Professional Documents
Culture Documents
ru – Turkistan Library
TURKOLOJI MAKALELERI
ADILHAN ADILOGLU
KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİ
TARIHI
EDEBİYATI
DILI
KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİ
[s. 13] Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği döneminde ikiye ayrılan Karaçay-Malkar
Türkleri günümüzde Rusya Federasyonuna bağlı Karaçay-Çerkes Özerk
Cumhuriyetinde ve Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Karaçay-
Çerkes Ö.C. nüfusunun % 36’sını oluşturan Karaçay Türklerinin sayısı 1989 yılı nüfus
sayımına göre 156.140 kişidir. Fakat günümüzde Karaçay Türklerinin nüfusunun 200
bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. 14.100 km karelik bir alanı kaplayan Karaçay-
Çerkes Ö.C.’nin başkenti Çerkessk şehridir. Diğer önemli şehirleri Karaçayevsk,
Zelençuk, Üçköken, Cögetey, Pregradnaya, Adige-Habl ve Habaz şehirledir. Kabardey-
Balkar Ö.C. nüfusunun % 9’unu oluşturan Malkar Türklerinin sayısı ise 1989 yılı nüfus
sayımına göre 88.771 kişidir. Fakat günümüzde Malkar Türklerinin nüfusunun 100 bin
civarında olduğu tahmin edilmektedir. 12.470 km karelik bir alanı kaplayan Kabardey-
Balkar Ö.C.nin başkenti Nalçik şehridir. Diğer önemli şehirleri Prohladnıy, Sovyetskoye,
Nart-Kala, Mayskiy, Terek, Baksan, Tırnavuz ve Çegem şehirleridir. Karaçay-Malkar
Türkleri Kafkasya dışında, 1943-1944 yıllarında sürgüne gönderildikleri Orta Asya’da
Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da tahmini 20 bin kişilik bir nüfusa sahiptirler.
1886 ve 1905 yıllarında Osmanlı Türkiyesi’ne göç eden Karaçay-Malkar Türklerinin
Türkiye’deki tahmini nüfusu 20 bin kişidir. Bunun dışında, Amerika Birleşik Devletlerinde
5 bin, Suriye’de Şam ve çevresinde 1.500 Karaçay-Malkar Türkü yaşamaktadır.
Mingitav [Elbruz 5.642 m], Dıhtav [5.203 m] ve Koştantav [5.145 m] gibi Kafkasya’nın ve
hatta Avrupa’nın en yüksek dağları Karaçay-Malkar toprakları içerisinde yer almaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Dağların 2 bin 200 metreye kadar olan kısımları çam, ladin ve köknar ormanlarıyla
kaplıdır. 3 bin metreden sonraki kısımlar ise buzullarla kaplıdır. Kafkasya’nın en büyük
buzulları olan Alibek, Amanavuz, Uzunkol, Ullukam, Tonguzorun, Azav, Bızıngı buzulları
da Karaçay-Malkar bölgesinde yer alır. Başta Koban ırmağı olmak üzere Kafkasya’nın
büyük ırmakları Elbruz dağı buzullarından doğmaktadır. Bunlardan Hurzuk, Ullu Kam ve
Uçkulan ırmakları birleşerek Uçkulan köyü yakınlarında Koban adını alır. Yine Duvut,
Teberdi, Arhız, Morh, Zelençuk [İnçik], Laba, Urup ırmakları da Koban ırmağını
beslemektedirler. Biyçesın yaylasından doğan Hudes, Calankol, Amankol, İndiş ve Mara
ırmakları da doğu tarafından Koban ırmağına karışırlar. Biyçesın yaylasından doğan
Kuma [Gum] ırmağı ise Hazar denizine dökülür. Yine Elbruz dağı buzullarından doğan
Malk [Balk] ile Bashan ırmakları ve daha doğudan doğan Çegem, Holam-Bızıngı ve
Çerek ırmakları Terek ırmağına karışır.
Türk kavimlerinin tarihini devamlılık esasında incelemenin çeşitli zorlukları vardır. Tarih
sürecinde teşkilatlanma biçimleri ve kavim adları değişmediği sürece, Türk kavimlerinin
tarihteki izlerini takip etmek kolaydır. Ancak, onlar sanki bu izleri karıştırmak ve ortadan
yok etmek istiyormuş gibidirler. Tarihe baktığımız zaman, dağınık haldeki Türk
boylarının çoklukla federasyon şeklinde birleştiklerini, bu federasyonu oluşturan
“Han”lardan veya “Bey”lerden birinin de bu federasyonun başına geçerek, kendi boy
adını veya bizzat kendi adını bu birliğin tamamına kavim adı olarak kabul ettirdiğini [s.
14] görüyoruz. Bir süre sonra bu teşkilatlanma şekli, kurulduğu zamanki kadar ani bir
şekilde dağılır ve boyların her biri tekrar bağımsız olur. Aradan bir zaman geçtikten
sonra bu bağımsız ve dağınık haldeki boylar, bir başka boyun yönetiminde, yeni bir
kavim adıyla, yeni bir teşkilatlanma sürecinde tekrar birleşirler. Bazen bu yeni
birleşmede, eski birlikteki boyların tamamı yer almaz. Onların yerine başka yeni boylar
geçer. Ancak bu durum böylece sona ermez. Aynı birlik, büyüklüğü ne olursa olsun yine
dağılabilir ve tekrar başka bir kavim adıyla ortaya çıkabilir.[1]
Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisinde
olmuşlardır. Kimmer, Saka, Hun, Bulgar, Alan, Hazar ve Kıpçak gibi eski Türk kavimleri
çok eski tarihlerden itibaren Kafkasya coğrafyasını binlerce yıl hakimiyet altında
tutmuşlardır. Bununla birlikte, Araplar VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
ötesine kadar ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek
zorunda kalmışlardır. Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların
bölgedeki etkinliği artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri
Kafkasya’ya gelmiş, nihayet XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Fakat
Moğollar kendilerinden hem daha fazla nüfusa sahip ve hem de askeri bakımdan daha
üstün özellikleri olan Türklere bağımlı kalmışlardır. Dolayısıyla kendilerinden sonra
ortaya çıkan devletler de hep Türk asıllı olmuşlardır.[3]
Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin büyük bir kısmı, M.Ö. II. bin başlarından, M.Ö. VIII.
yüzyıla kadar Karadenizin kuzeyinde ve Kafkasya coğrafyasında yaşamışlar ve tarihte
“Kimmerler” adıyla tanınmışlardır. Kimmerlerin tarihi ve etnik kökeni meselesi, İskit
araştırmaları ile ortaya çıkmış ve buna paralel olarak gelişmiştir. İskitler üzerine yapılan
araştırmalar sırasında, XVII. yüzyılın çeyreğinde, Sibirya’daki kurganlarda çok kıymetli
altın eserler bulunmuştur. Bu olayı takiben, Sibirya ve Güney Rusya’da tesadüfen
bulunan benzer şekilli buluntuların, bir zamanlar Avrasya bozkırlarında yaşamış olan
göçebelerle bağlantılı olduğu anlaşılmıştır. “Göçebe-Hayvan Üslubu” adıyla tanımlanan
bu çok zengin arkeolojik materyal “Bozkır Kurgan Kültürü”nün tipik bir kültür
ürünlerinden başlıca ana grubunu oluşturmaktadır.[5] Kimmerlere izafe edilen, Bakır ve
Bronz çağlara ait bu zengin [s. 15] materyaller, kuzeyde Kiev civarındaki ormanlık
alandan, batıda Podolia bölgesi ve doğuda Urallara kadar uzanan geniş bozkır
kuşağına yayılmıştır. Ayrıca, merkezî Kafkasya yaylaklarını kapsayan Koban bölgesi de
bu alana dahildir. Bu bölgedeki buluntular, Güney Rusya Bronz Çağı formlarına bağlı bir
durum göstermekle birlikte kısmen özel bir bölüm teşkil etmektedirler.[6] Kuzey
Kafkasya’da yapılan arkeoloji çalışmalarında Kimmerlere ait avcılıkla ilgili eşyalar,
silahlar, bakır ve tunçtan yapılmış oraklar bulunmuştur. Bunların büyük bir kısmı da
günümüzde Karaçay Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Kartcurt, Uçkulan, Teberdi, İndiş
ve Sarıtüz köylerinde ortaya çıkarılmıştır.[7] Yine, Kimmerlerin M.Ö. 1800-1700
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
yıllarından M.Ö. XIII. yüzyıla kadar devam eden yayılma süreci dönemine tesadüf eden
“Katakomb Mezar” ve “Koban Kurgan”ları da Kimmerlere ait arkeolojik eserlerdir.
Katakomb Mezar kültürü doğuda Volga, batıda Dneper, güneyde ise Azak denizi ile
sınırlanmış geniş bir bozkır kuşağında görülmektedir. Buralarda ortaya çıkarılan
arkeolojik materyaller tamamen Koban Kurganları ile bağlantılıdır. Mezarlardan çıkarılan
bütün buluntular Katakomb Kültürünü yaratan bozkır sakinlerinin “Pastoral” yani
“Göçebe-Çoban” bir hayat tarzı ile yerleşik ziraat arası bir hayatı sürdürdüklerini
göstermektedir. Fakat bu hayat tarzı, icabında hayvanlarına ot bulmak için çeşitli
yörelere göç eden çobanlara kışlak veya konak vazifesi gören bir yerleşikliktir. Yani bu
merkezler, klasik anlamda yerleşik kültür iskanlarından farklıdır.[8]
Herodotos Tarihi’nde, Sakaların aslen Orta Asyalı göçebe bir kavim olduğu ve
Massagetlerle [Hunlarla] yaptıkları savaştan yenik çıktıktan sonra Kimmerlerin yaşadığı
yerlere geldikleri anlatılmaktadır.[20] Hippokrates’in Sakaların hayat tarzı hakkında
verdiği bilgiler ise Sakaların Türklüğü konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır: “İskitler
[Sakalar] göçebedirler. Sabit bir ikametgahları yoktur. Bunlar dört yahut altı tekerlekli
arabalar içinde otururlar. Arabalarının dört bir yanı ve üstü keçe ile kaplanmıştır. Bu
evler yağmura, kara ve rüzgara karşı dayanıklıdırlar. Arabaların bazılarını iki çift,
bazılarını ise üç çift öküz çeker. Bu arabalarda kadınlar ve çocuklar birlikte yaşarlar
Erkekler ise at üstünde onların yanında giderler. Bunları koyun, sığır ve at sürüleri izler.
Bir yerde hayvanlarına ot bulabildikleri sürece kalırlar. Otların hepsi bitince başka yere
giderler. İskitler [Sakalar] pişmiş et yerler ve kısrak sütü içerler. Bu sütten bir de hippage
denilen bir peynir yaparlar. Onların adetleri ve hayat tarzları böyledir.”[21] Sakaların
etnik kökeni hakkında “Codex Cumanicus” adlı eserde önemli bilgiler verilmektedir:
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
“İskitlerin [Sakaların] adı çok eski zamanlardan beri kollektif olmuştur. İskit adı verilen
kavmin, bir zamanlar Hyperborei denilen bölgelerden, İranî halkların yaşadığı ülkelere
kadar geniş bir alana yayılmış olan Turanîler [Türkler] olduğu ortaya çıkmıştır. Pers
destanı Şehname’de Turanlılar ile İranlıların çok eski ve kanlı savaşlarının hatırası hala
korunmaktadır. Artık belgelerin çokluğu İskitlerin kollektif adının farklı Türk boylarını
içerdiğini açıkça göstermektedir. Son zamanlarda Grek yazarları da İskitlerin Türk
olduklarını açıkça söylemektedirler.”[22]
Karaçay-Malkar Türklerinde de, Sakalara ait birtakım dil ve kültür unsurları halen
yaşamaktadır. Sözgelimi, Herodotos eserinde Sakaların “Tabiti” adında bir ocak
tanrıçasını kutsadıklarından bahsetmektedir.[23] Aynı şekilde, Karaçay-Malkar
Türklerinin eski pagan inançlarında da “Tabıt~Tabut” adında bir ocak tanrıçası vardır.
Karaçay-Malkar Türklerindeki “Tabıt” adındaki ocak tanrıçası inancının Saka
kültüründen miras kaldığı aşikardır.
Hippokrates, Sakaların hayat tarzı hakkında bilgi verirken “hippage” denilen bir
peynirden bahsetmektedir. Z.V. Togan bunu “kurut” şeklinde açıklamıştır.[24] Fakat
bunu kurut yerine, Karaçay-Malkar Türkçesindeki “huppegi” [yoğurt suyu~peynir suyu]
sözüyle açıklamak daha isabetli olacaktır. Karaçay-Malkar Türkleri peynir veyahut
yoğurt suyundan, bir tür lor peynirine benzeyen, yağsız bir peynir yaparlar ve buna da
“huppegi bışlak” adını verirler. Saka dilindeki “hippage” sözü, Karaçay-Malkar
Türkçesinde “huppegi” şeklinde bugün bile kullanılmaktadır. Yine bu söz Osetçe’de de
[s. 17] “huppag” [inceltilmiş lapa] şeklinde yaşamaktadır.[25]
Sakalar et pişirmek için kapları olmadığı takdirde, önce hayvanın iskeletini ızgara gibi
kullanmak üzere itinayla çıkarırlar, sonra da kemiklerinden sıyrılmış etleri bu iskeletin
üzerine koyarlar, etlerini sıyırdıkları öteki kemikleri de odun niyetine iskeletin altında
koyup ateşe verirlerdi.[26] Sakaların tencere ve oduna ihtiyaç olmaksızın bu pratik et
pişirme yönteminin aynısı günümüzde bile Kafkasya meralarında sürülerini otlatan
Karaçay-Malkar çobanların uygulanmakta ve bunun çok eski bir Karaçay-Malkar adeti
olduğu bilinmektedir.[27]
Herodotos, Sakaların fala ve falcılığa çok meraklı olduklarını anlatır. Buna göre, Sakalar
söğüt dallarıyla fal bakarak gelecekten birtakım haberler almaktadırlar.[28] Öte yandan
Ammianus Marcellinus bu tip falcılığın Alanlarda da olduğunu söyler.[29] Saka ve
Alanların söğüt dallarıyla fal bakma adeti aynı şekilde Karaçay-Malkar Türklerinin
kültüründe de muhafaza edilmiştir. Bu şekil fal bakma adeti Sibirya Türklerinde de halen
devam etmektedir.[30]
Milat öncesi Çin kaynaklarında “Okut” veya “Hokut” şeklinde bir Türk kavim adı
geçmektedir. Önceleri bu kavmin Uygurlar olduğu ileri sürülmüş ise de, Uygurlar daha
sonraki tarihlerde ortaya çıktıkları için Okut kavminin Ogur Türkleri olması daha kuvvetli
bir ihtimaldir.[31] Ogurlar, Hiung-nu’lar [Hunlar] zamanında, onların kuzeyinde yerleşmiş
bulunan ve güneybatı Sibirya’da yaşayan, Çinlilerin “Ting-ling” ve daha sonra “Tieh-le”
adını verdikleri kavimdir. Türk oldukları kesinlik arz eden Ting-ling kavminin ana
yurtlarının Orhon civarı olduğu sanılmaktadır. Bir kısmı da Vusunların batısında
yaşayan Ting-ling veya Ogurların İtil-Yayık havzasına ne zaman geldikleri kesin olarak
tespit edilememiştir.[32]
Zeki Velidî Togan, Ogurların tarihini çok daha eski çağlara götürmekte ve “Ogur” adının
milattan önceki dönemlerde “Türk” sözü yerine kullanıldığını ileri sürmektedir. Ona göre
Ogurların esas yayılmaları milattan önceki dönemlerde cereyan etmiştir ve Önasya’daki
“Hurriler” ile Ogurlar aynı kavimdir.[33] Sümerler ile de akraba oldukları ileri sürülen
Hurriler M.Ö. 5000 yıllarında Türkistan coğrafyasında yaşıyorlardı. Hurrilerin, M.Ö. 4000
bin yıllarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu dolaylarında gelip yerleştikleri
sanılmaktadır.[34] Gerçekten de Doğu Anadolu’da yapılan arkeoloji çalışmaları sonucu
elde edilen bilgiler Z.V. Togan’ın bu görüşünü kuvvetlendirmektedir. M.Ö. 4000
yıllarında, kuzeyde Kafkasya, güneyde Suriye’nin kuzeyi, doğuda Urmiye gölü civarı,
batıda Malatya-Elazığ bölgesi arasında kalan geniş bir alanda üstün bir uygarlık ve
kültür tesis eden Hurrilerin Asyalı bir kavim oldukları ve dillerinin de Ural-Altay dil
ailesine mensup olduğu bilim adamları tarafından kabul edilmektedir.[35]
Bulgar tarihçi B. Simeonov, eski Çin kaynaklarında, M.Ö. 103 yılında ait bir kayıtta “Pu-
ku” ve “Bu-gu” şeklinde geçen kavmin Bulgarlar olduğunu ve onlardan Amu-Derya’nın
batısı ve Tien-Şan dağlarının kuzeybatısında yaşayan bir kavim olarak bahsedildiğini
söylemektedir.[36] Fakat, B. Simeonov’un bahsettiği Pu-ku veya Pu-ku kavmi, herhalde
Kök-Türkler döneminde de mühim bir rol oynayan ve Kök-Türklerin idaresinde iken
620’li yıllarda diğer Töles boylarıyla birleşerek “Altı-Bag Bodun”u oluşturarak Kök-
Türklere karşı isyan eden “Bu-gu” Türkleri olmalıdır.[37]
Bulgar adına Latin kaynaklarında ilk olarak M.S. 354 yılında rastlamaktayız. Yazarı
meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgarlardan
“Vulgares” şeklinde bahsedilmektedir.[38] Bizans kaynakları ise M.S. 482 yılında,
Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli
kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler.[39] Öte yandan Süryanî Mar-Abas Katina’nın
Bulgarlar hakkındaki kayıtları, Latin ve Bizans kayıtlarından daha eskidir. Mar-Abas
Katina, Bulgarların daha M.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından
bahsetmektedir. Hatta bu kayıt, VII. yüzyıl Ermeni [s. 18] tarihçisi Horenli Musa [Moses
Khorenaci] tarafından da nakledilmiştir. Horenli Musa’nın kayıtlarında Bulgarlarla ilgili
olarak şöyle denilmektedir: “Val Arşak oğlu I. Arşak zamanında [M.Ö. 149-127]
Kafkasya dağları arasındaki Bulgarlar ülkesinde büyük karışıklıklar çıktı. Bunlardan
kalabalık bir grup göçüp gelerek Gol’un altında çok verimli ve buğdayı bol ovalara
yerleştiler.”[40]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Başta M.İ. Artamonov olmak üzere bazı eski Sovyet ve Avrupalı tarihçiler, Mar-Abas
Katina ile Horenli Musa’nın Bulgarlar hakkında milat öncesi döneme ait verdiği bu
haberleri anakronik sayarlar.[41] Fakat, V.F. Kahovskiy, K. Patkanov ve Z.V. Togan
Bulgarların gerçekten de milattan önceki dönemlerde Kafkasya’da yaşadıklarını ve
bunların bir kısmının, Horenli Musa’nın da işaret ettiği tarihlerde Ermenistan dolaylarına
göç ettiklerini söylerler. Hatta, V.F. Kahovskiy ve K. Patkanov milat öncesi dönemde
Kafkasya ve Ermenistan coğrafyasında Bulgarların yaşadıklarını ve bunun da tarihe
uygun olduğu konusunda ısrarlıdırlar.[42]
VI. yüzyıl tarihçisi Zacharias Rhetor ise 569 yılında Bulgarlar hakkında önemli ve
güvenilir bilgiler vermektedir: “Bazgun ülkesinden Hazar kapısı [Derbent] ve Hazar
denizine kadar olan yerler Hunların toprağıdır. Onların yanında, Hunlardan farklı dilleri
ve pagan inançları olan Burgar [Bulgar] adlı barbar bir kavim yaşar. Onların şehirleri
vardır. Bu kavmin yakınında yaşayan Alanların da beş tane şehri vardır. Aunagur
[Onogur] kavmi çadırlarda yaşar. Bu yerlerde Avgar, Sabir, Burgar [Bulgar], Alan,
Kutargar, Avar, Hasar, Dirmar, Sirugur, Bagrasir, Kulas, Abdel ve Heptalit adlarında on
üç tane kavim yaşar. Bunların bir kısmı çadırlarda oturur. Bu kavimler hayvan yetiştir ve
balıkçılıkla uğraşırlar ve bundan başka yağmacılık yaparlar.”[43] Şiraklı Anan [Anani
Şirakaci] da VII. yüzyıla ait “Ermeni Coğrafyası” adlı eserinde, Bulgarlar hakkında şöyle
söylemektedir: “Kafkasların kuzeyinde Türk [Hazar] ve Bulgar kavimleri yaşarlar. Bulgar
kavmi Kupi-Bulgar, Duçi-Bulkar, Oghondor-B.lkar, Çdar-Bolkar şeklinde dört kabileden
teşekkül etmiştir.”[44]
Bilhassa eski Ermeni kayıtlarından Bulgarların aslında Hunlardan çok daha önce
Kafkasya’ya gelip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Fakat daha çok itibar gören Bizans
kaynaklarında ise Bulgarlar daha çok Hunlarla birlikte geçmekte, Attila’nın
imparatorluğunun dağılmasından sonra en küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin
en önemli kabilesi olarak anılmaktadır.
Hunlar~Sabirler
Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru dalgalar halinde akan Balamir Han yönetimindeki
Hunlar 355-360 yıllarında İtil ırmağını aştıktan sonra Don ırmağını da geçmişler, Terek
ve Koban havzasındaki Alanların ülkesini tamamen hakimiyet altına almışlardı. Fakat
Hunlar, Alanların ülkesini ele geçirdikten sonra hemen batıya yönelmemişler, Kafkasya
üzerinden 359 yılında İran’a ve 363-373 yılları arasında Ermenistan’a girmişlerdir.[47]
Hunlar kısa bir zamanda Hazar denizinden Azak denizine kadar uzanan bütün Kafkasya
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Arran Patriği Karduşt’un faaliyetleri sonucu Kafkasya’da yaşayan Hunların bir kısmı
507-508 yıllarında Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Hatta Bizanslılar da Karduşt’un bu
faaliyetlerine destek vermişler 537 yılında Kafkasya’da bir Piskoposluk bile
kurmuşlardır. Piskoposluğun başına geçen Karduşt adlı rahip Hunların dilini öğrenmiş
ve yedi yıl süren bir çalışmadan sonra 544 tarihinde İncil’i Hun diline çevirmiştir. Süryani
rahibi Zacharias Rhetor’un 555 yılına ait kayıtlarında bahsedilen bu Hıristiyan Hun
kavmi Sabir Hunlarıdır. [51]
Bizanslı tarihçi Prokopius 508 yılında Daryal geçidine hakim bir müstahkem mevkide
Ambazuk adlı bir beyin idaresinde yaşayan Sabir Hunlarından bahsetmektedir.
Prokopius’a göre Kuzey Kafkasya bölgesi 465-556 yılları arasında bu Sabir Hunlarının
hakimiyeti altında olmuştur. Prokopius’un anlattıklarına göre Kafkasya’da Alan, Abhaz,
Zikh adlı kavimlerin dışında bir de Sabir namında Hun kabileleri yaşamaktadır.
Sabirlerin yurdu ise daha çok Koban ırmağı havzası ile biraz kuzeye kadar olan sahayı
kapsamaktadır. Yine Prokopius’un kayıtlarında Kafkasya dağlarından Hazar geçitlerine
kadar uzanan sahanın Alanların elinde hakimiyetinde olduğu fakat aynı zamanda bu
civarda Sabir adı verilen Hun kabilelerinin de yaşadığı söylenmektedir. Ayrıca Prokopius
bu Sabir Hunlarından savaş kültürleri ve savaş aletleri çok gelişmiş bir kavim şeklinde
bahsetmektedir. Bütün bunlardan Sabirlerin 500-560 yılları arasında Koban ırmağı
havzasında yaşadıkları anlaşılmaktadır. VI. yüzyıl sonlarında ise Sabir kabileleri ve
Onogurlar birleşerek Utirgur kabile birliğini kurmuşlardır. Bundan sonra Kafkasya’da
Sabir ve Onogur adlarının yerine Utirgur adı anılmaya başlanmış ve Hazar Kağanlığına
tabi oluncaya kadar da Büyük Bulgarya devletinin temelini bunlar oluşturmuşlardır.[52]
Kök-Türklerin baskısıyla 552 yılında İtil-Don-Kafkasya sahasına gelen Avarlardan 558
yılında büyük bir darbe yiyen Sabirlerin adı bundan sonra tarih sahnesinden silinmiştir.
Daha sonra bunların büyük bir kısmı Hazar hakimiyetine girerken, bir kısmı da
Macarlarla karışmıştır.[53]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Hazar Kağanlığının kalabalık bir kütlesini teşkil ettikleri ve hatta Balancar ve Semender
adlı iki büyük Hazar kabilesinin aslında Sabirler olduğu anlaşılmıştır.[54] Bundan dolayı
bazı tarih araştırmalarında Sabirler ile Hazarların aynı kavim olduğu öne sürülmüş ise
de bu doğru olmasa gerektir. Çünkü Kafkasya’daki Bulgar birliğine dahil iken daha
sonra Hazar Kağanlığının hakimiyetine giren Sabir Türklerinin Bulgar ve Hazarlar gibi
Lir Türkçesi konuşmadığı, Kaşgarlı Mahmut’un “Suvarın” şeklinde adlandırdığı Sabir
dilinden aktardığı birtakım kelime ve cümleler onların Şaz Türkçesi konuşan bir Türk
kavmi olduğu ve Hazarlardan ziyade bir Hun kabilesi oldukları görüşü ağırlık
kazanmıştır.[55]
Büyük Bulgarya
Bizanslı Priskos ve Suidas 463 yılında Şaragur, Ogur ve Onogur adlı kabilelerin
Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda ve Tuna ırmağının kolları ile Volga arasındaki
bozkırlarda yerleşmiş olduklarını ve daha sonra 482 yılında İrnek’in kurmuş olduğu
birliğin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler. Bulgarlar daha sonra
Kutirgur ve Utirgur şeklinde iki kabile temelinde bir siyasi birlik oluşturmuşlardır. Bu ilk
Bulgar birliğinin merkezi Koban ırmağı civarında bulunuyordu.[58] Avrupa’dan
Karadenizin kuzeyindeki bozkırlara ve Kafkasya’ya dönüş yapan Hunlar ile buralarda
çok eskiden beri yaşamakta olan Bulgar ve Sabir kabileleri arasında çatışma çıkacağı
yerde kısa sürede dostane temaslar neticesinde siyasi birlik oluşmuştu. Bulgar ve
Sabirlerin bundan sonra kendileri için “Hun” adını kullanmaları bunun en güzel delilidir.
[s. 20] IV. yüzyılda Bulgarların kendilerini Hunlardan sayması bir gurur vesilesi idi.[59]
M.İ. Artamonov, V. yüzyılda Kafkasya’nın etnik haritasını şöyle çizmektedir; Dağıstan’ın
kuzeyinden Kuma ırmağı ve onun kollarının çevrelediği yerlerde Sabirler ile onların biraz
yukarısında Şaragurlar yaşamaktadır. Onların kuzeyinde ve batısında yani bugünkü
Adige Ö.C. ve Krasnodar ile Stavrapol çevresinden Azak denizine kadar olan yerler
Onogurların ülkesidir. Azak denizinin kuzey kıyılarından doğu ve güneye doğru
Şaragurlara kadar olan yerlerde Akatsir~Akaçirler yaşamaktadır. Bugünkü Karaçay-
Çerkes Ö.C. ile Kabardey-Balkar Ö.C ve Kuzey Osetya Ö.C. sahalarının tamamı ise
Alanların hakimiyeti altındadır.[60]
Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer.
Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu
Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir
kısmı da Kafkasya’yı terk ederler. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı
kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise yine kendine bağlı
kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur,
As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır.
Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder.[66]
Kara-Bulgarlar ve Karaçay-Malkarlar
Tarihte “Kara Bulgarlar” veya “Koban Bulgarları” şeklinde geçen Kafkasya Bulgarlarını
birçok bilim adamı Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda birinci derecede pay
sahibi oldukları konusunda birleşmekte ve Karaçay-Malkar Türklerini doğrudan
Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak kabul etmektedirler. Sözgelimi; V.F. Miller,
Karaçay-Balkar Türklerini eskiden Koban ırmağı dolaylarında yaşamış olan eski
Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak saymaktadır. V. Minorsky ve J. Marqwart da aynı
görüşte olup V.F. Miller’in bu görüşünü desteklemektedirler.[67] Meşhur tarihçi M.İ.
Artamonov da Karaçay-Malkarları Bulgar Türklerinin devamı olarak kabul etmektedir.
Ona göre, tarihte “Kara-Bulgar” adıyla bilinen ve Hazarların hakimiyetine giren Batbayan
önderliğindeki “Koban Bulgarları” bugünkü Karaçay-Malkarların atalarıdır.[68]
M.F. Kırzıoğlu yazmış olduğu kitap ve makalelerinin hemen hepsinde Bulgar Türklerinin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından kaçarak
Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorski], Narsana, Arhız, Koban, Malkar ve
Digor [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden beri yaşayan
Alanlar ile de karışarak bugünkü Karaçay-Malkarların temelini oluşturduklarını
söylemektedir.[73]
Hakikaten de, birtakım arkeolojik malzeme ve Kafkasya’daki bazı yer adları, Karaçay-
Malkar Türklerinin etnik bakımdan Kafkasya Bulgarlarının devamı olduğunu destekler
niteliktedir. Sözgelimi Karaçay’da İndiş ırmağı yakınlarındaki Bulgar yerleşimi kalıntıları,
Malkar’da Aşağı Çegem ve Laşkuta köylerinde bulunan Bulgarlara ait arkeolojik eserler,
Yukarı Çegem, Lıgıt ve Kaşha-Tav yakınlarında ortaya çıkarılan Bulgar Türklerinden
kalma mezarlar Karaçay-Malkarlar ile Bulgarlar arasındaki etnik ilişkinin varlığını ortaya
koymaktadır.[76] Öte yandan, İ.M. Mızı, “Kutirgur” adının Malkar’da Çegem vadisindeki
eski “Gudurgu” köyünün adında hatırasını koruduğunu ve “Bittogur” adının da Çegem
ırmağının yukarı kısmında “Biturgu” şeklinde devam ettiğini söylemektedir. Ayrıca
“Çılmas”, “Bulungu”, “Uçkulan” ve “Bıllım” adlı Karaçay-Malkar köylerinin adlarının da
Bulgar Türklerinden kaldığını ileri sürmektedir.[77]
Humara Şehri
[s. 22] Bulgar Türkleri “agul” [avul] adını verdikleri, büyük blok taşlardan inşa edilen
müstahkem şehirlerde yaşarlardı. Bunun en güzel örneklerinden biri de Karaçay’daki
eski “Humara” müstahkem şehridir. Bulgar Türklerinden kalmış olan eski Humara şehri
20 hektardan fazla bir alanı kapsamaktadır. Humara şehri eskiden çevresi blok taş
duvarlarla çevrili ve dokuz kulesi olan bir kale-şehirdir.[78] Eldeki bilgilere göre bu
şehrin, Kafkasya Bulgarlarının ve Hazar Hakanlığının askeri, siyasi, kültür ve iktisadi
merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Humara müstahkem şehrinin inşa tarihi
kesin olarak bilinmemekle birlikte VIII. yüzyılda Arapların Kafkasya saldırılarına karşı
Bulgar ve Alanlar tarafından inşa edildiği tahmin edilmektedir.[79]
Bulgar Yazıtları
1960-1962 yıllarında Karaçay’daki eski Humara şehri kazı çalışmaları sırasında Kök-
Türk yazısına benzeyen runik karakterde yazılı taşlar bulunmuştur. İlk olarak 1962
yılında A.M. Şçerbak bu yazıtların Don ve Talas yazıtlarıyla olan benzerliğini
açıklayarak Humara yazıtlarının Batı Türklerine ait özel bir runik alfabeyle yazılmış
olduğunu ileri sürmüştür. 1963 yılında V.A. Kuznetsov ise Humara yazıtlarının, Kuzey
Kafkasya’da geniş bir alana yayılmış olan eski Yunan kitabelerinden çok farklı bir dil ve
yazı sistemiyle yazılmış olduğunu ve bu yazıtların Orhon-Yenisey yazıtlarıyla büyük
benzerlik gösterdiğini söylemiş, Humara kitabelerinin şüphe bırakmayacak şekilde
bunların eski Türk yazısı olduğunu ileri sürmüştür. Böylece bu iki bilim adamının
çabalarıyla Humara yazıtlarının varlığı dünya bilim alemine duyurulmuştur. Daha sonra
Humara yazıtlarına ilgi artmış, çok sayıda bilim adamı bu yazıtları çözme çalışmalarına
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
S.Y. Bayçora vardığı sonuca göre Humara ve Kuzey Kafkasya’nın birçok bölgesinde
bulunan yazılı taşlarda kullanılan dilden, Kafkasya Bulgarlarının “d”, “c”, “dz” ve
“ara~ortak” olmak üzere dört şivede konuştuklarını söylemektedir. Hasavut bölgesindeki
bazı yazıtlar ise iki ayrı Türk lehçesi ve iki ayrı alfabeyle kazınmıştır. Bunların birincisi
Kafkasya Bulgar Türkleri’nin harfleriyle, ikincisi ise eski Uygur Türkleri harfleriyle
yazılmıştır.[81] S.Y. Bayçora, Kafkasya Bulgar yazıtları alfabesi ile Tuna Bulgar, İtil-
Don, Sekel, Orhon-Yenisey yazıtlarında kullanılan alfabelerin karşılaştırmalı çizelgesini
hazırlamıştır.[82] Bu çizelgede, Kafkasya Bulgar yazıtlarında kullanılan alfabenin
diğerlerine çok benzediği, hatta harflerin çoğunluğunun birbirlerinin aynısı olduğu
görülmektedir.
3. Kafkasya’da As-Alanlar
Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda önemli pay sahibi olan kavimlerden biri de
As-Alanlardır. Çinlilerin “An-tsa-i”, Romalıların “Alani” ve Bizanslıların da “Asioi” şeklinde
adlandırdığı As ve Alanlar ilk önceleri Türkistan sahasında yaşıyorlardı. M.Ö. I. yüzyıl
ortalarında Türkistan’dan göç ederek Don ırmağı ile Kırım arasında geniş bir sahaya
yerleştiler. M.S. 370-3375 yıllarında gerçekleşen Hun baskısıyla As ve Alanların bir
kısmı batıya doğru kaymış, bir kısmı da güneye doğru giderek Kafkasya dağlarına
sığınmışlardır.[83] E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının VII. yüzyıldaki Hazar
saldırılarından kaçarak Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorski], Narsana,
Arhız, Koban, Malkar ve Digor [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada
eskiden beri yaşayan Alanlar ile de karışarak bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin
temelini oluşturduklarını söylemektedir.[84] Bulgar Türklerinin Koban ırmağı havzasında
yaşadıkları sırada Kafkasya’daki Alanlarla sıkı temaslarda bulundukları ve bunların bazı
kültür tesirlerine maruz kalmış olmaları mümkündür.[85] Karaçay’daki tarihi Humara
kale-şehrinden elde edilen arkeolojik malzemeye göre bu kale-şehrinde Hazar-
Bulgarları ile Alanların birlikte yaşadıkları [s. 23] anlaşılmıştır.[86] E.P. Alekseyeva’ya
tespitine göre bugünkü Karaçay-Çerkes Ö.C. sınırları içerisinde X-XIII. yüzyıllar
arasında Alanların yaşadığı şehir ve köylerin toplam sayısı 40’tan fazladır.[87] Bunun
dışında, VIII-X. yüzyıllar arasında Bizans ve Gürcülerin etkisiyle Hıristiyanlığı kabul
eden Alanlardan kalma Karaçay’ın Çuvana, Sıntı ve Arhız bölgelerinde birer tane kilise
mevcuttur.[88]
Avrupalı ve Sovyet tarihçileri genel olarak As-Alanları İranî bir kavim şeklinde kabul
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
IV. yüzyıl sonlarında Alanların hayat tarzıyla ilgili en geniş bilgiler Ammianus
Marcellinus’un kayıtlarında bulunmaktadır. A. Marcellinus’un anlattıklarına göre
Alanların hayat tarzının eski Türklerin göçebe hayat tarzından pek bir farkı yoktur:
“Alanların evleri yoktur. Sürekli göç ettikleri, başı ağaç kabuklarıyla örtülü araba-evlerde
yaşarlar. Tarla sürmeyi bilmezler. Temel yiyecekleri et ve süttür. Bunları da vahşi
hayvanlar gibi yerler. Bir otlağa gelip yerleştiklerinde ev-arabalarını daire şeklinde
konuşlandırırlar. Otlaklar tükenince araba-evleriyle başka yerlere göç ederler. Kadın,
erkek, çocuk hepsi bu araba-evlerde yaşarlar. Çocuklar bu araba-evlerin içerisinde
büyürler. Bu araba onların sürekli evidir. Küçük ve büyük baş hayvanları [s. 24] vardır.
At sürüleri vardır. Buna özel önem verirler. Oralarda otlaklar geniş ve yeşildir. Her yer
meyve ağaçlarıyla doludur. Verimli toprakların ve ırmakların bol olması nedeniyle
göçebeler hiçbir zaman yiyecek ve otlak sıkıntısı çekmezler. Yaşlılar, çocuklar ve
kadınlar savaşamayacak durumda oldukları için kolay işlerle uğraşırlar. Erkekler
çocukluktan itibaren ata binmeyi öğrenir. Çünkü onlar yürümeyi onur kırıcı olarak
görürler. Hepsi birer mükemmel savaşçı olarak yetiştirilir. Alanların büyük çoğunluğu iri
yapılı, sarışın ve güzel insanlardır. Bakışları korkutucudur. Silahlarını hızlı ve ustalıkla
kullanırlar. Hunlara benzerler. Fakat yemek ve giyim-kuşam kültürü Hunlardan daha
gelişmiştir. Avcılık ve yağmacılıkla geçinirler. Hatta Meot bataklığından Ermenistan’a ve
Medya boylarına kadar geniş alanlarda yağmacılık yaparlar. Rahat ve huzurlu bir hayat
yerine tehlike ve savaştan hoşlanırlar. Savaşta ölmek onlar için mutluluk ve onurdur.
Yaşlılıktan veya herhangi bir kaza sonucu ölenler aşağılanır ve onların cesetleriyle alay
edilir. Alan savaşçıları düşmanlarının kafa derilerini yüzerek bunlardan atlarına süsler
yaparlar. Alanların tapınakları yoktur. Hatta bunlarda çatısı samanla örtülü tek bir kulübe
dahi yoktur. Savaş Tanrısı Mars gibi, toprağa saplanmış bir kılıca taparlar. Kamışları
dikine birleştirirler ve büyülü sözlerle bir anda bırakırlar. Böylece geleceği gördüklerini
düşünürler. Soylu bir kan taşırlar. Kölelik nedir bilmezler. Reislerini en çok savaş
deneyimi olan kişiler arasından seçerler.”[95]
Kaziy T. Laypan ve İsmail M. Mızı başta olmak üzere genel olarak Karaçay-Malkarlı
tarihçilerinin büyük çoğunluğu As-Alanların bugünkü devamının Karaçay-Malkar Türkleri
olduğunu savunmaktadırlar. Buna en güçlü dayanak olarak da Karaçay-Malkar
Türkçesinde “kardeş, dost, arkadaş” anlamında ve bir hitap şeklinde kullanılan “alan”
sözü gösterilmektedir. Bunun dışında Karaçay-Malkar Türklerinin yakın zamana kadar
başta Osetler olmak üzere bazı komşu Kafkas kavimleri tarafından “Alan” ve “As”
şeklinde adlandırılması da bu görüşün diğer önemli dayanağıdır. Gerçekten de bugün
kendilerini As-Alanların devamı sayan Osetler halbuki eskiden Karaçay-Malkar
Türklerini “Asi” ve “Asson” şeklinde, Malkar ülkesini “Asiyag” ve Karaçay ülkesine de
“Tstur-Asiyag” şeklinde adlandırmışlardır. Yine Gürcü-Megreller Karaçaylıları “Alani”
şeklinde adlandırırlarken, Abhazlar da “Azuho” ve “As” şeklinde adlandırmışlardır. [96]
V.F. Miller ise eskiden komşu Kafkas halkları tarafından Karaçay-Malkarlıların “Alan” ve
“As” şeklinde adlandırılmalarını kabul etmekle birlikte bunu farklı bir şekilde
yorumlamaktadır. Ona göre Karaçay-Malkarlıların yaşadığı topraklarda eskiden Osetler
veya onların ataları olan As ve Alanlar yaşamışlardır. As-Alanlar güneye doğru bugünkü
Osetlerin yaşadığı yerlere göç ettikten sonra onlardan boşalan yerlere Karaçay-Malkar
Türkleri gelip yerleşmişlerdir. Fakat tarih boyunca buraları As ve Alan adıyla
anıldığından dolayı komşu Kafkas halkları da Karaçay-Malkar Türklerini “As” veya
“Alan” şeklinde adlandırmışlardır. V.F. Miller’in bu ifadeleri hem mantıksız ve hem de
çelişkilidir. Diyelim ki, Gürcü-Megreller ile Abhazlar, eskiden As ve Alanların yaşadığı
topraklara gelip yerleşen Karaçay-Malkar Türklerini, V.F. Miller’in söylediği gibi
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Osetlerin As-Alanların devamı olduğuna dair ileri sürülen görüşlerin en güçlü dayanağı
yine V.F. Miller’in meşhur “Osetinskie Etüdı” adlı eseridir. Halbuki bu eserin hiçbir
yerinde “Aslar veya Alanlar İranî bir kavimdir ve bugünkü İronların [Osetlerin] atalarıdır”
şeklinde bir ifade geçmemektedir. V.F. Miller kitabında aynen şöyle söylemektedir:
“Osetlerin ataları Alanya’da [Terek ve Laba ırmakları arasındaki sahada] yaşamışlardır.
Bundan dolayı da Osetlerin atalarının Alanlar olması mümkündür.” V.F. Miller’in bu
ifadelerinden Osetlerin kesinlikle Alanların devamı olduğu sonucu çıkarılamaz. Öte
yandan XVIII. yüzyıl sonlarında Kafkasya’ya seyahat yapan J. Pototski’nin Alanlarla ilgili
kayıtları oldukça enteresandır: “19 Kasım 1797 tarihinde Mozdok ve Macar şehri
Piskoposu Gürcü asıllı Gay adında birini ziyaret ettim. Piskopos bana tarihte sıkça
geçen Alanların bir kısmının halen mevcut olduğunu ve bunların sayısının 1000 kişi
civarında olduğunu söyledi. Bunlar gerçek Alanlarmış ve Svanların yurduna yakın dağlık
bir vadide yaşıyorlarmış. Fakat kendisi bu gerçek Alanları çetin coğrafi şartlardan dolayı
görme imkanını elde edememiş. Piskoposun bahsettiği bu gerçek Alanları görmeyi ve
onların hangi dili konuştuğunu öğrenmeyi çok istememe rağmen ben de bu imkanı elde
edemedim. Halbuki büyük bir tarihi problem aydınlığa kavuşmuş olacaktı.” Digor ve
İronların [Osetlerin] 1744 yılında kendi istekleriyle Rus Çarlığının [s. 25] hakimiyet
geçmeleri tarihi belgelerle sabittir. Gürcülerin “Ovset” şeklinde adlandırdıkları bu iki halk
Rus Çarlığına bağlandıktan sonra Ruslar tarafından “Osetin” şeklinde
adlandırılmışlardır. Aradan 53 yıl sonra 1797 yılında Kafkasya’ya giden J. Pototski ve
hele Osetleri çok yakından bilen Gürcü asıllı Piskopos Gay’ın “gerçek Alanlar”dan
bahsetmesi oldukça enteresandır. Özellikle de Gürcü Piskopos gerçek Alanlar dediği
meçhul kabile ile Osetler arasında bir ilişki olsaydı bundan mutlaka bahsederdi. Öte
yandan Svanların ülkesine yakın dağlık bir vadide yaşadıklarını söylediği gerçek
Alanların yurdu bugünkü Karaçay Türklerinin yaşadığı yerdir.[98] Bir başka önemli
husus ise bazı eski ve tarihi Kafkasya haritalarında Karaçaylıların ve Alanların yaşadığı
topraklar daima birlikte gösterilmektedir. Sözgelimi Rus Çarlığının Kafkasya Ordusu
Komutanlığında Harita Subayı olarak görev yapan İvan V. Sahovskoy’un 1833 yılında
çizdiği Kafkasya haritasında Karaçay Türklerinin yaşadığı yerler “Alanetı-Karaçavtsı”
[Alanlar-Karaçaylar] adıyla gösterilmektedir.[99]
4. Kafkasya’da Kıpçak~Kumanlar
Kıpçak Türklerinin tarih sahnesine ne zaman çıktıkları konusunda kesin bir sonuca
varılmamıştır. Bazı tarih araştırmalarına göre Kıpçaklar çok eski tarihlerden itibaren
Kafkasya’da yaşamaktaydılar. Eski Gürcü kaynaklarında M.Ö. IV. yüzyılda Kür [Kura]
nehri boylarında yaşayan “Bun-Turki” [Yerli Türk] ve “Kıpçak” adında iki Türk kavminden
bahsedilmektedir. En eski Gürcü vakayinamesi olarak bilinen Kartlis Tshovreba’da
[Gürcü Hayatı] bu iki Türk kavminden şöyle bahsedilmektedir: “M.Ö. 312 yılında Filip’in
oğlu Makedonyalı İskender, Kartvel’e [Gürcistan’a] geldiği zaman Kür ırmağı boyunca
ve onun kolları üzerine yerleşmiş olan Bun-Turki ve Kıpçak adlı kavimlerle karşılaştı.
Bütün şehirler ve kaleler, yılmaz savaşçılar olarak bilinen Bun-Turki ve Kıpçaklar
tarafından savunuldu. Makedonyalı İskender büyük hayretler içerisinde kaldı. Çünkü
hiçbir millet onlar gibi düşmana karşı koyamazdı.” Bunun dışında, Plinius’un kayıtlarında
M.S. 23-79 yıllarında Dağıstan’da “Kamak” ve “Oran” adlı iki Türk kavminden
bahsedilmektedir. Bilindiği gibi Kamak ve Oranlar Maveraünnehir havzasında yaşayan
eski Türk kavimleridir ve Kıpçak Türklerinin bir diğer adı da “Kimak~Kemak”tır. Plinius
ayrıca Daryal geçidinin “Kumania Kapısı” şeklinde adlandırıldığını da
söylemektedir.[103]
Kıpçak Türkleri, Dede Korkut destanlarında “azgun dinlü kafirler” şeklinde ve Oğuzların
baş düşmanı olarak anlatılmaktadır. Dede Korkut Destanlarına göre Kıpçak Türkleri
Kafkasya dağları kuzeyinde yaşamakta ve sık aralıklarla Daryal geçidini aşarak güneye
akınlar yapmaktadırlar. Destanlarda anlatılanlara göre Kafkasya Kıpçaklarının
hükümdarı “Alaca atlı Şavhal Melik” olup bugünkü Kumuk-Avar bölgesi hakimidir. Onun
sağ [s. 26] kol beyi “Bogaçuk Melik” bugünkü Koban ırmağının kaynak havzası olan
Karaçay topraklarının hakimidir. Sol kol beyi “Kara Tokan Melik” ise Dağıstan’da Koy ve
Ilısu ırmakları boyu hakimidir. Yine, Oğuz komutanlarından Kara Konak’ın oğlu Kara
Budak’ın sürekli akın edip kan kusturduğu “Demir Yaylı Kıpçak Melik” de Koban ırmağı
boyları ile bugün Malkar ve Kabardey Çerkeslerinin yaşadığı toprakların hakimidir.[104]
Moğollar önce 1219-1222 yıllarında Orta Asya’yı bir kasırga felaketi gibi tahrip etmişler
ve binlerce insanın hayatına son vermişlerdir. 1222 yılı baharında Cengiz Han
tarafından Orta Asya’dan kaçan Harzemşah Muhammed’i takiple görevlendirilen
Sübedey Bagatur ve Cebe Noyan adlı komutanların idaresindeki Moğol orduları önce
Kuzey İran’ı kılıçtan geçirdikten sonra Gürcistan üzerinden Şirvan boğazı yoluyla
Kafkasya’ya gelmişler ve burada Kıpçak-Alan ittifakıyla karşılaşmışlardır. Bunun üzerine
Moğollar gizlice Kıpçak komutanlarına çeşitli hediyeler göndererek “Moğollar ile
Kıpçakların aynı soydan olduklarını, Alanlarla kurdukları ittifaktan ayrıldıkları takdirde
Moğol ordularının Kıpçaklara dokunmayacaklarını” bildirmişlerdir. Kıpçak ordularının
komutanı Könçek oğlu Yuri de Moğolların bu vaadine kanarak Kıpçak-Alan ittifakından
ayrılmıştır. Fakat bunu müteakip Moğollar önce Alanlara saldırarak onları mağlup etmiş
ve daha sonra Koban dolaylarında konuşlanmış bulunan Kıpçaklara hücum ederek
birçoğunu kılıçtan geçirmişlerdir. Könçek oğlu Yuri ve Köbek oğlu Daniel adlı Kıpçak
komutanlar da Moğol askerlerinin elinden kurtulamayıp öldürülmüşlerdir. Bunun üzerine
Kafkasya dağları eteklerinde yaşayan Kıpçak kabileleri arasında büyük bir korku ve
telaş baş göstermiş, Kıpçakların büyük bir kısmı kuzeye doğru Azak ve İtil dolaylarına
kaçarken, bir kısmı da Moğolların katliamından sağ kalabilen Alan ve Bulgar
kabileleriyle birlikte dağlık arazilere sığınmışlardır.[106] Kuzeye doğru kaçan Kıpçak
kabileleri ise bu sefer 1637 yılında Cengiz Han oğlu Cuci Han tarafından sıkıştırılmışlar
birçoğu kılıçtan geçirilmişlerdir. İtil ve Don havzasında kurtulmayı başarabilen Kıpçak
kabilelerinin birçoğu Çerkes [Batı Kafkasya] ve Tümen [Dağıstan] yurtlarına kaçmışlar
ve buradaki kavimlerle karışmışlardır.[107]
Moğolların istilası sonunda Deşt-i Kıpçak ve uzantısı Kafkasya’da büyük bir Moğol
devleti kurulmuştur. Doğu kaynaklarında “Cuci Ulusu” ve “Kök Orda” şeklinde anılan,
Rus kroniklerinde ise “Altın Ordu” adıyla geçen bu devlet, XIII-XIV. yüzyıllarda siyasi,
iktisadi ve kültür bakımından yalnız Doğu Avrupa’da değil, bütün Türk Dünyasının en
önemli devletlerinden biri olmuştur. Bu devletin yönetimi ve üst tabakası Moğollardan
oluşmakla birlikte ordunun kaynağı ve ahalinin büyük çoğunluğu Kıpçak Türkleri
idi.[108]
Tohtamış Han vaktiyle 1377 yılında Emir Timur’un yardımıyla Altın Ordu hükümdarlığına
oturmuştu. Bu yüzden Tohtamış ve Timur arasındaki ilişkiler gayet iyi bir şekilde devam
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Yukarıda anlatılan Moğol istilası ve Timur’un Kafkasya seferi gibi tarihi olayların
Karaçay-Malkar Türklerinin etnik yapısının oluşumunda büyük etkisi vardır. Moğol ve
Timur ordularından kaçarak yüksek dağ vadilerine sığınan Hun, Bulgar, Sabir, Alan ve
Kıpçak kabileleri Karaçay-Malkar Türklerinin etnik yapısının temelini oluşturmuştur.
Özellikle de XI-XIII. yüzyıllar arasında, kalabalık Kıpçak~Kuman kabileleri, eskiden beri
Kafkasya’da yaşayan diğer eski Türk kabileleriyle karışmış, Karaçay-Malkar Türklerinin
etnik yapısının en önemli unsurunu oluşturmuştur. Kıpçak kabilelerinin kalabalık ve
baskın unsur olması nedeniyle zamanla diğer kabilelerin hepsi Kıpçaklaşmıştır.[111]
Kıpçak~Kuman Türkleri tarihi süreç içerisinde Kafkasya’ya gelen eski Türk kavimlerinin
sonuncusu olup aynı zamanda da Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumuna son
noktayı koyan kavimdir. Günümüz itibariyle milletlerin kimliğini belirleyen en önemli
unsur “dil” olduğuna göre bu yüzden Karaçay-Malkar Türklerini de Kıpçak~Kuman
Türklerinin devamı olarak saymak gerekir. Çünkü Karaçay-Malkar Türklerinin konuştuğu
dil, ana çizgileriyle tipik bir Kıpçak Türkçesi olup, Türk dilinin Kıpçak lehçesi grubuna
girmektedir. Karaçay-Malkar Türkçesinde Hun-Bulgar dilinden kalma çok sayıda kelime
bulunmakla birlikte Karaçay-Malkar Türkçesinin kelime hazinesinin tamamına yakını
Kıpçak Türkçesine aittir. XIV. yüzyıl başlarında Avrupalı misyonerlerin Kıpçak Türkleri
arasında Hıristiyanlığı yaymak ve Kıpçak Türkçesini Avrupalılara öğretmek amacıyla
hazırlanan “Codex Cumanicus” adlı eserde kullanılan Kıpçak~Kuman Türkçesi ile
bugünkü Karaçay-Malkar Türkçesi hemen hemen aynıdır. Eserdeki kelime hazinesinin
dörtte üçünden fazlası şekil ve anlam bakımından Karaçay-Malkar Türkçesinin kelime
hazinesinde mevcuttur.
Karaçay’da Koban ırmağının sol tarafındaki Kubina köyüne 5 km yakın bir yerde Kıpçak
mezarları bulunmuştur. Bu mezarların tabanı taşlarla döşenmiştir. Mezarda insan
kemikleri dışında bir de at iskeleti bulunmuştur. Baytal-Çabhan bölgesinde bulunan
mezarların XIV-XVI. yüzyıla ait olduğu ve bunların Kıpçak Türklerinden kaldığı tespit
edilmiştir.[112]
G. Rubruck XI-XIII. yüzyıllara ait Kıpçak mezarlarını şöyle tasvir etmektedir: “Kumanlar
[Kıpçaklar] ölünün üzerine büyük bir tümsek yaparlar ve bunun üzerine yüzü doğuya
dönük, elinde göbeğinin hizasında bir kadeh bulunan bir heykel dikerler. Kumanlar asil
ve zenginleri için mezarların üzerine ehramlar yani sivri binalar yaparlar. Bazı yerlerde
tuğladan büyük kuleler, bazı yerlerde de taştan evler yapıldığını da gördüm.”[113]
G.Rubruck’un kayıtlarında bahsettiği eli göbeğinin hizasında bir kadeh bulunan Kıpçak
heykellerinden birisi Karaçay’da Zelençuk ırmağı kıyısında bulunmuştur. G. Rubruck’un
tarif ettiği Kuman [Kıpçak] asil ve zenginlerine ait mezarların aynısı Malkar Türklerinin
yaşadığı Yukarı Çegem bölgesinde bulunmuştur. Yukarı Çegem’deki Kıpçak
Türklerinden kalma sivri tepeli yani piramit şeklindeki anıt mezarlar bugün hala
ayaktadırlar. Ayrıca eski Karaçay-Malkar beyleri için yapılan anıt mezarların da Kıpçak
mezar tipinde olduğu görülmektedir. Sözgelimi Malkar beylerinden Alimurza Abay için
Künlüm köyünde yapılan anıt mezar tipik bir Kıpçak mezarıdır.[114]
Karaçay Türklerinin etnik oluşumunu ve Kafkasya’ya gelip yerleşmesini anlatan bir sürü
hikaye vardır. Birkaç ayrıntı dışında bunların çoğunluğu birbirine benzemektedir. Bu
hikayelerin birine göre Karaçay Türkleri Kafkasya’da bugünkü yurtlarına gelip
yerleşmeden önce Hazar Hakanı Obadiy [Obedia] Han zamanında “Karaçay” adlı bir
beyin idaresinde Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı bir şehirde yaşıyorlarmış. Obadiy
Han’ın sürekli olarak vergi almak suretiyle Macar şehrini baskı altında tutmasından
dolayı, Karaçay adlı bey ve kabilesi Macar şehrini terk ederek Kafkasya’nın dağlık
vadilerine göç etmişler ve burada kendilerine yeni bir yurt kurmuşlar. Daha sonra
Karaçay adlı bey ölünce onun kabilesi beylerinin hatırasını yaşatmak için kendilerine
kavim adı olarak “Karaçay” adını vermişler.[115]
Başka bir hikayeye göre ise Karaçay Türkleri Kafkasya’ya gelmeden önce Kırım
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
civarında yaşarlarken, Kırım’da çıkan siyasi karışıklıklar üzerine “Karça” adlı bir beyin
idaresinde Kırım’dan Kafkasya’ya gelip yerleşmişler. Karça ve kabilesi önce Arhız ve
Bashan vadileri gibi Kafkasya’nın muhtelif yerlerinde bir müddet kaldıktan sonra nihayet
bugünkü yurtları olan Koban ırmağının doğduğu yere gelmişler ve burada kalıcı olarak
yerleşmişler. Karça öldükten sonra da onun adı zamanla Karaçay şekline dönüşmüş ve
kabilesinin adı Karaçay olmuş.
Manzum şekli de mevcut olan bu ikinci hikaye tarih araştırmaları bakımından birinci
hikayeye göre daha çok itibar görmektedir. Fakat Karaçaylıların tarihi hakkında birtakım
ipuçları vermekle birlikte bu ikinci hikayenin de birçok zayıf yanları vardır. Karça’nın
hikayesinin hem manzume şeklinde ve hem de nesir şeklindeki örneklerinde anlatılan
farklı zamanlarda yaşamış kişilerin ve farklı zamanlarda cereyan eden olayların birbirine
karıştığı görülmektedir. Sözgelimi hikayede Karça’nın mücadele ettiği Kabardey Çerkes
beyinin adı hem Kaziy Bey olarak ve hem de Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek olarak
geçmektedir. Halbuki bu iki şahıs farklı zamanlarda yaşamışlardır. Yine Karça ile
Kabardey Çerkes beyinin arasında geçen olayların konusu hikayenin bir varyantında
başka şekilde anlatılırken, bir başka varyantta ise daha başka türlü anlatılmaktadır. Yani
kısacası Karaçay Türkleri ile Kabardey Çerkesleri arasında farklı zamanlarda ve farklı
kişiler arasında cereyan eden farklı olaylar bu hikayede birbirine karışmıştır.
Tarihi kayıtlara göre Kabardey Çerkes beyleri arasında iki tane Kaytuk ve iki tane
Aslanbek adlı beyin adı geçmektedir. Bunlardan birinci Kaytuk ve onun oğlu Aslanbek
1500-1600 yılları arasında yaşamışlarken, ikinci Kaytuk ve onun oğlu Sarı Aslanbek ise
1700-1800 yılları arasında yaşamışlardır. Karça’nın hikayesinde bahsedilen Kabardey
Çerkes beyi ise ikinci Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek’tir. Halbuki hikayede adı geçen bu
Kabardey Çerkes beyi ile Karça’nın aynı dönemde yaşamalarına imkan yoktur. Çünkü
Kabardey Çerkeslerinin en güçlü ve en meşhur beylerinden olan Kaytuk oğlu Sarı
Aslanbek XVIII. yüzyıl ortasında ve sonlarında yaşamışken, elimizdeki Karça ile aynı
dönemde yaşamış birkaç sağlam Karaçay [Navruz ve Botaş] soy şeceresine göre
Karça’nın yaşadığı dönem 1580-1630 yılları arasındadır. Bizim tahlilimize göre
Karça’nın mücadele ettiği Kabardey Çerkes beyi hikayelerde de adı geçen Pşeapşok
oğlu Kaziy Bey’dir. Pşeapşok oğlu Kaziy Bey tarihte gerçekten de yaşamış bir Kabardey
Çerkes beyidir ve Osmanlı kayıtları da onun XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyıl
başlarında yaşadığını doğrulamaktadır. Bun göre bir Osmanlı belgesinde, 1584 yılında
Şirvan serdarı Özdemir oğlu Osman Paşa’nın askerleriyle birlikte Demirkapı’dan
İstanbul’a gitmek üzere Kefe’ye gelirken Kabardey Çerkes beylerinin yardımıyla Terek
ırmağı üzerine bir köprü inşa ettiğinden bahsedilmektedir. Osman Paşa’ya yardımcı
olan Kabardey Çerkes beylerinin arasında I. Kaytuk oğlu Aslanbek ile onun yeğeni
Pşeapşok oğlu Kaziy’in adı da geçmektedir.[116] Buna bağlı olarak da bizim vardığımız
sonuca göre Karça XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyıl başlarında yaşamıştır ve Karça’nın
hikayesinde anlatılan olaylar da Karça ve kendisiye aynı dönemde yaşayan Kabardey
Çerkes beyi Pşeapşok oğlu Kaziy arasında geçmiştir.
Türklerinin ilk kurucusu olarak değil, XVI. yüzyıl sonları ile XVII. başları arasındaki bir
dönemde Karaçay Türklerinin lideri olarak bahsetmek daha doğru olur. Karaçay adı da
Karça adlı beyin adından değil, yukarıda birinci hikayede bahsettiğimiz Karaçay adlı
beyin adından kalmış olmalıdır. Yani Karça ve kabilesi gelmeden önce de Kafkasya’da
Karaçay adında bir Türk kavmi mevcut idi. Bunlar Cengiz Han ve Emir Timur istilaları
dolayısıyla dağınık bir şekilde dağlarda ve komşu Kafkas halklarına sığınmış bir şekilde
yaşıyorlardı. Daha sonra muhtemelen 1600’lü yılların başlarında Kırım dolaylarından
Kafkasya’ya gelen Karça ve kabilesi burada dağınık şekilde yaşayan Kıpçak ve eskiden
beri Kıpçaklaşma sürecine girmiş olan Hun-Sabir, Bulgar ve As-Alan bakiyelerinden
müteşekkil Karaçay kabilesiyle karşılaşmıştır. Kıpçak kökenli Karça ve kabilesinin
Kafkasya’ya gelip bilhassa Kabardey Çerkes beylerine karşı verdiği başarılı
mücadeleleri ve dolayısıyla bütün Kafkasya’da nam salmasıyla birlikte dağınık ve küçük
bakiyeler halinde yaşayan Türk unsurları Karça ve kabilesinin etrafında toplanarak
yeniden birleşmişlerdir. Yani Karça bu dönemde Kafkasya’da dağınık şekilde yaşayan
Türk unsurları için bir “çekim kuvveti” olmuştur. Karça üstün siyasi ve sosyal
teşkilatlanma yeteneğiyle bütün bu unsurları birleştirmiş ve bugünkü Karaçay Türklerinin
etnik oluşum sürecine son noktayı koymuştur.
Karaçay Türkleri arasında anlatılan destan ve halk hikayelerine göre Karça ve halkının
Kuzey Kafkasya’ya gelip yurt tutma hikayesi özet olarak şöyledir:
Karça ve halkı Bashan vadisine yerleşerek yeni bir yurt kurmuşlar ve bu köyün adına da
El-curt demişler. Karça ve halkı burada altı yıl kadar hiç kimseye görünmeden rahat ve
huzurlu bir şekilde yaşamışlar. Bashan ırmağının karşı tarafına rahat bir şekilde gidip
gelebilmek için Karça ırmağın üzerine bir köprü yaptırmak istemiş ve adamlarına emir
vererek derhal köprü inşaatı çalışmalarına başlamalarını söylemiş. Karça bu arada
adamlarını köprü inşa ederken Bashan ırmağına tek bir ağaç parçası dahi düşürmeyin
diye tembihlemiş. Fakat Karça’nın adamları çalışma sırasında ırmağa birkaç ağaç
parçasını düşürmüşler. Ağaç parçaları ırmağın akıntısıyla sürüklenerek Bashan
ırmağının aşağı kısımlarında yaşayan Kabardey Çerkeslerinin ülkesine kadar gitmiş.
Kabardey Çerkesleri tesadüfen ırmakta düzgün bir şekilde yontulmuş ağaç parçalarını
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Kaziy Bey sahip olduğu bütün servetin elden gideceği endişesiyle Karça ile anlaşma
yapmaya razı olmuş. Kaziy Bey ve adamaları Karça’nın söylediği yere gitmişler. Karça
anlaşmak için şartı olduğunu söylemiş. Bunlardan birincisi yağmalanan mallar ile esir
edilen adamların geri verilmesi, ikincisi Karça’nın egemenlik hakkı tanınması ve
Kabardey Çerkeslerinin bir daha Karça’nın yurduna saldırmaması, üçüncüsü de
Karça’ya yardım etmek için gelen Gürcü-Svan askerlerinin masraflarının Kaziy Bey
tarafından karşılanması imiş. Kaziy Bey bu şartların ilk ikisini kabul etmiş fakat
üçüncüsünü kabul etmek istememiş. Bunun üzerine Karça da hiddetlenerek madem
öyle gücün yetiyorsa mallarını gel de al bakalım diye bağırmış ve elinde tuttuğu demir
mızrağı yanı başında duran büyük ve sert kayaya saplamış. Karça mızrağı öyle kuvvetli
saplamış ki kaya dört parçaya ayrılmış. Karça’nın bu derece olağanüstü kuvvetini gören
Kaziy Bey korkmuş ve Karça’nın bütün şartlarını kabul etmiş. Kaziy Bey ile Karça
arasında tercümanlık yaparak anlaşma görüşmelerini yürüten, Kaziy Bey’in yanında
Kırımşavhal adlı soylu bir adam varmış. Kırımşavhal adlı adam Kaziy Bey’den müsaade
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
isteyerek Karça’nın yanına katılmış. Karça daha sonra tek kızını bu Kırımşavhal adlı
adamla evlendirmiş.
Karça burada halkına toprak paylaşımı yaptığı sırada, Karça ile Botaş arasında bir
anlaşmazlık çıkmış. Botaş bu yeni yurtları ilk önce kendisinin bulduğunu ve bu yüzden
de başkalarına oranla kendisine daha fazla toprak verilmesi gerektiğini öne sürmüş.
Fakat Karça ise Botaş’ın bu isteğini kabul etmemiş ve Botaş’a karışıklık çıkarmamasını
ve kendisine verilen paya razı olmasını söylemiş. Ancak Botaş bu isteğinde ısrar etmiş
ve Karça ile münakaşa girmiş. Bunun üzerine Karça da adamlarına emir vererek Botaş’ı
orada öldürtmüş. Babalarının Karça tarafından öldürüldüğünü duyan Botaş’ın oğulları
kendilerinin de öldürülebilecekleri korkusuyla hemen oradan kaçarak Kabardey
Çerkeslerinin topraklarına sığınmışlar. Karça daha sonra Botaş’ı [s. 31] öldürdüğüne
pişman olmuş ve Kabardey Çerkeslerine sığınan Botaş’ın oğullarına geri gelmeleri için
haber göndermiş. Karça’nın çağrısı üzerine Botaş’ın oğullarından bir kısmı geri dönmüş.
Karça geri dönen Botaş’ın oğullarına hem babalarının topraklarını vermiş ve hem de
gönüllerini almak için onlara fazladan toprak hediye etmiş. Bunun dışında Karça bir de
Botaş’ın oğullarına tarlalarını sulamaları için uzun bir kanal yaptırmış. Böylece her şey
tatlıya bağlanmış ve Karça’nın halkı Koban vadisinde uzun ve huzurlu bir hayat
yaşamış. Karça öldükten sonra ise halkın idaresi Karça’nın damadı olan Kırımşavhal ve
oğullarına geçmiş.[117]
Malkar Türklerinin etnik oluşumuyla da ilgili çok eskilere dayanan tarihi bir kayıt yoktur.
Sadece halkın belleğinde korunan belli belirsiz bir oluşum hikayesi mevcuttur. Bu da
bölük pörçük olarak geç tarihlerde yazıya geçirilebilmiştir. Malkarlıların etnik oluşumuyla
ilgili olarak Karaçaylıların Kafkasya’ya geliş hikayesini anlatan “Batır Karça” destanına
benzer manzumeye de şimdiye kadar rastlanmamıştır. Bunun dışında Malkarlıların
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
“Malkar Basiyatı-Düger Badinatı” adlı destanı ise Malkar Türkçesine ait bir manzume
olmakla birlikte bu destanda Digor [Kuzey Oset] prenslerinin mücadelesi
anlatılmaktadır.[118] Değişik kişi ve tarihlerde halk ağzından derlenerek geç tarihlerde
yazıya geçirilen Malkarlıların oluşum hikayesi özet olarak şöyledir:
Malkarlılar kendilerini, tarihi ve nereden geldiği belli olmayan “Malkar” veya “Balkar” adlı
bir avcıya dayandırırlar. Malkar adındaki avcı bir gün geyik avına çıkmış ve geyik
peşinde koşarken bugünkü Malkar topraklarına gelmiş. O zamanda bu yerlerde yaşayan
kavim kendisini “Tavlu” [Dağlı] şeklinde adlandırıyormuş. Malkar adlı avcı Tavluların
ülkesini çok beğendiği için kendisine bağlı kabilelerle birlikte buraya gelip yerleşmiş ve
Tavluların yönetimini eline alarak onların başına hükümdar olmuş. Zamanla Prens
Malkar’ın soyu ve kabilesinin nüfusu çoğaldığından burası “Malkar-El” adıyla anılmaya
başlamış.
Aradan bir zaman geçtikten sonra Malkar ülkesine Dağıstan tarafından “Misak” adlı bir
prens gelmiş. Dağlılar samimi bir misafirperverlikle onu en iyi şekilde ağırlamışlar. Prens
Misak bir gün Prens Malkar’ın biricik kızını görüp aşık olmuş. Malkar’ın kızı da Prens
Misak’ın aşkına karşılık vermiş. Fakat Malkar’ın oğulları, yani kızın erkek kardeşleri bu
duruma karşı çıkmışlar. Bunun üzerine Prens Misak ile Malkar’ın kızı gizlice bir plan
yaparak Malkar’ın bütün oğullarını öldürmüşler. Prens Misak’ın önünde başka bir engel
de kalmayınca Malkar’ın kızıyla evlenmiş ve bütün Malkar topraklarının tek hakimi
olmuş. Daha sonra da asıl yurdu olan Dağıstan’dan kabilesini getirerek buraya
yerleştirmiş. Tavlular, Misak’ın yönetiminden hiç memnun değilmişler. Çünkü Prens
Misak, Tavluları sürekli baskı altında tutmakta ve onlardan zorla vergi almaktaymış. Bu
hikayede anlatılan Prens Misak’ın torunlarından da Malkarlıların önde gelen “Misak” adlı
prens sülalesi doğmuş.
Yine tarihi belli olmayan bir zamanda Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı bir şehrin
hükümdarı olan “Cambek” [Canibek?] adlı bir hükümdarın oğulları olan “Basiyat” ve
“Badinat” adında iki kardeş, Prens Misak’ın yönetimindeki Malkar ülkesine gelmişler.
Basiyat ve Badinat adlı bu iki kardeş, Çerek ve Holam ırmakları arasındaki sahada
yaşayan bütün Tavlularla savaşarak onları hakimiyetleri altına almışlar. İki kardeş
fethettikleri bu toprakları kendi aralarında bölüşmüşler. Badinat adlı kardeş kendi payına
düşen Digor [Kuzey Oset] topraklarının hükümdarı olarak buraya yerleşmiş. Daha sonra
Prens Badinat, Karaçaylıların Kırımşavhal adlı prens sülalesine mensup bir prensesle
evlenmiş. Badinat ile Karaçaylı prensesten doğan yedi erkek çocuk Digorların prens
sülalelerinin başlangıcı olmuşlar. Bu çocukların adı “Çegem”, “Karacav”, “Koban”,
“Abisal”, “Tuvgan”, “Kubadiy” ve “Betuy”muş. İşte Digorların meşhur “Badinat” [veya
Badilat] adlı prens sülalelerinin kökeni bunlara dayanıyormuş. Öteki kardeş Basiyat’ın
payına ise Malkar toprakları düşmüş. Basiyat da Malkar topraklarının tek hakimi olmuş
ve aynı şekilde Malkarlıların meşhur prens sülalelerinin soy atası olmuş. Malkarlıların
“Abay”, “Aydabol”, “Canhot” ve “Şahan” adlı prens sülaleleri Prens Basiyat’ın soyundan
gelmekteymiş. Prens Basiyat, Malkar ülkesinde feodal bir düzen oluşturmuş ve ülkenin
tek hakimi olmuş. Fakat kendisinden önce Malkarlıların idaresini elinde tutan Prens
Misak’ın mülkiyetine dokunmayıp bunları Prens Misak’ın kendisine bırakmış.[119]
IV. Eski Avrupa ve Rus Yazılı Kaynaklarına Göre Karaçay-Malkar Malkar Türkleri
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Malkar Türklerine izafen yazılı kaynaklarda “Balkar” sözü tarihte ilk olarak 1629 yılında
Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’da Terek bölgesi Askeri Birliği Komutanı İ.A. Daşkov’un
Moskova’ya gönderdiği bir raporda geçmektedir. İ. A. Daşkov’un raporunda Balkarların
yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama çalışmalarından bahsedilmektedir.[124] Öte
yandan 10 Mayıs 1518 tarihli bir Osmanlı fermanında [Mühimme Defteri, Cilt: 32,
Hüküm: 456] geçen “Kabardey’e komşu Burgun Hakimi Tapmas Bek” adlı bir şahıs
Malkar beyi olarak yorumlanmıştır.[125] Halbuki söz konusu fermanda adı geçen bu kişi
Malkar beyi değil de herhalde bir Kumuk beyi olmalıdır. Çünkü fermanda sözü edilen
Burgun denilen yer Dağıstan’daki Kumuk Türklerinin eski köylerinden biri olan Boragan
kasabasıdır. Yani Burgun [Boragan] ile Malkar~Balkar’ın bir ilgisi yoktur. Burası
Nizamüddin Şami’nin Zafername’sinde “Bragan” şeklinde ve XVIII-XIX. yüzyıl Rus
kaynaklarında “Buragunskie Tatarı” [Boragan Tatarları] şeklinde bahsedilen yerdir.[126]
XIX-XX. yüzyıl eski Rus kaynaklarında Karaçay-Ma1kar Türkleri için genellikle “Dağlı”,
“Dağlı Tatar”, “Dağlı Çerkes”, “Çerkes Tatarı”, “Dağlı Kabardey” vs. adlar
kullanılmaktadır. Andrey Taranovski’nin 1569 tarihli Seyahatnamesi’nde: “Nogaylar para
nedir bilmezler. Ancak Çerkes Tatarları çuha ve keten getirdikleri zaman karşılığında
koyun, inek ve öküz verirler” şeklinde bir ifade geçmektedir.[128] Bir ihtimal ki, A.
Taranovski’nin “Çerkes Tatarı” dediği kavim Karaçay-Malkar Türkleridir. Çünkü
Karaçay-Malkar Türkleri birçok eski Avrupa ve Rus yazılı kaynaklarında “Çerkes Tatarı”
şeklinde adlandırılmaktadır. Bunun dışında, Evliya Çelebi Seyahâtnamesi’nde dağlık
bölgelerde yaşayan fakat deniz kıyısına ve ovalara asla inmeyen “Macar” adlı bir
aşiretten bahsedilmekte ve şöyle denilmektedir: “Aşiret-i Macar Beğleri vardır. Cümle
[tamamı] iki bin âdemdür [kişidir]. Amma [fakat] bahadır erlerdür [yiğit kişilerdir].” Evliya
Çelebi’nin bu kaydı parantez içerisinde “Fin-Ogur kalıntısı” şeklinde yorumlamıştır.[129]
Fakat Evliya Çelebi’nin bahsettiği Aşiret-i Macar’ın aslında Karaçay-Malkar Türkleri
olması ihtimal dahilindedir. Karaçay-Malkar Türklerinin önceleri Kuma ırmağı kıyısında
Macar adında bir şehirde yaşarlarken daha sonra bu şehri terk ederek Kafkasya’da
Koban ve Terek ırmakları boylarına gelip yerleştiklerini anlatan bazı hikayeler vardır. Bu
hikayede geçen Macar şehri Kuma ırmağının sol kıyısına 12 fersah [12x6=72 km]
uzaklıkta olup tarihte gerçekten de var olmuş bir [s. 33] şehirdir. Bu şehrin kalıntıları
bugünkü Stavropol şehri yakınlarında bulunmuştur.[130]
Tarih boycunca komşu Kafkas kavimleri de Karaçay-Malkar Türkleri için çeşitli etnik
adlar kullanmışlardır. Karaçay Türkleri için Adigeler “Karaşey”, Kabardeyler “Karçaga-
Kuşha”, Abhazlar “Akaraç”, Abazalar [Abazinler] “Karça”, Osetler “Karaseyag” ve “Asi”,
Gürcüler “Karaçioli”, Gürcü-Svanlar “Mukrçay” ve “Savar”, Gürcü-Megreller “Alani”
adlarını kullanırlarken; Balkar Türkleri için Gürcüler “Basiyani”, Gürcü-Svanlar “Sabir”,
Gürcü-Megreller “Alani”, Kabardeyler “Balkar” ve “Balkar-Kuşha”, Abhazlar “Azuho” ve
“As”, Osetler de “Asson” adlarını kullanmışlardır.[131]
Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi, kültürü, hayat tarzları ve sosyal yapıları ilgili en eski
bilgileri IV-XIX. yüzyıllarda Kafkasya’yı dolaşan Avrupalı ve Rus gezginlerin yazdıkları
seyahatnamelerden bulmaktayız. Fakat bu gezginlerin bir kısmı Kafkasya’yı dolaşmakla
birlikte Karaçay-Malkar Türkleri arasında bizzat bulunmayıp ziyaret ettikleri diğer Kafkas
kavimlerinin Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıkları şeyleri yazmışlardır.
Karaçay Türkleri hakkında ilk bilgiler 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Başpiskopos
Johannes de Galonifontibus’un notlarında bulunmaktadır. J. Galonifontibus,
Karaçaylılardan “Kara Çerkes” şeklinde bahsetmekte ve şu bilgileri vermektedir:
“Çerkesya veya Zikhia adı verilen ülke Karadenizin arkasındaki dağların eteklerinde
uzanır. Burada iki farklı kavim yaşar. Yüksek dağların üzerindeki vadilerde yaşayan
dağlı kavim Kara Çerkeslerdir. Aşağılarda deniz kenarında oturanlar ise Beyaz
Çerkeslerdir. Kara Çerkesleri hiç kimse ziyaret etmez. Onlar da tuz ihtiyaçlarını
karşılamaktan başka dağları asla terk etmezler. Kara Çerkeslerin kendilerine has dilleri
ve yazıları vardır.”[132]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
“Kafkasya’nın kuzey eteklerinde Karaçioli [Karaçaylı] veya Kara Çerkes denilen bir
kavim yaşar. Onlara bu Kara Çerkes adı esmer tenli olduklarından verilmemiştir. Bilakis
onlar beyaz tenlidir. Herhalde onlara bu ad ülkelerinde gök yüzü sürekli bulutlu ve
karanlık olduğundan verilmiş olmalıdır. Onların dili Türk dilidir. Fakat çok hızlı
konuştuklarından onların dili zor anlaşılmaktadır. Beni hayrete düşüren şey, bu kadar
acaip diller konuşan kavimlerin arasında Karaçaylılar Türk dilinin saflığının nasıl
korumuşlardır? Kafkasya’nın kuzeyinde eskiden Hun Türkleri yaşamışlardır. Bu
Karaçaylıların Hun Türklerinin bir dalı olduğu anlaşılmaktadır. Bu zamana kadar kendi
eski dillerini korumayı başarmışlardır.”[133]
Eski Rus kaynaklarında Karaçay Türkleri hakkında verilen bilgilere ilk olarak 1639-1640
yıllarında rastlamaktayız. 1639 yılında Rus Çarı tarafından Gürcistan’a gönderilen Pavel
Zaharev, Fedot Elçin ve Fedor Bajenov adlı Rus elçileri Gürcistan yolu güzergahında
Bashan vadisindeki El-curt köyünde on beş kün konaklamışlar ve Karaçaylılar hakkında
bazı notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin notlarında anlatılanlar şöyledir:
“Ekim’in ikinci günü, Kabardey Aleguklara geldik. Fakat Aleguk bu sırada Kabardey’de
değildi. Kendisi Ahazya’ya veya Abaza’ya gitmiş. Köyde onun kardeşleri Hapuna ile
Otojuk vardı. Fedot Elçin, Çarın himaye tezkeresini Hapuna ve Otojuk Mirzalara
gösterdi ve onlara dörder arşın çuha ile [...eski ve yıpranmış bir kağıt olduğundan
bundan sonrası okunamamıştır]. Hapuna Mirza’ya dört arşın kırmızı İngiliz çuhası ile
Alman yapımı bir büyük ayna verildi. Aynı şeyler Otojuk-Mirza’ya da verildi. Yine Aleguk
oğlunun hanımına da Alman yapımı büyük ayna verildi. Ekim’in altıncı günü, Hapuna ile
Otojuk kardeşler bizi Karaçayevo-Kabarda’ya [Karaçay’a] gönderdiler. Ben de onlarla
birlikte yol kılavuzu olarak Pşuk adlı bir soyluyu gönderdim. Onlar da ona bu yol
kılavuzluğu için hediyeler verdiler. Hapuna’nın soylusu [yaveri] Pşuk’a Kabardey’den
Karaçay’a yol kılavuzluğu yaptığı için iki arşın kırmızı İngiliz çuhası verildi. Ekim ayının
onüçüncü günü biz Karaçayevo-Kabarda’ya [Karaçay’a] geldik. Biz, Karaçaylı prensler
Elbuzduk ve Gilastan Kırımşavhal kardeşlere, Çarın bize verdiği himaye tezkeresini
gösterdik. Hediye olarak onlara [...eski ve yıpranmış bir kağıt olduğundan bundan
sonrası okunamamıştır]. Karaçay’ın prensleri olan Elbuzduk ile Gilastan kardeşlere dört
arşın kırmızı İngiliz çuhası ile sekiz adet kindyak [...eski ve yıpranmış bir kağıt
olduğundan bundan sonrası okunamamıştır] verdik. Ekim’in yirmi dokuzuncu günü
Aleguk, Abaz’dan [Abhaz veya Abaza’dan] kendi soylusunu [yaverini] Uranbu’yu
gönderdi. Benden ve Fedot’tan, dört arşın kırmızı İngiliz çuhası vermemi emretti. O da,
Aleguka oğlunu [s. 34] kızdırmamak için, onun yaveri Barambe’ye dört arşın kırmızı
İngiliz çuhası verdi. Karaçayevo-Kabarda’da tercümanımız Fedor Bajenov öldü. Fedor
Bajenov, Fedot Elçin’le birlikte Moskova'dan gönderilmişti. Karaçayev’e [Karaçay’a]
gittik. Daha sonra atlarımızı ve eğerlerimizi Koroçaya’da [Karaçay’da] bırakıp Sonskuyu
[Svan] topraklarına gittik. Atları bırakmazımın sebebi ise bu yolun atların
yürüyemeyecek kadar bozuk olmasındandır. Yolumuz düzgün olsaydı iyi olacaktı.
Hepimiz dağların yüksek kısımlarından ilerliyorduk. Eşyalarımızı taşımak için bir bedel
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
“Bu küçük kavimlerden başka Koban’da, gözlerden uzak Kırım sultanlarının torunları
yaşamaktadırlar. Tatarlar ve Çerkesler onlara Sultaniye adını vermişlerdir. Onların
[Tatarların ve Çerkeslerin] bunların [Sultaniyelilerin] üzerinde bir hakimiyeti
olmadığından onlar [Sultaniyeliler] seferlere [savaşa ve yağmaya] kendileri isterlerse
katılırlar. Bunun dışında onları hiç kimse seferlere götüremez.
Basiyat adı onlara meşhur soy atalarından kalmıştır. Eskiden onlar Kuma ırmağı
civarında yaşıyorlarmış. Başşehirleri Macar adlı bir şehirmiş. Birçok savaştan sonra
buradan göçerek şimdiki yurtlarına gelip yerleşmişler. Bunların bir kısmı Malka
ırmağının kenarına yerleştiğinden dolayı onlara Malkar veya Balkar adı verilmiştir.
Gürcü Kraliçesi Tamara 1207 yılında onları hakimiyet altına almış ve burada
Hıristiyanlığı yaymıştır. Bu yüzden olmalıdır ki bunlarda Hıristiyanlığın izlerini görmek
hala mümkündür.
Köylülerin belli başlı bir dinî inancı yoktur. Onlar Teyri adını verdikleri bir tanrıya
inanmaktadırlar. Onların inancına göre Teyri her şeyin sahibidir ve müşfiktir. Bundan
başka bir de Aziz İlya’yı kutsarlar. Onların anlattığına göre Aziz İlya bölgedeki en yüksek
dağın tepesinde sıklıkla görünmektedir. Onun şerefine kurban keserler, süt, yağ, peynir
ve boza ikram edip dinî bir tören şeklinde şölen tertip ederler. Onlar eskiden domuz eti
yemişlerdir. Ziyaret ettikleri kutsal ırmaklar ve bu ırmakların yanında sakındıkları tabu
ağaçları vardır. Onlar da diğer Tatar kavimleri gibi koyunun kürek kemiğine bakıp
gelecek hakkında tahminler yaparlar. Onların zengin kesimi Çerkeslerin etkisiyle İslam
dinini kabul etmiştir. Fakat, Karaçaylıların dışında, mescit ve mollaları yoktur.
Karaçaylılar da Malkarlılar ve Çegemliler gibi eskiden pagan idiler. Şimdi ise burada
İslam’dan başka bir din yoktur. Bunlar domuz etinden çok tiksinirler. Halbuki eskiden
domuz onların en baş yiyeceğiydi ve oldukça fazla tüketiyorlardı. Bundan 32 yıl önce
İshak Efendi [Kabardey İshak Abuk Efendi] bunlara İslam dinini öğretmiştir. Hıristiyan
dini hakkında hiçbir şey bilmezler. Kuran’da geçen bayramları bilirler ve tatbik ederler.
Bunlar gelenekleri icabı tek bir kadınla evlenirler. Fakat bazılarının iki veya üç karısı
vardır ve gayet iyi geçinmektedirler. Başka diğer dağlı kavimlerde olduğu gibi bunlarda
kadınlara kötü muamele yoktur. Bunlar karılarına insanca ve [s. 35] şefkatle davranırlar.
Bunlarda kadın kocasının hizmetçisi gibi değil, Avrupalılarda olduğu gibi hayat
arkadaşıdır. Prenseslerin kendilerine ait özel evleri vardır. Onlar yabancılara
görünmezler ve yabancılarla konuşmazlar. Gündüz vakti erkek [bey], karısıyla
[prensesle] karşılaşmamaya özen gösterir. Gece olduğu zaman karısına ait özel evde
görüşürler. Fakat bu Çerkes adeti yalnız üst tabakaya mensup olan kesimde geçerlidir.
Halbuki köylülerde durum başkadır. Koca ve karısı birlikte yaşar. Kadınlar yabancıların
olduğu ortamda bulunmak ve onlarla konuşmak konusunda serbesttir. Kızlar genellikle
evde otururlar ve pek az dışarı çıkarlar. Altın ve gümüş simli ipliklerden kumaş ve
elbiseler işlerler. Kızlar kocaya gidecekleri vakit evin reisi [kızın babası] diğer Tatar
kavimlerinde olduğu gibi başlık parası alır. Bunun adına da Kan Bagası derler. Damat
zengin ise müstakbel gelin birçok yeni ve güzel elbiseler gönderir. Kız da düğün günü
bu elbiseleri giyer. Damat düğün günü bütün erkek arkadaşlarına büyük bir ziyafet verir.
Kız tarafında da aynı şekilde gelen misafirlere büyük bir ziyafet verilir. Gelin kendi kız
arkadaşlarını davet eder. Gece yarısına doğru gençler kalabalık bir şekilde toplanarak
gelini damat evine getirmek için kız tarafına giderler. Bu düğün ve eğlence üç gün
boyunca devam eder. Düğün süresince herkes yer, içer, eğelenir, dans eder. Bekar
erkekler ile bekar kızlar birbirleriye tanışır ve sohbet ederler. Bundan da birçok yeni
tarihi aşklar doğar ve yeni düğünlerle sonuçlanır. Bunların düğününde erkekler ile
kızların birlikte daire şeklinde toplanıp icra ettikleri bir dansları vardır.
Karaçaylılar hainlik yapan kişileri hiç sevmezler. Hainlik yapan her kim olursa olsun,
ister kendi içlerinden, isterse dışarıdan casusluk yapmak için gelen yabancı biri olsun,
onu yakalamak için bütün halk silahlanır ve haini yakalayıp ölümle cezalandırır.
Karaçaylılar bu haini yakalayıp öldürmeden rahat edemezler. Karaçaylılar hiç şüphesiz
Kafkasya’nın en medeni halkıdır. Kibarlık ve hatırşinaslık bakımından diğer komşu
kavimlere göre çok daha yüksek seviyededirler. Onlar beylerine son derece bağlı ve
itaatkardırlar. Beylerine çok değer verirler. Karaçaylılar fakirlere çok karşı cömerttirler.
Zenginler fakirleri hor görmezler bilakis onlara hediyeler verirler ve sıkıntılarına yardımcı
olurlar. Sözgelimi zenginler fakirlere öküzlerini on günlüğüne karşılıksız ödünç verirler.
Fakirlere iş verip onlara emeklerinin hakkını verirler. Böylelikle fakirlerin geçim
sıkıntılarını düzeltmeye çalışırlar.
Boza ve Sıra adı verilen içkilerinden başka alkollü içecek çeşidi yok denecek kadar
azdır. Bunlarında dışında buğday ve arpadan çok sert içki imal ederler. Fakat bunu az
içerler. Sarhoşluk veren içkiler Kuran’da yasaklanmıştır. Onlar Boza ve Sırayı genellikle
kış mevsimi için hazırlarlar. Bunlar arıcılık yapmazlar. Bu yüzden balları yoktur. Bal
arıları için buranın havası kış mevsiminde çok soğuktur. Bal ihtiyaçlarını Kabardey
Çerkeslerinden karşılarlar. Bal ile kızılcık meyvesini veyahut başka meyveleri karıştırıp
kaynatıp bir tür içki yaparlar. Balı sadece bu iş için kullanırlar. Karaçaylılar barut ve
kükürt ihtiyaçlarını kendi topraklarındaki dağlardan elde ederler. Karaçaylılar, Çerkesler
gibi yayla ağıllarında koyun gübresini elemekle uğraşmazlar. Karaçaylıların barutu ince
ve kalitelidir.
[s. 36] Karaçaylılar kendi elleriyle yaptıkları elbise, keçe, başlık, manto gibi şeylerin bir
kısmını İmeretya’da, bir kısmını da Sohum’daki Osmanlı kalesinde satarlar. Sohum’daki
Osmanlı kalesinde çok dükkan vardır. Kafkasya’nın batısında yaşayan kavimler burada
mallarını iyi satarlar. Karaçaylılar buradan pamuklu kumaş, ipekli kumaş, iğne, oymak,
pipo, Türk tününü, vizon derisi satın alırlar. Kabardey üzerinden Rusya ile alışverişleri
azdır. Genellikle tuz ve kendilerinde mevcut olmayan mamulleri ithal ederler. Türkler
sürekli İstanbul’dan deniz yoluyla sığır getirdikleri için Karaçaylıların burada sattıkları
şeyler ucuza gidiyor. Karaçaylılar ve Svanlar arasındaki ticaret ilişkileri oldukça
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
1820-1860 yılları arasında Kafkasya’da Rusya hizmetinde görev yapan Fransız asıllı
Leonti Y. Lyulye çok kısa bir şekilde Karaçay-Malkar Türklerinden şöyle bahsetmektedir:
“Dağların kuzey yamacında Tatar kavimleri yaşarlar. Elbruz dağının batı eteklerinde ve
Koban ırmağının üst taraflarında Karaçaylılar yaşar. Çegem, Balkar ve Orusbiy de
Karaçaylılarla aynı köktendir.”[137]
Çarlık Rusyası ordusunda harita subayı olarak görev yapan ve 1834 yılında
Kafkasya’da bulunan İvan Vladimiroviç Şahovskoy, Karaçay-Malkar Türkleri hakkında
şu bilgileri vermektedir:
1835 yılında Kafkasya’da bulunan Rus subayı Feodor F. Tornau kısa bir şekilde
Karaçaylılardan şöyle bahsetmektedir:
“Karaçaylılar Koban ve Teberdi’nin yukarı tarafı ile Elbruz dağı eteklerinde yaşarlar.
Bunlar savaşçılıktan daha çok ticarete yatkın insanlardır. Nüfuslarının 8 bin kişi olduğu
tahmin edilmektedir. Karaçaylıların konuştuğu dil Orta Asya lehçesidir.”[140]
Alman doğa bilimcisi Dr. Moritz Wagner 1843 yılında Karaçaylılardan “Elbruz Tatarı”
adıyla bahsetmekte ve şöyle demektedir:
“Nogayların fiziksel görünüşü ile Çerkes nesli ve Elbruz Tatarları olan Karaçay
kavimlerinin güzelliği son derece çarpıcı bir tezat oluşturmaktadır”[141]
1848 yılında Karaçay’da bulunan Rus tarihçisi G. Tokarev Karaçay Türkleri hakkında
şöyle söylemektedir:
meselenin açıklığa kavuşturulması ne iyi olurdu. Koban ırmağının adı ise şüphesiz
Komanlardan kalmış olmalıdır. Pallas, Karaçaylıları bir Nogay kavmi diye yazmakla
yanılmış. Bunların yüz ve vücut yapıları Pallas’ın yazdıklarının tam tersini gösteriyor.
Ben bu bakımdan Klaproth’un söylediklerine tamamen katılıyorum. Klaproth, A.
Lamberti’nin söylediklerine dayanarak gerçekten çok güzel ifade ediyor: Karaçaylılar,
Kafkasya’nın en güzel milletlerinden biridir. Bunların yüz şekilleri Tatar, Moğol ve
Nogaylara hiç benzemiyor. Klaproth, Karaçay sözünü kara ırmak şeklinde açıklıyor.
Kara ırmakları olan dar vadilerde yaşayan Karaçaylılar Macar şehrinden, Çerkeslerin
Kabardey’e gelmelerinden az bir zaman önce gelmişlerdir. Bu hikaye ile benim daha
önce duyduğum başka bir hikayeyle de uyuşmaktadır. Kendi ağızlarından onların
Bashan vadisinden geldiklerine dair rivayetler dinledim. Bundan başka bu köyün nasıl
kurulduğu hakkında bir hikaye anlattılar. Bir avcı bir geyiği takip ederek buraya gelmiş.
Bu yerin güvenli bir yurt olacağına kanaat getirmiş. Sonra geldiği yere, Bashan vadisine
geri dönmüş ve hanımını yanına alarak tekrar buraya gelmiş. Daha sonra onların peşi
sıra akrabaları, dostları da gelmiş ve bir zaman sonra burası bir köy haline gelmiş.
Kart-Curt köyünde 80 avlu~hane var. Onlar bizim kaldığımız misafir evi gibi yüksek
olmayan küçük evlerdir. Hepsi de kalın kütüklerden yapılmıştır ve damları kavislidir.
Bazı evlerde ocaklar var. Bazılarının mısır bahçeleri de var. Tek tük meyve ağaçları da
gördüm. Bunların toprakları verimli görünmektedir. Fakat toprağın pek işlenmediği
anlaşılıyor. Bu köyde yaşayanların bir kısmı gösterişli elbiseler giyinerek ve silahlarıyla
birlikte dolaşırken diğer bir kısmı ise eski püskü elbiseler içerisindedirler. Bütün bunlar
köy halkının cahilliklerini ve henüz askeri-savaşçı toplumdan sıyrılamadıklarını
göstermektedir. Şüphesiz bu yabanilerin gümüş kınlı kamalarını bırakıp bu verimli
toprakları değerlendirecekleri günlerin gelmesi için daha çok zaman gerekmektedir.
Gösterişli elbiseler giyerek, altın-gümüş kamalar, tabancalar ve kılıçlarla dolaşan zengin
kişilerle ile açlık ve yoksulluk çeken, eski püskü elbiselerle dolaşan kişileri bir arada
görmek doğrusu bana oldukça acıklı geldi.”[142]
“Karça-Yurt [Kart-curt] köyünde ilk evi Karça yapmış. Karaçaylılar Koban ırmağı
başındaki vadilerde yaşarlar. Karaçaylıların topraklarının sınırları doğuda Elbruz dağının
eteklerine, Balık ırmağı başı, Duvut ve Kihat [?] ırmaklarının ortalarına kadar uzanır.
Hurzuk’ta 150, Uçkulan’da 200 hane vardır. Karaçaylıların toplam nüfusu 2.000 kişidir.
Karaçaylıların dinî ve medenî davalarına Kadı Muhammet Hubiy bakmaktadır. Ufak
tefek davalarla ise köyün muhtarı Tarhan Duda [s. 38] ilgilenmektedir. Karaçaylılarda
davalara iki türlü hukuk sistemiyle bakılıyordu. Şeriat hükümlerine göre çözülecek
davalara Kadı Muhammet Hubiy bakıyordu. Fakat gerektiğinde şeriat hükümlerine göre
baktığı bir davada cezanın hafifletilmesi için geleneksel hukuk kurallarına göre hüküm
vermekteydi. Kimi zaman kanun ve düzeni çiğneyen davalıların birer kanlı düşmanlar
haline geldikleri de oluyordu.”[143]
1850’li yılların başlarında Kafkasya’da bulunan Çarlık Rusyası askeri görevlisi V.V.
Şevtsov bölgede yaptığı etnografya çalışmalarını bir makale şeklinde 1855 yılında
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Kim en çok metal ve bakır eşyaya sahip ise o kişi yörenin en zengini olarak kabul
edilmektedir. Burada yaşlılara gösterilen saygı ve hürmet başka hiçbir millette yoktur.
Ayran ve boza içmeyi çok severler. Onlar için içeceklerin ayrı bir önemi vardır.
Dağıstanlılardan bütün Kafkasya’ya yayılan tek kişilik [Lezginka] dansını bunlar sanki
havada uçarak oynarlar. Müzik aletleri üç telli saz, kaval, davul ve on iki telli arptır. Bu
sonuncusu şüphesiz Greklerden gelmiştir.”[144]
1852 yılından itibaren Kafkasya Genel Valiliğinde uzun yıllar görev yapan Fransız asıllı
Adolf Petroviç Berje bütün Kafkasya’yı dolaşmıştır. 1858 yılında Tiflis’te yayımlanan
“Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri” adlı eserinde Karaçay-Malkar Türklerinden
şöyle bahsedilmektedir:
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Orusbiyler [Malkarlılar] Bashan ırmağının yukarı kısımlarında yaşarlar. Orusbiyler tek bir
topluluktur. Malkar veya Balkarlar, Çegem ve Çerek ırmaklarının yukarı kısımlarında
yaşarlar. Malkarlılar dört kısma ayrılır: 1. Malkar~Balkar, 2. Çegem, 3. Holam, 4.
Bızıngı. Bunlarda önceden Kabardeylerin hakimiyetindeydiler. Şimdi bize
bağlanmışlardır. Balkarların bu dört topluluğu ile Orusbiylerin köy meclisleri aracılığıyla
onları yöneten yaşlı liderleri vardır. Ekonomileri en başta hayvancılığa ve meyveciliğe
dayanır.”[145]
1870’li yıllarda Batalpaşinski [bugünkü Çerkessk] [s. 39] şehrinde görev yapan Rus
idarecisi Gregoriy Stepanoviç Petrov işleri nedeniyle defalarca Karaçay’da bulunmuştur.
G.S. Petrov’un 1879 ve 1880 yıllarında yayımlanan iki makalesinde Karaçaylılar
hakkında oldukça geniş ve ayrıntılı bilgiler verilmektedir:
Karaçaylıların kendilerine has bir dili vardır. Karaçaylıların dili Nogay, Tatar ve
Azerbaycan diline benzer. Kelime hazinesi zayıftır fakat cinaslı sözler çoktur.
Karaçaylılar güzel konuşmasını bilen kişilere çok değer verirler. Karaçaylılarda güzel
konuşmasını bilen kişilerin sayısı az değildir. Karaçaylılar konuşmayı çok sever. Bu
onların kanında vardır. Yeni şeyler dinlemeye ve anlatmaya pek heveslidirler. Bu
yüzden onlar birisiyle karşılaştığı zaman ilk olarak Ne haber? der. Karaçaylılar söz ve
güftesiyle birlikte destan ve halk şarkısı bestelemekte bütün bu bölgede meşhurdurlar.
Karaçaylıların aile yapısı sağlamdır. Evlerine ve ailelerine son derece bağlıdırlar. Koca,
karı ve çocuklar işleri paylaşarak çalışırlar. Yani çalışma hayatında iş bölümü vardır.
Tarla ve hayvancılık işlerinde tek bir insan bile boş kalmaz. Kimisi tarlaya gübre atar,
kimisi tarla sürerken öküzün başını tutar, kimisi tarlayı temizler. Erkekler hayvanları
otlatıp çiftliğe getirirken kadınlar ve çocuklar da orada ufak tefek işleri görürler. Tarla
sürme ve arpa biçme işini erkeler ve kadınlar birlikte yaparlar. Bu arada çocuklar da boş
durmaz ekin destlerini taşırlar, öküz sürerler, başak tanelerini toplarlar, başaktan
tanelerin ayrılmasına yardım ederler.
Karaçaylılardan biri yolda giderken tanıdık birisiyle karşılaşıp onunla lafladıktan sonra
adam geri dönebilirsin diyene kadar ona eşlik etmek zorundadır. Yaşça küçük olanlar
kendisinden büyük olanların atlarını getirmek ve atın yularını tutup onların ata
binmelerine yardımcı olmakla yükümlüdürler. Karaçaylılarda yaşça küçük olan kişi
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
kendisinden büyük olanın daima solundan yürür. Orta Asya kültürüne bağlı olarak
Karaçaylı kadınlar hatta daha ziyade genç kızlar toplum içinde oldukça serbest ve
rahattırlar. Düğün ve şenliklerde genç kızlar ile evli kadınlar ayrı otururlar.
Toprakların verimsiz oluşundan dolayı her yıl tarlalara gübre atmak zorundadırlar.
Karaçaylılar hayvanlarını genellikle köyün dışında yaylalarda beslemektedirler.
Tarlaların tohum atma döneminde bir araba gübrenin değeri 4 ruble kadardır. Halbuki
bu dönemde bir koyunun değeri 3 rubledir. Yazın önce tarlaları sonra çayırları sularlar.
Sulama işi sırası için toprak sahipleri arasında kura çekilir. Karaçay’da yalnız arpa
ekilebilmektedir. Hasat edilen ürün de ancak bir aileye yetecek kadardır. Tarlaya ekilen
ürünün ancak üç katı elde edilebilmektedir. Karaçaylılar son zamanlarda patatesle
tanışmışlardır. Büyük bir hevesle patates işiyle uğraşmaktadırlar. Fakat iki-üç yıl içinde
ektikleri patatesin tohumu zayıfladığından patatesler küçük yetişmektedir. Bunun için
patateslerin tohumunu yenilemek veya geliştirmek gerekmektedir. Toprak kıtlığı
Karaçaylıların en büyük derdidir. Karaçaylılarda; taş bizim babamız, Koban ırmağı
annemiz, bizi yaşatan ise hayvanlarımızdır şeklinde bir söz vardır. Tarla işinde çalışkan
ve mücadeleci olsalar da bu sözden de anlaşılacağı üzere Karaçaylıların baş geçim
kaynağı hayvancılıktır.
Baş geçim kaynakları hayvancılık olduğu için Karaçaylıların bütün aklı hayvanlarında ve
köy dışındaki çiftliklerinde olmuştur. Köyün içerisinde birkaç inek, bir at, bir eşek ve iki
öküz besleyen pek fazla aile yoktur. Bu sebeple dışarıdan bakan bir kimse
Karaçaylıların çok fakir bir şekilde yaşadıklarını düşünebilir. Halbuki Karaçaylıların
bütün zenginliği olan hayvanları köy dışındaki çiftliklerdedir. Karaçaylıların çiftlikleri
Kafkas dağları eteği ile batıda Urup ırmağından başlayıp doğuda Elbruz dağı eteklerine
kadar bir saha içerisinde yer almaktadır. Karaçaylıların hayvancılık işinin en zor tarafı
hayvanları sürekli oradan oraya götürmektir. Karaçaylılar hayvanlarını yazın dağ
eteklerine, ilkbahar ve sonbaharda yaprak açmış ormanlıklar civarında, kışın ise ılık
vadilerin içlerine, düzlük yerlere, önceden hazırlanmış kuru otların bulunduğu kışlaklara
götürmektedirler. Kışlaklar genellikle Terek ve Koban eyaletlerinde devlete ait arazilerde
ve Eltarkaç mevkiinde kurulmuştur. Karaçaylılar böyle kışlakları sırayla
kullanmaktadırlar.
[s. 41] 1886 yılında Elbruz dağına tırmanmak için Kafkasya’da bulunan S. Davidoviç,
Bashan bölgesinde yaşayan Malkarlı Orusbiy klanı hakkında şunları söylemektedir:
1890’lı yıllarda Karaçay’daki kömür işletmelerinde görev yapan N.A. Ştoff’un notlarında
Karaçaylılar hakkında şöyle denilmektedir:
“XVII. yüzyıl başındaki savaşa kadar Karaçaylılar derin dağ vadilerinde pagan olarak
yaşamışlardır. Kırım Hanı Kafkasya’da İslam dinini yaymak amacıyla iki bölük asker
göndermiş. İncik~Zelençuk ırmağı kıyısında bulunan Adige [Çerkes] köylerini İslam
dinine sokmuşlar. Kırım Hanı’nın askeri Koban ırmağı başına geldiklerinde ise burada
şimdiye kadar hiç kimseye boyun eğmeyen Karaçaylılarla karşılaşmışlar. Karaçaylılar
yurtlarını ve özgürlüklerini korumak için Marca adındaki kutsal ilahlarından güç alarak
Kırım Hanı’nın askerlerine karşı koymuşlar. Kırım Hanı’nın askerleri ne kadar uğraşsalar
da asker gücüyle bile burada İslam dinini kabul ettirme konusuna başarılı olamamış ve
çaresiz geri dönmüşlerdir. Fakat bu savaştan sonra Karaçaylıların gücü de epeyce
azalmış. İslam dini Karaçaylılara ancak XVII. yüzyılın sonlarında girmiş.[148]
Arthur Byhan 1936 yılında Paris’te yayımlanan “Kafkasya Toplumları” adlı eserinde
Karaçaylılardan şöyle bahsetmektedir:
Temel yiyecekleri süt, peynir, yağ, koyun ve at etidir. Baharatlı yemekleri severler.
Karaçaylılar, Çerkesler gibi üç sosyal tabakaya ayrılmıştır: beyler, soylular ve köylüler.
Bunun dışında mollalar ve köleler vardır. Karaçaylı kadınlar cenazelerde dövünerek
çığlıklar atarlar. Erkekler ise birbirlerinin alınlarına silahla vururlar. Kulak memelerini
küçük bıçaklarla delerler. Mezarlıkları taş duvarlarla çevrilidir. Teberdi bölgesindeki
mezarların üzerinde piramit veya daire biçiminde kalın taşlar vardır. İslam dini
Karaçaylılar arasında 1782 yılından sonra yayılmaya başlamıştır. Karaçaylılar
Müslüman olmalarına rağmen birtakım doğa üstü güçlere inanırlar. Karaçaylıların
dağların yükseklerine yaşayan tanrıları vardır. Eliya adlı tanrı bunların başında gelir.
Karaçaylılar Eliya’nın şerefine kurbanlar keserler, dans ederler, törenler düzenlerler.
Başka Kafkas halklarında olduğu gibi Karaçaylıların da birtakım kutsal ağaçları ve kutsal
ırmakları vardır.”[149]
Kafkasya halklarının idaresi 1502 yılında Altın Orda Devleti tamamen ortadan kalktıktan
sonra Kırım Hanlığına geçmiş, 1475 yılında Kırım Hanlığının Osmanlılara
bağlanmasıyla birlikte aynı şekilde Kırım Hanlığı idaresinde olan Kafkasya bölgesi de
Osmanlıların hakimiyetine geçmiştir. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşları neticesinde
imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla Kırım Hanlığı tamamen Osmanlıların elinden
çıkmıştır. Çarlık Rusyası çok geçmeden Kırım’daki hanlık mücadelelerini fırsat bilerek
Şahin Gerey’i Kırım Hanlığının başına getirmiştir. Fakat Şahin Gerey’e ülke çapında
tepkiler ve protestolar doğunca Çarlık Rusyası da Kırım Hanlığını 1783 yılında ilhak
etmiştir.[150] Bu tarihten sonra Osmanlılar ile Ruslar arasında Koban ırmağı sınır olarak
çizilmiştir. Buna göre Koban ırmağının sağ tarafında bulunan Karaçay Türklerinin yarısı
ile Malkar Türkleri tamamı Çarlık Rusyası topraklarına, Koban ırmağının sol tarafında
bulunan Karaçay Türkleri diğer bir yarısı ise Osmanlı topraklarına dahil olmuştur.[151]
1787 yılında Osmanlı-Rus savaşları tekrar başlamış ve Rus orduları ilk kez Koban
ırmağının sol tarafına geçmişlerdir. Bunun üzerine Osmanlı Padişahı III. Selim
tarafından Anapa seraskerliğine ve Kafkasya’daki Osmanlı orduları komutanlığına [s.
42] tayin edilen Battal Hüseyin Paşa emrindeki 30 bin kişilik Osmanlı ordusuyla
Anapa’dan hareketle Koban ırmağını geçtikten sonra Kabardey bölgesine gelmiştir.
Battal Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusuna Kafkas halklarından da yoğun
bir katılım olmuş ve böylece Battal Hüseyin Paşa’nın ordusu askeri bakımdan büyük bir
kuvvet haline gelmiştir. Osmanlı ve Rus ordusu 27 Eylül 1790 tarihinde Tohtamış ırmağı
civarında karşılaşmış ve Battal Hüseyin Paşa’nın komutasındaki Osmanlı ordusu bu
savaştan mağlup çıkmıştır. Savaşın kaybedilmesindeki en büyük sebeplerden biri de
Osmanlı ordusu saflarında bulunan Çerkes kuvvetleri komutanları ile Osmanlı subayları
arasındaki savaşın gidişatıyla ilgili ihtilaflardır. Savaşın başlamasından hemen önce
Osmanlı Padişahı III. Selim tarafından gönderilen Mahmut adlı bir mübaşirin cebinde
Ruslara karşı savaşın kaybedilmesi durumunda kendi idam fermanının olduğunu bilen
Battal Hüseyin Paşa yanındaki birkaç adamıyla birlikte kaçarak Rus ordusuna sığınmış
ve kılıcını teslim etmiştir. Daha sonra Ruslar savaşın cereyan ettiği yerde kurdukları
küçük bir kasabanın adına Battal Hüseyin Paşa’nın adına izafeten Batalpaşinski adını
vermişlerdir. Bu kasaba bugünkü Karaçay-Çerkes Ö.C.nin başkenti olan Çerkessk
şehridir. Bundan sonra Osmanlı kuvvetleri Anapa’ya çekilmek zorunda kaldılar. Fakat
bunu müteakiben Rus orduları 1791 yılında on beş gün boyunca kuşatma altına aldıkları
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Çarlık Rusyası 1861 yılında Kafkasya’yı eyaletlere ayırarak yeni bir idari sistem
kurmuştur. Buna göre Karaçay Türkleri Kuban Eyaleti’ne, Malkar Tükleri de Terek
eyaletine bağlanmıştır. Böylece Karaçay-Malkar Türkleri Rus hakimiyeti sırasında ilk
defa ikiye ayrılmış oldular. Karaçay Türklerinin içerisinde yer aldığı Kuban Eyaleti ise
Elbruz, Zelençuk, Urup, Laba ve Psekups şeklinde beş askeri bölgeye taksim edilmiştir.
Karaçay bölgesi ve Çerkeslerin yaşadığı Humara ile Abazaların yaşadığı Gum-Lov
bölgeleri Elbruz askeri bölgesine bağlandılar. 1865 yılında Elbruz askeri bölgesinin
başına General Nikolay Grigoroviç Petruseviç getirilmiş ve dolayısıyla da Karaçay
Türklerinin başına ilk defa bir Rus valisi atanmıştır. General N.G. Petruseviç ilk olarak
Karaçay Türkçesini öğrenmiş ve halkla sıcak ilişkiler kurarak kendisini Karaçaylılara çok
sevdirmiştir. N.G. Petruseviç zamanında Karaçay’da her alanda büyük bir gelişme
yaşanmıştır. N.G. Petruseviç yeni Karaçay köyleri kurmuş, Rus hükümetinden
Karaçaylılar için yeni topraklar almış, Karaçay köyleri arasında ulaşımı kolaylaştırmak
için yeni yollar yaptırmıştır. Getirdiği daha birçok yenilikleriyle gerçekten de N.G.
Petruseviç’in Karaçay Türklerine çok büyük hizmetleri olmuştur. N.G. Petruseviç’in
Karaçay’daki görevi 1876 yılında sona ermiş ve Türkmenistan’a tayin olmuştur. N.G.
Petruseviç Türkmenistan’ın Gök-Tepe mevkiinde cereyan eden bir savaşta hayatını
kaybetmiştir. N.G. Petruseviç’in ölümü ancak 1881 yılında Karaçay’da duyulmuş ve halk
buna gerçekten de çok üzülmüştür. Daha sonra bir Karaçay heyeti Türkmenistan’a
giderek N.G. Petruseviç’in cenazesini alıp Karaçay’a getirmişler ve Batalpaşinski
[Çerkessk] şehrine gömmüşlerdir.[155]
1877-1878 yıllarında cereyan eden Osmanlı-Rus savaşının başlamasından kısa bir süre
sonra Kafkasya’da bir isyan hareketi başlamış ancak Osmanlının savaşı kaybetmesi
üzerine Ruslar Kafkasya’daki isyanı kanlı bir şekilde bastırmışlardır. Fakat, Ruslar da
dahil Çarlık yönetiminden hiç kimse memnun değildi. Bu yüzden 1905 Rus-Japon
savaşından sonra bağımsızlık amacıyla millî ve sosyal hareketler meydana gelmiştir. Bu
hareket genel olarak bağımsızlık isteklerinin ve sosyalist hareketin habercisi niteliğini
taşımaktaydı.
1917 yılında başlayan Bolşevik ihtilaliyle birlikte bütün Kafkasyalılar kurtuluş ümidiyle
harekete geçmiş ve 3 Mayıs 1917 tarihinde Terek-Kala [Viladikafkaz] şehrinde I. Kafkas
Halk Kurultayı toplanmıştır. Kurultayda Kuzey Kafkasya’nın geçici Milli Hükümeti
özelliğini taşıyan “Birleşik Kuzey Kafkasya ve Dağıstan Dağlıları Birliği Merkez Komitesi”
adı verilen yüksek icra organı seçilmiştir. 18 Eylül 1917 tarihinde Andi kasabasında
“Kuzey Kafkasya Milli Müessesan Meclisi” adıyla ikinci bir kurultay toplanmış ve bu
kurultay büyük ilgi görmüştür. Toplantıya Dağıstan, Kumuk, Salatay, Terek Vilayeti,
Çeçen-İnguş, Asetin, Kabardey, Karaçay-Malkar, Adige, Abhaz, Şetkale [Stavropol]
bölgeleri delege göndermişlerdir. Kafkasyalılar siyasi birlik kurmak için çalışırlarken 7
Ekim 1917 tarihinde Bolşevikler iktidarı ele geçirmiş ve iç savaş başlamıştı. Bolşevikler
uzun süreden beri çalışıyor ve ihtilali nasıl gerçekleştireceklerini planlıyorlardı. Çarlık
taraftarlarının oluşturacağı cepheyi bölüp parçalamak için, Rus olmayan milletlerin nasıl
kullanılacağı konusunda hesaplar yapmışlardı. Bu maksatla, yoğun bir propaganda
başlattılar. Ancak, yüzyıllardır Rusların yalanlarına tanık olan Kafkasyalılar Bolşeviklerin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
sözlerinin aslında bir tuzak olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden Kuzey Kafkasya Merkez
Komitesi 20 Kasım 1917 tarihinde Rusya’dan ayrıldığını ve bağımsız bir devlet
olduğunu ilan etti. Osmanlı hükümeti ileride Rusya ile Osmanlı arasında duvar ve engel
görevini üstlenecek, bir Kuzey Kafkasya Devleti’nin kurulmasına sıcak bakıyordu. Bu
nedenle Şimali Kafkasya Cemiyeti Siyasiyesi kurulmuştu. Hükümetten maddi yardım
alıyor ve onun güdümünde çalışıyordu. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti heyeti İstanbul'a
geldiğinde, cemiyet üyeleri hükümetle yapılacak görüşmelerde aracı oldular. Osmanlı
hükümeti ile yapılan görüşmelerden sonra Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin bağımsız bir
devlet olduğu kabul edildi. 11 Mayıs 1918 tarihinde Kuzey Kafkasya'nın bağımsız bir
devlet olduğu bir nota ile bütün batılı devletlere duyuruldu. Karaçay-Malkar Türkleri de
bu cumhuriyet içerisinde yer almışlardır. Fakat bu [s. 44] cumhuriyetin ömrü kısa
sürmüş ve 1921 yılında sona ermiştir.
Karaçay-Malkar Türkleri ilk önce Sovyetler Birliği bünyesinde 1921 yılında kurulan
Sosyalist Dağlı Halklar Sosyalist Cumhuriyeti içerisinde yer almışlardır. Daha sonra
Sovyet hükümeti kararıyla 12 Ocak 1922 tarihinde Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi, 16
Ocak 1922 tarihinde Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti kurulmuştur. Karaçay-Çerkes
Özerk Bölgesi 1924 yılında Karaçay Özerk Bölgesi ve Çerkes Özerk Bölgesi şeklinde
ikiye ayrılmıştır. 1921-1928 yılları arasında Sovyetler Birliğinde uygulanan Yeni
Ekonomik Politika [NEP] dönemi gereği Karaçay ve Malkar’da nispeten olumlu
gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde Karaçay-Malkar Türkleri ekonomi ve kültürel
hayatta birtakım kalkınma ve gelişme imkanları elde etmişlerdir. Fakat Karaçay Özerk
Bölgesinin başına getirilen Rus yöneticileri 1920’li yılların sonlarından itibaren 1918-
1920 yılları arasında Bolşeviklere karşı savaşan Karaçaylıları birtakım suçlamalarla
tutuklayarak idam etmeye başladılar. 1926-1928 yılları arasında birçok din adamı ve
doktor, bilim adamı, yazar ve şair gibi birçok aydın kişiler tutuklanarak idam
edilmiştir.[157]
mücadeleye dönüştü. Bashan, Çegem, Holam ve diğer dağlık bölgelerin tümü Malkar
Türklerinin kontrolüne geçti ve tamamen komünistlerden temizlendi. Öte yandan
Mikoyan-Şahar [Karaçayevsk] ve Narsana [Kislovodsk] şehirleri de Karaçaylıların
kontrolüne geçmişti.[158]
25 Temmuz 1942 tarihinde Alman orduları Rostov şehrini ele geçirdikten sonra
Kafkasya’ya girdiler. Kızıl Ordu birlikleri hiçbir direniş göstermeden geri çekildiler. NKVD
birlikleri de dağlara çekilip Almanlara karşı gerilla savaşı vermeyi düşünüyorlardı. Fakat
dağlarda onları bekleyen Karaçay-Malkar savaşçıları NKVD askerlerini rahat
bırakmadılar. Şiddetli geçen çarpışmalardan sonra NKVD birlikleri Karaçay-Malkarlılara
yenilerek Karaçay-Malkar bölgesini terk ettiler. Almanlar gelmeden önce bölgenin
kontrolü tamamen Karaçay-Malkarlıların eline geçmişti. Almanlar Karaçay-Malkar
bölgesine girdikten sonra Karaçay-Malkarlıların sevgi ve saygılarını kazanmak için hiç
kimsenin dinine, özel mülkiyetine ve [s. 45] özgürlüğüne karışılmayacağını söylediler.
Kapatılan camiler yeniden açıldı ve kolhozlar kaldırıldı. Fakat Almanlar bölgede fazla
kalamadılar. 1942 yılı sonlarında Stalingrad bozgunu ardından Almanlar Kafkasya’dan
geri çekilmek zorunda kaldılar. İşte bu durum Karaçay-Malkarlılar için oldukça büyük ve
acı bir darbe olmuştur. Çünkü Almanların Kafkasya’dan çekilmesinden hemen sonra
Kızıl Ordu birlikleri uçak, tank ve toplarla Karaçay-Malkar topraklarına büyük bir saldırı
gerçekleştirmiş ve bütün Karaçay-Malkar köylerini yerle bir etmiştir.
Karaçay-Malkar Türkleri on dört yıl süren sürgün hayatlarında gerçekten de çok büyük
acılar çekmişlerdir. Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde çocuklar annelerinden, kadınlar
kocalarından, yaşlılar evlatlarından ayrı ve dağınık bir şekilde ölüme terk edilmişlerdir.
Bu şekilde açlık ve sefalet içerisinde hayat mücadelesi veren Karaçay-Malkar Türkleri
sürgün hayatları boyunca nüfuslarının yarısını kaybetmişlerdir.
J. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nin başına geçen Kruşçev’in izni ve Sovyet
Yüksek Şurası’nın kararıyla 1957 yılında Karaçay-Malkar Türkleri kendi yurtlarına
dönmüşlerdir. Fakat Karaçay-Malkar Türklerine yapılan zulüm bununla da bitmemiş
uzun yıllar boyunca güvenilmez halk veya vatan haini muamelesi görmüşlerdir. Hatta
SSCB Parlamentosu yurtlarından zorla sürgün edilen halkların kanun dışı yollarla ve
haksız yere sürgün edildikleri hususunda ve bu halkların iade-i itibarı konusundaki
bildirisini ancak 14 Kasım 1989 tarihinde deklare etmiştir. Bunu müteakiben Rusya SSC
Parlamentosu da sürgüne tabi tutulan halkların iade-i itibarı hakkındaki kanunu 16
Nisan-18 Ekim 1991 tarihinde kabul etmiştir.
DİPNOTLAR
KAYNAKLAR
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Ahmetbeyoğlu, Ali., Grek Seyyahı Priskos'a [V. Asır] Göre Avrupa Hunları, TDAV
Yayınları, İstanbul, 1995.
Aleynikov, M., Karaçayevskie Skazaniya, SMOMK, vıp. 3, otd. II, Tiflis, 1883.
Berje, Adolf., Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri, Çeviren: Murat Papşu, Kafkas
Derneği Yayınları, Ankara, 1999.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Czegledy, Karoly., Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Çeviren: Erdal Çoban,
Özne Yayınları, İstanbul, 1998.
Eberhard, W., Çin'in Şimal Komşuları, Çeviren: Nimet Uluğtuğ, TTK Yayınları Ankara,
1996.
Erzen, Afif., Doğu Anadolu ve Urartular/Eastern Anatolia and Urartians, TTK Yayınları,
Ankara, 1986.
Gumilev, L.N., Eski Türkler, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1999.
Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık,
İstanbul, 2001.
Henze, Paul B., Kafkaslarda Ateş ve Kılıç-19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ
Köylülerinin Direnişi, OTDÜ Yayını, 1985.
Karça, Ramazan., Şimalî Kafkasya'da Tehcir ve Katliâm, Dergi, Sayı: 5, Münich, 1956.
Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, TTK Yayınları, Ankara, 1993.
Koşay, Hamit Zübeyr., Bulgar Türklerinin Eski Tarihi, Başvekalet Müdevvenat Matbaası,
1932.
Lang, David Marshall., Gürcüler, Çeviren: Neşenur Domaniç, Ceylan Yayınları, İstanbul,
1997.
Laypanlanı, Kaziy., Eltarkaçha Ming Cıl, Karaçay Gazetesi, No: 49, Çerkessk, 1998.
Mızılanı, İsmail., Türk Halklanı Tarih em Kultura Tamırları, Mingitav, Sayı: 3, Nalçik,
1993.
Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafgazın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof. Dr.
Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla, TDAV Yayınları, İstanbul, 1993 [Miziyev,
İ.M., Şagi K İstokam Etniçeskoy İstorii Tsentralnogo Kavkaza, Nalçik, 1986].
Mızıulu, İsmail., Tarih Halknı Baylıgıdı, Mingitav Dergisi, Sayı: 4, Nalçik, 1994 [Mızıulu,
İsmail., Tarih Halkın Zenginliğidir, Çeviren: Adilhan Appa, Bilig Dergisi, Sayı: 7, Ankara,
1998].
Miller, M., Balkar Türklerinin Asılları Meselesi Etrafında, Dergi, Sayı: 30, Münih, 1962.
Miller, V.-Kovalevskiy, M., V Gorskih Obşçestvah Kabardı, Vestnik Evropı, Kn. IV, 1884.
Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII vv, Nalçik, 1991.
Mokayev, A., Malkarnı Çaşav Tarıhından, Şuyohluk, No: 3, Nalçik, 1976. [Mokayev, A.,
Malkar Halkının Tarihi, Çeviren: Adilhan Appa, TDAV Tarih Dergisi, Sayı: 173-174,
İstanbul, 2001].
Momsen., T., Ueber den Chronographen von Jahre 354, Saechischen Geselshaft der
Wissenschaften, I, Leipzig, 1850.
Nemeth, Gyula., Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, Çeviren: Tarık Demirkan, YKY,
İstanbul, 1996.
Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul,
1974.
Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren:
Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
Ostrogorsky, Georg., Bizans Devleti Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, TTK Yayınları,
Ankara, 1995.
Ögel, Bahaeddin., Türk Mitolojisi, Cilt I., Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü
Yayınları, TTK Basımevi, Ankara, 1971.
Roux, Jean-Paul., Türklerin Tarihi, Çeviren: Galip Üstün, Milliyet Yayınları, İstanbul,
1991.
Şami, Nizamüddin., Zafername, Çeviren: Necati Lugal, TTK Yayınları, Ankara, 1987.
Tarhan, Taner M., Eskiçağda Kimmerler Problemi, VIII. Türk Tarihi Kongresi Bildirileri, I.
Cilt, TTK Yayınları, 1979.
Tardy, Lajos., The Caucasian Peoples and Their Neigbours in 1404, Acta Orientalia,
Tom: 32, Budapest, 1978.
Tavkul, Ufuk., Kafkasya Dağlılarında Hayat ve Kültür, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1993.
Togan, Zeki Velidi., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981.
Tornau, Feodor F., Bir Rus Subayının Kafkasya Anıları, Çeviren: Keriman Vurdem,
Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 1999.
Tulçinskiy, N.P., Poemı, Legendı, Pesni, Skazki i Poslovitsı Gorskih Tatar Nalçikskogo
Okruga Terkskoy Oblasti, Terskiy Sbornik-Literaturno-Nauçnoe Prilojenie k Terskomu
Kalendaryu, vıp. IV, Vladikavkaz, 1903.
Yakubovskiy, A.Yu., Altın Ordu ve Çöküşü, Çeviren. Hasan Eren, TTK Yayınları,
Ankara, 1992.
Zekiev, Mirfatih., İdil Tatarları, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-17, Tatar
Edebiyatı-I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001.
______________________________________________________
Adilhan Adiloğlu
[s. 572] Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Araplar, VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı ötesine kadar ulaşmışlar, fakat
Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu arada
Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği artmıştır.
Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet XIII.
yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Moğollar kendilerinden nüfus olarak
daha fazla olan Türklere, onların askeri üstünlüklerinden dolayı bağımlı kalmışlar ve
kendilerinden sonra ortaya çıkan devletler hep Türk asıllı olmuşlardır [1].
22-26 Haziran 1959 tarihinde, Nalçik şehrinde yapılan, “Karaçay-Balkar Halkının Etnik
Oluşumu” konulu sempozyumda şöyle bir sonuca varılmıştır: “Karaçay-Balkarların etnik
oluşumu, Bulgar, Alan, Kıpçak, ve yerli Kafkas kabilelerinin birbirleriyle karışmasından
meydana gelmiştir.” [2] Kafkasya tarihi ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla meşhur
E.P. Alekseyeva, bu etnik oluşumun, Karaçay-Balkarların bugün yaşadığı topraklarda
XIII-XIV. yüzyıllarda, tamamlandığını söylemekte; yukarıdaki Bulgar, Alan, Kıpçak ve
yerli Kafkas kabileleri dizisine bir de “Koban Kültürü”nü yaratan kavimleri eklemektedir
[3].
Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin büyük bir kısmı, M.Ö. II. bin başlarından, M.Ö. VIII.
yüzyıla kadar Karadenizin kuzeyinde ve Kafkasya coğrafyasında yaşamışlar ve tarihte
“Kimmerler” adıyla tanınmışlardır [5]. Bakır ve Bronz çağlarına ait, Kimmerlere izafe
edilen, “İskit öncesi kültürleri”ni temsil eden gömüler tespit edilmiştir. Bu devirleri temsil
eden kütürler; kuzeyde Kiev civarındaki ormanlık alandan, batıda Podolia bölgesi ve
doğuda Urallara kadar uzanan geniş bozkır kuşağına yayılmışlardır. Ayrıca, Kuzey
Kafkasya’da yer alan ve merkezi Kafkasya yaylaklarını kapsayan Koban bölgesi de bu
alana dahildir. Bu bölgedeki buluntular, güney Rusya Bronz Çağı formlarına bağlı bir
durum göstermekle birlikte kısmen özel bir bölüm teşkil etmektedirler [6]. Kuzey
Kafkasya’da yapılan arkeoloji çalışmalarında, Kimmerlere ait avcılıkla ilgili eşyalar,
silahlar, bakır ve tunçtan yapılmış oraklar bulunmuştur. Bunların büyük bir kısmı da,
Karaçaylıların yoğun olarak yaşadığı Kartcurt, Uçkulan, Teberdi, İndiş ve Sarıtüz
köylerinde bulunmuştur [7].
M.Ö. XII-VII. yüzyıllar arasında, Kuzey Kafkasya’nın merkezi [orta] kısımlarında “Koban
Kültürü” oluşmuştur. Kuzey Osetya Cumhuriyetinin “Koban” köyünde ortaya çıkarılan
arkeolojik buluntuların yansıttığı kültüre, köyün adından dolayı, “Koban Kültürü” adı
verilmiştir. Bu arkeolojik malzemelerin, Koban kültürünün M.Ö. VII-VI. yüzyıl
dönemlerine ait olduğu sanılmaktadır [8]. Kafkasya’da Terek ırmağı civarındaki
Pyatigorsk [Beştav] kurganları [M.Ö. 1200] ve Koban başındaki kalıntılar [saf bronz çağı
M.Ö. 1200-1000] Kimmerlerden kalmıştır [9]. Katakomb kültürü ile Koban kurganları
birbirleriyle organik olarak bağlantılıdır. Öyle ki her iki gruptan elde edilen arkeolojik
materyali birbirinden ayırmak imkansız gibidir. Bu nedenle de, her iki kültür grubu
“Koban-Katakomb Komleksi” olarak da adlandırılmaktadır. Koban kurganları,
Kimmerlerin, Kafkaslar üzerine yayılmaya başladıklarını göstermektedir. Bu kültürün
komşu çevre kültürleri üzerindeki etkileri dikkati çekmektedir. Koban ve Kolkhidik adıyla
anılan kültürler, Kimmerlerin merkezi Kafkasya’ya yayılan büyük kolunun temsilcisidirler.
Çevre kültür üzerindeki etkileri dikkat çekicidir. Öte yandan, yerli Kafkas gelenekleri de
bu yeni gelenleri [Kimmerleri] oldukça etkilemişlerdir. Kurganlardan elde edilen
arkeolojik materyal çok zengin olup, bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini
açıkça yansıtmaktadır [10]. XIX. Yüzyıldan günümüze kadar eden araştırmalar,
Kimmerlerin Güney Rusya ve “Kafkasya Bronz Çağı” kültürlerinin bir “temsilcisi ve
taşıyıcısı” olduğunu ortaya koymuştur. Buna göre, Kimmerler etnik bakımdan Ural-Altay
kökenli bir kavimdir. Yani Proto-Türkler kavramı ile organik olarak bağıntılıdır ve onun
bir parçasıdır. Kimmerler “Kurgan Kültürü”nün tipik bir temsilcisi ve bozkırların geniş
sahalarına yayılmış olan “Atlı Kavimler Medeniyeti”nin büyük bir “batı kolu”nu teşkil
ederler [11].
Herodotos, Sakaların et pişirmek için kapları olmadığı takdirde, önce hayvanın iskeletini,
ızgara gibi kullanmak üzere, itinayla çıkardıklarını, sonra da kemiklerinden sıyrılmış
etleri bu iskeletin üzerine koyduklarını, etlerini sıyırdıkları öteki kemikleri de odun
niyetine iskeletin altında koyup ateşe verdiklerini anlatıyor [24]. İ.M. Mızı, Sakaların
tencere ve oduna ihtiyaç olmaksızın bu pratik et pişirme yönteminin aynısının, bugün
bile, Kafkasya meralarında sürülerini otlatan Karaçay-Balkar çobanların uyguladığını ve
bunun da çok eski bir Karaçay-Balkar adeti olduğunu söylemektedir [25].
Herodotos, Sakaların fala ve falcılığa çok meraklı olduklarını anlatır. Sakalar söğüt
dallarıyla fal bakarak gelecekten haber vermektedirler [26]. Ammianus Marcellinus,
Sakaların söğüt dallarıyla fala bakma yönteminin Alanlarda da olduğunu söyler [27]. Öte
yandan, İ.M. Mızı da, Saka ve Alanların söğüt dallarıyla fal bakma adetinin, özellikle
Sibirya Türklerinde ve Karaçay-Balkar Türklerinde halen muhafaza edildiğini söyler [28].
Sonuç olarak temelde, Kimmer ve Saka [İskit] kültürleri arasında kesin bir ayrım yoktur.
İkisi arasındaki arkeolojik materyali birbirinden ayırmak imkansızdır. Bunun nedeni, her
iki kavmin aynı etnik kökene dayanmalarından ileri gelmektedir. “Srubna Kültürü”
temelinde, aynı etnik kökene dayanan Kimmer ve erken Saka kültürü, Proto-Türklerin
bir temsilcisidir [29]. Kimmerler ve Sakalar tarihin farklı ama birbirini takip eden erken
dönemlerinde Kafkasya’ya gelerek bölgenin etnik ve kültür yapısını oldukça derinden
etkilemişlerdir. M. Seyidov tarih sahnesindeki varlıklarını bin yıldan fazla bir süre devam
ettiren Sakaların, Yakut, Kazak ve Kafkasya’da yaşayan Türk boylarının [Karaçay-
Balkarların] etnik oluşumunda önemli rol oynadıklarını söylemektedir [30]. Bizim bu
çalışmada gösterdiğimiz birtakım benzerlikler de Kimmerler ve Sakaların Karaçay-
Balkar Türklerinin etnik ve kültür yapısının oluşumundaki izlerini göstermektedir.
Bulgarlar ve Hunlar
Çin kaynaklarında daha milattan önce “Okut” veya “Hokut” şeklinde bir Türk kavim adı
geçmektedir. Bu kavmin Uygurlar olduğu ileri sürülmüş ise de, Uygurlar daha sonraki
tarihlerde ortaya çıktıkları için Okut kavminin Ogurlar olması daha kuvvetli bir ihtimaldir
[31]. Ogur Türkleri, Hiung-nu’lar [Hunlar] zamanında, onların kuzeyinde yerleşmiş
bulunan, güneybatı Sibirya’da yaşayan, Çinlilerin “Ting-ling” ve daha sonra “Tieh-le”
adını verdikleri kavimdir. Türk oldukları kesinlik arz eden Ting-ling kavminin ana
yurtlarının Orhon civarı olduğu sanılmaktadır. Ting-ling kavminin bir kısmı da
“Vusun”ların batısında yaşıyorlardı [32]. Ting-ling kavmi veya Ogurların İtil-Yayık
havzasına ne zaman geldikleri kesin olarak tespit edilememiştir.
Z.V. Togan, Ogurların tarihini çok eski çağlara götürmekte ve “Ogur” adının milattan
önceki dönemlerde “Türk” sözü yerine kullanıldığını ileri sürmektedir. Ona göre,
Ogurların esas yayılmaları milattan önceki dönemlerde [s. 575] cereyan etmiştir ve
Önasya’daki “Hurriler” ile Ogurlar aynı kavimdir [33]. Sümerler ile de akraba oldukları
ileri sürülen Hurriler M.Ö. 5000 yıllarında Türkistan coğrafyasında yaşıyorlardı.
Hurrilerin, M.Ö. 4000 bin yıllarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu dolaylarında gelip
yerleştikleri sanılmaktadır [34]. Gerçekten de, Doğu Anadolu’da yapılan arkeoloji
çalışmaları sonucu elde edilen bilgiler, Z.V. Togan’ın bu teorisini kuvvetlendirmektedir.
M.Ö. 4000 yıllarında, kuzeyde Kafkasya, güneyde Suriye’nin kuzeyi, doğuda Urmiye
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
gölü civarı, batıda Malatya-Elazığ bölgesi arasında kalan geniş bir alanda üstün bir
uygarlık ve kültür tesis eden Hurrilerin Asyalı bir kavim oldukları ve dillerinin de Ural-
Altay dil ailesine mensup olduğu bilim adamları tarafından kabul edilmektedir [35].
Bulgar tarihçi B. Simeonov, eski Çin kaynaklarında, M.Ö. 103 yılında ait bir kayıtta “Pu-
ku” ve “Bu-gu” şeklinde geçen kavmin Bulgarlar olduğunu ve onlardan Amu-Derya’nın
batısı ve Tien-Şan dağlarının kuzeybatısında yaşayan bir kavim olarak bahsedildiğini
söylemektedir [36]. Fakat, B. Simeonov’un bahsettiği Pu-ku veya Pu-ku kavmi, herhalde
Kök-Türkler döneminde de mühim bir rol oynayan ve Kök-Türklerin idaresinde iken
620’li yıllarda diğer Töles boylarıyla birleşerek “Altı-Bag Bodun”u oluşturarak Kök-
Türklere karşı isyan eden “Bu-gu” Türkleri olmalıdır [37].
Bulgar adına Latin kaynaklarında ilk olarak M.S. 354 yılında rastlamaktayız. Yazarı
meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgar
Türklerinden [Ziezi ex quo Vulgares] bahsedilmektedir [38]. Bizans kaynakları ise M.S.
482 yılında, Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu
devletin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler [39]. Halbuki, Bulgar Türkleri
hakkında en eski yazılı kayıt, Süryanî Mar-Abas Katina’ya aittir. Mar-Abas Katina,
Bulgar Türklerinin M.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından
bahsetmektedir. Bu kayıt, VII. yüzyıl Ermeni tarihçisi Khorenli Musa [Moses Khorenaci],
tarafından da nakledilmiştir. Khorenli Musa, Bulgarlarla ilgili olarak şöyle demektedir;
“Val Arşak oğlu I. Arşak zamanında [M.Ö. 149-127] Kafkasya dağları arasındaki
Bulgarlar ülkesinde büyük karışıklıklar çıktı. Bunlardan kalabalık bir grup göçüp gelerek
Gol’un altında çok verimli ve buğdayı bol ovalara yerleştiler.” [40]
Başta M.İ. Artamonov olmak üzere bazı eski Sovyet ve Avrupalı tarihçiler, Mar-Abas
Katina ile Khorenli Musa’nın Bulgarlar hakkında milat öncesi döneme ait verdiği bu
haberleri anakronik sayarlar [41]. Fakat, V.F. Kahovskiy, K. Patkanov ve Z.V. Togan,
Bulgarların gerçekten de milattan önceki dönemlerde Kafkasya’da yaşadıklarını ve
bunların bir kısmının, Khorenli Musa’nın da işaret ettiği tarihlerde Ermenistan
dolaylarına göç ettiklerini söylerler. V.F. Kahovskiy ve K. Patkanov, milat öncesi
tarihlerde Kafkasya ve Ermenistan coğrafyasında Bulgarların yaşadıklarını ve bunun da
tarihe uygun olduğu konusunda ısrarlıdırlar [42].
Hunlar Kafkasya’da
Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru dalgalar halinde akan Balamir Han yönetimindeki
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Hunlar, 355-360 yıllarında, İtil ırmağını aştıktan sonra, Don ırmağını da geçmişler, Terek
ve Koban’daki Alanların ülkesini tamamen hakimiyet altına almışlardı. Hunlar, Alanların
ülkesini ele geçirdikten sonra hemen batıya yönelmediler. Kafkasya üzerinden 359
yılında İran’a ve 363-373 yılları arasında Ermenistan’a girdiler [45]. Hunlar kısa bir
zamanda, Hazar denizinden Azak denizine kadar uzanan bütün Kafkasya coğrafyasını
kontrol altına aldılar. Bütün bu tarihi olaylardan sonra, Kafkasya ve Azak denizi civarı,
artık Hunların gerçek vatanı olarak sayılıyordu [46].
Magna Bulgaria
Attila’nın 453 yılında ölümü üzerine, yerine büyük oğlu İlek geçti fakat imparatorluğun
parçalanmasının önüne geçemedi. Attila’nın ikinci oğlu Tengizik de Tuna civarı ve
Romanya ovalarına yerleşti. Attila’nın küçük oğlu İrnek ise 456 yıllarında kendisine bağlı
Hun kabileleriyle birlikte Orta Avrupa’yı terk ederek Karadeniz kuzeyindeki bozkırlara
geldi. İrnek Han, burada karşılaştığı Bulgar kabileleriyle birleşerek bir Hun-Bulgar
Devleti kurmuş ve gelecekte Kubrat Han’ın kuracağı “Magna Bulgaria”nın [Büyük
Bulgarya] temellerini atmıştır [53].
Bizanslı Priskos ve Suidas, 463 yılında Şaragur, Ogur ve Onogur adlı kabilelerin
Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda, Tuna ırmağının kolları ile Volga arasındaki
bozkırlarda yerleşmiş olduklarını kaydederler ve daha sonra 482 yılında İrnek’in kurmuş
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
olduğu birliğin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler. Bulgarlar daha sonra,
Kutirgur ve Utirgur şeklinde iki kabile temelinde bir siyasi birlik oluşturmuşlardır. Bu ilk
Bulgar birliğinin merkezi Koban ırmağı civarında bulunuyordu [54]. Avrupa’dan
Karadenizin kuzeyindeki bozkırlara ve Kafkasya’ya dönüş yapan Hunlar ile buralarda
çok eskiden beri yaşamakta olan Bulgar ve Sabir kabileleri arasında çatışma çıkacağı
yerde, kısa sürede dostane temaslar neticesinde siyasi birlik oluşmuştu. Bulgar ve
Sabirlerin bundan sonra kendileri için “Hun” adını kullanmaları bunun en güzel delilidir.
IV. yüzyılda Bulgarların kendilerini Hunlardan sayması bir gurur vesilesi idi [55]. M.İ.
Artamonov, Kafkasya’nın V. yüzyıldaki etnik haritasını şöyle çizmektedir: Dağıstan’ın
kuzeyinden Kuma ırmağı ve onun kollarının çevrelediği yerlerde Sabirler ile onların biraz
yukarısında Şaragurlar yaşamaktadır. Onların kuzeyinde ve batısında yani bugünkü
Adige Ö.C. ve Krasnodar ile Stavrapol çevresinden Azak denizine kadar olan yerlerde
Onogurlar yaşamaktadır. Azak denizinin kuzey kıyılarından doğu ve güneye doğru
Şaragurlara kadar olan yerlerde Akatsirler [Akaçir] yaşmaktadır. Bugünkü Karaçay-
Çerkes Ö.C. ile Kabardey-Balkar Ö.C ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerinin
tamamında da Alanlar yaşamaktadır [56].
Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer [62].
Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu
Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir
kısmı da Kafkasya’yı terk ederler. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı
kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise [63] yine kendine bağlı
kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur,
As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır.
Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder [64]. Bizanslı tarihçi
Theophanes [760-818], “Kronik” adlı eserinde Bulgarlar hakkında değerli bilgiler
vermektedir. Bu eserde verilen bilgileri, arkeoloji ve kısmen de filoloji önemli derecede
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Kara-Bulgarlar ve Karaçay-Balkarlar
Birçok bilim adamı, tarihte “Kara Bulgarlar” veya “Koban Bulgarları” adıyla geçen
Kafkasya Bulgarlarının, Karaçay-Balkar Türklerinin etnik oluşumunda birinci derecede
etkili oldukları konusunda birleşmekte ve Karaçay-Balkarları doğrudan Kafkasya
Bulgarlarının devamı olarak kabul etmektedirler.
V.F. Miller, Karaçay-Balkar Türklerini, eskiden Koban ırmağı dolaylarında yaşamış olan
eski Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak saymaktadır. V. Minorsky ve J. Marqwart da
aynı görüşte olup V.F. Miller’in bu görüşünü desteklemektedirler [68].
M.F. Kırzıoğlu yazmış olduğu birçok kitap ve makalelerinin hemen hepsinde; Bulgar
Türklerinin, Karaçay-Balkarların ataları olduğunu söyler. M.F. Kırzıoğlu’na göre, XII.
yüzyılda Genceli Nizami’nin şiirlerinde bile bahsettiği “Kafkasya Bulgarları” bugünkü
Karaçay-Balkar Türkleridir [70].
sahasını terk etmek zorunda kalan eski Bulgarların Kafkasya’da kalan bakiyeleri
olduğunu söylemektedir [71].
E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının, VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından kaçarak
Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorskiy], Narsana, Arhız, Koban, Balkarya
ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden beri
yaşayan Alanlar ile de karışarak bugünkü Karaçay-Balkarların temelini oluşturduklarını
söylemektedir [74].
Birçok bilim adamı, Balkar ve Bulgar sözleri arasındaki benzerliğe dikkat çekmiş ve
bundan dolayı da Bulgarlar ile Balkar Türkleri arasında etnik bağlantı kurmaya
çalışmıştır. Fakat “Balkar” adı eski Sovyetler Birliği’nde, Avrupa’da ve Türkiye’deki
Türkoloji literatüründe “Balkar” şeklinde geçmesine karşın, Balkar Türkleri kendilerini
“Malkar” şeklinde adlandırırlar. Karaçaylılar da Balkarlara “Malkar” derler. “Bulgar” sözü
ile “Balkar” sözü arasındaki benzerlikten hareketle, Bulgarların Balkar Türkleriyle etnik
ilişkisini ortaya koymaya çalışan bilim adamları, “Malkar” sözünün, Türk dilinde görülen
b>m ses değişimiyle ortaya çıktığını söylemektedirler. Balkar sözünün b>m
değişikliğiyle Balkar şekline dönüştüğü kabul edilebilir olmakla birlikte burada Türk dili
kurallarına aykırı olan g>k ses değişimi gözden kaçmaktadır.
Türkçe’nin k>g ses değişimi kuralına göre; “Balkar” sözü eğer kaynağını “Bulgar”
sözünden alıyor ise, Bulgar sözündeki gibi ‘g’ sesiyle “Balgar” şeklinde devam etmesi
gerekirdi. Fakat bu kural tam tersine “g>k” şeklinde işlemiş ve “Balkar” sözü ortaya
çıkmıştır. Şayet, Türk dilinin “k>g” ses değişimi kuralının buna benzer bir istisnası yok
ise ya da bu kural “değişmez” bir kural ise; o zaman “Bulgar” sözünün önceki ve asıl
şekli “Bulkar” olmalıdır. Bulgar adı, eski Bizans [s. 579] kaynaklarında “Bulgar~Bolgar”
şeklinde anılmakla birlikte, İbn Rusteh’in kayıtlarında “B.lkar” şeklinde ve eski Ermeni
kaynaklarında da “B.lkar~Bolkar~Bulkar” şeklinde geçmektedir [79]. Yani, Bulgar adının
aslının “Bulkar~Bolkar” şeklinde olması uzak bir ihtimal değildir. Hatta, biraz sonra
üzerinde genişçe durulacağı üzere, ben “Bulgar” adının ilk ve asıl şeklinin “Balkar” veya
“Balkhar” şeklinde olduğunu düşünüyorum.
Balkar veya Malkar adı, Balkarların eski halk rivayetlerine göre, ne zaman ve nereden
geldiği belli olmayan “Malkar” veya “Balkar” adlı prensin adından kalmıştır [80]. Balkar
Türklerine izafe edilmek üzere “Balkar” sözü tarihte yazılı ve ilk olarak, Rus
kaynaklarında 1629 yılında, Terek bölgesi Rus Garnizonu Komutanı İ.A. Daşkov’un
Moskova’ya gönderdiği “Balkarların yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama
çalışmalarının” bahsedildiği bir mektubunda geçmektedir [81]. Öte yandan, eski Gürcü
kaynaklarında, XIV. yüzyılda, Balkarlara “Basian~Basiani~Basiati” adı verilmekte ve
Balkar ülkesine de “Basiania” denilmektedir. Gürcülerin, Balkarlara izafe ettikleri
“Basian” ve “Basiania” adları ilk olarak “Tshavatskiy Haçı”nda geçmektedir. Bu haçın
üzerinde, Eristav Rzya Kvenipneveli adlı birinin Basiania’da [Balkarya’da] tutsak alındığı
ve Ksansk vadisindeki Tshavatskiy köyünün Spasskiy kilisesinde toplanan fidye ile
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
kurtarıldığı yazılmaktadır. Yine 1745 yılında, Gürcü Kalının oğlu ve aynı zamanda
coğrafyacı ve tarihçi olan Vahuşti’nin notlarında da, Balkarlara izafeten “Basian” ve
“Basiania” adları geçmektedir. İ. Mızı, “Basian” adının, tarihte Hazarlar ile ittifak halde
sürekli olarak Kafkasların güneyine saldıran ve Khorenli Musa’nın notlarında bazen
“Basil” şeklinde geçen “Barsil”ler ile bir ilgisi olduğunu ileri sürmektedir [82]. Fakat bana
göre, Balkarların “Basian” adının, eski Balkar prenslerinin soy atası “Basiyat”ın adından
kaynaklandığı daha mantıklı gibi görünmektedir.
“Balkar” sözünün kökeniyle ilgili olarak birkaç etimolojik açıklama vardır. A. Mokayev’e
göre “Malkar” sözü “mal” [mal, hayvan] ve “kar” [kara, yer, arazi] şeklinde iki ayrı sözün
birleşmesinden oluşmuştur ve bundan da “malı, hayvanı bol olan yer” veya “malcılıkla,
hayvancılıkla uğraşanların yeri” şeklinde bir anlam çıkarılmalıdır [85]. J. Klaproth ise,
Balkarların eskiden Kuma ırmağı civarında yaşadıklarını ve daha sonraları bugünkü
yurtlarına, yani Malk [Balk] ırmağı civarına gelip yerleştiklerini; Malk [Balk] ırmağının
adından da “Malkar” veya “Balkar” adının ortaya çıktığını söylemektedir [86].
Birçok bilim adamının ileri sürdüğü gibi, ben de, Balkar ve hatta Balk ırmağı adlarının
kökeninin Bulgar Türkleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bunu daha aşağıda
Bulgar sözünün etimolojisiyle ilişkilendirerek açıklamaya çalıştım.
“Bulgar” sözünün kökeni üzerine ileri sürülmüş teorilerin içinde en çok taraftar bulan
Macar Türkolog Gy. Nemeth’in teorisidir. Ona göre, “Bulgar” sözü Türkçe “bulga-” fiili ile
“-r” geniş zaman ekinden türemiş bir sözdür ve “karışık” anlamına gelmektedir. Yani,
değişik Türk kabilelerinin bir araya gelip “karışmasıyla” ortaya “Bulgar” adlı bir kavim
çıkmıştır. İ. Kafesoğlu da, Gy. Nemeth’in bu görüşünü destekleyerek, Bulgarların, Hun
ve Ogur kabilelerinin karışmasından meydana geldiğini ve V. yüzyıldan önce “Bulgar”
adında bir kavime rastlanmadığını söylemektedir [87]. T. Tekin’e göre, Gy. Nemeth’in
“Bulgar” [karışık] sözü hakkındaki etimolojisi genellikle kabul edilmiş olmakla birlikte
gözden kaçan zayıf bir tarafı vardır. Türkçe “bulga-” sözü geçişsiz değil, geçişli bir fiildir
ve bundan “karışık” değil, “karıştıran” şeklinde bir anlam ortaya çıkmaktadır. Ona göre,
“Bulgar” kavim adının asıl anlamı “karışıklık çıkaran, ortalığı karıştıran, isyankâr”
şeklinde olmalıdır [88]. Gerçekten de, eski Türkçe’de ve bugünkü Türk lehçelerinin
birçoğunda “bulga-” sözü “karıştırmak, ortalığı karıştırmak, bozgunculuk yapmak”
anlamlarında kullanılmaktadır. Karaçay-Balkar Türkçesinde de “bulga-” fiili “karıştırmak”
anlamında olup bundan türeyen “bulgak” [bozguncu, fesatçı, yıkıcı, ortalığı karıştıran
kişi] şeklinde bir söz vardır.
M.Z. Zakiyev, bilim adamlarınca genel olarak kabul edilen, “Bulgarların bugünkü Çuvaş
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Türkçesine benzer bir dili, yani Lir Türkçesini konuştukları” şeklindeki teoriye karşı
çıkmaktadır. Ona göre Bulgarlar, Oğuz-Kıpçak tipinde, Şaz Türkçesi konuşuyorlardı.
M.Z. Zakiyev bu teorisini şöyle açıklamaktadır: “Bulgarların konuştukları dil bugünkü
Çuvaş diline benzeyen bir dil [Lir Türkçesi] olsaydı; Bulgarlar kendilerine kavim adı
olarak kendi dillerinde ‘Palkhar’ diyeceklerdi. [s. 580] Fakat, herhangi bir tarih
belgesinde bu şekilde bir ifadeye rastlanmamaktadır. Bulgarlarla ilgili olan bütün eski
tarih kaynaklarında onlar için ‘Bulgar’ ve ‘Bolgar’ adları kullanılmaktadır. Bu da fonetik
ve semantik bakımdan ancak Şaz Türkçesiyle açıklanabilen bir sözdür.” [89] Fakat, M.Z.
Zakiyev’in tarih belgesi dediği kaynakların hiçbiri Türklere ait olmadığı gibi, bu
kaynakları yazanların hiçbiri de Türk diliyle yazmamışlardır. “Bulgar” kavim adının
geçtiği tarihi belgeler; Bizans, Latin, Ermeni ve Arap kaynaklarıdır ve adı geçen
kavimlerin dilleriyle yazılmışlardır. Öte yandan bu kaynakların bir kısmında Bulgarların
adı yalnızca “Bulgar~Bolgar” şeklinde değil, “B.lkar~Bolkar~Bulkar” şeklinde de
geçmektedir [90]. Fakat, M.Z. Zakiyev’in karşı çıktığı “Bulgarların Lir Türkçesini
konuştukları teorisi” ve buna bağlı olarak “Palkhar” adı, benim yukarıda biraz
bahsettiğim üzere Bulgar sözünün aslının “Balkar” veya “Balkhar” olduğu şeklindeki
teorime uygun düşmektedir. Bunu daha aşağıda geniş bir şekilde izah edeceğim.
Bulgar tarihçi İ. Şişmanov, Bulgarların ilk ve en eski yurtlarının Volga [İtil] ırmağı
boyunda olduğunu ve “Bulgar” sözünün de Volga ırmağı adından kaynaklanarak “Volga-
eri” sözünden geldiğini ileri sürmüştür. H. Eren bu görüşe karşı çıkarak şöyle
demektedir, “Bu açıklamayı kabul etmek için eski Türklerin ‘Volga’ adını kullandıklarının
ispat edilmesi gerekir. Oysa Türklerin bu ırmağa ‘Etil’ adını verdiklerini Bizans
kaynaklarından biliyoruz. Mesela, VII. yüzyıl başlarında Theophylaktos Symmokattes bu
ırmağın adını ‘Til’ şeklinde tespit etmiştir. Bulgar Türklerinin ‘Volga’ adını kullandıklarını
kabul etsek bile ‘Bulgar’ ile ‘Volga’ sözlerini birleştirmek güçtür. Eski Türkçede ve
bugünkü Türk diyalektlerinde söz başındaki b sesinin v sesine [b>v] dönüştüğünü
görüyoruz. Fakat buna karşılık söz başındaki v sesinin b sesine [v>b]
dönüşmemektedir. Yani ‘Volga’ sözünün ‘Bolga’ya dönüşmesi güçtür. Bu bakımdan İ.
Şişmanov’un etimolojik açıklaması kabul edilemez.” [91] Halbuki, eski Türklerin “Etil~İtil”
ırmağına önceden “Volga” adını vermiş olabilecekleri bence uzak bir ihtimal değildir.
Etil~İtil ırmağı adının, Avrupa Hun hükümdarı “Attila”nın adından kaynaklandığı genel
olarak bilim adamları tarafından kabul görmektedir. Attila ise V. yüzyılda yaşamıştır
[ölümü 453]. Yani “Etil~İtil” ırmağının adı da V. yüzyıldan daha öncesine gidemez.
Demek ki, eski Türkler V. yüzyıldan önce İtil ırmağını başka bir şekilde adlandırıyorlardı
ki bu da muhtemelen “Bolga” şeklinde idi [92]. H. Eren’in yukarıda ileri sürdüğü görüşün
tersine; “Volga” sözünün önceki şekli “Bolga” olup sonradan b>v değişmesiyle “Volga”
şekline dönüşmüş olması mümkündür ve Türk dilinin ses değişimi kurallarına da
uygundur. Hatta, Bulgar Türkçesine ait eski metinlerde “b>v” ses değişmesini gösteren
örnekler mevcuttur.
anlamlarına gelen eski Türkçe bir sözdür. “Balkır” [~Balkar] sözü de “balk-ı-mak”
[parlamak] fiilinden türeyen ve “parlar~parlayan, ışık saçan” anlamına gelen bir sözdür
[96]. Eski Yunanlıların “Baktria” dediği, Türklerin ve İranlıların “Horasan” adını verdiği
bölgenin bir diğer adı da “Balkh”tır [97]. “Horasan” sözü, Farsça “hor~hur” [güneş,
aydınlık] sözünden “güneşin doğduğu memleket” anlamına gelmektedir [98].
Muhtemelen “güneş” ile bir bağlantısı olan eski Türkçe “balk” [parlak, ışık, aydınlık] sözü
de herhalde Türklerin Horasan bölgesine verdiği bir ad olmalıdır. Buradan hareketle;
“Bulgar” sözünün aslının “Balkar” [parlar~parlayan] olduğunu ve bunun da “Balkh”
[Horasan] bölgesiyle ilgili olup eski Türkçe’deki “balk” [parlak, ışık, aydınlık=güneş?]
sözünden kaynaklandığını söyleyebiliriz [99].
Malk veya Balk vadisi ve ırmağının adının Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde geçen
“Malkh” adlı kahramanın hatırası olarak yaşadığını ve Balkarların da daha sonra Malk
veya Balk vadisine gelerek Balkar adını bu vadinin veya ırmağın adından aldıkları
şeklinde düşünülebilir [111]. Fakat, yukarıda da ifade ettiğim gibi, Ş.B. Noghumuka,
Malkh adlı kahramanla ilgili hiçbir malumat vermemiştir. Çerkeslerin efsaneleriyle ilgili
birçok kaynağı taramama rağmen ne böyle bir ada, ne de böyle bir hikayeye rastladım.
Gerçekten de “Malkh” adlı bir kahramanın konu edildiği bir Çerkes efsanesi varsa,
bence söz konusu bu “Malkh” adlı kahraman, Sabir [Hun] Türklerinin V-VI. yüzyılda
yaşamış meşhur “Balakh” [ölümü 520] adlı bir kralının [112] hatırasını yaşatmaktadır.
İran kralı I. Hüsev’in 545 yılında saldırısından sonra Sabirlerin tamamen dağılarak 545-
555 yılları arasında bir kısmının merkezi idareden mahrum şekilde, bugün Karaçay-
Balkarların yaşadığı, Koban ve Terek ırmakları dolaylarına gelerek her birinin başında
bir prens olmak üzere küçük kabileler halinde yaşamaya devam ettikleri bilinmektedir
[113]. İşte, Çerkeslerin efsanelerindeki “Malkh” adlı kahramanın adı da, Sabir kralı
Balakh’la bağlantılı olarak, XV. yüzyılda Koban ve Terek bölgesine gelip yerleşen
Çerkeslerin arasında eriyip giden bu Sabir kabilelerinden kalmış olmalıdır. Bir de,
Balkarların yoğun olarak yaşadığı Balk ırmağı kıyılarında çok eski zamanlardan kalma
“Palkh” adında bir şehir kalıntısı vardır. Bu şehrin ne zaman ve kimler tarafından inşa
edildiği konusunda kimse bir şey [s. 582] bilmemektedir [114]. Balk ırmağı kıyısındaki bu
eski şehir kalıntısının adının da yine Sabir kralı “Balakh”ın adından kaldığı açıktır ve bu
şehrin kurucuları da büyük bir ihtimalle Sabirlerdir.
En başından beri söylediğimiz gibi, bütün bu kavim, şahıs ve yer adlarının kökeni dönüp
dolaşıp eski Türkçe “balk” [parlamak] sözüne dayanmakta ve bunun da Balkh [Horasan]
bölgesiyle bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda uzun uzun açıklama getirerek
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Bilindiği gibi tarihte, Kubrat Han’ın oğlu Bat-Bayan idaresindeki Bulgarların bir kısmı
Azak dolaylarına, bir kısmı da Kafkasya’ya yerleşmişler ve Rus vakayinamelerinde
“Kara Bulgarlar” [Çerniye Bolgarı] şeklinde anılmışlardır [115]. Fakat, söz konusu bu
Kara Bulgarların adındaki “çornıy” yani “kara” sıfatı üzerinde pek durulmadığı görülüyor.
“Kara Bulgar” sözündeki “kara” sıfatından ilk olarak; kara-kemik, kara-kişi, kara-baş,
kara-halk, vs. şeklinde eski Türklerde sıkça kullanılan ve alt tabakayı ifade eden “kara”
sözü akla gelmektedir. Buradan “Kara Bulgar”ların adının aşağı tabakaya mensup
Bulgarları ifade ettiği düşünülebilirse de, bence bu düşünce yanlış olur. Bu anlamda
tarihte “Kara Bulgar”ların karşıtı olarak “Ak Bulgar” [üst tabaka~soylu Bulgarlar] şeklinde
bir kayıt yoktur. Kaldı ki, “Kara Bulgarlar”ın hükümdarı “Bat-Bayan” ile çevresi soylu ve
meşhur “Dulo” sülalesine mensup idiler.
Türk dilinde “kara” sözünün birçok anlamı vardır: kara [siyah rengi], kuzey [kuzey yönü],
yer [arazi, bozkır, toprak, ülke], ulus [topluluk], büyük [yüce, ulu], alt, [alt tabaka], katı
[sert], vs. Bu anlamların içerisinde benim üzerinde durduğum “bozkır” anlamını ifade
eden “kara” sözüdür. Türk dilindeki “kara” [bozkır] sözünden türeyen “kara-yurt” sözü de
“bozkır” anlamına gelmektedir [116]. Bozkır denilen yerler ise ormansız, kurakçıl
bitkilerle kaplı ve “kara iklimi”nin hüküm sürdüğü geniş alanlardır. Rus dilindeki “çornıy”
[kara] sözü de aynen Türkçe’de olduğu gibi birçok anlama gelmekte ve hem “siyah” hem
de “bozkır” anlamlarında da kullanılmaktadır. Sözgelimi Ruslar, Kiyev şehri ile civar
bölgelerini “çernozem” [kara toprak~kara yer] şeklinde adlandırırken [117] burada
aslında “bozkır” anlamı ifade edilmektedir. Aynı şekilde, Ruslar eskiden, Azak ile
Maniç’in doğusundan Kuma ırmağının kuzeyine kadar olan yerleri, yani Kafkasya’nın
kuzey doğu bölgelerini “çernie zemli” [kara topraklar~kara yerler] şeklinde
adlandırılmaktaydılar [118]. Hazar Hakanı Yusuf’un zamanında yani X. yüzyılda ise bu
“kara yer”lerde yani Azak denizinin kuzey doğusu ile Maniç’ten Koban ırmağı ve onun
kollarının orta kısımlarına kadar olan yerlerde “Kara Bulgarlar” yaşamaktaydı [119].
Buradan da, “Kara-Bulgar” kavim adının “bozkırlarda” yani “kara yerlerde” yaşayan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Karaçay Türklerine izafe edilmek üzere “Karaçay” sözü tarihte yazılı ve ilk olarak, Rus
kaynaklarında 1639 tarihinde geçmektedir. Bu tarihte, Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve
Fedor Bajenov adlı Rus elçileri, Gürcistan’a giderlerken, Karaçay topraklarında [Bashan
vadisindeki Elcurt köyünde] on beş gün kadar kalmışlar ve Karaçaylılar hakkında bazı
notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin notlarında Karaçaylılardan “Karaçay” ve “Karaçayevo
Kabarda” şeklinde bahsedilmektedir [120].
“Karaçay” sözünün kökeni hakkında en ciddi ve genel olarak kabul edilen görüş;
“Karaçay” sözünün, Karaçaylıların efsanevi lideri “Karça”nın adından hatıra kaldığı
görüşüdür. Buna göre; Karaçaylıların efsanevi kurucu atası “Karça”nın adı başlangıçta
“Karaca” veya “Karaça” şeklindeydi. Karaçaylıların komşuları olan Kabardey Çerkesleri,
“Karaça’nın halkını ve yurdunu” ifade etmek için “Karaça” sözüne, Kabardey dilindeki “-
ey” nisbet ve izafet edatını ekleyerek “Karaşa-ey” sözünü kullandılar. Kabardey diline
yabancı dillerden giren “ç” sesi “ş” sesine dönüşür. “Karaşa-ey” şeklinde telaffuz edilen
bu söz daha sonra vokal benzeşmesi [kontraksiyon] sonucunda “Karaşey” şeklini
almıştır. Daha sonra da, Karaçaylılar kendileri için Kabardeylerin kullandıkları “Karaşey”
şeklindeki kavim adını “Karaçay” şekline çevirmişlerdir. Yani, Kabardey dilindeki
“Karaşey” sözü, Karaçay Türkçesinin, ş>ç dönüşümü ve e>a vokal birleşmesi ve ünlü
uyumu kurallarına göre “Karaçay” şekline dönüşmüştür [122].
Ben de aynı şekilde, bu görüşün taraftarı olarak, Karaçay sözünün “Karça” adlı beyden
hatıra kaldığını düşünüyor ve yukarıdaki görüşü destekliyordum. Fakat “Batır Karça”
destanı iyi tahlil edildiğinde, “Karça” adlı şahsın efsane bir kişilik olmadığı, tam tersine
Karça adlı beyin gerçekten de 1550-1650 yılları arasındaki bir dönemde yaşamış olduğu
anlaşılmaktadır. Öte yandan ben “Karça” adının aslının “Karaca” veya “Karaça” şeklinde
değil, “Karçıga” şeklinde olduğunu sanıyorum. Kıpçak Türkçesine ait bir söz olan
“Karçıga” sözü, kartalgillerden bir tür yırtıcı kuş olan “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına
gelmekte ve “Codex Cumanicus”ta “Karçıga” ve “Karçaga” şeklinde geçmektedir [123].
“Karçıga” sözü, Tatar ve Kırgız Türkçesinde “Karçıga”, Kazak Türkçesinde “Karşıga”,
Başkurt Türkçesinde “Karsıga” şeklinde [124] Karaçay-Balkar Türkçesinde “Kartçıga”
şeklinde [125] geçmekte ve “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına gelmektedir. Bilindiği
gibi “şahin, kartal, doğan” gibi yırtıcı kuşların adları, Türklerde erkek adı olarak çokça
kullanılmaktadır. “Karçıga” kuşunun adı da Kıpçak Türklerinde oldukça sık kullanılan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
erkek adlarından biridir. Sözgelimi, bugün de Kazak Türklerinde “Karşıga” adı çok sık
kullanılan bir erkek adıdır. Bana göre, Karaçaylıların efsanevi kurucu atası “Karça”nın
adı da, başlangıçta “Karçıga” şeklindeydi. XIX. yüzyıl başlarında, Kafkasya’da bulunan
J. Klaproth, Kabardey Çerkeslerinin, Karaçaylılara “Karçaga Kuşha” adını verdiklerini
söylemektedir [126]. Yani, Kabardeylerin “Karçaga Kuşha” dedikleri söz, “Karçaga’nın
Dağlıları” anlamına gelmektedir ki, bana göre buradaki “Karçaga” sözüyle “Karça”
kastedilmektedir. Buradan hareketle, “Karçaga~Karçıga” sözlerinin “Karça” adının
başlangıçtaki şekli olduğunu düşünüyorum. Bütün bunlardan da “Karaçay” sözünün
“Karça”nın adından kaynaklanmadığı anlaşılmaktadır Ayrıca, Karça’nın kendisi Kıpçak
kökenlidir. Karaçaylıların Kıpçaklaşma dönemi de muhtemelen onunla başlamıştır.
Karça’dan ancak XVI. yüzyıl sonları ile XVII. başları arasındaki bir dönemde
Karaçaylıların lideri olarak bahsedilebilir.
Karaçaylıların oluşumunu anlatan bir sürü hikaye vardır. Bunların bir kısmında Karça’nın
yerine doğrudan “Karaçay” adlı bir beyden bahsedilir. Bu hikayelerin birinde
Karaçaylıların, Hazar Hakanı Obadiy Han [Obedia] zamanında, “Karaçay” adlı bir beyin
idaresinde “Macar” veya “Kırk-Macar” adlı bir şehirde yaşadıkları, Obadiy Han’ın sürekli
ve zorla vergi almak suretiyle Macar şehrini baskı altında tutmasından dolayı Karaçay
adlı beyin kabilesiyle birlikte Macar şehrini terk ederek Kafkasya’nın dağlık vadilerine
göç ettiği, daha sonraları “Karaçay” adlı bey öldükten sonra onun kabilesinin beyin
hatırasını yaşatmak amacıyla kendilerine kavim adı olarak “Karaçay” adını aldıkları
anlatılır [127]. Hikayede geçen “Macar” şehrinin gerçek olduğunu daha önce
bahsetmiştik. Bu Macar şehrinde muhtemelen yukarıda bahsettiğimiz Kara Bulgarlar ile
adından da anlaşılacağı üzere Macarlar yaşıyorlardı.
Karaçi beyleri ile Kerç şehrinin tarihi Altın Orda ve Kırım Hanlığının tarihinden çok daha
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Öte yandan, Kıpçak kökenli “Karça” adlı beyin Karaçaylıların tarihinde ayrı bir önemi
vardır. Moğolların 1222 ve Timur’un 1395 yıllarındaki Kafkasya’yı istilaları sebebiyle
Karaçaylılar büyük kayıplar vermişlerdir. Halkın büyük bir kısmı dağlara kaçmış, bir
kısmı da komşu Kafkas kabilelerine sığınmışlardır. Uzun zaman bu şekilde yaşayan
Karaçaylılar, XVI. yüzyıl sonlarında Kıpçak kökenli Karça’nın Kafkasya’ya gelmesiyle
birlikte yeniden toparlanmaya başlamışlar ve Karça’nın çevresinde yeniden
birleşmişlerdir. Yani bu dönemde Karça bir “çekim kuvveti” olmuştur. Karça’nın bilhassa
da Kabardey prenslerine karşı verdiği başarılı mücadeleleri dolayısıyla bütün
Kafkasya’da nam salması, dağınık ve küçük birlikler halinde yaşayan Türk kabilelerinin
kendi çevresinde birleşmesini sağlamıştır. Karça da üstün teşkilatçılık yeteneğiyle bu
kabileleri birleştirmiş ve onların Kıpçak karakterini almalarında en büyük rolü oynamış,
Karaçaylıların etnik oluşum sürecinde son noktayı koymuştur.
Bulgar Türklerinin dini doğal olarak akraba Türk kavimlerin dinine çok yakın idi. “Tangra”
[Tengri/Tanrı] dedikleri semavi bir varlığa inanıyorlardı. Ayrıca birtakım kaya ve taşların
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Bulgar Türkleri mimaride, eski dönem Roma ve Bizans kaynaklı inşaat malzemesi olan
tuğla ve moloz çakıl yerine, ağır ve kocaman blok taşlar kullanıyorlardı. G. Feher’e göre,
Bulgarların bu mimari yapı stili Sasani-İran etkisini taşımaktadır. Bununla birlikte, Bulgar
Türkleri taş yontuculuğunda ve taş duvar inşa etmedeki ustalıklarıyla çok meşhur idiler
[138]. Karaçay’daki Humara şehrinin inşasına bakılarak Bulgar Türklerinin taş yapı
mimarlığının ustaları olduğu anlaşılmaktadır. Onların bu taş yapı inşaatı ustalıkları,
özellikle Çerek vadisinde yaşayan Balkarlarda devam etmiştir. Çerek vadisinde yaşayan
Balkarlar için söylenen “Hunaçı Malkarlıla” [Duvarcı/Taşduvar ustası Balkarlılar]
şeklindeki yakıştırma Bulgar Türklerinden miras kalmış olmalıdır [139].
Bundan başka, Bulgar Türkleri, iklim şartlarının icabı olarak, kalın ağaç kütüklerini üst
üste koymak suretiyle y evler inşa ederlerdi. Bulgar Türklerinin köy veya şehirleri
ekseriyetle orman ve nehir kenarında idi [140]. Bulgar Türklerinin bu tip evleri de
Karaçaylıların kültüründe korunmuştur. Karaçaylıların en eski ev tipi “töngertme” adı
verilen, kalın ağaç kütüklerini üst üste koymak suretiyle inşa edilen evlerdir.
böyle bir kayda rastlayamadım. Ancak, Mesudî’nin notlarında, Hazar denizi yakınlarında
ve İtil ırmağına bir saat uzaklıkta “Hum” adlı bir şehir adı geçmektedir [143]. Fakat
bunun Karaçay’daki Bulgarlardan kalma eski Humara şehri olmadığı açıktır.
1960-1962 yıllarında, Karaçay’daki eski Humara şehri kazı çalışmaları sırasında runik
karakterde yazılı taşlar bulunmuştur. İlk olarak 1962 yılında A.M. Şçerbak bu yazıtların,
Don ve Talas kitabeleriyle olan benzerliğini açıklayarak, Humara yazıtlarının Batı
Türklerine ait özel bir runik alfabeyle yazılmış olduğunu ileri sürmüştür. 1963 yılında
V.A. Kuznetsov ise Humara yazıtlarının, Kuzey Kafkasya’da geniş bir alana yayılmış
olan eski Yunan kitabelerinden çok farklı bir dil ve yazı sistemiyle yazılmış olduğunu ve
bu yazıtların Orhon-Yenisey yazıtlarıyla büyük benzerlik gösterdiğini [s. 586] söylemiş,
Humara kitabelerinin şüphe bırakmayacak şekilde eski Türk runik yazısı olduğunu ileri
sürmüştür. Böylece bu iki bilim adamının çabalarıyla, Humara yazıtlarının varlığı dünya
bilim alemine duyurulmuştur. Daha sonra Humara yazıtlarına ilgi artmış, çok sayıda
bilim adamı bu yazıtları çözme çalışmalarına başlamışlardır. G.F. Turçaninov, Humara
yazıtlarının Çerkes veya Osetlerin atalarından kalmış olabileceğini ileri sürmüş, fakat
onun bu yazıtları Çerkes ve Oset dilleriyle çözme çalışmalarının tümü başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. M.A. Habiç ise bu yazıtlardan birkaçını başarılı bir şekilde çözmüş ve
bunların Türk dilli Alanlara ait olduğunu ileri sürmüştür. Nihayet, S.Y. Bayçora, yıllarca
sürdürdüğü çalışmalarıyla, Karaçay-Balkar topraklarında bulunan; Humara, Arhız, Sutul,
Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz, Sarıtüz, Tokmak-Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla,
Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri ile yine Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları
arasında geniş bir alanda yayılmış olan yazıtlardan 74 tanesini çözerek, bütün bu
yazıtların Bulgar Türklerine ait olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur. Arkeolog H.H. Bici
de bu yazıtların Bulgar Türklerine aitliğini kabul etmiştir [145].
Transkripsiyon: Ög[ü]nbeh b[e]lüg dog [e]ni e[ş] oyuşt[u]k. İzden el [o]l. [148]
Türkiye Türkçesi: Ögünbek[in] işaretini [anıtını] tören [anma] yeri tapınakta oyduk
[kazıdık]. Tanrının önünde o [duruyor].
Eski Humara şehri kazılarında ortaya çıkarılan bu yazıttan da anlaşıldığı gibi, Bulgar
Türkleri ölen soyluları adına anıt dikmeyi kendilerine borç sayarlardı [149]. Bu yazıttaki
“dog” sözü, genel Türkçe’deki “yog~yug” [tören, yas töreni] sözüdür.
“Ögünbeh~Ögünbek” adı iki sözün birleşmesinden [Ögün-beh~bek] oluşmuş bir özel
addır. “Ögün” sözü, eski Türkçe “ög-” [övmek] fiilinden türetilmiş “ög-ü-gen” [övülmüş,
övülen, övgüye layık, namlı] sözüdür. “Beh” kelimesi ise genel Türkçedeki “beg~bek”
sözüdür. Bu söz Hazar ve Bulgar Türkçesinde “beh” şeklinde geçmektedir. “İzden”
[tanrı] sözü ise Macarca kökenli “isten/işten” [tanrı] bir sözdür. Yazıttaki bu sözün varlığı,
aynı zamanda Bulgar Türkçesinin de Macar dilinin etkisi altında kaldığını
göstermektedir. S.Y. Bayçora, yazıttaki “eş” [tapınak] sözünü başlangıçta Türkçe “eş-”
[eşmek, kazmak] fiili olduğunu sandığını, fakat daha sonra bu sözün Önasya kökenli bir
söz [eş: tapınak] olduğu sonucuna vardığını ifade etmektedir [150].
Transkripsiyon: Cugut[u]r [e]kc belüg tiketüki c[a]l [e]ki kic[e] oy[u]w oyd[uk]. [151]
Türkiye Türkçesi: İkinci dağkeçisi [ayında] anıtın tüketildiği [tamamlandığı] yıl iki küçük
süs oyduk.
“Cugutur” sözü “dağ keçisi” anlamında olup bugünkü Karaçay-Balkar Türkçesinde halen
yaşamaktadır. Fakat, Tuna ve İtil Bulgar Türkleri yazıtlarında “tekou” [koyun yılı]
dışında, “cugutur” [dağ keçisi] şeklinde yıl ve ay adı geçmemektedir [152]. Öte yandan
bu söz Osetçe’de “dzebudır~dzebodur~dzebedur” [dağ keçisi] şeklinde geçmektedir.
V.İ. Abayev bu sözün kökenini şöyle açıklıyor; “Cugutur veya dzebodır [dağ keçisi] sözü,
farklı iki dile ait fakat anlamdaş iki sözün [cugu-tur~dzebo-dur] birleşmesinden
oluşmuştur. Birinci ‘cugu’ sözü, Gürcüce ‘cihu~cihvi’ [dağ öküzü, yabani öküz] sözünden
kaynaklanmaktadır. İkinci ‘tur’ sözünün kökeni ise Hint-Avrupa kökenlidir. Sözgelimi,
eski Yunan dilinde ‘tavr-os’ [öküz/sığır], Latince’de ‘taur-us’ [öküz/sığır], eski Slavca’da
‘tur’ [yabani öküz] gibi örnekler verilebilir. Ayrıca bugünkü Rusça’da kullanılan ‘tur’ sözü
artık ‘dağ keçisi~yabani keçi’ anlamına yakın bir sözdür. Sonuçta, ‘tur’ sözünün
kökeninin Alan diline ait olduğu anlaşılmaktadır.” [153]
M.A. Habiç bu yazıtı, “Elteber kunga tize canga” [Elteber taş duvar diziyor [inşa ediyor]
fil[lerle]] şeklinde okumuştur [155]. Fakat, S.Y.Bayçora, M.A. Habiç’in bu
transkripsiyonunun şüpheli olduğunu, çünkü söz konusu yazıttaki harfler ile
transkripsiyonun birbiriyle hiç uyuşmadığını söyleyerek, yukarıdaki kendi
transkripsiyonunu önermiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Dağ keçisi [yılının] üçüncü [ayında] Mengçur ülkesinde kazınmış kitabeyle övüldü.
Transkripsiyon: D[o]g [ı]ş[ı]w en e[ş] m[e]n [Ö]g Bk[a] / Ul[u]ma bökmet[i]m uy... /
[E]r[e]n [a]z [a]y[ırıltı]m. [157]
Türkiye Türkçesi: Tören [anma] yerinde [tapınakta], ben Ög Bka / Oğluma [s. 587]
doyamadım uy[?]... / Yiğit As[lardan] ayrıldım [öldüm].
Bu yazıttaki “Sögü” özel adı, eski Türkçe “sü” [asker, ordu] ile “ögü~üge” [bilge başkan]
sözlerinin birleşmesinden oluşmuştur ve başlangıçta “askerin~ordunun
bilgesi=komutan” şeklinde bir unvan adı iken burada özel ad olarak kullanılmıştır [159].
Yazıttaki “ızıh” sözü, genel Türkçe’deki “ıdık~ıduk” [kutsal] sözüdür. Bu söz, Karay
“iyuh”, Çuvaş “ıyrih~iyrik”, Hakas “ızık” ve son olarak Karaçay-Balkar Türkçesinde
“ıyıkh~ıyık” şeklinde yaşamakta olup [160] “Pazar günü” ve “hafta” anlamlarına
gelmektedir. Bunun nedeni, Hıristiyanlık inancının bir dönem Karaçay Malkar kültürüne
tesirinden ileri gelmektedir. Hıristiyanlığın kutsal günü sayılan Pazar günü, Karaçay-
Balkarlarda “ıyıkh-kün” [kutsal gün] şeklinde yorumlanmıştır.
DİPNOTLAR
[1] Henze, Paul B., Kafkaslarda Ateş ve Kılıç-19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ
Köylülerinin Direnişi, OTDÜ Yayını, 1985, s. 3.
[2] Hacilayev, H.M.İ., Oçerki Karaçayevo i Balkarskoy Leksikologii, Çerkessk, 1970, s.
6.
[3] Mokayev, A., Malkarnı Çaşav Tarıhından, Şuyohluk, No: 3, Nalçik, 1976, s. 87.
[4] Miziyev, İ.M., İstoriya Karaçayevo-Balkarskogo Naroda s Drevneyşih Vremen Do
Prisoedineniya k Rossi, Nalçik, 1994, s. 23-24.
[5] Tarhan, Taner M., Eskiçağda Kimmerler Problemi, VIII. Türk Tarihi Kongresi
Bildirileri, I. Cilt, TTK Yayınları, 1979, s. 355-356.
[6] Tarhan, a.g.e., s. 359.
[7] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 32, 95.
[9] Grousset, Rene., Bozkır İmparatorluğu, Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen, Ötüken
Yayınları, İstanbul, 1993, s. 22.
[10] Tarhan, a.g.e., s. 361-362.
[11] Tarhan, a.g.e., s. 357.
[12] Durmuş, İlhami., İskitler-Sakalar, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını,
Ankara, 1993, s. 63; Lang, David Marshall., Gürcüler, Ceylan Yayınları, İstanbul, 1997,
s. 65.
[13] Tarhan, a.g.e., s. 365.
[14] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kars Tarihi, I. Cilt, İstanbul, 1953, s. 66.
[15] Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TKAE
Yayınları, Ankara, 1985, s. 30.
[16] Ögel, Bahaeddin., Türk Mitolojisi, Cilt I., TTK Yayınları, Ankara, 1971, s. 579.
[17] Ögel, a.g.e., 1971, s. 376.
[18] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992, s. 17.
[19] Tarhan, a.g.e., s. 358.
[20] Durmuş, a.g.e., s. 41-43.
[21] Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 1991, s. 208.
[22] Togan, Z.V., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 34.
[23] Hacilayev, a.g.e., s. 125.
[24] Herodotos, a.g.e., s. 208.
[25] Mızıulu, İsmail., Skifla bla Karaçay-Malkarlıla, Mingitav, Sayı:6, Nalçik, 1994, s.
192-193.
[26] Herodotos, a.g.e., s. 210.
[27] Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafgazın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof.
Dr. Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla, TDAV Yayınları, İstanbul, 1993, s. 35.
[28] Mızılanı, a.g.e., 1993, s. 16.
[29] Tarhan, a.g.e., s. 362-363.
[30] Durmuş, a.g.e., s. 59.
[31] Koşay, Hamit Zübeyr., İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei [Ethno-Genezisi],
Dergi, Sayı: 4, 1956, s. 4.
[32] Eberhard, W., Çin'in Şimal Komşuları, TTK Yayınları Ankara, 1996, s. 96:70-71;
Czegledy, Karoly., Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Çeviren: Erdal Çoban,
Özne Yayınları, İstanbul, 1998, s. 117.
[33] Togan, a.g.e., 1981, s. 22-24, 149.
[34] Kırzıoğlu, a.g.e., 1953, s. 27.
[35] Ar, Mustafa Selçuk., Çivi Yazılı Kaynaklara Göre Türkçe-Etice-Hurrice Arasındaki
Bağlar, Belleten, VIII/32, Ankara, 1944, s. 515-566; Erzen, Afif., Doğu Anadolu ve
Urartular/Eastern Anatolia and Urartians, TTK Yayınları, Ankara, 1986, s. 15-16.
[36] Simeonov, B., İstoçni İsvori za İstoriyata i Nazvaniyeto na Asparuhovite Bulgari
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Burada bir başka bir görüşe daha yer vermek gerekir; Kabardey Çerkeslerinin
efsanelerinin birinde “Dav oğlu Baksan” adı geçmektedir. Bu efsaneye göre, şimdiki
“Baksan” ırmağı ve vadisinin adı Dav oğlu Baksan’ın adından kalmıştır. Ş.B.
Noghumuka’ya göre, Dav oğlu Baksan ise, Çerkeslerin ataları olan Slav kökenli
“Ant”ların [?] hükümdarı “Bakso”nun kendisidir [Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi,
Çeviren: Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul, 1974, s. 63-68]. “Ant” kavim adı,
Alanların bir kolu olan “Ant”ların adından gelmektedir. Antların birinci sınıf yöneticileri
Türklerden, ikinci sınıf yöneticileri Alanlardan ve kalabalık halk tabakası da Slavlardan
oluşmaktaydı. G. Vernadsky, Alan, As ve Antların aynı kavimler olduğu konusunda ısrar
eder. Ona göre, Çin kroniklerinde, Alanların ülkesi olarak gösterilen “Antsai~Yantsai”
[şimdiki Kazakistan’ın güney bölgesi] adı da Antların adından gelmektedir. G.
Vernadsky, Latinlerin de Alanlara “Ant” adını, Yunanların ise “As” adını verdiklerini
söyler. Apsiş adlı bir komutanın önderliğindeki Avarlar 602 yılında Antları Dnester
boylarında tamamen imha etmişlerdir. Bu tarihten sonra da tarihte bir daha Ant adına
rastlanmaz. Theophanes, 583 yılında Trakya’ya saldıran Antların başında “Ardagast” ve
“Mousoukios” adlı komutanlardan bahsetmektedir. G. Vernadsky, “Ardagast” adının İran
kökenli olduğunu söylemekte, “Mousoukios” adını da “Busok” şeklinde düzelterek,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
L.N. Gumilev, Organ ile Kök-Türklerin batıdaki valisi veya ikinci derecedeki hükümdarı
“Mohodu-heu”nun aynı kişiler olduğunu söylemektedir. Ona göre, Mohodu-heu Kök-
Türklerin meşhur Aşina soyundan olup aynı zamanda da Kubrat Han’ın dayısıdır
[Artamonov, a.g.e., s. 162].
[s. 588] [60] Tekin, a.g.e., s. 2-4; Kafesoğlu, a.g.e., 1993, s. 191-192; Ostrogorksky,
a.g.e., s. 97.
[61] T. Tekin, “Kubrat” sözünün “derlemek, toplamak, bir araya getirmek” fiilinin emir
şekli olduğunu söylemekte ve İkinci Kök-Türk Hakanı Kutluğ’un unvanının da aynı
anlamda “İl-Teriş” [kabileleri toplayan] şeklinde olduğunu hatırlatmaktadır [Tekin, a.g.e.,
s. 3]. T. Tekin’in Kubrat adıyla ilgili etimolojisi de şüpheli görünmektedir. Kubrat’ın
kardeşinin ve büyük oğlunun adlarının “Şam-bat” ve “Bat-Bayan” şeklinde olması,
Kubrat sözünün aslının “Kur-bat” veya “Kor-bat” şeklinde olabileceğini
düşündürmektedir. F. Nuretinov’un söylediği, “Putivl” şehrinin asıl ve eski adının “Bat-
avıl” [Prens Karargahı] şeklinde olduğu [Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn
Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren: Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1991, s. XVII] doğru ise, öyle anlaşılıyor ki, “bat” sözü, Bulgar Türklerinde
herhalde önceleri “bey, prens, vali” şeklinde bir unvan adı olarak kullanılmakta idi.
Kubrat adının aslının“Kur-bat” şeklinde olduğunu varsayarak bu sözün eski Türkçe’deki
“kür” [cesur, yiğit] sözünden “Kür-bat” şeklinde oluştuğu düşünülebilir.
[62] Kafesoğlu, İbrahim., Bulgarların Kökeni, TKAE Yayınları, Ankara, 1985, s. 15-16.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
[64] Feher, Geza., Bulgar Türkleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1984, s. 31; Kafesoğlu,
a.g.e., 1993, s. 191; Ostrogorsky, a.g.e., s. 117.
[65] Koşay, a.g.e., 1956, s. 40; Miller, M., Balkar Türklerinin Asılları Meselesi Etrafında,
Dergi, Sayı: 30, Münih, 1962, s. 4; Bayçorov, S.Y., Drevnie-Türkskie Pamyatniki Evropı,
Stavropol, 1989, s. 33-34.
[66] Nurettinov, a.g.e., s. XI.
[67] Miller, a.g.e. 1962, s. 5.
[68] Miller, V.F., Osetinskie Etüdı, Cilt-III, Moskova, 1887, s. 60.
[69] Artamonov, a.g.e., s. 172.
[70] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznameleri Coğrafyası ve Düşünceler,
Birinci Milli Türkoloji Kongresi Tebliğleri, Kervan Yayınları, İstanbul, 1980, s. 286.
[71] Nurettinov, a.g.e., s. XIV.
[72] Togan, a.g.e., 1939, s. 202.
[73] Mızıulu, a.g.e., 1993. s. 87.
Halbuki, Mar-Abas Katina ile Khorenli Musa’nın kayıtlarına göre Bulgarların M.Ö. 149-
127 yıllarında Kafkasya’da yaşadıklarından daha önce bahsetmiştik. V.F. Kahovskiy, K.
Patkanov ve Z.V. Togan da bunun anakronik olmadığını söylemişlerdir. Yani, Bulgar
sözünün V. Yüzyıldan önce olmadığı görüşü yanlıştır.
[92] İtil ırmağının en eski adı Finlilerin verdiği “Rha” adıdır. Finler sonraları bu ırmağa
“Volga” demişler ve bu ad daha sonraları Slavlar tarafından da benimsenmiştir [Kurat,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
a.g.e., 1972, s. 112]. Demek oluyor ki, İtil ırmağına “Volga” adını Slavlar ve Finlilerin
vermemiştir. Yani, İtil ırmağına “Volga” adının kimler tarafından verildiği belirsizdir.
[93] İnan, Abdülkadir., Makaleler ve İncelemeler, TTK Yayınları, Ankara, 1987, s. 619.
[94] Kaşgarlı, Mahmut., Divanü Lugat-it Türk, Çeviren: Besim Atalay, C.I., TDK
Yayınları, Ankara, 1992, s. 379.
[95] İnan, a.g.e., s. 619.
[96] Eyuboğlu, İsmet Zeki., Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Sosyal Yayınlar, İstanbul,
1995, s. 68, 70, 548.
[97] Kırzıoğlu, a.g.e., 1992, s. 204.
Farsça “hor” [güneş] sözü ile Doğu Slavlarının [Rusların ataları] pagan inançlarındaki
“Hors” [Güneş Tanrısı] arasındaki benzerlik dikkat çekmektedir. Bu ikisi arasında bir
ilişki olmalıdır.
[99] İtil Bulgarlarından kalma eski mezar taşlarının üzerindeki “güneş” resimlerinin belki
bununla bir ilgisi vardır.
[101] Togan, a.g.e., 1981, s. 426.[102] Barthold, W., Balaklava, İ.A., C.2, İstanbul, 1993,
s. 269.[103] Baştav, Şerif., Sabir Türkleri, Belleten, V/17-18, Ankara, 1941, s. 62.
[108] Balkarların etnik oluşumuyla ilgili çok eskiye dayanan tarihi bir kayıt yoktur.
Sadece halkın belleğinde korunan belli belirsiz bir oluşum hikayesi mevcuttur. Bu da
bölük pörçük olarak geç tarihlerde yazıya geçirilebilmiştir. Bkz; Miller-Kovalevskiy,
a.g.e., 1884, s. 553-555; Şamanlanı, a.g.e., s. 42; Kudaşev, a.g.e., s. 156-157; Abayev,
a.g.e., s. 7.
[111] Balkarların bugünkü yurtlarında çok daha eski zamanlardan beri yaşadıklarını
bizzat Kabardey Çerkeslerinin efsaneleri söylemektedir: “Kabardeyler geldikleri yeni
yerlerde Tatar [Karaçay-Balkar] köyleriyle karşılaştılar. Onları dağlık vadilere çekilmeye
zorladılar ve kendileri de onların yurtlarına yerleştiler [Kudaşev, a.g.e., s. 31].” Yani,
Balkar Türkleri, Balk vadisi ve Balk ırmağı dolaylarına Çerkeslerden sonra gelmemişler,
tam tersine Balkarlar eskiden beri buralarda yaşarlarken daha sonra Kabardey
Çerkesleri gelip Balkarları baskı altına almışlar ve dağlık bölgelere çekilmeye
zorlamışlardır. Kabardey Çerkeslerinin, Koban ve Terek ırmakları dolaylarına göçlerinin
ancak XV. yüzyılda Prens İnal’ın zamanında gerçekleştiği bilinmektedir.
1986, s. 10.
[131] Karaçay-Balkar Türkçesi ve Macarca arasındaki ortak sözler için bkz. Hacilayev,
a.g.e., s. 150-151; Rona-Tas, A., The Character of Hungarian-Bulgaro-Turkic Relations,
Studia Turco-Hungarica, Tomus V., Budapest, 1981, s. 121-126.
[132] Biciyev, a.g.e., s. 259.
[133] Bayçorov, a.g.e., s. 58.
[134] Beşevliyev, V., Proto-Bulgar Dini, Çeviren: T. Acaroğlu, Belleten, IX/34, Ankara,
1945, s. 218; Feher, a.g.e., 1984, s. 80; Feher, a.g.e., 1986, s. 20-21.
[135] Nurettinov, a.g.e., s. XXXIII.
[136] Malkonduyev, H.H., Drevnyaya Pesennaya Kultura Balkartsev i Karaçaevtsev,
Nalçik, 1990, s. 15-16.
[137] Feher, a.g.e., 1984, s. 84-85; Feher, a.g.e., 1986, s. 41.
[138] Kafesoğlu, a.g.e., 1985, s. 52-53; Feher, a.g.e., 1986, s. 34.
[139] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 59-60.
[140] Kurat, Akdes Nimet., Doğu Avrupa Türk Kavim ve Devletleri, Türk Dünyası El
Kitabı, Cilt I, TKAE Yayınları, 1992, Ankara, s. 185.
[141] Feher, a.g.e., 1984, s. 42; Feher, a.g.e., 1986, s. 34.
[142] Bayçorov, a.g.e., s. 166-167.
[143] Şeşen, a.g.e., s. 51.
[144] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 58-59.
[145] Bayçorov, a.g.e., s. 8-9, 20-24, 32-33, 310.
[146] Bayçorov, a.g.e., s. 28, 277, 281.
[147] Bayçorov, a.g.e., s. 90-91.
[148] Bayçorov, a.g.e., s. 174.
S.Y. Bayçora, bu transkripte geçen “izden” [tanrı] sözünün “ijden” şeklinde de
okunabileceğini de söylemektedir.
[149] Feher, a.g.e., 1986, s. 29.
[150] Bayçorov, a.g.e., s. 35, 38, 70, 78.
[151] Bayçorov, a.g.e., s. 178.
[152] Karşılaştırınız; Tekin, a.g.e., s. 20, 25.
V.İ. Abayev, “Sonuçta, ‘tur’ sözünün kökeninin Alan diline ait olduğu anlaşılmaktadır”
derken, ayrıca Alanların da sonuçta bir Hint-Avrupa kavmi olduğunu kastetmektedir.
__________________________________________________
çıkarılan arkeolojik eserlerin yansıttığı kültürdür. Bu kültür ise bozkır insanlarının tipik
savaşçı karakterlerini yansıtan Kimmer-Saka kültürüdür.
Kimmerler ve Sakalar tarihin farklı ama birbirini takip eden erken dönemlerinde
Kafkasya’ya gelerek bölgenin etnik ve kültür yapısını oldukça derinden etkilemişlerdir.
M. Seyidov tarih sahnesindeki varlıklarını bin yıldan fazla bir süre devam ettiren
Sakaların, Yakut, Kazak ve Kafkasya’da yaşayan Türk boylarının [Karaçay-Malkarların]
etnik oluşumunda önemli rol oynadıklarını söylemektedir [Durmuş, 93:59].
Bulgarlar
Bulgar adına Latin kaynaklarında ilk olarak M.S. 334 yılında rastlamaktayız. Yazarı
meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgar
Türklerinden [Ziezi ex quo Vulgares] bahsedilmektedir [Momsen, 50:547]. Bizans
kaynakları ise M.S. 482 yılında, Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in
kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikretmektedirler [Kurat,
72:108; Tekin, 87:1]. Öte yandan, Süryanî Mar-Abas Katina, Bulgar Türklerinin M.Ö.
149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından bahsetmektedir. Bu kayıt, VII.
yüzyıl Ermeni tarihçisi Horenli Musa [Moses Khorenaci], tarafından da nakledilmiştir.
Horenli Musa, Bulgarlarla ilgili olarak şöyle demektedir: “Val Arşak oğlu I. Arşak
zamanında [M.Ö. 149-127] Kafkas dağları arasındaki Bulgarlar ülkesinde büyük
karışıklıklar çıktı. Bunlardan kalabalık bir grup göçüp gelerek Gol’un altında çok verimli
ve buğdayı bol ovalara yerleştiler” [Kurat, 72:109; Kırzıoğlu, 72:80; Kırzıoğlu, 92:36].
Başta M.İ. Artamonov olmak üzere bazı eski Sovyet ve Avrupalı tarihçiler, Mar-Abas
Katina ile Horenli Musa’nın Bulgarlar hakkında milat öncesi döneme ait verdiği bu
haberleri anakronik sayarlar [Koşay, 32:2; Artamonov, 62:79].
Hunlar Kafkasya’da
olan kavimler göçünün başlamasından ve Hunların toplu olarak İtil, Azak ve Kafkasya
dolaylarına gelip yerleşmesinden çok daha önce, Orta Asya’dan gelip buralara yerleşen
Hun kabilelerinin olduğu bilinmektedir. Bu kabileler, Hunların toplu göçünden en az 150
yıl önce buralara gelip yerleşmişlerdir [Skryinskaya, 60:91; Nemeth, 96:7].
Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru dalgalar halinde akan Balamir Han yönetimindeki
Hunlar 355-360 yıllarında, İtil ırmağını aştıktan sonra, Don ırmağını da geçmişler, Terek
ve Koban’daki Alanların ülkesini tamamen hakimiyet altına almışlardı. Hunlar, Alanların
ülkesini ele geçirdikten sonra hemen batıya yönelmediler. Kafkasya üzerinden 359
yılında İran’a ve 363-373 yılları arasında Ermenistan’a girdiler [Nemeth, 96:42]. Hunlar
kısa bir zamanda, Hazar denizinden Azak denizine kadar uzanan bütün Kafkasya
coğrafyasını kontrol altına aldılar. Bütün bu tarihi olaylardan sonra, Kafkasya ve Azak
denizi civarı artık Hunların gerçek vatanı olarak sayılıyordu [Kurat, 72:13; Grousset,
93:88; Kafesoğlu, 93:69; Ahmetbeyoğlu, 95:7; Nemeth, 96:8; Gumilev, 01:169].
Büyük Bulgarya
Attila’nın 453 yılında ölümü üzerine, yerine büyük oğlu İlek geçmiş fakat kendisi
imparatorluğun parçalanmasının önüne geçememiştir. Attila’nın ikinci oğlu Tengizik de
Tuna civarı ve Romanya ovalarına yerleşmiştir. Attila’nın küçük oğlu İrnek ise 456
yıllarında kendisine bağlı Hun kabileleriyle birlikte Orta Avrupa’yı terk ederek Karadeniz
kuzeyindeki bozkırlara gelmiştir. İrnek Han, burada karşılaştığı Bulgar kabileleriyle
birleşerek bir Hun-Bulgar Devleti kurmuş ve gelecekte Kubrat Han’ın kuracağı “Magna
Bulgaria”nın [Büyük Bulgarya] temellerini atmıştır [Gürün, 81:239; Kafesoğlu, 93:79,
185; Rasonyi, 93:89-90; Ahmetbeyoğlu, 95:16-18; Ostrogorsky, 95:53].
Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer.
Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu
Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir
kısmı da Kafkasya’yı terk eder. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı
kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise yine kendine bağlı
kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur,
As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır.
Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder [Feher, 84:31;
Kafesoğlu, 85:15-16; Kafesoğlu, 93:191; Ostrogorsky, 95:117].
Bizanslı tarihçi Theophanes [760-818], “Kronik” adlı eserinde Bulgarlar hakkında değerli
bilgiler vermektedir. Bu eserde verilen bilgileri, arkeoloji ve kısmen de filoloji önemli
derecede doğrulamaktadır. Theophanes’in, Kubrat Han ve oğullarıyla ilgili naklettiği
hikâye şöyledir: “Gölden [Azak denizi] ve Kuphis [Koban] adıyla anılan ırmağa kadar
olan yerler Bulgarların ülkesidir. Bunun için buraya Büyük Bulgarya denilir. Bulgarlar ve
onlarla birlik halindeki Kotraglar [Kutirgurlar?] burada yaşarlar. İmparator Konstantin
döneminde [558-641] Bulgar ve Kotragların Krovat [Kubrat] adlı kralları öldü. Bu kralın
beş oğlu vardı. Kral [Kubrat] ölmeden önce beş oğluna da, başka bir milletin kölesi
olmak istemiyorlarsa birlik halinde olmalarını öğütlemişti. Fakat onun ölümünden kısa bir
süre sonra beş oğlu da babalarının öğüdünü tutmayıp kendilerine bağlı kabilelerle
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
birlikte birbirlerinden ayrıldılar. Yalnız, Krovat’ın [Kubrat] Batbayan adlı büyük oğlu,
babasının öğüdünü tutarak atalarının yurdunda kaldı. İkinci oğul Kotrag, Tanais [Don]
ırmağını geçip ağabeyinin karşısındaki topraklara yerleşti. İster [Tuna] ırmağını geçen
dördüncü oğlu [Kuber] Pannonia’daki Avar Hakanı’nın tabisi oldu. Beşinci oğlu [Alçek]
ise Pentapolis’e kadar giderek Ravenna’daki Hıristiyan imparatorunun tabisi oldu.
Asparuk adlı üçüncü oğul ise, Dnepr ve Dnestr ırmaklarını geçerek, Tuna’nın
kuzeyindeki Onglos [Bucak] ırmağı civarına geldi ve güvenli bir yer olduğuna karar
vererek buraya yerleşti. Böylelikle onlar beşe bölündüler ve zayıfladılar.
Bundan sonra, Berzilia’nın içinden, eski Sarmatya topraklarında büyük Hazar kavmi
çıktı ve Pont denizine [Karadeniz] kadar olan yerlerde hakimiyet kurdu. Bulgar kralının
ilk oğlu Batbayan da Hazarların tabisi oldu. Bundan sonra, Batbayan onlara [Hazarlara]
vergi ödedi” [Koşay, 56:40; Miller, 62:4; Bayçorov, 89:33-34].Kubrat Han’ın ölümünden
sonra, çok geçmeden oğulları arasında ülkede hakim olma savaşları başladı. Asparuk,
amcası Şambat’ın da desteğiyle Batbayan’ı sıkıştırmaya başladı. Bu karışıklık ve iç
savaşlardan faydalanan Hazarlar Bulgarlara saldırarak iç savaş halindeki Büyük
Bulgarya’ya son verdiler. Asparuk önceleri Hazarlara karşı koymaya çalıştıysa yenilerek
geri çekildi [Nurettinov, 91:XI]. Batbayan ise kendi idaresindeki Bulgarlarla birlikte,
Elteber [vali, ikinci derece hükümdar] konumunda Hazarların hakimiyetine girdi. Daha
sonraları, Batbayan’ın idaresindeki Azak ve Kafkasya Bulgarları, Bizans ve Rus
vakanüvisleri tarafından “Kara Bulgarlar” adıyla anılmışlardır. Kara Bulgarlar ile Hazarlar
arasındaki münasebetler oldukça iyi bir şekilde cereyan etmiştir [Miller, 62:5].
Kara-Bulgarlar ve Karaçay-Malkarlar
Birçok bilim adamı, tarihte “Kara Bulgarlar” veya “Koban Bulgarları” adıyla geçen
Kafkasya Bulgarlarının, Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda birinci derecede
etkili oldukları konusunda birleşmekte ve Karaçay-Malkarları doğrudan Kafkasya
Bulgarlarının devamı olarak kabul etmektedirler. V.F. Miller, Karaçay-Malkar Türklerini,
eskiden Koban ırmağı dolaylarında yaşamış olan eski Kafkasya Bulgarlarının devamı
olarak saymaktadır. V. Minorsky ve J. Marqwart da aynı görüşte olup V.F. Miller’in bu
görüşünü desteklemektedirler [Miller, 87:60]. Meşhur eski Sovyet tarihçilerinden M.İ.
Artamonov da, Karaçay-Malkarları, Bulgar Türklerinin devamı olarak kabul etmektedir.
Ona göre, tarihte “Kara-Bulgar” adıyla bilinen ve Hazarların hakimiyetine giren Batbayan
önderliğindeki “Koban Bulgarları” bugünkü Karaçay-Malkarların atalarıdır [Artamonov,
62:172].
M.F. Kırzıoğlu yazmış olduğu birçok kitap ve makalelerinin hemen hepsinde; Bulgar
Türklerinin, Karaçay-Malkarların ataları olduğunu söyler. M.F. Kırzıoğlu’na göre, XII.
yüzyılda Genceli Nizami’nin şiirlerinde bile bahsettiği “Kafkasya Bulgarları” bugünkü
Karaçay-Malkar Türkleridir [Kırzıoğlu, 80:286].
Bulgar tarihçi B. Simeonov da, Çuvaş ve Karaçay-Malkarların dillerini, eski Bulgar Türk
dilinin varisleri sayarak şöyle bir açıklama getirir; “Çuvaş ve Karaçay-Malkar dilleri, eski
Bulgar Türkçesinin devamıdır. Fakat, artık bugün Çuvaş dili daha çok Fin-Ugur dillerinin
etkisinde kalarak eski Bulgar Türkçesinden uzaklaşmıştır. Karaçay-Malkar dili ise diğer
Türk dillerinin etkisinde kalarak Bulgar Türkçesinin esaslarını kaybetmiştir” [Mızıulu,
93:87]. E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının, VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından
kaçarak Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorski], Narsana, Arhız, Koban,
Malkarya ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden
beri yaşayan Alanlarla karışarak bugünkü Karaçay-Malkarların temelini oluşturduklarını
söylemektedir [Laypanlanı, 92:2]. Bulgarların Koban boylarında yaşadıkları sırada
Kafkasya'daki Alanlarla sıkı temaslarda bulundukları ve bunların bazı kültür tesirlerine
maruz kalmış olmaları mümkündür [Kurat, 72:110]. A. Miller, 1930’lu yılların başlarında,
Digorya’daki [Kuzey Osetya] arkeoloji araştırmaları sırasında Bulgar Türklerine ait kulplu
asma kazan parçalarını bulmuştur. A. Miller daha o zamanda; “Burada [Digorya’da]
bulunan Bulgar kazanları, Azak Kara Bulgarlarının atalarının Kuzey Kafkasya’da
bugünkü Malkar Türkleri olduğunu ortaya koymaktadır” şeklinde bir açıklama yapmıştı.
Miller’e göre, Azak’taki Kara Bulgarlarının ataları önceden Kafkasya’da, bugünkü
Digorya ve Malkarya topraklarında yaşıyorlardı. Daha sonra bunların bir kısmı Azak
civarına göç etmiş, bir kısmı da Kafkasya’da kalmıştır. Kuzey Kafkasya’da kalanlar da
bugünkü Malkar Türkleridir.
A. Miller, ileride bu konuyla ilgili özel olarak ilgilenmek ve bu kültürün kalıntılarını bulmak
düşüncesiyle arkeoloji literatüründe bu hususta herhangi bir açıklamada bulunmaktan
çekinmişti. A. Miller, Azak Bulgarlarının, bugünkü Bulgaristan’a göç yollarının tespitini ve
bugünkü Malkar Türkleri ile Azak Kara Bulgarlarının bir kökten olduklarını ispat etmeyi
ve bundan sonra elde ettiği sonuçları bilim dünyasına açıklamayı düşünüyordu. Bütün
çalışmaları bu yöndeydi. Fakat, 1933 yılının sonlarına doğru A. Miller, Sovyet hükümeti
tarafından tutuklanarak Sibirya’ya sürgün edilmiş ve çok geçmeden de orada ölmüştür.
Onunla birlikte konuyla ilgili çalışmaları ve toplamış olduğu malzemeler de ortadan yok
olmuştur [Miller, 62:13]. M. Miller ise, A. Miller’in Karaçay-Malkar Türklerinin Kara-
Bulgarların devamı olduğu şeklindeki teorisini tamamen kabul etmektedir. Fakat ona
göre, Azak’taki Kara Bulgarlar, Azak civarına Kafkasya’dan göç etmemiş, tam tersine,
Azak’taki Kara Bulgarların bir kısmı göç ederek Kafkasya’ya gelmiş ve bugünkü
Karaçay-Malkar Türklerinin temelini oluşturmuşlardır. M. Miller, Azak’taki Kara
Bulgarların Kafkasya’ya göçlerinin Kiyev-Rus prensi Svyatoslav’ın 964-966 yıllarında
Hazar Türklerine yaptığı seferler sırasında gerçekleştiğini ileri sürmektedir.
Ona göre; “Svyatoslav, Hazarların Şarkel şehrini ele geçirdikten sonra Hazarların bütün
kuzeybatı kısmını hakimiyet altına almış ve Kiyev-Rus prensliğiyle birleştirmişti.
Rusların, Dnyeper’den güneydoğuya doğru yaptıkları akınların baskısı altına kalan
Bulgarlar, Don ve Azak’tan Kafkasya’ya doğru göç etmişlerdir. Bugüne kadar elde
edilen arkeolojik malzemeye dayanılarak denilebilir ki, Kafkasya’daki Karaçay-Malkar
Türklerinin, Rusların baskısıyla Azak civarından Kafkasya’ya göç edip gelen Bulgarların
devamı oldukları şüphe götürmez bir gerçektir” [Miller, 62:14].
arasındaki etnik bağlantıyı ortaya koymaktadır [Mızıulu, 94:39]. İ.M. Miziyev, Kutirgur
adının, Malkarya’nın Çegem vadisinde eski bir Malkar köyü olan “Gudurgu” adında,
Bittogur adının da, Çegem ırmağının yukarı kısmında “Biturgu” şeklinde korunduğunu
söylemekte; ayrıca “Çılmas”, “Bulungu”, “Uçkulan” ve “Bıllım” adlı Karaçay-Malkar
köylerinin adlarının da Bulgar Türklerinden kaldığını ileri sürmektedir [Mızıulu, 93:91-92;
Miziyev, 94:58].
Birçok bilim adamı, Balkar ve Bulgar sözleri arasındaki benzerliğe dikkat çekmiş ve
bundan dolayı da Bulgarlar ile Balkar Türkleri arasında etnik bağlantı kurmaya
çalışmıştır. Fakat eski Sovyetler Birliği’nde, Avrupa’da ve Türkiye’deki Türkoloji
literatüründe “Balkar” şeklinde geçmesine karşın, Balkar Türkleri kendilerini “Malkar”
şeklinde adlandırırlar. Karaçaylılar da aynı şekilde Balkarları “Malkar” şeklinde
adlandırırlar. “Bulgar” sözü ile “Balkar” sözü arasındaki benzerlikten hareketle,
Bulgarların Malkar Türkleriyle etnik ilişkisini ortaya koymaya çalışan bilim adamları,
“Balkar” sözünün, Türk dilinde görülen b>m ses değişimiyle ortaya çıktığını
söylemektedirler. Balkar sözünün b>m değişikliğiyle Malkar şekline dönüştüğü kabul
edilebilir olmakla birlikte burada Türk dili kurallarına aykırı olan g>k ses değişimi gözden
kaçmaktadır.
Türkçe’nin k>g ses değişimi kuralına göre; “Malkar” sözü eğer kaynağını “Bulgar”
sözünden alıyor ise, Bulgar sözündeki gibi “g” sesiyle “Balgar” şeklinde devam etmesi
gerekirdi. Fakat bu kural tam tersine “g>k” şeklinde işlemiş ve “Malkar” sözü ortaya
çıkmıştır. Şayet, Türk dilinin “k>g” ses değişimi kuralının buna benzer bir istisnası yok
ise ya da bu kural “değişmez” bir kural ise; o zaman “Bulgar” sözünün önceki ve asıl
şekli “Bulkar” olmalıdır. Bulgar adı, eski Bizans kaynaklarında “Bulgar~Bolgar” şeklinde
anılmakla birlikte, İbn Rusteh’in kayıtlarında “B.lkar” şeklinde ve eski Ermeni
kaynaklarında da “B.lkar~Bolkar~Bulkar” şeklinde geçmektedir [Patkanov, 83:21-32;
Kurat, 93:785]. Yani, Bulgar adının aslının “Bulkar~Bolkar” şeklinde olması uzak bir
ihtimal değildir.
Balkar veya Malkar adı, Malkarların eski halk rivayetlerine göre, ne zaman ve nereden
geldiği belli olmayan “Balkar” veya “Malkar” adlı bir prensin adından kalmıştır [Miller-
Kovalevskiy, 84:553-555; Şamanlanı, 87:42; Kudaşev, 91:156-157; Abayev, :92:7;
Mızıulu, 98:28].
Malkar Türklerine izafe edilmek üzere “Balkar” sözü tarihte yazılı olarak ilk kez Rus
kaynaklarında, 1629 yılında, Terek bölgesi Rus Garnizonu Komutanı İ.A. Daşkov’un
Moskova’ya gönderdiği “Balkarların yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama
çalışmalarının” bahsedildiği bir mektubunda geçmektedir [Miziyev, 98:19]. 1807-1808
yıllarında Kafkasya'da bulunan J. Klaproth notlarında Malkarlar hakkında şöyle
demektedir; "Basiyat adı onların meşhur soy atalarının adıdır. Onlar önce Kuma ırmağı
civarında yaşamışlar. Başşehirleri Macar şehri imiş. Daha sonra şimdiki Malk [Balk]
ırmağı civarına gelip yerleşmişler ve bunlardan bir kısmı Malk [Balk] ırmağının adından
"Malkar" veya "Balkar" adını almışlar” [Şamanlanı, 87:42].
Sabirler
Bizanslı tarihçi Prokopius 508 yılında Daryal geçidine hakim bir müstahkem mevkide
Ambazuk adlı bir beyin idaresinde yaşayan Sabir Hunlarından bahsetmektedir.
Prokopius’a göre Kuzey Kafkasya bölgesi 465-556 yılları arasında bu Sabir Hunlarının
hakimiyeti altında olmuştur. Prokopius’un anlattıklarına göre Kafkasya’da Alan, Abhaz,
Zikh adlı kavimlerin dışında bir de Sabir namında Hun kabileleri yaşamaktadır.
Sabirlerin yurdu ise daha çok Koban ırmağı havzası ile biraz kuzeye kadar olan sahayı
kapsamaktadır. Yine Prokopius’un kayıtlarında Kafkasya dağlarından Hazar geçitlerine
kadar uzanan sahanın Alanların hakimiyetinde olduğu fakat aynı zamanda bu civarda
Sabir adı verilen Hun kabilelerinin de yaşadığı söylenmektedir. Ayrıca Prokopius bu
Sabir Hunlarından savaş kültürleri ve savaş aletleri çok gelişmiş bir kavim şeklinde
bahsetmektedir.
dilinden aktardığı birtakım kelime ve cümleler onların Şaz Türkçesi konuşan bir Türk
kavmi olduğu ve Hazarlardan ziyade bir Hun kabilesi oldukları görüşü ağırlık
kazanmıştır [Togan, 81:171]. Bizans kaynaklarında, Kafkasya’da Koban ırmağından
Dağıstan’ın kuzeyine kadar olan bölgelerde uzun yıllar hakimiyet kurmuş olan Sabir
[Hun] Türklerinin 520 yılında ölen “Balak” adlı bir hükümdarından bahsedilmektedir
[Baştav, 41:62].
Kabardey Çerkes efsanelerindeki “Malk” adlı kahraman bence Sabir [Hun] Türklerinin V-
VI. yüzyılda yaşamış meşhur “Balak” [ölümü 520] adlı kralının [Baştav, 41:62] hatırasını
yaşatmaktadır. İran kralı I. Hüsev’in 545 yılında saldırısından sonra Sabirlerin tamamen
dağılarak 545-555 yılları arasında bir kısmının merkezi idareden mahrum şekilde, bugün
Karaçay-Malkarların yaşadığı, Koban ve Terek ırmakları dolaylarına gelerek her birinin
başında bir prens olmak üzere küçük kabileler halinde yaşamaya devam ettikleri
bilinmektedir [Baştav, 41:63]. İşte, Çerkes efsanelerindeki “Malk” adlı kahramanın adı
da, Sabir kralı Balak’la bağlantılı olarak; XV. yüzyılda Koban ve Terek bölgesine gelip
yerleşen Çerkeslerin arasında eriyip giden bu Sabir kabilelerinden kalmış olmalıdır.
Yine, Malkarların yoğun olarak yaşadığı Balk ırmağı kıyılarında çok eski zamanlardan
kalma “Balk” adında bir şehir kalıntısı vardır. Bu şehrin ne zaman ve kimler tarafından
inşa edildiği konusunda kimse bir şey bilmemektedir [Noghumuka, 74:27]. Balk ırmağı
kıyısındaki bu eski şehir kalıntısının adının da yine Sabir kralı “Balak”ın adından kaldığı
açıktır ve bu şehrin kurucuları da büyük bir ihtimalle Sabirlerdir.
Karaçay Türklerine izafe edilmek üzere “Karaçay” sözü yazılı olarak tarihte ilk defa Rus
kaynaklarında 1639 tarihinde geçmektedir. Bu tarihte, Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve
Fedor Bajenov adlı Rus elçileri, Gürcistan’a giderlerken, Karaçay topraklarında [Bashan
vadisindeki El-Curt köyünde] on beş gün kadar kalmışlar ve Karaçaylılar hakkında bazı
notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin notlarında Karaçaylılardan “Karaçay” ve “Karaçayevo
Kabarda” şeklinde bahsedilmektedir [Lavrov, 78:22; Alekseyeva, 93:46; Şamanlanı,
87:14-19; Mızıulu, 94:29].
Kıpçak kökenli "Karça" adlı beyin Karaçaylıların tarihinde ayrı bir önemi vardır. Bilhassa
Moğolların 1222 ve Timur'un 1395 yıllarındaki Kafkasya'yı istilaları sebebiyle
Karaçaylılar büyük kayıplar vermişlerdir. Halkın büyük bir kısmı dağlara kaçmış, bir
kısmı da komşu Kafkas kabilelerine sığınmışlardır. Uzun zaman bu şekilde yaşayan
Karaçaylılar, XVI. yüzyıl sonlarında Kıpçak kökenli Karça'nın Kafkasya'ya gelmesiyle
birlikte yeniden toparlanmaya başlamışlar ve Karça'nın çevresinde yeniden
birleşmişlerdir. Bu dönemde Karça bir "çekim kuvveti" olmuştur. Karça'nın bilhassa da
Kabardey prenslerine karşı verdiği başarılı mücadeleleri dolayısıyla bütün Kafkasya'da
nam salması, dağınık ve küçük birlikler halinde yaşayan Türk kabilelerinin kendi
çevresinde birleşmesini sağlamıştır. Karça da üstün teşkilatçılık yeteneğiyle bu kabileleri
birleştirmiş ve onların Kıpçak karakterini almalarında en büyük rolü oynamış,
Karaçaylıların etnik oluşum sürecinde son noktayı koymuştur.
Çerkes dilindeki bazı kelimelerin de Bulgar Türkçesine aitliği ortaya çıkmıştır. Sözgelimi,
Hazarların tarihi Sarkel şehrinde bulunan bir yazıtta "dag" [yağ] sözü geçmektedir.
Bulgar Türkçesine ait olduğu anlaşılan "dag" [yağ] kelimesi, Kabardey Çerkes diline
"dage" [yağ] şeklinde devam etmektedir. Yine, Çerkes [Adige] dilindeki "kamıl" [kamış,
kaval] sözü ise [kamıl>kamış] Lir Türkçesi özelliği göstermekte olup yine Bulgar
Türkçesinden geçmiştir [Bayçorov, 89:58].
Bulgar Türklerinin dini doğal olarak akraba Türk kavimlerin dinine çok yakın idi. "Tañra"
[Teñri~Tanrı] dedikleri semavî bir varlığa inanıyorlardı. Ayrıca birtakım kaya ve taşların
kutsal olduğuna ve onlardan şifa bulduklarına inanıyorlardı. Bulgarların tesirinde kalan
Macarlar da birtakım kutsal saydıkları taşları takdis ederlerdi [Beşevliyev, 45:218;
Feher, 84:80; Feher, 86:20-21]. Bulgarlarda ağaçlar da kutsal sayılırdı. Bilhassa meşe
ağaçları kutsal idi. Bulgarların "Şan Kızı Destanı"nda bu kutsal ağaç motifi karşımıza
"Boy Terek" şeklinde çıkmaktadır [Nurettinov, 91:XXXIII]. "Tañra” [Tanrı], Karaçay-
Malkar Türklerinin eski inançlarında en ulu tanrı olarak "Teyri" şeklinde geçmektedir.
Ayrıca, "Teyri" sözü, aynen Kök-Türklerde olduğu gibi, "gök" anlamına da gelmektedir.
Karaçay-Malkar Türkleri de Bulgarlar gibi; "Bayrım-taş", "Totur-taş", "Caññız Terek" ve
"Ravbazı" vs. adını verdikleri birtakım taş ve ağaçları kutsal sayarlar ve bunlarla ilgili
törenler yaparlardı [Malkonduyev, 90:15-16]. Bulgar Türkleri'nin muhtelif zaman ve
yerlerde, özellikle de Kafkasya'daki komşu kavimlerin kültürüne büyük tesirleri olmuştur.
On yedi yıl boyunca, Bulgar Türklerinin dil, kültür ve arkeolojisi üzerine çalışan Macar
Türkolog G. Feher, Bulgar Türklerinin elbise kültürünün Kafkas millî kıyafetlerinin
temelini oluşturduğu ifade etmektedir:
"Bulgar Türkleri, dış elbise olarak dizden aşağı kadar uzanan bir kaftan giyiyorlardı.
Kaftanın yukarı kısmı ve yenleri vücuda yapışık, alt kısmı ise geniş ve iki parçadan
ibaretti. Kaftanın ön tarafı kordonlarla düğmelenirdi. Altına kısa ceket [gömlek], pantolon
ve çizme giyiyorlardı. Ayrıca abaları [yamçı] da vardı. Kötü havalarda silahları örter ve
yayın ıslanmasına mani olurdu. Bulgar Türkleri iki tür başlık kullanıyorlardı. Birincisi
tepesi sivri ve deriden yapılmış başlıktır. İkincisi, soyluların giydiği, yuvarlak ve kenarı
körüklü kalpak idi. Bulgar Türklerinin kadınlarının elbiseleri de erkeklerinkine
benziyordu. Evli kadınların saçı bir baş örtüsü ile kapalı idi. Bunun üstünde süslü bir
kalpak taşırlar veya aynı örtüyü bir kalpak şekline sokarlardı" [Feher, 84:84-85; Feher,
86:41].
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Bulgar Türkleri mimaride, eski dönem Roma ve Bizans kaynaklı inşaat malzemesi olan
tuğla ve moloz çakıl yerine, ağır ve kocaman blok taşlar kullanıyorlardı. G. Feher'e göre,
Bulgarların bu mimari yapı stili Sasani-İran etkisini taşımaktadır. Bununla birlikte, Bulgar
Türkleri taş yontuculuğunda ve taş duvar inşa etmedeki ustalıklarıyla çok meşhur idiler
[Kafesoğlu, 85:52-53; Feher, 86:34]. Karaçay'daki Humara şehrinin inşasına bakılarak
Bulgar Türklerinin taş yapı mimarlığının ustaları olduğu anlaşılmaktadır. Onların bu taş
yapı inşaatı ustalıkları, özellikle Çerek vadisinde yaşayan Malkarlarda devam etmiştir.
Çerek vadisinde yaşayan Malkarlar için söylenen "Hunaçı Malkarlıla" [Duvarcı/Taşduvar
ustası Malkarlılar] şeklindeki yakıştırma Bulgar Türklerinden miras kalmış olmalıdır
[Miziyev, 94:59-60].
ülkesinde halkın kutsal bir ağaca tapındığı 'Humara' adlı bir şehir vardır" şeklinde
ifadelerin olduğunu söylemektedir. Fakat ben, Gardizî'nin Türk ülkeleriyle ilgili notlarında
böyle bir kayda rastlayamadım. Ancak, Mesudî'nin notlarında, Hazar denizi yakınlarında
ve İtil ırmağına bir saat uzaklıkta "Hum" adlı bir şehir adı geçmektedir [Şeşen, 85:51].
Fakat bunun Karaçay'daki Bulgarlardan kalma eski Humara şehri olması mümkün
değildir.
Yine, çok farklı mezar türleri de bulunmuştur. Fakat bu mezarların tümünün tabanına
keçe serilmiş olduğu saptanmıştır. Bilindiği gibi, bu tür defin geleneği göçebe kavimlerin
kültürüne aittir [Miziyev, 94:58-59.]
Bundan başka, Bulgar Türkleri, iklim şartlarının icabı olarak, kalın ağaç kütüklerini üst
üste koymak suretiyle evler inşa ederlerdi. Bulgar Türklerinin köy veya şehirleri
ekseriyetle orman ve nehir kenarında idi [Kurat, 92:185]. Bulgar Türklerinin bu tip evleri
de Karaçaylıların kültüründe korunmuştur. Karaçaylıların en eski ev tipi "töññertge" adı
verilen, kalın ağaç kütüklerini üst üste koymak suretiyle inşa edilen evlerdir. Bu tip evler
Kuzey Kafkasya’da yalnız Karaçaylılarda vardır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
1960-1962 yıllarında, Karaçay'daki eski Humara şehri kazı çalışmaları sırasında runik
karakterde yazılı taşlar bulunmuştur. İlk olarak 1962 yılında A.M. Şçerbak bu yazıtların,
Don ve Talas kitabeleriyle olan benzerliğini açıklayarak, Humara yazıtlarının Batı
Türklerine ait özel bir runik alfabeyle yazılmış olduğunu ileri sürmüştür.
1963 yılında V.A. Kuznetsov ise Humara yazıtlarının, Kuzey Kafkasya'da geniş bir alana
yayılmış olan eski Yunan kitabelerinden çok farklı bir dil ve yazı sistemiyle yazılmış
olduğunu ve bu yazıtların Orhon-Yenisey yazıtlarıyla büyük benzerlik gösterdiğini
söylemiş, Humara kitabelerinin şüphe bırakmayacak şekilde eski Türk runik yazısı
olduğunu ileri sürmüştür.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Böylece bu iki bilim adamının çabalarıyla, Humara yazıtlarının varlığı dünya bilim
alemine duyurulmuştur. Daha sonra Humara yazıtlarına ilgi artmış, çok sayıda bilim
adamı bu yazıtları çözme çalışmalarına başlamışlardır.
S.Y. Bayçora, Kafkasya Bulgar yazıtları alfabesi ile Tuna Bulgar, İtil-Don, Sekel, Orhon-
Yenisey yazıtlarında kullanılan alfabelerin karşılaştırmalı çizelgesini hazırlamıştır
[Bayçorov, 89:90-91]. Bu çizelgede, Kafkasya Bulgar yazıtlarında kullanılan alfabenin
diğerlerine çok benzediği, hatta harflerin çoğunluğunun birbirlerinin aynısı olduğu
görülmektedir.
Sonuç
Kaynaklar
Ahmetbeyoğlu, Ali., Grek Seyyahı Priskos'a [V. Asır] Göre Avrupa Hunları, TDAV
Yayınları, İstanbul, 1995.
Beşevliyev, V., Proto-Bulgar Dini, Çeviren: T. Acaroğlu, Belleten, IX/34, Ankara, 1945.
Czegledy, Karoly., Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Çeviren: Erdal Çoban,
Özne Yayınları, İstanbul, 1998.
Gumilev, L.N., Eski Türkler, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1999.
Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık,
İstanbul, 2001.
Gürün, Kamuran., Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Cilt-I, Karacan Yayınları, 1981.
Henze, Paul B., Kafkaslarda Ateş ve Kılıç-19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ
Köylülerinin Direnişi, OTDÜ Yayını, 1985.
Koşay, Hamit Zübeyr., Bulgar Türklerinin Eski Tarihi, Başvekalet Müdevvenat Matbaası,
1932.
Kurat, Akdes Nimet., Doğu Avrupa Türk Kavim ve Devletleri, Türk Dünyası El Kitabı, Cilt
I, TKAE Yayınları, 1992.
Miller, M., Balkar Türklerinin Asılları Meselesi Etrafında, Dergi, Sayı: 30, Münih, 1962.
Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafgazın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof. Dr.
Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla, TDAV Yayınları, İstanbul, 1993.
Mızıulu, İsmail., Tarih Halknı Baylıgıdı, Mingitav Dergisi, Sayı: 4, Nalçik, 1994.
Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII vv, Nalçik, 1991.
Momsen., T., Ueber den Chronographen von Jahre 354; Abhandlungen der phil; Hist.
Classe der kais; Saechischen Geselshaft der Wissenschaften, I, Leipzig, 1850.
Nemeth, Gyula., Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, Çeviren: Tarık Demirkan, YKY,
İstanbul, 1996.
Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul,
1974.
Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren:
Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
Ostrogorsky, Georg., Bizans Devleti Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, TTK Yayınları,
Ankara, 1995.
Ögel, Bahaeddin., İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1991.
Togan, Z.V., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981.
_____________________________________________________________________
[s. 21] Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi ve kültürü hakkında en eski bilgileri XV-XIX.
yüzyıllarda Kafkasya’yı dolaşan Avrupalı ve Rus gezginlerin yazdıkları
seyahatnamelerde bulmaktayız. Fakat bu gezginlerin bir kısmı bizzat Karaçay-Malkar
Türklerinin arasında bulunmamışlar, Kafkasya seyahatleri sırasında ziyaret ettikleri
yerlerde başkalarının Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıklarını yazmışlardır.
Bununla birlikte bu gezginlerin seyahatnamelerinde verilen bilgiler Karaçay-Malkar
Türklerinin eski tarihi ve kültürü bakımından çok değerlidir. Çünkü, Karaçay-Malkar
Türkleri hakkında eskiye dair kayda geçirilmiş bilgi ve belge pek azdır.
Julius von Klaproth Kafkasya’da iki kere bulunmuştur. İlk seyahatini 1807 yılında
Stavropol ve Georgiyevsk bölgelerine yapmıştır. Bu bölgelerde bulunduğu sıralarda
Beştav [Pyatigorsk] ve çevresinde de araştırmalar yapmıştır. Bu yıllarda Kafkasya’da
baş gösteren veba salgını nedeniyle Kuzey Kafkasya’ya girmeyip doğrudan Tiflis’e
geçmiştir. 1808 yılında ise veba salgına aldırmayarak Mozdok’a ve oradan da Kabardey
bölgesine gitmiştir. Buradan Kafkas dağlarını aşarak Raça’ya geçmiş ve daha sonra
Kuzey Kafkasya’ya geri dönerek Laba ırmağı dolaylarına kadar seyahatini
sürdürmüştür. Buradan da Stavropol yoluyla Petersburg’a dönerek seyahatini
tamamlamıştır.
Julius von Klaproth 1804 yılında Petersburg Bilimler Akademisi tarafından aldığı davet
üzere Rusya’ya gitmiştir. Rusya’da yedi yıl kalan J. Klaproth, Çin, Mançu, Moğol, Türk,
Ermeni, Gürcü ve Çerkesler üzerine çalışmalar yapmıştır. Sibirya ve Kafkasya’ya
düzenlediği seyahatlerde bol miktarda materyal toplamıştır. 1805 yılında J.A.
Golovkin’in başkanlığında tertiplenen bilim kuruluyla birlikte Çin’e seyahat etmek üzere
yola çıkmışsa da Urga’dan İrkutsk’a dönmek zorunda kalmıştır. Dönüş sırasında Doğu
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Asya dileri üzerine hazırladığı ilk çalışmaları “Asiatisches Magazin” [Weimar, 1802-
1803] adlı dergide yayımlanan Julius von Klaproth’un başlıca önemli eserleri şöyledir:
“Sur la langue et l’origine des Aghouans” [Paris, 1810]; eserde Afganlıların dilleri ve
etnik kökeni üzerinde durulmaktadır. Ayrıca Sanskrit, Fars, Kürt ve Oset dilleri ve
kültürleri arasındaki benzerlikler ortaya konulmaktadır. “Asia Polyglotta” [Paris, 1823 ve
1831]; eserde Başkurt, Kazak, Kırgız, Yakut ve Tunguzlar hakkında değerli bilgiler
verilmektedir. “Sur quelques antiquites de la Siberie” [Paris, 1824]; eserde eski Türk
yazıtlarında kullanılan yazı Grek yazısıyla açıklanmaya çalışılmaktadır. “Memories
relatifs a I’Asie” [Paris, 1824 ve 1828]; eserde Codex Cumanicus üzerinde
durulmaktadır. “Abhandlung über die Sprache un Schrift der Uiguren” [Berlin, 1811] ~
“Memories sur la langue et l’ecriture des Ouigours” [Paris, 1812]; eserde Uygur dili ve
yazısı üzerinde durulmaktadır. “Reise in den Kaukasus und Georgien in den Jahren
1807 und 1808” [Halle, 1812] + “Reise in den Kaukasus und Georgien in den Jahren
1807 und 1808” [Berlin, 1814] ~ “Travels in the Caucuasus and Georgia performed in
the years 1807 and 1808” [London, 1814] ~ “Voyage au mont Caucase et en Georgie”
[Paris, 1823]. “Die Sprachen des Kaukasus” [Weimar, 1814]. “Geographisch-Historiche
Beschreibung des ostlichen Kaukasus” [Weimar, 1814]. “Description geographique du
Caucase orientale” [Paris, 1814]. “Tableaux Historique, Geographique, Ethnographique
et Politique de Caucase” [Paris, 1827]. “Tableaux Historiques de I’Asie” [Paris, 1826].
“Vocabulaire et grammaire de la langue georgienne” [Paris, 1827]. “Description des
provinces Russes enre la mer Caspienne et la Mer noire” [Paris, 1814]. “Catalogue des
livres et manuscrits chinois et mantchous de la bibliotheque de Berlin” [Paris, 1822].[1]
[s. 23] Petersburg Bilimler Akademisinin desteğiyle 1807-1808 yıllarında Kafkasya’ya iki
kere seyahat yapan Julius von Klaproth burada Gürcü, Çerkes, Abaza, Oset ve Çeçen-
İnguş gibi Kafkas kavimleri ile Karaçay-Malkar, Kumuk ve Nogay Türkleri hakkında bol
miktarda materyal toplamıştır. Topladığı bu materyalleri “Reise in den Kaukasus und
Georgien in den Jahren 1807 und 1808” [Halle, 1812] adlı eserinde yayımlamıştır. Bu
eser daha sonra düzeltme ve eklemeler yapılarak ikinci kez [Berlin, 1814]
yayımlanmıştır. Julius von Klaproth’un bu değerli eserinin İngilizce tercümesi “Travels in
the Caucuasus and Georgia performed in the years 1807 and 1808” adıyla 1814 yılında
Londra’da [s. 24] yayımlanmıştır. Fransızca tercümesi ise “Voyage au mont Caucase et
en Georgie” adıyla 1823 yılında Paris’te yayımlanmıştır. Eserin İngilizce tercümesi,
Almanca nüshanın ilk baskısından [Halle, 1812] tercüme edilmiştir. Eserin Fransızca
nüshası olan “Voyage au mont Caucase et en Georgie” [Paris, 1823] adlı kitap ise
Almanca düzeltmeli ve ilaveli nüshadan yani ikinci baskıdan [Berlin, 1814] tercüme
edilmiştir. Bu kıymetli eserin orijinal Almanca nüshalarına maalesef ulaşamadım. Fakat,
İngilizce ve Fransızca tercümeler arasındaki karşılaştırmadan, Almanca nüshanın ikinci
baskısında pek fazla düzeltme ve ilave olmadığı anlaşılmaktadır.
***
Kafkas dağlarının arasında; Kuban ırmağının doğduğu yerde, Baksan, Çegem, Nalçik,
Çerek ve Argudan ırmakları civarında; Çerkeslerin “Tatar Kuşha”[3] dediği ve Gürcülerin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
de “Basiyani” şeklinde adlandırdığı; kendi hallerinde ve sakin bir hayat süren Tatar
kabileleri yaşamaktadır. Güldenstädt makalesinde bunların adını hatalı olarak “Ciki”
[Dshiki] şeklinde yazmıştır. Halbuki bu ad eskiden Çerkesler için kullanılmıştır. Mesela
Gürcüler eskiden Çerkeslere “Ciki” derlerdi. Yaşadıkları ülkeyi de “Ciketi” [Dshikethi]
şeklinde adlandırmaktaydılar. Ciki denilen kavim, İtalyanların hazırlamış olduğu ortaçağ
haritalarında Kuban vadisinden Karadeniz kıyılarına, Pitsunda [eski Pytius] ve
Pezonda’ya kadar uzanan yerlerde gösterilen Çerkes kavmidir. Bunlar eski Bizans’ın
“Zik” [Zychians] dediği kavimdir.
George Interiano da açık ve net bir şekilde eski Yunanlıların Çerkesleri “Zik” şeklinde
adlandırdığını söylemektedir. “Basiyan” adı ise onların beylerinin aile adından
gelmektedir. Gürcü Coğrafyası adlı esere göre Basiyat adlı bey ailesi Oset kökenlidir.
İlginç bir çalışma olan “Aghtzera atzindelissa Kharthlissa Ssasghwritha mthith Mdixarith
da adgilitha da mass schina schenebulitha” [Karthli’nin Tasviri: Sınırlar, Dağlar,
Irmaklar, Bölgeler ve Buraların Yapıları] adlı eserin ortaçağın son yüzyılı hakkındaki [s.
25] bölümünde şöyle denilmektedir: “Çaşilitze [Schtschachilitse], Tagaur [Thagauri],
Kurtauli [Khurthauli], Badelidze [Badelitse], Çerkes ve Basiyanların etnik oluşumunda
birçok soylu Oset ailelerinin önemli payı vardır.”[4]
Yaşlıların anlattığına göre onlar çok eskiden Kuma ve Don ırmakları arasında
yaşıyorlarmış. Fakat bu dönemin ne zaman olduğu hakkında kesin bir tarih
söyleyemiyorlar. Onların başşehirlerinin adı “Kırk-Macar” imiş. Bu şehrin adı onların
dillerinde “kırk tane taş bina” veya “kırk tane dört tekerlekli araba-ev” anlamına
gelmektedir. Herhalde onlar göçebe hayatı sürdürüp koyunculuk işiyle meşgul
olduklarından şehrin adının anlamı da bundan kaynaklanmaktadır. Macar şehri
harabelerine bakılırsa şehir halkının kıt kanaat yaşadığı anlaşılmaktadır. Bu şehrin
sakinleri ile komşu kavimler arasında sürekli düşmanlık olmuş ve uzun süren savaşlar
cereyan etmiş. Daha sonra şehir halkı yenilgiye uğramış ve şehirden kovulmuş. Onlar
da bugün “Büyük Kabardey” denilen topraklara gelip yerleşmişler. Bir kısmı da yüksek
dağlık vadilere, Kuban, Baksan ve Çegem ırmakları civarına yerleşmişler. Söylediklerine
göre bu olaylar bundan 450 yıl önce gerçekleşmiştir.
[s. 26] Moğolların Gürcistan’ı fethetmesinden sonra Basiyanlar serbest kalmışlar. Fakat
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
bu özgürlük pek fazla uzun sürmemiş. Kısa bir zaman sonra Kabardeylerin hakimiyetine
girmişler. Halen Kabardeylerin hakimiyeti altındadırlar. Basiyanlar, Kurgok ve Kaytuk
adlı iki Kabardey beyine bağlıdırlar. Basiyanlar her yıl vergi olarak her bir aile başına bir
koyun verirler. Basiyanlar bu vergiyi tuz, bakliyat, kurutulmuş balık, pamuk, keten, Türk
derisi ve diğer gerekli şeyleri satın almak için Kabardey ülkesine gittikleri zaman verirler.
Basiyanlar, Kabardeylerden aldıkları malları, kendi ürettikleri yün, çuha, çavdar, keçe,
tilki derisi, sülfür, barut ve diğer şeylerle değiş-tokuş ederler.
Köylülerin belli başlı bir dinî inancı yoktur. Kendi dillerinde “teyri” dedikleri bir tanrıya
inanırlar. Fakat kesinlikle bu tanrıya “Allah” demezler. Onların inancına göre “teyri” her
şeyin sahibidir ve müşfiktir. Bundan başka birde İlyas peygamberi [Elijah][5] kutsarlar.
Anlattıklarına göre, İlyas peygamber sık sık yüksek dağların tepelerinde görünürmüş.
Bu yüzden onun şerefine kuzular kesip kurban ederlermiş. Ayrıca süt, peynir, tereyağı
ve “sıra” adını verdikleri içkilerini sunarlarmış. Daha sonra şarkılar söyleyip dans
ediyorlarmış. Bunlar eskiden domuz eti yiyorlarmış. Eskiden kutsal saydıkları birtakım
ırmaklar ve ağaçlar varmış. Bilhassa bahar aylarında ağaç kesmeyi büyük uğursuzluk
sayarlarmış. Gelecekten ve gaipten haber veren kahinlere büyük hürmet gösterirler.
Diğer Tatar kabilelerinde olduğu gibi bunların kahinleri de koyunun kürek kemiğine
bakıp gelecek hakkında tahminler yaparlar. Bunların beyleri, Kabardeylerin baskısıyla
Muhammed’in dinini kabul etmişlerdir. Fakat, Karaçaylılardaki mescit ve mollalar,
Basiyanlarda yoktur. Bunların dili, Nogay Tatarlarının diline çok benzemektedir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
[s. 27] Çerkesler bunlara “Tatar Kuşha” derler. Bu ad Çerkes dilinde “Dağ Tatarı”
anlamına gelmektedir. Osetler ise bunlara “As” [Assi] derler. Bunlar değişik kabilelerin
bir araya gelip karışmasından meydana gelmişlerdir. Çoğunluğu ırmak kenarlarında
yaşamaktadır.
Karaçaylılarla ilgili anlatılan bilgiler Sachar İvanoviç Çergilov adlı bir Ermeni’nin
ağzından yazılmıştır. Bu adam şimdi Mozdok’ta yaşamaktadır. Birkaç yıl Karaçaylıların
içinde kalmış. Karaçaylıların adet, gelenek ve görenekleri hakkında bana çok şey
anlattı. Karaçaylılarla ilgili verilen bu bilgiler diğer Tatar kabileleri için de geçerlidir.
“Karaçay” kelimesi “kara çay” veya “kara dere” [black rivulet] anlamına gelmektedir.
Çerkesler bunlara “Karşaga Kuşha” derler. Mingrelyalılar ve İmeretyalılar ise “Karaçioli”
[Karatschioli] derler. Karaçaylılar, Çerkeslerin hakimiyetinde oldukları için Tatarlar
bunlara “Kara Çerkes” derler. Gürcüler orta çağda [s. 28] bunlara “Kara Ciki” [Qara
Dshiki] ve yaşadıkları ülkeye de “Kara Cigeti” [Qaradshachethi] derlerdi. Bilindiği gibi
Gürcüler eskiden Çerkeslere “Ciki” derlerdi. “Ciki” ve “Zik” [Zychi] kelimeleri eş
anlamlıdır ve Çerkesler için kullanılmıştır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Reyneggs bunlar hakkında şöyle diyor: “Küçük Kuban’da yaşayan ‘Karağay’ [Karaghay]
adlı kabile 130 aileden müteşekkildir. Bunların en yakın komşuları ‘Kılıç’ [Kilitsch] ve
‘Keç’ [Kesch] adlı kabilelerdir. Bunlar da 300 aileden müteşekkildir.” Reyneggs’in hatalı
olarak “Küçük Kuban” dediği yer aslında Yukarı Kuban’dır. “Podrobnaya Karta”da bunlar
açık bir şekilde “Karaçyagi” [Karatschjägi] adıyla gösterilmektedir.
Karaçaylıların iki büyük köyü vardır. Birinci köy Kuban ile Hurzuk ırmaklarının birleştiği
yerin sağ tarafında yer almaktadır. Bu köyde 250 hane vardır. Yukarı Kuban’ın batısında
ve Teberdi ırmağının kenarındaki ikinci köyün nüfusu ise 50 hane kadardır. İkinci köy
birincisinden daha sonraları, Kabardeylerin baskısından kaçan Karaçaylılar tarafından
kurulmuştur. Bunların ülkesine giden yol çok çetindir. Buraya yalnız atla ve Kuban ile
Baksan ırmakları takip edilerek gidilebilir. Karaçay köyünden ve Hurzuk ile Kuban
ırmaklarının birleştiği yerden 17 verst uzaklıkta taştan yapılmış bir köprü vardır.
Çerkesler bu köprüye “Mivetle miş” [Miwwetle misch] derler. Tatarlar ise “Taşköprü”
derler. Buraya Kuban ırmağının sağ tarafından gidilir. Fakat buraya arabayla gitmek
imkansızdır. Karaçay’dan Büyük Kabardey’e gitmek için ilk önce Hurzuk ırmağının
yukarı tarafına ulaşmak gerekmektedir. Daha sonra buradan Calpak sıradağları
istikametiyle Kancal dağının batısından gidilmelidir. Bu yol 60-70 verst uzunluğundadır
ve çok çetindir. Kancal dağı sivri uçlu bir kama gibi görünmektedir. Herhalde adı bundan
dolayı almıştır. Tatar dilinde “hançer” [chandshar] kelimesi sivri uçlu kama anlamına
gelmektedir. Kafkasyalıların “Kancal” adını verdiği bu dağa [s. 29] Ruslar “Kincal” derler.
Mingitav veya Elbruz dağının eteklerine kadar olan mesafe sadece 15 versttir ve yarım
günlük yoldur. Fakat bu dağın en tepesine ulaşmak mümkün değildir. Eskiden
Karaçaylılar da Malkarlı ve Çegemliler gibi putperest idiler. Fakat onların eski inançları
Muhammed’in dini karşısında varlıklarını sürdürememiştir. Karaçaylılar eskiden bolca ve
çok severek yedikleri domuz etinden şimdi çok tiksinmektedirler. Yaklaşık otuz yıldan
[1782 yılından] beri onlar İslam dinine mensupturlar. Bunlara Müslümanlığı Kabardey
mollası İshak Abuk Efendi öğretmiştir. Bunlar sadece Kuran’da emredilen şeyleri bilir ve
tatbik ederler.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Hıristiyanlık artık çok onlara yabancıdır. Çünkü Kuran’da İslam öncesi inanç ve
geleneklerin terk edilmesi emredilmiştir. Karaçaylılar yabancıların ve başka dinlere
mensup kimselerin cenazelerini köylerinden uzakta bir yere defnederler. Bunların
gömüldüğü yerde çok sayıda mezar taşı vardır. Taşların üzerinde Frank ve Katolik
simgeleri bulunmaktadır. Karaçaylılar beylerine “biy” derler. Karaçaylılarda üç tane bey
ailesi vardır. Bunlar “Kırımşavhal”, “Orusbiy” ve “Mudar” aileleridir.[6] Karaçaylı beyler
kısa bir süre için “özden” denilen asilzadelerin adamlarını ve atlarını kullanma hakkına
sahiptir.
Karaçaylılarda halkın hukuken beylere vergi verme mecburiyeti yoktur. Bunun dışında,
Karaçaylı beyler at sırtında gezmeye çıktıkları zaman asilzadeler onlara refakat etmek
zorundadırlar. Ayrıca, beylere ve beylerin misafirlerine hürmet etmek, onları ağırlamak
zorundadırlar. Karaçaylı beyler, Kabardey beylerinden güç ve destek almak için onlarla
dostluk kurmaya büyük önem verirler. Çünkü beklenmedik bazı felaketler ve saldırılar
karşısında onların himayesinde olmak büyük bir imtiyazdır. Bazı Karaçaylı aileler,
Kabardey beyleriyle olan dostluklarından dolayı daha güçlü ve önemli konumdadırlar.
Bu yüzden Abazalar ve Nogaylar, Karaçaylılara saldırmaya cesaret edemezler. Aksi
takdirde, Kabardey beyleri tarafından şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklardır.
Karaçaylılar genellikle tek kadınla evlenirler. Fakat az da olsa aralarında iki-üç tane
karısı olanlar vardır. Ancak bunlar da gayet iyi geçinmektedirler. Karaçaylı ailelerin son
derece mutlu bir hayatı vardır. Diğer dağlı kavimlerde olduğu gibi bunlarda kadına kötü
muamele yapılmaz. Bunlar karılarına son derece insanî ve sevecen davranırlar.
Karaçaylılarda kadın, kocasının bayağı bir hizmetçisi değil, aynı Avrupalılarda olduğu
gibi hayat arkadaşıdır.
Beylerin karıları, kocalarından ayrı, kendilerine özel olarak tahsis edilen evlerde
otururlar. Beylerin karıları yabancılara görünmez ve onlarla konuşmazlar. Beyler gündüz
vakti karılarıyla karışlaşmamaya, onlarla konuşmamaya özen gösterir. Beyler ancak
gece vakti olduğu zaman karılarının yanına giderler. Bu Çerkes adetleri, beylerde ve
varlıklı asilzade ailelerinde görülür. Halkın genelinde ise durum farklıdır. Koca ve karısı
birlikte yaşarlar. Kadınlar yabancıların olduğu ortamlarda bulunabilirler ve yabancılarla
konuşabilirler. Kızlar genellikle evde otururlar. Dışarıya pek az çıkarlar. Altın ve gümüş
simli iplikler yaparlar. Onların başlıca işi babalarına ve erkek kardeşlerine elbise
dikmektir.
Söz kesim veya nişan işleri pek fazla uzun sürmez. Merasimler sadedir ve kısa
zamanda yapılıverir. Fakat nikah ve düğün oldukça ileri bir tarihe ertelenir. Genellikle
nişan ile nikah arasındaki zaman dört veya altı ay kadardır. Hatta bu süre bir yıl bile
olabilir. Bu süre içerisinde delikanlı ile genç kız birbirleriyle görüşmez. Adetlere göre
nikah yapılana kadar delikanlı ile genç kızın birbiriyle görüşüp konuşması yasaktır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Zampara bir erkekle ilgili ya da evli veyahut bekar bir kadının namusuyla ilgili bir iddia
ortaya atıldığı ve aynı zamanda bu iddia köyün her tarafında duyulduğu zaman, bütün
halk köy mescidinin önünde toplanır. İtham edilen kimse de oraya getirilir. Orada hemen
bir yaşlılar mahkemesi kurulur. İtham edilen kimse burada mahkeme edilir. Bu kimsenin
suçlu olduğu sabit görülürse o kimse temelli olarak köyden kovulur. Bundan sonra o
kimse çok kötü bir duruma düşer. Onu çok zor bir hayat beklemektedir. Suçlu olduğu
kabul edilen kızın babası veya bu kimse evli bir kadın ise onun kocası suçluyu temelli
olarak evden kovar. Fakat böyle durumlarda zaten bütün aile köye rezil olduğundan aile
fertlerinin tamamı köyü terk eder. Ancak bu tür olaylar burada çok nadir görülmektedir.
Ancak, beyin bu köle kadından doğan çocuklarından başka, diğer nikahlı karısından da
çocukları varsa ve bu meşru çocuklar babalarının gayri meşru çocuklarını kendilerine
kardeş olarak kabul etmiyorlarsa, babalarından kalan mülkiyeti onlarla paylaşmak bir
tarafa, bu işin sonu meşru çocukların, gayri meşru çocukları öldürmesine kadar
gitmektedir. Fakat genel olarak durum böyle değildir. Beyin meşru çocukları, eğer
babalarının gayri meşru çocukları varsa, onları kendilerine kardeş olarak kabul ederler
ve babalarının mülkiyetinden onlara da pay verirler. Bundan sonra, adet olduğu üzere,
beyin gayri meşru çocuğu kendisini büyütüp yetiştiren fakir aileyi kendi himayesine alır
ve ölünceye kadar onlara bakar.
Karaçaylıların toprakları çok verimlidir. Buğday, arpa, darı ve yulaf çok güzel
yetişmektedir. Fakat bu toprakların genişliği sadece 8 versttir. Çevresi ormanlarla
kaplıdır. Burada “kertme” denilen yabani armut ağaçları vardır. Bundan başka kızılcık
ağaçları da vardır. Karaçaylılar kızılcık yemişini balla birlikte kaynatarak bir tür içki imal
ederler. Bu içkiyi Kabardeylere ve Türklere satarlar. Ormanlarda ayı, kurt, iki farklı cins
yaban keçisi, tavşan, vaşak ve kunduz gibi bir sürü yabani hayvan vardır. Bunların
derilerine çok değer verilir. Karaçaylılar yabancı tüccarlara ayı, tavşan, kunduz ve vaşak
derilerini satarlar. Kendileri ise yaban keçilerinin derilerinden faydalanırlar. Yaban keçisi
derisinden namazlık, kilim, çarık ve çizme gibi şeyler yaparlar. Karaçaylılar evlerinde at,
eşek, katır ve koyun beslerler. Fakat besledikleri bu hayvanlar kaliteli ve gösterişli
değildir. Bununla birlikte dağlık arazi için bu hayvanlar çok güçlü ve diridirler. [s. 33]
Karaçaylılar çok kaliteli yağ ve peynir imal ederler. Gece gündüz sürekli kefir içerler.
Haşlama et, şişte kızartılmış et ve kavurma yerler. Değişik türde ekmekler pişirirler.
Ekmeklerini her zaman külde pişirirler. Karaçaylıların “sıra” dediği biraları, Osetlerinki
gibi bütün Kafkasya’da en kaliteli içki olarak bilinmektedir. Onlar bu içkiyi arpa ve
buğdaydan imal ederler. Tütünü kendileri yetiştirirler. Yetiştirdikleri tütünün birkaç
değişik cinsi vardır. Bu tütünleri Nogaylara, Svanlara ve Yahudilere satarlar. Bundan
başka Kabardeylere ve Rusya’ya ihraç ederler.
Karaçaylılarda kan davası vardır. Biri öldürüldüğünde, onun akrabaları katili yakalayıp
cezalandırmak için ellerinden geleni yaparlar. Karaçaylıların anlayışına [s. 34] göre eğer
ölen kimsenin intikamı alınmazsa onun ruhu huzur bulamaz ve ardında kalan
akrabalarının yüreklerindeki ateş sönmez. Ancak yörenin beyi tarafları barıştırmak ve
kan davasını engellemek için büyük çaba gösterir. Taraflar arasındaki düşmanlığı sona
erdirmek için elinden geleni yapar. Bunun için inek ve koyun gibi hayvanları kurban
eder, onlar için büyük bir ziyafet verir. Bu iş genellikle olumlu bir şekilde sonuçlanır.
Katil, ölenin çocuğu yoksa veya ölen yoksul bir kimse ise ölenin en yakınına kan bedeli
olarak değerli bir hediye verir. Bu hediyenin değeri 600 gümüş rubleden fazla olmalıdır.
Karaçaylılar buna “kan bagası” derler.
Karaçaylılar casusları ve hainlik yapan kimseleri hiç sevmezler. Hainlik yapan her kim
olursa olsun; ister kendi aralarından olsun, isterse dışarıdan casusluk yapmak için gelen
yabancı bir kimse olsun, bütün halk onu yakalamak için silahlanır ve harekete geçer.
Yakaladıkları zaman da derhal ölümle cezalandırırlar. Karaçaylılar bu haini yakalayıp
öldürmeden rahat edemezler.
Önemli bir mesele olduğu zaman Karaçaylı aksakallar mescitte toplanarak konuyu
burada görüşürler. Ceza veya tazminat gibi alınan kararlar hakkında herkese yemin
ettirilir. Yemini bozan veya alınan karara uymayan kişi veya kişiler köy meclisine ceza
olarak beş ilâ on koyun öder. Eğer bir kişi yeminini herhangi bir sebepten dolayı bozmak
istiyorsa meclise gelip bunu bildirir ve cezasını önceden öder. Karaçaylıların yemin
merasimi kısaca şöyle olur; mescidin içerisinde, elinde Kuran’ı tutmuş vaziyette molla
ayakta durur, yemin edecek kimse bir elini Kuran’ın üzerine koyar ve Allah’ın adıyla
yeminini eder. Yemin merasimi böylece sona erer.
Biri öldüğü zaman kadınlar korkunç şekilde feryat ederler. Ellerini göğüslerine vururlar
ve saçlarını yolarlar. Erkekler ise cenaze kaldırırken yolda kamçılarla başlarına vururlar
ve küçük bıçaklarla kulak memelerini kesip kanatırlar. Cenazeyi gömüp mezarlıktan
döndükten sonra acılarını dindirmek ve üzüntülerini hafifletmek için içki içerler.
Karaçaylılar fala inanırlar. Diğer dağlı kavimler gibi batıl inançları kuvvetlidir.
Karaçaylıların değişik batıl inançları vardır. Mesela birisi atla seyahate çıkacak olursa
veya ava gidecek olursa onun heybesine çakıl taşı, fasulye, arpa, buğday vs. gibi kırk
bir tane küçük şeyler koyarlar. Küçük çakıl taşlarıyla, fasulye veya arpa taneleriyle fal
bakarlar. Bu taneleri belli bir düzene göre gruplar halinde dizerler ve buna göre
yolculuğun nasıl geçeği hakkında bazı tahminler yürütürler. Fakat şimdi böyle şeylere
pek inanmıyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse buralarda yaşayan diğer dağlı
kavimler gibi bunlar da çok cahildirler.
Karaçaylılar tuhaf hikayeler anlatmayı ve dinlemeyi çok severler. Şimdi burada onların
bu tuhaf hikayelerinden bir örnek vereceğim. Karaçaylılar yaşadıkları yere yakın bir
ormanın içinde uzun saçlı dişi bir cinin yaşadığına inanırlar. [s. 36] Buna kendi dillerinde
“almastı” diyorlar. Köylülerden biri bundan yirmi beş yıl önce bu cini yakalayıp evine
getirmiş. Cinin saçlarından bir tel koparıp bunu derin bir yere gömmüş. Böylece bu cin o
adamın kölesi olmuş. Bir gün adam cine “boza”[8] hazırlamasını buyurmuş. Cin ateşe
kazan koyup boza hazırlamaya başlamış. Bozanın hazır olmasına yakın bir vakit evin
sakinleri evden bahçeye çıkmışlar. Fakat iki çocuk evin içerisinde kalmış. Çocukların
karnı acıkmış ve cinden yiyecek bir şeyler istemişler. Cin de çocuklara, siz benim
saçımın telininin nerede olduğunu söylerseniz ben de size yiyecek veririm demiş.
Çocuklar, saç telinin nerede olduğunu cine söylemişler. Cin hemen saç telini bulup
almış. Böylece o adamın kölesi olmaktan kurtulmuş. Daha sonra da adamın iki
çocuğunu içerisinde boza kaynayan kazana atıp ormana kaçmış. Karaçaylılar bu cinin
hâlâ ormanda yaşadığına inanmaktadırlar.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Karaçaylılar, Kuran’da belirtilen emir ve yasaklara büyük önem verirler. Günlük ibadet
ve dualarını ihmal etmezler. Oruç tutmamayı büyük günah sayarlar. Günde beş vakit
namaz kılmayan kimselere hoş bakmazlar. Kafkasyalı diğer kavimler gibi Karaçaylılar
da sünnîdirler. Ali’nin yolunu tutanları sevmezler. Karaçaylılar eskiden domuz ve yaban
domuzu eti yiyorlarmış. Fakat şimdi domuzdan çok tiksinmektedirler. Haram saydıkları
için domuz eti yemezler.
Karaçaylılar tez canlı insanlardır. Son derece ateşli bir mizaca sahiptirler. En küçük ve
önemsiz bir şeye dahi hemen öfkelenirler. Fakat kısa bir süre sonra da yanlış
yaptıklarını anlayarak bundan pişmanlık duyarlar. Karaçaylılar hiç şüphesiz
Kafkasya’nın en medenî halkıdır. Kafkasyalı diğer kavimlere göre daha nazik ve
hatırşinastırlar. Beylerine çok değer verirler. Karaçaylılar, Kabardey beylerine bağlı
olduklarından onların buyruklarını yerine getirmek ve koydukları kurallara uymak
zorundadırlar. Karaçaylılar fakirlere karşı çok cömerttirler. Varlıklı kişiler, fakirleri hor
görmez, bilakis onlara hediyeler verir, çeşitli sıkıntılarına yardımcı olurlar. Mesela zengin
kimseler fakirlere öküzlerini on günlüğüne karşılıksız ödünç verirler. Fakirlere iş verip
onlara emeklerinin hakkını verirler. Böylelikle fakirlerin geçim sıkıntılarını düzeltmeye
çalışırlar.
Karaçaylılar sabır gerektiren zor işleri sevmezler. Tüfek, kılıç ve kama gibi silahları
Çerkeslerden, Sohum-Kala’dan ve Abazalardan satın alırlar. Karaçaylıların
topraklarında tuz ve demir yoktur. Kurşun ve diğer maden ihtiyaçlarını Nogaylardan ve
Çerkeslerden satın alırlar. Kış mevsimi için et stoklarının hazırlandığı zaman, etleri
tuzlamak için Hurzuk köyüne yakın bir ırmaktan tuz çıkarırlar. Yemeklerinde de bu
ırmaktan çıkardıkları tuzu kullanırlar. Karaçaylılarda “boza” ve “sıra” adı verilen biradan
başka alkollü içecek çeşidi [s. 37] yoktur. Bunlarında dışında buğday ve arpadan çok
sert bir içki daha imal ederler. Fakat bunu çok az içerler. Çünkü sarhoş edici içkiler
Kuran’da yasaklanmıştır. Karaçaylılar içkiyi genellikle kış mevsimi için hazırlarlar.
Karaçaylılar arıcılık yapmaz. Bunun için balları yoktur. Bal arıları için Karaçaylıların
ülkesi kış mevsiminde çok soğuktur. Karaçaylılar bal ihtiyaçlarını Kabardeylerden
karşılamaktadırlar. Karaçaylılar bal ile kızılcık yemişini kaynatarak bir tür içki imal
ederler. Balı sadece bu iş için kullanırlar. Karaçaylılar barut ve kükürdü kendi
topraklarındaki dağlardan çıkararak imal ederler. Çerkesler gibi yayla ağıllarında koyun
gübresini elemekle uğraşmazlar. Karaçaylıların barutu ince ve kalitelidir.
Karaçaylılar imal ettikleri şal, keçe ve “küyüz” dedikleri halı, kürk, başlık vs. gibi şeylerin
bir kısmını İmeretyalılara ve Sohum-Kala’daki Türklere satarlar. Sohum-Kala’da
Türklerin bir kalesi vardır. Bu kalenin içinde çok sayıda dükkan vardır. Batı Kafkasya’da
yaşayan kavimler mallarını burada iyi satarlar. Karaçaylılar buradan pamuklu kumaş,
ipekli kumaş, iğne, oymak, pipo, Türk tütünü, vizon derisi satın alırlar. Kabardey
üzerinden Rusya ile ticaretleri azdır. Genel olarak kendilerinde bulunmayan tuz gibi
zorunlu ihtiyaçlarını ithal ederler. Türkler sürekli olarak İstanbul’dan deniz yoluyla
Kafkasya’ya hayvan getirdikleri için Karaçaylıların burada sattıkları hayvanlar ve hayvan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Karaçaylılar ile Svanların ticaret ilişkileri oldukça ileri seviyededir. Karaçaylılar genellikle
Svanlara kükürt ve kurşun satarlar. Karaçaylılar ve Basiyanlar [Malkarlılar], Svanlara
“Ebze” derler. Karaçay topraklarının güneybatısında 6 Alman mili uzaklıkta Cumantav
[Dshumantaw] adında bir dağ vardır. Bu dağın eteklerinde Svan köyleri vardır. Bu dağ
ile Elbruz dağı arasında ve batı tarafta dar bir vadi içerisinde Teberdi adında küçük bir
ırmak akar. Bu ırmak yukarı, karlı dağlara doğru yol alır gider. Bu ırmağın gittiği yolla
Kafkasya’nın aşağısına, “Zcheniss-tzqali” ırmağı kıyılarına varılır. Buradan da İmeretya
ve Mingrelya’ya çıkılır. Bu vadi bir çok yerde çok daralmaktadır. Çevresi kayalıklarla
çevrilmiştir. Güneyde İmeretya’ya giderken vadinin genişliği 800 kulaç kadar olmaktadır.
Buradan doğu tarafına giderken “Kemme” adında bir köye gelinir. Bu köy İmeretya’nın
en ücra yeri sayılmaktadır. Bu köyde taşlardan inşa edilmiş 40 tane ev vardır. Eskiden
bu köyün girişinde büyük bir sur varmış. Köylülerin anlattığına göre bazı yerlerde bu
surun kalıntıları duruyormuş. Köylüler bu surların kalın demir sütunlarla inşa edildiğini
söylediler. Bu yol korunaklı olduğundan herhalde bu yerin adı Demir-Kapı olmalıdır. [s.
38] Dağlara doğru giderken dar vadilerde yaşayan Svanların ülkesinde de bu surların
kalıntılarına rast gelinmektedir. Papaz Lamberti’nin söylediğine göre bundan 150 yıl
önce Mingrelya’nın kuzeyine Kafkasyalı kavimlerin saldırılarından korunmak için 60
fersah uzunluğunda taştan surlar inşa edilmiştir. Reineggs’in tahminlerine göre, daha
önce bahsetmiş olduğum Cumantav ile Elbruz dağı arasındaki vadi, Plinus’un “Kuman
Kapısı” [Porta Cumana] dediği yerdir. Fakat bu mesele tam olarak açıklığa
kavuşturulmamıştır. Onun söylediğine göre Hazar Kapıları [Kaspian Gates] olduğu
yerde taşlardan inşa edilmiş bir kale vardır ve bu kalenin adı da “Kumania”dır. Fakat
burada önemle bir şeyi vurgulamak gerekir ki, Reyneggs’in “Kuman Kapısı” şeklindeki
tahmini onun en büyük yanlışlarından biridir. Çünkü antik çağ yazarları bu konuda tek
bir kelime dahi yazmamışlardır.
Karaçaylıların bazı bey aileleri ve bu ailelere mensup şahısların adları şöyledir: [9]
1. Kırımşavhal ailesi: Biynöger oğlu Gilaksan, Gilaksan oğlu Aslanbek, Gilaksan oğlu
Kara, Açahmat oğlu İslam, Küçük oğlu Misost, Küçük oğlu Kaziy, Küçük oğlu İslam,
Mudar oğlu Biynöger, Mudar oğlu Misost, Mudar oğlu Açahmat.
5. Dotta ailesi-I: Umar, Osman, Kırımşavhal 6. Koçhar ailesi: Murtaza, Osman, Umar,
Kerim.
[s. 39] Orusbiy kabilesi de Karaçaylılardan sayılır. Orusbiy kabilesi, Calpak dağlarının
eteklerinde ve Baksan vadisinde yaşamaktadır. Orusbiy kabilesinin nüfusu yaklaşık 150
ailedir. Kabardey beyi Misost’a bağlıdırlar. Orusbiy kabilesinin topraklarında Orusbiy
ailesinden başka Karaçaylıların köklü ailelerine mensup aileler, Derbent’ten gelmiş bir
aile ve Enderey [Endery] tarafından gelen iki-üç aile yaşamaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Orusbiy Ailesi
Karaçaylıların doğu tarafında, koyu renkli dağların eteklerinde, Baksan vadisinde Tatar
kabileleri yaşamaktadır. Baksan ırmağının yukarısında “Kulkucin” [Kulkudshin] deresi
vardır. Burada tuzlu bir göl vardır. Kış mevsiminde buradan tuz elde edilir. Burada
yaşayan Tatar kabilesine Çerkesler “Çerige” derler. Bunlar Çegemliler veya
Çerigelilerdir. Çerkesler bunlara “Çegem-Kuşha” derler. Bunlar 400 aileden
müteşekkildir. Çegem ve Şavdan ırmaklarından Baksan vadisine kadar uzanan yüksek
ve karlı dağlarda yaşarlar. Bunlarda toplum yapısı “biy”, “özden” ve “çagar” şeklide üç
sınıfa ayrılmıştır. Çagar adı verilenler, beylere bağlı yaşarlar ve onların işlerini yaparlar.
Fakat hepsi de komşu Kabardey [s. 40] beylerine tabidirler. Eskiden beri belli aralıklarla
Kabardey beylerine vergi vermektedirler. Kabardey beyleri bu vergiyi almak için fırsat
buldukça onlara baskı uygulamaktadırlar.
Çegemliler toprağı işleyip buğday, arpa ve darı yetiştirirler. Mükemmel kalitede bira imal
ederler. Çok sayıda hayvan ve at sürüleri vardır. Atları küçük fakat çok ağır eşyaları
dahi taşıyabilecek kadar dayanıklıdır ve dağlarda seyahat etmek için kullanışlıdır.
Çegemliler bu atları Mingrelya ve İmeretyalılara satarlar. Ayrıca bunların tuhaf bir cinste
katırları da vardır. Bunlara “kara katır” denilmektedir. Attan biraz küçük olan bu katırlara
Gürcistan’da bile çok değer verilmektedir. Çegemliler çok kaliteli bal imal etmektedirler.
İyi cins büyük baş hayvanları vardır. Fakat Çerkeslere vergi olarak bunları
verdiklerinden büyük baş hayvanlarının sayısı azalmıştır. Çerkeslerin uzun zamandır
var olan baskısı ve yakın zamanda da Rusların gelip buralara hakim olmasıyla
Çegemlilerin durumu büsbütün kötüleşmiştir. Bütün bunlara karşı direnme gücüne
henüz sahip değildirler.
2. Çegem: Aynı adı taşıyan ırmağın sağ tarafındadır. Yukarıda bahsedilen yerin tam
karşısındadır.
3. Tabenincik [Tabenindshik].
5. Orsundak.
6. Mimula [Mimula]: Çegem’in sağ tarafındadır. Sol tarafta fazla uzakta olmayan
Şavdan’ı da içine almaktadır.
[s. 41] 8. Çerlige [Tscherliche]: Şavdan ırmağının her iki kıyısındadır. Bu ırmağın
kaynağı karlı dağlardan fazla uzakta değildir.
11. Kam [Kam]: Şavdan ırmağının her iki kıyısındadır. Doğrudan Çegem’in sol tarafına
girer.
Şavdan ırmağının aktığı vadide demir cevheri vardır. Buranın sakinleri bu cevheri işleyip
demir elde ederler. Ayrıca, “Korgaşintaw” [Ckargadshei-taw] denilen dağda kurşun
cevheri vardır. Bu dağın adı “Kurşun Dağı” [Lead-mountain] anlamına gelmektedir.
Onlar buradan kurşun çıkarırlar. Ayrıca onlar barut imal ederek satmaktadırlar.
Çerkesler, Balkarlara “Balkar-Kuşha” derler. Gürcüler ise “Basiyan” derler. Kendileri ise
“Malkar Avul” derler. Bu “Malkar Köyü” demektir. Onların nüfusu 1200 aileden fazladır.
Çerek, Psigon-suv, Aruvan veya Argudan adlı ırmakların kenarlarında bir kısmı dağınık
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
ve küçük köylerde, bir kısmı da toplu ve büyük köylerde yaşarlar. Yukarı Mişçik’teki
[Upper Mischdshigk] Bızıngılılar da Malkarlılardan sayılır. Burası Çegem’in sol
tarafındaki arazidedir.
[s. 42] 1. Ullu-Malkar: “Büyük Malkar” anlamına gelir. Küçük Psigon-suv ırmağı
üzerindedir. Burası en büyük köydür. Basiyat ailesi de burada oturur. Bu köyde yaklaşık
180 hane vardır.
3. Kurdayra [Churdaira].
6. Işkantı.
7. Açalga [Adshalga].
9. Bızıngı: Aynı adı taşıyan vadide kurulmuş bir köydür. Çerek ile Mişçik [Missdschigk]
ırmakları arasındadır. Aşağı Bızıngı, Kara-suv deresi, Çerek’in sol tarafına
dökülmektedir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
10. Holam: Çerek ırmağının batı kıyısındadır. Çerek ırmağı büyük ve temiz bir ırmaktır.
Yüksek dağlardan doğmaktadır. Irmağın suları batı kıyılarında azalmaktadır. Bu ırmağın
suyu son derece berrak ve temizdir. Fakat tuzlu ve acıdır. Çerkesler bu ırmağın bu
kısmına “Çerek-Jana” derler. Bu kelime “Çerek’in Anası” anlamına gelmektedir. Biraz
ötede, yalçın kayalıkların bulunduğu tepelerin yanında, Çerek ırmağı üzerine bir köprü
inşa edilmiştir. Bu köprü vasıtasıyla Malkar topraklarından Kabardey ülkesine gidilir.
Holam köyünde Svan aileleri de yaşamaktadır. Bunlar İmeretya tarzı elbiseler giyerler.
Kendilerine “Svani” [Ssoni] demektedirler.
Dipnotlar
[1] Prof. Dr. Hasan Eren., Türklük Bilimi Sözlüğü: I. Yabancı Türkologlar, TDK Yayınları,
Ankara, 1998, s. 190-191; Hartmut Walravens, Julius Klaproth [1783-1835] Leben und
Werk, Wiesbaden, 1999, s. 20-27; Aydın O. Erkan., Tarih Boyunca Kafkasya,
Çiviyazıları Yayınları, İstanbul, 1999, s. 44.
[2] Julius von Klaproth, Travels in the Caucuasus and Georgia, translated from the
German by F. Shoberl, London, 1814, s. 280-298; Jules Klaproth, Voyage au mont
Caucase et en Georgie, Paris, 1823, s. 273-214.
[3] Çerkes dilinde “kuşha” kelimesi “dağ”, “dağlı” anlamlarına gelmektedir. Buna paralel
olarak “Tatar Kuşha” kelimesi “Dağ Tatarı” veya “Dağlı Tatar” şeklinde açıklanabilir.
[4] Julius von Klaproth burada hatalı bilgi vermektedir. Malkar Türklerinin etnik oluşum
hikayelerine göre; Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı şehrin hükümdarı “Canıbek
Han”ın “Basiyat” ve “Badinat” adında iki oğlu varmış. Bu iki kardeş ordularıyla gelerek
Prens Misak’ın yönetimindeki Malkar ülkesini zaptetmişler, Çerek ve Holam ırmakları
arasındaki bütün toprakların hakimi olmuşlar. Daha sonra bu iki kardeş kendi aralarında
toprak paylaşımı yapmışlar. Badinat payına düşen Digor [Kuzey Osetya] topraklarının
hükümdarı olarak buraya yerleşmiş. Badinat’ın yedi oğlu olmuş. Bunların adı: Çegem,
Karacav, Koban, Abisal, Tuvgan, Kubadiy ve Betuy’dur. Badinat’ın oğulları Digor prens
ailelerinin soy atalarıdır. Ayrıca, Digor hakimi Badinat’ın karısı da Karaçaylıların
Kırımşavhal ailesine mensuptur. Basiyat adlı kardeşin payına ise Malkar toprakları
düşmüş. Basiyat’ın dört oğlu olmuş. Bunların adı: Abay, Aydabol, Canhot ve Şahan’dır.
Bunlar da aynı şekilde Malkar prens ailelerinin soy atalarıdır. Anlaşılacağı üzere, Malkar
ve Digor prens ailelerinin soy ataları Oset değil, Macar şehrinin hükümdarı Canıbek
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
[6] Julius von Klaproth’un yukarıda söylediği Karaçaylıların eski bey aileleri dışında
“Duda” ve “Karabaş” gibi başka bey aileleri de olmuştur. Ayrıca, Julius von Klaproth’un
söylediği “Orusbiy” ailesi Karaçaylı değil, Bızıngı vadisinden Baksan vadisine gelip
yerleşen bir bey ailesidir.
[7] Julius von Klaproth burada hatalı bilgi vermektedir. Daha ileride bizzat kendisi
tarafından açıklandığı üzere, “kan bedeli” [kan bagası] şeklindeki terim; bir kimsenin,
birini öldürdüğü zaman, ölenin yakınlarına ödediği belirli bir para veya bunun karşılığı bir
maldır. Yani başlık parasıyla bir ilgisi yoktur. Karaçay-Malkar Türkçesinde başlık parası
için “qalım”, “qalın” ve “süt bagası” terimleri kullanılır.
[8] Arpa, darı veya mısırdan yapılan bira cinsinden hafif alkollü bir içki.[9] Julius von
Klaproth’un bey aileleri diye verdiği aile adlarından sadece birinci sıradaki Kırımşavhal
ailesi bey ailesidir. Bunun dışında diğer ailelerin hepsi özden [asilzade, ikinci derecedeki
soylu] ailelerdir. Ancak, ikinci derecedeki soylu ailelerin içinden bey aileleri kadar zengin
ve hatta beylerden daha zengin aileler çıkmıştır.
________________________________________________
KARAÇAY-MALKAR EDEBİYATI
Adilhan Adiloğlu
Çarşamba, 17 Mayıs 2006 13:33
Yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamakla birlikte köklü ve zengin bir halk
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
[s. 132] Yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamakla birlikte köklü ve zengin bir halk
edebiyatına sahip olan Karaçay-Malkar Türklerinin edebiyatını genel olarak “Sözlü
Edebiyat” ve “Yazılı Edebiyat” şeklinde iki ana bölümde incelemek mümkündür.
A. Sözlü Edebiyat
1. Mitoloji
Karaçay-Malkar Türkleri, XVIII. yüzyıl ortalarında İslam dinini kabul edene kadar, pagan-
şaman inançlarını devam ettirmişler ve buna bağlı olarak birtakım tanrı ve tanrıçalara
inanmışlardır. İslam öncesi bu inanç kültür dönemine ait sözlü edebiyat ürünlerinin
büyük bir kısmı, Karaçay-Malkar Türkçesinde genel olarak “cır” adı verilen destan ve
halk şarkılarıyla günümüze kadar yaşatılarak korunmuştur. Sözgelimi; Teyri, Çoppa,
Erirey, Gutan, Gollu, Dolay, İnay, Apsatı ve Biynöger gibi mitolojik halk şarkılarının
hepsi Karaçay-Malkar Türklerinin İslam öncesi pagan-şaman kültürünün ürünleridir.
Karaçay-Malkar Türkleri eski inançlarına göre “Teyri” [Tanrı] adını verdikleri ilahın bütün
kainatı ve dünyayı yarattığına inanırlardı. Her türlü dert ve sıkıntılarının giderilmesi için
ona dualar ederler, dilekler dilerlerdi.[1] Karaçay-Malkar Türkleri, “Teyri”den sonra en
fazla hürmeti “Çoppa” adlı bir tanrıya gösterirler ve onun [s. 133] için dinî törenler
yaparlardı. Sözgelimi, eski Karaçay köylerinden biri olan Uçkulan köyünde bütün halk
kutsal saydıkları “Çoppa-Taş” [Çoppa’nın Taşı] adını verdikleri büyük bir kayanın
çevresinde toplanır, Çoppa’nın şerefine çeşitli hayvanlar kurban eder, şölenler verir ve
en sonunda herkes Çoppa-Taş’ın etrafında el ele tutuşup birtakım dinî danslar
yaparlardı. Törenlerin sonunda Çoppa’dan; inek ve koyun gibi besledikleri hayvanlarının
ürünlerinin bol ve bereketli olmasını, vahşi hayvanların saldırılarından korumasını;
ekinlerin iyi yetişmesi için yağmur, başakların olgunlaşması için güneş; çocuğu olmayan
kadınlar da çocuk dilerlerdi.[2]
Karaçay-Malkar Türklerinin eski kültüründe bir de geyik ve dağ keçisi cinsinden yabanî
hayvanları koruyan “Apsatı” adında bir tanrı inanışı vardır. Bu inanışa göre, Apsatı
beyaz bir dağ keçisi şeklinde tasavvur edilirdi. Apsatı, koruyucusu olduğu hayvanların
kendisinden izinsiz olarak avcılar tarafından avlanmalarına müsaade etmezdi. Bunun
aksini yapan avcılar, Apsatı tarafından lanetlenerek büyük felaketlere uğrarlardı.
Sözgelimi “Biynöger” adlı [s. 134] destanda, Apsatı ve kızı Fatima tarafından
lanetlenerek felakete uğrayan bir avcının hikayesi konu edilmektedir. Biynöger’in
ağabeyi ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Onun iyileşmesi için dişi bir geyiğin sütü
gerekmektedir. Biynöger bu yüzden dağlarda dişi bir geyik aramaya başlar. Bir süre
sonra aradığı dişi geyiği bulur ve günlerce onun peşinden dolaşır. Biynöger dişi geyiğin
peşinden dolaşırken her nasılsa kendisini yalçın kayalıkların tepesinde bulur. Yalçın
kayalıklardan aşağıya inmek mümkün değildir. Biynöger’in günlerce arkasından koştuğu
dişi geyik aslında Apsatı’nın kızı Fatima’dır ve Biynöger’i lanetlemiştir. Aşağıya inmenin
imkanı olmadığını anlayan Biynöger on beş gün boyunca yalçın kayalıkların tepesinde
aç ve susuz yaşamaya çalışır. Fakat Biynöger daha fazla dayanamaz ve karısının da
telkinleriyle kendisini kayalıklardan uçuruma atar. Sonuç olarak Biynöger, Apsatı’nın kızı
Fatima’nın lanetine uğramış ve bunca avladığı geyiklerin bedelini hayatıyla ödemiştir.
Ayrıca, Apsatı inancı; Osetlerde “Afsatı”, Gürcü-Svanlarda “Apsat”, Abhazlarda
“Ajveypşaa”, Adigelerde “Mezitha” ve Çeçen-İnguşlarda “Elta” şeklinde diğer Kafkas
halklarının kültüründe de yer almaktadır.[4]
Nart Destanları
Kuzey Kafkasya halklarının ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart destanları, Karaçay-
Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yere sahiptir. Karaçay-Malkar Nart
destanları tarih öncesi tanrı, yarı tanrı ve insan üstü kahramanlarla ilgili olağan üstü
olayları anlatan, uzun soluklu ve geniş oylumlu destanlardır. Bunların bir kısmı zamanla
şiir biçimini kaybederek düzyazıya, efsane-hikaye biçimine dönüşmüştür. Kafkas
halklarının hemen hepsinin halk edebiyatında yer alan Nart destanları birçok yönden
birbirlerine [s. 135] benzemekle birlikte, aralarında bazı farklılıklar göstermekte, her
halkın kendisine has millî vasıfları arz etmektedir. Sözgelimi, Abhaz ve Adigelerin Nart
destanları daha çok eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Malkar
Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisine daha yakındır.
Karaçay-Malkar Nart destanları ilk önce evrenin ve Nartların yaratılışını anlatan bir
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
efsaneyle başlar. Buna göre; Güneş tanrısı güneşi, Yer tanrısı da yeri yaratmıştır. Gök
ve yer yaratıldıktan sonra ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İlk insanlar Nartlar imiş.
Tanrılar ilk olarak Nartların demircisi Debet’i yaratmışlardır. Debet, Gök tanrısı ile Yer
tanrısının birleşmesinden doğmuştur. Debet’in kalbi ve kanı ateşten yaratılmıştır. Debet
sadece ilk Nart kahramanı değil, aynı zamanda Nartların hem ilk demircisi, hem de ilk
öğretmenidir. Debet, demir ve diğer madenlerini hiçbir alet kullanmadan çıplak elleriyle
kolayca işleyebilmektedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Debet’in ölmediği, gökte,
tanrıların katında hala yaşadığı ve demircilik yaptığı anlatılır.
Nart Alavgan, Debet’in on dokuz oğlundan en büyük olanıdır. Debet, oğullarının hepsini
evlendirmiş ancak evlendirme işine en küçük oğlundan başlamak zorunda kalmıştır.
Çünkü en büyük oğlu olan Nart Alavgan dev gibi iri yapılı biri olduğu için, Nart kızları
arasından uygun bir eş bulunamamıştır. Bu yüzden Alavgan, dev kadınlarından biriyle
evlenmek zorunda kalmıştır. Alavgan’ın oğlu Nart Şavay [veya Karaşavay] birtakım
doğa üstü yeteneklere sahiptir. Sözgelimi, havayı istediği zaman soğuğa veya sıcağa
çevirebilmekte, ayrıca istediği kılığa girebilmekte ve görünüşünü değiştirebilmektedir.
Şavay’ın can yoldaşı olan atı “Gemuda” ise bir deniz atıdır. Yani denizin derinliklerinden
gelmiştir. Kulaklarının arkasında balıklarda olduğu gibi solungaçlar vardır.[5]
“Açey oğlu Açemez” destanında, Kafkasya’ya sefere çıkan Kırım Hanı’nın haraç
toplamak ve dinlenmek için Karaçay-Malkar topraklarında konaklaması, daha sonra
Kırım Hanı’nın burada Açey oğlu Açemez’den güzelliği dillere destan olan karısını bir
geceliğine istemesi konu edilmekte, Kırım Hanı ile Açemez arasındaki karşılıklı
münakaşadan sonra, Açemez’in namusunu korumak için Kırım Hanı’nı öldürmesi
anlatılmaktadır.[6]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
“Hasavka” ve “Bagatır oğlu Umar” adlı destanlarda, 1828 yılında General Emanuel
komutasındaki Çarlık Rusyası ordularının Karaçay topraklarını işgali anlatılmaktadır.
Hasavka destanında, Karaçaylıların ellerindeki eski ve ilkel silahlarla, modern savaş
aletleriyle donanımlı Rus ordusuna karşı vatanlarını canla başla savunmaları
anlatılmaktadır. Bagatır oğlu Umar destanında ise aynı şekilde Hasavka savaşı
anlatılmakta ve Umar adlı yiğit bir Karaçaylının savaş sırasında gösterdiği
kahramanlıklar dile getirilmektedir.[7]
Karaçay-Malkar halk edebiyatında “süymeklik cır” adı verilen aşk şarkıları geniş bir yer
tutmaktadır. Konuları genellikle; sevgilinin güzelliği, karşılıksız aşk, vs.dir. Çeşitli
engeller nedeniyle iki sevgilinin birbirine kavuşamaması ve ölüm gibi kötü bir sonla
bitmesi konular ise daha çok ağıt türü halk şarkılarına girmektedir. Karaçay-Malkar halk
edebiyatındaki aşk konulu eski halk şarkılarına “Aycayak”, “Aktamak” ve “Kemishan”
adlı şarkıları örnek olarak verebiliriz.
“Aktamak” adlı halk şarkısını, sözlü-halk edebiyatı döneminin son temsilcisi olan Unuh
oğlu İsmail Semen [1891-1981], İja sülalesinden Yakup kızı Aktamak [asıl adı Anisat]
için yapmıştır. İsmail Semen daha küçük yaşta iken bir düğünde görüp beğendiği Anisat
adında bir kıza aşık olur. Yıllar geçtikçe, yüreğinde Anisat’a duyduğu aşk da
büyümektedir. İsmail Semen nihayet sevdiği kız için bir şarkı yapar. Şarkının adına
“beyaz boyunlu” anlamına gelen “Aktamak” adını verir. Bu aynı zamanda, Anisat’a
verdiği takma addır. Sonunda, birbirlerini seven İsmail ile Anisat evlenerek mutlu sona
kavuşmuşlardır. Aktamak adlı şarkı bütün Karaçaylılar tarafından çok sevilmiş, dilden
dile dolaşarak bir halk şarkısı haline gelmiştir. Şarkı oldukça uzun olup iki bin dörtlükten
fazladır.[11]
Karaçay-Malkar halk edebiyatında, aşk konulu halk şarkılarından başka, bir de “iynar”
adı verilen maniler vardır. Bu manilerin, Anadolu’da söylenen manilerden bir farkı
yoktur. Genellikle birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir. İlk iki mısra ile son iki
[s. 139] mısra arasında anlam bütünlüğü yoktur. Konuları genellikle aşk üzerinedir.
4. Ağıtlar
durum için ağıt türünde bir halk şarkısı yapmışlardır. Karaçay-Malkar ağıtları; savaşta
şehit olan yiğitler, salgın hastalıklar sebebiyle baş gösteren toplu ölümler, haksızlık ve
tertip sonucu öldürülen yiğit gençler, birbirlerine kavuşamayıp ölen sevgililer, vb. gibi
çok çeşitli konuları kapsamaktadır. “Gapalav”, “Kanamat”, “Akbiyçe ile Ramazan” ve
“Zariyat” gibi ağıt türündeki halk şarkıları, Karaçay-Malkar ağıtlarından sadece birkaç
örnektir.
“Kanamat” adlı ağıtta, Töben Teberdi [Sıntı] köyünde Ebze sülalesine mensup Aliy oğlu
Kanamat’ın 1886-1893 yılları arasında başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Töben
Teberdi köyünün muhtarı Cavba oğlu Tokmak, Çarlık Rusyası yönetimine şirin
görünmek için suçsuz yere Kanamat’ı tutuklatarak hapse attırır. Ancak, Kanamat kısa
bir süre sonra bir yolunu bulup hapisten kaçmayı başarır ve dağlara çıkar. Kanamat yedi
yıl boyunca dağlarda perişan bir şekilde dolaştıktan sonra bu şekilde yaşamanın bir
sonu olmayacağını düşünerek Karaçay’dan temelli gitmeye karar verir. Gerekli kağıtları
hazırlatmak üzere, o dönemde Karaçay’ın merkezi konumunda olan Uçkulan köyüne
gider. Fakat, Uçkulan köyünün ileri gelenleri birtakım hilelerle Kanamat’ı yakalamak için
pusu kurarlar. Kanamat epey bir zaman teslim olmamak için direnir fakat sayıca fazla
olan muhafızlar tarafından öldürülmekten kurtulamaz. Kanamat’ın haksız yere
tutuklanması, yedi yıl boyunca dağlarda kaçarak yaşaması ve nihayetinde pusu
kurularak öldürülmesine Karaçay halkı çok üzülmüş ve onun adına bir ağıt
yapmıştır.[12]
5. Dua-Dilek ve Beddua
[s. 140] Karaçay-Malkar halk edebiyatında “algış” adı verilen dua-dilekler; eski inanç,
sihir ve büyüden birtakım unsurlar alarak beslenen ve birtakım müspet ve menfi
hükümler bildiren, şiir biçiminde ve kafiyeli, bazıları uzun, bazıları ise kısa olan sözlü
gelenek ürünleridir. Karaçay-Malkar halk edebiyatında; düğün gibi insanların sevinçli ve
mutlu olduğu ortamlarda, sağlık veya hastalık durumunda, yağmurun yağmasında,
mahsulün bereketli olmasında, kısacası doğumdan ölüme kadar olup biten bütün her
şey için söylenen bir dua-dilek vardır. Bunun dışında, “kargış” adı verilen beddualarda
ise; genel olarak kişinin kendisine veya yakınlarına zararı dokunan bir kişiye veya
kişilere şiddetli bir şekilde bela okuması veya lanet etmesi anlatılır.
6. Nükteler ve Hicivler
Karaçay-Malkar halk edebiyatında “çam-cır” adı verilen nükteli halk şarkıları ile “seleke”
adı verilen hicivlerin önemli bir yeri vardır. Bu tür halk şarkılarında genellikle kişilerin
yaptığı birtakım hal ve hareketleri kimi zaman şakayla karışık, komik bir şekilde; kimi
zaman da sert ve olumsuz bir şekilde hicvedilerek anlatılmaktadır. Konuları genellikle;
idare edenler ile idare edilenler arasındaki sosyal ve ekonomik çatışmalar, kişilerin
birtakım uygunsuz davranış ve tavırları, dinî inanç ve adetler ile birtakım yasak
davranışlar vs. hakkındadır. Nükteli halk şarkılarına örnek olarak “Cörme”, “Bayçoralanı
Kara-Caş” ve “Tav Kışlıkla” adlı şarkıları gösterebiliriz.[13] Meşhur halk şairi Kalay oğlu
Appa’nın şiirleri, Karaçay-Malkar hiciv ürünlerinin en güzel örneklerini teşkil etmektedir.
7. Nasreddin Hoca
konuşulduğu [s. 141] coğrafyada değil, Türklerle uzaktan yakından ilişki kurmuş birçok
milletlerin kültüründe de yer almaktadır. Karaçay-Malkar halk edebiyatında “Nasra
Hoca” adıyla bilinen Nasreddin Hoca’nın fıkraları, Türkiye’deki Nasreddin Hoca
fıkralarıyla hemen hemen aynıdır. Birtakım esprilerin altında yatan bilgeliği ve pratik
zekası ile korkusuz kişiliği ve hazırcevaplığıyla çıkar karşımıza. Karaçay-Malkar halk
edebiyatındaki Nasra Hoca’nın fıkralarından bir örnek verelim; “Adamın biri Nasreddin
Hoca’nın omzuna dokunup: Hoca görüyor musun, börekleri götürüyorlar demiş. Hoca,
adama: Bana ne fayda? diye cevap vermiş. Adam: Börekleri sizin eve götürüyorlar
deyince bu sefer Hoca: Peki o zaman sana ne fayda? demiş.”[14]
Kaşgarlı Mahmut’ta ninni sözüne karşılık olarak “balu-balu” şeklinde geçen, Karaçay-
Malkar Türkçesinde “bellaw” ve “beşik cır” adı verilen ninniler ile “sabiy cır” adı verilen
çocuk şarkılarının Karaçay-Malkar halk edebiyatında önemli bir yeri vardır. Eski
Karaçay-Malkar toplumunda çocukların yetiştirilmesine ayrı bir önem verilmiştir. Daha
çok küçük yaşlardan itibaren toplumun adet ve gelenekleri öğretilir, adetler gereği
çocuklar genellikle dede ve neneler tarafından yetiştirilirdi. Dede ve nenelerin torunları
için söyledikleri çocuk şarkıları vardır. Bunlar genellikle çocuklar oynatılırken söylenirdi.
Sözgelimi; Bara-bara baz tabdım, Cuv-cuv-cuvala, Tarta-soza, Durku-durku” vs. adlı
şarkılar bu tür şarkılara örnek olarak verilebilir.[15]
9. Atasözleri
Karaçay-Malkar Türkleri söz söylemeyi, konuşmayı ve sohbet etmeyi oldukça seven bir
halktır. Özellikle de, bir topluluk içinde söz söylemek, daha doğrusu söz söylemesini
bilmek, bir Karaçay-Malkarlı için en büyük hüner sayılır. Konuşmacı söz arasında fakat
gerekli olduğu yerde, düşüncelerine veya söylemek istediklerine belirginlik ve güç
katmak için Nart-sözler söylemeye özen gösterir. Çünkü kendisi de bilir ki “Nart-söz tilge
can salır” [atasözü dile can verir].[16]
10. Bilmeceler
Karaçay-Malkar Türkleri eskiden bilmecelere o kadar önem verirlerdi ki, yetişkin hatta
yaşlı Karaçay-Malkarlılar özellikle kış mevsimlerinde her gece “bilmece toplantıları”
düzenlerlerdi. Bilmece toplantılarının kış gecelerinde yapılmasının sebebi; bahar, yaz ve
sonbahar aylarının iş mevsimi olmasından kaynaklanıyordu. Öte yandan, tarla sürme
zamanı ve koyunların kuzuladığı dönemler ile dini bayramlarda bilmece toplantıları
düzenlemek, uğursuzluk sayıldığından, kesinlikle yasaklanmıştı.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Bilmece toplantılarında, yetişkin kişiler iki gruba ayrılır ve karşılıklı bilmeceler sorulur; bir
bakıma bilgide, zekâda, muhakemede, hafızada, dikkatte, üstünlük yarışması yapılırdı.
Bilmeceyi soran kişi, eğer karşısındaki kişi veya grup bilmecenin cevabını bilemezse, [s.
143] bilmecenin cevabı karşılığında bir köy isterdi. Bilmecenin cevabını bilemeyen kişi
de onun bu isteğini kabul etmek zorunda kalır ve önce kendi seçtiği köylerden birini
verirdi. Fakat bilmeceyi soran kişi eğer verilen köyü beğenmezse kendi seçtiği bir köyü
isterdi. Karşısındaki de bilmecenin cevabını öğrenmek için onun istediği köyü vermek
zorunda kalırdı. Öte yandan, bilmecenin cevabını doğru şekilde bildiği takdirde, aynı
şeyler bilmeceyi soran kişi için de geçerlidir. Yani, bilmeceyi doğru olarak cevaplayan
kişi, bilmeceyi soran kişiden, kendi seçtiği bir köyü alabilir. XVIII. yüzyılda Matçi Aliy ile
XIX. yüzyılda Appiy Hasan gibi bütün Karaçay köylerini almayı başaran bilmece ustaları
çıkmıştır. Böylelikle, Karaçay-Malkar halk edebiyatında “El Bergen Comak” adı verilen
bilmeceler doğmuştur. “El Bergen Comak” sözünün Türkiye Türkçesindeki tam karşılığı
“Köy Verilen Bilmece” [cevabı karşılığında köy verilen bilmece] şeklindedir. “El Bergen
Comak” sözü daha sonraları kısaca “El-Ber” şeklinde söylenir olmuştur. Günümüz
Karaçay-Malkar halk edebiyatı literatüründe genel olarak bilmece terimi için “elber” sözü
kullanılmaktadır.[17]
11. Masallar
Karaçay-Malkar halk şairleri hakkında ilk ayrıntılı bilgileri veren Safar-Aliy Orusbiy şöyle
söylemektedir: “Halk şairleri, herhangi bir sebepten dolayı yapılan toplantılarda, örneğin
düğünlerde, cenazelerde vb. yerlerde bulunurlar, toplantının anlamına ve önemine göre
halk şarkıları söylerler veya yeni şarkılar besteleyerek o anda icra ederler. Halk şairleri,
kendi zamanlarının edebiyatçıları olmuşlardır. Onlar sürekli farklı yerleri dolaştıkları için
söyledikleri halk şarkıları da her tarafa yayılmıştır. Halk şairleri yaşlı ve bilge kişiler ile
yiğit gençlere övgü türünde halk şarkıları yaparlar. Öte yandan, kötü, iki yüzlü ve
ahlaksız insanları da çok sert bir şekilde eleştiren halk şarkıları da yapmışlardır. Halk
şairleri eskiden toplumda oldukça önemli bir konuma sahip idiler. Çünkü, birçok olay ve
durumun halkın anlamasında doğrudan etkili olmuşlardır.”[19]
İslam Karaçaylı [Hubiy] ise, Karaçay-Malkar halk şairlerinin, başka milletlerin halk
şairlerinden bazı yönlerden farklı olduğunu [s. 145] şöyle anlatmaktadır: “Büyük
milletlerin halk şairleri, kralların ve kalelerin gölgesinde, meydanlarda ve pazarlarda
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Bilinen en eski Karaçay-Malkar halk şairi olan Kara-Mussa’nın [17. Yüzyıl] doğum ve
ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte, 17. Yüzyılın önde gelen
Malkar beylerinden Artutay Aydabol’un himayesinde yaşadığı tespit edilmiştir. Kara-
Mussa’nın “Zurnukla” [Turnalar], Gürcü Patçah Teymuraz” [Gürcü Kralı Teymuraz ],
“Artutaynı Küyü” [Artuyay’ın Ağıtı] adlı üç şiiri vardır.[21]
Zantuvdu Moka [1695-1798], Kafkasya tarihine ışık tutacak halk şarkılarının sahibidir.
“Qaytuq ulu Sarı Aslanbek bla Qanuq ulu Esen” adlı halk şarkısında; Kafkasya’nın
kuzey batı kısmını hakimiyet altına alan Kabardey Çerkes beyi Kaytuk oğlu Sarı
Aslanbek’in, Osetlerden vergi almak üzere Kanuk oğlu Esen Bey’in topraklarına yaptığı
seferi anlatmaktadır. Bu halk şarkısından başka “Zanhotları” ve “Nogaylı Kız” adlı halk
şarkılarının da Zantuvdu Moka’ya ait olduğu tespit edilmiştir.[22]
Debo oğlu Küçük Bayramuk [1772-1862], Hurzuk köyünde doğmuş, Dağıstan’ın Aksay
kasabasında medrese eğitimi almış, [s. 146] Türkçe, Rusça ve Arapça dillerini
öğrenmiştir. Başta İstanbul ve Mekke olmak üzere doğu illerinin birçoğunu gezip
görmüştür. Döneminin ileri gelen aydınlarından biri olan Küçük Bayramuk’un aynı
zamanda değerli şair olduğu bilinmekle birlikte onun şiirlerinin birçoğu artık halk şarkısı
haline geldiğinden bunlardan hangisinin Küçük Bayramuk’a ait olduğu henüz layıkıyla
tespit edilememiştir. Edebiyat tarihçisi Asiyat Kara’ya göre, 1828 yılında Çarlık
Rusyası’nın Karaçay topraklarını işgalini anlatan “Hasavka” ve “Bagatır ulu Umar” adlı
tarihi halk şarkıları Küçük Bayramuk’a aittir.[23]
Tipik bir gezgin-halk şairi olarak bütün hayatını at sırtında geçiren Kala-Geriy oğlu Appa
Canibek [1860-1934] bir hiciv ustasıdır. Gezip gördüğü yerlerde karşılaştığı aksi, cimri,
görgüsüz, kaba ve özellikle de varlıklı kişileri sert bir şekilde eleştirerek hicivler
söylemiştir. Bu hicivleriyle varlıklı kimselerden büyük tepki görmekle birlikte fakir halk
tabakalarının büyük sevgisini kazanmıştır. [s. 147] Varlıklı kimselerin asılsız suçlamaları
nedeniyle iki kere tutuklanarak Sibirya’ya çalışma kamplarına sürgün olarak gönderilmiş
ve toplam on bir yıl sürgün hayatı yaşamıştır. Kalay oğlu Appa’nın şiirleri değişik
tarihlerde yayımlanan Karaçay şiir antolojilerinde yer almıştır. Bunun dışında, Rimma
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Ortabay ile Ahiya Bici’nin hazırladığı, Kalay oğlu Appa’nın hayatını ve bütün eserlerini
konu alan “Kalay ulu Appanı Izın Izlay, Çerkessk, 1995” [Kalay oğlu Appa’nın İzlerinin
Peşinde] adlı bir kitap yayımlanmıştır. [25]
Unuh oğlu İsmail Semen [1891-1981], küçük yaştan itibaren medrese eğitimi alarak
Arapça okumayı ve yazmayı öğrenmiştir. Karaçay edebiyat hayatına halk şairi olarak
giren İsmail Semen 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra modern şiir çalışmalarına
başlamıştır. XX. yüzyıl Karaçay halk şiirinin son temsilcisi olan İsmail Semen 1939
yılında Ermenistan’ın başkenti Erivan’da, “David Sasun Destanının 1000. Yılı” şerefine
düzenlenen halk şairleri yarışmasında birinci olmuştur. İsmail Semen’in şiirlerinin büyük
bir kısmı halk şarkısı haline gelmiştir. “Mingi Taw” [Elbruz Dağı] adlı şiiri, adeta Karaçay-
Malkar Türklerinin milli marşı gibidir. İlk hanımı Anisat için yazdığı iki bin dörtlük kadar
uzunluğundaki “Aktamak” adlı şarkısı çok meşhurdur. İsmail Semen’in şiirlerinde
Kafkasya’ya, ata yurduna ve tabiata olan sevgisi fazlasıyla [s. 148] hissedilmektedir.
İsmail Semen sıradan bir halk şairi değil, aynı zamanda modern Karaçay şiirinin de
önde gelen isimlerinden biridir. 1940’lı yılların başlarında Sovyet düzenine karşı yazdığı
şiirleri nedeniyle Sovyet hükümeti yetkilileri tarafından hemen göz altına alınarak sürekli
baskı altında tutulmuştur. Hatta, değişik tarihlerde yayımlanan Karaçay şiir
antolojilerinde İsmail Semen’in şiirlerine yer verilmemiş, böylece onu Karaçay
edebiyatından silmek ve unutturmak için istenilmiştir. Son yıllarda, İsmail Semen’in
şöhretine layık bir şekilde ilmî çalışmalar yapılmakta, İsmail Semen’in şarkı ve şiirleri
kitaplar halinde yayımlanmaktadır. İsmail Semen’in şiirlerinde Kafkasya’ya, ata yurduna
ve tabiata olan sevgisi fazlasıyla hissedilmektedir. Ayrıca, Stalin ve Beriya başta olmak
üzere Sovyet yöneticilerini sert bir şekilde eleştiren şiirleri dikkat çekmektedir.[27]
B. YAZILI EDEBİYAT
Eldeki bilgi ve belgelerden, Karaçay-Malkar Türklerinin ilk olarak Arap harflerine dayalı
bir yazı kullandıkları anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyılda İslam dinini kabul eden Karaçay-
Malkar Türkleri aynı zamanda Arap alfabesiyle de tanışmış ve birtakım işlerde Arap
yazısını kullanmaya başlamışlardır. Üzerinde birtakım töre kararlarının yazılı olduğu
1715 tarihli Holam Yazıtı, Karaçay-Malkar Türkçesine ait Arap alfabesiyle yazılmış en
eski yazıt sayılmaktadır.
Karaçay-Malkar Türklerinin yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamıştır. Debo oğlu
Küçük Bayramuk, Yusuf Haçir, Eldavur oğlu Geriy Sılpagar ve Malkarlı Muhammmed’ül
Varakî gibi medrese tahsili görmüş kimselerin Arap alfabesiyle yazmış oldukları dinî
manzumeler Karaçay-Malkar Türklerinin yazılı ilk edebi eserleri olarak değerlendirilebilir.
Ancak bu eserler matbu olmayıp, tamamı el yazması şeklindedir. Yusuf Haçir ile
Muhammmed’ül Varakî’nin manzumelerinden bir kısmı yıllar sonra Dr. Yılmaz Nevruz
tarafından Türkiye’de [s. 149] yayımlanabilmiştir.[28] Ayrıca, Kart-curt köyü medresesi
müderrisi Eldavur oğlu Geriy Sılpagar’ın [1857-1906] fıkıh, kelam ve hadis üzerine çok
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
sayıda eser verdiği rivayet edilmektedir. Fakat bu eserlerden hiçbiri maalesef matbu
değildir. Geriy Efendi, Osmanlı Türkiyesi’ne yerleştikten sonra, beraberinde getirdiği
eserlerinin hepsi muhtelif zamanlarda ve bir şekilde kaybolmuştur.[29]
Arap alfabesine dayalı, gerçek anlamda Karaçay-Malkar yazılı edebiyatı ancak 1920’li
yılların ortalarında başlayabilmiştir. 1922 yılında Batalpaşinski [bugünkü Çerkessk]
şehrinde Rusça yayımlanmaya başlayan “Gorskaya Bednota” [Yoksul Dağlılar]
gazetesinin bir sayfasında, Arap alfabesi ve Karaçay-Malkar Türkçesiyle şiirler,
makaleler ve haberler yayımlanmaya başlanmıştır. Bunu müteakip, 19 Ekim 1924
yılında tamamı Karaçay-Malkar Türkçesi ve Arap alfabesiyle “Tawlu Caşaw” [Dağlı
Hayatı] adlı ilk Karaçay-Malkar gazetesinin yayım hayatına başlamasıyla gerçek
anlamda Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının doğuşu gerçekleşmiştir. 1928 yılında
“Tawlu Carlıla” [Yoksul Dağlılar] adını alacak olan bu gazetenin, Karaçay-Malkar yazılı
edebiyatının teşekkülü ve gelişiminde çok büyük rolü vardır. Bunun dışında, Karaçay-
Malkar Türkçesi ve Arap alfabesiyle 1924 yılında Moskova’da basılan Karaçaylı şair
İssa Karaköt’ün “Cangı Şigirle” [Yeni Şiirler] adlı kitabı, modern Karaçay-Malkar şiirinin
ilk eseri sayılmaktadır.[32]
Karaçaylı ressam ve şair İslam Kırımşavhal, 1908-1910 yıllarında ilk defa, Karaçay-
Malkar Türkçesi için Latin alfabesi çalışmalarını başlatmış ise de, konuyla ilgili asıl ciddi
ve ilmî çalışmaları Umar Aliy ile Magomet Eney yapmıştır. Umar Aliy’in 1924 [s. 151]
yılında yayımlanan “Cangı Karaçay-Malkar Elible” [Yeni Karaçay-Malkar Harfleri] adlı
kitabı Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Latin alfabesiyle yayımlanmış ilk kitaptır.[33]
Ancak, Umar Aliy’in bu kitabından çok daha önce, Wilhelm Pröhle ve Gyula Nemeth’in
“Keleti Szemle” dergisinde 1909-1916 yılları arasında yayımlanan ilmi çalışmalarından
bahsetmek gerekir. Çünkü, W. Pröhle ve Gy. Nemeth’in sözlük, gramer ve folklor
çalışmaları söz konusu dergide Latin harfleriyle yayımlanmıştır. Bilhassa, W. Pröhle’nin
“Karatschajische Studien” ve “Balkarische Studien-II” adlı çalışmalarında yer alan
masal, efsane, hikaye, destan, halk şarkısı ve mani gibi halk edebiyatı ürünleri,
Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Latin harfleriyle verilmiştir.[34]
1926 yılında “Tawlu Caşaw” gazetesi ve diğer bütün matbuatın Latin alfabesine
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
1938 yılında Rus [Kiril] harflerine dayalı Karaçay-Malkar Türkçesi alfabesinin kabul
edilmesiyle birlikte Latin alfabesi matbuatına da son verilmiştir. Aslında, Rus [Kiril]
alfabesi 1938 yılından çok daha önce Karaçay-Malkar Türkleri tarafından bilinmekte ve
kullanılmaktaydı. 1827 yılında Malkar Türklerinin, 1828 yılında da Karaçay Türklerinin
Rus Çarlığı hakimiyetine girmesinden sonra Ruslar derhal Karaçay ve Malkar köylerinde
Rusça eğitim veren okullar açmışlardı. Kart-curt köyündeki Rus okulunun öğretmeni
Nikolay Kiriçenko, köyün ileri gelenlerinden Abdulkerim Hubiy’in yardımıyla 1897 yılında
ilk “Rus-Karaçay Sözlüğü”nü hazırlamıştır. Karaçaylı aydın kimseler, Karaçay’daki Rus
okullarında Rusça eğitimin yanı sıra ana dilde de eğitim yapılması gerektiğini
kavramışlar ve bu yönde birtakım çalışmalar yapmaya başlamışlardı. İlk olarak,
Abdulkerim oğlu İmmolat Hubiy, Karaçay-Malkar Türkçesi için bir Rus [Kiril] alfabesi
hazırlamış fakat Rusça eğitim veren okullarda ana dilde eğitime izin verilmeyince bu
alfabenin bir kullanım alanı olmamış, dolayısıyla da bu dönemde Rus [Kiril] harflerine
dayalı bir alfabeyle Karaçay-Malkar Türkçesinde herhangi bir eser
yayımlanamamıştır.[35]
Karaçay yazılı edebiyatının kuruluş dönemi Kasbot Koçhar, Appa Canibek ve İsmail
Semen gibi halk şiirinin son temsilcileri ile dönemin Çarlık Rusyası okullarında, İstanbul
ve Dağıstan medreselerinde tahsil görerek yurtlarına dönen İslam Kırımşavhal, İsmail
Akbay, İslam Hubiy, Umar Aliy, Ashat Bici, İsmail Karaköt, Azret Örten ve Hasan Appa
gibi Karaçaylı genç eğitimcilerle başlamıştır. Kuruluş döneminin şairleri, başta İssa
Karaköt ve Azret Örten olmak üzere, Davut Baykul, Abdulkerim Batça, Hasan Bostan ve
diğerleri yeni gelen Bolşevik ve sonrasındaki Sovyet düzeninin iyiliğini, rahatlığını, fakir
halkın ihtilali nasıl [s. 153] sevinçle karşıladığını anlatan coşkulu şiirler yazmışlardır.
Eski hayat ile Sovyet düzeninin karşılaştırılması ön plandadır. Sovyet dönemi öncesi
Karaçay Türklerinde sosyal tabakalar arasındaki çatışmalar anlatılmakta, devrim
sayesinde fakir halkın, zengin beylerin zulmünden kurtuldukları vurgulanmakta; bazı
adet ve geleneklerin bozukluğu ve kötülüğü ifade edilerek bazı millî değerler
aşağılanmakta; dinin kültürü ve sanatı gerilettiği, milletin gelişmesinin önünde bir engel
olarak durduğu işlenmektedir.
1917 Bolşevik ihtilalinden itibaren 1930'lu yılların sonlarına kadar devam eden yazılı
Karaçay edebiyatının kuruluş döneminde şiir ve nesrin ana teması Sovyet rejimini halka
anlatmak ve benimsetmektir. Kasbot Koçhar ve Appa Canibek gibi, 1917 Bolşevik ihtilali
öncesi dönemin meşhur halk şairleri de yeni kurulan Sovyet düzenini canı gönülden
desteklemişler; Sosyalizm, Sovyet hayatı, Komünist Parti, Lenin vs. konularında yeni
halk şarkıları yapmışlardır. Bu tür konuları bilhassa İssa Karaköt ve Azret Örten
şiirlerinde bolca işlemişler ve adeta bu dönemin ateşli bayrak şairleri olmuşlardır. Umar
Aliy ve İslam Hubiy ise daha çok Komünizm ve Sovyet hayatını konu alan siyasi ve
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
1927 yılında İslam Hubiy’in başkanlığında Abidat Botaş, Magomet Dışekov ve Halid
Astejev’in kurucu üyeliğinde “Karaçay-Çerkes Yazarlar Birliği” kurulmuştur. Bu derneğin
Karaçay yazılı edebiyatının gelişmesinde büyük katkısı vardır. Kuruluşun şiir bölümünü
İssa Karaköt ile Ashat Bici, nesir bölümünü Abdulkerim Batça, tiyatro ve piyes bölümünü
de Gemma Geben ile Abitat Botaş yürütmüşlerdir. Bu dönemde; Hasan Appa, Azret
Örten, İssa Karaköt, Ashat Bici, Abidat Botaş, Hasan Bostan, Davut Baykul ve
Abdulkerim Batça’nın birlikte hazırladıkları “Almanax-Qaraçay Sovet Xudojestvo
Literaturanı Ülgüleri” [Almanak-Karaçay Sovyet Sanatı ve Edebiyatından Örnekler-
Mikoyan-Şahar, 1936], Karaçaylı şairlerin müşterek hazırladıkları “Nazmula” [Şiirler-
Mikoyan-Şahar, 1937] “Cırla bla İynarla” [Şarkılar ve Maniler-Mikoyan Şahar-1938],
“Cırla bla Nazmula” [Şarkılar ve Şiirler-Mikoyan Şahar, 1938], “Stihi i Pesni” [Şiirler ve
Şarkılar-Pyatigorsk, 1940] adlı kitaplar yayımlanmıştır.
[s. 154] Bu dönemde, “Kara Kübür” [Kara Sandık] adlı romanın müellifi Hasan Appa
[1904-1939] dikkat çekmektedir. Hasan Appa 1930-36 yılları arasında Karaçay-Çerkes
Ö.B. Komünist Partisinin üst düzey kademelerinde çalışmış ve bilâhare Karaçay-Çerkes
Ö.B. Başsavcısı olarak görev yapmış, 1936 yılında Karaçay-Çerkes Ö.B. Komünist
Partisi 2. Sekreteri, 1937 yılında da 1. Sekreteri olmuştur. Hasan Appa, Karaçaylıların
kurtuluşunun ancak Komünizm ile gerçekleşeceğine yürekten inanan samimi bir
Komünist idi. Fakat ilerleyen yıllarda, Rusların komünizm maskesi altında Karaçay
Türklerine yaptığı zulmü bizzat yaşayıp görünce hayal kırıklığına uğramış ve Komünist
hareket içerisinde olmaktan duyduğu pişmanlığı halkına karşı açıkça itiraf etmiştir. 1937
yılında tutuklanan Hasan Appa iki yıla yakın bir süre hapishanede korkunç işkencelere
maruz kalmış, sağlığını tamamen kaybetmiş bir vaziyette, ölümünden bir ay önce
kaldırıldığı Batalpaşinski [bugünkü Çerkessk] şehri hastanesinde henüz 35 yaşını
doldurmadan 4 Haziran 1939 tarihinde ölmüştür.
Hasan Appa’nın yazılı Karaçay edebiyatındaki asıl önemi ve şöhreti 1935 yılında
yayımlanan meşhur “Kara Kübür” [Kara Sandık] adlı üç ciltlik romanıyla teşekkül
etmiştir. Bu romanın en büyük özelliği Karaçay-Malkar Türkçesiyle yazılmış ilk roman
olmasıdır. Romanın ilk iki cildi 1935 ve 1936 yıllarında yayımlanmış, daha sonra bu ilk
iki cilt tek bir cilt halinde birleştirilerek 1937 yılında tekrar yayımlanmıştır. Romanın en
önemli ve son bölümü olan üçüncü cildi ise Hasan Appa’nın tutuklanması ve sonra da
öldürülmesi nedeniyle yayımlanamamıştır. Hasan Appa bu romanında; Karaçay
Türklerinin 1890’lı yılların sonu ile 1900’lü yılların başları, hatta doğrudan doğruya 1905
Rus ihtilaline rastlayan bir dönemini anlatmaktadır. Romanda, Karaçay’daki Çarlık
Rusyası idarecileri ile Karaçay beyleri, proleter bakış açısıyla sert bir şekilde
eleştirilirken; türlü baskılar altında ezilen fakir halk tabakalarının kurtulacağı günler, yani
Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki kurulacak olan yeni Sovyet hayatı müjdelenmektedir.
Hasan Appa ilerleyen yıllarda Sovyet rejiminin gerçek iç yüzünü ve çarpıklıklarını görüp
hayal kırıklığına uğrayınca, bu durumu anlatmak üzere [s. 155] romanının üçüncü cildini
kaleme almıştır. Fakat romanın üçüncü cildi [el yazması] yayımlanamadan, Hasan
Appa’nın tutuklandığı 1937 yılında NKVD görevlileri tarafından yakılarak imha edilmiştir.
Hasan Appa’nın yakın çalışma arkadaşlarının rivayetlerine göre, romanının üçüncü
cildinde Stalin ve Beriya gibi dönemin üst düzey liderleri eleştirilmekte ve Sovyet
rejiminin çarpıklıkları dile getirilmekteydi. Roman açık ve akıcı bir dille yazılmıştır. Rusça
kelimelerin kullanılmamasına özen gösterilmiştir. Tarihî olaylara, halk edebiyatı
ürünlerine ve etnografik unsurlara romanda bolca yer verilmekte, eski adet ve
geleneklerden örnekler verilerek Karaçay Türklerinin eski kültürü ve hayatı güzel bir
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
1940-1960 yılları arası dönem; Sovyet düzeninin oturduğu, Sovyet tipi yerli aydınların ve
edebiyatçıların yetişip olgunlaştığı dönemdir. Bu dönemin şiirlerinin konusu, kuruluş
dönemiyle bağlantılı olarak hemen hemen aynıdır. Konular; Büyük Bolşevik Devrimi,
Kızıl Bayrak, Yeni Sovyet Hayatı, Lenin’e ve Komünist Partiye övgü, milletlerin
kardeşliği ve dostluğu vs.dir. Bu dönemin belli başlı şair ve yazarları arasında; Umar B.
Aliy, Abdulkerim Baykul, Şaharbiy Ebze, Tohtar Borlak, Magomet Orus, Halimat
Bayramuk, Osman Hubiy, Azret Semen, Azamat Süyünç, Seyit Laypan, Magomet
Çotça, Magomet Hubiy, Nasu Abayhan adlarını sayabiliriz.
Ne yazık ki, Halimat Bayramuk ve Osman Hubiy ile bu dönemin diğer yeni
edebiyatçılarının şiirde ve nesirde olgun eserler vermeye başladığı sırada, 2 Kasım
1943 tarihinde Karaçay Türkleri topyekün Orta Asya’nın muhtelif bölgelerine sürgün
edilmişlerdir. Karaçay Türklerinin sürgün hayatı sırasındaki dönemi, yazılı Karaçay
edebiyatının ölü dönemidir. Birçok Karaçaylı edebiyatçı ve aydın kişiler, çeşitli
bahanelerle tutuklanarak hapse atılmış ve hemen sonrasında işkence edilerek
öldürülmüşlerdir. Sağ kalabilenler ise Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde dağınık bir halde
en kötü şartlarda hayatta kalma mücadelesi vermişler, birçok yüksek tahsil görmüş
kişiler taş ocaklarında karın tokluğuna birer köle gibi çalıştırılmışlardır. Buna rağmen
bazı Karaçaylı şairler, Malkarlı şairlerle birlikte ortaklaşa hazırladıkları “Caşawubuznu
Bayragı” [Hayatımızın Bayrağı], “Bizni Sözübüz” [Bizim Sözümüz], “Birge Cırlayıq”
[Birlikte Şarkı Söyleyelim] adlı şiir antolojilerini yayımlamayı başarmışlardır.
1960-1970 yılları arası dönemde, Karaçay Türklerinin Orta Asya’daki sürgün hayatı
sona erip Kafkasya’ya dönmelerinden sonra; Halimat Bayramuk, Osman Hubiy ve Azret
Semen gibi önde gelen edebiyatçılar, Karaçay edebiyatını büyük bir heyecanla yeniden
kurma çalışmalarına başlamışlardır. Vatana kavuşma heyecanı ve sevinci, genel olarak
bu dönemin başlarında verilen eserlerin en belirgin konusudur. Fakat bu arada her
ihtimale karşı ve şartlar [s. 157] bunu gerektirdiğinden Sovyet düzenine duyulan
“minnettarlık” ve “sadakat” teması da bu dönemin eserlerinde göz ardı edilmemiştir.
hayli fazladır. Bu konuyla bağlantılı olarak şiir ve nesirde genellikle; Sovyetler Birliği
topraklarının savaşta Nazi-Alman ordularına karşı kahramanca savunulması, savaşta
ölenlerin kahramanlıklarını yansıtan övgü şiirleri, savaşın getirdiği yıkım ve savaş
karşıtlığı gibi temalar işlenmektedir. Bunun dışında yurt sevgisi ve tabiat sevgisi konulu
lirik şiirler de yazılmıştır.
1970-2000 yılları arası dönemin başlarında verilen edebi eserlerin en belirgin özelliği,
konuların toplumsallıktan bireyselliğe kaymasıdır. Şiirin teması artık “toplum” değil
“birey”dir. Bu dönemin şiirlerinde genel olarak tek bir insanın iç dünyası, gizli duyguları,
hayata bakışı ve çevresiyle olan ilişkilerinin psikolojik analizi gibi temalar işlenmektedir.
[s. 158] Malkar yazılı edebiyatının kuruluş dönemi, Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının
babası sayılan Kâzim Möçü ile dönemin Çarlık Rusyası okullarında ve Dağıstan
medreselerinde tahsil görerek yurtlarına dönen Said Şahmurza, Said Otar, Bert Gurtu
gibi Malkarlı genç eğitimcilerle başlamıştır. Kuruluş döneminin edebiyatçıları yeni gelen
Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki Sovyet düzenini öven coşkulu şiirler yazmışlardır. 1917
Bolşevik ihtilalinden itibaren 1930’lu yıllara kadar devam eden yazılı Malkar edebiyatının
kuruluş dönemi şiir ve nesrin ana teması Sovyet rejimini halka anlatmak ve
benimsetmektir. Hem manzum hem de mensur eserler veren bu dönemin belli başlı
edebiyatçıları arasında; Kâzim Möçü, Said Şahmurza, Said Otar, Bert Gurtu, Omar
Etez, Salih Hoçu, Azret Buday, Haci-Mussa Kuliy, Ahmadiya Malkarlı [Ahmadiya
Ullubaş] ve Hamit Temmo adlarını sayabiliriz.
Kâzim Möçü daha medrese tahsil ettiği çocukluk yıllarında şiir yazmaya başlamış,
Karaçay-Malkar mitolojisindeki “Apsatı” adlı halk şarkısından esinlenerek yazdığı
“Apsatı” adlı ilk şiirini 1886 yılında yazmıştır. İlerleyen yıllarda, eski Malkar toplumundaki
sosyal tabakalar arasındaki çatışmaları yansıtan şiirler yazmaya başlamış ve bilhassa
Malkar beylerinin baskısı altında ezilen fakir halkın çilesini dile getirmeye çalışmıştır.
Bunun dışında dinî ve felsefî konulara da ağırlık vermiştir. Hz. Muhammed’in hayatını
anlatan bir Mevlid ve İslam dinini ve uyulması gereken kuralları konu alan manzum bir
ilmihal yazmıştır. Ayrıca, “Tahir ile Zühre”yi kendisine göre yorumlayarak Karaçay-
Malkar Türkçesiyle yeni bir “Tahir ile Zühre” yazmıştır.
1930-1940 yılları arası dönem; Sovyet düzeninin oturduğu, Sovyet tipi yerli aydınların ve
edebiyatçıların yetişip olgunlaştığı yıllardır. Bu dönemin belli başlı şair ve yazarları
arasında; Kaysın Kuliy, Kerim Otar, Canakayıt Zalihan, Habib Katsi, Safar Makit,
İbrahim Mamme, İssa Botaş, Ahiya Ahmat, Osman Bala adlarını sayabiliriz. Bu dönem
şiirlerinin konusu, kuruluş dönemiyle hemen hemen aynıdır: Büyük Bolşevik Devrimi,
Kızıl Bayrak, Yeni Sovyet Hayatı, vs. Bilindiği üzere bu dönemde birtakım Sovyet
değerlerini edebi eserlerde övmek ve yüceltmek bir zorunluluk idi. Ayrıca bu dönemde
Said Şahmurza, Said Otar ve Bert Gurtu gibi edebiyatçılar ilk acemiliklerinden sıyrılarak
şiir ve nesirde olgunlaşmaya başlamışlardır.
Kaysın Kuliy ve Kerim Otar ile bu dönemin diğer yeni edebiyatçılarının şiirde ve nesirde
olgun eserler vermeye başladığı sırada, 8 Mart 1944 tarihinde Malkar Türkleri topyekün
Orta Asya’nın muhtelif bölgelerine sürgün edilmişlerdir. Malkar Türklerinin sürgün hayatı
sırasındaki dönem, Malkar edebiyatının ölü dönemidir. Birçok Malkarlı edebiyatçı ve
aydın kişiler, çeşitli bahanelerle tutuklanarak hapse atılmış ve hemen sonrasında
işkence edilerek öldürülmüşlerdir. Sağ kalabilenler ise Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde
dağınık bir halde en kötü şartlarda hayatta kalma mücadelesi vermişler, birçok yüksek
tahsil görmüş kişiler taş ocaklarında karın tokluğuna birer köle gibi çalıştırılmışlardır.
Buna rağmen bazı Malkarlı şairler, Karaçaylı şairlerle birlikte müşterek hazırladıkları
“Caşawubuznu Bayragı” [Hayatımızın Bayrağı], “Bizni Sözübüz” [Bizim Sözümüz],
“Birge Cırlayıq” [Birlikte Şarkı Söyleyelim] adlı şiir antolojilerini yayımlamayı
başarmışlardır. Yine bu yıllarda, Kerim Otar’ın “Colla” [Yollar-1956] ve İssa Botaş’ın
“Cüregimden Cırlayma” [Yüreğimden Şarkı Söylüyorum-1956] adlı şiir kitapları
Kırgızistan’ın Frunze [bugünkü Bişkek] şehrinde yayımlanmıştır. Kaysın Kuliy’in
şiirlerinin yayımlanması Sovyet hükümeti yetkilileri tarafından yasaklanmıştır. Kaysın
Kuliy, sürekli KGB tarafından kontrol edildiğinden, şiirlerini gizlice yazıyor ve ileride
yayımlanır umuduyla bu şiirlerini saklamaları için dostlarına ve akrabalarına veriyordu.
Kaysın Kuliy bu şiirlerini ancak sürgün dönemi sona erip Kafkasya’ya döndükten sonra
1958 yılında yayımlayabilmiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Çocukluk yıllarını at sırtında dağlarda çobanlık yaparak geçiren Kaysın Kuliy şiir
yazmaya küçük yaştan itibaren başlamış, “Eski Malqarga” [Eski Malkar’a] adlı ilk şiiri
1934 yılında, “Salam Ertdenlik” [Selam Sabah] adlı ilk şiir kitabı 1940 yılında
yayımlanmıştır. 1966 yılında yayımlanan “Caralı Taş” [Yaralı Taş] adlı kitabı Maksim
Gorki Edebiyat Ödülünü, 1974 yılında yayımlanan “Cer Kitabı” [Yer Kitabı] adlı kitabı
“Sovyetler Birliği Devlet Edebiyat Ödülünü almıştır. Kaysın Kuliy’in bütün edebi eserleri,
[s. 161] 1990 yılında eski SSCB’nin en büyük edebiyat ödülü sayılan “Lenin Edebiyat
Ödülü”ne layık görülmüştür. Kaysın Kuliy, şiirlerindeki güçlü tabiat tasvirleri, hayal
dünyası ve anlatım gücündeki zenginliğiyle Karaçay-Malkar şiirinin en büyük ustası
olarak kabul edilmektedir.[38]
1960-1970 yılları arası dönemde; Orta Asya’daki sürgün hayatı sona erip Kafkasya’ya
dönen Bert Gurtu, Kaysın Kuliy ve Kerim Otar gibi önde gelen edebiyatçılar, Malkar
edebiyatını büyük bir heyecanla yeniden kurma çalışmalarına başlamışlardır. Genel
olarak bu dönemin başlarında verilen eserlerin konusu vatana kavuşma heyecanı ve
sevincidir. Bu dönemde Kaysın Kuliy ve Kerim Otar gibi usta şairlerin yanında yeni
edebiyatçılar da yetişmeye başlamıştır. Bu yeni şair ve yazarların arasında; Tanzilâ
Zumakul, İbrahim Gadiy, Cagafar Tokuma, Macit Guliy, Eldar Gurtu, İbrahim Baba, Alim
Töppe, Hasan Şava, Salih Gurtu, Zeytun Tolgur, Magomet Moka, Svetlana Mottay, Aliy
Bayzulla, Ahmat Sozay, Zugar Sarıbaş adlarını sayabiliriz.
Bu dönemde, II. Dünya Savaşı üzerine yazılan eserlerin sayısı bir hayli fazladır. Bu
konuyla bağlantılı olarak şiir ve nesirde genellikle; Sovyetler Birliği topraklarının savaşta
Nazi-Alman ordularına karşı kahramanca savunulması, savaşın getirdiği yıkım ve savaş
karşıtlığı gibi temalar işlenmektedir. Ayrıca köy hayatı ve halk kültürü bu dönemde
verilen eserlerin konuları arasındadır.
Kaysın Kuliy ve Kerim Otar’dan sonra Malkar Türklerinin en meşhur şairlerinden biri
olarak kabul edilen Tanzilâ Zumakul aynı zamanda Malkarlı ilk kadın şairdir. “Qayada
Gülle” [Kayalıkta Güller] adlı ilk şiir kitabı 1959 yılında yayımlanmıştır. Edebiyat
çalışmalarını aralıksız sürdüren Tanzilâ Zumakul bir dönem SSCB Parlamentosunda
Milletvekili olarak da görev yapmıştır. 1974 yılında yayımlanan “Sokrovennost” [Gizli
Duygular] adlı Rusça şiir [s. 162] kitabı Maksim Gorki Edebiyat Ödülüne layık
görülmüştür. Tanzilâ Zumakul eski SSCB’de bu edebiyat ödülünü alan ilk kadın şairdir.
1970-2000 yılları arası dönemin başlarında verilen edebi eserlerin en belirgin özelliği,
konuların toplumsallıktan bireyselliğe kaymasıdır. Bu dönemin şiirlerinde genel olarak
tek bir insanın iç dünyası, gizli duyguları, hayata bakışı ve çevresiyle olan ilişkilerinin
psikolojik analizi gibi temalar işlenmektedir. Karaçay edebiyatında olduğu gibi,
1980’lerin sonlarından itibaren Malkar edebiyatında da değişmeler yaşanmıştır. Artık bu
dönemde, Malkar edebiyatı siyasi baskılardan kurtulmaya başlamıştır. Bu son on yıllık
dönemde, bilhassa şiirde millî değerler ve milliyetçilik ön plana çıkmıştır. Genç
edebiyatçılar, Sovyet döneminde unutturulmaya çalışılan millî değerlere büyük bir
heyecanla sarılmışlardır. Öte yandan, Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki Sovyet düzeni
zamanında Malkar halkına yapılan haksızlıklar dile getirilmekte, özellikle de Orta Asya
sürgünü dolayısıyla her bakımdan yıkıma uğrayan milletin hesabı sorulmakta, geçmişte
taparcasına övdükleri, başta Stalin olmak üzere, meşhur Sovyet liderlerine açıkça lanet
edilmektedir. Bu dönemin belli başlı şair ve yazarları arasında; Magomet Gekki, Mutalip
Beppay, Abdullah Begiy, Muradin Ölmez, Asker Dodu, Sakinat Musuka, Muhtar
Tabaksoy, Safariyat Ahmat, Hıysa Curtubay, Örüzlan Bolat, Burhan Berber, Lüba
Ahmat adlarını sayabiliriz.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Dipnotlar
[1] Xaciyeva, T.M., Malqarlılanı bla Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, Nalçik,
1988, 197-199.
[4] Laypanlanı Xamit-Dudalanı Maxmut., Eski Qaraçay Cırla, s. 18; Goçiyalanı S.A. vd.,
Qaraçay Xalk Cırla, s. 11-12; Ortabayeva, R.A.K., Karaçayevo-Balkarskaya Ohotniçya
Poeziya, Voprosı Folklora Narodov Karaçayevo-Çerkesii, Çerkessk, 1983, s. 6;
Xabiçlanı Magomet., Biynöger, Çerkessk, 1984, s. 3-25; Xaciyeva, T.M., Malqarlılanı bla
Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, s. 18, 233.
[5] Adiloğlu, Adilhan., Karaçay-Malkar Türklerinde Nart Destanları, Yeni Türkiye Dergisi-
Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15, Cilt I, Ankara, 1997, s. 575-591.
[9] Otarlanı S.A.-Xolalanı A.Z., Malqar Xalk Cırla, Nalçik, 1969, s. 65-71.
[11] Semenlanı Azret-Begiylanı Abdullah, İsmail bla Aqtamaq, Nalçik, 1996, s. 96:7-34.
[12] Qaralanı Asiyat., Qaraçay Literaturasını Oçerki, Çerkessk, 1966, s. 35; Ortabaylanı
Rimma., Qara Suwnu Qatında, Çerkessk, 1981, s. 89.
[15] Haciyeva, T.M., Karaçay-Malkar Türklerinin Eski Folklor Ürünleri, Çeviren: Adilhan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
[16] Aliylanı Soltan., Qaraçay Nart Sözle, [Al Söz: Xubiylanı Osman], Çerkessk, 1963, s.
3-11; Appalanı Xazis., Qaraçay-Malqar Nart Sözle, Zaman Gazetesi, Nalçik,
29.06.1977; Ortabayeva R.A.K., Mijayev M.İ., Çikatuyeva S.U., Sikaliyev A.İ.M.,
Poslovitsı i Pogovorki Narodov Karaçayevo-Çerkesii, Çerkessk, 1990, s. 5-14.
[17] Aliylanı Soltan., Qaraçay Xalknı El Bergen Comaqları, Çerkessk, 1984, s. 9-11.
[20] Karaçaylı, İslam., Satiriçeskie Pesni Karaçaya, Severnıy Kavkaz, No: 1, 1930, s.
39.
[23] Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 7; Urusov K.S.B., Hatuyev
R.T., Nahuşev R.T., Temirov S.S., İzvestnıe Lüdi Karaçayevo-Çerkesii Kratkiy
Biografiçeskiy Slovar, Tom: 1, Çerkessk, 1997, s. 94.
[26] Töppelanı Alim., Meçilanı Kâzim-Nazmula Kitabı, [Al söz: Quliylanı Qaysın], Nalçik,
1984, s. 5-16; Töppelanı A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu, Birinçi Tomu,
Nalçik, 1989, s. 11-129.
[27] Semenlanı Sımayıl., Cırla bla Nazmula, Moskova, 1992, s. 3-29; Töppelanı Alim.,
Malqar Adabiyat, Nalçik, 1995, s. 141.
[28] Nevruz, Yılmaz., Karaçayca Bir El Yazması Mecmua ve Yusuf Haçir’in Dinî
Manzumeleri, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 218, Ankara, 1981, s. 164-184; Sılpagarlanı
Yılmaz Nevruz., Haçırlanı Yusuf’dan Din Nazmula-Cennet, Karcurt [Birleşik Kafkasya
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Dergisi eki], Sayı: 1, Eskişehir, 1996 [ve muhtelif sayılar]; Sılpagarlanı Yılmaz Nevruz.,
Malkarlı Muhammatnı Din Nazmuları-Duniyanı Halları, Karcurt [Birleşik Kafkasya
Dergisi eki], Sayı: 4, Eskişehir, 1997 [ve muhtelif sayılar].
[29] Sılpagarlanı Dr. Yılmaz Nevruz., Esgerivlerim-Kart Atam Geriy Efendi, Karcurt
[Birleşik Kafkasya Dergisi eki], Sayı: 2, Eskişehir, 1997, s. 2-3.
[31] Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 139-144; Xubiylanı M.A.
vd., Qaraçay Literatura, s. 49-53.
[33] Baskakov N.A. [Redaktör], Appayev A.M., Ahmatov İ.H., Bayramkulov A.M.,
Boziyev A.Ü., Goçiyayeva S.A., Jaboyev M.T., Musukayev B.H., Sottayev A.H., Habiçev
M.A., Qaraçay-Malqar Tilni Grammatikası, Nalçik, 1966, s. 40; Bilimgotlanı-Laypanlanı.,
Leninni Bayragı-Tuwganı Emda Ösüw Colu, s. 162, 165-166; Xubiylanı M.A. vd.,
Qaraçay Literatura, s. 11.
[36] Aslanbek, Mahmut., Şimali Kafkasya’da Karaçaylıların İmhası, Kafkasya, No: 4-5,
Münich, 1951, s. 20, 26; Karayeva, A.İ., Oçerk İstorii Karaçayevskoy Literaturı,
Moskova, 1966, s. 124-125; Qaralanı Asiyat., Qaraçay Literaturasını Oçerki, s. 127-162;
Karça, Ramazan., Kuzey Kafkasya Edebiyatı Üzerine, Dergi, Sayı: 57, 1969, s. 36-40;
Süyünçlanı Azamat., Appa ulu Hasan, Miyikge, Çerkessk, 1974, s. 282-315; Urusov
K.S.B., Hatuyev R.T., Nahuşev R.T., Temirov S.S., İzvestnıe Lüdi Karaçayevo-Çerkesii
Kratkiy Biografiçeskiy Slovar, Tom: 1, Çerkessk, 1997, s. 62-63.
[37] Töppelanı Alim., Meçilanı Kâzim-Nazmula Kitabı, [Al söz: Quliylanı Kaysın], Nalçik,
1984, s. 5-16; Töppelanı A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu, s. 11-129;
Mottaylanı Svetlana, Suvugan Otcaga, Nalçik, 1994, s. 16.
[38] Xubiylanı M.A., Süyünçlanı A.A., Laypanlanı Q.T., Ana Literatura, Çerkessk, 1976,
s. 62-70; Töppelanı Alim., Malqar Adabiyat, Nalçik, 1993, s. 3-67; Begiylanı Abdullah-
Ölmezlanı Muradin., Malqar Poeziyanı Antologiyası, Nalçik, 1993, s. 93:111-128.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
_________________________________________________________
Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart
destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil
etmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri dışında; Çerkes, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş
ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine
benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları
barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Çerkes ve
Abhaz-Abazaların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken,
Karaçay-Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisiyle yakınlık
göstermektedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, tarih öncesine ait birtakım
olağanüstü olaylar ve kahramanlar anlatılmaktadır.
Adilhan Adiloğlu
Özet
[ s. 196 ] Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan
Nart destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil
etmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri dışında; Çerkes, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş
ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine
benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları
barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir.
Anahtar Sözcükler
Abstract
Nart eposes, which are one of the common cultrual values of peoples on Caucasian
geographical area, have an important place in folk literature of Karachay-Malkar Turks.
Nart eposes take place, apart from the Karachay-Malkar Turks, in the folklore of
Circassians, Abkhasians-Abazins, Ossets, Chechens-Ingushes and Kumuk Turks.
These eposes are smilar from many aspects. But, it is remarkable that each of then
contains spesific national characteristic and that there are some differences between
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
then.
Key Words
Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart
destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil
etmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri dışında; Çerkes, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş
ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine
benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları
barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Çerkes ve
Abhaz-Abazaların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken,
Karaçay-Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisiyle yakınlık
göstermektedir (Adiloğlu, 1997:577).
Karaçay-Malkar Nart destanları hakkında ilk bilgileri veren P. Ostryakov notlarında şöyle
söylemektedir:
"Sıbızgı (kaval) adı verilen müzik aletiyle ve küçük tahta parçalarının belli bir tempoyla
birbirine vurularak ortaya çıkarılan armoni eşliğinde halk ozanları destanlar
söylemektedir. Halk ozanlarının çevresine toplanan kimseler de büyük bir dikkat ve
hayranlıkla onları dinlerler. Destanların her birinin kendisine ait farklı bir makamı vardır.”
(Ostryakov, 1879:700).
G.N. Potanin, Kafkas Nart destanlarının kökenini Altaylı kavimlere yani Türk-Moğol
kültürüne bağlamaktadır. Ona göre, Türk-Moğol destanlarıyla büyük benzerlikler
gösteren Kafkas Nart destanlarının teşekkülünde Altaylı göçebe kavimlerin büyük rolü
vardır (Potanin, 1899:1-4, 384-508, 841-856). A.N. Dyaçkov-Tarasov Nart destanları
için şöyle söylemektedir:
“Orta Asya’dan Avrupa’ya gerçekleşen büyük göç sırasında Kafkasya bölgesi yol
güzergahı üzerindeydi. Karaçay-Malkar Nart destanlarında bu büyük göçün izleri çok
açık bir şekilde görülmektedir. Nart hikayelerinde iyilik ile kötülüğün, karanlık ile
aydınlığın savaşması, yer altı ve yer üstündeki birtakım yaratıklar ve devler ile Nart
kahramanlarının mücadeleleri anlatılmaktadır. Bu konuların tamamı bütün göçebe
halkların destanlarında da görülmektedir.” (Dyaçkov-Tarasov:1898:72).
M.V. Rklitskiy ise diğer Kafkas Nart destanlarındaki başı sonu belli olmayan ve bazı
anlaşılmaz karmaşık bölümlerin Karaçay-Malkar Nart destanlarında açıklığa
kavuştuğunu söylemektedir (Rklitskiy, 1927:28).
“Karaçay-Malkar Türklerinde bir kimseyi övmek için söylenebilecek en güzel söz ‘Nart
gibi güzel endamlı ve her bakımdan mükemmel vasıflara sahip kişi’ şeklindedir.
Karaçay-Malkar Türkleri bir kimsenin herhangi bir davranışını çok beğendiği zaman o
kimseyi takdir etmek için ‘Nartça’ (Nart gibi) yakıştırmasını yapar. Bu [ s. 198 ]
örneklerden de anlaşılacağı üzere, Karaçay-Malkar Türklerindeki ‘nart’ kelimesi ‘her
bakımdan mükemmel vasıflara haiz kimse’ anlamına gelmektedir. Halktan derlediğim
malzemeye göre Nartlar uzun boylu, iri yapılı, güçlü, dayanıklı, sert duruşlu, zor işlerin
kolayca üstesinden gelebilen kahraman özelliklerine sahip kimselerdir. Nartlar hayatın
zorluklarıyla karşılaşmaktan ve bu zorluklarla mücadele etmekten zevk almaktadırlar.
Nartlar bir sefere çıktıkları zaman birtakım zorluklarla ve engellerle karşılaşmayı arzu
ederler. Böylece onlar kendi yiğitliklerini sınamış olacaklardır. Karaçay-Malkar Türkleri,
Nartları işte bu şekilde anlatırlar.” (Urusbiyev, 1881:II).
“Nart” kelimesinin kökeni hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İlk olarak, Şora B.
Noghumuka, “nart” kelimesinin “nar” (göz) + “ant” (Ant kavmi) şeklinde iki ayrı
kelimeden teşekkül ettiğini ve bunun da Adige (Çerkes) dilinde “Ant’ın gözü” anlamına
geldiğini söylemektedir. Ş. B. Noghumuka’ya göre “nart” (< nar + ant) kelimesi
Çerkeslerin ataları olan Antlarla ilişkilidir (Noghumuka, 1974:16). Fakat, Çerkes dilinde
“göz” kelimesinin karşılığı “nar” değil “ne”dir. Ayrıca, tarihte “Ant” adıyla anılan bu kavim;
Slav, Alan ve Türk kabilelerinden müteşekkil bir kavimdir. Dolayısıyla bu kavmin
Çerkeslerle bir ilgisi yoktur.
Asker M. Hadagatl da, Ş.B. Noghumuka gibi, “nart” kelimesinin Adige (Çerkes) dilinde
“nar” (göz) + “te~ten~tın” (vermek) şeklinde iki ayrı kelimeden teşekkül ettiğini ve bunun
da “göz vermek”, “gözünü budaktan sakınmamak” anlamlarına geldiğini söylemektedir
(Gadagatl, 1967:206).
B.H. Balkarov ise /t/ sesinin Adige ve Abhaz dillerinde çokluk anlamı veren bir ek
olduğunu fakat kelimenin kökü olan “nar” kelimesiyle birlikte hiçbir anlam ifade
etmediğini söylemektedir (Balkarov, 1965:55-56). Çerkes dilinde “nar” şeklinde bir
kelime olmadığı gibi, bu dildeki çokluk eki “-t” değil, “-khe”dir.
Şalva D. İnal-İpa, “nart” kelimesinin Abhaz dilinde “annenin ailesi” veya “annenin
çocukları” şeklinde açıklanabileceğini söylemektedir (İnal-İpa, 1949:111-116).
L. G. Lopatinskiy, “nart” kelimesi ile Farsça “merd” (alp, yiğit, cesur), Ermenice “mard”
(insan) ve Gürcü-Svanca “mar” (insan) [ s. 199 ] kelimelerini karşılaştırmakta ve “nart”
kelimesinin kaynağını bu kelimelerde aramaktadır (Bayramukov, 1998:37). “Nart”
kelimesi ile Farsça “merd” kelimesi arasında morfolojik ve semantik bakımdan bir ilişki
olduğu düşünebilir. Ancak, iki kelime arasındaki /m/ > /n/ ses değişikliğinin Farsça’nın dil
hususiyetleri göz önüne alınarak bilimsel bir şekilde açıklanması gerekir.
Georges Dumezil ise “nart” kelimesiyle ilgili iki farklı görüş ileri sürmüştür. İlk olarak bu
sözün eski Hint-İran dilinde “nrit” (dans etmek) kelimesinden türemiş olacağını; ikinci
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
olarak da bu kelimenin kaynağını yine eski Hint-İran dilinde “nar” (erkek) kelimesinden
almış olabileceğini söylemektedir. G. Dumezil, Kafkas Nart destanlarının kökenini, Hint-
Avrupa dil ailesine mensup olan Osetlerin Nart destanlarına bağlamaktadır (Dumezil,
1976:19; Dumezil, 2000:72-73).
Umar Bayramuk ise “nart” kelimesinin kökeni hakkında V.İ. Abayev’in etimolojisine
aynen katıldığını, fakat “nart” kelimesinin çok eski tarihlerden beri Orta Asya
bozkırlarında kullanıldığını, Cengiz Han’ın Kafkasya’yı istila etmesiyle birlikte bu
kelimenin Kafkasya’ya geldiğini söylemektedir. U. Bayramuk’a göre Moğollar “nart”
kelimesini “güneşin çocukları” anlamında Hunlar için; “kurdun çocukları” anlamında ise
Kök-Türkler için kullanmışlardır (Bayramuklanı, 1982:249-257; Bayramukov, 1993:56-
79; Bayramukov, 1998:37-39).
Magomet Habiç, “nart” kelimesinin Moğolca “nert” (meşhur, ünlü, tanınmış, önemli)
kelimesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Ona göre Moğolcadaki “nert” kelimesi;
Buryatça “nertey” (nam salmış adam), Kalmukça “nerte” (nam salmış adam), Marice
“nar-edem” (güçlü, kuvvetli adam); Karaçay-Malkar Türkçesinde “nart” (alp, kahraman),
Kumuk Türkçesinde “nart” (alp, kahraman), Karakalpak Türkçesinde “nart” (alp,
kahraman), Sagay Türkçesinde “nart” (alp, kahraman), Saha (Yakut) Türkçesinde “nar”
(becerikli, vasıflı insan), Çuvaş Türkçesinde “nar” (koyu kırmızı, kızıl [ s. 200 ] yüzlü,
güzel endamlı) kelimelerine kaynaklık etmiştir (Habiçlanı, 1973:217-219; Habiçev,
1998:33-36).
Murat Karaköt, Şor ve Sagay Türklerinde kahramanlık hikaye ve destanları için “nart-
pak” kelimesinin kullanıldığını söylemekte ve bu kelimenin kavimler göçüyle paralel
olarak Sibirya bölgesinden Kafkasya’ya geldiğini ileri sürmektedir (Karaketov, 1995:55).
Ancak, Prof. Dr. İsa Özkan’ın Türk boylarının sözlü edebiyatında “destan, efsane,
masal, bilmece” anlamında kullanılan “nımah~comok~cumbak~yomak~comak”
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Sagay Türkçesindeki “nartpak” kelimesinin son hecesindeki “-pak” (< mak) kelimesi
fiilden isim yapım eki olduğuna göre kelimenin ilk hecesindeki “nart-” kelimesinin de fiil
olduğu ortaya çıkmaktadır. Yani “nartpak” kelimesi “nart-” fiilinden türetilmiş tek bir
kelimedir. İ. Özkan’ın çalışmasında “nartpak” kelimesiyle veya “nart-” fiiliyle [ s. 201 ]
ilgili bir etimoloji yapılmamıştır. Burada ilave olarak, “nartpak” kelimesinin /n/ nañmır
(yağmur), yeñ > neñ (yen), yelke > nelke (ense), vs. (Habiçlanı, 1973:224).
Sonuç olarak, “nart” kelimesinin kökeni hakkındaki görüşlerden bizce en mantıklı olanı
M. Habiç’in ortaya koyduğu görüştür. Hakikaten de Moğolcada “nert” (meşhur, ünlü,
tanınmış, önemli) şeklinde bir kelime vardır (Luvsandendeva, 1957:287; Hacilayev,
1970:57). “Nart” kelimesinin kökeni hakkında daha iyi bir açıklama ortaya konulana
kadar, Moğolcadaki “nert” kelimesinin Karaçay-Malkar Türkçesi ile Kafkas dillerinde
kullanılan “nart” kelimesine kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz.
Nart Kahramanları
Debet ~ Devet
Karaçay-Malkar Nart destanlarında Debet’in, Gök ile Yer’in oğlu olduğu anlatılır. Tanrılar
ilk olarak Debet’i yaratmışlardır, diğer Nart kahramanları Debet’ten türemişlerdir.
Debet’in kalbi ve kanı ateşten yaratılmıştır. Debet sadece ilk Nart değil, aynı zamanda
Nartların hem ilk demircisi, hem de ilk öğretmenidir. Tanrılar, Debet’i Elbruz dağının
eteklerinde yaratmışlardır. Debet, demir madenini ve demirden çelik yapmasını burada
öğrenmiştir. Debet, demirin ve diğer madenlerin dilini bilmekte, kızgın demiri çıplak
elleriyle döverek kolayca işleyebilmektedir. Bundan başka, kuşlarla ve diğer yabani
hayvanlarla konuşabilme yeteneğine sahiptir. Kılıç, balta, mızrak, ok gibi silahları, silah
işlemeyen zırhları ve at nalını ilk defa Debet yapmıştır. Eğer, Debet’in yaptığı silahlar
olmasaydı Nartlar düşmanlarına karşı zaferler kazanamayacaklardı. Debet’in yaptığı
silahlar meteor (göktaşı) alaşımlıdır. Bu yüzden Nartların kılıçları çok sağlamdır ve
değdiği yeri kağıt gibi kesmektedirler.
Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Debet’in ölmediği, gökte yaşadığı ve orada [ s. 203
] demircilik yaptığı anlatılır. Nart ülkesinde yapılacak bir iş kalmadığından, Debet
kendisine demirden kanatlı bir araba yaparak gökyüzüne göçer ve orada demircilik
sanatına devam eder. Yıldızlar, Debet’in örsünden sıçrayan kıvılcımlardan oluşmuştur.
Geceleyin gökyüzünde bir yıldızın kaydığını görürseniz bilin ki bu kayan yıldızlar
Debet’in gökyüzündeki atölyesinde demir döverken çıkardığı kıvılcımlardır.
“Debet” kelimesiyle bir ilgisi olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, “Debo” kelimesi eski
Türk kavimlerinden biri olan “Tobolar”ın (Tobalar~Topalar) adından miras kalmıştır. İ.
Mızı’ya göre “Debo” kelimesi ile çokluk veya soy bildiren “et” ekinin birleşmesiyle de
ortaya “Debet” kelimesi çıkmıştır (Miziyev, 1991:161). İ. Mızı bunun dışında “Debet”
kelimesi ile İskitlerin aile-ev-ocak tanrıçası “Tabiti” arasındaki kelime benzerliğe dikkat
çekmekte, bu iki kelime arasında bir ilişkinin olabileceğini söylemektedir (Mızıulu,
1993:28).
Mahti Curtubay ise “Debet” kelimesini “dıp~tıp” (ateş~ateşli) + “bet” (yüz) şeklinde iki
ayrı kelimenin birleşmesinden meydana geldiğini bunun da “güneş” anlamına geldiğini
söylemektedir. M. Curtubay’a göre, Karaçay-Malkar Türkleri eskiden güneşe “Dıpbet”
diyorlarmış ve bu kelime daha sonra Nartların demircisi Debet’in adı olmuştur
(Curtubayev, 1991:157).
Yukarıda aktarılan “Debet” kelimesiyle ilgili görüşlerin hepsi şekil ve anlam bakımından
yetersizdir. Ben bundan önceki çalışmalarımda, demircilik sanatıyla meşhur Davut
peygamberin Karaçay-Malkar Nart destanlarına demirci Debet olarak girdiğini ve Davut
peygamber ile demirci Debet arasındaki benzerlikleri ilk defa ortaya koymuştum
(Adiloğlu, 1997:589; Appa, 1998/16:25-27; Appa, 1999/17:38-39).
Davut peygamberle ilgili rivayetlerde, bir kral olmakla birlikte onun aynı zamanda usta
bir demirci olduğu anlatılır. Davut peygamberin adı Kuran-ı Kerim’de 16 kere geçer.
Peygamberliği dışında kendisine has bazı özelliklerinin dile getirildiği bu ayetlerden [ s.
204 ] ayrı olarak, sahih hadislerde de “Davut” adından çokça bahsedilir (Bursalı,
1991:18-67; Aydemir, 1996:151-185). Davut peygamberin demircilik sanatı ve diğer
vasıfları Kuran-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Allah ona (Davut’a) hükümdarlık ve
hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti” (Bakara-251). “Ona (Davut’a), sizi savaşta
korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misin?” (Enbiya-80). “Ona
(Davut’a) demiri de yumuşattık. Uzun zırhlar yap, onları dokumada intizamı gözet diye
buyurduk” (Sebe-10-11); (Bursalı, 1991:18-67). İslamî rivayetlerde, Davut peygamberin
demiri ateşte kızdırmadan, demiri dövmek için örse, çekice ve balyoza muhtaç olmadan
çıplak elleriyle demiri hamur gibi eğip büktüğü ve demire dilediği gibi şekil verdiği
anlatılır. Aynı rivayetlere göre, Davut peygamberin dağlarla, taşlarla ve kuşlarla
konuşabilme yeteneği de vardır. Kendisinden sonra kral ve peygamber olan Hz.
Süleyman’ın da babası olan Davut peygamberin 19 oğlu olmuştur (Bursalı, 1991:18-67).
Bilindiği üzere M.S. 7-10. yüzyıllar arasında Kafkasya coğrafyasının hakimi olan Hazar
Türkleri Musevilik inancına sahip idiler. Musevilik inancında Davut peygamber bir
kahramandır. Hazar Kağanlığının dağılmasından sonra Hazar Türk kabileleri
Kafkasya’da yaşayan halklar arasına karışmışlardır. Hazar kökenli bu kabileler
beraberlerinde getirdikleri kültür unsurlarını Kafkas halklarına taşımışlardır. Karaçay-
Malkar Nart destanlarındaki Demirci Debet ile Davut peygamber arasındaki
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Alavgan
Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Alavgan’ın dev gibi iri yapılı ve çok kuvvetli olduğu
anlatılır. Alavgan çok sayıda “emegen” (dev) öldürmüştür. Ayrıca devlerin kazanını çalıp
Nartlara getirmiştir. [ s. 205 ] Bu kazanın içine kırk tane öküzün eti sığmaktadır.
Alavgan, Nartların demircisi Debet’in on dokuz oğlundan en büyük olanıdır. Debet,
Alavgan dışında, oğullarının hepsini evlendirmiştir. Alavgan, dev gibi iri yapılı biri
olduğundan ona Nartlardan uygun bir eş bulunamamıştır. Alavgan bu yüzden “emegen”
(dev) kadınlardan biriyle evlenmek zorunda kalmıştır.
Bir başka yazımda ilk defa, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki demirci Debet’in
başlangıçtaki adının “Alogan” veya “Al-Ogan” şeklinde olduğunu ve daha sonra Hazar-
Musevi kültürünün etkisiyle demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin adının
“Debet” şeklinde değişerek Karaçay-Malkar Nart destanlarına kaynaklık ettiğini,
“Alogan” adının ise tamamen unutulmayarak Karaçay-Malkar Nart destanlarında
“Alavgan” adıyla Debet’in en büyük oğlu olarak yaşamaya devam ettiğini söylemiştim
(Adiloğlu, 2001:29-32).
Gerek İslam öncesi, gerekse İslam sonrası Türklerin kültüründe bugüne kadar yaşayan
halk inanışlarından biri de [ s. 206 ] “Al-Ruhu” veya “Albastı”dır. Karakter ve seciye
itibariyle, bütün Türk boylarının halk inanışlarına göre “Al-Ruhu” genellikle loğusa
kadınlara musallat olan kötü bir ruhtur. Fakat, Al-Ruhu tarih öncesi devirlerde Türklerin
kültüründe kötü bir ruh değil, tam tersine güçlü ve koruyucu tanrılardan biri idi. Fakat
daha sonraları Al-Ruhu, Türk kültüründe kötü bir ruh olarak tasavvur edilmiştir. Bununla
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
birlikte tarihi devirlerde, Al-Ruhu’nun koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu bildiren işaretler
de yok değildir. Örneğin, Uranha-Tuba Türklerinin şaman dualarında Al-Ruhu koruyucu
ve iyi bir ruh olarak telakki edilir. Yakut Türklerinde aile ocağı ateşine “Al-Ot” denir. Altay
ve Kırgız Türklerinde “alka-” kelimesi “takdis etmek” anlamına gelir. Bütün Türk
boylarında “alkış~algış” kelimesi “dua, takdis, dilek, tebrik” anlamlarında kullanılan bir
kelimedir. “Alas” veya “alazlama” tabiri, eski Türk kültüründeki “ateşle ruhu
kötülüklerden arındırma” ayinidir. “Al” sözünün “ateş” kültüyle alakalı olması bilhassa bu
ruhun eski zamanlarda koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu göstermekte, hatta bu Al-
Ruhu’nun tarih öncesinde eski Türk kültüründe “ateş-tanrısı” olduğunu ortaya
koymaktadır. Al-Ruhu ve Al sözünün kökenini ise Sumer kültüründe aramak
gerekmektedir. Eski Türklerin ateş tanrısı “Al” ile Sumerlerin ateş tanrısı “Al” veya
“Alu”nun bir olduğuna şüphe yoktur (İnan, 1987:259, 261, 263-266).
Tarih öncesinin derin karanlıklarında kaybolmayarak, önce ateş tanrısı “Al” şeklinde ve
daha sonra da kötü bir ruh şeklinde tasavvur edilerek “Al-Ruhu” şeklinde eski Türk
kültüründe yer bulan Sumerlerin ateş tanrısı “Al”ın adı şüphesiz ki Karaçay-Malkar ve
Oset Nart destanlarındaki “Alavgan” ve “Kurdalagon” adlarına da kaynaklık etmiştir.
“Alavgan” kelimesini: “al” (ateş) + “awgan < ogan” (tanrı), yani “Ateş Tanrısı” şeklinde;
“Kurdalagon” kelimesini de: “kurd < kurç” (demir-çelik) + “al” (ateş) + “agon < ogan”
(tanrı), yani “Demirci-Ateş Tanrısı” şeklindeki tahlil, yukarıda ileri sürülen görüşlerin
hepsinden daha mantıklı ve isabetlidir.
Satanay’ın babası Güneş, annesi de Ay’dır. Satanay doğduktan kısa bir süre sonra
Deniz Tanrısı onu alıp kaçırır ve bir adaya götürür. Satanay yıllarca bu adada mahsur
kalır. Deniz Tanrısı oynaması için Satanay’a denizden çıkardığı yakut, elmas, mercan
gibi değerli taşlar verir. Satanay bunların içinde en çok mercan taşlarını sever. Bu
yüzden de Deniz Tanrısı ona “Satanay” adını verir. Satanay aradan uzun yıllar geçtikten
sonra bir yolunu bulup adadan kaçmayı başarır. Günlerce ormanlarda, dağlarda
dolaştıktan sonra Nartların ülkesine gelir ve burada Nartların lideri Örüzmek’le evlenir.
Karaçay-Malkar Nart destanlarının kadın kahramanı olan Satanay güzelliğin ve
bilgeliğin sembolüdür. Satanay birtakım doğa üstü [ s. 207 ] güçlere sahiptir. Satanay’ın
sihir yapma gücü ve olacakları önceden sezme yeteneği vardır. Nartları perde
arkasından yöneten Satanay’dır. Satanay’a danışmadan Nartlar hiçbir işe kalkışmazlar.
Satanay, Nart kadınlarına yünden çuha yapmasını, elbise dikmesini, ekmek pişirmesini,
boza yapmasını, sütten peynir ve yoğurt yapmasını öğretmiştir (Appa, 1993/6:17-22).
ile Alan kralının güzel kızı “Satinik”in birbirleriyle ilişkili olduğunu söylemekte, hatta bu
ikisinin aynı kişiler olduğunu ileri sürmektedir (Dumezil, 1965:170). Alanlar ile Ermeniler
arasında geçen bir savaşta, Alan kralının oğlu Ermeniler tarafından esir alınmış, taraflar
arasındaki uzun görüşmelerden sonra, Ermeni kıralı Artaşes ile Alan kralının güzel kızı
Satinik’in evlenmesiyle taraflar arasında barış yapılmıştır (Kırzıoğlu, 1992:38-39).
Bana göre “Satanay” kelimesinin “şeytan” (veye “şeytanî”) kelimesiyle bir alakası vardır.
Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki “Satanay” ile Oset Nart destanlarındaki “Satana”
veya “Şatana”nın birtakım sihir güçlerine sahip olduğu, gaipten ve gelecekten haber
verdiği bolca işlenmektedir. Hatta, Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Satanay” ismi
birçok yerde “Bilgiç Satanay” (Kâhin Satanay), Kurtha Satanay” ve “Obur Satanay”
(Büyücü Satanay) şeklinde geçmektedir. Bilindiği gibi büyücülük, kâhinlik vb. gibi işler
eski toplumlarda “şeytan işi” olarak kabul edilirdi. Büyük bir [ s. 208 ] ihtimalle, toplum
tarafından sevilmekle birlikte büyücülük, kâhinlik gibi “şeytanî” işlerde uğraştığından
dolayı kendisinden korkulan, çekinilen bir kadın bir şekilde Nart destanlarına girmiştir.
Belki bu kadın, gerçekte başka bir ismi olan fakat büyücülük ve kâhinlik gibi birtakım
“şeytanî” işlerle uğraştığından dolayı “Satinik” (< Satanik) adıyla anılan Alan kralının
güzel kızı olabilir.
Örüzmek
M. Habiç ve G. Dumezil’in ileri sürdüğü görüşlerin yetersiz olduğu açıktır. Kafkas Nart
destanlarındaki “Örüzmek”, “Urizmeg”, “Osirmeg” vs. adlı kahramanın adı tamamen
Türkçe bir kelime olup, Dede Korkut destanlarındaki “Kazan oğlu Oruz Bek”ten ibarettir
(Adiloğlu, 1993/4:7-10; Appa, 1993/6:17-22). Dede Korkut [ s. 209 ] destanlarının,
Kafkas Nart destanları üzerindeki etkisi kimseyi şaşırtmamalıdır. Hatta, Dede Korkut’un
mezarının Kazakistan’da (Kızılorda vilayetinde), Türkmenistan’da, Azerbaycan’da ve
Türkiye’de (Bayburt’ta) olduğuna dair efsaneler dışında bir de Kafkasya’da olduğuna
dair inanışlar ve ciddi tarihi bilgiler vardır. 1638 yılında Dağıstan’da Derbent şehrinin
batısındaki bir tepede Dede Korkut türbesi olduğunu söyleyen Adam Olearius ünlü
seyahatnamesinde şöyle söylemektedir: “Eskiden burada Okus (Oğuz) milletinden
Kasan (Kazan) adlı bir hükümdar yaşarmış. Bu hükümdar, Lezgi denilen Dağıstan
Tatarlarıyla korkunç savaşlar yaparken, tepe üzerindeki türbede yatan İmam Korkut
kopuz çalarak Kasan (Kazan) adlı hükümdarı coşturup Lezgiler aleyhine savaşa
kışkırtırmış.” A. Olearius’tan on yıl sonra Derbent’te bulunan Evliya Çelebi’nin notlarında
Dede Korkut’tan şöyle bahsedilmektedir: “Ziyaretgâh-ı Dede Korkut ulu sultandır.
Şirvanlılar bu sultana (veliye) yürekten bağlıdırlar.” (Kırzıoğlu, 1972:214).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
N.A. Baskakov gibi, ben de, “Oruz” ve “Örüz” kelimelerinin “Orus” (Rus) kelimesinden
kaynaklandığını düşünüyordum. Bilindiği gibi Türkçede kelime başında /r/ sesi
bulunmaz. Başka dillerden girmiş /r/ sesiyle başlayan kelimeler ise bir ünlü önses
almışlardır. Bu kelimelerden biri de “Orus” ( < Rus ) kelimesidir. Özellikle Doğu
Türkçesinde “Rus” kelimesi “Orus” veya “Urus” şeklinde söylenmektedir. Ayrıca,
Türklerde eskiden “Orus” kelimesi, “Rus’a benzeyen” veya “Rus gibi” anlamında bir özel
ad olarak oldukça yaygın şekilde kullanılmıştır. Doğu Türklerinde bu ad günümüzde de
Orusbiy, Oruzbek, Orazbek, Orazbay, Orazhan, Orushan vs. şeklinde oldukça yaygın
olarak kullanılmaktadır. “Orus” adının “Rus” sözüyle ilişkisini çok güzel açıklayan bir
Malkar rivayeti vardır. Bu rivayete göre, Malkar’da Bızıngı vadisinde yaşayan Bashanuk
adlı bir prensin bir oğlu olmuş. Bashanuk’un dedesi veya yaşlı akrabalarından biri yeni
doğan çocuğu görmeye geldiğinde, çocuğun saçlarının sarı, gözlerinin de mavi
olduğunu görünce: “Bu çocuk aynı Rus prenslerine benziyor” demiş ve böylece
Bashanuk’un oğluna “Orusbiy” (Rus prensi) adı konulmuştur. Malkarlıların köklü Orusbiy
[ s. 210 ] sülalesi işte bu çocuğun soyundan gelmektedir. (Musukayev, 1976:97;
Musukayev, 2001:28).
Ancak, tarihte daha “Rus” kelimesi ve “Rus” adında bir millet yok iken, eski Türk
destanlarında “Oruz” adının geçmesi, bu kelimenin kökeninin çok daha eskilere
dayandığını ortaya koymaktadır. Örneğin, efsanevi Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu
“Alp Arız” veya “Oruz Han” ile Oğuz Han destanının Uygur varyantındaki Oğuz Han’ın
sol kanat komutanı Urum Kağan’ın kardeşi “Uruz Bek” ve M.Ö. 66 yıllarında Alazon
ırmağı ile Hazar denizi arasındaki yerlerin, yani Kafkasya’nın hakimi ve Partların (Saka-
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Bence tarihte ve destanlardaki bütün “Oruz” (ve diğer varyantları) adlarının kökeni, Saka
hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu (veya kardeşi) Alp Arız’a dayanmaktadır. Sakaların
Hazar denizini kuzeyden ve güneyden dolaşarak Kafkasya ve Dağıstan’daki Derbent
(Demirkapı) şehrinin fethi Alp Tonga oğlu Alp Arız tarafından gerçekleştirilmiştir (Togan,
1981:108). Neticede, Alp Arız’ın Kafkasya’daki savaşları ve buna bağlı diğer tarihi
olayların, Kafkas Nart destanları ve Dede Korkut destanlarında iz bırakmaması mümkün
değildir. Hatta, Dede Korkut destanlarında anlatılan mekanın Kafkasya ve Kuzey
Azerbaycan coğrafyası olması da bu fikre uygundur.
Bana göre, Türk kültüründeki “Oruz” adının kökeni, Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu
Alp Arız’a dayanmakta fakat bu “Arız” adı da Yunan mitolojisindeki “Ares”ten
kaynaklanmaktadır. Zeus ile Hera’nın oğlu Ares, eski Yunan mitolojisinde en büyük
savaş tanrısı olarak anlatılır. Ares aynı zamanda kıyımdan ve kan dökmekten hoşlanan,
savaşçı düşünce tarzının temsilcisidir. Savaş tanrısı Ares, zırhlı, miğferli, kalkan, mızrak
ve kılıçla donanmış olarak tam bir savaşçı görünümünde tasvir edilir (Grimal, 1997:84).
Sosuruk ~ Sosurka
Karaçay-Malkar Nart destanlarında zeki ve kurnaz biri olarak anlatılan Nart Sosuruk
(veya Sosurka), Nartların amansız düşmanı olan devleri bilek gücüyle değil, kıvrak
zekasıyla yenmektedir. Nart Sosuruk’un doğuşu kısaca şöyledir; Nartların çobanı Sozuk
bir gün İdil ırmağı kenarında koyunlarını otlatırken, güzelliği dillere destan olan Satanay-
Biyçe’yi görür. Satanay-Biyçe’yi o kadar çok beğenip arzular ki, Sozuk’un ersuyu
fışkırıp, ırmağın kıyısında Satanay-Biyçe’nin üzerine oturduğu granit kaya parçasına
değer. Sozuk, Satanay-Biyçe’ye granit kayayı yanında götürmesini söyler. Satanay-
Biyçe’nin evine alıp götürdüğü granit kaya büyümeye başlar. Belli bir zaman sonra
granit kaya kendi kendine bir yumurta gibi kırılır ve içinden kor halinde bir bebek çıkar.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Satanay-Biyçe hemen Nartların demirci Debet’i çağırır. Debet, kor halindeki bebeği
dizlerinden bir kıskaçla tutup suya batırır. Böylece bebeğin vücudu çelikleşmiş olur.
Satanay-Biyçe ve Debet, “Soslan-Taş”ın (granit kayası) içinden çıkan bu bebeğe
“Sosuruk” adını verirler. Nart Sosuruk’un vücudu çelikten olduğu için ona hiçbir kesici ve
delici silah işlemez. Ancak, Debet onu suya batırdığı sırada, vücudunun kıskaçla kapalı
olan yerleri su ile temas etmediği için Sosuruk’un dizleri çelikleşmemiştir. Bu yüzden
Sosuruk’un düşmanları onu dizlerinden yaralamak isterler (Adiloğlu, 1993/5:18-21).
Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Nart Sosuruk bla Emegen” (Nart Sosuruk ile Dev)
başlıklı bölümde, Sosuruk’un zekası ve kurnazlığıyla devi nasıl yendiği kısaca şöyle
anlatılmaktadır:
“Günlerden bir gün Nart yiğitleri sefere çıkarlar. Yolculuk sırasında erzakları tükenir,
ateşsiz kalırlar. Bunun üzerine Nart Sosuruk’u ateş bulması için görevlendirirler.
Sosuruk ateş aramak için dolaşırken bir devin mağarasına gelir. Mağarada büyük bir
ateş yanmaktadır. Sosuruk devin [ s. 212 ] ateşinden bir kor parçası alıp kaçmak
üzereyken, kor parçasından sıçrayan bir kıvılcım devin gözüne gelir. Bunun üzerine dev
uyanır ve Sosuruk’u kıskıvrak yakalayıverir. Dev ona Sosuruk’u tanıyıp tanımadığını
sorar. Sosuruk kendisinin kim olduğunu deve söylemez fakat Sosuruk’u çok yakından
tanıdığını, onun çok büyük bir yiğit olduğunu ve birtakım hünerlere sahip olduğunu
söyler. Bunun üzerine dev heyecanla ona Sosuruk’un hünerlerinin neler olduğunu sorar,
kendisinin de aynı hünerleri yapmak istediğini söyler. Sosuruk deve, Sosuruk’un birinci
hünerinin, dağın tepesinden yuvarlanan büyük kayaları başıyla vurup dağın tepesine
geri göndermek olduğunu söyler. Dev ben de aynısını yaparım diyerek Sosuruk’a dağın
tepesine çıkmasını ve yukarıdan büyük kayalar yuvarlamasını söyler. Sosuruk dağın
başından kayaları yuvarlamaya başlar. Dev çok kolay bir şekilde kayaları başıyla vurup
geri gönderir. Sosuruk deve, Sosuruk’un ikinci hünerinin kızgın demirleri yutmak
olduğunu söyler. Dev hemen ateşte demirleri kor haline gelene kadar kızdırarak yutar
ve kendisine hiçbir şey olmaz. Sosuruk’un üçüncü ve son hünerinde dev göle girer ve
gölün buz tutmasını bekler. Göl buz tuttuktan sonra Sosuruk deve gölden çıkmasını
söyler. Dev bütün gücüyle uğraşır fakat bir türlü buzları kırıp gölden çıkamaz. Dev
oyuna geldiğini ve bu kişinin Sosuruk olduğunu anlamıştır. Sosuruk devin başını
kesmek için kılıcını devin boynuna vurur. Fakat devin boynu kesilmez. Dev, Sosuruk’a,
başının ancak kendi kılıcıyla kesilebileceğini söyler. Bunun üzerine Sosuruk devi kendi
kılıcıyla öldürür.”
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
İlk olarak T.M. Haciyeva’nın tespit ettiği üzere, meşhur Türkolog Wilhelm Radloff’un 19.
yüzyılda Güney Sibirya Türklerinden derlemiş olduğu “Ak-Kübek” destanı ile yukarıda
anlatılan “Nart Sosuruk ile Dev” destanı arasındaki büyük benzerlikler vardır. Aynen,
Sosuruk ile dev arasında olduğu gibi, Ak-Kübek ve Salur Kazan kimin daha güçlü
olduğunu anlamak için değişik hünerler gösterirler. En sonunda Ak-Kübek, buz tutan
gölden çıkamayan Salur Kazan’ın başını keserek bu mücadeleden galip çıkar.
Birbirlerinden oldukça uzak yurtlarda yaşayan Güney Sibirya Türkleri ile Karaçay-Malkar
Türklerinin destanları arasındaki bu benzerlikler, her ikisinin de eski Türk mitolojisiyle
ilişkili olduğunu göstermektedir. Prof. Dr. B. Ögel’e göre, dış dünyaya hatta daha
güneydeki Türk boylarının tesirlerine bile uzak olan Ak-Kübek destanı, Proto-Türk
motifleri taşıyan mitolojik bir destandır [ s. 213 ] (Aliyeva vd., 1994:28; Ögel, 1995:10,
22, 35). Bunun dışında, Nart Sosuruk ile devin mücadelesini anlatan bu destanın
benzerleri Oset ve Abhaz-Abazaların Nart destanlarında da yer almaktadır (Özbay,
1990:116-129; Abayev vd., 1999:241-249). Bunlar büyük ihtimalle Karaçay-Malkar Nart
destanlarından geçmiş olmalıdır.
“Sosuruk” veya “Sosurka” kelimesinin kökeni hakkında görüşler şöyledir; Adige (Çerkes)
Nart destanlarında bu kahramanın adı “Sosrıko” ve “Sawsıruk” şeklinde geçmektedir.
Buna göre Çerkes dilinde bu kelime; “se” (bıçak, kılıç) + “sır” veya “stır” (sıcak) + “w”
veya “wo” (vurmak, ateş etmek) + “ko” (oğul, oğlu) kelimelerinin birleşmesinden “sıcak
çocuk”, “ateş saçan”, “yakan erkek çocuk” anlamına gelmektedir (Özbay, 1990:14).
Vladimir Meremkul’a göre, “Sosurka” kelimesi ile eski Mısırlıların tanrılarından “Osiris”
arasında bir ilişki vardır (Özbay, 1990:98). M. Habiç ise bu kelimeyi Karaçay-Malkar
Türkçesiyle açıklamaya çalışmaktadır. Ona göre bu kelime “sos” (granit) ve “uruk” (soy,
sop) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir (Habiçlanı, 1973:219-220). Fakat,
Karaçay-Malkar Türkçesindeki “sos-taş” (granit) kelimesi, Sosuruk adlı kahramanın
doğuş hikayesiyle bağlantılıdır. Yani “Sosuruk” adlı kahramanın adından atfen sonradan
“granit” taşına “sos-taş” denilmiştir.
Çerkes Tarihçisi Şora B. Noghumuka ise, bir kayanın yarılmasından, kayanın içinden
çıkan Sosurka ile anne karnı yarılarak bebek doğum tekniğine de adı verilen meşhur
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Roma İmparatoru “Sezar” arasında bir ilişki kurmaktadır. Ona göre Roma İmparatoru
“Sezar”ın adı, Kafkas Nart destanlarına birtakım değişikliklere uğrayarak girmiştir
(Noghumuka, 1974:60-61). Bana göre de, yukarıda ileri sürülen görüşlerden ziyade Ş.B.
Noghumuka’nın görüşü daha isabetlidir.
Şavay ~ Karaşavay
“Alavgan’ın emegen (dev) karısı iki ayda bir çocuk doğuruyormuş. Fakat bu çocukları
doğurur doğurmaz ağzına atıp yiyormuş. Alavgan dertli bir şekilde Satanay’dan yardım
istemiş. Satanay hemen bir plan yapmış. Emegen (dev) kadının doğum zamanı gelince
onu evin çatısına çıkarmış bacanın üstüne oturup doğurmasını söylemiş. Emegen (dev)
kadın doğurunca bebek bacanın altında, ocağın içinde hazır duran sepete düşmüş. [ s.
214 ] Satanay hemen sepetin içindeki bebeği alıp Elbruz dağına götürmüş. Şavay
burada Elbruz dağının buzullarını emerek büyümüş. Çocuk büyüyüp yiğit bir delikanlı
olduktan sonra Satanay onu alıp Nart ülkesine getirir. Şavay yurduna döndükten sonra
derhal emegen (dev) annesini öldürür ve böylece Nartları emegen (dev) kadının
zulmünden kurtarmış olur. Şavay’ın babası Alavgan ise oğluna kavuştuğu için çok mutlu
olur ve ona “Gemuda” isimli atı hediye eder.”
Şavay birtakım olağanüstü güçlere sahiptir. Örneğin istediği zaman sıcak havayı soğuk
havaya ya da soğuk havayı sıcak havaya çevirebilmektedir. Bunun dışında, Şavay’ın
kendisi ve atı Gemuda istediği zaman istediği kılığa girebilmektedir. “Şavay ile Gemuda”
adlı destanda, Şavay, Nart kahramanları arasında düzenlenen bir müsabakaya yaşlı bir
görünüşle ve eski püskü elbiseleriyle katılır. Şavay’ın atı Gemuda ise zayıf, cılız ve
güçsüz bir at gibi görünmektedir. Halbuki Şavay bunu diğer Nart kahramanlarını
yanıltmak için yapmıştır. Neticede müsabakayı Şavay ve atı Gemuda kazanır.
M.E. Talpa, Adige (Çerkes) Nart destanlarında savaşlara eski elbiseler giyerek giden
Şavay’ın neden eski elbiseler giydiği sorusunun cevapsız kaldığını ifade etmektedir.
M.E. Talpa bu sorunun cevabının ancak Karaçay-Malkar Nart destanlarında
verilebildiğini söylemektedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki Şavay, düşmanlarının
karşısına yaşlı ve güçsüz bir adam görünümünde, eski püskü elbiseler giyerek çıkar.
Çünkü, böylece gerçek gücünü düşmanlarından gizlemekte ve onları yanıltarak
yenmektedir (Aliyeva vd., 1994:17).
Şavay’ın vücudu çok dayanıklıdır. Hiçbir şey onun bedenine zarar vermez. Örneğin “Üç
Nart ile Üç Emegen” adlı destanda, emegenler (devler) Şavay’ı yakalayıp ateşin içinde
atarlar. Fakat, Şavay’a hiçbir şey olmaz. Tam tersine, ateşin içinde Şavay’ın vücudu
çelik gibi sertleşir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Kaynaklar
Abayev, V.İ., Djusoyev, N.G., İvnev, R.A., Kaloyev, B.A., Nartlar-Asetin Halk Destanı,
Çeviren: Kayhan Yükseler, YKY, İstanbul, 1999.
Adiloğlu, Adilhan., Kafkas Nart Destanlarında Sumer ve Saka İzleri, Bilge Dergisi, Sayı:
31, Ankara, 2001.
Aliyeva, A.İ., Haciyeva, T.M., Ortabayeva, R.A.K., vd., Nartla: Malkar-Karaçay Nart
Epos ~ Nartı: Geroiçeskiy Epos Balkartsev i Karaçayevtsev, Moskova, 1994.
Appa, Adilhan., “Nartların Demircisi Debet-I”, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 16,
Eskişehir, 1998.
Appa, Adilhan., “Nartların Demircisi Debet-II”, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 17,
Eskişehir, 1999.
Baskakov, N.A., Türk Kökenli Rus Soyadları, Çeviren: Mülazım Kazımoğlu, TDK
Yayınları, Ankara, 1997.
1982.
Dumezil, Georges., Le livre des heros. Legendes sur les Nartes, Paris, 1965.
Dumezil, Georges., Kafkas Halkları Mitolojisi, Çeviren: Musa Yaşar Sağlam, Ayraç
Yayınları, Ankara, 2000.
Haciyeva, T.M., Karaçay-Malkarlıların Eski Folklor Ürünleri, Çeviren: Adilhan Appa, Bilig
Dergisi, Sayı: 6, Ankara, 1997.
İnal-İpa, Ş. D., “Ob Abhazskih Nartskih Skazaniyah”, Trudı Abhazskogo Nİİ, Shumi,
1949.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafkazın Etnik Köklerine Doğru, (Çevirenler: Prof. Dr.
Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdullah), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
Yayınları, İstanbul, 1993.
Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII. vv, Nalçik, 1991.
Musukayev, A., “Bahsan Avzunda Birinci Elle, Şuyohluk”, Sayı: 3, Nalçik, 1976.
Musukayev, A., “Malkar Halkının Etnik Oluşumu”, Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi,
Sayı: 34, Ankara, 2001.
Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Dr. Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul,
1974.
[ s. 218 ] Orusbiy, Safar-Aliy., Dağlı Tatarların Nart Destanları, Çeviren: Bilal Appa-
Adilhan Appa, Birleşik Kafkasya Dergisi, sayı: 4, Eskişehir, 1995.
Ögel, Bahaeddin., Türk Mitolojisi, II. Cilt, TTK Yayınları, Ankara, 1995.
Togan, Zeki Velidi., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981.
_____________________________________________________
[s. 29] Kafkas Nart destanları; Karaçay-Balkar, Kumuk, Oset, Çeçen-İnguş, Abhaz,
Abaza, Adige [Çerkes] vs. gibi Kafkasya halklarının folklorunda önemli bir yere sahiptir
ve sözlü edebiyat geleneklerinin ilk ürünleri olarak kabul edilirler. Dil ve etnik bakımdan
birbirinden farklı olan Kafkas halklarının Nart destanları birçok yönden birbirlerine
benzemektedir. Fakat yine de bu destanların her birinin kendisine has milli vasıfları
barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu da dikkat çekmektedir. Sözgelimi,
Abhaz ve Adigelerin Nart destanları daha çok eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler
gösterirken, Karaçay-Balkar ve Kumukların Nart destanları ise eski Türk destanlarına
daha yakındır. Öte yandan, diğer Kafkas halklarının Nart destanlarında da Türk-Moğol
motifleri oldukça fazladır. Prof. Dr. A.N. Daçkov-Tarasov ve Prof. Dr. G.N. Potanin,
Kafkas Nart destanlarının kökenini Altaylı kavimlere yani Türk-Moğol kültürüne
bağlamaktadırlar.[1] Gerçekten de, Kafkas Nart destanları ile Dede Korkut destanları
arasındaki benzerlikler ve özellikle de Nart destanlarındaki kahraman adlarının
birçoğunun Türkçe olması bu destanların doğrudan doğruya Türk kültürüyle bağlantılı
olduğunu ortaya koymaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Kafkas Nart destanlarındaki bazı unsurların kökeni çok eski bir dönemin kültürüne
dayanmaktadır. Bu unsurlardan biri de, Karaçay-Balkar ve Oset Nart destanlarında
“Alawgan” ve “Kurdalagon” adlı kahramanlardır. Oset Nart destanlarındaki [bundan
sonra kısaca OND] Kurdalagon adlı kahraman Nartların demircisidir ve demircilikle
bağlantılı olarak ateş kültüyle de ilgisi vardır.[2] Karaçay-Balkar Nart destanlarındaki
[bundan sonra kısaca KBND] Alawgan adlı kahraman ise Nartların demircisi Debet’in en
büyük oğludur. Alawgan çok iri cüsseli olduğu için kendisine uygun bir Nart kızı
bulamamış ve bir “emegen” [dev] kadınla evlenmek zorunda kalmıştır.
Georges Dumezil, OND’deki Kurdalagon adının “kurd” [eski Osetçe demirci] sözü ile
“Alag” [bir Nart sülalesi] sözünün birleşmesinden meydana gelmiş olabileceğini
söylemektedir.[3] V.İ. Abayev ise, Kurdalogon adının ilk halinin “Kurdalawargon” [Kurd-
ala-warg-on] şeklinde olduğunu söylemekte ve bunu da; Kurd [eski Osetçe demirci] +
ala [Alan] + warg [eski Osetçe kurt] + on [Osetçe oğul, soy bildiren ek] şeklinde
açıklamaktadır. Yani, V.İ. Abayev bu etimolojisinden “Alanların kurt soyundan olan
demircisi” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Mahti Curtubay ise, V.İ. Abayev’in bu
açıklamasına karşı çıkarak; öncelikle eski Osetçe’deki “warg” [kurt] sözünün aslında
Türk-Moğol “barak” [köpek] sözünden kaynaklandığını, öte yandan Osetçe’de “kurd”
[demirci] şeklinde bir sözün olmadığını ve bunun da Türkçe “kurt” sözünden
kaynaklandığını ileri sürmekte ve V.İ. Abayev’in etimolojisini tamamen reddetmektedir.
M.Ç. Curtubayev’e göre, OND’deki Kurdalagon’un adı, KBND’deki Alawgan’ın adından
kaynaklanmaktadır. Yani, KBND’deki Alawgan’ın adı, OND’ye “Kurd Alagon” [Kurt soylu
Alagonilk oğlan” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Bu etimolojisini de Alawgan adlı
kahramanın KBND’deki demirci Debet’in “ilk oğlu” olmasıyla desteklemektedir.[4]
Ben bir başka yazımda, hem V.İ. Abayev’in, hem de M. Curtubay’ın, “Kurdalagon” ve
“Alawgan” sözleriyle ilgili açıklamalarının mantıksız ve şüpheli olduğunu söylemiş ve her
iki sözün de daha derin araştırılması gerektiğini geniş bir şekilde izah etmiştim. Fakat
bununla birlikte ben de, V.İ. Abayev ve M. Curtubay’ın görüşlerine karşı bir açıklama
ortaya koymamıştım.[5] Fakat bu yazıda, KBND’deki “Alawgan” ve OND’deki
“Kurdalagon” adlı kahramanların, demircilik ve ateş kültüyle bağlantılı olarak,
günümüzde bütün Türk boylarının kültüründe halen yaşayan “Al-Ruhu”yla ilgisi olduğu
ve bu iki kahramanın kökeninin Sumerlerin ateş tanrısı “Al” veya “Alu”ya dayandığı ilk
defa ortaya konulacaktır.
Gerek İslam öncesi, gerekse İslam sonrası Türklerin kültüründe bugüne kadar yaşayan
halk inanışlarından biri de “Al-Ruhu” veya “Albastı”dır. Karakter ve seciye itibariyle,
bütün Türk boylarının [s. 30] halk inanışlarına göre “Al-Ruhu” genellikle loğusa kadınlara
musallat olan kötü bir ruhtur. Fakat, Al-Ruhu tarih öncesi devirlerde Türklerin kültüründe
kötü bir ruh değil, tam tersine güçlü ve koruyucu tanrılardan biri idi. Fakat daha sonraları
Al-Ruhu, Türk kültüründe kötü bir ruh olarak tasavvur edilmiştir. Bununla birlikte tarihi
devirlerde, Al-Ruhu’nun koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu bildiren işaretler de yok
değildir. Sözgelimi, Uranha-Tuba Türklerinin şaman dualarında Al-Ruhu koruyu ve iyi bir
ruh olarak telakki edilir. Yakut Türklerinin aile ocağı ateşine “Al-Ot” denir. Altay ve Kırgız
Türklerinde “alka-” sözü “takdis” etmek anlamına gelir. Bütün Türk boylarında
“alkış~algış” sözü “dua, takdis, dilek, tebrik” anlamlarında kullanılan bir sözdür. “Alas”
veya “alazlama” tabiri, eski Türk kültüründeki “ateşle ruhu kötülüklerden arındırma”
ayinidir. “Al” sözünün “ateş” kültüyle alakalı olması bilhassa bu ruhun eski zamanlarda
koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu göstermekte, hatta bu Al-Ruhu’nun tarih öncesinde eski
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Mezopotamya bölgesinde üstün bir uygarlık tesis eden Sumerlerin Asiyatik bir kavim
olduğu ve Sumer dilinin en çok da Türkçe’nin içerisinde bulunduğu Ural-Altay dillerine
benzediği bütün bilim adamlarınca kabul edilmektedir. Önasya tarihi uzmanı F. Hommel,
Sumerleri tamamıyla bir Türk kavmi saymıştır. Ona göre, bazı Türk kavimleri M.Ö. 5000
yıllarında Orta Asya’dan Mezopotamya bölgesine gelerek Sumerleri teşkil etmişlerdir.
Ayrıca F. Hommel, Sumer diline ait 350 sözü Türkçe ile izah etmiştir.[7] Öte yandan,
Osman N. Tuna, Türklerin en az M.Ö. 3500 yıllarında Doğu Anadolu çevresindeki
varlığını ve Sumerler ile Türkler arasında dil bakımından tarihi bir ilgi bulunduğunu,
Sumer dilindeki 168 Türkçe söz denkliğiyle ispatlamıştır.[8] Kafkasya’da, Karaçay-
Balkar Türklerinin yaşadığı Elbruz dağı [Mingitaw] çevresinde yapılan arkeoloji
çalışmaları sonucu kurganlarda Sumerlere ait eşyalar bulunmuştur.[9] Yine,
Kafkasya’daki Maykop kurganlarında kullanılan seramik malzemenin Mezopotamya
kaynaklı olduğu saptanmıştır.[10] Ayrıca, Maykop kurganlarında ortaya çıkarılan gümüş
kapların üzerindeki hayvan resimleri üslubunun Sumer-Elam sanatı üslubuyla aynı
olduğu tespit edilmiştir. Sumer-Elam uygarlığının bu tip özellikleri Orta Asya
kurganlarında da görülmektedir.[11]
Birçok söz vardır ki, tarih öncesinin derin karanlıklarında kaybolan fakat inanç, yaşayış
ve sosyal şartların kalıntıları halinde bugüne kadar sürüklenerek gelmiştir. Zaman
geçtikçe sosyal şartların, yaşayış ve üretim tarzının değişmesine uygun olarak bazı
sözler eski anlamlarını yitirip yeni şartlara göre yeni anlamlar alarak yaşamaya devam
ederler. Genel olarak şunu diyebiliriz ki, sözlerin köklerini aydınlatmak için yalnız fonetik
ve morfolojik açıklamalar çözüm sayılamaz. Çünkü bu tür çözümler dilin tarihsel
çerçevesini aşamaz. Halbuki sözlerin kökleri tarih öncesi devirlerin karanlıklarına kadar
uzanır. Sözlerin etimolojileri ancak tarih, arkeoloji, etnografya ve etnoloji bilimlerinin de
yardımıyla aydınlatılabilir.[12]
KBND’deki demirci Debet’le ilgili bir yazımda; Hazar-Musevi kültürüyle bağlantılı olarak
demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin, KBND’deki demirci Debet’e kaynaklık
ettiğini ilk defa ortaya koymuştum. Bununla birlikte, Nartların demircisinin başlangıçtaki
adının “Debet” şeklinde olmadığını söylemiş, şimdilik bilinmese de, bu kahramanın
eskiden mutlaka başka bir adı olması gerektiğini de ifade etmiştim.[13] İşte bu yazıda
taşlar yerine oturmakta; Debet’in başlangıçtaki adının “Alawgan” olduğu ve Hazar-
Musevi kültürünün etkisiyle Davut peygamberin Debet şeklinde Alawgan’ın yerine
geçtiği anlaşılmaktadır. Yani, KBND’deki ateş tanrısı ve bununla bağlantılı olarak daha
sonraki demircilik tanrısının adı başlangıçta “Alawgan” şeklindeydi. Daha sonra Hazar-
Musevi kültürünün etkisiyle demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin adı
KBND’ye “Debet” şeklinde girerek Alawgan’ın yerine geçmiştir. Alawgan ise tamamen
unutulmamış, KBND’de Debet’in en büyük oğlu olarak yaşamaya devam etmiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
OND’deki “Kurdalagon” adlı [s. 31] kahraman ise şüphesiz KBND’den geçmiştir. Çünkü
yukarıda da izah edildiği gibi “Kurdalagon” sözünün etimolojisi en mantıklı ve en isabetli
ancak Türkçe ile yapılabilmektedir. Kaldı ki bu etimoloji, sadece dil ile sınırlı
kalmamakta, bu kahramanın destan içerisindeki karakteri ve demircilik motifiyle de
birebir uyuşmaktadır.
Kökeni çok eski dönemlere, Saka [İskit] kültürüne dayanan bir diğer Karaçay-Balkar
Nart destan kahramanı “Örüzmek”tir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında Örüzmek
olarak geçen bu kahramanın adı; Oset Nart destanlarında
“Urizmeg”[Urızmag~Orazmag~Werizmeg~Wrıjmeg~Vurijmeg] şeklinde, Adige [Çerkes]
Nart destanlarında ise “Osirmeg” [Osirmes~Wazermes~Wazırmes~Werzemec] şeklinde
geçmektedir.[14]
Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu “Oruz” adının, Türkçe “örs” [demirci örsü] sözünden
kaynaklandığını söylemektedir.[18] N.A. Baskakov ise, Türkçe’deki “orus” sözünü ilk
olarak, “Türk-Rus melezlerine verilen ad” veya “Rus hayat tarzı yaşayan Türk
soylularına verilen ad” şeklinde açıklamakta, ikinci olarak da, Kıpçak Türkçesinde
savaş, saldırı anlamına gelen “urus~uruş” [vuruşmak] sözünden de kaynaklanmış
olabileceğini, bunun da “kavgacı” veya “savaşçı” anlamına geldiğini söylemektedir.[19]
İlk önce ben de, N.A. Baskakov gibi, Dede Korkut ve Kafkas Nart destanlarındaki “Oruz”
adlı kahramanın “Orus” [Rus] sözünden kaynaklandığını düşünüyordum. Bilindiği gibi
eski Türkçe’de “r” sesiyle başlayan söz yoktur. Başka dillerden giren ve “r” sesiyle
başlayan sözler ise bir ünlü önses almışlardır. Bu sözlerden biri de “Rus” sözüdür. Doğu
Türkçesinde “Rus” sözü günümüzde bile “Orus” veya “Urus” şeklinde söylenmektedir.
Gerçekten de, Türklerde eskiden “Orus” sözü, “Rus’a benzeyen” veya “Rus gibi”
anlamında bir özel ad olarak oldukça yaygın şekilde kullanılmıştır.[20]
Fakat tarihte daha “Rus” sözü ve “Rus” adında bir millet yok iken, eski Türk
destanlarında “Oruz” adının geçmesi, bu sözün kökeninin çok daha eskilere dayandığını
ortaya koymaktadır. Sözgelimi; efsanevi Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu “Alp Arız”
veya “Oruz Han” ile Oğuz Han destanının Uygur varyantındaki Oğuz Han’ın sol kanat
komutanı Urum Kağan’ın kardeşi “Uruz Bek” ve M.Ö. 66 yıllarında, Alazon ırmağı ile
Hazar denizi arasındaki yerlerin, yani Kafkasya’nın hakimi ve Partların [Saka-
Arşaklıların] da müttefiki olan, Saka soyundan Albanlar hükümdarı “Oroiz”in adları [21]
bu fikri yeterince desteklemektedir. Bu tarihi şahısların adları destanlara daha sonradan
girmemiş ise, ki Alban hükümdarı Oroiz’in adının M.Ö. 66 yılında tarih kayıtlarındaki
tespiti bunu teyit etmektedir, “Rus” sözü ile “Oruz” sözü arasında bir ilişki olmadığını
ortaya koymaktadır. Çünkü, Rus sözü ve Rus etnik kavim adı tarihte ancak M.S. VIII.
yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Bence tarihte ve destanlardaki bütün “Oruz” [ve diğer varyantları] adlarının kökeni, Saka
hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu [veya kardeşi] Alp Arız’a dayanmaktadır. Sakaların
[İskitlerin] Hazar denizini kuzeyden ve güneyden dolaşarak Kafkasya ve Dağıstan’daki
Derbent [Demirkapı] şehrinin fethi, Alp Tonga oğlu Alp Arız tarafından
gerçekleştirilmiştir.[22] Neticede, Alp Arız’ın Kafkasya’daki savaşları ve buna bağlı diğer
tarihi olayların, Kafkas Nart destanları ve Dede Korkut destanlarında iz bırakmaması
mümkün değildir. Hatta, Dede Korkut destanlarında anlatılan mekanın Kafkasya ve
Kuzey Azerbaycan coğrafyası olması da bu fikre uygundur.
Buraya kadar anlatılanlardan, M.F. Kırzıoğlu ve N.A. Baskakov’un “Oruz” sözüyle ilgili
etimolojilerinin pek tatmin edici olmadığı anlaşılmaktadır. Ben, Türk kültüründeki “Oruz”
adının kökeninin Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu Alp Arız’a dayandığını ve bu “Arız”
adının da Yunan mitolojisindeki “Ares”ten kaynaklandığını düşünüyorum.
[s. 32] Zeus ile Hera’nın oğlu Ares, eski Yunan mitolojisinde en büyük savaş tanrısı
olarak anlatılır. Ares aynı zamanda kıyımdan ve kan dökmekten hoşlanan, savaşçı
düşünce tarzının temsilcisidir. Savaş tanrısı Ares, zırhlı, miğferli, kalkan, mızrak ve
kılıçla donanmış olarak tam bir savaşçı görünümünde tasvir edilir.[23]
Dipnotlar
[1] Kafkas Nart destanlarıyla ilgili daha geniş bilgi için bkz: Adilhan Adiloğlu, Karaçay
Malkar Nart Destanları, Yeni Türkiye Dergisi-Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15, Cilt I.,
Ankara, 1997, s. 575-591.
[2] Abayev V.İ., Djusoyev N.G., İvnev R.A., Kaloyev B.A., Nartlar-Asetin Halk Destanı,
Çeviren: Kayhan Yükseler, YKY, İstanbul, 1999, s. 375.
[3] Dumezil, Georges., Kafkas Halkları Mitolojisi, Çeviren: Musa Yaşar Sağlam, Ayraç
Yayınları, Ankara, 2000, s. 63.
[5] Appa, Adilhan., Nartların Demircisi Debet, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 16,
Eskişehir, 1998, s. 23-24.
[7] Togan, Zeki Velidi., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981, s.
12.
[8] Tuna, Osman Nedim., Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı
Meselesi, TDK Yayınları, Ankara, 1990, s. 50.
[10] Munçayev, R.M., Kavkaz Na Zare Bronzovogo Veka, Moskova, 1975, s. 329.
[13] Appa, Adilhan., Kafkasya’da Hıristiyanlık Kültürü, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı:
18, Eskişehir, 1999, s. 47.
[14] Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Baha Matbaası, İstanbul, 1974, s. 53; Mijayev,
M.İ., Bogoborçeskie Mifı Adıgov, Folklor Narodov Karaçayevo-Çerkesii Janr i Obraz,
Çerkessk, 1988, s. 5, 17; Haciyeva, T.M., Nartskiy Epos Balkartsev i Karaçayevtsev, s.
8-66; Aliyeva A.İ. vd., Nartı-Geroiçeskiy Epos Balkartsev i Karaçayevtsev, Moskova,
1994, s. 20; Abayev vd., a.g.e., s. 151; Dumezil, a.g.e., s. 74.
[15] Habiçlanı Magomet., Karaçay Nart Eposnu Nartlarının Üsünden, Zamannı Avazı,
Çerkessk, 1975, s. 219; Habiçev, Magomet., Karaçay Nart Destanlarındaki
Kahramanlar, Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 23, Ankara, 1998, s. 33-34.
[17] Burada, Kafkas Nart destanlarında Dede Korkut destanlarının izleri açıkça
görülmektedir. Hatta, Dede Korkut’un mezarının Kazakistan’da [Kızılorda vilayetinde],
Türkmenistan’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’de [Bayburt’ta] olduğuna dair efsaneler
dışında bir de Dede Korkut’un mezarının Kafkasya’da olduğuna dair inanışlar ve ciddi
tarihi bilgiler vardır. 1638 yılında Dağıstan’daki Derbent şehrinin batısındaki bir tepede
Dede Korkut türbesi olduğunu söyleyen Adam Olearius ünlü seyahatnamesinde şöyle
demektedir: “Eskiden burada Okus [Oğuz] milletinden Kasan [Kazan] adlı bir hükümdar
yaşarmış. Bu hükümdar, Lezgi denilen Dağıstan Tatarlarıyla korkunç savaşlar
yaparken, tepe üzerindeki türbede yatan İmam Korkut kopuz çalarak Kasan [Kazan] adlı
hükümdarı coşturup Lezgiler aleyhine savaşa kışkırtırmış.” A. Olearius’tan on yıl sonra
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
[19] Baskakov, N.A., Türk Kökenli Rus Soyadları, Çeviren: Mülazım Kazımoğlu, TDK
Yayınları, Ankara, 1997, s. 152.
[23] Grimal, Pierre., Mitoloji Sözlüğü, Çeviren: Sevgi Tamgüç, Redaksiyon: Cenap
Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1997, s. 84.
[24] Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 1991, s. 208-209.
_____________________________________________________________
[s. 7] Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart
destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil
etmektedir. Nart destanları, Karaçay-Malkar Türkleri dışında, Adige [Çerkes], Abhaz-
Abaza, Oset, Çeçen-İnguş ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer almaktadır. Genel
olarak Kafkas Nart destanları birçok yönden birbirlerine benzemekle birlikte bu
destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları barındırdığı ve aralarında
bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Sözgelimi, Adige [Çerkes] ve Abhaz-
Abazaların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-
Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisiyle yakınlık göstermektedir
[Adiloğlu, 1997:577].
G.N. Potanin, Kafkas Nart destanlarının kökenini Altaylı kavimlere yani Türk-Moğol
kültürüne bağlamaktadır. Ona göre, Türk-Moğol destanlarıyla büyük benzerlikler
gösteren Kafkas Nart destanlarının teşekkülünde Altaylı göçebe kavimlerin büyük rolü
vardır [Potanin, 1899:1-4, 384-508, 841-856]. A.N. Dyaçkov-Tarasov Nart destanları için
şöyle söylemektedir: “Orta Asya’dan Avrupa’ya gerçekleşen büyük göç sırasında
Kafkasya bölgesi yol güzergahı üzerindeydi. Karaçay-Malkar Nart destanlarında bu
büyük göçün izleri çok açık bir şekilde görülmektedir. Nart destanlarında iyilik ile
kötülüğün, karanlık ile aydınlığın savaşması, yer altı ve yer üstündeki birtakım yaratıklar
ve devler ile Nart kahramanlarının mücadeleleri anlatılmaktadır. Bu konuların tamamı
bütün göçebe halkların destanlarında da görülmektedir.” [Dyaçkov-Tarasov:1898:72].
M.V. Rklitskiy ise diğer Kafkas Nart destanlarındaki başı sonu belli olmayan ve bazı
anlaşılmaz karmaşık bölümlerin Karaçay-Malkar Nart destanlarında açıklığa
kavuştuğunu söylemektedir [Rklitskiy, 1927:28].
Karaçay-Malkar Nart destanları, Dede Korkut boylarına benzer bir şekilde, her bir
kahramanın kendisine ait bağımsız bir veya birkaç destanı vardır, fakat hepsi birden
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
ayrıca büyük bir bütün oluşturmaktadır. Bütün Türk boylarının sözlü geleneğinde olduğu
gibi, Karaçay-Malkar Nart destanlarının büyük bir kısmı “cır” [destan] yani manzum
şekilde ve belli bir ezgiyle söylenmektedir. Fakat destanların bir kısmı manzum-mensur
karışık, bir kısmı da sadece mensur şekildedir. Destanların manzum-mensur karışık ve
sadece mensur olan bölümlerin nesir kısımlarında, Dede Korkut boylarındaki olduğu
gibi, manzumeye yakın bir ifade yoktur. Bunların anlatımında kullanılan dil bildiğimiz
hikaye tarzındadır. Manzum şekildeki destanların nazım ölçüsü hece ölçüsü olmakla
birlikte bir ölçü bütünlüğü görülmemektedir. Destanların nazım birimi ise genellikle
ikişerlik mısralar [beyit] şeklindedir [Adiloğlu, 1993:7-9]. Karaçay-Malkar Nart
destanlarının manzum şekilde olanlarının en büyük özelliği ezgili olmasıdır. Ozanlardan
biri destanı icra ederken diğer ozanlar da “ejiw” adı verilen ve destanın ezgisinden farklı
olan bir tür vokalle destanı icra eden ozana eşlik ederler. Karaçay-Malkar Nart
destanları hakkında ilk bilgileri veren P. Ostryakov notlarında şöyle söylemektedir:
“Karaçay-Malkar ozanları, sıbızğı [kaval] adı verilen müzik aletiyle ve küçük tahta
parçalarının belli bir tempoyla birbirine vurularak ortaya çıkarılan armoni eşliğinde
destanlar söylerler. Ozanlarının çevresine toplanan kimseler de büyük bir dikkat ve
hayranlıkla onları dinlerler. Destanların her birinin kendisine ait farklı bir ezgisi vardır.”
[Ostryakov, 1879:700].
[s. 9] “Nart” kelimesinin kökeni hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerin
içerisinde en mantıklı ve kabul edilebilir olanı Prof. Dr. Magomet Habiç’in görüşüdür. M.
Habiç, “nart” kelimesinin Moğolca “meşhur, ünlü, tanınmış, önemli” anlamlarına gelen
“nert” kelimesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir [Habiçlanı, 1973:217-219]. “Nart”
kelimesinin kökeni hakkında daha iyi bir açıklama ortaya konulana kadar, Moğolcadaki
“nert” kelimesinin Karaçay-Malkar Türkçesi ile Kafkas dillerinde kullanılan “nart”
kelimesine kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz.
“Satanay Biyçe” kelimesinin kökeni pek çok görüş ileri sürülmüştür. “Satanay Biyçe”
kelimesindeki ikinci kelime olan “biyçe” kelimesi Türkçe olup bir unvan ismidir. Bu
kelime “biy” [bey] ile “çe” eşitlik hal ekinin birleşmesinden meydana gelmiş olup
“prenses” ve “tanrıça” anlamlarına gelmektedir. Üzerinde tartışılan asıl kelime “Satanay”
ismidir. Bu kelimeyle ilgili görüşlerden birkaçı şöyledir: Çerkes araştırmacılara göre
“Setenay” veya “Sataney” kelimesi Adige [Çerkes] dilindeki “se” [bıçak, kılıç] kelimesi ile
“tın” [vermek] fiilinin birleşmesinden meydana gelmiştir ve buna göre “bıçak~kılıç veren”
anlamına gelmektedir [Özbay, 1990:18]. M. Habiç’e göre “Satanay” kelimesi Sogdca
kökenli “şad” [yüksek rütbeli asker] ve Türkçe “anay” [anne] kelimelerinin
birleşmesinden meydana gelmiştir [Habiçlanı, 1973:226]. Umar Bayramuk ise Karaçay-
Malkar Nart destanlarında da anlatıldığı üzere “Satanay” kelimesinin “sata” [kırmızı
mercan taşı] ve “anay” [anne] kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini ileri
sürmüştür [Bayramuqlanı, 1982:255]. Bunlardan başka “Satanay” kelimesinin “sat”
[kutsal] ve “anay” [anne] kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini; “satan” [çok
güzel] + “ay” [Ay] kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini ileri sürenler de
olmuştur [Laypanov-Miziyev, 1983:66].
Bana göre “Satanay” kelimesinin “şeytan” veya “şeytanî” kelimeleriyle bir ilgisi vardır.
Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki “Satanay” ile Oset Nart destanlarındaki “Satana”
veya “Şatana”nın birtakım sihir güçlerine sahip olduğu, gaipten ve gelecekten haber
verdiği bolca işlenmektedir. Hatta, Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Satanay” ismi
birçok yerde “Bilgiç Satanay” [Kâhin Satanay], Qurtxa Satanay” [Büyücü Satanay] ve
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Satanay Biyçe’nin adı Karaçay-Malkar Nart destanlarının hemen hemen her bölümünde
geçmektedir. Bununla birlikte doğrudan Satanay Biyçe’yle ilgilendiren ve sadece ona
mahsus üç bölüm vardır. Bunlardan birincisi, Satanay-Biyçe’nin olağanüstü doğumu ve
çocukluk döneminin anlatıldığı “Ariuw Satanay” [Güzel Satanay] adlı bölümdür. Bu
bölüm manzûm şekilde olup bir ezgiyle söylenmektedir. Bu metnin vezni hece ölçüsü
olmakla birlikte metinde bir ölçü bütünlüğü görülmemektedir. Metnin nazım birimi
ikişerlik mısralar [beyit] şeklindedir. İkincisi, kocası ve aynı zamanda Nart
kahramanlarının lideri olan Örüzmek’in ağır yaralı olması sebebiyle, Satanay Biyçe’nin
Nart askerlerinin sevk ve idaresini eline alarak Demir-Kapı ordusuna karşı yaptığı
savaşın anlatıldığı “Satanay Temir-Qapunu Askerin Xorlaydı” [Satanay Demir-Kapı
Askerlerini Yeniyor] adlı bölümdür. Bu bölüm nesir şeklindedir. Son olarak “Satanay
Biyçe bla Nartlanı Cerden Kökge Uçxanlarını Üsünden Tawrux” [Satanay Biyçe ile
Nartların Yeryüzünden Gökyüzüne Uçtukları Hakkında Hikaye] adlı üçüncü bölümde ise
Satanay Biyçe ve diğer Nart kahramanlarının yeryüzünü terk ederek gökyüzüne gittikleri
ve orada yaşamaya devam ettikleri anlatılmaktadır. Bu bölüm de nesir şeklindedir.
I. HAZIRLIK EPİZODU
1. Zaman
Satanay Biyçe’ye mahsus bu üç bölümde anlatılan olayların hepsi belirsiz bir zaman
içerisinde geçmektedir. Metinlerdeki olaylar geçmiş zaman kipiyle anlatılmakla birlikte
[s. 11] belli bir tarih veya dönemden söz edilmemektedir. Bunun sebebi ise bu metinlerin
muhtevasının daha çok mitolojik unsurlardan meydana gelmiş olmasıdır.
2. Mekân
Suw Celmawuz, Satanay Biyçe’yi bir adaya hapsettikten sonra denizin altına girip
uykuya dalar. Satanay Biyçe yıllarca bu adada mahsur kalır. Satanay Biyçe’yi denizlerin
tanrıçası olan “Suw Anası” büyütür. Suw Anası, Satanay Biyçe’yi çok seviyor ve ona
büyük şefkat gösteriyormuş. Fakat Satanay Biyçe yine de çok mutsuzmuş. Sürekli
babasını ve annesini düşünüp ağlıyormuş. Satanay Biyçe’nin böyle çok mutsuz olduğu
zamanlarda Suw Anası oynaması için ona yakut, elmas gibi kıymetli mücevher taşlarını
verirmiş. Satanay Biyçe bu kıymetli taşların içinde en çok “sata” taşıyla [kırmızı mercan
taşı] oynamayı severmiş. Bu yüzden Suw Anası ona “Satanay” ismini vermiş [Haciyeva,
1994:299].
Satanay Biyçe çocukluğunu bir adada tutsak olarak geçirmektedir. Deniz Tanrıçası
tarafından çok büyük sevgi ve şefkât görse de anne ve babasından ayrı olduğu için çok
mutsuzdur. Yani kahraman bir çeşit çile dönemi yaşamaktadır. Kahramanın ad alması
ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır. Buna göre Karaçay-Malkar Türkçesinde “kırmızı
mercan taşı” anlamına gelen “sata” taşı Satanay Biyçe’nin adına kaynaklık etmiştir.
“Sata” taşının belki eski Türk kültüründe kutsal sayılan ve yağmur yağdırmak için
kullanılan “yada” taşıyla bir ilişkisi olabilir. Fakat bunun yanı sıra Kaşgarlı Mahmut’un
Divanü Lûgati’t-Türk adlı eserinde karşılığı doğrudan “mercan” şeklinde verilen “sata”
kelimesi de geçmektedir [Kaşgarlı, 1992/III:218]. [s. 12] Metinde “sata” taşının yakut ve
elmas gibi kıymetli taşlarla eşdeğer olarak verilmesi bu taşın da mutlaka sıra dışı bir
özelliğe sahip olmasından ileri gelmektedir. Bununla birlikte, metinde “Satanay” adına
böyle bir açıklama getirilmesinin sebebi, “sata” kelimesi ile “Satanay” kelimesi
arasındaki şekil benzerliğinden kaynaklanmaktadır. Muhtemel olarak destanın yaratıcısı
da bu şekil benzerliğinden hareketle böyle bir epizod meydana getirmiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Satanay Biyçe uzun yıllar bir adada tutsak kalır. Bir gün bu adadan kaçmaya karar verir.
Denizde başı boş yüzen bir kayın ağacı görür. Satanay Biyçe bu kayın ağacına binerek
adadan kaçar. Epey bir zaman denizde sürüklendikten sonra karaya gelir. Satanay
Biyçe karaya geldiğinde baygın haldedir. Birtakım tuhaf görünüşlü ucubeler onu alıp bir
ormana götürürler. Ucubeler, Satanay Biyçe’ye gayet iyi bir şekilde bakıp onu tedavi
ederler [Haciyeva, 1994:72].
Bir gün Satanay Biyçe ile ucubeler ormanda dolaşırlarken bir tepeye rast gelirler. Bu
tepe bir anda çirkin bir deve dönüşür. Çok korkan ucubeler hemen ormana kaçarlar.
Satanay Biyçe ise devle karşı karşıya kalır. Çirkin dev, Satanay Biyçe’yi yakalamak için
atıldığı sırada Satanay Biyçe başındaki örtüyü açınca çirkin devin tek gözü Satanay
Biyçe’nin yüzünden gelen ışıktan kamaşır ve kör olur. Bunun üzerine çirkin dev çok
öfkelenir. Yerden aldığı kayaları sağa sola fırlatır. Tek gözü kör olan çirkin dev Satanay
Biyçe’yi yakalayayım derken uçurumdan yuvarlanır ve parçalanarak ölür. Satanay Biyçe
böylece çirkin devden kurtulmuş olur [Haciyeva, 1994:72].
Satanay Biyçe çirkin devden kurtulduktan sonra günlerce bu ıssız ormanda tek başına
kalır. Bir gün ormanda dolaşırken tesadüfen Nartların köyüne gelir. Satanay Biyçe
köyün girişinde köyün cadısıyla karşılaşır. “Tohana” adındaki bu cadı kadın bütün Nart
yurdunun baş cadısıdır. Cadı kadın, Satanay Biyçe’nin doğa üstü özelliklere sahip
olduğunu anlar ve onu alıp evine götürür. Satanay Biyçe uzun yıllar bu cadı kadının
evinde kalır. Cadı kadın bütün bildiklerini Satanay Biyçe’ye öğretir. Ayrıca cadı kadın
Satanay Biyçe’nin gizli kalmış doğa üstü kabiliyetlerini ortaya çıkarır ve Satanay
Biyçe’ye bu doğa üstü kabiliyetlerini kullanmasını öğretir. Böylece Satanay Biyçe, cadı
kadının yanında, olacakları önceden bilen, gaipten haber veren ve sihir gücüne sahip
olan biri olarak yetişir [Haciyeva, 1994:72-73, 104-105].
8. Kahramanın Evlenmesi
[s. 13] Nart kahramanlarına akıl veren, sahip olduğu doğa üstü güçleri sayesinde
Nartları çeşitli tehlikelerden kurtaran Satanay Biyçe’dir. Nartların her türlü müşkülünü
çözen yine Satanay Biyçe’dir. Bu yüzden Nartlar, Satanay Biyçe’ye danışmadan hiçbir
işe kalkışmazlar. Satanay Biyçe Nart kadınları için kumaş dokuma makinesini ve
kirmanı icat etmiştir. Böylece Nart kadınları yünden iplik imâl etmeyi, iplikten de kumaş
dokumayı Satanay Biyçe sayesinde öğrenmişlerdir. Ayrıca elbise dikmeyi, ekmek
pişirmeyi, boza yapmayı, sütten peynir ve yoğurt yapmayı ve bunun gibi birçok şeyi
Satanay Biyçe’den öğrenmişlerdir. Nartlar önceden eti çıplak ateş üzerinde pişirerek
yerlermiş. Bu yüzden Satanay Biyçe bir tencere imâl etmiş ve Nartlara eti suda
haşlamayı öğretmiş. Bunun dışında, Satanay Biyçe yeryüzündeki bütün ağaçların ve
bitkilerin dilini bilmekte ve onlarla konuşabilmektedir. Bu sayede bütün hastalıkların
çaresini bitkilere sorup öğrenmekte ve bitkilerden her türlü hastalığın ilacını
yapabilmektedir [Haciyeva, 1994:105, 300].
Bir gece Nartlara kötü bir haber gelir. Söylenenlere göre Demir-Kapı ordusu, Nart
ülkesini yağma etmek üzere yola çıkmıştır. Nartların lideri olan Örüzmek ise ortalarda
yoktur. Bu yüzden Nartlar telaşa düşerler. Satanay Biyçe, Örüzmek’in nerede olduğunu
anlamak için sihirli aynasına bakar. Örüzmek’in ağır yaralı şekilde bir mağarada yattığını
görür. Hemen, Örüzmek’i alıp getirmesi için büyük oğlunu gönderir. Oğlu kanatlı atıyla
giderek babasını o mağaradan alıp getirir. Satanay Biyçe bitkilerden hazırladığı
merhemleri Örüzmek’in yaralı yerlerine sürer. Fakat, Örüzmek çok ağır yaralı olduğu
için ayağa kalkacak halde değildir. Bunun üzerine Satanay Biyçe, Demir-Kapı ordusuna
karşı savaşmak üzere Nart askerlerinin sevk ve idaresini kendisi almaya karar verir
[Haciyeva, 1994:105].
Satanay Biyçe ilk olarak Nartların demircisi Debet’e bir gün bir gece içerisinde bin adet
kılıç, bin adet yay ve yirmi bin adet de ok hazırlatır. Debet’in hazırladığı silahların ucuna
yılan zehiri sürer. Daha sonra Satanay Biyçe bir gün bir gece içerisinde bin adet asker
elbisesi hazırlayıp Nart askerlerini giydirir [Haciyeva, 1994:105].
Daha önce, Satanay Biyçe’nin “alp tipi kadın” karakterinden farklı olarak daha çok
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
bilgisiyle, zekâsıyla ve doğa üstü güçleriyle ön plana çıktığını söylemiştik. Burada ise
Satanay Biyçe’nin düşmanla savaşmak üzere kılıç kuşandığını görmekteyiz. Fakat bu
durum onun içerisinde bulunduğu toplum tarafından bilinen konumunu değiştirmez.
Çünkü Satanay Biyçe düşmanla savaşmak üzere kılıç kuşanıp ordunun başına geçse
bile doğa üstü güçleri sayesinde kocası Örüzmek’in kılığına girmiştir. [s. 14] Yani
sonuçta ordunun başına geçen komutan Satanay Biyçe değil, Örüzmek’tir. Nart
askerleri ordunun başındaki komutanın Örüzmek olduğunu görmektedirler. Halbuki o
aslında Satanay Biyçe’dir. Fakat Nart askerleri bunu hiçbir zaman bilmeyeceklerdir.
Satanay Biyçe her ne kadar toplum içerisinde konum itibariyle yüksek bir seviyede ise
de bu epizottan Nartlarda ata erkil bir yapının hakim olduğu anlaşılmaktadır. Satanay
Biyçe yönetici veya buyruk verici değil, daha çok danışma merciîdir. Her halükârda
Satanay Biyçe’nin söyledikleri yapılmaktadır. Fakat icraatlar onun söylemesiyle veya
buyruğuyla değil, toplumun resmî yöneticisinin buyruğuyla yerine getirilmektedir. Sonuç
olarak destanın yaratıcısı Satanay Biyçe’yi bizzat kendi gerçekliğiyle bir alp tipi kadın
haline getirmemiş, ordunun komutanlığına bir kadını uygun görmemiştir. Bu yüzden de
Satanay Biyçe’yi kocası Örüzmek’in kılığına sokmuştur.
Örüzmek’in kılığına giren Satanay Biyçe, Nart askerlerinden oluşan ordusuyla birlikte,
Demir-Kapı ordusunun Nart ülkesine girmesini önlemek üzere yola koyulur. Satanay
Biyçe ve Nart ordusu Hazar denizi kıyılarına kadar gelirler. Burada biraz dinlendikten
sonra Argın ırmağı kenarına kadar ilerleyip burada karargâh kurarlar [Haciyeva,
1994:105].
5. Düşmanın Tanıtılması
Demir-Kapı’nın ordusu dev yaratıklardan kurulmuştur. Bunlar alınlarında tek bir gözü
vardır. Vücutları çok pis kokmaktadır. İğrenç ve ürkütücü bir görünüm
sergilemektedirler. Her birinin elinde on kulaç uzunluğunda bir mancınık, sırtlarında da
içi büyük ve sivri taşlarla dolu sığır derisinden yapılmış heybeler bulunmaktadır
[Haciyeva, 1994:105-106].
Devler, Nartları görünce saldırıya geçerek mancınıklarla sivri taşları atmaya başlarlar.
Nart askerleri de zehirli oklarını fırlatırlar. Fakat Nartların fırlattığı oklar dev askerlere
işlemez. Bunun üzerine Satanay Biyçe, bir bölük askerin kendisiyle kalmasını, diğer
askerlerin hepsinin Hazar denizi kıyılarına doğru çekilmesini söyler. Daha sonra,
Satanay Biyçe kendisiyle kalan askerlerle birlikte yakındaki bir koruluğa gider. Burada
yüz tane büyük kazan içerisinde et pişirir. Et kazanlarının içine zehirli bitkilerden de
koyar. Daha sonra yanında kalan askerleri de alıp Hazar denizi kıyılarına doğru kaçar.
Onları takip eden devler koruluktaki içi etle dolu kazanları görünce çok sevinirler ve
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
savaşı unutup etleri yemeye koyulurlar. Zehirli etleri yiyen devlerin hepsi orada ölür
[Haciyeva, 1994:106].
Nartlar, fizikî yönden kendilerinden daha güçlü olan düşmanı, bilek gücüyle değil, akıl ve
hileyle yenmektedirler. Bu da Örüzmek kılığına girmiş olan Satanay Biyçe’nin sayesinde
olmaktadır. Ordunun başında Örüzmek kılığına girmiş Satanay Biyçe değil de,
Örüzmek’in bizzat kendisi olsaydı, muhtemelen Nartlar düşmanlarına yenilmiş
olacaklardı.
[s. 15] Devlerin arkasından gelen Demir-Kapı’nın insanlardan kurulu ordusu, devleri
ölmüş vaziyette görünce kendi başlarına Nartları takip ederek onlarla savaşmaya
cesaret edemezler. Onları, Hazar denizi kıyılarında bekleyen Satanay Biyçe, sihirli
aynasına bakarak Demir-Kapı ordusunun bu durumunu anlar ve Nart ordusunu karşı
saldırıya geçirir. Nartlar, Demir-Kapı askerlerinin yarısını öldürüp, yarısını da esir alırlar.
Daha sonra, Satanay Biyçe ve Nart askerleri bütün ganimeti toplayıp sağ esen bir
şekilde kendi yurtlarına dönerler [Haciyeva, 1994:106].
1. Sonun Başlangıcı
Burada, Nartların dünya dışı varlıklar olduğu ve belli görevleri yerine getirmeleri için Gök
Tanrı tarafından dünyaya gönderildikleri açık bir şekilde ifade edilmektedir. Destanın
yaratıcısı normal insanlardan farklı olarak olağanüstü özelliklerle donatılmış olan
Nartları dünya dışı varlıklar olarak tahayyül etmektedir. Buna göre Nartlar Gök Tanrı’nın
dünyaya göndermiş olduğu kusursuz varlıklardır. Nartların görevi dünyadaki çirkin dev
yaratıkları ve canavarları ortadan kaldırmaktır. Satanay Biyçe’nin görevi ise diğerlerine
göre daha farklıdır. Onun görevi dünyadaki insan medeniyetinin gelişmesine yardımcı
olmaktır ve henüz bu görev tamamlanmamıştır.
Satanay Biyçe bir gün “Yeryüzünde yapacak bir işim kalmadı, artık beni de Nartların
yanına alın” diye Gök Tanrısına yalvarır. Daha sonra Satanay Biyçe bir gece rüyasında:
“Dağların zirvesindeki Nart mâbedine çık, Gök Tanrısı gökyüzünden sana bir urgan
sarkıtacak ve seni kendi yanına alacak” şeklinde bir ses duyar.
3. Kahramanın Sonu
Satanay Biyçe rüyasında tarif edilen yere gider. Gökyüzünden bir urganın sarkıtıldığını,
urganın ucunda da büyük bir sepetin olduğunu görür. Satanay Biyçe hemen bu sepetin
içine girip oturur ve gökyüzüne doğru hareket eder. Satanay Biyçe’nin bugün bile [s. 16]
gökyüzünde yaşadığı, gökyüzünde kanatlı atlarla dolaşan Nart kahramanlarına yol
gösterdiği söylenmektedir [Haciyeva, 1994:300].
Destanın yaratıcısı Satanay Biyçe’yi ve Nartları dünya dışı varlıklar olarak tahayyül
ettiğinden onlar aynı zamanda ölümsüzdürler. Satanay Biyçe, Gök Tanrı’nın yanına
gider ve gökyüzünde diğer Nart kahramanlarıyla birlikte hayatına devam eder.
METİNLER
[Karaçay-Malkar Türkçesiyle]
1. Ariuw Satanay
[Haciyeva, 1994:71-73]
[Türkiye Türkçesiyle]
1. Güzel Satanay
Güzeller güzeli, bilge, çalışkan ve becerikli Satanay Biyçe, Nart Örüzmek’in karısıdır.
Satanay Biyçe’yi, Nart yurtlarının baş cadısı Tohana adlı kadın büyütmüştür. Satanay
Biyçe’den önce, Nart yurtlarının kadınları biçki dikiş bilmiyorlarmış. Nartlar eti çıplak
ateş üzerinde kebap yaparak yerlermiş. Bunun üzerine Satanay Biyçe bir tencere imâl
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
etmiş ve Nartlara eti suda haşlamayı öğretmiş. Bunun dışında yine tahıldan un
yapmasını, undan da ekmek pişirmesini öğretmiş. Satanay Biyçe her gün Nartlara yeni
bir şey öğretmiş. Satanay Biyçe, Nart kadınları için kumaş dokuma makinesini, kirmanı
ve tarağı icat etmiş.
Bir gece Nartlara kötü bir haber gelir. Söylenenlere göre Demir-Kapı ordusu, Nart
ülkesini yağma etmek üzere yola çıkmıştır. Nartların lideri olan Örüzmek ortalarda
yoktur. Bu yüzden Nartlar telaşa düşerler. Satanay Biyçe, Örüzmek’in nerede olduğunu
bulmak için, Tohana adlı analığından miras kalan sihirli aynasına bakar. Örüzmek’in
ağır yaralı şekilde bir mağarada yattığını görür. Hemen, büyük oğlunu, Örüzmek’i alıp
getirmesi için gönderir. Oğlu, kanatlı atıyla, babasını o mağaradan alıp getirir. Satanay
Biyçe bitkilerden hazırladığı merhemleri Örüzmek’in yaralı yerlerine sürer. Fakat,
Örüzmek çok ağır yaralı olduğu için ayağa kalkacak halde değildir. Bunun üzerine
Satanay Biyçe, Demir-Kapı ordusuna karşı savaşmak üzere Nart askerlerinin sevk ve
idaresini kendisi almaya karar verir.
Satanay Biyçe ilk olarak Nartların demircisi Debet’e bir gün bir gece içerisinde bin adet
kılıç, bin adet yay ve yirmi bin adet de ok hazırlatır. Satanay Biyçe, Debet’in hazırladığı
silahların ucuna yılan zehiri sürer. Daha sonra Satanay Biyçe bir gün bir gece içerisinde
bin adet asker elbisesi hazırlayıp Nart askerlerini giydirir.
[s. 24] Şafağın sökmesiyle birlikte, Demir-Kapı’nın devlerden oluşan askeri birlikleri,
Nartların karargâhının olduğu yere gelirler. Demir-Kapı’nın dev askerlerinin her birinin
elinde on kulaç uzunluğunda mancınık, sırtlarında da içi büyük ve sivri taşlarla dolu sığır
derisinden yapılmış heybeler bulunuyordu. Alınlarında parlayan tek gözleri, etrafa
yaydıkları pis vücut kokularıyla iğrenç ve ürkütücü bir görünüm sergileyen dev askerler
Nartları görünce saldırıya geçerek mancınıklarla sivri taşları atmaya başlarlar. Nart
askerleri de zehirli oklarını fırlatırlar. Fakat Nartların fırlattığı oklar dev askerlere
işlemez. Bunun üzerine Satanay Biyçe, bir bölük askerin kendisiyle kalmasını, diğer
askerlerin hepsinin Hazar denizi kıyılarına doğru çekilmesini söyler. Daha sonra,
Satanay Biyçe kendisiyle kalan askerlerle birlikte yakındaki bir koruluğa gider. Burada
yüz tane büyük kazan içerisinde et pişirir. Et kazanlarının içine zehirli bitkilerden de
koyar. Daha sonra yanında kalan askerleri de alıp Hazar denizi kıyılarına doğru kaçar.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Onları takip eden dev askerler koruluktaki içi etle dolu kazanları görünce çok sevinirler
ve savaşı unutup etleri yemeye koyulurlar. Zehirli etleri yiyen dev askerlerin hepsi orada
ölür.
Satanay, bütün Nartların anası olarak bilinir. Dünyada ondan daha güzel, daha akıllı bir
canlı yaratılmamıştır. Bütün dünyaya akıl ve namus mefhumunu o dağıtmıştır. Satanay,
olmuş ve olacak olan her şeyi bilir. Satanay’ın babası Güneş, annesi de Ay’dır. Satanay
gökyüzünde doğmuştur. Satanay’ın Yer Tanrısı tarafından büyütüldüğü söylenir. Fakat
kimileri ise Satanay’ın Celmavuz tarafından kaçırıldığını, Güneş ile Ay’ın da bu yüzden
tutulduğunu söylerler. Güneş, Satanay aklına geldiği zaman, sıcaklığıyla dünyayı kasıp
kavuruyor, bütün denizleri ve ırmakları kurutuyormuş. Ay tutulduğu zaman ise yağmur
yağıyor, sel olup bütün ırmaklar taşıyormuş.
Satanay, Celmavuz’dan kaçarak Nart ülkesine gelmiş. Daha sonra burada Nart
kahramanlarının lideri olan Örüzmek’le evlenmiş. Satanay pek çok konuda Nartlara yol
göstermiş, bu şekilde aradan uzun zaman geçmiş. Nartlar yeryüzündeki düşmanları
olan çirkin dev yaratıkları ve canavarların hepsini öldürmüşler. Nihayetinde Nartların
yeryüzünde yapacakları bir iş kalmamış. Bunun üzerine Gök Tanrısından buyruk gelmiş
ve Nartlar [s. 25] kanatlı atlarıyla gökyüzüne uçup yeryüzünü terk etmişler. Satanay ise
yeryüzünde kalmış, buradaki insanlara pek çok şey öğretmiş. İnsanlara ekmek
pişirmesini, boza yapmasını, ateş yakmasını, kadınlara taşlarla fal bakmasını, erkeklere
de hayvanların kürek kemiğiyle fal bakmasını öğretmiş.
Satanay bir gün “Yeryüzünde yapacak bir işim kalmadı, artık beni de Nartların yanına
alın” diye Gök Tanrısına yalvarmış. Daha sonra Satanay bir gece rüyasında: “Dağların
zirvesindeki Nart mâbedine çık, Gök Tanrısı gökyüzünden sana bir urgan sarkıtacak ve
seni kendi yanına alacak” diye bir ses duymuş. Bunun üzerine Satanay Biyçe rüyasında
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
tarif edilen yere gider. Gökyüzünden bir urganın sarkıtıldığını, urganın ucunda da büyük
bir sepetin olduğunu görmüş. Satanay hemen bu sepetin içine girip oturmuş ve
gökyüzüne doğru hareket etmiş. Satanay Biyçe’nin bugün bile gökyüzünde yaşadığı,
gökyüzünde kanatlı atlarla dolaşan Nart kahramanlarına yol gösterdiği söylenmektedir
[Haciyeva, 1994:299-300].
KAYNAKLAR
KAŞGARLI, Mahmut., Divanü Lûgati’t-Türk, Çeviren: Besim Atalay, III. Cilt, Ankara,
1992.
______________________________________________________________________
___
Türk kültüründe baharın gelişiyle birlikte yeni bir yılın başlangıcını temsil eden “Nevruz”
geleneği günümüzde Türk Dünyasının ortak bayramlarından biri olarak kabul
edilmektedir. Kış mevsiminin sona erip, tabiatın yeniden canlanmaya başladığı baharın
ilk günleri, bütün Türk boylarında olduğu gibi, Karaçay-Malkar Türklerinde de çok eski
zamanlardan beri türlü şenlikler halinde kutlanmaktadır. Türk kültüründe baharın
gelişiyle birlikte yeni bir yılın başlangıcını temsil eden “Nevruz” geleneği günümüzde
Türk Dünyasının ortak bayramlarından biri olarak kabul edilmektedir. Kış mevsiminin
sona erip, tabiatın yeniden canlanmaya başladığı baharın ilk günleri, bütün Türk
boylarında olduğu gibi, Karaçay-Malkar Türklerinde de çok eski zamanlardan beri türlü
şenlikler halinde kutlanmaktadır.
[s. 275] Türk kültüründe baharın gelişiyle birlikte yeni bir yılın başlangıcını temsil eden
“Nevruz” geleneği günümüzde Türk Dünyasının ortak bayramlarından biri olarak kabul
edilmektedir. Kış mevsiminin sona erip, tabiatın yeniden canlanmaya başladığı baharın
ilk günleri, bütün Türk boylarında olduğu gibi, Karaçay-Malkar Türklerinde de çok eski
zamanlardan beri türlü şenlikler halinde kutlanmaktadır.
Karaçay-Malkar Türklerinin kültüründe baharın gelişini ve yeni yılın ilk gününü temsil
etmesiyle ilgili olarak “Nevruz” kelimesine rastlanmamaktadır. Ancak, Karaçay-Malkar
Türklerinin “Ruzlama” veya “Oruzlama” adı verilen eski halk takviminin adında “Nevruz”
kelimesinin izine rastlamak mümkündür. Karaçay-Malkar Türkçesindeki “Ruzlama” veya
“Oruzlama” kelimelerinin kaynağının Farsça “rûz” [gün] kelimesinden gelmiş olduğu açık
bir şekilde görülmektedir. Karaçay-Malkar Türklerinin eski halk takvim sistemine göre
yılın başlangıcı 22 Mart gününe tekâbül etmektedir. Yılın ilk ayının adına ise “Toturnu Al
Ayı” veya “Süyünç Ay” adı verilmektedir.
Eskiden, baharın gelmesi demek, tarım ve bilhassa hayvancılık işiyle uğraşan Karaçay-
Malkar Türkleri için sürüleri meraya çıkarma ve tarlalara tohum ekme döneminin
başlaması demektir. Bu faaliyetler ise Karaçay-Malkar Türklerinin hayat tarzını
düzenleyen en önemli olaylardır. Yani, baharın gelişi, Karaçay-Malkar Türkleri için
hayatın başlaması demektir. Bu yüzden baharın gelişini coşkulu bir şekilde karşılamak
üzere büyük hazırlıklar yapılırdı. “Toturnu Al Ayı” veya “Süyünç Ay”ının ilk günü olan 22
Mart günü, adeta bir dinî bayram havasında özel törenler ve çeşitli şenlikler
düzenlenerek “Saban Toy”, “Gollu”, “Hardar” ve “Gutan” adı verilen bayramlarla
kutlanırdı.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Saban Toy
Eski Karaçay köylerinden biri olan Uçkulan köyünde herkes, kutsal sayılan “Çoppa Taş”
[Çoppa’nın Taşı] adı verilen büyük bir kayanın çevresinde toplanır, “Çoppa”nın şerefine
çeşitli hayvanlar kurban edilirdi. Daha sonra büyük bir ziyafet verilir, türlü şenlikler
yapılırdı. Şölenin [s. 276] sonunda, herkes “Çoppa-Taş”ın etrafında kol kola girerek
geniş bir çember oluşturur ve dinî mahiyette birtakım danslar icra edilirdi. Törenin
sonunda insanlar “Çoppa”dan inek ve koyun gibi hayvanlarının ürünlerinin bol ve
bereketli olmasını, vahşi hayvanların saldırılarından korumasını, ekinlerin iyi yetişmesi
için yağmur, başakların olgunlaşması için güneşli bir mevsim dilerlerdi [Laypanov,
1957:40]. Çoppa için yapılan törenin bitiminde “Tamada” veya “Töreçi” adı verilen tören
idarecisi şu duayı ederdi:
[Haciyeva, 1988:198-199]
Karaçay-Malkar Türkleri “Saban Toy” sona erdikten sonra, tarla sürmeye çıkmadan
önce tarlaların iyi ve kolay sürülmesi için “Dawle”ye, ekinlerin dolgun ve bol yetişmesi
için de “Erirey”e dua ederlerdi [Malkonduyev, 1988:27-28].
Bunun dışında, Karaçay Türkleri, İslâm dinini kabul etmeden önce, bahar mevsiminin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
her Çarşamba gününde, Mahar ırmağının sağ tarafında kutsal sayılan büyük bir çam
ağacının çevresinde toplanır, dinî törenler yapar ve “Teyri”ye [Tanrı] dua edip, dileklerde
bulunurlardı:
[Haciyeva, 1988:12]
Gollu Bayramı
Sabanlanı ordurub
Buday gültüle baylatxın
Indır töbele qalatxın
Hardar Bayramı
Gutan Bayramı
KAYNAKLAR
______________________________________________________
Adilhan Adiloğlu
Özet
[s. 183] 19. yüzyıl sonlarına kadar sözlü edebiyat geleneğini sürdüren Karaçay-Malkar
Türklerinde yazılı ve gerçek anlamda edebî eserlerin verilmesi 1880’li yıllarda Kâzim
Möçü’nün dinî ve sosyal içerikli manzûmeler yazmasıyla başlamıştır. Şairin eserleri ile
Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi, kültürü ve sosyal hayatı arasında çok yakın bir ilişki
vardır. Kâzim Möçü şiirlerinde yaşadığı dönemin tarihî olaylarını ve sosyal hayatını
işleyerek adeta bir halkın tablosunu çizmektedir.
Anahtar Sözcükler
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Abstract
Karachay-Malkar Turks who carried oral literature tradition until the end of 19 th century,
written literary works in real sense started with Kâzim Möçü’s poems including religious
and social content in 1880’s. There is a very close relation between poet’s works and
history, culture and social life of Karachay-Malkar Turks. Kâzim Möçü even draws a
picture of a people by reflecting the historical events and social life of the period in
which he lived.
Key Words
Kâzim Möçü bir taraftan babasının demirci atölyesinde çalışırken, bir taraftan da boş
zamanlarında medresede tahsil gören arkadaşlarından Arap alfabesini öğrenmiş,
böylece kendi çabasıyla okumaya ve yazmaya başlamıştır. Kâzim’in babası bu duruma
çok sevinir ve ileride Kâzim’in “Afendi” [Hoca] olması hayaliyle onu köyün medresesine
gönderir [Sozayev, 1986:15]. Kâzim Möçü’nün tahsil gördüğü medresenin başında,
Dağıstan’dan gelmiş Kumuk Türklerine mensup bilgili ve aydın bir hoca vardır. Kâzim bu
hocadan başta Arapça ve Farsça olmak üzere Kur’ân-ı Kerim, tefsir, hadis, fıkıh, İslâm
tarihi, Peygamberlerin hayatı, şark edebiyatı ve coğrafya dersleri alır [Meçilanı,
1989/I:11-12].
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Kâzim Möçü, medrese tahsilini tamamladıktan sonra da, babasının demirci atölyesinde
çalışmaya devam eder. Boş zamanlarında köyün mescidine giderek burada Kur’ân-ı
Kerim okur. Mescidin cemaatine Kur’ân-ı Kerim’den bazı sureleri tercüme ve tefsir eder.
Cemaat, Kâzim Möçü’nün Kur’ân-ı Kerim’i güzel okumasına, tercüme ve tefsirlerine
büyük hayranlık duymakta, “Böyle giderse Kâzim, bütün Malkar’ın en büyük hocası
olacak” demektedir. Hakikâten, Kâzim Möçü genç yaşına rağmen çevresinde, hem dinî
görevlerini eksiksiz ve aksatmadan yerine getiren bir dindar, hem de dinî ilimleri iyi bilen
bir âlim olarak tanınmaya başlamıştır. Fakat cemaatin düşündüğünün aksine, Kâzim
Möçü’nün “Hoca” olmaya pek niyeti yoktur. Onun bütün aklı fikri, Çöpellev Efendi’nin
kütüphanesinde okumuş olduğu Nizâmî, Nevâî ve Fuzulî’nin şiirlerindedir.
Holam bölgesinin Özen köyünde yaşayan ve halk tarafından büyük saygı gören âlim
Çöpellev Bözü Efendi’nin, Kâzim Möçü’nün edebî şahsiyetinin oluşmasında, özellikle de
şiirlerinin büyük bir bölümünün muhtevasının şekillenmesinde çok etkisi vardır. Çöpellev
Efendi, medrese tahsili yanında, Vladikavkaz şehrinde Rus Lisesini [s. 185] de
okumuştur. Başta A. Puşkin, N. Gogol, L. Tolstoy ve M. Gorki gibi yazarlar olmak üzere
Rus edebiyatının bütün klasiklerini okumuştur. Petersburg ve Rostov gibi Rus şehirlerini
gezip görmüş, dönemin şartlarına göre kendisini mükemmel bir şekilde yetiştirmiş,
böylelikle halk tarafından çok sevilen, âlim ve aydın bir kişi olarak tanınmıştır
[Töppelanı, 1992:4].
Çöpellev Efendi zengin bir kütüphaneye sahiptir. Kütüphanesinde Şark Dünyası’na ait
klasik eserlerin tamamı ve ayrıca bol miktarda Rusça kitap bulunmaktadır. Kâzim Möçü
başta Rusça olmak üzere birkaç yabancı dil bilen ve geniş bir hayat tecrübesine sahip
olan Çöpellev Efendi’ye büyük hayranlık duymaktadır. Sık sık Çöpellev Efendi’yi ziyaret
etmekte, onunla çeşitli konular hakkında uzun süren sohbetler yapmaktadır. Kâzim
Möçü, Çöpellev Efendi’yi ziyaret ettiği zamanlarda onun zengin kütüphanesinden
faydalanmayı da ihmal etmemiş; Nizâmî, Ali Şîr Nevâî, Fuzulî, Firdevsî, Burûnî, Farâbî
ve İbnî Sina’nın eserlerini okuma imkânını bulmuştur [Meçilanı, 1989/I:13-14, 399-400;
Meçilanı, 1989/II:294].
Kâzim Möçü bir taraftan şarkın eserlerini okuyarak kendisini geliştirirken, bir taraftan da
şiirler yazmaya başlar. Kâzim Möçü’nün ilk yazdığı şiirlerinin büyük bölümü dinî konular
üzerinedir. Müslümanlığı henüz 17. yüzyıl sonlarında kabul eden Karaçay-Malkar
Türkleri bu durumun tabiî bir sonucu olarak İslâm dininin esâslarını ve yükümlülüklerini
gerektiği şekilde bilmiyorlardı. Kâzim Möçü de buradan hareketle halkın İslâm dininin
gereklerini daha iyi anlayabilmesi için öğretici tarzda dinî manzumeler yazmıştır.
Bunların başında “İyman-İslam” [İman-İslâm], “Mavlut” [Mevlid-i Şerif] ve “İbrahim” [Hz.
İbrahim ve Hz. İsmail Kıssası] adlı manzûmeleri gelmektedir.
Türk kültür ve edebiyatında büyük kabul gören “Mevlid-i Şerif” bilindiği gibi
Peygamberimiz Hz. Muhammed’e hürmeten ve O’nu en güzel yönleriyle methetmek
gâyesiyle yazılmış olan bir manzûmedir. Mevlid-i Şerif’te, Hz. Muhammed’in doğumu,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
peygamber oluşu, mirâcı ve ölümü anlatılır. Mevlid-i Şerif, Türk edebiyatında pek çok
şâir tarafından yazılmış olmakla birlikte en meşhûr olanları Süleyman [s. 186] Çelebi’nin
“Vesiletü’n-Necât” ile Şaîr Ahmed’in “Mevlid” adlı eserleridir [Banarlı, 1987/I:479-489].
Kâzim Möçü’nün büyük ihtimalle Süleyman Çelebi’nin eserinden faydalanarak kaleme
almış olduğu “Mavlut” adlı manzûmenin muhtevası da Süleyman Çelebi’nin eserinden
farklı değildir. Ayrıca, Şaîr Ahmed’in “Mevlid” adlı eserindeki “Merhabâ Faslı”ndan da
izler taşımaktadır. Kâzim Möçü’nün manzûmesinde ana çizgileriyle, Peygamberimizin
doğumu, mirâcı ve ölümü Karaçay-Malkar Türkçesiyle güzel bir şekilde anlatılmaktadır.
Manzûmenin kiril harfleriyle basılmış nüshasındaki dizilişi dörtlükler halinde olmakla
birlikte aslında beyit şeklinde ve 7+7 duraklı hece vezniyle yazılmış olduğu açıktır.
Kâzim Möçü bu eserini 37 yaşında iken 1896 yılında yazmıştır [Kâzim-Haci, 1992:19-
65; Kâzim, 2002:155-193].
Kâzim Möçü’nün bir diğer dinî manzûmesi “İbrahim” [İbrahim Kıssası] veya “Ak Koçhar”
[Beyaz Koç] adlı eseridir. İslâm medeniyeti tesirindeki Türk şiirinde hem müstakil
manzûmeler şeklinde ve hem de değişik beyitlerde çeşitli vesilelerle geçen “İbrahim
Kıssası” veya “İsmail Kıssası”nda özetle Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i Allah’a kurban
etme hikâyesi anlatılır. Bu konuda en çok tanınan eser Âşık Perverî’nin “Kıssa-i İsmail
Destânı” adlı manzûmesidir. Aynı konu Abdülvasi Çelebi’nin “Halilnâme” adlı eserinde
de anlatılır. Kâzim Möçü’nün “İbrahim” adıyla kaleme aldığı bu manzûme de Türk
edebiyatında genel olarak “İsmail Kıssası” şeklinde bilinen manzûmenin bir benzeridir.
Manzûmede dikkati çeken husus, diğer benzer manzûmelerde Hz.İbrahim’in gördüğü üç
gecelik rüyanın Kâzim Möçü’nün manzûmesinde yetmiş gece olması ile Hz. İbrahim’in
Allah’a verdiği söze karşılık koyun ve deve dışında atlarını da kurban etmesidir. Bu
manzûmenin de, “Mavlut” [Mevlid] manzumesinde olduğu gibi, kiril harfleriyle basılmış
nüshasındaki dizilişi dörtlükler halinde olmakla birlikte aslında beyit şeklinde ve 7+7
duraklı hece vezniyle yazılmış olduğu açıktır [Sarı-Balkan, 2000:184-201; Kâzim,
2002:194-202]. Şaîr bu manzûmelerinin dışında; “Beş Namaz” [Beş Vakit Namaz]
“Rasul” [Resul], “Aldanmagız Ahır Zaman Duniyaga” [Aldanmayın Ahir Zaman Dünyaya]
gibi yazdığı birçok manzûmesinde dinî konuları işlemiş ve bu yolla halka İslâm dinini
anlatmaya çalışmıştır.
Kâzim Möçü’nün “Tahir bla Zuhura” [Tahir ile Zühre] adlı eserinden de bahsetmek
gerekir. Şark dünyasının en meşhur halk hikâyelerinden biri olan “Tahir ile Zühre”
hikâyesi bütün Doğu Türklüğünde olduğu gibi Karaçay-Malkar Türklerinde de çok
sevilen ve yaygın olan bir hikâyedir. Kâzim Möçü de halkın çok sevdiği bu hikâyeyi
Karaçay-Malkar Türkçesiyle manzûm ve mensûr bir şekilde yazılı hale getirmiştir. Kâzim
Möçü “Tahir ile Zühre” adlı eserini elbette bu halk hikâyesinden ilham alarak yazmıştır.
Ancak şairin bu eseri, Karaçay- [s. 187] Malkar Türkçesiyle yazılmış basit bir kopya
değil, şairin birtakım mesajlar verdiği ve bazı millî kültür özelliklerini kattığı yeni bir
“Tahir ile Zühre” yorumudur. Kâzim Möçü bu eserini 1891 yılında tamamlamıştır.
Eserinde beyit, gâzel ve kasîde şekillerini de kullanılmış, böylelikle bu nâzım şekillerini
ilk defa Karaçay-Malkar şiirine sokmuştur [Bittirlanı, 1989:13; Meçilanı, 1989/I:36, 49-50,
151-230, 352, 356].
Kâzim Möçü’nün ilk yazdığı şiirler arasında; dinî manzûmelerle birlikte, toplum düzenini
eleştiren, çeşitli haksızlıkları ve adaletsizlikleri dile getiren sosyal içerikli şiirlerinin sayısı
da oldukça fazladır. Kâzim Möçü’nün bu tür şiirleri yazmasında, yukarıda kendisinden
genişçe bahsedilen Çöpellev Efendi’nin etkisi büyüktür. Çöpellev Efendi hayatı boyunca
fakir ve ezilmiş halk kitlelerinin yanında ve onların haklarını savunan bir kimse olmuştur.
Holam ve Bızıngı bölgesinde toprak reformunun yapılmasını, toplumdaki türlü
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Kâzim Möçü, “Apsatı” adlı şiirini, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatının en eski
ürünlerinden biri olan “Apsatı” adlı destandan ilhâm alarak yazmıştır. “Apsatı”, Karaçay-
Malkar Türklerinin İslâm öncesi eski inançlarına göre geyik ve dağ keçisi cinsinden
yabanî hayvanların koruyucusudur. Destanda anlatılanlara göre, Apsatı koruyucusu
olduğu hayvanların kendisinden izinsiz avcılar tarafından avlanmasına müsaade
etmemektedir. Bunun aksini yapan avcılar, Apsatı tarafından lânetlenmekte ve korkunç
felâketlere uğramaktadırlar [Laypanlanı-Dudalanı, 1940:12, 18-21]. Bu destanın
muhtevasında destanın yaratıcısı Apsatı ve hayvanların tarafındadır. Kâzim Möçü’nün
yazdığı “Apsatı” adlı şiirde ise durum farklıdır. Şair, destan yaratıcısının aksine,
avcılardan yanadır. Çünkü onun şiirinde avcılar halkı, Apsatı ise beyleri temsil
etmektedir. Bu yüzden Apsatı’yı eleştirmektedir. Onun şiirinde, hayatı türlü sıkıntılarla
geçen fakir avcı, Apsatı’ya karşı sürdürdüğü mücâdeleden gâlip çıkmaktadır [Meçiyev,
1984:19-21]. Şair, “Kar Cavadı” [Kar Yağıyor] adlı şiirinde de yine toplumdaki ekonomik
dengesizliği dile getirmekte ve varlıklı kimseleri eleştirmektedir [Meçiyev, 1984:22-23].
Kâzim Möçü’nün bu tür sosyal içerikli şiirlerinin içinde en güzel ve en meşhur olanı
“Caralı Cugutur” [Yaralı Dağ Keçisi] adlı manzûmesidir. Şairin 1907 yılında yazmış
olduğu bu manzûme sekiz bölümden oluşmaktadır. Kâzim Möçü bu eserinde, geçimini
avcılıkla sağlamaya çalışan Haşim’in hayat hikâyesiyle; beylerin baskısı altında, fakir,
sıkıntılı ve zor şartlarda yaşayan bütün bir halkın durumunu anlatmaya çalışmaktadır.
Manzûmede kurt ve Cambolat Bey zulüm ve baskı düzeninin temsilcisi olarak
gösterilmekte iken yaralı dağ keçisi ile Haşim ise ezilen bütün bir halkı temsil
etmektedir. Şair, manzûmesinin sonunda halkı ile yaralı dağ keçisi arasındaki
benzerliğe dikkat çekmektedir [Kâzim, 1996:367-377].
iyice tükenmiştir. Şair artık karamsar bir ruh hali içerisinde yazmış olduğu “Allah bla
Söleşib Turdum” [Allah İle Konuşup Durdum], “Bayga Sen Köb Baylık Berdiñ” [Zengine
Sen Zenginliği Çok Verdin] ve “Allah da Zalimle Canlı” [Allah da Zalimlerin Yanında]
başlıklı şiirlerinde Allah’a neredeyse isyan etmektedir [Meçilanı, 1989/I:62; Kâzim,
1996:52, 194].
Kâzim Möçü de Bolşevik ihtilâline ilgisiz kalmamış, kendisi bu hareketin samimî ve faal
bir destekçisi olmuştur. Kâzim Möçü artık, Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’daki idarecileri
ile Malkar beylerinin baskısı altında ve zor şartlarda yaşayan fakir halkın çilesinin ancak
bu yeni düzenle birlikte sona ereceğini umut etmiştir. Bu yüzden, Kafkasya’daki Bolşevik
hareketini desteklemiş ve bütün halkı da bu hareketi desteklemeye çağırmıştır. Hatta,
Holam-Bızıngı bölgesinde Kızıl Partizan Komitesi’nin kurulmasında aktif görev almış,
Bolşevik saflarında Menşeviklere karşı savaşması için büyük oğlu Muhammet’in Kızıl
Partizan Komitesi’nin milis güçlerine katılmasına bizzat önayak olmuştur [Meçiyev,
1939:7; Sozayev, 1986:22].
Kâzim Möçü, 1917 ihtilâliyle birlikte, beyleri ve toplum düzenini sert şekilde eleştiren,
Bolşevizmi öven, bütün halkı ihtilâli desteklemeye çağıran coşkulu şiirler yazmaya
başlamıştır [Sozayev, 1986:22; Akbolatlanı, 1989:11]. Şiirlerinde, halkın Menşeviklere
kanmamasını ve herkesin Lenin’in partisinin çatısı altında toplanmasını söylemektedir
[Sozayev, 1986:23]. Meselâ “Bolşevikni Colu Tüzdü” [Bolşeviğin Yolu Doğrudur] adlı
şiirinde Bolşevik hareketinin doğruluğunu ve haklılığını anlatmakta, halkı da bu harekete
davet etmektedir [Meçilanı, 1989/II:174]. Şair yine “Savut Alıgız Kolga” [Silah Alın
Elinize] adlı şiirinde halkı Bolşeviklerin safında silahlı mücâdeleye teşvik etmektedir
[Meçilanı, 1989/II:175]. Yine, 1918 yılında Baksan-Kala’da yayımlanan “Nazmu Soltan
Hamid Kalabek el-Şegemî” [Çegemli Soltan Hamit Kalabek’in Şiiri] adlı eseri meşhur
Malkarlı Bolşevik ihtilâlcisi Soltan-Hamit Kalabek’e ithafen yazılmıştır. Kâzim Möçü’nün
bu eseri daha sonraları halk tarafından çok sevildiği için bir halk şarkısı haline gelmiştir.
1920 yılı sonlarına doğru Sovyet düzeninin oturmasıyla birlikte Kâzim Möçü de yeni
Sovyet hayatını ve kurumlarını öven şiirler yazmaya başlar. Meselâ “Lenin”, “Caññı
Carık” [Yeni Işık], “Kızıl Asker” [Kızıl Asker] ve “Kolhozga” [Kolhoz İçin] adlı şiirlerinde
Sovyet düzenini coşkulu bir şekilde övmektedir. Artık, kendisi de demirci atölyesinde
kolhoz için demir döverken, bütün halkı da kolhozlarda çalışmaya teşvik etmektedir
[Hoçulanı, 1939:4; Meçiyev, 1984:16; Meçilanı, 1989/II:195, 208, 240, 247]. İlk kez 1924
yılında “Karahalk” gazetesinde yayımlanan “Sabet Bılas” [Sovyet Egemenliği] adlı şiiri
bu tür şiirlerinin en meşhurudur [Kâzim, 1996:313].
şekilde sona erer. Sovyet askerleri, başta idareci ve aydınlar olmak üzere, önlerine
çıkan bütün Karaçay-Malkarlıları öldürürler. 1937 yılına gelindiğinde, Karaçay-Malkar’da
tek bir aydın ve idareci kalmamıştır [Aslanbek, 1951:18-29; Karça, 1956:37-42].
Bolşevik ihtilâlini gönülden destekleyen, Sovyet düzeninin yerleştirilmesinde büyük rol
oynayan Karaçay-Malkarlı komünist idarecilerin ve birçok aydının çeşitli bahanelerle bir
bir tutuklanarak öldürülmesi ve bunu müteakip dinî ve millî değerlerin yok edilmesi
faaliyetlerinin yoğunlaştırılması üzerine hayal kırıklığına uğrayan Kâzim Möçü’nün
Sovyet düzenine olan inancı sarsılmıştır. “Ne Bolur Mıñña Tasha” [Ne Olabilir Bu
Muammaya Cevap] ve “Kayrı Ketdi Eneyulu” [Nereye Gitti Eneyoğlu] adlı şiirlerinde
Sovyet düzenini sorgulamakta, belki de sıranın kendisine geldiğini söylemektedir
[Kâzim, 1996: 343-345].
II. Dünya Savaşı sırasında Karaçay-Malkar Türklerinden eli silah tutan bütün erkekler
Sovyet ordusuna alınır, Alman ordularına karşı savaşmak üzere cepheye gönderilir.
Kâzim Möçü bu dönemde şiirlerinde savaşın acısını ve insanlara getirdiği yıkımı anlatır.
Öte yandan Sovyet ülkesine olan bağlılığını ve Kızıl Orduya olan güvenini dile getirmeyi
de ihmal etmez. Dönemin havasına uygun olarak kaleme aldığı “Biz Horlarıkbız” [Biz
Yeneceğiz] adlı şiirinde Hitler’e ve Nazi Almanyası’na lânet okumakta ve savaşı er geç
Kızıl Ordunun kazanacağını söylemektedir [Meçilanı, 1989/II:262-263]. Kızıl Ordu,
Kâzim Möçü’nün güvenini boşa çıkarmamış, Nazi Almanyası ordularına karşı savaşı
kazanmıştır. Fakat bu sonuç Karaçay-Malkar Türklerinin uğrayacağı büyük bir felâketin
başlangıcını oluşturmuştur. Almanlar II. Dünya Savaşı sırasında Kafkasya’yı işgal
ettikleri zaman, 1917 Bolşevik ihtilâlinden itibaren Sovyet rejimine karşı olan ve
dağlarda gerilla tarzında mücadele veren Karaçay-Malkar direniş kuvvetlerinden büyük
destek görmüşlerdir. Almanlar da bu desteği karşılıksız bırakmamış, Sovyet rejimi
aleyhtarı Karaçay-Malkar direniş kuvvetlerine silah ve teçhizat yardımında
bulunmuşlardır. Bunlar, ülkede kolluk görevini yapan Sovyet birliklerini kısa zamanda
temizlemiş, Rus ve yerli komünist idarecileri tasfiye ederek yönetimi ele geçirmişlerdir
[Karça, 1956:44-45; Mühlen, 1984:191-198]. Karaçay ve Malkar’da zafer ve hürriyet
havası yaşanırken, Almanlar 1942 yılının sonlarına doğru Sovyetler Birliğine yenilince
Kafkasya’dan çekilmek zorunda kalırlar. Almanlarla işbirliği yapan Sovyet rejimi
aleyhtarı Karaçay-Malkar direnişçilerinin büyük bir kısmı başta Almanya olmak üzere
değişik Avrupa ülkelerine iltica ederler. Bunu müteakip bizzat Stalin’in emriyle ağır
silahlarla donanmış büyük bir Sovyet ordusu Kafkasya’ya gönderilir. Bu arada Karaçay-
Malkar Komünist Partisinden bir heyet durumu anlatmak üzere Stalin’le görüşmek istedi
ise de Stalin öfkeli bir şekilde: “Devrim aleyhtarı, [s. 191] güvenilmez ve asi Karaçaylılar
hiçbir zaman benden yardım göremez” diyerek gelen heyetle görüşmeyi reddeder
[Aslanbek, 1952:17].
Felâket öncesi vaziyetin tasviri şöyledir; halk büyük bir endişe ve korku içerisindedir. Eli
silah tutan bütün yetişkin erkek nüfus Sovyet ordusunda görev yapmakta ve henüz
cepheden dönmemiştir. Sovyet aleyhtarı milis kuvvetlerinin büyük bir kısmı ülkeyi terk
etmiştir. Yani ülkede sadece yaşlı erkek ve kadın nüfus ile çocuklar bulunmaktadır. İşte
bu çaresiz yaşlı ve çocuklardan oluşan halk Sovyet ordusunun kıyımına uğrar. Ağır
silahlı Sovyet birlikleri süratle Karaçay ve Malkar ülkesini yerle bir eder. Felâket bununla
bitmez. Öfkesi dinmeyen Stalin “güvenilmez ve asi unsur” olarak gördüğü Karaçay-
Malkar Türklerini toptan imha etmek için onları yurtlarından sürgün etmeye karar verir
ve bu kararını derhâl icra eder. Sovyet meclisi ve yüksek mahkemenin çıkardığı
kanunlarla Karaçay-Malkar Türkleri “Almanlarla işbirliği yapmak suretiyle vatana ihanet
etmek” suçundan Orta Asya’nın muhtelif yerlerine sürgün edilme cezasına çarptırılırlar.
2 Kasım 1943 tarihinde Karaçaylılar, 8 Mart 1944 tarihinde de Malkarlılar topyekûn
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
şekilde başta Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan olmak üzere Orta Asya’nın muhtelif
yerlerine sürgün edilirler [Sabançılanı, 1994:11-24; Laypanlanı, 1998:2].
Malkar Türklerinin 8 Mart 1944 tarihinde toplu bir şekilde Orta Asya’ya sürgün edilmesi
sırasında Kâzim Möçü de, 85 yaşında iken, Kazakistan’a sürgün gitmiştir. Bir süre
ailesiyle birlikte Taldı-Kurgan vilayetinin Kirov ilçesinde yaşamış, 1945 yılı başlarında
Telman adlı kolhozun yakınındaki Kök-Suv köyüne yerleştirilmiştir. Kâzim Möçü
sürgünde iken yazmış olduğu “Carlı Halkım” [Zavallı Halkım], “Kıyın Kün Aytama Sizge”
[Zor Günde Söylüyorum Size], “Tavkel Eteyik Biz Bügün” [Metin Olalım Biz Bugün],
“Irazılık” [Razılık], ve “Osiyat” [Vasiyet] adlı şiirlerinde halkına moral vermeye
çalışmakta, kendilerine yapılan bu haksızlığın mutlaka düzeltileceğini söylemekte ve
sabırlı olmayı nasihat etmektedir [Kâzim, 1996: 358-359, 360, 361-362, 363, 364].
Kâzim Möçü 1945 yılının sonlarına doğru hayatını kaybetmiştir. Kendi vasiyeti üzerine
Telman kolhozunda çalışan yakın dostu Nogay Küçmen’in mezarının yanına
gömülmüştür. Daha sonra mezarı 1999 yılında, yani Kâzim Möçü’nün ölümünden 54 yıl
sonra, Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin başşehri Nalçik’te adına ithaf edilen parktaki
anıt mezarına nakledilmiştir [Başiylanı, 1989:2; Begiylanı-Etezlanı, 1989/I:8; Begiylanı-
Etezlanı, 1989/II:9].
[Karaçay-Malkar Türkçesiyle]
Tüzlük
[Türkiye Türkçesiyle]
Dünya Denilen
Doğruluk
Akbolatlanı, Aznor., “Kaythan Kıyın Boladı”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim
Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım
Kün 1989.
Banarlı, Nihad Sâmi., Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I. Cilt, İstanbul, 1987.
Başiylanı, Sveta., “Kâzimni Haciligi”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim Tuvganlı
130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım Kün 1989.
Bittirlanı, Tamara., “Tahir bla Zuhra”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim
Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım
Kün 1989.
Hoçulanı, Salih, “Söznü Kıymatı”, Sotsialist Kabartı-Malkar Gazet, Nalçik, 9-çu Dekabr
1939.
[s. 199] Laypanlanı, Kaziy., “Halkga Etilgen Zorluk”, Karaçay Gazet, No: 49, Çerkessk,
1998.
Meçilanı, Kâzim., Çıgarmalarını Eki Tomlugu, Birinçi Tomu [I. Cilt], Hazırlagan: A.M.
Teppeyev, Nalçik, 1989.
Meçilanı, Kâzim., Çıgarmalarını Eki Tomlugu, Ekinçi Tomu [II. Cilt], Hazırlagan: A.M.
Teppeyev, Nalçik, 1989.
Mühlen, Patrik von zur., Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında, Çeviren: Eşref Bengi
Özbilen, Ankara, 1984.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Sabançılanı, Haci-Murat., “Malkar Halkga Etilgen Zorluk”, Miññi Tav Jurnal, No: 3,
Nalçik, 1994.
______________________________________________________________________
Adilhan Adiloğlu
Karaçay-Balkar Türkçesi [bundan sonra kısaca KBT], Türk dilinin Kıpçak lehçesinin
Karay, Kırım ve Kumuk şiveleriyle birlikte Hazar-Karadeniz grubunda yer almaktadır [1].
Sovyet Türkologlarından A.N. Samoyloviç’in Türk dili sınıflandırmasına göre KBT, Türk
dilinin “z” kolunun “y” bölümünün “taw, bol-, kalġan” grubuna girmektedir. Buna göre
eski Türkçedeki “taġ” [dağ] yerine KBT’de “taw”, “ol-” yerine “bol-”, “kalan” yerine
“kalġan” biçimleri kullanılır. KBT, kendisine has birtakım söz, ses ve gramer özelliklerine
haiz olmakla birlikte genel olarak tipik bir Kıpçak şivesidir. KBT’nin diğer Kıpçak
şivelerinden bazı farklı özellikler göstermesinin sebebi, bu şivenin eski tarihlerde Bulgar
ve Oğuz Türkçesiyle bağlantısı olmasından ve komşu Kafkas kavimlerinin birtakım dil
özelliklerinin tesirinde kalmasından kaynaklanmaktadır [2]. Eski Türkçedeki “adak~azak”
[ayak] yerine KBT’de “ayak”, “ben” yerine “men” şeklinin kullanılması, söz başlarında “d”
yerine “t” sesinin, “g” yerine “k” sesinin kullanılması ...
[s. 143] Karaçay-Balkar Türkçesi [bundan sonra kısaca KBT], Türk dilinin Kıpçak
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Karaçaylılar hakkında tarihî ilk bilgiler, 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Başpiskopos
Johannes de Galonifontibus’un notlarında geçmektedir. Galonifontibus, Karaçay
Türklerinden “Kara Çerkes” şeklinde bahsetmekte ve “Kara Çerkeslerin kendilerine has
bir dilleri ve yazıları olduğunu” söylemektedir. E.P. Alekseyeva’ya göre, XVII. Yüzyıl
ortalarında Kafkasya’da bulunan Archangelo Lamberti’nin de Karaçaylılar için hem
“Kara Çerkes” ve hem de “Karaçioli” [Karaçaylı] adlarını kullanması, Galonifontibus’un
işaret ettiği “Kara Çerkes”lerin Karaçaylılar olduğuna şüphe bırakmamaktadır. Karaçay
bilim adamları, Galonifontibus’un “Kara Çerkeslerin kendi yazıları vardır” ifadesinden,
Karaçaylıların XV. yüzyıla kadar eski Türk yazısını [runik] bildikleri ve kullandıkları
sonucunu çıkarmaktadırlar [3]. Karaçay-Balkar topraklarındaki; Humara, Arhız, Sutul,
Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz, Sarıtüz, Tokmak-Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla,
Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri ile yine Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları
arasında geniş bir alanda eski Türk [runik] yazılı birçok yazıt bulunmuştur. [s. 144]
Soslanbek Y. Bayçora bu yazıtlardan 74 tanesini çözmüş ve bunların Bulgar Türklerine
ait olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur.
Eldeki bilgi ve belgelerden, Karaçay-Balkarların ilk olarak Arap harflerine dayalı bir
alfabe kullandıkları anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyılda İslam dinini kabul eden Karaçay-
Balkar Türkleri aynı zamanda Arap alfabesiyle de tanışmışlardır [4]. Üzerinde birtakım
töre kararlarının yazılı olduğu 1715 tarihli Holam Yazıtı, Karaçay-Balkar Türkçesine ait
Arap alfabesiyle yazılmış en eski yazıtlardan biri olarak sayılmaktadır.
Karaçaylı Küçük Bayramuk Efendi [1772-1862] ile Yusuf Haçir Efendi ve Balkarlı
Muhammmed’ül Varakî’nin Arap alfabesi ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle yazmış
oldukları dinî manzumeler ilk edebi eserlerdendir. Fakat eser sahipleri bu manzumelerini
yayımlama imkanını bulamamışlardır. Bu manzumelerin bir kısmı ancak uzun yıllar
sonra Türkiye’de yayımlanabilmiştir. Yine, Karaçay’da ve Nalçik şehrinde ilk ve orta
medrese eğitimi aldıktan sonra Dağıstan’da yüksek tahsil yapan Kart-curt köyü
medresesi müderrisi Eldavur oğlu Geriy Sılpagar Efendi’nin [1857-1906] fıkıh, kelam ve
hadis üzerine ondan fazla eser yazdığı bilinmektedir. Fakat bu eserler de
yayımlanmamıştır. Geriy Sılpagar’ın ailesiyle birlikte Osmanlı Türkiyesi’ne göç ederken
yanında getirdiği eserlerinin tamamı kaybolmuştur.
Bu dönemde sadece, [s. 145] Karaçay-Balkar yazılı edebiyatının babası sayılan Kâzim
Möçü’nün [1859-1945] Arap alfabesi ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle yazdığı şiirlerinin
yayımlandığı bilinmektedir. Müslümanlığın temeli sayılan 32 Farzın manzûm bir şekilde
anlatıldığı “İyman-İslam” [İman-İslam] adlı eseri 1909 yılında Dağıstan’ın Temirhan-Şura
[bugünkü Buynakskiy] şehrinde Arap harfleriyle ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle
yayımlanmış ilk kitap sayılan Lokman Asanî el-Balkarî’nin “Kitâbü Mürşidi'n-Nisâ”
[Kadının Rehber Kitabı] adlı eserinin son kısmında yayımlanmıştır. Bunun dışında,
Kâzim Möçü’nün “Soltan-Hamit el-Çegemî” [Çegemli Soltan-Hamit] adlı ikinci kitabı da
1918 yılında Arap yazısıyla ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle Baksan-Kala’da
yayımlanmıştır [6].
Teberdi köyünde imamlık ve medrese hocalığı yapan İsmail Akbay’ın [1877-1938], 1916
yılında Tiflis’te yayımladığı “Ana Tili” [Ana Dili] adlı kitabı da KBT ve Arap harfleriyle
basılmış ilk matbu eserler arasındadır. İsmail Akbay’ın [Çokuna Efendi] “Ana Tili” adlı
kitabında kendi yazdığı şiirler ve İ.A. Krılov’dan KBT’ye çevirdiği hikâyeler yer
almaktadır [6].
1880’li yıllarda Safar-Aliy ve Navruz Orusbiy kardeşler KBT için bir Arap alfabesi
düzenlemiş ve hatta KBT’nin kısa gramerini hazırlamışlardır. Fakat o dönemin
imkansızlıklarından dolayı bu eser yayımlanamamıştır [7].
KBT için Arap alfabesi üzerine ilk ciddi ve ilmî çalışmaları yapanlar Karaçaylı İsmail
Akbay ve Balkarlı İsmail Abay’dır. 1920 yılında İ. Akbay ve İ. Abay’ın birlikte
hazırladıkları Arap harfli KBT alfabesinde 31 harf bulunmaktadır [8].
1923 yılında İ. Akbay’ın yeniden düzenleyerek hazırladığı Arap harfli KBT alfabesinde
ise 33 harf bulunmaktadır [9].
Arap yazısına dayalı, Karaçay-Balkar Türklerinin yazılı edebiyatı ancak 1920’li yılların
ortalarında başlamıştır. 1922 yılında Battal-Paşa [bugünkü Çerkessk] şehrinde Rusça
yayımlanmaya başlayan “Gorskaya Bednota” [Yoksul Dağlılar] gazetesinin bir sayfası
Karaçay Türklerine ayrılmış ve bu sayfada Arap yazısı ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle
şiirler, makaleler ve haberler yayımlanmaya başlanmıştır. Bunu müteakip 19 Ekim 1924
yılında tamamı KBT ve Arap yazısıyla “Tawlu Caşaw” [Dağlı Hayat] adlı ilk Karaçay
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Aynı [s. 146] dönemde, 1924 yılında Arap yazısı ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle
Moskova’da basılan Karaçaylı şair İssa Karaköt’ün [1900-1924] “Caññı Şigirle” [Yeni
Şiirler] adlı kitabı, modern Karaçay-Balkar şiirinin ilk eseri sayılmaktadır.
1926 yılında “Tawlu Caşav” gazetesi ve diğer bütün matbuatın Latin alfabesine
geçmesiyle Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının gelişimi daha da hızlanmıştır [10].
KBT için ilk latin alfabesi çalışmalarını yapan Karaçaylı ressam ve şair İslam
Kırımşavhal’dır [1864-1910]. İ. Kırımşavhal 1908-1910 yıllarında KBT için bir Latin
alfabesi hazırlamıştır. Fakat bu alfabenin uygulama alanı olmamıştır. Çünkü, 1900’lü
yılların başlarında Rusya ve Kafkasya ülkelerinde Latin alfabesiyle faaliyet gösteren bir
matbaa yoktu. Bu yüzden 1900’lü yılların başlarında KBT ve Latin harfleriyle basılmış
herhangi bir kitap yoktur [11].
KBT için Latin alfabesi üzerinde asıl ciddi ve ilmî çalışmaları 1920’li yıllarda Umar C.
Aliy ve Magomet Eney yapmışlardır. Karaçaylıların “Sultan Galiyev”i sayılan ve bilahare
V. Lenin’le de yakın temas halinde olan Umar C. Aliy’in [1895-1938] 1924 yılında
yayımlanan “Caññı Karaçay-Malkar Elible” [Yeni Karaçay-Malkar Elifleri~Harfleri] ve
Magomet Eney’in aynı yıl yayımlanan “Malkar Alifbi” [Balkar Elifbesi~Alfabesi] adlı
kitapları KBT ve Latin yazısıyla yayımlanmış ilk matbu eserlerdir [12]. Bilahare; İsmail
Akbay’ın genişleterek tekrar yayımladığı “Ana Tili” [Ana Dili, Batalpaşinsk-1924] ve
“Orus Tilden Karaçay Tilge Tılmaç Kitabı” [Rusça-Karaçayca Sözlük, Batalpaşinsk-
1926], Ashat Bici’nin [1900-1957] “Bilim” [1926], Azret Örten’in [1908-1937] “Caññı
Cırla” [Yeni Şarkılar-1927] ve [s. 147]
Umar C. Aliy’in hazırladığı Latin alfabesi üzerinde birkaç değişik yapılarak son şekli
verilmiş olan resmi KBT latin alfabesi aşağıda transkripsiyon ile gösterilmiştir.
Aslında Rus [Kiril] alfabesi 1938 yılından önce hatta 1917 Bolşevik ihtilalinden çok daha
önce Karaçay-Balkar Türkleri tarafından bilinmekteydi. 1827 yılında Balkarların ve 1828
yılında da Karaçaylıların, Rus Çarlığı hakimiyetine girmesinden sonra Ruslar hemen
kültür asimilasyonu çalışmalarına başlamışlar, [s. 149] Karaçay ve Balkar köylerinde
son hızla Rus okullarını açmışlardır. 1917 Bolşevik ihtilalinden önce Karaçay’ın 16
köyünde de Rus okulları açılmış ve öğretime başlamış durumdaydı Karaçay’daki ilk Rus
okulu 1878 yılında Uçkulan köyünde açılmıştır. Bu okulun ve dolayısıyla da bütün
Karaçay’ın ilk Rus öğretmeni olan Mois Aleynikov’un Karaçaylılardan birçok tarihi ve
folklor malzeme toplayarak yazdığı makaleleri vardır. Kartcurt köyündeki Rus okulunun
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
öğretmeni Nikolay Kiriçenko ise köyün ileri gelenlerinden olan Abdulkerim Hubiy’in
yardımıyla 1897 yılında ilk “Rus-Karaçay Sözlüğü”nü hazırlamıştır. Ancak bu sözlük
imkansızlıktan dolayı basılamamıştır. Fakat bu eser orijinal haliyle halen muhafaza
edilmektedir. Karaçaylı aydın kimseler, Karaçay’daki Rus okullarında Rusça eğitimin
yanında bir de ana dilde de eğitim yapılması gerektiğini kavramışlar ve bu yönde
birtakım çalışmalar yapmaya başlamışlardı. İlk olarak, Abdulkerim Hubiy’in oğlu İmmolat
Hubiy, KBT için bir Rus [Kiril] alfabesi hazırlamıştır. Fakat, Karaçay’daki Rusça eğitim
veren okullarda ana dilde eğitime izin verilmeyince bu alfabenin bir kullanım alanı
olmamış, dolayısıyla da bu dönemde Rus [Kiril] harflerine dayalı bir alfabeyle Karaçay-
Malkar Türkçesinde herhangi bir yazılı eser ortaya konulamamıştır [14].
1938 yılında Rus [Kiril] alfabesi esaslı KBT alfabesine geçilmiştir. Fakat çeşitli tarihlerde
bu alfabe üzerinde birtakım harf değişiklikleri yapılmıştır. 1961 yılında Umar B. Aliy, A.Ü.
Bozi, A.H. Sotta, M. Akbay, H.V. Bayramkul ve H.İ. Süyünç tarafından oluşturulan bir
komisyon aşağıdaki şekilde Rus harflerine dayalı 40 harften müteşekkil bir KBT alfabesi
hazırlamışlardır [15].
1965 yılında ve daha sonraki tarihlerde yukarıdaki alfabe üzerinde yine birtakım harf
değişiklikleri yapılmış ve son olarak aşağıda gösterilen Rus [Kiril] esaslı KBT
alfabesinde karar kılınmıştır.
Rus [Kiril] alfabesi esaslı KBT alfabesine 1937-38 yıllarında geçilmiştir. Halen de bu
alfabe kullanılmaktadır.
Rus [Kiril] esaslı KBT alfabesinde bir sertleştirme [ъ] bir de inceltme [ь] işareti olmak
üzere toplam 38 harf vardır. Karaçay-Balkar Türkçesinde sekiz tane ünlü [ a, e, ı, i, o, ö,
u, ü ] ve yirmi yedi tane ünsüz [ b, c, ç, d, j, f, g, ġ, h¹, h², h³, k, q, m, n, ñ, p, r, s, ş, t, ts,
w, v, y, z, ż ] olmak üzere toplam 35 tane ses vardır.
Ünlü Sesler
1. KBT’deki a sesi, arka damakta geniş-düz ve açık telaffuz edilir. Türkiye Türkçesindeki
[bundan sonra kısaca TT] a sesiyle aynıdır. KBT’deki a sesinin Karaçay-Balkar Türkçesi
Kiril Alfabesi’ndeki [bundan sonra kısaca KBTKA] karşılığı a harfidir. Sözgelimi:
aламат~alamat [muhteşem], vs. Bunun dışında KBT’de ā [uzun a] sesi de yoktur. Hatta
yabancı dillerden girmiş bazı sözlerdeki ā sesi, KBT’de a sesine dönüşmektedir.
Sözgelimi: alam<âlem, alim<âlim, vs.
3. KBT’deki ı sesi, arka damakta, dar-düz ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki ı
sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı ы harfidir. Sözgelimi: ындыр~ındır [harman].
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
4. KBT’deki i sesi, arka damakta, dar-düz ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki i
sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı и harfidir. Sözgelimi: илкич~ilkiç [sırık].
5. KBT’deki o sesi, arka damakta, yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki o
sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı o harfidir. Sözgelimi: oноў~onow [fikir, karar].
7. KBT’deki u sesi, arka damakta, dar-yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki u
sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı у harfidir. Sözgelimi: Sözgelimi: уллу~ullu [büyük,
yüce].
[s. 151] 8. KBT’deki ü sesi, ön damakta, dar-yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir.
TT’deki ü sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı ю harfidir. Sözgelimi: Sözgelimi:
юлюш~ülüş [pay].
Ünsüz Sesler
KBT’de bir de w sesi vardır. KBTKA’daki karşılığı ў harfidir. Sözgelimi: таў~taw [dağ],
vs. Eski Türkçe’deki ġ sesiyle biten sözler KBT’de w sesine dönüşmüştür. Sözgelimi:
taġ>taw [dağ], yaġ>caw [yağ], saġ>saw [sağ], vs. Bugünkü resmi KBTKA’da ў [w] harfi
olmasına rağmen, günümüz KBT matbuatında w sesi у [u] harfiyle gösterilmekte ise de,
KBT’deki w sesi, u veya û [uzun u] sesi değildir. 1938-60 yılları arasındaki matbuatta bu
w sesi ў [w] harfiyle gösterilirken daha sonraları у [u] harfiyle gösterilir olmuştur. Fakat
bu durum teknik sebeplerden kaynaklanmaktadır.
KBT’de asli olarak f sesi olmamakla birlikte; Rusça, Arapça, Farsça vs. yabancı
dillerden girmiş bazı sözlerdeki f sesi, hem konuşma dilinde, hem de yazı dilinde
kullanılmaktadır. Sözgelimi: fayton [fayton], fikir [fikir], vs. Fakat, genellikle Arapça ve
Farsça kaynaklı sözlerdeki f sesi, Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarında p
sesine dönüşür. Sözgelimi: fayton>payton, fikir>pikir, vs. Öte yandan, yabancı dillerden
girmiş bazı sözlerdeki f sesi Çerek ağzında aynen korunur.
ağzında f sesine dönüşür [bkz. Çift dudak ünsüzleri]. Fakat, b-p>f dönüşümü konuşma
dilinde [Çerek ağzında] kullanılmakla birlikte KBT yazı dilinde kullanılmaz.
KBT’de bir de ön damak h¹ ünsüzü vardır. Bu ses aynı k sesi gibi ön damakta teşekkül
eden bir sestir. Sözgelimi: h¹ora [doru], nartüh¹ vs. [16]. Ayrıca Rusça’dan girmiş bazı
sözler de aynı şekilde ön damak h¹ ünsüzüyle telaffuz edilir. Sözgelimi: h¹imya [kimya],
arh¹iv [arşiv], vs. KBT yazı dilinde h¹ ünsüzü için ayrıca bir harf belirtilmez. Bu sesin ve
KBT’deki diğer h² ve h³ seslerinin KBTKA’daki karşılığı х harfidir.
Çerek ağzında bazı sözlerde g>h¹ ses değişimi söz konusudur. Sözgelimi: ketgen
edi>keth¹en edi [gitmişti]. Fakat bu g>h¹ değişimi kesin bir kural değildir.
[s. 153] 6. Arka damak ünsüzleri [ ġ, h², q, ñ ]: KBT’deki ġ, h², ñ arka damak ünsüzlerinin
tümü Anadolu’da konuşulan TT’de olduğu halde, TT’nin yazı dilinde [İstanbul
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
KBT’deki ġ sesi, arka damakta teşekkül eden, eski Türkçedeki ġ sesidir. Bu ses TT’de ğ
sesine dönüşmüştür. KBT’deki h² sesi arka damakta, eski Türkçe’deki q sesinin
sızıcılaşmasıyla teşekkül eden bir sestir ve KBT’deki asıl h sesi budur. Sözgelimi:
qoçh²ar [koç], h²urcun [cep], h²ıynı [büyü], vs.
KBT’de kalın ünlü seslerden önce veya sonra daima arka damak q ünsüzü gelir.
Sözgelimi: qonaq [konuk], ayaq, [ayak], vs. Fakat, bu kurala uymayan sözler de vardır.
Bunlar yabancı dillerden girmiş sözlerdir. Sözgelimi: qırdık [çimen], qak [lapa], vs.
KBT’deki ñ sesi, bütün Türk lehçelerinde olduğu gibi, arka damakta teşekkül eden,
yumuşak ve tonlu bir ünsüzdür ve ancak söz ortasında ve söz sonunda kullanılır.
Sözgelimi: tañ [tan], keñ [geniş], kañña [tahta], keññeş [istişare, meclis], caññız [yalnız],
toññuz [domuz], vs.
Sonu n ve ñ sesleriyle biten sözlerin sonuna yönelme hal -ġa, -ge ekleri geldiğinde, hem
söz sonundaki n sesi ñ sesine, hem de yönelme hal eklerinin başındaki ġ ve g sesleri ñ
sesine dönüşür. Sözgelimi: men-ge>meññe~mañña [bana], sen-ge>seññe~sañña
[sana], çeten-ge>çeteññe [sepete], katın-ġa>katıñña [kadına], vs.
Aynı şekilde -ġan, -gen sıfatfiil ekleri de -ñan, -ñen şeklinde değişir. Sözgelimi: min-
gen>miññen [binen], vs.
KBT’de söz sonundaki ñ sesinin yazı dilindeki kullanımında bir problem olmamakla
birlikte, söz ortasındaki ñ sesinin daha doğrusu ññ şeklindeki ünsüz ikizleşmesinin
yazımında bazı problemler vardır. Sözgelimi KBT latin matbuatında toññuz [domuz]
şeklinde yazılırken, kiril matbuatında önceleri tonñuz [тоннгуз] şeklinde, daha sonra ve
günümüzde ise toñuz [тонгуз] şeklinde yazılmaktadır. Aynı şekilde: caññız [yalnız]>
canñız [джаннгыз]> cañız [джангыз], vs. Halbuki bu son тонгуз [toñuz] ve джангыз
[cañız] sözlerinin telaffuzu veya okunuşu toññuz ve caññız şeklindedir. Yani, ikinci tekil
şahıs iyelik eki ñ sesi hariç, söz ortasında geçen bütün ñ seslerinin olduğu yerde ünsüz
ikizleşmesi vardır ve vurgulu [şeddeli] telaffuz edilir. Aslında bu gibi sözlerin KBT kiril
matbuatındaki doğru yazılışı, KBT latin matbuatındaki gibi olmalıdır. Sözgelimi: тонгнгуз
[toññuz], джангнгыз [caññız], vs. Veyahut da, KBT kiril yazı dilinde н [n] ve г [g]
şeklinde iki ayrı harfin yan yana getirilmesiyle [нг~ng] telaffuz edilen ñ sesini doğrudan
karşılayan, latin alfabesindeki ñ harfi gibi, tek bir harf getirilmeli ve söz ortasındaki ññ
ikizleşmesi aynı şekilde ññ şeklinde yazılmalıdır. Öte yandan, ikinci tekil şahıs iyelik ñ
ekinden sonra, yönelme hal -ġa,-ge ekleri ile ilgi hali -nı,-ni,-nu,-nü ekleri geldiği [s. 154]
zaman durum farklıdır. Bu durumda yönelme hali -ġa,-ge eklerinin başındaki ġ ve g
sesleri ile ilgi hali -nı,-ni,-nu,-nü eklerinin başındaki n sesi doğrudan düşer. Yani burada
ġ, g, n>ñ ses değişmesi ve söz ortasında ññ ünsüz ikizleşmesi olmaz. Sözgelimi: ata-ñ>
ata-ñ-ġa>ata-ñ-a [baba-n-a], ata-ñ> ata-ñ-nı>ata-ñ-ı [baba-n-ın], vs. Burada söz
ortasındaki ñ sesi vurgulu [şeddeli] olarak telaffuz edilmez ve KBT kiril matbuatında da
doğru olarak: атанга~ataña, атангы~atañı şeklinde yazılır.
ünsüzü için ayrıca bir harf belirtilmez. Bu sesin [ve diğer h¹ ve h² seslerinin] KBTKA’daki
karşılığı х harfidir. Sözgelimi: aйхай~ayhay [elbette, tabii ki], хар~har [dantel],
хайда~hayda [haydi], vs.
8. Щ [şç] ve Я [ ya, â ] sesleri: KBT’de hiçbir şekilde щ [şç] ve я [ya] sesleri yoktur.
KBT’de bu seslerin olduğu sözlerin hepsi Rusça’dır. Öte yandan я harfi, KBT’de asli
olarak â [ince a] sesi olmamakla birlikte, Arapça ve Farsça’dan girmiş bazı sözlerdeki â
sesinin karşılığı olarak yazı dilinde kullanılmaktadır. Sözgelimi: кяамар~kâmar [kemer],
Кязим~Kâzim, гяўур~gâwur, vs. Bunun dışında, KBT yazı dilinde, bir sözde ya hecesi
varsa veya bir sözde y ve a sesleri yan yana geliyorsa bu daima я [ya] harfiyle yazılır.
Sözgelimi: къоян~qoyan [tavşan], дуния~duniya [dünya], vs.
Dipnotlar
[1] Öner, Mustafa., Bugünkü Kıpçak Türkçesi, TDK Yayınları, Ankara, 1998, s. XXIII.
[2] Baskakov A.N., Appaev A.M., Ahmatov İ.H., Bayramkulov A.M., Boziyev A.Ü.,
Goçiyaeva S.A., Jaboyev M.T., Musukayev B.H., Sottayev A.H., Habiçev M.A.,
Karaçay-Malkar Tilni Grammatikası, Nalçik, 1966, s. 8-9.
[3] Hubiylanı M.A., Süyünçlanı A.A., Laypanlanı, K.T., Karaçay Literatura, Çerkessk,
1988, s. 9-10; Bayçorov, S.Y., Drevnie-Türkskie Pamyatniki Evropı, Stavropol, 1989, s.
9, 31-33; Hapayeva, S.M., İz İstorii Sozdaniya Karaçayevo-Balkarskoy Pismennosti,
Problemı İstoriçeskoy Leksiki Karaçayevo-Balkarskogo i Nogayskogo Yazıkov,
Çerkessk, 1993, s. 137.
[12] Baskakov vd., a.g.e., s. 40; Hubiylanı vd., a.g.e., s. 11; Hapayeva, a.g.e., s. 145-
146.
___________________________________________________________________
Yazarla İrtibat :
adilhanadiloglu@hotmail.com
Adilhan Adiloğlu
Günümüz Karaçay-Malkar Türkçesinde imlâda gösterilmemekle birlikte konuşma dilinde
eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla meydana gelen ikincil uzun ünlüler mevcuttur. Bunların bir
kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da bugünkü konuşma dilinde kelimelerin
yapımı ve çekimi sırasında telaffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi,
ünlü birleşmesi ve hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde teşekkül
etmektedir. Ancak, Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunluklar sürekli, kurallı ve
standart değildir. Söz konusu bu ikincil uzunlukların bir kısmının aynı zaman dilimi
içerisinde kimi zaman normal uzun ünlüye, kimi zaman da kısa ünlüye dönüştüğü ve
hatta eriyip tamamen yok olduğu görülmektedir.
Adilhan ADİLOĞLU
Özet
içerisinde kimi zaman normal uzun ünlüye, kimi zaman da kısa ünlüye dönüştüğü ve
hatta eriyip tamamen yok olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelimeler
Abstract
Key Words
Çağdaş Türk lehçelerinde görülen ikincil uzun ünlüler, bilinen ilk örnekleri itibariyle, aslî
olarak uzun olmadıkları hâlde, daha sonraki dönemlerde genellikle muhtelif ses olayları
neticesinde uzamış olan ünlülerdir. İkincil uzun ünlüler, bir kelime içerisinde; kimi zaman
iki ünlü sesin, kimi zaman bir ünlü ile bir ünsüz sesin, kimi zaman da bir ünlü ile iki
ünsüz sesin veya bir ünsüz ile iki ünlü sesin boğumlanma sürelerinin birleşmesi sonucu
meydana gelirler. İkincil uzun ünlüler aslî olmadıkları için geçici bir durumu ifade
etmektedirler. Ses olayları neticesinde teşekkül eden eşit ikiz ünlüler ve ikincil uzun
ünlüler, Türkçe’nin genel eğilimi olan uzun ünlülerin kısalması hadisesine bağlı olarak
yazıyla dondurulup sabitlenmediği takdirde zaman içerisinde kısalıp normal süreli
ünlüler hâline gelirler. Yani ikincil uzun ünlüler genellikle sürekli, kalıcı ve standart
değildirdirler (Buran, 2006:3-4).
Karaçay-Malkar Türkçesindeki ikincil uzun ünlülerin büyük bir kısmı tarihî ses
değişmeleriyle ilişkili olup Eski Türkçe kelimelerin iç ve son seslerindeki / b /, / d /, / g /, /
ġ / ve / ŋ / ünsüzlerinin sızıcılaşma ve akıcılaşması neticesinde Karaçay-Malkar
Türkçesinde yarı ünlü / w / sesi ile / y / sesine dönüşmesi sonucu teşekkül etmektedir.
Kelimenin iç ve son seslerinde meydana gelen sızıcılaşma ve akıcılaşma hadisesinden
sonra ilk safhada diftong veya eşit ikiz ünlüler meydana gelmekte ve hemen sonrasında
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
ikincil uzunluk teşekkül etmektedir. Son seste bulunan / w / ile / y / sesleri benzeşme
yoluyla kendilerinden önce gelen ünlüye dönüşerek eşit ikiz ünlüleri oluştururken, iç
sesteki / w / ile / y / sesleri kendilerinden önce veya sonra gelen ünlüyle birleşerek
eriyip kaybolmaktadırlar. Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunluklar sürekli,
kurallı ve standart değildir. Söz konusu bu ikincil uzunlukların bir kısmının aynı zaman
dilimi içerisinde kimi zaman normal uzun ünlüye, kimi zaman da kısa ünlüye dönüştüğü
ve hatta eriyip tamamen yok olduğu görülmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla
günümüz Karaçay-Malkar Türkçesindeki mevcut ikincil uzun ünlüler: / a: /, / e: /, / i: /, / o:
/, / u: / ve / ü: / sesleridir. Bunun dışında, bilhassa Kırgız Türkçesinde görülen / ı: / ve /
ö: / şeklindeki ikincil uzun ünlüler (Başdaş, 2002:69-73) Karaçay-Malkar Türkçesinde
tespit edilmemiştir.
1. / a: / ~ / aa /
2. / e: / ~ / ee /
İsimlerin bildirilmesi sırasında teşekkül eden bu tür ikincil uzunluklar isim fiilin görülen
geçmiş zaman çekiminde görülmektedir.
öge:m ~ ögeem < ögeyem < ögeyedim < öge edim ~ ёге эдим (üveydim).
öge: ŋ ~ ögeeŋ < ögeyeŋ < ögeyediŋ < öge ediŋ ~ ёге эдинг (üveydin).
öge:d ~ ögeed < ögeyed < ögeyedi < öge edi ~ ёге эди (üveydi).
öge:k ~ ögeek < ögeyek < ögeyedik < öge edik ~ ёге эдик (üveydik).
öge:giz ~ ögeegiz < ögeyegiz < ögeyedigiz < öge edigiz ~ ёге эдигиз (üveydiniz).
öge:lle ~ ögeelle < ögeyelle < ögeyedile < öge edile ~ ёге эдиле (üveydiler).
üyde:m ~ üydeem < üydeyem < üydeyedim < üyde edim ~ юйде эдим (evdeydim).
üyde:ŋ ~ üydeeŋ < üydeyeŋ < üydeyediŋ < üyde ediŋ ~ юйде эдинг (evdeydin).
üyde:d ~ üydeed < üydeyed < üydeyedi < üyde edi ~ юйде эди (evdeydi).
üyde:k ~ üydeek < üydeyek < üydeyedik < üyde edik ~ юйде эдик (evdeydik).
üyde:giz ~ üydeegiz < üydeyegiz < üydeyedigiz < üyde edigiz ~ юйде эдигиз
(evdeydiniz).
üyde:lle ~ üydeelle < üydeyelle < üydeyedile < üyde edile ~ юйде эдиле (evdeydiler).
üydi:m ~ üydiim < üydiyim < üydeyim < üydeyem < ...
üydi:ŋ ~ üydiiŋ < üydiyiŋ < üydeyiŋ < üydeyeŋ < ...
üydi:d ~ üydiid < üydiyid < üydeyid < üydeyed < ...
üydi:k ~ üydiim < üydiyik < üydeyik < üydeyek < ...
üydi:giz ~ üydiigiz < üydiyigiz < üydeyigiz < üydeyegiz < ...
üydi:lle ~ üydiille < üydiyille < üydeyille < üydeyelle < ...
kündüzme:d ~ kündüzmeed < kündüzmüyed < kündüzmüyedi < kündüzmü edi (gündüz
müydü)
keçeme:d ~ keçemeed < keçemiyed < keçemiyedi < keçemi edi (gece miydi)
kündüzmed < kündüzme:d ~ kündüzmeed <… < kündüzmü edi ~ кюндюзмю эди
keçemed < keçeme:d ~ keçemeed < … < keçemi edi ~ кечeми эди
Yine, ikincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden önceki safhada meydana gelen farklı
bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ve / ü: / ünlülerinin teşekkül ettiği de
görülmektedir.
kele:em ~ keleem < keleyem < keleyedim < kele edim ~ келе эдим (geliyordum).
kele:eŋ ~ keleeŋ < keleyeŋ < keleyediŋ < kele ediŋ ~ келе эдинг (geliyordun).
kele:ed ~ keleed < keleyed < keleyedi < kele edi ~ келе эди (geliyordu).
kele:ek ~ keleek < keleyek < keleyedik < kele edik ~ келе эдик (geliyorduk).
kele:egiz ~ keleegiz < keleyegiz < keleyedigiz < kele edigiz ~ келе эдигиз
(geliyordunuz).
kele:lle ~ keleelle < keleyelle < keleyedile < kele edile ~ келе эдиле (geliyorlardı).
kelge:m ~ kelgeem < kelgeyem < kelgeyedim < kelge edim ~ келге эдим (geleydim).
kelge:ŋ ~ kelgeeŋ < kelgeyeŋ < kelgeyediŋ < kelge ediŋ ~ келге эдинг (geleydin).
kelge:d ~ kelgeed < kelgeyed < kelgeyedi < kelge edi ~ келге эди (geleydi).
kelge:k ~ kelgeek < kelgeyek < kelgeyedik < kelge edik ~ келге эдик (geleydik).
kelge:giz ~ kelgeegiz < kelgeyegiz < kelgeyedigiz < kelge edigiz ~ келге эдигиз
(geleydiniz).
kelge:lle ~ kelgeelle < kelgeyelle < kelgeyedile < kelge edile ~ келге эдиле
(geleydiler).
kelse:m ~ kelseem < kelseyem < kelseyedim < kelse edim ~ келcе эдим (gelseydim).
kelse:ŋ ~ kelseeŋ < kelseyeŋ < kelseyediŋ < kelse ediŋ ~ келcе эдинг (gelseydin).
kelse:d ~ kelseed < kelseyed < kelseyedi < kelse edi ~ келcе эди (gelseydi).
kelse:k ~ kelseek < kelseyek < kelseyedik < kelse edik ~ келcе эдик (gelseydik).
kelse:giz ~ kelseegiz< kelseyegiz < kelseyedigiz < kelse edigiz ~ келcе эдигиз
(gelseydiniz).
kelse:lle ~ kelseelle < kelseyelle < kelseyedile < kelse edile ~ келcе эдиле
(gelseydiler).
kele:sem ~ keleesem < keleyesem < kele esem ~ келе эсем (geliyorsam).
kele:seŋ ~ keleeseŋ < keleyeseŋ < kele eseŋ ~ келе эсенг (geliyorsan).
kele:se ~ keleese < keleyese < kele ese ~ келе эсе (geliyorsa).
kele:sek ~ keleesek < keleyesek < kele esek ~ келе эсек (geliyorsak).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
kele:segiz ~ keleesegiz < keleyesegiz < kele esegiz ~ келе эсегиз (geliyorsanız).
kele:sele ~ keleesele < keleyesele < kele esele ~ келе эселе (geliyorlarsa).
keli:m ~ keliim < keliyim < keleyim < keleyem < ... < kele edim ~ келе эдим.
kelgi:m ~ kelgiim < kelgiyim < kelgeyim < kelgeyem < … < kelge edim ~ келге эдим.
kelsi:m ~ kelsiim < kelsiyim < kelseyim < kelseyem < … < kelse edim ~ келcе эдим.
keli:sem ~ keliisem < keliyisem < keleyisem < keleyesem < … < kele esem ~ келе
эсем.
kelirme:m ~ kelirmeem < … < kelirmi edim ~ келирми эдим (gelir miydim).
keleme:ŋ ~ kelemeeŋ < … < kelemi ediŋ ~ келeми эдинг (geliyor muydun).
kelgenme:d ~ kelgenmeed < … < kelgenmi edi ~ келгeнми эди (gelmiş miydi).
kellikme:k ~ kellikmeek < … < kellikmi edik ~ келликми эдик (gelecek miydik).
kelirme:giz ~ kelirmeegiz < … < kelirmi edigiz ~ келирми эдигиз (gelir miydiniz).
kelgenme:lle ~ kelgenmeelle < … < kelgenmi edile ~ келгeнми эдиле (gelmiş miydiler).
Ayrıca ikincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden önceki safhada meydana gelen farklı
bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ünlüsünün de teşekkül ettiği görülür.
3. / i: / ~ / ii /
3.1. / y / < / d /
bi:k ~ biik < biyik ~ бийик (büyük, yüksek) < ET. bedük (Gabain, 2000:267).
i:- ~ ii- < iy- ~ ий- (göndermek) < ET. ıd- (Ergin, 2002:94).
i:l- ~ iil- < iyil- ~ ийил- (gönderilmek) < ET. ıdıl- (Caferoğlu, 1993:56).
ki:- ~ kii- < kiy- ~ кий- (giymek) < ET. ked- (Gabain, 2000:279).
ki:m ~ kiim < kiyim ~ кийим (giyim) < ET. kedim (Gabain, 2000:279).
ki:z ~ kiiz < kiyiz ~ кийиз (keçe, kilim) < ET. kidiz (Gabain, 2000:281).
mi:k ~ miik < miyik ~ мийик (büyük, yüksek) < ET. bedük (Gabain, 2000:267).
si:- ~ sii- < siy- ~ сий- (işemek) < ET. sid- (Caferoğlu, 1993:135).
si:dik ~ siidik < siydik ~ сийдик (sidik) < ET. südük (Gabain, 2000:295).
3.2. / y / < / g /
bi: ~ bii < biy ~ бий (bey) < ET. beg (Ergin, 2002:88).
ci:rgen- ~ ciirgen- < ciyirgen- ~ джийирген- (iğrenmek) < EDPT. yigren- (Clauson,
1972:914).
çi: ~ çii < çiy ~ чий (çiğ) < ET. çig (Siemieniec, 2000:144).
i:- ~ ii- < iy- ~ ий- (eğmek) < KB. eg- (Arat, 1979:143).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
i:l- ~ iil- < iyil- ~ ийил- (eğilmek) < KB. egil- (Arat, 1979:143).
i:r- ~ iir- < iyir- ~ ийир- (eğirmek) < ET. egir- (Ergin, 2002:93).
i:men- ~ iimen- < iymen- ~ иймен- (çekinmek) < DLT. eymen- (Atalay, 1991:209).
i:ne ~ iine < iyne ~ ийнe (iğne) < ET. igne (Siemieniec, 2000:94).
ki:r ~ kiir- < kiyir- ~ кийир- (sokmak) < ET. kigür- (Ergin, 2002:102).
si:t ~ siit < siyit < sıyıt ~ сыйыт (feryat) < ET. sıġıt (Ergin, 2002:110).
ti:- ~ tii- < tiy- ~ тий- (değmek) < ET. teg- (Ergin, 2002:113).
ti:re ~ tiire < tiyre ~ тийрe (çevre) < ET. tegre (Ergin, 2002:113).
ti:şli ~ tiişli < tiyişli ~ тийишли (uygun) < ET. tiginç (Caferoğlu, 1993:151).
3.3. / y/ < / n/
i:nak ~ iinak < iynak ~ ийнакъ (dost, yakınlık) < ET. ınak (Caferoğlu, 1993:57).
i:nan- ~ iinan- < iynan - ~ ийнан- (inanmak) < ET. ınan- (Caferoğlu, 1993:57).
i:nek ~ iinek < iynek ~ ийнeк (inek) < ET. iŋek (Ergin, 2002:96).
3.5. / y / = / y /
ki:k ~ kiik < kiyik ~ кийик (geyik) < ET. keyik (Ergin, 2002:102).
4. / o: / ~ / oo /
4.1. / ø / < / ŋ /
teşekkül ettiği, daha sonra benzeşme yoluyla / oo / şeklindeki eşit ikiz ünlülerin ve
nihayetinde de ikincil uzun / o: / ünlüsünün meydana geldiği anlaşılmaktadır. Günümüz
Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında bu edat çoğunlukla “sora” (сора) şeklinde
yazılmaktadır. Yani imlâda ikincil uzunluğun gösterilmesi söz konusu değildir. Ayrıca
yine imlâda gösterildiği şekilde, konuşma dilinde de bu edatın telâffuzunda ikincil
uzunluğun normal süreli ünlüye geçtiği müşahede edilmektedir. Yani konuşma dilinde
de bu edat / so:ra / ve / sora / şeklinde nöbetleşe telâffuz edilmektedir. Bununla birlikte
ilerleyen zamanlarda imlâda olduğu gibi konuşma dilinde de ikincil uzun / o: / ünlüsünün
kısalarak normal süreli / o / ünlüsüne dönüşeceği aşikârdır.
so:ra ~ soora < soura < soŋura ~ сонгура (sonra) < soŋ + ra < ET. soŋ (Gabain,
2000:294).
4.1. / o / < / w /
to:ba ~ tooba < towba > tooba ~ to:ba > toba ~ тоба (tövbe) < Ar. tevbe
5. / u: / ~ / uu /
5.1. / w / < / b /, / d /, / ġ /
Bu tür ikincil uzunlukların resmî imlâda “уў” (uw) ve “уўу” (uwu) şeklinde diftongla
gösterilmesi esastır. Ancak bunun örneklerine yalnız 1970 yılından önce yayımlanan
kitaplar ile 1989 yılında yayımlanan “Karaçay-Malkar-Orus Sözlük” adlı eserde
rastlanmaktadır. 1970 yılından günümüze kadarki her türlü yayında ise bu tür diftonglar
“уу” (uu) ve “ууу” (uuu) şeklindeki eşit ikiz ünlülerle gösterilmektedir. Bununla birlikte
son seste bulunan “уу” (uu) ile iç seste bulunan “ууу” (uuu) şeklindeki eşit ikiz
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Konuyla ilgili olarak aşağıda verilen örneklerin imlâdaki şekilleri gösterilirken; resmî Kiril
alfabesindeki şeklinde varsayılan “ ў ” ( w ) harfi değil, gerçeğe uygun olarak, görünen “
у ” (u) harfi esas alınmıştır. Latin alfabesindeki şeklinde ise “ у ” harfinin / w / sesini
karşıladığı varsayılarak “ w ” harfi esas alınmıştır.
5.1.1. / w / < / b /
çu: ~ çuu < çuw ~ чуу (şan) < ET. çab (Orkun, 1987:789).
su: ~ suu < suw ~ cуу (su) < ET. sub (Ergin, 2002:111).
su:r- ~ suur- < suwur- ~ cуууp- (savurmak) < ET. *sabur- (Ata, 1992:241).
u: ~ uu < uw ~ уу (av) < ET. ab (Gabain, 2000:258).
u:çu ~ uuçu < uwçu ~ уучу (avcı) < ET. abçı (Orkun, 1987:755).
5.1.2. / w / < / d /
u:ç ~ uuç < uwuç ~ уууч (avuç) < ET. adut (Caferoğlu, 1993:4).
u:rt ~ uurt < uwurt ~ уууpт (avurt) < ET. adurt (Gabain, 2000:259).
5.1.3. / w / < / ġ /
bu: ~ buu < buw ~ буу (erkek geyik) < ET. buġu (Caferoğlu, 1993:34).
bu:- ~ buu- < buw- ~ буу- (boğmak) < KB. boġ- (Arat, 1979:96).
bu:n ~ buun < buwun ~ бууун (boğum) < DTS. boġun (Nadelyayev, 1969:243).
buşu: ~ buşuu < buşuw ~ бушуу (üzüntü) < DLT. buşuġ (Atalay, 1991:119).
cortu: ~ cortuu < cortuw ~ джopтуу (koşturmak) < DLT. yortuġ (Atalay, 1991:803).
cu:- ~ cuu- < cuw- ~ джуу- (yıkamak) < *yuġ- < ET. < yu- (Gabain, 2000:313).
cu:k ~ cuuk < cuwuk ~ джууукъ (yakın) < ET. yaġuk (Ergin, 2002:120).
culu: ~ culuu < culuw ~ джулуу (bedel) < ET. yuluġ (Caferoğlu, 1993:198).
cu:rġan ~ cuurġan < cuwurġan ~ джуууpгъaн (yorgan)< ET. yoġurkan (Gabain,
2000:312).
cu:rt ~ cuurt < cuwurt ~ джуууpт (yoğurt) < ET. yoġurt (Gabain, 2000:312).
ku: ~ kuu < kuw ~ къуу (kuş tüyü) < ET. kuġu: kuğu (Gabain, 2000:284).
ku:- ~ kuu- < kuw- ~ къуу- (kovmak) < ET. koġ- (Çağatay, 1951:295).
ku:k ~ kuuk < kuwuk ~ къууукъ (mesane) < ET. kaġuk (Caferoğlu, 1993:107).
ku:r- ~ kuur- < kuwur- ~ къуууp- (kavurmak) < DLT. kuġur- (Atalay, 1991:374)
ku:rmaç ~ kuurmaç > kurmaç ~ къуpмач (kavrulmuş buğday) < DLT. koġurmaç
(Atalay, 1991:339).
ku:ş ~ kuuş < kuwuş ~ къуууш (oyuk) < DLT. koġuş: (Atalay, 1991:251).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
ku:t ~ kuut < kuwut ~ къууут (kavrulmuş un) < DLT. kaġut (Atalay, 1991:251).
soru: ~ soruu < soruw ~ соруу (soru) < DLT. soruġ (Atalay, 1991:531).
su:k ~ suuk < suwuk ~ cууукъ (soğuk) < ET. soġık (Gabain, 2000:294).
tu: ~ tuu < tuw ~ туу (çorak toprak) < KB. toġ: toz (Arat, 1979:456).
tu:- ~ tuu- < tuw- ~ туу- (doğmak) < ET. toġ- (Ergin, 2002:115).
tu:r- ~ tuur- < tuwur- ~ туууp- (doğurmak) < KB. toġur- (Arat, 1979:457).
tu:ra ~ tuura < tuwra ~ туурa (doğru, karşı) < KB. toġru (Arat, 1979:456).
tu:ra- ~ tuura- < tuwra- ~ тууpa- (doğramak) < DLT. toġra- (Atalay, 1991:631).
u: ~ uu < uw ~ уу (zehir) < ET. aġu (Gabain, 2000:259).
u:- ~ uu- < uw- ~ уу- (ovmak) < ET. oġ- (Ata, 1992:230).
u:z ~ uuz < uwuz ~ уууз (ilk süt) < ET. uġuz (Caferoğlu, 1993:172).
uru: ~ uruu < uruw ~ уpуу (soy, kabile) < ET. uruġ (Gabain, 2000:305).
açu: ~ açuu < açuw < açıw ~ ачыу (öfke) < ET. açıġ (Gabain, 2000:258).
asu: ~ asuu < asuw < asıw ~ аcыу (fayda) < ET. asıġ (Caferoğlu, 1993:15).
ayu: ~ ayuu < ayuw < ayıw ~ айыу (ayı) < ET. adıġ (Caferoğlu, 1993:3).
azu: ~ azuu < azuw < azıw ~ азыу (azı dişi) < ET. azıġ (Caferoğlu, 1993:19).
batu: ~ batuu < batuw < batıw ~ бaтыу (çukur) < KB. batıġ (Arat, 1979:65).
cabu: ~ cabuu < cabuw < cabıw ~ джaбыу (örtü)< *yapıġ < DLT. yap- : örtmek
(Atalay, 1991:774).
caraşu:~caraşuu<caraşuw<caraşıw~джaрaшыу (uygun)<*yaraşıġ<DTS.yaraşık
(Nadelyayev,1969:240).
cazu: ~ cazuu < cazuw < cazıw ~ джaзыу (yazı) < *yazıġ > DLT. yazıġçı (Atalay,
1991:765).
cazu:çu ~ cazuuçu < cazuwçu < cazıwçu ~ джaзыучу (yazar) < DLT. yazıġçı (Atalay,
1991:765).
çaldu: ~ çalduu < çalduw < çaldıw ~ чaлдыу (çelme) < *çaldıġ < ET. çal- : vurmak
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
(Gabain, 2000:271).
çançu: ~ çançuu < çançuw < çançıw ~ чaнчыу (sancı) *sançıġ < ET. sanç- (Gabain,
2000:292).
kısu: ~ kısuu < kısuw < kısıw ~ къысыу (telaş) < DLT. kısıġ (Atalay, 1991:321).
satu: ~ satuu < satuw < satıw ~ cатыу (satış) < ET. satıġ (Caferoğlu, 1993:130).
tarıġu: ~ tarıġuu < tarıġuw < tarıgıw ~ тaрыгъыу (dertlenme) < *tarıkıġ < DLT. tarık-
(Atalay, 1991:578).
tatu: ~ tatuu < tatuw < tatıw ~ татыу (tat, lezzet) < ET. tatıġ (Gabain, 2000:297).
tayu: ~ tayuu < tayuw < tayıw ~ тайыу (kaygan) < DTS. tayıġ (Nadelyayev,
1969:528).
Yukarıda örnek olarak verilen ikincil uzunlukların da konuşma dilinde düzenli ve standart
olmadığı; eş zamanlı olarak / ıw / ve / uw / şeklindeki diftonglarla nöbetleşe telâffuz
edildiği müşahede edilmektedir.
Bunun dışında, yukarıda izah edilen ikincil uzun / u: / ünlüsünün gelişme safhasına
aykırı şekilde gelişme gösteren birkaç istisna kelimeden bahsetmek gerekir. Söz konusu
bu kelimeler imlâdaki şekilleriyle: “ауруу” (awruw: ağrı), “ариу” (ariw: güzel, temiz) ve
“тиширыу” (tişirıw: kadın) kelimeleridir.
Yukarıda, Eski Türkçe bazı kelimelerde bilhassa son seste bulunan arka damak / ġ /
ünsüzünün sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmekle
birlikte kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / u / ünlüsüne
dönüştüremediği söylenmişti. Halbuki “awruw” (< ET. aġrıġ; Gabain, 2000:259)
kelimesinin ikinci hecesindeki / ı / ünlüsünün yuvarlaklaşma hadisesi yoluyla / u /
ünlüsüne dönüştüğü görülmektedir. Ancak buradaki yuvarlaklaşma hadisesi, kelimenin
son sesindeki / w / ünsüzünün etkisiyle değil de iç sesteki / w / ünsüzünün etkisiyle
gerçekleşmiş olmalıdır. Neticede bu kelime “awru-” (< ET. aġrı-: ağrımak, hastalanmak;
Gabain, 2000:259) fiiline dayanmaktadır.
awru: ~ awruu < awruw ~ ауруу (ağrı) < ET. aġrıġ (Gabain, 2000:259).
Karaçay-Malkar Türkçesinde, konuşma dilinde eş zamanlı olarak pek çok telâffuz şekli
olan, imlâdaki şekliyle “ариу” (ariw < ET. arıġ: saf, temiz; Gabain, 2000:261) kelimesinin
teşekkülünde ise daha farklı bir gelişme olmuştur. İmlâdaki şekline bakıldığında
kelimenin son hecesindeki / i / ünlüsünden dolayı son seste / iw / ya da / iü / şeklinde bir
diftong teşekkül ettiği sanılabilir. Ancak telâffuzda ise / iuw / şeklinde bir diftongun varlığı
söz konusudur. Bu kelimenin gelişme safhasını Eski Türkçe “arıġ” kelimesinden
başlatırsak; ilk safhada son seste bulunan arka damak / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak yarı
ünlü / w / sesine dönüşmüş ve söz konusu kelime “arıw” şeklini almıştır. Bu safhada son
seste / ıw / (ıu) şeklinde bir diftong teşekkül etmiştir. Sonraki safhada son sesteki / w /
ünsüzü, kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / u / ünlüsüne
dönüştürmüş; buna ilaveten ikinci hecenin ilk sesi olan, ön damakta ve ünlü sahasının
önünde teşekkül eden ön / r / ünsüzünden (Ergin, 2000:47) sonra bir / i / ünlüsü türemiş
ve son seste / iuw / şeklinde bir diftong meydana gelmiştir. Söz konusu kelimenin
imlâdaki şekli böyle izah edilebilir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi söz konusu bu
diftong imlâda / иу / ~ / iw / şeklinde gösterilmektedir. Telâffuzda ise bu diftong / iuw /
şeklindedir. Ayrıca telâffuzda görülen bu şekil diftong daha sonra konuşma dilindeki
gelişmesine devam etmiş ve son sesteki yarı ünlü / w / sesi / u / ünlüsüne dönüşmüştür.
Bu son safhada / iu: /~ / iuu / şeklinde ikincil uzunlukla karışık bir diftong meydana
gelmiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
ariu: ~ ariuu < ariw (ariuw) ~ ариу (güzel, temiz) < aruw < arıw < ET. arıġ (Gabain,
2000:261).
Yukarıda bu kelimenin konuşma dilinde eş zamanlı olarak pek çok telâffuz şekli
olduğunu söylemiştik. Bunların içerisinde en çok telâffuz edilenlerinin / eru: / ve / aru: /
şeklinde olduğu müşahede edilmektedir.
eru: ~ eruu < eruw < eriw (eriuw) < ariw (ariuw) < … < ET. arıġ (Gabain, 2000:261).
Söz konusu bu kelimenin konuşma dilinde en fazla telâffuz edildiği müşahede edilen /
aru: / şeklinin gelişme safhası ise Eski Türkçe “arıġ” kelimesinden başlamaktadır. Birinci
safhada son sesteki / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak / w / sesine dönüşmüş ve son seste / ıw /
şeklinde diftong meydana gelmiştir. İkinci safhada son sesteki / w / ünsüzü kendisinden
önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / uw / diftongunu teşekkül ettirmiştir. Son
safhada ise yarı ünlü / w / sesi benzeşme yoluyla / u / ünlüsüne dönüşerek / uu / eşit ikiz
ünlülerini ve müteakiben ikincil uzun / u: / ünlüsünü meydana getirmiştir.
aru: ~ aruu < aruw < arıw < ET. arıġ (Gabain, 2000:261).
İki ayrı kelimenin birleşmesiyle teşekkül etmiş olan “тиширыу” (tişirıw: kadın < tişi +
uruw < ET. tişi: dişi + uruġ: soy; Gabain, 2000:300, 305) kelimesinin gelişme safhasında
ise daha farklı bir durum görülmektedir. Buna göre, söz konusu bu birleşik kelimeyi
meydana getiren kelimelerden ikincisinin gelişme safhası Eski Türkçe “uruġ”
kelimesinden başlamaktadır. Son sesteki / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak / w / ünsüzüne
dönüşmüş ve kendisinden önce gelen / u / ünlüsüyle birlikte / uw / diftongunu meydana
getirmiştir. Daha sonra “tişi” ve “uruw” kelimelerinin birleşme safhasında, ünlü
karşılaşması ve müteakiben meydana gelen ünlü birleşmesi neticesinde ikinci kelimenin
başındaki / u / ünlüsü kaybolmuştur. Bu safhadan sonra iç sesteki / i / ünlüsünün
etkisiyle, son sesteki yuvarlak / u / ünlüsü, düzleşerek / ı / ünlüsüne dönüşmüş ve / ıw /
diftongu meydana gelmiştir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas
alınmıştır.
tişirıw ~ тиширыу (kadın) < tişiruw < tişi + uruw < ET. tişi + uruġ (Gabain, 2000:300,
305).
Konuşma dilinde ise söz konusu bu kelimenin teşekkülü sırasında meydana gelen / uw /
şeklindeki diftong safhasının daha çok telâffuz edildiği, müteakiben bu diftongun eşit ikiz
ünlü ve ikincil uzunluğa geçtiği müşahede edilmektedir.
tişiru: ~ tişiruu < tişiruw < tişi + uruw < ET. tişi + uruġ (Gabain, 2000:300, 305).
6. / ü: / ~ / üü /
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
6.1. / w / < / g /
Birinci gelişme safhası şöyledir; Eski Türkçe bazı kelimelerde son seste bulunan ön
damak / g / ünsüzü sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine
dönüşmekle birlikte kendisinden önce gelen / i / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / ü /
ünlüsüne dönüştürememiştir. Bu safhada son seste / iw / şeklinde bir diftong meydana
gelir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınarak bu tür diftonglar
yazıda “иу” (iw) şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise durum farklı olup diftong
safhasından eşit ikiz ünlü safhasına geçiş söz konusudur. Son seste bulunan yarı ünlü /
w / sesi, kendisinden önce gelen / i / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak önce / üw / diftongunu
ve hemen sonrasında / üü / eşit ikiz ünlülerini meydana getirmekte ve nihayetinde ikincil
uzunluklar teşekkül etmektedir. Tarihî ses değişmelerine bağlı olarak bu tür ikincil
uzunlukla ilgili iki kelime tespit edilmiştir. Birinci örnek “эжиу” (ejiw: ezgi, bir ezgi veya
şarkıya koro halinde eşlik etmek) kelimesidir. Bu kelime Çerkesçede de “bir şarkıya
eşlik etmek” anlamına gelen “эжыу” (ejıw) ve “дежыу” (dejıw) şeklinde mevcuttur
(Çelikkıran, 1991:133). Bu kelimenin Karaçay-Malkar Türkçesine Çerkesçeden geçmiş
olması ihtimali düşünülebilirse de; biz bu kelimenin kökeninin Eski Türkçe “egzig” ( >
EAT. ezgü > TT. ezgi) kelimesi olduğu kanaatindeyiz. İkinci örnek ise “кезиу” (keziw:
sıra, esna) kelimesidir. Bu kelimenin imlâda ve telâffuzdaki bu şekli yalnız Malkar
Türkçesinde mevcuttur. Her iki kelimenin de imlâdaki şekilleri, konuşma dilinde ikincil
uzunluk safhasına geçmiştir.
ejü: ~ ejüü < ejüw < ejiw ~ эжиу (ezgi, koro) < ET. egzig (Gülensoy, 2007:352).
kezü: ~ kezüü < kezüw < keziw ~ кезиу (sıra, esna) < ET. kezig (Caferoğlu, 1993:72).
Bu tür ikincil uzunlukların ikinci gelişme safhasında ise; Eski Türkçe bazı kelimelerde
son seste bulunan ön damak / g / ünsüzünün sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde
yarı ünlü / w / sesine dönüştüğü ve kendisinden önce gelen ince ünlüleri / ü / ünlüsüne
dönüştürdüğü görülmektedir. Bu safhada son seste / üw / diftongu meydana gelmiştir.
Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında bu safha esas alınarak / юу / ~ / üw / şeklinde
sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise son sesteki yarı ünlü / w / sesi / ü / ünlüsüne
dönüşerek eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla ikincil uzunluk teşekkül etmektedir. Yine tarihî ses
değişmelerine bağlı olarak bu tür ikincil uzunlukla ilgili iki kelime tespit edilmiştir. İlk
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
örnek olan “közüw” kelimesinde, biraz önce yukarıda izah edilen “keziw” kelimesinin
devam eden gelişme safhalarında ünlü değişmeleri çok güzel şekilde takip
edilebilmektedir. Buna göre son sesteki / w / sesi hem kendisinden önce gelen / i /
ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / ü / ünlüsüne dönüştürmüş ve hem de uzak benzeşme
yoluyla bir önceki hecede yer alan / e / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / ö / ünlüsüne
dönüştürmüştür. Ayrıca konuşma dilinde, son seste diftong safhasından eşit ikiz ünlü ve
ikincil uzunluk safhasına geçiş olmuştur.
közü: ~ közüü < közüw ~ кёзюу (sıra, esna) < keziw < ET. kezig (Caferoğlu,
1993:72).
sürü: ~ sürüü < sürüw ~ сюpюу (sürü) < ET. sürüg (Gabain, 2000:295).
İkincil uzun / ü: / sesinin bir diğer gelişme safhasında ise Eski Türkçe bazı kelimelerin iç
ve son seslerinde bulunan / b /, / d /, / g / ve / ŋ / ünsüzlerinin akıcılaşarak Karaçay-
Malkar Türkçesinde yarı ünlü / y / sesine dönüştüğü görülmektedir. Bundan sonraki
safhada / y / ünsüzünden önce ve sonra gelen ince ünlüler / ü / ünlüsüne
dönüşmektedir. Bu safhada iç ve son seste / üy / ve / üyü / şeklinde diftonglar meydana
gelir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınarak bu tür diftonglar
“юй” (üy) ve “юйю” (üyü) şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise son sesteki yarı
ünlü / y / sesi / ü / ünlüsüne dönüşerek eşit ikiz ünlüleri meydana getirmekte ve
nihayetinde ikincil uzunluklar teşekkül etmektedir. İç seste bulunan / y / sesi ise
kendisinden önce veya sonra gelen / ü / ünlüsüyle birleşerek eriyip kaybolmaktadır.
6.2.1. / y / < / b /
çü:r- ~ çüür- < çüyür- ~ чюйюр- (çevirmek) < ET. çebir- (Çeçenov, 1997:40).
ü: ~ üü < üy ~ юй (ev) < ET. eb (Ergin, 2002:92).
sü:- ~ süü- < süy- ~ сюй- (sevmek) < ET. seb- (Orkun, 1987:97).
sü:n- ~ süün- < süyün- ~ сюйюн- (sevinmek) < ET. sebin- (Orkun, 1987:97).
6.2.2. / y / < / d /
kü:z ~ küüz < küyüz ~ кюйюз (halı) < *küdüz > DLT. küvüz (Atalay, 1991:402).
sü:re- ~ süüre- < süyre- ~ сюйре- (sürüklemek) < ET. südre- (Siemieniec, 2000:209).
6.2.3. / y / < / g /
cü:rük ~ cüürük < cüyrük ~ джюйрюк (hız, tempo) < ET. yügrük (Gabain, 2000:313).
kü: ~ küü < küy ~ кюй (ağıt, türkü) < ET. küg (Caferoğlu, 1993:81).
tü:- ~ tüü- < tüy- ~ тюй- (düğümlemek) < ET. tüg- (Gabain, 2000:303).
tü:- ~ tüü- < tüy- ~ тюй- (dövmek) < DLT. tög- (Atalay, 1991:643).
tü:l ~ tüül < tüyül ~ тюйюл (değil) < ET. tügül (Orkun, 1986:871).
tü:m ~ tüüm < tüyüm ~ тюйюм (düğüm) < ET. tügüm (Tekin, 1999:121).
tü:me ~ tüüme < tüyme ~ тюйме (düğme) < DLT. tügme (Atalay, 1991:667).
tü:r ~ tüür < tüyür ~ тюйюр (çember) < DLT. tegirme (Atalay, 1991:594).
tü:re- ~ tüüre- < tüyre- ~ тюйре (iliştirmek) < ET. tegür- (Orkun, 1987:108).
tü:ş ~ tüüş < tüyüş ~ тюйюш (dövüş) < ET. tegiş (Ergin, 2002:113).
ü:r ~ üür < üyür ~ юйюр (aile) < ET. ügür (Caferoğlu, 1993:177).
ü:ren- ~ üüren- < üyren- ~ юйрен- (öğrenmek) < ET. ögren- (Tekin, 1999:121).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Bu tür ikincil uzunlukların bir sonraki safhada kısalarak normal süreli ünlülere dönüştüğü
de görülmektedir. Örneğin / tü:l / (değil) edatı ile / ü:ren- / (öğrenmek) fiilindeki ikincil
uzun / ü: / ünlüsünün kısalarak normal süreli ünlüye geçtiği müşahede edilmektedir.
6.2.4. / y / < / ŋ /
mü:ş ~ müüş < müyüş ~ мюйюш (köşe) < ET. büŋüş (Ata, 1992:258).
mü:z ~ müüz < müyüz ~ мюйюз (boynuz) < ET. müŋüz (Caferoğlu, 1993:90).
Sonuç
2. Bunların bir kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da kelimelerin yapımı ve çekimi
sırasında telaffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi, ünlü birleşmesi ve
hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde meydana gelmektedir. Tarihî ses
değişmeleriyle meydana gelen ikincil uzunluklar, Eski Türkçe kelimelerin iç ve son
seslerinde bulunan / b /, / d /, / g /, / ġ / ve / ŋ / ünsüzlerinin sızıcılaşması ve
akıcılaşması neticesinde Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesi ile / y / sesine
dönüşmesi sonucu teşekkül etmektedir. Kelimelerin yapımı ve çekimi sırasında
meydana gelen ikincil uzunluklar genellikle isim fiille çekime giren kelimelerde
görülmektedir.
Kısaltmalar
Kaynaklar
Arat, Reşid Rahmeti., Kutadgu Bilig III (İndeks), Hazırlayanlar: Kemal Eraslan, Osman
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
Atalay, Besim., Divanü Lûgat-it-Türk Dizini (Endeks), Ankara: TDK Yay., 1991.
Başdaş, Cahit., “Kırgız Türkçesinde İkiz Ünlüler”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 139,
İstanbul, 2002.
Buran, Ahmet., “Çağdaş Türk Yazı Dillerinde ve Türkiye Türkçesi Ağızlarında İkincil
Uzun Ünlüler”, II. Kayseri Ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni, Kayseri, 10-
12 Nisan 2006.
Caferoğlu, Ahmet., Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1993.
Çağatay, Saadet., “Karaçayca Birkaç Metin”, A.Ü. DTCF Dergisi, C. IX, Sayı: 3, Ankara,
1951.
Gabain, A. Von., Eski Türkçenin Grameri, Çeviren: Mehmet Akalın, Ankara: TDK Yay.,
2000.
Nadelyayev, V.M.; D.M. Nasilov, E.R. Tenişev, A.M. Şçerbak., Drevnetürkskiy Slovar,
Leningrad, 1969.
Orkun, Hüseyin Namık., Eski Türk Yazıtları, Ankara: TDK Yay., 1987.
Tekin, Talat.; Mehmet Ölmez., Türk Dilleri (Giriş), İstanbul: Simurg Yay., 1999.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library
_____________________________________________________________________
Yazarla İrtibat :
adilhanadiloglu@hotmail.com
Turkiston Kutubxonasi
Turkistan Library
Туркестанская Библиотека
http://www.turklib.ru
http://www.turklib.uz
http://www.turklib.com