Professional Documents
Culture Documents
Süleyman SOLMAZ*
Mehmed Ali Hilmi Dede 1842’de İstanbul’da doğmuştur. Bir Bektaşî şâiri olan Hilmi
Dede, Sultan Ahmed civarında Güngörmez Camii imamı Nuri Efendi ile Emine Bacı’nın
oğludur. Ailesi Merdiven Köyü’nde Şahkulu SultanTekkesi post-nişini Hasan Baba’dan,
kendisi de Aşçı Baba’dan el almıştır. 1863’te posta oturan Hilmi Dede, aynı yıl Hacı Bektaş
Dergâhı’na giderek icazetini almıştır. 1907’de vefatına kadar bu görevini sürdürmüştür.
Mezarı tekkenin haziresindedir.
Ünü yurt içine ve yurt dışına yayılmış Dedebaba üzerine yapılmış bazı çalışmalar
1
vardır . Dedebaba ayrıca çeşitli ansiklopedilerde de yerini almıştır.
Divanı ölümünden sonra Merdiven Köyü Tekkesi aşçısı Filibeli Ahmed Mehdi Baba
tarafından bastırılmıştır2.
Bedri Noyan bu divanı kendisindeki bir yazma nüshayı esas alarak İstanbul’da tekrar
yayımlamıştır. 3 Bu yayında şiirlerin nesre çevrilmiş hali ile açıklamaları da vardır.
Divanda 218 gazel, 30 kaside, 21 murabba, 1 müstezat, 7 muhammes, 8 müseddes, 1
akrostiş, 1 muaşşer, 2 mersiye, 3 kıt’a 10 müfred, 1 beyit, 42 tarih yer almaktadır.
Hilmi Dedebaba Divanı, klasik divan tertibine uygun bir divandır. Yani şiirler elif-ba
sırasına göre tanzim edilmiştir.
Şairimizin yazdığı şiirlerde Bektaşi geleneği bariz bir şekilde göze çarpmaktadır.
Dedebaba üzerinde Niyâzi-i Mısrî ve Türâbî Baba’nın etkisi hemen sezilebilmektedir.
Divanda kesif bir şekilde Hz. Ali ve ehl-i beyt sevgisi ve bağlılığı görülmektedir.
Dedebaba’nın bazı şiirleri bestelenmiş ve tekkelerde okunmuştur.
Bu münacatta çeşitli sure isimleri, bazı ayetler, Hz. Muhammed, torunları Hz.Hasan
ile Hüseyin, İmam Cafer, Musa, ehl-i beyt hakkı için ebru-yı hatt-ı yâre aşina kılmasını,
sevgisiyle gönlünü doldurmasını, işinin daima hamd ve şükür olmasını, bu isimlerin ruz-ı
cezada kendisine şefaat etmelerini, derununun onlarla dolmasını murat ettikten sonra aşk
denizinin en iyi yüzücüsü olup nice şiirler yazabilmeyi Tanrı’dan istemektedir. Bunun için de
sure-i Kevser hakkı için aşk şarab-ı ile kanıp neş’e-i beka sahibi olmayı dilemektedir.
İkinci şiire Besmelenin besi ile başlamıştır. Daha sonra pirinden ders alıp aşk yoluna
girdiğini, bu yolda Hz. Ali’nin açtığı ilim kapısından içeri daldığını, ay ve güneşin
Zeynelaba’nın bir zerresi bile olamayacağını; Hz. Bakır, Cafer, Musa Kazım ve Rıza’nın
1
*Yard. Doç. Dr. Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebi Bölümü Öğretim
Üyesi
Sadettin Nüzhet (Ergun), Bektâşi Şairleri, İst. 1930 / Ondokuzuncu Asırdanberi Bektâşi-Kızılbaş Alevî Şairleri
ve Nefesleri İst. 1956 / İbnü’l-emin, Son Asır Türk Şairleri, İst.
2
Mehmed Ali Hilmi Dedebaba’nın Divanı, İst. 1327
3
Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Divanı (Yay. Bedri Noyan), İst, 1986.
kıble-i râh-ı hakikat( doğru yolun kıblesi), reh-nüma-yı râh-ı din( din yolunda yol gösterici)
olduğunu dile getirmiştir. Taki ve Naki’nin hâk-i pây-i devletinin can gözüne tutiya (sürme)
olduğunu ifade ettikten sonra Askeri’nin askeri olduğunu, Mehdi-i Devran’ın şahlarını
olduğunu ve sayede nefsin hırslarını terk ederek menzil-i tecride girdiğini, bu sayede Hacı
Bektaş-ı Veli’ye riyasız çaker (asker-mürit) olduğunu, aşık-ı sadık olup onun yoluna canını
feda etmeye geldiğini belirtir.
Maksat menziline erişmek isteyen bir insana mutlaka mürşit lazımdır.
Dede Baba’nın divanında yer alan “habibim” redifli 11. şiir Hz. Muhammed
övgüsündedir. Dinî edebiyatımızda habip peygamberi temsil eder. Bu şiirde bilinen birçok
kutsal ve divan şiirinde kullanılan sevgilideki güzellik unsurları Hz. Muhammed’in şahsında
toplanmıştır:
diyerek duygu yoğunluğunun boyutlarının nerelere vardığını açıkça göstermiştir. Öte yandan
başka bir şiirinde “Sevdim hele bir dilberi kim ismidir Ahmed” diyerek övgüsünü
sürdürmektedir(G.38).
Başka bir beyitte ise Hz. Muhammed’i mürşit, Hz. Ali’yi de rehber olarak tavsif
etmiştir:
Hz. Ali hakkında da yazılmış pek çok şiir var bu divanda. Bu şiirlerde Hz. Ali’den
medet istenmektedir (Bkz. 39. 40 şiirler). Hz. Ali vasfında yazdığı başka bir şiirde
Hz. Ali’nin hidayet yolunun rehberi, velayet sırrının ve inayet lütfunun
kaynağı, âyetlerin sırlarının kâşifi, belagat ilminin masdarı, fesahat
kaleminin süsleyeni olduğunu anlatmaktadır. Aynı şiirde Hz. Ali, Kuran’ı
toplayan olarak verilmektedir. Künfekan padişahı olarak nitelenen Hz.
Ali’nin başlangıç ve nihayet olduğu, pişmanlık gününde şefaat edeceği ve
daha bir çok özellikleri zikredildikten sonra Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin
“nûr-ı vâhid oldukları, H. Muhammed’in mürşit, Hz. Ali’nin rehber oldukları
belirtilmiştir. Şairimiz şiirinde tecrid sanatı marifetiyle kendine seslenirken
Hz. Ali’nin dini, imanı, dilindeki virdi, elindeki tesbihi, hatta tendeki rûh-ı
revanı olduğunu, onun nur-ı Hak olduğuna şüphesini olmadığını veciz bir
şekilde dile getirmiştir. Hz. Ali’nin şiirlerde geçen bir sıfatı da Haydar-ı
Kerrâr’dır( G. 44).
4
Metin AKAR, Türk Edebiyatı’nda Manzum Mi’rac-nâmeler, Ankara, 1987
Divanda “lâfetâ illâ Ali, lâ seyfe illâ Zülfikâr”( Ali’den başka
fetâ, Zülfikâr’dan başka kılıç yoktur” kelâmının nakarat olarak tekrar
edildiği 8 kıt’alık bir şiir vardır (52. şiir)
Bilindiği gibi her şeyden önce şairimiz bir Bektaşî şairi ve şeyhidir. Bunu
divanda her fırsatta veciz bir şekilde dile getirmiştir:
Ehli şevkiz meşreb-i rindâneyiz Bektâşiyiz
Zâhid-i bed-hûlara bî-gâneyiz Bektâşiyiz
Merd-i tecrîdiz ‘alâikden geçüp olduk berî
Bî-tekellüf sâkin-i meyhâneyiz Bektâşiyiz
...
Sâbitiz ikrârımızda şekkimiz yokdur bizim
Ahd-i yâre viren merdâneyiz Bektâşiyiz
Cânımız kıldık fedâ Cemâllullaha biz
Şem’-i aşkda yanmağa pervâneyiz Bektâşiyiz (G. 91)
Divanda yer alan 8. ve 9. şiirler Dede Baba’nın intisabı ile ilgilidir. 8. şiire
diyerek intisabını bizzat dile getirmiştir. Bu şiirde ayrıca şeyhini “gül-beden” olarak
vasıflandırmakta ve cümle âleme değişmeyeceğini “Cümle âlem bir yana ey gül-beden sen
bir yana” mısraı ile açıkça ifade etmektedir.
13. şiir Mansur Baba vasfında olup aşağıdaki beytin bendler arasında tekrar edildiği
5 bentlik bir müseddesle anlatılmıştır. Mansur Baba, Bektaşilik geleneğinin önemli
isimlerinden biridir.
Divanda yer alan 208 ve 209 numaraları şiirler, Kerbelâ, Yezid, Hz.
Hasan ve Hüseyin, Zeyneb, Aliyü’r-Murtaza, Muharrem, mâtem-i âl-i abâ,
kan gibi konuların veciz bir şekilde işlendiği şiirlerdir.
Vahdet-i vücudun işlendiği 16.şiir gazel şeklinde yazılmış bir vahdet-nâmedir desek
mübalağa etmiş olmayız:
Cem, Bektaşî geleneğinde önemli yere sahiptir. Dedebaba, gönlüyle söyleştiği bir demde
Divanda yer alan “geç” redifli gazelde aşk tarikının usülü anlatılmaktadır (G.34).
İnsan her isteğini her zaman elde edemez. Eğer istenen şey vakti
geçtikten sonra elde edilirse bir faydası olmaz, adeta ölüm döşeğine
düşmüş bir kişinin önüne çıkan fırsata benzer. Bu duyguyu Dedebaba şöyle
dile getirmiştir:
Bir başka gazelde sevilenin ruhsâr-ı âli âşığı aşk âteşine yandıran ve
sabahlara kadar gönlü ah ettiren visâl arzusudur. Âşığı sevdâlara düçâr
eden sevgilinin kaşları ve benidir. Sevgilinin boyu(kadd-i dâl) ise âşığın
zayıf cismini nâtüvân edendir (G. 49).
Klasik şiir geleneğinde olduğu gibi Hilmi Dede de vaize sık sık
çatıldığını görüyoruz:
Şairimiz kâinattaki her şeyin insanda gizli olduğunu veciz bir şekilde dile
getirmiştir.
Hilmi Dede, birkaç şiirinde “Nevrûz”u işlemiştir. Bilindiği gibi Nevrûz ta Orta
Asya’dan beri kültürümüzün bir parçası olarak devam ede gelen bir bayramımızdır.
Divanda yer yer arkaik söyleyiş özellikleri görülmektedir. 37.gazelin redifi “yoh”tur.
Buna mahalli söyleyiş de denebilir, ama eskiden de bu söyleyişin böyle olduğunu biliyoruz.
Bir şiirde bugünkü -dır, -dir, -dur,-dür ekinin durur şeklinde kullanıldığını görüyoruz.
Başka bir şiirde uyku /yuhu, bir diğerinde ise sançılmak kelimesine rastladık:
Yüzyıl özelliği midir, yoksa tekke mensubiyetinin etkisi midir bilinmez, Türkçe
kelimelerle Farsça ekler bir iki yerde birleştirilmiştir ki bu divan şiirinde pek
görülmemektedir.
Tecerrüd âsumânından doğunca Hilmi-i kemter
Münevver itdi meydânı şeb-i vuslatda ay-âsâ G.6/5
Divanda yer alan 18. şiir bir “Elif-nâme”dir.6 Elif-nâme, eliften başlayıp ye harfine
kadar, her harf ile başlayan bir mısra veya beyit ya da dörtlük tertip etmek suretiyle meydana
getirilen şiirlere verilen isimdir. Hem halk şiirinde hem de divan şiirinde örneklerine
rastladığımız elif-nâmelerde şairler dile hakimiyetlerini ve ustalıklarını sergilerler.
Sonuç olarak diyoruz ki Hilmi Dedebaba tasavvuf terbiyesi içerisinde yetişmiş, bütün
insanlığı kucaklayan bir hoşgörü sahibi şeyh bir şairdir. Klasik şiirimizin mazmunlarını ve
Bektaşi geleneğini şiirine yansıtabilmiş şahsiyet olan Hilmi Dedebaba’nın edebiyat tarihi
içerisindeki yerini lâyık-ı vechile alabilmesi gerekli inceleme ve araştırmaların mutlaka
yapılması gerekir.
5
Yeni Tarama Sözlüğü, Ankara, 1983
6
Mehmet Yardımcı, Başlangıcından Günümüze Halk Şiiri, Âşık Şiiri, Tekke Şiiri, Ank. 2002, s. 397