You are on page 1of 8

ODTÜ Gelişme Dergisi, 30 (1-2), 2003, 121-128

Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder, New Poverty and the Changing


Welfare Regime of Turkey (Yeni Yoksulluk ve Türkiye’nin Değişen
Refah Rejimi), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Ankara,
2003, s. 59.

Türkiye’nin önde gelen sosyal bilimcilerinden ikisi tarafından


hazırlanan bu rapor yeni yoksulluk olgusunu İstanbul bağlamında
incelemeyi ve mevcut yoksullukla mücadele uygulamalarının
yetersizliklerine dikkat çekerek sosyal politika önermelerinde bulunmayı
amaçlamaktadır. Devlet, aile ve işgücü piyasaları gibi kurumların,
kişilerin toplum içinde yaşamlarını sürdürebilmeleri konusunda
oynadıkları değişik roller bağlamında tanımlanan farklı refah rejimleri
arasında Türkiye için en uygun olanının Güney Avrupa yaklaşımı olduğu
saptaması çalışmanın temel eksenini oluşturmaktadır. Bu belirlemenin
temel gerekçesini, Türkiye ile Güney Avrupa ülkeleri arasında istihdam
yapısı, formel sosyal politika kurumları ve enformel sosyal dayanışma
yaklaşımları arasındaki benzerlikler oluşturmaktadır.
Çalışmanın yöntemi, sosyal politika alanında etkinlik gösteren
kuruluşların yöneticileri, sosyal yardım alan ve alabilecek konumdaki
kişiler ve yoksulluk konusuyla ilgili diğer kişilerle İstanbul’un yedi
ilçesinde (Esenyurt, Bağcılar, Bakırköy, Eyüp, Eminönü, Büyük
Çekmece ve Ümraniye) yapılan yüz yüze ve açık uçlu ‘150 den fazla’
görüşmeye dayanmaktadır. Bu görüşmelerden elde edilen kimi kişisel
yaşam öyküleri ve yoksulluk deneyimleri çalışmanın içine kutular
biçiminde serpiştirilmiştir. Tükenmez kalem içi doldurma, terlik ve
ayakkabıların kaba dikişlerini yapma, şekerlere plastik çubuk monte etme
gibi çeşitli yollarla ailelerini geçindirmeye çalışanlar, yoksulların
yoksullukla başetme stratejilerinin ve yaşam mücadelelerinin ulaştığı
boyutların gözler önüne serilmesi açısından son derece anlamlı işaretler
vermektedir. Çocuklar ise, bir yandan bu mücadeleye katkıda
bulunurlarken bir yandan da bu olumsuz koşullar içinde fiziksel
gelişimlerini ve eğitimlerini tamamlamaya çalışmaktadır. Bu ve bu
doğrultudaki diğer gözlemleriyle rapor, bu denli büyük bir fırsat
eşitsizliğinin gelecekteki yoksulluğun habercisi, yoksulluğun ise kendi
kendini besleyerek büyüyen dinamik bir süreç olduğunu açıkca ortaya
koymaktadır.
122 Fikret ŞENSES

Rapor, yoksulluk konusunda son derece önemli ve çarpıcı bulgu ve


sonuçlara ulaşmaktadır. Bunlar arasında, yoksulluğa yol açan nedenlerin
geçici değil, kalıcı unsurlar taşıdığı, büyümenin hız kazanmasının yeterli
düzeyde verimli istihdam yaratamayacağı için yoksulluğun azaltılması
konusunda etkili olamayacağı, yoksulluğun belirli semt ve mahallelerde
yoğunlaşmadığı, eğitim giderlerini karşılama güçlükleri karşısında yoksul
aile çocuklarının eğitimlerinin kesintiye uğradığı ve yoksulların
yoksulluktan çıkış ümitlerinin bulunmadığı ön plâna çıkmaktadır.
Çalışmada yoksullara yardım biçimleri ayrıntılı olarak incelenmekte
ve kişisel düzeydeki yardımlaşmanın giderek azaldığı, hemşehrilik
bağlarına dayanan ve topluluklar düzeyinde yardımlaşmayı amaçlayan
örgütlü dayanışma etkinliklerinin zayıflığı, gerek genişletilmiş aile içi
gerekse diğer enformel toplumsal dayanışma unsurlarının bu konuda
etkili olamadıkları ve belediyelerin ve ön plâna çıkan birkaç kuruluş
dışında kalan sivil toplum örgütlerininin de bu boşluğu doldurmaktaki
yetersizliği vurgulanmaktadır. Özellikle belediyelerin sağladığı
yardımların düzenli ve sürekli bir yapıya kavuşturulamadığı, yoksulların
hedeflenmesi uygulamalarının önceden belirlenmiş kıstaslara ve sağlam
kaynaklara dayanmadığı ve gelir kaynaklarının saydam olmadığına işaret
edilmektedir. Formel alanda en etkili yardım kuruluşu olarak ön plâna
çıkan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’nun (SYDTF)
uygulamaları da raporda ayrıntılı olarak incelenmektedir.
Çalışma bu saptamalarla yetinmeyerek, bu olumsuz tablo karşısında
yapılması gerekenlere ilişkin olarak da kayda değer öneriler geliştirmekte
ve bunları ağırlıkla yoksulların gelirlerini doğrudan transferler yoluyla
artırmaya yönelik sosyal politika önlemleri yörüngesine oturtmaktadır.
Bu bağlamda Avrupa Birliği’nde (AB) son yıllarda ağırlık kazanan ve
devleti vatandaşların topluma eşit haklarla katılmasını sağlamakla
yükümlü kılan “vatandaşlık hakkı olarak sosyal yardım” yaklaşımı ve bu
doğrultuda kimi AB ülkelerinde uygulamaya konan asgari gelir desteği
ön plâna çıkarılmaktadır. Ulusal gelirin en çok %1’lik bir kısmının en
düşük gelirli hanelerin %10’una yönelik olarak (2002 yılı sonu
fiyatlarıyla ayda 80 milyon TL’lik düzenli parasal yardım verilmesi)
yoksullukla mücadele için ayrılması durumunda yoksulluk ve sosyal
dışlanmışlıkla mücadele konusunda çok önemli bir mesafe katedileceği
ileri sürülmektedir. Diğer yoksullukla mücadele yöntemlerinde olduğu
gibi, bu konudaki temel kısıtın kaynak yetersizliği değil siyasal irade
olduğu raporda da açıkca ifade edilmektedir.
Çalışmanın temel eksiklikleri birkaç ana başlık altında toplanabilir.
Bunların başında raporun yoksulluk konusunu gerek ortaya çıkış
nedenleri gerekse mücadele yöntemleri açısından sosyal politikanın dar
sınırları içine sıkıştırmış olması gelmektedir. Rapor, çoktürel (hetereojen)
yapısal özellikler taşıyan yoksulluk sorununu kente yeni göç edip konut
ODTÜ GELİŞME DERGİSİ 123

(gecekondu), istihdam ve sosyal ilişkiler ağının eskiden sağladığı


desteklerden artık mahrum kalan kesimle özdeşleştirerek çok kısmî bir
yoksulluk yaklaşımı sergilemektedir.
Yoksulluğun son yıllarda toplumsal gündemde ön plâna çıkmış
olması, benzer politikalar uygulayan ülke çalışmalarından çok farklı
olarak, yirmi yılı aşkın bir süredir etkili olan neoliberal iktisat
politikalarıyla nedense hiç ilişkilendirilmemektedir. Oysa, bu politikalar
sonucunda gelir dağılımının önemli ölçüde bozulmuş ve sanayileşme
hedefinin rafa kaldırılmış olması ve başta yatırım ve istihdam alanlarında
olmak üzere devletin ekonomideki azalan rolü yoksulluğun son yıllarda
ulaştığı kaygı verici boyutlarla çok yakından ilişkilidir. Rapor, bu
yaklaşımınının doğal bir uzantısı olarak formel sanayi istihdamının
kentsel yoksullar için bir çıkış yolu olmaktan çıktığını belirtmekte ancak
bu durumu veri olarak almakta ve bu açıdan da bugünkü neoliberal iktisat
politikalarının kısır gündemi içine sıkışmış bir görünüm çizmektedir.
Yeni yoksulluğun ortaya çıkmasında ve kalıcı bir görünüm
sergilemesinde kamu arazilerinin kente yeni gelen göçmenlerin konut
gereksinimini karşılama amacıyla kullanılması, bununla yakından ilişkili
rant yaratma sürecinin sona ermesi ve enformel dayanışma yollarının
giderek tıkanması gibi unsurlar1 ön plâna çıkarılırken bunlardan çok daha
önemli olarak neoliberal ekonomi politikalarının ve bu politikaların doğal
bir uzantısı olarak ortaya çıkan kısa dönem ekonomik krizlerin yoksulluk
üzerindeki etkisi çok büyük ölçüde gözardı edilmektedir. Oysa, raporun
içine serpiştirilen kutularda sunulan gerçek yaşam öyküleri kriz sırasında
işten çıkarılanları, ‘piyasa kötü’ gerekçesiyle düşük ücret verenleri ve
‘mesai yaptırıp para vermeyenleri’ çok çarpıcı bir biçimde gözler önüne
sererek bu unsurların önemine işaret etmektedir. Güney Avrupa
ülkeleriyle Türkiye arasındaki kimi benzerlikleri yadsımamakla birlikte,
gerek istihdam sorununun gerekse bununla ilintili olarak yoksulluk
sorununun Türkiye’de çok daha büyük boyutlara ulaştığı
düşünüldüğünde, bu sorunların verimli istihdam yaratmaya dayalı
sanayileşme ve hızlı büyümeye yönelik iktisat politikası araçları
uygulanmaksızın salt sosyal politika araçlarıyla çözümlenemeyeceği
açıkca ortaya çıkmaktadır. Avrupa sosyal demokratlarının sosyal yardım
hedefini benimsemiş olması, eksik istihdamla birlikte toplam işsizlik
oranının Batı Avrupa ile kıyasla çok yüksek olduğu, kentsel alanlardaki
kadınların beşte birinden azının işgücüne katılabildiği Türkiye’de aynı
önceliklerin geçerli olmayabileceğine işaret etmektedir. Buna karşın
raporun, istihdam üzerindeki genellikle kötümser bir beklenti içinde
olduğu ve yoksullukla mücadele uygulayıcılarının ve hatta yardım
talebinde bulunanların sosyal yardım yerine istihdam yaratılması

1
Benzer bir yaklaşım için bk. Işık ve Pınarcıoğlu (2001).
124 Fikret ŞENSES

konusundaki haklı vurgularını âdeta hayretle karşıladığı söylenebilir.


Yoksullukla mücadeleden sorumlu devlet bakanının vatandaşlık hakkı
olarak düzenli (parasal) sosyal yardım yerine istihdam yaratma hedefini
önemsemesinin, raporda sosyal demokrasiyle çelişik bulunması sosyal
demokrasinin vatandaşlık hakkı olarak (tam) istihdam hedefinden
son elli yılda ne kadar çok uzaklaştığının bir yansıması olarak da
değerlendirilebilir.
Belirli ortamlarda ve ancak kısa dönemde geçerli olabilecek
önerilerin Türkiye ortamına aynen taşınmasının bir diğer örneği, raporun
parasal sosyal yardımların aile yapısı ve aile içi güçler dengesine
bakılmaksızın kadınlara verilmesi önerisidir. Bunun gibi, başta ABD
olmak üzere kimi sanayileşmiş ülkelerde yoksulluğun ortaya çıkmasında
önemli bir rol oynayan, sanayilerin ve buna bağlı olarak istihdam
olanaklarının yer değiştirmesi olgusunun, Türkiye gibi yarı sanayileşmiş
bir ülkede sanayileşme sürecinin kesintiye uğratılarak gündemden
düşmesine kıyasla fazlaca bir açıklayıcı gücü olmadığı söylenebilir. Öte
yandan raporun, yoksullukla mücadele konusunda sosyal hizmet
uzmanlarının daha etkin bir rol üstlenmeleri doğrultusundaki önerisi
Türkiye bağlamında da yararlı sonuçlar doğurabilecek niteliktedir.
Rapor’un da vurguladığı gibi, devletin ve sivil toplum kuruluşlarının
yoksullukla mücadele etkinliklerinin yetersizliği karşısında aile içi,
akrabalar arası ve daha geniş anlamda toplumsal dayanışmanın
yoksulların tek çıkış yolu olması beklenebilir. Raporun, bu dayanışma
yollarının da tıkandığı yolundaki bulgusunun bu nedenle daha kapsamlı
araştırmalarca sınanmasında büyük yarar vardır.
Çalışma, yeni yoksulluğun ortaya çıkışını çok ilginç bir biçimde,
inşaat sektöründeki duraksama ve perakende ticaretteki yoğunlaşmayla da
ilişkilendirmekte ancak bu değerlendirmelerini kapsamlı bir işgücü
piyasaları analiziyle desteklemediği için bu süreç sonunda ortaya çıkmış
olabilecek yeni istihdam olanaklarını dikkate almamaktadır. Daha somut
olarak, kendi hesabına çalışanlara ait işletmelerin kapanmasından
kaynaklanan istihdam kayıplarının, örneğin, süpermarketlerde daha genç
yaştakiler için yeni istihdam olanakları yaratmış olma olasılığı gözardı
edilmektedir.
Yöntemsel açıdan bakıldığında, yapılan sınırlı sayıdaki görüşmenin,
sağladığı çok yararlı bilgilere karşın yoksulluk gibi kapsamlı ve zor bir
konuda bağlayıcı sonuçlara ulaşma açısından yetersiz kaldığı ve bunun da
ötesinde raporun yoksullukla mücadele stratejisini ve hatta salt sosyal
politika önerilerini bu temel üzerinde kurgulamasının doğru bir yaklaşım
olmadığı söylenebilir. Kriz dönemlerinde, yoksulluk karşısında toplum
içi dayanışmanın krizin şiddetine bağlı olarak farklı eğilimler
gösterebilmesi ve bu eğilimlerin kriz sonrasında da farklı biçimler
ODTÜ GELİŞME DERGİSİ 125

alabilme olasılığı2, krizlerin kendilerine özgü ‘geçici’ koşullarından çıkan


gözlemlerin zaman ve mekân boyutlarında genelleştirilmesinin
sakıncalarına işaret etmektedir. Yine bu bağlamda, 2001 yılında Dünya
Bankası desteğinde Türkiye’de uygulamaya konan Sosyal Riski Azaltma
Projesi’nin3 çalışmanın temel önermeleriyle örtüşme derecesi ve projenin
ilk uygulama sonuçlarının tartışma dışında bırakılmış olması çalışmanın
bir diğer önemli eksikliğini oluşturmaktadır. Oysa bu proje kapsamında,
sürekli olarak olmasa da, sağlanan parasal desteklerin yoksullukla
mücadele açısından etkinlik derecesi raporun temel önerilerine ilişkin
önemli ipuçları verebilirdi.
Raporun Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’na
(SYDTF) yönelik değerlendirmeleri de yer yer aşırı iyimser bir yaklaşım
sergilemektedir. Örneğin, SYDTF’nin etkinliklerini düzenleyen yasada
yardım alabileceklerin “her ne nedenle olursa olsun ülkede bulunan”lar
şeklinde belirlenmiş olması raporda iyimser ve zorlama bir yaklaşımla ve
Avrupa refah rejimindeki son yıllardaki gelişmelerle paralellik kurularak
yasal ve yasal olmayan göçmenlere karşı eşit duyarlılık olarak
yorumlanmaktadır. Bunun gibi, diğer birçok bütçe dışı fon uygulamasına
son verildiği bir dönemde SYDTF’nin bu uygulamadan etkilenmemiş
olması, yine iyimser bir yaklaşımla bu kuruluşun işleyişine yönelik
olumlu değerlendirmelerle açıklanmaktadır. Bu durumda, yoksullukla
mücadelenin, neoliberal politikaların olumsuz sosyoekonomik etkileri
karşısında Bretton Woods Kuruluşları tarafından son yıllarda önemli bir
hedef olarak ön plâna çıkarıldığı gerçeği gözardı edilmiş olmaktadır.
Bunun gibi, yardım verilecek kişilerin saptanmasında muhtarların etkin
bir rol üstlenmelerinin “kamu kaynaklarının kullanımında yurttaş
inisyatifi” çerçevesinde yorumlanması raporun bu tür zorlama
değerlendirmelerinin bir diğer örneğini oluşturmaktadır. Rapor,
SYDTF’ye karşı, Fon’un toplam harcamalarına ilişkin olarak Fon’un
bağlı olduğu bakanlıkca verilen rakamlarla Fon’un faaliyet raporlarında
verilen rakamlar arasında önemli ölçüde tutarsızlık bulunması,
yardımların dağıtımındaki gelişigüzellik, uygulamaların yeterince saydam
olmaması ve değişik uygulama kademeleri arasındaki eşuyum eksikliği
gibi eleştiriler yöneltmektedir. Mikro düzeydeki uygulamalara ilişkin
oldukca ayrıntılı ve yararlı değerlendirmeleri sonucunda rapor,
SYDTF’nin modern bir sosyal yardım kuruluşu olmadığına ve
yoksullukla mücadele açısından da yetersiz kaldığına işaret etmektedir.
Bu çok ciddi ve haklı eleştiriler raporda SYDTF’ye karşı sergilenen
iyimser ve olumlu yaklaşımla açıkca çelişmektedir.

2
Stiglitz (1999: 6-7) ılımlı şokların topluluk içi dayanışmayı artırma, buna karşılık bütün bir
topluluğu etkileyen şiddetli şokların ise bu dayanışma yollarını çökertme olasılığından
bahsetmektedir. Aynı noktada bk. Gaiha (2003: 70).
3
Ayrıntı için bk. World Bank (2001b).
126 Fikret ŞENSES

SYDTF uygulamalarına yöneltilen eleştiriler arasında, en baştan


yoksullukla mücadele stratejisinin bir parçası olarak tasarlanmamış
olması, zaman zaman siyasal rant yaratma aracı olarak kullanılması ve
yardımların yoksul kesimlere doğru etkin bir biçimde hedeflenememesi4
gibi unsurlar önemli bir yer tutmuş olmasına karşın raporun bu konuları
da önemsemediği görülmektedir. Raporun, gerek yoksulların sağlık
hizmetlerinden yararlanmasına olanak sağlayan Yeşil Kart uygulaması
gerekse okul kitaplarının ve diğer eğitim araç-gereçlerinin bütün
öğrencilere parasız dağıtılması ve okullarda parasız yemek verilmesi gibi
konularda etkin hedefleme kaygısı taşımadığı ve yoksullukla mücadele
için ayrılacak kaynakların bu yolla, önemli ölçüde yoksul olmayan
kesimlere sızma olasılığını da önemsemediği görülmektedir. Bunun gibi,
rapor, temel önerileri arasında yer alan aylık parasal destekten
yararlanacak hanelerin nasıl belirleneceği ve yoksulluğa giriş çıkışlar
nedeniyle yoksulluk profilindeki değişikliklerin hangi yöntemle
izleneceği sorusuna değinmemektedir.
Çalışma, Güney Avrupa refah rejimini ana eksenine oturtmakta ancak
bu kapsamdaki ülkelerden AB üyesi olanların son yıllardaki sosyal
politika reformlarına ilişkin yeterli bilgi vermemektedir. Oysa bu konu,
tam üyelik amacı doğrultusunda kapsamlı hazırlıkların yapıldığı
Türkiye’de görece çok güdük kalmış AB sosyal politikalarına uyum ve
sonunda sağlanabilecek olanaklar açısından son derece önemlidir. Sadece
belirli bir alana ve şiddetli bir ekonomik krizin etkili olduğu belirli bir
döneme ilişkin sınırlı ve yanlı gözlemlerden çıkarak Türkiye’nin sosyal
politikasına ilişkin köklü sayılabilecek öneriler türetilerek yoksulluğun
çeşitli yerleşim bölgeleri arasında büyük çeşitlilik gösteren dinamik bir
olgu olduğu gözardı edilmektedir. Yoksulluk konusu istihdam ağırlıklı
ekonomik büyümeyle ilişkilendirilmezken, düzenli gelir desteklerinin
yaratması olası bağımlılık kültürü ve sosyal dışlanma gibi olasılıklar
dikkate alınmamaktadır.5
Bu özellikleriyle ve yoksulluğu yakın bir gelecekte de sürmesi
beklenen kaçınılmaz bir sonuç olarak gören ve yoksullukla mücadele
konusunu iktisat politikalarıyla ilişkilendirmeyen edilgen bakış açısıyla
bu çalışmanın oldukca sığ bir yaklaşım sergilediği söylenebilir. Bu
yaklaşımıyla rapor, istihdam yaratıcı emek-yoğun büyüme ve bunların
ötesinde sağlık, eğitim gibi alanlardaki kamu harcamalarını ön plânda
tutarak yoksullara yeni fırsatlar yaratmayı ve bu yolla güçlenmelerini
amaçlayan ancak mülkiyet yapılarını ve ona bağlı olarak ülkeler arası ve
ülke içindeki gelir dağılımıyla yoksulluk arasındaki ilişkiyi sorgulamak

4
SYDTF’nin ortaya çıkış ortamının ve uygulamalarına ilişkin eleştirilerin bir değerlendirmesi
için bk. Şenses (1999).
5
Bk. Şenses (2003).
ODTÜ GELİŞME DERGİSİ 127

konusunda oldukça çekingen davranan Dünya Bankası yaklaşımının6 dahi


gerisinde kalmaktadır.
Öte yandan, rapor yoksulluk konusunu, gelişigüzel belirlenmiş bir
yoksulluk sınırının altında kalanlar temelinde hesaplanan yavan bir
istatistiğin ötesinde bir sosyo-ekonomik olgu olarak gören, yoksullarla
yüzyüze görüşmeler yoluyla bu istatistiklerin arkasında gizlenen temel
olguları ortaya çıkarmaya çalışan, yoksullukla mücadele konusunun
serbest piyasa koşullarına terkedilmemesi gerektiğini savunan ve devleti
bu konuda etkin bir rol üstlenmeye çağıran yaklaşımıyla ve her biri
tartışmaya değer somut önerileriyle Türkiye yoksulluk yazınına özgün bir
katkıda bulunmaktadır. Ayrıca, istihdam olanaklarının yer değiştirmesi,
istihdamın feminizasyonu ve eve iş verme gibi uluslar arası yoksulluk
yazınında önemli yer tutan olguları anlamlı bir analitik çerçeve içinde,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşanan siyasal istikrarsızlık gibi daha
yerel olgularla ustaca yoğurarak yoksulluk araştırmacılarının kullanımına
sunmaktadır. Farklı bir düzlemde, çalışmanın aynı monograf içinde hem
Türkçe ve hem de İngilizce olarak sunulmuş olması, Türkiye
ekonomisine ilişkin çeşitli araştırma raporları yayınlayan diğer
uluslararası kuruluşlarca örnek alınması gereken çok yararlı bir uygulama
olarak göze çarpmaktadır.
Rapor, son yıllarda gelişen Türkiye yoksulluk yazınına, bunun da
ötesinde sosyal bilim araştırma birikimimize özgün ve önemli bir
katkıdır. Benzer çalışmaların diğer kentler ve yerleşim yerleri için
yapılması, yoksulluğa yol açan süreçlerin ve buna bağlı olarak yoksulluk
profilinin çeşitliliğini yakalamamıza ve yoksulluğa karşı etkili önlemler
geliştirmemize kuşkusuz önemli katkılar sağlayacaktır.

Fikret ŞENSES
ODTÜ İktisat Bölümü

Kaynaklar
GAIHA, R. (2003), “Are Millennium Goals of Poverty Reduction Useful?”, Oxford
Development Studies, 31(1), 59-84.
IŞIK, O. ve M. M. PINARCIOĞLU (2001), Nöbetleşe Yoksulluk—Sultanbeyli Örneği,
İletişim: İstanbul.
STIGLITZ, J. (1999), “Back to Basics: Policies and Strategies for Enhanced Growth
and Equity in Post-Crisis East Asia”, Bangkok, Tayland’da yapılan konuşma,
World Bank, 29 Temmuz.
http://www.worldbank.org/knowledge/chiefecon/articles/bangkok.pdf
ŞENSES, F. (1999), “Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı
Teşvik Fonu”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 26(3-4), 427-51.

6
Bk. World Bank (2001a).
128 Fikret ŞENSES

ŞENSES, F. (2003), “Yoksullukla Mücadelenin Neresindeyiz?: Gözlem ve Öneriler”,


İktisat Üzerine Yazılar I Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, A.H.
Köse, F. Şenses ve E. Yeldan (drl.) içinde, İletişim: İstanbul, 319-56.
WORLD BANK (2001a), World Development Report, 2000-2001, Attacking Poverty,
World Bank, Washington, D.C.
WORLD BANK (2001b), Project Appraisal Document on a Proposed Hybrid
Investment/Adjustment Loan in the Amount of US$ 500 Million to the
Republic of Turkey for a Social Risk Mitigation Project/Loan, Report No:
22510-TU, World Bank: Washington, DC.

You might also like