You are on page 1of 369

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

Asya’da Bölgesel Güvenlik ve Kimlik


Kurgusu

Kuram, Anlatı ve Uygulama


DOKTORA TEZİ

VİŞNE KORKMAZ

İSTANBUL (2008)
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

Asya’da Bölgesel Güvenlik ve Kimlik


Kurgusu

Kuram, Anlatı ve Uygulama


DOKTORA TEZİ

PROF. DR. BÜŞRA ERSANLI (DANIŞMAN)

VİŞNE KORKMAZ

İSTANBUL (2008)

i
ii
ÖZET

Bu tez, güvenlik ve kimlik kurgusu arasındaki ilişkiyi bölgesel güvenlik uygulamaları


çerçevesinde, Asya bölgesel güvenlik mekanizma ve yapılarını analiz ederek incelemeyi
amaçlamaktadır.

Bu çalışma, böyle bir analiz için disiplinler arası bir incelemenin (uluslararası ilişkiler
kuramları, bölgesel kimlik anlatıları ve bölgesel güvenlik uygulamaları) gerektiği
varsayımından yola çıkarak, kuram-anlatı ve uygulama arasındaki ilişkiyi bölgesel güvenlik-
kimlik ilişkisinin açıklanmasında temel çıkış noktası olarak almaktadır. Ayrıca, bu çalışma
kuram-anlatı ve uygulama arasındaki ilişkinin ve her bir “özerk” alanda meydana gelen
değişimlerin, bölgesel kimlik ve güvenlik kurgularını dönüştürdüğünü göstererek, kimlik ve
güvenliğin değişken kurgulanmış doğasına işaret etmeyi amaçlamaktadır. Bu “hayal edilerek”
algılanan bölge ve güvenlik nedeniyle, bölgesel kimlik; toplumsal krizleri (19.yüzyılda iddia
edildiği gibi) ya da güvenlik iklemini (günümüzün Doğu ve Güneydoğu Asya’sındaki güvenlik
mekanizmalarının amaçladığı biçimiyle) aşmaktan ziyade, bölgesel aktörler için, reel politik ve
entelektüel alanda aynı anda veya ayrı zamanlarda ortaya çıkan normatif bir söylem aracı
olmuştur.

iii
ABSTRACT

This PhD Thesis aims to analyse regional security mechanisms and structures in the Asia from
the perspective of security-identity connection.

This study presupposed that security-identity relations especially on the regional scenes can be
understood by adopting an inter-disciplinary vision that relates general theories of international
relations and security studies to regional identity narrations and security practices on spatial
basis. It aims to highlight that the changes within the authonomus area of narration, theory and
practice as well as in the complex of their relation lead to changes in the construction of
regional security understandings and regional identity perceptions. Therefore, this study
underlines the fact that both regional security and identity are the constructed entities and that
is why they pave the way for normative discourses used by regional actors.

iv
ÖNSÖZ

Bu çalışmayı yaparken bana katkıda bulunan, destekleyen ve fikirlerini paylaşan başta tez
danışmanım, sayın Prof. Dr. Büşra Ersanlı olmak üzere, Prof. Dr. Günay Özdoğan, Prof. Dr.
Gencer Özcan, Prof. Dr. Selçuk Esenbel ve Doç. Dr. Ayşegül Sever’e çok teşekkür ederim.
Yine, Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney, beni bu çalışmamın her esnasında destekledi.
Kendisine teşekkür borçluyum. Aradığım bazı kaynakları bulmamda katkılarından dolayı, sayın
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu ve sayın Engin Urcan’a tesekkür etmeliyim. Ayrıca,
Engin Urcan, bu çalışmanın bilgisayar ortamında düzenlenmesi esnasında da teknik desteğini
benden esirgemedi. Bu çalışma esnasında bana katkıda bulunan herkese de, bu isimleri
zikrederken bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

v
İÇİNDEKİLER

ÖZET ........................................................................................................................................... iii 


ABSTRACT ................................................................................................................................ iv 
ÖNSÖZ ......................................................................................................................................... v 
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................................ vi 
KISALTMALAR: ....................................................................................................................... ix 
GİRİŞ ............................................................................................................................................ 1 
I- KURAM: Uluslararası İlişkilerde Güvenlik ve Kimlik Kurgusu ........................................... 13 
I-A- Giriş: ............................................................................................................................... 14 
I-B- Güvenlik Kurgusu ve Güvenliğin Kurgulayıcıları:......................................................... 15 
i- Güvenlik Kurgusu: “Babalarımızınkinden daha iyi bir hayat bulmak...” ................... 15 
ii-Uluslararası İlişkilerde Güvenlik: “Aporia” ya da Yadsıma ....................................... 24 
iii-Güvenliğin Kurgulayıcıları: “Güvenlik Çalışmaları” ................................................ 37 
I-C- Güvenlik Kurgusunda Kimliğin Rolü ............................................................................. 50 
i- Uluslararası İlişkilerde Kimlik Kurgusu: Kimliklendirme ve Anlatı .......................... 54 
a- Waltz ve Kimlik-Sistem İlişkisi: İlişkinin Negatif Durumluluğu .................. 60 
b-Wendt ve Kimlik-Sistem İlişkisi: İlişkinin Pozitif Durumluluğu ................... 63 
ii- Güvenlik-Kimlik İlişkisini Kurgulayan Yaklaşımlar: Anlatının Açıklanması ........... 67 
a)- Kopenhag Okulu ........................................................................................... 67 
b)- Eleştirel Okul: ............................................................................................... 71 
c- Üçüncü Dünyacı Yaklaşım ............................................................................. 75 
d)-Konstraktivistler ve Stratejik Kültür Çalışmaları .......................................... 79 
I-D- Sonuç: ............................................................................................................................. 83 
II-ANLATI: Bölgesel Kimlik Kurgusu: Asya(lı) Kimliğinin Yaratılışı (19. Yüzyıl
sonu–20. yüzyıl başı Hindistan ve Japonya’da Asyacı ve Pan-Asyacı Düşünce) ...................... 86 
II-A- Giriş ............................................................................................................................... 87 
II-B: Anlatının Öğeleri: Zaman, Mekân ve İlişki ................................................................... 88 
i)- Zaman-Mekân-İlişki: Asya Kurgusunda Evrensel ve Bölgesel Kimlik Düşüncesinin
Ortaya Çıkışı ................................................................................................................... 98 
a- Avrupa’nın Asya Kurgusu: Medeniyet Düşüncesi ve Kıta Algılaması.......... 99 
b- Öteki Asya Kurgusu (Asya’nın Asyası); İlişki ve Unsurları: Kolonyalizm,
Evrensellik ve Bölge ......................................................................................... 107 
ii- Hindistan ve Japonya Örnekleri ............................................................................... 109 
a)- Raj ve Emperyal-Evrensel Sistem Düşüncesi: ............................................ 109 
1-Raj ve Emperyal Sistem Düşüncesi .................................................. 109 
2- Evrensel Sistem Düşüncesi .............................................................. 116 
b)- Meiji Japonyası ve Bölge Fikri ................................................................... 121 
1- Modernizmin Gerçekleştirdiği Symbiosis:....................................... 121
2- Medeniyet ve Bölge Düşüncesi ........................................................ 130

vi
II-C- Asya’da Bölgesel Kimlik Kurgusu: İki Farklı Anlatı .................................................. 137 
i)- Modern Hindistan Düşüncesinde Asya Kurgusu: .................................................... 137 
a)-Kültürel Asya Birliği Söylemi: .................................................................... 137
b)-Büyük Hindistan Düşüncesi:........................................................................ 155
c)-Pan-İslamist Söylem: ................................................................................... 160
d- Asya Federalizmi Düşüncesi: ....................................................................... 168
ii)- Modern Japon Düşüncesinde Asya Kurgusu: ......................................................... 176 
a)-Meiji Dönemi Asya Kurgusu: ...................................................................... 177
b)- I. Dünya Savaşı ve İki Savaş Arası Dönem Asya Kurgusu: ....................... 198
1)- I. Dünya Savaşı ve Asya Kurgusu: ................................................. 198
2)- İki Savaş Arası Dönem ve Asya Kurgusu:...................................... 203
c- 1930 Sonrası Dönem Asya Kurgusu: ........................................................... 209
II-D- Sonuç: .......................................................................................................................... 222 
III-UYGULAMA: Bölgesel Güvenlik - Asya’da Güvenlik ve Kimlik
Kurguları Arasında İşbirliği...................................................................................................... 226 
III-A- GİRİŞ: ........................................................................................................................ 227 
III-B- Asya’da Bölgesel Güvenlik ........................................................................................ 228 
i)- Bölgesel Güvenlik ve Mekanizmaları...................................................................... 228 
a)- Bölge, Bölgesellik, Bölgeselleşme .............................................................. 228
b)- Bölgesel Güvenlik Mekanizmaları ............................................................. 235
ii)- Asya’da Bölgeselleşme ve Bölgesellik: Güvenlik – Kimlik İlişkisinde Devamlılık
Sorunu ........................................................................................................................... 252 
III-C- Asya’da Bölgesel Güvenlik ve Kimlik Yapıları: Rakip (Güvenlik) Toplulukları ..... 275 
i-ASEAN Topluluğu: ARF- ASEAN Bölgesel Forumu............................................... 279 
ii-Doğu Asya Topluluğu: EAS/EAC: ........................................................................... 287 
iii-Pasifik Topluluğu: APEC ........................................................................................ 295 
III-D: SONUÇ: ..................................................................................................................... 300 
SONUÇ ..................................................................................................................................... 304 
KAYNAKÇA ........................................................................................................................... 321 
Basın Haberleri: ........................................................................................................................ 352 
Resmi Belgeler: ........................................................................................................................ 353 
TABLOLAR ............................................................................................................................. 355 

vii
TABLO LİSTESİ:
Tablo 1 .................................................................................................................................... 355
Tablo 2 ............................................................................................................................. 240-241
Tablo 3 .................................................................................................................................... 356

FİGÜR LİSTESİ:
Figür 1..................................................................................................................................... 357

viii
KISALTMALAR:

AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AFTA: ASEAN Free Trade Area (ASEAN Serbest Ticaret Bölgesi)

ARF: Asean Regional Forum (Asean Bölgesel Forumu)

ASEAN: Southeast Asian Nations Association (Güneydoğu Asya Ulusları Topluluğu),

ASEAN-ISIS: ASEAN International Studies Center (ASEAN Uluslararası Çalışmalar Mrkezi)

ASEM:Asia-Europe Summit Meetings (Asya-Avrupa Zirve Toplantıları)

APEC: Asia-Pacific Economic Cooperation (Asya-Pasifik iktisadi İşbirliği)

CSCAP: Council of Security and Cooperation for Asia-Pacific (Asya-Pasific Güvenlik ve İşbirliği Konseyi)

ÇHC: Çin Halk Cumhuriyeti

EAC: East Asian Community (Doğu Asya Topluluğu)

EAEC:East Asia Economic Caucasus (Doğu Asya Ekonomik Birliği)

EAEG: East Asia Economic Group (Doğu Asya Ekonomik Grubu)

EAS: East Asian Summit (Doğu Asya Zirvesi)

NATO: North Atlantic Traty Organization (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü)

PAFTAD: Pacific Trade and Development Conference (Pasifik Ticaret ve Kalkınma Konferansı)

PBEC: Pacific Basin Economic Council (Pasifik Havzası Ekonomi Konseyi)

PECC:Pacific Economic Cooperation Council (Pasifik Ekonomik İşbirliği Konseyi)

SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

ŞİÖ: Şangay İşbirliği Örgütü

TAC: Treaty of Amity and Cooperation (ASEAN Dostluk ve İşbirliği Anlaşması)

ix
x
GİRİŞ

Bu çalışmanın temel amacı, Soğuk Savaş sonrası Asya’da1 artan bölgesel (güvenlik)

işbirliğinin temel dinamiklerini anlamlandırmak, yani bölgesel güvenlik ve kimlik kurgusunu

incelemektir. Bu tezin temel varsayımı; bölgesel kimlik kurgusunun (bölgesel bir biz

duygusunun ve bize yüklenen değer ve niteliklerin), bölgesel güvenlik yapılanmalarının ve

bölgesel güvenlik anlayışının gelişmesinde/şekillenmesinde etkili olduğudur. Ayrıca, Asya

bölgesi söz konusu olduğunda güvenlik uygulamalarının da bölgesel kimliği şekillendirdiği,

kimlik anlatısını değiştirdiği (Tezin üçüncü bölümü) öne sürülmektedir. Kısaca, bu çalışma,

güvenlik ve kimlik kurguları arasındaki işbirliğinin, güvenlik uygulamaları için bölgesel düzeyi

nasıl belirledikleri üzerinde, Asya’daki bölgesel kimlik kurgusu ve güvenlik uygulamaları

örneklerine değinerek duracaktır.

Tezin ilk bölümünde (Kuram) ele alınacağı gibi güvenlik ve kimlik kavramları muğlak

kavramlardır ve farklı anlamları içlerinde barındırırlar. Bu muğlaklık güvenlik kavramını

aphorik (zıddı olmadan düşünülemez) hale getirirken, kimlik kavramını da bir şemsiye-kavram

(hem özcü hem de konstraktivist kimlik anlayışlarını içinde bulunduran) haline sokar. Her iki

kavramı muğlaklıktan kurtarmanın yolu, birbirleriyle ilişkilendirmektir. Bu ilişkilendirme

genellikle kimliklendirici aracılığıyla, kimliklendiricinin kullandığı anlatı çerçevesinde olur. Bu

ilişki içerisinde kimlik, doğal bir ortaklığı da sonradan kabul edilmiş ve yaratılmış bir

1
Tezin daha sonraki bölümlerinde (özellikle III. Bölümde) açacağımız üzere Asya bölgesi, güvenlik yapılanmaları
bakımından Soğuk Savaş döneminde üç (Kuzeydoğu Asya- Güneydoğu Asya ve Güney Asya) , Soğuk Savaş
sonrası dönemde ise Kuzeydoğu ve Güneydoğu Asya arasındaki ilişkilerin yoğunlaşmasıyla iki alt bölgesel
gruptan (Doğu Asya- Güney Asya) oluşur. Barry Buzan- Ole Waever, “Part II, Asia” Region and Powers, The
Structure of International Security, Cambridge University Press, Cambridge, 2003, ss, 93-176. Ancak tezimizin
temel dayanağı şudur: güvenlik yapıları ve kimliğe ilişkin adlandırmalar kurgusaldır ve sosyolojik bakış açısına
göre yoruma açıktır. Kurguya yaptığımız bu vurgu nedeniyle, kurguyu meydana getiren süreç, Tezin II. Bölümünü
oluşturan “tarihsel anlatı” (historical narration) süreci önem kazanmaktadır. Bu sürecin yarattığı gerçek ya da
hayal edilmiş (imagined) süreklilik dolayısıyla bu farklı alt bölgesel gruplaşmalara rağmen, incelediğimiz coğrafi
alan için Asya tanımlaması kullanılacaktır.
1
benzerliği de anlatsa, biz’i ifade eder. Güvenlik de düzensizliğe karşı “bizim eylem alanımızı”,

“bizim güvenliğimizi”, “bizim alanımızı” anlatır. Dolayısıyla, güvenlik-kimlik kavramları

arasındaki işbirliği, her iki kavramın açıklayıcılık kazanmasından öte iki işleve sahiptir:

Topluluğun yaratılması (community making) ve siyasal eylem için düzlemin belirlenmesi

(scale making).

Fakat, bölgesel düzlem olarak ele alınan Asya’da güvenlik ve kimlik kurguları

arasındaki işbirliği, siyasal bir hareketi ya da siyasal/ideolojik bir yapının oluşmasına ya da

19.yy sonu- 20.yy başı ortaya çıkan yarı-ideolojik, yarı-entellektüel anlatının güçlenerek devam

etmesine olanak sağlamamıştır. İdeoloji, burada ve bu çalışma kapsamında, “örgütlü bir

düşünce bütünlüğünü”2 anlatmaktadır. Ancak Michéle Barrett’in de altını çizdiği gibi, ideoloji

“çıkarlara hizmet eden gizemleştirme”3 anlamını da her zaman üzerinde taşıyan bir kavramdır.

Dolayısıyla ideoloji, siyasal projeler çerçevesinde örgütleyici, meşrulaştırıcı düşünsel güç

anlamını da ifade eder. Her iki anlamıyla da ele alındığında, Asya’da bölgesel işbirliği,

ideolojik bir devamlılığa işaret etmiyor, yani kimlik ve güvenlik hatlarını kullanarak geçmişe

taşınamıyor, günümüzün uygulama alanıyla sınırlı kalıyordu. Elbette bölgesel işbirliği için

böyle bir devamlılığa gerek de yoktur. Ancak bu kopuşu ifade etmemiz anlatının (narration)

yerini, fonksiyonelist, norm inşa edici bir uygulama (practice) alanı olarak bölgesel işbirliği

(ASEAN, APEC, EAS)4 ve güvenlik yapılarının (ARF)5 kurgulanmasının aldığını göstermek

bakımından önem kazanmaktadır. (Bkz. Tablo 3)

Bölgesel kimlik-güvenlik ilişkisinde kopuş bir yönüyle doğal karşılanmalıdır, çünkü

18.yüzyıldan itibaren Asya’da bölgesel kimlik ve güvenlik kurgusu/kurguları hem resmi (bölge

2
David Mclellan, Ideoloji, Barış Yıldırım, (çev.), Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005, ss, 5-6.
3
M. Barrett, Marx’dan Foucault’ya İdeoloji, Selma Koçak (çev.), Doruk Yayınları, Ankara, 2004, s, 7.
4
ASEAN: Southeast Asian Nations Association (Güneydoğu Asya Ulusları Topluluğu), APEC: Asia-Pacific
Economic Cooperation (Asya-Pasifik iktisadi İşbirliği), EAS: East Asian Summit (Doğu Asya Zirvesi).
5
ARF: Asean Regional Forum (Asean Bölgesel Forumu)
2
içi/ bölge dışı) politikalar hem de entellektüel çabalar doğrultusunda, yani farklı zeminlerde

farklı biçimlerde oluşturulmaya devam etmektedir. 18.yüzyıldan bu yana geçen süreç uzun bir

dönemi ve pek çok tarihsel dönüşümü işaret etmektedir: eski Hint ve Çin hegemon

sistemlerinin çözülmesi, Westphalian devlet sisteminin evrensel bir ilke haline gelmesi,

Asya’da hızlı endistrüleşmenin ve ticaret serbestliğinin birer norm olarak kabul edilmesi ya da

ettirilmesi, sonuçta ulusal projelerin başarı ve başarısızlığıyla neticelenen iktisadi-siyasi

mücadeleler (iki Dünya Savaşı) ve ideolojik çekişmeler (Soğuk Savaş).

Bu uzun süreçte, Asya’da bölgesel kimlik ve güvenlik kurgusunun oluşturulmasında

başta liberalizm ve milliyetçilik olmak üzere pek çok ideolojik akımın etkisi olmuştur. Ayrıca

ideolojik değer yüklü kavramlar ve temel kültürel çelişkiler (başta Şark-Garp, Doğu-Batı

ikiliği) Şarkiyatçılık ve Garbiyatçılık aracılığıyla bu sürecin birer parçası haline gelmişlerdir.

Bu süreci, bu sürecin değişik safhalarını ve yaşanan temel ideolojik mücadelelerini incelemek

Asya’da bölgesel (alternatif) kimlik kurgularıyla ilişkili sonuca ulaşmak, hakim anlatıyı tespit

etmek açısından önemlidir. Ulus devletin yaratılması (Hindistan, Çin ve Günedoğu Asya

devletleri), çok etnili devletin yaratılması (Hindistan, Malezya, Endonezya), modern bir

devletin yaratılması (Japonya), çok-etnili modern bir imparatorluğun yaratılması (Japonya) vb.

siyasi projeler bu anlatıların desteklediği farklı ve çoğu zaman rekabet içerisinde projelerdi.

Ancak her bir projenin gerektirdiği güvenlik anlayışı (stratejik güvenlik, siyasi bağımsızlığın

korunması, toprak bütünlüğünün korunması vb.) belirli bir (ulusal, yerel, ya da evrensel) kimlik

kurgusunu destekliyor ve Asyalı kimlik kurgusuyla girdiği ilişkide onu zayıflatıyor ya da

güçlendiriyordu.

Dolayısıyla bu tezin ikinci bölümünde yapılacağı gibi Asyalılığın anlatısını (bölgesel

kimlik kurgusunu) incelemek, bölgesel bir ‘biz duygusunun’ çoğulcu bir zeminde, farklı siyasi

projeler içerisinde şekillendiğini göstermek bakımından önemlidir. Ancak, sadece anlatının

incelenmesi bölgesel işbirliği anlayışı ve yapılanmaları çerçevesinde, özellikle Soğuk Savaş


3
sonrası, ortaya çıkan güvenlik anlayışını açıklama konusunda yetersizdir. Asya’da bölgesel

güvenlik kurgunu değerlendirebilmek için hakim anlatıya değil, hakim uygulamaya (bölgesel

işbirliği yapılarına, bölgesel güvenlik mekanizmalarına ve bu yapıların dayandığı normlara)

bakmak da gerekmektedir. Bu yüzden, bu tez çalışmasında kuramsal beklentiyi, bölgesel

(tarihi/coğrafi) anlatıyı ve bölgesel uygulamayı ayrı ayrı ele alan disiplinlerarası bir yaklaşım

benimsenecektir.

Uluslararası ilişkiler alanından bakıldığında, bu disiplinler arası yaklaşıma uygun

açıklamalar bulmak mümkündür. Örneğin John Meyer ve takipçileri tarafından 1980’lerin

ortasından itibaren dillendirilen sosyolojik yaklaşım,6 uygulama alanı (bölgesel güvenlik) ile

kimlik kurgusu (bölgesel kimlik) arasında yakın bir ilişki olduğunu ortaya koyuyordu. Buna

göre; aktörlerin kendi eylem ve söylemleri, politikayı düzenleyen ilkeleri (normları)

kurgulayarak ben ve öteki ile ilgili algılamalarını etkiliyordu.7 Ronald L. Jepperson, Alexander

Wendt ve Peter J. Katzenstein’a göre bu ilkeler, her şeyden önce, “belirli bir kimliğe sahip

öznenin uygun davranışıyla ilgili kolektif beklentiyi” (bölgenin –Asya’nın- hayal edilebilmesi)

yansıtmaktaydı.8

Ancak Asya bölgesel güvenlik alanı- hayal edildiğinde dahi- farklı uluslararası ilişkiler

kuramları ve farklı güvenlik çalışmalarıyla açıklanabilecek mekanizmaları (güçler dengesi,

güvenlik rejimi, güvenlik topluluğu vb.) barındırır. Bu çoğulculuk nedeniyle de, uygulama

alanını tek bir kuramsal çerçeveden açıklamak zordur ve Katzenstein ile Sil’e göre eklektik bir

6
Örneğin bkz. John W. Meyer-George W. Thomas- Francisco O. Ramirez- John Boli, Institutional structure:
Constituting State, Society, and the Individual, Sage Publications, London, 1987; J.W. Meyer, “The Changing
Cultural Content of the Nation State: A World Society Perspective” New Approaches to the State in the Social
Sciences, Cornell University Press, Ithaca, 1996.
7
Ronald L. Jepperson- Alexander Wendt- Peter J. Katzenstein, “Norms, Identity and Culture in National
Security”, The Culture of National Security: Norms and Identity in World Politics, P. J. Katzenstein (der.),
Colombia University Press, New York, 1996, ss, 33-78.
8
Paul Kowert- Jeffery Largo, “Norms, Identity and Their Limits: A Theoretical Reprise” The Culture of National
Security..., s, 452.
4
yaklaşım zorunludur.9 Fakat Katzenstein tarafından önerilen ve çalışmalarında ortaya konan

eklektik yaklaşım (realizm, liberalizm ve Konstraktivizm) bile10 uygulama alanının normatif

özelliğini –kimliklendirici özelliğini- açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle kuramsal

alan içinde yapılacak eklektik bir analizin yerine, bu tez çalışması uluslararası ilişkiler/güvenlik

kuramlarını, tarihi/coğrafi anlatıyı ve uygulama alanını birbiriyle ilişkilendiren disiplinlerarası

bir yaklaşımla üç bölüm çerçevesinde bölgesel kimlik-güvenlik ilişkisini analiz etmeye

çalışmaktadır.

Figür: 1. Kuram

Uluslararası
ilişkiler- Tarih-
Güvenlik
Çalışmaları

Anlatı Uygulama

Üsteki figürde ifade edildiği gibi bu yaklaşım temel bir zorluk da taşımaktadır. Üç alan

(kuram, anlatı ve uygulama) arasındaki ilişki eşit hatlar üzerinden sağlanmamaktadır. Buna

göre kuram ve uygulama arasındaki açıklayıcılık bağı karşılıklı olarak güçlüdür: Bu yüzden i)-

uygulama, kuramın açıklayıcılığının sınandığı temel alan olarak görülür, ii)- kuramlar

tarafından açıklanamayan uygulama alanları anormalite olarak değerlendirilir. Oysa kuram ve

anlatı arasındaki bağ güçlü değildir. Elbette özellikle alan çalışmaları söz konusu olduğunda

kuram anlatıyı, anlatının dinamiklerini (tarihsel, coğrafi, ilişkiye dayanan, mistik vb.)

kullanarak açıklayıcılık kazanabilir ancak anlatı kuramın sınandığı bir alan değildir. Adeta

9
P.J. Katzenstein- Rudra Sil, “Rethinking Asian Security: A case for Analytical Eclecticism” Rethinking Security
in East Asia, Identity, Power and Efficiency, J.J. Suh- P.J. Katzenstein- Allen Carlson (der.), Stanford University,
California, 2004, ss, 1-34.
10
Age.,s,17, P.J. Katzenstein- Takashi Shiraishi (der), Beyond Japon, The Dynamics of East Asian Regionalism,
Cornell University Press, 2006.
5
kendi başına, dinleyici ve yaratıcılarıyla sınırlı bir hayatı vardır, kuramla bağı zayıf olduğu için

de normallik ve anormallik kriterine bağlı olarak açıklanamaz.

Güçlü olmamakla beraber anlatı ve uygulama arasındaki ilişki iki yönlüdür. Uygulama

alanı anlatıya açıklayıcılık kazandırabileceği gibi, yeni anlatıların, yeni olasılıkların ortaya

çıkmasına zemin oluşturabilir. Ancak bu iki yönli hat, anlatı ve uygulamanın gerçekliklerinin

sınandığı hatlar olmadıkları için birbirlerinden bağımsızdırlar da. Özellikle Asya’da anlatı ve

uygulama arasındaki kopuş nedeniyle, bu tez çalışmasının benimsediği yöntem Asya’da

bölgenin güvenliğinin, “olası” güvenlik ve “olası” kimlik kurguları üzerinden anlaşılmasının

önünü de açmaktadır.

Disiplinlerarası yaklaşım, Amitav Acharya’nın “şarkiyatçılığın uluslararası ilişkilerdeki

biçimi” olarak eleştirdiği11 alan çalışmalarının ötesine geçilmesine de yardımcı olacaktır. Bu

çeşit bir şarkiyatçılıktan uzaklaşmak önemlidir çünkü bu değerlendirme sadece kuram ve

uygulama12 ya da sadece anlatı ve uygulama13 arasındaki ilişkiye odaklanır. Bu da Asya’da

bölgesel kimlik ve güvenlik kurgusunun bir anormalite, bir istisna, bir sapaklık olarak

değerlendirilmesi sonucunu doğurur.

11
Amitav Acharya, “Do Norms and Identity Matter? Community and Power in Southeast Asia’s Regional Order”
The Pacific Review, No 18-1, 2005, ss, 115-116.
12
Bu çeşit bir kuram-uygulama analizi Asyadaki bölgesel güvenlik ve kimlik yapılarını, Avrupa ve Kuzey
Atlantik alanı ile karşılaştıracak ve Asya’nın “normal olmayan bir biçimde” güvenlik değil, “tehlike” kavramına
odaklı olduğunu iddia edecektir. Amitav Acharya, , “International Relations and Area Studies: Towards a New
Synthesis” State Security and International Stuies, No 2, 2006, Institute of Defence and Strategic Studies, s, 7. Bu
anormalite nedeniyle, Asya’da bölgesel güvenlik Asya’nın kendi dinamiklerinin değiştiremeyeceği realist bir
anlayışa dayanır.12 Bu anlayışı yansıtan bir örnek için bkz, M. Leifer, “The ASEAN Regional Forum” Adelphi
Paper, No 302, IISS, 1996, ss, 53-54.
13
Anlatı ve uygulama arasındaki ilişkiye yoğunlaşan çalışmalar genelde sosyolojik ve kültürel hattan beslenirler.
Coğrafya, tarih, antropoloji gibi alanlarda uzmanlaşarak bölge çalışmasına yönelenler ( ki Amerika, Kanada ve
Avustralya’da yürütülen Asya bölgesiyle ilgili geleneksel alan çalışmaları, bu uzmanlık alanlarından gelen
araştırmacıları kapsamaktadır) kimliğin öznelliği konusunda son derece hassastırlar. Amitav Acharya,
“International Relations and Area Studies:..., ss,4-5; Hans D. Evers (der.), Sociology of South East Asia, Oxford
University Press, Kuala Lumpur, 2001. Bu hassaslık bu çalışmaları ya bölgeyi bütün olarak ele almaktan ziyade
tek tek ülkeler üzerine yoğunlaşmaya yani uluslararası ilişkiler ve güvenlik kuramlarından uzak durmaya, ya da
bölgeyi bir istisna olarak (örneğin Asya değerlerinin yuvası olarak) incelemeye itecektir.

6
Kısaca, bölgesel güvenlik ve kimlik kurgusu arasındaki ilişki incelenirken kuram-anlatı

ve uygulamanın değerlendirilmesine dayanan analize iki temel nedenle başvurulacaktır: 1)- Bu

analizle Asya’da bölgesel güvenlik kurgusunun farklı güvenlik mekanizmalarıyla yan yana

giden ve bölgesel kimlik kurgusundan faydalanan normsal bir niteliğe sahip olduğunu, bu

niteliğin, kimi zaman uygulamanın kendisinde (soft balancing- yumuşak dengeleme) kimi

zaman söylemin kendisinde ( regional community- bölgesel topluluk fikri) görüldüğü daha açık

bir biçimde vurgulanabilecektir. 2)- Bu analizle Asya’da kimlik ve güvenlik kurgusu ve iki

kurgu arasındaki ilişki bir istisna olmaktan ziyade uluslararası sistemin bir yansıması ve

uluslararası politikanın bir parçası olarak incelenebilecektir.

Ayrıca, Kuram-Anlatı ve Uygulama arasında bağlantı kurmanın –analiz açısından- en

önemli faydası değişimin ve Asya örneğinde görüleceği gibi kopuşun -süreksizliğin- takip

edilebilmesidir. Güvenliğin, toplumsal krizlerin aşılması için siyasal yapılar (imparatorluk,

ulus-devlet, devlet, ulusal imparatorluk) bünyesinde yorumlandığı 19.yy sonu-20 yy başında

gelişen ve içeriden, entelektüel alandan bu siyasal projelere uygulama alanı açmak için ortaya

çıkan bölgesel kimlik modeliyle, Soğuk Savaş boyunca güvenliğin/güvensizliğin uygulama

alanı olmuş Asya’da / Asya alt bölgelerinde 1990 sonrası güvenlik mekanizmalarının bir

parçası olarak doğan bölgesel kimlik modeli birbirlerinin devamı değilerdir. Ancak, söylem

içerisinde, tıpkı bölgesel haritalar gibi, sanki bir devamlılığın ürünüymüşler gibi

davranılmaktadır. Bu davranışın temel sebebi, bölgenin bölgeselliği ile ilgili beklentidir.

Asya’nın, bir şekilde bölge olarak tanımlanması beklentisi.

Bu beklenti sadece bölgesel kimlik anlatılarının eylem alanına taşınmasını ifade etmez.

Daha önemlisi, bu durum, uluslararası ilişkiler kuramları ve güvenlik uygulamaları alanında

meydana gelen değişimle bölgesel güvenliğin, bu sefer toplumsal değil –güvensizlik ve tehditle

bağlantılı- güvenlik sorunlarının aşılması için uygulama alanı, siyasal eylem alanı olarak ortaya

çıktığını ifade eder.


7
Bu çerçevede, tezin ilk bölümü kuramsal analize ayrılmıştır: Kuramsal analiz

uluslararası ilişkiler kuramlarıyla güvenlik çalışmalarını odak olarak almakta ve güvenlik

kavramının bu kuramsal çerçeve içerisinde nasıl anlamlandırıldığı tartışılmaktadır. Çünkü

bölgesel güvenlik uygulamaları, güvenliğin genel açıklamalarından bağımsız okunamaz.

Aslında güvenlik siyaset bilimi ve siyasal kuramların konusu olarak ortaya çıkmıştır;

çünkü güvenlik, siyasetin nihai amacı olması dolayısıyla,14 en önemli kollektif siyasal

beklentidir.15 Bu beklenti, bu tez çalışması içerisinde “yumuşak güvenlik” kavramı ile

adlandırılmıştır. Bu kavram, güvenliğin muğlak anlamını aşacak şekilde “düzen ve siyasal

eylem” düşüncelerinin uyumuna atıfta bulunur. Ancak Kuram bölümünde görüleceği üzere

güvenliğin yumuşak anlamına siyaset bilimi içerisinden ulaşmak mümkün olmamaktadır. Bu

nedenle uluslararası ilişkiler kuramları ve güvenlik çalışmalarının güvenliği ne şekilde ele

aldığı önem kazanmıştır. Göründüğünün aksine güvenliğin yumuşak anlamına, nükleer

stratejilerden ve nükleer denge kuramlamlarından yola çıkarak ulaşılamıyacağı anlaşılınca

“güvenlik çalışmaları” içerisinde alternatif bir bakış açısı geliştirildi.

Tezin ilk bölümünde 1970’lerden itibaren ortaya çıkan bu alternatif bakış üzerinde

durulacaktır. Çünkü, güvenliğin tanımlanmasında yeni tartışmaları başlatan Konstraktivistler,

Kopenhag Okulu, Stratejik Kültür Çalışmaları, Eleştirel Kuramcılar ve Üçüncü Dünyacılar

güvenliğin yumuşak anlamına ulaşıncaya kadar, bu kavramı genişletiller, derinleştirdiler ve

yerelleştirdiler. Bu üç yol izlenirken, kimlik; güvenliği anlamlandıran, açıklayan ve güvenliğin

14
Hannah Arendt bu durumu şu şekilde özetler: Siyasetin en önemli amacı...güvenliğin sağlanmasıdır; güvenlik
özgürlüğü olanaklı kılar ve özgürlük de siyasal alanın dışında oluşan tüm eylemlerin özünü teşkil eder. Arendt’e
göre özgürlüğün; “önceden var olmayan olguların/bilginin/yorumun hayata geçmesi” olduğunu hatırlarsak
güvenlik beklentisinin kendisi, başlı başına bir norm olduğu gibi, siyasal süreç içerisinde yeni normların, yeni
beklentilerin ortaya çıkmasının da bir ön-koşuludur. H. Arendth “What is Freedom” aktaran, Michael Dillon,
Politics of Security Towards a Political Philosophy of Continental Thought, Routledge, New York, 1996, ss, 29-
30. Bu yeni beklentiler de, mevcut normlar gibi, aktörlerin nitelikleri ve davranış biçimleriyle – yani aktörlerin
kimlikleriyle- ilgili beklentileri kapsamaktadır. Paul Kowert- Jeffery Largo, Agm. ss, 452-453.
15
Anthony Burke, “Aporias of Security” Alternatives, No, 27, 2002, s, 1. Hatta Burke, güvenliğin beklentinin çok
ötesinde bir hâyal (dream) olduğunu ima eder.
8
uygulama alanını inşaa eden bir kavram olarak uluslararası ilişkiler kuramlarının ve güvenlik

çalışmalarının bir parçası haline geldi.

Güvenliğin kimlik aracılığıyla yeniden kurgulanabilmesi çalışmamız açısından son

derece önemli bir noktadır. Kuramsal çerçeve içerisinde “olası”, “yeni”, “eski” ve “süregelen”

güvenlik anlayışlarının farklı kimliklendiricilere ve farklı kimlik olasılıklarına bağlı olarak

birarada varolabilmesi, güvenlik anlayışının derinleşmesi ve genişlemesi; Asya’da bölgesel

güvenlik kurgusunun nasıl hem farklı güvenlik mekanizmalarını hem de normatif söylemi bir

arada barındırdığını gösterecektir. Ama bundan da önemlisi, güvenlik kavramı –özelikle

Konstraktivist kuramın katkısıyla- genişlemese, derinleşmese ve yerel güvenlikle bölgesel

düzeyi kurgular hale gelmese bölgeyi uluslararası ilişkiler ve güvenlik uygulamaları açısından

hayal etmemiz, incelememiz mümkün olamayacaktı.

Bölgesel kimliğin dışında bölgesel zeminin (regional scale) güvenlik çalışmaları ve

uygulamaları bünyesinde nasıl kurgulandığına ışık tutmak için tezin ilk bölümünde, ayrıca

uluslararası ilişkiler disiplinin kimlik kurgusunu ne şekilde içselleştirdiği incelenecektir. Bu

inceleme, iki yeni kavram arasındaki, yani yerel güvenlik (vernecular security) ve çoğul

güvenlik (plural security) arasındaki, ilişkiye değinecektir. Bu iki kavram, güvenlik-kimlik

ilişkisinde anlatının yerini belirlemek, anlatının öğeleri olarak ikinci bölümde incelenecek

zaman, mekan ve ilişkiye açıklayıcılık kazandırmak bakımından önemlidir. Çünkü yerel

güvenlik ve çoğul güvenlik anlayışları, aynı anlatıdan farklı kimliklendiricilere dayanan farklı

siyasal projelerin çıkartılabileceğini göstermektedir. Bu da ulusal projenin, devlet projelerinin

yanında, bu projelerle kısmen ilişkili, bu projeleri kısmen destekleyen bir bölge projesinin

(bölgesel kimlik kurgusunun) anlatısını takip etmeyi olanaklı kılmaktadır.

Dolayısıyla, Asya’da bölgesel güvenlik kurgusu, (ASEAN, ARF, APEC, EAS,) gibi

tüm yapıları ve bu yapıların güvenlik anlayışlarını kapsadığını varsayarsak dahi) bu çoğul

9
siyasal projelerden sadece birisidir. Tıpkı diğer siyasal projeler (örneğin ulus devletler) gibi

bölgesel güvenlik kurgusu ve bölgesel güvenlik yapıları da meşruiyet güçlerini anlatıyla

kurdukları bağdan alırlar. Anlatılar, formel ve legal bilgilere ya da tarihi ve coğrafi öğelere

dayanabilirler. Her halükarda anlatı, kimliği ve bu arada onunla bağlantılı süreçleri- örneğin

güvenliğin kurgulanış sürecini- anlamlandırır. Bu anlamlandırma süreci kimliğin belirli bir

ilişkiye, belirli bir ilişkiler ağına (networks), belirli tarihi ve coğrafi sınırlara bağlanması

anlamına gelir. Tezin ikinci bölümü, bu, bölgesel kimliğin anlamlandırılma sürecine yani

anlatıya odaklanacaktır. Bu çalışmada anlatının konusu, 19.yy sonu- 20.yy başında Hindistan

ve Japonya’da, bölgesel kimliğin- Asyalı kimliğin- kurgulanışıdır. Anlatı çerçevesinde

Asya/Asyalılık kurgusu belirli öğeler üzerinde durarak aktarılacaktır- ki bunlar, zaman, mekan

ve ilişkidir. Bu öğeler, Asyalı kimlik kurgusunun yaratıcıları olan dönemin Hintli ve Japon

aydınları ve siyasal elitinin düşüncelerini şekillendiren temel unsurlar olarak ele alınmıştır. Bu

dönem Asya’da, siyasal elit, entellektüeller ve ideologlar; eski siyasal yapıların çözüldüğü, yeni

yapıların oluştuğu kolonyal bir ilişki ağı içerisinde hareket ettikleri için, anlatı ister istemez bir

entellektüel hikaye biçimindedir.

Asya anlatısı, ilk bakışta, parçalı, iki ayrı anlatı görünümündeydi. Hindistan siyasal

düzeni içerisinde şekillenen Asya anlatısı Hindistan siyasal düşüncesinin odaklandığı asıl alan

olan kültürel alandan besleniyor, siyasallaşması ise anti-kolonyalist ve evrenselci retorik ile

birlikte gerçekleşiyordu. Oysa Japon Asyacılığı devlet/imparatorluk projesiyle beraber ortaya

çıkan ve kendi kolonyalist politikalarının uygulama alanını belirleyen bir anlatıydı. Ancak bu

parçalı görüntüye rağmen 19.yy sonundan İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği döneme kadar

geçen süreç belli bir Asyalı kimliğin, Asyalı topluluk kimliğinin kurgulanmasıyla

sonuçlanmıştır.

Bu kurgulama her iki örnekte de zaman ve mekan öğelerinin, entellektüel düşünce

içerisinde resmi ve yarı resmi politikalar çerçevesinde, evrensel sistem ve bölge fikri ortaya
10
çıkacak şekilde dönüştürülmesiyle gerçekleşmiştir. Tezin anlatıyla ilgili bölümünde bu

dönüşümün nasıl gerçekleştiği üzerinde durulurken aynı zamanda evrensel sistem ve bölge

fikirleri doğrultusunda bölgede ortaya çıkan Asya kimlik kurgusunun, nasıl Batı’nın sahip

olduğu Asya kurgusundan ayrıldığı üzerinde durulacaktır. Bu ayrım önemlidir, çünkü böylece

kimliğin güvenlik kurgusunu etkileyebileceği ideolojik hattın dışında, yerel aktörlere daha fazla

hareket serbestliği tanıyan bir hat açılmıştır. İlginç olan bu hattın, II. Dünya Savaşı sonrası

bölgesel kimlik anlatısının Batılı stratejilerle de içiçe geçmesinin bir sonucu olarak- bölgesel

güvenlik uygulamaları çerçevesinde açılmış olmasıdır.

Asya’da bölgesel güvenlik kurgusu Batı’nın Asya’ya dayattığı güvenliğin kurgusu

olarak görülebilir. Devletin, rejimin, serbest ekonominin güvenliğine, kalkınma ve gelişmeye

yapılan vurgu bu izlenimi güçlendirmektedir. Ancak anlatının kimlik kurgusu çerçevesinde

anlamlandırdığı evrensel sistem ve bölge düşüncesi, bölgesel güvenlik kurgusunu sadece bir

dayatma olarak görmeyi güçleştirecektir. Bu açıdan uygulama (bölgesel güvenlik fikrinin nasıl

şekillendiği) ve bu iki fikrin bölgesel güvenlik anlayışını ne şekilde etkilediği önem

kazanmaktadır.

Tezin üçüncü bölümü bu nedenle uygulama başlığı adı altında Asya’da bölgesel

güvenlik anlayışının incelenmesine ayrılmıştır. Bu inceleme sırasında temel soru, kimlik

kurgusunun Asya’da bölgesel güvenlik yapılanmalarını ne şekilde etkilediği, bu yapılar

aracılığıyla ve uygulama alanını genişletecek şekilde yeni kollektif kimlik tanımlamalarına

(örneğin Doğu Asya kimliği, Asya-Pasifik kimliği, Asean kimliği...) izin verip vermediğidir.

Soğuk Savaş sonrası bölgesellik (hükümet/devlet merkezli politikalar) ve bölgeselleşme

(hükümet-devlet dışı ilişkiler) birbirini etkileyen iki ayrı süreç olarak görülmemektedirler. Asya

bölgeselleşmesi düşünüldüğünde bu iki süreç birbirinin içine geçer ve güvenlik

11
uygulamalarının temel alanı olarak, bölgesel güvenlik mekanizmalarının ortaya çıktığı Doğu

Asya’yı (Güneydoğu ve Kuzeydoğu Asya’yı) belirler.

Bu nedenle, uygulama alanı içerisinde öncelikle bölgesel güvenlik mekanizmalarına

(bölgesel güvenlik rejimi, bölgesel güvenlik kompleksi ve bölgesel güvenlik topluluğu) ve bu

mekanizmaların kısa ve uzun vadede yarattığı güvenlik beklentilerine bakılacaktır. Asya

bölgeselliği/bölgeselleşmesi çatışmadan istikrar ve barışa kadar farklı beklentilerin aynı

bölgesel aktörler kullanılarak üretildiği bir uygulama alanı görünümündedir. Ama daha da

önemlisi bu beklentileri şekillendirmesi bakımından özel bir önemi haiz olan farklı güvenlik

topluluğu projelerinin alanıdır. Tezin üçüncü bölümünde bu nedenle, güvenlik topluluğu

fikrinin, bölgesel güvenlik uygulamaları çerçevesinde nasıl ele alındığı –üç örnek

doğrultusunda: ASEAN/ARF (ASEAN Topluluğu), EAS/EAC (Doğu Asya Topluluğu) ve

APEC (Asya-Pasifik/Pasifik Topluluğu)- incelenecektir. Uygulama alanının incelenmesiyle,

Asya bölgesel güvenlik uygulamaları alanında (bölgesel) kimliğin (bölgesel) güvenliğin

açıklayıcısı olduğu sürecin ötesine geçildiği de vurgulanacaktır. Asya bölgesel güvenliğinde

gelinen nokta şudur: bölgesel güvenlik, bölgesel kimliğin göstergesi olduğu gibi kimlik

anlatılarının bu anlatıları aşacak şekilde yeniden okunduğu alandır.

Özetlemek gerekirse, bu tez çalışması içerisinde güvenlik-kimlik ilişkisi çerçevesinde

ve Asya bölgesi düzeyinde i)-bu dönüşümün (yani kimliğin güvenlik uygulamalarının

açıklayıcısı olduğu noktadan güvenliğin bölgesel kimliği belirlediği noktaya gelinmesinin)

nasıl gerçekleştiği, ii)- bölgesel güvenliğin yerel aktörler için nasıl bir uygulama düzlemi (a

scale of practice) haline geldiği uluslararası ilişkiler kuramları, bölgesel anlatılar ve güvenlik

uygulamaları inceleme alanları olarak kullanılarak açıklanmaya çalışılacaktır.

12
-I- KURAM

Uluslararası İlişkilerde Güvenlik ve Kimlik Kurgusu

13
I-A- Giriş:

Bölgesel güvenlik kurgusu, hangi bölge söz konusu olursa olsun, uluslararası geçerli

olan güvenlik anlayışından, bu anlayış doğrultusunda oluşturulmuş norm ve yapılardan

bağımsız olarak okunamaz. İkinci bölümde görüleceği üzere, Asya’da bölgesel kimlik

kurgusunun, uluslararası sistemin bölge aracılığıyla/ bölgesel aracılarla parçası olma fikri

üzerine oturtulduğu için yukarıda sözü edilen bağlantı daha da güçlüdür. Bu sebeple, ilk bölüm,

güvenlik kurgusunun ve uluslararası güvenlik anlayışının açıklanması amacını taşımaktadır.

Bu bölümde güvenliği konusu olarak alan uluslararası ilişkiler kuramları ve güvenlik

çalışmaları ele alınacaktır, çünkü bu çalışmalar güvenliğin tanımlanmasında- bu tanımlamanın

mümkün olup olmadığı altta tartışılacaktır- hangi araçların kullanılacağını belirlemişlerdir.

1970’lerden itibaren uluslararası ilişkilerde kimlik kavramının yer bulması, 1980’lerde

sosyolojik yaklaşımın etkinlik kazanması ve güvenlik çalışmaları bünyesinde kültürel ve

antrapolojik araştırmalara yer verilmesiyle beraber; kimlik, güvenlik kurgusunu etkileyen,

dönüştüren ve hatta yeni güvenlik kurgularının ortaya çıkmasını hızlandıran bir kavram olarak

hem uluslararası ilişkiler hem de güvenlik çalışmaları bünyesinde ele alınmıştır. Aşağıdaki

bölümde, güvenlik ve kimlik kurgusu arasında ilişkinin, uluslararası ilişkiler ve güvenlik

çalışmaları bünyesinde nasıl meşru bir açıklayıcı/ anlamladırıcı haline geldiği incelenecektir.

Bu amaçla ilk bölüm iki alt başlık çerçevesinde planlanmıştır. İlk kısımda i)-

uluslararası ilişkilerde güvenlik anlayışının ve kurgusunun, algılan uluslararası düzen ve siyasal

aktörün rolü çerçevesinde- ana amacını koruyarak (yumuşak bir güvenlik tanımlamasına

ulaşmak)- ne şekilde değiştiğine, ii)-güvenlik kurgusunun üreten “güvenlik çalışmalarının” bu

değişime paralel olarak bu kurguyu nasıl başka aktörleri ve farklı dinamikleri kapsayacak

şekilde derinleştirip genişlettiklerine değinilecektir. Bu genişleme ve derinleşme sonucu

14
güvenlik, bireyin/siyasal aktörün sadece bireysel/evrensel kimliğini değil, siyasal eylem ve

söylemle ürettiği (yani uygulamalar içerisinde ürettiği) farklı düzeyleri –örneğin bölgesel

topluluk düzeyini- ve yerel kimlikleri –örneğin bölgesel kimlikleri- kapsayıcı hale gelmiştir.

Güvenlik anlayışındaki değişimlerde kimliği değişimin aracı haline getirmek güvenlik

çalışmalarının post-pozitivist yaklaşım sonrası benimsediği bir yoldur. Bu nedenle, I. Bölüm’ün

ikinci kısmında uluslararası ilişkilerde kimlik kurgusunun ne şekilde güvenlik kurgusu ile

ilişkilendirildiği –özellikle- 1970-1980’lerden itibaren etkin olan beş okulun (Konstruktivstler,

Kopenhag Okulu, Stratejik Kültür Çalışmaları, Eleştirel Kuramcılar ve Üçüncü Dünyacılar)

düşüncelerine atıfta bulunularak incelenecektir.

I-B- Güvenlik Kurgusu ve Güvenliğin Kurgulayıcıları:

i- Güvenlik Kurgusu: “Babalarımızınkinden daha iyi bir hayat bulmak...”16

Bugün siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplinlerinin geldiği noktada güvenlik

kavramının tanımlanması tartışmalı ve zordur. Oysa bu disiplinlerden gelen akademisyenler ve

uygulayıcılar için bu kavram, bu disiplinlerin bilgisinin temel örgütleyicilerinden biridir.17

Tanımlama çalışmalarında bir yönelim, güvenlik kavramının “gelişmemiş” bir kavram

olduğunu söyleyip;18 bu kavramı bağlantılı diğer kavramlardan (örneğin strateji, ulusal çıkar

vb...) ayırarak, daha açık, net hale getirmeye çalışmaktır. Diğer bir yönelim ise güvenlik

kavramının bir kurgu olduğunu belirterek, bu kurgunun nasıl ortaya çıktığını incelemektir.

Birinci yönelim kavrama bir tanım vermeye çalışır, yani tanımın kendisi (güvenlik nedir?

16
Oedipus’un Vedası’ndan , aktaran Michael Dillon, Politics of Security Towards a Political Philosophy of
Continental Thought, Routledge, New York, 1996, s,193.
17
Barry Buzan, People, States and Fear, An Agenda For International Security Studies in the Post Cold War Era,
Lynne Rienner Publishers, Boulder, (Second Edition), 1991, s,3.
18
Age., ss, 3-12. Buzan güvenlik kavramını gelişmemiş (underdeveloped) sıfatıyla tanımlar, çünkü bu kavram
üzerinde uluslararası ilişkiler ve diğer sosyal bilimler disiplinleri tarafından yeterince çalışılmamıştır. Yapılan az
sayıdaki çalışmanın odak noktası ise, Buzan’a göre, güvenlik kavramından ziyade, belirli aktörlerin siyasal
çıkarlarıdır.
15
sorusu) önemlidir. İkinci yönelim ise kavramın tanımlanması gerekliliğinden yola çıkar, bu

yönelime göre tanımdan ziyade bu gereklilik duygusu (güvenliğe neden ihtiyacımız var?

sorusu) önemlidir. Çalışmanın bu bölümünde bu ikinci yönelim izlenecektir.

Güvenlik kavramından çok güvenlik kavramının kurgusundan bahsedildiği için Michael

Dillon’ın çalışması iyi bir başlangıç noktası oluşturmaktadır. Dillon bize, güvenlik kavramının

farklı söylemler içinde kullanıldığını (devlet güvenliği, ulusal güvenlik, siyasal güvenlik,

küresel güvenlik, bölgesel güvenlik, toprak güvenliği, iktisadi güvenlik, bireysel güvenlik,

ortaklaşa güvenlik, fiziki güvenlik, sosyal güvenlik, psikolojik güvenlik...vb) göstermektedir.

Bu söylem çeşitliliği19, güvenliğin; doğal bir gerçeklikten ziyade, modernliğin, zamanın ve

medeniyet algılamasının üretimi olan tehdit, korku ve düzen bilgisi ile bu bilginin

uygulamalarına dayalı bir kurgu olduğunu düşündürmektedir.

Güvenlik kavramının kurgu-doğası hakkında yazan Dillon, kitabını Oedipus tragedyası

ile noktalar ve böylece güvenliğe neden ihtiyacımız olduğu sorusuna da cevap verir. Gerçi

cevabı konunun doğasına uygun olarak biraz karışıktır. Ona göre, öncelikle güvenliğin bir

kavram olarak kurgulanışının bir nevi trajedi olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü, güvenlik

kurgusunun yaratıldığı alan özgür bireyin siyasal eylemi yerine getirdiği ve kendi özgürlüğünü

kendi eylemiyle sınırladığı, siyasetin alanıdır.

Dolayısıyla Oedipus Rex, başlı başına güvenlik kurgusuyla ilgili bir metindir: Oedipus

(özgür siyasal aktör) eylemleriyle, Theb’i yani siyasal düzeni hem tehdit eder, hem de

güvenliğini sağlar. Theb’den sürülmüş Oedipus’un kaderi, bir kimliğinin olmaması, geçmişini,

adını bilmemesi ve nihayetinde siyasal düzenin temel yasasını (oikos’u) çiğnemesidir. Theb’i

kurtardığı anda aslında siyasal düzeni tehdit etmiştir. Theb’in güvenliğinin yani siyasal düzenin

19
Helga Haftendorn, “The Security Puzzle: Theory Building and Discipline Building in International Security”
International Studies Quarterly, No 35, 1991, s, 3.
16
tekrar sağlanabilmesi/kurgulanabilmesi, Oedipus’un gönüllü sürgünlüğüne, kavuştuğu kimliğin

tekrar “diğeri” olarak kurgulanmasına bağlıdır.

Oedipus, trajedisini tamamlayacak sürgüne giderken arkasında bıraktığı kızlarına şöyle

veda eder:

Eğer beni anlayabilecek kadar büyümüş olsaydınız, size farklı şeyler


anlatırdım. Ama şimdi ancak bir dua söyleyebilirim size. Yaşamlarınız
için dua edin çocuklarım. Özgürce büyüyüp olgunlaşabileceğiniz bir
yerde yaşamak için dua edin. Babanız olan benden daha iyi bir hayat
yaşayabilmek için dua edin.20

Dillon’a göre Oedipus’un ve çocuklarının güvenlik kavramıyla bağlantılı muhtemel

trajedisi bu dileğin arkasında yatar. Oedipus, güvenlik adına zorunlu olarak diğeri olmayı

seçerken, çocuklarına miras olarak kendisini diğeri olmaya sürükleyen “yaşam için mücadele”

arzusunu (siyasal eylemciliğini) bırakır. Kısacası güvenliğe neden ihtiyacımız olduğu, niçin

güvenlik kavramını kurgulayarak yarattığımız açıktır; babalarımızdan devraldığımızdan daha

iyi bir yaşam isteriz. Ancak, siyaset alanı içerisinde bunu gerçekleştirme yolumuz, güvenliği bir

gerçek olarak değil bir düş, bir olasılık olarak kurgular.

Dolayısıyla, güvenlik kurgusunu düşündüğümüz anda güvenliğin anlamıyla ilgili iki

olasılık (meaning possibilities) zihnimizde canlanacaktır: Güvenlik ideali (daha iyi bir hayat)

ve buna bağlı olarak (ama diyalektik bir ilişkinin parçası olmadan) güvensizliğin üretimi

(siyasal düzenin bozulması). Bu iki olasılık (düzen ve tehlike/tehdit) ve aralarındaki ilişki

sonuçta ulusal/uluslararası siyasal rekabetin ve modern politikanın özüdür. Bu yüzden;

...Güvenlik [kurgusunun] tarihi, değişik güvenlik kurguları altında


düzeni tanımlayan, sürdüren ve uygulamalarının takipçisi olan
(ulusal/uluslararası) politikanın tarihi olmadan anlaşılamaz. 21

20
M. Dillon, Age., s,193.
21
Age., s, 16.
17
Bu iki genel kategori- güvenlik kurgusunun tarihi ve ulusal-uluslararası yani modern

politikanın tarihi- “güvenlik çalışmaları” çerçevesinde kesişecektir. Bu nedenle güvenlik

çalışmalarının özünü, düzen (güvenlik) ve tehlike (tehdit) kavramlarının tanımlanması

oluşturur. Zaten “güvelik çalışmaları” bünyesinde güvenliğin anlamının, güvenlik ve tehdit

arasındaki yakın-kurgusal ilişkide aranması, güvenlik kavramını basitleştirecektir.

Oysa, “güvenlik çalışmalarının” güvenlik kurgusunun oluşum sürecine hakim olduğu

kırk yıldan uzun bir sürenin arkada bırakılmasına rağmen, “güvenlik bir ideal olarak bizim

felaketimizi mi” üretiyor sorusuna cevap arayan Oedipus Rex düşünüldüğünde, hâlâ güvenliğin

karmaşık/muğlak bir doğası olduğunu söylemek gerekmektedir.

Bu yüzden güvenliğin anlaşılmaz/muğlak doğasının, güvenliğin kurgusundan çok

anlamında yattığı ileri sürülebilir:

Güvenlik, dilde ve yazında, hem bir durumu (situation) hem de bir süreci (process)

işaret eder.

Kısa bir etimolojik inceleme22, durum ve süreç olarak güvenliğin, kendi kurgusunu

oluşturduğunu gösterecektir. Buna göre güvenlik, Yunanca asphaleia kelimesinden gelir.

Asphales sabitliği, tam hareketsizliği anlatır. Felsefi açıdan “şeylerin orijinal doğasıdır”. Zaten

Homeros’un İlyada’da güvenlikle ilişkilendirdiği Tanrı Poseidon, yaygın kanının aksine,

“Aspharios” yani dünyayı tutan ve konumunu sabitleyen güçtür.23 Latince’ye tercüme edilirken

Asphales, “sabit olanın bilgisini” ifade eden hakikat ve emin olma hali (certitudo) olarak

karşılığını bulmuştur. Kısaca ideal olanı temsil eder. Ancak bilinen kimliğiyle Poseidon, -

22
Etimolojik incelemeye dayanan bakış, kavramların tartışmalı doğasını anlamak, unutulmuş anlamlarını
hatırlamak, günümüzdeki yaygın kullanışlarının sınırlılığını değerlendirmek için bir gerekliliktir. James Der
Derian, “The Value of Security: Hobbes, Marx, Nietzsche, and Baudrillard” On Security, Ronnie D. Lipshutz
(ed.), Columbia University Press, New York, 1995, s, 26. Daha önemlisi bu bakış, ileride güvenlik kavramının
modern kurgusu içerisinde iktidar merkezlerinin çokluğu, güvenliğin çoklu anlamları ve sembolleştirilmiş muğlak
kimlikler arasındaki bağı kurmakta yardımcı olacaktır.
23
Walter Otto, The Homeric Gods. The Spiritual Significance of Greek Religion, Octagon Books, 1954, aktaran
M. Dillion, Age., s, 124.
18
okyanuslar ve yerküre üzerindeki gücüyle- sabit olandan çok uzak, “yerkürenin sarsıcısı ve

parçalayıcısı olarak” tehlikenin, tehdidin ve güvensizliğin sembolüdür. Kelime, bu noktada

artık hareketi anlatan fiil halini (Yunanca sphallo; Latince fallo) alır; yıkmak, düşmek,

düşürmek, yenmek, bozguna uğratmak anlamlarına gelir, ki bu polemos (mücadele) sözcüğüyle

bağlantılıdır, yani güvenlik bir ideal olduğu kadar bir fikrin, bir ideanın, bir mücadele (

pseudos: ideal olan hakikat yanında mücadele) alanının ifadesidir.

Latince’ye tercüme sırasında bu iki anlam da (ideal durum ve mücadele süreci/fikri)

aynen korunmuş olmakla beraber, genel kullanım içerisinde mücadele süreci/fikri göz ardı

edilmiş, bu konuda sessiz kalınmıştır. Latin dünyasına geçerken güvenliğin süreç olarak

anlamı, -ki daha sonra siyasetin aracı olarak, siyasa (policy) olarak karşımıza çıkacaktır-

öznenin iç mücadele alanına (vicdan ve bilinç alanına) indirgenmiştir. Güvenlik kavramı ise,

sadece ideal durumu sine curo (curio)* anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır. Ancak,

Securitas-securus, sine curo (curio) sadece acıdan, beladan, çileden uzak olma hali olarak

algılanmıyor, özellikle Aziz Augustin döneminde, kuşkudan ve dolayısıyla sorumluluktan muaf

olma durumu, muafiyet olarak görülüyordu.24 Bu nedenle artık güvenlik, düzen fikriyle at başı

giden, olumsuzlamaya açık, bir özgürlük alanıydı; “muğlak” bir özgürlük alanı.

Olumsuzlamaya açıktı, çünkü seküler bir mantıkla ideali, tanrısal düzen fikrinden siyasal alana

indirgiyordu. Nitekim Kalvin, güvenliğin emin olma (certinity) halini ifade eden bu biçimini

adeta bir günah olarak yargılayacaktı. Emin olma, bireyin insani ve siyasi eylemleri sonucu

yaşadığı öznel tecrübeydi. Oysa, Kalvin’e göre, güvenlik, eğer kullanılacaksa, insani olanı aşan

tanrısal kurtuluşun (düzenin) bir adlandırması olmalıydı. Dolayısıyla güvenlik sadece bir

idealdir, düzenin ifadesidir. Bireyin tecrübesiyle yaşayabildiği bir olgu değildir: Şöyle yazar:

*
Sine – olmaksızın; curo/curio- bela, acı, ankisite, endişe, korku. Bu noktada Batı menşeili security kavramı ile
Rusça besopasnost (bes- olmaksızın, opasnost- tehlike, korku) kavramının benzeştiğini söylemeliyiz. Her iki
kavramın sonradan elde ettiği farklılık, Batı siyaset mekezlerinde ve Rusya’da gerçekleşen kendini anlamlandırma
süreci (resentiment process) sonucu ortaya çıkmıştır.
24
M. Dillion, Age., s,125.
19
“İnancın tam ve emin (securam) olması gerektiğini söylediğimiz zaman, aslında ne inancın

tamlığı ne de tüm kuşku ve endişelerden muaf olduğu securitatem konusunda hayal kuracak

değiliz, aslında inançlı bir yürek kendi inançsızlığıyla (diffidentia) sınanmakta”.25 Güvenlik –

bu olumsuzlama çerçevesinde- bir hâyaldir, daha ötesi bireyin siyasal özgürlüğü sonucu ulaştığı

aşırı öz güvenin ifadesidir: Shakespeare Macbeth’de de yazacaktır: “güvenlik tüm ölümlülerin

en büyük düşmanıdır”.26

Günümüzde, bireyin özgür iradesine dayanan modern/seküler devlet fikriyle beraber, bu

lanetlenen, birey olarak siyasal gücümüzden emin olma halimiz güçlenirken, muğlaklık

güvenliğin tanımı haline geldi. Barry Buzan; People, States and Fear adlı kitabında yeterli

derecede araştırmanın konusu olmamış bir kavram olarak gördüğü güvenliği tanımlamaya

kalktığında, muğlaklık fikrini kullandı ve Gallie’den ilham alarak, güvenliğin “özü itibarıyla

tartışmalı” (essentially contested concept) olduğunu öne sürdü.27

Gallie’nin kullandığı biçimiyle özü itibarıyla tartışmalı kavramlar, o kadar değer

yüklüydüler ki herhangi bir somut kanıt ya da varılan oydaşma uyarınca belli bir tanım

üzerinde anlaşarak, kavramın anlamının, standart tek bir kullanımına ulaşmak mümkün

olamamaktaydı. Ama daha önemlisi Gallie’nin tanımı; güvenlik kavramını tanımlamaya

girişecek her öznenin, kendi tanımını geliştirmeden önce kavramın tartışmalı doğasının

bilgisine sahip olduğunu ve kendi tanımını ancak bu tartışmaların bir parçası olarak

savunabileceğini gösterir.28 Richard Little da bu tür kavramların tanımlanmasındaki tartışmanın

25
Aktaran Age, s,126.
26
Oxford İngilizce Sözlüğü güvenliğin bu olumsuzlaşan biçimiyle ilgili pek çok örneğe sahiptir; “onlar... günah
dolu güvenliğin içinde boğuldular” (1575), “güvenliğe erişmiş günahkârı şaşkınlık ve terörle vuran Yansıma
budur” (1729), “yedi kat güvenliğe hapseden ama yine de [düşeceğin] kenarda seni tutan bu hayali ölümsüzlüktür”
(1876). Aktaran James Der Derian, Agm. s, 28.
27
B. Buzan, People, States and Fear,..., s, 7. D. Baldwin, “The Concept of Security” Review of International
Studies, no 23, 1997, s, 10. Gallie’nin orijinal tanımlaması için bkz: W.B. Gallie, “Essentially Contested
Concepts” Proceedings of the Aristotelian Society, N.S. 56, 1956.
28
D. Baldwin, Agm., ss, 10-11.
20
hiçbir ampirik kanıtla bitirilemeyeceğini, çünkü kavramların kurgulanışının “ideolojik” –yani

sübjektif- bir öğe taşıdığını yazıyordu.29 Bu nedenle güvenlik kavramının tanımlanması ve

kurgulanması da tıpkı diğer değer yüklü kavramlar; özgürlük, eşitlik, iktidar vb. gibi her şeyden

çok öznenin bilinç ve vicdanında meydana gelen bir iç mücadelenin parçasıydı. Bu noktada

güvenlik artık başlı başına “kurguyu” hayata geçirme özgürlüğünü ifade etmekteydi.

Bireyin iç mücadelesini göz ardı edemediğimiz sürece, Buzan’ın güvenliği bir

muğlaklık alanı olarak görmesi, muğlaklığı güvenliğin tanımı haline getirmiyordu. Üstelik

Buzan, toplumsal düzenin parçası olan tüm kavramların “özü itibarıyla tartışmalı olacağı”

gerçeğini yadsımaktaydı.30 Bu bakışı eleştiren McSweeney’e göre güvenlik sadece değer yüklü

bir kavram değildi, ahlâksal açıdan da değer yükü taşıyan bir kavramdı. Dolayısıyla güvenliğin,

mutlaka, her iki anlamını da içeren, yani düzen ve mücadele fikrini bir arada kullanan

“yumuşak bir tanımı”( soft meaning) olmalıydı.

Güvenliğin yumuşak tanımı için ilk bakılan alan, güvenlik kurgusunun yaratıldığı alan

olan siyasetti. Muğlaklığın içini doldurmasa bile dış çizgilerini çizen “güvenlik çalışmaları” da-

örneğin bu konuda akla gelen ilk iki örnek olan Walt’ın The Renaissance of Security Studies’i

ile Nye-Jr and Lynn-Jones’un International Security Studies’i-31 güvenliğin siyasal bir proje

olduğunu gösteriyordu. Bu bağlamda güvenlik; ulusal ve uluslararası politik sistemde a)-

politik ideali yani düzeni, b)- bu ve alternatif düzenleri/idealleri savunma ve koruma araçlarını

yani mücadele araçlarını ve fikrini ifade etmekteydi. Kısaca ulusal/uluslararası siyaset;

29
B. Buzan, Age., s, 7.
30
B. McSweeney, Security, Identity and Interests, A Sociology of International Relations, Cambridge University
Press, 1999, s, 84.
31
Stephen M. Walt, “The Renaissance of Security Studies” International Studies Quarterly, no, 35, 1991; Joseph
S. Nye Jr.- Sean M. Lynn-Jones “International Security Studies: A Report of A Conference on the State of the
Field” International Security, 12, 1988.
21
güvenliğin öznesi* ile rekabet ve mücadelenin konusu olan güvenlik ve tehdit araçlarının

doğasını belirliyordu.

Güvenlik kurgusu bu açıdan, Burke’ün deyişiyle siyasal bir teknolojiydi:

Güvenlik, kısmen gücünü kendi aporik** yapısından alan siyasal bir


teknolojidir. Toplum ve diğerleri arasında vuku bulan genel karşıtlık
ulusal ve etnik kimliği yaratacak korku teknolojisinin işlemesini
sağlar. Evrensel güvenlik söylencesi ise aynı anda diğerlerinin
güvenliğine karşı öz-güvenliği [kurgulayan] real-politik için bir sis
perdesi oluşturur. 32

Bu yaklaşım elbette, sonuçta uluslararası ilişkileri üreten Batı siyasal düşüncesinin,

merkezler-arası iktidar devrine odaklanan batı metafiziğinin33 bir yansımasıdır. Metafizik

sözcüğü, XVI-XVII. yüzyılda ortaya çıkan ve batı siyasal düşüncesini şekillendiren iki gelişme

ve bu gelişmelerin yarattığı ideolojik etkiyle ilişkilidir:34 İlki, monarşilerin hakim oldukları

toprak üzerinde idari ve yönetim araçlarıyla kurumlarını geliştirmeleri ve merkantilizmin

güçlenişi; ikincisi ise anti-Machiavelist literatürün ortaya çıkışıydı.

Bu iki gelişmenin yaşandığı dönem, Der Derian’ın incelemesinde Hobbes’çu Realizm

dönemi olarak adlandırılır. Bu dönemde güvenlik egemenlik aracılığıyla tanımlanmış,

endüstriyel-kültürel gelişme yoluyla medeniyeti kurgulayacak yeni bir toplum ortaya çıkmıştı.

Güvenliğin ana öznesi ve nesnesi; siyasal aktör olarak ortaya çıkan, doğal isteklerinden

*
Bu özne, aynı zamanda, güvenlik politikalarından etkilenen nesnedir (referent object).
**
Aporia Derrida’nın kullandığı bir kavramdır. Burke, Derrida’nın aporia kavramını kullanarak bir kavramı dilde
sembolleştirdiğimiz zaman ironik olarak onun kavramsal zıddını ürettiğimizi söyler. Yani güvenlik, g-ü-v-e-n-l-i-k
olarak harf ve seslerle ifade edildiği anda var olmayan bir durumu anlatır. Bu durum ontolojik olarak anlam
kazanabilmek için tehdit, tehlike ve güvensizlik olgularına muhtaçtır. Yani güvenliğin ne olduğu sorusuna cevap
verebilmek için önce tehdit nedir sorusuna cevap vermek gerekir. Böylece ses ve sembol olarak var olmayan
“tehdit” öncelikle yaratılmış olur.
Aporia kelime olarak Apophasis’den gelir. Jacques Derrida Post-Scriptum’da Apophasis’i “sessiz ses” (voix
blanche) olarak kullanır. Apophasis yunanca “yadsıma” ya da “olumsuzlama” anlamına gelir. Ancak bunlardan öte
bir şeydir, olumsuzlamanın ya da yadsımanın varlığın doğasına içkin olduğu hali anlatır. Bu nedenle
olumsuzlamanın ötesinde varlığa işaret etmesine rağmen, varlığın yadsınmasına/olumsuzlanmasına zemin hazırlar.
J. Derrida, Sauf le Nom (Post-Scriptum), Editions Galilée, 1993, türkçe çevrimi için bkz. İsim Hariç (Post-
Scriptum), Didem Eryar (çev.), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2008.
32
Anthony Burke, “Aporias of Security” Alternatives, 27, 2002, s, 7.
33
Derrida’dan aktaran James Der Derian, Agm.s, 25.
34
Michel Foucault, “Governmentality” aktaran A. Burke, Agm, ss, 7-10.
22
sıyrılmış birey ve devletti. Ama bu dönemde asıl önemli olan, güvenlik arzusunun ve tehdidin

(insanlığın doğal durumu- state of nature)35 büyüklüğü karşısında toplumsal düzeyde bir

ayrımın meydana gelmiş olmasıydı. Bu ayrım ileride kimlik ve güvenlik arasındaki ilişkinin

başlangıç noktası olarak algılanacaktı. Artık; tutku, sorumsuzluk (çocuklar, aptallar ve deliler),

suç (suçlular) ve barbarlığın (batı ekonomik sistemi dışında, batıda ve doğuda üretim yapan

alanlar) dışında ve karşısında, yani ötekine karşı özgürlüğün ve egemenliğin devlete

devredilmesiyle sağlanan güvenlik mutlak değerdi.36 Bunun yanında, hakim ekonomik ve

toplumsal ilkenin sembolleştiği özel bir değer haline gelen güvenlik; yani bir kimlikle beraber

ifade edilen güvenlik, hakim ekonomik ilkenin yayılması sonucunda, zamanla evrensel bir

değer biçimini aldı.

Foucault’ya göre, evrenselleştiği bu dönemde güvenlik anlayışı; hakim ekonomik

ilkenin yani liberalizmin sağladığı özgürlük (serbest ticaret ve serbest dolaşım) altında, toplum

ve birey arasındaki temel güvenlik ikilemini (özgürlüğe karşı güvenlik ikilemini) ortadan

kaldırabilir, güvenliğin yumuşak anlamı liberal değerlerde tanımlanabilirdi.37 Tabi eğer Marks

hakim güvenlik anlayışının evrenselliğini sorgulamamış olsaydı.38

Marksist anlayışın önemi, kimlik ve kültürün (örneğin kapitalist-liberal-Hıristiyan-

Musevi-Batılı kimliğin) ilk kez güvenlik ikileminin bir parçası haline getirilmesiydi. Buna

göre, evrensel sayılan güvenlik aslında bu kültürlerin bir üretimiydi. Bu yüzden, Marksist

35

[İnsanlığın doğal] durumunda, insan doğasında üç temel kavga nedeni buluyoruz: Birincisi rekabet, ikincisi
güvensizlik; üçüncüsü de şan ve şeref. Birincisi, insanları, kazanç için; ikincisi, güvenlik için, üçüncüsü ise, şöhret
için mücadele etmeye iter...Dolayısıyla, herkesin herkese düşman olduğu ...böyle bir ortamda, çalışmaya yer
yoktur,...toprağın işlenmesine de yer yoktur, ne denizcilik ne de deniz yoluyla ithal edilebilecek malların
kullanılması, ne rahat yapılar; ne fazla güç gerektiren şeyleri ...taşımak için gereken şeyler, ne yeryüzü hakkında
bilgi, ne zaman hesabı, ne sanat, ne yazı, ne de toplum vardır.
Thomas Hobbes, Leviathan, Semih Lim (çev.), YKY Yayınları, İstanbul, 2001, s, 94.
36
D. Baldwin, Agm. ss, 18-19.
37
A. Burke, Agm. ss, 12-13.
38
J. Der Darian, Agm., ss, 31-32.
23
bakış, alternatif bir evrensel değer kurgularken alternatif bir güvenlik kavramlaştırması da ön

görüyordu. Zaten kimliği, siyasal ve tarihsel sürecin bir parçası yaptığı için, güvenliğe de

siyasal-tarihsel bir süreç sonucunda (sınıfsal dayanışma sonucunda) ulaşılacak olması şaşırtıcı

değildi. Totoloji yapmayı göze alarak iddia edebiliriz ki; güvenliğin yumuşak anlamı Marksist

bakış içerisinde tam da şuydu: gelecekteki “insanlığın doğal durumu”. Marksist yorum

içerisinde, bu nedenle, güvenlik sadece hâyal edilen bir ideal değildi, başlı başına hâyali-

kimliğe bağlı kurgulanmış bir kavramdı.

Başa dönersek, babalarımızınkinden daha iyi bir hayata ulaşma hayali (yani güvenlik);

bir söylem, bizim kim olduğumuzu, nerede durduğumuzu gösteren siyasal bir araçtı.

Marksist eleştirilerden sonra, siyaset içerisinde gelinen bu nokta, yani güvenliğin bir tür

hâyale ya da hiper-gerçekliğe (simulasyona) dönüşmesi,39 güvenliğin yumuşak bir tanımını

(siyasal düzen ideali ile mücadele araçları arasındaki uyuma dayanan güvenlik tanımını) siyasal

projenin içinden giderek keşfetme olasılığını azalttı: siyasal kurgu içerisinde güvenlik,

gerçekliğini kanıtlayamayacağımız siyasal bir olasılık olarak görülüyordu. Bu nedenle

güvenliğe yeni bir alandan, kendisi de siyasal bir proje olan, uluslararası ilişkiler alanından

bakma eğilimi hız kazandı.

ii-Uluslararası İlişkilerde Güvenlik: “Aporia” ya da Yadsıma

Derrida’nın kullandığı biçimiyle aporia kavramının uluslararası ilişkilerde güvenlik

kurgusunu anlatmak için uygun olduğu görülmektedir. Aporia, kavramın kendi gerçekliğinden

39
Agm. s,38. Der Darian güvenliğin simulasyona dönüşmesini anlatmak için hiper-gerçeklik terimini kullanır.
Hiper-gerçeklik olması gereken gibidir ama gerçek değildir, gerçeği aşan, gerçeğinin tarihi kökenlerini ve
orijinalliğini unutturan bir etkiye sahiptir. Savaş oyunlarında ya da savaşın haberlerde izlediğimiz biçime
dönüşmesinde görebileceğimiz şiddetin katlanılır hale gelmesi, bir yerlerde hâlâ gerçekken, bizim onu gerçek
olandan farklı bir gerçeklik olarak algılamamız hiper-gerçeklik kavramına örnek olarak verilebilir. Toplumsal
gerçekliğin simulasyona dönüşmesi fikri ise Vasquez’e aittir. John A. Vasquez, “The Post-Positivist Debate:
Reconstructing Scientific Enquiry and International Relations Theory After Enlightenment Fall” International
Relations Theory, K. Booth- S.Smith (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1996, s,224. Güvenliği ve
savaşı hipergerçeklik olarak gören postmodern anlayışın en önemli temsilcisi Jean Bauildrillard’ır; bkz. “The
Reality Gulf” Guardian, 11 January 1991, ayrıca Terry Terriff, Stuard Croft, Lucy James, Patrick Morgan,
Security Studies Today, 2001, Polity Press, Cambridge ss, 106-107.
24
çok, anlam açısından zıddı ile tanımlandığı durumlar için kullanılır. Kavramın kendisi

tarafından yadsınmasıdır.40 Bu mantıkla bakıldığında uluslararası ilişkiler disiplininin41 iç

kurgusunun güvenlikten çok güvensizliğin (savaşın) algılanması ve çözümlenmesine dayandığı

gerçeği42 ancak bu yadsımayla beraber düşünülerek kavranabilir.

Zaten, belki de güvensizliğe/tehdit ve tehlikeye olan bu vurgu nedeniyle “güvenlik”

uluslararası ilişkilerde nispeten yeni bir kavramdır. İlk kez 1943 yıllında Walter Lippman

tarafından US Foreign Policy: Shield of the Republic adlı kitapta; ulusal güvenlik, ulus ve

devlet kavramlarıyla özdeş olarak kullanılmıştır.43 Güvenliği uluslararası ilişkiler içinde başlı

başına bir söylem haline getiren temel kırılma noktası ise çok daha yenidir: “güvenlik ikilemi”

kavramının 1950’lerde John Herz tarafından geliştirilmesi. Herz, kendilerini müdafaa etmek

için güvenlik araçlarının peşinde koşan devletlerin, gerçek niyetlerine bakılmaksızın diğer

devletler için bir tehlike kaynağı ve tehdit haline geleceğini yazacaktı.44 Herz’in “güvenlik

ikilemi”, uluslararası ilişkiler için önemliydi zira savaşın sebebini belirli devletlerin kimliğinde

(saldırgan, haydut, yayılmacı vb.) aramak yerine Hobbes’çu korkuyu içselleştirerek,

40
Bkz. Sayfa 20 dipnot **.
41
Uluslararası ilişkiler çalışmaları genel olarak üç geleneği takip ederek gelişmiştir: Amerika’da daha güçlü olan
ilk gelenek, siyaset kuramı ve toplum biliminden yola çıkarak açıklanabilirliği artırmaya çalışır. İngiliz
akademisinde etkili olan, tarihi bilgiyi kullanan ve modern tarihçilik olarak adlandırılan ikinci geleneğin haricinde
kıta Avrupa’sında güçlü olan üçüncü gelenek uluslararası hukukun incelenmesini çıkış noktası olarak kabul eder.
uluslararası ilişkiler disiplininin gelişimi- bu üç geleneğin etkisi altında olduğu kadar- üç büyük tartışma
çerçevesinde de gerçekleşmiştir. İlk tartışma, İdealistlerle Realistler arasında 1930’larda dünya politikasının
doğası üzerinde yaşanmıştır. İkinci tartışma 1960’larda tarihi incelemeler (Bull’un İngiliz Okulu) karşısında
uluslararası ilişkilerde bilimsel yöntem geliştirme peşindeki Davranışçılar arasında vuku bulmuştur. Üçüncü
tartışma ise tek bir tartışma değil, üç ayrı cephede meydana gelen çatışmaların bir özeti niteliğindedir. İlk cephede,
Yetmişlerin sonu, Seksenlerin başında ortaya çıkan neo-realizm/neo-liberalizm çatışması vardır. İkinci cephe üç
paradigmanın (realizm, liberal-çoğulculuk ve yapısalcılık) birbirlerini sorgulamasına dayanır. Son cephe ise
uluslararası ilişkilerde analitik yapının doğası üzerine süren pozitivistler ile pozitivizm sonrası bakış arasındaki
tartışmalara dayanır. Age. ss, 10-18.
42
Örneğin bkz: Thucydides, History of Peloponnesian War, Harmondsworth, Penguin Book, 1980; E.H.Carr The
Twenty Years Crisis 1919-1939, London-Macmillan, 1964.; Kal Holsti, Peaceand War: Armed Conflicts and
International Order 1648-1989, Cambridge, Cambridge University Press, 1991.
43
Pınar Bilgin, Ken Booth, Richard Wyn Jones, “Security Studies: The Next Stage” Naçao&Defensa, Inverno
1998, 84-2, s, 133.
44
B. Buzan, People, States and Fear..., s,4.
25
uluslararası sistemin yapısında arıyordu.45 Daha sonra Herz’in izinde giden pek çok Realist ve

Neo-Realist isim46, güvensizlik olgusu, yani savaş/mücadele/rekâbet söz konusu olduğunda,

güvenliğin, siyasal eylemin ana dürtüsü haline geldiğini söyleyecekti.

Realist ve Neo-Realist kurama göre, uluslararası politika rasyonel ve egemen aktörlerin

anarşik bir ortamda kendi belirledikleri amaç ve çıkarları izlemeleri gerçeği üzerinden

anlaşılabilirdi. Dolayısıyla uluslararası politikanın özü mücadele ve rekâbetti. Bu nedenle,

uluslararası politikanın belirleyici özelliği, ancak güvensizlik ve sürekli tehlike durumu

olabilirdi.47 Çünkü güç, egemen aktörler arasında eşit dağılmamıştı ve her aktör kendi

egemenliğini kullanarak tanımladığı ulusal çıkarı gerçekleştirmek için sahip olduğu güçle

mücadeleye katılmaktaydı. Kısaca uluslararası bekâ mücadelesinde esas amaç gücün artırımı

değil, güvenliğin sağlanmasıydı:

Anarşik bir ortamda güvenlik en önemli amaçtır. Sadece bekası


sağlandıktan sonra devlet diğer amaçlarını- huzur, kâr ve güç-
gerçekleştirmek isteyebilir.48

Tabii güvenliğin ve gücün birbiriyle özdeş gibi göründüğü49 bu dönemde; realist ve

neo-realistler, rekâbetin niteliği dolayısıyla uluslararası politikada güvenliğin yumuşak

anlamına (tehdidin sağladığı tam güvenlik ortamına- mücadele araçlarıyla güvenlik ideali

arasındaki uyuma) ulaşılabileceğine inanmaktaydılar. Bu inancı mümkün kılan da, uluslararası

rekâbetin öznesi/nesnesi olan devletlerin yeni nükleer yetenekler geliştirmeleriydi.

45
John Glenn- Darry Howlett, “Neorealism” Neorealism versus Strategic Culture, John Gleen, Darryl Howlett,
Stuart Poore (der.), Ashgate Publishers, Aldershot, 2004, s, 22.
46
Keneth Waltz, Theory of International Politics, Addison-Wesley Publishing Company, Reading-London, 1979,
J.J. Mearsheirmer, “The False Promise of International Institutions” International Security, winter, no:19/3, 1994-
1995, J.J. Mearsheirmer, The Tragedy of Great Power Politics, University of Chicago, New York, London, 2001,
B. Buzan, Age.
47
Terry Terriff, Stuard Croft, Lucy James, Patrick Morgan, Age., s,38.
48
K. Waltz, Age, s,126.
49
B. Buzan, People, States and Fear..., s,8.
26
Gerçi William Borden, Paul Nitze, Albert Wohlstetter, Herman Kahn, Colin Gray50 ve

Mao Tse-tung gibi Savaş Stratejistleri’ne (war strategist) göre nükleer silahlar ve girilen

nükleer yarış uluslararası ilişkilerin gerçek niteliğini değiştirebilecek güçte değildi.51

Stratejistlere göre savaş hâlâ uluslararası politikanın kaçınılmaz niteliği ve politikanın farklı

(nükleer silahlar da dahil) araçlarla bir devamıydı.52 Aslında böylelikle, stratejinin alanı daralıp

askeri ilişkilere yoğunlaşıyor; strateji Clausewitzian bir anlayışla güvenlik ve ahlâktan

ayrılıyordu. Lawrence Freedman’ın da altını çizdiği gibi, strateji bu haliyle, uluslararası

ilişkilerin bir alanı olmaktan çok siyaset kuramının bir alanı haline gelmişti:

Stratejik çalışmalar uluslararası ilişkilerin değil, siyaset kuramının


bir üretimidir, çünkü bütün büyük siyaset bilimciler [stratejistler gibi]
şu soruyla meşguldürler: nasıl... araçlarla amaçlar
ilişkilendirilebilir.53

Stratejinin bu özelliği dolayısıyla, kimlik; “güvenlik çalışmalarından” çok önce stratejik

çalışmaların konusu olmuştu.54 Daha sonra stratejik kültür çalışmalarına55 öncülük teşkil

edecek bu ilk stratejik çalışmalarda kimlik, güvenlik kavramının yeniden tanımlanmasında bir

50
Daniel Deudney’in orijinal tanımlaması sadece ABD’ye yoğunlaştığı için Mao Tse-tung yeralmiyor. Bkz. D.
Deudney, “Political Fission: State Structure, Civil Society, and Nuclear Security Politics in the United States” On
Security..., s,88. Ancak Mao’yu da bir stratejist olarak değerlendirmek mümkündür. Çünkü, herşeyden önce
buradaki stratejist sözcüğü önemlidir: Buzan People, States and Fear’ında güvenlik çalışmaları ve stratejik
çalışmlar arasında bir farklılaşmaya giderek, stratejik çalışmaların özünü “güvenlik problematiğinin askeri alanıyla
(milatary sector) ilgilenmek” olarak açıklar. B. Buzan, Age.,ss, 270-291. Bu noktada bir neo-realist olarak Buzan
hakim stratejileri belirleyen iki unsurun altını çizer: Anarşik sistem ve teknoloji. Ancak teknolojiye biçilen paye
sadece “siyasal aktörlerin güç kullanma araçlarını belirleyen temel değişken olmasıdır.” Richard Wyn Jones,
Security, Strategy and Critical Theory, Lynne Rienner Publishers, London, 1999, s, 129.
51
Colin S. Gray, “How Has War Changed Since the End of the Cold War” Parameters, spring 2005, ss, 14-26.
52
Bu konuda en temel eser olarak bkz, Carl von Clausewitz, Savaş Üzerine, Şiar Yalçın (çev.), May Yayınları,
İstanbul, 1975, s, 64.
53
Gerald Segal, “New Directions in Strategic Studies: A Chatham House Debate” Royal Institute of International
Affairs Discussion Papers, No:17, London, Royal Institute of International Affairs, 1989, s, 2; R.W. Jones, Age.
s,130.
54
John Gleen, Darryl Howlett, Stuart Poore, “Introduction” Neorealism versus Strategic..., s, 4.
55
Alastair Ian Johnston kimliğin ulusal stratejilerin çözümlenmesinde bir araç olarak görüldüğü stratejik kültür
çalışmalarını üç dalga içerisinde özetler: İlk dalga 1970’lerin sonunda yapılan ABD-Sovyetler Birliği ilişkilerinin
kültürel bakışla çözümlenmesi çalışmalarıdır; ikinci dalga 1980’lerde ortaya çıkar ve kültürün uluslararası
siyasetin aktörleri için kendilerini tanımlama aracı haline gelmesi fikrine odaklanan çalışmaları kapsar; üçüncü
dalga ise örgütsel ve toplumsal kültürlerin etkileriyle ilişkili olarak daha eklektik tartışmalara yer veren 1980
sonrası çalışmalardır, A. I. Johston, “Thinking About Strategic Culture”, International Security, 1995, vol 19/4, ss,
32-64; John Gleen, Darryl Howlett, Stuart Poore, “Introduction” Neorealism versus Strategic..., ss, 3-16.
27
rol üstlenmiyordu. Sadece kuvvet/şiddet araçlarının kullanılmasının bir parçasıydı ve tehdit-

güvenlik özdeşliğinden uzaktı. Bu bağlamda da uluslararası (güç/değer) rekabetinin bir parçası

değildi; Mao bu algılamayı çok açık bir biçimde özetliyordu:

Atom bombası Amerikalıların...insanları korkutmak için kullandığı


kağıttan bir kaplandır...Elbette atom bombası bir kitlesel katliam
silahıdır ama savaşın sonucunu insanlar belirler, yeni geliştirilen
silahlar değil.”56 “Eğer en kötüsü gerçekleşir, insanlığın yarısı ölürse
diğer yarısı emperyalizm çökerken sağ kalır ve tüm dünya sosyalist
olur.57

1940’ların sonunda ve 1960’larda ortaya çıkan iki farklı realist ekol ise, (sırasıyla

Caydırıcı Devletçilik, Deterrence Statism ve Nükleer Tek Dünyacılık, Nuclear One Wordism) 58

nükleer güç (tehdit) ve güvenlik (tedbir) arasında gerçek, güvenliği pekiştirici bir bağlantı

kurmuştu. Caydırıcılığı ana eksen olarak alan Bernard Brodie, Robert Jervis, Keneth Waltz gibi

isimler59 nükleer yeteneklerin, devletin (uluslararası ortamda güvensizliğin öznesi ve nesnesi

olan devletin) ya da uluslararası politikanın (güvenlik rekâbetinin alanının) temel niteliklerini

değiştirmediğini kabul ediyorlardı, ancak onlara göre tehdidin korkunçluğu (Mutual Assured

Destruction, karşılıklı olarak devletlerin yok edilebilirliği, yani Hobbes’un çizdiği insanlığın

doğal durumuna geri dönüş) güvenliği de sağlıyordu; Waltz şöyle yazıyordu: “Nükleer silahlara

sahip devletler arasında büyük ölçekli bir savaş olma olasılığı sıfıra yakındır.” 60

Soğuk Savaş döneminde güvenlik-kimlik ilişkisi bu nedenle, realist ekolün etkisi

altında, “tehditlerden” ziyade, “güvenlikte” olmayı ifade eden, sabit bir hat üzerinden

kuruluyordu. Karin Fierke’nin kitabında değindiği analoji (hapishane-aile analojisi), Soğuk

56
Mao Tse-tung “Talk with American Correspondent Anna Louise Strong, 1968” aktaran R.W. Jones, Age. s, 137.
57
Mao Tse-tung “The Chinese People Cannot be Cowed by the Atom Bomb, 1977” aktaran R.W. Jones, Age. s,
137.
58
Daniel Deudney, “Political Fission: State Structure, Civil Society, and Nuclear Security Politics in the United
States” On Security..., ss,88-89.
59
B. Brodie (der.) The Absolute Weapon, New York, Brace, 1946; R. Jervis, The Meaning of the Nuclear
Revolution: Statecraft and the Prospects of Armageddon, Cornell University Press, Ithaca, 1989, K. Waltz, Age.
60
K. Waltz, “Nuclear Myth and Political Realities” American Political Science Review, Vol 84-3, 1990, s, 740.
28
Savaş dönemi güvenlik kavramını ve onun kimlikle el altından kurduğu ilişkiyi anlamamızı

kolaylaştırmaktadır.61 Fierke’ye göre Soğuk Savaş süresince devam eden nükleer yarış,

aktörlerin –devletlerin- kurtulamayacağı bir kapan/hapishane gibiydi. Bu yüzden caydırıcılık

tek rasyonel seçenekti. Güvenlik, ancak ve ancak, hiyerarşik güç dengesinin hakim olduğu-

yani bir süper güç ve ona bağlı ikincil güçlerden oluşan- bir nükleer ailenin/kutbun parçası

olarak sağlanabilirdi. Bu analojide her aile; özel bir kültürel, siyasal, hatta tarihsel kimliği ifade

ediyordu.62 Bu kimlik, mevcut aktörlerin gücü (nükleer gücü) kullanma biçimini etkiliyordu.63

Fakat, amaç yani “nükleer aileyi bir arada tutma isteği”64 güvenlik söyleminin ve

uygulamasının temel dayanağı olarak, kimlikler ve değerler üstü bir konumdaydı.

Bu yüzden; Soğuk Savaş boyunca uluslararası ilişkilerin hakim ekolu Realist ve Neo-

realist anlayış için, güvenlik; 1)- “güvence altında olmayı” ifade ediyordu: Nükleer silahlanma

ve nükleer güce dayalı caydırıcılığın büyük güçler arasında yaşanacak olası bir nükleer savaşı

engellemesi, güvenliğin özdeşleştiği tehdit-tedbir ekseninin tam anlamıyla işlediğini

gösteriyordu. Kısaca, tehdit ve caydırıcılığın nükleer niteliği, güç kullanımı ile tehdit arasında

doğrudan bir ilişki kurulmasına neden oluyordu.65 2)- Güvenlik, aktörlerin sistemdeki

61
Karin M. Fierke, Changing Games, Changing Strategies, Critical Investigations in Security, Manchester
University Press & St. Martin Press, New York, 1998.
62
Karin M. Fierke, Phillippe Moreau-Defarges’in sözlerini kimlik –güvenlik bağlantısının kurulduğu “aile”
söylemi için örnek olarak aktarır:
ABD ve Avrupa berbar yaşlanmış bir çiftir...1940’larda tutku fırtınalarıyla
bağlanan [bu çiftin] evlilikleri, XX.yüzyılın sonuna geldiğimizde kırk yılı
doldurdu. Boşanmaları da mümkün değil, çünkü böyle bir boşanma Birleşik
Devletler için süper-güç rolünden vazgeçilmesi, Avrupa için ise 1945 sonrasında
ne yaşandıysa bunların muhasebesinin yeniden yapılması anlamına gelir.
K. M. Fierke, “Changing Worlds of Security” Critical Security Studies, Concepts and Cases, Keith Krause-
Michael C. Williams (der.), University of Minnesota Press, Minneapolis, 1997, s, 228.
63
J. S. Lantis, “Strategic Culture and National Security Policy” International Studies Association, 2002, ayrıca
bakınız K. M. Fierke, “Changing Worlds of Security” Critical Security Studies..., ss, 230-234.
64
K. M. Fierke, “Changing Worlds of Security...”, s,231.
65
Bu konu zaman zaman tartışmaya neden olmaktaydı. Çünkü Soğuk Savaş dönemi Asya ve Afrika’da yaşanan
çatışmalar sistemin, ya da caydırıcılık stratejisinin savaş riskinden muaf olmadığını göstermişti. Buna rağmen
güvenlik tehdidin büyüklüğü yüzünden, sınırlı savaşlardan ziyade caydırıcılığın sınırları dahilinde esnek mukabele
ve topyekûn savaş stratejileri çerçevesinde incelendi.
29
konumlarının istikrarını ifade ediyordu. Herkes olması gereken yerdeydi. Öyleyse şöyle

söylenebilirdi: Soğuk Savaş; güvenlik-kimlik ilişkisi, ittifak yapılanmasını ve yeni ittifak

olasılıklarını belirli bir sisteme (önceden söz edilen tehdit-tedbir eksenine, nükleer dengenin

korunmasına) bağlamıştı.66 Güvenlik-güvensizlik arasındaki aporik ilişki nedeniyle, bu

doğrultu dışında bir ittifak yapılanması mümkün değildi. Bu yüzden “iki kutuplu sistemin

istikrarı”, güvenliğin ifadesi haline geliyordu.67

Güvenliğin tanımlanmasının, güvenliğin ana eksenine (tehdit-tedbir) ve aktörlerin sahip

olduğu maddi/ militer-askeri kapasiteye- nükleer güce- bağlandığı bir çağdan bahsediyoruz. Bu

dönemde uluslararası ilişkiler bünyesinde güvenlik kavramı ile kimlik kavramı arasında bir

ilişki kuruldu ( ki George Kennan’ın The Long Telegram’ı düşünülürse68, bu ilişki Soğuk

Savaşın başından itibaren vardı) ama, güvenlik-kimlik ilişkisi bu ana eksen dışına taşınmadı.

Bu dönem, yani 1950-1960’lar, görünürde ve epistemolojik düzeyde artan açıklayıcılık

nedeniyle güvenlik çalışmalarının “altın çağı” olarak bilinmektedir.69 İzleyen dönemde yani

1970’lerde güvenliğin tanımlanmasında 1960’ların geleneğine uygun olarak askeri-politik ayak

güçlendi. Bu iki dönemin genelde bir arada ele alınmasının sebebi de, kimliği güvenliğin

kurgulanmasında arka plana iten şu ortaklıktı: Soğuk Savaş döneminin bu ilk yirmi yılında

kurgulayıcılarının zihninde 1)- güvenlik muğlak bir kavram değildi: net bir biçimde askeri güç

kullanımıyla ve tehdidin askeri niteliğiyle ilgiliydi. Tehdidin ideolojik niteliği, uluslararası

66
K. Waltz, The Theory of.... , K. M. Fierke, “Meaning, Method and Practice;: Assesing the Changing Security
Agenda” The New Agenda for International Relations, S. Lawson (der.), Blackwell Publishers, Oxford, 2002, s,
128.
67
K. Waltz, The Theory of... ss, 176-183.
68
Sovyetler Birliği’de diplomatic görevde bulunan George Kennan, The Sources of Soviet Conduct başlığı altında
Foreign Affairs dergisinde yayınlamış olduğu makalesi, (Temmuz 1947). Kennan’a gore Sovyetler Birliği Rus
tarım toplumundan kaynaklanan derin bir güvensizlik hissinden muzdaripti, bu nedenle Sovyetler Birliği’nden
capitalist dünya ile barış içinde birarada yaşaması beklenemezdi. Tam metin için bkz.
http://www.gwu.edu/~nsarchiv/coldwar/documents/episode-1/kennan.htm
69
Stephen M. Walt, “The Renaissance of Security Studies” International Studies Quarterly, no 35, 1991; J. S Nye
Jr.- S.M. Lynne-Jones, “International Security Studies: A Report of A Conference on the State of the Field”
International Security, no:12/4, 1988.
30
sistemin temel niteliğini -anarşiyi- değiştirmiyordu. 2)- güvenliğin tanımlanması, Anglo-

Sakson kültürün- büyük ölçüde de Amerikalı araştırmacıların tekelindeydi. Uluslararası

güvenliğin ana sorunu bu nedenle, Atlantik Ötesi İttifak’ın ve Batılı aktörlerin nükleer ve askeri

gücü nasıl, ne zaman, hangi şartlar altında kullanacağıydı.

“Güvenlik çalışmalarının” altın çağı, daha sonra da üzerinde duracağımız gibi hiçbir şey

sağlamadıysa, en azından kuramsal düzlemde (Neo)Realizm ve (Neo)Liberalizm’in70 desteğini

alarak güvenlik kavramına yönelik açıklayıcılık ve açıklık sağladı. Devlet’in rasyonel-

uluslararası bir aktör olarak ortaya çıktığı andan itibaren sahiplenmiş/hakim olmuş olduğu bir

güvenlik anlayışıydı elbette açıklayıcılığa kavuşan. Çünkü devlet, R.B.J. Walker’ın da belirttiği

gibi, “dünyanın, küresel dünyanın, yerkürenin, insanlığın olamadığı [kadar] siyasal bir

kategoriydi.” Doğal olarak güvenliğin yeni bir tanımı -bir gün- tarihsel sürecin bizi getirdiği

yerde tekrar düşünülebilirdi, ama içinde bulunulan bu anda, güvenlik ve siyasal topluluğun bu

özel biçimi (devlet) arasında kurulmuş olunan bağ yadsınamazdı.71

Bu bağ ki atalarımızın yaşadığından daha iyi bir hayat yaşayabilmek için toplumsal

sözleşmenin sonucunda ortaya çıkmıştı uluslararası güvenliğin kendi kendini yadsıyan aporik

niteliğiyle beraber düşünüldüğünde “yumuşak bir güvenlik tanımını ortaya

çıkartıyordu...[devletler-bireyler] nükleer silahların soğuk gerçekliğinde yaşarken aynı zamanda

bir güvenlik örtüsünün de altındaydılar.”72

70
(Neo) liberal uluslararası ilişkiler yaklaşımları, karşılıklı bağımlılık ve rejim kuramlarının etkisiyle 1980’lerin
ortasında tutarlı kuramsal bir görüş olarak değer kazandı. Çıkış noktaları Uluslararası kurum ve rejimlerin devletin
yüz yüze kaldığı güvensizlik ortamını nasıl etkilediğini saptamaktı. Robert O. Keohane- Lisa L. Martin, “The
Promise of Institutionalist Theory” International Security, 20-1, Summer, 1995. Ancak neo-liberaller de realistler
gibi anarşik uluslararası ortamda hareket eden devletlerin güvenlik endişesi içerisinde olduklarını, kendi güç ve
çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini ve yalnızca kendi imkan ve yeteneklerine güvenebildiklerini kabul
etmekteydiler. Terry Terriff, Stuard Croft, Lucy James, Patrick Morgan, Age., s,48.
71
R.B.J. Walker, “Security, Sovereignty and the Challenge of the World Politics” Alternatives no:15, 1990, s,5.
72
K.M. Fierke, “Meaning, Method and Practice;: Assesing.... s,128. [vurgu bana ait].
31
Uzun yıllar boyunca askeri yapılanmamızın ana amacı savaş kazanma
arzumuz olarak ilan edildi. [Nükleer silahlardan sonra] artık
amacımız sadece savaştan kaçınmak olmalı.73

Oysa nükleer gücün şiddeti ve yıkıcılığı ilk keşfedildiğinden itibaren, uluslararası

ilişkiler disiplinin hakim düşüncelerinin ([Neo]Realist-[Neo]Liberal) dayandığı

ulusal/uluslararası politika arasındaki iç-dış sınır ortadan kalkmıştı. Bu durumu en açık şekilde

ifşa edenler yine realist düşünceden gelen, John Herz ve Kenneth Boulding gibi Nükleer Tek

Dünyacılar’dı.74 Bu düşünürlerin fark ettiği şuydu: nükleer yıkım gücü, devletin temel

fonksiyonu olan güvenlik sağlayıcılığına ciddi anlamda meydan okuyordu, ki bu da uluslararası

politikada devlet-merkezli yapıyı tehdit ediyordu. Bu tehdidin sonucu ya felâket ya da bir çeşit

küresel yönetim olacaktı.75

Sonuç, felâket ya da küresel yönetim olmadı ama nükleer silahların öldürücülüğü

hakkında süren tartışma: “Barut nedir ki? Değersiz bir şey. Elektrik nedir ki? Anlamsız [bir

olgu]. Ama atom bombası, işte o, Mahşerin ikinci atlısıdır”76, temel güvenlik ikilemini

güçlendiren bir etki yarattı. Özgür birey ve düzen arasında - başlangıçta Oideipus’un trajedisine

yapılan atıfla gösterilmeye çalışıldığı gibi- devlet aracılığıyla kurulan ilişki, sadece devletin

şiddet araçlarını kullanmasını tekelleştirmiyor aynı zamanda bu kullanımı meşrulaştırıyordu da.

Oysa şimdi aynı zaman diliminde nükleer silahlarla beraber devlet, şiddet araçlarının

kullanımından kaynaklanan meşrululuğu koruyordu ama şiddet araçları üzerindeki tekelini

çoktan yitirmiş, kendisi ve vatandaşları vurulabilir hale gelmişti. Böylece temel güvenlik

ikilemi (özgür politik bireyin özgürlüğünden vazgeçerek güvenliği seçmesi), Hobbes’un ortaya

73
Bernard Brodie’nin sözlerini aktaran, S. Poore, “Strategic Culture”, Neorealism versus..., s, 46.
74
John Herz, International Politics in the Atomic Era, Colombia University, New York, 1959, K. Boulding,
Conflict and Defense. A General Theory, Harper & Row, New York, 1962.
75
H. Morgenthau’dan etkilenen İlk Nükleer Tek Dünyacılar bir çeşit dünya devletini öngörüyorlardı. Zamanla bu
öngörü yerini ordular, liderler ve devletler üzerinde sınırlama oluşturacak katı bir kontrol rejimi öngörüsüne
bıraktı. D. Deudney, Agm. s,90. Bu nedenle de Nükleer Tek Dünyacılığın etkilerini; barış çalışmaları, barış
hareketleri, ve genel olarak Eleştirel Okul gibi çok çeşitli siyasal-sosyal hareket ve düşüncelerde görmek
mümkündür.
76
Winston Churchil’in sözlerini aktaran R.W. Jones, Age. s,134.
32
koyduğu ilk güvenlik ikilemiyle (egemen devletin mümkün olduğunca şiddet araçlarına sahip

olması ve uluslararası güç/güvenlik mücadelesine girmesi, uluslararası anarşik sistemi

güçlendirirken, devletin içinde egemenlik ve güvenlik sağlanacaktır) birleşiyor ve devlet-sivil

toplum ilişkisini zedeliyordu.

Nükleer caydırıcılık hükümet ve vatandaş arasındaki felsefi ilişkiyi


etkilemiştir. Nükleer çağda hükümetler vatandaşlarını ancak başka
ulusların halklarına saldırma tehdidiyle ya da kendi vatandaşlarını
böyle bir saldırıya maruz bırakacak anlaşmaları diğer hükümetlerle
imzalayarak koruyabilirler. Hükümetin müdafaa işlevi kendi
vatandaşlarına karşı dönmüştür, bu andan itibaren de hükümet ve
vatandaşı arasındaki çıkar birliği kısmen bozulmuştur. 77

Hobbes’un dünyasına geri dönüş, bedensel güvenliğimizden kaygı duymaya yeniden

başlayış; güvenlik ile bekâ arasındaki ilişkiyi güçlendirmekle kalmadı, Soğuk Savaş döneminin

en önemli kazanımlarından biri olarak değerlendirilebilecek “güvenlik örtüsünün” de aslında

sadece bir algılama, bir yanılsama hatta bir yadsıma (aporia) olduğunu gösterdi. Bu sefer

uluslararası ilişkiler bünyesinde, [tekrar] güvenlik yumuşak anlamını yitirmişti.

Bu bakımdan, Buzan’ın 1980’lere tarihlendirerek, saydığı “güvenlik kavramını

geliştirme çabaları”78 yani güvenliğin yeniden tanımlanması/kurgulanması çabaları79 aslında

güvenliğe yeni bir anlam bulma arayışından çok, güvenlik kavramına yönelik yeni bir yumuşak

tanım geliştirme çabasıdır.80 Bu çaba “güvenlik söylemlerinin” yaratıldığı, kullanıldığı ve

güçlendirildiği, özü itibariyle siyasal olan bir sürece işaret eder. Doğal olarak, söz konusu olan

güvenliğin kurgulanma sürecidir ancak bu süreç sakin değildir. Kurgu, her şeyden çok, “rakip

kavramlar arasında yaşanan bir mücadele sürecidir”.81

77
D. Deudney, Agm. s,100.
78
B. Buzan, People, States and Fear..., ss, 12-14.
79
Ronnie D. Lipschutz “On Security” On Security..., s, 15.
80
Visne Korkmaz, “How the Understanding of Security Changes over Space and Time: The Role of Identity in
International Relations” Prostranctvo i Vremya vı Mirovoy Politike i Mejdunarodnıh Otnosheniyah, Materialı 4-go
Konverta RAMİ, Moskva, 2007, ss, 29-32.
81
Ronnie D. Lipschutz “On Security” On Security..., s, 8.
33
Kimlik, güvenliğin kurgulanmasına katılan bu rakip kavramlardan sadece biriydi. Ancak

uluslararası ilişkiler için bir o kadar da önemli bir kavramdı, çünkü Nükleer Caydırıcılıkla

beraber güvenliğin yeniden bekâyla özdeşleşmesi, uluslararası ilişkiler disiplini için pek çok

soruyu beraberinde getirmişti. Devletin güç kullanma tekelini yitirmesiyle beraber, hangi

değerlerin bekâsı sağlanmalı sorusu, ilk akla gelendi. Ken Booth’un söylediği gibi, “Her zaman

Clausewitz haklı olmuyordu, [kimliği inceleyen] Freud [bu sorularla karşılaşıldığında] kimi

zaman daha iyi bir rehber haline gelebiliyordu.”82

Nitekim Arnold Wolfers, daha 1952’de güvenlik kavramını, değerleri işin içine katarak

tanımlamıştı:

Objektif bakış açısından güvenlik mevcut değerlere [kimliğe] yönelik


bir tehdidin olmadığının tespitidir. Sübjektif bakış açısından ise bu
değerlere yönelik bir saldırının olacağı korkusundan sıyrılmış olma
halidir.83

Dolayısıyla, uluslararası ilişkilerde güvenliğin yeniden kurgulanması sürecine,

“kavramlar arasında yaşanan bu mücadeleye”, değerlerle beraber, bir üst olgu olarak kimlik

aslında çoktan katılmıştı ama güvenlik yeniden kurgulanırken 1980’lerden itibaren giderek

daha fazla kullanılan, güvenlik ve kimlik kavramları arasındaki ilişkinin, “güvenlik

çalışmalarının” odağında yer alan üç soruyu yanıtlaması gerekiyordu. Bu sorular şunlardı:1)-

Güvenliğin öznesi kimdir? 2)- Güvenliğin koşulu/koşulları nelerdir-ki bu soru tehdit nedir

sorusudur. 3)- Güvenlik düşüncesi nasıl gelişmiştir.84

Kimlik kavramını dikkate alarak bu üç soru yanıtlandığında, güvenlik; -ister realistlerin

savunduğu gibi devlet, ister neo-realistlerin savunduğu gibi uluslararası sistem, isterse de

eleştirel okulun savunduğu gibi birey olsun- ulusal ve uluslararası politikaya anlamını veren

82
K. Booth, “Security and Emancipation” Review of International Studies, No 17, 1991, s, 316.
83
A. Wolfers, “National Security as a Ambigious Symbol”, Political Science Quarterly, 1952, aktaran B. Buzan,
People, States and Fear..., s, 17.
84
Ronnie D. Lipschutz , Agm. s, 1.
34
“kimliklendiricinin” (identifier) bir özelliği, bir niteliği haline geliyordu. Ancak, güvenliğin tek

sağlayıcısı/kurgulayıcısı ve ana etkileneni haline gelen kimliklendirici için güvenlik sadece var

olan kendi değerlerinin korunması adına değil yeni değerlerin benimsenmesi adına da

kurgulanıyordu. Nitekim Wolfers, yine 1952 gibi erken bir tarihte, güvenlik eyleminin asıl

amacının değişimi sağlamak için yeni değerlerin benimsenmesi olduğunu belirtmişti.85

Wolfers, bu yüzden, güvenlik kavramının herhangi bir belirleyici, içeriğine yönelik bir

tanımlayıcı kullanılmadan (yani kimliklendirici olmadan) bir şemsiye kavram haline

getirilmesine karşı çıkıyordu, çünkü bu biçimiyle güvenlik hiçbir şey ifade etmemekteydi.86

Değerler ve kimlik; güvenlik kavramını açıklığa kavuşturmanın bir aracı olduğu kadar,

güvenlik kurgusundaki değişimin sebep ve sonuçlarının da açıklayıcısı olabilirdi.87

Ancak Wolfers’ın çıkış noktası da çelişkilerden muaf değildir. Her şeyden önce,

Wolfers’ın söyleminde güvenlik (güvence altında olmak) başlı başına bir değer, kimliğin bir

parçası haline gelmekteydi ki, bu kimlikle ilişkili tanımlamalar yapılmasını daha da zora

sokuyordu. Çünkü, bu şekilde mutlak/değişmez (devletle ilişkili, devletin hakimiyetindeki)

güvenlik anlayışından feragat ederilirken, içeriği değişebilen fakat değer olarak

mutlaklaştırılmış bir kimlik kavramına ulaşılıyordu. Oysa David Chambel şöyle yazacaktır:

...nasıl ki tehdidin kaynağı hiçbir şekilde sabit değilse, tehdit edilen


kimlik de aslında sabit, durağan değildir. Kimliğin sınırlarını belirten
çizgiler sürekli bir yeniden yazımın konusudurlar. 88

Tabi, Chambel hemen ekler, “bu yeniden yazımın [amacı, kimliğin] anlamlarında [meydana

gelen] değişimleri yansıtmak değildir, daha çok ...değişimin konusu olan kısımlarını kalıcı hale

85
A. Wolfers “National Security as an Ambiguous Symbol” Political Science Quarterly, 1952, aktaran D.
Baldwin, Agm., ss, 9-13.
86
Agm., s,23.
87
Örneğin Der Derian’ın anılan çalışması başarılı bir şekilde Batı toplumsal ve siyasal sistemi içerisinde
güvenliğin anlamının, kimliklendiricinin ürettiği değere göre nasıl değiştiğini göstermekteydi. J. Der Derian, Agm.
ss, 26-45.
88
D. Chambel, Writing Security, United States Foreign Policy and Politics of Identity, Manchester University
Press, Manchaster, 1992, aktaran B. McSweeney, Age., s, 120.
35
getirmek içindir.” Ki, yine Der Derian’ın aynı çalışması göstermiştir; güvenlik neyle

(egemenlik, dayanışma ya da ideoloji aracılığıyla) sağlanırsa sağlansın, kimlikte değişimin

konusu olan kısımlar, bir çeşit ayniliğin (sameness), sonuçta ulusal/ülkesel sınırlar içerisinde

aranan eşitliğin yansımasıdır. Zaten bu arayış güvenlik-kimlik kurgusunu oluşturan siyasal

sürecin dışında bırakılma korkusuyla beslenir. Sonuçta ulaşılan; hem siyaset bilimi hem de

uluslararası ilişkiler disiplini çerçevesinde incelediğimiz güvenlik ikilemini yaratan;

ulusal/uluslararası, iç-dış sınırdır. Üstelik, başta Hedley Bull olmak üzere İngiliz Okulu’nun89

düşünceleri takip edilecek olursa, yani II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa toplumsal-siyasal

modelinin uluslararası düzlemde yayıldığı fikri kabul edilecek olursa,90 ulaşılan tek bir

ulusal/uluslararası; iç-dış sınırdır.

Görüldüğü gibi, uluslararası ilişkilerin açıklamaya çalıştığı güvenlik kurgusu

kapsayıcıydı. Kimlik ulusal/uluslararası sınır üzerinden aidiyeti ifade ediyordu. Güvenlik ise bu

aidiyet alanının korunmasının ifadesiydi. Bu nedenle güvenlik (devlet ve uluslararası toplum)

hem kimliklendiricinin bir işlevi hem de bir özelliği olarak ortaya çıkıyordu. Ancak tehditlerin

değişen yapısı (nükleer caydırıcılığın vurulabilirliği ifade etmesi) sadece güvenliğin yumuşak

anlamını ortadan kaldırmadı, güvenliği kimliklendiricinin hakimiyetinden çıkardı. Bu nedenle

güvenlik kurgusunun yeniden inşaa edilmesi bir gereklilik olarak ortaya çıktı. Uluslararası

ilişkilerde güvenlik çalışmaları bu yeniden inşaanın, yeni kurgulamanın yapıldığı alan olacaktı.

89
Roy E. Jones 1981’de Review of International Studies’de kaleme aldığı makalesinde ilk kez İngiliz Okulu
tanımını, London School of Economics and Political Science bünyesinde bulunan ve 1950’lerde yazdıklarıyla
“uluslararası toplum” kavramının gelişmesini sağlayan akademisyenleri (C.A.W. Manning, Martin Wight, H. Bull,
F. S. Northedge, Michael Donelan, Alan James, R.J. Vincent, James Mayall) anlatmak için kullanmıştır. Zaman
zaman realist okulun bir parçası olarak görülen bu grubun genel eğilimi, uluslararası toplumun yani bütünün onu
oluşturan parçalardan yani egemen devletlerden daha büyük olduğuydu. Bu nedenle, İngiliz Okuluna göre
devletlerin davranışları; uluslararası toplumu oluşturan kurumlara, değerlere, kurallara, normlara değinilmeden
açıklanamazdı. Graham Evans- Jeffrey Newham, “English School of International Relations” Dictionary of
International Relations, Penguin Reference, 1998, s, 148.
90
H. Bull, The Anarchical Society: A study of Order in World Politics, London, Macmillan Press, 1977.
36
iii-Güvenliğin Kurgulayıcıları: “Güvenlik Çalışmaları”91

Güvenlik çalışmalarının yapısını kavramak için en basit yöntem, Soğuk Savaş dönemi

ve sonrası güvenlik çalışmalarını birbirinden ayırmaktır. Bunu yapmak nispeten daha kolaydır

çünkü Soğuk Savaş dönemi güvenliğin ana dayanağı; tehdit-tedbir ekseni, nükleer silahlanma

ve caydırıcılık olduğu için dönemin güvenlik çalışmalarında, realizmin anarşik uluslararası

sistem varsayımı ile uyumlu, üç temel nitelik göze çarpar: 1)- devlet merkezli bakış açısı

91
“Güvenlik çalışmaları”, askeri stratejilerden ve doktrinlerden farklı olarak Soğuk Savaş’ın bir parçası olarak
doğmuştu. K.M. Fierke, Agm., s,128; Steven E. Miller, “International Security at Twenty-five: From One World to
Another” International Security, vol.26-1, summer 2001, s, 26; Pınar Bilgin, Security Studies: Theory/Practice”
Cambridge Review of International Affairs, Vol 12-2, Spring-Summer 1999, s, 34. “Güvenlik çalışmaları” uzun
bir liste oluşturmaktadır ama burada yeri gelmişken bazı temel metinlerin sayılması gerekmektedir: A. Wolfers,
Agm; R. Ullman “Redefining Security” International Security, 8-1, 1983; J.S. Nye Jr.- S. Lynn-Jones, Agm.;
Jessica T. Methews, “Redefining Security” Foreign Affairs, 68-2, 1989; L. Freedman, The Evolution of Nuclear
Strategy, London, Macmillan, 1981; S. Walt, Agm.; Helga Haftendorn, Agm., Michael Clarke (der.), New
Perspectives of Security, London, Brasseys, 1993,; D. A. Baldwin, Agm.; K. Booth (der.), New Thinking about
Strategy and International Security, London, Harper-Colins, 1991; Keith Krause- Michael C. Williams (der.) Age,
Ronnie D. Lipschutz, Age. II. Dünya Savaşı öncesinde stratejik ve askeri konularla esas olarak askeri, ya da askeri
ve diplomatik tarih konusunda uzmanlaşmış çok kısıtlı bir akademik çevre ilgileniyordu. S. Walt, Agm., s, 213.
Oysa 1945 yılından itibaren gelişim hızına bakıldığında- ki buna ilgili akademik kadroların genişletilmesini, sivil
akademisyenlerin konuya olan ilgisinin büyüklüğü ile yayın olanaklarının artırılmasına harcanan maddi
kaynakların büyüklüğünü de ekleyebiliriz- güvenlik çalışmalarının uluslararası ilişkilerin en prestijli alt-disiplini
olarak adlandırıldığı görülmektedir. B. McSweeney, Age., s,25. Ancak atfedilen bu prestije rağmen, güvenlik
çalışmalarını tutarlı bir bütün içerisinde değerlendirmek zordur. H. Bull “Strategic Studies and Its Critics” World
Politics, vol. 20-4, July 1968, ss, 593-605.
Bu nedenle güvenlik çalışmaları ancak belirli bir dönemlendirme yapılarak açıklanabilir: Gwyn Prins, “güvenlik
çalışmalarını” dört aşamada (injection, compression, ignition, power/ yükleme, baskı, ateşleme ve güç) bilgiyi
işleyen ve kavramlaştıran bir makineye benzetmektedir. G. Prins, “The Four Stroke Cycle in Security Studies”
International Affairs, 74-4, 1998, s, 782. K. Booth, daha kesin bir dönemlendirmeye gitmiştir: Güvenlik
çalışmalarının erken dönemi (1945-1955), güvenlik çalışmalarının yükselişi (1956-1985), güvenlik çalışmalarının
geç dönemi (1985-1991) ve 1991 sonrası -Soğuk Savaş sonrası- güvenlik çalışmaları. K. Booth, “Strategy”
Contemporary International Relations: A Guide to Theory, A.J.R Groom-Margot Light (der.), London, Pinter
Press, 1994, ss, 109-127. McSweeney de dört dönemden oluşan tarihi bir süreç ortaya koyar: İlk dönem 1919-1950
arasında vuku bulan ve Herz, Wright, Brodie ve Wolfers gibi düşünürlerin beslediği Siyaset Kuramı dönemi;
ikinci dönem E.H. Carr’ın yazılarıyla başlayıp Buzan’ın düşünceleriyle sona eren Siyaset Bilimi dönemi. Ki bu
dönem, Walt’in andığı, hem güvenliğin altın çağını hem de kısmen rönesansını (1970’lerin ortasında başlar)
kapsamaktadır. Üçüncü dönem 1980’lerde başlayan Eleştirel Ekonomi-politik dönemidir. Bu dönem ortak
güvenlik (common security) kavramının, klasik güvenlik ikileminin şiddetini azaltmak için önerilişine sahne olur.
Michael Gorbachev, 1982’de hazırladığı “Ortak Güvenlik: Silahsızlanma Programı” ile Olaf Palme, barışın doğası
üzerine yazan Johan Galtung ve istikrarlı barış kavramını kullanan K. Boulding dönemin güvenlik çalışmalarına
yön veren isimlerdir. P. Bilgin, Regional Security in the Middle East, A Critical Perspective, Routledge-Curzon,
London, 2005, ss, 20-22.1990’larda başlayan dördüncü dönem ise eleştirel okul, feminist kuram, post-modernizm,
ve Konstraktivizmin etkisi altında şekillenen yeni post-pozitivist güvenlik yazınıdır. B. McSweeney, Age.,ss, 25-
44.

37
(güvenliğin öznesi de nesnesi de devlettir.); 2)- güvenliğin “askeri güvenlik” olarak

algılanması; 3)-kuram, kuram/pratik arasındaki ilişkinin nesnelci kavramsallaştırılması- öyle ki

bu çalışmalarda ampirik epistemolojinin yardımıyla uluslararası politika ancak pek çok

basitleştirmeden geçerek kavranabilir hale getirilmiştir.92 Kısaca Soğuk Savaş dönemi güvenlik

çalışmaları;

...hangi şartlar altında kuvvet kullanımının daha olası olduğunu,


kuvvet kullanımının bireyleri, devletleri, toplumları hangi şekilde
etkilediğini ve devletlerin savaş [olasılığını] engellemek ya da [olası]
bir savaşa katılmak için benimsediği politikaları inceler.93

Bu kısıtlı bakışa rağmen ne dönemin realist güvenlik çalışmaları, ne de E.H. Carr ve H.

Morgenthau’yu etkileyen İngiliz Okulu, Soğuk Savaş dönemi ortaya çıkan güvenlik anlayışının

kimlikle olan ilişkisini yadsıyordu.94 Ancak, kimlik ve güvenlik arasındaki ilişkinin, gücü

kullanma biçimine indirgenmesi, kimliği bağımsız bir etkenden çok, siyasal aktörün

(devletlerin) stratejik eylem ve düşünceleri için bir tür reçete, ya da bu reçetenin tartışıldığı bir

alan haline getiriyordu.95

Soğuk Savaş sonrası güvenlik çalışmaları ise; daha sonra Kosova, Kongo, Irak,

Afganistan, vb. örneklerde görüleceği üzere güç kullanımının uluslararası ilişkilerin bir pratiği

haline gelmesiyle beraber, güvenliğin kuramsal yönü ile pratiği arasındaki ilişkiye yoğunlaştı.96

Doğal olarak, güvenlik pratiğinin kendisinin ele alınması, “kimin güvenliği” ve “hangi tehdide

karşı” sorularının sorulmasına neden oluyordu: Bu nedenle Soğuk Savaş sonrası güvenlik

yazını; 1)- devletler arasında ve devletin içinde artan ekonomik eşitsizliğin, 2)- Afrika,

Güneydoğu Avrupa, Güneydoğu Asya ve Ortadoğu’da artan etnik-siyasal çatışmaların, 3)-

92
Pınar Bilgin, “Security Studies: Theory/Practice...”, s, 34.
93
S. M. Walt, Agm., s,212.
94
T. Dunne, “The Social Construction of International Society” European Journal of International Relations,
no.3.,1995, ss, 367-389.
95
J.S. Lantis, Agm., s,94.
96
P. Bilgin, “Individual and Societal Dimensions of Security” International Studies Review, 5, 2003, s, 207.
38
yükselen yabancı ve göçmen düşmanlığının 4)- terörizmin yeni bir tehdit olarak

tanımlanmasının ve terörle mücadele sürecinin devlet ve uluslararası kurumların güvenlik

stratejilerinin bir parçası haline gelmesinin etkisi altında gelişti. Bu nedenle Soğuk Savaş

sonrası güvenliğin yeniden kurgulanması, güvenlik algılamasından ziyade, devlet kadar devlet

dışı aktörlerin (bireyler, toplumsal gruplar, ve küresel toplum...) karşı karşıya kaldığı tehditlerin

niteliği üzerinde yoğunlaştı.97

Pozitivizm sonrası yaklaşımın (Post-Pozitivism) etkisi altında gelişen Soğuk Savaş

sonrası “güvenlik çalışmalarının” asıl anlatmaya çalıştığı, güvenliğin güç kullanma pratiğinden

bağımsız, ama onunla yan yana giden farklı bir güvenlik pratiğine yol açabileceği; yani

söyleme dayalı “yumuşak” bir yönünün olduğuydu. Bu yeni güvenlik çalışmalarına göre,

rasyonalizmin öngörülerinden yola çıkarak, bu yeni pratiği kapsayacak şekilde genişletilmiş,

derinleştirilmiş ya da yeniden kurgulanmış bir güvenlik kavramı bilgisine ulaşmak mümkün

değildi. Bu nedenle söz konusu güvenlik çalışmaları yapı-çözümcülüğe (de-constructivizm)

başvurarak güvenliği yeniden tanımlayabilmek için güvenlik söylemini çözmeyi, böylece

devleti eyleme iten bilgiye ulaşmayı amaçladılar.98 Ancak, bu çözümlemeler sonucunda

ulaşılan Richard H. Ullman’ın altını çizdiği gibi, bir tür “şartlar ve maliyetler” bilgisiydi;

güvenliğin kendisinin ne olduğu bilgisi değil.99 Oysa, güvenliği sağlamak için

gerçekleştirilecek siyasal eylemden önce güvenliğin ne olduğuyla ilgili kuramsal bir bilgi

gerekliydi. Bu soruya cevap vermek için de güvenlik çalışmalarının kendisini mercek altına

almak lazımdı:

97
Agm., s, 207; Steve Smith, “The Contested Concept of Security” The Concept of Security Before and After
September 11, Institute of Defence and Strategic Studies, Singapore, May 2002.
98
J. A. Ticker, “Re-visioning Security” International Relations Theory Today, K. Booth- S. Smith (der.), Oxford,
London-New York, 1995, ss, 175-197.
99
D.A. Baldwin, Agm., s,8.
39
“Güvenlik çalışmalarının” temel felsefesi, kuramı ve metodolojisi; Soğuk Savaş dönemi

Amerikan siyaset yapım süreci ve bunun için gerekli akademik kadroların ortaya çıkışına

paralel olarak geliştirilmiştir.100 Hatta McSweeney’e göre, “güvenlik çalışmalarının” temel

amacı yine bir Amerikan disiplini olarak doğan kuramsal açıdan fakir uluslararası ilişkilere

zenginlik katmaktır.101 Sovyetlerin nükleer güce sahip olmasıyla beraber, “güvenlik

çalışmaları” hem kendi başına bir akademik çalışma alanı haline geldi hem de güvenlik kavramı

strateji ve savunma kavramlarının yerine kullanılmaya başlandı. 1980’lerde bu tercih bilinçli

olarak yapılıyor ve güvenliğin; askeri kuvvet kullanma biçim ve durumundan daha kapsamlı,

daha derin, daha karmaşık bir olgu olduğunun altı çiziliyordu. Fakat 1950’lerin sonunda –henüz

Walt’ın dediği gibi güvenlik çalışmalarının altın çağına girerken-, yani askeri yön son derece

belirleyiciyken bu tercihin yapılmış olması manidardır. Strateji, gücün kullanım biçimi

üzerinden kimlikle nispeten bir bağ kuruyordu oysa, stratejinin yerine güvenlik kavramının

kullanılmasıyla, 1950’lerden itibaren güvenliğin kimlikle daha doğrusu kültürel kimlikle olan

bağı kesiliyordu. Ama bu sefer de, güvenlik çalışmaları aracılığıyla devletin, uluslararası

sistemin, ya da bireyin ana kimliklendirici olarak, güvenliğin kurgulanmasında

üstlendiği/üstleneceği role vurgu yapılıyordu. Yani kimlik güvenlik ilişkisi, “güvenliğin”

doğal/evrensel bir kavram olarak kurgulanması üzerinden sağlanıyordu. Sırf bu nedenle bile,

güvenlik çalışmaları, akademik bir alt disiplin olarak ayrı bir başlık altında incelenmeyi hak

etme mertebesine yükseltilmiştir.

Kısa bir “güvenlik çalışmaları” tarihçesi yapmak gerekirse dört dönemden bahsedebilir:

100
Joseph S. Nye, Jr- S. M. Lynn-Jones, Agm., s, 14. B. McSweeney, Age., s, 25; S. Smith, “The Self Image of a
Discipline: A Genealogy of International Relations Theory” International Relations Theory...Güvenlik, ABD’de
“Ulusal Güvenlik Çalışmaları” adı altında incelendi. İngiltere de ise aynı alana “strateji çalışmaları” deniyordu.
Zaten Buzan’ın getirdiği kesin ayrıma (1988-1991) kadar, özellikle de nükleer yarışın devam ettiği dönemde
strateji ve güvenlik çalışmaları arasında özel bir fark görülmemiştir. Aynı dönemde Sovyet Rusya kendi milletler
sorunundan kaçınmak için, ulusal güvenlik yerine, güvenlik çalışmalarında “devlet güvenliği” kavramını tercih
etmekteydi. P. Bilgin-K. Booth- R.W. Jones, Agm., s,134.
101
B. McSweeney, Age., s, 45.
40
i- “Güvenlik çalışmalarının” akademik bir disiplin haline tam olarak gelmediği (1919-

1950) 102 yıllarda güvenlik kavramı; uluslararası hukukun, örgütlerin, demokrasi, silahsızlanma

gibi ilkelerle şekillenen uluslararası toplum kuramlarının etkisi altındaydı.103 Ancak 1940’ların

sonuna doğru gelen iki şok dalgası ve bunların takipçisi olan iki ardıl şok bu dönemin güvenlik

anlayışını tamamiyle değiştirdi:104 İlk şok Üçüncü Reich’ın uygulamalarının Avrupa

Aydınlanmasına duyulan güveni parçalamasıydı. İkinci şok buna paralel olarak ortaya çıkan

Milletler Cemiyeti’nin uluslararası anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözebileceğine duyulan

güvenin parçalanmasıydı. Bu iki şok dalgasının ardından iki şok daha geldi: 1)- Japonya ile

olan savaşı Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları bitirdi ve 2)- Savaş bittiğinde

Sovyetler Birliği artık Batı’nın “ideolojik düşmanıydı”. Bu dönemin sonunda – Atlantik’in her

iki yakasında- güvenlik kurgusuyla ilgili iki temel yazın ortaya çıktı: Martin Wright’ın Power

Politics’i (İngiltere-Chantham House) ve H. Morgenthau’nun Politics Among Nations’ı.105

ii- Bu iki eserle girilen 1950 senesinden 1970’lere güvenlik çalışmaları uluslararası

ilişkilerin realist ekolünün etkisi altında akademik bir disiplin haline geldi.106 Güvenlik

çalışmalarının kendi bilimselliğinden hiç şüphe duymadığı bir dönemdi bu:

Güvenlik çalışmaları, askeri gücün oynadığı rolle ilgili bütüncül


bilgiye ulaşmaya çalışır. Bu amaçla bilimsel araştırmanın
standartlaşmış tekniklerini izler: terimlerin dikkatli ve tutarlı bir
biçimde kullanımı, önemli kavramların yanılgıya düşmeden

102
1919 yılını başlangıç olarak alıyoruz çünkü ilk kez 1919 yılında David Davis, güvenlik konusunda dünyadaki
ilk üniversite kürsüsünü kurdu, K. Booth, “Realities of Security: Editor’s Introduction” International Relations,
Vol 18-1, 2004, s, 5.
103
Age. s,31.
104
G. Prins, Agm., ss, 782-784.
105
Martin Wright, “Power Politics” Looking Forward Pamphlet, No 8, London, 1946; H. Morgenthau, Age.
106
Bu konuda otobiyografik bir yaklaşım için bkz, K. Booth, “Security and Self Reflection of A Fallen Realist”
Critical Security Studies..., ss, 92-93. İlginç bir biçimde Walt’un güvenlik çalışmalarının altın çağı olarak gördüğü
bu ikinci dönem ilginç bir biçimde akademiye çok büyük bir katkıda bulunmadan sona erdi, çünkü Chicago
Üniversitesi ve MIT çevresinde toplanan doktora öğrencileri hükümette aktif görev almayı tercih ettiler. S. Walt,
Agm, s, 216.
41
değerlendirilmesi, kuramsal ve ampirik iddiaların şeffaf bir
dökümünün yapılması.107

Bu dönem çalışmaların temel çıkış noktası devlete yönelik tehditlerin ve bu tehditlere

verilecek askeri mukabelenin analiziydi. Devletin güvenliği, bireyin fiziki bekâsının garantisi

olarak görülüyordu.108 Bekâ retoriğine uygun olarak dönemin güvenlik çalışmaları, Nye ve

Jones’a göre yegane entelektüel üretimini gerçekleştirmişlerdi: Caydırıcılık Kuramı’nın ortaya

çıkışı.109

iii- 1970’lere gelindiğinde, “güvenlik çalışmaları” bünyesinde caydırıcılık kuramı hâlâ

açıklayıcı gücünü koruyordu ama ABD, Güneydoğu Asya’da yenilmiş, Breeton Wood

sistemini lav etmiş, nükleer silahların sağladığı terör dengesi (balance of terror) altında

Amerikan-Sovyet Détente’ı başlamıştı. Bu gelişmeler, 1970-1980’lerde gördüğümüz “güvenlik

çalışmalarının” üçüncü döneminde etkisini gösterdi.

Üçüncü dönem üç yeni gelişmeye sahne oldu: 1)- Marksist öğretiden gelen ve ekonomi

politikle ilgilenen yeni yönelimlerin özelikle Üçüncü Dünya’daki yoksulluğa odaklanan

çalışmalar yapmaları; 2)- nükleer füze gönderme sistemlerinde yeni teknolojilerin icat

edilmesiyle beraber; Ken Booth, Michael Clarke, Barrie Parkins gibi isimlerden oluşan,

“güvenlik çalışmalarının” yeni neslinin, caydırıcılık kuramını eleştirerek, caydırıcılığın

güçlendirilmesini tehlikeli olarak tanımlamaları;110 3)- Roma Klübünün 1972 yılında yaptığı

toplantı sonucunda sanayileşmiş toplumun gereksinimi olan stratejik doğal kaynakların gittikçe

azalıyor olmasına dikkat çekilmesi ve Ortadoğu’da yaşanan 1973 Savaşının etkisiyle çevreyle

ilgili konularla, enerji ihtiyacı meselesine yönelinmesi. Bu üç gelişme güvenlik kavramının

107
S. Walt, Agm, s, 222.
108
Bu anlayışın akademik yansımalarını incelemek ilginçtir: Örneğin bugünün IISS’i (Uluslararası Güvenlik
Çalışmaları Enstitüsü) yeni kurulmuştu ve 1953’te, daha sonra güvenlik çalışmalarının en prestişli yayınlarından
biri olacak, bir dergi yayınlamaya başlamıştı: Derginin adı Survival (Bekâ) idi. H. Haftendorn, Agm., s, 8.
109
Joseph S. Nye, Jr- S. M. Lynn-Jones, Agm., ss, 6-7.
110
G. Prins, Agm., ss, 788-789; S. Walt, Agm, s,217.
42
kurgulanışında kısmi bir “genişleme” yaşanmasına neden oldu.111 Dönemin mottosu bekâdan

ziyade karşılıklı bağımlılığı ima eden “uluslararası güvenlikti.”112 Ve neticede güvenlik

çalışmaları içerisinde “alternatif güvenlik düşüncesi” doğdu.113

Böylece “tehdit içermeyen müdafaa” ya da “nükleer silahlardan arınmış” bir müdafaa

anlayışına dayalı Alternatif Güvenlik, Barış Çalışmaları114 ve Üçüncü Dünyacı Güvenlik115 gibi

farklı “güvenlik çalışmaları” ekollerinin ortaya çıkışı, bu dönemde güvenlik çalışmalarının

akademi içerisinde nasıl yayıldığını da ayrıca gözler önüne sermekteydi.116

Üçüncü dönem güvenlik çalışmaları bakımından 1980’leri, Buzan bir mihenk noktası

olarak değerlendirmekteydi.117 Çünkü 1980 sonrası yapılan güvenlik çalışmaları, temel bir

farklılık barındırıyordu: Artık güvenlik çalışmalarının tek hedefi tehlikenin/tehdidin

kaynaklarını tanımlamak değildi; bunun ötesinde şu soruya cevap aranıyordu: güvenlik

kavramının –nükleer caydırıcılığa atıfta bulunmadan- yeniden tanımlanmasıyla “tehdit ve

tedbir” ekseni ortadan kalktığına göre, güvenlik nasıl sağlanacaktı, daha da önemlisi güvenlik

çalışmalarını sürdürenlere göre nasıl kurgulanacaktı?

111
Agm., s,787.
112
Bir önceki dönemde olduğu gibi bu motto da “güvenlik çalışmaları” bünyesine taşındı ve sonrasında güvenlik
çalışmaları alanında en önemli forumlardan biri olacak olan International Security (Uluslararası Güvenlik) dergisi
yayınlanmaya başladı. H. Haftendorn, Agm., s, 9.
113
Alternatif güvenlik okulu temelde Avrupa ve Amerika’daki nükleer silahların yayılmasına karşı mücadele eden;
Nükleer Silahsızlanma Kampanyası (CND); Avrupa için Nükleer Silahsızlanma (END) gibi sosyal hareketleri
kapsamaktaydı. P. Bilgin-K. Booth- R.W. Jones, Agm., s,137.
114
Barış Çalışmaları, iki Dünya Savaşı arasında vuku bulan idealist eğilimlerden, 1950’lerde İngiliz Okulu’na
uzanan entelektüel mirasın bir değerlendirmesiydi. K. Boulding, J. Galtung, Lars Dencik, A. Gunter Frank gibi
araştırmacıları bünyesinde barındırmaktadır. Bu isimler önemlidir çünkü güvenlik çalışmalarındaki alternatif
yönelimleri etkileyen Barış Çalışmaları, 1970’lerde meydana gelen siyasi radikalleşmeyle birlikte başlar. Bu
noktada Galtung’un getirdiği İskandinav Yaklaşımı önem kazanır. Oslo Barış Çalışmaları Enstitüsü ve bu
enstitünün dergisi Journal of Peace Studies bünyesinde hayata geçirilen bu yaklaşıma göre “insanlık empati ve
dayanışma eğilimi içindedir, devlet geçici bir oluşumdur, tüm bu nedenlerle de [barış] çalışmalarının odaklandığı
özne olamaz.” Ayrıntı için bkz. Terry Terriff, Stuard Croft, Lucy James, Patrick Morgan, Age., ss, 65-81.
115
P. Bilgin, Regional Security in the Middle East..., s,20.
116
S. Walt, Agm., s, 219.
117
B. Buzan, People, States...., ss, 3-4.
43
iv- 1990 ve izleyen dönemde, yani güvenlik çalışmalarının dördüncü döneminde bu

soruya verilen yanıtlar güvenlik gündemiyle ilgili tartışmanın, öncelikle iki farklı yöne doğru

evrilmesine yol açtı118:

a)- Jessica Tuchman Mathews, Richard Ullman, Theodore Moran, Lester Brown,

Myron Weiner ve Marc Levy gibi isimler güvenlik gündeminin “genişlemesi” gerektiği

üzerinde durdular. Hatırlanacağı gibi 1950-1960’ların hakim ortodoks güvenlik öğretisi;

tehdidi, devlete yönelik, devlet sınırlarının ötesinden kaynaklanan askeri tehdit olarak

tanımlıyordu. Oysa yukarıdaki araştırmacılara göre, güvenlik kavramı; çevreye, insan

haklarına, sosyal ve ekonomik yapıya yönelik tehditleri içine alacak şekilde genişlemeliydi.119

Bu yönelim anlaşılacağı gibi 1970’lerde ortaya çıkan Alternatif Güvenlik ve Barış

Araştırmaları’nın bir devamıydı. Çünkü J. Galtung’un getirmiş olduğu “pozitif-negatif barış”

ayrımı güvenlik gündeminin genişletilmesinde önemli bir yer tutuyordu.

Galtung’a göre barış sadece fiziki varlığa yönelik doğrudan şiddetin yokluğu olarak

anlaşılamazdı.120 Barış, uluslararası işbirliği ve insan potansiyelinin gerçekleştirilmesi önündeki

tüm engellerin kalkması anlamına geliyordu. Öyleyse negatif barış, silahlı çatışmanın var

olmadığı durumlar için kullanılabilecekken; pozitif barış ancak sosyal adalet, ekonomik eşitlik

ve ekolojik denge ile birlikte anlam kazanabilirdi.121 Galtung, bu bakışıyla daha 1980’lerde

118
K. Krause, “Theorizing Security, State Formation and the Third World” in the Post Cold War World” Review of
International Studies, no: 24, 1998, ss, 126-127.
119
Örneğin bkz J.T.Mathews, Agm., ss, 162-177; P. Mirsche, “Ecological Security and the Need of
Reconceptualize Security” Alternatives, 14-4. 1989, ss, 389-427; M. Levy, “Is the Envirenment a National security
Issue?” International Security, no:20, 1995, ss,35-62, G. Rosher, “Refugee Movements and International Security”
Adelphi Papers, 268, International Institute of Strategic Studies, London. 1992; Lester Brown, “Redefining
National Security” State of the World 1986, L. Brown (der.), Norton, New York, 1986; Phil Williams
“Transnational Crime Organizations and International Security” Survival, No 36-1, Spring 1994; Myron Weiner,
“Security, Stability and International Migration” International Security, No 17-3, Winter 1992-1993; victor D.
Cha, “Globalization and the Study of International Security”, Journal of Peace Research, Vol 37, No 3, May
2000, ss, 391-403.
120
Johan Galtung “A Structural Theory of Imperialism” Journal of Peace Research, No 8, 1971, ss, 81-117.
121
P. Bilgin-K. Booth- R.W. Jones, Agm., s,143; Terry Terriff, Stuard Croft, Lucy James, Patrick Morgan, Age., s,
70.
44
kimliği güvenliğin tanımlanmasının bir parçası haline getirmişti: çünkü ona göre pozitif bir

anlayışla kurgulanan güvenlik; bekânın yanında özgürlüğün, refahın ve kimliğin de

korunmasını amaçlamak zorundaydı.122 Daha da önemlisi, Galtung yerel kimliklerin farklı

evrensel değerlere ve farklı güvenlik uygulamalarına öncülük etme ihtimalini gözden

kaçırmıyordu.123

Ancak güvenlik kavramının yeniden kurgulanması gerçekleşmeden, güvenlik

gündeminin genişletilmesine karşı çıkan araştırmacılar eleştirilerini dile getirmeden

çekinmediler.124 Hatta Ole Waever şöyle yazacaktı:

Çevre sorunları gibi konuları güvenlik kavramının altında


değerlendirmek gerçekten iyi bir şey mi? Çünkü güvenlik konusu
denince hâlâ aklımıza tehdit-tedbir [ekseni] ve [bu eksende] devletin
üstlendiği rol geliyor. Dolayısıyla [çevrenin bir güvenlik meselesi
haline gelmesi] her zaman bir iyileşme işareti olmayabilir. 125

b)- Bu eleştiriler doğrultusunda, güvenlik gündeminin genişlemesiyle bağlantılı olarak

güvenliğin klasik devlet merkezli tanımlamalarının ötesine taşınması tartışılmaya başlandı.

“Güvenlik gündeminin derinleştirilmesi”126 olarak özetlenebilecek bu tartışmaların amacı,

122
Ole Waever, “Securitization and Desecuritization” On Security.., s, 48. Bu konuda proflaksis-ön güvenlik /
koruyucu güvenlik düşüncesi için bkz. Büşra Ersanlı “Tarihçilik, Geçicilik ve Güvenlik” Muhafazakar Düşünce,
2-7, 2006, s, 62.
123
J. Galtung, Bir Başka Açıdan İnsan Hakları, Metis Yayınları, Müge Sözen (çev.),İstanbul, 1999, özellikle, “Bir
Haklar Yelpazesine Doğru- Bir Diyalog”, ss,168-170.
124
Örneğin bkz: D. Deudney “The Case against Linking Environment Degradation and National Security”
Millennium, No 19-3, 1990, ss, 461-476; S. Walt, Agm., s, 213; R. J.Walker, “The Subject of Security” Critical
Security Studies.., s, 76.
125
O. Waever, “Securitization and Desecuritization” On Security..., s, 42.
126
Bizim bu çalışmamızda derinleşme olarak adlediğimiz süreç pek çok kaynakta genişleme olarak geçmektedir;
Pinar Bilgin, Regional Security..., ss, 25-39; P. Bilgin-K. Booth- R.W. Jones, Agm., ss, 141-151; B. McSweeney,
Age, ss, 45-67. Mcsweeney’e göre her ne kadar 1990 sonrası başlayan bir tartışmaysa da, güvenlik gündeminin
derinleşmesi, uluslararası ilişkiler disiplini içinde 1950’lerden itibaren gelişen beş ayrı kavram üzerinden
gerçekleşmiştir: i)- güvenlik topluluğu (security community); ii)- güvenlik rejimi (security regime); iii)-
entegrasyon kuramı (neofunctionalist integration); iv- ortaklaşa güvenlik (common security); v- uluslararası
güvenlik (intenational security). Age., ss, 45-52. Bu kavramlardan ilk dördünün bölgesel güvenlik düzenlerinin
açıklamasında kullanılması tesadüf olmamalı.
45
devletin yerine güvenliğin yeni öznesi olarak; bireyi, toplumu, cemaat ya da etnik grubu,

halkları, uluslararası örgüt ve toplulukları hatta tüm insanlığı koymaktı.127

Güvenlik gündeminin derinleşmesi tartışmalarını B. Buzan’ın People, States and

Fear’da şöyle özetler:

Güvenlik bir kavram olarak özneye ihtiyaç duyar? Neyin güvenliği


sorusu cevaplanmadan [güvenlik] fikri hiçbir anlam taşımaz. ‘Devlet’
cevabını vermek ise sorunları çözmüyor...Fark edilebileceği gibi
güvenliğin farklı, pek çok öznesi vardır. [Güvenliğin farklı öznelerini
keşfetmek için] sadece devletler topluluğuna yeni üyelerin katılmasını
beklemek gerekmez, derinlere, devletten bireye doğru inmek ya da
yukarılara doğru çıkıp uluslararası sisteme ulaşmak gerekir. 128

Buzan güvenliğin derinleşmesini, genişlemesinin açıklayıcısı olarak görür: askeri,

siyasi, iktisadî, toplumsal güvenlik ve çevre güvenliği derinleşmiş güvenlik kavramının

uygulamalarının gerçekleştiği alanlardır ve her bir alanda güvenlik kavramı bu alana özel risk

ve tehditlere karşı sınanır.129

Buzan’ın çözümlemesinde her ne kadar devlet güvenliğin tek öznesi olmasa da ana

kimliklendirici olmayı sürdürür. Toplum ve birey, bu ikisinin sosyo-politik uyumu

kimliklendiricinin temel niteliğini (zayıf ya da güçlü devleti) belirler.130 Kimliklendirici devlet

de, hem uluslararası sistemin temel niteliğini (olgun olmayan ya da olgun anarşiyi),131 hem de

127
Örneğin bkz O. Waever- B. Buzan- M. Kelstrup- L. Lemaitre , Identity, Migration and the New Security
Agenda in Europe, London, Pinter, 1993; M. Ayoob, The Third World Security Predicament: State Making,
Regional Conflict and International System, Boulder Co, Lynne Reiner.1995; B. Posen, “The Security Dilemma in
Ethnic Conflict” Survival, no:35/1,1993; E. Adler- M. Barnett, Security Communities, Cambridge, Cambridge
University Press, 1998; K. Booth, “Security and Emancipation...”; R. Falk, Yırtıcı Küreselleşme, Bir Eleştiri, Ali
Çaksu (çev.), 2. Basım, İstanbul, Küre Yayınları, 2002.
128
B. Buzan, People, States and Fear..., s,26.
129
Age., s, 123.
130
Age., s, 90.
131
Age., s,175. Buzan olgun olmayan anarşiyi (immature anarchy) siyasal parçalanmayı engelleyebilecek her
hangi bir uluslararası toplum oluşturma yetisinden yoksun görür. Buzan “uluslararası toplum” derken İngiliz
Okuluna atıfta bulunmaktadır: Bull ve Watson’a göre uluslararası toplum:
“karşılıklı davranışlarının [eylemleri için] elzem haline geleceği sistemi aralarında oluşturamamış bir grup
devletin, davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenleyecek ortak kural ve kurumlar, diyalog [mekanızmaları]
üzerinde anlaşmaya varmalarına ve bu anlaşmada çıkarlarını görmelerine [bağlıdır.]” Age. s, 166.
46
bölgesel güvenliğin temel dinamiğini (güvenlik bütünlülüğü –security complex- ya da güvenlik

topluluğunu –security community-) etkiler.132 Dolayısıyla, Buzan şu sonuca vardığında: “güçlü

devletler olmadan, ulusal ya da başka tür bir güvenlik anlayışına ulaşmak mümkün değildir,”133

güvenlik hâlâ kimliklendiricinin bir özelliğidir. Güvenlik kurgusunun sorgulanması henüz

güvenliğin kimliklendiricinin bir özelliği ve işlevi olduğu zannına zarar vermemiştir.

Bu anlayışı eleştirebilir –ki Buzan farklı ekoller tarafından eleştirilmiştir.134 Ama

çalışmamız açısından bizim için önemli olan kimliklendirici olarak devletin, güvenliğin ana

sağlayıcısı ve güvensizliğin esas yaratıcısı olmayı sürdürmesidir. Bu son nokta, eleştirilerin de

göz ardı edemediği bir noktadır. Öyleyse güvenlik çalışmalarının güvenlik kavramını yeniden

kurgularken derinleştirmesi ve genişletmesi, güvenliğin açıklayıcılığını arttırmıyordu. Buna

rağmen, yani geleneksel güvenlik çalışmalarının kimlik-güvenlik ilişkisine atfetmiş oldukları

devlet/ uluslararası toplum merkezli anlayışa dokunulmamasına rağmen; 1990 sonrası güvenlik

alanında yapılan çalışmalarla, bu aktörlerin güvenliğe ait tüm bilgileri hayal edilmiş ve

toplumsal olarak yaratılmış hale geldi.

Bu önemli gelişme ilk anda fark edilemedi çünkü 1990 ve izleyen senelerde güvenlik

çalışmaları özellikle açıklayıcılık üzerinde durmaktaydı. Bu anlaşılır bir yönelimdi çünkü bu

dönem güvenlik çalışmalarına yöneltilmiş en önemli eleştiri, 1989’daki dönüşümü yani Soğuk

Savaşın bitişini tahmin edememiş olmalarıyla alakâlıydı. Hugh Gusterson’a göre söz konusu

132
Age., ss, 186-229. Güvenlik Bütünlülüğü (security complex); temel güvenlik endişeleri yüzünden ulusal
güvenlikleri birbirlerinden bağımsız düşünülemeyecek, belirli coğrafi bir alanda birbirine yakın konuşlanmış
devletler grubunu ifade eder. Age., s, 190. Güvenlik topluluğu (security community) ise Robert Jervis’in andığı
güvenlik rejimleridir. Belirli coğrafi yakınlığa sahip devletlerin kendi eylemleri ve diğerinin eylemlerini algılama
biçimleriyle aralarındaki anlaşmazlıkları barışçıl biçimde çözme konusunda işbirliğine gitmelerini anlatır. Bir
adım ötesi tüm iç/dış sınırları ortadan kaldıran bütünleşmedir. Age., s, 218. Ayrıca bkz, E. Adler-M. Barnett, “A
Framework for the Study of Security Communities” Security Communities, E. Adler-M. Barnett (der.), Cambridge
University Press, Cambridge, 1998, ss, 29-65.
133
B. Buzan, States, People and Fear..., s, 106.
134
Örneğin bkz, K. Krause- M. Williams, “From Strategy to Security: Foundations of Critical Security Studies”
Critical Security Studies.., ss,33-61..; N. J. Wheeler “Guardian Angel or Global Gangster: The Ethical Claims of
International Society Revisited” Political Studies, No 44-1, ss; 123-136; A. Tickner, Agm.
47
yanılgı basit bir hatadan kaynaklanmamaktaydı; bu çalışmalar tarafından özel olarak Soğuk

Savaşın bitebileceği ihtimali göz ardı edilmişti.135 Soğuk Savaş ve dayandığı güvenlik

ikileminin hep doğal bir olgu olarak görülmesinden kaynaklanan bir görmezden gelme

durumuydu yaşanan. Güvenlik çalışmaları, kurgu olanı doğal olarak görmek istiyordu çünkü

çoğulculuk (pluralizm) karşısında açıklayıcılıkları nasıl koruyabilecekleri tartışmalıydı.

İşte tam da bu noktada güvenlik çalışmaları bünyesinde güvenlik gündeminin

derinleşmesi ve genişlemesine paralel olarak giden, ancak bu ikisi kadar yaygın biçimde

tartışılmayan üçüncü bir açılım, “güvenlik gündeminin yerelleşmesi” (vernacularization)

meydana geldi.

Bu üçüncü açılımın önemi, güvenlik ve kimlik arasında kurduğu özel ilişkiden

kaynaklanmaktaydı. Elbette güvenlik kavramının derinleşmesi ve genişlemesi de “kimlik”

olgusu dikkate alınarak yapılmıştı. Ancak bu tartışmalarda kimlik eleştirel bir araç olarak

kullanılmaktaydı. Kimliği daha sonra üzerinde duracağımız A. von Busekist’in saydığı

nitelikler çerçevesinde ele alıp,136 güvenlik tartışmalarına eklemleyen ise ancak bu üçüncü

açılım olmuştu.

Yerel güvenlik (vernacular security) kavramı aslında modernleşmeye yönelik

antropolojik çalışmalardan ilham almıştı.137 Bu çalışmalar küresel ve yerel modernliği birbirine

karşıt iki kavram olarak almamaktaydı. Küresel bir olgu olarak modernlik her zaman bir tür

yerelliği (Avro-Amerikan yerelliği) temsil ediyordu. Evrensel ve tarihsel olgular aslında

tarihsel-coğrafi kimliklerle ilişkiliydiler. Dolayısıyla, teorik olarak farklı, pek çok modernlik,

bir tür çoklu modernlik biçimleri vardı. Bu farklı biçimler arasında ilişki her zaman belli bir

135
H. Gusterson, “Missing the End of the Cold War in International Security” Cultures of Insecurity, States,
Communities, and the Production of Danger, Jutta Weldes- Mark Laffey- H. Gusterson- Raymond Duvall (der.),
University of Minnesota Press, London, ss, 319-345.
136
Bkz, ss, 46-47.
137
B. Knauft, Critically Modern: Alternatives, Alterities, Antropologies, Bloomington, Indiana University Press,.
2002.
48
içsel gerginliği barındırıyordu: çünkü yerel çıkar, arzu ve endişeler; söylem, norm, rejim ve

kurumların küresel biçimleriyle karşılaşmak zorundaydılar.138 Bu noktadan hareket eden “yerel

güvenlik” kavramı da tehdit, tehlike ve güvenlik kavramlarının toplumsal olarak bir mücadele

içerisinde yapılandığı iddiasından yola çıktı.139 Dolayısıyla kimlik ve kültür, bu yapılanmanın

hem araç hem de göstereniydi.

Elbette ki yerel güvenlik kavramını kullanırken ilk amaç “değişim ve farklılığı

açıklayabilecek”140 kuramsal bir bilgiye ulaşabilmekti. Ancak daha önemli olan şuydu:, “yerel

güvenlik” söylemi, toplumsal yapılanmayla ( social construct) iç içe geçen iki işleve sahipti: i)-

topluluk inşası (community making); ii)- düzlem belirleyiciliği (scale making).141 Yerel

güvenlik çerçevesinde kimlik-güvenlik ilişkisi kurularak; hem “topluluk”, “kimlik”, “kolektif

değerler” yaratılıyordu; hem de bu yaratımın aynı anda farklı düzlemlerde, farklı tehditlere

karşı meydana geldiği vurgulanıyordu. Öyleyse aynı anda geçerli olan ve bireyi değişik

derecelerde etkileyen farklı, çoğul güvenlik (plural security) tanımlamalarından bahsetmek

mümkündü.142

Çoğulculuğu kabullendikten sonra güvenlik uygulamaları farklı düzlemlerin ürettiği

ontolojik belirsizliklerle ilgilenmenin yegane siyasi yolu haline gelmektedir. Ontolojik

belirsizlikler, Bubanth’a göre, toplumsal olarak inşa edilmiş/yapılanmış; belirli bir topluluk

için, belirli bir dönemde geçerli olan (dolayısıyla bu belirliliğinin altını çizen) tehlike, korku ve

endişelerden kaynaklanan huzursuzluk haliydi. Yerel güvenlik şu noktanın altını çiziyordu:

Siyasal aktörler küresel, ulusal, yerel-bölgesel düzlemlerde pek çok tehdit ve tehlikeyle karşı

138
N. Bubandt, “Vernecular Security: The Politics of Feeling Safe in Global, National and Local Worlds” Security
Dialogue, 36/3, 2005, s,277.
139
Jutta Weldes- Mark Laffey- H. Gusterson- Raymond Duvall, “Introduction: Constructing Insecurities”,
Cultures of Insecurity..., ss, 1-33.
140
H. Hafterdorn, Agm., s,12.
141
N. Bubandt, Agm. s,277.
142
V. Korkmaz, Agm, ss, 27-29.
49
karşıya kalıyorlardı ama bu tehditler aynı zamanda siyasal aktörü de yaratan kimliğin ve

kültürün ya da kimlik-kültür adı altında ortaya çıkan “anlatıların” (narratives)143 bir ifadesiydi.

Bu anlatılarla güvenlik adı altında ilgilenildiği anda siyasal aktör, kimliği ve kimlikle beraber

güvenliği tekrar kurgulama şansına sahip oluyordu.

I-C- Güvenlik Kurgusunda Kimliğin Rolü

Bu noktaya kadar güvenlik kavramının, siyaset bilimi yaklaşımları, uluslararası ilişkiler

kuramları ve son olarak da güvenlik çalışmaları tarafından (yeniden) kurgulandığı özetlenmeye

çalışılmıştır. Kurgulama sürecinin amacı, öncelikle güvenlik kavramını muğlaklıktan

kurtarmaktı. Bu nedenle de güvenlik için bir tanıma ihtiyaç duyuluyordu. Ancak ihtiyaç

duyulan, herhangibir tanım değildi. Güvenlik ideali ile mücadele fikri arasında, ideal ile ide

arasında uyumu sağlayabilecek, güvenliğin yumuşak anlamını içinde barındıran bir tanımdı.

Çünkü ancak bu yumuşak anlam, güven altında olma duygusu ile siyasal edimi bir birine

bağlıyordu. Bir önceki bölüm bu arayışın somut bir neticeyle sonuçlanmadığını gösterdi.

Atalarımızdan daha iyi bir hayat yaşamak gibi belirli bir siyasal emeli bütünüyle tatmin edecek,

“mutlak” bir güvenlik anlayışı ve fikri yaratılamadı. Ancak sonuç tam bir başarısızlık da

değildi. Gelinen nokta; bireyi aynı anda etkileyen, belli bir önem sırasına bağlı olmayan, farklı

düzlemlerde ortaya çıkan çoğul güvenlik (plural security) anlayışıydı. Çoğul güvenlik anlayışı,

bireyi etkileyen tüm bu farklı düzlemlerde (yerel, ulusal, bölgesel, küresel) aynı/farklı

kimliklerin, farklı siyasal projeler adına güvenlik ideali ve güvenlik idesinin (mücadele

fikrinin) bir parçası haline geldiğini gösterdi.

143
M. Sommers anlatıyı şöyle tanımlamıştı:
“... anlatı haline getirme ve anlatı aracılığıyla sosyal dünyamızı bilir, anlar ve anlamlandırırız. Ve anlatılar yoluyla
toplumsal kimliklerimizi inşa ederiz...çünkü bizimle ilgili olan her şey, kim olduğumuzla, genelde kendi
üretimimiz olmayan anlatıya göre kendimizi nerede konumlandırdığımızla bağlantılıdır.”
M. Sommers, The Narrative Constitution of Identity: A Relational and Network Approach.” Theory and Society
23, 1994, s, 606.
50
Eğer kimlik de tıpkı güvenlik gibi muğlak bir kavram olmasaydı, güvenlik kimlik

ilşkisini, bu paragrafta özetlediğimiz biçimde açıklamak ve kimliği sadece siyasi kuramsal bir

araç olarak ele almak yeterli olurdu. Oysa kimlik kavramı da tıpkı güvenlik kavramı gibi

muzdarip olduğu muğlaklıktan dolayı “özü itibariyle tartışmalı kavramlar” arasında rahatlıkla

sayılabilirdi. Burada muğlaklıktan kastedilen öncelikle anlamın belirsizliğidir: Yani elimizdeki

kavram birbirinden farklı, hatta birbirine tamamen zıt anlamları içerisinde barındırmaktadır.

Güvenlik kavramında çok net bir biçimde bu zıtlığı tespit etmek mümkündü: Tekrar

etmek gerekirse Sine curio (securita), besopasnost, tehlikesizlik sözcüklerini hatırlayalım.

Güvenlik anlamına gelen bu sözcükleri anlamlandırabilmek için önce tehlikenin ne olduğunu

söylemek yani tehdit ve tehlikeyi kurgulamak gerekmektedir. Aslında bu kadar bariz bir

biçimde tespit edilemese de kimlik kavramı içinde de benzer bir zıtlığı bulmak söz konusudur.

Kimlik, en gelişigüzel ifadesiyle, biz olgusunu anlatmaktadır; ama Rogers Brubaker ve

Frederick Cooper’ın makalesi, iki ayrı biz olgusundan bahseder: tarihin ve doğal koşulların

bahşettiği primordial biz,144 ve modern siyasal süreç içerisinde inşa edilen biz: Doğal biz ve

kurgu biz. Ve tıpkı güvenlik-tehlike arasındaki ilişki gibi bu iki biz olgusu arasında da daima

bir gerilim olacaktır.

Muğlaklık sadece anlam belirsizliğini değil, algıda belirsizliği de beraberinde getirir.

Çünkü araştırmacı, kavram için bu iki anlamından birini seçtiğinde, seçmiş olduğu tanımın

mevcut ampirik olay, olgu ya da durumu açıklayıp açıklayamayacağından emin olamamaktadır.

144
Kimliğin bu primordialist değerlendirmesi için Rogers Brubaker ve Frederick Cooper dört argüman ileri
sürerler:
1)- Tüm insanlar kimliğe sahiptir ya da sahip olmak zorundadır ya da sahip olmanın peşindedir.
2)- Tüm topluluklar kimliğe sahiptir ya da sahip olmak zorundadır ya da sahip olmanın peşindedir.
3)- İnsanlar ve gruplar kimliğe bilincinde olmadan, kazaen sahiptir ve kazaen kimliği keşfederler.
4)-Kimlik homojenliğin ifadesi olduğu için ben ve öteki arasındaki kesin sınırı belirtir. Brubaker-Cooper, “Beyond
Identity” Theory and Society, No. 29, 2000, ss,7-11.
51
Bu noktada, bu çalışma temel bir zorlukla karşı karşıya kalmaktadır. İlk zorluğu yani

“anlam muğlaklığını” bu tez çerçevesinde aşmak mümkündür. Bunun için, güvenliğin ve

kimliğin farklı tanımlamalarının yapıldığını; bugün de kimliği güvenliğin bir parçası haline

getirecek şekilde yapılmış tanımlamaların olduğunu söylememiz yani Konstraktivist bakışla

yerel güvenlik tartışmalarına değinmemiz yeterlidir. Oysa ikinci zorluğu, yani “algı

muğlaklığını”, aşmak çok kolay değildir: Tezin konusunu hatırlayacak olursak; Asyalılık doğal

bir kimlik midir kurgu bir kimlik midir? sorularına cevap verdikten sonra Asya güvenlik

yapılanmalarının, bugünkü Asyalılığı açıklayıp açıklayamayacağı her zaman sorgulanabilir.

Cevaplarımız ne olursa olsun, bir tür yorumdan öteye gidemeyecektir.

Bu zorluktan kaçınmamız mümkün değildir; çünkü ele alınan iki kavram da kendi

başlarına “değer yüklü” kavramlardır.145 Dolayısıyla, ya bu kavramların tüm tanımlamalarını

epistemolojik açıdan reddetmek -yani bir tür nihilizmi benimsemek-, ya da bu kavramları

siyasal güç, siyasal gündem ve ideolojiyle beraber düşünmek ve farklı anlatılar çerçevesinde

değerlendirmek gerekir.

Zaten uluslararası ilişkilerin son yirmi yıllık döneminde, bu iki kavram arasındaki

ilişkiyi, siyasal eylem ve siyasal amacı dikkate alarak, açıklamaya çalışan pek çok çalışma

kaleme alınmıştı. Bu yirmi yıllık dönem, uluslararası ilişkilerin ortodoks öğretilerinin (-neo-

realizm ve –neo-liberalizm) sorgulandığı bir süreç olduğu için, güvenlik-kimlik ilişkisini

anlamlandırmaya çalışan kuramlar arasından doğal olarak positivizm sonrası öğretilere*;

özellikle de kimliği, uluslararası ilişkilerde değişimin ve sürekliliğin açıklanmasında bir araç

145
R. E. Little, “Ideology and Change”, Change and the Study of International Relations: The Avoid Dimension,
B. Buzan- R.J. Barry-Jones (der.), New York, 1981.
*
Positivizm sonrası (post- positivist) yaklaşım, değişik görüşleri bir arada tutan bir şemsiye görünümündedir; bu
nedenle farklı akımlar positivizm sonrası yaklaşımın altında sayılabilir. Örneğin Steve Smith, positivizm sonrası
beş yaklaşım saymıştır: bilimsel realizm, hermenötik, eleştirel okul, feminist görüş ve post-modernizm. S. Smith,
“Positivism and Beyond” International Theory, Positivism and Beyond, S. Smith- K. Booth- M. Zaleweski (der.),
Cambridge University Press, Cambridge, 1996, ss, 11-38. Tüm bu çeşitliliği bir arada tutan positivizm eleştirisidir.
Positivist yaklaşım güç eşitsizliğini maddi olgulara dayandırır ve verili kabul eder. Oysa positivizm sonrası
yaklaşım tüm eşitsizlikleri toplumsal olarak inşa edilmiş, yaratılmış olarak görür ve sorgulama konusu yapar.
52
haline getiren a)-Kopenhag Okuluna, b)- Eleştirel Okula, c)- Üçüncü Dünyacı öğretiye, ve son

olarak da d)-Konstraktivizm ve Stratejik kültür çalışmalarına değinilecektir. Bu ekollerin

herbiri birbirlerinden önemli farklılıklar barındırırlar, hatta kimi zaman (Eleştirel görüş ve

Üçüncü Dünyacı yaklaşım arasında olduğu gibi) birbirlerine karşı geliştirdikleri eleştiriler

üzerine kurgulanırlar. Ancak, bu farklı görüşlerin ortak yanı Waltzçı realizmin146 eleştirisi

olduğu için; Konstraktivizmle beraber başlayan, ve yukarıdaki ekollerden gelen görüşleri içine

alan kuramsal tartışma, aslında, kimlik kavramını güvenlik kavramının en önemli belirleyicisi

haline getirmiştir. Bu sebeple bu bölümde bu beş okul yan yana ele alınmaktadırlar.

Güvenlik ve kimlik ilişkisinin bu yeniden tanımlanma süreci, aslında Friedrich

Kratochwil’in bahsettiği tarih, eylem ve kimliğin bir araya geldiği, toplumsal kuramın konusu

olan, hem “benin” hem “bizim” yaratılma ve unutulma süreçleridir.147 Bu nedenle,

kavramsallaştırmadan sonra –ki bu bölümde değinilecek uluslararası ilişkilerin beş yöneliminin

yaptığı budur- bu ilişkiyi tarih ve eylem alanına taşıyacak bir “anlatının” oluşturulması

gerekir.148

Anlatı, aslında, güvenlik ve kimlik kavramlarının ilişkilendirildiği süreçler için tarihsel

ve coğrafi sınırlar çizmektir.149 Zaten, ele alacağımız Uluslarararası İlişkilerin beş yönelimi de

bu sınırın ne şekilde çizilebileceği üzerinde durmaktadır. Pozitivizm sonrası yaklaşımlar bu

146
Kenneth Waltz kuramın açıklayıcılığını ve bilimselliğini kuvvetlendirmek için devlet çıkarını devlet
güvenliğiyle özdeşleştiren bir indirgemecilik üzerine odaklanmıştır. Bu tür bir indirgemecilik Post-Pozitivist
öğretinin en önemli eleştiri kaynağı olmuştur. Örneğin bkz, Richard K. Ashley, “The Poverty of Neorealism”,
Neorealism and Its Critics, Robert O. Keohane (der.), Columbia University Press, New York, 1986, ss, 280-286.
147
F. Kratochwil, “History, Action and Identity: Revisiting the Second Great Debate and Assessing Its Importance
for Social Theory” European Journal of International Relations, Vol, 12-1, 2006, ss, 5-29.
148
Anlatı olmadan bireyin siyasal eyleminin güvenlikle ilişkilendirilmesi mümkün değildir. Çünkü ancak anlatı
olaylara ve eylemlere onları anlamamızı sağlayan bir perspektif kazandırır. Agm, s, 14. Kratochwil, tezinin
anlaşılması için Sezar’ın basit bir eylemini örnek olarak gösterir: Sezar MÖ. 49’da Roma’da Cumhuriyet
döneminde Cisalpine Gaul bölgesini İtalya’dan ayıran Rubico nehrini geçer. Oysa Roma’nın anlatısı bu basit
kararın Roma Senatosuna karşı savaş anlamına geldiğini, ve Sezar’ın Rubico’yu geçerek Lex Cornelia Majestatis
kuralını çiğnediğini (Oedipus gibi düzeni bozduğunu ve Roma’yı tehdit ederek kurtardığını) bizim anlamamızı
sağlar.
149
M. Sommers, Agm, ss, 607-635.
53
noktada özellikle önemlidir, çünkü tarihi ve coğrafi bilginin kullanılarak, alternatif kimlik

bilgisinin ne şekilde olasılık150 haline gelebileceğini/getirebileceğini incelerler. Anlatı, ise bu

olasılıkların, güvenlik idealiyle ilişkilendirilerek nasıl bir gerçeklik ya da proje haline

getirildiklerini gösterir.

Ancak, bu yaklaşımların güvenlik-kimlik ilişkisini nasıl kurguladığına geçmeden önce

uluslararası ilişkilerde kimlik kurgusuna kısaca değinmek gerekir:

i- Uluslararası İlişkilerde Kimlik Kurgusu: Kimliklendirme ve Anlatı

Kimlik kavramı bilindiği gibi XIX. ve XX. yüzyılda sosyal bilimler açısından

incelenebilir bir kavram olarak kabul edilmişti.151 Oxford’un İngilizce Sözlüğüne göre, “kimlik

bireyin her zaman ve tüm koşullar altında aynı kalan ve kişinin olduğu gibi olduğunu, başka bir

şey olmadığını gösteren yönüdür.”152 Benlik ve kimliği özdeşleştiren bu genel kabule rağmen

kimlik tümüyle açık, kolayca anlaşılabilir bir olgudan çok, değişik anlamları içeren, öznenin

sahip olduğu farklı nitelikleri gösteren bir portmanto işlevindeydi.153

Bu çerçevede, kimliğin kültürü de içine alan en geniş anlamı, birey ile kolektif bütün

arasındaki ilişkiye odaklanan, sosyalizasyon sürecidir. Bu süreç, Aristotales’in görenek ve

hukuk arasında kurduğuna benzer bir ilişkiyi anlatır. Buna göre kimlik, ancak özellikleri

150
Stefano Guzzini- Anna Leander, “Wendt’s Constructivism, A Relentless Quest for Synthesis” Constructivism
and International Relations, Alexander Wendt and His Critics, Stefano Guzzini- Anna Leander (der.), Routledge,
London- New York, 2006, s, 80. Olasılıktan kastedilen toplumsal gerçeklik değildir. Toplumsal gerçeklik haline
dönüşebilecek düşünce ya da bilgidir. Bu düşüncenin, inancın eylem ve davranış haline dönüşmesi Uluslararası
/ulusal politikanın aktörlerinin birbirleriyle girdikleri ilişkide bu düşünceyi güvenlik idealiyle ilişkilendirmelerine
bağlıdır.
151
A. Sartori, “The Resonance of Culture Framing A Problem in Global Concept History” Comparative Study of
Society and History, 2005, s,676.
152
Aktaran Iver B. Neuman, The Uses of Others,The East in European Identity Formation, University of
Minnesota Press, Mineapolis, 1999, s, 216.
153
Age., ss, 217-218; A. Sartori, Agm. ss, 676-685; A. von Busekist, “Uses and Misuses of the Concept of
Identity” Security Dialogue, vol.35/1, 2004, s,81.
54
dolayısıyla algılanabilen bir ilişki biçimi, bir semboldür. A. von Busekist bu özelikleri şu

şekilde özetlemiştir.154

1)- Kimlik dinamiktir, hem kolektif bütüne hem de kendisini meydana getiren parçalara

dayanır; dahası bu bütün ile parçalar arasında süregiden ilişkiyi ifade eder.

2)-Kimlik sosyal (ya da politik) olarak inşa edilir, oluşturulur. Bu noktada görev öncü

kurum veya bireylere düşer ki- biz positivizm sonrası bakış çerçevesinde bu öncülere yeni

elitler diyeceğiz.-

3)-Kimlik geleneğe ya da bu gelenek tarafından onaylanmış/meşrulaştırılmış kolektif

düşünceye dayanır. Her halükarda mutlaka tarihle bir bağ kurmak zorundadır.

4)-Kimlik içinde varolduğu siyasal değerler sistemi ile yakın ilişki içerisindedir: Bu

değerler ulusal veya uluslararası sistemi ifade ediyor olabilir ya da kimlik tarafından kabul veya

reddediliyor olabilir. Sonuçta kimlik alternatif bir kültür önerse de, sistemin bir alt kültürü

olarak onu güçlendirse de sistemle ilişki içinde bulunduğu müddetçe gerçek niteliğini kazanır.

5)- Kimlik kolektif değeri tanımlarken, sistem içerisindeki sınırları ve sistemin

sınırlarını çizer. Ulaşılan, neticede, bir ben ve öteki, dost-düşman ayrımıdır.

6)- Kimlik, aktörlerin farkındalığını dillendiren/gösteren merkezi bir motife/bir sembol

fikre dayanır. Bu fikir genelde ifadesini coğrafi bir açılımda bulur.

Son yıllarda, sosyal bilimler kimliğin siyasal ve coğrafi yansımaları üzerine oldukça

geniş bir literatür geliştirmiştir. Kimlik üzerine gerçekleşen bu çalışmalar bir yanda sosyo-

politik, diğer yandan da psiko-sosyal literatürden besleniyordu. 1970’lerde sosyal, eşitlikçi ve

post-materyalist hareketler, 1980’lerde milliyetçilik, toplumsal mobilizasyon ve diaspora

çalışmaları kimlik sorununu ele almıştı. 1990’lara gelindiğinde her iki liste de yeni çalışmaların

154
A. von Busekist, Agm., s,82.
55
eklenmesiyle genişlemiş,155 ama hâlâ sosyal bilimler açısından elzem olan sorun

çözümlenmemişti; bireysel kimliklerle kolektif kimlik arasındaki ilişkide sistemin ne şekilde

bir uygulama alanına döndüğü sorusuydu bu. İşte bu soru; kültürün doğal bir niteliği mi yaksa

yapay ideolojik bir projeyi mi işaret ettiği sorusuyla yakından ilişkiliydi.156

Sosyal bilimlerde kimlik öncelikle (çevre ve birey arasındaki ilişkiye odaklanan) bir

eylem aracı olarak incelenmektedir.157 Eylem alanında kimlik aktörler tarafından kendi günlük

yaşamlarını, uğraşlarını, paylaşımlarını ve başkalarından farklılaşmalarını anlamlandırmak için

kullanılır. Ayrıca siyasal aktörler; insanların kendilerini, çıkarlarını tanımlamalarını, ortak amaç

ve tanımlamalar çerçevesinde örgütlenmelerini sağlamak, yani kolektif eyleme yön vermek için

de kimliği kullanırlar. Kısaca, eylem alanında kimlik araçsaldır, yani kimlik politikalarından

konuşmamız için kimliğin gerçekten var olup olmadığını tartışmamız gerekmez. Ancak

toplumsal ve siyasi bir süreç olan somutlaştırma süreci (reification) kimliği sadece bir eylem

alanı olarak bırakmaz. Kimliğin gerçekliği, bir analiz nesnesi olarak incelenir. Bu durum yani

kimliğin hem bir eylem hem de bir analiz nesnesi haline gelmesi özcü

155
Örneğin bkz, Zygmunt Bauman “Soil, Blood and Identity” Sociological Review, No 40, 1992, ss, 675-701,
Craig Calhoun (der.), Social Theory and the Politics of Identity, Blackwell, Oxford-Cambridge, 1994. S.N.
Eisenstadt and Bernhard Giesen, “The Construction of Collective Identity” Archieves Européenes de Sociologie,
No 36-1, 1995, ss, 72-102, Anthony Giddens, Modernity and Self Identity: Self and Society in the Late Modern
Age, Polity Press, Cambridge, 1991, Jürgen Habermas, Staatsbürgershaft und Ratioale Identität: Überlegungen
zur Europaïshen Zukunft, Erker, St. Gallen, 1991, David Laitin, Identity in Formation, Cornell University Press,
Ithaca, 1998, Paul Ricoeur, Oneself as Another, University of Chicago Press, Chicago, 1992, Margaret Somers,
“The Narrative Constitution of Identity: A Relational Network Approach” Theory and Society, No 23, 1994, ss,
605-649. Charles Taylor, Multiculturalism and The Politics of Recognition: An Essay”, Princeton University
Press, Priceton, 1992, Charles Tilly, Citizenship, Identity and Social History, Vambridge University Press,
Cambridge, 1996, Alexander Wendt, “Collective Identity Formation and International State” American Political
Science Review, Vol 88, No 2, 1994, ss, 384-396, Harrison White Identity and Control: A Structural Theory of
Social Action, Princeton University Press, Princeton, 1992. Salter, bu çalışmaların dört hat üzerinden açıklama
sağladığını yazacaktı: 1)-Etnografik hat: Daha çok milliyetçilik çalışmaları tarafından kullanılan “grup içi”- “grup-
dışı” yazını; 2)-Psikolojik hat: Ben-merkezcilik ve gruplar arası dinamiklere yoğunlaşmış çalışmalar; 3)-Kıtasal-
felsefi hat-ki bu hat Uluslararası ilişkiler çalışmaları tarafından kullanılmaktadır- Batı siyasal geleneğinde
olgunlaşan Ben ve Öteki algılamasının açıklamasıdır. 4)-Doğu’nun dışlanması tezini izleyen Said’in takipçileri,
Batı ve Doğu kimliğinin nasıl oluştuğu üzerine yoğunlaşan çalışmalar yapmaktadırlar. Mark B. Saalter,
Barbarians &Civilization in International Relations, Pluto Press, London, 2002, s,11.
156
A. Sartori, Agm., ss, 676-692.
157
Y. Lapid, “Culture’s Ship: Returns and Departures in International Relations Theory” The Return of Culture
and Identity in IR Theory, Y. Lapid-F. Kratochwil (der.), Boulder-London, .Lynne Rienner Publishers, 1996, s,9.
56
(essentialist/primordialist) ve konstraktivist yaklaşımlar158 arasında kuramsal bir çatışmayı

başlatır.

Konstruktivst yaklaşım akademik doğruluk ve açıklayıcılık için ne kadar gerekliyse,

özcü yaklaşım kimliğin eylem aracı olarak kullanılması için o kadar gereklidir.159 Kimlik

güvenlik ilişkisinin sorunlu doğası da en çok bu ikilemden doğmaktadır. Güvenliğin bir eylem

alanı olarak kurgulanabilmesi için kimliğin toplumsal yapıya/ulusal veya uluslararası yapıya

içkin/özgün bir hal olduğunun kabul edilmesi gerekir. Ancak bu içkinliğin açıklanabilmesi

zaman, mekan ve ilişkinin (relationality) açıklanmasına yani konstruktivst değerlendirmelere

bağlıdır.

Bu ikilemi inceleyen Brubaker ve Cooper kimlik kavramı yerine kimliklendirme

(identification) kavramını önerirler. Bu kavram Margaret Somers’ın ön plana çıkardığı “anlatı

haline getirme” yaklaşımına uygundur160. Anlatı haline getirme, kimliği ve onunla ilişkili tüm

yan kavramsal süreçleri, bu arada güvenliği, belli bir ilişki biçiminin (örneğin kolonyalizmin),

158
Konstruktivst yaklaşım, kendi içinde, kimlik kavramını ve kimliğin sistemle olan ilişkisini açıklama biçimine
göre farklılıklar taşır: Modern Konstruktivzm (Modernist Constructivism) temelde iki ana gruba ayrılır: Wendt’in
Sistemci Konstruktivzm (Systemic Constructivism) Ekolü ile Karatochwil ve Ruggie’nin Bütünsel Konstructivzm
(Holistic Constructivism) Ekolü: her iki ekol de ulusal ve uluslararası yapı ve ilişki ağlarını, aynı küresel sosyal
düzenin farklı yüzleri olarak değerlendirir. Daha sonra da egemen devletin (toprak üzerinde egemenliğe haiz bir
biçimde) ortaya çıkışını bu yapıyla devlet arasındaki konstruktivst (kurucu/inşaa edici) ilişkiye bağlar. Yani ulusal
ve uluslararası sistemdeki paralel değişimlerin, birlikte, sistem ve bireydeki değişimleri açıklayabileceğini iddia
eder . Price-Reus Smit, “Dangerous Liaisons? Critical International Theory and Constructivsm” European Journal
of International Relations, vol.4/3, 1998, s, 269. Ancak Wendt, bir de, kimliği belli kimlik oluşum süreçlerinden
sonra değişmez kabul eder, bu değişmez kimlik aktörlerin çıkarlarına ve anlam yapılandırmalarına izin verir. A.
Wendt, “Identity and Structural Change in International Politics” The Return of Culture and Identity in IR Theory,
Y. Lapid-F. Kratochwil (der.), Boulder-London, Lynne Rienner Publishers, 1999. Postmodern Konstraktivistler
(Postmodern Constructivists) ise sosyal-tarihsel ilişkilere ve bu ilişkiler içinde dilin, toplumsal güç ve anlamın
nasıl şekillendiğine bakarlar. Price-Reus Smit, “Dangerous Liaisons?...”, s, 269. Aradaki fark aslında kimliği bir
noktadan (tarihsel ya da sistemsel bir dönemeçten) sonra değişmez bir yapı mı yoksa sürekli yeniden yaratılan bir
oluşum olarak mı görüldüğüne kilitlenir. Bu iki uç nokta arasında bir ara kategori olarak Guzzini’nin Sosyolojik
Konstructivzm’i (Sociological Constructivism) yer alır. S. Guzzini, “A Reconstruction of Constructivism in
International Relations”, European Journal of International Relations, 6/2, 2000. Bu yaklaşıma göre, kimlikler
kurumsal gerçeklerin ve alana özel bilgilerin yaratılarıdır.
159
Özcü ve Konstruktivst yaklaşımlar arasındaki fark şu basit formüle indirgenebilir: Konstruktivst yaklaşım
kimliğin kendisini tanımlamaya çalışır (biz buyuz), çünkü kimliğin kendisini ve onu tanımlama sürecini eylemin
bir parçası olarak görür (çünkü biz bu koşullar altında hem kendimiz hem de başkalarınca böyle tanımlandık),
özcü yaklaşım ise eylemin kimlikle bağlantısını kurarak (biz böyle yapıyoruz çünkü biz buyuz), kimliği eylem
aracılığıyla tanımlar (biz bunu yapmak zorundayız çünkü biz buyuz) Brubaker-Cooper, Agm., ss, 4-6; 40-41.
160
M. Sommers , The Narrative Constitution of Identity: Arelational and Network Approach.” Theory and Society
23, 1994, ss, 605-649.
57
belli bir network’ün (örneğin seçkinlerce yürütülen entelektüel, askeri ve siyasal sürecin) ve

belli bir coğrafi-tarihsel kurgu sürecinin (örneğin Asya’nın kurgulanışı) parçası haline getirir.

Bireyin/toplumun kendini nasıl kimliklendirdiği, başkalarının kendisini nasıl

tanımladığına bağlıdır. Yani Sommers’in “anlatısının” herzaman iki anlatanı vardır: Ben ve

öteki. Bu noktada kimliklendirme süreci, kimliğin ve tabi ki güvenliğin ne olduğu tamamıyla

durumsaldır (situational). Yani “anlatı” belli kişiler için, belli bir yerde, belli kişiler tarafından,

belli kişiler karşısında kurgulanır. Ancak bu kurgu içerisinde aktörlerin eylem aracışığıyla

kimlikle kurduğu ilişki serbest bırakılır. Bu sayede farklı uygulamalar (örneğin devlet

projelerinin yanında bölgesel projeler) için uygun bir zemin yaratılmış olur. Kısaca, anlatının

ortaya koyduğu durum (coğrafi-tarihi veriler ışığında şekillenmiş hikaye), kimliğin

tanımlanması ve güvenlikle bağlantısının kurulması açısından çeşitli projeler arasında

mücadelenin geçtiği alandır, yani uygulamanın alanıdır.

Aslında durum birbiriyle uyuşmayan iki ilişki ağını işaret etmektedir: 1)- İlişkinin

durumluluğu (relational situation); bireyin/toplumun özel bir ilişki ağı içinde kimliğini

kazanmasını ifade eder. Örneğin Asyalı kimliği, takip eden bölümde görüleceği gibi, kolonyal

süreç içerisindeki merkez-çevre ayrımı, oryantalist süreç içerisindeki doğu-batı ayrımı,

modernizmin getirdiği devlet olabilme yetisi ve bu yetinin yokluğu arasındaki ayrım içerisinde

kazanılmıştır. 2)- Sınıflandırma durumu (categorical situation); bireyin/toplumun kendini ortak

değerler paylaşan bir grubun üyesi olarak (ırk, etnisite, dil, din, cinsiyet,v.b...) görerek kimlik

edinmesi. Örneğin, bireyin kendini Hintli, Hindu, Müslüman, Bengali olarak tanımlaması.

Brubaker ve Cooper’ın atladığı; bu iki durum arasında birbirini destekleyen, kimliği niteliksel

olarak dönüştüren, böylelikle siyasal ve realist projeler doğrultusunda hareket eden bir

manevra, bir geçiş hattı olduğudur; bu hat üzerinde örneğin Hintliler Asyalı hale gelmiş; Asya

58
bölgesinin güvenlik kurgusu Hindistan devletinin dış politika ilkelerinden, örneğin

bağlantısızlıktan etkilenmiştir.161

Gerçi konstruktivst bakış kimliğin sürekli olarak dönüştüğünü ve tekrar tekrar inşa

edildiğini kabul ediyordu ama o da bu iki durum arasındaki ilişkiyi gözden kaçırıyordu. Bu

gözden kaçırmanın ana sebebi devlet veya uluslararası sistemi tek ve ana kimliklendirici olarak

görmekten kaynaklanmaktaydı.162 Güvenlik kavramı kimliklendiricinin bir özelliği olmaktan

öteye gidemiyordu, oysa tezin ikinci bölümünde, anlatının içerisinde daha net görülebileceği

üzere güvenlik kavramı, sadece bir ideal ya da sistemsel bir özellik değil- iki durum arasında

kimi zaman, sadece politikalar aracılığıyla değil, politikaların yanında düşünsel olarak da

üretilmiş bir geçiş hattıdır (Figüre 1). İşte bu geçiş aynı zamanda uluslararası ilişkilerde içersi

ve dışarısı arasındaki ayrımın – bu sınır ortadan kalkmasa da- giderek daha az hissedildiği

anlamına gelir.163

Uluslararası ilişkilerde iç/dış ayrımının merkezine oturan klasik uluslararası ilişkiler

teorileri, son yirmi yıl içerisinde, söylediğimiz gibi post-pozitivist yaklaşımlar tarafından

kıyasıya eleştirildi. Örneğin Konstruktivzm, kuramsal kurgunun dışında bırakılan, hiyerarşik

kimlik algılamaları içerisinde değerlendirilmesi en sona atılan, en dışarıdaki, irrasyonel

anormalitenin, aslında kuramın çıkış noktası olacağını söylüyordu.164 Post pozitivizm, kimliği -

her biçimiyle- rasyonel bir hale getiriyordu. Bu sebeple de, kimliği sadece sistemin bir niteliği

161
A. Acharya “Why is There No NATO in Asia? The Normative Origins of Asian Multilateralism” Working
Paper, No: 05-05, July 2005, Weatherhead Center for International Affairs, Harvard University, Cambridge.
162
Maja Zehfuss, “Constructivsm and Identity, A Dangerous Liaison” Constructivism and International
Relations,..., s, 114.
163
R.B.J. Walker, Inside/Outside: International Relations as Political Theory, Cambridge University Press,
Cambridge, 1993.
164
Wendt kendi Konstraktivist anlayışını “sofistik pozitivizm” olarak adlandırıyordu ama Wendt’i ve
Konstraktivist anlayışı bütünüyle ele alırsak onun pozitivizm sonrası yaklaşımlarla beraber, klasik öğretiye
(realizm-liberalizm) karşı ortak bir eleştiri geliştirdiğini söyleyebiliriz. Stefano Guzzini- Anna Leander, “Wendt’s
Constructivism, A Relentless Quest for Synthesis” Constructivism and International Relations ...,ss, 78-81. Bu
noktada Mcsweeney’in sosyolojik yaklaşımı ve bizim altını çizdiğimiz pozitivizm sonrası yaklaşımlar
örtüşmektedir. ; B. McSweeney, Age, ss, 101-125.
59
olarak gören neo-realist ve neo-liberal öğretilerin eleştirisiydi. Pozitivist öğretilerde, aktör ve

sistem arasındaki ilişki tek bir hatta iniyor; kimlik tarih içinde edinilmiş ya da öğrenilmiş bir

özelliğe indirgeniyordu. Kısaca, realist ve liberal öğretiler bizi Geertz’in tanımlamasına

getiriyordu: Kimlik kişiliğin açıklanamaz (verili) temeliydi.165 Yani Figür 2’de sadece ince okla

gösterilen ulusal/uluslararası aktörlerin kimliklenme/kimliklendirilme süreçleri takip

ediliyordu.

Tabi kimliği böylesine sabit bir olgu olarak görmenin yararları da yok değildi.

Subjektifliği bir kenara bırakan ve kimliği sabit bir veri olarak gören bu tür bir inceleme,

eşitliği,166 en azından Waltz’un keşfettiği biçimde, anarşik sistem altında bekâ isteğiyle

örgütlenmiş aktör-devletler düzeyinde sağlayabilirdi.

a- Waltz ve Kimlik-Sistem İlişkisi: İlişkinin Negatif Durumluluğu

Kenneth Waltz167 kimliği uluslararası ilişkiler teorisinin bir parçası haline getirdiyse bu

isteyerek, bilinçli yaptığı bir tercih değildi. Waltz aslında, anarşik bir ortamda birbirine benzer

aktörlerin niçin işbirliği geliştiremeyeceklerini açıklıyordu. Rousseau’nun ünlü geyik avı

165
A. Gürbüz, Age., s, 10.
166
C. Geertz, Interpretation of Cultures, Selected Essays, Basic Books, USA, 1973, s,51.
167
Kenneth Waltz (1924-...) uluslararası ilişkilerde Neorealist öğretinin ana figürüdür ve kitabı Theory of
International Politics (1979) Neorealizm’in destekçileri ve eleştirmenleri tarafından hâlâ atıfta bulunulan temel
eser olmaya devam etmektedir. Bu açıdan Waltz, uluslararası ilişkilerin sosyal bilimlerin bir alt disiplini olarak
şekillenmesinde büyük katkıda bulunmuştur. Waltz; tüm eserlerinde, aslında 1954 yılında ilk kez basılan doktora
tezinde (Man, The State and War) ortaya attığı fikirlerden birinin geliştirilmesi üzerine durur: Waltz’a göre,
uluslararası ilişkilerin temel sorusu olan savaşın sebepleri üç farklı analiz düzeyi ve imajın arasındaki ilişki
anlaşılamadan incelenemez: insan doğası, devletlerin iktisadi-siyasi sistemlerinin doğası ve sistemin anarşik
doğası. Ancak Waltz, 1979’da, uluslararası politikanın doğasını bu üç düzey arasındaki ilişkiden ziyade
uluslararası sistemin özerk (anarşik) yapısının belirlediğini söylüyordu. Bu noktada Waltz’a göre Uluslararası
politikanın yapısı iki prensip doğrultusunda incelenebilirdi: İlk prensip devletler arasındaki ilişkiyi tanımlıyordu:
Her devlet kendi yetenekleri doğrultusunda meşru müdafaa ilkesi çerçevesinde örgütleniyordu (self-help
principle). İkinci prensip devletler-arasında yeteneklerin ve gücün eşit dağılmadığını gösteriyordu (distirbution of
the capabilities). Waltz bu ilkeleri gözlemleyerek yapılacak bir inceleme sonucunda uluslararası ilişkilerin bilimsel
bilgisine ulaşılabileceğini, bu nedenle tıpkı fen bilimlerinde olduğu gibi bir Uluslararası ilişkiler kuramından
bahsedilebileceğini iddia ediyordu. Artin Griffiths, “ Kenneth Waltz” Fifty Key Thinkers in International
Relations, Routledge, London- New York, 1999, ss, 46-50.
60
analojisinden168 faydalanan düşünür, zamansız ve kültürler ötesi bir sistem resmediyordu. Bu

sistem içerisinde birbiriyle ilişki kurmak zorunda kalan tüm kültür ve topluluklar zorunlu

olarak birbirlerine rakip oluyor, geliştirdikleri ilişkiden zorunlu olarak fetih, yayılma ve savaş

çıkıyordu.169

Yine de bu sonuca bakarak Waltz’un kimlik bilgisini bütünüyle yadsıdığını söylemek

yanlış olur. Ona göre sistem, uluslararası yapı yani anarşi, devletlerin kimliğini belirler. Realist

ve Neo-realist açıklamaların takipçileri, bu belirlemenin genelde rekâbetin bir sonucu olduğunu

düşünürler. Oysa Waltz; devlet ve yapı, devlet ve devlet arasındaki ilişkinin kendi başına bir

durumu oluşturduğunun farkındadır.

[bir] bütünü kendisini oluşturan parçalara ayırmak, bu parçalara özü


itibariyle birbirinden ayrı muamele etmek, karşılıklı davranışlarının
özel bir anlamı olduğunu yadsımaktır- ki aslında birbirleriyle
karşılıklı girdikleri ilişki onların davranışlarına anlam kazandıran
[unsurdur].170

Waltz’un bahsettiği anlam, konstruktivst ekolün üzerinde durduğu kimlik kavramıdır.

Çünkü kimliğin inşası, iki aşamadan oluşan bir anlam inşa sürecidir. İlk aşamada bireyin kendi

öz benliği (I), bu benliğin niteliği (me) ve bireyin bu benliği yaşayabileceği çevre (home) inşa

edilir.171 İkinci aşama ise ilişkilerin tanımlanma sürecidir, çünkü çevre yalnız başına ilişkileri

ifade etmez. Zaten ilişkinin durumundan kastedilen şey de, yukarıdaki ilk aşamada bahsedilen

inşa süreçlerine benin dışında ötekilerin de katılmasıdır. Ancak, Nandy’nin kolonyalizm

168
Birbirlerini kabaca anlama ve aynı dili konuşma yeteneğine sahip beş çok aç insan bir araya gelir. Her birinin
açlığı bir geyiğin bir parçasını yiyerek yatışabileceği için, geyiği yakalayacak bir tuzak oluşturmak konusunda
işbirliği yapmaya karar verirler. Fakat aynı zamanda avcıların her birinin açlığı tek bir tavşanla da yatışabilecektir.
Tavşanı yakalamak için bir işbirliğine girişmelerine gerek yoktur. Tavşanı yakalamak için işbirliğini ilk bozacak
kişi geyiğin kaçmasına neden olacaktır, ama tavşanı da yakalayacaktır. Yani kişinin kısa sürede gerçekleştirmek
zorunda olduğu çıkarı ve diğerine duyduğu güvensizlik işbirliğinin önüne geçer. K. Waltz, Man, the State and
War, A Theoratical Analysis, Colombia University Press, New York, 1959.
169
N. Inayatullah- D. L. Blaney “Knowing Encounters: Beyond Prochialism in International Relations Theory”
The Return of Culture and Identity ..., s,67.
170
K. Waltz, The Theory of..., s, 75.
171
N. Inayatullah- D. L. Blaney, Agm., s,66.
61
sürecine odaklanarak açıkladığı gibi172 ilişkinin durumluluğu tarihsel ve siyasal bir süreci

anlatır, Waltz’un ima ettiği gibi zamansız ve apolitik bir yapı-aktör ilişkisini değil.

Waltz için, kimliğin iki aşamada inşa edildiği bu süreç yani sosyalizasyon süreci,

aslında sistemdeki farklılık ve çeşitliği azaltmaktadır.173 Bu nedenle Waltz’un bilimsel

anlayışında ilişkinin durumluluğunun, bana ve ötekine kazandırdığı en önemli ve belki de tek

değer; eşitliktir. Bu noktada Waltz’un teorisi güvenlik-güvensizlik ikilemiyle yakından ilgiliydi.

Uluslararası sistem içerisinde eşitlik, bekâ yolundaki mücadeleyi anlamlı kılıyordu.

Egemenlikte eşitlik, yani kendi kimliğini devlet olarak tanıma ve diğer devletlerce de böyle

tanınma uluslararası sistemde bir ideal olarak güvenliğin tek koşuluydu. Kimlik; sistemin

anarşik niteliği karşısında devletlerin takındıkları “egemen” kimlik, ancak bu yapı-devlet,

devlet-devlet ilişkisi içinde anlamlıydı. Fakat bir yönden de negatif olan bir ilişki söz

konusuydu. Şöyle ki: kimlik, güvenlik ideali aracılığıyla kategorik bir durumdan (yani

anarşiden) ilişkinin durumluluğuna (egemenlik ilkesine) geçişi sağlıyor; bu geçiş sırasında

devlet kimliği inşa ediliyordu. Ama bu yolla kurumsal olarak devlet, kendi kimliğini toplumsal

kimliğin (çeşitlilik-farklılık) üzerine de taşıyordu.

Bu negatif etkiden kurtulmak mümkün müydü? Örneğin, devletin bekâsıyla toplumun

bekâsını birbirinden ayıran Kopenhag Okulu, Waltz’un açtığı yoldan giderek iç ve dış (inside

ve outside) sınırın iki tarafı için iki farklı kimlik kavramı ortaya çıkarmış ve egemenliğin

alanını kısıtlamıştı. Devletin bekâsının sembolü egemenlikse, onlar için toplumun bekâsının

sembolü kimlikti.174 Kimlik-güvenlik ilişkisi içinde iki ayrı düzlemin varolduğunu söylemek

çok önemli bir iddia olmakla birlikte, bu düzlemlerin birbirinden ayrılması; uluslararası

sistemde güvenliğin bir ideal, ulusal sistemde de bir koşul haline gelmesi sonucunu

172
A. Nandy, The Intimate Enemy: Loss and Recovery of Self Under Colonialism, Oxford, Oxford University
Press, 1983.
173
K. Waltz, The Theory of..., s,75.
174
O. Waever- Buzan- Kelstrup- Lemaitre, Age. s, 26.
62
doğuruyordu. Bu nedenle uluslararası ilişkilerde kimliğe olumlu bakışı analiz etmek için

Waltz’un bıraktığı noktaya geri dönmek gerekmektedir.

b-Wendt ve Kimlik-Sistem İlişkisi: İlişkinin Pozitif Durumluluğu

Alexander Wendt,175 Waltz’un ötesine geçmek için Waltz’un başladığı noktaya geri

döner: Rousseau’nun geyik avı analojisini alır ve şu soruyu sorar: Bu beş insanı geyiği avlamak

için bir araya getiren neden nedir?176 Açlık veya güçsüzlük tam bir sebep olamaz, çünkü bu beş

kişi birbirlerini anlamak, birbirlerinin dilini öğrenmek gibi, geyik ya da tavşan avıyla

karşılaştırılamayacak çok zor bir süreci göze almışlardır. Onları bu davranışa zorlayan bu

davranışa yükledikleri anlamdır. Bu yüzden, mücadele ve bekâ, dolayısıyla güvenlik (hangi

sistemin-ulusal ya da uluslararası- parçası olursa olsun) ancak bir anlam yapısı olarak

görülebilir. Kimlik, bir anlam biçimi olarak, uluslararası ilişkilerde iç ve dış sınırları kaldırır ve

ilişkinin; sistemi, bireyin özeliklerini, bu arada çıkarı, çatışma ve işbirliği olasılıklarını

belirlemesini sağlar.177

Wendt’e göre kimlik, apriori (önsel), ilişkiden- ilk temastan- önce belirlenmiş,

kurgulanmış bir bilgi değildir, aksine ilk temasın –aktörlerin karşılıklı davranışlarının-

kurguladığı bir bilgidir. Güvenlik ve güvensizliğin bilgisi de, aktörlerin çıkarlarının ne olduğu

175
Alexander Wendt (1958,...) uluslararası ilişkiler kuramı çerçevesinde kendi deyimiyle “meta-teorist” olarak
bilinir. Bu çeşit kuramcılığın amacı tıpkı klasik-ortodoks öğretilerde olduğu gibi uluslararası politikanın
açıklayıcılığını artırmaktır. Fakat klasik öğretilerden farklı olarak, uluslararası sistemin yapısı ve dinamikleri
üzerine odaklanmak yerine şu sorulara cevap arar: uluslararası ilişkiler öğrencileri için ontolojik ve epistemolojik
açıdan meşru ve önemli sorular nelerdir, bunlara nasıl cevap verilebilir. Artin Griffiths, “ Alexander Wendt” Fifty
Key Thinkers..., s, 200. Anthony Giddens’ın sosyoloji kuramı ile Roy Bhaskar’ın bilim felsefesi düşüncesinden
etkilenen Wendt, düşüncelerini “yapılanma kuramı” (structuration) çerçevesinde toplar. Bu noktada klasik – ya da
Adler’in adlandıracağı şekilde- ılımlı Konstraktivizmden ayrılsa da bu düşüncenin en önemli savunucularından
biri olarak adlandırılır. Hatta 1999’da yayınladı Social Theory of International Politics (Cambridge University
Press, Cambridge), 1990’larda Uluslarararası İlişkiler için yeni bir Waltz’un Theory of International Relations’ı
gibi görülür. Maja Zehfuss, Agm., s, 93. Yapılanma kuramına göre uluslararası politikanın aktörleri kendilerini
çevreleyen yapıdan bağımsız olarak var olamazlar ama yapı da aktörlerin kendini yeniden üretmesinden bağımsız
olarak düşünülemez.
176
N. Inayatullah- D.L. Blaney, Agm., s, 70.
177
R.L. Jepperson, A.Wendt, P.J. Katzenstein, “Norms, Identity and Culture in International Security”, The
Culture of National Security: Norms and Identity in World Politics, P. Katzenstein (der.), Colombia University
Press, New York. 1996); A.Wendt, “Anarchy Is What States Make of It: The Social Construction of Power
Politics” International Organization, 46., 1992, s, 397.
63
bilgisi de; bu kimlik bilgisiyle beraber gelir.178 Böylece Wendt güvenlik bilgisini, güvenliğin

bireyin ve diğerinin eylemiyle ilişkili olan yanını, sosyal kimliğin bir parçası haline getirir ve

müşterek kimliklerin (corporate identitites) kurgusundan tamamen ayırır.179

Birbirleriyle ilk defa karşılaşan iki aktör düşünelim -alter ve ego-. Her
ikisi de hayatta kalmak istesin ve bu amacı gerçekleştirecek maddi
imkanlara sahip olsun, ama her ikisinin de güç, zafer ve fethe yönelik
doğal ve tarihi bir dürtüsü bulunmasın, dolayısıyla bu iki aktör
arasında güven ve güvensizliğe yönelik bir geçmiş var olmasın. Bu
şartlar altında aralarındaki ilişkinin olasılığını belirleyecek olan,
kuracakları ilişkinin kendisi yani ne yapacaklarıdır.180

Kısaca iki farklı aktör arasındaki ilişki (örneğin kolonyalizm ya da modernizm; örneğin

ahlâki üstünlük talebi ya da askeri yayılma arzusu); aktörlerin karşılıklı müşterek kimliklerinin

farklılığından (Hintli karşısında İngiliz, Japon karşısında Batılı, Hintli karşısında Japon) daha

çok aktörlerin kimliğini şekillendirir. Bu süreç hem isomorfizmi181 yani kurumsal düzeyde

benzerliği (örneğin millet, devlet, medeniyet olma yetisi ya da tarihsel öykü ortaklığını) hem de

birbiriyle mücadele içinde olan taraflar arasındaki sınırı ifade eder.182 Bu nedenle Wendt için

“tarihi anlatı” önemlidir.183

Ancak, Wendt’in kullandığı tarih anlayışı bir tür çelişkiden doğar. Çünkü Wendt, sosyal

kimliği tanımlarken, adeta zamanın başında meydana gelen, mitolojik bir ilk temastan

178
A.Wendt, “Anarchy Is What States Make of It...”, s, 398.
179
A. Wendt, “Identity and Structural Change ...”, s, 51; Sosyal kimlik de müşterek kimlik de sosyalizasyon
süreçleri içinde oluşur. Simmel’e göre bu temel sosyalizasyon süreçleri, takas, çatışma ve hakimiyettir. Ancak
müşterek kimliğin oluşumunda esas olan “benin” “beni” tanımlamasıyken, sosyal kimliğin oluşumu esnasında
önemli olan “benin” “diğerleriyle” girdiği ilişkide nasıl tanımlandığıdır. Lars E. Cederman-Christopher Daase,
“Endogenising Corporate Identities: The Next Step in Constructivist IR Theory” European Journal of
International Relations, vol.9/1, 2003. Yani sosyal kimlik ilişkiden sonra –ilk temastan sonra- kurgulanır ve aktör
için oynaması beklenen rolü üstlenmesi anlamına gelir. Stefano Guzzini- Anna Leander, “Wendt’s
Constructivism.., s, 86.
180
A.Wendt, “Anarchy Is What States Make of It...”, ss, 404-405.
181
Teo Farrell (1998), “Culture and Military Power” Review of International Studies, British International Studies
Association, 24, s,412.
182
L. E.Cederman-C. Daase, Agm.,s, 11.
183
A. Wendt, “Constructing International Politics” International Security, Vol. 20, No, 1, Summer 1995, s, 77.
64
bahseder.184 Bu ilk temasın somutlanması, kavramsalaştırması çok zor olduğu için, anlatı

esnasında zaman ve uzam bilgisine özellikle ihtiyaç duyulur.185

Bu açıdan, sadece tarih değil coğrafya da önemlidir. Çünkü Georg Simmel’in haritalar

ve sınırların dönüşümü ile ilgili fikirlerini tüm bölgesel oluşumlar için düşünmek mümkündür,

yani karşılaştığımız tüm coğrafi ve tarihsel kurgular toplumsal olarak yapılandırılmış,

kimliklendirilmiştir; hatta kurumsal ve entelektüel aracılar sayesinde kimliklendiricidirler


186
(identifiers). Bu noktada coğrafi alan, yani bölge; sadece sosyalizasyon araçlarının ve

ilişkilerinin (çatışma, takas, hakimiyet) cereyan ettiği pasif bir alan değildir. Daha çok

aktörlerin, coğrafi tanımlamayı ve mevcut ilişki ağlarını kullanarak kendi konumlarını

iyileştirmeye çalıştıkları bölgesel haritaları yeniden ve yeniden yarattıkları187 bir ilişkiler

zeminidir.188

Tarihi ve coğrafi bilgiye verdiği önemin yanında kimliklenme süreci Wendt’de

tamamen sosyal kimliği işaret etmektedir: Psikolojik güvenliği sağlamak için her birey kendi

sosyal çevresindeki önemli figürlerin davranışlarını, inançlarını ve özelliklerini içselleştirmek,

kendisini onunla özdeşleştirmek ihtiyacı duyar.189 Bloom’a göre belirli ve ortak (çevreyle ilgili)

koşulların altında aktörler ortak kimliğe doğru yönelirler ve aynı koşulların sürmesi halinde

paylaştıkları kimliği korumaya ve geliştirmeye çalışırlar. Wendt’in pozitif olarak nitelendirdiği,

ilişkinin durumluluğu budur, çünkü iç ve dış ayrımını ortadan kaldıran, bu anlamda iç ve dış

184
S.C. Pasic, “Culturing International Relations Theory: A Call For Extension” The Return of Culture ..., s, 87.
185
L. E. Cederman- C. Daase, Agm., s,16.
186
Georg Simmel, “The Field of Sociology” The Sociology of Georg Simmel, Kurt H. Wolf (der), Free Press, New
York, 1955, aktaran L.E. Cederman-C.Daase, Agm., s, 18.
187
Bölgesel haritaların kurgu doğası için bkz. Martin W. Lewis- Kären E. Wigen, The Myth of Continents, A
Critique of Metageography, University of California Press, Berkeley, 1997, ss, 13-14.
188
L.E. Cederman-C.Daase, Agm. s,18.
189
A. Gürbüz, Age., s,53.
65
arasında yaşanan güvenlik ikilemine son veren siyasal bir süreç söz konusudur: Bu süreç

içersinde kimlik-çıkar yapıları uluslararası politikanın yapımına katılırlar.190

Sosyal kimlikler başkalarının kaderiyle özdeşleşmek demektir.


Kimliklenme-özdeşleşme negatiften pozitife uzanan, “diğerini”
kimliğin merkezinde bir karşıt olarak görmekten; “diğerini”,
kimliğinin uzantısı başka bir “ben” olarak görmeye uzanan bir süreç
[yaşanır].191

Wendt’in algılamasındaki bu olumluluk düşünüldüğünde M. Zehfuss’un, yazara

yöneltiği eleştirileri anlamakta zorluk çekeriz. Zehfuss, Wendt’in kimlik kurgusunun

karmaşıklığını tam olarak anlayamadığını iddia eder. Zehfuss’un işaret ettiği gibi Wendt için

kimliklenme/kimliklendirme süreci (ego-alter ilişkisi) bir eylem biçimidir. Güvenlik algılaması,

dost-düşman ayrımı, bu sürece içkindir ama güvenlik uygulamaları (örneğin güvenlik

topluluğunun kurgulanması, güvenlik örgütlenmeleri, ittifak arayışları vb.) eylemin bir

yansımasıdır. Değişim de eylem-davranış biçiminde meydana gelen farklılaşmayla açıklanır.192

Oysa Zehfuss’a göre kimliğin kendisi, farklı söylemler (discourses) arasındaki mücadelenin

alanıdır. Bu söylemler, güvenliğin, ya da güvenlik öğelerinin (örneğin savaşın, barışın,

şiddetin) yeniden anlamlandırılması sırasında kullanılan söylemlerin ta kendisidir.193 Bu

yüzden Wendt’in sosyal kimliği (sosyalizasyon süreci içinde ortaya çıkmış kimlik) de,

değişmez- sabit bir kimlik olarak ele alınamaz,194 güvenlik idealiyle beraber kurguya katılan

normatif söylemler arasındaki mücadele, her zaman yeni olasılıkları ve yeni anlatıları işaret

eder.

190
A.Wendt, “Anarchy Is What States Make of It...”, s, 401.
191
A. Wendt, “ Identity and Structural Change..., s,52.
192
M. Zehfuss, Agm., s, 100.
193
Zehfuss’un verdiği örnek, Federal Almanya’nın Soğuk Savaş’ın hemen sonrasında yaşanan sınır ötesi askeri
operasyonlara katılımı nasıl meşrulaştırdığını göstermektedir. Bu noktada özellikle sonra değineceğimiz
Japonya’nın remilitarizasyonu tartışmalarıyla benzerlik taşıyan yeni bir kimliklenme/kimliklendirme, yeni bir
kimlik-güvenlik hikayesinin kurgulanması süreci söz konusudur: Ayrıntı için bkz. Agm., ss, 104-115.
194
Agm., s, 112.
66
Bu gelinen noktada şu iddia edilebilir: uluslararası ilişkilerde kimlik kavramı hem

eşitliği hem de farklılığı anlatmak için kullanılmaktaydı yani uluslararası ilişkilerde aktörlerin

önündeki güvenliğin sağlanması için başvurdukları eylem/uygulama alanı, kimlik üzerinden

genişletiliyor ve meşrulaştırılıyordu. Bu iddia güvenlik kimlik ilişkisini kurgulayan

yaklaşımların başlangıç noktasıydı:

ii- Güvenlik-Kimlik İlişkisini Kurgulayan Yaklaşımlar: Anlatının Açıklanması

a)- Kopenhag Okulu

B. Buzan ve Ole Waever’in öncülüğünü yaptığı Kopenhag Okulu195, güvenlik ve kimlik

ilişkisini; “güvenliğin konusu haline getirme” (securitization) kuramına dayamıştı. Bu kurama

göre güvenlik objektif bir koşul değil, özel toplumsal bir sürecin sonucuydu. Sürecin kendisi

evrensel olmakla beraber, sonuçları sosyal ve siyasaldı:

Öyleyse güvenlik nedir? ...Güvenlik bir söz eylemidir. ...daha gerçek


bir şey değildir, kendi başına bir eylemdir. [Güvenliğin] adı
dillendirilerek, bir şeyler gerçekleştirilir.196

Güvenlik gündeminin genişlemesi ve derinleşmesine bağlı olarak Kopenhag Okulu,

güvenliğin farklı tehdit algılarını kullanan, farklı düzeylerde kurgulandığını iddia ederek, her

195
Kopenhag Okulu dediğimizde bugün B. Buzan’ın, “People, States and Fear”ında geliştirdiği güvenliğe sektörel
yaklaşımla, Ole Waever’in “güvenli hale getirme” (securitization) yaklaşımları anlaşılmaktadır. Adını Hakan
Wilberg başkanlığında kurulan Kopenhag Barış Araştırmaları Enstitüsü’nde (Copenhagen Peace Research Institute
- COPRI) sürdürülen çalışmalardan alır. Ayrıntı için bkz. Olav. F. Knudsen, “Post-Copenhagen Security Studies:
Desecuritizing Securitization, Security Dialogue, Vol. 32-3, 2001, ss, 359-260; Nils Petter Gleditsch, “Peace
Reseaech and International Relations in Scandinavia” Contemporary Security Analysis and Copenhagen Peace
Research, S. Guzzini- Dietrich Jung (der.), Routledge, London, 2004, ss, 15-25. Buzan- Waever-de Wilde, kendi
yaklaşımlarını ayrı bir ekol olarak değil, radikal Konstraktivizm olarak adlandırırlar. B. Buzan, Waever, de Wilde,
Security: A New Framework for Analysis, Boulder Co. Lynne Rienner, 1998, s, 204. Bu konuda ayrıca bakınız; M.
C. Williams , “Words, Images, Enemies: Securitization and International Politics”, International Studies
Quarterly, 47, 2003, s, 512. Kopenhag Okulu’nun yaptığı “güvenlik çalışmaları” şu sorulara odaklanır: a)- Kim,
hangi konuyu, kim için güvenliğin bir konusu haline getiriyor? b)- Niçin? c)-Hangi koşullarda sorun güvenlik
meselesi olarak tanımlanıyor yani “güvenliğin konusu haline getirme” projesi hangi koşullarda başarılı oluyor.
Steve Smith, “The Contested Concept of Security” The Concept of Security Before and After September 11,
Institute of Defence and Strategic Studies, May 2002, s, 3.
196
O. Waever, “Securitization and De-securitization” On Security..., s,55.
67
bir düzey için farklı bir güvenlik tanımlaması gerektiği üzerinde durmuşdu.197 Her bir düzey

için farklı meselleleri, “güvenliğin konusu haline getiren” söylem/eylem ve bu güvenlik

gündemini ortaya koyan aktör tanımlanabilirdi. Elbette, bu farklılaşmaya rağmen “güvenliğin

konusu haline getirme” süreci aynı hattı izliyor, toplumsal olarak etkili olabilecek iddiaların,

devlet ve elitler tarafından198 ortaya atılmasına dayanıyordu .199

Kopenhag Okulu’nun Realist kurama yönelik eleştirisi, Buzan’ın kimlik olgusunu

uluslararası sistem ve uluslararası toplum ayrımını sağlamak için kullandığı dikkate alınmadan

değerlendirilemez: Buzan’a göre sistem toplumdan önce gelen, toplumun önkoşuluydu.200

Toplum ise sistemde gelişen ilişkinin doğal bir sonucu –diğerini/ötekini hesaba katarak hareket

etmenin- doğal bir sonucu olarak ortaya çıkacaktı. Buzan ortak bir kültür paylaşımından

bahsetmeden, Nandy tarafından dillendirilen diyalog fikrine201 ulaşıyordu. Ancak bu diyalog

ahlaki, iktisadi veya siyasal bir niteliğe haiz değildi. Tamamen fonksiyonel bir arzunun, düzen

arzusunun, yani ortak çıkarın bir sonucuydu. Buzan böylece Waltz’un cevap vermekten imtina

ettiği sorulara cevap veriyor; Wendt’in tanımladığı işbirliğinin gerçekleştiği anarşi

(cooperative anarchy) ortamına ulaşıyordu.

Sistem olmadan (yani güvenlik isteği gerektirecek anarşik düzen olmadan) ortak bir

kimliğin (yani toplumun) yaratılması imkansızdı. Waltz gibi Buzan da ilişkinin negatif

durumluluğundan bahsediyordu. Uluslararası sistemin uluslararası topluma dönüşmesinin

197
B. Buzan, Waever, de Wilde, Age., ss, 27-29: Bu çalışma Buzan’ın 1986 getirdiği beş düzey fikrine dayanır:
Buna göre güvenlik, askeri, iktisadi, siyasi, toplumsal ve ekolojik düzeylerde ayrı ayrı kurgulanırlar.
198
O. Waever (1995), “Securitization and De-securitization” On Security..., s,54.
199
B. Buzan, Waever, de Wilde, Age., s,32.
200
B. Buzan- R. Little, International Systems in World History, Oxford University Press, London, 2000.
201
Nandy kimliklenme sürecinin iki aktor arasındaki mitolojik bir ilk temastan ziyade tarihsel bir dönüm
noktasından itibaren nasıl bir diyalog içerisinde gerçekleştiğini Hindistan örneği üzerinden açıklar. A. Nandy,
Age., özellikle II. Bölüm, ss, 64-113.
68
mantığı sistemin kendisinin dayandığı, egemen eşitlikti.202 Egemen eşitlik ilkesi, uluslararası

alanda devlet olmayı (yani Waever-Buzan’ın askeri güvenlik ilkesini) anlatıyordu, ama elbette

ulusal alanda egemen eşitliğin garantisi olarak kimliğin güvenliği sağlanmalıydı. Kopenhag

Okulu politizasyon üzerinde duruyordu, ama çalışmanın bütününe bakınca kimlik “toplumsal

güvenliğin” ifadesi olarak ulusal kültüre indirgeniyordu.203 Kısaca, uluslararası alanda sağlanan

çoğulcu ilişki, toplumsal güvenlik alanında politik bir karara dönüşüyordu:

Güvenliğin konusu haline getirme, günlük politikanın askıya alınma


ve kuralları aşıp geçme kararlılığını gösterir. [Siyasal] karar, bu
siyasasının kendisi olabileceği gibi, başarılı veya başarısız
bir...eyleminin ifadesi ya da bir tehdit durumunda tehdit edileni
korumak için harekete geçmeye hazır siyasal ve kitlesel bir mücadele
çağrısıdır.204

Kopenhag Okulu, toplumsal güvenliği ve kimliği; kültürel bir proje olarak düşünse de

güvenliğin çoğul anlamına değinmesi nedeniyle kendisinden sonra gelen güvenlik çalışmalarını

etkiledi. Çünkü devlet güvenliğinin ve toplumsal güvenliğin birbirinden ayrılması ile yeni

tehdit algıları, örneğin göç ve bölgesel entegrasyon projeleri güvenlik gündeminin konusu

haline geldi. Michael Williams, bu yeni tehdit algılamalarıyla genişleyen güvenlik gündeminin

aslında yeni dost-düşman tanımlamalarını beraberinde getirereceğini düşünüyordu. Düşman ve

dost tanımlamaları normatif olmaktan ziyade siyasaldı205 ve temel “güvenlik konusu haline

getirme” projeleri farklı düzeylerden topladıkları bu imajları yansıtan anlatılardı.206

Dolayısıyla Ceederman, Daase ve Nandy’nin üzerinde durduğu uzamsal boyut, güvenlik

ve kimlik arasındaki bağın koşulluluğu, Kopenhag Okulu’nun da kabul ettiği bir gerçekti.

202
B. Buzan- R. Little, International Systems ...s, 345.
203
O. Waever , “Securitization and De-securitization” On Security..., s, 66. Waever için, nasıl devlet güvenliğinin
kriteri egemenliğin korunmasıysa, toplumsal güvenliğin amacı da kimliğin korunmasıydı. Bekâ nihai amaçtı ama
devlet ve toplum düzeylerinde farklı değerlerle kriterlerin bekâsı gözetiliyordu. Buzan- Waever and de Wilde,
kimlikleri objektif/incelenebilir hale getirdiklerini iddia ediyorlardı. B. Buzan, Waever, de Wilde, Age. s, 205.
204
O. Waever , “Securitization and De-securitization” On Security..., s,55.
205
M. C. Williams , “Words, Images, Enemies:...” s, 517. Williams için düşman-dost ayrımı kimlik için en temel
ayrım olan öteki-ben ayrımına işaret eder.
206
B. Buzan, Waever, de Wilde, Age. s, 188.
69
Ancak Kopenhag Okulu normatif eylemin alanını sembolik ve retorik sürece indirgeyerek,

kimliklendiricilerden ziyade, kimliklenenleri kendi teorilerinin odak noktası olarak aldı:

Başarılı bir güvenlik siyasası, bu siyasayı yürüten tarafından değil, bu


retoriği algılayan dinleyici tarafından belirlenir: Acaba dinleyici
gerçekten duyduklarını ortak değerlerin bir yansıması olarak kabul
edecek midir?...[Bu soru sorulduğu müddetçe] güvenlik ne nesnenin
ne de öznenin bir özelliğidir, öznelerin arasında [ilişkiden doğan] bir
özelliktir.207

Kopenhag Okulu’nun bu tanımlamasıyla güvenlik; kimliğin eyleme açık, kimlikteki

dönüşümleri gösteren yönü haline gelir. Ancak dönüşümün yaşanacağı bir ilk temas anından

ziyade sürekli temastan doğan sürekli farklılaşma söz konusuydu. Bu yüzden Kopenhag Okulu

için güvenliğin kültürel tanımlamaları rasyonel olmakla beraber, bu tanımlamaları rasyonel

yapan mekanın sınırlı doğasını aşan bir üst süreç, örneğin modernizm algılaması, her zaman

meşru olarak görülüyordu.208

Zaten bu algılama nedeniyle, devlet güvenliğinin ve toplumsal güvenliğin uyuşacağı bir

proje olabilir mi sorusuna Waever’in verdiği yanıt Avrupa’dır: “...bir söz edimi olarak güvenlik

bugün Avrupa [bölgesel entegrasyon projesi] için bir araçtır.”209 Waever, bu yanıtı

verebiliyordu çünkü Avrupa siyasasında rol alan elitler ve dinleyiciler, ona göre Avrupa

kimliğinin hayali/kurgulanmış vizyonunu Avrupa’ya yöneltilmiş tehditleri (parçalanma- kopuş

ya da balkanlaşma) ve güvenlik idealini (henüz yaratılmamış olan toplumsal düzen)

tanımlamada son derece başarıyla kullanmışlardı. Bunun sonucunda Avrupada gerçekleşen

bölgesel entegrasyon projesi güvenlik idealine ulaşmak için siyasal eylem alanı olarak

kurgulandı ve başlı başına “güvenliğin konusu haline” geldi.210

207
Age. s, 31.
208
M. C. Williams , “Words, Images, Enemies:..” ss, 524-529.
209
O. Waever , “Securitization and De-securitization” On Security..., s,74; bu konuda ayrıca bkz; O. Waever,
“Insecurity, Security and Asecurity in the Western European Non-War Community” Security Communities,
Emanuel Adler- Michael Barnett (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1998, ss, 69-118.
210
O. Waever , “Securitization and De-securitization” On Security..., ss, 71-76.
70
Diğer bölgesel güvenlik projeleriyle- bu arada Asya’daki güvenlik projeleriyle-

karşılaştırıldığında211 Avrupa projesi entegrasyon aracılığıyla, AB projesinin

desecuritization’unu (güvenliğin konusu olmaktan çıkışını) sağlamak üzereydi çünkü;

[Avrupa’nın]...önemli ülkelerinin her biri; kendi devleti, ulusu ve


[kendi] Avrupasıyla ilgili, kendisinin siyasal düşünce tarihinden
beslenen bir anlatıya sahipti...Ve bu çoğul, farklı Avrupalar
[mücadele içerisinde rakiptiler ama] birbirlerini tamamlıyorlardı. 212

Bu yaklaşımda önem kazanan nokta şuydu: güvenlik hem kimliklendiricinin (Avrupa

devlet ve elitleri) hem kimliklenenin (Avrupa halkları, toplumları, bireyi) bir özelliği haline

gelmişti ama bu özellik, Avrupalının; Avrupa tarihini, siyasal gelişimini, coğrafi konımunu

bellirli anlatılar içerisinde kullanarak bugünkü eylem alanında kazandığı bir özellikti. Tarihi ve

toplumsal sürecin özgünlüğünün altının çizilmesi güvenlik-kimlik ilişkisi içerinde sağlanıyor,

bunu becerebilme yetisine dayandırılan bir çeşit kimlikler hiyerarşisi (Batı’yı değilse bile

Avrupa’yı üste taşıyan) oluşturuluyordu. Zaten Eleştirel Okul, bu hiyerarşiyi “bilinç” ve

“vicdan” düzeyinde meşrulaştıracaktı.

b)- Eleştirel Okul:

Eleştirel Güvenlik Çalışmaları, Eleştirel Kuram (Frankfurt Okulu) ve uluslararası

ilişkiler disiplini içerisindeki eleştirel düşünceden beslenmiştir.213 Bu yönelim iki temel ilkeye

dayanır:

1)- Eleştirel düşünceyi benimseyen araştırmacılar; kuram ve uygulamanın, düşünce ve

eylemin birbirlerinden farklı alanlar olmadıklarına inanırlar.214 Geleneksel bilim felsefesini ve

211
Özellikle bkz., B. Buzan, People, states and Fear..., ss, 186-226; B. Buzan- O. Waever, Regions and Powers...,
ss, 40-87.
212
O. Waever, “Insecurity, Security and Asecurity...” s, 95. (vurgu bana ait).
213
Ayrıntı için bkz: R. W. Jones, Age., ss, 9-91.
214
P. Bilgin, “Security Studies, Theory/Practice”, Cambridge Review of International Affairs, Vol XII, No 2,
Spring-Summer 1999, ss, 31-42.
71
dayandığı Newtoncu anlayışı kıyasıya eleştiriler.215 Newton fiziği, özne-nesne; gözlemleyen-

gözlemlenen arasındaki katı ayrıma dayanır. Oysa Eleştirel Okul; gözlemin gözlemlenen olgu

ya da davranış üzerinde etkili olduğu fikrinden yola çıkar. Bu nedenle de hem tüm güvenlik

çalışmalarının sadece belli bir amaç ya da belli bir durum için kurgulandığını düşünür,216 hem

de, bu çalışmaların kendi başlarına farklı normatif değerlerin temsilcisi olduklarını söyler.217

Dolayısıyla, kuramların toplumsal gerçekleri inşa etme gücüne duyduğu inanç nedeniyle

Eleştirel Okul, Konstraktivizm ve Kopenhag Okulu gibi, toplumsallığın, güvenlik kurgusu

üzerindeki etkisini kabul eder.218

2)-Eleştirel Güvenlik Çalışmaları, devletler arasındaki ilişkileri düzenlemeye yönelik

uluslararası reform çabalarını birer iyileştirme ya da ilerleme olarak addedmez.219 Önemli olan,

güvenliğin gerçek amacına yönelik değişimi açıklamak, hatta değişimi sağlamaktır. Robert

Cox, bu noktada Eleştirel güvenlik çalışmalarını sürdüren araştırmacıların görevini şöyle

tanımlıyordu: “alternatif düzenin [kurulması için] stratejik eyleme kılavuzluk etmek”.220

Kimi zaman bir şemsiye düşünce ve araştırma alanı olarak görülen Eleştirel Güvenlik

Çalışmaları, gevşekçe örgütlenmiş iki farklı grup etrafında gelişmiştir221: 1)- İlk grup Keith

Krause ve Michael Williams’ın derlediği kitap (Critical Security Studies, 1997) bünyesinde

toplanan, geleneksel güvenlik anlayışı ve çalışmalarına yöneltilen eleştirileri kapsar. Bu

eleştirilerin çerçevesini Krause ve Williams’ın daha önce kaleme almış olduğu güvenlik

215
R. W. Jones, Age., s, 101.
216
Soğuk Savaş durumuyla ilgili güvenliğin ve tehdidin kurgulanışı için örneğin bkz. Mary Kaldor, The Imaginary
War: Understanding the East-West Conflict, Blackwell, Oxford, 1990.
217
P. Bilgin, “Security Studies,...,” s, 33.
218
K. Krause- M.C. Williams, “Broadening the Agenda of Security: Politics and Methods” Mershon International
Studies Review, vol 40, No 2, October 1996, ss, 242.
219
M. Griffiths, “Radical/Critical Theory” Fifty Key..., s, 107.
220
R. W. Jones, Age., s, 151. K. Booth’un benzer fikirleri için bkz: K. Booth, “Security and Self...” s, 114.
221
S. Smith, “ The Contested Concept of....”, s, 4.
72
gündeminin genişlemesi ve derinleştirilmesiyle ilgili tartışmalar oluşturur.222 2)- İkinci grup,

Galler Ekolü (Welsh School) olarak bilinir. Galler Okulu’nun asıl ilgi alanı, Eleştirel Güvenlik

Çalışmalarının konusunun ne olduğudur: Bu soruya verilecek yanıtı, Galler Ekolü’nün

temsilcilerinden- Booth şu şekilde özetler: “güvenlik, topluluk ve özgürleşme”.223

“Özgürleşme”, Booth’a göre coğrafi ve tarihi tüm özgürlük mücadelelerini ( kolonilerin

bağımsızlık hareketlerini, gençlerin, kadınların, proleteryanın, her türlü ayrımcılığa karşı

düşüncenin özgürlük mücadelesiyle, bugünün kuzey dünyasının geliştirdiği ulusal güvenlik ve

fakir güneyin ürettiği bütüncül güvenlik anlayışını) içeriyordu.224 Bu nedenle insan özgürlüğü,

batılılaşma ile özdeşleştirilmiyor, özgürleşmenin yani siyasal projenin çizdiği hat

doğrultusunda kimlik ve kültürün güvenliğin kurgulanmasındaki rolü kabul ediliyordu:

“...Farklı kültürlerden... farklı insanlar [özgürleşme] fikrine farklı anlamlar yüklerler.”225

Öyleyse Eleştirel Okul için özgürleşme fikri yani güvenlik, “durumluluğunu” ifade eden bir

“hal”dir. Bu hali daha iyi anlayabilmek adına, “[analiz düzeyimizi] devlet düzeyinden...

bölgesel yapılanmalara doğru yukarı ve yerel topluluklara doğru aşağı kaydırmamız, yani “ben

kimim” sorusuna cevap vermek için XIX. yüzyılda hakim olan kimlik kavramından

uzaklaşmamız gerekmektedir.”226

Fakat, toplumsal/kültürel, kimlikle ilişkili bu hal aynı zamanda “somut ütopyalarla”

bağlantılıdır.227 Ütopya ve güvenlik arasında kurulan bu bağ nedeniyle eleştirel düşünürler için

güvenliğin kurgulanışının sadece toplumsal olduğunu söylemek yetmez, güvenliği

222
K. Krause- M.C. Williams, “Broadening the Agenda of ...”, ss, 229-254.
223
K. Booth, “ Realities of Security...”, s, 5.
224
K. Booth, “Security and Emancipation...”, ss, 321-322.
225
P. Bilgin- K. Booth- R.W. Jones, Agm. s, 153.
226
K. Booth- P. Vale, “Critical Security Studies and Regional Insecurity: The Case of Souther Africa”, Critical
Security Studies..., s, 352.
227
Agm., s, 154.
73
kurgulayanların siyaset yapıcılardan çok, “toplumsal hareketler ve entellektüeller”228 olduğunu

kabul etmek gerekir.229

Eleştirel Okul, Gramsci’nin organik aydınını, başka bir ad altında (özel aydınlar-

specific intellectuals) tanımlayan Foucault’yu izler.230 Güvenliğin kurgulanışında

entelektüellerin ve toplumsal hareketlerin, “özel bilgilerini” kullanarak mevcut toplumsal

hakikâti sorgulayacaklarına;231 bu sorgulamayla da “yeni bir hakikâtin” , “yeni bir güvenlik

anlayışının” ortaya çıkacağına inanır. İşte tam bu nokta da Eleştirel Okul, Üçüncü Dünyacı

yaklaşımın eleştirilerine hedef olur.232

Mohammed Ayyob, geleneksel güvenlik anlayışının sorgulanması esnasında, güvenliğin

öznesi olarak devlet yerine bireyi koyabilmek adına bölgesel ve yerel toplumsal oluşumların

bilgisinin, kültür ve kimlik tartışmalarıyla beraber, aydınlar tarafından kullanıldığının

farkındaydı. İtirazı, ancak Batılı aydınların bu kullanım özgürlüğünden faydalanabileceklerinin

gözden kaçırılmasından kaynaklanıyordu. Bu gerçekliğin gözden kaçırılması ise, Ayoob’a göre,

“güvenliğin geleneksel algılamasının ve devlet kimliğinin” sağladığı eşitliğin, kimlik eliyle

uluslararası ilişkilere hakim olan eşitsizliğe233 dönüştürülmesi anlamına geliyordu.

228
Eleştirel Okulun, entellektüellere duyduğu inanç, “özgürleşme” fikrini de ödünç aldıkları Gramsci’den gelir.
Gramsci aydının toplumsal bir işlevi olduğunu söyler: Geleneksel aydınlar, kendilerini tüm sınıf çatışmalarının
üstünde, otonom düşünürler olarak tanımlar, böylece toplumdaki hakim hegamonik anlayışın üretilmenise katkıda
bulunurlar. Organik aydınlar ise, ait oldukları sınıfın çıkar ve inançlarını örgütler ve dillendirirler. Bu şekilde
karşı-hegomonyanın üretilmesini sağlayarak, topluma hakim söylem ve etkileşim biçimlerini yıkarlar.
Gramsci’den (Selection from the Prison Notebooks; Lawrence and Wishard, London, 1971) aktaran R. W. Jones,
Age., ss, 153-155.
229
P. Bilgin, “Review Essay: Theory/Practice in Critical Approaches to Security: An Opening for Dialogue?”
International Politics, vol. 38, June 2001, s, 278.s
230
M. Foucault, Power/Knowledge: Selected Interviews and Other Writings, 1972-1977, Colin Gordon (der.),
Colin Gordon-Leo Marshal-John Mepham-Kate Soper (çev.), Harvester, Brington, 1980, s, 132.
231
R. W. Jones, Age., s, 160.
232
M. Ayoob, “Defining Security: A Subaltern Realist Perspective” Critical Security Studies..., ss, 126-127.
233
M. Ayoob, “Inequality and Theorising in International Relations: The Case for Subaltern Realism”,
International Studies Association, 2002, ss, 27-48; M. Ayoob, The Third World Security Predicament: State
Making, regional Conflict and International System, Boulder Co, Lynne Reiner, 1995, s, 11.
74
c- Üçüncü Dünyacı Yaklaşım

Aslında Üçüncü Dünyacı Yaklaşım da, pozitivizme dayalı geleneksel güvenlik yazınını

eleştiriyordu. Tarak Barkawi ve Mark Laffey’e göre, hakim güvenlik yazını, büyük devletler

arasındaki reabeti açıklamak için kurgulanmıştı ve bu nedenle Üçüncü Dünya,234 güvenlik

kurgusunu etkilemeyen bir faktör olarak dışarıda bırakılmıştı. Zaman zaman bu kurgunun içine

sürüklendiğinde bu bir tür “istisna- abnormalite” olarak değerlendirilmişti.235 Bu yüzden

Avrupa-merkezci yaklaşıma alternatif bir görüş geliştirmeye çalışan araştırmacılar, Eleştirel

Kuram ya da Konstraktivizmden yola çıksalar da Üçüncü Dünyacı yaklaşıma meyil ettiler.

Caroline Thomas, Mohammed Ayoob, Brian Job, Yezid Sayigh, Edward Azar, Chung

in Moon236 gibi isimler, soğuk savaş dönemi hakim olan güvenlik yazınının Üçüncü Dünya’da

devletlerin karşı karşıya olduğu tehditleri açıklamaktan çok uzak olduğu düşüncesinden yola

çıkıyorlardı çünkü tıpkı Eleştirel Kuram gibi, onlara göre de güvenlik ve tehdit kavramları

belirli bir toplumsallığa içkindi. Daha da önemlisi Üçüncü Dünya’da devletler (örneğin Çin,

234
Üçüncü Dünya tanımlaması Antlantik merkezli coğrafi algılamalara dayanmakla birlikte (bkz. M. W. Lewis-
K.E. Wigen, Age., ss, 3-6.) aslında iktisadi, siyasi ve toplumsal bir kurgudur: Güney’in (Asya-Afrika ve Latin
Amerika) fakir, gelişmemiş, ve zayıf devletlerini anlatmak için kullanılır. Coğrafi sınırları esnek bir tanımlamadır
çünkü daha çok merkezden uzak çevre alanın paylaştığı tarihi bir mirası anlatır: işgal, hakimiyet altına girme ve
koloni haline gelme. Bu tarihi miras nedeniyle, örneğin S. D. Muni’ye göre, “Üçüncü Dünya ülkeleri koloni öncesi
gelişim ve kolonileşmenin getirdiği travma anlaşılarak değerlendirilen” kültürel ve siyasi bir kategoridir. Ayrıntı
için bkz. M. Ayoob, The Third World Security Predicament:..., ss, 12-16.
235
Tarak Barkawi- Mark Laffey, “The Postcolonial Moment in Security Studies” Review of International Studies,
vol. 32, 2006, ss, 333-344.
236
Örneğin bkz., C. Thomas, “Southern Instability, Security and Western Concepts- On An Unhappy Marriage
and the Need for Divorce” The State and Instability in the South, C. Thomas- P. Saravanamuttu (der.), Macmillan,
London, 1989; C. Thomas, “New Directions in Thinking About ecurity in the Third World”, New Thinking about
Strategy and International Security, K. Booth (der.), Harper Collins, 1991; C. Thomas, Global Governance,
Development and Human Security: The Challange of Poverty and Inequality, Pluto Press, London, 2000; M.
Ayyob, “Security in the Third World: The Worm about the Turn?” International Affairs, 60/1, Winter 1983-1984,
ss, 41-51; M. Ayoob, “The Third World in the system of States: Acute Schizophrenia or Growing Pains?”
International Studies Quarterly, 33, 1989, ss, 67-79; M. Ayoob, “The Security Problematic of Third World”
World Politics, 43/2, January 1991; M. Ayoob, The Third World Security Predicament:....; B. L. Job (der.), The
Insecurity Dilemma: National Security of the Third World States, Lynne Reinner, Boulder, 1992; Y. Sayigh,
“Confronting the 1990s: Security in the eveloping Countries” Adelphi Papers, No. 251, 1990; Edward Azar-
Chung in Moon (der.), National Security in the Third World, Aldershot, 1988.
75
Hindistan, Brezilya...) ne kadar güçlü olursa olsun, güvenlik kavramını yeniden kurgularken

güvenlikten çok, güvensizliğin ve tehlikenin kurgusu üzerinde duruyorlardı.237

Dolayısıyla araştırmacı için, batı güvenlik literatürünün getirisi olan, hedefi ister devlet

güvenliği, ister toplumsal güvenlik, isterse de birey özgürlüğü olsun, “evrensel bir güvenlik

algılamasına” ulaşmak yetersizdi. Çünkü bu “evrensel” güvenlik kavramı, Batı

toplumlarının/devletlerinin geçirdiği tarihsel ontolojik süreçten yola çıkarak kurgulanmış,

hayali bir kavramdı.

Üçüncü Dünyacı Yaklaşıma göre, “hayali güvenlik kurgusu” (imagined security), üç

özelliğe dayanmaktadır:

1)- Tehdidin dışsallığı: Ayoob’un çalışmalarında, batılı toplumlarca kurgulanan ve

süreç içerisinde evrenselleşen güvenlik kurgusu modern devletin gücünün sağlamlaşmasına

dayanır.238 Westphalia sistemi, batılı devletin ortaya çıkışını açıklar. Yurttaşın sadakat sorunu

(en azından devletin kendi varlığını tehlikeye düşürmeyecek ölçüde) çözülmüştür. Böylece

batılı devletin güvenlik sorununu; dıştan, diğer devletlerden gelebilecek tehditler oluşturur.

2)- Sistemsel güvenlik anlayışıyla bağlantılı ulusal güvenlik kurgusu: Ayoob’a göre,

yurttaş sorununu çözmüş batılı devletin, XVI. yüzyılda yaşanan askeri devrimlerin bir sonucu

olarak güç ve egemenlik anlayışıyla beraber ortaya çıkışı; toprak ve daha fazla güç talebini

beraberinde getirir. Sonuç kaçınılmaz olarak savaştır.239 Savaş, devletin güç kullanımını

237
M. Ayoob, The Third World Security Predicament:...., s, 16; Job’un benzer fikirleri için bkz P. Bilgin, Regional
Security..., s, 40.
238
K. Krause, “Theorizing Security, State Formation and the ‘Third World’ in the Post- Cold War World” Review
of International Studies, vol. 24, 1998, s, 128.
239
Clausewitz’in, Morghentau’nun Realizmin temelini oluşturan benzer görüşlerine bir tarihçi perspektifinden
yapılan katkı için bkz, Charles Tilly, The Formation of Nation States in Western Europe, Princeton, NJ, 1975.
Tilly modern batılı devletin yükselişiyle ilgili olarak, artık sloganlaşmış şu.düşüncesini ifade eder; “devletleri
savaş yaratmıştır. Batı Avrupa’da devletin ortaya çıkmasının en temel sebebi savaşa hazırlık, ve bilfiil
savaşmaktır.” C. Tilly, “War-making and State-making as Organized Crime” Peter Evans, Dietrich Rueschemeyer
ve Theda Skocpol (der.), Bringing The State Back In, Cambridge University Press, Cambridge, 1985, aktaran, K.
Krause, Agm., ss, 130-131.
76
tekelleştirmesini ve yurttaşlarının sadakatini garantilemesini sağlar. Sonuç olarak Batı’da

devletin varlığı kadar güvenliği de, devletler sisteminin etkisinin, yani yaşanan savaşların bir

neticesidir.

3)- Soğuk Savaş dönemi iki kutuplu ittifak paradigmalarına bağlılık: Yukarıdaki

güvenlik kurgusu içerisinde kimlik, artık sadece, dışsal tehditlerin bir parçası halindedir. İki

kutuplu sistemdeki ideolojik tehdit bu yüzden kimlik güvenlik ilişkisinin bir yansımasıdır.

Oysa, Üçüncü Dünya’da XVI.yüzyılla eş zamanlı olarak ne bir askeri devrim ne de

Westphalia sistemine benzer bir düzenleme ortaya çıkmıştır. Kolonyalizm nedeniyle Üçüncü

Dünya, XVI.yüzyıldaki siyasal yapının sonuçlarını da tecrübe edememiştir.240 Üçüncü

Dünya’da devlet, post-kolonyal dönemde, XX.yy gibi devlet sisteminin toprak bütünlüğü,

ulusal egemenlik gibi normlarla şekillendiği bir dönemde ortaya çıkmıştır.241 Bu yüzden,

Üçüncü Dünya diye adlandırdığımız alanda- Asya, Afrika ve Latin Amerika’da- kimlik-

güvenlik arasında Avrupa da olduğu gibi devlet ve sistem üzerinden bir bağ kurmak mümkün

değildir.

Aslında 1980’lerde ortaya çıkan eleştirilerden çok da farklı olmayan Ayoob’un

eleştirileri kimlik-güvenlik ilişkisine geçişte önem taşır, çünkü Ayoob’un Üçüncü Dünya

güvenlik kurgusu, Eleştirel Kuramdan farklı olarak realist paradigmanın içindedir. Bu

paradigma içerisinde batılı güvenlik anlayışının realist projeye hizmeti tartışılmaz. Yani,

alternatif olarak gerçekleşen Üçüncü Dünyacı güvenlik çalışmasının amacı güvenliğin

içeriğinin alternatif olarak kurgulanması değildir. Ayoob çok açık ifade eder: günümüzün

Antlantik-Avrupa alanının güvende olması, bu alanda olgun (devlet olma gereklerini yerine

getirebilen) devletlerin varlığı yüzündendir. Batı toplumsal yaşamı, modern devletin ortaya

çıkması için geçen uzun zamana ve dökülen onca kana şahit olmuştur. Oysa Üçüncü Dünya

240
M. Ayoob, The Third World Security Predicament.., s, 93.
241
Age., s,32.
77
devletlerinin ne zamanı ne de kan dökme lüksü vardır. Denilebilir ki bu alan “modenizmin

kurbanıdır.”242 Bu nedenle Üçüncü Dünya hem devlet içinde süregiden hem de bölgesel

düzeyde uzak-yakın komşular arasında cereyan eden mücadele ve rekabete, yani

“güvensizliğin” kurgusuna şahit olacaktır.

Ayoob’un olumsuz bir yaklaşımla altını çizdiği; evrensel paradigmanın değişik, farklı,

yerel ifadelerinin olduğudur; Batılı, Üçüncü Dünyalı vb. Bu noktada artık, kimliğin doğal bir

nitelik mi yoksa bir siyasal proje mi olduğu çok önemli değildir; kimlik hem tarihsel-coğrafi

perspektifinden dolayı doğal, hem de güvenlik kurgusu ve devlet kurgusu arasındaki evrensel

bağdan dolayı politik bir projedir.

Elbette Ayoob’un tarihsel determinizmi, devlet ve güvenlik arasında kurduğu bağ

eleştirilebilir. Ancak bu, Üçüncü Dünyacı çalışmaların önemini azaltmaz. Çünkü bu çalışmalar

şu noktaların altını çizer: i-Güvenlik tarihsel olarak kurgulanır- belli bir tarihsel dönemde var

olduğu iddia edilen belli bir kimlik, güvenlik kurgusunu etkiler- ; ii-bu kurgu güvenlik

mekanizmalarını (devleti ve devlet üstü, bölgesel güvenlik yapılarını) etkiler. Kimlik, güvenlik

olgusuna bağlı siyasal bir proje olarak yeniden üretilir; iii- Batı dışı siyasal alanda kolonizasyon

ve post-kolonizasyon dönemi, kimlik ve güvenliğin yeniden üretim alanıdır.

En önemlisi de Üçüncü Dünyacı yaklaşım, realist projelerin varlığının yani devletin

verili olarak kabul gördüğü güvenlik anlayışının, alternatif kimliklerin varlığını reddetmemiz

için yeterli olmadığını göstermiştir. Çünkü Üçüncü Dünyada kimlik, baştan itibaren, verili olan

bu siyasal projeye, devlete, olumlu-olumsuz anlam yüklemek için kullanılagelmiştir. Bu

kullanımı inceleyen yaklaşımları ise aşağıdaki son kısımda ele alıyoruz:

242
M. Ayoob, The Third World Security Predicament:...., s, 42; 78-89.
78
d)-Konstraktivistler ve Stratejik Kültür Çalışmaları

Konstraktivistler ve Stratejik Kültür Çalışmaları bir arada ele alınmayı

hakketmektedir.243 Her ne kadar, her iki yaklaşımın takipçileri bu özdeşliğe karşı çıksa da,244 bu

yaklaşımların her ikisi de önemli bir ortaklığı paylaşmaktadır. Hedefleri; güvenlik rekabeti

üzerine odaklanan güvenlik çalışmalarıyla, yerel faktörler üzerinde duran alan çalışmaları

arasında bağlantı kurmaktır. Her iki yönelimce, bu bağlantı kimliğin güvenliğin toplumsal

olarak kurgulanışına, güvenlik eyleminin kurgulanışına eklenmesiyle sağlanmıştır: “Kim

olduğunuzu söylediğinizde, kimliğiniz belirli aktörlerin [yani sizin], belirli durumlarda seçtiği

eylemi, yaptığı tercihleri ve belirlediği çıkarı gösterir.” 245

Konstruktivsm daha önce bahsedildiği gibi uluslararası ilişkilerde farklı yaklaşımları ve

tartışmaları bünyesinde barındırır.246 Ancak, çok kabaca tüm bu farklı yaklaşımları şöyle

özetlemek mümkündür: Konstraktivistler uluslararası ilişkilerin bütünüyle toplumsal olarak

yapılandığını düşünürler. Uluslararası ilişkiler; öznelerarası ilişkiden doğan normlar, kurallar

ve kurumlar tarafından şekillenen devletlerin ve diğer aktörlerin farklı çıkar ve kimlikleriyle

eylemde bulundukları bir alandır.247 Bu eylem alanında özellikle toplumsal normların

uluslararası güvenlik üzerindeki etkisi incelenir. Çünkü normlar toplumsal zeminde özneler

arası paylaşılan, dünyanın ve sürecin doğası, eylemin türü ve eylem olasılıklarıyla ilişkili

243
T. Farrell, “Constructivist Security Studies: Potrait of A Research Program” International Studies Association,
2002, ss, 49-72.
244
Örneğin John Duffield, Konstraktivizmi sosyal bilimler ve uluslararası ilişkiler alanında bir çeşit “metateorik
çerçeve” olarak görmektedir. Stratejik kültür çalışmaları ise Duffield’e göre güvenlik çalışmalarının bir koludur,
ve kültürel etkinin “doğası, sebep ve sonuçlarını” inceler. Bkz. J. Duffield, “Political Culture and State Behaviour:
Why German Confounds Neorealism” International Organization, Vol 53-4, 1999, ss, 765-804; ayrıca Agm. s, 52.
245
Ted Hopf, “The Promise of Constructivism in International Relations Theory” International Security, vol 23-
No 1, 1998, s, 175.
246
Konstraktivist yaklaşımın etrafında farklılaştığı üç tartışma için bkz: C. Reus- Smith, “Imagining Society:
Constructivism and the English School”, British Journal of Politics and International Relations, Vol 4, No 3,
2002, ss, 487-509.
247
Agm., s, 488.
79
inançlardır. Yani sosyalizasyonun araçlarıdır. Ve Wendt’in bahsettiği çoğul kimliklerin248

hangisinin, nezaman uluslararası toplumun ilkeleriyle buluşacağını belirler. Bu yüzden, normlar

bir süre sonra sağduyu halini alır, toplumsal süreçte tekrar tekrar yaratılırlar.249

Normlar aktörler için uygun bir rol (örneğin modern devlet ya da medeniyet) ve uygun

ortam (örneğin modern devlet sistemi) fikri/tanımlaması geliştirerek aktörlerin niteliğini

belirler. Yine normlar; hangisinin uygun, hangisinin etkili olacağını belirleyerek aktörler için

anlamlı eylemi tanımlar.250 Ancak normların biçimlendirdiği eylemler, roller ve ortam sadece

mevcut sistemi, durumu ve edinilmiş olan niteliği tanımlamakta kullanılmaz. Her şeyden önce

normlar birer düşüncedir ve Konstruktivzm bu anlamda bir tür idea-izm’dir.251 Mevcut olanın

dışında olası olanı, belirli şartlar altında belirli aktörlerle karşı karşıya kalan öznenin hayata

geçirebileceği tüm eylem alanını- bu eylem alanını bütünüyle rasyonelleştirerek- tanımlar.

Tam da bu noktada Stratejik Kültür çalışmaları252 devreye girer. Devletlerin, bölgenin,

ulusların sahip olduğu tarihi ve coğrafi miras altında şekillenen bu olasılıkların bir listesini

sunar. Stratejik Kültür çalışmaları, şu özelikleri taşır: 1)- Tarihsel mirasdan kaynaklanan belirli

ulusal yönelimleri ön plana çıkararak, evrensel rasyonel iddiaları reddeder. 2)- Stratejik kültür

248

“Nasıl ki her insan; kardeş, oğul, öğretmen, vatandaş olarak farklı kimliklere sahiptir, her devlette çoğul
kimliklere sahip olabilir: Egemen devlet, Özgür Dünya’nın Lideri ya da Emperyal Güç olarak.”
A. Wendt, “Anarchy What States...” s, 398.
249
R.L. Jepperson, A.Wendt, P.J. Katzenstein, “Norms, Identity and Culture..., s,54; J. Checkel, Agm., s, 328.
250
T. Farrell, “Constructivist Security Studies: ...”, s, 50.
251
A. Wendt, “ Identity and Structural Change...” ss, 47-64.
252
Stratejik kültür çalışmaları olarak burada ele alınan çalışmalar Johston’ın daha önce bahsettiğimiz ayrımında
üçüncü dalga olarak nitelendirdiği ve toplumsal kültür ile örgütlenme kültürüne eğilen çalışmalardır: Ayrıntı için
bkz, A. I. Johston, Agm. Stratejik kültür çalışmalarının üçüncü dalga yazarları realist kuram eleştirisinde
birleşirler. J. Duffield- T. Farrell- R. Price- M. Desch, “Isms and Schisms: Culturalism versus Realism in Security
Studies (A Correspondance)” International Security, vol. 24-1, 1999, ss, 156-180. Bu çalışmalara örnek olarak
bkz; Elizabeth Kier, Culture and Military Doctrine: France Between the Wars”, International Security, vol 19-4,
1995, ss, 65-93 ya da “Culture and French Military Doctrine” The Culture of..., ss, 186-215; A. I. Johston,
Cultural Realism: Strategic Culture and Grand Strategy in Chinese History, Princeton University Press, Princeton,
1995; T. Berger, Cultures of Antimiltarism: National Security in Germany and Japan, John Hopkins University
Press, Baltimore, 1998.
80
toplum gibi kolektif yapılarla ilgilenir. Maddi güç unsurlarını yorumlamakta etkili olan kolektif

inanç, düşünce ve davranış kalıpları üzerinde durur. 3)- Stratejik kültür çalışmaları değişimden

ziyade süreklilik arz eden eylem ve söylem örneklerini açıklamaya çalışır. 4)- Stratejik kültür,

aktörlerin bilgiyi kabul ettiği, değerlendirdiği ve eyleme dönüştürdüğü, toplumsal süreçler

içersinde kurgulanmış algı-süzgeçlerine sahip olduklarını kabul ederler.253

Kısaca Konstraktivizm ve Stratejik Kültür birbirini tamamlayan iki çalışma alanıdır:

Konstraktivizm; farklı devletlerin, uluslararası normlar altında nasıl ortak eylem/ benzer

söylem alanları kurguladıklarını açıklarken, stratejik kültür çalışmaları devletlerin- ulusların

kendi geliştirdikleri ve nihayetinde kültürel olan normlar altında eylem ve söylem olarak nasıl

farklılaştıklarını inceler.254 Stratejik kültür bu noktada sadece Kustruktivizmin bir

tamamlayıcısı değil, en önemli açıklayıcısıdır da. Zira P. Kowert ve J. Legro’nun altını çizdiği

gibi uluslararası politika çıkar ve kimliği etkileyen normlar arasındaki bir mücadele sürecidir

aynı zamanda255 ve hangi normun ne kadar etkili olduğu kültürel çalışmaları olmadan, basitçe,

gözardı edilmiş olur.256

Uluslararası ilişkilerin sosyalizasyon süreci; etkileşim, çatışma ve hakimiyet ilişkisi

üzerinden sağlandığı müddetçe öznenin eylem alanı için düşünülen/yapılandırılan olasılıklar

elbette sınırlı olacaktır. Fakat eylemin biçimi, şiddettin ve çatışma retoriğinin kullanımı

farklılaşacaktır. Bu noktada güvenlik çalışmaları çerçevesinde Konstraktivistler, kültürel

çalışmalardan faydalanarak uluslararası ilişkilerde iç-dış sınır ayrımını bulanıklaştırırlar.

M. Desch’in ideational (düşünsel) olarak ele aldığı yaklaşım budur. Güvenlik

örgütlenmelerinin hem ulusal hem de uluslararası zeminde nasıl sağlandığını anlamak, tahmin

253
S. Poore, “Strategic Culture”, Neorealism versus..., s,50.
254
T. Farrell, “Constructivist Security Studies: ...”, s, 54.
255
Paul Kowert-Jeffrey Legro, “Norms, Identity, and Their Limits”, The Culture of National Security..., s, 486.
256
J. Duffield, Agm. ss, 772-773.
81
etmek ve açıklayıcılığı artırmak için- yani Elizabeth Kier’in çalışmalarında temel aldığı

sorundan yola çıkarak uluslararası ilişkilerde ve güvenlik çalışmalarında kuramsal zemini


257
sağlamlaştırmak için- Desch, hem devletin örgütsel, siyasal ve stratejik kültürüne hem de

küresel kültür ve normlara bakılması gerektiğini söyler.258 Bu noktada Konstraktivizmin

hizmetindeki Stratejik Kültür çalışmalarının güvenlik-kimlik ilişkisinin kurgu doğasını ifade

ettiği açıktır çünkü “kültür” “kolektif anlam yaratma sürecinde” farklı söylem ve normların

mücadele ettiği, yarıştığı bir alan olarak görülmektedir.259

Desch’in Stephan Rosen’nin Hindistan ordusu üzerine yaptığı araştırmadan260 aktardığı

örnek, Konstraktivizm ve stratejik kültür arasındaki işbirliği sonucu kimlik-güvenlik ilişkisinin

nasıl söylem-eylem, fikir-siyasa ilişkisi içinde kurgulanır hale getirildiğini gösterir. Rosen,

sadece ulusal ve uluslararası alan arasındaki etkileşim ve ilişkinin stratejik kültürü ve güvenlik

tanımlamalarını etkilediğini söylemez.261 Rosen’in Hindistan askeri elitlerinin arzularına

yaptığı vurgu, Hindistan’ı modern bir devlet, büyük bir güç olarak görme arzusuna yaptığı

vurgu, kültürel alanda gerçekleşen etkileşimin maddi değil düşünsel olduğunu kanıtlamaktadır.

Arzu, fikir, ideoloji, söylem ve nihayetinde eylem güvenlik yapılarını şekillendirmiştir.

Öyleyse güvenliği yeniden tanımlayan süreç; sadece iç ve dış sınırlar arasında kurulan,

sosyalizasyon süreçlerinin genelini ifade eden, hem toplumu hem de seçkinleri kapsayan bir

ilişki değildir. Daha çok bu ilişkinin toplumsal süreçler içerisinde toplumun siyasal projeleri

çerçevesinde yeniden hayal edilmesidir. Anderson’un terminolojisini ödünç almamız gerekirse

güvenlik-kimlikle (ister ulusal ister ulus-üstü isterse de uluslararası kimlik olsun) ilişkili olduğu

257
E. Kier, “Culture and French Military Doctrine ” The Culture of..., ss, 186-215
258
M. Desch, “Culture Clash, Assesing the Importance of Ideas in Security Studies”, International Security, 23-1,
1998, s,156; Wendt’in benzer fikirleri için bkz: A. Wendt, “ Identity and Structural Change...” ss, 54-55.
259
Jutta Weldes, Mark Laffey, Hugh Gusterson, and Raymond Duvall, “Introduction: Constructing Insecurity...”,
s, 16.
260
Stephen P. Rosen , Societies and Military Power: India and Its Armies, Cornell University Press, New York,
1996.
261
M. Desch, Agm., ss,159-160.
82
sürece görünür etkileri olan “hayali bir tasavvurdur “. Ve her tasavvur gibi tarihsel olarak

empoze edilmiş bir sürekliliğe sahiptir. İşte anlatının konusu olan bu sürekliliktir.

I-D- Sonuç:

Uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde- diğer sosyal bilimler alanlarında olduğu gibi-

kuramın temel amaçlarından biri açıklayıcılığı sağlamaktı. Yukarıda ele alınan uluslararası

ilişkiler kuramları (Pozitivist dönem [Realizm-Neo Realizm], Post-Pozitivist dönem

[Konstraktivizm, Eleştirel Okul, Üçüncü Dünyacı Yaklaşım, Kopenhag Okulu, Stratejik Kültür

Çalışmaları]) ve dört dönem içinde incelenen güvenlik çalışmaları (1950 öncesi dönem, 1950-

1970 arası güvenlik çalışmalarının altın çağı, 1970-1990 arası sorgulama dönemi ve 1990

sonrası güvenlik kavramının derinleştirildiği, genişletildiği, yerelleştirildiği dönem) mevcut ve

olası güvenlik uygulamalarını açıklamaya çalışmıştır. Ancak güvenlik kavramının muğlaklığı,

kuram açısından açıklayıcılığı zorlaştırmıştır.

Kuram, tam bir açıklamanın yerine, güvenlikle ilişkili olarak ancak şunu

söyleyebilmiştir: i)- güvenlik bir hayaldir- kendi kendini tehlike üzerinden yadsır- .ii)- güvenlik

bir idealdir- daha iyi bir hayata kavuşabileceğimiz olası, hayal edilmiş ve eylem sonucu

kavuşulabilecek bir düzene (olası düzene) işaret eder. Dolayısıyla, kimin için

güvenlik?sorusuna verilecek cevap ne olursa olsun, kuramsal çerçevede güvenlik kavramının

tehdit ve düzen fikriyle kurduğu (Oidipus Rex’de somutlanan) ilişki devam ediyordu. Bu

süreklilik içerisinde değişim ise kimin güvenliği sorusuna verilen farklı yanıtlarda ifadesini

buluyordu.

Kimin? sorusu sorulduğu andan itibaren kimlik güvenlik kavramının açıklayıcılarından

biri haline gelmişti çünkü bir özne ( bir ben ve bu özneye bağlı olarak bir öteki ) tanımlamak

gerekiyordu. Uygulama alanında bu ben’in düzeni, ötekinin tehlikeyi/tehdidi ifade etmesi çok

83
rastlanan bir özelliktir.262 Batı, Avrupa ya da Atlantik Ötesi güvenlik uygulamaları alanında bu

durum net bir biçimde hissedilir.263 Bu netliğin bir sebebi Soğuk Savaş esnasında Batı’da

(Avrupa ve Atlantik Ötesi alanda) bölgesel güvenlik uygulamalarıyla (NATO, Varşova Paktı,

Avrupa Ekonomik Toplululuğu, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Toplululğu/Teşkilatı...) M.

Fierke’nin bahsettiği temel kimliklendiricilerin (devlet ve ideolojik-nükleer aile) tanımladığı

güvenlik alanı örtüşmesiydi. Bu örtüşme, Batı güvenlik alanını daha açıklanabilir hale getirdiği

için, güvenlik kuramları ve güvenlik çalışmaları, genellikle güvenlik kavramını bu alan

üzerinden genişlettiler, derinleştirdiler ve yerelleştirdiler. Bu yönelim, daha önce bahsedildiği

gibi farklı bağlamlarda A. Acharya, M. Ayoob gibi araştırmacılar tarafından eleştirildi. Çünkü

bu yönelim takip edildiğinde Batı güvenlik uygulamalarının dışında kalan alan, bu

uygulamanın aracı ister devlet isterse de bölgesel örgütlenme olsun bir başarı- başarısızlık

sınamasına tabi tutuluyordu.

Bu eleştiri haklı olmakla beraber, Batı güvenlik uygulamalarının uluslararası ilişkiler

kuramı ve güvenlik çalışmaları tarafından konu edinilmesi ve güvenlik kavramındaki değişimin

bu alandaki uygulamalar üzerinden açıklanması iki önemli sonuç doğurdu. 1)- Batı/ Avrupa/

Kuzey Atlantik alanı aynı zamanda bölgesel bir adlandırma (II. Bölümde görülebileceği gibi

hem bir kıta hem bir medeniyet) olduğu için, bölgesel güvenlik, güvenlik uygulamalarının

izlenebileceği önemli bir çalışma alanı haline geldi. 2)- Kimlik güvenlik ilişkisi bölgesel

güvenlik ugulamalarının üzerinden okunmaya başlandı.264 Bu da uygulama alanındayken,

262
 Jutta Weldes, Mark Laffey, Hugh Gusterson, and Raymond Duvall, “Introduction: Constructing Insecurity” in
Cultures of Insecurity, States, Communities and the Production of Danger Jutta Weldes, Mark Laffey, Hugh
Gusterson, and Raymond Duvall (der.), University of Minnesota Press, Minneapolis-London, 1999, p, 10.
263
Örneğin bkz. S. M. Walt, The Origin of Alliances, Cornell University Press, New York, 1990, O. Weaver,
“Securitization and Desecuritization” On Security.., Pınar Bilgin, Regional Security in the Middle East, A Critical
Perspective , Routledge-Curzon, London, 2005. Michael Pace, ‘The Ugly Ducking of Europe: The Mediterranean
in the Foreign Policy of the European Union’ Journal of European Area Studies, 10/2, 2002. Jef Huysmans, The
Politics of Insecurity, Fear, Migration and the Asylum in the EU, Routledge, London, 2006.
264
Örnek olarak Muthiah Alagappa’nın hazırladığı tablo alınabilir: Bkz Tablo 1., M. Alagappa, “Rethinking
Security”, Asian Security Practice..., s, 56.
84
büyük anlatılardan (ideolojik kültürel ve siyasi anlatılardan) farklı yeni, yerel ve çoğulcu

anlatılara bakmayı olanaklı kıldı.265

Elbette bölgesel güvenlik, güvenlik uygulamalarının tek biçimi olmadığı gibi kimlik

güvenlik ilişkisi de sadece bölgesel düzeyde kurulmuyordu. Nitekim, pozitivist kuramların ve

güvenlik çalışmalarının ilgilendiği kimliklendirici devlet veya uluslararası toplum olmaya

devam ediyordu. Ancak toplumsal sözleşmenin açıklayıcılığına, devletin yekpareliğine ve

şiddet araçlarının etkileri (nükleer gücün yıkıcı etkileri) üzerindeki kontrolüne duyulan inancın

sarsılmasıyla birlikte, post-pozitivist yaklaşımlar toplumsallığın ve yerelliğin kimliklendirici

etkisine dikkat çektiler. Bu sayede artık kimlik, kimliklendiricinin varlığını işaret eden,

Neuman’ın deyimiyle “ben”i anlatan bir olgu olmaktan çıkmıştı.266 Kimliklendiriciyi işaret

etmekle beraber, kimlik, daha çok güvenlik düşüncesiyle güvenlik uygulamaları arasındaki

ilişkiyi anlatan bir sembol haline gelmişti. Sembol ise gerçek anlamını, uygulamanın alanını

çizen anlatı içerisinde bulabiliyordu.

265
John Lewis Gaddis, “History, Science and the Study of International Relations”, Explaining International
Relations Since 1945, Ngaire Woods (der.), Oxford University Press, Oxford, 1996, pp, 32-48.
266
I. B. Neuman, Age., s, 216.
85
-II-ANLATI

Bölgesel Kimlik Kurgusu: Asya(lı) Kimliğinin Yaratılışı

(19.yy sonu–20.yy başı Hindistan ve Japonya’da

Asyacı ve Pan-Asyacı Düşünce)

86
II-A- Giriş

Anlatı da- burada bölgesel kimlik; Asyalılık-Asyacılık anlatısı- da elbette bir kurguydu.

Çoğul tarihler ve farklı olasılıklar arasında bölgesel kimliği, “Asyalılığı”, “Asyayı” sembol

olarak merkezine oturtan bir kurgu. Ancak yine güvenlik ve kimlik ilişkisini kurgulayan

çalışmalar (I Bölümde ele alınan konstraktivistler başta olmak üzere güvenlik çalışmalarının

dört yönelimi) bu sembol seçim sürecinin tesadüfi olmadığını göstermektedir. Bu seçim siyasal

elit, entelektüeller ve halkın (O.Waever’in dinleyicileri) katıldığı bir yorumlama süreci

sonucunda yapılmış; zaman, mekan ve ilişkinin niteliği anlatıyı şekilendirmiştir.

Zaman ve Mekan öğeleri, anlatının coğrafi ve tarihi dinamikleri kimliği kurgularken

kullandığını göstermektedir. İlişkinin niteliği ise anlatı içerisinde ben ve öteki arasındaki

diyaloğun ne şekilde kurulduğunu belirleyerek, anlatının sınırlarını çizer.

Bu bölümde; bölgesel kimlik kurgusu, bu kurguyu oluşturan anlatının bu üç öğeyi ne

şekilde kullandığı incelenerek açıklanacaktır. Ancak anlatı içerisinde bu öğeler (zaman, mekan

ve ilişki) bağımsız kavramlar olarak ele alınmayacak; bunun yerine düşünsel ve siyasal elitler

tarafından dönüştürüldükleri fikirler (evrensel sistem fikri ve bölge fikri) doğrultusunda takip

edilecektir. Bu sebeple, çalışmanın izleyeceği hat düşünsel üretim hattıdır (Figür 2’deki kırmızı

hat).

Bölgesel düzlemde düşünsel üretim hattı izlenecekse, örnek seçimi bir zorunluluktur.

Bu bölümde, Asya bölgesel kimliğinin evrensel sistem fikri ve bölge fikri kullanılarak nasıl

87
inşaa edildiği, Hint ve Japon siyasal düşüncesi (19.yy sonu- 20.yy başı) incelenerek

açıklanacaktır. Bu amaçla bu bölüm iki kısımda planlanmıştır. İlk kısımda, evrensel sistem fikri

(özellikle Hindistan siyasal düşüncesi içerisinde) ile bölge fikrinin (özellikle Japon siyasal

düşüncesinde medeniyet fikri aracılığıyla) Asya kimlik kurgusu içerisinde ne ifade ettiği

tartışılacaktır. Hem Hindistan’da hem de Japonya’da, bölge fikri Asya’yı, evrensel sistem

düşüncesi bir tür symbiosisi267 (sadece ulusal ya da bölgesel birliği değil, Doğu-Batı uyumunu)

ifade ediyordu ama her iki düşünce tarihi içerisinde farklı hatta rakip bölgesel kimlik kurguları

gelişmişti. Bu farklılığın vurgulanması için bu bölümün ikinci kısmında, Asya kimlik

kurgusunun şekillenmesinde etkili olan Hint ve Japon siyasal düşünce hareketleri -Hindistan ve

Japonya’nın siyasal ortamı da dikkate alınarak- ayrı ayrı incelenecektir. Bu farklılaşmanın

vurgulanması, farklı Asya kimlik kurgularının olduğunun altının çizilmesi önemlidir çünkü bu

farklılaşma, Asya kimlik kurgusunun bölgesel düzeyde düşünsel hattan ideolojik hatta

taşınmasının önünde engel oluşturmuştur.

II-B: Anlatının Öğeleri: Zaman, Mekân ve İlişki

Asya kimlik kurgusunu inceleyebilmek için, kurgunun kendisinden önce; aşağıdan bir

bakışla bu kurguyu oluşturan unsurlara (tarihi öğe, coğrafi öğe ve ilişkinin niteliği) değinmek

gerekmektedir. Öğelere değinilerek anlatının incelenmesinin en önemli nedeni, Asya kimlik

kurgusunun açıklanmasındaki zorluklardır.

Tüm yönleriyle ve tüm kurgulayıcılarına değinerek Asya’da bölgesel kimliğin

kurgulanış hikâyesini anlatmak büyük bir güçlüktür. Çünkü Asya kurgusu (daha sonra

adlandırdığımız biçimiyle Avrupa’daki Asya kurgusundan farklı olarak ortaya çıkmış, öteki

Asya kurgusu) bu bölümün konusu olan, 19.yy sonu–20.yy. başında tamamlanmamış bir kurgu

267
Açıklaması için bkz. sayfa 30, dipnot.

88
olarak kalmıştı.268 Yani, siyasal eylem alanına aktarılışı başarısızlıkla sonuçlanmış bir

kurguydu, Asya kurgusu. Bu nedenle, Asya kurgusunu incelemek, Deshinghar’ın deyişiyle

“ötekinin ötekini” incelemekten farksızdı.269

Bu başarısızlığın sebeplerinden biri; Asya kurgusunun tek bir siyasal proje altında

ortaya çıkmadığı gerçeğiydi. Bu kurgu, ilk olarak; Anderson’ın tabirini kullanacak olursak Rus

İmparatorluğu’nun kıtasal yekpareliği ile karşıltırıldığında “bohçacı torbası görünümündeki”270

İngiliz İmparatorluğu’nun altında ve İngiliz emperyal(ist) sisteminin etkisiyle doğmuştu. Ama

Asya kurgusu, Hindistan’da siyasal bir ideolojiye dönüşmemiş; daha çok “olumlu bir model”

olarak, bir düşünce modeli (Asyacı düşünce) çerçevesinde kalmıştı. Duara’ya göre, kurgunun

“olumsuz bir model” haline dönüşmesi ise 20.yy Japon Asyacılığı/Pan-Asyacılığı içerisinde

olmuştu.271

Japon Asyacılığı olumsuz bir modeldi, çünkü Asya’yı/Doğu Asya’yı kapsayan tüm

bölgesel yaklaşımlar (örneğin bölgesel örgütlenmeler) üzerinde, bölgesel anlayışın gelişmesini

engelleyen tarihsel bir yük olarak görülmekteydi.272 Ancak bu olumsuz modeli yani Japon Pan-

Asyacılığını ve militarizmini; bölgesel kimlik kurgusunun ideoloji içerisine yerleştirilmesi

268
Bharucha’ya göre bu kurgu bugün bile tamamlanmamıştır. Rustom Bharucha, “Under the Sign of Asia:
Rethinking Creative Unity Beyond the Rebirth of Traditional Arts” Inter-Asia Cultural Studies, 2/1, 2001, s,153.
269
Giri Deshingkar, “The Construction of Asia in India” Asian Studies Review, 23/2, 1999, s,173.
270
Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, Milliyetçiliğin Kökleri ve Yayılması, Metis Yayınları, İskender Savaşır
(çev.), İstanbul, Ekim, 1995, s, 108.
271
Prasenjit Duara, “Crossing Between Old and New Nations” IIAS Newsletters, No 32, 2003, ss, 1-3.
272
Sven Saaler, “Pan Asianism in Modern Japanese History, Overcoming the Nation, Creating A Region, Forging
an Empire”, Pan-Asianism in Modern Japanese History, Colonialism, Regionalism and Borders, S. Saaler- J.
Victor Koschmann (der.), Routledge, New York, 2007, s, 1. 1982–1986 ve 2000’lerin başında, Japon ders
kitaplarına yönelik protestoların gösterdiği gibi, Asya kurgusuna yönelik bu olumsuzlama, özellikle 1930 sonrası
bir “pan” hareket haline gelen Japon Asyacılığının militarist yönü ile yakından ilişkiliydi. Ayrıntı için bkz.
Wakamiya Yoshibumi, The Postwar Conservative View of Asia, How the Political Right Has Delayed Japan’s
Coming to Terms with Its History of Aggression in Asia, LTCB International Library Selection, No 8, Tokyo,
1998.

89
olarak değerlendirmek de mümkündür.273 İdeolojinin, J.B.Thomson tarafından “iktidarın

hizmetindeki anlam” olarak tanımlandığı274 ve Asya(lılık) kimlik kurgusunun II. Dünya savaşı

öncesi Japon emperyalizminin bir parçası olarak görüldüğü, Savaş sonrasında da bir nevi tabu

haline getirildiği hatırlanırsa Japon Asyacılığının niçin ideolojiye yakın değerlendirildiği daha

iyi anlaşılabilir. Ancak ulusal motivasyanu sağlamanın ötesinde “Asyalılık” ya da “Asya”

kurgusu, Pan-Asyacılık altında bir ideolojik araç haline dönüştüğünde Çin, Endonezya ve

Hindistan’daki liberal ve antikolonyal yönelimlere sahip grupları, dini akımları ve bireyleri

etkilemeye devam etmiştir.275 Çünkü bu kurgu, ideolojik yönelimlerinin ötesinde “yerel

entelijensia”ya seslenebilme kapasitesini korumuştur.

Bu nedenle Asya kurgusu incelenirken, genelde yapılan kültürel Asyacılık/ militer Pan-

Asyacılık (olumlu ve olumsuz model) ayrımından ziyade iki ayrı emperyal sistem altında, yani

İngiliz emperyal sistemi ve Japon emperyal sistemi altında, gelişen iki ayrı Asya kurgusundan

bahsetmek gerekmektedir.276 Bu iki emperyal sisteme yapılan atıf, Asya kimlik kurgusunun,

“çoğul, yerel ve değişken”277 doğasını da gösterecektir.

273
Eri Hotta, “Rush Behari Bose and His Japanese Supporters, An Insight into Anti Colonial Nationalism and Pan-
Asianism” Interventions, 8/1, 2006, s, 117.
274
Aktaran Jorge Larrain, Ideology and Cultural Identity, Modernity and the Third World Presence, Polity Press,
Cambridge, 1994, s, 14.
275
P. Duara, Sovereignty and Authenticity, Manchuko and the East Asian Modern, Rowman & Littlefield
Publishers, Lanham, 2003, s, 34, özellikle II. ve III. Bölümler, ayrıca aynı yazarın bkz, “The Discourse of
Civilization and Pan Asianism” Journal of World History, 12/1, Spring 2001, ss, 99–130; François Godement, The
New Asian Renaissance, From Colonialism to the Post Cold War, Elisabeth J. Parcell (çev.), Routledge, New
York, 1997, ss, 43–45.
276
Ayrıca, bu kurgulara koşut olarak giden, özellikle Japon Asyacılığı’nın siyasi işlevinden etkilenen ama ulus-
devlete olan vurgusu nedeniyle her iki kurgudan da ayrılan ve Sun Yat-Sen ile özdeşleşen Çin’deki Asya
kurgusundan bahsetmek de mümkündür. Ancak Çin’de Asya kimliğini kullanan hareketler, Çin’deki siyasal
mücadelenin temel eksenini oluşturmadığı gibi, Duara’nın bahsettiği olumlu-olumsuz model ayrımında da yer
almamışlardır.
277
Ethan Mark, “ ‘Asia’s’ Transwar Lineage: Nationalism, Marxism and Greater Asia in an Indonesian
Inflection”, The Journal of Asian Studies, 65/3, August 2006, s, 463.

90
Aslında bu iki Asya kurgusunun birbirinden tamamen bağımsız geliştiğini söylemek de

mümkün değildir. Asya kurgusunun temel yaratıcıları –en azından 1930’lara kadar- resmi

devlet bürokrasisi değil, zaman zaman siyasal aktivist kimliği de taşıyan entelijensiaydı. Ve bu

entelijensia gerek Bengal, Guangzhou (Kanton) ve Tokyo’da, gerekse Batı başkenlerinde

birbirlerinin fikirlerini öğrenme, birbirlerinin görüşlerini etkileme şansına sahip olmuştu.

Kısaca, Asya kurgusu; emperyal sistemlerin içinde yaratıldığı gibi- ki bu sistemler aynı anda

ulusal-bürokratik sistemler haline de gelmişlerdir-278 bu ulusal-bürokratik yapıları aşkın bir

çerçevede (transnational-transcendent) oluşmuştur. Hatta bu nedenle Asyacılığı/Pan-Asyacılığı

bir göçmen düşüncesi (emigé idea) olarak değerlendirmek de mümkündür.279

Siyasi açıdan bakıldığında da Asya kurgusu ile ulusal hareketler arasındaki ilişki yakın

görünmekle beraber, Asyacı ve milliyetçi söylem örtüşmemektedir. Örneğin, her ne kadar Asya

kurgusunun Hindistan milliyetçileri üzerinde etkisi olduğunu söyleyebilirsek de, Asyacılık

hiçbir zaman Hindistan Milliyetçi hareketinin kullandığı bir söylem olmamıştır. Keza Louis

Snyder’a göre Japonya’da da Pan Asyacılık “kitlesel bir destek sağlayamamış ve örgütlü bir

harekete dönüşememiştir.”280

Asya kurgusu, milliyetçi anlatı(lar)dan böylelikle ayrılmakta, bölgesel düzlemin üzerine

daha çok oturmaktadır. Ama yadsınmaması gerekir ki, bu kurgu aynı zamanda, kitleleri motive

etmek için Asya’da üst ve orta sınıf elitin kullanabileceği alternatif bir kimlik modeli olarak

doğmuştur.281 Bu alternatif-modern kimliğin geliştirilmesindeki amaç 19.yy sonu 20.yüzyılın

başında Asya halklarının karşı karşıya kaldığı iki temel krizin atlatılmasına yardımcı olmaktı:

278
İngiltere ve Japonya’nın adını Anderson “imparatorlukların çekirdeğinde ulusun oluştuğu” iki örnek olarak
vermektedir. B. Anderson, Age., s,128.
279
C.P. FitzGerald, “Pan-Asianism”, Asia Handbook, Guy Wint (der.), Penguin Books, Harmontsworth, 1966, s,
414.
280
Louis Snyder, Macro- Nationalisms. A History of Pan Movements, Greenwood Press, Westport, 1984, s,43.
281
E. Mark, Agm., s, 465.
91
Krizlerden ilki modernleşmenin (Batılılaşmanın) getirdiği toplumsal krizlerle, yani

ulusal birlik sorunuyla ilişkiliydi. Amaçlanan ise toplumsal yarılmaların Marxist-Leninist

çerçevede tanımlanan devrimci yollara başvurmadan,282 aşkın ve ulus-üstü kimlikler üzerinden

atlatılması, bir nevi toplumsal uzlaşıya ulaşılmasıydı.283 İkinci kriz sömürge döneminden

sömürge sonrası döneme geçişi işaret ediyordu.284 Ve amaçlanan, bu geçişin Asyalı ve Batılı

uluslar arasında mümkün olduğunca barışçıl, bir tür uzlaşma hattı üzerinden yapılmasını

sağlamaktı.

Dolayısıyla, Pan-Asyacılık/Asyacılık’ın Asyalı siyasal elitler üzerinde etkili olmadığı

sonucunu çıkarmak, ve bölgesl kimlik kurgusunu sadece siyasal düzlemin dışında entellektüel

bir üretim olarak görmek yanlıştır. Üstelik özelikle 1930 sonrası Japon Pan Asyacılığı sivil ve

askeri bürokrasi arasında etkilidir.285 Ancak, sorun Asya kurgusunun etkisinden ziyade

kurgunun kendisinin önem taşımasıdır.286 Ve çoğulculuk, yerellik sorunu bize şunu

göstermektedir; bu kurgu sadece kısa dönemli, 1930–1945 arasında Asya’daki Japon

politikalarına indirgenerek açıklanamaz. Asya kurgusu temelde entelektüel bir üretim olarak,287

ulusal-resmi devlet mekanizmalarından bağımsız hatta onlara muhalif olarak ortaya çıkan, uzun

282
Çünkü 1900’lerin başlarında Lenin’in Asya’lı halklara yaptığı çağrı sadece ulusal devrimleri değil, ulusal
devrimi takip edecek sosyalist (Avrupa ve Asya proleterlerinin biraraya geleceği) bir devrimi ön görüyordu. Bkz.
V.I. Lenin, “Geri Avrupa, İleri Asya” Doğu’da Ulusal Kurtuluş Hareketleri, C. Leitesein (der.), Tektaş Ağaoğlu
(çev.), Ant Yayınları, İstanbul, 1970, ss, 96–98.
283
E. Mark, Agm. s, 464.
284
Kanti Bajpai, “Indian Conceptions of Order and Justice: Nehruvian, Gandhian, Hindutva and Neo-Liberal”,
Order and Justice in International Relations, Rosemary Foot, John Gadis, Andrew Hurell (der.), Oxford
University Press, Oxford, 2003, s, 240.
285
Örneğin Saaler’in verdiği rakamlarla 1936 senesinde, Kokuryukai (Kara Ejder Cemiyeti- Japon Pan
Asyacılığının en önemli örgütlerinden biridir)’nin üyelerinden %17’si İmparatorluk Meclisi’nin üyesi, %30’u
Askeriye’de hzmet eden askeri ve sivil bürokrat, %9’u gazeteci, %7’si işadamıydı, S. Saaler, Age, s, 15.
286
Tessa Morris-Suziki, “Invisible Countries: Japan and Asian Dream” Asian Studies Review, 22/1, March 1998,
s,8.
287
Arif Dirlik, “Culture Against History? The Politics of East Asian Identity” Development and Society, 28/2,
December 1999, s, 187.

92
dönemli (koloni, savaş öncesi, savaş dönemi, savaş sonrası ve koloni sonrasi tarihsel okumalara

müsait) bir kimlik kurgusudur.

Asya kurgusunun resmi-ulusal söyleme muhalif bir zeminde ortaya çıktığı iddiası

önemlidir. Çünkü muhalefet olgusunu, söylemlerle birlikte ele aldığımızda; Asya kimlik

kurgusunun, bir tür Batı karşıtlığına dayandığı iddia etmemiz gerekmektedir.288

[Asya Kurgusu] kültürel benzerlikler yakalama çabasından ziyade,


Batı kolonyalizmine karşı Asya’dan bir tepkidir... kıtayı bir zamanlar
büyük ve ileri bir medeniyet, şimdi ise düşkün ve geri olarak gören,
içseleştirilmiş emperyal fantaziye karşı psikolojik bir savunmadır.289

Oysa, A. Nandy’nin de tespit ettiği gibi Batı ya da Batılı olmak Asya ve Asyalılığın

dışında değildir, Batılılık Asyalılığa içkin, Asya ile birlikte kurgulanmıştır. Takeuychi Yoshimi

1948’de şöyle yazacaktır: “Eğer Toyo’yu (Jpn: Doğu Asya/Asya)* anlamaya çalışacaksak,

bilmemiz gerekir ki Asya’yı kurgulayan Avrupa’nın Avrupalı unsurlarıdır. Asya, kendi

[yarattığı] Avrupa [algılamasının] yardımıyla Asya’dır”.290

Takeuychi’nin bu tespiti yapması şu açıdan önemlidir: Takeuychi tıpkı Edward Said

gibi, ama bu sefer, Şark ve Garp’ın yerini değiştirererek, Asya’nın kendi kurgusu için

yaratılmış bir Batı imgesinden bahseder. Ancak Said’in aktardığı biçimiyle, Batı Şarkiyatçılığı,

Şark’ı son derece pasif olarak kurgular. Eylemin asıl sahibi, Şark’ı yorumlama gücünü elinde

bulunduran; Şark’ı önce bir bilgi toplama, sonra bir hac, en sonunda da iktidarın

288
Cemil Aydın, The Politics of Anti-Westernism in Asia, Visions of World Order in Pan Islamic and Pan Asian
Thought, Colombia University Press, New York, 2007, s, 4.
289
A. Nandy, “A New Cosmopolitanism: Toward a Dialogue of Asian Civilizations” Trajectories: Inter-Asian
Cultural Studies, Chen Kuan-hsing (der.), Routledge, New York, 1998, s, 142.
*
Japon siyasal düşüncesinde Asya kavramı Doğu Asyayı (Çin ve Koreyi) kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. En
azından 1900’lerin başına kadar olan gelenek buydu. Dongju Ham, Meiji Discourse on Asia: A Study of Asianism,
PhD Thesis, Chicago University, Department of History, Chicago, Illinois, August 1993, s, 16.
290
Wang Hui- Matthew A. Hale, “The Politics of Imagining Asia: A genealogical Analysis” Inter-Asia Cultural
Studies, 8/1, 2007, s, 2.

93
gerçekleştirileceği coğrafi bir alan haline getiren Şarkiyatçının kendisidir.291 Ancak, Asya’da

bölgesel kimlik kurgusu “Asyanın kendine yönelik Şarkiyatçılığı”na (self-Orientalization)292

dayandığı müddetçe, Batı’yı Asya’nın dışında tutmak, “Şark ve Garp arasındaki engellerin

yıkılmasını engellemek”293 o kadar kolay değildir. Çünkü Batı, kolonyal dönemde, Asya’nın

içindedir: Leroy-Beaulieu’nun sözlerini aktaracak olursak: Sömürgeleştirmenin özü zaten

“evrenin ya da evrenin büyük kısmının [sömürgeleştirenin] diline, törelerine, fikrine, hukukuna

tabi kılınmasıdır.”294 Öyleyse, Asya kurgusunun yaratılmasında Batı/ Batılı eşit derecede rol

almıştır. Bu tür bir ortaklıktan gerçek anlamda bir Batı karşıtlığı beklenilebilir mi?

Beklenemeyecekse, bu Asya kurgusunu çoğu zaman yerleştirildiği Doğu-Batı karşıtlığından, bu

anlamda büyük anlatıdan (meta narrative) uzaklaştırıyor.

Ancak bu noktada kimlik kurgusunun açıklanması bakımından bir ikilem yatmaktadır.

Bir yandan, Jean-François Lyotard gibi araştırmacılar, büyük anlatılardan kopuşu

memnuniyetle karşılarlar. Onlara göre, böylece yerel kurgular (farklı kimlik kurguları)

birbirleriyle özgürce rekabet edebilirler.295 Örneğin Arif Dirlik, bu sürecin kültürel söylemleri,

bu arada Asyalılığı ; ulusal, bölgesel ve kıtasal söylemlerden, yani geçmişten özgür kıldığını

müjdeler.296 “Bugünün çoğulculuğuna-yerelliğine geri dönüş”, Asya kurgusunda hikâyenin;

zaman ve mekândan koptuğu, günlük hayata (bireyin mahallesine, evine, kendi benliğine)

taşındığı anlamına gelir. Öte yandan Asya’da bölgesel kimlik kurgusu bireyi de kapsayan

291
Edward Said, Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark Anlayışları, Berna Ülner (çev.), Metis Yayınları, İstanbul, 1995, ss,
121-266 (II ve III. Bölüm).
292
Bu kavram için bkz. Arif Dirlik, “Chinese History and the Question of Orientalism” History and Theory, No
35, December 1996, ss, 96-118.
293
E. Said, Age. s, 275.
294
Age, s, 231.
295
J. F. Lyotard- J.L. Thébaud, Just Gaming, Manchester University Press, Manchaster, 1985, s, 10, ayrıca, J.
Larrain, Age., s, 107.
296
A. Dirlik, “Culture Against History...”, s,183.

94
büyük anlatıların öğeleri, zaman ve mekân, tarih ve coğrafya üzerinden giderek

anlamlandırılmıştır, hatta bu unsurlarla yerel-çoğulcu karakter kazanmıştır.297 Örneğin Japon

Asyacılığının babası sayılan Okakura şöyle yazar:

Asya bir bütündür. Himalayalar sadece... İki güçlü medeniyeti;


Konfuçyüsçülüğün kolektif değerleriyle Çin’i, Vedacı bireyselliğiyle
var olan Hint’den ayırmaktadır. Fakat bu karlı zirveler, bir an olsun,
Asya ırkının ortak düşünce mirası olan evrenselliğe ve yüceliğe karşı
duyduğu aşkı bölemez. Bu aşk Asyalıların, dünyanın büyük dinlerini
kurmalarını sağlamış; onları, özneye âşık, sonun değil, araçların
peşinde koşan Akdeniz ve Baltık halklarından ayırmıştır.298

Kültürel alanda, siyasette, iktisatta, coğrafi ve ırksal olarak Asya


ortak bir kadere sahiptir. Asya halkları arasındaki gerçek barış, refah
ve ilerleme, ancak ve ancak şu gerçeğin kavranmsıyla mümkün olur:
Asya bütün bir varlık ve tek bir organik bütünlüktür.299

Dolayısıyla, Asya’da bölgesel kimlik kurgusu, büyük anlatıya, yani Doğu-Batı

karşıtlığının hikâyesine dayanmamaktadır, ama ona koşut/paralel gitmekte; Doğu ve Batı’nın

verili birer gerçek olarak görüldüğü Toynbee’ci tarih anlayışına300 ve bu farklı verili kültürel

gerçekler arasında iletişimin önemini vurgulayan Northrop’cu kozmopolit düşünceye

dayanmaktadır.301 Bu anlamda Asyacı/Pan-Asyacı düşünce sanıldığından daha da batılıdır; ama

kurgunun dayandığı unsurlar –assimilasyona dayanan, doğal olarak evrenselci toplumsal yapı-

ve bölge algılaması zorunlu olarak Asyalı olacaktır.

297
Sun Ge, “How Does Asia Mean? Part I”, Inter Asia Cultural Studies, vol 1, 2000, ss, 13-47; Sun Ge, “How
Does Asia Mean? Part II”, Inter Asia Cultural Studies, vol 2, 2000, ss, 319-341.
298
Okakura Tenshin, The Ideas of East with Special References to the Art of Japan, Cosimo Classics, 2007, p,1.
299
Dai Ajia Kyokai (Büyük Asya Topluluğu)’nun 1933 tarihli kuruluş belgesinden aktaran Thomas W. Burkman,
“Nitobe Inazo: From World Order to Regional Order” Culture and Identity: Japanese Intellectuals During the
Interwar Years, Thomas Rimer (der), Princeton University Press, Princeton, 1990, s, 211.
300
Ayrıntı için bkz, Arnold Toynbee, The World and the West, Oxford University Press, New York, 1953.
301
Örneğin F.S. C. Northrop şöyle yazacaktı: “ Öyle görülüyor ki Doğu ve Batı’daki bağımsız gelişmelerden yeni
ve daha kapsayıcı bir felsefe doğmakta...Bu yeni felsefe, herhangibir yerin görüş ve değerlerinin, dünyanın farklı
bölgelerinin değer ve görüşlerini kapsayacak şekilde genişlemesini öngörür ki gerçek anlamda kozmopolit ve
uluslararası bir dünya düzeninin kurulmasına hizmet edebilir.” F.S.C. Northrop, “The Meeting of East and West,
The Philosophy of East and West, C. A. Moore, (der), Princeton University Press, Princeton, 1946, s, 234.

95
Bu paradoks nedeniyle Asya, 19.yy–20.yy Japonya ve Hindistan siyasal düşüncesinde

Batı karşıtlığı üzerine değil, ama Batı evrenselliğine alternatif bir evrensel anlayış üzerine

kurgulanır. Emperyalist çağda bu kurgu doğal karşılanabilir, ancak sorun Asya’da emperyalist

çağın artık bir değer olarak görülmediği 19.yüzyılın sonundan itibaren, özellikle de

emperyal(ist) kimlik kuşanan Japon siyasal düşünür ve eylemcileri için başlar.302 Bu noktada

kozmopolit ya da evrensel anlayış, kimlik değiştirir ve daha önce Anderson’ın da değindiği gibi

emperyal sistem içerisinde hazır bekleyen ulusal kimliklerle uyumlu hale gelir.303 İlginç olan

bu uyumun, Asya kurgusu üzerinden sağlanırken, genelde fazla dillendirilmeyen coğrafi

öğenin, yani bölge kimliğinin, Asya(lı) kimlik kurgusuna katılmasıdır.

Dick Stegewerns’e göre, ilk başlarda Japon düşüncesi içerisinde bu kurgu inşaa

edilirken Asya; ulusal kimlikle kozmopolit kimlik arasında uyumu sağlayacak geçici bölgesel

bir aşama (transitory regionalist stage) olarak inşa edilmiştir.304 Örneğin 1895 yılında Tokutomi

Soho, kaleme aldığı Romajin to Nihonjin (Romalılar ve Japonlar) adlı makalesinde, Asya’da

Japon yayılmasını, Japon siyasasının (egemen devlet olarak varlığının), ulusal aşamadan

küresel aşamaya geçişinde doğal bir netice olarak değerlendirecektir.305 Fakat 1930’lara

gelindiğinde, geçici olarak kurgulanan bu Asya bölgesi, Japon emperyal düşüncesinin

gerçekleşeceği tek alan olarak kalmış; o noktadan itibaren de Asya’nın tarihi-sosyal-

medeniyetle ilgili vurgularının ötesinde coğrafi bir bölge olarak kurgulanması tamamlanmıştır.

302
C. Aydın, Age., s,125.
303
Dick Stegewerns, “The Dilemma of Nationalism and Internationalism in Modern Japan: National Interest,
Asian Brotherhood, International Cooperation or World Citizenship” Nationalism and Internationalism in
Imperial Japan, Autonomy, Asian Brotherhood or World Citizenship, Dick Stegewarns (der.), Routledge-Curzon,
London, 2003, ss, 3-17.
304
Agm., s,11.
305
Alistair Swale, “Tokutomi Soho and the Problem of the Nation State in an Imperialist World” Nationalism and
Internationalism in Imperial Japan, ..., ss, 76-77.

96
...Asya’nın yeniden inşaası ve Asya’ya önderlik edilmesi Emperyal
Japonya’nın üzerine düşen sorumluluktur....Şimdi zaman, Asya’nın
inşasını ve birliğini sağlamak için Japonya’nın; kendi kültürel, siyasi,
iktisadi gücü ve örgütleme becerisi üzerine yoğunlaşması
zamanıdır.306

Öyle ki Japon siyasal düşüncesi içerisinde (ister Nitobe Inazo’nun (1862–1933), Ishii

Kikujiro’nun (1866–1945) kozmopolit milliyetçiliği307 olsun, isterse de Yoshino Sakuzo’nun

(1878–1933) savunmacı evrenselciliği308), Asya’da bölgesel kurgunun yerleşmesi, 1930’lara

doğru bir tür “pozitif emperyalizm” olarak görülmüştür.309 Pozitif emperyalizm, en basit haliyle

belli bir hâkimiyet biçiminin onanması (örneğin Japon hakimiyeti), diğer hakimiyet

biçimlerinin de (örneğin Batı hakimiyetinin) reddedilmesi olarak açıklanabilir.310 Dolayısıyla,

Doğu-Batı anlatısının parçası olarak doğmayan Asya kurgusu, ancak bölge algılaması ile

birlikte bu anlatının konusu haline gelmiştir. Asya’da siyasal varlığını tanımlayan uluslar için

bölge, uluslararası sisteme entegrasyon için bir aracı halini almıştır.

Ancak 1930-1945 arası Japon Pan-Asyacılığı neredeyse Asya bölgesel kimlik

anlatısının son bölümüdür. Ve Asya’da bölgesel kimlik kurgusu eylem alanıyla değil, düşünsel

alanla ilgilidir:

Asya hiçbir zaman bir bütün olmadı. Avrupa’nın bütüncül karekteri


bir gerçekken, Asya’da böyle bir hakikat yoktur. Eğer Asya’ya özgü
ortak bir bilinç olduğunu ileri sürüyorsak bu sadece son yüzyılın

306
Thomas W. Burkman, Agm., s,211.
307
Ayrıntı için bkz. T. W. Burkman, “Nationalist Actors in the Internationalist Theatre: Nitobe Inazo and Ishii
Kikujiro and the League of Nations” Nationalism and Internationalism in Imperial Japan, ..., ss, 91-113.
308
D. Stegewerns, “The Japanese Civilizational Critics and the National Identity of Their Asian Neighbours, 1918-
1932: The Case of Yoshino Sakuzo” Imperial Japan and National Identities in Asia, 1895-1945, Li Narangoa-
Robert Cribb, Routledge, New York, 2003, ss, 107-128.
309
Alistair Swale, Agm., s,81.
310
Bu konuda Takeuchi Yoshimi’nin görüşleri için bkz. D. Ham, Age., ss,5-7; Richard F. Calichman, Takeuchi
Yoshimi , Displacing West, Cornell East Asia Series, No 120, New York, 2004.

97
gerçeğidir. Ve sadece Batı Avrupa emperyalizmi karşısında ortaya
çıkmış bir tepkidir. 311

Batı emperyalizminin de bir parçası olduğu ilişkinin gidişatına yönelik bu tepki, elbette

algılanan Japon emperyalizmine karşı da yönelecektir.

Asya’da bölgesel kimlik kurgusunun bu parçalı, çoğul, yerel, düşünsel ve tutarsız

görüntüsü nedeniyle, Asya(lı) kimliğini bellirli sınırlar içerisinde (Hindistan ve Japonya)

incelemeden önce, kurgulama sürecine tutarlılık kazandıracak anlatının öğelerini (zaman,

mekan, ilişki) daha detaylı ele almak yerinde olacaktır.

i)- Zaman-Mekân-İlişki:

Asya Kurgusunda Evrensel ve Bölgesel Kimlik Düşüncesinin Ortaya Çıkışı

Uluslararası İlişkiler kuramlarında da (I. Bölüm) görüldüğü üzere anlatının öneminin

altını çizen ve çoğulculuğu anlatı aracılığıyla açıklanabilir hale getiren sosyolojik yaklaşım ile

Konstraktivizm, kimliğin inşasının bir ilişki çerçevesinde şekilendiğini iddia ediyordu. İlişki,

zorunlu olarak tarihi ve coğrafi dinamiklere sahipti ve bu sınırlar ilişkinin doğasını

anlamayı/açıklamayı kolaylaştırıyordu. Bu bağlamda anlatıyı (Asya’da bölgesel kimlik

kurgusunu) başlatacak tarihsel bir dönüm noktasının seçilmesi önemlidir: Kolonizasyon ilişkisi

içinde Batı ile karşılaşma bu dönüm noktasını oluşturacaktır.

Elbette, Asya kimlik kurgusu için seçilebilecek pek çok dönüm noktası, Asya’da farklı

pek çok bölgesel kimlik kurgusu vardır. Ancak bu çalışma için önemli olan kurgulardan biri de

Avrupa siyasi tarihi içerinde oluşmuş olan Asya(lı) kurgusudur. Tarihsel dönüm noktasının

niçin “Batı ile karşılaşma” ekseninde alındığının anlaşılmasının sağlanması bakımından

Avrupa’nın Asya kurgusu ve bu kurgunun unsurları öncelikle dikkate alınmalıdır.

311
Suziki Naritaki (1907-1988)’nın görüşlerini aktaran Sun Ge, “How does Asia mean? Part II”..., s, 320.

98
a- Avrupa’nın Asya Kurgusu: Medeniyet Düşüncesi ve Kıta Algılaması

Arnold Toynbee’ye göre, Avrupa’nın Asya kurgusunu eski Yunanistan’a kadar geri

götürmek mümkündü.312 Bilinen dünyayı, Yunanistan’ı merkeze oturtacak şekilde Karadeniz,

Ege ve Azov Denizine uzanan hatta, Avrupa ve Asya olarak ikiye bölen bu kurgu;

Yunanistan’ın ideal konumunu güçlendirmek gibi bir işleve sahipti. Hippokrates’ten itibaren bu

işlevi yerine getirirken Asya bölgesi fikri, Avrupa ve Asya’nın kültürel karşıtlığı düşüncesinin

etkisi altında gelişti.313 Avrupa siyasal düşüncesinde ortaya çıkan bu Asya kurgusu, daha sonra

coğrafi açılımını kıtasal algılamada, tarihsel açılımını da medeniyet düşüncesinde bulacak, ve

daha önceden örnek bir model olarak, yani bir kıta ve bir medeniyet olarak tanımlanan Avrupa

kurgusuyla sınanacaktı.314 Sonuç Asya kurgusunun bir anormali olarak görülmesiydi.

Avrupa’nın aksine, Asya; coğrafi birliğin avantajına sahip değildir...


Bir sürü yerel medeniyete kucak açar, ama sadece Avrupa miras
aldığı bu yerel medeniyetleri daha yüksek bir kültür içerisinde
birleştirme gücüne sahiptir. [Bu yüzden] bir gün tüm insanlık onun
parçası olacak. 315

Avrupa siyasal geleneği içerisinde yaratılan Asya kurgusunun iki önemli özelliği vardı:

İlki şuydu; Avrupa ile kıyaslandığında Asya kıtası ve medeniyeti bir bütün teşkil edemediği

için, coğrafi sınırları belirsizdi ve sınırlar diğer kurgulara – örneğin güvenlik kurgusuna, alta

söz edilecek olan öteki Asya kurgusuna, yani Doğu uluslarının kendi sınırlarını belirleme

gücüne- bağlı olarak değişkenlik gösteriyordu. Avrupa’da yaratılan bu Asya kurgusunun ikinci

özelliği ise; Roma İmparatorluğu ile Hristiyanlık içerisinde yaşanan ayrımla başlayan ve

Maxime Rodison’un deyişiyle Haçlı Seferleri sırasında ideolojik bir biçime bürünmüş olan

312
A. Toynbee, A Study of History, Volume 8, Oxford University Press, New York, 1954, ss, 711-712.
313
Thierry Hentch, Hayali Doğu, Batı’nın Akdenizli Doğu’ya Politik Bakışı, Aysel Bora (çev.), Metis Yayınları,
İstanbul, 1996, s, 28.
314
Martin W. Lewis- Karen E. Wingen, Age., ss, 35-38.
315
19.yy Fransız Ansiklopedici’lerinden coğrafyacı Elisée Reclus’un fikirlerini aktaran Age. s,37.

99
Doğu-Batı ayrımını316 (büyük anlatıyı) yansıtıyor olmasıydı. Bu ayrım siyasi, toplumsal ve

iktisadi bir ikili karşıtlık biçiminde Montesquieu’den, Adam Smith’e, Bodin’den Marx’a kadar

pek çok düşünürün fikirleriyle (ulus-devlete karşı çok-uluslu imparatorluklar; demokrasiye

karşı despotizm, sanayi ve ticaret ekonomisine karşı göçebe ya da tarımsal ekonomi)

şekillendi.317

Elbette Doğu ve Asya kurgularının örtüşmesi bir anda olmamıştı. Asya kurgusunun

coğrafi alanı Doğu kurgusunun kültürel alanını, yani Hindistan’ı, Kore’yi, Çin ve Japonya’yı,

kapsayacak şekilde yavaş yavaş genişlemişti.318 Bu iki özelliğin değerlendirilmesini yapmak

gerekirse, denilebilir ki; Avrupa siyasal tarihi içinde oluşmuş olan Asya kurgusu, Doğu

kurgusundaki (yani kültürel alan algılamasındaki) değişime paralel olarak değişiklik

gösterirken, Avrupa kurgusu (kıtasal alan ve medeniyet olarak Avrupa) aynı kalmıştı.

Bu değerlendirme Avrupa kurgusunun özelliği olarak görülen “evrensellik iddiası” ve

“uluslararası politikanın rekabetçi özelliğiyle” ilişkilidir. Walker’ın sözleriyle:

Hristiyan evrenselliği içerisine yerleşmiş olan kimlik [Avrupalılık]


ilkesi, siyasal sistem içerinde ortaya çıkan devlet içerisine yuvalanmış
farklılık ilkesiyle mücadele içerisindedir... Bu noktadan itibaren
kimlik, yani evrensellik iddiası, devletin içerisinde izlenen bir ilke
haline dönüşür.319

316
M. Rodison, Europe and the Mystique of Islam, I. B. Tauris, London, 1987, aktaran I. B. Neumann, Age. s, 43.
317
C. De Secondat Montesquieu, The Spirit of Laws, Cambridge Textsin the History of Political Thought, A.
Cohler, B. Miller, H. Stone (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1989; B. S. Turner, Marx ve
Oryantalizmin Sonu, H. Çağatay Eskinok (çev.), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2001, A.Simith- Robert B. Reich-
The Wealth of Nations, Moden Library Publishers, New York, 2000, Jean Bodin, Method for the Easy
Comprehension of History, W.W. Norton & Company, 1969.
318
Ayrıntı için bkz. J.J. Clarke, Oriental Enlightenment, The Encounter Between Asian and Western Thought,
Routledge, London, 1997. Bu genişleme sadece Avrupa’da yaratılan Asya kurgusu için geçerli değildi, aynı
zamanda Rus siyasal düşünce geleneği içinde yaratılan Asya kurgusu için de geçerliydi. Ayrıntı için bkz. Milan
Hauner, What is Asia to Us? Russia’s Asian Heartland Yesterday and Today, Routledge, London, 1990.
319
R.B.J. Walker, Inside/outside:International Relations as Political Theory, Cambridge University Press,
Cambridge, 1993, s,117.

100
Bu yüzden, Avrupa’lı Asya kurgusu, Batı devlet sisteminin yayıldığı kolonyalist çağda

diğer toplumların, bu arada Asya’daki toplumların kendilerine bakışlarını, kendilerini

anlamlandırmalarını (resentiment) etkiledi. İlginç bir biçimde, bu yeniden anlamlandırmanın

sonucunda, 19.yüzyılın sonu- 20.yüzyılın başında yeni bir –öteki- Asya kurgusu (Asyalı Asya

kurgusu) oluşturulurken, kurguyu asıl etkileyen Doğu-Batı büyük anlatısından (meta-narative)

ziyade, haritalar üzerinden yapılan coğrafi adlandırmalardı. Bu, Avrupa düşüncesinde ortaya

çıkan büyük coğrafi kavramsalaştırma (metageographic conceptualisation)’nın etkisiydi.320

Büyük coğrafi kavramsalaştırma üç farklı coğrafi yapılanma çerçevesinde ortaya

çıkmıştı: a)-bölgesel medeniyetler; b)-dini ve emperyal süper-bölgeler; c)-bölge sınırları

içerisinde ve ötesinde kalan küçük altbölge grupları.321 Bu kavramsallaştırma, herşeyden öte,

Avrupa siyasal tarihi içerisinde ortaya çıkan medeniyet kurgusuyla yakından ilişkiliydi.

Medeniyet kavramı322, Avrupa dillerine 18.yüzyılda, barbarlığın karşıtı olarak girdi.

Edmund Burke’ün anlayışında ideal yansımasını bulan bu kavramlaştırma, medeniyetlerin çok

ve farklı olabileceği iddiasını tamamiyle reddetmiyor, sadece medeniyetleri kendi içinde tutarlı

bir bütün haline getiriyordu.323 Ancak kısa sürede, medeniyet kavramı emperyal ilişki

çerçevesinde yorumlanarak, Avrupa yayılmasının hem dayanağı hem de eleştiri kaynağı olarak

kullanıldı. 19.yüzyılda medeniyet kavramı, artık, bir tür homojenleştirme/homojenleşme ile

ilerleme/daha iyi hale getirme misyonunu anlatır hale geldi.

320
Büyük coğrafi kavramsalaştırma düşüncesini Martin W. Lewis- Karen E. Wingen’dan ödünç aldım. Lewis ve
Wingen’ın kastetikleri kıta, bölge adları gibi “araç olarak kullanılarak küresel coğrafyanın anlamlandırıldığı ve
anlatının oluşturulduğu derin, ama aynı zamanda da alalade yeryüzü yapılarıdır”, Martin W. Lewis- Karen E.
Wingen, Age., s, 207.
321
Bu üç yapılanma da; Toynbee’nin 1959’da çizdiği dünya haritasında özetlenir Age. s, 150. Bkz. Harita 1.
322
Medeniyet kavramının altı şu değerlerle dolduruluyordu: Hristiyanlık, hukukun üstünlüğü, demokrasi,
Avrupalılık- Avrupaı adetler, pişirilmiş yemek kültürü, yetişkinlik, erkeklik, sınırlandırılmış cinsellik, egemenlik,
yüksek kültür. M. Saalter, Age., s, 23.
323
Age., s,16.

101
Medeniyetler insaoğlunun geliştirmeye muktedir olduğu en uzak ve
yapay oluşumlardır. Medeniyetler birer sondur. Olmuş-olanın olacak-
olanı yenmesidir. Ölüm yaşamı takip eder, ...tıpkı entelektüel çağın ve
[modern], inşa edilmiş, baş döndürücü dünya kentinin... Dorik ve
Gotik yaşamın ruhsallığını takip etmesi gibi. [Medeniyetler]
reddedilemez sonlardır... tekrar ve tekrar geri dönülecek. 324

Bu Medeniyet kavramı, kısa sürede emperyal ideoloji tarafından “mission civilisé”

(medenileştirme görevi) retoriğine dönüştürülerek, hem egemenlik iddiasının, hem de otantiklik

arzusunun tek kriterini oluşturdu.325 Bu sürecin doğal sonucu, en nihayetinde Milletler

Cemiyeti Şartı’da (22. Madde) ortaya konduğu şekliyle, Avrupa devletlerinin yekpare bir grup

olarak medeniyet adlandırılması bağlamında dillendirilmesiydi.326 Kısaca bu kurguda Avrupa,

karşımıza, içindeki ötekini yatıştırmayı başarmış327, kıtada bütünleşmiş, kendini kültürel

biçimde kendi çoğulculuğunun üzerine taşımış olarak çıkıyordu. A. Watson ve H. Bull’un

deyişiyle Avrupa kurgusu, “uluslararası toplumun” içine başarıyla taşınırken328 Hegel’in

tanımlaması hâlâ geçerliliğini koruyordu: Asya; geçmişin, tarihin kıtasıydı, Avrupa tarihin

sonuydu. Mısır (yani kolonileştirlmiş- emperyal sistemin içine alınmış, şimdi de manda sistemi

ile koruma altına alınan dünya) ise geçmişten geleceğe bir geçitti.329

Bu noktada, O. Spengler’in medeniyet ile kültür karşıtlığı üzerinden geliştirdiği tezi bir

yandan Avrupa kıta-medeniyet-kültürü açısından anlamsızlaşmakta, diğer yandan da Avrupa

324
Osward Spengler, The Decline of the West, Oxford University Press, New York, 1991, s, 24.
325
P. Duara, Sovereignty and Authanticity..., s,91.
326
M. Saalter, Age., s,15; 87.
327
Öteki’nin kurgusu da Avrupa kurgusuna bağlı olarak değişmiştir. Ama bu konuda Avrupa’ya yeniden –
kaybetmiş olduğu- yaratıcı enerjiyi verebilmesi için barbarları göreve çağıran Nietzsche, özel olarak dikkati hak
etmektedir. Bkz. F. Nietzsche, Güç İstenci, Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi, Birey Yayıncılık, İstanbul,
2002.
328
Heddley Bull- Adam Watson, “Conclusion”, The Expansion of International Society, Heddley Bull- Adam
Watson (der.), Clarendon Press, Oxford, 1984, s, 426; 19.yüzyılda “medeni” olmak, uluslararası sisteme girmenin
ön şartı olmuştu, Akira Iriye, Cultural Internationalism and World Order, The John Hopkins University Press,
Baltimore, 1997, s, 20.
329
Georg W. F. Hegel, The Philosophy of History, Dover Publications, New York, 1956, s, 115.

102
kurgusuyla birlikte doğan bölgesel Asya kurgusu açısından anlam kazanmaktadır.330

Spengler’in kültürü, siyasi alandan, ruhani ve düşünsel hayata taşıyan ve her bir kültüre kendi

ahlaki iç gelişimi için özerk bir alan veren anlayışı331 Asya kurgusu için, daha doğrusu Asya

kurgusunu hayata geçiren söylemin egemenlik ve otantiklik iddiaları için iki sebepten

önemliydi:

1)- Asya kurgusunu, Avrupa’da ortaya çıkan modelden farklı biçimde kurgulamaya

çalışanlar, büyük coğrafi kavramsallaştırmalardan yola çıkarak hazırlanan haritaların, temelde

üç sebepten dolayı, son derece sınırlayıcı olduklarını fark ettiler:

a)- Bu haritalardaki Güney Asya tanımlaması esasen dinsel açıklamalara dayanıyor;

dolayısıyla Tibet, Moğol, Burma, Tay kültürü ve Kamboçya, Budizme dayalı inanışları

çerçevesinde bir bütün olarak algılanarak Hint toplumsal sisteminin bir parçası yapılıyordu.332

Bu algılamanın oluşumunda elbette İngiliz Hindistanı’nın sınırlarının Güney Asya’yı

kapsaması da etkiliydi.333

b)- Doğu Asya tanımlaması tarihsel-siyasi açıklamalara göre şekillenmişti. Dolayısıyla

Çin merkezliydi. Bu durum Çin ile yakın kültürel komşuları (Japonya, Kore, Vietnam)

arasındaki ilişkiyi bulanıklaştırıyordu. Genelde, Japonya ada niteliğini yansıtacak şekilde ayrı

tutulurken, Kore ve Vietnam kabaca görmezden geliniyordu. Yani bu atlaslarda Çin, sadece

devlet ya da ulus olarak değil, Avrupa gibi bir kıta adlandırılması olarak alınıyordu.334

330
P. Duara, Sovereignty and Authanticity..., s,93.
331
O. Spengler, Age., ss, 176-185.
332
Martin W. Lewis- Karen E. Wingen, Age., s, 129.
333
Age., s, 159.
334
Age., ss, 132-133.

103
c)- Güneydoğu Asya tanımlaması ise oldukça sorunluydu, çünkü Batı emperyal

sisteminin sınırlarına göre ( yani İngiltere, Fransa ve Hollanda’nın hakimiyetindeki ve daha

sonra’da ABD’nin koruması altındaki topraklar arasındaki sınır düşünülerek) yapılmıştı, bu

nedenle de bölgenin yapısında sürekli bir değişiklik gözleniyordu.335 Kısacası Emmerson’un

deyimiyle jeopolitik bir algılama söz konusuydu ve Güneydoğu Asya bünyesine, savaş alanı

haline gelen/gelecek olan uluslar doldurulmuştu.336 Güneydoğu Asya, bu “aradaki alan” fikrini

yansıtır şekilde, dünya ticareti ve kültürel değişimi açısından çok kritik bir noktada yer almakla

beraber; Çin, Hint, Avrupalı ve İslami siyasal ve kültürel etkilerin pasif bir alıcısı olarak

görülüyordu.337

Kısaca, Avrupa’nın Asya haritaları, alt bölge gruplarını tanımlarken farklı farklı

kriterlere dayanıyorlar; farklı farklı alt bölgeler (yekpare bir Güney Asya’ya karşı bölünmüş,

parça parça bir Güneydoğu Asya) tanımlıyorlardı. Bu nedenle, tüm Asya’yı kapsayacak bir

bölgesel medeniyet ya da dinsel-emperyal bir süper bölge kurgusuna; yani Avrupalı Asya

kurgusundan giderek bir kıta algılamasına ulaşmak mümkün değildi. Sonuçta Avrupa siyasal

düşüncesi içerisinde oluşmuş Asya kurgusu ancak Avrupa kurgusuyla bir anti tez oluşturduğu

(savaşçılığa karşlık barışseverlik, maddeciliğe karşı ruhanilik, dejenarasyona karşı ahlakçılık,

rasyonelliğe karşı doğalcılık, geçiciliğe ve asriliğe karşı zamansızlık), yani Batı-Doğu büyük

anlatısına bağlandığı müddetçe anlam kazanacaktı. Spengler’lerin tezi bu bağlantıyı mümkün

kılıyordu.

335
Örneğin, Güney Asya’nın parçası kabul edilen Tayland ve Kambotçya, Hintçini’nin - Indochina- yani
Güneydoğu Asya’nın parçası haline getirildi. –Donald K. Emmerson, “Southeast Asia: What’s in a Name”,
Journal of Southeast Asian Studies, 15, ss,1-21; Age, s,171; ayrıca bkz, François Godement, The New Asian
Renaissance, From Colonialism to the Post Cold War, Elisabeth J. Parcell (çev.),Routledge, London, 1997, ss, 29-
35.
336
Donald K. Emmerson, Agm., s,10.
337
Örneğin, bkz, C.P. Fitzgerald, Age.ss, 409-410; Martin W. Lewis- Karen E. Wingen, Age., s, 133.

104
2)- Spengler’in medeniyet ve emperyalizm arasında kurduğu ilişki, mission civilisé’yi

reddedişi, emperyalizme yönelmeyen ama kültürden beslenen yeni bir medeniyet tanımlaması-

yani kozmopolit kültür hayali- Asya kurgusunu ulusların-devletlerin (ama medeniyetlerin

değil) siyasal eylem alanı için özgür bırakmıştı:

...[Spengler’in tezinden önce] medeniyet hem içeride hem de dışarıda


ulusal hegemonyanın hayata geçirilmesinde bir araç haline gelmişti.
Tabi ki şu iddia da bulunulabilirdi: Çin, Hindistan gibi uluslar için
tıpkı Fransa ve İngiltere için olduğu gibi ulusun sınırlarını
medeniyetin sınırlarına ulaşıncaya kadar genişletmek mümkündü- en
azından coğrafi olarak bu olasılık vardı... Fakat, küçük uluslar, onlar
ne yapabilirlerdi? 338

Küçük ulusların, örneğin Japonya’nın, entelijensiası Spengler’in geliştirdiği bu

alternatif medeniyet kavramını kullanarak, Japonya’nın merkezine oturduğu ya da temsilcisi

olduğu bir Asya kurgusu geliştirebilmişdi. Bu noktada da Batı Medeniyeti’nin ve Avrupa

kurgusunun evrensellik iddiasına destek olarak kullanılan değerlere benzer değerler; kültürler

ve ulusal yapılar içerisinde aranacak; sonuçta da “Konfiçyüsçü rasyonelliğe, Budist

hümanizme, Hinduist mantığa vb. ulaşılacaktı”.339

Sonuç olarak Avrupa’nın Asya kurgusunun kullanılması, Asya’yı Avrupa’ya hem

benzemeyen hem benzeyen bir şekle sokuyor, bir medeniyet ve kıta haline getiriyordu. Bu

haliyle de Asya’lı entelijensianın kurgulayacağı Asya kimliğini doğrudan etkileyecektir.

Bu etki nedeniyle, öteki Asya (Asyalı Asya) kurgusu içerisinde de hem Asya’nın

otantikliğini ortaya koyacak şekilde, Asya’yı Batı-Doğu anlatısının konusu yapacak Batılı

olmayan, Asya’lı değerlerin altı çizilecek, hem de Asya’yı Batı evrenselliğine

338
P. Duara, Sovereignty and Authanticity..., s,95.
339
Age., s,96. Bu konuda özellikle Tanrısal Akıl Cemiyeti’nin (Theosophical Society) çalışmaları çok etkili
olmuştu. Madam Blavatsky (1831–1891) ve Colonel Olcott (1832–1907) tarafından kurulan Cemiyet Hindistan ve
Seylan’daki Buddist ve Hindu Rönesansı’nı etkiledi. Cemiyet’in temel savunusu (philosophia perennis) tüm
olayların ve olguların ilahi tek bir esastan doğduğu ve bu esası ancak aydınlanmış öznel ruhların
anlayabileceğiydi. Bu düşüncenin açıklanması esnasında ise Asya kültürüne ait, yeniden doğuş, karma, maya gibi
kavramlar kullanılyordu. J. J. Clarke, Age., ss, 89-92.

105
yakınlaştırabilecek otantik evrensel değerlere vurgu yapılacaktır. Ancak, daha önce değinildiği

ve aşağıda açıklanacağı gibi Asya kimlik kurgusu özel bir ilişkinin içerisinde, kolonyalizmin

bünyesinde doğmuştur. Bu nedenle Avrupalı Asya kurgusunun unsurları olan, medeniyet

kavramsalaştırması ve kıta algılaması aynen alınmamıştır. Bu kavramların işlevini yerine

getirecek, yani hem ulusal hem de ulus ötesi egemenlik iddialarını destekleyecek yeni

tasarımlar: evrensel sistem düşüncesi ve bölge fikri ortaya çıkarılmıştır. Bu tasarılar temelde üç

grupta toplanmış çelişki ve karşıtlıklara cevap verecek şekilde hayal edilmişlerdi: a)- Batı-

Doğu karşıtlığı; b)- modernite-gelenek karşıtlığı; c)- bugün-geçmiş karşıtlığı.340

Bu karşıtlıkların ortaya çıktığı kolonyal ilişkiye ve kolonyal ilişki altında şekillenen

Asya kurgusunun unsurlarına (evrensel sistem düşüncesi ile bölge algılamasına) değinmek şu

gerçeği de gösterecektir: Asya kimlik kurgusu, sadece, Avrupa siyasal düşünce ve düzeninin

empoze ettiği bir proje olarak görülemez. Zaten Asyalı ulusları temsil eden entelijensianın sırf

Avrupa’da ortaya çıkan Asya kimliği kurgusuyla yetinmemesi de bu noktayı işaret

etmektedir.341 Ama, Avrupa’da ortaya çıkan ve kolonyal siyasal araçlarla içine taşınan Asya

kurgusunu da bütünüyle reddetmesi mümkün değildi.342 Bu nedenle, Asyalı entelijensia siyasal

taleplerini dillendirdikçe; Batı’yla, Batılıyla özgürce diyalog kurabileceği, Doğu-Batı,

modernite-gelenek, bugün-geçmiş karşıtlığını aşabileceği bir öteki Asya kurgusuna ihtiyaç

duydu.
340
A. Nandy, “The Illegitimacy of Nationalism, Rabindranath Tagore and the Politics of Self” Bonfire of Creeds:
The Essentials of Ashis Nandy, Oxford University Press, Oxford, 2004, s,153.
341
Ayrıca, Asyalı entelijensia için Avrupalı Asya kurgusuyla yetinmek de çok mümkün değildi, çünkü bu kurgu,
toplumsal/siyasal gerçeklerle sınandığında istenmeyen sonuçlar ortaya çıkıyordu.. Örneğin Max Müller-ki
Avrupalı, şarkiyatçı Asya kurgusunun yaratıcılarındandır- Hindistan üzerine çalışan öğrencilerine, Hindistana
gitmeyi yasaklamıştı. Kendisinde ve öğrencilerinde yaşayan “Asya sevgisinin” devam etmesinin şartı buydu. A.
Nandy, Intimate Enemy..., s, 17.
342
Bu noktada farklı bir coğrafyada, Rus siyasal düşüncesi içerisinde ortaya çıkan Asya bölgesel kimlik kurgusunu
inşaa eden Rus entelijensiası tamamiyle farklı bir yol izlemiştir. Tabi Rus imparatorluğu Batı ile kolonyal bir
ilişkinin içerisinde değildi ve ulus-devlet tanımlamasını bu ilişki çerçevesinde geliştirmedi. Bu nedenle Asya
kimlik kurgusu, Rus siyasal düşüncesi içerisinde 19.yy sonu 20.yüzyılın başında Avrupa’nın Asya kurgusundan
tamamen ayrılarak Avrasya bölgesel kimliği içerisine yedirilmiştir. Bu konuda bkz. Vişne Korkmaz, Senfonik
Kişilik, Beka-Doğa Rus İdesi ve Rus İdeali , Alev Yayınları, İstanbul, 2006, özellikle, ss, 266-291.

106
b- Öteki Asya Kurgusu (Asya’nın Asyası); İlişki ve Unsurları:

Kolonyalizm, Evrensellik ve Bölge

Asya kimliğinin kurgulanması açısından dönüm noktası Avrupa siyasal ve iktisadi

sistemi ile karşılaşıldığı 18 ve 19. yüzyıllardır. Öyle ki “Asya” ismi bile bu bölgedeki ulusal

entelijensiyalar tarafından bu karşılaşmanın sonucunda öğrenilmiştir.343 Tabii, Asya isminin

öğrenilmesi basit bir bilgi değildi, bu durum daha önce bu toplumlar için geçerli olan dünya ve

sistem algılamalarının değiştiğini göstermektedir. Nitekim Avrupa geleneğine dayanan üç

bölümlü haritanın (mappaemundi) Çin ve Hindistan’da344 öğrenilmesinin sonucu; Budist ve

Konfiçyüsçü merkez-dünya algılamasının değişmesiydi.

Avrupa siyasal/iktisadi sistemiyle karşılaşmadan önce, Hindistan’da Brahmanlar

vatanlarını dünyanın merkezi olarak görüyorlardı. Üstelik bu merkez kutsaldı ve dışında kalan

tüm diğer alanlar, özellikle suların ötesindeki alanlar, kirlenmeyi temsil ediyordu.345

Egemenliklerini ilan ettikleri alan da, sadece Himalayalar’ın güneyini kapsayan bu alan değil,

bu alan üzerinden Kautilya’nın Arthasastra’sında görüleceği gibi tüm Dünya’ydı.346 Çin’de de,

bürokrasi ve entelijensianın kendi medeniyetlerine verdikleri isim Chunk-kuo, Orta Krallık’tı.

Han Çin’inden (M.Ö. 221–210) kalan bu gelenek, kuzey, güney, doğu ve batı’da uzanan tüm

alanları barbar coğrafyası olarak nitelendiriyordu. Bu algılamalar düşünsel olarak ulaşılmış

siyasal bir dengeyi ortaya çıkartmaktaydı: egemenliğin alanı olarak seçilen yerel-otantik coğrafi

alan, ne bir kıta, ne bir bölge; evrenin kendisiydi. Evrensellik ise, bu alana egemen olmaktan

başka bir şey değildi.

343
Tessa Morris-Suziki, “Invisible Countries:...”, s,5.
344
Pekka Korhonen, “Asia’s Chinese Name” Inter-Asia Cultural Studies, 3/2, August 2002, ss, 258-262.
345
Martin W. Lewis- Karen E. Wingen, Age., s, 69.
346
Ronald Inden, Imagining India, Blackwell Publishers, Oxford, 1990, s, 246.

107
18. yüzyılda Hindistan’da, 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren de Çin sistemi

içerisinde bu evrensellik algılaması değişecekti: Böylece bu topraklar, hem batılı hem de yerli

entelijensia tarafından kendi başına bir Dünya olmaktan çıkarılarak, Medeni Dünya (Batı

Avrupa) tarafından tanımlanan Şark ve Asya’nın parçası haline geldiler. Avrupa’nın Asya

kurgusunda gördüğümüz üzere medeniyet ve kıta algılamalarıyla birlikte tanımlanmış

bölge’nin, Asya’nın parçası haline geliş, zorunlu olarak yeni bir evrensellik arayışını da

beraberinde getirecekti.

Batı ile karşılaşmadan önce kendini tanımlarken, coğrafi bir adlandırmayı yani

“doğuyu” kullanan tek ulus Japonya’ydı. Ama Edo*, bu tanımlamayı kullanırken, kendisini Çin

sistemi içerisindeki adlandırılmasıyla nitelendiriyordu: Jih-pen (güneşin yükseldiği topraklar,

doğudaki alan). Bu, Çin’in doğu kıyısında yer aldığını, Çin emperyal sistemi içerisinde

bulunduğunu, Çin’le ortak alfabeyi benimsediğini ve Çin sistemindeki evrensel anlayışın bir

parçası olduğunu gösteren bir adlandırmaydı.347

Bu yüzden, 19.yüzyılda Amerika’nın da gösterildiği “dört bölümlü haritanın”

Japonya’da öğrenilmesi ile, Çin-Japonya ilişkisi yeniden tanımlanmaya başlandı. Bu yeniden

tanımlamanın sonucu; Çin ile olan ilişkinin siyasi alandan çıkarılarak coğrafi alana

kaydırılması, bu kaydırılma yapılırken de Asya’nın hiyerarşik olarak en önemli kıta haline

getirilmesidir.348 Bu benimsemeyle beraber, Çin sisteminde kullanılan, Axiya/Yaxiya (Çince

karakterlerle aşağı-önemsiz-aşağı)349 adlandırmasındandan da uzaklaşılmış oluyordu.

Japonya’nın yeni bir evrensel anlayış için bakacağı, artık bu önemli kıta olacaktı.

*
Bugünkü Tokyo.
347
Stephen N. Hay, Asian Ideas of East and West, Tagore and His Critics in Japan, China and India, Harvard
University Press, Cambridge, 1970, s,2.
348
Martin W. Lewis- Karen E. Wingen, Age., s, 32.
349
Pekka Korhonen, Agm. s, 265.

108
Öteki Asya kurgusunu şekillendiren evrensellik iddiası ve bölgesel bir düzen arayışı her

hangibir ilişki içersinde değil, doğrudan (Hindistan), ya da dolaylı (Japonya) kolonyal ilişki

içerisinde şekillenmişti. Bu ilişki nedeniyle de evrensel sistem düşüncesini etkileyen faktörler,

her iki ulusun entelijensiası tarafından çok okunmasına rağmen liberal ve sosyalist fikirler

değildi. Evrensel sistem düşüncesini en çok etkileyen emperyal sistem tecrübesiydi-ki açık

ifadesini Raj’da bulacaktır.

ii- Hindistan ve Japonya Örnekleri

a)- Raj ve Emperyal-Evrensel Sistem Düşüncesi:

1-Raj ve Emperyal Sistem Düşüncesi

Asya ile ilgili yeni algılamaların geliştiği dönem Asya’da Avrupa kolonyalist

politikalarının dönemiydi. Elbette Avrupalılar çok önce, henüz 15.yüzyılda Hindistan’a

gelmişlerdi. Ancak ilk gelen Portekizliler’in amacı ve örgütlü yapısı işgale değil, ticarete

dayalıydı. 18.yüzyıla kadar olan ilk sömürgeleştirme hareketleri yalnızca fethedilmiş ve

egemenlik altına alınmış toplumların yapılarını bozmakla kaldı ama gerçek anlamda bir

emperyal kimlik oluşturmadı, çünkü “yeni gelenlerin” egemenliklerinin dayanakları zayıftı.350

18. yüzyılda gerçekleşen ikinci (ekonomik) sömürgeleştirme ise, ulaşılan topraklarda yeni bir

toplum kurma düşüncesini de beraberinde getirdi. Bu şekilde 18.yüzyılın sonundan itibaren

İngiliz İmparatorluğu’nun çifte kimliği görülmeye başlandı: Deniz üstleri ve colonların

yerleştirilmesi. Yani bir yanda ticaret kolonileri, diğer yanda inancın kök salması ve kendi

ülkelerinde hiçbir şeyi olmayanların düzen kurmaları için bâkir topraklar.351

350
Marc Ferro, Sömürgecilik Tarihi, Fetihlerden Bağımsızlık Hareketlerine Kadar, 13-20. Yüzyıl, Muna Cedden
(çev.), İmge Yayınları, İstanbul, 2002, s, 46.
351
Age., s,90.

109
Bu yeni modelin, daha tam emperyal sisteme dönüşmemiş bu yeni dalga

sömürgeciliğin; İngiliz imparatorluğunu “kazayla”, “tam da böyle bir niyet yokken” yaratmış

olması ilginçtir.352 Gerçekten de Doğu Hindistan Şirketi’nin353 görevlisi Robert Clive, Fransa

ve İngiltere arasındaki mücadelenin yükü altında kalmak istemeyen Hint-Moğol imparotoru

Nawap’ı Plassey Muharebesin’de (1757) yendiğinde, kurulan ve 19.yüzyılın ortasına kadar

sürecek olan düzen, yani Hindistan’daki İngiliz Yönetimi (Raj), devlet mekanızmalarından

ziyade tüccarlar tarafından kurulmuştu.354 Bu nedenle, kimi Hindistan tarihçileri

(revizyonistler)355 Raj’ın ilk dönemlerini kolonyal olarak adlandırmaktan çekinirler.356 Çünkü,

1750’lerden 1850’lere kadar devam eden bu “erken kolonyal dönemin” en önemli özelliği eski

düzene ait kurumlar ve bu kurumların toplum içindeki destekleriyle Doğu Hindistan Şirketi

arasındaki işbirliğidir.357 Revizyonist tezin en önemli yanı, kolonyal ilişkinin kurulmasında

Güney Asya toplumunun kendi iç dinamiklerine (örneğin Batı’dan farklı bir merkeziyetçi ve

352
H. Arenth, Totalitarizmin Kaynakları2, Emperyalizm, Seçme Easerler 4, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998,
s,152.
353
1600’de Hindistan, Güneydoğu ve Doğu Asya ile ticaret yapmak için kurulmuş İngiliz Ticaret Şirketi. Zaman
içinde Surat, Madras, Bombay ve Kalküta’da ticari acentalarını kurarak bir ticaret tekeli haline geldi. Baharat
ticaretiyle başladığı faaliyetleri pamuk, ipek ve diğer malların ticaretini de kapsayacak şekilde genişledi. 1708’den
sonra siyasi bir aktör haline gelerek, Hindistan’daki İngiliz yayılmacılığının ve sömürgeciliğinin temel aracı
olduğu gibi, İngiltere’nin Çin siyasasının da temel yürütücülerinden biridir. Şirket’in çay ticaretini finanse etmek
için illegal afyon satışını desteklemesi Çin’in yarı-sömürge durumuna geçeceği Afyon Savaşları’na (1839-1842)
yol açmıştı. 18.yüzyılın sonundan itibaren İngiliz Parlementosu’nca yetkileri kısılmaya çalışılmış, Sipahiler
Ayaklanması’nı takiben Hindistan’daki işlevine son verilmiş ve 1873’de de tamamen varlığı son bulmuştur.
354
1765’de imzalanan anlaşmaya göre Moğol Hükümdarlığı Doğu Hindistan Şirketini (kuruluş 1600), Diwan
yönetimine atamıştı. Yani Şirket resmi olarak Bengal, Bihar ve Orissa’nın vergilerini toplayacaktı. Bu anlaşma iki
sonuç doğurdu: 1)- Moğol imparatorunu İngiliz İmparatorluğu kuruluncaya kadar (1858) meşru bir kurgu olarak
korudu. 2)- Doğu Hindistan Şirketi’nin meşruiyetini sorgulanamaz hale getirdi. David S. Kopf- C. James Bishop,
“The World of India” The World of Asia, Harlan Davidson, Wheeling, Illınois, 1995, s, 103.
355
Örneğin bkz: C.A. Bayly, Indian Society and the Making of British Empire, The New Cambridge History of
India Vol II, Cambridge University Press, Cambridge, 1988, özellikle ss, 45-106; C. A. Bayly, Rulers, Townsmen
and Bazaars: North Indian Society in the Age of British Expansion, 1770-1870, Cambridge University Press,
Cambridge, 1983; Frank Perlin, “State Formations Reconsidered” Modern Asian Studies, 19/3, 1985, ss, 415-480;
David A. Washbrook, “Progress and Problems: South Asian Economic and Social History c.1720-1860” Modern
Asian Studies, 22/1, 1988, ss, 57-96.
356
Ian J. Barrow- Dougles E. Haynes, “The Colonial Transition: South Asia, 1780-1840” Modern Asian Studies,
38/3, 2004, ss, 471-472; Partha Chatterjee, Ulus ve Parçaları, İsmail Çekem (çev.), İletişim Yayınları, İstanbul,
2002, ss, 56-64.
357
Partha Chatterjee, Ulus ve...., s,59.
110
kapitalist toplumsal/siyasal sistem geliştirebilme yeteneğine) odaklanarak, metropolün

(Londra’nıın) rolünü göz ardı etmesidir.358

Oysa, tüm niyetsizliğe rağmen, Raj denizaşı yayılmacılığın özelliklerini taşıyordu.

Kıtasal yayılmanın aksine denizaşırı yayılma bilinç ve siyasal irade sonucuydu, dolayısıyla her

nereye gidiliyorsa, kolonyalistlerle beraber yönetim araçları da götürülüyordu.359

Hindistan’da bu yönetim araçları, zaten Moğol işgaliyle zarar görmüş olan Hind

sistemini (Indic System)360 tamamen ortadan kaldırdı. Hint-Moğol devletinin resmi dili Farsça

devre dışı bırakıldı ve bürokrasinin resmi dili İngilizce haline geldi. 1857 Sipahiler

Ayaklanması’ndan361 sonra ideolojik olarak daha sağlam hale gelmiş kolonyal devlet-Raj- artık

resmi olarak da İngiliz İmparatorluğu’nun bir parçasıydı.

Raj’ın bu konumunu, tek yanlı emperyal politikaların uygulanması olarak görmek

mümkündür. Üstelik İngiliz bürokrasisi, bu algılamayı güçlendirecek biçimde, Avrupalı Asya

kurgusunun üzerine oturduğu, barbarlık-medeniyet, Doğu-Batı, şimdi ve geçmiş karşıtlığını da

Raj’ın ideolojisinin belkemiği haline getirmişti:

358
Ian J. Barrow- Dougles E. Haynes, Agm., s, 472.
359
A. P. Thornton, Doctrines of Imperialism, John Willey and Sons Inc., London, 1965, s, 10.
360
Hindi Sisteminin coğrafi sınırları Kautilya tarafından kuzeyde Himalayalar’dan, güneyde denize kadar olan
kısımla doğu batı yönünde binlerce yojanas uzunluğunda bir alanı kapsar şekilde tanımlanmıştı. Çeşitli sebeplerle
(coğrafi, dinsel, yönetimsel) altkıtanın sınırları ötesinde yayılma politikası uygun görünmüyordu. Altkıtanın
ötesinde, özellikle Güneydoğu Asya’ya olan Hint etkisi dolayısıyla siyasal olmanın ötesinde iktisadi ve kültüreldi.
Hindi sistemin yapısı anarşikti ve göreceli güç algısı devletlerarası ilişkileri belirlemekteydi. Bu konudaki iki
klasik, Arthashastra ve Mahabharata realist algılamayı, güç, güvenlik ve ittifak algılamaları üzerinden
aktarmaktadır. M. Alagappa, “International Politics in Asia, the Historical Context”, Asian Security..., ss,74-75.
361
Büyük Hindistan Ayaklanması (Indian Mutiny) ya da Sipahiler Ayaklanması (Sepoy Mutiny) olarak bilinir
(1857-1858). Ayaklanma Doğu Hindistan Şirketi’nin hizmetindeki Hint birliklerinin tüfeklerini yağlamak için
domuz ve inek yağından oluşan, dinsel açıdan kirli malzemeyi reddetmeleriyle başlar. Asiler yakalanıp,
hapsedilince, bu grubu destekleyen birlik liderleri İngiliz komutanlarını öldürerek, Delhi’ye yürürler.
Ayaklanmanın dinsel ve iktisadi sebepleri çok tartışmalıdır, ancak 1857 ayaklanmasından üç önemli sonuç
doğmuştur: 1)- Doğu Hindistan Şirketi’nin dolaylı yönetimine son verilmiş, İngiltere kraliçesi Hindistan
İmparatoriçesi olmuştur. 2)- İngiliz sömürgeciliğinin merkezileştirme politikalarına karşı başlayan ayaklanmayı
esas olarak Hint Müslümanları desteklemişlerdir. Dolayısıyla Raj’ın geleceği bundan sonra Hindularla olan
danışma ve işbirliği mekanızmalarına dayanacaktır. 3)- Yaşanan kanlı savaş modenizm ve barbarlık arasındaki
büyük çatışma olarak Raj’ın ideolojisini besleyecektir. Ayrıntı için bkz. C.A. Bayly, Indian Society and..., ss, 167-
199.

111
İmparatorluk hayatın ya da yönetimin doğal ilkelerini temsil
etmez,...savaş halindeki bir medeniyeti temsil eder ve hiçbir
anormallik, hükümetin başında bulunup da fetheden [İngiliz] ırkın
üstünlüğü dışında ...bir meşruiyeti olmadan,...bu üstünlüğü
açıkça...savunmayı reddeden insanların imparatorluğu yönetmesi
kadar çarpıcı ve tehlikeli olamaz.362

Benzer bir biçimde, Sir Thomas Smith şöyle diyecekti: “Tanrı İngilizler’e barbar

ulusları ehlileştirme ve iyileştirme görevini verdi.”363 Smith’in bu sözleri aslında İrlanda için

söylenmişti, Hindistan için değil; ancak önemi şuradaydı: 18.yüzyılın sonunda “Barbar

İrlandalılar” ve “Medeni İngilizler”, denizaşırı sömürgelerde yeni bir İngilizlik ihtimalini

bulmuşlardı. İngiltere yönetimi altındaki ulusların işbirliğine dayanarak inşa edilmiş bu

İngilizlik fikri ile imparatorluğun yayılması birlikte yürüyen bir süreçti.364

...Sen [İngiliz] dünyayı ele geçireceksin. Kimse nasıl yaptığını


bilmezken, sen dünyayı elinde tutacaksın ve kimse nasıl yaptığını
görmezken sen dünyayı sırtında taşıyacaksın. Fakat ne senin ne de
oğullarının, dört armağan dışında... bir kazancı olmayacak: Seni
taşıyan Deniz, Rüzgâr, Güneş ve Gemi... Uzak görüşlü, ağzı sıkı ve eli
ağır olacak [oğulların], her düşmandan bir parça üstün olacaklar ki
denizlerde seyreden herkesi koruyabilsinler.365

Bu kendini önemsiyiş, günlük hayatta ifadesini buldu. “Beyaz adam”, Hintliler’den

bütünüyle ayrıldı. Farklılığın yaratılması; “kadın kültü”,366 “hastalık kültü”,367 “Afgan sınırında

savaşan cesur Müslüman erkeklere karşı, işbirlikçi-kadınsı Hintli” kültü368 üzerinden inşa

362
Thomas R. Metcalf, The Aftermath of Revolt, Princeton University Press, Princeton, 1964, s, 96.
363
Thomas R. Metcalf, Ideologies of the Raj, The New Cambridge History of India, Vol. III, Cambridge University
Press, Cambridge, 1995, s, 2.
364
Thomas R. Metcalf, Ideologies of the Raj,...ss,2-4; Linda Colley, “Britishness and Otherness: An Argument”
Journal of British Studies, 31, 1992, ss, 309-329.
365
Rudyard Kipling, The First Sailor, (1891), aktaran H. Arenth, Totalitarizmin...., s,155.
366
Ayrıntı için bkz. Thomas R. Metcalf, Ideologies of the Raj,...ss, 92-114.
367
Ayrıntı için bkz. Mridulla Ramana, “Perceptions of Sanitation and medicine in Bombay” Colonialism as
Civilizing Mission, Cultural Ideology in British India, Harald Fiscer-Tiné- Michael Mann (der.), Anthem South
Asian Studies, Wimbledon Publishing Company, London, 2004, ss, 205-225; Age., s, 104.
368
Ayrıntı için bkz. Thomas R. Metcalf, Ideologies of the Raj,...ss, 140-148; A. Nandy, The Intimate Enemy...,ss,
16-17.
112
edildi. Elbette bu farklılık günlük hayata yansıyan, kimin kimle seyahat edebileceğini, kimle

konuşabileceğini, dar bir geçitte kimin yol vereceğini açıklayan hiyerarşik bir düzeni ifade

ediyordu.369 İspanyol, Fransız ve Hollanda emperyal politikalarından farklı olarak, İngiliz

kolonyalizmi; assimilasyonun, İngilizleşmiş yerlilerin (Babular) reddedilmesine

dayanıyordu.370

Farklılığa yapılan bu vurgu, İngiliz emperyal sistemini ünlü Robinson Cruso ve Cuma

örneğinde çizilen çerçevede görmemizi sağlar. Bu örnek, yayınlandığında pek çok Avrupa’lıyı

büyülemişti. Sadece Cuma’ların yaşadağı uzak dünyalara giderek başarı kazanacak ve kendi

kimliğini hiçbir şekilde dönüştürmeyecek Avrupalı’ların imajı emperyalizmin rüyasını

yansıtıyordu. Üstelik emperyalizmin erdem olarak görüldüğü bir çağda ortaya çıkmıştı bu rüya.

Ancak Thornton, İngiliz Emperyalizmi’nde somutlanan emperyal politikaları başka bir

öykünün üzerinden de okuyabileceğimizi iddia eder: Shakespeare’in Fırtına’sı (The Tempest–

1611). 371 Fırtına’nın kahramanı, büyücü Prospero gerçek hayattaki siyasal kavgalardan kendini

kurtarmak için bir adaya sığınır. Sihir gücüyle yaratabildiği fırtınalarla hem adaya tamamiyle

hâkim olup etrafındakileri yönetir hem de yalıtılmış konumunu sürdürür. Ta ki bir gün güçlerini

yitirinceye kadar. Prospero, artık koşullarını kendi yarattığı adasını kontrol edememektedir ama

gerçek hayata, sorumluluklarına da geri dönmek istemez. Gerçek hayata- bir gün dönebilirse-

dönüşü tüm sorumluluklardan muaf olacağı yeni bir kimlik altında olacaktır.

Fırtına’daki bu yeni kimlik, emperyalist gücün emperyal ilişki içerisinde değiştiğini,

başkalaştığını gösteriyordu. A. Nandy’e göre, bu başkalaşım çok doğaldı çünkü emperyal ilişki

369
Charles Allen, “Indians”, Plain Tales From the Raj, Images of British India in the Twentieth Century, C. Allen
(In association with Michael Mason)- (der.), St Martin Press, New York, 1975, ss,192-201.
370
Bu konuda en katı tutumlardan biri için R. Kipling, Kim, Penguin Popular Classics, London, 1992.
371
O. Manoni, La Pschologie de la Colonisation (1950- İngilizcesi; Prospero and Caliban, 1964) aktaran A. P.
Thornton, Age., ss, 192-193.

113
bir konsensus içinde yaratılmıştı. Max Müller’in Aryan kuramını372 geliştirmesinden itibaren

İngiltere’nin iktisadi sisteme hâkim olması ve kültürel alanda Hint toplumuyla İngilizlerin

bütünleşmesine dayanan bu konsensus, aslında İdeal İngiliz İmparatorluğu yurttaşı ile ideal Raj

tebaası arasındaki uzlaşmaydı.373 Bu uzlaşma, modern (İngilizce) eğitim sistemini, iki dilli

yurttaş-memurları, Hindistan entelijensiasını,374 modern Hinduizmi,375 Bengal orta sınıfını ve

hatta tüm Hindistan yönetim sistemini376 yaratacaktı.

Paris ve Londra’daki gazatelerin editörleri Fransız ve İngilizlerin


seçilmiş halklar olduğunu zaman zaman yazıyorlar. Fransızlar buna
gerçekten inanıyorlar... Ama İngilizlerde bir ironi hakim...[çünkü]
Hindistan’daki yönetim yapısı işgalcilerden ziyade Hindistanlılar’ın
bir ürünü. 377

Sonuçta, İngiliz emperyalizmi, emperyal sistemin Hindistanlılar ile ortak yaratılmasına

dayanan bir anormaliteydi (sapaklık).378 Bu anormalite modern Batı milliyetçiliğinin tüm

dinamiklerini bünyesinde taşıyan ve hegemonik bir proje olarak kurgulanan Hindistan

milliyetçiliğine yol açtı- ki Hindistan milliyetçiliği de bir anomaliteydi. Çünkü dayandığı orta

sınıf, iktisadi üretim ve kâr ilişkileri içerinde ortaya çıkmamıştı. Bu yeni sınıf, daha çok

ekonomik mekanizmaların Avrupalı güçlere teslim edildiği, Hint kültürel otantikliğinin ise

372
Max Müller (1823–1900) Alman Şarkiyatçı ve dilcidir. Editörlüğünü yaptığı Doğu’nun Kutsal Kitapları (1879–
1904) dil, mitoloji ve din ile ilgili çalışmalarından en önemlisidir. Aryan kuramı da dil ve ırk kuramlarının bir
bileşkesi gibidir. Temelde Sanskritçe ve Avrupa dilleri arasındaki grammer benzerliğine dayanarak, Güney
Kafkasya’dan çıkarak Kuzey Hindistan’ı ve Batı Avrupa’yı kolonileştiren ortak bir ata (Aryan ata) tasarımına
ulaşılır. Ayrıntı için bkz. Thomas R. Metcalf, Ideologies of the Raj,...ss, 82-83.
373
A. Nandy, The Intimate Enemy...,s, 10.
374
P. Chatterjee, Milliyetçi Düşünce ve Sömürge Dünyası, Sami Oğuz (çev.), İletişim, İstanbul, 1996, s,53.
375
Thomas R. Metcalf, Ideologies of the Raj,...ss, 12-13.
376
A. P. Thornton, Age., s, 67.
377
Age.
378
Üstelik Nandy’e göre, bu ortak üretim sadece Hindistan içinde, Hindistan için geçerli değildi. Hindistan’da
üretilen, hiyerarşik koloni kavramları, örneğin aşağı sınıflar söylemi, İngiltere içerisinde sanayi kapitalizminin
gelişimi için kullanıldı: “Kolonyalizmin trajedisi, İngiltere’nin tüm çocuklarının, kadınlarının, ve diğerlerinin
trajedisiydi.” A. Nandy, Intimate Enemy..., s,32.

114
İngilizceleştiği bir işbölümü sonucu oluşmuştu: “Hindistan’da emperyalizme karşı burjuva

muhalefet her zaman belirsizdi.”379 Hatta 19.yüzyılın sonuna gelindiğinde ve Hindistan’ın

idaresine eşit siyasal katılım talep edildiğinde dahi, yani iktisadi haklar dillendirildiğinde dahi,

başvurulan ünlü Naoroji kuramıydı.380 Sonuçta iddia edilen şuydu: İngiltere’yi yaratan; refah

içerisindeki, modern, ilerlemiş, güçlü, sanayileşmiş İngiltere’yi yaratan Güney Asya’nın

zenginlikleriydi.381 Şimdi İngiltere’nin geri ödeme zamanı gelmişti.382

Naoroji, kuramını geliştirirken geri ödemenin anlamı üzerinde fazla durmamıştı.

Dönemin entelijensia’sı, yani Bengalli orta sınıf için önemli olan, emperyal sistem ve bu

sistemin dayandığı evrensel değerler üzerinde eşit söz sahibi olmaktı. Bu yaklaşımın mantığı

bir yandan, 1830’lar-1840’larda Hindistan’ı “gelişmenin labaratuarı” olarak gören İngiliz

liberalizmini383 ve Raj’ın temel ideolojisini reddediyordu. Ama diğer yandan da, İngiliz

liberalizminin yücelttiği, modern –batılı-evrensel değerleri- benimsiyordu: “İngiliz Sanayi

Devrimi’nin uluslararası koşulları Doğu’da, daha doğrusu Asya’da ortaya çıkmıştır.”384Avrupa-

merkezci bu okumadan uzaklaşmak için, emperyal sistemin ortadan kalkmasını ve Büyük Doğu

379
P. Chatterjee, Milliyetçi Düşünce..., s, 62.
380
Dadabhai Naoroji (1824-1917), Farsi kökenli işadamıdır. 1880’den sonra gelişen milliyetçi ajitasyon
döneminde B.G. Tilak’la beraber en önemli figürlerden biri haline geldi. 1760’da İngiliz Sanayi Devrimi’nin
başlamasını Clive’in Plassey Muharebesi’ni kazanmasına bağlıyordu Naoroji. Kuramı da, iktisadi aktarım kuramı
(economical drain theory), bugünkü anlamıyla moden İngiltere’nin, o günkü anlamıyla emperyal İngiltere’nin
Hindistanla yaptığı ticarette dayandığını iddia ediyordu. D.S. Kopf- C.J. Bischop, Age., s,115.
381
J. Nehru’da bu kuramdan etkilenmişti, bkz, J. Nehru, “The Plunder of Bengal Helps the Industrial Revolution
in England” The Discovery of India, Oxford University Press, Oxford, 1989, ss, 295–297.
382
Age.; Avinash M. Saklani, “Colonialism and Early Nationalist Links Between India and China”, China Report,
35, 1999, s,264.
383
Victoria dönemi İngiltere’sinde farklı pek çok liberal okul vardı ve her bir okul farklı siyasi görüşleri
yansıtıyordu. Temel olarak şu görüşler sayılabilir: a) aristokrat Whigler, b)-Klasik siyasi iktisatçılar, c)-Torry
Peelites takipçileri yani reform yanlıları, d)- radikaller ve e)- Benthamcı yaracılar. Bu farklı görüşlere rağmen,
Liberaller tüm koloni dünyasını etkileyen ortak bir bakış açısına sahiptiler: Toplumsal reformun mümkün olduğu
ve tüm insanlığın paylaşabileceği evrensel değerlerin bulunduğu fikri. Thomas R. Metcalf, Ideologies of the
Raj,...ss, 28-29.
384
Miyazaki İshisada (1901–1998) görüşleri üzerinden çalışmalarını sürdüren Kawakatsu Heita’nın sözlerini
aktaran, Sun Ge, “What Does Asia Mean? Part I”...., s,329.

115
Asya Ortak Refah Alanı* gibi bölgesel algılamalara dayalı fikirlerin gelişmesini beklemek

gerekecekti.

Eşit söz talebi, emperyal sistem bu kadar benimsenirken, ancak kültürel alanın

muhalifleştirilmesiyle sağlandı.385 Bu süreç dini reformizmle yan yana giden bir süreçti ve

emperyal sisteme zarar vermeden, yeni bir evrensellik düşüncesinin üretilmesi için çok uygun

bir zemindi.

2- Evrensel Sistem Düşüncesi

Dinsel reformizm, konumuz açısından çok önemlidir, çünkü Asya kurgusunun

unsurlarından evrensellik iddiasını Doğu-Batı, modern-geleneksel ve şimdiki zaman-geçmiş

zaman ayrımını ortadan kaldırarak sağlamıştı. Daha doğrusu, bu ayrımın Doğu-Batı, modern-

geleneksel, bugün-geçmiş, İngiliz-Hintli sentezinin sağlanmasıyla ortadan kalkacağını

savunarak, Hindistan siyasal düşüncesinde ortaya çıkacak olan Asya kurgusunu etkilemişti.

Aslında dinsel reformcuların üzerinde durduğu, Asya kurgusunu etkileyen anlayış, bir sentez

fikrinden çok; “bir symbiosis*, ortak yaşama fikriydi”. Bu nedenle, Asyalı Asya kurgusu

içerisindeki evrensel sistem düşüncesi, evrensel birlik düşüncesinin bir yansımasıydı.

Doğu-Batı sentezi altında doğan evrensel birlik idealini ilk öneren Raja Rammohon

Roy’du.386 Bu ideal, Doğu ve Batı’nın üstün oldukları alanların tanınmasına dayanmaktaydı:

*
Ayrıntı için bkz s, 226.
385
Partha Chatterjee, Ulus ve...., s,71.
*
Symbiosis: sembiyoz, ortak yaşama; ortak yaşarlık; farklı iki canlının bazı yararlardan ötürü birbirine bağımlı
olarak yaşaması.
386
R. Rammohun Roy (1774–1833), Modern Hindistan’ın babası, Hindistan Rönesası’nın babası, Hindistan
Milliyetçiliğinin peygamberi gibi sıfatlarla adlandırılan Roy, geleneksel Hint kültürünü ileleme adına sorgulayan
ilk reformculardandır. Roy’a göre Hindistan’daki İngiliz idaresi takdir-i İlahi’di ve İngiliz emperyal sistemiyle
olan bu temas Hindistan’ın iyiliği içindi. Kedar Nath Mukherjee, Political Philosophy of Rabindranath Tagore, S.
Chand & Company, New Delhi, 1982, s,34. 1828’de kurucusu olduğu Brahmasamaj (Tanrıya Tapanlar Cemiyeti)
inancı, dinsel toleransa ve dinler arası ortaklığa dayanan bir inanç sistemiydi. Dolayısıyla, S. Tagore’un deyimiyle

116
“Hristiyanların dediğine göre İngilizce’ye çok şey borçluyuz. [Gerçekten de] mekanik sanata

bu araçla giriş yaptık. [Ama] Dünya da, bizim atalarımıza çok şey borçlu. Çünkü ilk bilgi

Doğu’dan geldi.”387 Batı’ya, Avrupa’ya meteryal; Doğu’ya, Asya’ya ruhani bilginin

kaynaklığını atfederek Roy, takipçisi olan reformcuların tümünü, Debendranath Tagore,

Keshup Chunder Sen, ve Swami Vivekandra’yı, bu arada da Batı’nın mükemmel olmadığını

iddia eden Hindistan’daki ilk milliyetçi düşünceleri388 etkiledi.

Roy’un fikirlerini, sentezin bir hanesini Asya haline getirerek sürdüren Keshup389 oldu.
390
“Niçin İsa’yı Doğulu olarak adlandırmıyoruz ki?” diye soruyordu Keshup. Bu adlandırma

bir gereklilikti çünkü Hindistan’ın temsilcisi olduğu Asya’nın, Avrupa’ya bir mesajı vardı:

“İzin verin, Hindistan İngiltere’den pratik doğruluğu öğrensin... İzin verin, İngiltere bize

fabrikalar versin; Ama aynı zamanda izin verin ki İngiltere Hindistan’dan kendini tanrıya

adamayı, inancı ve duayı öğrensin, izin verin İngiltere’nin [fabrikalarına] büyüleyici

renklerimizi verelim.”391

..Roy kişiliğinde iki önemli kimliği birleştirmişti: Evrensel düşünceye inanan bir aydın olarak Uniteryan
düşünceye, Batı’ya ve Hristiyanlığın erdemlerine inandı; Milliyetçi bir reformist olarak da aynı anda a)-bir Hindu
reformcusu gibi davrandı, b)-İslam inancını savundu, c)-bir Hristiyan olarak temel dinsel metinlere Uniteryan
yorum getirdi. Kısaca Rommohun kendi içinde bir evrenselci düşünürle üç milliyetçi aydını barındırıyordu.

Saumyendranath Tagore, Rammohun Roy, His Role in Indian Renaissance, The Asiatic Society, Calcutta, 1975, ss,
99–100.
387
S. Hay, Age., s,21.
388
Sri Ramakrishna’nın görüşleri için bkz. Partha Chatterjee, Ulus ve...., s,91.
389
Keshabchandra Sen (1838–1884), Kalküta’nın ileri gelen ailelerinden birine mensuptu. Brahmasawaj
hareketinin içinden geldi ve rasyonelliği de eleştiren etkili bir brahman liderine dönüştü.
390
Partha Chatterjee, Ulus ve...., s,79; , S. Hay, Age., s,22.
391
S. Hay, Age., ss, 22-23.

117
Müller’in bakış açısını, yani Batı’da gelişen akademik Şarkiyatçı bakışı yansıtan, bu

evrenselci yaklaşım Avrupa’da ortaya çıkan Asya kurgusuna çok uygundu392; ancak bu bakış,

evrensellik sorununu ortak yaşama fikriyle çözerken, Hindistan entelijensiasının karşısına çok

önemli bir sorun çıkarıyordu: Keshub’un açıklamasına geri dönülürse, bu sorun Hindistan’a

fabrikaların verilmesiyle ilgiliydi. Kolonyalist yönetim altında sanayi devriminin

gerçekleşmesi, tarımsal üretimin dönüşmesi ve köylü bilincinin yeni bir bilince yön vermesi

beklenemezdi. Bu sorun, özünde Hint milliyetçi hareketinin bir sorunuydu. Ve en özgün

biçimini de Mahatma Gandhi’nin393 sanayileşmeyi tamamen reddettiği modernizm karşıtı

görüşlerinde bulacaktı.394

Makine, büyük ama korkunç bir icat. İnsan tarafından icat edilmiş
makinelerin bir gün gelip tüm medeniyeti boğacağını hayal etmek güç
değil; ...tüm medeniyeti ve herşeyi boğacağı günü hayal etmek güç
değil. 395

Ne zaman ki biz ulus olarak elde yün eğirme aletlerini [makinelerin


yerine] benimsedik, sadece işsizlik sorunumuzu çözmedik aynı
zamanda hiçbir ulusu sömürmek gibi bir niyetimizin olmadığını da
açıklamış olduk, ...hiçbir zaman Hindistan’ı sanayileştir-
meyeceğiz.396

Gandhi’nin “yeni ahlâk” arayışı,397 öteki Asya kurgusunu etkilemişti elbette; çünkü

Gandhi, modernizmle birlikte medeniyet (civilisation- Gujarati) anlayışını reddederken,

392
Örneğin Müller şöyle yazacaktı: “Batı İnsanı esoterizmini kaybetti ama Doğu İnsanı hala bu yönünü koruyor.
Oysa sade esoterizm içerisinde inanç ve bilimin uyumu gerçekleşebilir.” J.J. Clarke, Age., ss, 133-136; alıntı s,
136.
393
Morandas Karamchand Gandhi (1869-1948), Mahatma (Büyük Ruh) ismiyle de bilinir. İngiliz yönetimine karşı
yürütülen Hindistan ulusal hareketinin lideri ve ülkenin kurucusu olarak bilinir. Hindistan’da yürüttüğü, sosyal ve
siyasal ilerleme için “pasif direniş” politikası ve “şiddet içermeyen protesto” doktriniyle hümanist hinduizmin
temsilcisi olmuştur.
394
David Arnold, Gandhi, Pearson Education Limited, London, 2001, ss, 61-67; Ayrıca bkz. M. Gandhi, “Preface
to Gandhi’s Edition of the English Translation of Leo Tolstoy’s Letter to a Hindoo, (1909)” Gandhi, Hind Sawaraj
and Other Writings, Anthony J. Parel (der.), Cambridge Texts in Modern Politics, Cambridge, 1997, ss,136-138.
395
M. Gandhi, “Gandhi on Machinery” [1931 senesinde yaptığı konuşmadan], Gandhi, Hind Sawaraj and Other...,
s,167.
396
Age, (Gandhi’nin 1934 yılında yaptığı konuşma).
397

118
reddettiğinin Avrupa’ya ait medeniyet olduğunu vurguluyordu: “Hiç şüphesiz Avrupa

medeniyeti, Avrupa’ya uygundur. Ancak Avrupa medeniyetinin Hindistan’daki anlamı sadece


398
çöptür.” Hiç kuşkusuz, Gandhi’nin sanayi ekonomisine karşı khadi ekonomisini

savunması399 narondik* bir yönelim değildi. Ne de andığı Asyalı “ahlâki değerler”, Avrupa

zekâsına karşı önerilmiş bir mantıksızlıktı. Gandhi, bir köy ya da cemaat milliyetçisi değildi,

modern siyasi mücadeleyi sürdüren modern bir milliyetçiydi.400 Ancak siyasasını sürdürmek- ki

bu daha çok İngilizlere karşı, İngilizlerin alanını çevrelemek için sürdürdüğü bir propoganda

savaşı biçimindeydi401- için seçtiği alan kültürel alan ve buna bağlı olarak “İngilizlerin de dahil

olduğu tüm kurbanlar için kurtuluşu” dilediği 402 evrensellik iddiasıydı.

Sonuçta Gandhi’nin karşı karşıya kaldığı sorun Keshup’unkinden farklı değildi. Çünkü
403
örneğin, Keshup, “Baylar, biz meditasyon ve bilimi, delilik ve felsefeyi birleştireceğiz”

dediğinde; siyasal alanla özel alan birbirinden ayrılıyor; ister evrensellik iddiası, isterse

milliyetçi söylem olsun, siyaset kültürün özel alanına sıkışıyordu. Vivekananda’nın dediği gibi:

“Makinayı icat etmeyi bilmediğimizden değil, atalarımız yüreklerimizi böyle şeylerin peşinde koşarken
köleleşeceğimizi ve ahlâki niteliklerimizi kaybedeceğimizi bildikleri için icat etmedik makineyi. Yeterince
düşünüldükten sonra sadece el ve ayaklarımızla yapabileceğimiz şeyleri yapmaya karar verdik.”

Gandhi’nin sözlerini aktaran, Partha Chatterjee, Milliyetçi Düşünce..., s,165.


398
M. Gandhi, “What is True Civilisation” Gandhi, Hind Sawaraj and Other..., s, 67.
399
Dokuma ekonomisi olarak çevrilebilir. Khadi Hint dilinde pamuk demektir. Gandhi’nin kasttetiği ise elde
pamuğun eğirilerek ipliğin elde edilmesine ve dokunmasına dayanan basit, köy ekonomisidir. Ayrınti için bkz. M.
Gandhi, “The Birth of Khadi”, An Autobiography or the Story of My experiments with Truth, Mhadev Desai (çev.),
Penguin Books, London, 1982, ss, 439-441; M. Gandhi, “Constructive Programme: Its Meaning and Place”
Gandhi, Hind Sawaraj and Other..., ss, 170-181.
*
Rus Halkçılarına verilen ad.
400
Ayrıntı için bkz. Donald A. Low, Britain and Indian Nationalism, The Imprint of Ambiguity 1929-1942,
Cambridge University Press, Cambridge, 1997.
401
Age., s,178.
402
A. Nandy, Intimate Enemy..., s,51.
403
Partha Chatterjee, Ulus ve...., s, 78

119
“Asya’nın sesi dinin sesidir. Avrupa’nın sesi siyasetin sesidir. Her ikisi de kendi alanlarında

büyükler.”404

Entelijensia’nın siyasal talepleri kültürel alanda sıkışmıştı çünkü Hindistan

entelijensiası kültürel alanda Doğu maneviyatının üstünlüğünden ve dolayısıyla Hindistan’ın bu

anlamda bağımlı olmadığından çok emindi.405 Ama bu söylemi, üstünlük fikrini, siyasal alana

uygulamak mümkün olmuyordu. Örneğin Gandhi, Hind Swaraj’da soruyordu: Swaraj

(Bağımsızlık) nedir?

Okuyucu: ...Silahlara ve tüm askeri donanıma sahip olduğumuzda


elde edebiliriz. Benzer güçlere sahip olduğumuzda, bayrağımızı
dalgalandıracağız. Japonya bunu yaptı, Hindistan da yapmalı.
Donanmamız olmalı, ordumuz olmalı, gücümüz olmalı. O zaman
dünyaya sesimizi duyururuz.

Editör [Gandhi]: ...Bu şu demek, İngilizlerin olmadığı bir İngiliz


yönetimi istiyoruz... Siz Hindistan’ı İngiliz yapmak istiyorsunuz. Ve ne
zaman ki İngiliz olacak, o zaman Hindistan diye adlandırmayacağız
onu; İngiliztan diyeceğiz. İstediğim bağımsızlık bu değil.406

Japonya’nın salladığı bayrak Japon bayrağı değil İngiliz


bayrağıdır.407

Üstelik Batılı Medeniyete karşı kültürel alanda üretilen üstünlük fikri siyasal alana

uygulandığında da Bankimchandra Chattopadhyay408 gibi milliyetçilerin mücadele edeceği

eylemsizliğe dönüşüyordu:

Zengin ve güçlünün hüküm sürdüğü bir dünyada hayatta kalma


stratejisi geri çekilmedir. Dünyaya müdahale etmeye kalkmayın, boş
çatışmalara girmeyin, dünyayı değiştirmeye kalkmayın... 409
404
S. Vivekananda’nın 1900’de Los Angeles’da yaptığı konuşmadan aktaran, S. Hay, Age., s,25.
405
Partha Chatterjee, Milliyrtçi Düşünce..., s,129.
406
M. Gandhi, “What is Swaraj” Gandhi, Hind Sawaraj and Other..., ss, 26-27.
407
M. Gandhi, “What was India lost” Gandhi, Hind Sawaraj and Other..., s, 41.
408
Bankimchandra Chattopadhyay (1838-1894), 19.yy Kalküta’sında entelijensia’nın en etkili figürlerinden
biridir; romancı ve hiciv ustasıdır. Hindistan’da milliyetçiliğin ilkelerini sistematik olarak açıklayan ilk
düşünürlerden biri olduğu gibi rasyonel eğitimin, hümanizmin altını çizen Hindistan yazınındaki devrimci
yönelimin öncülerinden olmuştu.

120
Bu eylemsizlik bir anlamda da bir gereklilikti; çünkü “[Biz,] Bengallilerin,

Maharashtrianların, Madreselerin ve Pencabilerin bir araya geldikleri alan İngilizcedir.

Hindistan birliği buna, [İngilizceye] sıkı sıkıya bağlıdır.”410

Kısaca, kültürel otantikliğin içinde İngilizleri ve İngiltere’yi kapsayacak yeni bir alan

kurgulamak gerekiyordu. Asya kurgusu bu alanda doğdu. Kültürel otantizmi ve Hindistan’ın

onun temsilcisi olduğu fikrini ileri sürmekle beraber, milliyetçi söylemle rekabet ettiğinden411

evrensellik iddiasını ve evrensel birlik fikrini kurgunun bel kemiği yaptı.

Ancak, büyük ölçüde Tagore’un kurguladığı Asya kimliğinin, rekabet ettiği sadece

Hindistan’daki Hindu ve Müslüman milliyetçilikleri ya da Kongre milliyetçiliği değildi.

Asya’da bir başka “ortak yaşama/symbiosis” modeli vardı ve bu model altında ulusal

enteligensia başka bir öteki Asya kurgusu geliştirmekteydi.

b)- Meiji Japonyası ve Bölge Fikri

1- Modernizmin Gerçekleştirdiği Symbiosis:

Modernizm; 18.yüzyılda ortaya çıkmış, 19.ve 20. yüzyılda olgunlaşmış olmasına karşın

hâlâ tartışmalı bir kavramdır. Kabaca; kitlesel siyasal katılım, sanayileşme, kitlesel servet

edinimi, modern teknik ve bilimsel gelişmelerin desteklenmesi, merkezileşmiş, toprak üzerinde

egemenliği tanımlanmış devletlerin uluslararası norma dönüşümü, devletçi ve milliyetçi

kimliklerin ortaya çıkışı gibi yönelimler kullanılarak tanımlanabilir.412 Doğu Asya bölgesi söz

409
Partha Chatterjee, Ulus ve ...,s, 106.
410
Bankim’in Bangadarsan’da yazdıklarını aktaran Kedar Nath Mukherjee, Age., s, 39.
411
A. Nandy, Bonfire of Creeds..., s, 153.
412
Ronald Inglehart- Christian Welzel, Modernization, Cultural Change and Democracy: The Human
Development Sequence, Cambridge University Press, Cambridge, 2005; Brian J. McVeigh, Nationalism of Japan,
Managing and Mystifying Identity, Rowman and Littlefield Publishers, Lanham, 2004, s,58.

121
konusu olduğunda, bu yönelimlerin ortaya çıkışı, dolayısıyla modernizmin kendisi,

Avrupalılar’la kurulan temasla anlaşılabilir.

Avrupa’lı güçlerin Doğu Asya’ya girişleri 16.yüzyılın ilk yarısından başlar. 1896’dan

itibaren Nepal ve Tayland dışındaki tüm Güney ve Güneydoğu Asya, Avrupa koloni

yönetimlerinin bir parçasıdır. Üç yüz yılı kapsayan bu süreç iki temel değişikliğe neden

olmuştur: 1)-Hint sisteminin ardından, Mançurya, Kore, Tayvan ve Japonya’yı kapsayan Çin

sistemi sona ermiştir.413 2)-Bu değişim Doğu Asya’daki siyasi aktörlerin doğasını değiştirmiş

ve onları küresel uluslararası sistemin bir parçası yapmıştır.414

Çin sistemi meşruiyetini kültürel alandan alıyordu. Barbarlığın karşısında tanımlanan

Antik Yunan sisteminin aksine ortak efsanelere, dilde yakınlığa ve ortak geçmişe dayanan Çin

medeniyeti içerisinde doğmuştu. Bu nedenle, Çin sistemi, Çin kültürel sınırlarının dışına

çıkmamakla beraber,415 ideolojik olarak Konfiçyüsçülüğün getirdiği evrensel bir anlayışa

sahipti.416 Fairbank’in altını çizdiği gibi, bu evrensel anlayış, bir tür “meta-değerle” anlam

kazanıyordu417.Bu meta-değer, yani Hua-Yi düzeni, merkezin barbar olarak nitelendirdiği

413
Resmi olarak 1861’de Tianjin Antlaşmasıyla Çin İmparatoru Xianfeng İngiltere’yi Çin ile eşit egemenlikte ve
eşit statüde olarak tanımıştır. Yongjin Zhang, “System, empire and state in Chinese International Relations”
Review of International Studies, 27, 2001, s, 60.
414
M. Alagappa, “International Politics in Asia, the Historical Context”, Asian Security..., s, 81.
415
Yongjin Zhang, Agm.,s, 46.
416
Bu evrensel hakimiyet anlayışı Konfiçyüsçü erdemli yönetim ilkesine bağlıydı. Han Hanedanlığı’ndan sonra
Pax Sinica, Çin İmparatorunu, yeryüzü ve cennet arasında dengeyi ve uyumu sağlamakla görevli Cennetin Oğlu
olarak tasarladı. İmparator Tiaxia (cennetin altindaki alan) üzerindeki yetkisini doğrudan Tanrı’dan almaktaydı.
Dolayısıyla, Çin sistemi başta Çin İmparatoru’nun oturduğu, sonra Çin’in geldiği hiyerarşik bir düzendi. Ayrıntı
için bkz. Benjamin Schwartz, “Perceptions of World Order, Past and Present”, The Chinese World Order:
Traditional China’s Foreign Relations, John K. Fairbank (der.), Harward University Press, Cambridge, 1968, s,
278.
417
J.K. Fairbank, “A Preliminary Framework” The Chinese World Order..., ss, 8-9.

122
ulusların Çin sistemini (medeniyeti) benimseyerek, merkezin bir parçası haline geldikleri

sürekli devam eden asimilasyon sürecini anlatıyordu.418

Elbette 1873’e kadar, yani Çin sistemi ortadan kalkıncaya kadar, Hua-Yi düzeni;

merkez (Hua-Çin)- çevre ( Yi- Ryuku Adaları, Taiwan, Vietnam, Kore, Japonya ve Türkistan’ın

bir kısmı) ilişkisinde merkezin değişmezliğinin de güvencesiydi. Ancak, yukarıda değinilen iki

gelişme sonucu Doğu Asya, uluslararası toplumun bir parçası haline geldiğinde,419 Japonya

Hua-Yi düzenini oldukça özgür bir biçimde yorumladı.

Tokugawa Japonya’sının (1603–1868)420 son döneminde Qing Hanedanlığı’nın

ortadoks bakışını reddederek, Japonya’yı Hua’nın yeni ve gerçek temsilcisi olarak algılayan

görüş ağırlık kazandı.421 Böylece Japon eliti sadece artık merkezin Çin değil Japonya ve Batı

(daha doğrusu Batılılaşan Japonya) olduğunu ilan etmiyor422 aynı zamanda merkez fikrini

coğrafi algılamalarından (Çin sisteminin sınırlarından) da sıyırıyordu. Gerçi, Shoganlığın son

yıllarında duyulan slogan: “İmparatora hürmet et, barbarları kov!”423 hala Çin sistemi’nin

kültürel sınırlarına bağlı olunduğu izlenimini veriyordu ama bu yeni algılama, daha çok,

Komutan Perry Japon limanlarının yabancılara açılmasını talep etmeden (1853–1854) önce

benimsenmeye başlanmış Batı/Avrupa jeo-politik düşüncesiyle uyum içerisindeydi. Önerilenler

arasında, güçlü bir donanmanın geliştirilmesi, Rusya’nın genişlemesini durduracak şekilde

418
Sun Ge, “How Does Asia Mean? Part I”..., s,18.
419
Tabi sadece Doğu Asya uluslararası sistemin bir parçası olmuyordu aynı zamanda ticaret aracılığıyla (ki Çin
sistemi ticaret ve vergi düzenlemelerine dayananan emperyal bir sistemdi- tributary system-) Batılı güçlerde
Asya’daki düzenin bir parçası hatta uygulayıcısı oluyorlardı. Takeshi Hamashita, “The Intra-regional System in
East Asia in Modern Times”, Peter Katzenstein- Takeshi Shiraishi (der.), Network Power, Japan and Asia,Cornell
University Press, Ithaca, 1996, ss,126-127.
420
Tokugawa Shoganlığı ve Meiji Japonyası arasındaki süreklilik için bkz, J.E. Thomas, Modern Japan, A Social
History Since 1868, Long Man, Londo, 1996, s, 17.
421
Sun Ge, “How Does Asia Mean? Part I”..., s,18, Takeshi Hamashita, Agm., ss,128-132.
422
Tetsuo Najita- H. D. Harootunian, “Japan’s Revolt against the West” Modern Japanese...., s, 207.
423
J.E. Thomas, Age., s, 49.

123
Kuril adalarına, Kamçatka, hatta Kuzey Amerika’ya doğru ilerlenmesi ve başkentin Edo’dan

Kamçatka’ya taşınması vardı.424

Bu jeo-politik algılamalara ve merkez düşüncesinin coğrafi adlandırmalardan

sıyrılmasına uygun yeni bir meta-değer bulmak gerekmekteydi. Çin sistemindeki medeniyet

düşüncesinin bir devamı gibi duran ama Meiji Devrimi’nden (Meiji ishin) sonra bölge fikriyle

bütünleşecek modernleşme anlayışı ve medeniyet (bunmei) fikri Japon siyasal düşüncesinde

ortaya çıkacak Asya kurgusunun bel kemiğini oluşturdu.

1868 Meiji Devrimi’nin en önemli amacı İmparator’un sembolik dönüşüyle beraber

modern emperyal devletin kurulmasıydı. Merkezileşme, ulusal askerlik sisteminin kurulması,

vergi reformu, parlementer yönetim anlayışının gelişimi, 1889 Meiji Anayasası, zorunlu

ilköğretimin başlatılması, sanayileşme, “vahşi” bir yatırımcı sınıfının ortaya çıkışı, ulusal

altyapının (tren yolları, haberleşme ağları, vb.) kurulması, ulusal mali sistemin ve finansal

kurumların geliştirilmesi425, tüm bu gelişmeler, Japonya’nın; bilinçli bir devlet politikası

sonucu; modern, batılı devlet modelini tekrarladığını göstermekteydi.426 Nitekim Fukuzawa

Yukuchi427 1875’de şöyle yazacaktı: “Japonya’da hükümet var ama millet yok.”428

424
Wolf Mendl, Japan’s Asia Policy, Regional Security and Global Interests, Routledge, London, 1995, s,20;
Ryusaku Tusunoda, Wm. Theodore de Bary, Donald Keen (der.), Sources of Japanese Tradition, vol. II, Colombia
University Press, New York, 1964, s, 50; Tessa Moris-Suziki, “Japanese Nationalism from Meiji to 1937”,
Eastern Asia, An Introductory History, Colin Mackerras (der.), Longman, London, 2000, s,154.
425
William J. Millar, “The World of Japan”, The World of Asia..., ss, 176-187.
426
Carol Gluck, Japan’s Modern Myths, Ideology in the Late Meiji Period, Princeton University press, Princeton,
1985, s, 19.
427
Ayrıntı için bkz, ss, 141.
428
Aktaran, Kevin M. Doak, “What is A Nation and Who Belongs? National Narratives and the Ethnic
Imagination in the Twentieth Century Japan” The American Historical Review, 102/2, 1997, s, 286.

124
Elbette, bu devlet modelinin getirmeye çalıştığı bir ulus anlayışı (kokumin)429 da vardı.

Devletin gerekliliği olarak ortaya çıkan, vatandaş yaratmaya yönelik bir ulus anlayışı, yani

bürokratik ulus-yapım süreci.430 Bu sürecin ne kadar sarsıntılı olduğuna, çelişkiler

barındırdığına değinen pek çok çalışma vardır.431 Hatta modernizmin Japonya’da ne ölçüde

başarılı olup olmadığı da tartışmalıdır.432 Ancak, ana sorun modernizmin gerçek mi yoksa bir

fantezi mi olduğu değildir. Önemli olan; modernizmin, başlı başına bir politika olduğunun

tespit edilmesidir. Bu politika sonucunda, bir yandan modern (Batılı) devlet yaratılırken433,

diğer yandan Japonya Batılılara/Batı’ya “açık bir ülkeye” (kaikou) dönüştürülmüştür.434 Bu

yüzden, Gluck’a göre, Japonya’nın ya da Japonluğun yabancıları (örneğin, Avrupa/Batı)

metaforiktir, gerçek değildir.435 Modern Japonya başlı başına bir sembiyoz, Batı’yla kurulmuş

ortak bir yaşam alanıdır.

Sembiyoz’un kurulması bir gereklilikti, “çünkü Batılıları içlerine kabul etmeyecek

kadar kendini beğenmiş olan Çin’in başına [Afyon Savaşında] neler geldiği bellidir.”436 Meiji

429
Oyama Ikio, 1923’de yazdığı bir makalede kokumin’i Staatvolk (Alm. Ulus-devlet) olarak çevirmiştir, aktaran
Agm. s,292. Fakat, kokumin’in dışında milliyetçilik ve devleçilik anlayışının kavramsalaştırılmasında kullanılan
diğer önemli adlandırma, kokutai (ulusal varlık, ulusal esas)’dir. Ancak kokutai’nin de kullanımı Meiji
döneminden önceye gitmez ve tıpkı Hozumi Yatsuka’da (1860–1912) şahit olacağımız gibi Japon devletine
doğallık/tarihsizlik kazandırmak için kullanılır. Brian J. McVeigh, Age. s,44.
430
Carol Gluck, Age., s,23; 25.
431
Ayrıntı için bkz; Age., ss, 21-41; Kevin M. Doak, “What is A Nation...”, ss, 288-295.
432
Ayrıntı için bkz, Harry Harootunion, Overcome by Modernity, History, Culture and Community in Interwar
Japan, Priceton University Press, Princeton, 2000, özellikle I. Bölüm, ss, 3–33.
433
Meiji Japonyası, tek bir örneği takip etmemişti. Sanayi ve gemicilik alanında İngiltere modelini, 1871 sonrası
askeri örgütlenme bakımından Prusya modelini, eğitim, adli kurumların oluşturulması ve polis teşkilatı konusunda
Fransız modelini, tarımsal gelişme bakımından Amerikan modelini benimsemişti. Hirakawa Sukehiro, “ Japan’s
Turn to the West”, Modern Japanese Thought, Bob T. Wakabayashi (der.), Cambridge University Press,
Cambridge, 1998, ss, 63-64; Carol Gluck, Age., s,41.
434
Brian J. McVeigh, Age. s,65.
435
Carol Gluck, Age., s,38.
436
D. Ham, Age.,s,72; ayrıca bkz, H. Harootunian, “The Functions of China in Tokugawa Thought” The Chinese
and the Japanese: Essays in Political and Cultural Interactions, A. Iriye (der.), Princeton University Press,
Princeton, 1980, ss, 9-36.
125
dönemi Aydınlanmacıları (1840-1870’ler) için Çin artık olumsuz bir modele dönüşmüştü;

çünkü zayıf, geri, kendini savunmaktan aciz Asya imajını yansıtıyordu:

Japonya dışındaki diğer Asya uluslarına bakacak olursak, Asyalıların


zihnine yer etmiş kötücül ve rezil gelenekleri görürüz. Asyalılar,
tiranlık ve baskıyı yönetimlerinin esası olarak benimserler, desise ve
hizmetkârlığı ilişkilerinin temeli yaparlar. O kadar geridirler ki, nasıl
vahşi dalgalar durdurulamıyorsa, bu ulusları da çöküşten kurtarmak
mümkün değildir.437

Bu imaj, Vietnam (Annam) üzerinde yoğunlaşan Çin-Fransız mücadelesi sırasında, yani

1880’li yıllarda genel bir kabul gördü. Fukuzawa’nın ifadesiyle, “Çin er veya geç yenilecek,

Batılılarca parçalanacaktı.”438 Bu kaderden kaçabilecek tek güç Japonya’ydı, çünkü sadece

Japonya “ulusal güvenliğini kendi gücüyle sağlayabiliyordu.”439 Bu noktada Meiji

Asyacılarıyla, Batıcıları arasında gerçekte bir fark yoktu.440 Japonya’nın ve Asya’nın geleceği

için aynı çözüm öneriliyordu: “Yeni öğretmenin” -Batı’nın- yolunu izlemek. 1885 yılında

Japonya Dışişleri Bakanı Inou Kaoru, şu açıklamayı yapacaktı: “Halkımızı ve

İmparatorluğumuzu dönüştürmek için yapmamız gereken, Asya’nın bu köşesinde Avrupa tipi

bir imparatorluk kurmaktır.”441

Bu Avrupa tipi imparatorluk arayışının sonucu, modern uluslararası sisteme kabul

edilişti. Gerçekten de, Japonya, Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra modern uluslararası sisteme

437
“On the General Situation of the Orient” Kinji hyoron,1876, aktaran D. Ham, Age.,s,78.
438
Age., s,85.
439
Miwa Kimitada, “Pan Asianism in Moden Japan; Nationalism, Regionalism and Universalism” Pan-Asianism
in Modern..., s,21.
440
W. Mendl, Age., ss22-23; Meiji Japonya’sında Batıcı isimleri saymak gerekirse; Yoshido Shoin, Niijima Jo
(Joe), Fukuzawa Yukuchi, Matsuki Koan, Mitsukuri Shuhei, Tsuda Umeko . Ayrıntı için bkz. Hirakawa Sukehiro,
Age. ss, 47-64. Asyacı söylemin, bu dönem bir tür Japon oryantalizmi (Toyoshi) olduğu fikri için J. Victor
Koschmann, “Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network Power, Japan and Asia, Peter J. Katzenstein- Takashi
Shiraishi (der.), Cornell University Press, Ithaca-London, 1997, ss, 85-86.
441
Tessa Moris-Suziki, “Japanese Nationalism from Meiji to 1937”, Eastern Asia..., s, 154.

126
yani ‘medeni uluslar’ arasına kabul edilen Batılı olmayan yegâne devletti.442 Gerçi, bu kabul

ediliş doğrudan Japonya’nın modernizmi benimsemesinin bir yansıması değildi. Daha çok,

Avrupalı güçlerin Asya politikasını benimsemesinin ve katkıda bulunmasının bir sonucuydu.

Örneğin, Japonya’nın medeni uluslar safına katılması, Boxer Ayaklanması’nı (1900)443

bastırmak için Alman danışmanlar gözetiminde ve modern silahlarla donanmış Peiyang

ordusunu, Çin’e göndermesiyle olmuştu.444

Bu durum, ilk bakışta, normal gözükmektedir çünkü modern uluslararası sisteme

katılmak; diplomasi, güçler dengesi, uluslararası hukuk gibi uluslararası ilişkileri düzenleyen,

bu haliyle de barış ve savaşın şartlarıyla ilişkili çeşitli mekanizmaların parçası olmak

demekti.445 Oysa hem Anderson, hem de Shogo Suziki bir tür anormallikten bahsederler:

Anderson, Maruyama Masao’dan aktarır:

Avrupa’da ulusal bilinç daha doğuşundan itibaren uluslararası bir


toplum bilincinin damgasını taşıyordu. Egemen devletler arasındaki
çelişkilerin, bu uluslararası toplumun bağımsız üyeleri arasındaki
ihtilaflar olduğu doğruluğundan kuşku duyulmayacak bir öncülldü.
Tam da bu yüzden Grotius’tan bu yana savaş uluslararası hukukta
önemli bir yer tutuyordu...[Oysa yüzyıllar süren Japon yalıtılmışlığı
şu anlama geliyordu]: Uluslararası meselelerde eşitlik bilincinin izi
yoktu... Sonunda ulusal hiyerarşinin öncülleri yatay olarak
uluslararası alana aktarılınca, uluslararası sorunların çözümü tek bir
seçeneğe indirgenmiş oldu: fethetmek ya da fethedilmek... Dünün
ürkek savunuculuğu bugünün sınır tanımaz yayılmacılığı olur çıkar.446

Suzuki de, 1871–1873 tarihlerinde Avrupa başkentleriyle, ABD’yi gezen ünlü Ivakura

Delegasyonu’nun yaptığı açıklamalara değinir; “Küçük balık büyük balık tarafından yutulur;

442
A. Iriye, Cultural Internationalism..., s,36.
443
Çin’deki tüm yabancıları sınır dışına çıkarmayı hedefleyen köylü ayaklanması.
444
A. Iriye, China and Japan in the Global Setting, Harvard University Press, Cambridge, 1994, s, 17.
445
Martin Wight, “Western Values in ınternational Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of
International Politics, Herbert Butterfield- Martin Wight (der.), George Allen& Unwin, London, 1996, ss, 96–97.
446
B. Anderson, Age., s, 114.

127
Bunun gibi, Avrupalılar uzak denizlere ulaştıklarından beri Tropik kuşağın güçsüz devletleri

onlar tarafından yutulacaktir.”447 Böylelikle; Japonya’nın uluslararası sistemin bir parçası

haline geldiği dönemde tolerans, birarada yaşamak, egemenlik hakkına saygı gibi unsurlardan

ziyade basit güç politikasını ve savaşı temel uluslararası mekanizmalar olarak benimsediğinden

bahsedetmekteydi Suziki. Japonya, “sorumlu” bir Avrupa imparatorluğuna dönüşememiştir.

Yani, Gong’un deyişiyle Japonya hiçbir zaman tam anlamıyla medenileşememiştir:

Japonya medeniyet kriterini çok ciddiye aldı. Ancak bu ciddiyette


saflık da vardı. Çünkü ‘medeni’ uluslararası toplumun bile anarşinin
(meşru güç kullanımı yetkesinin olmaması) yanında hiyerarşiye
(çünkü sivil toplumun yokluğunda hak güçten kaynaklanır)
dayandığını anlamamıştı.448

Oysa Gong’un tezinin tam aksini savunmak mümkündür. Japon eliti ve entelijensiası

1853’den beri yani Batı ile olan ilişkisi “yarı-medeni ulus”449 statüsü üzerinden kurulduğundan

beri bu hiyerarşinin farkındadır. Algılanan bu hiyerarşi nedeniyle, uluslararası toplumun

mevcut kurumları, Japonya’nın korku ve endişelerini gidermeyi başaramamıştır.450

Hissedilen korku ve endişe, “Çin gibi olma korkusu yüzünden”, Japon

entelijensiası/elitleri birbirine zıt iki söylemi aynı anda benimsediler. Medeniyetin temsilcisi

olma ve Asya bölgesinde yayılma. Elbette bu iki söylem de aynı politikaya destek vermiştir:

Japon emperyal siyaseti451. Hindistan’dan farklı olarak bu siyaset, özelikle berrak hale geldiği

1930 sonrası dönemde Asya kurgusunun yaratıldığı zemin olacaktı.

447
S. Suziki, “Japan’s Socialization into Janus-Faced European International Society” European Journal of
International Relations, 11/1, s, 149.
448
Agm., s, 145; ayrıca bkz.Gerrit W. Gong, The Standard of ‘Civilization’ in International Society, Clarendon
Press, Oxford, 1984, s, 165.
449
Fukuzawa’nın adlandırması, bkz. C. Aydın, Age., s, 29.
450
S. Suziki, Agm., s,139.
451
Japon emperyal yayılımının tarihi kısaca şu şekilde özetlenebilir:

128
Bu husus iki gerçeğin altını çizer: 1)- Japon Emperyal siyaseti milliyetçilikle ilgiliydi,

ama aynı zamanda milliyetçilikten de öte bir şeydi452 çünkü Japon siyasal düşüncesi içerisinde

Asya kurgusu sadece kültürel ve tarihsel bir söylem olmaktan çıkmış, Japonya’nın 1890’dan

itibaren yani geç Meiji döneminden itibaren, iktisadi ve askeri savunmasını kurguladığı,

bölgesel bir alana dönüşmüştü. 2)- Tıpkı Hindistan’da olduğu gibi Japon siyasal düşüncesinde

ortaya çıkan Asya kurgusu Batı ile ‘ortak yaşam’ isteğinin bir yansıması, Batı uluslararası norm

ve kurumlarını benimsemenin otantik bir yoluydu. Bu son noktayı daha iyi açıklayabilmek için,

ironik olarak, Asya’yı terk etmeyi öneren Fukuzawa’nın düşüncelerine bakmak, medeniyet ve

Kore ve Formaso (Tayvan) üzerinde söz hakkı talebi üzerine başlayan 1894-1895 Japon-Çin Savaşı Çin’in
yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Çin, Shimonoseki Anlaşması ile Tayvan, Pescadore Adaları, Machurya’nın (Kuzey
Çin’ni) Kwantung bölgesini Japonya’ya bırakmış; Kore’nin bağımsızlığı tanımış; ve Tokyo ile bir dizi ticaret
anlaşması imzalamıştı. Bu anlaşmalarla Avrupa kolonyal güçlerine tanınan aynı haklar ve kapitülasyonlar
Japonya’ya da tanınıyordu. Doğu Asya’da meydana gelen bu ani güç değişikliği, Avrupa güçleri arasında
huzursuzluğa neden olmuş ve Üçlü Müdahale ile sonuçlanmıştı. Fransa, Almanya ve Rusya; Japonya’yı
Kwantung’u terk etmeye zorladılar. 1898’de Rusya bu bölgeyi kendi koruması altına aldığını açıklayacaktı.
Pekin’le imzalanan Trans-Sibirya demiryollarının kurulmasıyla ilgili anlaşma bölgede artan Çarlık gücünün bir
yansıması olmuştu. Rusya, Boxer Ayaklanması’ndan sadece birkaç yıl önce Port Arthur’un kendisine kiralanması
konusunda Pekin’i ikna etmişti. Aynı dönemde Fransa Güneydoğu Asya’dan Çin’e uzanacak demiryolları için
anlaşmaya varmıştı. Kısaca Çin hem kuzeyden, hem de güneyden çevreleniyordu. Almanya ise Sarı Nehire çıkışı
denetim altına almak için Tsingtao şehrini ele geçirmişti. Bölgede artan rekabetten huzursuz olan ve
Hindistan’daki çıkarlarının zedeleneceğini düşünen İngiltere, Japonya ile 1902 İngiliz-Japon İttifak Anlaşmasını
imzaladı. Böylelikle 1893’den beri süren Japonya’nın yalnızlık politikası da sona ermiş oldu. Ancak bu ittifak
Çarlık Rusya’sını Manchurya konusunda ikna edemedi. Manchurya’nın tamamını ele geçirmek için izlenen
politika ve Kore üzerindeki mücadele 1905 Rus-Japon Savaşı ile sonuçlandı. Rusya’nın savaşta yenilgisi üzerine
Kore, Japonya’nın koruması altına girdi, beş yıl sonra da Japonya tarafından resmen ilhâk edildi. Rus-Japon
Anlaşması’nın resmi arabulucusu Roosevelt’in başkanlığındaki Amerikan delegasyonuydu. Amerika, Manchurya
üzerinde ne tam Japonya’nın ne de Rusya’nın söz sahibi olmasına müsaade etmeyecekti. Bu nedenle Manchurya
meselesi, 1945 Japon yenilgisine kadar hiç kapanmadı.

Japonya I. Dünya Savaşı’na, İngiltere’nin müttefiği olarak girdi ve savaşın bitiminde Almanya’nın Pasifik’te ve
Çin’de sahip olduğu topraklar üzerinde söz sahibi oldu. 1915 yılında Çin’e resmi olarak ünlü “Yirmibir Talep” ile
giden Tokyo yönetiminin aklında, Çin demir ve kömür madenlerinin idaresini ele almak, Manchurya’da kontrolü
sağlamak ve bizzat Çin idaresinin Japon sivil ve asker bürokrasisine açılmasını sağlamak vardı. 1920’lerin
sonunda, bu taleplerin karşılanmamasının, Japonya’nın Washington Konferansı’ndan (1921-1922) sonra
beklentilerine ulaşamamasının da etkisiyle Manchurya’nın geleceğiyle ilgili gerginlik yeniden başladı. Kriz, kısa
sürede Çin ve Japon çifçiler arasındaki rekabetin etkisiyle büyüdü. Yaşanan sarsıtılar Japon Ordusunun bölgeye
müdahalesine yol açtı. 1932 tarihinde Manchurya’da imparatorluk talep eden Manchuko devleti kuruldu. Batı
literatüründe Japonya’nın denetimi altında “kukla bir idare” olarak geçer; Ayrıntı için bkz. W.J. Miller, Age., ss,
188-229; Andrew Gordon, A Modern History of Japan, Oxford University Press, New York, 2003; Mark R.
Peattie, “Introduction”, The Japanese Colonial Empire, 1895-1945, Ramon H. Meyers- Mark R. Peattie (der.),
Princeton University Press, Princeton, 1984, ss, 3-52.
452
P. Duara, Sovereignty..., s, 13.

129
bölge algılamaları arasındaki gerilimin nasıl siyasi bir uyuma dönüştürüldüğüne değinmek

gerekmektedir.

2- Medeniyet ve Bölge Düşüncesi

Fukuzawa Yakuchi’nin453 düşünceleri Japon siyasal düşüncesi içerisinde ortaya çıkan

Asya kurgusunu anlamak bakımından son derece önemlidir. Aslında, Fukuzawa’yı Asya

kurgusunun bir ucuna yerleştirerek, onu Asya kimliğini reddeden bir figür olarak düşünmek

genel bir kabuldür.454 Bu kabül Asya kimlik kurgusunun, doğal olarak Batı karşıtlığına, ya da

batı karşıtı milliyetçiliğe dayanması gerektiği varsayımının bir uzantısıdır. Oysa üsteki

bölümde değinildiği gibi Japonya’nın modernizmi; hem Batı hem de Asya ile olan ilişkilerinin

meta-değeri/aracısı haline getirmesi; kolonyalizmin etkisiyle modern, emperyal Japon

devletinin ortaya çıktığı andan itibaren Asya’nın “ortak bir yaşam” alanı olarak tahayyül

edilmesi bu karşıtlığı imkansızlaştırıyordu. Bu nedenle tıpkı Hindistan örneğinde olduğu gibi

reformist, aydınlanmacı düşünceler Asya kurgusunu etkiledi ve bu kurgunun tıpkı Hindistan’da

olduğu gibi evrenselci bir yaklaşıma sahip olması sonucunu doğurdu.

Dolayısıyla Japonya ve Hindistan’da Asya kurgusu, bu ilk dönem reformculuğuna hem

bir tepki biçiminde gelişti, hem de bu reformist düşüncenin izlerini taşıdı. Bu noktada, her iki

ülkenin entelijensiasının da medeniyet kavramını, Avrupa’dan ödünç aldıkları biçimle yani

tarihsel vurguyla kullanmalarının payı vardır.

453
Fukuzawa Yakuchi, (1835-1901), Japonya Meiji Dönemi en nüfuzlu kişilerinden yazar, eğitimci ve yayıncı.
Japonya’nın güçlenmesi ve bağımsızlığının korunması için Batı kültürünün ve tekniğinin benimsenmesi
gerektiğini savunmuştur. Ayrıca, parlamenter yönetimi, eğitimin yaygınlaştırılmasını, dil reformunu, kadın
haklarını savunan yüzden fazla kitap yazmıştır. Eserlerinden en önemlisi Batıdaki Koşullar (Seiyo cico)’dur.
1868’de Tokyo’da kurduğu yüksek okul Keio Üniversitesine dönüştü ve Japon Aydınlanmasını etkiledi. Ayrıntı
için bkz. Albert Craig, “Civilisation and Enlightenment”, Sources of Japanese…, ss, 32-41.
454
Bu konuda en ünlü savlardan biri Takeuchi Yoshimi’nin 1963 yılında yazdığı makalesidir: “Ajiashugi no
tenbo”, Ajiashugi, Takeuchi Yoshimi (der.), Chikuma Shobo, 1963 aktaran M. Kimitada, Age., s, 25. Bu kabulün
yeni bir örneği için bkz. Urs Matthias Zachmann, “Blowing Up a Double Portrait in Black and White: The
Concept of Asia in the Writings of Fukuzawa Yukichi and Okakura Tenshin” Positions: East Asia Cultures
Critique, 15/2, 2007, ss, 345-368.

130
Japonya’da, medeniyet kavramını (bunmei), çalışmalarında ilk kez kullanan

Fukuzawa’dır. Düşünür, bu kavramı daha önce kullanılan ve Konfiçyüsçü Çin geleneğinden

gelen medeniyet kavramından ayırır. Çin kaynaklı medeniyet anlayışında temel ayrım

merkezden (ka) yakınlık ve uzaklığı belirleyen coğrafi ve topraksal bir ayrımdır.455 Bu yönüyle

Fukuzawa, Japonya’nın Asya ile olan bağlarını olumsuz, kötü bir miras olarak değerlendiren

Meiji Aydınlanmacılarının tipik bir figürüdür.456

Fukuzawa, düşünsel olarak Asya’dan uzaklaşmak için, başlıca eserlerinden biri olan

Bunmeiron no gairyaku (1875, Medeniyet Kuramı’nın Ana Hatları)’da medeniyetle barbarlık

arasındaki ayrımı gelişme düzeyine indirgeyerek açıklar. Buna göre Avrupa medeniyeti

hiyerarşinin en üstünde yer alır; güçlü, olgun ve refah içinde ulusların doğmasına zemin

hazırlar. Asya ve Afrika medeniyetleri ise fakir ve zayıf uluslardan oluşup, medeniyetler

hiyerarşinin alt sıralarında yer alırlar. Aslında Fukuzawa, Burke’ün vahşi, barbar, medeni üçlü

ayrımına benzer bir ayrım getirir ve tarihin aktörleri için bir yolculuk hayal eder: Afrika’dan

başlayıp Avrupa’da sona erecek bir yolculuk.457

Ancak, Fukuzawa, Meiji dönemi genel eğiliminden, örneğin Taguichi Ukichi’den, ya da

Japon Konfiçyüsçülerinden farklı olarak458, gelişmeyi modernizmle özdeşleştirmez. Bu nedenle

Shinto inancını terkederek, Hristiyanlık ve Budizmi ön plana çıkartarak, Avrupa-i giyim tarzını

benimseyerek vb. yönelimlerle, Japonya’nın uluslararası toplumun eşit üyesi olabileceği

455
Annette Schad Seifert, “Constructing National Identities, Asia, Japan and Europe in Fukuzawa Yukichi’s
Theory of Civilization” Nationalism and Internationalism..., s, 49.
456
D. Ham, Age., s,22.
457
Annette Schad Seifert, Age., ss, 50-51, C. Aydın, Age. s, 29; A. Craig, Fukuzawa’nın Bunmeiron no
gaiyaku’sundan aktarır; Age., ss, 35-36.
458
Japon Konfiçyüsçüleri, Konfiçyüsçü ahlak anlayışı ve değerleri ile Batı’nın modern teknikleri arasında
sağlanacak uyumu (wakon yosai) ilerlemenin anahtarı olarak görürler. Ayrıntı için bkz. Watanabe Hiroshi, “They
are Almost the Same as the Ancient Three Dynasties: The West as Seen Through Confician eyes in the Nineteenth
Century Japan”, Confucian Traditions in East-Asian Modernity, Tu Wei-Ming (der.), Harward University Press,
Cambridge, 1996, ss, 119–131.

131
inancından kaynaklanan iyimserliği paylaşmaz.459 Japonya’da siyaset ve toplumun her

zerresine nüfus etmiş daha derin bir sorun vardır: “erkeklerle kadınlar arasında, yaşlılarla

gençler, ana-baba ile çocukları, kardeşle kardeş arasında... aileden toplumun tüm diğer

kesimlerine kadar güç dengesizliğini bulabilirsiniz.”460

Asya’da kolonyal güçler arasında mücadele sürerken, Fukuzawa’nın sergilediği bu

kötümserliğin anlamı “bir ulus olarak kendini aşamamak”, “kendini daha iyi hale

getirememek”, “kendini koruyamamak”, yani Japon Aydınlanmasını çokca etkileyen İskoç

Aydınlanmasının fikri zeminini takip edecek olursak, koyu bir durağanlığa sürüklenmek,

gerçek anlamda “eylemci” olmaktan çıkmaktır.

Bu kötümserlik yüzünden, Fukuzawa, medeniyet kavramını olduğundan daha evrenselci

daha kapsayıcı bir hale getirir.461 Bu, Asya kurgusunu geliştirirken, Japon entelijensianın takip

ettiği temel düşünsel prensiplerden biri olacak; ister Batı’dan, ister Shinto inancından

bahsedilsin, mercek altındaki anlayış Batı ve Doğu’yu içine alacak şekilde kapsayıcı, geniş,

evrensel hale getirilecektir.462

Fukuzawa, evrenselci Batı medeniyeti anlayışına ulaşabilmek için 19.yy Alman

romantizmi (Herder) ve İngiliz muhafazakârlığının savunusu olan coğrafi determinizmi

reddetti. Tarihsel ve sosyal değişimin medeniyetin ruhsal özelliği olduğunu ve bu özelliğin

medeniyetin tüm maddi yönlerinden ( bu arada coğrafyadan) üstün olduğunu yazdı.

459
C. Aydın, Age. ss, 26–27.
460
Annette Schad Seifert, Age., s, 56.
461
Age., s, 30.
462
Li Narongoa, “Universal Values and Pan-Asianism: The Vision of Omotokyo” Pan-Asianism in Modern..., s,
63. Evrensel anlayışı destekleyen sadece, Fukuzawa ya da 1890’ların genç liberallerini temsil eden Tokutomi
Soho, ilk sosyalistlerden Kuwada Kumazo, Kanai En gibi isimler değildi;462 liberal ve sosyalist eğilimlerin
karşısında gelişen kültürel muhafazakârlık anlayışı da, evrensel söylemi reddetmiyordu. Ayrıntı için bkz. Peter
Duus- Irwin Scheiner, “Socialism, Liberalism and Marxism, 1901-31”, Modern Japanese Thought..., ss, 147-167;
Kenneth B. Pyle, “Meiji Conservativism” Modern Japanese Thought..., ss, 98-146.

132
Fukuzawa’nın tarih anlayışı, sosyal-siyasal değişimin Japonya’da da gerçekleştiği (teokratik

imparator ile askeri bürokrasi arasındaki ayrım ve çatışma), yani Japonya’nın da –tıpkı Avrupa

gibi- medeniyet ruhuna sahip olduğu bilgisi üzerine inşa edilir.463 Düşünür, bu yüzden

değişimin bir sonraki adımı olarak tümden coğrafyanın bağlarından kurtulmayı, Asya’dan

kurtulmayı (Datsu-a-ron; 1885) önerir:

Her ne kadar vatanımız Asya’nın doğu sınırlarında yer alsa da,


ulusumuzun ruhu Asya’nın dar görüşlü karanlıkçılığından ayrılarak,
Batı medeniyetine dönmelidir. Japonya, Çin ve Kore ile komşuluğa
son vererek, Batı’nın medeni ulusları arasına katılmalıdır. Çin ve
Japonya ile olan ilişkimizin onlarla olan komşuluğumuzdan
etkilenmesine müsaade etmiyelim. Onlara, Batılılar nasıl
davranıyorlarsa öyle davranalım. [Unutmayalım], kötü arkadaşlık iyi
ahlâkı bozar.464

Elbette, Fukuzawa’nın bu görüşlerinde Çin’le yaşanan savaşın, Çin’in giderek

“düşman” olarak görülmesinin etkisi de vardır.465 Yine de bu görüşlerde yadsınamayacak, bir

emperyalist vurgu hissedilir.466 Fukuzawa, Asya’yı terketmeyi önerirken, aslında Asya’ya geri

dönmeyi önermektedir. Yalnız Asya’yı bir Asya ulusu olarak terkeden, Çin sisteminden

ayrılan, Japonya için önerilen; Asya’ya Avrupa devletlerinin “rakibi” olmayı başarmış olarak

dönmektir. Rekabet bir zorunluluktur, çünkü “Asya kolonyalist güçler arasındaki mücadelenin

savaş alanıdır”.467

Böylece Asya kendi geçmişinden, bu geçmişe dayalı bütünlük iddialarından sıyrılır,

Japon-Batı “ortak yaşamının” gerçekleşeceği coğrafi ve bölgesel bir alana dönüşür. Bu bölgesel

alan fikri, sadece kendisinden sonra gelen entelektüel neslin Asya kurgusunu etkilemeyecektir.

463
Annette Schad Seifert, Age., ss, 61-62.
464
W. Yoshibumi, Age., s, 73.
465
Nitekim 1884 Çin-Japon Savaşı sırasında Dışişleri Bakanı olan Matsu Menemitsu (1844-1897)’nun da
söylemleri Fukuzawa’nınkilerine çok benzemektedir, bkz H. Dam, Age., ss, 68-69.
466
M. Kimitada, Age., s, 25.
467
“On the Situation in the East” Choya shinbun, 1884; aktaran H. Dam, Age., s, 90.

133
Daha önemlisi, Asya bölgesi fikri, siyasi ve iktisadi birlik projelerinde tekrarlanacaktır. Asya

bölgesi, bir bölge olarak, Avrupa siyasetinin ve uluslararası toplumun realist yönelimleriyle

ilgili algılar ve korkular ne zaman güçlenirse (örneğin 1885 sonrası, 1920 sonu, 1932 sonrası)

Japonya’nın diğer Asya uluslarıyla (Kore’yle, Çin’le, Hindistan’la ve İslam Dünyası’yla) olan

ilişkilerinin düzenlendiği bir alan olarak Asya kurgusunun temelini teşkil edecektir.

Dolayısıyla Fukuzawa’nın ve Meiji Aydınlanmacılarının zihnindeki Batı medeniyeti

algısının “tanrının lütfu” hissiyatından çok uzak olduğunu belirtmek gerekir. “Medeniyet, bir

tür kızamıktır. Onu iyileştirmenin bir yolu olmadığına göre... akıllı adamın yapabileceği onun

yayılmasına müsaade etmektir.”468

...Dünya’da savaştan daha büyük bir bela yok, ama Batılı uluslar her
an savaşmaktadırlar... Daha da kötüsü uluslararası diplomasi
aldatma sanatıdır...[Avrupa’nın] durumunu mükemmel olarak
adlandırmak zordur... Batılı ulusların bugünkü düzeyini ilkel olarak
adlandırmalıyız. Neyse ki medeniyet ucu açık bir süreç. Batı’nın
bugün ulaştığı düzeyle yetinmemiz mümkün değil.469

Asya, bu gelecekteki medeniyete hazırlanırken, yani Batı’yı da kapsayan yeni bir

gelecek hayali kurulurken, Bugünün Batı’sı karşısında korunma, öz savunma hattının çizileceği

bölgesel alandı.470 Asya, “önleyici savunmanın” bölgesi olarak görülüyordu.471 1880’lerde

sokaklarda söylen popüler bir şarkı şöyle diyordu:

468
Fukuzawa Yakuchi, Datsu-a-ron; 1885, aktaran Sun Ge, “How Does Asia Mean? Part I”...., s,17.
469
Annette Schad Seifert, Age., s, 57; A. Craig, Age., s, 37.
470
Nitekim Asya’nın terkedilmesi gerektiğini söyleyen Fukuzawa’nın kendisi, 1880 sonrası, yani Aydınlanma
sonrası dönemde, Kore’deki bir grup genç bürokrat, asker ve öğrenciyle ile gayri resmi ilişkiler geliştirmeye adeta
kendini adayacaktı. H. Dam, Age., s, 152.
471
Age., s, 158.

134
Batı’da İngiltere
Kuzey’de Rusya...
Centilmenler!
[Uluslararası] anlaşmalar bağlayıcı değildir...
Uluslararası hukuk diye bir şey belki vardır ama
Zamanı geldiğinde,
Gücümüzün zorbalığıyla,
Hazır olmalıyız.
[Çünkü], güçlü zayıfı parçalar.472

Bu tür bir öz-müdafa fikrini, Tokutami Soho (1863–1957)’nun “iyi kalpli

emperyalizmine”473 ya da “görev anlayışına”: “Doğu Asya’yı korumak bizim görevimiz”

anlayışına dönüştürmek zor değildi.

Doğal olarak Japon düşüncesinde ortaya çıkan Asya kurgusu “olumsuz” bir hal aldı.

Başta, Fukuzawa gibi Japon Aydınlanmacıları tarafından Asya kurgusu olumsuz nitelendiği

için; daha sonra da Asya kurgusu Japon emperyalizminin ideolojik unsuru olarak algılandığı

için. Ancak, bölge anlayışının öz-savunmanın sığ biçiminden daha derin bir anlam taşıdığını da

kabul etmek gerekmektedir. Çünkü 1870’lerin ortasından itibaren gelişen kültürel

muhafazakârlığın etkisiyle, Japon entelijensia’sı bölgenin- Asya’nın- kendi tairhsel ve coğrafi

şartları içinde bir medeniyet olarak kendi yolunu izlemesine izin verilmesi gerektiğini

savunuyordu. Onlara göre, gerçek evrenselliğe ulaşmanın, bu arada da gerçek anlamda Batı ile

ilişkiye girmenin tek yolu Asya’ya (hem silahlarla hem değerlerle) geri dönmekti.474

Kısaca, hem Japonya’da hem Hindistan’da entelijensia Asya’ya dönmekten

bahsediyorlardı. Bu dönüş fikri, Asya’dan ayrılmaya bu ülkeler için hiç bir imkan yokken,

aslında Asya kurgusunun inşaa edildiğini gösteriyordu. Dönülen, ve işlenen Asya kurgusuydu.

472
C. Gluck, Age., s,131.
473
F. G. Notehelfer, “Tokutomi Soho: A Japanese Nationalit View of the West and Asia”, Sources of Japanese…,
ss, 137-138.
474
Örneğin kuga Katsunan’ın fikirleri için bkz. K. B. Pyle, “Meiji Conservativism”..., s, 117.

135
Bölgesel kimlik kurgusunun inşaasıyla ilgili olarak Hindistan ve Japonya örneğini bir

arada değerlendirmek gerekirse, altının çizilmesi gereken ilk husus şudur: Hint ve Japon siyasal

düşüncesi içerisinde ortaya çıkan “öteki Asya kurgusu” kolonyal ilişki çerçevesinde

şekillenmiştir. Bu süreç, en başta Avrupa kolonyal politikaları karşısında bir “kendini

anlamlandırma”475 süreciydi. Ayrıca bu süreç, “Avrupa”, “Batı” algılamaları kadar

Avrupalılar’ın kendilerinin, politikalarının ve Avrupa’nın Asya algılamasının da dahil olduğu,

ucu açık bir süreçti. Dolayısıyla, Takeuchi Yoshimi’nin ifadesiyle “yıkıcı ve yaratıcı” bir

kurgulamadan bahsetmek gerekmektedir. Asya entelijensiası ve elitleri, modern ve kapitalist

Avrupa ile karşılaştıklarında yerel, feodal, evrensel kimliklerini reddederek, (self-negation)

başka bir şeye dönüştüler. Ancak ortaya çıkan sadece emperyal sistem ve ulus devlet değildi,

bu projelerle yan yana giden bölgesel Asya kimlik kurgusuydu.

Kısaca, Asya’da bölgesel kimlik kurgusu düşünsel bir yaratıydı, uzun bir süreç

içerisinde, iki unsura dayanarak şekillenmişti: Evrensel sistem düşüncesi ve bölge fikri. Her iki

düşünce de, bölgesel kimlik kurgusu dışında Japonya ve Hindistan’da ortaya çıkan diğer

projeleri- hem emperyal sistemi hem de ulus devleti- yapısal olarak destekliyordu. Ayrıca,

büyük ölçüde söylem düzeyinde bir kurgu olarak, Avrupa/Batı ile ilişkinin süregiderliğini ifade

ediyordu. Bugün ya da gelecekte uluslararası sistemin eşit üyesi olmak, yeni normları (bu arada

güvenlikle de ilişkili olanlar) Batı’yla birlikte tanımlamak... Kısaca bugün var olan ya da

gelecekte hayata geçecek “ortak yaşam” düşüncesi, Asya’da gelişen bölgesel kimlik

kurgusunun en önemli özelliğiydi.

Bu yüzden Asya kimlik kurgusu üç hat arasında gidip gelecekti: Evrensel zemin,

bölgesel zemin, ulusal zemin. Asya kimlik kurgusu, kurgulayıcıları tarafından her üç zeminde
475
Kendini anlamlandırma, L. Greenfeld’en ödünç aldığım bir kavram. Bu kavram, tıpkı kültürel rölativizm gibi
Batı ile olan ilişkide kendini “olumsuz”değerlerle (Batılı olmamak vb.) tanımlamayı içerir. Ancak kültürel
rölativizmden farklı olarak, olumsuzluğu, kendi kimliğini yeni bir temele oturtmak için farklı açılardan tekrar ve
tekrar yorumlar. Yani esas itibariyle yaratıcı bir süreçtir. Bu nedenle de kurgu tanımlamasına son derece uygundur.
L. Greenfeld, Five Roads to Modernity, Harward University Press, New York, 1992, s, 158.

136
de meşruiyet aracı olarak kullanıldı. Farklı projelere meşruiyet sağlamakta kullanıldığı için

milliyetçilik gibi, liberalizm gibi, sosyalizm gibi ideolojik açıdan daha güçlü rakipleri oldu. Bu

sebeple de tam bir ideolojiye dönüşemedi, söylem düzeyinde kaldı. Bir fikir olarak: bölgesel bir

biz duygusu olarak korundu.

Ancak Asya’da bölgesel kimliğin kurgulanış anlatısı bölgesel zeminde dahi farklı

bizlerin, farklı Asyalılıkların tanımlandığını gösterecekti:

II-C- Asya’da Bölgesel Kimlik Kurgusu: İki Farklı Anlatı

i)- Modern Hindistan Düşüncesinde Asya Kurgusu:

Hindistan siyasal düşüncesi içerisinde Asya kurgusu, birbiriyle ilişkili fakat aynı

zamanda da birbirinden farklı, birbirine rakip dört proje içerisinde kurgulandı: 1)- Kültürel

Asya Birliği söylemi, 2)- Büyük Hindistan kavramsalaştırması, 3)-Pan-İslamist düşünce, 4)-

Asya Federasyonu fikri. Bu projelerin ortak özelliği evrenselliğe ulaşırken yerel kimliği

kullanmaları ya da kurgulamalarıydı. Asya kimliği bu kullanma/kurgulama aşamasında ortaya

çıkmıştı. Şöyle de söylenebilir; bu dört proje bir tür aşkın-yerelliği (translocality) savunduğuna

göre, Asya kurgusu, modern Hindistan düşüncesinde, haritalar ve değerlerle birbirinden

farklılaşmış bir evrensel-yerellik biçimiydi.

a)-Kültürel Asya Birliği Söylemi:

Kültürel Asya birliği, Asya kurgusunun en önemli ayağıdır. Rabindranath Tagore476’un

öncülük ettiği Asya’da kültürel birlik söylemi,477 ilk bakışta üstte değinilen Hindu

476
Rabindranath Tagore (1861–1941), Hint şair ve yazar. Tagore, aslında Raj’ın en önemli ailelerinden birine
mensuptu. Büyükbabası Dwakanath Doğu Hindistan Şirketi’nin sağladığı olanaklar çerçevesinde Kalküta’nın en
zengin ve güçlü adamı haline gelmişti. Dwakanath’ın başarısı altında Hint kurallarının bağlayıcılığını (deniz aşırı
ticaretin yasaklanması gibi) terk ederek İngiliz yaşam tarzını benimsemesi vardı. Bu mesele Tagore ailesini ikiye
bölecek, şairin babası Keshup’un yolunu izleyerek Hinduizmi yeniden canlandırmak için tüm hayatı boyunca
çabalayacaktı. Bu iki etki Tagore’un politik bakışını da etkileyecekti. Bengal’de saygı gören bir şair olmakla
beraber 1913 yılına kadar Hindistan’ın geri kalanında çok tanınmıyordu. 1913 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü
kazandı. İngiltere’de, Amerika’da ve bazı Avrupa ülkelerinde dersler verdikten sonra Bengal’e geri döndü ve
1901’de Santiniketan’da Vişva-Baharati (Evrenin Sesi ya da Evren ve Dünya) adlı okulu kurdu. Bu okul kısa
137
Reformcuları’nın söylemlerine benzer. Amaç bir tür özerk kültürel alan yaratmaktır. Bunun

için de, Avrupanın Asya kurgusunun temeli olan Doğu-Batı farklılığı/ ayrılığı, Doğu ve

Batı’nın kendi içlerindeki homojenlikleriyle ilintili fikirler kullanılır. Yükselen, huzur dolu,

mazlum, ruhsal Doğu’ya karşı; çöken, materyalist-kapitalist-milliyetçi Batı.

Yüzyılın son güneşi Batı’nın kan kırmızısı bulutlarının


Nefret kasırgalarının arasından batıyor.
...Dünyayı yemeği yapmış çünkü
Yalıyor, çiğniyor, onu lokma lokma yutuyor...
Anayurdum...
Senin sabahın Doğu’nun sabırlı karanlığının altında bekliyor...478

Evet, bayım, [Siz İngiliz Beyfendiyle]...hemfikirim, zenginliği ve gücü


sınır tanımayan bir ülkeye, büyük bir şehre sahipsiniz. Daha fazla
kanıta ihtiyacım yok. Şimdi eğer yurduma dönebilirsem, kendimi [bu
dertlerden] serbest bırakacağım. Orada herkesi tanıyorum, herkesi
anlıyorum. Dış görünüşe şöyle bir bakarak insanın insanlığını
yakalayabiliyorum. Kolaylıkla neşelenebiliyor, kolaylıkla
düşünebiliyor, kolaylıkla sevebiliyorum.479

Tagore, düşüncelerini kurguladığı ikili bir ayrıma: Asya medeniyeti ve Batı medeniyeti

arasındaki ayrıma dayandırır. Batı medeniyeti siyasal ve mekanik idealin somutlaşmasıdır.

Ticaret ekonomisine dayanır. Ürünü, ulus-devlet ve ulus-devlete/ devlete/ milliyetçiliğe dayalı

zamanda ülkenin en önemli eğitim merkezlerinden biri haline geldi. Tagore’un asıl aklında olan Asya kültürünü
araştıracak bir enstitünün kurulmasıydı. Ancak Cheene Bhavana (Asya Araştırma Enstitüsü), daha çok Çin’den
finansmanını sağlayan ve Profesör Than Yunshan’ın kişisel gayretleriyle ayakta kalabilen bir yapıya dönüşmüştü.
Tagore, Asya ile ilgili fikirlerinin, Çin’de ve Japonya’da “saflık” olarak algılandığını görüyordu. Yine de
oluşturulmasına öncülük ettiği Asya kurgusu “olumlu bir model” olarak sürekli bir referans kaynağı gibi
görülecekti. Ayrıntı için bkz, Nag Kalidas, Discovering of Asia, Institute of Asian African Relations, Calcutta,
1957, ss, 10-11.
477
Tabi Asya’da kültürel birlik söylemini benimseyen tek düşünür Tagore değildi. Asya Aydınlanması fikrini;
Sarvepalli Radhakrishnan gibi filazoflardan Mahatma Gandh, Nehru ve Sarojini Naidu gibi eylem
adamı/düşünürlere kadar pek çok Hintli aydının söylemlerinde bulmak mümkündü. T. A. Keenleyside, Agm. ss,
211-212. Ancak Asya’da kültürel birlik fikrini ideolojik düzeyde olgunlaştıran Tagore olduğu için, esas olarak
onun fikirleri incelenecektir.
478
R. Tagore, “Yüzyılın Günbatımı”, Milliyetçilik, Murat Çiftkaya (çev.), Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1999, ss,
91-95.
479
R. Tagore’un cümlelerini aktaran S. Hay, Age., s, 30.

138
emperyalizmdir.480 Asya medeniyeti toplumsal ve ruhsal idealin somutlaşmasıdır. Basit, tarım

ekonomisine dayanır. Ürünü, Batı’yı/Batılı’yı müttefiki haline getiren Asya kurgusudur.481

Doğu Asya kendi yolunu izleyecektir, kendi medeniyetini


geliştirecektir. Bu medeniyet siyasal değil toplumsaldır. Vahşi ve
mekanik açıdan verimli değildir; ruhsaldır, insanlığın derinleşmiş ve
çeşitlenmiş ilişkilerine dayanır.482

Tagore üzerine yapılan çalışmalar, onun siyasal görüşlerini genellikle göz ardı eder,

çünkü Tagore ne Kongre partisinin üyesidir, ne de iktidar mücadelelerinin bir parçası olmuştur.

Buna rağmen Tagore’un siyasi kimliği çok önemlidir çünkü düşünceleri ve yönelttiği

eleştirilerle, şair, Hindistan milliyetçi hareketini derinden etkilemiş,483 milliyetçiliği bir tür

enternasyonalizm biçimine dönüştürmüştür.484 Asya’nın kültürel birliği söylemi de;

miliyetçilikleri kapsayan (“Bir Bengal ailesi nedir ki; Hintli, Müslüman ve İngiliz olmak

dışında”)485-ama milliyetçiliği reddeden (“Siyasal bağımsızlığını kazanmış halklar, [bu zaferi

takiben, doğal olarak] özgürlüklerine kavuşamazlar, sadece daha güçlü hale gelirler. İçleri

yakan tutku, özgürlüğü reddeden bir kölelik mekanizmasının yaratılmasını sağlar.”486) bu

enternasyonalist kurgunun parçasıdır.

480
Age. s,64.
481
R. Tagore, Milliyetçilik...., s,39.
482
S. Hay, Age., s, 64.
483
Humayun Kabir’in bu konudaki görüşleri için bkz. A. Nandy, “The Illegitimacy of....”, s, 156; ayrıca bkz, Horst
Krüger, Rabindranath Tagore und Die Revolutionare Befreiungsbewegung in Indien 1905 Bis 1918, Akademia
Verlang, Berlin, 1964, ss, 1-41.
484
K.J. Mukherjee, Age., s, 7.
485
Amartya Sen, “Tagore and His India”, India: A Mosaic, Robert B. Silver-Barbara Epstein (der.), New York
Review of Books, New York, 2000, s, 57.
486
A. Nandy, “The Illegitimacy of....”, s, 159.

139
Bu kurgunun temelini, Tagore’un Budist mistisizme487 dayanan tarih anlayışı

oluşturuyordu. Buna göre tarih, evrensel insanın (kâmil insanın) ortaya çıkacağı ana kadar hiç

durmadan ilerleyecekti.488 Ancak şaire göre; evrensel-kâmil insan, ilahi sürecin ürünü değildi,

toplumsal sürecin bir ürünüydü.489 Bu nedenle tarih, toplumsal istikrarın ve güven arayışının bir

biçimidir. Tabi Tagore toplumsal güvenliği; siyasal kavramlara ve mücadelere bağlamaz. Hatta

bu mücadeleleri toplumsal güvenliğin parçalayıcısı olarak görür.490

Tagore’un siyasal mücadeleyi reddedişi, anti-emperyalizmin ancak çok-etnili, çok-dinli

ve değişik şekillerde birbirine bağımlı hale gelmiş bir toplumda, yani birlik içerisinde mümkün

olduğu inancıyla491 ilişkilidir. Bu idealize edilmiş birlik kurgusu, Asya birliği modeli, Tagore’a

göre hem bir sosyal gerçekliktir, hem de Doğu-Batı senteziyle nihayete erecek sosyal bir

idealdir.

Doğu-Batı sentezinin bir ideal olarak görülmesine rağmen492, Asya kurgusunun işin

içine katılmasıyla, bu sentezin herhangi bir sentez olmadığı vurgulanır493:

487
Budist anlayışta Budda’nın iki hali vardır: İlk halinde Budda meditasyon yapan, yalnız yogidir. İç
meditasyonuna dalmış ve hayattan sıyrılmıştır. İkinci halinde Budda toplumun bir parçasıdır. İnsanlarla beraber
acı çeker, onların hayatlarının bir parçası olur, yaşadıkları zorlukları hafifletmeye çalışır, diğerlerinin iyiliği için
mesajını yayar. Ayrıca Tagore’u Baul adı verilen dinsel görüş çok etkilemiştir. Bu görüşe göre birliğe (sadhana)
ulaşmak için bireysel/partiküler öznenin tecrübesi bir gerekliliktir.
488
K.J. Mukherjee, Age., s, 25.
489
Age. s, 45.
490
Bu konuda Tagore’un Vatan ve Dünya (Ghare-Baire) romanı incelenmelidir. Bu tür bir inceleme için bkz A.
Nandy, “The Illegitimacy of....”, ss, 160-169.
491
Age., s,169.
492
Tagore’un sözlerini aktaran S. Hay, Age. s, 21

“Özgürlüğün hâkimiyetindeki Avrupa İdesi ve refahın hakimiyetindeki Hindistan


İdesi; Doğu kültürlerinin derinliği ve Batı kültürlerinin etkinliği; Avrupa’nın
yumuşakbaşlılığı ve Hindistan’ın muhafazakârlığı, Doğu uluslarının hayalleri ve
Batılıların pratik bilgisi- bu ikisinin birleşiminden ne hârika bir bütünlük doğar.”

Nehru’da şöyle yazacaktır: J. Nehru, Age., s, 507.

140
Shanghai’da Çinliler’in vergileriyle inşa edilmiş ama hiçbir Çinli’nin
girmesine izin verilmeyen bir park vardı. Birgün, ben [Tagore], orada
gezinirken bir Sikh polisin, Çinli çekçekçileri kovaladığını, onlara
küfrettiğini gördüm... Dayanamayıp polisin üzerine yürüdüm. ‘Eğer,
dedim, İngilizler tarafından Hindistanlılar’a göz kulak olmak için
kiralanmış olsaydım, onlara asla böyle davranmazdım.’ Derken iki
İngiliz geldi ve bana dediler ki; ‘bu polisin işine karışarak ne
yaptığını sanıyorsun? …Burada bir işin yok senin. Sen hiçbir şey
değilsin yalnızca aptal bir Çinli’sin, buradan defol’...Bana bunu
Çin’de diyebilmişlerdi.494

Dolayısıyla Doğu-Batı sentezi, Avrupa siyasasının benimsenmesi biçiminde

(Hintliler’in Avrupa devlet mekanızmalarının içine girmesiyle) gerçekleşecekse burada,

örneğin Japonya’nın izlediği yolda övülecek bir durum yoktu.495

Tagore, Avrupa siyasasının arkasında Avrupa toplumsal düzenini görür496 ve Spencer’ın

etkisiyle Avrupa toplumsal düzeniyle ilgili kuşkularını dile getirir:

Batı medeniyetinin dünyanın önüne koyduğu, ama... cevaplanmamış


zor sorular var. Fert ile devlet, emek ile semaye, erkek ile kadın
arasındaki çatışma; maddi kazanç hırsı ile insanın manevi hayatı,
milletlerin örgütlü bencilliği ile insaniyetin yüksek idealleri
arasındaki çatışma; devasa ticaret ve devlet örgütlerinin...
karmaşıklıklarıyla insanın sadelik, güzellik ve boş zamanın yetkinliği
için mücadele eden... güdüleri arasında çatışma; bütün bunların
henüz düşünülmemiş bir ahenge kavuşturulması gerekiyor.497

“Çin gibi Hindistan’da Batı’dan öğrenmeleri gerekeni öğrenmelidirler. Modern


Batı’nın öğreteceği temsil ettiği çağın ruhu ve daha pek çok şey var. Ama Batı’nın
da [Çin’den ve Hindistan’dan] öğrenmesi gereken çok şey var. Teknolojik gelişme
hayatın derin bilgisi olmazsa rahatlık ve huzur getirmez.”
493
Örneğin Romin Roland’a göre, siyaseti reddedtiği bu noktada Tagore; Gandhi’nini doğu-batı sentezinden de
ayrılır: “Gandhi Avrupa’da başarıyla hayata geçirilmiş büyük işleri, örneğin bayrağın bir idolhaline gelişini
benimserdi. Gandhi eğirme çıkrığını sembolleştiren bayrağını kartal figürleriyle dolu Avrupa bayraklarıyla
karşılaştırırken, Tagore için bayrak sadece basit bir nesneydi.”Aktaran, A. Sen, Age., s, 60.
494
Aktaran K.J. Mukherjee, Age., s, 358.
495
R. Tagore, Milliyetçilik..., ss, 34-35. Tagore’un fikirleri Japon kültürel Asyacılığının savunucularından Okakura
Kakuza’dan etkilenmiştir. (bkz, s,192) Örneğin Okakura şöyle yazacaktır: “Japonya’nın barışsever sanatın içinde
kaybolduğu günlerde, Batılılar onu medenileşmemiş bir ulus olarak görüyorlardı. Ne zaman ki Manchurya’da
savaş alanında binlerce insanı katletmeye başladı, Batılılar Japonya’yı medeni bir ulus olarak çağırmaya
başladılar.” O. Tenshin, The Book of Tea (Cha no hon), 1906, Stone Bridge Classics, California, 2006 s,6.
496
R. Tagore, Milliyetçilik..., s, 69.
497
Age., s, 17.

141
Oysa, bu ahenk zamanında, Asya kültürel birliği içerisinde yaşanmıştır: “Burma’dan

Japonya’ya kadar tüm Doğu Asya’nın, Hindistan’la... birleştiği o günleri sizlere hatırlatmakla

yetiniyorum... o günlerde birbirimize korkuyla bakmazdık,...silahlanmak zorunda değildik...


498
hiçbir dil ve kültür farklılığı bizi kalp kalbe yaklaşmaktan alıkoyamıyordu.” Bu kültürel

ideal birlik, hayal edilmiş Hindistan birliğiyle aynıydı: Asya; Hindistan’ın yolunu izlemiş,

Hindistan; Asyalı olduğunu keşfetmişti.499

Şaire göre Hindistan medeniyetinin özü, Doğu’nun tarihi misyonunu yerine getirmek,

“çokluk içerisinde birliği” (unity in diversity) sağlamaktı.500 Çokluk içerisinde birlik; İngiliz

tarihçilerinden kalma bir alışkanlıkla Hindistan siyasal düşüncesinde, devletin ve toplumun

alanlarının birbirinden farklılığını vurguladığı için, bir yandan da kast meselesini hatırlattığı

için bir problem olarak görülür.501 Kongre Partisi de dâhil olmak üzere Hindistan’daki devletçi-

milliyetçi yönelimlerin genel eğilimi, tüm farklılıkların (Hinduizmin içindeki farklılıkların da)

ötesinde, bir Hintlilik inşa edebilmek için devleti göreve çağırmaktır.502 Oysa Tagore’a göre bu

problem değil, bir çözümün yansımasıydı. Hindistan, hiç sosyal ve siyasi mücadelelere sahne

olmamış değildi. Öncelikle kast sistemine zemin hazırlayacak Brahmanlar’la Kshatriyas’lar

arasında, sonra Aryan işgalcilerle Aryan olmayanlar arasında kanlı mücadeleler yaşanmıştı.503

498
Age., s, 18; Bu alıntı, 1924 yılında Tagore’un Pekin’de yaptığı konuşmadan yapılmıştır. Ancak gerçekte Asya
modern öncesi dönemde ilişki olup olmadığı kimi yazarlarca sorgulanmıştır. Bkz, R. Bharuca, Agm., s,156. Ancak
Bharuca’nın da altını çizdiği gibi kanıtlanmış verilerden çok önemli olan, “Asya kardeşliğinin mitleştirlmesi” yani
kurgulanmasıdır.
499
S. Hay, Age., s, 34; “Safran elbiseler içerisinde, dinin uluları (darma) /gitmişlrdi ülkenize [Japonya-
Çin]öğretmek için./ Bugün sizin kapınıza talip (öğrenci) olarak geldik,/ eylemi (karma)öğrenmeye” Age. s,43.
500
K.J. Mukherjee, Age., s, 59. Tagore’un Hint tarihiyle ilgili fikirleri, kendisinin yazdığı iki makalede
bulunmaktadır: “My Interpretation of Indian History” Modern Review, August-September, 1913; “A Vision of
India’s History” Visva Bharati Quarterly, 1923.
501
Sunil Khilnani, The Idea of India, Farar, Straus and Giroux, New York, 1999, s, 169.
502
Age. s,190.
503
Ayrıntı için bkz. Hermann Kulke- Dietmar Rothermund, Hindistan Tarihi, Müfit Günay (çev.), İmge Yayınları,
İstanbul, 2001.

142
Üstelik bu mücadeleler hem ekonomik alanın paylaşımıyla (besleyiciliğe karşı tarım) hem de

iktidarın el değiştirmesiyle ilgiliydi. Tagore bu realist okumadan çok farklı bir sonuç çıkardı.

Her bir mücadele asimasyonla sonuçlanmıştı; her bir mücadele kendi Tanrı’sını getirmiş

(Budda, Vişnu, Şiva), sonuç Hinduizm/Budizm ve Hindistan İdesi (karışık kabileler, karışık

adanmışlar)504 olmuştu.

Tagore’un tarih anlayışı Jwaharlal Nehru’yu505 etkileyecekti. Nitekim Nehru hem

Büyük Hindistan düşüncesinden, hem de Tagore’dan ödünç aldığı kavramlarla (yerlileşme,

Hindulaşma ve birlik içinde çokluk) Hindistan’ın Keşfi adlı eserini tamamlar.506 Çoğulculuğu,

504
K.J. Mukherjee, Age., s, 71; Aşağıdaki şiir; Hindistan Haccı (Bharat Tirtha), Age., s, 73; 29.

Hiç kimse bilemez,

Yalnız başına şiddetle coşan bu sonsuz insan dalgalarının

ne zaman ve kimin çağrısıyla denizine boşaldığını

Kaybetmek için kendilerini;

Aryanlar ve Aryan olmayanlar, Dravidianlar, Çinliler,

İskitliler, Hunlar, Patlar, Moğullar-

Hepsi büyük bir gövdede eriyip gitti.

**

Aryanlar, Aryan olmayanlar, gelin,

Hindular, Müslümanlar, gelin,

İngilizler, Hristiyanlar, gelin,

Brahmanlar, gelin; temizleyin zihninizi...

Doldurun kutsal kaseyi, ve bırakın herşey birleşsin

Bu Hindistan’dır.
505
Jwaharlal Nehru (1889-1964), Bağımsız Hindistan’ın ilk başbakanı (1947-1964) ve Bağlantısızlar hareketinin
önderlerinden biri olarak tanınır. 1923-1929 yılları arasında Kongre Partisi’nin genel sekreterliğini yaptı. 1929
Lahor toplantısının ardından gençlik önderi ve Gandhi’nin ardılı olarak benimsenmeye başladı. Ancak Gandhi’nin
hümanist Hinduizminden farklı olarak daha modernist bir tutum benimsedi.
506
J. Nehru, Age., 73.

143
tıpkı Tagore gibi toplumsal zemine indirgerken, Hindistan’da ayrı Hint ve Müslüman

tarihlerinin olamayacağını söylerken Nehru, Oryantalist tarih anlayışını da sorgulamaktadır.

Ona göre bu eski birlik dönemi tarihi, geçmiş, ölü bir dönem değildir. Bugünün toplumsal

yapısı ile geçmişin toplumsal yapısı birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.507 Bu nedenle, ne İngilizler,

ne İngiltere, ne İngilizce yabancıdır. Tıpkı materyalist Batı kültürü gibi yerlileşmiştir.508

Tagore, “Doğu’nun sentezi olarak gördüğü Hindistan örneğine”509 hem kendini

gerçekleştirme (self-realization), hem de öz savunma (self-defense) işlevlerini vermişti. Bu

doğrultuda toplum, ama Raj (devlet) değil, her iki işlevin gerçekleştiği zemindi, yani “yaratıcı

birliğin” (creative unity) zeminiydi.510 Nehru, bunu, yaratıcı enerji olarak adlandıracaktı.511 Her

ikisinin de kurguladıkları tarihsel alan aynı derecede toplumsaldı, çünkü bu iki düşünüre göre

de ancak toplumsal zeminde rakipler arasında işbirliği gerçekleşebilirdi.512 Yani, ancak

toplumsal zeminde- Asya kimlik kurgusu içerisinde- rakipler mütefikler haline gelebilirdi:513

“[Savaştan sonra yeni bir medeniyet], Doğu’nun ve Batı’nın en iyi yönlerini temsil eden bir

medeniyet... yükselecek.”514

Sentezden Hindistan’daki ırklar ve Hindistan kültürü gelişti... Sonra diğerleri geldi,


Persler, Yunanlılar, Partlar, Baktrianlar, İskitler, Hunlar, Türkler... ilk Hristiyanlar,
Yahudiler, Zerdüşler; geldiler, bir farklılık yarattılar, ve [bütünde] eridiler.
507
Anna Guttman, “Compromise and Contradiction in Jawaharlal Nehru’s Multicultural Nation-State:
Constructing National History in the Discovery of India” Clio, 32/3, 2003, s, 166.
508
J. Nehru, Age., ss, 260-270.
509
K.J. Mukherjee, Age. s, 81.
510
R. Tagore, Creative Unity, 1922, aktaran Age., ss, 85-87; 94.
511
J. Nehru, Age., 224.
512
K.J. Mukherjee, Age., s, 100.
513
Aslında Gandhi’nin barışçıl direniş doktrini de aynı mantığa dayanmaktadır. Burada da amaç; çile çekerek,
“kurban haline gelme/getirilmenin” altını çizerek hümanist, ortak bir kimlik yaratılmasını sağlamaktı. Bu yeni
kimlik doğrultusunda düşman müttefik haline gelir. A. Nandy, The Intimate Enemy...,s, 51.
514
J. Nehru, The Unity of India, aktaran T. A. Keenleyside, Agm. s, 212.

144
Rakip müttefikler listesi uzundur ve tüm Asya uluslarını doğal olarak içine alır515 ama

en önemli rakip-müttefik, Batı’dır. Rakiptir; çünkü Nehru’nun belirttiği gibi bu toplumsal

zemine asimle olmaya “direnmektedir.”516 Müttefiktir; çünkü “yegâne emniyet, kendi kötü

arzularına ve şiddete dayalı tecavüzlerine direnişimizde Avrupa’yı müttefikimiz ilân

etmektir.”517

[Bugün eski medeniyete] yeni ve çok güçlü bir rakip geldi- Batı’nın
bania (tüccar) medeniyeti... Fakat Batı aynı zamanda boğaz kesen
acımasız medeniyetin ilacını da getirdi: sosyalist ilke, işbirliği ilkesi
ve toplumun ortak iyiliği için hizmet etme inancı. Bu eski Brahman
hizmet idealinden çok da farklı değil. Hatta tüm sınıf farklılıklarını
aşacak şekilde tüm sınıf ve grupların brahmanlaşmasıdır.518

Aslında, Asya kimlik kurgusuyla, örgütlü zeminin olmadığı, sadece “kültürel birlik

düşüncesiyle”, “evrensel estetik ve hakikat fikrinin” olduğu, bir “ortak güvenlik” çağrısı

yapılmaktadır.519 Bu çağrının karşı karşıya kaldığı iki önemli sorun vardır: 1)- Batı, ortak

güvenlik çağrısının içine nasıl dâhil edilecektir; 2)- Asya’daki diğer güçler- Japonya ve Çin- bu

çağrıya nasıl yanıt vereceklerdir.

İlk sorunun çözümü, Batı içerisinde bir ahlâki ayrıma giderek sağlandı: İyi Batı-Kötü

Batı.

515
Hatta 1936 yılına geldiğimizde Asya kurgusu, - Musolini’nin politikalarının da etkisiyle- Afrika’yı içine alacak
biçimde genişlemişti. Afrika aslında Asya’nın “ilkel”, ilkel olduğu kadar da “ruhsal” parçasıydı: “İlk çağlarında/
Yaratıcı memnun değildi kendinden/ Yarattıklarını bozdu yeniden ve yeniden/ tiksintiyle sallarken, sallarken
başını; işte o günlerde,/ kızgın deniz/ ayırdı seni Afrika/ Anne Asya’nın göğsünden.” Afrika şiirini aktaran Linn
Cary Mehta, Poetry and Decolonization: Tagore, Yeats, Senghor, Cesaire and Neruda, 1914–1950, PhD Thesis,
Colombia University, 2004, s,102.
516
J. Nehru, Age., s, 302.
517
R. Tagore, Milliyetçilik..., s, 39.
518
J. Nehru, An Autobiyography, Penguin Books, India, 2004, aktaran S. Hay, Age., s,246
519
R. Tagore, Milliyetçilik...., s, 30.

145
Sovyetler Birliği iyi Batı’nın bir örneğiydi. Çünkü makinanın gücü sömürünün değil

toplumsal refahın bir aracı olarak kullanılıyordu.520 Nehru’dan farklı olarak521, devlet

mekanizmasını reddeden Tagore bile SSCB örneğini benimser görünür. Ona göre Sovyet

federasyonu bir toplumsal asimilasyon örneğidir, bu bakımdan oluşturduğu bölgesel (federal)

kimlik birey ve mutlak hakikat arasında aracı rolünü üstlenir.522 Asya’da sağlanması gereken de

budur. Hatta bu yönden baktığımızda Rusya artık Doğu’dur.523 Benzer bir şekilde dönemin

Amerika’sı da “Doğu’nun asırlardır barındırdığı hakikati” öğrenmeye muktedirdi; çünkü

sınırların kalmadığı bir çağda göçebeliği ve asimilasyonu federasyonunun temel niteliği

yapmıştı.524

Bu ahlâki ayrım sadece Batı içerisinde geçerli değildi. Tüm Batılı ulusları da ayıran bir

hat; örneğin büyük İngiliz’i, küçük İngiliz’den ayıran bir hat mevcuttu.525 Büyük İngiliz, tüm

insanlığın dostu, adil, özgürlüklerin savunucusu, dürüst ve güvenilirdi. Batı medeniyetinin tüm

olumlu yönlerinin bir yansımasıydı. Asya kurgusuna dahil olacak olan Batı toplumuydu. Küçük

İngiliz ise Hindistan’daki İngilizler’i değil, bir ulus olarak İngiltere’nin Hindistan’da izlediği

politikaları temsil etmekteydi. Ve Asya’nın kurtuluşunu ya da yükselişini dillendirmek aynı

zamanda büyük İngiliz’i küçük İngiliz’in elinden kurtarmak anlamına geliyordu.526

520
K.J. Mukherjee, Age. s, 128.
521
Nehru’ya göre Hindistan kimliği ancak devletin kurumsal ve coğrafi sınırları içerisinde ortaya çıkabilir. S.
Khilnani, Age., s, 167.
522
K.J. Mukherjee, Age. ss, 141–183.
523
S. Hay, Age., s, 173.
524
R. Tagore, Milliyetçilik..., ss, 73-74.
525
R. Tagore, “Choto-o-Boro” (Büyük ve Küçük, 1918) aktaran Age., ss, 331-334.
526
Bu nokta Tagore’dan yıllar sonra A. Nandy tarafından dile getirilmiştir. Nandy, modern Hindistan
düşüncesinde Asyacılık söylemini kullanan nadir yazarlardandır. The Intimate Enemy’de şöyle yazacaktır: “...Bu
ne Doğu ile Batı, ne de Kuzey ile Güney arasında bir tercihtir. Bu seçim- aslında savaş- Hindistan’ın ve Batı’nın
içindeki Apollocular’la Dionesyenciler arasındadır.” s, 74; “Ruhsal Batı’nın kurtarılmasında Asya yardımcı
olacaktır.” A. Nandy, “A New Cosmopolitanism....”, s, 148.

146
Gelin derin bir birliktelik kuralım. Şayet Tanrı bu... birlikteliğin
kaynağının İngiltere olmasını istiyorsa, alçakgönüllülükle bunu
kabule razıyım.527

Elbette, bu evrenselci ideal, bu Asya kimliğinde eriyiş düşüncesi bir tür saflık

barındırıyordu. Herşeyden önce Tagore ve izleyicileri, rakiplerin Asya ya da Doğu’nun

bilgisini kullanışlarını bir tür ortaklık olarak algılama eğilimine sahipti. Çünkü Tagore göre öz-

yıkım (self-destruction) ile özü-inşa, kendini yeniden anlamlandırma (self-creation,

resentiment) birbirini tamamlayan iki süreçti.528 Tagore, Asya kurgusunu (hayal edilmiş tarihi

ve sosyal referanslarıyla beraber) aşkınlığın bir aracı olarak kullanıyordu. Oysa Hintli

Batılı’nın, Tagore’un İngiltere’deki yansıması olarak görebileceğimiz Kipling’in, Asya’yı

kullanma biçimi çok farklıydı. Kipling’in söyleminde de doğal olarak –ve maalesef oluşmuş-

bir kültürel birlik vardı Doğu ile Batı arasında; ama bu birlik, Asyalılık, Batılı’nın hayata kalma

yolundan başka bir şey değildi.529

Bu farklılık, Tagore’un Asya kurgusunun Asya’da kabul edilişini de zora sokmuştu.

Tagore 1916 yılında Japonya, 1924 yılında da Japonya ve Çin’e düzenlediği gezilerde mesajını

aktarma imkanı bulmuştu: “Gerçek şu ki, Batı’nın yüreğinden kopup taşan dalgalar, Doğu’nun

kıyılarına çarpmakta... Avrupa oyunun ortasında yaralanmış bir çocuk gibi. Kalabalıktan

527
R. Tagore, Milliyetçilik..., s, 76.
528
Bu iki sürecin en açık halini Tagore Gora isimli romanında işlemiştir. Romanın kahramanı Gora, Brahman
kökenleri dolayısıyla Hinduluğu, Brahmanlığı, Hindistan’ı savunurken kendine yabancılaşmanın kurbanı da
olagelmişti. Çünkü gözlemleri geleneğin sadece değerli olmadığını aynı zamanda acı ve mahv da getirdiğini
göstermekteydi. Bu gözlemlerine rağmen Gora, eyleme geçemiyordu çünkü sadece geleneğin mükemmeliğine
inanmıyor aynı zamanda lekesizliğine halal getirmekten de korkuyordu. Sonra bir gün, kendi gerçeğinin yıkımıyla
karşılaştı. Bir İrlandalı olduğu kendisine söylendi. Artık lekesizliğin ağırlığından kurtulmuştu, şimdi hem bir
Hristiyan, bir Budist, Hindu ve Müslümandı. Şimdi tıpkı kendisini büyüten ama doğurmayan Hintli Anandamoyi
gibi tüm Hindistan’dı. R. Tagore, Gora, İbrahim Şener (çev.), İzdüşüm Edebiyat, İstanbul, 2003; özellikle ss, 484–
487.
529
Bu açıdan Kim romanının okunması için bkz, A. Nandy, “The Illegitimacy of...”, ss, 191–198; Asyalılıkla ilgili
vurgu için s, 192.

147
dehşete düşmüş, annesini arayan [bir çocuk gibi]. Ona hayatını veren... annesi, Doğu değil

mi?”530

Bu mesaj iletilirken Japonya’da Okakura’nın düşünceleri yaygın olarak biliniyor

değildi, ama aşağıdaki bölümde bahsedileceği gibi Meiji dönemi Asyacılık söylemi

olgunlaşmıştı.531 Keza, 1870’lerden itibaren Asyacılık söylemine paraler muhafazakâr bir

anlayış da gelişmişti:

Batı medeniyetinin mükemmeliğini kabul ediyoruz. Batı’nın haklar,


özgürlükler ve eşitlikle ilgili kuramlarını takdir ediyor, Batı felsefe ve
ahlâkına saygı duyuyoruz. Batılı âdetlerin bir kısmını seviyoruz.
Herşeyden öte Batı iktisadını, sanayisini ve bilimini benimsiyoruz.
Fakat bunları benimsememizin sebebi Batılı olmaları değildir;
Japonya’nın refahına katkıda bulundukları için benimsemekteyiz [bu
değişimleri]. Dolayısıyla, biz [muhafazakârlar] sığ bir yabancı
düşmanlığını desteklemek niyetinde değiliz, daha ziyade amacımız
kardeşlik atmosferi içerisinde ulusal ruhu canlandırmaktır.532

Bu anlayış, evrensel medeniyet anlayışıyla birlikte, evrenselliğe ulaşmak için her

medeniyetin kendine has ayrı bir yolu olduğu fikrini işliyordu. Yani “birlik içerinde çokluk”

düşüncesi, rakiplerin müttefik haline dönüştürülmesi, Japonya’da Asya ve medeniyet

kurgularının çoktan parçası olmuştu. Dolayısıyla Japon dinleyici Tagore’un fikirlerine açık

görünüyordu. Oysa S. Hay’ın çalışması, Japon yazın dünyasının, din adamlarının,

felsefecilerinin ve hatta eylem adamlarının Tagore’un mesajına hiç de büyük bir sempatiyle

yaklaşmadıklarını göstermektedir.533 En büyük sorun, 1924 yılında yaşananın aksine, mesajın

530
S. Hay, Age. s, 131.
531
Bkz ss, 187-209.
532
Kuga Katsunan’dan aktaran, Kenneth B. Pyle, “Meiji Conservatism” Modern Japanese Thought..., s,115.
(vurgu bana ait.)
533
S. Hay, Age., ss, 82-123.

148
içeriğinden ziyade Hindistan’ın konumundan kaynaklanmaktaydı: “Tagore, mahvolmuş bir

ülkenin (horabiru) güzel çiçeğiydi.”534

Mahvolmanın nedeni kolonyal yönetim değildi. I. Dünya Savaşı’na resmi olarak

İngiltere’nin müttefiki olarak giren Japonya’nın Batı ile ittifak geliştirme konusunda bir sorunu

yoktu. Sorun şuydu: Japon entelijensiası Hindistan’a baktığında Raj’ı (modern- Batılı- devleti)

görmüyordu; gördüğü aşkınlığın ve geleneklerin içine hapsolmuş “eski”, “şairane” bir ulustu.

Böyle bir ulus, gerçek anlamda müttefik olarak kabul edilebilir miydi?

Bu algılama, bir yandan da Fukuzawa ile başlayan medeniyet fikri ve coğrafi bölge

kurgusu arasındaki ilişkinin nasıl büyük oranda kabul gördüğünü gözler önüne serer. Asya

bölgesi, kültürel alanda da gözlemlenebilecek, coğrafi bir savunma hattıdır. Bu hattın dışında

evrensel medeniyet algılamasının içinde coğrafi ayrımlara (doğu-batı) yer vermek kabul

edilebilir değildir.535 Çünkü Tagore’un bu söylemi Japonya’nın kendini ve batıyı eşit şekilde

merkeze alan anlayışını bozmakta, ironik biçimde Japonya ve Hindistan’ı Batı ile olan

ilişkisinde gerçek rakipler haline dönüştürmekteydi.

Ancak, Hindistan siyasal düşüncesinde doğan kültürel Asya birliği söyleminin asıl

reddedildiği yer Çin siyasal düşüncesiyle karşılaştığı anlarda olmuştu. Ku Hung-ming ya da

T’ai Hsü gibi yeni Konfiçyüsçüler’in Doğu Ahlâkı ve Budizme geri dönüş çağrılarına rağmen

Tagore’un Asya kurgusu Çin entelijensia’sı tarafından reddedilmişti. Zaten Tagore’un 1924

Çin’e yaptığı seyahat, Tagore’un öncülük ettiği Asya kurgusunun Çin’de tamamen olumsuz bir

modele dönmesiyle sonuçlandı.

534
Age., s, 117; 357.
535
Age., s, 123.

149
Öncelikle Çin siyasal düşüncesinde ortaya çıkan Asya kurgusu, ister Sun Yat-Sen’in

(Sun Zhongshan’ın)536 devletçi-milliyetçi anlayışı,537 isterse de Asya Dayanışma Cemiyeti’nin

kozmopolit-milliyetçilik karşıtı söylemleri538 çerçevesinde gelişsin, Japonya’yı bu kurgunun

merkezine alarak ortaya çıkmıştı.539 Zaten, Çin düşüncesindeki Asya kurgusunun, Japonya’nın

Çin’in weltanshaung’undan ayrılmasıyla şekillendiği düşünülürse,540 yani baştan itibaren Asya

kurgusunun bölge ve ulus-devletle ilişkili olduğu düşünülürse,541 dönemin Çin

entelijensia’sının Tagore’un fikirlerine uzak durması nispeten anlaşılabilir.

Oysa Sun Yat-Sen’in Kobe’de yaptığı konuşma ve Japonya’nın Batı milliyetçiliğini

takip etmemesi yönündeki uyarıları aynı yıl Tagore’un Japonya’da Milliyetçilik adlı

konuşmasıyla hemen hemen aynı hususlara değiniyordu. Japon entelijensianın hiç

536
Sun Yat-Sen (1866–1925); modern Çin’in babası olarak kabul edilen düşün ve siyaset adamı. İmparatorluk
yönetiminin yıkılmasında (1911 Çin Devrimi) önemli rol oynayarak geçici cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmiş
ve 1923–25 arasında ülkeyi fiilen yönetmiştir. Ayrıca 1924 yılında Sovyet Komunistlerinin desteğiyle Çin
Komunist hareketiyle işbirliğine giderek Kuomintang’ı yeniden yapılandırdı. Halkın üç ilkesi (milliyetçilik,
demokrasi ve sosyalist ekonomi) ve beş yuan’a (yasama, yürütme, yargı, denetleme ve eğitim) dayanan doktrini
çerçevesinde modern bir parti yapılanmasının oluşmasını sağladı. Kuomintag 1927 yılında iktidara geldi; Ayrıntı
için bkz. J. Y. Wong (der.), Sun Yatsen: His International Ideas and International Connections, N.S.W. Wild
Poeny, Sdney, 1987.
537
Sun Yat-Sen, Da Yaxiyazhuyi (Greater Asianism), Translation of A Speech Delivered in Kobe, Japan on
November 28, 1924; <<http://se2.isn.ch/serviceengine/FileContent?serviceID=23&fileid=3826C4E0-12ED-
A7D8-9280-BA886F84016D&lng=en >>. Sun Yat Sen’in Asya kurgusu, fonksiyonelist, bölgeci bir tutumu da
yansıtıyordu. Çin Demokratik Devrimi için gereken mali desteği, Güneydoğu ve Doğu Asya’da ticaret ağlarını
oluşturmuş Çin Diasporasından karşılama fikri bu tutumun en önemli nedeniydi. Takeishi Hamashita, Agm., ss,
132-133.
538
Rebeca E. Karl, “Creating Asia: China in the World at the Beginning of the Tewntieth Century” The American
Historical Review, 103/4, 1998, ss, 1096–1098.
539
Hatta, Sun Yat-Sen’in Japonya’nın bir aracı haline geldiği görüşü hâkimdir, ayrıntı için bkz: Albert A. Altman-
Harold Z. Schiffrin, “Sun Yat-Sen and the Japanese: 1914–16” Modern Asian Studies, 1972, s, 389; Yine de
Altman ve Schiffrin bu durumun sadece Sun Yat-Sen için geçerli olmadığını, Çin politikasının bir parçası olan
dönemin tüm eylem adamlarının Japonya’yı dikkate alarak hareket ettiklerini söyleyeceklerdi. Agm., s, 400.
540
Rebeca E. Karl, Agm., s, 1102.
541
Örneğin Sun Yat-Sen’in izinden giden Dai Jitao şöyle yazacaktı:

Çin’i yeniden inşaa etmek için Çin sınır bölgelerini geliştirmek gerekmektedir. Çin
milliyetlerini özgürlüklerine kavuşturmak için tüm Doğu halklarının özgürlüklerine
ulaşması gerekmektedir. Xinyaxia (Yeni Asya Dergisi, 1930), aktaran P. Duara,
“Transnationalism and the Predicament of Sovereignty: China 1900-1945”...,ss,
1040.

150
hoşlanmadığı Doğu-Batı adlandırması da Sun Yat-Sen’in konuşmasında (bu sefer Şark-Garp

olarak) mevcuttu. Tek fark şuydu: Sun Yat-Sen’in zihnindeki ayrım Liang Qichao’nun542

yolunu izliyordu.543 Yani, Asya altında meydana gelecek yeni birliktelik tüm kültürel ve ahlakî

yönelimine rağmen siyasaldı. Asya’nın sınırlarını belirleyen ulusal devrimlerdi.544 Ulusal

devrimler için girişilen mücadele, savaşım haklıydı ve bu yüzden ortaya çıkacak Asya haritası,

“gücün idaresindeki” (rule of Might) Avrupa haritasının aksine, “erdemin idaresini” (rule of

Right) temsil edecekti. Dolayısıyla, Sun Yat-Sen’in zihnindeki Konfiçyüsçü ilke, Çin emperyal

sisteminin bir tür federasyon olduğunun hatırlatılması, Japonya’ya bu tür bir emperyal sistem

(özgür uluslar federasyonu- yeni Çin Barışı) çağrısında bulunulması sonucunu doğurmuştu.545

Kısaca, Çin entelijensiasının Asya kurgusu, Japonya’nın takip ettiği politikalara uyumlu

biçimde (tehdide karşı savunulması gereken) bir “eylem alanı” olarak ortaya çıkmıştı.546 Bu

yüzden, dönemin muhafazakârları Raj’ın temsil ettiği sentezi reddediyor547, Çin ve Hint

542
Liang Qichao (1873–1929), 20.yy başlarında Çin aydınlarının önderi. Liang, Çin kültürü için önerdiği köklü
yenilikleri savunmak için gelenekten yararlanmak amacıyla Konfiçyüs Klasiklerini yeniden yorumlayan bilgin
Kang Yuwei’nin öğrencisiydi. 1894–95 Japon-Çin savaşından sonraki reform hareketine öncülük etti. Tıpkı Sun
Yat-Sen gibi, 1898–1912 yılları arasında Çin’deki reform karşıtı güçlerden kaçarak Japonya’da sürgünde yaşadı.
Çin’e geri döndüklerinde Sun Yat Sen’in Kuomintang’ına karşı Yuan’ın İlerici Partisi’ni destekledi.
543
Rebeca E. Karl, Agm., s, 1105.
544
Sun Yat Sen şöyle yazmaktaydı: Sun Yat-Sen, Age., ss, 3-4.

Japonya Asya’da Avrupa’nın askeri medeniyetinde uzmanlaşmış tek millettir.


Üstelik Japonya’nın askeri kuvvetleri ve donanması Avrupa’nın yardımı ve desteği
olmadan kendi çabalarıyla meydana gelmiştir. Dolayısıyla, Japonya Doğu Asya’nın
tek bağımsız gücüdür... Tam bağımsızlığına kavuşan diğer bir güç ise Türkiye’dir.
Diğer bir deyişle, Japonya ve Türkiye Asya’nın doğu ve batı sınırlarıdır.

Tıpkı Liang Qichao 1899’da yazdığı gibi: “Eğer Filipinli devrimciler başarılı olursa... Doğu Pasifikte iki yeni
[bağımsız] devlet yükselecek: Filipinler ve Japonya.” R. E. Karl, Agm., s, 1107. Bu konuda daha fazla bilgi için
bkz. Mauris Jansen, The Japanese and Sun Yat Sen , Harvard University Press, Cambridge, 1967.
545
S. Hay, Age., s, 223.
546
R. E. Karl, Agm., s, 1103; 1108.
547
Shibiao’nun öyküsü bu reddişi çok güzel özetler: “ Shibiao sokakta polis olarak kullanılan insanlar görür...
Hintliler mi diye sorar? Evet der yaşlı adam. –İngilizler onları polis olarak kullanıyor... ...Shibiao tekrar sorar,
niçin polis şefi Hintli değildir? Yaşlı adam cevap verir: Böyle bir şey duyulmuş şeymi. –Onlar kayıp ülkenin
insanları, köleden farklı değiller...[ öykünün ilerleyen sayfaslarında] Shibiao, caddede ayakta dikili duran yaşlı
151
eylem/düşün adamları arasında kurulacak ilişki için Japonyaya’ya bakıyorlardı. Örneğin Liang

Sou-ming548 şöyle yazacaktı:

1)- Hindistan’ın tavrı reddedilmelidir...2)-Batı medeniyeti kendi


bütünlüğü içerisinde kabul edilmeli ama kökten dönüştürülmelidir.
Yani Batı medeniyetinin temel davranış biçimleri
dönüştürülmelidir.549

Hindistan çoktan İngiliz sanayi ekonomisinin bir parçası, fakat...hâlâ


İngilizlerin….kalplerini kazanmak için “sevgi ve ışık” hayali
kurabiliyorlar.550

Açıkça Hindistan kültürel Asyacılığı, iki örnek üzerine oturuyor; Çin’deyken Japonya

örneği, Japonya’dayken Hindistan örneği dillendiriliyordu. Hem Batı hem de Japonya’nın

talepleri karşısında “ulus-devletini” kurma konusunda atılım yapmayı bekleyen, Çin

aydınlarının, Konfiçyüsçü reformcular dışında bu söylemde bulabileceği yeni hiçbir şey yoktu.

Çin Komunistleri için de, muhafazakârları için de Japonya bir rakip-müttefikti; tıpkı Sovyetler

Birliği, Amerika, İngiltere gibi. Hindistan’sa bu listede “olumsuz Asya(lı) model” olarak

duruyordu.551

bir adam fark eder. Adam başına kırmızı bir türban sarmış, çay ısmarlamaktadır. Shibiao adamın ten renginin
sarı olduğunu görür... Nihayetinde adama Hintli misiniz? diye sorar. Hayır, adam, Çinli’dir. – Bilmiyor musun?
Artık İngilizler... Hintli gibi giyinmiş Çinliler’i de istiyorlar... Shibiao her yerde kırmızı türbanlar görür,
...[Çinliler, artık] ilkokulda, İngiliz misyonerlerinin ‘Hintli Okuyuculara’ ibaresiyle getirdikleri kitaplardan
İngilizce öğrenmektedirler.” Agm. s, 1110. Bu olumsuzlamanın bir nedeni afyon ticaretinin Raj aracılığıyla
sağlanması ise diğer bir nedeni de Boxer Ayaklanmasının bastırılması için İngiliz komutası altında Hintlilerden
müteşekkül birliklerin Çin’e gönderilmesiydi. A. M. Saklani, Agm., s,264. Gerçi, Boxer Ayaklanmasının
bastırılmasında Japonya’nın da rolü olmuştu. Fakat Raj’ın politikaları, Çinli aydınlarca tamamen İngiliz
politikalarının, İngiltere’nin Rusya ile Tibet üzerinde olan savaşının bir yansıması olarak görülüyordu. Yani, Hint
örneğinde en çok kınanan kendi ulusal çıkarlarını izlemesi değil, Batı’nın çıkarlarının temsilcisi olmasıydı. A. M.
Saklani, Agm., s,264.
548
Liang Sho-ming (1893-?), 20.yy Çin’de Konfiçyüsçülüğün önemini koruduğunu kanıtlamaya çalışmış Yeni
Konfiçyüsçü filazof.
549
S. Hay, Age., s, 208 (vurgu bana ait.).
550
Ch’ü Ch’iu –pai’den aktaran Age., s, 231.
551
A. M. Saklani, Agm., s, 262. Bu olumsuzlamanın bir nedeni afyon ticaretinin Raj aracılığıyla sağlanması ise
diğer bir nedeni de Boxer Ayaklanmasının bastırılması için İngiliz komutası altında Hintlilerden müteşekkül
birliklerin Çin’e gönderilmesiydi. Gerçi, Boxer Ayaklanmasının bastırılmasında Japonya’nın da rolü olmuştu.
Fakat Raj’ın politikaları, Çinli aydınlarınca tamamen İngiliz politikalarının, İngiltere’nin Rusya ile Tibet üzerinde
olan savaşının bir yansıması olarak görülüyordu. Yani Hint örneğinde, en çok kınanan kendi ulusal çıkarlarını
152
Hindistan entelijensiası bu olumsuzluktan kurtulmak için iki yol izledi. İlk yol

Brüksel’de 1927 yılında düzenlenen Ezilen Uluslar Konferansı sırasında belirginleşti.552

Konferans esnasında, Nehru’nun girişimiyle Hindistan delegasyonu ile Çin delegasyonu ortak

bir bildiri hazırladı. Bu bildiri Asya kültürel birliğinin bir gerçeklik olduğunu söylüyordu:

“Üçbin yıldan daha uzun bir süredir Hindistan ve Çin Halkı derin kültürel bağlarla bağlıdır...

Budda’nın yaşadığı günlerden bugüne ne Moğol döneminde ne de İngiliz Hâkimiyeti

döneminde bu bağlarda bir kopma yaşandı.”553 Ama Batı’yla karşılaşıldığından bu yana

yaşanan başka bir gerçeklik daha vardı: kaderde ortaklık, davada ortaklık.

Hindistan ve Çin; İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin etkisi altında


aynı kaderle karşı karşıya geldiler. Hindistan bu kaderin altında çok
[acı] çekti; Çin’in [Batı’yla/Şirket’le] olan teması daha kısa sürdü,
ama getirdikleri afyon ve savaştı. Şimdi Hindistan ve Çin birbirlerine
bakıyorlar; eski hatıralar akıllarına geliyor. Bu sefer yeni hacılar, iki
ülkeyi birbirlerinden ayıran dağları aşarak, sonsuza kadar sürecek bir
dostluğu yaratmak için iyi niyet mesajları taşıyorlar.554

izlemesi değil, Batı’nın çıkarlarının temsilcisi olması, yani Raj’ın oluşturduğu ortak yaşam alanıydı. Agm., ss, 262-
269.
552
Bu kongreden hemen önce Nehru SSCB’yi ziyaret etmiş, Lenin’in Asya’daki ulusal devrimlerle ilgili
fikirlerinden etkilenmişti. J.N. Dixit, Across Borders, Fifty Years of Indian Foreign Policy, Picus Books, Ashak
Chapra, 1998, s, 9.
553
T. A. Keenleyside, Agm. ss, 212-213; Hint ve Çin kültürünün ortaklıklarına dair Nehru’nun kurgusu için bkz,
“India and China” The Discovery of India..., ss, 192-200.
554
J. Nehru, Age. ss, 199–200. Nitekim, Tagore’un mesajı reddedildikten sonra anti-kolonyalizmi ve modern ulus-
devlet düşüncesini taşıyan yeni hacılardan Çinli akademisyen Tan Yun-Shan 1932, 1935 ve 1937 yıllarında
Hindistan’a gelmiş; Çin-Hindistan Kültür Cemiyeti’ni kurmuştu. 1939 yılında Nehru, 1942 yılında da Chiang Kai-
shek karşılıklı ziyaretlerde bulundular. Chiang Kai-shek’in Çin siyasetinin dışında kalmasından sonra Çin
Komünist partisiyle bu kültürel bağın tekrar kurulması gerekti. Dayanışma zemini yine, anti-kolonyalist mücadele
tecrübesiydi. Nehru’nun Panchasila* Doktrini (1954- Panchsheel Anlaşması) bu dostluk döneminin kuramsal
çerçevesini çizmişti. Buna göre iki ülke arasındaki ilişkiler bir tür “Doğu felsefesine” göre yürütülecekti. Yani,
ilişkilerin temeli beş esasa dayanacaktı: karşılıklı egemenliğe ve toprak bütünlüğüne saygı, iç işlerine karışmama,
eşitlik, karşılıklı yardım ve barış içerisinde birarada yaşamak. Bu dönemde Nehru yönetimindeki Hindistan’ın
temel amacı Çin’i, uluslararası diplomasinin bir parçası haline getirmekti. Tabi bunda yeni başlayan iki kutuplu
Dünya düzeninin etkisi vardı. Çin-Sovyet Paktı imzalandığı için, Çin’i, Doğu ve Güneydoğu Asya’da savunma
anlaşmalarıyla çevrelemeye çalışmak, Hindistan’ın ABD ile yaklaşması anlamına gelecekti- ki Hindistan, ABD ile
Pakistan arasında 1954’de Karşılıklı Savunma Anlaşması imzalandığı için bu konuda gönülsüzdü. Ayrıntı için
bkz. K. Sridharan, The ASEAN Region in India’s Foreign Policy, Dartmount, Aldershot, 1996, s, 25; C. Jaffrelot,
Agm., s, 43, s, 67.

Fakat 1955’e kadar süren iki ülke arasındaki dostluk ve coşku (Hindi-Chini bhai-bhai) dönemi kısa sürmüştür.
Tibet bağımsızlık mücadelesiyle başlayan bir kriz döneminin ardından, sınır sorunu ve 1962 Hindistan-Çin savaşı
gelmişti. İlginç olan, bu kriz döneminde Çin siyasi ve düşün elitinin, Nehru ve Hindistan halkını Raj’ı
153
Bu bakış F.S.C. Northrop’un Asya halkları milliyetçiliği ile ilgili söylediklerini

hatırlatmaktadır:

Asya halklarının milliyetçiliği Batı anlamında bir milliyetçilik


değildir; her biri kendi eski uygarlıklarını canlandırmaya çalışıyorlar.
Batılı gözlemcilerin, Batı milliyetçiliğinin Orta Doğu ve Asya’ya gelişi
dedikleri şey aslında Müslüman ve Uzak Doğu değerlerine dönüştür...
Bugünkü dünyada sık görülen gerçek milliyetçilikten daha çok
kültürcülüktür.555

Nehru ve takipçilerinin seçtiği yol, Tagore tarafından milliyetçiliğin anti-tezi olarak

geliştirilen Asya kurgusunu, kültürcülükle milliyetçilik arasına oturtuyordu. Daha doğrusu bir

kültür olarak görülen aşkın-yerellikle (translocality) milliyetçilik siyasal bir proje çerçevesinde

birleşiyordu. Gandhi, suikastinden sadece dört ay önce şöyle söyleyecekti: “Eğer Hindistan

düşerse, Asya ölür... İzin verelim ki Hindistan Asya’da, Afrika’da ya da Dünya’nın neresinde

olursa olsun ezilen halkların umudu olmaya devam etsin.” 556

Asya’da kültürel birlik söyleminin karşı karşıya kaldığı olumsuzlamadan kurtulmak için

seçilen diğer bir yol ise tarihi yeniden kurgulamaktı.557 Bu yeni tarih anlayışı Asya kimlik

kurgusunun Büyük Hindistan düşüncesinin bir parçası haline gelmesini de sağladı.

canlandırmakla suçlamalarıydı. Ayrıntı için bkz. Parshotam Mehra, “India’s Border Dispute with China:
Revisiting Nehru’s Approach” International Studies, 42/ 3&4, 2005, 357–365.

* Panchasila Buddizm kökenli bir kavramdır: Beş zorluğa karşı beş erdem anlamına gelir.
555
The Taming of the Nations’dan aktaran Rupert Emerson, Sömürgelerin Uluslaşması, Asya ve Afrika
Halklarının Ortaya Çıkışları, Türkkaya Ataöv (çev.), Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1965, s, 352.
556
Aktaran S. Hay, Age. s, 288.
557
Recovery şiirini aktaran Linn Cary Mehta, Poetry and Decolonization: Tagore, Yeats, Senghor, Cesaire and
Neruda, 1914–1950; PhD Thesis, Colombia University, 2004; ss, 111–113.

“Pathlar geldiler, imparatorluk hırsıyla


Ve de Moğollar...
Savaş arabalarının tekerlelekleri
Tozu dumana kattı.
Şimdi gökyüzüne bakıyorum da
Onlardan tek bir iz bile göremiyorum...
154
b)-Büyük Hindistan Düşüncesi:

Susan Bayly’a göre Büyük Hindistan Düşüncesi, başlı başına bir anlatıdır.558 Çünkü

tarihin “uzun mesafeli hac” ve “kendini adama” alanları bulup, bir tür translocalite (aşkın-

yerellik) yaratmak için yeniden okunmasına dayanır. Aslında Büyük Hindistan fikri 1920’lerde

ortaya çıkmadan önce Hindu reformizmi içersinde bu tür bir tarihsel okuma yapılmıştı. Sister

Nivedita’ın559 çalışmaları bu açıdan çok etkili olmuştu. Nivedita’ya göre Asya’yı bir bütün

haline getiren Hinduizm’di. Hindu estetiği ve ruhaniyatı olmasaydı, Doğu bir köylü

dünyasından farksız olurdu. Doğu’nun medenileşmesi, Doğunun Hindulaşması ile (Hinduising)

beraber gerçekleşmişti.560 Aslında Büyük Hindistan Düşüncesi içerisinde Hindulaşmadan

Sonra diğerleri geldi...


Güçlü İngilizler,
Biliyorum, zaman yine akıp gidecek,
Bir ağ gibi işledikleri İmparatorlukları uzaklaşacak,
Biliyorum tüccar-askerleri
Yeryüzünde büyük bir etki yaratmayacaklar.
Emperyal günler çöktü,
Savaş davulları sustu,...
Savaş arzusuyla kızaran gözler ve kan bulaşmış silahlar,
Şimdi sadece çocuk masallarında yaşıyorlar,
Tehditler geçip gitti.
Ama insanlar çalışıyor-
...Yüzlerce imparatorluğun yıkıntıları üzerinde
İnsanlar çalışıyor.”
558
Susan Bayly, “Imagining ‘Greater India’: French and Indian Visions of Colonialism in the Indic Mode” modern
Asian Studies, 38/3, 2004, ss, 704–705.
559
Asıl adı Margaret Noble olan Sister Nivedita (1861–1911), İngiltere’de öğretmenken Theosophy Cemiyeti’nde
Vivekanada’nın verdiği dersden (1899) etkilenerek, Kaküta’ya gelerek adını değiştirmiş ve Hinduist öğrenime
kendini adamıştı. Vivekanada ve Tagore’un çevresinde bulunan Nivedita, Okakura’yı The Ideals of East’i yazdığı
dönemde oldukça etkilemişti, hatta bu eserin bazı bölümlerinin Sister tarafından yeniden yazıldığı da
söylenmektedir. S. Hay, Age., ss, 343-344.
560
Age. s, 41.

155
ziyade Hintlileşmeden (Indianasing) bahsediliyordu. Fakat Phanindranath Bose’un fikirlerinde

de görülebileceği gibi Hintlileşme çoğu zaman Hindulaşma anlamına geliyordu.561

Kalidas Nag (1891–1966)’ın liderliğindeki Büyük Hindistan Hareketi562, Nivedita’nın

kapsayıcı Hinduluğunu alır; Hinduist estetik ve inanca dayanan Güney ve Güneydoğu Asya’nın

aslında kültürel bir federasyon oluşturduğu fikrini ileri sürer.563 Elbette burada federasyon fikri

daha çok mission civilisatrice anlayışına benzerlik taşımaktadır. Medenileştirme görevinde,

Fransız tarzı “iyi emperyalizmin” (benevolent imperyalizm) de izleri görülebilir. Dolayısıyla,

Büyük Hindistan düşüncesi içerisinde ortaya çıkan Asya kurgusu, Oryantalist bir proje olmakla

beraber, İngiliz Oryantalizminden çok uzaktır.

Tıpkı Phan Boi Chau’nun564 kurucusu olduğu Dong-Du (Go-East) hareketi gibi, ya da

Anagarika Dharmapala’nın565 savunduğu “Kutsallığın Ordusu” fikri gibi, Nag ve diğerleri de

Asya’nın Buddist ve Hinduist dünya görüşünün tüm Dünya’yı kurtaracağını ileri sürüyorlardı.

Tek fark, bu kurtuluşun Hindistan’ın kolonileştirdiği Asya’da, tarihin bir aşamasında yaşanmış

olduğunu söylemeleriydi.

561
S. Bayly, Agm., ss, 723-724.
562
Hareket’in Nag’ın dışındaki tüm önderleri de Bengal kökenlidir: Tarihçi R.C. Majumdar (1888–1980), dilci
P.C. Baghci (1898–1956) ve Suniti Kumar Chatterji (1890–1977). Nag da tarihçidir. Hareketin kurumsal zemini
Kalküta’daki Büyük Hindistan Cemiyeti’ydi. Cemiyet’in diğer katılımcıları Nag ve Bagchi’nin Paris’te doktora
çalışmalarını yaparken tanıştıkları Hint bilimci Sylvain Levy ve Jean Przyluski de vardı. Ayrıca Kalküta
Üniversitesi’nden akademisyenler, Tagore’un Visva Bharati Üniversitesinden gelenler- Tagore’un kendisi de-
Cemiyet çalışmalarına katılıyordu. Agm. s, 710; E.S.Craighill Handy, “The Renaissance of East Indian Culture: Its
Significance for the Pacific and the World” Pacific Affairs, 3/+, 1930, s, 364.
563
Kalidas Nag, Greater India, Book Centre, Bombay, 1960, aktaran T. A. Keenleyside, Agm. s, 213.
564
Phan Boi Chau (1867–1940) 20.yy Vietnam milliyetçiliğinin önderlerindendir. 1903 yılında devrimci Reform
Cemiyetini (Duy Tân Hội) kurmuştu. 1905–1908 yılları arasında Japonya’da yaşadı ve Vietnam’ın Fransız
kolonizasyonundan kurtulması için gerekli siyasal taktikleri kaleme aldı. Bu dönem (1904–1909), kısa süreli ama
Vietnam milliyetçi entelejinsiası üzerinde çok etkili olacak olan Dong-Du hareketini kurdu. Bu hareket anti-
kolonyalizmi Batı’nın modernizm sorunu ile birlikte ele alması ve çözümün bölgesel düzeyde sağlanabileceği
yönündek inancı (Japonya’dan beklenen destek) ile çok etkili olmuştu. Ayrıntı için bkz. Sinh Vinh, “Phan Boi
Chau and the Dong-Du Movement” Phan Boi Chau and the Dong-Du Movement, Sinh Vinh (der.), Yale
University Southeast Asia Studies, New Haven, 1998, ss, 3-5.
565
Anagarika Dharmapala’nın (1864–1933) Ceylanlı reformist Budist rahiptir.

156
Büyük Hindistan Hareketi’nin zihnindeki Hindistan tarihinin alanı, Hinduist/Buddist

alanı kapsadığına göre, hemen hemen tüm Doğu ve Güney Asya’yı (Burma, Java, Kamboçya,

Bali, Vietnam, Seylan, Tibet, Orta Asya ve Japonya) kapsıyordu. Ama, Hareket’in Asya(lı)

kurgusu bir tür ters oryantalizmdi:

Hindistan kendi Napolyon’larına, Charlemagne’larına,


Bismarck’larına ve Machiavellerine sahiptir. Fakat Hindistan
tarihinin gerçek erdemi barışçıl ve iyi emperyalizminde- tarihin bu
yegâne örneğinde- bulunur. Hindistan’ın kolonyelleri ellerinde kılıç
ve ateşle gitmediler; onlar üstün kültürlerini ve dinlerini bir silah
olarak kullandılar. Nereye giderlerse gitsinler orayı kültürleriyle zapt
ettiler...566

Ters bir oryantalizm olarak adlandırılmasının sebebi sadece Batılı değerleri (rasyonel

siyasal alan- üstün kültürel alan... vb) kapsayan bir Asya kurgusu getirmesi değildi. Bunun

ötesinde tıpkı Asya kültürel birliği söyleminde olduğu gibi, Asya kurgusu Avrupa ile

karşılaştırılabilecek bir yapı haline getirilinceye kadar dönüştürülüyordu. Sonuçta ulaşılan, S.

Levi’nin de etkisiyle Avrupa’nın tarihsel-coğrafi bir eşitinin yaratılmasıydı. Pasifik, bir tür

Akdeniz; Hindistan, bir tür Akdeniz Medeniyeti, Yunan-Roma mukabiliydi.567 Ancak bu eşitlik

sadece tarihi-coğrafi bir eşitlik değildi.

Nag, tıpkı ünlü Fransız tarihçi-coğrafyacısı Vidal de la Blance gibi bir tür “coğrafi

ahlâktan” (geo-moral) bahsediyordu. Buna göre Avrupa-Akdeniz değerlerine eşit bir değerler

zemini Asya’da vardı. Bu değerleri yaymak konusunda Hintliler de, en az Vikingler kadar,

“pervasız, cessur, maceracı” davranmışlardı. Hinduizmin klasik yasağı olan okyanusu

geçmeme yasağı böylece ortadan kalkmış, onun yerine sadece ahlâki-estetik olarak değil,

566
S. Bayly, Agm. s, 712.
567
Agm., s,715.

157
siyasal ve sosyal ilişkiler alanında da rasyonel davranmayı öğütleyen bir evrensellik anlayışı

almıştı: “Bugün bildiğimiz anlamıyla medeniyet Hindistan olmadan var olamazdı.”568

Önemli olan nokta şuydu: Everenselliğe ulaşma aracı olarak gelişimci, ilerlemeci

tarihsel bakış reddediliyor; onun yerini dağılımcı (diffusionist) bakış alıyordu. Bu bakışa göre

kültür başlı başına bir güçtü.569 Bu güç, amaçlı hareketlere, örneğin rekabate, işgale, fethe izin

vererek dünya tarihinin itici gücü haline geliyordu.570 Bu şekilde kültür, Doğu-Batı; Asya-

Avrupa gibi coğrafi unsurlara açık hale geliyordu.

Ancak, sembiyoz, Batı ile ortak yaşam, farazi bir zeminde, tarihin yeniden yazımı ile

gerçekleştiği için Büyük Hindistan Hareketi tarafından inşaa edilen Asya kurgusu, belirgin bir

biçimde İngiliz ve İslam düşmanlığının izlerini taşıyordu. Daha doğrusu İngiliz ve Müslüman

dönemlerini aşan; tarihi, coğrafi dinamiklerle (Asya) aşkınlaştıran bir bakış açısı vardı. Bu

bakış açısına göre, bölgedeki tüm milliyetçilikleri kapsayan bir tür kültürel imparatorluktu

Büyük Hindistan ya da tarihçi Ravinder Kumar’ın deyişiyle Bharatvarsha yani medenileştirici

devletti.571

Asya’da İngilizleri, dolayısıyla Batı’yı ve Müslümanları dışlayan kültürel imparatorluk

fikri sadece Tagore’un Asyacı fikirlerine değil; Japonya ve İhtilaf devletlerince 1940’larda

568
Agm. s,739.
569
Bu görüş, radikal sağ Hinduizmi de etkilemişti. Anılması gereken isimlerden biri Madhav Sadashiv Golwalker
(1903–1970) ve onun savunuculuğunu üstlendiği Hindutva kavramıdır. Golwalker Hint milliyetçiliğinin en önemli
kuruluşlarından biri olan Rashtriya Swayamsevak Sangh’ın (Ulusal Gönüllüler Örgütü; RSS ya da Sangh olarak
bilinir; kuruluş: 1925) Hedgewar’dan sonraki lideridir. RSS ve Golwalker’a göre Hinduizm bir din değil bir yaşam
biçimiydi ve amaç ulus ve halka (Tanrı-Ana Hindistan’a) hizmet etmekti. Hindutva görüşüne göre dünya politikası
medeniyetler arasındaki mücadeleden başka bir şey değildi. Bu nedenle savaş ve şiddet kaçınılmaz hatta işlevseldi.
Bu nedenle askeri ve iktisadi güç de işlevseldi. Ama esas olan kültürel güçtü çünkü özneye gerçek misyonunu
veren kültürdü. Ancak kültürün aracılığıyla özne (medenileştirici-devlet, örneğin Hindistan) evrensel düzene
katılabilir, bir Dünya federasyonu içerisinde yer alabilirdi. Ayrıntı için bkz., Kanti Bajpai, Age., ss, 248-252.
570
S. Bayly, Agm. s, 740.
571
Aktaran A. Nandy, “The Idea of South-Asia: A Personal Note on Post-Bandung Blues” Inter-Asia Cultural
Studies, 6/4, 2005, s, 543.

158
desteklenen Subras Chandra Bose’un572 Pan-Asyacı eylemlerine de aykırı düşüyordu. Gerçi

zaman zaman Büyük Hindistan Düşüncesi çerçevesinde Japonya örneği dillendirilmemiş de

değildi. Örneğin Lanka Sundram, 1935’de, şöyle yazacaktı: “Hindistan gibi kalabalık ülkelerin

dünyanın boş alanlarını kolonileştirmesine izin verilmesi gerekir...Aksi takdirde Hindistan,

Japonya’nın Manchurya’daki politikasını tekrarlayabilir.”573 Sundaram’ın bahsettiği “dünyanın

boş alanları”, belli oranda Hint nüfusunu barındıran Java’dan Seylan’a kadarki Asya

kıyılarıydı. Dolayısıyla, Büyük Hindistan düşüncesinin, zaman zaman “Hindistan Birliği”

sloganıyla irridentist yönelimlere zemin hazırladığını söylemek yanlış olmazdı.574 Ayrıca

1920’lerin sonlarında Hindistan Kongre Partisi liderleri, partinin ideolojik yapısında yer

almamasına karşın Büyük Hindistan söylemini giderek daha çok kullanmaya başlamışlardı.575

Bu durumun yaratacağı sorunların farkında olan J. Nehru, bağımsızlık öncesi ve sonrası

Büyük Hindistan düşüncesine gösterdiği yakınlığı576, kültürel imparatorluk anlayışına uygun

bir tür Asya patriotizmine dönüştürdü.577 Nehru, Dış-Hintliler’e; ait oldukları ulusal, yerel,

toplumsal zeminin milliyetçi duygularına karşı hassasiyetle davranmayı ve bu ülkelerde yerel,

anti-kolonyalist mücadelenin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu. Bunun dışında Bir Hintli

her nerede yaşıyorsa yaşasın Hintli’ydi, tıpkı Hindistan’a gelen herkesin Hintli olması gibi:

“Hintli bir Hristiyan nereye giderse gitsin bir Hintli gibidir. Hintli bir Müslüman nerede yaşarsa

yaşasın, Türkiye’de, Arabistan’da ya da İran’da, Hintli olarak görülür.”578

572
Bkz. S, 230.
573
Aktataran, T. A. Keenleyside, Agm. s, 227.
574
Agm. s,228.
575
Agm. s,214.
576
Nehru’nın Hintlileşme kavramını bir kolonileştirme hareketinden çok, Hindistan’a gelen yabancılar için
kullandığı da bir gerçektir. Bkz. A. Guttmann, Agm., s, 271.
577
J. Nehru, Age., ss, 200-226; S. Bayly, Agm, s, 729.
578
Age. s,62.
159
Böylece Nehru, Hint siyasal düşüncesinde –ister kültürel birlik söylemi isterse Büyük

Hindistan Düşüncesi altında gelişsin- ortaya çıkan Asya kurgusunun karşı karşıya kaldığı temel

problemi, birlik problemini, bu şekilde çözmeye çalışıyordu. Asya’da bölgesel kimlik kurgusu,

bu şekilde hem problemin ve çözümün bir parçası haline geldi. Asya kurgusunun Pan-İslamist

söylem içerinde tekrar inşa edildiği nokta da buydu.

c)-Pan-İslamist Söylem:

Pan-İslamist söylem, Asya’da kültürel birlik söyleminden de, Büyük Hindistan

düşüncesinden de farklı olarak 1880- özellikle 1905- sonrası Hindistan’da gözlemlenen

radikalleşmenin ve politizasyonun bir yansıması olarak görülebilir. Buna uygun olarak, Asya

kurgusu Pan-İslamist hareket içerisinde, o anda- şimdiki zamanda- gerçekleştirilmesi gereken

bir idealin/olasılığın alanı olarak ortaya çıktı. Yani Asya, geleceğe yönelik (kültürel birlik

söylemi) ve geçmişe yönelik (Büyük Hindistan düşüncesi) tarihin yeniden okunmasını olarak

görülmek yerine, günün siyasal koşulları üzerinden ulaşılabilecek bir alan olarak görüldü. Bu

alan fikri önemlidir. Asya Federasyon fikrini savunan entelijensia gibi Pan-İslamistler de

böylelikle Asya’yı sadece, üstte ele alınan yönelimlerde olduğu gibi değerlerin (kadim doğu

değerlerinin örneğin asimilasyonun ya da Hindulaşmanın) temsilcisi olarak kurgulamaz.

Bundan öte Asya, siyasal mobilizasyonun sağlanacağı halkların alanı haline gelir.

Halklarla ilgili düşünce bir kenara bırakıldığında, Pan İslamizm’i Asya kurgusuyla yan

yana getirmek ilk bakışta zor görünmektedir. Her ne kadar Pan İslamizm bir pan ideoloji579 olsa

579
Hans Kohn pan ideolojileri şöyle tanımlar: Coğrafi olarak farklı devletlere tâbi bulunan, fakat birbirleriyle
ortak ya da aynı kökenden gelen dil, ırk, anane ve coğrafi yakınlık gibi kabul edilmiş başka bir bağla bağlanmış
grupların birliğini ve dayanışmasını desteklemeyi ve cesaretlendirmeyi amaç edinen ideolojidir. Aktaran, Jacob M.
Landau, Pan-Turkism in Turkey, A Study of Irridentism, C. Hurst & Company, London, 1981, s, 176.

160
da, yani evrensel ve yerel söylemi birleştirse de Osmanlı İmparatorluğu’nun (Halifeliğin)

merkezine oturduğu bir evrenselliği temsil ediyordu.580

Elbette, Osmanlı vurgusu esas olmakla birlikte tüm hikaye bundan ibaret değildi. Pan-

İslamizm’in bilinen haliyle bir ideoloji biçimine dönmesinden önce, yani 1850’lerle 1870’ler

arasındaki dönemde, Müslüman dünyasında, bu arada Asya’da, Batı kolonyalizmine karşı

protesto İslami öğeler taşıyordu.581 Ancak Müslüman dayanışmasının jeopolitik unsurlarla

biraraya gelmesi için 1880’lerin beklenmesi gerekmişti.582

1880’lerden itibaren artık Pan-İslamizm bir yandan Osmanlı İmparatorluğu, İran,

Afganistan ve diğer Müslüman toplumlar arasında diplomatik işbirliği olasılığını (yani

Abdülhamit’in politikalarını); diğer yandan da İslam dünyasında kültürel canlanma, iktisadi

gelişme ve siyasi dayanışma isteğini anlatmaktaydı.583

İlk amaç, siyasal-diplomatik işbirliği, yani Afgani’nin deyimiyle Mısır ve Hindistan

Müslümanlarının Osmanlı İmparatorluğu’na çekilmesi, başarılı olmamıştır, ya da gerçekte bu

amaç sadece bir politika aracı olarak kullanılmıştır.584 Ama ikinci amaç, yani Müslüman

toplum arasında kültürel ve siyasal canlanma, Hindistan’daki Asya kurgusunu etkileyecek

biçimde Pan-İslamizmi anlatır hale gelmiştir.

580
Ayrıntı için bkz. Jacob M. Landau, Pan-İslam Politikalarıi İdeoloji ve Örgütlenme, Nigar Bulut (çev), Anka
Yayınları, İstanbul, 2001.
581
Age., s, 28; Anthony Reid, “Nineteenth Century Pan-Islam in Indonesia and Malaysia” The Journal of Asian
Studies, 26/2, 1967, s, 268.
582
Kısaca özetlemek gerekirse; 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı, İmparatorluğun Balkanlar ve Doğu Anadolu’da
önemli ölçüde toprak kaybetmesiyle sonuçlanmıştı. Bu kayıplardan sonra, uluslararası alanda etkinliği artırmak
için Güney Asya Müslüman nüfusunun desteğini alma düşüncesi doğdu. Bir Hint Müslümanı olan Nusret Ali Han,
1880’de Osmanlı yöneticilerini Peyk-i İslam adı altında çıkarttığı dergiye mali destek sağlamak konusunda ikna
etti. Dergi Hint Müslümanlarına sesleniyordu. 1881 Fransa’nın Tunus’u işgali ve 1882 İngiltere’nin Mısırı işgali
sonrasında durum, İstanbul’da kritik ve duygusal bir hal aldı. İlk olarak Pan-İslam kavramının kullanılması da bu
döneme rastlar.
583
C. Aydın, Age. s, 61.
584
J. M. Landau, Pan-İslam Politikaları..., s, 63.

161
Hindistan Müslümanları, 19.yüzyılın son çeyreğinde iki gerçekle karşılaşmışlardı:

Modern Batı medeniyetinin çekiciliği ve özellikle Sipahiler Ayaklanması’ndan sonra İngiliz

idaresi altında iktisadi ve düşünsel olgunluğa erişmiş, sayıca çok bir Hindu cemaatinin ortaya

çıkışı. Dolayısıyla, Müslüman entelijensia şunu fark ediyordu: Raj sona erdiği anda Hindu

cemaat, yönetimi ele alacak siyasal olgunluğa erişecekti. Zaten 1885’de Kongre Partisi

kurulacak, kısa sürede Hindu festivallerini ve Müslüman karşıtı söylemi kullanan B.G.

Tilak’da585 liderini bulacaktı. Hinduluğun politizasyonu ile karşı karşıya kalan Hint

Müslümanları, R.Roy’dan yaklaşık 50 yıl sonra Sayyid Ahmet Khan’la586, birlikte Hint

Müslüman reformizmini (Aligarh Hareketi)587 başlattılar. Ancak, müslüman reformizmin ve

Pan-İslamizmin temsilcisi, genellikle Tagore ile birlikte ele alınan, Pencap Müslüman

Derneği588 lideri Muhammed Iqbal’di.589

585
Bal Gangadhar Tilak (1856–1920) milliyetçi ve toplumsal reformcu. Hindistan Bağımsızlık Hareketinin
önderlerinden. Propoganda ve ajitasyonu Swaraj’ın araçları haline getirmiş, İngiliz reformlarına karşı başlattığı
savaşla tanınmıştı. Tilak Gopal Krishna Gokhale’nin ılımlı siyasetinin karşısındaydı. İki figür arasındaki siyasal
anlaşmazlık 1907 senesinde Kongre Partisi’nin ılımlılar ve radikaller arasında bölünmesiyle sonuçlandı.
Gandhi’nin tersine, Tilak, terörizmi ve şiddeti siyasal bir yöntem olarak benimsiyordu. Bu yüzden suçlandı ve
1908–1914 arasında hapiste kaldı. Çıktığında Hindistan Bağımsızlık hareketi Gandhi’yle yeni bir döneme girmişti.
586
Sir Seyyid Ahmed Khan Bahadur (1817 – 1898), Sir Seyyid ve ya Baba-i Urdu olarak bilinir. Hintli eğitimci ve
Müslüman İngiliz-Oryent Kolejinin kurucusudur. Bu kurum daha sonra Aligarh Müslüman Üniversitesine
dönüşmüştür. Çalışmaları, daha sonra Müslüman Hint hareketlerine yön verecek yeni bir siyasal-entelektüel
Müslüman neslin gelişmesini sağladı. En önemli savunularından biri, tüm Hint Müslümanları için lingua franca
olarak Hindi yerine Urducayı (Hindistan’ın Moğol yöneticilerinin geliştirdiği dil) önermesiydi. 1867 yılında bu
mevzu üzerine Hindu ve Müslümanlar arasında bir gerginlik dönemi yaşandı. Sonucun Hindi lehine olması
üzerine, Urduca Hint Müslümanları arasında bir sembol haline geldi. 1880’lerin sononda Sir Seyyid Kongre
Partisine karşı İngiliz-Müslüman ittifakını sağlamaya çalışacaktı. Düşünceleri, Kongre’den bağımsız bir
Müslüman partisinin- 1906; Tüm Hindistan Müslümanları Derneği’nin- kurulmasını etkiledi.
587
Ayrıntı için bkz. Sita Ram Goel, Muslim Seperatism, Causes and Consequences, Voice of India, New Delhi,
1995, ss, 67-92.
588
Hindistan’da Müslüman Derneği’nin (1906) kuruluşu Pan-İslamizm’den ziyade Hindistan politikasının kendi
işleyişiyle ilgiliydi. Tıpkı Hindistan milliyetçi hareketinin radikalleşmesi gibi İngiliz Genel Valisi Lord Curzon’un
İngiltere’de Muhafazakâr’ların da desteğiyle Bengal’in Müslüman (Doğu Bengal) ve Hindu (Batı Bengal)
bölgelerine ayrılması (1905), Müslümanlar arasında da ümmetçi bir bilincin gelişmesine sebebiyet verdi. Kongre
Partisi’nin öncülük ettiği protesto hareketlerinin sadece Hindu çıkarlarını temsil ettiğini söyleyen Müslüman
üyeler Kongre’yi terk ederek Tüm Hindistan Müslümanları Derneği’ni kurdular.
589
Sir Muhammad Iqbal (1877–1938), Müslüman şair, filazof ve siyasetçi. Şiirlerini Urduca ve Farsça yazdı.
Şiirlerinde İslami yaşam tarzının ulusun varlığını gerçekleştirebileceği en üst biçim olduğunu savunmuştu.
Müslüman Cemiyeti’nin (Muslim League) önemli üyelerinden biriydi. Gerek Parti çalışmaları esnasında gerekse
Hilafet Hareketi içinde Müslüman dünyasının siyasal önderleriyle beraber çalıştı. Özellikle Muhammed Ali Jinnah
162
Tıpkı Tagore gibi Iqbal de kültürel esasın adlandırılması ve siyasal alana taşınmasıyla

ilgilenmişti. Iqbal de kamil insanın ortaya çıkışında, bu esasın bilinmesini/öğrenilmesini/

hayata geçirilmesini bir gereklilik haline getirmişti. Eylem aracılığıyla kendini-bilmek

düşüncesi, aslında Alman felsefecilerinden, Nietzsche’den, Fichte’den alınmıştı.590 Bu yüzden,

Iqbal’in özne (self) ile ilgili görüşleri sadece teolojik açıklamalar olarak ele alınamaz. Şair’in

siyasal bakışını da etkilemişlerdir. Buna göre, evrensel gerçeğe ancak özne

(birey/ulus/cemaat/öznel kimlik) ulaşabilir. Özne ise gerçek biçimini ancak çevresiyle kurduğu

ilişkide yani ulusal/uluslararası toplumsal zeminde bulur.591 Bu zemin, Doğu-Batı; Asya-

Avrupa gibi karşıtlıkları barındırır. Özne tüm bu karşıtlıkların özelliklerini taşır, ama kendisi

tüm bunları aşkındır. 592

Dolayısıyla Iqbal’in kâmil insanı ve İslam toplumu- ki bunları ayrı düşünmek çok

mümkün değildi- Doğu ve Batı sentezini hem felsefi hem de epistomolojik düzeyde temsil

ediyorlardı:

ile olan çalışmalarında, Hint Müslümanları’nın ayrı bir devlet kurması gerektiğni söyleyerek Pakistan’ın
kuruluşuna ilham verdiği kabul edilir. İngiliz / Hint Müslümanları’nın durumuyla ilgili fikirlerini İslam’da Dinsel
Düşüncesinin Yeniden İnşaası (The Reconstruction of Religious Thought in Islam) isimli kitabında topladı. Ayrıca
Mısır, Afganistan, İran ve Türkiye’ye yaptığı seyehatler esnasında İslami toplumlar arasında, milliyetçi
yönelimleri aşacak şekilde birliğin- en azından işbirliğinin kurulması gerektiğini savundu.
590
Lakshimi Biswas, Tagore & Iqbal, A Study in Philosophical Perspective, R.P. Srivastava (der.), Capital
Publishing House, Delhi, 1991, s, 45.
591
Age. s, 94.
592
Age. s, 83.

“Özne (birey) kendi başına bir renge sahip değildir. İlişkiye girdiği nesnenin rengini
alır; tıpkı Ay’ın ışığı, çakıltaşları üzerindeki kıvılcım gibi. Tüm renklerin renksiz
özüdür.”

163
Batılılar hayatlarını pratik akla dayandırırlar,
Doğulular aşkın içindeki gizemi bilirler.
Fakat hakikat aşkın gücünü gerektirir.
Ve aşk ona sağlam temeller kazandıracak gerçekliğe ihtiyaç duyar.
Ne zaman aşk ve feraset biraraya gelirse,
[O zaman] yeni ve daha iyi bir Dünya yaratacaklardır.593

Kültürel birlik fikrini savunanlar, başta Tagore, Asya’ya baktığında Asya kurgusu

altında bir çeşit “olasılık” görüyordu. Büyük Hindistan düşünürlerinden farklı olarak sadece

geçmişte yaşanmış, ya da sadece Hindistan birliği içerisinde gerçekleşmiş bir olasılık değildi

bu. Gelecekte’de yaşanabilecek bir olasılıktı, yeni bir kimlik olasılığı. Çünkü Batı

kolonyalizminin Asya’da yarattığı şartlar bu yeni kimlik için altyapıyı hazırlamıştı. Iqbal de

Asya’ya döndüğünde tıpkı Tagore gibi bir olasılık alanı görmüştü. Ancak bu olasılık yeni bir

kimliği tasvir etmez, eski bir kimliğin yeni şartlar altında, yeni bir coğrafyada, daha doğrusu

tıpkı Ebu’l A’la Mevdudi (1903–1979) gibi coğrafyasızlıkta- sınırsızlıkta, tekrar

yaşanmasıdır.594

Varlığımız hiçbir yerle sınırlı değil,


Şarabımız o kadar sert ki zaptedilemez
Hangi kâse olursa olsun, ister Çin’den ister Hint’ten
Türkiye’den ya da Suriye’den
Hepsi bir bizim için
Bedenimizi oluştururlar, ruhumuzu değil
Ne Hindistan, ne Suriye ne de Diyar-ı Rum
Anavatanımız değil hiç birisi,
Vatanımız sadece İslam.595

Dolayısıyla, 1922 yılında yazdığı Doğu’ya Mesaj’da (Payam-i Mashriq) söyleyeceği

gibi; çöken, gerileyen bir kriz içerisindeki Batı’ya yeniden canlanışını verecek olan İslam’dı.

593
S. Hay, Age. s, 298.
594
J. M. Landau, Pan-İslam Politikaları... s, 273.
595
The Mysterious of Selfness’den aktaran S. Hay, Age. s, 290.

164
Tabi bu olasılık da geçmişte tecrübe edilmiş bir gerçeklikti: Zamanında İslam Asya’nın

koruyucusu olmuştu.596

Aslında I. Dünya Savaşı esnasında ve savaşın hemen ertesinde uluslararası konjonktüre

bakıldığında Hindistan Müslümanları Asya’nın kurtarılmasıyla ilgili yeni bir misyon da

görüyorlardı: Kutsal toprakları korumak, Asya’ya ve İslam’a yönelik yeni saldırıları bertaraf

etmek ve Osmanlı İmparatorluğu’na maddi ve tabii yardım sağlamak.597 Bu amaçlara

bakıldığında Savaş sonrası yükselen Pan-İslamizmi halkçı olarak nitelendirmek598 doğru olmaz.

Çünkü halkçı hareketler herşeyden önce gelişme krizine bir yanıt olarak yükselen ve ilerleyen

aşamalarında kentli işçi kitleleri içine katabilen akımlardı.599 Elbette, modernizmin sorunları

Pan-İslamizmi savunan düşünürlerin, örneğin Iqbal’in ilgi alanı içerisindeydi ama, Hint

Müslümanları arasındaki Pan-İslamizm modernizm probleminden çok, siyasal katılım sorunun

uluslararası bağlar ve işbirliği olanaklarıyla aşılmasına yönelikti. Bu soruna eklemlenen halkçı

söylem (modernizm sorununun kültürel özelliklerin yardımıyla aşılabilir olması) Doğu-Batı

sorununun bir parçası olarak ele alınıyordu: “[Batı medeniyetinde] insana, kültürün etkisiyle

gelişecek bir kişilik olarak değil, sömürülecek bir eşya gibi bakılır.”600

596
Age.
597
J. M. Landau, Pan-İslam Politikaları... ss, 222–245. Bu dönemin etkili isimleri bazı yayınorganlarının etrafında
toplanmışlardı: Ebu’l-Kelam Azâd (1888–1958) oldukça etkili olan el-Hilâl ve el-Bağdâd gazetelerini çıkarıyordu.
Hindistan Müslümanları’nın en önemli figürlerinden biri olan Muhammed Ali (1878–1931), Alî, Comrade,
Hemderd adlı gazetesinde Pan-İslam politikasını oldukça sert, Hristiyan karşıtı bir söylemle savunuyordu.
Zamîdâr’ın yayıncısı Zafer Alî Khan İstanbul’da da çeşitli temaslarda bulunmuştu. Ancak bu faaliyetler savaş
döneminde sekteye uğradı. Hindistan Savaşa İngiltere’yle beraber girdi. Kongre, Hint temsilcilerinin bu önemli
kararda dışarıda bırakılmasından dehşete düşmüştü ama Savaş bir yandan da reformlar ve özerklik talepleri
açısından büyük bir fırsat olarak görüldü. Hint sanayisi de insan gücü de İmparatorluğu’nun savaş planlarını
sonunakadar destekledi. Buna bağlı olarak Hindu-Müslüman gerginliği de yatıştı. Zaten kısa bir süre içersinde Aga
Khan’ın (1877–1857) liderliğindeki Hindistan Müslüman Birlikleri ingiltere’yi desteklediklerini açıkladılar.
598
Bu şekilde yapılan tanımlama için bkz. J.M. Landau, Pan-İslam Politikaları, s,246.
599
Angus Stewert, “The Social Roots” Populism, Its Meaning and National Characteristics, G. Ionescu-E. Gellner
(der.),Macmillan Company, London, 1969, ss, 180–195.
600
Aktataran, T. A. Keenleyside, Agm. s, 215.

165
Bu doğrultuda, 1919 ve 1922 Hindistan Hilâfet Konferansı’nda da görüldüğü gibi,

Hindistan’da Pan-İslamizm halkçı değil ama kitlesel bir hareketti.601 Hatta Hindu nüfusu bile

içerisinde barındırıyordu.602 Çünkü amaç sadece Batı Asya’yı kapsayan bir Müslüman birliği

kurmak değil, aynı anda bir Hindu-Müslüman birliği yani bir Hint Barışı oluşturabilmekti603:

Müslüman cemaat içerisinde amaç ve iradede ortaklık ve bu ortaklığa


dayalı örgütlenme sadece Müslümanların değil tüm Hindistan’ın
çıkarınadır. Hindistanı zapteden siyasal bağlar tüm Asya’nın
kadersizliğini yansıtır. Bu bağlar Doğu’nun ruhunu ezer, yaratmış
olduğu büyük kültürün hayata geçmesini engeller. Biz
[Müslümanların] Asya’ya karşı- özellikle Müslüman Asya’ya karşı bir
görevimiz var. Orada yaşamak ve ölmek kaderimizde olduğu için
bizim Hindistan’a karşı görevimiz var. 604

Arabistan, Mısır, Çin ve Hindistan, tüm Müslüman Dünya’sı, benim


inancımın kardeşliği ile bağlılar. Hiçbiri daha yüce ya da alçak değil.
Hepsi eşit birbirine.605

601
Hilâfet Konferansı, Hilâfet Hareketinin başlangıcı sayılır (1920–1922). Konferans’ta Hindistan Merkezi
Hilâfert Komisyonu ile dini ve bölgesel komiteler kuruldu. Katılımcılar arasında, Ali Kardeşler, Abdu’l Bârî Azâd,
Ensârî gibi Sünni politik liderlerle Şii ve Ahmedî olanlar vardı. 1922 Hilâfet Konferansı Mustafa Kemal’i İslam’ın
kılıcı olarak ilan etmiş ve halifeliğin geleceği ile ilgili olarak söz sahibi olmaya çalışmıştı. C. Aydın, Age., s.137.
Ancak Ankara yönetiminin önce Sultanlığı sonra Halifeliği kaldırması (1924) hareketin etkisini azalttı. J.M.
Landau, Pan-İslam Politikaları, ss, 257–258.
602
Gandhi’nin Hilâfet Hareketi’ne verdiği destek ahlaki bir tercihten ziyade Hindistan iç politikasıyla ilgilidir.
Gandhi, Savaş sonrası dönemde Hindistan siyasal hayatının bir parçası olmuştu. Bu mücadeleye katılırken
kullandığı söylem, Hind Swaraj (Hindistan bağımsızlığı), hareketin kendisinin de gösterdiği şekilde Hindu
geleneklerine dayanan bir söylemdi. Dharma ve karma ile ilgili fikirleri Hint Müslümanlarını Swaraj’ın içine
katma konusunda yetersizdi. 1920 Hilâfet Hareketi’ni Gandhi bu konuda bir şans olarak gördü. D Arnold, Age., ss,
102-103.Pan-İslamizm, bir açıdan gelenek içerisinde Hindu-Müslüman buluşmasının sağlanmasıydı. Elbette
geleneğe yapılan bu vurgu bütün Müslüman reformcuların paylaştığı bir şey değildi. Örneğin Cinnah, aynı
dönemde Halife’yi “tepkisel bir biçimde ortaya çıkmış bir öcü” olarak tarif edecekti. Aijaz Ahmad, Lineages of the
Present, Ideology and Politics in Contemporary South Asia, Verso Publications, London, 2000, s, 12; 101. Zaten,
Kongre’ye yönelmiş modern Müslüman elit bir azınlıktı ve Gandhi’den çok Nehru’yu destekleyeceklerdi.
Gandhi’nin başarısı ise Müslüman gelenekçilerle Kongre’nin sağ kanadı arasında dengeyi sağlayabilmesinden
gelmekteydi. Hilâfet Hareketi de bu dengenin bir sembolüydü.
603
Nirad Chaudhuri, “From ‘The Autobiography of An Unknown Indian: Chapter III, -Enter Nationalism’”,
Modern India, An Interpretive Anthology, Thomas R. Metcalf (der.), The Macmillan Company, London, 1971, s,
230; D. Arnold, Age., s, 218.
604
Iqbal’in 1930 konuşmasından aktaran S. Hay, Age. s,299.
605
Nazrul’un sözlerini aktaran Age., s, 257. Kazi Nazrul Islam (1899-1976), Bengal kökenli Müslüman şair,
müzisyen, devrimci ve felsefeci. Ortodoks inanç ve dinsel baskıya karşı durmuştur. Milliyetçi eylemciliği
deteklediği için Bengaldeş’in milli şairi ya da Asi Şair olarak da adlandırılır.

166
Ancak böyle bir Hindistan Barış’ının gerçekleşemeyeceği 1930-1940’larda anlaşılmıştı.

Hayal kırıklığının sebebi sadece 1926 Kahire, 1931 Kudüs, 1935 Cenova Hilâfet

Konferansları’nın başarısız olması değildi.606 Devlet desteği ve milliyetçi elitlerin katkısı

olmadan607 İqbal’in608; Azad’ın609, Nazrul’un hayali olan evrensel estetik ve ahlak adına İslami

değerlerle siyasal örgütlenmenin işbirliğinin gerçekleşemeyeceği anlaşılmıştı. Asya’nın siyasal

birliği, Hindistan İslam-Hindu birlikteliği çerçevesinde başarısız olduğunda bir yandan Iqbal ilk

kez Kuzey-Batı Hindistanları Müslümanları Devleti (1947’den itibaren Pakistan) kurulmasını

önerecekti. Diğer yandan “Sessiz Hindistan Kampanyası”610 sırasında İngiliz yönetimi Cinnah

liderliğini Gandhi’nin gücünü kırmak için destekleyecekti. 611

İşte bu dönem, Hindistan İslam-Hindu birlikteliğine rakip, başka bir Asya siyasal birliği

projesi: Asya Federalizmi düşüncesi ortaya çıktı.

606
C. Aydın, Age., s,154.
607
Bu konudaki en onemli adım, Nehru liderliğinde ve Kongre Partisi bünyesinde Müslümanlar Arasında Kitlesel
İletişim Kampanyası’nın örgütlenmesi ve desteklenmesiydi. 1930’ların ortasında bu Kampanya Kongre Partisi’ni
yeniden Müslümanların desteklediği ulusal bir yapıya dönüştürmek üzereydi. Ancak Parti’nin sağ kanadı Nehru ile
girdiği mücadele dolayısıyla Kampanya’dan desteğini çekti. Böylece Müslümanlar kendilerini yeniden
yabancılaşmış hissettiler. A. Ahmad, Age., ss, 12-13.
608
Lakshimi Biswas, Age., ss, 258-259.
609
A. Ahmad, Age., s, 95. Abul Kalam M. Ahmed Azad (1888-1958) Müslüman eğitimci ve Hindistan
Bağımsızlık hareketinin siyasal önderlerindendir. Bağımsızlık sonrası ilk Eğitim Bakanı’dır. Hindistan’ın
parçalanmasına karşı çıkışıyla tanınır. Mahatma Gandhi’yle birlikte Hilâfet hareketinin etkili olması için
çalışmışlardır. Ayrıca Gandhi’nin Swaraj ve Swadeshi (iktisadi bağımsızlık) hareketlerinin de destekçisi olmuştur.
Hindu-Müslüman birlikteliğinin en önemli sözcülerindendir.
610
Sessiz Hindistan Hareketi (Bharat Chhodo Andolan ya da Ağustos Hareketi) Hindistan’ın tam bağımsızlığı için
1942 Ağustos’unda yani II. Dünya Savaşı sürerken ve Londra, Hindistan’ın da Savaş’a ingiltere’nin yanında
katıldığını açıkladıktan sonra Gandhi’nin başlatmış olduğu sivil ittiatsızlık eyleminin adıydı. Kongre Partisi,
Gandhi 8 Ağustos’da Pasif Direniş çağrısını yaptıktan hemen sonra bu politikayı desteklediğini açıkladı. Bunu
takip eden süreçte Gandhi ve Nehru dahil olmak üzere Kongre’nin tüm siyasal önderleri tutuklandı. Ayrıntı için
bkz. C. Alllen, “Quit India” Plain Tales...,ss, 202-211.
611
A. Ahmad, Age. s, 15.

167
d- Asya Federalizmi Düşüncesi:

Asya Federalizmi düşüncesi 20.yüzyılın başında Hindistan’da gözlemlenen

radikalleşmenin ve politizasyonun bir yansıması olarak görülebilir. Nitekim, henüz daha 1924

gibi çok erken bir tarihte Pencap Hindu milliyetçisi ve Arja Samaj Cemiyeti üyesi Lala Rajpat

Rai, ayrı bir Müslüman devlete paralel olarak gelişecek Hindistan, Çin ve Japonya

Federasyonu’nu önerecekti.612 Ancak bu fikrin gerçek mimarları Brahmasamaj’dan gelen

Aurobindo Ghose613 ve Chittaranjan Das’dı.614 Ve 1905 Bengal’in Bölünmesi ertesinde ortaya

çıkan radikal atmosferde bu fikir gelişmişti615, yani oldukça güçlü bir biçimde Hindistan

(Hindu medeniyeti) vurgusu taşıyordu.

...Zaten sığ bir temelde başlayan Pan-İslam hareketinin tüm Asya


halklarının büyük federasyonuna dönüşmesi çok kuşkulu görünüyor.
[Bu federasyon] Asya’nın tüm ezilmiş halklarının birliği olacaktır.

612
“ Is not the East a Unity as Compared with the West; 1916” aktaran S. Hay, Age., s, 404; ayrıca C. Jaffrelot,
“India’s Look East Policy: An Asianist Strategy in Perspective”, India Review, 2/2, 2003, s, 40.
613
Sri Aurobindo Ghose (1872-1950) Hind milliyetçisi, eğitimci, şair, gelişmeci filazof ve yogidir. Hindistan
Bağımsızlık Hareketinin önderlerinden biri olduğı kısa siyasal hayatından sonra teolojik çalışmalara dönmüştür.
Ghose ve genç yoldaşı Jatindranath Banerji 1893 sonrası Bengal’de bir gizli direniş örgütü kurdular. Üyeler Sister
Nivedita ve Okakura’nın düşüncelerinden ilham alıyorlardı. Bu örgüt, Aurobindo’nun kardeşi Baridra Kumar’ın
desteğiyle, Bankimci düşünceye meyletti ve Hindu sembolizmini benimsedi. Örneğin A. Ghose’a göre, Hindistan
sadece bir toprak parçası değildi. Hindistan, yaşayan iyilik, Hindu Ana Tanriça’ydı.”. Peter Heehs, “Religion and
Revolt: Bengal under the Raj” History Today, January 1993, s, 34.
614
Chittaranjan Das (C.R.Das; 1870–1925) Bengal kökenli hukukçu ve Hindistan Bağımsızlık hareketi
önderlerindendir. Asıl ününü 1909 yılında Alipore bombalanması davasında Ghose’u savunarak kazanmıştır.1919-
1922 İşbirliği Yok Hareketi (No Cooperation) içerisinde öncü safhalarda yeralmış, Gandhi’nin takipçisi olarak
kıyafetlerini yakıp Khadi kıyafetlerini giymiştir. Aynı dönem, J. Nehru’nun babası Motiel Nehru’yla beraber
Swaraj Partisini kurmuş ve bu parti radikal düşüncenin temsilcisi olmuştu. Buna rağmen şiddet içermeyen direnişe
inanıyor ve bağımsızlığın anayasal yollarla sağlanması gerektiğini açıklıyordu.
615
1905 sonrası Bengalin parçalanması ve Rusya’ya karşı Japonya’nın zaferi Kalküta’daki tüm grupların
radikaleşmesine sebep oldu. İlginçtir, bu dönem radikaleşmesinde Japonya’nın doğrudan bir katkısı olmamıştır.
Okakura’nın söz vermiş olduğu yardım hiç sağlanamadı. Kalküta’da radikal örgütlenme üzerinde etkili olanlar
İtalyan gizli örgütleri ve Rus anarşistleriydi. Sister Nivedita, örneğin Koropotkin ile yazışmaktaydı. Bu dışarıdan
gelen etkilerin yanı sıra dönemin radikalleri (örneğin Ghose kardeşler, Sister Nivedita, Bipin Chandra Pal,
Pramathanath Mitra, Monoranjan Guha Thakurta, Lala Rajpat Rai...) dinsel inanca büyük bir önem veriyorlardı.
Genelde İngiliz yönetimi, bu dönemki radikaleşmeyi 1870’lerin Hindu Canlanmasına/Reformizmiyle kıyasladı ve
gerici bir hareket olarak değerlendirdi. Bu yüzden 1908 Tilak’ın yargılanması sonrasında Radikaller, Kongre’den
uzaklaşmışlardı. Geri döndüklerinde (1917), Gandhi radikallerin kullandığı sembolizmi, irade ve amacı (tam
bağımsızlık) ılımlıların siyasi programı ile (şiddete dayanmayan direniş ve laiklik) birleştirmeyi başardı. Peter
Heehs, Agm., ss, 30-35.

168
Hindistan ve diğer Asya ulusları arasındaki sevgi ve dostluk, sempati
ve işbirliği... Dünya barışının temellerini atacaktır.616

Ghose daha 1908’de Asyanın Rolü adlı derlemesini çıkardığında, Pan-İslamizm; Asya

kurgusunu siyasal zemine taşımaya yeni başlamıştı. Ancak Ghose, Pan-İslamizmin amaçlanan

Doğu-Batı; Asya-Avrupa sentezini, yani evrenselliği başarabileceğine inanmıyordu. Bunun için

tüm Asya’nın biraraya gelmesi gerekiyordu.617

Bu doğrultuda bir Asya kurgusunu, daha sonra federalist yapıyı dillendirerek öneren de

sadece Das değildi. Örneğin 1918 yılında Aga Khan, Hindistan’ın merkezini oluşturacağı bir

Güney Asya Federasyonu önermişti.618 1928 Kalküta Konferansı’nda da S. Satyamurti ve Sen

Gupta, Hindistan’ın birleşik bir Asya’nın lideri olarak hareket etmesi gerektiğini vurguladılar.

Ama bu talepler incelendiğinde görülen, Ghose, Aga Khan ya da Satyamurti tarafından

getirilen Asya kurgusunun kültürel birlik ve Büyük Hindistan Hareketi düşüncesinin önerdiği

Asya kurgusundan çok da farklı olmadığıydı: Batı’yı tamamlayan/kurtaran/düzelten ruhsal ve

Hindistan’ın temsilcisi olduğu, evrensel hakikatı arayan Asya.619 Tek fark milliyetçiliğin işin

içine girmesiydi:

Asya Federasyonu [fikrini] dillendirmeye... ihtiyacımız var. Asyalılar


arasında her zaman ortak bir kültür ve medeniyet olageldi... Ama
herşeyden önemlisi karşı karşıya kaldığımız tehlikenin ortaklığıdır:
Batı hâkimiyeti ve ırkçılık....

616
Das’ın 1922 konuşmasından aktaran S. Hay, Age. s, 254.
617
Age., s, 253.
618
T. A. Keenleyside, Agm. s, 217.
619
Nehru’nun Indra Gandhi’ye yazdığı bir mektup şöyle bitiyordu: “Avrupa’da Karanlık Çağlar’ın sonuna
geldiğimizde medeniyetin sonunu gördük, bugün yeni bir medeniyet yavaş yavaş vücuda gelmeye çalışmakta. Oysa
Çin’de yüksek derecede bir kültür ve medeniyet görüyoruz ki bu şekilde bir kesintiye uğramamıştır. Hindistan’da
da durum böyledir. İşte bu [kültür], Hindistan’dan diğer Doğu uluslarına yayılacak. Onu yağmalamaya gelen
barbarlar bile öğrenmek zorunda kalacak.” J. Nehru, Glimpses of World History, Oxford University Press, Delhi,
1989, s, 111.

169
Asya’nın siyahları, kızılları ve sarıları hadi bir araya gelelim.
Birbirimizin istek ve acılarını paylaşalım. Asya’nın kaybetmiş olduğu
sesi-soluğu arayalım. Asya’nın bir sözü olmak zorunda.620

Ancak bu sözün ne olması gerektiği konusunda Gandhi, Nehru, Tagore, Ghose hatta

Das gibi Brahman kökenli üst sınıf Hint enteligensiasıyla, 1905’den itibaren radikalleşmiş orta

sınıf Hint entelilijensiası arasında fikir ayrılığı yaşanıyordu. İlk grup; siyasal varoluşu, modern

Budizmin bir yansıması olarak görebileceğimiz bir tür Asya birlikteliğinde arıyordu. Asya

toplumlarının, ama uluslarının değil, bütünleşmiş federasyonu. Siyasal anlayışlarında toplumsal

zemin (topluluk fikri) siyasal zeminden (devlet fikrinden) önce ortaya çıkmış, birey ve çevresi

arasındaki gerçek aracıydı. Öznel olabilen tek alandı. Das’ın çizgisi bile bu anlayışa yakındı.

Pan-Asyacı federasyon Bağımsız Hindistan devletinden daha önce ortaya çıkacak

siyasal/sosyal bir gerçeklik olarak görülüyordu. Japonya’nın politikalarının bu algılamaya

elbette etkisi vardı.621 Ama Japon entelejensiasının siyasal birlik-devlet algılaması, Asya fikri

de dâhil tüm reaksiyoner kültürel açıklamaların bir şekilde (olumlu ya da olumsuz) merkezine

oturuyordu. Yani Japonya’da devlet, toplumsal-siyasal restorasyonun bir aracıydı.622 Ancak

Hindistan elitleri bunu göremiyorlardı.

Öte yandan orta sınıf- artık milliyetçi- Hindistan eliti için siyasal bağımsızlık son derece

önemliydi ve Asya Federasyonu’ndan önce gelmek zorundaydı. Hatta Asya Federasyon’u bu

siyasal bağımsızlık fikri üzerine oturmalıydı. Nasıl ki Buddizmi Çin’e ve Asya’nın diğer

alanlarına Hindistan yayılmışsa, Swaraj’da (bağımsızlık-kurtuluş) Hindistan’dan tüm Asya’ya

yayılmalıydı. Bu kesimin önemli yayın organlarından olan Amrita Bazar Patrika 1924’de şöyle

yazacaktı:

620
S. Hay, Age. s, 254.
621
Özellikle bkz. Rash Behari Bose ve Subhas C. Bose’un Japonya ile ilişkisi bkz. s, 230.
622
Tetsuo Najita- H. D. Harootunian, “Japan’s Revolt against the West” Modern Japanese...., ss,209-214.

170
Asya Federasyonu rüyası, Asya’nın en büyük ulusu olan Hindistan’ın
bağımsızlığını kazanmasına ve sorumlu bir hükümetin kurulmasına
bağlıdır... Geçmişte Çin ve Japonya’ya, Buddist rahipleri gönderen
Hindistan’ın bağımsız hükümranıydı. Şimdi de kendi kendini
yönetebilen Hindistan Asya federasyonunun bir gerçek haline
dönüştürecek ve evrensel insani ideale katkıda bulunacaktır.623

Hindistan siyasal düşüncesinde Asya Federasyonu fikri bu noktadan sonra, özellikle

1930’larda- yani Japonya’da Pan-Asyacılık, Asya’nın kurtarılması misyonu, bir ideoloji haline

dönüşürken- çok dikkatli bir biçimde ve milliyetçi mücadele çerçevesinde ele alınmaya

başlandı.624

Nehru’nun deyişiyle, “Asya milliyetçilik ve emperyalizm arasındaki çatışmanın

yaşandığı en önemli [savaş] alanıydı.”625 Bu nedenle örneğin Nehru’nun, 1939 Çin’e yaptığı

seyahat sırasında önerdiği Siyam ve İran’ın da katılabileceği Doğu Federasyonu (Hindistan-

Çin-Burma-Seylan-Nepal-Afganistan), herşeyden önce Japonya’nın saldırgan politikalarına

karşı Çin’e destek vermek için geliştirilmişti.626 Aslında Nehru’nun aklında olan daha çok

Amerika ve Sovyetler Birliği’nin de katılabileceği yeni bir Milletler Cemiyeti’ne (-kendi

623
S. Hay, Age. s, 255.
624
Kongre Partisi, Çin, Türkiye, Mısır, İran, Suriye, Irak, Filistin, Vietnam, Seylan, Burma, Malaya, Endonezya ve
Filipinler’de süren milliyetçi bağımsızlık hareketlerini kutlayan ve destekleyen bir dizi duyuru yayınlamıştır.
Ayrıntı için bkz, T. A. Keenleyside, Agm. s, 217–219.
625
G. Deshingkar, Agm., s, 176.
626
Dorothy Normann, Nehru, The First Sixty Years, Vol.1, Asia Publishing Hause, Bombay, 1965, ss, 634-636.
Nehru, Japonya konusunda eleştirel hatta şüpheci bir bakış açısına sahipti. Örneğin Buddizm karşısında Shinto
inancının evrenselliğini sorguluyor, Japonya’yı kendi içine kapalı görüyordu. J. Nehru, Glimpsis of ..., ss, 271-273.
İlginç olan, Shinto inancının Japonya’da da bu şekilde algılanmasıdır. Hristiyanlık, Hinduizm ve Çin’deki Buddist
anlayış gibi inançlarla ortak değerleri paylaştığı düşünülen Buddizm karşısında Shinto inancı, Japon siyaset
yapıcıları tarafından dinsel bir inaçtan çok folklorik bir öğe olarak yansıtılmıştır. C. Aydın, Age., s,28. Fukuzawa
şöyle yazacaktı: “Shinto Budizmin bir kuklasıdır.” Ayrıntı için ve Japon Modernleşmesinde Shinto İnancı’nın rolü
için bkz. Helen Hardcre, “State Shinto”, Sources of Japanese…, ss, 118-126, Fukuzawa’nın ifadesi için, s, 119.

171
deyimiyle-Dünya Federasyonu’na) benziyordu.627 Ve amaç egemenlik hakkının Hindistan’ın

lehine tanınmasını sağlamaktı.628

1947’ye kadar629 Asya Federasyonu fikri sadece Hindistan bağımsızlık mücadelesinin

bir söylemi, çok da ağırlık verilmeyen bir söylemi olarak kalacaktı.630 Bunun tek sebebi

Japonya’nın politikaları ya da Sun-Yat Sen’den sonra Çin siyasal elitleriyle hangi hat üzerinden

ilişkiye girileceğinin bilinememesi değildi. Aynı zamanda Güneydoğu Asya ülkelerinde

özellikle Burma, Seylan ve Malezya’da 1920’lerin sonundan itibaren kendi milliyetçi elitleri

arasında Hindistan karşıtı söylem ve eylemler yükselişteydi.631

Nehru, 1947 Asya İlişkileri Konferansı’nın açılışında, Tagore’un Asyalılık anlayışını

hatırlatan ünlü konuşmasını yaptı. İnsanlığın gelişiminde Asya medeniyetleri merkezi bir rol

oynamışlardı. Türkiye’den Filipinler’e kadar tüm Asya ulusları bu role katkıda bulunmuştu.

Şimdi yeni bir dönem başlıyordu ve yine Asya’ya ihtiyaç duyuluyordu. O yüzden;“...atom

627
Dorothy Normann, Age., s, 635; G. Deshingkar, Agm., s, 176; J. Nehru, The Discovery of..., ss, 539-540.
628
Nehru’nun uluslararası sisteme yaklaşımı oldukça realist ve Westphalia’cı anlayışa uygundu. Yani uluslararası
politikanın temel aktörleri devletlerdi. Devletler ulusal çıkarlarını takip etmek gibi bir hakka sahiptiler. Bunun için
büyük güçlerle anlaşma yapabilir ya da gündemdeki konu üzerinden farklı ittifak ilişkileri içerisine girebilirlerdi.
Yine son çözüm yolu olmasına rağmen şiddete ve askeri güce başvurulabilirdi. Ancak Nehru bu anlayışı
getirirken, devletlerin kendi dış politika kararlarını verme; özgürce seçim özgürlüğünü yani tam otonomiyi
savunmayı bırakmıyordu. Ayrıntı için bkz. Gopal Krishna, “India and International Order: Retreat From Idealism”
The Expansion of.... ss,270-272; Kanti Bajpari, Age., ss, 238-244.
629
1947 yılında ünlü Asya İlişkileri Konferansı düzenlendi. Elbette 1920–1947 arasında dönemin yönelimlerine
uygun olarak (1920 Bakü Doğu Halkları Konferansı ve 1926 Nagazaki- 1927 Shanghai Pan-Asya Konferansları)
Hindistan elitlerince teşvik edilen bir dizi konferans düzenlendi: 1930 Benareler’de Tüm Asya Eğitim Konferansı,
1931 Lahore’da Tüm Asya Kadın Konferansı, 1934 Colombo’da Tüm Asya İşçileri Konferansı. Ama bu
Konferanslar önemli, görünür bir sonuç getirmedi.1947 Konferansı, bu açıdan “Asya topluluk duygusunu”
yansıtmak amacıyla, Hindistan’ın bağımsızlığı henüz yürürlüğe girmemişken toplandı. Konferans’a Arap
ülkelerinden, Tibet, Moğolistan, Çin’den ve tüm Güney ve Güney Doğu Asya ülkelerinden 250 kadar delege
katıldı. Avusturalya ve Yeni Zelanda gözlemci gönderirken, Pakistan Müslüman Derneği’nden ve Japonya’dan
katılım olmadı. Japonya artık “emperyalist” bir güç değildi ama bu sefer de İşgal Yönetimi bu konferansa
Japonya’nın katılmasına izin vermedi.
630
C. Jaffrelot, Agm., s, 36; Örneğin Bağımsız Hindistan Anayasa’sının hazırlanırken Kurucu Meclis’e bilgi veren
Nehru şöyle diyordu: “...Kendimiz için ne yaparsak yapalım, bunu daha geniş bir perspektifte düşünmek
zorundayız. ...Hindistan Anayasa’sı Asya uluslarının bağımsızlığına yön verecektir... Omuzlarımızda 400
milyonluk Hindistan’ın ağırlığı var; Asya’nın büyük kısmına önderlik etmenin ağırlığı var...” Agm. s, 42.
631
T. A. Keenleyside, Agm. s, 221–222; 228. Hatta 1955 Bandung Konferansı esnasında Güneydoğu Asya ülkeleri
Hindistan’dan ziyade Çin’i merkez olarak gördüklerini hissetirmişlerdi. C. Jaffrelot, Agm., s, 43.

172
çağında Asya barışı sağlamak zorundaydı. Haydi, Yeni Asya’yı inşa edelim!”632 Bu çağrı

özellikle 1955 Bandung Konferansı633 ile beraber ele alındığında Tagore’cu bir içerik taşır,

çünkü ana hat Avrupa’nın siyasal sorunlarıyla uğraşılırken kullanılan güç politikasının tüm

Asya’yı tehdit ettiğidir. Bu sefer tehdit eden emperyalizm değil, tehdidin aracı olan nükleer

gücün etkisiydi. Bu yüzden, Bandung’a giden yolda634 Asya kültürel birlik söyleminden farklı

olarak Nehru’nun aklındaki Asya, Avrupa meselelerinden soyutlanarak,635 kendi meseleleri

üzerinde uluslararası/bölgesel normlar geliştirebilen bir Asya’ydı.636 Bunu sağlayacak aracı ise

632
G. Deshingkar, Agm., s, 177; D. Norman, Age. Vol. II, ss, 309–315.
633
Bandung Konferansı’na 29 ülkeden delege katılmıştı. Ancak “Bandung Ruhunu” temsil etme açısından öne
çıkan figürler arasınnda Endonezya Başbakanı Sukarno (1945–1965), Mısır Cumhurbaşkanı Nasır (1954–1970),
Vietnam demokratik Cumhuriyeti’nin lideri Ho Chi Minh (1954–1969), Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Zhou
Enlai (1949–1976) vardı. Bandung toplantısı kolonyalizmin her türünü (Batı ya da Sovyet sitili olsun) kınama
kararını aldı. Açıklanan deklerasyonda şu noktaların alyı çiziliyordu: 1)-Asya ve Afrika hükümetleri arasında
teknik ve kültürel işbirliğinin artması; 2)- BM çerçevesinde işleyecek özel bir gelişme fonunun kurulması; 3)-
Ulusların kaderlerini tayin hakkına saygı duyulması; 4)-Nükleer silahların üretim ve kullanımına kısıtlamalar
getirilmesi isteği. M. T. Berger, “After the Third World?...”, s, 12. Asyacı/Pan-Asyacı düşünce çerçevesinde Asya
kimliğini kurgulayan Japon entelijensiasının Bandung Konferansına bakış açılarını ve Bandung’un nasıl “barışçıl
bir Pan-Asyacı hareket” olarak algılandığını görmek için bkz. Kristine Dennehy, “Overcoming Colonialism in
Bandung, 1955”, Pan-asianism in... ss, 221–225.
634
Örneğin 1947 yılında Bankok’da Güneydoğu Asya ülkelerinden (Burma, Tayland, Endonezya ve Vietnam)
gelen temsilciler Güneydoğu Asya’nın bağımsızlığı için birarada çalışma amacıyla Güney Doğu Asya Ligi’ni
kurdular.1954 senesinde Hindistan, Sri Lanka (Seylan), Pakistan, Burma, Endonezya Colombo’da biraraya gelerek
Colombo Uluslarını oluşturdular ve Asya’da sömürge deneyimi geçirmiş uluslar arasında işbirliği imkânlarının
yaratılmasına karar verdiler. Aynı yıl Çin’in katılımıyla Bagor’da yapılan konferansta bu işbirliği alanı Afrika’yı
da kapsayacak şekilde genişledi. SJ. Baskara T. Wardaya, “Global Solidarity Against Unilateralism” Inter-Asia
Cultural Studies, 6/4, 2005, s, 477.
635
G. Deshingkar, Agm., s, 178.
636
Bu bakış 1950’lerin ikinci yarısında Üçüncü Dünyacılık adını aldı. Malley’nin açıklamalarına göre Üçüncü
Dünyacılık bazı özelliklerine göre ayrılabilen özel bir ideolojik yönelimdir. Bunlar: 1)- Üçüncü Dünya’da halkçı
hareketlerin devrimci bir amaca sahip olduğu önkabulü; 2)- Bu amacı gerçekleştirmek için sömürgecilik öncesi
dönemde var olduğu kabul edilen eşitçi yapılarla günün siyasal konjonktürünün yorummlanması; 3)-Uluslararası
siyasal konjonktürde gerekli dönüşümün ulus-devletler aracılığıyla yapılacağı inancı; 4)- Dış politika
yönelimlerinde bu ulus-devletlerin bir ittifak içerisine girerek bölgesel ve uluslararası örgütlerin çatısı altında bu
ittifak ilişkilerine göre hareket etme temennisi (Bağlantısızlık Hareketi). R. Malley, The Call From Algeria: Third
Wordism, Revolution and Turn to Islam California University Press, Berkeley, 1996, aktaran Mark T. Berger,
“After the Third World?, History, Destiny and the Fate of Third Wordism” Third World Quarterly, 25/1, 2004, s,
34. Söylem görüldüğü gibi özünde Doğu-Batı; Asya-Avrupa/Amerika ayrımına değinmemektedir. Ancak bu
söylemin günlük gerçeklik içerisinde yansıması ancak bu ayrımlar içerisinde anlamlı olmaktadır; bkz., Chen
Yingzhen, “What the Third World Means to Me”, Inter-Asia Cultural Studies, 6/4, 2005, ss, 535-540. Asya
sorunlarına Asya’da çözümler üretmek olarak özetlenebilecek bakışa Zhou Enlai’nin verdiği destek için bkz.
Matthew Jones, “A Segregated Asia? Race, The Bandung Conference and Pan-Asianist Fears in American Thoght
and Policy, 1954-1955” Diplomatic History, 29/5, 2005, s, 852.

173
toplumsal sistem değil, artık ulus-devletti.637 Böylece, Nehru büyük güçlerin istikrar sağlayıcısı

olduğu klasik güçler dengesi (balance of power) anlayışını, Asya devletleri ya da bağlantısızlar

lehine çeviriyor, barış ve istikrarı sağlama misyonunu bu devletlere veriyordu.638

Aslında, Asya’nın Avrupa meselelerinden ve bu arada da iki kutuplu sistemin getirdiği

ideolojik ayrışmadan soyutlanması mümkün görünmemekteydi. Zira 1950’de Kore Savaşı

başlamıştı.639 1951 yılında ABD- Japonya; ABD – Filipinler ve 1953 yılında ABD- Tayvan

arasında güvenlik anlaşmaları imzalanmıştı. Yine 1951 senesinde Amerikan dış politika

yönelimleri doğrultusunda ANZUS ittifakı kurulmuştu.640 1954 yılında Soğuk Savaş’ın

Asya’ya ulaştığını resmen gösteren yeni bir ittifak ilişkisi vücuda geldi: Güneydoğu Asya

Anlaşması Örgütü (Southeast Asia Treaty Organization/ SEATO)641 kuruldu. Ve 1950’lerin

ikinci yarısından itibaren Asya’daki siyasal ve ekonomik gelişmeler ideolojik kamplaşmanın

etkisi altında değerlendirildi.642 Bu uluslararası konjonktür ve Bandung Konferansı’nın en

637
Örneğin Sukarno şöyle açıklayacaktı: “...birarada yaşayabiliriz, birbirimizle konuşabiliriz, tabi özgün bireysel
kimliklerimizi kaybetmemek şartıyla... Güneşin altında tüm insanlara ve uluslara yer var.” Aktaran Sunil S.
Amrith, “Asian Internationalism: Bandungs Echo in a Colonial Metropolis”, Inter-Asia Cultural Studies, 6/4,
2005, s, 562.
638
K. Bajpai, Age., s, 242.
639
Kore Savaşı (1950–1953), 1948’den beri ayrı olan Güney Kore’de 1950 seçimleri sonrası yaşanan kaosla
berber başladı. Taleplerinin yerine getirilmemesi üzerine Komunist Kuzey Kore, Kore’yi bütünleştirmek için 38.
Paraler’in güneyine ilerledi. Kısa bir süre içerisinde ABD ve SSCB’nin katılımıyla Savaş ideolojik bir boyut
kazandı. Kuzey Kore birlikleri esas olarak Çin Halk Cumhuriyeti’nce; Güney Kore ise Kore’de görevli,
çoğunlukla ABD birliklerinden oluşan BM güçleri tarafından desteklendi. Çin’li gerillaların yıpratma savaşı
sonucu 1953’de mevcut statukoyu temel alan ateşkes anlaşması imzalandı. Ayrıntı için bkz. Henry Kissinger,
Diplomasi, İbrahim H. Kurt (çev.), Türkiye İşbankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1994, ss, 454–473.
640
Avusturalya-Yeni Zelanda- Birleşik Devletler Anlaşması; Avusturalya ile Yeni Zelanda’yı ve Avusturalya ile
ABD’yi ayrı ayrı askeri ittifak çatısı altında birleştirir. Anlaşma yapıldığı dönem Pasifik alanında üç devlet
arasında savunma işbirliğini öngörüyordu.
641
SEATO; Güneydoğu Asya Ortak Savunma Anlaşması ya da Manila Paktı: Birleşik Devletler, İngiltere, Fransa,
Pakistan, Filipinler, Tayland, Avusturalya, Yeni Zelanda Hükümetlerini NATO benzeri bir yapı içerisinde
buluşturmuştu. Güneydoğu Asya’da Komunizmin ilerlemesi ve kazanımlarını engellemek için oluşturulmuştu.
1977 Haziranı’nda lav edildi.
642
Kore Savaşı ertesinde genel hatlarıyla Asya ikiye bölünmüştü. Bir yanda Amerika ile ittifak ya da yakın
işbirliği içerisinde bulunan Japonya, Tayland, Güney Kore, Tayvan Milliyetçi Çin’i, Filipinler, Hintçini’nde
Fransız İdaresi, Malaya’da İngiliz İdaresi, Avusturalya ve Yeni Zelanda vardı. Diğer yanda, Komunist Çin, Kuzey
Kore, Hintçini’ndeki milliyetçi hareketler, Malaya bulunmaktaydı. Bağlantısızlar ise Hindistan, Seylan, Burma,
174
sonunda gösterdiği; Asya dayanışması üzerine inşaa edilen konferansların Nehru’nun

zihnindeki Asya kurgusunu üretmeyeceğiydi.643 Sonuçta Asya kurgusu tamamen bölgesel alanı

ifade eden bir anlama büründü.

Burada Asya kurgusu açısından önemli olan şudur: Artık Asya kurgusu Tagore’un

öngördüğü ve ironik bir biçimde Gandhi’ci anlayışa uygun644 toplumların Asya’sı değildir.

Büyük Hindistan düşüncesindeki medeniyetlerin Asya’sı da değildir. Artık, Asya kurgusu

devletlerarası ilişkilerin bir aracıydı ve önemi de bu aracılık (mediation) işlevinden

kaynaklanıyordu. Böylelikle daha 1950’lerin başında Nehru’nun öngördüğü gibi Asya siyasal

bir varlık olmaktan çıkmıştı, daha doğrusu hiçbir zaman siyasal bir varlık haline

dönüşemeyeceği kabul edilmişti.645 Ama henüz bölgesel bir işbirliği alanına da dönüşmemişti.

Bu yüzden Hindistan siyasal düşüncesi içerisinde Asya kimlik kurgusu “kültürel varlık” ile

“bölgesel işbirliği alanı” arasında sıkışıp kaldı. Ki bu da Asyacı düşüncenin getirdiği

sembiyotik yapıya çok uygundu. Bu nedenle de Avrupa ve Amerikan karar alıcılarının

endişelerinin aksine646 bu kimlik kurgusu Batı-karşıtı, Beyaz adam-karşıtı bir biçim almadı.

Batıdan farklı ama Batı karşıtı olmayan kozmopolit niteliğini korudu.

Bu şekliyle Hindistan siyasal düşüncesi içerisinde ortaya çıkan Asya kimlik kurgusu, bir

yanda ulus-üstü (evrensel) ideallerle ulusal (yerel) idealleri birbirine bağlıyordu. Diğer yanda

ise yukarıda bahsedilen iki krizi yani toplumsal birlik kriziyle, sömürgeden ulusa geçiş krizini

Endonezya, Kambotçya ve Laos’du. Russell Trood, “Security and Political Relations in Asia After World War II”
Eastern Asia..., ss, 438-439.
643
Kinhide Mushakoji, “Bandung plus 50: A call for Tri-Continental Dialogue on Global Hegemony”, Inter-Asia
Cultural Studies, 6/4, 2005, s, 512; T. A. Keenleyside, Agm. s, 225.
644
Genellikle ütopik olarak adlandırılan Gandhi’ci anlayışta ulusal ve uluslararası politikanın temel aktörleri
panchayat denen küçük, yüz-yüze ilişkiye dayanan, kendi kendine yeterliliğe haiz, yerel toplumsal yapılardır.
Gandhi’nin “Decentralization’ından” aktaran K. Bajpati, Age. s,246.
645
T. A. Keenleyside, Agm. s, 225.
646
Matthew Jones, Agm., ss,841-868.

175
yatıştırmaya yardımcı olabilecek düzeyde olgunlaşmış görünmekteydi. Bu yüzden de Duara’nın

açıklamalarını hatırlarsak “olumlu” bir kimlik modeli oluşturmuştu. Ancak bu modelin siyasal

yapısı Raj hatta emperyal İngiliz sistemiydi. Bu sebeple, Raj’dan sonra yani Hindu-Müslüman

ayrılığından sonra, ortaya çıkan üçüncü krizi, Soğuk Savaşla beraber Asyalı yeni ulus-

devletlerin yaşadağı ideolojik krizi atlatmaya yardımcı olamadı. Bu yüzden de Asyacı kimlik

kurgusu bağlamında anımsanan daha çok Japonya’nın “olumsuz modeli”nin anlatısı oldu:

ii)- Modern Japon Düşüncesinde Asya Kurgusu:

Sun Ge, Takeuchi Yoshimi’nin çalışmasını (Ajiashugi; Gendai Nihon shiso taikei,

1963) yorumlarken Japon siyasal düşüncesi içerisinde, Asya kurgusunun daha doğrusu

Asyalılığın bir çeşit “ruh hali” (mood) olarak görülebileceğini söyler. Öyle ki Japonya’da

moden siyasal düşüncenin gelişimini bu ruh hali çerçevesinde açıklamak mümkündür,647 çünkü

Takeuchi’ye göre Asyacılık tek bir düşünce akımına indirgenemez; daha doğrusu bir düşünce

akımı haline kendini dönüştürmeyi başaramamıştır.648 Takeuchi’nin tezinin bu çalışma için

söylediği iki önemli şey vardır: 1)- Asyacılık, kendi başına bir ideoloji değildir. Ama Japon

siyasal düşüncesinde ortaya çıkan/yansımasını bulan ideolojileri/söylemleri –özelikle de radikal

sağ söylemleri- etkilemiştir. 2)- Bu söylemlerde Asya’nın önemi sürekli tekrarlanan bir sembol

haline dönüşmüştür.

Asya kimlik kurgusunun, ruh halini anlatan bir sembol olarak algılanması, Asya

kurgusuyla ilgili yapılan bu çalışmada bir tür dönemlendirme yapmaya olanak tanımaktadır.

Çünkü “ruh hali” Japon siyasal ve düşünsel elitinin karşı karşıya kaldığı toplumsal ve siyasal

647
Sun Ge, “How Does Asia Mean?...”, s,29, 31.
648
Takeuchi ,Japon Asyacılığı’nı incelediği kitabı aslında bir Japon siyasal düşüncesinin bir seçkisiydi ve dört
kısımdan oluşuyordu: Prototip, Ruh Hali, Mantık ve Ölüm. İlk bölüm (Prototip) Okakura Tenshin’in Doğu’nun
İdealler (1903) ve Tarui Takuchi’nin Büyük Doğu Federasyonu (1880) makalelerinden oluşur. İkinci ve üçüncü
bölüm Miyazaki Toten, Uchida Ryohei ve Okawa Shumei gibi aktivistlerin yazılarından bir seçmedir. Takeuchi,
bilinçli ve siyasal bir tercihle Büyük Doğu Asya Ortak Refah Alanı projesini kitabının dışında tutar. Son bölüm bir
çeşit değerlendirmedir. Agm., s, 30.

176
krizlerle ilişkildir. Bu krizler de ancak dönemsel bir inceleme içerisinde kavranabilir. Bu

nedenle ilerleyen sayfalarda bölgesel kimlik kurgusuyla ilgili analiz, düşünce hareketleri

çerçevesinde değil; üç dönem içerisinde, entelijensia’nın kullandığı söylemlere atıfta

bulunularak, yapılacaktır649: 1)- Meiji dönemi; 2)- I. Dünya Savaşı ve İki Savaş Arası dönem

(Taisho Japonyası: 1912–1926) ve 3)-1930 sonrası dönem (II. Dünya Savaşı dönemi).

a)-Meiji Dönemi Asya Kurgusu:

Japon siyasal düşüncesine; Asyacılık ya da Büyük Asyacılık, yani Asya’da siyasal birlik

ideali, ilk kez bir kavram olarak iki savaş arası dönemde Kodera Kenkichi’nin (1877-1949)

Büyük Asyacılık Tezini (Dai Ajiashugiron)650 yayınlamasıyla katılmıştı.651 Bu yüzden Meiji

döneminde Asya Kurgusu, daha çok bir bilinç biçimi olarak görülür.652 Bu bilinç biçimi farklı

idealeri (örneğin Asya ile Dayanışma- Ajia rentai; Yükselen Asya- ko-A; ya da Gelişen Asya-

shin-A) ve Asya birliğiyle ilgili değişik söylemleri (örneğin kültürde bir, ırkta bir!- dobun

doshu) anlatmak için kullanılmıştır.

İlk kurgulayıcılar, dış politika yapım sürecine doğrudan dâhil olmayan653 düşünürler ve

örgütlerdi.654 Bu dönem Japon entelijensiasının uğraştığı temel kriz, Batılılaşmanın getirdiği

649
Hazama Naoki de benzer bir dönemlendirme içinde (1880–1900; 1900–1928; 1928–1945) Japon Asyacılığını
incelemiştir. Bkz. Kuroki Morifumi, “The Asianism of the Koa-Kai and the Ajiya Kroki; Reconsidering the
Ambiguity of the Asianism” Pan-Asianism in the....ss, 34-35.
650
Ayrıntı için bkz s, 212
651
Sven Saaler, “The Construction of Regionalizm in Modern Japan: Kodera Kenkichi and His ‘Treatise on
Greater Asianism’ (1916)”, Modern Asian Studies, 2007, ss, 1–34.
652
D. Ham, Age., s,14.
653
S. Saaler, “Pan-Asianism in Modern....”, s, 5.
654
Bu örgütlerin en önemlileri arasında şunlar sayılabilir: Yükselen Asya Cemiyeti (Koa-kai; kuruluş: 1880- bir
süre sonra Asya Birliği –Aija Kyokai- adını aldı), Doğu Asya Ortak Kültür Derneği (Toa Dobunkai; kuruluş:
1898), Çin-Japon Ticaret Araştırma Enstitüsü (Nisshin Boeki Kekyujo; kuruluş: 1890), Kara Okyanus Cemiyeti
(Genyosha; kuruluş: 1881), Kara Ejder Cemiyeti ya da Amur Cemiyeti (Kokuryukai; kuruluş: 1901). Bunun
dışında açık bir biçimde Asyacı bir yönelime sahip olmaya ama milliyetçi eleştiriler yoluyla Batı medeniyetini
sorgulayan Siyasal Eğitim Cemiyeti (Seikyosha; kuruluş: 1888 daha sonra Doğu Cemiyeti-Toho Kyokai adını
aldı) de vardı. Ayrıntı için bkz. Kuroki Morifumi, “The Asianism of the Koa-Kai and the Ajiya Kroki;
177
toplumsal ve siyasal değişimlerdi. Meiji entelijensiası, bu değişimleri atlatmaya çalışırken hem

Batı Avrupa’nın emperyal sistemine karşı hem de 1880’lerden sonra sosyalist enternasyonel

anlayışa karşı Japonya’nın toplumsal ve emperyal bütünlüğünü sağlamakta bir “istisna”

olduğunu göstermekle meşgullerdi.655 Gerçi, Hindistan örneğinden farklı olarak farklı diller,

dinler ve ırklar arasında ulusal bütünlük sağlamak gibi bir güçlükle karşı karşıya değildi Japon

entelijensia’sı. Entelijensia’nın karşı karşıya olduğu sorun, devleti güçlendirmek sorunuydu.

Meiji Devrimi aslında bir restorasyon hareketiydi ve geçmişe, Japonya’nın bozulmadığı

mistik çağa geri dönüleceğini söylüyordu. Aynı anda İmparatorluk Yemini (Charter Oath) eski

törelerin kaldırılacağını ve evrensel düzene uygun bir sistemin getirileceğini ilan ediyordu.656

Najita ve Harootunian’a göre Japon devleti bu, bir tür siyasal ve düşünsel kutuplaşmaya

dayandı. Bir yanda özgün bir ulusal kültür talebi, diğer yanda uluslararası siyasete katılacak

modern devlet-imparatorluk arzusu. Meiji entelijensiasının amacı bu kutuplaşmanın

aşılabileceğini göstermekti.657 Güçlü devlet/ulus/imparatorluk, aşkınlığı sağlamanın

araçlarıydı.658 Asya kurgusu bu noktada devreye girdi ve Japonya’nın istisnalığı ile özdeşleşti.

Meiji döneminde Japon istisnalığı herşeyden önce kültürel bir iddiaydı. Bu nedenle

Asya kimlik kurgusu öncelikle bir kültürel birlik talebi olarak ortaya çıktı. Buna göre

Asyalılar659 aynı kültürel mirası paylaşıyorlardı ve bu ortak kültürel miras onların günlük

Reconsidering the Ambiguity of the Asianism” Pan-Asianism in the.... ss, 34-52; C. Aydın, Age., ss, 45-46; 56-57.
Seikyosha hakkında daha fazla bilgi için bkz. K. Pyle, The New Generation in Meiji Japon, Stanford University
Press, Stanford, 1969.
655
E. Mark, Agm., s, 464.
656
Fred G. Notehelfer, “The Meiji Restoration” Sources of Japanese Tradition, 1600–2000, vol II. (1868-2000),
W.M. D. Theodore de Barry- C. Gluck- Arthur E. Tiedemann (der.), Colombia University Press, New York, 2006,
ss, 7-8.
657
Tetsuo Najita- H. D. Harootunian, “Japan’s Revolt against the West” Modern Japanese...., ss, 208-209.
658
Age., s, 213.
659
Meiji dönemi Asya kurgusunda Asya temelde Japonya, Çin ve Kore’den müteşekkildir. J.V. Koschmann,
“Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network Power..., s, 85. Tabi bu durumun istisnaları da vardı. Örneğin
178
hayatlarının bir parçasıydı. Ancak kültürel birlik talebi tıpkı Hindistan örneğinde görülen

kültürel birlik söylemi gibi sadece ortaklığa dayanarak tanımlanmıyor; Batı’ya karşı çıkan ya

da Batı’yı tamamlayan bir farklılık iddiasını da beraberinde getiriyordu. Aslında sadece ortaklık

farklılığı yaratmıyor; farklılık da Asya’da ortaklığı getiriyordu. Çünkü Japon entelijensiası, bir

yandan tıpkı Batı Aydınlanmacı fikirlerinde olduğu gibi, medeniyeti evrenselliğin bir aracı

olarak görüyor; diğer yandan evrenselliği uzak, henüz gerçekleşmemiş bir ideal olarak

gösteriyordu.

Evrensellci idealinin gerçekleşmesi farklı kültürler arasında rekabetin olmasına yani

çoğulculuğa (Batı/Avrupa medeniyetinin yanında Doğu/Asya medeniyetinin var olmasına)

bağlıydı.660 Kısaca Asya kültürel birliğini geliştirmek/savunmak Meiji aydınları için aynı anda

birçok misyonu içeriyordu: i)- Japon halkı/entelijensiası/elitleri için Japonya’nın

(ulusal/emperyal) misyonunun gerçekleştirilmesini;661 ii)- Asya halkları için Asya’nın

evrensel/uluslararası sistem içerisinde var edilmesi; iii)- Tüm Asya ve Batı

halkları/entelijensiası/elitleri için evrensel dünya medeniyetine ulaşılması.

Asya’da kültürel birlik kurgusunu açıklamak için ilk anılanlar Seikyosha entellektüeleri;

Miyake Setsurei (1860–1945), Shiga Shigetka (1863–1927), Sugiro Jugo (1855–1924) ve Kuga

Katsunan (1857–1907)’dir.662 Bu isimler temelde Japon Aydınlanması ile özdeşleştirdikleri

yönelimlere karşı çıkıyorlardı. Evrenselci eğilim, eleştirdikleri yönelimlerden biriydi. Bunun

Deguichi Nao ve Deiguchi Onisaburo tarafından kurulan ve resmi olmayan Shinto geleneğine bağlı Omotokyo
(Ulu Kaynak Mezhebi, kuruluş: 1890) Asya kurgusu içerisine, Moğolistan, Sincan, Tibet, Afganistan, İran, Sibirya
ve Türkiye’yi de katıyordu. Li Narango, “Universal Values and Pan Asianism; The Vision of Omotokyo”, Pan
Asianism in..., s, 60.
660
Örneğin, Seikyosha entelektüellerinden Miyake Setsurei 1891’de yayınladığı Japonlar: Hakikat, İyilik ve
Güzellik (Shin-zen-bi Nihonjin) aktaran C. Aydın, Age., s, 46.
661
Tetsuo Najita- H. D. Harootunian, “Japan’s Revolt against the West” Modern Japanese...., s, 207.
662
Aslında Meiji dönemi muhafazakârları olarak adlandırılabilecek bu isimler Nihon oyobi Nihonjin (Japonya ve
Japonlar; 1888) dergisi çevresinde etkili olmuşlardır. Hirakawa Sukehiro, “Japan’s Turn to West” Modern
Japanese..., s, 90.

179
yerine Japonyanın “ulusal özünün (kokusui hozon)” korunması gerektiğini söylüyorlardı.663

Seikyosha düşünürlerinin temel ilgi alanları Japonya’nın ulusal karekterini tespit etmektir.

Ulusallığa yapılan bu vurgu nedeniyle, Seikyosha düşünürleri Asyacılıktan çok, Japonculuk

(Nihon-Shugi) düşüncesinin bir örneği olarak görülürler.664

Bu vurgunun gösterdiği gibi, Seikyosha entellektüellerinin bir amacı da, Japonya’ya

dünya tarihi içerisinde bir gerçek ve bir ideal misyon bulabilmektir. Miyake Setsurei, Hakikat,

İyilik ve Güzellik’te (1891), bu misyonların üçayağı olduğu söyler: İlk ayak olan hakikat aslında

dünyanın bilgisine ve özün-bilgisine ulaşmayı ifade eder. Bu bilgi ilerlemenin farklı yollarının

mümkün olacağını gösterecektir. Yani Japonya’nın gerçek görevini, “Beyaz adamın

yanlışlarını düzeltmek; beyaz adamı tamamlamak” olarak ortaya koyacaktır.665 Kısaca hakikat

(kendini bilmek, Asyalı olduğunu bilmek666), Batı ile bütünleşmeyi de beraberinde getirecektir.

Güzellik, özü anlatmanın, kendini ifade etmenin biçimidir. Hem gerçek hem de ideal misyonu

içinde barındırır. Okakura’da göreceğimiz gibi hem farklılığı hem olasılığı anlatır. İyilik ise

Japonya’nın kendi olurken ve Batı ile bütünleşirken; gücü adalet lehine kullanabileceğini

gösterir. Miyake; Asya’nın kurtuluşunun, Japonya aracılığıyla olacağını henüz açıkça

söylemiyordu ama; sadece Miyake değil tüm Meiji muhafazakârları kültür, milliyetçilik ve

Asya arasında bağı Japonya üzerinden kurarak bu söyleme zemin hazırlıyorlardı.667

663
K. Pyle, “Meiji Conservatism” Modern Japanese..., s, 143.
664
D. Ham, Age., s, 102.
665
Age., s, 103.
666
Miyake’ye göre tam anlamıyla Sarı Irktan ve büyük Moğol ırkından gelmek anlamına geliyordu. Age., ss, 103-
104. Coğrafi determinizmi benimseyen Shiga’ya göre ise Asya coğrafyasının bir parçası olmayı anlatıyordu. Age.,
s, 106.
667
Kuga Katsumoro şöyle yazacaktı:

Vatanseverliğimiz şu ayrıma dayanır: ‘biz’ ve ‘onlar’. Bu ayrımdan milliyetçilik


doğar. Milliyetçilik özgün kültürün korunmasının en önemli faktörü olarak ortaya
çıkar. Eğer ki bir devlet diğer bir devletin kültüründen çokca etkileniyorsa, kendine
180
1880 sonrası milliyetçilik, en azından kültürel milliyetçilik Japon entelijensiasının

kullandığı bir söylem olmakla ve Asya kurgusunu etkilemekle birlikte, Japonya’nın ideal

görevinin üç amacı terk edilmiş değildi: Asya’yı kurtarmak, Japonya’yı kurtarmak, Batı’yı

kurtarmak.

Asya’daki kültürel birlik aracılığıyla bu üç misyonun da gerçekleşebileceğini söyleyen

en önemli isim sanat uzmanı Okukara Tenshin668 olmuştu. Okukara’nın Asya birliği söylemi,

ilk bakışta iki açıdan önemliydi: 1)- Hem 1860-1870’lerdeki Aydınlanmacı hareket, hem de

1870-1880’lerdeki Halkçı Sağ (Popular Right/ People’s Right) hareket669; Batı

demokrasilerinin erdem ve değerlerinin benimsenmesi gerektiğini vurgularken Japonya’nın

Asya ile olan kültürel birliğini, Batılılaşma önünde bir engel olarak görüyorlardı.670 Okakura bu

engelin/olumsuzluğun, aslında bir olumluluk olduğunu iddia eden ilk isimlerdendi.671 2)-

özgü niteliğini yitirir. Emin olun bağımsızlığını da yitirir. Age., s, 107; K. Pyle, New
Generations..., s,75; K. Pyle, “Meiji Conservatism”..., s, 111.
668
Okakura Kakuzo (1863–1913) yazarken kendisi için seçtiği isim Okakura Tenshin) Japonya’da sanatın
gelişmesine katkıda bulunmuş akademisyen. Özellikle Çay Kitabı(1906) ile tanınmaktadır. Diğer kitapları:
Doğu’nun İdealleri (1903) ve Japonya’nın Uyanışı’dır (1904). Ayrıca Tokyo Güzel Sanatlar Akademisi ve
Japonya Güzel Sanatlar Enstitüsü’nün kurucularındandır. 1904 yılında Boston Güzel Sanatlar Müzesine davet
edilmiş, 1910 yılında da Müzenin Asya Bölümü başkanı olmuştur. Yaşamı pek çok yönden Tagore’unkini
hatırlatır. Gerçi ailesi Tagore ailesi kadar etkili değildir ama Okakura’da Batı ile temasın sonucunda yeni gelişen
bir kantte Yokohama’da büyümüş, temel olarak İngiliz kültürünü almış ve beraber çalışacağı Ernest Fenollosa ile
Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’ndeki eğitimi esnasında tanışmıştı. Yaşamı Asya ve Batı kültürleri arasında bir
bölünme içersinde geçti. Eserlerini İngilizce kaleme aldı, Hindistan, Avrupa ve Amerika’ya düzenlediği geziler
esnasında Doğu ve Japon kültürünün özel konumuyla ilişkili dersler verdi. Buna rağmen (Pan) Asyacılık
Japonya’da resmi bir ideoloji haline gelmeden önce, ülkesinde eserleri kitleler tarafından bilinmiyordu. F.G.
Notehelfer, “On Idealism and Realism in the Thought of Okakura Tenshin” Journal of Japanese Studies, 16/2,
1990, ss, 309-327.
669
Halkçı Sağ yönelim bir nevi halkçı-milliyetçi hareket olarak görülebilir. Çünkü Taisho Demokrasisi döneminde
(1912–1926), bu hareket bürokrasi, siyaset ve kapitalist sınıfı suçlayan, toplumsalcılığı, Japonculuğu ve etnik
milliyetçiliği yücelten bir hal almıştır. K. M. Doak, “What is A Nation...”, s, 283. Genel hatlarıyla bu yönelimi
liberal demokrasi, doğal hak teorisi ve sosyalizmle birlikte ele almak mümkündür. Ulusun, hükümetin ve
imparatorun en nihayetinde tüm halka ait kurumlar olduğunu savunur. Yine de bu yönelimin en öngütlü biçimini
Meiji döneminde bulmak mümkündür: Halkın Hakları ve Özgürlük Hareketi’nin önde gelen üyeleri arasında
Fukuzawa Yukichi (1835–1901), Itagaki Taisuke (1837–1927), Ueki Emori (1857–1892), Oi Kentaro (1843-1922)
ve Nakano Seigo (1886-1919) sayılabilir. Ayrıntı için bkz. Brian J. McVeigh, Age., ss, 148-153.
670
Bu konuda Tarui Tokichi ve Uchimura Kanzo (1861–1930) görüşlerine bakılabilir. C. Aydın, Age., s, 59;
Uchimura için Hirakawa Sukehiro, “Japan’s Turn to the West” Modern Japanese..., ss, 90-91.
671
Elbette Okakura bu konuda yalnız değildi. Özellikle erken Meiji dönemi Muhafazakârları örneğin Nishimura
Shigeki ve Motoda Eifu, Konfiçyüsçü değerlerin, geçmişin erdemlerinin ve güzellik anlayışının toplumsal ve
181
Okakura bu olumluluğun ancak Batı ile ilişki içerisinde anlam kazanacağı üzerinde

duruyordu.672 Yani Okakura, baştan itibaren bir sentez, bir ortak yaşam alanı öneriyordu:

...İnsanlık çoktan bir çay bardağında buluştu. Buna inanır mıydınız?


Evrensel değerlere hükmeden yegâne Asyalı seromonidir [çay
seromonisi]. Beyaz adam bizim din ve ahlakımızı bir kenara bıraktı
ama hiçbir tereddüt belirtisi olmadan bu kahverengi sıvıyı
benimsedi.673

Eski Asya birliğini canladırmak bizim görevimizdir... Batı toplumunun


üzücü hali, bizi Hindistan dininde ve Çin ahlakında bir çözüm
aramaya itti. Ki Avrupa da bunu yapıyor. Alman felsefesi ve Rus
ruhaniyatçılığı, bu ulusları tekrar keşfetmemizde bize yardımcı
oluyorlar.674

Batı’nın keşfettiği, Doğu’nun tekrar bulduğu çay, ya da çayın gücü bir semboldü

elbette. Şunu işaret ediyordu: Dönülmesi ve canlandırılması gereken kültürel alan öncelikle

Asya’nın ortak kültürüydü. Bunun dışında evrensellik iddiası manasız olduğu gibi, bireysel/

ulusal kültürel kimliklerden de bahsetmek mümkün değildi.675

siyasal açıdan ne kadar etkili olduklarını çoktan söylemişlerdi. Ayrıntı için bkz. K. Pyle, “Meiji
Conservativism”..., ss, 106-112. Ancak dönem muhafazakârlarının tüm Asya halklarının ortak bir kültürü
paylaştıklarını kanıtlamak gibi bir amaçları yoktu. D. Ham, Age., s, 27. Amaçları sadece Pyle’ın ifade ettiği gibi:

“İlişkilerini kestikleri kültürel mirasla bağları yeniden tesis etmeye çalışıyorlardı. Modernleşme
adına kurban etmeyecekleri ve tüm dünyanın saygı göstereceği bir şeyi ulusal geleneklerinde
arayarak, Japon geleneğini yeniden makbul hale getirmeye çalışıyorlardı. Bu gelenekte
aradıkları; [Japonya’nın] benzersizliğine işaret eden ve bu şekilde Batılılarla eşit olmalarını
sağlayacak bir şeydi.”

K. Pyle, The New Generation..., s, 55. Hatta Seikyosha yazarlarındaki ortak eğilim, Asya ile paylaştıkları Buddizm
ya da Konfiçyüsçülük yerine, geleneğin yeninden canlandırılması esnasında Shinto inancına dönüp bakmaktı;
çünkü Çin’in Konfiçyüsçü geleneği gibi büyük tarihi bir geçmiş Japon entelijensiasının elinde değildi. Peter Duus-
Irwin Scheiner, “Socialism, Liberalism and Marxism, 1901-1931” Modern Japanese..., ss, 147-148.
672
Bu inancı sembolik bir biçimde Okakura yaşamına da taşımıştı. Örneğin 1886 yılında Avrupa ve Amerika’ya
yaptığı geziler esnasında sürekli geleneksel Japon kıyafetleri olan haori ve hakama giymişti. Meiji
Aydınlanmacılığına tamamen ters bir imaj çiziyordu ilk bakışta. Oysa Okakura’ya göre bu geleneğe dönüş
mümkün olmaktaydı çünkü kendisi aynı zamanda Batı bilgisine sahipti. Oğluna şöyle yazacaktı: “Avrupa’ya
yaptığım ilk gezide çoğunlukla Kimono giydim. Sana da tavsiyem, eğer İngilizce’nin yeterli derecede iyi olduğunu
düşünüyorsan bu şekilde giyinmendir. Fakat çat-pat İngilizce konuşuyordsan, asla Japon kostümü giyme.” F.G.
Notehelfer, “On Idealism and Realism...” s, 327.
673
O. Kakuza, The Book of Tea..., s, 10.
674
O. Kakuza, The Ideal of East... s, 97.
675
Örneğin Okakura şöyle yazacaktı:

182
Elbette Okakura’nın düşünceleri tamamiyle milliyetçi bir içerikten muaf görülemez.

Çin-Japon savaşının sonucunu etkileyen Üçlü Müdahaleye676 duyulan öfkeyi, Okakura da

paylaşıyordu. Japon entelijensiası Müdahaleyi izleyen dönemde sadece uluslararası toplumu

Batı’nın kurbanı olmuş Asya ve kurban eden, vahşi Batı olarak ikiye ayırmıyordu.677 Aynı

zamanda tıpkı Hindistan’da gördüğümüz gibi, Batıyı da ikiye ayırıyordu. Bir yanda dost Batı;

İngiltere ve ABD. Diğer yanda düşman batı; Rusya. Örneğin dönemin etkili dergilerinden

Taiyo’da çıkan bir makale Çin’in parçalanmasında işbirliği yapan Almanya, Fransa ve

Rusya’yı kınıyor; bunun yerine Çin’i korumak için Japonya’nın İngiltere ve Birleşik

Devletler’le ittifak kurmasını istiyordu.678 Bu hâkim bakış, Japonya’ya “aşkın”, Asya’yı tüm

farklılıklarıyla kapsayan679 ama Batı’ya da ulaşan bir rol biçmek isteyen680 Okakura’nın aşkın

milliyetçiliğine de uygundu.

Aşkınlık fikri, Okakura ve Fenolossa’nın Hegelci anlayışta buldukları bir fikirdi. Benzer

şekilde, düşünürler Hegel’de madde ve ruh arasındaki diyalektik ilişkiyi buldular. Tin’in

(idealin) zaferiyle sonuçlanan bir ilişki. Bu noktada Okukara’nın söylediği iki önemli şey vardı;

1)- Doğu ve Batı coğrafi (maddesel) olduğu kadar ve belki de bu yüzden birbirinden ayrı/farklı

“ [Asyalı] geleneğinden kopmuş Hindistan için, kendi milli [idealinin] esası olan
dini yararsızlaşır, sadece yeni ve hatalı olan bir araca tapınma haline gelir.
Manevi/ahlaki medeniyet yerine materyal/maddi medeniyetin sorunlarıyla boğuşan
Çin şu gerçeği görmenin büyük ıstırabı içerisinde kıvranmakta: kadim onur ve etik
Çin’in tüccarlarını güvenilir, köylülerini zengin yapmıştı. [Asyalılığından
uzaklaşmış] Japonya ruhani aynasının kendisine gösterdiği bütünlük ve saflığa
ihanet eder... Öyleyse bugün Asya’nın görevi Asyalı değer ve eylem biçimlerini
korumak ve yeniden canlandırmaktır.” Aktaran D. Ham, Age., s, 32.
676
Bkz dip not 462.
677
Sembolik olarak çiçek toplayıcılığı üzerinden verilen kurban eden ve koruyan ayrımı için bkz. O. Kakuza, The
Book of Tea..., ss, 92-93.
678
Aktaran D. Ham., Age., ss, 60-61.
679
Okakura şöyle yazıyordu: “Eğer Asya bir bütün olursa, Asyalı tüm halklar güçlü bir ağa benzeyecekler...Arap
savaşçılığı, Farsi şiirler, Çin’in ahlaki öğretileri ve Hint düşüncesi hepsi biraraya gelip tek bir perdeden
konuşacak. Kadim Asya Barışı’nı dillendirecekler. İçinde farklı bölgelerin, farklı özelliklerin serpildiği Asya’yı...”
O. Kakuza, The Ideals of East..., s, 3; D. Ham, Age., s, 109.
680
R. Bharucha, Agm., s,153; A. Iriye, Cultural Internationalism..., s,47.

183
idealleri temsil ediyorlardı. Akdeniz ve Baltık Denizi’nin zorlu coğrafyasından militarizme,

korsanlığa, acımasızlığa dayanan Avrupa medeniyeti ortaya çıkmıştı. Karasal Asya’nın ziraat

toplumuna dayanan gerçekliğinden ise barışçıl, işbirlikçi, sakin Asya medeniyeti doğmuştu.681

2)- Doğu, tıpkı Batı gibi, birbirinden farklı idealleri içermekteydi: Hindistan’ın manevi

değerleri, bireysel ahlakı ve Çin’in insani değerleri, komuniter ahlakı, vb. Bu değerler

Japonya’da bir araya gelmiş ve Japonya “[Doğu’nun idealini], karmaşıklık/çoğulculuk

içerisindeki birliği gerçekleştirmişti.”682 Tagore’un Hindistan’ı övdüğü gibi, Okakura’nın da

övdüğü, Japonya’nın “Hint-Tatar ırkı” yani Asya’lı karmasıdır. Bu karma “Japon

kahramanlığı” sayesinde yabancılar tarafından fethedilmemiş, günümüze kadar korunmuştu.683

Japonya Asya medeniyetinin müzesidir, hatta müzeden de ötedir.


[Japon] ırkının kendine özgü dehası sayesinde geçmişin ideallerinin
tüm safhaları Adwaitizm’in* yaşayan ruhuna nakşedilmiştir. O ruh ki
kadim olanı yitirmeden yeni olanı kucaklar. 684

Ancak Japonya’nın Asya müzesi haline dönüşmesi, Japonya’nın Hegel’in Mısırı olması

demek değildir. Okakura’nın Asya kurgusu, Doğu’da bir çeşit işbölümüne dayanıyordu: Çin’in

ve Hindistan’ın fikir ve değerleri, Japonya’nın kaderiyle birleştiriliyor; Japonya Asya’nın sesi,

temsilcisi oluyordu.685 Yani Asya idealini, Asya ruhunu, Japonya temsil ediyordu. Dolayısıyla

681
F.G. Notehelfer, “On Idealism and Realism...” s, 339.
682
O. Kakuza, The Ideals of East..., s,4.
683
F.G. Notehelfer, “On Idealism and Realism...” s, 332.
*
Adwaita: Sanskritçe “bir ve yegâne”. Adwaitizm’i, Okakura şöyle tanımlar: “Adwaita kelimesi ikilik olmama
anlamına gelir. Büyük Hindistan doktrinine dayanır ve çoklu olan herşeyin aslında bir olduğunu anlatır...Sonuçta
tüm kainat en küçük detayda bile görünür. Ve herşey eşit derecede değerlidir.” O. Kakuza, The Ideals of East..., s,
102.
684
O. Kakuza, The Ideals of East..., s,3.
685
Koto Yoko, “Pan-Asianism and National Reorganization: Japanese Perceptions of China and United States,
1914-1919” Pan Asianism in Modern..., s, 67; F.G. Notehelfer, “On Idealism and Realism...” s, 332.
184
Okukura’nın düşüncelerini de686, eylemlerini de687 milliyetçi olarak değerlendirmek

mümkündür.

Ancak Okakura, düşüncelerini Doğu/Japon sanatı ile Batı sanatını karşılaştırarak, sanat

üzerinden kurduğu bir çeşit sembolizmle sağlıyordu ve basit/saldırgan bir milliyetçiliği

(örneğin Japonya’nın Asya Federasyonunun lideri olmasını) savunmuyordu.688 Düşünüre göre

Batı sanatı maddeseldi, yani maddenin olabilecek en iyi biçimiyle taklidine dayanıyordu. Doğu

sanatının özelliği ise maddenin değil, maddenin ruhunun yansıtılmasıydı.689 Dolayısıyla

Okakura’ya göre ideal ve gerçek her zaman bir olasılıktı.690 Okakura’nın düşüncesindeki

Avrupa da,691 Asya da, Japonya da birer olasılıktı. Önemli olan, yani gerçek özgürlük ise692, bu

olasılığın güvenliğinin tehlike karşısında her ne pahasına olursa olsun sağlanmasıydı.693

Asya’nın/Japonya’nın kendini gerçekleştirme olasılığı önündeki en büyük tehlike/engel

Avrupa kolonyalizmi, yani Beyaz Felaket’tir.694

Asya’da Avrupa’nın ilerlemesi sadece Doğu’nun barbar ya da kaba


görüneceği toplumsal idealin dayatılması anlamına gelmez. Ayrıca

686
R. Bharucha, Agm., s,153.
687
B. J. McVeigh, Age., ss, 169-171.
688
P. Duara, Sovereignty and Authenticity..., s, 97.
689
O. Kakuza, The Ideals of East..., s,99; O. Kakuza, The Book of Tea..., s, 77.
690
O. Kakuza, The Book of Tea..., s, 86.
691
Avrupa ile ilgili fikirleri için bkz. K. Pyle, “Meiji Conservativism” Modern Japanese..., s,116; K. Pyle, The
New Generation..., s, 74.
692
Çünkü “Japonya yeniden yapılandı ama henüz özgürlüğüne kavuşamadı.” Kakuza Okakura, The Awaking Of
Japan, Elibron Classics, New York, 2006, s, 180.
693
Okukara, bu noktada Lord Hosokawa’nın hikayesini anlatır. Buna göre Hosokawa çok değerli bir Dharuma
resmine sahiptir. Bir gün resmin bulunduğu bina, samuraylardan birinin dikkatsizliği üzerine alev alır. Samuray,
resmi kurtarmak için cesurca alevlerin içine dalar. Ancak tüm çıkış yolları tıkalıdır. Resimden (olasılık diye
okunabilir) başka bir şey düşünmeyen samuray kılıcını çıkartır ve vücudunda derin bir kesik açar. Resmi yaranın
içine iter. Alevler yatışıp, yangın söndükten sonra yarı yarıya yanmış cesedi içinde hiç zarar görmemiş resmi
bulurlar. Age., s, 82.
694
Kakuza Okakura, The Awaking Of Japan, ss, 95-112.

185
mevcut olan tüm yetki ve hukukun alaşağı edilmesi anlamına gelir.
Batı’nın gemileri sadece medeniyetlerini getirmemişlerdi, aynı
zamanda getirdikleri fetih, manda yönetimi, yasal muhafiyetler, etki
alanları ve şu gerçekti: Şarklı’nın adı dejenere ve köleyle aynı
oluncaya kadar Doğu’dan ayrılmak yok! 695

Batı’nın Doğu’ya gelişi felakettir çünkü Avrupa, “Asya’ya “fabrikalarında savaşı

çoktan ilan etmiş” bir biçimde geliyordu.696 Okakura’nın düşünceleri bu noktada bir ikilem

barındırır: Bir yandan Asya ve Batı medeniyeti arasında pek çok ortak nokta olduğunu, yani

Japonya’nın Batı’dan aldıklarıyla kendi restorasyonunu sağladığını iddia eder.697 Diğer yandan,

Batılılara karşı yapılacak yaklaşan savaşta kılıçlara sarılınılması gerektiğini söyler.698 Çünkü

savaş, Avrupa iktisadi ve sosyal sisteminin bir aracı ve sonucudur. Asya birliğini kaybettiği

için,699 Avrupa’ya direnememiştir. Ama aynı zamanda Asya’nın birliğiyle ilgili –en azından

Japonya’nın- uyanışı Avrupa’nın toplumsal/ekonomik ve siyasal güçleriyle yani savaşla

karşılaşması sayesinde olmuştur. Gerçeğin dayattığı erdem, bu nedenle meşru-müdafadır.

Böylelikle Okakura’nın önermiş olduğu bölgesel kimlik kurgusunda, Asya bir bütünün organik

parçası olmaktan çıkar, Kore, Mançurya ve Sarı Nehir’de somutlandığı şekliyle müdafa alanı

haline gelir.700

695
Age., ss, 99-100.
696
Age. s, 104.
697
Age., s, 195.
698
F.G. Notehelfer, “On Idealism and Realism...” s, 340.

“Silahlanın! Jhoi! Jhoi! Barbarları kovun!...ulusal bilincimizde yaşayan bu tarihi


ruh, birlik fikriyle açığa çıkacak bu anın gelmesini bekliyor. Biz [Asyalı’lar] bir
bütün olacağız ve Asya’nın karanlık gecesi Doğan Güneşin önünden sonsuza dek
çekilecek.” Kakuza Okakura, The Awaking Of Japan, s, 112. “Bizim gerçek
dostumuz hala kılıçlarımızdır.” Age., s, 223.
699
Bu konuda Okakura Moğol işgalini suçlar. Age., ss, 10-21.Benzer şekilde Moğol-karşıtı tavır Hindistan’da da
vardır. Tagore da Okakura da Moğol Barışı altında sağlanan siyasal süreci görmek istemez. Her iki düşünür için de
önemli olan Moğol öncesi dönemde yaşandığı varsayılan Asya’daki kültürel birlik dönemidir. Kültürün (toplumsal
sistemin) siyasal eylemden önce geldiği her fırsatta tekrarlanır. Japonya’da Moğol karşıtı söylemin bir nedeni de
özellikle 1898 sonrası gelişen Rus karşıtı hissiyattır. Age., s,222.
700
Age. s, 208.

186
Tıpkı Miyake Setsurei’nin dediği gibi, Asya’da lider olabilmek için medeniyetin

ruhuyla (bunmei no seishin) barbar eylemi (yaban no shintai) birleştirmek gerekiyordu.701

Okakura’nın düşünceleri incelendiğinde Asya kurgusu içerisindeki bu değişimi

idealizmden realizme yöneliş olarak değerlendirme eğilimi vardır. Oysa Asya kurgusunda,

Okakura; realizm ve idealizmi birleştirmeye çalışır. Aslında Asya’nın bir savunma alanına

dönüşmesi, Japonya’nın, Batı’nın uyguladığı deniz politikası yerine kıtasal/karasal bir politika

izlediğini göstermektedir. Bu politikanın iki sonucu olabilir. Ya Batı, Asya’dan barışı öğrenir

ve gerçek evrensel Asya kurgusuna ulaşılır.702 Ya da Japonya ve Çin aniden, Sarı Tehlike

olmaya karar verirler.

Sarı Tehlike çığlıkları Çinliler için ironiktir, çünkü onlar geleneksel


olarak direniş-yok politikası izlerler. Bu durum şu anda Beyaz
Felaket’in altında çile çekerken bile böyledir. Yine uzun bir süre
boyunca ve gönüllü olarak Dünya [siyasasından] izole olmayı tercih
etmiş Japonya için Sarı Tehlike anlamsızdır. Fakat belki de değişen
modern şartlar nedeniyle Japonya ve Çin’in aniden göçebe
[Moğollara] özgü bir içgüdü geliştirip, yıkıma sebebiyet
vermeyeceklerini söylemek için hiçbir neden yok.703

Bu tehdit, Okukara’nın aslında bir birine rakip iki Asya kurgusunu (Kültürel Bütün

olarak Asya ve Bölge/Savunma Hattı olarak Asya) aynı anda savunduğunu, hatta bunların

rekâbetini her iki kurguyu tamamlamak, tek bir anlatı ortaya çıkartmak için kullandığını

gösterir.

Zaten Meiji dönemi Asya kurgusunun şekillendiği diğer bir söylem birbiri içine geçen

ırk birliği ve siyasi birlik söylemleri olacaktır. Elbette bu söylemlerin hedefleri: Kore, Tayvan

701
D. Ham, Age., s, 203.
702
“Doğu’nun üzerindeki gece... artık kalktı üzerimizden. Ama Dünya hala insanlığın çamuruyla kaplı. Avrupa
bize savaşı öğretti. Acaba bir gün barışın anlamını öğrenebilecek mi?” Age. s, 223.
703
Age., ss, 220-221. Aynı eğilimi 1900’lerde Rus entelijensia’sı arasında da görmek mümkündür.

187
ve en önemlisi Çin’di.704 “Kendimizi ne Japon ne Çinli sayıyoruz, sadece Asya’nın canlanışı

için yollar düşünüyoruz.”705 Sadece sarı ırka değil ortak kader anlayışına dayalı açıklamalar

Asya kurgusunu şekillendiriyordu:

Şark ile Garp arasındaki düşmanlık Asya ırkının (Ajia jinshu)


bekasıyla ilgilidir. Bu sadece Hindistan’ın meselesi değildir, Çin’in
meselesi değildir, İran’ın ya da Japonya’nın meselesi değildir. Tüm
Asya ulusları bugün aynı gemideler.706

Elbette bu söylemler kültürel birlik söylemleriyle paralellik gösterir. Ama arada çok

önemli bir farklılık da vardı. Kültürel birlik söylemi Japonya’nın içiyle ve Asyalılığıyla

ilgileniyordu. Asya kurgusu Japon örneği üzerinden, içe dönülerek inşa ediliyordu. Tabi, bu

söylem değerler ve kültür üzerinden yürüdüğü için, Orta Doğu ve Hindistan’a kadar uzanan

geniş bir alana sesleniyordu. Oysa ırk birliği ve siyasal birlik söylemleri, diğer Asya uluslarının

içinde bulunduğu durum ile ilgiliydi. Bu açıdan olaya yaklaştıkları için çok daha doğrudan bir

Batı tehdidi tanımlaması getiriyor ve bu tehdide karşı Asya birliğinin (aslında Doğu Asya

birliğinin) korunarak, ancak Japonya’nın güvenliğinin sağlanabileceğini iddia ediyorlardı.707

Bu tür Meiji Asyacılığının ilk temsilcileri, aynı zamanda Halkçı Sağ hareketin de

liderlerinden olan Ueki Emori ve Nakae Chomin’in708 Asya İşbirliği (Ajia rentai) görüşüydü.

704
Örneğin Iwakura Tamomi şöyle yazacaktı: “İmparatorluğumuzun Çinle olan ilişkisi şu deyimdeki gibidir:
shinshi (dudaklar ve dişler gibi). [Rusya’nın Çin politikaları nedeniyle] dudaklarını kaybetmiş dişler gibi
kalacağız diye çok endişelndik. Dolayısıyla Çin’le yakınlık ve dostluk geliştirmek için... herşeyi yapmalı,
birbirimizi sanki bir kuşun iki kanadıymışız... gibi desteklemeliyiz.” Aktaran D. Ham, Age., s, 34.
705
Ajia Kyokai’nin başkanı Suehiro Tetcho’nun sözlerini aktaran Kuroki Morifumi, “The Asianism of the Koa-Kai
and the Ajiya Kroki; Reconsidering the Ambiguity of the Asianism” Pan-Asianism in the.... s, 46.
706
Itagaki Taisuke’nin sözlerini aktaran S. Saaler, “Pan-Asianism in Modern Japanese...” Pan-Asianism in the.... s,
11.
707
Örneğin Çin, Kore ve Japonya’dan diplomatların ve entelektüelerin katılımı ile çıkan Koakai Hokoku
dergisinde savunulan fikirler şöyle sıralanabilirdi: 1)- Asya’nın coğrafi olarak bütünlüğü (shinshi hosha), 2)-
kültürel ve ırksal olarak Asya halkları arasında ortak bağların varlığı; 3)- Batı’ya karşı durmak, bağımsızlığa
ulaşmak ve refahı arttırmak için Asya’da işbirliğinin gerekliliği. Age., s, 43.
708
Ayrıntı için bkz. Bob Tadashi Wakabayashi, “Introduction” Modern Japanese, ss, 7-8; 10-11. Ayrıca, Asya’da
işbirliği söylemine, Asya’da siysal birlik söylemine Halkçı Sağ Hareket, Batıcılardan daha yakın duruyordu. Bu
nedenle Asya ile ilgili tartışmalar genelde Halkçı Sağ Hareket’le özdeşleşmiş dergi ve gazetelerde (choya shinbun,
Yubin hochi shinbun, Kinji hyoron gibi) yayınlanmaktaydı. D. Ham, Age., s, 120.
188
Bu görüş Asya uluslararı (Japonya, Çin, Kore) arasındaki farklılıkları önemsizleştiriyor ve

ortak düşmana karşı bir araya gelmenin önemi vurgulanıyordu:

...Dünya’daki olayların gidişatını gözlemlediğimizde Doğulular


arasında bir ittifak kurmamız gerektiğni anlarız. Eğer biri Doğu’yu
kurtarmak istiyorsa, önce Çin’le müttefik olmak zorundadır. Eğer
Çin’le ittifak kurmak istiyorsanız onunla ilişki geliştirmek için her
yolu denemeye hazır olmalı ve bu ulusa karşı kıskançlık duygusundan
arınmalısınız.709

Takeuchi Yoshimi’ye göre gerçek (eşitlikçi) Asyacılığın temsilcisi olan Tarui Tokichi

(1850–1922)710, Asya işbirliği fikrini görünür bir hale sokmak amacıyla Büyük Doğu Birliği

Önerisini (Daito Gappo-ron) 1880’lerin başında kaleme almıştı.711 Tokichi’nin önerdiği

tarafların (Kore ve Japonya’nın) eşit söz sahibi olduğu bir Asya Federal devletiydi. Bu devletin

yansıtacağı sadece ideal bir siyasal yapı değildi. Bunun dışında, bu olası devlet, Asya’nın

Batı’ya karşı yegâne üstünlük alanı olan demografik üstünlüğün712 bir yansıması, “bir tür sarı

kuvvetler birliğinin” yansıması olacaktı. Sadece Oa Azusa (1852–1886) gibi Halkçı Sağ

eğilimden gelenler değil, Fukuzawa Yukichi gibi Batıcılar da bu tür bir kuvvetler birliğini

gerekli görüyorlardı çünkü kültürel Asya birliği düşünürlerinden farklı olarak tehdidi

somut/askeri verilerle tanımlamak gereğini duyuyorlardı. Buna göre Batı tehlikesi, bütüncüldü

ve Asya’da ulusal kuvvetle bu tehlikeye karşı koymak mümkün görünmüyordu.

709
D. Ham, Age., s,116.
710
Miwa Kimitata, “Pan Asianism in Modern Japan” Pan-Asianism in..., s, 25.
711
Tarui, tıpkı Oi Kentaro ve Miyazaki Toten gibi liberal Asyacı olarak da bilinir. C. Aydın, Age., s,56. Ayrıca
Liberal Parti (Jiyuto)’nin radikal kanadına mensuptur. 1882’de Asyacı fikirleri yaymak için Doğu Toplum Partisi
(Toyo shakaito)’ni kurmuştu. 1882’de tutuklandığında Büyük Doğu Birliği Önerisi’nin el yazmaları kaybolmuş,
ancak 1893’de tekrar basılabilmişti. Basıldıktan sonra da tüm Asyacı çevreleri etkilemişti. S. Saaler, “Pan-
Asianism in Modern Japanese...” Pan-Asianism in the.... s, 5.
712
D. Ham, Age., s,116, C. Aydın, Age., s, 56.

189
Asya’da bütüncül Batı tehlikesini ele alan diğer bir hareket Koakai/Ajiya Koakai

Cemiyeti’ydi.713 Cemiyetin fikirleri Asya’nın Canlanışı düşüncesinin (koaron ya da koashugi)

de temsilciliğini yapıyordu. Cemiyet üyeleri, Asya ulus ve toplumlarının bir çeşit çöküş

yaşadığını iddia ediyorlardı. Bunun sonucunda İngiltere Hindistan’ı, Rusya Manchuria’yı

almıştı. Bu yüzden Batı’nın askeri gücüne direnebilecek Asya birliğini gerçekleştirmeden önce

Asya’nın değerlerinin canlandırılması gerekmekteydi. Kısaca, askeri olarak Asya’nın bir

savunma hattı olarak görülmesinden ziyade, Cemiyet’in görüşlerinde Asya’nın iktisadi, siyasi

ve kültürel açıdan yeniden yapılanması üzerinde duruluyordu. Cemiyetin ilk başkan yardımcısı

Watanabe Hiromoto (1847–1901) bu bakış açısını şu şekilde özetliyordu: “Asya ulusları

arasında dostluğu geliştirmek, ve her bir ulusu diğerinin içinde bulunduğu durumdan haberdar

ederek sorunlarını çözmeye çalışmak [amacımızdır.]”714 Bu daha sonra Sone Toshitora’nın

sedo (adaletin yolu) dediği politikaydı.

Bu siyasa, Cemiyet üyeleri tarafından Batı emperyalizminin karşıtı olarak görülse de,715

siyasanın amaçları, sınırlı ve ılımlı politikalara dönüşmek zorunda kaldı. Çin ile savaşa giden

yolda dostluk ve işbirliğinden bahsedilmesi; Meiji Japonya’sında da, Çinli üyeler arasında da

samimiyetle karşılanmıyordu. Keza, Kimitada’nın belirtiği gibi Kore sorunu, Asya İşbirliği ya

da Asya Canlanışı’nı öneren fikirler dğrultusunda değil, Batı tarzı anlaşmalar yoluyla

çözülmüştü.716 Bu sorunların yanında daha ciddi bir sorun da vardı. Koakai’nin getirdiği Asya

713
Koakai Cemiyetinin kurulduğu ve faaliyet gösterdiği dönem Japonya’nın Asya politikalara bakımından kritik
bir dönemdir.1874 yılında Meiji Hükümeti Ryukyu Adalarının güvenliğini sağlamak ve onların Japon topraklarına
dahil olduğunu göstermek için Tayvan’a birliklerini yollamıştı. 1875’de Ganghwa Adası krizi meydana geldi.
Japonya, krizin sonunda Kore ile kapitülasyonları hatırlatan bir anlaşma imzaladı. Japonya’ya Ada üzerinde yasal
ve mali muhafiyet tanındı. Tüm bu gelişmeler Çin ve Japonya’yı 1894’de sonuçlanacağı üzere savaşın eşiğine
getirmişti. 1884 Aralık ayında Kore’deki meşru hükümete karşı Kim Ok-kyun liderliğinde bir ayaklanma başladı.
Kim’i Japonya yanlıları destekliyordu. Ayaklanma ancak Çin’in askeri müdahalesi sonrasında bastırılabilmişti.
714
D. Ham, Age., ss, 123-124.
715
K. Morifumi, “The Asianism of the Koa-kai and the Aija Kyokai” Pan-Asianism...,s, 48.
716
Miwa Kimitata, “Pan Asianism in Modern Japan” Pan-Asianism in..., s, 25.

190
kurgusu iki farklı bölgeseleşme nosyonuna, buna bağlı olarak iki farklı milliyetçilik anlayışına

sahipti. Watanabe’ye göre, Asya’nın canlanışı ve Asya’da işbirliği hiyerarşik bir vizyon

içerisinde gerçekleşecekti. Japonya, bu hiyerarşinin tepesinde olacak, Asya bölgeselleşmesi

onun liderliğinde vücuda gelecekti. Buna karşın, örneğin Azuma Heiji gibi iktidara daha uzak

olan Cemiyet üyeleri, Asya’da hiyerarşik değil eşitliğe dayalı bir bölgesel yapılanma ön

görüyorlardı.717 Tüm bu nedenlerle, Koakai/ Ajia Koakai, tıpkı 1884’de Shanghai’da kurulan

Doğu Okulu (Toyo gakkan) gibi kültürel faaliyetlerle sınırlı kaldı, siyasal alana geçemedi.

1890’larda Asya Canlanışı fikirlerini benimseyen yeni bir kuşak ortaya çıktı.

Kendilerine shishi (kahraman/vatansever) denilen bu kuşağın en önemli özelliği, sadece eylemi

savunmamaları, Asya ülkelerine bizzat giderek Japonya’nın etkisini yaymaya çalışan

eylemcilerden olmalarıydı. Özelikle “çin eylemcisi” olarak bilinen718 Miyazaki Toten (1871–

1922) örneğin, kendisini Çin devriminin gerçekleşmesine adamıştı. Sun-Yat Sen’le yaptığı

görüşmeler sonrasında eğer bir gün Çin düşerse, tüm Doğu Asya’nın düşeceğini yazacaktı.719

Miyazaki’nin önemi Asya kurgusu içerisine devrimci değişimi eklemesidir. Zaten Asya kimlik

kurgusu, Meiji dönemi entelijensiası için büyük oranda “tamamlanmamış” bir kurguydu.

Japonya’nın içinde, ya da “Doğuda” gerçekleşecek değişim/reform ya da devrimlere bağlı

olarak bu kurgu ortaya çıkacaktı.720 Ama, Asyacı söylemi benimseyen entelijensia aynı

717
K. Morifumi, “The Asianism of the Koa-kai and the Aija Kyokai” Pan-Asianism...,s, 50. Bu ilk ayrım
Japonya’da Asyacı hareketin incelenmesi esnasında tekrar tekrar gündeme gelmiştir. Örneğin bu hiyeraşik-eşitlikçi
karşıtlığı içerisinde Hatsue Ryuhei, Asyacı düşünceyi Toyoma Mitsuru, Uchida Ryohei bir tarafta Miyazaki Toten,
Kayono Chochi diğer yanda kalacak şekilde inceleyecektir. H. Ryuhei, “Pan-Asianism in International Relations”
Pan-Asianism in... s, 229.
718
Miyazaki Toten’in otobiyografisi Eto Shinkichi ve Mauris Jansen’in çevirisi ile yayınlanmıştı: My Thirty-three
Years Dream: The Autobiyografi of Miyazaki Toten, Princeton University Press, Princeton, 1982, aktaran,
Hirakawa Sukehiro, “Japan’s Turn to the West” Modern Japanese..., s, 90.
719
D. Ham, Age., s, 130.
720
S. Saaler, “Pan-Asianism in Modern Japanese...” Pan-Asianism in the.... s, 8. Miyazaki’nin tutumu Asyacı
düşünceyi benimseyen aydınlar arasında gerçekten özeldi. Miyazaki Asya Federasyonu’nun gerçekleşmesi için
Kore ve Tayvan’ın tamamen bağımsız (Japon idaresinden de bağımsız) olması gerektiğini savunuyor ve Japon
kolonyalizmini bütünüyle reddediyordu.
191
zamanda, bu tamamlanmamış kurgunun bilgisine sahip olduklarını düşünüyorlardı. Sadece

muhafazakâr bir yönelim değildi söz konusu olan, Japon ulusal çıkarlarıyla sınırları çizilen

realist bir anlayış söz konusuydu.721

Asya Canlanışı fikrini benimseyen Kanoe Atsumoro (1863–1904) gibi üçüncü kuşak

entelijensiası Asya kurgusuyla bu realist anlayışı birleştirmeyi başarmıştı.722 Konoe, Asya’yı

sarı ırk ile beyaz ırk arasında bir mücadele alanı olarak görüyordu.723 1898 Üçlü Müdahale

sonrası Konoe “Beyaz Tehlike”yi dillendirecek ve Çin’in savunulması amacıyla bir çeşit Asya

Monroe Doktrini (Ajia Monro-shugi) önerecekti.724

Ama, Kanoe’nin savunmacı Asya doktrininde, Çin’i koruyalim fikri (Shina hozen); Batı

ile işbirliğini gündeme getiren yeni bir anlayışa bürünmüştü. Kanoe’nin düşüncelerinde önemli

olan husus şudur: Japon yayılmacılığı Batı ile temasın bir neticesidir. Dolayısıyla “Çin’i

koruyalım” söylemi aslında Çin’in egemenliğinin geçmişteki biçimiyle yeniden canlandırılması

anlamına gelmiyordu. Yani Asya’yı artık Batı olmadan düşünmek mümkün değildi. Çin’in

korunması, daha çok, Çin sorununun; geniş, tüm Asya’nın uluslararası konjonktürünü gözeten

bir çerçevede çözülmesi anlamına geliyordu. Bu noktada Batı ile daha doğrusu dost Batı

(İngiltere ve ABD) ile ittifak, çözümün en önemli parçasıydı. Bu açıdan bakıldığında, Asya

721
Örneğin 1898’de basılan Taiyo dergisi Çin’in toprak bütünlüğünün korunması için üç sebep saymıştı: 1)-
Çin’in parçalanması Japonya’nın güvenliğini tehlikeye düşürecektir; 2)-Çin’de Japonya’nın etki alanı kurması
zorlaşacaktır, 3)- Çin’de Batılıların etkinliğinin artması Asya’da barışı tehlikeye sokacaktır. Age., s, 131.
722
Zaten, Prens Konoe Atsumaro’nun liderliğinde kurulan Doğu Asya Ortak Kültür Cemiyeti (Toa Dobun-kai;
1898) Koakai/Ajia Koakai’den farklı biçimde Çin’in iç işlerine müdahil olmaya adaydı. Bu Cemiyet 1945 yılına
kadar Japonya’da Asya söylemini kullanan en büyük aktivist gruptu. Ve açık bir biçimde Japon yayılmacılığını
yansıtıyordu. Çünkü Boxer Ayaklanması sırasında yayınladığı altı ilkeden son ikisi şu hedeflerden oluşmaktaydı.
“[Eğer Çin’in dağılması engellenemezse] 1)- Kore işgal edilmeliydi; 2)-Çin etki alanlarına bölünürken
Japonya’da pay almalıydı.” Daha sonra Konoe, bu iki hedefi gerçekleştirmek üzere 1900’de Ulusal İttifak
Derneği’ni (Kokumin Domei-kai) kurdu. K. Morifumi, “The Asianism of the Koa-kai and the Aija Kyokai” Pan-
Asianism...,ss, 50-51. Konoe Atsumaro hakkında daha fazla bilgi için bkz M. Jansen, “Konoe Atsumaro” The
Chinese and Japanese: Essays in Political and Cultural Interactions, A. Iriye (der.), Princeton University Press,
Princeton, 1980, ss, 107-123.
723
S. Saaler, “Pan-Asianism in Modern Japanese...” Pan-Asianism in the.... s, 10.
724
Toyo wa toyo no toyo nari (Doğu Doğuluların Doğusudur!), 1898. S. Saaler, “The Construction of Regionalism
in…”, s, 13.

192
kurgusunun ve Asyacı söylemin Batı-karşıtlığını içermediği görülebilir. İçerdiği “bir kısım

Batı” karşıtlığıdır. Örneğin, Kokumin Domei-kai’nin kullandığı Batı karşıtı söylem açık bir

biçimde Rus karşıtıydı.725

Meiji entelijensiasının Asya kurgusunu oluştururken fikirlerini ifade ettiği üçüncü bir

söylem biçimi milliyetçi söylemle yakın ilişki içindeki Asya’da yayılma ve ilerleme

söylemiydi. Bu söylem, aslında 1880’lerden sonra yani Kore ve Çin’e yönelik ilk askeri

harekâtlarla birlikte başlamıştı.726 Ancak bu söylem asıl etkisini 1905 Japon-Rus savaşının

ertesinde duyurmuştu.

1904-1905 Savaşı, tüm Dünya’da Asyalı, sarı ırkın; beyaz, Batılı, modern bir

imparatorluk karşısındaki ilk zaferi olarak yorumlandı; büyük şaşkınlık ve Japonya’ya karşı bir

hayranlık oluşmasına neden oldu.727 1905 sonrası, Mısır’dan, Hindistan’a kadar Asya’da

entelijensia, Batı medeniyeti eleştirilerine; Batı’nın nihayetinde yenileceğine dair Spencer vari

bir ton kattı.728 Bu güven duygusu Japonya’da da mevcuttu. Sadece 1905 Zaferi değil, 1902

İngiliz-Japonya İttifak Anlaşması da Japonya’nın uluslararası politikaya katılabileceğini,

“büyük bir güç” olmaya aday olduğunu gösteriyordu.729 Ayrıca bu savaşla birlikte Japon

entelijensiasının zihnindeki Asya kurgusu, sadece Doğu Asya’yı değil, tüm Doğu’yu

kapsayacak şekilde genişlemiş, İslam Dünyası ile İslam siyasası doğrultusunda (kaikyo seisaku)

725
D. Ham, Age., ss, 131-136.
726
Tabi Japonya’nın Asya’da yayılmasıyla ilgili söylem sadece askeri nitelik taşımıyordu. Olayın ticari, iktisadi ve
göçmenlikle ilişki yönleri de tartışılıyordu. Örneğin 1891 yılında Şark Cemiyeti(Toho kyokai) , 1893 yılında da
Kolonizasyon Cemiyeti (Shokumin kyokai) kurulmuştu. Age., s, 173; K. Pyle, The New Generation..., ss, 156-160.
Bu konuda Tokutomi Soho’nun Büyük Japonya’nın Yayılması Lehine Fikirler (Dai Nihon bocho ron, 1894)
anılmalıdır. “Irkımızı Dünya’nın değişik köşelerine göndermek zorundayız. Oraya yerleşmeli, ticaret yapmalı, ve
bizim etkimizi yaymalılar.” A. Swale, “Tokutomi Soho and The nation State” Nationalism and..., s,77.
727
C. Aydın, Age., ss, 71-78;
728
Ayrıntı için bkz. Gesa Westermann, “Japa’s Victory in the Russo-Japanese War” Rethinking Russo-Japanese
War: Conntenial Perspectives, Rotem Kowner (der.), University of Hawai’s Press, Honolulu, 2006; Imperial
Japan and National Identities in Asia, 1895-1945, N. Li- R. Cribb (der.), Routledge, london, 2003.
729
W.G. Beasley, Japanese Imperialism, 1894-1945, Oxford University Press, Oxford, 1987, ss, 69-85.

193
ilişkiye girinmişti.730 Tüm bu eforya Batı’nın/Avrupa’nın, Doğu’nun “karşıt ötekisi” haline

geldiğini ifade eder gözüküyordu.731 Ancak Kore’yi Tokyo’nun koruması haline getiren Japon

zaferi, İngiliz Barışı’nın Doğu Asya’daki etkisini gözle görülür biçimde artırmıştı. Keza,

Kaneko Kentaro ile 1905 yılında yaptığı görüşme sırasında Japonya’nın Asya’da Monroe

Doktrini’ni732 ilan etmesi gerektiğini söyleyen kişi de Roosevelt’den başkası değildi.733 1918

yılına kadar kaybetmeyeceği Amerikan ve İngiliz desteği ile sonuçlanan Portsmount

Barış’ından sonra, Japon-Kore ilişkilerinin Asya kardeşliğini yansıttığını söylemek de zordu.734

Üstelik Asya’da yayılma ve ilerleme söylemleri bir çeşit “medeniyet emperyalizmi” ile

beraber dillendiriliyordu. Fukuzawa ve Okuma Shigenobu (1838–1922) gibi Batıcılar’ın

meşruiyet zeminin çoktan hazırladıkları bir söylemdi bu: Japonya Doğu’nun İngiltere ve

Amerika’sı olmalıydı.

Japonların görevi Asya uluslarına liderlik etmektir. Japonya bir çeşit


test alanıdır. Yeni bitkileri ekerek deniyoruz. Batı’nın kültür ve dinini
bu ulusun üzerinde denedik, büyüttük, şimdi de altıyüz milyon
Asyalı’ya yayacağız.735

730
Selçuk Esenbel, “Japan and Islam Policy During the 1930’s” Turning Points in Japanese History, Bert Edström
(der.), Routledge, Manchaster, 2002, s, 180; S. Esenbel, “Japan’s Global Claim to Asia and the World of Islam”,
American Historical Review, 109/4, 2004, s, 1168; Japonya’nın zaferiyle ilgili olarak, Osmanlı imparatorluğu’nda
popüler bakışla resmi bakış arasındaki fark için bkz. Selim Deringil, “Ottoman-Japanese Relations in the Late
Nineteenth Century” The Rising Sun and Turkish Crescent, New Perspectives on the History of Japanese and
Turkish Relations, S. Esenbel- Inaba Chiharu (der.), Boğaziçi University Press, İstanbul, 2003, s,46.
731
Sun Ge, “How Does Asia Mean? Part I”..., s, 27.
732
Amerikan Başkanı Monroe’nun 1823 Aralığı’nda Kongre’ye yaptığı konuşma esnasında ilan ettiği Doktrin’in
esas amacı Batı Küre’de Avrupa’nın ilerlemesini engellemekti: “Amerikan kıtaları özgürlük ve bağımsızlık
koşullarını kendileri yaratabilirler. Bu yüzden Avrupa’lı güçlerin gelecekteki kolonizasyon politikalarının
hedefleri olarak görülemezler.” I. Dünya Savaşı sırasında Tokutomi Soho, Asya’nın kaderinin Asyalılar
tarafından belirlenmesi gerektiğini söyleyerek Asya Monroe Doktrini kavramını kullanacaktı. A. Swale,
“Tokutomi Soho and the Nation State” Nationalism..., s,82; S. Saaler, “Pan-Asianism in Modern Japanese...” Pan-
Asianism in the.... s, 7, bkz, s,203.
733
Miwa Kimitata, “Pan Asianism in Modern Japan” Pan-Asianism in..., s, 26.
734
Durum şöyle ifade edilebilirdi: “Japonlara karşı olan memnuniyetsizliğini göstermeyen tek bir Koreli çocuk
bulmak gerçekten zordu. Öte yandan bu güçlü duyguyu Japonlar adeta emiyorlar, Korelilere karşı
[yansıtıyorlardı.]” J.E.Thomas, Age., s, 134.
735
Aktaran D. Ham, Age., s, 197.

194
[Kore’ye]müdahale etme hakkına sahibiz ve müdahale etmeliyiz.
[Çünkü] açlıktan ölüyorlar, haydutlar tarafından yağmalanıyorlar.
Sağduyumuz bize şöyle söylüyor: Mahvın eşiğindeler.736

Bu söyleme uygun olarak giderek Japon entelijensiası savaşın/ güç kullanımının

uluslararası politikanın ve bölgesel sorunların çözümünün en etkili yollu olduğu inancını ifade

eder hale geldiler.737 Zaten 1900’ler, Asya entelijensiasının emperyalizm kuramını, uluslararası

politikayı açıklamak ve bu alana katılmak için kullanmasına şahit oluyordu.738 Keza Tokutomi

Soho, daha 1890’ların sonunda sanayiye dayali ticaretle militarizmin birbirini beslediğini,

Japonya’nın da izlemesi gereken yolun askeri güç ve iktisadi yayılım olduğunu yazmıştı.739

Elbette savaş ve müdahale fikri, Asya İşbirliği ya da Asya Canlanışı düşüncelerini benimseyen

Japon aydınlarınca da savunuluyordu. Ancak bu çerçevede, Oi Kentaro’nun (1843–1922)

Osaka Krizi’nden sonra Kore’ye yapılan müdahaleyi nasıl savunduğu hatırlanırsa;

savaş/müdahale, 1890 öncesi bir tür işbirliği biçimi olarak gösteriliyordu.740 Oysa 1905 sonrası,

açıkça, Asya’da savaş ve Asyalı komşulara müdahale, kısaca Japonya’nın Asya’da ilerleyişi,

bölgede güçler dengesinin bir aracı olarak görülüyordu. Böylece Asya kurgusu içerisinde,

Doğu; Japonya’yı da içine alacak şekilde ahlaki bir sorumluluk alanı olmaktan çıkarak, ulusal

çıkarların hayata geçirildiği bölgesel bir alan haline dönüşüyordu.741

736
Aktaran Age., s, 209.
737
Bkz. Sandra Wilson, “The Discourse of National Greatness in Japan, 1890–1919”, Japanese Studies, 25/1,
2005, ss, 40–42.
738
A. Iriye, “Japan’s Drive to Great Power Status”, The Cambridge History of Japan, Vol 5. M. Jansen (der.),
Cambridge University Press, Cambridge, 1989.
739
A. Swale, “Tokutomi Soho and the Nation State” Nationalism..., s,77. Aslında Tokutomi Soho, militarizm ve
sanayileşmeyi birbirinden ayıran bir gelenekten gelir. Bu konuda, Japon Batılılaşmasını destekleyen düşünceleri
çok önemlidir. Ancak 1890 sonrası Asyacı düşüncelerin etkisi altına girmiştir. Önceki fikirleri için bkz. K. Pyle,
“Meiji Conservatism” Modern Japanese..., ss,103-104, 113, 117.
740
D. Ham, Age., s, 147.
741
Bu sürecin Kore örneği üzerinden nasıl işlediğini görmek için bkz. So Cheap’in 1919’da yazdığı görüşlerini
aktaran Vladimir Tikhonov, “The 1890’s Korean Reformers’ View of Japan- A Menancing Model ?” International
Journal of Asian Studies, 2/1, 2005, s, 68.

195
Bu vizyonun öne çıkan savunucuları Toyama Mitsuru (1855–1944)’nun ruhani başkanı

olduğu Genyosha742 ve Uchida Ryohei (1874–1937) başkanlığındaki Kokuryukai

Cemiyetleriydi.743 Hem Toyoma hem Uchida, Japonya’nın Asya’da bir hegemon haline

gelmesiyle Asya birliğinin, Batı’nın saldırılarından korunacağını iddia ediyorlardı. Bu noktada

oluşturdukları Asya kurgusu, kıtasal yayılmanın bir ön koşuluydu: “Doğu Asya’daki mevcut

durum ve İmparatorluk misyonumuz Doğu’da Batı’nın ilerlemesini engellemek ve Manchuria,

Moğolistan ve Sibirya’yı kapsayan bir politika geliştirmektir.”744

742
Kara Okyanus Cemiyeti (Genyosha); Meiji, Taisho ve Showa Japonya’sında faaliyet göstermiş ultra-milliyetçi,
gizli bir cemiyettir. Koyosha adıyla eski bir samuray olan Hiraoka Kotaro (1851–1906) tarafından kurulmuştu.
Ruhani lider olan Toyoma Mitsuru da samuray kökenliydi. Erken meiji döneminde Cemiyet’in amacı eski feodal
düzenin kurulması ve samuray sınıfına eski itibarlarının geri verilmesiydi. Ancak 1877 Satsuma Ayaklanması
bastırıldıktan sonra Cemiyet Halkçı Sağ harekete kaydı ve siyasal mücadelenin parçası oldu. 1881 yılında Japonya
ile Kore arasındaki Genkainada Boğazı’nın ele geçirilmesi sonra, adını değiştirerek Asya’da Japonya’nın askeri
yayılmasını ve Asya kıtasının ele geçirilmesini desteklemeye başladı. Bu amaç doğrultusunda Cemiyet üyeleri,
Çin, Kore ve Rusya’da faaliyet gösteren gizli devrimci cemiyetlerle, devrimcilerle ve pan-islamistlerle bağlantı
kurmuşlardı. 1898 Çin-Japonya ve 1905 Rusya-Japonya Savaşları esnasında Japon askeri kuvvetleri bu
bağlantılardan askeri amaçla yararlanmışlardı. Toyoma’nın yakın müttefiki Tsoyoshi Inukai (1855–1932),
Anayasacı liberal eğilimleriyle tanınıyordu ve hükümet üyesiydi. Bu ittifak sonucu Cemiyet, Tokyo’da Sun Yat-
Sen’den Phan Boi Chau’ya kadar Asya’nın devrimci-milliyetçi kadrolarıyla ilişki içine girmişti. Eri Hotta, Agm., s,
119. Cemiyet, özelikle Kore’nin iç işlerine müdahil olmuş, (Tonghak Hareketi) 1910 sonrası Kore’de Marxizm’in
önüne geçmek için Dai Nippon Seianto (Büyük Japon Verimlilik Partisi)’nun kurulmasını sağlamış ve Amerikan
İşgal Yönetimi tarafından yasaklanıncaya kadar Japonya’nın Asya politikalarını etkileyen en önemli faktörlerden
biri olarak kalmıştı. Ayrıntı için bkz. E.H. Norman, “The Genyosha: A Study in the Origins of Japanese
Imperialism” Pacific Affairs, 17, 1944, ss, 261-284., M. Jansen, “The Rise of Revolutionary Nationalism”,
Sources of Japanese…, ss, 261-266.
743
Kara Ejder ya da Amur Cemiyeti (Kokuryukai, 1901) paramiliter, ultra-milliyetçi, sağ kanat bir örgüttür.
Genyosha’da Toyoma’nın takipçilerinden olan Uchida Ryohei tarafından kurulmuştur. Amacı Amur Nehri’nin
güneyinden ve Doğu Asya’dan Rus kuvvetlerinin çekilmesini sağlamaktı. Üyeleri arasında üst düzey02 askeri
bürokratlar, Kabine üyeleri ve bölgede (Manchuria, Kore ve Çin) faaliyet gösteren gizli kuvvetler vardı. Genyosha
gibi Çin, Kore, Orta Asya ve Rusya’daki devrimci, Buddist ve Pan-islamist kadroları –özellkle mali açıdan-
desteklediler. Japon askeri kuvvetleri, Kore ve Sibirya’daki faaliyetler esnasında Cemiyet’in mevcut bağlantılarını
kullanmışlar, Cemiyet üyelerini tercüman olarak kullanmışlardı. Özellikle Rus kuvvetlerine karşı Manchurya
gerillalarını örgütlediği mücadele ile tanınır. 1920–1930 döneminde Kokuryuaki daha ılımlı bir örgüt haline geldi
ve Japonya’da liberal ve solcu fikirlerin yayılmasını önlemeyi görev edindi. Bu nedenle tarım toplumunun
değerlerini sanayi toplumu değerlerine karşı savunmayı ilke edindi. 1930’larda Türkiye, Fas, Ethopya, Birleşik
Devletler’in de dahil olduğu pek çok yerde üyeleri ve temsilcileri vardı. Bu varlık II. Dünya Savaşı sırasında
Amerikan propogandasının bir parçası olarak kullanıldı. Kokuyukai 1946 yılında Amerikan İşgal yönetimince
yasaklandı. Ayrıntı için bkz. Agm., M. Jansen, “The Rise of Revolutionary Nationalism”, Sources of Japanese…,
ss, 261-266.
744
Uchida Ryohei’nin sözlerini aktaran D. Ham, Age., ss, 190-191.

196
Eğer, Japon yayılmacılığı Asya’yı sadece kıtasal bir alan haline getirmişse, 1905-1914

arası dönem, nasıl oluyordu da Japonya’nın başını çektiği “Asya’nın Uyanışı”745 olarak

görülüyordu. Bunun temel sebebi Japonya’nın Asya kurgusu altında sağladığı ve Asya’daki

uluslara (aynı anda Batı’ya da) seslenen bir modeldi. Buna göre, Japonya’nın örneğini sunduğu

Asya modeli a)- Batı medeniyetinin yani modernizm için “kısa bir yol” sunuyordu.746 Bu

bakımdan da 19.yy Rus Halkçılığını (Narodniçestva) hatırlatıyordu747; b)Ve yine tıpkı Rus

Halkçılığında olduğu gibi “bu kısa yol”, Japonya’nın özgünlüğüne bağlanıyordu. Ancak bu

özgünlüğün açıklanması Okukara’nın hümanist yaklaşımından Uchida’nın realist/emperyalist

yaklaşımına kadar Doğu/Asya/Doğu Asya ile ilişkilendirilerek açıklanıyordu. Bu yüzden baştan

itibaren Japonya’nın ulusal model olarak vaad ettiği ideal, ulusal alanla sınırlı kalmıyordu. c)

Vaad edilen ideal, yani uluslararası alanda eşitlik, ancak bölgede –dar anlamıyla Doğu

Asya’da; geniş anlamıyla tüm kolonileşmiş Asya halklarıyla birlikte- gerçekleşecek siyasal güç

dönüşümüyle ve yeni güç dengesiyle sağlanabilecekti.748

745
P. Duara, “The Discourse of Civilisation and Pan-Asianism” ..., ss, 99-130.
746
C. Aydın, Age., s,81.
747
A. Walicki, Rus Düşünce Tarihi (1760–1900), Aydınlanmadan Marksizme, A. Şener (çev.),V Yayınları,
Ankara, 1987, ss, 217–219; 224.
748
Bu son hedef, Pan-İslamizmin hedefleriyle kesişiyordu. Bu nedenle 1905 Zaferi’nin yarattığı ortamda Tokyo’da
Asyacı ve Pan-İslamcı görüşler arasında yeni yakınlaşmalar meydana geldi. Asyacı çevrelerce ağırlanan en önemli
aktivist, Abdurreşid İbrahim (1857-1944)’di. ( İbrahim hakkında ayrıntı için bkz., Mahmut Tahir, “Abdurrasid
Ibrahim, 1857-1944”, Central Asian Survey, 7, 1988, ss, 135-140; S. Esenbel-Nadir Özbek- İsmail Türkoğlu-
François Georgeon ve Ahmed Ucar, “Özel Dosya: Abdurreşid İbrahim I-II” Toplumsa Tarih, 4-5, Temmuz 1994,
Ağustos 1995; Sakamoto Tsutomo, “The First Japanese Hadji Yamaoko Kotaro and Abdurreşid İbrahim” The
Rising Sun..., ss,105-121; Ertuğru Özalp, “Abdurrêşîd İbrahim’in Hal Tercümesi”, Âlem-i İslâm ve Japonya’da
İslâmiyetin Yayılması, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003, ss,21-33.) İbrahim Tokyo’da Mısırlı milliyetçi Ahmad
Fadzli Beg (1874-?) ve Hindistanlı Müslüman Mouvli Barakatullah (1856-1927) işbirliği içindeydi. Birlikte İslam
Kardeşliği adlı etkili gazeteyi çıkardılar. Toyama Mitsuru, Uchida Ryohei gibi Asyacılarla beraber 1909 senesinde
Ajia Gai Kei (Asya Savunma Birliği’ni) kurdular. Abdurreşîd İbrâhîm, “Asya Gı-kay Cemiyeti”, Âlem-i İslâm ve
Japonya’da ..., ss, 614-619. Bu Birlik hem Genyosha ve Kokuryukai ile hem de Toa Dobunkai ile organik bağlara
sahipti. Birlik’in amacı, Çin, Hint Müslümanları arasında, Osmanlı topraklarında, İran ve Afganistan’da “Asya’nın
Asyalılara ait olduğu” bilincini geliştirmekti. S. Esenbel, “Japan’s Global Claim to Asia and the World of Islam”,
American Historical Review, 109/4, 2004, C. Aydın, Age.,83-89. Benzer bir politika Çin ekseninde Goto Shinpei
(1857-1929) savunulacaktı. C. Aydın, Age., s, 90. Tüm bu işbirliği çabaları, Asyacı söylemle anti-emperyalist
mücadeleyi birleştirmiş, Asyacı söylemin genel yönelimine uygun olarak Doğu’nun ve Bat’nın en iyi yönlerinin
sentezini gerçekleştirmek istiyorlardı.

197
Asya Kurgusunu etkileyecek güç dengesindeki değişim, beklendiği gibi savaşla geldi:

b)- I. Dünya Savaşı ve İki Savaş Arası Dönem Asya Kurgusu:

1)- I. Dünya Savaşı ve Asya Kurgusu:

Japonya I. Dünya Savaşı’na, 1902 Anlaşması gereği İngiltere’nin müttefiki olarak

girmişti. Savaş Avrupalılar arasında bir savaştı. Ama ittifak ilişkileri ve İmparatorlukların

coğrafyası nedeniyle yaşandığı alanlardan biri de Asya idi. İşte bu yüzden Savaş süresince

Japon entelijensiasını etkileyen iki olgu vardı ki Asyacı söylemin canlanmasına neden oldu: 1)-

Asya halklarının Batı kolonyalizminden kurtulabilecekleri umudu belirmişti; 2)- Savaş,

Spencer’ın duyuracağı gibi, Avrupa medeniyetinin “çöküşünü” temsil ediyordu. Yani Asyalı

aydının zihnindeki Avrupa kurgusu bozulmuştu. Bu bozulma Asya kurgusunun da yeniden, bu

sefer “Asyalı halklara özgürlük” talebini açıkça dillendiren bir tonda inşa edilmesine neden

olacaktı. Ortaya çıkan kurgu ilginç bir biçimde, hem milliyetçi hem bölgeci olmayı

başarıyordu. Bu sentezin sağlanmasının yolu da daha önceki Asya kurgusunda görünmeyecek

derecede- Asya kurgusunun özelliği olan evrensellik bir kenara bırakılmadan- Batı karşıtı749 ve

anti-emperyalist bir söylem benimsemesiydi.

Neden Asya Asyalılarındır! diyoruz; çünkü Asya, Batı’nın denetiminde


olduğu müddetçe Asya olamayacak... Batı ırkının davranışlarını
düzelterek Asya’yı ve Batı’yı kurtarmalıyız... Japon ulusu bu büyük
göreve hazır olmalı. 750

Bu söylemin en önemli temsilcisi Okawa Shumei (1886–1957)’di.751 Okawa’nın “Japon

ruhuna geri dönüş” çağrısı ve Asya’nın uyanışı ile fikirleri birbirine paraleldi. Okawa, Asya ve

749
Christopher A. Szpilman, “The Dream of One Asia: Okawa Shumei and Japanese Pan-Asianism”, The
Japanese Empire in East Asia and Its ost War Legacy, H. Fuess (der.), German Institute of Japanese Studies,
Munich, 1998, s, 62.
750
Okawa Shumei’nin sözlerini aktaran Yukiko Sumi Barnett, “India in Asia: Okawa Shumei’s Pan-Asian
Thought and His Idea of India in Early Twentieth Century Japan” Journal of the Oxford University History
Society, 1, 2004, s, 9.
751
Okawa Shumei; Japon milliyetçi, Asyacı düşünür ve İslam uzmanıdır. Verdic literatür ve Hindistan üzerine
eğitimini tamamladıktan sonra tesadüf sonucu okuduğu Sir Henr Cotton’un Yeni Hindistan ve Geçiş Döneminde
198
Avrupa arasındaki ilişkiyi –kimlik krizini yansıtan- bir efendi köle ilişkisi olarak görüyor752, bu

yüzden Asya’nın özgürlüğe kavuşmasını Avrupa’lı devrimlerden beklemenin yanlış olduğunu

ileri sürüyordu. Asya kendi devrimi (rönesans) kendi yapmalıydı. Bunun için de Asya

toplumları geleneksel toplumsal yapılarını modern devlet içerisinde (tıpkı Gandhi, tıpkı Lenin

gibi)753 yeniden canlandırmalıydılar.754

Aslında Okawa’nın önemi, Asya kurgusunun, bölgesel bir kimlik kurgusu olduğuna

işaret etmesinden kaynaklanıyordu. Asya “eylem” ile hayata geçirilen bir “bilgi” biçimiydi. Bu

Hindistan (1886), adlı eserini okuduktan sora anti-emperyalist düşüncelerin etkisi altına girmiş ve kozmopolit
düşünceyi terk etmişti. Pan-Asyacılığının dayanak noktası olarak Hindistan’ı seçmesi Okakura ile beraber,
Okawa’yı farklı bir noktaya koyar. Okawa, Tokyo İmparatorluk Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsünde ders verirken,
Asya’nın temel inanç sistemlerinin incelenmesinin Japon ruhunun anlaşılması için bir gereklilik olduğunu fark
etmişti. Konfiçyüsçü anlayış ile Buddizm’de bulduğu din ve mükemmel etik davraniş arasındaki ilişkiydi.
Okawa’ya göre bu ilişkiyi en iyi biçimde samuray sınıfı temsil ediyordu. Okawa Japonya için yeniden yapılanma
çağrısı yapıyordu. I. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru bu çağrı etrafında kurulan, Okawa’nın da üyesi olduğu, pek
çok gizli/açık cemiyet vardı.

Bunlardan en önemlileri Mitsukawa Kametaro’nun (1888–1936), kurduğu Rosokai (Eski ve Yeninin Birliği,
1918)’ydi. Bu örgüt üyeleri bakımından, eklektik bir yapı sunuyordu bu yüzden Mitsukawa ve Okawa 1920
yılında Yuzonsha (Geride Kalanlar) Cemiyetini kurdular. Bu Cemiyet’in ideolojik lideri Kita İkki (1883-
1937)’ydi. Her iki cemiyet de “faşist” olarak nitelendirilmelerine rağmen Pan-Asyacı ve reformcu yönelime
sahiptiler. Ayrıntı için bkz. C.W.A. Szpilman, “Between Pan-Asianism and Nationalism: Mitsukawa Kametaro
and His Campaign to Reform Japan and Liberate Asia” Pan-asianism..., ss, 86-90.

Ancak 1930’lara gelindiğinde bu yönelimler artık terör ve şiddet eylemlerine başvuruyorlardı. Okawa II. Dünya
savaşı’na giden yolda aynı anda hem Sovyetler Birliği’ne hem de Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler’e savaş
açılması için yapılan planlamaya bizzat katıldı. Manchuria Demiryolu Projesi’nde üst düzeyde görev aldı. Tüm bu
sebeplerle Savaş sonrası, Tokyo Savaş Suçluları mahkemesinde yargılandı. Akıl sağlığı bozuk olduğu için Askeri
Hastaneye yatırıldı. Hastane’de kaldığı yıllar boyunca Kuran’ın Japonca çevirisini tamamlamıştır. Ayrıntı için bkz.
Tetsuo Najita- H.D. Harootunian, “Japan’s Revolt Against West” Modern Japanese..., ss, 226-231; Christopher A.
Szpilman, “The Dream of One Asia: Okawa Shumei and Japanese Pan-Asianism”, The Japanese Empire..., ss, 49-
63; C. Aydın, Age., ss, 112-114; Agm, ss, 1-23.
752
Efendi kölelik sadece maddi sömürüyü anlatmaz. Okawa Hegelyan bir bakış açısına sahiptir. Asya-Avrupa
ilişkisinde efendi-kölelik epistemolojik bir eşitsizlik durumudur. Efendi “köle’nin” kimliğini belrleme hakkını
kendinde görür; köle bu kimlik üzerinden kendisini öğrenir. Yani Asya’nın ne olduğuyla ilişkin epistemolojik bilgi
ile aslında ne olduğu arasında fark vardır: “Avrupalıların eski zamanlardan beri bilegeldiği Doğu, Doğuluların
bildiği Doğu değildir.” Y. S. Barnett, Agm., s, 15.
753
Agm., s, 10; 12
754
Tetsuo Najita- H.D. Harootunian, “Japan’s Revolt Against West” Modern Japanese..., ss, 227-228. Okawa,
Okakura, Tagore ve Ghose’un düşüncelerinin bir harmanını yapıyor gibidir (üzerindeki Hint düşüncesinin etkisi
için bkz.Y. S. Barnett, Agm., s, 4.) örneğin toplumsallığa büyük bir önem verir ama modern devletin aracılığını
asla yadsımaz. Daha doğrusu Platoncu ve Hegelci bir bakış açısıyla, tin’in yardımıyla modernliğin hastane ve
hapishanelerinden kurtulup, ideal devlete ulaşılabileceğini iddia eder. Tetsuo Najita- H.D. Harootunian, “Japan’s
Revolt Against West” Modern Japanese..., s, 229.

199
yüzden Asyalılık sadece Batı’nın Asya’daki hâkimiyetine son vermek değildi.755 Önemli olan

Asya kurgusunu, Asya kimliğini tanımladığını bilerek oluşturabilecek güce Asya toplumlarının

ulaşmasıydı. Bu bir gereklilikti, çünkü doğru olan buydu. Bu açıdan Okawa’ya göre Asya

birliği bir politikadan çok, bir gerçekten çok, bu birliğin yaratılabilme özgürlüğüydü.756

Ancak, modernizmi Asya kimlik kurgusuyla aşma çabası, kimliğin nasıl tanımlanacağı

sorusunu havada bırakıyordu. Bu kimliği tanımlamak için dönemin aydınlarından Okawa, doğu

dinlerinden; Tokutami Soho ise sarı ırk kardeşliğinden ve karşılıklı alışverişe dayalı Doğu

özerkliğinden bahsediyordu.757 Bu dönem, kimliğin ulusal ve uluslararası bir proje olduğunu ve

Asya bölgesel kimliğinin de bu şekilde kurgulanabileceğini söyleyen ise, Büyük Asyacılık

Tezi’nde Kodera Kenkichi758 (1877–1949) olacaktı.759 Saaler’in ifade ettiği gibi;

755
Okawa, Asyalılarla Batılıların mutlaka karşı karşıya geleceğini düşünüyordu. Yazar, bu bakımdan, Rus mistik
Vladimir Solovyev’in “İyiliğin Kanıtları”(Opravdanie Dobra) adlı kitabından çok etkilenmişti. C. Aydın, Age., s,
153. Kitabın eylem fikri, iyiliğin kanıtının olmaması, modernizmi dinsel yollarla aşmak gibi temaları Okawa’ya
sesleniyordu elbette. Ama bundan öte Solovyev, beyaz ırk (Avrupa) ve sarı ırk (Moğol-Çin) arasına aşılmaz
niteliksel bir farklılık koyuyordu: Beyaz Irk savaş korkusu altında gelişmeye mahkum olmuştu; sarı rk ise
kendinden ve dünyadan memnundu. Düzendi bu. Ve her iki dünya en nihayetinde bir dünyalar savaşında
karşılaşacaklardı: “ ..Günümüzde sarı ırk Batı kültürünün teknolojik atılımını benimsedi. [Ama ne için?] Kendi
ruhsal kültürünün Avrupa’nın savunduğu ilkelerden daha üstün olduğunu kanıtlamak için. [Bu yüzden] Moğal
Asyalılarla Avrupa arasında gelecekte yaşanacak askeri çatışma son savaş olacak. Bu bir dünya savaşı olacak,
insanlığın kaderini hangi tarafın kazandığı belirleyecek.” Anton Simons, “In the Name of Spirits- A Reading of
Solov’ëv’s Justification of the Good” Studies in the East European Thought, 51, 1999, s,192.
756
“...Bazılarının düşündüğü gibi Japonya’nın tüm Dünya’yı işgal etmesinin peşinde değiliz. Asya birliği peşinde
de koşmuyoruz. Bu şekilde davranmak Batılı ulusların hatalarını tekrarlamak anlamına gelir...” Okawa
Shumei’den aktaran C. Aydın, Age., s, 119.
757
Dönem aydınları, aynı yıllarda Rusya’da ortaya çıkan Pan Moğolculuğa büyük sempati duyuyorlardı. S. Saaler,
“The Construction of Regionalism in...”, s, 27. Pan- Moğolculuk ya da İskitçilik hem bölgesel bir özerklikten
bahsediyor hem de Avrupa’yı izlediği politikaların bu özerklik alanına ulaşmaması konusunda uyarıyordu. Eğer bu
alana Batılılar yaklaşacak olursa Sarı Tehlike gerçeğe dönecekti. Andrei Blok’un ünlü şiiri Skifi (İskitler, 1918), ve
konu ile ilişkili olarak bkz; G. Nivat, “Du Panmongolisme au MouvementEurasian, Histoire D’un Théme
Littéraire” Cahiers du Monde Russe & Sovitique, 7/3, 1966, ss, 460–478.
758
Meiji Japonya’sının başta gelen uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk uzmanıdır. Uzun yıllarını Amerika
ve Avrupa’da geçirdikten sonra Rus-Japon Savaşı esnasında geri dönmüş, sonra’da Manchurya’daki yeni Japon
sanayi atılımında görev almıştı. 1908 senesinde, İmparatorluk Meclisi’nin alt kanadına seçildi. 1926’da
Nagazaki’de düzenlenecek olan Pan-Asyacı Konferans’ın organizasyonunda yer aldı (bkz. S, 219) . 1930 sonrası
yüksek siyasetten çekildi.
759
Kodera’nın tezi de bildik Asyacı temaları; Çin-Japon kardeşli, Moğol ırkından gelenlerin birliği, ‘ırk birliği,
kültür birliği’, ‘ortak yazı, ortak ülke’ (dobun doshu), sarı ırk ittifakı (oshoku Jinshu), Asya’da Beyaz Tehlike’nin
önlenmesi, Japonya’nın liderliğinde Batı’nın teknolojik gücünün Asya’ya getirilmesi, Japonya’nın liderliği altında
200
Her ne kadar Kodera; ‘Asya kimliğinin ‘doğal bir olgu’ olduğunu ileri
sürse de… Asya kimliğini Asyacılığın temeli yapmaya yönelik
[entelektüel] çabası, aslında kimliğin kurgulandığına işaret ediyordu.
Kimliğin kurgulanması için çeşitli unsurlar hali hazırda mevcuttu
elbette, fakat bunlar daha önceden bu çeşit bir kimliği inşa etmek için
bir araya getirilmemişti.760

Süreç, siyasi bir inşa süreci olduğu için; tüm ırk, kültür, din birliği söylemlerinin

ötesinde Asya’da bölgesel bir birlik üzerinde duruluyordu. Bu birlik Çin-Japon birliği üzerinde

inşa edilmişti ve kardeşliğin yanında coğrafya’nın dayattığı bir tür karşılıklı bağımlılığın

yansımasıydı: “Japonya, Çin olmadan iktisadi bağımsızlığını kazanamaz761, Çin, Japonya

olmadan siyasi bağımsızlığını kazanamaz”762; “Çin’de yaşanacak bir kriz ya da Çin’in

parçalanması, Japonya’nın da güvenliğini tehlikeye düşürecektir. Bu yüzden Japonya Çin’in iç

işlerine karışma hakkına sahiptir.”763 Tıpkı Okawa’da olduğu gibi, Kodera’ya göre de; Asya

bölgesinde kurgulanan ve siyasal eylem hakkını (örneğin iç işlerine müdahale hakkını)

meşrulaştıran kimlik, Avrupa’lı devletlerin birliği ne kadar doğalsa ancak o kadar doğaldı.

Sorun Avrupa ve Asya birliğinin doğallığı değil, niteliksel farklılığıydı: “...Büyük Asyacılık…

savunmacı, pasif ve barışseverken; Beyaz Tehlike’nin ittifakı saldırgan ve emperyalistti.”764

Elbette, barışseverlik, pasiflik, savunmada kalmak, tüm bunlar da kimlik gibi söylemsel

düzeyde inşa edimiş niteliklerdi. Ve Japonya hem Asya’daki komşularıyla hem de ittifak

ilişkisi içinde bulunduğu Batı ile bu bölgede ortak bir zemin yakalamak durumunda olduğu

büyük Asya medeniyeti kurulması, içeriyordu. Ayrıntı için bkz. S. Saaler, “The Construction of Regionalism in...”,
ss, 9-34.
760
Agm., ss, 13-14.
761
1918 yılında Japonya savunma olitikasını evize ederek, savaş sonrası Çin’den iktisadi yarar sağlamasnı en üst
düzeye çıkaracak bir politika belirledi. Japon elitleri de Savaş sonrasında ekonomik bir savaşın başlayacağını
düşünüyorlardı. Koto Yoko, “Pan Asianism and National Reorganization, Japanese Perceptions of China and the
United States, 1914-1919” Pan Asiaism…, s, 77.
762
S. Saaler, “The Construction of Regionalism in...”, , s, 16.
763
Agm., s, 17.
764
C. Aydın, Age., s, 121.

201
için, Asya kurgusunun bölgesel tonu giderek güçleniyordu. Tabi, I. Dünya Savaşı ve 1900’lerin

başından itibaren yaşanan olaylar Asya’da konjonktürün değişmesine neden olmuştu. Rusya

artık dengelenmesi gereken Batı’yı temsil etmiyordu. Ayrıca Asya söylemini kullanan Japon

entelijensiası’nın Bolşevik Devrimi’ne bakışı genelde olumlu olmuştu. 1917 Devrimi Japon

aydını tarafından Asya’nın uyanışının bir evresi olarak değerlendirilmişti.765 Öte yandan

“düşman” Batı’yı dengelemek için müttefik olunan “dost” Batı, Amerika’yla da 1918 sonrası

Çin üzerinden iktisadi bir savaşa girilmek üzereydi.766 Örneğin Mitsukawa Kametaro,

Washington Konferansı’nın (1921–1922)767 hemen ertesinde şöyle yazacaktı: “Amerika,

gelişmiş kapitalist anlayışı ile Doğu Asya’ya çöküyor. Amerika’nın Asya’daki iktisadi faaliyeti

Asya’ya farklı bir saldırıdan başka bir şey değildir.”768 Japon entelijensiası ve bürokrasisinin

milliyetçiliği, iktisadi faaliyetlerin alanıyla tanımlamaya başladığı bir döneme giriliyordu.

Duyulan slogan Fukoku kyohei (zengin ulus-güçlü ordu)’ydu.769

765
C. Aydın, Age., s, 147. Bu konuda Yamagata Aritomo’nun (1838-1922), “Japon Rus İttifakı; 1915” dikkate
değer bir örnektir, bkz, Koto Yoko, “Pan Asianism and National Reorganization, Japanese Perceptions of China
and the United States, 1914-1919” Pan Asiaism…, ss, 76-77.
766
Koto Yoko, “Pan Asianism and National Reorganization, Japanese Perceptions of China and the United States,
1914-1919” Pan Asiaism…, s, 77. Savaş sona erdikten sonra Çin’in Shantung eyaletinin Japonya’ya verileceği
sözü Amerikan Senatosunda Cumhuriyetçi kanadın tepkisini çekmişti. Koto Yoko’nun aktrdıkları bu bakımdan
ilginçtir. Örneğin bir senatör şöyle bir konuşma yapmıştı: “ [Shantung’u Japonya’ya verip] Japonya’nın müttefiki
olmaktansa Amerika Japonya’ya savaş açmalı…Eğer savaş kaçınılmazsa gelecekte savaşmaktansa, bugün
savaşalım.”, Age., s, 80. Ayrıca bkz. Mark R. Peattie, “Forecasting a Pacific War, 1912-1933: The Idea of a
Conditional Japanese Victory” The Ambivalence of Nationalism, Moder Japan Between East and West, j. White-
M. Umegaki- T. Havens (der.), University Press of America, New York, 1990, ss, 115-132.
767
Washington Konferansı sonucunda Japonya Almanya’dan elde ettiği Shantung Eyaleti’nden ve Sibirya’dan
çekilmeye davet ediliyordu. Ayrıca 1915 sonrası Çin’de kazandığı kimi haklardan da vazgeçmesi bekleniyordu. D.
Ham, Age., s, 223.
768
C.W.A. Szpilman, “Between Pan-Asianism and Nationalism: Mitsukawa Kametaro and His Campaign to
Reform Japan and Liberate Asia” Pan-asianism..., s,94. Bu algılama 1930’lrda devam etti v Savaş sırasında en üst
noktasına ulaştı Ayrıntı için bkz. F. G. Notehelfer, “Tokutomi Soho: A Japanese Nationalit View of the West and
Asia”, Sources of Japanese…, s, 136.
769
B.J. McVeigh, Age., s,105.

202
İlginç olan Asya’nın, Japonya için hem milliyetçiliğini ifade edebildiği, hem de

enternasyonel ideallerin dillendirilebildiği bir alan haline dönüşmesiydi. Asya kimlik kurgusu,

hep bu alan fikri üzerinden yapılacaktı artık.

2)- İki Savaş Arası Dönem ve Asya Kurgusu:

İki Savaş Arası Dönem; Woodrow Wilson’un “ulusların kendi kaderlerini tayin

hakkını” dillendirdirmesi ile başlamıştı. Bu nedenle, dönemin Japon entelijensiası, Asyalılar’la

da Batılılar’la da Asya bölgesinde ortak bir zemin yaratmasının giderek güçleştiğini fark

edecekti.770 Bu zorluk karşısında, İki Savaş Arası Dönem’de Asya kimlik kurgusu, alan

fikrinden bölge fikrine doğru evrilecekti.

Japonya Savaş bittiğinde hem kazanım elde etmiş, hem de hayal kırıklığına uğramıştı.

Savaş; Japonya için, daha önce bahsedildiği gibi toprak kazanımı ile sonuçlanmıştı ama

Savaş’ın gerçekten yaşandığı alan Avrupa olduğu için Japonya silahlanma konusunda verilen

yarışın uzağında kalmıştı. Savaş sonunda askeri açıdan güvensizlik yaşamakta771, silahsızlanma

ile ilgili, Milletler Cemiyeti bünyesinde gerçekleşen her türlü girişime kuşku ile

yaklaşmaktaydı.772 Bundan da önemlisi mevcut ulusal güç, ulusal güvenliğin sağlanması için

yeterli değildi. Japonya Asya ulusları ile ittifak kurmak zorundaydı.773

Japonya, artık, Milletler Cemiyeti’nin kurucu devletlerinden biriydi. Paris Barış

Konferansının “beş ülkesinden” biri olarak Milletler Cemiyeti’nde daimi temsilcilkle

770
D. Stegewerns, “The Japanese Civilization Critics...”, Imperial Japan... ss, 107-128. Ateşkes sırasında, Japonya
gittikçe, “iyi”, “mantıklı emperyalizmden”, kaba kuvvete dayalı, saldırgan emperyalizme geçiyormuş gibi
algılanıyordu. Sibirya’ya müdahale dışında, bu algılamyı tetikleyen olay Çin’e yapılan “Yirmi Bir Talep”
müdahalesi (1915) ve Çinli öğrencilerin Japonya’yı protesto etmek için başlattıkları 4 Mayıs Hareketidir. Benzer
biçimde Japon karşıtı, milliyetçi bir hareket de Kore’de ortaya çıkmıştı (1 Mart Hareketi). Age., s, 110.
771
Thomas W. Burkman, “Nitobe Inazo: From World Order to Regional Order”, Culture and Identity..., s, 193.
772
Thomas W. Burkman, “Nationalist Actors in the Internationalist Theatre, Nitobe Inazo and Ishii Kikujiro and
the League of Nations” Nationalism and Internationalism..., s, 89.
773
C.W.A. Szpilman, “Between Pan-Asianism and Nationalism: Mitsukawa Kametaro and His Campaign to
Reform Japan and Liberate Asia” Pan-asianism..., s,94.

203
ödüllendirilmişti. Bu statüye sahip olan tek Asya ülkesi olarak Japon bürokrasisi ve

entelijensiası, Japonya’nın konumunu hem “büyük güç” hem de “Asya ve Doğu Asya’nın

temsilcisi” olarak tanımlıyorlardı.774 Bu; Japonya küresel siyasete girerken, Doğu Asya’nın

gittikçe Japon elitlerince, bir alt-sistem (subsystem) olarak görüldüğünü göstermektedir.775

Öte yandan Milletler Cemiyeti’nin kuruluşunu sağlayan Paris Barış Konferansı’nda

Japonya’nın teklifi olan “ırksal eşitlik prensibi” kabul edilmemişti. 1924 yılında ABD,

Amerika’ya Japon göçünü yasaklayan yeni göçmen yasasını geçirmişti.776 1920’lerin

ortalarında bu nedenle alt-sisteme ait sorunların evrensel/uluslararası platformlarda değil ancak

bölgesel platformlarda çözülebileceği düşünülüyordu.

Asya söz konusu olduğu müddetçe, Milletler Cemiyeti büyük bir umut
vaadetmiyor... Uzak Asyalı halklar bu yüzden çok daha parlak
günlerin geleceğini sanmasınlar. [Bize vaad edilen sadece şu;]bu yol
boyunca ilerlemek, sahip olduğumuz kaynakları en iyi şekilde
kullanmak, [ama...]bir birlerini ne kadar yerlerse yesinler, Batılı
Büyük Güçlerin hâkim olduğu alana geçmemek.777 Bu yüzden;
...burada Pasifik’te Pasifik alanını ilgilendiren uluslararası sorunları
çözebilecek, Çin ve Japonya’nın koşullarını gerçekçi bir açıdan
değerlendirebilecek bir yapının kurulması gerekiyor.778

Önemli olan bir nokta şuydu, bu bölgeselleşme, uluslararası normların karşısında

aranmıyordu. Tersine, bölgesel kimlik kurgusu altında gerçekleşmesi istenen yeni bölgesel

oluşum uluslararası normların bir yansıması, bir uygulamasıydı. Örneğin, İshii Kikujiro, 1925

774
Thomas W. Burkman, “Nationalist Actors in the Internationalist Theatre, Nitobe Inazo and Ishii Kikujiro and
the League of Nations” Nationalism and Internationalism..., s, 89.
775
Thomas W. Burkman, “Nitobe Inazo: From World Order ....”, s, 193. Bu konuda Japonya’nın Milletler
Cemiyeti Sekretarya’sında görevlendirdiği iki çok etkili diplomatın; Nitobe Inazo (1862-1933) ve Ishii Kikujiro
(1866-1945)’nun fikirleri için bkz. Thomas W. Burkman, “Nationalist Actors in the Internationalist Theatre,
Nitobe Inazo and Ishii Kikujiro and the League of Nations” Nationalism and Internationalism..., ss, 90-95.
776
Bu yasanın etkileri, Sarı Tehlike, Beyaz Tehlike söylemlerine katkısı için bkz. Hirobe Izumi, Japanese Pride,
American Prejudice: Modifying the Exclusion Clause of the 1924 Immigration Act, Stanford University Press,
Stanford, 2001; M. R. Peattie, Age., s,116.
777
Thomas W. Burkman, “Nitobe Inazo: From World Order ....”, s, 197.
778
Takayanagi Kenzo’nun sözlerini aktaran, age., s, 205.

204
yılında imzalanan Locarno Pakt’ının bir örneğinin de Asya’da gerçekleştirilmesini

savunuyordu.779 Nitobe, bölgesel oluşumların Amerika’nın komşularına (Orta ve Güney

Amerika) karşı sürdürdüğü siyasadan öğrenildiğini ve doğru, uluslararası normlara uygun bir

politika olduğunu açıklıyordu.780 Yine dönemin en önde gelen enternasyonalistlerinden olan,

hatta zaman zaman Tayvan ve Kore’nin “kendi kaderlerini tayin hakkının olduğunu dahi

savunan” Yoshino Sakuzo (1878-1933)781, Milletler Cemiyeti altında birbirinden ayrılan dört-

beş “Monroe-alanı” görüyordu.782

Ancak bölgesel Asya fikrinin en önemli temsilcisi Sugimori Koshiro (1881-1968)

olacaktı.783 Sugimori klasik bir Asya kurgucusu değildi. Taisho demokrasisinde medeniyet

kavramının yerini alan kültürcülüğe (bunkashugi)784 atıfta bulunarak Asya kültürünü

yüceltmeye çalışmıyordu. Daha ziyade, Sugimori’ye göre, Batı’ya karşı Asya’nın kendi

ayakları üzerinde durabilmesi, Asya’nın üstlenmesi gereken bir sorumluluktu.785

779
Thomas W. Burkman, “Nationalist Actors in the Internationalist Theatre, Nitobe Inazo and Ishii Kikujiro and
the League of Nations” Nationalism and Internationalism..., s, 96. Benzeri bir öneri 1933 yılında Tokyo
Üniversitesi’nden Takagi Yasaka ve Yokota Kisaburo tarafından dillendirilecekti. Thomas W. Burkman, “Nitobe
Inazo: From World Order ....”, s, 209.
780
Thomas W. Burkman, “Nitobe Inazo: From World Order ....”, s, 206.
781
D. Stegewerns, “The Japanese Civilization Critics...”, Imperial Japan... s, 112; 115.
782
D. Stegewerns, “Yoshino Sakuzo, The Isolated Figurhead of Taisho Generation”, Nationalism and
Internationalism..., s, 121.
783
Sugimori’ye göre üç otonom bölgesel varlıktan söz etmek mümkündü: Tüm Güney ve Kuzey Amerika’yı
kapsayan Büyük Amerika, tüm Avrupa ve Afrika’yı içine alan Büyük Avrupa ve Güney Asya’nın kimi ulusları ile
Çin, Japonya, ve Sibirya’yı içine alan Büyük Asya. Sovyetler Birliği, Avrupa’nın parçası haline gelirken, bu
kurguda Orta Doğu, Hindistan ve Avusturalya’dan hiç bahsedilmemektedir. Ayrıntı için bkz. D.
Stegewerns,”Forgotten Leaders of Interwar Debate on Regional Integration, Introducing Sugimori Kojiro”, Pan-
Asianism..., ss,106-107.
784
B.J. McVeigh, Age., s, 188.
785
D. Stegewerns,”Forgotten Leaders of Interwar Debate on Regional Integration, Introducing Sugimori Kojiro”,
Pan-Asianism..., s, 109.

205
Asya’nın bir alan ve bölge olarak özerkleştirilmesi, her şeyden önce Japonya’nın Çin

(Manchuria)786 ve Sibirya politikalarıyla ilgiliydi.787 Üstelik bu politika tek taraflı da değildi.

İmparator Kuang-Hsü’nün danışmanlarından Konfiçyüsçü reformist Kang Yu-wei (1858-

1927), 1897 savaşından itibaren Çin ve Japonya arasındaki “kader ortaklığından” söz

ediyordu.788 Öte yandan, daha önce bahsedildiği gibi 1924 yılında devrimci kanattan Sun Yat

Sen’in Kobe de yaptığı ünlü kouşma (Büyük Asyacılık) tamamiyle Japonya’ya yapılan bir

seslenişti: “Japonya gücün hâkimiyetindeki Batı medeniyetinin şahini mi olacak yoksa Şark’ın

dayanıklılığını yansıtan kalesi mi?”789 Sun Yat Sen’in Asya kimliğini kullanış biçimi;

Japonya’nın ulusal kurtuluş mücadelelerine destek vermesi beklentisini yansıtıyor, bölgesel bir

oluşumdan çok Asya kimliğini, “ulus devletin iç birliğini” sağlayıcı bir unsur haline

getiriyordu.790 Okawa gibi Asyacıların yazılarında görülen, Batılı uluslara “ortak kurban olma”

durumuydu bahsedilen791

786
1927 yılında Japonya’nın dış yatırımının %85’i Çin’deydi. 1915 yılındaki ünlü Yirmi Bir Talep Müdahalesi’yle
Japonya Güney Manchuria ve İç Moğolistan’da ekonomik hakklar elde etmişlerdi. Japonya’ya kiralanan topraklar
Kwantung hükümeti ile Güney Manchuria Demiryolu Şirketi tarafından idare ediliyordu. Bu dönem
Manchuria’daki Japon nüfusu 190.000 kadardı ve demiryolu boyunca yerleştirilmişlerdi. Bu alan Japonya’nın
desteklediği Savaş lordu Zhang Zuolin tarafından korunuyordu. “Nationalism, Imperialism, Federalism, and the
Example of Manchukuo: A Response to Anthony Pagden” Symposium: Imperial Trauma,Part 3; Common
Knowledge, 12/1, 2006, ss, 52-53.
787
1920 sonrası Japon elitlerinin kullandığı Asya kurgusu çoğunlukla Doğu Asya ile sınırlı görülse de, örneğin
Okawa Shumei’nin 1920 sonrası kullandığı Asya kurgusu tüm Çin dışı Asya’yı (Hindistan, Tayland, Afganistan,
İran, Mısır, Mezapotamya-Irak-, Suudi Arabistan, Tibet, Siyam ve Türkiye’yi) kapsıyordu. C. Aydın, Age., s, 150.
788
Bu kader ortaklığı ifadesini bir tür federal yapıda, Büyük Doğu Asya Devleti’nde bulmaktaydı. C.S. Goto-Jones,
“Transcending Boundaries: Nishida Kitaro, Kang Yu-Wei, and the Politics of Unity” Modern Asian Studies, 39/4,
2005, s, 801; 807. Kang’ın zihnindeki devlet, Spencer vari bir ilerleme (otokrasiden demokrasiye) sonucu ortaya
çıkmış gönüllü bir müttefiklikti.
789
Sun Yat-Sen, Age. s, 6.
790
Wang Hui- Mathew A. Hale, Agm., s,12. Sun Yat Sen ile dönemin Japon entelijensiasının duruma bakışının
taban tabana zıt olduğunu göstermek için Sugimori Kojiro’nun şu sözlerini aktarmak yeterlidir: “...Ulusal
toprağını [Japonya’ya] yitiren Çin, dünya devletinin [ ulus üstü bu devletin] müjdecisi olmak onurunda telafi
bulmalı.” Aktaran D. Stegewerns, “The Japanese Civilization Critics...”, Imperial Japan... ss, 122-123.
791
P. Duara, “Nationalism, Imperialism, ...”, ss,49–50.

206
Ancak, Japon entelijensiası Çin reformist ve devrimcilerinden farklı bir kurban

algılamasına sahipti. Mitsukawa da, Kita Ikki (1883–1937) de uluslararası adalet ve bölgesel

Asya kurgusunu birbirine bağlamışlardı. Buna göre, Çin, Rusya, İngiltere ve Amerika, tüm bu

uluslar sanayileşmelerine yetecek zenginliğe sahiptiler. Nitekim “kulanacaklarından çok fazla

toprağa sahip olmak makine çağına uygun değildi”792. Oysa Japonya, azıcık toprağa ve azıcık

doğal zenginliğe sahipti.793 Bu nedenle, kurban Japonya,794 doğal olarak devrimci olacak ve

tüm Asya’yı bu devrimci idealde birleştirecekti.795

Japon entelijensiası ile Asya’daki milliyetçi kadroların devrime bakışları arasındaki bu

fark nedeniyle İki Savaş Arası Dönem’de gerçekleştirilen Pan-Asyacı Konferanslar başarılı

olmamıştı.796 Ayrıca bu konferanslar Japon Hükümeti’nin de Asya’da bölgesel birlik

792
Sugimori’nin sözlerini aktaran D. Stegewerns,”Forgotten Leaders of Interwar Debate on Regional Integration,
Introducing Sugimori Kojiro”, Pan-Asianism..., s, 111.
793
C.W.A. Szpilman, “Between Pan-Asianism and Nationalism: Mitsukawa Kametaro and His Campaign to
Reform Japan and Liberate Asia” Pan-asianism..., s,94.
794
Kurban olma duygusu, 1930’larda, dünya ekonomilerinde iktisadi krizin hissedilmeye başladığı yıllarda daha
da artmıştı. Japon hızlı sanayileşmesinin gerektirdiği ihracat talebi olmadığı gibi, Amerika başta olmak üzere
Batılı aktörlerin yaptıkları dış yatırım da düşmüştü. Miriam Farley’in ifade ettiği gibi, Japonya sanayileşmek için
yanlış yüzyılı seçmişti. Aktaran Bruce Cumings, “Japan and Northeast Asia into the Twenty First Century”
Network Power…, s, 148.
795
Kita Ikki, her ne kadar Bolşevik Devrimini soğuk karşılamışsa da sosyalist fikirleden oldukça etkilenmişti.
Ancak, Kita devrimi tarihsel bir sürecin son halkası olarak değerlendirmiyordu. Devrim ancak “belirli
coğrafyalarda” ortaya çıkabilecek bir özel durumdu. Japonya’nın devrimciliği ve sosyalizmi de sanayi ve bilimsel
gelişmenin yaratacağı işçi sınıfına bağlı olmayacak, Asya’nın uyanışını temsil edecekti. Kita, Japonya’da Savaş
sonrası yayılan kurtuluşçu akımlara ve canlanan Buddist çalışmalara (bkz. Jackie Stone, “A Vast and Grave Task:
Interwar Buddist Studies as an Expession of Japan Envisioned Global Role”Culture and Identity..., ss, 217-233)
atıfta bulunarak Japonya’yı Asya kültürel canlanışının üzerinden Dünya tarihi içerisinde farklı bir yere
oturtuyordu. Nasıl ki Yunanlıların Pers ordusunu yenmesi Batı’nın zaferi olmuşsa, gelecek Japon zaferi de tüm
Doğu'nun zaferi olacakti. Tetsuo Najita- H.D. Harootunian, “Japan’s Revolt Against West” Modern Japanese...,
ss, 214-218. Kita’nın kaleme aldığı, Japonya’nın Yeniden İnşaası için Tasarı (Nihon Kaizo Hoan Taiko; 1916-
1918) 1930’ların başında kendilrini Showa Restorasyonuna adayan sağ kanat aktivistlerin kutsal kitabı
olacaktı.Ayrıntı için bkz. Paul La Blotier, “Ikki Kita” The Dictionary of Geopolitics, John O’Loughlin (der.),
Greenwood Press, Wesport, 1994, ss, 122-123 ve “Pan-Asianism (Kyodoshugi)” The Dictionary of..., s, 191.
796
İlk Konferans 1926 yılında Nagasaki’de Japon Pan-Asya Birliği (Zen Ajia Kyokai) önderliğinde ve Pekin
merkezli Asya Halkları Derneği (Ajia Minzoku Dai Domei)’nin yardımlarıyla gerçekleştirilmişti. Konferans,
Kore, Çin, Hindistan, Afganistan, Filipinler, İran ve Türkiye’den 100’ün üzerinde bir delege katılımı bekliyordu.
Oysa bunun sadece 1/3’lük bir kısmı Nagasaki’ye gelmişti. Gelenlerin çoğu Japonya’daki Asyacı çevrelerle ilişki
halindeki siyasal sürgünlerdi. Örneğin Bose bu toplantıyı Asya Enternasyoneli kurmak yolunda bir adım olarak
görecekti. (E. Hotta, Agm., s,121). Japon hükümeti özellikle Hindistan’daki İngiliz yönetiminin siyasal suçlu
saydığı kişilerin Nagasaki’ye gelmesinden hoşnut olmadığını hissettirdi ve toplantının ufak çaplı kalması için
gerekli siyasal baskıyı uyguladı. 1927 yılında II. Pan-Asya Konferansı Shanghai’da düzenlendi. Afganistan’da
207
modellerini fazlasıyla desteklemediğini göstermişti. Ancak tüm bu siyasal destek eksikliğine

rağmen, 1920’ler Asya kimlik kurgusunun dönüşmesine ve somutlaşmasına sebep olmuştu.

Buna göre kültür, dil, medeniyet, ırk benzerliğiyle ilgili tüm söylemler somut bir politikayı

desteklemek zorundaydı. Japonya’nın güvenliğini sağlamak. Bu politika, Japon askeri, sivil

bürokrasisi ve entelijensiası tarafından Japon devletinin bölgesel bir modele dönüşmesi olarak

yorumlanıyordu. Bu yüzden, 1930’larda aniden –o ana kadar Asya kurgusuna bağlı olan-

Asyacı söylem resmi bir ideoloji haline geldi ve yeni Japon emperyalizminin temelini

oluşturdu.

P. Duara’ya göre bu yeni emperyalizm, Avrupa kolonyalizminden farklıydı. Buna göre

bağımlı entitenin askeri denetimi tam olarak sağlansa da, bu entitenin bağımsız bir ulus-devlet

halinde yapılanmasına dikkat ediliyordu. Dolayısıyla hem anti-kolonyalist bir söylem

kullanılıyor hem de klasik kolonyalizmin yöneten-yönetilen ayrımı aşılıyordu.797 Bu nedenle

tanımlanan “yeni emperyalizm” baştan itibaren coğrafi açıdan dağılmış, ama coğrafi/kültürel

kimlikle tanımlı bir bölgesel blok oluşumuna meyilliydi. 1930 sonrası Japon Asya kurgusu bu

“blok” fikrine odaklanacaktı.798 Bu fikir, Meiji ve Taisho dönemlerindeki Asya kurgusunun

dayandığı, ortaklık ve siyasal-toplumsal-ırksal-kültürel asimilasyon fikirlerinin ötesinde

stratejik müttefiklik ilişkisine bağlıydı.799

planlanan üçüncü toplantı gerçekleşmedi çünkü konferansların sonucu, hem Japon hükümetinin desteği hem de
Asya’dan katılım konusunda hayal kırıcıydı. Konferanslarda verilen mesaj dönemin ruhuna uygundu: Milletler
Cemiyeti’nin küresel gündeminin savaş sonrası Asya için yeterli olmayacağı, Batı kolonyalizminin son bulması
gerektiği, ırk eşitliğinin uluslararası norm olarak benimsenmesinin önemi, Asya kültürel değerlenin
canlandırılmasının sağlayacağı faydalar vb... Çin’den delegasyon katılımı olduğu için Japon Monroe Doktrini
açıkça dillendirilemedi. Onun yerine yumuşatılmış bir Asya’da para birliğine dayanan Ekonomik Birlik önerisi
yapıldı. Ayrıntı için bkz. C. Aydın, Age., ss, 154-160.
797
P. Duara, “Nationalism, Imperialism, ...”, s, 48.
798
K. M. Doak, “The Concept of Ethnic Nationality and Its role in Pan Asianism in Imperial Japan” Pan-
Asianism..., s, 174.
799
Agm., s, 56.

208
c- 1930 Sonrası Dönem Asya Kurgusu:

Japon elitlerinin zihnindeki blok fikrinin inşaası 1931 Manchurya krizi ve

Manchukuo’nun kurulması ile başlayacaktı (1932).800 Manchuko’nun kurgulanması esnasında

1920’lerde hem Çin’de hem Japonya’da Asyacı söylemin parçası olmuş Konfiçyüsçü fikirler

kullanıldı.801 Bunlardan en önemlisi Yasuoka Masahiro (1898–1983) ve General Ishiwara Kanji

(1889–1949)’nin kullandığı “krallığın yolu/imparatorluğun yolu” (odo rakudo) söylemiydi.802

Bu söylem, aslında, askeri erdeme (samuray erdemlerine) dayalı devletlerin inşaasını

öneriyordu. Buna göre, bu devletlerin kurduğu ittifakın dayandığı doğu felsefesi – ki bu felsefe

devletlerarası uyumu da sağlıyordu (devletler ailesi fikri)-803 evrensel kurtuluşu da

gerçekleştirecekti. 1933’de kurulan ve sözcüsü Masaru Nakayama olan Büyük Asya Birliği

(Dai-Ajia Kyokai) bu inancı seslendiriyordu.804 Büyük Asya Birliği, Büyük Asya

Federasyonu’nun (Dai Ajia Rengo) kurulmasını talep edecekti.805

800
Ayrıntı için bkz. P. Duara, Sovereinty...., ss, 41-86. Manchurya’ya yapılan müdahalenin niteliği tartışmalı bir
konudur. Bir kısım araştırmacıya göre Manchurya müdahalesini Japon askeri eliti sivil hükümetten bağımsız
olarak planlamış ve Japonya 1937 Çin, 1941 Pasifik Savaşı’na sürüklenmiştir. Diğer bir yoruma göreyse
Manchukuo tamamiyle devlet ve toplumun birlikte, ulusal çıkarı tanımladığı ve bu çıkarın meşruluğu için dinsel-
kültürel sembollerin kullanıldığı modern bir proje olarak doğmuştur. Age., s, 249-250; P. Duara, “Nationalism,
Imperialism, ...”, s, 54. Ulusal çıkarın tanımlanmasında askeri bürokrasinin yeri için bkz. J. E. Thomas, Age., ss,
99-123, özellikle s, 110. İç Asya’da 1933 ayaklanmalarını takip eden süreçte kurgulanmaya çalışılan Şarki Türk
İslam Cumhuriyeti bu açıdan Manchukuo ile karşılaştırılamaz. Devrik Osmanlı prensi Abdül Kerim Efendi’nin
Tokyo’ya gelmesi ve tac giyeceğine yönelik söylentiler, ancak, Çin ve Manchuria’da yaşayan Müslümanlara
yönelik Altay kardeşliği söyleminin bir devamı olarak görülebilir. Tabi, 1920’lerde hakim olan Asya kurgusunun
etkisiyle, Japonya’nın güvenliğinin kendi sınırlarının dışında başladığı inancı hâlâ güçlüdür. Bkz. Selçuk Esenbel,
“Japan and Islam Policy ...”, S. Esenbel, “Japan’s Global Claim to ...”.
801
Çin ve Manchukuo’daki Konfiçyüsçü Cemiyetler için bkz. P. Duara, Sovereinty...., ss, 111-122.
802
Yasuoka’nın kuruculuğunu üstlendiği Kokui-kai (Ulusal Dayanak Cemiyeti) ve Kinkei Gakuin (Altın Sülün
Akademisi) bu fikirlerin tartışıldığı bir platforma dönmüştü. Konoe Fumimaro (1891-1945), Okabe Nagakage
(1884-1970), Satoimi Kishio (1897-1974), Japon Dış İşleri Bakanlığı bünyesinde 1933’de kurulan Nichi-Man
Bunka Kyokai (Japon-Manchuria Kültürel İşbirliği Cemiyeti)’nin en önemli üyesi General Tojo Hideki
Manchurya ile başlayan ve Ishiwara’nın dillendirdiği Doğu Asya Birliği (Tao renmei) sona erecek bir Konfiçyüsçü
devletler ligi düşünüyorlardı. Roger H. Brown, “Visions of a Virtuous Manifest Destiny, Yusuoka Masahiro and
Japan’s Kingly Way” Pan-Asianism..., ss,134-142.
803
D. Ham, Age., s, 227; P. Duara, “Nationalism, Imperialism, ...”, s, 59.
804
Bu dernek, Prens Konoe’nin de aralarında bulunduğu pek çok üst düzey askeri sivil bürokratı barındırıyordu.
Derneğin çıkartığı aylık gazate (Büyük Asyacılık), Japonya’da sürgünde bulunan ya da Japonya’nın Asya
politikalarına bizzat dâhil olmuş pek çok aktivistin örneğin Hindistan Milliyetçisi Rash Behari Bose’un yazılarına
209
Bu exoteric806 Asya kimliği, Tetsujiro Inoue gibi Japoncuların milliyetçilik anlayışına

da uygundu.807 Ancak burada, krallığın yolu, Amerikan-Avrupa öznel-evrenselciliğine

alternatif bir milliyetçi-evrenselcilik olarak sunuluyordu.808 Asya kurgusu, bu açıdan kendi

başına ideolojik bir söylem haline geliyordu.

Benzer anlayışın 1930’larda dillendirildiği diğer platformlar, birbirleriyle ilişkili,

“Kyoto Felsefe Okulu” diye bilinen entelektüel gruplaşma809 ve yine gayri resmi bir entelektüel

çevre olan Showa Araştırma Derneği (Showa Kenkyukai)’ydi. 810

yer veriyordu. Bu yazılardan da anlaşıldığı kadarıyla Derneğin Asya’sı Orta Asya’yı, Müslüman Batı Asya’yı ve
Güney Doğu Asya’yı kapsıyordu. C. Aydın, Age., ss, 177-178.
805
Thomas W. Burkman, “Nitobe Inazo: From World Order ....”, s,211.
806
Victor Koschmann, Japon Asyacılığı’nı incellediği çalışmasında ( “Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network
Power…) Asyacılığı exoteric (sıradan) ve esoteric (bellirli gruplara yönelik) iki farklı ideolojik söylem içerisinde
incelemişti. Buna göre exoteric söylem geleneksel sembolleri kullanarak Asya kurgusunu inşaa ediyordu. Amaç,
dinleyiciyi, yani halkı bu inşaa edilmiş ortak Asyalılık duygusu içerisine çekmekti. Exoteric söylem bu nedenle
İmparatorun mutlak iradesini bir sembol haline getiriyordu. Esoteric söylem ise karar vericilere (siyasi-askeri elite)
yönelikti. Amaç bellirli bir politikanın, stratejinin izlenmesini sağlamaktı. Doğal olarak İmparatorun otoritesi
elitlerin gücü ve anayasal ilkelerle sınırlanıyordu. Agm., ss, 88-103. Bu konuda ayrıntılara aşağıda değinilecektir.
807
Birliğin ismi Sun Yat Sen’in Kobe konuşmasından alınmıştı; J. Victor Koschmann, “Asianism’s Ambivalent
Legacy”, Network Power... ss,89–90.
808
Roger H. Brown, “Visions of a Virtuous Manifest Destiny, Yusuoka Masahiro and Japan’s Kingly Way” Pan-
Asianism..., s, 143; Nishida Kitaro’nun tanımlaması için bkz. “Kyoto School” Stanford Encylopedia of Philisophy,
http://plato.stanford.edu/entries/kyoto-school/, 27 February 2006, s, 22. Örneğin bkz. Kosaka Masaaki- Nishitani
Keiji- Koyoma Iwao-Suziki Naritaka “ The World Historical Standpoint and Japan” Chūōkōronsha, Tokyo, 1943
(J. W. Heisig, -hazırlayan-1994), s, 40.
809
Kyoto Okulu, Kyoto Üniversitesi’nde Batı felsefesi (özellikle Heidegger ve Nietzsche’nin anlayışıyla) ile
Klasik Doğu Asya öğretilerinin (Zen/ Mahayana Buddizmin) ahlaki normlarını birleştirmeye çalışan felsefi
hareketin adı olmuştu. Hareket düşüncelerini 1913-1928 yılları arasında Felsefe Bölüm Başkanı da olan Nishida
Kitaro (1870-1945)’nun ortaya attığı ontolojik sorunsallar üzerine geliştirmiştir. Nishida, ilginç bir biçimde
kendini Japon/Asya felsefi alanından çok Batı felsefe geleneğine (Hommer, Rousseau, Kant vb.) dayandırır. C.S.
Goto-Jones, Agm. s, 796. Nishida, İyilik Üzerine Çalışmalar’da, 1911, tarihsel gerçeklik karşısında bigi ve
yorumun felsefi üstünlüğünü savunmaktaydı. Ayrıca basho (mahal, yer) mantığı, evrensel değerin kendini
gerçekleştirebileceği ontolojik bir alanın olduğu inancını yansıtır. Buna göre varlığın alanı tez ve anti-tezin
oluşturduğu senteze dayanmaz, tez ve anti tez arasındaki ilişkiye, süregiden kabul ve red sürecine dayanır. Bu
hareketin Asya kurgusu açısından önemi, varlığın alanı (space) ile ontolojisini birbiriyle ilişkilendirip, Doğu ve
Batı’yı metafiziksel zeminde birbirinden ayırmasındadır: “Öyleyse Doğu ve Batı’nın kültürel biçimlerini
birbirlerinden nasıl ayırt edeceğiz...? Bence bunu şu şekilde yapmamız mümkündür: Batı kültürünün alanı varlığın
gerçeklik alanıdır; Doğu kültürününalanı ise Yokluğun alanıdır.” Aktaran “Kyoto School” Stanford Encylopedia of
Philisophy, http://plato.stanford.edu/entries/kyoto-school/, 27 February 2006, s, 10. Bu düşünce hareketinin diğer
temsilcileri arasında, Hajime Tanabe (1885–1962), Keiji Nishitani (1900–1990), Masao Abe, Tosaka Jun (1900-
1945), Shizuteru Ueda, Miki Kiyoshi (1897-1945) yer alır. Ayrıntı için bkz, Frederick Franck (der.),The Buddha
Eye: An Anthology of the Kyoto School, Crossroad Publishing, New York, 1982; Masao Abe "Nishida's
Philosophy of 'Place'," International Philosophical Quarterly 28.4.1988, ss, .355–371. Ôhashi, Ryôsuke (der), Die
210
Miki Kiyoshi (1897–1945)’nin Showa Araştırma Derneği ve bu Derneğe bağlı Kültürel

Sorunları Araştırma Grubu altında kaleme aldığı ve “alan” fikrini kullandığı çalışmaları Kyoto

Okulu’ndan Nishida’nın yolunu izlemekteydi.811 Miki de, Batı ve Asya’nın ontolojik

gerçekliklernin birbirinden ayrı olduğunu iddia ediyordu.812 Miki, aslında, Kyoto Okulu’nun

savunularını Asya Toplululuğu fikri çerçevesinde adeta özetliyordu. Buna göre “alan bilincine

sahip olmak” (spacefulness); ulusların, devletlerin, ulusal kültürlerin kendi özerkliklerini

koruyarak aşkın hale gelebileceklerini (yani tarihin ilerlemesinin getirdiği sorunları örneğin

kapitalizmin sorunlarını çözebileceğini)813 anlatmaktaydı. Özerklik ne kadar doğalsa (yaşayan

kültürün yansımasıysa)814, işbirliği alanının kurgusu da o kadar eylemin (techné) sonucuydu.815

Philosophie der Kyôto-Schule, Karl Alber, Freiburg, 1990, James W. Heisig and John C. Marajdo, (der.), The
Rude Awakenings: Zen, the Kyoto School, and the Question of Nationalism University of Hawaii Press, Hawaii,
1994.
810
1933 yılında kurulmuş olan Dernek, Askeri bürokrasi içerisinde etkiliydi. Ancak Araki Sadao başkanlığındaki
ultra-milliyetçi ve Çin’e müdahale yanlısı, Krallığın Yolu /Kodoha Fraksiyonu’nun karşısında Kontrol/Toseiha
Fraksiyonu’nu destekliyorlardı. J. Victor Koschmann, “Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network Power... s,
90.Bu Fraksiyon General Kazushige Ugaki tarafından savunulmaktaydı. Ordu içersindeki ılımlı kanatça
desteklenmekteydi. Manchurya müdahalesi sonrası, 1936, 26 Şubat Krizine kadar, yani Kodoho’nun elimine
edilmesine kadar iki fraksiyon arasındaki mücadele devam etti. 1938’den itibaren Showa Kenkyukai’nin siyasal
zeminde etkisinin arttığı görülür. Dönemin Başbakanı Prens Konoe’yi etkileyen ve 1930’ların sonunda
Japonya’nın Asya politikasını çizen Yeni Düzen ve Ortak Yaşam Alanı kavramları Miki Kiyoshi ve Royama
Masamichi gibi bu grubun sözcüleri tarafından dillendirilecektir. Paul La Blotier, “Greater East-Asian Co-
Prosperity Sphere” The Dictionary of..., ss, 103-104.
811
Tetsuo Najita- H.D. Harootunian, “Japan’s Revolt Against West” Modern Japanese..., s, 235; Miki Kiyoshi
hakkında yakın tarihli bir çalışma için bkz C.S. Goto-Jones, “The Left Hand of Darkness: Forging a Political Left
in Interwar Japan” The Left in Japanese Politics: Essays in Honour of J.A.A. Stockwin, Rikki Kersten- David
Williams (der.), Routledge, London, 2004.
812
1938 sonrası gerçekleştirdiği bu çalışmalarda Miki’ye göre Batı kültürü bir toplum (Gesellschaft) kültürüydü;
Asya kültürü ise bir topluluk (Gemeischaft) kültürü. Bu yüzden Batı kültüründe bilgi eylem ve düşünce arasındaki
yegane aracıydı. Oysa Asya’nın topluluk kültürü, eylemci bir farkındalığa dayanıyordu. Bu farkındalığın özü,
Miki’nin Asya hümanizmi (Toyoteki hyumanisumu) dediği bir tür ortak-yaşam, işbirliği ve karşılıklı dayanışma
alanıydı. Bu farkındalığın üretilmesi için savaş tetikleyici bir unsurdu. Nitekim 1937 Japonya’nın Çin’e
müdahalesine Miki’nin yaklaşımı olumlu olmuştu. Ayrıntı için bkz. Harry Harootunian, Overcoming Modernity...,
ss, 358-378; John Namjun Kim, “The Temporality of Empire: The Imperial Cosmopolitanism of Miki Kiyashi and
Tanabe Hajime” Pan-Asianism..., ss, 151-160. Savaş, gerçek bir durumu anlattığı gibi Kyoto Okulu’ndan Watsuji
Tetsuro’nun değindiği gibi Batı ve Asya arasında sürüp giden Kultur Kampf’ı da anlatıyordu. Tetsuo Najita- H.D.
Harootunian, “Japan’s Revolt Against West” Modern Japanese..., s, 242.
813
Harry Harootunian, Overcoming Modernity..., s, 396.
814
Age. ss, 378-389.

211
Tüm bu fikirler, Japon faşizminin bir yansıması gibiydi.816 Ancak öte yandan da örneğin Miki

şöyle yazıyordu:

Doğu Asya İşbirliği Alanı uluslararası işbirliğini amaçladığı


müddetçe basit milliyetçiliği aşkın olmak zorundadır. Çünkü aynı
zamanda bu İşbirliği Alanı içerisindeki tüm ulusların farklılığı da
tanınmalıdır...[Bu yüzden] Japonya’nın milliyetçiliği sınırlı olmak
mecburiyetindedir. Japon kültürü, Doğu Asya’nın potansiyel önderi
olarak, basit bir milliyetçilik olarak kalamaz..,[ve] yabancı
düşmanlığına dönüşemez.817

Benzer bir biçimde Masayoshi Miyazaki ve Kanji Ishiwara’nın 1938’de tasarladığı

Doğu Asya Ligi (Tao remmei-ron) liberal bir model görünümündeydi.818

Doğu Asya Ligi’nin amacı Doğu Asya halklarının [Batı


kolonizasyonundan] kurtuluşu olduğu müddetçe, özgürlüğe
kavuşturulan bu halkların siyasal bağımsızlığı garanti altında
olmalıdır. [Yani], Lig’den ayrılma hakkı saklı tutulmalıdır. Doğu Asya
Ligi...karşılıklı siyasal ve ekonomik güvene dayanmalı, zora/baskıya
değil.819

Alan fikrinin, ırkdan (jinshu) bağımsız siyasal bir kavram olarak kurgulanan etnisite

(minzoku) ile beraber düşünülmesi820, Japon modelini Alman modelinden ayıran temel

815
Age., s, 395; Miki’nin fikirlerinde Kyoto Okulu’nun Kant’ı nasıl yorumladığını görmek mümkündür. Kant’ın
insan doğasının yansımalarında ifadesini bulan ve eylemle sınırlanan “dünya devleti”, “barış federasyonu”; bu
sınırlarıyla adeta bölgesel toplulukları işaret etmekteydi.
816
Minamoto Ryoen, “The Symposium on "Overcoming Modernity”” The Rude Awakenings: ...,s, 204; Xiaofei
Tu, “The Fascist Next Door? Nishitani Keiji and the Chūōkōron Discussions in Perspective”
http://www.japanesestudies.org.uk/discussionpapers/2006/Tu.html. Bu sağ yönelimle birlikte 1930’larda gelişen
Asya kurgusu anti-komunist bir içerik de taşımaya başladı. S. Esenbel, “Japan’s Global Claim to....”.
817
Miki’nin sözlerini aktaran John Namjun Kim, “The Temporality of Empire: The Imperial Cosmopolitanism of
Miki Kiyashi and Tanabe Hajime” Pan-Asianism..., s, 157. (vurgu bana ait). Bu noktada tıpkı Hintli düşünürler
gibi Miki de Japon ulusal varlığını asimilasyona ve diğer Asya kültürlerine (bu arada Batı kültürüne de) açıklığına
bağlamıştır. Şöyle yazar; “Kadim Japon kültürü Çin, Hint ve Batı kültürlerinden pek çok unsuru asimilasyon yolu
ile içine alarak, ...bu unsurların yan yana yaşamasına olanak vererek ... gelişmiştir.” J. Victor Koschmann,
“Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network Power... s, 92.
818
K. M. Doak, “The Concept of Ethnic Nationality and Its role in Pan Asianism in Imperial Japan” Pan-
Asianism..., s, 174.
819
J. Victor Koschmann, “Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network Power... s, 94.
820
Age., ss, 95-96.

212
özellikti.821 Ancak, alan fikri çerçevesinde siyasal bilinç ve siyasal eylemin bir arada

düşünülmesi de, Asya kimlik kurgusu bakımından paradoksal bir durumdur. Ironik bir biçimde,

eylemin alanının kısıtlandığı dönemlerde, örneğin II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Asya

kurgusunun bilinç ile ilgili kısmı öne çıkmıştır. Sun Ge, bu bilinç vurgusuna değinerek Asya

kurgusu çerçevesinde coğrafi algılamanın güdük kaldığını yazacaktır. Takeuchi Yoshimi’nin

yazdığı şu paragraf bilinçle ilgili algılamayı özetlemektedir:

İnanıyorum ki Asyalılar her zaman birbirlerini tanırlar. Hissi bir


biçimde Doğulu şairler bilecekler bu söylediğimi. İster Tagore olsun
isterse Lu Hsun olsun, [tüm Doğulular] bireysel deneyimleri
içerisinde insanlığın idealini yaşatmayı başarmışlardır...822

Yani, 1945 sonrası; volk, kultur gibi kavramlara değinerek Asya kimlik kurgusunu

incelemek için çok daha uygun bir ortamdır. Oysa 1930-1945 arası Asya kimlik kurgusunda

böyle bir bilince gerek yoktur. Dönemin entelijensiası, Savaş sonrası kuşak gibi Doğu-Batı

arasında, geçmiş ve gelecek, modernite ve gelenek arasında trajik bir deneyim

yaşamamaktadır.823 Üzerinde durulan, sadece alana dayanan bugünün siyasi mücadelesidir;

bugünün siyasi projesidir. Hatta Nishida’nın tezlerine (mappo fikri) dönülecek olursa bilinç ve

eylem birbirinden farklı değildir.824

...Doğu Asya Topluluğunun kültürü feodal değerlerin yeniden


yaratılmasına dayanmamalı, yeni yaratılmış bir kültür olmalıdır. Eğer
buna Şark kültürünün yeniden canlanışı diyeceksek de...bu tıpkı Roma

821
K. M. Doak, “The Concept of Ethnic Nationality and Its role in Pan Asianism in Imperial Japan” Pan-
Asianism..., s, 180.
822
Aktaran Tetsuo Najita- H.D. Harootunian, “Japan’s Revolt Against West” Modern Japanese..., s, 270.
823
Bu konuda bkz. Yukio Mishima örneği. Mariko Asano Tamanoi, “Pan Asianism in the Diary of Morisaku
Minato (1924-1945) and the Suicide of Mishima Yukio (1925-1970)” Mariko Asano Tamanoi (der.), Crossed
Histories: Manchuria in the Age of Empire, University of Hawai Press, Honolulu, 2005, ss, 184-206; ayrıca bkz.
Kawabata Yasunari’nin Nobel Edebiyat Ödülü konuşmasından aktaran Tetsuo Najita- H.D. Harootunian, “Japan’s
Revolt Against West” Modern Japanese..., s, 272.
824
C.S. Goto-Jones, Agm., ss, 806-807.

213
ve Yunan kültürlerinin Batı’da Rönesans altında canlanışı gibi,
tamamıyla yeni ve modern bir kültürün yaratılması olmalıdır.825
Doğu’nun [Japonya’nın] kaderinin bağlı olduğu bir bölgesel topluluk
olduğunu söylüyorsak bunun anlamı, Doğu kültürünün sabit bölgesel
bir düzeyde ortaya çıkmış olduğu değildir. Bunun anlamı şudur:
[böyle bir bölgesel topluluk] her şeyden önce siyasaldır; kader
olduğuna dair bir duygu ve algılama ile yaratılmıştır. Bu kader
algılaması ise, bilinç alanına siyasal hareket ile taşınmıştır.826

Asya kurgusunun bu yeni biçimi- bölgesel yapı ve kültür projesi-; kimliği/ulusal kimliği

kurgu haline getiren827 farklı bölgesel projeler içerisinde gündeme geliyordu. Bu projeler

sadece birbirleriyle rekabet etmiyor, aynı zamanda seslendikleri dinleyiciye göre de

birbirlerinden ayrılıyorlardı. Exoteric bölgeselliğin (Asya), esoterik bölgesellikten (Asya)

ayrılmasıydı söz konusu olan.828 Exoterik Asyacı söylemler, (örneğin Büyük Asya Birliği,

krallığın/imparatorluğun yolu) Japon kamuoyuna yönelik, çok-etnili bir ulus ve çok-uluslu bir

imparatorluk kurgusu sunarken; esoterik Asyacı söylemler (örneğin Kyoto Okulu, Showa

Araştırma Derneği) Dünya kamuoyunda Japonya’nın Asya politikalarının meşrulaştırılmasını

hedefliyordu.829 Bu ayrım; projelerin ve Asya kurgusunun dayandığı iki söylemin birbiri ile

hâlâ çatışma halinde olduğunu göstermekteydi: “Asya bölgesi hiyerarşik olarak Japonya’nın en

üstte yer aldığı etnik yapılar çerçevesinde mi kurgulanmıştı830 yoksa Doğu Asya topluluğuna

dayanan,... horizontal [ve eşitlikçi] bir yapı mı geliştirilmişti?”831

825
Miki’nin sözlerini aktaran J. Victor Koschmann, “Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network Power... s, 91.
(vurgu bana ait)
826
Royama Masamichi (1895-1980)’nin sözlerini aktaran J. V. Koschman, “Constructing Destiny; Royama
Masamichi and Asian Regionalism in Wartime Japan” Pan-Asianism..., s, 189.
827
Age. s, 93.
828
Age., s, 94.
829
C. Aydın, Age., s, 183.
830
Örneğin bkz., Kosaka Masaaki- Nishitani Keiji- Koyoma Iwao-Suziki Naritaka “ The World Historical
Standpoint and Japan” Chūōkōronsha, Tokyo, 1943 (J. W. Heisig, -hazırlayan-1994), s, 27.
831
K. M. Doak, “The Concept of Ethnic Nationality and Its role in Pan Asianism in Imperial Japan” Pan-
Asianism..., s, 178.

214
Miwa Kimitada’nın832 ve Koschman’ın yaptığı bu ayrım ve ona bağlı olarak Doak’ın

sorduğu sorular önemli olmakla beraber, şu gerçeğin altının çizilmesini de sağlamaktadır; ister

esoterik ister exoterik olsun, ister Japon etnisitesi isterse ortak Doğu Asya kimliği öne

çıkartılsın 1933’den itibaren, yani Japonya’nın Milletler Cemiyeti’nden çekilmesinden sonra,

geliştirilen tüm projelerde Asya kurgusu bölgesel bir modelin içerisinde çizilmektedir.833

“Milletler Cemiyeti’nden çekilmekle Avrupalı ve Amerikali


centilmenlere bir ders vermiş olduk. Onları şu konuda ikaz ettik:
Burada, Asya’da da iradesini gösteren halklar var. Asyalılara da şunu
göstermiş olduk: Batılılar, tıpkı Asyalılar gibi insanoğlu, [yani onlar
da zarar görebilirler.] …[Öyleyse] amacımız Asya’nın kendi kendini
yönetmesi, Asya’nın özerkliği.”834

Bu bölgesel modelin ortaya çıkışını, Kyoto Çevresi bir ölüm-kalım meselesi olarak

değerlendiriyordu. Çünkü bu somutluk; siyasaya, ahlaki yanını veren şeydi. Bu bakış açısı

savaşa nasıl yeni ve etik bir vurgu kazandırıldığını gösterir: “ Barışseverlik nasıl her zaman

adalet ve hümanizme hizmet etmiyorsa, militarizm de her zaman adalet ve hümanizmi

yaralamaz.”835

Buna göre nasıl ki Napoleon Savaşları, ancién rejimlere karşı ulus devletlerin varlığını

ortaya çıkartan, tarihin pozitif bir unsuruysa, 1937 ile başlayan Pasifik Savaşı da “bölgesel

832
Miwa Kimitada, “Japanese Policies and the oncept of Regional Order in Asia, 1938-1940” The Ambivalence of
Nationalism..., Aktaran, J. Victor Koschmann, “Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network Power... s, 98.
833
Tabi bölgesel model olarak odak noktası Asya kurgusu olsa da Pasifik ile ilişkili kurgu da dikkate değerdir. İlk
olarak 1933 yılında Pasifik Locarno Paktı önerisi (Japonya, Çin, SSCB, ABD, Büyük Britanya ve Fransa’yı
kapsayan) ile gündeme gelen bu kurgu, Kamikawa Hikomatsu tarafından olgunlaştırılmıştır. Hikomatsu’ya göre
ırksal bir savaşı tetikleyebilecek Asya kurgusu/Asya bölgesel modeli yerine Milletler Cemiyeti’ni örnek olarak
alan bir Uzak Asya Milletler Cemiyeti (Kyokuto Renmei) geliştirilmelidir. Bu yapı, Japonya’nın yanında,
Manchukuo, Çin, Siyam, Sibirya ve Filipinleri de içerecekti. Aslında Pasifik kurgusunun da çıkış noktası 1937’de
Çin ile Savaşa sebep olan dönemin Pan-Asyacı eylemlerinden farksız bir biçimde Pan-bölge kavramsalaştırmasına
dayanıyordu. Ayrıntı için bkz. John O’Loughlin, “Panregions” The Dictionary of. ss, 192-193. Örneğin Matsuoka
Yosuke 1946’da şöyle diyecekti: “Batı Yarım Küreyi Amerika yönetiyor, Büyük Britanya kendine bağlı olan
ulusları, Sovyet Rusya komşu devletleri ve Rusyayı, Japonya da Uzak Doğu’yu vb. Daha sonra bu bölgesel
cemiyetler zaman zaman bir araya gelip, görüş alış verişinde bulunabilir.” Thomas W. Burkman, “Nitobe Inazo:
From World Order...”Culture and Identity...,ss, 213-214.
834
Tkutomi Soho, Osaka mainichi shinbun, February 25, 1933, aktaran F. G. , “Tokutomi Soho: A Japanese
Nationalit View of the West and Asia”, Sources of Japanese…, s, 135.
835
Konoe Fumimora’dan aktaran Peter Duss, “Empire and War”, Sources of Japanese…, ss, 291-292.

215
işbirliği alanlarının var olma mücadelesinden başka bir şey değildir”.836 Bu nedenle de

mücadele, sürmekte olan savaş, öz bilinç ile yakından ilişkilidir. Kyoto Çevresi’nin kasttetiği

bilinç, bilinen biçimiyle kimlikle ilişkili değildi; daha doğrusu gelenekler içerisinde yaratılmış

bir kimlikle (kültürel/dilsel/dinsel/ırksal toplululuk bilgisiyle) özdeş değildi. Bugünün

politikalarıyla dünya düzeninin837, bölgesel topluluklar üzerinden “ulus-devlet ve

milliyetçilikleri aşan biçimde”838 yeniden inşa edilmesiyle ilişkiliydi.839

Burkman’ın “dayatılmış ve yozlaşmış bölgeselcilik” olarak açıklayacağı840 bu anlayış

en somut ifadesini Royama Masamichi’nin Doğu Asya Topluluğu (Tao kyodotai) fikri841 ile

836
Kosaka Masaaki- Nishitani Keiji- Koyoma Iwao-Suziki Naritaka, Agm. s, 37.
837
Doğu Asya’da Yeni Düzen (Toa Shinchitsujo) ilk kez 1938 yılında Başbakan Prens Konoe Fumimaro
(Atsumaro’nun oğlu) tarafından dillendirilmişti. Yeni Düzen kavramı başta Japonya, Çin ve Manchuria arasında
iktisadi, kültürel ve siyasal işbirliğini anlatan bir proje görünümündeydi.

“Şu bilinen bir gerçek ki uluslararası anlaşmalar, örneğin Milletler Cemiyeti Şartı,
dayandıkları mantıksız ilkeler nedeniyle çoktan saygınlığını yitirdiler. Kültür, doğal
kaynaklar, göç… ve ticareti de kapsayan [yeni uluslararası] gerçeklere uygun yeni
bir barış sistemini kurgulamak gerekiyor.” (aktaran Thomas W. Burkman, “Nitobe
Inazo: From World Order...”Culture and Identity...,s, 214.)

Bu proje, 1933’de Kamikawa Hikomatsu ile birlikte Uzak Doğu Milletler Cemiyetini önermiş olan Royama
Masamichi ( ayrıntı için bkz. Miki Kimitada, “Japanese Policies and Concepts for Regional Order in Asia, 1938-
1940” The Ambivalence of Nationalism…, s, 149) tarafından geliştirilmişti. Royama’ya göre, Yeni Düzen bölgesel
bloklara dayanan yeni uluslararası örgütlenmeyi anlatıyordu. Royama, bu yeni örgütlenme biçiminin “Versailles
düzeni” dediği milliyetçiliğin yerini almasını umuyordu.
838
J. V. Koschman, “Constructing Destiny; Royama Masamichi and Asian Regionalism in Wartime Japan” Pan-
Asianism..., s, 189. Nishida’nın 1943 tarihinde dillendirdiği benzer görüşler için bkz. C.S. Goto-Jones, Agm., s,
805. Milliyetçiliği ve ulus-devlet fikrini aşmak (chokoku), her şeyden önce Çin milliyetçiliği ile baş etmek
anlamına geliyordu. Royama Masamichi’nin bu konudaki görüşleri için bkz. Kabayashi Hiroharu, “Royama
Masamichi’s Perception of International Order from the 1920s to 1930s and the Concept of the East Asian
Community” Nationalism and Internationalism..., s, 156, Takashi Shiraishi, “Japan and Southeast Asia”, Network
Power..., ss, 172-175.
839
Elbette bu düşünce silsilesi militarist bir anlayışta nihayetleniyordu. Buna göre savaş, fiziksel mücadelenin
ötesine, mutlak bir alana taşınıyor; barış ve savaş zamanlarının ötesine götürülüyordu. Savaş, sonuç olarak
bölgesel işbirliği alanlarının yaratıldığı yaratıcı ve barışçıl bir süreç olarak resmediliyordu. Kosaka Masaaki-
Nishitani Keiji- Koyoma Iwao-Suziki Naritaka, Agm. ss, 38-39; 41-44.
840
Thomas W. Burkman, “Nitobe Inazo: From World Order...”Culture and Identity...,s, 214.
841
Showa Araştırma Derneği altında çalışırken, Royama, Doğu Asya Topluluğu’nun inşaası fikrini 1938 ve 1939
yıllarında kaleme aldığı üç makalede geliştirdi: “Doğu Asya Topluluğu Kuramı”, “Ulusal Topluluğun İnşaası” ve
“Yeni Dünya Düzeni Umutları”. Royama’nın kuramında Doğu Asya Topluluğu’nu Japonya, Manchuria ve Çin
oluşturmaktaydı. Düşünür, ayrıca, bu topluluğun inşaası için beş önşart sayıyordu: Bu şartlar için bkz. Kabayashi
216
bunu takip eden Dışişleri Bakanı Matsuoka Yosuke’nin Doğu Asya Ortak Refah Alanı842

önerisinde buldu.

Royama, Kyoto Çevresi’nin ve Miki Kiyoshi’nin etkisi altında, konstraktivist eylemin-

yani topluluk inşaasının- tarihsel geişmenin özü olduğunu savunuyordu.843 Klasik

konstraktivist teorilerde olduğu gibi, Royama’nın düşüncelerindeki topluluk inşaası da, aynı

anda siyasal yapının ve siyasal eylemin düzeyini (scale) de belirliyordu:

[Bu topluluk yeni bir yapı (taisei) içerisinde siyasal bir bölge
olmalıdır. [Amaçladığımız topluluk] bölgesel bir topluluktur ve
siyasal yapı olarak tabiyatiylen bir çeşit Lig/Cemiyyet oluşturacaktır”
; “ geleceğin dünyası bölgesel toplulukların dünyası olacak... ve bu
topluluklar arasında bir güçler dengesi olacaktır.”844

Hiroharu, “Royama Masamichi’s Perception of International Order from the 1920s to 1930s and the Concept of
the East Asian Community” Nationalism and Internationalism..., s, 157.
842
Ortak refah alanı fikri (kyoeiken) düşünsel olarak Kyoto Okulu’ndan Nishida Kyokei’ye dayanır. Ancak
düşünürün fikirlerinin ne şekilde askeri elitlerce yeniden yazıldığı/değiştirildiği hâlâ spekülasyon konusudur. C.S.
Goto-Jones, Agm., s, 802. Japon Bahriye Nazırlığı’nın 1942 yılında tamamladığı rapora göre Ortak Refah alanı beş
ayrı kategoride ilişkiyi kullanarak kurgulanmıştı: 1)- “önder ülke” Japonya; 2)-Bağımsız devletler (Çin/Nanking
Cumhuriyeti, Manchukuo, Thayland); 3)- Bağımsız ama Koruma altındaki (proectorate) devletler (Burma,
Filipinler, Cava); 4)- Doğrudan yönetilen yerler; 5)- Ortak Rafah Alanı’nın dışındaki güçlerin egemenliğindeki
koloniler (Fransız HindiÇini, Portekiz idaresindeki Timor vb.). J. Victor Koschmann, “Asianism’s Ambivalent
Legacy”, Network Power…, s, 102. Yine 1942 yılında Topyekün Savaş Araştırma Enstitüsü’nün kaleme aldığı
plana göre; Hint Okyanusu, Orta Asya ve Pasifik’i kapsayan alanda devletler, uluslar ve doğal kaynakların
dağılımı, bir birliği ortaya çıkaracak tabiyattadır. Buna göre Doğu Asya’nın çekirdeğini Japonya, Kuzey Çin,
Mançurya ve Rusya’nın Pasifik kıyıları oluştururken, Sibirya, Çin, Hintçini, Avusturalya ve Hindistan’ın
bağımsızlıklarını kazanmaları ve Büyük Refah Alanı’nı (Greater East Asia Co-prosperity Sphere- Dai Tao Kyoei
Ken) oluşturmaları beklenir. Peter Duss, “Empire and War”, Sources of Japanese…, ss, 312-314. 1943 yılında,
Tajo Hideki hükümetinin desteğiyle, Tokyo’da düzenlenen Büyük Doğu Asya Konferansı’nda Doğu Asya Ortak
Refah Alanı’nı temsil eden hükümetler şunlardı: Japonya, Çin, Manchuria, Filipinler, Burma ve Tayland. C.
Aydın, Age., s, 185. Ancak Takaishi Shiraishi’ye göre Büyük Doğu Asya Ortak refah Alanı, baştan itibaren hayali
bir vizyondu ( a phantom vision), çünkü Manchuko ve Doğu Asya Ortak Refah Alanı (Manchuria, Kore, Çin,
Japonya) projelerinin Çin milliyetçi ve anti-kolonyalist hareketi nedeniyle başarısızlığa uğraması üzerine
tasarlanmıştı. Takashi Shiraishi, “Japan and Southeast Asia”, Network Power..., s, 174.
843
J. V. Koschman, “Constructing Destiny; Royama Masamichi and Asian Regionalism in Wartime Japan” Pan-
Asianism..., s, 190.
844
Age., s, 190.

217
Kültürel boyutuyla kimlik, topluluk ve bölgesel düzeyin inşaasından sonra ancak

devreye giriyordu. Kyoto Okulu’nun düşüncesinin: “sadece ırklar tarihi yapmaz, tarih ırkları

yapar”845 bir yansıması olarak Royama şöyle yazacaktı:

Doğu’nun birliği, [tek tek] milliyetçilikleri aşan bir biçimde doğmalı.


Bu aşkınlığı başarmak için gerekli motivasyonu nereden bulacağız?
Asya kıtasal alanında Japon milliyetçiliğinin ilerlemesinden başka
bir yerde değil… Japonya’nın ilerleyişine içkin güç emperyalizm
değil, savunma ve gelişmeyi amaç edinmiş bir bölgeselleşmedir. Bu
durumu tamamen yanlış anlayıp, emperyalizm diye damgalaması
olgunlaşmamış Çin milliyetçiliği için doğaldır.846

Royama’nın zihninde, milliyetçilikle ilgili paradoksal düşüncelerin olduğu açıktır.

Üstelik bu dönem Japonya’nın Asya politikasını eleştirenler sadece Çin’deki milliyetçi güçler

de değildi.847 Tagore’dan Kongre entelijensiasına kadar Hindistanlı elit Japon modelini

olumsuzlamaya başlamıştı.848 Ancak bölgeselleşme ile “doğru”, “iyi”, “olgun” milliyetçiliği

845
Kosaka Masaaki- Nishitani Keiji- Koyoma Iwao-Suziki Naritaka, Agm. s, 44.
846
J. V. Koschman, “Constructing Destiny; Royama Masamichi and Asian Regionalism in Wartime Japan” Pan-
Asianism..., s, 194. (vurgu bana ait)
847
Akira Iriye’ye göre ne Kuomintang ne de Çin Komunist Partisi Japon Pan-Asyacılığına bir yakınlık göstermişti.
Sun Yat-Sen’den sonra geleneksel değerleri ön plana çıkaran Chiang Kaishek bile, Japon-Çin kardeşliğini, Asyacı
söylemden ayrı düşünüyordu. Hatta Chiang Kaishek’e göre Japon Asya kurgusu, “militarist elitin yanlış
ideolojisinden” başka bir şey değildi. Ayrıntı için bkz. W. Yoshibumi, Age., ss, 82-86. Bu olumsuz bakış
nedeniyle Asya birliği söylemini kullanan Kang gibi düşünürler Çin’i 1920’lerde terk etmişlerdi. C.S. Goto-Jones,
Agm., ss, 815-816. .Japon bürokrasisi ve elitleri, Çin’de Japonya’ya yönelik bu olumsuz tutumun farkındaydılar.
Bu tutumu yumuşatmak için benimsenen genel söylem, 1897 Savaşının bir hata olduğu iddiasına dayanıyordu. Bu
söyleme göre, Çin ve Japonya’nın kaderleri birbirine bağlıydı ve Beyaz Adamın Asya’da daha fazla ilerlemesi
Çin-Japon birliğiyle durdurulmalıydı. C.S. Goto-Jones, Agm. s, 801.
848
Bu bakışı engelleyebilmek için Okawa Shumei Kongre’ye yazdığı bir mektupta, Japonya’nın Asya politikasının
gerçek amacının Asya’nın sömürge yönetimlerinden özgürleştirilmesi olduğunu söylemişti. Ancak o dönem
Japonya’da bulunan ve 1929’da Kobe’de Kongre Partisi’nin bir şubesini kuran Ananda Mohan Sahay ve Raja
Mahendra Pratdap Japon militarizmine son drece kuşku ile yaklaşıyorlardı. Japonya’nın Asya bölgesine,
milliyetçiliği reddederek dönmesi, Hindistan’ın bağımsızlığını düşleyen Hint milliyetçi hareketini oldukça
olumsuz etkilemişti. Bu noktada Rash Behari Bose ve Subhas Chandra Bose’un faaliyetleri bir istisna
görünümündedir. 1942 yılında Pan-Asyacılığın en somut projelerinden biri olarak, Rash Behari Bose
başkanlığında Hindistan Ulusal Ordusu (HUO) Japonya’nın desteği ile kurulmuştu. Gerçi Aydın’a göre, bu destek
Japonya’da planlı bir devlet politikasından çok idealist bir çevrenin verdiği destekti. Ordu, Singapore’a gönderilip
esir edilen İngiliz Birlikleri’ndeki Hintli askerlerden oluşuyordu. Amacı Burma-Hindistan sınırında çarpışan Japon
Ordusu’na yardım etmekti. Ancak kısa sürede Japon ve Hint tarafları arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Bunun
üzerine Hint milliyetçi hareketi ile bağlantısı çok kısıtlı olan, siyasal hayatının büyük kısmını Japonya’da geçiren
Rash Behari Bose’un yerine, II. Dünya Savaşı’nda Berlin ve Tokyo’yu desteklemek gerektiğini düşünen,
Kongre’nin önde gelenlerinden Subhas Chandra Bose (1897-1945) getirildi. Subhas Hindistan’ın bir an önce
bağımsızlığına ulaşması gerektiğini ve Gandhici pasif direnişin bu süreci yavaşlattığını düşünüyordu. Bu nedenle
Kongre başkanlığından istifa ederek 1939 yılında “Tüm Hindistan için İlerleme Partisi’ni” kurmuştu. 1942 yılında
Japonya’ya ulaşan Subhas sürgünde Özgür Hindistan Hükümeti’ni kurdu. Ayrıntı için bkz. Hari Hara Das, Subhas
218
özdeşleştirerek, “yanlış” bir milliyetçilik tanımına gitmek sadece Asyacıların başvurduğu bir

yol değildi. 1920’lerden itibaren bölgesel kimlik tanımlaması geliştiren hareketlerin genel bir

yönelimiydi.849 1930’ların sonunda Kyoto Okulu ve Royama gibi takipçilerinin yaptıkları ise,

Asya kurgusu içerisinde baştan itibaren yapılan iyi Batı-kötü Batı ayrımını Asya içerisine

taşımaktı. Bu hem Asya kurgusu içerisinde Asya’nın Avrupa bölgesel yapılanmasıyla artık eşit

olarak görüldüğünü göstermekteydi, hem de yöneltilen eleştirinin artık Batı emperyalizmi ile

birlikte tüm uluslararası sisteme ve evrensel anlayışa döndüğünü işaret etmekteydi. Bu Asya

kurgusunun normatif yanıydı ve bir tür eşitlik talebini içeriyordu: Bölge olabilme hakkı.

1914-18 Avrupa Savaşı, ve ertesinde olan olaylar gösterdi ki Dünya


Avrupa’dan ve Avrupa’nın egemenliğindeki topraklardan ibaret değil.
Bu kısmi algılama sayesinde Milletler Cemiyeti kuruldu... Cemiyet’in
yasası ulus, devlet, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ile modern
devlet egemenliği gibi ilkeleri yansıtyordu. Bu yüzden Cemiyet,
Doğu’nun Doğu olarak kabul edileceği bölgesel bir yönelimi
reddetti. Cenevre’de Cemiyet, Batı’yı evrenselleştirdi. Doğu uluslarını
ise bu evrensel sistemin bir parçası yapmaya çalıştı. Doğu için,
Batılılaşma süreci çerçevesinde milliyetçiliğe ve egemen devlete
odaklanarak kendini evrenselleştimesi kurgulanırken, [aslında]
Doğu’da hiçbir bölgesel oluşum tanınmayacaktı.”850

Bu eşitlik talebinin emperyalist olabilme hakkını da barındırdığını Royama

yadsımayacaktı: “Yeni düzen emperyalist aşamaya yeni gelmiş devletlerin

Chandra Bose and the Indian National Movement, Sterling Publishers, New Delhi, 1983. Bu hükümet 1943
yılında yapılack olan Büyük Doğu Asya Konferansı’na katılacak ve Milletler Cemiyeti amaçlarının
gerçekleşmediğini, bunun yerine Asya’da Yeni Düzenin alması gerektiğini dillendirecekti. HUO’ya her zaman
Japon emperyalizminin bir aracı olarak bakılmasına rağmen Hint milliyetçiliğine yapılan vurgu hiçbir zaman
ortadan kalkmamıştı. Bu nedenle HUO görevlilerinin yargılanması ve Tokyo Savaş Suçları Mahkemesin’de Hintli
yargıç Radbinod Pal’ın Nanking Katliamı sorumlularıyla ilgili çekimser oy kullanması, Asyacı söylem ve Asya
kurgusu ile beraber ele alınmıştır. Bkz. C. Aydın, Age., ss,187-188; A. Sen, Age., ss, 90-91. Bose’la benzer bir
tutum geliştiren Endonezya’nın milliyetçi şairi Sanusi Pane’nin görüşleri için bkz. E. Mark, Agm., ss, 479-484.
849
1920’lerin Klasik Rus Avrasyacı hareketi ve Trubetskoy’un görüşleri bu açıdan tipiktir. Bkz. N. S. Trubetzkoy,
“On True and False Nationalism” The Legacy of Genghis Khan and Other Essays on Russia’s Identity, A.
Liberman (der ve hazırlayan), Michigan Slavic Publications, Ann Arbor, 1991, ss, 74-75.
850
J. V. Koschman, “Constructing Destiny; Royama Masamichi and Asian Regionalism in Wartime Japan” Pan-
Asianism..., s, 193. (vurgu bana ait)

219
[Asya’daki]…arzularını görmezden gelmeyecek- ki zaten bu yüzden adı yeni düzen.”851 Ancak,

bu ifadelerin anlatmaya çalıştığı bir yandan da şuydu: Bahsedilen yeni bir emperyalizmdi ve bu

emperyalizm bölgesel kimlik kurgusunu bir araç ve düşünsel zemin olarak kullanıyordu. Asya

kurgusu, Meiji döneminden itibaren en nihayetinde bölgesel bir içerik kazanıncaya kadar

dönüşmekle beraber Batı ve Doğu için kurtuluşçu, normatif, evrenselci içeriğini ve uluslararası

sistemi reddetmeyen/reformist yönelimini de korumuştu. Öyleyse yeni emperyalizmin

kullandığı Asya kurgusu, emperyalist kimlik kurgusuna dönüşecek ve her emperyalist proje gibi

sadece jeopolitik değil aynı zamanda ahlaki bir kurguya işaret edecekti.852 Örneğin Kyoto

okulundan Masaaki Kosaka şöyle yazacaktı:

Ortak Refah Alanı ideali eski emperyalizmin büründüğü biçime


bürünemez. Emperyalizm diğer ülkelere uzlaşma yolu ile yaşama
hakkı tanımaz. Onları birer araç olarak kullanır. İngiliz methodu
budur. Bir sömürgesine bağımsızlık hakkı tanıdığında dahi,
hedeflenen o ülkenin kullanılması; büyüyen ve genişleyen Büyük
Britanya’nın korunmasıdır. Uzlaşmayı, kullanmaktan ayırt etmeliyiz.
Kullanmak, muatap olan özneyi bir nesne, bir şey haline getirir. Oysa
uzlaşma onun özne olduğunu kabul eder. Otonom, öz-bilince sahip
hiçbir varlık kullanılamaz, fakat uzlaşmanın parçası olabilirler.
Onları yönetemez ama temsil edebilirsiniz. 853

Bu “yeni emperyalizm”, Asya’da modernizmin (endüstriyel kapitalizmin, Batı modeli

ulus-devletin, Batı tarzı milliyetçiliğin, Batı tarzı evrenselciliğin, Batı tarzı uluslararası

diplomaik mekanizmaların) getirdiği anomie’nin (anormalinin/sapaklığın) aşılmasının bir yolu

olarak görülüyordu.854 Ama ne var ki Pasifik Savaşı Ağustos 1945’de Japonya’nın yenilgisiyle

sonuçlandı. Yenilgi, Asyacılık söylemi için, Okawa’nın deyimiyle, bir felaketti. Savaş

851
Kabayashi Hiroharu, “Royama Masamichi’s Perception of International Order from the 1920s to 1930s and the
Concept of the East Asian Community” Nationalism and Internationalism..., s, 160.
852
C.S. Goto-Jones, Agm. ss, 793-816. Hatta, Jones’a göre, bu kurgu ile işaret edilen anti-emperyalist yayılmacı
bir kimlikti, s, 794. Jones, Japon emperyalizminin var olduğunu yadsımamasına rağmen, s, 795; aşkınlığın nasıl
politik bir proje haline geldiğine odaklanır.
853
J. Victor Koschmann, “Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network Power…, s, 101. (vurgu orijinal).
854
Anomie kavramının bu bağlamda nasıl kullanıldığı ile ilgili olarak bkz. H. Harootunian, Overcome by
Modernity: History, Culture and Community in Interwar Japan, Priceton University Press, Princeton, 2000, s, xxi.

220
bittiğinde, Asya’da bölgesel düzen henüz hayata geçirilmemişti. Ama daha önemlisi, 1945

öncesi Asya’da modernizmi aşmak için ne çeşit bir emperyalist kurgu geliştirilmişse, o kurgu

1945 sonrası amaçları ve araçları bakımından yargılanıyordu:855 “Japonya Asya’nın umudu

olacakken Asya’ya ihanet etmişti”.856 Bu yenilgi ve Asya halklarının Japonya’ya yönelik

“emperyalizm” suçlamaları şunu gösteriyordu; Hindistan örneğinin aksine, Japon siyasal

düşüncesi içerisinde gelişmiş bölgesel kimlik kurgusu, Asya halklarının uğraşmak durumunda

olduğu ikinci krizi, Batı ile uzlaşma içerisinde kolonyalizmden kolonyalizm sonrasına geçiş

krizini atlatmak konusunda başarılı olamamıştı.

Savaş sonrası Japonya’da etkili olan görüş, bu yüzden, yeniden başlayan ve yeniden

Batılılar’dan (ABD’lerinin) öğrenilen modernizm (yeni Aydınlanma) vurgusuydu. Tüm toprak

taleplerinden vaz geçilmesi 1956’da başbakan olacak Ishibashi Tanzan’ın dillendirdiği, “Küçük

Japonya” idealinde sembolleşmişti.857

Ancak, Asyacı/Pan-Asyacı eylem ve söylemin yargılanması ve reddedilmesi, hatta Asya

kurgusunun kolonyalizmden geçiş aşamasındaki başarısızlığı, bölgesel kimlik kurgusu

bakımından ikincil öneme sahiptir. Çünkü Japon siyasal düşüncesi içerisinde ve zamanla,

Asya/Asyalı kimlik kurgusunun kendisi ( bölgesel biz duygusu), işlevinden daha önemli hale

geldi. Bunun en önemli nedeni, Avrupa’lı Asya kurgusunun karşısında geliştirilen tarihsel

unsur, evrensel sistem fikri ve aşkınlığın, somut coğrafi ifadesinin geliştirilebilmesiydi. Basit

bir bölge fikri değildi yaratılan. Bölgenin bir öz-müdafa alanı olarak kullanılmasıydı.
855
Zaten, Asyacılık, bir terim olarak 1945 sonrası Japonya’da yasaklanmıştı. Hatsuse Ryuhei, “Pan-Asianism in
International Relations...” Pan-Asianism..., s, 230.
856
Oguma Eiji, “The Postwar Intellectuals’ View of Asia” Pan-Asianism..., s, 206.
857
W. Yoshibumi, Age., ss,87-98; Tanzan’ın Büyük Japonya Fantezisi (Dai Nihonshugi no genso) için bkz. Arthur
E. Tiedemann, “The High ide of Prewar Liberalism”, Sources of Japanese…, ss, 181-189. Tanzan şöyle yazıyordu:

“İnsanlar, Tayvan, Çin, Kore, Sibirya ve Sakhalin’in bizim savunma kalkanımız


olduğuu düşünüyorlar. Oysa bu kalkanın kendisi bizi yakacak kadar tehlikeli.
…Eğer bu kalkanı görmezden gelirsek bir savunmaya da ihtiyacımız kalmayacak.”
Age., s, 185.

221
II-D- Sonuç:

Bu bölümde; bölgesel kimlik kurgusunun Asya’da, 19.yy sonu- 20.yy başında hangi

“anlatının” içerisinde, nasıl ortaya çıktığını incelemektedir. Anlatı, kimliğin belirli kavramsal

sınırlar içerisinde üretildiğini kabul ettiğinden, Asya kimlik kurgusu iki hat üzerinden analiz

edilmeye çalışılmıştır.

İlk hat, bölgesel kimlik kurgusunun unsurlarıydı. Hindistan ve Japon siyasal düşüncesi

içerisinde kurgulanan Asya kimliği bir arada ele alındığında, bu unsurları şu şekilde sıralamak

mümkündür: Tarihsel unsur, ulus-devleti aşan evrensel birlik idealini ifade ediyordu. Ancak, bu

evrensel birlik ideali, evrensel olduğu kadar, iki açıdan yereldi de. Bir yandan evrensellik,

farklı kültürel/toplumsal öznellikler içerisinde üretiliyor ve daha sonra bu öznelliklere atıf

yapılarak temsil ediliyordu (Tagore’dan Nehru’ya, Okakura’dan Kyoto Filazofları’na kadar

andığımız düşünürlerin ve akımların hepsi bu tür bir öznelliği doğrudan ya da dolaylı biçimde

kullanacaklardı). Nihayetinde üretilen aşkın bir yerellik, ya da aşkın bir milliyetçilikti. Diğer

yandan yerellik, evrensellik iddialarının birbirinden ayrılmasını, hatta benzer söylemler

üzerinden (örneğin Asya’nın sorunlarına Asyalı çözümler! ya da Asya’ya Özgürlük!)

birbirlerine rakip siyasal projeler geliştirmelerini sağlıyordu: Hindistan çok-uluslu/ çok-etnili

devleti/toplumsal sistemi ile Japon ulus-devleti/ emperyal sistemi arasındaki rekâbetin yarattığı

alan sadece Asya kimlik kurgusu açısından “hayalkırıklığının” ifadesi değildi.858 Bunun

ötesinde, yerelliğin, Asya kurgusunu zorunlu olarak çoğulcu hale getirdiğini de gösteriyordu.

Asya kurgusunun diğer unsuru, coğrafi unsurdu. Bu unsur iki açıdan önemliydi: İlki,

Avrupa’nın Asya kurgusundan Asya’nın özgürleşmesi ile ilgiliydi. Daha önce belirtildiği gibi

Avrupa’nın Asya kurgusu Şarkiyatçılığın bilgisine dayanarak Asya için belirsiz sınırlar

çiziyordu. Belirsiz sınırlar, uluslararası toplumun sınırlarının Asya’yı kapsadığı bir dönemde
858
Bu bağlamda hayalkırıklığının ne şekilde kullanıldığını görmek için bkz. He Zhaotian-Wang Chaohau,
“Chinese Revolution and the Discourse of Asia” Inter-Asia Cultural Studies, 8/3, 2007, s, 474.

222
Asya halklarının/uluslarının/devletlerinin Batı ile ilişkilerinin pasif bir hat üzerinden, Batı’nın

tanımladığı güvenlik ve ilerleme kurguları üzerinden sağlandığını gösteriyordu. Hindistan

örneğinde dolaylı bir biçimde ortaya çıkan, ama özellikle Japon siyasal düşüncesi içerisinde

olgunlaşan bölge/bölgesel alt sistem fikri işte bu pasif hattı tersine çevirmeyi amaçlamaktaydı.

Bu, aynı zamanda şu manaya da geliyordu: öz-savunma’nın manası, güvenlik ve ilerleme

kurgusuna bağlı olarak Asya’da belirlenebilecekti.

Japon entelijensiasının ve bürokratik elitlerinin, endüstrileşmeyi militarizasyon ile

beraber ele alması, “öz savunmanın” Asya kimlik kurgusu içerisinde siyasal ve askeri güce

bağlı olarak yeniden kurgulandığı inancına sebep olmuştu. Oysa, hem Hindistan hem de Japon

siyasal düşüncesinde bölge kurgusunun evrensel birlik idealinin bir yansıması, hayata

geçirilmesinin bir yolu olarak görülmesi; Asya kurgusu bağlamında öz savunmanın daha geniş

bir perspektiften yorumlandığının düşünülmesini gerektirmektedir. Öz-savunma, yerel-bölgesel

kimliklere dayalı hareketlerin genel iddiası olan ve gerek Hindistan gerekse Japon siyasal

düşüncesi içerisinde gözlemlenen “istisnalık” ve “eşitlik” talepleriyle sınırlı olmayan bir

olasılık fikriyle ilgilidir. Olasılık, evrensel iddia ile yerel iddiaların, evrensel değerle yerel

değerlerin uyum sağlayabileceği bir sistemin Asya’da kurgulanabileceğini ifade ediyordu.

Gerçek değil; geleceğe, geçmişe ya da eylemin olduğu ana yönelik bir kurguydu. Öz savunma

bu anlamda Asya kimlik kurgusu üzerinden, eylem ve söylem alanının güvenliğini ifade

ediyordu. Kültürel değerlere atıfta bulunularak korunan eylem ve söylem alanı ne kadar

muhafazakâr bir alan gibi görünse de, bu açıdan bakıldığında Asya kimlik kurgusunu modern

siyasal yaşamın merkezine oturtur. İlginç olan, bu algılamanın Arenth tarafından dillendirilen

güvenlik idealini de, olasılık üzerinden karşılamasıdır.

Coğrafi unsurun önem kazandığı ikinci nokta, bu siyasal olasılık alanıyla ilgilidir.

Kurgunun, evrensel-yerel uyumunun olasılığını ifade ediyor olması; Asya bölgesinin, Asya

kimlik kurgusu üzerinden Avrupa bölge kurgusuna eşit/benzer bir konuma getirildiğini gösterir.
223
Ancak, bu benzerlik, hâlâ bir olasılıktır, günün gerçekliği değildir. Hindistan’da ortaya çıkan

kısa dönemli Asya Federasyonu ya da Asya İşbirliği fikri de, Japonya’nın çözüm yolu olarak

gördüğü savaş eylemi de olasılığı gerçekliğe taşımakta başarılı olamamıştır. Bu yüzden Asya

kimlik kurgusu tamamlanmamıştır. Ama tam da bu tamamlanmamış hali nedeniyle, yerel-

evrensel modellere hâlâ açık olduğu için, Asya kimlik kurgusu önem taşımaktadır.

Asya kurgusunun üçüncü unsuru, kurgunun içinde oluştuğu ilişkinin niteliğidir. Bu

bağlamda, söz konusu olan kolonyalist dönemde Batı ile kurulan ilişkiydi. Ancak kolonyalizm,

sadece bir tür yöneten-yönetilen ilişkisini, ya da sömürge sistemini anlatmamaktaydı.

Kolonyalizm, uluslararası toplumun/sistemin normları, kuralları ve geçerli araçlarıyla beraber

Asya’ya ulaştığını göstermekteydi. Bu ilişki, ister doğrudan Avrupa’nın emperyal sistemi

içerisinde olsun (Raj örneği), isterse de Avrupa modernizminin dayattığı siyasal modeller

çerçevesinde gelişsin (Japonya ya da Çin’deki ulus-devlet/emperyal sistem vurgusu); Doğu-

Batı, modernite-gelenek, bugün-geçmiş karşıtlıklarını beraberinde getirmişti. Bu nedenle,

oluşturulacak kimlik kurgusu bu karşıtlıkların ötesinde, ama uluslararası toplumun/sistemin

içerisinde tanımlanmak mecburiyetindeydi. Öyleyse, Asya kimlik kurgusu sadece Batı’nın

Asya/Doğu bilgisi kullanılarak yaratılmamıştı; bunun ötesinde Batı’yı, Batılı’yı kapsayacak

biçimde, Batı ile ortak bir yaşam alanı oluşturacak biçimde kurgulanmıştı. Batı, Asya kimlik

kurgusu içerisinde hem rakip, hem de müttefikti. Rakipti; çünkü sahip olduğu Asya

kurgusundan farklı bir Asya kurgusunun geliştirilmesi gerekmekteydi. Müttefikti çünkü

uluslararası toplum/sistem, Asya’da geliştirilecek kimlik kurgusunun meşruiyet dayanağı

olacaktı.

Bu çalışmada, bölgesel kimlik kurgusunun incelendiği ikinci hat; yani farklı anlatıların

varlığı bu noktada önem kazanmaktadır. İlginç olan husus şudur: geliştirilen Asya

kurgusundaki farklılıklara rağmen, kimlik kurgusuna atfen çizilen haritalardaki sınırların ve

merkezlerin farklılığına rağmen, meşruiyet kaynağı olarak uluslararası topluma/sisteme yapılan


224
atıf hiç değişmemiştir. Bu sayede, Asya’da bölgesel kimlik kurgusu, kurgulandığı dönemin asıl

anlatısından (kolonyalist/emperyalist dönem hikâyesinden) koparak, unsurları üzerinden tekrar

okunabilir hale gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşanan bu tekrar okumadır. Ancak bu

sefer, anlatının ana ekseni, güvenliğin yeni kurgu ve algılamalarının sağladığı olanaklardır.

225
-III-UYGULAMA

Bölgesel Güvenlik

Asya’da Güvenlik ve Kimlik Kurguları Arasında İşbirliği

226
III-A- GİRİŞ:

Bu bölümde, bölgesel güvenlik uygulamaları ele alınacağı için, bölgesel güvenlik

alanında çok taraflı işbirliğinin geliştiği Doğu ve Güneydoğu Asya bölgesine odaklanılacaktır.

Soğuk Savaş dönemi- stratejilere bağlı ve uluslararası güvenlik dinamiklerinin bir yansıması

olarak ortaya çıkan- “Asya” bölgesel kimlik kurgusunun alanı da zaten Doğu ve Güneydoğu

Asya’dır. Asya’da bölgesel güvenlik mekanizmalarının ve bölgesel kimliğin bir çeşit işbirliği

geliştirdiği, bu işbirliğinin güvenlik uygulamalarına, güvenlik anlayışlarına yön verdiği Soğuk

Savaş’ın ardından gelen dönemde, bu işbirliğini sağlayan koşulların geleceği (Asya’da ABD

varlığı ve yeni tehdit/güvensizlik algılamaları karşısında-bölgesellik- devletlerin

meşruiyetlerini sürdürebilecekleri yeni alanlar bulmaları) belirsiz görünüyordu.

Dolayısıyla daha 1990’ların başlarında, yeni bölgeselliğin ve yeni güvenlik/ güvensizlik

koşullarının dayattığı farklı bir bölgesel kimliğin, bu sefer açıkça güvenlik uygulamalarına

bağlı olarak, ortaya çıkması bekleniyordu. Güvenlik mekanizmalarıyla birlikte çeşitlilik

gösteren bu bölgesel kimlik beklentisi (çatışma-bölgesinden güvenlik topluluğu bölgesine

kadar farklılaşan bölgesel kimlik alternatifleri vardı), bu alternatiflere bağlı çoğulcu bir olasılık

hattı biçimine büründü. Bu yüzden de, yani –gerçek değil- olası bölgesel kimlik ihtimallerinden

bahsedildiği için, bölgesel kimlik ile bölgesel güvenlik uygulamalarının arasındaki ilişki

“olgunlaşmış, sınırları belirlenmiş” bir ilişki değildi. Ama, bu sınırsızlık, bölgesel güvenlik

uygulamalarının adeta bölgesel kimliğin belirleyicisi haline geldiği eşitsiz bir ilişkinin

gelişmesine neden olmuştu.

Bu çerçevede, bölgesel güvenliğin -Asya’da- bölgesel kimlik olasılıklarının da

tartışıldığı uygulamalar alanından bakılarak incelenmesi önem kazanmaktadır. Uygulama

alanını etkilediği düşünülen bölgelleşme, bölgesellik ve bölge’nin hayal edilmesi fikirlerine


227
değinildikten sonra güvenlik ve kimlik arasında yeni işbirliği olasılıkları- bölgesel güvenlik

mekanizmaları üzerinden- tartışılacaktır. Nihayetinde bu tartışmanın bir parçası olan bölgesel

güvenlik topluluğu beklentisine özel bir yer ayrılacaktır, çünkü, güvenlik topluluğu modelleri,

bölgesel kimlik ve nitelendirmelerini, hem bölgeyi hayal eder, hem de güvenliği yeniden

tanımlarken kullanmaktadırlar.

III-B- Asya’da Bölgesel Güvenlik

i)- Bölgesel Güvenlik ve Mekanizmaları

a)- Bölge, Bölgesellik, Bölgeselleşme

Uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi çalışmalarında çok sık kullanılmasına rağmen,

bölge kavramının açık ve kapsayıcı bir tanımlaması yoktur.859 Genelde sahip olması gereken

niteliklere (Regioness) atıfta bulunularak bölge kavramı açıklanmaya çalışılır. Bu nitelikler de

birbirleriyle çok uyumlu olmayan üç başlık altında toplanabilir.860 a)- İlk nitelik- çoğunlukla

jeopolitik yazın tarafından dillendirilen- coğrafi sürekliliği işaret eder. b)- İkinci nitelik,

paylaşılan davranış kalıbıyla ilgilidir. Davranış kalıpları, bölgesel aktörlerin (devletlerin) ne

şekilde birbirleriyle etkileşime girdiklerini gösterir, ve bölgenin “bir davranış kuşağı” olarak

tanımlanması sonucunu doğurur.861

859
B. Buzan, “The Asia-Pacific: What Sort of Region in What Sort of World?” Asia-Pacific in the New World
Order, Anthony McGrew- Christopher Brook (der.), Routledge, London, 1998, s, 68.
860
Bkz. Age., ss, 68-74; P. Katzenstein, A World of Regions, Asia and Europe in American Imperıum, Cornell
University Press, Ithaca, 2005, ss, 6-13; Fawcett, “Exploring Regional Domains: A Comparative History of
Regionalism” International Affairs, 3, 2004, s, 432.
861
Örneğin bkz. Asya-Pasifik bölgesinin bu şekilde incelendiği, James Sperling- Yogendra Malik- David Lousher
(der.), Zones of Amity, Zones of Enmity, The Prospects for Economic and Military Security in Asia, Brill, Leiden,
1998.

228
Davranış kalıpları, farklı yöntemler kullanılarak incelenebilir. İlk yöntem bölgesel

etkileşimin biçimini belirlemektir.862 Bölgesel etkileşim askeri/siyasi ittifaklar yoluyla

algılanarak popüler ifadesiyle savaş ve barış kuşakları tanımlanabilmiş,863 ya da ticaret, yatırım

ve teknolojinin paylaşımı odak noktası olarak alınarak, bölgesel etkileşim biçimi iktisadi olarak

adlandırılabilmiştir.864 Bu iki hat dışında, etkileşim kültürel temelde, insan hareketliliği,

düşünce hayatı ve ideolojiler temelinde paylaşılan ortak idealler, aile bağları ve dinsel

cemaatlerin sağladığı rabıta ve hac (dinsel hafızanın ve anlatıların paylaşılması) imkanları

dikkate alınarak anlamlandırılabilmiştir.865

Bölgesel davranış kalıplarını değerlendirmede izlenebilecek ikinci yöntem, davranışın

yönelimini ele almaktır. Etkileşim işbirliği zemininde mi, rekabet zemininde mi, yoksa çatışma

zemininde mi inşa edilmektedir.866 Bu soruya verilecek yanıt çoğu zaman bölgesel güvenlik

uygulamalarının da çerçevesini çizer. Bölgesel güvenlik uygulaması bir topluluk inşaasına mı

yöneliktir, yoksa amaç yumuşak ya da sert nitelikli güçler dengesini867 korumak mıdır?

862
B. Buzan, “The Asia-Pacific: What Sort…”, s, 70.
863
Bu bakışa bir örnek olarak bkz. Robert D. Kaplan, The Ends of the Earth: From Togo to Turkmenistan, From
Iran to Cambodia, A Journey to the Frontiers of Anarchy, Vintage Press, New York, 1996.
864
Örneğin bkz. P. Katzenstein- T. Shiraishi, Beyond Japan…, P. Katzenstein- T. Shiraishi, Network Powers…
865
Örneğin bkz. Abbas Ibrahim, “Religions’ Potential Contribution to Harmonious Regional Relations in South
and Southeast Asia. A Maldivian Perspective”, Religion, Politics and Society in South and Southeast Asia, N.N.
Vohra- J.N. Dixit (der.), Konark Publishers, New Delhi, 1998, ss, 20-24, John Kao, “The Worldwide Web of
Chinese Bussiness”, Harvard Bussiness Review, 71, 1993, s, 24.
866
Age., ss, 70-71.
867
Güçler dengesi geleneksel bir güvenlik mekanizmasıdır. Ortadoks uluslararası ilişkiler ve güvenlik kuramları
güçler dengesini ittifak yapılanmalarında ve askeri iyileştirme çabalarında ararlar. Oysa T.V. Paul- J. Wirtz ve
Michel Fortmann yaptıkları son çalışmada ( T.V. Paul- J. Wirtz ve Michel Fortmann (der.), Balance of Power,
Theory and Practice in the 21st Century, Stanford University Press, California, 2004) güçler dengesi kavramının
genişletilebileceğini göstermektedirler. Buna göre yumuşak ve sert nitelikli güçler dengesi birbirinden
ayrılmalıdır. Sert nitelikli güçler dengesi, devletler-arası rekabettin şidetli olduğunun, bu rekabetin hayati çıkarlar
doğrultusunda algılandığının bir göstergesidir. Sert nitelikli güçler dengesini güvenlik mekanizması olarak
benimseyen devletler, rakip devletlerin geliştirdiği siyasi, iktisadi ve askeri gücü karşılayabilmek için resmi ittifak
ya da karşı ittifak ilişkileri içerisine girerler. Yumuşak nitelikli güçler dengesi izlendiğinde ise resmi ittifakların
kurulması yoluna gidilmez. Devletler, güçlenen devlet ya da hissedilen tehdit karşısında diğer devletlerle ortak bir
güvenlik anlayışı geliştirmeye çalışırlar. Bu nedenle yumuşak nitelikli güçler dengesi, genellikle ifadesini,
uluslararası kurumlar düzeyinde ya da bölgesel düzeyde değişken (ad hoc) işbirliği mekanizmaları çerçevesinde
229
Davranış kalıplarının incelenmesi esnasında baş vurulabilecek yönelimlerden bir diğeri

bölgesel etkileşimin yoğunluğu ve derinliğini değerlendirmeye çalışmaktır. Bu değerlendirme

için sıkça bakılan iki husus şunlardır: i)-bölgesel uygulamaların hayata geçirilmesi resmi

kurumsal bir çerçeve içerisinde mi oluyordur, ii)- bölgesel uygulamlar (eğer kurumsal çerçeve

olgunlaşmışsa, kurumlar) tüm bölge ülkelerini kapsamakta mıdır, yani üyelik açık ve kapsayıcı

mıdır?

Bu noktaya kadar ele alınan nitelikler (coğrafi nitelik ve davranış kalıplarında ortaklık)

yine de bölge tanımlaması için yeterli görünmemektedir. Çünkü; 1)- Coğrafi sürekliliğin anlamı

ne değildir. Coğrafi süreklilik algılaması, her zaman Avrasya’da olduğu gibi, topraksal

süreklilik anlamına gelmez. Akdeniz ve Karadeniz adlandırmalarında görüldüğü gibi bir deniz

etrafındaki ya da Güneydoğu Asya algılamasında farkedilebileceği gibi, kıyıya parallel bir

deniz yolu sisteminin etrafındaki gruplaşmayı da ifade edebilir. Keza, NATO ve Asya-Pasifik

adlandırılmalarında görüldüğü gibi okyanus çevresindeki geniş, farklı kıtaları kapsayan bir

nitelendirmeyi de anlatabilir. Kısaca coğrafi süreklilik, bölgenin en somut niteliği gibi görünse

de oldukça özgür yorumlanmaktadır. 2)- Bölgesel davranış kalıplarının biçim ve yönelimleri

açısından incelenmesi şu soruya yanıt verememektedir. Pek çok örnekte farklı biçim ve

yönelimler, dolayısyla farklı bölgesel uygulamalar yan yana ortaya çıkmaktadır. 3)-Etkileşimin

yoğunluğu, kurumsallaşma ve üyelik, tüm bu neitelikler, bölge dışı ama bölgeyi etkileyecek

kadar güçlü aktörlerin ya da hegemon gücün konumuyla ilgili bir şey söylememektedir.

Tüm bu sbeplerle bölgenin tanımlanması için üçüncü bir niteliğe de başvurulmuştur: c)-

“hayal edilmiş olmak”.868 Buna göre bölgeler, öyle oldukları düşünüldüğü ve algılandığı

bulur. Ayrıntı için bkz. T. V. Paul, “Introduction: The Enduring Axioms of Balance of Power Theory and Their
Contemporary Relavence”, Balance of Power,…, ss, 1-22, özellikle bkz s, 13.
868
Emanuel Adler, “Imagined Security Communities: Cognitive Regions in International Relations”, Millennium,
26/2, 1997, ss, 249-277.

230
müddetçe vardırlar869: “[Bölgesel] alan doğal bir oluşum değildir. İnşaa edilmiş –kimi zaman

da- icat edilmiş toplumsal bir olgudur.”870

E. Adler, bu inşaa ve icat süreci sonucunda ortaya çıkan bölge için iki adlandırma

kullanır: topluluk-bölgesi (community-region) ve idrakın yarattığı bölge (cognitive region).871

Adler, bu iki adlandırmayı eş anlamlı olarak kullansa da, iki tanımlama birbirlerinden

ayrılabilir. Topluluk-bölgesi, Konstraktivist bir yaklaşım içerisinde ortaya çıkmıştır, ortak

kimlik ve kader kurgusunun bir sonucudur ve bir tür içeriden-dışarıya doğru kendini

anlamlandırma sürecidir:

Topluluk-bölgeleri, bölgesel anlam süreçleridir... Toprak üzerinde


egemenliğin dışında ve ötesinde ortak anlayış ve normların
şekillendirdiği ortak çıkar ve kimlikten yola çıkarak üretilmişlerdir.
Topluluk-bölgelerinin [yaratıcıları] a)-sınır ötesi iletişim ve
etkileşimin parçası olan, b)-ulslararası ve ulus üstü bölgesel hayatın
bir parçası olan ve siyasal düzlemde bölgesel çıkarın (regional good)
ortaya çıkması için çalışan, c)-[bölge] devletlerinin vatandaşı olarak
bölgesel çıkarın yaratılmasında ve izlenmesinde bölgenin başlı başına
bir aktör olarak ortaya çıkmasını [savunan]...ulusal, ulus ötesi,
uluslararası elit ve kurumlardır.872

İdrakın yarattığı bölge de; bölgesel çıkar ve uygulamaların, anlamlandırma ve ortak

kimlik kurguları çerçevesinde belirli coğrafi semboller kullanılarak inşaa edilmesine, hayal

edilmesine dayanır.873 Ancak, idrakın yarattığı bölge kavramsallaştırması, bölge aktörlerinin

869
Paul Reuber- Günter Wolkerdorfer (der.), Politishe Geographie: Handungsotientierte Ansatze und Critical
Geopolitics, Selbstverlag des Geographishen Instituts de Universitat Heiderberg, Heiderberg, 2001, John Agnew,
“The Territorial Trap: The Geographical Assumptions of International Relations Theory”, Review of International
Political Economy, 1/1, 1994, s, 54, W.R. Thompson, “ The Regional Subsystem: A Conceptual Explication and a
Propositional Inventory” International Studies Quarterly, 17/1, 1973, ss,89-117, P. Katzenstein, A World of
Regions,...ss, 9-13,
870
John G. Ruggie, “What Makes the World Hangs Together? Neo Utilitarianism and the Social Constructivist
Challange”, Exploration and Contestation in the Study of World Politics, P.J. Katzenstein- R. O. Keohane-
Stephen D. Krasner (der.), MIT Press, Cambridge, 1999, s, 235.
871
Emanuel Adler, “Imagined Security Communities…”, ss, 253-254.
872
Agm., s,253.
873
Agm., s, 254, ayrıca bkz. J.A. Agnew-J.S. Duncan, (der.), The Power of Place:Bringing Together Geographical
and Sociological Imaginations, Unwin Hyman, Boston, 1989, Peter Hamilton, “Editor’s Foreword”, The Symbolic
Construction of Community, Anthony P. Cohen (der.), Tavistock, New York, 1985, s, 9.
231
geliştirdiği ortak bölge algılamasını yansıttığı gibi, bölge dışı aktörlerin bölgeyle ilişkili

algılamalarını ve beklentilerini de yansıtır.874

Bölge tanımlaması için kullanılan bu üç nitelik ve bölgenin içten ve dıştan hayal

edilmesi, hızlanan bölgesellik ve bölgeselleşme eğilimleri yüzünden giderek bir arada ele

alınmaya başlanmıştır. Bu yönelim önemli sonuçlar doğurmuştur, ancak bu sonuçlara

geçmeden önce bölgesellik ve bölgeselleşme kavramlarının kısaca açıklanması gerekmektedir:

Genelde bölgeselleşme (regionalization) ve bölgesellik (regionalism) iki ayrı kavram

olarak kullanılır.875 Bölgesellik bir siyasanın ya da bir projenin ifadesidir ve normatif bir

kavramdır. Bölgesel düzeyde aktörlerin paylaştığı ortak değerleri, normları, beklentileri ve

ortak kimliği ifade eder.876 Yukarıda bölgenin tanımlanması için kullanılan niteliklerin çizdiği

çerçeve içerisinde anlam kazanır. Bu nedenle de bölgesellik üç düzeyde yapılacak

değerlendirme ile ölçülebilir: i- bölgesel aktörler arasındaki karşılıklı bağımlılığın derecesi, ii-

bölgesel aktörler arasındaki fonksiyonel işbirliğinin derecesi, iii- bölgesel aktörlerin paylaştığı

kimliğin ortaklığı.877 Ve en açık ifadesini hükümetler arası işbirliği yapılanmalarında,

hükümetler arası diyalogda ve bu amaçla yapılan uluslararsı anlaşmalarda bulur.

Bölgeselleşme ise, tıpkı küreselleşme gibi, bir süreci anlatmaktadır. Bu süreç, genelde,

Yeni Bölgesellik (New Regionalism) başlığı altında incelenir. Bu analizler, 1980 sonrası

hissedilen küreselleşmenin etkilerinin bölgesel düzeyde nasıl hissedildiği üzerine

874
Bu durum, özellikle bölgenin hayal edilme sürecinin eşit olmayan, asymetrik bir diyalog içerisinde
gerçekleştiği bölge kurguları için geçerlidir. Ortadoğu ve Akdeniz kurguları örnek olarak verilebilir. Bkz.P. Bilgin,
Regional Security in the..., E. Adler- B. Crawford- F. Bicci (der.), The Convergence of...
875
Samuel S. Kim, “Regionalism and Regionalization in East Asia” Journal of East Asian Studies, 4, 2004, s, 40.
876
Andrew Hurrell, “Explaining the Resurgence of Regionalism in World Politics” Review of International
Studies, 21, 1995, ss, 549-569.
877
Louise Fawcett, “Exploring Regional Domains: ...”, s, 435.

232
yoğunlaşırlar.878 Bu nedenle, bölgeselleşme devletlerin yönlendirdiği bir süreçten çok devlet

dışı aktörlerin ve serbest piyasa koşullarının yönlendirdiği bir entegrasyon süreci olarak

algılanır.

Ancak bu iki kavramı tamamiyle birbirinden ayrı düşünmek de mümkün değildir, çünkü

genel beklenti, “bölgeselleşmenin bölgeselliği beslemesidir.”879 Bu ilişkiyi Peter Katzenstein

özel bir terimle tanımlar: geçirgenlik (porousness).880 Geçirkenlik önemli bir

kavramsallaştırmadır. Çünkü Katzenstein’in çizdiği çerçevede bölgesel yapılar ve bölgesellik,

uluslararası, ulus üstü ve ulusal etkileşimler aracılığıyla sadece küresel etkileri

yansıtmamaktadır, aynı zamanda küresel sistemin işlerlik kazandığı bir uygulama alanı olarak

ortaya çıkmaktadır:

–Öyleyse- geçirgen bölgeler sistemi ulusal merkantalizmin yeni bir


biçimi olarak görülebilecek, coğrafi yapıya sıkı sıkıya bağlı
jeoekonomik bloklaşmayı ifade etmemektedir. Yine, bu sistemin amacı
ulus-sonrası siyasetin içerisinde ulusal egemenlik ilkesini ortadan
kaldırmak değildir. Geçirgen bölgelerin amacı [küreselleşmenin
getirdiği] istenmeyen kısıtlamalarla baş etmek ve yeni imkanları
değerlendirebilmektir.881

Böylelikle, bölge olma niteliği (coğrafi süreklilik, ortak davranış kalıpları ve hayal

edilmiş/tasarlanmış olma) bölgeselleşme-bölgesellik üzerinden bölgesel uygulama alanına

bağlanmıştı. Bölgesel uygulama hem bölgesel aktörler arasındaki ulusal, uluslararası ve ulus-

ötesi etkileşimi, hem de bu etkileşimin bir söylem içerisinde yeniden anlamlandırılmasını

kapsamaktaydı.

878
örneğin bkz: Bjorn Hettne(der.), Globalism and New Regionalism, St. Martin Press, New York, 1999; Bjorn
Hettne- Frederick Soderbaum, “Theorising the Rise of Regioness”, New Political Economy, 5, 2000, s, 33, Louise
Fewcett- Andrew Hurell (der.), Regionalism in World Politics: Regional Organization and International Order,
Oxford University Press, 1995. Jens Uwe Wunderlich, Regionalism, Globalisation and International Order,
Ashgate Publishers, Aldershot, 2008, ss, 29-52.
879
S.S. Kim, Agm., s, 40.
880
P. Katzenstein, A World of Regions, Asia ..., ss, 24-30.
881
Age., s, 22.

233
Bu durum iki önemli sonuç doğuruyordu: 1)- coğrafi süreklilik ve ortak davranış

kalıpları, bölgesellik/bölgeselleşme ile ilgili analizlerde önemini korumakla beraber, bölgelerin

hayali/tasarlanmış/kurgulanmış yönü ön plana çıkıyordu. Bu da bölgesel kolektif kimliğin

alanının bölgesel uygulamalarının içine taşındığını gösteriyordu. 2)- Bölge’nin hayali-

kurgulanmış niteliği önem kazandığı için, bölgenin yeniden, farklı biçimde hayal edilebilme

olasılığı (yeniden anlamlandırma) ortaya çıkıyordu. I. Bölüm’de de belirtildiği gibi kimlik

kurgusu bölgesel uygulamaları etkiliyordu. Bu durumda bölgesel kolektif kimlik, aynı zamanda

bölgesel uygulamaların ve uygulama alanında yaşanan değişimlerin de bir göstergesi haline

geliyordu.882

Bölgesel uygulama bölge’de hakim davranış kalıbına uygun bir biçimde stratejik,

kültürel ya da iktisadi olabilirdi. Hangi yönelim ağır basarsa basın, bölgesel güvenlik

uygulamaları (bölgesel güvenlik mekanizmaları ve bu mekanizmaların anlamlandırıldığı

bölgesel güvenlik kurgusu) inceleme alanına giriyordu. Bunun temelde iki nedeni vardı: 1)- I.

Bölüm’de altı çizildiği gibi güvenliğin derinleşmesi, genişlemesi ve yerelleşmesi, hemen

hemen tüm etkileşim alanlarını güvenliğin konusu haline getirmiştir. 2)- Soğuk Savaş

döneminde bölge kurgusu, uluslararası güvenlik ile ilişkilendirilerek inşaa edilmişti.883 Soğuk

Savaş sona erdiğinde bütüncül ideolojik tehdit ortadan kalkmıştı ama bölge kurgusuyla

uluslararası güvenlik arasında kurulan bağ daha da güçlendiriliyordu.884 Boutsos Boutros-Ghali

882
A. Acharya, Constructing A Security…., s,29.
883
Bölgesel ekonomik ve sosyal komisyonlar Birleşmiş Miletlerin bünyesinde yer almaktaydı. Ayrıca BM
Şartı’nın 33. ve 52. Maddesi’nde, bölgesel yapılanmaların çatışma çözümünde katkı sağlayarak uluslararası barış
ve güvenliğe katkıda bulunacağının altı çiziliyordu. Gerçi Güvenlik Konseyi’nin yapısı bölgesel dinamikler
düşünülerek tasarlanmamıştı ama Soğuk Savaş’ın doğası (NATO ve Varşova Paktı’nda ifadesini bulan Avrupa
odaklı Doğu Batı bölünmesi) bölgesel yapılanmaları güvenliğin aracı (security provider) haline getirmişti. Ayrıntı
için bkz. Louise Fawcett, “Exploring Regional Domains: ...”, ss, 436-438. Hatta Katzenstein, daha ileri giderek
Soğuk Savaş döneminde, bölgesel yapılanmanın uluslararası güvenliğin bir aracı olarak tanımlanmasının arkasında
ABD’nin tercihlerinin yattığını söyler. P. Katzenstein, A World of Regions, Asia ..., s, 43, 58.
884
Bu konuda sembolik önemdeki açıklamaları BM Genel Sekreteri Boutros Boutros-Ghali yapmıştı: Bkz. B. B.
Ghali, An Agenda for Democratization, United Nations, New York, 1996, ve B. B. Ghali, Agenda for Peace,
234
şöyle yazacaktı: “Soğuk savaşın sona ermesinden bu yana devletler toplululuğu yeni bir

bölgesellik oluşturmak için mücadele veriyor. Bu sefer amaç ‘etki alanları yaratmak’ değil; iyi

işleyen bir enternasyonalizm oluşturmak.”885 Kısaca, iyi işleyen enternasyonalizm, yani

uluslararası barışın korunması, uluslararası örgütlerle bölgesel güvenlik mekanizmaları

arasında derinleşmiş bir işbirliği öngörüyordu.

b)- Bölgesel Güvenlik Mekanizmaları

Çok taraflı ya da iki taraflı bölgesel güvenlik mekanizmaları ya da b, güvenliğe yönelik

işbirliğinin886 parçası olarak ortaya çıkmışlardır. Bölgesel güvenlik mekanizmalarını (Bölgesel

sistemleri) üç başlık altında incelemek mümkündür:

1)- Güvenlik Rejimleri (Security Regimes): güvenlik rejimleri şu şekilde tanımlanır: “iki

ya da daha fazla devlet; aralarındaki anlaşmazlıkların savaştan kaçınılarak idare edilmesi

amacıyla, kendi davranışlarından ve diğer devletlerin davranışlarından doğan güvenlik

ikilemini yatıştırmaya çalışırlar.”887 Güvenlik rejimleri, rasyonel paradigmanın bir parçası

United Nations, New York, 1992, özellikle 7. Bölüm. Ayrıca bkz, B. Buzan- O. Waever, Region and Powers…., s,
18.
885
B. B. Ghali, An Agenda for Democratization,ss, 33. [vurgu bana ait].
886
Güvenlik işbirliği, uluslararası sistemde üç biçimde görünürlük kazanır: 1)- Kolektif Güvenlik (collective
security): Çoktaraflı güvenlik işbirliğinin en kapsamlı ve geleneksel biçimidir. Kolektif güvenlik resmi bir
anlaşmanın imzalanması ile hayata geçirilir. Amaç, imzacı devletler arasından çıkan ‘saldırganın’, yine bu
devletlerin ortak kararı ile cezalandırılması, ve bu yolla olası saldırganlığın caydırılmasıdır. 2)- Ortaklaşa
Savunma (Collective Defense), algılanan ortak tehdide karşı savunmayı ve caydırıcılığı sağlamak amacıyla
oluşturulmuş, kurumsallaşmış güvenlik yapılanmalarıdır.Kolektif güvenlik anlayışından farklı olarak, hangi ortak
tehdide karşı savunmanın yapılacağı, tehdit saldırı biçimini almadan belirlenir. Ayrıca ister iki taraflı isterse çok
taraflı olsun Ortaklaşa Savunma yapılanmalarında tehdid, güvenlik yapılanmasının dışında kalmakta ya da
dışarıdan gelmektedir. Tehditin dışsallığı, güvenlik yapılanmasının bir barış kuşağı olarak algılanması sonucunu
doğurur. Bu yüzden de ortak savunma amacıyla ortaya çıkan güvenlik işbirliği yapılarında ortak kimlik kurgusu
nispeten net bir biçimde inşa edilmiştir. 3)- İşbirliğine Yönelik Güvenlik (cooperative Security), bir grup devlet
arasında şeffaflığı arttırıp, mevcut ve olası gerginlikleri azaltmak için oluşturulan güven arttırıcı önlemleri ve
diyalog mekanizmalarını kapsar. İşbirliğine Yönelik Güvenliğin şekillendiği temel diyalog olduğu için, bu
yönelimi tercih eden devletler kurumsal, resmi ve yükümlülük doğurabilecek yapılanmalardan kaçınırlar. Bu üç
yönelimin karşılaştırılması için bkz. A. Acharya, “Regional Institutions and Security in the Asia Pacific:
Evolution, Adoptation, and Prospect for Transformation” Reassessing Security Cooperation in the Asia-Pacific, A.
Acharya- E. Goh (der.), MIT Press, Cambridge, 2006, ss, 20-25.
887
B. Buzan, People, States and..., s, 218.

235
olarak doğarlar,888 çünkü “savaşın var olmama hali” kısa dönemli bir kar-zarar hesaplamasına

dayanır. Devletler savaştan kaçınırlar çünkü ya iktisadi, siyasi veya askeri düzeyde çok

güçsüzdürler; ya bölgesel/uluslararası düzlemde güçler dengesi çok kuvvetlidir ya da nükleer

güçle ilişkili rejimlerde görüldüğü gibi caydırıcılık çok belirgindir.889 Güvenlik rejimleri,

uluslararası rejimlerle ve sistemsel algılamalarla yakından ilişkilidirler. Bu nedenle bölge,

güvenlik rejimlerinde bir düzey belirleyicisi işlevi görmektedir. Bölgesel güvenlik, güvenlik

rejimleri çerçevesinde görünürlük kazanıyorsa, güvenlik kimlik ilişkisinde etkili olan bölgesel

kimlikten ziyade, devletlerin kimlikleriydi (güçlü devlet- zayıf devlet vb.)890. Bölgesel

güvenliğin kendine has bir özerkliğinin olduğu; Buzan ve Waever’in geliştirdiği Bölgesel

Güvenlik Kompleksi mekanizmasının bir iddiası olacaktı: “Bölgesel düzeyde

gözlemlenebilecek güvenlik dinamikleri belli bir sürekliliğe sahiptir...Bu kendi kendine var

olma hali [küresel düzlemde ortaya çıkan güvenlik paradigmalarından] tam anlamıyla

kopukluğu ifade etmemektedir ama bölgeler diğer uluslararası aktörler etkilemese bile, var

olmayı sürdürecek güvenlik dinamiklerine sahiptirler.”891

2)- Bölgesel Güvenlik Kompleksi (Regional Security Complex); bir devletler grubu

içerisinde güvenlik problemlerinin birbiriyle, ayrılamayacak şekilde ilintili olduğu durumları

ifade eder. Her bir ülkenin tanımladığı güvenlik sorunu ve bu sorunu çözmek için benimsediği

politika, diğerlerinin güvenlik politikalarını etkiler.892 En kısa tanımıyla bölgesel düzeyde ve

güvenlik alanında “rekabetin birbirine bağımlılığını” 893 anlatır. Standart bir bölgesel güvenlik

888
Ayrıntı için bkz. Robert Jervis, “Security Regimes”, International Organizations, 36/2, 1982, ss, 360-362.
889
A. Acharya, Constructing A Security…., s,20.
890
B. Buzan- O. Waever, Region and Powers…., ss, 22-26.
891
Age., s, 47.
892
Age., s, 44.
893
B. Buzan, “A Framework for Regional Security Analysis” South Asian Insecurity and the Great Powers, Barry
Buzan- Gowher Rizvi (der.), Croom Helm, London, 1986, ss, 3-33.
236
kompleksi; bölgesel rekabet, güçler dengesi, ittifak ilişkileri biçiminde görünürlük kazanır. Bu

ilişkiler bölgesel düzeyde olmasına rağmen, bölge dışı aktörlerin müdahalesine son derece

açıktır. Buzan ve Waever, bölgesel güvenlik kompleksini bölgesel güvenlik rejimleriyle

güvenlik toplulukları arasında bir orta noktaya koyar.894 Rekabetin düzenlenmesi ve ittifak

ilişkilerinin derinleşmesi, diğer alanları kapsayacak şekilde gelişmesi, bölgesel oluşumları

güvenlik topluluğuna doğru yönlendirebilir. Bu durumda, NATO- Atlantik-Ötesi Topluluğu

ilişkisinde olduğu gibi güçlü bir bölgesel kimliğin ortaya çıkması beklenir. Oysa Acharya’ya

göre sosyalizasyon, norm yaratımı ve ortak bölgesel kimlik kurgusu üzerinden işleyen güvenlik

toplululuğu, tehditin çevrelenmesine ve durdurulmasına değil barış ve istikrarın sağlanmasıyla

ilişkili ortak çıkar algılamasına dayanmaktaydı: “Güvenlik toplulukları bölgesel güvenlik

komplekslerinin anti-tezidir.”895

3)-Güvenlik Topluluğu (Security Community): 1957 yılında Karl Deutsch ve

arkadaşlarının geliştirdiği bir kavramdı.896 Bu kavram, Deutsch’dan bu yana iki çeşit bir

değerlendirme içinde ele alınmıştır. Bunlardan ilki Deusch’un da dahil olduğu, topluluk inşaası

için niceliksel değişimleri ve süreçlerin incelendiği yaklaşımdı. Deutsch, çalışmasında, Kuzey-

Atlantik alanında, gelişmiş ülkeler arasında güvenlik işbirliğinin nasıl geliştiğini açıklarken,

fonksiyonalist bir tutum belirliyor ve artan etkileşim/iletişim (örneğin ticaret, göç, kültür ve

eğitim alanında sürekli ve artan bir etkileşim vb.) üzerinde duruyordu. Diğer yaklaşım ise,

1990’ların sonunda ortaya çıkan ve güvenlik topluluğu fikrinin sosyalizasyon süreci, norm ve

894
B. Buzan, People, States and..., s, 218.
895
A. Acharya, Constructing A Security…., s,19.
896
K. W. Deutsch- Sdney A. Burrel- Robert A. Kann, Political Community and the North Atlantic Area:
International Organisations in the Light of Historical Experience, Princeton University Press, Princeton, 1957.

237
kimlik inşaası ile beraber ele alan konstraktivist bakış açısıydı.897 Her iki yaklaşım da bazı

temel noktaları paylaşıyordu. Bunlar;

1)- Güvenlik toplululuğu şu inanca dayanıyordu: “[Bölgesel] devletler birbirlerine karşı

güç kullanmamayı, anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmeyi garanti ederler.”898

2)- Güvenlik toplululuğunu oluşturan devletler ortak bir kimliği, bir biz duygusunu

paylaşıyorlardı. Bu duygu, yani geliştirilen bölgesel kimlik, “barışı koruyarak değişimi

sağlamaya”olanak veriyordu.899

Her iki yaklaşım da topluluğun ortak bir kimlik duygusu üzerine dayanacağını ve bu

kimlik duygusunun topluluğun güvenlik ve tehditlerle ilgili algılamalarını etkileyeceğini iddia

ediyordu. Yani her iki yaklaşım da güvenlik ve kimlik arasında çok sıkı bir ilişki kurguluyordu.

Ancak bu noktada çok temel bir farklılaşma da vardı: Deutsch’a göre topluluk duygusu:

...karşılıklı sempati ve sadakatin bir yansımasıydı; “biz-duygusuydu”,


güven ve birbirine önem vermenin bir sonucuydu; imajlar ve çıkarlar
söz konusu olduğunda kısmen de olsa [ortak]bir kimliklendirme ve
karşılıklı davranışların bilinirliğini ifade ediyordu... [Yani topluluk
duygusu]birbiriyle ilgilenmek, iletişim kurmak, birbirinin ihtiyaçlarını
anlamak ve karar alma sürecinde sorumlu davranmakla ilgiliydi.900

Adler ve Barnett’e göre ise;

...[topluluk duygusu] sosyal öğrenmenin [bir sonucudur.] Sosyal


öğrenme gerçeğin “yeniden tanımlanmasını” ve “yeniden
yorumlanmasını”, kendini anlamdırma üzerine diyaloğu, devletler

897
Bu yaklaşımın temsilcisi olan en önemli çalışma, E. Adler- M. Barnett (der.), Security Communities… Ayrıca
bkz. A. Acharya, Constructing A Security…., ss, 22-30.
898
K. W. Deutsch- Sdney A. Burrel- Robert A. Kann, Political Community.., s, 5, E. Adler- M. Barnett, “A
Framework for the Study of Security Communities”, Security Communities…, s, 31, 34.
899
Age., s,5, E. Adler- M. Barnett, “Security Communities in Theoratical Perspective”, Security Communities…, s,
7, E. Adler- M. Barnett, “A Framework for the Study of Security Communities”, Security Communities…, s, 31.
900
K. W. Deutsch- Sdney A. Burrel- Robert A. Kann, Political Community.., s, 36.

238
arasındaki, ülkeden ülkeye, kuşaktan kuşağa yayılan normatif
beklentileri ve... algılamaları kapsar.901

Deusch da algı mekanizmalarını reddetmemekle beraber, iletişimin kurulabileceği bir

tür yakınlığın, bir tür komşuluğun var olması gerektiğini ima ediyordu. Oysa, Adler ve Barnett

için sosyal öğrenme, yeniden tanımlama ve yorumlama süreçleri aynı zamanda topluluk-

bölgesi’nin/algının bölgesi’nin, bu arada yakınlığın/komşuluğun inşaa edildiği, kurgulandığı

süreçlerdir. Yani Adler ve Barnett’in çizdiği çerçevede kimlik ve güvenlik arasındaki ilişki,

bölgenin “bilgisinin” yaratılması esnasında kullanılmakta, ve hatta bölge-bilgisi üzerinden

tekrar inşaa edilmektedir.902

Bölgesel güvenlik mekanizmalarıyla ilişkili üç yaklaşım da kolektif bölgesel kimlik ile

bölgesel güvenlik arasındaki ilişkiyi farklı düzlemlerde olsa da kurmaktadır. Bu güvenlik

mekanizmaları çerçevesinde, bölgesel kimlik ya aktörün nereye ait olduğunu/olmadığını

(güvenlik rejimleri), ya kiminle ve hangi güvenlik parametresi üzerinden ilişki kurduğunu

(bölgesel güvenlik kompleksi) ya da kendini nerede, nasıl, “hangi anlatıyı kullanarak”903

(bölgesel güvenlik topluluğu) tanımladığını göstermektedir.

İlginç olan, Asya bu mekanizmalar açısından değerlendirildiğinde hep bir istisna olarak

ortaya çıkmaktadır, bu istisnai durum Tablo 2’de görülebilir.

901
E. Adler- M. Barnett, “A Framework for the Study of Security Communities”, Security Communities…, ss, 43-
44.
902
Emanuel Adler, “Imagined Security Communities:...”, 261.
903
E. Adler- M. Barnett, “A Framework for the Study of Security Communities”, Security Communities…, s, 54.

239
Tablo 2.

Bölgesel
Asya’da Bölgesel Güvenlik Mekanizmaları
Güvenlik Bölgesel Tip
Mekanizmaları
Tam bir güvenlik rejimi örneği bulmak mümkün değildir.(2)

Avrupa Güvenlik ve Savunma


i- Güven artırıcı önlemler için tercih edilen zemin hükümetler-
arası ilişkilere paraler sivil-toplum odaklı (Track II)
Konferansı /Örgütü(1)
Güvenlik Rejimi

güvenlik diyaloğu mekanizmaları: Örneğin ASEAN


Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü (Asean-
ISIS)(3), ya da Asya-Pasifik Güvenlik İşbirliği Konseyi
(CSCAP),(4)

ii- Bu mekanizmaların hükümetler-arası bölgesel mekanizmalar


(örneğin ASEAN Bölgesel Forumu ya da iki taraflı
devletlerarası işbirliği dinamikleri) ile kurdukları
ilişkidir.(5)

Farklı Bölgesel Güvenlik Komplekslerinin Yan Yana Varlığı:


kimliğin bölgenin aktörlüğü (actorness) üzerinden yaratıldığı model olarak, önemli
Bölgesel güvenlik kompleksi için ideal bir tip önermek çok mümkün değildir.(6)
Ancak, “bölgenin kendi başına aktör haline geldiği AB”(7) (Kurumsal bir çatı
altında ortaya çıkan Merkez Odaklı Bölgesel Güvenlik Kompleksi) bölgesel

Asya’da bölgesel güvenlik kompleksinin varlığı iki açıdan


incelenebilir:

i- Farklı izolatör (insulator) devletlerle birbirinden ayrılan birden


(8)
fazla Bölgesel Güvenlik Kompleks- Alanı (zones).

ii- Farklı yapılanmalar (Topluluk, Zirve, Forum, Konsey) içerisinde


Bölgesel Güvenlik Kompleksi

ifadesini bulan farklı tipte güvenlik kompleksleri


(9)
a)- ASEAN : Standart Güvenlik Kompleksi
bir örnektir.

(10)
b)- Doğu Asya Zirvesi/Topluluğu (EAS/EAC) : Bölgesel
Büyük Güçleri (Çin- Japonya) İçeren Bölgesel Güvenlik
Kompleksi.
(11)
c)- ASEM : Büyük Güçlerin ve Bölgesel Güçlerin (AB-Doğu
Asya) içinde bulunduğu Bölgesel Güvenlik Kompleksi.
(12)
d)- APEC : Süperkompleks

(3+1: Çin, Japonya, Rusya +ABD)


(13)
e)- ASEAN Bölgesel Forumu (ARF) : Süperkompleks:

(4+1: Çin, Japonya, Rusya, AB + ABD)

Güçlü bir güvenlik topluluğu beklentisi (ASEAN/ARF) ve buna


ortaklık projesi
dayalı bölgesel
Biz duygusuna

geçmiş AB ve
olarak hayata

bağlı farklı bölgesel topluluk fikirleri: Pasifik Topluluğu, Asean


Topluluğu
Güvenlik

NATO

Topluluğu, Avro-Asya Topluluğu, Doğu Asya ve Asya Topluluğu,


vardır.

240
Tablo 2’nin Notları:
(1) A. Acharya‐ Alastair Iain Johnston, “Comparing Regional Institutions: An Introduction” Crafting Cooperation, Regional 
International Institutions in Comparative Perspective, A. Acharya‐A.I. Johnston (der) Cambridge University Press, Cambridge, 
2007, s, 20. 
(2) Bu değerlendirmenin tek bir istisnası olduğu düşünülebilir: Şangay İşbirliği Örgütü. Şangay Beşlisi (ÇHC, RF, Kazakistan, 
Kırgizistan, Tacikistan), 1996 yılında Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki sınır sorununu, çatışmadan uzak durarak 
çözmek için başlatılan güven artırıcı önlemlerin bir devamı olarak imzalanan Sınır Bölgeleri Derinleşmiş Askeri Güven 
Anlaşması ve takip eden Sınır Bölgelerinde Askeri Kuvvetlerin İndirimi Anlaşması (1997) ile kurulmuştu. 2001 tarihinde 
Özbekistan’ın da katılımı ile önce Şanghai Altılısı, sonra Shanghai İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) (2002) ismini aldı. Şangay İşbirliği 
Örgütü, tıpkı AGİK‐AGİT modelinde olduğu gibi üç alanda (siyasi‐askeri, ekonomik, kültürel) işbirliği esasına dayanmaktaydı,( 
bkz. “Shesterka Vıhodit Blikom” Kommersant http://www.kommersant.ru/doc.aspx?DocsID=670100, 27.04.2006, Sergei 
Blakov, “Shanghai Cooperation Organization Eyes Economic, Security Cooperation” Eurasia Daily Monitor, 
http://www.jamestown.org/edm/article.php?article_id=2370411, 31.10.2005) . Ve bölgesel güvenlik, özellikle siyasi‐askeri 
işbirliğinin içerisinde yani dar anlamıyla ele alınan bir amaçtı. Bölgesel güvenlik işbirliğinin, ŞİÖ içerisinde en görünür olduğu 
mesele terrörizm ve ayrılıkçı hareketlerle (ki bu iki tehdit birbiryle ilişkili olarak algılanıyordu) mücadeleydi. Yani, güvenlik 
rejimi özellikle terror, ayrılıkçılık ve köktendincilik tehditlerini dengeleyebilmek amacıyla oluşturulmuştu. 2002 yılında bu 
doğrultuda Bölgesel Terörle Mücadele Merkezi kurulmuştu. Bkz. C. Peng Chung, “The Shanghai Cooperation Organization: 
China’s Changing Influence in Central Asia”, China’s Quarterly, 2004, ss, 991‐994. Güvenlik rejiminin bir yansıması olarak 
ŞİÖ’ne üye devletler özellikle Rusya ve Çin, yukarıda anılan tehditler söz konusu olduğunda güvenlik rejiminin ötesinde, ulusal 
uzun erimli çıkarlarını koruyacak iki taraflı anlaşmalardan doğan haklarını ve tek taraflı müdahale edebileceklerine yönelik 
söylemlerini saklı tutmaktadırlar. Örneğin Bkz. V. Korkmaz, “ The New Power Calculations and ‘Structured’ Relations in the 
Fluctuating Security Environment of Eurasia” Contentious Issues of Security and the Future of Turkey, Nursin A. Guney (der.), 
Ashgate, Aldershot, 2007, ss,108‐114. 
(3) ASEAN-ISIS ASEAN tarafındından tanınan bir grup sivil toplum kuruluşunun ( Endonezya Stratejik ve Uluslararası
Çalışmalar Merkezi (CSIS), Malezya Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (ISIS), Filipinler Stratejik ve İktisadi
Gelişme Çalışmaları Mekezi (ISDS), Singapore Uluslararası İlişkiler Enstitüsi (SIIA) ve Tayland Güvenlik ve Uluslararası
Çalışmalar Merkezi (ISIS) ), 1988 yılında oluşturduğu topluluktur. ASEAN’ın genişlemesi sonrasında şu kurumlar da ASEAN-
ISIS bünyesine katılmıştır: Brunei Darussalam Politika ve Stratejik Çalışmalar Enstitüsü (BDIPSS), Kambotçya Barış ve
İşbirliği Enstitüsü (CICP), Vietnam Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (IIR), Laos Halkın Demokratik Cumhuriyeti Dış İlişkiler
Enstitüsü (IFA). ASEAN ISIS’ın amacı siyaset yapım sürecini etkileyecek şekilde akademisyenler, dış politika ve uluslararası
ilişkiler uzmanları arasında işbirliği ve koordinasyonun artırılmasıdır, bölgesel barış ve istikrarın bu şekilde güçlendirilmesini
sağlamaktır. Asean bürokratları (ASEAN senion Officials) ve ASEAN-ISIS kurumları başkanları arasında resmi bir toplantı
düzenlemesi bulunmaktadır. ASEAN-ISIS’ın etkinliğiyle ilgili bkz. Alexandre C. Chandra, “Indonesia's non-state actors in
ASEAN: a new regionalism agenda for Southeast Asia?” Contemporary Southeast Asia, 26/1, 2004, ss, 155-175.
(4) Asya-Pasifik bölgesi devletlerinden (Avusturalya, Kanada, Endonezya, Japonya, Güney Kore, Malezya, Filipinler,
Singapore, Tayland ve ABD) 24’e yakın stratejik araştırma merkezinin 1992’de kurduğu Asya Pasifik Güvenlik İşbirliği
Konseyi’nin amacı diyalog, danışma ve işbirliği yoluyla güven artırıcı ve bölge istikrar ve güvenliğini koruyucu süreçleri
desteklemektir. Bkz. Kuala Lumpur Declaration(1993), http://www.cscap.org/kl.htm. 2000’e kadar geçen sure zarfında Yeni
Zelanda, Rusya, Kuzey Kore, Moğolistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Vietnam, once Batı Avrupa Konsorsiyum’u/sonar AB, ve
Hindistan, Konsey’e tam üye olmuşlardır. Konsey, ŞİÖ’den farklı olarak “iktisadi gelişme” ile ilgili olguları, değişimleri ve
önerileri bölgesel güvenlik çerçevesinde ele almaktadır. Yani güvenlik, ASEAN devletlerinin anlayışına uygun bir biçimde
daha geniş bir zeminde tanımlanmaktadır. Konsey’in etkinliği için bkz. Sheldon W. Simon, “Evaluating Track II, Approaches
to Security Diplomacy in the Asia Pacific: The CSCAP Experience” NBR Report, 2001, ss, 1-19. Bu arada tıpkı ASEAN-ISIS
gibi hükümetler-arası güvenlik diyaloğu ile (ASEAN Bölgesel Forum’u aracılığı ile) güçlü bağları vardır. Bu nedenle Taylor ve
Ball, Konsey’in içinde bulunduğu ilişkiler ağını yarı-sivil/yarı resmi diplomasi olarak (Track One and A Half)
değerlendirmektedir. Bkz. Desmond Ball- Brendon Taylor, “Regional Security Cooperation” Strategy and Security in the Asia-
Pacific, Allen-Unwin Academic, St. Leonards, 2006, ss, 272-274, bu tanımlama için s, 273, ayrıca Konsey’in etkinliği için bkz.
Sheldon W. Simon, “Evaluating Track II, Approaches to Security Diplomacy in the Asia Pacific: The CSCAP Experience”
NBR Report, 2001, ss, 1-19.
(5) ASEAN‐ISIS ve Konsey’in hükümetler‐arası güvenlik diyaloğu ile (ASEAN Bölgesel Forum’u aracılığı ile) güçlü bağları vardır. 
Bu nedenle Taylor ve Ball, Konsey’in içinde bulunduğu ilişkiler ağını, yarı‐sivil/yarı resmi diplomasi olarak (Track One and A 
Half) değerlendirmektedir. Bkz. Desmond Ball‐ Brendon Taylor, “Regional Security Cooperation” Strategy and Security in the 
Asia‐Pacific, Allen‐Unwin Academic, St. Leonards, 2006, ss, 272‐274, bu tanımlama için s, 273. Konsey’in iki taraflı stratejik 
ilişkilerin devamı olarak algılandığı bir örnek için bkz. Japonya Avusturalya ilişkileri, Amit Gupta, “Avustralia and Strategic 
Stability in Asia” Strategic Stability in Asia, Amit Gupta (ed.), Ashgate, Aldershot, 2008, s, 153. 
(6) Buzan ve Waever, çalışmalarında dört farklı bölgesel güvenlik kompleksi biçimi belirtirler: Standart Bölgesel Güvenlik 
Kompleksi (bölgesel güçlerin güç kutuplarını belirlediği) örneğin Orta Doğu, Merkez Odaklı Bölgesel Güvenlik Kompleksi ( Üç 
biçimde ifadesini bulur; i‐ Süper güç merkezinin insiyatifiyle oluşan güvenlik kompleksini: örneğin Kuzey Amerika; ii‐ Bölgesel 
büyük bir gücün insiyatifiyle oluşan güvenlik kompleksi: örneğin Bağımsız Devletler Topluluğu; ve iii‐ Kurumsal bir 
yapılanmanın altında ortaya çıkan güvenlik kompleksi: örneğin Avrupa Birliği veya NATO), Bölgesel Büyük Güçlerin 
Kutuplaşmayı Belirlediği Bölgesel Güvenlik Kompleksi, ve Sistemdeki bütün büyük güçlerin mevcut agendaları doğrultusunda 
bölgelerarası ve bölgeler‐ötesi alanda ortaya çıkan Süperkompleks. B. Buzan‐ O. Waever, Region and Powers…., ss, 40‐64. 

241
(7) Age., s, 62. 
(8)Buzan ve Waever’ın incelemesi sadece alansal farklılaşma üzerinde durmaktadır: Buna gore yazarlar üç ayrı bölgesel 
güvenlik kompleksi tespit etmişlerdir: 
a) Sri Lanka, Nepal, Bengaldeş, Maldivler ve Buthan’ı kapsayan, büyük ölçüde Hindistan‐Pakistan’ın birbirlerine karşı 
geliştirdikleri politikaların güvenlik konusu haline gelmesiyle şekillenen Güney Asya Bölgesel Kompleksi. Bu Kompleks, a)‐ 
Burma/Myanmar ile Güneydoğu Asya’dan, Nepal ile Kuzeydoğu Asya’dan, ve Afganistan ile Ortadoğu’dan ayrılır. b)‐ Güvenlik 
kompleksini oluşturan temel dinamikler bölgenin kendi dinamiklerinden (Hindistan‐Pakistan çatışması, ve etnik, dinsel 
çatışmalara karşı rejim/devlet güvenliği) kaynaklanmaktadır. Bkz. Age., 101‐127; Hindistan‐Çin rekabetini de (bkz. Shesker 
Gupta, India Redefines Its Role, Adelphi Paper, 293, IISS, London, 1995, ss, 3‐6, 34‐43) Hindistan’da hakim olan “büyük güç 
söylemini” de (‐ki bu söylem çerçevesinde Pakistan değil ABD rakip güç olarak tanımlanmaktadır.; bkz Himaadep Muppidi, 
“Postcoloniality and Production of International Insecurity: The Persistent Puzzle of US‐Indian Relations, Cultures of 
Insecurity…, ss, 119‐146.) bu bölge‐içi dinamikler doğrultusunda anlamlandırmak mümkündür. 
b)  Kuzey ve Güney Kore, Tayvan, Japonya ve Çin’i kapsayan, Nepal ile Güney Asya’dan, Moğolistan ile Avrasya/Orta Asya/BDT 
güvenlik kompleksinden ayrılan Kuzeydoğu Asya Güvenlik Kompleksi. Bu kompleks hem İki Kore, İki Çin, Japonya ve Çin, 
Japonya ve Kore arasındaki, bölgeye ait güvensizlik dinamiklerinden beslenir bkz. Mark Harrison, “The Politics of Inalinability: 
China’s Claim for Taiwan”, La Trobe Forum, December, 2001, ss, 3‐5, Roger Cliff, “Taiwan: In the Dragon Shadow” Asian 
Security Practice…, ss, 288‐314, David Kang, “North Korea: Deterence Through Danger” Age., ss, 234‐263; Chung‐in‐Moon, 
“South Korea: Recasting Security Paradigms” Age.,, ss, 264‐287; hem de bölge dışı politikalarla (Soğuk Savaş dönemi ideolojik 
çatışma ile) şekillenmişti. Bkz. William A. Odom‐ Andy Yan‐ Perry Wood, “The Strategic Equlibrium in North East Asia: Stable 
or Transitory?”, Trial After Triumph, East Asia After the Cold War, William A. Odom‐ Andy Yan‐ Perry Wood (der.), Hudson 
Institute, New York, 1992, ss,1‐7. 
c) Endonezya, Malezya, Tayland, Brunei, Filipinler, Singapore, Vitnam, Kambotçya, Laos, Burma, yani ASEAN devletlerini 
kapsayan Güneydoğu Asya Güvenlik Kompleksi, tıpkı Kuzeydoğu Asya’da olduğu gibi hem bölge için rejim güvenliğiyle ilgili 
bölge devletlerinin sahip olduğu güvenlik endişeleri tarafından hem de bölge dışı aktörlerin müdahaleleri tarafından 
şekilendirilmiştir. Bkz. Yuen Foong Khong, “ASEAN and Southeast Asian Security Complex” Regional Orders, Building Security 
in A New World, David A. Lake‐ Patrick M. Morgan (der.), Penn state University Press, University Park, 1997, ss, 332‐335 
Ancak 1990 sonrası dönemde Asya Güvenlik Komplekslerinin dönüşüm yaşadığı düşünülmektedir. B. Buzan‐ O. Waever, 
Region and Powers…., ss, 172‐182, M. Leifer, The Asean Regional Forum, Adelphi Papers, IISS, London, 1996, s, 26, 46. Güney 
Asya Güvenlik Kompleksini meydana getiren güvenlik dinamikleri, değişen koşullara (Hindistan’ın güçlenmesi, ABD/NATO’nun 
Afganistan’a müdahale etmesi, ve Çin’in özellikle enerji güvenliği söylemi üzerinden denizyollarının güvenliği stratejisini 
benimsemesi ve bölgede etkisinin artması, ayrıntı için bkz. Bruce Vaugh, “Indian Geopolitics, the United States and Evolving 
Correlates of Power in Asia” Geopolitics, 9/2, 2004, s, 448) rağmen, hala temel niteliklerini korumaktadırlar. B. Buzan‐ O. 
Waever, Region and Powers…., s, 144. Oysa Kuzeydoğu ve Güneydoğu Asya Güvenlik Kompleksleri, bölgesel düzeyde 
hissedilen belirsizlikler nedeniyle (Çin bölgesel/uluslararası sistemle ilgili revizyonist taleplerde bulunacak mı?, Japonya ulusal 
güvenlik stratejisini değiştirecek mi, ABD bölgeden tamamen çekilecek mi? Asya’da stratejik belirsizliklerin yarattığı stratejik 
güvensizlik için bkz.Yuen Foong Khong, “Coping with Strategic Uncertainity: The Role of Institutions and Soft Balancing in 
Southeast Asia’s Post Cold War Strategy” Rethinking Security in East Asia, Identity, Power and Efficiency, J.J. Suh‐ P.J. 
Katzenstein‐ Allen Carlson (der.), Stanford University Press, California, 2004, ss, 172‐208.) birbirine yaklaşmış, Buzan ve 
Waever’in tanımlamasıyla Doğu Asya Güvenlik Kompleksi’ni oluşturmuştur. 
(9) Bkz. Ss,263‐266. 
(10) Bkz. Ss, 302. 
(11) ASEM: Asia‐Europe Summit Meetings (Asya‐Avrupa Zirve Toplantıları) 
(12) Bkz. ss, 310‐314. 
(13) Bkz. ss, 295. 
 
Tablo 2’ye bakıldığında üç husus dikkati çekmektedir:

1) I. Bölüm’de ele alınan güvenlik çalışmaları ve bu çalışmaların bir devamı olan

bölgesel güvenlik analizleri, esas olarak Batı’nın güvenlik algılamalarını açıklamayı

kendilerine konu edinmişlerdir. Bu nedenle, bölgesel güvenlik mekanizmalarının karşılaştırma

yaptığı ideal örnek Batı’nın bölgesel güvenlik alanları olan AB ve NATO’dur. Batı’nın

güvenlik alanları büyük oranda kurumsallaşmış olduğu için, AB ve NATO ile karşılaştırılan

242
tüm bölgesel güvenlik alanları- bu arada Asya- çoğul mekanizmaların etkinlik alanı olarak

görülür.

2)- Asya güvenlik alanı, çoğul mekanizmaların uygulama alanı olarak ele alındığında

dahi, bu mekanizmaların yarattığı beklentiler arasında derin bir farklılık ve uyuşmazlık ortaya

çıkar:

a)- Daha önce belirtildiği gibi, güvenlik rejimleri kısa dönemde güven artırıcı

önlemlerle inşaa edilmiş barış alanlarını işaret ederler. 11 Eylül sonrası ABD’nin benimsediği

terörle mücadele söylem ve uygulamalarının alanı olarak Asya’nın ortaya çıkmış olması904; iki

taraflı ve çok taraflı (örneğin ABD ile ASEAN devletleri arasında905, ABD ile Hindistan

904
11 Eylül sonrası George W. Bush’un yaptığı konuşma ile başlayan ve 2002-2006 Amerikan Güvenlik Stratejisi
belgesinde de ortaya konan “Teröre karşı Savaş” politikasının bazı özellikleri Asya bölgesi devletlerinin güvenlik
algılamalarını etkiliyordu. Bkz. The National Security Strategy of the United States of America, Washington DC.,
White House, 2002; The National Security Strategy of the United States of America, White House, Washington
DC., 2006. Bu stratejiye göre Amerika savaştaydı, ve savaş düşman, Amerikan topraklarına ulaşmadan
bitirilmeliydi. Ancak düşmanını belirlemek üzere kullandığı söylemin (şer ideolojisi, sapkın davranış, haydut
devletler, şer ekseni bkz. National Strategy for Combating Terrorism, White House, Washington DC., 2003)
sınırları son derece belirsizdi. Sadece Kuzey Kore, Pakistan ve Afganistan değil, önemli oranda Müslüman nüfusa
sahip Güneydoğu Asya ülkeleri, başta Endonezya ve Malezya sonra Filipinler ve Tayland, Terörle Savaş
stratejesinin olası alanları olarak ortaya çıktılar. Bkz. Marika Vicziany, David Wright-Neville- Pete Lentini, “What
has changed and What hasn’t changed, since 9/11” Regional Security in the Asia Pacific 9/11 and After, Marika
Vicziany, David Wright-Neville- Pete Lentini (der.), Edward Elgar, Cheltenhaum, 2004, ss, 12-29, David Wright-
Neville, “US Counter Terrorism in the Southeast Asia: Problems on the Horizon”, Regional Security in the Asia
Pacific 9/11..., ss, 51-66. Ayrıca, Bali’de gerçekleşen (12 Kasım 2002) ve Hindistan Parlementosu’na karşı
düzenlenen saldırılar (13 Aralık 2001), küresel terörizmin (Dördüncü Dalga Terörizm’de –Fourth Wave of
Terrorism- denen kürsel terörizm tanımı için bkz. David C. Rapoport, “The Fourth Wave: September 11 in the
History of Terrorism” Current History, December, 200 , ss,419-424.) sadece Batılı hedeflere yönelmediğini de
gösterdi. Sonuçta yalnızca Amerkan güvenlik stratejisinin yakından takip edildiği Güneydoğu Asya ülkelerinde
değil, hem Hindistan hem Çin Halk Cumhuriyeti karar alma süreçlerinde küresel terörizm bir güvenlik konusu
haline geldi. Bkz. Ralf Emmers- Leonard C. Sebastian, “ Terrorism and Transnational Crime in Southeast Asian
International Relations” International Relations in Southeast Asia, Donald E. Waetherbee (der.), Rowman and
Littlefield, Lanham, ss, 156-185. Sridbar K. Khatri, “Understanding Responding to Terrorism in South Asia”,
Studying Non-Traditional Security in Asia, Trends and Issues, Ralf Emmers, Mely Caballero-Anthony, A.
Acharya (der.),Marshall Cavedish Academic, Singapore, 2006, Michael D. Swaine, “China: Exploiting a Strategic
Openning” , Strategic Asia 2004-05: Confronting Terrorism in the Pursuit of Power , Ashley J. Tellis- Michael
Wills (der.), The National Bureau of Asian Research (NBR), Seattle, 2004, ss, 67-102, Kumar Ramakrishna- See
S. Tang, “Is Southeast Asia a Terrorist Heaven?” After Bali: The Threat of Terrorism in Southeast Asia, Kumar
Ramakrishna-See Seng Tan (der.), World Scientific Publishing Company, 2004, ss, 1-38, M. Viczianzy, “ Islamic
Terrorism in Xinjiang” Regional Security in the Asia Pacific 9/11..., ss, 149-169.
905
Yuen F. Khong- Helen E. Nesadurai, “Hanging Together, Institutional Design and Cooperation in Southeast
Asia: AFTA and the ARF”, Crafting Cooperation..., ss, 70-78, David Wright- Neville, “US Counter Terrorism in
the Southeast Asia: Problems on the Horizon”, Regional Security in the Asia Pacific 9/11..., s, 61, 65. The Asean-
US Joint Declaration to Combat Terrorism, www.aseansec.org/7424.htm., The Strait Times (Singopore), 30 July
2002, www.web3.asia1.com.sg (Strait Times Interactive).

243
arasında906, Hindistan ve Çin arasında907, Şanghay İşbirliği Örgütü908, APEC909 ya da ASEAN

Bölgesel Forumu bünyesinde910 vb.) güvenlik rejimleri için uygun bir zemin hazırlamıştı.

Bölgesel güvenlik rejimi, çok taraflı ve iki taraflı mekanizmalar arasında bölünmüş bir görüntü

çizse de, küresel terörizme karşı mücadele ve deniz-yollarının güvenliğinin sağlanması

amacıyla başvurulan bir güvenlik diyaloğu biçimindeydi. Ancak diyalog, uzun erimde ittifak

anlamına gelmiyordu:

Herşeyden önce eksen (axis) kelimesinden hoşlanmadığımı


belirteyim...güvenlik sorunlarımızı tartışacağımız pek çok
mekanizmaya sahibiz. Niçin bir diğer mekanizma da Çin, Hindistan ve
Rusya arasında olmasın...Elbette bu ülkelerin bölgesel ve uluslararası
barış ve istikrarın korunması için görüş alış verişinde bulunması çok
normaldir.911

Aslında diyalog mekanizması, olası çatışma ihtimalini ve beraberinde gelen

silahlanmayı göz ardı etmez.912 Ama gerçek bir çatışmadan ziyade kısa ve orta erimde

906
Bruce Vaugh, “Indian Geopolitics, the United States and Evolving Correlates of Power in Asia” Geopolitics,
9/2, 2004.
907
S.D. Muni, “September 11: The Asian Giants Get Closer” Regional Security in the Asia Pacific 9/11..., ss, 83-
96.
908
“Ob Itogakh Vneocherednogo Soveshhaniya Ministrov Inostrannıh del Gasudarstv-Uchastnikov Shankhaiskoi
Organizatsii Sotrudnichestva” Ministerstvo Innostrannıh Del Rossiiskoi Federatsii Department Informatsii i
Pechati, Belge No: 16-07-01-2002, Moskva, 7 Ocak 2002, ayrıca bkz. “Foreign Ministry Spokesman's Press
Conference on January 8, 2002”, http://dk.china-embassy.org/eng/News/t105512.htm.
909
Counter Terrorism Task Force Meeting, Phuket- Thailand 20 August 2003,
http://www.apec.org/apec/documents_reports/counter_terrorism_task_force/2003.html.
910
Ralf Emmers- Leonard C. Sebastian, “Terrorism and Transnational Crime in Southeast Asian International
Relations” International Relations...,ss, 165-184, Joint Communigué, Special ASEAN Ministrial Meeting on
Terrorism, 20-21 May 2002, Kuala Lumpur, www.aseansec.org/sammter.htm.
911
ÇHC’nin Hindistan Büyükelçisi Hua Junduo’nun 8 Şubat 2002 tarihinde Yeni Delhi’de düzenlediği basın
toplantısından. Bkz. BBC Monitoring, 9 February 2002, www.monitor.bbc.co.uk. (vurgu bana ait).
912
Gerçekten de, güvenlik diyaloğu mekanizmasının işlemesine rağmen, 11 Eylül sonrası savunma harcamalarına
bakıldığında hem Kuzeydoğu Asya ülkelerinin hem de Güneydoğu Asya ülkelerinin harcamalarında önemli
oranda artış dikkati çekmektedir.

Kuzeydoğu Asya’da 2001’den 2006 senesine kadar geçen sürede savunma harcamaları %19 artmıştır. Bkz. SIPRI
(Stockholm International Peace and Research Institute), SIPRI Yearbooks, 1989-2006: Armaments, Disarmament
and International Security, Oxford University Press, Oxford, 2007 ( Bu dipnotta 8. Bölümdeki World Military
Expenditure rakamlar kullanılmıştır). ÇHC’nin aynı dönemde –savunma harcamaları yaklaşık %57 artarken-
askeri modernizasyonunu hızlandırmıştır. Bkz. Dennis Woodward- Santo Darmusumatro, “PLA Strategic Doctrine
244
asimetrik913 ve yumuşak914 nitelikli dengeleme mekanizmalarının işleyeceği beklentisi

hakimdir.

b)- Bölgede güvenlik kompleksi altında incelenen güvenlik mekanizmaları ( standart,

büyük güçlerin belirlediği güvenlik kompleksi ya da süperkompleks), ikili ve ya çok taraflı

ittifak mekanizmaları ve rekabete dayalı bir güçler dengesi beklentisini doğurmaktadır. Bu

beklenti, Asya güvenliği çalışmalarınnda iki şekilde ifadesini bulur:

and Capabilities” Regional Security in Asia After 9/11…, ss, 192-206. Bu yüzden sadece savunma harcamaları
değil, askeri kuvvetlerin modernizasyonu planları da dikkate alınmalıdır. Örneğin Japonya, askeri harcamalarında
%3’lük bir kısıtlamaya gitmeyi planlamaktadır (2004-2009) ama bu tasarrufun amacı balistik füzelere karşı
savunma teknolojilerini güçlendirmek ve ulusal topraklarının ötesine müdahale edebileceği, uzmanlaşmış, küçük
ve hızlı askeri birimleri oluşturabilmektir. “Japan Signals Key Military Shift” 10 December 2004, BBC
Monitoring, www.bbc.co.uk/1/hi/world/asia-pacific/4084249.stm. Ayrıca Aralık 2004’de Japon hükümetinin
kabul ettiği Ulusal Savunma Programı Çerçeve Belgesi (-ki bu belge Japonya’ya yönelik ulusal tehditler arasında
terörizmden sonar Çin ve Kuzey Kore’yi saymaktaydı) Japon ulusal savunma kuvvetlerinin normal
(konvansiyonel) kuvvetlere benzeyecek şekilde güçlendirilmesini ve genişletilmesini öneriyordu. “Where Japan is
Heading” Asian Times, 26.10.2005, www.atimes.com/atimes/Japan/GJ26Dh03.html. 2004 düzenlemesi Japon
savunma ve ulusal güvenlik gelenekleri açısından bir dönüm noktası niteliğindedir. Tüm değişim eğilimine
rağmen ABD ile savunma ve güvenlik ittifakının taşıdığı önem devam etmektedir. Bkz. Yuri Kase, “Japan”,
Neorealism vs…, ss,129-141.

Güney ve Kuzey Kore ile Tayvan’la ilgili analiz için bkz.Robert Hartfiel- Brian L. Job, “Raising the Risk of War:
Defence Spending Trends and Competitive Arms Process in East Asia” The Pacific Review, 20/1, March 2007, ss,
4-5, ve SIPRI, Age. Ancak, bölgedeki silahlanma düşünüldüğünde en önemli gelişme Kuzey Kore’nin 4 Temmuz
2006 tarihinde çoklu balistik füze denemesinde bulunmasıdır. Bu denemelerden sonra hem ABD Pasifik’teki savaş
gemilerinin sayısını arttırmıştı hem de Japonya, ABD’nin geliştireceği Pasifik odaklı füze savunma sistemine
katılma kararı almıştı. Bkz, “New US-Japan Plan to Realign Military Defenses”, 30.11.2005, Washington Post,
www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2005/10/29/AR2005102901207.html, “US to Deploy Patriot
Missiles in Japon to Counter North Korea”, 26.06.2006, Washington Post, www.washingtonpost.com/wp-
dyn/content/article/2006/06/26/AR2006062601256.html, “Japan, US Sign Defense Pact” BBC Monitoring, 17
December 2004, http://news.bbc.co.uk/2/hi/asia-pacific/4104301.stm.

Güney Asya’da, 2000-2005 döneminde Hindistan ve Pakistan’ın savunma harcamaları artmakla birlikte, hem
askeri modernizasyon hem savunma harcamaları göz önüne alındığında (nükleer enerjiye harcanan oran dahil)
Hindistan ve Pakistan arasında Hindistan lehine bozulan büyük bir fark vardır. Bkz. Rodney W. Jones,
`Conventional Military Imbalance and Strategic Stability in South Asia`SASSU Research Paper, March 2005, ss,
22-25. Bu asimetriyi artıracak bir biçimde Hindistan, Pakistan’dan gelebilecek füze tehdidine karşı füze savunma
sistemi oluşturmayı düşünmektedir. Animesh Raul, “India: Missile Defense Dreams” ISN Security Watch, New
Delhi, 27.03.2008, “India 'Star Wars' Plan Risks New Arms Race” Guardian, 14.12.2007,
http://www.guardian.co.uk/world/2007/dec/14/india.pakistan.

Güneydoğu Asya ülkelerinin savunma harcamaları (Vietnam devletleri dışında) %19 artmıştır. Robert Hartfiel-
Brian L. Job, Agm., ss, 5-6.
913
Asimetrik dengeleme (Asymmetric balancing) ulus devletlerin, ulus-ötesi tehditlerden (uluslararası suçlar,
yasadışı göç, terörizm vb.) kaynaklanan tehlikeleri ve riskleri bertaraf etmek için koordinasyon mekanizmaları
geliştirerek sürdürdükleri çabaları kapsar. T. V. Paul, “Introduction: The Enduring Axioms of Balance of Power
Theory and Their Contemporary Relavence”, Balance of Power,…, s, 3.
914
Açıklaması için bkz, s, 240.

245
i- Doğu Asya’da ÇHC’ni bölgesel büyük güç olarak ele alan görüş:

Doğu Asya’da ÇHC’nin artan ekonomik ve askeri gücünün yaratacağı etki üzerine pek

çok çalışma kaleme alınmıştır.915

Buna göre ÇHC, ikili bir strateji izleyerek hem nükleer gücünü hem de konvansiyonel

gücünü artıracak,916 ve Doğu Asya’da karasal alan üzerinde etkinlik sahibi olacaktı. Rusya ve

Japonya’nın marjinal güçler olarak kalmasıyla, ÇHC, ABD’nin Pasifik’e hakim olmasını

sağlayan deniz gücünü917 dengelemek zorunda kalacaktı.918

915
Örnek olarak bkz. David Shambaugh, “Sino-American Strategic Relations: From Partners to Competitors”
Survival, 42/1, 2000, ss, 97-115, Robert S. Ross, “Bipolarity and Balancing in East Asia”, Balance of Power,.., ss,
267-304. “Çin’in yükselişinin” bölgedeki güçler dengesini bozacağını ve Asya’nın geleceğinin II. Dünya savaşı
öncesi Avrupa’ya benzeyeceğini iddia eden örnekler için bkz. Robert Kagan, “White China Knows That We
Don’t: The Case for a New Strategy of Containment” Weekly Standard, 20 January 1997, Paul Wolfowitz,
“Bridging Centuries: Fin de Siecle All over Again” The National Interest, 1999, ss, 5-41, Aaron L. Friedberg,
“Will Europe’s Past Be Asia’s Future” Survival, 42/3, 2000, ss, 147-159, Denny Roy, “Hegemon on the Horizon?
China’s Threat to East Asian Security” International Security, 19/1, 1994. Bu ihtimal Amerikan karar alıcıları
üzerinde etkili olmuştu. Bkz. The USA Department of Defense, Quedrennial Defense Review, Washington DC.
September 2001, s, 4, The USA Department of Defense, Quedrennial Defense Review, Washington DC.
September 2006, ss, 29-30.
916
J. N. Mak, “The Asia-Pacific Security Order” Asia-Pasific in the New World..., s, 105.
917
ABD’nin deniz gücü Soğuk Savaş döneminde uygulamış olduğu, Doğu Asya’da üsler elde etme politikasının
(hub- and-spoke policy) bir uzantısı gibi görünmekle beraber bununla sınırlı değildir. Çünkü 2003 tarihinden
itibaren ABD, Pasifik’teki Amerikan güçlerini yeniden düzenleme yoluna gitmişti. Buna göre sadece Japonya ve
Güney Kore’deki Askeri varlığı azalmamış (Okinawa’dan Guam’a çekilmiş), aynı zamanda Güneydoğu Asya’da
bulunan Clark Hava Üssü ile Subic Körfezi Donanma İstasyonu’nu (Filipinler) da kapatılmıştı. Gerçi Singapore,
Malezya ve Endonezya, ABD’ne Filipinler’deki kaybını karşılayacak şekilde “ stratejik yerleşim imkanı”
sunmuşlardı. Ve 1995’de Filipinler Çin ile karşı karşıya kaldığı krizin ardından ABD’ni ülkeye geri çağırmıştı.
Fakat asıl önemli olan gelişme şuydu: Asya’daki ABD gücünün azaltılmasını takip eden süreçte, eşit olmasa da
“maliyetin paylaşılmasına” dayanan yeni bir ittifak sistemi ortaya çıkmıştı. Bu sistemde, ittifakın temeli hala Doğu
Asya güvenliği olmakla beraber alanı genişliyordu. Örneğin Japon donanması, Hint Okyanusu’nda 2001’den
itibaren ABD’nin Afganistan’daki operasyonuna lojistik destek sağlıyordu. 2003 düzenlemeleriyle de Japon
Savunma Kuvvetleri ABD’nin Irak operasyonuna destek verebiliyordu. Bkz. Peter J. Katzenstein- Nobuo
Okawara, “Japan and Asian-Pacific Security”, Rethinking Security…, s, 129. Güney Kore de ABD’ne Afganistan
ve Irak Operasyonu sırasında önemli ölçüde lojistik destek sağlamış, ayrıca Irak Operasyonu’na askeri kuvvet
desteği de vermiştir. (Kuzey Irak da Zaytun Bölüğü bkz. Official Website of Zaytun Division in English
http://www.army.mil.kr:7081/zaytun2/english/index.jsp) Yine, ABD, Al-Qaeda’yla bağlantılı olarak gördüğü Abu
Sayyaf örgütüyle mücade etmesi için Filipin kuvvetlerine özel eğitim ve teknik yardım vermeye başlamıştı. New
York Tımes, 24 January 2002.
918
Robert R. Ross, Age., ss, 267-287, Robert A. Scalapino, “Asia-Pacific Security- The Current Balance of
Power” Australian Journal of International Affairs, 58/3, 2004, s,372. Clinton döneminden itibaren bu dengeleme
stratejisi “yumuşak-çevreleme” olarak anılıyordu. Bush yönetimi ise, bu politikayı “çevreleme ve uluslararası
sistemin parçası haline getirme” (congagement: containment-engagement) olarak adlandırdı. A. I. Johston,
“Beijing’s Security Behaviour in Asia-Pacific: Is China A Dissatisfied Power?”, Rethinking Security…, s, 75.

246
Bu değerlendirmeler, bazı ortak temalara dayanıyordu: Çin henüz uluslararası toplumun

bir parçası değildi, ya da yeni parçası olmuştu; Çin uluslararası iletişimin beynelmilel ilkelerini

henüz benimsememişti; ve Çin’in yükselen gücü ABD’nin kurduğu ve devamlılığını tercih

ettiği uluslararası düzen için potansiyel bir sorundu.919

ÇHC’nin askeri ve iktisadi gücünün ABD’nin Doğu Asya’da sahip olduğu gücü

dengeleyebilme ihtimalinin gerçekten olup olmadığı sorusu- örneğin Kang ve Ross ABD’nin

gücünün Asya’da hegemoniye yakın olduğunu savunuyorlardı920- bir yana, A. Jonhson,

ÇHC’yi merkezine oturtan güçler dengesi söyleminin, aslında “dış politika yapımında

şarkiyatçılığa başvurulmasının” bir biçimi olduğunu gösteriyordu.921

A.I.Johnson dış politika değerlendirmelerinde ve ÇHC’ni statükocu bir devlet olarak

tanımlarken haklı görünmekle birlikte, bu çalışmada önemli olan bölgesel güvenlik kompleksi

analizinin işaret ettiği beklentidir. “Çin tehdidinin” odak noktası haline getirildiği güçler

dengesi varsayımının ihtiva ettiği beklenti; Doğu Asya’nın hâlâ çözümlenmemiş üç sorunu

(Güney Çin Denizi Sorunu922, Tayvan Sorunu923 ve Kore Yarımadası Sorunu924) çerçevesinde

Çin’in güç kullanmasına bağlı olarak bir çatışmanın yaşanmasıdır.925

919
A. I. Johston, “Beijing’s Security Behaviour in Asia-Pacific: Is China A Dissatisfied Power?”, Rethinking
Security.., 37.
920
Örneğin bkz. David C. Kang, “US Alliances and the Security Dilemma in the Asia-Pacific” Reassesing
Security…, ss, 71-80, Robert R. Ross, Age., ss, 291-292.
921
A. I. Johston, “Beijing’s Security Behaviour in Asia-Pacific: Is China A Dissatisfied Power?”, Rethinking
Security.., s, 76; A. I. Johnston “Is China a Status Quo Power?” International Security, 27/4,Spring 2003, ss, 5-56
922
Güney Çin Denizi Sorunu, Güney Çin Denizi’nde bulunan egemenliği tartışmalı adacıkların sebep olduğu iki
ve çok taraflı anlaşmazlıkları kapsar. Öncelikle Güney Çin Denizi’ndeki tüm adacıklar üzerinde hem Çin hem de
Tayvan egemenlik hakkı ileri sürmektedirler. Bu iki ülkenin dışında Paracel adaları (Nansha) ve yaklaşık 190
adacığı kapsayan Spratly adaları (Xisha) üzerinde Vietnam, Spratly adalarının bir kısmı üzerinde de Malezya,
Filipinler, Brunei egemenlik hakkı talep etmektedir. ÇHC, 1995’de Filipinler tarafından egemenlik iddiasında
bulunulan Spratly adacıklarına (Mischief Reef)) el koydu. 1996’da, Güney Çin Denizi’ndeki adalar üzerinde
egemenlik hakkı talebini yineledi, ve bu anlaşmazlığın çözümünde güç kullanma seçeneğini saklı tuttuğunu ilan
etti. Bu güce başvurma söylemi nedeniyle, bu anlaşmazlığın diğer tarafları ABD ile kurdukları ittifak ilişkisinin
dışında deniz yollarının güvenliğini sağlayacak bağımsız ulusal kuvvetlerinin oluşturulmasını 1990’ların ilk
yarısında elzem olarak görmüşlerdir. Ayrıntı için bkz, Eric Hyer, “The South China Sea Disputes: Implications of
China's Earlier Territorial Settlements” Pacific Affairs, 68/1, 1995, ss, 34-55, Robert Catley- Makmur Keliat,
Spratlys: The Dispute in the South China Sea, Ashgate, Aldershot, 1996.
247
ii- ASEAN bölgesini odak noktası olarak alan güçler dengesi görüşü:

ASEAN’ı güçler dengesi kavramının merkezine oturtan ilk görüş Michael Leifer’in

çalışmasıydı.926 Y.F. Khong’a göre ise Güneydoğu Asya güvenlik dinamiklerini, “tehdidin

923
Tayvan’ın ulusal kimlik sorunu Milliyetçi Çin’in lideri Çhiang Kai-shek’in 1949 senesinde Tayvan’a
kaçmasıyla başlıyor. Milliyetçi hükümet kendisini Çin Cumhuriyeti olarak adlandırarak, hem anakarayı hem de
Tayvan’ı kapsayan tüm Çin’in temsilcisi olarak ilan etmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti, “tek Çin” politikası
çerçevesinde 1950 senesinde Tayvan’ı işgale hazırlandı, fakat ABD’nin müdahalesi sonucunda işgalden vaz
geçmek zorunda kaldı. Bu noktadan itibaren iki rakip Çin hükümeti de tüm Çin’in yasal temsilcisi olduğunu iddia
etmeyi sürdürdü. Bkz. Ralph Clough, “Taiwan under Nationalist Rule, 1949-1982” Cambridge History of China
vol 15, Roderick MacFarquhar- John K. Fairbank (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1991, ss, 819-
825. ABD’nin Tayvan Boğazı’nın iki yakası arasında stratejik dengenin sağlanması amacıyla Tayvan’a yaptığı
askeri-iktisadi-teknolojik yardım (Taiwan Relations Act) rekabete dayalı bu statükonun garantisiydi. Hâlâ ÇHC’i,
Tayvan’ın “Tek Çin-İki Sistem” prensibini kabul etmesini talep etmektedir. 1990’ların başlarında Chen Shui-bian
liderliğinde Tayvan milliyetçi hareketi tam bağımsızlığı talep ederken (İki Devlet Kuramı), özellikle 11 Eylül
sonrası ABD’nin Tayvan’ın bağımsızlığını desteklemeyeceği ile ilgili eğilimi belirginleştikçe, daha ılımlı bir
tutum takınmıştır. Bu istikrarsız ve ABD tutumuna bağlı Tayvan-Çin askeri/siyasi ilşkilerine tezat oluşturacak
biçimde, Pekin ve Tay-Pei arasında iktisadi ve ticari ilişkiler yoğunlaşmıştır. R.A. Scalpino, Agm., s, 372., Cheng
Bifan “Interaction Between Political and Economic Factors Between Mainland China and Taiwan” Regional
Security in the Asia-Pacific..., s, 207, 209; Chen Jie, “Relations Between DPP Government in Taiwan and the
United States” Regional Security in the Asia-Pacific..., ss, 220.
924924
Kore Savaşı’ndan sonra Kore Yarımadası’nda “dost rejimlerin” güçlenmesi sorunu, 1994 sonrasında Kuzey
Kore’nin uranium zenginleştirme çabasına girmesiyle farklı bir boyut kazandı. 1970’lerde Güney Kore’nin nükleer
güçle ilgili planlarına karşılık vermek için üzerinde çalışılan Kuzey Kore Nükleer Programı, Kim Il Sung’un
ölümünden sonra Kuzey Kore’nin bozulan iktisadi durumuna ve izole konuma dikkat çekilmesini sağlayacak bir
pazarlık kozu olarak tekrar kullanılmaya başlandı. B.N. Garret- B.S. Glaser, “Looking Across the Yalu: Chinese
Assessments of North Korea” Asian Survey, XXXV/6, 1995, s, 529. Kuzey Kore’nin Nükleer Programının önüne
geçmek üzere 2003 senesinde başlatılan Altı-TaraflıGörüşmeler (Six Part Talks) bir sonuç üretemeden 2005
Şubatı’nda Kuzey Kore nükleer silah geliştirdiğini açıkladı. Kuzey Kore’nin geliştirmiş olduğu nükleer
kapasitenin ne kadar tehditkar olduğu sorgulanmaktadır. Bkz. Dong Sun Lee, “A Nuclear North Korea and the
Stability of East Asia”Australian Journal of International Affairs, 61/4, 2007, ss, 437-442. Genel beklenti, Kuzey
Kore’den kaynaklanacak bir nükleer saldırı değil, bölge ülkelerinin (Japonya, Tayvan ve Güney Kore) nükleer güç
seçeneğine yönelmesidir. “North Kore Nuke Test Fans Fear of East Asian Nuclear Arm Race” Associated Press, 8
October 2006. http://www.iht.com/articles/ap/2006/10/08/asia/AS_GEN_Asia_Nuclear_Dominos.php. Diğer bir
alternatif, bölge ülkelerinin Amerikan füze savunma sistemine katılmalarıdır. Japonya’nın 2003 düzenlemelerini
takiben anayasal düzenlemelerle kolektif savunma seçeneğinin önünü açmaya çalışması, ABD-Japonya iki taraflı
güvenlik ortaklığının bu yönde derinleştiğini göstermektedir. Daniel A. Pinkston-Sakurai Kazutaka, “Japan
Debates Preparing for Future Preemtive Strikes against North Korea” The Korean Journal of Defense Analysis,
18/4, 2006, ss, 95-121. Hem bu olasılık, hem de ABD’nin Kuzey Kore’ye karşı gerekirse “önleyici müdahaleye”
başvuracağı yolundaki söylemi (bkz. Jungsup Kim, “The Security Dilemma: Nuclear and Missile Crisis on the
Korean Peninsula”, The Korean Journal of Defense Analysis, 18/3, 2006, ss, 89-106 ) ÇHC’ni rahatsız etmekle
birlikte, nükleer silahların karıştığı olası bir krizin maliyetinin yüksekliği, tarafları, varolan çözümsüzlüğü kabul
etmeye itmektedir.
925
Gerald Segal, “Asianism and Asian Security”, National Interest, 42/8, 1995, ss,63-65, A. I. Johston, “Beijing’s
Security Behaviour in Asia-Pacific: Is China A Dissatisfied Power?”, Rethinking Security.., s, 62. Nicholas D.
Kristof, “The Rise of China”, Foreign Affairs, 72/5, 1993, ss, 59-74, Denny Roy, “Hegemon on the Horizon?
China’s Threat to East Asian Security” International Security, 19/1, ss, 149-168.
926
M. Leifer, Age., Leifer ASEAN’I tanımlarken sadece güçler dengesini değil, topluluk kavramını da ilk kullanan
akademisyenler arasındaydı, fakat Leifer’ın kullandığı biçimde topluluk, güvenlik topluluğu değil, “diplomasi
topluluğuydu.” M. Leifer, ASEAN and the Security of Southeast Asia, Routledge, London, 1989.

248
dengelenmesi” (balance of threat) olmadan açıklamak çok zordu.927 Çünkü bölge devletleri ne

ABD’ye karşı ne de ÇHC’ne karşı bir ittifak ilişkisi içerisine giriyorlardı.928 Ancak, Khong’un

görüşüyle Leifer’ın görüşü arasında göründüğü kadar büyük bir fark yoktur. Leifer, ASEAN

bölgesiyle ilşkili olarak güçler dengesi tanımlamasını kullanırken kastetiği 19.yy Avrupası’nda

görünen ve sadece aktörlerin sahip oldukları maddi kapasiteye dayanan klasik güçler dengesi

biçimi değildi. Leifer’a göre, güçler dengesi, ayrıca, bölgeye tek bir gücün hakim olmasını

engellemek için kullanılan bir politikaydı.929 Yani güçler dengesi, Doğu Asya’da var olan

stratejik belirsizlikler karşısında,930 Güneydoğu Asya ülkelerinin bağımsızlığını korumasının

bir aracıydı.931 Her ne kadar, Leifer, Asya’da bölgesel örgütlerin, güçler dengesi üzerinden

sağlıklı bir bölgesel düzen yaratmak için uygun araçlar olduğunu düşünmese de932 ASEAN’ı

(ve doğal olarak ASEAN Bölgesel Forumu’nu) bölgesel güçler dengesinin odağına yerleştiren

görüş, bölgesel yapılanmaların bu tür bir güçler dengesinin aracı olmasını beklerler. İşte

ancak böyle bir güçler dengesi içerisinde “zayıf ve çok güçlü olmayan devletler dengelemenin

927
Y.F. Khong, “Making Bricks without Straw in the Asia-Pacific” The Pacific Review, 10/2, 1997, s, 296.
928
D.C. Kang, Age., s, 74. Evely Goh, Great Powers and Southeast Asian Regional Security Strategies: Omni-
Enmeshment, Balancing and Hierarchical Order Working Paper, IDSS, Singapore, July 2005. David Kang’ın tezi
oldukça ilginçtir. Kang’a gore Doğu Asya bölgesi devletleri tarihsel geleneklerinin de etkisiyle anarşiye değil
hiyerarşiye yakın bir çizgi benimsiyorlardı. Bu nedenle dengeleme yerine güçlü devletin peşi sıra gitmeyi
(bandwagoning) tercih ediyorlardı. D.Kang, “Getting Asia Wrong: The Need for New Analytrhical Framework”,
International Security, 27/4, 2003, ss,57-85. Ancak-özellikle bazı Amerikalı akademisyenler, Doğu Asya ve
Güneydoğu Asya’yı etkileyen Çin’in artan gücünün dengeleme mekanizmalarının önünü açacağını
düşünüyorlardı: Bkz. John Mearsheimer, “China’s Upeaceful Rise” Current History, 105/690, April 2006, ss, 160-
162; Francis Fukuyama, “Re-Envisonial Asia” Foreign Affairs, 84/1, January-February 2005, s, 85.
929
Jürgen Haacke, “Michael leifer and the Balance of Power”, The Pacific Review, 18/1, March 2005, s, 45.
Benzer bir ayrım için bkz. Ralf Emmers, Cooperative Security and the Balance of Power in ASEAN and ARF,
Routledge, London\ 2003/
930
Y. F. Khong, “Coping with Strategic Uncertainity…”, ss, 172-208. Bu belirsizlikler öncelikle; i-ABD’nin
bölgedeki askeri varlığının geleceği ve niteliği, ii- Japon-ABD güvenlik ortaklığının geleceği, iii- ÇHC2nin askeri
ve iktisadi gücünü bölgede nasıl kullanacağıyla ilişkiliydi.
931
Örneğin bkz.M. Leifer, Singapore’s Foreign Policy: Coping with Vulnerability, Routledge, London, 2000, s,
99, J. Haacke, Agm., s, 51.
932
M. Leifer, The Asean Regional Forum…, s, 57; Y.F. Khong, “The Elusiveness of Regional Order: Leifer, The
English school and Southeast Asia”, The Pasific Review, 18/1, 2005, s, 26.

249
bir parçası olabilir ya da davranışları ile güçler dengesini değiştirebilirler.”933 Julie Gilson

tarafindan stratejik bölgesellik olarak adlandırılacak bu politikanın özü şuydu934: “Güneydoğu

Asya devletleri büyük güçlerin bir kısmını dışlayarak diğerlerinin yanında olmak yerine

bölgesel stratejinin parçası olan tüm büyük güçleri [bölgesellik aracılığıyla] bir arada tutmaya

çalıştılar.”935

Bu bağlamda bölgesel stratejistlerin beklentisi sadece güçler dengesi


değildi. Bunun yanında ve [bundan öte]ama göze çok çarpmayan.. bir
dengeleme bekleniyordu, güçlerin etkisinin dengelenmesi (balance of
influence).936

Khong ve Goh’a göre “bu tür bir dengeleme, gücün bölgesel düzeyde yeniden

dağılmasından ziyade bölgesel bir düzen kurmayı amaçlar.”937 Bölgesel düzen beklentisi,

genelde, bölgesel güvenlik topluluğu fikriyle beraber ele alınır, böylece anlamsal olarak

bulanık olan bölgesel düzen fikri de daha açık hale gelebilir.938

c)- Bölgesel güvenlik topluluğu fikriyle ilgili çalışmalar, Asya’da güvenlik

topluluğunun hayata geçmesiyle ilgili yüksek beklentiyi yansıtmaktadır.939

933
Evely Goh, Agm.
934
Julie Gilson, “Strategic Regionalism in East Asia” Review of International Studies, 33, 2007, ss, 145-163.
935
Evely Goh, Agm.
936
Agm. (vurgu bana ait.) Ayrıca bkz. Hugh De Santis, “The Dragon and Tigers: China and Asian Regionalism”
World Policy Journal, Summer 2005, s, 29.
937
Y.F. Khong, “The Elusiveness of Regional Order:…” ss, 32-38, Evely Goh, Agm.
938
Y.F. Khong, “The Elusiveness of Regional Order:…” s, 39.
939
Arnfinn Jorgensen Dahl’ın 1975’de tamamladığı ve 1982’de basılan doktora tezi ilk kez ASEAN’ın Deutsch’un
anlayışına uygun bir güvenlik topluluğuna örnek oluşturduğunu iddia ediyordu. Dahl’ın ardından, kendisi de Asya
Değerleri söyleminin önemli bir temsilcisi olan Noordin Sopie ASEAN’ı “neredeyse bir güvenlik toplumu” (a
quasi security community) olarak tanımladı. B.Buzan, Sheldon Simon ve A. Acharya da bu tanımlamayı
kullanarak Güneydoğu Asya’da bölgesel güvenliği incelediler. Bkz. A. Acharya, Constructing…, B. Buzan- G.
Segal, “Rethinking East Asia Security” World Security: Challenges for New Century,Michael T. Klare- Yogesh
Chandrani (der.), St Martin Press, New York, 1998, N. Sopiee, “ASEAN and Regional Security Community”
Regional Security in the Third World: Case Studies fromSoutheast Asia and the Middle East, Croon Helm,
London, 1986, Sorpong Peou, “Realism and Constructivism in Southeast Asian Security Studies Today: A Review
Essay” The Pasific Review, 15/1, 2002, s,123.

250
ASEAN güvenlik topluluğu, ASEAN bünyesinde siyasal işbirliği ile
güvenlik işbirliğini daha üst noktalara taşıyarak bölge ülkelerinin
birbirleriyle barış içerisinde daha adil ve demokratik bir dünyada
yaşamasını sağlayacaktır.940

Bu beklentinin özü, bir yandan Asya’da bölgesel bir (güvenlik) düzenin kurulması

ihtimalini içeriyordu, diğer yandan da bu düzenin topluluklar yani ortak bir kimlik inşaası

üzerinden gerçekleşmesi düşüncesini ihtiva ediyordu.

Dolayısıyla, bölgesel güvenliğin üç farklı açıklaması (bölgesel güvenlik rejimleri,

güvenlik kompleksleri ve güvenlik topluluğu) Asya bölgesi için üç farklı ve hatta bir biriyle

taban tabana zıt beklentiyi ( asimetrik dengeleme, çatışma ve rekabete dayalı dengeleme ve

bölgesel topluluklar üzerinden tanımlanan bölgesel düzen) yansıtmaktaydı. Bu zıt beklentilerin

aynı aktörler üzerinden (ABD, Çin, Japonya, Güneydoğu Asya ülkeleri) aktarılması, yan yana

varolabilmesi, aynı anda farklı güvenlik paradigmaları üzerinden ifade edilmesi Asya

bölgeselliğinin bir niteliğidir.

Ancak, bu özellik sadece Asya’da bölgesel güvenlik uygulamalarını açıklamayı

zorlaştırmamakta aynı zamanda güvenlik-kimlik ilişkisinin de “bölgesel biz duygusunu” ortaya

çıkaracak açıklıkta kurulmadığını göstermektedir. Yine de hiç bir şey yok değildir:

ASEAN ne bir güvenlik topluluğudur, ne de iktisadi bir topluluktur.


[şöyle denilebilir] bunlara dönüşmek üzeredir ya da ileride
dönüşecektir...Aslında ASEAN, güvenlik topluluğunun bir taklididir.941

Önemli olan ASEAN bünyesinde ortaya çıkan güvenlik topluluğu beklentisinin taklit

olup olmadığı değildir. Önemli olan böyle bir taklite, yani bölgesel güvenlik uygulamalarının

kimlik üzerinden tanımlanmasına ihtiyaç duyulmuş olmasıdır. Bu ihtiyacın sonucu; farklı

topluluk projelerinin (ASEAN Topluluğu- Doğu Asya Topluluğu’nu kapsayacak şekilde-,

940
Declaration of ASEAN Concord II (Bali Concord).
941
Donald K. Emmerson, “Security, Community and Democracy in Southeast Asia: Analyzing ASEAN” Japanese
Journal of Political Science, 6/2, 2005, s,167, (vurgu bana ait).

251
Pasifik Topluluğu, ve Avro-Asya Topluluğu) varlığı ve genel bir Asya güvenlik topluluğunun

yokluğudur.

Bu topluluklar, hem bölgesel güvenliğe yönelik farklı beklentilerin hem de bölgesel

kimliğin birarada ele alındığı “özel” uygulama alanları olacaktı. Ancak bu alanlara değinmeden

önce, bu uygulamanın “yeni anlatısının nasıl ortaya çıktığına” değinmek gerekmektedir.

ii)- Asya’da Bölgeselleşme ve Bölgesellik: Güvenlik – Kimlik İlişkisinde Devamlılık Sorunu

I.Bölüm’de ele alınan beynelmilel güvenlik kuramı, güvenliği düzen-tehdit ekseni

üzerinden inşaa etmekteydi. Bu kuramlar ve 1970’lere kadar hakim güvenlik çalışmaları,

Soğuk Savaş döneminin üretimleri olduğu için, bu düzen-tehdit ekseni kimlikle iki kutuplu

sistem çerçevesinde ilişkilendiriliyordu. Bu yüzden bögesel güvenlik sadece uluslararası

güvenliğin/güvensizliğin üzerine yansıdığı boş bir alan olarak algılanıyordu. Güvenlik

uygulamalarının konusu olacak eylemler, yapılanmalar ve söylemler uluslararası sistemin

ürünleriydiler, ve bölgesel düzlemde ortaya çıksalar dahi bölgesel bir nitelik taşımıyorlardı. Bu

bakış içerisinde I. Bölüm’de belirtildiği gibi yerel anlatılara yani II.Bölüm’ün konusu olan

bölgesel kimlik kurgusunun (Asya kurgusunun) anlatısına yer yoktu.

1980’lerden itibaren güvenlik çalışmaları ve uluslararası ilişkiler kuramının içinde

meydana gelen değişim, bu değişime paralel olarak uluslararası sistemle ilgili algılamaların

değişmesi, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, yeni güvenlik tanımlamalarının (güvenlik kavramının

genişlemesi, derinleşmesi ve yerelleşmesi) ortaya çıkması, farlkı düzlemlerin farklı güvenlik

kurgularına sahne olabileceğinin (çoğul güvenlik) düşünülmesi, güvenlik uygulamalarının

açıklanmasında yerel anlatılara da yer verilmesi sonucunu doğurdu. Ancak Asya’da güvenlik

uygulamaları söz konusu olduğunda yerel anlatılara geri dönüş önemli bir sorunu da

beraberinde getiriyordu: Devamlılık sorunu.

252
II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan Asya bölgeselleşmesi/bölgeselliği, II. Bölüm’de

sözü edilen ve farklı siyasal projeler içerisinde hayata geçirilmeye çalışılmış olan bölgesel

kimlik kurgusunun bir devamı değildi. 1945 sonrası Asya bölgeselleşmesi ve bu

bölgeselleşmenin beslediği bölgesellik iki farklı etmene dayanıyordu:

1)- Asya devletleri, Japonya haricinde geç sanayileşmiş, geç modernleşmiş ve yaklaşık

iki yüz yıl boyunca koloni halinde kalmışlardı. Bu durum, ulusal bürokrasileri, devlet üzeri

yapılar ve devlet ötesi anlatılar konusunda son derece hassaslaştırmıştı. Üstelik Buzan’ın ifade

ettiği gibi bölgeye büyük güçlerin müdahalesi son derece güçlüydü. Bu yüzden iktisadi işbirliği

mekanizmaları dışında, yerel güvenlik tanımlamalarını kullanan, çok taraflı siyasi işbirliği

mekanizmaları oluşturmak zor görünüyordu.

Bu sebepler yüzünden, Soğuk Savaş dönemi Asya’da var olmayı sürdürebilmiş yegane

çok uluslu bölgesel işbirliği mekanizması olan ve iktisadi alandan ziyade siyasal alanda

yaratılmış olan ASEAN942 (Güney Doğu Asya Ulusları Topluluğu)943, Asya devletlerinin

ulusal güvenlik endişelerinin bir yansımasıydı- ki bu endişeleri şu şekilde özetlemek

mümkündü:

Komşullarından birinin toprakları üzerinde hak iddia etmesi demek


olan irridentizm; (2)-diğer hükümetlerin kendi toprakları üzerindeki
ayrılıkçı hareketlere destek vermesi ve (3)- hükümetin meşruiyetinin

942
Y.F. Khong, “The Elusiveness of Regional Order:...”, s, 28.
943
Güneydoğu Asya’da ilk bölgeselleşme çabası ASA’ydı (Güneydoğu Asya Topluluğu-1961). Fakat bu çaba,
Filipinler’in Malezya Federasyonu’na katılan Kuzey Borneo (Sabah) üzerinde hak talep etmesiyle engellendi.
ASA’yı MAPHILINDO (Endonezya, Malezya, Filipinler Federasyonu) fikri izledi.Ancak yeni bağımsızlığını
kazanan Malezya’yı tanımak istemeyen Endonezya gerilimin tırmandırılmasına dayanan bir politikayı
benimseyince (Konfrontasi) bu Federasyon fikri de gerçekleşmedi. 1961’den 1967’de ASEAN Bankok’da
kuruluncaya kadar (Endonezya, Malezya, Tayland, Singapore ve Filipinler- hemen sonra Brunei de katıldı) kadar
geçen 6 yıl bölgede savaşa kadar gidecek anlaşmazlıklara sahne oldu: Singapore-Malezya, Singapore-Endonezya,
ve Endonezya-Malezya arasındaki krizler askeri gerilimin savaşa yol açması halinde henüz ulusal devletlerini
kurmuş bölgesel aktörler için yüksek maliyetli olacaktı. Bu nedenle ASEAN, bölge ülkelerince “ileride
Konfrontasi biçimindeki çatışmalardan kaçınabilmeleri için oluşturuldu.” A. Acharya, Constructing A Security...,
s, 49.

253
diğerleri tarafından reddedilmesi anlamına gelen ulusal varlığın
tanınmaması.944

Bu endişeler, M. Ayoob tarafından I.Bölümde özetlenen Üçüncü Dünyacı güvenlik

anlayışına uygun biçimde “rejim güvenliğiyle” ilişkiliydi ve çıkış noktası siyasi olmakla

beraber “ulusal kalkınmanın sağlanması ve ulusal istikrarın kurulması” amaçlarıyla yakından

ilişkiliydi. Bu çerçevede, Asya bölgeselliği, daha doğrusu ASEAN bölgeselliği, belirli

normlarla sınırlandırılmıştı. Bu normlar 1976 Bali Accord’u da denilen Dostluk ve İşbirliği

Anlaşması ( TAC: Treaty of Amity and Cooperation) ile belirlenmişti: a)- çatışmaların barışçıl

çözümü kuralının tüm imzacılar tarafından kabulü, b)- üye devletlerinin iç işlerine müdahale

etmeme kuralı, c)- tüm imzacı devletlerin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı ve d)-

sorunların halledilmesi esnasında kendi çıkarına ve diğer imzacı devletin aleyhine üçüncü

tarafların ve bölge dışı aktörlerin müdahalesine izin vermemek.945 Bu kurallar, ASEAN

bölgeselliğinin ve “ASEAN bölgesel kimliğinin dayanacağı düzenleyici normları” teşkil

etmekteydi.946 Bu normların uygulama alanının bir parçası olmasını sağlayan “prosedürel

normlar da vardı: karar alma mekanizmalarının resmi oylama, veto hakkı vb. yerine danışma ve

konsensusa dayanması. TAC ilkeleri ve bu ilkelerin hayata geçme biçimi, “ASEAN yolu”

(ASEAN Way) denilen ve “kurumsallaşmamış”, “liderler arası ilişkiye dayalı” bir bölgeselliği

işaret ediyordu.947

Bu bölgeselliğin kendisi aslında “bölgesel sorunlara bölgesel çözümler” ilkesini temsil

etmekteydi. Bölgesellik/bölgeselleşme, bu çerçeve içerisinde, Singapore başbakanı Lee Kuan

Yew’in söyleyeceği gibi “bölgenin az ve orta dereceli güce sahip devletleri için büyük güçlerle
944
Y.F. Khong- H.E.S. Nesadurai, Age., s, 40.
945
Noordin Sophiee, “ASEAN and Regional Security” Regional Security in the Third World, M. Ayoob (der.),
Croom Helm, London, 1986, s, 229.
946
Bkz. .Declaration of ASEAN Concord, Indonesia, 24.02.1976, http://www.aseansec.org/1217.htm.
947
Bkz. Noordin Sopiee, “ASEAN Towards 2020: Strategic Goals and Critical Pathways” ASEAN Towards 2020.
Strategic Goals and Future Directions , Stephen Leong (der.), ISIS, Kuala Lumpur, 1998.

254
ilişki kurarken başvurdukları bir pazarlık aracıydı.”948 Çünkü, bir Malezya deyişinde dendiği

gibi iki fil savaşırken arada kalan karıncalar ezilir.949 Bu kural yansımasını, Malezya’nın kendi

etnik sorunlarına (Çin karşıtı ayaklanmalara) müdahalenin önünü kesmek için ortaya attığı

ZOPFAN (Barış, Özgürlük ve Tarafsızlık Bölgesi – Zone of Peace, Freedom and Neutrality,

1971)950 insiyatifinde bulacaktı.

Tarafsızlık; bölgede ABD üstleri varken (Filipinler), ABD bölgede savaştayken

(Vietnam) ve Singapore ile Malezya Beşli Savunma Anlaşmasıyla (FPDA-1971)951 korunurken

içi boş bir kavram olarak değerlendirilebilir.952 Oysa, 1970’ler hem İngiliz Uluslar

Topluluğunun hem de ABD’nin bölgeden çekildiği bir dönemdi. Bu yüzden, tarafsızlık,

ASEAN bölgesi devletlerinin, bölge dışı aktörlerle olan ilişkilerini etkileyen bir faktör

olmaktan çok, birbirlerine verdikleri bir söz gibiydi: Bölgesel kimliğin uluslararası

dinamiklerden bağımsız, otonom bir yönü olacaktı ve bölgesel güvenlik, bu yön kullanılarak

“askeri güvenliğin ötesinde kapsayıcı (comprehensive) bir güvenlik anlayışını yansıtacaktı.

İngiltere’nin bölgeden çekilme kararıyla... yaklaşık iki yüz yıllık


Avrupa hakimiyetinin sonu gelmiştir... Yüzyıllardır ilk kez Güneydoğu
Asya kendi ayaklarının üstünde duruyor. Bazılarının güç boşluğu
dediği şeyin doldurulması lazım...Ve biz, güç boşluğunu kendimiz
doldurmalıyız. Güç boşluğunu doldururken askeri güce başvurmak
gerekli değildir. Boşluğu doldurmak için işbirliği

948
18 Mart 1978 tarihli açıklamasını aktaran A. Acharya, Constructing A Security..., s, 52.
949
Malezya devlet başkanı Hussein Onn’un ASEAN Bali Zirvesinde yaptığı açıklamadan (7 Şubat 1976) aktaran
Age.
950
Kuala Lumpur (1971) Deklarasyonu için bkz. ASEAN Document Series, 1967-1988, ASEAN Secretariat,
Jakarta, 1988. http://www.aseansec.org/1215.htm.
951
Singapore, Malezya, Birleşik Krallık, Avusturalya, Yeni Zelanda
952
Bu konuda ASEAN ülkeleri (özellikle büyük güçlerin bölgenin tarafsızlığını korumasını savunan Malezya ile
büyük güçlerin bölge ülkelerinin iç işlerine müdahale etmesini önlemeye çalışan Endonezya) arasında görüş
ayrılıkları vardı. Bkz. M. Leifer, ASEAN and the Security of Southeast Asia, Routledge, London, 1989, s, 59.

255
içinde...[devletlerimizin] toplumsal, iktisadi ve siyasi temellerini
güçlendirmemiz yeterlidir.953

Çok taraflı askeri anlaşmalara ve savunma paktlarını reddeden ASEAN mekanizması

bir tür “güvenlik diyaloğu” biçimindeydi:

Zaman içerisinde şu daha iyi anlaşıldı ki ASEAN çatışmaların ve


anlaşmazlıkların çözümünü sağlayacak bir mekanizma değil. ASEAN,
bu tür problemlerin ya hiç ortaya dökülmeyeceği, ya da kontrol altına
alınabileceği bölgesel bir çerçeve (a regional milieu) yaratmak
amacındadır.954

Bu tür bir bölgesel güvenlik çerçevesi, 19.yy-20.yy Asya kimlik anlatısından farklı bir

anlatıya dayanmak zorundaydı. Çünkü güvenlik endişelerinin kaynağı esas olarak

geleneksellik-modernlik, Doğu-Batı, bugün-geçmiş karşıtlığına dayanan toplumsal krizler

değildi. Bu yüzden, ASEAN bölgesel kimliği anlatısı için, bölgesel kimlikle ilişkili çok seçici

bir okuma yapılmaktaydı. Bu okuma bir yandan, “Bandung ruhu” ve J. Nehru’nun kolektif

savunma anlaşmalarına karşı çıkışını ele alıyordu.955 J.Nehru, kolektif savunma paktlarının

bölge dışı aktörlerin bölge devletlerinin iç işlerine müdahalesinin bir aracı olduğunu

düşünüyordu.956 Ancak bundan da önemlisi Nehru, uluslararası hukukun yerel/ulusal

yorumlarının var olabileceğine, ve bu yorumların (örneğin gayri resmi uluslararası güvenlik

diyaloğunun ve bağlayıcı olmayan ASEAN yolu) uluslararası barışı sağlamakta etkili olacağına

inanıyordu.957 Nehru’ya geri dönülmesinin sebebi sadece bu açıklamalar değildi. Bandung

953
Dönemin Singapore devlet başkanı Rajaratnam’ın 6 Ağustos 1968’de yaptığı açıklamayı aktaran, Thakur
Phanit, Regional Integration Attempt in Southeast Asia: A Study of ASEAN’s Problem and Progress, PhD.
Dissertation, Pennsylvania State University, 1980, ss, 32-33. Ayrıca bkz. A. Acharya, Constructing A Security..., s,
53.
954
M. Leifer, The ASEAN Regional Forum…, s16.
955
A. Acharya “Why Is There No NATO in Asia? The Normative Origins of Asian Multilateralism”
Weatherhead Working Papers, Harvard University, Cambridge, July 2005, ss, 12-40.
956
Michael O. Billington, Britain's Cold War against FDR's Grand Design: The East Asian Theater, 1943-63,
04.07.1999,http://64.233.183.104/search?q=cache:wK230_X6pX4J:wlym.com/articles/billington_britainscoldwar.
doc.

256
liderlerinin yani Sukharno, Nehru ve Emanuel Palaez’in (Filipin Senatörü) SEATO’yu

reddederken, bölgesel kimlik söylemini kullanmış olmalarıydı. “SEATO Asyalı bir yapı

değildi”.958

Bölgesel kimlik- bölgesel güvenlik uyumu için Asya’nın yerel değerlerine yeniden

bakıldı. Örneğin Malezya dışişleri bakanı Muhamad Ghazali Shafie, Asya’daki “köy

toplulukları ruhunun (kampung spirit)” bölge ülkelerini bir araya getirdiğini söyleyecekti.

Bunun da ötesinde, bu ruh ortaklığı nedeniyle bölge ülkeleri anlaşmazlıklarını barışçıl

yollardan çözebiliyorlardı.959 Filipinler üzerine çalışmalarıyla tanınan Estrella D. Solidum ise

Asean yolunun “ortak kültürel değerlerle” “bir arada yaşama, birlikte yeme, birlikte içme,

birlikte ibadet etme... etosuyla” desteklendiğini960 düşünüyordu. Endonezya dışişleri bakanı,

Subiandro’ya göre Güneydoğu Asya bölgesi Java köy toplumlarının düzenleyici ilkesi,

musyawarah (uyum-konsensus) ‘dan esinlenen bir düzene dayanıyordu.961 Bu düzenin

yerelliğini vurgulamak için Avrupa/Batı düzeni ile bir karşıtlık da oluşturuluyordu:

“musyawarah bir çeşit yumuşak diplomasi biçimidir ve büyük güçler ile kolonicilerin barut

diplomasisinden tamamiyle farklıdır.”962

957
V.S. Mani, “An Indian Perspective on the Evolution of International Law” Asian Yearbook of International
Law, 2000, vol. 9, Brill, Leiden, 2004, s, 66. Bu anlayışla ASEAN yolu arasında kurulşan bağlantı için A. Acharya
Why Is There No NATO in Asia? The Normative Origins...
958
Bkz. Speeches of Jawaharlal Nehru,1953-1957, Government of India, New Delhi, 1957, s, 20.
959
A. Acharya, Constructing A Security..., s, 64.
960
E. D. Solidum, “The Role of Certain Sectors in Shaping and Articulating the ASEAN way” ASEAN: Identity,
Development and Culture, University of Philippines Law Centre, 1981’den aktaran A. Acharya, “Culture,
Security, Multilateralism: The ASEAN way and Regional Order” Contemporary Security Strategies, 19/1, 1998, s,
1, bu ethosun liderler tarafındanda Kabul edildiği görülmektedir, bkz. Anh Tuan Hoang, “ASEAN Dispute
Management: Implications for Vietnam and Expanded ASEAN” Contemporary Southeast Asia, 18/1, June 1996,
s, 67.
961
A. Acharya, Constructing A Security..., s, 68.
962
Age., [vurgu bana ait].

257
Her ne kadar ortak kültüre yapılan vurgu ve bölgesel kimlik-güvenlik uyumunun

kökenlerinin bölgedeki farklı köy geleneklerinde aranması, bir Güneydoğu Asya bölgesi

tanımlıyorsa da, bu bölge algılaması bölgesel bir savunma hattı oluşturabilecek olgunluğa

ulaşamamıştı.963 Bunun bir nedeni Güneydoğu Asya’nın güvenlik diyaloğunun ulusal

devletlerin devletsiliğini güçlendirecek bir mekanizma olarak düşünülmesiyse, diğer bir nedeni

ABD’lerinin Asya’ya farklı bir bölgesel güvenlik anlayışı ve bölgesel kimlik anlatısı

dayatmasıdır.

2)- ABD’lerinin güvenlik ve tehdit tanımlaması, yani Asya’da komunizm karşıtı bir

koalisyonun oluşturulması amacı, bölgeye bir tür bölgeselliği dayatıyordu.964 Bu bölgeselliğin

özellikleri şunlardı:

i)- Bölgesel işbirliğinin zemini –özellikle ortadoks güvenlik algılamaları (askeri

güvenlik, ulusal güvenlik, rejim güvenliği vb.)- bölge ülkelerinin (örneğin Japonya, Güney

Kore ve Filipinler) ABD ile imzalamış oldukları iki taraflı savunma anlaşmalarıydı. NATO ile

karşılaştırılabilecek çok taraflı örgütlenme, Güneydoğu Asya Anlaşması Örgütü (SEATO)965

ortak savunma yükümlülüğü bakımından oldukça zayıf hükümler (IV. Madde) içeriyordu.

Üstelik, bölgesel bir güvenlik oluşumuna dönüşecek kapsayıcılığa sahip değildi. Japonya,

Güney Kore ve Tayvan SEATO’nun dışında tutulmuştu. SEATO’nun zayıf bir kurumsal

çerçeveye sahip olmasının en önemli nedeni ABD’nin Asya’da güvenliği iki taraflı anlaşmalar

963
Leifer’ın bu yöndeki fikirleriyle ilgili tartışma için bkz. A. Acharya, “Do Norms and Identity Matter?
Community and Power in Southeast Asia’s Regional Order” The Pacific Review, 18/1, March 2005, s, 101.
964
P. Katzenstein, A World of Regions, Asia..., s, 43.
965
SEATO (1955) ortak savunma (collective defense) amaçlı bir uluslararası örgüttür ve 8 Eylül 1954 tarihli
Güneydoğu Asya Ortak Savunma Anlaşması (Manila Paktı) ile hayata geçmiştir. Üyeleri, Avusturalya, Yeni
Zelanda, Fransa, Pakistan, Filipinler, Tayland, Birleşik Krallık ve ABD’ydi. Temel amacı Güneydoğu Asya’daki
Komunist ilerlemeyi durdurmaktı, ve Fransa’nın Hintçini’nden çekilmesinin doğal sonucudu, ama üye yapısına
bakıldığında da anlaşılabileceği gibi örgütün yapılaması Asya dinamiklerinden uzaktı. Genel olarak etkin bir örgüt
olamadaı. Nihayetinde 1977 senesinde ortadan kalktı. Jens Uwe Wunderlich, Age., s, 72.

258
ve tek taraflı müdahaleler yoluyla sağlama kararlılığıydı. C.Hemmer ve P.J. Katzenstein

yaptıkları çalışmada bu tercihin nedeni olarak ABD’nin Asya algılamasını incelemekteydiler:

Irksal, tarihi, siyasi ve kültürel etmenlerle şekillenmiş ABD karar


alıcılarının [zihninde] potansiyel Avrupalı müttefikleri,
paylaşabildikleri ortak bir topluluğun eşit üyeleriydi. Oysa
Amerika’nın gelecekteki Asyalı müttefikleri yabancı, yaban, pek çok
açıdan da aşağı bir toplumun üyeleri olarak görülüyordu.966

Kısaca, coğrafyanın bir anlamı yok gibi duruyordu. Okyanus’un birbirinden ayırdığı, iki

ayrı kıta ortak bölgesel bir kimlikle tanımlanmak istendiği anda, bir bölge (Kuzey Atlantik)

haline gelebiliyor, bölgesel güvenlik hem tüm bölgeyi hem de tek tek bölgesel aktörleri

kapsayacak şekilde kurgulanabiliyordu. Yine de coğrafya tamamiyle anlamsız da değildi.

Stratejiler çerçevesinde anlam kazandıkça bölge, örneğin Asya, John Foster Dull’un deyimiyle

ortak bölgesel kimlik kurgusunun değil, “kader ortaklığının” yani güvenlik işbirliğinin (security

cooperation) temellendiği bir alan haline geliyordu.967 ABD’nin başı çektiği “kader ortaklığı”

içinde Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri de iki taraflılığı (Malezya-Singapore, Singapore-

Filipinler, Endonezya-Malezya ilişkilerinde görüleceği üzere) bölgesel düzeyde güvenlik

işbirliğinin temel mekanizması olarak tercih edeceklerdi.968

ii)- Bölgesel işbirliğinin amacı –en azından 1969 Guam Doktrini’ne969 kadar- sadece

Sovyetlerin değil Çin’in de çevrelenmesi olduğu için,970 Japonya’nın kalkındırılmasına

966
Christopher Hemmer- P. J. Katzenstein, “Why is There No NATO in Asia? Collective Identity, Regionalism,
and the Origins of Multilateralism” International Organization, 56/3, 2002, s, 575.
967
Agm., s, 597.
968
A. Acharya, Constructing a Security Community in Southeast Asia, ASEAN and the Problem of the Regional
Order, Routledge, London, 2001, ss, 61-62, Mohamad Ghazali Shaife, Malaysia, International Relations, Creative
Enterprise, Kuala Lumpur, 1982, ss, 161-162.
969
Nixon Doktrini olarak bilinen Guam Doktrini 1969 yılında ABD başkanı Nixon tarafından açıklanmıştı.
Doktrini takip eden süreçte Amerika Vietnam’dan kuvvetlerini çekti ve Çin’le resmi ilişkilerini başlattı (1972).
Doktrin, kısaca üç noktanın altını çiziyordu: 1)- ABD anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini sürdürecekti, 2)-
Eğer müttefik ya da ABD çıkarları için yaşamsal önemde atfedilen bir ulus nükleer bir güç tarafından tehdit
edilirse, bu ulus ABD tarafından müdafaa edilecekti, 3)- Bunun dışındaki tehditlerde tehdit altındaki ulus kendi
müdafaasını üstlenmelidir. Nixon’ın konuşmasının tam metni için bkz. President Nixon's Speech on
"Vietnamization," November 3, 1969, http://vietnam.vassar.edu/doc14.html.

259
dayanan, Japonya merkezli iktisadi bir bölgeselleşme desteklenmiştir. Hindistan’dan

Japonya’ya uzanacak bu ekonomik bölgeselleşme, Amerikan stratejisinin (Büyük Hilal

stratejisi) bir parçasıydı,971 ve bu yüzden de ABD’nin en üstte kuralları belirlediği (örneğin

Çin’in içine alınmaması kararının uygulandığı), Japonya’nın ise bölgesel model oluşturduğu

hiyerarşik bir ilişkiye dayanıyordu. 972

[Bu ilişki şöyle işlerlik kazanmıştı:]...1950’de Amerikan çelik ve


elektronik teknolojisi Japonya’ya verilmişti. 1960’da Japon hafif
elektronik teknolojisi Kore’deydi. 1970’de Japon çelik teknolojisi
...Güney Kore’yle paylaşılmış, 1980’de Kuzey Koreliler eski Japon
madenlerini canlandırmak için Japonya’dan teknolojik yardım talep
etmişlerdi. Nihayetinde, 1990’da, Japon teknolojisi Manchurya’ya
ulaşmıştı.973

Bruce Cumings, Akamutsa Kaname’nin 1930’larda ortaya attığı adlandırmayla bu

ilişkiyi tanımladı: uçan kazlar teorisi (ganko keitai).974 Bu teoride bölgesel liderlik konumu

Japonya’ya verilmekle beraber, asıl liderlik her zaman ABD’ye aitti. Sonuç olarak, Soğuk

970
Ayrıntı için bkz, Michael Schaller, The United States and China in the Twenty-First Century, Oxford
University Press, Oxford, 2002, ss,140-163.
971
M. Schaller, Altered States, The United States and Japan Since the Occupation, Oxford University Press,
Oxford, 1997, s, 23. Dan Acherson 1949-1950’de sık sık Büyük Hilal Stratejisi’ne atıfta bulunmuştu. Ayrıntı için
bkz. M. Schaller, The American Occupation of Japan, The Origins of the Cold War in Asia,Oxford University
Press, Oxford, 1987, ss, 162-233.
972
Bruce Cumings, “Japan and Northeast Asia into the Twenty First Century”, Network Power..., s, 152.
973
Age., s, 148.
974
Age., s, 149, ayrıca bkz. Ming Wan, The Political Economy of East Asia, Striving for Wealth and Power, CQ
Press, Washington, 2007, ss, 151-153. Bu teoriye gore üretim zinciri, sanayi ve teknolojinin gelişmiş bir
ekonomiden daha az gelişmiş bir ekonomiye ithal edilmesiyle başlar. Zaman içerisinde, bu az gelişmiş ülke
homojen bir sanayileşmeyi başarır ve sermaye birikimi sağlar. En son aşamada bu ülke, kendisinden daha az
gelişmiş bölge ülkelerine sanayi ve teknoloji ithalatına başlar. Böylece tıpkı V şeklinde uçan yaban kazları gibi,
geri kalanlar (Asya’nın diğer gelişmekte olan ekonomileri), gelişmiş ülkelerle ilişki kuran (burada Batı ile ilişki
kuran) ilk ülkeyi (lider kaz Japonya’yı) takip ederek sanayileşirler. Uçan kaz teorisi dışında bölgesel düzeyde
iktisadi etkileşimi ve hızlı ekonomik gelişmeyi açıklayan diğer teori Üretim Zincirleri Teorisidir (Product Cycles
Theory). Raymond Vernon’un 1960’da geliştirdiği bu kurama göre, önemli olan sanayi sektörleri değil, üretimin
maaliyetidir. Yeni teknoloji gelişmiş ülkeden (Amerika/Batı), daha az gelişmiş ülkeye ithal edilir. Gelişmekte olan
ülke teknolojiyi taklit eder, üretim maaliyeti daha düşük olduğunda teknolojiyi geliştiren ilk ülke ürünü ithal etmek
zorunda kalır. Ayrıntı için bkz. Michael Bernard – John Ravenhill, “ Beyond Product Cycles and Flying Geese:
Regionalisation, Hierarchy and the Industrialisation of East Asia”, World Politics, 47/ 2, 1995, ss, 171-209. Bu
kuram, Japonya merkezli uçan kaz teorisinden farklı olarak iktisadi etkileşimin merkezinin, niçin, önce Asya’da
Yeni Sanayileşmiş Devletler (Newly Industralised States : NIS ya da Four Tigers- Asya Kaplanları) olarak geçen
Tayland, Singapore, Hong Kong ve Güney Kore’ye, sonar da Çin’e kaydığını açıklamak için kullanılmıştır. M.
Wan, Age., s, 152.

260
Savaş yıllarında, bölge (Asya ve Avrupa) kendi bloğu içerisinde hegemon gücün çevreleme

stratejisinin bir parçasıydı. Bu nedenle Asya’da bölgesel ilişkiler ABD üzerinden yürütülen bir

diyalog mekanizması aracılığıyla kuruluyordu.

...Bölgenin kapitalist devletleri birbirleriyle ABD üzerinden ilişki


kuruyorlardı. Bu dikey ilişkiler rejimi ABD’nin bu ülkelerle (Japonya,
Güney Kore, Tayvan, Filipinler) imzaladığı ikili savunma anlaşmaları
ile güçlendirilmişti. Ve ABD’nin karar alma mekanizmaları bu dört
devletin de dışişleri bakanlıklarının üzerindeydi. Bu devletler ABD’nin
güvenlik yapısı tarafından fethedilmiş (örneğin Güney Kore
ordusunun operasyonel gücünün kontrol edilmesi, Tayvan
Boğazları’nın 7. Filo’nun denetiminde olması, bölge ülkelerinin
savunma harcamalarının ABD’ye bağımlı olması ve ülke
topraklarında ABD üstlerinin bulunması) yarı-bağımsız devletlerdi...
Bölgenin kapitalist devletlerinin [Asya’nın] komunist devletleriyle
“ilişkisi” ise ABD silahlı kuvvetleri aracılığıyla oluyordu.
Panmunjom’da yürütülen askeri görüşmeler, Vietnam’da süren savaş,
Tayvan Boğazları’ndaki ...mini krizler, ÇHC, Kuzey Kore ve ABD
arasında sürekli vuku bulan krizler,...ve nihayet Sovyetler Birliği’nin
gücünün Kuzeydoğu Asya’da çevrelenmesinde sembolleşen bir
ilişkiydi bu.975

Bu çerçevede Japonya merkezli Asya bölgeselleşmesi ABD açısından “maaliyetin

paylaşılması” anlamına geliyordu.976 Özellikle Vietnam Savaşı sırasında büyük ölçüde Japonya

ve etkisi çok olmamakla beraber Güney Kore, ABD’nin yükünü azalmak adına –askeri

yardımın dışında- Güneydoğu Asya’ya yönelik bir dizi programı başlattılar. Bunlardan en

önemlileri, Güneydoğu Asya İktisadi Kalkınma Bakanlar Toplantısı (MCEDSEA), Asya ve

Pasifik Konseyi (ASPAC), Asya ve Uzakdoğu İktisat Komitesi, ve Asya Kalkınma

Bankası’ydı.977 1966’da kurulan Asya Kalkınma Bankası’nın %25 sermayesi Washington

tarafından karşılanmıştı. Ayrıca Fukuda978, Amerikan siyaset yapıcıların onayını alarak, -II.

975
Bruce Cumings, “Japan and Northeast Asia into the Twenty First Century”, Network Power..., s, 152.
976
T. Shiraishi, “Japan and Southeast” Network Power..., s, 180.
977
Pekka Korhonen, Japan and Asia-Pacific Integration: Pacific Romances, 1968- 1996, Routledge, London,
1998, s, 45.
978
Takeo Fukuda (1905-1995), 1976-1978 yılları arasında 67. Japonya Başbakanlığı’nı da yapan siyaset adamı.

261
Dünya Savaşı dönemi Yoshida Doktrini’nden sonra ilk kez- Güneydoğu Asya’ya yönelik Japon

insiyatifini, “doktrin” adıyla duyurmuştu.979 Fukuda Doktrini de denilen Fukuda’nın Manila’da

yaptığı konuşma980, S. Sudo’ya göre herşeyden önce sembolik önemdeydi. Manila, Asya’daki

Amerikan gücünü temsil ediyordu ve Japonya’nın Asya’da “iktisadi” olarak Amerika’nın yerini

aldığını gösteriyordu.981 Fukuda Doktrini’nin Asya’da Amerikan politikalarının maliyetinin

paylaşılmasının bir başka aşaması olduğu bir gerçekti, üstelik Batı Pasifik ülkeleri Güneydoğu

Asya ile birlikte ele alınarak Asya bölgesi Pasifik’i kapsayacak şekilde genişletiliyordu. İlginç

olan ise bu politika için benimsenen çerçevenin Tagore vari Asyacı bir söylem doğrultusunda

çizilmesiydi. Fukuda’nın kalb kalbe diye tarif ettiği politika ancak tarihsel Asya tecrübesi

içerisinde anlaşılabilirdi.

Siz, Asyalı yoldaşlar, benim ne demek istediğimi anlıyorsunuz. Beni


anlamak için Asyalı geleneklerimize bakın, kalplerimize bakın, maddi
varlığın ötesinde ruhsal zenginliğimize bakın.982

979
P. Korhonen, Age., s, 83.
980
Manila, Fukuda’nın Güneydoğu Asya turunun son durağıydı. Buradan önce Fukuda, Ağustos 1977’de Kuala
Lumpur’da tüm ASEAN üyesi ülkelerle buluşmuştu. Ancak, Japon karar alıcılar Asya vizyonuna Yeni Zelanda ve
Avusturalya’yı da dahil ederek, Batı Pasifik’i de Asya’nın parçası yapmışlardı. Bu noktada amaç, Asya
devletlerinin oldukça hasas olduğu Büyük Doğu Asya Refah Alanı projesinin yani Yoshida Doktrininin alanının
zihinlerde tekrar canlanmasını engellemekti. Fukuda’nın Güneydoğu Asya’yı, Asya’da bölgesel işbirliği için
referans noktası olarak almasının Soğuk Savaş ile ilgili nedenleri olduğu kadar, doğrudan Japonya’nın ulusal
güvenliğini de etkileyen nedenleri vardı: 1)- Çin-Japon ilişkilerinde normalleşme dönemine girilmesi, 2)- Tayland
ve Endonezya başta olmak üzere Güneydoğu Asya ülkeleriyle iktisadi ilişkilerin kötüleşmesi, 3)- Güneydoğu
Asya’nın enerji güvenliği açısından önem kazanması 4)- Vietnam ülkelerinde komunist rejimlerin iktidara
gelmesi. Susumu Yamakage, “Japan’s National Security and Asia-Pacific Regional Institutions in the Post-Cold
War Era”, Network Power..., s,284. Bu konuşmada, Fukuda, üç farklı bakış açısını yansıtmıştı. İlk bakış açısı
Japonya’nın konumuyla ilgiliydi. Buna göre Japonya “büyük bir güçtü”. Ancak, diğer büyük güçlerin izlediği yolu
izleyerek askeri bir güç olmayı seçmeyecekti, yapabileceği halde nükleer güç geliştirmeyecekti. Japonya
“teknolojik ve iktisadi güç bakımından büyük bir güç olarak kalacaktı.” Bu nedenle, bu “istisnai” durum
nedeniyle, Japonya’nın ulusal güvenliği uluslararası işbirliğine dayanmak zorundaydı. Doktrindeki ikinci husus,
Japonya’nın Güneydoğu Asya ülkeleri ile eşit statüde olmasıydı. Japonya, bu eşitliği, büyük bir güç olmasına
rağmen kabul ediyordu. Bu ilişki, “kalb kalbe” bir ilişki olarak tanımlanıyordu. Üçüncü olarak, Fukuda Vietnam
devletleri ile ASEAN devletlerinin barış içersinde birarada yaşamalarına katkıda bulunacağını- ki bunun ilk adımı
Vietnam ile ilişkilerin normalizasyonu idi- ilan ediyordu. Michael Green, Japan's Reluctant Realism: Foreign
Policy Challenges in an Era of Uncertain Power, Palgrave, London, 2003, s, 170.
981
Sueo Sudo, The Fukuda Doctrine and ASEAN: New Dimensions in Japanese Foreign Policy, Institute of
Southeast Asian Studies, Singapore, 1992, s, 155.
982
Aktaran, P. Korhonen, Age., s, 84.

262
Fukuda, tıpkı kültürel Asyacılık söyleminde olduğu gibi ya da Doğu-Batı ayrımını

kullanan tüm Japon Asyacı söylemindeki (Okakura, Shumei, Kyoto Okulu vb.) gibi Doğu ve

Batı arasında aşılması gereken kültürel bir ayrım koyuyordu. Zengin Avro-Amerikan dünyası

ruhsal açıdan fakirdi. Fakir Asya dünyası ise kültürel ve tarihsel açıdan bambaşka bir olgunluğa

erişmişti. Japonya hem dolaylı bir biçimde bu olgunluğu temsil ediyordu, hem de Doğu-Batı

ikilemi üzerinden bir aşkınlığın sağlanabileceğini gösteriyordu.983 K. Iwabuchi’nin farklı bir

çerçevede “stratejik melezlik”984 olarak tanımladığı vizyondu bu. Ancak bu sefer, II. Dünya

Savaşı dönemi söylemlerinden farklı olarak stratejik melezlik alanı olan bölge, bölgesel

güvenliğin uygulama alanı olarak ortaya çıkıyordu. Bu çerçevede, bölge çevreleme

politikasının hem kendisi (ABD stratejisi) hem de bölgesel aktörlerin bu politikayı nasıl

yorumladıklarının bir göstereniydi. Dolayısıyla, bölgesel uygulamalar, güvenlik alanında bölge

aktörlerinin sınırlarını belirliyordu. Bölgesel kimlik,1900’lerin başındaki gibi bu sınırların

açıklanmasında önemli bir araçtı ama, Soğuk Savaş döneminde (güvenlik çalışmalarının ortaya

koyduğu gibi güvenliğin tam güvensizliğe- dehşet dengesine- bağlı olarak açıklandığı bu

dönemde) artık bölge aktörlerinin hareket imkanları çok geniş değildi, Soğuk Savaş’ın bölgesel

yansımalarına bağlıydı.

Örneğin 1970’lerin ortasında détente dönemi Asya’da, özellikle ASEAN ülkeleri odaklı,

bölgeselleşmenin arkasındaki itici gücü yok etmiş, hem MCEDSEA hem de ASPAC 1970’lerin

983
Askeri açıdan “normal” bir ülke olmaktan vaz geçme ahlaki bir tercih gibi görünse de hem Amerikan savunma
şemsiyesi dolayısıyla Japonya’nın askeri kuvvetlerin geliştirilmesine ihtiyacı yoktu, hem de bu süreç ulusal
düzeyde hiç tartışma olmadan cereyan etmiş değildi. Keza ABD, Okinawa’da nükleer silah tuttuğu, ve nükleer
gücün transferinde Japon kuvvetlerinden faydalandığı için daha sonra Japon başbakanlarından Eisaku Sato’nun
iddia ettiği gibi, nükleer güç olmama ilkesi “manasızdı”. K. Pyle, Japan Rising, Public Affairs, 2007, ss, 251-252.
Dolayısıyla Japonya’nın yumuşak gücü farklı bir alanda aranmalıydı: Teknolojik güç kavramında. Saya S.
Shiraishi’ye göre, Japonya teknolojiyi - nükleer teknolojinin yıkımına uğramış olmasına karşın- Avrupa’daki
karamsarlıktan çok uzak bir iyimserlik içerisinde kullanıyordu. Teknoloji, yıkım aracı olduğu kadar, yıkımdan
sonraki gün kullanılacak aracın da kendisiydi. S.S. Shiraishi, “Japan’s Soft Power: Doreamon Goes Overseas”
Network Power..., s,258. Yani teknoloji yaratıcıydı. Bu sayede atom bombasından sonra, Japonya “emperyalist bir
devlet” olmanın ağırlığından kurtularak Batı ile (ABD ile) bütünleşebilmişti. Koichi Iwabuchi, Recentering
Globalization, Popular Culture and Japanese Transnationalism, Duke University Press, Durham, 2002, s, 57.
984
Age., s, 53.

263
ortasında faaliyetlerine son vermişlerdi. Fakat détente Asya’da uzun sürmedi. Uluslararası

düzeyde yeni Soğuk Savaş dönemine girilmesiyle birlikte, ÇHC- SSCB arasındaki gerilim arttı.

Paralel biçimde Asya’da Vietnam ve Kambotçya arasında sorunlar başladı; Vietnam ÇHC’ne,

Kambotçya SSCB’ye yaklaştı, ASEAN devletleri Kambotçya krizinde ortak tehdidi

belirleyemediler985 ve 1979’da Vietnam Kambotçya’yı, SSCB Afganistan’ı işgal etti.

Bu gelişmeler, Amerika’nın inisyatifindeki Asya bölgeselleşmesinin Güneydoğu Asya

merkezli ortaya çıkmasının önüne geçti. Zaten, 1970’lerin sonunda, bu sürecin bir uzantısı

olarak Japonya, Pasifik Topluluğu kavramını ortaya atacaktı. Pasifik Topluluğu, Masayoshi

Ohira’nın986 başbakanlığı döneminde dillendirilen Pasifik Çağı (Taiheiyo Jidai) söyleminin bir

parçasıydı. Soğuk Savaş ve Amerikan politikalarıyla ilgisi olmakla beraber, Japonya’nın

kendisini Soğuk Savaş içerisinde yeniden tanımlamasıyla da yakından ilgiliydi. Ohira ilk kez

PAFTAD Konferanslarında iktisatçıların dillendirdiği bir projeye, OPTAD ( Pasifik Ticaret,

Yardım ve Kalkınma Örgütü)987 geri dönüş gibi dursa da, Japonya’nın kendini Asyalı bir ulus

(Ajia no ici in) olmaktan çok Batılı bir ulus olarak tanımlaması (nishigawa no ichi in) sürecinin

bir parçasıydı.988 1980’de R. Reagan’ın müttefiklerine yönelik ünlü “maliyetleri paylaşma

çağrısı” ile beraber düşünüldüğünde, Pasifik Havzası “Batı” ile güvenlik ittifakının ve

maaliyetlerin tanımlandığı yeni alan olmuştu.989 Japonya’nın Batı ittifakının bir parçası haline

985
Bölgesel güvenliğe en büyük tehdid Tayland ve Singapore için Vietnam iken, Endonezya ve Malezya için
ÇHC’ydi. Y.F. Khong- H.E.S. Nesadurai, Age., ss, 42-44.
986
Masayoshi Ohira (1910-1980) 1978-1980 dönemlerinde Japonya’nın başbakanlığı görevlerinde bulunmuş
Japon siyaset adamı. 1978 senesinde Liberal Demokrat Parti’nin başkanlığına seçilen Ohira Takeo Fukuda’nınn
ardından başbakanlığa atanmıştır. Japonya’da bu pozisyona getirilen ikinci Hristiyan’dır.
987
PAFTAD, Pasifik Ticaret ve Kalkınma Konferansları, iktisadi konferanslar olup, Asya-Pasifik ülkeleri arasında
bölge içi ticaret ve kalkınma konusunun tartışıldığı ve gevşek bir işbirliği mekanizmasının kurulmaya çalışıldığı
platformlardır.
988
P. Korhonen, Age., s, 125.
989
S. Yamakage, “Japan’s National Security and Asia-Pacific Regional Institutions...”, s, 285.

264
geldiği bu dönemde990, belki de bu yüzden Pasifik Topluluğuyla ilgili çağrıya Güneydoğu Asya

ülkelerinden ziyade991 Avusturalya, Kanada, Yeni Zelanda ve ABD’den, olumlu yanıt

gelmişti.992

Pasifik Topluluğu fikri, kendi başına önemli olmakla beraber, Japonya’nın manevra

alanı içinde bölgesel kimliğin, bölgesel ve ulusal güvenlikle bağlantılı olarak ne kadar hızlı

değişebildiğini gösteriyordu. Bu açıdan 1960’ların sonundan itibaren Asya kimliği de Pasifik

kimliği de Asya’nın kapitalist devletleri için tekrar tekrar dönülen bir kavramsal alandı. Bu

alan, bölgeyi tanımlamaktan, sınırlarını belirtmekten ziyade; genelde Batı, özelde ABD ile

kurulan ittifakın niteliğini belirliyordu.

ABD’nin arzusu ve stratejik çıkarları doğrultusunda ortaya çıkan Japonya merkezli

Asya bölgeselliğinin bölgesel Asya kimliğini stratejik algılamaların dışına taşıdığı çok az alan

vardı. Ve sadece “Asya değerleri” tartışması bir “anlatı” oluşturabiliyordu.

“Asya değerleri” tartışması, 1970’lerde Japonya’nın –aniden- iktisadi bir güç olarak

ortaya çıkışını açıklamak için, kalkınma, modernizm ve kültür arasında farklı ilişki

990
Dönemin başbakanlarından Yasuhiro Nakasone, 1982 G7 Versailles Zirvesi sonrası yayınlanan Williamsburg
Deklarasyonu’nda (1983) ilk kez Amerika dışında da Batı dünyasının güvenlik garantisini kazanmıştı. François
Godemant, Age., ss, 181-182.
991
S. Yamakage, “Japan and ASEAN: Are They Realy Becoming Closer?”, Aspects of ASEAN, Werner Pfenning-
Mark B. M. Suh, (der.), Weltforum-Verlag, London, 1984, ss, 91-92, Örneğin Malezya Başbakanı Mahathir,
Pasifik Entegrasyonu’nun Kuzey-Atlantik bölgesine üstünlük sağlamanın bir yolu olduğunu iddia edecekti. P.
Korhonen, Age., s, 129.
992
P. Korhonen, Age., ss, 126-127. Gerçi Amerika için Pasifik Topluluğu fikri, öncelik açısından, her zaman ikili
savunma anlaşmalarından sonra gelmiştir.

Biri ne zaman “Asiaweek” ya da “Far Eastern Economic Review”da bu konu


üzerine [yani Pasifik entegrasyonu hakkında] bir yazı okursa, bu fikrin sadece ABD
tarafından sürdürülmediğini, aynı zamandabu fikrin Kongre’dekiler,hükümettekiler,
akademi dünyası ve işadamları arasında yaygın olduğu zannına kapılırdı... Fakat,
Kongre’deki hava tamamiyle farklıydı...O zaman bu fikrin dinleyicilerinin az
olduğunu anlardınız.[Pasifik entegrasyonu] hikayesi Asahi Evening
News’de...çıkıyordu...New York Times’da değil. Age., s, 126.

265
modellerinin olabileceğinin öne sürülmesi ile başlamıştı.993 Asya değerleri söylemi hem Anglo-

sakson akademik dünya da hem de bölge içerisinde 1980-1990’larda- 1997 Asya Finans

Krizine kadar- “bir anlatı halini almıştı”.994 Bu anlatı hem bir olumlamayı hem de bir tür

olumsuzlamayı (negation) barındırıyordu.

Olumlama, “yakınlık” duygusuyla ilişkiliydi: T.N. Harper’a göre bu tür bir yakınlığı

“tarihsel” olarak değerlendirmekten ziyade “miras” (heritage) kavramıyla bağlantılı olarak

değerlendirmek daha doğruydu, çünkü: “[Miras] tartışmalı bir alandı, bir çok olasılığı

içeriyordu, [oysa tarih] kesin, aksi düşünülemez ve seçiciydi.”995

993
Mark T. Berger, The Battle for Asia, From Decolonization to Globalization, Routledge, London, 2004, s, 175,
Tu Wei Ming, “Multiple Modernities; A Preliminary Inquiry into the Implications of East asian Modernity”,
Culture Matters, How Values Shape Human Progress, Lawrance I. Harrison- Samuel P. Huntington (der.), Basics
Books, New York, 2000.
994
T.N. Harper, “Historiographical Review, Asian Values and Southeast Asian Histories”, The Historical Journal,
40/2, 1997, s, 507. Örneğin, Batı akademisinde William Lockwood, Edwin O. Reischauer, John K. Fairbank ve
Albert Kraig, bölgesel düzeyde Singapore başbakanı Lee Kuan Yew, Malezya başbakanı Mahathir bin Mohamad,
daha ılımlı kanattan, Koreli insane hakları savunucusu Kim Dae Jung, Filipin devlet başkanı Juan Ramos,
akademisyen ve sivil toplum üyesi entellektüellerden Nordin Sopiee, Tommy Koh ve Kishore Mahbubani şu
görüşü savunuyorlardı: öncelikle Japonya’ya-ama aynı zamanda tüm Doğu ve Güneydoğu Asya’ya da içkin-
belirli özellikler dolayısıyla, bu ülkeler farklı bir modernism ve kapitalist kalkınma modeli geliştirebilmişti. Bkz.
Gerd Langguth, “Asian Values Revisited”, Asia-Europe Journal, 1, 2003, s, 32.

Bu özellikler bölgede Konfiçyüsçü ahlak anlayışının iktisadi alana taşınması olarak görülüyordu. Buna gore, 1)-
Pazar ekonomisine hükümetin müdahalesi gerekli ve arzu edilen bir gelişmedir. İktisadi sistemde görünmez el
diye birşey yoktur. Hükümet, toplumun iyiliğinden ve düzenin devamlılığından sorumludur. 2)- Yasal sistemler
medeni davranışlar için tek başlarına yeterli değillerdir. Organik dayanışma ve ritüeller toplumsal davranış için
gerekliliktir. 3)- Aile sadece toplumun çekirdeği değil, toplumsal değerlerin de aktarıcısıdır. 4)- Sistemin dinamiği
ail eve devlet arasındaki yakın ilişkiden doğar. Devlet ailenin daha büyük bir halinden başka bir şey değildir.
Devletin istikrarı da ailenin istikrarına bağlıdır.5)- Toplumsal ilerleme toplumun kendi üyelerini yetiştirmesine
bağlıdır. Tu Wei Ming, Age., ss, 262-263. Fareed Zakaria, “Culture is Destiny A Conversation with Lee Kuan
Yew” Foreign Affairs, 73/2, 1994, ss, 109-126. T. Koh, yazdığı son makalelerden birinde Asya değerleriyle ilgili
“tarif” yapmış araştırmaların iyi nitelikli bir özetini yapar. Bkz. Tommy T.B. Koh, “Asian Values Reconsidered”
Asia-Pacific Review, 7/1, 2000, ss, 131-136. Ayrıca bkz. Michio Morishima, Why Has Japan Succeeded? Western
Technology and the Japanese Ethos, Cambridge University Press, Cambridge, 1989, M. Noordin Sopiee (ISIS-
Malezya başkanı), “The Development of An East Asian Conciousness” Living with Dragons: Australia Confronts
Its Asian Destiny, Allen and Unwin, Sdney, 1995, Kishore Mahbubani, “The Pasific Way”, Foreign Affairs, 74/1,
January-February 1995, ss, 100-111, T. Koh, “10 Values Which Undergird East Asian Strength and Success”,
International Herald Tribune, 11-12 December 1993, s, 6.
995
T.N. Harper, Agm., s, 512.

266
Her ne kadar “Asya değerleri” alanında toplumun hatırladıkları ve devlet projeleri iç içe

geçmişse de996, yakınlık duygusu (kurumsal ya da resmi zeminde ortaya çıkmayan bir bölgesel

biz duygusu) toplumsal alanla daha ilişkiliydi: “Biz Japonlar, Hong Kong ya da Bankok da

çevrede dolaşırken iktisadi kalkınmamızı sağlayan aynı yaşam enerjisini görüyoruz.”997 Koh,

bu enerjiyi tanımlamak için bir liste sunuyordu: “çalışkanlık, öğrenme isteği, dürüstlük, öz

güven, disiplin, görev aşkı, toplumsal düzene verilen önem, uyum ve otoritenin yüceltilmesi,

danışma ve sorumluluk duygusu”.998 Ancak, olumlama, olumlu bir nitelikler listesi sunmanın

ötesinde belirgin bir tüketim biçiminin ve orta sınıf alışkanlıkların paylaşılmasıyla ilgiliydi.999

Son yıllarda Asya toplumları Asya’yı olumlu bir biçimde tanımlamaya


başladılar. [Bu yüzden]artık sadece Batı modernizminin gölgesi
altında gerçekleştirilmeye çalışılan, yeniden-Asyalı haline gelmenin
ötesinde bir Asyalılaşma var. ...Bu Asyalılaşmanın özü günlük
pragmatizm ve canlanan orta sınıfın toplumsal bilinci.1000

Tüketim üzerinde yükselen Asyalılık fikri, Savaş öncesi Asya anlatısının ulaşmak

istediği, Batı ile bölge’nin “sentezini” ve bölgenin kendi içindeki “biraradalığını”, mal

996
Michael D. Barr, Cultural Politics and Asian Values: The Tepid War, Routledge, London, 2002, Mark R.
Thomson, “Pasific Asia after ‘Asian Values’: Authoritarianism, Democracy, and ‘Good Governance’” Third
World Quarterly, 25/6, 2004, ss, 1079-1095. Baogang He, “East Asian Ideas of Regionalism: A Normative
Critique”, Australian Journal of International Affairs, ss, 120-122.
997
Koichi Iwabuchi, “Nostalgia for a (Different) Asian Modernity: Media Consumption of Asia in Japan”
Positions, 10/3, 2002.
998
T. Koh, Agm, s,133, “Asian Values”, Economist, 331/7865, 28.05.1994, ss, 13-14.
999
Nissim Kodosh Otmazgin, “Cultural Commodities and Regionalization in East Asia” Contemporary Southeast
Asia, 27/3, 2005, ss, 499-523.
1000
K. Iwabuchi, Recentring Globalization…, s, 68. Ayrıca bkz. Yoichi Funabashi, “Asianisation of Asia” Foreign
Affairs, 72/5, 1993, ss, 75-85. Ancak Orta sınıf ve elit düzeyinden halka doğru inildikçe, “Asyalı biz duygusu”
etkisini yitiriyor gibidir. Asiabarometre’nin yaptığı araştırma neticesinde Japonya’da halkın sadece %25’inin,
Çin’de ise % 5’nin kendini Asyalı olarak tanımladığını göstermektedir. Bu rakam daha küçük ve Japon-Çin dış
yatırımını bekleyen ülkelerde daha yüksek seyretmektedir. Takashi Inoguchi, Akihiko Tanaka, Shigeto Sonoda
and Timur Dadabaev (der), Human Beliefs and Values in Striding Asia
East Asia in Focus Country profiles Thematic Analyses and Source book based on the Asia Barometer
Survey of 2004, Tokyo, 2006, aktaran Gregory W. Noble, “Japanese and American Perspectives on East Asian
Regionalism” International Relations of the Asia-Pacific, 8/2, 2008, ss, 258-259. Dolayısıyla bölgesel kimlik
kurgusu, bilinçten ziyade, iktisadi ya da güvenlikle ilgili uygulama alanı ile ilişkilidir.

267
üzerinden sağlıyordu,1001 ama bu durum Asya’nın kendisini bir tür nesne, bir tür şey haline

getiriyor, onu olumlamanın başlangıcındaki bölge çizgisinden çıkarıyordu.1002

Asyalı değerlerin bölge ile yeniden ilişkilendirilmesi olumsuzlama üzerinden

sağlanmıştı. Bu olumsuzlamanın konusu açık bir biçimde Asya kaplanlarının, Japon modelini

izleyerek gerçekleştirmiş oldukları “ekonomik mucizeydi”. Ayrıca, olumsuzlama iki yönlüydü.

Batı’da özellikle popüler yazın, yükselen Asya iktisadi gücünü ABD ve Batı’ya yönelik bir

tehdit olarak algılıyordu. 1003 Çizilen “sarı tehlike” imajı (Japonya ve Çin)1004, tehditti çünkü

“Konfiçyüsçü gelenek ve İslam arasındaki işbirliği Batı’nın çıkarlarına, değerlerine ve gücüne

meydan okuyabilirdi.”1005 Bu olumsuzlamaya, bölgeden Asyalı değerler söylemini kullanarak

verilen yanıt da bir çeşit olumsuzlamaydı:

[Batı Herodizmi başlığı altında özel bir bölüm içinden]...


Materyalizm, ...ve bencillik hat safhada...Toplumun yerini birey ve
onun arzuları almış. Sonuç; varolan kurumların sarsılması, evliliğe,
aile değerlerine, büyüklere, örf, adet ve geleneklere saygının ortadan
kalkmasıdır...[bu yüzden] Batı’da ensest, homoseksüellik, nikahsız
evlilikler, sınırlandırılmamış açgözlülük yayılmakta, dini inanç ve
değerlerden uzaklaşılmakta.1006

1001
Age., s,71.

Şu bir gerçek ki Japon populer kültürünün kökeni Amerikan populer kültürüdür.


Japonlar Amerikan …kültürünü yerlileştirerek Japon zevkine uygun hale getirdiler.

Ve sonra’da Japonya bölgede imaj ittifakları kuruyor, Japonya’da üretilen obje kısa sürede Doğu Asya ulusal
kimlikleri ve sembolleriyle bezeniyordu. Saya S. Shiraishi, “Japan’s Soft Power”…,s, 263.
1002
Nitekim, Iwabuchi, Asyalılığın bu biçimini “küresel yerelliğin bir türü” olarak görecekti. K. Iwabuchi,
Recentring Globalization…, s, 93.
1003
Mark T. Berger, “The New Asian Renaissance and Its Discontents” International Politics, 40, 2003, s, 198.
1004
Tipik örnekler için bkz. George Friedman- Meredith Lebard, Coming War with Japan, St. Martin Press, New
York 1992, Tom Clancy, The Bear and the Dragon,Jack Ryn Novels, Berkeley, 2001.
1005
Samuel P. Huntington, “Clash of Civilisations”, Foreign Affairs, 72/3, 1993, s,43.
1006
Mohamad Mahathir - Ishihara Shintaro, The Voice of Asia, Two Leaders Discuss the Coming Century, Frank
Baldwin (çev.), Kodasha International, Tokyo, 1995, s, 80. Bu kitabın orjinali Japonca olarak, çok daha saldırgan
bir başlık ile yayınlanmıştı: NO to ieru Ajia (Asya Hayır! Diyebilir), Kobunsha, Tokyo, 1994.

268
Batı’nın bu durumu, Batı ile sınırlı kalmıyordu çünkü Batı, Asya’yı çoktan

değiştirmişti.

Amerikalılar gelmeden önce tohum ekerdik, onlar da filizlenirdi.


Truk’un herbir yanında tahıllar yetişirdi. Amerikalı yetkililer bize
“yardım” eli uzattılar.Ve çocuklarımıza meslek öğreteceklerine nasıl
gitar çalınıp rock-and-roll söyleneceğini öğrettiler.Şimdi genç nesil
tembel, marul bile ithal edecek durumda.1007

Her ne kadar Asyalı değerler tartışması Asya’da devletin kültürel temsil alanına

müdahalesiyle gerçekleşmiş olsa da, yani Asyalı kapitalist devletlerin ve ÇHC’nin1008

“liberalizm tarihini yeniden yazma isteklerinin bir sonucu olsa da”1009 tek sesli bir tartışma

değildi. Daha doğrusu Asya değerleri savunucuları her zaman aynı siyasal ideali

paylaşmıyorlardı.1010 Ancak, Asya değerleri söyleminin dayandığı ortak bazı temalar vardı

Kitabın iki yazarı da Asya değerlerinin sözcüsü haline geldiler. 1999’dan bu yana Tokyo belediye başkanı olan
Ishihara’nın (1932-) kitabı, daha 1991 yılında İngilizce basılmıştı: The Japan that Can Say No: Why Japan Will be
First Among Eguals, Simon&Schunster, New York, 1991. Ishihara, bu çalışmasında, tüm Amerikan karşıtı
ifadelerine rağmen tıpkı Soğuk Savaş dönemi Asya bölgeselleşmesi gibi, Japonya’yı Asya kalkınmasının modeli
haline getiriyordu. Mark T. Berger, “The New Asian Renaissance and Its Discontents...”, s, 200. 1981-2003
tarihleri arasında Malezya devlet başkanlığı görevini üstlenen Mahathir ise siyasal kariyeri içerisinde popular
milliyetçi söylemleri rahatlıkla kullanabiliyordu. Mahathir’in, Malezya için çizdiği ulusal birlik vizyonu, yerel
etnisitelerin üstünde bir kimlik belirlenmesi amacını taşıdığı için Mahathir, bölgesel kimlik söylemini hem Doğu
Asyalılık hem de Asyalılık biçiminde 1980’lerin başından itibaren kullanıyordu. Bkz. R.S. Milne- Diane K.
Mauzy, Malaysian Politics Under Mahathir, Routledge, London, 1999, ss, 80-102. Bu birlik vizyonu, indirgemeci
bir ırkçılığa dayanıyor olmasına rağmen, Mahathir’in Asya ve Üçüncü Dünya’nın sesi olarak tanınmasını
sağlamıştı. Bkz. Loong Wong, “Cultural Claims on the New World Order: Malasia as a Voice for the Third
World?”, House of Glass: Culture, Modernity and the State in the Southeast Asia, Yao Souchou (der), ISIS,
Singapore, 2001. Çünkü, ulusal birliğin gerektirdiği iktisadi altyapının güçlendirilmesi için Japonya kaynaklı dış
yatırıma ve Çin pazarının sağlayacağı olanaklara bakılıyordu (Vizyon 2020 için bkz, Mohamad Mahathir -
Ishihara Shintaro, Age., ss, 18-20, R.S. Milne- Diane K. Mauzy, Age., ss, 167-168)
1007
Mohamad Mahathir - Ishihara Shintaro, Age., s, 96.
1008
Zhang Xiaobo- Song Qiang- Qiao Bian, (der.), China Can Say No: The Political and Emotional Choice in the
Post-Cold War Era (Zhongguo keyishou bu- Lengzhouhou shidai de zengzhi yu ginggan jueze), Beijing, 1996,
(Çin’de yayınlandığında best seller olan bu kitap hakkında bilgi için bkz. Quan Hin, “Why Did China Say No:
Interview with Song Qiang,” National History, (ingilizce versiyonu için bkz Danwei Journal, 21.04.2008
http://www.danwei.org/nationalism/godfathers_of_todays_angry_you.php.)
1009
Y. Souchou, “Introduction”, House of Glass: Culture..., ss,17-18. Örneğin Song Qiang şöyle yazacaktı:
“Liberal entelektüelleri tanırım, gayet iyi insanlardır. Ülkelerinin iyiliği için çalışıp, politika üretirler. Tek
sorunları şudur, Batılıların kendileri gibi olduğunu zannederler.” Quan Hin, Agm.
1010
Örneğin Malezya Başbakanı Ibrahim Anwar, “Asya Rönesansı” fikrinin en güçlü savunucularından biri
olmasına rağmen Mahathir’le mücadeleye girmişti. Mahathir, iktisadi güvenlikle Batı karşıtlığını birbirine iyice
bağlarken, Asya Finans Krizi günlerinde Anwar, Asya değerlerinin otoriterlikten ziyade demokrasi ve
sorumluluğun gerçekleşmesi olduğunu iddia edecekti. Bu açıdan, Singapore siyasal arenasında Lee Kuan Yew’a
cevap veren Kim Dae Yung gibi, Anwar da“demokrasinin Asyalılaşmasından” bahsedecekti. (Bkz. K. Dae Jung,
269
(Batı çöküyor, Asya yükseliyordu, Batı Asya’yı reddediyordu, Batı Asya’da insan haklarını

savunurken ikiyüzlüydü, Batı asya’da kalkınmanın ne kadar önemli olduğunu anlamıyordu)1011

ve bu temalar II. Bölüm’de incelenen bölgesel kimlik anlatısıyla benzerlikler gösteriyordu.

Asyalı değerler tartışması “oryantalist” bir tartışmaydı ve kurgulanan Asya-Batı (AB-

NAFTA/ Avrupa-Amerika) karşıtlığı bölgesel-kıtasal algılamalara değil kültürel okumalara

dayanıyordu. Bu bakımdan 20.yüzyılın başında ortaya çıkan savunmacı (Bandung-Üçüncü

Dünyacılık) ya da emperyalist (Büyük Doğu Asya Refah Alanı) bölgesel kimlik

siyasetlerindeki açıklığa sahip değillerdi. Aslında, bu açıklığa ihtiyaç da duyulmuyordu çünkü

Soğuk Savaş Amerikan politikaları kıtasal-bölgesel algılamayı, Batı bloğunun güvenlik

algılamalarına dayanarak çiziyordu. Ancak bölgesel kimlik söylemi ile güvenliğin

bölgeselliğinin birbirinden ayrılması, tıpkı yüzyılın başındaki gibi, Asya elitlerini siyasal ve

toplumsal düzenlenlerini anlamlandırabilecekleri yeni bir alan bulmaya itti. Sonunda bulunan

alan (yani Asyalı değerler, yükselen Asya çöken Batı) birbiri üzerine binen realist ve etik

katmanlardan oluşuyordu.

Ahlaki bir yaklaşım söz konusuydu çünkü tıpkı bölgesel kimlik anlatısının oluşumu

içerisinde görüldüğü gibi, bölgesel adın kullanıldığı farklı sentezlere atıf yapılıyordu:

a)- Ulusal sentez: Asyalı değerler tartışmasının yapıldığı ülkeler ya çok etnili çok dinli

uluslardı (Malezya, Singapore, Endonezya) ya da büyük oranda Çinli nüfus barındırıyorlardı

(Tayvan, Japonya). Ulusal birlik, hem bu farklı grupların üstüne çıkan kültürel bir imaj

“A Response to Lee Kuan Yew, Is Culture Destiny: The Myth of Asia’s Anti Democratic Values” Foreign Affairs,
November-December 1994, “Konfiçyüsçülük, Buddizm ve Tonghak inancı içinde demokrasiden daha köklü bir
fikir yoktur. Açıktır ki Asya’da da Batı’da ki gibi demokrasi filazofları vardır.”, s, 191.)
1011
G. Langguth, Agm., ss, 31-36.
270
yaratmaya, hem de Çin diasporasının gücünü dengelemeye bağlıydı. Sonuçta tüm, kapitalist

orta-sınıfa seslenecek “ulusal” Asyalı “kimlik” savunuldu.1012

b)- Bölgesel sentez: Asya bölgesi ulusları arasındaki ortaklık sadece ırksal ve kültürel

bir ortaklık değildi (- gerçi bu ırksal-kültürel vurgu hep vardı: “Japonya Asyalı kan taşıyan

Asyalı halkların ülkesidir”1013 ). Bundan çok öte, “başarıda ortaklıktı”:

Asyalılar kendileriyle gurur duymalılar. 50 yıl gibi bir sürede-ki göz


açıp kapayıncaya kadar geçen kısacık bir zaman- Japonya savaşın
küllerinden Dünya’nın ikinci büyük ekonomisi olarak doğdu...Güney
Kore, Hong Kong, Singapore ve Tayvan da büyük başarılaraimza
attılar. Malezya ve Tayland Dünya’nın en hızlı gelişen
ekonomileri...1014

Bu ortaklık, pazar ekonomisinin başarıyla, ama kapitalizmin aşırılıklarından kaçınılarak

uygulanması söyleminde de1015ortaklığı getiriyordu. Asya bölgeselliğini inceleyenler için bu

ortaklık, çoğu zaman Asya’yı kaplayan, kapsayıcı, iktisadi bir ağ biçiminde (a bussiness

network) görünürlük kazanıyordu:1016

Asya bölgeselliği Japon ve Çinlilerin önemli roller üstlendiği farklı


iktisadi ağlar içinde kurumsallaşmıştır. Kültürel yakınlık ve eski aile
bağları güven ve güvenilirlikle ilgili sorunların aşılmasında rol
oynar... Çinlilerin dahil olduğu ilişkiler ağı... kısa dönemli sermaye
kazanımı için uygunken, Japonların etkili olduğu ilişkiler ağı finansal
ve teknolojik desteğin dağılımını kontrol eder.1017

1012
Lee Kuan Yew ve Goh Chok Tong’un (Singapore) bu yöndeki fikirleri için bkz. David Brown, The State and
Ethnic Politics in Southeast Asia, Routledge, London, 1997, özellikle s, 94. Endonezya’da Suharto iktidarı
sırasında ortaya çıkan “birlik içinde çokluk” (Panca Sila) fikri için bkz. Age., ss, 126-127, Mahathir’in politikaları
için bkz. Mark R. Thompson, “The Survival of ‘Asian Values’ as ‘Zivilisationskritik’”, Theory and Society, 29,
2000, ss, 664-671.
1013
Ishihara’dan aktaran Mark T. Berger, “The New Asian Renaissance and Its Discontents...”, s, 209.
1014
Mohamad Mahathir - Ishihara Shintaro, Age., s, 15.
1015
Mark T. Berger, “The New Asian Renaissance and Its Discontents...”, s, 214.
1016
Kishore Mahbubani, “The Pasific Way”, Foreign Affairs, 74/1, January-February 1995, s, 110.
1017
P.J. Katzenstein, A World of…, s,67.

271
Tabi bu ortaklık her zaman, Ishihara’nın yazdığı gibi (Japonlar, Koreliler, Çinliler,

Hintliler ve Güneydoğu Asyalıları kapsayan) “ortak refah alanının” kurulması,1018 ya da “ortak

iyiliğin” gerçekleştirilmesi1019 anlamına gelmiyordu. Dezavantajlarda da bir tür ortaklıktı:

“Suharto rejimi altında Endonezya Dünya’nın arzu ettiği kadar özgür olmayabilir ama en

azından istikrar ve düzen kalkınmayı olanaklı kılıyor.”1020 Bölgede düzen ve istikrar önemliydi

çünkü bölge devletlerinin “değişen güvenlik koşullarına” uyum sağlamalarına yetecek güçleri

ABD kadar değildi:

Size Amerika ve Singapore arasındaki [bu] farkı anlatan bir örnek


vermeme izin verin. Amerika ciddi bir uyuşturucu sorunuyla karşı
karşıya. Bunu nasıl çözecek? Uyuşturucu satıcılarını önlemek için
küresel düzeyde mücadele eden güçlere ve kurumlara yardım edecek.
Helikopterler tutacak, ajanlar sevkedecek, ve provoke edilirse eğer,
Panama başkanını yakalayıp Florida da yargılayabilecektir.
Singapore’un böyle bir şansı yok. Biz Burma’ya gidip çete liderlerini
yakalayamayız. [Biz kendi yolumuzu izlemek zorundayız].1021

c)- Doğu-Batı sentezi: Asya değerleriyle ilgili tartışmaların amacı kültürel bir özerklik

alanı yaratmak olsa da, bu kültürel alanın göstergesi “kapitalist sistem içerisinde başarı” olduğu

sürece, özerklik, uluslararası sisteme katılmanın özgün bir biçimi olmaktan öteye gitmiyordu.

Asya değerleri, aslında Doğu-Batı sembiyozunu temsil ediyordu:

Eğer Asya Batı sanayiinde uzmanlaşır, kendi kültürel değerlerini


korursa, yine büyük bir medeniyet, şimdiye kadarki tüm
medeniyetlerden daha büyük bir [evrensel] medeniyet yaratma
şansına sahip olur. Elbette Batı da kendini yenilemeye çalışıyor.
Fakat bu çok büyük bir anlam ifade etmez. Batı Asya’ya yeniden
hakim olamayacaktır. Tabi, bunun anlamı şu da değildir: Batı’yı
Asya’nın hakimiyeti altına almak istiyoruz. Doğu felsefesinin temel

1018
Mohamad Mahathir - Ishihara Shintaro, Age., ss,133-159.
1019
P.J. Katzenstein, “ Introduction: Asian Regionalism in Comparative Perspective” Network…, s, 23.
1020
Alan Chong, “Singaporean Foreign Policy and the Asian Values Debate, 1992-2000: Reflections on An
Experiment in Soft Power”, The Pacific Review, 17/1, March 2004, s, 121.
1021
Fareed Zakaria, Agm., s, 112.

272
ilkelerini izleyen bizlerin istediği tek şey, birarada var olmayı ve ortak
refahı desteklemek.1022

Singapore’un BM temsilcisi Tommy Koh, Singapore’lu politik figürlerden George Yeo,

ISIS akademisyenlerinden John Naisbitt Asya değerlerini Doğu-Batı birlikteliği olarak

açıkladılar.1023 1996’da Malezya başbakanı ve Mahathir’in rakibi Ibrahim Anwar, daha idealist

bir söylemle (Asya rönesansı1024) , Asya değerlerinin (farklı bir küresel düzenin), Doğu-Batı

sentezinin gerçekleştirilmesi olduğunu ifade etti. 1025

Asya, nasıl bir birleşimdir, nelerden oluşur? Kimilerine göre bu


sorunun cevabı açık değil çünkü Asya, kültürel açıdan çeşitlilik ve
çokluğun alanıdır. Bugün sınırları giderek kaybolan Dünya’nın
gerçekten ihtiyaç duyduğu çeşitlilik budur...Asya kültürünün yeniden
canlanması küreselleşme ile adım başı giden kültürel indirgemeciliğe,
homojenleşmeye karşı güçlü bir harekettir.1026

Bu senteze Batı inanmadığı için, sentez Batı için de, Batı’ya rağmen, Batı’ya karşı

korunmalıydı. Anwar’ın ifadeleri Tagore ve Okakura gibi bir önceki yüzyılın idealist söylemi

ile benzerlikler taşıyordu, ama Anwar’ın varolan küreselleşmeyi eleştirdiği nokta,

homojenleşmenin Asya değerleri altında gerçekleşecek sentezden ne kadar farklı olacağı çok

açık değildi: Çünkü Asya rönesansı sentezi de; kültürel, etnik ve dinsel çoğulculuk dışında

kapitalizm, kalkınma ideali ve de insan haklarıyla demokrasi uygulamalarına dayanıyordu.1027

1022
Mohamad Mahathir - Ishihara Shintaro, Age., s, 72. [vurgu bana ait.]
1023
G. Yeo, “A New Greater East Asia Co-Prosperity Sphere”, Living with Dragons: Australia Confronts Its Asian
Destiny, G. Sheridan (der.), Allen and Unwin, Sdney; J. Naisbitt, Megatrends Asia:The Eight Asian Megatrends
That Are Changing the World, Nicholas Brealy, London, 1995, M.T. Berger, “APEC and Its Enemies: The Failure
of The New Regionalism in the Asia Pacific” Third World Quarterly, 20/5, 1999, s, 1017.
1024
I. Anwar, The Asian Renaissance, Times Book International, Singapore, 1996.
1025
R.S. Milne- D.K. Mauzy, Age., s, 145, Mark T. Berger, “The New Asian Renaissance and Its Discontents...”,
s, 210.
1026
Aktaran, R.S. Milne- D.K. Mauzy, Age., ss, 145-146.
1027
Age., ss, 146-147.
273
Sonuç olarak Japonya’nın Asya’ya “iktisadi bir modeli temsil ederek”1028 dönmesini

izleyen dönemde, Asya’nın kapitalist ülkelerinde “Amerikancılık, Asyacılık, Devletçilik, Anti

komünizm ve Japon tüketim toplumu modeli yan yana uyum içerisinde var olmaya devam

etmişlerdi.”1029 Hem ASEAN modeli bölgesellik, hem ABD stratejileri doğrultusunda dayatılan

ve kabul gören bölgeselleşme, yüzyıl önceki bölgesel kimlik kurgusundan farklı bir anlatı

oluşturmuştu. Bu devamlılık sorunu önemliydi, çünkü iki ayrı bölgesel kimlik anlatısı

arasındaki kesinti nedeniyle Asya topluluğu fikri/hayali/kurgusu, bölgesel güvenlik

uygulamalarının iki alanına sıkışmıştı: ulusal güvenlik ve Soğuk Savaş stratejileri.

Bu nedenle, 1945 sonrası Asya’da bölge algılaması, -Asya değerleri tartışması

esnasında kullanılan tüm oryantalist okumalara rağmen- kendi başına bir savunma alanı haline

gelmemişti. Yani, 1945 öncesi Asya kimlik kurgusu oluşturulurken öne çıkarılan; farklı

dönemlerde, farklı entelijensia gruplarının farklı farklı yorumladıkları tarihi ve coğrafi

vurgulamalardan uzaktı. 1945 sonrası bölgesel Asya kimlik kurgusu; iktisadi, siyasi ve stratejik

açıdan uluslararası güvenliğin bölgesel alanına bağlı olarak, -bölgesel güvenlik uygulamalarına

ve anlayışına bağlı olarak- kurgulanmıştı.

Bu noktada, devamlılık sorunu, 1945 öncesi ortaya çıkan farklı anlatıların yarattığı

(Hint ve Japon entellektüel dünyasında ve siyasal hayatında ortaya çıkan farklı Asya

kurgularının yol açtığı) çoğulculuk sorununu artırıyor gibiydi. Çünkü, Soğuk Savaş sonrası

güvenlik çalışmaları ve Uluslararası İlişkiler yazını, güvenliğin anlamlandırılması için yerel

dinamiklere ve hikayelere yöneldiğinde Asya’da üç ayrı bölgesel kimlik kurgusuyla karşılaştı:

Hindistan siyasal düşüncesi içerisinde ortaya çıkan ve bir “fikir” olarak kalan Asya kimlik

1028
W.S. Borden, Pasific Alliance…, s, 10, 1995’de dönemin Japonya başbakanı Nakasone Yasuhiro’nun bu
yöndeki açıklamaları için bkz. “Japan and the War: The Japan That Cannot Say Sorry”, The Economist, 2.08.1995,
s,21.
1029
T. Shiraishi, “Japan and Southeast” Network Power..., s, 176.

274
kurgusu, Japon siyasal /stratejik düşüncesinde ortaya çıkan ve uygulama alanında başarısız olan

Asya kimlik kurgusu, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve uygulama alanında (iktisadi alan

ve güvenlik alanı) ortaya çıkan Asya kimlik kurgusu. Özellikle, bölgesel güvenlik

mekanizmalarının bölgede farklı beklentileri (güçler dengesinden güvenlik topluluğuna kadar

uzanan bir düzlemde) canlandırdığı bir dönemde, bölgesel güvenlik bu üç anlatıyı da aşan bir

şekilde, bu üç anlatının da işaret ettiği ilke doğrultusunda şekillendi: Uygulama alanı olarak

Asya’da bölgesel güvenlik düzeni uluslararası sisteme, bölgesel ve ulusal aktörlerin uyum

sağlamasının ve katılmasının bir yoluydu. Ancak, Soğuk Savaş sonrası dönemde Asya’da

uluslararası sisteme katılımın farklı biçimleri (farklı bölgesel güvenlik düzeni modelleri) ortaya

çıktı. Bu modeller, tüm bölgeye ya da bölge ötesi alana seslenmekle beraber, yukarıda

değinilen üç farklı Asya topluluğu fikrini yani kapsayıcı Asya kimlik kurgusunu kullanmadılar.

Bunun yerine ortaya koydukları modele dayanan ve Asya bölgesini yeniden tanımlayan kimlik

kurgularını (bölgesel- güvenlik- topluluğu kurgularını) önerdiler.

III-C- Asya’da Bölgesel Güvenlik ve Kimlik Yapıları: Rakip (Güvenlik) Toplulukları

Son yirmi yıllık dönem içerisinde bölgesel aktörlerin uluslararası sisteme katılımını ve

güvenlik anlayışlarını etkileyen üç önemli gelişme yaşanmıştı:

1)- Soğuk Savaş’ın sona erişi: Aslında Soğuk Savaş Asya’ya, Avrupa’da olduğu gibi

bölünme getirmemişti. Bu yüzden Soğuk Savaş’ın iki kutuplu (ÇHC’yi de dahil ettiğimizde üç-

kutuplu düzeni) sona erdiğinde Asya’da güvenlik düzenini etkileyecek büyük değişimlerin

olması beklenmiyordu. Fakat, 1989’u takip eden dönemde Asya’da bölgesel aktörler büyük bir

hızla aralarında kurulan iktisadi ilişkileri ve güvenlik ilişkilerini kurumsallaştırdılar.1030 Bu

gelişmenin nedenlerinden biri bölgesel aktörlerin hızla cevap vermesi gereken ulus üstü

sorunların (örneğin 1997’de tüm bölgeyi etkileyen Endonezya orman yangınları, Kambotçya’da

1030
Vinod K. Aggarwal- Min Gyo Koo, “The Evolution of Regionalism in East Asia” Journal of East Asian
Studies, s, 366.
275
1997 darbesi, 1992’den itibaren süregiden Myanmar/Burma krizi, 1991-1999 Doğu Timur

sorunu, uluslararası insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, 2002 SARS hastalığı salgını vb.) ortaya

çıkmasıydı. Diğer nedeni ise, yine aynı nitelikli sorunlara bağlı olarak ulusal ve uluslararası

örgütlerin “insani müdahale” ve “barışı koruma operasyonlarını” güvenlik gündemlerinin bir

parçası haline getirmeleriydi. Bu iki ihtimal ve bölgeyi etkileyen krizler, bölge aktörlerini kendi

politika ve yeteneklerini yeniden değerlendirmeye, bölgesel çözümler üzerinde düşünmeye itti.

2)- 1997 Asya Finansal Krizi (AFK): Bir önceki bölümde ele alındığı gibi Asya’da

iktisadi kalkınma, ister rejim güvenliği ister ABD çevreleme stratejileri çerçevesinde ele alınsın

Asya bölgeselleşmesi/bölgeselliğinin en önemli itici gücü olmuştu. Asya değerleri söylemi de

iktisadi kalkınmanın başarılmasına dayanıyordu. İktisadi kalkınmanın desteği ise başta ABD ve

Japonya olmak üzere bölge dışı aktörlerin bölgeye yönelttiği dış yatırımdan

kaynaklanmaktaydı. 1997 yılında bir dizi kriz halinde Güneydoğu Asya’yı etkileyen mali

çalkantılar ise,1031 bölgede iktisadi kalkınmanın sanıldığının aksine son derece savunmasız

olduğunu göstermişti. Üstelik, Asya değerleri ve ulusal birlik vizyonuna karşı inancın da

sarsılmasıyla krizin etkilediği ülkelerde (örneğin Endonezya ve Malezya’da Çinli azınlık ile

Müslüman ve Hristiyanlar arasında)1032 etnik çatışmalar da başlamıştı. Sonuçta, etkilenen

ülkelerde hükümet krizleri birbirini izledi.1033 Fakat, sadece iktisadi alanla kalmayıp, doğrudan

ulusal güvenliği etkileyen Asya Finans Krizine cevap verecek ortak bölgesel mekanizmaların

1031
Asya Finans Krizi, 1997, 2 Haziranı’nda Tayland’ın sabit döviz kurundan, dalgali döviz kuruna geçmesi ile
başladı. 11 Temmuz Filipinler, sonra da tüm Güneydoğu Asya dalgalı kura geçiş yaptı. Spekülasyonlara Hong
Kong dayanabildi, ama bu yüzden Güney Kore sıcak paradan bir süre mahrum kaldı. Bu kısa süre zarfında,
beklenmeyen bir biçimde sabit kura göre kâr planı yapan yabancı yatırımcı, yatırımlarını bölgeden geri çekti.
Özelikle 1990-1996 seneleri arasında IMF ve ABD arzusu ile iktisadi liberaleşmenin hız kazanması Asya
ekonomilerinde yabancı yatırımın payını arttırmıştı. Bu nedenle, kriz beklenenden ağır sonuçlar verdi. Ve tüm
bölgeye bankaların iflası ile başlayan, iş yerlerinin kapanması ile sonuçlanan bir kriz dalgası yayıldı. Krizden en
zararlı çıkan ülke, ulusal parası %80 değer yitiren Endonezya idi. Bkz. Yongwook Ryu, The Asian Financial
Crisis and ASEAN’s Concept of Security, S. Rjatratnam School of International Studies, Singapore, 2008, ss, 1-6.
1032
Zakaria H. Ahmad- Baladas Ghoshal, “The Political Future of ASEAN after
1033
Yoseph Y. S. Cheng, “Broadening the Concept of Security in East and Southeast Asia: The Impact of the
Asian Financial Crisis and the September 11 Incident” Journal of Contemporary China, 15/46, 2006, ss, 91-95.
276
olmadığı da kısa sürede anlaşılmıştı. Gerçi Japonya ve Çin bölge ülkelerine yönelik mali

yardım politikalarına hemen başlamışlardı ama krize cevap verilirken etkilenen ülkeler kendi

yollarını izlediler: Tayland ve Endonezya IMF’e başvurdu, Malezya kendi içine kapandı, diğer

ülkeler ise bölgesel yardımlara yöneldiler. Kısacası, sorun bölgesel bir alanda ortaya çıkmışken

(yatırımcılar yatırımlarını ulusal iktisadi durumu göre değil, bölgesel krizi dikkate alarak geri

çekmişlerdi) bölge ülkeleri arasında bir koordinasyon sağlanamamıştı. Başka sonuçlarının

yanında, Asya Finans Krizi’nin en önemli sonucu bu nedenle, eskiden beri “kapsamlı güvenlik”

(comprehensive security) olarak tanımlanan bölge güvenliğinin, bölgeselleşme olmadan hayata

geçirilemeyeceğinin anlaşılmasıydı.1034

3)- 11 Eylül 2001 saldırılarının etkisi, daha önce belirtildiği üzere, Asya’da bölgesel

güvenlik rejimlerinin ve asimetrik denge mekanizmalarının oluşturulması açısından güçlü

olmuştu. Genel izlenim, ABD’nin “terörle savaş” stratejisine Japonya, ÇHC, Hindistan ve

10341034
AFK’nın tetiklediği bölgeselleşme, Serbest Ticaret Bölgeleri (FTA) fikrinin hızla canlanmasına yol açtı.
En önemli proje, bu açıdan, AFTA (ASEAN Serbest Ticaret Bölgesi) projesi idi. 1992 senesinde ASEAN
Singapore Zirvesinde planlanan projenin o günkü amacı ÇHC’ne kayan yabancı yatırımı tekrar ASEAN içine
çekebilmek, uluslararası finans pazarında ortaya çıkan, NAFTA ve AB oluşumllarıyla mücadele edebilmekti.
Fakat 1997’ye kadar AFTA, ASEAN’ın “iç işlerine müdale etmeme” ilkesi yüzünden güdük kaldı. AFK sonrası
dönemde ASEAN liderleri yavaş yavaş bu konumlarından geri çekilmeye başladılar. Örneğin Anwar, ASEAN ve
AFTA için “yapıcı müdahale” (constructive intervention) fikrini önerdi, Newsweek, 21 July 1997. Filipinler ve
Tayland dışişleri bakanları’nın önerisi ise, “esnek müdahale” (flexible engagement) idi. Jürgen Haacke, “The
Concept of Flexible Engagement and the Practice of Enhanced Interaction” Pacific Review, 12/4, 1999, ss, 586-
587. Bu anlayışı yansıtacak çeşitli mekanizmalar (ASEAN İzleme Süreci, ASEAN İzleme ve Kordinasyon Birimi
vb.) hayata geçirildi. Ayrıca, ASEAN’ın dayandığı güvenlik kurgusunun AFK sonrası bölgesel sorunların sosyal
etkilerine (işsizlik, artan suç oranı, okulların kapanması, etnik ve dinsel çatışmalar vb.) karşı hassaslaştığı
görünmektedir. ASEAN Sekreteryası Sosyal Güvenlik Merkezlerine yönelik bir ASEAN insiyatifini 1998’de
başlatacaktı. Ancak, AFTA’nın en önemli yönü, ASEAN Ekonomik Topluluğu (AEC) fikrini gündeme
taşımasıydı. 2002’de başlatılan ve 2020’de tamamlanması beklenen ASEAN Ekonomik Topluluğu AGİT sürecinin
üç ayaklı yapısından (iktisadi Topluluk, Kültürel Topluluk ve Güvenlik Topluluğu) esinlenilmiş bir modele
dayanıyordu. Bu yüzden AEC’in temel hedefi ortak pazarın Güneydoğu Asya’da ve ikili ya da ASEAN üzerinden
kurulan Serbest Ticaret Bölgesi Anlaşmalarıyla tüm Asya’da oluşturulmasıydı. Bkz. Bali Concord II(Declaration
of ASEAN Concord II), 4 Kasım, 2002, http://www.aseansec.org/15159.htm.
Diğer önemli proje ASEAN-ÇHC Serbest Ticaret Bögesi projesiydi (ACFTA). 2010’da tamamlanması beklenen
ACFTA, Chiang Mai Insiyatifi’ne (CMI- Mayıs 2000) dayanıyordu. Bölgesel para politikalarının karşılıklı olarak
ASEAN +3 (ASEAN üyeleri ve Japonya, ÇHC, Güney Kore) forumunda görüşülmesini içeriyordu. CMI’nın
önemi şuradan kaynaklanmaktaydı: ASEAN+3 ülkelerinin döviz rezervleri 2.1 tirilyon $’dı. (2005 rakamını
aktaran Shaun Narine, “Economic Security and Regional Cooperation in the Asia Pacific: Evaluating the
Economics-Security Nexus” Reassesing Security..., s, 199.) Yani gelecekte AFK benzeri krizler kısa sürede, bölge
dışı aktörlerin müdahalesine gerek kalmadan çözülebilecektir. ACFTA’nin ayrıntıları için bkz. S.D. Muni, China’s
Strategic Engagement with the New ASEAN, IDSS, No 2, Singapore, 2002, ss, 95-133.
277
Güney Kore başta olmak üzere Asya’dan destek verildiği olsa da, aslında ABD stratejilerine

yönelik tepkiler farklı düzeylerde, farklı biçimlerde olmuştur. Özellikle Güneydoğu Asya

ülkeleri kendi iç politikalarında kullandıkları söylem nedeniyle, ABD stratejilerini desteklerken

belirli zorluklarla karşılaşmışlardır; daha doğrusu bu ülkelerde ABD yanlısı ve karşıtı söylem iç

politika mücadelesinin bir aracı haline gelmiştir. Aynı karasızlık, bu ülkelerde İslam ile ilgili

söylemi kullanırken de görünmektedir. Kimi zaman 11 Eylül- İslami terörizm söylemi, İslami

motifleri kullanan ve iktidar mücadelesinin içinde yer alan grupları bastırmak için kullanılırken

(Malezya) kimi zaman da ulusal islamın ılımlılığını vurgularken (Endonezya)

kullanılmaktadır.1035

İç politik mücadelenin sonucu ne olursa olsun, klasik güvenlik temalarından farklı

meseleler (dini-kültürel konular) 11 Eylül sonrası Asya ülkeleri için birer güvenlik konusu

haline gelmişti. Fakat bu yeni durum, bu ülkeler için en önemli güvenlik konusu olan ve

ASEAN bölgeselliğinin temeli durumundaki rejim güvenliği meselesinin sınırlarını

genişletmiştir. Sonuçta, rejim güvenliği iyi komşuluk-kötü komşuluk endişeleriyle açıklanır

hale gelmiştir. Örneğin, Mark B. Thompson, Singapore yetkilerinden edindiği izlenimi

aktarmaktadır:

Singapore’lular bu ada-devletinideki ABD çıkarlarına yönelik terörist


bir saldırı bekliyorlardı. [Teröristler] Malezya’da islami bir rejim
kuracak ve Çinli nüfusun çoğunlukta olduğu Singapore’u Malezya’ya
yönelik bir tehdit olarak ortaya koyacaklardı.1036

Bu nedenle, bölgesellik/bölgeselleşme “iyi komşuluğun” hayata geçirilme biçimi olarak

ele alınmıştı. Güven artırıcı önlemlerin yer almadığı Asya bölgeselliğinde bu yüzden de

topluluk fikri ön plana çıkarak, bölgesel kimlik ve güvenlik kurgusunun çerçevesini oluşturdu.

1035
Yoseph Y.S. Cheng, Agm., s, 95-101.
1036
M. R. Thompson, “Pasific Asia after Asian Values: Authoritanism, Democracy and Good Governance” Third
World Quarterly, 25/6, 2004, s, 1086.
278
i-ASEAN Topluluğu: ARF- ASEAN Bölgesel Forumu

“Bölgesel sorunlara bölgesel çözümler” söylemi özellikle Kambotçya krizi sırasında işe

yarar sonuçlar vermişti. Gerçi ASEAN’ın belirlediği politika1037 sorunun çözümünden çok,

bölgenin sınırlarını çizmekte etkili olmuştu.1038 Çünkü ASEAN, bölgesel güvenliği Burma ve

tüm Vietnam devletlerini kapsayacak şekilde, yani altı ASEAN ülkesini değil tüm Güneydoğu

Asya’yı kapsayacak şekilde ele almıştı. Bu yüzden Vietnam kuvvetlerinin Kambotçya’dan

çekilmesini sağlayan 1991 Paris Barış Anlaşmasını takip eden dönemde ASEAN, diğer

Güneydoğu Asya ülkelerini de (Vietnam- 1997, Kambotçya-1999, Laos-1997 ve Burma-1997)

bünyesine kattı.

ASEAN’ın genişlemesi, her ne kadar eski anlaşmazlıkların (örneğin Malezya-Tayland

arasındaki, Malezya-Endonezya arasındaki ayrılıkçı hareketlerin desteklenmesine dayanan ikili

sorunlar, Sabah ve Spratly Adaları sorunu vb.) yanına yenilerini eklese de (Tayland-Vietnam,

Tayland-Burma, Vietnam-Kambatçya sorunu) ASEAN topluluğunun ortaya çıktığına da işaret

ediyordu. Çünkü;

...[A.P. Cohen’e göre] topluluk bilinci sembollerin [yeniden ve


yeniden] gündeme getirilmesine dayanır. ASEAN bu durumun en ilgi
çekici örneklerinden biridir. Ve ASEAN [topluluğunun] sembolü
ASEAN ruhu yahut ASEAN yolu denilen [ilkedir.]1039

Ve 1999’u takip eden süreçte “ASEAN yolu”1040 denilen ve TAC içerisinde ifade edilen

bu ilkesel yapıyı tüm Güneydoğu Asya ülkeleri benimsemişti.

1037
Bu kriz esnasında ASEAN’ın benimsedği bir dizi siyasal hedef vardı: Bunlar, 1)- Vietnam’ın desteklediği
Phnom Penh hükümetini tanımamak, 2)- Vietnam’ın uluslararası system içerisinde izole olduğundan emin olmak,
3)- Vietnam kuvvetlerinin koşulsuz bir biçimde Kambotçya’dan çekilmesini sağlamak, 4)- tarafsız Kambotçya’nın
geleceğini garanti edebilmek, 5)- tüm bu hedefleri bölge dışı bir gücün bölgeye müdahale etmesinden önce
gerçekleştirmek. Bkz. M. Alagappa, “Regionalism and the Quest for Security: ASEAN and the Cambodia
Conflict” Journal of International Affairs, Winter, 1993.
1038
A. Acharya, Constructing…, ss, 86-89.
1039
A. Acharya, “Collective Identity and Conflict Management in Southeast Asia” Security Communities…, s, 210.
1040
ASEAN Yolu, daha önceden belirtildiği gibi esas olarak iki hususu işaret eder: “yumuşak bölgeselcilik” (soft
regionalism) ve esnek oydaşma (flexible consensus). İlk husus, ASEAN devletleri arasındaki ilişkinin nasıl
279
“ASEAN yolu’nun” işlevleri konusunda farklı fikirler vardır. ASEAN yolu en basit

ifadesiyle bir çeşit “savaştan kaçınma” mekanizması1041 idi. Üstelik sadece devlet elitleri

katında, bilgi alışverişi ve kişisel temasa dayanan bir “savaştan kaçınma hali” değildi anlatılan.

Aynı zamanda popüler düzeyde kullanılan bir manipülasyon aracıydı. D. Emmerson, 2005

yılında Malezya ve Endonezya arasında birdenbire alevlenen Doğu Ambalat Kayacıkları krizi

sırasında oluşan atmosferden bahseder: Jakarta’da “Malezya’yı ezelim!” havası, ulusal

gazetelerde de öfke hakimdir. Ancak, devlet yetkilileri açıklamalarında “kuvvet kullanımından

kaçınma ilkesinin önemini” vurguluyorlardı. Bu politikayı meşrulaştırma aracı ise ASEAN’a

yapılan atıftı: “ASEAN üyeleri olarak uzun yıllardır bu tür sorunları işbirliği içersinde kuvvete

başvurmadan çözmek konusunda anlaştık.”1042

Ancak ASEAN yolunun tek başına “caydırıcılığı” sağladığıyla ilgili genel ve haklı bir

şüphe de mevcuttu.1043 Gerçekten de örneğin Çin’in kuvvet kullanma tehdidinde bulunduğu

1996 Tayvan-Çin krizinde de 1995 Mischief Adası Çin-Filipinler krizinde de, ASEAN’ın hiç

bir etkisi olmamış1044, bu krizlerin ardından ASEAN devletleri başta Singapore, Tayvan ve

Filipinler olmak üzere ABD’lerinin güvencesini garanti altına almaya çalışmışlardır.1045 Bu

kurulacağını (yasal ve hukuki, bağlayıcı mekanizma ve kurumsallaşmadan kaçınma), ikinci husus karar alma
süreçlerinin niteliğini (enformal, bireysel, yüz yüze ilişki) belirtir. A. Acharya, “Realism, Institutionalism and the
Asian Economic Crisis”, Contemporary Southeast Asia, 21/1, 1999, ss, 1-29.
1041
A. Acharya, “Collective Identity and Conflict…, s,214.
1042
Endonezya başkanlık açıklamasından aktaran Donald K. Emmerson, “Security, Community, and Democracy
in…”, s,175.
1043
Örneğin bkz. R. Emmers, “The Influence of Balance of Power Factor within the ASEAN Regional Forum”,
Contemporary Southeast Asia, 23/2, 2001, ss, 275-291; R. Lim, “The ASEAN Regional Forum: Building on the
Sand”, Contemporary Southeast Asia, 20/2, 1998, ss, 115-136; M. Leifer, The ASEAN Regional Forum….
1044
Tsuyoshi Kawasaki, “Neither Scepticism nor Romanticism: The ASEAN Regional Forum as A Solution for
the Asia Pacific Assurance Game” The Pacific Review, 19/4, 2006, s, 225, bu konuda aksi bir görüş için bkz
Anindya Batabyal, “ASEAN’s Quest for Security: A Theoratical Explanation, ” International Studies, 41/4, 2004,
s, 361. Batabyal’a göre, ASEAN’ın ilk başlardaki sessizliği, topluluğun Güney Çin Denizi sorunu hakkında ortak
bir tavır almasını engellememiş, ÇHC, bu sorunun ARF’de ele alınması konusunda ikna edilmiştir. Ayrıntı için
bkz. “Declaration on the South China Sea” Manila, 22 July 2002, www.asean.org/1196.htm.
1045
Y.F. Khong, “Coping with…”, ss, 194-195.
280
etkisizlik yüzünden 1994’de kurulan ASEAN Bölgesel Forumu da1046 tıpkı ASEAN’ın

görüldüğü gibi pasif, “düzen sürdürücü” bir mekanizma, yani “ABD’yi içerde, ÇHC ve

Japonya’yı altta ve ASEAN’ı gündemde tutmanın”1047 “ittifak kurmadan da”1048 mümkün

olabildiğini gösteren bir oluşum olarak görüldü. ARF, bu noktada “tam anlamıyla başarılı

olamamış- güvenlik ittifakı- oluşturamamış realist bir proje olarak düşünülüyordu.1049 Tam

olarak başarılı olamamıştı çünkü ASEAN ve ARF içerisinde “Petersberg görevleri tipi”1050

oluşumlara dahi sıcak bakılmıyordu.1051

ASEAN’ın askeri paktlara ihtiyacı yoktur. ASEAN uluslarının askeri


kuvvetleri birbirlerine ikili işbirliği mekanizmaları içerisinde aşinalar.
Bence bu yeterli...Eğer bir pakt kurarsak, insanlar sorar, bu pakt kime
karşı? diye...1052 [Güvenlik alanında] çok taraflılık için tüm bölgenin
ve bölge ülkelerinin tek tek karşı karşıya geldiği tehdilerin

1046
ARF (ASEAN Bölgesel Forumu), Asya-Pasifik bölgesinde kurulmuş olan, resmi ve çok taraflı bir güvenlik
forumudur. ARF, 1994 ASEAN Bakanlar Toplantısı ile aynı anda yapılan bir toplantıda, ASEAN üyeleri ve ABD,
Japonya, Kanada, AB, Güney Kore, Avusturalya, Yeni Zelanda, Rusya, ÇHC, Vietnam, Laos ve Papua Yeni
Gine’nin katılımı ile kuruldu. Bugün ayrıca, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore, Moğolistan, Sri Lanka, Bengaldesh
ve Doğu Timur (2002’de BM’ce egemenliği tanınan ismi ile Timur-Leste) ARF’ye üyedirler. ARF, üyelik
bakımından ASEAN+ APEC olmasına rağmen, ÇHC’nin çekincesiyle, APEC üyesi Tayvan üyeliğe davet
edilmemiştir. Beijing bu tercihiyle ekonomik güvenliğin dışında toprak egemenliği ve rejim güvenliğiyle ilgili,
sadece güvenlik platformlarında tartışabileceği bir güvenlik anlayışı olduğunu göstermiştir. Tabi “tartışma
platformlarının da” sınırları vardır. Örneğin, ÇHC’ne Tayvan Boğazları sorununun hiç bir zaman ARF’de
gündeme alınmayacağı garantisi verilmiştir. ARF, 1995 Kavram Belgesi’ne göre, üç aşamalı bir süreci getiriyordu.
A- Güven inşaası, B- Çatışmayı engelleyici diplomasi, C- Çatışma çözümü. Bkz. The ASEAN Regional Forum:
Concept Paper, http://www.aseansec.org/3635.htm.
1047
Y.F. Khong, “Making Bricks without Straw in the Asia-Pacific” The Pacific Review, 10/2, 1997, s, 290.
1048
M. Leifer, “The Truth about the Balance of Power” The Evolving Pacific Power Structure, Derek DaCunha
(der.), Institute of Southeast Asia Studies, Singapore, 1996, s, 51.
1049
Nicholas Khoo, “Constructing Southeast Asian Security: The Pitfalls of Imagining a Security Community and
the Temptations of Ortodoxy” Cambridge Review of International Affairs,17/1, 2004, ss,139-141.
1050
Petersberg görevleri, Batı Avrupa Birliği’nin (BAB) 1992 Bonn toplantısı sırasında alınmış ve Avrupa
Birliği’nin Güvenlik ve Savunma Politikasının bir parçası haline gelen askeri görevleri kapsar. İnsani müdahale,
barış ve barışı koruma operasyonlarının BAB, ve günümüzde Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası
çerçevesinde AB’ince yürütülmesini, üye devletlerin bu operasyonları destekleyecek hazır kuvvet
bulundurmalarını karara bağlayan görevler, AB Ortak Güvenlik ve Savunma politikasının temeli olarak görülür.
ASEAN içerisinde özellikle Malezya, bölgedeki insani krizlere örneğin Doğu Timur krizi biçimli krizlere
müdahale edebilecek bir ASEAN/ARF kuvveti oluşturulmasını öneriyordu. ASEAN/ARF şemsiyesi dışında
bölgede iki taraflı (Avusturalya-Doğu Timur)- üç taraflı (Tayland ve Filipinler-Aceh) arabuluculuk faaliyetleri
gerçekleşmiştir.
1051
Sheldon W. Simon, “Whither Security Regionalism? ASEAN and the ARF in the Face of New Security
Challanges” Reassessing..., s,117.
1052
İsmail Kassım’ın görüşünü aktaran A. Acharya, Constructing a Security..., s, 150.
281
ortaklığından kaynaklanan çıkar ortaklığına ihtiyaç vardır...Bugün
için [bölgede]böyle bir ortaklığın ortaya çıkması güç.1053

11 Eyül sonrası- Terörizme Karşı Ortak Eylem Planı’nın kabul edildiği 2001 Kasım

ASEAN toplantısı sonrası- terörizm “ortak tehdit” olarak belirmiş gibiydi. Nitekim 2002

Güneydoğu Asya Anti Terör Paktı, bölgesel bir inisyatif niteliğindeydi. Ancak, her ne kadar

terörle mücadele söylemi 2007 senesine kadar bölgesel işbirliğinin en önemli ayaklarından

birini oluştursa da, bölge devletleri “kendi içişlerine müdahale olarak” görülebilecek alanlarda

yasal düzenlemeleri yapmakta isteksiz davranmakta ve özellikle terör ve ayrılıkçı hareketlerin

desteklenmesi söylemini diğer bölge ülkelerine karşı kullanmaktadırlar.1054 Dolayısıyla,

geleneksel güvenlik ve tehdit anlayışı dışında düzenlemeler getiren (demokrasi, insan

haklarının desteklenmesi, şeffaflık ve iyi yönetişimin sağlanması...vb.) 2005 Kuala Lumpur

Deklarasyonu1055 ile 2006 ISG (Inter-Sessional Suport Group of ARF- ARF Oturumlar-Arası

Destek Grubu) Raporu1056 ASEAN bölgesi içerisinde “güvenlik konusu haline getirme”

(securitization) meselesini sonlandırmamıştı.

Bu nokta önemlidir, çünkü Ole Waever, Avrupa’nın bir bölge olma ötesinde bir

güvenlik topluluğu haline gelişini açıklarken, AB içi meselelerin nasıl güvenlik konusu haline

gelmekten çıktığını hatırlatır.1057 AB’nin geçirdiği bu süreç, güvenlik endişelerinin hiç

yaşanmadığı bir süreç de değildir Waever’a göre. Sadece tehlike/tehdit/öteki i)- AB’nin siyasal

ve bölgesel projesinin ötesine (Avrupa’nın geçmişine, İki Dünya Savaşına vb...), bugün ve

gelecek için olasılığın alanına, ve/veya ii)- AB’nin siyasal ve bölgesel projesinin dışına

1053
Malezya Genelkurmay Başkanı General Hashim Mohammad Ali’nin açıklamasını aktaran Age., s, 151.
1054
Örneğin 2003 Davoa (Filipinler) bombalaması sonrasında Filipin Hükümeti, Moro İslami Hareketi’ne destek
verdiği gerekçesiyle Endonezya milliyetçilerini suçlamıştı. Sheldon W. Simon, “Whither Security Regionalism?
ASEAN and the ARF in the Face of New Security Challanges” Reassessing..., ss, 126-127.
1055
Kuala Lumpur Declaration on the East Asia Summit, Kuala Lumpur, 14 December 2005,
www.aseansec.org/18098.htm.
1056
www.aseanregionalforum.org/PublicLibrary/ARFChairmansStatementsandReports/tabid/66/Default.aspx.
1057
Ole Waever, “Securitization and Desecuritization” On Security..,
282
(Avrupa sınırlarının dışına, Orta Doğu’ya, Kuzey Afrika’ya vb...), bugün ve gelecek için

ötekinin alanına, taşınmıştı. Öte yandan ASEAN ülkeleri için tehdit/tehlike/öteki ne bir

olasılıktı (rejim güvenliği her zaman en öncelikli güvenlik sorunlarından birydi)1058 ne de

ötekinin alanına taşınmıştı. ASEAN yoluna dayanan ARF için Avusturalya Dışişleri Bakanı

Gareth Evans’ın söylediği gibi: “[ASEAN-ARF] güvenliği ötekilere karşı değil, ötekilerle

birlikte inşaa ediyordu.”1059

Dolayısıyla ASEAN yolu’nun getirdiği güvenlik anlayışı, “caydırıcılıkla” ve “tehditle”

ilişkili değildi, daha doğrusu değişen güvenlik anlayışına paralel yeni bir tehdit algılaması ve

yeni bir caydırma politikası getirmiyordu:

ARF kavram olarak dostluğun gelişimine dayanmalıdır, düşmanın


belirlenmesine değil. Asya-Pasifik bölgesindeki sorunlar karşıt güçler
arasında dengeleme ve caydırıcılıkla çözülebilecek türden değildir.1060

İlginç bir biçimde, bu sorunların ne olduğu ARF belgelerinde net bir biçimde

belirtilmemişti. Net olan, ARF’nin hangi normlar üzerine oturduğuydu: ASEAN normları. Bu

yüzden ARF, ilk başta önerildiği gibi Asya Bölgesel Forumu olarak adlandırılmadı. Coğrafi

değil, siyasal adlandırma sadece ASEAN’ın bu projedeki yönlendirici konumunu ifade

1058
M. Leifer, “The ASEAN Peace Process: A Category Mistake” Pacific Review, 12/1, 1999, s, 35. Bu algılama,
kendini, Myanmar/Burma ve Kambotçya’nın ASEAN’na üyelikleri sırasında izlenen yolun farklılaşmasında bir
kere daha gösterir. Burma’nın ASEAN’a üyeliği başlangıçtan itibaren sorunluydu. Burma’da iktidara gelen askeri
junta yönetiminin insan hakları ihlalleri uluslararası arenada Burma’nın kınanmasına ve yaptırım çağrılarına neden
olmuştu. AB, ASEAN’ın “diyalog ortağı” olduğu için bu kınama-ki ASEAN bu durumu iç işlerine müdahale
addediyordu- ASEAN ülkelerini özellikle zor durumda bırakıyordu. Keza ABD de Burma’ya karşı 1997’de
yaptırım kararı almıştı. Bu atmosferde ASEAN 1997 Mayıs’ında Burma’yı tam üyeliğe davet etti. Daveti yaparken
temel prensip, iç işlerine müdahalenin önüne geçmekti. Aynı dönemde Kambotçya’da bir darbe gerçekleşti ve
rejim/hükümet değişikliği için kuvvet kullanıldı. ASEAN için Singapore Dışişleri Bakanı Jayakumar’ın da
belirteceği gibi bu, önemli bir güvenlik sorunuydu. Bu nedenle, Kambotçya’da rejimin güvenliği sağlanıncaya
kadar (1999), Kambotçya tam üyeliğe davet edilmedi. Bu ikinci durumda, yani rejimin güvenliğinin tekrar tesis
edilmesi için, ASEAN’ın müdahil olmasıyla ilgili çeşitli fikirler de gelişmişti. Aslında bu açılımlar ASEAN’ın
içişlerine karışmama prensibine aykırı görünüyordu. Bu nedenle çok dikkatli bir biçimde kavramsalaştırılmışlardı:
Ibrahim Anwar, “yapıcı müdahale”, Tayland Dışişleri Bakanı S. Pitsuan, “esnek müdahale”, ve nihayetinde 1998
Manila toplantısında –ÇHC’nin de itirazlarıyla- çok da anlamlı olmayan “yoğunlaşmış ilişki”(enhanced
interaction) kavramları ortayya atılmış, ama üzerinde herhangibir anlaşmaya varılmamıştı. A. Acharya, “How
Ideas Spread: Whose Norms Matter? Norm Localization and Institutional Change in Asian Regionalism”
International Organization, 58, 2004, ss, 260-264.
1059
A. Acharya, Constructing a Security..., s, 173.
1060
Malezya Dışişleri Bakanı Abdullah Badawi’nin sözlerini aktaran, Age.,
283
etmiyordu. Bölgesel kimliğin, bir alt bölge-üst bölge ifadesinden çok normatif bir süreç

sonucunda “güvenliğe bağlı” olarak inşaa edildiğini gösteriyordu.

ASEAN ülkeleri 2003 senesinde (Bali Accord II) ASEAN’ı bir güvenlik topluluğuna

dönüştürme kararı almışlardı (Vizyon 2020). Akıllarda olan, 2020’ye kadar AFTA’nın da

tamamlanmasıyla AB modeli bir dönüşümdü. Bu dönüşümün itici kuvveti ASEAN elitleriydi

ve her anlamda “hayal edilmiş bir bölge” söz konusuydu. Ancak, “hayal edilmiş”, “algılanarak

yaratılmış bölge”, bir “sonuçtan ziyade” ASEAN/ARF’nin yürüttüğü, dahil olduğu, en önemli

nesnesi haline geldiği bir “süreci” ifade ediyordu.1061 Bu sürecin ifadesi “süregiden barış

ortamıydı”, ve bölgesel barış, Kishore Mahbubani’nin ifadesiyle “verili olarak kabul edilmesine

rağmen, ASEAN’ın başarısıydı.”1062

Bu başarının kendisi güvenlikle ilgili olarak alternatif bir uygulama alanı oluşturmasa

bile alternatif bir güvenlik söylemine yol açıyordu. Güvenlik topluluğu ve bölge inşaası bu

söylemin en önemli parçasıydı:

... güvensizlik bölgede yansımasını öyle bir şekilde buluyor ki kendini


bölgesel, kurumsal ve retoriğe dayalı bir kılıfın altına sokuyor...[işte
bu yüzden] yani ASEAN eliti ve sadık akademik takipçileri ‘alternatif
(realist olmayan) güvenlik’ söylemlerini üretmekle çok meşgul
oldukları için topluluğun niteliğine [güvenlik topluluğu olup
olmadığına] işaret etmek kaba olarak değerlendirilmenize neden
oluyordu.1063

Jones ve Smith’in üzerinde durduğu söylemin iki ayağı vardı: a-Tüm bölgeyi

kapsayıcılık ve b- TAC. Bu iki ayak, en olgun biçimiyle ARF içerisinde ifade edildiği için,

ASEAN’ın kendisinin bir güvenlik topluluğuna dönüşmesinden daha çok akılda olan ARF’nin

bu doğrultuda kullanılmasıydı. ASEAN elitleri, ARF bünyesinde bölgesel bir tanımlama

geliştiriyorlardı. Bu tanımlama için coğrafi nitelendirmeler kullanılsa da (Asya, ASEAN, Asya

1061
A. Acharya, Constructing a Security..., s,201.
1062
“ASEAN’s Two Wake Up Calls” Strait Times, 22 July 1997, s,2.
1063
David Martin Jones- L.R. Michael Smith, “The Changing Security Agenda in Southeast Asia: Globalization,
New Terror, and the Delusion of Regionalism” Studies in Conflict and Terrorism, 24, 2001, s, 167.
284
Pasifik), söz edilen coğrafi bir bölge değil, bir “etkiler bölgesiydi”. Bölgesel güvenliği

etkileyebilecek tüm aktörlerin (AB ve ABD’den Bengaldeş’e kadar), bölgesel güvenliğin hangi

meselelerini çok uluslu diyalog ve işbirliğine açacağını tartışabileceği bu mekanizmaya

katılmasını sağlamak amaçtı, ama diğer bir amaç da bu katılımın TAC normlarının kabulüyle

sağlanmasıydı.

Kısaca ASEAN topluluğu tüm stratejik etkilerin dengede tutulmasına dayalı bir bölgesel

düzen projesiydi.1064 Bu noktada da, II. Dünya Savaşı sonrası, büyük güçlerin stratejilerine

bağlı olarak oluşmuş olan bölgel kimlik anlatısının, içeriden tekrar yaratılmasıydı. Hatta,

stratejik anlatının (çevreleme-dengeleme) bir parçası olarak ortaya çıkan ve Batı güvenlik

algılamalarının bir yansıması olarak doğan bölgesel güvenlik uygulamalarıyla Güneydoğu

Asya devletlerinin güvenlik endişelerini yansıtan bölgesel güvenlik anlayışının bir pota

içerisinde ele alınmaya çalışıldığını gösteriyordu.

ARF, bölgede devam etmekte olan sorunlara bir çözüm getirmekten hala uzak olmakla

birlikte-çünkü henüz üç ayaklı yapıdan sadece güven artırıcı tedbirler işliyordu- “güvenlik

işbirliği çerçevesinde” (cooperative security) bölgesel bir kimlik-güvenlik ilişkisi oluşturmakta

başarılı olmuştu: ARF, “katılımcıların birbirlerinin dillerini öğrendikleri”1065 bir süreçti. I.

Bölüm’de Wendt’in “konstraktivist kuramı” geliştirirken sorduğu soruya böylece geri

dönülüyor: Taraflar, özellikle caydırıcılık ve denge mekanizmaları işlerken (bölgesel güvenlik

rejimi, bölgesel güvenlik kompleksleri) niçin daha zor bir süreci, bir birlerini öğrenme (social

learning) süreçlerini başlattılar. Bu sorunun cevabı yerel anlatıların alanıyla ilgili

sınırlandırmaları barındırıyor. Yerel anlatıların (evrensel sistem düşüncesi ve evrensel sisteme

bölge üzerinden, bölgeyi bölgesel kimlik için bir savunma hattına dönüştürerek, ulaşma

ideali/siyasası) caydırıcılık ve denge mekanizmalarını “meşrulaştırması” zordu. Liberal

1064
E. Goh, Great Powers and Southeast Asia...,
1065
Tsuyoshi Kawasaki, Agm., s, 227.
285
kurumsalcılığın (liberal institutionalism) ve sosyolojik bakış açısının (norm ve kimlik yapım

süreçleri) gerektirdiği evrenselci söyleme ihtiyaç duyuluyordu.1066 Nitekim, Bali Concord’unda

şu ifadeye yer verilecekti: “ASEAN güvenlik topluluğu, ASEAN güvenlik ve siyasi işbirliği

mekanizmalarını daha üst bir seviyeye taşımayı amaçlamaktadır: Böylece bölge devletleri

birbirleriyle barış içerisinde yaşayabilirler ve Dünya, daha adil, demokratik ve uyumlu bir hale

gelebilir.”1067

Bu nedenle, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ya da empoze edilen yeni anlatıların

(stratejik bölgesellik anlatılarının) alanının, yani güvenlik uygulamaları alanının; “bölge

inşaası”, “bölgesel kimlik inşaası” gibi normatif bir söylem aracılığıyla genişlemeye ihtiyacı

vardı.1068 ASEAN/ARF “gerçek bir bölgesel güvenlik mekanizması olamasa da (yani güvenlik

topluluğuna dönüşmesi uzak görünse de)”, güvenlik topluluğu söyleminin kapsayıcı bir

uygulama alanı olmuştur. Uygulama (tarafların bölgesel sorun ve politikaları konuştukları

diyalog mekanizması) aynı anda bölgenin tanımlanmasına dayanmaktadır. ASEAN adı siyasal

süreci belirginleştirmek için kullanılsa bile, sınırları çizilen Asya’nın üç alt bölgesini de

etkileyecek (Kuzeydoğu, Güneydoğu, Güney Asya) iki olası gelişme çerçevesinde – ABD ve

ya ÇHC’nin güvenlik politikalarını bölgede tek başına uygulamaları-1069 geniş bir Doğu Asya

bölgesidir.

1066
Normatif söylemin (kurumsallaşma ve norm inşası süreçleri) meşrulaştırma aracı olarak işlevine dikkat çeken
ve Konstraktivizmi bu açıdan eleştiren makalesi için bkz. J. Legro, “Which Norms Matter? Revisiting the ‘Failure’
of Internationalism” International Organization, 51/1, 1997, ss, 31-63, özellikle s, 33.
1067
Bali Concord II(Declaration of ASEAN Concord II), 4 Kasım, 2002, http://www.aseansec.org/15159.htm.
[vurgu bana ait].
1068
A. Acharya’nın kitaplarında anlattığı süreç aslında tam da bu süreçtir, çünkü ASEAN bölgesel kimliğinin
oluşumu (bölgesel biz duygusu) kültürel ortaklığın ötesinde ve kültürel birlik ideallerinden bağımsız siyasal bir
süreç içerisinde yorumlanmış ve açıklanmıştır. Bkz, A. Acharya, Constructing a Security..., s,201. Acharya, bu
noktada siyaset yapımına katıldığı için eleştirilir, örneğin bkz. Nicholas Khoo, “Constructing Southeast Asian
Security:…”, s, 143.
1069
Tsuyoshi Kawasaki, Agm., ss, 229-233.
286
Uygulama alanı içerisindeki bu tutarsızlık nedeniyle (ASEAN normları, Doğu Asya ve

Asya-Pasifik bölgeselliği) ASEAN/ARF bölgesel kimlik ve güvenlik arasında dengeli bir ilişki

kurduysa da, farklı bölgesel güvenlik topluluk modelleri ortaya çıkmıştır.

ii-Doğu Asya Topluluğu: EAS/EAC1070:

Doğu Asya Bölgeselleşmesinin dayandığı, 1990’larda ortaya çıkmış, farklı bir çok

inisyatif vardı. Daha 1990’ların başında, Malezya devlet başkanı Mahathir, iki ayrı öneriyle

gelmişti: Doğu Asya Ekonomik Grubu (EAEG: East Asia Economic Group) ve Doğu Asya

Ekonomik Birliği (EAEC:East Asia Economic Caucasus). ASEAN’ın 10 üyesi ile ÇHC,

Japonya ve Güney Kore’nin biraraya gelerek başlatacakları bir Doğu Asya bölgeselleşmesini

içeren Mahathir’in önerileri, daha kapsayıcı bölgesel iktisadi bir grişim olan APEC’in rakibi

olarak görüldü. ABD’yi (Avusturalya ve Yeni Zelanda ile beraber) içine almayan bir oluşum

olarak hem Washington hem de Tokyo tarafından reddedildi.1071 Mahathir’in önerileri açık

değildi ve kurumsal bir zeminden yoksundu. Buna rağmen, iktisadi rasyonel bir temele

dayanıyordu. ASEAN ve Kuzey Doğu Asya ülkeleri arasında ticaretin serbestleşmesi,

ÇHC’inin yabancı yatırımı büyük oranda kendisine çektiği bir iktisadi ortamda, ÇHC’ni

dışlamadan ASEAN ülkeleri ile Japonya ve Güney Kore’ye gidecek yabancı yatırımı

arttırabilirdi.1072 Ayrıca, APEC üyelerinin kendi aralarında kurdukları iktisadi gruplaşmalar da

1070
EAS (Doğu Asya Zirvesi) 1999 senesinde ASEAN Doğu Asya entegrasyonu sağlama söylemi ile Doğu Asya
İşbirliği Ortak Bildirisini yayınladı. (bkz. www.aseansec.org/2051.htm). Zaten 1998’de ASEAN +3 forumu Doğu
Asya Vizyon grubunu kurmuştu. 2001 senesinde Doğu Asya Çalışma Grubu kuruldu. 2002 senesinde Çalışma
Grubu’nun hazırladığı nihai rapor ( bkz. http://www.aseansec.org/viewpdf.asp?file=/pdf/easg.pdf) , “Doğu Asya
Zirvesi’nin” toplanmasını talep ediyordu. Doğu Asya’da iki farklı işbirliği yapısı ortaya çıkması söz konusuydu.
Bunun önüne geçebilmek için EAC (Doğu Asya Topluluğu da denilen) ASEAN+3 (ASEAN + ÇHC, Japonya,
Güney Kore) ve ASEAN +6 (ASEAN+3 ile TAC’ı imzalayan Yeni Zelanda, Yeni Gine ve Hindistan)
gruplaşmaları bir araya getirildi. Sonuçta 2005 senesinde Kuala Lumpur Deklarasyonu ile (Kuala Lumpur
Declaration on the East Asia Summit, Kuala Lumpur, 14.12.2005, www.aseansec.org/18098.htm) EAS (Doğu
Asya Zirvesi) oluşturuldu. (Üyeleri, ÇHC, Hindistan, Endonezya, Japonya, Filipinler, Vietnam, Tayland,
Myanmar/Burma, Güney Kore, Malezya, Avusturalya, Kambotya, Laos, Singapore,Yeni Zelanda, Brunei).
1071
Bkz. R. Higgott- Richard Stubbs, “Competing Conceptions of Economic regionalism: APEC versus EAEC in
the Asia Pacific” Review of International Political economy, 2/3, 1995.
1072
Koro Bessho, Identities and Security in East Asia,Adelphi Paper 325, Oxford university press, New York,
1999, s, 68.
287
yok değildi: NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi) ve CER (Closer Economic

Relations: Yakın İktisadi İlişkiler- Avusturalya ve Yeni Zelanda arasında).

Dolayısıyla, ABD’nin, “Soğuk Savaş’ın başlangıcını” hatırlatan bir retorik kullanarak

gösterdiği tepkinin, “...bu öneri Pasifik’in ortasına, Pasifik’i ikiye bölen bir çizgi

çizmektedir”1073 nedeni, Mahathir’in bu öneriyi getirirken Pasifik Topluluğu fikrine rakip bir

“Asya Topluluğu” söylemi kullanmasıydı.1074

Biz EAEC’nin dünya ticaretine tek bir bloğun [NAFTA-AB] hakim


olmasının önüne geçeceğine inanıyoruz.[EAEC]Doğu Asya’da refah
ve zenginliği artıracak, bölgesel barış ve istikrara katkıda bulunacak.
1075

Bu söylem, doğal olarak Japonya’nın merkezine oturtulduğu “farklı/adil bir

kolonizasyon” (Yeni/Yeniden Doğu Asya Ortak Refah Alanı) bir kültürel ve ırksal ortaklık

söylemine dayanıyordu.1076 Ve sadece AB ve ABD’nin değil Avusturalya ve Yeni Zelanda’nın

da dışlanmasını gerektiriyordu.1077 APEC’in Asya’lı olmayan üyeleri için Mahathir’in önerisini

reddetmek kolaydı ama bu öneri Japonya’da –Japon hükümetinin öneriyi reddetmesine rağmen-

belli bir ölçüde destek bulmuştu.1078 Bu Japon “Yeni-Asyacı” çevre, daha çok işadamlarından

oluşuyordu: örneğin Fuji Xerox’un lideri Kabayashi Yotara daha 1990’ların başında

Japonya’nın “yeniden Asyalılaşmasından” bahsetmişti. Keza Tokyo Teknoloji Enstitüsü

iktisatçılarından Watanabe Toshio da “Japonya’nıın yeni milliyetçiliğinin Asyacılık’la

bağlantılı olması gerektiğini düşünüyordu.”1079

1073
James Baker III’ün açıklamasını aktaran, Jian Yang “East Asian Community: Surmounting the History Issue”,
New Zealand International Review, November-December, 2007, s, 10.
1074
Baogang He, Agm., s,112.
1075
M. Mahathir- T. Ishihara, Age., s, 45.
1076
Age., s, 31; 49.
1077
Paul Keating, Engagement: Australia Faces the Asia-Pacific, Pan Macmillan Australia Pty Limited, Sdney,
2000, s, 89.
1078
Koro Bessho, Age., s,69.
1079
Baogang He, Agm., s,114.
288
Tüm bu desteğe rağmen Japon siyasetçileri bölge tanımlamasıyla- ırksal tanımlamaları

yan yana kullanan tüm grişimler konusunda hassastı. Ayrıca, Tokyo ulusal güvenlik konusunda

yakın işbirliği halinde bulunduğu ABD’nin dışlanmasına son derece soğuk yaklaşıyorlardı.

2002 Şubat’ında dönemin Japonya başbakanı Koizumi Junichiro’nun açıkladığı gibi

Japonya’nın desteklediği bölgesel işbirliği biçimi ancak, Güneydoğu Asya, Japonya ve Çin’in

içinde bulunduğu, ama Yeni Zelanda ve Avusturalya’yı da dışlamayan “açık bir bölgeselleşme”

(open regionalism) olabilirdi. 1080 Bu nedenle Ishihara gibi sağ politikacılar dışında Mahathir’in

önerileri Japon karar alıcıları tarafından desteklenmedi. Aksine Mahathir’in önerisi Japonya’nın

1980’lerden beri desteklediği “Pasifik Topluluğu’nun” reddedilmesi olarak görüldü.1081 Güney

Kore’nin Mahathir’in teklifine nasıl baktığını aktaran B. He, Pasifik Topluluğuyla ilgili ısrarı,

EAEC’nin reddedilme sebeplerinin başında görür.1082 Pasifik Topluluğu, sadece açık bir

bölgeselliği yansıtmıyordu. Güney Kore’li karar alıcıların gözünde tıpkı Japon meslektaşlarında

olduğu gibi, 1945 sonrası ABD’nin bölgede kurduğu stratejik bölgeselliğin de yansımasıydı:

[Koreli akademisyen Ahn Byung-joon]şöyle bir [bölgeselleşme]


önerisi getiriyordu: Japonya iktisadi alanda bölgeselleşmenin lideri
olmalıydı. ABD ise güvenlik alanında bölgesel işbirliğini yönetmeli ve
koordine etmeliydi.1083

ÇHC’nin desteklediği bir Pasifik Topluluğu fikri yoktu fakat Beijing’in de Mahathir’in

teklifine yaklaşımı aynı ikircikli konumu yansıtıyordu. Beijing hiç bir zaman kabul etmemekle

beraber, Malezya’nın teklifine başta sıcak bakmıştı.1084 Fakat, bu sıcaklık somut bir adıma

dönüşmedi, çünkü 1990’ların başında ÇHC henüz APEC üyesi olmadığı gibi Asya ülkeleriyle

1080
Aktaran Takashi Terada, “Forming an East Asian Community: A site for Japan-China Power Struggles”
Japanese Studies, 26/1, 2006, s,5.
1081
Tadahiro Yoshida, East-Asian regionalism and Japan, IDE APEC Study Center, 03/04, Jetro, 2004, s, 5.
1082
Baogang He, Agm., ss, 117-118.
1083
Agm., s,117.
1084
Ee Kim Chew, “S-E Asia Gets Eat Asia’s vote of Confidence” Straits Times, 17 December 1997, s,1.
289
gireceği iktisadi ilişkilerin geleceği de belirsizdi. Nitekim, kimi araştırmacılar1085 Çin’in

imparatorluk gelenekleri yüzünden (hiyerarşi ve vergilendirmeye dayalı ikili ilişkiler ağı) Doğu

Asya bölgeselliğinin bir parçası olamayacağını iddia edeceklerdi: “Çin’in büyük güç

milliyetçiliği’nin sonuçları...[Asya’da] bölgeselleşme için zararlı olacaktır.”1086 ,

Tüm bu çekinceli tutuma rağmen EAEG/EAEC önerisi önemliydi. Çünkü Mahathir ilk

kez Doğu Asya Bölgeselliği kavramını Asya-Asyalılık-Asya bölgeselleşmesi tartışmalarının bir

parçası yapmıştı. Bu arada Doğu Asya Bölgeselliği de hayal edilebilir hale gelmişti. O döneme

kadar Doğu Asya, Kuzeydoğu Asya’yı anlatırken (Japon, ÇHC, Güney ve Kuzey Kore,

Tayvan, Hong Kong)1087, Mahathir’in önerisi sonrası iktisadi yatırım ağlarının kapladığı tüm

bölgeyi yani Kuzeydoğu ve Güneydoğu Asya’yı beraber anlatmaya başlamıştı.1088 Gerçi, Doğu

Asya tanımlamasına giderek Hindistan da girecekti, ama “ASEAN + Kuzeydoğu Asya”

algılaması çok fazla değişmeyecekti. Bunun bir nedeni, ASEAN’ın Mahathir’in önerilerinden

sonra gelecek öneriler ve süreçte normsal yapının belirlenmesinde yine öncülük etmesiydi.

Diğer ve daha belirleyici olan sebepse, Soğuk Savaş sonrası Asya’da bölgesel kimliğin bölgesel

güvenlik uygulamalarının bir neticesi, bir yan ürünü olarak gelişmesiydi. Gerçi, Japon

Asyacılığı’nın Savaş öncesi dönemki uygulamaları da bundan çok farklı değildi. Ama Savaş

öncesi Asya kimlik kurgusu içerisinde toplumsal krizlerin aşılması ve Asya-Batılılar arasındaki

ilişkinin tanımlanması o kadar ön plandaydı ki bölgesel kimlik ve güvenlik kurgusu sanki

entellektüel düzeyde aynı anda ortaya çıkıyordu. Oysa, Soğuk Savaş ve sonrasında bölgesel

güvenlik, Asya-Batı ilişkisinin tanımlandığı (en kötüsü kapitalist-komünist kutuplaşması

1085
Örneğin bkz, Gilbert Rozman, “Northeast Asia Regionalism, A Clash of Civilizations, or Strategic
Quandrangle” Asia-Pacific Review, 5/1, 1998, ss, 105-124; John Ingleson, “The Post-colonial Construction of
Asia: Regionalism in Historical Perspective, Regionalism, Subregionalism, and APEC, John Ingleson (der.),
Monash Asia Institute, Melbourne, 1997, ss, 20-36.
1086
Gilbert Rozman, “Northeast Asia Regionalism, A Clash of…”, s, 114.
1087
Takashi Terada, “Constructing an ‘East Asian’ Concept and Growing Regional Identity: From EAEC to
ASEAN+3,” The Pacific Review, 2003, 16/2, s, 256
1088
Tadahiro Yoshida, Age.,s, 5.
290
içerisinde) bir alanda ortaya çıkıyor, strateji ve güvenlik bu nedenle toplumsal alana değmeyen

bir kimlik kurgusuna müsade ediyordu: Önce bölgenin güvenlik sorunları, sonra bu sorunlar

üzerinden bölgenin kimlik algılaması (bölgesel güvenlik topluluğu modeli) geliyordu. Nitekim,

Doğu Asya bölgesel kimliği, 1997 Asya Finans Krizi sonrası, bu krizin etkilediği alanda sanki

hiç reddedilmemiş gibi, tekrar dönülen bir model olacaktı.

Asya Finans Krizi, daha önceden belirtildiği gibi Asya ülkelerinin ekonomilerinin

bölgesel çalkantılara karşı ne kadar hasas ve savunmasız olduğunu göstermişti. Ama bunun

ötesinde APEC ve ASEAN krizin kontrolünde etkisiz kalmışlardı. Bu etkinsizlik, kısa sürede

bölge ülkelerinin sistemin finans kurumlarını (IMF başta olmak üzere Dünya Bankası ve

ticaretin serbestleşmesini savunan diğer yapıları) suçlamasına neden oldu: “Ne Dünya
1089
Bankası’na güvenebiliriz ne de IMF’e...Ancak bölgesel işbirliğine güvenebiliriz.” Bu

retoriğin temsilcisi, “Singapore Okulu” diye adlandırılan bir grup araştırmacıydı. Bu Okuldan

Kwa ve Tan şöyle yazacaklardı:

Doğu Asya’ya hakim olan hava Amerikan kendini beğenmişliğini


tehdit ediyor...[çünkü] Amerikan karar alıcılarının evangelist ruhu
Doğu Asya’yı ya Amerika’nın uydusu ya da otoriter öteki haline
getirmek istiyor.1090

Finans Krizi’ni takip eden aylarda ASEAN Japonya, Güney Kore ve ÇHC’nin bölgeye

yaptığı mali yardımı bir işbirliği çerçevesine dönüştürmeye karar verdi. 1998 Hanoi ASEAN

Zirvesi’nde alınan kararlar doğrultusunda ASEAN +3 yapısı oluşturuldu.1091 Bu yapının en

önemli insiyatifi –daha önce belirtildiği gibi- kur politikalarını bölgesel düzeyde koordine eden

1089
Tayland Başbakanı Supachai Panitchpakdi’nin sözlerini aktaran D.M. Jones- M. R. Smith, “Constructing
Communities: The Curious Case of East Asian Regionalism” Review of International Studies, 33, 2007, s, 171.
1090
Chong G. Kwa-See seng Tan, “The Keystone of World order” Washington Quarterly, 23, 2001, ss, 95-96.
1091
Bkz. Hanoi Declaration, 6th ASEAN Summit,16 December 1998.
291
Chiang Mai İnsiyatifi’ydi. Bu insiyatifle beraber Doğu Asya’nın bir gün AET (Avrupa

Ekonomik topluluğu) hatta AB tarzı bir yapıya dönüşeceği fikri doğmuştu.1092

Ortak para birimi ve ortak pazar tasarısının yani EAC’in iki ayağı vardı:

1)- ÇHC’nin sürdürdüğü kapitalist politikalar ile finans politikalarını bölgesel

üretim/ticaret modelleriyle uyumlu hale getirmek. Bu arada da giderek-ve askeri açıdan da-

güçlenen Beijing ile bulunan güvenlik problemlerini çözebilecek yeni mekanizmalar yaratmak:

“İktisadi bir ifade kullanılmış olabilir fakat [Doğu Asya Topluluğu] arkasındaki esas fikir siyasi

ve sosyal, [ÇHC] ile birliğin, bir aradalığın ve ortak kader ve gelecek beklentisinin [altını

çizmek].”1093 Elbette, bu iki taraflı bir süreçti ve Beijing de kendini bölgeselleşme aracılığıyla

“yükselen fakat sorumluluk sahibi bir ülke” olarak ortaya koyabiliyordu.1094

2)- Japonya’nın, mali kaynaklarıyla “bölgesel kimlik inşaasına” katılmasıydı.

Japonya’nın Asya Para Fonu önerisi bunun ilk aşaması olarak görüldü. Japon başbakanı

Junichiro Koizumi 2002’de, Doğu Asya’nın “birlikte hareket eden ve birlikte ilerleyen bir

topluluğa” dönüşmesi gerektiğini açıklayacaktı: “geçmişlerimiz farklı ve ayrı olabilir ama ...

[unutmayalım] geleceğimiz bir olabilir.”1095 Japonya’nın ve kültürel kimlik vurgusu yerine

bölgesel ve fonksiyonel bağlara işaret etmesi önemliydi, çünkü II. Dünya Savaşı öncesi

Japonya’nın “başarısız” olan Asya politikası hâlâ bölgeselliğin önünde bir engel

1092
Hindistan Başbakanı Monmohan Sigh’nin bu konudaki çağrısı için bkz. “East Asia Summit would Ultimately
Lead to Creation of East Asia Community” Daily India, 19.04.2006, www.dailyindia.com/show/103864.php. ÇHC
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Wang Yi de, iktisadi diyalog ve koordinasyonun bir gün siyasal ve güvenlik alanında
da yakın işbirliği ve birarada hareket etme karalılığını getireceğini söyleyecekti. Wang Yi, “asian regional
cooperation in the Globalization Process”, World Affairs, 10, 2004, s, 57; Benzeri açıklamalar için bkz, Chu
Shulong, “The ASEAN plus Three Process and East Asian security Cooperation” Reassesing...., ss,171-176.
1093
ASEAN’ın en öneli karar alıcılarından Ghazali Shafie’nin sözlerini aktaran, Alice D. Ba, “Who’s Socializing
Whom? Complex Engagement in Sino-ASEAN” The Pacific Review, 19/2, June 2006, s, 166. Ayrıca Singapore
Başbakanı Loong’un benzer açıklaması için bkz. David Camroux, “Asia…whose Asia? A Return to the Future of
a Sino-Indic Asian Community” The Pacific Review, 20/4, 2007, s, 560.
1094
Rosemary Foot, “Modes of Regional Conflict Management: Comparing Security Cooperation in the Korean
Peninsula, China-taiwan, and South China Sea” Reassessing..., s,110.
1095
Aktaran Ignatus Low, “Wanted: An E. Asian Community” Strait Times, 16 January 2002.
292
oluşturuyordu.1096 Ayrıca, iktisadi beklentiler bölgede farklı olmakla beraber,1097

bölgeselciliğin en önemli itici gücü iktisadi güvenlik olmaya devam ediyordu.

Bu noktada EAC’in iki ayağı- yani ÇHC ve Japonya- arasında Doğu Asya bölgeselliğini

başlatmak için bir yarış başladı. 2002’de Japonya EAC’in kurulmasını önerdi, 2003’de EAS

Çalışma Grubu Japonya’da toplandı, 2005’de Malezya’da EAS kuruldu ve ASEAN dışı ilk

EAS toplantısı ÇHC’de yapıldı. Daha önemlisi her iki ülke de güvenlik belgelerine1098 “Doğu

Asya Topluluğunun” “rakip proje” altında kurulması ihtimalini bir güvenlik “riski” olarak

aldılar.

EAS/EAC, yani Doğu Asya Topluluğunun inşa sürecinde ilginç olan topluluk inşaası

fikriyle (-ki bu sefer topluluk hayal edilmiş bile olsa bir tür tecrübe ortaklığına dayanıyordu-)

dengeleme mekanizmalarının bir arada ele alınmasıydı. Hatta Doğu Asya Topluluğunun,

Asya’da sınırlarını çizen-Hindistan, Avusturalya ve Yeni Zelanda’nın EAS’in içine alınmasını

sağlayan- bu dengeleme mekanizmalarıydı.1099 Nitekim, bu dengeleme mekanizmalarının

işletilmesiyle sadece Doğu Asya bölgesinin sınırları bu üç devleti alacak şekilde

1096
Kamuoyu yoklamalarına gore (2002) ÇHC’de nüfusun %53.5’i Japonya denilince aklına Japonya’nın
Mançurya’yı işgal etmesinin geldiğini ifade etmişti. Japonya da ise durum daha ağır bir güvensizliğe işaret
ediyordu: 2001 yılında sadece nüfusun %47.5’u Çin’i “dost bir ülke olarak” düşünmekteydi. Aktaran, Jian Yang,
Agm., s, 11. Keza, Japonya’nın “normal bir devlet” olma yolundaki politikaları da hoş karşılanmıyordu. Örneğin
Malaca Boğazları’ndan petrol geçişinin güvenliği için koruma gücü göndermesi tepkiye neden olmuştu. Çin’in bu
yöndeki talepleri ise Güneydoğu Asya’da daha sıcak karşılanıyordu. Bkz. D. Camroux, Agm., s, 561.
1097
Örneğin Singapore ve Hong Kong’un siyasal eliti bölgeselleşmeyi ticaretin serbestleşmesi olarak ele
alıyorlardı. Oysa Malezya gibi ülkeler için bölgeselleşme teknolojik yardımın artması ve bölgesel işbirliği
mekanizmaları sonunda bir “Asya kalesinin” ortaya çıkmasıydı. Bkz. John Ravenhill, “A Three Bloc world? New
East Asian Regionalism” International Politics of the Asia pacific, 2, 2002, s, 178.
1098
2004 Japonya Kavram Belgesi (Concept Paper), bölge inşasını (EAS/EAC) ulusal bir proje olarak ele alıyordu.
Japonya’nın EAS/EAC’a liderlik etme isteğine karşı Beijing 2005’de yayınladığı belgede (Modality Paper) EAS’e
Güneydoğu Asya ülkelerinin öncülük etmesi gerektiğini söyleyecekti. Takashi Terada, “Forming an East Asian
Community:…”, ss, 8-9.
1099
Dengeleme mekanizmaları hem Doğu Asya Topluluğu’nun oluşmasını sağlıyordu, hem de Topluluğun ortak
bir bölgesel kimlik geliştirmesini zorlaştırıyordu: ABD ve Japonya EAS içerisinde Hindistan’ın, ÇHC’nin
dengeleyicisi olmasını planlamışlardı. Washington’un Asya bölgeselliği içerisine stratejik çevreleme
mekanizmalarını soktuğu bu vizyonun özel bir ismi de vardı: conengagement (çevreleme ve yatıştırma/
containment&engagement). Lloyd Richardson, “Now Play the India Card” Policy Review, October 2002, bkz
www.policyreview.org. Japonya’nın öncülüğünde Singapore ve Endonezya, Hindistan’ın EAS üyeliğini
desteklediler. Malezya ve Güney Kore, ÇHC’nin yanında yer aldı. Tayland tarafsız kaldı. Rajaram Panda, “India
and East Asian Community Concept” Japanese Studies, 26/1, 2006, s,33, Hiroshi Matsubara, “ Asia/Asian
Community Remains Distant Goal” Asahi Shimbun (İngilizce)- www.asahi.com/english, 8 March 2006.
293
genişletilmemiş, Asya bölgeselliğinin üç devleti de dışarıda bırakılmıştı. ÇHC’nin kaygıları

doğrultusunda ABD,1100 Hindistan’ın kaygıları doğrultusunda Pakistan ve Güney Kore ve

Japonya’nın kaygıları doğrultusunda Kuzey Kore.1101 Hindistan, Çin ve Japonya; bu devletleri

EAS/EAC’in dışında bırakırken ve ASEAN’ı EAS/EAC’in itici gücü haline getirirken anlaşmış

görünmekteydiler.1102Ancak, her üç devlet de bölgesel güvenlik ugulamasının (iktisadi

güvenlik) içinden çıkan bölgesel kimliği açıklarken farklı söylemleri kullanmayı tercih

etmişlerdir.

Tokyo’ya göre, EAC “yerel, geleneksel ve modern kültürlerin, yükselen kent kültürüyle

buluşmalarını ifade eden yumuşak nitelikli bir bölgesel kimlikti.”1103 Beijing’e göre Bandung

ruhuna geri dönüş. Batılı araştırmacıların, Beijing Konsensusu adını verdikleri bu bakış1104

eşitlikçi bir kalkınma modelinin ve Dünya politikasında söz sahibi olma isteğinin yeniden

ifadesiydi. Yeni Delhi ise, istikrarsızlık kaynağı olarak gördüğü Pakistan’ın dışarıda bırakıldığı

EAC/EAS’i hem bir “istikrar kuşağı” olarak görüyor,1105 hem de Asya Topluluğu’nun

“Hindistan’ın dönüşü ile” bu istikrar kuşağından çıkacağını iddia ediyordu.1106

Bu farklı söylemler nedeniyle EAC/EAS, ASEAN bölgesel kimliğinde gözlenen

tutarlılığa sahip değildi. Hatta, “kültürel yakınlık söylemlerne rağmen” daha çok güvenlik-

1100
D. Camroux, Agm., s, 562.
1101
Rajaram Panda, Agm., s, 35.
1102
2005 Kuala Lumpur ve 2006 Cebu Zirvesi’nden ASEAN’ın merkezine oturduğu bir iktisadi birlik kurma
kararı çıkmış görünmektedir. Hindistan Başbakanı Manmohan Singh, Pan-Asya Serbest Ticaret Bölgesi ve Asya
Değerli Kağıtlar Pazarı kurulmasını önerecekti. Bu önerinin gerçekleşmesi ASEAN-Hindistan (görüşülüyor),
ASEAN-Japonya (2020’de tamamlanacak), ASEAN-ÇHC (2010’da tamamlanacak) Serbest Ticaret Bölgelerinin
birleştirilmesi ile mümkün olacaktı. Bkz. M. Singh, “Prime Minister’s Address at the 39th Annual General Meeting
of the Asian Development Bank”, Hyderabad, 5 May 2006, www.pib.nic.in.
1103
Council on East Asian Community, The State of the Concept of (an) East Asian Community and Japan’s
Strategic Response Thereto , Tokyo, August, 2005, s, 7, [vurgu bana ait].
1104
Joshua Ramo, The Beijing Consensus, Foreign Policy Center, London, 2004; Barry Desker, New Security
Dimensions in the Asia-Pacific, S. Rajaratnam School of International Studies, Singapore, 2007.
1105
Rajaram Panda, Agm., ss, 34-35.
1106
Nagesh Kumar, “A Vision of An Asian economic Community” Towards An Asian Economic Community:
Vision of A New Asia, Nagesh Kumar (der.), ISEAS, New Delhi, 2005, Lee Kuan Yew, “India in an Asian
Renaissance” The Strait Times, 21.11.2005, D. Camroux, Agm., s, 563.
294
güvensizlik paradigmalarının çizdiği bölgesel bir alan konumundaydı. Üstelik bu alanın

“Bandung ruhuna mı” yoksa “istikrara mı” işaret ettiği, ya da her ikisinin bir çeşit karması olup

olmadığı çok belirgin değildi. Öyle ki 2006 ASEM toplantısı esnasında Mahathir, bölgesel

güvenlik işbirliğini çok aşan ve Savaş öncesi Asya kimlik kurgusunu hatırlatan açıklamalarıyla

EAC/EAS’a evrensel ve normatif bir nitelik de yüklemişti: “Asya’nın değerleri evrensel,

...Avrupa’nın değerleri ise sadece Avrupalı.”

Bu kafa karışıklığı nedeniyle Cebu Zirvesi’ni takip eden süreçte ASEAN kimliğinin

AFTA kanalıyla EAS/EAC içerisine yasıması bir beklenti haline gelmişti. Böylece,

EAS/EAC’da hüküm süren “yumuşak nitelikli” dengeleme mekanizmaları için ASEAN

topluluk kimliği bir nevi örtü işlevini görüyordu. Bu durum da ASEAN/ARF güvenlik

topluluğu fikrinin normatif yönünü güçlendirirken, kapsayıcı ve reel güvenlik politikalarını

hayata geçirebilecek yapısal dönüşüm olasılığını bölgede azaltıyordu.

iii-Pasifik Topluluğu: APEC

Bölgesel güvenlik ve kimlik kurgularının içiçe geçtiği sonuncu topluluk modeli,

APEC1107 bünyesinde ifadesini bulacak olan Pasifik Topluluğu modeliydi. Asya-Pasifik ya da

Pasifik Topluluğu fikri, daha önce değinildiği gibi 1960’ların sonunda Asya’da değişen

güvenlik koşulları ve ABD stratejisinin bir yansıması olarak ortaya çıkmıştı. Japonya’nın başını

çektiği bu fikre destek ise Avusturalya’dan gelmişti.

1107
APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) 21 Pasifik ülke ekonomisinin (Avusturalya, Brunei, Kanada,
Endonezya, Japonya, Güney Kore, Malezya, Yeni Zelanda, Filipinler, Singapore, Tayland, ABD, Tayvan-Çin
Cumhuriyeti-, ÇHC, Hong Kong-ÇHC-, Meksika, Papua Yeni Gine, Şili, Peru, Rusya, Vietnam) üye olduğu
bölgesel ekonomik işbirliği, ticaret ve yatırım konularının tartışıldığı bir forum niteliğindedir. 1989’da
Avusturalya Başbakanı Bob Hawke tarafından önerisi ile kurulmuş olan APEC’in temel amacı koordinasyon
içerisinde bölgede ticaretin serbestleşmesini sağlamaktır. APEC kuruluncaya kadar, Pasifik Topluluğu farklı
yapılar altında kurumsallaştı: Pacific Basin Economic Council (PBEC- 1967- Pasifik Havzası Ekonomi Konseyi),
Pacific Trade and Development Conference (PAFTAD- 1968- Pasifik Ticaret ve Kalkınma Konferansı), Pacific
Economic Cooperation Council (PECC-1980-Pasifik Ekonomik İşbirliği Konseyi).
295
Avusturalya’nın ( ve tabiki Yeni Zelanda’nın) Asya ve Batı arasında “bölünmüş” (torn)

kimliğine atıf yapan pek çok çalışma vardır.1108 Aslında Avusturalya 1940’lara kadar “beyaz”

bir ulus olduğundan son derece emin Anglo-Sakson bir nüfustan oluşuyordu. ABD’nin iktisadi

bir güç olarak ortaya çıktığı dönemde Canberra’nın beklentisi, “Pasifik Çağı” değil, “Amerikan

Çağı” idi.1109 Bölünmüş kimlikten ziyade ABD’nin güvenliği sağladığı (ANZUS Paktı-

SEATO), Birleşik Krallık’ın iktisadi sisteme yön verdiği, yani “Batılılık” altında tamamlanan

iki yönlü bir kimlik algılaması (dual identity) vardı.1110 Avusturalya’nın tarihi değil de coğrafi

faktörleri kullanarak bölgeyi tanımlamaya başlaması1111 ve Asya’ya dönüşü; İngiltere’nin

“hegemon” konumunu resmen terk etmesi ve AET’ye katılmaya karar vermesi ile

gerçekleşmişti (1973).

Siyasal olarak “Pasifik topluluğu ” fikri üzerinden Batı ile stratejik nedenlerle zayıflıyan

bağlar tekrar kurulmaya çalışılsa da, Japonya ve Avusturalya arasındaki iktisadi ilişkiler ve

artan etkileşim (Asyalı diasporanın her iki ülkede de artması) bir çeşit “Asyalılaşmayı” ifade

ediyordu.1112 Bu nedenle, “Pasifik Topluluğu” modeli iki coğrafi alanı birbirine (Asya:

Japonya, Güney Kore, ASEAN ülkeleri- Pasifik: Avusturalya, Yeni Zelanda ve ABD)

bağlamayı amaçladı.1113

1108
Örneğin bkz. R. Higgott- K. Nossal, “The International Politics of Liminality: Relocating Australia in the
Asia-Pacific” Australian Journal of Political Science, 32/2, 1997,ss, 169-185; R. Davison, “Between Europe and
Asia: Australia’s Options in the World Economy of the 1990s” Melbourne Journal Politics,20, 1991, ss, 40-67.
Ama bu konudaki en ünlü örneklerden biri bölünmüş ulusları sıralayan Huntington’un tezidir. S.P. Huntington,
“The Clash of Civilizations” Foreign Affairs,72/3, 1993, Avusturalya ile ilgili olarak bkz. s, 45; dipnot 8.
1109
Roger Bell, “Anticipating the Pacific Century? Australian Responses to Realignments in the Asia-Pacific”,
The Rise of East Asia, Critical Visions of the Pacific Century, M.T. Berger- Douglas A. Boer (der.), Routledge,
Bristol, 1997, ss, 194-195.
1110
Age., ss, 195-196.
1111
Philomena Murray, “Problems of Symmetry and Summitry in the EU-Australian Relationship” Europe and
Asia-Pacific, Culture, Identity and Representations of Region, Stephanie Lawson (der.), Routledge-Curzon,
London, 2003, s,69.
1112
Tsutomu Kikuchi, “East Asian Regionalism: A Look at the ‘ASEAN Plus Three’Framework,” Japan Review
of International Affairs, (2002), 16/1, s, 123; Roger Bell, Age., ss, 213-214.
1113
T. Yoshida, Age., s, 2.
296
Bu bağlantı, fonksiyonel, etkileşime dayalı alanın ötesinde bölgesel güvenlikle ve

kimlikle ilgili “hayal edilmiş alanda” yaratıldığı için Asya-Pasifik/Pasifik Topluluğu farklı

algılamaların konusu olageldi. PAFTAD ve PBEC ilk oluştuklarında ibre, kesinlikle Pasifik’ten

yanaydı (Japonya her iki grubada üye olan tek asyalı ülkeydi) ve çok taraflı işbirliğinin amacı

Asya güvenliğinde Batı’nın yerinin belirlenmesiydi. ABD’nin çevreleme stratejisi ile beraber

gündeme gelen Asya’nın kapitalist uluslarının kalkınması, ancak gelişmiş ülkelerin katkısıyla

gerçekleşebilirdi. Dönemin (1967) Japon Başbakanı Takeo Miki’ye göre Asya-Pasifik

Topluluğu, bu nedenle Kuzey-Güney işbirliğine dayanıyordu, ve “bir çeşit” evrensel anlayışı

yansıtıyordu.1114 1970’lerde –daha önce belirtildiği gibi- Fukuda Doktrini ile beraber ASEAN

ve Asya Pasifik Topluluğu’nun içerisine Asya katılmaya başlamıştı, ama “Pasifik Çağı”

söyleminin Asyacı bir içerik taşıması için Soğuk Savaş’ın sona ermesini beklemek gerekecekti.

Zaten 1980’lerin sonu 1990’ların başı, Japonya ile ABD’nin ticaretin serbestleşmesi konusunda

anlaşmazlık yaşadıkları bir dönemdi. Bu dönemde iki farklı Pasifik Topluluğu fikri ortaya çıktı.

İlki, Washington’un inisiyatifine, Kanada ve Avusturalya’nın desteğine dayanıyordu.

Japonya, ABD ile arasındaki ticari anlaşmazlıklar yüzünden APEC içerisinde inisyatifi

yitirince1115 Washington serbest ticarete dayanan ve AB’ye bu alanda rakip olabilecek bir

“Pasifik Topluluğu” çağrısı yaptı:1116 “APEC...benzer iktisadi fikirlere sahip ülkelerin

oluşturduğu bir ailedir.”1117 Washington’un seslendirdiği Pasifik Topluluğu vizyonu “iktisadi

sisteme” vurgu yapan bir evrenselliğe sahipti.1118 İkinci topluluk düşüncesi, Asya Değerleri

1114
Age., s, 3.
1115
Peter Drysdale, “Beyond East Asia’s Economic Crisis,” Japan’s Asian Policy..., s, 68.
1116
K. Bessho, Age., s, 66.
1117
Aktaran M.T. Berger, “APEC and Its Enemies:…”, ss, 1013-1030.
1118
M. T. Berger, “A New East-West Synthesis? APEC and Compeding Narratives of Regional Integration in the
Post-Cold War Asia Pacific” Alternatives, 23/1, 1998; Mark Borthwick (ABD’nin PECC temsilcisi), yazdığı rapor
: The Pacific Century: The Emergence of Modern Pacific Asia (Westview Press, Boulder, 1992), de bu
evrenselliğin Japonya-ABD stratejik ittifakında vücut bulduğunu yazacaktı. M.T. Berger, “APEC and Its
Enemies…”, ss, 1016-1017.
297
savunucularından geldi. Bu grup içerisinde Amerika’nın işaret ettiği Pasifik Topluluğu fikrine

yakın olan Yoichi Funabashi gibi isimler olduğu gibi1119, bu sentezin bir çeşit anti-

Amerikanizm’i barındırması gerektiğini düşünen Mahathir gibi isimler de vardı. Elbette, bu iki

Pasifik Topluluğu fikri arasında söylemsel farklar vardı, ancak A. Dirlik’in belirttiği gibi her iki

topluluk düşüncesi de belirli ölçüde homojenleştirmeye dayanıyor ve “alan üzerine” empoze

edilmiş birer proje olarak kalıyorlardı.1120

Bu “bölgesel kimliğin empoze edilmişliği” APEC’in gündemine güvenlik konusunun

eklenmesi ile daha belirgin hale gelmişti. 1997 Clinton politikalarının (Asya Finans Krizi

sonrası APEC’e dönüş) bir neticesi olarak ama özellikle 2001 (11 Eylül) sonrası ABD

politikası gittikçe APEC’in “güvenlik” meseleleriyle de ilgilenmesi üzerine kuruluydu:

Yedi sene önce ABD, APEC’in güvenliği sağlamada rolünü


artırmadan bahsettiğinde herkes tarafından eleştirilmişti... Oysa
bugün refahın güvenliği gerektirdiğiyle ilgili herkes uzlaşmış
durumda.1121

Aslında APEC, kurucuları tarafından, güvenlik sorunlarıyla- özellikle de güvenliğin

konvansiyonel olmayan boyutlarıyla- doğrudan ilgilenecek bir yapı olarak düşünülmemişti.

Ama bu ihtimalin doğması da çok zor olmamıştı çünkü hem Pasifik Topluluğu düşüncesinin

ortaya çıkışı bölgesel stratejilerle yakından bağlantılıydı, hem de bölge ülkeleri geleneksel

olarak güvenliği “kapsayıcı” nitelendirmesiyle tanımlıyorlardı. İktisadi alan (kalkınma amacı)

güvenliğin özüydü. APEC, “kalkınmanın” eşitsiz koşulları karşısında Pasifik Havzası devletleri

için bir tür “güven artırıcı önlemler”1122 alanıydı.

1119
Y. Funabashi, Asia Pacific Fusion: Japan’s Role in APEC, Institute for International Economics, Washington
DC, 1995.
1120
A. Dirlik, “The Asia-Pacific Idea: Reality and Representation in the Invention of A Regional Structure”,
Journal of World History, 3/1, 1992, s, 74.
1121
Condolezza Rice, “Our Asia Strategy” Walt Street Journal, 24 October 2003. [vurgu bana ait].
1122
John Ravenhill, “Mission Creep or Mission Impossible? APEC and Security” Reasssesssing..., s, 138.
298
İlginç olan, “güven artırıcı önlemlerin” devletler arası ilişkilerin bir boyutu olarak değil,

“yeni güvenlik konularını” kapsayıcı (insani güvenlik, çevre güvenliği, terörizmle mücadele

vb.) biçimde ortaya çıkmasıydı.1123 APEC’in klasik söyleminin (kalkınmakta olan ülkelerin

istikrar ve güvenliğinin korunması) yerini yeni bir söylem “terörizme karşı iş birliği”

almıştı.1124 Tabi beklenti, terörizm ile mücadelenin konvansiyonel yolları değildi. ABD, daha

çok, iktisadi liberal sistem altında birleşmiş Pasifik Topluluğu vizyonu ile terörle mücadeleyi

birbirine bağlayan bir “uygulama alanı” olarak APEC’i düşünüyordu.1125

...güvenlik iktisadi büyüme ve dinamizm için uygun ortamın


oluşmasını sağlıyor...Terörist saldırılar bizim için yeni bir fırsat
kapısı açtı. Bu fırsat kapısını kullanmak, işbirliğni geliştirmek, 9/11
sonrası ne zor ne de imkansız....[Ama] bizim ihtiyacımız olan iktisadi
işbirliğinin ileri boyutlarını sağlayacak yeni işbirliği biçimleri
bulmak.1126

Gerçekten de 2001’i takip eden dönemde, bölgesel işbirliği yeni yapılar kazanmıştı:

APEC Terörizmle Mücadele Görev Kuvveti (2003), APEC Star İnsiyatifi (2002), APEC

Terörizmle Mücadele Hareket Planı (2002), enerji güvenliği ile ilgili olarak CAIRNS İnsiyatifi

(2004). Üstelik, 2003 Kuzey Kore Nükleer Denemesi üzerine, Kuzey Kore’yi kınayan APEC

açıklaması1127, Washington’un Pasifik Topluluğunun güvenlik örgütü olarak ASEAN/ARF’yi

1123
Lawrance T. Woods, “Regional Cooperation: The Transnational Dimension” Asia-Pacific in New World…, ss,
275-285. 2003 APEC Bankok Deklasyonu’nda ARF tarzı bir dönüşüm ön görülüyor, bu dönüşümün amacı yeni
güvenlik konularının (insani güvenlik, arz-talep güvenliği, kıyı güvenliği, çevre güvenliği, enerji güvenliği) ele
alınmasına olanak sağlayacak yapıların ortaya çıkmasıydı. Bangkok Declaration on Partnership for
Future,Bangkok, 21.10.2001, www.apecssn.org/data/file/1(10).pdf.
1124
B. Desker, Age., s,21. “APEC Anti-Terrorism Statement in Full” BBC News, 18.10.2001.
1125
Ian Taylor, “APEC, Globalization, and 9/11: The Debate on What Constitutes Asian Regionalism” Critical
Asian Studies, 36/3, 2004, s, 472.
1126
ABD Dışişleri Bakanlığı, “Senior APEC Official Links Security, Economics”, 8.10.2002,
usinfo.state.gov/topical/econ/mlc/02100802. [ vurgu bana ait].
1127
“Japan Lobbies APEC Members for Draft on North Korea” Japan Today, 15.10.2003.
299
değil, APEC’i; ve güvenliğin geleneksel olmayan biçimleriyle ilgilenecek Asya işbirliği alanı

olarak ASEM’i değil APEC’i görmek istediğini gösteriyordu.1128

III-D: SONUÇ:

Asya (Doğu ve Güneydoğu Asya) Soğuk Savaş döneminde uluslararası güvenlik

paradigmalarının (yeni devletlerin kalkınma stratejileri ve büyük güçlerin etki alanlarıyla

ilişkili stratejiler) uygulandığı bir “saha” (spatial area) görünümündeydi. Ancak, bu alan sadece

güvenlik stratejilerinin ve devlet politikalarının uygulandığı “pasif” bir alan olarak

görünmüyordu. Bunun dışında Asya, kalkınma ve çevrelemeye dayanarak “hem bölgenin

algılandığı”, hem de “hayal edildiği” bir alandı. Bu açıdan, coğrafi ve tarihsel ortaklıklar,

farklılıklar ne kadar tartışılırsa tartışılsın, Asya –tüm alt bölgesel nitelendirmeleriyle- Adler’in

altını çizdiği gibi bölge olarak düşünülmeyi hak ediyordu.

Ancak, Asya bölgeselliğiyle ilgili iki temel sorun vardır:

1)- Bölgesellik Asya devletlerinin ve ABD’nin güvenlik algılamaları ve uygulamaları

üzerinden (rejim güvenliği- komunist tehdit) hayal edildiği için, bölgesel kimlik anlatısı sadece

Savaş öncesi anlatıdan farklılaşmıyor aynı zamanda tehditlerin bölgesel yansıması üzerinden

inşa ediliyordu. Bu nedenle her ne kadar ABD’nin inisyatifinde ortaya çıkan bölgeselleşme

modeli gizli ve açık (1970’ler) bir biçimde ASEAN bölgeselleşmesini desteklese de, tehdidin

yerel seviyede farklılaşma olasılığı her zaman mümkündü. Bu şu demekti: bölgeselleşmenin

hakim modelleri içerisinde tehdidin dengelenmesi her zaman mümkün olamıyordu. Bu yüzden,

Asya bölgeselliği iki kutup arasında, ASEAN ve Japonya arasında, 1980’lerin sonundan

itibaren ABD ve Japonya arasında, ABD ve ASEAN arasında farklı dengeleme

mekanizmalarının işlediği kompleks bir yapıydı. Bu nedenlede , NATO gibi, bölgesel güvenlik

1128
John Ravenhill, “Mission Creep...”, s,154, David B. Bobrow, “The US and ASEM: Why the Hegemon did not
Bark”, The Pacific Review, 12/1, 1999, ss, 103-128, Julie Gilson, “Making Uncommon Cause: Forging Identities
on the Margins of ASEM” Europe and the Asia Pacific..., s, 59.
300
uygulamalarına bağlı tek bir kimlik modeli (Asya, Pasifik vb.) ortaya çıkmadığı gibi, bölgesel

kimlik inşası alanında en başarılı olan ASEAN’ın tercihi (enformallik ve konsensus) bölgesel

güvenliğin yerelliğini artıran bir etki yarattı. Sonuçta, güvenlik mekanizmaları farklı

beklentileri doğuracak şekilde yan yana Asya’da güvenlik bölgesini tanımladılar. Merkezinde

ise “dönüşmekte olan/dönüşmeke olma ihtimali beliren” ASEAN normlarının durduğu iç içe

geçmiş mekanizmalar ve bölgeselleşme fikirleri. İlginç olan bu içiçe geçen modelde bölge,

bölgesel kimlik çok farklı bir biçimle tanımlanmış da olsa, tıpkı Savaş öncesi dönemin bölgesel

kimlik anlatılarında olduğu gibi uluslararası sistemle bütünleşmek için bölgesel aktörlerin

kullandığı bir araçtı. Ancak, bu araç artık Savaş öncesi dönem Hindistan ve Japon Asyalılık

tartışmalarında görüldüğü gibi bir savunma hattı olarak tanımlanmıyordu. Henüz tam olarak

hayata geçmemiş dahi olsa- dengeleme ve caydırıcılık mekanizmaları bölge, bölge dışı ve

bölge ötesi sınırlarını bulanıklaştırırken hayata geçmesi de zor görünen- bir topluluklar alanı

olarak tanımlanmaya başladı.

2)- Bölgesel topluluk fikri, ilk bakışta, iş gücü, ekonomik yapı, siyasal tercihler hatta

yemek ya da müzik zevkiyle ilgiliydi. Tüm bölgeyi bütünleştiren bir çeşit tüketim biçimini

(ama ideolojisini değil) temsil ediyordu. Ancak, Asya’da Soğuk Savaş dönemi güvenlik

algılamalarına- stratejilerden bağımsız olmayan- kapsayıcı bir güvenlik anlayışı hakim

olduğundan, tüm üretim ve tüketim ağları “bölgesel aktörlerin denetiminde” yani

hükümetlerden bağımsız olmayan biçimde güvenliğin konusu haline getirilmişti. Bu yüzden

bölgesel topluluklar, aynı zamanda- işbirliği ve diyaloğun sonucunda- güvenlik topluluğu

olmaya adaydılar. Güvenlik topluluğu fikri, sistemin; güç ilişkileri (dengeleme-caydırıcılık)

yüzünden değil, farklı özeliklerinden dolayı- sistem altında ortak bir kimlik inşa edildiği

(Deutsch) ya da ortak bir kimlik hayal edildiği (Adler-Barnet) için- barış ve güvenlik üreteceği

düşüncesine dayanır. Sonuçta ortaya çıkan ürün de “bölgesel düzen” olarak görülür. Üstelik bu
301
düzenin “savunmanın” ötesinde kurgulandığı varsayıldığı için, eyleme, yaratıma, yeni

kurgulara olanak verecek biçimde “alternatif” ya da “normatif” bir güvenlik anlayışını

yansıttığı kabul edilir.

Tabi, bölge-bölge ötesi ayrımının bulanıklaşması, giderek bölgeler arası güvenlik

işbirliğinin (örneğin NATO, ASEM) daha çok dillendirilmesi, ve bölgesel kimliğin bir

savunma alanı olarak görülmemesi, savunmanın anlamının ortadan kalkması demek değildir.

Savunma, güvenlik aphorik tehdit-düzen düzlemine dayandığı müddetçe anlamlı ve geçerlidir.

Ancak, savunma, Asya bölgeselleşmesi içerisinde (geleneksel güvenlik anlayışının yanında)

farklı güvenlik topluluğu modellerinin geçerliliğinin birbirleri karşısında –diplomatik ve siyasi

açıdan- korunması anlamına geliyordu. Tüm bölgeyi kapsayan, (ister ulusal ister toplumsal

modelin üzerinde yükselsin) evrenselci söyleme yer veren bölgesel bir kimlik anlatısı olmadığı

için, savunulan farklı topluluk modelleri alt-bölgesel alanların temsilcisi görünümündeydiler.

Ancak, bu alt bölgelerin sınırları ARF ve EAS’in üyeleri düşünüldüğünde çok kesin de değildi,

hatta gerçekten bir alt bölgenin temsilcisi olup olmadıkları bile belli değildi. Örneğin coğrafi

açıdan ARF, ASEAN topluluğundan çok Pasifik topluluğuna yakındı. Siyasal açıdan ise bu

durumun tamamen tersi söz konusuydu. Dolayısıyla, Asya bölgeselliği farklı bir rekabet

üzerine kuruluydu. Birbiri üzerine binen bölgesel topluluk modelleri, bölgesel güvenliğin

uygulamasının hangi kriterlerle, nerede ve neye karşı somutlaşacağını belirlemeye

çalışıyorlardı. Bu çerçevede, Asya’da bölgeselleşme ve bölgesel kimlik üretimi bölgesel

güvenlik mekanizmalarını aşmıyordu. Tam tersi; güvenlik rejimlerini, güvenlik konusu haline

getirilen sorunları, yumuşak nitelikli dengeleme politikalarını hatta sert nitelikli dengeleme

stratejilerinin gerçekliğe dönüşme ihtimalini- hepsini- altında saklıyor, bu sayede de güvenlik

diyaloğunu mümkün kılıyordu. Kapsayıcı bir Asya bölgesel kimliği, bu nedenle ASEAN-EAC-

APEC’den- yani uygulamanın yarattığı farklı bölgesel kimliklerden- bağımsız olarak hayal dahi

edilemiyordu.
302
303
SONUÇ

Soğuk Savaş sonrası dönemde Asya çeşitli bölgesel işbirliği mekanizmalarının

denendiği, güçlendirilmeye çalışıldığı bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. Bölgesel aktörlerin ve

karar alıcıların bu çabaları anlamlandırmaya çalışırken kullandıkları söylem kimi zaman

bölgesel güvenliğe kimi zamansa bölgesel kimliğin özerk alanına dayanmaktadır. Çoğu

zamansa bu söylemler, II. Dünya Savaşı sonrası kimlik ve stratejilerin içiçe geçmesinin bir

neticesi olarak güvenlik ve kimlik arasında Asya bölgesel düzleminde ortaya çıktığı varsayılan

güvenlik-kimlik işbirliğine atıfta bulunurlar.

Bu, ASEAN liderlerinin de, Asya Değerleri taraftarlarının da, bölgede kapitalist

kalkınmayı savunan Japon karar vericilerinin de sık sık başvurdukları bir söylemdir. Elbette

fonksiyonelist ağların yani bölgeselleşmenin dinamiklerinin (diaspora hareketleri, kültürel

etkilenme, ticaret ve üretim mekanizmaları arasında işbölümü) desteklediği bir söylemdir söz

konusu olan. Bu söylem –bu tez çalışmasının üçüncü bölümünde incelendiği üzere- iki önemli

sonuç doğurmaktadır: i)- Asya siyasal eylem için bir düzlem (bölgesel düzlem) olarak ortaya

çıkmaktadır, ve ii)- bu düzlem üzerinde a)- farklı güvenlik mekanizmaları, b)- farklı güvenlik

toplulukları projeleri ve c)- bölgesel kimliğin farklı okumaları yan yana var olmaktadırlar.

Kısaca, Asya bölgesinde bir ayniliğin/ortaklığın/bölgeselliğin hayal edilmesiyle, bu hayal

edilmiş alanın farklı projeler arasında rekabet alanı haline dönmesi aynı anda

gerçekleşmektedir. İstikrar ve barış altında bu rekabetin sürüp gitmesi- yani farklı bir

dengeleme mekanizmasının, farklı güvenlik ve kimlik kurguları arasında bir dengeleme

mekanizmasının işlemesi- bölgesel güvenliğin ifadesi ve Kishore Mahbubani’nin kullandığı

biçimiyle (III.Bölüm-ASEAN/ARF güvenlik topluluğuyla ilgili açıklamalar) bölgesel kimliğin

göstergesidir.

304
Dengeleme mekanizmalarının (güçler dengesi- etkiler dengesi- farklı kimlik ve güvenlik

kurguları arasında denge) bölgesel işbirliği adı altında ele alınması ve normatif söylemin bir

parçası haline getirilmesi Asya bölgeselliğini açıklamak için kimlik ve güvenlik kurgularından

yola çıkmayı bir gereklilik haline getirmiştir. Ancak, her iki kavram da anlam ve uygulama

alanında muğlaklık taşırlar (I. Bölüm). Bu nedenle güvenlik ve kimliği birbiriyle ilişkili iki

kavram olarak ele alıp, bu ilişkinin bölgesel düzeyde kimlik ve güvenlik kurgularını nasıl

etkilediğini incelemek bu çalışmanın başlangıç noktasını oluşturmuştur.

Bu doğrultuda, bu tez çalışması; güvenlik ve kimlik kurgusu arasındaki ilişkinin

bölgesel güvenlik uygulamaları çerçevesinde, Asya bölgesel güvenlik mekanizma ve yapıları

içerisinde nasıl ortaya çıktığını/nasıl görünürlük kazandığını incelemeyi amaçlamıştır. Ancak

böyle bir analiz, sadece güvenlik uygulamalarının alanıyla sınırlı kalsaydı hem yukarıda sözü

edilen farklılaşma ve bölgeselliğin eş zamanlılığını gözden kaçırılacaktı; hem de bölgesel

kimlik ve güvenlik anlatısında oluşan kopuşların bu eş zamanlılığı ne şekilde etkilediği fark

edilmeyebilecekti. Bu nedenle, bu çalışma uygulama alanında güvenlik-kimlik kurguları

arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçlamakla beraber, kapsamını uygulama alanını aşacak şekilde

tutmuş ve disiplinlerarası bir yaklaşımı benimsemiştir.

Dolayısıyla, bu tez çalışması Asya bölgeselliği içerisinde kimlik-güvenlik ilişkisini

anlamak için uluslararası ilişkiler kuramları, bölgesel kimlik anlatıları ve bölgesel güvenlik

uygulamalarının birarada ele alınması gerektiği varsayımından yola çıkmakta ve kuram-anlatı

ve uygulama arasındaki ilişkiyi Asya’da bölgesel güvenlik-kimlik ilişkisinin açıklanmasında

temel çıkış noktası olarak almaktadır.

Bu çerçevede bu çalışma üç bölüm olarak planlanmıştır.

İlk Bölüm uluslararası güvenlik kurgusunu açıklamaya yönelik, uluslararası ilişkiler

kuramları ve güvenlik çalışmalarını konu alan Kuram: Uluslararası İlişkilerde Güvenlik ve

305
Kimlik Kurgusu bölümüdür. Bölgesel düzeyde güvenliğin kimlik ile olan ilişkisine değinmeden

evvel, genel güvenlik anlayışını ele almak gerekmektedir. Bu gereklilik iki sebepten

kaynaklanmaktadır: 1)- bölgesel güvenlik (düzen-tehdit) algılamaları uluslararası güvenlik

algılamalarından bağımsız okunamaz, 2)- güvenlik muğlak bir kavram olduğu için, bu

muğlaklık açıklanmadan bölgesel uygulamanın alanına taşınamaz.

I.Bölümde altı çizildiği üzere güvenlik kavramı, siyasal eylemin ön koşuludur ve

etimolojik olarak sine curio (tehlikesizlik)’yu yani güven altında olmayı-düzen fikrini ifade

eder. Siyasal eylem ve düzen arasında kurulan ilişki nedeniyle güvenlik siyaset kuramlarının

konusu olagelmiştir. Ancak, siyaset kuramı düzen ve eylem arasında birbiriyle çelişen, birbirini

olumsuzlayan bir ilişki yaratır. Bu çalışmada güvenliğin aphorik doğası olarak adlandırdığımız

bu ilişki nedeniyle, güvenliğin yumuşak anlamına (sine curioya) ulaşmak ancak uluslararası

ilişkiler kuramları içerisinde mümkün olur. Bu hayal edilmiş güvenlik duygusu nedeniyle,

dönemin hakim kuramlarının, Neo-Neo güvenlik yazınının, Nükleer caydırıcılığın ve güçler

dengesi kuramlarının güvenliğe açıklayıcılık katmaya ihtiyaçları yoktur. Bu yüzden, diğer

kavramlar, örneğin kimlik, bölgesel ya da ulusal, güvenliğin alanından uzakta (bir olumsuzlama

ve olumlama alanı içerisinde) ortaya çıkıyor, stratejilerin ve ideolojilerin uygulama alanının bir

parçası oluyordu (Her toplum/ulus/devlet nükleer bir ailenin üyesiydi, bu ailenin düzenine

uymak zorundaydı ve bu ailenin kültürel-normatif söylemini kullanmak mecburiyetindeydi.)

Ancak 1970’lerden itibaren nükleer caydırıcılığın ve güçler dengesinin sağladığı

güvenlik algılamasının bir tür yanılsama olduğu, düzen ve siyasal eylem arasındaki uyumun

güvensizliğin kabulüyle sağlandığı kabul görmeye başlamıştı. Bu nedenle 1980’den itibaren

güvenlik çalışmaları (bu çalışmada özellikle beş ekolün fikirlerine yer verilmiştir: Kopenhag

Okulu, Eleştirel Kuram, Üçüncü Dünyacı Yaklaşım, Konstraktivizm ve Stratejik Kültür

Yaklaşımları) güvenliğin yumuşak anlamını bulabilmek amacıyla güvenlik kavramını

derinleştirdiler, genişlettiler ve yerelleştirdiler. Bu üç yolu izlerken, güvenlik çalışmaları


306
kimliği güvenliğin açıklayıcısı haline getirdiler. Kimlik, güvenliğin farklı anlamlarını bulmaya

çalışırken kuramsal tartışmaya katılan yegane kavram değildi ama pek çok kavram arasından

sıyrıldı. Bu öne çıkışın iki temel nedeni vardı: 1)- kimlik de muğlak, kapsayıcı bir kavram

olarak güvenlik alanı için farklı uygulama düzeylerini işaret edebiliyordu, 2)- Alexander Wendt

ve takipçisi olan konstraktivist düşünürler ben ve ötekinin bir ilişki içerisinde karşılıklı

kurgulanma içerisinde ortaya çıktığını söylerlerken, güvenliği kimliğin ilişki içerisinde ve

kategorik olarak tanımlandığı iki hat arasındaki geçişe oturtuyorlardı. Yani güvenlik, sadece

kimliğin (benin/bizin) güvenliğini ifade etmiyor, aynı zamanda kimliğin bir güvenlik alanı

içerisinde, bir güvenlik alanı hayal ederek kurgulanması anlamına geliyordu.

Bu iki sebep yüzünden kimlik, kimliklendirici, ve kimliğin dayandığı-kimliklendiricinin

kullandığı anlatılar güvenlik alanının hayal edilmesinde kullanıldı. Yerel güvenlik (vernacular

security) diye adlandırılan yaklaşım özellikle bu noktaya dayanıyor, güvenliğin derinleşmesine

ve genişlemesine paralel olarak farklı/çoğul güvenlik düzlemlerinin, farklı/çoğul kimlik

anlatılarının yan yana var olabileceğini söylüyordu. Bölgesel düzlem; güvenlik ve kimlik

uygulamalarının alanı olarak böylece bireysel ve ulusal düzeyden ayrıldı, güvenlik işbirliğinin/

işbirliği rekabetlerinin ve topluluk kimliklerinin uygulama alanı olarak ortaya çıktı.

Uluslararası ilişkiler kuramlarının ve güvenlik çalışmalarının içerisinde bölgenin aktörlüğünün

ortaya çıkması anlamına gelen süreç için tipik örnek- Waever’a göre- AB örneğiydi.

Waever, AB’yi açıklarken bölgesel aktörün yerel güvenlik içerisinde ortaya çıkmasını,

bölgenin hikayesinin “politik eylemin yerel hattını” destekleyecek bir biçimde ortaya çıkmasına

bağlamıştı. Kısaca bölgesel kimlik anlatılarının uyumlu bir bütün ve paralel olarak kurumsal-

temsili bir yapı ortaya koyacak şekilde meydana çıkması, ideolojik bir sürekliliğe dayanması

önemliydi. Avrupa’nın anlatısının çok farklı olduğu bir gerçektir, ancak Waever’in vardığı

sonuç, yani yerel anlatılarının niteliğinin, bölgesel güvenlik uygulamalarını anlamlandırmada

taşıdığı önem, bu tez çalışması içerisinde bölgesel kimlik anlatısını incelemeyi gerekli kılmış,
307
ve bu tezin ikinci bölümü (Anlatı: Bölgesel Kimlik Kurgusu: Asya(lı) Kimliğinin Yaratılışı)

19.yüzyılın sonu- 20.yy başında büyük ölçüde siyasal düşünce içerisinde kurgulanan bölgesel

kimliğin (Asyalılığın) analizine ayrılmıştır.

Bu tez çalışmasının II. Bölümünde anlatı, kimliğin belirli kavramsal sınırlar içerisinde

üretildiğini kabul ettiğinden, Asya kimlik kurgusu iki hat üzerinden ve iki örnek (Japonya ve

Hindistan siyasal düşüncesi) üzerinden analiz edilmeye çalışılmıştır.

İlk hat, bölgesel kimlik kurgusunun unsurlarıydı. Hindistan ve Japon siyasal

düşüncesi içerisinde kurgulanan Asya kimliği bir arada ele alındığında, bu unsurları şu şekilde

sıralamak mümkündür:

a)- Tarihsel unsur, ulus-devleti aşan evrensel birlik idealini ifade ediyordu. Ancak, bu

evrensel birlik ideali, evrensel olduğu kadar, iki açıdan yereldi de. 1)- Bir yandan evrensellik,

farklı kültürel/toplumsal öznellikler içerisinde üretiliyor ve daha sonra ancak bu öznelliklere

atıf yapılarak temsil edilir hale geliyordu. Tagore’dan Nehru’ya, Okakura’dan Kyoto

Filazofları’na kadar II. Bölümde anılan düşünürlerin ve akımların hepsi bu tür bir öznelliği

doğrudan ya da dolaylı biçimde kullanacaklar, Asya bölgesel kimliğini, Asyalılığı bir çeşit

aşkın yerellik (transandantel locality) biçimi haline getireceklerdi. Nihayetinde üretilen “aşkın

yerellik”, aşkın bir “bölgesel milliyetçilikti” de. 2)- Diğer yandan yerellik, evrensellik

iddialarının birbirinden ayrılmasını, hatta benzer söylemler üzerinden (örneğin Asya’nın

sorunlarına Asyalı çözümler! ya da Asya’ya Özgürlük!) birbirlerine rakip siyasal projeler

geliştirmelerini sağlıyordu: Hindistan çok-uluslu/ çok-etnili devleti/toplumsal sistemi ile Japon

ulus-devleti/ emperyal sistemi arasındaki rekâbetin yarattığı alan Asya kimlik kurgusunun, tüm

bölgeyi kapsayıcı bir biçimde, ortaya çıkmasını engellemişti. Ama daha önemlisi, bu durum

yerelliği, Asya kimlik kurgusunu zorunlu olarak çoğulcu hale de getirmişti.

308
b)- Asya kurgusunun diğer unsuru coğrafi unsurdu, ve kimi zaman “kıtasal alan”, kimi

zaman “blok” fikrine kayan “bölge” düşüncesini ifade ediyordu. Bölge fikri Asyalılık kurgusu

içerisinde çok önemli bir unsurdu çünkü evrensel sistemde kendini ifade eden yerel unsurun

kendine ait özerk bir alanı olduğunu gösteriyordu. Bu da aslında, Asya’nın, o güne kadar

bağımlı olduğu Avrupa’nın Asya kurgusundan özgürleşmesi anlamına geliyordu. Gerçi, bu

özgürleşme bir yönüyle zamanın, konjonktürün bir sonucuydu. II. Bölümde belirtildiği gibi

Asya kurgusu Batı’nın Asya’daki politikalarından bağımsız bir biçimde ortaya çıkmamıştı,

hatta bu politikaların sonuçlarından biriydi. Dolayısıyla Asya’daki Batı dönüştükçe, Batı’nın

kendi içindeki sorunlar ortaya çıktıkça, kısaca kolonyal imparatorluklar çözüldükçe Asya’lı

aktörler “bölgesel düzenin” temellerini kurgulamak konusunda daha serbest hissetmişlerdi.

Ancak bölgesel aktörler 20.yüzyılın başında yekpare bölgesel projeler kurgulamadılar,

kurguladıkları daha çok ulusal ve devlet merkezli projelerdi. Bölge bu projelerin

geliştiği/yaslandığı/var olduğu alanı ifade ediyordu. Kısaca, İki Dünya Savaşı Arası Japon

Asyacılığı gibi bölgeselliğin kurumsal yanıyla ilgilenen dönemler de dahil olmak üzere

Hindistan ve Japonya’da kurgulanan Asyalılık, Asyalı aktörler için bölgenin sınırlarını

belirleme çabasıydı.

Bu çaba, hem Batı menşeili haritalara karşı alternatif bir bakış geliştiriyordu, hem de bu

“alternatif bakış” nedeniyle yaratıcılarının gözünde ahlaki/normatif bir özellik taşıyordu. Bu tez

çalışmasının II. Bölümünde belirtildiği gibi, etik/normatif yan tarihi ve coğrafi unsurların

karşılaştığı alan olacaktı. Böylece, artık, Asya kimlik kurgusu, ancak, evrensel/uluslararası

sisteme bölge aracılığıyla katılmayı ifade ettiği müddetçe anlam kazanacaktı.

Aslında, uluslararası sisteme katılım, bölgesel kimlik kurgusunun geliştirlmesinden

yıllar önce Batı’nın ticaret ve güvenlik politikaları aracılığıyla sağlanmıştı. Fakat Avrupa’nın

Asya kurgusu Şarkiyatçılığın bilgisine dayandığı için Asya için belirsiz sınırlar çiziyordu.

Belirsiz sınırlar, uluslararası toplumun sınırlarının Asya’yı kapsadığı bir dönemde Asya
309
halklarının/uluslarının/devletlerinin Batı ile ilişkilerinin pasif bir hat üzerinden, Batı’nın

tanımladığı güvenlik ve ilerleme kurguları üzerinden sağlandığını gösteriyordu. Hindistan

örneğinde dolaylı bir biçimde ortaya çıkan, ama özellikle Japon siyasal düşüncesi içerisinde

olgunlaşan bölge/bölgesel sistem fikri işte bu pasif hattı tersine çevirmeyi amaçlamaktaydı. Bu,

aynı zamanda şu manaya da geliyordu: bölgesel alan yerel aktörler için bir savunma alanıydı.

Öz-savunma’nın manası da, güvenlik ve ilerleme kurgusuna bağlı olarak Asya’da

belirlenebilecekti.

II. Bölümün takip ettiği ikinci hat, tam bu noktadan başlamış, ve Asya kimlik

kurgusunun oluştuğu Hindistan ve Japon siyasal düşüncesinin “bölge” ve “savunma” fikirlerini

nasıl farklı projeler, farklı olgular halinde ele aldıklarını göstermeyi amaçlamıştır. Ancak

Asya/Asyalılık kurgusu sadece Hindistan ve Japon Asyacılığı tanımlamasıyla birbirinden

ayrılan iki farklı kurgu olarak görülemez. Hindistan’da da, Japonya’da da farklı dönemlerde

farklı siyasal akımların kurguladığı farklı Asya/Asyalı kimlikleri söz konusudur. Özetlemek

gerekirse, Hindistan siyasal düşüncesi içerisinde i)- kültürel birlik ideali Hindistan, Çin,

Japonya ve Müttefik Batı arasında kurgulanacak idealist, evrenselci bir Dünya Düzeninin aracı

haline getirir Asyalılığı; ii)- Büyük Hindistan Düşüncesi Raj öncesi Hint Dünyasına (Güney ve

Güneydoğu Asya) atıfta bulunarak, Dünya Düzenini Hint Düzenine çevirir; iii)- Pan-İslamizm

Ortadoğu’dan Güneydoğu Asya’ya kadar uzanan “ezilen”, “tehdit altındaki” Müslüman

Dünyası’nın kurtarılmasını Asya’nın kurtarılmasıyla özdeşleştirir; iv)- Asya Federasyonu ile

ilgili fikirler Asya’nın yeni bağımsızlığına kavuşmuş devletlerinin bu yenilikten doğan

sorunlarını, Batı’nın kendi içindeki sorunlara (Soğuk Savaş’ın ideolojik çatışmaları)

karışmadan çözmeyi amaçlayan bölge-içi (Hindistan-Çin) bir işbirliğini anlatmaktaydı. Yani,

Hindistan siyasal düşüncesi içerisinde evrensel sistem ve bölge fikrini kullanarak kurgulanan

Asya/Asyalı kimliği toplumsal birlikten ulusal birliğe kadar farklılaşan ayrı amaçları

içeriyordu. Ancak bu farklılaşmaya rağmen Hindistan’daki Asya kurgularında bir ortaklık


310
tespit etmek de mümkündü: Yukarıda sayılan ve farklı ideolojileri içinde barındıran dört

yönelim de Asyalılığı, Batı/Avrupa/İngiltere ile karşı karşıya kalan Asya toplumları için

toplumsal çatışmaları aşmanın, toplumsal güvenliği sağlamanın bir yolu olarak

kurgulamışlardı. Toplumsal güvenlik (I. Bölüm’de Kopenhag okulunun da belirttiği gibi)

kültürün güvenlik konusu haline geldiği alandı, zaten Hintistan’da kurgulanan Asyalılık,

Batı’yı da kapsamasına karşı yerel kalabilen kültürün savunulmasıydı. Dolayısıyla bölgesel öz-

savunma hattı, bölgesel kültürün (burada tüm çoğulculuğa karşı homojen bir alan

tanımlanıyordu: ruhani, evrenselci, toplumcu, mistik vb.) korunması, kültürün bölgeselliğinin

vurgulanması demekti.

Bölgesel kültüre yapılan vurgu Japonya’da Meiji dönemi Asyacılığın kullandığı bir

söylemdi, ama Meiji reformasyonu sonrası “muhalif” kanatta yükselen Asyacı düşünce dahi

savunma hattının kültürle sınırlanmasına karşıydı. Japonya modern, askeri gücü haiz, iktisadi

olarak bağımsız bir imparatorluk/devletti (Büyük Japon İmparatorluğu), ve rakiplerle (örneğin

Rusya, Fransa, vb.) karşı karşıya kalabileceği noktalarda (Manchuria, Kore, Çin vb.) savunma

hattını oluşturmak zorundaydı. Bu hat oluşturulurken (19.yüzyılın sonu-20.yüzyılın başı)

Asya’da çoktan ortaya çıkan anti-kolonyalist söylemden kaçınmanın bir yolu da bölgesel birlik

( iktisadi birlik, ırksal birlik, kültürel birlik vb.) fikirlerinin savunulmasıydı. Asya’da Batılı bir

devlet kurmayı tasarlarken ( örneğin Fukuzawa), Asya’yı Batı’nın da temsil edildiği bir bütün

haline dönüştürürken (örneğin Okakura) ve Doğu Asya’yı (Çin ve Kore) bu bütünün

savunulması için Japon siyasal, iktisadi, askeri idaresi altına sokmayı tasarlarken (örneğin

Konoe Atsumoro) Japon asyacılarının aklında olan uluslararası/evrensel sistem içerisinde Batılı

aktörlerle eşit olabilmekti. Ancak İki Savaş Arası Dönem ve 1930’ların ilk yılları uluslararası

sistemin/toplumun bir parçası olarak tanınmanın, uluslararası anlaşmalara taraf olmanın,

Cemiyet-i Akvam’a katılmanın Japon düşünür ve siyasetçilerinin hayal ettiği eşitliği

getirmediğini gösterdi. Bu nedenle devletin/imparatorluğun güvenliği için kurgulanan ve


311
savunma hattı haline getirilen Asya bölgesi anlamını yitirdi. Sonuç, Japon Asyacılığı için

devletin tüm bölgesel alanı ve savunma hattını kaplaması ya da bölgenin devlet/imparatorluk

projesine “bölgesel birlik söylemleriyle” müdahil olmasıydı (Büyük Asya Ortak Refah Alanı).

Ortak Refah Alanı hem Doğu hem de Güneydoğu Asya’yı kapsıyor, Hindistan ve Çin’deki

anti-kolonyalist söylemle bütünleşmeye çalışıyordu. Ama siyasal bir proje olarak hedefleri

belirgin olmakla beraber, sınırları hep muğlak kaldı çünkü Japonya’daki bölgesel kimliğin

siyasal proje ile bütünleştiği ve ideolojik bir niteliğe büründüğü 1937 sonrası dönemde bu tür

bir Asyalılık, toplumsal ve ulusal güvenlik endişeleriyle Asya’da da, Batı’da da reddedildi.

Sonuç olarak, 20.yüzyılda Asyalı bölgesel kimlik anlatısı ne somut bir sonuç getirmişti

ne de savunma hattını- ki önce II. Dünya Savaşında Japonya’nın yaşadığı yenilgi, sonra Soğuk

Savaş içerisinde başka bölgesel kimliklerin empoze edilmesi yüzünden- bölgesel aktörlerin

kullanabileceği, kabul edilebilir ideolojik bir alana taşıyabilmişti. Bu yüzden de Asya (Güney,

Doğu ve Güneydoğu Asya) Soğuk Savaş döneminde uluslararası güvenlik paradigmalarının –ki

şu iki unsuru kapsıyordu: i-yeni devletlerin kalkınma stratejileri, ii- büyük güçlerin etki

alanlarıyla ilişkili stratejileri, uygulandığı bir “coğrafi alan” (spatial area) görünümündeydi.

Bölgesel kimlik, bir önceki dönem ortaya çıkan Asyalılık’dan sıyrılmış, bu “alan” fikri üzerine

inşa edilmişti. Bölgenin aktörlüğünün (regional actorness) olgunlaşmasının önüne geçen,

iktisadi, siyasi, askeri çevrelemenin parçası olan bir alan fikriydi bu. Sonuç, özellikle

1970’lerin sonuna kadar bölgenin kapitalist ve sosyalist devletlerinin ayrı ayrı değerlendirildiği

bir algılamaydı. Bu algılamaya göre bölgesel kimlik, büyük güçlerin (ABD ve SSCB,

1960’ların sonundan itibaren ÇHC’nin) stratejileri doğrultusunda ya “hızlı kalkınmanın alanı”

ya da “çatışmanın alanı” olarak ortaya çıkıyordu.

Bu sonuç şu şekilde bir düşünceye yol açıyordu: II. Dünya Savaşı sonrası Bölgesel

kimlik anlatısı Batı’nın yaşadığı krize (Soğuk Savaş) uygun olarak dönüşmüştü. Bu dönüşüme

uygun bir konjonktür de vardı. Böylece, bölgesel kimlik anlatısı yerel aktörlerin, Asyalıların
312
yarattığı savunma hattı/alanı, sistemle bütünleşme alanı olmaktan uzaklaşmış, sistemin

etkilerinin göründüğü, dolayısıyla istikrarsız, dışarıdan kurgulanan, bölgeselliğin “güvenlik”

üzerinden pasifleştirildiği bir anlatı haline dönüşmüştü. Ancak, Asya bölgeselliği,

göründüğünün aksine, 1980’lerden itibaren istikrarsız ya da pasif bir alan olarak algılanamaz;

çünkü 1)- 1945 sonrası tüm çatışma ve kuvvet kullanma nedenleri, benzer güvenlik endişeleri,

çözülmemiş toprak sorunları ve çatışmalardan kaynaklanan düşmanlıklar var olmakla beraber

Soğuk Savaş dengelemeleri dışında bölgesel bir çatışma (Vietnam-Kambotçya sorunu hariç)

yaşanmamıştır. 2)- İktisadi alandan başlayarak farklı (resmi, yarı-resmi, gayri-resmi) işbirliği

modelleri Asya’da bölgeselleşme ve bölgeselliğin en önemli ifadesi olarak ortaya çıkmıştır.

Bu nedenle, Soğuk Savaş döneminde dahi, Asya sadece güvenlik stratejilerinin ve

devlet politikalarının uygulandığı “pasif” bir alan olarak görünemez. Bunun dışında Asya,

kalkınma ve çevrelemeye dayanarak “bölgenin algılandığı” ve “hayal edildiği” bir alandı.

Öyleyse, coğrafi ve tarihsel ortaklıklar/farklılıklar ne kadar tartışılırsa tartışılsın, ya da II.

Dünya Savaşı’nın sonucuyla ilgili algılamalar ne kadar farklı olursa olsun, Asya –tüm alt

bölgesel nitelendirmeleriyle- hayal edilebilir olduğu andan itibaren, sistemdeki diğer bölgesel

alanları ve aktörleri taklit edebilecek hale de gelmişti. Ancak, şimdi bu hayal edilen ve taklit

edilen bölgesellik (Asya İşbirliği), bir önceki yüzyılda ortaya çıktığı zamanki gibi bir işleve

sahip değildi. Çünkü artık, Asyalılık aracılığıyla çözülmek istenilen sorun; evrensel

sistem/uluslararası sistem-düzen içerisinde Doğu ve Batı’nın yerini belirlemek, amaç; gelenek-

medeniyet, kolonyalist-kolonyalist olmayan (kurban) arasındaki çelişkilerden kurtulmak

değildi. Uluslararası toplum, Batı’nın sınırlarını (düzen fikrini, kurumlarını, ideolojilerini vb.)

Asya’yı da kapsayacak şekilde genişletmiş, Soğuk Savaş dönemi kutuplaşmanın tarafı değil

alanı olmak, Asya’da bu genişlemeyi belirgin hale getirmişti. Asya bölgeselliği, bu nedenle,

uluslararası sistemin sorunlarıyla ilgilenmenin bir aracı olarak ortaya çıktı. Ve I. Bölüm-Kuram

313
kısmında belirtildiği gibi, güvenlik çalışmaları aracılığıyla 1980’lerden itibaren neredeyse

sistemin tüm sorunları güvenliğin konusu haline getirilmişti.

Kısaca, üç sonuca varmak mümkündü: 1)-Soğuk Savaş sonrası dönemde Asya

bölgeselliği entelektüel üretim alanıda (bölgesel kimlik anlatısı alanında) değil, güvenlik

uygulamalarının alanında kurgulandı. 2)- Güvenlik uygulamaları alanında kurgulandığı için

bölgesel kimlik anlatılarının sahip olduğu normatif söylemi realist projelerle (etki alanları,

askeri-teknolojik yarış, çatışmaların ulusal çıkarlar doğrultusunda çözülmesi, ticari ve iktisadi

alanların kazanılması vb.) birleştirdi. 3)- Bu dönüşüme rağmen, güvenlik-kimlik ilişkisi Asya

bölgeselliğinde 19 yy sonunda oluşan algılamanın sürmesine de yardımcı oluyordu. Hala bölge,

yerel aktörler için uluslarası sisteme katılmanın en önemli aracıydı ancak bu sefer uluslararası

sistem içerisinde bölge kendi özerkliğinin savunulduğu bir hat, bir savunma hattı değildi. Daha

çok yerel aktörlerin sistemden etkilenme ve sistemi etkileme olasılıklarını güvenlik projeleri

üzerinden canlandırdıkları bir alandı. Bu sebeple III. Bölüm (Uygulama: Bölgesel Güvenlik

Kurgusu), varılan bu sonuçların Asya’da bölgesel güvenlik uygulamaları çerçevesinde ne

şekilde ortaya çıktığını incelemektedir.

Tezin üçüncü kısmında da belirtildiği gibi bölgesel güvenlik uygulamaları güvenlik ve

kimlik kurgusunun bir arada ele alınmasını, güvenliğin ve bölgeselliğin aynı anda

kurgulanmasını gerektiriyordu. Bu çerçevede, Tezin üçüncü bölümünde bölgesel güvenlik

mekanizmaları, bu mekanizmaların etkileri ve güvenlik-kimlik ilişkisinin birarada kurgulandığı

modeller olarak ortaya çıkan farklı güvenlik topluluğu projeleri incelenmiştir. Bu tez

çalışmasında üzerinde durulduğu gibi, Asya bölgeselliği güvenlik uygulamaları üzerinden

kurgulanmaya ve okunmaya başlandığında bölgede güvenlik uygulamalarını ve güvenlik-

kimlik ilişkisini etkileyen iki temel sorun tanımlanabilir:

1)- Devamlılık-çoğulculuk-farklılaşma sorunu:

314
Devamlılık sorunu iki farklı zeminde varlığını gösterir: a)- Bölgesel kimlik anlatıları

zemini, b)- Bu anlatıların çizdiği bölgesel haritalar.

a)- Anlatıda Kopuş: Soğuk Savaş’ın başlangıcına kadar, II. Bölüm’ün konusu olan iki

farklı bölgesel kimlik anlatısı (basitleştirirsek toplumların Asyası, Japonya’nın Asyası) ortaya

çıkmıştı. Soğuk Savaş süresince ise bölgesellik Asya devletlerinin ve ABD’nin güvenlik

algılamaları ve uygulamaları üzerinden (rejim güvenliği- komunist tehdit) hayal edildiği için,

bölgesel kimlik anlatısı Savaş öncesi ortaya çıkan bu iki anlatıdan da farklılaşıyordu

(devamlılık sorunu). Soğuk Savaş dönemi Asya anlatısı (basitleştirirsek ASEAN’ın Asyası,

Kapitalist Kalkınmanın Asyası) uluslararası tehditlerin bölgesel yansıması üzerinden inşa

ediliyordu.

Uluslararası sistemde ortaya çıkan tehditlerin bölgesel anlatı içerisinde öncelik

kazanması önemliydi ama bu tehdit algılamalarının yerel seviyede farklılaşması da olasıydı.

Nitekim bu yüzden bölgeselleşmenin hakim modelleri içerisinde ortak tehdit algılamasına

dayanan ortak bir ötekileştirme (19.-20. yüzyılın kötü Batısı), ve bölgesel kimliğin bu ortak

ötekileştirme içerisinden yeniden kurgulanması (Asya + İyi Batı) mümkün olmuyordu. Bu

nedenle, Asya güvenliği üzerinden kurgulanan bölgesel kimlik evrensel algılamalara daha

kapalı, yerel düzeyde ortaya çıkan etki alanları fikrine, dengeleme, çevreleme ve ittifak

geliştirme projelerine daha açıktı.

b)- Haritalarda Kopuş: Bu yüzden, yerel düzeyde ortaya çıkan dengelleme, çevreleme

ve ittifak ilişkileri 19.yy-20.yy başında ortaya çıkan Asya bölgesel haritasından (Hindistan-

Japonya-Çin) farklı haritaları işaret ediyordu.Örneğin Güney Asya, Hindistan-Pakistan,

Hindistan-ÇHC ilişkisi içerisinde ortaya çıkan dengeleme mekanizmaları ve devlet merkezli

tehdit ve güvenlik algılamalarıyla Asya bölgesel hattının iki ayağından da (ASEAN-kapitalist

kalkınma) uzaklaşarak, kendi içine kapalı, kendi güvenlik dinamiklerine dayanan bir alt sistem

315
haline geliyordu. Bu duruma uygun olarak, bir önceki dönemden farklı olarak EAC/EAS

dışında Hindistan’ın bölgesel güvenlik mekanizmalarının uzağında kaldığı görülür. Zaten, III.

Bölüm’ün konusu olan alan Asya bölgeselliğinin haritası Güney Asya’dan ziyade Güneydoğu

(ASEAN ülkeleri) ve Kuzeydoğu Asya’nın (ÇHC, Japonya, Güney Kore, Kuzey Kore)

oluşturduğu Doğu Asya’yı işaret ediyordu.

Bu kopuşların da etkisiyle Asya’da stratejik bölgesellik, i- 1945 sonrası iki kutup

arasında, ii- ASEAN ve Japonya arasında, iii-1980’lerin sonundan itibaren ABD ve Japonya

arasında, iii- ABD ve ASEAN arasında farklı dengeleme mekanizmalarının işlediği kompleks

bir yapıydı. Bu nedenlede , NATO gibi, bölgesel güvenlik uygulamalarına bağlı tek bir kimlik

modeli (Asya, Pasifik vb.) ortaya çıkmadığı gibi, bölgesel kimlik inşası alanında en başarılı

olan ASEAN’ın tercihi (enformallik ve konsensus) bölgesel güvenliğin yerelliğini artıran bir

etki yarattı. Sonuçta, güvenlik mekanizmaları farklı beklentileri doğuracak şekilde yan yana

Asya’da güvenlik bölgesini tanımladılar.

Bölgesel güvenlik uygulamaları olarak ortaya çıkan güvenlik mekanizmaları sadece kısa

dönemli (bölgesel güvenlik rejimleri) ve uzun dönemli (bölgesel güvenlik topluluğu) işbirliği

olasılığı/beklentisini açığa çıkartmıyordu, aynı zamanda bölgesel dengeleme mekanizmaları

(güvenlik kompleksleri) kısa ve uzun dönemde güç kullanılması ve çatışma beklentisini de

doğuruyordu. Dolayısıyla, Asya bölgeselliği bugün için bir istikrar alanı olarak tanımlanmasına

rağmen (Asyalı değerler söylemi) olası Asya bölgesel kimliğinin nereye doğru evrileceği çok

belirgin değildi. Hatta, denilebilir ki merkezinde “dönüşmekte olan/dönüşmekte olma ihtimali

beliren” ASEAN normlarının durduğu iç içe geçmiş mekanizmalar ve farklı beklentileri

kullanan bölgeselleşme fikirleri, yani çoğulculuk sorunu Asya’da güvenlik uygulamalarının en

önemli özelliğiydi. Bu bölgesellik, kendini en net biçimiyle güvenlik topluluğu modelleri

(ASEAN/ARF, EAS/EAC, APEC) içinde ifade ediyordu.

316
İlginç olan şuydu; bu içiçe geçen çoğulcu Asya bölgeselliği modelinde, bölgesel kimlik

çok farklı bir biçimle tanımlanmış (işbirliğinin alanı, çatışmanın alanı, dengelemenin alanı,

Asya değerlerinin alanı vb.) da olsa, tıpkı Savaş öncesi dönemin bölgesel kimlik anlatılarında

olduğu gibi uluslarası sistemle bütünleşmek için bölgesel aktörlerin kullandığı araç haline

gelmişti.

Yani, evrensel sistem düşüncesiyle bölge arasında yine, yeniden bir bağ kuruluyordu.

Daha önce de belirtildiği gibi, güvenlik kavramı, genişledikçe, derinleştikçe, yerelleştikçe yani

uluslararası, ulus-üstü ve ulus-altı yapılar aracılığıyla siyaset alanına daha çok müdahil

oldukça, bölgesel aktörlerin bölgesel kimlik kurgusunu bölgesel güvenlik uygulamalarına bağlı

olarak tanımlamalarının, kurgulamalarının ve geriye dönük olarak yeni anlatılar

oluşturmalarının amacı değişmişti. Şimdi amaç uluslararası güvensizliğin bölgeselleşme

kanalıyla bölgesel aktörlerini- ki bölge sadece Asyalı ulusları değil ABD, Rusya ve AB’yi de

kapsıyordu- etkilemesini engellemekti.

Buna uygun olarak da, uluslararası sistem ile ilişki kurulurken kullanılan araç (bölge),

Asya’da, hem işbirliği ve yumuşak nitelikli bir çatışma (işbirliği üzerinden yaşanacak

çatışmanın) olasılığının alanıydı hem de henüz hayata geçmemiş bir topluluklar alanı olarak

tanımlanmaya başladı. Aslında dengeleme ve caydırıcılık mekanizmalarının bölge, bölge dışı

ve bölge ötesi arasındaki sınırları bulanıklaştırdığı hatırlanırsa tüm olasılıkların aynı kuvvetle

gerçeklik alanına taşınması da zor görünüyordu. Bu nedenle, Asya’da bölgesel güvenlik

uygulaması devamlılık ve çoğulculuk sorununun bir devamı olarak ortaya çıkan şu sorunun bir

yansıması haline geldi: Güvenlik toplulukları projeleri arasında farklılaşma sorunu: Sonuç,

farklı bölgesel topluluk fikirleriydi. ASEAN’ın ASEAN Yolu, EAS/EAC’ın Etkiler

Bölgeselliği, APEC’in Batı-Asya Bölgeselliği.

2)- Reel Politikalar- Normatif Söylem sorunu:

317
Bölgesel topluluk fikri, ilk bakışta, tüm bölgeyi bütünleştiren bir çeşit üretim ve tüketim

biçimini temsil ediyordu. Ancak, Asya’da Soğuk Savaş dönemi ve Savaş sonrası güvenlik

algılamalarının kapsayıcılığı bölgesel toplulukları, aynı zamanda- güvenlik işbirliği ve

diyaloğunun sonucunda- güvenlik topluluğu olmaya aday hale getirdi.

Güvenlik topluluğu fikri, güç ilişkilerine (dengeleme-caydırıcılık) değil, ilişki içerisinde

ortak bir kimlik inşa edilmesine (Deutsch) ya da ortak bir kimlik hayal edilmesine (Adler-

Barnet) dayanan- topluluk yapısının barış ve güvenlik üreteceği düşüncesine dayanır. Güvenlik

topluluğu, bölgesel düzlemde ortaya çıkacağı için (ortak kimliğin coğrafi ve tarihi etkileri

dolayısıyla), her topluluk bir tür “bölgesel düzeni” temsil eder. Ancak “güvenliğin” yeni

geniş/derin/yerel anlamına paralel olarak bölgesel düzenin, “savunmanın” ötesinde

kurgulandığı varsayılır. Bu nedenle, hala, kimlik gibi normatif söyleme daha uygun bir alandan

ziyade güvenlik uygulamaları alanında kurgulanan bölgesellik, Asya kimlik anlatısı içerisinde

ortaya çıkan normatif yönünü korur. Öyle ki güvenlik topluluklarının; eyleme, yaratıma, yeni

kurgulara olanak verecek biçimde “alternatif” ya da “normatif” bir güvenlik anlayışını

yansıttığı kabul edilir.

Zaten Asya güvenlik topluluğu modelleri de (ASEAN Topluluğu, Doğu Asya

Topluluğu, Pasifik Topluluğu) bu normatif güvenlik söylemini kullanırlar. Oysa ASEAN,

EAS/EAC ve APEC varlıklarını, aynı anda hem ASEAN’ın, EAS’in ve APEC’in içindeki

(örneğin ASEAN içinde Vietnam ve Endonezya arasındaki; EAS içinde Hindistan ve ÇHC

arasındaki; APEC içinde ABD Japonya arasındaki) dengeleme politikalarına hem de bu

modelerle sistemdeki hegemon güç (ABD) arasındaki dengeleme mekanizmalarının işlemesine

borçludurlar. İster sistemdeki dengelemeyi yansıtsınlar ister ise bu topluluklar kendileri yeni

denge modelleri getirsinler, dengeleme sadece kimlik ve etki gücü üzerinden değil, reel güç

faktörleri (askeri güç, iktisadi güç ve siyasi istikrar) üzerinden oluşturulur. Doğu ve Güneydoğu

Asya’da süren toprak egemenliği, siyasal egemenlik ve rejim güvenliğiyle ilişkili sorunlar, ve
318
bu sorunları çevreleme ve dondurma stratejileri bölgesel (güvenlik) topluluğu projelerinin –

tıpkı bölgesel güvenlik rejimleri yada bölgesel güvenlik komplekslerini somutlaştıran ittifak

ilişkileri gibi- realist projeler olduğunu göstermektedir.

Kısaca, Asya’da hem realist güç söylemi hem de normatif kimlik kurgusu söylemi

bölgesel güvenlik uygulamalarının açıklayıcısı haline gelmiştir. Bu ikilem, bölgesel aktörler

açısından güvenlik uygulama ve söylemini birbirinden uzaklaştırmamış, tam tersi içiçe

geçirmiştir. Aktörler, bölgesel güvenlik uygulamalarını meşrulaştırırken güvenlik kurgusunun

en geniş/derin biçimiyle (toplumsal güvenlik/insani güvenlik) en dar biçimini (devlet

güvenliği), kimlik kurgusunun iki biçimini ( Asya bölgesel kimlik kurgusu- iyi/güçlü devlet)

yan yana kullanmak durumundadırlar. Bu yüzden, Asya’da bölgesel güvenlik uygulamaları

disiplinlerarası bir analizle (kuram-anlatı-uygulama) açıklayıcılık kazansa bile, bölgeselliğin

sınırları (Batı’nın ne kadarını ve hangi Batıyı kapsamaktadır) ve niteliği (Doğu-Batı, Asya-Batı

sentezi içerisinde nasıl bir işbirliği yapılmıştır) konusunda belirsizliği artırmaktadır. Belirsizlik

içerisinde kimlik-güvenlik ilişkisi de hep yeniden okumalara tabidir.

Her bir topluluk projesi, modeli ya da dengeleme mekanizması, bu nedenle, sanki hep

A. Wendt’in- Tezin ilk bölümünde bahsedilen- mistik sıfır noktasına- aktörlerin ilk karşı

karşıya geldikleri tanışma noktasına geri dönüştür. Her bir proje içerisinde aktörler, “bölgesel

güvenlik”, “sorumluluk”, “iyi niyet” söylemi kullanılarak birbirlerinin kullandığı, güvenlikle

ilişkili dili öğrenmek durumundadırlar. Bu, aynı zamanda farklı Asya kurgularının (Bölge dışı

Asya kurgusunun ve Bölgenin Asya kurgusunun) karşılaştığı bir süreçtir. Dolayısıyla Asya’da

güvenlik ve kimlik ilişkisi tersinden kurulmuştur. Bölge, kimliğin güvenliğin açıklayıcılarından

biri olduğu bir anlamlandırma süreci sonucunda inşa edilmemiştir. 19.yy-20.yy bölgesel Asya

kimlik kurgusu bu anlamlandırmaya yakındı oysa. Bölge, o zamanlar Doğu-Batı barışının,

toplumsal barışın, ulusal yükselişin, ulusların büyük güç olma hakkının vb. farklı ve çatışan

güvenlik fikrinin/güvenlik tanımlamasının alanıydı. Bu yüzden bu alanın savunulması bir


319
gereklilikti ve bu gereklilik neredeyse Asya kimlik kurgusunu ideolojik alana taşıyacak,

güvenliğin en güçlü göstergelerinden biri haline getirecekti. Aksine, II. Dünya Savaşı sonrası

ve Soğuk Savaş sonrası dönemde farklı güvenlik uygulamaları, Asya bölgesel kimliğini,

“güvenlik ortaklığı” (security partnership), “güvenlik işbirliği” (cooperative security),

çevreleme ve içerme (coengagement) ve “güvenlik diyaloğu” (security dialogue)

adlandırmalarıyla tanımlanan bir projeler alanı haline dönüştürdü. Böyle bir alan kurgusunun

savunmayla ilişkisi yoktu, siyasal eylem alanı açmakla ilgisi vardı. Asya bölgeselliği bu eylem

alanında yeniden, tıpkı bir önceki yüzyılda olduğu gibi, icat (re-inovation) ediliyordu.

Bu nedenle de Asya’da bölgesel kimlik ve güvenlik kurgusu; i)- güvenlik uygulamaları

içerisinde sınanan birer fikir haline geldiler, ii)- kimlik-güvenlik ilişkisi güvenlik ve kimliğin

sıkı sıkıya bağlandığı yapılar, kurumlar, hareketler içerisinde ifade edilmedi, olasılık alanı

(olası yapılar, olası kurumlar, olası hareketler) biçiminde ifadesini buldu. Her nekadar bu tür bir

kimlik-güvenlik işbirliği bölgesel yapıların, bölgesel güvenlik değerlendirmelerinin ve

algılamalarının ulusal/ devlet merkezli güvenlik algılamalarını aşmasını engelliyorsa da, a)- bu

işbirliği ve b)- 19.yy-20.yy başında Asyalı bölgesel kimliğin –hem evrensel sistem hem de

bölge fikirlerini kullanarak- kurgulanmış olması yerel aktörlerin Uluslararası sistemin ve bu

arada Batı’nın kendi içindeki güvenlik sorunlarına (iktisadi güvenlik, terörizme karşı mücadele

vb.) müdahil olabilmelerinin önünü açmıştır.

320
KAYNAKÇA

M. Abe "Nishida's Philosophy of 'Place'," International Philosophical Quarterly 28.4.1988.


A. Acharya, “Realism, Institutionalism and the Asian Economic Crisis”, Contemporary
Southeast Asia, 21/1, 1999.
A. Acharya, “Collective Identity and Conflict Management in Southeast Asia” Security
Communities, E. Adler-M. Barnett (der.), Cambridge University Press, Cambridge,
1998.
A. Acharya, Constructing a Security Community in Southeast Asia, ASEAN and the Problem
of the Regional Order, Routledge, London, 2001.
A. Acharya, “How Ideas Spread: Whose Norms Matter? Norm Localization and Institutional
Change in Asian Regionalism” International Organization, 58, 2004.
A. Acharya Why is There No NATO in Asia? The Normative Origins of Asian Multilateralism,
05-05, Weatherhead Center for International Affairs, Harvard University, Cambridge,
July 2005.
A. Acharya, “International Relations and Area Studies: Towards a New Synthesis” State
Security and International Stuies, IDSS, No 2, 2006.
A. Acharya- Alastair Iain Johnston, “Comparing Regional Institutions: An Introduction”
Crafting Cooperation, Regional International Institutions in Comparative Perspective,
A. Acharya-A.I. Johnston (der) Cambridge University Press, Cambridge, 2007.
A. Acharya, “Regional Institutions and Security in the Asia Pacific: Evolution, Adoptation, and
Prospect for Transformation” Reassessing Security Cooperation in the Asia-Pacific, A.
Acharya- E. Goh (der.), MIT Press, Cambridge, 2006.
E. Adler, “Imagined Security Communities: Cognitive Regions in International Relations”,
Millennium, 26/2, 1997.
E. Adler-M. Barnett, “A Framework for the Study of Security Communities” Security
Communities, E. Adler-M. Barnett (der.), Cambridge University Press, Cambridge,
1998.
E. Adler- M. Barnett, “Security Communities in Theoratical Perspective”, Security
Communities, E. Adler-M. Barnett (der.), Cambridge University Press, Cambridge,
1998.
J.A. Agnew-J.S. Duncan, (der.), The Power of Place:Bringing Together Geographical and
Sociological Imaginations, Unwin Hyman, Boston, 1989.
J. Agnew, “The Territorial Trap: The Geographical Assumptions of International Relations
Theory”, Review of International Political Economy, 1/1, 1994.
V. K. Aggarwal- Min Gyo Koo, “The Evolution of Regionalism in East Asia” Journal of East
Asian Studies.
A. Ahmad, Lineages of the Present, Ideology and Politics in Contemporary South Asia, Verso
Publications, London, 2000.
M. Alagappa, “Regionalism and the Quest for Security: ASEAN and the Cambodia Conflict”
Journal of International Affairs, Winter, 1993.
321
M. Alagappa, “International Politics in Asia, the Historical Context”, Asian Security Practice,
Material and Ideational Influences, Muthiah Alagappa (der.), Stanford University
Press, California,1998.
C. Allen, “Indians”, Plain Tales From the Raj, Images of British India in the Twentieth
Century, C. Allen (In association with Michael Mason)- (der.), St Martin Press, New
York, 1975.
S. Amrith, “Asian Internationalism: Bandungs Echo in a Colonial Metropolis”, Inter-Asia
Cultural Studies, 6/4, 2005.
B. Anderson, Hayali Cemaatler, Milliyetçiliğin Kökleri ve Yayılması, Metis Yayınları,
İskender Savaşır (çev.), İstanbul, Ekim, 1995.
H. Arenth, Totalitarizmin Kaynakları2, Emperyalizm, Seçme Easerler 4, İletişim Yayınları,
İstanbul, 1998.
D. Arnold, Gandhi, Pearson Education Limited, London, 2001.
R. K. Ashley, “The Poverty of Neorealism”, Neorealism and Its Critics, Robert O. Keohane
(der.), Columbia University, New York, 1986.
A. A. Altman- Harold Z. Schiffrin, “Sun Yat-Sen and the Japanese: 1914–16” Modern Asian
Studies, 1972.
“Asian Values”, Economist, 331/7865, 28.05.1994.
C. Aydın, The Politics of Anti-Westernism in Asia, Visions of World Order in Pan Islamic and
Pan Asian Thought, Colombia University Press, New York, 2007.
M. Ayyob, “Security in the Third World: The Worm about the Turn?” International Affairs,
60/1, Winter 1983-1984.
M. Ayoob, “The Third World in the system of States: Acute Schizophrenia or Growing Pains?”
International Studies Quarterly, 33, 1989.
M. Ayoob, “The Security Problematic of Third World” World Politics, 43/2, January 1991.
M. Ayoob, The Third World Security Predicament: State Making, Regional Conflict and
International System, Boulder Co, Lynne Reiner.1995.
M. Ayoob, “Defining Security: A Subaltern Realist Perspective” Critical Security Studies
Concepts and Cases, Keith Krause-Michael C. Williams (der.), University of
Minnesota Press, Minneapolis, 1997.
M. Ayoob, “Inequality and Theorising in International Relations: The Case for Subaltern
Realism”, International Studies Association, 2002.
Edward Azar-Chung in Moon (der.), National Security in the Third World, Aldershot, 1988.
A. D. Ba, “Who’s Socializing Whom? Complex Engagement in Sino-ASEAN” The Pacific
Review, 19/2, June 2006.
K. Bajpai, “Indian Conceptions of Order and Justice: Nehruvian, Gandhian, Hindutva and Neo-
Liberal”, Order and Justice in International Relations, Rosemary Foot, John Gadis,
Andrew Hurell (der.), Oxford University Press, Oxford, 2003.
D. Ball- Brendon Taylor, “Regional Security Cooperation” Strategy and Security in the Asia-
Pacific, Allen-Unwin Academic, St. Leonards, 2006.
D. Baldwin, “The Concept of Security” Review of International Studies, no 23, 1997.
322
M. D. Barr, Cultural Politics and Asian Values: The Tepid War, Routledge, London, 2002.
T. Barkawi- Mark Laffey, “The Postcolonial Moment in Security Studies” Review of
International Studies, vol. 32, 2006.
I. J. Barrow- Dougles E. Haynes, “The Colonial Transition: South Asia, 1780-1840” Modern
Asian Studies, 38/3, 2004.
S.J. Baskara T. Wardaya, “Global Solidarity Against Unilateralism” Inter-Asia Cultural
Studies, 6/4, 2005.
A. Batabyal, “ASEAN’s Quest for Security: A Theoratical Explanation, ” International Studies,
41/4, 2004.
C. A. Bayly, Rulers, Townsmen and Bazaars: North Indian Society in the Age of British
Expansion, 1770-1870, Cambridge University Press, Cambridge, 1983.
C.A. Bayly, Indian Society and the Making of British Empire, The New Cambridge History of
India Vol II, Cambridge University Press, Cambridge, 1988.
S. Bayly, “Imagining ‘Greater India’: French and Indian Visions of Colonialism in the Indic
Mode” Modern Asian Studies, 38/3, 2004.
W.G. Beasley, Japanese Imperialism, 1894-1945, Oxford University Press, Oxford, 1987.
R. Bell, “Anticipating the Pacific Century? Australian Responses to Realignments in the Asia-
Pacific”, The Rise of East Asia, Critical Visions of the Pacific Century, M.T. Berger-
Douglas A. Boer (der.), Routledge, Bristol, 1997.
M. T. Berger, “A New East-West Synthesis? APEC and Compeding Narratives of Regional
Integration in the Post-Cold War Asia Pacific” Alternatives, 23/1, 1998.
T. Berger, Cultures of Antimiltarism: National Security in Germany and Japan, John Hopkins
University Press, Baltimore, 1998.
M. T. Berger, “After the Third World?, History, Destiny and the Fate of Third Wordism” Third
World Quarterly, 25/1, 2004.
M. T. Berger, The Battle for Asia, From Decolonization to Globalization, Routledge, London,
2004.
M. Bernard – John Ravenhill, “ Beyond Product Cycles and Flying Geese: Regionalisation,
Hierarchy and the Industrialisation of East Asia”, World Politics, 47/ 2, 1995.
K. Bessho, Identities and Security in East Asia,Adelphi Paper 325, Oxford University Press,
New York, 1999.
C. Bifan “Interaction Between Political and Economic Factors Between Mainland China and
Taiwan” 9/11 and After, Regional Security in the Asia-Pacific... 9/11 and After,
Marika Vicziany, David Wright-Neville- Pete Lentini (der.), Edward Elgar,
Cheltenhaum, 2004.
J. Bauildrillard, “The Reality Gulf” Guardian, 11 January 1991.
Z. Bauman “Soil, Blood and Identity” Sociological Review, No 40, 1992.
P. Bilgin, Ken Booth, Richard Wyn Jones, “Security Studies: The Next Stage”
Naçao&Defensa, Inverno 1998, 84-2.
P. Bilgin, Security Studies: Theory/Practice” Cambridge Review of International Affairs, Vol
12-2, Spring-Summer 1999.
323
P. Bilgin, “Review Essay: Theory/Practice in Critical Approaches to Security: An Opening for
Dialogue?” International Politics, vol. 38, June 2001.
P. Bilgin, “Individual and Societal Dimensions of Security” International Studies Review, 5,
2003.
P. Bilgin, Regional Security in the Middle East, A Critical Perspective, Routledge-Curzon,
London, 2005.
M.O. Billington, Britain's Cold War against FDR's Grand Design: The East Asian Theater,
1943-63
,04.07.1999,http://64.233.183.104/search?q=cache:wK230_X6pX4J:wlym.com/article
s/billington_britainscoldwar.doc.
L. Biswas, Tagore & Iqbal, A Study in Philosophical Perspective, R.P. Srivastava (der.),
Capital Publishing House, Delhi, 1991.
S. Blakov, “Shanghai Cooperation Organization Eyes Economic, Security Cooperation”
Eurasia Daily Monitor,
http://www.jamestown.org/edm/article.php?article_id=2370411, 31.10.2005
P. La Blotier, “Ikki Kita” The Dictionary of Geopolitics, John O’Loughlin (der.), Greenwood
Press, Wesport, 1994.
P. La Blotier, “Greater East-Asian Co-Prosperity Sphere” The Dictionary of Geopolitics, John
O’Loughlin (der.), Greenwood Press, Wesport, 1994.
D. B. Bobrow, “The US and ASEM: Why the Hegemon did not Bark”, The Pacific Review,
12/1, 1999.
J. Bodin, Method for the Easy Comprehension of History, W.W. Norton & Company, 1969.
K. Booth, “Security and Emancipation” Review of International Studies, No 17, 1991.
K. Booth (der.), New Thinking about Strategy and International Security, London, Harper-
Colins, 1991.
K. Booth, “Strategy” Contemporary International Relations: A Guide to Theory, A.J.R Groom-
Margot Light (der.), London, Pinter Press, 1994.
K. Booth, “Security and Self Reflection of A Fallen Realist” Critical Security Studies Concepts
and Cases, Keith Krause-Michael C. Williams (der.), University of Minnesota Press,
Minneapolis, 1997.
K. Booth- P. Vale, “Critical Security Studies and Regional Insecurity: The Case of Souther
Africa”, Critical Security Studies Concepts and Cases, Keith Krause-Michael C.
Williams (der.), University of Minnesota Press, Minneapolis, 1997.
K. Booth, “Realities of Security: Editor’s Introduction” International Relations, Vol 18-1, 2000
M. Borthwick The Pacific Century: The Emergence of Modern Pacific Asia, Westview Press,
Boulder, 1992.
K. Boulding, Conflict and Defense. A General Theory, Harper & Row, New York, 1962.
B. Brodie (der.) The Absolute Weapon, New York, Brace, 1946; R. Jervis, The Meaning of the
Nuclear Revolution: Statecraft and the Prospects of Armageddon, Cornell University
Press, Ithaca, 1989.

324
L. Brown, “Redefining National Security” State of the World 1986, L. Brown (der.), Norton,
New York, 1986.
R. H. Brown, “Visions of a Virtuous Manifest Destiny, Yusuoka Masahiro and Japan’s Kingly
Way” Pan-Asianism in the Japanese History, Colonialism, Regionalism and Borders,
S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.), Routledge, New York, 2007.
R. Brubaker ve Frederick Cooper “Beyond Identity” Theory and Society, No. 29, 2000.
D. Brown, The State and Ethnic Politics in Southeast Asia, Routledge, London, 1997.
N. Bubandt, “Vernecular Security: The Politics of Feeling Safe in Global, National and Local
Worlds” Security Dialogue, 36/3, 2005.
R. Bharucha, “Under the Sign of Asia: Rethinking Creative Unity Beyond the Rebirth of
Traditional Arts” Inter-Asia Cultural Studies, 2/1, 2001.
H. Bull, The Anarchical Society: A study of Order in World Politics, London, Macmillan Press,
1977.
H. Bull “Strategic Studies and Its Critics” World Politics, vol. 20-4, July 1968.
H. Bull- Adam Watson, “Conclusion”, The Expansion of International Society, Heddley Bull-
Adam Watson (der.), Clarendon Press, Oxford, 1984.
A. Burke, “Aporias of Security” Alternatives, No, 27, 2002.
T. W. Burkman, “Nitobe Inazo: From World Order to Regional Order” Culture and Identity:
Japanese Intellectuals During the Interwar Years, Thomas Rimer (der), Princeton
University Press, Princeton, 1990.
T. W. Burkman, “Nationalist Actors in the Internationalist Theatre: Nitobe Inazo and Ishii
Kikujiro and the League of Nations” Nationalism and Internationalism in Imperial
Japan, Autonomy, Asian Brotherhood or World Citizenship, Dick Stegewarns (der.),
Routledge-Curzon, London, 2003.
A. von Busekist, “Uses and Misuses of the Concept of Identity” Security Dialogue, vol.35/1,
2004.
B. Buzan, “A Framework for Regional Security Analysis” South Asian Insecurity and the Great
Powers, Barry Buzan- Gowher Rizvi (der.), Croom Helm, London, 1986.
B. Buzan, People, States and Fear, An Agenda For International Security Studies in the Post
Cold War Era, Lynne Rienner Publishers, Boulder, (Second Edition), 1991.
B. Buzan- G. Segal, “Rethinking East Asia Security” World Security: Challenges for New
Century,Michael T. Klare- Yogesh Chandrani (der.), St Martin Press, New York,
1998.
B. Buzan, Waever, de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, Boulder Co. Lynne
Rienner, 1998.
B. Buzan, “The Asia-Pacific: What Sort of Region in What Sort of World?” Asia-Pacific in the
New World Order, Anthony McGrew- Christopher Brook (der.), Routledge, London,
1998.
B. Buzan- R. Little, International Systems in World History, Oxford University Press, London,
2000.

325
B. Buzan- Ole Waever, Region and Powers, The Structure of International Security, Cambridge
University Press, Cambridge, 2003.
C. Calhoun (der.), Social Theory and the Politics of Identity, Blackwell, Oxford-Cambridge,
1994.
R. F. Calichman, Takeuchi Yoshimi , Displacing West, Cornell East Asia Series, No 120, New
York, 2004.
D. Camroux, “Asia…whose Asia? A Return to the Future of a Sino-Indic Asian Community”
The Pacific Review, 20/4, 2007.
E.H.Carr The Twenty Years Crisis 1919-1939, London-Macmillan, 1964.
R. Catley- Makmur Keliat, Spratlys: The Dispute in the South China Sea, Ashgate, Aldershot,
1996.
L. E. Cederman-Christopher Daase, “Endogenising Corporate Identities: The Next Step in
Constructivist IR Theory” European Journal of International Relations, vol.9/1, 2003.
V. D. Cha, “Globalization and the Study of International Security”, Journal of Peace Research,
Vol 37, No 3, May 2000.
P. Chatterjee, Milliyetçi Düşünce ve Sömürge Dünyası, Sami Oğuz (çev.), İletişim, İstanbul,
1996.
P. Chatterjee, Ulus ve Parçaları, İsmail Çekem (çev.), İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.
A. C. Chandra, “Indonesia's non-state actors in ASEAN: a new regionalism agenda for
Southeast Asia?” Contemporary Southeast Asia, 26/1, 2004.
N. Chaudhuri, “From ‘The Autobiography of An Unknown Indian: Chapter III, -Enter
Nationalism’”, Modern India, An Interpretive Anthology, Thomas R. Metcalf (der.),
The Macmillan Company, London, 1971.
Z.-Wang Chaohau, “Chinese Revolution and the Discourse of Asia” Inter-Asia Cultural
Studies, 8/3, 2007.
Y. Y. S. Cheng, “Broadening the Concept of Security in East and Southeast Asia: The Impact
of the Asian Financial Crisis and the September 11 Incident” Journal of Contemporary
China, 15/46, 2006.
K. Chew, “S-E Asia Gets Eat Asia’s vote of Confidence” Straits Times, 17 December 1997.
A. Chong, “Singaporean Foreign Policy and the Asian Values Debate, 1992-2000: Reflections
on An Experiment in Soft Power”, The Pacific Review, 17/1, March 2004.
C. Peng Chung, “The Shanghai Cooperation Organization: China’s Changing Influence in
Central Asia”, China’s Quarterly, 2004Amitav Acharya, “Do Norms and Identity
Matter? Community and Power in Southeast Asia’s Regional Order” The Pacific
Review, No 18-1, 2005.
T. Clancy, The Bear and the Dragon,Jack Ryn Novels, Berkeley, 2001.
M. Clarke (der.), New Perspectives of Security, London, Brasseys, 1993
J.J. Clarke, Oriental Enlightenment, The Encounter Between Asian and Western Thought,
Routledge, London, 1997.
C.von Clausewitz, Savaş Üzerine, Şiar Yalçın (çev.), May Yayınları, İstanbul, 1975.

326
R. Clough, “Taiwan under Nationalist Rule, 1949-1982” Cambridge History of China vol 15,
Roderick MacFarquhar- John K. Fairbank (der.), Cambridge University Press,
Cambridge, 1991.
L. Colley, “Britishness and Otherness: An Argument” Journal of British Studies, 31, 1992.
A. Craig, “Civilisation and Enlightenment”, Sources of Japanese Tradition, 1600–2000, vol II.
(1868-2000), W.M. D. Theodore de Barry- C. Gluck- Arthur E. Tiedemann (der.),
Colombia University Press, New York, 2006.
B. Cumings, “Japan and Northeast Asia into the Twenty First Century” Network Powers, Japan
and Asia,Cornell University Press, Ithaca, 1996.
H. Hara Das, Subhas Chandra Bose and the Indian National Movement, Sterling Publishers,
New Delhi, 1983.
R. Davison, “Between Europe and Asia: Australia’s Options in the World Economy of the
1990s” Melbourne Journal Politics,20, 1991.
K. Dennehy, “Overcoming Colonialism in Bandung, 1955”, Pan-asianism in...
J. Der Derian, “The Value of Security: Hobbes, Marx, Nietzsche, and Baudrillard” On Security,
Ronnie D. Lipshutz (ed.), Columbia University Press, New York, 1995.
S .Deringil, “Ottoman-Japanese Relations in the Late Nineteenth Century” The Rising Sun and
Turkish Crescent, New Perspectives on the History of Japanese and Turkish Relations,
S. Esenbel- Inaba Chiharu (der.), Boğaziçi University Press, İstanbul, 2003.
J. Derrida, Sauf le Nom (Post-Scriptum), Editions Galilée, 1993, türkçe çevrimi için bkz. İsim
Hariç (Post-Scriptum), Didem Eryar (çev.), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2008.
G. Deshingkar, “The Construction of Asia in India” Asian Studies Review, 23/2, 1999.
M. Dillon, Politics of Security Towards a Political Philosophy of Continental Thought,
Routledge, New York, 1996.
D. Deudney “The Case against Linking Environment Degradation and National Security”
Millennium, No 19-3, 1990.
D. Deudney, “Political Fission: State Structure, Civil Society, and Nuclear Security Politics in
the United States” On Security, Ronnie D. Lipshutz (ed.), Columbia University Press,
New York, 1995.
M. Desch, “Culture Clash, Assesing the Importance of Ideas in Security Studies”, International
Security, 23-1, 1998.
K. W. Deutsch- Sdney A. Burrel- Robert A. Kann, Political Community and the North Atlantic
Area: International Organisations in the Light of Historical Experience, Princeton
University Press, Princeton, 1957.
A. Dirlik, “The Asia-Pacific Idea: Reality and Representation in the Invention of A Regional
Structure”, Journal of World History, 3/1, 1992.
A. Dirlik, “Chinese History and the Question of Orientalism” History and Theory, No 35,
December 1996.
A. Dirlik, “Culture Against History? The Politics of East Asian Identity” Development and
Society, 28/2, December 1999.

327
K. M. Doak, “What is A Nation and Who Belongs? National Narratives and the Ethnic
Imagination in the Twentieth Century Japan” The American Historical Review, 102/2,
1997.
K. M. Doak, “The Concept of Ethnic Nationality and Its role in Pan Asianism in Imperial
Japan” Pan-Asianism in the Japanese History, Colonialism, Regionalism and Borders,
S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.), Routledge, New York, 2007.
P. Drysdale, “Beyond East Asia’s Economic Crisis,” Japan’s Asia Policy, Regional Security
and Global Interests, Routledge, London, 1995.
P. Duara, “The Discourse of Civilization and Pan Asianism” Journal of World History, 12/1,
Spring 2001.
P. Duara, “Crossing Between Old and New Nations” IIAS Newsletters, No 32, 2003.
P. Duara, Sovereignty and Authenticity, Manchuko and the East Asian Modern, Rowman &
Littlefield Publishers, Lanham, 2003.
P. Duara, “Nationalism, Imperialism, Federalism, and the Example of Manchukuo: A Response
to Anthony Pagden” Symposium: Imperial Trauma,Part 3; Common Knowledge, 12/1,
2006.
J. Duffield, “Political Culture and State Behaviour: Why German Confounds Neorealism”
International Organization, Vol 53-4, 1999.
J. Duffield- T. Farrell- R. Price- M. Desch, “Isms and Schisms: Culturalism versus Realism in
Security Studies (A Correspondance)” International Security, vol. 24-1, 1999.
T. Dunne, “The Social Construction of International Society” European Journal of International
Relations, no.3.,1995.
P. Duus- Irwin Scheiner, “Socialism, Liberalism and Marxism, 1901-31”, Modern Japanese
Thought, Bob T. Wakabayashi (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1998.
P. Duss, “Empire and War”, Sources of Japanese Tradition, 1600–2000, vol II. (1868-2000),
W.M. D. Theodore de Barry- C. Gluck- Arthur E. Tiedemann (der.), Colombia
University Press, New York, 2006.
R. Emerson, Sömürgelerin Uluslaşması, Asya ve Afrika Halklarının Ortaya Çıkışları, Türkkaya
Ataöv (çev.), Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1965.
R. Emmers, “The Influence of Balance of Power Factor within the ASEAN Regional Forum”,
Contemporary Southeast Asia, 23/2, 2001.
R. Emmers, Cooperative Security and the Balance of Power in ASEAN and ARF, Routledge,
London 2003.
R. Emmers- Leonard C. Sebastian, “ Terrorism and Transnational Crime in Southeast Asian
International Relations” International Relations in Southeast Asia, Donald E.
Waetherbee (der.), Rowman and Littlefield, Lanham, 2004.
D.K. Emmerson, “Southeast Asia: What’s in a Name”, Journal of Southeast Asian Studies, 15.
D. K. Emmerson, “Security, Community and Democracy in Southeast Asia: Analyzing
ASEAN” Japanese Journal of Political Science, 6/2, 2005.
O. Eiji, “The Postwar Intellectuals’ View of Asia” Pan-Asianism in the Japanese History,
Colonialism, Regionalism and Borders, S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.),
Routledge, New York, 2007.
328
S.N. Eisenstadt and Bernhard Giesen, “The Construction of Collective Identity” Archieves
Européenes de Sociologie, No 36-1, 1995.
G. Evans- Jeffrey Newham, “English School of International Relations” Dictionary of
International Relations, Penguin Reference, 1998.
B. Ersanlı “Tarihçilik, Geçicilik ve Güvenlik” Muhafazakar Düşünce, 2-7, 2006, s, 62.
S. Esenbel-Nadir Özbek- İsmail Türkoğlu- François Georgeon ve Ahmed Ucar, “Özel Dosya:
Abdurreşid İbrahim I-II” Toplumsa Tarih, 4-5, Temmuz 1994, Ağustos 1995.
S. Esenbel, “Japan and Islam Policy During the 1930’s” Turning Points in Japanese History,
Bert Edström (der.), Routledge, Manchaster, 2002.
S. Esenbel, “Japan’s Global Claim to Asia and the World of Islam”, American Historical
Review, 109/4, 2004.
H.D. Evers (der.), Sociology of South East Asia, Oxford University Press, Kuala Lumpur,
2001.
J.K. Fairbank, “A Preliminary Framework” The Chinese World Order: Traditional China’s
Foreign Relations, John K. Fairbank (der.), Harward University Press, Cambridge,
1968.
R. Falk, Yırtıcı Küreselleşme, Bir Eleştiri, Ali Çaksu (çev.), 2. Basım, İstanbul, Küre Yayınları,
2002.
T. Farrell, “Culture and Military Power” Review of International Studies, British International
Studies Association, 24, 1998.
T. Farrell, “Constructivist Security Studies: Potrait of A Research Program” International
Studies Association, 2002.
L.Fawcett, “Exploring Regional Domains: A Comparative History of Regionalism”
International Affairs, 3, 2004.
K. M. Fierke, “Changing Worlds of Security” Critical Security Studies, Concepts and Cases,
Keith Krause-Michael C. Williams (der.), University of Minnesota Press, Minneapolis,
1997.
K. M. Fierke, Changing Games, Changing Strategies, Critical Investigations in Security,
Manchester University Press & St. Martin Press, New York, 1998.
K. M. Fierke, “Meaning, Method and Practice;: Assesing the Changing Security Agenda” The
New Agenda for International Relations, S. Lawson (der.), Blackwell Publishers,
Oxford, 2002.
C.P. FitzGerald, “Pan-Asianism”, Asia Handbook, Guy Wint (der.), Penguin Books,
Harmontsworth, 1966.
M. Ferro, Sömürgecilik Tarihi, Fetihlerden Bağımsızlık Hareketlerine Kadar, 13-20. Yüzyıl,
Muna Cedden (çev.), İmge Yayınları, İstanbul, 2002.
L. Fewcett- Andrew Hurell (der.), Regionalism in World Politics: Regional Organization and
International Order, Oxford University Press, 1995.
Frederick Franck (der.),The Buddha Eye: An Anthology of the Kyoto School, Crossroad
Publishing, New York, 1982.
L. Freedman, The Evolution of Nuclear Strategy, London, Macmillan, 1981.
329
A. L. Friedberg, “Will Europe’s Past Be Asia’s Future” Survival, 42/3, 2000.
G. Friedman- Meredith Lebard, Coming War with Japan, St. Martin Press, New York 1992.
R. Foot, “Modes of Regional Conflict Management: Comparing Security Cooperation in the
Korean Peninsula, China-Taiwan, and South China Sea” Reassessing Security
Cooperation in the Asia-Pacific, A. Acharya- E. Goh (der.), MIT Press, Cambridge,
2006.
M. Foucault, Power/Knowledge: Selected Interviews and Other Writings, 1972-1977, Colin
Gordon (der.), Colin Gordon-Leo Marshal-John Mepham-Kate Soper (çev.),
Harvester, Brington, 1980.
Y. Funabashi, Asia Pacific Fusion: Japan’s Role in APEC, Institute for International
Economics, Washington DC, 1995.
F. Fukuyama, “Re-Envisonial Asia” Foreign Affairs, 84/1, January-February 2005.
J. Lewis Gaddis, “History, Science and the Study of International Relations”, Explaining
International Relations Since 1945, Ngaire Woods (der.), Oxford University Press,
Oxford, 1996.
W.B. Gallie, “Essentially Contested Concepts” Proceedings of the Aristotelian Society, N.S.
56, 1956.
Johan Galtung “A Structural Theory of Imperialism” Journal of Peace Research, No 8, 1971.
J. Galtung, Bir Başka Açıdan İnsan Hakları, Metis Yayınları, Müge Sözen (çev.),İstanbul,
1999.
M. Gandhi, “What is True Civilisation” Gandhi, Hind Sawaraj and Other Writings, Anthony J.
Parel (der.), Cambridge Texts in Modern Politics, Cambridge, 1997.
M. Gandhi, “The Birth of Khadi”, An Autobiography or the Story of My experiments with
Truth, Mhadev Desai (çev.), Penguin Books, London, 1982.
M. Gandhi, “Constructive Programme: Its Meaning and Place” Gandhi, Hind Sawaraj and
Other Writings, Anthony J. Parel (der.), Cambridge Texts in Modern Politics,
Cambridge, 1997.
M. Gandhi, “Gandhi on Machinery” [1931 senesinde yaptığı konuşmadan], Gandhi, Hind
Sawaraj and Other Writings, Anthony J. Parel (der.), Cambridge Texts in Modern
Politics, Cambridge, 1997.
M. Gandhi, “Preface to Gandhi’s Edition of the English Translation of Leo Tolstoy’s Letter to a
Hindoo, (1909)” Gandhi, Hind Sawaraj and Other Writings, Anthony J. Parel (der.),
Cambridge Texts in Modern Politics, Cambridge, 1997.
M. Gandhi, “What is Swaraj” Gandhi, Hind Sawaraj and Other Hind Sawaraj and Other
Writings, Anthony J. Parel (der.), Cambridge Texts in Modern Politics, Cambridge,
1997.
M. Gandhi, “What was India lost” Gandhi, Hind Sawaraj and Other Hind Sawaraj and Other
Writings, Anthony J. Parel (der.), Cambridge Texts in Modern Politics, Cambridge,
1997.
B.N. Garret- B.S. Glaser, “Looking Across the Yalu: Chinese Assessments of North Korea”
Asian Survey, 35/6, 1995.
B. B. Ghali, An Agenda for Democratization, United Nations, New York, 1996.
330
B. B. Ghali, Agenda for Peace, United Nations, New York, 1992.
A. Giddens, Modernity and Self Identity: Self and Society in the Late Modern Age, Polity
Press, Cambridge, 1991.
J. Gilson, “Strategic Regionalism in East M. Leifer, Singapore’s Foreign Policy: Coping with
Vulnerability, Routledge, London, 2000.
J. Gilson, “Making Uncommon Cause: Forging Identities on the Margins of ASEM” Europe
and Asia-Pacific, Culture, Identity and Representations of Region, Stephanie Lawson
(der.), Routledge-Curzon, London, 2003.
S. Ge, “How Does Asia Mean? Part I”, Inter Asia Cultural Studies, vol 1, 2000.
S. Ge, “How Does Asia Mean? Part II”, Inter Asia Cultural Studies, vol 2, 2000.
C. Geertz, Interpretation of Cultures, Selected Essays, Basic Books, USA, 1973.
N. Petter Gleditsch, “Peace Reseaech and International Relations in Scandinavia”
Contemporary Security Analysis and Copenhagen Peace Research, S. Guzzini-
Dietrich Jung (der.), Routledge, London, 2004.
J. Gleen, Darryl Howlett, Stuart Poore, “Introduction” Neorealism versus Strategic Culture,
John Gleen, Darryl Howlett, Stuart Poore (der.), Ashgate Publishers, Aldershot, 2004.
J. Glenn- Darry Howlett, “Neorealism” Neorealism versus Strategic Culture, John Gleen,
Darryl Howlett, Stuart Poore (der.), Ashgate Publishers, Aldershot, 2004.
C. Gluck, Japan’s Modern Myths, Ideology in the Late Meiji Period, Princeton University
press, Princeton, 1985.
F. Godement, The New Asian Renaissance, From Colonialism to the Post Cold War, Elisabeth
J. Parcell (çev.), Routledge, New York, 1997
S. Ram Goel, Muslim Seperatism, Causes and Consequences, Voice of India, New Delhi, 1995.
E. Goh, Great Powers and Southeast Asian Regional Security Strategies: Omni-Enmeshment,
Balancing and Hierarchical Order Working Paper, IDSS, Singapore, July 2005.
C.S. Goto-Jones, “Transcending Boundaries: Nishida Kitaro, Kang Yu-Wei, and the Politics of
Unity” Modern Asian Studies, 39/4, 2005.
C. S. Gray, “How Has War Changed Since the End of the Cold War” Parameters, spring 2005.
M. Green, Japan's Reluctant Realism: Foreign Policy Challenges in an Era of Uncertain Power,
Palgrave, London, 2003.
L. Greenfeld, Five Roads to Modernity, Harward University Press, New York, 1992.
A. Griffiths, “ Alexander Wendt” Fifty Key Thinkers in International Relations, Routledge,
London- New York, 1999.
A. Griffiths, “ Kenneth Waltz” Fifty Key Thinkers in International Relations, Routledge,
London- New York, 1999.
H. Gusterson, “Missing the End of the Cold War in International Security” Cultures of
Insecurity, States, Communities, and the Production of Danger, Jutta Weldes- Mark
Laffey- H. Gusterson- Raymond Duvall (der.), University of Minnesota Press,
London.

331
A. Guttman, “Compromise and Contradiction in Jawaharlal Nehru’s Multicultural Nation-
State: Constructing National History in the Discovery of India” Clio, 32/3, 2003.
S. Guzzini, “A Reconstruction of Constructivism in International Relations”, European Journal
of International Relations, 6/2, 2000.
S. Guzzini- Anna Leander, “Wendt’s Constructivism, A Relentless Quest for Synthesis”
Constructivism and International Relations, Alexander Wendt and His Critics, Stefano
Guzzini- Anna Leander (der.), Routledge, London- New York, 2006.
J. Haacke, “The Concept of Flexible Engagement and the Practice of Enhanced Interaction”
Pacific Review, 12/4, 1999.
J. Haacke, “Michael Leifer and the Balance of Power”, The Pacific Review, 18/1, March 2005.
J. Habermas, Staatsbürgershaft und Ratioale Identität: Überlegungen zur Europaïshen Zukunft,
Erker, St. Gallen, 1991.
H. Haftendorn, “The Security Puzzle: Theory Building and Discipline Building in International
Security” International Studies Quarterly, No 35, 1991.
D. Ham, Meiji Discourse on Asia: A Study of Asianism, PhD Thesis, Chicago University,
Department of History, Chicago, Illinois, August 1993.
T. Hamashita, “The Intra-regional System in East Asia in Modern Times”, Peter Katzenstein-
Takeshi Shiraishi (der.), Network Power, Japan and Asia,Cornell University Press,
Ithaca, 1996.
P. Hamilton, “Editor’s Foreword”, The Symbolic Construction of Community, Anthony P.
Cohen (der.), Tavistock, New York, 1985.
E.S.Craighill Handy, “The Renaissance of East Indian Culture: Its Significance for the Pacific
and the World” Pacific Affairs, 3/4, 1930.
H. Hardcre, “State Shinto”, Sources of Japanese Tradition, 1600–2000, vol II. (1868-2000),
W.M. D. Theodore de Barry- C. Gluck- Arthur E. Tiedemann (der.), Colombia
University Press, New York, 2006.
H. Harootunian, “The Functions of China in Tokugawa Thought” The Chinese and the
Japanese: Essays in Political and Cultural Interactions, A. Iriye (der.), Princeton
University Press, Princeton, 1980.
H. Harootunion, Overcome by Modernity, History, Culture and Community in Interwar Japan,
Priceton University Press, Princeton, 2000.
T.N. Harper, “Historiographical Review, Asian Values and Southeast Asian Histories”, The
Historical Journal, 40/2, 1997.
R. Hartfiel- Brian L. Job, “Raising the Risk of War: Defence Spending Trends and Competitive
Arms Process in East Asia” The Pacific Review, 20/1, March 2007.
M. Hauner, What is Asia to Us? Russia’s Asian Heartland Yesterday and Today, Routledge,
London, 1990.
S. N. Hay, Asian Ideas of East and West, Tagore and His Critics in Japan, China and India,
Harvard University Press, Cambridge, 1970.
B. He, “East Asian Ideas of Regionalism: A Normative Critique”, Australian Journal of
International Affairs,2004.

332
P. Heehs, “Religion and Revolt: Bengal under the Raj” History Today, January 1993.
G. W. F. Hegel, The Philosophy of History, Dover Publications, New York, 1956.
J. W. Heisig and John C. Marajdo, (der.), The Rude Awakenings: Zen, the Kyoto School, and
the Question of Nationalism University of Hawaii Press, Hawaii, 1994.
John Herz, International Politics in the Atomic Era, Colombia University, New York, 1959.
C. Hemmer- P. J. Katzenstein, “Why is There No NATO in Asia? Collective Identity,
Regionalism, and the Origins of Multilateralism” International Organization, 56/3,
2002.
T. Hentch, Hayali Doğu, Batı’nın Akdenizli Doğu’ya Politik Bakışı, Aysel Bora (çev.), Metis
Yayınları, İstanbul, 1996.
B. Hettne(der.), Globalism and New Regionalism, St. Martin Press, New York, 1999.
B. Hettne- Frederick Soderbaum, “Theorising the Rise of Regioness”, New Political Economy,
5, 2000.
R. Higgott- Richard Stubbs, “Competing Conceptions of Economic regionalism: APEC versus
EAEC in the Asia Pacific” Review of International Political economy, 2/3, 1995.
R. Higgott- K. Nossal, “The International Politics of Liminality: Relocating Australia in the
Asia-Pacific” Australian Journal of Political Science, 32/2, 1997.
K. Hiroharu, “Royama Masamichi’s Perception of International Order from the 1920s to 1930s
and the Concept of the East Asian Community” and Internationalism in Imperial
Japan, Autonomy, Asian Brotherhood or World Citizenship, Dick Stegewarns (der.),
Routledge-Curzon, London, 2003.
W. Hiroshi, “They are Almost the Same as the Ancient Three Dynasties: The West as Seen
Through Confician eyes in the Nineteenth Century Japan”, Confucian Traditions in
East-Asian Modernity, Tu Wei-Ming (der.), Harward University Press, Cambridge,
1996.
A. Tuan Hoang, “ASEAN Dispute Management: Implications for Vietnam and Expanded
ASEAN” Contemporary Southeast Asia, 18/1, June 1996.
T. Hobbes, Leviathan, Semih Lim (çev.), YKY Yayınları, İstanbul, 2001.
K. Holsti, Peaceand War: Armed Conflicts and International Order 1648-1989, Cambridge,
Cambridge University Press, 1991.
T. Hopf, “The Promise of Constructivism in International Relations Theory” International
Security, vol 23- No 1, 1998.
E. Hotta, “Rush Behari Bose and His Japanese Supporters, An Insight into Anti Colonial
Nationalism and Pan-Asianism” Interventions, 8/1, 2006.
Q. Hin, “Why Did China Say No: Interview with Song Qiang,” National History, Danwei
Journal, 21.04.2008
http://www.danwei.org/nationalism/godfathers_of_todays_angry_you.php
W. Hui- Matthew A. Hale, “The Politics of Imagining Asia: A genealogical Analysis” Inter-
Asia Cultural Studies, 8/1, 2007.
S. P. Huntington, “Clash of Civilisations”, Foreign Affairs, 72/3, 1993.

333
A. Hurrell, “Explaining the Resurgence of Regionalism in World Politics” Review of
International Studies, 21, 1995.
J. Huysmans, The Politics of Insecurity, Fear, Migration and the Asylum in the EU, Routledge,
London, 2006.
E. Hyer, “The South China Sea Disputes: Implications of China's Earlier Territorial
Settlements” Pacific Affairs, 68/1, 1995.
A. Ibrahim, “Religions’ Potential Contribution to Harmonious Regional Relations in South and
Southeast Asia. A Maldivian Perspective”, Religion, Politics and Society in South and
Southeast Asia, N.N. Vohra- J.N. Dixit (der.), Konark Publishers, New Delhi, 1998.
N. Inayatullah- D. L. Blaney “Knowing Encounters: Beyond Prochialism in International
Relations Theory” The Return of Culture and Identity in IR Theory, Y. Lapid-F.
Kratochwil (der.), Boulder-London, Lynne Rienner Publishers, 1996.
J. Ingleson, “The Post-colonial Construction of Asia: Regionalism in Historical Perspective,
Regionalism, Subregionalism, and APEC, John Ingleson (der.), Monash Asia Institute,
Melbourne, 1997.
R. Inden, Imagining India, Blackwell Publishers, Oxford, 1990.
R. Inglehart- Christian Welzel, Modernization, Cultural Change and Democracy: The Human
Development Sequence, Cambridge University Press, Cambridge, 2005.
A. Iriye, “Japan’s Drive to Great Power Status”, The Cambridge History of Japan, Vol 5. M.
Jansen (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1989.
A. Iriye, China and Japan in the Global Setting, Harvard University Press, Cambridge, 1994.
A. Iriye, Cultural Internationalism and World Order, The John Hopkins University Press,
Baltimore, 1997.
K. Iwabuchi, Recentering Globalization, Popular Culture and Japanese Transnationalism, Duke
University Press, Durham, 2002.
K. Iwabuchi, “Nostalgia for a (Different) Asian Modernity: Media Consumption of Asia in
Japan” Positions, 10/3, 2002.
H. Izumi, Japanese Pride, American Prejudice: Modifying the Exclusion Clause of the 1924
Immigration Act, Stanford University Press, Stanford, 2001.
C. Jaffrelot, “India’s Look East Policy: An Asianist Strategy in Perspective”, India Review,
2/2, 2003.
M. Jansen, The Japanese and Sun Yat Sen , Harvard University Press, Cambridge, 1967.
M. Jansen, “Konoe Atsumaro” The Chinese and Japanese: Essays in Political and Cultural
Interactions, A. Iriye (der.), Princeton University Press, Princeton, 1980.
M. Jansen, “The Rise of Revolutionary Nationalism”, Sources of Japanese Tradition, 1600–
2000, vol II. (1868-2000), W.M. D. Theodore de Barry- C. Gluck- Arthur E.
Tiedemann (der.), Colombia University Press, New York, 2006.
R. L. Jepperson- Alexander Wendt- Peter J. Katzenstein, “Norms, Identity and Culture in
National Security”, The Culture of National Security: Norms and Identity in World
Politics, P. J. Katzenstein (der.), Colombia University Press, New York, 1996.
R. Jervis, “Security Regimes”, International Organizations, 36/2, 1982.
334
C. Jie, “Relations Between DPP Government in Taiwan and the United States” Regional
Security in the Asia-Pacific, 9/11 and After, Marika Vicziany, David Wright-Neville-
Pete Lentini (der.), Edward Elgar, Cheltenhaum, 2004.
B. L. Job (der.), The Insecurity Dilemma: National Security of the Third World States, Lynne
Reinner, Boulder, 1992.
A. I. Johston, “Thinking About Strategic Culture”, International Security, 1995, vol 19/4.
A. I. Johston, Cultural Realism: Strategic Culture and Grand Strategy in Chinese History,
Princeton University Press, Princeton, 1995.
A. I. Johston, “Beijing’s Security Behaviour in Asia-Pacific: Is China A Dissatisfied Power?”,
Rethinking Security in East Asia, Identity, Power and Efficiency, J.J. Suh- P.J.
Katzenstein- Allen Carlson (der.), Stanford University, California, 2004.
A. I. Johnston “Is China a Status Quo Power?” International Security, 27/4,Spring 2003.
M. Jones, “A Segregated Asia? Race, The Bandung Conference and Pan-Asianist Fears in
American Thoght and Policy, 1954-1955” Diplomatic History, 29/5, 2005.
D. Martin Jones- L.R. Michael Smith, “The Changing Security Agenda in Southeast Asia:
Globalization, New Terror, and the Delusion of Regionalism” Studies in Conflict and
Terrorism, 24, 2001.
D.M. Jones- M. R. Smith, “Constructing Communities: The Curious Case of East Asian
Regionalism” Review of International Studies, 33, 2007.
C.S. Goto-Jones, “The Left Hand of Darkness: Forging a Political Left in Interwar Japan” The
Left in Japanese Politics: Essays in Honour of J.A.A. Stockwin, Rikki Kersten- David
Williams (der.), Routledge, London, 2004.
R. Wyn Jones, Security, Strategy and Critical Theory, Lynne Rienner Publishers, London,
1999.
R. W. Jones, `Conventional Military Imbalance and Strategic Stability in South Asia`SASSU
Research Paper, March 2005.
K. Dae Jung, “A Response to Lee Kuan Yew, Is Culture Destiny: The Myth of Asia’s Anti
Democratic Values” Foreign Affairs, November-December 1994.
R. Kagan, “White China Knows That We Don’t: The Case for a New Strategy of Containment”
Weekly Standard, 20 January 1997.
D. Kang, “North Korea: Deterence Through Danger” Asian Security Practice, Material and
Ideational Influences, Muthiah Alagappa (der.), Stanford University Press,
California,1998.
M. Kaldor, The Imaginary War: Understanding the East-West Conflict, Blackwell, Oxford,
1990.
N. Kalidas, Discovering of Asia, Institute of Asian African Relations, Calcutta, 1957.
D.Kang, “Getting Asia Wrong: The Need for New Analytrhical Framework”, International
Security, 27/4, 2003.
D. C. Kang, “US Alliances and the Security Dilemma in the Asia-Pacific” Reassessing Security
Cooperation in the Asia-Pacific, A. Acharya- E. Goh (der.), MIT Press, Cambridge,
Daniel A. Pinkston-Sakurai Kazutaka, “Japan Debates Preparing for Future Preemtive
Strikes against North Korea” The Korean Journal of Defense Analysis, 18/4, 2006.
335
J. Kao, “The Worldwide Web of Chinese Bussiness”, Harvard Bussiness Review, 71, 1993.
R. D. Kaplan, The Ends of the Earth: From Togo to Turkmenistan, From Iran to Cambodia, A
Journey to the Frontiers of Anarchy, Vintage Press, New York, 1996.
R. E. Karl, “Creating Asia: China in the World at the Beginning of the Tewntieth Century” The
American Historical Review, 103/4, 1998.
Y. Kase, “Japan”, Neorealism versus Strategic Culture, John Gleen, Darryl Howlett, Stuart
Poore (der.), Ashgate Publishers, Aldershot, 2004.
P. Katzenstein, A World of Regions, Asia and Europe in American Imperıum, Cornell
University Press, Ithaca, 2005.
P.J. Katzenstein, “ Introduction: Asian Regionalism in Comparative Perspective” Network
Power, Japan and Asia, Peter J. Katzenstein- Takashi Shiraishi (der.), Cornell
University Press, Ithaca-London, 1997.
P.J.. Katzenstein- Rudra Sil, “Rethinking Asian Security: A case for Analytical Eclecticism”
Rethinking Security in East Asia, Identity, Power and Efficiency, J.J. Suh- P.J.
Katzenstein- Allen Carlson (der.), Stanford University, California, 2004.
P. J. Katzenstein- Nobuo Okawara, “Japan and Asian-Pacific Security”, Rethinking Security in
East Asia, Identity, Power and Efficiency, J.J. Suh- P.J. Katzenstein- Allen Carlson
(der.), Stanford University, California, 2004.
P.J. Katzenstein- Takashi Shiraishi (der), Beyond Japon, The Dynamics of East Asian
Regionalism, Cornell University Press, 2006.
T. Kawasaki, “Neither Scepticism nor Romanticism: The ASEAN Regional Forum as A
Solution for the Asia Pacific Assurance Game” The Pacific Review, 19/4, 2006.
P. Keating, Engagement: Australia Faces the Asia-Pacific, Pan Macmillan Australia Pty
Limited, Sdney, 2000.
G. Kennan, The Sources of Soviet Conduct
http://www.gwu.edu/~nsarchiv/coldwar/documents/episode-1/kennan.htm .
R. O. Keohane- Lisa L. Martin, “The Promise of Institutionalist Theory” International Security,
20-1, Summer, 1995.
S. K. Khatri, “Understanding Responding to Terrorism in South Asia”, Studying Non-
Traditional Security in Asia, Trends and Issues, Ralf Emmers, Mely Caballero-
Anthony, A. Acharya (der.),Marshall Cavedish Academic, Singapore, 2006.
S. Khilnani, The Idea of India, Farar, Straus and Giroux, New York, 1999.
N. Khoo, “Constructing Southeast Asian Security: The Pitfalls of Imagining a Security
Community and the Temptations of Ortodoxy” Cambridge Review of International
Affairs,17/1, 2004.
Y.F. Khong, “Making Bricks without Straw in the Asia-Pacific” The Pacific Review, 10/2,
1997.
Y. Foong Khong, “ASEAN and Southeast Asian Security Complex” Regional Orders, Building
Security in A New World, David A. Lake- Patrick M. Morgan (der.), Penn state
University Press, University Park, 1997.
Y. F. Khong- Helen E. Nesadurai, “Hanging Together, Institutional Design and Cooperation in
Southeast Asia: AFTA and the ARF”, Crafting Cooperation, Regional International
336
Institutions in Comparative Perspective, A. Acharya-A.I. Johnston (der) Cambridge
University Press, Cambridge, 2007.
Y. Foong Khong, “Coping with Strategic Uncertainity: The Role of Institutions and Soft
Balancing in Southeast Asia’s Post Cold War Strategy” Rethinking Security in East
Asia, Identity, Power and Efficiency, J.J. Suh- P.J. Katzenstein- Allen Carlson (der.),
Stanford University Press, California, 2004.
Y.F. Khong, “TheElusiveness of Regional Order: Leifer, The English school and Southeast
Asia”, The Pasific Review, 18/1, 2005.
E. Kier, Culture and Military Doctrine: France Between the Wars”, International Security, vol
19-4, 1995.
J. Namjun Kim, “The Temporality of Empire: The Imperial Cosmopolitanism of Miki Kiyashi
and Tanabe Hajime” Pan-Asianism Pan-Asianism in the Japanese History,
Colonialism, Regionalism and Borders, S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.),
Routledge, New York, 2007.
S. S. Kim, “Regionalism and Regionalization in East Asia” Journal of East Asian Studies, 4,
2004.
S. Kim, “The Security Dilemma: Nuclear and Missile Crisis on the Korean Peninsula”, The
Korean Journal of Defense Analysis, 18/3, 2006.
M. Kimitada, “Pan Asianism in Moden Japan; Nationalism, Regionalism and Universalism”
Pan-Asianism in Modern Japanese History, Colonialism, Regionalism and Borders, S.
Saaler- J. Victor Koschmann (der.), Routledge, New York, 2007.
R. Kipling, Kim, Penguin Popular Classics, London, 1992.
T. Kikuchi, “East Asian Regionalism: A Look at the ‘ASEAN Plus Three’Framework,” Japan
Review of International Affairs, (2002), 16/1.
H. Kissinger, Diplomasi, İbrahim H. Kurt (çev.), Türkiye İşbankası Kültür Yayınları, İstanbul,
1994.
G. Krishna, “India and International Order: Retreat From Idealism” The Expansion of
International Society, Heddley Bull- Adam Watson (der.), Clarendon Press, Oxford,
1984.
T. Koh, “10 Values Which Undergird East Asian Strenght and Success”, International Herald
Tribune, 11-12 December 1993.
T. T.B. Koh, “Asian Values Reconsidered” Asia-Pacific Review, 7/1, 2000.
D. S. Kopf- C. James Bishop, “The World of India” The World of Asia, Harlan Davidson,
Wheeling, Illınois, 1995.
P. Korhonen, Japan and Asia-Pacific Integration: Pacific Romances, 1968- 1996, Routledge,
London, 1998.
P. Korhonen, “Asia’s Chinese Name” Inter-Asia Cultural Studies, 3/2, August 2002.
V. Korkmaz, Senfonik Kişilik, Beka-Doğa Rus İdesi ve Rus İdeali , Alev Yayınları, İstanbul,
2006.
V. Korkmaz, “How the Understanding of Security Changes over Space and Time: The Role of
Identity in International Relations” Prostranctvo i Vremya vı Mirovoy Politike i
Mejdunarodnıh Otnosheniyah, Materialı 4-go Konverta RAMİ, Moskva, 2007.
337
V. Korkmaz, “ The New Power Calculations and ‘Structured’ Relations in the Fluctuating
Security Environment of Eurasia” Contentious Issues of Security and the Future of
Turkey, Nursin A. Guney (der.), Ashgate, Aldershot, 2007.
J. Victor Koschmann, “Asianism’s Ambivalent Legacy”, Network Power, Japan and Asia,
Peter J. Katzenstein- Takashi Shiraishi (der.), Cornell University Press, Ithaca-
London, 1997.
J. V. Koschman, “Constructing Destiny; Royama Masamichi and Asian Regionalism in
Wartime Japan” Pan-Asianism in the Japanese History, Colonialism, Regionalism and
Borders, S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.), Routledge, New York, 2007.
P. Kowert- Jeffery Largo, “Norms, Identity and Their Limits: A Theoretical Reprise” The
Culture of National Security..., s, 452.
B. Knauft, Critically Modern: Alternatives, Alterities, Antropologies, Bloomington, Indiana
University Press,. 2002.
O.. F. Knudsen, “Post-Copenhagen Security Studies: Desecuritizing Securitization, Security
Dialogue, Vol. 32-3, 2001.
F. Kratochwil, “History, Action and Identity: Revisiting the Second Great Debate and
Assessing Its Importance for Social Theory” European Journal of International
Relations, Vol, 12-1, 2006.
K. Krause- M.C. Williams, “Broadening the Agenda of Security: Politics and Methods”
Mershon International Studies Review, vol 40, No 2, October 1996.
K. Krause- M. Williams, “From Strategy to Security: Foundations of Critical Security Studies”
Concepts and Cases, Keith Krause-Michael C. Williams (der.), University of
Minnesota Press, Minneapolis, 1997.
K. Krause, “Theorizing Security, State Formation and the Third World” in the Post Cold War
World” Review of International Studies, no: 24, 1998.
H. Kulke- Dietmar Rothermund, Hindistan Tarihi, Müfit Günay (çev.), İmge Yayınları,
İstanbul, 2001.
N. D. Kristof, “The Rise of China”, Foreign Affairs, 72/5, 1993.
H. Krüger, Rabindranath Tagore und Die Revolutionare Befreiungsbewegung in Indien 1905
Bis 1918, Akademia Verlang, Berlin, 1964.
C. G. Kwa-See seng Tan, “The Keystone of World order” Washington Quarterly, 23, 2001.
“Kyoto School” Stanford Encylopedia of Philisophy, http://plato.stanford.edu/entries/kyoto-
school/, 27 February 2006.
D. Laitin, Identity in Formation, Cornell University Press, Ithaca, 1998, Paul Ricoeur, Oneself
as Another, University of Chicago Press, Chicago, 1992.
J. M. Landau, Pan-Turkism in Turkey, A Study of Irridentism, C. Hurst & Company, London,
1981.
J. M. Landau, Pan-İslam Politikalarıi İdeoloji ve Örgütlenme, Nigar Bulut (çev), Anka
Yayınları, İstanbul, 2001.
G. Langguth, “Asian Values Revisited”, Asia-Europe Journal, 1, 2003.

338
J. S. Lantis, “Strategic Culture and National Security Policy” International Studies Association,
2002.
Y. Lapid, “Culture’s Ship: Returns and Departures in International Relations Theory” The
Return of Culture and Identity in IR Theory, Y. Lapid-F. Kratochwil (der.), Boulder-
London, Lynne Rienner Publishers, 1996.
J. Larrain, Ideology and Cultural Identity, Modernity and the Third World Presence, Polity
Press, Cambridge, 1994.
D. Sun Lee, “A Nuclear North Korea and the Stability of East Asia”Australian Journal of
International Affairs, 61/4, 2007.
J. Legro, “Which Norms Matter? Revisiting the ‘Failure’ of Internationalism” International
Organization, 51/1, 1997.
M. Leifer, “The Truth about the Balance of Power” The Evolving Pacific Power Structure,
Derek DaCunha (der.), Institute of Southeast Asia Studies, Singapore, 1996.
M. Leifer, “The ASEAN Regional Forum” Adelphi Paper, No 302, IISS, 1996.
M. Leifer, “The ASEAN Peace Process: A Category Mistake” Pacific Review, 12/1, 1999.A.
Acharya, “Culture, Security, Multilateralism: The ASEAN way and Regional Order”
Contemporary Security Strategies, 19/1, 1998.
V.I. Lenin, “Geri Avrupa, İleri Asya” Doğu’da Ulusal Kurtuluş Hareketleri, C. Leitesein (der.),
Tektaş Ağaoğlu (çev.), Ant Yayınları, İstanbul, 1970.
M. Levy, “Is the Envirenment a National security Issue?” International Security, no:20, 1995.
M. W. Lewis- Kären E. Wigen, The Myth of Continents, A Critique of Metageography,
University of California Press, Berkeley, 1997.
R. Lim, “The ASEAN Regional Forum: Building on the Sand”, Contemporary Southeast Asia,
20/2, 1998.
R. D. Lipschutz “On Security” On Security, Ronnie D. Lipshutz (ed.), Columbia University
Press, New York, 1995.
R. E. Little, “Ideology and Change”, Change and the Study of International Relations: The
Avoid Dimension, B. Buzan- R.J. Barry-Jones (der.), New York, 1981.
D. A. Low, Britain and Indian Nationalism, The Imprint of Ambiguity 1929-1942, Cambridge
University Press, Cambridge, 1997.
J. O’Loughlin, “Panregions” The Dictionary of Geopolitics, John O’Loughlin (der.),
Greenwood Press, Wesport, 1994.
I. Low, “Wanted: An E. Asian Community” Strait Times, 16 January 2002.
J. F. Lyotard- J.L. Thébaud, Just Gaming, Manchester University Press, Manchaster, 1985.
M. Mahathir - Ishihara Shintaro, The Voice of Asia, Two Leaders Discuss the Coming Century,
Frank Baldwin (çev.), Kodasha International, Tokyo, 1995.
K. Mahbubani, “The Pasific Way”, Foreign Affairs, 74/1, January-February 1995.
J. N. Mak, “The Asia-Pacific Security Order” Asia-Pasific in the New World, Anthony
McGrew- Christopher Brook (der.), Routledge, London, 1998.

339
V.S. Mani, “An Indian Perspective on the Evolution of International Law” Asian Yearbook of
International Law, 2000, vol. 9, Brill, Leiden, 2004
E. Mark, “ ‘Asia’s’ Transwar Lineage: Nationalism, Marxism and Greater Asia in an
Indonesian Inflection”, The Journal of Asian Studies, 65/3, August 2006.
K. Masaaki- Nishitani Keiji- Koyoma Iwao-Suziki Naritaka “ The World Historical Standpoint
and Japan” Chūōkōronsha, Tokyo, 1943 (J. W. Heisig, -hazırlayan-1994).
B. McSweeney, Security, Identity and Interests, A Sociology of International Relations,
Cambridge University Press, 1999.
B. J. McVeigh, Nationalism of Japan, Managing and Mystifying Identity, Rowman and
Littlefield Publishers, Lanham, 2004.
J.J. Mearsheirmer, “The False Promise of International Institutions” International Security,
winter, no:19/3, 1994-1995.
J.J. Mearsheirmer, The Tragedy of Great Power Politics, University of Chicago, New York,
London, 2001.
J. Mearsheimer, “China’s Upeaceful Rise” Current History, 105/690, April 2006.
P. Mehra, “India’s Border Dispute with China: Revisiting Nehru’s Approach” International
Studies, 42/ 3&4, 2005.
J. T. Methews, “Redefining Security” Foreign Affairs, 68-2, 1989.
J. W. Meyer-George W. Thomas- Francisco O. Ramirez- John Boli, Institutional structure:
Constituting State, Society, and the Individual, Sage Publications, London, 1987.
J.W. Meyer, “The Changing Cultural Content of the Nation State: A World Society
Perspective” New Approaches to the State in the Social Sciences, Cornell University
Press, Ithaca, 1996.
W.J. Millar, “The World of Japan”, The World of Asia Harlan Davidson, Wheeling, Illınois,
1995.
S.E. Miller, “International Security at Twenty-five: From One World to Another” International
Security, vol.26-1, summer 2001.
J P. Mirsche, “Ecological Security and the Need of Reconceptualize Security” Alternatives, 14-
4. 1989.
L.Cary Mehta, Poetry and Decolonization: Tagore, Yeats, Senghor, Cesaire and Neruda, 1914–
1950, PhD Thesis, Colombia University, 2004.
W. Mendl, Japan’s Asia Policy, Regional Security and Global Interests, Routledge, London,
1995.
T. R. Metcalf, The Aftermath of Revolt, Princeton University Press, Princeton, 1964.
T. R. Metcalf, Ideologies of the Raj, The New Cambridge History of India, Vol. III, Cambridge
University Press, Cambridge, 1995.
M. T. Berger, “The New Asian Renaissance and Its Discontents” International Politics, 40,
2003.
R.S. Milne- Diane K. Mauzy, Malaysian Politics Under Mahathir, Routledge, London, 1999.

340
T. Wei Ming, “Multiple Modernities; A Preliminary Inquiry into the Implications of East asian
Modernity”, Culture Matters, How Values Shape Human Progress, Lawrance I.
Harrison- Samuel P. Huntington (der.), Basics Books, New York, 2000.
C. De Secondat Montesquieu, The Spirit of Laws, Cambridge Textsin the History of Political
Thought, A. Cohler, B. Miller, H. Stone (der.), Cambridge University Press,
Cambridge, 1989.
K. Morifumi, “The Asianism of the Koa-Kai and the Ajiya Kroki; Reconsidering the
Ambiguity of the Asianism” Pan-Asianism in Modern Japanese History, Colonialism,
Regionalism and Borders, S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.), Routledge, New
York,
M. Morishima, Why Has Japan Succeeded? Western Technology and the Japanese Ethos,
Cambridge University Press, Cambridge, 1989.
C.-Moon, “South Korea: Recasting Security Paradigms” Asian Security Practice, Material and
Ideational Influences, Muthiah Alagappa (der.), Stanford University Press,
California,1998.
S.D. Muni, China’s Strategic Engagement with the New ASEAN, IDSS, No 2, Singapore,
2002.
S.D. Muni, “September 11: The Asian Giants Get Closer” Regional Security in the Asia Pacific
9/11 and After, Marika Vicziany, David Wright-Neville- Pete Lentini (der.), Edward
Elgar, Cheltenhaum, 2004.
H. Muppidi, “Postcoloniality and Production of International Insecurity: The Persistent Puzzle
of US-Indian Relations, Cultures of Insecurity, States, Communities and the
Production of Danger Jutta Weldes, Mark Laffey, Hugh Gusterson, and Raymond
Duvall (der.), University of Minnesota Press, Minneapolis-London, 1999.
P. Murray, “Problems of Symmetry and Summitry in the EU-Australian Relationship” Europe
and Asia-Pacific, Culture, Identity and Representations of Region, Stephanie Lawson
(der.), Routledge-Curzon, London, 2003.
K. Mushakoji, “Bandung plus 50: A call for Tri-Continental Dialogue on Global Hegemony”,
Inter-Asia Cultural Studies, 6/4, 2005.
K. Nag, Greater India, Book Centre, Bombay, 1960.
T. Najita- H. D. Harootunian, “Japan’s Revolt against the West” Modern Japanese Thought,
Bob T. Wakabayashi (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1998.
F. G. Natherdan “Tokutomi Soho: A Japanese Nationalit View of the West and Asia”, Sources
of Japanese Tradition, 1600–2000, vol II. (1868-2000), W.M. D. Theodore de Barry-
C. Gluck- Arthur E. Tiedemann (der.), Colombia University Press, New York, 2006.
G. Nivat, “Du Panmongolisme au MouvementEurasian, Histoire D’un Théme Littéraire”
Cahiers du Monde Russe & Sovitique, 7/3, 1966.
D. Normann, Nehru, The First Sixty Years, Vol.1, Asia Publishing Hause, Bombay, 1965.
E.H. Norman, “The Genyosha: A Study in the Origins of Japanese Imperialism” Pacific
Affairs, 17, 1944.
K. Nath Mukherjee, Political Philosophy of Rabindranath Tagore, S. Chand & Company, New
Delhi, 1982.

341
A. Nandy, The Intimate Enemy: Loss and Recovery of Self Under Colonialism, Oxford,
Oxford University Press, 1983.
A. Nandy, “A New Cosmopolitanism: Toward a Dialogue of Asian Civilizations” Trajectories:
Inter-Asian Cultural Studies, Chen Kuan-hsing (der.), Routledge, New York, 1998.
A. Nandy, “The Illegitimacy of Nationalism, Rabindranath Tagore and the Politics of Self”
Bonfire of Creeds: The Essentials of Ashis Nandy, Oxford University Press, Oxford,
2004.
A.Nandy, “The Idea of South-Asia: A Personal Note on Post-Bandung Blues” Inter-Asia
Cultural Studies, 6/4, 2005.
L. Narango, “Universal Values and Pan Asianism; The Vision of Omotokyo”, Pan Asianism in
the Japanese History, Colonialism, Regionalism and Borders, S. Saaler- J. Victor
Koschmann (der.), Routledge, New York, 2007.
J. Nehru, “The Plunder of Bengal Helps the Industrial Revolution in England” The Discovery
of India, Oxford University Press, Oxford, 1989.
J. Nehru, An Autobiyography, Penguin Books, India, 2004.
J. Nehru, Glimpses of World History, Oxford University Press, Delhi, 1989.
I. B. Neuman, The Uses of Others,The East in European Identity Formation, University of
Minnesota Press, Mineapolis, 1999.
F. Nietzsche, Güç İstenci, Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi, Birey Yayıncılık, İstanbul,
2002.
G. W. Noble, “Japanese and American Perspectives on East Asian Regionalism” International
Relations of the Asia-Pacific, 8/2, 2008.
M. Noordin ,“The Development of An East Asian Conciousness” Living with Dragons:
Australia Confronts Its Asian Destiny, Allen and Unwin, Sdney, 1995.
D. Normann, Nehru, The First Sixty Years, Vol.1, Asia Publishing Hause, Bombay, 1965.
F.S.C. Northrop, “The Meeting of East and West, The Philosophy of East and West, C. A.
Moore, (der), Princeton University Press, Princeton, 1946.
F.G. Notehelfer, “On Idealism and Realism in the Thought of Okakura Tenshin” Journal of
Japanese Studies, 16/2, 1990.
F. G. Notehelfer, “Tokutomi Soho: A Japanese Nationalit View of the West and Asia”, Sources
of Japanese Tradition, 1600–2000, vol II. (1868-2000), W.M. D. Theodore de Barry-
C. Gluck- Arthur E. Tiedemann (der.), Colombia University Press, New York, 2006.
F. G. Notehelfer, “The Meiji Restoration” Sources of Japanese Tradition, 1600–2000, vol II.
(1868-2000), W.M. D. Theodore de Barry- C. Gluck- Arthur E. Tiedemann (der.),
Colombia University Press, New York, 2006.
J.S. Nye Jr.- Sean M. Lynn-Jones “International Security Studies: A Report of A Conference on
the State of the Field” International Security, 12, 1988.
W.A. Odom- Andy Yan- Perry Wood, “The Strategic Equlibrium in North East Asia: Stable or
Transitory?”, Trial After Triumph, East Asia After the Cold War, William A. Odom-
Andy Yan- Perry Wood (der.), Hudson Institute, New York, 1992.
R. Ôhashi (der), Die Philosophie der Kyôto-Schule, Karl Alber, Freiburg, 1990.
342
K. Okakura, The Awaking Of Japan, Elibron Classics, New York, 2006.
N.Kodosh Otmazgin, “Cultural Commodities and Regionalization in East Asia” Contemporary
Southeast Asia, 27/3, 2005.
E. Özalp, “Abdurrêşîd İbrahim’in Hal Tercümesi”, Âlem-i İslâm ve Japonya’da İslâmiyetin
Yayılması, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003.
M. Pace, ‘The Ugly Ducking of Europe: The Mediterranean in the Foreign Policy of the
European Union’ Journal of European Area Studies, 10/2, 2002.
S.C. Pasic, “Culturing International Relations Theory: A Call For Extension” The Return of
Culture and Identity in IR Theory, Y. Lapid-F. Kratochwil (der.), Boulder-London,
Lynne Rienner Publishers, 1996.
T.V. Paul- J. Wirtz ve Michel Fortmann (der.), Balance of Power, Theory and Practice in the
21st Century, Stanford University Press, California, 2004.
M. R. Peattie, “Introduction”, The Japanese Colonial Empire, 1895-1945, Ramon H. Meyers-
Mark R. Peattie (der.), Princeton University Press, Princeton, 1984.
M. R. Peattie, “Forecasting a Pacific War, 1912-1933: The Idea of a Conditional Japanese
Victory” The Ambivalence of Nationalism, Moder Japan Between East and West, J.
White-M. Umegaki- T. Havens (der.), University Press of America, New York, 1990.
S. Peou, “Realism and Constructivism in Southeast Asian Security Studies Today: A Review
Essay” The Pasific Review, 15/1, 2002.
F. Perlin, “State Formations Reconsidered” Modern Asian Studies, 19/3, 198.
T. Phanit, Regional Integration Attempt in Southeast Asia: A Study of ASEAN’s Problem and
Progress, PhD. Dissertation, Pennsylvania State University, 1980
G. Prins, “The Four Stroke Cycle in Security Studies” International Affairs, 74-4, 1998.
S. Poore, “Strategic Culture”, Neorealism versus Strategic Culture, John Gleen, Darryl
Howlett, Stuart Poore (der.), Ashgate Publishers, Aldershot, 2004.
B. Posen, “The Security Dilemma in Ethnic Conflict” Survival, no:35/1,1993
K. Pyle, The New Generation in Meiji Japon, Stanford University Press, Stanford, 1969.
Kenneth B. Pyle, “Meiji Conservativism” Modern Japanese Thought, Bob T. Wakabayashi
(der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1998.
K. Ramakrishna- See S. Tang, “Is Southeast Asia a Terrorist Heaven?” After Bali: The Threat
of Terrorism in Southeast Asia, Kumar Ramakrishna-See Seng Tan (der.), World
Scientific Publishing Company, 2004,
M. Ramana, “Perceptions of Sanitation and medicine in Bombay” Colonialism as Civilizing
Mission, Cultural Ideology in British India, Harald Fiscer-Tiné- Michael Mann (der.),
Anthem South Asian Studies, Wimbledon Publishing Company, London, 2004.
D. C. Rapoport, “The Fourth Wave: September 11 in the History of Terrorism” Current
History, December, 200.
A. Raul, “India: Missile Defense Dreams” ISN Security Watch, New Delhi, 27.03.2008,
J. Ravenhill, “A Three Bloc world? New East Asian Regionalism” International Politics of the
Asia Pacific, 2, 2002.

343
J. Ravenhill, “Mission Creep or Mission Impossible? APEC and Security” Reassessing
Security Cooperation in the Asia-Pacific, A. Acharya- E. Goh (der.), MIT Press,
Cambridge, 2006.
A. Reid, “Nineteenth Century Pan-Islam in Indonesia and Malaysia” The Journal of Asian
Studies, 26/2, 1967.
P. Reuber- Günter Wolkerdorfer (der.), Politishe Geographie: Handungsotientierte Ansatze und
Critical Geopolitics, Selbstverlag des Geographishen Instituts de Universitat
Heiderberg, Heiderberg, 2001.
C. Rice, “Our Asia Strategy” Walt Street Journal, 24 October 2003.
G. Rosher, “Refugee Movements and International Security” Adelphi Papers, 268, International
Institute of Strategic Studies, London. 1992.
R. S. Ross, “Bipolarity and Balancing in East Asia”, Balance of Power,.., .
S. P. Rosen , Societies and Military Power: India and Its Armies, Cornell University Press,
New York, 1996.
D. Roy, “Hegemon on the Horizon? China’s Threat to East Asian Security” International
Security, 19/1, 1994.
G. Rozman, “Northeast Asia Regionalism, A Clash of Civilizations, or Strategic Quandrangle”
Asia-Pacific Review, 5/1, 1998.
J. G. Ruggie, “What Makes the World Hangs Together? Neo Utilitarianism and the Social
Constructivist Challange”, Exploration and Contestation in the Study of World
Politics, P.J. Katzenstein- R. O. Keohane- Stephen D. Krasner (der.), MIT Press,
Cambridge, 1999.
M. Ryoen, “The Symposium on "Overcoming Modernity” The Rude Awakenings: Zen, the
Kyoto School, and the Question of Nationalism University of Hawaii Press, Hawaii,
1994.
Y. Ryu, The Asian Financial Crisis and ASEAN’s Concept of Security, S. Rjatratnam School
of International Studies, Singapore, 2008.
H. Ryuhei, “Pan-Asianism in International Relations” Pan-Asianism in the Japanese History,
Colonialism, Regionalism and Borders, S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.),
Routledge, New York, 2007.
S. Saaler, “Pan Asianism in Modern Japanese History, Overcoming the Nation, Creating A
Region, Forging an Empire”, Pan-Asianism in Modern Japanese History, Colonialism,
Regionalism and Borders, S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.), Routledge, New
York, 2007.
S. Saaler, “The Construction of Regionalizm in Modern Japan: Kodera Kenkichi and His
‘Treatise on Greater Asianism’ (1916)”, Modern Asian Studies, 2007.
M. B. Saalter, Barbarians &Civilization in International Relations, Pluto Press, London, 2002.
A. M. Saklani, “Colonialism and Early Nationalist Links Between India and China”, China
Report, 35, 1999.
H. De Santis, “The Dragon and Tigers: China and Asian Regionalism” World Policy Journal,
Summer 2005.

344
E. Said, Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark Anlayışları, Berna Ülner (çev.), Metis Yayınları, İstanbul,
1995.
A. Sartori, “The Resonance of Culture Framing A Problem in Global Concept History”
Comparative Study of Society and History, 2005.
Y. Sayigh, “Confronting the 1990s: Security in the eveloping Countries” Adelphi Papers, No.
251, 1990.
R. A. Scalapino, “Asia-Pacific Security- The Current Balance of Power” Australian Journal of
International Affairs, 58/3, 2004.
M. Schaller, The American Occupation of Japan, The Origins of the Cold War in Asia,Oxford
University Press, Oxford, 1987.
M. Schaller, Altered States, The United States and Japan Since the Occupation, Oxford
University Press, Oxford, 1997.
M. Schaller, The United States and China in the Twenty-First Century, Oxford University
Press, Oxford, 2002.
B. Schwartz, “Perceptions of World Order, Past and Present”, The Chinese World Order:
Traditional China’s Foreign Relations, John K. Fairbank (der.), Harward University
Press, Cambridge, 1968.
G. Segal, “New Directions in Strategic Studies: A Chatham House Debate” Royal Institute of
International Affairs Discussion Papers, No:17, London, Royal Institute of
International Affairs, 1989.
G. Segal, “Asianism and Asian Security”, National Interest, 42/8, 1995.
A. Sen, “Tagore and His India”, India: A Mosaic, Robert B. Silver-Barbara Epstein (der.), New
York, 2002.
A. Schad Seifert, “Constructing National Identities, Asia, Japan and Europe in Fukuzawa
Yukichi’s Theory of Civilization” Nationalism and Internationalism and in Imperial
Japan, Autonomy, Asian Brotherhood or World Citizenship, Dick Stegewarns (der.),
Routledge-Curzon, London, 2003.
M. Ghazali Shaife, Malaysia, International Relations, Creative Enterprise, Kuala Lumpur,
1982.
D. Shambaugh, “Sino-American Strategic Relations: From Partners to Competitors” Survival,
42/1, 2000.
T. Shiraishi, “Japan and Southeast Asia”, Network Power, , Japan and Asia,Cornell University
Press, Ithaca, 1996.
C. Shulong, “The ASEAN plus Three Process and East Asian security Cooperation”
Reassessing Security Cooperation in the Asia-Pacific, A. Acharya- E. Goh (der.), MIT
Press, Cambridge, 2006.
S. W. Simon, “Evaluating Track II, Approaches to Security Diplomacy in the Asia Pacific: The
CSCAP Experience” NBR Report, 2001
S. W. Simon, “Whither Security Regionalism? ASEAN and the ARF in the Face of New
Security Challanges” Reassessing Security Cooperation in the Asia-Pacific, A.
Acharya- E. Goh (der.), MIT Press, Cambridge, 2006.

345
A. Simons, “In the Name of Spirits- A Reading of Solov’ëv’s Justification of the Good”
Studies in the East European Thought, 51, 1999.
M. Sommers, The Narrative Constitution of Identity: A Relational and Network Approach.”
Theory and Society 23, 1994.
A.Simith- Robert B. Reich- The Wealth of Nations, Moden Library Publishers, New York,
2000.
C. Price-Reus Smith, “Dangerous Liaisons? Critical International Theory and Constructivsm”
European Journal of International Relations, vol.4/3, 1998.
C. Reus- Smith, “Imagining Society: Constructivism and the English School”, British Journal
of Politics and International Relations, Vol 4, No 3, 2002, ss, 487-509.
S. Smith, “The Self Image of a Discipline: A Genealogy of International Relations Theory”
International Relations Theory, K. Booth- S.Smith (der.), Cambridge University Press,
Cambridge, 1996.
S. Smith, “Positivism and Beyond” International Theory, Positivism and Beyond, S. Smith- K.
Booth- M. Zaleweski (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1996.
S. Smith, “The Contested Concept of Security” The Concept of Security Before and After
September 11, Institute of Defence and Strategic Studies, Singapore, May 2002.
L. Snyder, Macro- Nationalisms. A History of Pan Movements, Greenwood Press, Westport,
1984.
N. Sopiee, “ASEAN and Regional Security Community” Regional Security in the Third World:
Case Studies fromSoutheast Asia and the Middle East, M. Ayoob (der.), Croon Helm,
London, 1986.
Y. Souchou, “Introduction”, House of Glass: Culture Modernity and the State in the Southeast
Asia, Yao Souchou (der), ISIS, Singapore, 2001.
Speeches of Jawaharlal Nehru,1953-1957, Government of India, New Delhi, 1957.
O. Spengler, The Decline of the West, Oxford University Press, New York, 1991.
J. Sperling- Yogendra Malik- David Lousher (der.), Zones of Amity, Zones of Enmity, The
Prospects for Economic and Military Security in Asia, Brill, Leiden, 1998.
SIPRI Yearbooks, 1989-2006: Armaments, Disarmament and International Security, Oxford
University Press, Oxford, 2007.
K. Sridharan, The ASEAN Region in India’s Foreign Policy, Dartmount, Aldershot, 1996.
D. Stegewerns, “The Dilemma of nationalism and Internationalism in Modern Japan: National
Interest, Asian Brotherhood, International Cooperation or World Citizenship”
Nationalism and Internationalism in Imperial Japan, Autonomy, Asian Brotherhood or
World Citizenship, Dick Stegewarns (der.), Routledge-Curzon, London, 2003.
D. Stegewerns, “The Japanese Civilizational Critics and the National Identity of Their Asian
Neighbours, 1918-1932: The Case of Yoshino Sakuzo” Imperial Japan and National
Identities in Asia, 1895-1945, Li Narangoa- Robert Cribb, Routledge, New York,
2003.
D. Stegewerns, “Yoshino Sakuzo, The Isolated Figurhead of Taisho Generation”, Nationalism
and Internationalism in Imperial Japan, Autonomy, Asian Brotherhood or World
Citizenship, Dick Stegewarns (der.), Routledge-Curzon, London, 2003.
346
D. Stegewerns,”Forgotten Leaders of Interwar Debate on Regional Integration, Introducing
Sugimori Kojiro”, Pan-Asianism in the Japanese History, Colonialism, Regionalism
and Borders, S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.), Routledge, New York, 2007.
A. Stewert, “The Social Roots” Populism, Its Meaning and National Characteristics, G.
Ionescu-E. Gellner (der.),Macmillan Company, London, 1969.
S. Sudo, The Fukuda Doctrine and ASEAN: New Dimensions in Japanese Foreign Policy,
Institute of Southeast Asian Studies, Singapore, 1992.
H. Sukehiro, “Japan’s Turn to the West”, Modern Japanese Thought, Bob T. Wakabayashi
(der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1998.
S. Suziki, “Japan’s Socialization into Janus-Faced European International Society” European
Journal of International Relations, 11/1, 2006.
T. Morris-Suziki, “Invisible Countries: Japan and Asian Dream” Asian Studies Review, 22/1,
March 1998.
T. Moris-Suziki, “Japanese Nationalism from Meiji to 1937”, Eastern Asia, An Introductory
History, Colin Mackerras (der.), Longman, London, 2000.
A. Swale, “Tokutomi Soho and the Problem of the Nation State in an Imperialist World”
Nationalism and Internationalism in Imperial Japan, Autonomy, Asian Brotherhood or
World Citizenship, Dick Stegewarns (der.), Routledge-Curzon, London, 2003.
M. D. Swaine, “China: Exploiting a Strategic Openning” , Strategic Asia 2004-05: Confronting
Terrorism in the Pursuit of Power , Ashley J. Tellis- Michael Wills (der.), The
National Bureau of Asian Research (NBR), Seattle, 2004.
C. A. Szpilman, “The Dream of One Asia: Okawa Shumei and Japanese Pan-Asianism”, The
Japanese Empire in East Asia and Its ost War Legacy, H. Fuess (der.), German
Institute of Japanese Studies, Munich, 1998.
C.W.A. Szpilman, “Between Pan-Asianism and Nationalism: Mitsukawa Kametaro and His
Campaign to Reform Japan and Liberate Asia” Pan-Asianism in the Japanese History,
Colonialism, Regionalism and Borders, S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.),
Routledge, New York, 2007.
R. Tagore, “Yüzyılın Günbatımı”, Milliyetçilik, Murat Çiftkaya (çev.), Kaknüs Yayınları,
İstanbul, 1999.
S. Tagore, Rammohun Roy, His Role in Indian Renaissance, The Asiatic Society, Calcutta,
1975.
R. Tagore, Gora, İbrahim Şener (çev.), İzdüşüm Edebiyat, İstanbul, 2003.
M. Tahir, “Abdurrasid Ibrahim, 1857-1944”, Central Asian Survey, 7, 1988.
M. Asano Tamanoi, “Pan Asianism in the Diary of Morisaku Minato (1924-1945) and the
Suicide of Mishima Yukio (1925-1970)” Mariko Asano Tamanoi (der.), Crossed
Histories: Manchuria in the Age of Empire, University of Hawai Press, Honolulu,
2005.
C. Taylor, Multiculturalism and The Politics of Recognition: An Essay, Princeton University
Press, Priceton, 1992.
O. Tenshin, The Book of Tea (Cha no hon), 1906, Stone Bridge Classics, California, 2006 .

347
O. Tenshin, The Ideas of East with Special References to the Art of Japan, Cosimo Classics,
2007.
T. Terada, “Constructing an ‘East Asian’ Concept and Growing Regional Identity: From EAEC
to ASEAN+3,” The Pacific Review, 2003, 16/2.
T. Terada, “Forming an East Asian Community: A site for Japan-China Power Struggles”
Japanese Studies, 26/1, 2006.
I. Taylor, “APEC, Globalization, and 9/11: The Debate on What Constitutes Asian
Regionalism” Critical Asian Studies, 36/3, 2004.
T. Terriff, Stuard Croft, Lucy James, Patrick Morgan, Security Studies Today, Polity Press,
Cambridge, 2001.
C. Thomas, “Southern Instability, Security and Western Concepts- On An Unhappy Marriage
and the Need for Divorce” The State and Instability in the South, C. Thomas- P.
Saravanamuttu (der.), Macmillan, London, 1989.
C. Thomas, “New Directions in Thinking About ecurity in the Third World”, New Thinking
about Strategy and International Security, K. Booth (der.), Harper Collins, 1991.
C. Thomas, Global Governance, Development and Human Security: The Challange of Poverty
and Inequality, Pluto Press, London, 2000.
J.E. Thomas, Modern Japan, A Social History Since 1868, Long Man, Londo, 1996.
M. R. Thompson, “The Survival of ‘Asian Values’ as ‘Zivilisationskritik’”, Theory and
Society, 29, 2000.
M. R. Thomson, “Pasific Asia after ‘Asian Values’: Authoritarianism, Democracy, and ‘Good
Governance’” Third World Quarterly, 25/6, 2004.
W.R. Thompson, “ The Regional Subsystem: A Conceptual Explication and a Propositional
Inventory” International Studies Quarterly, 17/1, 1973.
A. P. Thornton, Doctrines of Imperialism, John Willey and Sons Inc., London, 1965.
Thucydides, History of Peloponnesian War, Harmondsworth, Penguin Book, 1980.
A. E. Tiedemann, “The High idea of Prewar Liberalism”, Sources of Japanese Tradition, 1600–
2000, vol II. (1868-2000), W.M. D. Theodore de Barry- C. Gluck- Arthur E.
Tiedemann (der.), Colombia University Press, New York, 2006.
C. Tilly, Citizenship, Identity and Social History, Vambridge University Press, Cambridge,
1996.
J. A. Ticker, “Re-visioning Security” International Relations Theory Today, K. Booth- S. Smith
(der.), Oxford, London-New York, 1995..
V. Tikhonov, “The 1890’s Korean Reformers’ View of Japan- A Menancing Model ?”
International Journal of Asian Studies, 2/1, 2005.
A. Toynbee, The World and the West, Oxford University Press, New York, 1953.
A. Toynbee, A Study of History, Volume 8, Oxford University Press, New York, 1954.
R. Trood, “Security and Political Relations in Asia After World War II” Eastern Asia Eastern
Asia, An Introductory History, Colin Mackerras (der.), Longman, London, 2000.

348
N. S. Trubetzkoy, “On True and False Nationalism” The Legacy of Genghis Khan and Other
Essays on Russia’s Identity, A. Liberman (der ve hazırlayan), Michigan Slavic
Publications, Ann Arbor, 1991.
S. Tsutomo, “The First Japanese Hadji Yamaoko Kotaro and Abdurreşid İbrahim” The Rising
Sun and Turkish Crescent, New Perspectives on the History of Japanese and Turkish
Relations, S. Esenbel- Inaba Chiharu (der.), Boğaziçi University Press, İstanbul, 2003.
X. Tu, “The Fascist Next Door? Nishitani Keiji and the Chūōkōron Discussions in Perspective”
http://www.japanesestudies.org.uk/discussionpapers/2006/Tu.html.
B. S. Turner, Marx ve Oryantalizmin Sonu, H. Çağatay Eskinok (çev.), Kaynak Yayınları,
İstanbul, 2001.
R. Tusunoda, Wm. Theodore de Bary, Donald Keen (der.), Sources of Japanese Tradition, vol.
II, Colombia University Press, New York, 1964.
R. Ullman “Redefining Security” International Security, 8-1, 1983.
J. A. Vasquez, “The Post-Positivist Debate: Reconstructing Scientific Enquiry and International
Relations Theory After Enlightenment Fall” International Relations Theory, K. Booth-
S.Smith (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1996.
B. Vaugh, “Indian Geopolitics, the United States and Evolving Correlates of Power in Asia”
Geopolitics, 9/2, 2004.
M. Vicziany, David Wright-Neville- Pete Lentini, “What has changed and What hasn’t
changed, since 9/11” Regional Security in the Asia Pacific 9/11 and After, Marika
Vicziany, David Wright-Neville- Pete Lentini (der.), Edward Elgar, Cheltenhaum,
2004.
M. Viczianzy, “ Islamic Terrorism in Xinjiang” Regional Security in the Asia Pacific 9/11 and
After, Marika Vicziany, David Wright-Neville- Pete Lentini (der.), Edward Elgar,
Cheltenhaum, 2004.
S. Vinh, “Phan Boi Chau and the Dong-Du Movement” Phan Boi Chau and the Dong-Du
Movement, Sinh Vinh (der.), Yale University Southeast Asia Studies, New Haven,
1998.
O. Waever- B. Buzan- M. Kelstrup- L. Lemaitre , Identity, Migration and the New Security
Agenda in Europe, London, Pinter, 1993.
Ole Waever, “Securitization and Desecuritization” On Security, Ronnie D. Lipshutz (ed.),
Columbia University Press, New York, 1995.
O. Waever, “Insecurity, Security and Asecurity in the Western European Non-War
Community” Security Communities, Emanuel Adler- Michael Barnett (der.),
Cambridge University Press, Cambridge, 1998.
B. Tadashi Wakabayashi, “Introduction” Modern Japanese Thought, Bob T. Wakabayashi
(der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1998.
A. Walicki, Rus Düşünce Tarihi (1760–1900), Aydınlanmadan Marksizme, A. Şener (çev.),V
Yayınları, Ankara, 1987.
R.B.J. Walker, “Security, Sovereignty and the Challenge of the World Politics” Alternatives
no:15, 1990.

349
R.B.J. Walker, Inside/Outside: International Relations as Political Theory, Cambridge
University Press, Cambridge, 1993.
R. B. J.Walker, “The Subject of Security” Concepts and Cases, Keith Krause-Michael C.
Williams (der.), University of Minnesota Press, Minneapolis, 1997.
S. M. Walt, The Origin of Alliances, Cornell University Press, New York, 1990.
Stephen M. Walt, “The Renaissance of Security Studies” International Studies Quarterly, no,
35, 1991.
K. Waltz, Man, the State and War, A Theoratical Analysis, Colombia University Press, New
York, 1959.
K. Waltz, Theory of International Politics, Addison-Wesley Publishing Company, Reading-
London, 1979.
K. Waltz, “Nuclear Myth and Political Realities” American Political Science Review, Vol 84-3,
1990.
M. Wan, The Political Economy of East Asia, Striving for Wealth and Power, CQ Press,
Washington, 2007.
D. A. Washbrook, “Progress and Problems: South Asian Economic and Social History c.1720-
1860” Modern Asian Studies, 22/1, 1988.
J. Weldes- Mark Laffey- H. Gusterson- Raymond Duvall, “Introduction: Constructing
Insecurities”, Cultures of Insecurity, States, Communities and the Production of
Danger, Jutta Weldes, Mark Laffey, Hugh Gusterson, and Raymond Duvall (der.),
University of Minnesota Press, Minneapolis-London, 1999.
M. Weiner, “Security, Stability and International Migration” International Security, No 17-3,
Winter 1992-1993.
J. Weldes, Mark Laffey, Hugh Gusterson, and Raymond Duvall, “Introduction: Constructing
Insecurity” in Cultures of Insecurity, States, Communities and the Production of
Danger Jutta Weldes, Mark Laffey, Hugh Gusterson, and Raymond Duvall (der.),
University of Minnesota Press, Minneapolis-London, 1999.
A.Wendt, “Anarchy Is What States Make of It: The Social Construction of Power Politics”
International Organization, 46., 1992.
A. Wendt, “Collective Identity Formation and International State” American Political Science
Review, Vol 88, No 2, 1994.
A. Wendt, “Constructing International Politics” International Security, Vol. 20, No, 1, Summer
1995.
A. Wendt, “Identity and Structural Change in International Politics” The Return of Culture and
Identity in IR Theory, Y. Lapid-F. Kratochwil (der.), Boulder-London, Lynne Rienner
Publishers, 1999.
G. Westermann, “Japa’s Victory in the Russo-Japanese War” Rethinking Russo-Japanese War:
Conntenial Perspectives, Rotem Kowner (der.), University of Hawai’s Press,
Honolulu, 2006.
N. J. Wheeler “Guardian Angel or Global Gangster: The Ethical Claims of International
Society Revisited” Political Studies, No 44-1.

350
H. White, Identity and Control: A Structural Theory of Social Action, Princeton University
Press, Princeton, 1992.
M. C. Williams , “Words, Images, Enemies: Securitization and International Politics”,
International Studies Quarterly, 47, 2003.
P. Williams “Transnational Crime Organizations and International Security” Survival, No 36-1,
Spring 1994.
S. Wilson, “The Discourse of National Greatness in Japan, 1890–1919”, Japanese Studies,
25/1, 2005.
M. Wight, “Western Values in ınternational Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in
the Theory of International Politics, Herbert Butterfield- Martin Wight (der.), George
Allen& Unwin, London, 1996.
D. Wright- Neville, “US Counter Terrorism in the Southeast Asia: Problems on the Horizon”,
Regional Security in the Asia Pacific 9/11 and After, Marika Vicziany, David Wright-
Neville- Pete Lentini (der.), Edward Elgar, Cheltenhaum, 2004.
P. Wolfowitz, “Bridging Centuries: Fin de Siecle All over Again” The National Interest, 1999.
L. T. Woods, “Regional Cooperation: The Transnational Dimension” Asia-Pacific in the New
World Order, Anthony McGrew- Christopher Brook (der.), Routledge, London, 1998.
D. Woodward- Santo Darmusumatro, “PLA Strategic Doctrine and Capabilities” Regional
Security in the Asia Pacific 9/11 and After, Marika Vicziany, David Wright-Neville-
Pete Lentini (der.), Edward Elgar, Cheltenhaum, 2004.
J. Y. Wong (der.), Sun Yatsen: His International Ideas and International Connections, N.S.W.
Wild Poeny, Sdney, 1987.
L. Wong, “Cultural Claims on the New World Order: Malasia as a Voice for the Third
World?”, House of Glass: Culture, Modernity and the State in the Southeast Asia, Yao
Souchou (der), ISIS, Singapore, 2001.
M. Wright, “Power Politics” Looking Forward Pamphlet, No 8, London, 1946.
J. Uwe Wunderlich, Regionalism, Globalisation and International Order, Ashgate Publishers,
Aldershot, 2008.
S. Yamakage, “Japan and ASEAN: Are They Realy Becoming Closer?”, Aspects of ASEAN,
Werner Pfenning-Mark B. M. Suh, (der.), Weltforum-Verlag, London, 1984
J. Yang “East Asian Community: Surmounting the History Issue”, New Zealand International
Review, November-December, 2007.
S. Yat-Sen, Da Yaxiyazhuyi (Greater Asianism), Translation of A Speech Delivered in Kobe,
Japan on November 28, 1924;
<<http://se2.isn.ch/serviceengine/FileContent?serviceID=23&fileid=3826C4E0-
12ED-A7D8-9280-BA886F84016D&lng=en >>.
W. Yi, “Asian regional cooperation in the Globalization Process”, World Affairs, 10, 2004.
C. Yingzhen, “What the Third World Means to Me”, Inter-Asia Cultural Studies, 6/4, 2005.
K. Yoko, “Pan-Asianism and National Reorganization: Japanese Perceptions of China and
United States, 1914-1919” Pan-Asianism in the Japanese History, Colonialism,
Regionalism and Borders, S. Saaler- J. Victor Koschmann (der.), Routledge, New
York, 2007.
351
W. Yoshibumi, The Postwar Conservative View of Asia, How the Political Right Has Delayed
Japan’s Coming to Terms with Its History of Aggression in Asia, LTCB International
Library Selection, No 8, Tokyo, 1998.
T. Yoshida, East-Asian regionalism and Japan, IDE APEC Study Center, 03/04, Jetro, 2004.
U. Matthias Zachmann, “Blowing Up a Double Portrait in Black and White: The Concept of
Asia in the Writings of Fukuzawa Yukichi and Okakura Tenshin” Positions: East Asia
Cultures Critique, 15/2, 2007.
F. Zakaria, “Culture is Destiny A Conversation with Lee Kuan Yew” Foreign Affairs, 73/2,
1994.
M. Zehfuss, “Constructivsm and Identity, A Dangerous Liaison” Constructivism and
International Relations, Alexander Wendt and His Critics, Stefano Guzzini- Anna
Leander (der.), Routledge, London- New York, 2006.
Y. Zhang, “System, Empire and State in Chinese International Relations” Review of
International Studies, 27, 2001.
Basın Haberleri:

“APEC Anti-Terrorism Statement in Full” BBC News, 18.10.2001.


“ASEAN’s Two Wake Up Calls” Strait Times, 22 July 1997.
BBC Monitoring, 9 February 2002, www.monitor.bbc.co.uk.
“East Asia Summit would Ultimately Lead to Creation of East Asia Community” Daily India,
19.04.2006, www.dailyindia.com/show/103864.php.
“Japan Lobbies APEC Members for Draft on North Korea” Japan Today, 15.10.2003.
Japan Signals Key Military Shift” 10 December 2004, BBC Monitoring,
www.bbc.co.uk/1/hi/world/asia-pacific/4084249.stm.
“Japan, US Sign Defense Pact” BBC Monitoring, 17 December 2004,
http://news.bbc.co.uk/2/hi/asia-pacific/4104301.stm.
“Japan and the War: The Japan That Cannot Say Sorry”, The Economist, 2.08.1995.
“India 'Star Wars' Plan Risks New Arms Race” Guardian, 14.12.2007,
http://www.guardian.co.uk/world/2007/dec/14/india.pakistan. “New US-Japan Plan to
Realign Military Defenses”, 30.11.2005, Washington Post,
www.washingtonpost.com/wp-
dyn/content/article/2005/10/29/AR2005102901207.html,
“North Kore Nuke Test Fans Fear of East Asian Nuclear Arm Race” Associated Press, 8
October 2006.
http://www.iht.com/articles/ap/2006/10/08/asia/AS_GEN_Asia_Nuclear_Dominos.ph
p.
“Shesterka Vıhodit Blikom” Kommersant
http://www.kommersant.ru/doc.aspx?DocsID=670100, 27.04.2006,
The Strait Times (Singopore), 30 July 2002, www.web3.asia1.com.sg (Strait Times
Interactive).

352
“US to Deploy Patriot Missiles in Japon to Counter North Korea”, 26.06.2006, Washington
Post, www.washingtonpost.com/wp-
dyn/content/article/2006/06/26/AR2006062601256.html,
“Where Japan is Heading” Asian Times, 26.10.2005,
www.atimes.com/atimes/Japan/GJ26Dh03.html.

Resmi Belgeler:

ABD Dışişleri Bakanlığı, “Senior APEC Official Links Security, Economics”, 8.10.2002,
usinfo.state.gov/topical/econ/mlc/02100802.
The ASEAN Regional Forum: Concept Paper, http://www.aseansec.org/3635.htm.
The Asean-US Joint Declaration to Combat Terrorism, www.aseansec.org/7424.htm.,
Bali Concord II(Declaration of ASEAN Concord II), 4 Kasım, 2002,
http://www.aseansec.org/15159.htm.
Bangkok Declaration on Partnership for Future,Bangkok, 21.10.2001,
www.apecssn.org/data/file/1(10).pdf.
Counter Terrorism Task Force Meeting, Phuket- Thailand 20 August 2003,
http://www.apec.org/apec/documents_reports/counter_terrorism_task_force/2003.html
Council on East Asian Community, The State of the Concept of (an) East Asian Community
and Japan’s Strategic Response Thereto , Tokyo, August, 2005.
Declaration of ASEAN Concord, Indonesia, 24.02.1976, http://www.aseansec.org/1217.htm.
“Declaration on the South China Sea” Manila, 22 July 2002, www.asean.org/1196.htm.
“Foreign Ministry Spokesman's Press Conference on January 8, 2002”, http://dk.china-
embassy.org/eng/News/t105512.htm.
Hanoi Declaration, 6th ASEAN Summit, 16 December 1998.
Joint Communigué, Special ASEAN Ministrial Meeting on Terrorism, 20-21 May 2002, Kuala
Lumpur, www.aseansec.org/sammter.htm.
Kuala Lumpur Declaration(1993), http://www.cscap.org/kl.htm.
Kuala Lumpur Declaration on the East Asia Summit, Kuala Lumpur, 14 December 2005,
www.aseansec.org/18098.htm.
www.aseanregionalforum.org/PublicLibrary/ARFChairmansStatementsandReports/tab
id/66/Default.aspx.
National Strategy for Combating Terrorism, White House, Washington DC., 2003.
Noordin Sopiee, “ASEAN Towards 2020: Strategic Goals and Critical Pathways” ASEAN
Towards 2020. Strategic Goals and Future Directions , ASEAN Document Series,
1967-1988, ASEAN Secretariat, Jakarta, 1988. http://www.aseansec.org/1215.htm.
“Ob Itogakh Vneocherednogo Soveshhaniya Ministrov Inostrannıh del Gasudarstv-
Uchastnikov Shankhaiskoi Organizatsii Sotrudnichestva” Ministerstvo Innostrannıh
Del Rossiiskoi Federatsii Department Informatsii i Pechati,” Belge No: 16-07-01-
2002, Moskva, 7 Ocak 2002.

353
Official Website of Zaytun Division in English
http://www.army.mil.kr:7081/zaytun2/english/index.jsp.
President Nixon's Speech on "Vietnamization," November 3, 1969,
http://vietnam.vassar.edu/doc14.html.
M. Singh, “Prime Minister’s Address at the 39th Annual General Meeting of the Asian
Development Bank”, Hyderabad, 5 May 2006, www.pib.nic.in.
The National Security Strategy of the United States of America, Washington DC, White House,
2002.
The National Security Strategy of the United States of America, White House, Washington DC,
2006.
The USA Department of Defense, Quedrennial Defense Review, Washington DC. September
2001.
The USA Department of Defense, Quedrennial Defense Review, Washington DC. September
2006.

354
TABLOLAR

TABLO 1.
Kaynak: M. Alagappa, “Rethinking Security”, Asian Security Practice..., s, 56.

Kimlik İlişkileri Çıkar Yapılanmaları Güvenlik Sistemleri

Güç Dağılımına dayalı ya


Olumsuz Rekabetçi-öz müdafa
hep ya hiç kazanım

Karşıklı Çıkar- mutlak


İlişkisiz Ortaklaşa güvenlik
kazanım

Ulusal kimliğin ve çıkarın


Olumlu Güvenlik topluluğu
uluslararası hale gelmesi

355
TABLO 3:

ASEAN ARF EAS APEC ASEM


Endonezya Endonezya Endonezya Avusturalya AB Komisyonu
Malezya Malezya Malezya Brunei AB ülkeleri
Filipinler Filipinler Filipinler Kanada ASEAN ülkeleri
Singapore Singapore Singapore Endonezya ÇHC
Tayland Tayland Tayland Japonya Japonya
Vietnam Vietnam Vietnam Güney Kore Güney Kore
Brunei Brunei Brunei Malezya Hindistan (2008)
Kambotçya Kambotçya Kambotya Yeni Zelanda Pakistan (2008)
Burma Burma Burma Filipinler Moğolistan (2008)
Laos Laos Laos Singapore
Bengaldeş Bengaldeş Tayland
Kanada ÇHC ABD
Moğolistan Güney Kore Çin Cumhuriyeti
(Tayvan)
Kuzey Kore Japonya Hongkong - Çin
Rusya Federasyonu Hindistan ÇHC
Avrupa Birliği Yeni Zelanda Meksika
ABD Avusturalya Papua Yeni Gine
Pakistan Şili
Peru
Rusya Federasyonu
Vietnam

ASEAN + ÇHC- Japonya + Güney Kore , “ASEAN +3” olarak bilinir.

356
Figür 2:

Asyalılık

(pozitif)
ilişkinin
(Negatif) durumluluğu
ilişkinin farklılık
durumlul
ğ
Kolonyal/ Kolonyal/B
Batılı güç atılı güç
karşısında karşısında
ilişkinin k ik
Asya
Güvenliği

Güvenlik:

Uluslar
-arası Asya
sistemin Güvenliği
bir Yerel
özelliği güvenlik
olarak
güvensiz
lik/güven
lik

Düşünsel / entellektüel yerel kimlik kurgusu hattı

Ulusal/ uluslararası politik eylem/söylem hattı

357

You might also like