You are on page 1of 237

Туркестанская Библиотека - www.turklib.

ru – Turkistan Library

TURKOLOJI MAKALELERI

ADILHAN ADILOGLU

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİ
TARIHI
EDEBİYATI
DILI

Turkiston Kutubxonasi - 2010


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİ

Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği döneminde ikiye ayrılan Karaçay-Malkar Türkleri


günümüzde Rusya Federasyonuna bağlı Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyetinde ve
Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Karaçay-Çerkes Ö.C.
nüfusunun % 36’sını oluşturan Karaçay Türklerinin sayısı 1989 yılı nüfus sayımına göre
156.140 kişidir. Fakat günümüzde Karaçay Türklerinin nüfusunun 200 bin civarında
olduğu tahmin edilmektedir. 14.100 km karelik bir alanı kaplayan Karaçay-Çerkes
Ö.C.nin başkenti Çerkessk şehridir. Diğer önemli şehirleri Karaçayevsk, Zelençuk,
Üçköken, Cögetey, Pregradnaya, Adige-Habl ve Habaz şehirledir. Kabardey-Balkar
Ö.C. nüfusunun % 9’unu oluşturan Malkar Türklerinin sayısı ise 1989 yılı nüfus
sayımına göre 88.771 kişidir. Fakat günümüzde Malkar Türklerinin nüfusunun 100 bin
civarında olduğu tahmin edilmektedir.

I. Karaçay-Malkar Türklerinin Nüfusu ve Yaşadıkları Coğrafya

[s. 13] Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği döneminde ikiye ayrılan Karaçay-Malkar
Türkleri günümüzde Rusya Federasyonuna bağlı Karaçay-Çerkes Özerk
Cumhuriyetinde ve Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Karaçay-
Çerkes Ö.C. nüfusunun % 36’sını oluşturan Karaçay Türklerinin sayısı 1989 yılı nüfus
sayımına göre 156.140 kişidir. Fakat günümüzde Karaçay Türklerinin nüfusunun 200
bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. 14.100 km karelik bir alanı kaplayan Karaçay-
Çerkes Ö.C.’nin başkenti Çerkessk şehridir. Diğer önemli şehirleri Karaçayevsk,
Zelençuk, Üçköken, Cögetey, Pregradnaya, Adige-Habl ve Habaz şehirledir. Kabardey-
Balkar Ö.C. nüfusunun % 9’unu oluşturan Malkar Türklerinin sayısı ise 1989 yılı nüfus
sayımına göre 88.771 kişidir. Fakat günümüzde Malkar Türklerinin nüfusunun 100 bin
civarında olduğu tahmin edilmektedir. 12.470 km karelik bir alanı kaplayan Kabardey-
Balkar Ö.C.nin başkenti Nalçik şehridir. Diğer önemli şehirleri Prohladnıy, Sovyetskoye,
Nart-Kala, Mayskiy, Terek, Baksan, Tırnavuz ve Çegem şehirleridir. Karaçay-Malkar
Türkleri Kafkasya dışında, 1943-1944 yıllarında sürgüne gönderildikleri Orta Asya’da
Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da tahmini 20 bin kişilik bir nüfusa sahiptirler.
1886 ve 1905 yıllarında Osmanlı Türkiyesi’ne göç eden Karaçay-Malkar Türklerinin
Türkiye’deki tahmini nüfusu 20 bin kişidir. Bunun dışında, Amerika Birleşik Devletlerinde
5 bin, Suriye’de Şam ve çevresinde 1.500 Karaçay-Malkar Türkü yaşamaktadır.

Karaçay-Malkar Türklerinin yaşadığı sahalar Kafkasya’nın merkezî bölgeleridir. Karaçay


Türkleri Elbruz dağının batısında, Koban ırmağının kaynak havzasında yer alan
Hurzuk, Uçkulan, Kart-curt köyleri ile daha batıdaki Duvut, Teberdi, Morh, Ishavat, Urup,
Laba ırmaklarının yukarı kısımlarında yer alan köylerde ve Mara, Cögetey, Zelençuk
vadilerindeki köylerde yaşarlar. Malkar Türkleri ise Elbruz dağının doğusunda Bashan
[Baksan] vadisi ile daha doğuda yer alan Çegem, Holam, Bızıngı ve Malkar [Çerek]
vadilerindeki köylerde ve Köndelen, Aksuv, Hasaniya, Kaşhatav, Karasuv, Gerpegej vs.
köylerinde yaşarlar.

Mingitav [Elbruz 5.642 m], Dıhtav [5.203 m] ve Koştantav [5.145 m] gibi Kafkasya’nın ve
hatta Avrupa’nın en yüksek dağları Karaçay-Malkar toprakları içerisinde yer almaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Dağların 2 bin 200 metreye kadar olan kısımları çam, ladin ve köknar ormanlarıyla
kaplıdır. 3 bin metreden sonraki kısımlar ise buzullarla kaplıdır. Kafkasya’nın en büyük
buzulları olan Alibek, Amanavuz, Uzunkol, Ullukam, Tonguzorun, Azav, Bızıngı buzulları
da Karaçay-Malkar bölgesinde yer alır. Başta Koban ırmağı olmak üzere Kafkasya’nın
büyük ırmakları Elbruz dağı buzullarından doğmaktadır. Bunlardan Hurzuk, Ullu Kam ve
Uçkulan ırmakları birleşerek Uçkulan köyü yakınlarında Koban adını alır. Yine Duvut,
Teberdi, Arhız, Morh, Zelençuk [İnçik], Laba, Urup ırmakları da Koban ırmağını
beslemektedirler. Biyçesın yaylasından doğan Hudes, Calankol, Amankol, İndiş ve Mara
ırmakları da doğu tarafından Koban ırmağına karışırlar. Biyçesın yaylasından doğan
Kuma [Gum] ırmağı ise Hazar denizine dökülür. Yine Elbruz dağı buzullarından doğan
Malk [Balk] ile Bashan ırmakları ve daha doğudan doğan Çegem, Holam-Bızıngı ve
Çerek ırmakları Terek ırmağına karışır.

I. Karaçay-Malkar Türklerinin Etnik Oluşumu

Türk kavimlerinin tarihini devamlılık esasında incelemenin çeşitli zorlukları vardır. Tarih
sürecinde teşkilatlanma biçimleri ve kavim adları değişmediği sürece, Türk kavimlerinin
tarihteki izlerini takip etmek kolaydır. Ancak, onlar sanki bu izleri karıştırmak ve ortadan
yok etmek istiyormuş gibidirler. Tarihe baktığımız zaman, dağınık haldeki Türk
boylarının çoklukla federasyon şeklinde birleştiklerini, bu federasyonu oluşturan
“Han”lardan veya “Bey”lerden birinin de bu federasyonun başına geçerek, kendi boy
adını veya bizzat kendi adını bu birliğin tamamına kavim adı olarak kabul ettirdiğini [s.
14] görüyoruz. Bir süre sonra bu teşkilatlanma şekli, kurulduğu zamanki kadar ani bir
şekilde dağılır ve boyların her biri tekrar bağımsız olur. Aradan bir zaman geçtikten
sonra bu bağımsız ve dağınık haldeki boylar, bir başka boyun yönetiminde, yeni bir
kavim adıyla, yeni bir teşkilatlanma sürecinde tekrar birleşirler. Bazen bu yeni
birleşmede, eski birlikteki boyların tamamı yer almaz. Onların yerine başka yeni boylar
geçer. Ancak bu durum böylece sona ermez. Aynı birlik, büyüklüğü ne olursa olsun yine
dağılabilir ve tekrar başka bir kavim adıyla ortaya çıkabilir.[1]

Kafkasya’da Elbruz dağının doğu ve batısındaki yüksek dağlık vadilerde yaşayan


Karaçay-Malkar Türkleri, tarih boyunca bölgede hakimiyet kuran Kimmer, Saka [İskit],
Hun, Bulgar, Alan ve Kıpçak Türklerinin binlerce yıl süren etnik bütünleşmesinden
süzülerek ortaya çıkmış bir Türk halkıdır. 22-26 Haziran 1959 tarihinde, Nalçik şehrinde
yapılan “Karaçay-Malkar Halkının Etnik Oluşumu” adlı sempozyumda varılan sonuca
göre; Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumu, Bulgar, Alan, Kıpçak ve muhtelif
Kafkas kabilelerinin birbirleriyle karışmasından meydana gelmiştir. Kafkasya tarihi ve
kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla meşhur E.P. Alekseyeva bu etnik oluşumun,
Karaçay-Malkarlıların bugün yaşadığı topraklarda XIII-XIV. yüzyıllarda, tamamlandığını
söylemekte, yukarıdaki Bulgar, Alan, Kıpçak ve Kafkas kabileleri dizisine bir de “Koban
Kültürü”nü yaratan kavimleri eklemektedir. Bilindiği üzere “Koban Kültürü”nün
yaratıcıları ise Kimmer ve Saka [İskit] gibi Proto-Türk kavimleridir.[2]

Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisinde
olmuşlardır. Kimmer, Saka, Hun, Bulgar, Alan, Hazar ve Kıpçak gibi eski Türk kavimleri
çok eski tarihlerden itibaren Kafkasya coğrafyasını binlerce yıl hakimiyet altında
tutmuşlardır. Bununla birlikte, Araplar VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ötesine kadar ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek
zorunda kalmışlardır. Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların
bölgedeki etkinliği artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri
Kafkasya’ya gelmiş, nihayet XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Fakat
Moğollar kendilerinden hem daha fazla nüfusa sahip ve hem de askeri bakımdan daha
üstün özellikleri olan Türklere bağımlı kalmışlardır. Dolayısıyla kendilerinden sonra
ortaya çıkan devletler de hep Türk asıllı olmuşlardır.[3]

1. Kafkasya’da Kimmerler ve Sakalar

Eskiçağ tarihinde “Bozkır Göçebeleri”nin yaratmış oldukları “Atlı Kavimler Medeniyeti”


veya “Bozkır Kurgan Kültürü”nün sahipleri, Kafkasya coğrafyasındaki Türk varlığının
başlangıcını oluşturmaları bakımından büyük önem arz etmektedir. Bozkır Kurgan
kültürünün sahipleri olan Proto-Türk kavimleri, Kafkasya’ya geldikleri zaman burada dağ
eteklerinde yaşayan yerli kavimlerle karışarak “Maykop” ve “Koban” kültürlerini
oluşturmuşlardır. Bu kültürün önemli özelliği ise kurgan tipi mezarlardır. Bilindiği gibi
kurgan tipi mezarlar Türk kavimlerinin en eski mezar formunu yansıtırlar. Kurgan tipi
mezar kültürü en eski çağlardan M.S. XVIII. yüzyıla kadar Türk kavimlerinde muhafaza
edilmiştir. Kafkasya’da “Kurgan Kültürü”nü yaratan Proto-Türk kavimlerine yani Kimmer
ve Sakalara ait ortaya çıkarılan arkeolojik bulgular Türk kavimlerinin çok eski çağlardan
beri bu coğrafyada yaşadıklarını göstermektedir. Bu arkeolojik bulguların en açık örneği,
M.Ö. IV. bin’den kaldığı sanılan “Nalçik Mezarlığı”dır. Bu mezarlık Zatişye bölgesindedir.
Bu mezarlıkta tespit edilen bulgulardan, Kafkasyalı yerli kavimler ile Kurgan Kültürü
sahiplerinin birbirleriyle yakın ilişkilerde bulundukları anlaşılmaktadır. Malkar’da Bıllım
köyü yakınlarında, Krasnodar bölgesinde ve Karaçay’da Kelermeskiy, Novolabinskiy,
Zubovskiy köyleri ile Cögetey şehri yakınlarında, Çeçen-İnguş topraklarında Mekenskiy
köyü yakınında, Kabardey’de Akbaş ve Kişpek köyleri yakınlarında Kurgan Kültürü
sahiplerinden kalma eski arkeolojik kalıntıların sayısı oldukça fazladır.[4]

Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin büyük bir kısmı, M.Ö. II. bin başlarından, M.Ö. VIII.
yüzyıla kadar Karadenizin kuzeyinde ve Kafkasya coğrafyasında yaşamışlar ve tarihte
“Kimmerler” adıyla tanınmışlardır. Kimmerlerin tarihi ve etnik kökeni meselesi, İskit
araştırmaları ile ortaya çıkmış ve buna paralel olarak gelişmiştir. İskitler üzerine yapılan
araştırmalar sırasında, XVII. yüzyılın çeyreğinde, Sibirya’daki kurganlarda çok kıymetli
altın eserler bulunmuştur. Bu olayı takiben, Sibirya ve Güney Rusya’da tesadüfen
bulunan benzer şekilli buluntuların, bir zamanlar Avrasya bozkırlarında yaşamış olan
göçebelerle bağlantılı olduğu anlaşılmıştır. “Göçebe-Hayvan Üslubu” adıyla tanımlanan
bu çok zengin arkeolojik materyal “Bozkır Kurgan Kültürü”nün tipik bir kültür
ürünlerinden başlıca ana grubunu oluşturmaktadır.[5] Kimmerlere izafe edilen, Bakır ve
Bronz çağlara ait bu zengin [s. 15] materyaller, kuzeyde Kiev civarındaki ormanlık
alandan, batıda Podolia bölgesi ve doğuda Urallara kadar uzanan geniş bozkır
kuşağına yayılmıştır. Ayrıca, merkezî Kafkasya yaylaklarını kapsayan Koban bölgesi de
bu alana dahildir. Bu bölgedeki buluntular, Güney Rusya Bronz Çağı formlarına bağlı bir
durum göstermekle birlikte kısmen özel bir bölüm teşkil etmektedirler.[6] Kuzey
Kafkasya’da yapılan arkeoloji çalışmalarında Kimmerlere ait avcılıkla ilgili eşyalar,
silahlar, bakır ve tunçtan yapılmış oraklar bulunmuştur. Bunların büyük bir kısmı da
günümüzde Karaçay Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Kartcurt, Uçkulan, Teberdi, İndiş
ve Sarıtüz köylerinde ortaya çıkarılmıştır.[7] Yine, Kimmerlerin M.Ö. 1800-1700
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

yıllarından M.Ö. XIII. yüzyıla kadar devam eden yayılma süreci dönemine tesadüf eden
“Katakomb Mezar” ve “Koban Kurgan”ları da Kimmerlere ait arkeolojik eserlerdir.
Katakomb Mezar kültürü doğuda Volga, batıda Dneper, güneyde ise Azak denizi ile
sınırlanmış geniş bir bozkır kuşağında görülmektedir. Buralarda ortaya çıkarılan
arkeolojik materyaller tamamen Koban Kurganları ile bağlantılıdır. Mezarlardan çıkarılan
bütün buluntular Katakomb Kültürünü yaratan bozkır sakinlerinin “Pastoral” yani
“Göçebe-Çoban” bir hayat tarzı ile yerleşik ziraat arası bir hayatı sürdürdüklerini
göstermektedir. Fakat bu hayat tarzı, icabında hayvanlarına ot bulmak için çeşitli
yörelere göç eden çobanlara kışlak veya konak vazifesi gören bir yerleşikliktir. Yani bu
merkezler, klasik anlamda yerleşik kültür iskanlarından farklıdır.[8]

M.Ö. XII-VII. yüzyıllar arasında, Kuzey Kafkasya’nın merkezi kısımlarında “Koban


Kültürü” oluşmuştur. Kuzey Osetya Cumhuriyetinin “Koban” köyünde ortaya çıkarılan
arkeolojik buluntuların yansıttığı kültüre, bu köyün adı dolayısıyla “Koban Kültürü” adı
verilmiştir. Burada bulunan arkeolojik malzemenin Koban kültürünün M.Ö. VII-VI. yüzyıl
dönemlerine ait olduğu sanılmaktadır.[9] Kafkasya’da Terek ırmağı civarındaki
Pyatigorsk [Beştav] kurganları [M.Ö. 1200] ve Koban başındaki kalıntılar [M.Ö. 1200-
1000] da yine Kimmerlerden kalmıştır.[10] Öte yandan “Koban Kültürü” kavramı kimileri
tarafından yanlış anlaşılmakta ve bu kavram bir kültür terimi şeklinde Kafkasya
halklarının ortak bir kültür dairesi içerisinde oluşturdukları bugünkü Kafkasya kültürüne
izafe edilerek yanılgıya düşülmektedir. Halbuki gerçekte ise “Koban Kültürü” ilmî bir
terim olup adını Kuzey Osetya’daki Koban köyünden almıştır. Yani aslî olan Kafkasya
kültürü değil, Koban köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik eserlerin yansıttığı kültürdür. Bu
kültür ise bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini yansıtan Kimmer ve Saka
kültürüdür. Katakomb kültürü ile Koban kurganları birbirleriyle organik olarak
bağlantılıdır. Öyle ki her iki gruptan elde edilen arkeolojik materyali birbirinden ayırmak
imkansız gibidir. Bu nedenle de, her iki kültür grubu “Koban-Katakomb Komleksi” olarak
da adlandırılmaktadır. Koban kurganları, Kimmerlerin, Kafkaslar üzerine yayılmaya
başladıklarını göstermektedir. Bu kültürün komşu çevre kültürleri üzerindeki etkileri
dikkati çekmektedir. “Koban” ve “Kolkhidik” adıyla anılan kültürler, Kimmerlerin merkezi
Kafkasya’ya yayılan büyük kolunun temsilcisidirler. Çevre kültür üzerindeki etkileri dikkat
çekicidir. Öte yandan, yerli Kafkas gelenekleri de Kimmerleri oldukça etkilemiştir.
Kurganlardan elde edilen arkeolojik materyal çok zengin olup, bozkır insanlarının tipik
savaşçı karakterlerini açıkça yansıtmaktadır.[11]

Kimmerler MÖ.VIII. yüzyılın son on yılında Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda meskun


iken, Sakaların [İskitlerin] gelmesiyle buradan Kafkasya’ya doğru yönelmişler, Derbent
ve Daryal geçitlerini aşarak Anadolu ve Mezopotamya topraklarına yayılmışlardır.[12]
Sakaların [İskitlerin] baskısı sonucunda göç eden Kimmerlerden arta kalanlar
kendileriyle akraba olan Sakalar tarafından izole edilmişler ve zamanla da onlarla
kaynaşarak tarih sahnesinden silinmişlerdir.[13] Kimmerlerin arasında Bulgar Türklerinin
atalarının da yaşadığı ve hatta Kimmerlerin tamamiyle doğrudan Bulgar Türklerinin
ataları olduğu hakkında görüşler vardır. Sözgelimi Prokopius, Kimmerleri doğrudan
Bulgarların ceddi olarak gösterir. İran-Hazar rivayetleri de Bulgarların ceddi olarak
“Kimarî”den [Kimmer] bahseder.[14] “Mücmel el-tavarih”te Yafes’in yedinci oğlu
“Kemari”nin [Kimmer] Bulgarların babası olduğu yazılıdır.[15] Macar mitolojisinde,
“Vaktiyle Kimmer kralının Kutirgur ve Utirgur adlı iki oğlu varmış” şeklinde Kimmerlerin
Kutirgur ve Utirgurların [Bulgarların] ataları olduğu ifade edilmektedir.[16] Bulgarların
yakın akrabası Hazar Türklerinin Hakanları da kendi cedlerini sırasıyla “Nuh-Yafes-
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kimmer-Togarma” şeklinde göstermişlerdir. Kimmer’in oğlu Togarma ise bütün Türklerin


atası sayılmaktadır.[17]

Asur kaynaklarında “Aşguzai”, eski Yunan kaynaklarında “Skyth”, Çin kaynaklarında


“Sai~Sak” ve Pers kaynaklarında “Saka” şeklinde anılan Sakalar [İskitler] Proto-Türk
kavimlerin en önemli kolunu [s. 16] teşkil ederler. Sakalar da aynen Kimmerler gibi,
Türkler dışında akla hayale gelebilecek her milletle soydaş gösterilmiştir. Bununla
birlikte, Sakalar üzerine yapılan araştırmalar Kimmerlere göre çok daha ileri safhadadır.
Bütün karşıt hipotezlere rağmen Sakaların kökenleri Orta Asya’ya bağlanmakta ve
Sakaların Türk kökenli oldukları kabul edilmektedir. Arkeolojik materyal ve yazılı
kaynaklar bu tezin ana dayanak noktalarını oluşturmakta ve diğer görüşleri objektif bir
şekilde bertaraf etmektedir.[18]

Sakaların etnik kökeni hakkındaki görüşler genel olarak üç grupta toplanmaktadır.


Birinci grupta yer alan Avrupalı bilim adamları, Sakaların İranî bir kavim olduğunu kabul
ederler. Bunların görüşü temelde Sakalar ile Perslerin akraba kavimler olduğu
şeklindedir. Fakat, Sakalar gerçekten de İranî bir kavim olsaydı ve Perslerle bir
akrabalıkları bulunsaydı; Sakaları çok iyi tanıyan Persler eski kitabelerinde Sakalardan
yabancı ve düşman bir kavim şeklinde söz etmez ve Türk-İran savaşlarını anlatan
Şehname’de Alp Er Tonga’dan Saka~Turan Hükümdarı şeklinde bahsetmezlerdi. İkinci
grupta yer alan Rus bilim adamları ise Sakaların Slav kökenli bir kavim olduğunu ileri
sürmektedirler. Bu görüşü savunanların başında İ.E. Zabelin gelmektedir. Halbuki,
Herodotos ve Hippokrates’in eserlerinde Sakaların Slav kökenli olduklarıyla ilgili tek bir
söz dahi geçmezken, İ.E. Zabelin ve diğer Rus tarihçiler, Sakalardan sanki Slav kökenli
bir kavim olduğu ispatlanmış gibi söz etmektedirler. Üçüncü grupta yer alan Avrupalı ve
Türk bilim adamlarının görüşleri ise Sakaların Ural-Altay kökenli bir kavim olduğu
yönündedir. Bu görüşü ortaya ilk atan B.G. Niebuhr olmuştur. B.G. Niebuhr “Herodotos
Tarihi”ni tarafsız bir yöntemle inceledikten sonra Sakaların Türk veya Moğol kökenli bir
kavim olabileceğini ileri sürmüştür. Dayandığı esaslar ise başta Saka dili ile Türk-Moğol
dili arasındaki paralellikler ve Saka hayat tarzı ile muhtelif Türk-Moğol kabilelerinin hayat
tarzı arasındaki benzerliklerdir. B.G. Niebuhr dışında G. Grote, K. Neumann, G. Nagy,
G. Kuun, E. Minns, O. Franke, E. Meyer, G. Huntingford, Z.V. Togan, S.M. Arsal, Y.
Öztuna, M.F. Kırzıoğlu ve daha birçok tarihçi Sakaların Türk kökenli bir kavim olduğunu
kabul etmektedirler.[19]

Herodotos Tarihi’nde, Sakaların aslen Orta Asyalı göçebe bir kavim olduğu ve
Massagetlerle [Hunlarla] yaptıkları savaştan yenik çıktıktan sonra Kimmerlerin yaşadığı
yerlere geldikleri anlatılmaktadır.[20] Hippokrates’in Sakaların hayat tarzı hakkında
verdiği bilgiler ise Sakaların Türklüğü konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır: “İskitler
[Sakalar] göçebedirler. Sabit bir ikametgahları yoktur. Bunlar dört yahut altı tekerlekli
arabalar içinde otururlar. Arabalarının dört bir yanı ve üstü keçe ile kaplanmıştır. Bu
evler yağmura, kara ve rüzgara karşı dayanıklıdırlar. Arabaların bazılarını iki çift,
bazılarını ise üç çift öküz çeker. Bu arabalarda kadınlar ve çocuklar birlikte yaşarlar
Erkekler ise at üstünde onların yanında giderler. Bunları koyun, sığır ve at sürüleri izler.
Bir yerde hayvanlarına ot bulabildikleri sürece kalırlar. Otların hepsi bitince başka yere
giderler. İskitler [Sakalar] pişmiş et yerler ve kısrak sütü içerler. Bu sütten bir de hippage
denilen bir peynir yaparlar. Onların adetleri ve hayat tarzları böyledir.”[21] Sakaların
etnik kökeni hakkında “Codex Cumanicus” adlı eserde önemli bilgiler verilmektedir:
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“İskitlerin [Sakaların] adı çok eski zamanlardan beri kollektif olmuştur. İskit adı verilen
kavmin, bir zamanlar Hyperborei denilen bölgelerden, İranî halkların yaşadığı ülkelere
kadar geniş bir alana yayılmış olan Turanîler [Türkler] olduğu ortaya çıkmıştır. Pers
destanı Şehname’de Turanlılar ile İranlıların çok eski ve kanlı savaşlarının hatırası hala
korunmaktadır. Artık belgelerin çokluğu İskitlerin kollektif adının farklı Türk boylarını
içerdiğini açıkça göstermektedir. Son zamanlarda Grek yazarları da İskitlerin Türk
olduklarını açıkça söylemektedirler.”[22]

Karaçay-Malkar Türklerinde de, Sakalara ait birtakım dil ve kültür unsurları halen
yaşamaktadır. Sözgelimi, Herodotos eserinde Sakaların “Tabiti” adında bir ocak
tanrıçasını kutsadıklarından bahsetmektedir.[23] Aynı şekilde, Karaçay-Malkar
Türklerinin eski pagan inançlarında da “Tabıt~Tabut” adında bir ocak tanrıçası vardır.
Karaçay-Malkar Türklerindeki “Tabıt” adındaki ocak tanrıçası inancının Saka
kültüründen miras kaldığı aşikardır.

Hippokrates, Sakaların hayat tarzı hakkında bilgi verirken “hippage” denilen bir
peynirden bahsetmektedir. Z.V. Togan bunu “kurut” şeklinde açıklamıştır.[24] Fakat
bunu kurut yerine, Karaçay-Malkar Türkçesindeki “huppegi” [yoğurt suyu~peynir suyu]
sözüyle açıklamak daha isabetli olacaktır. Karaçay-Malkar Türkleri peynir veyahut
yoğurt suyundan, bir tür lor peynirine benzeyen, yağsız bir peynir yaparlar ve buna da
“huppegi bışlak” adını verirler. Saka dilindeki “hippage” sözü, Karaçay-Malkar
Türkçesinde “huppegi” şeklinde bugün bile kullanılmaktadır. Yine bu söz Osetçe’de de
[s. 17] “huppag” [inceltilmiş lapa] şeklinde yaşamaktadır.[25]

Sakalar et pişirmek için kapları olmadığı takdirde, önce hayvanın iskeletini ızgara gibi
kullanmak üzere itinayla çıkarırlar, sonra da kemiklerinden sıyrılmış etleri bu iskeletin
üzerine koyarlar, etlerini sıyırdıkları öteki kemikleri de odun niyetine iskeletin altında
koyup ateşe verirlerdi.[26] Sakaların tencere ve oduna ihtiyaç olmaksızın bu pratik et
pişirme yönteminin aynısı günümüzde bile Kafkasya meralarında sürülerini otlatan
Karaçay-Malkar çobanların uygulanmakta ve bunun çok eski bir Karaçay-Malkar adeti
olduğu bilinmektedir.[27]

Herodotos, Sakaların fala ve falcılığa çok meraklı olduklarını anlatır. Buna göre, Sakalar
söğüt dallarıyla fal bakarak gelecekten birtakım haberler almaktadırlar.[28] Öte yandan
Ammianus Marcellinus bu tip falcılığın Alanlarda da olduğunu söyler.[29] Saka ve
Alanların söğüt dallarıyla fal bakma adeti aynı şekilde Karaçay-Malkar Türklerinin
kültüründe de muhafaza edilmiştir. Bu şekil fal bakma adeti Sibirya Türklerinde de halen
devam etmektedir.[30]

Sonuç olarak burada Karaçay-Malkar Türklerinin doğrudan Kimmerlerin ve Sakaların


devamı olduğu ispatlanmaya çalışılmamıştır. Bununla birlikte, Kimmerlerin ve Sakaların
tarihin farklı ama birbirini takip eden erken dönemlerinde Kafkasya’ya gelerek bölgede
yaşayan kavimlerin etnik ve kültür yapısını oldukça derinden etkiledikleri ve dolayısıyla
da Kimmer ve Saka kavimlerinin bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin etnik ve kültür
yapısının oluşumundaki izleri çeşitli örneklerle ortaya konulmuştur.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

2. Kafkasya’da Bulgarlar ve Hunlar~Sabirler

Milat öncesi Çin kaynaklarında “Okut” veya “Hokut” şeklinde bir Türk kavim adı
geçmektedir. Önceleri bu kavmin Uygurlar olduğu ileri sürülmüş ise de, Uygurlar daha
sonraki tarihlerde ortaya çıktıkları için Okut kavminin Ogur Türkleri olması daha kuvvetli
bir ihtimaldir.[31] Ogurlar, Hiung-nu’lar [Hunlar] zamanında, onların kuzeyinde yerleşmiş
bulunan ve güneybatı Sibirya’da yaşayan, Çinlilerin “Ting-ling” ve daha sonra “Tieh-le”
adını verdikleri kavimdir. Türk oldukları kesinlik arz eden Ting-ling kavminin ana
yurtlarının Orhon civarı olduğu sanılmaktadır. Bir kısmı da Vusunların batısında
yaşayan Ting-ling veya Ogurların İtil-Yayık havzasına ne zaman geldikleri kesin olarak
tespit edilememiştir.[32]

Zeki Velidî Togan, Ogurların tarihini çok daha eski çağlara götürmekte ve “Ogur” adının
milattan önceki dönemlerde “Türk” sözü yerine kullanıldığını ileri sürmektedir. Ona göre
Ogurların esas yayılmaları milattan önceki dönemlerde cereyan etmiştir ve Önasya’daki
“Hurriler” ile Ogurlar aynı kavimdir.[33] Sümerler ile de akraba oldukları ileri sürülen
Hurriler M.Ö. 5000 yıllarında Türkistan coğrafyasında yaşıyorlardı. Hurrilerin, M.Ö. 4000
bin yıllarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu dolaylarında gelip yerleştikleri
sanılmaktadır.[34] Gerçekten de Doğu Anadolu’da yapılan arkeoloji çalışmaları sonucu
elde edilen bilgiler Z.V. Togan’ın bu görüşünü kuvvetlendirmektedir. M.Ö. 4000
yıllarında, kuzeyde Kafkasya, güneyde Suriye’nin kuzeyi, doğuda Urmiye gölü civarı,
batıda Malatya-Elazığ bölgesi arasında kalan geniş bir alanda üstün bir uygarlık ve
kültür tesis eden Hurrilerin Asyalı bir kavim oldukları ve dillerinin de Ural-Altay dil
ailesine mensup olduğu bilim adamları tarafından kabul edilmektedir.[35]

Bulgar tarihçi B. Simeonov, eski Çin kaynaklarında, M.Ö. 103 yılında ait bir kayıtta “Pu-
ku” ve “Bu-gu” şeklinde geçen kavmin Bulgarlar olduğunu ve onlardan Amu-Derya’nın
batısı ve Tien-Şan dağlarının kuzeybatısında yaşayan bir kavim olarak bahsedildiğini
söylemektedir.[36] Fakat, B. Simeonov’un bahsettiği Pu-ku veya Pu-ku kavmi, herhalde
Kök-Türkler döneminde de mühim bir rol oynayan ve Kök-Türklerin idaresinde iken
620’li yıllarda diğer Töles boylarıyla birleşerek “Altı-Bag Bodun”u oluşturarak Kök-
Türklere karşı isyan eden “Bu-gu” Türkleri olmalıdır.[37]

Bulgar adına Latin kaynaklarında ilk olarak M.S. 354 yılında rastlamaktayız. Yazarı
meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgarlardan
“Vulgares” şeklinde bahsedilmektedir.[38] Bizans kaynakları ise M.S. 482 yılında,
Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli
kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler.[39] Öte yandan Süryanî Mar-Abas Katina’nın
Bulgarlar hakkındaki kayıtları, Latin ve Bizans kayıtlarından daha eskidir. Mar-Abas
Katina, Bulgarların daha M.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından
bahsetmektedir. Hatta bu kayıt, VII. yüzyıl Ermeni [s. 18] tarihçisi Horenli Musa [Moses
Khorenaci] tarafından da nakledilmiştir. Horenli Musa’nın kayıtlarında Bulgarlarla ilgili
olarak şöyle denilmektedir: “Val Arşak oğlu I. Arşak zamanında [M.Ö. 149-127]
Kafkasya dağları arasındaki Bulgarlar ülkesinde büyük karışıklıklar çıktı. Bunlardan
kalabalık bir grup göçüp gelerek Gol’un altında çok verimli ve buğdayı bol ovalara
yerleştiler.”[40]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Başta M.İ. Artamonov olmak üzere bazı eski Sovyet ve Avrupalı tarihçiler, Mar-Abas
Katina ile Horenli Musa’nın Bulgarlar hakkında milat öncesi döneme ait verdiği bu
haberleri anakronik sayarlar.[41] Fakat, V.F. Kahovskiy, K. Patkanov ve Z.V. Togan
Bulgarların gerçekten de milattan önceki dönemlerde Kafkasya’da yaşadıklarını ve
bunların bir kısmının, Horenli Musa’nın da işaret ettiği tarihlerde Ermenistan dolaylarına
göç ettiklerini söylerler. Hatta, V.F. Kahovskiy ve K. Patkanov milat öncesi dönemde
Kafkasya ve Ermenistan coğrafyasında Bulgarların yaşadıklarını ve bunun da tarihe
uygun olduğu konusunda ısrarlıdırlar.[42]

VI. yüzyıl tarihçisi Zacharias Rhetor ise 569 yılında Bulgarlar hakkında önemli ve
güvenilir bilgiler vermektedir: “Bazgun ülkesinden Hazar kapısı [Derbent] ve Hazar
denizine kadar olan yerler Hunların toprağıdır. Onların yanında, Hunlardan farklı dilleri
ve pagan inançları olan Burgar [Bulgar] adlı barbar bir kavim yaşar. Onların şehirleri
vardır. Bu kavmin yakınında yaşayan Alanların da beş tane şehri vardır. Aunagur
[Onogur] kavmi çadırlarda yaşar. Bu yerlerde Avgar, Sabir, Burgar [Bulgar], Alan,
Kutargar, Avar, Hasar, Dirmar, Sirugur, Bagrasir, Kulas, Abdel ve Heptalit adlarında on
üç tane kavim yaşar. Bunların bir kısmı çadırlarda oturur. Bu kavimler hayvan yetiştir ve
balıkçılıkla uğraşırlar ve bundan başka yağmacılık yaparlar.”[43] Şiraklı Anan [Anani
Şirakaci] da VII. yüzyıla ait “Ermeni Coğrafyası” adlı eserinde, Bulgarlar hakkında şöyle
söylemektedir: “Kafkasların kuzeyinde Türk [Hazar] ve Bulgar kavimleri yaşarlar. Bulgar
kavmi Kupi-Bulgar, Duçi-Bulkar, Oghondor-B.lkar, Çdar-Bolkar şeklinde dört kabileden
teşekkül etmiştir.”[44]

Bilhassa eski Ermeni kayıtlarından Bulgarların aslında Hunlardan çok daha önce
Kafkasya’ya gelip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Fakat daha çok itibar gören Bizans
kaynaklarında ise Bulgarlar daha çok Hunlarla birlikte geçmekte, Attila’nın
imparatorluğunun dağılmasından sonra en küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin
en önemli kabilesi olarak anılmaktadır.

Hunlar~Sabirler

Bizanslı Dionius de Charax, Hunların M.S. 330 yıllarda Kafkaslara geldiklerini


bildirmektedir.[45] Fakat, Alanları yerinden edecek kadar güçlü bir hareket olan kavimler
göçünün başlamasından ve Hunların toplu olarak İtil, Azak ve Kafkasya dolaylarına
gelip yerleşmesinden çok daha önce Orta Asya’dan gelip buralara yerleşen Hun
kabilelerinin olduğu bilinmektedir. Bu kabileler Hunların toplu göçünden en az 150 yıl
önce buralara gelip yerleşmişlerdir.[46]

Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru dalgalar halinde akan Balamir Han yönetimindeki
Hunlar 355-360 yıllarında İtil ırmağını aştıktan sonra Don ırmağını da geçmişler, Terek
ve Koban havzasındaki Alanların ülkesini tamamen hakimiyet altına almışlardı. Fakat
Hunlar, Alanların ülkesini ele geçirdikten sonra hemen batıya yönelmemişler, Kafkasya
üzerinden 359 yılında İran’a ve 363-373 yılları arasında Ermenistan’a girmişlerdir.[47]
Hunlar kısa bir zamanda Hazar denizinden Azak denizine kadar uzanan bütün Kafkasya
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

coğrafyasını kontrol altına almışlardır. Bütün bu tarihi olaylardan sonra Kafkasya ve


Azak denizi dolayları artık Hunların gerçek vatanı olarak sayılmıştır.[48]

Eski tarih kaynaklarında “Sabar~Savar~Suvar~Saber~Sabir” vs. şeklinde geçen Sabir


Türkleri miladın ilk yıllarında İrtiş havzasında yaşıyorlardı. Bu saha, Sabirlerin burada
süre yaşamaları nedeniyle göçlerinden sonra da Sabir yurdu [Saberia~Sibirya] olarak
anılmıştır. M.S. II. yüzyılda bu sahada cereyan eden kavimler göçü nedeniyle Sabirler
yurtlarından çıkarak Volga ırmağının orta kısımları ile Ural ve Kama ırmağı havzasında
gelmişlerdir. 460’lı yıllarda Avarların saldırısı üzerine Sabirler Volga-Kama-Ural
havzasını terk ederek Kafkasya’ya doğru kaymışlardır. Sabirler bir müddet bölgedeki
diğer Hun ve Ogur kabileleriyle birlik halinde yaşamışlar fakat 506-558 yılları arası bir
dönemde Kafkasya’yı hakimiyet altına almışlardır.[49] Sabir Türklerinin VI. yüzyıl
ortalarına kadar devam eden Kafkasya hakimiyeti, İran kralı I. Husrev’in 545 yılında
yaptığı Kafkasya seferiyle birlikte zayıflamıştır. Bu tarihten sonra dağılma sürecine giren
Sabirlerin bazı kabileleri 545-555 yılları arasında Alan, Abhaz ve Zikhlerle komşu haline,
merkezi idareden mahrum bir şekilde ve birçok kabile reisleri idaresinde Koban, Terek,
Kura ve Rion ırmakları dolaylarında yaşamaya başlamışlardır. Bu dönemde Ermeni
kaynakları bunlara Hun adını verirken, Bizans [s. 19] kaynakları ise Sabir
demektedir.[50]

Arran Patriği Karduşt’un faaliyetleri sonucu Kafkasya’da yaşayan Hunların bir kısmı
507-508 yıllarında Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Hatta Bizanslılar da Karduşt’un bu
faaliyetlerine destek vermişler 537 yılında Kafkasya’da bir Piskoposluk bile
kurmuşlardır. Piskoposluğun başına geçen Karduşt adlı rahip Hunların dilini öğrenmiş
ve yedi yıl süren bir çalışmadan sonra 544 tarihinde İncil’i Hun diline çevirmiştir. Süryani
rahibi Zacharias Rhetor’un 555 yılına ait kayıtlarında bahsedilen bu Hıristiyan Hun
kavmi Sabir Hunlarıdır. [51]

Bizanslı tarihçi Prokopius 508 yılında Daryal geçidine hakim bir müstahkem mevkide
Ambazuk adlı bir beyin idaresinde yaşayan Sabir Hunlarından bahsetmektedir.
Prokopius’a göre Kuzey Kafkasya bölgesi 465-556 yılları arasında bu Sabir Hunlarının
hakimiyeti altında olmuştur. Prokopius’un anlattıklarına göre Kafkasya’da Alan, Abhaz,
Zikh adlı kavimlerin dışında bir de Sabir namında Hun kabileleri yaşamaktadır.
Sabirlerin yurdu ise daha çok Koban ırmağı havzası ile biraz kuzeye kadar olan sahayı
kapsamaktadır. Yine Prokopius’un kayıtlarında Kafkasya dağlarından Hazar geçitlerine
kadar uzanan sahanın Alanların elinde hakimiyetinde olduğu fakat aynı zamanda bu
civarda Sabir adı verilen Hun kabilelerinin de yaşadığı söylenmektedir. Ayrıca Prokopius
bu Sabir Hunlarından savaş kültürleri ve savaş aletleri çok gelişmiş bir kavim şeklinde
bahsetmektedir. Bütün bunlardan Sabirlerin 500-560 yılları arasında Koban ırmağı
havzasında yaşadıkları anlaşılmaktadır. VI. yüzyıl sonlarında ise Sabir kabileleri ve
Onogurlar birleşerek Utirgur kabile birliğini kurmuşlardır. Bundan sonra Kafkasya’da
Sabir ve Onogur adlarının yerine Utirgur adı anılmaya başlanmış ve Hazar Kağanlığına
tabi oluncaya kadar da Büyük Bulgarya devletinin temelini bunlar oluşturmuşlardır.[52]
Kök-Türklerin baskısıyla 552 yılında İtil-Don-Kafkasya sahasına gelen Avarlardan 558
yılında büyük bir darbe yiyen Sabirlerin adı bundan sonra tarih sahnesinden silinmiştir.
Daha sonra bunların büyük bir kısmı Hazar hakimiyetine girerken, bir kısmı da
Macarlarla karışmıştır.[53]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Hazar Kağanlığının kalabalık bir kütlesini teşkil ettikleri ve hatta Balancar ve Semender
adlı iki büyük Hazar kabilesinin aslında Sabirler olduğu anlaşılmıştır.[54] Bundan dolayı
bazı tarih araştırmalarında Sabirler ile Hazarların aynı kavim olduğu öne sürülmüş ise
de bu doğru olmasa gerektir. Çünkü Kafkasya’daki Bulgar birliğine dahil iken daha
sonra Hazar Kağanlığının hakimiyetine giren Sabir Türklerinin Bulgar ve Hazarlar gibi
Lir Türkçesi konuşmadığı, Kaşgarlı Mahmut’un “Suvarın” şeklinde adlandırdığı Sabir
dilinden aktardığı birtakım kelime ve cümleler onların Şaz Türkçesi konuşan bir Türk
kavmi olduğu ve Hazarlardan ziyade bir Hun kabilesi oldukları görüşü ağırlık
kazanmıştır.[55]

Kafkasya’nın siyasi tarihinde önemli rol oynayan Sabirler, Karaçay-Malkar Türklerinin


tarih ve kültür araştırmalarında genellikle göz ardı edilmiştir. Karaçay-Malkar
Türkçesindeki “alan” [dost, arkadaş, vs.] sözünden hareketle Karaçay-Malkar Türklerinin
hiç şüphesiz Alanlardan geldiğini iddia ederek sayfalar dolusu teoriler üretenler her
nedense Sabir Türkleri konusuna gereken önemi vermemişlerdir. Halbuki, Karaçay-
Malkar Türklerini çok iyi bilen ve Kafkasya’da en yakın komşusu olan Gürcü-Svanlar
eskiden Karaçay Türklerine izafeten “Savar” adını, Malkar Türkleri için de “Sabir” adını
kullanmışlardır.[56] Elbette ki Gürcü-Svanların Karaçay-Malkar Türkleri için kullandığı
“Savar” ve ”Sabir” adlarının tarihteki Sabir Türkleriyle bir ilişkisi olmalıdır. Bunun
dışında, Prof. Dr. Kaziy T. Laypan, bazı Sabir kabilelerinin çeşitli Kafkas kavimlerine
karıştıklarını söylemektedir. Ona göre Abhaz ve Abazaların [Abazin] eski toplumsal
yapısında üst tabakayı oluşturan Açba, Çaçba, Biyberd, Dudaruk~Tutarık ve Kılıç adlı
sülaleler Sabir kökenlidir.[57]

Büyük Bulgarya

Bizanslı Priskos ve Suidas 463 yılında Şaragur, Ogur ve Onogur adlı kabilelerin
Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda ve Tuna ırmağının kolları ile Volga arasındaki
bozkırlarda yerleşmiş olduklarını ve daha sonra 482 yılında İrnek’in kurmuş olduğu
birliğin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler. Bulgarlar daha sonra
Kutirgur ve Utirgur şeklinde iki kabile temelinde bir siyasi birlik oluşturmuşlardır. Bu ilk
Bulgar birliğinin merkezi Koban ırmağı civarında bulunuyordu.[58] Avrupa’dan
Karadenizin kuzeyindeki bozkırlara ve Kafkasya’ya dönüş yapan Hunlar ile buralarda
çok eskiden beri yaşamakta olan Bulgar ve Sabir kabileleri arasında çatışma çıkacağı
yerde kısa sürede dostane temaslar neticesinde siyasi birlik oluşmuştu. Bulgar ve
Sabirlerin bundan sonra kendileri için “Hun” adını kullanmaları bunun en güzel delilidir.
[s. 20] IV. yüzyılda Bulgarların kendilerini Hunlardan sayması bir gurur vesilesi idi.[59]
M.İ. Artamonov, V. yüzyılda Kafkasya’nın etnik haritasını şöyle çizmektedir; Dağıstan’ın
kuzeyinden Kuma ırmağı ve onun kollarının çevrelediği yerlerde Sabirler ile onların biraz
yukarısında Şaragurlar yaşamaktadır. Onların kuzeyinde ve batısında yani bugünkü
Adige Ö.C. ve Krasnodar ile Stavrapol çevresinden Azak denizine kadar olan yerler
Onogurların ülkesidir. Azak denizinin kuzey kıyılarından doğu ve güneye doğru
Şaragurlara kadar olan yerlerde Akatsir~Akaçirler yaşamaktadır. Bugünkü Karaçay-
Çerkes Ö.C. ile Kabardey-Balkar Ö.C ve Kuzey Osetya Ö.C. sahalarının tamamı ise
Alanların hakimiyeti altındadır.[60]

Kök-Türklerin baskısıyla 560 yıllarında batıya doğru kaçan Avarlar, Kırım ve


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kafkasya’daki Hun-Bulgarları hakimiyet altına almışlardır. Bulgarların bir kısmı Avarların


baskısına dayanamayarak Kafkasya dağlarına sığınmışlardır. Bunlar daha sonraları
Bizans ve Rus vakayinamelerinde “Kara Bulgar” adıyla anılacak olan ve bugünkü
Karaçay-Malkar Türklerinin ataları olan Bulgarlardır. Kök-Türklerin batıya doğru daha da
yayılmaya başlamasıyla Avarlar da 567 yıllarında Balkanlara ve Avrupa içlerine doğru
kaymaya başladılar. Avarlar gittikleri zaman beraberlerinde de Kutirgurların önemli bir
kısmını götürmüşlerdir.[61] Kafkasya’da kalan diğer Bulgar kabileleri ise “Ermi” adlı bir
Türk kabilesine [veya sülalesine] mensup “Gostun” [veya Organ] adlı bir prensin
idaresinde 603 yılında toparlanarak yeniden birlik oluşturmuşlardır.[62] Tuna Bulgar
Hanları Listesinde “Gostun” şeklinde geçen bu şahsın adı [veya unvanı] Bizans
kaynaklarında “Organ” şeklinde geçmektedir. Gostun veya Organ adıyla anılan bu şahıs
yakın bir gelecekte Büyük Bulgarya’yı kuracak olan Kubrat Han’ın da dayısı [veya
amcası] olan kişidir.[63] L.N. Gumilev, Organ adlı prens ile Kök-Türklerin batıdaki valisi
veya ikinci derecedeki hükümdarı “Mohodu-heu”nun aynı kişiler olduğunu
söylemektedir. Gumilev’e göre, Mohodu-heu Kök-Türklerin meşhur Aşina soyundan
olup aynı zamanda da Kubrat Han’ın dayısıdır.[64] 605 yılında, Kubrat dayısı Organ’dan
idareyi devralarak Bulgarların “Elteber”i olmuştur. Uzun süre Avarların baskısı altında
kaldıktan sonra Kubrat, Bizans’ın da desteğini alarak, Bulgarların bağımsızlığı için
Avarlara karşı mücadeleye başlamıştır. 630 yılında, Avarlara karşı açıkça isyan
başlatmış, beş yıl süren bir mücadeleden sonra, 635 yılında bu mücadelesini başarıyla
sonuçlandırarak, temelde Onogur ve Utirgur [Onogur+Sabir] kabileleri olmak üzere
“Magna Bulgaria” [Büyük Bulgarya] devletini kurmuştur. Kubrat bundan sonra “Han
Kubrat” olmuş ve ölünceye kadar da Han olarak kalmıştır.[65]

Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer.
Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu
Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir
kısmı da Kafkasya’yı terk ederler. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı
kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise yine kendine bağlı
kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur,
As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır.
Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder.[66]

Kara-Bulgarlar ve Karaçay-Malkarlar

Tarihte “Kara Bulgarlar” veya “Koban Bulgarları” şeklinde geçen Kafkasya Bulgarlarını
birçok bilim adamı Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda birinci derecede pay
sahibi oldukları konusunda birleşmekte ve Karaçay-Malkar Türklerini doğrudan
Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak kabul etmektedirler. Sözgelimi; V.F. Miller,
Karaçay-Balkar Türklerini eskiden Koban ırmağı dolaylarında yaşamış olan eski
Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak saymaktadır. V. Minorsky ve J. Marqwart da aynı
görüşte olup V.F. Miller’in bu görüşünü desteklemektedirler.[67] Meşhur tarihçi M.İ.
Artamonov da Karaçay-Malkarları Bulgar Türklerinin devamı olarak kabul etmektedir.
Ona göre, tarihte “Kara-Bulgar” adıyla bilinen ve Hazarların hakimiyetine giren Batbayan
önderliğindeki “Koban Bulgarları” bugünkü Karaçay-Malkarların atalarıdır.[68]

M.F. Kırzıoğlu yazmış olduğu kitap ve makalelerinin hemen hepsinde Bulgar Türklerinin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkarların ataları olduğunu söyler. M.F. Kırzıoğlu’na göre, XII. yüzyılda


Genceli Nizami’nin şiirlerinde bile bahsettiği “Kafkasya Bulgarları” [s. 21] bugünkü
Karaçay-Malkar Türkleridir.[69] F.A. Nurettinov, Karaçay-Malkarların, Avar ve Hazarların
baskısıyla Azak-Kafkasya sahasını terk etmek zorunda kalan eski Bulgarların
Kafkasya’da kalan bakiyeleri olduğunu söylemektedir.[70]

Z.V. Togan da, Karaçay-Malkarların Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak görmekte ve


Karaçay-Malkarların önceleri bugünkü Çuvaşlar gibi l-r Türkçesini konuştuklarını fakat
XV. yüzyıldan önce tespit edilemeyen bir dönemde ş-z Türkçesine geçiş yaptıklarını
söylemektedir.[71] Fakat Z.V. Togan, Karaçay-Malkarların önceleri l-r Türkçesini
konuştukları ve sonradan dillerinin ş-z Türkçesine dönüştüğü şeklindeki görüşünü
ispatlayacak herhangi bir delil ortaya koyamamıştır. Verdiği kelime örnekleri ise
günümüzde Kıpçak Türkçesi konuşan diğer Türk halklarının dilinde yaşamakta olup aynı
zamanda bu kelimeler ş-z Türkçesine aittir. Bulgar tarihçi B. Simeonov da Çuvaş ve
Karaçay-Malkarların dillerini eski Bulgar Türkçesinin varisleri sayarak şöyle bir açıklama
getirir: “Çuvaş ve Karaçay-Malkar dilleri eski Bulgar Türkçesinin devamıdır. Fakat, artık
bugün Çuvaş dili daha çok Fin-Ugur dillerinin etkisinde kalarak eski Bulgar
Türkçesinden uzaklaşmıştır. Karaçay-Malkar dili ise diğer Türk dillerinin etkisinde
kalarak Bulgar Türkçesinin esaslarını kaybetmiştir.”[72]

E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından kaçarak
Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorski], Narsana, Arhız, Koban, Malkar ve
Digor [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden beri yaşayan
Alanlar ile de karışarak bugünkü Karaçay-Malkarların temelini oluşturduklarını
söylemektedir.[73]

1930’lu yılların başlarında A. Miller arkeoloji çalışmaları sırasında Digorya’da [Kuzey


Osetya] Bulgar Türklerine ait kulplu asma kazan parçalarını bulmuş ve daha o zaman,
“Burada [Digorya’da] bulunan Bulgar kazanları, Azak Kara Bulgarları atalarının Kuzey
Kafkasya’da bugünkü Malkar Türkleri olduğunu ortaya koymaktadır” şeklinde bir
açıklama yapmıştır. A. Miller’e göre, Azak’taki Kara Bulgarlarının ataları önceden
Kafkasya’da, bugünkü Digor ve Malkar topraklarında yaşıyorlardı. Daha sonra bunların
bir kısmı Azak civarına göç etmiş, bir kısmı da Kafkasya’da kalmıştır. Kuzey
Kafkasya’da kalanlar da bugünkü Malkar Türkleridir. A. Miller ileride bu konuyla ilgili
özel olarak ilgilenmek ve bu kültürün kalıntılarını bulmak düşüncesiyle arkeoloji
literatüründe bu hususta herhangi bir açıklamada bulunmaktan çekinmiştir. A. Miller
bugünkü Malkar Türkleri ile Azak Kara Bulgarlarının bir kökten olduklarını ispat etmeyi
ve bundan sonra elde ettiği sonuçları bilim dünyasına açıklamayı düşünüyordu. Fakat
1933 yılının sonlarına doğru Sovyet hükümeti tarafından tutuklanarak Sibirya’ya sürgün
edilmiş ve çok geçmeden de orada ölmüştür. Onunla birlikte değerli çalışmaları ve
toplamış olduğu malzemeleri de ortadan yok olmuştur.[74]

A. Miller’in bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin eski Kara-Bulgarların devamı olduğu


şeklindeki teorisini M. Miller de kabul etmektedir. Fakat M. Miller’e göre Azak Kara
Bulgarları Azak civarına Kafkasya’dan göç etmemiş, tam tersine Azak’taki Kara
Bulgarların bir kısmı göç ederek Kafkasya’ya gelmiş ve bugünkü Karaçay-Malkar
Türklerinin temelini oluşturmuşlardır. M. Miller, Azak Kara Bulgarların Kafkasya’ya
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

göçlerinin Kiyev-Rus prensi Svyatoslav’ın 964-966 yıllarında Hazar Türklerine yaptığı


seferler sırasında gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Buna göre, Svyatoslav, Hazarların
Şarkel şehrini ele geçirdikten sonra Hazarların bütün kuzeybatı kısmını hakimiyet altına
almış ve Kiyev-Rus prensliğiyle birleştirmiştir. Rusların, Dnyeper’den güneydoğuya
doğru yaptıkları akınların baskısı altına kalan Bulgarlar, Don ve Azak’tan Kafkasya’ya
doğru göç etmişlerdir. Eldeki arkeolojik malzemeye dayanılarak, Kafkasya’daki Karaçay-
Malkar Türklerinin, Rusların baskısıyla Azak civarından Kafkasya’ya göç edip gelen
Bulgarların devamı olduklarını söylemek mümkündür.[75]

Hakikaten de, birtakım arkeolojik malzeme ve Kafkasya’daki bazı yer adları, Karaçay-
Malkar Türklerinin etnik bakımdan Kafkasya Bulgarlarının devamı olduğunu destekler
niteliktedir. Sözgelimi Karaçay’da İndiş ırmağı yakınlarındaki Bulgar yerleşimi kalıntıları,
Malkar’da Aşağı Çegem ve Laşkuta köylerinde bulunan Bulgarlara ait arkeolojik eserler,
Yukarı Çegem, Lıgıt ve Kaşha-Tav yakınlarında ortaya çıkarılan Bulgar Türklerinden
kalma mezarlar Karaçay-Malkarlar ile Bulgarlar arasındaki etnik ilişkinin varlığını ortaya
koymaktadır.[76] Öte yandan, İ.M. Mızı, “Kutirgur” adının Malkar’da Çegem vadisindeki
eski “Gudurgu” köyünün adında hatırasını koruduğunu ve “Bittogur” adının da Çegem
ırmağının yukarı kısmında “Biturgu” şeklinde devam ettiğini söylemektedir. Ayrıca
“Çılmas”, “Bulungu”, “Uçkulan” ve “Bıllım” adlı Karaçay-Malkar köylerinin adlarının da
Bulgar Türklerinden kaldığını ileri sürmektedir.[77]

Humara Şehri

[s. 22] Bulgar Türkleri “agul” [avul] adını verdikleri, büyük blok taşlardan inşa edilen
müstahkem şehirlerde yaşarlardı. Bunun en güzel örneklerinden biri de Karaçay’daki
eski “Humara” müstahkem şehridir. Bulgar Türklerinden kalmış olan eski Humara şehri
20 hektardan fazla bir alanı kapsamaktadır. Humara şehri eskiden çevresi blok taş
duvarlarla çevrili ve dokuz kulesi olan bir kale-şehirdir.[78] Eldeki bilgilere göre bu
şehrin, Kafkasya Bulgarlarının ve Hazar Hakanlığının askeri, siyasi, kültür ve iktisadi
merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Humara müstahkem şehrinin inşa tarihi
kesin olarak bilinmemekle birlikte VIII. yüzyılda Arapların Kafkasya saldırılarına karşı
Bulgar ve Alanlar tarafından inşa edildiği tahmin edilmektedir.[79]

Bulgar Yazıtları

1960-1962 yıllarında Karaçay’daki eski Humara şehri kazı çalışmaları sırasında Kök-
Türk yazısına benzeyen runik karakterde yazılı taşlar bulunmuştur. İlk olarak 1962
yılında A.M. Şçerbak bu yazıtların Don ve Talas yazıtlarıyla olan benzerliğini
açıklayarak Humara yazıtlarının Batı Türklerine ait özel bir runik alfabeyle yazılmış
olduğunu ileri sürmüştür. 1963 yılında V.A. Kuznetsov ise Humara yazıtlarının, Kuzey
Kafkasya’da geniş bir alana yayılmış olan eski Yunan kitabelerinden çok farklı bir dil ve
yazı sistemiyle yazılmış olduğunu ve bu yazıtların Orhon-Yenisey yazıtlarıyla büyük
benzerlik gösterdiğini söylemiş, Humara kitabelerinin şüphe bırakmayacak şekilde
bunların eski Türk yazısı olduğunu ileri sürmüştür. Böylece bu iki bilim adamının
çabalarıyla Humara yazıtlarının varlığı dünya bilim alemine duyurulmuştur. Daha sonra
Humara yazıtlarına ilgi artmış, çok sayıda bilim adamı bu yazıtları çözme çalışmalarına
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

başlamışlardır. G.F. Turçaninov, Humara yazıtlarının Çerkes veya Osetlerin atalarından


kalmış olabileceğini ileri sürmüş fakat onun bu yazıtları Çerkes ve Oset dilleriyle çözme
çalışmalarının tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. M.A. Habiç ise bu yazıtlardan
birkaçını başarılı bir şekilde çözmüş ve bunların Türk dilli Alanlara ait olduğunu ileri
sürmüştür. Nihayet, S.Y. Bayçora yıllarca sürdürdüğü çalışmalarıyla, Karaçay-Malkar
topraklarında bulunan; Humara, Arhız, Sutul, Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz,
Sarıtüz, Tokmak-Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla, Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri
ile yine Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları arasında geniş bir alanda yayılmış olan
yazıtlardan 74 tanesini çözerek bütün bu yazıtların Bulgar Türklerine ait olduğunu
delilleriyle ortaya koymuştur. Arkeolog H.H. Bici de bu yazıtların Bulgar Türklerine
aitliğini kabul etmiştir.[80]

S.Y. Bayçora vardığı sonuca göre Humara ve Kuzey Kafkasya’nın birçok bölgesinde
bulunan yazılı taşlarda kullanılan dilden, Kafkasya Bulgarlarının “d”, “c”, “dz” ve
“ara~ortak” olmak üzere dört şivede konuştuklarını söylemektedir. Hasavut bölgesindeki
bazı yazıtlar ise iki ayrı Türk lehçesi ve iki ayrı alfabeyle kazınmıştır. Bunların birincisi
Kafkasya Bulgar Türkleri’nin harfleriyle, ikincisi ise eski Uygur Türkleri harfleriyle
yazılmıştır.[81] S.Y. Bayçora, Kafkasya Bulgar yazıtları alfabesi ile Tuna Bulgar, İtil-
Don, Sekel, Orhon-Yenisey yazıtlarında kullanılan alfabelerin karşılaştırmalı çizelgesini
hazırlamıştır.[82] Bu çizelgede, Kafkasya Bulgar yazıtlarında kullanılan alfabenin
diğerlerine çok benzediği, hatta harflerin çoğunluğunun birbirlerinin aynısı olduğu
görülmektedir.

3. Kafkasya’da As-Alanlar

Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda önemli pay sahibi olan kavimlerden biri de
As-Alanlardır. Çinlilerin “An-tsa-i”, Romalıların “Alani” ve Bizanslıların da “Asioi” şeklinde
adlandırdığı As ve Alanlar ilk önceleri Türkistan sahasında yaşıyorlardı. M.Ö. I. yüzyıl
ortalarında Türkistan’dan göç ederek Don ırmağı ile Kırım arasında geniş bir sahaya
yerleştiler. M.S. 370-3375 yıllarında gerçekleşen Hun baskısıyla As ve Alanların bir
kısmı batıya doğru kaymış, bir kısmı da güneye doğru giderek Kafkasya dağlarına
sığınmışlardır.[83] E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının VII. yüzyıldaki Hazar
saldırılarından kaçarak Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorski], Narsana,
Arhız, Koban, Malkar ve Digor [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada
eskiden beri yaşayan Alanlar ile de karışarak bugünkü Karaçay-Malkar Türklerinin
temelini oluşturduklarını söylemektedir.[84] Bulgar Türklerinin Koban ırmağı havzasında
yaşadıkları sırada Kafkasya’daki Alanlarla sıkı temaslarda bulundukları ve bunların bazı
kültür tesirlerine maruz kalmış olmaları mümkündür.[85] Karaçay’daki tarihi Humara
kale-şehrinden elde edilen arkeolojik malzemeye göre bu kale-şehrinde Hazar-
Bulgarları ile Alanların birlikte yaşadıkları [s. 23] anlaşılmıştır.[86] E.P. Alekseyeva’ya
tespitine göre bugünkü Karaçay-Çerkes Ö.C. sınırları içerisinde X-XIII. yüzyıllar
arasında Alanların yaşadığı şehir ve köylerin toplam sayısı 40’tan fazladır.[87] Bunun
dışında, VIII-X. yüzyıllar arasında Bizans ve Gürcülerin etkisiyle Hıristiyanlığı kabul
eden Alanlardan kalma Karaçay’ın Çuvana, Sıntı ve Arhız bölgelerinde birer tane kilise
mevcuttur.[88]

Avrupalı ve Sovyet tarihçileri genel olarak As-Alanları İranî bir kavim şeklinde kabul
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

etmekte ve Kafkasya’da yaşayan bugünkü Osetlerin de As-Alanların devamı olduklarını


söylemektedirler. Z.V. Togan, A.N. Kurat, B. Ögel ve M.F. Kırzıoğlu da, Avrupalı ve
Sovyet tarihçilerinin ileri sürdüğü bu görüşü kabul etmişlerdir. Fakat Z.V. Togan,
başlangıçta İranî kökenli olsalar bile As-Alanların çok eski tarihlerde Orta Asya’da
yaşarlarken Hunlarla çok yakın temasları neticesinde Türkleşmeye başladıklarını
söylemektedir. Sözgelimi, M.Ö. 3. yüzyılda Çin kaynaklarında zikredilen Hunların 24’lü
teşkilatının ilk 4 esas kabilesinden birinin adı “Alan”dır.[89]

As-Alanların etnik kökeni konusundaki tartışmalar günümüzde halen devam etmektedir.


Bunun sebebi eski tarihi kaynaklarda verilen bilgilerin As-Alanların etnik kökenini
aydınlatacak kadar yeterli olmayışından ve en önemlisi de As-Alanların bizzat kendi
dilleriyle yazılmış ve dolayısıyla da As-Alanların hangi dili konuştuğunu ortaya koyacak
tatmin edici bir belgenin bulunamayışından kaynaklanmaktadır. Tarihi kaynaklarda
verilen bilgilerin çoğunluğu As-Alanların hayat tarzıyla ilgilidir. Bununla birlikte bazı tarihi
kaynaklar As-Alanların etnik kökeni ve hangi dili konuştukları hakkında bazı bilgiler
vermektedir. Bu bilgilerin ilginç olan tarafı ise As-Alanlardan bir Türk kavmi olarak
bahsedilmesidir. Hakikaten de Avrupalı ve Sovyet tarihçilerinin As-Alanları İranî bir
kavim olarak kabul etmelerine karşın eski tarihi kaynakların hiçbirinde As-Alanların İranî
bir kavim olduğu konusunda tek bir söz dahi geçmemektedir. Tam tersine bütün eski
kaynaklarda As-Alanlardan “Türk kavmi” ve “Hıristiyan Türkler” şeklinde
bahsedilmektedir.

Sözgelimi, Ebul Fida’nın kayıtlarında As ve Alanlardan Türk kavmi şeklinde söz


edilmektedir: “Ancaz’ın doğusunda deniz kıyısında bir Alan şehri vardır. Türk olan
Alanlardan bir topluluğun iskan ettiği bir şehirdir. Bunlar Hıristiyanlaşmışlardır. Alanlar
bu bölgede kalabalık bir kavimdir. Alan’ın arkasında Babül Ebvab vardır. Al-As denilen
bir Türk kavmine komşudurlar.”[90] Said el-Magribî de “Kitab El-Coğrafya” adlı eserinde
As ve Alanlardan bir Türk kavmi olarak bahseder: “Gürcistan’ın doğusunda Alan ülkesi
bulunur. Bunlar Hıristiyan Türklerdir. Alanlardan sonra Türklerden As denen bir kavim
vardır.”[91] Yahudi tarihçi ve ilahiyatçısı Josephus Flavius’un [M.S. 37 - 100] “Yahudi
Savaşı” adlı eserinde Asların konuştuğu dilin Peçeneklerin konuştuğu dile
benzediğinden bahsedilmektedir.[92] Aynı ifadeler El-Birunî’nin kayıtlarında da
geçmektedir: “Bu mecrada [Ceyhun ırmağı ile Hazar denizi arasında] oturanlar Hazar
denizi sahiline göçtüler. Bunlar El-Lan [Alan] ve As kavimleridir. Bu kavimlerin dilleri
Harezmce ile Peçenekçenin bir karışımıdır.”[93] Öte yandan Z.V. Togan, El-Birunî’nin
bu ifadelerinden, İranî Harezmliler ile Peçenek Türkleri arasındaki bir sahada yaşayan
As-Alanların dil bakımından Peçenek Türkçesinin tesirinde kalmış olmakla birlikte İranî
Harezmlilerle akraba bir kavim olduğu konusunda ısrarlıdır. Z.V. Togan, XII-XIII.
yüzyıllarda İtil havzasında yaşayan Asların çoktan Türkleşmiş olmalarına ve Altın Orda
Hanlığında siyasi nüfuz elde etmelerine rağmen yerli Türkler [Kıpçaklar] ve Moğollar
tarafından daima yabancı sayıldıklarını söyler. Hatta bu yüzden Altın Orda Hanlarının
As kızlarıyla evlenmeleri hiç hoş görülmemiştir. Sözgelimi, Altın Orda Hanlığının son
büyük hükümdarlarından Canibek Han [1340-1357] hakkında Nogay ve Başkurt
rivayetlerinde şöyle bir kayıt bulunmaktadır: “Canibek Han’ın iki karısı vardı. Birincisinin
adı Taydulu Hatun idi. Bu Kıpçak olanı idi. İkincisinin adı ise Karaçaç idi. Bu da
Aslardan idi. Canibek Han’ın Kıpçak kökenli olan karısı Taydulu bir gün Canibek Han’a
şöyle der: As’dıñ kızını aldıñ, bizni közden saldıñ~As kızını aldın, bizi gözden
düşürdün.”[94]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

IV. yüzyıl sonlarında Alanların hayat tarzıyla ilgili en geniş bilgiler Ammianus
Marcellinus’un kayıtlarında bulunmaktadır. A. Marcellinus’un anlattıklarına göre
Alanların hayat tarzının eski Türklerin göçebe hayat tarzından pek bir farkı yoktur:
“Alanların evleri yoktur. Sürekli göç ettikleri, başı ağaç kabuklarıyla örtülü araba-evlerde
yaşarlar. Tarla sürmeyi bilmezler. Temel yiyecekleri et ve süttür. Bunları da vahşi
hayvanlar gibi yerler. Bir otlağa gelip yerleştiklerinde ev-arabalarını daire şeklinde
konuşlandırırlar. Otlaklar tükenince araba-evleriyle başka yerlere göç ederler. Kadın,
erkek, çocuk hepsi bu araba-evlerde yaşarlar. Çocuklar bu araba-evlerin içerisinde
büyürler. Bu araba onların sürekli evidir. Küçük ve büyük baş hayvanları [s. 24] vardır.
At sürüleri vardır. Buna özel önem verirler. Oralarda otlaklar geniş ve yeşildir. Her yer
meyve ağaçlarıyla doludur. Verimli toprakların ve ırmakların bol olması nedeniyle
göçebeler hiçbir zaman yiyecek ve otlak sıkıntısı çekmezler. Yaşlılar, çocuklar ve
kadınlar savaşamayacak durumda oldukları için kolay işlerle uğraşırlar. Erkekler
çocukluktan itibaren ata binmeyi öğrenir. Çünkü onlar yürümeyi onur kırıcı olarak
görürler. Hepsi birer mükemmel savaşçı olarak yetiştirilir. Alanların büyük çoğunluğu iri
yapılı, sarışın ve güzel insanlardır. Bakışları korkutucudur. Silahlarını hızlı ve ustalıkla
kullanırlar. Hunlara benzerler. Fakat yemek ve giyim-kuşam kültürü Hunlardan daha
gelişmiştir. Avcılık ve yağmacılıkla geçinirler. Hatta Meot bataklığından Ermenistan’a ve
Medya boylarına kadar geniş alanlarda yağmacılık yaparlar. Rahat ve huzurlu bir hayat
yerine tehlike ve savaştan hoşlanırlar. Savaşta ölmek onlar için mutluluk ve onurdur.
Yaşlılıktan veya herhangi bir kaza sonucu ölenler aşağılanır ve onların cesetleriyle alay
edilir. Alan savaşçıları düşmanlarının kafa derilerini yüzerek bunlardan atlarına süsler
yaparlar. Alanların tapınakları yoktur. Hatta bunlarda çatısı samanla örtülü tek bir kulübe
dahi yoktur. Savaş Tanrısı Mars gibi, toprağa saplanmış bir kılıca taparlar. Kamışları
dikine birleştirirler ve büyülü sözlerle bir anda bırakırlar. Böylece geleceği gördüklerini
düşünürler. Soylu bir kan taşırlar. Kölelik nedir bilmezler. Reislerini en çok savaş
deneyimi olan kişiler arasından seçerler.”[95]

Kaziy T. Laypan ve İsmail M. Mızı başta olmak üzere genel olarak Karaçay-Malkarlı
tarihçilerinin büyük çoğunluğu As-Alanların bugünkü devamının Karaçay-Malkar Türkleri
olduğunu savunmaktadırlar. Buna en güçlü dayanak olarak da Karaçay-Malkar
Türkçesinde “kardeş, dost, arkadaş” anlamında ve bir hitap şeklinde kullanılan “alan”
sözü gösterilmektedir. Bunun dışında Karaçay-Malkar Türklerinin yakın zamana kadar
başta Osetler olmak üzere bazı komşu Kafkas kavimleri tarafından “Alan” ve “As”
şeklinde adlandırılması da bu görüşün diğer önemli dayanağıdır. Gerçekten de bugün
kendilerini As-Alanların devamı sayan Osetler halbuki eskiden Karaçay-Malkar
Türklerini “Asi” ve “Asson” şeklinde, Malkar ülkesini “Asiyag” ve Karaçay ülkesine de
“Tstur-Asiyag” şeklinde adlandırmışlardır. Yine Gürcü-Megreller Karaçaylıları “Alani”
şeklinde adlandırırlarken, Abhazlar da “Azuho” ve “As” şeklinde adlandırmışlardır. [96]
V.F. Miller ise eskiden komşu Kafkas halkları tarafından Karaçay-Malkarlıların “Alan” ve
“As” şeklinde adlandırılmalarını kabul etmekle birlikte bunu farklı bir şekilde
yorumlamaktadır. Ona göre Karaçay-Malkarlıların yaşadığı topraklarda eskiden Osetler
veya onların ataları olan As ve Alanlar yaşamışlardır. As-Alanlar güneye doğru bugünkü
Osetlerin yaşadığı yerlere göç ettikten sonra onlardan boşalan yerlere Karaçay-Malkar
Türkleri gelip yerleşmişlerdir. Fakat tarih boyunca buraları As ve Alan adıyla
anıldığından dolayı komşu Kafkas halkları da Karaçay-Malkar Türklerini “As” veya
“Alan” şeklinde adlandırmışlardır. V.F. Miller’in bu ifadeleri hem mantıksız ve hem de
çelişkilidir. Diyelim ki, Gürcü-Megreller ile Abhazlar, eskiden As ve Alanların yaşadığı
topraklara gelip yerleşen Karaçay-Malkar Türklerini, V.F. Miller’in söylediği gibi
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

yanlışlıkla “As” ve “Alan” şeklinde adlandırmışlardır. Fakat madem Osetler gerçekten As


ve Alanların devamı iseler neden kendileri için “İron” ve “Digoron” adlarını kullanmışlar
ve neden Karaçay-Malkar Türklerine “As” ve “Alan” adlarını vermişlerdir? V.F. Miller’in
çelişkiye düştüğü husus budur. Herhalde hiçbir halk kendi kavim adını unutarak
“yanlışlıkla” bir başka kavim için kullanmaz.[97]

Osetlerin As-Alanların devamı olduğuna dair ileri sürülen görüşlerin en güçlü dayanağı
yine V.F. Miller’in meşhur “Osetinskie Etüdı” adlı eseridir. Halbuki bu eserin hiçbir
yerinde “Aslar veya Alanlar İranî bir kavimdir ve bugünkü İronların [Osetlerin] atalarıdır”
şeklinde bir ifade geçmemektedir. V.F. Miller kitabında aynen şöyle söylemektedir:
“Osetlerin ataları Alanya’da [Terek ve Laba ırmakları arasındaki sahada] yaşamışlardır.
Bundan dolayı da Osetlerin atalarının Alanlar olması mümkündür.” V.F. Miller’in bu
ifadelerinden Osetlerin kesinlikle Alanların devamı olduğu sonucu çıkarılamaz. Öte
yandan XVIII. yüzyıl sonlarında Kafkasya’ya seyahat yapan J. Pototski’nin Alanlarla ilgili
kayıtları oldukça enteresandır: “19 Kasım 1797 tarihinde Mozdok ve Macar şehri
Piskoposu Gürcü asıllı Gay adında birini ziyaret ettim. Piskopos bana tarihte sıkça
geçen Alanların bir kısmının halen mevcut olduğunu ve bunların sayısının 1000 kişi
civarında olduğunu söyledi. Bunlar gerçek Alanlarmış ve Svanların yurduna yakın dağlık
bir vadide yaşıyorlarmış. Fakat kendisi bu gerçek Alanları çetin coğrafi şartlardan dolayı
görme imkanını elde edememiş. Piskoposun bahsettiği bu gerçek Alanları görmeyi ve
onların hangi dili konuştuğunu öğrenmeyi çok istememe rağmen ben de bu imkanı elde
edemedim. Halbuki büyük bir tarihi problem aydınlığa kavuşmuş olacaktı.” Digor ve
İronların [Osetlerin] 1744 yılında kendi istekleriyle Rus Çarlığının [s. 25] hakimiyet
geçmeleri tarihi belgelerle sabittir. Gürcülerin “Ovset” şeklinde adlandırdıkları bu iki halk
Rus Çarlığına bağlandıktan sonra Ruslar tarafından “Osetin” şeklinde
adlandırılmışlardır. Aradan 53 yıl sonra 1797 yılında Kafkasya’ya giden J. Pototski ve
hele Osetleri çok yakından bilen Gürcü asıllı Piskopos Gay’ın “gerçek Alanlar”dan
bahsetmesi oldukça enteresandır. Özellikle de Gürcü Piskopos gerçek Alanlar dediği
meçhul kabile ile Osetler arasında bir ilişki olsaydı bundan mutlaka bahsederdi. Öte
yandan Svanların ülkesine yakın dağlık bir vadide yaşadıklarını söylediği gerçek
Alanların yurdu bugünkü Karaçay Türklerinin yaşadığı yerdir.[98] Bir başka önemli
husus ise bazı eski ve tarihi Kafkasya haritalarında Karaçaylıların ve Alanların yaşadığı
topraklar daima birlikte gösterilmektedir. Sözgelimi Rus Çarlığının Kafkasya Ordusu
Komutanlığında Harita Subayı olarak görev yapan İvan V. Sahovskoy’un 1833 yılında
çizdiği Kafkasya haritasında Karaçay Türklerinin yaşadığı yerler “Alanetı-Karaçavtsı”
[Alanlar-Karaçaylar] adıyla gösterilmektedir.[99]

Karaçay-Malkarlı tarihçiler Alanların bir Türk kavmi ve Karaçay-Malkar Türklerinin ataları


olduğu konusunda da ısrarlıdırlar. Bunun dışında bazı bilim adamları Alanların Türk ve
İranî kabilelerden oluşmuş bir kavim olduğunu ileri sürmektedirler. Sözgelimi V.B.
Kovalevskiy “Kafkasya ve Alanlar” adlı kitabında Alanların hem Karaçay-Malkar
Türklerinin hem de Osetlerin ataları olduğu sonucuna varmaktadır.[100] M.A. Habiç de
Alanların Türk ve İranî olmak üzere iki kısımdan oluştuğunu ve Türkçe konuşan
Alanların Karaçay-Malkar Türklerinin ataları, İran dilini konuşan Alanların ise Osetlerin
ataları olduğunu söylemektedir.[101] As-Alanların Türk veya İranî bir kavim oldukları
konusundaki tereddütler ve tartışmalar devam edecek gibi görünmektedir. Fakat As-
Alanların etnik kökeni ne olursa olsun, Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda As-
Alanların önemli bir pay sahibi olduğu inkar edilemez bir gerçektir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

4. Kafkasya’da Kıpçak~Kumanlar

Bizans-Latin kaynaklarında “Koman~Kuman”, İslam kaynaklarında “Kıpçak~Kıfçak” ve


Rus kaynaklarında “Polovest” adıyla anılan Kıpçak Türkleri, Moğol istilasına kadar,
Karadeniz kuzeyi bozkırları ile Kafkasya coğrafyasını 200 yıl boyunca hakimiyet altında
tutarak bölgenin etnik ve kültür yapısının şekillenmesinde çok büyük rol oynamışlardır.
Kıpçak Türkleri önceleri İrtiş-Talas sahasında yaşıyorlarken 1060 yılından itibaren
vaktiyle Peçeneklerin işgal ettiği Karadeniz kuzeyi bozkırlarına gelmişler, kısa bir süre
sonra da Don-Dnester havzası merkez olmak üzere doğuda Balkaş-Talas havzası ve
batıda Tuna havzasına kadar geniş bir sahaya yayılmışlardır. Kafkasya’da Koban
ırmağı havzasından Dağıstan’a kadar uzanan bölgeleri de içine alan bu geniş saha
kuzeyde İtil Bulgarları sınırına kadar uzanmaktadır. Doğu Avrupa ile Batı Sibirya
bozkırlarının tamamını içine alan Kıpçak sahası daha o tarihten itibaren İslam
kaynaklarında “Deşt-i Kıpçak” [Kıpçak Bozkırı] adını almış, Bizans-Latin kaynaklarında
da “Komania” şeklinde anılmıştır.[102]

Kıpçak Türklerinin tarih sahnesine ne zaman çıktıkları konusunda kesin bir sonuca
varılmamıştır. Bazı tarih araştırmalarına göre Kıpçaklar çok eski tarihlerden itibaren
Kafkasya’da yaşamaktaydılar. Eski Gürcü kaynaklarında M.Ö. IV. yüzyılda Kür [Kura]
nehri boylarında yaşayan “Bun-Turki” [Yerli Türk] ve “Kıpçak” adında iki Türk kavminden
bahsedilmektedir. En eski Gürcü vakayinamesi olarak bilinen Kartlis Tshovreba’da
[Gürcü Hayatı] bu iki Türk kavminden şöyle bahsedilmektedir: “M.Ö. 312 yılında Filip’in
oğlu Makedonyalı İskender, Kartvel’e [Gürcistan’a] geldiği zaman Kür ırmağı boyunca
ve onun kolları üzerine yerleşmiş olan Bun-Turki ve Kıpçak adlı kavimlerle karşılaştı.
Bütün şehirler ve kaleler, yılmaz savaşçılar olarak bilinen Bun-Turki ve Kıpçaklar
tarafından savunuldu. Makedonyalı İskender büyük hayretler içerisinde kaldı. Çünkü
hiçbir millet onlar gibi düşmana karşı koyamazdı.” Bunun dışında, Plinius’un kayıtlarında
M.S. 23-79 yıllarında Dağıstan’da “Kamak” ve “Oran” adlı iki Türk kavminden
bahsedilmektedir. Bilindiği gibi Kamak ve Oranlar Maveraünnehir havzasında yaşayan
eski Türk kavimleridir ve Kıpçak Türklerinin bir diğer adı da “Kimak~Kemak”tır. Plinius
ayrıca Daryal geçidinin “Kumania Kapısı” şeklinde adlandırıldığını da
söylemektedir.[103]

Kıpçak Türkleri, Dede Korkut destanlarında “azgun dinlü kafirler” şeklinde ve Oğuzların
baş düşmanı olarak anlatılmaktadır. Dede Korkut Destanlarına göre Kıpçak Türkleri
Kafkasya dağları kuzeyinde yaşamakta ve sık aralıklarla Daryal geçidini aşarak güneye
akınlar yapmaktadırlar. Destanlarda anlatılanlara göre Kafkasya Kıpçaklarının
hükümdarı “Alaca atlı Şavhal Melik” olup bugünkü Kumuk-Avar bölgesi hakimidir. Onun
sağ [s. 26] kol beyi “Bogaçuk Melik” bugünkü Koban ırmağının kaynak havzası olan
Karaçay topraklarının hakimidir. Sol kol beyi “Kara Tokan Melik” ise Dağıstan’da Koy ve
Ilısu ırmakları boyu hakimidir. Yine, Oğuz komutanlarından Kara Konak’ın oğlu Kara
Budak’ın sürekli akın edip kan kusturduğu “Demir Yaylı Kıpçak Melik” de Koban ırmağı
boyları ile bugün Malkar ve Kabardey Çerkeslerinin yaşadığı toprakların hakimidir.[104]

Azak-Kafkasya hattındaki Kıpçakların en kuvvetli dönemi 1090-1110 yılları arasındadır.


Bu dönemde Kıpçaklar eski Türklerin klasik yönetim biçimi olan 4’lü sistemine göre
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Böñek, Tugor, Şaru ve Altun-Aba adlı komutanların idaresinde teşkilatlanmışlardır.


Koban ırmağı havzası merkez olmak üzere Batı Kafkasya bölgesi Şaru Han ve daha
sonra da oğlu Etrek Han’ın yönetiminde olmuştur. Guran-Duhkt adlı kızını Gürcü kralı II.
Davit’le evlendirmek suretiyle Gürcülerle ilişkileri sağlama alan Etrek Han 1118 yılında
damadı II. Davit’in çağrısı üzerine kalabalık bir Kıpçak topluluğuyla Gürcistan’a
yerleşmiştir. Bununla birlikte Etrek Han Gürcistan’da fazla duramamış ve tekrar
Kafkasya’ya dönmüştür. Fakat daha önce beraberinde götürdüğü halkının büyük
çoğunluğu Gürcistan’da kalmıştır.[105]

Moğol İstilası ve Kıpçak-Alan İttifakı

Moğollar önce 1219-1222 yıllarında Orta Asya’yı bir kasırga felaketi gibi tahrip etmişler
ve binlerce insanın hayatına son vermişlerdir. 1222 yılı baharında Cengiz Han
tarafından Orta Asya’dan kaçan Harzemşah Muhammed’i takiple görevlendirilen
Sübedey Bagatur ve Cebe Noyan adlı komutanların idaresindeki Moğol orduları önce
Kuzey İran’ı kılıçtan geçirdikten sonra Gürcistan üzerinden Şirvan boğazı yoluyla
Kafkasya’ya gelmişler ve burada Kıpçak-Alan ittifakıyla karşılaşmışlardır. Bunun üzerine
Moğollar gizlice Kıpçak komutanlarına çeşitli hediyeler göndererek “Moğollar ile
Kıpçakların aynı soydan olduklarını, Alanlarla kurdukları ittifaktan ayrıldıkları takdirde
Moğol ordularının Kıpçaklara dokunmayacaklarını” bildirmişlerdir. Kıpçak ordularının
komutanı Könçek oğlu Yuri de Moğolların bu vaadine kanarak Kıpçak-Alan ittifakından
ayrılmıştır. Fakat bunu müteakip Moğollar önce Alanlara saldırarak onları mağlup etmiş
ve daha sonra Koban dolaylarında konuşlanmış bulunan Kıpçaklara hücum ederek
birçoğunu kılıçtan geçirmişlerdir. Könçek oğlu Yuri ve Köbek oğlu Daniel adlı Kıpçak
komutanlar da Moğol askerlerinin elinden kurtulamayıp öldürülmüşlerdir. Bunun üzerine
Kafkasya dağları eteklerinde yaşayan Kıpçak kabileleri arasında büyük bir korku ve
telaş baş göstermiş, Kıpçakların büyük bir kısmı kuzeye doğru Azak ve İtil dolaylarına
kaçarken, bir kısmı da Moğolların katliamından sağ kalabilen Alan ve Bulgar
kabileleriyle birlikte dağlık arazilere sığınmışlardır.[106] Kuzeye doğru kaçan Kıpçak
kabileleri ise bu sefer 1637 yılında Cengiz Han oğlu Cuci Han tarafından sıkıştırılmışlar
birçoğu kılıçtan geçirilmişlerdir. İtil ve Don havzasında kurtulmayı başarabilen Kıpçak
kabilelerinin birçoğu Çerkes [Batı Kafkasya] ve Tümen [Dağıstan] yurtlarına kaçmışlar
ve buradaki kavimlerle karışmışlardır.[107]

Emir Timur’un Kafkasya Seferi

Moğolların istilası sonunda Deşt-i Kıpçak ve uzantısı Kafkasya’da büyük bir Moğol
devleti kurulmuştur. Doğu kaynaklarında “Cuci Ulusu” ve “Kök Orda” şeklinde anılan,
Rus kroniklerinde ise “Altın Ordu” adıyla geçen bu devlet, XIII-XIV. yüzyıllarda siyasi,
iktisadi ve kültür bakımından yalnız Doğu Avrupa’da değil, bütün Türk Dünyasının en
önemli devletlerinden biri olmuştur. Bu devletin yönetimi ve üst tabakası Moğollardan
oluşmakla birlikte ordunun kaynağı ve ahalinin büyük çoğunluğu Kıpçak Türkleri
idi.[108]

Tohtamış Han vaktiyle 1377 yılında Emir Timur’un yardımıyla Altın Ordu hükümdarlığına
oturmuştu. Bu yüzden Tohtamış ve Timur arasındaki ilişkiler gayet iyi bir şekilde devam
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ederken Harezm bölgesi yüzünden bu iki hükümdarın arası açılmıştır. Tohtamış bu


bölgenin Altın Ordu Devletine ait olduğunu iddia etmekteydi. Bunun üzerine Emir Timur
da özellikle Tohtamış Han’a bir ders vermek ve onu tahtından indirmek için Altın
Ordu’ya iki büyük sefer düzenlemiştir. Bu seferlerin birincisi 1391 yılında, ikincisi de
1395 yılında gerçekleşmiştir. Bu seferlerin ikincisi, Kafkasya tarihi bakımından büyük
önem arz etmektedir. Çünkü bu ikinci sefer Kafkasya’da cereyan etmiştir ve Timur’un
karşısına çıkan Tohtamış Han’ın ordusunun büyük çoğunluğu Kıpçak, Bulgar, Alan ve
Kafkas kavimlerine mensup askerlerden oluşmaktadır. Tohtamış Han ve Emir Timur’un
orduları 15 Nisan 1395 tarihinde Terek nehri civarında karşılaşmış ve büyük bir meydan
savaşından sonra Tohtamış Han’ın ordusu müthiş bir yenilgiye uğramıştır. Tohtamış [s.
27] Han’ın kendisi de Timur’un elinden güç bela kurtulabilmiştir.[109] Ali Yezidî’nin
kayıtlarına göre mağlup olan Tohtamış Han’ın ordusu, bilhassa merkez karargahla
bağlantılarını kaybetmiş olan Bulgar ve Kıpçak kökenli askeri birlikler, Timur’un ordusu
tarafından tamamen yok edilme korkusuyla, Kafkasya dağlarına doğru kaçarak yüksek
ve kuytu vadilere sığınmışlardır. Bunun için en elverişli yer ise bugünkü Malkar
Türklerinin yaşadığı Çerek [Malkar] vadisidir.[110]

Yukarıda anlatılan Moğol istilası ve Timur’un Kafkasya seferi gibi tarihi olayların
Karaçay-Malkar Türklerinin etnik yapısının oluşumunda büyük etkisi vardır. Moğol ve
Timur ordularından kaçarak yüksek dağ vadilerine sığınan Hun, Bulgar, Sabir, Alan ve
Kıpçak kabileleri Karaçay-Malkar Türklerinin etnik yapısının temelini oluşturmuştur.
Özellikle de XI-XIII. yüzyıllar arasında, kalabalık Kıpçak~Kuman kabileleri, eskiden beri
Kafkasya’da yaşayan diğer eski Türk kabileleriyle karışmış, Karaçay-Malkar Türklerinin
etnik yapısının en önemli unsurunu oluşturmuştur. Kıpçak kabilelerinin kalabalık ve
baskın unsur olması nedeniyle zamanla diğer kabilelerin hepsi Kıpçaklaşmıştır.[111]

Kıpçak~Kuman Türkleri tarihi süreç içerisinde Kafkasya’ya gelen eski Türk kavimlerinin
sonuncusu olup aynı zamanda da Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumuna son
noktayı koyan kavimdir. Günümüz itibariyle milletlerin kimliğini belirleyen en önemli
unsur “dil” olduğuna göre bu yüzden Karaçay-Malkar Türklerini de Kıpçak~Kuman
Türklerinin devamı olarak saymak gerekir. Çünkü Karaçay-Malkar Türklerinin konuştuğu
dil, ana çizgileriyle tipik bir Kıpçak Türkçesi olup, Türk dilinin Kıpçak lehçesi grubuna
girmektedir. Karaçay-Malkar Türkçesinde Hun-Bulgar dilinden kalma çok sayıda kelime
bulunmakla birlikte Karaçay-Malkar Türkçesinin kelime hazinesinin tamamına yakını
Kıpçak Türkçesine aittir. XIV. yüzyıl başlarında Avrupalı misyonerlerin Kıpçak Türkleri
arasında Hıristiyanlığı yaymak ve Kıpçak Türkçesini Avrupalılara öğretmek amacıyla
hazırlanan “Codex Cumanicus” adlı eserde kullanılan Kıpçak~Kuman Türkçesi ile
bugünkü Karaçay-Malkar Türkçesi hemen hemen aynıdır. Eserdeki kelime hazinesinin
dörtte üçünden fazlası şekil ve anlam bakımından Karaçay-Malkar Türkçesinin kelime
hazinesinde mevcuttur.

Bunun dışında, Kıpçak~Kuman Türkleri ile Karaçay-Malkar Türkleri arasındaki etnik


ilişkiyi bazı arkeolojik bulgularla da desteklemek mümkündür. Karaçay-Malkar
Türklerinin yaşadıkları topraklarda; Pregradna, Kobu-Başı, Storojevoy, İspravna,
Kubina, Baytal-Çabhan, Arhız, Çegem ve Beştav çevresinde Kıpçaklara ait çok sayıda
mezar ve heykel ortaya çıkarılmıştır. Tabiatıyla bu durum bugünkü Karaçay-Malkar
topraklarında eskiden Kıpçak Türklerinin yaşadığını belgelemekte ve Karaçay-Malkar
Türklerinin etnik ve kültür yapısının oluşumunda etkili olduklarını ortaya koymaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay’da Koban ırmağının sol tarafındaki Kubina köyüne 5 km yakın bir yerde Kıpçak
mezarları bulunmuştur. Bu mezarların tabanı taşlarla döşenmiştir. Mezarda insan
kemikleri dışında bir de at iskeleti bulunmuştur. Baytal-Çabhan bölgesinde bulunan
mezarların XIV-XVI. yüzyıla ait olduğu ve bunların Kıpçak Türklerinden kaldığı tespit
edilmiştir.[112]

G. Rubruck XI-XIII. yüzyıllara ait Kıpçak mezarlarını şöyle tasvir etmektedir: “Kumanlar
[Kıpçaklar] ölünün üzerine büyük bir tümsek yaparlar ve bunun üzerine yüzü doğuya
dönük, elinde göbeğinin hizasında bir kadeh bulunan bir heykel dikerler. Kumanlar asil
ve zenginleri için mezarların üzerine ehramlar yani sivri binalar yaparlar. Bazı yerlerde
tuğladan büyük kuleler, bazı yerlerde de taştan evler yapıldığını da gördüm.”[113]
G.Rubruck’un kayıtlarında bahsettiği eli göbeğinin hizasında bir kadeh bulunan Kıpçak
heykellerinden birisi Karaçay’da Zelençuk ırmağı kıyısında bulunmuştur. G. Rubruck’un
tarif ettiği Kuman [Kıpçak] asil ve zenginlerine ait mezarların aynısı Malkar Türklerinin
yaşadığı Yukarı Çegem bölgesinde bulunmuştur. Yukarı Çegem’deki Kıpçak
Türklerinden kalma sivri tepeli yani piramit şeklindeki anıt mezarlar bugün hala
ayaktadırlar. Ayrıca eski Karaçay-Malkar beyleri için yapılan anıt mezarların da Kıpçak
mezar tipinde olduğu görülmektedir. Sözgelimi Malkar beylerinden Alimurza Abay için
Künlüm köyünde yapılan anıt mezar tipik bir Kıpçak mezarıdır.[114]

III. Destan ve Efsanelere Göre Karaçay-Malkar Türkleri

Karaçay-Malkar Türklerinin tarih sahnesine ne zaman ve ne şekilde çıktıkları konusunda


tarihî ve eski yazılı kaynaklarda şimdiye kadar herhangi bir bilgiye tesadüf edilmemiştir.
Bunun dışında bir de Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumuyla ilgili birtakım destan
ve halk hikayeleri vardır. Elbette bir [s. 28] milletin veyahut bir devletin tarihini incelerken
destan ve halk hikayelerini bir belge gibi görmek bazı yanlış sonuçları da beraberinde
getirecektir. Çünkü bunlar çoğunlukla gerçek ile abartının ayırt edilemediği anakronik
olayların hikayesidir. Bunların en büyük eksikliği anlatılan olayların kronolojik olarak
yerine oturmayışından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte her ne kadar bir tarih belgesi
değilse de bazı tarihî gerçekler bu destan ve halk hikayelerini örtüsü altında gizlidir. Bu
tür halk edebiyatı ürünlerinin iyi bir şekilde tahlil edilmesiyle milletlerin eski tarihini
aydınlatmak ve onların kültürü hakkında bir fikir ortaya koymak mümkündür.

Karaçay Türklerinin etnik oluşumunu ve Kafkasya’ya gelip yerleşmesini anlatan bir sürü
hikaye vardır. Birkaç ayrıntı dışında bunların çoğunluğu birbirine benzemektedir. Bu
hikayelerin birine göre Karaçay Türkleri Kafkasya’da bugünkü yurtlarına gelip
yerleşmeden önce Hazar Hakanı Obadiy [Obedia] Han zamanında “Karaçay” adlı bir
beyin idaresinde Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı bir şehirde yaşıyorlarmış. Obadiy
Han’ın sürekli olarak vergi almak suretiyle Macar şehrini baskı altında tutmasından
dolayı, Karaçay adlı bey ve kabilesi Macar şehrini terk ederek Kafkasya’nın dağlık
vadilerine göç etmişler ve burada kendilerine yeni bir yurt kurmuşlar. Daha sonra
Karaçay adlı bey ölünce onun kabilesi beylerinin hatırasını yaşatmak için kendilerine
kavim adı olarak “Karaçay” adını vermişler.[115]

Başka bir hikayeye göre ise Karaçay Türkleri Kafkasya’ya gelmeden önce Kırım
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

civarında yaşarlarken, Kırım’da çıkan siyasi karışıklıklar üzerine “Karça” adlı bir beyin
idaresinde Kırım’dan Kafkasya’ya gelip yerleşmişler. Karça ve kabilesi önce Arhız ve
Bashan vadileri gibi Kafkasya’nın muhtelif yerlerinde bir müddet kaldıktan sonra nihayet
bugünkü yurtları olan Koban ırmağının doğduğu yere gelmişler ve burada kalıcı olarak
yerleşmişler. Karça öldükten sonra da onun adı zamanla Karaçay şekline dönüşmüş ve
kabilesinin adı Karaçay olmuş.

Manzum şekli de mevcut olan bu ikinci hikaye tarih araştırmaları bakımından birinci
hikayeye göre daha çok itibar görmektedir. Fakat Karaçaylıların tarihi hakkında birtakım
ipuçları vermekle birlikte bu ikinci hikayenin de birçok zayıf yanları vardır. Karça’nın
hikayesinin hem manzume şeklinde ve hem de nesir şeklindeki örneklerinde anlatılan
farklı zamanlarda yaşamış kişilerin ve farklı zamanlarda cereyan eden olayların birbirine
karıştığı görülmektedir. Sözgelimi hikayede Karça’nın mücadele ettiği Kabardey Çerkes
beyinin adı hem Kaziy Bey olarak ve hem de Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek olarak
geçmektedir. Halbuki bu iki şahıs farklı zamanlarda yaşamışlardır. Yine Karça ile
Kabardey Çerkes beyinin arasında geçen olayların konusu hikayenin bir varyantında
başka şekilde anlatılırken, bir başka varyantta ise daha başka türlü anlatılmaktadır. Yani
kısacası Karaçay Türkleri ile Kabardey Çerkesleri arasında farklı zamanlarda ve farklı
kişiler arasında cereyan eden farklı olaylar bu hikayede birbirine karışmıştır.

Tarihi kayıtlara göre Kabardey Çerkes beyleri arasında iki tane Kaytuk ve iki tane
Aslanbek adlı beyin adı geçmektedir. Bunlardan birinci Kaytuk ve onun oğlu Aslanbek
1500-1600 yılları arasında yaşamışlarken, ikinci Kaytuk ve onun oğlu Sarı Aslanbek ise
1700-1800 yılları arasında yaşamışlardır. Karça’nın hikayesinde bahsedilen Kabardey
Çerkes beyi ise ikinci Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek’tir. Halbuki hikayede adı geçen bu
Kabardey Çerkes beyi ile Karça’nın aynı dönemde yaşamalarına imkan yoktur. Çünkü
Kabardey Çerkeslerinin en güçlü ve en meşhur beylerinden olan Kaytuk oğlu Sarı
Aslanbek XVIII. yüzyıl ortasında ve sonlarında yaşamışken, elimizdeki Karça ile aynı
dönemde yaşamış birkaç sağlam Karaçay [Navruz ve Botaş] soy şeceresine göre
Karça’nın yaşadığı dönem 1580-1630 yılları arasındadır. Bizim tahlilimize göre
Karça’nın mücadele ettiği Kabardey Çerkes beyi hikayelerde de adı geçen Pşeapşok
oğlu Kaziy Bey’dir. Pşeapşok oğlu Kaziy Bey tarihte gerçekten de yaşamış bir Kabardey
Çerkes beyidir ve Osmanlı kayıtları da onun XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyıl
başlarında yaşadığını doğrulamaktadır. Bun göre bir Osmanlı belgesinde, 1584 yılında
Şirvan serdarı Özdemir oğlu Osman Paşa’nın askerleriyle birlikte Demirkapı’dan
İstanbul’a gitmek üzere Kefe’ye gelirken Kabardey Çerkes beylerinin yardımıyla Terek
ırmağı üzerine bir köprü inşa ettiğinden bahsedilmektedir. Osman Paşa’ya yardımcı
olan Kabardey Çerkes beylerinin arasında I. Kaytuk oğlu Aslanbek ile onun yeğeni
Pşeapşok oğlu Kaziy’in adı da geçmektedir.[116] Buna bağlı olarak da bizim vardığımız
sonuca göre Karça XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyıl başlarında yaşamıştır ve Karça’nın
hikayesinde anlatılan olaylar da Karça ve kendisiye aynı dönemde yaşayan Kabardey
Çerkes beyi Pşeapşok oğlu Kaziy arasında geçmiştir.

Bunun dışında Karaçay Türklerinin etnik oluşumunu ve Kafkasya’da yurt tutuşunu


anlatan bu hikayelerle ilgili olarak bir başka önemli husus daha vardır. Karça adının
zamanla değişerek Karaçay [s. 29] şekline dönüştüğünü varsayıp Karaçay Türklerinin
Kafkasya’daki tarihini Karça ile başlatmak bize göre yanlıştır. Karça’dan Karaçay
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türklerinin ilk kurucusu olarak değil, XVI. yüzyıl sonları ile XVII. başları arasındaki bir
dönemde Karaçay Türklerinin lideri olarak bahsetmek daha doğru olur. Karaçay adı da
Karça adlı beyin adından değil, yukarıda birinci hikayede bahsettiğimiz Karaçay adlı
beyin adından kalmış olmalıdır. Yani Karça ve kabilesi gelmeden önce de Kafkasya’da
Karaçay adında bir Türk kavmi mevcut idi. Bunlar Cengiz Han ve Emir Timur istilaları
dolayısıyla dağınık bir şekilde dağlarda ve komşu Kafkas halklarına sığınmış bir şekilde
yaşıyorlardı. Daha sonra muhtemelen 1600’lü yılların başlarında Kırım dolaylarından
Kafkasya’ya gelen Karça ve kabilesi burada dağınık şekilde yaşayan Kıpçak ve eskiden
beri Kıpçaklaşma sürecine girmiş olan Hun-Sabir, Bulgar ve As-Alan bakiyelerinden
müteşekkil Karaçay kabilesiyle karşılaşmıştır. Kıpçak kökenli Karça ve kabilesinin
Kafkasya’ya gelip bilhassa Kabardey Çerkes beylerine karşı verdiği başarılı
mücadeleleri ve dolayısıyla bütün Kafkasya’da nam salmasıyla birlikte dağınık ve küçük
bakiyeler halinde yaşayan Türk unsurları Karça ve kabilesinin etrafında toplanarak
yeniden birleşmişlerdir. Yani Karça bu dönemde Kafkasya’da dağınık şekilde yaşayan
Türk unsurları için bir “çekim kuvveti” olmuştur. Karça üstün siyasi ve sosyal
teşkilatlanma yeteneğiyle bütün bu unsurları birleştirmiş ve bugünkü Karaçay Türklerinin
etnik oluşum sürecine son noktayı koymuştur.

Karaçay Türkleri arasında anlatılan destan ve halk hikayelerine göre Karça ve halkının
Kuzey Kafkasya’ya gelip yurt tutma hikayesi özet olarak şöyledir:

Karça ve halkı Kuzey Kafkasya’ya gelmeden önce Kırım dolaylarında yaşıyorlarmış.


Kırım Hanlığında ortaya çıkan taht kavgalarından veya Kırım’ın birileri tarafından istila
etmesinden dolayı Karça ve halkı huzursuz olmuşlar ve Kırım’ı terk etmişler. Karça ve
halkı Karadeniz kıyısı boyunca doğuya doğru uzun ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra ilk
önce Abhazya’da İnal-Kuba [Cemetey] denilen yere gelmişler. Burada az bir zaman
kaldıktan sonra Zagzan~Zagdan denilen yere gidip oradan da Zelençuk ırmağının
yukarı kısımlarına Arhız vadisine gelip yerleşmişler. Karça ve halkı burada kendilerine
yurt kurmuşlar. Daha sonra buraya Eski-Curt denilmiş. Akıllı ve cesur bir lider olan
Karça’nın yanında en yakın neferleri olarak Adurhay Budyan ve Navruz adlı arkadaşları
bulunuyormuş. Karça burada Kızılbeklerin [Abazaların] baskısına maruz kalmış. Bunun
üzerine Karça ve arkadaşları Arhız vadisinden göçmeye karar vermişler. Karça ve halkı
burayı terk ederek Cögetey vadisindeki Eltarkaç denilen yere gelmişler. Fakat bir süre
sonra burada bulaşıcı bir hastalık salgını çıkmış. Bunun için de oradan ayrılmışlar ve
Bashan [Baksan] vadisine gitmişler.

Karça ve halkı Bashan vadisine yerleşerek yeni bir yurt kurmuşlar ve bu köyün adına da
El-curt demişler. Karça ve halkı burada altı yıl kadar hiç kimseye görünmeden rahat ve
huzurlu bir şekilde yaşamışlar. Bashan ırmağının karşı tarafına rahat bir şekilde gidip
gelebilmek için Karça ırmağın üzerine bir köprü yaptırmak istemiş ve adamlarına emir
vererek derhal köprü inşaatı çalışmalarına başlamalarını söylemiş. Karça bu arada
adamlarını köprü inşa ederken Bashan ırmağına tek bir ağaç parçası dahi düşürmeyin
diye tembihlemiş. Fakat Karça’nın adamları çalışma sırasında ırmağa birkaç ağaç
parçasını düşürmüşler. Ağaç parçaları ırmağın akıntısıyla sürüklenerek Bashan
ırmağının aşağı kısımlarında yaşayan Kabardey Çerkeslerinin ülkesine kadar gitmiş.

Kabardey Çerkesleri tesadüfen ırmakta düzgün bir şekilde yontulmuş ağaç parçalarını
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

görmüşler ve Bashan ırmağının yukarı kısımlarında birilerinin yaşadığını anlamışlar.


Bunun üzerine Kabardey Çerkesleri hemen kendi beylerine haber verip durumu
anlatmışlar. Kabardey Çerkeslerinin prensi Kaziy Bey adamlarının anlattıklarını duyunca
hem çok şaşırmış hem de çok öfkelenmiş. Kaziy Bey hakimiyetindeki topraklara
kendisinden izinsiz yerleşen bu meçhul kişileri şiddetle cezalandırmaya karar vermiş ve
en cesur adamlarına emir vererek Bashan ırmağının yukarı kısımlarında yaşayan bu
meçhul kişileri bulmalarını söylemiş. Bir zaman sonra burada yaşayan meçhul kişilerin
Karça ve halkı olduğu anlaşıldıktan sonra Kaziy Bey tekrar adamlarını göndererek
Karça’ya kendisine tabi olmasını ve düzenli olarak vergi vermesini, ancak bu şekilde
burada rahat ve huzurlu ber şekilde yaşayabileceğini söylemiş. Kaziy Bey’in adamları
gelip Karça’ya durumu bildirmişler. Karça ise Kaziy Bey’in adamlarına şimdiye kadar hiç
kimseye vergi vermediğini ve bundan sonra da birisine vergi verip şerefini ayak altına
almayacağını söylemiş. Karça ayrıca adamlara Kaziy Bey’in bu isteğini bir hakaret
olarak kabul ettiğini ve elçi olmalarından dolayı onları bir defalığına affettiğini fakat bir
daha böyle bir istekle geldikleri takdirde hepsini öldüreceğini bildirmiş. Karça bunları
söyledikten sonra Kaziy Bey’in adamlarının sırtına bir yaşlı köpeği bağlamış [s. 30] ve
bu yaşlı köpeği beyinize benden hediye olarak götürün diyerek adamları geri göndermiş.
Kaziy Bey kendi adamlarının sırtlarında yaşlı bir köpekle geldiklerini görüp Karça’nın
söylediklerini öğrenince çok kızmış ve hemen büyük ordu hazırlayıp Karça’yı
cezalandırmak üzere Bashan vadisine gitmiş. Karça ile Kaziy Bey arasında büyük bir
savaş başlamış. Kabardey Çerkesleri sayıca çok daha fazla olduğundan Karça bu
savaşı kaybetmiş ve sağ kalan adamlarını toplayıp dağlara çekilmiş. Kaziy Bey de
bunun üzerine Karça’nın köyünü yağmalamış ve köy halkını esir edip kendi yurduna
dönmüş.

Karça ve adamları bir süre dağlarda dolaştıktan sonra Gürcü-Svanlara gitmişler ve


onlardan yardım istemişler. Gürcü-Svanlar da Karça ve adamlarını hoş karşılamışlar ve
onlara yardım edeceklerini söylemişler. Karça ve adamları Gürcü-Svanlardan aldıkları
asker yardımıyla Kaziy Bey’in topraklarına saldırmışlar ve Kaziy Bey’in bütün at ve
koyun sürülerini toplayıp götürmüşler. Karça koyunlardan birini Kaziy Bey’in çobanına
vermiş ve bunu alıp Kaziy Bey’e götürmesini, Kaziy Bey eğer mallarına tekrar kavuşmak
ve anlaşma yapmak istiyorsa onu Gürcü-Svan ülkesi sınırında üç gün bekleyeceğini
söylemiş. Çobanlar hemen Kabardey ülkesine gitmişler ve Karça’nın söylediklerini Kaziy
Bey’e bildirmişler.

Kaziy Bey sahip olduğu bütün servetin elden gideceği endişesiyle Karça ile anlaşma
yapmaya razı olmuş. Kaziy Bey ve adamaları Karça’nın söylediği yere gitmişler. Karça
anlaşmak için şartı olduğunu söylemiş. Bunlardan birincisi yağmalanan mallar ile esir
edilen adamların geri verilmesi, ikincisi Karça’nın egemenlik hakkı tanınması ve
Kabardey Çerkeslerinin bir daha Karça’nın yurduna saldırmaması, üçüncüsü de
Karça’ya yardım etmek için gelen Gürcü-Svan askerlerinin masraflarının Kaziy Bey
tarafından karşılanması imiş. Kaziy Bey bu şartların ilk ikisini kabul etmiş fakat
üçüncüsünü kabul etmek istememiş. Bunun üzerine Karça da hiddetlenerek madem
öyle gücün yetiyorsa mallarını gel de al bakalım diye bağırmış ve elinde tuttuğu demir
mızrağı yanı başında duran büyük ve sert kayaya saplamış. Karça mızrağı öyle kuvvetli
saplamış ki kaya dört parçaya ayrılmış. Karça’nın bu derece olağanüstü kuvvetini gören
Kaziy Bey korkmuş ve Karça’nın bütün şartlarını kabul etmiş. Kaziy Bey ile Karça
arasında tercümanlık yaparak anlaşma görüşmelerini yürüten, Kaziy Bey’in yanında
Kırımşavhal adlı soylu bir adam varmış. Kırımşavhal adlı adam Kaziy Bey’den müsaade
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

isteyerek Karça’nın yanına katılmış. Karça daha sonra tek kızını bu Kırımşavhal adlı
adamla evlendirmiş.

Karça ve halkı Bashan vadisindeki El-curt [El-curt~El-caşagan~Tar-avuz] köyünde 40 yıl


kadar rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamışlar. Karça’nın halkı burada çoğalıp El-curt
köyüne sığmaz olmuş. Bunun üzerine Karça da yeni bir yurt bulup Bashan vadisinden
göçmeye karar vermiş. Karça yeni yurtlar keşfetmesi için adamlarından Botaş adlı birini
görevlendirmiş. Botaş yanına arkadaşlarını da alıp yeni yerler keşfetmek üzere yola
çıkmış. Botaş ve arkadaşları epeyce dolaştıktan sonra Hurzuk vadisi civarında ve
Elbruz dağının kuzey batısında bulunan Sadırla denilen yerde durup konaklamışlar.
Botaş ve arkadaşları burada on beş gün kaldıktan sonra Ullu-Kam vadisine gitmişler.
Ullu-Kam vadisi ormanlık ve kimsenin yaşamadığı çok güzel bir yermiş. Bu yüzden
Botaş burayı çok beğenmiş. Botaş ve arkadaşları birkaç gün Ullu-Kam vadisinde
kaldıktan sonra El-curt köyüne dönmek üzere yola çıkmışlar. Botaş ve arkadaşları
Bashan vadisine geri dönerlerken Ullu-Kam ve Hurzuk ırmaklarının birleştiği yerde
durmuşlar ve buraya fişekliklerinde muhafaza ettikleri darı tohumlarını ekmişler. Botaş
ve arkadaşları El-curt köyüne gelip durumu Karça’ya anlatmışlar. Bir yıl sonra Karça ve
arkadaşları Botaş’ın darı ektiği yere gelip bakmışlar. Botaş’ın bir yıl önce ektiği darı
tohumlarının büyüyüp başak verdiğini görünce çok sevinmişler. Bunun üzerine Karça
buraya göçmeye karar vermiş. Karça ve halkı gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra Koban
vadisine göç etmişler. Ancak Karça’nın halkının bir kısmı ise göç etmeyip El-curt
köyünde kalmaya karar vermiş. Karça ve halkı Koban vadisine gelip yerleştikten sonra
burada bir köy kurmuşlar ve köyün adına da El-tübü adını vermişler. Fakat daha sonra
bu köyün adına Kart-curt denilmiş.

Karça burada halkına toprak paylaşımı yaptığı sırada, Karça ile Botaş arasında bir
anlaşmazlık çıkmış. Botaş bu yeni yurtları ilk önce kendisinin bulduğunu ve bu yüzden
de başkalarına oranla kendisine daha fazla toprak verilmesi gerektiğini öne sürmüş.
Fakat Karça ise Botaş’ın bu isteğini kabul etmemiş ve Botaş’a karışıklık çıkarmamasını
ve kendisine verilen paya razı olmasını söylemiş. Ancak Botaş bu isteğinde ısrar etmiş
ve Karça ile münakaşa girmiş. Bunun üzerine Karça da adamlarına emir vererek Botaş’ı
orada öldürtmüş. Babalarının Karça tarafından öldürüldüğünü duyan Botaş’ın oğulları
kendilerinin de öldürülebilecekleri korkusuyla hemen oradan kaçarak Kabardey
Çerkeslerinin topraklarına sığınmışlar. Karça daha sonra Botaş’ı [s. 31] öldürdüğüne
pişman olmuş ve Kabardey Çerkeslerine sığınan Botaş’ın oğullarına geri gelmeleri için
haber göndermiş. Karça’nın çağrısı üzerine Botaş’ın oğullarından bir kısmı geri dönmüş.
Karça geri dönen Botaş’ın oğullarına hem babalarının topraklarını vermiş ve hem de
gönüllerini almak için onlara fazladan toprak hediye etmiş. Bunun dışında Karça bir de
Botaş’ın oğullarına tarlalarını sulamaları için uzun bir kanal yaptırmış. Böylece her şey
tatlıya bağlanmış ve Karça’nın halkı Koban vadisinde uzun ve huzurlu bir hayat
yaşamış. Karça öldükten sonra ise halkın idaresi Karça’nın damadı olan Kırımşavhal ve
oğullarına geçmiş.[117]

Malkar Türklerinin etnik oluşumuyla da ilgili çok eskilere dayanan tarihi bir kayıt yoktur.
Sadece halkın belleğinde korunan belli belirsiz bir oluşum hikayesi mevcuttur. Bu da
bölük pörçük olarak geç tarihlerde yazıya geçirilebilmiştir. Malkarlıların etnik oluşumuyla
ilgili olarak Karaçaylıların Kafkasya’ya geliş hikayesini anlatan “Batır Karça” destanına
benzer manzumeye de şimdiye kadar rastlanmamıştır. Bunun dışında Malkarlıların
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Malkar Basiyatı-Düger Badinatı” adlı destanı ise Malkar Türkçesine ait bir manzume
olmakla birlikte bu destanda Digor [Kuzey Oset] prenslerinin mücadelesi
anlatılmaktadır.[118] Değişik kişi ve tarihlerde halk ağzından derlenerek geç tarihlerde
yazıya geçirilen Malkarlıların oluşum hikayesi özet olarak şöyledir:

Malkarlılar kendilerini, tarihi ve nereden geldiği belli olmayan “Malkar” veya “Balkar” adlı
bir avcıya dayandırırlar. Malkar adındaki avcı bir gün geyik avına çıkmış ve geyik
peşinde koşarken bugünkü Malkar topraklarına gelmiş. O zamanda bu yerlerde yaşayan
kavim kendisini “Tavlu” [Dağlı] şeklinde adlandırıyormuş. Malkar adlı avcı Tavluların
ülkesini çok beğendiği için kendisine bağlı kabilelerle birlikte buraya gelip yerleşmiş ve
Tavluların yönetimini eline alarak onların başına hükümdar olmuş. Zamanla Prens
Malkar’ın soyu ve kabilesinin nüfusu çoğaldığından burası “Malkar-El” adıyla anılmaya
başlamış.

Aradan bir zaman geçtikten sonra Malkar ülkesine Dağıstan tarafından “Misak” adlı bir
prens gelmiş. Dağlılar samimi bir misafirperverlikle onu en iyi şekilde ağırlamışlar. Prens
Misak bir gün Prens Malkar’ın biricik kızını görüp aşık olmuş. Malkar’ın kızı da Prens
Misak’ın aşkına karşılık vermiş. Fakat Malkar’ın oğulları, yani kızın erkek kardeşleri bu
duruma karşı çıkmışlar. Bunun üzerine Prens Misak ile Malkar’ın kızı gizlice bir plan
yaparak Malkar’ın bütün oğullarını öldürmüşler. Prens Misak’ın önünde başka bir engel
de kalmayınca Malkar’ın kızıyla evlenmiş ve bütün Malkar topraklarının tek hakimi
olmuş. Daha sonra da asıl yurdu olan Dağıstan’dan kabilesini getirerek buraya
yerleştirmiş. Tavlular, Misak’ın yönetiminden hiç memnun değilmişler. Çünkü Prens
Misak, Tavluları sürekli baskı altında tutmakta ve onlardan zorla vergi almaktaymış. Bu
hikayede anlatılan Prens Misak’ın torunlarından da Malkarlıların önde gelen “Misak” adlı
prens sülalesi doğmuş.

Yine tarihi belli olmayan bir zamanda Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı bir şehrin
hükümdarı olan “Cambek” [Canibek?] adlı bir hükümdarın oğulları olan “Basiyat” ve
“Badinat” adında iki kardeş, Prens Misak’ın yönetimindeki Malkar ülkesine gelmişler.
Basiyat ve Badinat adlı bu iki kardeş, Çerek ve Holam ırmakları arasındaki sahada
yaşayan bütün Tavlularla savaşarak onları hakimiyetleri altına almışlar. İki kardeş
fethettikleri bu toprakları kendi aralarında bölüşmüşler. Badinat adlı kardeş kendi payına
düşen Digor [Kuzey Oset] topraklarının hükümdarı olarak buraya yerleşmiş. Daha sonra
Prens Badinat, Karaçaylıların Kırımşavhal adlı prens sülalesine mensup bir prensesle
evlenmiş. Badinat ile Karaçaylı prensesten doğan yedi erkek çocuk Digorların prens
sülalelerinin başlangıcı olmuşlar. Bu çocukların adı “Çegem”, “Karacav”, “Koban”,
“Abisal”, “Tuvgan”, “Kubadiy” ve “Betuy”muş. İşte Digorların meşhur “Badinat” [veya
Badilat] adlı prens sülalelerinin kökeni bunlara dayanıyormuş. Öteki kardeş Basiyat’ın
payına ise Malkar toprakları düşmüş. Basiyat da Malkar topraklarının tek hakimi olmuş
ve aynı şekilde Malkarlıların meşhur prens sülalelerinin soy atası olmuş. Malkarlıların
“Abay”, “Aydabol”, “Canhot” ve “Şahan” adlı prens sülaleleri Prens Basiyat’ın soyundan
gelmekteymiş. Prens Basiyat, Malkar ülkesinde feodal bir düzen oluşturmuş ve ülkenin
tek hakimi olmuş. Fakat kendisinden önce Malkarlıların idaresini elinde tutan Prens
Misak’ın mülkiyetine dokunmayıp bunları Prens Misak’ın kendisine bırakmış.[119]

IV. Eski Avrupa ve Rus Yazılı Kaynaklarına Göre Karaçay-Malkar Malkar Türkleri
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Eski Avrupa ve Rus yazılı kaynaklarında Karaçay-Malkar Tükleri değişik adlarla


anılmaktadır. Karaçay Türkleri hakkında tarihi ilk bilgiler 1404 yılında Kafkasya’da
bulunan Başpiskopos [s. 32] Johannes de Galonifontibus’un notlarında bulunmaktadır.
Fakat J. Galonifontibus’un kayıtlarında Karaçaylılardan “Kara Çerkes” şeklinde
bahsedilmektedir.[120] Osmanlı Padişahı Sultan III. Murat dönemine ait 15 Ocak 1583
tarihli fermanda [H. 20 Zilhicce 990, Mühimme Defteri, No: 44, Hüküm: 218] geçen
“Karaşay-Mirza” adlı şahıs önce Kaziy oğlu Mirzabek adında bir Karaçay” beyi şeklinde
yorumlanmıştır.[121] Halbuki bu fermanda adı geçen bu kişi Karaçay değil, adı
“Karaşay” olan Kabardey Çerkes beylerinden biridir. 1635-1653 yılları arasında
misyonerlik faaliyetleri yürütmek üzere Kafkasya’da bulunan İtalyan misyoner
Archangelo Lamberti’nin 1954 yılında Napoli’de yayımlanan “Relatione Della Colchide
Boggi Detta Mengrellia” adlı eserinde Karaçaylılardan “Karaçioli” [Karaçaylı] ve “Kara
Çerkes” şeklinde bahsedilmektedir.[122] Fakat A.Lamberti’nin 18 yıl boyunca kaldığı
Kafkasya’da Karaçaylılarla kesin olarak hangi tarihte karşılaştığı tespit edilememiştir.
Öte yandan A. Lamberti içerisinde “Karaçioli” [Karaçaylı] adının da yer aldığı kitabını
ancak 1654 yılında yayımlayabilmiştir. Esasen yazılı kaynaklarda “Karaçay” sözü tarihte
ilk olarak 1639 yılında geçmektedir. Bu tarihte Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve Fedor
Bajenov adlı Rus elçileri Svan [Gürcistan] ülkesine giderlerken Bashan vadisindeki El-
curt adlı Karaçay köyünde on beş gün kadar konaklamışlar ve Karaçaylılar hakkında
birtakım notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin kayıtlarında Karaçaylıların adı “Karaçayev”
ve “Karaçayevo Kabarda” şeklinde geçmektedir.[123]

Malkar Türklerine izafen yazılı kaynaklarda “Balkar” sözü tarihte ilk olarak 1629 yılında
Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’da Terek bölgesi Askeri Birliği Komutanı İ.A. Daşkov’un
Moskova’ya gönderdiği bir raporda geçmektedir. İ. A. Daşkov’un raporunda Balkarların
yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama çalışmalarından bahsedilmektedir.[124] Öte
yandan 10 Mayıs 1518 tarihli bir Osmanlı fermanında [Mühimme Defteri, Cilt: 32,
Hüküm: 456] geçen “Kabardey’e komşu Burgun Hakimi Tapmas Bek” adlı bir şahıs
Malkar beyi olarak yorumlanmıştır.[125] Halbuki söz konusu fermanda adı geçen bu kişi
Malkar beyi değil de herhalde bir Kumuk beyi olmalıdır. Çünkü fermanda sözü edilen
Burgun denilen yer Dağıstan’daki Kumuk Türklerinin eski köylerinden biri olan Boragan
kasabasıdır. Yani Burgun [Boragan] ile Malkar~Balkar’ın bir ilgisi yoktur. Burası
Nizamüddin Şami’nin Zafername’sinde “Bragan” şeklinde ve XVIII-XIX. yüzyıl Rus
kaynaklarında “Buragunskie Tatarı” [Boragan Tatarları] şeklinde bahsedilen yerdir.[126]

Gürcüler XIV-XV. yüzyıllarda Malkar Türklerini “Basiyani” şeklinde adlandırmışlar ve


Malkarlıların yaşadığı ülkeye de “Basiyaniya” adını vermişlerdir. Basiyani sözü ilk olarak
XIV-XV. yüzyıldan kalma meşhur “Tshovati Haçı”nda geçmektedir. Bu haçın üzerinde,
Eristav Riziya Kvenipneveli adlı Gürcü prensinin Basiyani halkı tarafından esir alındığı
ve Ksan boğazındaki Tshovati köyü kilisesinde toplanan parayla Basiyanlara fidye
verilip Gürcü prensinin kurtarıldığı yazılmaktadır. Burada bahsi geçen Basiyani halkı
Malkar Türkleridir. Çünkü yine Gürcü Kralının oğlu ve aynı zamanda tarihçi olan
Vahuşti’nin 1745 yılındaki kayıtlarında da doğrudan Malkar Türkleri için “Basiyani”
denilmektedir. Bunun dışında Gürcü-İmeretiya Kralı II. Levan’ın 1636 yılında Rus Çarına
gönderdiği bir raporda, hakim olduğu toprakların sınırları bildirilmekte ve kuzeyde Dağlı
Çerkeslerin ülkesiyle sınır olduğu söylenmektedir. II. Levan’ın “Dağlı Çerkes” dediği
kavim Malkar Türkleridir.[127]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

XIX-XX. yüzyıl eski Rus kaynaklarında Karaçay-Ma1kar Türkleri için genellikle “Dağlı”,
“Dağlı Tatar”, “Dağlı Çerkes”, “Çerkes Tatarı”, “Dağlı Kabardey” vs. adlar
kullanılmaktadır. Andrey Taranovski’nin 1569 tarihli Seyahatnamesi’nde: “Nogaylar para
nedir bilmezler. Ancak Çerkes Tatarları çuha ve keten getirdikleri zaman karşılığında
koyun, inek ve öküz verirler” şeklinde bir ifade geçmektedir.[128] Bir ihtimal ki, A.
Taranovski’nin “Çerkes Tatarı” dediği kavim Karaçay-Malkar Türkleridir. Çünkü
Karaçay-Malkar Türkleri birçok eski Avrupa ve Rus yazılı kaynaklarında “Çerkes Tatarı”
şeklinde adlandırılmaktadır. Bunun dışında, Evliya Çelebi Seyahâtnamesi’nde dağlık
bölgelerde yaşayan fakat deniz kıyısına ve ovalara asla inmeyen “Macar” adlı bir
aşiretten bahsedilmekte ve şöyle denilmektedir: “Aşiret-i Macar Beğleri vardır. Cümle
[tamamı] iki bin âdemdür [kişidir]. Amma [fakat] bahadır erlerdür [yiğit kişilerdir].” Evliya
Çelebi’nin bu kaydı parantez içerisinde “Fin-Ogur kalıntısı” şeklinde yorumlamıştır.[129]
Fakat Evliya Çelebi’nin bahsettiği Aşiret-i Macar’ın aslında Karaçay-Malkar Türkleri
olması ihtimal dahilindedir. Karaçay-Malkar Türklerinin önceleri Kuma ırmağı kıyısında
Macar adında bir şehirde yaşarlarken daha sonra bu şehri terk ederek Kafkasya’da
Koban ve Terek ırmakları boylarına gelip yerleştiklerini anlatan bazı hikayeler vardır. Bu
hikayede geçen Macar şehri Kuma ırmağının sol kıyısına 12 fersah [12x6=72 km]
uzaklıkta olup tarihte gerçekten de var olmuş bir [s. 33] şehirdir. Bu şehrin kalıntıları
bugünkü Stavropol şehri yakınlarında bulunmuştur.[130]

Tarih boycunca komşu Kafkas kavimleri de Karaçay-Malkar Türkleri için çeşitli etnik
adlar kullanmışlardır. Karaçay Türkleri için Adigeler “Karaşey”, Kabardeyler “Karçaga-
Kuşha”, Abhazlar “Akaraç”, Abazalar [Abazinler] “Karça”, Osetler “Karaseyag” ve “Asi”,
Gürcüler “Karaçioli”, Gürcü-Svanlar “Mukrçay” ve “Savar”, Gürcü-Megreller “Alani”
adlarını kullanırlarken; Balkar Türkleri için Gürcüler “Basiyani”, Gürcü-Svanlar “Sabir”,
Gürcü-Megreller “Alani”, Kabardeyler “Balkar” ve “Balkar-Kuşha”, Abhazlar “Azuho” ve
“As”, Osetler de “Asson” adlarını kullanmışlardır.[131]

Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi, kültürü, hayat tarzları ve sosyal yapıları ilgili en eski
bilgileri IV-XIX. yüzyıllarda Kafkasya’yı dolaşan Avrupalı ve Rus gezginlerin yazdıkları
seyahatnamelerden bulmaktayız. Fakat bu gezginlerin bir kısmı Kafkasya’yı dolaşmakla
birlikte Karaçay-Malkar Türkleri arasında bizzat bulunmayıp ziyaret ettikleri diğer Kafkas
kavimlerinin Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıkları şeyleri yazmışlardır.

Karaçay Türkleri hakkında ilk bilgiler 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Başpiskopos
Johannes de Galonifontibus’un notlarında bulunmaktadır. J. Galonifontibus,
Karaçaylılardan “Kara Çerkes” şeklinde bahsetmekte ve şu bilgileri vermektedir:

“Çerkesya veya Zikhia adı verilen ülke Karadenizin arkasındaki dağların eteklerinde
uzanır. Burada iki farklı kavim yaşar. Yüksek dağların üzerindeki vadilerde yaşayan
dağlı kavim Kara Çerkeslerdir. Aşağılarda deniz kenarında oturanlar ise Beyaz
Çerkeslerdir. Kara Çerkesleri hiç kimse ziyaret etmez. Onlar da tuz ihtiyaçlarını
karşılamaktan başka dağları asla terk etmezler. Kara Çerkeslerin kendilerine has dilleri
ve yazıları vardır.”[132]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

1635-1653 yılları arasında misyonerlik faaliyetleri yürütmek üzere Kafkasya’da bulunan


İtalyan misyoner Archangelo Lamberti’nin, 1954 yılında Napoli’de yayımlanan
“Relatione Della Colchide Boggi Detta Mengrellia” adlı eserinde Karaçay Türklerinden
“Karaçioli” [Karaçaylı] şeklinde bahsetmekte ve şunları söylemektedir:

“Kafkasya’nın kuzey eteklerinde Karaçioli [Karaçaylı] veya Kara Çerkes denilen bir
kavim yaşar. Onlara bu Kara Çerkes adı esmer tenli olduklarından verilmemiştir. Bilakis
onlar beyaz tenlidir. Herhalde onlara bu ad ülkelerinde gök yüzü sürekli bulutlu ve
karanlık olduğundan verilmiş olmalıdır. Onların dili Türk dilidir. Fakat çok hızlı
konuştuklarından onların dili zor anlaşılmaktadır. Beni hayrete düşüren şey, bu kadar
acaip diller konuşan kavimlerin arasında Karaçaylılar Türk dilinin saflığının nasıl
korumuşlardır? Kafkasya’nın kuzeyinde eskiden Hun Türkleri yaşamışlardır. Bu
Karaçaylıların Hun Türklerinin bir dalı olduğu anlaşılmaktadır. Bu zamana kadar kendi
eski dillerini korumayı başarmışlardır.”[133]

Eski Rus kaynaklarında Karaçay Türkleri hakkında verilen bilgilere ilk olarak 1639-1640
yıllarında rastlamaktayız. 1639 yılında Rus Çarı tarafından Gürcistan’a gönderilen Pavel
Zaharev, Fedot Elçin ve Fedor Bajenov adlı Rus elçileri Gürcistan yolu güzergahında
Bashan vadisindeki El-curt köyünde on beş kün konaklamışlar ve Karaçaylılar hakkında
bazı notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin notlarında anlatılanlar şöyledir:

“Ekim’in ikinci günü, Kabardey Aleguklara geldik. Fakat Aleguk bu sırada Kabardey’de
değildi. Kendisi Ahazya’ya veya Abaza’ya gitmiş. Köyde onun kardeşleri Hapuna ile
Otojuk vardı. Fedot Elçin, Çarın himaye tezkeresini Hapuna ve Otojuk Mirzalara
gösterdi ve onlara dörder arşın çuha ile [...eski ve yıpranmış bir kağıt olduğundan
bundan sonrası okunamamıştır]. Hapuna Mirza’ya dört arşın kırmızı İngiliz çuhası ile
Alman yapımı bir büyük ayna verildi. Aynı şeyler Otojuk-Mirza’ya da verildi. Yine Aleguk
oğlunun hanımına da Alman yapımı büyük ayna verildi. Ekim’in altıncı günü, Hapuna ile
Otojuk kardeşler bizi Karaçayevo-Kabarda’ya [Karaçay’a] gönderdiler. Ben de onlarla
birlikte yol kılavuzu olarak Pşuk adlı bir soyluyu gönderdim. Onlar da ona bu yol
kılavuzluğu için hediyeler verdiler. Hapuna’nın soylusu [yaveri] Pşuk’a Kabardey’den
Karaçay’a yol kılavuzluğu yaptığı için iki arşın kırmızı İngiliz çuhası verildi. Ekim ayının
onüçüncü günü biz Karaçayevo-Kabarda’ya [Karaçay’a] geldik. Biz, Karaçaylı prensler
Elbuzduk ve Gilastan Kırımşavhal kardeşlere, Çarın bize verdiği himaye tezkeresini
gösterdik. Hediye olarak onlara [...eski ve yıpranmış bir kağıt olduğundan bundan
sonrası okunamamıştır]. Karaçay’ın prensleri olan Elbuzduk ile Gilastan kardeşlere dört
arşın kırmızı İngiliz çuhası ile sekiz adet kindyak [...eski ve yıpranmış bir kağıt
olduğundan bundan sonrası okunamamıştır] verdik. Ekim’in yirmi dokuzuncu günü
Aleguk, Abaz’dan [Abhaz veya Abaza’dan] kendi soylusunu [yaverini] Uranbu’yu
gönderdi. Benden ve Fedot’tan, dört arşın kırmızı İngiliz çuhası vermemi emretti. O da,
Aleguka oğlunu [s. 34] kızdırmamak için, onun yaveri Barambe’ye dört arşın kırmızı
İngiliz çuhası verdi. Karaçayevo-Kabarda’da tercümanımız Fedor Bajenov öldü. Fedor
Bajenov, Fedot Elçin’le birlikte Moskova'dan gönderilmişti. Karaçayev’e [Karaçay’a]
gittik. Daha sonra atlarımızı ve eğerlerimizi Koroçaya’da [Karaçay’da] bırakıp Sonskuyu
[Svan] topraklarına gittik. Atları bırakmazımın sebebi ise bu yolun atların
yürüyemeyecek kadar bozuk olmasındandır. Yolumuz düzgün olsaydı iyi olacaktı.
Hepimiz dağların yüksek kısımlarından ilerliyorduk. Eşyalarımızı taşımak için bir bedel
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

karşılığıyla Karaçay’dan adamlar tutmuştuk. Adamlara, Svanların topraklarına kadar,


her bir eşya için yarım arşın çuha verilmişti. Bizden sonra ise Çerkes Mirza Hapuna aldı.
Kasım’ın birinci günü Svanların Vleşkaraş adlı köyüne geldik. Vleşkaraş’tan Kasım’ın
ikinci günü ayrıldık.”[134]

Bahçesaray şehrinde Fransa Konsolosluğu ve aynı zamanda Kırım Hanı’nın özel


doktorluğunu yapan Ksavio Glavani’nin 1724 yılında yayımladığı “Opisaniye Çerkesii”
[Çerkeslerin Tasviri] adlı eserinde Karaçay-Malkarlılardan çok kısa bir şekilde şöyle
bahsedilmektedir:

“Çerkeslerin ortasında Çegemliler [Malkarlılar] yaşarlar. Çegemlilerin nüfusu 500


hanedir. Onlar Kabardey Çerkeslerinin hakimiyeti altındadırlar. Karakayların
[Karaçayların] nüfusu 200 hanedir. Onlar da Kabardeylerin hakimiyeti altındadır.”[135]

XIX. yüzyıl başlarında 1807-1808 yılları arasında Gürcistan ve Kafkasya’yı seyahat


eden Julius Klaproth Karaçay-Malkar Türkleriyle ilgili oldukça geniş bilgiler vermiştir. J.
Klaproth’un Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıkları şöyledir:

“Bu küçük kavimlerden başka Koban’da, gözlerden uzak Kırım sultanlarının torunları
yaşamaktadırlar. Tatarlar ve Çerkesler onlara Sultaniye adını vermişlerdir. Onların
[Tatarların ve Çerkeslerin] bunların [Sultaniyelilerin] üzerinde bir hakimiyeti
olmadığından onlar [Sultaniyeliler] seferlere [savaşa ve yağmaya] kendileri isterlerse
katılırlar. Bunun dışında onları hiç kimse seferlere götüremez.

Basiyat adı onlara meşhur soy atalarından kalmıştır. Eskiden onlar Kuma ırmağı
civarında yaşıyorlarmış. Başşehirleri Macar adlı bir şehirmiş. Birçok savaştan sonra
buradan göçerek şimdiki yurtlarına gelip yerleşmişler. Bunların bir kısmı Malka
ırmağının kenarına yerleştiğinden dolayı onlara Malkar veya Balkar adı verilmiştir.
Gürcü Kraliçesi Tamara 1207 yılında onları hakimiyet altına almış ve burada
Hıristiyanlığı yaymıştır. Bu yüzden olmalıdır ki bunlarda Hıristiyanlığın izlerini görmek
hala mümkündür.

Köylülerin belli başlı bir dinî inancı yoktur. Onlar Teyri adını verdikleri bir tanrıya
inanmaktadırlar. Onların inancına göre Teyri her şeyin sahibidir ve müşfiktir. Bundan
başka bir de Aziz İlya’yı kutsarlar. Onların anlattığına göre Aziz İlya bölgedeki en yüksek
dağın tepesinde sıklıkla görünmektedir. Onun şerefine kurban keserler, süt, yağ, peynir
ve boza ikram edip dinî bir tören şeklinde şölen tertip ederler. Onlar eskiden domuz eti
yemişlerdir. Ziyaret ettikleri kutsal ırmaklar ve bu ırmakların yanında sakındıkları tabu
ağaçları vardır. Onlar da diğer Tatar kavimleri gibi koyunun kürek kemiğine bakıp
gelecek hakkında tahminler yaparlar. Onların zengin kesimi Çerkeslerin etkisiyle İslam
dinini kabul etmiştir. Fakat, Karaçaylıların dışında, mescit ve mollaları yoktur.

Çerkesler bu Tatarlara Tatar-Kuşha [Dağlı Tatar~Dağ Tatarı] veya Karlı Dağlarda


Yaşayanlar adını vermişlerdir. Osetler ise bunlara Assu derler. Çerkesler bunlara
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karşaga-Kuşha derler. Megreller ve Uriyalar ise Karaçioli adını vermişlerdir. Tatarlar


onlara Kara-Çerkes derler. Gürcüler ise ortaçağda onlara Kara-Cikhi demişler ve
yaşadıkları ülkeye de Kara-Cikhetiya adını vermişlerdir. Gürcüler eskiden Çerkeslere de
Cikhi veya Zikhi diyorlardı.

Karaçaylılar da Malkarlılar ve Çegemliler gibi eskiden pagan idiler. Şimdi ise burada
İslam’dan başka bir din yoktur. Bunlar domuz etinden çok tiksinirler. Halbuki eskiden
domuz onların en baş yiyeceğiydi ve oldukça fazla tüketiyorlardı. Bundan 32 yıl önce
İshak Efendi [Kabardey İshak Abuk Efendi] bunlara İslam dinini öğretmiştir. Hıristiyan
dini hakkında hiçbir şey bilmezler. Kuran’da geçen bayramları bilirler ve tatbik ederler.

Karaçaylılar, Kafkasya’da en güzel kavim olarak bilinirler. Onlar bozkırlardaki göçebe


Tatarlardan daha ziyade Gürcülere benzerler. Vücut yapıları biçimlidir ve güzel bir yüze
sahiptirler. Büyük ve siyah gözleri vardır. Beyaz tenlidirler. Onların arasında hiç Moğol
tipine rastlanmadığından bunların Moğollarla bir karışımları olmadığı anlaşılmaktadır.
Nogaylarınki gibi bunlarda basık surat ve çekik gözler yoktur.

Bunlar gelenekleri icabı tek bir kadınla evlenirler. Fakat bazılarının iki veya üç karısı
vardır ve gayet iyi geçinmektedirler. Başka diğer dağlı kavimlerde olduğu gibi bunlarda
kadınlara kötü muamele yoktur. Bunlar karılarına insanca ve [s. 35] şefkatle davranırlar.
Bunlarda kadın kocasının hizmetçisi gibi değil, Avrupalılarda olduğu gibi hayat
arkadaşıdır. Prenseslerin kendilerine ait özel evleri vardır. Onlar yabancılara
görünmezler ve yabancılarla konuşmazlar. Gündüz vakti erkek [bey], karısıyla
[prensesle] karşılaşmamaya özen gösterir. Gece olduğu zaman karısına ait özel evde
görüşürler. Fakat bu Çerkes adeti yalnız üst tabakaya mensup olan kesimde geçerlidir.
Halbuki köylülerde durum başkadır. Koca ve karısı birlikte yaşar. Kadınlar yabancıların
olduğu ortamda bulunmak ve onlarla konuşmak konusunda serbesttir. Kızlar genellikle
evde otururlar ve pek az dışarı çıkarlar. Altın ve gümüş simli ipliklerden kumaş ve
elbiseler işlerler. Kızlar kocaya gidecekleri vakit evin reisi [kızın babası] diğer Tatar
kavimlerinde olduğu gibi başlık parası alır. Bunun adına da Kan Bagası derler. Damat
zengin ise müstakbel gelin birçok yeni ve güzel elbiseler gönderir. Kız da düğün günü
bu elbiseleri giyer. Damat düğün günü bütün erkek arkadaşlarına büyük bir ziyafet verir.
Kız tarafında da aynı şekilde gelen misafirlere büyük bir ziyafet verilir. Gelin kendi kız
arkadaşlarını davet eder. Gece yarısına doğru gençler kalabalık bir şekilde toplanarak
gelini damat evine getirmek için kız tarafına giderler. Bu düğün ve eğlence üç gün
boyunca devam eder. Düğün süresince herkes yer, içer, eğelenir, dans eder. Bekar
erkekler ile bekar kızlar birbirleriye tanışır ve sohbet ederler. Bundan da birçok yeni
tarihi aşklar doğar ve yeni düğünlerle sonuçlanır. Bunların düğününde erkekler ile
kızların birlikte daire şeklinde toplanıp icra ettikleri bir dansları vardır.

Karaçaylılar komşuları Çerkes ve Abazaların aksine hırsızlık ve dolandırıcılık nedir


bilmezler. Onlar çalışmayı çok severler ve oldukça da cömert insanlardır. Genellikle
tarla-sapan işleriyle uğraşmaktadırlar. Bütün halkın tamamı 250 haneden ibarettir. Bu
yüzden onlar Kabardey Çerkesleri gibi savaş ve çapul işinde güçlü değildirler. Bunların
yaşadığı yerde toprak verimlidir. Buğday, arpa, darı ve yulaf çok güzel yetişmektedir.
Fakat bu toprakların genişliği sadece 8 versttir. Çevresi ormanlarla kaplıdır. Burada
yabani armut ağaçları vardır. Bunun dışında kızılcık ağaçları da çoktur. Karaçaylılar bu
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ağaçların meyvelerini balla birlikte kaynatarak Türklere ve Kabardeylere satarlar.


Ormanlarında ayı, kurt, iki değişik cins yaban keçisi, tavşan, vaşak ve kunduz gibi bir
sürü yabani hayvan vardır. Bunların derilerine çok değer verilir. Yabancı tüccarlara ayı,
tavşan, kunduz ve vaşak derilerini satarlar. Kendileri de yaban keçilerinin derilerinden
oldukça iyi faydalanırlar. Bunlardan namazlık yaparlar. Bundan sonra yine çarık ve
çizme gibi şeyler yaparlar. Karaçaylılar at, eşek, katır, koyun gibi çok çeşitli hayvanları
beslerler. Fakat genel olarak besledikleri hayvanlar kaliteli ve gösterişli değildir. Bununla
birlikte bu dağlarda onların hayvanları diri ve güçlü sayılırlar. Hatta dağlık araziler için
mükemmeldirler. Karaçaylıların imal ettiği yağın kalitesi çok yüksektir. Ayrıca sütten çok
güzel peynir yaparlar. Bunlar gece gündüz sürekli kefir içerler. Haşlama et, şişte
kızartılmış et ve kavurma yerler. Değişik türde ekmekler pişirirler. Ekmeklerini her
zaman külde pişirirler. Onların yaptıkları Sıra adını verdikleri içkileri Osetlerinki gibi
bütün Kafkasya’da en kaliteli içki olarak bilinmektedir. Onlar bu içkiyi arpa ve buğdaydan
imal ederler. Tütünü kendileri yetiştirirler ve bunun değişik cinsleri vardır. Yetiştirdikleri
tütünü Nogaylara, Svanlara ve Megrellere satarlar. Bunun dışında Kabardeylere ve
Rusya’ya da ihraç ederler.

Karaçaylılar hainlik yapan kişileri hiç sevmezler. Hainlik yapan her kim olursa olsun,
ister kendi içlerinden, isterse dışarıdan casusluk yapmak için gelen yabancı biri olsun,
onu yakalamak için bütün halk silahlanır ve haini yakalayıp ölümle cezalandırır.
Karaçaylılar bu haini yakalayıp öldürmeden rahat edemezler. Karaçaylılar hiç şüphesiz
Kafkasya’nın en medeni halkıdır. Kibarlık ve hatırşinaslık bakımından diğer komşu
kavimlere göre çok daha yüksek seviyededirler. Onlar beylerine son derece bağlı ve
itaatkardırlar. Beylerine çok değer verirler. Karaçaylılar fakirlere çok karşı cömerttirler.
Zenginler fakirleri hor görmezler bilakis onlara hediyeler verirler ve sıkıntılarına yardımcı
olurlar. Sözgelimi zenginler fakirlere öküzlerini on günlüğüne karşılıksız ödünç verirler.
Fakirlere iş verip onlara emeklerinin hakkını verirler. Böylelikle fakirlerin geçim
sıkıntılarını düzeltmeye çalışırlar.

Boza ve Sıra adı verilen içkilerinden başka alkollü içecek çeşidi yok denecek kadar
azdır. Bunlarında dışında buğday ve arpadan çok sert içki imal ederler. Fakat bunu az
içerler. Sarhoşluk veren içkiler Kuran’da yasaklanmıştır. Onlar Boza ve Sırayı genellikle
kış mevsimi için hazırlarlar. Bunlar arıcılık yapmazlar. Bu yüzden balları yoktur. Bal
arıları için buranın havası kış mevsiminde çok soğuktur. Bal ihtiyaçlarını Kabardey
Çerkeslerinden karşılarlar. Bal ile kızılcık meyvesini veyahut başka meyveleri karıştırıp
kaynatıp bir tür içki yaparlar. Balı sadece bu iş için kullanırlar. Karaçaylılar barut ve
kükürt ihtiyaçlarını kendi topraklarındaki dağlardan elde ederler. Karaçaylılar, Çerkesler
gibi yayla ağıllarında koyun gübresini elemekle uğraşmazlar. Karaçaylıların barutu ince
ve kalitelidir.

[s. 36] Karaçaylılar kendi elleriyle yaptıkları elbise, keçe, başlık, manto gibi şeylerin bir
kısmını İmeretya’da, bir kısmını da Sohum’daki Osmanlı kalesinde satarlar. Sohum’daki
Osmanlı kalesinde çok dükkan vardır. Kafkasya’nın batısında yaşayan kavimler burada
mallarını iyi satarlar. Karaçaylılar buradan pamuklu kumaş, ipekli kumaş, iğne, oymak,
pipo, Türk tününü, vizon derisi satın alırlar. Kabardey üzerinden Rusya ile alışverişleri
azdır. Genellikle tuz ve kendilerinde mevcut olmayan mamulleri ithal ederler. Türkler
sürekli İstanbul’dan deniz yoluyla sığır getirdikleri için Karaçaylıların burada sattıkları
şeyler ucuza gidiyor. Karaçaylılar ve Svanlar arasındaki ticaret ilişkileri oldukça
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

gelişmiştir. Karaçaylılar genellikle Svanlara kükürt ve kurşun satarlar. Basiyanlar


[Malkarlılar] Svanlara Ebze derler.

Orusbiy kabilesi de Karaçaylılardan sayılmaktadır. Orusbiyler, Kabardey beylerinin


kuzeydoğusunda, Calpak dağının eteklerinde, Karaçay ile Bashan vadilerinin birbirinden
ayrıldığı bölgede yaşarlar. Onların toplam nüfusu 150 hane kadardır. Çerkesler kendi
dillerinde Malkarlılara Balkar-Kuşha, Gürcüler de Basiane derler. Malkarlıların kendileri
ise Malkar-Avul veya Malkar-El derler. Bunların toplam nüfusu 1.200 haneden fazladır.
Çerek, Psigon, Aruvan veya Argudan denilen ırmakların kenarlarında yaşarlar. Bızıngı
da Malkarlılardan sayılır. Onların en önemli ticaret yolları Ullu-Malkar’dan 55 verst
uzaklıktaki dağların arkasında Raça ve Oni ile İmeretiya ve Rion’a gider. Onlar
buralarda keçeden yamçı, kepenek, açık kahverengi renkte elbise kumaşları, kalitesiyle
meşhur Kafkas elbiseleri, kalpak ve kürkler satarlar. Bunların karşılığında pamuklu ve
ipek kumaşlar, iplikler, altın ve gümüş simli işleme iplikleri, tütün, pipo ve başka ufak
tefek eşyalar alırlar. Bunun dışında onlar bilhassa Oni’den oldukça fazla miktarda taş
tuzu alırlar. Yine tuz ihtiyaçlarını Rus sınırından, Karadeniz çevresindeki ahaliden,
Yahudilerden ve Kabardey Çerkeslerinden karşılarlar. Bundan başka önemli alış-
verişleri Raça üzerinden getirilen bakır kazanlar ve diğer bakır eşyalardır. Bu bakır
eşyalar da Erzurum’dan gelmektedir.”[136]

1820-1860 yılları arasında Kafkasya’da Rusya hizmetinde görev yapan Fransız asıllı
Leonti Y. Lyulye çok kısa bir şekilde Karaçay-Malkar Türklerinden şöyle bahsetmektedir:

“Dağların kuzey yamacında Tatar kavimleri yaşarlar. Elbruz dağının batı eteklerinde ve
Koban ırmağının üst taraflarında Karaçaylılar yaşar. Çegem, Balkar ve Orusbiy de
Karaçaylılarla aynı köktendir.”[137]

1823-1824 yıllarında Karaçay’da bulunan Rus subayı Aleksander İvanoviç Yakuboviç,


Karaçaylılardan şöyle bahsetmektedir:

“Karaçaylılar Koban ırmağının kıyısında, Kafkasya’nın hükümdarı Elbruz dağının


eteklerinde yaşarlar. Karaçaylılar dağ yollarını usta bilirler. Karaçaylılar özgürlüğüne
düşkün, cesur ve çalışkan bir millettir. Tüfek atmakta ustadırlar ve keskin nişancıdırlar.
Hayvancılık işiyle uğraşırlar. Yaşadıkları yerlerde tabiat olağanüstü derecede güzeldir.
Dağlılar yüksek ruh ve karaktere sahiptirler. Hayata tutkuyla bağlıdırlar.”[138]

Çarlık Rusyası ordusunda harita subayı olarak görev yapan ve 1834 yılında
Kafkasya’da bulunan İvan Vladimiroviç Şahovskoy, Karaçay-Malkar Türkleri hakkında
şu bilgileri vermektedir:

“Karaçaylılar Koban ırmağı başında ve Elbruz dağının batısında yaşarlar. Karaçaylıların


ekonomik durumu oldukça iyi durumdadır. Karaçaylılar iki sosyal tabakaya ayrılmıştır:
beyler ve köylüler. Koban vadisi iki kısımdan oluşmaktadır. Tarla-sapan işleri gelişmiştir.
Burada buğday, arpa ve yulaf yetiştirilmektedir. Fakat halkın esas uğraşı ve geçim
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kaynağı büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıktır. Koyunlarının kalitesi yüksektir. Keçe ve


yamçı imal edip bunları komşularına ve Liniya’da satarlar. Orusbiyler [Bashan’da
yaşayan Malkarlılar] Bashan vadisinin yukarı kısımlarında yaşarlar. Çegemliler,
Karaçaylılarda olduğu gibi, yaşadıkları yerler verimsiz olduğundan topraklarından
istenilen düzeyde ürün alamamaktadırlar. Genel olarak fakirdirler. Çegemliler de beyler
ve köylüler olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Holamlılar ve Bızıngılılar, Çerek-Hahu ırmağı
başında yaşarlar. Holam halkı Şakman beylerinin hakimiyetindedir. Bızıngı halkı ise
Süyünç beylerinin idaresindedir. Bunların yaşadığı vadi geniş ve elverişlidir. Çegem ve
Karaçay vadileri gibi dar değildir. Bu yüzden tarlalarından istenilen düzeyde ürün
alınabilmektedir. Hayvancılık işinde de fena değildirler. Malkarlılar, Çerek ırmağının
kıyısında yaşamaktadırlar. Malkarlılar beyler ve köylüler olmak üzere ikiye ayrılmışlardır.
Yaşadıkları vadi dar olsa da buradaki topraklar verimlidir. Bu yüzden tarlalarındaki ürün
iyi yetişmektedir. Yüksek dağ yaylaları da hayvancılık işi için elverişlidir. Karaçay-
Malkarlılar Müslümandırlar. Fakat Kabardey Çerkeslerinde olduğu gibi İslam dini
bunlarda da iyice yerleşmemiştir. [s. 37] Hıristiyanlığın izleri hala fark edilmektedir.
Çegem’deki kiliseyi at ahırı olarak kullanmaktadırlar. Bızıngı’daki kilisenin ise sadece
duvarları kalmıştır. Fakat yer yer Hıristiyan azizlerinin resimlerine tesadüf edilmektedir.
Bu kilisenin XII. yüzyılda inşa edildiği anlaşılmaktadır. Çünkü bu kilisenin mimari tarzı,
Svanetya’da XII. yüzyılda Gürcü Kraliçesi Tamar’ın yaptırdığı kiliselerle aynıdır. Birkaç
adet dışında bunların hayat tarzları, Kabardey Çerkeslerinin hayat tarzıyla aynıdır.
Dağlıların [Karaçay-Malkarlıların] dış görünüşleri de ovada yaşayanlarla [Kabardey
Çerkesleriyle] aynıdır. Bunları birbirinden ayırt etmek çok zordur. Tek bir fark vardır ki
bu da giydikleri ayakkabılarıdır. Dağlılar taşlı ve kayalı yerlerde yaşadıklarından
giydikleri ayakkabıların derisi kalındır. Kabardey Çerkesleri ise ovada yaşadıklarından
ve sürekli atla dolaştıklarından onların ayakkabılarının derisi incedir.”[139]

1835 yılında Kafkasya’da bulunan Rus subayı Feodor F. Tornau kısa bir şekilde
Karaçaylılardan şöyle bahsetmektedir:

“Karaçaylılar Koban ve Teberdi’nin yukarı tarafı ile Elbruz dağı eteklerinde yaşarlar.
Bunlar savaşçılıktan daha çok ticarete yatkın insanlardır. Nüfuslarının 8 bin kişi olduğu
tahmin edilmektedir. Karaçaylıların konuştuğu dil Orta Asya lehçesidir.”[140]

Alman doğa bilimcisi Dr. Moritz Wagner 1843 yılında Karaçaylılardan “Elbruz Tatarı”
adıyla bahsetmekte ve şöyle demektedir:

“Nogayların fiziksel görünüşü ile Çerkes nesli ve Elbruz Tatarları olan Karaçay
kavimlerinin güzelliği son derece çarpıcı bir tezat oluşturmaktadır”[141]

1848 yılında Karaçay’da bulunan Rus tarihçisi G. Tokarev Karaçay Türkleri hakkında
şöyle söylemektedir:

“G. Rubruck’un güvenilir ifadelerine göre bu topraklarda Komanlar [Kıpçaklar]


yaşamışlar. Onlar kendi beylerine ve zenginlerine piramit şeklinde sivri çatılı mezarlar.
Acaba buradaki mezarlar da onlardan mı kalmıştır? Yoksa başka kavimlerden mi? Bu
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

meselenin açıklığa kavuşturulması ne iyi olurdu. Koban ırmağının adı ise şüphesiz
Komanlardan kalmış olmalıdır. Pallas, Karaçaylıları bir Nogay kavmi diye yazmakla
yanılmış. Bunların yüz ve vücut yapıları Pallas’ın yazdıklarının tam tersini gösteriyor.
Ben bu bakımdan Klaproth’un söylediklerine tamamen katılıyorum. Klaproth, A.
Lamberti’nin söylediklerine dayanarak gerçekten çok güzel ifade ediyor: Karaçaylılar,
Kafkasya’nın en güzel milletlerinden biridir. Bunların yüz şekilleri Tatar, Moğol ve
Nogaylara hiç benzemiyor. Klaproth, Karaçay sözünü kara ırmak şeklinde açıklıyor.
Kara ırmakları olan dar vadilerde yaşayan Karaçaylılar Macar şehrinden, Çerkeslerin
Kabardey’e gelmelerinden az bir zaman önce gelmişlerdir. Bu hikaye ile benim daha
önce duyduğum başka bir hikayeyle de uyuşmaktadır. Kendi ağızlarından onların
Bashan vadisinden geldiklerine dair rivayetler dinledim. Bundan başka bu köyün nasıl
kurulduğu hakkında bir hikaye anlattılar. Bir avcı bir geyiği takip ederek buraya gelmiş.
Bu yerin güvenli bir yurt olacağına kanaat getirmiş. Sonra geldiği yere, Bashan vadisine
geri dönmüş ve hanımını yanına alarak tekrar buraya gelmiş. Daha sonra onların peşi
sıra akrabaları, dostları da gelmiş ve bir zaman sonra burası bir köy haline gelmiş.

Kart-Curt köyünde 80 avlu~hane var. Onlar bizim kaldığımız misafir evi gibi yüksek
olmayan küçük evlerdir. Hepsi de kalın kütüklerden yapılmıştır ve damları kavislidir.
Bazı evlerde ocaklar var. Bazılarının mısır bahçeleri de var. Tek tük meyve ağaçları da
gördüm. Bunların toprakları verimli görünmektedir. Fakat toprağın pek işlenmediği
anlaşılıyor. Bu köyde yaşayanların bir kısmı gösterişli elbiseler giyinerek ve silahlarıyla
birlikte dolaşırken diğer bir kısmı ise eski püskü elbiseler içerisindedirler. Bütün bunlar
köy halkının cahilliklerini ve henüz askeri-savaşçı toplumdan sıyrılamadıklarını
göstermektedir. Şüphesiz bu yabanilerin gümüş kınlı kamalarını bırakıp bu verimli
toprakları değerlendirecekleri günlerin gelmesi için daha çok zaman gerekmektedir.
Gösterişli elbiseler giyerek, altın-gümüş kamalar, tabancalar ve kılıçlarla dolaşan zengin
kişilerle ile açlık ve yoksulluk çeken, eski püskü elbiselerle dolaşan kişileri bir arada
görmek doğrusu bana oldukça acıklı geldi.”[142]

1834-1865 yılları arasında Peterburg şehrinde yayımlanan “Biblioteka dlya çteniya”


[Kütüphane İncelemeleri] adlı derginin 1849 yılının 97. sayısında G.D. imzasıyla
yayımlanan bir makalede Karaçaylılardan şöyle bahsedilmektedir:

“Karça-Yurt [Kart-curt] köyünde ilk evi Karça yapmış. Karaçaylılar Koban ırmağı
başındaki vadilerde yaşarlar. Karaçaylıların topraklarının sınırları doğuda Elbruz dağının
eteklerine, Balık ırmağı başı, Duvut ve Kihat [?] ırmaklarının ortalarına kadar uzanır.
Hurzuk’ta 150, Uçkulan’da 200 hane vardır. Karaçaylıların toplam nüfusu 2.000 kişidir.
Karaçaylıların dinî ve medenî davalarına Kadı Muhammet Hubiy bakmaktadır. Ufak
tefek davalarla ise köyün muhtarı Tarhan Duda [s. 38] ilgilenmektedir. Karaçaylılarda
davalara iki türlü hukuk sistemiyle bakılıyordu. Şeriat hükümlerine göre çözülecek
davalara Kadı Muhammet Hubiy bakıyordu. Fakat gerektiğinde şeriat hükümlerine göre
baktığı bir davada cezanın hafifletilmesi için geleneksel hukuk kurallarına göre hüküm
vermekteydi. Kimi zaman kanun ve düzeni çiğneyen davalıların birer kanlı düşmanlar
haline geldikleri de oluyordu.”[143]

1850’li yılların başlarında Kafkasya’da bulunan Çarlık Rusyası askeri görevlisi V.V.
Şevtsov bölgede yaptığı etnografya çalışmalarını bir makale şeklinde 1855 yılında
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

yayımlamıştır. V.V. Şevtsov bu makalesinde Karaçay-Malkar Türklerinden şöyle


bahsetmektedir:

“Karaçaylılar Elbruz dağının eteklerinde yüksek yerlerde yaşarlar. Nüfusları az olmakla


birlikte oldukça cesur ve yiğittirler. Hiçbir zaman düşmanlarına yenilmemişlerdir.
Karaçay halkı bir Moğol-Tatar kavmidir. Komşu kavimlerle yakın ilişkiler içerisinde
olmakla birlikte kendi dillerini saf ve temiz bir şekilde korumuşlardır. Diğer kavimlerin
dillerinden giren yabanı kelimelerin sayısı çok azdır. Karaçaylıların idaresini beş tane
bey yürütmektedir. Bu iş babadan oğula geçmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse
Karaçaylılar diğer Dağlı kavimlerin aksine temiz giyinirler. Evleri hayatları düzenli ve
temizdir. Tatlı dillidirler. Yeminlerine oldukça sadıktırlar. Müslümanlığın Sünnî koluna
mensupturlar. Karaçaylılarda yüksek derecede din adamları vardır. Fakat bunun dışında
daha düşük dereceli din adamları da yok değildir. Karaçay erkekleri orta boylu ve
yakışıklıdırlar. Beyaz tenlidirler. Genellikle parlak ve mavimsi gözlere sahiptirler.
Kadınları dikkat çekecek kadar güzeldirler.

Karaçaylıların yetiştirdiği atlar Kafkasya’nın en iyi cins atlarından sayılmaktadır. Bu atlar


bilhassa dağlık ve engebeli arazilerde rahatça yol alabildiklerinden çok değerlidirler. Bu
atlar kendi haline bırakıldıklarında dahi en çetin yollarda bile kolaylıkla
yürüyebilmektedirler. Başka bir cins atın adım atamayacağı bir yerde, yeter ki Karaçay
cinsi atın ayağının basacağı bir yer olsun, şüphesiz kolay bir şekilde yoluna devam
edecektir. Karaçay koyunlarının kalitesi de oldukça iyidir. Koyunların yünü kaşmir gibi
ince, yumuşak ve uzundur.

Karaçaylıların en yakın komşuları Orusbiylerdir. Bundan sonra Çegemliler, Malkarlılar,


Holamlılar ve Asların bir kabilesi olan Digorlar da Karaçaylıların komşusudurlar. Bunlar
eskiden Hıristiyan idiler. Ancak Hıristiyanlık inancı iyice yerleşmediğinden bunlar daha
sonra Müslüman olmuşlardır. Fakat Müslümanlığın şartlarını da gerektiği gibi yerine
getirmiyorlar. Bu kavimlerin evleri karlı dağların ortasında, yüksek yerlerdedir. Onlar
savaşçılıktan ziyade sakin ve huzurlu bir hayatı tercih eden bir kavimdir. Arazileri çok
taşlı olduğundan tara-sapan işine uygun değildir. Onların ekilebilir arazileri azdır. Mısır
ve arpa ekmek için oldukça büyük emek sarf ederek araziyi uygun hale getirmektedirler.

Kim en çok metal ve bakır eşyaya sahip ise o kişi yörenin en zengini olarak kabul
edilmektedir. Burada yaşlılara gösterilen saygı ve hürmet başka hiçbir millette yoktur.
Ayran ve boza içmeyi çok severler. Onlar için içeceklerin ayrı bir önemi vardır.
Dağıstanlılardan bütün Kafkasya’ya yayılan tek kişilik [Lezginka] dansını bunlar sanki
havada uçarak oynarlar. Müzik aletleri üç telli saz, kaval, davul ve on iki telli arptır. Bu
sonuncusu şüphesiz Greklerden gelmiştir.”[144]

1852 yılından itibaren Kafkasya Genel Valiliğinde uzun yıllar görev yapan Fransız asıllı
Adolf Petroviç Berje bütün Kafkasya’yı dolaşmıştır. 1858 yılında Tiflis’te yayımlanan
“Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri” adlı eserinde Karaçay-Malkar Türklerinden
şöyle bahsedilmektedir:
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Karaçaylılar Kafkas dağlarının kuzeydoğu eğiminde, Koban ve Teberdi ırmaklarını


yukarı kısımlarında ve Elbruz dağı eteklerinde yaşarlar. Karaçaylılar önceleri Büyük
Kabardey prenslerinin hakimiyetinde iken şimdi bizim tabiliğimizi kabul etmişlerdir.
Karaçaylılar bize oldukça sadıktırlar. Kabardey’den Koban’a giden bütün geçit ve yolları
korurlar. Karaçaylılar yoğun olarak Kart-curt, Hurzuk ve Uçkulan adlı köylerde yaşarlar.
Bir kısmı da Elbruz dağı eteğinden doğan ırmakların yukarı kısımlarındaki mağaralarda
yaşarlar. Karaçaylılar genellikle hayvancılık işiyle uğraşırlar.

Orusbiyler [Malkarlılar] Bashan ırmağının yukarı kısımlarında yaşarlar. Orusbiyler tek bir
topluluktur. Malkar veya Balkarlar, Çegem ve Çerek ırmaklarının yukarı kısımlarında
yaşarlar. Malkarlılar dört kısma ayrılır: 1. Malkar~Balkar, 2. Çegem, 3. Holam, 4.
Bızıngı. Bunlarda önceden Kabardeylerin hakimiyetindeydiler. Şimdi bize
bağlanmışlardır. Balkarların bu dört topluluğu ile Orusbiylerin köy meclisleri aracılığıyla
onları yöneten yaşlı liderleri vardır. Ekonomileri en başta hayvancılığa ve meyveciliğe
dayanır.”[145]

1870’li yıllarda Batalpaşinski [bugünkü Çerkessk] [s. 39] şehrinde görev yapan Rus
idarecisi Gregoriy Stepanoviç Petrov işleri nedeniyle defalarca Karaçay’da bulunmuştur.
G.S. Petrov’un 1879 ve 1880 yıllarında yayımlanan iki makalesinde Karaçaylılar
hakkında oldukça geniş ve ayrıntılı bilgiler verilmektedir:

“Durmaksızın mücadele halinde olmaları sebebiyle Karaçaylılar çetin tabiat ve coğrafi


şartlara karşı dayanıklılık kazanmışlardır. Beklentileri de pek fazla değildir. Her bir parça
araziyi kol gücü ve büyük zahmetle kullanılabilir hale getirmişlerdir. Bu yüzden
Karaçaylılar kendi yurtlarına derin bir sevgiyle bağlıdırlar.

Karaçaylılar Kafkasya’ya gelmeden önce Kırım dolaylarında yaşıyorlarmış. Buradan


Arhız vadisine gelmişler. Fakat burada Abazeh ve Abazaların baskısına maruz kaldıkları
için Cögetey ırmağı civarına göçmüşler. Karaçaylılar burayı beğenmemişler ve nihayet
Bashan ırmağının yukarı kısımlarına gitmişler. Anlatılar hikayelere göre Bashan
vadisinde yaşadıkları sırada Karaçaylıların başında Karça adında bir liderleri varmış.
Karça’nın halkının nüfusu oldukça azmış. Kabardey beyi Kaziy Atajukin bir tesadüf eseri
ırmakta akan yontulmuş ağaç parçalarını görüp Karaçaylıların yaşadığı yeri bulmuş.
Bundan sonra da iki kavim arasında birtakım anlaşmazlıklar ve savaşlar başlamış. Sabrı
tükenince Karça dağların arkasındaki Svanların ülkesine gitmiş. Buradan da defalarca
Kabardey ülkesine akınlar yapmış ve böylece Kabardey prensinden intikamını almış.
Bunu müteakip Karça ve halkı Koban vadisine göçmüş. Karça ilk önce Kart-curt köyüne
gelmiş. Kimileri bu olayların 400 yıl önce ve kimileri de 250 yıl önce gerçekleştiğini
söylemektedir. Karça halkıyla birlikte Koban vadisine yerleştikten sonra çok geçmeden
ölmüş. Karça’nın ölümünden sonra Karaçaylıların başına Karça’nın damadı Kırımşavhal
geçmiş. Kırımşavhal, Karaçaylılar Bashan vadisinde yaşadıkları sırada Kırım
taraflarından gelip Karaçaylılara katılmış.

Karaçaylıların nüfusu artamaya başladığı sıralarda veba salgını ortaya çıkmış. Bu


yüzden Karaçaylıların önemli bir kısmı hayatını kaybetmiş. Daha sonra aradan epey bir
zaman geçtikten sonra Karaçaylıların nüfusu tekrar artmış. Bunun dışında komşu
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

halklardan Karaçaylılara sığınmak için gelip yerleşen kişiler de olmuş. Karaçaylılar


toplama bir millettir. Komşuları Nogaylar, Abazalar ve Kabardeylerdeki gibi birbirine
benzemeyip, Karaçaylılarda oldukça farklı yüz biçimlerine sahip olan insanların
sayısının fazla olması bunu göstermektedir. Karaçaylılar sahip oldukları kendilerine has
birtakım özelliklerle tanınmaktadır. Karaçaylıların Gürcü-Megrellere, Tatarlara ve
Abhazlara benzeyen tarafları vardır. Karaçaylıların içinde güzel ve yakışıklı insanlar çok
fazla değildir. Karaçaylılar genellikle esmer, orta boylu, iri ve sağlam yapılı, geniş
omuzlu insanlardır. Bütün dağlı kavimlerde olduğu üzere açık ve hayat dolu gözleri
vardır. Giydikleri elbiseler Asya kıyafetlerine benzemektedir. Bütün hayatlarını at
üzerinde geçirseler de yağmacılık işiyle uğraşmazlar. Dayanıklılık bakımından bütün
Kafkasyalılarla yarışabilecek düzeydedirler. Karaçaylılar atla veya yaya olarak dağlarda
yürümekte herkesi imrendirecek kadar çok ustadırlar.

Karaçaylıların kendilerine has bir dili vardır. Karaçaylıların dili Nogay, Tatar ve
Azerbaycan diline benzer. Kelime hazinesi zayıftır fakat cinaslı sözler çoktur.
Karaçaylılar güzel konuşmasını bilen kişilere çok değer verirler. Karaçaylılarda güzel
konuşmasını bilen kişilerin sayısı az değildir. Karaçaylılar konuşmayı çok sever. Bu
onların kanında vardır. Yeni şeyler dinlemeye ve anlatmaya pek heveslidirler. Bu
yüzden onlar birisiyle karşılaştığı zaman ilk olarak Ne haber? der. Karaçaylılar söz ve
güftesiyle birlikte destan ve halk şarkısı bestelemekte bütün bu bölgede meşhurdurlar.

Karaçaylıların aile yapısı sağlamdır. Evlerine ve ailelerine son derece bağlıdırlar. Koca,
karı ve çocuklar işleri paylaşarak çalışırlar. Yani çalışma hayatında iş bölümü vardır.
Tarla ve hayvancılık işlerinde tek bir insan bile boş kalmaz. Kimisi tarlaya gübre atar,
kimisi tarla sürerken öküzün başını tutar, kimisi tarlayı temizler. Erkekler hayvanları
otlatıp çiftliğe getirirken kadınlar ve çocuklar da orada ufak tefek işleri görürler. Tarla
sürme ve arpa biçme işini erkeler ve kadınlar birlikte yaparlar. Bu arada çocuklar da boş
durmaz ekin destlerini taşırlar, öküz sürerler, başak tanelerini toplarlar, başaktan
tanelerin ayrılmasına yardım ederler.

Karaçaylılarda yaşlıların hatırı büyüktür. Küçükler büyüklerin yanında oturmazlar ve


büyükler konuşken onların sözüne karışmazlar. Ayrıca küçükler büyüklerle birlikte
yemek yemezler. Diğer dağlı kavimlerde olduğu gibi Karaçaylıların adetlerine göre de ev
hayatında belli bir düzen ve kurallar vardır. Koca ve karı yan yana oturmazlar ve bir
arada bulunmamaya çalışırlar. Zenginler misafirler için ayrı bir ev tahsis etmişlerdir. Bu
misafir evine kadın ve çocuk dahil hiç kimse girip çıkamaz. Baba çocuğunu başkalarının
yanında [s. 40] okşayıp sevemez ve şımartamaz. Çocuklar sevgiyi annelerinden
görürler. Babanın görevi ailesinin geçimini sağlamaktır. Anne ise ev işleriyle uğraşır,
çocuklarına bakar, elinden geldiğince kocasına tarla işlerinde yardımcı olur. Hayvancılık
işiyle uğraşmak üzere erkekler genellikle köyden uzak çiftliklerde uzun zaman kalırlar.
Bu durumda kimi zaman kadınlar göz yaşı döker. Bu da onların kocalarını özlediklerinin
işaretidir.

Karaçaylılardan biri yolda giderken tanıdık birisiyle karşılaşıp onunla lafladıktan sonra
adam geri dönebilirsin diyene kadar ona eşlik etmek zorundadır. Yaşça küçük olanlar
kendisinden büyük olanların atlarını getirmek ve atın yularını tutup onların ata
binmelerine yardımcı olmakla yükümlüdürler. Karaçaylılarda yaşça küçük olan kişi
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kendisinden büyük olanın daima solundan yürür. Orta Asya kültürüne bağlı olarak
Karaçaylı kadınlar hatta daha ziyade genç kızlar toplum içinde oldukça serbest ve
rahattırlar. Düğün ve şenliklerde genç kızlar ile evli kadınlar ayrı otururlar.

Karaçaylıların olağanüstü derecedeki misafirperverlikleri onlara misafir gelen bütün


yolcuları ve devlet görevlilerini hayrete düşürmektedir. Karaçaylılarda misafir kim olursa
olsun büyük saygı ve hürmet görür. Misafir en değerli kişidir. Misafir adeta bir şeyh
gibidir. Ona kimse dokunamaz ve bir zarar veremez. Evsahibi misafirinin sürekli
çevresinde bulunup onun her istediğini yerine getirir. Hatta bu misafir ile evsahibi
arasında daha önceden bir tatsızlık olmuş olsa bile ev sahibi misafirine sonuna kadar
misafirperverliğini göstermek ve bunun gereklerini yapmak zorundadır. Evsahibi
misafirine en güzel yemekleri en güzel tabaklarla ikram eder ve en rahat ve en gösterişli
yatağı verir. Misafire yemek sunulduğu zaman evin büyüğü veya mahalledeki hatırı
sayılan yaşlılardan birkaçı misafire sofrada eşlik eder. Evsahibi misafirle birlikte sofraya
oturmayıp misafire hizmet eder. Bu arada misafire söz yarenliği de eder. Misafirin
sofrasından arta kalanlar küçüklere verilir.

Toprakların verimsiz oluşundan dolayı her yıl tarlalara gübre atmak zorundadırlar.
Karaçaylılar hayvanlarını genellikle köyün dışında yaylalarda beslemektedirler.
Tarlaların tohum atma döneminde bir araba gübrenin değeri 4 ruble kadardır. Halbuki
bu dönemde bir koyunun değeri 3 rubledir. Yazın önce tarlaları sonra çayırları sularlar.
Sulama işi sırası için toprak sahipleri arasında kura çekilir. Karaçay’da yalnız arpa
ekilebilmektedir. Hasat edilen ürün de ancak bir aileye yetecek kadardır. Tarlaya ekilen
ürünün ancak üç katı elde edilebilmektedir. Karaçaylılar son zamanlarda patatesle
tanışmışlardır. Büyük bir hevesle patates işiyle uğraşmaktadırlar. Fakat iki-üç yıl içinde
ektikleri patatesin tohumu zayıfladığından patatesler küçük yetişmektedir. Bunun için
patateslerin tohumunu yenilemek veya geliştirmek gerekmektedir. Toprak kıtlığı
Karaçaylıların en büyük derdidir. Karaçaylılarda; taş bizim babamız, Koban ırmağı
annemiz, bizi yaşatan ise hayvanlarımızdır şeklinde bir söz vardır. Tarla işinde çalışkan
ve mücadeleci olsalar da bu sözden de anlaşılacağı üzere Karaçaylıların baş geçim
kaynağı hayvancılıktır.

Baş geçim kaynakları hayvancılık olduğu için Karaçaylıların bütün aklı hayvanlarında ve
köy dışındaki çiftliklerinde olmuştur. Köyün içerisinde birkaç inek, bir at, bir eşek ve iki
öküz besleyen pek fazla aile yoktur. Bu sebeple dışarıdan bakan bir kimse
Karaçaylıların çok fakir bir şekilde yaşadıklarını düşünebilir. Halbuki Karaçaylıların
bütün zenginliği olan hayvanları köy dışındaki çiftliklerdedir. Karaçaylıların çiftlikleri
Kafkas dağları eteği ile batıda Urup ırmağından başlayıp doğuda Elbruz dağı eteklerine
kadar bir saha içerisinde yer almaktadır. Karaçaylıların hayvancılık işinin en zor tarafı
hayvanları sürekli oradan oraya götürmektir. Karaçaylılar hayvanlarını yazın dağ
eteklerine, ilkbahar ve sonbaharda yaprak açmış ormanlıklar civarında, kışın ise ılık
vadilerin içlerine, düzlük yerlere, önceden hazırlanmış kuru otların bulunduğu kışlaklara
götürmektedirler. Kışlaklar genellikle Terek ve Koban eyaletlerinde devlete ait arazilerde
ve Eltarkaç mevkiinde kurulmuştur. Karaçaylılar böyle kışlakları sırayla
kullanmaktadırlar.

Karaçaylıların hayatı işte böyledir. Bu hayatı benimsemiş ve kabullenmişlerdir. Dağlar,


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ormanlar ve çiftlikler. İşte bunlardır Karaçaylıların hayatı. Karaçaylılar dağlarından


ayrıldıkları zaman hüzünleniyorlar. Solmuş çiçeklere benziyorlar ve hastalanıyorlar. Düz
yerler Karaçaylılara çirkin görünüyor. Karaçaylıların anlayışına göre dağsız ve ormansız
bir yerde yaşamaktan daha kötü bir kader olamaz. Karaçaylıların doğdukları yurtlarına
duydukları sevgi asla bitmez ve azalmaz. Komşu bölgelerde, Pyatigorsk, Georgiyevsk,
Sohum ve diğer şehirlerde yaşayan genç kuşak Karaçaylılar atalarının adet ve
geleneklerine asla karşı gelmezler. Onlar bu gelenek ve adetleri bozmaya
korkarlar.”[146]

[s. 41] 1886 yılında Elbruz dağına tırmanmak için Kafkasya’da bulunan S. Davidoviç,
Bashan bölgesinde yaşayan Malkarlı Orusbiy klanı hakkında şunları söylemektedir:

“Dağlı Kabardeyler [Malkarlılar] dilleri ve adetleriyle ovada yaşayan Kabardeylerden


farklıdırlar. Bu halkın temiz kalpliliği, derin zekası, sülalelerinin dağılmasına karşı
koyuşları birçok yere örnek olacak derecededir. Bunlarda ataerkil hayat düzeni devam
etmektedir. Burada 294 hane vardır. Toplam nüfusu 2.200 kişidir. Bu büyük köyün
içinde içki içilmez. Köyde işsiz güçsüz, başı boş gezen kimselere rastlanmaktadır.
Aileler arasında başlık parası adeti sıkı bir şekilde devam ettirilmektedir. Bunun sebebi
ise erkek ile kadın ayrıldıklarında, kadının kendi başına hayatını idame ettirmesine
imkan sağlamaktır. Bu tabiatın oğulları ne kadar da sağlıklı güzel bir millettir.”[147]

1890’lı yıllarda Karaçay’daki kömür işletmelerinde görev yapan N.A. Ştoff’un notlarında
Karaçaylılar hakkında şöyle denilmektedir:

“XVII. yüzyıl başındaki savaşa kadar Karaçaylılar derin dağ vadilerinde pagan olarak
yaşamışlardır. Kırım Hanı Kafkasya’da İslam dinini yaymak amacıyla iki bölük asker
göndermiş. İncik~Zelençuk ırmağı kıyısında bulunan Adige [Çerkes] köylerini İslam
dinine sokmuşlar. Kırım Hanı’nın askeri Koban ırmağı başına geldiklerinde ise burada
şimdiye kadar hiç kimseye boyun eğmeyen Karaçaylılarla karşılaşmışlar. Karaçaylılar
yurtlarını ve özgürlüklerini korumak için Marca adındaki kutsal ilahlarından güç alarak
Kırım Hanı’nın askerlerine karşı koymuşlar. Kırım Hanı’nın askerleri ne kadar uğraşsalar
da asker gücüyle bile burada İslam dinini kabul ettirme konusuna başarılı olamamış ve
çaresiz geri dönmüşlerdir. Fakat bu savaştan sonra Karaçaylıların gücü de epeyce
azalmış. İslam dini Karaçaylılara ancak XVII. yüzyılın sonlarında girmiş.[148]

Arthur Byhan 1936 yılında Paris’te yayımlanan “Kafkasya Toplumları” adlı eserinde
Karaçaylılardan şöyle bahsetmektedir:

“Karaçaylılar beyaz tenleri ve düzgün hatlarıyla tanınmaktadırlar. Gerçekten de


Karaçaylıların yüzünde Moğolların çirkin hatları yoktur. Daha çok Güney Kafkasyalılara
benzemektedirler. Saçları ve gözleri siyahtır. Erkeklerin çoğu sakallıdır. Karaçaylıların
baş geçim kaynağı küçükbaş hayvancılıktır. Kışın hayvanlarını otlatmak için Kabardey
Çerkeslerinin meralarına giderler. Yazın ise yüksek dağlardaki yaylalara giderler.
Karaçaylılar şal, halı, kilim, yamçı, başlık, eyer ve çizme gibi şeyleri kendileri imal
ederler. Hepsi birer iyi avcıdır. Genellikle ayı, kurt, tilki, dağ aslanı ve dağ keçisi avlarlar.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Temel yiyecekleri süt, peynir, yağ, koyun ve at etidir. Baharatlı yemekleri severler.
Karaçaylılar, Çerkesler gibi üç sosyal tabakaya ayrılmıştır: beyler, soylular ve köylüler.
Bunun dışında mollalar ve köleler vardır. Karaçaylı kadınlar cenazelerde dövünerek
çığlıklar atarlar. Erkekler ise birbirlerinin alınlarına silahla vururlar. Kulak memelerini
küçük bıçaklarla delerler. Mezarlıkları taş duvarlarla çevrilidir. Teberdi bölgesindeki
mezarların üzerinde piramit veya daire biçiminde kalın taşlar vardır. İslam dini
Karaçaylılar arasında 1782 yılından sonra yayılmaya başlamıştır. Karaçaylılar
Müslüman olmalarına rağmen birtakım doğa üstü güçlere inanırlar. Karaçaylıların
dağların yükseklerine yaşayan tanrıları vardır. Eliya adlı tanrı bunların başında gelir.
Karaçaylılar Eliya’nın şerefine kurbanlar keserler, dans ederler, törenler düzenlerler.
Başka Kafkas halklarında olduğu gibi Karaçaylıların da birtakım kutsal ağaçları ve kutsal
ırmakları vardır.”[149]

V. Osmanlı ve Çarlık Rusyası Döneminde Karaçay-Malkar Türkleri

Kafkasya halklarının idaresi 1502 yılında Altın Orda Devleti tamamen ortadan kalktıktan
sonra Kırım Hanlığına geçmiş, 1475 yılında Kırım Hanlığının Osmanlılara
bağlanmasıyla birlikte aynı şekilde Kırım Hanlığı idaresinde olan Kafkasya bölgesi de
Osmanlıların hakimiyetine geçmiştir. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşları neticesinde
imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla Kırım Hanlığı tamamen Osmanlıların elinden
çıkmıştır. Çarlık Rusyası çok geçmeden Kırım’daki hanlık mücadelelerini fırsat bilerek
Şahin Gerey’i Kırım Hanlığının başına getirmiştir. Fakat Şahin Gerey’e ülke çapında
tepkiler ve protestolar doğunca Çarlık Rusyası da Kırım Hanlığını 1783 yılında ilhak
etmiştir.[150] Bu tarihten sonra Osmanlılar ile Ruslar arasında Koban ırmağı sınır olarak
çizilmiştir. Buna göre Koban ırmağının sağ tarafında bulunan Karaçay Türklerinin yarısı
ile Malkar Türkleri tamamı Çarlık Rusyası topraklarına, Koban ırmağının sol tarafında
bulunan Karaçay Türkleri diğer bir yarısı ise Osmanlı topraklarına dahil olmuştur.[151]

1787 yılında Osmanlı-Rus savaşları tekrar başlamış ve Rus orduları ilk kez Koban
ırmağının sol tarafına geçmişlerdir. Bunun üzerine Osmanlı Padişahı III. Selim
tarafından Anapa seraskerliğine ve Kafkasya’daki Osmanlı orduları komutanlığına [s.
42] tayin edilen Battal Hüseyin Paşa emrindeki 30 bin kişilik Osmanlı ordusuyla
Anapa’dan hareketle Koban ırmağını geçtikten sonra Kabardey bölgesine gelmiştir.
Battal Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusuna Kafkas halklarından da yoğun
bir katılım olmuş ve böylece Battal Hüseyin Paşa’nın ordusu askeri bakımdan büyük bir
kuvvet haline gelmiştir. Osmanlı ve Rus ordusu 27 Eylül 1790 tarihinde Tohtamış ırmağı
civarında karşılaşmış ve Battal Hüseyin Paşa’nın komutasındaki Osmanlı ordusu bu
savaştan mağlup çıkmıştır. Savaşın kaybedilmesindeki en büyük sebeplerden biri de
Osmanlı ordusu saflarında bulunan Çerkes kuvvetleri komutanları ile Osmanlı subayları
arasındaki savaşın gidişatıyla ilgili ihtilaflardır. Savaşın başlamasından hemen önce
Osmanlı Padişahı III. Selim tarafından gönderilen Mahmut adlı bir mübaşirin cebinde
Ruslara karşı savaşın kaybedilmesi durumunda kendi idam fermanının olduğunu bilen
Battal Hüseyin Paşa yanındaki birkaç adamıyla birlikte kaçarak Rus ordusuna sığınmış
ve kılıcını teslim etmiştir. Daha sonra Ruslar savaşın cereyan ettiği yerde kurdukları
küçük bir kasabanın adına Battal Hüseyin Paşa’nın adına izafeten Batalpaşinski adını
vermişlerdir. Bu kasaba bugünkü Karaçay-Çerkes Ö.C.nin başkenti olan Çerkessk
şehridir. Bundan sonra Osmanlı kuvvetleri Anapa’ya çekilmek zorunda kaldılar. Fakat
bunu müteakiben Rus orduları 1791 yılında on beş gün boyunca kuşatma altına aldıkları
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Anapa kalesini düşürmeyi başarmışlardır. 10 Ocak 1792 tarihinde imzalanan Yaş


anlaşmasına göre Rusların Kafkasya bölgesinden yeni bir toprak kazanımı olmamıştır.
Fakat bu anlaşmayla Osmanlılar Kırım ve Taman’ın Rusya’ya ait olduğunu ve 1783
anlaşmasındaki Koban ırmağının Osmanlı-Rus sınırı teşkil ettiği şeklindeki maddeyi bir
kere daha tasdik etmişlerdir. Ruslar bundan sonra Koban ırmağının sağ tarafına
çekilerek bu sahada hızla ve planlı bir şekilde müstahkem mevkiler kurmuşlar ve Buğ
ırmağı civarından getirdikleri Rus Kazaklarını iskan etmişlerdir.[152]

Buna rağmen Karaçay-Malkar Türkleri, Rusya’yı destekleyen Kabardey Çerkes


beylerinin oluşturduğu Baksan grubunda yer almayıp, Osmanlı ve Kırım’ı destekleyen
Kaşha Tav grubunda yer almışlar ve 1804 yılında bütün Kafkasyalılar ile Ruslar
arasında cereyan eden Çegem meydan savaşında en ön saflarda savaşmışlardır. Daha
sonra 1806-1812 Osmanlı-Rus savaşından sonra imzalanan Belgrad anlaşmasına göre
Osmanlı-Rus sınırları yeniden çizilmiştir. Buna göre Koban ırmağının sol tarafında kalan
Karaçay Türklerinin diğer yarısı da Rusların hakimiyet alanına girmiştir. Bunu
müteakiben Çarlık Rusyası 1822 yılında Karaçay Türklerinin Rusya tabiyetinde
olduğunu ilan etmiştir. Rusya’nın bu kararı üzerine Karaçay Türkleri isyan etmişler ve bir
heyet göndererek Osmanlıların Anapa muhafızı Hasan Paşa’dan yardım istemişlerdir.
Hasan Paşa da Karaçay heyetini kabul etmiş, Osmanlılara sadık kalacaklarına dair
ahidnâme veren heyet başkanı İslam Kırımşavhal’ı Karaçay valisi tayin etmiş ve ayrıca
Karaçay Türklerine yardım edeceğine dair söz vermiştir. Fakat Kafkasya Rus orduları
komutanı General Emanuel’in Karaçay topraklarını tehdit etmeye başlaması üzerine
Karaçay Türkleri söz aldıkları Hasan Paşa’dan 1826 yılında yardım istemişlerse de
hiçbir zaman ondan yardım alamamışlardır.[153]

Karaçay ülkesi Kafkasya’nın orta kısımlarında ve yüksek dağların arasındaki derin


vadilerde kurulu olduğundan, Ruslara karşı vur-kaç taktiğiyle savaşan diğer
Kafkasyalılar için adeta bir kale ve sığınak vazifesini görmekteydi. Ayrıca Kabardey
Çerkesleri ile Abaza ve diğer Çerkes kabilelerini birbirine bağlayan yolların hepsi
Karaçay’dan geçmekteydi. Karaçay ülkesinin stratejik önemini çoktan kavramış olan
Çarlık Rusyası bir an önce Karaçay’ın kendi hakimiyetine geçmesini istiyordu. 17 Ekim
1828 tarihinde üç ayrı koldan Karaçay ülkesine doğru hareket eden General Emanuel
komutasındaki Rus orduları, Karaçay beylerinden Duda oğlu Tengizbiy ve Kabardey
beylerinden Atajuk oğlu Atajuk’un rehberliğiyle gizli dağ yollarından geçerek Hasavka
mevkiine geldiler. Halbuki Karaçaylılar bundan habersiz bir şekilde Rus ordularının
Aman-Nıhıt tarafından geleceklerini zannederek burada konuşlanmışlardı. 20 Ekim
1828 tarihinde sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Rus topları Hasavka geçidini dövmeye
başladılar. Neye uğradıklarını şaşıran Karaçaylılar az sayıdaki askerleriyle Hasavka
geçidini korumak üzere Ruslara karşı direnişe geçmişlerse de on iki saat kadar süren
savaştan Rus ordusu galip çıkmıştır. Karaçay liderleri bir gün boyunca istişare ettikten
sonra 22 Ekim 1828 tarihinde General Emanuel’e teslim olduklarını ve Çarlık
Rusyası’nın himayesini kabul ettiklerini yazılı bir şekilde bildirmişlerdir. Malkar Tükleri
ise bir yıl önce 1827 yılında silahlarını bırakmış ve kendi istekleriyle Çarlık Rusyası [s.
43] himayesine girmişlerdi. Böylece bu tarihten sonra Karaçay-Malkar Türkleri resmen
Çarlık Rusyası hakimiyetine geçmiş ve Çarlık Rusyası tebası sayılmıştır.[154] Karaçay
Türkleri 1835-1853 yılları arasında Çarlık Rusyası yönetimine karşı birkaç isyan
teşebbüsünde bulunmuş ise de bu isyanlar sonuçsuz kalmıştır. Fakat 1854 yılında Kadı
Muhammet Hubiy’in önderliğinde başlatılan büyük isyan başarılı bir şekilde
sonuçlanmak üzere iken Çarlık Rusyası tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Çarlık Rusyası 1861 yılında Kafkasya’yı eyaletlere ayırarak yeni bir idari sistem
kurmuştur. Buna göre Karaçay Türkleri Kuban Eyaleti’ne, Malkar Tükleri de Terek
eyaletine bağlanmıştır. Böylece Karaçay-Malkar Türkleri Rus hakimiyeti sırasında ilk
defa ikiye ayrılmış oldular. Karaçay Türklerinin içerisinde yer aldığı Kuban Eyaleti ise
Elbruz, Zelençuk, Urup, Laba ve Psekups şeklinde beş askeri bölgeye taksim edilmiştir.
Karaçay bölgesi ve Çerkeslerin yaşadığı Humara ile Abazaların yaşadığı Gum-Lov
bölgeleri Elbruz askeri bölgesine bağlandılar. 1865 yılında Elbruz askeri bölgesinin
başına General Nikolay Grigoroviç Petruseviç getirilmiş ve dolayısıyla da Karaçay
Türklerinin başına ilk defa bir Rus valisi atanmıştır. General N.G. Petruseviç ilk olarak
Karaçay Türkçesini öğrenmiş ve halkla sıcak ilişkiler kurarak kendisini Karaçaylılara çok
sevdirmiştir. N.G. Petruseviç zamanında Karaçay’da her alanda büyük bir gelişme
yaşanmıştır. N.G. Petruseviç yeni Karaçay köyleri kurmuş, Rus hükümetinden
Karaçaylılar için yeni topraklar almış, Karaçay köyleri arasında ulaşımı kolaylaştırmak
için yeni yollar yaptırmıştır. Getirdiği daha birçok yenilikleriyle gerçekten de N.G.
Petruseviç’in Karaçay Türklerine çok büyük hizmetleri olmuştur. N.G. Petruseviç’in
Karaçay’daki görevi 1876 yılında sona ermiş ve Türkmenistan’a tayin olmuştur. N.G.
Petruseviç Türkmenistan’ın Gök-Tepe mevkiinde cereyan eden bir savaşta hayatını
kaybetmiştir. N.G. Petruseviç’in ölümü ancak 1881 yılında Karaçay’da duyulmuş ve halk
buna gerçekten de çok üzülmüştür. Daha sonra bir Karaçay heyeti Türkmenistan’a
giderek N.G. Petruseviç’in cenazesini alıp Karaçay’a getirmişler ve Batalpaşinski
[Çerkessk] şehrine gömmüşlerdir.[155]

VI. Sovyet Döneminde Karaçay-Malkar Türkleri

1877-1878 yıllarında cereyan eden Osmanlı-Rus savaşının başlamasından kısa bir süre
sonra Kafkasya’da bir isyan hareketi başlamış ancak Osmanlının savaşı kaybetmesi
üzerine Ruslar Kafkasya’daki isyanı kanlı bir şekilde bastırmışlardır. Fakat, Ruslar da
dahil Çarlık yönetiminden hiç kimse memnun değildi. Bu yüzden 1905 Rus-Japon
savaşından sonra bağımsızlık amacıyla millî ve sosyal hareketler meydana gelmiştir. Bu
hareket genel olarak bağımsızlık isteklerinin ve sosyalist hareketin habercisi niteliğini
taşımaktaydı.

1917 yılında başlayan Bolşevik ihtilaliyle birlikte bütün Kafkasyalılar kurtuluş ümidiyle
harekete geçmiş ve 3 Mayıs 1917 tarihinde Terek-Kala [Viladikafkaz] şehrinde I. Kafkas
Halk Kurultayı toplanmıştır. Kurultayda Kuzey Kafkasya’nın geçici Milli Hükümeti
özelliğini taşıyan “Birleşik Kuzey Kafkasya ve Dağıstan Dağlıları Birliği Merkez Komitesi”
adı verilen yüksek icra organı seçilmiştir. 18 Eylül 1917 tarihinde Andi kasabasında
“Kuzey Kafkasya Milli Müessesan Meclisi” adıyla ikinci bir kurultay toplanmış ve bu
kurultay büyük ilgi görmüştür. Toplantıya Dağıstan, Kumuk, Salatay, Terek Vilayeti,
Çeçen-İnguş, Asetin, Kabardey, Karaçay-Malkar, Adige, Abhaz, Şetkale [Stavropol]
bölgeleri delege göndermişlerdir. Kafkasyalılar siyasi birlik kurmak için çalışırlarken 7
Ekim 1917 tarihinde Bolşevikler iktidarı ele geçirmiş ve iç savaş başlamıştı. Bolşevikler
uzun süreden beri çalışıyor ve ihtilali nasıl gerçekleştireceklerini planlıyorlardı. Çarlık
taraftarlarının oluşturacağı cepheyi bölüp parçalamak için, Rus olmayan milletlerin nasıl
kullanılacağı konusunda hesaplar yapmışlardı. Bu maksatla, yoğun bir propaganda
başlattılar. Ancak, yüzyıllardır Rusların yalanlarına tanık olan Kafkasyalılar Bolşeviklerin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

sözlerinin aslında bir tuzak olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden Kuzey Kafkasya Merkez
Komitesi 20 Kasım 1917 tarihinde Rusya’dan ayrıldığını ve bağımsız bir devlet
olduğunu ilan etti. Osmanlı hükümeti ileride Rusya ile Osmanlı arasında duvar ve engel
görevini üstlenecek, bir Kuzey Kafkasya Devleti’nin kurulmasına sıcak bakıyordu. Bu
nedenle Şimali Kafkasya Cemiyeti Siyasiyesi kurulmuştu. Hükümetten maddi yardım
alıyor ve onun güdümünde çalışıyordu. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti heyeti İstanbul'a
geldiğinde, cemiyet üyeleri hükümetle yapılacak görüşmelerde aracı oldular. Osmanlı
hükümeti ile yapılan görüşmelerden sonra Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin bağımsız bir
devlet olduğu kabul edildi. 11 Mayıs 1918 tarihinde Kuzey Kafkasya'nın bağımsız bir
devlet olduğu bir nota ile bütün batılı devletlere duyuruldu. Karaçay-Malkar Türkleri de
bu cumhuriyet içerisinde yer almışlardır. Fakat bu [s. 44] cumhuriyetin ömrü kısa
sürmüş ve 1921 yılında sona ermiştir.

Karaçaylı General Mirzakul Kırımşavhal komutasındaki Karaçay askeri birlikleri


Bolşeviklere karşı büyük bir direnişe geçmişlerdi. Beş ay sonunda Karaçaylıların
direnişini kıramayan Bolşevikler bu direnişin bütün Kafkasya’ya yayılabileceği
endişesiyle Karaçaylılara daha geniş bir özerklik vaadinde bulunmuşlardır. Bunun
üzerine Karaçaylılar da Bolşeviklerle anlaşma yapacaklarını bildirdiler. Fakat Şubat
1922’de Ruslar en seçkin askeri birlikleriyle Karaçaylıların üzerine saldırdılar. Bu
saldırıyı beklemeyen Karaçay Türkleri Rus işgaline karşı ancak üç ay dayanabildiler. Bu
süre zarfında Karaçay’ın ileri gelen aydınları ve subaylarının hepsi kurşuna dizilerek
öldürülmüştür.[156]

Karaçay-Malkar Türkleri ilk önce Sovyetler Birliği bünyesinde 1921 yılında kurulan
Sosyalist Dağlı Halklar Sosyalist Cumhuriyeti içerisinde yer almışlardır. Daha sonra
Sovyet hükümeti kararıyla 12 Ocak 1922 tarihinde Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi, 16
Ocak 1922 tarihinde Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti kurulmuştur. Karaçay-Çerkes
Özerk Bölgesi 1924 yılında Karaçay Özerk Bölgesi ve Çerkes Özerk Bölgesi şeklinde
ikiye ayrılmıştır. 1921-1928 yılları arasında Sovyetler Birliğinde uygulanan Yeni
Ekonomik Politika [NEP] dönemi gereği Karaçay ve Malkar’da nispeten olumlu
gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde Karaçay-Malkar Türkleri ekonomi ve kültürel
hayatta birtakım kalkınma ve gelişme imkanları elde etmişlerdir. Fakat Karaçay Özerk
Bölgesinin başına getirilen Rus yöneticileri 1920’li yılların sonlarından itibaren 1918-
1920 yılları arasında Bolşeviklere karşı savaşan Karaçaylıları birtakım suçlamalarla
tutuklayarak idam etmeye başladılar. 1926-1928 yılları arasında birçok din adamı ve
doktor, bilim adamı, yazar ve şair gibi birçok aydın kişiler tutuklanarak idam
edilmiştir.[157]

1941 yılında Rus-Alman savaşının patlak vermesinden önce Karaçay-Malkar’da NKVD


birlikleri ile Karaçay-Malkar gerillaları arasında şiddetli çatışmalar cereyan etmekteydi.
Stalin tarafından 1929 da başlatılan zorunlu kollektifleştirme Karaçay-Malkar'da sert bir
direnişle karşılaştı. Karaçay-Malkar Türkleri binlerce yıldır özel mülkiyetlerine sahip
olarak ve de buna saygı duyarak yaşamışlardı. Kollektifleştirme hareketleriyle birlikte
özel mülkiyete el konulmak istenilmesi ve köylü sınıfının ortadan kaldırılmaya
çalışılması Karaçay-Malkarlıları Sovyet yönetimine karşı itaatsizliğe sevk ediyordu.
Çünkü Sovyet idaresinin bu tutumu Karaçay-Malkar Türklerinin gelenek ve ahlak
yapısıyla taban tabana zıttı. Böylece 1929-1930 yıllarında Karaçay-Malkarlılar büyük bir
isyan başlattılar. Bu isyan Kızıl Ordu ve GPU birliklerine karşı gerçek bir askeri
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

mücadeleye dönüştü. Bashan, Çegem, Holam ve diğer dağlık bölgelerin tümü Malkar
Türklerinin kontrolüne geçti ve tamamen komünistlerden temizlendi. Öte yandan
Mikoyan-Şahar [Karaçayevsk] ve Narsana [Kislovodsk] şehirleri de Karaçaylıların
kontrolüne geçmişti.[158]

Karaçay-Malkarlıların direncini silah zoruyla kıramayacağını fark eden Sovyet hükümeti


stratejisini değiştirdi. Kolhoz sisteminin kaldırılacağına ve özel mülkiyetin geri
verileceğine dair sözler verilen propaganda metinleri uçaklarla bölgeye atıldı. Stalin’in
bu manevrası başarılı oldu ve bağımsızlık yanlısı Karaçay-Malkarlılarla arabuluculuk
yapacak yerel komisyonlar kuruldu. Ardından silahlarını bırakmaları şartıyla bu
mücadelede yer alan liderler dahil herkesi kapsayacak genel af ilan edileceği duyuruldu.
Karaçay-Malkarlıların birçoğu Stalin'in verdiği sözlere kanıp evlerine geri döndüler.
Ancak hepsi daha sonra bu yaptıklarına pişman oldu. Çünkü silahlarını teslim ettikten
hemen sonra Ruslar askeri operasyonlara başladılar. Tutuklananların hepsi ya toplama
kamplarına gönderildi ya da hemen idam edildi. Sadece idam edilen Karaçay-
Malkarlılardan sayısı 3.000 kişidir. Böylelikle Karaçay-Malkarlılar Bolşeviklere
güvenilemeyeceğini çok acı bir biçimde anladılar. 1936 yılında Sovyet yetkilileri
Karaçaylı komünistleri de tutuklayıp idam etmeye başladılar. Böylece Karaçaylıların
aydın tabakası tamamen ortadan kaldırılmıştır. 1938 yılına gelindiğinde Karaçay’da idari
görevlerde çalışabilecek tek bir Karaçaylı yönetici dahi kalmamıştır.

25 Temmuz 1942 tarihinde Alman orduları Rostov şehrini ele geçirdikten sonra
Kafkasya’ya girdiler. Kızıl Ordu birlikleri hiçbir direniş göstermeden geri çekildiler. NKVD
birlikleri de dağlara çekilip Almanlara karşı gerilla savaşı vermeyi düşünüyorlardı. Fakat
dağlarda onları bekleyen Karaçay-Malkar savaşçıları NKVD askerlerini rahat
bırakmadılar. Şiddetli geçen çarpışmalardan sonra NKVD birlikleri Karaçay-Malkarlılara
yenilerek Karaçay-Malkar bölgesini terk ettiler. Almanlar gelmeden önce bölgenin
kontrolü tamamen Karaçay-Malkarlıların eline geçmişti. Almanlar Karaçay-Malkar
bölgesine girdikten sonra Karaçay-Malkarlıların sevgi ve saygılarını kazanmak için hiç
kimsenin dinine, özel mülkiyetine ve [s. 45] özgürlüğüne karışılmayacağını söylediler.
Kapatılan camiler yeniden açıldı ve kolhozlar kaldırıldı. Fakat Almanlar bölgede fazla
kalamadılar. 1942 yılı sonlarında Stalingrad bozgunu ardından Almanlar Kafkasya’dan
geri çekilmek zorunda kaldılar. İşte bu durum Karaçay-Malkarlılar için oldukça büyük ve
acı bir darbe olmuştur. Çünkü Almanların Kafkasya’dan çekilmesinden hemen sonra
Kızıl Ordu birlikleri uçak, tank ve toplarla Karaçay-Malkar topraklarına büyük bir saldırı
gerçekleştirmiş ve bütün Karaçay-Malkar köylerini yerle bir etmiştir.

Fakat Sovyet hükümeti bununla da yetinmemiş, J. Stalin başkanlığında toplanan SSCB


Devlet Güvenlik Komitesi 12 Ekim 1943 tarihinde aldığı bir kararla Karaçaylıları 2 Kasım
1943 tarihinde; 5 Mart 1944 tarihinde aldığı bir kararla da Malkarlıları 8 Mart 1944
tarihinde topyekün Orta Asya’nın muhtelif yerlerine sürgün etmiştir.

NKVD’nin bu kararnameleri üzerine 2 Kasım 1943 ve 8 Mart 1944 tarihlerinde sabaha


karşı saat 06’da Karaçay-Malkarlılar sürgün edilmek için apar topar uyudukları
yataklarından kaldırıldılar. Babaları, kocaları, oğulları, kardeşleri yani kısacası Karaçay-
Malkarlı yetişkin erkeklerin büyük çoğunluğu cephede Sovyet ordusu saflarında
Almanlara karşı savaşırlarken; tamamı yaşlılar ile kadın ve çocuklardan oluşan 63.323
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylı ve 37.713 Malkarlı tren istasyonlarına yığılarak hayvan vagonlarına


dolduruldular. Nereye ve niçin götürüldüklerini bilmeyen bu çaresizler on üç gün
boyunca aç ve susuz bir halde trenlerle Orta Asya’nın muhtelif bölgelerine dağıtıldılar.

Karaçay-Malkar Türkleri on dört yıl süren sürgün hayatlarında gerçekten de çok büyük
acılar çekmişlerdir. Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde çocuklar annelerinden, kadınlar
kocalarından, yaşlılar evlatlarından ayrı ve dağınık bir şekilde ölüme terk edilmişlerdir.
Bu şekilde açlık ve sefalet içerisinde hayat mücadelesi veren Karaçay-Malkar Türkleri
sürgün hayatları boyunca nüfuslarının yarısını kaybetmişlerdir.

J. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nin başına geçen Kruşçev’in izni ve Sovyet
Yüksek Şurası’nın kararıyla 1957 yılında Karaçay-Malkar Türkleri kendi yurtlarına
dönmüşlerdir. Fakat Karaçay-Malkar Türklerine yapılan zulüm bununla da bitmemiş
uzun yıllar boyunca güvenilmez halk veya vatan haini muamelesi görmüşlerdir. Hatta
SSCB Parlamentosu yurtlarından zorla sürgün edilen halkların kanun dışı yollarla ve
haksız yere sürgün edildikleri hususunda ve bu halkların iade-i itibarı konusundaki
bildirisini ancak 14 Kasım 1989 tarihinde deklare etmiştir. Bunu müteakiben Rusya SSC
Parlamentosu da sürgüne tabi tutulan halkların iade-i itibarı hakkındaki kanunu 16
Nisan-18 Ekim 1991 tarihinde kabul etmiştir.

Sürgünden hemen sonra Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi ve Kabardey-Balkar Özerk


Cumhuriyeti lağvedilerek yerine Çerkes Özerk Bölgesi ve Kabardey Özerk Cumhuriyeti
kurulmuştu. Karaçay-Malkar Türklerinin 1957 yılında tekrar yurtlarına dönmeleri üzerine
Karaçay-Çerkes Ö.B. ve Kabardey-Balkar Ö.C. tekrar kurulmuştur. Bunun dışında bir de
Karaçay-Çerkes Ö.B. 3 Temmuz 1991 tarihinde özerk cumhuriyet statüsüne
yükseltilmiştir. Günümüzde Karaçay Türkleri Rusya Federasyonu’na bağlı Karaçay-
Çerkes Özerk Cumhuriyetinde ve Malkar Türkleri de yine Rusya Federasyonu’na bağlı
Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar.

DİPNOTLAR

[1] Roux, 91:17


[2] Hacilayev, 70:6; Mokayev, 76:87
[3] Henze, 1985:3
[4] Mızılanı, 93/3:15; Miziyev, 94:23-24
[5] Tarhan, 79: 355-356
[6] Tarhan, 79:359
[7] Miziyev, 94:32, 95
[8] Tarhan, 79:359-361
[9] Alekseyeva, 93:5
[10] Grousset, 80:22
[11] Tarhan, 79:361-362
[12] Durmuş, 93:63; Lang, 97:65
[13] Tarhan, 79:365
[14] Kırzıoğlu, 53:66
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[15] Şeşen, 85:30


[16] Ögel, 71:579
[17] Ögel, 71:376
[18] Tarhan, 79:358
[19] Durmuş, 93:41-43
[20] Herodotos, 91:196
[21] Durmuş, 93:151
[22] Durmuş:93:135
[23] Herodotos, 91:208
[24] Togan, 81:34
[25] Hacilayev, 70:125
[26] Herodotos, 91:208
[27] Mızıulu, 94/6:192-193
[28] Herodotos, 91:210
[29] Mızıulu, 93:35
[30] Mızılanı, 93/3:16
[31] Koşay, 56:4
[32] Eberhard, 96:70-71; Czegledy, 98:117
[33] Togan, 81:22-24, 149
[34] Kırzıoğlu, 53:27
[35] Ar, 44:515-566; Erzen, 86:15-16
[36] Simeonov, 79:54
[37] Gömeç, 97:31-32
[38] Momsen, 50:547
[39] Kurat, 72:108; Tekin, 87:1
[40] Kurat, 72:109; Kırzıoğlu, 72:80; Kırzıoğlu, 92:36
[41] Koşay, 32:2; Artamonov, 62:79
[42] Togan, 39:XXVIII; Kahovskiy, 65:225; Togan, 81:168-169
[43] Pigulevskaya, 41:3-9
[44] Patkanov, 83:21-32
[45] Kurat, 72:13
[46] Skryinskaya, 60:91; Nemeth, 96:7
[47] Nemeth, 96:42
[48] Kurat, 72:13; Grousset, 80:88; Kafesoğlu, 93:6, 69; Ahmetbeyoğlu, 95:7; Nemeth,
96:8; Gumilev, 01:169
[49] Feher, 84:10-11; Czegledy, 98:22
[50] Baştav, 41:60-63
[51] Togan, 77.403; Tekin, 87:2
[52] Baştav, 41:68-72; Rasonyi, 93:77-78; Gumilev, 99:60-61
[53] Kurat, 72:24; Rasonyi, 93:77-78
[54] Kafesoğlu:93:150
[55] Togan, 81:171
[56] Lavrov, 78:21; Miziyev, 91:135
[57] Laypanov, 00:24-25
[58] Tekin, 87:1
[59] Gumilev, 01, 162
[60] Artamonov, 62:71
[61] Tekin, 87:2; Kurat, 93:782
[62] Tekin, 37:3
[63] Tekin, 87:3
[64] Artamonov, 62:162
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[65] Tekin, 87:2-4; Kafesoğlu, 93:191-192; Ostrogorksky, 95:97


[66] Feher, 84:31; Kafesoğlu, 85:15-16; Kafesoğlu, 93:191; Ostrogorsky, 95:117
[67] Miller, 87:60
[68] Artamonov, 62:172
[69] Kırzıoğlu, 80:286
[70] Nurettinov, 91:XIV
[71] Togan, 39:202
[72] Mızıulu, 93:87
[73] Laypanlanı, 92:2
[74] Miller, 62:13
[75] Miller, 62:14
[76] Mızıulu, 94/4:39
[77] Mızıulu, 93:91-92; Miziyev, 94:58
[78] Bayçorov, 89:166-167
[79] Kobanlanı, 88:I; Miziyev, 94:58-59
[80] Bayçorov, 89:8-9, 20-24, 32-33, 310
[81] Bayçorov, 89:28, 277, 281
[82] Bayçorov, 89:90-91
[83] Kurat, 72:14-17
[84] Laypanlanı, 92:2
[85] Kurat, 72:110
[86] Biciyev, 83:4, 14-15
[87] Bayramkullanı, 82:241
[88] Laypanlanı, 92:2
[89] Togan, 81:422
[90] Ahmed, 98:61
[91] Şeşen, 85:203
[92] Mızıulu, 94/4:43
[93] Şeşen, 85:197
[94] Togan, 78:376
[95] Kuznetsov-Lebedinski, 01:31-32
[96] Lavrov, 78:21; Bayramkullanı, 82:245; Miziyev, 91:135
[97] Zekiev, 01:36-37
[98] Bayçoralanı, 89:4; Bayramuklanı, 96:2
[99] Şamanlanı, 92, 8
[100] Kobanlanı, 88:I
[101] Habiçev, 71:16
[102] Kurat, 72: 65-72, 98; Kafesoğlu, 93:177-178
[103] Kırzıoğlu, 92:8, 12, 20-21, 32-33, 82
[104] Kırzıoğlu, 92:11
[105] Kurat, 72:74; Kırzıoğlu, 92:112
[106] Kurat, 72:92-93; Yakubovskiy, 92:24-25
[107] Kırzıoğlu, 92:13
[108] Kurat, 72:132, Yakubovskiy, 92:30
[109] Kurat, 72:138-139; Şami, 87:196-199; Yücel, 89:30-32; Yakubovskiy, 92:177-180
[110] Mokayev, 76:88
[111] Lavrov, 78:21
[112] Tekelanı, 79:306-307; Bayramkullanı, 82:241
[113] Yakubovskiy, 92:13-14; Safran, 93:76-77
[114] Miziyev, 76:32-33
[115] Bayramkullanı, 88:6-16
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[116] Kırzıoğlu, 93:77


[117] Aleynikov, 83:164-168; Tulçinskiy, 03:249; Akbayev vd., 65:29-33; Şamanlanı,
87:3-13; Aliyev, 91:49-51; Miziyev, 91:37; Curtubaylanı, 93:21-26; Laypanlanı, 98:2
[118] Otarov-Holayev, 69:65-71
[119] Miller-Kovalevskiy, 84:553-555; Şamanlanı, 87:42; Kudaşev, 91:156-157; Abayev,
92:7; Mızıulu, 94/4:45-46
[120] Tardy, 78:105; Bayçorov, 89:31-33
[121] Kırzıoğlu, 93:312, 441; Tavkul, 93:17
[122] Şamanlanı, 87:180-181
[123] Lavrov, 78:22; Alekseyeva, 93:46; Şamanlanı, 87:14; Mızıulu, 94/4:29
[124] Miziyev, 91:16
[125] Kırzıoğlu, 93:314; Tavkul, 93:17
[126] Aciyev, 82:6-7; Şami, 87:197
[127] Miziyev, 91:14-16; Miziyev, 94:13
[128] Kurat, 72:378
[129] Kırzıoğlu, 93:8
[130] Noghumuka, 74:116; Bayramkullanı, 88:6-13
[131] Lavrov, 78:21; Miziyev, 91:135
[132] Tardy, 78:105; Bayçorov, 89:31-33
[133] Şamanlanı, 87:180-181
[134] Şamanlanı, 87:16-17
[135] Şamanlanı, 87:174
[136] Şamanlanı, 87:41-56
[137] Lyulye, 98:37
[138] Şamanlanı, 87:67
[139] Şamanlanı, 92:8
[140] Tornau, 99:96
[141] Wagner, 99:128
[142] Şamanlanı, 87:76-82
[143] Şamanlanı, 87:91-93
[144] Şamanlanı, 87: 84-87
[145] Berje, 99:53-54
[146] Şamanlanı, 87:125-146
[147] Şamanlanı, 87:212
[148] Şamanlanı, 87:166-167
[149] Byhan, 36:240
[150] Saydam, 97:33-34
[151] Caferoğlu, 88:48-49
[152] Bala, 93/3:382; Saydam, 97:49
[153] Caferoğlu, 88:49; Bala, 93/6:220
[154] Laypanlanı-Dudalanı, 40:43-45; Kagıylanı, 88:279-304; Aliyev, 91:92-96;
Borlaklanı, 01:2
[155] Şamanlanı, 87:101-123
[156] Aslanbek, 52:25
[157] Aslanbek, 52:30, Karça, 56:38; Hapayev, 92:4, 63
[158] Aslanbek, 52:32; Karça, 56:40

KAYNAKLAR
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Abayev, Misost., Balkariya, Nalçik, 1992.

Aciyev, A.M., Nartskiy Prozaiçeskiy Folklor Kumıkov i Ego Mesto v Kavkazskoy


Nartiade, Dagestanskaya Narodnaya Proza, Mohaçkala, 1982.

Ahmed, Cemal Reşid., Ataların Karşılaşması-Derbent ve Şervan Ülkesinde Kürtler ve


Alanlar, Çeviren: Siraç Direk, Avesta Yayınları, İstanbul, 1998.

Ahmetbeyoğlu, Ali., Grek Seyyahı Priskos'a [V. Asır] Göre Avrupa Hunları, TDAV
Yayınları, İstanbul, 1995.

Akbayev, M.O., Bayramukova, H.B., Kagiyeva, N.M., Karaçay Poeziyanı Antologiyası,


Stavropol, 1965.

Alekseyeva, E.P., Karaçayevtsı i Balkartsı-Drevniy Narod Kavkaza, Moskova, 1993.

Aleynikov, M., Karaçayevskie Skazaniya, SMOMK, vıp. 3, otd. II, Tiflis, 1883.

Aliyev, Umar., Karaçay, Çerkessk, 1991.

Ar, Mustafa Selçuk., Çivi Yazılı Kaynaklara Göre Türkçe-Etice-Hurrice Arasındaki


Bağlar, Belleten, VIII/32, Ankara, 1944.

Artamonov, M.İ., İstoriya Hazar, Leningrad, 1962.

Aslanbek, Mahmut., Karaçay ve Malkar Türklerinin Faciası, Çankaya Matbaası, Ankara,


1952.

Bala, Mirza., Çerkesler, İ.A., Cilt 3, İstanbul, 1993.

Bala, Mirza., Karaçay ve Balkarlar, İ.A., Cilt 6, İstanbul, 1993.

Baştav, Şerif., Sabir Türkleri, Belleten, V/17-18, Ankara, 1941.

Bayçorov, S.Y., Drevnie-Türkskie Pamyatniki Evropı, Stavropol, 1989.

Bayçoralanı, Soslanbek., Karaçay-Malkar Tilni Alan Tamırları, Karaçay Gazetesi,


Çerkessk, 31.01.1989.

Bayramkullanı, Ahmat., Alanlanı Tillerini Üsünden İstoriya Dokümentle, Şorka,


Çerkessk, 1982. [Bayramkulov, Ahmat., Alanların Dilleri Hakkında Tarihi Belgeler,
Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 25, Ankara, 1998].

Bayramkullanı, Ahmat., İstoriyalı Haparla, Caşavnu Oyuvları, Çerkessk, 1988.

Bayramuklanı, Umar., Alanlanı Tuvdukları Kimledile, Karaçay Gazetesi, Çerkessk,


27.08.1996.

Berje, Adolf., Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri, Çeviren: Murat Papşu, Kafkas
Derneği Yayınları, Ankara, 1999.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Biciyev, H.H., Humarinskoe Gorodisçe, Çerkessk, 1983.

Borlaklanı, Yusuf., Hasavka Uruş, Karaçay [Gazetesi], Çerkessk, 14.03.2001.

Byhan, Arthur., La Civilisation Caucassienne, Paris, 1936.

Caferoğlu, Ahmet., Türk Kavimleri, Enderun Kitabevi, 1988.

Curtubaylanı, Hıysa., Eski Cırla, Karaçay-Malkarnı Cır Haznasından, Nalçik, 1993.

Czegledy, Karoly., Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Çeviren: Erdal Çoban,
Özne Yayınları, İstanbul, 1998.

Durmuş, İlhami., İskitler-Sakalar, TKAE Yayınları, Ankara, 1993.

Eberhard, W., Çin'in Şimal Komşuları, Çeviren: Nimet Uluğtuğ, TTK Yayınları Ankara,
1996.

Erzen, Afif., Doğu Anadolu ve Urartular/Eastern Anatolia and Urartians, TTK Yayınları,
Ankara, 1986.

Feher, Geza., Bulgar Türkleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1984.

Gömeç, Saadettin., Kök Türk Tarihi, Türksoy Yayınları, Ankara, 1997.

Grousset, Rene., Bozkır İmparatorluğu, Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen, Ötüken


Yayınları, İstanbul, 1993.

Gumilev, L.N., Eski Türkler, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1999.

Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık,
İstanbul, 2001.

Habiçev, M.A., Karaçayevo-Balkarskoe İmennoe Slovoobrazovaniye, Çerkessk, 1971.

Hacilayev, H.M.İ., Oçerki Karaçayevo i Balkarskoy Leksikologii, Çerkessk, 1970.

Hapayev, S.A., Karaçayevo-Çerkesiya-Naş Kray Rodnoy, Çerkessk, 1992.

Henze, Paul B., Kafkaslarda Ateş ve Kılıç-19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ
Köylülerinin Direnişi, OTDÜ Yayını, 1985.

Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları,


İstanbul, 1991.

Kafesoğlu, İbrahim., Bulgarların Kökeni, TKAE Yayınları, Ankara, 1985.

Kafesoğlu, İbrahim., Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993.

Kaflı, Kadircan, Şimali Kafkasya, Vakıt Matbaası, 1942.


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kagıylanı, Nazifa., Teyri Carık, Çerkessk, 1988.

Kahovskiy, V.F., Proishojdeniye Çuvaşskogo Naroda, Çeboksarı, 1965.

Karça, Ramazan., Şimalî Kafkasya'da Tehcir ve Katliâm, Dergi, Sayı: 5, Münich, 1956.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kars Tarihi, I. Cilt, İstanbul, 1953.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznameleri Coğrafyası ve Düşünceler, Birinci


Milli Türkoloji Kongresi Tebliğleri, Kervan Yayınları, İstanbul, 1980.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars'ın Anı [Arpaçayı boyu]


ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan/Kalbaş Hanedanı, VII. Türk Tarih Kongresi
Bildirileri, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1972

Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, TTK Yayınları, Ankara, 1993.

Kobanlanı, Arsen., Bizni Ata-Babalarıbız-I, Karaçay Gazetesi, Çerkessk, 19.03.1988.

Koşay, Hamit Zübeyr., Bulgar Türklerinin Eski Tarihi, Başvekalet Müdevvenat Matbaası,
1932.

Koşay, Hamit Zübeyr., İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei [Ethno-Genezisi], Dergi,


Sayı: 4, 1956.

Kudaşev, V.N., İstoriçeskie Svedeniya o Kabardinskom Narode, Nalçik, 1991

Kurat, Akdes Nimet., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve


Devletleri, TTK Yayınları, Ankara, 1972.

Kurat, Akdes Nimet., Bulgar, İA, C.2, İstanbul, 1993.

Kuznetsov, Vladimir.,-Lebedinski, Yaroslav., Alanlar-Step Atlıları-Kafkas Beyleri,


Çeviren: Demir Alp Serezli, Alan Kültür ve Yardım Vakfı Yayını, Öğün Matbaası,
Ankara, 2001.

Lang, David Marshall., Gürcüler, Çeviren: Neşenur Domaniç, Ceylan Yayınları, İstanbul,
1997.

Lavrov, L.İ., Karaçayevtsı-İstoriko-Etnografiçeskiy Oçerk, Çerkessk, 1978.

Laypanlanı Hamit-Dudalanı Mahmut., Eski Karaçay Cırla, Mikoyan-Şahar, 1940.

Laypanlanı, Kaziy., Karaçaylıla Kimledile, Karaçay Gazetesi, Sayı: 131-132, 2. sayfalar,


Çerkessk, 1992.

Laypanlanı, Kaziy., Eltarkaçha Ming Cıl, Karaçay Gazetesi, No: 49, Çerkessk, 1998.

Laypanov, K.T., Etnogenetiçeskie Vzaimosvyazi Karaçayevo-Balkartsev s Drugimi


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Narodami, Çerkessk, 2000.

Lyulye, Leonti., Çerkesya, Çeviren: Murat Papşu, Çiviyazıları, İstanbul. 1998.

Mızılanı, İsmail., Türk Halklanı Tarih em Kultura Tamırları, Mingitav, Sayı: 3, Nalçik,
1993.

Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafgazın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof. Dr.
Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla, TDAV Yayınları, İstanbul, 1993 [Miziyev,
İ.M., Şagi K İstokam Etniçeskoy İstorii Tsentralnogo Kavkaza, Nalçik, 1986].

Mızıulu, İsmail., Tarih Halknı Baylıgıdı, Mingitav Dergisi, Sayı: 4, Nalçik, 1994 [Mızıulu,
İsmail., Tarih Halkın Zenginliğidir, Çeviren: Adilhan Appa, Bilig Dergisi, Sayı: 7, Ankara,
1998].

Mızıulu, İsmail., Skifla bla Karaçay-Malkarlıla, Mingitav, Sayı:6, Nalçik, 1994.

Miller, M., Balkar Türklerinin Asılları Meselesi Etrafında, Dergi, Sayı: 30, Münih, 1962.

Miller, V.F., Osetinskie Etüdı, Cilt-III, Moskova, 1887.

Miller, V.-Kovalevskiy, M., V Gorskih Obşçestvah Kabardı, Vestnik Evropı, Kn. IV, 1884.

Miziyev, İ.M., Turistskimi Tropami v Glub Vekov, Nalçik, 1976.

Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII vv, Nalçik, 1991.

Miziyev, İ.M., İstoriya Karaçayevo-Balkarskogo Naroda s Drevneyşih Vremen Do


Prisoedineniya k Rossi, Nalçik, 1994.

Mokayev, A., Malkarnı Çaşav Tarıhından, Şuyohluk, No: 3, Nalçik, 1976. [Mokayev, A.,
Malkar Halkının Tarihi, Çeviren: Adilhan Appa, TDAV Tarih Dergisi, Sayı: 173-174,
İstanbul, 2001].

Momsen., T., Ueber den Chronographen von Jahre 354, Saechischen Geselshaft der
Wissenschaften, I, Leipzig, 1850.

Nemeth, Gyula., Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, Çeviren: Tarık Demirkan, YKY,
İstanbul, 1996.

Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul,
1974.

Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren:
Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.

Ostrogorsky, Georg., Bizans Devleti Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, TTK Yayınları,
Ankara, 1995.

Otarov, S.A.-Holayev, A.Z., Malkar Halk Cırla, Nalçik, 1969.


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Ögel, Bahaeddin., Türk Mitolojisi, Cilt I., Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü
Yayınları, TTK Basımevi, Ankara, 1971.

Patkanov, K., İz Novogo Spiska "Geografii" Pripisayvaemoy Moyseyu Horenskomu,


Jurnal Ministerstva Narodnogo Prosveshteniya, CCXXVI, 1883.

Pigulevskaya, N.V., Siriyskie İstoçniki po İstorii Narodov SSSR, 1941.

Rasonyi, Laszlo., Tarihte Türklük, TKAE Yayınları, Ankara, 1993.

Roux, Jean-Paul., Türklerin Tarihi, Çeviren: Galip Üstün, Milliyet Yayınları, İstanbul,
1991.

Safran, Mustafa, Yaşadıkları Sahalarda Yazılan Lûgatlara Göre Kuman/Kıpçaklarda


Siyasi, İktisadi, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, TKAE Yayınları, Ankara, 1993.

Saydam, Abdullah., Kırım ve Kafkas Göçleri, TTK Yayınları, Ankara, 1997.

Simeonov, B., İstoçni İsvori za İstoriyata i Nazvaniyeto na Asparuhovite Bulgari Vekove


VIII, 1979.

Skryinskaya, E.Ç., Yordan-O Proishojdenii i Deyaniyah Getov, Moskova, 1960.

Şamanlanı, İbrahim., Koban Başında-Tarih Haparla, Çerkessk, 1987.

Şamanlanı, İbrahim., Colovçunu Haparı, Karaçay [Gazetesi], 8. Sayfa, Çerkessk,


01.05.1992.

Şami, Nizamüddin., Zafername, Çeviren: Necati Lugal, TTK Yayınları, Ankara, 1987.

Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TKAE


Yayınları, Ankara, 1985.

Tarhan, Taner M., Eskiçağda Kimmerler Problemi, VIII. Türk Tarihi Kongresi Bildirileri, I.
Cilt, TTK Yayınları, 1979.

Tardy, Lajos., The Caucasian Peoples and Their Neigbours in 1404, Acta Orientalia,
Tom: 32, Budapest, 1978.

Tavkul, Ufuk., Kafkasya Dağlılarında Hayat ve Kültür, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1993.

Tekelanı, German., Bügüngü Karaçay-Çerkesiyanı Cerinde Burungu Kıpçak Belgile,


Tıngısız Cürekle, Çerkessk, 1979.

Tekin, Talat., Tuna Bulgarları ve Dilleri, TDK Yayınları, Ankara, 1987.

Togan, Zeki Velidi., Ibn Fadlan's Reisebericht, Leipzig, 1939.

Togan, Zeki Velidi., Hazar, İ.A., Cilt V/I, İstanbul, 1977.

Togan, Zeki Velidi., Alan, İ.A., Cilt I, İstanbul, 1978.


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Togan, Zeki Velidi., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981.

Tornau, Feodor F., Bir Rus Subayının Kafkasya Anıları, Çeviren: Keriman Vurdem,
Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 1999.

Tulçinskiy, N.P., Poemı, Legendı, Pesni, Skazki i Poslovitsı Gorskih Tatar Nalçikskogo
Okruga Terkskoy Oblasti, Terskiy Sbornik-Literaturno-Nauçnoe Prilojenie k Terskomu
Kalendaryu, vıp. IV, Vladikavkaz, 1903.

Wagner, Moritz., Kafkas-Rus Savaşında Çerkesler-Çeçenler-Kazaklar ve Gürcüler,


Çeviren: Sedat Özden, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1999.

Yakubovskiy, A.Yu., Altın Ordu ve Çöküşü, Çeviren. Hasan Eren, TTK Yayınları,
Ankara, 1992.

Yücel, Yaşar., Timur'un Ortadoğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları, TTK Yayınları,


Ankara, 1989.

Zekiev, Mirfatih., İdil Tatarları, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-17, Tatar
Edebiyatı-I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001.

______________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Türkleri, Türkiye Dışındaki


Türk Edebiyatları Antolojisi-Karaçay-Malkar, Cilt: 22,
T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s. 13-45

KARAÇAY-BALKAR TÜRKLERİNİN KÖKENİ

Adilhan Adiloğlu

Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki


içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi daha o zamandan beri Türk dünyasıyla
ilişkilidir. Araplar, VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı ötesine kadar
ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır.
Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği
artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet
XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Proto-Türk kavimleri daha M.Ö.
5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi
daha o zamandan beri Türk dünyasıyla ilişkilidir.

[s. 572] Proto-Türk kavimleri daha M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi daha o zamandan beri Türk dünyasıyla


ilişkilidir. Araplar, VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı ötesine kadar
ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır.
Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği
artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet
XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Proto-Türk kavimleri daha M.Ö.
5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi
daha o zamandan beri Türk dünyasıyla ilişkilidir.

Araplar, VIII. yüzyılda Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı ötesine kadar ulaşmışlar, fakat
Bizans ve Hazar direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu arada
Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği artmıştır.
Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet XIII.
yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Moğollar kendilerinden nüfus olarak
daha fazla olan Türklere, onların askeri üstünlüklerinden dolayı bağımlı kalmışlar ve
kendilerinden sonra ortaya çıkan devletler hep Türk asıllı olmuşlardır [1].

Kafkasya’da Elbruz dağının [Mingitaw] doğu ve batısındaki yüksek dağlık vadilerde


yaşayan Karaçay-Balkar Türkleri, tarih boyunca bölgede hakimiyet kuran Kimmer, Saka
[İskit], Hun-Bulgar ve Kıpçak Türklerinin binlerce yıl süren etnik bütünleşmesinden
süzülerek ortaya çıkmış bir Türk boyudur. Elbruz dağının batısında Koban [Kuban]
ırmağının kaynak bölgesindeki Kartcurt, Hurzuk, Uçkulan köyleri ile Duvut, Teberdi,
Morh, Ishavat, Urup, Laba ırmaklarının yukarı bölgelerinde ve Arhız, Cögetey, İnçik
[Zelencuk], Mara vadilerinde; Elbruz dağının doğusunda Bashan [Baksan], Çegem,
Holam, Bızıngı ve Balkar [Çerek] vadilerinde yaşarlar.

Karaçay-Balkarlar günümüzde yoğun olarak Rusya Federasyonuna bağlı Karaçay-


Çerkes Cumhuriyeti ile Kabardey-Balkar Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Bu
cumhuriyetlerde Karaçaylıların nüfusu yaklaşık 200 bin, Balkarların nüfusu ise 130 bin
kadardır. Ayrıca; Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da 20 bin, Türkiye’de 20 bin,
ABD’de 5 bin, Suriye’de 1500 civarında Karaçay-Balkar yaşamaktadır.

22-26 Haziran 1959 tarihinde, Nalçik şehrinde yapılan, “Karaçay-Balkar Halkının Etnik
Oluşumu” konulu sempozyumda şöyle bir sonuca varılmıştır: “Karaçay-Balkarların etnik
oluşumu, Bulgar, Alan, Kıpçak, ve yerli Kafkas kabilelerinin birbirleriyle karışmasından
meydana gelmiştir.” [2] Kafkasya tarihi ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla meşhur
E.P. Alekseyeva, bu etnik oluşumun, Karaçay-Balkarların bugün yaşadığı topraklarda
XIII-XIV. yüzyıllarda, tamamlandığını söylemekte; yukarıdaki Bulgar, Alan, Kıpçak ve
yerli Kafkas kabileleri dizisine bir de “Koban Kültürü”nü yaratan kavimleri eklemektedir
[3].

Kafkasya’da Kimmerler ve Sakalar

Eskiçağ tarihinde, “Bozkır Göçebeleri”nin yaratmış oldukları “Atlı Kavimler Medeniyeti”


veya “Bozkır Kurgan Kültürü” sahipleri, Kafkasya coğrafyasındaki Türk varlığının
başlangıcını oluşturmaları bakımından büyük önem arz etmektedir. Bozkır Kurgan
kültürünün sahipleri olan Proto-Türk kavimleri, Kafkasya’ya geldikleri zaman burada dağ
eteklerinde yaşayan yerli kavimlerle karışarak “Maykop” ve “Koban” kültürlerini
oluşturmuşlardır. Bu kültür tipinin en önemli özelliği ise kurgan tipi mezarlardır. Bilindiği
gibi kurgan tipi mezarlar, Türk kavimlerini en eski mezar tipini yansıtmaktadır. Kurgan
tipi mezar kültürü, en eski çağlardan M.S. XVIII. yüzyıla kadar Türk kavimlerinde
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

muhafaza edilmiştir. Kafkasya’da, “Bozkır Kurgan Kültürü” sahiplerine [Proto-


Türkler~Kimmer ve Sakalar] ait ortaya çıkarılan arkeolojik bulgular, Türk kavimlerinin
çok eski çağlardan beri bu coğrafyada yaşadıklarının delilidir. Bu arkeolojik delillerin en
açık örneği, M.Ö. IV. bin’den kaldığı sanılan “Nalçik Mezarlığı”dır. Bu mezarlık [s. 573]
“Zatişye” [sessizlik] bölgesindedir. Bu mezarlıkta tespit edilen bulgular, Kafkasyalı yerli
kavimler ile Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin birbirleriyle yakın ilişkilerde
bulunduklarını ortaya koymaktadır. Balkarya’da “Bıllım” köyü yakınında; Krasnodar ve
Karaçay bölgelerinde “Kelermeskiy”, “Novolabinskiy”, “Zubovskiy” köyleri ve “Aşağı
Cögetey” şehri yakınında; Çeçen-İnguş ülkesindeki “Mekenskiy” köyü yakınında;
Kabardey’de “Akbaş” ve “Kişpek” köyleri yakınında, Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinden
kalma eski arkeolojik bulguların sayısı oldukça fazladır [4].

Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin büyük bir kısmı, M.Ö. II. bin başlarından, M.Ö. VIII.
yüzyıla kadar Karadenizin kuzeyinde ve Kafkasya coğrafyasında yaşamışlar ve tarihte
“Kimmerler” adıyla tanınmışlardır [5]. Bakır ve Bronz çağlarına ait, Kimmerlere izafe
edilen, “İskit öncesi kültürleri”ni temsil eden gömüler tespit edilmiştir. Bu devirleri temsil
eden kütürler; kuzeyde Kiev civarındaki ormanlık alandan, batıda Podolia bölgesi ve
doğuda Urallara kadar uzanan geniş bozkır kuşağına yayılmışlardır. Ayrıca, Kuzey
Kafkasya’da yer alan ve merkezi Kafkasya yaylaklarını kapsayan Koban bölgesi de bu
alana dahildir. Bu bölgedeki buluntular, güney Rusya Bronz Çağı formlarına bağlı bir
durum göstermekle birlikte kısmen özel bir bölüm teşkil etmektedirler [6]. Kuzey
Kafkasya’da yapılan arkeoloji çalışmalarında, Kimmerlere ait avcılıkla ilgili eşyalar,
silahlar, bakır ve tunçtan yapılmış oraklar bulunmuştur. Bunların büyük bir kısmı da,
Karaçaylıların yoğun olarak yaşadığı Kartcurt, Uçkulan, Teberdi, İndiş ve Sarıtüz
köylerinde bulunmuştur [7].

M.Ö. XII-VII. yüzyıllar arasında, Kuzey Kafkasya’nın merkezi [orta] kısımlarında “Koban
Kültürü” oluşmuştur. Kuzey Osetya Cumhuriyetinin “Koban” köyünde ortaya çıkarılan
arkeolojik buluntuların yansıttığı kültüre, köyün adından dolayı, “Koban Kültürü” adı
verilmiştir. Bu arkeolojik malzemelerin, Koban kültürünün M.Ö. VII-VI. yüzyıl
dönemlerine ait olduğu sanılmaktadır [8]. Kafkasya’da Terek ırmağı civarındaki
Pyatigorsk [Beştav] kurganları [M.Ö. 1200] ve Koban başındaki kalıntılar [saf bronz çağı
M.Ö. 1200-1000] Kimmerlerden kalmıştır [9]. Katakomb kültürü ile Koban kurganları
birbirleriyle organik olarak bağlantılıdır. Öyle ki her iki gruptan elde edilen arkeolojik
materyali birbirinden ayırmak imkansız gibidir. Bu nedenle de, her iki kültür grubu
“Koban-Katakomb Komleksi” olarak da adlandırılmaktadır. Koban kurganları,
Kimmerlerin, Kafkaslar üzerine yayılmaya başladıklarını göstermektedir. Bu kültürün
komşu çevre kültürleri üzerindeki etkileri dikkati çekmektedir. Koban ve Kolkhidik adıyla
anılan kültürler, Kimmerlerin merkezi Kafkasya’ya yayılan büyük kolunun temsilcisidirler.
Çevre kültür üzerindeki etkileri dikkat çekicidir. Öte yandan, yerli Kafkas gelenekleri de
bu yeni gelenleri [Kimmerleri] oldukça etkilemişlerdir. Kurganlardan elde edilen
arkeolojik materyal çok zengin olup, bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini
açıkça yansıtmaktadır [10]. XIX. Yüzyıldan günümüze kadar eden araştırmalar,
Kimmerlerin Güney Rusya ve “Kafkasya Bronz Çağı” kültürlerinin bir “temsilcisi ve
taşıyıcısı” olduğunu ortaya koymuştur. Buna göre, Kimmerler etnik bakımdan Ural-Altay
kökenli bir kavimdir. Yani Proto-Türkler kavramı ile organik olarak bağıntılıdır ve onun
bir parçasıdır. Kimmerler “Kurgan Kültürü”nün tipik bir temsilcisi ve bozkırların geniş
sahalarına yayılmış olan “Atlı Kavimler Medeniyeti”nin büyük bir “batı kolu”nu teşkil
ederler [11].

Kimmerler, MÖ.VIII. yüzyılın son on yılında Karadenizin kuzeyindeki bozkırlarda


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

meskun iken, Sakaların [İskitlerin] gelmesiyle, buradan Kafkasya’ya doğru yönelmişler,


Derbent ve Daryal geçitlerini aşarak Anadolu ve Mezopotamya topraklarına
yayılmışlardır [12]. Sakaların baskısı sonucunda göç eden Kimmerlerden arta kalanlar,
kendileriyle akraba olan Sakalar tarafından izole edilmişler ve zamanla da onlarla
kaynaşarak tarih sahnesinden silinmişlerdir [13]. Kimmerlerin arasında Bulgar
Türklerinin atalarının da yaşadığı veya Kimmerlerin tamamiyle doğrudan Bulgar
Türklerinin ataları olduğu hakkında görüşler vardır. Sözgelimi Prokopius, Kimmerleri
doğrudan Bulgarların ceddi olarak göstermektedir. İran-Hazar rivayetleri de Bulgarların
ceddi olarak “Kimari”den [Kimmer] bahseder [14]. “Mücmel el-tavarih”te Yafes’in yedinci
oğlu “Kemari”nin [Kimmer] Bulgarların babası olduğu yazılıdır [15]. Macar mitolojisinde;
“Vaktiyle Kimmer kralının Kutirgur ve Utirgur adlı iki oğlu varmış” şeklinde, Kimmerlerin
Kutirgur ve Utirgurların [Bulgarların] ataları olduğu ifade edilmektedir [16]. Bulgarların
yakın akrabası Hazar Türklerinin Hakanları kendi cedlerini sırasıyla “Nuh-Yafes-
Kimmer-Togarma” şeklinde göstermişlerdir. Kimmer’in oğlu Togarma ise bütün Türklerin
atası sayılmaktadır [17]. M.F. Kırzıoğlu, en eski Gürcü vakayinamesi sayılan “Kartlis
Tshovreba”da M.Ö. dönemlerde sürekli bahsi geçen “Hazarlar”ın aslında Kimmerler
olduğunu ve Kimmerlerin de Hazarların ataları olduğunu söyler [18].

Asur kaynaklarında “Aşguzai”, eski Yunan kaynaklarında “Skyth”, Çin kaynaklarında


“Sai” [Sak], Pers kaynaklarında ise “Saka” şeklinde anılan Sakalar [İskitler] da Proto-
Türk kavimlerinden biridir. Kimmerler gibi Sakalar da, Türkler dışında, akla hayale
gelebilecek her milletle soydaş gösterilmiştir. Saka araştırmaları, [s. 574] Kimmerlere
göre, çok daha ileri safhadadır. Karşıt hipotezlere rağmen, kökenleri Orta Asya’ya
bağlanmakta ve Sakaların Türk kökenli oldukları kabul edilmektedir. Arkeolojik materyal
ve kaynaklar bu tezin ana dayanak noktalarını oluşturmakta ve diğer görüşleri objektif
bir şekilde bertaraf etmektedir [19].

Sakaların etnik kökeni hakkındaki görüşler genel olarak üç grupta toplanmaktadır.


Birinci grup, yani Avrupalı bilim adamları, Sakaların İranî kökenli bir kavim olduğunu
kabul ederler. İkinci grup, Sakaların Slav kökenli bir kavim olduğu yönündeki görüşlerdir.
Üçüncü grup, Sakaların Ural-Altay kökenli bir kavim olduğu yönündeki görüşlerdir. Bu
görüşü ortaya ilk atan B.G. Niebuhr olmuştur. B.G. Niebuhr, Herodotos Tarihi’ni tarafsız
bir yöntemle inceledikten sonra Sakaların Türk veya Moğol kökenli bir kavim
olabileceğini ileri sürmüştür. Dayandığı esaslar, Sakalar ile Türk-Moğolların dilleri ile
eski kültür, adet ve gelenekleri arasındaki benzerlikler olmuştur. G. Grote, K. Neumann,
G. Nagy, G. Kuun, E. Minns, O. Franke, E. Meyer, G. Huntingford, Z.V. Togan, S.M.
Arsal, Y. Öztuna, M.F. Kırzıoğlu, İlhami Durmuş ve daha birçok tarihçi Sakaların Türk
kökenli bir kavim olduğu görüşünü kabul etmektedirler [20].

Karaçay-Balkar Türklerinin mitolojisinde en eski ocak tanrıçasının adı “Tabıt~Tabu”


şeklindedir. Herodotos, Sakaların “Tabiti” adında bir ocak tanrıçasını kutsadıklarından
bahseder [21]. Kolayca anlaşılacağı gibi, Sakaların “Tabiti” adlı ocak tanrıçasının,
Karaçay-Balkar mitolojisinde şekil ve anlam bakımından “Tabıt~Tabu” şeklinde
korunduğu görülmektedir.

Hippokrates, Sakaların yiyecekleri hakkında bilgi verirken; “Hippage” denilen bir


peynirden bahsetmektedir. Z.V. Togan, bunu “kurut” şeklinde açıklamıştır [22]. Fakat bu
sözün, kurut yerine, Karaçay-Balkar Türkçesindeki, Sakaların “hippage”sine çok
benzeyen “huppegi” sözüyle [peynir suyu ve yoğurt suyu] açıklanmasında fayda vardır.
Karaçay-Balkar Türkleri, peynir ve yoğurt suyundan bir tür yağsız peynir yaparlar ve
buna “huppegi bışlak” [lor peyniri] derler. Görüldüğü gibi, Sakaların “hippage”si,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Balkar Türklerinde “huppegi” şeklinde bugün bile yaşamaktadır. Öte yandan bu


söz, Kuzey Kafkasya’nın İranî kökenli kavimlerinden olan Oset’lerde de “huppag”
[inceltilmiş lapa] şeklinde yaşamaktadır [23].

Herodotos, Sakaların et pişirmek için kapları olmadığı takdirde, önce hayvanın iskeletini,
ızgara gibi kullanmak üzere, itinayla çıkardıklarını, sonra da kemiklerinden sıyrılmış
etleri bu iskeletin üzerine koyduklarını, etlerini sıyırdıkları öteki kemikleri de odun
niyetine iskeletin altında koyup ateşe verdiklerini anlatıyor [24]. İ.M. Mızı, Sakaların
tencere ve oduna ihtiyaç olmaksızın bu pratik et pişirme yönteminin aynısının, bugün
bile, Kafkasya meralarında sürülerini otlatan Karaçay-Balkar çobanların uyguladığını ve
bunun da çok eski bir Karaçay-Balkar adeti olduğunu söylemektedir [25].

Herodotos, Sakaların fala ve falcılığa çok meraklı olduklarını anlatır. Sakalar söğüt
dallarıyla fal bakarak gelecekten haber vermektedirler [26]. Ammianus Marcellinus,
Sakaların söğüt dallarıyla fala bakma yönteminin Alanlarda da olduğunu söyler [27]. Öte
yandan, İ.M. Mızı da, Saka ve Alanların söğüt dallarıyla fal bakma adetinin, özellikle
Sibirya Türklerinde ve Karaçay-Balkar Türklerinde halen muhafaza edildiğini söyler [28].

Sonuç olarak temelde, Kimmer ve Saka [İskit] kültürleri arasında kesin bir ayrım yoktur.
İkisi arasındaki arkeolojik materyali birbirinden ayırmak imkansızdır. Bunun nedeni, her
iki kavmin aynı etnik kökene dayanmalarından ileri gelmektedir. “Srubna Kültürü”
temelinde, aynı etnik kökene dayanan Kimmer ve erken Saka kültürü, Proto-Türklerin
bir temsilcisidir [29]. Kimmerler ve Sakalar tarihin farklı ama birbirini takip eden erken
dönemlerinde Kafkasya’ya gelerek bölgenin etnik ve kültür yapısını oldukça derinden
etkilemişlerdir. M. Seyidov tarih sahnesindeki varlıklarını bin yıldan fazla bir süre devam
ettiren Sakaların, Yakut, Kazak ve Kafkasya’da yaşayan Türk boylarının [Karaçay-
Balkarların] etnik oluşumunda önemli rol oynadıklarını söylemektedir [30]. Bizim bu
çalışmada gösterdiğimiz birtakım benzerlikler de Kimmerler ve Sakaların Karaçay-
Balkar Türklerinin etnik ve kültür yapısının oluşumundaki izlerini göstermektedir.

Bulgarlar ve Hunlar

Çin kaynaklarında daha milattan önce “Okut” veya “Hokut” şeklinde bir Türk kavim adı
geçmektedir. Bu kavmin Uygurlar olduğu ileri sürülmüş ise de, Uygurlar daha sonraki
tarihlerde ortaya çıktıkları için Okut kavminin Ogurlar olması daha kuvvetli bir ihtimaldir
[31]. Ogur Türkleri, Hiung-nu’lar [Hunlar] zamanında, onların kuzeyinde yerleşmiş
bulunan, güneybatı Sibirya’da yaşayan, Çinlilerin “Ting-ling” ve daha sonra “Tieh-le”
adını verdikleri kavimdir. Türk oldukları kesinlik arz eden Ting-ling kavminin ana
yurtlarının Orhon civarı olduğu sanılmaktadır. Ting-ling kavminin bir kısmı da
“Vusun”ların batısında yaşıyorlardı [32]. Ting-ling kavmi veya Ogurların İtil-Yayık
havzasına ne zaman geldikleri kesin olarak tespit edilememiştir.

Z.V. Togan, Ogurların tarihini çok eski çağlara götürmekte ve “Ogur” adının milattan
önceki dönemlerde “Türk” sözü yerine kullanıldığını ileri sürmektedir. Ona göre,
Ogurların esas yayılmaları milattan önceki dönemlerde [s. 575] cereyan etmiştir ve
Önasya’daki “Hurriler” ile Ogurlar aynı kavimdir [33]. Sümerler ile de akraba oldukları
ileri sürülen Hurriler M.Ö. 5000 yıllarında Türkistan coğrafyasında yaşıyorlardı.
Hurrilerin, M.Ö. 4000 bin yıllarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu dolaylarında gelip
yerleştikleri sanılmaktadır [34]. Gerçekten de, Doğu Anadolu’da yapılan arkeoloji
çalışmaları sonucu elde edilen bilgiler, Z.V. Togan’ın bu teorisini kuvvetlendirmektedir.
M.Ö. 4000 yıllarında, kuzeyde Kafkasya, güneyde Suriye’nin kuzeyi, doğuda Urmiye
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

gölü civarı, batıda Malatya-Elazığ bölgesi arasında kalan geniş bir alanda üstün bir
uygarlık ve kültür tesis eden Hurrilerin Asyalı bir kavim oldukları ve dillerinin de Ural-
Altay dil ailesine mensup olduğu bilim adamları tarafından kabul edilmektedir [35].

Bulgar tarihçi B. Simeonov, eski Çin kaynaklarında, M.Ö. 103 yılında ait bir kayıtta “Pu-
ku” ve “Bu-gu” şeklinde geçen kavmin Bulgarlar olduğunu ve onlardan Amu-Derya’nın
batısı ve Tien-Şan dağlarının kuzeybatısında yaşayan bir kavim olarak bahsedildiğini
söylemektedir [36]. Fakat, B. Simeonov’un bahsettiği Pu-ku veya Pu-ku kavmi, herhalde
Kök-Türkler döneminde de mühim bir rol oynayan ve Kök-Türklerin idaresinde iken
620’li yıllarda diğer Töles boylarıyla birleşerek “Altı-Bag Bodun”u oluşturarak Kök-
Türklere karşı isyan eden “Bu-gu” Türkleri olmalıdır [37].

Bulgar adına Latin kaynaklarında ilk olarak M.S. 354 yılında rastlamaktayız. Yazarı
meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgar
Türklerinden [Ziezi ex quo Vulgares] bahsedilmektedir [38]. Bizans kaynakları ise M.S.
482 yılında, Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu
devletin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler [39]. Halbuki, Bulgar Türkleri
hakkında en eski yazılı kayıt, Süryanî Mar-Abas Katina’ya aittir. Mar-Abas Katina,
Bulgar Türklerinin M.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından
bahsetmektedir. Bu kayıt, VII. yüzyıl Ermeni tarihçisi Khorenli Musa [Moses Khorenaci],
tarafından da nakledilmiştir. Khorenli Musa, Bulgarlarla ilgili olarak şöyle demektedir;
“Val Arşak oğlu I. Arşak zamanında [M.Ö. 149-127] Kafkasya dağları arasındaki
Bulgarlar ülkesinde büyük karışıklıklar çıktı. Bunlardan kalabalık bir grup göçüp gelerek
Gol’un altında çok verimli ve buğdayı bol ovalara yerleştiler.” [40]

Başta M.İ. Artamonov olmak üzere bazı eski Sovyet ve Avrupalı tarihçiler, Mar-Abas
Katina ile Khorenli Musa’nın Bulgarlar hakkında milat öncesi döneme ait verdiği bu
haberleri anakronik sayarlar [41]. Fakat, V.F. Kahovskiy, K. Patkanov ve Z.V. Togan,
Bulgarların gerçekten de milattan önceki dönemlerde Kafkasya’da yaşadıklarını ve
bunların bir kısmının, Khorenli Musa’nın da işaret ettiği tarihlerde Ermenistan
dolaylarına göç ettiklerini söylerler. V.F. Kahovskiy ve K. Patkanov, milat öncesi
tarihlerde Kafkasya ve Ermenistan coğrafyasında Bulgarların yaşadıklarını ve bunun da
tarihe uygun olduğu konusunda ısrarlıdırlar [42].

Bulgarların aslında Hunlardan çok daha önce Kafkasya’ya gelip yerleştikleri


anlaşılmaktadır. Fakat, Bizans kaynaklarında Bulgar Türkleri daha çok Hunlarla birlikte
anılmaktadır. Bulgarlar, Attila’nın Avrupa Hun İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra
en küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak geçmektedir.
Yani, Avrupa Hun İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Bulgarlar tarih sahnesinde
yeni siyasi bir oluşumun en önemli parçası olarak ortaya çıkmaktadırlar.

Hunlar Kafkasya’da

Bizanslı Dionius de Charax, Hunların M.S. 330 yıllarda Kafkaslara geldiklerini


bildirmektedir [44]. Fakat, Alanları yerinden edecek kadar güçlü bir hareket olan
kavimler göçünün başlamasından ve Hunların toplu olarak İtil, Azak ve Kafkasya
dolaylarına gelip yerleşmesinden çok daha önce, Orta Asya’dan gelip buralara yerleşen
Hun kabilelerinin olduğu bilinmektedir. Bu kabileler, Hunların toplu göçünden en az 150
yıl önce buralara gelip yerleşmişlerdir [44].

Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru dalgalar halinde akan Balamir Han yönetimindeki
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Hunlar, 355-360 yıllarında, İtil ırmağını aştıktan sonra, Don ırmağını da geçmişler, Terek
ve Koban’daki Alanların ülkesini tamamen hakimiyet altına almışlardı. Hunlar, Alanların
ülkesini ele geçirdikten sonra hemen batıya yönelmediler. Kafkasya üzerinden 359
yılında İran’a ve 363-373 yılları arasında Ermenistan’a girdiler [45]. Hunlar kısa bir
zamanda, Hazar denizinden Azak denizine kadar uzanan bütün Kafkasya coğrafyasını
kontrol altına aldılar. Bütün bu tarihi olaylardan sonra, Kafkasya ve Azak denizi civarı,
artık Hunların gerçek vatanı olarak sayılıyordu [46].

Balamir’in torunu Munçuk, hükümdarlığı zamanında, Kafkasya kavimlerinin


hükümdarlığını kardeşi Aybars’a vermişti. Aybars, ordularının başında Kafkasya’da tam
bir hakimiyet kurmak maksadıyla, İtil’den güneye doğru hareket etti. Bu dönemde, Azak
ile Kafkasya arasındaki bozkırlarda yaşayan Alanlar ve Kasoglar [Çerkesler] ile
karşılaştı ve onları yenilgiye uğratarak hakimiyeti altına aldı. Hunlar ile Alan ve Kasoglar
arasında geçen bu tarihi hadiseler, Kabardey Çerkeslerinin destanlarına da geçmiştir.
L.G. Lopatinskiy’nin Kabardeylerden derlemiş olduğu bir destanda Hunlar ile Kasogların
olan savaşı anlatılır [47].

Hunlar, Kafkasya’nın tarihini, coğrafyasını, kültürünü çok derinden etkilemişler ve bu


bölgede kalıcı izler bırakmışlardır. Sözgelimi, Hun ordularının Kafkasya üzerinden
Anadolu’ya yaptıkları akınların başında, [s. 576] Hunların hükümdar “Dulo” sülalesine
mensup “Kursık” ve “Basık” adlı iki komutandan bahsedilmektedir [48]. Hun prensi
“Kursık”ın adı, Karaçaylıların en eski köylerinden olan “Hurzuk”un adında hatırasını
korumaktadır. Öte yandan, Hurzuk adı sadece bir köyün adı değil, bu köyün de içinde
bulunduğu büyük bir vadinin adıdır. Ayrıca, Koban ırmağının kaynağını oluşturan
ırmaklardan birinin adı da “Hurzuk”tur. İ.M. Mızı’ya göre diğer Hun prensi “Basık”ın adı
ise, bugün Kabardey-Balkar Ö.C. sınırları içerisinde bulunan fakat daha çok Karaçay-
Balkarlıların yaşadığı “Bashan~Baksan” [Basık-Han] vadisinde hatırasını devam
ettirmektedir. Yine, Balkarya’daki Çegem ırmağının kollarından biri olan “Dongat”
[Doñat] suyunun adı, Hun komutanlarından “Donat”ın adını hatırlatmaktadır [49].
Karaçay’daki “Hun-Kala” [Hun-Kale] adındaki kale kalıntısı ile Balkar’daki “Hun-Tala”
[Hun düzlüğü] toponimleri Hunların adından kalmıştır [50]. Ayrıca, Hunların meşhur
hükümdar sülalesi “Dulo” [Dula~Doula] adı, Karaçaylıların eski sülalelerinden biri olan
“Dola” sülalesinde adını korumaktadır. Dağıstan’da, Avarların meskun olduğu tarihi
“Hunzakh” şehri Hunlardan kalmış olup, bu şehrin adı, Avar dilinde “Hun yeri” demektir
[51]. Bunların dışında, Macaristan’daki Hun çağı eserleriyle, Kafkasya’da Terek ve Digor
bölgelerinde bulunan eserlerin birbirleriyle çok yakınlık göstermesi, Hunların Kafkasya
kültüründe ne kadar etkili olduğunu göstermektedir [52].

Magna Bulgaria

Attila’nın 453 yılında ölümü üzerine, yerine büyük oğlu İlek geçti fakat imparatorluğun
parçalanmasının önüne geçemedi. Attila’nın ikinci oğlu Tengizik de Tuna civarı ve
Romanya ovalarına yerleşti. Attila’nın küçük oğlu İrnek ise 456 yıllarında kendisine bağlı
Hun kabileleriyle birlikte Orta Avrupa’yı terk ederek Karadeniz kuzeyindeki bozkırlara
geldi. İrnek Han, burada karşılaştığı Bulgar kabileleriyle birleşerek bir Hun-Bulgar
Devleti kurmuş ve gelecekte Kubrat Han’ın kuracağı “Magna Bulgaria”nın [Büyük
Bulgarya] temellerini atmıştır [53].

Bizanslı Priskos ve Suidas, 463 yılında Şaragur, Ogur ve Onogur adlı kabilelerin
Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda, Tuna ırmağının kolları ile Volga arasındaki
bozkırlarda yerleşmiş olduklarını kaydederler ve daha sonra 482 yılında İrnek’in kurmuş
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

olduğu birliğin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler. Bulgarlar daha sonra,
Kutirgur ve Utirgur şeklinde iki kabile temelinde bir siyasi birlik oluşturmuşlardır. Bu ilk
Bulgar birliğinin merkezi Koban ırmağı civarında bulunuyordu [54]. Avrupa’dan
Karadenizin kuzeyindeki bozkırlara ve Kafkasya’ya dönüş yapan Hunlar ile buralarda
çok eskiden beri yaşamakta olan Bulgar ve Sabir kabileleri arasında çatışma çıkacağı
yerde, kısa sürede dostane temaslar neticesinde siyasi birlik oluşmuştu. Bulgar ve
Sabirlerin bundan sonra kendileri için “Hun” adını kullanmaları bunun en güzel delilidir.
IV. yüzyılda Bulgarların kendilerini Hunlardan sayması bir gurur vesilesi idi [55]. M.İ.
Artamonov, Kafkasya’nın V. yüzyıldaki etnik haritasını şöyle çizmektedir: Dağıstan’ın
kuzeyinden Kuma ırmağı ve onun kollarının çevrelediği yerlerde Sabirler ile onların biraz
yukarısında Şaragurlar yaşamaktadır. Onların kuzeyinde ve batısında yani bugünkü
Adige Ö.C. ve Krasnodar ile Stavrapol çevresinden Azak denizine kadar olan yerlerde
Onogurlar yaşamaktadır. Azak denizinin kuzey kıyılarından doğu ve güneye doğru
Şaragurlara kadar olan yerlerde Akatsirler [Akaçir] yaşmaktadır. Bugünkü Karaçay-
Çerkes Ö.C. ile Kabardey-Balkar Ö.C ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerinin
tamamında da Alanlar yaşamaktadır [56].

Kök-Türklerin baskısıyla, 560 yıllarında batıya kaçan Avarlar, Kırım ve Kafkasya’daki


Hun ve Bulgarları hakimiyet altına aldılar. Bulgarların bir kısmı, Avarların baskısına
dayanamayarak Kafkasya dağlarına sığındılar. Bunlar daha sonraları Bizans ve Rus
vakayinamelerinde “Kara Bulgar” adıyla anılacak olan ve bugünkü Karaçay-Balkar
Türklerinin ataları olan Bulgarlardır. Kök-Türklerin batıya doğru daha da yayılmaya
başlamasıyla, Avarlar da 567 yıllarında Balkanlara ve Avrupa içlerine doğru kaymaya
başladılar. Avarlar gittikleri zaman beraberlerinde de Kutirgurların önemli bir kısmını
götürdüler [57]. Kafkasya’daki diğer Bulgar kabileleri ise “Ermi” adlı bir Türk kabilesine
[veya sülaleye] mensup “Gostun” [veya Organ] adlı bir prensin idaresinde 603 yılında
toparlanarak yeniden birlik oluşturdular [58]. Tuna Bulgar Hanları Listesinde “Gostun”
şeklinde geçen bu şahsın adı [veya unvanı] Bizans kaynaklarında “Organ” şeklinde
geçmektedir. “Gostun” veya “Organ” adıyla anılan bu şahıs yakın bir gelecekte “Magna
Bulgaria”yı [Büyük Bulgarya] kuracak olan “Kubrat Han”ın da dayısı [veya amcası]dır
[59]. Kubrat, 605 yılında Bulgarların yönetimini, dayısı Organ’dan devralarak,
Bulgarların “Elteber”i oldu. Fakat bu sırada Bulgarlar halen Avarların baskısı
altındaydılar. Kubrat, hükümdar olduktan sonra, Bulgarların bağımsızlığı için Avarlara
karşı mücadeleye başladı. Kubrat’ın bu mücadelesini Bizanslılar da destekliyordu.
Hatta, Bizans İmparatoru Herakleios’la ittifak anlaşması yapan Kubrat, kendisine
“Patrikios” unvanı verilmesini de sağladı. Kubrat, 630 yılında, Avarlara karşı açıktan
isyan başlatmış, beş yıl süren bir mücadeleden sonra, 635 yılında, bu mücadelesini
başarıyla [s. 577] sonuçlandırarak, temelde Onogur ve Utirgur [Onogur+Sabir] kabileleri
olmak üzere “Magna Bulgaria” [Büyük Bulgarya] devletini kurmuştur [60]. Kubrat bundan
sonra “Han Kubrat” olmuş ve ölünceye kadar da Han olarak kalmıştır [61].

Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer [62].
Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu
Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir
kısmı da Kafkasya’yı terk ederler. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı
kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise [63] yine kendine bağlı
kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur,
As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır.
Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder [64]. Bizanslı tarihçi
Theophanes [760-818], “Kronik” adlı eserinde Bulgarlar hakkında değerli bilgiler
vermektedir. Bu eserde verilen bilgileri, arkeoloji ve kısmen de filoloji önemli derecede
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

doğrulamaktadır. Theophanes’in, Kubrat Han ve oğullarıyla ilgili naklettiği hikaye


şöyledir; “Gölden [Azak denizi] ve Kuphis [Koban] adıyla anılan ırmağa kadar olan yerler
Bulgarların ülkesidir. Bunun için buraya Büyük Bulgarya denilir. Bulgarlar ve onlarla
birlik halindeki Kotraglar [Kutirgurlar?] burada yaşarlar. İmparator Konstantin döneminde
[558-641] Bulgar ve Kotragların Krovat [Kubrat] adlı kralları öldü. Bu kralın beş oğlu
vardı. Kral [Kubrat] ölmeden önce beş oğluna da, başka bir milletin kölesi olmamak
istiyorlarsa birlik halinde olmalarını öğütlemişti. Fakat onun ölümünden kısa bir süre
sonra beş oğlu da babaların öğüdünü tutmayıp kendilerine bağlı kabilelerle birlikte
birbirlerinden ayrıldılar. Yalnız, Krovat’ın [Kubrat] Batbayan adlı büyük oğlu, babasının
öğüdünü tutarak atalarının yurdunda kaldı. İkinci oğul Kotrag, Tanais [Don] ırmağını
geçip ağabeyinin karşısındaki topraklara yerleşti. İster [Tuna] ırmağını geçen dördüncü
oğlu [Kuber] Pannonia’daki Avar Hakanı’nın tabisi oldu. Beşinci oğlu [Alçek] ise
Pentapolis’e kadar giderek Ravenna’daki Hıristiyan imparatorunun tabisi oldu. Asparuh
adlı üçüncü oğul ise, Dnepr ve Dnestr ırmaklarını geçerek, Tuna’nın kuzeyindeki Onglos
[Bucak] ırmağı civarına geldi ve güvenli bir yer olduğuna karar vererek buraya yerleşti.
Böylelikle onlar beşe bölündüler ve zayıfladılar. Bundan sonra, Berzilia’nın içinden, eski
Sarmatya topraklarında büyük Hazar kavmi çıktı ve Pont denizi [Karadeniz] kadar olan
yerlerde hakimiyet kurdu. Bulgar kralının ilk oğlu Batbayan da Hazarların tabisi oldu.
Bundan sonra, Batbayan onlara [Hazarlara] vergi ödedi.” [65] Kubrat Han’ın ölümünden
sonra, çok geçmeden oğulları arasında ülkede hakim olma savaşları başladı. Asparuk,
amcası Şambat’ın da desteğiyle Batbayan’ı sıkıştırmaya başladı. Bu karışıklık ve iç
savaşlardan faydalanan Hazarlar Bulgarlara saldırarak iç savaş halindeki Büyük
Bulgarya’ya son verdiler. Asparuk önceleri Hazarlara karşı koymaya çalıştıysa yenilerek
geri çekildi [66]. Batbayan ise kendi idaresindeki Bulgarlarla birlikte, Elteber [vali, ikinci
derece hükümdar] konumunda Hazarların hakimiyetine girdi. Daha sonraları,
Batbayan’ın idaresindeki Azak ve Kafkasya Bulgarları, Bizans ve Rus vakanüvisleri
tarafından “Kara Bulgarlar” adıyla anılmışlardır. Kara Bulgarlar ile Hazarlar arasındaki
münasebetler oldukça iyi bir şekilde cereyan etmiştir [67].

Kara-Bulgarlar ve Karaçay-Balkarlar

Birçok bilim adamı, tarihte “Kara Bulgarlar” veya “Koban Bulgarları” adıyla geçen
Kafkasya Bulgarlarının, Karaçay-Balkar Türklerinin etnik oluşumunda birinci derecede
etkili oldukları konusunda birleşmekte ve Karaçay-Balkarları doğrudan Kafkasya
Bulgarlarının devamı olarak kabul etmektedirler.

V.F. Miller, Karaçay-Balkar Türklerini, eskiden Koban ırmağı dolaylarında yaşamış olan
eski Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak saymaktadır. V. Minorsky ve J. Marqwart da
aynı görüşte olup V.F. Miller’in bu görüşünü desteklemektedirler [68].

Meşhur eski Sovyet tarihçilerinden M.İ. Artamonov da, Karaçay-Balkarları, Bulgar


Türklerinin devamı olarak kabul etmektedir. Ona göre, tarihte “Kara-Bulgar” adıyla
bilinen ve Hazarların hakimiyetine giren Batbayan önderliğindeki “Koban Bulgarları”
bugünkü Karaçay-Balkarların atalarıdır [69].

M.F. Kırzıoğlu yazmış olduğu birçok kitap ve makalelerinin hemen hepsinde; Bulgar
Türklerinin, Karaçay-Balkarların ataları olduğunu söyler. M.F. Kırzıoğlu’na göre, XII.
yüzyılda Genceli Nizami’nin şiirlerinde bile bahsettiği “Kafkasya Bulgarları” bugünkü
Karaçay-Balkar Türkleridir [70].

F.A. Nurettinov, Karaçay-Balkarların, Avar ve Hazarların baskısıyla Azak-Kafkasya


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

sahasını terk etmek zorunda kalan eski Bulgarların Kafkasya’da kalan bakiyeleri
olduğunu söylemektedir [71].

Z.V. Togan da, Karaçay-Balkarların Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak görmekte ve


Karaçay-Balkarların önceleri bugünkü Çuvaşlar gibi Lir Türkçesini konuştuklarını, fakat
XV. yüzyıldan önce tespit edilemeyen bir dönemde Şaz Türkçesine geçiş yaptıklarını
söylemektedir [72]. Fakat, Z.V. Togan, Karaçay-Balkarların önceleri Lir Türkçesini
konuştukları ve sonradan dillerinin Şaz Türkçesine dönüştüğüyle ilgili ileri sürdüğü [s.
578] bu görüşünü ispatlayacak herhangi bir delil sunmamıştır.

Bulgar tarihçi B. Simeonov, Çuvaş ve Karaçay-Balkarların dillerini, eski Bulgar Türk


dilinin varisleri sayarak şöyle bir açıklama getirir; “Çuvaş ve Karaçay-Balkar dilleri, eski
Bulgar Türkçesinin devamıdır. Fakat, artık bugün Çuvaş dili daha çok Fin-Ugur dillerinin
etkisinde kalarak eski Bulgar Türkçesinden uzaklaşmıştır. Balkar dili ise diğer Türk
dillerinin etkisinde kalarak Bulgar Türkçesinin esaslarını kaybetmiştir.” [73]

E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının, VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından kaçarak
Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorskiy], Narsana, Arhız, Koban, Balkarya
ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden beri
yaşayan Alanlar ile de karışarak bugünkü Karaçay-Balkarların temelini oluşturduklarını
söylemektedir [74].

A. Miller, 1930’lu yılların başlarında, Digorya’daki [Kuzey Osetya] arkeoloji araştırmaları


sırasında Bulgar Türklerine ait kulplu asma kazan parçalarını bulmuştur. A. Miller daha
o zamanda: “Burada [Digorya’da] bulunan Bulgar kazanları, Azak Kara Bulgarları
atalarının Kuzey Kafkasya’da bugünkü Balkar Türkleri olduğunu ortaya koymaktadır”
şeklinde bir açıklama yapmıştı. Miller’e göre, Azak’taki Kara Bulgarlarının ataları
önceden Kafkasya’da, bugünkü Digorya ve Balkarya topraklarında yaşıyorlardı. Daha
sonra bunların bir kısmı Azak civarına göç etmiş, bir kısmı da Kafkasya’da kalmıştır.
Kuzey Kafkasya’da kalanlar da bugünkü Balkar Türkleridir. A. Miller, ileride bu konuyla
ilgili özel olarak ilgilenmek ve bu kültürün kalıntılarını bulmak düşüncesiyle arkeoloji
literatüründe bu hususta herhangi bir açıklamada bulunmaktan çekinmişti. A. Miller,
Azak Bulgarlarının, bugünkü Bulgaristan’a göç yollarının tespitini ve bugünkü Balkar
Türkleri ile Azak Kara Bulgarlarının bir kökten olduklarını ispat etmeyi ve bundan sonra
elde ettiği sonuçları bilim dünyasına açıklamayı düşünüyordu. Bütün çalışmaları bu
yöndeydi. Fakat, 1933 yılının sonlarına doğru A. Miller, Sovyet hükümeti tarafından
tutuklanarak Sibirya’ya sürgün edilmiş ve çok geçmeden de orada ölmüştür. Onunla
birlikte konuyla ilgili çalışmaları ve toplamış olduğu malzemeler de ortadan yok olmuştur
[75].

M. Miller ise, A. Miller’in Karaçay-Balkar Türklerinin Kara-Bulgarların devamı olduğu


şeklindeki teorisini tamamen kabul etmektedir. Fakat ona göre, Azak’taki Kara Bulgarlar,
Azak civarına Kafkasya’dan göç etmemiş, tam tersine, Azak’taki Kara Bulgarların bir
kısmı göç ederek Kafkasya’ya gelmiş ve bugünkü Karaçay-Balkar Türklerinin temelini
oluşturmuşlardır. M. Miller, Azak’taki Kara Bulgarların Kafkasya’ya göçlerinin Kiyev-Rus
prensi Svyatoslav’ın 964-966 yıllarında Hazar Türklerine yaptığı seferler sırasında
gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Ona göre; “Svyatoslav, Hazarların Şarkel şehrini ele
geçirdikten sonra Hazarların bütün kuzeybatı kısmını hakimiyet altına almış ve Kiyev-
Rus prensliğiyle birleştirmişti. Rusların, Dnyeper’den güneydoğuya doğru yaptıkları
akınların baskısı altına kalan Bulgarlar, Don ve Azak’tan Kafkasya’ya doğru göç
etmişlerdir. Bugüne kadar elde edilen arkeolojik malzemeye dayanılarak denilebilir ki,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kafkasya’daki Karaçay-Balkar Türklerinin, Rusların baskısıyla Azak civarından


Kafkasya’ya göç edip gelen Bulgarların devamı oldukları şüphe götürmez bir gerçektir.”
[76]

Karaçay-Balkarların etnik bakımdan Kafkasya Bulgarlarının devamı olduğunu arkeolojik


bulgular da desteklemektedir. Sözgelimi, Karaçay’da İndiş ırmağı yakınlarındaki Bulgar
yerleşimi kalıntıları, Balkarya’da Aşağı Çegem ve Laşkuta köylerinde bulunan
Bulgarlara ait arkeolojik eserler, Yukarı Çegem, Lıgıt ve Kaşha-Tav yakınlarında ortaya
çıkarılan Bulgar Türklerinden kalma mezarlar, Karaçay-Balkarlar ile Bulgarlar arasındaki
etnik bağlantıyı ortaya koymaktadır [77]. İ.M. Mızı, Kutirgur adının, Balkarya’nın Çegem
vadisinde eski bir Balkar köyü olan “Gudurgu” adında, Bittogur adının da, Çegem
ırmağının yukarı kısmında “Biturgu” şeklinde korunduğunu söylemekte; ayrıca “Çılmas”,
“Bulungu”, “Uçkulan” ve “Bıllım” adlı Karaçay-Balkar köylerinin adlarının da Bulgar
Türklerinden kaldığını ileri sürmektedir [78].

Balkar ve Bulgar Sözleri Arasındaki Benzerlik

Birçok bilim adamı, Balkar ve Bulgar sözleri arasındaki benzerliğe dikkat çekmiş ve
bundan dolayı da Bulgarlar ile Balkar Türkleri arasında etnik bağlantı kurmaya
çalışmıştır. Fakat “Balkar” adı eski Sovyetler Birliği’nde, Avrupa’da ve Türkiye’deki
Türkoloji literatüründe “Balkar” şeklinde geçmesine karşın, Balkar Türkleri kendilerini
“Malkar” şeklinde adlandırırlar. Karaçaylılar da Balkarlara “Malkar” derler. “Bulgar” sözü
ile “Balkar” sözü arasındaki benzerlikten hareketle, Bulgarların Balkar Türkleriyle etnik
ilişkisini ortaya koymaya çalışan bilim adamları, “Malkar” sözünün, Türk dilinde görülen
b>m ses değişimiyle ortaya çıktığını söylemektedirler. Balkar sözünün b>m
değişikliğiyle Balkar şekline dönüştüğü kabul edilebilir olmakla birlikte burada Türk dili
kurallarına aykırı olan g>k ses değişimi gözden kaçmaktadır.

Türkçe’nin k>g ses değişimi kuralına göre; “Balkar” sözü eğer kaynağını “Bulgar”
sözünden alıyor ise, Bulgar sözündeki gibi ‘g’ sesiyle “Balgar” şeklinde devam etmesi
gerekirdi. Fakat bu kural tam tersine “g>k” şeklinde işlemiş ve “Balkar” sözü ortaya
çıkmıştır. Şayet, Türk dilinin “k>g” ses değişimi kuralının buna benzer bir istisnası yok
ise ya da bu kural “değişmez” bir kural ise; o zaman “Bulgar” sözünün önceki ve asıl
şekli “Bulkar” olmalıdır. Bulgar adı, eski Bizans [s. 579] kaynaklarında “Bulgar~Bolgar”
şeklinde anılmakla birlikte, İbn Rusteh’in kayıtlarında “B.lkar” şeklinde ve eski Ermeni
kaynaklarında da “B.lkar~Bolkar~Bulkar” şeklinde geçmektedir [79]. Yani, Bulgar adının
aslının “Bulkar~Bolkar” şeklinde olması uzak bir ihtimal değildir. Hatta, biraz sonra
üzerinde genişçe durulacağı üzere, ben “Bulgar” adının ilk ve asıl şeklinin “Balkar” veya
“Balkhar” şeklinde olduğunu düşünüyorum.

Balkar veya Malkar adı, Balkarların eski halk rivayetlerine göre, ne zaman ve nereden
geldiği belli olmayan “Malkar” veya “Balkar” adlı prensin adından kalmıştır [80]. Balkar
Türklerine izafe edilmek üzere “Balkar” sözü tarihte yazılı ve ilk olarak, Rus
kaynaklarında 1629 yılında, Terek bölgesi Rus Garnizonu Komutanı İ.A. Daşkov’un
Moskova’ya gönderdiği “Balkarların yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama
çalışmalarının” bahsedildiği bir mektubunda geçmektedir [81]. Öte yandan, eski Gürcü
kaynaklarında, XIV. yüzyılda, Balkarlara “Basian~Basiani~Basiati” adı verilmekte ve
Balkar ülkesine de “Basiania” denilmektedir. Gürcülerin, Balkarlara izafe ettikleri
“Basian” ve “Basiania” adları ilk olarak “Tshavatskiy Haçı”nda geçmektedir. Bu haçın
üzerinde, Eristav Rzya Kvenipneveli adlı birinin Basiania’da [Balkarya’da] tutsak alındığı
ve Ksansk vadisindeki Tshavatskiy köyünün Spasskiy kilisesinde toplanan fidye ile
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kurtarıldığı yazılmaktadır. Yine 1745 yılında, Gürcü Kalının oğlu ve aynı zamanda
coğrafyacı ve tarihçi olan Vahuşti’nin notlarında da, Balkarlara izafeten “Basian” ve
“Basiania” adları geçmektedir. İ. Mızı, “Basian” adının, tarihte Hazarlar ile ittifak halde
sürekli olarak Kafkasların güneyine saldıran ve Khorenli Musa’nın notlarında bazen
“Basil” şeklinde geçen “Barsil”ler ile bir ilgisi olduğunu ileri sürmektedir [82]. Fakat bana
göre, Balkarların “Basian” adının, eski Balkar prenslerinin soy atası “Basiyat”ın adından
kaynaklandığı daha mantıklı gibi görünmektedir.

Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde, bugünkü Kabardey-Balkar Ö.C. topraklarında


olduğu anlaşılan, Dağlık bölgelerde yaşayan ve asla ovalara inmeyen “Macar” adlı bir
oymaktan bahsedilmektedir: “Aşiret-i Macar beğleri vardır. Cümle [hepsi] iki bin
ademdür [kişidir]. Amma [fakat, az olmalarına rağmen] bahadır erlerdür.” M.F. Kırzıoğlu,
Evliya Çelebi’nin bu kaydını “Fin-Ogur kalıntısı” şeklinde yorumlamıştır [84]. Fakat,
Evliya Çelebi’nin bahsettiği “Macar” adlı oymak, Balkarların oluşum hikayesinde bahsi
geçen “Macar” şehri ve halkı olmalıdır. Ben bunların Balkarlar olduğunu sanıyorum. Öte
yandan, Balkarların oluşum hikayesindeki “Macar” adlı şehir “hikaye” değil gerçektir.
Bugünkü Stavropol şehri yakınlarında hikayede adı geçen “Macar” şehrinin kalıntıları
bulunmuştur. Ayrıca, bu Macar şehrinin adı, Karaçaylıların oluşum hikayelerinde de
sıkça geçmektedir [85].

“Balkar” sözünün kökeniyle ilgili olarak birkaç etimolojik açıklama vardır. A. Mokayev’e
göre “Malkar” sözü “mal” [mal, hayvan] ve “kar” [kara, yer, arazi] şeklinde iki ayrı sözün
birleşmesinden oluşmuştur ve bundan da “malı, hayvanı bol olan yer” veya “malcılıkla,
hayvancılıkla uğraşanların yeri” şeklinde bir anlam çıkarılmalıdır [85]. J. Klaproth ise,
Balkarların eskiden Kuma ırmağı civarında yaşadıklarını ve daha sonraları bugünkü
yurtlarına, yani Malk [Balk] ırmağı civarına gelip yerleştiklerini; Malk [Balk] ırmağının
adından da “Malkar” veya “Balkar” adının ortaya çıktığını söylemektedir [86].

Birçok bilim adamının ileri sürdüğü gibi, ben de, Balkar ve hatta Balk ırmağı adlarının
kökeninin Bulgar Türkleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bunu daha aşağıda
Bulgar sözünün etimolojisiyle ilişkilendirerek açıklamaya çalıştım.

“Bulgar” sözünün kökeni üzerine ileri sürülmüş teorilerin içinde en çok taraftar bulan
Macar Türkolog Gy. Nemeth’in teorisidir. Ona göre, “Bulgar” sözü Türkçe “bulga-” fiili ile
“-r” geniş zaman ekinden türemiş bir sözdür ve “karışık” anlamına gelmektedir. Yani,
değişik Türk kabilelerinin bir araya gelip “karışmasıyla” ortaya “Bulgar” adlı bir kavim
çıkmıştır. İ. Kafesoğlu da, Gy. Nemeth’in bu görüşünü destekleyerek, Bulgarların, Hun
ve Ogur kabilelerinin karışmasından meydana geldiğini ve V. yüzyıldan önce “Bulgar”
adında bir kavime rastlanmadığını söylemektedir [87]. T. Tekin’e göre, Gy. Nemeth’in
“Bulgar” [karışık] sözü hakkındaki etimolojisi genellikle kabul edilmiş olmakla birlikte
gözden kaçan zayıf bir tarafı vardır. Türkçe “bulga-” sözü geçişsiz değil, geçişli bir fiildir
ve bundan “karışık” değil, “karıştıran” şeklinde bir anlam ortaya çıkmaktadır. Ona göre,
“Bulgar” kavim adının asıl anlamı “karışıklık çıkaran, ortalığı karıştıran, isyankâr”
şeklinde olmalıdır [88]. Gerçekten de, eski Türkçe’de ve bugünkü Türk lehçelerinin
birçoğunda “bulga-” sözü “karıştırmak, ortalığı karıştırmak, bozgunculuk yapmak”
anlamlarında kullanılmaktadır. Karaçay-Balkar Türkçesinde de “bulga-” fiili “karıştırmak”
anlamında olup bundan türeyen “bulgak” [bozguncu, fesatçı, yıkıcı, ortalığı karıştıran
kişi] şeklinde bir söz vardır.

M.Z. Zakiyev, bilim adamlarınca genel olarak kabul edilen, “Bulgarların bugünkü Çuvaş
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türkçesine benzer bir dili, yani Lir Türkçesini konuştukları” şeklindeki teoriye karşı
çıkmaktadır. Ona göre Bulgarlar, Oğuz-Kıpçak tipinde, Şaz Türkçesi konuşuyorlardı.
M.Z. Zakiyev bu teorisini şöyle açıklamaktadır: “Bulgarların konuştukları dil bugünkü
Çuvaş diline benzeyen bir dil [Lir Türkçesi] olsaydı; Bulgarlar kendilerine kavim adı
olarak kendi dillerinde ‘Palkhar’ diyeceklerdi. [s. 580] Fakat, herhangi bir tarih
belgesinde bu şekilde bir ifadeye rastlanmamaktadır. Bulgarlarla ilgili olan bütün eski
tarih kaynaklarında onlar için ‘Bulgar’ ve ‘Bolgar’ adları kullanılmaktadır. Bu da fonetik
ve semantik bakımdan ancak Şaz Türkçesiyle açıklanabilen bir sözdür.” [89] Fakat, M.Z.
Zakiyev’in tarih belgesi dediği kaynakların hiçbiri Türklere ait olmadığı gibi, bu
kaynakları yazanların hiçbiri de Türk diliyle yazmamışlardır. “Bulgar” kavim adının
geçtiği tarihi belgeler; Bizans, Latin, Ermeni ve Arap kaynaklarıdır ve adı geçen
kavimlerin dilleriyle yazılmışlardır. Öte yandan bu kaynakların bir kısmında Bulgarların
adı yalnızca “Bulgar~Bolgar” şeklinde değil, “B.lkar~Bolkar~Bulkar” şeklinde de
geçmektedir [90]. Fakat, M.Z. Zakiyev’in karşı çıktığı “Bulgarların Lir Türkçesini
konuştukları teorisi” ve buna bağlı olarak “Palkhar” adı, benim yukarıda biraz
bahsettiğim üzere Bulgar sözünün aslının “Balkar” veya “Balkhar” olduğu şeklindeki
teorime uygun düşmektedir. Bunu daha aşağıda geniş bir şekilde izah edeceğim.

Bulgar tarihçi İ. Şişmanov, Bulgarların ilk ve en eski yurtlarının Volga [İtil] ırmağı
boyunda olduğunu ve “Bulgar” sözünün de Volga ırmağı adından kaynaklanarak “Volga-
eri” sözünden geldiğini ileri sürmüştür. H. Eren bu görüşe karşı çıkarak şöyle
demektedir, “Bu açıklamayı kabul etmek için eski Türklerin ‘Volga’ adını kullandıklarının
ispat edilmesi gerekir. Oysa Türklerin bu ırmağa ‘Etil’ adını verdiklerini Bizans
kaynaklarından biliyoruz. Mesela, VII. yüzyıl başlarında Theophylaktos Symmokattes bu
ırmağın adını ‘Til’ şeklinde tespit etmiştir. Bulgar Türklerinin ‘Volga’ adını kullandıklarını
kabul etsek bile ‘Bulgar’ ile ‘Volga’ sözlerini birleştirmek güçtür. Eski Türkçede ve
bugünkü Türk diyalektlerinde söz başındaki b sesinin v sesine [b>v] dönüştüğünü
görüyoruz. Fakat buna karşılık söz başındaki v sesinin b sesine [v>b]
dönüşmemektedir. Yani ‘Volga’ sözünün ‘Bolga’ya dönüşmesi güçtür. Bu bakımdan İ.
Şişmanov’un etimolojik açıklaması kabul edilemez.” [91] Halbuki, eski Türklerin “Etil~İtil”
ırmağına önceden “Volga” adını vermiş olabilecekleri bence uzak bir ihtimal değildir.
Etil~İtil ırmağı adının, Avrupa Hun hükümdarı “Attila”nın adından kaynaklandığı genel
olarak bilim adamları tarafından kabul görmektedir. Attila ise V. yüzyılda yaşamıştır
[ölümü 453]. Yani “Etil~İtil” ırmağının adı da V. yüzyıldan daha öncesine gidemez.
Demek ki, eski Türkler V. yüzyıldan önce İtil ırmağını başka bir şekilde adlandırıyorlardı
ki bu da muhtemelen “Bolga” şeklinde idi [92]. H. Eren’in yukarıda ileri sürdüğü görüşün
tersine; “Volga” sözünün önceki şekli “Bolga” olup sonradan b>v değişmesiyle “Volga”
şekline dönüşmüş olması mümkündür ve Türk dilinin ses değişimi kurallarına da
uygundur. Hatta, Bulgar Türkçesine ait eski metinlerde “b>v” ses değişmesini gösteren
örnekler mevcuttur.

Ben, “Bulgar” sözünün kökenini “Balk” sözünde aramak gerektiğini düşünüyorum.


Türklerin yaşadığı yerlerde “Balk” sözüyle ilişkili coğrafi terimlerin sayısı oldukça
fazladır. “Balk” sözü ilk olarak Avrupa’da coğrafi bir bölgeye de adını veren “Balkan”
dağlarını akla getirmektedir. Avrupa’daki Balkan dağları adının kökeni, Hazar denizinin
doğusundaki Amu-Derya ırmağı havzasındaki “Balkan” dağlarına dayanmaktadır [93].
“Balkan” sözünün kaynağı ise “Balk” sözünden gelmektedir.“Balk” sözü, Kaşgarlı
Mahmut’un bildirdiği üzere, eski Türkçe’deki “kale-şehir” anlamına gelen “Balık~Balıg”
sözünü [94] akla getirmekte ise de, A. İnan, “Balkan” sözünün kökeninin eski Türkçe’de
“parlamak” anlamına gelen “balk” sözüyle bir ilgisi olabileceğini söylemektedir [95].
“Balk” sözü “parlak, parlaklık, parlamak, parıltı, ışık aydınlık, aydınlık saçmak”
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

anlamlarına gelen eski Türkçe bir sözdür. “Balkır” [~Balkar] sözü de “balk-ı-mak”
[parlamak] fiilinden türeyen ve “parlar~parlayan, ışık saçan” anlamına gelen bir sözdür
[96]. Eski Yunanlıların “Baktria” dediği, Türklerin ve İranlıların “Horasan” adını verdiği
bölgenin bir diğer adı da “Balkh”tır [97]. “Horasan” sözü, Farsça “hor~hur” [güneş,
aydınlık] sözünden “güneşin doğduğu memleket” anlamına gelmektedir [98].
Muhtemelen “güneş” ile bir bağlantısı olan eski Türkçe “balk” [parlak, ışık, aydınlık] sözü
de herhalde Türklerin Horasan bölgesine verdiği bir ad olmalıdır. Buradan hareketle;
“Bulgar” sözünün aslının “Balkar” [parlar~parlayan] olduğunu ve bunun da “Balkh”
[Horasan] bölgesiyle ilgili olup eski Türkçe’deki “balk” [parlak, ışık, aydınlık=güneş?]
sözünden kaynaklandığını söyleyebiliriz [99].

Z.V. Togan, Bulgarların [ve Hazarların], Makedonyalı İskender zamanında Horasan


[Balkh] bölgesinde yaşadıklarını söylemektedir. Bulgar ve Hazar Türkleri, İtil havzasına
muhtemelen İskender’in fetihleri sırasında gelmişlerdir. Hatta, Bulgar ve Hazarların bir
kısmı da, İskender’in Horasan taraflarına gelmesinden daha önce Sakalarla [İskitlerle]
birlikte İtil dolaylarına gelmiş olabilirler. Reşideddin Oğuznamesi’nde Bulgarlar İtil
havzasında Oğuz Han’dan önce yaşayan yerli bir kavim olarak ve Bulgar tarihi için çok
önemli olan “Ulu-Balagur” adıyla zikredilmektedirler [100]. “Sakaların” [İskitler] Balkh’tan
[Horasan] göçleri iki koldan gerçekleşmiştir. Sakaların bir kısmı Hazar denizinin
kuzeyinden İtil-Azak dolaylarına gelerek Kimmerleri yerlerinden çıkarırken; Sakaların
diğer bir kısmı da Hazar denizinin güneyinden İran, Azerbaycan ve Ermenistan
topraklarına girmişlerdir. Strabon, İran-Azerbaycan-Ermenistan coğrafyasında hakimiyet
kuran “Arşak”ların bir Saka boyu olduğunu ve oların Balkh [Horasan] bölgesinden [s.
581] geldiklerini söyler [101]. Hazar denizinin kuzey ve güneyinden gerçekleşen Saka
göçlerinin durakladığı ve birleştiği coğrafya ise özellikle de Dağıstan’ın kuzeyi olmak
üzere “Kafkasya”dır.

Balkh adının tarihi geçmişi, Azak ve Kafkasya bölgesinde de oldukça eskilere


gitmektedir. Kırım yarımadasının güneybatısındaki “Akyar”dan [Sivastapol] 13 km
uzaklıkta “Balaklava” adında küçük bir liman şehri vardır. Strabon’un da “Palakhion”
adıyla bahsettiği bu küçük şehrin tarihi oldukça eskilere dayanmaktadır. Strabon’a göre
bu şehrin adı, Saka [İskit] hükümdarlarından Skiluros’un oğlu “Palakhios”un
[Palakh~Balakh] adından gelmektedir [102]. Bizans kaynaklarında, Kafkasya’da Koban
ırmağından Dağıstan’ın kuzeyine kadar olan bölgelerde uzun yıllar hakimiyet kurmuş
olan Sabir [Hun] Türklerinin 520 yılında ölen “Balakh” adlı bir hükümdardan
bahsedilmektedir [103]. Bu iki hükümdarın adlarının birbirleriyle olan benzerliği dikkat
çekicidir. Bunların her ikisinin kaynağı da bence “Balkh” sözünden gelmektedir. M.İ.
Artamanov, Mirza Kazım-Bek’in “Derbent-Name”si ve Tabari’den naklen, Arap
kaynaklarında “Balangar~Balancar~Belencer” şeklinde geçen Hazarların Dağıstan’daki
tarihi şehrinin asıl adının “Bulkar” veya “Balk” şeklinde olduğunu söylemektedir [104].
Derbent-Name’de, 652-653 yıllarında, Salman adlı bir komutanın yönetimindeki Arap
ordularının, Dağıstan bölgesinde “Bilkhar” [Balancar] adlı bir şehre girdiklerinden
bahsedilmektedir [105]. Hazarların Balancar şehrinin adının Bulgarlar ve Balkh’la
[Horasan] ilgisi olduğu açıktır.

Dağıstan’da Gazi-Kumukların kuzey doğusunda halen, tarihi çok eskilere dayanan


“Balkar” adında bir kasabada vardır. Bu kasabanın halkı da “Balkar” adıyla
bilinmektedirler ve tarihte seramik işçiliğindeki ustalıklarıyla ün yapmışlardır.
Dağıstan’daki Balkarlar, günümüzde yanlış olarak Gazi-Kumukların bir kabilesi olarak
sayılmaktadır. Fakat gerçekte ise bunlar, M.Ö. 149-127 yılında, Kafkasya’dan
Ermenistan ve Doğu Anadolu’nun kuzeyine göçen Bulgar Türklerinin Dağıstan’da kalan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

bakiyeleridir [106]. J. Klaproth’un kayıtlarına göre, Balkarlar [Karaçay-Balkarlar] eskiden


çok geniş bir alana yayılmış olarak yaşıyorlardı. Yoğun olarak yaşadıkları yerler ise
Kuma ırmağı civarı ile Dağıstan’ın kuzeyindeki bölgelerdi [107]. Gerçekten de,
Balkarların oluşum efsanelerinde, Balkarların önceleri Dağıstan’ın kuzeyinde
yaşadıklarına dair rivayetler vardır [108].

Kafkasya’da, Karaçaylılar ve Kabardeylerin “Malk” dediği, Balkarların ise “Balık” adını


verdikleri “Balk” vadisi ve “Balk” ırmağının adı da Bulgar Türkleriyle bağlantılı olarak
“Balkh” sözünden gelmektedir. Yukarıda, Hunlar bahsinde, Karaçay-Balkarların
yaşadığı Bashan [Baksan] vadisi ve Bashan ırmağıyla ilgili olarak Kabardey
Çerkeslerinin efsanelerinde geçen “Baksan” [Dav oğlu Baksan] adlı bir kahramandan
bahsetmiştik. Ş.B. Noghumuka bunun Çerkeslerin ataları olan Antların [?] kralı olduğunu
ve eski Yunan dilinin fonetiğinden kaynaklanan bir yanlışlıkla tarih kayıtlarına “Bakso”
şeklinde geçtiğini fakat doğrusunun “Baksan” şeklinde olması gerektiğini söylüyor [109].
Halbuki bu adın Türkçe “Basıkh” veya “Basok” adı olduğu açıktır. Hatta, Kabardey
Çerkeslerinin efsanelerinde geçen “Baksan” adlı kahramanın bir de “IV. yüzyılda
yaşadığı” belirtilmektedir ki bu Hun prensi Basıkh’ın yaşadığı aynı dönemdir. Bu konuyla
ilgili görüşlerimi daha önce Hunlar bahsinde belirtmiştim. Ş.B. Noghumuka yine
Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde “Malkh” adında bir kahramanın olduğunu
kaydetmiş fakat “Baksan” adlı kahramanın hikayesinin tersine “Malkh” adlı kahramanla
ilgili en küçük bir malumat vermemiştir. Ş.B. Noghumuka bununla ilgili olarak sadece:
“Eski rivayet ve mitolojilerde adları içimizde saklı bulunan bazı büyük kahramanlar
gerçekten geçmiş çağlarda geniş bir dünya şöhreti aldılar” diyor ve yirmi bir tane
kahraman adı sayarak on dokuzuncu sırada da “Malkh” adını veriyor ve Malkh’la ilgili
başka da bir şey söylemiyor [110].

Malk veya Balk vadisi ve ırmağının adının Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde geçen
“Malkh” adlı kahramanın hatırası olarak yaşadığını ve Balkarların da daha sonra Malk
veya Balk vadisine gelerek Balkar adını bu vadinin veya ırmağın adından aldıkları
şeklinde düşünülebilir [111]. Fakat, yukarıda da ifade ettiğim gibi, Ş.B. Noghumuka,
Malkh adlı kahramanla ilgili hiçbir malumat vermemiştir. Çerkeslerin efsaneleriyle ilgili
birçok kaynağı taramama rağmen ne böyle bir ada, ne de böyle bir hikayeye rastladım.
Gerçekten de “Malkh” adlı bir kahramanın konu edildiği bir Çerkes efsanesi varsa,
bence söz konusu bu “Malkh” adlı kahraman, Sabir [Hun] Türklerinin V-VI. yüzyılda
yaşamış meşhur “Balakh” [ölümü 520] adlı bir kralının [112] hatırasını yaşatmaktadır.
İran kralı I. Hüsev’in 545 yılında saldırısından sonra Sabirlerin tamamen dağılarak 545-
555 yılları arasında bir kısmının merkezi idareden mahrum şekilde, bugün Karaçay-
Balkarların yaşadığı, Koban ve Terek ırmakları dolaylarına gelerek her birinin başında
bir prens olmak üzere küçük kabileler halinde yaşamaya devam ettikleri bilinmektedir
[113]. İşte, Çerkeslerin efsanelerindeki “Malkh” adlı kahramanın adı da, Sabir kralı
Balakh’la bağlantılı olarak, XV. yüzyılda Koban ve Terek bölgesine gelip yerleşen
Çerkeslerin arasında eriyip giden bu Sabir kabilelerinden kalmış olmalıdır. Bir de,
Balkarların yoğun olarak yaşadığı Balk ırmağı kıyılarında çok eski zamanlardan kalma
“Palkh” adında bir şehir kalıntısı vardır. Bu şehrin ne zaman ve kimler tarafından inşa
edildiği konusunda kimse bir şey [s. 582] bilmemektedir [114]. Balk ırmağı kıyısındaki bu
eski şehir kalıntısının adının da yine Sabir kralı “Balakh”ın adından kaldığı açıktır ve bu
şehrin kurucuları da büyük bir ihtimalle Sabirlerdir.

En başından beri söylediğimiz gibi, bütün bu kavim, şahıs ve yer adlarının kökeni dönüp
dolaşıp eski Türkçe “balk” [parlamak] sözüne dayanmakta ve bunun da Balkh [Horasan]
bölgesiyle bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda uzun uzun açıklama getirerek
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

verdiğim örneklerden şu sonuçlara varılabilir: 1. “Bulgar” adının aslı “Balkar” veya


“Balkhar” şeklindedir ve bu da “balkh” sözüne Türk kavim adlarında sıkça görülen “-ar, -
er” ekinin gelmesiyle [Hazar, Kabar, Kaçar~Kacar, vs.] oluşmuştur ve bu söz de “parlar
veya “parlayan” anlamına gelmektedir. 2. Eski Türkler “balk” sözünden kaynaklanarak
Horasan bölgesine “Balkh” adını vermişlerdir ve bu da doğrudan doğruya Bulgarların
kavim adının oluşmasına birinci derecede etkili olmuştur. Yani Bulgarların ilk ata
yurtlarının Balkh [Horasan] olması sebebiyle kavim adlarını buradan aldıkları
anlaşılmaktadır. 3. Bulgarların ve Bulgar kavim adının, Avrupa Hun İmparatorluğunun
yıkılmasından sonra, yani V. yüzyılda oluşmadığı, tam tersine Bulgarların ve Bulgar
kavim adının çok daha eskilere dayandığı; Bulgarların daha Makedonyalı İskender’in
Balkh [Horasan] taraflarına gelmesinden çok daha önceleri Balkh’ta [Horasan]
yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bulgarların Balkh’tan [Horasan] Kafkasya gelmeleri,
Sakaların [İskitlerin] M.Ö. VII. yüzyılda Hazar denizinin kuzeyinden ve güneyinden
olmak üzere iki koldan gerçekleştirdiği göçler kanalıyla olmuştur. Bulgarlar, Saka [İskit]
birliğine dahil olarak kuzey yönünden İtil ırmağı dolaylarında, güney yönünden de İran-
Azerbaycan yoluyla Dağıstan’da gelmişlerdir. Hazar denizinin kuzey ve güneyinden
gelen Bulgarların birleşme noktası ise Azak denizi ile Koban ırmağı arasında kalan
Kuzeybatı Kafkasya bölgesidir. Sonuç olarak da, bugünkü Balkar Türklerinin eski
Bulgarların devamı oldukları ve Bulgar sözünün asıl şekli olan “Balkar” adını korukları
anlaşılmaktadır.

Karaçaylılar ve Kara Bulgarlar

Bilindiği gibi tarihte, Kubrat Han’ın oğlu Bat-Bayan idaresindeki Bulgarların bir kısmı
Azak dolaylarına, bir kısmı da Kafkasya’ya yerleşmişler ve Rus vakayinamelerinde
“Kara Bulgarlar” [Çerniye Bolgarı] şeklinde anılmışlardır [115]. Fakat, söz konusu bu
Kara Bulgarların adındaki “çornıy” yani “kara” sıfatı üzerinde pek durulmadığı görülüyor.
“Kara Bulgar” sözündeki “kara” sıfatından ilk olarak; kara-kemik, kara-kişi, kara-baş,
kara-halk, vs. şeklinde eski Türklerde sıkça kullanılan ve alt tabakayı ifade eden “kara”
sözü akla gelmektedir. Buradan “Kara Bulgar”ların adının aşağı tabakaya mensup
Bulgarları ifade ettiği düşünülebilirse de, bence bu düşünce yanlış olur. Bu anlamda
tarihte “Kara Bulgar”ların karşıtı olarak “Ak Bulgar” [üst tabaka~soylu Bulgarlar] şeklinde
bir kayıt yoktur. Kaldı ki, “Kara Bulgarlar”ın hükümdarı “Bat-Bayan” ile çevresi soylu ve
meşhur “Dulo” sülalesine mensup idiler.

Türk dilinde “kara” sözünün birçok anlamı vardır: kara [siyah rengi], kuzey [kuzey yönü],
yer [arazi, bozkır, toprak, ülke], ulus [topluluk], büyük [yüce, ulu], alt, [alt tabaka], katı
[sert], vs. Bu anlamların içerisinde benim üzerinde durduğum “bozkır” anlamını ifade
eden “kara” sözüdür. Türk dilindeki “kara” [bozkır] sözünden türeyen “kara-yurt” sözü de
“bozkır” anlamına gelmektedir [116]. Bozkır denilen yerler ise ormansız, kurakçıl
bitkilerle kaplı ve “kara iklimi”nin hüküm sürdüğü geniş alanlardır. Rus dilindeki “çornıy”
[kara] sözü de aynen Türkçe’de olduğu gibi birçok anlama gelmekte ve hem “siyah” hem
de “bozkır” anlamlarında da kullanılmaktadır. Sözgelimi Ruslar, Kiyev şehri ile civar
bölgelerini “çernozem” [kara toprak~kara yer] şeklinde adlandırırken [117] burada
aslında “bozkır” anlamı ifade edilmektedir. Aynı şekilde, Ruslar eskiden, Azak ile
Maniç’in doğusundan Kuma ırmağının kuzeyine kadar olan yerleri, yani Kafkasya’nın
kuzey doğu bölgelerini “çernie zemli” [kara topraklar~kara yerler] şeklinde
adlandırılmaktaydılar [118]. Hazar Hakanı Yusuf’un zamanında yani X. yüzyılda ise bu
“kara yer”lerde yani Azak denizinin kuzey doğusu ile Maniç’ten Koban ırmağı ve onun
kollarının orta kısımlarına kadar olan yerlerde “Kara Bulgarlar” yaşamaktaydı [119].
Buradan da, “Kara-Bulgar” kavim adının “bozkırlarda” yani “kara yerlerde” yaşayan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bulgarları ifade ettiği ortaya çıkmaktadır.

Karaçay Türklerine izafe edilmek üzere “Karaçay” sözü tarihte yazılı ve ilk olarak, Rus
kaynaklarında 1639 tarihinde geçmektedir. Bu tarihte, Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve
Fedor Bajenov adlı Rus elçileri, Gürcistan’a giderlerken, Karaçay topraklarında [Bashan
vadisindeki Elcurt köyünde] on beş gün kadar kalmışlar ve Karaçaylılar hakkında bazı
notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin notlarında Karaçaylılardan “Karaçay” ve “Karaçayevo
Kabarda” şeklinde bahsedilmektedir [120].

“Karaçay” sözünün kökeni ve Karaçaylıların bu kavim adını nasıl aldıkları hakkında


birçok görüş vardır. Bunlardan birkaçını sıralayalım. “Karaçay” sözünün kökeniyle ilgili
ilk olarak bunun “kara” [kara, siyah] ve “çay” [su, ırmak] sözlerinin birleşmesinden
oluştuğu ve “Karaçay” sözünün de “kara ırmak” anlamına geldiği ileri sürülmüştür. A.
Mokayev ise buna benzer bir etimolojiyle “Kara-çay” sözünden “sulu yer, sulak yer”
anlamı çıkarılması gerektiğini söylemektedir. Fakat bu görüş, [s. 583] Karaçay-Balkar ve
genel olarak diğer Kıpçak lehçelerinde “çay” [su, ırmak] şeklinde bir sözün
bulunmaması, Karaçay-Balkar Türkçesinde ırmak ve nehir anlamında “suw”, “çerek” ve
“koban” sözlerinin kullanılması, Karaçaylıların kendilerine özellikle de kavim adı olarak
“kara ırmak” adını vermeleri pek mümkün görünmemektedir [121]. Buna örnek olarak,
eskiden beri Kıpçak Türkçesinin konuşulduğu Kırım yarım adasının güneyindeki Yayla
dağlarından doğup Azak denizine dökülen “Karasuw” [Kara-su, Kara-ırmak] ırmağının
adı verilebilir.

“Karaçay” sözünün kökeni hakkında en ciddi ve genel olarak kabul edilen görüş;
“Karaçay” sözünün, Karaçaylıların efsanevi lideri “Karça”nın adından hatıra kaldığı
görüşüdür. Buna göre; Karaçaylıların efsanevi kurucu atası “Karça”nın adı başlangıçta
“Karaca” veya “Karaça” şeklindeydi. Karaçaylıların komşuları olan Kabardey Çerkesleri,
“Karaça’nın halkını ve yurdunu” ifade etmek için “Karaça” sözüne, Kabardey dilindeki “-
ey” nisbet ve izafet edatını ekleyerek “Karaşa-ey” sözünü kullandılar. Kabardey diline
yabancı dillerden giren “ç” sesi “ş” sesine dönüşür. “Karaşa-ey” şeklinde telaffuz edilen
bu söz daha sonra vokal benzeşmesi [kontraksiyon] sonucunda “Karaşey” şeklini
almıştır. Daha sonra da, Karaçaylılar kendileri için Kabardeylerin kullandıkları “Karaşey”
şeklindeki kavim adını “Karaçay” şekline çevirmişlerdir. Yani, Kabardey dilindeki
“Karaşey” sözü, Karaçay Türkçesinin, ş>ç dönüşümü ve e>a vokal birleşmesi ve ünlü
uyumu kurallarına göre “Karaçay” şekline dönüşmüştür [122].

Ben de aynı şekilde, bu görüşün taraftarı olarak, Karaçay sözünün “Karça” adlı beyden
hatıra kaldığını düşünüyor ve yukarıdaki görüşü destekliyordum. Fakat “Batır Karça”
destanı iyi tahlil edildiğinde, “Karça” adlı şahsın efsane bir kişilik olmadığı, tam tersine
Karça adlı beyin gerçekten de 1550-1650 yılları arasındaki bir dönemde yaşamış olduğu
anlaşılmaktadır. Öte yandan ben “Karça” adının aslının “Karaca” veya “Karaça” şeklinde
değil, “Karçıga” şeklinde olduğunu sanıyorum. Kıpçak Türkçesine ait bir söz olan
“Karçıga” sözü, kartalgillerden bir tür yırtıcı kuş olan “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına
gelmekte ve “Codex Cumanicus”ta “Karçıga” ve “Karçaga” şeklinde geçmektedir [123].
“Karçıga” sözü, Tatar ve Kırgız Türkçesinde “Karçıga”, Kazak Türkçesinde “Karşıga”,
Başkurt Türkçesinde “Karsıga” şeklinde [124] Karaçay-Balkar Türkçesinde “Kartçıga”
şeklinde [125] geçmekte ve “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına gelmektedir. Bilindiği
gibi “şahin, kartal, doğan” gibi yırtıcı kuşların adları, Türklerde erkek adı olarak çokça
kullanılmaktadır. “Karçıga” kuşunun adı da Kıpçak Türklerinde oldukça sık kullanılan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

erkek adlarından biridir. Sözgelimi, bugün de Kazak Türklerinde “Karşıga” adı çok sık
kullanılan bir erkek adıdır. Bana göre, Karaçaylıların efsanevi kurucu atası “Karça”nın
adı da, başlangıçta “Karçıga” şeklindeydi. XIX. yüzyıl başlarında, Kafkasya’da bulunan
J. Klaproth, Kabardey Çerkeslerinin, Karaçaylılara “Karçaga Kuşha” adını verdiklerini
söylemektedir [126]. Yani, Kabardeylerin “Karçaga Kuşha” dedikleri söz, “Karçaga’nın
Dağlıları” anlamına gelmektedir ki, bana göre buradaki “Karçaga” sözüyle “Karça”
kastedilmektedir. Buradan hareketle, “Karçaga~Karçıga” sözlerinin “Karça” adının
başlangıçtaki şekli olduğunu düşünüyorum. Bütün bunlardan da “Karaçay” sözünün
“Karça”nın adından kaynaklanmadığı anlaşılmaktadır Ayrıca, Karça’nın kendisi Kıpçak
kökenlidir. Karaçaylıların Kıpçaklaşma dönemi de muhtemelen onunla başlamıştır.
Karça’dan ancak XVI. yüzyıl sonları ile XVII. başları arasındaki bir dönemde
Karaçaylıların lideri olarak bahsedilebilir.

Karaçaylıların oluşumunu anlatan bir sürü hikaye vardır. Bunların bir kısmında Karça’nın
yerine doğrudan “Karaçay” adlı bir beyden bahsedilir. Bu hikayelerin birinde
Karaçaylıların, Hazar Hakanı Obadiy Han [Obedia] zamanında, “Karaçay” adlı bir beyin
idaresinde “Macar” veya “Kırk-Macar” adlı bir şehirde yaşadıkları, Obadiy Han’ın sürekli
ve zorla vergi almak suretiyle Macar şehrini baskı altında tutmasından dolayı Karaçay
adlı beyin kabilesiyle birlikte Macar şehrini terk ederek Kafkasya’nın dağlık vadilerine
göç ettiği, daha sonraları “Karaçay” adlı bey öldükten sonra onun kabilesinin beyin
hatırasını yaşatmak amacıyla kendilerine kavim adı olarak “Karaçay” adını aldıkları
anlatılır [127]. Hikayede geçen “Macar” şehrinin gerçek olduğunu daha önce
bahsetmiştik. Bu Macar şehrinde muhtemelen yukarıda bahsettiğimiz Kara Bulgarlar ile
adından da anlaşılacağı üzere Macarlar yaşıyorlardı.

A. Bayramuk, bu hikayede geçen “Karaçay” adlı beyin gerçek olduğunu ve


Karaçaylıların kavim adının da ondan geldiğini ifade etmekle birlikte “Karaçay” sözünün
sadece tek bir şahsın adı olmadığını, “Karaçay” sözünün kaynağının çok eskilere
dayandığını söylemektedir. Ona göre, “Karaçay” sözü aslında bugünkü Karaçaylılardan
çok daha eski zamanlarda yaşayan çok eski bir sülale veya kabilenin adıdır. Söz
konusu bu eski “Karaçay” adlı sülale veya kabileden “Karaçay” adlı veya soyadlı bir sürü
şahıs Kafkasya’nın değişik kavimleri arasında yayılmıştır. Bugünkü Karaçaylıların
oluşum hikayelerinde anlatılan “Karaçay” adlı bey de bunlardan biridir. Ayrıca,
Digorya’da [Kuzey Osetya] çok eski bir köyün adı “Karaçay”dır.Yine, Digorların eski halk
destanlarından birinin adı “Karaçay”dır ve bu destanda “Karaçay” adlı kahramanın
yiğitlikleri anlatılmaktadır. [s. 584] Fakat, Digorlarda geçen bu “Karaçay” ismi bugünkü
Karaçaylılarla ilgili değildir. Bunlar, yukarıda bahsettiğimiz “Karaçay” adlı sülale veya
kabileye mensup kişilerin adından kalmıştır [128]. Kabardey Çerkeslerinde de “Karaşey”
[Karaçay] adlı bir sülale vardır. Bu sülalenin kökeni “Karaşey” adlı bir Kabardey prensine
dayanmaktadır. Aynı şekilde Nogay Türklerinin tarihinde de “Karaşay” [Karaçay] adına
sıkça rastlanmaktadır. Yine, Kırım Türklerinin “Adil Sultan” destanında “Karaçay” [Orak
oğlu Karaçay] adlı bir şahıstan bahsedilmektedir. Hakikaten de “Karaçay” sözünün
tarihte bugünkü Karaçaylıların dışında başka yer ve şahısların adı olarak da geçtiği
görülmektedir. Fakat, A. Bayramuk’un da belirttiği gibi, Karaçaylılar da dahil bütün yer
ve şahıs adı olarak kullanılan “Karaçay” sözü sonuçta tek bir kaynaktan çıkmaktadır. Bu
kaynak da, Karça adlı beyin XVI-XVII. yüzyılda gelip Karaçaylıların yönetimini
almasından önceki asıl “Karaçay”lılardır. Bunlar da bence tarihte bilhassa da Altın Orda
ve Kırım Hanlığının siyasi tarihinde büyük rol oynamış olan “Karaçi” beyleri ve “Kerç”
şehridir.

Karaçi beyleri ile Kerç şehrinin tarihi Altın Orda ve Kırım Hanlığının tarihinden çok daha
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

eskiye dayanmaktadır. Tarihte “Pantikapaion” adıyla da geçen Kırım’ın güney


batısındaki “Kerç” şehri, etrafı surlarla çevrili bir müstahkem mevki idi. VII. yüzyılın
sonlarına kadar bu şehir Hazarların hakimiyetinde kalmıştır. 1016 yılında Kırımın doğu
kısmı Kerç ile birlikte eski adı “Phanogoria” olan “Tmutarakan” [Tamantarhan] Rus
prensliğinin eline geçti. Kerç şehrinin adı eski Rus vakayinamelerinde “Karaçev”
şeklinde geçmektedir [129]. Yani, Altın Orda Devleti [kuruluşu 1241] ve Kırım Hanlığı
daha ortada yok iken “Karaçi beyler” ve “Kerç” şehri mevcuttu. Kerç şehrinin sakinlerini
oluşturanların çoğunluğu ise Aslar ve Kara Bulgarlar idi. Yukarıda anlatılan hikayedeki
Hazar Hakanı Obedia zamanında “Macar” adlı şehrin idarecisi olan “Karaçay” adlı bey
işte bu “Karaçi” beylerinden biri olmalıdır ve Hazarların baskısından kurtulmak için da
kabilesini yanına alarak “Macar” şehrini terk etmiş, eskiden beri Laba, Arhız ve Koban
vadilerinde yaşayan Bulgar bakiyeleriyle de birleşerek bugünkü Karaçay Türklerinin
çekirdeğini oluşturmuştur.

Öte yandan, Kıpçak kökenli “Karça” adlı beyin Karaçaylıların tarihinde ayrı bir önemi
vardır. Moğolların 1222 ve Timur’un 1395 yıllarındaki Kafkasya’yı istilaları sebebiyle
Karaçaylılar büyük kayıplar vermişlerdir. Halkın büyük bir kısmı dağlara kaçmış, bir
kısmı da komşu Kafkas kabilelerine sığınmışlardır. Uzun zaman bu şekilde yaşayan
Karaçaylılar, XVI. yüzyıl sonlarında Kıpçak kökenli Karça’nın Kafkasya’ya gelmesiyle
birlikte yeniden toparlanmaya başlamışlar ve Karça’nın çevresinde yeniden
birleşmişlerdir. Yani bu dönemde Karça bir “çekim kuvveti” olmuştur. Karça’nın bilhassa
da Kabardey prenslerine karşı verdiği başarılı mücadeleleri dolayısıyla bütün
Kafkasya’da nam salması, dağınık ve küçük birlikler halinde yaşayan Türk kabilelerinin
kendi çevresinde birleşmesini sağlamıştır. Karça da üstün teşkilatçılık yeteneğiyle bu
kabileleri birleştirmiş ve onların Kıpçak karakterini almalarında en büyük rolü oynamış,
Karaçaylıların etnik oluşum sürecinde son noktayı koymuştur.

Kafkasya’da Bulgarların İzleri

Bulgar Türklerinin Kafkasya’daki komşu kavimlere dil bakımından da büyük tesirler


yaptığı anlaşılmaktadır. Z. Gombocz ve M. Poppe’nin Macar dili araştırmalarından,
Kafkasya’da Koban ırmağı civarında yaşayan Macarların kendileriyle komşu olarak aynı
bölgede yaşayan Bulgar Türklerinden birçok kelime aldıkları tespit edilmiştir. Bu
kelimeler son derece gelişmiş hayvan ıslahı, ziraat kültürü, devlet ve sosyal teşkilatıyla
ilgilidir. Bu kelimelerden anlaşıldığına göre Bulgar Türkleri çok eski çağlardan beri
hayvancılık, ziraat, sanat ve ticaretle uğraşıyorlardı [130]. Bulgar Türklerinden Macar
diline geçen bu kelimelerin birçoğu Karaçay-Balkar Türkçesinde halen yaşamaktadır
[131]. Öte yandan, Kafkasya Bulgar Türklerinin dil mirasını yalnız Macar, Çuvaş ve
Karaçay-Balkar dillerinde aramamak lazımdır. Bulgar Türkleri aynı zamanda bugünkü
Çerkes [Adige] ve Oset gibi Kafkasyalı kavimlerin etnik yapısını [bilhassa yönetici
sınıfını] oluşturan en önemli unsurlardan biridir. Oset bilim adamı V.İ. Abayev, Oset
dilinde eski Türkçe kökenli sözlerin oldukça fazla olduğunu ifade etmektedir [132].
Çerkes [Adige] dilindeki bazı sözlerin de Bulgar Türkçesine aitliği ortaya çıkmıştır.
Sözgelimi, Hazarların tarihi Sarkel şehrinde bulunan bir yazıtta “dag” [yağ] sözü
geçmektedir. Bulgar Türkçesine ait olduğu anlaşılan “dag” [yağ] sözü, Kabardey Çerkes
[Adige] diline “dage” [yağ] şeklinde devam etmektedir [133]. Ayrıca, Çerkes [Adige]
dilindeki “kamıl” [kamış, kaval] sözü ise [kamıl>kamış] Lir Türkçesi özelliği göstermekte
olup yine Bulgar Türkçesinden geçmiştir.

Bulgar Türklerinin dini doğal olarak akraba Türk kavimlerin dinine çok yakın idi. “Tangra”
[Tengri/Tanrı] dedikleri semavi bir varlığa inanıyorlardı. Ayrıca birtakım kaya ve taşların
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kutsal olduğuna ve onlardan şifa bulduklarına inanıyorlardı. Bulgarların tesirinde kalan


Macarlar da birtakım kutsal saydıkları taşları takdis ederlerdi [134]. Bulgarlarda ağaçlar
da kutsal sayılırdı. Bilhassa meşe ağaçları kutsal idi. Bulgarların “Şan Kızı Destanı”nda
bu kutsal ağaç motifi “Boy Terek” ile ortaya çıkmaktadır [135]. “Tangra/Tengri” [Tanrı],
Karaçay-Balkar [s. 585] Türklerinin eski inançlarında en ulu tanrı olarak “Teyri” şeklinde
geçmektedir. Ayrıca, “Teyri” sözü, aynen Kök-Türklerde olduğu gibi, “gök” anlamına da
gelmektedir. Karaçay-Balkar Türkleri de Bulgarlar gibi; “Bayrım-taş”, “Totur-taş”,
“Cangız Terek” ve “Ravbazı” vs. adını verdikleri birtakım taş ve ağaçları kutsal sayarlar
ve bunlarla ilgili törenler yaparlardı [136].

Bulgar Türkleri’nin muhtelif zaman ve yerlerde, özellikle de Kafkasya’daki komşu


kavimlerin kültürüne büyük tesirleri olmuştur. Sözgelimi, Kafkasya’da yaşayan
kavimlerin “elbise kültürünü” büyük ölçüde şekillendiren Bulgar Türkleri olmuştur;
“Bulgar Türkleri, dış elbise olarak dizden aşağı kadar uzanan bir kaftan giyiyorlardı.
Kaftanın yukarı kısmı ve yenleri vücuda yapışık, alt kısmı ise geniş ve iki parçadan
ibaretti. Kaftanın ön tarafı kordonlarla düğmelenirdi. Altına kısa ceket [gömlek], pantolon
ve çizme giyiyorlardı. Ayrıca abaları [yamçı] da vardı. Kötü havalarda silahları örter ve
yayın ıslanmasına mani olurdu. Bulgar Türkleri iki tür başlık kullanıyorlardı. Birincisi
tepesi sivri ve deriden yapılmış başlıktır. İkincisi, soyluların giydiği, yuvarlak ve kenarı
körüklü kalpak idi. Bulgar Türklerinin kadınlarının elbiseleri de erkeklerinkine
benziyordu. Evli kadınların saçı bir baş örtüsü ile kapalı idi. Bunun üstünde süslü bir
kalpak taşırlar veya aynı örtüyü bir kalpak şekline sokarlardı.” [137] On yedi yıl boyunca,
Bulgar Türklerinin dil, kültür ve arkeolojisi üzerine çalışan Macar Türkolog G. Feher’in
bu ifadelerinden, Bulgar Türkleri elbiselerinin Kafkas milli kıyafetlerinin temelini
oluşturduğu kolayca anlaşılmaktadır.

Bulgar Türkleri mimaride, eski dönem Roma ve Bizans kaynaklı inşaat malzemesi olan
tuğla ve moloz çakıl yerine, ağır ve kocaman blok taşlar kullanıyorlardı. G. Feher’e göre,
Bulgarların bu mimari yapı stili Sasani-İran etkisini taşımaktadır. Bununla birlikte, Bulgar
Türkleri taş yontuculuğunda ve taş duvar inşa etmedeki ustalıklarıyla çok meşhur idiler
[138]. Karaçay’daki Humara şehrinin inşasına bakılarak Bulgar Türklerinin taş yapı
mimarlığının ustaları olduğu anlaşılmaktadır. Onların bu taş yapı inşaatı ustalıkları,
özellikle Çerek vadisinde yaşayan Balkarlarda devam etmiştir. Çerek vadisinde yaşayan
Balkarlar için söylenen “Hunaçı Malkarlıla” [Duvarcı/Taşduvar ustası Balkarlılar]
şeklindeki yakıştırma Bulgar Türklerinden miras kalmış olmalıdır [139].

Bundan başka, Bulgar Türkleri, iklim şartlarının icabı olarak, kalın ağaç kütüklerini üst
üste koymak suretiyle y evler inşa ederlerdi. Bulgar Türklerinin köy veya şehirleri
ekseriyetle orman ve nehir kenarında idi [140]. Bulgar Türklerinin bu tip evleri de
Karaçaylıların kültüründe korunmuştur. Karaçaylıların en eski ev tipi “töngertme” adı
verilen, kalın ağaç kütüklerini üst üste koymak suretiyle inşa edilen evlerdir.

Bulgarlar “agul” [avul] adını verdikleri müstahkem şehirlerde otururlardı. Kafkasya’daki


Bulgarlar da müstahkem şehirlerde yaşıyorlardı [141]. Bunun en güzel örneği de,
Karaçay’daki eski “Humara” müstahkem şehridir. Bulgar Türklerinden kalmış olan eski
Humara şehri 20 hektardan fazla bir alanı kapsamaktadır. Humara şehri eskiden çevresi
blok taş duvarlarla çevrili ve dokuz kulesi olan bir müstahkem şehir idi [142].

S.Y. Bayçora, W. Barthold’dan naklen, X. yüzyılda Gardizî’nin notlarında “Hazarların


ülkesinde halkın kutsal bir ağaca tapındığı ‘Humara’ adlı bir şehir vardır” şeklinde
ifadelerin olduğunu söylemektedir. Fakat ben, Gardizî’nin Türk ülkeleriyle ilgili notlarında
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

böyle bir kayda rastlayamadım. Ancak, Mesudî’nin notlarında, Hazar denizi yakınlarında
ve İtil ırmağına bir saat uzaklıkta “Hum” adlı bir şehir adı geçmektedir [143]. Fakat
bunun Karaçay’daki Bulgarlardan kalma eski Humara şehri olmadığı açıktır.

Eldeki arkeolojik verilerden, eski Humara şehrinin, Kafkasya Bulgarlarının ve Hazar


Hakanlığının askeri, siyasi, kültür ve iktisadi merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Humara müstahkem şehrinin inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Konuyla ilgili
arkeologlar da kesin bir tarih söyleyememekte, sadece Humara şehri kalıntılarının VIII-
X. yüzyıldan daha geç bir döneme ait olamayacağını ifade etmektedirler.

Halbuki, bazı arkeolojik buluntulardan, Humara şehrinin VIII-X. yüzyıldan önceki


dönemlerde inşa edildiğine dair birtakım izlere rastlanmaktadır. Sözgelimi, Humara’da
yapılan kazılarda, değişik konut türleri bulunmuştur. Bunların bir kısmı taştan inşa edilen
evler, bir kısmı göçebe çadırları, bir kısmı da yer altı evlerdir. Yine, çok farklı mezar
türleri de bulunmuştur. Fakat bu mezarların tümünün tabanına keçe serilmiş olduğu
saptanmıştır. Bilindiği gibi, bu tür defin geleneği göçebe kavimlerin kültürüne aittir [144].

1960-1962 yıllarında, Karaçay’daki eski Humara şehri kazı çalışmaları sırasında runik
karakterde yazılı taşlar bulunmuştur. İlk olarak 1962 yılında A.M. Şçerbak bu yazıtların,
Don ve Talas kitabeleriyle olan benzerliğini açıklayarak, Humara yazıtlarının Batı
Türklerine ait özel bir runik alfabeyle yazılmış olduğunu ileri sürmüştür. 1963 yılında
V.A. Kuznetsov ise Humara yazıtlarının, Kuzey Kafkasya’da geniş bir alana yayılmış
olan eski Yunan kitabelerinden çok farklı bir dil ve yazı sistemiyle yazılmış olduğunu ve
bu yazıtların Orhon-Yenisey yazıtlarıyla büyük benzerlik gösterdiğini [s. 586] söylemiş,
Humara kitabelerinin şüphe bırakmayacak şekilde eski Türk runik yazısı olduğunu ileri
sürmüştür. Böylece bu iki bilim adamının çabalarıyla, Humara yazıtlarının varlığı dünya
bilim alemine duyurulmuştur. Daha sonra Humara yazıtlarına ilgi artmış, çok sayıda
bilim adamı bu yazıtları çözme çalışmalarına başlamışlardır. G.F. Turçaninov, Humara
yazıtlarının Çerkes veya Osetlerin atalarından kalmış olabileceğini ileri sürmüş, fakat
onun bu yazıtları Çerkes ve Oset dilleriyle çözme çalışmalarının tümü başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. M.A. Habiç ise bu yazıtlardan birkaçını başarılı bir şekilde çözmüş ve
bunların Türk dilli Alanlara ait olduğunu ileri sürmüştür. Nihayet, S.Y. Bayçora, yıllarca
sürdürdüğü çalışmalarıyla, Karaçay-Balkar topraklarında bulunan; Humara, Arhız, Sutul,
Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz, Sarıtüz, Tokmak-Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla,
Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri ile yine Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları
arasında geniş bir alanda yayılmış olan yazıtlardan 74 tanesini çözerek, bütün bu
yazıtların Bulgar Türklerine ait olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur. Arkeolog H.H. Bici
de bu yazıtların Bulgar Türklerine aitliğini kabul etmiştir [145].

S.Y. Bayçora’nın vardığı sonuca göre, Humara ve Kuzey Kafkasya’nın birçok


bölgesinde bulunan yazılı taşlarda kullanılan dilden, Kafkasya Bulgarlarının “d, c, dz,
ara/ortak” olmak üzere dört şivede konuştukları anlaşılmaktadır. Hasavut bölgesindeki
bazı yazıtlar ise iki ayrı Türk lehçesi ve iki ayrı alfabeyle kazınmıştır. Bunların birincisi
Kafkasya Bulgar Türkleri’nin harfleriyle, ikincisi ise eski Uygur Türkleri harfleriyle
yazılmıştır [146]. S.Y. Bayçora, Kafkasya Bulgar yazıtları alfabesi ile Tuna Bulgar, İtil-
Don, Sekel, Orhon-Yenisey yazıtlarında kullanılan alfabelerin karşılaştırmalı çizelgesini
hazırlamıştır [147]. Bu çizelgede, Kafkasya Bulgar yazıtlarında kullanılan alfabenin
diğerlerine çok benzediği, hatta harflerin çoğunluğunun birbirlerinin aynısı olduğu
görülmektedir.

Humara Yazıtı 01:


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Transkripsiyon: Ög[ü]nbeh b[e]lüg dog [e]ni e[ş] oyuşt[u]k. İzden el [o]l. [148]

Türkiye Türkçesi: Ögünbek[in] işaretini [anıtını] tören [anma] yeri tapınakta oyduk
[kazıdık]. Tanrının önünde o [duruyor].

Eski Humara şehri kazılarında ortaya çıkarılan bu yazıttan da anlaşıldığı gibi, Bulgar
Türkleri ölen soyluları adına anıt dikmeyi kendilerine borç sayarlardı [149]. Bu yazıttaki
“dog” sözü, genel Türkçe’deki “yog~yug” [tören, yas töreni] sözüdür.
“Ögünbeh~Ögünbek” adı iki sözün birleşmesinden [Ögün-beh~bek] oluşmuş bir özel
addır. “Ögün” sözü, eski Türkçe “ög-” [övmek] fiilinden türetilmiş “ög-ü-gen” [övülmüş,
övülen, övgüye layık, namlı] sözüdür. “Beh” kelimesi ise genel Türkçedeki “beg~bek”
sözüdür. Bu söz Hazar ve Bulgar Türkçesinde “beh” şeklinde geçmektedir. “İzden”
[tanrı] sözü ise Macarca kökenli “isten/işten” [tanrı] bir sözdür. Yazıttaki bu sözün varlığı,
aynı zamanda Bulgar Türkçesinin de Macar dilinin etkisi altında kaldığını
göstermektedir. S.Y. Bayçora, yazıttaki “eş” [tapınak] sözünü başlangıçta Türkçe “eş-”
[eşmek, kazmak] fiili olduğunu sandığını, fakat daha sonra bu sözün Önasya kökenli bir
söz [eş: tapınak] olduğu sonucuna vardığını ifade etmektedir [150].

Humara Yazıtı 02:

Transkripsiyon: Cugut[u]r [e]kc belüg tiketüki c[a]l [e]ki kic[e] oy[u]w oyd[uk]. [151]

Türkiye Türkçesi: İkinci dağkeçisi [ayında] anıtın tüketildiği [tamamlandığı] yıl iki küçük
süs oyduk.

“Cugutur” sözü “dağ keçisi” anlamında olup bugünkü Karaçay-Balkar Türkçesinde halen
yaşamaktadır. Fakat, Tuna ve İtil Bulgar Türkleri yazıtlarında “tekou” [koyun yılı]
dışında, “cugutur” [dağ keçisi] şeklinde yıl ve ay adı geçmemektedir [152]. Öte yandan
bu söz Osetçe’de “dzebudır~dzebodur~dzebedur” [dağ keçisi] şeklinde geçmektedir.
V.İ. Abayev bu sözün kökenini şöyle açıklıyor; “Cugutur veya dzebodır [dağ keçisi] sözü,
farklı iki dile ait fakat anlamdaş iki sözün [cugu-tur~dzebo-dur] birleşmesinden
oluşmuştur. Birinci ‘cugu’ sözü, Gürcüce ‘cihu~cihvi’ [dağ öküzü, yabani öküz] sözünden
kaynaklanmaktadır. İkinci ‘tur’ sözünün kökeni ise Hint-Avrupa kökenlidir. Sözgelimi,
eski Yunan dilinde ‘tavr-os’ [öküz/sığır], Latince’de ‘taur-us’ [öküz/sığır], eski Slavca’da
‘tur’ [yabani öküz] gibi örnekler verilebilir. Ayrıca bugünkü Rusça’da kullanılan ‘tur’ sözü
artık ‘dağ keçisi~yabani keçi’ anlamına yakın bir sözdür. Sonuçta, ‘tur’ sözünün
kökeninin Alan diline ait olduğu anlaşılmaktadır.” [153]

Humara Yazıtı 03:

Transkripsiyon: Cugut[u]r üç[e]mge minge. [154]

Türkiye Türkçesi: Dağ keçisi [yılının] üçüncü [ayında] ebedi [abide].

M.A. Habiç bu yazıtı, “Elteber kunga tize canga” [Elteber taş duvar diziyor [inşa ediyor]
fil[lerle]] şeklinde okumuştur [155]. Fakat, S.Y.Bayçora, M.A. Habiç’in bu
transkripsiyonunun şüpheli olduğunu, çünkü söz konusu yazıttaki harfler ile
transkripsiyonun birbiriyle hiç uyuşmadığını söyleyerek, yukarıdaki kendi
transkripsiyonunu önermiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Humara Yazıtı 05:

Transkripsiyon: C[u]gut[u]r üç[e]m[i]g Mengçur [e]linçe ur biti ögig[e]n. [156]

Dağ keçisi [yılının] üçüncü [ayında] Mengçur ülkesinde kazınmış kitabeyle övüldü.

Arhız Yazıtı 04:

Transkripsiyon: D[o]g [ı]ş[ı]w en e[ş] m[e]n [Ö]g Bk[a] / Ul[u]ma bökmet[i]m uy... /
[E]r[e]n [a]z [a]y[ırıltı]m. [157]

Türkiye Türkçesi: Tören [anma] yerinde [tapınakta], ben Ög Bka / Oğluma [s. 587]
doyamadım uy[?]... / Yiğit As[lardan] ayrıldım [öldüm].

Tokmak-Kaya Yazıtı 02:

Transkripsiyon: Sögü d[o]g [ı]z[ı]h d[e]r. [158]

Türkiye Türkçesi: Sögü[nün] tören [anma] kutsal yeri.

Bu yazıttaki “Sögü” özel adı, eski Türkçe “sü” [asker, ordu] ile “ögü~üge” [bilge başkan]
sözlerinin birleşmesinden oluşmuştur ve başlangıçta “askerin~ordunun
bilgesi=komutan” şeklinde bir unvan adı iken burada özel ad olarak kullanılmıştır [159].
Yazıttaki “ızıh” sözü, genel Türkçe’deki “ıdık~ıduk” [kutsal] sözüdür. Bu söz, Karay
“iyuh”, Çuvaş “ıyrih~iyrik”, Hakas “ızık” ve son olarak Karaçay-Balkar Türkçesinde
“ıyıkh~ıyık” şeklinde yaşamakta olup [160] “Pazar günü” ve “hafta” anlamlarına
gelmektedir. Bunun nedeni, Hıristiyanlık inancının bir dönem Karaçay Malkar kültürüne
tesirinden ileri gelmektedir. Hıristiyanlığın kutsal günü sayılan Pazar günü, Karaçay-
Balkarlarda “ıyıkh-kün” [kutsal gün] şeklinde yorumlanmıştır.

DİPNOTLAR

[1] Henze, Paul B., Kafkaslarda Ateş ve Kılıç-19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ
Köylülerinin Direnişi, OTDÜ Yayını, 1985, s. 3.
[2] Hacilayev, H.M.İ., Oçerki Karaçayevo i Balkarskoy Leksikologii, Çerkessk, 1970, s.
6.
[3] Mokayev, A., Malkarnı Çaşav Tarıhından, Şuyohluk, No: 3, Nalçik, 1976, s. 87.
[4] Miziyev, İ.M., İstoriya Karaçayevo-Balkarskogo Naroda s Drevneyşih Vremen Do
Prisoedineniya k Rossi, Nalçik, 1994, s. 23-24.
[5] Tarhan, Taner M., Eskiçağda Kimmerler Problemi, VIII. Türk Tarihi Kongresi
Bildirileri, I. Cilt, TTK Yayınları, 1979, s. 355-356.
[6] Tarhan, a.g.e., s. 359.
[7] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 32, 95.

[8] Alekseyeva, E.P., Karaçayevtsı i Balkartsı-Drevniy Narod Kavkaza, Moskova, 1993,


s. 5.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Koban Kültürü” terimi, bazı yazarlar tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bu yazarlar


“Koban Kültürü”nü, Kafkasya kavimlerinin ortak bir kültür dairesi içerisinde oluşturdukları
bugünkü Kafkasya kültürüne izafe etmektedirler. Koban ırmağı ve onun kolları
dolaylarını kapsayan sahadan “Kuban Bölgesi” şeklinde söz etmekte ve bu sahada
oluşan kültürden [Kafkasya kültüründen] de “Kuban Kültürü” diye bahsetmektedirler.
Halbuki gerçekte ise “Koban Kültürü” ilmî bir terim olup adını “Koban” köyünden almıştır.
Asıl olan, Kafkasya kültürü değil, Koban köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik eserlerin
yansıttığı kültürdür. Bu kültür ise, bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini yansıtan
Kimmer-Saka kültürüdür.

[9] Grousset, Rene., Bozkır İmparatorluğu, Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen, Ötüken
Yayınları, İstanbul, 1993, s. 22.
[10] Tarhan, a.g.e., s. 361-362.
[11] Tarhan, a.g.e., s. 357.
[12] Durmuş, İlhami., İskitler-Sakalar, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını,
Ankara, 1993, s. 63; Lang, David Marshall., Gürcüler, Ceylan Yayınları, İstanbul, 1997,
s. 65.
[13] Tarhan, a.g.e., s. 365.
[14] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kars Tarihi, I. Cilt, İstanbul, 1953, s. 66.
[15] Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TKAE
Yayınları, Ankara, 1985, s. 30.
[16] Ögel, Bahaeddin., Türk Mitolojisi, Cilt I., TTK Yayınları, Ankara, 1971, s. 579.
[17] Ögel, a.g.e., 1971, s. 376.
[18] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992, s. 17.
[19] Tarhan, a.g.e., s. 358.
[20] Durmuş, a.g.e., s. 41-43.
[21] Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 1991, s. 208.
[22] Togan, Z.V., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 34.
[23] Hacilayev, a.g.e., s. 125.
[24] Herodotos, a.g.e., s. 208.
[25] Mızıulu, İsmail., Skifla bla Karaçay-Malkarlıla, Mingitav, Sayı:6, Nalçik, 1994, s.
192-193.
[26] Herodotos, a.g.e., s. 210.
[27] Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafgazın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof.
Dr. Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla, TDAV Yayınları, İstanbul, 1993, s. 35.
[28] Mızılanı, a.g.e., 1993, s. 16.
[29] Tarhan, a.g.e., s. 362-363.
[30] Durmuş, a.g.e., s. 59.
[31] Koşay, Hamit Zübeyr., İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei [Ethno-Genezisi],
Dergi, Sayı: 4, 1956, s. 4.
[32] Eberhard, W., Çin'in Şimal Komşuları, TTK Yayınları Ankara, 1996, s. 96:70-71;
Czegledy, Karoly., Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Çeviren: Erdal Çoban,
Özne Yayınları, İstanbul, 1998, s. 117.
[33] Togan, a.g.e., 1981, s. 22-24, 149.
[34] Kırzıoğlu, a.g.e., 1953, s. 27.
[35] Ar, Mustafa Selçuk., Çivi Yazılı Kaynaklara Göre Türkçe-Etice-Hurrice Arasındaki
Bağlar, Belleten, VIII/32, Ankara, 1944, s. 515-566; Erzen, Afif., Doğu Anadolu ve
Urartular/Eastern Anatolia and Urartians, TTK Yayınları, Ankara, 1986, s. 15-16.
[36] Simeonov, B., İstoçni İsvori za İstoriyata i Nazvaniyeto na Asparuhovite Bulgari
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Vekove VIII, v: 1, 1979, s. 54.


[37] Gömeç, Saadettin., Kök Türk Tarihi, Türksoy Yayınları, Ankara, 1997, s. 31-32.
[38] Momsen., T., Ueber den Chronographen von Jahre 354; Abhandlungen der phil;
Hist. Classe der kais; Saechischen Geselshaft der Wissenschaften, I, Leipzig, 1850, s.
547.
[39] Kurat, Akdes Nimet., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve
Devletleri, TTK Yayınları, Ankara, 1972, s. 108; Tekin, Talat., Tuna Bulgarları ve Dilleri,
TDK Yayınları, Ankara, 1987, s. 1.
[40] Kurat, a.g.e., 1972, s. 109; Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznamelerine
Göre Kars'ın Anı [Arpaçayı boyu] ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan/Kalbaş
Hanedanı, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1972, s. 80;
Kırzıoğlu, a.g.e., 1992, s. 36.
[41] Koşay, Hamit Zübeyr., Bulgar Türklerinin Eski Tarihi, Başvekalet Müdevvenat
Matbaası, 1932, s. 2; Artamonov, M.İ., İstoriya Hazar, Leningrad, 1962, s. 79.
[42] Togan, Zeki Velidi., Ibn Fadlan's Reisebericht, Leipzig, 1939, s. XXVIII; Kahovskiy,
V.F., Proishojdeniye Çuvaşskogo Naroda, Çeboksarı, 1965, s. 225; Togan, a.g.e., 1981,
s. 168-169.
[43] Kurat, a.g.e., 1972, s. 13.
[44] Skryinskaya, E.Ç., Yordan-O Proishojdenii i Deyaniyah Getov, Moskova, 1960, s.
91; Nemeth, Gyula., Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, Çeviren: Tarık Demirkan, YKY,
İstanbul, 1996, s. 7.
[45] Nemeth, a.g.e., s. 42.
[46] Kurat, a.g.e., 1972, s. 13; Grousset, a.g.e., s. 88; Kafesoğlu, İbrahim., Türk Milli
Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993, s. 69; Ahmetbeyoğlu, Ali., Grek Seyyahı
Priskos'a [V. Asır] Göre Avrupa Hunları, TDAV Yayınları, İstanbul, 1995, s. 7; Nemeth,
a.g.e., s. 8; Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik
Yayıncılık, İstanbul, 2001, s. 169.
[47] Kosok, Pşimaho., Kuzey Kafkasya-Hürriyet ve İstiklal Savaşı Tarihinden Yapraklar,
Çeltüt Matbaası, İstanbul, 1960, s. 12-16.
[48] Kafesoğlu, a.g.e, 1993, s. 70, 264.

[49] Mızıulu, a.g.e, 1993, s. 91; Miziyev, a.g.e., 1994, s.35.

Burada bir başka bir görüşe daha yer vermek gerekir; Kabardey Çerkeslerinin
efsanelerinin birinde “Dav oğlu Baksan” adı geçmektedir. Bu efsaneye göre, şimdiki
“Baksan” ırmağı ve vadisinin adı Dav oğlu Baksan’ın adından kalmıştır. Ş.B.
Noghumuka’ya göre, Dav oğlu Baksan ise, Çerkeslerin ataları olan Slav kökenli
“Ant”ların [?] hükümdarı “Bakso”nun kendisidir [Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi,
Çeviren: Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul, 1974, s. 63-68]. “Ant” kavim adı,
Alanların bir kolu olan “Ant”ların adından gelmektedir. Antların birinci sınıf yöneticileri
Türklerden, ikinci sınıf yöneticileri Alanlardan ve kalabalık halk tabakası da Slavlardan
oluşmaktaydı. G. Vernadsky, Alan, As ve Antların aynı kavimler olduğu konusunda ısrar
eder. Ona göre, Çin kroniklerinde, Alanların ülkesi olarak gösterilen “Antsai~Yantsai”
[şimdiki Kazakistan’ın güney bölgesi] adı da Antların adından gelmektedir. G.
Vernadsky, Latinlerin de Alanlara “Ant” adını, Yunanların ise “As” adını verdiklerini
söyler. Apsiş adlı bir komutanın önderliğindeki Avarlar 602 yılında Antları Dnester
boylarında tamamen imha etmişlerdir. Bu tarihten sonra da tarihte bir daha Ant adına
rastlanmaz. Theophanes, 583 yılında Trakya’ya saldıran Antların başında “Ardagast” ve
“Mousoukios” adlı komutanlardan bahsetmektedir. G. Vernadsky, “Ardagast” adının İran
kökenli olduğunu söylemekte, “Mousoukios” adını da “Busok” şeklinde düzelterek,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Jordanes’in daha önceki yıllarda bahsettiği Antların “Boz” adlı komutanıyla


bağdaştırmaktadır [Karatay, Osman., Hırvat Ulusunun Oluşumu, ASAM Yayınları,
Ankara, 2000, s. 91, 117]. Ant komutanı “Busok”un adından, onun Türk kökenli olduğu
anlaşılmaktadır. Öte yandan, Hun komutanı “Basık” adıyla olan benzerliği de dikkat
çekmektedir.

[50] Biciyev, H.H., Türki Severnogo Kavkaza, Çerkessk, 1993, s. 268.


[51] Kaflı, Kadircan, Şimali Kafkasya, Vakıt Matbaası, 1942, s. 42:26.
[52] Ögel, Bahaeddin., İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yayınları, Ankara,
1991, s. 101.
[53] Gürün, Kamuran., Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Cilt-I, Karacan Yayınları, 1981,
s. 239; Kafesoğlu, a.g.e., 1993, s. 79, 185; Rasonyi, Laszlo., Tarihte Türklük, TKAE
Yayınları, Ankara, 1993, s. 89-90; Ahmetbeyoğlu, a.g.e., s. 16-18; Ostrogorsky, Georg.,
Bizans Devleti Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, TTK Yayınları, Ankara, 1995, s. 53.
[54] Tekin, a.g.e., s. 1.
[55] Gumilev, a.g.e., s. 162.
[56] Artamonov, a.g.e., s. 71.
[57] Tekin, a.g.e., s. 2; Kurat, Akdes Nimet., Bulgar, İ.A., C.2, İstanbul, 1993, s. 782.
[58] Tekin, a.g.e., s. 3.

[59] Tekin, a.g.e., s. 3.

L.N. Gumilev, Organ ile Kök-Türklerin batıdaki valisi veya ikinci derecedeki hükümdarı
“Mohodu-heu”nun aynı kişiler olduğunu söylemektedir. Ona göre, Mohodu-heu Kök-
Türklerin meşhur Aşina soyundan olup aynı zamanda da Kubrat Han’ın dayısıdır
[Artamonov, a.g.e., s. 162].

[s. 588] [60] Tekin, a.g.e., s. 2-4; Kafesoğlu, a.g.e., 1993, s. 191-192; Ostrogorksky,
a.g.e., s. 97.

[61] T. Tekin, “Kubrat” sözünün “derlemek, toplamak, bir araya getirmek” fiilinin emir
şekli olduğunu söylemekte ve İkinci Kök-Türk Hakanı Kutluğ’un unvanının da aynı
anlamda “İl-Teriş” [kabileleri toplayan] şeklinde olduğunu hatırlatmaktadır [Tekin, a.g.e.,
s. 3]. T. Tekin’in Kubrat adıyla ilgili etimolojisi de şüpheli görünmektedir. Kubrat’ın
kardeşinin ve büyük oğlunun adlarının “Şam-bat” ve “Bat-Bayan” şeklinde olması,
Kubrat sözünün aslının “Kur-bat” veya “Kor-bat” şeklinde olabileceğini
düşündürmektedir. F. Nuretinov’un söylediği, “Putivl” şehrinin asıl ve eski adının “Bat-
avıl” [Prens Karargahı] şeklinde olduğu [Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn
Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren: Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1991, s. XVII] doğru ise, öyle anlaşılıyor ki, “bat” sözü, Bulgar Türklerinde
herhalde önceleri “bey, prens, vali” şeklinde bir unvan adı olarak kullanılmakta idi.
Kubrat adının aslının“Kur-bat” şeklinde olduğunu varsayarak bu sözün eski Türkçe’deki
“kür” [cesur, yiğit] sözünden “Kür-bat” şeklinde oluştuğu düşünülebilir.

[62] Kafesoğlu, İbrahim., Bulgarların Kökeni, TKAE Yayınları, Ankara, 1985, s. 15-16.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[63] Karaçay-Balkar Türkçesinde de “ospar” [gururlu, kibirli] ve “osparlık” [kendine aşırı


güvenme, kurum, çalım] şeklinde yaşamaktadır. Karaçay-Balkar Türkçesindeki “ospar”
ve “osparlık” sözü, Asparuk’un adına izafen “Asparuk gibi gururlu ve kibirli” gibi bir
anlam yüküyle türemiş olabilir.

[64] Feher, Geza., Bulgar Türkleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1984, s. 31; Kafesoğlu,
a.g.e., 1993, s. 191; Ostrogorsky, a.g.e., s. 117.
[65] Koşay, a.g.e., 1956, s. 40; Miller, M., Balkar Türklerinin Asılları Meselesi Etrafında,
Dergi, Sayı: 30, Münih, 1962, s. 4; Bayçorov, S.Y., Drevnie-Türkskie Pamyatniki Evropı,
Stavropol, 1989, s. 33-34.
[66] Nurettinov, a.g.e., s. XI.
[67] Miller, a.g.e. 1962, s. 5.
[68] Miller, V.F., Osetinskie Etüdı, Cilt-III, Moskova, 1887, s. 60.
[69] Artamonov, a.g.e., s. 172.
[70] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznameleri Coğrafyası ve Düşünceler,
Birinci Milli Türkoloji Kongresi Tebliğleri, Kervan Yayınları, İstanbul, 1980, s. 286.
[71] Nurettinov, a.g.e., s. XIV.
[72] Togan, a.g.e., 1939, s. 202.
[73] Mızıulu, a.g.e., 1993. s. 87.

[74] Laypanlanı, Kaziy., Karaçaylıla Kimledile, Karaçay Gazetesi, Sayı: 131-132, 2.


sayfalar, Çerkessk, 1992.

Bulgarların Koban boylarında yaşadıkları sırada Kafkasya’daki Alanlarla sıkı temaslarda


bulundukları ve bunların bazı kültür tesirlerine maruz kalmış olmaları mümkündür
[Kurat, a.g.e., 1972, s. 110]. E.P. Alekseyeva’nın, “Karaçay-Balkar Türklerinin Bulgar ve
Alanların karışmasından meydana geldiği” şeklindeki görüşüne günümüz Karaçay-
Balkar tarihçilerinin hemen hepsi tam destek vermektedirler. Hatta birçoğu da, Karaçay-
Balkarların kökeninin yalnızca As ve Alanlardan geldiğini kabul etmektedirler. Temel
dayanak olarak da, Karaçay-Balkar Türkçesinde “kardeş, dost, arkadaş” anlamında
kullanılan “alan” sözünü göstermektedirler. Ayrıca bugün kendilerini Alan ve Asların
devamı sayan Osetlerin eskiden Karaçay-Balkarlara “Asson” [Aslar, As-oğulları]
demeleri ve Balkar ülkesini “Asiyag” [Asiya, Asların ülkesi], Karaçay ülkesine de “Tstur-
Asiyag” [Büyük Asiya] şeklinde adlandırmalarını; yine eskiden Gürcü-Megrellerin
Karaçaylıları “Alani” ve Abhazların da “Azuho” [As] şeklinde adlandırmalarını, Karaçay-
Balkarların doğrudan As ve Alanların soyundan geldiklerine dair kanıt olarak
saymaktadırlar. Ben şahsen, Karaçay-Balkarların doğrudan As-Alanların devamı olduğu
fikrine karşıyım. Fakat burada çok fazla yer tutacağından As-Alan bahsine
girmeyeceğim.

[75] Miller, a.g.e., 1962, s. 13.


[76] Miller, a.g.e., 1962, s. 14.
[77] Mızıulu, İsmail., Tarih Halknı Baylıgıdı, Mingitav Dergisi, Sayı: 4, Nalçik, 1994, s.
39.
[78] Mızıulu, a.g.e., 1993, s. 91-92; Miziyev, a.g.e., 1994, s. 58.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[79] Patkanov, K., İz Novogo Spiska "Geografii" Pripisayvaemoy Moyseyu Horenskomu,


Jurnal Ministerstva Narodnogo Prosveshteniya, CCXXVI, 1883, s. 21-32; Kurat, a.g.e.,
1993, s. 785.
[80] Miller, V.-Kovalevskiy, M., V Gorskih Obşçestvah Kabardı. Predanie o Proishojdenii
Balkarskih Feodalov [Tavbiyev], Vestnik Evropı, Kn: IV, Aprel, 1884, s. 553-555;
Şamanlanı, İbrahim., Koban Başında-Tarih Haparla, Çerkessk, 1987, s. 42; Kudaşev,
V.N., İstoriçeskie Svedeniya o Kabardinskom Narode, Nalçik, 1991, s. 156-157;
Abayev, Misost., Balkariya, Nalçik, 1992, s. 7; Mızıulu, İsmail., Tarih Halkın
Zenginliğidir, Çeviren: Adilhan Appa, Bilig Dergisi, Sayı: 7, Ankara, 1998, s. 28.
[81] Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII vv, Nalçik, 1991, s.
16; Mızıulu, a.g.e., 1998, s. 19.
[82] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 13.
[83] Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, TTK Yayınları, Ankara,
1993, s. 8.

[84] Bayramkullanı, Ahmat., İstoriyalı Haparla, Caşavnu Oyuvları, Çerkessk, 1988, s. 8.

1807-1808 yıllarında Kafkasya’da bulunan J. Klaproth notlarında Balkarlar hakkında


şöyle demektedir; “Basiyat adı onların meşhur soy atalarının adıdır. Onlar önce Kuma
ırmağı civarında yaşamışlar. Başşehirleri Macar şehri imiş. Daha sonra şimdiki Malk
[Balk] ırmağı civarına gelip yerleşmişler ve bunlardan bir kısmı Malk [Balk] ırmağının
adından “Malkar” veya “Balkar” adını almışlar [Şamanlanı, a.g.e., s. 42].” Çerkes
tarihçisi Ş.B. Noghumuka da eskiden “Macar” adında bir şehrin varlığından
bahsetmektedir; “Macar şehrinin sınırı, Kuma ırmağının sol kıyısında olup 12 fersah
[12x6=72 km] uzaktadır [Noghumuka, a.g.e., s. 116].”

[85] Mokayev, a.g.e., s. 90.


[86] Şamanlanı, a.g.e., s. 42.

[87] Kafesoğlu, a.g.e., 1985, s. 1-3.

Halbuki, Mar-Abas Katina ile Khorenli Musa’nın kayıtlarına göre Bulgarların M.Ö. 149-
127 yıllarında Kafkasya’da yaşadıklarından daha önce bahsetmiştik. V.F. Kahovskiy, K.
Patkanov ve Z.V. Togan da bunun anakronik olmadığını söylemişlerdir. Yani, Bulgar
sözünün V. Yüzyıldan önce olmadığı görüşü yanlıştır.

[88] Tekin, a.g.e., s. 62-63.


[89] Zakiyev, M.Z., Tatarı-Problemi İstorii i Yazıki, Kazan, 1995, s. 81.
[90] Patkanov, a.g.e., s. 21-32; Kurat, a.g.e., 1993, s. 785.
[91] Eren, Hasan., Bulgarlar ve Türk Dili, Bulgaristan'da Türk Varlığı, TTK Yayınları
Ankara, 1985, s. 1, 13.

[92] İtil ırmağının en eski adı Finlilerin verdiği “Rha” adıdır. Finler sonraları bu ırmağa
“Volga” demişler ve bu ad daha sonraları Slavlar tarafından da benimsenmiştir [Kurat,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

a.g.e., 1972, s. 112]. Demek oluyor ki, İtil ırmağına “Volga” adını Slavlar ve Finlilerin
vermemiştir. Yani, İtil ırmağına “Volga” adının kimler tarafından verildiği belirsizdir.

[93] İnan, Abdülkadir., Makaleler ve İncelemeler, TTK Yayınları, Ankara, 1987, s. 619.
[94] Kaşgarlı, Mahmut., Divanü Lugat-it Türk, Çeviren: Besim Atalay, C.I., TDK
Yayınları, Ankara, 1992, s. 379.
[95] İnan, a.g.e., s. 619.
[96] Eyuboğlu, İsmet Zeki., Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Sosyal Yayınlar, İstanbul,
1995, s. 68, 70, 548.
[97] Kırzıoğlu, a.g.e., 1992, s. 204.

[98] Huart, C., Horasan, İ.A., C.5/I, İstanbul, 1993. s. 560.

Farsça “hor” [güneş] sözü ile Doğu Slavlarının [Rusların ataları] pagan inançlarındaki
“Hors” [Güneş Tanrısı] arasındaki benzerlik dikkat çekmektedir. Bu ikisi arasında bir
ilişki olmalıdır.

[99] İtil Bulgarlarından kalma eski mezar taşlarının üzerindeki “güneş” resimlerinin belki
bununla bir ilgisi vardır.

[100] Togan, a.g.e., 1939, s. 147; Togan, a.g.e., 1981, s. 169.

[101] Togan, a.g.e., 1981, s. 426.[102] Barthold, W., Balaklava, İ.A., C.2, İstanbul, 1993,
s. 269.[103] Baştav, Şerif., Sabir Türkleri, Belleten, V/17-18, Ankara, 1941, s. 62.

Ş. Baştav, Sabir Türklerinin “Balakh” adlı hükümdarının “malak” [manda yavrusu]


sözüyle bir ilgisi olabileceğini söylemektedir.

[104] Artamonov, a.g.e., s. 184.


[105] Alihanova, M., Tarihi Derbent-Name, Tiflis, 1898, s. 131.
[106] Erel, Şerafeddin., Dağıstan ve Dağıstanlılar, İstanbul, 1961, s. 52.
[107] Şamanlanı, a.g.e., s. 42.

[108] Balkarların etnik oluşumuyla ilgili çok eskiye dayanan tarihi bir kayıt yoktur.
Sadece halkın belleğinde korunan belli belirsiz bir oluşum hikayesi mevcuttur. Bu da
bölük pörçük olarak geç tarihlerde yazıya geçirilebilmiştir. Bkz; Miller-Kovalevskiy,
a.g.e., 1884, s. 553-555; Şamanlanı, a.g.e., s. 42; Kudaşev, a.g.e., s. 156-157; Abayev,
a.g.e., s. 7.

[109] Noghumuka, a.g.e., s. 67-68.


[110] Noghumuka, a.g.e., s. 60.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[111] Balkarların bugünkü yurtlarında çok daha eski zamanlardan beri yaşadıklarını
bizzat Kabardey Çerkeslerinin efsaneleri söylemektedir: “Kabardeyler geldikleri yeni
yerlerde Tatar [Karaçay-Balkar] köyleriyle karşılaştılar. Onları dağlık vadilere çekilmeye
zorladılar ve kendileri de onların yurtlarına yerleştiler [Kudaşev, a.g.e., s. 31].” Yani,
Balkar Türkleri, Balk vadisi ve Balk ırmağı dolaylarına Çerkeslerden sonra gelmemişler,
tam tersine Balkarlar eskiden beri buralarda yaşarlarken daha sonra Kabardey
Çerkesleri gelip Balkarları baskı altına almışlar ve dağlık bölgelere çekilmeye
zorlamışlardır. Kabardey Çerkeslerinin, Koban ve Terek ırmakları dolaylarına göçlerinin
ancak XV. yüzyılda Prens İnal’ın zamanında gerçekleştiği bilinmektedir.

[112] Baştav, a.g.e., s. 62.

[113] Baştav, a.g.e., s. 63.

Gürcü-Svanların eskiden Balkarlara “Sabir” ve Karaçaylılara da “Savar” adını vermeleri


bu yüzden olmalıdır [Lavrov, L.İ., Karaçayevtsı-İstoriko-Etnografiçeskiy Oçerk,
Çerkessk, 1978, s. 21; Miziyev, a.g.e., 1991, s. 135].

[114] Noghumuka, a.g.e., s. 27.


[115] Kurat, a.g.e., 1993, s. 796.
[116] Eyuboğlu, a.g.e., s. 376.
[117] Kurat, Akdes Nimet., Rusya Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1993, s. 51.
[118] Artamonov, a.g.e., s. 398.
[119] Artamonov, a.g.e., s. 387.
[120] Lavrov, a.g.e., s. 22; Alekseyeva, a.g.e., s. 46; Şamanlanı, a.g.e., s. 14-19;
Mızıulu, a.g.e., 1994, s. 29.
[s. 589] [121] Hacilayev, a.g.e., s. 17-18; Mokayev, a.g.e., s. 91; Aliyev, Umar., Karaçay,
Çerkessk, 1991, s. 48-49.
[122] Aslanbek, Mahmut., Karaçay ve Malkar Türklerinin Faciası, Çankaya Matbaası,
Ankara, 1952, s. 7; Bala, Mirza., Karaçay ve Balkarlar, İ.A., C.6, İstanbul, 1993, s. 218;
Nevruz, Yılmaz., Karaçay-Malkarlılanı Tamırlarını Üsünden, Birleşik Kafkasya Dergisi,
Sayı: 1, Eskişehir, 1994, s. 47.
[123] Grönbech, K., Kuman Lehçesi Sözlüğü-Codex Cumanicus'un Türkçe Sözlük
Dizini, Çeviren: Prof. Dr. Kemal Aytaç, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992, s. 90.
[124] Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, Cilt 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1991, s. 534-535.
[125] Tenişev E.R., Goçiyaeva S.A., Süyünçev H.İ., Karaçay-Malkar-Orus Sözlük,
Moskova, 1989, s. 396; Pröhle, W., Karaçay Lehçesi Sözlüğü, [Çeviren: Prof. Dr. Kemal
Aytaç], Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 49.
[126] Şamanlanı, a.g.e., s. 42.
[127] Bayramkullanı, a.g.e., s. 6-7, 12.
[128] Bayramkullanı, a.g.e., s. 35-36.
[129] Barthold, W., Kerç, İA, C.6, İst. 1993, s. 582-583.
[130] Kurat, a.g.e., 1993, s. 782; Feher, a.g.e., 1984, s. 2-3; Feher, Geza., Bulgar
Türkleri-Macarlar ve Bunlara Akraba Olan Milletlerin Kültürü, TKAE Yayınları, Ankara,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

1986, s. 10.
[131] Karaçay-Balkar Türkçesi ve Macarca arasındaki ortak sözler için bkz. Hacilayev,
a.g.e., s. 150-151; Rona-Tas, A., The Character of Hungarian-Bulgaro-Turkic Relations,
Studia Turco-Hungarica, Tomus V., Budapest, 1981, s. 121-126.
[132] Biciyev, a.g.e., s. 259.
[133] Bayçorov, a.g.e., s. 58.
[134] Beşevliyev, V., Proto-Bulgar Dini, Çeviren: T. Acaroğlu, Belleten, IX/34, Ankara,
1945, s. 218; Feher, a.g.e., 1984, s. 80; Feher, a.g.e., 1986, s. 20-21.
[135] Nurettinov, a.g.e., s. XXXIII.
[136] Malkonduyev, H.H., Drevnyaya Pesennaya Kultura Balkartsev i Karaçaevtsev,
Nalçik, 1990, s. 15-16.
[137] Feher, a.g.e., 1984, s. 84-85; Feher, a.g.e., 1986, s. 41.
[138] Kafesoğlu, a.g.e., 1985, s. 52-53; Feher, a.g.e., 1986, s. 34.
[139] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 59-60.
[140] Kurat, Akdes Nimet., Doğu Avrupa Türk Kavim ve Devletleri, Türk Dünyası El
Kitabı, Cilt I, TKAE Yayınları, 1992, Ankara, s. 185.
[141] Feher, a.g.e., 1984, s. 42; Feher, a.g.e., 1986, s. 34.
[142] Bayçorov, a.g.e., s. 166-167.
[143] Şeşen, a.g.e., s. 51.
[144] Miziyev, a.g.e., 1994, s. 58-59.
[145] Bayçorov, a.g.e., s. 8-9, 20-24, 32-33, 310.
[146] Bayçorov, a.g.e., s. 28, 277, 281.
[147] Bayçorov, a.g.e., s. 90-91.
[148] Bayçorov, a.g.e., s. 174.
S.Y. Bayçora, bu transkripte geçen “izden” [tanrı] sözünün “ijden” şeklinde de
okunabileceğini de söylemektedir.
[149] Feher, a.g.e., 1986, s. 29.
[150] Bayçorov, a.g.e., s. 35, 38, 70, 78.
[151] Bayçorov, a.g.e., s. 178.
[152] Karşılaştırınız; Tekin, a.g.e., s. 20, 25.

[153] Bayçorov, a.g.e., s. 84.

V.İ. Abayev, “Sonuçta, ‘tur’ sözünün kökeninin Alan diline ait olduğu anlaşılmaktadır”
derken, ayrıca Alanların da sonuçta bir Hint-Avrupa kavmi olduğunu kastetmektedir.

[154] Bayçorov, a.g.e., s. 181.


[155] Bayçorov, a.g.e., s. 23.
[156] Bayçorov, a.g.e., s. 183.
[157] Bayçorov, a.g.e., s. 239.
[158] Bayçorov, a.g.e., s. 231.
[159] Bayçorov, a.g.e., s. 70.
[160] Biciyev, a.g.e.,s. 266.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

__________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Balkar Türklerinin Kökeni


Türkler, II. Cilt, Yeni Türkiye Yayınları
Ankara, 2002, s. 572-589

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİNİN ETNİK OLUŞUMUNDA


BULGAR VE SABİR HUNLARININ ROLÜ

Kafkasya’da Elbruz dağının [Miññitaw] doğu ve batısındaki yüksek dağlık vadilerde


yaşayan Karaçay-Malkar Türkleri, tarih boyunca bölgede hakimiyet kuran Kimmer, Saka
[İskit], Bulgar, Sabir-Hun ve Kıpçak Türklerinin binlerce yıl süren etnik
bütünleşmesinden süzülerek ortaya çıkmış bir Türk boyudur. Proto-Türk kavimleri daha
M.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın
kaderi daha o zamandan beri Türk dünyasıyla ilişkilidir. Araplar, VIII. yüzyılda
Kafkasya’yı fethederek İtil ırmağı ötesine kadar ulaşmışlar, fakat Bizans ve Hazar
direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

Bu arada Ermeni ve Gürcü krallıkları genişlemiş ve İranlıların bölgedeki etkinliği


artmıştır. Sonraları Oğuzlar ve dolayısıyla Selçuklu Türkleri Kafkasya’ya gelmiş, nihayet
XIII. yüzyılda Moğollar Kafkasya’yı ele geçirmişlerdir. Moğollar kendilerinden nüfus
olarak daha fazla olan Türklere, onların askeri üstünlüklerinden dolayı bağımlı kalmışlar
ve kendilerinden sonra ortaya çıkan devletler hep Türk asıllı olmuşlardır [Henze, 85:3].
Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin başkenti Nalçik şehrinde 22-26 Haziran 1959 tarihinde
yapılan “Karaçay-Malkar Halkının Etnik Oluşumu” konulu sempozyumda şöyle bir
sonuca varılmıştır: “Karaçay-Malkarların etnik oluşumu, Bulgar, Alan, Kıpçak ve yerli
Kafkas kabilelerinin birbirleriyle karışmasından meydana gelmiştir” [Hacilayev, 70:6].
Kafkasya tarihi ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla meşhur E.P. Alekseyeva, bu
etnik oluşumun, Karaçay-Malkarların bugün yaşadığı topraklarda XIII-XIV. yüzyıllarda,
tamamlandığını söylemekte; yukarıdaki Bulgar, Alan, Kıpçak ve yerli Kafkas kabileleri
dizisine bir de “Koban Kültürü”nü yaratan kavimleri eklemektedir [Mokayev, 76:87].

M.Ö. XII-VII. yüzyıllar arasında, Kuzey Kafkasya’nın merkezi kısımlarında ilmî


literatürde “Koban Kültürü” adı verilen bir medeniyet tesis edilmiştir. Bugünkü Kuzey
Osetya Cumhuriyetinin “Koban” köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik buluntuların
yansıttığı bu kültüre, köyün adından dolayı, “Koban Kültürü” adı verilmiştir. Bu arkeolojik
malzemelerin, Koban kültürünün M.Ö. VII-VI. yüzyıl dönemlerine ait olduğu
sanılmaktadır [Alekseyeva, 93:5]. Kafkasya’da Terek ırmağı civarındaki Pyatigorsk
kurganları [M.Ö. 1200] ve Koban başındaki kalıntılar [saf bronz çağı M.Ö. 1200-1000]
Kimmerlerden kalmıştır [Grousset, 93:22]. Burada bir hususa dikkat çekmemiz
gerekmektedir; "Koban Kültürü" terimi bazı yazarlar tarafından yanlış anlaşılmaktadır.
Bu yazarlar "Koban Kültürü"nü, Kafkas kavimlerinin ortak bir kültür dairesi içerisinde
oluşturdukları bugünkü Kafkas kültürüne izafe etmektedirler. Koban ırmağı ve onun
kolları dolaylarını kapsayan sahadan "Kuban Bölgesi" şeklinde söz etmekte ve bu
sahada oluşan kültürden, yani Kafkas kültüründen, "Kuban Kültürü" diye
bahsetmektedirler. Halbuki gerçekte ise "Koban Kültürü" ilmî bir terim olup adını
"Koban" köyünden almıştır. Asıl olan Kafkas kültürü değil, Koban köyünde ortaya
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

çıkarılan arkeolojik eserlerin yansıttığı kültürdür. Bu kültür ise bozkır insanlarının tipik
savaşçı karakterlerini yansıtan Kimmer-Saka kültürüdür.

Kimmerler ve Sakalar tarihin farklı ama birbirini takip eden erken dönemlerinde
Kafkasya’ya gelerek bölgenin etnik ve kültür yapısını oldukça derinden etkilemişlerdir.
M. Seyidov tarih sahnesindeki varlıklarını bin yıldan fazla bir süre devam ettiren
Sakaların, Yakut, Kazak ve Kafkasya’da yaşayan Türk boylarının [Karaçay-Malkarların]
etnik oluşumunda önemli rol oynadıklarını söylemektedir [Durmuş, 93:59].

Bulgarlar

Bulgar adına Latin kaynaklarında ilk olarak M.S. 334 yılında rastlamaktayız. Yazarı
meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgar
Türklerinden [Ziezi ex quo Vulgares] bahsedilmektedir [Momsen, 50:547]. Bizans
kaynakları ise M.S. 482 yılında, Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in
kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikretmektedirler [Kurat,
72:108; Tekin, 87:1]. Öte yandan, Süryanî Mar-Abas Katina, Bulgar Türklerinin M.Ö.
149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından bahsetmektedir. Bu kayıt, VII.
yüzyıl Ermeni tarihçisi Horenli Musa [Moses Khorenaci], tarafından da nakledilmiştir.
Horenli Musa, Bulgarlarla ilgili olarak şöyle demektedir: “Val Arşak oğlu I. Arşak
zamanında [M.Ö. 149-127] Kafkas dağları arasındaki Bulgarlar ülkesinde büyük
karışıklıklar çıktı. Bunlardan kalabalık bir grup göçüp gelerek Gol’un altında çok verimli
ve buğdayı bol ovalara yerleştiler” [Kurat, 72:109; Kırzıoğlu, 72:80; Kırzıoğlu, 92:36].
Başta M.İ. Artamonov olmak üzere bazı eski Sovyet ve Avrupalı tarihçiler, Mar-Abas
Katina ile Horenli Musa’nın Bulgarlar hakkında milat öncesi döneme ait verdiği bu
haberleri anakronik sayarlar [Koşay, 32:2; Artamonov, 62:79].

Fakat, V.F. Kahovskiy, K. Patkanov ve Z.V. Togan, Bulgarların gerçekten de milat


öncesi dönemlerde Kafkasya’da yaşadıklarını ve bunların bir kısmının, Khorenli
Musa’nın da işaret ettiği tarihlerde Ermenistan dolaylarına göç ettiklerini söylerler. V.F.
Kahovskiy ve K. Patkanov, milat öncesi tarihlerde Kafkasya ve Ermenistan
coğrafyasında Bulgarların yaşadıklarını ve bunun da tarihe uygun olduğu konusunda
ısrarlıdırlar [Togan, 39:XXVIII; Kahovskiy, 65:225; Togan, 81:168-169].

Z.V. Togan, Bulgarların, Makedonyalı İskender zamanında Horasan bölgesinde


yaşadıklarını söylemektedir. Ona göre Bulgar ve Hazar Türkleri, İtil havzasına
muhtemelen İskender’in fetihleri sırasında gelmişlerdir. Hatta, Bulgar ve Hazarların bir
kısmı da, İskender’in Horasan taraflarına gelmesinden daha önce Sakalarla birlikte İtil
dolaylarına gelmiş olabilirler. Reşideddin Oğuznamesi’nde Bulgarlar İtil havzasında
Oğuz Han’dan önce yaşayan yerli bir kavim olarak ve Bulgar tarihi için çok önemli olan
“Ulu-Balagur” adıyla zikredilmektedirler [Togan, 39:147; Togan, 81:169]. Bizans
kaynaklarında Bulgar Türklerinin daha çok Hunlarla birlikte anılmasına rağmen,
Bulgarların aslında Hunlardan çok daha önce Kafkasya’ya gelip yerleştikleri
sanılmaktadır. Fakat resmî tarih, Bulgarları, Avrupa Hun İmparatorluğu’nun
dağılmasından sonra Attila’nın en küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli
kabilesi olarak saymaktadır.

Hunlar Kafkasya’da

Bizanslı Dionius de Charax, Hunların M.S. 330 yıllarda Kafkaslara geldiklerini


bildirmektedir [Kurat, 72:13]. Fakat, Alanları yerinden edecek kadar güçlü bir hareket
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

olan kavimler göçünün başlamasından ve Hunların toplu olarak İtil, Azak ve Kafkasya
dolaylarına gelip yerleşmesinden çok daha önce, Orta Asya’dan gelip buralara yerleşen
Hun kabilelerinin olduğu bilinmektedir. Bu kabileler, Hunların toplu göçünden en az 150
yıl önce buralara gelip yerleşmişlerdir [Skryinskaya, 60:91; Nemeth, 96:7].

Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru dalgalar halinde akan Balamir Han yönetimindeki
Hunlar 355-360 yıllarında, İtil ırmağını aştıktan sonra, Don ırmağını da geçmişler, Terek
ve Koban’daki Alanların ülkesini tamamen hakimiyet altına almışlardı. Hunlar, Alanların
ülkesini ele geçirdikten sonra hemen batıya yönelmediler. Kafkasya üzerinden 359
yılında İran’a ve 363-373 yılları arasında Ermenistan’a girdiler [Nemeth, 96:42]. Hunlar
kısa bir zamanda, Hazar denizinden Azak denizine kadar uzanan bütün Kafkasya
coğrafyasını kontrol altına aldılar. Bütün bu tarihi olaylardan sonra, Kafkasya ve Azak
denizi civarı artık Hunların gerçek vatanı olarak sayılıyordu [Kurat, 72:13; Grousset,
93:88; Kafesoğlu, 93:69; Ahmetbeyoğlu, 95:7; Nemeth, 96:8; Gumilev, 01:169].

Balamir’in torunu Munçuk, Kafkasya kavimlerinin hükümdarlığını kardeşi Aybars’a


vermişti. Aybars, ordularının başında Kafkasya’da tam bir hakimiyet kurmak
maksadıyla, İtil’den güneye doğru hareket etti. Bu dönemde, Azak ile Kafkasya
arasındaki bozkırlarda yaşayan Alanlar ve Kasoglar [Çerkesler] ile karşılaştı ve onları
yenilgiye uğratarak hakimiyeti altına aldı. Hunlar ile Alan ve Kasog ittifakı arasında
geçen bu tarihi hadiseler, Kabardey Çerkeslerinin destanlarına da geçmiştir. L.G.
Lopatinskiy’nin Kabardeylerden derlemiş olduğu bir destanda Hunlar ile Çerkesler
arasında cereyan eden savaş anlatılmaktadır [Kosok, 60:12-16]:

Fırtına esnasında göklerde olduğu gibi


Gürültüler işitiliyor
Toz bulutları göğü ve güneşi kaplıyor
Hunlar geliyor, Hunlar sayısızdır
Bunlar insandır, fakat kurda benziyorlar
Sarı yüzlü, çekik gözlü, kısa boylu
Kendi boyları kadar atlara binmişler
Mızrak ve yay ormanları gözüküyor
Arkalarında oklar ve bellerinde kılıç
Bir çekirge sürüsü gibi geliyorlar
Ve her şeyi mahvediyorlar
Çekik gözlülerin avlayacağı gafillere yuh olsun
Biz hazırız, bir günlük uzun yolda, dikenli demetler
Demetler arkasında Azak’a kadar siperler saklıyor
Çakallar gibi havlayarak, uluyarak, bastı sarı yüzlüler
Demetlerin arkasından
Siperlerden onlara cevap veriyoruz
Görünmeyen okçuların oklarından kuvvetli ıslıklar
Kurnaz Hunlar atlarını çevirdiler, koşturuyorlar
Orman arkasından süvarimizin çıkıp
Takibe koyulmasını bekliyorlar
Düşmanın bu kurnazlığını biz çoktan biliyoruz
Düşmanlarımıza zaferi temin eden takip olmayacaktır
Göğüs göğüse kılıç savaşı
Ve mızrak bu defa her şeyi halledecektir
Mızrakçılarımız ustadır, oklarımız da isabetlidir
Kılıç vurmakta, bizimkilerle kimse yarışamaz
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Fakat çekik gözlülerin kuvveti büyüktür


Sayıları hudutsuzdur
Safları yıkıyorsun, yenileri evvelkinden daha çok
Daha kuvvetlileri geliyor
Bu suretle topraklarımız için
Günlerce, aylarca çarpışıyoruz
Yılmadan çarpışıyoruz.

Hunlar, Kafkasya’nın tarihini, coğrafyasını, kültürünü çok derinden etkilemişler ve bu


bölgede kalıcı izler bırakmışlardır. Meselâ, Hun ordularının Kafkasya üzerinden
Anadolu’ya yaptıkları akınların başında, Hunların hükümdar “Dulo” sülalesine mensup
“Kursık” ve “Basık” adlı iki komutandan bahsedilmektedir [Kafesoğlu, 93:70, 264]. Hun
prensi “Kursık”ın adı, Karaçaylıların en eski köylerinden olan “Hurzuk”un adında
hatırasını korumaktadır. Ayrıca “Hurzuk” adı sadece bir köyün adı değil, bu köyün de
içinde bulunduğu büyük bir vadinin adıdır. Yine Koban ırmağının kaynağını oluşturan
ırmaklardan birinin adı da “Hurzuk”tur. İsmail Miziyev’e göre diğer Hun prensi “Basık”ın
adı ise bugün Kabardey-Balkar Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan Bashan [Baksan
< Basık Han] vadisinde hatırasını devam ettirmektedir. Yine, Çegem ırmağının
kollarından biri olan “Doñat” deresinin adı, Hun komutanlarından “Donat”ın adından
miras kalmıştır [Mızıulu, 93:91; Miziyev, 94:35]. Çerkes tarihçi Şora Bekmurza
Noghumuka’ya göre, Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinin birinde "Dav oğlu Baksan"
adında bir kahramandan bahsedilmektedir. Ona göre Baksan vadisi ile Baksan
ırmağının adı Dav oğlu Baksan'ın adından miras kalmıştır. Ş.B. Noghumuka'nın
söylediğine göre Dav oğlu Baksan, Çerkeslerin ataları olan Antların hükümdarı
"Bakso"nun kendisidir [Noghumuka, 74:63-68]. Fakat Antlar, Çerkeslerin ataları değildir.
"Ant" kavim adı, Alanların bir kolu olan "Ant"ların adından gelmektedir. Antların birinci
sınıf yöneticileri Türklerden, ikinci sınıf yöneticileri Alanlardan ve kalabalık halk tabakası
da Slavlardan oluşmaktaydı. G. Vernadsky, Alan, As ve Antların aynı kavimler olduğu
konusunda ısrar etmektedir. Ona göre, Çin kroniklerinde, Alanların ülkesi olarak
gösterilen "Antsai~Yantsai" [şimdiki Kazakistan'ın güney bölgesi] adı da Antların
adından gelmektedir. G. Vernadsky, Latinlerin Alanlara "Ant" adını, Yunanların ise "As"
adını verdiklerini söylemektedir. Apsiş adlı bir komutanın önderliğindeki Avarlar 602
yılında Antları Dnester boylarında tamamen imha etmişlerdir. Bu tarihten sonra da
tarihte bir daha Ant adına rastlanmaz. Theophanes, 583 yılında Trakya'ya saldıran
Antların başında "Ardagast" ve "Mousoukios" adlı komutanlardan bahsetmektedir. G.
Vernadsky, "Ardagast" adının İran kökenli olduğunu söylemekte, "Mousoukios" adını da
"Busok" şeklinde düzelterek, Jordanes'in daha önceki yıllarda bahsettiği Antların "Boz"
adlı komutanıyla bağdaştırmaktadır [Karatay, 00:91, 117]. Ant komutanı "Busok"un
adından, onun Türk kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, Hun komutanı "Basık"
adıyla olan benzerliği de dikkat çekmektedir. Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde
geçen “Baksan” adlı kahramanın IV. yüzyılda yaşadığı belirtilmektedir ki bu Hun prensi
Basık’ın yaşadığı dönemdir. Karaçay’daki “Hun-Kala” [Hun-Kale] adındaki kale kalıntısı
ile Malkar’daki “Hun-Tala” [Hun düzlüğü] toponimleri Hunların adından kalmıştır
[Biciyev, 93:268]. Dağıstan’da, Avarların meskun olduğu tarihi “Hunzakh” şehri
Hunlardan kalmış olup, bu şehrin adı, Avar dilinde “Hun yeri” demektir [Kaflı, 42:26].
Ayrıca, Hunların meşhur hükümdar sülalesi “Dulo” [Dula~Doula] adı, Karaçaylıların eski
sülalelerinden biri olan “Dola” sülalesinde adını korumaktadır. Bunların dışında,
Macaristan’daki Hun çağı eserleriyle, Kafkasya’da Terek ve Digor bölgelerinde bulunan
eserlerin birbirleriyle çok yakınlık göstermesi, Hunların Kafkasya kültüründe ne kadar
etkili olduğunu göstermektedir [Ögel, 91:101].
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Büyük Bulgarya

Attila’nın 453 yılında ölümü üzerine, yerine büyük oğlu İlek geçmiş fakat kendisi
imparatorluğun parçalanmasının önüne geçememiştir. Attila’nın ikinci oğlu Tengizik de
Tuna civarı ve Romanya ovalarına yerleşmiştir. Attila’nın küçük oğlu İrnek ise 456
yıllarında kendisine bağlı Hun kabileleriyle birlikte Orta Avrupa’yı terk ederek Karadeniz
kuzeyindeki bozkırlara gelmiştir. İrnek Han, burada karşılaştığı Bulgar kabileleriyle
birleşerek bir Hun-Bulgar Devleti kurmuş ve gelecekte Kubrat Han’ın kuracağı “Magna
Bulgaria”nın [Büyük Bulgarya] temellerini atmıştır [Gürün, 81:239; Kafesoğlu, 93:79,
185; Rasonyi, 93:89-90; Ahmetbeyoğlu, 95:16-18; Ostrogorsky, 95:53].

Bizanslı Priskos ve Suidas, 463 yılında Şaragur, Ogur ve Onogur kabilelerinin


Karadeniz kuzeyindeki bozkırlarda, Tuna ırmağının kolları ile Volga arasındaki
bozkırlarda yerleşmiş olduklarını ve daha sonra 482 yılında İrnek’in kurmuş olduğu
birliğin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adını zikrederler. Bulgarlar daha sonra
Kutirgur ve Utirgur şeklinde iki kabile temelinde bir siyasi birlik oluşturmuşlardır. Bu ilk
Bulgar birliğinin merkezi Koban ırmağı civarında bulunuyordu [Tekin, 87:1]. İsmail
Miziyev bu merkezin, yani Bulgar Devletinin başkentinin bugünkü İssi-Suv [Pyatigorkski]
şehri civarında olduğunu söylemektedir [Mızıulu, 94:39]. Avrupa’dan Karadenizin
kuzeyindeki bozkırlara ve Kafkasya’ya dönüş yapan Hunlar ile buralarda çok eskiden
beri yaşamakta olan Bulgar ve Sabir kabileleri arasında çatışma çıkacağı yerde, kısa
sürede dostane temaslar neticesinde siyasi birlik oluşmuştu. Bulgar ve Sabirlerin
bundan sonra kendileri için “Hun” adını kullanmaları bunun en güzel delilidir. IV.
yüzyılda Bulgarların kendilerini Hunlardan sayması bir gurur vesilesi idi [Gumilev,
01:162].

V. Yüzyılda Kakfasyanın Etnik Haritası

M.İ. Artamonov, Kafkasya’nın V. yüzyıldaki etnik haritasını şöyle çizmektedir;


Dağıstan’ın kuzeyinden Kuma ırmağı ve onun kollarının çevrelediği yerlerde Sabirler ile
onların biraz yukarısında Şaragurlar yaşamaktadır. Onların kuzeyinde ve batısında yani
bugünkü Adige Ö.C. ve Krasnodar ile Stavrapol çevresinden Azak denizine kadar olan
yerlerde Onogurlar yaşamaktadır. Azak denizinin kuzey kıyılarından doğu ve güneye
doğru Şaragurlara kadar olan yerlerde Akatsirler [Akaçir] yaşmaktadır. Bugünkü
Karaçay-Çerkes Ö.C. ile Kabardey-Balkar Ö.C ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerinin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

tamamında da Alanlar yaşamaktadır [Artamonov, 62:71].

Kök-Türklerin baskısıyla, 560 yıllarında batıya kaçan Avarlar, Kırım ve Kafkasya’daki


Hun ve Bulgarları hakimiyet altına aldılar. Bulgarların bir kısmı, Avarların baskısına
dayanamayarak Kafkasya dağlarına sığındılar. Bunlar daha sonraları Bizans ve Rus
vakayinamelerinde “Kara Bulgar” adıyla anılacak olan ve bugünkü Karaçay-Malkar
Türklerinin ataları olan Bulgarlardır. Kök-Türklerin batıya doğru daha da yayılmaya
başlamasıyla, Avarlar da 567 yıllarında Balkanlara ve Avrupa içlerine doğru kaymaya
başladılar. Avarlar gittikleri zaman beraberlerinde de Kutirgurların önemli bir kısmını
götürdüler [Tekin, 87:2; Kurat, 93:782]. Kafkasya’daki diğer Bulgar kabileleri ise “Ermi”
adlı bir Türk kabilesine [veya sülaleye] mensup “Gostun” [veya Organ] adlı bir prensin
idaresinde 603 yılında toparlanarak yeniden birlik oluşturdular [Tekin, 87:3]. Tuna
Bulgar Hanları Listesinde “Gostun” şeklinde geçen bu şahsın adı [veya unvanı] Bizans
kaynaklarında “Organ” şeklinde geçmektedir. “Gostun” veya “Organ” adıyla anılan bu
şahıs yakın bir gelecekte “Magna Bulgaria”yı [Büyük Bulgarya] kuracak olan “Kubrat
Han”ın da dayısı [veya amcası]dır [Tekin, 87:3]. L.N. Gumilev ise, Organ ile Kök-
Türklerin batıdaki valisi veya ikinci derecedeki hükümdarı "Mohodu-heu"nun aynı kişiler
olduğunu söylemektedir. Ona göre, Mohodu-heu Kök-Türklerin meşhur Aşina soyundan
olup aynı zamanda da Kubrat Han'ın dayısıdır [Artamonov, 62:162].

Kubrat, 605 yılında Bulgarların yönetimini, dayısı Organ’dan devralarak, Bulgarların


“Elteber”i olmuştur. Fakat bu sırada Bulgarlar halen Avarların baskısı altındaydılar.
Kubrat, hükümdar olduktan sonra, Bulgarların bağımsızlığı için Avarlara karşı
mücadeleye başlamıştır. Kubrat’ın bu mücadelesini Bizanslılar da destekliyordu. Hatta,
Bizans İmparatoru Herakleios’la ittifak anlaşması yapan Kubrat kendisine “Patrikios”
unvanı verilmesini de sağlamıştır. Kubrat, 630 yılında, Avarlara karşı açıktan isyan
başlatmış, beş yıl süren bir mücadeleden sonra, 635 yılında, temelde Onogur ve Utirgur
[Onogur+Sabir] kabileleri olmak üzere “Magna Bulgaria” [Büyük Bulgarya] devletini
kurmuştur. Kubrat bundan sonra “Han Kubrat” olmuş ve ölünceye kadar da Han olarak
kalmıştır [Tekin, 87:2-4; Kafesoğlu, 93:191-192; Ostrogorksky, 95:97].

Kubrat Han’ın 665 yılında ölümünden sonra yerine büyük oğlu “Bat-Bayan” geçer.
Fakat, VII. yüzyıl ortalarında, batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı sonucu
Büyük Bulgarya devleti dağılır. Bulgarların bir kısmı Hazarların idaresine girerken, bir
kısmı da Kafkasya’yı terk eder. Kubrat Han’ın oğullarından “Kotrag” kendisine bağlı
kabilelerle Don ırmağının karşısına yerleşirken, “Asparuk” ise yine kendine bağlı
kabilelerle birlikte Tuna ırmağı boylarına doğru gider. Bat-Bayan ise Onogur, Utirgur,
As-Alan ve Macarların hükümdarı olarak ata yurdu Azak-Kafkasya sahasında kalır.
Fakat kısa bir süre sonra da Hazarların hakimiyetini kabul eder [Feher, 84:31;
Kafesoğlu, 85:15-16; Kafesoğlu, 93:191; Ostrogorsky, 95:117].

Bizanslı tarihçi Theophanes [760-818], “Kronik” adlı eserinde Bulgarlar hakkında değerli
bilgiler vermektedir. Bu eserde verilen bilgileri, arkeoloji ve kısmen de filoloji önemli
derecede doğrulamaktadır. Theophanes’in, Kubrat Han ve oğullarıyla ilgili naklettiği
hikâye şöyledir: “Gölden [Azak denizi] ve Kuphis [Koban] adıyla anılan ırmağa kadar
olan yerler Bulgarların ülkesidir. Bunun için buraya Büyük Bulgarya denilir. Bulgarlar ve
onlarla birlik halindeki Kotraglar [Kutirgurlar?] burada yaşarlar. İmparator Konstantin
döneminde [558-641] Bulgar ve Kotragların Krovat [Kubrat] adlı kralları öldü. Bu kralın
beş oğlu vardı. Kral [Kubrat] ölmeden önce beş oğluna da, başka bir milletin kölesi
olmak istemiyorlarsa birlik halinde olmalarını öğütlemişti. Fakat onun ölümünden kısa bir
süre sonra beş oğlu da babalarının öğüdünü tutmayıp kendilerine bağlı kabilelerle
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

birlikte birbirlerinden ayrıldılar. Yalnız, Krovat’ın [Kubrat] Batbayan adlı büyük oğlu,
babasının öğüdünü tutarak atalarının yurdunda kaldı. İkinci oğul Kotrag, Tanais [Don]
ırmağını geçip ağabeyinin karşısındaki topraklara yerleşti. İster [Tuna] ırmağını geçen
dördüncü oğlu [Kuber] Pannonia’daki Avar Hakanı’nın tabisi oldu. Beşinci oğlu [Alçek]
ise Pentapolis’e kadar giderek Ravenna’daki Hıristiyan imparatorunun tabisi oldu.
Asparuk adlı üçüncü oğul ise, Dnepr ve Dnestr ırmaklarını geçerek, Tuna’nın
kuzeyindeki Onglos [Bucak] ırmağı civarına geldi ve güvenli bir yer olduğuna karar
vererek buraya yerleşti. Böylelikle onlar beşe bölündüler ve zayıfladılar.

Bundan sonra, Berzilia’nın içinden, eski Sarmatya topraklarında büyük Hazar kavmi
çıktı ve Pont denizine [Karadeniz] kadar olan yerlerde hakimiyet kurdu. Bulgar kralının
ilk oğlu Batbayan da Hazarların tabisi oldu. Bundan sonra, Batbayan onlara [Hazarlara]
vergi ödedi” [Koşay, 56:40; Miller, 62:4; Bayçorov, 89:33-34].Kubrat Han’ın ölümünden
sonra, çok geçmeden oğulları arasında ülkede hakim olma savaşları başladı. Asparuk,
amcası Şambat’ın da desteğiyle Batbayan’ı sıkıştırmaya başladı. Bu karışıklık ve iç
savaşlardan faydalanan Hazarlar Bulgarlara saldırarak iç savaş halindeki Büyük
Bulgarya’ya son verdiler. Asparuk önceleri Hazarlara karşı koymaya çalıştıysa yenilerek
geri çekildi [Nurettinov, 91:XI]. Batbayan ise kendi idaresindeki Bulgarlarla birlikte,
Elteber [vali, ikinci derece hükümdar] konumunda Hazarların hakimiyetine girdi. Daha
sonraları, Batbayan’ın idaresindeki Azak ve Kafkasya Bulgarları, Bizans ve Rus
vakanüvisleri tarafından “Kara Bulgarlar” adıyla anılmışlardır. Kara Bulgarlar ile Hazarlar
arasındaki münasebetler oldukça iyi bir şekilde cereyan etmiştir [Miller, 62:5].

Kara-Bulgarlar ve Karaçay-Malkarlar

Birçok bilim adamı, tarihte “Kara Bulgarlar” veya “Koban Bulgarları” adıyla geçen
Kafkasya Bulgarlarının, Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda birinci derecede
etkili oldukları konusunda birleşmekte ve Karaçay-Malkarları doğrudan Kafkasya
Bulgarlarının devamı olarak kabul etmektedirler. V.F. Miller, Karaçay-Malkar Türklerini,
eskiden Koban ırmağı dolaylarında yaşamış olan eski Kafkasya Bulgarlarının devamı
olarak saymaktadır. V. Minorsky ve J. Marqwart da aynı görüşte olup V.F. Miller’in bu
görüşünü desteklemektedirler [Miller, 87:60]. Meşhur eski Sovyet tarihçilerinden M.İ.
Artamonov da, Karaçay-Malkarları, Bulgar Türklerinin devamı olarak kabul etmektedir.
Ona göre, tarihte “Kara-Bulgar” adıyla bilinen ve Hazarların hakimiyetine giren Batbayan
önderliğindeki “Koban Bulgarları” bugünkü Karaçay-Malkarların atalarıdır [Artamonov,
62:172].

M.F. Kırzıoğlu yazmış olduğu birçok kitap ve makalelerinin hemen hepsinde; Bulgar
Türklerinin, Karaçay-Malkarların ataları olduğunu söyler. M.F. Kırzıoğlu’na göre, XII.
yüzyılda Genceli Nizami’nin şiirlerinde bile bahsettiği “Kafkasya Bulgarları” bugünkü
Karaçay-Malkar Türkleridir [Kırzıoğlu, 80:286].

F.A. Nurettinov, Karaçay-Malkarların, Avar ve Hazarların baskısıyla Azak-Kafkasya


sahasını terk etmek zorunda kalan esk Bulgarların Kafkasya’da kalan bakiyeleri
olduğunu söylemektedir [Nurettinov, 91:XIV]. Z.V. Togan da, Karaçay-Malkarların
Kafkasya Bulgarlarının devamı olarak görmekte ve Karaçay-Malkarların önceleri
bugünkü Çuvaşlar gibi Lir Türkçesini konuştuklarını, fakat XV. yüzyıldan önce tespit
edilemeyen bir dönemde Şaz Türkçesine geçiş yaptıklarını söylemektedir [Togan,
39:202]. Fakat, Z.V. Togan, Karaçay-Malkarların önceleri Lir Türkçesini konuştukları ve
sonradan dillerinin Şaz Türkçesine dönüştüğüyle ilgili ileri sürdüğü bu görüşünü
ispatlayacak herhangi bir delil sunmamıştır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bulgar tarihçi B. Simeonov da, Çuvaş ve Karaçay-Malkarların dillerini, eski Bulgar Türk
dilinin varisleri sayarak şöyle bir açıklama getirir; “Çuvaş ve Karaçay-Malkar dilleri, eski
Bulgar Türkçesinin devamıdır. Fakat, artık bugün Çuvaş dili daha çok Fin-Ugur dillerinin
etkisinde kalarak eski Bulgar Türkçesinden uzaklaşmıştır. Karaçay-Malkar dili ise diğer
Türk dillerinin etkisinde kalarak Bulgar Türkçesinin esaslarını kaybetmiştir” [Mızıulu,
93:87]. E.P. Alekseyeva, Bulgarların bir kısmının, VII. yüzyıldaki Hazar saldırılarından
kaçarak Kafkasya’ya bugünkü Stavrapol, Beştav [Pyatigorski], Narsana, Arhız, Koban,
Malkarya ve Digorya [Kuzey Osetya] bölgelerine gelip yerleştiklerini ve burada eskiden
beri yaşayan Alanlarla karışarak bugünkü Karaçay-Malkarların temelini oluşturduklarını
söylemektedir [Laypanlanı, 92:2]. Bulgarların Koban boylarında yaşadıkları sırada
Kafkasya'daki Alanlarla sıkı temaslarda bulundukları ve bunların bazı kültür tesirlerine
maruz kalmış olmaları mümkündür [Kurat, 72:110]. A. Miller, 1930’lu yılların başlarında,
Digorya’daki [Kuzey Osetya] arkeoloji araştırmaları sırasında Bulgar Türklerine ait kulplu
asma kazan parçalarını bulmuştur. A. Miller daha o zamanda; “Burada [Digorya’da]
bulunan Bulgar kazanları, Azak Kara Bulgarlarının atalarının Kuzey Kafkasya’da
bugünkü Malkar Türkleri olduğunu ortaya koymaktadır” şeklinde bir açıklama yapmıştı.
Miller’e göre, Azak’taki Kara Bulgarlarının ataları önceden Kafkasya’da, bugünkü
Digorya ve Malkarya topraklarında yaşıyorlardı. Daha sonra bunların bir kısmı Azak
civarına göç etmiş, bir kısmı da Kafkasya’da kalmıştır. Kuzey Kafkasya’da kalanlar da
bugünkü Malkar Türkleridir.

A. Miller, ileride bu konuyla ilgili özel olarak ilgilenmek ve bu kültürün kalıntılarını bulmak
düşüncesiyle arkeoloji literatüründe bu hususta herhangi bir açıklamada bulunmaktan
çekinmişti. A. Miller, Azak Bulgarlarının, bugünkü Bulgaristan’a göç yollarının tespitini ve
bugünkü Malkar Türkleri ile Azak Kara Bulgarlarının bir kökten olduklarını ispat etmeyi
ve bundan sonra elde ettiği sonuçları bilim dünyasına açıklamayı düşünüyordu. Bütün
çalışmaları bu yöndeydi. Fakat, 1933 yılının sonlarına doğru A. Miller, Sovyet hükümeti
tarafından tutuklanarak Sibirya’ya sürgün edilmiş ve çok geçmeden de orada ölmüştür.
Onunla birlikte konuyla ilgili çalışmaları ve toplamış olduğu malzemeler de ortadan yok
olmuştur [Miller, 62:13]. M. Miller ise, A. Miller’in Karaçay-Malkar Türklerinin Kara-
Bulgarların devamı olduğu şeklindeki teorisini tamamen kabul etmektedir. Fakat ona
göre, Azak’taki Kara Bulgarlar, Azak civarına Kafkasya’dan göç etmemiş, tam tersine,
Azak’taki Kara Bulgarların bir kısmı göç ederek Kafkasya’ya gelmiş ve bugünkü
Karaçay-Malkar Türklerinin temelini oluşturmuşlardır. M. Miller, Azak’taki Kara
Bulgarların Kafkasya’ya göçlerinin Kiyev-Rus prensi Svyatoslav’ın 964-966 yıllarında
Hazar Türklerine yaptığı seferler sırasında gerçekleştiğini ileri sürmektedir.

Ona göre; “Svyatoslav, Hazarların Şarkel şehrini ele geçirdikten sonra Hazarların bütün
kuzeybatı kısmını hakimiyet altına almış ve Kiyev-Rus prensliğiyle birleştirmişti.
Rusların, Dnyeper’den güneydoğuya doğru yaptıkları akınların baskısı altına kalan
Bulgarlar, Don ve Azak’tan Kafkasya’ya doğru göç etmişlerdir. Bugüne kadar elde
edilen arkeolojik malzemeye dayanılarak denilebilir ki, Kafkasya’daki Karaçay-Malkar
Türklerinin, Rusların baskısıyla Azak civarından Kafkasya’ya göç edip gelen Bulgarların
devamı oldukları şüphe götürmez bir gerçektir” [Miller, 62:14].

Karaçay-Malkarların etnik bakımdan Kafkasya Bulgarlarının devamı olduğunu arkeolojik


bulgular da desteklemektedir. Meselâ Karaçay’da İndiş ırmağı yakınlarındaki Bulgar
yerleşimi kalıntıları, Malkarya’da Aşağı Çegem ve Laşkuta köylerinde bulunan
Bulgarlara ait arkeolojik eserler, Yukarı Çegem, Lıgıt ve Kaşha-Tav yakınlarında ortaya
çıkarılan Bulgar Türklerinden kalma mezarlar, Karaçay-Malkarlar ile Bulgarlar
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

arasındaki etnik bağlantıyı ortaya koymaktadır [Mızıulu, 94:39]. İ.M. Miziyev, Kutirgur
adının, Malkarya’nın Çegem vadisinde eski bir Malkar köyü olan “Gudurgu” adında,
Bittogur adının da, Çegem ırmağının yukarı kısmında “Biturgu” şeklinde korunduğunu
söylemekte; ayrıca “Çılmas”, “Bulungu”, “Uçkulan” ve “Bıllım” adlı Karaçay-Malkar
köylerinin adlarının da Bulgar Türklerinden kaldığını ileri sürmektedir [Mızıulu, 93:91-92;
Miziyev, 94:58].

Balkar ve Bulgar Sözleri Arasındaki Benzerlik

Birçok bilim adamı, Balkar ve Bulgar sözleri arasındaki benzerliğe dikkat çekmiş ve
bundan dolayı da Bulgarlar ile Balkar Türkleri arasında etnik bağlantı kurmaya
çalışmıştır. Fakat eski Sovyetler Birliği’nde, Avrupa’da ve Türkiye’deki Türkoloji
literatüründe “Balkar” şeklinde geçmesine karşın, Balkar Türkleri kendilerini “Malkar”
şeklinde adlandırırlar. Karaçaylılar da aynı şekilde Balkarları “Malkar” şeklinde
adlandırırlar. “Bulgar” sözü ile “Balkar” sözü arasındaki benzerlikten hareketle,
Bulgarların Malkar Türkleriyle etnik ilişkisini ortaya koymaya çalışan bilim adamları,
“Balkar” sözünün, Türk dilinde görülen b>m ses değişimiyle ortaya çıktığını
söylemektedirler. Balkar sözünün b>m değişikliğiyle Malkar şekline dönüştüğü kabul
edilebilir olmakla birlikte burada Türk dili kurallarına aykırı olan g>k ses değişimi gözden
kaçmaktadır.

Türkçe’nin k>g ses değişimi kuralına göre; “Malkar” sözü eğer kaynağını “Bulgar”
sözünden alıyor ise, Bulgar sözündeki gibi “g” sesiyle “Balgar” şeklinde devam etmesi
gerekirdi. Fakat bu kural tam tersine “g>k” şeklinde işlemiş ve “Malkar” sözü ortaya
çıkmıştır. Şayet, Türk dilinin “k>g” ses değişimi kuralının buna benzer bir istisnası yok
ise ya da bu kural “değişmez” bir kural ise; o zaman “Bulgar” sözünün önceki ve asıl
şekli “Bulkar” olmalıdır. Bulgar adı, eski Bizans kaynaklarında “Bulgar~Bolgar” şeklinde
anılmakla birlikte, İbn Rusteh’in kayıtlarında “B.lkar” şeklinde ve eski Ermeni
kaynaklarında da “B.lkar~Bolkar~Bulkar” şeklinde geçmektedir [Patkanov, 83:21-32;
Kurat, 93:785]. Yani, Bulgar adının aslının “Bulkar~Bolkar” şeklinde olması uzak bir
ihtimal değildir.

Balkar veya Malkar adı, Malkarların eski halk rivayetlerine göre, ne zaman ve nereden
geldiği belli olmayan “Balkar” veya “Malkar” adlı bir prensin adından kalmıştır [Miller-
Kovalevskiy, 84:553-555; Şamanlanı, 87:42; Kudaşev, 91:156-157; Abayev, :92:7;
Mızıulu, 98:28].

Malkar Türklerine izafe edilmek üzere “Balkar” sözü tarihte yazılı olarak ilk kez Rus
kaynaklarında, 1629 yılında, Terek bölgesi Rus Garnizonu Komutanı İ.A. Daşkov’un
Moskova’ya gönderdiği “Balkarların yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama
çalışmalarının” bahsedildiği bir mektubunda geçmektedir [Miziyev, 98:19]. 1807-1808
yıllarında Kafkasya'da bulunan J. Klaproth notlarında Malkarlar hakkında şöyle
demektedir; "Basiyat adı onların meşhur soy atalarının adıdır. Onlar önce Kuma ırmağı
civarında yaşamışlar. Başşehirleri Macar şehri imiş. Daha sonra şimdiki Malk [Balk]
ırmağı civarına gelip yerleşmişler ve bunlardan bir kısmı Malk [Balk] ırmağının adından
"Malkar" veya "Balkar" adını almışlar” [Şamanlanı, 87:42].

Sabirler

Eski tarih kaynaklarında “Sabar~Savar~Suvar~Saber~Sabir” şeklinde geçen Sabir


Türkleri miladın ilk yıllarında İrtiş havzasında yaşıyorlardı. Bu saha, Sabirlerin burada
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

uzun süre yaşamaları nedeniyle göç etmelerinden sonra da Sabir yurdu


[Saberia~Sibirya] olarak anılmıştır. M.S. II. yüzyılda bu sahada cereyan eden kavimler
göçü nedeniyle Sabirler yurtlarından çıkarak Volga ırmağının orta kısımları ile Ural ve
Kama ırmağı havzasında gelmişlerdir. 460’lı yıllarda Avarların saldırısı üzerine Sabirler
Volga-Kama-Ural havzasını terk ederek Kafkasya’ya doğru kaymışlardır. Sabirler bir
müddet bölgedeki diğer Hun ve Ogur kabileleriyle birlik halinde yaşamışlar fakat 506-
558 yılları arası bir dönemde Kafkasya’yı hakimiyet altına almışlardır [Feher, 84:10-11;
Czegledy, 98:22]. Sabir Türklerinin VI. yüzyıl ortalarına kadar devam eden Kafkasya
hakimiyeti, İran kralı I. Husrev’in 545 yılında yaptığı Kafkasya seferiyle birlikte
zayıflamıştır. Bu tarihten sonra dağılma sürecine giren Sabirlerin bazı kabileleri 545-555
yılları arasında Alan, Abhaz ve Zikhlerle komşu haline, merkezi idareden mahrum bir
şekilde ve birçok kabile reisleri idaresinde Koban, Terek, Kura ve Rion ırmakları
dolaylarında yaşamaya başlamışlardır. Bu dönemde Ermeni kaynakları bunlara Hun
adını verirken, Bizans kaynakları ise Sabir demektedir [Baştav, 41:60-63]. Arran Patriği
Karduşt’un faaliyetleri sonucu Kafkasya’da yaşayan Hunların bir kısmı 507-508
yıllarında Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Hatta Bizanslılar da Karduşt’un bu faaliyetlerine
destek vermişler 537 yılında Kafkasya’da bir Piskoposluk bile kurmuşlardır.
Piskoposluğun başına geçen Karduşt adlı rahip Hunların dilini öğrenmiş ve yedi yıl
süren bir çalışmadan sonra 544 tarihinde İncil’i Hun diline çevirmiştir. Süryani rahibi
Zacharias Rhetor’un 555 yılına ait kayıtlarında bahsedilen bu Hıristiyan Hun kavmi Sabir
Hunlarıdır [Togan, 77:403; Tekin, 87:2].

Bizanslı tarihçi Prokopius 508 yılında Daryal geçidine hakim bir müstahkem mevkide
Ambazuk adlı bir beyin idaresinde yaşayan Sabir Hunlarından bahsetmektedir.
Prokopius’a göre Kuzey Kafkasya bölgesi 465-556 yılları arasında bu Sabir Hunlarının
hakimiyeti altında olmuştur. Prokopius’un anlattıklarına göre Kafkasya’da Alan, Abhaz,
Zikh adlı kavimlerin dışında bir de Sabir namında Hun kabileleri yaşamaktadır.
Sabirlerin yurdu ise daha çok Koban ırmağı havzası ile biraz kuzeye kadar olan sahayı
kapsamaktadır. Yine Prokopius’un kayıtlarında Kafkasya dağlarından Hazar geçitlerine
kadar uzanan sahanın Alanların hakimiyetinde olduğu fakat aynı zamanda bu civarda
Sabir adı verilen Hun kabilelerinin de yaşadığı söylenmektedir. Ayrıca Prokopius bu
Sabir Hunlarından savaş kültürleri ve savaş aletleri çok gelişmiş bir kavim şeklinde
bahsetmektedir.

Bütün bunlardan Sabirlerin 500-560 yılları arasında Koban ırmağı havzasında


yaşadıkları anlaşılmaktadır. VI. yüzyıl sonlarında ise Sabir kabileleri ile Onogurlar
birleşerek Utirgur kabile birliğini kurmuşlardır. Bundan sonra Kafkasya’da Sabir ve
Onogur adlarının yerine Utirgur adı anılmaya başlanmış ve Hazar Kağanlığına tabi
oluncaya kadar da Büyük Bulgarya devletinin temelini bunlar oluşturmuşlardır [Baştav,
41:68-72; Rasonyi, 93:77-78; Gumilev, 99:60-61].

Kök-Türklerin baskısıyla 552 yılında İtil-Don-Kafkasya sahasına gelen Avarlardan 558


yılında büyük bir darbe yiyen Sabirlerin adı bundan sonra tarih sahnesinden silinmiştir.
Daha sonra bunların büyük bir kısmı Hazar hakimiyetine girerken, bir kısmı da
Macarlarla karışmıştır [Kurat, 72:24; Rasonyi, 93:77-78]. Hazar Kağanlığının kalabalık
bir kütlesini teşkil ettikleri ve hatta Balancar ve Semender adlı iki büyük Hazar
kabilesinin aslında Sabirler olduğu anlaşılmıştır [Kafesoğlu:93:150]. Bundan dolayı bazı
tarih araştırmalarında Sabirler ile Hazarların aynı kavim olduğu öne sürülmüş ise de bu
doğru olmasa gerektir. Çünkü Kafkasya’daki Bulgar birliğine dahil iken daha sonra
Hazar Kağanlığının hakimiyetine giren Sabir Türklerinin Bulgar ve Hazarlar gibi Lir
Türkçesi konuşmadığı, Kaşgarlı Mahmut’un “Suvarın” şeklinde adlandırdığı Sabir
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

dilinden aktardığı birtakım kelime ve cümleler onların Şaz Türkçesi konuşan bir Türk
kavmi olduğu ve Hazarlardan ziyade bir Hun kabilesi oldukları görüşü ağırlık
kazanmıştır [Togan, 81:171]. Bizans kaynaklarında, Kafkasya’da Koban ırmağından
Dağıstan’ın kuzeyine kadar olan bölgelerde uzun yıllar hakimiyet kurmuş olan Sabir
[Hun] Türklerinin 520 yılında ölen “Balak” adlı bir hükümdarından bahsedilmektedir
[Baştav, 41:62].

Ş.B. Noghumuka, Kabardey Çerkeslerinin efsanelerinde “Malk” adında bir kahramanın


olduğunu kaydetmiş fakat bu kahramanla ilgili en küçük bir malumat vermemiştir. Ş.B.
Noghumuka bununla ilgili olarak sadece: “Eski rivayet ve mitolojilerde adları içimizde
saklı bulunan bazı büyük kahramanlar gerçekten geçmiş çağlarda geniş bir dünya
şöhreti aldılar” diyor ve yirmi bir tane kahraman adı sayarak on dokuzuncu sırada da
“Malkh” adını vermektedir [Noghumuka, 74:60].

Kabardey Çerkes efsanelerindeki “Malk” adlı kahraman bence Sabir [Hun] Türklerinin V-
VI. yüzyılda yaşamış meşhur “Balak” [ölümü 520] adlı kralının [Baştav, 41:62] hatırasını
yaşatmaktadır. İran kralı I. Hüsev’in 545 yılında saldırısından sonra Sabirlerin tamamen
dağılarak 545-555 yılları arasında bir kısmının merkezi idareden mahrum şekilde, bugün
Karaçay-Malkarların yaşadığı, Koban ve Terek ırmakları dolaylarına gelerek her birinin
başında bir prens olmak üzere küçük kabileler halinde yaşamaya devam ettikleri
bilinmektedir [Baştav, 41:63]. İşte, Çerkes efsanelerindeki “Malk” adlı kahramanın adı
da, Sabir kralı Balak’la bağlantılı olarak; XV. yüzyılda Koban ve Terek bölgesine gelip
yerleşen Çerkeslerin arasında eriyip giden bu Sabir kabilelerinden kalmış olmalıdır.

Yine, Malkarların yoğun olarak yaşadığı Balk ırmağı kıyılarında çok eski zamanlardan
kalma “Balk” adında bir şehir kalıntısı vardır. Bu şehrin ne zaman ve kimler tarafından
inşa edildiği konusunda kimse bir şey bilmemektedir [Noghumuka, 74:27]. Balk ırmağı
kıyısındaki bu eski şehir kalıntısının adının da yine Sabir kralı “Balak”ın adından kaldığı
açıktır ve bu şehrin kurucuları da büyük bir ihtimalle Sabirlerdir.

Karaçay Kelimesinin Kökeni

Karaçay Türklerine izafe edilmek üzere “Karaçay” sözü yazılı olarak tarihte ilk defa Rus
kaynaklarında 1639 tarihinde geçmektedir. Bu tarihte, Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve
Fedor Bajenov adlı Rus elçileri, Gürcistan’a giderlerken, Karaçay topraklarında [Bashan
vadisindeki El-Curt köyünde] on beş gün kadar kalmışlar ve Karaçaylılar hakkında bazı
notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin notlarında Karaçaylılardan “Karaçay” ve “Karaçayevo
Kabarda” şeklinde bahsedilmektedir [Lavrov, 78:22; Alekseyeva, 93:46; Şamanlanı,
87:14-19; Mızıulu, 94:29].

"Karaçay” kelimesinin kökeni ve Karaçaylıların bu kavim adını nasıl aldıkları hakkında


birçok görüş vardır. Bunlardan birkaçını sıralayalım. Karaçay kelimesinin kökeniyle ilgili
ilk olarak bunun “kara” [kara, siyah] ve “çay” [su, ırmak] sözlerinin birleşmesinden
oluştuğu ve “Karaçay” sözünün de “kara ırmak” anlamına geldiği ileri sürülmüştür. A.
Mokayev ise buna benzer bir etimolojiyle “Kara-çay” sözünden “sulu yer, sulak yer”
anlamı çıkarılması gerektiğini söylemektedir. Fakat bu görüş, Karaçay-Malkar ve genel
olarak diğer Kıpçak lehçelerinde “çay” [su, ırmak] şeklinde bir sözün bulunmaması,
Karaçay-Malkar Türkçesinde ırmak ve nehir anlamında “suw”, “çerek” ve “koban”
sözlerinin kullanılması, Karaçaylıların kendilerine özellikle de kavim adı olarak “kara
ırmak” adını vermeleri pek mümkün görünmemektedir [Hacilayev, 70:17-18; Mokayev,
76:91; Aliyev, 91:48-49]. Karaçay kelimesinin kökeni hakkında en ciddi ve genel olarak
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kabul edilen görüş; Karaçay kelimesinin, Karaçaylıların efsanevi lideri “Karça”nın


adından hatıra kaldığı görüşüdür. Buna göre; Karaçaylıların efsanevi kurucu atası
“Karça”nın adı başlangıçta “Karaca” veya “Karaça” şeklindeydi.

Karaçaylıların komşuları olan Kabardey Çerkesleri, “Karaça’nın halkını ve yurdunu”


ifade etmek için “Karaça” sözüne, Kabardey dilindeki “-ey” nisbet ve izafet edatını
ekleyerek “Karaşa-ey” sözünü kullandılar. Kabardey diline yabancı dillerden giren “ç”
sesi “ş” sesine dönüşür. “Karaşa-ey” şeklinde telaffuz edilen bu söz daha sonra ses
benzeşmesi sonucunda “Karaşey” şeklini almıştır. Daha sonra da, Karaçaylılar kendileri
için Kabardeylerin kullandıkları “Karaşey” şeklindeki kavim adını “Karaçay” şekline
çevirmişlerdir [Aslanbek, 52:7; Bala, 93:218; Nevruz, 94:47]. Yukarıdaki bütün bu
görüşlerden farklı olarak ben “Karça” adının aslının “Karçıga” şeklinde olduğunu
düşünmekteyim. Kıpçak Türkçesine ait bir kelime olan “Karçıga” sözü, kartalgillerden bir
tür yırtıcı kuş olan “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına gelmekte ve “Codex
Cumanicus”ta “Karçıga” ve “Karçaga” şeklinde geçmektedir [Grönbech, 92:90]. Yine bu
kelime Tatar ve Kırgız Türkçesinde “Karçıga”, Kazak Türkçesinde “Karşıga”, Başkurt
Türkçesinde “Karsıga” ve nihayet Karaçay-Malkar Türkçesinde “Kartçıga” şeklinde
geçmekte ve “aladoğan, atmaca, laçin” anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi “şahin,
kartal, doğan” gibi yırtıcı kuşların adları, Türklerde erkek adı olarak çokça
kullanılmaktadır. “Karçıga” kuşunun adı da Kıpçak Türklerinde oldukça sık kullanılan
erkek adlarından biridir. Sözgelimi, bugün de Kazak Türklerinde “Karşıga” adı çok sık
kullanılan bir erkek adıdır. Bana göre, Karaçaylıların efsanevi kurucu atası “Karça”nın
adı da, başlangıçta “Karçıga” şeklindeydi. XIX. yüzyıl başlarında, Kafkasya’da bulunan
J. Klaproth, Kabardey Çerkeslerinin, Karaçaylılara “Karçaga Kuşha” adını verdiklerini
söylemektedir. Yani, Kabardeylerin “Karçaga Kuşha” dedikleri söz, “Karçaga’nın
Dağlıları” anlamına gelmektedir ki, bana göre buradaki “Karçaga” sözüyle “Karça”
kastedilmektedir.

Kıpçak kökenli "Karça" adlı beyin Karaçaylıların tarihinde ayrı bir önemi vardır. Bilhassa
Moğolların 1222 ve Timur'un 1395 yıllarındaki Kafkasya'yı istilaları sebebiyle
Karaçaylılar büyük kayıplar vermişlerdir. Halkın büyük bir kısmı dağlara kaçmış, bir
kısmı da komşu Kafkas kabilelerine sığınmışlardır. Uzun zaman bu şekilde yaşayan
Karaçaylılar, XVI. yüzyıl sonlarında Kıpçak kökenli Karça'nın Kafkasya'ya gelmesiyle
birlikte yeniden toparlanmaya başlamışlar ve Karça'nın çevresinde yeniden
birleşmişlerdir. Bu dönemde Karça bir "çekim kuvveti" olmuştur. Karça'nın bilhassa da
Kabardey prenslerine karşı verdiği başarılı mücadeleleri dolayısıyla bütün Kafkasya'da
nam salması, dağınık ve küçük birlikler halinde yaşayan Türk kabilelerinin kendi
çevresinde birleşmesini sağlamıştır. Karça da üstün teşkilatçılık yeteneğiyle bu kabileleri
birleştirmiş ve onların Kıpçak karakterini almalarında en büyük rolü oynamış,
Karaçaylıların etnik oluşum sürecinde son noktayı koymuştur.

Kafkasya'da Bulgarların İzleri

Bulgar Türklerinin Kafkasya'daki komşu kavimlere dil bakımından da büyük tesirler


yaptığı anlaşılmaktadır. Z. Gombocz ve M. Poppe'nin Macar dili araştırmalarından,
Kafkasya'da Koban ırmağı civarında yaşayan Macarların kendileriyle komşu olarak aynı
bölgede yaşayan Bulgar Türklerinden birçok kelime aldıkları tespit edilmiştir. Bu
kelimeler son derece gelişmiş hayvan ıslahı, ziraat kültürü, devlet ve sosyal teşkilatıyla
ilgilidir. Bu kelimelerden anlaşıldığına göre Bulgar Türkleri çok eski çağlardan beri
hayvancılık, ziraat, sanat ve ticaretle uğraşıyorlardı [Kurat, 93:782; Feher, 84:2-3;
Feher, 86:10]. Bulgar Türklerinden Macar diline geçen bu kelimelerin birçoğu Karaçay-
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Malkar Türkçesinde halen yaşamaktadır [Hacilayev, 70:150-151; Rona-Tas, 81:121-


126]. Fakat, Kafkasya Bulgar Türklerinin dil mirasını yalnız Macar, Çuvaş ve Karaçay-
Malkar dillerinde aramamak lazımdır. Bulgar Türkleri aynı zamanda bugünkü Çerkes
[Adige] ve Oset gibi Kafkasyalı kavimlerin etnik yapısını [bilhassa üst tabakayı]
oluşturan en önemli unsurlardan biridir. Oset bilim adamı V.İ. Abayev, Oset dilinde eski
Türkçe kökenli sözlerin oldukça fazla olduğunu söylemektedir [Biciyev, 93:259].

Çerkes dilindeki bazı kelimelerin de Bulgar Türkçesine aitliği ortaya çıkmıştır. Sözgelimi,
Hazarların tarihi Sarkel şehrinde bulunan bir yazıtta "dag" [yağ] sözü geçmektedir.
Bulgar Türkçesine ait olduğu anlaşılan "dag" [yağ] kelimesi, Kabardey Çerkes diline
"dage" [yağ] şeklinde devam etmektedir. Yine, Çerkes [Adige] dilindeki "kamıl" [kamış,
kaval] sözü ise [kamıl>kamış] Lir Türkçesi özelliği göstermekte olup yine Bulgar
Türkçesinden geçmiştir [Bayçorov, 89:58].

Bulgar Türklerinin dini doğal olarak akraba Türk kavimlerin dinine çok yakın idi. "Tañra"
[Teñri~Tanrı] dedikleri semavî bir varlığa inanıyorlardı. Ayrıca birtakım kaya ve taşların
kutsal olduğuna ve onlardan şifa bulduklarına inanıyorlardı. Bulgarların tesirinde kalan
Macarlar da birtakım kutsal saydıkları taşları takdis ederlerdi [Beşevliyev, 45:218;
Feher, 84:80; Feher, 86:20-21]. Bulgarlarda ağaçlar da kutsal sayılırdı. Bilhassa meşe
ağaçları kutsal idi. Bulgarların "Şan Kızı Destanı"nda bu kutsal ağaç motifi karşımıza
"Boy Terek" şeklinde çıkmaktadır [Nurettinov, 91:XXXIII]. "Tañra” [Tanrı], Karaçay-
Malkar Türklerinin eski inançlarında en ulu tanrı olarak "Teyri" şeklinde geçmektedir.
Ayrıca, "Teyri" sözü, aynen Kök-Türklerde olduğu gibi, "gök" anlamına da gelmektedir.
Karaçay-Malkar Türkleri de Bulgarlar gibi; "Bayrım-taş", "Totur-taş", "Caññız Terek" ve
"Ravbazı" vs. adını verdikleri birtakım taş ve ağaçları kutsal sayarlar ve bunlarla ilgili
törenler yaparlardı [Malkonduyev, 90:15-16]. Bulgar Türkleri'nin muhtelif zaman ve
yerlerde, özellikle de Kafkasya'daki komşu kavimlerin kültürüne büyük tesirleri olmuştur.
On yedi yıl boyunca, Bulgar Türklerinin dil, kültür ve arkeolojisi üzerine çalışan Macar
Türkolog G. Feher, Bulgar Türklerinin elbise kültürünün Kafkas millî kıyafetlerinin
temelini oluşturduğu ifade etmektedir:

"Bulgar Türkleri, dış elbise olarak dizden aşağı kadar uzanan bir kaftan giyiyorlardı.
Kaftanın yukarı kısmı ve yenleri vücuda yapışık, alt kısmı ise geniş ve iki parçadan
ibaretti. Kaftanın ön tarafı kordonlarla düğmelenirdi. Altına kısa ceket [gömlek], pantolon
ve çizme giyiyorlardı. Ayrıca abaları [yamçı] da vardı. Kötü havalarda silahları örter ve
yayın ıslanmasına mani olurdu. Bulgar Türkleri iki tür başlık kullanıyorlardı. Birincisi
tepesi sivri ve deriden yapılmış başlıktır. İkincisi, soyluların giydiği, yuvarlak ve kenarı
körüklü kalpak idi. Bulgar Türklerinin kadınlarının elbiseleri de erkeklerinkine
benziyordu. Evli kadınların saçı bir baş örtüsü ile kapalı idi. Bunun üstünde süslü bir
kalpak taşırlar veya aynı örtüyü bir kalpak şekline sokarlardı" [Feher, 84:84-85; Feher,
86:41].
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bulgar Türkleri mimaride, eski dönem Roma ve Bizans kaynaklı inşaat malzemesi olan
tuğla ve moloz çakıl yerine, ağır ve kocaman blok taşlar kullanıyorlardı. G. Feher'e göre,
Bulgarların bu mimari yapı stili Sasani-İran etkisini taşımaktadır. Bununla birlikte, Bulgar
Türkleri taş yontuculuğunda ve taş duvar inşa etmedeki ustalıklarıyla çok meşhur idiler
[Kafesoğlu, 85:52-53; Feher, 86:34]. Karaçay'daki Humara şehrinin inşasına bakılarak
Bulgar Türklerinin taş yapı mimarlığının ustaları olduğu anlaşılmaktadır. Onların bu taş
yapı inşaatı ustalıkları, özellikle Çerek vadisinde yaşayan Malkarlarda devam etmiştir.
Çerek vadisinde yaşayan Malkarlar için söylenen "Hunaçı Malkarlıla" [Duvarcı/Taşduvar
ustası Malkarlılar] şeklindeki yakıştırma Bulgar Türklerinden miras kalmış olmalıdır
[Miziyev, 94:59-60].

Bulgarlar "ağul" [avul] adını verdikleri müstahkem şehirlerde otururlardı. Kafkasya'daki


Bulgarlar da müstahkem şehirlerde yaşıyorlardı. Bunun en güzel örneği de,
Karaçay'daki eski "Humara" müstahkem şehridir. Bulgar Türklerinden kalmış olan eski
Humara şehri 20 hektardan fazla bir alanı kapsamaktadır. Humara şehri eskiden çevresi
blok taş duvarlarla çevrili ve dokuz kulesi olan bir müstahkem şehir idi [Bayçorov,
89:166-167].

Müstahkem Humara Şehri


S.Y. Bayçora, W. Barthold'dan naklen, X. yüzyılda Gardizî'nin notlarında "Hazarların
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ülkesinde halkın kutsal bir ağaca tapındığı 'Humara' adlı bir şehir vardır" şeklinde
ifadelerin olduğunu söylemektedir. Fakat ben, Gardizî'nin Türk ülkeleriyle ilgili notlarında
böyle bir kayda rastlayamadım. Ancak, Mesudî'nin notlarında, Hazar denizi yakınlarında
ve İtil ırmağına bir saat uzaklıkta "Hum" adlı bir şehir adı geçmektedir [Şeşen, 85:51].
Fakat bunun Karaçay'daki Bulgarlardan kalma eski Humara şehri olması mümkün
değildir.

Eldeki arkeolojik verilerden, eski Humara şehrinin, Kafkasya Bulgarlarının ve Hazar


Hakanlığının askeri, siyasi, kültür ve iktisadi merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Humara müstahkem şehrinin inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Konuyla ilgili
arkeologlar da kesin bir tarih söyleyememekte, sadece Humara şehri kalıntılarının VIII-
X. yüzyıldan daha geç bir döneme ait olamayacağını ifade etmektedirler.

Humara Şehri Kalıntıları

Halbuki, bazı arkeolojik buluntulardan, Humara şehrinin VIII-X. yüzyıldan önceki


dönemlerde inşa edildiğine dair birtakım izlere rastlanmaktadır. Sözgelimi, Humara'da
yapılan kazılarda, değişik konut türleri bulunmuştur. Bunların bir kısmı taştan inşa edilen
evler, bir kısmı göçebe çadırları, bir kısmı da yer altı evlerdir.

Yine, çok farklı mezar türleri de bulunmuştur. Fakat bu mezarların tümünün tabanına
keçe serilmiş olduğu saptanmıştır. Bilindiği gibi, bu tür defin geleneği göçebe kavimlerin
kültürüne aittir [Miziyev, 94:58-59.]

Bundan başka, Bulgar Türkleri, iklim şartlarının icabı olarak, kalın ağaç kütüklerini üst
üste koymak suretiyle evler inşa ederlerdi. Bulgar Türklerinin köy veya şehirleri
ekseriyetle orman ve nehir kenarında idi [Kurat, 92:185]. Bulgar Türklerinin bu tip evleri
de Karaçaylıların kültüründe korunmuştur. Karaçaylıların en eski ev tipi "töññertge" adı
verilen, kalın ağaç kütüklerini üst üste koymak suretiyle inşa edilen evlerdir. Bu tip evler
Kuzey Kafkasya’da yalnız Karaçaylılarda vardır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Töññertge Ev, Karaçay, Hurzuk Köyü, 19. Yüzyıl


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Töññertge Ev, Karaçay, Hurzuk Köyü, 19. Yüzyıl

Maksut Botaş’a Ait Töññertge Ev, Yazılıkaya Köyü, Han, Eskişehir

1960-1962 yıllarında, Karaçay'daki eski Humara şehri kazı çalışmaları sırasında runik
karakterde yazılı taşlar bulunmuştur. İlk olarak 1962 yılında A.M. Şçerbak bu yazıtların,
Don ve Talas kitabeleriyle olan benzerliğini açıklayarak, Humara yazıtlarının Batı
Türklerine ait özel bir runik alfabeyle yazılmış olduğunu ileri sürmüştür.

1963 yılında V.A. Kuznetsov ise Humara yazıtlarının, Kuzey Kafkasya'da geniş bir alana
yayılmış olan eski Yunan kitabelerinden çok farklı bir dil ve yazı sistemiyle yazılmış
olduğunu ve bu yazıtların Orhon-Yenisey yazıtlarıyla büyük benzerlik gösterdiğini
söylemiş, Humara kitabelerinin şüphe bırakmayacak şekilde eski Türk runik yazısı
olduğunu ileri sürmüştür.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Böylece bu iki bilim adamının çabalarıyla, Humara yazıtlarının varlığı dünya bilim
alemine duyurulmuştur. Daha sonra Humara yazıtlarına ilgi artmış, çok sayıda bilim
adamı bu yazıtları çözme çalışmalarına başlamışlardır.

G.F. Turçaninov, Humara yazıtlarının Çerkes veya Osetlerin atalarından kalmış


olabileceğini ileri sürmüş, fakat onun bu yazıtları Çerkes ve Oset dilleriyle çözme
çalışmalarının tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. M.A. Habiç ise bu yazıtlardan
birkaçını başarılı bir şekilde çözmüş ve bunların Türk dilli Alanlara ait olduğunu ileri
sürmüştür.

Nihayet, S.Y. Bayçora, yıllarca sürdürdüğü çalışmalarıyla, Karaçay-Malkar topraklarında


bulunan; Humara, Arhız, Sutul, Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz, Sarıtüz, Tokmak-
Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla, Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri ile yine
Kafkasya'da Koban ve Terek ırmakları arasında geniş bir alanda yayılmış olan
yazıtlardan 74 tanesini çözerek, bütün bu yazıtların Bulgar Türklerine ait olduğunu
delilleriyle ortaya koymuştur. Arkeolog H.H. Bici de bu yazıtların Bulgar Türklerine
aitliğini kabul etmiştir [Bayçorov, 89:8-9, 20-24, 32-33, 310]. S.Y. Bayçora'nın vardığı
sonuca göre, Humara ve Kuzey Kafkasya'nın birçok bölgesinde bulunan yazılı taşlarda
kullanılan dilden, Kafkasya Bulgarlarının "d, c, dz, ara/ortak" olmak üzere dört şivede
konuştukları anlaşılmaktadır. Hasavut bölgesindeki bazı yazıtlar ise iki ayrı Türk lehçesi
ve iki ayrı alfabeyle kazınmıştır. Bunların birincisi Kafkasya Bulgar Türklerine, ikincisi ise
eski Uygur Türklerine aittir [Bayçorov, 89:28, 277, 281].

S.Y. Bayçora, Kafkasya Bulgar yazıtları alfabesi ile Tuna Bulgar, İtil-Don, Sekel, Orhon-
Yenisey yazıtlarında kullanılan alfabelerin karşılaştırmalı çizelgesini hazırlamıştır
[Bayçorov, 89:90-91]. Bu çizelgede, Kafkasya Bulgar yazıtlarında kullanılan alfabenin
diğerlerine çok benzediği, hatta harflerin çoğunluğunun birbirlerinin aynısı olduğu
görülmektedir.

Sonuç

Çalışmamızda tefferruatlı bir şekilde açıklandığı üzere, Bulgarların, Makedonyalı


İskender’in Horasan taraflarını işgalinden önce Horasan’da yaşadıkları anlaşılmaktadır.
Bulgarların Horasan bölgesinden Kafkasya gelmeleri, Sakaların M.Ö. VII. yüzyılda
Hazar denizinin kuzeyinden ve güneyinden olmak üzere iki koldan gerçekleştirdiği
göçler kanalıyla olmuştur. Bulgarlar, Saka birliğine dahil olarak kuzey yönünden İtil
ırmağı dolaylarında, güney yönünden de İran-Azerbaycan yoluyla Dağıstan’da
gelmişlerdir. Hazar denizinin kuzey ve güneyinden gelen Bulgarların birleşme noktası
ise Azak denizi ile Koban ırmağı arasında kalan Kuzeybatı Kafkasya bölgesidir.
Buradan da Bulgarların, Hunlardan çok daha önce Kafkasya’ya gelerek yerleştikleri
anlaşılmaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türkoloji bilimiyle uğraşan birçok bilim adamı Karaçay-Malkar Türklerinin etnik


oluşumunda Bulgarların çok büyük bir pay sahibi olduğunu, hatta bazı bilim adamları da
Karaçay-Malkarlıların doğrudan Bulgarların devamı olduğunu kabul etmektedir.

Kuzey Kafkasya’da, Karaçay-Malkar Türklerinin en yakın komşuları olan Gürcü-


Svanların eskiden Malkarlılara "Sabir" ve Karaçaylılara da "Savar" adını vermeleri,
başka bir veriye gerek kalmaksızın, Karaçay-Malkar Türklerinin Sabirlerle olan etnik
bağlantısını yeterince açıklamaktadır [Lavrov,78:21; Miziyev, 91:135]. Biz de bütün bu
görüşlerle aynı istikamette; bu çalışmamızda Bulgarlar ile onların kardeşleri Sabir
Hunlarının Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumundaki izlerini tespit etmeye çalıştık.
Eldeki verilerden de Karaçay-Malkarlıların Kafkasya’daki geçmişinin binlerce yıl geriye
uzandığı anlaşılmaktadır.

Kaynaklar

Abayev, Misost., Balkariya, Nalçik, 1992.

Ahmetbeyoğlu, Ali., Grek Seyyahı Priskos'a [V. Asır] Göre Avrupa Hunları, TDAV
Yayınları, İstanbul, 1995.

Alekseyeva, E.P., Karaçayevtsı i Balkartsı-Drevniy Narod Kavkaza, Moskova, 1993.

Aliyev, Umar., Karaçay, Çerkessk, 1991.

Artamonov, M.İ., İstoriya Hazar, Leningrad, 1962.

Aslanbek, Mahmut., Karaçay ve Malkar Türklerinin Faciası, Çankaya Matbaası, Ankara,


1952.

Bala, Mirza., Karaçay ve Malkarlar, İ.A., C.6, İstanbul, 1993.

Baştav, Şerif., Sabir Türkleri, Belleten, V/17-18, Ankara, 1941.

Bayçorov, S.Y., Drevniye-Türkskie Pamyatniki Evropı, Stavropol, 1989.

Beşevliyev, V., Proto-Bulgar Dini, Çeviren: T. Acaroğlu, Belleten, IX/34, Ankara, 1945.

Biciyev, H.H., Türki Severnogo Kavkaza, Çerkessk, 1993.

Czegledy, Karoly., Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Çeviren: Erdal Çoban,
Özne Yayınları, İstanbul, 1998.

Durmuş, İlhami., İskitler-Sakalar, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara,


1993.

Feher, Geza., Bulgar Türkleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1984.

Feher, Geza., Bulgar Türkleri-Macarlar ve Bunlara Akraba Olan Milletlerin Kültürü,


TKAE Yayınları, Ankara, 1986.

Grousset, Rene., Bozkır İmparatorluğu, Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen, Ötüken


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Yayınları, İstanbul, 1993.

Gumilev, L.N., Eski Türkler, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 1999.

Gumilev, L.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çeviren: Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık,
İstanbul, 2001.

Gürün, Kamuran., Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Cilt-I, Karacan Yayınları, 1981.

Hacilayev, H.M.İ., Oçerki Karaçayevo i Balkarskoy Leksikologii, Çerkessk, 1970.

Henze, Paul B., Kafkaslarda Ateş ve Kılıç-19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ
Köylülerinin Direnişi, OTDÜ Yayını, 1985.

Kafesoğlu, İbrahim., Bulgarların Kökeni, TKAE Yayınları, Ankara, 1985.

Kafesoğlu, İbrahim., Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993.

Kahovskiy, V.F., Proishojdeniye Çuvaşskogo Naroda, Çeboksarı, 1965.

Karatay, Osman., Hırvat Ulusunun Oluşumu, ASAM Yayınları, Ankara, 2000.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars'ın Anı [Arpaçayı boyu]


ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan/Kalbaş Hanedanı, VII. Türk Tarih Kongresi
Bildirileri, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1972.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznameleri Coğrafyası ve Düşünceler, Birinci


Milli Türkoloji Kongresi Tebliğleri, Kervan Yayınları, İstanbul, 1980.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992.

Kosok, Pşimaho., Kuzey Kafkasya-Hürriyet ve İstiklal Savaşı Tarihinden Yapraklar,


Çeltüt Matbaası, İstanbul, 1960.

Koşay, Hamit Zübeyr., Bulgar Türklerinin Eski Tarihi, Başvekalet Müdevvenat Matbaası,
1932.

Koşay, Hamit Zübeyr., İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei [Ethno-Genezisi], Dergi,


Sayı: 4, 1956.

Kudaşev, V.N., İstoriçeskie Svedeniya o Kabardinskom Narode, Nalçik, 1991.

Kurat, Akdes Nimet., IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve


Devletleri, TTK Yayınları, Ankara, 1972.

Kurat, Akdes Nimet., Doğu Avrupa Türk Kavim ve Devletleri, Türk Dünyası El Kitabı, Cilt
I, TKAE Yayınları, 1992.

Kurat, Akdes Nimet., Bulgar, İ.A., C.2, İstanbul, 1993.

Lavrov, L.İ., Karaçayevtsı-İstoriko-Etnografiçeskiy Oçerk, Çerkessk, 1978.


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Laypanlanı, Kaziy., Karaçaylıla Kimledile, Karaçay Gazetesi, Sayı: 131-132, 2. sayfalar,


Çerkessk, 1992.

Malkonduyev, H.H., Drevnyaya Pesennaya Kultura Balkartsev i Karaçaevtsev, Nalçik,


1990.

Miller, M., Balkar Türklerinin Asılları Meselesi Etrafında, Dergi, Sayı: 30, Münih, 1962.

Miller, V.F., Osetinskie Etüdı, Cilt-III, Moskova, 1887.

Miller, V.-Kovalevskiy, M., V Gorskih Obşçestvah Kabardı. Predanie o Proishojdenii


Balkarskih Feodalov [Tavbiyev], Vestnik Evropı, Kn: IV, Aprel, 1884.

Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafgazın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof. Dr.
Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla, TDAV Yayınları, İstanbul, 1993.

Mızıulu, İsmail., Skifla bla Karaçay-Malkarlıla, Mingitav, Sayı:6, Nalçik, 1994.

Mızıulu, İsmail., Tarih Halknı Baylıgıdı, Mingitav Dergisi, Sayı: 4, Nalçik, 1994.

Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII vv, Nalçik, 1991.

Miziyev, İ.M., İstoriya Karaçayevo-Balkarskogo Naroda s Drevneyşih Vremen Do


Prisoedineniya k Rossi, Nalçik, 1994.

Mokayev, A., Malkarnı Çaşav Tarıhından, Şuyohluk, No: 3, Nalçik, 1976.

Momsen., T., Ueber den Chronographen von Jahre 354; Abhandlungen der phil; Hist.
Classe der kais; Saechischen Geselshaft der Wissenschaften, I, Leipzig, 1850.

Nemeth, Gyula., Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, Çeviren: Tarık Demirkan, YKY,
İstanbul, 1996.

Nevruz, Yılmaz., Karaçay-Malkarlılanı Tamırlarını Üsünden, Birleşik Kafkasya Dergisi,


Sayı: 1, Eskişehir, 1994.

Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul,
1974.

Nurettinov, Ferhat A. [Ed.], Mikail Baştu İbn Şams Tebir'in Şan Kızı Destanı, Çeviren:
Avidan Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.

Ostrogorsky, Georg., Bizans Devleti Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, TTK Yayınları,
Ankara, 1995.

Ögel, Bahaeddin., İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1991.

Patkanov, K., İz Novogo Spiska "Geografii" Pripisayvaemoy Moyseyu Horenskomu,


Jurnal Ministerstva Narodnogo Prosveshteniya, CCXXVI, 1883.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Rasonyi, Laszlo., Tarihte Türklük, TKAE Yayınları, Ankara, 1993.

Rona-Tas, A., The Character of Hungarian-Bulgaro-Turkic Relations, Studia Turco-


Hungarica, Tomus V., Budapest, 1981.

Skryinskaya, E.Ç., Yordan-O Proishojdenii i Deyaniyah Getov, Moskova, 1960.

Şamanlanı, İbrahim., Koban Başında-Tarih Haparla, Çerkessk, 1987.

Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TKAE


Yayınları, Ankara, 1985.

Tekin, Talat., Tuna Bulgarları ve Dilleri, TDK Yayınları, Ankara, 1987.

Togan, Zeki Velidi., Ibn Fadlan's Reisebericht, Leipzig, 1939.

Togan, Zeki Velidi., Hazar, İ.A., Cilt V/I, İstanbul, 1977.

Togan, Z.V., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981.

_____________________________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Türklerinin Etnik Oluşumunda Bulgar ve


Sabir Hunlarının Rolü, Makaleler ve İncelemeler - 1, Ankara, 2005, s. 1-35

KAFKASYA'DA YAŞAYAN TATAR KABİLELERİ

Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi ve kültürü hakkında en eski bilgileri XV-XIX.


yüzyıllarda Kafkasya’yı dolaşan Avrupalı ve Rus gezginlerin yazdıkları
seyahatnamelerde bulmaktayız. Fakat bu gezginlerin bir kısmı bizzat Karaçay-Malkar
Türklerinin arasında bulunmamışlar, Kafkasya seyahatleri sırasında ziyaret ettikleri
yerlerde başkalarının Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıklarını yazmışlardır.
Bununla birlikte bu gezginlerin seyahatnamelerinde verilen bilgiler Karaçay-Malkar
Türklerinin eski tarihi ve kültürü bakımından çok değerlidir. Çünkü, Karaçay-Malkar
Türkleri hakkında eskiye dair kayda geçirilmiş bilgi ve belge pek azdır. Karaçay-Malkar
Türklerinin eski tarihi ve kültürüyle ilgili en önemli seyahatnamelerden biri de Julius von
Klaproth’un 1807-1808 yılları arasındaki Kafkasya seyahatinden sonra yayımlandığı
“Kafkasya ve Gürcistan’a Seyahatler” adlı eseridir. Eski seyahatnameler içerisinde
Karaçay-Malkar Türkleri hakkında en fazla bilgiler Julius von Klaproth’un eserinde
verilmektedir. Fakat, Julius von Klaproth’un: “Karaçaylılarla ilgili anlatılan bilgiler Sachar
İvanoviç Çergilov adlı bir Ermeni’nin ağzından yazılmıştır. Bu adam şimdi Mozdok’ta
yaşamaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[s. 21] Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi ve kültürü hakkında en eski bilgileri XV-XIX.
yüzyıllarda Kafkasya’yı dolaşan Avrupalı ve Rus gezginlerin yazdıkları
seyahatnamelerde bulmaktayız. Fakat bu gezginlerin bir kısmı bizzat Karaçay-Malkar
Türklerinin arasında bulunmamışlar, Kafkasya seyahatleri sırasında ziyaret ettikleri
yerlerde başkalarının Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıklarını yazmışlardır.
Bununla birlikte bu gezginlerin seyahatnamelerinde verilen bilgiler Karaçay-Malkar
Türklerinin eski tarihi ve kültürü bakımından çok değerlidir. Çünkü, Karaçay-Malkar
Türkleri hakkında eskiye dair kayda geçirilmiş bilgi ve belge pek azdır.

Karaçay-Malkar Türklerinin eski tarihi ve kültürüyle ilgili en önemli seyahatnamelerden


biri de Julius von Klaproth’un 1807-1808 yılları arasındaki Kafkasya seyahatinden sonra
yayımlandığı “Kafkasya ve Gürcistan’a Seyahatler” adlı eseridir. Eski seyahatnameler
içerisinde Karaçay-Malkar Türkleri hakkında en fazla bilgiler Julius von Klaproth’un
eserinde verilmektedir. Fakat, Julius von Klaproth’un: “Karaçaylılarla ilgili anlatılan
bilgiler Sachar İvanoviç Çergilov adlı bir Ermeni’nin ağzından yazılmıştır. Bu adam şimdi
Mozdok’ta yaşamaktadır. Birkaç yıl Karaçaylıların içinde kalmış. Karaçaylıların adet,
gelenek ve görenekleri hakkında bana çok şey anlattı. Karaçaylılarla ilgili verilen bu
bilgiler diğer Tatar kabileleri için de geçerlidir” şeklinde cümlesinden onun Kafkasya
seyahati sırasında bizzat Karaçaylıların arasında bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Julius von Klaproth Kafkasya’da iki kere bulunmuştur. İlk seyahatini 1807 yılında
Stavropol ve Georgiyevsk bölgelerine yapmıştır. Bu bölgelerde bulunduğu sıralarda
Beştav [Pyatigorsk] ve çevresinde de araştırmalar yapmıştır. Bu yıllarda Kafkasya’da
baş gösteren veba salgını nedeniyle Kuzey Kafkasya’ya girmeyip doğrudan Tiflis’e
geçmiştir. 1808 yılında ise veba salgına aldırmayarak Mozdok’a ve oradan da Kabardey
bölgesine gitmiştir. Buradan Kafkas dağlarını aşarak Raça’ya geçmiş ve daha sonra
Kuzey Kafkasya’ya geri dönerek Laba ırmağı dolaylarına kadar seyahatini
sürdürmüştür. Buradan da Stavropol yoluyla Petersburg’a dönerek seyahatini
tamamlamıştır.

Oryantalist [Doğubilimci] ve gezgin Heinrich Julius von Klaproth 11.10.1783 tarihinde


Berlin’de doğmuştur. Meşhur Alman Kimyager Martin Heinrich von Klaproth’un oğludur.
Gençlik yıllarında doğu bilimleriyle uğraşmaya [s. 22] başlamış ve Çince öğrenmeye
büyük ağırlık vermiştir. 1801-1803 yılları arasında Halle Üniversitesinde klasik filoloji
öğrenimi görmüştür. Doğu milletleri üzerine dil, tarih, coğrafya ve etnografya alanlarında
çok sayıda kıymetli eserler vermiştir. Julius von Klaproth 08.08.1835 tarihinde Paris’te
ölmüştür.

Julius von Klaproth 1804 yılında Petersburg Bilimler Akademisi tarafından aldığı davet
üzere Rusya’ya gitmiştir. Rusya’da yedi yıl kalan J. Klaproth, Çin, Mançu, Moğol, Türk,
Ermeni, Gürcü ve Çerkesler üzerine çalışmalar yapmıştır. Sibirya ve Kafkasya’ya
düzenlediği seyahatlerde bol miktarda materyal toplamıştır. 1805 yılında J.A.
Golovkin’in başkanlığında tertiplenen bilim kuruluyla birlikte Çin’e seyahat etmek üzere
yola çıkmışsa da Urga’dan İrkutsk’a dönmek zorunda kalmıştır. Dönüş sırasında Doğu
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ve Batı Sibirya’nın güney bölgelerinde dil, etnografya ve coğrafya araştırmaları


yapmıştır.

Asya dileri üzerine hazırladığı ilk çalışmaları “Asiatisches Magazin” [Weimar, 1802-
1803] adlı dergide yayımlanan Julius von Klaproth’un başlıca önemli eserleri şöyledir:
“Sur la langue et l’origine des Aghouans” [Paris, 1810]; eserde Afganlıların dilleri ve
etnik kökeni üzerinde durulmaktadır. Ayrıca Sanskrit, Fars, Kürt ve Oset dilleri ve
kültürleri arasındaki benzerlikler ortaya konulmaktadır. “Asia Polyglotta” [Paris, 1823 ve
1831]; eserde Başkurt, Kazak, Kırgız, Yakut ve Tunguzlar hakkında değerli bilgiler
verilmektedir. “Sur quelques antiquites de la Siberie” [Paris, 1824]; eserde eski Türk
yazıtlarında kullanılan yazı Grek yazısıyla açıklanmaya çalışılmaktadır. “Memories
relatifs a I’Asie” [Paris, 1824 ve 1828]; eserde Codex Cumanicus üzerinde
durulmaktadır. “Abhandlung über die Sprache un Schrift der Uiguren” [Berlin, 1811] ~
“Memories sur la langue et l’ecriture des Ouigours” [Paris, 1812]; eserde Uygur dili ve
yazısı üzerinde durulmaktadır. “Reise in den Kaukasus und Georgien in den Jahren
1807 und 1808” [Halle, 1812] + “Reise in den Kaukasus und Georgien in den Jahren
1807 und 1808” [Berlin, 1814] ~ “Travels in the Caucuasus and Georgia performed in
the years 1807 and 1808” [London, 1814] ~ “Voyage au mont Caucase et en Georgie”
[Paris, 1823]. “Die Sprachen des Kaukasus” [Weimar, 1814]. “Geographisch-Historiche
Beschreibung des ostlichen Kaukasus” [Weimar, 1814]. “Description geographique du
Caucase orientale” [Paris, 1814]. “Tableaux Historique, Geographique, Ethnographique
et Politique de Caucase” [Paris, 1827]. “Tableaux Historiques de I’Asie” [Paris, 1826].
“Vocabulaire et grammaire de la langue georgienne” [Paris, 1827]. “Description des
provinces Russes enre la mer Caspienne et la Mer noire” [Paris, 1814]. “Catalogue des
livres et manuscrits chinois et mantchous de la bibliotheque de Berlin” [Paris, 1822].[1]

Julius von Klaproth


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[s. 23] Petersburg Bilimler Akademisinin desteğiyle 1807-1808 yıllarında Kafkasya’ya iki
kere seyahat yapan Julius von Klaproth burada Gürcü, Çerkes, Abaza, Oset ve Çeçen-
İnguş gibi Kafkas kavimleri ile Karaçay-Malkar, Kumuk ve Nogay Türkleri hakkında bol
miktarda materyal toplamıştır. Topladığı bu materyalleri “Reise in den Kaukasus und
Georgien in den Jahren 1807 und 1808” [Halle, 1812] adlı eserinde yayımlamıştır. Bu
eser daha sonra düzeltme ve eklemeler yapılarak ikinci kez [Berlin, 1814]
yayımlanmıştır. Julius von Klaproth’un bu değerli eserinin İngilizce tercümesi “Travels in
the Caucuasus and Georgia performed in the years 1807 and 1808” adıyla 1814 yılında
Londra’da [s. 24] yayımlanmıştır. Fransızca tercümesi ise “Voyage au mont Caucase et
en Georgie” adıyla 1823 yılında Paris’te yayımlanmıştır. Eserin İngilizce tercümesi,
Almanca nüshanın ilk baskısından [Halle, 1812] tercüme edilmiştir. Eserin Fransızca
nüshası olan “Voyage au mont Caucase et en Georgie” [Paris, 1823] adlı kitap ise
Almanca düzeltmeli ve ilaveli nüshadan yani ikinci baskıdan [Berlin, 1814] tercüme
edilmiştir. Bu kıymetli eserin orijinal Almanca nüshalarına maalesef ulaşamadım. Fakat,
İngilizce ve Fransızca tercümeler arasındaki karşılaştırmadan, Almanca nüshanın ikinci
baskısında pek fazla düzeltme ve ilave olmadığı anlaşılmaktadır.

Travels in the Caucuasus and Georgia


Bu çalışmada, Julius von Klaproth’un Karaçay-Malkar Türkleri hakkında verdiği bilgiler,
İngilizce tercümenin 280-298 sayfaları arasındaki “Tartar tribes in the Caucasus” başlıklı
XXIV. bölümü ile Fransızca tercümenin 273-214 sayfaları arasındaki XI. bölümünden
Türkçe’ye çevrilmiştir.[2] Julius von Klaproth’un verdiği bazı hatalı bilgiler dipnotlarla
belirtilerek tarafımdan düzeltilmiştir. Tereddüt edilen bazı özel, yer ve kavim ad
aktarımlarının yanına Julius von Klaproth’un yazdığı orijinal şekilleri parantez içerisinde
verilmiştir.

***

Kafkas dağlarının arasında; Kuban ırmağının doğduğu yerde, Baksan, Çegem, Nalçik,
Çerek ve Argudan ırmakları civarında; Çerkeslerin “Tatar Kuşha”[3] dediği ve Gürcülerin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

de “Basiyani” şeklinde adlandırdığı; kendi hallerinde ve sakin bir hayat süren Tatar
kabileleri yaşamaktadır. Güldenstädt makalesinde bunların adını hatalı olarak “Ciki”
[Dshiki] şeklinde yazmıştır. Halbuki bu ad eskiden Çerkesler için kullanılmıştır. Mesela
Gürcüler eskiden Çerkeslere “Ciki” derlerdi. Yaşadıkları ülkeyi de “Ciketi” [Dshikethi]
şeklinde adlandırmaktaydılar. Ciki denilen kavim, İtalyanların hazırlamış olduğu ortaçağ
haritalarında Kuban vadisinden Karadeniz kıyılarına, Pitsunda [eski Pytius] ve
Pezonda’ya kadar uzanan yerlerde gösterilen Çerkes kavmidir. Bunlar eski Bizans’ın
“Zik” [Zychians] dediği kavimdir.

George Interiano da açık ve net bir şekilde eski Yunanlıların Çerkesleri “Zik” şeklinde
adlandırdığını söylemektedir. “Basiyan” adı ise onların beylerinin aile adından
gelmektedir. Gürcü Coğrafyası adlı esere göre Basiyat adlı bey ailesi Oset kökenlidir.
İlginç bir çalışma olan “Aghtzera atzindelissa Kharthlissa Ssasghwritha mthith Mdixarith
da adgilitha da mass schina schenebulitha” [Karthli’nin Tasviri: Sınırlar, Dağlar,
Irmaklar, Bölgeler ve Buraların Yapıları] adlı eserin ortaçağın son yüzyılı hakkındaki [s.
25] bölümünde şöyle denilmektedir: “Çaşilitze [Schtschachilitse], Tagaur [Thagauri],
Kurtauli [Khurthauli], Badelidze [Badelitse], Çerkes ve Basiyanların etnik oluşumunda
birçok soylu Oset ailelerinin önemli payı vardır.”[4]

Yaşlıların anlattığına göre onlar çok eskiden Kuma ve Don ırmakları arasında
yaşıyorlarmış. Fakat bu dönemin ne zaman olduğu hakkında kesin bir tarih
söyleyemiyorlar. Onların başşehirlerinin adı “Kırk-Macar” imiş. Bu şehrin adı onların
dillerinde “kırk tane taş bina” veya “kırk tane dört tekerlekli araba-ev” anlamına
gelmektedir. Herhalde onlar göçebe hayatı sürdürüp koyunculuk işiyle meşgul
olduklarından şehrin adının anlamı da bundan kaynaklanmaktadır. Macar şehri
harabelerine bakılırsa şehir halkının kıt kanaat yaşadığı anlaşılmaktadır. Bu şehrin
sakinleri ile komşu kavimler arasında sürekli düşmanlık olmuş ve uzun süren savaşlar
cereyan etmiş. Daha sonra şehir halkı yenilgiye uğramış ve şehirden kovulmuş. Onlar
da bugün “Büyük Kabardey” denilen topraklara gelip yerleşmişler. Bir kısmı da yüksek
dağlık vadilere, Kuban, Baksan ve Çegem ırmakları civarına yerleşmişler. Söylediklerine
göre bu olaylar bundan 450 yıl önce gerçekleşmiştir.

Bunların bir kısmı da Malka dolaylarına yerleşmişlerdir. Halen orada yaşamaktadırlar.


Çerek ırmağı kıyılarından başka bir yere göç etmemişlerdir. Buranın sakinlerine
“Malkar” veya “Balkar” denilmektedir. Buraya gelip yerleştikten sonra onlar uzun bir
zaman komşu kavimler tarafından fark edilmemişler. Bu yüzden kimse onları rahatsız
etmemiş. Gürcü Kraliçesi Tamar, Oset ve diğer Kafkas kavimlerinde olduğu gibi,
Basiyanlara da Hıristiyanlığı kabul ettirmiştir. Fakat günümüzde ise bu dağlarda tek bir
kilisenin dahi kalmadığı görülmektedir. Bununla birlikte Hıristiyanlığın bazı izlerini bu
Tatar kabileleri arasında görmek mümkündür. Mesela bunlar baharda yedi hafta ve yaz
mevsimi sonlarında dokuz hafta et, yağ ve süt yemezler.

[s. 26] Moğolların Gürcistan’ı fethetmesinden sonra Basiyanlar serbest kalmışlar. Fakat
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

bu özgürlük pek fazla uzun sürmemiş. Kısa bir zaman sonra Kabardeylerin hakimiyetine
girmişler. Halen Kabardeylerin hakimiyeti altındadırlar. Basiyanlar, Kurgok ve Kaytuk
adlı iki Kabardey beyine bağlıdırlar. Basiyanlar her yıl vergi olarak her bir aile başına bir
koyun verirler. Basiyanlar bu vergiyi tuz, bakliyat, kurutulmuş balık, pamuk, keten, Türk
derisi ve diğer gerekli şeyleri satın almak için Kabardey ülkesine gittikleri zaman verirler.
Basiyanlar, Kabardeylerden aldıkları malları, kendi ürettikleri yün, çuha, çavdar, keçe,
tilki derisi, sülfür, barut ve diğer şeylerle değiş-tokuş ederler.

Diğer Çerkes kabileleri gibi Basiyanlar da kış mevsiminde sığırlarını Kabardey


meralarına götürmeye mecburdurlar. Fakat ürünün bol olduğu zamanlarda hayvanlarını
kendi topraklarında kışlatırlar. Böyle zamanlarda Kabardey ülkesine hiç uğramazlar.
Herhangi bir ihtiyaç olmayınca her iki kavim birbirini ziyaret etmez. Bu yüzden de
aralarında savaş veya başka bir husumet olmaz. Bununla birlikte Basiyanlar bu gibi
durumlara fırsat vermemek için çok dikkatli davranmaktadırlar. Zaten, Basiyanlar İslam
dinini kabul etmelerinden bu yana Kabardeylerin hakimiyeti altındadırlar. Basiyanlar
kendi yaylalarında mutlu ve huzurludurlar. Tuz ihtiyaçlarını İmeretya ve Gürcistan’dan
karşılarlar. Bunun dışında bahar mevsiminde dağlardan gelen ırmaklardan çıkardıkları
tuzu kaynatıp kullanılır hale getirirler.

Köylülerin belli başlı bir dinî inancı yoktur. Kendi dillerinde “teyri” dedikleri bir tanrıya
inanırlar. Fakat kesinlikle bu tanrıya “Allah” demezler. Onların inancına göre “teyri” her
şeyin sahibidir ve müşfiktir. Bundan başka birde İlyas peygamberi [Elijah][5] kutsarlar.
Anlattıklarına göre, İlyas peygamber sık sık yüksek dağların tepelerinde görünürmüş.
Bu yüzden onun şerefine kuzular kesip kurban ederlermiş. Ayrıca süt, peynir, tereyağı
ve “sıra” adını verdikleri içkilerini sunarlarmış. Daha sonra şarkılar söyleyip dans
ediyorlarmış. Bunlar eskiden domuz eti yiyorlarmış. Eskiden kutsal saydıkları birtakım
ırmaklar ve ağaçlar varmış. Bilhassa bahar aylarında ağaç kesmeyi büyük uğursuzluk
sayarlarmış. Gelecekten ve gaipten haber veren kahinlere büyük hürmet gösterirler.
Diğer Tatar kabilelerinde olduğu gibi bunların kahinleri de koyunun kürek kemiğine
bakıp gelecek hakkında tahminler yaparlar. Bunların beyleri, Kabardeylerin baskısıyla
Muhammed’in dinini kabul etmişlerdir. Fakat, Karaçaylılardaki mescit ve mollalar,
Basiyanlarda yoktur. Bunların dili, Nogay Tatarlarının diline çok benzemektedir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Malkarlı Bir Kadın Şaman

[s. 27] Çerkesler bunlara “Tatar Kuşha” derler. Bu ad Çerkes dilinde “Dağ Tatarı”
anlamına gelmektedir. Osetler ise bunlara “As” [Assi] derler. Bunlar değişik kabilelerin
bir araya gelip karışmasından meydana gelmişlerdir. Çoğunluğu ırmak kenarlarında
yaşamaktadır.

Karaçaylılarla ilgili anlatılan bilgiler Sachar İvanoviç Çergilov adlı bir Ermeni’nin
ağzından yazılmıştır. Bu adam şimdi Mozdok’ta yaşamaktadır. Birkaç yıl Karaçaylıların
içinde kalmış. Karaçaylıların adet, gelenek ve görenekleri hakkında bana çok şey
anlattı. Karaçaylılarla ilgili verilen bu bilgiler diğer Tatar kabileleri için de geçerlidir.

“Karaçay” kelimesi “kara çay” veya “kara dere” [black rivulet] anlamına gelmektedir.
Çerkesler bunlara “Karşaga Kuşha” derler. Mingrelyalılar ve İmeretyalılar ise “Karaçioli”
[Karatschioli] derler. Karaçaylılar, Çerkeslerin hakimiyetinde oldukları için Tatarlar
bunlara “Kara Çerkes” derler. Gürcüler orta çağda [s. 28] bunlara “Kara Ciki” [Qara
Dshiki] ve yaşadıkları ülkeye de “Kara Cigeti” [Qaradshachethi] derlerdi. Bilindiği gibi
Gürcüler eskiden Çerkeslere “Ciki” derlerdi. “Ciki” ve “Zik” [Zychi] kelimeleri eş
anlamlıdır ve Çerkesler için kullanılmıştır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Reyneggs bunlar hakkında şöyle diyor: “Küçük Kuban’da yaşayan ‘Karağay’ [Karaghay]
adlı kabile 130 aileden müteşekkildir. Bunların en yakın komşuları ‘Kılıç’ [Kilitsch] ve
‘Keç’ [Kesch] adlı kabilelerdir. Bunlar da 300 aileden müteşekkildir.” Reyneggs’in hatalı
olarak “Küçük Kuban” dediği yer aslında Yukarı Kuban’dır. “Podrobnaya Karta”da bunlar
açık bir şekilde “Karaçyagi” [Karatschjägi] adıyla gösterilmektedir.

Anlattıklarına göre, Çerkeslerin bugünkü Kabardey bölgesine gelip yerleşmelerinden


çok daha önce onlar Macar şehrini terk edip buralara gelip yerleşmişlerdir. Karaçay
kabilesinin adı onların beylerinin adından hatıra kalmıştır. Onlar bu beyin zamanında
Kuban’a gelip yerleşmişler. Pallas bunların ülkesinin sınırlarını gereğinden fazla geniş
göstermektedir. Ona göre bunların ülkesinin sınırları batıda Urup ırmağı kenarında
yaşayan Başilbaylara kadar uzanmaktadır. Bunlar çoğunluğu Hurzuk, Kuban ve Teberdi
ırmakları kenarlarında ve “Mingitav” adını verdikleri Elbruz dağının kuzey tarafında
yaşarlar. Doğuda Kancal, Calpak ve Urdi dağları; kuzeyde Avarseç [Auarsetsch],
Keçergan [Ketschergan], Bırmamıt [Baramut] ve Mara dağları bunlar ile Çerkes ve
Abazalar arasında sınır teşkil etmektedir. Batıda ise Tramkt, Lov ve Kılıç adlı Abaza
kabileleriyle komşudurlar.

Karaçaylıların iki büyük köyü vardır. Birinci köy Kuban ile Hurzuk ırmaklarının birleştiği
yerin sağ tarafında yer almaktadır. Bu köyde 250 hane vardır. Yukarı Kuban’ın batısında
ve Teberdi ırmağının kenarındaki ikinci köyün nüfusu ise 50 hane kadardır. İkinci köy
birincisinden daha sonraları, Kabardeylerin baskısından kaçan Karaçaylılar tarafından
kurulmuştur. Bunların ülkesine giden yol çok çetindir. Buraya yalnız atla ve Kuban ile
Baksan ırmakları takip edilerek gidilebilir. Karaçay köyünden ve Hurzuk ile Kuban
ırmaklarının birleştiği yerden 17 verst uzaklıkta taştan yapılmış bir köprü vardır.
Çerkesler bu köprüye “Mivetle miş” [Miwwetle misch] derler. Tatarlar ise “Taşköprü”
derler. Buraya Kuban ırmağının sağ tarafından gidilir. Fakat buraya arabayla gitmek
imkansızdır. Karaçay’dan Büyük Kabardey’e gitmek için ilk önce Hurzuk ırmağının
yukarı tarafına ulaşmak gerekmektedir. Daha sonra buradan Calpak sıradağları
istikametiyle Kancal dağının batısından gidilmelidir. Bu yol 60-70 verst uzunluğundadır
ve çok çetindir. Kancal dağı sivri uçlu bir kama gibi görünmektedir. Herhalde adı bundan
dolayı almıştır. Tatar dilinde “hançer” [chandshar] kelimesi sivri uçlu kama anlamına
gelmektedir. Kafkasyalıların “Kancal” adını verdiği bu dağa [s. 29] Ruslar “Kincal” derler.

Mingitav veya Elbruz dağının eteklerine kadar olan mesafe sadece 15 versttir ve yarım
günlük yoldur. Fakat bu dağın en tepesine ulaşmak mümkün değildir. Eskiden
Karaçaylılar da Malkarlı ve Çegemliler gibi putperest idiler. Fakat onların eski inançları
Muhammed’in dini karşısında varlıklarını sürdürememiştir. Karaçaylılar eskiden bolca ve
çok severek yedikleri domuz etinden şimdi çok tiksinmektedirler. Yaklaşık otuz yıldan
[1782 yılından] beri onlar İslam dinine mensupturlar. Bunlara Müslümanlığı Kabardey
mollası İshak Abuk Efendi öğretmiştir. Bunlar sadece Kuran’da emredilen şeyleri bilir ve
tatbik ederler.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Hıristiyanlık artık çok onlara yabancıdır. Çünkü Kuran’da İslam öncesi inanç ve
geleneklerin terk edilmesi emredilmiştir. Karaçaylılar yabancıların ve başka dinlere
mensup kimselerin cenazelerini köylerinden uzakta bir yere defnederler. Bunların
gömüldüğü yerde çok sayıda mezar taşı vardır. Taşların üzerinde Frank ve Katolik
simgeleri bulunmaktadır. Karaçaylılar beylerine “biy” derler. Karaçaylılarda üç tane bey
ailesi vardır. Bunlar “Kırımşavhal”, “Orusbiy” ve “Mudar” aileleridir.[6] Karaçaylı beyler
kısa bir süre için “özden” denilen asilzadelerin adamlarını ve atlarını kullanma hakkına
sahiptir.

Kabardey beylerine “Bek” denilmektedir. Bütün Karaçaylı beyler, asilzadeler ve köylüler


Kabardey beylerine tabidir. En üst makam olarak yalnız Kabardey beylerini bilirler.
Kabardey beyleri, Karaçaylılardan vergi almaktadırlar. Genellikle her bir aile için beş
koyun alırlar. Ayrıca varlıklı kimselerden iyi bir at, bir öküz, çok sayıda yamçı ve kürk,
bakır eşyalar ve diğer şeyleri alırlar.

Karaçaylılarda halkın hukuken beylere vergi verme mecburiyeti yoktur. Bunun dışında,
Karaçaylı beyler at sırtında gezmeye çıktıkları zaman asilzadeler onlara refakat etmek
zorundadırlar. Ayrıca, beylere ve beylerin misafirlerine hürmet etmek, onları ağırlamak
zorundadırlar. Karaçaylı beyler, Kabardey beylerinden güç ve destek almak için onlarla
dostluk kurmaya büyük önem verirler. Çünkü beklenmedik bazı felaketler ve saldırılar
karşısında onların himayesinde olmak büyük bir imtiyazdır. Bazı Karaçaylı aileler,
Kabardey beyleriyle olan dostluklarından dolayı daha güçlü ve önemli konumdadırlar.
Bu yüzden Abazalar ve Nogaylar, Karaçaylılara saldırmaya cesaret edemezler. Aksi
takdirde, Kabardey beyleri tarafından şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklardır.

[s 30] Karaçaylılar diğer Kafkasyalı kavimlere göre daha yakışıklı ve güzeldirler.


Bozkırlarda göçebe hayatı süren Tatarlardan daha çok Gürcülere benzerler. Karaçaylı
erkekler ayı gibi güçlüdür. Fakat aynı zamanda olağan üstü derecede kibar ve ince
ruhlu insanlardır. Düzgün yüzlüdürler ve biçimli vücutları vardır. Gözleri iri ve siyah
renklidir. Beyaz tenlidirler. Nogaylarda olduğu gibi bunlarda basık surat ve çekik gözler
yoktur. Karaçaylıların içinde Moğol tiplere rastlanmaz. Buradan da onların Moğollarla bir
karışımları olmadığı anlaşılmaktadır.

Papaz Archangelo Lamberti’nin 17. yüzyıl ortalarında Mingrelya ziyareti sırasında


Karaçaylılar hakkındaki izlenimleri şöyledir: “Karaçaylılar [Caratscholi] Kafkasya’nın
kuzeyinde yaşarlar. Onlara ‘Kara Çerkes’ [Caraquirquez] de denilmektedir. Bunun
anlamı ‘Siyah Çerkesler’ [Black Circassians] demektir. Fakat bunların son derece açık
tenleri vardır. Muhtemelen bu ad onlara yaşadıkları ülkede gökyüzünün daima bulutlu
ve karanlık olmasından dolayı verilmiş olmalıdır. Onlar Türkçe konuşurlar. Fakat çok
hızlı konuştuklarından dilleri zor anlaşılmaktadır. Burada, biri sürü değişik milletin
arasında, onların Türk dilini bu kadar temiz ve saf şekilde korumuş olmaları oldukça
şaşırtıcı bir durumdur.”
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylılar genellikle tek kadınla evlenirler. Fakat az da olsa aralarında iki-üç tane
karısı olanlar vardır. Ancak bunlar da gayet iyi geçinmektedirler. Karaçaylı ailelerin son
derece mutlu bir hayatı vardır. Diğer dağlı kavimlerde olduğu gibi bunlarda kadına kötü
muamele yapılmaz. Bunlar karılarına son derece insanî ve sevecen davranırlar.
Karaçaylılarda kadın, kocasının bayağı bir hizmetçisi değil, aynı Avrupalılarda olduğu
gibi hayat arkadaşıdır.

Beylerin karıları, kocalarından ayrı, kendilerine özel olarak tahsis edilen evlerde
otururlar. Beylerin karıları yabancılara görünmez ve onlarla konuşmazlar. Beyler gündüz
vakti karılarıyla karışlaşmamaya, onlarla konuşmamaya özen gösterir. Beyler ancak
gece vakti olduğu zaman karılarının yanına giderler. Bu Çerkes adetleri, beylerde ve
varlıklı asilzade ailelerinde görülür. Halkın genelinde ise durum farklıdır. Koca ve karısı
birlikte yaşarlar. Kadınlar yabancıların olduğu ortamlarda bulunabilirler ve yabancılarla
konuşabilirler. Kızlar genellikle evde otururlar. Dışarıya pek az çıkarlar. Altın ve gümüş
simli iplikler yaparlar. Onların başlıca işi babalarına ve erkek kardeşlerine elbise
dikmektir.

Karaçaylılarda kızlar kocaya gidecekleri zaman ebeveynler, diğer Tatar kabilelerinde


olduğu gibi, erkek tarafından başlık parası isterler. Buna kedi dillerinde “kalım” derler.
Bunun anlamı “kan bedeli” [price of blood] demektir.[7] Damat [s. 31] eğer varlıklı biri ise
müstakbel geline birçok yeni ve güzel elbiseler gönderir. Müstakbel gelin de düğün
gününde bu elbiseleri giyer. Düğün günü damadın bütün erkek arkadaşları damat
evinde toplanır. Burada büyük bir ziyafet verilir. Misafirler büyük bir iştahla yer içerler.
Gelin evinde de aynı şeyler yapılır. Gelin kendi kız arkadaşlarını davet eder. Akşama
doğru gençler toplanarak gelini damat evine götürmek için kız tarafına giderler. Düğün
şenlikleri üç gün boyunca devam eder. Düğün süresince ziyafet verilir, herkes yer, içer,
eğlenir ve dans eder. Delikanlılar ile genç kızların daire şeklinde dizilerek toplu halde
yaptıkları bir dansları vardır. Düğünde köyün delikanlıları ile genç kızları birbirleriyle
tanışır ve sohbet ederler. Böylece gelecekte yeni evliliklerle sonuçlanacak yeni aşklar
doğar.

Evlenme çağına gelen Karaçaylı delikanlılar, sevdikleri ve kendilerine eş olarak


seçtikleri kızın kim olduğunu, herhangi bir engel çıkarmasınlar diye önceden
ebeveynlerine bildirmezler. Çünkü genellikle ebeveynler en az kendileri kadar soylu ve
zengin bir ailenin kızı olmazsa, oğullarının seçtiği kızı istemezler.

Söz kesim veya nişan işleri pek fazla uzun sürmez. Merasimler sadedir ve kısa
zamanda yapılıverir. Fakat nikah ve düğün oldukça ileri bir tarihe ertelenir. Genellikle
nişan ile nikah arasındaki zaman dört veya altı ay kadardır. Hatta bu süre bir yıl bile
olabilir. Bu süre içerisinde delikanlı ile genç kız birbirleriyle görüşmez. Adetlere göre
nikah yapılana kadar delikanlı ile genç kızın birbiriyle görüşüp konuşması yasaktır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Delikanlı, nişanlısının ebeveynleri yanında oturamaz, hatta onların olduğu yerlerde


bulunamaz. Aynı şekilde genç kız da evlenip damat evine girene kadar delikanlının
ebeveynleriyle görüşemez, onların olduğu yerlerde bulunamaz.

Zampara bir erkekle ilgili ya da evli veyahut bekar bir kadının namusuyla ilgili bir iddia
ortaya atıldığı ve aynı zamanda bu iddia köyün her tarafında duyulduğu zaman, bütün
halk köy mescidinin önünde toplanır. İtham edilen kimse de oraya getirilir. Orada hemen
bir yaşlılar mahkemesi kurulur. İtham edilen kimse burada mahkeme edilir. Bu kimsenin
suçlu olduğu sabit görülürse o kimse temelli olarak köyden kovulur. Bundan sonra o
kimse çok kötü bir duruma düşer. Onu çok zor bir hayat beklemektedir. Suçlu olduğu
kabul edilen kızın babası veya bu kimse evli bir kadın ise onun kocası suçluyu temelli
olarak evden kovar. Fakat böyle durumlarda zaten bütün aile köye rezil olduğundan aile
fertlerinin tamamı köyü terk eder. Ancak bu tür olaylar burada çok nadir görülmektedir.

Karaçaylılarda beylerin nikahlı karılarından çocukları olmuyorsa ve bunun sebebi de


kadından kaynaklanıyorsa, beylerin kendilerine ait kadın kölelerden çocuk sahibi olma
hakları vardır. Beylerin bu şekilde sahip olduğu çocuklarına [s. 32] “tuma” veya “çanka”
denilmektedir. Bu şekilde doğan çocuklar eğer erkek ise bey onları büyütmesi için fakir
bir aileye verir. Bu çocuklar babaları ölünceye kadar o fakir ailede kalırlar. Bey öldüğü
zaman, bu çocukların babalarının imtiyazlarına sahip olma hakları vardır. Ayrıca
babalarının mülkiyetinden miras hakları da vardır.

Ancak, beyin bu köle kadından doğan çocuklarından başka, diğer nikahlı karısından da
çocukları varsa ve bu meşru çocuklar babalarının gayri meşru çocuklarını kendilerine
kardeş olarak kabul etmiyorlarsa, babalarından kalan mülkiyeti onlarla paylaşmak bir
tarafa, bu işin sonu meşru çocukların, gayri meşru çocukları öldürmesine kadar
gitmektedir. Fakat genel olarak durum böyle değildir. Beyin meşru çocukları, eğer
babalarının gayri meşru çocukları varsa, onları kendilerine kardeş olarak kabul ederler
ve babalarının mülkiyetinden onlara da pay verirler. Bundan sonra, adet olduğu üzere,
beyin gayri meşru çocuğu kendisini büyütüp yetiştiren fakir aileyi kendi himayesine alır
ve ölünceye kadar onlara bakar.

Karaçaylılarda çocukların eğitim işini mollalar yürütmektedir. Mollalar çocuklara okumayı


ve yazmayı öğretmektedirler. Çocuklar okuma ve yazma işini iyice öğrendikten sonra
talebe anlamına gelen “sohta” unvanını alırlar. Bundan sonra onlar mescitte Kuran
okurlar. Aradan epey bir zaman geçtikten ve talebeler kendilerinin iyi bir din adamı
olarak yetiştiklerine kanaat getirdikten sonra artık onlar da birer molla olurlar.

Karaçaylılar, komşuları Çerkes ve Abazalar gibi hırsız ve dolandırıcı değildirler. Onlar


son derece çalışkandırlar. Tarımla uğraşırlar ve kıt kanaat geçinirler. Fakat oldukça
cömert insanlardır. Halkın tamamı 250 aileden ibarettir. Karaçaylılar, tabi oldukları
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kabardeyler gibi savaş ve yağmacılık işleriyle uğraşmazlar.

Karaçaylıların toprakları çok verimlidir. Buğday, arpa, darı ve yulaf çok güzel
yetişmektedir. Fakat bu toprakların genişliği sadece 8 versttir. Çevresi ormanlarla
kaplıdır. Burada “kertme” denilen yabani armut ağaçları vardır. Bundan başka kızılcık
ağaçları da vardır. Karaçaylılar kızılcık yemişini balla birlikte kaynatarak bir tür içki imal
ederler. Bu içkiyi Kabardeylere ve Türklere satarlar. Ormanlarda ayı, kurt, iki farklı cins
yaban keçisi, tavşan, vaşak ve kunduz gibi bir sürü yabani hayvan vardır. Bunların
derilerine çok değer verilir. Karaçaylılar yabancı tüccarlara ayı, tavşan, kunduz ve vaşak
derilerini satarlar. Kendileri ise yaban keçilerinin derilerinden faydalanırlar. Yaban keçisi
derisinden namazlık, kilim, çarık ve çizme gibi şeyler yaparlar. Karaçaylılar evlerinde at,
eşek, katır ve koyun beslerler. Fakat besledikleri bu hayvanlar kaliteli ve gösterişli
değildir. Bununla birlikte dağlık arazi için bu hayvanlar çok güçlü ve diridirler. [s. 33]
Karaçaylılar çok kaliteli yağ ve peynir imal ederler. Gece gündüz sürekli kefir içerler.
Haşlama et, şişte kızartılmış et ve kavurma yerler. Değişik türde ekmekler pişirirler.
Ekmeklerini her zaman külde pişirirler. Karaçaylıların “sıra” dediği biraları, Osetlerinki
gibi bütün Kafkasya’da en kaliteli içki olarak bilinmektedir. Onlar bu içkiyi arpa ve
buğdaydan imal ederler. Tütünü kendileri yetiştirirler. Yetiştirdikleri tütünün birkaç
değişik cinsi vardır. Bu tütünleri Nogaylara, Svanlara ve Yahudilere satarlar. Bundan
başka Kabardeylere ve Rusya’ya ihraç ederler.

Karaçaylılar yaşlanmış ve artık işe yaramayan atların kuyruklarını ve yelelerini keserek


ormana veya meraya götürerek serbest bırakırlar. Bu onların çok hoşuna gider.
Karaçaylılar kış mevsimi için besledikleri hayvanların etlerini küçük parçalar halinde
kuruturlar ve bundan bir çeşit sucuk yaparlar. Bu sucukların ayrı bir değeri vardır.
Karaçaylılar bu sucuğu çok severler ve bunu ancak çok değer verdikleri misafirlerine
ikram ederler. Besledikleri hayvanların işkembesini, bütün sakatatlarını, başını ve
ayaklarını da yerler. Fakat, Karaçaylılarda “kımız” veya buna benzer sütten imal edilen
sarhoşluk verici bir içki yoktur. Karaçaylı erkekler, Çerkesler gibi, yünlü kumaştan
yapılmış bir kaftan giyerler. Buna “çepken” derler. Karaçaylılar Kafkasya’ya özgü iyi cins
kumaş imal ederler. Karaçaylı kadınlar evden dışarı çıktıkları zaman veya bir cemiyet
içerisinde yünlü kumaştan yapılmış elbiseler ve kürklü mantolar giyerler. Yaz
mevsiminde ise sadece beyaz keten kumaştan yapılmış hafif elbiseler giyerler. Genç
kızlar gümüş işlemeli başlıklar giyerler. Çerkeslerde olduğu gibi, uzun saçlarını beyaz
tokalarla bağlayıp omuzlarından göğüslerine doğru sarkıtırlar. Evli ve yaşı ilerlemiş
kadınlar ise başlarına beyaz kumaş örtüler sararlar.

Karaçaylılar evlerini çok temiz tutarlar. Evlerinin yapımında köknar ağaçlarından


faydalanırlar. Evlerinin içerisinde fırın yoktur. Küçük pencereler vardır. En önemli mutfak
eşyaları bakır kazanlardır. Bu kazanlar Sohum-Kala yoluyla Anadolu’dan gelmektedir.
Karyolaları tahtadan yapılmıştır. Karyolanın boyu fazla yüksek değildir. Döşemeye
yakındır. Karyolanın üzerini keçe ve yastıklarla doldururlar. Karaçaylıların başlıca
silahları tüfek, tabanca, süvari kılıcı ve kamadır. Fakat eskiden “kalkan” ve iki değişik
türde mızrak gibi silahları da kullanıyorlarmış. Bu mızrakların adına “süngü” ve “mucura”
denilmektedir. Yaşadıkları yerler engebeli olduğundan yük taşıma araçları yoktur.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Yüklerini genellikle atlarla taşırlar.

Karaçaylılarda kan davası vardır. Biri öldürüldüğünde, onun akrabaları katili yakalayıp
cezalandırmak için ellerinden geleni yaparlar. Karaçaylıların anlayışına [s. 34] göre eğer
ölen kimsenin intikamı alınmazsa onun ruhu huzur bulamaz ve ardında kalan
akrabalarının yüreklerindeki ateş sönmez. Ancak yörenin beyi tarafları barıştırmak ve
kan davasını engellemek için büyük çaba gösterir. Taraflar arasındaki düşmanlığı sona
erdirmek için elinden geleni yapar. Bunun için inek ve koyun gibi hayvanları kurban
eder, onlar için büyük bir ziyafet verir. Bu iş genellikle olumlu bir şekilde sonuçlanır.
Katil, ölenin çocuğu yoksa veya ölen yoksul bir kimse ise ölenin en yakınına kan bedeli
olarak değerli bir hediye verir. Bu hediyenin değeri 600 gümüş rubleden fazla olmalıdır.
Karaçaylılar buna “kan bagası” derler.

Karaçaylı ve Malkarlı Kız, XIX. Yüzyıl


Karaçaylı beyler, Kabardeylerin ancak özden [asilzade, ikinci derecedeki soylu]
kızlarıyla evlenebilirler. Kabardey özdenleri ise Karaçaylı beylerin kızlarıyla evlenmeye
çok heveslidirler. Karaçaylılarda bey aileleri arasındaki başlık parası 1000 gümüş
rubleden fazladır. Bu bedeli silah, hayvan ve kapkacak gibi şeylerle verirler.

Karaçaylıların çocuk yetiştirmedeki kabiliyetleri gerçekten övgüye değerdir. Bu işin


oldukça keskin kuralları vardır. Bir erkek çocuk veya delikanlı ebeveynlerinin buyurduğu
şeyleri yerine getirmezse, halkın mescide toplandığı bir zaman, o [s. 35] delikanlı mescit
kapısının önüne dikilir. Herkes bir an önce bu kötü ahlâkından vazgeçmesi için
delikanlıyı azarlar. Delikanlı bu kötü ahlâkından vazgeçmezse ebeveynleri onu evden
kovar. Ebeveynleri artık oğullarının sorumluğunu kabul etmezler. Delikanlı evden
kovulurken ailesi ona sadece en gerekli şeyleri verir. Bundan sonra delikanlı bir daha
baba evine dönmeye cesaret edemez. Bunun dışında eğer delikanlının bir de yüz
kızartıcı suçu varsa, o delikanlı köyden temelli kovulur. Delikanlı artık bir daha köyüne
dönemez.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylılar casusları ve hainlik yapan kimseleri hiç sevmezler. Hainlik yapan her kim
olursa olsun; ister kendi aralarından olsun, isterse dışarıdan casusluk yapmak için gelen
yabancı bir kimse olsun, bütün halk onu yakalamak için silahlanır ve harekete geçer.
Yakaladıkları zaman da derhal ölümle cezalandırırlar. Karaçaylılar bu haini yakalayıp
öldürmeden rahat edemezler.

Önemli bir mesele olduğu zaman Karaçaylı aksakallar mescitte toplanarak konuyu
burada görüşürler. Ceza veya tazminat gibi alınan kararlar hakkında herkese yemin
ettirilir. Yemini bozan veya alınan karara uymayan kişi veya kişiler köy meclisine ceza
olarak beş ilâ on koyun öder. Eğer bir kişi yeminini herhangi bir sebepten dolayı bozmak
istiyorsa meclise gelip bunu bildirir ve cezasını önceden öder. Karaçaylıların yemin
merasimi kısaca şöyle olur; mescidin içerisinde, elinde Kuran’ı tutmuş vaziyette molla
ayakta durur, yemin edecek kimse bir elini Kuran’ın üzerine koyar ve Allah’ın adıyla
yeminini eder. Yemin merasimi böylece sona erer.

Biri öldüğü zaman kadınlar korkunç şekilde feryat ederler. Ellerini göğüslerine vururlar
ve saçlarını yolarlar. Erkekler ise cenaze kaldırırken yolda kamçılarla başlarına vururlar
ve küçük bıçaklarla kulak memelerini kesip kanatırlar. Cenazeyi gömüp mezarlıktan
döndükten sonra acılarını dindirmek ve üzüntülerini hafifletmek için içki içerler.
Karaçaylılar fala inanırlar. Diğer dağlı kavimler gibi batıl inançları kuvvetlidir.
Karaçaylıların değişik batıl inançları vardır. Mesela birisi atla seyahate çıkacak olursa
veya ava gidecek olursa onun heybesine çakıl taşı, fasulye, arpa, buğday vs. gibi kırk
bir tane küçük şeyler koyarlar. Küçük çakıl taşlarıyla, fasulye veya arpa taneleriyle fal
bakarlar. Bu taneleri belli bir düzene göre gruplar halinde dizerler ve buna göre
yolculuğun nasıl geçeği hakkında bazı tahminler yürütürler. Fakat şimdi böyle şeylere
pek inanmıyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse buralarda yaşayan diğer dağlı
kavimler gibi bunlar da çok cahildirler.

Karaçaylılar tuhaf hikayeler anlatmayı ve dinlemeyi çok severler. Şimdi burada onların
bu tuhaf hikayelerinden bir örnek vereceğim. Karaçaylılar yaşadıkları yere yakın bir
ormanın içinde uzun saçlı dişi bir cinin yaşadığına inanırlar. [s. 36] Buna kendi dillerinde
“almastı” diyorlar. Köylülerden biri bundan yirmi beş yıl önce bu cini yakalayıp evine
getirmiş. Cinin saçlarından bir tel koparıp bunu derin bir yere gömmüş. Böylece bu cin o
adamın kölesi olmuş. Bir gün adam cine “boza”[8] hazırlamasını buyurmuş. Cin ateşe
kazan koyup boza hazırlamaya başlamış. Bozanın hazır olmasına yakın bir vakit evin
sakinleri evden bahçeye çıkmışlar. Fakat iki çocuk evin içerisinde kalmış. Çocukların
karnı acıkmış ve cinden yiyecek bir şeyler istemişler. Cin de çocuklara, siz benim
saçımın telininin nerede olduğunu söylerseniz ben de size yiyecek veririm demiş.
Çocuklar, saç telinin nerede olduğunu cine söylemişler. Cin hemen saç telini bulup
almış. Böylece o adamın kölesi olmaktan kurtulmuş. Daha sonra da adamın iki
çocuğunu içerisinde boza kaynayan kazana atıp ormana kaçmış. Karaçaylılar bu cinin
hâlâ ormanda yaşadığına inanmaktadırlar.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylılar, Kuran’da belirtilen emir ve yasaklara büyük önem verirler. Günlük ibadet
ve dualarını ihmal etmezler. Oruç tutmamayı büyük günah sayarlar. Günde beş vakit
namaz kılmayan kimselere hoş bakmazlar. Kafkasyalı diğer kavimler gibi Karaçaylılar
da sünnîdirler. Ali’nin yolunu tutanları sevmezler. Karaçaylılar eskiden domuz ve yaban
domuzu eti yiyorlarmış. Fakat şimdi domuzdan çok tiksinmektedirler. Haram saydıkları
için domuz eti yemezler.

Karaçaylılar tez canlı insanlardır. Son derece ateşli bir mizaca sahiptirler. En küçük ve
önemsiz bir şeye dahi hemen öfkelenirler. Fakat kısa bir süre sonra da yanlış
yaptıklarını anlayarak bundan pişmanlık duyarlar. Karaçaylılar hiç şüphesiz
Kafkasya’nın en medenî halkıdır. Kafkasyalı diğer kavimlere göre daha nazik ve
hatırşinastırlar. Beylerine çok değer verirler. Karaçaylılar, Kabardey beylerine bağlı
olduklarından onların buyruklarını yerine getirmek ve koydukları kurallara uymak
zorundadırlar. Karaçaylılar fakirlere karşı çok cömerttirler. Varlıklı kişiler, fakirleri hor
görmez, bilakis onlara hediyeler verir, çeşitli sıkıntılarına yardımcı olurlar. Mesela zengin
kimseler fakirlere öküzlerini on günlüğüne karşılıksız ödünç verirler. Fakirlere iş verip
onlara emeklerinin hakkını verirler. Böylelikle fakirlerin geçim sıkıntılarını düzeltmeye
çalışırlar.

Karaçaylılar sabır gerektiren zor işleri sevmezler. Tüfek, kılıç ve kama gibi silahları
Çerkeslerden, Sohum-Kala’dan ve Abazalardan satın alırlar. Karaçaylıların
topraklarında tuz ve demir yoktur. Kurşun ve diğer maden ihtiyaçlarını Nogaylardan ve
Çerkeslerden satın alırlar. Kış mevsimi için et stoklarının hazırlandığı zaman, etleri
tuzlamak için Hurzuk köyüne yakın bir ırmaktan tuz çıkarırlar. Yemeklerinde de bu
ırmaktan çıkardıkları tuzu kullanırlar. Karaçaylılarda “boza” ve “sıra” adı verilen biradan
başka alkollü içecek çeşidi [s. 37] yoktur. Bunlarında dışında buğday ve arpadan çok
sert bir içki daha imal ederler. Fakat bunu çok az içerler. Çünkü sarhoş edici içkiler
Kuran’da yasaklanmıştır. Karaçaylılar içkiyi genellikle kış mevsimi için hazırlarlar.
Karaçaylılar arıcılık yapmaz. Bunun için balları yoktur. Bal arıları için Karaçaylıların
ülkesi kış mevsiminde çok soğuktur. Karaçaylılar bal ihtiyaçlarını Kabardeylerden
karşılamaktadırlar. Karaçaylılar bal ile kızılcık yemişini kaynatarak bir tür içki imal
ederler. Balı sadece bu iş için kullanırlar. Karaçaylılar barut ve kükürdü kendi
topraklarındaki dağlardan çıkararak imal ederler. Çerkesler gibi yayla ağıllarında koyun
gübresini elemekle uğraşmazlar. Karaçaylıların barutu ince ve kalitelidir.

Karaçaylılar imal ettikleri şal, keçe ve “küyüz” dedikleri halı, kürk, başlık vs. gibi şeylerin
bir kısmını İmeretyalılara ve Sohum-Kala’daki Türklere satarlar. Sohum-Kala’da
Türklerin bir kalesi vardır. Bu kalenin içinde çok sayıda dükkan vardır. Batı Kafkasya’da
yaşayan kavimler mallarını burada iyi satarlar. Karaçaylılar buradan pamuklu kumaş,
ipekli kumaş, iğne, oymak, pipo, Türk tütünü, vizon derisi satın alırlar. Kabardey
üzerinden Rusya ile ticaretleri azdır. Genel olarak kendilerinde bulunmayan tuz gibi
zorunlu ihtiyaçlarını ithal ederler. Türkler sürekli olarak İstanbul’dan deniz yoluyla
Kafkasya’ya hayvan getirdikleri için Karaçaylıların burada sattıkları hayvanlar ve hayvan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

mamulleri ucuza gitmektedir.

Karaçaylılar ile Svanların ticaret ilişkileri oldukça ileri seviyededir. Karaçaylılar genellikle
Svanlara kükürt ve kurşun satarlar. Karaçaylılar ve Basiyanlar [Malkarlılar], Svanlara
“Ebze” derler. Karaçay topraklarının güneybatısında 6 Alman mili uzaklıkta Cumantav
[Dshumantaw] adında bir dağ vardır. Bu dağın eteklerinde Svan köyleri vardır. Bu dağ
ile Elbruz dağı arasında ve batı tarafta dar bir vadi içerisinde Teberdi adında küçük bir
ırmak akar. Bu ırmak yukarı, karlı dağlara doğru yol alır gider. Bu ırmağın gittiği yolla
Kafkasya’nın aşağısına, “Zcheniss-tzqali” ırmağı kıyılarına varılır. Buradan da İmeretya
ve Mingrelya’ya çıkılır. Bu vadi bir çok yerde çok daralmaktadır. Çevresi kayalıklarla
çevrilmiştir. Güneyde İmeretya’ya giderken vadinin genişliği 800 kulaç kadar olmaktadır.
Buradan doğu tarafına giderken “Kemme” adında bir köye gelinir. Bu köy İmeretya’nın
en ücra yeri sayılmaktadır. Bu köyde taşlardan inşa edilmiş 40 tane ev vardır. Eskiden
bu köyün girişinde büyük bir sur varmış. Köylülerin anlattığına göre bazı yerlerde bu
surun kalıntıları duruyormuş. Köylüler bu surların kalın demir sütunlarla inşa edildiğini
söylediler. Bu yol korunaklı olduğundan herhalde bu yerin adı Demir-Kapı olmalıdır. [s.
38] Dağlara doğru giderken dar vadilerde yaşayan Svanların ülkesinde de bu surların
kalıntılarına rast gelinmektedir. Papaz Lamberti’nin söylediğine göre bundan 150 yıl
önce Mingrelya’nın kuzeyine Kafkasyalı kavimlerin saldırılarından korunmak için 60
fersah uzunluğunda taştan surlar inşa edilmiştir. Reineggs’in tahminlerine göre, daha
önce bahsetmiş olduğum Cumantav ile Elbruz dağı arasındaki vadi, Plinus’un “Kuman
Kapısı” [Porta Cumana] dediği yerdir. Fakat bu mesele tam olarak açıklığa
kavuşturulmamıştır. Onun söylediğine göre Hazar Kapıları [Kaspian Gates] olduğu
yerde taşlardan inşa edilmiş bir kale vardır ve bu kalenin adı da “Kumania”dır. Fakat
burada önemle bir şeyi vurgulamak gerekir ki, Reyneggs’in “Kuman Kapısı” şeklindeki
tahmini onun en büyük yanlışlarından biridir. Çünkü antik çağ yazarları bu konuda tek
bir kelime dahi yazmamışlardır.

Karaçaylıların bazı bey aileleri ve bu ailelere mensup şahısların adları şöyledir: [9]

1. Kırımşavhal ailesi: Biynöger oğlu Gilaksan, Gilaksan oğlu Aslanbek, Gilaksan oğlu
Kara, Açahmat oğlu İslam, Küçük oğlu Misost, Küçük oğlu Kaziy, Küçük oğlu İslam,
Mudar oğlu Biynöger, Mudar oğlu Misost, Mudar oğlu Açahmat.

2. Hasan ailesi: Mussa, Osman, İsmail, Biynöger, Dudaruk, Misost.

3. Kumuk ailesi: Umar, Canay, Osman.

4. Şaman ailesi: Mahamet, Tavsoltan, Çopal, Hasana, Kudenet.

5. Dotta ailesi-I: Umar, Osman, Kırımşavhal 6. Koçhar ailesi: Murtaza, Osman, Umar,
Kerim.

7. Çotça ailesi-I: Mahmut, Hasana, Osman, Mustafa.


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

8. Kaysın ailesi: Kaysın, Bekir, Mirza, Osman.

9. Mirzabek ailesi: Mirzabek, Hasana, Canay, Goşanay.

10. Çotça ailesi-II: Goşanay, Hasana.

11. Korkmaz ailesi: Korkmaz, Hasana, Hacibek, Hakim.

12. Dotta ailesi-II: Mirzabek, Canay, Kaysın, Canbolat, Mirza.

13. Botaş ailesi: Osman, Mustafa, Hasana, İsmail.

Karaçaylıların ileri gelenleri. Kart-Curt, 1867.


Oturanlar-sağdan sola: Hacı Abdurrahman Botaş, Yusuf Botaş, Hacı Abdurzak
Kırımşavhal, Hacı Devlet-Geriy Kırımşavhal. Ayaktakiler-sağdan sola: Hoca Ali İsa
Özden, Aslanbek Kırımşavhal, Tavsoltan Kırımşavhal.

[s. 39] Orusbiy kabilesi de Karaçaylılardan sayılır. Orusbiy kabilesi, Calpak dağlarının
eteklerinde ve Baksan vadisinde yaşamaktadır. Orusbiy kabilesinin nüfusu yaklaşık 150
ailedir. Kabardey beyi Misost’a bağlıdırlar. Orusbiy kabilesinin topraklarında Orusbiy
ailesinden başka Karaçaylıların köklü ailelerine mensup aileler, Derbent’ten gelmiş bir
aile ve Enderey [Endery] tarafından gelen iki-üç aile yaşamaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Orusbiy Ailesi

Karaçaylıların doğu tarafında, koyu renkli dağların eteklerinde, Baksan vadisinde Tatar
kabileleri yaşamaktadır. Baksan ırmağının yukarısında “Kulkucin” [Kulkudshin] deresi
vardır. Burada tuzlu bir göl vardır. Kış mevsiminde buradan tuz elde edilir. Burada
yaşayan Tatar kabilesine Çerkesler “Çerige” derler. Bunlar Çegemliler veya
Çerigelilerdir. Çerkesler bunlara “Çegem-Kuşha” derler. Bunlar 400 aileden
müteşekkildir. Çegem ve Şavdan ırmaklarından Baksan vadisine kadar uzanan yüksek
ve karlı dağlarda yaşarlar. Bunlarda toplum yapısı “biy”, “özden” ve “çagar” şeklide üç
sınıfa ayrılmıştır. Çagar adı verilenler, beylere bağlı yaşarlar ve onların işlerini yaparlar.
Fakat hepsi de komşu Kabardey [s. 40] beylerine tabidirler. Eskiden beri belli aralıklarla
Kabardey beylerine vergi vermektedirler. Kabardey beyleri bu vergiyi almak için fırsat
buldukça onlara baskı uygulamaktadırlar.

Çegemliler toprağı işleyip buğday, arpa ve darı yetiştirirler. Mükemmel kalitede bira imal
ederler. Çok sayıda hayvan ve at sürüleri vardır. Atları küçük fakat çok ağır eşyaları
dahi taşıyabilecek kadar dayanıklıdır ve dağlarda seyahat etmek için kullanışlıdır.
Çegemliler bu atları Mingrelya ve İmeretyalılara satarlar. Ayrıca bunların tuhaf bir cinste
katırları da vardır. Bunlara “kara katır” denilmektedir. Attan biraz küçük olan bu katırlara
Gürcistan’da bile çok değer verilmektedir. Çegemliler çok kaliteli bal imal etmektedirler.
İyi cins büyük baş hayvanları vardır. Fakat Çerkeslere vergi olarak bunları
verdiklerinden büyük baş hayvanlarının sayısı azalmıştır. Çerkeslerin uzun zamandır
var olan baskısı ve yakın zamanda da Rusların gelip buralara hakim olmasıyla
Çegemlilerin durumu büsbütün kötüleşmiştir. Bütün bunlara karşı direnme gücüne
henüz sahip değildirler.

Çegemlilerin yakın komşuları Balkarlardır. Gürcüler onlara “Basiyan” derler. Güldenstädt


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ve Pallas ise onları “Ciketi” [Dshikethi] şeklinde yanlış adlandırmışlardır. Bu dağlarda


çok sayıda eski harabeler ve taş kiliseler vardır. Bu da onların buralarda çok eskiden
beri yaşadıklarını göstermektedir. Onların belli başlı köyleri şunlardır:

1. Ullu-El [Ulu-Elt]: Çegem bölgesinin hemen ilerisindeki yüksek tepelerdedir. Hemen


yakınında çok eski bir kilise vardır. Altı yard uzunluğundadır, büyük bir kayanın üzerinde
inşa edilmiştir. Demir parmaklıklarla çevrilmiştir. Birtakım kitap kalıntıları hala kilisede
muhafaza edilmektedir. Bunlardan birisi eski Yunan diliyle yazılmış “Yeni
Vasiyetname”dir [New Testament]. Diğerleri de yine eski Yunan diliyle yazılmış kilise
kitaplarıdır. Burada hamile kadınlar rahat bir doğum yapmak için dua etmektedirler.
Ayrıca adaklar adayıp bazı hayvanları kurban etmektedirler.

2. Çegem: Aynı adı taşıyan ırmağın sağ tarafındadır. Yukarıda bahsedilen yerin tam
karşısındadır.

3. Tabenincik [Tabenindshik].

4. Berdebi [Berdebi]: Aynı şekilde Çegem’in sağ tarafında ve aşağı kısmındadır.

5. Orsundak.

6. Mimula [Mimula]: Çegem’in sağ tarafındadır. Sol tarafta fazla uzakta olmayan
Şavdan’ı da içine almaktadır.

7. Acaga [Adshaga]: Çegem’in sol tarafındadır. Berdebi’nin güneybatısında küçük bir


yerdir.

[s. 41] 8. Çerlige [Tscherliche]: Şavdan ırmağının her iki kıyısındadır. Bu ırmağın
kaynağı karlı dağlardan fazla uzakta değildir.

9. Bulungu: Şavdan ırmağının sağ tarafındadır. Yaklaşık on verst aşağısındadır.

10. Usducurd [Usduschird].

11. Kam [Kam]: Şavdan ırmağının her iki kıyısındadır. Doğrudan Çegem’in sol tarafına
girer.

Şavdan ırmağının aktığı vadide demir cevheri vardır. Buranın sakinleri bu cevheri işleyip
demir elde ederler. Ayrıca, “Korgaşintaw” [Ckargadshei-taw] denilen dağda kurşun
cevheri vardır. Bu dağın adı “Kurşun Dağı” [Lead-mountain] anlamına gelmektedir.
Onlar buradan kurşun çıkarırlar. Ayrıca onlar barut imal ederek satmaktadırlar.

Çerkesler, Balkarlara “Balkar-Kuşha” derler. Gürcüler ise “Basiyan” derler. Kendileri ise
“Malkar Avul” derler. Bu “Malkar Köyü” demektir. Onların nüfusu 1200 aileden fazladır.
Çerek, Psigon-suv, Aruvan veya Argudan adlı ırmakların kenarlarında bir kısmı dağınık
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ve küçük köylerde, bir kısmı da toplu ve büyük köylerde yaşarlar. Yukarı Mişçik’teki
[Upper Mischdshigk] Bızıngılılar da Malkarlılardan sayılır. Burası Çegem’in sol
tarafındaki arazidedir.

Malkarlılar en çok Raça [Radsha] ve İmeretya’da Rion üzerindeki Oni’de ticaret


yaparlar. Burası, Ullu-Malkar’a 55 verst uzaklıktadır. Malkarlılar, Raça ve Oni’deki
pazarlarda keçeden yapılmış yamçılar, kepenekler, açık sarı ve kahverengi elbiselik
kumaşlar, başlıklar ve kürkler satarlar. Bunların karşılığında ise pamuklu ve ipekli
kumaşlar, altın ve gümüş simli iplikler, tütün, pipo ve diğer şeyleri alırlar. Oni’den
özellikle kaya tuzu satın alırlar. Oni’nin bu kaya tuzu çok meşhurdur. Gürcistan’a ve
bütün Kafkasya’ya ihraç edilir. Malkarlılar yemeklik tuz ihtiyaçlarını Rusya sınırı
civarından, Yahudilerden ve Kabardeylerden karşılarlar. Bunun dışında en çok bakır
kazanlar ve benzeri eşyaları satın alırlar. Bu bakır kazanlar Batum ve Poti yoluyla
Erzurum’dan gelmektedir. Malkarlılar ve Çegemlilerin söylediğine göre Rus bakırının ve
aynı zamanda bu bakırdan yapılan tabak çanakların değeri çok düşükmüş.

Digor tarafındaki Malkarlıların yaşadığı yerde, Kasriya-Don [Chassria-Don] ırmağı ve


“İsdi-çong” [Isdi-chong] dağı [Kurşun dağı demektir] yakınında çok maden cevheri
vardır. Buraya gelip maden cevheri çıkarırlar. Daha sonra bu cevheri evlerinde eritip
işliyorlar. Onlar bu maden cevherini rahatlıkla “Masquawa” adlı Digor köyüne kadar
gidip almaktadırlar. Gürcülerin anlattığına göre bunların Basiyat adlı bey ailesi derece
olarak ancak Kabardey özdenleriyle eşittir. Onların belli başlı köyleri şunlardır:

[s. 42] 1. Ullu-Malkar: “Büyük Malkar” anlamına gelir. Küçük Psigon-suv ırmağı
üzerindedir. Burası en büyük köydür. Basiyat ailesi de burada oturur. Bu köyde yaklaşık
180 hane vardır.

2. Kospartı: Aynı ırmağın üzerindedir.

3. Kurdayra [Churdaira].

4. Şavurdat: Çerek’in sol tarafındadır.

5. Cılı [Julu]: Aynı ırmağın aşağı kıyısındadır.

6. Işkantı.

7. Açalga [Adshalga].

8. Muhol: Psigon ırmağının Çerek ırmağına girdiği yerdedir.

9. Bızıngı: Aynı adı taşıyan vadide kurulmuş bir köydür. Çerek ile Mişçik [Missdschigk]
ırmakları arasındadır. Aşağı Bızıngı, Kara-suv deresi, Çerek’in sol tarafına
dökülmektedir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

10. Holam: Çerek ırmağının batı kıyısındadır. Çerek ırmağı büyük ve temiz bir ırmaktır.
Yüksek dağlardan doğmaktadır. Irmağın suları batı kıyılarında azalmaktadır. Bu ırmağın
suyu son derece berrak ve temizdir. Fakat tuzlu ve acıdır. Çerkesler bu ırmağın bu
kısmına “Çerek-Jana” derler. Bu kelime “Çerek’in Anası” anlamına gelmektedir. Biraz
ötede, yalçın kayalıkların bulunduğu tepelerin yanında, Çerek ırmağı üzerine bir köprü
inşa edilmiştir. Bu köprü vasıtasıyla Malkar topraklarından Kabardey ülkesine gidilir.
Holam köyünde Svan aileleri de yaşamaktadır. Bunlar İmeretya tarzı elbiseler giyerler.
Kendilerine “Svani” [Ssoni] demektedirler.

“Kaşhataw” civarında da Malkarlılar vardır. Fakat burada dağınık bir şekilde


yaşamaktadırlar. Burada yaşayanlar da Kabardeylerin hükmü altındadırlar. Malkarlılar
ile Kabardeyler değiş tokuş yoluyla ticaret yapmaktadırlar. Kendi ürettikleri şeyleri, tuz,
tahıl, erkek ve kadın köleleri alıp satmaktadırlar.

Dipnotlar

[1] Prof. Dr. Hasan Eren., Türklük Bilimi Sözlüğü: I. Yabancı Türkologlar, TDK Yayınları,
Ankara, 1998, s. 190-191; Hartmut Walravens, Julius Klaproth [1783-1835] Leben und
Werk, Wiesbaden, 1999, s. 20-27; Aydın O. Erkan., Tarih Boyunca Kafkasya,
Çiviyazıları Yayınları, İstanbul, 1999, s. 44.

[2] Julius von Klaproth, Travels in the Caucuasus and Georgia, translated from the
German by F. Shoberl, London, 1814, s. 280-298; Jules Klaproth, Voyage au mont
Caucase et en Georgie, Paris, 1823, s. 273-214.

[3] Çerkes dilinde “kuşha” kelimesi “dağ”, “dağlı” anlamlarına gelmektedir. Buna paralel
olarak “Tatar Kuşha” kelimesi “Dağ Tatarı” veya “Dağlı Tatar” şeklinde açıklanabilir.

[4] Julius von Klaproth burada hatalı bilgi vermektedir. Malkar Türklerinin etnik oluşum
hikayelerine göre; Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı şehrin hükümdarı “Canıbek
Han”ın “Basiyat” ve “Badinat” adında iki oğlu varmış. Bu iki kardeş ordularıyla gelerek
Prens Misak’ın yönetimindeki Malkar ülkesini zaptetmişler, Çerek ve Holam ırmakları
arasındaki bütün toprakların hakimi olmuşlar. Daha sonra bu iki kardeş kendi aralarında
toprak paylaşımı yapmışlar. Badinat payına düşen Digor [Kuzey Osetya] topraklarının
hükümdarı olarak buraya yerleşmiş. Badinat’ın yedi oğlu olmuş. Bunların adı: Çegem,
Karacav, Koban, Abisal, Tuvgan, Kubadiy ve Betuy’dur. Badinat’ın oğulları Digor prens
ailelerinin soy atalarıdır. Ayrıca, Digor hakimi Badinat’ın karısı da Karaçaylıların
Kırımşavhal ailesine mensuptur. Basiyat adlı kardeşin payına ise Malkar toprakları
düşmüş. Basiyat’ın dört oğlu olmuş. Bunların adı: Abay, Aydabol, Canhot ve Şahan’dır.
Bunlar da aynı şekilde Malkar prens ailelerinin soy atalarıdır. Anlaşılacağı üzere, Malkar
ve Digor prens ailelerinin soy ataları Oset değil, Macar şehrinin hükümdarı Canıbek
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Han’ın oğulları Badinat ve Basiyat kardeşlerdir. [Bkz. Miller V.-Kovalevskiy M., V


Gorskih Obşçestvah Kabardı-Predanie O Proishojdenii Balkarskih Feodalov [Tavbiyev],
Vestnik Evropı Kn. IV, 1884, s. 553-555; Kudaşev, V.N., İstoriçeskie Svedeniya o
Kabardinskom Narode, Nalçik, 1991, s. 156-157; Abayev, Misost., Balkariya, Nalçik,
1992, s. 7.]

[5] Karaçay-Malkar Türkçesinde “Eliya” şeklinde söylenir. Karaçay-Malkar Türklerinin


eski inançlarına göre şimşek ve yıldırım tanrısıdır. İlyas [Elijah] peygamberin adı bu
tanrıya izafe edilmiştir.

[6] Julius von Klaproth’un yukarıda söylediği Karaçaylıların eski bey aileleri dışında
“Duda” ve “Karabaş” gibi başka bey aileleri de olmuştur. Ayrıca, Julius von Klaproth’un
söylediği “Orusbiy” ailesi Karaçaylı değil, Bızıngı vadisinden Baksan vadisine gelip
yerleşen bir bey ailesidir.

[7] Julius von Klaproth burada hatalı bilgi vermektedir. Daha ileride bizzat kendisi
tarafından açıklandığı üzere, “kan bedeli” [kan bagası] şeklindeki terim; bir kimsenin,
birini öldürdüğü zaman, ölenin yakınlarına ödediği belirli bir para veya bunun karşılığı bir
maldır. Yani başlık parasıyla bir ilgisi yoktur. Karaçay-Malkar Türkçesinde başlık parası
için “qalım”, “qalın” ve “süt bagası” terimleri kullanılır.

[8] Arpa, darı veya mısırdan yapılan bira cinsinden hafif alkollü bir içki.[9] Julius von
Klaproth’un bey aileleri diye verdiği aile adlarından sadece birinci sıradaki Kırımşavhal
ailesi bey ailesidir. Bunun dışında diğer ailelerin hepsi özden [asilzade, ikinci derecedeki
soylu] ailelerdir. Ancak, ikinci derecedeki soylu ailelerin içinden bey aileleri kadar zengin
ve hatta beylerden daha zengin aileler çıkmıştır.

________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, Kafkasya'da Yaşayan Tatar Kabileleri,


Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 17,
TDK, Ankara, Bahar-2004, s. 21-42

KARAÇAY-MALKAR EDEBİYATI
Adilhan Adiloğlu
Çarşamba, 17 Mayıs 2006 13:33
Yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamakla birlikte köklü ve zengin bir halk
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

edebiyatına sahip olan Karaçay-Malkar Türklerinin edebiyatını genel olarak “Sözlü


Edebiyat” ve “Yazılı Edebiyat” şeklinde iki ana bölümde incelemek mümkündür. A.
Sözlü Edebiyat 1. Mitoloji, Pagan-Şaman Kültürüyle İlgili Mitolojik Destanlar ve
Efsaneler, Karaçay-Malkar Türkleri, XVIII. yüzyıl ortalarında İslam dinini kabul edene
kadar, pagan-şaman inançlarını devam ettirmişler ve buna bağlı olarak birtakım tanrı ve
tanrıçalara inanmışlardır. İslam öncesi bu inanç kültür dönemine ait sözlü edebiyat
ürünlerinin büyük bir kısmı, Karaçay-Malkar Türkçesinde genel olarak “cır” adı verilen
destan ve halk şarkılarıyla günümüze kadar yaşatılarak korunmuştur.

[s. 132] Yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamakla birlikte köklü ve zengin bir halk
edebiyatına sahip olan Karaçay-Malkar Türklerinin edebiyatını genel olarak “Sözlü
Edebiyat” ve “Yazılı Edebiyat” şeklinde iki ana bölümde incelemek mümkündür.

A. Sözlü Edebiyat

1. Mitoloji

Pagan-Şaman Kültürüyle İlgili Mitolojik Destanlar ve Efsaneler

Karaçay-Malkar Türkleri, XVIII. yüzyıl ortalarında İslam dinini kabul edene kadar, pagan-
şaman inançlarını devam ettirmişler ve buna bağlı olarak birtakım tanrı ve tanrıçalara
inanmışlardır. İslam öncesi bu inanç kültür dönemine ait sözlü edebiyat ürünlerinin
büyük bir kısmı, Karaçay-Malkar Türkçesinde genel olarak “cır” adı verilen destan ve
halk şarkılarıyla günümüze kadar yaşatılarak korunmuştur. Sözgelimi; Teyri, Çoppa,
Erirey, Gutan, Gollu, Dolay, İnay, Apsatı ve Biynöger gibi mitolojik halk şarkılarının
hepsi Karaçay-Malkar Türklerinin İslam öncesi pagan-şaman kültürünün ürünleridir.

Karaçay-Malkar Türkleri eski inançlarına göre “Teyri” [Tanrı] adını verdikleri ilahın bütün
kainatı ve dünyayı yarattığına inanırlardı. Her türlü dert ve sıkıntılarının giderilmesi için
ona dualar ederler, dilekler dilerlerdi.[1] Karaçay-Malkar Türkleri, “Teyri”den sonra en
fazla hürmeti “Çoppa” adlı bir tanrıya gösterirler ve onun [s. 133] için dinî törenler
yaparlardı. Sözgelimi, eski Karaçay köylerinden biri olan Uçkulan köyünde bütün halk
kutsal saydıkları “Çoppa-Taş” [Çoppa’nın Taşı] adını verdikleri büyük bir kayanın
çevresinde toplanır, Çoppa’nın şerefine çeşitli hayvanlar kurban eder, şölenler verir ve
en sonunda herkes Çoppa-Taş’ın etrafında el ele tutuşup birtakım dinî danslar
yaparlardı. Törenlerin sonunda Çoppa’dan; inek ve koyun gibi besledikleri hayvanlarının
ürünlerinin bol ve bereketli olmasını, vahşi hayvanların saldırılarından korumasını;
ekinlerin iyi yetişmesi için yağmur, başakların olgunlaşması için güneş; çocuğu olmayan
kadınlar da çocuk dilerlerdi.[2]

Karaçaylılar eskiden ilkbaharda tarla sürmeye çıkmadan önce “Davle”nin [yer~toprak


tanrısı] şerefine kurbanlar kesip şölenler verirler, Davle’den tarlaların kolay sürülmesini
ve ürünlerinin bereketli olmasını dilerlerdi. Malkarlılar da aynı törenleri “Gollu” [ziraat ve
mahsul tanrısı] için yaparlar, Gollu’dan tarlaların bol ürün vermesini dilerlerdi. Ekinler
hasat edildikten sonra tanelerin başaktan ayrılması için harman yerinde düven
sürülürken “Erirey”den [mahsul tanrısı] tanenin başaktan kolayca ayrılması ve ürünün
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

bol olması dilenirdi. Hayvanlar yaylalara çıkarıldığı zaman vahşi hayvanların


saldırılarından korunmak için Dolay’a [evcil hayvanları koruyan tanrısı], “Makkuruş”a
[keçileri koruyan tanrı] ve “Aymuş”a [çoban ve koyunları koruyan tanrı] dualar edilirdi.[3]

Karaçay-Malkar Türklerinin eski kültüründe bir de geyik ve dağ keçisi cinsinden yabanî
hayvanları koruyan “Apsatı” adında bir tanrı inanışı vardır. Bu inanışa göre, Apsatı
beyaz bir dağ keçisi şeklinde tasavvur edilirdi. Apsatı, koruyucusu olduğu hayvanların
kendisinden izinsiz olarak avcılar tarafından avlanmalarına müsaade etmezdi. Bunun
aksini yapan avcılar, Apsatı tarafından lanetlenerek büyük felaketlere uğrarlardı.
Sözgelimi “Biynöger” adlı [s. 134] destanda, Apsatı ve kızı Fatima tarafından
lanetlenerek felakete uğrayan bir avcının hikayesi konu edilmektedir. Biynöger’in
ağabeyi ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Onun iyileşmesi için dişi bir geyiğin sütü
gerekmektedir. Biynöger bu yüzden dağlarda dişi bir geyik aramaya başlar. Bir süre
sonra aradığı dişi geyiği bulur ve günlerce onun peşinden dolaşır. Biynöger dişi geyiğin
peşinden dolaşırken her nasılsa kendisini yalçın kayalıkların tepesinde bulur. Yalçın
kayalıklardan aşağıya inmek mümkün değildir. Biynöger’in günlerce arkasından koştuğu
dişi geyik aslında Apsatı’nın kızı Fatima’dır ve Biynöger’i lanetlemiştir. Aşağıya inmenin
imkanı olmadığını anlayan Biynöger on beş gün boyunca yalçın kayalıkların tepesinde
aç ve susuz yaşamaya çalışır. Fakat Biynöger daha fazla dayanamaz ve karısının da
telkinleriyle kendisini kayalıklardan uçuruma atar. Sonuç olarak Biynöger, Apsatı’nın kızı
Fatima’nın lanetine uğramış ve bunca avladığı geyiklerin bedelini hayatıyla ödemiştir.
Ayrıca, Apsatı inancı; Osetlerde “Afsatı”, Gürcü-Svanlarda “Apsat”, Abhazlarda
“Ajveypşaa”, Adigelerde “Mezitha” ve Çeçen-İnguşlarda “Elta” şeklinde diğer Kafkas
halklarının kültüründe de yer almaktadır.[4]

Nart Destanları

Kuzey Kafkasya halklarının ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart destanları, Karaçay-
Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yere sahiptir. Karaçay-Malkar Nart
destanları tarih öncesi tanrı, yarı tanrı ve insan üstü kahramanlarla ilgili olağan üstü
olayları anlatan, uzun soluklu ve geniş oylumlu destanlardır. Bunların bir kısmı zamanla
şiir biçimini kaybederek düzyazıya, efsane-hikaye biçimine dönüşmüştür. Kafkas
halklarının hemen hepsinin halk edebiyatında yer alan Nart destanları birçok yönden
birbirlerine [s. 135] benzemekle birlikte, aralarında bazı farklılıklar göstermekte, her
halkın kendisine has millî vasıfları arz etmektedir. Sözgelimi, Abhaz ve Adigelerin Nart
destanları daha çok eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Malkar
Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisine daha yakındır.

Karaçay-Malkar Nart destanlarının merkezinde olaylar ve kahramanlar vardır. Nart


kahramanlarının düşmanlarına karşı yaptıkları mücadeleler, “emegen”lerle [insanüstü,
çirkin dev yaratıklar] yaptıkları savaşlar ve Nartların kahramanlıkları, yiğitlikleri anlatılır.
Nart kahramanları daha çok yiğitlik ve dinamizm yönünden karakterize edilmektedir.
Onların savaş tutkuları, cesaretleri, halkı birtakım canavar ve devlere karşı korumaları;
halkın hayatını kolaylaştırmak için gösterdikleri çabalar ve buldukları pratik çözümler
Nart kahramanlarının en belirgin özellikleridir. Olağanüstü özelliklerle kuşatılan Nart
kahramanları; yiğitliğin, cesurluğun ve mertliğin sembolüdürler. Onlar korkunun ne
olduğunu bilmezler ve hatta ölümden bile korkmazlar. Karaçay-Malkar Nart
destanlarında, Nart kahramanlarının hayat tarzları ve tabiatla ilgili betimlemeler birer
ayrıntı olarak kalmaktadır.

Karaçay-Malkar Nart destanları ilk önce evrenin ve Nartların yaratılışını anlatan bir
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

efsaneyle başlar. Buna göre; Güneş tanrısı güneşi, Yer tanrısı da yeri yaratmıştır. Gök
ve yer yaratıldıktan sonra ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İlk insanlar Nartlar imiş.
Tanrılar ilk olarak Nartların demircisi Debet’i yaratmışlardır. Debet, Gök tanrısı ile Yer
tanrısının birleşmesinden doğmuştur. Debet’in kalbi ve kanı ateşten yaratılmıştır. Debet
sadece ilk Nart kahramanı değil, aynı zamanda Nartların hem ilk demircisi, hem de ilk
öğretmenidir. Debet, demir ve diğer madenlerini hiçbir alet kullanmadan çıplak elleriyle
kolayca işleyebilmektedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Debet’in ölmediği, gökte,
tanrıların katında hala yaşadığı ve demircilik yaptığı anlatılır.

Karaçay-Malkar Nart destanlarının kadın kahramanı Satanay-Biyçe’nin babası Güneş


tanrısı, annesi ise Ay tanrısıdır. Satanay-Biyçe güzelliğin ve bilgeliğin sembolüdür.
Bütün Nart kahramanlarını perde arkasından yöneten hep Satanay-Biyçe’dir. Satanay-
Biyçe’nin [s. 136] doğa üstü gizli ve sihirli güçleri vardır. Her şeyi önceden bilir ve çok
kuvvetli öngörüsü vardır. Nart kahramanlarının lideri konumumda olan Nart Örüzmek,
gökten düşen bir meteor [kuyruklu yıldız] kayasının içinden doğmuştur. Sonra bir dişi
kurt, Örüzmek’i alıp götürmüş ve kendi sütüyle beslemiştir. Nart Örüzmek, devlerin
korkulu rüyasıdır. Örüzmek, Nart halkını haraca bağlayan ve Nart ülkesine yağmur
yağmasını engelleyen Kızıl Fuk’u öldürüp Nartları özgürlüğe kavuşturmuştur. Nart
destanlarında çok zeki ve kurnaz biri olarak anlatılan Nart Sosuruk [veya Sosurka] bir
granit kayasından doğmuştur. Sosuruk’un taştan doğmasıyla ilgili bu motif, Dede Korkut
destanlarındaki Tepegöz’ün doğuşuna çok benzemektedir. Sosuruk her zaman pratik
zekası ve kurnazlığıyla devleri yenmektedir.

Nart Alavgan, Debet’in on dokuz oğlundan en büyük olanıdır. Debet, oğullarının hepsini
evlendirmiş ancak evlendirme işine en küçük oğlundan başlamak zorunda kalmıştır.
Çünkü en büyük oğlu olan Nart Alavgan dev gibi iri yapılı biri olduğu için, Nart kızları
arasından uygun bir eş bulunamamıştır. Bu yüzden Alavgan, dev kadınlarından biriyle
evlenmek zorunda kalmıştır. Alavgan’ın oğlu Nart Şavay [veya Karaşavay] birtakım
doğa üstü yeteneklere sahiptir. Sözgelimi, havayı istediği zaman soğuğa veya sıcağa
çevirebilmekte, ayrıca istediği kılığa girebilmekte ve görünüşünü değiştirebilmektedir.
Şavay’ın can yoldaşı olan atı “Gemuda” ise bir deniz atıdır. Yani denizin derinliklerinden
gelmiştir. Kulaklarının arkasında balıklarda olduğu gibi solungaçlar vardır.[5]

2. Tarihî-Kahramanlık Destanları ve Halk Şarkıları

Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında destan tarzında söylenen tarihî halk


şarkıları çok önemli bir yere sahiptir. Karaçay-Malkar Türklerinin eski tarihini, sosyal
hayatını ve toplumsal yapısıyla ilgili olayları destan tarzındaki halk şarkılarında görmek
mümkündür.

[s. 137] “Batır Karça” destanında, Kabardey Çerkesleriyle toprak anlaşmazlığı


sonucunda, Karaçaylıların efsanevi lideri Karça’nın halkıyla birlikte, Bashan vadisini terk
ederek Koban vadisine göç edişi anlatılır. Karaçaylıların tarihi, Batır Karça destanıyla
sıkı sıkıya ilişkilidir.

“Açey oğlu Açemez” destanında, Kafkasya’ya sefere çıkan Kırım Hanı’nın haraç
toplamak ve dinlenmek için Karaçay-Malkar topraklarında konaklaması, daha sonra
Kırım Hanı’nın burada Açey oğlu Açemez’den güzelliği dillere destan olan karısını bir
geceliğine istemesi konu edilmekte, Kırım Hanı ile Açemez arasındaki karşılıklı
münakaşadan sonra, Açemez’in namusunu korumak için Kırım Hanı’nı öldürmesi
anlatılmaktadır.[6]
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Hasavka” ve “Bagatır oğlu Umar” adlı destanlarda, 1828 yılında General Emanuel
komutasındaki Çarlık Rusyası ordularının Karaçay topraklarını işgali anlatılmaktadır.
Hasavka destanında, Karaçaylıların ellerindeki eski ve ilkel silahlarla, modern savaş
aletleriyle donanımlı Rus ordusuna karşı vatanlarını canla başla savunmaları
anlatılmaktadır. Bagatır oğlu Umar destanında ise aynı şekilde Hasavka savaşı
anlatılmakta ve Umar adlı yiğit bir Karaçaylının savaş sırasında gösterdiği
kahramanlıklar dile getirilmektedir.[7]

Karaçay-Malkar Türklerinin tarihî halk şarkıları arasında; Kabardey, Abhaz, Oset,


Gürcü-Svan gibi Kafkasyalı halkların tarihi olaylarını konu alan halk şarkıları da vardır.
Sözgelimi; Cansohları, Düger Badinatı-Malkar Basiyatı, Ullu-Hoj gibi halk şarkıları
bunlardan birkaçıdır. Kabardey-Çerkes prensleri arasında yönetimi ele geçirme
mücadelesinin anlatıldığı “Cansohları” adlı tarihi halk şarkısı, bir Karaçay-Malkar halk
edebiyatı ürünü olmasına karşın, destanda anlatılan olay ve kişiler tamamen Kabardey-
Çerkesleri arasında geçmektedir.[8] “Düger Badinatı-Malkar Basiyatı” halk şarkısında da
aynı şekilde Kuzey Osetya [Digor] prensleri arasındaki [s. 138] mücadeleler
anlatılmaktadır.[9] “Ullu-Hoj” adlı ağıt türündeki halk şarkısında ise, Çarlık Rusyası
ordularının 1864 yılında, Adige-Çerkeslerin “Hodz” adlı köyünü yakıp yıkması ve köyde
yaşayan bütün halkı katletmesi anlatılmaktadır.[10]

3. Aşk Şarkıları ve Maniler

Karaçay-Malkar halk edebiyatında “süymeklik cır” adı verilen aşk şarkıları geniş bir yer
tutmaktadır. Konuları genellikle; sevgilinin güzelliği, karşılıksız aşk, vs.dir. Çeşitli
engeller nedeniyle iki sevgilinin birbirine kavuşamaması ve ölüm gibi kötü bir sonla
bitmesi konular ise daha çok ağıt türü halk şarkılarına girmektedir. Karaçay-Malkar halk
edebiyatındaki aşk konulu eski halk şarkılarına “Aycayak”, “Aktamak” ve “Kemishan”
adlı şarkıları örnek olarak verebiliriz.

“Aktamak” adlı halk şarkısını, sözlü-halk edebiyatı döneminin son temsilcisi olan Unuh
oğlu İsmail Semen [1891-1981], İja sülalesinden Yakup kızı Aktamak [asıl adı Anisat]
için yapmıştır. İsmail Semen daha küçük yaşta iken bir düğünde görüp beğendiği Anisat
adında bir kıza aşık olur. Yıllar geçtikçe, yüreğinde Anisat’a duyduğu aşk da
büyümektedir. İsmail Semen nihayet sevdiği kız için bir şarkı yapar. Şarkının adına
“beyaz boyunlu” anlamına gelen “Aktamak” adını verir. Bu aynı zamanda, Anisat’a
verdiği takma addır. Sonunda, birbirlerini seven İsmail ile Anisat evlenerek mutlu sona
kavuşmuşlardır. Aktamak adlı şarkı bütün Karaçaylılar tarafından çok sevilmiş, dilden
dile dolaşarak bir halk şarkısı haline gelmiştir. Şarkı oldukça uzun olup iki bin dörtlükten
fazladır.[11]

Karaçay-Malkar halk edebiyatında, aşk konulu halk şarkılarından başka, bir de “iynar”
adı verilen maniler vardır. Bu manilerin, Anadolu’da söylenen manilerden bir farkı
yoktur. Genellikle birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir. İlk iki mısra ile son iki
[s. 139] mısra arasında anlam bütünlüğü yoktur. Konuları genellikle aşk üzerinedir.

4. Ağıtlar

Karaçay-Malkar Türkçesinde “küv~küy”, “sıyıt” ve “sarın” adı verilen ağıtlar, Karaçay-


Malkar halk edebiyatında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü, Karaçay-Malkarlılar gerek
toplumsal, gerekse ferdî, olumsuz bir şekilde sonuçlanan, hemen hemen her bir olay ve
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

durum için ağıt türünde bir halk şarkısı yapmışlardır. Karaçay-Malkar ağıtları; savaşta
şehit olan yiğitler, salgın hastalıklar sebebiyle baş gösteren toplu ölümler, haksızlık ve
tertip sonucu öldürülen yiğit gençler, birbirlerine kavuşamayıp ölen sevgililer, vb. gibi
çok çeşitli konuları kapsamaktadır. “Gapalav”, “Kanamat”, “Akbiyçe ile Ramazan” ve
“Zariyat” gibi ağıt türündeki halk şarkıları, Karaçay-Malkar ağıtlarından sadece birkaç
örnektir.

“Kanamat” adlı ağıtta, Töben Teberdi [Sıntı] köyünde Ebze sülalesine mensup Aliy oğlu
Kanamat’ın 1886-1893 yılları arasında başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Töben
Teberdi köyünün muhtarı Cavba oğlu Tokmak, Çarlık Rusyası yönetimine şirin
görünmek için suçsuz yere Kanamat’ı tutuklatarak hapse attırır. Ancak, Kanamat kısa
bir süre sonra bir yolunu bulup hapisten kaçmayı başarır ve dağlara çıkar. Kanamat yedi
yıl boyunca dağlarda perişan bir şekilde dolaştıktan sonra bu şekilde yaşamanın bir
sonu olmayacağını düşünerek Karaçay’dan temelli gitmeye karar verir. Gerekli kağıtları
hazırlatmak üzere, o dönemde Karaçay’ın merkezi konumunda olan Uçkulan köyüne
gider. Fakat, Uçkulan köyünün ileri gelenleri birtakım hilelerle Kanamat’ı yakalamak için
pusu kurarlar. Kanamat epey bir zaman teslim olmamak için direnir fakat sayıca fazla
olan muhafızlar tarafından öldürülmekten kurtulamaz. Kanamat’ın haksız yere
tutuklanması, yedi yıl boyunca dağlarda kaçarak yaşaması ve nihayetinde pusu
kurularak öldürülmesine Karaçay halkı çok üzülmüş ve onun adına bir ağıt
yapmıştır.[12]

5. Dua-Dilek ve Beddua

[s. 140] Karaçay-Malkar halk edebiyatında “algış” adı verilen dua-dilekler; eski inanç,
sihir ve büyüden birtakım unsurlar alarak beslenen ve birtakım müspet ve menfi
hükümler bildiren, şiir biçiminde ve kafiyeli, bazıları uzun, bazıları ise kısa olan sözlü
gelenek ürünleridir. Karaçay-Malkar halk edebiyatında; düğün gibi insanların sevinçli ve
mutlu olduğu ortamlarda, sağlık veya hastalık durumunda, yağmurun yağmasında,
mahsulün bereketli olmasında, kısacası doğumdan ölüme kadar olup biten bütün her
şey için söylenen bir dua-dilek vardır. Bunun dışında, “kargış” adı verilen beddualarda
ise; genel olarak kişinin kendisine veya yakınlarına zararı dokunan bir kişiye veya
kişilere şiddetli bir şekilde bela okuması veya lanet etmesi anlatılır.

6. Nükteler ve Hicivler

Karaçay-Malkar halk edebiyatında “çam-cır” adı verilen nükteli halk şarkıları ile “seleke”
adı verilen hicivlerin önemli bir yeri vardır. Bu tür halk şarkılarında genellikle kişilerin
yaptığı birtakım hal ve hareketleri kimi zaman şakayla karışık, komik bir şekilde; kimi
zaman da sert ve olumsuz bir şekilde hicvedilerek anlatılmaktadır. Konuları genellikle;
idare edenler ile idare edilenler arasındaki sosyal ve ekonomik çatışmalar, kişilerin
birtakım uygunsuz davranış ve tavırları, dinî inanç ve adetler ile birtakım yasak
davranışlar vs. hakkındadır. Nükteli halk şarkılarına örnek olarak “Cörme”, “Bayçoralanı
Kara-Caş” ve “Tav Kışlıkla” adlı şarkıları gösterebiliriz.[13] Meşhur halk şairi Kalay oğlu
Appa’nın şiirleri, Karaçay-Malkar hiciv ürünlerinin en güzel örneklerini teşkil etmektedir.

7. Nasreddin Hoca

Halk söylencelerine göre, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde doğup, Konya’nın Akşehir


ilçesine ölen Nasreddin Hoca, Türkiye başta olmak üzere bütün Türk Dünyası’nda
yaygın olarak bilinmektedir. Onun adına mal edilen fıkralar yalnız Türk dilinin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

konuşulduğu [s. 141] coğrafyada değil, Türklerle uzaktan yakından ilişki kurmuş birçok
milletlerin kültüründe de yer almaktadır. Karaçay-Malkar halk edebiyatında “Nasra
Hoca” adıyla bilinen Nasreddin Hoca’nın fıkraları, Türkiye’deki Nasreddin Hoca
fıkralarıyla hemen hemen aynıdır. Birtakım esprilerin altında yatan bilgeliği ve pratik
zekası ile korkusuz kişiliği ve hazırcevaplığıyla çıkar karşımıza. Karaçay-Malkar halk
edebiyatındaki Nasra Hoca’nın fıkralarından bir örnek verelim; “Adamın biri Nasreddin
Hoca’nın omzuna dokunup: Hoca görüyor musun, börekleri götürüyorlar demiş. Hoca,
adama: Bana ne fayda? diye cevap vermiş. Adam: Börekleri sizin eve götürüyorlar
deyince bu sefer Hoca: Peki o zaman sana ne fayda? demiş.”[14]

8. Ninniler, Çocuk Şarkıları, Tekerlemeler

Kaşgarlı Mahmut’ta ninni sözüne karşılık olarak “balu-balu” şeklinde geçen, Karaçay-
Malkar Türkçesinde “bellaw” ve “beşik cır” adı verilen ninniler ile “sabiy cır” adı verilen
çocuk şarkılarının Karaçay-Malkar halk edebiyatında önemli bir yeri vardır. Eski
Karaçay-Malkar toplumunda çocukların yetiştirilmesine ayrı bir önem verilmiştir. Daha
çok küçük yaşlardan itibaren toplumun adet ve gelenekleri öğretilir, adetler gereği
çocuklar genellikle dede ve neneler tarafından yetiştirilirdi. Dede ve nenelerin torunları
için söyledikleri çocuk şarkıları vardır. Bunlar genellikle çocuklar oynatılırken söylenirdi.
Sözgelimi; Bara-bara baz tabdım, Cuv-cuv-cuvala, Tarta-soza, Durku-durku” vs. adlı
şarkılar bu tür şarkılara örnek olarak verilebilir.[15]

9. Atasözleri

Atasözleri, toplumların hayat tecrübelerinden kaynaklanan ve bilgeliğinin ürünü olan


küçük cümle kalıplarıdır. Karaçay-Malkar Türkleri, Nart destanlarında geçen Nart
kahramanlarını kendi ataları saydıklarından, atasözlerine de “Nart-söz” adını
vermişlerdir. [s. 142] Nart-sözleri, Karaçay-Malkar Türklerinin eski hayat tarzını, eski
kültürünü, sosyal ve ekonomik yapısını yansıtırlar. Basit kuruluşlu ama derin
anlamlıdırlar.

Karaçay-Malkar Türkleri söz söylemeyi, konuşmayı ve sohbet etmeyi oldukça seven bir
halktır. Özellikle de, bir topluluk içinde söz söylemek, daha doğrusu söz söylemesini
bilmek, bir Karaçay-Malkarlı için en büyük hüner sayılır. Konuşmacı söz arasında fakat
gerekli olduğu yerde, düşüncelerine veya söylemek istediklerine belirginlik ve güç
katmak için Nart-sözler söylemeye özen gösterir. Çünkü kendisi de bilir ki “Nart-söz tilge
can salır” [atasözü dile can verir].[16]

10. Bilmeceler

Karaçay-Malkar Türkçesinde “comak” adı verilen bilmecelerin halk edebiyatında önemli


bir yeri vardır. Günümüzde artık çocukların bir oyun veya bir eğlence aracı haline gelen
bilmecelerin, eski Karaçay-Malkar toplumunun kültür hayatında özel bir önemi ve ciddi
görevleri olmuştur.

Karaçay-Malkar Türkleri eskiden bilmecelere o kadar önem verirlerdi ki, yetişkin hatta
yaşlı Karaçay-Malkarlılar özellikle kış mevsimlerinde her gece “bilmece toplantıları”
düzenlerlerdi. Bilmece toplantılarının kış gecelerinde yapılmasının sebebi; bahar, yaz ve
sonbahar aylarının iş mevsimi olmasından kaynaklanıyordu. Öte yandan, tarla sürme
zamanı ve koyunların kuzuladığı dönemler ile dini bayramlarda bilmece toplantıları
düzenlemek, uğursuzluk sayıldığından, kesinlikle yasaklanmıştı.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bilmece toplantılarında, yetişkin kişiler iki gruba ayrılır ve karşılıklı bilmeceler sorulur; bir
bakıma bilgide, zekâda, muhakemede, hafızada, dikkatte, üstünlük yarışması yapılırdı.
Bilmeceyi soran kişi, eğer karşısındaki kişi veya grup bilmecenin cevabını bilemezse, [s.
143] bilmecenin cevabı karşılığında bir köy isterdi. Bilmecenin cevabını bilemeyen kişi
de onun bu isteğini kabul etmek zorunda kalır ve önce kendi seçtiği köylerden birini
verirdi. Fakat bilmeceyi soran kişi eğer verilen köyü beğenmezse kendi seçtiği bir köyü
isterdi. Karşısındaki de bilmecenin cevabını öğrenmek için onun istediği köyü vermek
zorunda kalırdı. Öte yandan, bilmecenin cevabını doğru şekilde bildiği takdirde, aynı
şeyler bilmeceyi soran kişi için de geçerlidir. Yani, bilmeceyi doğru olarak cevaplayan
kişi, bilmeceyi soran kişiden, kendi seçtiği bir köyü alabilir. XVIII. yüzyılda Matçi Aliy ile
XIX. yüzyılda Appiy Hasan gibi bütün Karaçay köylerini almayı başaran bilmece ustaları
çıkmıştır. Böylelikle, Karaçay-Malkar halk edebiyatında “El Bergen Comak” adı verilen
bilmeceler doğmuştur. “El Bergen Comak” sözünün Türkiye Türkçesindeki tam karşılığı
“Köy Verilen Bilmece” [cevabı karşılığında köy verilen bilmece] şeklindedir. “El Bergen
Comak” sözü daha sonraları kısaca “El-Ber” şeklinde söylenir olmuştur. Günümüz
Karaçay-Malkar halk edebiyatı literatüründe genel olarak bilmece terimi için “elber” sözü
kullanılmaktadır.[17]

11. Masallar

Karaçay-Malkar halk edebiyatı ürünlerinin en yaygın olanlarından biri de masallardır.


Karaçay-Malkar Türkçesinde genel olarak masallara “comak” ve “tawruh” [
[s. 144] Kahramanlar ve kahramanların yaşadıkları veya bulundukları yerler genellikle
tespit edilemez şekilde hayal ürünüdür. Fakat bazıları efsane-menkıbe türüyle karışmış
durumdadır. Karaçay-Malkar masalların kahramanları ve konuları; insanlar, hayvanlar,
çeşitli maddeler, yaratıklar, fikir veya nasihat vermek vs. akla gelen her şey hakkında
olabilir.[18]

12. Halk Şairleri

Karaçay-Malkar Türklerinin eski tarih, kültür ve sosyal hayatının izlerini taşıyan;


Karaçay-Malkar Türkçesinde “cır” veya “halk-cır” adı verilen destan tarzındaki halk
şarkılarının oluşmasına ve ayrıca kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar
gelmesine aracılık eden, Karaçay-Malkar Türkçesinde “cırçı” adı verilen halk şairlerinin
eski Karaçay-Malkar halk edebiyatında önemli bir yeri vardır.

Karaçay-Malkar halk şairleri hakkında ilk ayrıntılı bilgileri veren Safar-Aliy Orusbiy şöyle
söylemektedir: “Halk şairleri, herhangi bir sebepten dolayı yapılan toplantılarda, örneğin
düğünlerde, cenazelerde vb. yerlerde bulunurlar, toplantının anlamına ve önemine göre
halk şarkıları söylerler veya yeni şarkılar besteleyerek o anda icra ederler. Halk şairleri,
kendi zamanlarının edebiyatçıları olmuşlardır. Onlar sürekli farklı yerleri dolaştıkları için
söyledikleri halk şarkıları da her tarafa yayılmıştır. Halk şairleri yaşlı ve bilge kişiler ile
yiğit gençlere övgü türünde halk şarkıları yaparlar. Öte yandan, kötü, iki yüzlü ve
ahlaksız insanları da çok sert bir şekilde eleştiren halk şarkıları da yapmışlardır. Halk
şairleri eskiden toplumda oldukça önemli bir konuma sahip idiler. Çünkü, birçok olay ve
durumun halkın anlamasında doğrudan etkili olmuşlardır.”[19]

İslam Karaçaylı [Hubiy] ise, Karaçay-Malkar halk şairlerinin, başka milletlerin halk
şairlerinden bazı yönlerden farklı olduğunu [s. 145] şöyle anlatmaktadır: “Büyük
milletlerin halk şairleri, kralların ve kalelerin gölgesinde, meydanlarda ve pazarlarda
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

karşılarına kim çıkarsa ona övgüler dizerek destanlar söylemişlerdir. Karaçay-Malkar


halk şairleri ise böyle değildir. Karşılaştıkları bir olay veya bir durumu gerektiğinde
övmesini, gerektiğinde ise sonuna kadar yermesini bilmişlerdir.”[20]

Karaçay-Malkar Türklerinde halk şairlerinin sayısı oldukça fazladır. En meşhurları


arasında; Kara-Mussa, Zantuvdu Moka, Kaltur Semen, Küçük Bayramuk, Kasbot
Koçhar, Appa Canibek, Örüzmek Mekkâ, Kaysın Batdı, Şeke Bayçora, İsmail Semen,
Kâzim Möçü, Aliy Ette, Hamzat Bittir, Davut Malkondu, Abuk-Aliy Özden, Gitçe Teka
gibi isimleri sayabiliriz.

Bilinen en eski Karaçay-Malkar halk şairi olan Kara-Mussa’nın [17. Yüzyıl] doğum ve
ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte, 17. Yüzyılın önde gelen
Malkar beylerinden Artutay Aydabol’un himayesinde yaşadığı tespit edilmiştir. Kara-
Mussa’nın “Zurnukla” [Turnalar], Gürcü Patçah Teymuraz” [Gürcü Kralı Teymuraz ],
“Artutaynı Küyü” [Artuyay’ın Ağıtı] adlı üç şiiri vardır.[21]

Zantuvdu Moka [1695-1798], Kafkasya tarihine ışık tutacak halk şarkılarının sahibidir.
“Qaytuq ulu Sarı Aslanbek bla Qanuq ulu Esen” adlı halk şarkısında; Kafkasya’nın
kuzey batı kısmını hakimiyet altına alan Kabardey Çerkes beyi Kaytuk oğlu Sarı
Aslanbek’in, Osetlerden vergi almak üzere Kanuk oğlu Esen Bey’in topraklarına yaptığı
seferi anlatmaktadır. Bu halk şarkısından başka “Zanhotları” ve “Nogaylı Kız” adlı halk
şarkılarının da Zantuvdu Moka’ya ait olduğu tespit edilmiştir.[22]

Debo oğlu Küçük Bayramuk [1772-1862], Hurzuk köyünde doğmuş, Dağıstan’ın Aksay
kasabasında medrese eğitimi almış, [s. 146] Türkçe, Rusça ve Arapça dillerini
öğrenmiştir. Başta İstanbul ve Mekke olmak üzere doğu illerinin birçoğunu gezip
görmüştür. Döneminin ileri gelen aydınlarından biri olan Küçük Bayramuk’un aynı
zamanda değerli şair olduğu bilinmekle birlikte onun şiirlerinin birçoğu artık halk şarkısı
haline geldiğinden bunlardan hangisinin Küçük Bayramuk’a ait olduğu henüz layıkıyla
tespit edilememiştir. Edebiyat tarihçisi Asiyat Kara’ya göre, 1828 yılında Çarlık
Rusyası’nın Karaçay topraklarını işgalini anlatan “Hasavka” ve “Bagatır ulu Umar” adlı
tarihi halk şarkıları Küçük Bayramuk’a aittir.[23]

Bagır oğlu Kasbot Koçhar [1834-1940], Karaçay-Malkar halk şairlerinin en meşhurudur.


Şiirlerinin birçoğu artık halk şarkısı haline gelerek anonimleşmiştir. “Deboş”, “Horasan”
ve “Aycayak” adlı halk şarkıları onun en meşhur halk şarkılarından birkaçıdır. Kasbot
Koçhar’ın şiirleri, birçok şiir antolojisinde yayımlanmış, şiirlerinin bir bölümünün
bulunduğu “Saylamala” [Seçmeler] adlı kitabı da ölümünden sonra ancak 1964 yılında
yayımlanabilmiştir. Bunun dışında, Prof. Dr. Magomet Habiç’in, Kasbot Koçhar’ın
hayatını ve bütün eserlerini konu alan, büyük bir emekle hazırlayarak 1986 yılında
yayımladığı “Koçharlanı Kasbot-Halk Cırçılanı Tamadası” [Kasbot Koçhar-Halk
Şairlerinin Önderi] adlı kitabı vardır. [24]

Tipik bir gezgin-halk şairi olarak bütün hayatını at sırtında geçiren Kala-Geriy oğlu Appa
Canibek [1860-1934] bir hiciv ustasıdır. Gezip gördüğü yerlerde karşılaştığı aksi, cimri,
görgüsüz, kaba ve özellikle de varlıklı kişileri sert bir şekilde eleştirerek hicivler
söylemiştir. Bu hicivleriyle varlıklı kimselerden büyük tepki görmekle birlikte fakir halk
tabakalarının büyük sevgisini kazanmıştır. [s. 147] Varlıklı kimselerin asılsız suçlamaları
nedeniyle iki kere tutuklanarak Sibirya’ya çalışma kamplarına sürgün olarak gönderilmiş
ve toplam on bir yıl sürgün hayatı yaşamıştır. Kalay oğlu Appa’nın şiirleri değişik
tarihlerde yayımlanan Karaçay şiir antolojilerinde yer almıştır. Bunun dışında, Rimma
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Ortabay ile Ahiya Bici’nin hazırladığı, Kalay oğlu Appa’nın hayatını ve bütün eserlerini
konu alan “Kalay ulu Appanı Izın Izlay, Çerkessk, 1995” [Kalay oğlu Appa’nın İzlerinin
Peşinde] adlı bir kitap yayımlanmıştır. [25]

Karaçay-Malkar edebiyat tarihçileri tarafından Malkar sözlü-halk edebiyatının son


temsilcisi olarak gösterilen Kâzim Möçü [1859-1945], aslında bir halk şairi olarak değil,
yazılı Malkar edebiyatının kurucusu şeklinde değerlendirilmelidir. Kâzim Möçü’nün
Malkarlı Bolşevik Soltan-Hamit Kalabek’e ithafen yazmış olduğu “Soltan-Hamit” adlı şiiri
ve daha birkaç şiiri halk tarafından çok sevilmiş ve birer halk şarkısı haline
getirilmiştir.[26]

Unuh oğlu İsmail Semen [1891-1981], küçük yaştan itibaren medrese eğitimi alarak
Arapça okumayı ve yazmayı öğrenmiştir. Karaçay edebiyat hayatına halk şairi olarak
giren İsmail Semen 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra modern şiir çalışmalarına
başlamıştır. XX. yüzyıl Karaçay halk şiirinin son temsilcisi olan İsmail Semen 1939
yılında Ermenistan’ın başkenti Erivan’da, “David Sasun Destanının 1000. Yılı” şerefine
düzenlenen halk şairleri yarışmasında birinci olmuştur. İsmail Semen’in şiirlerinin büyük
bir kısmı halk şarkısı haline gelmiştir. “Mingi Taw” [Elbruz Dağı] adlı şiiri, adeta Karaçay-
Malkar Türklerinin milli marşı gibidir. İlk hanımı Anisat için yazdığı iki bin dörtlük kadar
uzunluğundaki “Aktamak” adlı şarkısı çok meşhurdur. İsmail Semen’in şiirlerinde
Kafkasya’ya, ata yurduna ve tabiata olan sevgisi fazlasıyla [s. 148] hissedilmektedir.
İsmail Semen sıradan bir halk şairi değil, aynı zamanda modern Karaçay şiirinin de
önde gelen isimlerinden biridir. 1940’lı yılların başlarında Sovyet düzenine karşı yazdığı
şiirleri nedeniyle Sovyet hükümeti yetkilileri tarafından hemen göz altına alınarak sürekli
baskı altında tutulmuştur. Hatta, değişik tarihlerde yayımlanan Karaçay şiir
antolojilerinde İsmail Semen’in şiirlerine yer verilmemiş, böylece onu Karaçay
edebiyatından silmek ve unutturmak için istenilmiştir. Son yıllarda, İsmail Semen’in
şöhretine layık bir şekilde ilmî çalışmalar yapılmakta, İsmail Semen’in şarkı ve şiirleri
kitaplar halinde yayımlanmaktadır. İsmail Semen’in şiirlerinde Kafkasya’ya, ata yurduna
ve tabiata olan sevgisi fazlasıyla hissedilmektedir. Ayrıca, Stalin ve Beriya başta olmak
üzere Sovyet yöneticilerini sert bir şekilde eleştiren şiirleri dikkat çekmektedir.[27]

B. YAZILI EDEBİYAT

1. Karaçay-Malkar Türkçesi Yazı Dilinin Teşekkülü

Eldeki bilgi ve belgelerden, Karaçay-Malkar Türklerinin ilk olarak Arap harflerine dayalı
bir yazı kullandıkları anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyılda İslam dinini kabul eden Karaçay-
Malkar Türkleri aynı zamanda Arap alfabesiyle de tanışmış ve birtakım işlerde Arap
yazısını kullanmaya başlamışlardır. Üzerinde birtakım töre kararlarının yazılı olduğu
1715 tarihli Holam Yazıtı, Karaçay-Malkar Türkçesine ait Arap alfabesiyle yazılmış en
eski yazıt sayılmaktadır.

Karaçay-Malkar Türklerinin yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamıştır. Debo oğlu
Küçük Bayramuk, Yusuf Haçir, Eldavur oğlu Geriy Sılpagar ve Malkarlı Muhammmed’ül
Varakî gibi medrese tahsili görmüş kimselerin Arap alfabesiyle yazmış oldukları dinî
manzumeler Karaçay-Malkar Türklerinin yazılı ilk edebi eserleri olarak değerlendirilebilir.
Ancak bu eserler matbu olmayıp, tamamı el yazması şeklindedir. Yusuf Haçir ile
Muhammmed’ül Varakî’nin manzumelerinden bir kısmı yıllar sonra Dr. Yılmaz Nevruz
tarafından Türkiye’de [s. 149] yayımlanabilmiştir.[28] Ayrıca, Kart-curt köyü medresesi
müderrisi Eldavur oğlu Geriy Sılpagar’ın [1857-1906] fıkıh, kelam ve hadis üzerine çok
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

sayıda eser verdiği rivayet edilmektedir. Fakat bu eserlerden hiçbiri maalesef matbu
değildir. Geriy Efendi, Osmanlı Türkiyesi’ne yerleştikten sonra, beraberinde getirdiği
eserlerinin hepsi muhtelif zamanlarda ve bir şekilde kaybolmuştur.[29]

1909 yılında Dağıstan’ın Temirhan-Şura [bugünkü Buynakskiy] şehrinde Lokman Asanî


el-Balkarî’nin “Kitâbü Mürşidi'n-Nisâ” [Kadının Rehber Kitabı] adlı eseri yayımlanmıştır.
Bu eser Arap harfleriyle ve Karaçay-Malkar Türkçesiyle basılmış ilk kitaptır. Bu eserin
son kısmında, Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının babası sayılan Kâzim Möçü’nün
“İyman-İslam” [İman-İslam] adlı manzûmesi de yer almaktadır. Kâzim Möçü’nün “Soltan-
Hamit el-Çegemî” [Çegemli Soltan-Hamit] adlı ikinci kitabı 1918 yılında Baksan-Kala’da
yayımlanmıştır. Kâzim Möçü bu kitabına konu olan ve sonraları halk tarafından çok
sevildiği için bir halk şarkısı haline gelen “Soltan-Hamit” adlı uzun şiirini Malkarlı
Bolşevik ihtilalcisi Soltan-Hamit Kalabek’e ithafen yazmıştır.[30] Bunun dışında, Teberdi
köyünde imamlık ve medrese hocalığı yapan İsmail Akbay’ın 1916 yılında Tiflis’te Arap
alfabesiyle yayımladığı “Ana Tili” [Ana Dili] adlı [s. 150] kitabı da ilk matbu eserlerdendir.
İsmail Akbay’ın bu kitabında, kendi yazdığı şiirler ve Rus edibi Krılov’un
manzumelerinden çeviriler yer almaktadır. [31]

Elbette, bu ilk eserlerin yayımlandığı yıllarda, Karaçay-Malkar Türklerinin gerçek


anlamda bir yazılı edebiyata sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu dönemde,
medrese tahsili görmüş birkaç kişi dışında, halkın büyük çoğunluğu, yazılı edebiyat bir
tarafa, okuma-yazmayı dahi bilmiyordu.

Arap alfabesine dayalı, gerçek anlamda Karaçay-Malkar yazılı edebiyatı ancak 1920’li
yılların ortalarında başlayabilmiştir. 1922 yılında Batalpaşinski [bugünkü Çerkessk]
şehrinde Rusça yayımlanmaya başlayan “Gorskaya Bednota” [Yoksul Dağlılar]
gazetesinin bir sayfasında, Arap alfabesi ve Karaçay-Malkar Türkçesiyle şiirler,
makaleler ve haberler yayımlanmaya başlanmıştır. Bunu müteakip, 19 Ekim 1924
yılında tamamı Karaçay-Malkar Türkçesi ve Arap alfabesiyle “Tawlu Caşaw” [Dağlı
Hayatı] adlı ilk Karaçay-Malkar gazetesinin yayım hayatına başlamasıyla gerçek
anlamda Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının doğuşu gerçekleşmiştir. 1928 yılında
“Tawlu Carlıla” [Yoksul Dağlılar] adını alacak olan bu gazetenin, Karaçay-Malkar yazılı
edebiyatının teşekkülü ve gelişiminde çok büyük rolü vardır. Bunun dışında, Karaçay-
Malkar Türkçesi ve Arap alfabesiyle 1924 yılında Moskova’da basılan Karaçaylı şair
İssa Karaköt’ün “Cangı Şigirle” [Yeni Şiirler] adlı kitabı, modern Karaçay-Malkar şiirinin
ilk eseri sayılmaktadır.[32]

Karaçaylı ressam ve şair İslam Kırımşavhal, 1908-1910 yıllarında ilk defa, Karaçay-
Malkar Türkçesi için Latin alfabesi çalışmalarını başlatmış ise de, konuyla ilgili asıl ciddi
ve ilmî çalışmaları Umar Aliy ile Magomet Eney yapmıştır. Umar Aliy’in 1924 [s. 151]
yılında yayımlanan “Cangı Karaçay-Malkar Elible” [Yeni Karaçay-Malkar Harfleri] adlı
kitabı Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Latin alfabesiyle yayımlanmış ilk kitaptır.[33]
Ancak, Umar Aliy’in bu kitabından çok daha önce, Wilhelm Pröhle ve Gyula Nemeth’in
“Keleti Szemle” dergisinde 1909-1916 yılları arasında yayımlanan ilmi çalışmalarından
bahsetmek gerekir. Çünkü, W. Pröhle ve Gy. Nemeth’in sözlük, gramer ve folklor
çalışmaları söz konusu dergide Latin harfleriyle yayımlanmıştır. Bilhassa, W. Pröhle’nin
“Karatschajische Studien” ve “Balkarische Studien-II” adlı çalışmalarında yer alan
masal, efsane, hikaye, destan, halk şarkısı ve mani gibi halk edebiyatı ürünleri,
Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Latin harfleriyle verilmiştir.[34]

1926 yılında “Tawlu Caşaw” gazetesi ve diğer bütün matbuatın Latin alfabesine
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

geçmesiyle Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının gelişimi daha da hızlanmıştır, birbiri


ardına kitaplar yayımlanmaya başlamıştır. İsmail Akbay’ın “Ana Tili” [Ana Dili-1924] ve
“Tılmaç” [Dilmaç~Rusça-Karaçayca Sözlük-1926], Ashat Bici’nin “Bilim” [1926], Azret
Örten’in “Cangı Cırla” [Yeni Şarkılar-1927] ve “Erkinlikni Ciltinleri” [Hürriyet Kıvılcımları-
1929], Umar Aliy’in “Birlikde Tirlik” [Birlikte-Dirlik-1929], Umar Bayramkul’un “Qaraçay
Tilni Grammatikası” [Karaçay Dilinin Grameri-1931] ve Hasan Appa’nın “Kara Kübür”
[Kara Sandık-1935] vs. adlı Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Latin alfabesiyle yayımlanan
eserler, [s. 152] Karaçay-Malkar Türkçesi yazı dilinin ve yazılı edebiyatın gelişmesinde
büyük pay sahibidirler.

1938 yılında Rus [Kiril] harflerine dayalı Karaçay-Malkar Türkçesi alfabesinin kabul
edilmesiyle birlikte Latin alfabesi matbuatına da son verilmiştir. Aslında, Rus [Kiril]
alfabesi 1938 yılından çok daha önce Karaçay-Malkar Türkleri tarafından bilinmekte ve
kullanılmaktaydı. 1827 yılında Malkar Türklerinin, 1828 yılında da Karaçay Türklerinin
Rus Çarlığı hakimiyetine girmesinden sonra Ruslar derhal Karaçay ve Malkar köylerinde
Rusça eğitim veren okullar açmışlardı. Kart-curt köyündeki Rus okulunun öğretmeni
Nikolay Kiriçenko, köyün ileri gelenlerinden Abdulkerim Hubiy’in yardımıyla 1897 yılında
ilk “Rus-Karaçay Sözlüğü”nü hazırlamıştır. Karaçaylı aydın kimseler, Karaçay’daki Rus
okullarında Rusça eğitimin yanı sıra ana dilde de eğitim yapılması gerektiğini
kavramışlar ve bu yönde birtakım çalışmalar yapmaya başlamışlardı. İlk olarak,
Abdulkerim oğlu İmmolat Hubiy, Karaçay-Malkar Türkçesi için bir Rus [Kiril] alfabesi
hazırlamış fakat Rusça eğitim veren okullarda ana dilde eğitime izin verilmeyince bu
alfabenin bir kullanım alanı olmamış, dolayısıyla da bu dönemde Rus [Kiril] harflerine
dayalı bir alfabeyle Karaçay-Malkar Türkçesinde herhangi bir eser
yayımlanamamıştır.[35]

2. Karaçay Türklerinin Yazılı Edebiyatı

Karaçay yazılı edebiyatının kuruluş dönemi Kasbot Koçhar, Appa Canibek ve İsmail
Semen gibi halk şiirinin son temsilcileri ile dönemin Çarlık Rusyası okullarında, İstanbul
ve Dağıstan medreselerinde tahsil görerek yurtlarına dönen İslam Kırımşavhal, İsmail
Akbay, İslam Hubiy, Umar Aliy, Ashat Bici, İsmail Karaköt, Azret Örten ve Hasan Appa
gibi Karaçaylı genç eğitimcilerle başlamıştır. Kuruluş döneminin şairleri, başta İssa
Karaköt ve Azret Örten olmak üzere, Davut Baykul, Abdulkerim Batça, Hasan Bostan ve
diğerleri yeni gelen Bolşevik ve sonrasındaki Sovyet düzeninin iyiliğini, rahatlığını, fakir
halkın ihtilali nasıl [s. 153] sevinçle karşıladığını anlatan coşkulu şiirler yazmışlardır.
Eski hayat ile Sovyet düzeninin karşılaştırılması ön plandadır. Sovyet dönemi öncesi
Karaçay Türklerinde sosyal tabakalar arasındaki çatışmalar anlatılmakta, devrim
sayesinde fakir halkın, zengin beylerin zulmünden kurtuldukları vurgulanmakta; bazı
adet ve geleneklerin bozukluğu ve kötülüğü ifade edilerek bazı millî değerler
aşağılanmakta; dinin kültürü ve sanatı gerilettiği, milletin gelişmesinin önünde bir engel
olarak durduğu işlenmektedir.

1917 Bolşevik ihtilalinden itibaren 1930'lu yılların sonlarına kadar devam eden yazılı
Karaçay edebiyatının kuruluş döneminde şiir ve nesrin ana teması Sovyet rejimini halka
anlatmak ve benimsetmektir. Kasbot Koçhar ve Appa Canibek gibi, 1917 Bolşevik ihtilali
öncesi dönemin meşhur halk şairleri de yeni kurulan Sovyet düzenini canı gönülden
desteklemişler; Sosyalizm, Sovyet hayatı, Komünist Parti, Lenin vs. konularında yeni
halk şarkıları yapmışlardır. Bu tür konuları bilhassa İssa Karaköt ve Azret Örten
şiirlerinde bolca işlemişler ve adeta bu dönemin ateşli bayrak şairleri olmuşlardır. Umar
Aliy ve İslam Hubiy ise daha çok Komünizm ve Sovyet hayatını konu alan siyasi ve
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

iktisadi makaleler yazmışlardır.

1927 yılında İslam Hubiy’in başkanlığında Abidat Botaş, Magomet Dışekov ve Halid
Astejev’in kurucu üyeliğinde “Karaçay-Çerkes Yazarlar Birliği” kurulmuştur. Bu derneğin
Karaçay yazılı edebiyatının gelişmesinde büyük katkısı vardır. Kuruluşun şiir bölümünü
İssa Karaköt ile Ashat Bici, nesir bölümünü Abdulkerim Batça, tiyatro ve piyes bölümünü
de Gemma Geben ile Abitat Botaş yürütmüşlerdir. Bu dönemde; Hasan Appa, Azret
Örten, İssa Karaköt, Ashat Bici, Abidat Botaş, Hasan Bostan, Davut Baykul ve
Abdulkerim Batça’nın birlikte hazırladıkları “Almanax-Qaraçay Sovet Xudojestvo
Literaturanı Ülgüleri” [Almanak-Karaçay Sovyet Sanatı ve Edebiyatından Örnekler-
Mikoyan-Şahar, 1936], Karaçaylı şairlerin müşterek hazırladıkları “Nazmula” [Şiirler-
Mikoyan-Şahar, 1937] “Cırla bla İynarla” [Şarkılar ve Maniler-Mikoyan Şahar-1938],
“Cırla bla Nazmula” [Şarkılar ve Şiirler-Mikoyan Şahar, 1938], “Stihi i Pesni” [Şiirler ve
Şarkılar-Pyatigorsk, 1940] adlı kitaplar yayımlanmıştır.

[s. 154] Bu dönemde, “Kara Kübür” [Kara Sandık] adlı romanın müellifi Hasan Appa
[1904-1939] dikkat çekmektedir. Hasan Appa 1930-36 yılları arasında Karaçay-Çerkes
Ö.B. Komünist Partisinin üst düzey kademelerinde çalışmış ve bilâhare Karaçay-Çerkes
Ö.B. Başsavcısı olarak görev yapmış, 1936 yılında Karaçay-Çerkes Ö.B. Komünist
Partisi 2. Sekreteri, 1937 yılında da 1. Sekreteri olmuştur. Hasan Appa, Karaçaylıların
kurtuluşunun ancak Komünizm ile gerçekleşeceğine yürekten inanan samimi bir
Komünist idi. Fakat ilerleyen yıllarda, Rusların komünizm maskesi altında Karaçay
Türklerine yaptığı zulmü bizzat yaşayıp görünce hayal kırıklığına uğramış ve Komünist
hareket içerisinde olmaktan duyduğu pişmanlığı halkına karşı açıkça itiraf etmiştir. 1937
yılında tutuklanan Hasan Appa iki yıla yakın bir süre hapishanede korkunç işkencelere
maruz kalmış, sağlığını tamamen kaybetmiş bir vaziyette, ölümünden bir ay önce
kaldırıldığı Batalpaşinski [bugünkü Çerkessk] şehri hastanesinde henüz 35 yaşını
doldurmadan 4 Haziran 1939 tarihinde ölmüştür.

Hasan Appa’nın yazılı Karaçay edebiyatındaki asıl önemi ve şöhreti 1935 yılında
yayımlanan meşhur “Kara Kübür” [Kara Sandık] adlı üç ciltlik romanıyla teşekkül
etmiştir. Bu romanın en büyük özelliği Karaçay-Malkar Türkçesiyle yazılmış ilk roman
olmasıdır. Romanın ilk iki cildi 1935 ve 1936 yıllarında yayımlanmış, daha sonra bu ilk
iki cilt tek bir cilt halinde birleştirilerek 1937 yılında tekrar yayımlanmıştır. Romanın en
önemli ve son bölümü olan üçüncü cildi ise Hasan Appa’nın tutuklanması ve sonra da
öldürülmesi nedeniyle yayımlanamamıştır. Hasan Appa bu romanında; Karaçay
Türklerinin 1890’lı yılların sonu ile 1900’lü yılların başları, hatta doğrudan doğruya 1905
Rus ihtilaline rastlayan bir dönemini anlatmaktadır. Romanda, Karaçay’daki Çarlık
Rusyası idarecileri ile Karaçay beyleri, proleter bakış açısıyla sert bir şekilde
eleştirilirken; türlü baskılar altında ezilen fakir halk tabakalarının kurtulacağı günler, yani
Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki kurulacak olan yeni Sovyet hayatı müjdelenmektedir.
Hasan Appa ilerleyen yıllarda Sovyet rejiminin gerçek iç yüzünü ve çarpıklıklarını görüp
hayal kırıklığına uğrayınca, bu durumu anlatmak üzere [s. 155] romanının üçüncü cildini
kaleme almıştır. Fakat romanın üçüncü cildi [el yazması] yayımlanamadan, Hasan
Appa’nın tutuklandığı 1937 yılında NKVD görevlileri tarafından yakılarak imha edilmiştir.
Hasan Appa’nın yakın çalışma arkadaşlarının rivayetlerine göre, romanının üçüncü
cildinde Stalin ve Beriya gibi dönemin üst düzey liderleri eleştirilmekte ve Sovyet
rejiminin çarpıklıkları dile getirilmekteydi. Roman açık ve akıcı bir dille yazılmıştır. Rusça
kelimelerin kullanılmamasına özen gösterilmiştir. Tarihî olaylara, halk edebiyatı
ürünlerine ve etnografik unsurlara romanda bolca yer verilmekte, eski adet ve
geleneklerden örnekler verilerek Karaçay Türklerinin eski kültürü ve hayatı güzel bir
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

şekilde tasvir edilmektedir.[36]

1940-1960 yılları arası dönem; Sovyet düzeninin oturduğu, Sovyet tipi yerli aydınların ve
edebiyatçıların yetişip olgunlaştığı dönemdir. Bu dönemin şiirlerinin konusu, kuruluş
dönemiyle bağlantılı olarak hemen hemen aynıdır. Konular; Büyük Bolşevik Devrimi,
Kızıl Bayrak, Yeni Sovyet Hayatı, Lenin’e ve Komünist Partiye övgü, milletlerin
kardeşliği ve dostluğu vs.dir. Bu dönemin belli başlı şair ve yazarları arasında; Umar B.
Aliy, Abdulkerim Baykul, Şaharbiy Ebze, Tohtar Borlak, Magomet Orus, Halimat
Bayramuk, Osman Hubiy, Azret Semen, Azamat Süyünç, Seyit Laypan, Magomet
Çotça, Magomet Hubiy, Nasu Abayhan adlarını sayabiliriz.

Bu dönemin en önemli özelliği, 1930'lu yılların ortalarında seslerini duyurmaya başlayan


Halimat Bayramuk, Osman Hubiy ve Azret Semen gibi genç edebiyatçıların yazılı
Karaçay edebiyatına yeni bir çizgi getirmeleridir. Bu edebiyatçılar ilk şiir [s. 156]
yazmaya başladıkları yıllardan itibaren Sovyetik temalarla birlikte kişisel duygu ve
heyecanları anlatan lirik şiirler yazmışlar, ayrıca yurt, millet ve tabiat sevgisi gibi konuları
ön planda tutmaya çalışmışlardır.

Mesela, bu dönemde yetişen ve Karaçay edebiyatının en önemli temsilcisi olarak kabul


edilen Halimat Bayramuk dönemin tehlikeli şartlarına rağmen “Karçanı Üydegisi”
[Karça’nın Ailesi] adlı kitabında, birçok Karaçaylı yazar ve şairin aksine, cesur bir
şekilde, bütün eski millî adet ve geleneklerin kötülenmesine, bunların tamamen ortadan
kaldırılmasına karşı çıkmış, “kötüler gelenekler ortadan kaldırılsın fakat halkımız için
müspet olan millî değerlerimiz kalsın. Onlar, eskiden olduğu gibi bugün de, yani
Komünizm zamanında da bize lazımdır” diyebilmiştir.

Ne yazık ki, Halimat Bayramuk ve Osman Hubiy ile bu dönemin diğer yeni
edebiyatçılarının şiirde ve nesirde olgun eserler vermeye başladığı sırada, 2 Kasım
1943 tarihinde Karaçay Türkleri topyekün Orta Asya’nın muhtelif bölgelerine sürgün
edilmişlerdir. Karaçay Türklerinin sürgün hayatı sırasındaki dönemi, yazılı Karaçay
edebiyatının ölü dönemidir. Birçok Karaçaylı edebiyatçı ve aydın kişiler, çeşitli
bahanelerle tutuklanarak hapse atılmış ve hemen sonrasında işkence edilerek
öldürülmüşlerdir. Sağ kalabilenler ise Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde dağınık bir halde
en kötü şartlarda hayatta kalma mücadelesi vermişler, birçok yüksek tahsil görmüş
kişiler taş ocaklarında karın tokluğuna birer köle gibi çalıştırılmışlardır. Buna rağmen
bazı Karaçaylı şairler, Malkarlı şairlerle birlikte ortaklaşa hazırladıkları “Caşawubuznu
Bayragı” [Hayatımızın Bayrağı], “Bizni Sözübüz” [Bizim Sözümüz], “Birge Cırlayıq”
[Birlikte Şarkı Söyleyelim] adlı şiir antolojilerini yayımlamayı başarmışlardır.

1960-1970 yılları arası dönemde, Karaçay Türklerinin Orta Asya’daki sürgün hayatı
sona erip Kafkasya’ya dönmelerinden sonra; Halimat Bayramuk, Osman Hubiy ve Azret
Semen gibi önde gelen edebiyatçılar, Karaçay edebiyatını büyük bir heyecanla yeniden
kurma çalışmalarına başlamışlardır. Vatana kavuşma heyecanı ve sevinci, genel olarak
bu dönemin başlarında verilen eserlerin en belirgin konusudur. Fakat bu arada her
ihtimale karşı ve şartlar [s. 157] bunu gerektirdiğinden Sovyet düzenine duyulan
“minnettarlık” ve “sadakat” teması da bu dönemin eserlerinde göz ardı edilmemiştir.

Bu dönemde eskilerle birlikte yeni edebiyatçılar da yetişmeye başlamıştır. Yeni şair ve


yazarların arasında; Nazir Hubiy, Kulina Sılpagar, Husey Cavba, Bilal Appa, Mussa
Batça, Nazifa Kagıy, Azret Akbay, Albert Özden, Mediha Şaman, Baydımat Keçeruk
adlarını sayabiliriz. Bu dönemde, II. Dünya Savaşı üzerine yazılan eserlerin sayısı bir
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

hayli fazladır. Bu konuyla bağlantılı olarak şiir ve nesirde genellikle; Sovyetler Birliği
topraklarının savaşta Nazi-Alman ordularına karşı kahramanca savunulması, savaşta
ölenlerin kahramanlıklarını yansıtan övgü şiirleri, savaşın getirdiği yıkım ve savaş
karşıtlığı gibi temalar işlenmektedir. Bunun dışında yurt sevgisi ve tabiat sevgisi konulu
lirik şiirler de yazılmıştır.

1970-2000 yılları arası dönemin başlarında verilen edebi eserlerin en belirgin özelliği,
konuların toplumsallıktan bireyselliğe kaymasıdır. Şiirin teması artık “toplum” değil
“birey”dir. Bu dönemin şiirlerinde genel olarak tek bir insanın iç dünyası, gizli duyguları,
hayata bakışı ve çevresiyle olan ilişkilerinin psikolojik analizi gibi temalar işlenmektedir.

SSCB’de M. Gorbaçov ile başlayan açıklık siyasetiyle birlikte, 1980’lerin sonlarından


itibaren Karaçay edebiyatında da değişmeler yaşanmıştır. Artık bu dönemde,
Karaçaylılar az da olsa birtakım siyasi baskılardan kurtulmaya başlamıştır. Bu son on
yıllık dönemde, bilhassa şiirde millî değerler ve milliyetçilik ön plana çıkmıştır. Genç
edebiyatçılar, Sovyet döneminde unutturulmaya çalışılan, hatta o dönemde -şartlar
gereği- yerli aydınların bile yerden yere vurduğu, millî değerlere büyük bir heyecanla
sarılmışlardır. Öte yandan, Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki Sovyet düzeni zamanında
Karaçay Türklerine yapılan haksızlıklar dile getirilmekte, özellikle de Orta Asya sürgünü
dolayısıyla her bakımdan yıkıma uğrayan milletin hesabı sorulmakta, geçmişte
taparcasına övdükleri, başta Stalin olmak üzere, meşhur Sovyet liderleri açıkça
lanetlenmektedir. Bu dönemin yeni edebiyatçıları arasında; Bilal Laypan, Dina Mamçu
ve Fatima Bayramuk adlarını sayabiliriz.

3. Malkar Türklerinin Yazılı Edebiyatı

[s. 158] Malkar yazılı edebiyatının kuruluş dönemi, Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının
babası sayılan Kâzim Möçü ile dönemin Çarlık Rusyası okullarında ve Dağıstan
medreselerinde tahsil görerek yurtlarına dönen Said Şahmurza, Said Otar, Bert Gurtu
gibi Malkarlı genç eğitimcilerle başlamıştır. Kuruluş döneminin edebiyatçıları yeni gelen
Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki Sovyet düzenini öven coşkulu şiirler yazmışlardır. 1917
Bolşevik ihtilalinden itibaren 1930’lu yıllara kadar devam eden yazılı Malkar edebiyatının
kuruluş dönemi şiir ve nesrin ana teması Sovyet rejimini halka anlatmak ve
benimsetmektir. Hem manzum hem de mensur eserler veren bu dönemin belli başlı
edebiyatçıları arasında; Kâzim Möçü, Said Şahmurza, Said Otar, Bert Gurtu, Omar
Etez, Salih Hoçu, Azret Buday, Haci-Mussa Kuliy, Ahmadiya Malkarlı [Ahmadiya
Ullubaş] ve Hamit Temmo adlarını sayabiliriz.

Kâzim Möçü daha medrese tahsil ettiği çocukluk yıllarında şiir yazmaya başlamış,
Karaçay-Malkar mitolojisindeki “Apsatı” adlı halk şarkısından esinlenerek yazdığı
“Apsatı” adlı ilk şiirini 1886 yılında yazmıştır. İlerleyen yıllarda, eski Malkar toplumundaki
sosyal tabakalar arasındaki çatışmaları yansıtan şiirler yazmaya başlamış ve bilhassa
Malkar beylerinin baskısı altında ezilen fakir halkın çilesini dile getirmeye çalışmıştır.
Bunun dışında dinî ve felsefî konulara da ağırlık vermiştir. Hz. Muhammed’in hayatını
anlatan bir Mevlid ve İslam dinini ve uyulması gereken kuralları konu alan manzum bir
ilmihal yazmıştır. Ayrıca, “Tahir ile Zühre”yi kendisine göre yorumlayarak Karaçay-
Malkar Türkçesiyle yeni bir “Tahir ile Zühre” yazmıştır.

Kâzim Möçü, 1917 Bolşevik ihtilalini ve sonrasındaki Sovyet düzenini gönülden


desteklemiş ve övgü dolu şiirler yazmıştır. Çünkü, Çarlık Rusyası yönetimi ile Malkar
beylerinin baskısıyla zor şartlarda yaşayan fakir halkın çilesinin bu yeni gelen düzenle
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

birlikte sona ereceğini ve her alanda serbestlik geleceğini umuyordu. Nitekim,


Bolşeviklerin ve sonrasındaki Sovyet yetkililerinin vaadleri de bu yöndeydi. Fakat durum
Kâzim Möçü’nün beklentilerinin aksine bir gelişme göstermiştir. Malkar’da Sovyet düzeni
[s. 159] yerleştirildikten hemen sonra, Bolşevik ihtilaline gönülden katılan, hatta Sovyet
düzeninin yerleştirilmesinde büyük rol oynayan dürüst ve samimi Malkarlı Komünist
aydınlar çeşitli bahanelerle tutuklanarak bir bir öldürülmüş, başta İslâm dini olmak üzere
bütün millî değerlerin yok edilmesi faaliyetlerine başlanmıştır. Yeni düzenin eskisinden
daha kötü olduğunu anlamakta gecikmeyen Kâzim Möçü de bu duruma karşı açıkça
cephe almış, Sovyet düzenini sert bir şekilde eleştiren şiirler yazmaktan çekinmemiştir.
Bu dönemlerde yayımlanması mümkün olmadığı için Kâzim Möçü’nün bu tip şiirleri
gizlice elden ele dolaştırılarak korunmaya çalışılmış, ölümünden çok uzun yıllar sonra,
ancak 1990’lı yılların ortalarından itibaren yayımlanmaya başlanmıştır.[37]

1930-1940 yılları arası dönem; Sovyet düzeninin oturduğu, Sovyet tipi yerli aydınların ve
edebiyatçıların yetişip olgunlaştığı yıllardır. Bu dönemin belli başlı şair ve yazarları
arasında; Kaysın Kuliy, Kerim Otar, Canakayıt Zalihan, Habib Katsi, Safar Makit,
İbrahim Mamme, İssa Botaş, Ahiya Ahmat, Osman Bala adlarını sayabiliriz. Bu dönem
şiirlerinin konusu, kuruluş dönemiyle hemen hemen aynıdır: Büyük Bolşevik Devrimi,
Kızıl Bayrak, Yeni Sovyet Hayatı, vs. Bilindiği üzere bu dönemde birtakım Sovyet
değerlerini edebi eserlerde övmek ve yüceltmek bir zorunluluk idi. Ayrıca bu dönemde
Said Şahmurza, Said Otar ve Bert Gurtu gibi edebiyatçılar ilk acemiliklerinden sıyrılarak
şiir ve nesirde olgunlaşmaya başlamışlardır.

Bu dönemin en önemli özelliği, 1930’lu yılların ortalarında seslerini duyurmaya başlayan


Kaysın Kuliy ve Kerim Otar adlı genç şairlerin yazılı Malkar edebiyatına yeni bir soluk
getirmeleridir. Bu iki genç şair ilk şiir yazmaya başladıkları yıllardan itibaren Sovyetik
ifadelerden ellerinden geldiğince kaçınmaya çalışmışlar, ilerleyen yıllarda dolaylı
ifadelerle kişisel duygu ve heyecanları anlatan lirik şiirler yazmışlar; yurt, millet ve tabiat
sevgisi gibi [s. 160] konuları ön planda tutarak Sovyet üslubundan bir ölçüde sıyrılmayı
başarmışlardır.

Kaysın Kuliy ve Kerim Otar ile bu dönemin diğer yeni edebiyatçılarının şiirde ve nesirde
olgun eserler vermeye başladığı sırada, 8 Mart 1944 tarihinde Malkar Türkleri topyekün
Orta Asya’nın muhtelif bölgelerine sürgün edilmişlerdir. Malkar Türklerinin sürgün hayatı
sırasındaki dönem, Malkar edebiyatının ölü dönemidir. Birçok Malkarlı edebiyatçı ve
aydın kişiler, çeşitli bahanelerle tutuklanarak hapse atılmış ve hemen sonrasında
işkence edilerek öldürülmüşlerdir. Sağ kalabilenler ise Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde
dağınık bir halde en kötü şartlarda hayatta kalma mücadelesi vermişler, birçok yüksek
tahsil görmüş kişiler taş ocaklarında karın tokluğuna birer köle gibi çalıştırılmışlardır.
Buna rağmen bazı Malkarlı şairler, Karaçaylı şairlerle birlikte müşterek hazırladıkları
“Caşawubuznu Bayragı” [Hayatımızın Bayrağı], “Bizni Sözübüz” [Bizim Sözümüz],
“Birge Cırlayıq” [Birlikte Şarkı Söyleyelim] adlı şiir antolojilerini yayımlamayı
başarmışlardır. Yine bu yıllarda, Kerim Otar’ın “Colla” [Yollar-1956] ve İssa Botaş’ın
“Cüregimden Cırlayma” [Yüreğimden Şarkı Söylüyorum-1956] adlı şiir kitapları
Kırgızistan’ın Frunze [bugünkü Bişkek] şehrinde yayımlanmıştır. Kaysın Kuliy’in
şiirlerinin yayımlanması Sovyet hükümeti yetkilileri tarafından yasaklanmıştır. Kaysın
Kuliy, sürekli KGB tarafından kontrol edildiğinden, şiirlerini gizlice yazıyor ve ileride
yayımlanır umuduyla bu şiirlerini saklamaları için dostlarına ve akrabalarına veriyordu.
Kaysın Kuliy bu şiirlerini ancak sürgün dönemi sona erip Kafkasya’ya döndükten sonra
1958 yılında yayımlayabilmiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Çocukluk yıllarını at sırtında dağlarda çobanlık yaparak geçiren Kaysın Kuliy şiir
yazmaya küçük yaştan itibaren başlamış, “Eski Malqarga” [Eski Malkar’a] adlı ilk şiiri
1934 yılında, “Salam Ertdenlik” [Selam Sabah] adlı ilk şiir kitabı 1940 yılında
yayımlanmıştır. 1966 yılında yayımlanan “Caralı Taş” [Yaralı Taş] adlı kitabı Maksim
Gorki Edebiyat Ödülünü, 1974 yılında yayımlanan “Cer Kitabı” [Yer Kitabı] adlı kitabı
“Sovyetler Birliği Devlet Edebiyat Ödülünü almıştır. Kaysın Kuliy’in bütün edebi eserleri,
[s. 161] 1990 yılında eski SSCB’nin en büyük edebiyat ödülü sayılan “Lenin Edebiyat
Ödülü”ne layık görülmüştür. Kaysın Kuliy, şiirlerindeki güçlü tabiat tasvirleri, hayal
dünyası ve anlatım gücündeki zenginliğiyle Karaçay-Malkar şiirinin en büyük ustası
olarak kabul edilmektedir.[38]

1960-1970 yılları arası dönemde; Orta Asya’daki sürgün hayatı sona erip Kafkasya’ya
dönen Bert Gurtu, Kaysın Kuliy ve Kerim Otar gibi önde gelen edebiyatçılar, Malkar
edebiyatını büyük bir heyecanla yeniden kurma çalışmalarına başlamışlardır. Genel
olarak bu dönemin başlarında verilen eserlerin konusu vatana kavuşma heyecanı ve
sevincidir. Bu dönemde Kaysın Kuliy ve Kerim Otar gibi usta şairlerin yanında yeni
edebiyatçılar da yetişmeye başlamıştır. Bu yeni şair ve yazarların arasında; Tanzilâ
Zumakul, İbrahim Gadiy, Cagafar Tokuma, Macit Guliy, Eldar Gurtu, İbrahim Baba, Alim
Töppe, Hasan Şava, Salih Gurtu, Zeytun Tolgur, Magomet Moka, Svetlana Mottay, Aliy
Bayzulla, Ahmat Sozay, Zugar Sarıbaş adlarını sayabiliriz.

Bu dönemde, II. Dünya Savaşı üzerine yazılan eserlerin sayısı bir hayli fazladır. Bu
konuyla bağlantılı olarak şiir ve nesirde genellikle; Sovyetler Birliği topraklarının savaşta
Nazi-Alman ordularına karşı kahramanca savunulması, savaşın getirdiği yıkım ve savaş
karşıtlığı gibi temalar işlenmektedir. Ayrıca köy hayatı ve halk kültürü bu dönemde
verilen eserlerin konuları arasındadır.

Kaysın Kuliy ve Kerim Otar’dan sonra Malkar Türklerinin en meşhur şairlerinden biri
olarak kabul edilen Tanzilâ Zumakul aynı zamanda Malkarlı ilk kadın şairdir. “Qayada
Gülle” [Kayalıkta Güller] adlı ilk şiir kitabı 1959 yılında yayımlanmıştır. Edebiyat
çalışmalarını aralıksız sürdüren Tanzilâ Zumakul bir dönem SSCB Parlamentosunda
Milletvekili olarak da görev yapmıştır. 1974 yılında yayımlanan “Sokrovennost” [Gizli
Duygular] adlı Rusça şiir [s. 162] kitabı Maksim Gorki Edebiyat Ödülüne layık
görülmüştür. Tanzilâ Zumakul eski SSCB’de bu edebiyat ödülünü alan ilk kadın şairdir.

1970-2000 yılları arası dönemin başlarında verilen edebi eserlerin en belirgin özelliği,
konuların toplumsallıktan bireyselliğe kaymasıdır. Bu dönemin şiirlerinde genel olarak
tek bir insanın iç dünyası, gizli duyguları, hayata bakışı ve çevresiyle olan ilişkilerinin
psikolojik analizi gibi temalar işlenmektedir. Karaçay edebiyatında olduğu gibi,
1980’lerin sonlarından itibaren Malkar edebiyatında da değişmeler yaşanmıştır. Artık bu
dönemde, Malkar edebiyatı siyasi baskılardan kurtulmaya başlamıştır. Bu son on yıllık
dönemde, bilhassa şiirde millî değerler ve milliyetçilik ön plana çıkmıştır. Genç
edebiyatçılar, Sovyet döneminde unutturulmaya çalışılan millî değerlere büyük bir
heyecanla sarılmışlardır. Öte yandan, Bolşevik ihtilali ve sonrasındaki Sovyet düzeni
zamanında Malkar halkına yapılan haksızlıklar dile getirilmekte, özellikle de Orta Asya
sürgünü dolayısıyla her bakımdan yıkıma uğrayan milletin hesabı sorulmakta, geçmişte
taparcasına övdükleri, başta Stalin olmak üzere, meşhur Sovyet liderlerine açıkça lanet
edilmektedir. Bu dönemin belli başlı şair ve yazarları arasında; Magomet Gekki, Mutalip
Beppay, Abdullah Begiy, Muradin Ölmez, Asker Dodu, Sakinat Musuka, Muhtar
Tabaksoy, Safariyat Ahmat, Hıysa Curtubay, Örüzlan Bolat, Burhan Berber, Lüba
Ahmat adlarını sayabiliriz.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Günümüzde Rusya Federasyonuna bağlı bütün federe cumhuriyetlerde olduğu gibi


Kabardin-Balkar Ö.C. de aşılması güç ekonomik sıkıntılar içerisindedir. Buna bağlı
olarak, eskiye oranla Malkar Türklerinin kitap, dergi, gazete gibi yayımlarının sayısı
oldukça azalmış durumdadır. Bu ekonomik sıkıntılar, siyasi baskıdan kurtulmuş, yeni bir
aydınlanma ve dünyaya açılma dönemine girmiş Malkar edebiyatındaki gelişmelerin
önünü biraz kesmiş durumdadır.

Dipnotlar

[1] Xaciyeva, T.M., Malqarlılanı bla Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, Nalçik,
1988, 197-199.

[2] Laypanov, H.O., K İstorii Karaçayevtsev i Balkartsev, Çerkessk, 1957, s. 40.

[3] Laypanlanı Xamit-Dudalanı Maxmut., Eski Qaraçay Cırla, Mikoyan-Şahar, 1940,


s.77, 81-82; Goçiyalanı S.A., Ortabaylanı R.A.K., Süyünçlanı X.İ., Qaraçay Xalk Cırla,
[Al Söz: Ortabaylanı Rimma, Qaraçay Xalknı Cırlarını Üsünden], Moskova, 1969, s. 10-
11, 257; Xaciyeva, T.M., Malqarlılanı bla Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, s.
199.

[4] Laypanlanı Xamit-Dudalanı Maxmut., Eski Qaraçay Cırla, s. 18; Goçiyalanı S.A. vd.,
Qaraçay Xalk Cırla, s. 11-12; Ortabayeva, R.A.K., Karaçayevo-Balkarskaya Ohotniçya
Poeziya, Voprosı Folklora Narodov Karaçayevo-Çerkesii, Çerkessk, 1983, s. 6;
Xabiçlanı Magomet., Biynöger, Çerkessk, 1984, s. 3-25; Xaciyeva, T.M., Malqarlılanı bla
Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, s. 18, 233.

[5] Adiloğlu, Adilhan., Karaçay-Malkar Türklerinde Nart Destanları, Yeni Türkiye Dergisi-
Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15, Cilt I, Ankara, 1997, s. 575-591.

[6] Curtubaylanı Xıysa., Eski Cırla, Nalçik, 1993, s. 35-47, 213-214.

[7] Aqbaylanı M.O., Bayramuqlanı X.B., Qagıylanı N.M., Qaraçay Poeziyanı


Antologiyası, [Al Söz: Qaralanı Asiyat], Stavropol, 1965, s. 7, 81-86.

[8] Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 36-41.

[9] Otarlanı S.A.-Xolalanı A.Z., Malqar Xalk Cırla, Nalçik, 1969, s. 65-71.

[10] Curtubaylanı Xıysa., Eski Cırla, s. 122-126, 216.

[11] Semenlanı Azret-Begiylanı Abdullah, İsmail bla Aqtamaq, Nalçik, 1996, s. 96:7-34.

[12] Qaralanı Asiyat., Qaraçay Literaturasını Oçerki, Çerkessk, 1966, s. 35; Ortabaylanı
Rimma., Qara Suwnu Qatında, Çerkessk, 1981, s. 89.

[13] Goçiyalanı S.A. vd., Qaraçay Xalk Cırla, s. 111-115.

[14] Ortabaylanı R.A.K., Qaraçay-Malqar Folklor, Çerkessk, 1987, s. 6-7.

[15] Haciyeva, T.M., Karaçay-Malkar Türklerinin Eski Folklor Ürünleri, Çeviren: Adilhan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Adiloğlu, Bilig Dergisi, Sayı: 6, Ankara, 1997, s. 191.

[16] Aliylanı Soltan., Qaraçay Nart Sözle, [Al Söz: Xubiylanı Osman], Çerkessk, 1963, s.
3-11; Appalanı Xazis., Qaraçay-Malqar Nart Sözle, Zaman Gazetesi, Nalçik,
29.06.1977; Ortabayeva R.A.K., Mijayev M.İ., Çikatuyeva S.U., Sikaliyev A.İ.M.,
Poslovitsı i Pogovorki Narodov Karaçayevo-Çerkesii, Çerkessk, 1990, s. 5-14.

[17] Aliylanı Soltan., Qaraçay Xalknı El Bergen Comaqları, Çerkessk, 1984, s. 9-11.

[18] Ortabaylanı R.A.K., Qaraçay-Malqar Folklor, s. 4-11.

[19] Urusbiev, S., Skazaniya O Nartskih Bogatıryah U Tatar-Gortsev Pyatigorskogo


Okruga Terskoy Oblasti, SMOMK, No: 1, Tiflis, 1881, s. V-VIII; Orusbiy, Safar-Aliy.,
Dağlı Tatarların Nart Destanları, Çevirenler: Bilal Appayev-Adilhan Appa, Birleşik
Kafkasya Dergisi, sayı: 4, Eskişehir, 1995 s. 61-62.

[20] Karaçaylı, İslam., Satiriçeskie Pesni Karaçaya, Severnıy Kavkaz, No: 1, 1930, s.
39.

[21] Töppelanı Alim., Burungulu Qaraçay-Malqar Nazmuçula-Qara Mussa, Mingi Taw,


No: 2, Nalçik, 1993, s. 20-24; Bittirlanı Tamara., Burungulu Nazmuçu, Mingi Taw, No: 2,
Nalçik, 1993, s. 25-27.

[22] Tawmırzalanı Dalxat., Burungulu Qaraçay-Malqar Nazmuçula-Zantuwdu, Mingi


Taw, No: 3, Nalçik, 1993, s. 19-28.

[23] Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 7; Urusov K.S.B., Hatuyev
R.T., Nahuşev R.T., Temirov S.S., İzvestnıe Lüdi Karaçayevo-Çerkesii Kratkiy
Biografiçeskiy Slovar, Tom: 1, Çerkessk, 1997, s. 94.

[24] Xabiçlanı M.A., Qoçxarlanı Qasbot-Xalq Cırçılanı Tamadası, Çerkessk, 1986, s. 6-


42; Ortabayeva, R.A.K., Bagır ulu i Ego Pesennoe Tvorçestvo, Folklor Narodov
Karaçayevo-Çerkesii Janr i Obraz, Çerkessk, 1988, s. 67-93; Xubiylanı M.A.,
Süyünçlanı A.A., Laypanlanı Q.T., Qaraçay Literatura, Çerkessk, 1988, s. 25-35;
Xubiylanı Magomet., Batmaz Culduznu Carıgı, Çerkessk, 1989, s. 222-226.

[25] Akbayev M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 109-116, 133-137;


Ortabayeva R.A.K., Kagiyeva N.M., Kalay ulu i Ego Kukolnıy Teatr, Voprosı Folklora
Narodov Karaçayevo-Çerkesii, Çerkessk, 1983, 105-148; ; Xubiylanı M.A. vd., Qaraçay
Literatura, s. 43-48.

[26] Töppelanı Alim., Meçilanı Kâzim-Nazmula Kitabı, [Al söz: Quliylanı Qaysın], Nalçik,
1984, s. 5-16; Töppelanı A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu, Birinçi Tomu,
Nalçik, 1989, s. 11-129.

[27] Semenlanı Sımayıl., Cırla bla Nazmula, Moskova, 1992, s. 3-29; Töppelanı Alim.,
Malqar Adabiyat, Nalçik, 1995, s. 141.

[28] Nevruz, Yılmaz., Karaçayca Bir El Yazması Mecmua ve Yusuf Haçir’in Dinî
Manzumeleri, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 218, Ankara, 1981, s. 164-184; Sılpagarlanı
Yılmaz Nevruz., Haçırlanı Yusuf’dan Din Nazmula-Cennet, Karcurt [Birleşik Kafkasya
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Dergisi eki], Sayı: 1, Eskişehir, 1996 [ve muhtelif sayılar]; Sılpagarlanı Yılmaz Nevruz.,
Malkarlı Muhammatnı Din Nazmuları-Duniyanı Halları, Karcurt [Birleşik Kafkasya
Dergisi eki], Sayı: 4, Eskişehir, 1997 [ve muhtelif sayılar].

[29] Sılpagarlanı Dr. Yılmaz Nevruz., Esgerivlerim-Kart Atam Geriy Efendi, Karcurt
[Birleşik Kafkasya Dergisi eki], Sayı: 2, Eskişehir, 1997, s. 2-3.

[30] Töppelanı A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu, s. 11-129; Balkan,


Vedat., Kâzim Meçi’nin Doğumunun 140. Yılı Anısına, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı:
20, Eskişehir, 1999, s. 35.

[31] Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay Poeziyanı Antologiyası, s. 139-144; Xubiylanı M.A.
vd., Qaraçay Literatura, s. 49-53.

[32] Bilimgotlanı Münir-Laypanlanı Raşid., Leninni Bayragı-Tuwganı Emda Ösüw Colu,


Zamannı Awazı, Çerkessk, 1975, s. 162, 165-166; Aqbaylanı M.O. vd., Qaraçay
Poeziyanı Antologiyası, s. 149-162; Qarakötlanı İssa., Erkinlikni Sawgası, Stavropol,
1980, s. 7-13; Xubiylanı M.A. vd., Qaraçay Literatura, s. 80-121.

[33] Baskakov N.A. [Redaktör], Appayev A.M., Ahmatov İ.H., Bayramkulov A.M.,
Boziyev A.Ü., Goçiyayeva S.A., Jaboyev M.T., Musukayev B.H., Sottayev A.H., Habiçev
M.A., Qaraçay-Malqar Tilni Grammatikası, Nalçik, 1966, s. 40; Bilimgotlanı-Laypanlanı.,
Leninni Bayragı-Tuwganı Emda Ösüw Colu, s. 162, 165-166; Xubiylanı M.A. vd.,
Qaraçay Literatura, s. 11.

[34] Pröhle, Wilhelm., Karatschajisches Wörterverzeichnis, Keleti Szemle, No: 10,


Budapest, 1909, s. 83-150; Pröhle, Wilhelm., Karatschajische Studien, Keleti Szemle,
No: 10, Budapest, 1909, s. 215-304; Pröhle, Wilhelm., Balkarische Studien-I, Keleti
Szemle, No: 15, Budapest, 1914/1915, s. 165-276; Pröhle, Wilhelm., Balkarische
Studien-II, Keleti Szemle, No: 16, Budapest, 1915/1916, s. 104-243; Nemeth., Gyula.,
Kumük Es Balkar Szojegyzek, Keleti Szemle, No: 12, Budapest, 1911, s. 91-153.

[35] Xubiylanı M.A. vd., Qaraçay Literatura, s. 10-11.

[36] Aslanbek, Mahmut., Şimali Kafkasya’da Karaçaylıların İmhası, Kafkasya, No: 4-5,
Münich, 1951, s. 20, 26; Karayeva, A.İ., Oçerk İstorii Karaçayevskoy Literaturı,
Moskova, 1966, s. 124-125; Qaralanı Asiyat., Qaraçay Literaturasını Oçerki, s. 127-162;
Karça, Ramazan., Kuzey Kafkasya Edebiyatı Üzerine, Dergi, Sayı: 57, 1969, s. 36-40;
Süyünçlanı Azamat., Appa ulu Hasan, Miyikge, Çerkessk, 1974, s. 282-315; Urusov
K.S.B., Hatuyev R.T., Nahuşev R.T., Temirov S.S., İzvestnıe Lüdi Karaçayevo-Çerkesii
Kratkiy Biografiçeskiy Slovar, Tom: 1, Çerkessk, 1997, s. 62-63.

[37] Töppelanı Alim., Meçilanı Kâzim-Nazmula Kitabı, [Al söz: Quliylanı Kaysın], Nalçik,
1984, s. 5-16; Töppelanı A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu, s. 11-129;
Mottaylanı Svetlana, Suvugan Otcaga, Nalçik, 1994, s. 16.

[38] Xubiylanı M.A., Süyünçlanı A.A., Laypanlanı Q.T., Ana Literatura, Çerkessk, 1976,
s. 62-70; Töppelanı Alim., Malqar Adabiyat, Nalçik, 1993, s. 3-67; Begiylanı Abdullah-
Ölmezlanı Muradin., Malqar Poeziyanı Antologiyası, Nalçik, 1993, s. 93:111-128.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

_________________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Edebiyatı, Karaçay-Balkarlar:


Tarih, Toplum ve Kültür, Karam Yayınevi, Ankara, 2003, s. 132-162

KARAÇAY-MALKAR NART DESTANLARI

Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart
destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil
etmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri dışında; Çerkes, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş
ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine
benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları
barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Çerkes ve
Abhaz-Abazaların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken,
Karaçay-Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisiyle yakınlık
göstermektedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, tarih öncesine ait birtakım
olağanüstü olaylar ve kahramanlar anlatılmaktadır.

KARAÇAY-MALKAR NART DESTANLARI

Adilhan Adiloğlu

Özet

[ s. 196 ] Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan
Nart destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil
etmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri dışında; Çerkes, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş
ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine
benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları
barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir.

Anahtar Sözcükler

Karaçay-Malkar Nart Destanları, Nart Kahramanları

Abstract

Nart eposes, which are one of the common cultrual values of peoples on Caucasian
geographical area, have an important place in folk literature of Karachay-Malkar Turks.
Nart eposes take place, apart from the Karachay-Malkar Turks, in the folklore of
Circassians, Abkhasians-Abazins, Ossets, Chechens-Ingushes and Kumuk Turks.
These eposes are smilar from many aspects. But, it is remarkable that each of then
contains spesific national characteristic and that there are some differences between
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

then.

Key Words

Nart Eposes of Karachay-Malkar, Nart Heroes

Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart
destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil
etmektedir. Karaçay-Malkar Türkleri dışında; Çerkes, Abhaz-Abaza, Oset, Çeçen-İnguş
ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer alan Nart destanları birçok yönden birbirlerine
benzemekle birlikte bu destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları
barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Çerkes ve
Abhaz-Abazaların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken,
Karaçay-Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisiyle yakınlık
göstermektedir (Adiloğlu, 1997:577).

Karaçay-Malkar Nart destanlarında, tarih öncesine ait birtakım olağanüstü olaylar ve


kahramanlar anlatılmaktadır. Destanların dokusunda gerçek ile hayal iç içedir. Bütün
Türk boylarının sözlü geleneğinde olduğu gibi, Karaçay-Malkar Nart destanlarının büyük
[ s. 197 ] bir kısmı “cır” (destan) şeklinde ve belli bir makamla söylenmektedir (Adiloğlu,
1993/4:7-9).

Karaçay-Malkar Nart destanları hakkında ilk bilgileri veren P. Ostryakov notlarında şöyle
söylemektedir:

"Sıbızgı (kaval) adı verilen müzik aletiyle ve küçük tahta parçalarının belli bir tempoyla
birbirine vurularak ortaya çıkarılan armoni eşliğinde halk ozanları destanlar
söylemektedir. Halk ozanlarının çevresine toplanan kimseler de büyük bir dikkat ve
hayranlıkla onları dinlerler. Destanların her birinin kendisine ait farklı bir makamı vardır.”
(Ostryakov, 1879:700).

G.N. Potanin, Kafkas Nart destanlarının kökenini Altaylı kavimlere yani Türk-Moğol
kültürüne bağlamaktadır. Ona göre, Türk-Moğol destanlarıyla büyük benzerlikler
gösteren Kafkas Nart destanlarının teşekkülünde Altaylı göçebe kavimlerin büyük rolü
vardır (Potanin, 1899:1-4, 384-508, 841-856). A.N. Dyaçkov-Tarasov Nart destanları
için şöyle söylemektedir:

“Orta Asya’dan Avrupa’ya gerçekleşen büyük göç sırasında Kafkasya bölgesi yol
güzergahı üzerindeydi. Karaçay-Malkar Nart destanlarında bu büyük göçün izleri çok
açık bir şekilde görülmektedir. Nart hikayelerinde iyilik ile kötülüğün, karanlık ile
aydınlığın savaşması, yer altı ve yer üstündeki birtakım yaratıklar ve devler ile Nart
kahramanlarının mücadeleleri anlatılmaktadır. Bu konuların tamamı bütün göçebe
halkların destanlarında da görülmektedir.” (Dyaçkov-Tarasov:1898:72).

M.V. Rklitskiy ise diğer Kafkas Nart destanlarındaki başı sonu belli olmayan ve bazı
anlaşılmaz karmaşık bölümlerin Karaçay-Malkar Nart destanlarında açıklığa
kavuştuğunu söylemektedir (Rklitskiy, 1927:28).

“Nart” Kelimesinin Anlamı ve Kökeni


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkar Türkçesinde ve Kafkas dillerinde kullanılan “nart” kelimesinin anlam


olarak Türkçedeki tam karşılığı “alp” kelimesidir. Yani “nart” kelimesi; “yiğit, cesur, mert,
kahraman” ve benzeri birçok kelimenin anlamını bünyesinde toplayan bir kelimedir.
Nart” kelimesinin anlamı hakkında en güzel tarifi Safar-Aliy Orusbiy yapmıştır:

“Karaçay-Malkar Türklerinde bir kimseyi övmek için söylenebilecek en güzel söz ‘Nart
gibi güzel endamlı ve her bakımdan mükemmel vasıflara sahip kişi’ şeklindedir.
Karaçay-Malkar Türkleri bir kimsenin herhangi bir davranışını çok beğendiği zaman o
kimseyi takdir etmek için ‘Nartça’ (Nart gibi) yakıştırmasını yapar. Bu [ s. 198 ]
örneklerden de anlaşılacağı üzere, Karaçay-Malkar Türklerindeki ‘nart’ kelimesi ‘her
bakımdan mükemmel vasıflara haiz kimse’ anlamına gelmektedir. Halktan derlediğim
malzemeye göre Nartlar uzun boylu, iri yapılı, güçlü, dayanıklı, sert duruşlu, zor işlerin
kolayca üstesinden gelebilen kahraman özelliklerine sahip kimselerdir. Nartlar hayatın
zorluklarıyla karşılaşmaktan ve bu zorluklarla mücadele etmekten zevk almaktadırlar.
Nartlar bir sefere çıktıkları zaman birtakım zorluklarla ve engellerle karşılaşmayı arzu
ederler. Böylece onlar kendi yiğitliklerini sınamış olacaklardır. Karaçay-Malkar Türkleri,
Nartları işte bu şekilde anlatırlar.” (Urusbiyev, 1881:II).
“Nart” kelimesinin kökeni hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İlk olarak, Şora B.
Noghumuka, “nart” kelimesinin “nar” (göz) + “ant” (Ant kavmi) şeklinde iki ayrı
kelimeden teşekkül ettiğini ve bunun da Adige (Çerkes) dilinde “Ant’ın gözü” anlamına
geldiğini söylemektedir. Ş. B. Noghumuka’ya göre “nart” (< nar + ant) kelimesi
Çerkeslerin ataları olan Antlarla ilişkilidir (Noghumuka, 1974:16). Fakat, Çerkes dilinde
“göz” kelimesinin karşılığı “nar” değil “ne”dir. Ayrıca, tarihte “Ant” adıyla anılan bu kavim;
Slav, Alan ve Türk kabilelerinden müteşekkil bir kavimdir. Dolayısıyla bu kavmin
Çerkeslerle bir ilgisi yoktur.
Asker M. Hadagatl da, Ş.B. Noghumuka gibi, “nart” kelimesinin Adige (Çerkes) dilinde
“nar” (göz) + “te~ten~tın” (vermek) şeklinde iki ayrı kelimeden teşekkül ettiğini ve bunun
da “göz vermek”, “gözünü budaktan sakınmamak” anlamlarına geldiğini söylemektedir
(Gadagatl, 1967:206).

B.H. Balkarov ise /t/ sesinin Adige ve Abhaz dillerinde çokluk anlamı veren bir ek
olduğunu fakat kelimenin kökü olan “nar” kelimesiyle birlikte hiçbir anlam ifade
etmediğini söylemektedir (Balkarov, 1965:55-56). Çerkes dilinde “nar” şeklinde bir
kelime olmadığı gibi, bu dildeki çokluk eki “-t” değil, “-khe”dir.

M. S. Tuganov, “nart” kelimesini Oset diliyle açıklamaya çalışmaktadır. Ona göre bu


kelime “na” + “art” şeklinde iki ayrı kelimeden teşekkül etmekte ve “bizim ateşimiz”,
“bizim ocağımız” anlamlarına gelmektedir (Tuganov, 1977:127-148).

Şalva D. İnal-İpa, “nart” kelimesinin Abhaz dilinde “annenin ailesi” veya “annenin
çocukları” şeklinde açıklanabileceğini söylemektedir (İnal-İpa, 1949:111-116).

L. G. Lopatinskiy, “nart” kelimesi ile Farsça “merd” (alp, yiğit, cesur), Ermenice “mard”
(insan) ve Gürcü-Svanca “mar” (insan) [ s. 199 ] kelimelerini karşılaştırmakta ve “nart”
kelimesinin kaynağını bu kelimelerde aramaktadır (Bayramukov, 1998:37). “Nart”
kelimesi ile Farsça “merd” kelimesi arasında morfolojik ve semantik bakımdan bir ilişki
olduğu düşünebilir. Ancak, iki kelime arasındaki /m/ > /n/ ses değişikliğinin Farsça’nın dil
hususiyetleri göz önüne alınarak bilimsel bir şekilde açıklanması gerekir.

Georges Dumezil ise “nart” kelimesiyle ilgili iki farklı görüş ileri sürmüştür. İlk olarak bu
sözün eski Hint-İran dilinde “nrit” (dans etmek) kelimesinden türemiş olacağını; ikinci
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

olarak da bu kelimenin kaynağını yine eski Hint-İran dilinde “nar” (erkek) kelimesinden
almış olabileceğini söylemektedir. G. Dumezil, Kafkas Nart destanlarının kökenini, Hint-
Avrupa dil ailesine mensup olan Osetlerin Nart destanlarına bağlamaktadır (Dumezil,
1976:19; Dumezil, 2000:72-73).

Vladimir İ. Abayev, “nart” kelimesinin Moğolca olduğunu ileri sürmekte ve bu kelimeyi


“nar” (güneş) + “t” (çokluk veya soy bildiren ek) şeklinde tahlil ederek bu kelimenin
“Güneşin Çocukları” ve “Kurdun Çocukları” şeklinde iki farklı anlama geldiğini
söylemektedir. V.İ. Abayev’e göre “nart” kelimesi M.S. 13-14. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Destanlarda anlatılan Nart kahramanları Alanlardır. Yani, Moğollar Alanlara “Nart” adını
vermişlerdir. Alanlar ise bugünkü Osetlerin atalarıdır. Sonuç olarak Kafkas Nart
destanlarının ana kaynağı Oset Nart destanlarıdır (Abayev, 1978:28-29, 35; Abayev vd.,
1999:15).

Umar Bayramuk ise “nart” kelimesinin kökeni hakkında V.İ. Abayev’in etimolojisine
aynen katıldığını, fakat “nart” kelimesinin çok eski tarihlerden beri Orta Asya
bozkırlarında kullanıldığını, Cengiz Han’ın Kafkasya’yı istila etmesiyle birlikte bu
kelimenin Kafkasya’ya geldiğini söylemektedir. U. Bayramuk’a göre Moğollar “nart”
kelimesini “güneşin çocukları” anlamında Hunlar için; “kurdun çocukları” anlamında ise
Kök-Türkler için kullanmışlardır (Bayramuklanı, 1982:249-257; Bayramukov, 1993:56-
79; Bayramukov, 1998:37-39).

Magomet Habiç, “nart” kelimesinin Moğolca “nert” (meşhur, ünlü, tanınmış, önemli)
kelimesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Ona göre Moğolcadaki “nert” kelimesi;
Buryatça “nertey” (nam salmış adam), Kalmukça “nerte” (nam salmış adam), Marice
“nar-edem” (güçlü, kuvvetli adam); Karaçay-Malkar Türkçesinde “nart” (alp, kahraman),
Kumuk Türkçesinde “nart” (alp, kahraman), Karakalpak Türkçesinde “nart” (alp,
kahraman), Sagay Türkçesinde “nart” (alp, kahraman), Saha (Yakut) Türkçesinde “nar”
(becerikli, vasıflı insan), Çuvaş Türkçesinde “nar” (koyu kırmızı, kızıl [ s. 200 ] yüzlü,
güzel endamlı) kelimelerine kaynaklık etmiştir (Habiçlanı, 1973:217-219; Habiçev,
1998:33-36).

Murat Karaköt, Şor ve Sagay Türklerinde kahramanlık hikaye ve destanları için “nart-
pak” kelimesinin kullanıldığını söylemekte ve bu kelimenin kavimler göçüyle paralel
olarak Sibirya bölgesinden Kafkasya’ya geldiğini ileri sürmektedir (Karaketov, 1995:55).

M. Habiç’in “nart” kelimesinin Sagay Türkçesinde “kahraman, cesur” anlamına geldiği


şeklindeki görüşü ile M. Karaköt’ün Şor ve Sagay Türklerinde kahramanlık hikaye ve
destanları için “nart-pak” kelimesinin kullanıldığı şeklindeki görüşü dikkat çekmektir.
Hakikaten, Sagay Türkleri ile Mras ırmağının yukarı kısımlarında yaşayan Şor Türkleri
kahramanlık hikayesi (bogatırskaya skazka) için “nartpak” kelimesini kullanmakta ve bu
hikayeleri anlatan kimseleri de “nartpakçı” şeklinde adlandırmaktadırlar (Dırenkova,
1940:IX-X). Ben de buradan hareketle, başka bir yazımda, Sagay Türkçesindeki
“nartpak” kelimesi ile Karaçay-Malkar Türkçesi ve Kafkas dillerinde kullanılan “nart”
kelimesinin aynı kelimeler olduğunu, “nartpak” kelimesinin Türk kavimlerinin Orta
Asya’dan batıya doğru göçleri sırasında Kafkasya’ya taşındığını, daha sonra değişime
uğrayarak “nart” şeklini aldığını ileri sürmüş ve sonuçta bu kelimenin Türkçe bir kelime
olduğunu söylemiştim (Adiloğlu, 1997:587).

Ancak, Prof. Dr. İsa Özkan’ın Türk boylarının sözlü edebiyatında “destan, efsane,
masal, bilmece” anlamında kullanılan “nımah~comok~cumbak~yomak~comak”
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kelimeleri hakkında yaptığı etimoloji çalışmasından; Sagay Türkçesindeki “nartpak”


kelimesinin, “nart” (kahraman) + “pak” (hikaye) şeklinde iki ayrı kelimenin
birleşmesinden meydana gelmiş bir kelime değil, yapı bakımından fiilden türemiş tek bir
kelime olduğu anlaşılmaktadır. İ. Özkan’ın söz konusu bu kelimeler üzerine yaptığı
etimolojiye göre “yumak” kelimesi, “kapamak, örtmek” anlamına gelen “yu-” fiilinden
türemiştir (Özkan, 1998:370). “Yumak” kelimesinin ikinci hecesi “-mak”ın fiilden isim
yapım eki olduğu açıktır. “Yumak” kelimesi, Hakas Türkçesinde “nımak~nımah”
şeklindedir. Hakas Türkçesinde orta hecede /m/, /n/, /ñ/ gibi sesler taşıyan kelimelerin
başındaki /y/ ünsüzü gerileyici benzeşmeye uğrayarak /n/ sesine dönüşmektedir. Bu
sebeple “yumak” kelimesi Hakas Türkçesinde “nımah” şekline girmiştir (Özkan,
1997:30).

Sagay Türkçesindeki “nartpak” kelimesinin son hecesindeki “-pak” (< mak) kelimesi
fiilden isim yapım eki olduğuna göre kelimenin ilk hecesindeki “nart-” kelimesinin de fiil
olduğu ortaya çıkmaktadır. Yani “nartpak” kelimesi “nart-” fiilinden türetilmiş tek bir
kelimedir. İ. Özkan’ın çalışmasında “nartpak” kelimesiyle veya “nart-” fiiliyle [ s. 201 ]
ilgili bir etimoloji yapılmamıştır. Burada ilave olarak, “nartpak” kelimesinin /n/ nañmır
(yağmur), yeñ > neñ (yen), yelke > nelke (ense), vs. (Habiçlanı, 1973:224).

Sonuç olarak, “nart” kelimesinin kökeni hakkındaki görüşlerden bizce en mantıklı olanı
M. Habiç’in ortaya koyduğu görüştür. Hakikaten de Moğolcada “nert” (meşhur, ünlü,
tanınmış, önemli) şeklinde bir kelime vardır (Luvsandendeva, 1957:287; Hacilayev,
1970:57). “Nart” kelimesinin kökeni hakkında daha iyi bir açıklama ortaya konulana
kadar, Moğolcadaki “nert” kelimesinin Karaçay-Malkar Türkçesi ile Kafkas dillerinde
kullanılan “nart” kelimesine kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz.

Nart Kahramanları

Karaçay-Malkar Nart destanlarının merkezinde olaylar ve kahramanlar vardır.


Kahramanların hayat tarzları, yaşadıkları yurtlar ve tabiatla ilgili tasvirler birer ayrıntı
olarak kalmaktadır. Destanlarda Nart kahramanlarının yiğitlikleri, düşmanlarına karşı
yaptıkları mücadeleler, çirkin ve insanüstü dev yaratıklarla yaptıkları savaşlar anlatılır.
Nart kahramanları daha çok yiğitlik ve dinamizm yönünden karakterize edilmektedir.
Onların savaş tutkuları, cesaretleri, halkı birtakım canavar ve devlere karşı korumaları;
halkın hayatını kolaylaştırmak için gösterdikleri çabalar ve buldukları pratik çözümler
Nart kahramanlarının en belirgin özellikleridir. Olağanüstü özelliklerle kuşatılan Nart
kahramanları yiğitliğin, cesurluğun ve mertliğin sembolüdürler. Onlar korkunun ne
olduğunu bilmezler ve hatta ölümden bile korkmazlar. Ayrıca, Nart kahramanlarının her
birinin kendine has özellikleri de vardır. Yani bu kahramanlar “tip” değil, hepsi farklı birer
“karakter”dir (Adiloğlu, 1993:7-9).
Karaçay-Malkar Türkleri destanlarda anlatılan Nart kahramanlarının gerçekten
yaşadıklarına inanırlar ve onları kendi ataları olarak kabul ederler. Bunun için “atasözü”
kelimesi yerine “nart-söz” kelimesini kullanırlar.

Karaçay-Malkar Türkleri destanlarda adı geçen Nart kahramanlarına büyük saygı


duyarlar ve onlar için birtakım törenler yaparlardı. Çegem bölgesinde eskiden El-Tübü
köyü sakinleri bir çocuk doğduğu zaman, “Nart-Taş” adı verilen büyük kayalığın
yanında, doğan çocuk için kurban keserler ve yeni doğan çocuğu adı [ s. 202 ] geçen
kayalığın tepesinden dökülen suda yıkarlardı. Daha sonra doğan çocuk eğer erkek ise
şöyle bir dilekte bulunurlardı:
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Nart Debet gibi demirci ol


Nart Şavay gibi yiğit ol
Nart Sosuruk gibi meşale ol
Halkına tatlı, hoş gönüllü ol.

Çocuk eğer kız ise onun için yapılan dilek şöyleydi:

Satanay gibi dolunay ol


Etrafın hep düğün-dernek olsun
Adın olsun yer tanrısından bereket
Eksilmesin köyünden, evinden bereket. (Haciyeva, 1988:10).

Karaçay-Malkar Nart destanlarına göre, Nart kahramanlarının yaşadıkları yerler Koban


vadisi dolaylarıdır. Ancak Nartların seferlere çıktığı ve savaştıkları yerler İtil (Volga)
ırmağına kadar uzanmaktadır. Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan
kahramanların adlarının bir kısmı şöyledir: Debet, Satanay, Örüzmek, Sosuruk,
Alavgan, Şavay, Sibilçi, Batraz, Şırdan, Cönger, Raçıkav, Gilastırhan, Sozuk, Bolat
Hımıç, Açemez, Hubun, Bödene, Çüyerdi, Bora Batır vs. Karaçay-Malkar Nart
destanlarında anlatılan Nart kahramanlarının sayısı oldukça fazladır. Şimdi bunların
içinde destanlardaki konumları bakımından en önemli olanlarını kısaca anlatmaya
çalışalım.

Debet ~ Devet

Karaçay-Malkar Nart destanlarında Debet’in, Gök ile Yer’in oğlu olduğu anlatılır. Tanrılar
ilk olarak Debet’i yaratmışlardır, diğer Nart kahramanları Debet’ten türemişlerdir.
Debet’in kalbi ve kanı ateşten yaratılmıştır. Debet sadece ilk Nart değil, aynı zamanda
Nartların hem ilk demircisi, hem de ilk öğretmenidir. Tanrılar, Debet’i Elbruz dağının
eteklerinde yaratmışlardır. Debet, demir madenini ve demirden çelik yapmasını burada
öğrenmiştir. Debet, demirin ve diğer madenlerin dilini bilmekte, kızgın demiri çıplak
elleriyle döverek kolayca işleyebilmektedir. Bundan başka, kuşlarla ve diğer yabani
hayvanlarla konuşabilme yeteneğine sahiptir. Kılıç, balta, mızrak, ok gibi silahları, silah
işlemeyen zırhları ve at nalını ilk defa Debet yapmıştır. Eğer, Debet’in yaptığı silahlar
olmasaydı Nartlar düşmanlarına karşı zaferler kazanamayacaklardı. Debet’in yaptığı
silahlar meteor (göktaşı) alaşımlıdır. Bu yüzden Nartların kılıçları çok sağlamdır ve
değdiği yeri kağıt gibi kesmektedirler.
Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Debet’in ölmediği, gökte yaşadığı ve orada [ s. 203
] demircilik yaptığı anlatılır. Nart ülkesinde yapılacak bir iş kalmadığından, Debet
kendisine demirden kanatlı bir araba yaparak gökyüzüne göçer ve orada demircilik
sanatına devam eder. Yıldızlar, Debet’in örsünden sıçrayan kıvılcımlardan oluşmuştur.
Geceleyin gökyüzünde bir yıldızın kaydığını görürseniz bilin ki bu kayan yıldızlar
Debet’in gökyüzündeki atölyesinde demir döverken çıkardığı kıvılcımlardır.

Nartların demircisi Debet hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. M. Habiç, bu


kahramanın adıyla ilgili değişik varyantlar toplamış ve bunları etimolojik açıdan
incelemiştir. “Debet” kelimesinin varyantları: “Tavas”, “Davat”, “Devet”, “Debet”
şeklindedir. M. Habiç bunlardan “Tavas” ve “Devet” kelimelerini esas almıştır. M. Habiç,
“Tavas” kelimesini, “tav” (dağ) + “As” (As kavmi) şeklinde; “Devet” kelimesini ise “dev”
(dev~kuvvetli) + “et” (çokluk eki) şeklinde açıklamıştır (Habiçlanı, 1973:220).

İsmail Mızı, Karaçay-Malkar Türklerinde “Debo” adının çok kullanıldığını bunun da


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Debet” kelimesiyle bir ilgisi olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, “Debo” kelimesi eski
Türk kavimlerinden biri olan “Tobolar”ın (Tobalar~Topalar) adından miras kalmıştır. İ.
Mızı’ya göre “Debo” kelimesi ile çokluk veya soy bildiren “et” ekinin birleşmesiyle de
ortaya “Debet” kelimesi çıkmıştır (Miziyev, 1991:161). İ. Mızı bunun dışında “Debet”
kelimesi ile İskitlerin aile-ev-ocak tanrıçası “Tabiti” arasındaki kelime benzerliğe dikkat
çekmekte, bu iki kelime arasında bir ilişkinin olabileceğini söylemektedir (Mızıulu,
1993:28).

Mahti Curtubay ise “Debet” kelimesini “dıp~tıp” (ateş~ateşli) + “bet” (yüz) şeklinde iki
ayrı kelimenin birleşmesinden meydana geldiğini bunun da “güneş” anlamına geldiğini
söylemektedir. M. Curtubay’a göre, Karaçay-Malkar Türkleri eskiden güneşe “Dıpbet”
diyorlarmış ve bu kelime daha sonra Nartların demircisi Debet’in adı olmuştur
(Curtubayev, 1991:157).

Yukarıda aktarılan “Debet” kelimesiyle ilgili görüşlerin hepsi şekil ve anlam bakımından
yetersizdir. Ben bundan önceki çalışmalarımda, demircilik sanatıyla meşhur Davut
peygamberin Karaçay-Malkar Nart destanlarına demirci Debet olarak girdiğini ve Davut
peygamber ile demirci Debet arasındaki benzerlikleri ilk defa ortaya koymuştum
(Adiloğlu, 1997:589; Appa, 1998/16:25-27; Appa, 1999/17:38-39).

Davut peygamberle ilgili rivayetlerde, bir kral olmakla birlikte onun aynı zamanda usta
bir demirci olduğu anlatılır. Davut peygamberin adı Kuran-ı Kerim’de 16 kere geçer.
Peygamberliği dışında kendisine has bazı özelliklerinin dile getirildiği bu ayetlerden [ s.
204 ] ayrı olarak, sahih hadislerde de “Davut” adından çokça bahsedilir (Bursalı,
1991:18-67; Aydemir, 1996:151-185). Davut peygamberin demircilik sanatı ve diğer
vasıfları Kuran-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Allah ona (Davut’a) hükümdarlık ve
hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti” (Bakara-251). “Ona (Davut’a), sizi savaşta
korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misin?” (Enbiya-80). “Ona
(Davut’a) demiri de yumuşattık. Uzun zırhlar yap, onları dokumada intizamı gözet diye
buyurduk” (Sebe-10-11); (Bursalı, 1991:18-67). İslamî rivayetlerde, Davut peygamberin
demiri ateşte kızdırmadan, demiri dövmek için örse, çekice ve balyoza muhtaç olmadan
çıplak elleriyle demiri hamur gibi eğip büktüğü ve demire dilediği gibi şekil verdiği
anlatılır. Aynı rivayetlere göre, Davut peygamberin dağlarla, taşlarla ve kuşlarla
konuşabilme yeteneği de vardır. Kendisinden sonra kral ve peygamber olan Hz.
Süleyman’ın da babası olan Davut peygamberin 19 oğlu olmuştur (Bursalı, 1991:18-67).

Karaçay-Malkar Nart destanlarının demircisi “Debet” ya da “Devet” isminin kökeni


“Davut” isminden gelmektedir. Debet, aynı Davut peygamber gibi çıplak elleriyle kor
halindeki demiri eğip bükebilmekte, ona dilediği şekli verebilmektedir. Yine, Davut
peygamber gibi ateşin, taşların ve kuşların dilini de bilmektedir. Davut peygamber ile
demirci Debet arasındaki bu benzerliklerin dışında başka bir benzerlik de her ikisinin de
19 oğlu olmasıdır. Ayrıca, Davut peygamber ve demircilik sanatı Kırgız, Kazak ve
Tarancı Türklerinin sözlü edebiyat ürünlerine de girmiştir. Davut peygamber, Orta Asya
Türk boylarında demirciliğin piri olarak kabul edilir (İnan, 1995:121-123-133-141).

Bilindiği üzere M.S. 7-10. yüzyıllar arasında Kafkasya coğrafyasının hakimi olan Hazar
Türkleri Musevilik inancına sahip idiler. Musevilik inancında Davut peygamber bir
kahramandır. Hazar Kağanlığının dağılmasından sonra Hazar Türk kabileleri
Kafkasya’da yaşayan halklar arasına karışmışlardır. Hazar kökenli bu kabileler
beraberlerinde getirdikleri kültür unsurlarını Kafkas halklarına taşımışlardır. Karaçay-
Malkar Nart destanlarındaki Demirci Debet ile Davut peygamber arasındaki
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

benzerliklerin bir tesadüf olması imkansızdır. Eldeki verilerden Davut peygamberin


Karaçay-Malkar Nart destanlarında birtakım değişiklere uğrayarak Nartların demircisi
Debet kimliğine büründüğü çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Alavgan

Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Alavgan’ın dev gibi iri yapılı ve çok kuvvetli olduğu
anlatılır. Alavgan çok sayıda “emegen” (dev) öldürmüştür. Ayrıca devlerin kazanını çalıp
Nartlara getirmiştir. [ s. 205 ] Bu kazanın içine kırk tane öküzün eti sığmaktadır.
Alavgan, Nartların demircisi Debet’in on dokuz oğlundan en büyük olanıdır. Debet,
Alavgan dışında, oğullarının hepsini evlendirmiştir. Alavgan, dev gibi iri yapılı biri
olduğundan ona Nartlardan uygun bir eş bulunamamıştır. Alavgan bu yüzden “emegen”
(dev) kadınlardan biriyle evlenmek zorunda kalmıştır.

Bir başka yazımda ilk defa, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki demirci Debet’in
başlangıçtaki adının “Alogan” veya “Al-Ogan” şeklinde olduğunu ve daha sonra Hazar-
Musevi kültürünün etkisiyle demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin adının
“Debet” şeklinde değişerek Karaçay-Malkar Nart destanlarına kaynaklık ettiğini,
“Alogan” adının ise tamamen unutulmayarak Karaçay-Malkar Nart destanlarında
“Alavgan” adıyla Debet’in en büyük oğlu olarak yaşamaya devam ettiğini söylemiştim
(Adiloğlu, 2001:29-32).

Oset Nart destanlarının demircisinin adı “Kurdalagon”dur. G. Dumezil, “Kurdalagon”


adının “kurd” (eski Osetçe demirci) sözü ile “Alag” (bir Nart sülalesi) sözünün
birleşmesinden meydana gelmiş olabileceğini söylemektedir (Dumezil, 2000:63). V.İ.
Abayev bu kelimenin ilk halinin “Kurdalavargon” şeklinde olduğunu söylemekte ve bu
kelimeyi; “kurd” (eski Osetçe demirci) + ala (Alan kavmi) + varg (eski Osetçe kurt) + on
(Osetçe oğul, soy bildiren ek) şeklinde açıklamaktadır. V.İ. Abayev bu hecelemeden
“Alanların kurt soyundan olan demircisi” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Mahti
Curtubay ise, V.İ. Abayev’in bu açıklamasına karşı çıkarak öncelikle eski Osetçedeki
“varg” (kurt) sözünün aslında Moğolca “barak” (köpek) sözünden kaynaklandığını, öte
yandan Osetçede “kurd” (demirci) şeklinde bir kelimenin olmadığını ve bunun da Türkçe
“kurt” kelimesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. M. Curtubay’a göre, Oset Nart
destanlarındaki “Kurdalagon”un adı, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki “Alavgan”ın
adından kaynaklanmaktadır. Ona göre, “Alavgan” adı, Oset Nart destanlarına “Kurd-
Alagon” (Kurt soylu Alagon < Alavgan) şeklinde geçmiştir. M. Curtubay, “Alavgan”
adının kökenini; “al” (ön, önce, ilk) + avgan (aşan, devrilen) şeklinde açıklamakta,
bundan da “ilk oğlan” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Karaçay-Malkar Türkçesinde
“av-” fiili “aşmak, düşmek, devrilmek” anlamlarına gelir. M. Curtubay herhalde burada
“avgan” kelimesini “gelen” anlamında düşünmekte ve bundan da “ilk gelen”, “ilk doğan”,
“ilk oğlan” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Bu açıklamasını da Alavgan’ın demirci
Debet’in ilk oğlu olmasıyla desteklemektedir (Curtubayev, 1991:158-159).

Gerek İslam öncesi, gerekse İslam sonrası Türklerin kültüründe bugüne kadar yaşayan
halk inanışlarından biri de [ s. 206 ] “Al-Ruhu” veya “Albastı”dır. Karakter ve seciye
itibariyle, bütün Türk boylarının halk inanışlarına göre “Al-Ruhu” genellikle loğusa
kadınlara musallat olan kötü bir ruhtur. Fakat, Al-Ruhu tarih öncesi devirlerde Türklerin
kültüründe kötü bir ruh değil, tam tersine güçlü ve koruyucu tanrılardan biri idi. Fakat
daha sonraları Al-Ruhu, Türk kültüründe kötü bir ruh olarak tasavvur edilmiştir. Bununla
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

birlikte tarihi devirlerde, Al-Ruhu’nun koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu bildiren işaretler
de yok değildir. Örneğin, Uranha-Tuba Türklerinin şaman dualarında Al-Ruhu koruyucu
ve iyi bir ruh olarak telakki edilir. Yakut Türklerinde aile ocağı ateşine “Al-Ot” denir. Altay
ve Kırgız Türklerinde “alka-” kelimesi “takdis etmek” anlamına gelir. Bütün Türk
boylarında “alkış~algış” kelimesi “dua, takdis, dilek, tebrik” anlamlarında kullanılan bir
kelimedir. “Alas” veya “alazlama” tabiri, eski Türk kültüründeki “ateşle ruhu
kötülüklerden arındırma” ayinidir. “Al” sözünün “ateş” kültüyle alakalı olması bilhassa bu
ruhun eski zamanlarda koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu göstermekte, hatta bu Al-
Ruhu’nun tarih öncesinde eski Türk kültüründe “ateş-tanrısı” olduğunu ortaya
koymaktadır. Al-Ruhu ve Al sözünün kökenini ise Sumer kültüründe aramak
gerekmektedir. Eski Türklerin ateş tanrısı “Al” ile Sumerlerin ateş tanrısı “Al” veya
“Alu”nun bir olduğuna şüphe yoktur (İnan, 1987:259, 261, 263-266).

Tarih öncesinin derin karanlıklarında kaybolmayarak, önce ateş tanrısı “Al” şeklinde ve
daha sonra da kötü bir ruh şeklinde tasavvur edilerek “Al-Ruhu” şeklinde eski Türk
kültüründe yer bulan Sumerlerin ateş tanrısı “Al”ın adı şüphesiz ki Karaçay-Malkar ve
Oset Nart destanlarındaki “Alavgan” ve “Kurdalagon” adlarına da kaynaklık etmiştir.
“Alavgan” kelimesini: “al” (ateş) + “awgan < ogan” (tanrı), yani “Ateş Tanrısı” şeklinde;
“Kurdalagon” kelimesini de: “kurd < kurç” (demir-çelik) + “al” (ateş) + “agon < ogan”
(tanrı), yani “Demirci-Ateş Tanrısı” şeklindeki tahlil, yukarıda ileri sürülen görüşlerin
hepsinden daha mantıklı ve isabetlidir.

Satanay ~ Satanay Biyçe

Satanay’ın babası Güneş, annesi de Ay’dır. Satanay doğduktan kısa bir süre sonra
Deniz Tanrısı onu alıp kaçırır ve bir adaya götürür. Satanay yıllarca bu adada mahsur
kalır. Deniz Tanrısı oynaması için Satanay’a denizden çıkardığı yakut, elmas, mercan
gibi değerli taşlar verir. Satanay bunların içinde en çok mercan taşlarını sever. Bu
yüzden de Deniz Tanrısı ona “Satanay” adını verir. Satanay aradan uzun yıllar geçtikten
sonra bir yolunu bulup adadan kaçmayı başarır. Günlerce ormanlarda, dağlarda
dolaştıktan sonra Nartların ülkesine gelir ve burada Nartların lideri Örüzmek’le evlenir.
Karaçay-Malkar Nart destanlarının kadın kahramanı olan Satanay güzelliğin ve
bilgeliğin sembolüdür. Satanay birtakım doğa üstü [ s. 207 ] güçlere sahiptir. Satanay’ın
sihir yapma gücü ve olacakları önceden sezme yeteneği vardır. Nartları perde
arkasından yöneten Satanay’dır. Satanay’a danışmadan Nartlar hiçbir işe kalkışmazlar.
Satanay, Nart kadınlarına yünden çuha yapmasını, elbise dikmesini, ekmek pişirmesini,
boza yapmasını, sütten peynir ve yoğurt yapmasını öğretmiştir (Appa, 1993/6:17-22).

Satanay kelimesinin etimolojisi hakkında bazı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan


birkaçı şöyledir; Çerkes araştırmacılara göre “Setenay” veya “Sataney” kelimesi Adige
(Çerkes) dilindeki “se” (bıçak, kılıç) kelimesi ile “tın” (vermek) fiilinin birleşmesinden
meydana gelmiştir ve bu kelime “bıçak~kılıç veren” anlamına gelmektedir (Özbay,
1990:18). M. Habiç’e göre “Satanay” kelimesi Sogdca kökenli “şad” (yüksek rütbeli
asker) ve Türkçe “anay” (anne) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir
(Habiçlanı, 1973:226). U. Bayramuk ise “Satanay” kelimesinin “sata” (mercan) ve “anay”
(anne) kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini ileri sürmüştür (Bayramuklanı,
1982:255). Bunlardan başka “Satanay” kelimesinin “sat” (kutsal) + “anay” (anne)
veyahut “satan” (çok güzel) + “ay” (Ay) kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini
ileri sürenler de olmuştur (Laypanov-Miziyev, 1983:66).

G. Dumezil, yukarıdaki görüşlerden farklı olarak, Kafkas Nart destanlarındaki “Satanay”


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ile Alan kralının güzel kızı “Satinik”in birbirleriyle ilişkili olduğunu söylemekte, hatta bu
ikisinin aynı kişiler olduğunu ileri sürmektedir (Dumezil, 1965:170). Alanlar ile Ermeniler
arasında geçen bir savaşta, Alan kralının oğlu Ermeniler tarafından esir alınmış, taraflar
arasındaki uzun görüşmelerden sonra, Ermeni kıralı Artaşes ile Alan kralının güzel kızı
Satinik’in evlenmesiyle taraflar arasında barış yapılmıştır (Kırzıoğlu, 1992:38-39).

Tarihte gerçekten yaşamış kişilerin birtakım değişikliklere uğrayarak destan ve


efsanelere girmesi mümkündür. G. Dumezil’in Nart destanlarındaki “Satanay” adlı kadın
kahraman ile Alan kralının kızı “Satinik” arasında bir bağlantı kurması göz ardı
edilmeyecek bir fikirdir.

Bana göre “Satanay” kelimesinin “şeytan” (veye “şeytanî”) kelimesiyle bir alakası vardır.
Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki “Satanay” ile Oset Nart destanlarındaki “Satana”
veya “Şatana”nın birtakım sihir güçlerine sahip olduğu, gaipten ve gelecekten haber
verdiği bolca işlenmektedir. Hatta, Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Satanay” ismi
birçok yerde “Bilgiç Satanay” (Kâhin Satanay), Kurtha Satanay” ve “Obur Satanay”
(Büyücü Satanay) şeklinde geçmektedir. Bilindiği gibi büyücülük, kâhinlik vb. gibi işler
eski toplumlarda “şeytan işi” olarak kabul edilirdi. Büyük bir [ s. 208 ] ihtimalle, toplum
tarafından sevilmekle birlikte büyücülük, kâhinlik gibi “şeytanî” işlerde uğraştığından
dolayı kendisinden korkulan, çekinilen bir kadın bir şekilde Nart destanlarına girmiştir.
Belki bu kadın, gerçekte başka bir ismi olan fakat büyücülük ve kâhinlik gibi birtakım
“şeytanî” işlerle uğraştığından dolayı “Satinik” (< Satanik) adıyla anılan Alan kralının
güzel kızı olabilir.

Örüzmek

Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Örüzmek, Nart kahramanları içinde akıllı ve ağır


başlı kişiliğiyle anlatılır. Bütün Nart kahramanları onu örnek alırlar. Örüzmek, Nart
kahramanlarının lideri ve Satanay’ın kocasıdır. Destanlarda Örüzmek’in anlatıldığı en
meşhur bölüm, Örüzmek’in Nartları haraca bağlayan ve Nartların ülkesine yağmur
yağmasını engelleyen “Kına Sakallı Kızıl Fuk”u öldürüp Nartları özgürlüğe kavuşturduğu
bölümdür. Örüzmek’in doğuş motifi kısaca şöyledir; Nartların demircisi Debet günlerden
bir gün dağlarda demir madeni ararken gökten bir meteorun düştüğünü görür. Debet,
meteorun düştüğü yere gider. Meteorun düştüğü yerde derin bir çukur, çukurun içinde
de küçük bir çocuk görür. Çocuk çukurun içinde dişi bir kurdu yakalamış ve onun sütünü
emmektedir. Daha sonra, Debet bu çocuğu alıp Nartların ülkesine götürür. Örüzmek’in
dişi bir kurdun sütüyle beslenmesi motifi, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki eski Türk
mitolojisinin izlerini yansıtmaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki Örüzmek’in adı; Oset Nart destanlarında


“Urizmeg”, “Urızmag”, “Orazmag”, “Werizmeg”, “Wrıjmeg” ve “Vurijmeg” şeklinde; Adige
(Çerkes) Nart destanlarında ise “Osirmeg”, “Osirmes”, “Wazermes”, “Wazırmes” ve
“Werzemec” şeklinde geçmektedir (Noghumuka, 1974:53; Mijayev, 1988:5, 17; Abayev
vd., 1999:151; Dumezil, 2000:74). M. Habiç, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki
“Örüzmek” adını: “örüz” (ırmak) + “mek < bek” (bey, prens) şeklinde iki ayrı kelimenin
birleşmesinden meydana geldiğini ileri sürmekte bunun da “ırmağın beyi, ırmağın sahibi,
ırmağın efendisi” anlamına geldiğini söylemektedir (Habiçlanı, 1973:219). G. Dumezil
ise Oset varyantındaki “Urizmeg” kelimesini “varaza” (erkek domuz) kelimesiyle
ilişkilendirmiştir. Fakat bundan başka bir açıklama yapmamış ve kendisi de bu görüşün
pek mantıklı olmadığını düşünmüş olacak ki etimolojisinin yanına bir soru işareti
düşmüştür (Dumezil, 2000:74).

M. Habiç ve G. Dumezil’in ileri sürdüğü görüşlerin yetersiz olduğu açıktır. Kafkas Nart
destanlarındaki “Örüzmek”, “Urizmeg”, “Osirmeg” vs. adlı kahramanın adı tamamen
Türkçe bir kelime olup, Dede Korkut destanlarındaki “Kazan oğlu Oruz Bek”ten ibarettir
(Adiloğlu, 1993/4:7-10; Appa, 1993/6:17-22). Dede Korkut [ s. 209 ] destanlarının,
Kafkas Nart destanları üzerindeki etkisi kimseyi şaşırtmamalıdır. Hatta, Dede Korkut’un
mezarının Kazakistan’da (Kızılorda vilayetinde), Türkmenistan’da, Azerbaycan’da ve
Türkiye’de (Bayburt’ta) olduğuna dair efsaneler dışında bir de Kafkasya’da olduğuna
dair inanışlar ve ciddi tarihi bilgiler vardır. 1638 yılında Dağıstan’da Derbent şehrinin
batısındaki bir tepede Dede Korkut türbesi olduğunu söyleyen Adam Olearius ünlü
seyahatnamesinde şöyle söylemektedir: “Eskiden burada Okus (Oğuz) milletinden
Kasan (Kazan) adlı bir hükümdar yaşarmış. Bu hükümdar, Lezgi denilen Dağıstan
Tatarlarıyla korkunç savaşlar yaparken, tepe üzerindeki türbede yatan İmam Korkut
kopuz çalarak Kasan (Kazan) adlı hükümdarı coşturup Lezgiler aleyhine savaşa
kışkırtırmış.” A. Olearius’tan on yıl sonra Derbent’te bulunan Evliya Çelebi’nin notlarında
Dede Korkut’tan şöyle bahsedilmektedir: “Ziyaretgâh-ı Dede Korkut ulu sultandır.
Şirvanlılar bu sultana (veliye) yürekten bağlıdırlar.” (Kırzıoğlu, 1972:214).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

M. Fahrettin Kırzıoğlu “Oruz” kelimesinin, Türkçe “örs” (demirci örsü) kelimesinden


kaynaklandığını söylemektedir (Kırzıoğlu, 1972:187, 199). N.A. Baskakov ise,
Türkçedeki “orus” kelimesini ilk olarak, “Türk-Rus melezlerine verilen ad” veya “Rus
hayat tarzı yaşayan Türk soylularına verilen ad” şeklinde açıklamakta, ikinci olarak da,
Kıpçak Türkçesinde savaş, saldırı anlamına gelen “urus~uruş” (vuruşmak) kelimesinden
de kaynaklanmış olabileceğini, bunun da “kavgacı” veya “savaşçı” anlamına geldiğini
söylemektedir (Baskakov, 1997:152).

N.A. Baskakov gibi, ben de, “Oruz” ve “Örüz” kelimelerinin “Orus” (Rus) kelimesinden
kaynaklandığını düşünüyordum. Bilindiği gibi Türkçede kelime başında /r/ sesi
bulunmaz. Başka dillerden girmiş /r/ sesiyle başlayan kelimeler ise bir ünlü önses
almışlardır. Bu kelimelerden biri de “Orus” ( < Rus ) kelimesidir. Özellikle Doğu
Türkçesinde “Rus” kelimesi “Orus” veya “Urus” şeklinde söylenmektedir. Ayrıca,
Türklerde eskiden “Orus” kelimesi, “Rus’a benzeyen” veya “Rus gibi” anlamında bir özel
ad olarak oldukça yaygın şekilde kullanılmıştır. Doğu Türklerinde bu ad günümüzde de
Orusbiy, Oruzbek, Orazbek, Orazbay, Orazhan, Orushan vs. şeklinde oldukça yaygın
olarak kullanılmaktadır. “Orus” adının “Rus” sözüyle ilişkisini çok güzel açıklayan bir
Malkar rivayeti vardır. Bu rivayete göre, Malkar’da Bızıngı vadisinde yaşayan Bashanuk
adlı bir prensin bir oğlu olmuş. Bashanuk’un dedesi veya yaşlı akrabalarından biri yeni
doğan çocuğu görmeye geldiğinde, çocuğun saçlarının sarı, gözlerinin de mavi
olduğunu görünce: “Bu çocuk aynı Rus prenslerine benziyor” demiş ve böylece
Bashanuk’un oğluna “Orusbiy” (Rus prensi) adı konulmuştur. Malkarlıların köklü Orusbiy
[ s. 210 ] sülalesi işte bu çocuğun soyundan gelmektedir. (Musukayev, 1976:97;
Musukayev, 2001:28).

Ancak, tarihte daha “Rus” kelimesi ve “Rus” adında bir millet yok iken, eski Türk
destanlarında “Oruz” adının geçmesi, bu kelimenin kökeninin çok daha eskilere
dayandığını ortaya koymaktadır. Örneğin, efsanevi Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu
“Alp Arız” veya “Oruz Han” ile Oğuz Han destanının Uygur varyantındaki Oğuz Han’ın
sol kanat komutanı Urum Kağan’ın kardeşi “Uruz Bek” ve M.Ö. 66 yıllarında Alazon
ırmağı ile Hazar denizi arasındaki yerlerin, yani Kafkasya’nın hakimi ve Partların (Saka-
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Arşaklıların) da müttefiki olan, Saka soyundan Albanlar hükümdarı “Oroiz”in adları bu


fikri yeterince desteklemektedir (Kırzıoğlu, 1972:198-199). Bu tarihi şahısların adları
destanlara daha sonradan girmemiş ise, ki Alban hükümdarı Oroiz’in adının M.Ö. 66
yılında tarih kayıtlarındaki tespiti bunu teyit etmektedir, “Rus” kelimesi ile “Oruz” kelimesi
arasında bir ilişki olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü, Rus kelimesi ve Rus etnik kavim
adı tarihte ancak M.S. VIII. yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.

Bence tarihte ve destanlardaki bütün “Oruz” (ve diğer varyantları) adlarının kökeni, Saka
hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu (veya kardeşi) Alp Arız’a dayanmaktadır. Sakaların
Hazar denizini kuzeyden ve güneyden dolaşarak Kafkasya ve Dağıstan’daki Derbent
(Demirkapı) şehrinin fethi Alp Tonga oğlu Alp Arız tarafından gerçekleştirilmiştir (Togan,
1981:108). Neticede, Alp Arız’ın Kafkasya’daki savaşları ve buna bağlı diğer tarihi
olayların, Kafkas Nart destanları ve Dede Korkut destanlarında iz bırakmaması mümkün
değildir. Hatta, Dede Korkut destanlarında anlatılan mekanın Kafkasya ve Kuzey
Azerbaycan coğrafyası olması da bu fikre uygundur.

Bana göre, Türk kültüründeki “Oruz” adının kökeni, Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu
Alp Arız’a dayanmakta fakat bu “Arız” adı da Yunan mitolojisindeki “Ares”ten
kaynaklanmaktadır. Zeus ile Hera’nın oğlu Ares, eski Yunan mitolojisinde en büyük
savaş tanrısı olarak anlatılır. Ares aynı zamanda kıyımdan ve kan dökmekten hoşlanan,
savaşçı düşünce tarzının temsilcisidir. Savaş tanrısı Ares, zırhlı, miğferli, kalkan, mızrak
ve kılıçla donanmış olarak tam bir savaşçı görünümünde tasvir edilir (Grimal, 1997:84).

Herodotos, Sakaların (İskitlerin) Papaios, Tabiti, Api, Oitosyros, Argimpasa,


Thagimasadas gibi belli başlı tanrıları hakkında bilgi verirken, Sakaların savaş tanrısı
“Ares”in dışında heykel, sunak, tapınak kurma geleneklerinin olmadığını, kurban ve
diğer dini törenlerin yalnız Ares için yapıldığını söylemektedir (Herodotos, 1991:208-
209). Herodotos’un anlattıklarından, Sakaların en çok [ s. 211 ] önem verdikleri tanrının
eski Yunan’daki savaş tanrısı Ares olduğu anlaşılmaktadır. Fakat burada dikkat çeken
önemli nokta, Herodotos, Sakaların tanrılarından bahsederken bunların adlarını da
Saka dilinde verdiği halde, savaş tanrısı Ares’in Saka dilindeki adını vermemiştir.
Heredotos, Sakaların savaş tanrısından bahsederken, doğrudan “Ares” adını
kullanmaktadır. Buradan da, Sakaların eski Yunan kültürünün etkisinde kaldığı
anlaşılmaktadır. Yani, Saka ve daha sonraki Türk kültüründeki “Arız” adının kaynağı,
Saka veya eski Türk kültüründen değil, eski Yunan mitolojisindeki savaş tanrısı
“Ares”ten gelmektedir. Sakaların, savaş tanrısı Ares’e bu kadar önem vermesi
dolayısıyla da Sakalarda birtakım soylu kişilerin “Ares” ( > Arız ) adını kullanmaları
mantıklı görünmektedir. Bunun en güzel örneği de Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu
Alp Arız’ın adıdır.

Sosuruk ~ Sosurka

Karaçay-Malkar Nart destanlarında zeki ve kurnaz biri olarak anlatılan Nart Sosuruk
(veya Sosurka), Nartların amansız düşmanı olan devleri bilek gücüyle değil, kıvrak
zekasıyla yenmektedir. Nart Sosuruk’un doğuşu kısaca şöyledir; Nartların çobanı Sozuk
bir gün İdil ırmağı kenarında koyunlarını otlatırken, güzelliği dillere destan olan Satanay-
Biyçe’yi görür. Satanay-Biyçe’yi o kadar çok beğenip arzular ki, Sozuk’un ersuyu
fışkırıp, ırmağın kıyısında Satanay-Biyçe’nin üzerine oturduğu granit kaya parçasına
değer. Sozuk, Satanay-Biyçe’ye granit kayayı yanında götürmesini söyler. Satanay-
Biyçe’nin evine alıp götürdüğü granit kaya büyümeye başlar. Belli bir zaman sonra
granit kaya kendi kendine bir yumurta gibi kırılır ve içinden kor halinde bir bebek çıkar.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Satanay-Biyçe hemen Nartların demirci Debet’i çağırır. Debet, kor halindeki bebeği
dizlerinden bir kıskaçla tutup suya batırır. Böylece bebeğin vücudu çelikleşmiş olur.
Satanay-Biyçe ve Debet, “Soslan-Taş”ın (granit kayası) içinden çıkan bu bebeğe
“Sosuruk” adını verirler. Nart Sosuruk’un vücudu çelikten olduğu için ona hiçbir kesici ve
delici silah işlemez. Ancak, Debet onu suya batırdığı sırada, vücudunun kıskaçla kapalı
olan yerleri su ile temas etmediği için Sosuruk’un dizleri çelikleşmemiştir. Bu yüzden
Sosuruk’un düşmanları onu dizlerinden yaralamak isterler (Adiloğlu, 1993/5:18-21).

Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Nart Sosuruk bla Emegen” (Nart Sosuruk ile Dev)
başlıklı bölümde, Sosuruk’un zekası ve kurnazlığıyla devi nasıl yendiği kısaca şöyle
anlatılmaktadır:

“Günlerden bir gün Nart yiğitleri sefere çıkarlar. Yolculuk sırasında erzakları tükenir,
ateşsiz kalırlar. Bunun üzerine Nart Sosuruk’u ateş bulması için görevlendirirler.
Sosuruk ateş aramak için dolaşırken bir devin mağarasına gelir. Mağarada büyük bir
ateş yanmaktadır. Sosuruk devin [ s. 212 ] ateşinden bir kor parçası alıp kaçmak
üzereyken, kor parçasından sıçrayan bir kıvılcım devin gözüne gelir. Bunun üzerine dev
uyanır ve Sosuruk’u kıskıvrak yakalayıverir. Dev ona Sosuruk’u tanıyıp tanımadığını
sorar. Sosuruk kendisinin kim olduğunu deve söylemez fakat Sosuruk’u çok yakından
tanıdığını, onun çok büyük bir yiğit olduğunu ve birtakım hünerlere sahip olduğunu
söyler. Bunun üzerine dev heyecanla ona Sosuruk’un hünerlerinin neler olduğunu sorar,
kendisinin de aynı hünerleri yapmak istediğini söyler. Sosuruk deve, Sosuruk’un birinci
hünerinin, dağın tepesinden yuvarlanan büyük kayaları başıyla vurup dağın tepesine
geri göndermek olduğunu söyler. Dev ben de aynısını yaparım diyerek Sosuruk’a dağın
tepesine çıkmasını ve yukarıdan büyük kayalar yuvarlamasını söyler. Sosuruk dağın
başından kayaları yuvarlamaya başlar. Dev çok kolay bir şekilde kayaları başıyla vurup
geri gönderir. Sosuruk deve, Sosuruk’un ikinci hünerinin kızgın demirleri yutmak
olduğunu söyler. Dev hemen ateşte demirleri kor haline gelene kadar kızdırarak yutar
ve kendisine hiçbir şey olmaz. Sosuruk’un üçüncü ve son hünerinde dev göle girer ve
gölün buz tutmasını bekler. Göl buz tuttuktan sonra Sosuruk deve gölden çıkmasını
söyler. Dev bütün gücüyle uğraşır fakat bir türlü buzları kırıp gölden çıkamaz. Dev
oyuna geldiğini ve bu kişinin Sosuruk olduğunu anlamıştır. Sosuruk devin başını
kesmek için kılıcını devin boynuna vurur. Fakat devin boynu kesilmez. Dev, Sosuruk’a,
başının ancak kendi kılıcıyla kesilebileceğini söyler. Bunun üzerine Sosuruk devi kendi
kılıcıyla öldürür.”
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

İlk olarak T.M. Haciyeva’nın tespit ettiği üzere, meşhur Türkolog Wilhelm Radloff’un 19.
yüzyılda Güney Sibirya Türklerinden derlemiş olduğu “Ak-Kübek” destanı ile yukarıda
anlatılan “Nart Sosuruk ile Dev” destanı arasındaki büyük benzerlikler vardır. Aynen,
Sosuruk ile dev arasında olduğu gibi, Ak-Kübek ve Salur Kazan kimin daha güçlü
olduğunu anlamak için değişik hünerler gösterirler. En sonunda Ak-Kübek, buz tutan
gölden çıkamayan Salur Kazan’ın başını keserek bu mücadeleden galip çıkar.
Birbirlerinden oldukça uzak yurtlarda yaşayan Güney Sibirya Türkleri ile Karaçay-Malkar
Türklerinin destanları arasındaki bu benzerlikler, her ikisinin de eski Türk mitolojisiyle
ilişkili olduğunu göstermektedir. Prof. Dr. B. Ögel’e göre, dış dünyaya hatta daha
güneydeki Türk boylarının tesirlerine bile uzak olan Ak-Kübek destanı, Proto-Türk
motifleri taşıyan mitolojik bir destandır [ s. 213 ] (Aliyeva vd., 1994:28; Ögel, 1995:10,
22, 35). Bunun dışında, Nart Sosuruk ile devin mücadelesini anlatan bu destanın
benzerleri Oset ve Abhaz-Abazaların Nart destanlarında da yer almaktadır (Özbay,
1990:116-129; Abayev vd., 1999:241-249). Bunlar büyük ihtimalle Karaçay-Malkar Nart
destanlarından geçmiş olmalıdır.

“Sosuruk” veya “Sosurka” kelimesinin kökeni hakkında görüşler şöyledir; Adige (Çerkes)
Nart destanlarında bu kahramanın adı “Sosrıko” ve “Sawsıruk” şeklinde geçmektedir.
Buna göre Çerkes dilinde bu kelime; “se” (bıçak, kılıç) + “sır” veya “stır” (sıcak) + “w”
veya “wo” (vurmak, ateş etmek) + “ko” (oğul, oğlu) kelimelerinin birleşmesinden “sıcak
çocuk”, “ateş saçan”, “yakan erkek çocuk” anlamına gelmektedir (Özbay, 1990:14).
Vladimir Meremkul’a göre, “Sosurka” kelimesi ile eski Mısırlıların tanrılarından “Osiris”
arasında bir ilişki vardır (Özbay, 1990:98). M. Habiç ise bu kelimeyi Karaçay-Malkar
Türkçesiyle açıklamaya çalışmaktadır. Ona göre bu kelime “sos” (granit) ve “uruk” (soy,
sop) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir (Habiçlanı, 1973:219-220). Fakat,
Karaçay-Malkar Türkçesindeki “sos-taş” (granit) kelimesi, Sosuruk adlı kahramanın
doğuş hikayesiyle bağlantılıdır. Yani “Sosuruk” adlı kahramanın adından atfen sonradan
“granit” taşına “sos-taş” denilmiştir.

Çerkes Tarihçisi Şora B. Noghumuka ise, bir kayanın yarılmasından, kayanın içinden
çıkan Sosurka ile anne karnı yarılarak bebek doğum tekniğine de adı verilen meşhur
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Roma İmparatoru “Sezar” arasında bir ilişki kurmaktadır. Ona göre Roma İmparatoru
“Sezar”ın adı, Kafkas Nart destanlarına birtakım değişikliklere uğrayarak girmiştir
(Noghumuka, 1974:60-61). Bana göre de, yukarıda ileri sürülen görüşlerden ziyade Ş.B.
Noghumuka’nın görüşü daha isabetlidir.

Şavay ~ Karaşavay

Karaçay-Malkar Nart destanlarında, düşmanlarına hiçbir zaman yenilmeyen, güçlü ve


çok cesur bir kahraman olarak anlatılan Şavay, Nart Alavgan’ın oğludur. Şavay’ın
annesi ise bir emegen (dev) kadındır. Şavay’ın doğuşu kısaca şöyle anlatılır:

“Alavgan’ın emegen (dev) karısı iki ayda bir çocuk doğuruyormuş. Fakat bu çocukları
doğurur doğurmaz ağzına atıp yiyormuş. Alavgan dertli bir şekilde Satanay’dan yardım
istemiş. Satanay hemen bir plan yapmış. Emegen (dev) kadının doğum zamanı gelince
onu evin çatısına çıkarmış bacanın üstüne oturup doğurmasını söylemiş. Emegen (dev)
kadın doğurunca bebek bacanın altında, ocağın içinde hazır duran sepete düşmüş. [ s.
214 ] Satanay hemen sepetin içindeki bebeği alıp Elbruz dağına götürmüş. Şavay
burada Elbruz dağının buzullarını emerek büyümüş. Çocuk büyüyüp yiğit bir delikanlı
olduktan sonra Satanay onu alıp Nart ülkesine getirir. Şavay yurduna döndükten sonra
derhal emegen (dev) annesini öldürür ve böylece Nartları emegen (dev) kadının
zulmünden kurtarmış olur. Şavay’ın babası Alavgan ise oğluna kavuştuğu için çok mutlu
olur ve ona “Gemuda” isimli atı hediye eder.”

T. M. Haciyeva, Şavay’ın doğuşu ve çocukluğuyla ilgili bu motiflerin benzerinin Altay


Türklerinin “Maaday-Kara” destanında da olduğunu söylemektedir (Aliyeva vd.,
1994:19). U.S. Gagloyti, Şavay’ın doğuşu ve annesiyle ilgili motiflerin Adige (Çerkes),
Oset, Çeçen-İnguş ve hatta Gürcü destanlarında da olduğunu, ancak bu motiflerin en
açık şekilde Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatıldığını bu yüzden de bu motiflerin
diğer Kafkas Nart destanlarına Karaçay-Malkar Türklerinden geçmiş olabileceğini
söylemektedir (Gagloyti, 1977:110).

Şavay birtakım olağanüstü güçlere sahiptir. Örneğin istediği zaman sıcak havayı soğuk
havaya ya da soğuk havayı sıcak havaya çevirebilmektedir. Bunun dışında, Şavay’ın
kendisi ve atı Gemuda istediği zaman istediği kılığa girebilmektedir. “Şavay ile Gemuda”
adlı destanda, Şavay, Nart kahramanları arasında düzenlenen bir müsabakaya yaşlı bir
görünüşle ve eski püskü elbiseleriyle katılır. Şavay’ın atı Gemuda ise zayıf, cılız ve
güçsüz bir at gibi görünmektedir. Halbuki Şavay bunu diğer Nart kahramanlarını
yanıltmak için yapmıştır. Neticede müsabakayı Şavay ve atı Gemuda kazanır.

M.E. Talpa, Adige (Çerkes) Nart destanlarında savaşlara eski elbiseler giyerek giden
Şavay’ın neden eski elbiseler giydiği sorusunun cevapsız kaldığını ifade etmektedir.
M.E. Talpa bu sorunun cevabının ancak Karaçay-Malkar Nart destanlarında
verilebildiğini söylemektedir. Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki Şavay, düşmanlarının
karşısına yaşlı ve güçsüz bir adam görünümünde, eski püskü elbiseler giyerek çıkar.
Çünkü, böylece gerçek gücünü düşmanlarından gizlemekte ve onları yanıltarak
yenmektedir (Aliyeva vd., 1994:17).

Şavay’ın vücudu çok dayanıklıdır. Hiçbir şey onun bedenine zarar vermez. Örneğin “Üç
Nart ile Üç Emegen” adlı destanda, emegenler (devler) Şavay’ı yakalayıp ateşin içinde
atarlar. Fakat, Şavay’a hiçbir şey olmaz. Tam tersine, ateşin içinde Şavay’ın vücudu
çelik gibi sertleşir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[ s. 215 ] Şavay’ın Gemuda isimli atı denizin derinliklerinden gelmiştir, kulaklarının


arkasında balıklarınki gibi solungaçlar vardır. Bu yüzden denizin altında rahatça
dolaşabilmektedir. Toynakları demir gibi sert, gözleri balık gibi parlaktır. Destanlarda
anlatılanlara göre, Gemuda bir gün Elbruz dağının üstünden sıçrarken toynağı dağın
tepesine değmiş ve böylece önceden tek başlı olan Elbruz dağının tepesi Gemuda’nın
toynağının çarpmasıyla iki başlı olmuştur. Gemuda insanların dilinden anlamakta fakat
yalnız Şavay ile konuşmaktadır. Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Şavay ve atı
Gemuda’nın, Elbruz dağının tepesindeki “ölümsüzlük suyu”ndan içtikleri ve bu yüzden
her ikisinin de sonsuza kadar yaşayacakları anlatılır.

Kaynaklar

Abayev, V.İ., Osetinskiy Epos, Moskova, 1978.

Abayev, V.İ., Djusoyev, N.G., İvnev, R.A., Kaloyev, B.A., Nartlar-Asetin Halk Destanı,
Çeviren: Kayhan Yükseler, YKY, İstanbul, 1999.

Adiloğlu, Adilhan., “Karaçay-Malkar Nart Destanları”, Karaçay-Malkar Dergisi, Sayı: 4,


Ankara, 1993.

Adiloğlu, Adilhan., “Nart Sosurka”, Karaçay-Malkar Dergisi, Sayı: 5, Ankara, 1993.

Adiloğlu, Adilhan., “Karaçay-Malkar Türklerinde Nart Destanları”, Yeni Türkiye Dergisi-


Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15 (I. Cilt), Ankara, 1997.

Adiloğlu, Adilhan., Kafkas Nart Destanlarında Sumer ve Saka İzleri, Bilge Dergisi, Sayı:
31, Ankara, 2001.

Aliyeva, A.İ., Haciyeva, T.M., Ortabayeva, R.A.K., vd., Nartla: Malkar-Karaçay Nart
Epos ~ Nartı: Geroiçeskiy Epos Balkartsev i Karaçayevtsev, Moskova, 1994.

Appa, Adilhan., “Nart Örüzmek ve Satanay Biyçe”, Karaçay-Malkar Dergisi, Sayı: 6,


Ankara, 1993.

Appa, Adilhan., “Nartların Demircisi Debet-I”, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 16,
Eskişehir, 1998.

Appa, Adilhan., “Nartların Demircisi Debet-II”, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 17,
Eskişehir, 1999.

Aydemir, Abdullah., İslamî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı


Yayınları, Ankara, 1996.

[ s. 216 ] Balkarov, B.H., Adıgskie Elementı B Osetinskom Yazıke, Nalçik, 1965.

Baskakov, N.A., Türk Kökenli Rus Soyadları, Çeviren: Mülazım Kazımoğlu, TDK
Yayınları, Ankara, 1997.

Bayramuklanı, Umar., “Karaçay Folklorda Shurtuknu Tuvdukları”, Şorka, Çerkessk,


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

1982.

Bayramukov, U. Z., “K Etimologii Slova Nart”, Problemı İstoriçeskoy Leksiki


Karaçayevo-Balkarskogo i Nogayskogo Yazıkov, Çerkessk, 1993.

Bayramukov, Umar., “Karaçay Folklorunda Nart Suhurtuk’un Torunları”, Çeviren:


Adilhan Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 23, Ankara, 1998.

Bursalı, M. Necati., Peygamberler Tarihi-Hazret-i Davut Aleyhisselam, Ölçü Yayınları,


İstanbul, 1991.

Curtubayev, M.Ç., Drevniye Verovaniya Balkartsev i Karaçayevtsev, Nalçik, 1991.

Dırenkova, N.P., Şorskiy Folklor, Moskova, 1940.

Dumezil, Georges., Le livre des heros. Legendes sur les Nartes, Paris, 1965.

Dumezil, G., Osetinskiy Epos i Mifologiya, Moskova, 1976.

Dumezil, Georges., Kafkas Halkları Mitolojisi, Çeviren: Musa Yaşar Sağlam, Ayraç
Yayınları, Ankara, 2000.

Dyaçkov-Tarasov, A.N., “Zametki o Karaçaye i Karaçayevtsah”, SMOMPK, Vıp. 25, Otd.


2, Tiflis, 1898.

Gadagatl, A.M., Geroiçeskiy Epos Nartı i Ego Genezis, Krasnodar, 1967.

Gagloyti, U.S., Nekotorıye Voprosu İstoriografii Nartskogo Eposa, Tsinvali, 1977.

Grimal, Pierre., Mitoloji Sözlüğü, Çeviren: Sevgi Tamgüç, Redaksiyon: Cenap


Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1997.

Habiçlanı, Magomet, “Karaçay Nart Eposnu Nartlarını Üsünden”, Zamannı Avazı,


Çerkessk, 1973.

Habiçev, Magomet., “Karaçay Nart Destanlarındaki Kahramanlar”, Çeviren: Adilhan


Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 23, Ankara, 1998.

Hacilayev, H. M. İ., Oçerki Karaçayevo-Balkarskoy Leksikologii, Çerkessk, 1970.

[ s. 217 ] Haciyeva, T.M., Malkarlılanı bla Karaçaylılanı Halk Poeziya Çıgarmaçılıkları,


Nalçik, 1988.

Haciyeva, T.M., Karaçay-Malkarlıların Eski Folklor Ürünleri, Çeviren: Adilhan Appa, Bilig
Dergisi, Sayı: 6, Ankara, 1997.

Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları,


İstanbul, 1991.

İnal-İpa, Ş. D., “Ob Abhazskih Nartskih Skazaniyah”, Trudı Abhazskogo Nİİ, Shumi,
1949.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

İnan, Abdülkadir., “Al Ruhu Hakkında”, Makaleler ve İncelemeler, TTK Yayınları,


Ankara, 1987.

İnan, Abdülkadir., Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yayınları, Ankara, 1995.

Karaketov, M.D., İz Traditsionnoy Obryadovo-Kultovoy Jizni Karaçayevtsev, Moskova,


1995.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin., “Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars’ın Anı ve Kağızman


Kesimindeki Kamsarakan-Kalbaş Hanedanı”, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Cilt I,
TTK Yayınları, Ankara, 1972.

Kırzıoğlu, Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992.

Laypanov, K.T.-Miziyev, İ.M., O Proishojdenii Türkskih Narodov, Çerkessk, 1983.

Luvsandendeva, A., Mongol-Oros Tol, Moskova, 1957.

Mijayev, M.İ., “Bogoborçeskie Mifı Adıgov”, Folklor Narodov Karaçayevo-Çerkesii Janr i


Obraz, Çerkessk, 1988.

Mızıulu, İsmail., Merkezi Gafkazın Etnik Köklerine Doğru, (Çevirenler: Prof. Dr.
Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdullah), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
Yayınları, İstanbul, 1993.

Miziyev, İ.M., Oçerki İstorii i Kulturı Balkarii i Karaçaya XIII-XVIII. vv, Nalçik, 1991.

Musukayev, A., “Bahsan Avzunda Birinci Elle, Şuyohluk”, Sayı: 3, Nalçik, 1976.

Musukayev, A., “Malkar Halkının Etnik Oluşumu”, Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi,
Sayı: 34, Ankara, 2001.

Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Çeviren: Dr. Vasfi Güsar, Baha Matbaası, İstanbul,
1974.

[ s. 218 ] Orusbiy, Safar-Aliy., Dağlı Tatarların Nart Destanları, Çeviren: Bilal Appa-
Adilhan Appa, Birleşik Kafkasya Dergisi, sayı: 4, Eskişehir, 1995.

Ostryakov, P., “Narodnaya Literatura Kabardintsev i Ee Obraztsı”, Vestnik Evropı, Tom.


4, No: 8, Peterburg, 1879.

Ögel, Bahaeddin., Türk Mitolojisi, II. Cilt, TTK Yayınları, Ankara, 1995.

Özbay, Özdemir., Mitoloji ve Nartlar, Kafdağı Yayınları, Ankara, 1990.

Özkan, Fatma., Altın Arığ, Ankara, 1997.

Özkan, İsa., Türk Boylarının Sözlü Edebiyatındaki Nımah/Comok/Cumbak/Yomak


Anlatım Türü Üzerine Bir Etimoloji Denemesi, Türk Dili, Sayı: 556, Ankara, 1998.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Potanin, G.N., Vostoçnıye Motivi v Srednevekovom Evrope Epose, Moskova, 1899.

Rklitskiy, M.V., “K Voprosu o Nartah i Nartskih Skazaniyah”, İzvestiya Osetinskogo Nİİ


Krayevedeniya, Vıp. 2, Vladikafkaz, 1927.

Togan, Zeki Velidi., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981.

Tuganov, M. S., Literaturnoe Naslediye, Orconikidze, 1977.

Urusbiyev, S., “Skazaniya O Nartskih Bogatıryah U Tatar-Gortsev Pyatigorskogo


Okruga Terskoy Oblasti”, SMOMPK, No: 1, Tiflis, 1881.

_____________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, "Karaçay-Malkar Nart Destanları",


Turkish Studies [Türkoloji Araştırmaları], Volume: 2 / 1 [3],
Winter, 2007, s. 196-218, ISSN: 1303 - 9199
_____________________________________________________

KAFKAS NART DESTANLARINDA SUMER VE SAKA İZLERİ

Kafkas Nart destanları; Karaçay-Balkar, Kumuk, Oset, Çeçen-İnguş, Abhaz, Abaza,


Adige vs. gibi Kafkasya halklarının folklorunda önemli bir yere sahiptir ve sözlü edebiyat
geleneklerinin ilk ürünleri olarak kabul edilirler. Dil ve etnik bakımdan birbirinden farklı
olan Kafkas halklarının Nart destanları birçok yönden birbirlerine benzemektedir. Fakat
yine de bu destanların her birinin kendisine has milli vasıfları barındırdığı ve aralarında
bazı farklılıkların olduğu da dikkat çekmektedir. Sözgelimi, Abhaz ve Adigelerin Nart
destanları daha çok eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-Balkar ve
Kumukların Nart destanları ise eski Türk destanlarına daha yakındır. Öte yandan, diğer
Kafkas halklarının Nart destanlarında da Türk-Moğol motifleri oldukça fazladır.

[s. 29] Kafkas Nart destanları; Karaçay-Balkar, Kumuk, Oset, Çeçen-İnguş, Abhaz,
Abaza, Adige [Çerkes] vs. gibi Kafkasya halklarının folklorunda önemli bir yere sahiptir
ve sözlü edebiyat geleneklerinin ilk ürünleri olarak kabul edilirler. Dil ve etnik bakımdan
birbirinden farklı olan Kafkas halklarının Nart destanları birçok yönden birbirlerine
benzemektedir. Fakat yine de bu destanların her birinin kendisine has milli vasıfları
barındırdığı ve aralarında bazı farklılıkların olduğu da dikkat çekmektedir. Sözgelimi,
Abhaz ve Adigelerin Nart destanları daha çok eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler
gösterirken, Karaçay-Balkar ve Kumukların Nart destanları ise eski Türk destanlarına
daha yakındır. Öte yandan, diğer Kafkas halklarının Nart destanlarında da Türk-Moğol
motifleri oldukça fazladır. Prof. Dr. A.N. Daçkov-Tarasov ve Prof. Dr. G.N. Potanin,
Kafkas Nart destanlarının kökenini Altaylı kavimlere yani Türk-Moğol kültürüne
bağlamaktadırlar.[1] Gerçekten de, Kafkas Nart destanları ile Dede Korkut destanları
arasındaki benzerlikler ve özellikle de Nart destanlarındaki kahraman adlarının
birçoğunun Türkçe olması bu destanların doğrudan doğruya Türk kültürüyle bağlantılı
olduğunu ortaya koymaktadır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kafkas Nart destanlarındaki bazı unsurların kökeni çok eski bir dönemin kültürüne
dayanmaktadır. Bu unsurlardan biri de, Karaçay-Balkar ve Oset Nart destanlarında
“Alawgan” ve “Kurdalagon” adlı kahramanlardır. Oset Nart destanlarındaki [bundan
sonra kısaca OND] Kurdalagon adlı kahraman Nartların demircisidir ve demircilikle
bağlantılı olarak ateş kültüyle de ilgisi vardır.[2] Karaçay-Balkar Nart destanlarındaki
[bundan sonra kısaca KBND] Alawgan adlı kahraman ise Nartların demircisi Debet’in en
büyük oğludur. Alawgan çok iri cüsseli olduğu için kendisine uygun bir Nart kızı
bulamamış ve bir “emegen” [dev] kadınla evlenmek zorunda kalmıştır.

Georges Dumezil, OND’deki Kurdalagon adının “kurd” [eski Osetçe demirci] sözü ile
“Alag” [bir Nart sülalesi] sözünün birleşmesinden meydana gelmiş olabileceğini
söylemektedir.[3] V.İ. Abayev ise, Kurdalogon adının ilk halinin “Kurdalawargon” [Kurd-
ala-warg-on] şeklinde olduğunu söylemekte ve bunu da; Kurd [eski Osetçe demirci] +
ala [Alan] + warg [eski Osetçe kurt] + on [Osetçe oğul, soy bildiren ek] şeklinde
açıklamaktadır. Yani, V.İ. Abayev bu etimolojisinden “Alanların kurt soyundan olan
demircisi” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Mahti Curtubay ise, V.İ. Abayev’in bu
açıklamasına karşı çıkarak; öncelikle eski Osetçe’deki “warg” [kurt] sözünün aslında
Türk-Moğol “barak” [köpek] sözünden kaynaklandığını, öte yandan Osetçe’de “kurd”
[demirci] şeklinde bir sözün olmadığını ve bunun da Türkçe “kurt” sözünden
kaynaklandığını ileri sürmekte ve V.İ. Abayev’in etimolojisini tamamen reddetmektedir.
M.Ç. Curtubayev’e göre, OND’deki Kurdalagon’un adı, KBND’deki Alawgan’ın adından
kaynaklanmaktadır. Yani, KBND’deki Alawgan’ın adı, OND’ye “Kurd Alagon” [Kurt soylu
Alagonilk oğlan” şeklinde bir anlam çıkarmaktadır. Bu etimolojisini de Alawgan adlı
kahramanın KBND’deki demirci Debet’in “ilk oğlu” olmasıyla desteklemektedir.[4]

Ben bir başka yazımda, hem V.İ. Abayev’in, hem de M. Curtubay’ın, “Kurdalagon” ve
“Alawgan” sözleriyle ilgili açıklamalarının mantıksız ve şüpheli olduğunu söylemiş ve her
iki sözün de daha derin araştırılması gerektiğini geniş bir şekilde izah etmiştim. Fakat
bununla birlikte ben de, V.İ. Abayev ve M. Curtubay’ın görüşlerine karşı bir açıklama
ortaya koymamıştım.[5] Fakat bu yazıda, KBND’deki “Alawgan” ve OND’deki
“Kurdalagon” adlı kahramanların, demircilik ve ateş kültüyle bağlantılı olarak,
günümüzde bütün Türk boylarının kültüründe halen yaşayan “Al-Ruhu”yla ilgisi olduğu
ve bu iki kahramanın kökeninin Sumerlerin ateş tanrısı “Al” veya “Alu”ya dayandığı ilk
defa ortaya konulacaktır.

Gerek İslam öncesi, gerekse İslam sonrası Türklerin kültüründe bugüne kadar yaşayan
halk inanışlarından biri de “Al-Ruhu” veya “Albastı”dır. Karakter ve seciye itibariyle,
bütün Türk boylarının [s. 30] halk inanışlarına göre “Al-Ruhu” genellikle loğusa kadınlara
musallat olan kötü bir ruhtur. Fakat, Al-Ruhu tarih öncesi devirlerde Türklerin kültüründe
kötü bir ruh değil, tam tersine güçlü ve koruyucu tanrılardan biri idi. Fakat daha sonraları
Al-Ruhu, Türk kültüründe kötü bir ruh olarak tasavvur edilmiştir. Bununla birlikte tarihi
devirlerde, Al-Ruhu’nun koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu bildiren işaretler de yok
değildir. Sözgelimi, Uranha-Tuba Türklerinin şaman dualarında Al-Ruhu koruyu ve iyi bir
ruh olarak telakki edilir. Yakut Türklerinin aile ocağı ateşine “Al-Ot” denir. Altay ve Kırgız
Türklerinde “alka-” sözü “takdis” etmek anlamına gelir. Bütün Türk boylarında
“alkış~algış” sözü “dua, takdis, dilek, tebrik” anlamlarında kullanılan bir sözdür. “Alas”
veya “alazlama” tabiri, eski Türk kültüründeki “ateşle ruhu kötülüklerden arındırma”
ayinidir. “Al” sözünün “ateş” kültüyle alakalı olması bilhassa bu ruhun eski zamanlarda
koruyucu ve iyi bir ruh olduğunu göstermekte, hatta bu Al-Ruhu’nun tarih öncesinde eski
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türk kültüründe “ateş-tanrısı” olduğunu ortaya koymaktadır. Al-Ruhu ve Al sözünün


kökenini ise Sumer kültüründe aramak gerekmektedir. Eski Türklerin ateş tanrısı “Al” ile
Sumerlerin ateş tanrısı “Al” veya “Alu”nun bir olduğuna şüphe yoktur.[6]

Mezopotamya bölgesinde üstün bir uygarlık tesis eden Sumerlerin Asiyatik bir kavim
olduğu ve Sumer dilinin en çok da Türkçe’nin içerisinde bulunduğu Ural-Altay dillerine
benzediği bütün bilim adamlarınca kabul edilmektedir. Önasya tarihi uzmanı F. Hommel,
Sumerleri tamamıyla bir Türk kavmi saymıştır. Ona göre, bazı Türk kavimleri M.Ö. 5000
yıllarında Orta Asya’dan Mezopotamya bölgesine gelerek Sumerleri teşkil etmişlerdir.
Ayrıca F. Hommel, Sumer diline ait 350 sözü Türkçe ile izah etmiştir.[7] Öte yandan,
Osman N. Tuna, Türklerin en az M.Ö. 3500 yıllarında Doğu Anadolu çevresindeki
varlığını ve Sumerler ile Türkler arasında dil bakımından tarihi bir ilgi bulunduğunu,
Sumer dilindeki 168 Türkçe söz denkliğiyle ispatlamıştır.[8] Kafkasya’da, Karaçay-
Balkar Türklerinin yaşadığı Elbruz dağı [Mingitaw] çevresinde yapılan arkeoloji
çalışmaları sonucu kurganlarda Sumerlere ait eşyalar bulunmuştur.[9] Yine,
Kafkasya’daki Maykop kurganlarında kullanılan seramik malzemenin Mezopotamya
kaynaklı olduğu saptanmıştır.[10] Ayrıca, Maykop kurganlarında ortaya çıkarılan gümüş
kapların üzerindeki hayvan resimleri üslubunun Sumer-Elam sanatı üslubuyla aynı
olduğu tespit edilmiştir. Sumer-Elam uygarlığının bu tip özellikleri Orta Asya
kurganlarında da görülmektedir.[11]

Birçok söz vardır ki, tarih öncesinin derin karanlıklarında kaybolan fakat inanç, yaşayış
ve sosyal şartların kalıntıları halinde bugüne kadar sürüklenerek gelmiştir. Zaman
geçtikçe sosyal şartların, yaşayış ve üretim tarzının değişmesine uygun olarak bazı
sözler eski anlamlarını yitirip yeni şartlara göre yeni anlamlar alarak yaşamaya devam
ederler. Genel olarak şunu diyebiliriz ki, sözlerin köklerini aydınlatmak için yalnız fonetik
ve morfolojik açıklamalar çözüm sayılamaz. Çünkü bu tür çözümler dilin tarihsel
çerçevesini aşamaz. Halbuki sözlerin kökleri tarih öncesi devirlerin karanlıklarına kadar
uzanır. Sözlerin etimolojileri ancak tarih, arkeoloji, etnografya ve etnoloji bilimlerinin de
yardımıyla aydınlatılabilir.[12]

Bu sözlerden biri de “Alawgan” ve “Kurdalagon” adlarıdır. Tarih öncesinin derin


karanlıklarında kaybolmayarak, önce ateş tanrısı “Al” şeklinde ve daha sonra da kötü bir
ruh olarak tasavvur edilerek “Al-Ruhu” şeklinde eski Türk kültüründe yer bulan
Sumerlerin ateş tanrısı “Al”ın adı, şüphesiz ki Karaçay-Balkar ve Oset Nart
destanlarındaki “Alawgan” ve “Kurdalagon” adlarına da kaynaklık etmiştir. Biraz önce
yukarıda verdiğimiz A. İnan’ın tespitlerinin de yardımıyla; KBND’deki “Alawgan” adını: Al
[ateş] + awgan

KBND’deki demirci Debet’le ilgili bir yazımda; Hazar-Musevi kültürüyle bağlantılı olarak
demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin, KBND’deki demirci Debet’e kaynaklık
ettiğini ilk defa ortaya koymuştum. Bununla birlikte, Nartların demircisinin başlangıçtaki
adının “Debet” şeklinde olmadığını söylemiş, şimdilik bilinmese de, bu kahramanın
eskiden mutlaka başka bir adı olması gerektiğini de ifade etmiştim.[13] İşte bu yazıda
taşlar yerine oturmakta; Debet’in başlangıçtaki adının “Alawgan” olduğu ve Hazar-
Musevi kültürünün etkisiyle Davut peygamberin Debet şeklinde Alawgan’ın yerine
geçtiği anlaşılmaktadır. Yani, KBND’deki ateş tanrısı ve bununla bağlantılı olarak daha
sonraki demircilik tanrısının adı başlangıçta “Alawgan” şeklindeydi. Daha sonra Hazar-
Musevi kültürünün etkisiyle demircilik sanatıyla meşhur Davut peygamberin adı
KBND’ye “Debet” şeklinde girerek Alawgan’ın yerine geçmiştir. Alawgan ise tamamen
unutulmamış, KBND’de Debet’in en büyük oğlu olarak yaşamaya devam etmiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

OND’deki “Kurdalagon” adlı [s. 31] kahraman ise şüphesiz KBND’den geçmiştir. Çünkü
yukarıda da izah edildiği gibi “Kurdalagon” sözünün etimolojisi en mantıklı ve en isabetli
ancak Türkçe ile yapılabilmektedir. Kaldı ki bu etimoloji, sadece dil ile sınırlı
kalmamakta, bu kahramanın destan içerisindeki karakteri ve demircilik motifiyle de
birebir uyuşmaktadır.

Kökeni çok eski dönemlere, Saka [İskit] kültürüne dayanan bir diğer Karaçay-Balkar
Nart destan kahramanı “Örüzmek”tir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında Örüzmek
olarak geçen bu kahramanın adı; Oset Nart destanlarında
“Urizmeg”[Urızmag~Orazmag~Werizmeg~Wrıjmeg~Vurijmeg] şeklinde, Adige [Çerkes]
Nart destanlarında ise “Osirmeg” [Osirmes~Wazermes~Wazırmes~Werzemec] şeklinde
geçmektedir.[14]

Nart Örüzmek, KBND’da ve diğer Kafkas destanlarında Nartların lideri olarak


anlatılmaktadır. KBND’ye göre Örüzmek gökten düşen bir göktaşının [meteor] içinden
çıkmış ve dişi bir kurdun sütünü emerek beslenmiştir. Kolayca anlaşıldığı üzere,
Örüzmek’in doğuş motifi, özellikle de dişi bir kurdun sütüyle beslenmesi, eski Türk
mitolojisinin izlerini taşımaktadır. Dilbilimci Prof. Dr. Magomet Habiç bu kahramanın
adını “örüz” [ırmak] + “mek

Yukarıdaki, M. Habiç ve G. Dumesil’in etimolojik açıklamalarının her ikisi de yetersizdir.


Kafkas Nart destanlarındaki Örüzmek~Urizmeg~Osirmeg adlı kahramanın adı tamamen
Türkçe bir söz olup, Dede Korkut destanlarındaki “Kazan oğlu Oruz Bek”ten ibarettir.[17]

Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu “Oruz” adının, Türkçe “örs” [demirci örsü] sözünden
kaynaklandığını söylemektedir.[18] N.A. Baskakov ise, Türkçe’deki “orus” sözünü ilk
olarak, “Türk-Rus melezlerine verilen ad” veya “Rus hayat tarzı yaşayan Türk
soylularına verilen ad” şeklinde açıklamakta, ikinci olarak da, Kıpçak Türkçesinde
savaş, saldırı anlamına gelen “urus~uruş” [vuruşmak] sözünden de kaynaklanmış
olabileceğini, bunun da “kavgacı” veya “savaşçı” anlamına geldiğini söylemektedir.[19]

İlk önce ben de, N.A. Baskakov gibi, Dede Korkut ve Kafkas Nart destanlarındaki “Oruz”
adlı kahramanın “Orus” [Rus] sözünden kaynaklandığını düşünüyordum. Bilindiği gibi
eski Türkçe’de “r” sesiyle başlayan söz yoktur. Başka dillerden giren ve “r” sesiyle
başlayan sözler ise bir ünlü önses almışlardır. Bu sözlerden biri de “Rus” sözüdür. Doğu
Türkçesinde “Rus” sözü günümüzde bile “Orus” veya “Urus” şeklinde söylenmektedir.
Gerçekten de, Türklerde eskiden “Orus” sözü, “Rus’a benzeyen” veya “Rus gibi”
anlamında bir özel ad olarak oldukça yaygın şekilde kullanılmıştır.[20]

Fakat tarihte daha “Rus” sözü ve “Rus” adında bir millet yok iken, eski Türk
destanlarında “Oruz” adının geçmesi, bu sözün kökeninin çok daha eskilere dayandığını
ortaya koymaktadır. Sözgelimi; efsanevi Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu “Alp Arız”
veya “Oruz Han” ile Oğuz Han destanının Uygur varyantındaki Oğuz Han’ın sol kanat
komutanı Urum Kağan’ın kardeşi “Uruz Bek” ve M.Ö. 66 yıllarında, Alazon ırmağı ile
Hazar denizi arasındaki yerlerin, yani Kafkasya’nın hakimi ve Partların [Saka-
Arşaklıların] da müttefiki olan, Saka soyundan Albanlar hükümdarı “Oroiz”in adları [21]
bu fikri yeterince desteklemektedir. Bu tarihi şahısların adları destanlara daha sonradan
girmemiş ise, ki Alban hükümdarı Oroiz’in adının M.Ö. 66 yılında tarih kayıtlarındaki
tespiti bunu teyit etmektedir, “Rus” sözü ile “Oruz” sözü arasında bir ilişki olmadığını
ortaya koymaktadır. Çünkü, Rus sözü ve Rus etnik kavim adı tarihte ancak M.S. VIII.
yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bence tarihte ve destanlardaki bütün “Oruz” [ve diğer varyantları] adlarının kökeni, Saka
hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu [veya kardeşi] Alp Arız’a dayanmaktadır. Sakaların
[İskitlerin] Hazar denizini kuzeyden ve güneyden dolaşarak Kafkasya ve Dağıstan’daki
Derbent [Demirkapı] şehrinin fethi, Alp Tonga oğlu Alp Arız tarafından
gerçekleştirilmiştir.[22] Neticede, Alp Arız’ın Kafkasya’daki savaşları ve buna bağlı diğer
tarihi olayların, Kafkas Nart destanları ve Dede Korkut destanlarında iz bırakmaması
mümkün değildir. Hatta, Dede Korkut destanlarında anlatılan mekanın Kafkasya ve
Kuzey Azerbaycan coğrafyası olması da bu fikre uygundur.

Buraya kadar anlatılanlardan, M.F. Kırzıoğlu ve N.A. Baskakov’un “Oruz” sözüyle ilgili
etimolojilerinin pek tatmin edici olmadığı anlaşılmaktadır. Ben, Türk kültüründeki “Oruz”
adının kökeninin Saka hükümdarı Alp Tonga’nın oğlu Alp Arız’a dayandığını ve bu “Arız”
adının da Yunan mitolojisindeki “Ares”ten kaynaklandığını düşünüyorum.

[s. 32] Zeus ile Hera’nın oğlu Ares, eski Yunan mitolojisinde en büyük savaş tanrısı
olarak anlatılır. Ares aynı zamanda kıyımdan ve kan dökmekten hoşlanan, savaşçı
düşünce tarzının temsilcisidir. Savaş tanrısı Ares, zırhlı, miğferli, kalkan, mızrak ve
kılıçla donanmış olarak tam bir savaşçı görünümünde tasvir edilir.[23]

Herodotos, Sakaların [İskitlerin] Papaios, Tabiti, Api, Oitosyros, Argimpasa,


Thagimasadas gibi belli başlı tanrıları hakkında bilgi verirken, Sakaların savaş tanrısı
“Ares”in dışında heykel, sunak, tapınak kurma geleneklerinin olmadığını, kurban ve
diğer dini törenlerin yalnız Ares için yapıldığını söylemektedir.[24] Herodotos’un
anlattıklarından, Sakaların en çok önem verdikleri tanrının eski Yunan’daki savaş tanrısı
Ares olduğu anlaşılmaktadır. Fakat burada dikkat çeken önemli nokta, Herodotos,
Sakaların tanrılarından bahsederken bunların adlarını da Saka dilinde verdiği halde,
savaş tanrısı Ares’in Saka dilindeki adını vermemiştir. Heredotos, Sakaların savaş
tanrısından bahsederken, doğrudan “Ares” adını kullanmaktadır. Buradan da, Sakaların
eski Yunan kültürünün etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Yani, Saka ve daha sonraki
Türk kültüründeki “Arız” adının kaynağı, Saka veya eski Türk dilinden değil, eski Yunan
mitolojisindeki savaş tanrısı “Ares”ten gelmektedir. Sakaların, savaş tanrısı Ares’e bu
kadar önem vermesi dolayısıyla da Sakalarda birtakım soylu kişilerin “Ares” [>Arız]
adını kullanmaları mantıklı görünmektedir. Bunun en güzel örneği de Saka hükümdarı
Alp Tonga’nın oğlu Alp Arız’ın adıdır.

Dipnotlar

[1] Kafkas Nart destanlarıyla ilgili daha geniş bilgi için bkz: Adilhan Adiloğlu, Karaçay
Malkar Nart Destanları, Yeni Türkiye Dergisi-Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15, Cilt I.,
Ankara, 1997, s. 575-591.

[2] Abayev V.İ., Djusoyev N.G., İvnev R.A., Kaloyev B.A., Nartlar-Asetin Halk Destanı,
Çeviren: Kayhan Yükseler, YKY, İstanbul, 1999, s. 375.

[3] Dumezil, Georges., Kafkas Halkları Mitolojisi, Çeviren: Musa Yaşar Sağlam, Ayraç
Yayınları, Ankara, 2000, s. 63.

[4] Curtubayev M.Ç., Drevnie Verovaniya Balkartsev i Karaçayevtsev, Nalçik,


1991,s.158-159. Öte yandan Karaçay-Balkar Türkçesinde “alawgan” sözü “iri-yarı, dev,
azman” anlamlarına gelir. Fakat, bu söz ve bu sözün anlamı, KBND’deki Alawgan adlı
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kahramanın adına izafe edilerek Karaçay-Balkar Türkçesinde kullanılmaktadır. Çünkü,


KBND’de Alawgan, iri-yarı ve güçlü-kuvvetli bir kahraman olarak anlatılmaktadır.

[5] Appa, Adilhan., Nartların Demircisi Debet, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı: 16,
Eskişehir, 1998, s. 23-24.

[6] İnan, Abdulkadir., Al Ruhu Hakkında, Makaleler ve İncelemeler, TTK Yayınları,


Ankara, 1987, s.259, 261, 263-266.

[7] Togan, Zeki Velidi., Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981, s.
12.

[8] Tuna, Osman Nedim., Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı
Meselesi, TDK Yayınları, Ankara, 1990, s. 50.

[9] Alekseyeva, E.P., Drevniyaya i Srednivekovaya İstoriya Karaçayevo-Çerkesii,


Moskova, 1971, s. 38.

[10] Munçayev, R.M., Kavkaz Na Zare Bronzovogo Veka, Moskova, 1975, s. 329.

[11] Turgiyev, T.B., Problemı Hronologii Bronzovogo Veka Sevornogo Kavkaza;


Hronologiya Pamyatnikov Epohi Bronzı Sevornogo Kavkaza, Orconikidze, 1982, s. 5.

[12] İnan, Abdulkadir., Adaş ve Sağdıç Kelimelerinin En Eski Anlamları, Makaleler ve


İncelemeler, TTK Yayınları, Ankara, 1987, s.295, 297.

[13] Appa, Adilhan., Kafkasya’da Hıristiyanlık Kültürü, Birleşik Kafkasya Dergisi, Sayı:
18, Eskişehir, 1999, s. 47.

[14] Noghumuka, Şora B., Çerkes Tarihi, Baha Matbaası, İstanbul, 1974, s. 53; Mijayev,
M.İ., Bogoborçeskie Mifı Adıgov, Folklor Narodov Karaçayevo-Çerkesii Janr i Obraz,
Çerkessk, 1988, s. 5, 17; Haciyeva, T.M., Nartskiy Epos Balkartsev i Karaçayevtsev, s.
8-66; Aliyeva A.İ. vd., Nartı-Geroiçeskiy Epos Balkartsev i Karaçayevtsev, Moskova,
1994, s. 20; Abayev vd., a.g.e., s. 151; Dumezil, a.g.e., s. 74.

[15] Habiçlanı Magomet., Karaçay Nart Eposnu Nartlarının Üsünden, Zamannı Avazı,
Çerkessk, 1975, s. 219; Habiçev, Magomet., Karaçay Nart Destanlarındaki
Kahramanlar, Çeviren: Adilhan Appa, Kırım Dergisi, Sayı: 23, Ankara, 1998, s. 33-34.

[16] Dumezil, a.g.e., s. 74.

[17] Burada, Kafkas Nart destanlarında Dede Korkut destanlarının izleri açıkça
görülmektedir. Hatta, Dede Korkut’un mezarının Kazakistan’da [Kızılorda vilayetinde],
Türkmenistan’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’de [Bayburt’ta] olduğuna dair efsaneler
dışında bir de Dede Korkut’un mezarının Kafkasya’da olduğuna dair inanışlar ve ciddi
tarihi bilgiler vardır. 1638 yılında Dağıstan’daki Derbent şehrinin batısındaki bir tepede
Dede Korkut türbesi olduğunu söyleyen Adam Olearius ünlü seyahatnamesinde şöyle
demektedir: “Eskiden burada Okus [Oğuz] milletinden Kasan [Kazan] adlı bir hükümdar
yaşarmış. Bu hükümdar, Lezgi denilen Dağıstan Tatarlarıyla korkunç savaşlar
yaparken, tepe üzerindeki türbede yatan İmam Korkut kopuz çalarak Kasan [Kazan] adlı
hükümdarı coşturup Lezgiler aleyhine savaşa kışkırtırmış.” A. Olearius’tan on yıl sonra
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Derbent’te bulunan Evliya Çelebi’nin notlarında Dede Korkut’tan şöyle bahsedilmektedir:


“Ziyaretgâh-ı Dede Korkut ulu sultandır. Şirvanlılar bu sultana [veliye] yürekten
bağlıdırlar.” [Kırzıoğlu, M. Fahrettin., Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars’ın Anı
[Arpaçayı boyu] ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan/Kalbaş Hanedanı, VII. Türk
Tarih Kongresi Bildirileri, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1972, s. 214].

[18] Kırzıoğlu, a.g.e., s. 187-199.

[19] Baskakov, N.A., Türk Kökenli Rus Soyadları, Çeviren: Mülazım Kazımoğlu, TDK
Yayınları, Ankara, 1997, s. 152.

[20] Doğu Türklerinde bu ad günümüzde de Orusbiy, Oruzbek, Orazbek, Orazbay,


Orazhan vs. şeklinde oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır. “Orus” adının “Rus”
sözüyle ilişkisini çok güzel açıklayan bir Balkar rivayeti vardır. Bu rivayete göre,
Balkarya’da Bızıngı vadisinde yaşayan Bashanuk adlı bir prensin bir oğlu olmuş.
Bashanuk’un dedesi veya yaşlı akrabalarından biri, yeni doğan “sarı saçlı ve mavi
gözlü” çocuğu görmeye geldiğinde, saçlarının sarı ve gözlerinin mavi oluşundan dolayı:
“Bu oğlan Rus prenslerine benziyor” demiş ve böylece Prens Bashanuk’un oğluna
“Orusbiy” [Rus prensi] adı konulmuştur. Balkarların eski meşhur Orusbiy sülalesi işte bu
çocuğun soyundan gelmektedir. [Musukayev, A., Bahsan Avzunda Birinci Elle,
Şuyohluk, Sayı: 3, Nalçik, 1976, s. 97].

[21] Kırzıoğlu, a.g.e., s. 198-199.

[22] Togan, a.g.e., s. 108.

[23] Grimal, Pierre., Mitoloji Sözlüğü, Çeviren: Sevgi Tamgüç, Redaksiyon: Cenap
Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1997, s. 84.

[24] Herodotos., Herodot Tarihi, Çeviren: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 1991, s. 208-209.

_____________________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, Kafkas Nart Destanlarında Sumer ve Saka İzleri,


Bilge Dergisi, Sayı: 31, AKMB Yayınları, Ankara, 2001, s. 29-32

KARAÇAY-MALKAR NART DESTANLARININ KADIN


KAHRAMANI SATANAY BİYÇE
Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan kahramanların tamamına yakını
erkeklerden oluşmaktadır. Fakat bu destanlarda anlatılan bir kadın kahraman vardır ki,
destanların içerisindeki konumu ve sahip olduğu özellikleri bakımından erkek
kahramanların hepsini geri planda bırakmaktadır. Bu kadın kahraman Nartların bilgesi
ve yol göstericisi olan Satanay Biyçe’dir. Satanay Biyçe, Nartların lideri olan Örüzmek’in
karısıdır. Fakat başta kocası Örüzmek olmak üzere bütün Nart kahramanlarını perde
arkasından yöneten Satanay Biyçe’dir. Satanay Biyçe birtakım doğa üste güçlere
sahiptir. Olacakları önceden bilir. Sihir yapma gücü vardır. Nart kahramanlarına akıl
veren, onları çeşitli tehlikelerden kurtaran Satanay Biyçe’dir. Kafkasya coğrafyasında
yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart destanları, Karaçay-Malkar
Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil etmektedir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[s. 7] Kafkasya coğrafyasında yaşayan halkların ortak kültür ürünlerinden biri olan Nart
destanları, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatında da önemli bir yer teşkil
etmektedir. Nart destanları, Karaçay-Malkar Türkleri dışında, Adige [Çerkes], Abhaz-
Abaza, Oset, Çeçen-İnguş ve Kumuk Türklerinin folklorunda da yer almaktadır. Genel
olarak Kafkas Nart destanları birçok yönden birbirlerine benzemekle birlikte bu
destanların her birinin kendisine has birtakım millî vasıfları barındırdığı ve aralarında
bazı farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir. Sözgelimi, Adige [Çerkes] ve Abhaz-
Abazaların Nart destanları eski Yunan mitolojisiyle benzerlikler gösterirken, Karaçay-
Malkar Türklerinin Nart destanları ise eski Türk mitolojisiyle yakınlık göstermektedir
[Adiloğlu, 1997:577].

G.N. Potanin, Kafkas Nart destanlarının kökenini Altaylı kavimlere yani Türk-Moğol
kültürüne bağlamaktadır. Ona göre, Türk-Moğol destanlarıyla büyük benzerlikler
gösteren Kafkas Nart destanlarının teşekkülünde Altaylı göçebe kavimlerin büyük rolü
vardır [Potanin, 1899:1-4, 384-508, 841-856]. A.N. Dyaçkov-Tarasov Nart destanları için
şöyle söylemektedir: “Orta Asya’dan Avrupa’ya gerçekleşen büyük göç sırasında
Kafkasya bölgesi yol güzergahı üzerindeydi. Karaçay-Malkar Nart destanlarında bu
büyük göçün izleri çok açık bir şekilde görülmektedir. Nart destanlarında iyilik ile
kötülüğün, karanlık ile aydınlığın savaşması, yer altı ve yer üstündeki birtakım yaratıklar
ve devler ile Nart kahramanlarının mücadeleleri anlatılmaktadır. Bu konuların tamamı
bütün göçebe halkların destanlarında da görülmektedir.” [Dyaçkov-Tarasov:1898:72].
M.V. Rklitskiy ise diğer Kafkas Nart destanlarındaki başı sonu belli olmayan ve bazı
anlaşılmaz karmaşık bölümlerin Karaçay-Malkar Nart destanlarında açıklığa
kavuştuğunu söylemektedir [Rklitskiy, 1927:28].

Karaçay-Malkar Nart destanlarında, tarih öncesine ait birtakım olağanüstü olaylar ve


kahramanlar anlatılmaktadır. Yani destanlarının merkezinde olaylar ve kahramanlar
vardır. Kahramanların hayat tarzı, yaşadıkları yurtlar ve tabiatla ilgili tasvirler geri planda
kalmaktadır. Destanlarda Nart kahramanlarının yiğitlikleri, düşmanlarına karşı yaptıkları
mücadeleler, “emegen” adı verilen çirkin ve insanüstü dev yaratıklarla yaptıkları
savaşlar anlatılır. Nart kahramanları daha çok yiğitlik ve dinamizm yönünden karakterize
edilmektedir. Onların savaş tutkuları, cesaretleri, halkı birtakım canavar ve devlere karşı
korumaları; halkın hayatını kolaylaştırmak için gösterdikleri çabalar ve buldukları pratik
çözümler Nart kahramanlarının en belirgin özellikleridir. Olağanüstü özelliklerle
kuşatılan Nart kahramanları yiğitliğin, cesurluğun ve mertliğin sembolüdürler. Onlar
korkunun ne olduğunu bilmezler ve hatta ölümden bile korkmazlar. Bunun dışında, Nart
kahramanlarının her birinin kendine has bazı özellikleri de vardır. Bu yönüyle Nart
destanlarındaki kahramanlar “tip” değil, hepsi farklı birer “karakter”dir. Karaçay-Malkar
[s. 8] Nart destanlarına göre, Nart kahramanlarının yaşadıkları yerler Kafkasya’da
Koban vadisi dolaylarıdır. Ancak Nart kahramanlarının seferlere çıktıkları ve savaştıkları
yerler İtil ırmağından Hazar denizinin güney kıyılarına kadar uzanan geniş bir alanı
kapsamaktadır [Adiloğlu, 1993:7-9].

Karaçay-Malkar Nart destanları, Dede Korkut boylarına benzer bir şekilde, her bir
kahramanın kendisine ait bağımsız bir veya birkaç destanı vardır, fakat hepsi birden
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ayrıca büyük bir bütün oluşturmaktadır. Bütün Türk boylarının sözlü geleneğinde olduğu
gibi, Karaçay-Malkar Nart destanlarının büyük bir kısmı “cır” [destan] yani manzum
şekilde ve belli bir ezgiyle söylenmektedir. Fakat destanların bir kısmı manzum-mensur
karışık, bir kısmı da sadece mensur şekildedir. Destanların manzum-mensur karışık ve
sadece mensur olan bölümlerin nesir kısımlarında, Dede Korkut boylarındaki olduğu
gibi, manzumeye yakın bir ifade yoktur. Bunların anlatımında kullanılan dil bildiğimiz
hikaye tarzındadır. Manzum şekildeki destanların nazım ölçüsü hece ölçüsü olmakla
birlikte bir ölçü bütünlüğü görülmemektedir. Destanların nazım birimi ise genellikle
ikişerlik mısralar [beyit] şeklindedir [Adiloğlu, 1993:7-9]. Karaçay-Malkar Nart
destanlarının manzum şekilde olanlarının en büyük özelliği ezgili olmasıdır. Ozanlardan
biri destanı icra ederken diğer ozanlar da “ejiw” adı verilen ve destanın ezgisinden farklı
olan bir tür vokalle destanı icra eden ozana eşlik ederler. Karaçay-Malkar Nart
destanları hakkında ilk bilgileri veren P. Ostryakov notlarında şöyle söylemektedir:
“Karaçay-Malkar ozanları, sıbızğı [kaval] adı verilen müzik aletiyle ve küçük tahta
parçalarının belli bir tempoyla birbirine vurularak ortaya çıkarılan armoni eşliğinde
destanlar söylerler. Ozanlarının çevresine toplanan kimseler de büyük bir dikkat ve
hayranlıkla onları dinlerler. Destanların her birinin kendisine ait farklı bir ezgisi vardır.”
[Ostryakov, 1879:700].

Karaçay-Malkar Türkçesinde ve Kafkas dillerinde kullanılan “nart” kelimesinin anlam


olarak Türkçedeki tam karşılığı “alp” kelimesidir. Yani “nart” kelimesi; “yiğit, cesur, mert,
kahraman” ve benzeri birçok kelimenin anlamını bünyesinde toplayan bir kelimedir.
“Nart” veya “Nartlar” kelimesi destanlarda bahsi geçen kahramanlar topluğunu ifade
etmektedir. “Nart” kelimesinin anlamı hakkında en güzel tarifi Safar-Aliy Orusbiy
yapmıştır: “Karaçay-Malkar Türklerinde bir kimseyi övmek için söylenebilecek en güzel
söz ‘Nart gibi güzel endamlı ve her bakımdan mükemmel vasıflara sahip kişi’
şeklindedir. Karaçay-Malkar Türkleri bir kimsenin herhangi bir davranışını çok beğendiği
zaman o kimseyi takdir etmek için ‘Nartça’ [Nart gibi] yakıştırmasını yapar. Bu
örneklerden de anlaşılacağı üzere, Karaçay-Malkar Türklerindeki ‘nart’ kelimesi ‘her
bakımdan mükemmel vasıflara haiz kimse’ anlamına gelmektedir. Halktan derlediğim
malzemeye göre Nartlar uzun boylu, iri yapılı, güçlü, dayanıklı, sert duruşlu, zor işlerin
kolayca üstesinden gelebilen kahraman özelliklerine sahip kimselerdir. Nartlar hayatın
zorluklarıyla karşılaşmaktan ve bu zorluklarla mücadele etmekten zevk almaktadırlar.
Nartlar bir sefere çıktıkları zaman birtakım zorluklarla ve engellerle karşılaşmayı arzu
ederler. Böylece onlar kendi yiğitliklerini sınamış olacaklardır. Karaçay-Malkar Türkleri,
Nartları işte bu şekilde anlatırlar.” [Urusbiyev, 1881:II].

[s. 9] “Nart” kelimesinin kökeni hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerin
içerisinde en mantıklı ve kabul edilebilir olanı Prof. Dr. Magomet Habiç’in görüşüdür. M.
Habiç, “nart” kelimesinin Moğolca “meşhur, ünlü, tanınmış, önemli” anlamlarına gelen
“nert” kelimesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir [Habiçlanı, 1973:217-219]. “Nart”
kelimesinin kökeni hakkında daha iyi bir açıklama ortaya konulana kadar, Moğolcadaki
“nert” kelimesinin Karaçay-Malkar Türkçesi ile Kafkas dillerinde kullanılan “nart”
kelimesine kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz.

Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan kahramanların tamamına yakını


erkeklerden oluşmaktadır. Fakat bu destanlarda anlatılan bir kadın kahraman vardır ki,
destanların içerisindeki konumu ve sahip olduğu özellikleri bakımından erkek
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kahramanların hepsini geri planda bırakmaktadır. Bu kadın kahraman Nartların bilgesi


ve yol göstericisi olan Satanay Biyçe’dir. Satanay Biyçe, Nartların lideri olan Örüzmek’in
karısıdır. Fakat başta kocası Örüzmek olmak üzere bütün Nart kahramanlarını perde
arkasından yöneten Satanay Biyçe’dir. Satanay Biyçe birtakım doğa üste güçlere
sahiptir. Olacakları önceden bilir. Sihir yapma gücü vardır. Nart kahramanlarına akıl
veren, onları çeşitli tehlikelerden kurtaran Satanay Biyçe’dir. Bu yüzden Nart
kahramanları Satanay Biyçe’ye danışmadan hiçbir işe kalkışmazlar. Nart kadınlarına
yünden çuha yapmayı, elbise dikmeyi, ekmek pişirmeyi, boza yapmayı, sütten peynir ve
yoğurt yapmayı ve bunun gibi birçok şeyi Satanay Biyçe öğretmiştir. Karaçay-Malkar
Nart destanlarının kadın kahramanı Satanay Biyçe, başta Dede Korkut boyları olmak
üzere eski Türk destanlarında anlatılan “alp tipi kadın” karakterinden farklı olarak, daha
çok bilgisiyle, zekâsıyla, becerikliliğiyle ve sahip olduğu birtakım doğa üstü güçleriyle ön
plana çıkmaktadır.

“Satanay Biyçe” kelimesinin kökeni pek çok görüş ileri sürülmüştür. “Satanay Biyçe”
kelimesindeki ikinci kelime olan “biyçe” kelimesi Türkçe olup bir unvan ismidir. Bu
kelime “biy” [bey] ile “çe” eşitlik hal ekinin birleşmesinden meydana gelmiş olup
“prenses” ve “tanrıça” anlamlarına gelmektedir. Üzerinde tartışılan asıl kelime “Satanay”
ismidir. Bu kelimeyle ilgili görüşlerden birkaçı şöyledir: Çerkes araştırmacılara göre
“Setenay” veya “Sataney” kelimesi Adige [Çerkes] dilindeki “se” [bıçak, kılıç] kelimesi ile
“tın” [vermek] fiilinin birleşmesinden meydana gelmiştir ve buna göre “bıçak~kılıç veren”
anlamına gelmektedir [Özbay, 1990:18]. M. Habiç’e göre “Satanay” kelimesi Sogdca
kökenli “şad” [yüksek rütbeli asker] ve Türkçe “anay” [anne] kelimelerinin
birleşmesinden meydana gelmiştir [Habiçlanı, 1973:226]. Umar Bayramuk ise Karaçay-
Malkar Nart destanlarında da anlatıldığı üzere “Satanay” kelimesinin “sata” [kırmızı
mercan taşı] ve “anay” [anne] kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini ileri
sürmüştür [Bayramuqlanı, 1982:255]. Bunlardan başka “Satanay” kelimesinin “sat”
[kutsal] ve “anay” [anne] kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini; “satan” [çok
güzel] + “ay” [Ay] kelimelerinin birleşmesinden meydana geldiğini ileri sürenler de
olmuştur [Laypanov-Miziyev, 1983:66].

Georges Dumezil, yukarıdaki görüşlerden farklı olarak, Kafkas Nart destanlarındaki


“Satanay” ile Alan kralının güzel kızı “Satinik”in birbirleriyle ilişkili olduğunu söylemekte,
hatta bu ikisinin aynı kişiler olduğunu ileri sürmektedir [Dumezil, 1976:170]. Gerçekten
de tarihte Alan kralının “Satinik” adında bir kızı vardır. Tarihî kayıtlarda, Alanlar ile
Ermeniler arasında geçen bir savaşta, Alan kralının oğlu Ermeniler tarafından esir
alındığından ve taraflar arasında süren uzun görüşmelerden sonra, Ermeni kıralı
Artaşes ile Alan kralının güzel kızı Satinik’in evlenmesiyle [s. 10] Alanlar ile Ermeniler
arasında barış yapıldığından bahsedilmektedir [Kırzıoğlu, 1992:38-39]. Tarihte
gerçekten yaşamış kişilerin birtakım değişikliklere uğrayarak destanlara girmesi
mümkündür. G. Dumezil’in Nart destanlarındaki “Satanay” adlı kadın kahraman ile Alan
kralının kızı “Satinik” arasında bir bağlantı kurması göz ardı edilmeyecek bir fikirdir.

Bana göre “Satanay” kelimesinin “şeytan” veya “şeytanî” kelimeleriyle bir ilgisi vardır.
Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki “Satanay” ile Oset Nart destanlarındaki “Satana”
veya “Şatana”nın birtakım sihir güçlerine sahip olduğu, gaipten ve gelecekten haber
verdiği bolca işlenmektedir. Hatta, Karaçay-Malkar Nart destanlarında “Satanay” ismi
birçok yerde “Bilgiç Satanay” [Kâhin Satanay], Qurtxa Satanay” [Büyücü Satanay] ve
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

“Obur Satanay” [Cadı Satanay] şeklindeki epitetlerle geçmektedir. Bilindiği gibi


büyücülük, kâhinlik vb. gibi işler eski toplumlarda “şeytan işi” olarak kabul edilirdi. Büyük
bir ihtimalle, toplum tarafından sevilmekle birlikte büyücülük, kâhinlik gibi “şeytanî”
işlerde uğraştığından dolayı kendisinden korkulan, çekinilen bir kadın bir şekilde Nart
destanlarına girmiştir. Belki bu kadın, gerçekte başka bir ismi olan fakat büyücülük ve
kâhinlik gibi birtakım “şeytanî” işlerle uğraştığından dolayı “Satinik” adıyla anılan Alan
kralının güzel kızı da olabilir.

Satanay Biyçe’nin adı Karaçay-Malkar Nart destanlarının hemen hemen her bölümünde
geçmektedir. Bununla birlikte doğrudan Satanay Biyçe’yle ilgilendiren ve sadece ona
mahsus üç bölüm vardır. Bunlardan birincisi, Satanay-Biyçe’nin olağanüstü doğumu ve
çocukluk döneminin anlatıldığı “Ariuw Satanay” [Güzel Satanay] adlı bölümdür. Bu
bölüm manzûm şekilde olup bir ezgiyle söylenmektedir. Bu metnin vezni hece ölçüsü
olmakla birlikte metinde bir ölçü bütünlüğü görülmemektedir. Metnin nazım birimi
ikişerlik mısralar [beyit] şeklindedir. İkincisi, kocası ve aynı zamanda Nart
kahramanlarının lideri olan Örüzmek’in ağır yaralı olması sebebiyle, Satanay Biyçe’nin
Nart askerlerinin sevk ve idaresini eline alarak Demir-Kapı ordusuna karşı yaptığı
savaşın anlatıldığı “Satanay Temir-Qapunu Askerin Xorlaydı” [Satanay Demir-Kapı
Askerlerini Yeniyor] adlı bölümdür. Bu bölüm nesir şeklindedir. Son olarak “Satanay
Biyçe bla Nartlanı Cerden Kökge Uçxanlarını Üsünden Tawrux” [Satanay Biyçe ile
Nartların Yeryüzünden Gökyüzüne Uçtukları Hakkında Hikaye] adlı üçüncü bölümde ise
Satanay Biyçe ve diğer Nart kahramanlarının yeryüzünü terk ederek gökyüzüne gittikleri
ve orada yaşamaya devam ettikleri anlatılmaktadır. Bu bölüm de nesir şeklindedir.

Karaçay-Malkar Nart destanlarının kadın kahramanı Satanay Biyçe’ye mahsus bu üç


bölümü bir bütün halinde ele alarak tipolojik motifler yönünden şu şekilde
değerlendirebiliriz:

I. HAZIRLIK EPİZODU

1. Zaman

Satanay Biyçe’ye mahsus bu üç bölümde anlatılan olayların hepsi belirsiz bir zaman
içerisinde geçmektedir. Metinlerdeki olaylar geçmiş zaman kipiyle anlatılmakla birlikte
[s. 11] belli bir tarih veya dönemden söz edilmemektedir. Bunun sebebi ise bu metinlerin
muhtevasının daha çok mitolojik unsurlardan meydana gelmiş olmasıdır.

2. Mekân

Metinlerdeki anlatılan olayların hangi mekânlarda gerçekleştiği genel olarak belirsizdir.


Fakat “Satanay Demir-Kapı Askerlerini Yeniyor” adlı bölümde “Hazar Denizi”nden,
bugünkü Çeçenistan ile Dağıstan arasında uzanan “Argın” nehrinden ve Hazar denizinin
batı kıyısındaki “Demir-Kapı” yani tarihi “Derbent” şehrinden bahsedilmektedir
[Haciyeva, 1994:105]. Fakat bu mekân isimleri Nartların yaşadığı mekânları değil,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

onların düşmanlarının yaşadığı yerleri ifade etmektedir.

3. Anne-Babanın Tanıtımı ve Kahramanın Olağanüstü Doğumu

Satanay Biyçe’nin babası Güneş, annesi de Ay’dır. Satanay Biyçe gökyüzünde


doğmuştur. Satanay Biyçe doğduktan kısa bir süre sonra denizlerin hakimi olan “Suw
Celmawuz” tarafından kaçırılır ve bir adaya hapsedilir. Satanay Biyçe’nin babası ve
annesi bu duruma çok üzülürler. Bu yüzden Güneş ve Ay tutulması olur. Gündüzler ve
geceler zifiri karanlığa dönüşür. Kızlarının kaçırılmasından dolayı, Güneş öfkelendiği
zaman yeryüzünü sıcaktan kasıp kavuruyor, denizleri ve ırmakları kurutuyormuş. Ay ise
üzüntüden ağladığı zaman gözyaşları sel olup yeryüzündeki denizleri ve ırmakları
taşırıyormuş [Haciyeva, 1994:71, 299].

Kahramanın babasının Güneş, annesinin Ay olması, gökyüzünde doğması gibi mitolojik


unsurlar, birtakım tabiat afetlerinin kahramanın kaçırılmasıyla sebeplendirilmesi, onun
ileride doğa üstü güçlere sahip bir karakter şeklinde karşımıza çıkacağının ilk
işaretleridir.

4. Kahramanın Çocukluğu ve Ad Alması

Suw Celmawuz, Satanay Biyçe’yi bir adaya hapsettikten sonra denizin altına girip
uykuya dalar. Satanay Biyçe yıllarca bu adada mahsur kalır. Satanay Biyçe’yi denizlerin
tanrıçası olan “Suw Anası” büyütür. Suw Anası, Satanay Biyçe’yi çok seviyor ve ona
büyük şefkat gösteriyormuş. Fakat Satanay Biyçe yine de çok mutsuzmuş. Sürekli
babasını ve annesini düşünüp ağlıyormuş. Satanay Biyçe’nin böyle çok mutsuz olduğu
zamanlarda Suw Anası oynaması için ona yakut, elmas gibi kıymetli mücevher taşlarını
verirmiş. Satanay Biyçe bu kıymetli taşların içinde en çok “sata” taşıyla [kırmızı mercan
taşı] oynamayı severmiş. Bu yüzden Suw Anası ona “Satanay” ismini vermiş [Haciyeva,
1994:299].

Satanay Biyçe çocukluğunu bir adada tutsak olarak geçirmektedir. Deniz Tanrıçası
tarafından çok büyük sevgi ve şefkât görse de anne ve babasından ayrı olduğu için çok
mutsuzdur. Yani kahraman bir çeşit çile dönemi yaşamaktadır. Kahramanın ad alması
ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır. Buna göre Karaçay-Malkar Türkçesinde “kırmızı
mercan taşı” anlamına gelen “sata” taşı Satanay Biyçe’nin adına kaynaklık etmiştir.
“Sata” taşının belki eski Türk kültüründe kutsal sayılan ve yağmur yağdırmak için
kullanılan “yada” taşıyla bir ilişkisi olabilir. Fakat bunun yanı sıra Kaşgarlı Mahmut’un
Divanü Lûgati’t-Türk adlı eserinde karşılığı doğrudan “mercan” şeklinde verilen “sata”
kelimesi de geçmektedir [Kaşgarlı, 1992/III:218]. [s. 12] Metinde “sata” taşının yakut ve
elmas gibi kıymetli taşlarla eşdeğer olarak verilmesi bu taşın da mutlaka sıra dışı bir
özelliğe sahip olmasından ileri gelmektedir. Bununla birlikte, metinde “Satanay” adına
böyle bir açıklama getirilmesinin sebebi, “sata” kelimesi ile “Satanay” kelimesi
arasındaki şekil benzerliğinden kaynaklanmaktadır. Muhtemel olarak destanın yaratıcısı
da bu şekil benzerliğinden hareketle böyle bir epizod meydana getirmiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

5. Kahramanın Tutsaklıktan Kurtulması

Satanay Biyçe uzun yıllar bir adada tutsak kalır. Bir gün bu adadan kaçmaya karar verir.
Denizde başı boş yüzen bir kayın ağacı görür. Satanay Biyçe bu kayın ağacına binerek
adadan kaçar. Epey bir zaman denizde sürüklendikten sonra karaya gelir. Satanay
Biyçe karaya geldiğinde baygın haldedir. Birtakım tuhaf görünüşlü ucubeler onu alıp bir
ormana götürürler. Ucubeler, Satanay Biyçe’ye gayet iyi bir şekilde bakıp onu tedavi
ederler [Haciyeva, 1994:72].

6. Kahramanın Bir Engelle Karşılaşması

Bir gün Satanay Biyçe ile ucubeler ormanda dolaşırlarken bir tepeye rast gelirler. Bu
tepe bir anda çirkin bir deve dönüşür. Çok korkan ucubeler hemen ormana kaçarlar.
Satanay Biyçe ise devle karşı karşıya kalır. Çirkin dev, Satanay Biyçe’yi yakalamak için
atıldığı sırada Satanay Biyçe başındaki örtüyü açınca çirkin devin tek gözü Satanay
Biyçe’nin yüzünden gelen ışıktan kamaşır ve kör olur. Bunun üzerine çirkin dev çok
öfkelenir. Yerden aldığı kayaları sağa sola fırlatır. Tek gözü kör olan çirkin dev Satanay
Biyçe’yi yakalayayım derken uçurumdan yuvarlanır ve parçalanarak ölür. Satanay Biyçe
böylece çirkin devden kurtulmuş olur [Haciyeva, 1994:72].

7. Kahramanın Eğitimi ve Yetişmesi

Satanay Biyçe çirkin devden kurtulduktan sonra günlerce bu ıssız ormanda tek başına
kalır. Bir gün ormanda dolaşırken tesadüfen Nartların köyüne gelir. Satanay Biyçe
köyün girişinde köyün cadısıyla karşılaşır. “Tohana” adındaki bu cadı kadın bütün Nart
yurdunun baş cadısıdır. Cadı kadın, Satanay Biyçe’nin doğa üstü özelliklere sahip
olduğunu anlar ve onu alıp evine götürür. Satanay Biyçe uzun yıllar bu cadı kadının
evinde kalır. Cadı kadın bütün bildiklerini Satanay Biyçe’ye öğretir. Ayrıca cadı kadın
Satanay Biyçe’nin gizli kalmış doğa üstü kabiliyetlerini ortaya çıkarır ve Satanay
Biyçe’ye bu doğa üstü kabiliyetlerini kullanmasını öğretir. Böylece Satanay Biyçe, cadı
kadının yanında, olacakları önceden bilen, gaipten haber veren ve sihir gücüne sahip
olan biri olarak yetişir [Haciyeva, 1994:72-73, 104-105].

8. Kahramanın Evlenmesi

Bu üç metinde, Satanay Biyçe’nin evlenmesiyle ilgili geniş ve ayrıntılı bir epizoda


rastlanmamaktadır. Metinlerde kısa bir şekilde, Satanay Biyçe’yi yetiştiren cadı kadının,
Nartların lideri olan Örüzmek adlı kahramana Satanay Biyçe’den bahsettiği ve daha
sonra Örüzmek ile Satanay Biyçe’nin evlendiği anlatılmaktadır [Haciyeva, 1994:73].

9. Kahramanın Olağanüstü Özellikleri ve Çevresine Faydası


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[s. 13] Nart kahramanlarına akıl veren, sahip olduğu doğa üstü güçleri sayesinde
Nartları çeşitli tehlikelerden kurtaran Satanay Biyçe’dir. Nartların her türlü müşkülünü
çözen yine Satanay Biyçe’dir. Bu yüzden Nartlar, Satanay Biyçe’ye danışmadan hiçbir
işe kalkışmazlar. Satanay Biyçe Nart kadınları için kumaş dokuma makinesini ve
kirmanı icat etmiştir. Böylece Nart kadınları yünden iplik imâl etmeyi, iplikten de kumaş
dokumayı Satanay Biyçe sayesinde öğrenmişlerdir. Ayrıca elbise dikmeyi, ekmek
pişirmeyi, boza yapmayı, sütten peynir ve yoğurt yapmayı ve bunun gibi birçok şeyi
Satanay Biyçe’den öğrenmişlerdir. Nartlar önceden eti çıplak ateş üzerinde pişirerek
yerlermiş. Bu yüzden Satanay Biyçe bir tencere imâl etmiş ve Nartlara eti suda
haşlamayı öğretmiş. Bunun dışında, Satanay Biyçe yeryüzündeki bütün ağaçların ve
bitkilerin dilini bilmekte ve onlarla konuşabilmektedir. Bu sayede bütün hastalıkların
çaresini bitkilere sorup öğrenmekte ve bitkilerden her türlü hastalığın ilacını
yapabilmektedir [Haciyeva, 1994:105, 300].

II. KAHRAMANLIK EPİZODU

1. Kahramanın Düşman Hakkında Haber Alması

Bir gece Nartlara kötü bir haber gelir. Söylenenlere göre Demir-Kapı ordusu, Nart
ülkesini yağma etmek üzere yola çıkmıştır. Nartların lideri olan Örüzmek ise ortalarda
yoktur. Bu yüzden Nartlar telaşa düşerler. Satanay Biyçe, Örüzmek’in nerede olduğunu
anlamak için sihirli aynasına bakar. Örüzmek’in ağır yaralı şekilde bir mağarada yattığını
görür. Hemen, Örüzmek’i alıp getirmesi için büyük oğlunu gönderir. Oğlu kanatlı atıyla
giderek babasını o mağaradan alıp getirir. Satanay Biyçe bitkilerden hazırladığı
merhemleri Örüzmek’in yaralı yerlerine sürer. Fakat, Örüzmek çok ağır yaralı olduğu
için ayağa kalkacak halde değildir. Bunun üzerine Satanay Biyçe, Demir-Kapı ordusuna
karşı savaşmak üzere Nart askerlerinin sevk ve idaresini kendisi almaya karar verir
[Haciyeva, 1994:105].

2. Kahramanın Savaş Hazırlığı

Satanay Biyçe ilk olarak Nartların demircisi Debet’e bir gün bir gece içerisinde bin adet
kılıç, bin adet yay ve yirmi bin adet de ok hazırlatır. Debet’in hazırladığı silahların ucuna
yılan zehiri sürer. Daha sonra Satanay Biyçe bir gün bir gece içerisinde bin adet asker
elbisesi hazırlayıp Nart askerlerini giydirir [Haciyeva, 1994:105].

3. Kahramanın Kılık Değiştirmesi

Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Satanay Biyçe, Örüzmek’in kıyafetlerini giyer,


onun silahlarını kuşanır ve yüzünü de Örüzmek’e benzetir [Haciyeva, 1994:105].

Daha önce, Satanay Biyçe’nin “alp tipi kadın” karakterinden farklı olarak daha çok
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

bilgisiyle, zekâsıyla ve doğa üstü güçleriyle ön plana çıktığını söylemiştik. Burada ise
Satanay Biyçe’nin düşmanla savaşmak üzere kılıç kuşandığını görmekteyiz. Fakat bu
durum onun içerisinde bulunduğu toplum tarafından bilinen konumunu değiştirmez.
Çünkü Satanay Biyçe düşmanla savaşmak üzere kılıç kuşanıp ordunun başına geçse
bile doğa üstü güçleri sayesinde kocası Örüzmek’in kılığına girmiştir. [s. 14] Yani
sonuçta ordunun başına geçen komutan Satanay Biyçe değil, Örüzmek’tir. Nart
askerleri ordunun başındaki komutanın Örüzmek olduğunu görmektedirler. Halbuki o
aslında Satanay Biyçe’dir. Fakat Nart askerleri bunu hiçbir zaman bilmeyeceklerdir.

Satanay Biyçe her ne kadar toplum içerisinde konum itibariyle yüksek bir seviyede ise
de bu epizottan Nartlarda ata erkil bir yapının hakim olduğu anlaşılmaktadır. Satanay
Biyçe yönetici veya buyruk verici değil, daha çok danışma merciîdir. Her halükârda
Satanay Biyçe’nin söyledikleri yapılmaktadır. Fakat icraatlar onun söylemesiyle veya
buyruğuyla değil, toplumun resmî yöneticisinin buyruğuyla yerine getirilmektedir. Sonuç
olarak destanın yaratıcısı Satanay Biyçe’yi bizzat kendi gerçekliğiyle bir alp tipi kadın
haline getirmemiş, ordunun komutanlığına bir kadını uygun görmemiştir. Bu yüzden de
Satanay Biyçe’yi kocası Örüzmek’in kılığına sokmuştur.

4. Kahramanın Yola Çıkması

Örüzmek’in kılığına giren Satanay Biyçe, Nart askerlerinden oluşan ordusuyla birlikte,
Demir-Kapı ordusunun Nart ülkesine girmesini önlemek üzere yola koyulur. Satanay
Biyçe ve Nart ordusu Hazar denizi kıyılarına kadar gelirler. Burada biraz dinlendikten
sonra Argın ırmağı kenarına kadar ilerleyip burada karargâh kurarlar [Haciyeva,
1994:105].

5. Düşmanın Tanıtılması

Demir-Kapı’nın ordusu dev yaratıklardan kurulmuştur. Bunlar alınlarında tek bir gözü
vardır. Vücutları çok pis kokmaktadır. İğrenç ve ürkütücü bir görünüm
sergilemektedirler. Her birinin elinde on kulaç uzunluğunda bir mancınık, sırtlarında da
içi büyük ve sivri taşlarla dolu sığır derisinden yapılmış heybeler bulunmaktadır
[Haciyeva, 1994:105-106].

6. Savaş ve Düşmanın Cezalandırılması

Devler, Nartları görünce saldırıya geçerek mancınıklarla sivri taşları atmaya başlarlar.
Nart askerleri de zehirli oklarını fırlatırlar. Fakat Nartların fırlattığı oklar dev askerlere
işlemez. Bunun üzerine Satanay Biyçe, bir bölük askerin kendisiyle kalmasını, diğer
askerlerin hepsinin Hazar denizi kıyılarına doğru çekilmesini söyler. Daha sonra,
Satanay Biyçe kendisiyle kalan askerlerle birlikte yakındaki bir koruluğa gider. Burada
yüz tane büyük kazan içerisinde et pişirir. Et kazanlarının içine zehirli bitkilerden de
koyar. Daha sonra yanında kalan askerleri de alıp Hazar denizi kıyılarına doğru kaçar.
Onları takip eden devler koruluktaki içi etle dolu kazanları görünce çok sevinirler ve
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

savaşı unutup etleri yemeye koyulurlar. Zehirli etleri yiyen devlerin hepsi orada ölür
[Haciyeva, 1994:106].

Nartlar, fizikî yönden kendilerinden daha güçlü olan düşmanı, bilek gücüyle değil, akıl ve
hileyle yenmektedirler. Bu da Örüzmek kılığına girmiş olan Satanay Biyçe’nin sayesinde
olmaktadır. Ordunun başında Örüzmek kılığına girmiş Satanay Biyçe değil de,
Örüzmek’in bizzat kendisi olsaydı, muhtemelen Nartlar düşmanlarına yenilmiş
olacaklardı.

7. Zafer ve Yurda Geri Dönüş

[s. 15] Devlerin arkasından gelen Demir-Kapı’nın insanlardan kurulu ordusu, devleri
ölmüş vaziyette görünce kendi başlarına Nartları takip ederek onlarla savaşmaya
cesaret edemezler. Onları, Hazar denizi kıyılarında bekleyen Satanay Biyçe, sihirli
aynasına bakarak Demir-Kapı ordusunun bu durumunu anlar ve Nart ordusunu karşı
saldırıya geçirir. Nartlar, Demir-Kapı askerlerinin yarısını öldürüp, yarısını da esir alırlar.
Daha sonra, Satanay Biyçe ve Nart askerleri bütün ganimeti toplayıp sağ esen bir
şekilde kendi yurtlarına dönerler [Haciyeva, 1994:106].

III. SONUÇ EPİZODU

1. Sonun Başlangıcı

Nartlar yeryüzündeki bütün çirkin dev yaratıkları ve canavarları öldürmüşlerdir. Artık


Nartların yeryüzünde yapacağı bir iş kalmamıştır. Bunun üzerine Gök Tanrısından bir
buyruk gelir ve Nartlar kanatlı atlarıyla gökyüzüne uçarak dünyayı terk ederler. Satanay
Biyçe ise dünyadaki görevini henüz tamamlamadığı için yeryüzünde kalır. Uzun yıllar
boyunca yeryüzünde yaşayan insanlara pek çok şey öğretir. İnsanlara ekmek
pişirmesini, boza yapmasını, ateş yakmasını; kadınlara taşlarla fal bakmasını, erkeklere
de hayvanların kürek kemiğiyle fal bakmasını öğretir.

Burada, Nartların dünya dışı varlıklar olduğu ve belli görevleri yerine getirmeleri için Gök
Tanrı tarafından dünyaya gönderildikleri açık bir şekilde ifade edilmektedir. Destanın
yaratıcısı normal insanlardan farklı olarak olağanüstü özelliklerle donatılmış olan
Nartları dünya dışı varlıklar olarak tahayyül etmektedir. Buna göre Nartlar Gök Tanrı’nın
dünyaya göndermiş olduğu kusursuz varlıklardır. Nartların görevi dünyadaki çirkin dev
yaratıkları ve canavarları ortadan kaldırmaktır. Satanay Biyçe’nin görevi ise diğerlerine
göre daha farklıdır. Onun görevi dünyadaki insan medeniyetinin gelişmesine yardımcı
olmaktır ve henüz bu görev tamamlanmamıştır.

2. Kahramanın Rüya Görmesi


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Satanay Biyçe bir gün “Yeryüzünde yapacak bir işim kalmadı, artık beni de Nartların
yanına alın” diye Gök Tanrısına yalvarır. Daha sonra Satanay Biyçe bir gece rüyasında:
“Dağların zirvesindeki Nart mâbedine çık, Gök Tanrısı gökyüzünden sana bir urgan
sarkıtacak ve seni kendi yanına alacak” şeklinde bir ses duyar.

Satanay Biyçe artık görevini tamamlamıştır. Dünyadaki insanların medenî gelişiminde


yardımcı olacağı bir şey kalmamıştır. Bu yüzden de Gök Tanrı’dan kendisini yanına
almasını istemektedir. Satanay Biyçe’nin bu isteği rüya yoluyla cevaplandırılmaktadır.
Gök Tanrı, Satanay Biyçe’ye rüyasında onu kendi yanına alacağını müjdelemektedir.

3. Kahramanın Sonu

Satanay Biyçe rüyasında tarif edilen yere gider. Gökyüzünden bir urganın sarkıtıldığını,
urganın ucunda da büyük bir sepetin olduğunu görür. Satanay Biyçe hemen bu sepetin
içine girip oturur ve gökyüzüne doğru hareket eder. Satanay Biyçe’nin bugün bile [s. 16]
gökyüzünde yaşadığı, gökyüzünde kanatlı atlarla dolaşan Nart kahramanlarına yol
gösterdiği söylenmektedir [Haciyeva, 1994:300].

Destanın yaratıcısı Satanay Biyçe’yi ve Nartları dünya dışı varlıklar olarak tahayyül
ettiğinden onlar aynı zamanda ölümsüzdürler. Satanay Biyçe, Gök Tanrı’nın yanına
gider ve gökyüzünde diğer Nart kahramanlarıyla birlikte hayatına devam eder.

METİNLER

[Karaçay-Malkar Türkçesiyle]

1. Ariuw Satanay

Kündü Satanaynı atası


Aydı anı tabxan tatlı anası

Aydan anı Teññiz Teyri urlağandı


Anı atı Suw Celmawuz bolğandı

Teññiz Teyri ayrıkamda caşırğandı


Caşırğanlay nença cılla aşırğandı

Ay tutulub közü beti qaralğandı


Açıwundan cüreginden taralğandı
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Ay da, Kün da tutuladıla anı üçün


Titireyle, qaltırayla anı üçün

Cerden ala carıqların tıyadıla


Cılab ala culduzlanı cıyadıla

Cerge ala miyik kökden qaraydıla


Satanaynı qaydağısın suraydıla

Ne bolğanın, qaydağısın tabalmaydıla


Celmawuzğa sorurğa ala bazalmaydıla

Ay cılasa közlerinden cavadı cawunla


Kün qızdırsa cerde canadı qawdanla

[s. 17] Satanaynı Suw Celmawuz buqdurğandı bermeydi


Ayrıkamda anı kişi körmeydi

Ayrıkamnı üsün tuban bla cabxandı


Kesi kirib teññiz tübge catxandı

Satanayğa Suw Anası qarağandı


Altın çaçın qolu bla tarağandı

Ne bolsa da künü aman bla batxandı


Teññiz taññı aman bla atxandı

Bölek cılla cılay cılay turğandı


Bir keçede qaçarğa al burğandı

Betin boyab çıqğandı teññiz cağağa


İzley barıb miññendi qayın qaññağa

Butun qolun qalaq etib tartxandı


Celle süre qara cerge atxandı

Almastıla körüb anı alğandıla


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Qara ormañña eltib aşla salğandıla

Almastıla tamır aşla bergendile


Satanaynı sıylı, ariuw körgendile

Almastıla söleşe bilmey edile


Satanaynı bir de erşi körmey edile

Bir kün bıla çaba corta ketdile


Bilmegenley bir töbege cetdile

Ol töbeden as-mus iyis urub başladı


Qart almastı birden esin taşladı

Qalğanları birden artxa qaçdıla


Qara ormañña tük tük bolub uçdula

[s. 18] Ullu töbe qart emegen bolğandı


Ceti cüz cıl ormanda turğandı

Ol Satanay qaçalmayın qalğan edi


Qart emegen tutayım deb barğan edi

Ol közüwde Satanay betin açıb qarağan edi


Birden emegenni caññız közü qamağan edi

Caññız közü cuq körmeyin qalğan edi


Açıwlanıb qaya taşla alğan edi

Cuq körmeyin taşla bla ata edi


Cerden sermeb topuraqla cuta edi

Kele kelib tik qayadan cığılğan edi


Töppe çarxı suw taşlağa cağılğan edi

Qız Satanay qaldı kesi caññızlay


Qara ormanda kesi allına calanlay
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Köb aylaññandı qara ormanda abına


Amalsızdan Cer Teyrige tabına

Ariuwluğu taşnı tawnu carıta


Xar bir zatnı ol kesine qarata

[s. 19] Satanaynı körgende toxtay edile suwla da


Keçelede da carıy edile tüzle, tawla da

Ol Satanay köb aylaññandı el tabmay


Aşarına bir burxu gırcın qabmay

Kele kelib ol Nart elge kirgendi


El qıyırında qurtxa qatın körgendi

Qurtxa qatın Satanaynı alğandı


Tutub kelib gumusuna salğandı

Caşırtınlay qurtxa anı ösdürgendi


Örüzmekge qıznı alay sezdirgendi

Qatınlıqğa Örüzmekge bergendi


Örüzmek da andan aqıl bilgendi

Ol Satanay bolğandı Nartla anası


Örüzmek da bolub Nart askerni atası.

[Haciyeva, 1994:71-73]

[Türkiye Türkçesiyle]

1. Güzel Satanay

Güneştir Satanay’ın babası


Aydır onu doğuran tatlı annesi

Aydan onu Deniz Tanrısı çalmış


Onun adı Su Ejderi imiş
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Deniz Tanrısı adada gizlemiş


Gizleyerek birçok yıl zaman geçirmiş

[s. 20] Ay tutulup gözü yüzü kararmış


Acısından yüreği daralmış

Ay da, Güneş de tutuluyorlar onun için


Titriyorlar, sarsılıyorlar onun için

Yeryüzünden onlar ışıklarını kesiyorlar


Ağlayıp onlar yıldızları topluyorlar

Yeryüzüne onlar yüksek gökyüzünden bakıyorlar


Satanay’ın nerede olduğunu araştırıyorlar

Ne olduğunu, nerede olduğunu bulamıyorlar


Ejdere sormaya onlar cesaret edemiyorlar

Ay ağladığında gözlerinden yağıyor yağmurlar


Güneş kızdırdığında yeryüzünde kavruluyor otlar

Satanay’ı Su Ejderi gizlemiş vermiyor


Adada onu hiç kimse görmüyor

Adanın üstünü sisle kapatmış


Kendisi girip denizin dibine yatmış

Satanay’a Su Tanrıçası bakmış


Altın saçını eliyle taramış

Ne var ki bütün günü sıkıntıyla geçmiş


Denizde şafak sıkıntıyla aydınlanmış

Uzun yılları ağlayarak geçirmiş


Bir gece kaçmaya niyet etmiş

[s. 21] Yüzünü boyayıp çıkmış deniz kenarına


Arayıp gidip binmiş kayın ağacına
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Elini ayağını kürek yapıp çekmiş


Rüzgârlar sürükleyip karaya atmış

Ucubeler görüp onu almışlar


Kara ormana götürüp yiyecekler vermişler

Ucubeler bitki kökü yiyecekleri vermişler


Satanay’a değer verip sevmişler

Ucubeler konuşmayı bilmiyorlardı


Satanay’a hiç kötü muamele etmiyorlardı

Bir gün bunlar koşa koşa gittiler


Bilmeden bir tepeye vardılar

O tepeden dev kokusu gelmeye başladı


İhtiyar ucube birden bayıldı

Diğerleri hemen geri kaçtılar


Kara ormana dağılıp uçtular

Büyük tepe meğer ihtiyar bir dev imiş


Yedi yüz yıldan beri ormanda imiş

Satanay kaçamadan kalmıştı


İhtiyar dev yakalayım diye varmıştı

O sırada Satanay yüzünü açıp bakmıştı


Birden devin tek gözü kamaşmıştı

Tek gözü hiçbir şey göremeden kalmıştı


Öfkelenip kayaları almıştı

Hiçbir şey görmeden taşları atıyordu


Yerden kapıp toprakları yutuyordu

Gele gele sarp kayalıktan düşmüştü


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kafası parçalanıp taşlara bulaşmıştı

Genç Satanay kaldı kendi başına yalnız


Kara ormanda kendi başına korumasız

Çok dolaşmış kara ormanda tökezleyip


Çaresizlikten Yer Tanrısına yalvarıp

Güzelliği dağı taşı aydınlatarak


Her bir şeyin dikkatini kendisine çekerek

Satanay’ı gördüğünde duruyordu ırmaklar da


Geceler aydınlanıyordu ovalar, dağlar da

Satanay çok dolaşmış bir köy bulamadan


Yemek için bir parça ekmek yemeden

Gele gelip o Nart köyüne gelmiş


Köyün kenarında cadı kadın körmüş

Cadı kadın Satanay’ı almış


Tutup mahzenine kapatmış

Gizlice cadı onu büyütmüş


Örüzmek’e kızı böyle sezdirmiş

[s. 23] Eş olarak Örüzmek’e vermiş


Örüzmek de ondan akıl öğrenmiş

Satanay olmuş Nartların anası


Örüzmek de olup Nart askerlerin atası.

2. Satanay Demir-Kapı Askerlerini Yeniyor

Güzeller güzeli, bilge, çalışkan ve becerikli Satanay Biyçe, Nart Örüzmek’in karısıdır.
Satanay Biyçe’yi, Nart yurtlarının baş cadısı Tohana adlı kadın büyütmüştür. Satanay
Biyçe’den önce, Nart yurtlarının kadınları biçki dikiş bilmiyorlarmış. Nartlar eti çıplak
ateş üzerinde kebap yaparak yerlermiş. Bunun üzerine Satanay Biyçe bir tencere imâl
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

etmiş ve Nartlara eti suda haşlamayı öğretmiş. Bunun dışında yine tahıldan un
yapmasını, undan da ekmek pişirmesini öğretmiş. Satanay Biyçe her gün Nartlara yeni
bir şey öğretmiş. Satanay Biyçe, Nart kadınları için kumaş dokuma makinesini, kirmanı
ve tarağı icat etmiş.

Satanay Biyçe yeryüzündeki bütün ağaçların ve bitkilerin dilini bilmekte ve onlarla


konuşabiliyormuş. Bu sayede bütün hastalıkların çaresini bitkilere sorup öğreniyor ve
bitkilerden her türlü hastalığın ilacını yapabiliyormuş. Hatta, Satanay Biyçe bir gün
ölümsüzlük iksirinin yapıldığı bitkiyi bile bulmuş. Fakat Satanay Biyçe bu ölümsüzlük
bitkisinden iksir yaparak kendisi içmemiş, diğer Nart kahramanlarına da içirmemiş.

Bir gece Nartlara kötü bir haber gelir. Söylenenlere göre Demir-Kapı ordusu, Nart
ülkesini yağma etmek üzere yola çıkmıştır. Nartların lideri olan Örüzmek ortalarda
yoktur. Bu yüzden Nartlar telaşa düşerler. Satanay Biyçe, Örüzmek’in nerede olduğunu
bulmak için, Tohana adlı analığından miras kalan sihirli aynasına bakar. Örüzmek’in
ağır yaralı şekilde bir mağarada yattığını görür. Hemen, büyük oğlunu, Örüzmek’i alıp
getirmesi için gönderir. Oğlu, kanatlı atıyla, babasını o mağaradan alıp getirir. Satanay
Biyçe bitkilerden hazırladığı merhemleri Örüzmek’in yaralı yerlerine sürer. Fakat,
Örüzmek çok ağır yaralı olduğu için ayağa kalkacak halde değildir. Bunun üzerine
Satanay Biyçe, Demir-Kapı ordusuna karşı savaşmak üzere Nart askerlerinin sevk ve
idaresini kendisi almaya karar verir.

Satanay Biyçe ilk olarak Nartların demircisi Debet’e bir gün bir gece içerisinde bin adet
kılıç, bin adet yay ve yirmi bin adet de ok hazırlatır. Satanay Biyçe, Debet’in hazırladığı
silahların ucuna yılan zehiri sürer. Daha sonra Satanay Biyçe bir gün bir gece içerisinde
bin adet asker elbisesi hazırlayıp Nart askerlerini giydirir.

Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Satanay Biyçe, Örüzmek’in kıyafetlerini giyer,


silahlarını kuşanır ve yüzünü de Örüzmek’e benzetir. Örüzmek’in kılığına giren Satanay
Biyçe, Nart askerlerinden oluşan ordusuyla birlikte, Demir-Kapı ordusunun Nart ülkesine
girmesini önlemek üzere yola koyulur. Satanay Biyçe ve Nart ordusu Hazar denizi
kıyılarına kadar gelirler. Burada biraz dinlendikten sonra Argın ırmağı kenarına kadar
ilerleyip burada karargâh kurarlar.

[s. 24] Şafağın sökmesiyle birlikte, Demir-Kapı’nın devlerden oluşan askeri birlikleri,
Nartların karargâhının olduğu yere gelirler. Demir-Kapı’nın dev askerlerinin her birinin
elinde on kulaç uzunluğunda mancınık, sırtlarında da içi büyük ve sivri taşlarla dolu sığır
derisinden yapılmış heybeler bulunuyordu. Alınlarında parlayan tek gözleri, etrafa
yaydıkları pis vücut kokularıyla iğrenç ve ürkütücü bir görünüm sergileyen dev askerler
Nartları görünce saldırıya geçerek mancınıklarla sivri taşları atmaya başlarlar. Nart
askerleri de zehirli oklarını fırlatırlar. Fakat Nartların fırlattığı oklar dev askerlere
işlemez. Bunun üzerine Satanay Biyçe, bir bölük askerin kendisiyle kalmasını, diğer
askerlerin hepsinin Hazar denizi kıyılarına doğru çekilmesini söyler. Daha sonra,
Satanay Biyçe kendisiyle kalan askerlerle birlikte yakındaki bir koruluğa gider. Burada
yüz tane büyük kazan içerisinde et pişirir. Et kazanlarının içine zehirli bitkilerden de
koyar. Daha sonra yanında kalan askerleri de alıp Hazar denizi kıyılarına doğru kaçar.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Onları takip eden dev askerler koruluktaki içi etle dolu kazanları görünce çok sevinirler
ve savaşı unutup etleri yemeye koyulurlar. Zehirli etleri yiyen dev askerlerin hepsi orada
ölür.

Devlerin arkasından gelen Demir-Kapı’nın insanlardan kurulu ordusu, devleri ölmüş


vaziyette görünce kendi başlarına Nartları takip ederek onlarla savaşmaya cesaret
edemezler. Onları, Hazar denizi kıyılarında bekleyen Satanay Biyçe, sihirli aynasına
bakarak Demir-Kapı ordusunun bu durumunu anlar ve Nart ordusunu karşı saldırıya
geçirir. Nartlar, Demir-Kapı askerlerinin yarısını öldürüp, yarısını da esir alırlar. Daha
sonra, Satanay Biyçe ve Nart askerleri bütün ganimeti toplayıp sağ esen bir şekilde
kendi yurtlarına dönerler [Haciyeva, 1994:105-106].

3. Satanay Biyçe ile Nartların Yeryüzünden Gökyüzüne Uçtukları Hakkında

Satanay, bütün Nartların anası olarak bilinir. Dünyada ondan daha güzel, daha akıllı bir
canlı yaratılmamıştır. Bütün dünyaya akıl ve namus mefhumunu o dağıtmıştır. Satanay,
olmuş ve olacak olan her şeyi bilir. Satanay’ın babası Güneş, annesi de Ay’dır. Satanay
gökyüzünde doğmuştur. Satanay’ın Yer Tanrısı tarafından büyütüldüğü söylenir. Fakat
kimileri ise Satanay’ın Celmavuz tarafından kaçırıldığını, Güneş ile Ay’ın da bu yüzden
tutulduğunu söylerler. Güneş, Satanay aklına geldiği zaman, sıcaklığıyla dünyayı kasıp
kavuruyor, bütün denizleri ve ırmakları kurutuyormuş. Ay tutulduğu zaman ise yağmur
yağıyor, sel olup bütün ırmaklar taşıyormuş.

Satanay’ı yeryüzünde Su Tanrıçası büyütmüş. O, Satanay’ı çok seviyormuş. Satanay’a


bizzat kendisi bakıyormuş. Satanay ismini ona Su Tanrıçası’nın verdiği söylenir. Güneş
ve Ay’ın küçük kızı babası ve annesi aklına geldiği zaman ağlarmış. Böyle olduğu
zamanlarda Su Tanrıçası Satanay’a oynaması için yakut, elmas gibi değerli
mücevherlerini verirmiş. Satanay bu değerli taşların içinde en çok “sata” [kırmızı
mercan] taşıyla oynamayı severmiş. Bu yüzden Su Tanrıçası ona Satanay ismini
vermiş.

Satanay, Celmavuz’dan kaçarak Nart ülkesine gelmiş. Daha sonra burada Nart
kahramanlarının lideri olan Örüzmek’le evlenmiş. Satanay pek çok konuda Nartlara yol
göstermiş, bu şekilde aradan uzun zaman geçmiş. Nartlar yeryüzündeki düşmanları
olan çirkin dev yaratıkları ve canavarların hepsini öldürmüşler. Nihayetinde Nartların
yeryüzünde yapacakları bir iş kalmamış. Bunun üzerine Gök Tanrısından buyruk gelmiş
ve Nartlar [s. 25] kanatlı atlarıyla gökyüzüne uçup yeryüzünü terk etmişler. Satanay ise
yeryüzünde kalmış, buradaki insanlara pek çok şey öğretmiş. İnsanlara ekmek
pişirmesini, boza yapmasını, ateş yakmasını, kadınlara taşlarla fal bakmasını, erkeklere
de hayvanların kürek kemiğiyle fal bakmasını öğretmiş.

Satanay bir gün “Yeryüzünde yapacak bir işim kalmadı, artık beni de Nartların yanına
alın” diye Gök Tanrısına yalvarmış. Daha sonra Satanay bir gece rüyasında: “Dağların
zirvesindeki Nart mâbedine çık, Gök Tanrısı gökyüzünden sana bir urgan sarkıtacak ve
seni kendi yanına alacak” diye bir ses duymuş. Bunun üzerine Satanay Biyçe rüyasında
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

tarif edilen yere gider. Gökyüzünden bir urganın sarkıtıldığını, urganın ucunda da büyük
bir sepetin olduğunu görmüş. Satanay hemen bu sepetin içine girip oturmuş ve
gökyüzüne doğru hareket etmiş. Satanay Biyçe’nin bugün bile gökyüzünde yaşadığı,
gökyüzünde kanatlı atlarla dolaşan Nart kahramanlarına yol gösterdiği söylenmektedir
[Haciyeva, 1994:299-300].

KAYNAKLAR

ADİLOĞLU, Adilhan., “Karaçay-Malkar Nart Destanları”, Karaçay-Malkar Dergisi, Sayı:


4, Ankara, 1993.

ADİLOĞLU, Adilhan., “Karaçay-Malkar Türklerinde Nart Destanları”, Yeni Türkiye


Dergisi-Türk Dünyası Özel Sayısı, Sayı: 15 [I. Cilt], Ankara, 1997.

BAYRAMUQLANI, Umar., “Qaraçay Folklorda Sxurtuqnu Tuwduqları”, Şorqa, Çerkessk,


1982.

BAYRAMUKOV, U. Z., “K Etimologii Slova Nart”, Problemı İstoriçeskoy Leksiki


Karaçayevo-Balkarskogo i Nogayskogo Yazıkov, Çerkessk, 1993.

DUMEZİL, G., Osetinskiy Epos i Mifologiya, Moskova, 1976.

DYAÇKOV-TARASOV, A.N., “Zametki o Karaçaye i Karaçayevtsah” SMOMPK, No: 25-


2, Tiflis, 1898.

HABİÇLANI, Magomet, “Qaraçay Nart Eposnu Nartlarını Üsünden”, Zamannı Awazı,


Çerkessk, 1973.

HACİYEVA, T.M. [vd.], Malqar-Qaraçay Nart Epos, Moskova, 1994.

KAŞGARLI, Mahmut., Divanü Lûgati’t-Türk, Çeviren: Besim Atalay, III. Cilt, Ankara,
1992.

KIRZIOĞLU, Fahrettin., Kıpçaklar, TTK Yayınları, Ankara, 1992.

LAYPANOV, K.T.-MİZİYEV, İ.M., O Proishojdenii Türkskih Narodov, Çerkessk, 1983.

OSTRYAKOV, P., “Narodnaya Literatura Kabardintsev i Ee Obraztsı”, Vestnik Evropı,


Tom: 4, No: 8, Peterburg, 1879.

ÖZBAY, Özdemir., Mitoloji ve Nartlar, Ankara 1990.

POTANİN, G.N., Vostoçnıye Motivi v Srednevekovom Evrope Epose, Moskova, 1899.

RKLİTSKİY, M.V., “K Voprosu o Nartah i Nartskih Skazaniyah”, İzvestiya Osetinskogo


Nİİ Krayevedeniya, No: 2, Vladikafkaz, 1927.

URUSBİYEV, S.İ., “Skazaniya O Nartskih Bogatıryah U Tatar-Gortsev Pyatigorskogo


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Okruga Terskoy Oblasti”, SMOMPK, No: 1, Tiflis, 1881.

______________________________________________________________________
___

Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Nart Destanlarının Kadın Kahramanı Satanay Biyçe


Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 18, TDK, Ankara, Yaz-2004, s. 7-25

KARAÇAY-MALKAR TÜRKLERİNDE NEVRUZ

Türk kültüründe baharın gelişiyle birlikte yeni bir yılın başlangıcını temsil eden “Nevruz”
geleneği günümüzde Türk Dünyasının ortak bayramlarından biri olarak kabul
edilmektedir. Kış mevsiminin sona erip, tabiatın yeniden canlanmaya başladığı baharın
ilk günleri, bütün Türk boylarında olduğu gibi, Karaçay-Malkar Türklerinde de çok eski
zamanlardan beri türlü şenlikler halinde kutlanmaktadır. Türk kültüründe baharın
gelişiyle birlikte yeni bir yılın başlangıcını temsil eden “Nevruz” geleneği günümüzde
Türk Dünyasının ortak bayramlarından biri olarak kabul edilmektedir. Kış mevsiminin
sona erip, tabiatın yeniden canlanmaya başladığı baharın ilk günleri, bütün Türk
boylarında olduğu gibi, Karaçay-Malkar Türklerinde de çok eski zamanlardan beri türlü
şenlikler halinde kutlanmaktadır.

[s. 275] Türk kültüründe baharın gelişiyle birlikte yeni bir yılın başlangıcını temsil eden
“Nevruz” geleneği günümüzde Türk Dünyasının ortak bayramlarından biri olarak kabul
edilmektedir. Kış mevsiminin sona erip, tabiatın yeniden canlanmaya başladığı baharın
ilk günleri, bütün Türk boylarında olduğu gibi, Karaçay-Malkar Türklerinde de çok eski
zamanlardan beri türlü şenlikler halinde kutlanmaktadır.

Karaçay-Malkar Türklerinin kültüründe baharın gelişini ve yeni yılın ilk gününü temsil
etmesiyle ilgili olarak “Nevruz” kelimesine rastlanmamaktadır. Ancak, Karaçay-Malkar
Türklerinin “Ruzlama” veya “Oruzlama” adı verilen eski halk takviminin adında “Nevruz”
kelimesinin izine rastlamak mümkündür. Karaçay-Malkar Türkçesindeki “Ruzlama” veya
“Oruzlama” kelimelerinin kaynağının Farsça “rûz” [gün] kelimesinden gelmiş olduğu açık
bir şekilde görülmektedir. Karaçay-Malkar Türklerinin eski halk takvim sistemine göre
yılın başlangıcı 22 Mart gününe tekâbül etmektedir. Yılın ilk ayının adına ise “Toturnu Al
Ayı” veya “Süyünç Ay” adı verilmektedir.

Eskiden, baharın gelmesi demek, tarım ve bilhassa hayvancılık işiyle uğraşan Karaçay-
Malkar Türkleri için sürüleri meraya çıkarma ve tarlalara tohum ekme döneminin
başlaması demektir. Bu faaliyetler ise Karaçay-Malkar Türklerinin hayat tarzını
düzenleyen en önemli olaylardır. Yani, baharın gelişi, Karaçay-Malkar Türkleri için
hayatın başlaması demektir. Bu yüzden baharın gelişini coşkulu bir şekilde karşılamak
üzere büyük hazırlıklar yapılırdı. “Toturnu Al Ayı” veya “Süyünç Ay”ının ilk günü olan 22
Mart günü, adeta bir dinî bayram havasında özel törenler ve çeşitli şenlikler
düzenlenerek “Saban Toy”, “Gollu”, “Hardar” ve “Gutan” adı verilen bayramlarla
kutlanırdı.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Saban Toy

Karaçay-Malkar Türklerinde baharın başlangıcında düzenlenen kutlama şenliklerinin en


görkemli olanlarından biri “Saban Toy”dur. Baharın ilk gününde bütün halk toplanarak
“Çoppa” [Ziraat ve Bereket Tanrısı], “Dawle” [Toprak Tanrısı] ve “Erirey”in [Mahsul
Tanrısı] şerefine kurbanlar keser ve büyük şölenler tertip ederdi. Karaçay-Malkar
Türklerinde hiç kimse “Saban Toy” yapılmadan kesinlikle tarla işlerine başlamazdı
[Curtubayev, 1994:133-134; Tawmurzalanı-Bayramqullanı, 1998:5].

Eski Karaçay köylerinden biri olan Uçkulan köyünde herkes, kutsal sayılan “Çoppa Taş”
[Çoppa’nın Taşı] adı verilen büyük bir kayanın çevresinde toplanır, “Çoppa”nın şerefine
çeşitli hayvanlar kurban edilirdi. Daha sonra büyük bir ziyafet verilir, türlü şenlikler
yapılırdı. Şölenin [s. 276] sonunda, herkes “Çoppa-Taş”ın etrafında kol kola girerek
geniş bir çember oluşturur ve dinî mahiyette birtakım danslar icra edilirdi. Törenin
sonunda insanlar “Çoppa”dan inek ve koyun gibi hayvanlarının ürünlerinin bol ve
bereketli olmasını, vahşi hayvanların saldırılarından korumasını, ekinlerin iyi yetişmesi
için yağmur, başakların olgunlaşması için güneşli bir mevsim dilerlerdi [Laypanov,
1957:40]. Çoppa için yapılan törenin bitiminde “Tamada” veya “Töreçi” adı verilen tören
idarecisi şu duayı ederdi:

Çoppa, Teyriden sora sen teyri


Çoppa qızıwçuluqnu quw keri
Çoppa bir qandır cerni
Çoppa aşlıq küyedi ne eteyik
Çoppa cawun kele sebeley
Çoppa aşlıq kele töbeley
Teyribiz bersin semiz citça
Maylı bolsun erinle
Caşlı bolsun kelinde
Teyri bersin igilik
Bolsun bizde tirilik

[Haciyeva, 1988:198-199]

Çoppa, Tanrıdan sonra sensin ilâh


Çoppa sıcaklığı kov geri
Çoppa bir kandır toprağı
Çoppa hububat yanıyor ne yapalım
Çoppa yağmur geliyor çiseleyerek
Çoppa hububat geliyor tepe gibi
Tanrımız versin semiz et
Yağlı olsun dudaklar
Oğlanlı olsun gelinler
Tanrı versin iyilik
Olsun bizde dirlik

Karaçay-Malkar Türkleri “Saban Toy” sona erdikten sonra, tarla sürmeye çıkmadan
önce tarlaların iyi ve kolay sürülmesi için “Dawle”ye, ekinlerin dolgun ve bol yetişmesi
için de “Erirey”e dua ederlerdi [Malkonduyev, 1988:27-28].
Bunun dışında, Karaçay Türkleri, İslâm dinini kabul etmeden önce, bahar mevsiminin
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

her Çarşamba gününde, Mahar ırmağının sağ tarafında kutsal sayılan büyük bir çam
ağacının çevresinde toplanır, dinî törenler yapar ve “Teyri”ye [Tanrı] dua edip, dileklerde
bulunurlardı:

Cazıbız cawumlu bolsun


Küzübüz künlü bolsun
Qışıbız qarlı bolsun
Acalıbız sabır bolsun
Istavatla mallı bolsunla
Batmanla ballı bolsunla
Küple mürzewleden tolsunla
Azıgıbız moñ bolsun
Cazıbız nasıblı bolsun
Egiz egiz tölü tuwsun
Segiz segiz nasıb cawsun
Teyribiz bersin aşxılıq
Körmeyik barıbız açlıq

[Haciyeva, 1988:12]

Baharımız yağmurlu olsun


Güzümüz güneşli olsun
Kışımız karlı olsun
Ecelimiz yavaş olsun
Çiftliklerde hayvan bol olsun
Kovanlar ballı olsun
Küpler yiyeceklerden dolsun
Yiyeceğimiz tok olsun
Baharımız bahtlı olsun
İkiz ikiz nesil doğsun
Sekiz sekiz kısmet yağsın
Tanrımız versin iyilik
Görmeyelim hiçbirimiz açlık

Gollu Bayramı

[s. 277] Karaçay-Malkar Türklerinde baharın başlangıcında düzenlenen kutlama


şenliklerinin en görkemli olanlarından bir diğeri de “Gollu” bayramıdır. Gollu, Karaçay-
Malkar Türklerinin eski inanışlarına göre toprağın, ziraatın, mahsulün ve bereketin
tanrısı olarak kabul edilmektedir. Bahar geldiği zaman bütün halk toplanarak Gollu’nun
şerefine kurbanlar keser, büyük şölenler tertip ederdi. Şölenin sonuna doğru herkes kol
kola girerek halka şeklinde toplanır, “sıbızgı” adı verilen kaval eşliğinde hep birlikte
“Gollunu Cırı”nı [Gollunun Şarkısı] söyleyerek “Gollu Tepsew” [Gollu Dansı] icra
ederlerdi [Holayev, 1979:5-12; Kudayev, 1997:36-39]. Şenliklerin sona ermesinden
sonra tören idarecisi Gollu’ya dua eder, ondan dileklerde bulunurdu:

Gollu sen carıq Gollu


Gollu sen ırısxılı qollu
Bek bitsin sabanla
Abçımasın adamla
Aşlıq, zıntxı qılıqsız tolu bolsun
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Sabanlanı ordurub
Buday gültüle baylatxın
Indır töbele qalatxın

Gollu sen aydınlık Gollu


Gollu sen lütufkâr
Çok büyüsün ekinler
İncinmesin insanlar
Hububat, yulaf, kaliteli ve bol olsun
Ekinleri biçtirip
Buğday demetleri bağlatasın
Harman tepeleri yığdırasın
[Haciyeva, 1988:199-200; Malkonduyev, 1990:78]

Hardar Bayramı

Çegem, Holam ve Bızıngı vadilerinde baharın gelişi “Hardar Bayramı”yla kutlanırdı.


Karaçay-Malkar Türklerinin eski inanışlarına göre “Hardar” veya “Altın Hardar”
hububatın ve diğer mahsulün tanrısıdır [Malkonduyev, 1988:28-29; Curtubayev,
1991:141-142]. Çegem vadisi köylerinde bahar zamanı tarla sürmeye çıkılmadan önce
“Hardar”ın şerefine kurbanlar kesilir, şölenler düzenlenirdi. Şölen alanına getirilen
öküzlerin böğürmesine göre o yılın iyi veya kötü geçeceğine dair fikir yürütülürdü.
Şölenin sonunda bütün halk toplanır, hep bir ağızdan dşöyle dua edilirdi:

Sabanlada qılqı kibik


Xar zamanda tuluq aşlıq alayıq
Bereket ketmesin küpleden, arbazladan
Erireyge ariuw körüneyik
Xardarga baş urayıq
[Malkonduyev, 1990:89]

Tarlalardaki başak gibi


Her zaman dolgun hububat alalım
Bereket gitmesin küplerden, avlulardan
Erirey’e hoş görünelim
Hardar’a secde edelim

Gutan Bayramı

Karaçay-Malkar Türklerinin ziraatçilikle ilgili bayramlarından biri olan “Gutan


Bayramı”nda yine baharın gelişiyle ilgili şenlikler, kutlamalar ve törenler yapılırdı. Fakat
daha öncesinde, sonbahar veya kış mevsiminde kesilen sığır veya koyunların etleri açık
havada kurutulur, tarlaya ekilecek tohumlar küplere doldurularak toprağın altında daha
önceden hazırlanan saklama yerlerine konulurdu. Bahar başında, tarlaların ekim
döneminin ilk gününde halk erken saatlerde bir araya toplanarak bahar kutlamalarını
başlatırdı. Sonbahar veya kış mevsiminde kurutulan etler başta [s. 278] olmak üzere
çeşitli yiyecek ve içecekler sofralara konulur, büyük bir ziyafet verilirdi. Ziyafetten sonra
türlü eğlenceler tertip edilir, herkes büyük bir coşkuyla baharın gelişini kutlardı. Şölen
sona erdikten sonra köylüler kafile halinde, üzerinde bir dağ keçisi resminin olduğu yeşil
bayraklarla tarlalara gitmek üzere yola çıkarlardı. Önlerinde de heybetli ve süslenmiş bir
öküz bulunurdu. Çiğ arpa unundan ve simit şeklinde yapılmış büyük bir ekmek, iki
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

boynuzunu da içine alacak şekilde bu öküzün başına konulurdu. Bu şekilde halk


tarlaların olduğu araziye geldiği zaman toplu halde şöyle dua edilirdi:

Quwanç bla barazaga barayıq


Bir atxanıbız miñ bolsun
Allaxnı kölü tüz bolsun
Bek bitsin, saw ceteyik
Bu urluqça bürkeyik
[Haciyeva, 1988:195]

Sevinçle tarlaya gidelim


Bir attığımız bin olsun
Allah’ın gönlü içten olsun
Çok büyüsün, sağ salim erişelim
Bu tohum gibi serpilelim

Karaçay-Malkar Türklerinin kültüründe “Nevruz” kelimesine rastlanmasa da, yukarıda


verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, baharın gelişini ve yeni bir yılın başlangıcını
temsil eden “Nevruz” geleneği, farklı adlarla Karaçay-Malkar Türklerinin kültüründeki
yerini almıştır.

KAYNAKLAR

CURTUBAYEV, M.Ç., Drevniye Verovaniya Balkartsev i Karaçayevtsev, Nalçik, 1991.

CURTUBAYEV, M.Ç., Duhovnaya Kultura Karaçayevo-Balkarskogo Naroda, Nalçik,


1994.

HACİYEVA, T.M., Malqarlılanı bla Qaraçaylılanı Xalq Poeziya Çıgarmaçılıqları, Nalçik,


1988.

HOLAYEV, A.Z., “K Voprosu o Transformatsii Obryadovoy Pesni-Plyaski Gollu u


Balkartsev i Karaçayevtsev”, Hudojestvennıy Yazık Folklora Kabardintsev i Balkartsev,
Nalçik, 1979.

KUDAYEV, M.Ç., Drevniye Tantsı Balkartsev i Karaçayevtsev, Nalçik, 1997.

LAYPANOV, H.O., K İstorii Karaçayevtsev i Balkartsev, Çerkessk, 1957.

MALKONDUYEV, H.H., “Mifologiya Karaçayevtsev i Balkartsev”, Folklor Narodov


Karaçayevo-Çerkesii Janr i Obraz, Çerkessk, 1988.

MALKONDUYEV, H.H., Drevnyaya Pesennaya Kultura Balkartsev i Karaçayevtsev,


Nalçik, 1990.

TAWMURZALANI, Dalxat-BAYRAMQULLANI, Xamit., Qaraçay-Malqar Xalq Oyunla,


Nalçik, 1998.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

______________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Türklerinde Nevruz,


Türk Dünyası Nevruz Ansiklopedisi, AKMB Yayınları,
Ankara, 2004, s. 275-278

KARAÇAY-MALKAR YAZILI EDEBİYÂTININ KURUCUSU


KÂZİM MÖÇÜ

Kafkasya bölgesinin yüksek ve görkemli dağları arasındaki derin vadilerde, yüzyıllar


boyunca kapalı bir toplum halinde medenî dünyadan uzak yaşayan Karaçay-Malkar
Türklerinin edebiyâtı, 19. yüzyılın sonlarına kadar, diğer Türk boylarının birçoğunda
olduğu gibi, sözlü halk edebiyatı şeklinde devam etmiştir. Karaçay-Malkar Türklerinde
yazının kullanılması ancak 18. yüzyılın ortalarına doğru İslâm dininin kabul edilmesiyle
başlamıştır. İslâm dininin kabulüyle birlikte Arap harflerine dayalı fakat belirli kaideleri
olmayan bir alfabe oluşturulmuş; Kur’ân-ı Kerim’den bazı surelerin ve hadislerin
tercümelerinde, şer’î ve örfî kararların kaydında, arazi tapularında, mezar taşlarında ve
buna benzer sosyal hayatla ilgili işlerde bu alfabe kullanılmıştır. Karaçay-Malkar
Türkçesiyle gerçek anlamda edebî eserlerin verilmesi ise ancak 1880’li yıllarda,
Karaçay-Malkar yazılı edebiyâtının temellerini oluşturan Kâzim Möçü’nün dinî ve sosyal
içerikli manzûmeler yazmasıyla başlamıştır.

KARAÇAY-MALKAR YAZILI EDEBİYATININ KURUCUSU KÂZİM MÖÇÜ

Adilhan Adiloğlu

Özet

[s. 183] 19. yüzyıl sonlarına kadar sözlü edebiyat geleneğini sürdüren Karaçay-Malkar
Türklerinde yazılı ve gerçek anlamda edebî eserlerin verilmesi 1880’li yıllarda Kâzim
Möçü’nün dinî ve sosyal içerikli manzûmeler yazmasıyla başlamıştır. Şairin eserleri ile
Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi, kültürü ve sosyal hayatı arasında çok yakın bir ilişki
vardır. Kâzim Möçü şiirlerinde yaşadığı dönemin tarihî olaylarını ve sosyal hayatını
işleyerek adeta bir halkın tablosunu çizmektedir.

Anahtar Sözcükler
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkar Edebiyatı, Kâzim Möçü

Abstract

Karachay-Malkar Turks who carried oral literature tradition until the end of 19 th century,
written literary works in real sense started with Kâzim Möçü’s poems including religious
and social content in 1880’s. There is a very close relation between poet’s works and
history, culture and social life of Karachay-Malkar Turks. Kâzim Möçü even draws a
picture of a people by reflecting the historical events and social life of the period in
which he lived.

Key Words

Karachay-Malkar Literature, Kâzim Möçü

Kuzey Kafkasya bölgesinin yüksek ve görkemli dağları arasındaki derin vadilerde,


yüzyıllar boyunca kapalı bir toplum halinde, medenî dünyadan uzak yaşayan Karaçay-
Malkar Türklerinin edebiyatı, 19. yüzyılın sonlarına kadar, diğer Türk boylarının
birçoğunda olduğu gibi, sözlü halk edebiyatı şeklinde devam etmiştir. Karaçay-Malkar
Türklerinde yazının kullanılması ancak 18. yüzyılın ortalarına doğru İslâm dininin kabul
edilmesiyle başlamıştır. İslâm dininin kabulüyle birlikte Arap harflerine dayalı, ancak
belirli kaideleri olmayan bir alfabe oluşturulmuş; Kur’ân-ı Kerim’den bazı surelerin ve
hadislerin tercümelerinde, şer’î ve örfî kararların kaydında, arazi tapularında, mezar
taşlarında ve buna benzer sosyal hayatla ilgili işlerde bu alfabe kullanılmıştır. Karaçay-
Malkar Türkçesiyle gerçek anlamda edebî eserlerin verilmesi ise ancak 1880’li yıllarda,
Karaçay-Malkar yazılı [s. 184] edebiyatının temelini kuran Kâzim Möçü’nün dinî ve
sosyal içerikli manzûmeler yazmasıyla başlamıştır.

Kâzim Möçü, 1859 yılında, bugün Rusya Federasyonuna bağlı Kabardey-Balkar


Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan Bızıngı bölgesinde, Şıkı adında küçük bir dağ
köyünde, fakir bir ailede doğmuştur. Kâzim Möçü’nün babası Bekki Möçü, kıt kanaat
geçinen bir demirci ustası idi. Kâzim Möçü’nün bir bacağı doğuştan aksak olması
sebebiyle babası onun bu durumuna çok üzülüyor, “Kâzim’e az yürümesi gereken bir
meslek lâzım” şeklinde düşünüyordu. Babası nihayetinde oğlunun da kendisi gibi bir
demirci ustası olarak yetişmesine karar verir. Böylece Kâzim Möçü daha küçük bir
çocuk iken bir eline balyoz, bir eline de körük almış, iyi bir demirci ustası olarak
yetişmek üzere babasının demirci atölyesinde çalışmaya başlamıştır [Meçiyev, 1984:6].

Kâzim Möçü bir taraftan babasının demirci atölyesinde çalışırken, bir taraftan da boş
zamanlarında medresede tahsil gören arkadaşlarından Arap alfabesini öğrenmiş,
böylece kendi çabasıyla okumaya ve yazmaya başlamıştır. Kâzim’in babası bu duruma
çok sevinir ve ileride Kâzim’in “Afendi” [Hoca] olması hayaliyle onu köyün medresesine
gönderir [Sozayev, 1986:15]. Kâzim Möçü’nün tahsil gördüğü medresenin başında,
Dağıstan’dan gelmiş Kumuk Türklerine mensup bilgili ve aydın bir hoca vardır. Kâzim bu
hocadan başta Arapça ve Farsça olmak üzere Kur’ân-ı Kerim, tefsir, hadis, fıkıh, İslâm
tarihi, Peygamberlerin hayatı, şark edebiyatı ve coğrafya dersleri alır [Meçilanı,
1989/I:11-12].
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Kâzim Möçü, medrese tahsilini tamamladıktan sonra da, babasının demirci atölyesinde
çalışmaya devam eder. Boş zamanlarında köyün mescidine giderek burada Kur’ân-ı
Kerim okur. Mescidin cemaatine Kur’ân-ı Kerim’den bazı sureleri tercüme ve tefsir eder.
Cemaat, Kâzim Möçü’nün Kur’ân-ı Kerim’i güzel okumasına, tercüme ve tefsirlerine
büyük hayranlık duymakta, “Böyle giderse Kâzim, bütün Malkar’ın en büyük hocası
olacak” demektedir. Hakikâten, Kâzim Möçü genç yaşına rağmen çevresinde, hem dinî
görevlerini eksiksiz ve aksatmadan yerine getiren bir dindar, hem de dinî ilimleri iyi bilen
bir âlim olarak tanınmaya başlamıştır. Fakat cemaatin düşündüğünün aksine, Kâzim
Möçü’nün “Hoca” olmaya pek niyeti yoktur. Onun bütün aklı fikri, Çöpellev Efendi’nin
kütüphanesinde okumuş olduğu Nizâmî, Nevâî ve Fuzulî’nin şiirlerindedir.

Holam bölgesinin Özen köyünde yaşayan ve halk tarafından büyük saygı gören âlim
Çöpellev Bözü Efendi’nin, Kâzim Möçü’nün edebî şahsiyetinin oluşmasında, özellikle de
şiirlerinin büyük bir bölümünün muhtevasının şekillenmesinde çok etkisi vardır. Çöpellev
Efendi, medrese tahsili yanında, Vladikavkaz şehrinde Rus Lisesini [s. 185] de
okumuştur. Başta A. Puşkin, N. Gogol, L. Tolstoy ve M. Gorki gibi yazarlar olmak üzere
Rus edebiyatının bütün klasiklerini okumuştur. Petersburg ve Rostov gibi Rus şehirlerini
gezip görmüş, dönemin şartlarına göre kendisini mükemmel bir şekilde yetiştirmiş,
böylelikle halk tarafından çok sevilen, âlim ve aydın bir kişi olarak tanınmıştır
[Töppelanı, 1992:4].

Çöpellev Efendi zengin bir kütüphaneye sahiptir. Kütüphanesinde Şark Dünyası’na ait
klasik eserlerin tamamı ve ayrıca bol miktarda Rusça kitap bulunmaktadır. Kâzim Möçü
başta Rusça olmak üzere birkaç yabancı dil bilen ve geniş bir hayat tecrübesine sahip
olan Çöpellev Efendi’ye büyük hayranlık duymaktadır. Sık sık Çöpellev Efendi’yi ziyaret
etmekte, onunla çeşitli konular hakkında uzun süren sohbetler yapmaktadır. Kâzim
Möçü, Çöpellev Efendi’yi ziyaret ettiği zamanlarda onun zengin kütüphanesinden
faydalanmayı da ihmal etmemiş; Nizâmî, Ali Şîr Nevâî, Fuzulî, Firdevsî, Burûnî, Farâbî
ve İbnî Sina’nın eserlerini okuma imkânını bulmuştur [Meçilanı, 1989/I:13-14, 399-400;
Meçilanı, 1989/II:294].

Kâzim Möçü bir taraftan şarkın eserlerini okuyarak kendisini geliştirirken, bir taraftan da
şiirler yazmaya başlar. Kâzim Möçü’nün ilk yazdığı şiirlerinin büyük bölümü dinî konular
üzerinedir. Müslümanlığı henüz 17. yüzyıl sonlarında kabul eden Karaçay-Malkar
Türkleri bu durumun tabiî bir sonucu olarak İslâm dininin esâslarını ve yükümlülüklerini
gerektiği şekilde bilmiyorlardı. Kâzim Möçü de buradan hareketle halkın İslâm dininin
gereklerini daha iyi anlayabilmesi için öğretici tarzda dinî manzumeler yazmıştır.
Bunların başında “İyman-İslam” [İman-İslâm], “Mavlut” [Mevlid-i Şerif] ve “İbrahim” [Hz.
İbrahim ve Hz. İsmail Kıssası] adlı manzûmeleri gelmektedir.

Kâzim Möçü “İyman-İslam” [İman-İslâm] adlı eserinde Müslümanlığın temeli sayılan 32


farzı halkın anlayacağı bir şekilde ve manzûm halde anlatmaktadır. Manzûme beyit
şeklinde ve 11’li hece vezniyle yazılmış olup tamamı 100 beyitten oluşmaktadır. Eser ilk
defa 1909 yılında Lokman Asanî el-Balkarî’nin “Kitabü Mürşidi'n-Nisâ” [Kadının Rehber
Kitabı] adlı kitabının son kısmında yayımlanmıştır [Lokman Asanî, 1909:34-42]. Bu kitap
aynı zamanda Karaçay-Malkar Türkçesiyle ve Arap harfleriyle yayımlanmış ilk matbu
eserdir.

Türk kültür ve edebiyatında büyük kabul gören “Mevlid-i Şerif” bilindiği gibi
Peygamberimiz Hz. Muhammed’e hürmeten ve O’nu en güzel yönleriyle methetmek
gâyesiyle yazılmış olan bir manzûmedir. Mevlid-i Şerif’te, Hz. Muhammed’in doğumu,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

peygamber oluşu, mirâcı ve ölümü anlatılır. Mevlid-i Şerif, Türk edebiyatında pek çok
şâir tarafından yazılmış olmakla birlikte en meşhûr olanları Süleyman [s. 186] Çelebi’nin
“Vesiletü’n-Necât” ile Şaîr Ahmed’in “Mevlid” adlı eserleridir [Banarlı, 1987/I:479-489].
Kâzim Möçü’nün büyük ihtimalle Süleyman Çelebi’nin eserinden faydalanarak kaleme
almış olduğu “Mavlut” adlı manzûmenin muhtevası da Süleyman Çelebi’nin eserinden
farklı değildir. Ayrıca, Şaîr Ahmed’in “Mevlid” adlı eserindeki “Merhabâ Faslı”ndan da
izler taşımaktadır. Kâzim Möçü’nün manzûmesinde ana çizgileriyle, Peygamberimizin
doğumu, mirâcı ve ölümü Karaçay-Malkar Türkçesiyle güzel bir şekilde anlatılmaktadır.
Manzûmenin kiril harfleriyle basılmış nüshasındaki dizilişi dörtlükler halinde olmakla
birlikte aslında beyit şeklinde ve 7+7 duraklı hece vezniyle yazılmış olduğu açıktır.
Kâzim Möçü bu eserini 37 yaşında iken 1896 yılında yazmıştır [Kâzim-Haci, 1992:19-
65; Kâzim, 2002:155-193].

Kâzim Möçü’nün bir diğer dinî manzûmesi “İbrahim” [İbrahim Kıssası] veya “Ak Koçhar”
[Beyaz Koç] adlı eseridir. İslâm medeniyeti tesirindeki Türk şiirinde hem müstakil
manzûmeler şeklinde ve hem de değişik beyitlerde çeşitli vesilelerle geçen “İbrahim
Kıssası” veya “İsmail Kıssası”nda özetle Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i Allah’a kurban
etme hikâyesi anlatılır. Bu konuda en çok tanınan eser Âşık Perverî’nin “Kıssa-i İsmail
Destânı” adlı manzûmesidir. Aynı konu Abdülvasi Çelebi’nin “Halilnâme” adlı eserinde
de anlatılır. Kâzim Möçü’nün “İbrahim” adıyla kaleme aldığı bu manzûme de Türk
edebiyatında genel olarak “İsmail Kıssası” şeklinde bilinen manzûmenin bir benzeridir.
Manzûmede dikkati çeken husus, diğer benzer manzûmelerde Hz.İbrahim’in gördüğü üç
gecelik rüyanın Kâzim Möçü’nün manzûmesinde yetmiş gece olması ile Hz. İbrahim’in
Allah’a verdiği söze karşılık koyun ve deve dışında atlarını da kurban etmesidir. Bu
manzûmenin de, “Mavlut” [Mevlid] manzumesinde olduğu gibi, kiril harfleriyle basılmış
nüshasındaki dizilişi dörtlükler halinde olmakla birlikte aslında beyit şeklinde ve 7+7
duraklı hece vezniyle yazılmış olduğu açıktır [Sarı-Balkan, 2000:184-201; Kâzim,
2002:194-202]. Şaîr bu manzûmelerinin dışında; “Beş Namaz” [Beş Vakit Namaz]
“Rasul” [Resul], “Aldanmagız Ahır Zaman Duniyaga” [Aldanmayın Ahir Zaman Dünyaya]
gibi yazdığı birçok manzûmesinde dinî konuları işlemiş ve bu yolla halka İslâm dinini
anlatmaya çalışmıştır.

Kâzim Möçü’nün “Tahir bla Zuhura” [Tahir ile Zühre] adlı eserinden de bahsetmek
gerekir. Şark dünyasının en meşhur halk hikâyelerinden biri olan “Tahir ile Zühre”
hikâyesi bütün Doğu Türklüğünde olduğu gibi Karaçay-Malkar Türklerinde de çok
sevilen ve yaygın olan bir hikâyedir. Kâzim Möçü de halkın çok sevdiği bu hikâyeyi
Karaçay-Malkar Türkçesiyle manzûm ve mensûr bir şekilde yazılı hale getirmiştir. Kâzim
Möçü “Tahir ile Zühre” adlı eserini elbette bu halk hikâyesinden ilham alarak yazmıştır.
Ancak şairin bu eseri, Karaçay- [s. 187] Malkar Türkçesiyle yazılmış basit bir kopya
değil, şairin birtakım mesajlar verdiği ve bazı millî kültür özelliklerini kattığı yeni bir
“Tahir ile Zühre” yorumudur. Kâzim Möçü bu eserini 1891 yılında tamamlamıştır.
Eserinde beyit, gâzel ve kasîde şekillerini de kullanılmış, böylelikle bu nâzım şekillerini
ilk defa Karaçay-Malkar şiirine sokmuştur [Bittirlanı, 1989:13; Meçilanı, 1989/I:36, 49-50,
151-230, 352, 356].

Kâzim Möçü’nün ilk yazdığı şiirler arasında; dinî manzûmelerle birlikte, toplum düzenini
eleştiren, çeşitli haksızlıkları ve adaletsizlikleri dile getiren sosyal içerikli şiirlerinin sayısı
da oldukça fazladır. Kâzim Möçü’nün bu tür şiirleri yazmasında, yukarıda kendisinden
genişçe bahsedilen Çöpellev Efendi’nin etkisi büyüktür. Çöpellev Efendi hayatı boyunca
fakir ve ezilmiş halk kitlelerinin yanında ve onların haklarını savunan bir kimse olmuştur.
Holam ve Bızıngı bölgesinde toprak reformunun yapılmasını, toplumdaki türlü
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

eşitsizliklerin çözümlenmesini istemiş ve bu konularda ateşli bir mücâdele vermiştir.


Kâzim Möçü, Çöpellev Efendi’nin bu fikirlerinden çok etkilenmiş ve kendisi de bu fikirleri
aynen benimsemiştir. Kâzim Möçü, Çöpellev Efendi’nin savunduğu fikirleri daha ilk
şiirlerinden itibaren dile getirmeye başlamıştır. Meselâ 1886 yılında yazmış olduğu
“Apsatı” ve “Kar Cavadı” [Kar Yağıyor] adlı şiirlerinde toplumdaki eşitsizlikleri dile
getirmektedir.

Kâzim Möçü, “Apsatı” adlı şiirini, Karaçay-Malkar Türklerinin halk edebiyatının en eski
ürünlerinden biri olan “Apsatı” adlı destandan ilhâm alarak yazmıştır. “Apsatı”, Karaçay-
Malkar Türklerinin İslâm öncesi eski inançlarına göre geyik ve dağ keçisi cinsinden
yabanî hayvanların koruyucusudur. Destanda anlatılanlara göre, Apsatı koruyucusu
olduğu hayvanların kendisinden izinsiz avcılar tarafından avlanmasına müsaade
etmemektedir. Bunun aksini yapan avcılar, Apsatı tarafından lânetlenmekte ve korkunç
felâketlere uğramaktadırlar [Laypanlanı-Dudalanı, 1940:12, 18-21]. Bu destanın
muhtevasında destanın yaratıcısı Apsatı ve hayvanların tarafındadır. Kâzim Möçü’nün
yazdığı “Apsatı” adlı şiirde ise durum farklıdır. Şair, destan yaratıcısının aksine,
avcılardan yanadır. Çünkü onun şiirinde avcılar halkı, Apsatı ise beyleri temsil
etmektedir. Bu yüzden Apsatı’yı eleştirmektedir. Onun şiirinde, hayatı türlü sıkıntılarla
geçen fakir avcı, Apsatı’ya karşı sürdürdüğü mücâdeleden gâlip çıkmaktadır [Meçiyev,
1984:19-21]. Şair, “Kar Cavadı” [Kar Yağıyor] adlı şiirinde de yine toplumdaki ekonomik
dengesizliği dile getirmekte ve varlıklı kimseleri eleştirmektedir [Meçiyev, 1984:22-23].

Kâzim Möçü, toplumdaki sosyal ve ekonomik dengesizliğin sebebini bölgenin idaresini


elinde bulunduran beylerde görmektedir. 1888 yılında yazmış olduğu “Sagış” [Düşünce]
adlı şiirinde eski [s. 188] erdemli beylere duyduğu özlemini dile getirmektedir [Kâzim,
1996:173]. Toplumdaki bozulmanın ancak, bölge beylerinin eski beyler gibi halkı
ezmeyen, hakkaniyetli ve erdemli kimseler olmalarıyla düzelebileceğini umut etmektedir.
Bu umudunu 1905 yılında yazmış olduğu “Allay Biyle Kerekdi Bizge” [Böyle Beyler
Gerek Bize] adlı şiirinde ortaya koymaktadır [Meçilanı, 1989/I:296].

Kâzim Möçü’nün bu tür sosyal içerikli şiirlerinin içinde en güzel ve en meşhur olanı
“Caralı Cugutur” [Yaralı Dağ Keçisi] adlı manzûmesidir. Şairin 1907 yılında yazmış
olduğu bu manzûme sekiz bölümden oluşmaktadır. Kâzim Möçü bu eserinde, geçimini
avcılıkla sağlamaya çalışan Haşim’in hayat hikâyesiyle; beylerin baskısı altında, fakir,
sıkıntılı ve zor şartlarda yaşayan bütün bir halkın durumunu anlatmaya çalışmaktadır.
Manzûmede kurt ve Cambolat Bey zulüm ve baskı düzeninin temsilcisi olarak
gösterilmekte iken yaralı dağ keçisi ile Haşim ise ezilen bütün bir halkı temsil
etmektedir. Şair, manzûmesinin sonunda halkı ile yaralı dağ keçisi arasındaki
benzerliğe dikkat çekmektedir [Kâzim, 1996:367-377].

Kâzim Möçü toplumdaki bozulmanın insanlardaki dinî inancın kuvvetlenmesiyle


düzeltilebileceğine inanmaktadır. Meselâ “Din Karındaşlabız Biz” [Din Kardeşleriyiz Biz]
adlı manzûmesinde bu fikrini dile getirmekte; insanlar arasında ayrım yapılmamasını,
herkesin açık yüreklilikle birbirini kucaklamasını söylemekte ve din kardeşliğini
vurgulamaktadır [Kâzim, 1996:44].

20. yüzyılın başlarında Kâzim Möçü’nün fikirlerinin değişmeye başladığı görülmektedir.


Şair, dinî ve sosyal içerikli şiirleriyle vermeye çalıştığı mesajların insanlar arasında etkili
olmadığını ve toplumdaki bozukluğun bu şekilde düzeltilemeyeceğini, zalimin zulüm
etmeye devam edeceğini düşünmektedir. Halkın ve idarecilerin dinî inançlarının
kuvvetlendirilmesi yoluyla toplumdaki bozulmanın düzeleceği konusundaki umudu da
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

iyice tükenmiştir. Şair artık karamsar bir ruh hali içerisinde yazmış olduğu “Allah bla
Söleşib Turdum” [Allah İle Konuşup Durdum], “Bayga Sen Köb Baylık Berdiñ” [Zengine
Sen Zenginliği Çok Verdin] ve “Allah da Zalimle Canlı” [Allah da Zalimlerin Yanında]
başlıklı şiirlerinde Allah’a neredeyse isyan etmektedir [Meçilanı, 1989/I:62; Kâzim,
1996:52, 194].

1917 Bolşevik ihtilâlinin cereyanı ve Çarlık Rusyası’nın yıkılmasından sonra, 11 Mayıs


1918 yılında Dağıstan’da Temir-Han Şura şehrinde “Kuzey Kafkasya Dağlılar
Cumhuriyeti” ilân edilmiş, Karaçay-Malkar Türkleri de temsilcilerini göndererek bu
cumhuriyete dahil olmuşlardır. Ancak, Rusya ile bütün Orta Asya ve Kafkasya’da dalga
dalga yayılan Bolşevik hareketinin etkileri Karaçay-Malkar Türklerine kadar ulaşmıştır.
Sergey Kirov ve Sergo Orconikidze gibi Bolşevik hareketinin önde gelen isimleri ile yerli
bolşeviklerin yoğun [s. 189] faaliyetleri neticesinde, Bolşevik hareketi bilhassa fakir halk
tabakalarının büyük teveccühünü kazanmış, kısa bir süre içerisinde halkın önemli bir
kısmı bu hareketin saflarına katılmıştır.

Kâzim Möçü de Bolşevik ihtilâline ilgisiz kalmamış, kendisi bu hareketin samimî ve faal
bir destekçisi olmuştur. Kâzim Möçü artık, Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’daki idarecileri
ile Malkar beylerinin baskısı altında ve zor şartlarda yaşayan fakir halkın çilesinin ancak
bu yeni düzenle birlikte sona ereceğini umut etmiştir. Bu yüzden, Kafkasya’daki Bolşevik
hareketini desteklemiş ve bütün halkı da bu hareketi desteklemeye çağırmıştır. Hatta,
Holam-Bızıngı bölgesinde Kızıl Partizan Komitesi’nin kurulmasında aktif görev almış,
Bolşevik saflarında Menşeviklere karşı savaşması için büyük oğlu Muhammet’in Kızıl
Partizan Komitesi’nin milis güçlerine katılmasına bizzat önayak olmuştur [Meçiyev,
1939:7; Sozayev, 1986:22].

Kâzim Möçü, 1917 ihtilâliyle birlikte, beyleri ve toplum düzenini sert şekilde eleştiren,
Bolşevizmi öven, bütün halkı ihtilâli desteklemeye çağıran coşkulu şiirler yazmaya
başlamıştır [Sozayev, 1986:22; Akbolatlanı, 1989:11]. Şiirlerinde, halkın Menşeviklere
kanmamasını ve herkesin Lenin’in partisinin çatısı altında toplanmasını söylemektedir
[Sozayev, 1986:23]. Meselâ “Bolşevikni Colu Tüzdü” [Bolşeviğin Yolu Doğrudur] adlı
şiirinde Bolşevik hareketinin doğruluğunu ve haklılığını anlatmakta, halkı da bu harekete
davet etmektedir [Meçilanı, 1989/II:174]. Şair yine “Savut Alıgız Kolga” [Silah Alın
Elinize] adlı şiirinde halkı Bolşeviklerin safında silahlı mücâdeleye teşvik etmektedir
[Meçilanı, 1989/II:175]. Yine, 1918 yılında Baksan-Kala’da yayımlanan “Nazmu Soltan
Hamid Kalabek el-Şegemî” [Çegemli Soltan Hamit Kalabek’in Şiiri] adlı eseri meşhur
Malkarlı Bolşevik ihtilâlcisi Soltan-Hamit Kalabek’e ithafen yazılmıştır. Kâzim Möçü’nün
bu eseri daha sonraları halk tarafından çok sevildiği için bir halk şarkısı haline gelmiştir.

1920 yılı sonlarına doğru Sovyet düzeninin oturmasıyla birlikte Kâzim Möçü de yeni
Sovyet hayatını ve kurumlarını öven şiirler yazmaya başlar. Meselâ “Lenin”, “Caññı
Carık” [Yeni Işık], “Kızıl Asker” [Kızıl Asker] ve “Kolhozga” [Kolhoz İçin] adlı şiirlerinde
Sovyet düzenini coşkulu bir şekilde övmektedir. Artık, kendisi de demirci atölyesinde
kolhoz için demir döverken, bütün halkı da kolhozlarda çalışmaya teşvik etmektedir
[Hoçulanı, 1939:4; Meçiyev, 1984:16; Meçilanı, 1989/II:195, 208, 240, 247]. İlk kez 1924
yılında “Karahalk” gazetesinde yayımlanan “Sabet Bılas” [Sovyet Egemenliği] adlı şiiri
bu tür şiirlerinin en meşhurudur [Kâzim, 1996:313].

Karaçay-Malkar Türkleri, 1929-30 yıllarında, Sovyetlerin özel mülkiyeti devletleştirme


siyasetine karşı silahlı bir mücadeleye girişirler. Sovyet askerî birlikleri ile bir avuç
Karaçay-Malkar Türkü [s. 190] arasında cereyan eden bu mücadelenin sonu kanlı bir
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

şekilde sona erer. Sovyet askerleri, başta idareci ve aydınlar olmak üzere, önlerine
çıkan bütün Karaçay-Malkarlıları öldürürler. 1937 yılına gelindiğinde, Karaçay-Malkar’da
tek bir aydın ve idareci kalmamıştır [Aslanbek, 1951:18-29; Karça, 1956:37-42].
Bolşevik ihtilâlini gönülden destekleyen, Sovyet düzeninin yerleştirilmesinde büyük rol
oynayan Karaçay-Malkarlı komünist idarecilerin ve birçok aydının çeşitli bahanelerle bir
bir tutuklanarak öldürülmesi ve bunu müteakip dinî ve millî değerlerin yok edilmesi
faaliyetlerinin yoğunlaştırılması üzerine hayal kırıklığına uğrayan Kâzim Möçü’nün
Sovyet düzenine olan inancı sarsılmıştır. “Ne Bolur Mıñña Tasha” [Ne Olabilir Bu
Muammaya Cevap] ve “Kayrı Ketdi Eneyulu” [Nereye Gitti Eneyoğlu] adlı şiirlerinde
Sovyet düzenini sorgulamakta, belki de sıranın kendisine geldiğini söylemektedir
[Kâzim, 1996: 343-345].

II. Dünya Savaşı sırasında Karaçay-Malkar Türklerinden eli silah tutan bütün erkekler
Sovyet ordusuna alınır, Alman ordularına karşı savaşmak üzere cepheye gönderilir.
Kâzim Möçü bu dönemde şiirlerinde savaşın acısını ve insanlara getirdiği yıkımı anlatır.
Öte yandan Sovyet ülkesine olan bağlılığını ve Kızıl Orduya olan güvenini dile getirmeyi
de ihmal etmez. Dönemin havasına uygun olarak kaleme aldığı “Biz Horlarıkbız” [Biz
Yeneceğiz] adlı şiirinde Hitler’e ve Nazi Almanyası’na lânet okumakta ve savaşı er geç
Kızıl Ordunun kazanacağını söylemektedir [Meçilanı, 1989/II:262-263]. Kızıl Ordu,
Kâzim Möçü’nün güvenini boşa çıkarmamış, Nazi Almanyası ordularına karşı savaşı
kazanmıştır. Fakat bu sonuç Karaçay-Malkar Türklerinin uğrayacağı büyük bir felâketin
başlangıcını oluşturmuştur. Almanlar II. Dünya Savaşı sırasında Kafkasya’yı işgal
ettikleri zaman, 1917 Bolşevik ihtilâlinden itibaren Sovyet rejimine karşı olan ve
dağlarda gerilla tarzında mücadele veren Karaçay-Malkar direniş kuvvetlerinden büyük
destek görmüşlerdir. Almanlar da bu desteği karşılıksız bırakmamış, Sovyet rejimi
aleyhtarı Karaçay-Malkar direniş kuvvetlerine silah ve teçhizat yardımında
bulunmuşlardır. Bunlar, ülkede kolluk görevini yapan Sovyet birliklerini kısa zamanda
temizlemiş, Rus ve yerli komünist idarecileri tasfiye ederek yönetimi ele geçirmişlerdir
[Karça, 1956:44-45; Mühlen, 1984:191-198]. Karaçay ve Malkar’da zafer ve hürriyet
havası yaşanırken, Almanlar 1942 yılının sonlarına doğru Sovyetler Birliğine yenilince
Kafkasya’dan çekilmek zorunda kalırlar. Almanlarla işbirliği yapan Sovyet rejimi
aleyhtarı Karaçay-Malkar direnişçilerinin büyük bir kısmı başta Almanya olmak üzere
değişik Avrupa ülkelerine iltica ederler. Bunu müteakip bizzat Stalin’in emriyle ağır
silahlarla donanmış büyük bir Sovyet ordusu Kafkasya’ya gönderilir. Bu arada Karaçay-
Malkar Komünist Partisinden bir heyet durumu anlatmak üzere Stalin’le görüşmek istedi
ise de Stalin öfkeli bir şekilde: “Devrim aleyhtarı, [s. 191] güvenilmez ve asi Karaçaylılar
hiçbir zaman benden yardım göremez” diyerek gelen heyetle görüşmeyi reddeder
[Aslanbek, 1952:17].

Felâket öncesi vaziyetin tasviri şöyledir; halk büyük bir endişe ve korku içerisindedir. Eli
silah tutan bütün yetişkin erkek nüfus Sovyet ordusunda görev yapmakta ve henüz
cepheden dönmemiştir. Sovyet aleyhtarı milis kuvvetlerinin büyük bir kısmı ülkeyi terk
etmiştir. Yani ülkede sadece yaşlı erkek ve kadın nüfus ile çocuklar bulunmaktadır. İşte
bu çaresiz yaşlı ve çocuklardan oluşan halk Sovyet ordusunun kıyımına uğrar. Ağır
silahlı Sovyet birlikleri süratle Karaçay ve Malkar ülkesini yerle bir eder. Felâket bununla
bitmez. Öfkesi dinmeyen Stalin “güvenilmez ve asi unsur” olarak gördüğü Karaçay-
Malkar Türklerini toptan imha etmek için onları yurtlarından sürgün etmeye karar verir
ve bu kararını derhâl icra eder. Sovyet meclisi ve yüksek mahkemenin çıkardığı
kanunlarla Karaçay-Malkar Türkleri “Almanlarla işbirliği yapmak suretiyle vatana ihanet
etmek” suçundan Orta Asya’nın muhtelif yerlerine sürgün edilme cezasına çarptırılırlar.
2 Kasım 1943 tarihinde Karaçaylılar, 8 Mart 1944 tarihinde de Malkarlılar topyekûn
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

şekilde başta Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan olmak üzere Orta Asya’nın muhtelif
yerlerine sürgün edilirler [Sabançılanı, 1994:11-24; Laypanlanı, 1998:2].

Malkar Türklerinin 8 Mart 1944 tarihinde toplu bir şekilde Orta Asya’ya sürgün edilmesi
sırasında Kâzim Möçü de, 85 yaşında iken, Kazakistan’a sürgün gitmiştir. Bir süre
ailesiyle birlikte Taldı-Kurgan vilayetinin Kirov ilçesinde yaşamış, 1945 yılı başlarında
Telman adlı kolhozun yakınındaki Kök-Suv köyüne yerleştirilmiştir. Kâzim Möçü
sürgünde iken yazmış olduğu “Carlı Halkım” [Zavallı Halkım], “Kıyın Kün Aytama Sizge”
[Zor Günde Söylüyorum Size], “Tavkel Eteyik Biz Bügün” [Metin Olalım Biz Bugün],
“Irazılık” [Razılık], ve “Osiyat” [Vasiyet] adlı şiirlerinde halkına moral vermeye
çalışmakta, kendilerine yapılan bu haksızlığın mutlaka düzeltileceğini söylemekte ve
sabırlı olmayı nasihat etmektedir [Kâzim, 1996: 358-359, 360, 361-362, 363, 364].

Kâzim Möçü 1945 yılının sonlarına doğru hayatını kaybetmiştir. Kendi vasiyeti üzerine
Telman kolhozunda çalışan yakın dostu Nogay Küçmen’in mezarının yanına
gömülmüştür. Daha sonra mezarı 1999 yılında, yani Kâzim Möçü’nün ölümünden 54 yıl
sonra, Kabardey-Balkar Cumhuriyetinin başşehri Nalçik’te adına ithaf edilen parktaki
anıt mezarına nakledilmiştir [Başiylanı, 1989:2; Begiylanı-Etezlanı, 1989/I:8; Begiylanı-
Etezlanı, 1989/II:9].

Kâzim Möçü’nün Şiirlerinden Örnekler

[Karaçay-Malkar Türkçesiyle]

[s. 192] Duniya Degen

Duniya degen alay kıyın tik coldu


Ol colda kim azablık sınamadı
Duniya degen alay açı teññizdi
Anda kimni kemeleri batmadı

Açı duniya teññizinde barabız


Kemebiz kaçan batarın bilmeyin
Atdan ketgende da alay ketebiz
Bileklikleni biz koldan iymeyin

Duniya, sen ne açı teññiz eseñ da


Ata üyübüz bolgansa sen barıbızga
Tolkunlarıñ avdursa da çıgabız
Sende bargan kıyın collarıbızga.

1910 [Kâzim 1996:200]

Tüzlük

Oyulmaz kala duniyada


Tüzlükdü, küçlü cok andan
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Tüzlük acaşmaz tubanda


Ol ölmez, ketib kayadan

Mahtanmagız bay da, biy da


Bizniça insansız siz da
Kalmabız biz biribiz da
Nedi baylık, mülk da, üy da

[s. 193] Tüzlük a ölmez, çirimez


Anı bir kılıç da kesmez
Zalim atı maltab ketmez
Cüreginden kama ötmez

Ol köb zalim boynun burgand


Ol patçahladan kutulgand
Zindanladan uçub çıkgand
Temir bugov coyalmagand

Munu aythan aksak Kâzim


Kelginçiññe mañña ölüm
Kısılgınçı eki közüm
Tüzlükge kuld meni sözüm.

1912 [Kâzim 1996:224]

Men Bir İnsan

Men bir insan, caşadım, candı otum


Temir tüydüm, kitabla da okudum
Tamadaga sak boldum, örge kobdum
Bir Allahdan, artıklıkdan korkdum

Kalırla körügüm, töşüm, çögüçüm


Caşadım, kulluk da etdim el üçün
Bir adam ketmez körürün körgünçü
Caşavun etib, beririn berginçi

[s. 194] Men ölürme canazıma kelirle


Cannet tileb, ırazılık berirle
Sözümü, aksak butumu esgerirle
Carlı Kâzim cılay cılay ketdi derle

Asıl kartla, kelib duva tutarla


Egeçlerim ak çaçların cırtarla
Kart pariyim da törge çıgıb ulur
Camavat arbazımda üç kün turur

Kabır suvuklugu kısar etimi


Münker, Nekir bilirle niyetimi
Tilegim carıtır anda betimi
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Ökülünley kalırma ümmetimi

Tiyre kartla gürbecimi katında


Ekindide “la ilaha ...” aytırla
Uyatırla köb şoşlugun esimi
İnşa-Allah el unutmaz kesimi.

1943 [Kâzim 1996:357]

[Türkiye Türkçesiyle]

Dünya Denilen

Dünya denilen öylesine zor, dik yoldur


Bu yolda kim azab çekmedi
Dünya denilen öylesine acı denizdir
Orada kimin gemileri batmadı

[s. 195] Acı dünya denizinde gidiyoruz


Gemimizin ne zaman batacağını bilmeden
Attan düştüğümüzde de öyle düşüyoruz
Yuları biz elimizden bırakmadan

Dünya sen ne acı deniz isen de


Baba evimiz oldun sen hepimize
Dalgaların devirse de çıkıyoruz
Sende giden zor yollarımıza.

Doğruluk

Yıkılmaz kale dünyada


Doğruluktur, güçlü yok ondan
Doğruluk kaybolmaz dumanda
O ölmez, düşüp kayadan

Övünmeyin zenginler, beyler


Bizim gibi insansınız siz de
Kalmayız biz, hiç birimiz de
Nedir zenginlik, servet, ev de

Doğruluk ise ölmez, çürümez


Onu bir kılıç bile kesmez
Zalimin atı çiğneyip gitmez
Yüreğinden kama geçmez

[s. 196] O çok zalimin boynunu bükmüş


O hükümdarlardan kurtulmuş
Zindanlardan uçup çıkmış
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Demir bukağı yok edememiş

Bunu söyleyen aksak Kâzim


Gelinceye kadar bana ölüm
Kapanıncaya kadar iki gözüm
Doğruluğa kuldur benim sözüm.

Ben Bir İnsan

Ben bir insan, yaşadım, yandı ocağım


Demir dövdüm, kitaplar okudum
Büyüğe hürmet ettim, ayağa kalktım
Bir Allah’tan, kötülükten korktum

Kalırlar körüğüm, örsüm, çekicim


Yaşadım, çalıştım halk için
Bir insan ölmez, göreceğini görmeden
Hayatını yaşayıp, vereceğini vermeden

Ben ölürüm, cenazeme gelirler


Cennet dileyip, razılık verirler
Şiirlerimi, aksak bacağımı hatırlarlar
Zavallı Kâzim ağlaya ağlaya gitti derler

Soylu ihtiyarlar, gelip dua okurlar


Kız kardeşlerim ak saçlarını yolarlar
Yaşlı köpeğim de tepeye çıkıp ulur
Cemaat avlumda üç gün kalır

[s. 197] Kabir soğukluğu sıkıştırır bedenimi


Münker, Nekir bilirler niyetimi
Dileğim aydınlatır orada yüzümü
Vekili olarak kalırım ümmetimin

Mahallenin ihtiyarları atölyemin yanında


İkindide “la ilahe ...” derler
Uyandırırlar hafızamın sessizliğini
İnşallah halk unutmaz beni.

[s. 198] Kaynaklar

Akbolatlanı, Aznor., “Kaythan Kıyın Boladı”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim
Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım
Kün 1989.

Aslanbek, Mahmut., “Şimalî Kafkasya’da Karaçaylıların İmhası”, Kafkasya Dergisi, No:


4-5, München, 1951.

Aslanbek, Mahmut, Karaçay ve Malkar Türklerinin Faciası, Ankara, 1952.


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Banarlı, Nihad Sâmi., Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I. Cilt, İstanbul, 1987.

Başiylanı, Sveta., “Kâzimni Haciligi”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim Tuvganlı
130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım Kün 1989.

Begiylanı, Abdullah-Etezlanı, Bahautdin. [I], “Taş Okuna Et Tuvgan Cerine Kaytar”,


Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi
Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım Kün 1989.

Begiylanı, Abdullah-Etezlanı, Bahautdin. [II], “Topuragıña Baş Urabız”, Kâzim


[Kommünizmge Col Gazetni Kâzim Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu],
No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım Kün 1989.

Bittirlanı, Tamara., “Tahir bla Zuhra”, Kâzim [Kommünizmge Col Gazetni Kâzim
Tuvganlı 130 Cıl Tolganına Atalgan Ençi Çıgıvu], No: 1, Nalçik, 20-çi Oktyabr-Bayrım
Kün 1989.

Hoçulanı, Salih, “Söznü Kıymatı”, Sotsialist Kabartı-Malkar Gazet, Nalçik, 9-çu Dekabr
1939.

Karça, Ramazan., “Şimalî Kafkasya’da Tehcir ve Katliâm”, Dergi, No: 5, München,


1956.

Kâzim., Nazmula-Zikirle-Poemala, Hazırlagan: Begiylanı Abdullah, Nalçik, 1996.

Kâzim., Din Kitabı, Hazırlagan: Begiylanı Abdullah, Nalçik, 2002.

Kâzim-Haci., Din Kitabı, Nalçik, 1992.

Laypanlanı, Hamit - Dudalanı, Mahmut., Eski Karaçay Cırla, Mikoyan-Şahar, 1940.

[s. 199] Laypanlanı, Kaziy., “Halkga Etilgen Zorluk”, Karaçay Gazet, No: 49, Çerkessk,
1998.

Lokman Asanî el Balkarî, Mürşidü’n-Nisâ, Temirhan-Şura, 1909.

Meçilanı, Kâzim., Çıgarmalarını Eki Tomlugu, Birinçi Tomu [I. Cilt], Hazırlagan: A.M.
Teppeyev, Nalçik, 1989.

Meçilanı, Kâzim., Çıgarmalarını Eki Tomlugu, Ekinçi Tomu [II. Cilt], Hazırlagan: A.M.
Teppeyev, Nalçik, 1989.

Meçiyev, Kâzim., Meni Sözüm, Hazırlaganla: Canakayıt Zalihanov, Salih Hoçuyev, Al


Söznü Cazgan: Kerim Otarov, Nalçik, 1939.

Meçiyev, Kâzim., Nazmula Kitabı, Hazırlagan: Töppelanı Alim, Al Sözün Cazgan:


Kuliylanı Kaysın, Nalçik, 1984.

Mühlen, Patrik von zur., Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında, Çeviren: Eşref Bengi
Özbilen, Ankara, 1984.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Sabançılanı, Haci-Murat., “Malkar Halkga Etilgen Zorluk”, Miññi Tav Jurnal, No: 3,
Nalçik, 1994.

Sarı, Mehmet-BALKAN, Vedat., “Kâzim Meçi’nin Karaçayca Ak Koçhar [İsmail Kıssası]”,


Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 9, Ankara, 2000.

Sozayev, B.T., Malkar Literatura, Nalçik, 1986.

Töppelanı, Alim., “XX. Ömür Malkarnı Zakiy Adamları-Bözülanı Çöpellev Efendi”,


Zaman Gazet, Nalçik, 25-çi İyun 1992.

______________________________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, “Karaçay-Malkar Yazılı Edebiyatının Kurucusu Kâzim Möçü”,


Turkish Studies / Türkoloji Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Ekim-Kasım-Aralık, 2006,
s. 183-199, ISSN-1303-9199.
______________________________________________________________________

Yazarla İrtibat : adilhanadiloglu@hotmail.com


______________________________________________________________________

KARAÇAY-BALKAR TÜRKÇESİ ALFABESİ VE SES BİLGİSİ

Adilhan Adiloğlu

Karaçay-Balkar Türkçesi [bundan sonra kısaca KBT], Türk dilinin Kıpçak lehçesinin
Karay, Kırım ve Kumuk şiveleriyle birlikte Hazar-Karadeniz grubunda yer almaktadır [1].
Sovyet Türkologlarından A.N. Samoyloviç’in Türk dili sınıflandırmasına göre KBT, Türk
dilinin “z” kolunun “y” bölümünün “taw, bol-, kalġan” grubuna girmektedir. Buna göre
eski Türkçedeki “taġ” [dağ] yerine KBT’de “taw”, “ol-” yerine “bol-”, “kalan” yerine
“kalġan” biçimleri kullanılır. KBT, kendisine has birtakım söz, ses ve gramer özelliklerine
haiz olmakla birlikte genel olarak tipik bir Kıpçak şivesidir. KBT’nin diğer Kıpçak
şivelerinden bazı farklı özellikler göstermesinin sebebi, bu şivenin eski tarihlerde Bulgar
ve Oğuz Türkçesiyle bağlantısı olmasından ve komşu Kafkas kavimlerinin birtakım dil
özelliklerinin tesirinde kalmasından kaynaklanmaktadır [2]. Eski Türkçedeki “adak~azak”
[ayak] yerine KBT’de “ayak”, “ben” yerine “men” şeklinin kullanılması, söz başlarında “d”
yerine “t” sesinin, “g” yerine “k” sesinin kullanılması ...

[s. 143] Karaçay-Balkar Türkçesi [bundan sonra kısaca KBT], Türk dilinin Kıpçak
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

lehçesinin Karay, Kırım ve Kumuk şiveleriyle birlikte Hazar-Karadeniz grubunda yer


almaktadır [1]. Sovyet Türkologlarından A.N. Samoyloviç’in Türk dili sınıflandırmasına
göre KBT, Türk dilinin “z” kolunun “y” bölümünün “taw, bol-, kalġan” grubuna
girmektedir. Buna göre eski Türkçedeki “taġ” [dağ] yerine KBT’de “taw”, “ol-” yerine “bol-
”, “kalan” yerine “kalġan” biçimleri kullanılır. KBT, kendisine has birtakım söz, ses ve
gramer özelliklerine haiz olmakla birlikte genel olarak tipik bir Kıpçak şivesidir. KBT’nin
diğer Kıpçak şivelerinden bazı farklı özellikler göstermesinin sebebi, bu şivenin eski
tarihlerde Bulgar ve Oğuz Türkçesiyle bağlantısı olmasından ve komşu Kafkas
kavimlerinin birtakım dil özelliklerinin tesirinde kalmasından kaynaklanmaktadır [2]. Eski
Türkçedeki “adak~azak” [ayak] yerine KBT’de “ayak”, “ben” yerine “men” şeklinin
kullanılması, söz başlarında “d” yerine “t” sesinin, “g” yerine “k” sesinin kullanılması ve
söz başlarındaki “y” sesinin “c” sesine dönüşmesi de Kıpçak lehçesinin ortak ve tipik bir
özelliğidir. Bundan başka, KBT’nin kelime hazinesi de Kıpçak lehçesine ait sözlerden
oluşmaktadır.

Karaçaylılar hakkında tarihî ilk bilgiler, 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Başpiskopos
Johannes de Galonifontibus’un notlarında geçmektedir. Galonifontibus, Karaçay
Türklerinden “Kara Çerkes” şeklinde bahsetmekte ve “Kara Çerkeslerin kendilerine has
bir dilleri ve yazıları olduğunu” söylemektedir. E.P. Alekseyeva’ya göre, XVII. Yüzyıl
ortalarında Kafkasya’da bulunan Archangelo Lamberti’nin de Karaçaylılar için hem
“Kara Çerkes” ve hem de “Karaçioli” [Karaçaylı] adlarını kullanması, Galonifontibus’un
işaret ettiği “Kara Çerkes”lerin Karaçaylılar olduğuna şüphe bırakmamaktadır. Karaçay
bilim adamları, Galonifontibus’un “Kara Çerkeslerin kendi yazıları vardır” ifadesinden,
Karaçaylıların XV. yüzyıla kadar eski Türk yazısını [runik] bildikleri ve kullandıkları
sonucunu çıkarmaktadırlar [3]. Karaçay-Balkar topraklarındaki; Humara, Arhız, Sutul,
Ahmat-Kaya, İnal, Gınakızı, Temirtüz, Sarıtüz, Tokmak-Kaya, Ishavat, Ullu-Dorbunla,
Kalej, Teşikle, Bitikle, Ak-Kaya bölgeleri ile yine Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları
arasında geniş bir alanda eski Türk [runik] yazılı birçok yazıt bulunmuştur. [s. 144]
Soslanbek Y. Bayçora bu yazıtlardan 74 tanesini çözmüş ve bunların Bulgar Türklerine
ait olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur.

Karaçay-Balkar Türkologlar, Galonifontibus’un “Kara Çerkeslerin kendi yazıları vardır”


ifadesinden çıkardıkları “Karaçaylıların XV. Yüzyıla kadar eski Türk [runik] yazısını
bildikleri ve kullandıkları” sonucunu, Kafkasya Bulgarlarından kalma eski Türk
yazıtlarıyla kuvvetlendirmeye çalışmaktadırlar. Fakat, bu yazıtların dil özellikleri henüz
lâyıkıyla incelenmemiş ve bunların hangi yıllara ait olduğu kesin olarak ortaya
konulmamıştır. Ayrıca, bugünkü veya bugünküne yakın bir Karaçay-Balkar Türkçesiyle
yazılmış [sözgelimi XV. yüzyıldan kalma] eski Türk [runik] yazılı bir taş veya bir belge
yoktur. Bu yüzden, Karaçay-Balkar Türkologların ileri sürdükleri bu görüşe karşın,
Kafkasya’da özellikle de Karaçay-Balkar Türklerinin yaşadığı bölgelerde bulunan bu
eski Türk yazıtları, XV. yüzyıla kadar Karaçay-Balkarların eski Türk [runik] yazısını
kullandıklarına delil sayılamaz.

Eldeki bilgi ve belgelerden, Karaçay-Balkarların ilk olarak Arap harflerine dayalı bir
alfabe kullandıkları anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyılda İslam dinini kabul eden Karaçay-
Balkar Türkleri aynı zamanda Arap alfabesiyle de tanışmışlardır [4]. Üzerinde birtakım
töre kararlarının yazılı olduğu 1715 tarihli Holam Yazıtı, Karaçay-Balkar Türkçesine ait
Arap alfabesiyle yazılmış en eski yazıtlardan biri olarak sayılmaktadır.

Karaçay-Balkar Türklerinin yazılı edebiyatı çok geç dönemlerde başlamıştır. Bu yüzden


de Arap harflerine dayalı yazının kullanımı sınırlı olmuş ve pek yaygınlaşmamıştır.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçaylı Küçük Bayramuk Efendi [1772-1862] ile Yusuf Haçir Efendi ve Balkarlı
Muhammmed’ül Varakî’nin Arap alfabesi ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle yazmış
oldukları dinî manzumeler ilk edebi eserlerdendir. Fakat eser sahipleri bu manzumelerini
yayımlama imkanını bulamamışlardır. Bu manzumelerin bir kısmı ancak uzun yıllar
sonra Türkiye’de yayımlanabilmiştir. Yine, Karaçay’da ve Nalçik şehrinde ilk ve orta
medrese eğitimi aldıktan sonra Dağıstan’da yüksek tahsil yapan Kart-curt köyü
medresesi müderrisi Eldavur oğlu Geriy Sılpagar Efendi’nin [1857-1906] fıkıh, kelam ve
hadis üzerine ondan fazla eser yazdığı bilinmektedir. Fakat bu eserler de
yayımlanmamıştır. Geriy Sılpagar’ın ailesiyle birlikte Osmanlı Türkiyesi’ne göç ederken
yanında getirdiği eserlerinin tamamı kaybolmuştur.

Bu dönemde sadece, [s. 145] Karaçay-Balkar yazılı edebiyatının babası sayılan Kâzim
Möçü’nün [1859-1945] Arap alfabesi ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle yazdığı şiirlerinin
yayımlandığı bilinmektedir. Müslümanlığın temeli sayılan 32 Farzın manzûm bir şekilde
anlatıldığı “İyman-İslam” [İman-İslam] adlı eseri 1909 yılında Dağıstan’ın Temirhan-Şura
[bugünkü Buynakskiy] şehrinde Arap harfleriyle ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle
yayımlanmış ilk kitap sayılan Lokman Asanî el-Balkarî’nin “Kitâbü Mürşidi'n-Nisâ”
[Kadının Rehber Kitabı] adlı eserinin son kısmında yayımlanmıştır. Bunun dışında,
Kâzim Möçü’nün “Soltan-Hamit el-Çegemî” [Çegemli Soltan-Hamit] adlı ikinci kitabı da
1918 yılında Arap yazısıyla ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle Baksan-Kala’da
yayımlanmıştır [6].

Teberdi köyünde imamlık ve medrese hocalığı yapan İsmail Akbay’ın [1877-1938], 1916
yılında Tiflis’te yayımladığı “Ana Tili” [Ana Dili] adlı kitabı da KBT ve Arap harfleriyle
basılmış ilk matbu eserler arasındadır. İsmail Akbay’ın [Çokuna Efendi] “Ana Tili” adlı
kitabında kendi yazdığı şiirler ve İ.A. Krılov’dan KBT’ye çevirdiği hikâyeler yer
almaktadır [6].

1880’li yıllarda Safar-Aliy ve Navruz Orusbiy kardeşler KBT için bir Arap alfabesi
düzenlemiş ve hatta KBT’nin kısa gramerini hazırlamışlardır. Fakat o dönemin
imkansızlıklarından dolayı bu eser yayımlanamamıştır [7].

KBT için Arap alfabesi üzerine ilk ciddi ve ilmî çalışmaları yapanlar Karaçaylı İsmail
Akbay ve Balkarlı İsmail Abay’dır. 1920 yılında İ. Akbay ve İ. Abay’ın birlikte
hazırladıkları Arap harfli KBT alfabesinde 31 harf bulunmaktadır [8].

1923 yılında İ. Akbay’ın yeniden düzenleyerek hazırladığı Arap harfli KBT alfabesinde
ise 33 harf bulunmaktadır [9].

Fakat, Arap yazısı ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle bu eserlerin yayımlandığı yıllarda,


Karaçay-Balkar Türklerinin gerçek anlamda bir yazılı edebiyata sahip olduğunu
söylemek pek mümkün değildir. Çünkü bu dönemde medrese tahsili görmüş birkaç kişi
dışında, halkın tamamına yakını, yazılı edebiyat bir tarafa, okuma-yazma dahi
bilmiyordu.

Arap yazısına dayalı, Karaçay-Balkar Türklerinin yazılı edebiyatı ancak 1920’li yılların
ortalarında başlamıştır. 1922 yılında Battal-Paşa [bugünkü Çerkessk] şehrinde Rusça
yayımlanmaya başlayan “Gorskaya Bednota” [Yoksul Dağlılar] gazetesinin bir sayfası
Karaçay Türklerine ayrılmış ve bu sayfada Arap yazısı ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle
şiirler, makaleler ve haberler yayımlanmaya başlanmıştır. Bunu müteakip 19 Ekim 1924
yılında tamamı KBT ve Arap yazısıyla “Tawlu Caşaw” [Dağlı Hayat] adlı ilk Karaçay
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

gazetesinin yayım hayatına başlaması, aynı zamanda, gerçek anlamda Karaçay-Balkar


yazılı edebiyatının başlangıcıdır. 1928 yılında “Tawlu Carlıla” [Dağlı Fakirler] adını
alacak olan bu gazete, Karaçay-Balkar yazılı edebiyatının teşekkülü ve gelişiminde en
büyük rolü oynamıştır.

Aynı [s. 146] dönemde, 1924 yılında Arap yazısı ve Karaçay-Balkar Türkçesiyle
Moskova’da basılan Karaçaylı şair İssa Karaköt’ün [1900-1924] “Caññı Şigirle” [Yeni
Şiirler] adlı kitabı, modern Karaçay-Balkar şiirinin ilk eseri sayılmaktadır.

1926 yılında “Tawlu Caşav” gazetesi ve diğer bütün matbuatın Latin alfabesine
geçmesiyle Karaçay-Malkar yazılı edebiyatının gelişimi daha da hızlanmıştır [10].

KBT için ilk latin alfabesi çalışmalarını yapan Karaçaylı ressam ve şair İslam
Kırımşavhal’dır [1864-1910]. İ. Kırımşavhal 1908-1910 yıllarında KBT için bir Latin
alfabesi hazırlamıştır. Fakat bu alfabenin uygulama alanı olmamıştır. Çünkü, 1900’lü
yılların başlarında Rusya ve Kafkasya ülkelerinde Latin alfabesiyle faaliyet gösteren bir
matbaa yoktu. Bu yüzden 1900’lü yılların başlarında KBT ve Latin harfleriyle basılmış
herhangi bir kitap yoktur [11].

KBT için Latin alfabesi üzerinde asıl ciddi ve ilmî çalışmaları 1920’li yıllarda Umar C.
Aliy ve Magomet Eney yapmışlardır. Karaçaylıların “Sultan Galiyev”i sayılan ve bilahare
V. Lenin’le de yakın temas halinde olan Umar C. Aliy’in [1895-1938] 1924 yılında
yayımlanan “Caññı Karaçay-Malkar Elible” [Yeni Karaçay-Malkar Elifleri~Harfleri] ve
Magomet Eney’in aynı yıl yayımlanan “Malkar Alifbi” [Balkar Elifbesi~Alfabesi] adlı
kitapları KBT ve Latin yazısıyla yayımlanmış ilk matbu eserlerdir [12]. Bilahare; İsmail
Akbay’ın genişleterek tekrar yayımladığı “Ana Tili” [Ana Dili, Batalpaşinsk-1924] ve
“Orus Tilden Karaçay Tilge Tılmaç Kitabı” [Rusça-Karaçayca Sözlük, Batalpaşinsk-
1926], Ashat Bici’nin [1900-1957] “Bilim” [1926], Azret Örten’in [1908-1937] “Caññı
Cırla” [Yeni Şarkılar-1927] ve [s. 147]
Umar C. Aliy’in hazırladığı Latin alfabesi üzerinde birkaç değişik yapılarak son şekli
verilmiş olan resmi KBT latin alfabesi aşağıda transkripsiyon ile gösterilmiştir.

“Erkinlikni Ciltinleri” [Hürriyetin Kıvılcımları-1929], Umar C. Aliy’in “Birlikde Tirlik”


[Birlikte Dirlik-1929], Umar Bayramkul’un “Karaçay Tilni Grammatikası” [Karaçay Dilinin
Grameri-1930] ve Hasan Appa’nın [1904-1939] “Kara Kübür” [Kara Sandık, Mikoyan
Şahar-1935] adlı eserleri KBT latin alfabesiyle basılmış ilk matbu eserlerdir.

Bu eserlerin KBT yazı dilinin teşekkülünde ve yazılı edebiyatın gelişmesinde büyük


katkısı vardır. KBT latin alfabesiyle matbuat 1937-1938 yıllarına kadar devam etmiştir.
Balkar Türkleri 1937 yılında, Karaçay Türkleri de 1938 yılında Rus [Kiril] alfabesi esaslı
KBT alfabesini kabul etmişler ve dolayısıyla da bütün matbuat bu alfabeye geçmiştir.

Aslında Rus [Kiril] alfabesi 1938 yılından önce hatta 1917 Bolşevik ihtilalinden çok daha
önce Karaçay-Balkar Türkleri tarafından bilinmekteydi. 1827 yılında Balkarların ve 1828
yılında da Karaçaylıların, Rus Çarlığı hakimiyetine girmesinden sonra Ruslar hemen
kültür asimilasyonu çalışmalarına başlamışlar, [s. 149] Karaçay ve Balkar köylerinde
son hızla Rus okullarını açmışlardır. 1917 Bolşevik ihtilalinden önce Karaçay’ın 16
köyünde de Rus okulları açılmış ve öğretime başlamış durumdaydı Karaçay’daki ilk Rus
okulu 1878 yılında Uçkulan köyünde açılmıştır. Bu okulun ve dolayısıyla da bütün
Karaçay’ın ilk Rus öğretmeni olan Mois Aleynikov’un Karaçaylılardan birçok tarihi ve
folklor malzeme toplayarak yazdığı makaleleri vardır. Kartcurt köyündeki Rus okulunun
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

öğretmeni Nikolay Kiriçenko ise köyün ileri gelenlerinden olan Abdulkerim Hubiy’in
yardımıyla 1897 yılında ilk “Rus-Karaçay Sözlüğü”nü hazırlamıştır. Ancak bu sözlük
imkansızlıktan dolayı basılamamıştır. Fakat bu eser orijinal haliyle halen muhafaza
edilmektedir. Karaçaylı aydın kimseler, Karaçay’daki Rus okullarında Rusça eğitimin
yanında bir de ana dilde de eğitim yapılması gerektiğini kavramışlar ve bu yönde
birtakım çalışmalar yapmaya başlamışlardı. İlk olarak, Abdulkerim Hubiy’in oğlu İmmolat
Hubiy, KBT için bir Rus [Kiril] alfabesi hazırlamıştır. Fakat, Karaçay’daki Rusça eğitim
veren okullarda ana dilde eğitime izin verilmeyince bu alfabenin bir kullanım alanı
olmamış, dolayısıyla da bu dönemde Rus [Kiril] harflerine dayalı bir alfabeyle Karaçay-
Malkar Türkçesinde herhangi bir yazılı eser ortaya konulamamıştır [14].

1938 yılında Rus [Kiril] alfabesi esaslı KBT alfabesine geçilmiştir. Fakat çeşitli tarihlerde
bu alfabe üzerinde birtakım harf değişiklikleri yapılmıştır. 1961 yılında Umar B. Aliy, A.Ü.
Bozi, A.H. Sotta, M. Akbay, H.V. Bayramkul ve H.İ. Süyünç tarafından oluşturulan bir
komisyon aşağıdaki şekilde Rus harflerine dayalı 40 harften müteşekkil bir KBT alfabesi
hazırlamışlardır [15].

1965 yılında ve daha sonraki tarihlerde yukarıdaki alfabe üzerinde yine birtakım harf
değişiklikleri yapılmış ve son olarak aşağıda gösterilen Rus [Kiril] esaslı KBT
alfabesinde karar kılınmıştır.

Rus [Kiril] alfabesi esaslı KBT alfabesine 1937-38 yıllarında geçilmiştir. Halen de bu
alfabe kullanılmaktadır.

[s. 150] Ses ve Alfabe Bilgisi

Rus [Kiril] esaslı KBT alfabesinde bir sertleştirme [ъ] bir de inceltme [ь] işareti olmak
üzere toplam 38 harf vardır. Karaçay-Balkar Türkçesinde sekiz tane ünlü [ a, e, ı, i, o, ö,
u, ü ] ve yirmi yedi tane ünsüz [ b, c, ç, d, j, f, g, ġ, h¹, h², h³, k, q, m, n, ñ, p, r, s, ş, t, ts,
w, v, y, z, ż ] olmak üzere toplam 35 tane ses vardır.

Ünlü Sesler

1. KBT’deki a sesi, arka damakta geniş-düz ve açık telaffuz edilir. Türkiye Türkçesindeki
[bundan sonra kısaca TT] a sesiyle aynıdır. KBT’deki a sesinin Karaçay-Balkar Türkçesi
Kiril Alfabesi’ndeki [bundan sonra kısaca KBTKA] karşılığı a harfidir. Sözgelimi:
aламат~alamat [muhteşem], vs. Bunun dışında KBT’de ā [uzun a] sesi de yoktur. Hatta
yabancı dillerden girmiş bazı sözlerdeki ā sesi, KBT’de a sesine dönüşmektedir.
Sözgelimi: alam<âlem, alim<âlim, vs.

2. KBT’deki e sesi, ön damakta, geniş-düz ve açık olarak telaffuz edilir. TT’deki e


sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı e ve э harfleridir. Rus yazı dilinde söz başındaki e
harfi ye şeklinde, э harfi ise e şeklinde telaffuz edilir. KBTKA’da ise her iki harf de e
şeklinde telaffuz edilir. Karışıklığa meydan vermemek için söz başında daima э harfi
kullanılır. Bunun dışındaki söz içerisinde daima e harfi kullanılır fakat yine e sesiyle
telaffuz edilir. Zaten KBT’de söz başında ye veya y sesi de yoktur. Sözgelimi:
эмеген~emegen [dev, yaratık], эгиз~egiz [ikiz], vs. Bunun dışında KBT’de è [açık e] ve
é [kapalı e]sesleri de yoktur.

3. KBT’deki ı sesi, arka damakta, dar-düz ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki ı
sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı ы harfidir. Sözgelimi: ындыр~ındır [harman].
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

4. KBT’deki i sesi, arka damakta, dar-düz ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki i
sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı и harfidir. Sözgelimi: илкич~ilkiç [sırık].

5. KBT’deki o sesi, arka damakta, yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki o
sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı o harfidir. Sözgelimi: oноў~onow [fikir, karar].

6. KBT’deki ö sesi, ön damakta, yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki ö


sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı ë harfidir. Sözgelimi: ётгюр~ötgür [cesur, gururlu].

7. KBT’deki u sesi, arka damakta, dar-yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir. TT’deki u
sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı у harfidir. Sözgelimi: Sözgelimi: уллу~ullu [büyük,
yüce].

[s. 151] 8. KBT’deki ü sesi, ön damakta, dar-yuvarlak ve orta açıklıkta telaffuz edilir.
TT’deki ü sesiyle aynıdır. KBTKA’daki karşılığı ю harfidir. Sözgelimi: Sözgelimi:
юлюш~ülüş [pay].

Ünsüz Sesler

1. Çift dudak ünsüzleri [ b, m, p, w ]: KBT’deki b, m, p çift dudak ünsüzlerinin telaffuzu,


TT’deki b, m, p sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları б, м, п harfleridir. Sözgelimi:
бабуш~babuş [ördek], маммат~mammat [imece], палапан~palapan [pehlivan, dev].

Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarındaki b ve p sesleri Çerek ağzında


sızıcı f sesine dönüşür. Sözgelimi: köb>köf [çok], tulpar>tulfar [yiğit], vs. Fakat, b~p>f
ses değişimi kesin bir kural değildir.

KBT’de bir de w sesi vardır. KBTKA’daki karşılığı ў harfidir. Sözgelimi: таў~taw [dağ],
vs. Eski Türkçe’deki ġ sesiyle biten sözler KBT’de w sesine dönüşmüştür. Sözgelimi:
taġ>taw [dağ], yaġ>caw [yağ], saġ>saw [sağ], vs. Bugünkü resmi KBTKA’da ў [w] harfi
olmasına rağmen, günümüz KBT matbuatında w sesi у [u] harfiyle gösterilmekte ise de,
KBT’deki w sesi, u veya û [uzun u] sesi değildir. 1938-60 yılları arasındaki matbuatta bu
w sesi ў [w] harfiyle gösterilirken daha sonraları у [u] harfiyle gösterilir olmuştur. Fakat
bu durum teknik sebeplerden kaynaklanmaktadır.

2. Diş-dudak ünsüzleri [ v, f ]: KBT’deki v, f diş-dudak ünsüzlerinin telaffuzu, TT’deki v, f


sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları в ve ф harfleridir. Sözgelimi: врач~vraç
[doktor], фитна~fitna [fitne], vs. Fakat bu seslerin her ikisi de asli olarak KBT’de yoktur.
KBT’deki v sesinin olduğu sözler genellikle Rusça kaynaklıdır. Hata içerisinde v sesinin
olduğu bazı Rusça kaynaklı sözler, KBT’nin ses yapısına uyum sağlayarak w sesine
dönüşmüştür. Sözgelimi: samawar

KBT’de asli olarak f sesi olmamakla birlikte; Rusça, Arapça, Farsça vs. yabancı
dillerden girmiş bazı sözlerdeki f sesi, hem konuşma dilinde, hem de yazı dilinde
kullanılmaktadır. Sözgelimi: fayton [fayton], fikir [fikir], vs. Fakat, genellikle Arapça ve
Farsça kaynaklı sözlerdeki f sesi, Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarında p
sesine dönüşür. Sözgelimi: fayton>payton, fikir>pikir, vs. Öte yandan, yabancı dillerden
girmiş bazı sözlerdeki f sesi Çerek ağzında aynen korunur.

Ayrıca, Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarındaki b ve p sesleri Çerek


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ağzında f sesine dönüşür [bkz. Çift dudak ünsüzleri]. Fakat, b-p>f dönüşümü konuşma
dilinde [Çerek ağzında] kullanılmakla birlikte KBT yazı dilinde kullanılmaz.

3. Diş ünsüzleri [ d, n, s, ts, t, z, ż ]: KBT’deki d, n, s, t, z diş ünsüzlerinin telaffuzu,


TT’deki d, n, s, t, z sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları д, н, с, т, з harfleridir.
Sözgelimi: дыдай~dıday [korku ünlemi], ненча~nença [ne kadar, kaç], сескек~seskek
[telaş, şüphe], тот~tot [pas], заран~zaran [zarar], vs. KBT’de ayrıca, TT’de olmayan,
sızıcı ts ve ż [dz] sesleri de vardır. Fakat [s. 152] bu sesler KBT’nin yalnız Çerek
ağzında görülür. Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarındaki ç ve c~j sesleri,
Çerek ağzında ts ve ż [dz] seslerine dönüşür. Sözgelimi: çıpçık>tsıftsık [serçe],
çeten>tsetsen [sepet], can>żan [can], col>żol [yol], vs. Fakat, bu sesleri sanıldığı gibi
Çerek bölgesinde yaşayan Balkarların hepsi değil, belli bir kısmı telaffuz etmektedir.
Çerek ağzındaki ts sesinin KBTKA’daki karşılığı ц harfidir. Fakat, KBT yazı dilinde ç>ts
dönüşümü yoktur. Yani; tsıftsık, tsetsen, vs. sözler çıpçık, çeten şeklinde yazılır. Öte
yandan KBT yazı dilinde içerisinde ц harfinin bulunduğu bütün sözler Rusça kaynaklıdır.
Ayrıca, Çerek ağzındaki ż [dz] sesinin KBTKA’da bir karşılığı yoktur ve KBT yazı dilinde
bu ses kullanılmaz.

4. Diş-damak ünsüzleri [ c, ç, j, ş ]: KBT’deki c, ç, j, ş diş-dudak ünsüzlerinin telaffuzu,


TT’deki c, ç, j, ş sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları дж, ч, ж, ш harfleridir.
Sözgelimi: джюджек~cücek [civciv], чычхан~çıçh’an [sıçan, fare], aдеж~adej [gem],
шашхын~şaşh’ın [çılgın, deli], vs. Karaçay-Bashan-Çegem ağızlarındaki söz başındaki
c sesi, Çerek ağzında ż [dz] sesine dönüşürken [bkz. Diş ünsüzleri], Holam-Bızıngı
ağızlarında ve Çegem bölgesinin bir kısmında j sesine dönüşmektedir. Sözgelimi:
carık>jarık [ışık, aydınlık], culduz>julduz [yıldız], vs. Ayrıca günümüzde Kabardey-
Balkar Özerk Cumhuriyetindeki KBT yazı dilinde ve bütün matbuatta дж [c] harfi yerine
ж [j] harfi kullanılmaktadır. Bunun dışında, KBT’de yabancı dillerden girmiş sözlerdeki j
sesi hem konuşma dilinde, hem de yazı dilinde kullanılmaktadır. Sözgelimi: jurnal
[dergi], adej [gem], şibji [yeşil biber], kımıja [çıplak], ajım [şüphe], vs.

5. Ön damak ünsüzleri [ g, h¹, k, l, r, y ]: KBT’deki g, k, l, r, y ön damak ünsüzlerinin


telaffuzu, TT’deki g, k, l, r, y sesleriyle aynıdır. KBTKA’daki karşılıkları г, к, л, р, й
harfleridir. Sözgelimi: гебдеш~gebdeş [yemlik], кекел~kekel [perçem], лобан~loban
[köstebek], aйбат~aybat [gösterişli], vs.

KBT’de bir de ön damak h¹ ünsüzü vardır. Bu ses aynı k sesi gibi ön damakta teşekkül
eden bir sestir. Sözgelimi: h¹ora [doru], nartüh¹ vs. [16]. Ayrıca Rusça’dan girmiş bazı
sözler de aynı şekilde ön damak h¹ ünsüzüyle telaffuz edilir. Sözgelimi: h¹imya [kimya],
arh¹iv [arşiv], vs. KBT yazı dilinde h¹ ünsüzü için ayrıca bir harf belirtilmez. Bu sesin ve
KBT’deki diğer h² ve h³ seslerinin KBTKA’daki karşılığı х harfidir.

Çerek ağzında bazı sözlerde g>h¹ ses değişimi söz konusudur. Sözgelimi: ketgen
edi>keth¹en edi [gitmişti]. Fakat bu g>h¹ değişimi kesin bir kural değildir.

Yine, Karaçay-Bashan-Çegem-Holam-Bızıngı ağızlarında ince ünlü seslerden önce


veya sonra daima ön damak k ünsüzü geldiği halde, Çerek ağzında kimi zaman arka
damak q ünsüzü gelmektedir. Sözgelimi: köz>qöz [göz], küzgü>qüzgü [ayna], vs. Fakat
bu k>q ses değişimi de kesin bir kural değildir.

[s. 153] 6. Arka damak ünsüzleri [ ġ, h², q, ñ ]: KBT’deki ġ, h², ñ arka damak ünsüzlerinin
tümü Anadolu’da konuşulan TT’de olduğu halde, TT’nin yazı dilinde [İstanbul
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Türkçesinde] bu sesler kullanılmamaktadır. KBT’deki q sesi, TT’de kalın ünlü sesten


önce veya sonra kelen arka damak k sesidir. KBT’deki arka damak ünsüzlerinin
KBTKA’daki karşılıkları гъ, х, къ, нг harfleridir. Sözgelimi: aлгъыш~alġış [dua, dilek],
хоншу~h’onşu [komşu], къалакъ~qalaq [tahta parçası], кенг~keñ [geniş].

KBT’deki ġ sesi, arka damakta teşekkül eden, eski Türkçedeki ġ sesidir. Bu ses TT’de ğ
sesine dönüşmüştür. KBT’deki h² sesi arka damakta, eski Türkçe’deki q sesinin
sızıcılaşmasıyla teşekkül eden bir sestir ve KBT’deki asıl h sesi budur. Sözgelimi:
qoçh²ar [koç], h²urcun [cep], h²ıynı [büyü], vs.

KBT’de kalın ünlü seslerden önce veya sonra daima arka damak q ünsüzü gelir.
Sözgelimi: qonaq [konuk], ayaq, [ayak], vs. Fakat, bu kurala uymayan sözler de vardır.
Bunlar yabancı dillerden girmiş sözlerdir. Sözgelimi: qırdık [çimen], qak [lapa], vs.

KBT’deki ñ sesi, bütün Türk lehçelerinde olduğu gibi, arka damakta teşekkül eden,
yumuşak ve tonlu bir ünsüzdür ve ancak söz ortasında ve söz sonunda kullanılır.
Sözgelimi: tañ [tan], keñ [geniş], kañña [tahta], keññeş [istişare, meclis], caññız [yalnız],
toññuz [domuz], vs.

Sonu n ve ñ sesleriyle biten sözlerin sonuna yönelme hal -ġa, -ge ekleri geldiğinde, hem
söz sonundaki n sesi ñ sesine, hem de yönelme hal eklerinin başındaki ġ ve g sesleri ñ
sesine dönüşür. Sözgelimi: men-ge>meññe~mañña [bana], sen-ge>seññe~sañña
[sana], çeten-ge>çeteññe [sepete], katın-ġa>katıñña [kadına], vs.

Aynı şekilde -ġan, -gen sıfatfiil ekleri de -ñan, -ñen şeklinde değişir. Sözgelimi: min-
gen>miññen [binen], vs.

KBT’de söz sonundaki ñ sesinin yazı dilindeki kullanımında bir problem olmamakla
birlikte, söz ortasındaki ñ sesinin daha doğrusu ññ şeklindeki ünsüz ikizleşmesinin
yazımında bazı problemler vardır. Sözgelimi KBT latin matbuatında toññuz [domuz]
şeklinde yazılırken, kiril matbuatında önceleri tonñuz [тоннгуз] şeklinde, daha sonra ve
günümüzde ise toñuz [тонгуз] şeklinde yazılmaktadır. Aynı şekilde: caññız [yalnız]>
canñız [джаннгыз]> cañız [джангыз], vs. Halbuki bu son тонгуз [toñuz] ve джангыз
[cañız] sözlerinin telaffuzu veya okunuşu toññuz ve caññız şeklindedir. Yani, ikinci tekil
şahıs iyelik eki ñ sesi hariç, söz ortasında geçen bütün ñ seslerinin olduğu yerde ünsüz
ikizleşmesi vardır ve vurgulu [şeddeli] telaffuz edilir. Aslında bu gibi sözlerin KBT kiril
matbuatındaki doğru yazılışı, KBT latin matbuatındaki gibi olmalıdır. Sözgelimi: тонгнгуз
[toññuz], джангнгыз [caññız], vs. Veyahut da, KBT kiril yazı dilinde н [n] ve г [g]
şeklinde iki ayrı harfin yan yana getirilmesiyle [нг~ng] telaffuz edilen ñ sesini doğrudan
karşılayan, latin alfabesindeki ñ harfi gibi, tek bir harf getirilmeli ve söz ortasındaki ññ
ikizleşmesi aynı şekilde ññ şeklinde yazılmalıdır. Öte yandan, ikinci tekil şahıs iyelik ñ
ekinden sonra, yönelme hal -ġa,-ge ekleri ile ilgi hali -nı,-ni,-nu,-nü ekleri geldiği [s. 154]
zaman durum farklıdır. Bu durumda yönelme hali -ġa,-ge eklerinin başındaki ġ ve g
sesleri ile ilgi hali -nı,-ni,-nu,-nü eklerinin başındaki n sesi doğrudan düşer. Yani burada
ġ, g, n>ñ ses değişmesi ve söz ortasında ññ ünsüz ikizleşmesi olmaz. Sözgelimi: ata-ñ>
ata-ñ-ġa>ata-ñ-a [baba-n-a], ata-ñ> ata-ñ-nı>ata-ñ-ı [baba-n-ın], vs. Burada söz
ortasındaki ñ sesi vurgulu [şeddeli] olarak telaffuz edilmez ve KBT kiril matbuatında da
doğru olarak: атанга~ataña, атангы~atañı şeklinde yazılır.

7. Gırtlak ünsüzü [ h³ ]: KBT’deki h³ gırtlak ünsüzünün telaffuzu, TT’deki gırtlak h sesiyle


aynıdır. KBT’de h sesinin bulunduğu sözler yabancı kaynaklıdır. KBT yazı dilinde h
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ünsüzü için ayrıca bir harf belirtilmez. Bu sesin [ve diğer h¹ ve h² seslerinin] KBTKA’daki
karşılığı х harfidir. Sözgelimi: aйхай~ayhay [elbette, tabii ki], хар~har [dantel],
хайда~hayda [haydi], vs.

8. Щ [şç] ve Я [ ya, â ] sesleri: KBT’de hiçbir şekilde щ [şç] ve я [ya] sesleri yoktur.
KBT’de bu seslerin olduğu sözlerin hepsi Rusça’dır. Öte yandan я harfi, KBT’de asli
olarak â [ince a] sesi olmamakla birlikte, Arapça ve Farsça’dan girmiş bazı sözlerdeki â
sesinin karşılığı olarak yazı dilinde kullanılmaktadır. Sözgelimi: кяамар~kâmar [kemer],
Кязим~Kâzim, гяўур~gâwur, vs. Bunun dışında, KBT yazı dilinde, bir sözde ya hecesi
varsa veya bir sözde y ve a sesleri yan yana geliyorsa bu daima я [ya] harfiyle yazılır.
Sözgelimi: къоян~qoyan [tavşan], дуния~duniya [dünya], vs.

Dipnotlar

[1] Öner, Mustafa., Bugünkü Kıpçak Türkçesi, TDK Yayınları, Ankara, 1998, s. XXIII.

[2] Baskakov A.N., Appaev A.M., Ahmatov İ.H., Bayramkulov A.M., Boziyev A.Ü.,
Goçiyaeva S.A., Jaboyev M.T., Musukayev B.H., Sottayev A.H., Habiçev M.A.,
Karaçay-Malkar Tilni Grammatikası, Nalçik, 1966, s. 8-9.

[3] Hubiylanı M.A., Süyünçlanı A.A., Laypanlanı, K.T., Karaçay Literatura, Çerkessk,
1988, s. 9-10; Bayçorov, S.Y., Drevnie-Türkskie Pamyatniki Evropı, Stavropol, 1989, s.
9, 31-33; Hapayeva, S.M., İz İstorii Sozdaniya Karaçayevo-Balkarskoy Pismennosti,
Problemı İstoriçeskoy Leksiki Karaçayevo-Balkarskogo i Nogayskogo Yazıkov,
Çerkessk, 1993, s. 137.

[4] Hubiylanı vd., a.g.e., s. 10.

[5] Töppeyev, A.M., Meçilanı Kâzim-Çıgarmalarını Ekitomlugu-I, Nalçik, 1989, s. 11-


129; Balkan, Vedat., Kâzim Meçi’nin Doğumunun 140. Yılı Anısına, Birleşik Kafkasya
Dergisi, Sayı: 20, Eskişehir, 1999, s. 35.

[6] Hubiylanı vd., a.g.e., s. 50.

[7] Hapayeva, a.g.e., s. 140.

[8] Hapayeva, a.g.e., s. 138, 143.

[9] Hapayeva, a.g.e., s. 143.

[10] Bilimgotlanı Münir-Laypanlanı Raşid., Leninni Bayragı-Tuvganı Emda Ösüv Colu,


Zamannı Avazı, Çerkessk, 1975, s. 162, 165-166.

[11] Hubiylanı vd., a.g.e., s. 11.

[12] Baskakov vd., a.g.e., s. 40; Hubiylanı vd., a.g.e., s. 11; Hapayeva, a.g.e., s. 145-
146.

[13] Aliyev, Umar., Karaçay, Çerkessk, 1991, s. 265.

[14] Hubiylanı vd., a.g.e., s. 10-11.


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

[15] Hapayeva, a.g.e., s. 148.

[16] Habiçev M.A., Kratkiy Grammatiçeskiy Oçerk Karaçayevo-Balkarskogo Yazıka


[Tenişev, E.R., Goçiyaeva S.A., Süyünçev H.İ., Karaçay-Malkar-Orus Sözlük, Moskova,
1989], s. 89:808-809.

___________________________________________________________________

Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Balkar Türkçesi Alfabesi ve Ses Bilgisi,


Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 13, Ankara, 2002, s. 143-154.
___________________________________________________________________

Yazarla İrtibat :
adilhanadiloglu@hotmail.com

KARAÇAY-MALKAR TÜRKÇESİNDE İKİNCİL UZUN


ÜNLÜLER

Adilhan Adiloğlu
Günümüz Karaçay-Malkar Türkçesinde imlâda gösterilmemekle birlikte konuşma dilinde
eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla meydana gelen ikincil uzun ünlüler mevcuttur. Bunların bir
kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da bugünkü konuşma dilinde kelimelerin
yapımı ve çekimi sırasında telaffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi,
ünlü birleşmesi ve hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde teşekkül
etmektedir. Ancak, Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunluklar sürekli, kurallı ve
standart değildir. Söz konusu bu ikincil uzunlukların bir kısmının aynı zaman dilimi
içerisinde kimi zaman normal uzun ünlüye, kimi zaman da kısa ünlüye dönüştüğü ve
hatta eriyip tamamen yok olduğu görülmektedir.

KARAÇAY-MALKAR TÜRKÇESİNDE EŞİT İKİZ ÜNLÜLER VASITASIYLA MEYDANA


GELEN İKİNCİL UZUN ÜNLÜLER

Adilhan ADİLOĞLU

Özet

Günümüz Karaçay-Malkar Türkçesinde imlâda gösterilmemekle birlikte konuşma dilinde


eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla meydana gelen ikincil uzun ünlüler mevcuttur. Bunların bir
kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da bugünkü konuşma dilinde kelimelerin
yapımı ve çekimi sırasında telaffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi,
ünlü birleşmesi ve hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde teşekkül
etmektedir. Ancak, Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunluklar sürekli, kurallı ve
standart değildir. Söz konusu bu ikincil uzunlukların bir kısmının aynı zaman dilimi
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

içerisinde kimi zaman normal uzun ünlüye, kimi zaman da kısa ünlüye dönüştüğü ve
hatta eriyip tamamen yok olduğu görülmektedir.

Anahtar Kelimeler

Karaçay-Malkar Türkçesi, Eşit İkiz Ünlüler, İkincil Uzun Ünlüler

FORMATION OF THE SECONDARY LONG VOWELS THROUGH THE EQUAL TWIN


VOWELS (DIPHTONGS) IN KARACHAY-MALKAR TURKISH

Abstract

In modern Karachay-Malkar Turkish, there exists secondary long vowels originating


through the equal twin wovels in colloquial language, through they are not indicated in
spelling. Several of these vowels have been formed through the historical changes in
voice, and the others through the voice acts like the consonant falling, the vowel
combination and the syllable fusion, emerging in the course of word formations and
combinations ind modern colloquial language. However, they are not continual, regular
and have no standard. Some of the mentioned secondary vowels are observed that
sometimes they are turned into normal long vowels or into short vowels or even
disappeared.

Key Words

Karachay-Malkar Turkish, Equal twin vowels (Diphtongs), Secondary long vowels.

Çağdaş Türk lehçelerinde görülen ikincil uzun ünlüler, bilinen ilk örnekleri itibariyle, aslî
olarak uzun olmadıkları hâlde, daha sonraki dönemlerde genellikle muhtelif ses olayları
neticesinde uzamış olan ünlülerdir. İkincil uzun ünlüler, bir kelime içerisinde; kimi zaman
iki ünlü sesin, kimi zaman bir ünlü ile bir ünsüz sesin, kimi zaman da bir ünlü ile iki
ünsüz sesin veya bir ünsüz ile iki ünlü sesin boğumlanma sürelerinin birleşmesi sonucu
meydana gelirler. İkincil uzun ünlüler aslî olmadıkları için geçici bir durumu ifade
etmektedirler. Ses olayları neticesinde teşekkül eden eşit ikiz ünlüler ve ikincil uzun
ünlüler, Türkçe’nin genel eğilimi olan uzun ünlülerin kısalması hadisesine bağlı olarak
yazıyla dondurulup sabitlenmediği takdirde zaman içerisinde kısalıp normal süreli
ünlüler hâline gelirler. Yani ikincil uzun ünlüler genellikle sürekli, kalıcı ve standart
değildirdirler (Buran, 2006:3-4).

Günümüz Karaçay-Malkar Türkçesinde imlâda gösterilmemekle birlikte konuşma dilinde


eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla meydana gelen ikincil uzun ünlüler mevcuttur. Bunların bir
kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da bugünkü konuşma dilinde isim ve fiillerin
çekimi sırasında telâffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi, ünlü
birleşmesi ve hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde teşekkül
etmektedir.

Karaçay-Malkar Türkçesindeki ikincil uzun ünlülerin büyük bir kısmı tarihî ses
değişmeleriyle ilişkili olup Eski Türkçe kelimelerin iç ve son seslerindeki / b /, / d /, / g /, /
ġ / ve / ŋ / ünsüzlerinin sızıcılaşma ve akıcılaşması neticesinde Karaçay-Malkar
Türkçesinde yarı ünlü / w / sesi ile / y / sesine dönüşmesi sonucu teşekkül etmektedir.
Kelimenin iç ve son seslerinde meydana gelen sızıcılaşma ve akıcılaşma hadisesinden
sonra ilk safhada diftong veya eşit ikiz ünlüler meydana gelmekte ve hemen sonrasında
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ikincil uzunluk teşekkül etmektedir. Son seste bulunan / w / ile / y / sesleri benzeşme
yoluyla kendilerinden önce gelen ünlüye dönüşerek eşit ikiz ünlüleri oluştururken, iç
sesteki / w / ile / y / sesleri kendilerinden önce veya sonra gelen ünlüyle birleşerek
eriyip kaybolmaktadırlar. Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunluklar sürekli,
kurallı ve standart değildir. Söz konusu bu ikincil uzunlukların bir kısmının aynı zaman
dilimi içerisinde kimi zaman normal uzun ünlüye, kimi zaman da kısa ünlüye dönüştüğü
ve hatta eriyip tamamen yok olduğu görülmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla
günümüz Karaçay-Malkar Türkçesindeki mevcut ikincil uzun ünlüler: / a: /, / e: /, / i: /, / o:
/, / u: / ve / ü: / sesleridir. Bunun dışında, bilhassa Kırgız Türkçesinde görülen / ı: / ve /
ö: / şeklindeki ikincil uzun ünlüler (Başdaş, 2002:69-73) Karaçay-Malkar Türkçesinde
tespit edilmemiştir.

Bu çalışmada, Karaçay-Malkar Türkçesindeki mevcut ikincil uzun ünlüler, teşekkül


sebeplerine göre değil, konuşma dilinde geldikleri safhaya göre tasnif edilmiş ve daha
sonra her bir tasnif içerisinde bu ikincil uzunlukların gelişme safhaları açıklanmaya
çalışılmıştır. Örnek olarak verilen kelimelerin; ilk önce konuşma dilinde geldiği safha
yani ikincil uzun ünlünün mevcut olduğu şekiller yer almaktadır. Daha sonra ikincil
uzunlukların gelişme safhaları gösterilmiş, müteakiben bu kelimelerin Latin ve Kiril
imlâsındaki şekilleri verilmiş ve son olarak gerekli yerlerde ilgili kelimelerin Eski
Türkçedeki şekilleri eklenmiştir.

1. / a: / ~ / aa /

Karaçay-Malkar Türkçesinde ikincil uzun / a: / sesi, son seste / b / ~ / p / ünsüzleri


bulunan tek heceli fiiller ile -ıb / -ıp zarf fiil ekinin çekime girmesi sonucu teşekkül
etmektedir. Buna göre ilk safhada fiil kökünün sonundaki / b / ~ / p / ünsüzü eriyerek
kaybolmakta ve alçalan diftong meydana gelmektedir. İkinci safhada ise -ıb / -ıp zarf fiil
ekindeki / ı / ünlüsü gerileyici benzeşme yoluyla / a / ünlüsüne dönüşmektedir. Böylece
eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla ikincil uzunluk meydana gelmektedir. Karaçay-Malkar
Türkçesindeki bu tür ikincil uzun / a: / sesi çok seyrektir.

ca:b ~ caab < caıb < cabıb ~ джaбыб (örtüp)


ça:b ~ çaab < çaıb < çabıb ~ чaбыб (koşup)
ka:b ~ kaab < kaıb < kabıb ~ къaбыб (ısırıp)
ta:b ~ taab < taıb < tabıb ~ тaбыб (bulup)

2. / e: / ~ / ee /

Karaçay-Malkar Türkçesinde ikincil uzun / e: / sesi, ünlü karşılaşması sebebiyle ünlü ve


ünsüz seslerin erimesi ile hece kaynaşması sonucu iki ayrı kelimenin birleşmesinden
meydana gelmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Karaçay-Malkar Türkçesindeki
ikincil uzun / e: / ünlüsü, son seste / e / ünlüsünün bulunduğu isim, fiil ve eklerin isim
fiille yapılan çekimlerinde teşekkül etmektedir. Yani bu tür ikincil uzunluklar genellikle
isim ve fiillerin birleşik fiil çekimlerinde görülmektedir. Eski Türkçede isimlerin ve fiillerin
bildirilmesinde kullanılan “er-” (olmak) fiili sondaki / -r / ünsüzünün düşmesi sonucu
günümüz Karaçay-Malkar Türkçesinde “e-” şeklinde mevcut olup resmî imlâda istisnasız
olarak kendisinden önce gelen isim veya fiilden ayrı gösterilir. Konuşma dilinde ise isim
fiiliyle çekime girmiş kelimelerin arasına bağlayıcı / y / ünsüzü girer. Bir sonraki safhada
isim fiiliyle çekime girmiş olan fiil kipi şahıs ekleriyle birleşerek eriyip kaybolur ve
böylece bir hece kaynaşması meydana gelir. Bu safhadan sonra isim veya fiille çekime
girmiş olan isim fiil arasındaki bağlayıcı / y / ünsüzü isim fiille birleşerek eriyip kaybolur,
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

böylece eşit ikiz ünlüler ve dolayısıyla ikincil uzunluk meydana gelir.

2.1. İsim Çekiminde

İsimlerin bildirilmesi sırasında teşekkül eden bu tür ikincil uzunluklar isim fiilin görülen
geçmiş zaman çekiminde görülmektedir.

2.1.1. İsmin Yalın Hâli

öge:m ~ ögeem < ögeyem < ögeyedim < öge edim ~ ёге эдим (üveydim).
öge: ŋ ~ ögeeŋ < ögeyeŋ < ögeyediŋ < öge ediŋ ~ ёге эдинг (üveydin).
öge:d ~ ögeed < ögeyed < ögeyedi < öge edi ~ ёге эди (üveydi).
öge:k ~ ögeek < ögeyek < ögeyedik < öge edik ~ ёге эдик (üveydik).
öge:giz ~ ögeegiz < ögeyegiz < ögeyedigiz < öge edigiz ~ ёге эдигиз (üveydiniz).
öge:lle ~ ögeelle < ögeyelle < ögeyedile < öge edile ~ ёге эдиле (üveydiler).

2.1.2. İsmin Bulunma Hâli

üyde:m ~ üydeem < üydeyem < üydeyedim < üyde edim ~ юйде эдим (evdeydim).
üyde:ŋ ~ üydeeŋ < üydeyeŋ < üydeyediŋ < üyde ediŋ ~ юйде эдинг (evdeydin).
üyde:d ~ üydeed < üydeyed < üydeyedi < üyde edi ~ юйде эди (evdeydi).
üyde:k ~ üydeek < üydeyek < üydeyedik < üyde edik ~ юйде эдик (evdeydik).
üyde:giz ~ üydeegiz < üydeyegiz < üydeyedigiz < üyde edigiz ~ юйде эдигиз
(evdeydiniz).
üyde:lle ~ üydeelle < üydeyelle < üydeyedile < üyde edile ~ юйде эдиле (evdeydiler).

Bu çekimde görülen ikincil uzunluklar standart değildir. İkincil uzun / e: / ünlüsünün


teşekkülünden önceki safhasında meydana gelen farklı bir gelişme neticesinde ikincil
uzun / i: / ünlüsünün teşekkül ettiği de görülmektedir. Buna göre isim fiille çekime giren
fiil kipinin şahıs ekleriyle birleşmesi sonucu meydana gelen hece kaynaşmasından
sonraki safhada bağlayıcı / y / ünsüzünün erimeyip kendisinden önce ve sonra gelen / e
/ ünlülerini incelterek / i / ünlülerine dönüştürdüğü ve ancak bu safhadan sonra isim fiille
birleşerek eriyip kaybolduğu görülmektedir. Bu tür ikincil uzunluk daha çok Malkar
Türklerinin konuşma dilinde görülmektedir.

üydi:m ~ üydiim < üydiyim < üydeyim < üydeyem < ...
üydi:ŋ ~ üydiiŋ < üydiyiŋ < üydeyiŋ < üydeyeŋ < ...
üydi:d ~ üydiid < üydiyid < üydeyid < üydeyed < ...
üydi:k ~ üydiim < üydiyik < üydeyik < üydeyek < ...
üydi:giz ~ üydiigiz < üydiyigiz < üydeyigiz < üydeyegiz < ...
üydi:lle ~ üydiille < üydiyille < üydeyille < üydeyelle < ...

2.1.3. Soru Eki

kündüzme:d ~ kündüzmeed < kündüzmüyed < kündüzmüyedi < kündüzmü edi (gündüz
müydü)
keçeme:d ~ keçemeed < keçemiyed < keçemiyedi < keçemi edi (gece miydi)

Bu çekimdeki ikincil uzunluk da standart değildir. İkincil uzun / e: / ünlüsünün


teşekkülünden sonraki safhada ikincil uzun / e: / sesinin kısalarak normal süreli ünlüye
geçtiği de görülmektedir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kündüzmed < kündüzme:d ~ kündüzmeed <… < kündüzmü edi ~ кюндюзмю эди
keçemed < keçeme:d ~ keçemeed < … < keçemi edi ~ кечeми эди

Yine, ikincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden önceki safhada meydana gelen farklı
bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ve / ü: / ünlülerinin teşekkül ettiği de
görülmektedir.

kündüzmü:d ~ kündüzmüüd < kündüzmüyüd < kündüzmüyed < …


keçemi:d ~ keçemiid < keçemiyid < keçemiyed < …

2.2. Fiil Çekiminde

2.2.1. Şimdiki Zamanın Hikâyesi

kele:em ~ keleem < keleyem < keleyedim < kele edim ~ келе эдим (geliyordum).
kele:eŋ ~ keleeŋ < keleyeŋ < keleyediŋ < kele ediŋ ~ келе эдинг (geliyordun).
kele:ed ~ keleed < keleyed < keleyedi < kele edi ~ келе эди (geliyordu).
kele:ek ~ keleek < keleyek < keleyedik < kele edik ~ келе эдик (geliyorduk).
kele:egiz ~ keleegiz < keleyegiz < keleyedigiz < kele edigiz ~ келе эдигиз
(geliyordunuz).
kele:lle ~ keleelle < keleyelle < keleyedile < kele edile ~ келе эдиле (geliyorlardı).

2.2.2. İstek Kipinin Hikâyesi

kelge:m ~ kelgeem < kelgeyem < kelgeyedim < kelge edim ~ келге эдим (geleydim).
kelge:ŋ ~ kelgeeŋ < kelgeyeŋ < kelgeyediŋ < kelge ediŋ ~ келге эдинг (geleydin).
kelge:d ~ kelgeed < kelgeyed < kelgeyedi < kelge edi ~ келге эди (geleydi).
kelge:k ~ kelgeek < kelgeyek < kelgeyedik < kelge edik ~ келге эдик (geleydik).
kelge:giz ~ kelgeegiz < kelgeyegiz < kelgeyedigiz < kelge edigiz ~ келге эдигиз
(geleydiniz).
kelge:lle ~ kelgeelle < kelgeyelle < kelgeyedile < kelge edile ~ келге эдиле
(geleydiler).

2.2.3. Şart Kipinin Hikâyesi

kelse:m ~ kelseem < kelseyem < kelseyedim < kelse edim ~ келcе эдим (gelseydim).
kelse:ŋ ~ kelseeŋ < kelseyeŋ < kelseyediŋ < kelse ediŋ ~ келcе эдинг (gelseydin).
kelse:d ~ kelseed < kelseyed < kelseyedi < kelse edi ~ келcе эди (gelseydi).
kelse:k ~ kelseek < kelseyek < kelseyedik < kelse edik ~ келcе эдик (gelseydik).
kelse:giz ~ kelseegiz< kelseyegiz < kelseyedigiz < kelse edigiz ~ келcе эдигиз
(gelseydiniz).
kelse:lle ~ kelseelle < kelseyelle < kelseyedile < kelse edile ~ келcе эдиле
(gelseydiler).

2.2.4. Şimdiki Zamanın Şartı

kele:sem ~ keleesem < keleyesem < kele esem ~ келе эсем (geliyorsam).
kele:seŋ ~ keleeseŋ < keleyeseŋ < kele eseŋ ~ келе эсенг (geliyorsan).
kele:se ~ keleese < keleyese < kele ese ~ келе эсе (geliyorsa).
kele:sek ~ keleesek < keleyesek < kele esek ~ келе эсек (geliyorsak).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kele:segiz ~ keleesegiz < keleyesegiz < kele esegiz ~ келе эсегиз (geliyorsanız).
kele:sele ~ keleesele < keleyesele < kele esele ~ келе эселе (geliyorlarsa).

Birleşik fiil çekimlerindeki ikincil uzunluklar da standart değildir. İkincil uzun / e: /


ünlüsünün teşekkülünden önceki safhada meydana gelen farklı bir gelişme neticesinde
ikincil uzun / i: / ünlüsünün teşekkül ettiği de görülmektedir.

keli:m ~ keliim < keliyim < keleyim < keleyem < ... < kele edim ~ келе эдим.
kelgi:m ~ kelgiim < kelgiyim < kelgeyim < kelgeyem < … < kelge edim ~ келге эдим.
kelsi:m ~ kelsiim < kelsiyim < kelseyim < kelseyem < … < kelse edim ~ келcе эдим.
keli:sem ~ keliisem < keliyisem < keleyisem < keleyesem < … < kele esem ~ келе
эсем.

2.1.5. Birleşik Fiil Çekimi Sırasında Gelen Ekler

2.1.5.1. Olumsuzluk Bildiren / -me / Eki

Şimdiki zamanın hikâyesinin olumsuz çekiminde görülür.

bilme:m ~ bilmeem < … < bilmey edim ~ билмей эдим (bilmiyordum).


bilme: ŋ ~ bilmeeŋ < … < bilmey ediŋ ~ билмей эдинг (bilmiyordun).
bilme:d ~ bilmeed < … < bilmey edi ~ билмей эди (bilmiyordu).
bilme:k ~ bilmeek < … < bilmey edik ~ билмей эдик (bilmiyorduk).
bilme:giz ~ bilmeegiz < … < bilmey edigiz ~ билмей эдигиз (bilmiyordunuz).
bilme:lle ~ bilmeelle < … < bilmey edile ~ билмей эдилe (bilmiyorlardı).

Bu çekimdeki ikincil uzunluklar da standart değildir. İkincil uzun / e: / ünlüsünün


teşekkülünden önceki safhada farklı bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ünlüsünün
teşekkül ettiği de görülmektedir.

bilmi:m ~ bilmiim < … < bilmey edim ~ билмей эдим (bilmiyordum).


bilmi: ŋ ~ bilmiiŋ < … < bilmey ediŋ ~ билмей эдинг (bilmiyordun).
bilmi:d ~ bilmiid < … < bilmey edi ~ билмей эди (bilmiyordu).
bilmi:k ~ bilmiik < … < bilmey edik ~ билмей эдик (bilmiyorduk).
bilmi:giz ~ bilmiigiz < … < bilmey edigiz ~ билмей эдигиз (bilmiyordunuz).
bilmi:lle ~ bilmiille < … < bilmey edile ~ билмей эдилe (bilmiyorlardı).

2.1.5.2. Soru Eki

kelirme:m ~ kelirmeem < … < kelirmi edim ~ келирми эдим (gelir miydim).
keleme:ŋ ~ kelemeeŋ < … < kelemi ediŋ ~ келeми эдинг (geliyor muydun).
kelgenme:d ~ kelgenmeed < … < kelgenmi edi ~ келгeнми эди (gelmiş miydi).
kellikme:k ~ kellikmeek < … < kellikmi edik ~ келликми эдик (gelecek miydik).
kelirme:giz ~ kelirmeegiz < … < kelirmi edigiz ~ келирми эдигиз (gelir miydiniz).
kelgenme:lle ~ kelgenmeelle < … < kelgenmi edile ~ келгeнми эдиле (gelmiş miydiler).

Bu çekimdeki ikincil uzunluklar da standart değildir. İkincil uzun / e: / ünlüsünün


teşekkülünden sonraki safhada ikincil uzun / e: / sesinin kısalarak normal süreli ünlüye
geçtiği görülür.

kelirmem < kelirme:m < …


Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

kelemeŋ < keleme:ŋ < …


kelgenmed < kelgenme:d < …
kellikmek < kellikme:k < …
kelirmegiz < kelirme:giz < …
kelgenmelle < kelgenme:lle < …

Ayrıca ikincil uzun / e: / ünlüsünün teşekkülünden önceki safhada meydana gelen farklı
bir gelişme neticesinde ikincil uzun / i: / ünlüsünün de teşekkül ettiği görülür.

kelirmi:m ~ kelirmiim < …


kelemi:ŋ ~ kelemiiŋ < …
kelgenmi:d ~ kelgenmiid < …
kellikmi:k ~ kellikmiik < …
kelirmi:giz ~ kelirmiigiz < …
kelgenmi:lle ~ kelgenmiille < …

3. / i: / ~ / ii /

Eski Türkçedeki bazı kelimelerin iç ve son seslerinde bulunan / d /, / g /, / n / ve / ŋ /


ünsüzlerinin akıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / y / sesine dönüşmesi
suretiyle teşekkül etmektedir. Söz konusu bu dönüşümden sonra ilk safhada diftong
teşekkül etmekte, ikinci safhada / y / ünsüzü kendisinden önce veya sonra gelen ünlüyü
/ i / sesine dönüştürmektedir. Üçüncü safhada son seste bulunan / y / ünsüzü / i / sesine
dönüşürken, iç seste bulunan / y / ünsüzü eriyerek kaybolmakta ve dördüncü safhada
da eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla ikincil uzunluklar meydana gelmektedir. Karaçay-Malkar
Türkçesindeki bu tür ikincil uzunluklar sadece konuşma dilinde görülür. İmlâda ise / y /
ünsüzü / i / ünlüsüne dönüşmez ya da eriyip kaybolmaz. Bu tür ikincil uzunlukla ilgili
olarak tespit ettiğimiz kelimelerin; ilk önce konuşma dilinde geldiği safha, yani ikincil
uzun ünlünün mevcut olduğu şekiller yer almaktadır. Daha sonra bu kelimelerin Latin ve
Kiril imlâsındaki şekilleri verilmiş ve son olarak ilgili kelimelerin Eski Türkçedeki şekilleri
eklenmiştir.

3.1. / y / < / d /

bi:k ~ biik < biyik ~ бийик (büyük, yüksek) < ET. bedük (Gabain, 2000:267).
i:- ~ ii- < iy- ~ ий- (göndermek) < ET. ıd- (Ergin, 2002:94).
i:l- ~ iil- < iyil- ~ ийил- (gönderilmek) < ET. ıdıl- (Caferoğlu, 1993:56).
ki:- ~ kii- < kiy- ~ кий- (giymek) < ET. ked- (Gabain, 2000:279).
ki:m ~ kiim < kiyim ~ кийим (giyim) < ET. kedim (Gabain, 2000:279).
ki:z ~ kiiz < kiyiz ~ кийиз (keçe, kilim) < ET. kidiz (Gabain, 2000:281).
mi:k ~ miik < miyik ~ мийик (büyük, yüksek) < ET. bedük (Gabain, 2000:267).
si:- ~ sii- < siy- ~ сий- (işemek) < ET. sid- (Caferoğlu, 1993:135).
si:dik ~ siidik < siydik ~ сийдик (sidik) < ET. südük (Gabain, 2000:295).

3.2. / y / < / g /

bi: ~ bii < biy ~ бий (bey) < ET. beg (Ergin, 2002:88).
ci:rgen- ~ ciirgen- < ciyirgen- ~ джийирген- (iğrenmek) < EDPT. yigren- (Clauson,
1972:914).
çi: ~ çii < çiy ~ чий (çiğ) < ET. çig (Siemieniec, 2000:144).
i:- ~ ii- < iy- ~ ий- (eğmek) < KB. eg- (Arat, 1979:143).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

i:l- ~ iil- < iyil- ~ ийил- (eğilmek) < KB. egil- (Arat, 1979:143).
i:r- ~ iir- < iyir- ~ ийир- (eğirmek) < ET. egir- (Ergin, 2002:93).
i:men- ~ iimen- < iymen- ~ иймен- (çekinmek) < DLT. eymen- (Atalay, 1991:209).
i:ne ~ iine < iyne ~ ийнe (iğne) < ET. igne (Siemieniec, 2000:94).
ki:r ~ kiir- < kiyir- ~ кийир- (sokmak) < ET. kigür- (Ergin, 2002:102).
si:t ~ siit < siyit < sıyıt ~ сыйыт (feryat) < ET. sıġıt (Ergin, 2002:110).
ti:- ~ tii- < tiy- ~ тий- (değmek) < ET. teg- (Ergin, 2002:113).
ti:re ~ tiire < tiyre ~ тийрe (çevre) < ET. tegre (Ergin, 2002:113).
ti:şli ~ tiişli < tiyişli ~ тийишли (uygun) < ET. tiginç (Caferoğlu, 1993:151).

3.3. / y/ < / n/

i:nak ~ iinak < iynak ~ ийнакъ (dost, yakınlık) < ET. ınak (Caferoğlu, 1993:57).
i:nan- ~ iinan- < iynan - ~ ийнан- (inanmak) < ET. ınan- (Caferoğlu, 1993:57).

3.4. < / y / < / ŋ /

i:nek ~ iinek < iynek ~ ийнeк (inek) < ET. iŋek (Ergin, 2002:96).

3.5. / y / = / y /

ki:k ~ kiik < kiyik ~ кийик (geyik) < ET. keyik (Ergin, 2002:102).

3.6. Alıntı Kelimelerde

Karaçay-Malkar Türkçesinde ikincil uzun / i: / ünlüsü bazı alıntı kelimelerde de


görülmektedir. Bunlar, Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında “iy” ~ “ий” şeklinde diftongla
gösterilmekte, konuşma dilinde ise / i: / ve / iy / şeklinde nöbetleşe telâffuz edilmektedir.

Ali: ~ Alii < Aliy ~ Алий (Ali) < Ar. Ali:


bali: ~ balii < baliy ~ балий (vişne) < Os. bali: < Far. bâlu (Cappuyev, 1974:64).
dari: ~ darii < dariy ~ дарий (ipek kumaş) < Os. dariy < Far. darayi (Çağatay,
1951:288).
i:man ~ iiman < iyman ~ ийман (iman) < Ar. i:ma:n
sabi: ~ sabii < sabiy ~ сабий (çocuk) < Ar. sabi:
zaki: ~ zakii < zakiy ~ закий (zeki) < Ar. zeki:

4. / o: / ~ / oo /

Kırgız Türkçesinde sıklıkla görülen ikincil uzun / o: / ünlüsü, Karaçay-Malkar


Türkçesinde sadece birkaç kelimede teşekkül etmektedir. Bunlardan birincisi / so:ra /
(sonra) edatı, ikincisi de Arapçadan alıntı / to:ba / (tövbe) kelimesidir.

4.1. / ø / < / ŋ /

Karaçay-Malkar Türkçesinde imlâda “soŋura” (сонгура) ve “sora” (сора) olmak üzere


her iki şekilde de kullanılan “sonra” edatının konuşma dilinde / so:ra / ~ / sora / şeklinde
telâffuzu da mevcuttur. Eski Türkçede isim, sıfat ve zarf olarak da kullanılan “soŋ”
kelimesi ile yön gösterme “-ra” ekinin birleşmesinden teşekkül eden “soŋra” edatının,
Karaçay Malkar Türkçesinde ilk hecede / u / ünlüsünün türemesi suretiyle “soŋura”
şeklini aldığı, müteakiben / ŋ / ünsüzünün düşerek iç seste / ou / şeklinde bir diftongun
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

teşekkül ettiği, daha sonra benzeşme yoluyla / oo / şeklindeki eşit ikiz ünlülerin ve
nihayetinde de ikincil uzun / o: / ünlüsünün meydana geldiği anlaşılmaktadır. Günümüz
Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında bu edat çoğunlukla “sora” (сора) şeklinde
yazılmaktadır. Yani imlâda ikincil uzunluğun gösterilmesi söz konusu değildir. Ayrıca
yine imlâda gösterildiği şekilde, konuşma dilinde de bu edatın telâffuzunda ikincil
uzunluğun normal süreli ünlüye geçtiği müşahede edilmektedir. Yani konuşma dilinde
de bu edat / so:ra / ve / sora / şeklinde nöbetleşe telâffuz edilmektedir. Bununla birlikte
ilerleyen zamanlarda imlâda olduğu gibi konuşma dilinde de ikincil uzun / o: / ünlüsünün
kısalarak normal süreli / o / ünlüsüne dönüşeceği aşikârdır.

so:ra ~ soora < soura < soŋura ~ сонгура (sonra) < soŋ + ra < ET. soŋ (Gabain,
2000:294).

4.1. / o / < / w /

Arapça “tevbe” kelimesi Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında “toba” (тоба) şeklinde


yazılmaktadır. Yani ilk hecedeki / o / ünlüsü normal süreli ünlü olarak gösterilmektedir.
Ancak konuşma dilinde ise bu ünlünün uzun olarak telâffuz edildiği de müşahede
edilmektedir. Söz konusu bu ünlünün yer aldığı ilgili kelime konuşma dilinde / to:ba / ve /
toba / şeklinde nöbetleşe telâffuz edilmektedir. Ancak ilerleyen zamanlarda imlâda
olduğu gibi konuşma dilinde de bu ikincil uzun ünlünün kısalarak normal süreli / o /
ünlüsüne dönüşeceği anlaşılmaktadır.

to:ba ~ tooba < towba > tooba ~ to:ba > toba ~ тоба (tövbe) < Ar. tevbe

5. / u: / ~ / uu /

Eski Türkçedeki bazı kelimelerin iç ve son seslerinde bulunan / b /, / d / ve / ġ /


ünsüzlerinin sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmesi
suretiyle teşekkül etmektedir. Söz konusu bu dönüşüm sonrasında meydana gelen
ikincil uzunlukların imlâdaki şekillerine göre iki farklı şekilde geliştiği görülmektedir.

5.1. / w / < / b /, / d /, / ġ /

Eski Türkçe bazı kelimelerde iç ve son seste bulunan / b /, / d / ve / ġ / ünsüzleri


sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşür. Bir sonraki
safhada kendisinden önce ve sonra gelen ünlüler de düzenli ve kurallı bir şekilde
yuvarlaklaşarak / u / ünlüsüne dönüşür. Bu safhada iç ve son seste / uw / ve / uwu /
şeklinde diftonglar meydana gelir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas
alınarak bu tür diftonglar yazıda “уу” (uw) ve “ууу” (uwu) şeklinde sabitlenmiştir.
Konuşma dilinde ise zaten yarı ünlü sayılan / w / sesi benzeşme yoluyla / u / ünlüsüne
dönüşerek eşit ikiz ünlüler ve müteakiben ikincil uzunluklar meydana gelir. İç seste
bulunan / w / sesi ise kendisinden önce veya sonra gelen / u / ünlüsüyle birleşerek eriyip
kaybolur.

Bu tür ikincil uzunlukların resmî imlâda “уў” (uw) ve “уўу” (uwu) şeklinde diftongla
gösterilmesi esastır. Ancak bunun örneklerine yalnız 1970 yılından önce yayımlanan
kitaplar ile 1989 yılında yayımlanan “Karaçay-Malkar-Orus Sözlük” adlı eserde
rastlanmaktadır. 1970 yılından günümüze kadarki her türlü yayında ise bu tür diftonglar
“уу” (uu) ve “ууу” (uuu) şeklindeki eşit ikiz ünlülerle gösterilmektedir. Bununla birlikte
son seste bulunan “уу” (uu) ile iç seste bulunan “ууу” (uuu) şeklindeki eşit ikiz
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ünlülerden ikinci sesin / ў / ~ / w / ünsüzü olduğu varsayılmaktadır. Hatta bu durum


gramer kitaplarında da özellikle vurgulanmaktadır. Ancak günümüzde, Kiril esaslı resmî
Karaçay-Malkar Türkçesi alfabesinde de yer almasına rağmen, galiba matbuatta
kolaylık sağlamak amacıyla, hiçbir yayında “ ў ” (w) harfi kullanılmamakta, bunun yerine
“ у ” (u) harfi kullanılmaktadır. Yani her ne kadar yazılı metinlerdeki eşit ikiz ünlülerin
ikinci seslerinin / ў / ~ / w / sesi olduğu “varsayılıyorsa” da, gözümüzün gördüğü somut
işaret “ у ” (u) harfidir. Bu durum Kiril harfli Karaçay-Malkar Türkçesi metinlerini Latin
harflerine aktarmada da bazı problemlere sebep olmaktadır. Kimi aktarmalar “uw” ve
“uwu” şeklindeki diftonglarla yapılırken, kimi aktarmalar da “uu” ve “uuu” şeklinde eşit
ikiz ünlülerle yapılmaktadır. Biz, bu çalışmada olduğu gibi; dil çalışmalarıyla ilgili
aktarmalarda “ w ” harfinin, diğer aktarmalarda ise Türkiye Türkçesi alfabesindeki “ v ”
harfinin kullanılmasının yeterli olacağı kanaatindeyiz.

Konuyla ilgili olarak aşağıda verilen örneklerin imlâdaki şekilleri gösterilirken; resmî Kiril
alfabesindeki şeklinde varsayılan “ ў ” ( w ) harfi değil, gerçeğe uygun olarak, görünen “
у ” (u) harfi esas alınmıştır. Latin alfabesindeki şeklinde ise “ у ” harfinin / w / sesini
karşıladığı varsayılarak “ w ” harfi esas alınmıştır.

5.1.1. / w / < / b /

çu: ~ çuu < çuw ~ чуу (şan) < ET. çab (Orkun, 1987:789).
su: ~ suu < suw ~ cуу (su) < ET. sub (Ergin, 2002:111).
su:r- ~ suur- < suwur- ~ cуууp- (savurmak) < ET. *sabur- (Ata, 1992:241).
u: ~ uu < uw ~ уу (av) < ET. ab (Gabain, 2000:258).
u:çu ~ uuçu < uwçu ~ уучу (avcı) < ET. abçı (Orkun, 1987:755).

5.1.2. / w / < / d /

u:ç ~ uuç < uwuç ~ уууч (avuç) < ET. adut (Caferoğlu, 1993:4).
u:rt ~ uurt < uwurt ~ уууpт (avurt) < ET. adurt (Gabain, 2000:259).

5.1.3. / w / < / ġ /

bu: ~ buu < buw ~ буу (erkek geyik) < ET. buġu (Caferoğlu, 1993:34).
bu:- ~ buu- < buw- ~ буу- (boğmak) < KB. boġ- (Arat, 1979:96).
bu:n ~ buun < buwun ~ бууун (boğum) < DTS. boġun (Nadelyayev, 1969:243).
buşu: ~ buşuu < buşuw ~ бушуу (üzüntü) < DLT. buşuġ (Atalay, 1991:119).
cortu: ~ cortuu < cortuw ~ джopтуу (koşturmak) < DLT. yortuġ (Atalay, 1991:803).
cu:- ~ cuu- < cuw- ~ джуу- (yıkamak) < *yuġ- < ET. < yu- (Gabain, 2000:313).
cu:k ~ cuuk < cuwuk ~ джууукъ (yakın) < ET. yaġuk (Ergin, 2002:120).
culu: ~ culuu < culuw ~ джулуу (bedel) < ET. yuluġ (Caferoğlu, 1993:198).
cu:rġan ~ cuurġan < cuwurġan ~ джуууpгъaн (yorgan)< ET. yoġurkan (Gabain,
2000:312).
cu:rt ~ cuurt < cuwurt ~ джуууpт (yoğurt) < ET. yoġurt (Gabain, 2000:312).
ku: ~ kuu < kuw ~ къуу (kuş tüyü) < ET. kuġu: kuğu (Gabain, 2000:284).
ku:- ~ kuu- < kuw- ~ къуу- (kovmak) < ET. koġ- (Çağatay, 1951:295).
ku:k ~ kuuk < kuwuk ~ къууукъ (mesane) < ET. kaġuk (Caferoğlu, 1993:107).
ku:r- ~ kuur- < kuwur- ~ къуууp- (kavurmak) < DLT. kuġur- (Atalay, 1991:374)
ku:rmaç ~ kuurmaç > kurmaç ~ къуpмач (kavrulmuş buğday) < DLT. koġurmaç
(Atalay, 1991:339).
ku:ş ~ kuuş < kuwuş ~ къуууш (oyuk) < DLT. koġuş: (Atalay, 1991:251).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ku:t ~ kuut < kuwut ~ къууут (kavrulmuş un) < DLT. kaġut (Atalay, 1991:251).
soru: ~ soruu < soruw ~ соруу (soru) < DLT. soruġ (Atalay, 1991:531).
su:k ~ suuk < suwuk ~ cууукъ (soğuk) < ET. soġık (Gabain, 2000:294).
tu: ~ tuu < tuw ~ туу (çorak toprak) < KB. toġ: toz (Arat, 1979:456).
tu:- ~ tuu- < tuw- ~ туу- (doğmak) < ET. toġ- (Ergin, 2002:115).
tu:r- ~ tuur- < tuwur- ~ туууp- (doğurmak) < KB. toġur- (Arat, 1979:457).
tu:ra ~ tuura < tuwra ~ туурa (doğru, karşı) < KB. toġru (Arat, 1979:456).
tu:ra- ~ tuura- < tuwra- ~ тууpa- (doğramak) < DLT. toġra- (Atalay, 1991:631).
u: ~ uu < uw ~ уу (zehir) < ET. aġu (Gabain, 2000:259).
u:- ~ uu- < uw- ~ уу- (ovmak) < ET. oġ- (Ata, 1992:230).
u:z ~ uuz < uwuz ~ уууз (ilk süt) < ET. uġuz (Caferoğlu, 1993:172).
uru: ~ uruu < uruw ~ уpуу (soy, kabile) < ET. uruġ (Gabain, 2000:305).

Yukarıda örnek olarak verilen kelimelerdeki ikincil uzunluklar konuşma dilinde de


düzenli ve standart değildir. Söz konusu bu tür ikincil uzunlukların eş zamanlı olarak /
uw / ve / uwu / şeklindeki diftonglarla nöbetleşe telâffuz edildiği, hatta seyrek de olsa,
kısalarak normal süreli ünlüye geçtikleri de müşahede edilmektedir. Örneğin imlâda
“kurmaç” ~ “къуpмач” (kavrulmuş buğday < DLT. koġurmaç; Atalay, 1991:339) şeklinde
gösterilen bu kelimedeki / u / ünlüsü; diftong, eşit ikiz ünlü ve ikincil uzun ünlü
safhalarını tamamlayarak normal süreli ünlüye geçmiştir. İmlâda da bu son safha esas
alınmıştır. Halbuki konuşma dilinde ise eş zamanlı olarak ikincil uzun ünlü / ku:rmaç / ile
diftonglu / kuwurmaç / şekillerinin telâffuzda hâlen nöbetleşe devam ettiği görülmektedir.

5.2. / -ıw / < / -ıġ /

Karaçay-Malkar Türkçesindeki ikincil uzun / u: / ünlüsünün diğer gelişme safhası ise


şöyledir; Eski Türkçe bazı kelimelerde bilhassa son seste bulunan arka damak / ġ /
ünsüzü sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmekle
birlikte kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / u / ünlüsüne
dönüştürememiştir. Bu safhada son seste / ıw / şeklinde bir diftong meydana gelir.
Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınarak bu tür diftonglar yazıda
“ыу” (ıw) şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise durum farklı olup diftong
safhasından eşit ikiz ünlü safhasına geçiş söz konusudur. Son seste bulunan yarı ünlü /
w / sesi kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak önce / uw / diftongunu,
sonra da / uu / eşit ikiz ünlülerini teşekkül ettirmekte ve nihayetinde ikincil uzunluklar
meydana gelmektedir.

açu: ~ açuu < açuw < açıw ~ ачыу (öfke) < ET. açıġ (Gabain, 2000:258).
asu: ~ asuu < asuw < asıw ~ аcыу (fayda) < ET. asıġ (Caferoğlu, 1993:15).
ayu: ~ ayuu < ayuw < ayıw ~ айыу (ayı) < ET. adıġ (Caferoğlu, 1993:3).
azu: ~ azuu < azuw < azıw ~ азыу (azı dişi) < ET. azıġ (Caferoğlu, 1993:19).
batu: ~ batuu < batuw < batıw ~ бaтыу (çukur) < KB. batıġ (Arat, 1979:65).
cabu: ~ cabuu < cabuw < cabıw ~ джaбыу (örtü)< *yapıġ < DLT. yap- : örtmek
(Atalay, 1991:774).
caraşu:~caraşuu<caraşuw<caraşıw~джaрaшыу (uygun)<*yaraşıġ<DTS.yaraşık
(Nadelyayev,1969:240).
cazu: ~ cazuu < cazuw < cazıw ~ джaзыу (yazı) < *yazıġ > DLT. yazıġçı (Atalay,
1991:765).
cazu:çu ~ cazuuçu < cazuwçu < cazıwçu ~ джaзыучу (yazar) < DLT. yazıġçı (Atalay,
1991:765).
çaldu: ~ çalduu < çalduw < çaldıw ~ чaлдыу (çelme) < *çaldıġ < ET. çal- : vurmak
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

(Gabain, 2000:271).
çançu: ~ çançuu < çançuw < çançıw ~ чaнчыу (sancı) *sançıġ < ET. sanç- (Gabain,
2000:292).
kısu: ~ kısuu < kısuw < kısıw ~ къысыу (telaş) < DLT. kısıġ (Atalay, 1991:321).
satu: ~ satuu < satuw < satıw ~ cатыу (satış) < ET. satıġ (Caferoğlu, 1993:130).
tarıġu: ~ tarıġuu < tarıġuw < tarıgıw ~ тaрыгъыу (dertlenme) < *tarıkıġ < DLT. tarık-
(Atalay, 1991:578).
tatu: ~ tatuu < tatuw < tatıw ~ татыу (tat, lezzet) < ET. tatıġ (Gabain, 2000:297).
tayu: ~ tayuu < tayuw < tayıw ~ тайыу (kaygan) < DTS. tayıġ (Nadelyayev,
1969:528).

Yukarıda örnek olarak verilen ikincil uzunlukların da konuşma dilinde düzenli ve standart
olmadığı; eş zamanlı olarak / ıw / ve / uw / şeklindeki diftonglarla nöbetleşe telâffuz
edildiği müşahede edilmektedir.

Bunun dışında, yukarıda izah edilen ikincil uzun / u: / ünlüsünün gelişme safhasına
aykırı şekilde gelişme gösteren birkaç istisna kelimeden bahsetmek gerekir. Söz konusu
bu kelimeler imlâdaki şekilleriyle: “ауруу” (awruw: ağrı), “ариу” (ariw: güzel, temiz) ve
“тиширыу” (tişirıw: kadın) kelimeleridir.

Yukarıda, Eski Türkçe bazı kelimelerde bilhassa son seste bulunan arka damak / ġ /
ünsüzünün sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmekle
birlikte kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / u / ünlüsüne
dönüştüremediği söylenmişti. Halbuki “awruw” (< ET. aġrıġ; Gabain, 2000:259)
kelimesinin ikinci hecesindeki / ı / ünlüsünün yuvarlaklaşma hadisesi yoluyla / u /
ünlüsüne dönüştüğü görülmektedir. Ancak buradaki yuvarlaklaşma hadisesi, kelimenin
son sesindeki / w / ünsüzünün etkisiyle değil de iç sesteki / w / ünsüzünün etkisiyle
gerçekleşmiş olmalıdır. Neticede bu kelime “awru-” (< ET. aġrı-: ağrımak, hastalanmak;
Gabain, 2000:259) fiiline dayanmaktadır.

awru: ~ awruu < awruw ~ ауруу (ağrı) < ET. aġrıġ (Gabain, 2000:259).

Karaçay-Malkar Türkçesinde, konuşma dilinde eş zamanlı olarak pek çok telâffuz şekli
olan, imlâdaki şekliyle “ариу” (ariw < ET. arıġ: saf, temiz; Gabain, 2000:261) kelimesinin
teşekkülünde ise daha farklı bir gelişme olmuştur. İmlâdaki şekline bakıldığında
kelimenin son hecesindeki / i / ünlüsünden dolayı son seste / iw / ya da / iü / şeklinde bir
diftong teşekkül ettiği sanılabilir. Ancak telâffuzda ise / iuw / şeklinde bir diftongun varlığı
söz konusudur. Bu kelimenin gelişme safhasını Eski Türkçe “arıġ” kelimesinden
başlatırsak; ilk safhada son seste bulunan arka damak / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak yarı
ünlü / w / sesine dönüşmüş ve söz konusu kelime “arıw” şeklini almıştır. Bu safhada son
seste / ıw / (ıu) şeklinde bir diftong teşekkül etmiştir. Sonraki safhada son sesteki / w /
ünsüzü, kendisinden önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / u / ünlüsüne
dönüştürmüş; buna ilaveten ikinci hecenin ilk sesi olan, ön damakta ve ünlü sahasının
önünde teşekkül eden ön / r / ünsüzünden (Ergin, 2000:47) sonra bir / i / ünlüsü türemiş
ve son seste / iuw / şeklinde bir diftong meydana gelmiştir. Söz konusu kelimenin
imlâdaki şekli böyle izah edilebilir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi söz konusu bu
diftong imlâda / иу / ~ / iw / şeklinde gösterilmektedir. Telâffuzda ise bu diftong / iuw /
şeklindedir. Ayrıca telâffuzda görülen bu şekil diftong daha sonra konuşma dilindeki
gelişmesine devam etmiş ve son sesteki yarı ünlü / w / sesi / u / ünlüsüne dönüşmüştür.
Bu son safhada / iu: /~ / iuu / şeklinde ikincil uzunlukla karışık bir diftong meydana
gelmiştir.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

ariu: ~ ariuu < ariw (ariuw) ~ ариу (güzel, temiz) < aruw < arıw < ET. arıġ (Gabain,
2000:261).

Yukarıda bu kelimenin konuşma dilinde eş zamanlı olarak pek çok telâffuz şekli
olduğunu söylemiştik. Bunların içerisinde en çok telâffuz edilenlerinin / eru: / ve / aru: /
şeklinde olduğu müşahede edilmektedir.

Bunlardan birincisinin gelişme safhası imlâdaki “ариу” (ariw) şeklinden başlamaktadır.


Son sesteki / iuw / diftongundaki / i / ünlüsü gerileyici uzak benzeşme yoluyla / a /
ünlüsünü incelterek / e / ünlüsüne dönüştürmüştür. Bir sonraki safhada, son seste
bulunan / iuw / diftongundaki / i / ünlüsünün kendinden sonra gelen / u / ünlüsüyle
birleşerek eriyip kaybolması neticesinde / uw / diftongu meydana gelmiştir. Son safhada
ise / w / sesi benzeşme yoluyla / u / ünlüsüne dönüşerek eşit ikiz ünlüler ve müteakiben
ikincil uzunluk teşekkül etmiştir.

eru: ~ eruu < eruw < eriw (eriuw) < ariw (ariuw) < … < ET. arıġ (Gabain, 2000:261).

Söz konusu bu kelimenin konuşma dilinde en fazla telâffuz edildiği müşahede edilen /
aru: / şeklinin gelişme safhası ise Eski Türkçe “arıġ” kelimesinden başlamaktadır. Birinci
safhada son sesteki / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak / w / sesine dönüşmüş ve son seste / ıw /
şeklinde diftong meydana gelmiştir. İkinci safhada son sesteki / w / ünsüzü kendisinden
önce gelen / ı / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / uw / diftongunu teşekkül ettirmiştir. Son
safhada ise yarı ünlü / w / sesi benzeşme yoluyla / u / ünlüsüne dönüşerek / uu / eşit ikiz
ünlülerini ve müteakiben ikincil uzun / u: / ünlüsünü meydana getirmiştir.

aru: ~ aruu < aruw < arıw < ET. arıġ (Gabain, 2000:261).

İki ayrı kelimenin birleşmesiyle teşekkül etmiş olan “тиширыу” (tişirıw: kadın < tişi +
uruw < ET. tişi: dişi + uruġ: soy; Gabain, 2000:300, 305) kelimesinin gelişme safhasında
ise daha farklı bir durum görülmektedir. Buna göre, söz konusu bu birleşik kelimeyi
meydana getiren kelimelerden ikincisinin gelişme safhası Eski Türkçe “uruġ”
kelimesinden başlamaktadır. Son sesteki / ġ / ünsüzü sızıcılaşarak / w / ünsüzüne
dönüşmüş ve kendisinden önce gelen / u / ünlüsüyle birlikte / uw / diftongunu meydana
getirmiştir. Daha sonra “tişi” ve “uruw” kelimelerinin birleşme safhasında, ünlü
karşılaşması ve müteakiben meydana gelen ünlü birleşmesi neticesinde ikinci kelimenin
başındaki / u / ünlüsü kaybolmuştur. Bu safhadan sonra iç sesteki / i / ünlüsünün
etkisiyle, son sesteki yuvarlak / u / ünlüsü, düzleşerek / ı / ünlüsüne dönüşmüş ve / ıw /
diftongu meydana gelmiştir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas
alınmıştır.

tişirıw ~ тиширыу (kadın) < tişiruw < tişi + uruw < ET. tişi + uruġ (Gabain, 2000:300,
305).

Konuşma dilinde ise söz konusu bu kelimenin teşekkülü sırasında meydana gelen / uw /
şeklindeki diftong safhasının daha çok telâffuz edildiği, müteakiben bu diftongun eşit ikiz
ünlü ve ikincil uzunluğa geçtiği müşahede edilmektedir.

tişiru: ~ tişiruu < tişiruw < tişi + uruw < ET. tişi + uruġ (Gabain, 2000:300, 305).

6. / ü: / ~ / üü /
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Karaçay-Malkar Türkçesindeki ikincil uzun / ü: / sesinin teşekkülü, yukarıda genişçe izah


edilen ikincil uzun / u: / sesinin teşekkül şekliyle hemen hemen aynıdır. Tek farkı bu tür
ikincil uzunlukların ince ünlülü kelimelerde meydana gelmesi ve ayrıca ikincil
uzunlukların teşekkülüne tesir eden / w / ünsüzüne ilaveten bir de / y / ünsüzünün tesiri
olmasıdır. Buna göre, bu tür ikincil uzunluklar, Eski Türkçe bazı kelimelerin iç ve son
seslerinde bulunan / b /, / d /, / g / ve / ŋ / ünsüzlerinin sızıcılaşması ve akıcılaşması
neticesinde Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / ile / y / seslerine dönüşmesi
suretiyle teşekkül etmektedir.

6.1. / w / < / g /

Eski Türkçede bazı kelimelerin yalnız son sesinde ön damak / g / ünsüzünün


sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine dönüşmesi suretiyle
teşekkül etmektedir. Bu tür ikincil uzunlukların iki farklı şekilde geliştiği görülmektedir.

6.1.1. / -iw / < / -ig /

Birinci gelişme safhası şöyledir; Eski Türkçe bazı kelimelerde son seste bulunan ön
damak / g / ünsüzü sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesine
dönüşmekle birlikte kendisinden önce gelen / i / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / ü /
ünlüsüne dönüştürememiştir. Bu safhada son seste / iw / şeklinde bir diftong meydana
gelir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınarak bu tür diftonglar
yazıda “иу” (iw) şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise durum farklı olup diftong
safhasından eşit ikiz ünlü safhasına geçiş söz konusudur. Son seste bulunan yarı ünlü /
w / sesi, kendisinden önce gelen / i / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak önce / üw / diftongunu
ve hemen sonrasında / üü / eşit ikiz ünlülerini meydana getirmekte ve nihayetinde ikincil
uzunluklar teşekkül etmektedir. Tarihî ses değişmelerine bağlı olarak bu tür ikincil
uzunlukla ilgili iki kelime tespit edilmiştir. Birinci örnek “эжиу” (ejiw: ezgi, bir ezgi veya
şarkıya koro halinde eşlik etmek) kelimesidir. Bu kelime Çerkesçede de “bir şarkıya
eşlik etmek” anlamına gelen “эжыу” (ejıw) ve “дежыу” (dejıw) şeklinde mevcuttur
(Çelikkıran, 1991:133). Bu kelimenin Karaçay-Malkar Türkçesine Çerkesçeden geçmiş
olması ihtimali düşünülebilirse de; biz bu kelimenin kökeninin Eski Türkçe “egzig” ( >
EAT. ezgü > TT. ezgi) kelimesi olduğu kanaatindeyiz. İkinci örnek ise “кезиу” (keziw:
sıra, esna) kelimesidir. Bu kelimenin imlâda ve telâffuzdaki bu şekli yalnız Malkar
Türkçesinde mevcuttur. Her iki kelimenin de imlâdaki şekilleri, konuşma dilinde ikincil
uzunluk safhasına geçmiştir.

ejü: ~ ejüü < ejüw < ejiw ~ эжиу (ezgi, koro) < ET. egzig (Gülensoy, 2007:352).
kezü: ~ kezüü < kezüw < keziw ~ кезиу (sıra, esna) < ET. kezig (Caferoğlu, 1993:72).

6.1.2. / -üw / < / -ig /

Bu tür ikincil uzunlukların ikinci gelişme safhasında ise; Eski Türkçe bazı kelimelerde
son seste bulunan ön damak / g / ünsüzünün sızıcılaşarak Karaçay-Malkar Türkçesinde
yarı ünlü / w / sesine dönüştüğü ve kendisinden önce gelen ince ünlüleri / ü / ünlüsüne
dönüştürdüğü görülmektedir. Bu safhada son seste / üw / diftongu meydana gelmiştir.
Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında bu safha esas alınarak / юу / ~ / üw / şeklinde
sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise son sesteki yarı ünlü / w / sesi / ü / ünlüsüne
dönüşerek eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla ikincil uzunluk teşekkül etmektedir. Yine tarihî ses
değişmelerine bağlı olarak bu tür ikincil uzunlukla ilgili iki kelime tespit edilmiştir. İlk
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

örnek olan “közüw” kelimesinde, biraz önce yukarıda izah edilen “keziw” kelimesinin
devam eden gelişme safhalarında ünlü değişmeleri çok güzel şekilde takip
edilebilmektedir. Buna göre son sesteki / w / sesi hem kendisinden önce gelen / i /
ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / ü / ünlüsüne dönüştürmüş ve hem de uzak benzeşme
yoluyla bir önceki hecede yer alan / e / ünlüsünü yuvarlaklaştırarak / ö / ünlüsüne
dönüştürmüştür. Ayrıca konuşma dilinde, son seste diftong safhasından eşit ikiz ünlü ve
ikincil uzunluk safhasına geçiş olmuştur.

közü: ~ közüü < közüw ~ кёзюу (sıra, esna) < keziw < ET. kezig (Caferoğlu,
1993:72).
sürü: ~ sürüü < sürüw ~ сюpюу (sürü) < ET. sürüg (Gabain, 2000:295).

6.2. / y / < / b /, /d/, / g /, / ŋ /

İkincil uzun / ü: / sesinin bir diğer gelişme safhasında ise Eski Türkçe bazı kelimelerin iç
ve son seslerinde bulunan / b /, / d /, / g / ve / ŋ / ünsüzlerinin akıcılaşarak Karaçay-
Malkar Türkçesinde yarı ünlü / y / sesine dönüştüğü görülmektedir. Bundan sonraki
safhada / y / ünsüzünden önce ve sonra gelen ince ünlüler / ü / ünlüsüne
dönüşmektedir. Bu safhada iç ve son seste / üy / ve / üyü / şeklinde diftonglar meydana
gelir. Karaçay-Malkar Türkçesi imlâsında da bu safha esas alınarak bu tür diftonglar
“юй” (üy) ve “юйю” (üyü) şeklinde sabitlenmiştir. Konuşma dilinde ise son sesteki yarı
ünlü / y / sesi / ü / ünlüsüne dönüşerek eşit ikiz ünlüleri meydana getirmekte ve
nihayetinde ikincil uzunluklar teşekkül etmektedir. İç seste bulunan / y / sesi ise
kendisinden önce veya sonra gelen / ü / ünlüsüyle birleşerek eriyip kaybolmaktadır.

6.2.1. / y / < / b /

çü:r- ~ çüür- < çüyür- ~ чюйюр- (çevirmek) < ET. çebir- (Çeçenov, 1997:40).
ü: ~ üü < üy ~ юй (ev) < ET. eb (Ergin, 2002:92).
sü:- ~ süü- < süy- ~ сюй- (sevmek) < ET. seb- (Orkun, 1987:97).
sü:n- ~ süün- < süyün- ~ сюйюн- (sevinmek) < ET. sebin- (Orkun, 1987:97).

6.2.2. / y / < / d /

kü:z ~ küüz < küyüz ~ кюйюз (halı) < *küdüz > DLT. küvüz (Atalay, 1991:402).
sü:re- ~ süüre- < süyre- ~ сюйре- (sürüklemek) < ET. südre- (Siemieniec, 2000:209).

6.2.3. / y / < / g /

cü:rük ~ cüürük < cüyrük ~ джюйрюк (hız, tempo) < ET. yügrük (Gabain, 2000:313).
kü: ~ küü < küy ~ кюй (ağıt, türkü) < ET. küg (Caferoğlu, 1993:81).
tü:- ~ tüü- < tüy- ~ тюй- (düğümlemek) < ET. tüg- (Gabain, 2000:303).
tü:- ~ tüü- < tüy- ~ тюй- (dövmek) < DLT. tög- (Atalay, 1991:643).
tü:l ~ tüül < tüyül ~ тюйюл (değil) < ET. tügül (Orkun, 1986:871).
tü:m ~ tüüm < tüyüm ~ тюйюм (düğüm) < ET. tügüm (Tekin, 1999:121).
tü:me ~ tüüme < tüyme ~ тюйме (düğme) < DLT. tügme (Atalay, 1991:667).
tü:r ~ tüür < tüyür ~ тюйюр (çember) < DLT. tegirme (Atalay, 1991:594).
tü:re- ~ tüüre- < tüyre- ~ тюйре (iliştirmek) < ET. tegür- (Orkun, 1987:108).
tü:ş ~ tüüş < tüyüş ~ тюйюш (dövüş) < ET. tegiş (Ergin, 2002:113).
ü:r ~ üür < üyür ~ юйюр (aile) < ET. ügür (Caferoğlu, 1993:177).
ü:ren- ~ üüren- < üyren- ~ юйрен- (öğrenmek) < ET. ögren- (Tekin, 1999:121).
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

Bu tür ikincil uzunlukların bir sonraki safhada kısalarak normal süreli ünlülere dönüştüğü
de görülmektedir. Örneğin / tü:l / (değil) edatı ile / ü:ren- / (öğrenmek) fiilindeki ikincil
uzun / ü: / ünlüsünün kısalarak normal süreli ünlüye geçtiği müşahede edilmektedir.

tül < tü:l ~ tüül < tüyül ~ тюйюл


üren- < ü:ren ~ üüren < üyren- ~ юйрен-

6.2.4. / y / < / ŋ /

mü:ş ~ müüş < müyüş ~ мюйюш (köşe) < ET. büŋüş (Ata, 1992:258).
mü:z ~ müüz < müyüz ~ мюйюз (boynuz) < ET. müŋüz (Caferoğlu, 1993:90).

Sonuç

1. Bugünkü Karaçay-Malkar Türkçesinde, imlâda gösterilmemekle birlikte, konuşma


dilinde eşit ikiz ünlüler vasıtasıyla meydana gelen / a: /, / e: /, / i: /, / o: /, / u: / ve / ü: /
ikincil uzun ünlüleri mevcuttur. Bu ikincil uzunlukların imlâda alçalan diftonglarla
gösterildiği; konuşma dilinde ise bu alçalan diftongların eşit ikiz ünlü safhasına geçmek
suretiyle ikincil uzun ünlüleri meydana getirdiği görülmektedir.

2. Bunların bir kısmı tarihî ses değişmeleriyle, bir kısmı da kelimelerin yapımı ve çekimi
sırasında telaffuzda meydana gelen ünsüz erimesi, ünsüz düşmesi, ünlü birleşmesi ve
hece kaynaşması gibi muhtelif ses olayları neticesinde meydana gelmektedir. Tarihî ses
değişmeleriyle meydana gelen ikincil uzunluklar, Eski Türkçe kelimelerin iç ve son
seslerinde bulunan / b /, / d /, / g /, / ġ / ve / ŋ / ünsüzlerinin sızıcılaşması ve
akıcılaşması neticesinde Karaçay-Malkar Türkçesinde yarı ünlü / w / sesi ile / y / sesine
dönüşmesi sonucu teşekkül etmektedir. Kelimelerin yapımı ve çekimi sırasında
meydana gelen ikincil uzunluklar genellikle isim fiille çekime giren kelimelerde
görülmektedir.

3. Karaçay-Malkar Türkçesindeki bu ikincil uzunlukların; sürekli, kurallı ve standart


olmadığı tespit edilmiş; eş zamanlı olarak alçalan diftong ve normal süreli ünlülerle
birlikte nöbetleşe telâffuz edildiği müşahede edilmiştir.

Kısaltmalar

ET. Eski Türkçe


EAT. Eski Anadolu Türkçesi
TT. Türkiye Türkçesi
DLT. Divânü Lügâti’t-Türk
DTS. Drevnetürkskiy Slovar
KB. Kutadgu Bilig
EDPT. An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish
Ar. Arapça
Far. Farsça
Os. Osetçe

Kaynaklar

Arat, Reşid Rahmeti., Kutadgu Bilig III (İndeks), Hazırlayanlar: Kemal Eraslan, Osman
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

F. Sertkaya, Nuri Yüce, İstanbul: TKAE Yay., 1979.

Ata, Aysu., “Karaçay, Balkar ve Kumuk Türkçelerinin Karşılaştırmalı Ses Bilgisi”,


Türkoloji Dergisi, C. X, Sayı: 1, Ankara, 1992.

Atalay, Besim., Divanü Lûgat-it-Türk Dizini (Endeks), Ankara: TDK Yay., 1991.

Başdaş, Cahit., “Kırgız Türkçesinde İkiz Ünlüler”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 139,
İstanbul, 2002.

Buran, Ahmet., “Çağdaş Türk Yazı Dillerinde ve Türkiye Türkçesi Ağızlarında İkincil
Uzun Ünlüler”, II. Kayseri Ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni, Kayseri, 10-
12 Nisan 2006.

Caferoğlu, Ahmet., Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1993.

Cappuyev, A., “Rol Sosednih Yazıkov v Razvitii Zemledelçeskih Terminov Karaçayevo-


Balkarskogo Yazıka”, Sovyetskaya Türkologiya, No: 3, 1974.

Clauson, Sir Gerard., An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish,


Oxford: Clarendon Press, 1972.

Çağatay, Saadet., “Karaçayca Birkaç Metin”, A.Ü. DTCF Dergisi, C. IX, Sayı: 3, Ankara,
1951.

Çeçenov, A.A., İstoriçeskaya Fonetika Karaçayevo-Balkarskaya Yazıka, Moskova,


1997.

Çelikkıran, Mehmet Yasin., Türkçe-Adıgece Sözlük, Maykop, 1991.

Ergin, Muharrem., Türk Dil Bilgisi, İstanbul: Bayrak Yay., 2000.

Ergin, Muharrem., Orhun Abideleri, İstanbul: Boğaziçi Yay., 2002.

Gabain, A. Von., Eski Türkçenin Grameri, Çeviren: Mehmet Akalın, Ankara: TDK Yay.,
2000.

Goçiyayeva, S.A.; H.İ. Süyünçev., Karaçay-Malkar-Orus Sözlük, Moskova, 1989.

Gülensoy, Tuncer., Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü,


Ankara: TDK Yay., 2007.

Nadelyayev, V.M.; D.M. Nasilov, E.R. Tenişev, A.M. Şçerbak., Drevnetürkskiy Slovar,
Leningrad, 1969.

Orkun, Hüseyin Namık., Eski Türk Yazıtları, Ankara: TDK Yay., 1987.

Siemieniec-Golas, Ewa., Karachay-Balkar Vocabulary of Proto-Turkic Origin, Krakow,


2000.

Tekin, Talat.; Mehmet Ölmez., Türk Dilleri (Giriş), İstanbul: Simurg Yay., 1999.
Туркестанская Библиотека - www.turklib.ru – Turkistan Library

_____________________________________________________________________

Adilhan Adiloğlu., "Karaçay-Malkar Türkçesinde Eşit İkiz Ünlüler Vasıtasıyla


Meydana Gelen İkincil Ünlüler", VI. Uluslararası Türk Dili Kurultayı,
21 Ekim 2008 Salı, Üçüncü Oturum, 14.50-15.10, Bilkent Otel ve Konferans
Merkezi: Gediz Salonu, Ankara.

Yazarla İrtibat :
adilhanadiloglu@hotmail.com

Turkiston Kutubxonasi
Turkistan Library
Туркестанская Библиотека

http://www.turklib.ru
http://www.turklib.uz
http://www.turklib.com

You might also like