektir. Kaynakların A malı üretimine aktarılma süreci
MC=p olduğu noktaya kadar sürdürülebilir. Bu noktanın ötesine geçildiğinde diğer malları
üretmeme nedeniyle uğranan kayıp ilave A malı üretiminin sağlayacağı faydadan yüksek
olacaktır.
Ayrıca, hiçbir firma uzun dönemde pozitif ekonomik kar (zarar) elde etmez. Piyasa fiyatı
uzun dönem ortalama maliyetlerin minimum seviyesine eşittir (productive efficiency). Bu söz
konusu malın mümkün olan en düşük maliyetle üretildiğini, başka bir ifadeyle, endüstri çıktısı
etkin üretim kapasitesi kullanan (maliyeti minimize eden) optimal sayıda firma tarafından
üretildiğinde üretim etkinliği maksimize edilmiştir.
Kaynak dağılımı ve üretim etkinliğinin kombinasyonu tam rekabet piyasası modelini
kullanarak gerçekte var olan piyasaların performansının değerlendirilmesini sağlar.

Yapı-Davranış- Performans Yaklaşımı

Bu yaklaşımın temeli Mason (1939) makalesi ile atılmış, Bain’in (1951) amprik çalışması ile
desteklenmiştir. Yaklaşım yukarıda kısaca tasvir edilen Neoklasik analizin formule edilmiş
halidir. Buna göre piyasa yapıları tam rekabetten eksik rekabete doğru yaklaştıkça (en uçta
tekel) ekonomik refah (performans) azalacaktır. Piyasa Yapısı ile Performans ilişkisinin
belirleyicisi firma davranışları olacaktır. Tam rekabet piyasasındaki çok sayıdaki firma
fiyatları ve üretim miktarlarını belirlerken bağımsız davranmaktan başka çareleri yoktur.
Eksik rekabet piyasalarında ise az sayıdaki firma anlaşmalı davranma imkanına sahiptir. Bu
yüzden de rekabetçi piyasalara göre daha yüksek fiyat, daha düşük çıktı üretir ekonomik
refaha olumsuz etki ederler.

PİYASA YAPISININ BELİRLEYİCİLERİ

Piyasa yapısı piyasadaki firmaların sayısı ve ölçekleri ile ilişkilidir. En temelde piyasadaki
firmaların sayısı ve ölçekleri firmaların karşılaştıkları talep ve maliyet koşullarına bağlıdır.
Eğer bir endüstrideki optimal ölçek piyasaya göre büyükse piyasa da az sayıda firmanın
mevcut olmasını beklemek doğaldır. Maliyetler veri iken bir piyasada çok sayıda firmanın
olması talebin yeterli olmasına bağlıdır.
Bu bölümde önce bir piyasadaki firmaların sayısını belirleyen en önemli unsurlardan biri olan
ölçek ve faaliyet alanı (scope) ekonomileri ele alınacak. Daha sonra da firmaların bir piyasaya
girmesinin önündeki engeller tartışılacaktır.

1-Ölçek ve faaliyet alanı (scope) ekonomileri

Geniş anlamda bir endüstrinin yapısı talep ve maliyet koşulları tarafından belirlenir. Eğer
artan çıktıya paralel olarak çıktının ortalama maliyetleri de düşüyorsa (yani ölçek ekonomileri
varsa) o piyasada yoğunlaşmanın yüksek olmasını bekleriz. Eğer ölçek ekonomileri önemli
değilse uzun dönemde piyasada çok sayıda firma olacaktır.
Ölçek ekonomileri teknolojik veya parasal nedenlerden kaynaklanabilir. İlk olarak bir işletme
büyüdükçe işletme içinde uzmanlaşma artar. Artan uzmanlaşma birim (ortalama) maliyetlerde
düşüşe yol açar. (neden tartışın). Bunun yanında yaparak öğrenme de verimliliği arttırır.
Üretim arttıkça üretim faaliyeti daha fazla tekrarlanacaktır. Bu da daha iyi tekniklerin keşfine
yol açacak hatalar daha az tekrarlanacaktır. Parasal ölçek ekonomileri birkaç kaynaktan
beslenir. Birincisi, büyük işletmeler büyük ölçekte alım yaptıkları için küçük işletmelere göre
daha avantajlı fiyatlardan teklif alırlar. Bu avantajlar sadece sözkonusu mal için değil o malın
nakliyesi, sigortası vs. için de geçerlidir. Üretim arttıkça bazı maliyetleri de aynı oranda
arttırması gerekmez. Örneğin bir gazete tirajını yazar sayısını arttırmadan iki katına
çıkarabilir.
Aynı firma ya da üretim birimi içinde üretilen mal çeşidinin arttırılması da birim maliyetleri
düşürür. Çünkü aynı ekipman ile ya da ekipmanda bazı ufak değişikliklerle maliyetleri çok
fazla arttırmadan farklı mallar üretilebilir. Farklı mallar üretmenin getireceği maliyet
avantajları sadece aynı fiziksel varlıkların ortak kullanılmasından ibaret değildir. Şirketin
mevcut yönetim kadroları, satış ağı ve şöhreti de daha etkin olarak kullanılmaya başlanır.
Çünkü organizasyonel kaynakları herhangi bir mal için kullandığımızda bu kaynaklar diğer
mallar için de kullanıma açıktırlar miktarları azalmaz.
Ölçek ve farklı ürünler üretmenin getireceği avantajlar belirli bir büyüklükten sonra tersine
döner. Bunun nedeni büyük ölçüde girişimcilik fonksiyonlarının sınırına gelinmesiyle
açıklanır. Ölçek arttıkça üretim ile yönetim arasındaki ara açılır (yani bürokrasi artar). Artan
bürokrasi maliyetlerin artmasına yol açar.

2- Giriş engelleri

Bir endüstrinin yapısını belirleyen unsurlardan biri de Giriş Engelleridir. Giriş engeli
piyasadaki mevcut firmanın karşılaşmadığı ama piyasaya girecek olan firmanın karşılaşmak
zorunda kaldığı engelleri ifade eder. Bu engeller yeni firmaların piyasaya girmesini önler,
piyasadaki firmalara fiyatlarını ortalama maliyetlerin üzerinde belirleyip uzun dönemde kar
sağlarlar. Giriş engellerinin kaynakları:
-Ölçek ekonomileri: Eğer herhangi bir malın üretiminde ölçek ekonomileri mevcutsa, bu
piyasadaki firmalara dışarıdan gelecek firmalar üzerinde bir avantaj sağlar. Eğer potansiyel
firma piyasadaki firmalarla başarıyla rekabet etmek istiyorsa piyasaya minimum optimal
ölçekte üretim yaparak girmelidir. Bunun da piyasaya yeni girecek firmaları caydırdığı iddia
edilir. Çünkü mevcut üretimi satabilecekmidir? Yeterli talep varmıdır? Vs.
Bazıları (Stigler) ölçek ekonomilerinin potansiyel girişler üzerinde bir tehdit oluşturmadığını
iddia ederler. Çünkü içerideki firmalar da aynı maliyetlere katlanmışlardır. Dolayısıyla
içeridekiler daha avantajlı bir konuda değillerdir.
-Büyük ölçekte sermaye gereksinimi: Bu engel bir önceki ölçek ekonomileri engeli ile
ilişkilidir. Eğer rekabet edebilmek için gerekli sermaye miktarı çok yüksek ise bu da
potansiyel rakipler üzerinde caydırıcı bir etki yapacaktır. Bunun yanında piyasaya yeni giren
firmaların riskinin daha yüksek olması nedeniyle karşılaşacakları finansman maliyetlerinin
daha yüksek olacağı iddia edilir.
Bu arguman da bir önceki ölçek ekonomileri argumanı ile aynı eleştirilerle karşılaşmıştır.
-Temel bir girdinin mülkiyeti: Temel bir girdinin mülkiyetinin piyasadaki mevcut bir firmanın
elinde tutulması -alternatif bir girdi, o girdinin bir ikamesi ortaya çıkıncaya kadar veya o
girdinin kullanılmasını gerektirmeyen yeni bir teknoloji ortaya çıkıncaya kadar- potansiyel
firmaların girişini engelleyecektir. (yeni GSM operatörlerinin TELSİM ve TURKCELL’in
altyapısını kullanmada karşılaştığı sorunları düşünün)
-Reklam ve ürün farklılaştırması: Piyasadaki firmaların reklamı birkaç yolla bir giriş engeli
olabilir. İlk olarak, reklamın kendisinde ölçek ekonomileri söz konusudur. Yani yeni firma da
en az aynı oranda reklam yapmak zorundadır. Bu da potansiyel firmanın girişi için minimum
sermaye gereğinin yükselmesine yol açar. İkincisi, reklamın etkisi kümülatif ve birkaç dönem
sürdüğü için belirlenen satş hedeflerine ulaşmak için yeni firma piyasadaki firmadan daha
fazla reklam yapmak zorundadır (potansiyel müşterileri diğer firmanın malını değil de kendi
malını almaya ikna etmek için).
Ürün farklılaştırmasının etkisini reklamın etkisinden ayırmak pek mümkün değildir. Çünkü
ürün farklılaştırması reklamın hem nedeni hem de sonucu olabilir. Fakat bir nokta da
reklamdan ayrı bir değerlendirme yapılabilir. Eğer piyasadaki firma piyasaya farklı marka ve
çeşitlerde mallar satıyorsa yeni giren firma da benzer ürün yelpazesini piyasaya sürmelidir.
Aksi takdirde rekabet şansı azalacaktır.
-Batma maliyetleri: Batma maliyetleri, piyasadaki firmanın üretime son verdikleri takdirde
kaçınamayacakları maliyetlerdir. Örneğin, bir firma hiçbir geri dönüşüm değeri olmayan çok
özel bir varlığa yatırım yapmış olabilir (bir boru hattı gibi).
-Hükümet politikaları: Lisans hakları, patent hakları, fiyat ve giriş düzenlemeleri gibi
hükümet politikaları potansiyel rakiplerin girişini engeller. Bu kısıtlamalar yukarıda sayılan
doğal engellerden daha etkilidir.

3- Rekabet edilebilir piyasalar (contestable markets)

Rekabet edilebilirlik modeline göre bir endüstrinin davranışı ve buna bağlı olarak fiyat ve
çıktılar açısından performansı sadece piyasadaki firmaların aralarındaki ilişkilere değil
potansiyel rekabet baskılarına bağlıdır.
Mükemmel rekabet edilebilir bir piyasa, girişin tamamen serbest, çıkışın tamamen maliyetsiz
olduğu piyasadır. Giris serbestliğiyle kastedilen piyasaya yeni girecek bir firmanın üretim için
halihazırda piyasada bulunan bir firmadan daha fazla maliyete katlanmayacak olmasıdır.
Kısaca, yeni giren firmalar içerideki firmalar karşısında hiçbir fiyat dezavantajına sahip
olmamalıdırlar. Maliyetsiz çıkış ise, bir firmanın piyasaya girerken yaptığı bütün harcamaları
piyasayı terk ederken kurtarabilecek olmasıdır.
Böyle bir piyasada mevcut firma tekel dahi olsa fiyatlarını rekabetçi seviyenin (marjinal
maliyete eşit olduğu nokta) üzerinde belirleyemeyecektir. Belirlediği takdirde aşırı kar ortaya
çıkacak, piyasanın niteliği nedeniyle de bu piyasa dışındaki firmaları cezbedecektir. Bunun
üzerine hemen yeni firmalar piyasaya girip karı paylaşacaklardır. Bu nedenle, bu piyasada kaç
firma olursa olsun piyasada hep rekabetçi denge oluşacaktır.

4- Stratejik giriş engelleri

Piyasadaki firmalar yeni firmaların piyasaya girmesini engellemek için ortak bazı eylemlerde
bulunabilirler. Giriş engellemesine ilişkin iki noktayı başlangıçta belirtmekte yarar vardır.
Birincisi, başkalarının piyasaya girişini engellemek maliyetlidir. Bu nedenle ya içerdeki
firmalar bu maliyetlere katlanmayıp başlangıçtaki yüksek karlarının yeni firmaların
girmesiyle ortadan kalkmasına katlanacaklar ya da başlangıçta bir maliyete katlanıp uzun
donemde istikrarlı karlar elde edeceklerdir. İkincisi, stratejik giriş engelleri oluşturma çabası
eğer potansiyel rakipler piyasadakiler kadar etkinse ( yani aynı kısa ve uzun dönem ortalama
maliyet eğrilerine sahipseler) anlamlıdır. Aksi taktirde böyle bir çaba anlamlı olmayacaktır.
Girişi engelleyen muhtemel stratejiler:
-Limit fiyatlama: Ölçek ekonomilerinin mevcut olması durumunda tekelci fiyat ile rekabetçi
fiyat arasında bir yerde bir fiyat seviyesi olabilir. Bu fiyat seviyesi içerideki firmalara pozitif
bir kar sağlayacak kadar yüksek, dışarıdakilerin piyasaya girişi karlı bulmayacakları kadar
düşük bir seviyedir.
-Stratejik aşırı yatırım: Piyasadaki firmalar fabrika kapasitelerine aşırı yatırım yaparak
potansiyel rakiplere piyasaya girdikleri takdirde fiyat rekabetine gireceklerine dair sinyal
verirler.
-Marka patlaması: Burada piyasadaki firmalar sürekli yeni ürünler ve yeni markalar çıkararak
piyasayı doygunluğa ulaştırırlar ve yeni gireceklere yaşama alanı bırakmazlar.
-Araştırma –Geliştirme faaliyetlerine aşırı yatırım: Bazı firmalar çeşitli teknolojik buluşlar
yara, bunun patentini alırlar. Uygulamaya koymadıkları bu patentleri potansiyel rakiplere
karşı bir tehdit olarak kullanırlar. (Piyasaya girersen uygularım)
-Aşırı Reklam ve savaşan markalar: Piyasadaki firmalar yaptıkları reklamları arttırarak
potansiyel firmaların piyasaya giriş için katlanması gereken maliyetleri arttırırlar. Ayrıca
ürünlerinden birini maksatlı olarak maliyetinin altında satarak piyasaya girişi caydırmaya
çalışırlar.

TEKELE KARŞI NE YAPMALI?

a- Hiçbir şey yapma

Piyasalarda tekelin oluşumu talep ve maliyet koşulları ile ilgilidir. Bu koşullar zaman içinde
değişebilir. Talep artabilir veya teknolojik gelişmeler sonucu en düşük maliyetli üretim
teknolojisi mevcut duruma göre daha küçük bir ölçekte de gerçekleşebilir. Bu durumda yeni
firmalar piyasaya girebilir ve gelişebilir.
Tekelin yarattığı refah kaybının ortadan kalkması için firmanın piyasaya girmesi gerekmez.
Potansiyel olarak bir firmanın girmesi tehdidi bile piyasadaki firmanın tekelci fiyat
uygulamasını engelleyebilecektir (Rekabet Edilebilir Piyasalar, Baumol)
Tekele müdahale edilmemesi argumanının bir başka gerekçesi tekelin satılırken alıcıya aşırı
karların baştan tekelciden tahsil edildiğidir. Örneğin bir tekel hakkı devredilirken devir fiyatı
içinde gelecekteki aşırı karlar da dahildir. Bu nedenle tekel hakkını alan normal getirnin
üzerinde bir getiri elde edemez. (Transitional Gains, Taksiler)
Hepsinden önemlisi ‘tekel’ geçek hayatta çok seyrek rastlanan bir olgudur. ‘Doğal Tekel’ çok
sınırlı sayıda endüstride geçerlidir. Diğer alanlarda ise devletin (yasal sınırlamalar) desteği
olmadan bir tekelin oluşması mümkün değildir. Yani, devletin kendisi tekelin en önemli
kaynağıdır (Web sitesinde yer alan M. Friedman’ın tekelin kaynakları başlıklı yazı)

b- Vergileme

Prensipte hükümetin vergilerle tekelin yarattığı bölüşüm etkinliğini ortadan kaldırması


mümkündür. Ancak doğru vergilendirme için devletin piyasadaki talep yapısını ve firmaların
maliyet yapısını kesinlikle bilmeleri gerekmektedir. Bu da pratikte pek mümkün değildir.
p.173 fig. 8-4
lump-sum tax ekonomik karı alır ama bölüşüm etkinliğini sağlamaz

c- Regulasyon

Doğal tekel durumunda standart politika bir düzenleme komisyonu kurulması ve bu komisyon
tarafından fiyatların, maliyetlerin ve hizmet kalitesinin kontrol edilmesidir.
Regulasyon belirli piyasa başarısızlıklarını ortadan kaldırmak üzere uygulanır:
- doğal tekel durumunda bölüşüm etkinliğini sağlamak üzere
- negatif dışsallıkları (hava kirliliği gibi) ortadan kaldırmak üzere
- enformasyon asimetrisini ortadan kaldırmak üzere (BDDK)

Bu durumda kontrol ne kadar etkin olabilir sorunu var. (Şirket güçlendikçe kontrol komisyonu
da güçlenmeli). Komisyon öncelikle tekelci şirketin yeterli hizmeti müşterilerine sunup
sunmadığını denetler. Çünkü yetersiz hizmet durumunda tüketicinin alternatifi yoktur.
Pratikte komisyonlar etkili olamamaktadır.
Komisyonların ikinci fonksiyonu maliyetlerin kontrolüdür. Komisyon tarafından belirlenen
fiyat şirketin maliyetlerini karşılamalıdır. Maliyetler kontrol altında tutulmazsa fiyat
belirlemenin bir anlamı yok. Aksine maliyetleri yükseltmek işine bile gelir- yöneticilere
yüksek maaşlar, girdilere piyasa fiyatının üzerinde ödeme yapmak gibi- Fakat komisyonların
bu konuda yapabildikleri de sınırlıdır.
Komisyonlar zamanının çoğunu fiyat belirlemesine ayırırlar. Bunun için önce maliyetleri
belirler ve bunun üzerine adil bir getiri oranı eklerler. Önemli tartışma konularından biri de
‘adil’ oranın ne olduğudur. Daha önceki ünitelerden biliyoruz ki etkin fiyatlama fiyatın
marjinal maliyete eşit olduğu noktada belirlenmesidir. Fakat aşağıdaki şekilde de görüldüğü
gibi fiyatın marjinal maliyete eşit olduğu noktada fiyat ortalama maliyetlerin altında kalmakta
ve firma zarar etmektedir.
Regulasyon ile ilgili en onemli sorun regulasyon kurumlarının çeşitli baskı gruplarının etkisi
altında olmasıdır. (Stigler, ‘The theory of econmic regulation’, 1971). Regulasyon otoritesinin
‘kamu menfaatini’ gözettiğini soylemek çok zor.
P

P1
LRAC
} sübvansiyon
P2 LRMC
D
Q
Q1 Q2

Buradaki çözüm önerilerinden biri fiyatların P1 noktasında belirlenmesidir. Bu fiyat düzeyi


firmaya adil bir getiri oranı sağlamaktadır. Fakat bu durumda doğru çıktı seviyesinde üretim
yapılamamaktadır. Bir diğer çözüm önerisi fiyatın P=MC noktasını ifade eden P2 noktasında
belirlenmesi ve aradaki farkın devlet tarafından sübvanse edilmesidir. Pratikte bu probleme
daha karmaşık çözümler getirilmektedir. Bunlar:
1. Fiyat farklılaştırması yapılmasıdır. Örneğin elektriğin farklı kişilere, işyerlerine
konutlara farklı fiyattan satılmasıdır.
2. ya da farklı üretim seviyeleri için farklı fiyatlar belirler. Belirli bir kullanım
seviyesinden sonra daha fazla fiyat uygulanmasıdır.
3. Bir başka yöntem de hizmete bağlantı anında bir blok oran ödenmesi daha sonra da
kullanıma bağlı Marjinal Maliyetle ilişkili bir fiyat belirlemektir. (telefon
şirketlerinin yaptığı gibi)
4. Bir başka fiyatlama yöntemi de çok kullanılan saatlerdeki telefon konuşmalarının
pahalı olmasıdır.
Başlangıçta düzenleme komisyonları sadece doğal tekel durumları için kurulmuş iken daha
sonra da rekabetçi piyasalara da yönelmiştir. (havayolu şirketleri, taksiler vb.) Düzenlemenin
yapılması bu piyasalarda tepkiyle değil aksine büyük bir hoşnutlukla karşılanmaktadır. Çünkü
böylece anti tröst yasaların denetiminde olmadan yasal güvenceler altında fiyat sabitlemesi
yapılabilmekte rekabet sınırlanmakta ve belirli bir oranda kar garanti altına alınmaktadır.
Bir başka regülasyon ise giriş sınırlamaları yaratma yönündedir. Piyasaya girişin
sınırlanmasının kamu menfaati argümanı ile savunmak mumkun değildir. Onun yerine
kalitenin korunması ve doğal monopol durumunda etkinsizliğin önlenmesi gerekçe olarak
gösterilir. Data aktarımında kabloların kullanıldığı durumda olcek ekonomileri varken,
teknolojik gelişmeler doğal tekel durumunu değiştirmiştir. Örneğin mikrodalga ve uydu
teknolojisindeki gelişmeler uzun mesafe konuşmalarında başka firmaların girmesi daha etkin
bir çözüm haline gelmiştir.
Genellikle fiyat ve giriş regülasyonu birlikte görülür. Öncelikle giriş regülasyonu fiyatları
yükselttiği için fiyat regülasyonu gerekli hale gelir. İkinci olarak, regule edilmiş endustride
karlar yuksek oladugu icin yeni girişleri teşvik edecektir. Bu durumda giriş regulasyonu
kacınılmaz olur.
d- Kamu mülkiyeti

Şimdiye kadar görüşlerin çözüm olmayacağını düşünenler bu işi kamu mülkiyetindeki


firmaların yapması durumunda eksik üretimin ortadan kalkacağını düşünürler. Çünkü kamu
işletmesi kar amacı ile üretim yapmamaktadır. Ancak diğer taraftan kamu kuruluşlarının etkin
çalışmadıkları hususunda geniş bir kabul vardır. (daha yüksek maliyet, tüketici taleplerine
daha az duyarlılık vs.)
Bunun dışında kamu mülkiyeti bir kere başladı mı sadece doğal tekel ile sınırlı kalmamakta
diğer alanlara da sıçramaktadır.

e- anti-trust politikası

Bu politika diğer yöntemlerden farklı olarak tekelleşmeyi önlemeye yöneliktir. Bu politika


piyasa güçlerinin rekabet koşullarını kendiliğinden yaratmayacağı ve bu durumda hükümetin
kamu menfaati için müdahale etmesi gerektiği varsayımına dayanır.
Geleneksel teoriye göre tam rekabet piyasası kaynakların en etkin kullanımını sağlar. Rekabet
maliyetlerin düşmesine , bunu sağlayan teknolojilerin gelişmesine yol açar. Rekabet
piyasasında bireysel firma için iyi olan toplum için de iyidir. Tekel ise kaynak dağılımını
bozar. Üretimin düşmesine fiyatların yükselmesine neden olur. Tekelde bireysel çıkar ile
toplumsal çıkar çatışma halindedir.
Tekelin kaynaklarından biri devletin regülasyonlarıdır. Bunlarda çözüm regülasyonun
kaldırılmasıdır (dergülasyon).
Devletin desteği olmadan da tekel yaratılabilir. Ürün farklılaştırması, ölçek ekonomileri,
saldırgan (predatory) fiyat uygulamaları ve reklamlar tekelin önemli kaynakları olarak
görülür. İlave olarak çıktıyı kısıtlamaya yönelik birlikte hareketler de sosyal etkinsizliğin bir
diğer kaynağıdır. Anti tröst politikaları devlet dışında yaratılan tekelleşme çabalarını
önlemeye yöneliktir.
Teorik olarak anti trust politikaları kulağa hos gelse de uygulama da kamu çıkarları aleyhine
sonuçlar doğurabildiği tartışmaları sıklıkla yer almaktadır. Anti trust davalarına muhatap olan
firmaların fiyatları ve maliyetleri düşürdüğü, yoğun bir rekabete girdiği; anti tröst
uygulamalarının ise rekabeti sınırladığı sıklıkla iddia edilmektedir. Suçlama yöneltilen
firmalara karşı yapılan iddialar ispatlanamamaktadır. Etkinliği artıran bir çok birleşme
yoğunlaşmayı arttırdığı gerekçesiyle engellenmiştir. Önemli bir rekabet aracı olan fiyat
farklılaştırması, rekabeti engellediği gerekçesiyle sona erdirilmişitir. Vs.
Anti tröst politikalarının geleneksel yorumuna karşı çıkan iktisatçılar belirli seviyede fiyat
farklılaştırması, birleştirme anlaşmaları (tying agreements)na izin vermekte, birçok piyasada
birleşmelere ve dikey entegrasyona etkinliği arttırdığı gerekçesiyle karşı çıkmamaktadır.
Anti tröst politikalara karşı geleneksel desteğin zayıflamasında neden olan en önemli etken
geleneksel ‘giriş engelleri’ doktrininden kopuştur. Geçmişte giriş engeli olarak görülen şeyler
bugün işletmelerin piyasada kazandıkları etkinlik ve tasarrufun bir sonucu olarak
görülmektedir. Ölçek ekonomileri sadece yüksek maliyetli firmaların piyasaya girişini
engellemektedir. Ürün farklılaştırması bunu beceremeyen firmalar için rekabeti
kısıtlamaktadır. Reklam, reklam yapılan ürünün fiyatını ve maliyetlerini ucuzlatmaktadır.
Eğer reklam fiyatı arttırıyorsa bu piyasa girişi engellemeyecek aksine girişi teşvik edecektir.
Bu görüşler geleneksel ‘artan işbirliği- artan yoğunlaşma- artan tekelci karlar’ görüşünü de
revize etmeyi gerektirmektedir. Bu konudaki amprik çalışmalar yoğunlaşma ile karlar
arasında çok küçük bir pozitif ilişki bulmuştur. Bu karlar giriş engelleri ve buna bağlı
yoğunlaşmaya bağlanmıştır. Halbuki bu etkinliğin sonucu olarak da yorumlanabilir ve buna
ilişkin çalışmalar da mevcuttur. Ayrıca uzun donemde aşırı karlı endüstrilerde karlılığın
sürmediği gözlenmiştir.
Anti tröst politikalara modern yaklaşım bu politikaların geleneksel şekliyle uygulanmasına
karşı olmasına rağmen tamamen ortadan kaldırılmasını da savunmaz. Üretimi kısıtlamaya
yönelik yatay anlaşmaların (fiyat sabitleme, büyük yatay birleşmeler, piyasanın paylaşımı
anlaşmaları) toplumsal refahı düşürdüğünü ve buna karşı uygulanacak
Antitröst politikalarının refahı arttıracağını savunurlar. Burada da bazı tartışmalar mevcuttur.
Öncelikle kısılmış üretim seviyesinin ne olduğu belirsizdir. Teorik olarak optimal üretim
seviyesi Tam Rekabet Piyasasındaki üretim seviyesidir. Tam rekabet üretim seviyesi
teknolojik gelişmelerin olmadığı, enformasyonun tam olduğu ortamda belirlenmiş bir
seviyedir. Gerçek hayatta bu koşullar olmadığı için mevcut durumdaki tüm firmaların
(işbirliği olsun olmasın) tümünün üretim seviyesinin tam rekabetten düşük olduğu
söylenebilir.

2. İşbirlikleri
Piyasadaki firmalar kendi aralarındaki rekabetin sonuçta karlarını olumsuz etkileyeceğini
bilirler. Birlikte fiyat belirlemeleri durumunda ise fiyatları (rekabetçi duruma göre) yüksek
belirleyebilecek, karlarını arttırabileceklerdir. Bu yüzden sürekli piyasadaki rakipleri ile
birlikte tüketiciler aleyhine işbirliği fırsatlarını kollarlar. İşbirlikleri açık ya da gizli
anlaşmalar veya örtük birlikler şeklinde cereyan edebilir.
Açık anlaşmalar durumunda piyasadaki rakipler biraraya gelip fiyat sabitleme veya üretim
miktarlarını kısıtlama yoluna giderler. Bu tip anlaşmaların en bilineni petrol ihraç eden
ülkelerin birliği olan OPEC’tir. Petrol ihraç eden ülkeler (aralarında anlaşabildikleri zaman)
petrol üretimlerini sınırlayıp petrolden elde ettikleri arttırma imkanı elde ederler. OPEC üyesi
ülkeleri böyle bir anlaşma yapmaktan alıkoyacak caydırıcı bir uluslar arası bir güç olmadığı
için açıkça üyeler için üretim kotaları belirlemek mümkün olmaktadır. Ulusal düzeyde ise
hemen her ülkedeki anti-trust (rekabet) yasaları bu tip açık işbirliklerini yasakladıkları için
anlaşmalar gizli tutulur.
İşbirliği anlaşmaları genel olarak zımni (tacit) anlaşmalar şeklindedir. Zımni anlaşmalarda
taraflar karşılıklı oturup bir fiyat ya da miktar belirleme yoluna gitmezler. Anlaşmaların
temelinde firmaların çıkarlarının işbirliğine bağlı olduğuna dair anlayışları yatar. Örneğin,
evini satmak isteyen bir kişi kaç para talep edeceğini belirlemek için ilk yaptığı, çeşitli
kanallardan aynı bölgedeki benzer özelliklere sahip evlerin fiyatlarını öğrenmektir. Yaptığı ilk
iki ya da üç telefon görüşmesinden yaklaşık fiyatlar almışsa kendi evinin fiyatını da o
fiyatlara yakın belirler.
Zımni anlaşmaların bir türü fiyat liderliğidir. Bu durumda piyasadaki firmalar lider olarak
benimsedikleri bir firma tarafından ilan edilen fiyatları benimserler. Lider zaman içinde
değişebilir, gücü azalabilir ancak firmalar işbirliğinin kendileri için faydalı olduğuna
inandıkları sürece işbirliği sürer. Piyasadaki firmalar tarafından sıklıkla kullanılan pratik
fiyatlama yöntemleri de uyumlu fiyat uygulamalarını teşvik eder. Birim maliyetlerin üzerine
belirli bir kar oranı eklenmesi çok sık olarak kullanılan bir yöntemdir. Piyasadaki tüm
firmalar benzer maliyet yapılarına ve benzer fiyat belirleme stratejileri sahip oldukları için
sonuçta piyasada benzer fiyatlar oluşmaktadır.
Gerek günlük konuşmalarda, gerekse akademik tartışmalar da sıklıkla dile getirilse de
piyasalarda işbirliği kolaylıkla gerçekleşebilen bir olgu değildir. Öncelikle piyasadaki
firmalarının farklı yapıları ve (bazen) çatışan çıkarları nedeniyle İlk aşama işbirliğine eğilimli
firmaların tamamının üzerinde anlaştığı bir madde (fiyat düzeyi, üretim miktarı vs) bulmak
kolay değildir. İkinci aşamada bir anlaşma sağlansa bile bu anlaşmanın sürdürülmesi çok
zordur. Çünkü diğerleri anlaşmaya bağlı kalırken birinin anlaşmayı bozması, bozana önemli
bir avantaj sağlayacaktır. 1
1
Oyun teorisi bunun neden böyle olduğunu anlamamız için analitik araçlar sağlar. Bu konudaki klasik oyun
teorisi çözümü ‘Mahkumun İkilemi’dir. Bu oyun şöyledir:
Polis birlikte bir hırsızlığa karıştıklarından şüphelendiği iki kişiyi tutuklar ve ayrı odalara koyar. Polis
şüphelilerden her birine şu teklifi yapar (ve her birine de diğerine aynı teklifin yapıldığını söyler): Eğer
şüphelilerden biri itiraf eder ve diğeri konuşmazsa itiraf eden 6 ay ceza alacak, ortağı ise on yıl cezaya
çarptırılacaktır. Her ikisi de itiraf ederse her iki mahkum da 8’er yıl ceza alacaklardır (adaletle işbirliği yaptıkları
için 2 yıl indirim). Eğer her ikisi de susmayı tercih ederlerse delil yetersizliğinden her ikisi de sadece 2’şer yıl
ceza alacaklardır. Her ikisinin de karar vermek için birer saati vardır. Bu durum diyagramla şöyle gösterilir:
Mahkumun İkilemi Oyunu
Şüpheli 2
İtiraf sessiz
Şüpheli 1 itiraf 8,8 0.5,10
sessiz 10,0.5 2,2
Bu durumda ne olur? Herbir mahkum diğerinin itiraf edip az ceza almak isteyeceğin çekindiği için itiraf eder ve
8 yıl yatar. Bu onlar için optimal sonuç değildir ama herbiri diğerine güvenmemektedir. Halbuki işbirliğine
gidebilseler ve her ikisi de sussa ikisi de sadece 6 ay yatacaktır. Bu durum piyasalarda da karşımıza çıkar (bkz
çerçeve yazı)
Benzincilerin Ikilemi

Ünlü iktisatçi Lester Thurow Sifir Toplamli Toplum adli kitabinda (Bu kitap Türkçeye Sifira
Sifir Toplumu olarak çevrildi ve Altin Kitaplar tarafindan yayinlandi) bir toplumun ekonomik
davranisini açiklamak için hos bir örnek verir. Örnek söyledir: Insanlar bir maç seyretmek için
stadyuma gidip, tribünde bir yere otururlar (Bu ilk denge durumu, herkes oturuyor ve oyun
alanini görebiliyor).Maç baslayinca tribündeki seyircilerden biri daha iyi görüntü alabilmek
için ayaga kalkar. Bu durumda ayaga kalkan seyirci kendisi daha iyi görüntü alabilsin diye
arkadakilerin görüntüsünü bozmustur. Bunun üzerine arkadaki seyirciler de ayaga kalkarlar.
Bu gelisme tribündeki herkes ayaga kalkincaya kadar sürer. Ulasilan durumda(ikinci denge
durumu) herkes ayaktadir fakat görüntüde bir degisiklik olmamistir. Üstelik seyircilerin ayakta
durmaktan ayaklari agrimaktadir. Seyirciler ilk durumlarinin ikincisine göre daha iyi oldugunu
farkederler ve birinci duruma geri dönmek isterler. Fakat simdi bir sorun vardir. Önce kim
oturacaktir? Kimse ilk oturan olmak istemez. Çünkü ilk oturan, digerleri yerlerine oturana
kadar en kötü görüntüyü alacak, en son oturan ise en iyi görüntüyü alacaktir. Herkes bir
baskasinin önce oturmasini bekler. Sonuçta kimse oturmaz herkes maç bitene kadar ayakta
kalir. Bu örnekten iki önemli sonuç çikar. Birincisi, tum karar birimleri tek tek rasyonel
davransa da sonuç rasyonel olmayabilir. Ikincisi, buna bagli olarak isbirliginin önemi.
Thurow'un bu örnegi yasadigimiz dünyada birçok ekonomik birimin davranisini gayet iyi
açiklamaktadir. Zaten ben de bu örnegi günlük hayatta karsilastigim bir gelisme üzerine
hatirladim. Bu gelisme, benzincilerde, kredi kartlariyla yapilan alisverislerde komisyonlari
kimin üstlenecegine dair sürekli degisen uygulama ile ilgili. Benzincilerde kredi kartiyla
ödeme yanilmiyorsam 90'li yillarin baslarinda basladi. Uygulama kisa zamanda benimsendi ve
yayginlasti. Benim gibi, özellikle ayin sonlarinda parasizliktan evden disari çikamayan
otomobil sahipleri kredi karti kabul eden benzin istasyonlarini tercih eder oldular. Gerçi alinan
benzinin belli bir orani kadar ilave kart komisyon tutarini da ödemek zorunda kaliyorduk ama
olsun hiç olmazsa otomobilimizle veresiye gezebiliyorduk. Müsterilerin kredi kartini kabul
eden istasyonlari tercih ettigini gören hemen tüm benzinciler kredi karti uygulamasina geçtiler.
Kredi karti kullanmanin maliyetini(kart komisyonlarini) müsteriye yükledikleri için kredi karti
kabul etmenin benzin istasyonlarina hiçbir maliyeti yoktu(Birinci denge: kredi karti
komisyonunu müsteriler ödüyor. Müsteriler istasyonlar arasinda tesadüfi olarak dagiliyor).
Zamanla bazi istasyonlar kredi kartlarina uygulanan komisyonlari üstlenerek (sifir komisyon),
komisyonu müsterilerine yükleyen istasyonlarla fiyat rekabetine girdiler.Basarili da oldular.
Biz sürücüler, o dönemde, benzinimizin son damlasina kadar kredi kartina sifir komisyon
uygulayan benzincileri ariyorduk. Ne de olsa benzin benzindi. Ahmet'ten almak ile Mehmet'ten
almak arasinda bir fark yoktu. Bu durumda fiyat düsüklügü kart komisyonunu üstlenen
istasyonlara önemli bir avantaj sagliyordu. Gün geçtikçe müsterilerinin komisyon almayan
istasyonlar tarafindan kapildigini gören komisyon alan istasyon sahipleri de kaybettikleri
müsterilerini kazanmak için kredi karti ile yapilan ödemelerden komisyon almamaya
basladilar. Bunun üzerine müsteriler tekrar istasyonlar arasinda tesadüfi olarak dagilmaya
basladilar.
Yeni gelinen denge noktasinda tüm benzinciler komisyonlari kendileri yüklenmislerdi ve
müsteriler tesadüfi olarak dagilmaktaydi. Herbiri rasyonel davranan istasyon sahipleri
digerlerinin müsterilerini cezbedip karlarini arttirmaya çalismislar fakat hepsi ayni sekilde
davrandigi için sonucta müsteri sayilari degismemis üstelik kar oranlari da düsmüstü. Ayni,
maçi daha iyi görmeye çalisan seyircilerin akibetine ugramislardi. Istasyon sahiplerinin bir
avantaji vardi. O da maçi seyretmek üzere tesadüfen biraraya gelmis seyircilerin aksine,
örgütlü bir gruptular.Gelismeleri farkeden akaryakit dagiticalari dernegi bir karar alarak bir
fiyat anlasmasi yaptilar: Artik bütün istasyonlar kredi kartli satislarindan komisyon alacaklardi.
Fakat bu dernegin yaptirim gücü çok fazla olmadigindan olsa gerek istasyonlar bu anlasmaya
çok kisa bir süre uydular ve anlasma hemen bozulmaya baslandi. Bugün, Istanbul'daki benzin
istasyonlarinin hemen hiçbiri komisyon almiyor. Istasyon sahipleri gelinen bu noktadan
memnunlar mi bilemem ama biz tüketicilerin memnun oldugu bir gerçek.
Olgopolcu firmaların karı maksimize eden (tekelci) fiyat uygulamaları hangi faktorlere
bağlıdır?
1. Üreticilerin, sayısı, birbirine benzerliği ve ölçeklerine: Eğer üreticilerin sayısı az ise ,
ölçekleri ve Pazar payları benzer ise ve ürünleri ve maliyet yapıları birbirine benzer ise
tekelci fiyat uygulama olasılıkları daha fazladır.
Firma sayısı oligopolun güçlü ya da zayıf olmasını belirler. Firma sayısı arttıkça oligopol
zayıflar.
Maliyet yapısı da oligopol için önemlidir. Eğer piyasadaki bir firmanın maliyetleri diğerlerine
göre düşük ise bu firma diğer firmalar üzerinde bir hakimiyete sahiptir ve bu hakimiyeti
rakiplerini yok etmek için bile kullanabilir.
Eğer piyasada yüksek fiyatlı tanınmış markalı büyük firmalar ve piyasadan pay kapmaya
çalışan yeni ve düşük fiyatlı firmalar varsa,piyasaya girmeye çalışan firmalar tanınmış
firmalarla yüksek fiyatlardan fiyat anlaşmasına gitmek istemeyecektir. Diğer taraftan Pazar
kaybedecekleri korkusu ile büyük firmalar da fiyat yükseltme yoluna gidemeyeceklerdir.
Büyük alıcıların siparişlerini kaybetme korkusu satıcılar arasındaki fiyat anlaşmasını
bozacaktır. (çünkü hiçbir firma kendisi büyük alıcının teklifini reddederse başkasının da aynı
şekilde reddeceğinden emin değildir)
2. Talebin istikrarı ve gelecek hakkında fikirbirliği: Talebin istikrarı ve geleceği hakkında
fikirbirliği varsa işbirliği daha kolaydır.
3. Giriş engelleri: Yeni bir üreticinin piyasaya girmek istediğinde karşılaşacağı engeller ne
kadar yüksekse o piyasada firmaların yüksek fiyat oluşturmaları daha kolaydır. Engelin
yüksekliği mevcut üreticinin koyduğu ve piyasaya yeni üreticilerin girmesine neden
olmayan fiyat-maliyet marjına bağlıdır. Bu marj ne kadar geniş ise o endüstriye girmek o
kadar zordur. Yeni üreticilerin piyasaya girmeye başladığı fiyata ‘limit fiyat’ denir.
Engelin yüksekliği hem üretim hem de satış koşullarına bağlıdır. Üretim yönünde temel
faktör optimal fabrika ölçeğidir. Eğer optimal ölçek büyükse, ufak bir ölçekle piyasaya giren
yeni firma kendisini maliyetler açısından dezavantajlı durumda bulacaktır. Eğer optimal
ölçekte bir tesis inşa ederse büyük ölçüde bir sermayeyi riske etmiş olacaktır. Dahası piyasaya
yeni girmiş olması nedeniyle kurduğu kapasiteyi kullanması da zaman alacaktır. Bu nedenle
başlangıçta yeni gelen firmanın zarar etmesi kaçınılmazdır. Sonuç olarak yeni firma sonuçta
büyük karlar beklemiyorsa böyle bir maceraya girmeyecektir.
Farklılaştırılmış ürünler bağlamında satış maliyetleri de önemli bir giriş engeli oluşturur.
Piyasadaki mevcut firmalar bir marka imajı oluşturmak için önemli maliyetlere
katlanmışlardır. Yeni gelenlerde benzer bir reklam maliyetine katlanmak zorunda kalabilir ve
bu kampanyanın sonuçları da belirsizdir. Reklam harcamalarının yoğun olduğu endüstrilere
girmekten firmalar çekinirler. Bu piyasalardaki küçük firmalar da büyük rakiplerinin satış
baskısı altındadırlar. ( yoğun reklam kampanyasına rağmen bayilik ağı oluşturamayan
Marmara biralarının başarısızlığı iyi bir örnek)
Giriş engelleri veri iken dominant firmalar (1) limit fiyatlama uygulayabilirler. Bu durumda
piyasa fiyatını limit fiyatın hemen altında belirlerler ve yeni firmaların piyasaya girmelerini
tamamen önlerler. Bu durumda kısa dönemde fazla kar etmektense firmalar uzun dönemde
güvenli karı tercih etmişlerdir.(2) Kısa döenm karlarını maksimize eder ve yeni firmaların
piyasaya girmesine izin verirler. (3) ikisinin bir kombinasyonunu uygularlar.
DERS 12

1. Bazı durumlarda ekonomideki herhangi bir ajanın ( birey veya firma) eylemi diğerlerinin
de refahını etkiler. Buna dışsallıklar diyoruz. Dışsallıklar Parasal ve parasal olmayan
olarak ikiye ayrılır. Parasal dışsallık fiyatlara yansır ve piyasa tarafından değerlendirilir.
Örneğin A firması kendi ürünlerine talebin arttığını görür ve B firmasından aldığı mal
siparişlerini arttırır. B kapasitesini arttırır, maliyetlerini ve fiyatlarını düşürür. Bazı
durumlarsa ise dışsallıklar fiyatlara yansımaz bunlara parasal olmayan ya da teknolojik
dışsallıklar diyoruz. Bir elma bahçesinin yanında arı yetiştiren bir kişinin elde ettiği balda
yandaki elma bahçesinin büyük katkısı olacak ama balın getirisinin tamamını bal
yetiştiricisi alacaktır.
Dışsallıklar pozitif olabileceği gibi negatif de olabilir. Örneğin komşunun havlayan köpeği
size negatif bir dışsallık yaratır. Bu derste daha cok negatif dışsallıklar üzerinde duracağız.
2. Bir malın üretiminin bireysel özel maliyetleri olduğu gibi (kullanılan girdilerin maliyetleri)
bir de dışsallıklardan kaynaklanan maliyetleri vardır ( bir fabrikanın çalışırken dumanının
çevreyi kirletmesi gibi). Bunların ikisinin toplamına sosyal maliyetler denir. Özel ve sosyal
maliyet ayrımının etkileri şekil 11’de gösterilmiştir.

Şekil 11

P
MCS MCP

Ss
Sp

P1
P2

D
Q
Q1
Q2
Bu şekildeki firmanın üretiminden kaynaklanan hava kirliliğinin firmaya bir maliyet
yüklemediği düşünülmüştür. Şeklin üst bölümünde bir firma aşağıda endüstri
gösterilmektedir. Piyasadaki her firmanın MCp ile gösteren özel maliyetleri vardır. İlave
olarak firma havayı kirlettiği için bir maliyet yaratmakta fakat bunun bedelini ödememektedir.
Bu gizli maliyetler de eklendiğinde marjinal maliyet MCS olacaktır. Piyasadaki firmaların
özel maliyet eğrilerini toplayarak SP piyasa arz eğrisini elde ederiz. Eğer piyasa talebi D ise
bu maldan Q0 kadar üretilecek ve P0 fiyatından satılacaktır. Gizli maliyetler de eklenirse yeni
arz eğrisi SS olacak, bu durumda üretilen miktar Q1 e düşecek fiyat P1’e çıkacaktır.
Buradan çıkan sonuç şudur: eğer sosyal maliyetler dikkate alınmazsa bir mal düşük
fiyatlanacak ve fazla üretilecektir. Bu da kaynakların optimal dağılımına engel olacaktır.
Çözüm dışsallıkların bedelini bunu ortaya çıkarana ödetmektir. Buna dışsallıkların
içselleştirilmesi denir.
Çevre kirlenmesinin nedeni mülkiyetin tanımlı olmamasıdır. Örneğin, okyanuslardaki
balıkların bir sahibi yoktur. Kirletilen havanın sahibi yoktur. Bu nedenle bedelsiz olarak
kirletilebilir. Aslında mülkiyet haklarının yeterince tanımlı olmadığı durumlarda bile sosyal
maliyet ile özel maliyeti eşitlemek mümkün olabilir. (Ev- ağaç ve göl manzarası örneği).
Bunun için işlem maliyetlerinin düşük olması gerekir (coase teoremi). Okyanus gibi
konularda kimin kirlettiğini bulmak, kimin dava açacağını belirlemek çok maliyetlidir. Bu
durumda sosyal maliyetle özel maliyeti eşitlemek zordur. Ancak bir gölün mülkiyetini
örneğin, bölge halkına devrederek kirletenlere dışsallıkları daha kolaylıkla ödetilebilir. (devlet
bu hakkı kamu adına kullanır) ama burada da etkin çözümlere ulaşmak çok kolay değildir.

Çevreyi ne kadar kirletmeli?

MC
MB
MC

D
G

E
F MB

P 100

Çevrenin ne kadar temiz olması gerektiği önemli bir konudur. Çevreyi temizlemenin maliyeti
her ilave temizlik için (MC) giderek artarken bunun sağlayacağı fayda (MB) giderek azalır.
Optimal temizlik düzeyi MC=MB noktasına karşılık gelen P dir. Bu seviyede temizlik olması
durumunda bunun topluma faydası MB eğrisinin altında kalan D+E alanıdır. P düzeyinde
temizliğin toplam maliyeti ise E alanıdır. P noktasının bir birim ötesindeki temizliğin maliyeti
sağlayacağı faydadan yüksektir. Bu yüzden temizlik seviyesini P noktasının ötesine geçirmek
akılcı değildir.
Kirliliği nasıl kontrol edebiliriz?
- Doğrudan regülasyon: Bu durumda regülasyon otoritesi standartları belirler (havadaki
minimum sülfürdioksid oranı veya suya günde akıtılacak kurşun miktarı gibi) ve
gerektiğinde mahkemeler aracılığıyla bu standartların yerine getirilmesini denetler.
Kirliliğin kaynağına kadar izlenmesi (nehri kim kirletiyor?) ve uygun standartların
belirlenmesi maliyetli ve karmaşık bir işlemdir.
Standartlar belirlenmeden önce bir fayda-maliyet analizi yapılmalıdır. Ancak pratikte
bu yapılmadan bir standart belirlenmiş olabilir.
Ya da herkes için aynı standartlar belirlenebilir (herkesin atıklarını yarıya indirmesi
gibi). Bunun maliyeti herkes için farklı olacaktır.
Bunun yanında regülasyon siyasi ve bürokratik problemleri de doğuracaktır.

- Zararların tazmini: Bu sistem kirletenin dava edilip kurbanların zararının tazminine


dayanır.
Kirliliği P noktasına düşürmek için, firma temizleyemediği kirlilik için F kadar
tazminat öder. Tazminat ödemek firmanın da işine gelir çünkü temizlemek isterse F+G
kadar bir bedel ödemesi gerekmektedir.
Regülasyonda kirliliğin maliyetini kurbanlar öder. Tazminatta ise kirleten öder. Ancak
sonra talep koşullarına göre bu tazminatı fiyatlarına yansıtabilir.
Tazminat sisteminin avantajı bürokrasi gerektirmemesidir. Ancak mahkemelerin
yükünü arttırır.
Kirlilikten zarar gören tek tek bireyler dava açmada gönülsüz davranabilir ama bu
sorun toplu eylemlerle giderilebilir (örn. Greenpeace)
Bu yöntemde de kirliliğin kaynağını bulma zorluğu vardır.

- Sübvansiyonalar: Kirliliği kendileri yaratmasa da çevreyi temizlemek kurbanların


işine gelebilir. Örneğin devlet fabrikanın takacağı filtreyi sübvanse edebilir. Bu
durumda filtrenin maliyeti vergi verenlerin sırtına yüklenmiştir. Ancak bu durum
kurbanların lehinedir. Çünkü E kadar maliyete katlanıp D+E kadar fayda
sağlamışlardır.
- Kirliliğin vergilenmesi: BU sistemde yaratılan her birim kirlilik birim başına OA
kadar vergilendirilir. P noktasına kadar ilave birim temizliğin maliyeti vergiden
yüksektir. Bu durumda P noktasına kadar firmalar çevreyi temizlemektense vergi
ödemeyi tercih ederler. Hükümet de topladığı vergi gelirinin G kadarını kirlilik
kurbanlarına öder.
Bu yöntemin avantajı ilave bir zorlayıcı otoriteye gerek duymaması kendi kendine
işlemesidir.
Bir başka avantajı, yeni çevreyi temizleme tekniklerinin bulunmasına yardım
etmesidir. Eğer firma ucuz temizleme teknikleri bulursa vergi ödemektense çevreyi
temizlemeyi tercih edebilir.
MC
MB
MC

D
K
A
H
E
G MB
O
P 100

Piyasanın zaman içinde dengeye gelmesi


Özellikle tarımda doğal koşullara bağlı olarak ortaya çıkan gelir kayıplarını önlemek için
hükümetler taban fiyat uygulaması başlatmışlardır. Taban fiyat politikası hükümetin çiftçinin
piyasada satamadığı ürünü beliri bir fiyattan satın almayı taahhüt etmesidir. Tavan fiyat
politikası da fiyatların yükselmesini önlemek amacıyla piyasaya müdahale etmesidir. Fakat
her iki durumda planlananın ötesinde olumsuz sonuçlar doğurur.
Devletin fiyat kontrolleri: taban fiyat, tavan fiyat uygulaması, karaborsa (rona turanlı. Ss289-
298)
Yukarıda piyasalardaki denge fiyatını arz ve talep değişmediği sürece değişmez olarak
tanımladık. Eğer piyasada denge fiyatı dışında bir fiyat oluşursa piyasa güçlerinin anında
bunu denge fiyatına getireceğinden söz ettik. Bu her zaman doğru değildir. Özellikle arzın
uyarlanması zaman alabilir ve bu uyarlanma her zaman dengeye doğru olmayabilir.
Bunu en iyi açıklayan model Örümcek Ağı teoremidir. Örümcek ağı teoreminde üreticilerin
fiyat değişikliklerine tepkisi bir dönem sonra gerçekleşir. Örümcek ağında üreticilerin fiyat
değişimlerine verdiği tepkiler sonucu fiyat denge fiyatına doğru evrilebilir. Bazı durumlarda
denge fiyatından uzaklaşır yada o fiyat etrafında sürekli olarak döner durur ve hiç bir zaman
dengeye gelmez. Denge fiyatına yakınsaması için koşul arz eğrisinin talep eğrisine göre dik
olmasıdır. Genelde bu durum geçerlidir. Fiyatlar dengeye yakınsar. Bunun nedeni üreticilerin
fiyat değişmelerine aşırı tepki vermemeleridir. Yani yüksek fiyatın sonsuza kadar süreceğini
çoğu kişi beklemez. Beklentiler istikrarlı ise piyasalar da istikrarlı olur.
Spekulatörler de piyasa da fiyat istikrarının oluşmasına yardımcı olurlar. Diyelim ki normal
bir yılda bir tarımsal ürünün fiyatı P, üretilen miktar Q ve malın talep eğrisi D. Fakat bu yıl
havaların çok iyi gitmesi nedeniyle ürün çok iyi oldu ve üretim Q1’e çıktı. Fakat bu ürünü
sadece normal fiyatı olan P’nin yarısı olan P1 fiyatından satabilmek mümkün. Bu durumda
spekülatörler devreye girer. Spekülatörler ürünün fiyatının bu yıl yaşanan sıradışı koşullar
nedeniyle aşırı düşük olduğunu ve gelecek sene yükseleceğini beklerler. Bu nedenle malı bu
sene alıp gelecek sene daha yüksek fiyattan satmayı düşünürler. Bu durumda talep D’den D2’
ye çıkmıştır. Bu durumda fiyat Q1 ile D2’nin kesiştiği noktada belirlenecektir. Bu durumda
piyasa fiyatı P1 değil P2 olacaktır ki bu malın normal fiyatı olan P’ye daha yakındır. Bu
durumda ürünün tamamı tüketilmeyecek bir kısmı depolanacaktır. Eğer bir nedenden ürün
fiyatı normal fiyatın çok üzerine çıkarsa spekülatörler ellerindeki bu malı satıp fiyatı gene
normal düzeyine indireceklerdir.
P

P1
D2
P2
D1

Q
Q1 Q2

Görüldüğü gibi spekülatörler ekonomiye iki olumlu katkıda bulunmuşlardır. Birincisi, arızi
nedenlerle üreticilerin gelirlerinin düşmesini önlemişlerdir. İkincisi, tüketim fazlası ürünün
israf olmasını önlemiş gelecekteki muhtemel bir darlığın önüne geçmişlerdir.
Ek:1
Ekonomileri Batıranlar Spekülatörler mi?
Murat ÇOKGEZEN
Son yillarda ekonomi basininda en cok duydugumuz kavram herhalde ‘kriz’. Asya Krizi, Rusya
Krizi....Bir kriz dalgasidir, gidiyor. Bu krizlerin yorumunu uzmanlarina birakarak, bu yazida krizlerle
ilgili olarak gundeme gelen, sik sik bu krizlerden sorumlu tutulan ‘spekulator’ lere deginecegiz.
Spekulasyon yada spekulatorler gercekten bu kadar kotu mu? Ekonomileri batiranlar spekulatorler
mi?
Sanirim, once sik sik birbirine karistirilan uc kavrama deginmemiz gerekiyor: Arbitraj, spekulasyon ve
manipulasyon. Aslinda uc islem de ucuza alip pahaliya satmayi ve bu satistan kar elde etmeyi
hedefliyor. Tabii aralarinda bazi temel farkliliklar var. Bunlari incelerken yukarida, spekulatorlere
iliskin sordugumuz sorularin cevabini da vermis olacagiz.
Arbitraj yapanlar bir variligin farkli yerlerde farkli fiyatlandirilimasindan dogan karlari elde etmeye
calisirlar. Ornegin, bazi kisilerin dusuk modelli otomobilleri ucuz fiyattan buyuk sehirlerden alip bu
otomobillerin daha pahali oldugu Anadolu sehirlerinde sattiklarini duymussunuzdur.Ayni islem
uluslararasi alanda genellikle doviz uzerine yapiliyor. Bir yabanci parayi ucuz oldugu ulkeden alip
pahali oldugu ulke piyasasinda satiyorsunuz. Sonuc olarak bunda kotu bir sey yok. Hatta, arbitraj
nedeniyle fiyatin pahali oldugu yerde arz artacagi icin piyasalarda tek bir fiyatin olusmasi gibi olumlu
bir etkisi de var artbitrajin.
Gelelim spekulatorlere. Spekulatorler, arbitraj yapanlardan farkli olarak risk alir, bir varligin gelecegi
uzerine kumar oynarlar. Kumar derken bunun bir piyangodan farkli oldugunu belirtmek gerekir.
Cunku spekulatorler piyasadaki mevcut enformasyonu degerlendirerek beklentilerini olustururlar ve
buna gore alir yada satarlar. Bunda bir kotuluk var mi? Spekulatorler yasadisi yollardan herkese acik
olmayan bilgileri elde etmemislerse, tabii ki yok. Aksine spekulasyonun olumlu etkileri de var.
Spekulatorlerin eylemleri spekulasyon yapilan varliklar uzerine piyasaya sinyaller gonderir. Ornegin,
eger spekulatorler ellerindeki A sirketine ait hisse senetlerini ellerinden cikartmaya baslamislarsa
bunun sebebi o sirketin gelecek icin umit vaadetmemesidir. Yada bir ulkenin parasinin deger
kaybedecegini bekleyen spekulatorler o ulke parasini ellerinden cikartirlar. Bu noktada bir konuya
dikkat cekmek gerekir. Spekulatorler sirket hisselerini ellerinden cikardigi icin bir sirket finansal
olarak kotu duruma dusmez; spekulatorler o sirketin kotu duruma dusecegini tahmin ettikleri icin
ellerindeki hisseleri satarlar. Yada bir ulkenin doviz kuru spekulatorler satisa basladigi icin inise
gecmez. Ulkede gevsek para politikasi ve cari islemler acigi soz konusudur, bunun devaluasyona yol
acacagini goren spekulatorler satisa gecerler. Sonuc olarak spekulatorlerin eylemleri sebep degil
sonuctur. (Belki spekulatorlerin bu sonucu hizlandirdigi soylenebilir)
Hem unutmayalim ki, bir kisi satiyorsa digeri aliyordur. Yani iki kisi ayni ata biri kazanacagi, digeri
kaybedecegi uzerine iddiaya girmektedir. Dogal olarak bunlardan biri kazanacak digeri kaybadecektir.
Ornegin, Endonezya devlet baskani Suharto’nun ulkesindeki krizden sorumlu tuttugu unlu spekulator
Soros 1992 yilinda Ingiliz Sterlin’inin devalue edilecegini ongorup bir gecede 1 milyar dolar
kazanmistir ama ayni Soros 1997 krizinde bir o kadar para kaybettigini iddia etmektedir.
Manipulasyon yapanlara gelince. Onlar da kumar oynarlar fakat kumarda kazanmak icin hile yaparlar.
Uzerine oynadiklari varligin fiyatini istedikleri yonde degistirip kazanc elde ederler. Nasil mi? Iste
Turkiye’den bir ornek. Gectigimiz gunlerde bir gazetede (Hurriyet, 28 Ekim 1998) yayinlanan haberde
su iddialar yer almaktaydi. Bazi kisiler Raks Elektronik sirketinin bir kamu bankasina olan kredi borcu
taksidini odeyemedigi, isci cikardigi ve konkardatoya gidecegi yonunde haberler cikariyorlar. Bu
olumsuz soylentiler nedeniyle sirket hisselerinin fiyati taban yapinca soylentiyi cikaranlar 35 bin lot
hisseyi (bu piyasadaki Raks Elektronik hisselerinin yaklasik uctebiri) aliyorlar. Muhtemelen bu kisiler
toz duman ortadan kalkip hisseler gercek degerine cikinca hisseleri ellerinden cikarip buyuk karlar
elde edecekler. Tabii bu yontemlerden biri. Bir diger yontem ise, bir varliktan asiri miktarda alarak
yada satarak onun fiyatini etkilemek. Yontemi ne olursa olsun piyasalar ve ekonomiler icin zararli
olan, yanlis yonlendirmelere neden olan manipulasyonlardir. Bu nedenle de butun ulkelerde
manipulasyonu onleyecek kanunlar vardir. Fakat gerek manipulasyonlari tespit etmenin guclugu
gerekse manipulasyon yapildiktan sonra is isten gecmesi nedeniyle pek de etkili degildirler.
*Finans Dünyası, Aralık 1998, Sayı 108

Cevre kirlenmesi politik kirlenmeye karşı, çatılar mı tavanlar mı başlıklı makaleler


sınavlara dahildir

You might also like