Professional Documents
Culture Documents
Üstbilgi:
- Kahverengi renklendirilmiş satırlar “öykücük” (anekdot) içeriyor.
- İndigo ile renklendirilmiş satırlar “önemli gördüğüm satırlar”ı içeriyor.
- Turuncu renkte kalınlaştırılmış satırlar “uygulama” bilgilerini içeriyor.
- Bu kitabın atasözleri alıntılanmıştır.
Mümin Sekman
Kesintisiz Öğrenme
12. Baskı
KESİNTİSİZ ÖĞRENME
Mümin Sekman
1. Basım: 1998
8. Basım 2007
Gözden Geçirilmiş 9 - 12. Basım : Kasım 2008
ISBN : 978-975-316-107-7
Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak Yayın Yönetmeni Rana Gürtuna
Pazarlama ve Satış Müdürü Vedat Bayrak
Kapak Tasarımı Sefa Karahan
© 2008, ALFA Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.
Kitabın Türkçe yayın hakları Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.’ne aittir.
Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya
edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
Baskı ve Cilt
Melisa Matbaacılık
Tel: (212)6749723 Faks: (212) 674 9729
Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.
Ticarethane Sokak No: 53 34410 Cağaloğlu, İstanbul/Turkey Tel: (212)5115303-5138751
-5123046 Faks:(212)5193300
www.alfakitap.com
info@alfakitap.com
3
MÜMİN SEKMAN
1. Ya Bir Yol Bul, Ya Bir Yol Aç, Ya Da Yoldan Çekil! (24. baskı)
2. Kesintisiz Öğrenme (9. baskı)
3. Türk Usulü Başarı (8. baskı)
4. Başarı Üniversitesi (14. baskı)
5. Kişisel Ataleti Yenmek (15. baskı)
6. Çevik Şirketler (5. baskı)
7. Her Şey Seninle Başlar (2 yılda 500.000 adet)
8. Limit Sizsiniz (4 ayda 150.000 adet)
Bu kitaplardan başka, sıfırdan zirveye başarı öykülerinin anlatıldığı “İnsan İsterse: Azmin Zaferi
Öyküleri” dizisinin de konsept danışmanlığını yapıyor.
İstanbul’da doğan yazar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi; ama hukuk alanında hiç
kariyer yapmadı. Bir dönem Çocuklar Duymasın dizisinin senaryo danışmanlığı yaptı.
Çok sayıda özel şirket, kamu kurumu ve üniversitede başarı üzerine seminer verdi. Kendi alanında
ilk üçte olan bazı lider, star ve işadamlarına “öyküsü yazılmaya değer bir iş başarma” danışmanlığı
yaptı.
Kişisel Gelişim Merkezi’nin kurucusudur. Kigem.com Türkiye’nin ilk kişisel gelişim içerikli internet
sitesidir ve Türkiye’de “Beyin Haftası” kutlamalarını yürütmektedir.
Türkiye’de “kişisel gelişim uzmanı” titrini ilk kullanan kişi olan Mümin Sekman, dünyanın
metrekaresine düşen başarılı insan sayısını artırmayı kişisel misyonu sayıyor.
www.kigem.com
www.muminsekman.com
4
* * *
Francis Bacon
İÇİNDEKİLER
Önsöz..........................................................................................................................................6
Bu Kitabı Kimler İçin Yazdım?..................................................................................................6
Bizler Okumayı Öğrendik; Ama Öğrenme Üzerine Yeterince Okumadık!................................8
Gönüllü Öğrenenlerden misiniz, Zorunlu Öğrenenlerden mi?.................................................10
Öğrenmeyi Öğrenmenin Yararları: Niçin Öğrenmeyi Öğrenmeliyiz?......................................13
Öğrenmenin Aşamaları: Bilgi Beynimizin İçinde Nasıl Akıyor?.............................................16
1. Bilgiyi Beyne Almak: Bilgi Kafamıza Nasıl Girer?.............................................................18
2. Bilgiyi Beyinde İşlemek: Öğrendiklerimizi Kafamıza Nasıl Yerleştiriyoruz?.....................22
3. Bilgiyi Kullanmak: Öğrendiğimiz Bir Bilgiyi Beynimizden Nasıl Çağıracağız?.................28
Beynimizi Öğrenmeye Hazırlamak İçin Gereken “Isınma Hareketleri” Neler?.......................30
En Yaygın Öğrenme Yolu: Okumak.........................................................................................34
Okuma Hızı ve Anlama Düzeyi Nelere Bağlıdır?.....................................................................37
Soyut ve Yabancı Kelimeleri Nasıl Öğrenmeli?.......................................................................39
Dinleyerek Öğrenme Becerileri Nasıl Geliştirilebilir?.............................................................41
Akronimlerle Öğrenme: Anahtar Kelimelerden “Şifreler” Yaparak Akılda Tutmak...............45
Kavrama Kapasitesini Artırmak: Daha Hızlı ve Kolay Anlamak İçin Neler Yapmalı?...........46
Listeleri Hafızaya Kaydetmenin Yolu: Hafıza Klipleri!...........................................................49
Pratik Öğrencinin Rehberi: Ders Çalışmadan Önce Bunlara Çalışın!......................................51
Önce Kendinizi Öğrenin: Hayat Amaçlarınız Neler?...............................................................53
Başarmak İçin Öğrenmek: Neyi Bilmeniz Gerektiğini Nasıl Bileceksiniz?.............................59
Bilgi Girişimciliği: Öğrenme Üzerine Kurulu Kariyerler.........................................................62
Çıkış: Öğrenmek, Yaşama Sanatını Keşfetmektir....................................................................64
İlgili Türkçe Kaynaklar ve Okuma Önerileri............................................................................67
6
ÖNSÖZ
Amacımız; imkânsızı mümkün, mümkünü kolay, kolayı da zarif ve zevkli yapmanın yollarını
bulmaktır. Dr. Feldenkrais
Yaşlı bir adam, emekliliğini huzurla geçirme ümidiyle küçük bir ev almıştı. Evindeki ilk günleri gayet
mutlu geçiyordu. Derken bir gün, çok sayıda çocuğun gürültüsüyle uyandı. 0 gün yeni evinin
yanında bir okul olduğunu ve öğrencilerin ders yılının başladığını keşfetti! Öğrenciler sokaktan çöp
kutularını tekmeleyip, bağırıp şarkı söyleyerek geçiyor, dayanılmaz gürültü yapıyorlardı. Bir gün
yaşlı adam onları çağırdı. “Çocuklar sizi çok sevdim, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz, bu neşeli
halinizi ne olur devam ettirin!” dedi. Çocuklar şaşırdılar. Bir de teklifte bulundu: “Eğer her gün
böyle gürültü yaparak geçerseniz, size günlük 10 dolar veririm!” Çocuklar bu tekliften hoşlandılar.
Daha çok gürültü yaparak geçmeye devam ettiler. Yaşlı adam da söz verdiği gibi onlara ödemesini
yaptı. Sonra bir gün yaşlı adam, “Çocuklar enflasyon beni çok etkiledi, bundan sonra size ancak 5
dolar ödeyebilirim.” dedi. Çocuklar biraz bozuldular ama gürültü yapmaya devam ettiler. Yaşlı adam
da ödemeye devam etti. Birkaç gün sonra yaşlı adam, “Kusura bakmayın çocuklar.” dedi, “Maaşımı
alamadım, bundan sonra size ancak 1 dolar ödeyebilirim!” Çocuklar bu duruma çok kızdılar,
“İmkânsız bayım,” dediler, “bu paraya bu işi hayatta yapamayız!” Gürültü yaparak geçme “işini”
bıraktılar!..
Zekice tasarlanmış bir eğitim, mucizeyi bir şekilde insan davranışlarını değiştirir. Mark Twain,
“Eğitimin yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey onun ulaşamayacağı yerde değildir.”
Su, nasıl içine konduğu kabın şeklini alıyorsa, insan da kafasının içindeki eğitime göre hareket eder.
Eğitim iki boyutludur: Öğrenme ve öğretme. Dünyayı değiştiren güç, zorunlu “öğretme” değil,
gönüllü “öğrenme”dir. Gönüllü öğrenme merak etmekle başlar. Merak ilgiyi oluşturur. İlgi, insanı
bilgiye götürür.
Peter Drucker, “Önümüzdeki dönem bilgi çağı değil, bilgiyi kullanma çağı olacaktır.” demişti. Bu
sözün altında yatan anlam nedir?
Paranın kapısı herkese açık değildir, bir bankaya gidip bütün paraları isteseniz vermezler. Makam
kapıları herkese açık değildir, bir kuruma girip oradaki en üst makam koltuğuna oturmak
istediğinizi söyleseniz bunu size hemen vermezler. Buna karşın bir kütüphaneye gidip oradaki bütün
bilgileri almak/öğrenmek istediğinizi söylediğinizde, size engel olunmaz. 0 bilgiyi öğrenip, kafanızda
işleyip, onunla hayatınıza yeni bir yön ve biçim verebilirsiniz. 0 bilgiyi ürün ve hizmete çevirip
başkalarının hayatını da değiştirebilirsiniz. Bill Gates bilgisayar yazılımını 6 günde yazdı. Bu, bilgiye
dayalı bir üründü ve dünyayı değiştirdi.
Öğrenme, bir fırsat eşitliği sağlayıcısıdır. Doğuştan gelen bazı haksız eşitsizlikleri kapatma aracıdır.
Güzel doğmayabilirsiniz, zengin olmayabilirsiniz ama alanında en “bilgili” insan olduğunuzda tüm
bunların size sunulmaya başlandığını görürsünüz.
Öğrenme, hayatımızı şekillendirme aracımızdır. Hiçbirimiz olduğumuz gibi kalmak zorunda değiliz,
mevcut halimize katlanmak zorunda değiliz, öğrenerek kendimizi ve hayatımızı istediğimiz şekle
sokabiliriz. Bilgiyle kendimizi yeniden biçimlendirebiliriz. Bu kitap bunu nasıl yapabileceğimizi
anlatmak için yazılmıştır.
Bu kitabın anafikri şudur: Başarılı bir şekilde öğrenebilir ve iyi öğrenerek daha başarılı
olabiliriz.
7
Bilgi, öğrenme ve başarı üçgeninde neyi nasıl yapmak gerektiğini beyin temelinde sunmaya
çalıştım. Önce öğrenmeyi öğrenip, sonra bunu öğrenme davranışımıza uygulayarak neler
yapabilirsiniz?
Ömrümüzün dörtte biri okul hayatında, dörtte üçü hayat okulunda geçiyor. Okul hayatının amacı,
hayat okuluna hazırlamak. Aradaki müfredat uyuşmazlığından, hayat okulunda gerekli pek çok
bilgiyi okul hayatında öğrenemiyoruz.
Okul hayatına devam eden “öğrenciler” ile hayat okuluna devam eden “öğreniciler” bu kitaptan
yararlanabilir. Sıkılmadan ve zorlanmadan derslerinde başarılı olmak isteyen öğrenciler de,
öğrenmeyi okul hayatıyla sınırlamayıp hayat boyu severek öğrenmek isteyen yetişkinler de kitabın
“kapsama alanı” içerisinde.
Bu kitapta okul hayatında derslerle mücadele edenler ile yaşam mücadelesi için kitaplardan dersler
çıkarmayı sevenlere etkin, kolay ve kalıcı bir şekilde öğrenmenin yollarını sunmak istedim.
Kesintisiz Öğrenme benim ikinci kitabım. Şu anda kitabın gözden geçirilmiş ikinci versiyonunu
okuyorsunuz. Kitabın 1998 yılındaki ilk yayınından yaklaşık on yıl sonra 2008’de içini ve kapağını
yeniden düzenledim.
Bu gözden geçirme sırasında tarihi bir eseri restore etme titizliğiyle çalıştım. Bir yandan o ilk
yazımdaki ruhu korumaya, bir yandan da günümüzün ihtiyaçlarını karşılayacak hale getirmeye
çalıştım.
Kitaptaki bölümler birbirini tamamlasa da, her bölüm kendi içinde bağımsızdır. Bir bölümün içinde
anlatılanlar ilginizi çekmezse ya da bir ihtiyacınızı gidermezse, bir sonraki ilginizi çeken/ihtiyacınızı
gideren kısma geçebilirsiniz.
Son olarak, kitapta bazı fikir, özdeyiş veya öneriler birkaç kez tekrar edilmiştir. En temel bilgileri
öğretmek için “sıkıcı” bulunmak pahasına birkaç kez tekrarladığım oldu. Bu kritik bilgilerin kitabı
sonuna kadar okuyan herkesin zihnine yerleşmiş olacağına inanıyorum.
1
Kitabın konusunu açıklayan birkaç tümcedir. (İG)
8
Hukuk fakültesine başladığım ilk gün, ilk oturduğum sıranın üzerinde şöyle yazıyordu: “İnsanı insan
eder gayret ile çalışmak, fakat işin zor yanı çalışmaya alışmak!”
Bizler okullarda okumayı öğreniyoruz, öğrenmeyi değil. Nasıl okuyacağımızı öğreniyoruz ama nasıl
öğreneceğimiz üzerine fazla bir şey okumadan mezun oluyoruz.
Sadece eğitim sistemimiz değil, bizler de “öğretilme” merkezliyiz. Öğrenmeyi istemek yerine,
öğretilmeyi beklemek eğilimindeyiz. Bu yüzden çoğumuz okumayı öğrendikten sonra, öğrenme
üzerine bir şeyler okumayı gereksiz bulabiliyoruz.
Sizler bu konuda farklı bir şeyler yapmanız gerektiğini düşünmeye başlamış olmalısınız ki, bu kitabı
aldınız. Bu, başlangıç için olumlu bir adım!
Öğrenme üzerine yeni şeyler öğrenmemiz lâzım. Aksi takdirde öğrenmeyi öğrenmeden bir şeyler
öğrenmeye zorlandıkça, öğrenirken sıkılıyor, öğrenmeden soğuyor, hayat okulun- da ve okul
hayatında başarısız oluyoruz.
Nasıl öğrendiğimizi ne kadar iyi bilirsek, o kadar iyi ve verimli öğreniriz. Ne kadar iyi ve verimli
öğrenirsek, öğrenmeyi o kadar çok severiz. Öğrenmeyi ne kadar çok seversek, öğrenme işlerinde
ve öğrenmeye dayalı işlerde o kadar başarılı oluruz. O halde işe öğrenmeyi öğrenmekten
başlamalıyız.
İnsanın nasıl öğrendiğini öğrenmesi demektir. Daha iyi nasıl öğrenebileceğini bilmek ve bu bilgileri
kendi öğrenme sürecine uygulayıp kullanabilmektir. Öğrenirken kafasının içinde olanların farkında
olmaktır.
Daha az zamanda, daha az yorularak daha çok şey öğrenebilmek, öğrenmenin keyfini çıkarabilmek,
okuduklarımızı daha iyi sindirebilmek, bilgiye dayalı mesleki rekabet üstünlüğü kazanmak ve
nihayetinde öğrenmeyi bir yaşam tarzına dönüştürebilmek için öğrenmeyi öğrenmeliyiz.
Peki öğrenmeyi öğrenmek için neleri bilmek gerekir? Öğrenmeyi öğrenmenin “müfredatı” nedir?
Öğrenmeyi öğrenmek, “okuryazarlık”la başlar; ama orada kalmaz. Okumayı öğrendikten sonra,
öğrenme üzerine bir şeyler okumayı gerektirir.
Birincisi, geleneksel “alfabetik okuryazarlık”tır. Yani A-BC’yi okuyup yazabilmek. İlkokulun ilk
sınıflarında öğretilen derslerdir.
İkincisi ise “zihinsel okuryazarlık”tır. Yani beynin nasıl çalıştığını bilerek, ona göre öğrenmek.
Maalesef bu, okullarda henüz öğretilmemektedir.
Beyin üzerine çalışmalarıyla tanınan Tony Buzan bu iki okuryazarlık türünü şöyle ayırıyor:
1) Alfabetik okuryazarlık (Okuldaki klasik okumayı öğrenme)
9
Alfabetik okuryazarlık oranı her geçen gün artarken zihinsel okuryazarlık o kadar hızlı artmıyor.
Toplumun %90’ı alfabetik anlamda “okuryazar” olmasına rağmen, zihinsel okuryazarlığın oranının
%10’u geçmediğini düşünüyorum.
Alfabetik okuryazarlığın bilgi toplumundaki yerini gelecek bilimci Alyin Toffler şöyle tanımlıyor:
“Geleceğin cahili, okuyamayan kişi olmayacaktır. Nasıl öğreneceğini bilmeyen kişi olacaktır.”
Bilgi toplumunda “okur-imzalar” olmak yetmiyor, “okur, düşünür, uygular, sonuç alır” bir insan
olmak gerekiyor.
Zihinsel okuryazarlığın amacı, kişinin beyninin içindeki Öğrenme sürecini tanıyarak öğrenme
verimini artırmasıdır.
Dışarıdan/başkalarından öğrenmenin tarifi bu şekildedir ama insan kendi içinde düşünme yoluyla da
çok şey öğrenir. Bu, kendinden Öğrenmedir. Düşünürken, dış dünyadan alınıp iç dünyamızda
arşivlenen verilen kullandığımız gibi, kendi hayal gücümüzle arşiv kayıtlarımızda olmayan şekilde
tasarlayabiliriz.
Bazen ne öğrendiğimizi bilerek öğreniriz ki buna açık öğrenme denir. Okullardaki Öğretim bu
tarzdadır. Bazen de öğrendiğimizin farkında olmadan bir şeyler öğreniriz. Buna gizli öğrenme denir.
Sınıfta yapılan dersler açık öğrenmedir, arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetlerde öğrendiklerimiz
gizli öğrenme.
Arkadaşımız, “Gel sana bir şey öğreteceğim,” demeden bir şeyler anlatır ve anlattıkları ilgimizi
çekerse hafızamıza kaydederiz. Bu gizli öğrenmedir. Hatta toplumun çoğunluğu bu yolla öğrenir!
İnsanın öğrendikleri onda düşünce düzeyinde değişiklik yapabileceği gibi, davranış düzeyinde de
değişiklik yapabilir. Davranışı değiştirip düşünceyi değiştirmeyen eğitim de, düşünceyi değiştirip
davranışı değiştirmeyen eğitim de eksiktir.
Önemli bir nokta da, sindirilmiş öğrenme ile ezberlenmiş bilginin farkıdır. İngilizcede bu fark
information ve knowledge kavramlarıyla ayrılır. Information “bilgi” demektir ama knowledge
“içselleştirilmiş bilgi” demektir. Yani, sindirilmiş, öğrenenle bütünleşmiş bilgi. Information insanı
bilgili yapar, bilge olmak içinse knowledge gerekir.
10
Ünlü eğitim profesörü John Dewey insanın bir şey yapması için onu yapmayı istemesi gerektiğini
savunurdu. Bir gün Dewey ve küçük oğlu çamurlu suyun içinde yürüyordu. Sıradan bir insanın bu
durumda ne yapacağı belliydi; ama ünlü eğitim filozofunun yüzünde ne yapacağını bilmemenin
acizliği okunuyordu. Onun bu halini gören bir arkadaşı, “Çocuğu sudan çıkar John, yoksa üşütecek!”
dedi. Bunun üzerine, “Biliyorum, biliyorum,” dedi Dewey, “ama onu bu çamurlu sudan benim
çıkarmamın bir faydası olmayacak. Onun, bu çamurlu sudan çıkmayı kendi kendine istemesi için ne
yapmam gerektiğini düşünüyorum!”
Ben de bu kitapta, size aynı şeyi yapmak istiyorum. “Öğrenmeyi öğrenme”yi istemenizi istiyorum.
Yaşamak için öğrenmeyi aşıp, öğrenmek için yaşayan biri olmanızı istiyorum. Öğrenmeyle nefrete
değil, sevgi ve meraka dayalı bir ilişkiniz olsun isterim. Okul süresince değil, yaşadıkça öğrenin
isterim.
Çok şey istediğimin farkındayım; ama bunu “sizin iyiliğiniz için” istiyorum!
Gönüllü öğrenme, kişinin kendi isteğiyle öğrenmesidir. Zorunlu öğrenme ise, dışarıdan zorlamayla
gerçekleşen öğrenmedir. Öğretme genellikle bir zorunlu öğrenme ilişkisidir. Öğrenciler çoğunlukla
“zorunlu öğrenen” kategorisine girer. Zorunlu öğrenmeler daha sorunludur.
Zorunlu öğrenme, genellikle öğrenmeden soğutur. Konferanslarıma katılan bazı öğrenciler, “Ders
çalışmam gerektiğini biliyorum; ama canım ders çalışmak istemiyor, ne yapmalıyım?” diye
soruyorlar. Onlara şöyle diyorum: “Üzülmeyin! Ders çalışmak istemiyorsunuz ama ders çalışma
isteğine sahip olmayı istiyorsunuz. Nerede istek varsa, orada umut vardır. Bir yerde istek varsa,
başarının yeşerme şansı da var demektir. İstemeyi istemek asgari bir başlangıç için kabul edilebilir
bir kaldıraçtır.”
Eminim, pek çok öğrenci okurda içten içe şu soru kaynamaya başladı: “Bir insan sevmediği bir
konuyu ne kadar istekle öğrenebilir ki?”
Başkalarının belirlediği konuda, başkalarının belirlediği içeriği öğrenmek için çabalayıp zorlanan bir
insan, öğrenmeyi ne kadar sevebilir ki? Üstelik notları da düşükse, o dersi çalışmayı nasıl isteyebilir
ki? Sevmediği bir işte düşük maaşla çalışan birinin işini sevmesi kadar zor değil midir bu?
Neden mi? Çünkü sonuca götürmeyen düşünce doğru da değildir. Yani haklı olduğunuzu sandığınız
düşünce sizi sınırlandırıyor, kafesiniz oluyorsa, o düşüncenin içine sığınmamanız gerekir. Aksi
takdirde “haklı haklı kaybeden” olursunuz.
Mesela sevmediği işte düşük maaşla çalışan bir işçi işini sevmemekte haklı olabilir ama bu tavrı onu
başarılı yapmaz. Bu kişi söylenir, suçlar, direnir ama tüm bunları yapması onu başarılı yapmaz.
Başarı, bir entelektüel tartışma değildir, disiplinli eylemler dizisiyle sonuca gitmektir. Haklı ya da
haksız olmanız bir tartışmadır, başarı programı değil. Bir kişi bu tartışmada haklı da çıksa, haksız
da çıksa, başarının gereğini yapmadığı sürece(o bir “kaybeden”dir.
11
Başarı hak değil görev merkezli yaşamayı gerektirir. Tartışmayı değil, eylemi gerektirir. Hayat
sadece teorik haklar üzerine kurulu olsaydı, dünya bir adliye sarayı olurdu!
Seçmediği dersleri sevmemek bir öğrencinin hakkı olabilir ama bu hakkı kullanıp o dersleri
öğrenmemek insanı başarıya değil, başarısızlığa götürür. Sevmese de o dersi çalışıp geçmek
görevidir. Zaten başarılı insanları başarısızlardan ayıran da budur.
Sevdiği işi herkes aynı şekilde yapar, sevmediği halde başarısı için gerekli olanı yapanlar ise başarılı
olur. Hayat hep sevdiğimiz şeyleri yapacak kadar eğlenceli olmak zorunda değildir. Hayatın
eğlenceli boyutları vardır; ama tamamı eğlenceli olmak zorunda değildir.
O halde nasıl düşünmeli? Hayatta bazı durumlarda hak yok, görev vardır. Bazı şeyleri, sevmesek de
yapmamız görevimizin gereğidir. Görev duygumuz ve sorumluluk bilincimiz irade gücümüzden, yani
iç disiplinden beslenir.
Neyse ki dünyadaki her şey isteğin insafına kalmamıştır. Bu dünyada irade gücü denilen ve isteği
yönetmek için kullanılabilecek bir mekanizmamız daha bulunuyor. Bir şeyi yapmanız gerekiyor;
ama yapmak istemiyorsanız, kendinizi yönetmek için muhtaç olduğunuz güç iradenizde mevcuttur.
İrade gücü şarkı söylemek gibi kişiye özel bir yetenek değildir, her insanda mevcut olan
bir özelliktir.
Bir öğrenci, içinde ders çalışma isteği duymasa da, irade gücüyle kendini içten zorlayarak harekete
geçirebilir İçten zorlamalı bu çabasını verimli öğrenme teknikleriyle de destekleyerek başarılı bir
öğrenci olabilir.
İstekle yapmak, irade gücüyle yapmaktan daha kolaydır ama hayatta her zaman istekle ilerlenmez.
İsteğin sorunu istikrarsız oluşudur, bir gelir bir kaybolur. Bu da irade gücünü yedek kuvvet olarak
kullanmayı gerektirir. Fabrikalarda nasıl elektrik kesildiğinde jeneratör devreye giriyorsa, insanda
da istek kesildiğinde irade gücü devreye girmelidir. Böylece üretim/çalışma aksamadan yürür.
İçten gelen bir istekle ders çalışırken, istek aniden kesiliyorsa, irade gücü devreye girmelidir.
Burada ilginç olan nokta şudur: Bir davranış içten zorlamalı da olsa tekrar tekrar yapıldıkça
alışkanlık oluşturur. Alışanlık haline gelince de o davranış gittikçe kolaylaşır. Alışkanlık kendini
tekrarlatmaya eğilimlidir. Alışkanlığa dönüşen davranış, başlangıçta zorlamayla da olsa, sonraları
istekle yapılabilir hale gelebilir.
Zorlamayla yapılan ders çalışma da zamanla alışkanlık oluşturur, insana alışkanlığı kolay geldiği
için, kişi zamanla zorlanmadan ders çalışabilir. Başlangıçtaki zorlama sonda kolaylığa dönüşür.
Hatta bazen kişi alışkanlık etkisiyle ders çalışmayı bile sevebilir!
Öğrenme başarısı temelde iki şeye bağlıdır: Öğrenme isteği ve öğrenme tekniği.
Öğrenme anında içinde bulunulan psikolojik durum ve kullanılan öğrenme metotları öğrenme
performansını belirler. Yani öğrenme anında motivasyonun yüksek olması ve etkili öğrenme
tekniklerinin kullanılması öğrenme başarısını getirir.
Bir kişi etkin öğrenmenin stratejilerini bilmese bile yeterli moral-motivasyona sahipse bir yere
kadar başarılı olabilir. Ama bu durum sürdürülebilir değildir. Moral, tekniksiz ilerler ama fazla değil!
Aynı şey teknik için de geçerlidir. Moralsiz teknik de ilerler ama hedefe istenilen performans- ta
ulaşamaz.
Önemli olan motivasyon ile metotlu çalışmayı bir arada kullanmaktır. Güçlü bir öğrenme isteği,
güçlü bir öğrenme tekniğiyle birleştiğinde mucizeler yaratır.
Ders çalışma isteği olan ve ders çalışma tekniklerini de öğrenmiş birinin işi kolaydır. Bu durumdaki
bir okurun, kitaptaki bilgiler ışığında kendi öğrenme tekniğini gözden geçirmesi ve öğrenme isteğini
güçlendirmesi yeterli olacaktır.
Peki isteği de tekniği de olmayanlar ne yapabilir? Öncelikle kitabın tamamını okumaları gerekiyor!
Çünkü böylece öğrenmeye bakış açılarını değiştirecek ve öğrenme tekniklerini geliştirecek fikirler
öğrenecekler. Bu da daha iyi öğrenmelerini sağlayacak.
İnsan iyi yapabildiği şeyi sever ve tekrar tekrar yapmak ister. Öğrenme tekniklerini öğrenip
zorlanmadan öğrenmeye başlayan bir öğrencinin isteği de artmaya başlar. İsteksizliğin nedeni,
öğrenirken yaşanan zorluklar ve sıkıntılardır. Öğrenme tekniklerini öğrenip kullandıkça öğrenme
isteğiniz de artmaya başlayacaktır.
Sevmesem de (ç)alışırım!
Bir İngiliz atasözü söyle der: “Atı suyun kenarına götürebilirsiniz ancak ona su içirtemezsiniz.”
Başkaları sizin için, sizin istemediğiniz şeyleri size yaptıramaz. Kendi hayatınız için sorumluluk
almalısınız. İradeli bir insan olup, başarınız için yapmanız gerekenleri yapmalısınız. Başkalarıyla
kapışmak yerine, içinizdeki tembel tarafınızı yenmeye çalışmalısınız.
Biliyorsunuz ki, tüm stratejilerin başladığı ve bittiği yer sizsiniz. Eğer siz kendiniz için bir şeyler
yapmak isterseniz, başkaları da sizin için bir şeyler yapabilir. Sizi başarılı ya da başarısız yapacak
olan, sizsiniz. Seçim sizin!
13
Bir Amerikalı işadamı ile Japon meslektaşı orman içerisindeki bir otelde düzenlenen, iş
hayatında rekabet yollarını anlatan bir seminere katılmışlardı. Seminer arasında ormanda
dolaşmaya çıktılar. Duydukları vahşi bir sesle ikisi de irkildi. Dönüp arkalarına baktıklarında, aç bir
aslanın üzerlerine doğru koşmaya başladığını gördüler.
Her ikisi de hızla kaçmaya başladı. Kaçarken Japon aniden durdu ve çömelerek çantasından
bir şeyler çıkarmaya başladı. Bu sırada Amerikalı hızla uzaklaşıyordu. Japon’un ne yaptığını merak
eden Amerikalı geriye dönüp baktığında gözlerine inanamadı!
Spor ayakkabılarını giymeyi başaran Japon, ok gibi yerinden fırlayarak koşmaya başladı.
Amerikalı iş ayakkabılarıyla koşarken, Japon spor ayakkabılarıyla koştuğu için, Amerikalıyı önce
yakaladı, sonra da geçti.
Amerikalı’nın gerilerde kaldığını ve aslana yem olmak üzere olduğunu gören Japon
Amerikalı’ya dönüp cevabını verdi: “Evet, ben bu spor ayakkabılarımla aç bir aslandan daha hızlı
koşamayabilirim; ama senden daha hızlı koşarım!”
Ders bir: Asla bir Japon’un yoldaşlığına güvenerek tehlikeli ormanlarda dolaşmaya çıkma!
Ders iki: Başkalarından farklı sonuçlar almak istiyorsak, onlardan farklı şeyler yapmalıyız. Önde
olmak için önce bizi öne geçirerek farklara sahip olmamız gerekir.
Yıllar önce bir seminerime katılan ve üniversite adayı olduğunu söyleyen bir genç şöyle demişti:
“Bütün arkadaşlarım Tarih, Türkçe, Matematik çalışırken, benim burada öğrenmeyi öğrenme
seminerine katılmam ne kadar doğru?”
Ona yukarıdaki hikâyeyi anlattıktan sonra, “Sen doğru olanı yapıyorsun. Rakiplerin Tarih, Türkçe,
Matematik çalışırken sen öğrenmeyi öğreniyorsun. Bir fark yaratıyorsun. Bir avantaj geliştiriyorsun.
Öğrenmeyi öğrenme sınav maratonunda, spor ayakkabılarını giyerek koşmak gibidir” dedim. Şimdi
bu genç istediği bölümde okuyor.
Rakipleriniz ders çalışıyorken, siz nasıl ders çalışmanız gerektiğini öğrenip sonra hızla çalışmaya
başlayın. Bu sizi öne geçirecek bir rekabet üstünlüğü demektir. Sadece okul hayatında değil, hayat
okulunda da öğrenmeyi öğrenme, rekabet üstünlüğü sağlar.
Avukatlar hukuk bilgileri nedeniyle, futbolcular top oynama konusundaki bilgi ve becerileriyle değer
görürler. Mühendisler ve mimarlar “bir binanın nasıl yapılması gerektiği” konusundaki uzman teknik
bilgilerini insanlara sunarlar. Kuaförler saçın nasıl kesileceğini, cerrahlar insan anatomisini,
marangozlar ağaçların nasıl şekillendirileceğini normal bir insandan daha fazla bilirler.
Birçok mesleki başarının ve kariyerin temeli, bir konuda uzmanlaşmış teknik bilgi sahibi olmak ve o
işi ortalama insandan birkaç kat daha iyi (yapa)bilmektir.
Eğer bir insan büyük bir başarı kazanmışsa bunun ardında bir uzmanlaşmış teknik bilgi vardır. O
kişi o işin en iyi şekilde nasıl yapılacağını bilmeseydi muhtemelen başaramazdı. Bundan dolayı sık
14
sık, “Eğer bir insan büyük bir iş başarmışsa, orada benim öğrenmem gereken bir şey var demektir,”
diye düşünürüm.
Her bilgi başarı getirmez. Dedikodu da bir bilgidir ama başarı getirmez. Başarı getiren bilgiye
“uzmanlaşmış teknik bilgi” (know how) denir. Bu kavrama “neyin, nasıl yapılacağının bilgisi” de
diyebiliriz.
Bir konuda “know how” sahibi insanlar o işin “uzmanı” olmuş sayılırlar.
Uzman “az şey hakkında çok şey bilen kişi” olarak tanımlanır.
Nasıl uzman olunur? Önce neyin nasıl yapılacağını öğrenir, sonra da bu bilgiyi beceriye
dönüştürerek uzman olursunuz.
Uzmanlığın gücüyle de bir iş(lev) görür, performansınız ölçüsünde başarılı olursunuz. Uzmanlıkta
önemli olan noktalardan biri, insanların hayatını kolaylaştırmak için kullanılabilecek bilgi sahibi
olmaktır.
Eğer cerrah olmak istiyorsanız çok ister ve çabalarsanız, öğrenme kapasiteniz de yeterli ise, siz de
“nasıl cerrah olunabileceğini” öğrenebilir, bir cerrah olarak çalışabilirsiniz. Eğitim insana fırsat
eşitliği sağlar. Öğrenmenin gücü buradan gelir.
Öğrenmeyle ilgilenmemizin tek nedeni başarılı olmak değildir. Hayatın ve insanın doğasını anlamak
için de öğrenmeyi öğrenmek gerekir. Bir düşünür, “Öğrenme toplu iğnenin başı ile boyalı bir camı
kazıma sanatıdır” diyor.
İnsanın dünyaya geldiğinde kendini camdan bir fanusun içinde bulduğunu, bu fanusun içten boyalı
olduğunu, doğum anından itibaren camın dışındaki dünyayı merak ettiğim izi, ancak o camı içten
kazıyarak dışarıyı görebileceğimizi düşünelim.
Fanusun içi karanlıktır. İnsan karanlıkta bir toplu iğne bulur. İğne ile boyalı camın yüzeyini içten
kazımaya başlar. Bu, öğrenmedir.
O boyalı camı kazıdıkça kendimize küçük bir pencere açarız. Bu pencereden ilk ışık içeri sızar.
Fanusun içi daha “aydın”lıktır artık.
Bazılarımızın penceresi küçüktür, bazılarımızınki ise büyük. Bazıları köşeli, bazıları yuvarlak pencere
açar. Açtığımız o pencereden dışarı bakarak olan biteni anlamaya, bilmeye, görmeye, “dünyanın
sırrına ermeye” çalışırız.
Merak ederiz. Keşfetmeye, haberdar olmaya çalışırız. Einstein, “Hissedebileceğimiz en güzel duygu,
bilinmeyen karşısındaki heyecandır,” der. Öğrenme aşkıdır bu.
Fanusun dışındakileri öğrenmek için, boyalı camı kazıyarak açtığımız pencereden gelen ışıkla,
fanusun içindekileri de görmeye başlarız. Dış dünyayı öğrendikçe, iç dünyamızı da keşfederiz.
Bazılarımız boyalı camda açtığı pencereye gözünü dayar ve dışarıyı seyretmeye dalar, içine hiç ışık
düşmez.
Bazıları ise arada bir kendi fanusunun içine çekilir, dışarıdaki ışığın pencereden sızarak fanusun içini
aydınlatmasıyla ortaya çıkan “iç gerçeklerini” seyreder. Bazıları kendi iç dünyasını seyretmekle de
kalmaz, onu dekore eder, düzenler, güzelleştirir.
Modern çağı karakterize eden kavramlardan biri kesintisiz ve hızlı değişimin getirdiği sürekli
öğrenme mecburiyetidir. Öğrenme artık okul ile sınırlı tutulmuyor. “Okul için değil, hayat için
öğrenin” kültürü ve “yaşadıkça öğrenme” anlayışı yaygınlaşmaya başlıyor.
15
Okul hayatının müfredatı hayat okuluna uymuyor. Okul sonrası, hayatı yeniden okumak gerekiyor.
Bu da öğrenmenin okulla sınırlı olmaması gereğini gösteriyor.
Artık dünya çok hızlı değişiyor. Bilginin son kullanma tarihi kısalıyor. Okullardan alınan diplomalar
hayatın muazzam değişim hızı nedeniyle birkaç yılda geçersiz hale geliyor. Yapılan bilimsel
araştırmalara göre üniversite mezunu bir genç 1 yıl içinde sahip olduğu mesleki bilgiden % 1O’unu
kaybediyor. Oysa bir alanda uzman olmak için ortalama 10 yıllık bir çaba gerekiyor.
Eski bir Çin atasözü her geçen gün daha fazla gerçek oluyor: “Öğrenme akıntıya karşı yüzmeye
benzer, ilerlemezseniz gerilersiniz.”
Yaşadıkça öğrenme mecburiyeti: Artık öğrenme dönemsel bir uğraş değil, bir yaşam tarzı
olmak zorunda!
Bilginin çok hızlı üretildiği ve dağıtıldığı bir dünyada öğrenmeyi öğrenmek bir tercih değil,
zorunluluktur. Bilgi toplumunda belirleyici güç bilgidir. Modern hayata tutunmak istiyorsanız 1 ya
öğrenirsiniz ya öğrenirsiniz!
Eskiden insanlar monoton yaşama biçimleri nedeniyle, yeni bilgiye fazla ihtiyaç duymayabiliyordu.
Bir köylü 18 yaşında öğrendikleriyle 80 yaşına kadar idare edebilirdi ama artık o köylü bile bazen
şehirle ilişki kuran çocuğunu anlamak için, bazen TV dünyasında olan biteni takip etmeye çalışırken
sürekli yeni şeyler öğreniyor.
Nasıl öğrendiğimizi öğrenmek öğrenme kalıplarımızı da değiştirir. Beyin nasıl çalıştığı hakkındaki
bildiklerine göre çalışır.
İnsan nasıl öğrendiğinin farkında olarak öğrendiğinde, öğrenme verimi artmaktadır. Prof. Dr. Adil
Türkoğlu’na göre; “Öğrenen öğrenme sürecinde kafasında olup bitenlerin farkında olursa, öğrenme
daha iyi oluşmaktadır. İşte bu ‘düşünmeyi düşünme’ ya da öğrenmeyi zihinde kontrol etme
sürecine bilişsel farkındalık (meta cognition) denilmektedir.”
Öğrenme hakkında bir şeyler öğrenerek kendi öğrenme stratejilerimizi geliştirebilir, kullandığımız
tekniklerin doğru mu, yoksa yanlış mı olduğunu daha sağlıklı bir şekilde değerlendirebiliriz.
16
İnsan için tabiatta bulunan her şey bilgi mönüsünü oluşturur. Bu mönüden yaralanmamız aklımız ve
öğrenme gücümüz nispetindedir. Dış dünyadaki bu mönü ile iç dünyamız arasındaki ilişkiyi, duyu
organlarımız aracılığıyla kurarız. Dış dünyadaki gerçeklik hakkındaki bilgileri okuyarak, dinleyerek
veya dokunarak beynimize alırız. Böylece dış dünyadaki “dış gerçek” (realite) ile beraber bir de
zihnimizde “iç gerçek” oluşur.
Zihnimizdeki “iç gerçek” haritaya, dış dünyadaki gerçeklik ise araziye benzetilir. Bundan da
“gerçek” üzerine üç gerçek ortaya çıkar:
1. Harita arazinin kendisi değil bir kopyasıdır. Bu bazen yanılabileceğimizi, bildiklerimizin hayata
uymayabileceğini ifade eder.
2. Arazi değiştiği halde harita değişmeden aynı kalabilir. Bu, “bilgi yanlışlığı” demektir ve sık sık
bilgi güncellemesi yapılarak aşılabilir. Gözünüzü dış gerçeklerden ayırmamanız gerekir.
3. Arazide olan bazı bölümler haritada olmayabilir. Bu, bilgi eksikliği demektir. Haritanın sınırları
vardır ve hiçbir, zihin haritası hayatın tüm arazilerini’ kapsa(ya)maz.
Başka bir ifadeyle kelimeler ve onların temsil ettiği içerik gerçeğin kendisi değil, haritasıdır. Dış
dünyadaki gerçekleri, algılarımızın sınırları ve saptırmaları ile iç dünyamıza taşırız. İnsan algısının
yapısı gereği, gerçekleri tam olarak bilemeyiz, çünkü biz içimizde(n) gerçekleri değil, onun zihin
aynamızdaki görüntüsünü görüyoruz. Öğrenme ve düşünme yoluyla, iç dünyamızdaki gerçekleri,
dış dünyadakilerle uyumlu hale getirmeye çalışırız.
Öğrenme, dış dünyadan iç dünyaya veri transferidir. Gözümüzün görüp, kulağımızın dinleyip,
tenimizin hissedip beynimize gönderdiği bir enformasyon beyinde bir hareketlilik başlatır. Buna
genel olarak “anlam(lam)a uğraşı” denilebilir. Beyin ilk önce gelen bilgiyi tanımlar. Ona sınır
görevlileri gibi “kimlik tespiti” işlemi uygular. Onun ne olduğunu, ne olmadığını, “anlamlı” olup
olmadığını tespit eder. Bu adımda gelen bilginin “eldiven” mi, yoksa “merdiven” mi olduğu tespit
edilir. Bu, beynin bilgiyi tanımlama adımıdır.
Bu etabı geçen bilgi içeriğine ve yapısına göre beyin tarafından tasnif edilir. İşe yaramayacağı ve
önemli olmadığı düşünülen bilgiler bilinçaltına ya da bilinç dışına atılır.
Önemli olan ve işe yarayacağına inanılan bilgiler arşiv odasında ait oldukları bölmelere yerleştirilir.
Buna kayıt (bilgiyi beyne yerleştirme) adımı diyoruz. Bu adımda “kıta sahanlığı” coğrafya
kısmındaki bilgilere, “sahanda yumurta” ise beslenme kısmında var olan bilgilere bağlanacaktır.
Yeni gelen bilgi, beyindeki mevcut bilgi tabanınca tanınmayınca “misafir” muamelesi
görür.
Bağlantılar gerektiği gibi kurulamazsa ya da o konuda bağlantı kurulacak ilgili ön bilgi tabanı yoksa,
bu bilgilere “misafir muamelesi” yapılır. Bu durumda yeni gelen bilgiler 20 saniye ile 20 dakika
17
içerisinde bilinçaltı denilen beynin çöplüğüne atılacaktır. Bilgiler böyle durumlarda “bir kulaktan
girip öteki kulaktan çıkmış” olurlar!
Çok kısa süreli hafızanın 20 saniyelik ve kısa süreli hafızanın 20 dakikalık eleme eleği engelini
geçen yeni bir bilgi, beyne kaydedilmiş olur. Ancak sorun burada da bitmez. Eğer pekiştirme
yapılmamışsa ve izlenim zayıf ise, o zaman bu bilgi ya unutulacak ya da hafızada yer aldığı halde
hatırlanamayacaktır. Nitekim yapılan araştırmalara göre öğrendiklerimizin % 80’ini 24 saat
içerisinde unuturuz.
Elbette beyin gibi görkemli bir organın içinde gerçekleşen, öğrenme gibi karmaşık bir süreç bu
kadardan ibaret değildir, hala çözülememiş boyutlara sahiptir. Benim burada anlattığım, bugüne
kadarki araştırmaların sonucunda “bildiğimiz kadarıyla” beyinde gerçekleşen öğrenme sürecin in
anlaşılır bir tarifidir. Beynimizi incelerken de beynimizi kullanıyor olmamız, beynin öğrenme sürecini
de beynimiz içinde öğrenerek ilerliyor olmamız bazen kör noktalar oluşturan bir dezavantajdır.
Öğrenmenin ana hatlarını düşündüğümüzde, bir bilginin “öğrenilmiş” olması ve beyne kaydedilmesi
için birkaç aşamayı “başarıyla” geçmesi gerekir. Beyne alınmaya değer görülüp hafızanın eleğinin
üzerinde kalan bir bilgi kaç engeli aşmış olur?
1) Duyu organları o bilgiyi algılamayabilirdi. 2) Beyin onu tanımayabilirdi 3) Beyin onun önemsiz
olduğunu düşünüp eleyebilir, bilinçaltına gönderebilirdi. 4) Beyin yeteri kadar iyi kaydetmeyebilir
veya bağlantı kurulabilecek “ilgili ön bilgi” bulunamayabilirdi. 5) Hafızaya kaydedilse de 24 saat
içerisinde unutulan % 80’lik dilimde yer alabilirdi. 6) Unutulmasa bile zayıf izlenim veya bilgi
karışıklığı dolayısıyla hatırlanamayabilirdi. 7) Tüm bu engelleri aşıp hafızada capcanlı ve
“hatırlanmaya hazır” bir biçimde beklerken, içinde bulunduğu kafanın sahibi tarafından
kullanılmayabilirdi de!
Sırada öğrenmenin aşamalarının detaylı açıklamaları var. Bu aşamalar açıklanırken, ağırlıklı olarak
en yaygın öğrenme yolu olan okumaya göre anlatım yapılacaktır. Alternatif yollar ise yeri geldiğinde
açıklanacaktır.
Şimdi oldukça kapsamlı bir bölüme giriyoruz, ağır sıklet metinleri sevmeyen okurlar detaylar
arasında yorulabilirler. Bu okurlar kitabı bırakmaktansa, ileride tekrar dönmek üzere bir sonraki
bölüme geçiş yapabilirler. Önümüzdeki iç bölüm hariç her bölüm kendi içinde bağımsızdır.
18
Yıllar önce Konfüçyüs insanın iç dünyasındaki bilgi eksikliği ve bunun nasıl kapatılabileceği üzerine
ince ince düşünmüş, sonunda şuna karar vermiş: “Bilmeyen ve bilmek isteyen çocuktur, öğretin
ona.
“Bilen ama bildiğini bilmeyen uykudadır, uyandırın onu.
Bilmeyen ve bilmediğini de bilmeyen akılsızdır, sakının ondan.
Bilen ve bildiğini de bilen liderdir, izleyin onu.”
Şu anda üzerinizdeki giysilerin ağırlığı, nefesinizi verirken burnunuzdan çıkan ses, çevreden geçen
araçların gürültüsü, odanızdaki koku, oturduğunuz sandalyenin verdiği his gibi pek çok şey duyu
organlarınız tarafından beyninize gönderiliyor.
Tabii bu “duyu verilen” çok fazla olduğundan, beyin hepsini değerlendiremediği için “algı filtreleri”
kullanır. Beyin dünyadan gelen verilerin içinden “kafasına göre seçim yaparak” algılar. Gelen duyu
verilerinin çoğunluğu üzerinde işlem yapmaz. Buna da algıda seçicilik denir.
Her duyu organının çevredeki enerji değişimine hassas bir alıcısı (reseptör) vardır. Mesela göz
çevredeki ışık ve renk değişikliğini algılar. Okumak elinizdeki kitabın beyaz zeminli olan sayfalarının
üzerine, siyah renkte yazılmış olan resimlerin (kelimeler göz için resimdir) sayfaya çarpan ışık
tarafından, renk farklılaşması halinde göze taşınması ile gerçekleşir. Bize bilgiyi getiren şey ışıktır.
Beyaz zemine çarpan ışık beyaz renkle gözümüze dönerken, hemen yanındaki harflerin olduğu yere
çarpan ışık siyah renkle döner. Bu renk farklılığı sayfa üstündeki kelimeleri beyne aktarır.
Gözümüzün ağırlığı yedi-sekiz gram olmasına rağmen 80 metre uzaklıktaki nesneleri net olarak
tanıyabilir. Gece karanlığında 27 kilometre uzaklıktaki mum ışığını fark edebilecek kadar hassastır.
Bir milyondan fazla rengi ayırabilir. Bir yıl içerisindeki gözyaşı sarfiyatı bir kola kutusunu
doldurabilir. Ortalama bir ömürde erkekler 300 milyon, kadınlar 336 milyon kez göz kapaklarını
açıp kapatırlar. Kadınların hayata erkeklerden daha çok “göz kırptıkları” fizyolojik bir gerçektir!
Okurken kullandığımız en önemli aygıt gözdür. Bu nedenle ona “gözümüz gibi” bakmalıyız. Gözün
okuma gücünü korumak için bazı şeylere dikkat etmek gerekir. 1) Işığın doğrudan gözünüze değil,
okuduğunuz kitaba vurmasını sağlayacak şekilde pozisyon almalısınız. 2) Uykusuz olduğunuz
zamanlarda uzun süre kitap okumamaya özen göstermelisiniz. 3) İçerisindeki etil alkol nedeniyle
mümkün olduğunca yüzünüze kolonya sürmemeniz önerilir. 4) Gözünüzün ihtiyaç duyduğu
vitaminleri içeren besinlerin başında havuç ve maydanoz geliyor. 5) Beslenme uzmanlarının göz için
önerdiği vitamin takviyesi ise A, B2 ve B6 vitaminlerinden oluşuyor. Gözleri yoran ışık olduğu için
onu dinlendirecek olan şeylerden biri de karanlıktır. Uzun okumalar gerektiğinde, arada gözlerinizi
kapatıp bir süre dinlendirmeniz yararlı olacaktır.
Öncelikle şunu bilmekte yarar var: Göz sadece bakar, okuvan beyindir! Göz gördüklerinin
fotoğrafını çeker ve beyne yollar, o verilen anlamlandıran beyindir.
Gözün okurken yaptığı iki temel hareket vardır. Göz okurken önce bir kelimenin üzerinde durarak
onun fotoğrafını çeker (saptama hareketi), sonra da diğer kelime ile aradaki boşluğu geçerek
(sıçrama hareketi) yeni saptama noktasına yerleşir ve oradaki kelimeyi görür. Sanılanın aksine, göz
satır üzerinde soldan sağa seri halde gitmez, atlamalar ve duraklamalar yaparak ilerler.
1) Saptama hareketi: Buna tespit etme hareketi de denir. MeLindeki kelime ve rakam
karakterlerinin bir bölümü üzerine gözün odaklanmasıdır. Göz bu pozisyondayken, yani sabitlendiği
sırada okur. Okurken kullanılan zamanın yaklaşık % 94’ü bu esnada, yani üzerinde durup bir
19
kelimenin fotoğrafı çekilirken harcanır. %6 ise bir sonraki saptama noktasına sıçranırken harcanır.
Eğitilmemiş bir okuyucunun gözü bir duruşta (bir bakışta) bir kelime görebilir, oysa bu eğitim ile 2-
3 kelimeye kadar çıkarılabilir.
2) Sıçrama (geçiş) hareketi: Gözün bir sonraki saptama noktasına geçmek için yaptığı harekettir.
Göz sırasıyla bir saptama, bir sıçrama hareketi yapar. Göz sıçrama durumunda, hareket halinde
olduğu için göremez. Göz duran şeyleri durarak, hareket eden şeyleri ise onunla beraber aynı
yönde ve hızda hareket ederek görür.
Okuyarak öğrenmede iki kritik unsur vardır: birincisi bakış kalitesi, ikincisi ise görüş kalitesi. Bakış
kalitesi göze, görüş kalitesi beyne bağlıdır. Hem bakış kalitesi hem de görüş kalitesi geliştirilebilir.
Gözün okuma sırasındaki görevi beyni “kesintisiz” bir şekilde veri ile beslemektir. Eğer göz, beynin
bilgi işleme hızının altında bilgi gönderirse, aradaki boşlukta, beyin o konudan kopar ve başka
şeylerle ilgilenmeye başlar. Böylece “dikkat dağılması” gerçekleşir. Hızlı okuma beynin kesintisiz bir
şekilde bilgi ile beslenmesini sağladığı için konsantrasyon bozukluğu ve dikkat kaymalarını biraz
daha azaltır. Ne kadar yavaş okursanız, dikkatiniz o kadar çabuk dağılır. Beyin, gözün bilgi toplama
hızından 3-4 kat daha yüksek bir hızda bilgi işleyebilir. Ancak bu, okunan konunun içeriğine de
bağlıdır.
Beynimize en fazla “duyusal malzeme” sağlayan organlarımızın başında gözümüz gelir. Beyin
gözden gelen verilerden daha çok etkilenir. Göz ile beyin arasındaki sinir hatları kulak ile beyin
arasındakine göre 20-25 kat daha güçlü olduğu için, yeni tanıştığımız insanların yüzünü hatırlarız
ama ismini unuturuz. Televizyonun radyoya göre daha etkileyici olmasının nedeni de görselliğin
gücüdür. Tanışanların dış görünüşe önem vermelerinin ve “cilalı imaj devri”nin nedeni de budur.
Güzel kadınlara ve yakışıklı erkeklere olan talebin açıklaması da budur. Mankenlerin
öğretmenlerden daha fazla kazanabilmelerinin açıklaması da budur! Görsellikten etkilenmek insanın
bir tercihi olmaktan öte, “yapısal” bir zayıf noktasıdır.
Bilginin beyinde derin izler bırakabilmesi için onu çok boyutlu kaydetmek gerekmektedir. Yani hem
görüntüsü, hem sesi, hem hissi, hem tadı, hem de kokusuyla! Bazen ilk üç kanaldan yapılan bilgi
girdisi de yeterli olabilir. Buna çok kanallı kayıt denir.
Çok kanallı kayıt iki şekilde yapılabilir. Birincisi bilgiyi hayali olarak (zihinde) görmek, konuşturmak
(dinlemek), tadına bakmak, koklamak ve onun nasıl bir şey olduğunu hissetmektir. Bu kolay ye
maliyetsiz bir yoldur. İkincisi ise o bilginin olduğu ortamda gerçekten yaşamaktır. Laboratuvar
deneyleri, keşif gezileri bunun için yapılır. Buna yaşayarak öğrenme/yaşatarak öğretme de
denebilir. Dersi deneyime dönüştürmek, birkaç duyu organıyla deneyimlemek amaçtır.
Çok kanallı kaydedilen bir bilgi beyinde daha çok çağrışım yapacak ve diğer bilgilerle ilişki
kuracaktır.
Dinlediğiniz bir derste not tutarak ve anlatılanları görsel şemalara çevirerek bilginin hem
kulaktan hem de gözden alınmasını sağlayabilirsiniz. O bilgileri yüksek sesle okuyarak
göz ile beraber kulak yoluyla da kaydedebilirsiniz. Bir arkadaşınızla beraber önce konuyu
ayrı ayrı okuyup, sonra birbirinize anlatabilirsiniz. Bu da iki duyunun birlikte
kullanılmasını sağlar.
Ana çerçevemizi tekrarlayacak olursak, öğrenme birbirini takip eden ve biri olmadan diğerine
geçilmeyen 3 aşamada gerçekleşir. Bunlardan birincisi bilgiyi beyne almak, ikincisi alınan bilgiyi
işlemek ve beyne kaydetmek, son adım ise bilgiyi saklamak ve lazım olduğu anda kullanmaktır.
20
Bu konuda ilginç olan bir boyut da algıladığımız her şeyin zihnimizde küçük ya da büyük bir iz
bırakmasıdır. Bu konuyu fark etmiş olan Goethe şöyle der: “Her bakış bir gözlem, her gözlem bir
düşünce, her düşünce bir bağlantı ve ilişki doğurur. Öyle ki, her dikkatli bakışınızda bir teori
kurduğunuz söylenebilir.”
Eğer uçaktan korkuyorsanız bunun nedeni, izlerken çok etkilendiğiniz bir filmdeki uçak kazası
sahnesi olabilir. Tıpkı korku filmi seyrettikten sonra karanlıktan korkunuzun daha da artması gibi.
Beynimize giren bazı görüntü ve sesler, beynimizin içinde bazı düşünceleri tetikler.
Beynimizi mutfağa, aklımızı da aşçıya benzetebiliriz. Beynimize hangi malzemeleri verirsek ona
göre yemekler yaparak bize verecektir. Verdiğimiz malzemeleri, farklı kombinasyonlarıyla,
yemeklere çevirip bize sunacaktır. Yemekler düşüncelerimizdir. Aşçıya yumurta, domates, biber ve
tereyağı verirseniz size menemen yapıp verebileceği gibi (menemen verdiğiniz malzemelere tam
benzemez ama onlardan yapılır) üzerine haşlanmış yumurta doğranmış bir çoban salatası da yapıp
verebilir! Aynı malzemenin farklı bir kullanım şeklidir bu. Beynimiz duyu organlarımızın algılayıp
gönderdiği “malzemeleri”, aklın tarifleriyle mutfakta işlenerek bilgi, teori, davranış,, inanç, yargı,
tutum gibi şeylere dönüştürür.
Bu da zihinsel arşiv kayıtlarının gücünü gösterir. İnsan düşünürken, zihinsel arşivlerindeki görüntü,
ses ve his kalıplarını kullanma eğilimindedir. Bir televizyonun ana haber bülteni nasıl ki bir konuda
haber yaparken arşivlerindeki görüntü ve ses kayıtlarını kullanıyorsa, aynı şekilde beyin de kendi
arşivleriyle hareket eder.
Madem arşivlerimiz bu kadar önemli o halde, beynimizden almak istediklerimize göre onu
beslemeliyiz.
Beynimizin bu özelliğini mutlu olmak için nasıl kullanabiliriz? Beynimizden almak istediğimiz ürün
mutluluk ise, mutluluğun yapıldığı malzemeleri beynimizin mutfağına vermemiz gerekir. Bunun için
de kulaklarımızdan güzel sesler almalıyız beynimize. Müzik bunun için icat edilmiştir. Gözümüzden
güzel görüntüler göndermeliyiz beynimize. Resim sanatı da, güzellik uğraşı da bunun için vardır.
Tenimizden tatlı hisler çekmeliyiz beynimize, dokunmak bunun için icat edilmiştir. Damağımızdan
lezzetli tatlar göndermeliyiz beynimize. Yemek kültürü bunun için icat edilmiştir.
Duyu organlarımızın haz veren duyular göndermesi keyif almak için yeterlidir ama mutlu olmak için
bunlar da yetmez. Beynimizi bizi mutluluğa ve olumlu düşünmeye götürecek düşüncelerle de
beslemeliyiz. Pozitif düşünme literatürü bunun için icat edilmiştir. Kişiler beğeni yapılarına göre,
edebi eserler seçerek de beyinlerini mutluluk veren düşüncelerle besleyebilirler.
Peki çoğunluk ne yapar? Beyinlerini de mideleri gibi abur-cubur şeylerle besleyerek ruh sağlıkları ile
oynarlar. Sonra da başarılı ve mutlu olmaya çalıştıklarında, içlerindeki bir şeyin kendilerini neden
sürekli geriye çektiğini bir türlü anlayamazlar.
Zihinsel arşiv kayıtlarındaki negatif veriler, mutluluğa ve başarıya giderken iç sabotaj yaparlar.
İçinizden size çelme takar, en güçlü anınızda iç kargaşa çıkartıp sizi bunalıma sokarlar.
Başarılı olmak için beynimizi hangi malzemelerle beslemeliyiz? Mantık yine aynıdır. Beyninize ne
verirsen iz, size onu geri verir. Beyninizi başarıya götüren bilgilerle beslerseniz başarıya, diğer
durumda ise başarısızlığa yönelirsiniz.
Olmak istediğiniz yeri tam ayrıntılarıyla hayal edin. Hayalimizde canlandırdıklarımız da,
hafızamıza gerçek görüntüler gibi kaydedilip arşivlenebilir.
Yapılan bazı araştırmalar hayal edilen (zihinde canlandırılan) görüntüler ile gerçek görüntüler
arasında, beyni ve dolayısıyla bedeni etkileme bakımından önemli bir fark olmadığını göstermiştir.
Çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada, küçük çocukların % 50’sinin Süpermen’in “gerçek”
olduğuna, bir yerlerde yaşadığına inandıklarını göstermiştir!
22
Bu adımda birinci aşamadan geçmiş bilgiler, bir “kimlik tespiti” sürecinden geçer. Duyu organlarımız
tarafından gönderilen veriler tanımlandıktan sonra hemen bir tasnife tabi tutulurlar. Gereksiz ve
önemsiz bilgiler bu etapta elenir ve bilinçaltına gider. Bu yüzden bu aşamaya bilgi seçme ve
yerleştirme süreci diyebiliriz.
Bütün bu işlemler bir tutuklunun yargılanma süreci içerisindeki yaşadıklarına benzetilebilir. Bir zanlı
önce polis tarafından yakalanır. Polis duyu organları gibidir. Zanlı tutuklandıktan sonra ilk önce
karakolda kimlik tespitine tabi tutulur, sabıka kaydı incelenir, ondan sonra mahkeme karşısına
çıkarılır. Yargıç onun tutuklanmasına veya serbest bırakılmasına karar verir. Eğer tutuklanmasına
karar verdiyse işlediği suça göre hapishanede ilgili bir yere konur. Beyin tarafından tutuklanan bir
duyu verisi (bilgi) de önce tanınır, sonra gerekli görülürse beyindeki ilgili bilgilerin olduğu yere
konur. Tabii bu bilgilerin bazılarının tek isteği bulduğu ilk fırsatta dışarı kaçmaktır!
Beyin için kelime ve rakamlar birer şifredir. Tanıma, kelimelerin ve rakamların içlerinde taşıdıkları
anlamlardan ayrılmasıdır. Daha önceden beyne girmiş, hafızada kaydı olan bilgiler, daha kolay
tanınır. “Kineka” gibi daha önce hiç duymadığı bir kelimeyle karşılaşınca, beyin o kelimeye
“yabancı” muamelesi yapar, “vize” ister.
Beyin de bir ülke gibidir. Yabancı kelimeler, pasaportla giriş yapmak zorunda olan turistler gibidir.
Bir insanın kelime hazinesinin geniş olmasının önemi buradadır. İnsanın beyninde ne kadar kelime
ve bilgi yer alırsa, okuduklarını o kadar çok anlar. Bir kitabı beş yılda arayla iki kez okuduğunuzda
her defasında anladıklarınız bu yüzden değişir.
Kelime hazinesinin geniş olması gibi, anlatılan şeyi kişinin kendi ifadeleriyle tekrarlaması da bilgi
girişini, dolayısıyla anlamayı hızlandırmaktadır. Duyu organlarının algılayarak beyne aktardığı bütün
bilgiler beyne yerleştirilir mi?
Beynimiz bizim iç evrenimizdir, ruhumuzun evidir. Bazı yönlerden ev gibi yönetilir. Tıpkı bir evin en
önemli eşyalarının odalara konup, atılamayacak kadar gerekli ama evde kullanılamayacak kadar
önemsiz eşyaların depoya konması, gereksiz ve önemsiz şeylerin çöpe atılması gibi, beyin de
duyuların gönderdiği verilen bu şekilde eler.
Duyu organlarımız bazı verileri beyne hiç iletemez. Duyularımız “algı eşiklerimiz” ölçüsünde
dünyada olan biteni beyne aktarır.2 Algı eşiklerimizin alt ve üst sınırları bulunur. Örneğin kurbağa
ayak sesini duyar; ancak kulağının dibinde ateşlenen top sesini duymaz! Çünkü bu ses üst duyma
eşiğini aşmıştır.
İlgi alanımıza giren, hakkında ön bilgi sahibi olduğumuz, bir ihtiyacımızı gidereceğine inandığımız,
daha önce öğrenmiş olduklarımızla ilgili olan, çarpıcı, büyük, olağanüstü görünen, çevresiyle zıtlık
teşkil eden bilgiler aklımızda daha çok kalacaktır.
Bilgilerin bu eleme sınavından yukarıdaki özellikleri taşımayan bilgiler geçemeyecek, 20 saniye ile
20 dakika arasında bilinçaltına gidecektir. Hafıza sistematiği içine kaydedilmedikleri için
hatırlanmaları da kolay olamayacaktır.
2
İG Sorusu: Peki bu veri doğruysa subliminal konuşmalar beyne nasıl ulaşır?
23
• Referanslı bilgi: Daha önce beyne bir kez giriş yapmış veya girmemiş olsa bile hafızada
kendisiyle ilişkili, hemen çağrışım yapabileceği birçok enformasyon bulunan bilgilere denir.
• Referanssız bilgi: Beyne daha önce girmemiş ve beyinde hemen çağrışım yapıp, ilişkiler
kurabileceği ön enformasyon bulunmayan bilgilere denir. Bu bilgiler beyinde “misafir
muamelesi” görürler.
Referanslı bilgi daha kolay anlaşılır, daha uzun süre hatırlanır. Bu da ne kadar geniş bir bilgi ve
kültür tabanına sahip olursanız, o kadar geniş bir kavrayış kapasitesine sahip olacağınız an- tamına
gelir.
Beynin tanıma ve tasnif yeteneği eğitilebilir. Eğer kişi neyi aradığını biliyor ise beyni o amaca göre
bilgileri sınıflayacak, gerekli gereksiz ayrımını o kritere göre yapacaktır. Hayatta ne istediğini
bilmenin önemi buradan gelir. Yeni bir işe girdiğinizde bir anda beyniniz o işle ilgili her şeyi
“görmeye” başlar. Daha önce görememenize şaşarsınız. Bu ilgi ve ihtiyacın, öğrenmeye etkisine bir
örnektir.
Unutmayın, ne aradığını bilmenin heyni onu bulmak için ne yapması gerektiğini de bilemez!
Beyninize aradığınız bilginin “eşkalini” verin, o size onu yakalayıp getirecektir.
Öğrenme sürecinde elemeleri geçemeyen bilgilerin bilinçaltına atıldığını yazmıştım. Öğrenme anında
bilinç ile bilinçaltının rolü üzerine kısaca değinmek gerekiyor. Bilinç ile bilinçaltının karşılaştırmalı
incelemesi şöyle yapılabilir.
1) Bilinçaltı bilinçten daha güçlüdür. Her ne kadar “bilinçli insan” olduğumuzu iddia etsek de,
bilinçaltındaki güç ve onun etkisi, çoğumuzda bilinç gücünden daha yüksektir.
2) Bilinçaltı sınırsız bir kapasiteye sahiptir. Oysa bilinç bilgi işleme bakımından iki sınıra sahiptir.
• Zaman bakımından sınırlıdır. Şu anda düşünürken kullandığınız “bilinçli hafızanız” yaklaşık 20
saniye ile sınırlıdır. Bir şeyi düşünür, sonra başka bir şeye ya da o şeyin başka bir boyutuna
geçeriz. Yani bizler çok kısa süreli hafıza süresi içerisinde düşünürüz. Bu sürede kısa süreli hafızaya
geçemeyen bilgi unutulmuş olur.
• Kapsam bakımından sınırlıdır (kavrayış limiti özelliği).
Beynin herhangi bir anda düşünürken işleyebileceği bilgi sınırı 7± 2’dir. Yani bilinç, yedinin iki
fazlası ya da iki eksiği arasında farklı bilgiyi bir arada işleyebilir, yorumlayabilir, anlamlandırabilir.
Bu limitlerin üzerindeki bilgileri aynı anda işleyemez.
3) Bilinç daha “seçici”dir, bilinçatı her şeyi kabul eder. Bilinç tanıma, tasnif gibi aşamalardan
geçirerek verilen elerken, bilinçaltı anlamadan, tanımadan, yorumlamadan, değerlendirmeden,
büyük-küçük, önemli-önemsiz, işe yarar veya yaramaz demeden her şeyi içinde tutar. Bilinç,
üniversite gibidir, başvuranları sınavla eleyerek alır. Bilinçaltı Mevlana’nın dergâhına benzer, “Ne
olursan ol yine de gel” anlayışındadır! Bu kadar farklı türden algı malzemesinin bir arada bulunması
bilinçaltı gücünün gizemli kaynağıdır.
Beyin sağ lob ve sol lob diye ikiye ayrılmıştır. Sağ lob bilginin bütününü görür, sol lob detaylarla
ilgilenir. Sağ lob hayal gücü ve görsel ilişkilerle bilgileri organize eder, sol lob ise konuşma ve
mantıksal ilişkiler kurarak bilgileri organize işler.
Sağ lob boyutlar, hareket ve şekiller yoluyla, sol lob mantık ve matematik yoluyla çalışır. Sanat,
müzik gibi uğraşlar sağ lobun, analizler, muhakemeler sol lobun faaliyetidir. Ana karakter olarak
sağ lob eğlenceli ve yaratıcı işlerde yoğunlaşırken, sol lob stresli ve yorucu faaliyetlerde
yoğunlaşmıştır.
Ezberci eğitim sistemlerinde yoğun olarak sol lob kullanılır, bundan dolayı soyut öğrenme tipine
sahip kişiler daha başarılı olur. Oysa öğrenmeyi öğrenmiş bir kişi ideal olanı yapar; her iki beyin
lobunu da bir arada dengeli kullanır.
Algılama, tanımlama ve tasnif adımlarını başarıyla geçen bilgiler, beyinde bulunan Hipokamp adlı
merkez tarafından hafızaya kaydedilir. Kayıt, bilginin beyne yerleştirilmesidir. Bu yerleştirme bazen
tekrarla yapılır, bazen görsel bağlantılarla. Bazen de mantık örgüsü içinde hafızaya kaydedilir.
24
Bazen otomatik bellek tarafından bilinçsiz kayıt yapılır. Bazı bilgiler, beynimize kaydetmek için
bilinçli bir çaba harcamadığımız halde kendiliğinden hafızamıza yerleşirler. Gittiğimiz bir düğünün
bütün detaylarını ders çalışır gibi ezberlemeye çalışmayız, bir gün sonra bu konuda sınava da
girmeyeceğizdir ama yine de birçok detay aklımızda kalır.
Hafızaya kayıt işlemine iki türlü müdahale edebiliriz, etmeliyiz. Beynimizi neyi kaydedip,
neyi kaydetmemesi gerektiği konusunda biz yönlendirebiliriz. Öğrenme hedefleri
belirleyerek, nelerin akılda tutulmasının daha iyi olacağına biz karar verebiliriz.
Bilinçli öğrenme neyi, nasıl yapması gerektiğini beyne öğretmektir. Böylece beynimizin doğuştan
getirdiği “amatör” öğrenme performansını artırıp “profesyonelce” öğrenen bir beyin sahibi olabiliriz.
Hiçbirimiz doğal hafıza gücümüze mahkûm değiliz, kendi eğitilmiş hafıza gücümüzü geliştirebiliriz.
Bilginin beyinde öğren(il)me sürecine girmesinden itibaren unutma süreci de başlar. İlk eleme, çok
kısa süreli hafızada gerçekleşir. Bu süre içerisinde beyinde tutunabilecek, ilişki kurabilecek ilgili ön
bilgi bulamayanlar bilinçte kendine yer bulmakta zorlanır.
Kısa süreli hafızanın ilk elemesini geçen bilgiler 20 dakikalık ikinci eleğe konurlar. Bu eleği de
geçenler uzun süreli hafıza denilen kısma gönderilir. Bu kısımda da silinme veya izlenim zayıflaması
olur ancak diğerlerine kıyasla çok azdır.
Bir bilgiyi hafızaya kaydetmenin temelde iki yolu vardır. Birincisi ezberci eğitimin yoğun olarak
kullandığı tekrarlamadır. İkinci yol ise, ezbersiz öğrenme için kullanılmakta olan, ilişki ve bağlantı
kurma metodudur. Bu bağlantılar iki türlüdür. Birincisi mantıksal (içerik yönüyle kurulmuş)
bağlantılar, ikincisi ise biçimsel (görsel yapı boyutunda kurulmuş) bağlantılardır. Esasen, öğrenme
de bilgiler arasında bağlantılar kurmak demektir.
Beynin bir bilgiyi hafızaya yerleştirirken kullandığı 3 temel yol bunlardır. Şimdi bunların ne
olduklarını ve bu yollan daha iyi nasıl kullanabileceğimizi araştıralım.
Ezberleme, bir bilginin tekrar tekrar beyne gönderilerek hafızada daha derin bir iz bırakmasının
sağlanmasıdır. Bir şey ilk defa öğreniliyorsa bir miktar tekrar kaçınılmazdır. Çünkü tekrar,
güçlü bir ilk izlenim oluşmasını sağlar. Ezbersiz öğrenme tekrarın hiç yapılmaması değil,
gerektiği zamanda ve yerde, gerektiği kadar yapılması demektir. Bir kişi ezberlemekten
daha iyi yollar öğrenirse muhtemelen ezberlemeyi daha az kullanacaktır. Çünkü insanlar,
herhangi bir işi yaparken1 bildikleri metotlar arasından en iyi olanını seçer ve kullanırlar.
Başarılı bir öğrenen olmak için bir miktar ezber kaçınılmaz olduğu için ezberi doğru yapmanın
yöntemini öğrenmemiz gerekir. ABD’de yapılan bir araştırma periyodik (aralıklı) tekrarın, kesintisiz
tekrara göre yaklaşık % 50 daha verimli olduğunu göstermiştir. Araştırmaya göre, ilk defa
öğrendikleri yabana kelimeleri hiç ara vermeden tekrarlayanlar 68 tekrarda öğrenirken belirli aralar
vererek tekrarlaYania1h11, (örneğin 10 tekrar yapıp sonra 10 dakika başka şeyle ilgilenip sonra bir
daha 10 tekrar yapanlar) 68 yerine 38 tekrarda ezberlediği görülmüştür.
İmam Hatip Liselerinde okuyanların da, Arapça kelimeleri ezberlerken, tesbihin 33 boncuğunu
kullanarak, yani 33 defa aynı kelimeyi tekrar ederek ezberlemesi ilginçtir.
• Öğrendiklerimizin % 70’ini bir saat içerisinde unuturuz. Uyku anında ise unutma faaliyetleri
yavaşlar, durur. Gün içinde çalışılan dersleri, uyumadan önce toplu halde tekrar etmek akıllıca bir
stratejidir.
• Tekrarı, “birisine öğretiyormuş gibi” anlatarak yapmak bilginin pekişmesini sağlar.
• Yazılı özet çıkararak yapılan tekrar, hem “derin düzeyde kavramayı” hem de tekrarı sağlar.
• Şema çıkararak yapılan tekrar, bilginin resim haline gelerek, göz yoluyla algılanmasını ve beynin
görüntü merkezine de kaydedilmesini sağlar.
• Tekrar sırasında anahtar kelimelerin bir listesinin çıkarılması, konunun özüne istenildiği anda
ulaşabilmeyi ve gerektiğinde hızla anafikirlerin çağrılmasını sağlar.
• Okunan bir konunun yüksek sesle tekrarlanması, bilginin iki duyu organından (çift kanallı) kaydını
sağlayacaktır.
• Bir bilgi beyne ilk defa gönderiliyorsa, en az 3-5 kez tekrarlayarak ilk izlenimi güçlendirmek ve
gerekli “ezber tabanı”nı sağlam oluşturmak gerekir.
• Tekrar sırasında bilgi bir bütün olarak görülmelidir.
• Tekrar sırasında, bilgi parçalarının kendi aralarındaki ve ait oldukları bütün ile ilişkilerine dikkat
etmek, bu ilişkileri bilinçli olarak kurmak gerekir.
• Dinleyerek öğrenme tipine sahip kişilerin, konuyu birileriyle konuşarak tekrarlaması daha
yararlıdır.
Tekrar yoluyla ezberleme, bazı insanlara zor gelir çünkü tekrar tekrar aynı şeylerle ilgilenmek
insanlarda sıkılmaya neden olabilmekte, ezber yüzünden öğrenmenin keyfi kaçabilmektedir. Ayrıca
ezberlenerek öğrenilmiş bilgiyi yorumlayarak kullanmak gerektiğinde yorumlama zorluğu
yaşanabilmektedir. Neyse ki -tamamen vazgeçmek mümkün olmasa da- bir bilgiyi beyne
yerleştirmede tek yol ezber değildir.
Bilginin beyne “görsel canlandırmalarla” kaydedilmesine dayalı bir yol da son yıllarda gittikçe
popüler olmaktadır. Bu yöntem hayal gücünü öğrenme sürecine katan bir yaklaşımdır. Ezberde
beynin sol lobu aktifken, bu yöntemde beynin sağ lobu daha çok kullanılmaktır.
Yeni öğrendiğimiz bilgi ile daha önceden öğrenmiş bilgiler arasında abartılı, saçma,
komik, renkli, hareketli görsel bağlantılar kurarak bu metot kullanılır. Özellikle birkaç
şeyden oluşan listelerin ezberlenmesinde çok işe yarar.
Size bir örnek: Gümüş bir servis kaşığı, altı su bardağı, muz, bir kalıp beyaz sabun ve yumurtadan
oluşan bir listeyi hayal gücünüzü kullanarak, görsel bir biçimde birbirine nasıl bağlayabilirsiniz?
Tony Buzan “Bellek Eğitimiyle Anımsama Yöntemleri” adlı kitabında ne yapmanız gerektiğini şöyle
anlatıyor:
“Şimdi kendinizi kapıdan dışarı çıkarken şaşırtıcı bir denge numarası yapan biri olarak düşün ünüz.
Ağzınızda, sapını dişlerinizin arasına sıkıştırdığınız gümüş renkli bir servis kaşığı tutmaktasınız.
Ağzınızda metal tadını hissedin! Kaşığın üstünde sıralanmış altı tane kristal su bardağı var. Bu
şahane, müthiş bardaklar güneşte pırıl pırıl parlayarak gözlerinizi kamaştırıyor. Hayran hayran bu
bardakları dengede tutmaya çalışırken, birbirlerine hafifçe dokunup çıkardıkları çin, çin seslerini
duyuyorsunuz. Tam sokağa adımınızı atacakken kocaman, kahverengi benekli sapsarı bir muz
kabuğunun üstüne basıyorsunuz. Ayağınızın altındaki muz kabuğu bir paten gibi kayıyor. Fakat siz
usta bir denge uzmanısınız. Düşmemek için hemen öbür ayağınızı da kaldırıp ikinci adımınızı
atıyorsunuz, ama tam da bir kalıp beyaz sabunun üstüne! Sizin gibi bir usta bile artık bu durumla
başa çıkamaz. Sırt üstü düşmeniz kaçınılmaz. Bu yumurta yığını da nereden çıktı? Üstüne
düştüğünüz yumurta kabukları çıtır çıtır kırılıyor. Sarıları bir tarafa beyazları bir tarafa...”
Bu teknikte, renkli, parlak, hareketli hayaller kullanılarak, bilgi “fotoğrafik” olarak beyne kaydedilir.
Görsel bir kayıt sistemidir. Bilgileri bu şekilde görsel olarak birbirine bağlamak, hem eğlenerek
öğrenmeyi, hem de bilgilerin uzun süreli hafızaya yerleştirilmesini sağlar. Bu konuda ayrıntılı
bilgileri, ileride “hafıza kipleri” kısmında bulabilirsiniz.
Görsel (resimli) kayıtlar neden güçlü iz bırakırlar? Daha önce anlattığım gibi, göz ile beyin
arasındaki sinir hatları, kulak ile beyin arasındakine oranla kat be kat daha güçlüdür. Bu yüzden
görmek inanmayı sağlar. Hayalde canlandırmak da gerçekte görmek kadar etkili midir? Bunun
cevabını da önceden öğrenmiştik! Bir şeyi hayalde canlandırmak ile onu gerçekten görmek
arasında, hafızada iz bırakmak bakımından önemli bir fark yoktur. Beyin gerçek ile gerçeğe
yakın bir şekilde yapılmış bir canlandırma arasındaki farkı tam olarak ayıramamakta,
26
hayalde canlandırılana da ger çekmiş gibi tepki verebilmektedir. Komedi filminden çıkmış
kişilerin, yolda yürürken kendi kendilerine gülmelerinin nedeni budur!
Unutmayın, bizler kafamızda tekrar tekrar canlandırdığımız, hayali resimlerdeki halimize
dönüşürüz. Nasıl olmak istiyorsak, kendimizi öyle olmuş gibi hayal etmeliyiz çünkü hayal
gücü kendini gerçekleştirebilen, kendi gerçeğini yaratabilen bir kabiliyete sahiptir. Bu
gücü kendi amaçlarınız için kullanmak ise sizin tercihinize bağlıdır.
Yeni öğrenilmiş bir bilgi, mevcut bilgilerle mantıksal yolla da bağlanabilir. Mantıksal ilişki kurabilmek
için, önce konunun “mantığını anlamak” ve kafada bir bilgi sistematiği oluşturmak gerekir. Bir
“örnek” yapalım!
Ülkenizdeki hukuk sistemi hakkında temel bilginizin olduğunu ama kefaletle serbest bırakılmanın ne
demek olduğunu bilmediğinizi varsayalım. Kefalet nedir? Kefalete niçin ihtiyaç duyulmuş? Kefalet,
tutuklu bir kişinin, kendisi için önemli olan bir para karşılığında tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakılmasıdır. Niçin kefalet sistemine ihtiyaç duyulmuş? Suç işleme zannı ile tutuklanan bir kişinin,
delilleri ortadan kaldırabilme durumu yoksa (delillerin tamamı toplanmış ise) ve işlediği suç da çok
büyük değilse, o kişi, kendi mal varlığı içinde önemli bir yer tutan miktarda para ödeyerek serbest
dolaşabilir. Amaç beraat edebilecek kişileri hapishanenin kötü şartları ve kişileri arasında fazla
tutmamak, insanları suçlu psikolojisine alıştırmamaktır. Kefaletle serbest kalan bir kişi
yargılanmaya devam eder ve bu süre içerisinde yurtdışına çıkamayabilir. Temel amaç masum
olabilecek kişileri fazla mağdur etmemektir. Bu da adaletin ve hukuk devletinin gereğidir.
İşte böylece bir mantık örgüsü ile yeni öğrendiğimiz “kefalet” kavramını, mantığını anlayarak
kafamıza yerleştirmiş olduk. Bu bir mantıksal kayıt örneğidir.
Bilginin mantıki kaydını yapabilmek için, konuyla ilgili biraz ön bilgi sahibi olmak çok önemlidir.
İnsan anlamasa da bir kelimeyi ezberleyebilir ama mantıklı kayıt için detay gereklidir. Bu
detaylandırma 5N+1K formülüyle yapılabilir. Bir konunun ne ve kim hakkında olduğu, niçin öyle
olduğu, nasıl öyle olduğu, ne kadar olduğu, nerede olduğu, ne zaman olduğu kritik temel bilgilerdir.
• Mantıki ilişkiler bir sistematik içerisinde kurulur. Konunun başlığı, yan konular, örnekler ve
alt başlıkları bir sistematik içerisinde kavrayarak hafızanıza yerleştirin.
• Önceden belirlenmiş bazı sorulara cevap arayacak şekilde okumak anlama ve hatırlama
düzeyini artırır. Sorular hazırladıktan sonra okumak, cevap olan bilgilere ulaşıncaya kadar
hem dikkati uyanık tutmakta, hem de beynin ne aradığını bilmesini sağlamaktadır.
• Metindeki düşünce parçaları ile bütün arasındaki ilişkileri kurmak çok önemlidir. Anafikir ile
yan fikirler, parça ile bütün, bir parça ile diğer parçalar arasındaki ilişkilere dikkat etmek ve
bilinçli olarak önemli bilgiler arasında bağlantılar kurmak gerekir.
• Anahtar kelimeler ile anafikirler arasında çağrışım ilişkileri kurmak da yararlı bir
yöntemdir. Anahtar kelimeleri ve fikirleri sayfanın kenarına yazarak tekrar etmek
ya da sayfadaki anahtar kelimelerin altını çizip, okuma bitiminde o kelimelere bir
göz atmak yararlıdır.
• Mantıksal bağlantıları, kişinin zihninin açık ve mantık kalitesinin yüksek olduğu zamanlarda
kurması daha verimli sonuçlar almayı Sağlar.
• Her zihin destek sistemlerine ihtiyaç duyar. Öğrenciler için derste not tutmak, çalışanlar için
ise bir ajanda kullanmak ideal bir yardımcı olabilir. Unutmayın “Âlim unutur, kalem
unutmaz.”
• Mantıksal ilişki kurmanın temeli tanımları iyi bilmektir. Güçlü bir tanım tabanına
sahip olmak, öğrenme kalitesini artırır.
• Bir bilginin nerede kullanılabileceğini bilmek veya bilgiyi öğrenirken bunu
düşünmek o bilginin uzun süre hafızada tutulmasını sağlar. Bir fıkrayı nerede,
kimlere karşı kullanacağınızı düşünerek hafızanıza kaydederseniz, o kişi veya
yerlerle karşılaştığınızda fıkra daha kolay aklınıza gelecektir.
Bir kitap okurken, ihtiyaç duyacağımız en önemli şeylerden biri konsantrasyondur. Metne konsantre
olamayınca okuduklarımızı anlayamaz, anlayamadığımızı da hatırlayamayız. Çoğu insanın sorunu,
öğrendiklerini hatırlayamamaları değil, daha öğrenirken beyinlerine bilgiyi zayıf bir şekilde
yerleştirmeleridir.
Çoğumuz hatırlayamamaktan daha çok, bilgiyi beyne yanlış yerleştirme sorunu yaşıyoruz.
Beyninizde doğru yere kaydetmediğiniz bir bilgiyi ihtiyaç duyduğunuzda hemen bulmasını
beyninizden isteyemezsiniz. Daha doğrusu istersiniz de, alamazsınız!
Bu arada konsantrasyon sorununa karşı iyi bir yol, yazarak öğrenmektir. Okuduklarınızın
yazılı özetini çıkararak öğrenirseniz, konsantre olamama sorununuzun öğrenme
veriminizi etkilemesini en aza indirmiş olursunuz.
28
Hafızaya ilk kaydın yapıldığı anlarda gerçekleşen unutmalar gibi, iyi kaydedilmemiş bilgiler de
zamanla unutulabilir ya da izlenimler hatırlanamayacak kadar zayıflayabilir. Bu da bilginin beyinde
saklama süreciyle ilgilenmemizi gerektirir.
Daha önce anlatılanlardan hatırlarsınız. Duyu organlarınca algılanan bir bilgi, ilk önce “duyusal
hafıza” da denilen, çok kısa süreli hafızada tutuluyor. Bu süre 20 saniye kadardır. Bu sürede,
okunan bir cümlenin içinde geçenler akılda tutulur ve o cümlenin anlamı çözülür. Rehberden
okuduğunuz bir telefon numarasını çevirinceye kadar aklınızda tutarken, çok kısa süreli hafızanızı
kullanırsınız.
Bu etaptan geçen bilgiler, 20-30 dakika arasındaki kısa süreli hafızaya aktarılır. Bu hafızanın diğer
adı çalışan hafızadır. Yani bilgileri belleğe götürüp kaydeden, çağrışımların gerçekleştiği, bellekten
ilgili bilgilerin çağrıldığı, hatırlandığı aşamadır bu.
Bu aşamayı da geçen bilgiler uzun süreli hafızaya kaydedilir. Bu aşamada bilgi “göçebe” hayatı
bırakarak, bellekte yerleşik hayata geçecek ve çağrılacağı günü bekleyecektir. Belleğin tüm bu
etaplarında, unutma süreci de devam edecektir.
Unutma doğal bir süreçtir ve eğer özel bir çaba göstermezsek öğrendiklerim izin % 80’ini 24 saat
içerisinde unuturuz. Unutmayı engellemenin temeli doğru kayıt yapmaktır. Hangi tür bilgiyi nasıl
kaydedebileceğinizi önceki bölümlerde açıklamıştım.
Öğrenmenin bittiği andan itibaren ilk 10 dakika içerisinde yapılan tekrar, konunun bitiminden
hemen sonra başlayan unutma sürecini azaltır.
Tekrar programını unutma sürecinin arttığı zamanlara paralel olarak yapmak gerekir. Prof. Acar
Baltaş “Üstün Başarı” adli kitabında bu durumu şöyle açıklıyor:
“Hatırlanan miktarın hemen düşmeye başlayacağı noktada, düzenli tekrarlardan oluşan bir
programın uygulanması gerekir. Örneğin ilk tekrar 20-40 dakikalık bir öğrenme seansının sonunda
yapılmalı ve 10 dakika sürmelidir. Bu tekrar, hatırlanan miktarın bir gün daha aynı düzeyde
kalmasını sağlar ve 2-4 dakika sürecek ikinci tekrar yaklaşık 24 saat sonra yapılmalıdır. Bundan
sonra bilgi hafızada bir hafta kadar saklanır ve 2 dakikalık üçüncü tekrarın yapılması gerekir.
Dördüncü tekrar bir ay sonra, 2-4 dakikalık bir süreyle yapıldıktan sonra bilgiler uzun süreli hafıza
ya son derece kuvvetli bir biçimde yerleştirilmiş olur.”
Hatırlama, hafızada kayıtlı bilginin, ihtiyaç duyulduğu zamanda ve yerde hafızadan çıkarılarak
kullanılmasıdır. Bir bilgi hafızamıza kayıtlı olduğu halde onu hatırlamayabilir miyiz? Evet, bu
mümkündür.
Hafızaya bilgilerin bir sistematiğe göre kaydedilmemesi, onları hatırlarken birbirine karıştırmaya,
dolayısıyla sağlıklı bir şekilde hatırlayamamaya neden olur. Ayrıca hafızaya kaydedilmiş bir bilgi
orada bulunduğu halde izlenimlerin zayıflığından “dilinizin ucuna” kadar gelir ama aklınıza
gelmeyebilir!
Tüm bu işlemler bilgisayar diliyle nasıl anlatılabilir? Hafızaya bir şey kaydetmek, bilgisayarda bir
konuya özel dosya açmaya benzer. Bir dosya açar ve ona bir adres verirsiniz. İkinci adım depolama
(saklama) aşamasıdır. Bu adımda bilgiyi “hard diskte” saklarsınız. Üçüncü adım ise, o bilgiye ihtiyaç
duyduğunuz anda onu bulup çıkarmaktır. Bilgiyi bellekte bulmak için, istenen bilginin ne olduğunu
ve onun nerede kayıtlı olduğunu bilmeniz gerekir.
Buraya kadar daha çok öğrenenin ne yapması gerektiği üzerinde durduk. Hafızaya kaydedilirken,
öğrenilen bilginin özellikleri de çok önemlidir. Bazı konular daha kolay hatırlanır, bazıları daha zor.
Peki neler kolay, neler zor hatırlanır?
29
Buraya kadar anlatımdan hareketle, ne kadar çok şeyi öğrenir, kafanızda ne kadar çok bilgi
taşırsanız o kadar başarılı ve “kültürlü” olduğunuzu düşünmüş olabilirsiniz. Bu düşünceniz
“geleneksel” eğitim anlayışına göre doğru olabilir ama modern dünyada artık “kafada çok bilgi
taşımak” büyük bir üstünlük anlamına gelmemektedir.
Artık bilgiyi taşımak değil kullanmak üstünlüktür. Çünkü bilgi internet arama motorları aracılığıyla
istenildiğinde hızla bulunabilmektedir. Bilginin “adresini” bilmek, ihtiyaç duyduğunda onu nerede
bulacağını bilmek gittikçe önem kazanmaktadır.
Hafızanızda taşıdığınız bilgi değil, bu bilgiyi kullanarak ürettiğiniz fikir ve projeler sizi başarılı
yapacaktır. Hafıza gücü kadar, yaratıcı düşünme ve entelektüel üretim gücü de önemlidir. Bilgiyi
hafızaya kaydetmek amaç değil, bolca fikir üretmek ve akılcı davranmak için araçtır. Bilgiyi
başarıya çevirmek herkesin öğrenmesi gereken bir sanattır.
30
Birçoğumuz beynimizin % 3-5’ini kullandığımızı, daha fazlasını kullanırsak daha büyük işler
başarabileceğimizi düşünüyor, içimizde “uyuyan bir dev” olduğuna inanıyoruz.
İçimizdeki bu dev beynimizde yatıyor. Aslında “dev” diye sembolize ettiğimiz şey “konsantre olmuş
beyin gücü”dür. Beyin tüm dikkatini bir noktaya odakladığında devleşir. Pencere camı güneş ışığını
aynen geçirirken, mercek aynı ışığı toplayıp bir ağacı bile tutuşturacak kadar yakıcı güç elde eder.
Dağınık ve odaksız bir beyin, pencere camı gibi güçsüzdür. Odaklanmış beyin gücü mercek gibi
yakıcıdır.
Bu devin yönetimi için yapılması ve yapılmaması gerekenler vardır. Bu dev bizden ne ister?
1) Beyin kendisinden tam, net ve kesin olarak ne istendiğini bilmek ister. İçinizdeki deyin
istediğinizi yapabilmesi için önce “siparişlerinizi” tam ve kesin olarak bilmesi gerekir. Ona “Bana
yiyecek bir şeyler getir” demeyin, “Bana hamburger getir” demelisiniz. İstediğiniz ne kadar net ise,
beyniniz de size o kadar hızlı geri dönüş yapacaktır.
2) Beyin renklilik ve çeşitlilik ister. Uzun süre sıkıcı bir konu ile ilgilenince beynin gücü zayıflar.
Sıradan, basit, monoton-tekdüze bir işi konsantre bir şekilde uzun süre yaparsak beynimiz sıkılır ve
yorulur. Beyin kas sistemiyle çalışmadığı için fiziksel anlamda yorulmaz. Beynin yorgunluğu
tekdüzelikten kaynaklanır. İnsanları hipnoz yoluyla uyutmak için bir nesneye uzun süre baktırılır.
Uzun süre aynı nesneye bakan beyin yorulur ve uyku durumuna benzer bir hale geçer. Pek çok
insan da sıkıcı ve monoton işlerini yaparken hipnotik bir yavaşlıkla hareket ederler.
3) Beyin bir amaç ister. Beyin gücünü zayıflatan veya “israf” eden şey, beynin sahibinin bir
amacının olmamasıdır. İçinizdeki dev “Dile benden ne dilersen” derken ona “Canım hiçbir şey
istemiyor” derseniz sizin için ne düşünür? Beyin köpek gibidir, oyalanması için olabildiğince uzağa
plastik kemik atmalısınız, yoksa dönüp sizi rahatsız eder.
Çok zeki, yüksek enerjili insanları uyarmak istiyorum. İnsan beyni ya inşa eder ya da tahrip. Ona
inşa edeceği bir hedef vermezseniz, döner sizi tahrip eder. Bir kap dolusu keskin sirke gibi, içine
eritecek bir şey koymazsanız kabına zarar verir. Gücü ne kadar keskinse o kadar zarar verir. Zeki
ve yüksek enerjili birçok insanın hayatında tutkuyla izlediği bir hedefi olmadığı için, dönüp tüm o
keskin zekâsıyla “özyıkım” yaptığına, kendisine derin acılar çektirip kendini bunalıma soktuğuna
defalarca tanık oldum.
Bu kitap beyni, öğrenme boyutuyla ele alıyor. Başka bir kitapta, beyni diğer boyutlarıyla incelemek
istiyorum. Şimdi ana konumuza dönelim, beynimizi öğrenmeye nasıl hazırlayabileceğimizi ele
alalım.
Beyin de otomobil gibidir, konuya karşı “soğuk” olduğu zamanlarda motorunu ısıtmak
gerekir!
Otomobil motorunun soğuk havada bir süre çalıştırılarak “ısıtılması” gibi, insan beyni de öğrenmeye
önceden hazırlanabilir. Bu hazırlığın önemini bir Çin atasözü, “En fazla ileriye giden ok, en çok
geriye çekilmiş yaydan çıkar” diye anlatır.
Bir insanın kendini öğrenmeye hazırlamasının iki boyutu vardır: Birincisi fiziksel hazırlık, ikincisi ise
zihinsel hazırlıktır. Tam bir hazırlık hem fizyolojik (bedensel) hem de psikolojik (beyinsel) hazırlık
gerektirir. Şimdi bu iki tür hazırlığı daha yakından inceleyelim.
Burada amaç bedeni öğrenmeye hazır hale getirmektir. Bir kişinin, en yüksek potansiyel gücüne
ulaşabilmesi için, ruh ve beden hazır olmalıdır. Bunlar karşılıklı etkileşim içindedir. Beyin, düşünce
gücü ve vücut kim yası ile bedeni kontrol eder. Beden de salgı ve tepki mekanizmalarıyla beyni
31
Her vücut hareketinin (pozisyonunun) duygusal bir karşılığı vardır. Bedeninizi nasıl kullanırsanız,
beyniniz ona göre duygusal cevaplar oluşturur. Örneğin şu anda omuzlarınız çökmüş durumda ise
beyin için bu duruşun anlamı yorgunluktur. Beyin bu mesajı uzun süre alınca uykunuzu getirebilir.
İsterseniz hemen şimdi sırtınızı dikleştirebilir, omurganızı dik tutabilir, başınızı yukarı çevirebilir,
beş defa derin nefes alarak kendinizi canlandırabilirsiniz. Böyle yaparak bedeninizi bir süreliğine
pozitif enerji duruşuna getirmiş oluyorsunuz.
İyi bir sonuç için iyi bir başlangıç yapmak gerekir. Yatakta yan gelip yatarak kitap okursanız, eğer
sadece keyif için okumuyorsanız, fazla bir yararını göremezsiniz. Okurken zamanla duruşunuz
bozulabilir ama en azından okuma sürecinin başında doğru bir duruşla başlamaya çalışmalısınız.
İnsanın çok aç olması da, çok tok olması da öğrenme açısından istenmeyen durumdur. Çok aç
olunması durumunda, beyin midedeki açlık sinyallerine odaklanıp dikkatini toplayamayabilir. Çok
tokluk durumunda ise, vücuttaki kan sindirim sistemine tahsis edildiği için, beynin öğrenme
performansı düşer.
Ne kadar yediğiniz gibi, ne yediğiniz de öğrenme verimin izi etkiler. Genel olarak sağlığa zararlı,
aşırı asitli, aşırı yağlı yiyecekler öğrenme verimini de olumsuz etkileyecektir.
Yiyecekler kadar içecekler de öğrenme kalitesinde etkilidir. Portakal suyu gibi pozitif içeceklerle
bedenimizi beslemek idealdir. Bununla birlikte maalesef çoğumuz çay ve kahve gibi,
kafein etkisi ile ilk anda zihnimizi açan ama fazla alındığında bir süre sonra ilk andaki
uyarılmışlığın tersine uyku getiren içecekleri tercih ediyoruz. Doğru olan ile
alışkanlığımız olan çatışabiliyor.
Beslenme ile ilgili temel kurallar nelerdir? Çok değil, çeşitli yiyin. Çok yaşamak
istiyorsanız daha az yiyin! Can boğazdan gidiyor! Bolca sebze ve meyve yiyin. Kilo
almamak için, akşam 18.00’den sonra yemek yememeye özen gösterin.
Öğrenme verimini etkileyen temel unsurlardan birisi de göz sağlığıdır. Çok kitap okuyanların belli
dönemlerde göz muayenesinden geçmesi gerekir.
Bilge insanlar insanların sağlık konusundaki hatalarını iki cümleyle özetlemişler. Birincisi
“Sağlığımızı kendimizi en sağlıklı sandığımız anlarda kaybederiz.” İkincisi ise “İnsanlar önce para
kazanmak için sağlığını harcar, sonra da sağlığını geri kazanmak için parasını!”
Öğrenme başarınız için sadece fiziksel sağlığınızı değil, ruh sağlığınızı da korumalısınız. Ruh sağlığı
bozuk bir insan, ne kadar iyi öğrenebilir ki? Sağlam hafıza sağlıklı kafada bulunur!
Kitap okurken belirli bir pozisyonda uzun süre durduğumuz için kaslarımız gerilir ve kan dolaşımı
yavaşlar. Bu da beyne daha az kan gitmesi demektir. Bunun sonucunda öğrenme, düşünme veya
konuşma kalitesinde düşüş olabilir.
Yapılan bazı araştırmalar insan beyninin ayaktayken, oturmadaki durumuna göre % 10 ile % 15
daha iyi çalıştığını ortaya koymuştur. Bu tesadüf değildir, yürürken vücutta kan dolaşımı
hızlanmaktadır. Aykırı bilge Sokrat bunu keşfetmiş olmalı ki, hiç oturduğu yerde ders yapmaz, hep
“çekirgelerini” arkasına alıp yürüyerek bir şeyler anlatırdı. Öğrenirken uygun aralar verip,
aralarda mutlaka masadan kalkıp hareket etmek gerekir.
32
Beden gibi beynin de öğrenmeye hazır hale getirilmesi gerekir. Öğrenmeye fizyolojik hazırlık gibi,
psikolojik hazırlık da yapmak gerekir.
Bazen insan beyni “doğal olarak” öğrenmeye hazırdır. Örneğin sabahın erken saatlerinde beynimiz
daha “alıcı” moddadır. Sabah saatlerinin dışında, insan ilgi duyduğu konuları öğrenirken zihinsel
olarak daha kolay hazırlanır.
Bununla birlikte ilgi duyulmayan ama öğrenmek zorunda kalınan metinlere karşı zihinsel hazırlık
yapmak önemlidir. Zihinsel-psikolojik hazırlığın amacı beyni bilgi alıcı bir pozisyona sokmaktır.
Beynimizin bir konuda öğrenmeye açık pozisyona gelmesi için aşağıdaki soruların cevabı
üzerine bilinçli olarak düşünmeliyiz.
Zihinsel-psikolojik hazırlığın iki kritik unsuru vardır. Hazırlıktan amaç bu iki noktayı
gerçekleştirebilmektir.
1) Motivasyon oluşturmak. Amaç öğrenme isteği yaratmaktır.
2) Konsantrasyon oluşturmak. Amaç konuya tam odaklanabilmek, sadece o konuyla ilgilenmeyi
sağlamaktır.
Başarılı öğrenmenin psikolojik temeli öğrenilecek konuya karşı istek ve ilgi duymaktır. İstek ve ilgi
konsantrasyonu genellikle beraberinde getirecektir.
Aslında her konunun ilginç ve istenebilir bir yanı vardır. Matematiğin bile! Her ne kadar, siz ve ben
sevmesek de, matematiği seven milyonlarca insan var. Einstein gibi zeki bir insanın fizik ve
matematik bilimine âşık olmasına ne dersiniz? O halde sevimlilik veya sevilmezlik derslerin
doğasında yoktur. Onlara bu anlamları biz yükleriz.
Eğer bir matematik profesörü gözüyle matematiğe baksaydınız, belki siz de matematiği çok
severdiniz. Aslında bir dersi sevmeniz de gerekmez. Siz yapmanız gerekeni yapın. Sevmediğiniz bir
ders sizin hayat amaçlarınıza ulaşmanızı engelliyorsa, yapmanız gereken şey o engeli aşmaktır. Bir
engelden kurtulmanın en iyi yolu onu aşmaktır. O dersin üzerinden atlamadığınız sürece, tekrar
tekrar onu yeniden öğrenmek zorunda kalacaksınız. Önünüze çıkan engellerle boğuşmanın hiçbir
anlamı yok, onlardan kurtulmanın yolu, üzerinden atlayıp geçmektir.
Siz hiç kaç metre koşacağınızı bilmediğiniz bir yarışa katıldınız mı? 100 metre mi, yoksa 5000
metre mi koşmanız gerektiğini bilmediğiniz bir yarışta kondüsyonunuzu nasıl düzenlerdiniz?
Okumaya başlarken neyi, nereye kadar, ne kadar zamanda okuyup bitirmeniz gerektiğini tespit
etmezseniz, beyniniz de kaç metre yarışına katıldığını bilmeyen bir atlet gibi kararsız kalır.
Enerjisini doğru ayarlayamaz.
Beynin bir süngere benzediğini düşünürsek, ilgi ve istek oluşturmak süngeri sıkmak gibidir. Bir
süngeri sıktıktan sonra suya atarsanız, alabileceği en yüksek miktarda suyu çeker, içine alır.
33
Peki beynin ilgisi ve isteği nasıl kışkırtılır? Bir konuya karşı kendimizi meraklandırabilmenin yolu
nedir? Bazı insanlar “doğuştan” meraklıdır. Her şeyi bilmek, anlamak, çözmek isterler. Bunarın işi
daha kolaydır. Bazılarının merakı ise harekete geçirilmeyi bekler.
Eğer “doğuştan meraklı” değilsek, önümüzdeki konu da ilgimizi çekmiyorsa, bize konuyu
ilgimizi çekecek şekilde anlatacak birileri de yoksa, o zaman “kendi merakını kendin
kışkırt” tarzını benimsememiz gerekir Bunu yapmanın yolu, konunun en ilginç yanlarını
bilinçli bir şekilde aramaktır.
Tarih dersinden İstanbul’un fethini öğreniyorken sıkıldığınızı varsayalım. İstanbul’un fethinin ilginç
ve karikatürize taraflarını aramaya karar verdiniz.
Gemilerin karadan yüzdürülmesine ne dersiniz? Olayların arka planını düşünmeyi ister misiniz?
Örneğin gemilerin tarlalardan “yüzdürülmesini” gören civardaki çocuklar neler düşünüyordu acaba?
Gemiyi çekenler gemiyi çektirenler hakkında ne düşünüyordu? Gemiyi çekenler niçin gemileri
karadan yürüttüklerini biliyorlar mıydı?
Bir konuyu kendiniz için ilginç ve anlaşılabilir hale getirmek istiyorsanız onu
kişiselleştirin. Konunun içine insani duyguları ve gündelik ilişkileri katın. Kendinizi
olayların içine katın. Bu okuma hızınızı düşürür ama kavrama düzeyinizi artırır. Okuma
öncelikleriniz doğrultusunda ne yapmanız gerektiğine karar verin.
Bir şey okurken doğal olarak “Bu bana ne kazandıracak?” diye kendimize sorarız. Eğer öğrenciysek,
genellikle aklımıza gelen cevap “Hayatta hiçbir şeye yaramaz bunlar!”dır.
Dünyanın her yanında, var olan tüm ülkelerde eğitim müfredatları eleştirilir. Gereksiz şeyler
öğrettikleri, gereklileri öğretmedikleri söylenir. Neyin gerekli, neyin gereksiz olduğuna karar
vermenin kesin bir yolu bulunamadığı -daha da kötüsü bulunamayacağı- için bu tartışma devam
edecek. Bu arada öğrencilerden bazıları başarıyla, bazıları başarısızlıkla o sistem içinden geçip
gidecek. Başaranlar okulda öğretilenin ötesine geçip, kendi kendine öğrenebildikleriyle başaracak.
Ben konuya başka bir açıdan bakıyorum. Okulda öğrendiğimiz konulardan daha çok, o konuları
öğrenirken gösterdiğimiz çabayla gelişen beyin adalelerimizin bizi başarılı yaptığına inanıyorum.
Boşuna kürek çekiyorum diye üzülmeyin, o anda kol kaslarınız gelişiyor!
Okulda öğretilen konuların önemini ve yararını düşünürken acele etmemek gerekir. Acelecilik
çocukların babalarının bilgileri hakkındaki yorumları gibi yanıltabilir. İnsanların çoğu 5 yaşındayken
“Babam her şeyi biliyor”, 20 yaşındayken “Babam hiçbir şey bilmiyor!” 40 yaşındayken “Babam da
bayağı şeyler biliyormuş!”, 50 yaşındayken de “Babam bu kadar çok şeyi nasıl da biliyormuş!”
dediği söylenir!
Sonuç olarak, öğrenilmeye çalışılan bir konunun önemli olduğunu ve hayat amaçlarına ulaşmakta
işe yarayacağını düşünmek, dikkatin o konuya daha fazla odaklanmasını sağlayacaktır.
Hazırlık amaç değil araçtır. Hazırlık sürecini eylem takip etmelidir. Düşünceler eyleme geçince
“varlık” değeri kazanır. Birçok kişi için sorun planlamak değil, plan doğrultusunda harekete geçip bir
şeyler yapmaktır. Planlama ve hazırlık yapmalı ama bunlara takılıp kalmamalıyız. Bize plan kadar
pilav da lazım!
34
Öğrenme üzerine yapılan araştırmalar bilgi almada en baskın kanalın göz olduğunu ortaya
koymuştur. Akademik dünyada, sahip olduğumuz bilgilerin % 85’inin göz yoluyla alındığı kabul
edilmektedir.
Okumak hakkında doğru bildiğiniz yanlışları ve yanlış bildiğiniz doğruları gözden geçirmeye ne
dersiniz?
Daha önce yaptığım tanımı tekrarlarsak; okuma, satır üzerinde bulunan kelime ve rakamların, göz
tarafından fotoğraflarının çekilerek beyne gönderilmesiydi. Sayfa üzerinde bulunan kelime ve
rakamlar göz için birer resimdir. Gerçek bir ağaç da, sayfa üzerindeki “ağaç” kelimesi de göz için bir
resimdir.
Okumada üç kritik faktör vardır: Gösteren, gören ve görülen. Gören gözdür. Gösteren ışıktır.
Görülen ise kelimeler ve şekiller. Işık sayfaya çarparak, kelime ve rakamları göze taşır, göz de
beyne aktarır. Gözün görme kalitesi, ışığın taşıma kalitesi ve görülenlerin yapısı okuma kalitesini
belirler. Şu anda bu kelimeleri okumanızı sağlayan yazı ile sayfa arasındaki şekil-zemin renk
farkıdır.
Okumada iki temel etkinlik vardır. Bunlardan birincisi göz etkinliği, diğeri ise beyin etkinliğidir. Göz
etkinliği görme netliğine, beyin etkinliğinin ise, entelektüel donanıma bağlıdır. Göz bakar, gören
beyindir.
İzlenim için okumaya bir anlamda “anafikir için okuma” da diyebiliriz. İzlenim edinmek için
okuyanın en önemli amacı anafikirleri yakalamaktır.
Gündelik hayatımızda izlenim almak için okumanın örnekleri nelerdir? Kitapçıda satın almak
istediğimiz bir kitabı, izlenim edinmek için yüzeysel olarak okuruz. Gazete ve dergiler de genellikle
yüzeysel olarak taranır ancak ilgi duyulan konular derinlemesine okunur.
İzlenim için okuma bir seçici öğrenme stratejisidir. Her şey hakkında bir şeyler bilmek için yeterlidir
ama bir şey ile ilgili her şeyi bilmek (derin okuma) için yetersizdir.
2) Derin okuma
Derin okuma, tam öğrenmek için okumadır. Öğrenciler sınava hazırlandıkları konuları, yetişkinler
sözleşme metinlerini ve inceleme kitaplarını tam öğrenmek için “derinlemesine” okur. Metni
eksiksiz anlamak esastır. Bunun için gerekirse, metnin “satır araları” da okunur. Yazarın dediği
kadar, demek istediği de keşfedilmeye çalışılır.
Düşünmek için okuma, okudukları üzerine uzun uzun düşünüp sindirerek okumaktır. Düşünmek için
okumada amaç çok yemekten ziyade, daha iyi sindirmektir. Özellikle fikir kitapları bu yöntemle
okunur.
Bir kitaptan okuduklarımız değil, okuduklarımızın bize düşündürdükleri bizi büyütür. Peki bir kitabı
okuyan herkes aynı şeyi mi düşünür? Aynı yerlerin mi altını çizer? Roman kahramanlarının yüzünü
aynı şekilde mi canlandırır? Okudukları bir romanın, sonradan filmini seyreden insanlar bu sorunun
cevabını çok iyi bilirler! Romanı okurken olayları ve kahramanların davranışlarını siz kafanızda
kurgularsınız. Okuduğunuz romanın zihninizdeki canlandırmasında yönetmen sizsiniz. Sizin “kafa
sinemanızdaki film” ile, aynı romana ait sinemada oynayan film aynı olamayacaktır. Çünkü
sinemadaki film yönetmenin kafa sinemasının eseridir.
Düşünmek için okumak ya da düşünerek okumak bilge olmak için çok önemlidir. Tam öğrenme ile
bilgili olabilirsiniz ancak bilge olmak için, öğrendikleriniz üzerine düşünmek zorundasınız. Beyine
giren bir bilgi, beyin içindeki düşünme faaliyeti ile sindirilmekte ve çoğaltılmaktadır. Düşünmek
işleminde kullanılan hammadde bilgidir. Bu anlamda beyne “bir bilgi koyup üç fikir alma”nın yolu
çok düşünmektir.
Öğrenme ile düşünme arasındaki ilişkiyi düşünürken, iki cümleyi aktarmadan geçemeyeceğim.
Bilgiye dayalı düşünmenin önemini anlatıyorlar.
İşte düşünmek için okuma, yorum yaparak, sindire sindire okumadır. Düşünerek okuduğumuz
kitaplar kişiliğimizin bir parçası olurlar. Bundan dolayı kişiliğin izi etkilemesini istediğiniz
kitapları, tekrar tekrar ve düş üne düşüne okumanız gerekir. Ben hayatımı en çok
etkilemesini istediğim 10 kitabı her yılbaşından Önce mutlaka bir kez daha okuyorum.
Düşünerek okumayı başarılı bir şekilde yapmanın bir yolu, yeni bir teknik öğrendiğinde hemen
“bunu hayatımın neresinde, nasıl kullanabilirim?” gibi sorular sorarak düşünmektir. Düşünmek
bilgileri birbirine bağlamanın en hızlı ve etkili yoludur. İki kavramı ne kadar bir arada düşünürseniz,
onlar arasında o kadar çok bağ kurarsınız.
Bazı okurlar “gerçekleri” anlatan inceleme ve araştırma kitapları severken, bazıları “gerçek olmasını
istediklerini” anlatan kurgu romanları daha çok tercih eder. Bu konu doğru ve yanlıştan öte
entelektüel tercih meselesidir. Hayatta başarı için araştırma kitapları daha yararlıdır ama bazıları
romanları daha keyifli bulabilir. Okur için hangisinin daha doğru olduğu okumadan beklentisine göre
değişmektedir.
Yetişkinler iş çokluğundan, okumaya fazla zaman bulamadıkları için seçmeli okuma metodunu da
kullanırlar. Elbette sözleşme gibi kritik metinler ve sonunda bilgi testine girilecek konular seçmeli
okunamaz.
Seçmeli okumanın diğer bir adı “taramalı” okumadır. Ayrıca göz gezdirmeli okuma veya “kaymağını
alma metodu” gibi isimler de verilmektedir. Seçmeli okumanın temel varsayımı bir konuyu anlamak
için metinde geçen her kelimeyi bilmek zorunda olmadığımızdır.
Seçmeli okumada zor olan taraf bir metni okurken aynı anda nerelerin atlanacağına, nerelerin ise
derinlemesine okunacağına karar vermektedir. Seçmeli okuma yaparken italik cümleler, tırnak
içindeki kelimeler, şekiller-grafikler, ilk ve son paragraflar, koyu yazılı kısımlar,
paragrafların giriş ve bitiş cümlesi gibi “anlam yataklarına” dikkat etmek gerekir.
36
Artık “neyi bilmediğini bilmek” değil, “neyi bilmesi gerektiğini bilmek” başarı getiriyor.
Dünya son yıllarda bir bilgi üretimi patlamasına sahne oluyor. Artık hiç kimse her şeyi (bile)bilmek
şansına sahip değil. Dünyadaki tüm “medeniyet bilgileri”, ilk defa 4000 yılda kendini ikiye
katlamıştı. Günümüzde ise her 50 yılda bir toplam bilginin ikiye katlandığı ve ikiye katlanma hızının
da gittikçe kısaldığı görülüyor.
Üretilen bu dev bilgi yığını, televizyon, gazete, radyo gibi araçlarla hızla yayılmaktadır. Internet gibi
hızlandırılmış bilgi yayma araçları sayesinde herkes insanlığın bilgi bankasına katkıda bulunabiliyor.
Bu yoğun bilgi bombardımanından kafası karışmadan çıkmanın yolu “kişisel bilgi politikası”
oluşturmaktır. Ülkenin eğitim politikasını eleştiri yorsanız, sizin de “kişisel” bilgi politikanızın olması
gerekir. Kişisel bilgi politikasının temeli kişinin neleri bilmesi gerektiğini biliyor olmasıdır. Sizin
hayat amaçlarınızı gerçekleştirebilmeniz için neleri biliyor olmanız gerekiyor?
Sokrat’a göre, bilmeyen ama bilmediğini bilen insan erdemliydi. Çünkü o dönemde dünyada fazla
bilgi yoktu. Aristo kurbağalar üstüne de, anayasal sistemler üstüne de kitap yazmıştı! Artık bir
değil, yüz insan ömründe öğrenilemeyecek kadar çok bilgi var. Bu yüzden artık neyi bilmediğini
bilmek değil, neyi bilmesi gerektiğini bilmek erdemdir. Sokrat yaşasaydı, şöyle derdi: “Bildiğim bir
tek şey var, o da neyi bilmem gerektiğini bilmek zorundayım!”
Neleri bilmemiz, neleri ise “bilmememiz” gerektiğine bilinçli olarak biz karar verebiliriz, vermeliyiz.
Sınırsız bilgi mönüsünden ihtiyacımızı giderecek ve amaçlarımıza ulaşmamızı sağlayacak besleyici
bilgileri seçmek zorundayız. Oburluk ederek her şeyi yemeye kalkarsak, obezleşen beynimiz bir
süre sonra hiçbir işe yaramaz hale gelecektir.
Her insan öğrenirken seçici olabilir, olmalıdır. Önemli olan nokta, yaptığımız seçimin bizi çok fazla
sınırlamamasıdır.
37
Okumada iki temel faktör önemlidir: Anlama ve hız. Hangisinin öncelikli olduğu okuma amacına
göre değişir. Bazen hız ağırlıklı okuruz, bazen anlama ağırlıklı.
Okuma hızı sonradan kazanılmıştır. Bu yüzden eğitimle arttırılabilir. Bu bölümde okuma hızı üzerine
biraz bilgi vereceğim.
Daha hızlı okumak, bir noktaya kadar anlama kabiliyetini artırır. Bunun nedeni hızımız artırdıkça
dikkatimizin de artmasıdır. Şehir içinde otomobil kullanan bir kişi, düşük bir hızla giderken aklından
yüzlerce şey geçtiği için dikkati bölünmüştür. Oysa şehirlerarası yolda saatte 160 km ile giden bir
otomobil sürücüsü sadece yolu düşünür. Hız, konsantrasyonu zorlar. 0 anda beyin yola kilitlenmiş
durumdadır. İşte bir noktaya kadar, hız artışı dikkati uyarır ancak aşırı hız durumunda dikkat
yetmezliği başlar.
Hız ağırlıklı okumanın yolu şu an okuduğunuzdan daha hızlı ancak düşünce akışını yitirmen ize
sebep olacak olan hızdan daha düşük bir düzeyde okumaktır. Şu anda dakikada kaç kelime
okuduğunuzu bularak ona % 25 fazlasını ilave edip bir dakikada o kadar kelime okumaya
çalışabilirsiniz.
Hız ağırlıklı okumanın tersi anlama ağırlıklı okumadır. Normal okuma % 50 hız + % 50 anlama
oranıyla gider. Oysa hız ağrılıklı okumada % 70 hız + % 30 anlama gibi bir oranla gidilir.
Anlama ağırlıklı okuma, bir metnin önemli kısımlarını anlamına yoğunlaşarak okumaktır. Anlama
ağırlıklı okuma % 70 anlama ile % 30 hızın karışımı olabilir. Bu oranlar okurun önceliklerine göre
değişebilir.
Bazı metinler yapıları gereği anlama ağırlıklı olarak okunmak zorundadır. Bazı metinler yapıları
gereği hız ağırlıklı okunabilir. Aynı metnin bazı kısımları anlama ağırlıklı, bazıları hız ağırlıklı
okunabilir. Bu da bizi okuma esnekliği, diğer deyişle “esnek okuma” kavramına götürür.
Okuma esnekliği düşünce akışına, okunan metne veya okuma amacına göre hız ile anlama
arasındaki dengeyi kurabilmektir. Başarılı okumada amaç, mümkün olan en yüksek hızda okumak
ve okunanı mümkün olduğunca iyi anlamaktır. Ancak bir noktadan sonra, hız ile anlama arasındaki
ilişki, terazinin kefeleri gibi, biri artınca diğeri azalmaya başlar.
Anlama ile hız arasındaki ilişki otomobildeki gaz ile direksiyon dengesine benzer. Gaz hızı artırır, hız
direksiyon hâkimiyetini zorlaştırır. Esneklik, doğru oranı bulmak için ayarlamalar yapmaktır.
Esnek okuyucu düşünce akışına göre hız ya da anlama ağırlıklı okur. Örneğin ana fikirlerde anlama
ağırlıklı, diğer kısımlarda hız ağırlıklı okur. Bir gazete okurken hangi haberleri anlama ağırlıklı,
hangilerini ise hız ağırlıklı okuyacağım bilir. Esnek okuyucu aynı zamanda hangi metinleri tam
okuma ile hangi kısımları seçmeli okuma metoduyla okuyacağını o metni okurken anlar ve kararını
hemen verir.
Okuma esnekliği zamanla gelişen bir beceridir. En zor tarafı metni okurken aynı anda neyin önemli,
neyin önemsiz olduğuna karar verip hızlı seçim yapabilmektir. Kritik unsur ise üstten okuma
yapabilmektir. Metni okurken, bir yandan da o metne üstten bakabilmektir. Metnin içinde
kaybolmayıp metnin yapısını ve anlam bütünlüğünü izleyebilmektir.
Esnek okuyucu dikkatli bir şoförün araba kullanması gibi kitap okur. Bazen yavaşlar, bazen hızlanır.
Kırmızı ışıkta durur, yeşil ışığa geldiğinde geçer. Yolun durumuna ve yolculuk amacına göre
otomobilin hızı değişir.
Özetle esnek okuyucu, okuma amacına, okunan metne ve metnin düşünce akışına göre okuma
metodu seçer ve kullanır. Bunu metni okurken, okuduğu metni tanıyarak yapar.
Okuma hızı sonradan kazanılmış bir yetenek olduğu için geliştirilebilir, artırılabilir. Tıpkı
cambazların ip üzerinde yürüyebilmesi gibi, okuma hızı da üzerinde bilinçli bir dikkatle çalışılırsa
artırılabilir.
Her insanın üç ayrı okuma hızının olduğunu düşünebiliriz. Bunlardan birincisi en yavaş
okuma hızı, ikincisi ortalama okuma hızı, üçüncüsü ise en yüksek okuma hızı. Yorgun ve isteksiz
olduğunuz anlarda genellikle en yavaş hızınızla okursunuz. Her şeyin normal olduğu durumlarda
ortalama okuma hızınızla okursunuz. Yoğun bir konsantrasyon ve moral ile okuduğunuz metinlerde,
en yüksek hız potansiyelinize ulaşırsınız.
Dünya şampiyonu bir atle6n bakkaldan ekmek almaya giderken, yarıştaki kadar hızlı
koşmaması gibi, hızlı okumada da önemli olan her şeyi hızla okuyup geçmek değildir, gerektiğinde
ne kadar hızlı okuyabileceğinizdir.
Okumanın bir davranış olduğunu ve sonradan öğrenildiğini biliyoruz. Okuma davranışının bir
parçası olan okuma hızı da, her alışkanlık gibi, bir davranışın tekrar tekrar yapılmasıyla oluşur. Yani
yavaş okuma alışkanlığı da öğrenme ve tekrarın sonucu oluşur.
Hızlı okuma tekniği üzerine ülkemizde çok sayıda kitap yazıldı. Bu kitapların temeli, okuru
içten seslendirme alışkanlığından kurtarma üzerine kuruludur. Birçoğu okurun okuma hızını
artırmak konusunda biraz da abartılı iddialarda bulunur.
Hızlı okuma üzerine yerli ve yabancı çok sayıda kitap mevcut. Bu yüzden bu konunun
detayına girmeyi gerekli görmüyorum. Bu kitaplardan ciddi olan birini alıp okuyabilirsiniz.*
* Mustafa Ruşen’in yazdığı “Hızlı Okuma” adlı kitap bu alandaki kitapların öncüsü ve en çok
satanıdır.
39
Sınava giren pek çok öğrencinin korkulu rüyası sınavlarda tarihlerin, yabancı isimlerin, soyut
kelimelerin sorulmasıdır! Bu konuda biraz talihsiz bir toplumuz. Kültüre yeterince önem
vermememizden dolayı yeterince gelişmemiş olan dilimiz artık neredeyse yabancı kelimelerden
oluşuyor.
Bir araştırmada, içinde “M” harfiyle başlayan 1300 kelime bulunan bir Türkçe sözlük incelenmiştir.
“M” harfiyle başlayan 1300 kelimenin 700 tanesinin Arapça ve Farsça, 300 tanesinin Avrupa kökenli
olduğu, geriye kalan 300 kelimenin ise Öztürkçe olduğu görülmüştür. Bu göçebe kültürünün bir
sonucu olsa gerek! Bu kadar çok yabancı kelimenin bulunduğu bir dilde, yabancı kelime öğrenme
tekniği de önem kazanmaktadır.
Bu kısımda soyut ve yabancı kelimeleri öğrenmek için kullanacağınız bir tekniği anlatacağız.
Bu tekniğe “böl, anlamlandır ve yut tekniği” diyebiliriz. Bu teknikte, yabancı kelime önce hecelerine
ayrılıyor, sonra aynı hecelerden anlamlı bir Türkçe cümle kuruluyor ve sonra o cümle aracılığıyla o
yabancı kelime hatırlanıyor.
Time Dergisi, 1997 yılı içerisinde “Dopamin” adlı bir salgının bulunuşunu kapak yapmıştı. Habere
göre, uyuşturucu kullananlar, beyinlerinde dopamin salgılaması fazla olan kişilerdi. Dopamin
uyuşturucu, seks, sigara, dans gibi haz uyandıran davranışları yaparken, bol miktarda
salgılanıyordu.
Haberin önemi şuydu; şimdiye kadar insanların uyuşturucu kullanması karakter zayıflığına,
bilinçsizliğe, kötü yaşanmış çocukluğa, kısacası sosyal nedenlere bağlanmıştı. Oysa bu haberde
uyuşturucu kullananlar “biyolojik yapılarının kurbanı” olan “genetik talihsizler” olarak sunuluyordu.
Alternatif bir yol; böl, anlamlandır ve yut tekniğidir. Bu tekniğe göre bu kelimeyi nasıl öğrenebiliriz?
1) Kolay unuttuğunuz bir isim, kavram, soyut ve yabancı kelime bulun. (Örneğin: Dopamin.)
2) Kelimeyi anlamlı hecelere ayırın. (Do-Pa-Min)
4) Bu kelimelerden oluşan anlamlı bir cümle kurun. (Örneğin: DOğulu PArlamenterler MİNdere!)*
5) Kelimenin anlamı ile cümle arasında abartılı, komik, saçma, kanlı-canlı, görsel, renkli bir bağ
kuran senaryo oluşturun.
Örneğin, Doğulu milletvekillerinin Kızılderili kıyafetleri giymiş bir şekilde TBMM salonuna koydukları
bir minderin üzerine oturarak Güneydoğudaki çatışmaların sona ermesi dileğiyle, içinde keyif verici
maddeler bulunan (dopaminin anlamı-işlevi) “barış çubuğu” tüttürdüğünü hayalinizde
canlandırabilirsiniz.
Böl, anlamlandır ve yut tekniği, bazı kelimelerde işe yaramayabilir. Çünkü onların hecelenmesinden
anlamlı cümleler çıkmayabilir. Bu durumda başka bazı teknikler kullanmak gerekir. Bu teknikler
beynin yapısına uygunluğu ölçüsünde işe yarayacaktır.
Soyut kelimeleri akılda tutmak için yapılabilecek bir yol da, o kelimeyi kafiyeli benzerleriyle
beynimize yerleştirmektir. Örneğin Yargıtay’daki duruşmalara “mürafaa” denir. Mürafaanın kafiyelisi
olan kelime nedir? Zürafaa!
Bir diğer yol empati kurmaktır. Elektrik mühendisliğinde okuyan bir öğrenci, derslerine konsantre
olamıyor, dolayısıyla başarısı düşük çıkıyordu. Bir gün önündeki elektrik devrelerine bakıp “Bu
tellerin içinden geçen elektrik akımı neler hisse- diyor olabilir?” diye düşünmeye başladı. Kablonun
içindeki elektrik akımının serüvenini, empatik iletişimle algılayınca, bir anda derslere olan ilgisi arttı
ve başarılı sonuçlar almaya başladı.
Soyut kavramlara karşı yapılabileceklerden biri de, onları kişiselleştirmek ve beş duyu organı ile
algılanabilir hale getirmektir. Burada sizden istenen, soyut kavramın anlamım hayatınızla
ilişkilendirmeniz ve bu ilişkiyi hayali olarak yaşamanızdır. Örneğin “monalitik mantık” kaya gibi, tek
yönlü, değişmez bir mentaliteye sahip “düşünceleri betona yazılmış” kişilerin zihniyetini tanımlamak
için kullanılır. Şimdi bu kavramın anlamını kişiselleştirelim. Hayatınızdaki en “beton fikirli” insan
kim? Siz hangi konularda “sabit fikirli” birisiniz? Hangi politikacılar sizce monalitik mantık sahibi?
Kişisel örnekler, zamanla bu kavramı size çağrıştıran görsellere dönüşecektir.
Soyut kelimeleri veya yabancı kavramları, hafıza ya yerleştirme‘3 nin bir yolu da o kelimeyi zihinde
görsel olarak canlandırmaktır. Örneğin “Koniçiva” Japonca “hoşça kal” demektir. Bu kelimeyi
hafızanıza kaydetmek için onu neon ışıklarıyla yazılmış bir otel/casino tabelası gibi hayal edin.
Sonra görüntüyü yakma getirin, büyütün, parlak, renkli ve net hale getirin. Işıkların birkaç defa
yanıp sönmesini seyredin. Tüm bu işleri yeteri kadar kendinizi vererek yaparsanız, beyniniz de
görsel düşünmeye yatkınsa, o kelimeyi unutmanız daha zordur.
41
Öğrenmenin en yaygın yolu okumak olsa da, en kolay yolu dinlemektir. Masal dinlerken, roman
okumaya göre daha az yoruluruz. Bir yabancı dili o ülkede yaşayarak öğrenmeye çalışmak, kitaptan
öğrenmeye çalışmaktan çok daha kısa sürede sonuca götürür. Tüm bunlar kulaklarda büyük bir
öğrenme potansiyeli olduğunu gösterir.
Eskiler “Dilin müşterisi kulaktır” derlerdi. Kitabın bu kısmında dinleyerek öğrenme performansımızı
nasıl artırabileceğimizi öğreneceğiz.
Dinleme türleri içerisinde en yaygın olanı seçici dinlemedir. Bu tür dinlemede konuşmanın bazı
kısımları “can kulağıyla” dinlenirken, ilginç olmayan kısımları “yarım kulak” dinlenir. Dinleyici
konuşmacının söylediklerinin bazı kısımlarını aktif dikkat ile bazı kısımlarını ise pasif dikkat ile takip
eder.
Bir diğer dinleme yolu tam dinlemedir. Bu tarzda dinleyici her söyleneni takip eder ve notlar alır.
Tam dinleyen bir kişi, söylenenleri değerlendirir ve aralarındaki ilişkileri görmeye çalışır. Tam
dinleyen bir kişinin tersi, ilgisiz ve “kopuk” bir dinleyicidir. Bu tür dinleyiciler konuya ve kişiye ilgi
duymazlar. Genellikle “mecburiyetten” orada bulundukları için, dinleme anında kafaların içinde tam
bir “iç gürültü” yaşanır. Bu iç gürültü “karşı yayın” da denilen, söylenenlere ters veya ilgisiz
düşüncelerin kafanın içinde seslendirilmesidir.
Dinlemenin birçok insana zor gelmesinin bir nedeni ortalama konuşma hızının, beynin düşünme
hızına oranla gerilerde olmasıdır. Beynin bilgi işleme ve düşünme hızı, konuşma hızının yaklaşık 3-4
katı fazladır. Bu nedenle konuşmacının dudaklarından çıkanlar beynimizi kesintisiz bir şekilde
bilgiyle besleyemediği için, beynimiz aradaki boşlukta ilgilenecek daha iyi şeyler bulmaktadır.
Unutmayın, beyin boşluğu sevmez. Siz onu yararlı şeylerle beslemezseniz, o kendi kendine bir
şeyler bulacaktır.
İkinci bir neden bazı insanların ana beyin modelleridir. Özellikle görsel beyinli kişiler beyinlerini
sürekli görüntüyle besleme ihtiyacı duyduklarından, hareketsiz duran bir konuşmacıyı uzun süre
dinleyemezler. Ayrıca görsel insanlar hızlı düşündükleri için, yavaş konuşanlardan nefret ederler.
“Kelime arası çay molası” veren yavaş konuşmacılar, görsel beyinli insanları çileden çıkartır.
Toplumdaki en yaygın beyin modeli de görsel tiptir. İlgi alanı dar kişiler, aşırı hareketli (hiperaktif)
kişiler, konsantre olma zorluğu yaşayan kişiler de sık sık dinleme güçlüğü yaşar.
Dinleme zorluğunun bir nedeni de, konuşmacının uzaktan kumandasının olmamasıdır! Kitapta
sıkıldığınız sayfaları geçebilirsiniz. TV izlerken beğenmediğiniz programlardan “zapping”
yapabilirsiniz. Ama bir sınıfta birini dinlerken, bildiğiniz bir şeyi sıkıcı bir şekilde tekrarlasa da onu
dinlemek zorunda kalırsınız.
Başarılı bir dinlemenin en önemli göstergesi konu şanın gözle takip edilmesidir. Gözler için “ruhun
penceresi” denir. Eğer perdeleri kapatırsanız, hem siz dışarıyı göremezsiniz hem de dışarıdakiler sizi
göremez. Perdenin kapatılması gibi, ilginin kapalı olması da dışarıdan anlaşılır.
Deneyimli kişiler, “dinleme taklidi” yapan dinleyicileri kolaylıkla tanır. Bunun için gözlere bakmak
bile yeterlidir. Aklı başka yerde olan insanın gözleri donuk bakar. İyi bir dinleyici, rahatsız etmeden
konuşmacının gözlerine bakarak konuşmayı takip eder. Anlatılanlardan kafasına yatanları başıyla
onaylayarak konuşmacıya “geri bildirim” sunar.
Dinleyicinin başının duruş şekli bile onun iç halleri üzerine ipuçları verir. Eğer dinleyici sürekli önüne
bakıyorsa, duygusal yoğunluğu yüksek bir ruh hali içinde demektir. Yukarıya doğru bakan kişiler,
beyinlerinde bir görüntü canlandırmaya çalışıyor demektir. Bir kişi dinlerken başı ortada - kafasıyla
omuzları arasında telefon tutar gibi- ve hafif yana eğik ise, dinleme modundadır. Bu pozisyondaki
42
Dinleme verimini artıran bir diğer nokta mesafedir. Tembel öğrenciler genellikle en arkada oturmayı
tercih eder! İlgisi az ve öğrenme özgüveni yetersiz kişiler en arkalara otururlar. Bu tür insanların
sayısının çokluğundan dolayı, konferans salonları hep arkadan öne doğru dolar!
Dinlemenin en önemli eşiği “kopma noktası” dediğimiz andır. İnsanlar doğaları gereği, dinlenirken
periyodik aralıklarla konudan kopartır. Dikkat, özelliği gereği bazen yoğunlaşılır, sonra dağılır,
bazen tekrar yoğunlaşılır, tekrar dağılır ve bu böyle sürüp gider. Yoğunlaşma ne kadar yüksek ise,
konsantre kalınan süre o kadar kısa olur. Yoğunlaşmanın daha az olması uzun sürmesini sağlar.
Bir konuşmacıyı dinlerken, kişiye göre farklı olmakla beraber, ortalama olarak her 5 dakikada bir
dikkatimiz dağılır. 20 dakikada dikkat zayıflar. İdeal dinleme süresinin 45 dakikayı geçmemesi
gerekir. Bu rakamlar, konuşmacıya, dinleyiciye, konuya ve ortama göre değişmekle beraber, genel
ortalamayı temsil ederler.
Herkes kendi kopma eşiğini bulmalı ve dikkatini buna göre yönetmelidir. Önemli olan dinlerken
konudan kopmanız değil, koptuğunuzu anladıktan sonra hemen geri dönmenizdir. Dinlerken bazen
konudan kopup başka şeyler düşünmek kaçınılmazdır ama kişi kendi iç disipliniyle kendini toplayıp
konuya dönebilir.
Topluluğa hitap eden bir konuşmacıyı dinlerken, beyin konudan uzaklaşmak için bazen öyle hoş
şeyler bulur ki, dinleyici o ilginçlikleri bırakıp konuşmacının sözlerini dinlemek istemez. Burada bir iç
disiplin mücadelesi başlar. Akıllı, iç disiplin sahibi, kendine söz geçirmesini bilen kişiler “Bu iç
konuşmayı çok seviyorsam1 bunu konuşma bittikten sonra da yapabilirim” der, kendi iç diyaloğuna
son verir ve konuşmacıyı dinlemeye devam eder.
Tabii bu arada konuşmacıların da ses tonu, sınıf içi uygulamaları, beden dili veya sunum cihazlarıyla
kopma noktasındaki kişilerin dikkatini yeniden konuya çekerek “zihinsel sadakatlerini” sağlaması
gerekir.
Dinlemede önemli nokta, sorumluluğun bizde olduğunu bilmektir. Eğer dinliyorsanız kendiniz için
dinliyorsunuz. Konuşmacının size kendini dinlettirmesini beklemeyin, o kötü bir konuşmacı da olsa,
ondan yararlanmak sizin kazancınızadır. Hayat bir TV programı değildir! Kimsenin sizin daha iyi
öğrenmeniz için her şeyi sizin istediğiniz gibi sunmak zorunda olmadığını bilin.
Not tutmak da dikkatli dinlemenin temelidir. Anlatılanları not etmek birçok yönden faydalıdır. En
önemlisi, dikkat dağılmasını büyük ölçüde ortadan kaldırmasıdır. Çünkü not alan kişi dikkatini bir
işe yöne1terek beynini kontrol eder ve denetler. Tutulan notlar daha sonra tekrarlamalarda kolaylık
Sağlar. Ayrıca not tutmak, yazılı öğrenmeyi sağladığı için hatırlama miktarını artırır.
Soru sorarak ve not tutarak dikkatinizi canlı tutabilirsiniz.
Burada değin ilmesi gereken konulardan biri de empatik dinlemedir. Empati kurmak, kendimizi
karşımızdaki kişinin yerine koyarak, onun penceresinden dünyaya bakmaktır. Karşımızdaki kişi ile
tek ve bir olmak, onun gördüklerini görmek, işittiklerini işitmek, hissettiklerini hissetmek demektir.
Dinler menin en etkin yollarından biri empati kurmaktır. Bir kimseyi dinlerken sadece onun ne
söylediğiyle ilgilenmeyin. Onun söylediklerini niçin söylediğini, neden öyle bir üslupla söylediğini,
43
söylerken neler hissettiğini, anlatırken aklından geçenleri de gözlemlemeye çalışın. Bu, hem
dikkatinizi uyanık tutacaktır hem de konuşana karşı olumlu bir tavır geliştirmenizi sağlayacaktır.
Dinlerken pasif kalmamak, araştırmacı ve aktif bir zihin haliyle dinlemek gerekir. Buna aktif
dinleme denir. Pasif dinleyici kendisini misafir gibi görür ve anlatılanları sadece dinler. Oysa aktif
dinleyici, önce konuyla ilgili ön bilgi toplayarak veya eski bilgilerini kafasında canlandırarak
dinlemeye geldiği kişiye zihinsel hazırlık yapar. Ayrıca konuşmacıyı sadece kelimeleriyle değil, niyeti
ve beden diliyle de dinler. Anlatılanların yorumunu yapar. Tüm bunları yapmak dikkati sürdürmeyi
sağlar ve öğrenme verimini artırır.
Dinlerken, anlatılanların önceden anlatılmış olanlarla ilişkisini kurarak dinlemek gerekir. Aynı
şekilde, anlatılanlardan hareketle konuşmacının neler söyleyeceğini tahmin etmeye çalışmak da
yararlıdır. Bunun yararı iki türlüdür. Birincisi dikkati uyanık tutar. İkincisi bilgiler arasındaki ilişkileri
görmenizi sağlar. Dinlediklerimiz üzerine düşünerek bilgileri birbirine bağlayabiliriz.
Bir diğer önemli nokta, dinlerken kolları bağlamamaktır. Kollarınızı bağladığınız anda konuşmacı ile
aranıza psikolojik bir “demir perde” çekmiş olursunuz. Kolları kavuşturmak konuşmacı ile dinleyici
arasına girmiş bir barikattır. İnsanlar niçin kollarını bağlar? İnsanlar genellikle konu ilgisini çekmez
ise, canı sıkılırsa veya konuşmacının sözlerinden farklı düşüncelere sahipse kollarım bağlayarak
dinler. Kolların bağlanması, dinleyicinin algısını konuşmacıya kapatır. Araştırmalar bu tür
durumlarda %40’a varan öğrenme kaybı yaşandığını ortaya koymuştur.
İlginç nokta şudur; bir kişi cam sıkıldığı için kollarını bağlar fakat kollarını bağladığı için canı daha
da çok sıkılır! Sizlere önerim, sadece ders dinlerken değil, hayatınızın her anında kollarınızı
bağlamamaya çalışmanızdır. Sürekli kolları bağlı duran insanlar, soğuk, sorunlu ve içi sıkıntılı
görünürler. Bu kişiler, öğrenen değil, söylenen, sızlanan, sürekli her şeyi sorgulayan tiplerdir.
Anadolu’da ne derler: “Kollarını bağlama kızım kısmetin kapanır!”
Bu noktada beynin ilginç bir özelliği devreye girer. Beynin görme veya konuşma merkezi, aynı
anda hem içe hem de dışa dönük faaliyet yapamaz. Yani, eğer kendi kafanızın içinde ateşli bir
iç konuşma yapıyorsanız, işitme duyunuzun içe yönelmesi nedeniyle yakındaki bir arkadaşınız sizi
çağırdığında onu duyamayabilirsiniz. Benzer şekilde başka birini dinlerken, aynı anda iç
konuşma yapamazsınız. O anda yaptığınız iç konuşma dinleme kalitenizi düşürür. Beyin aynı
işlevi, aynı anda, hem içe hem dışa dönük yapamaz.
Başarılı dinleme yolundaki ilk engel, ilgisizlik gibi görünür. Zamanla, iç konuşma da devreye girer.
Bu etapta dinleyici işitir ama dinlemez. Kişi o anda dinleme taklidi yapar.
Özellikle ikili tartışmalarda insanlar genellikle, karşı taraf konuşurken onu dinlemek yerine
içlerinden ona verecekleri cevabı hazırladıklarından, karşıdakinin ne söylediğini tam olarak dinlemez
ve sonra da söze, “Ama beni dinlemiyorsun ki...” diye başlayarak düşüncelerini anlatırlar.
Muhtemelen karşı taraftaki de aynı şeyi yapmaktadır!
İç gürültüyle baş etmenin yolu, saygılı, olgun ve iradeli davranmaktır. İç konuşmanız eğer çok
gerekliyse onu ders veya konferans bittikten sonra da yapabilirsiniz. Olgun insanlar,
karşısındakini yargılamadan önce bütünüyle anlamaya çalışır. Bir fikri hoşuna gitmeli diye
oraya takılıp, diğer düşünceleri dinlemezlik etmez. Bütün zamanını insanları eleştirmek için
44
harcayanların, kendilerini geliştirmek ve diğer insanları sevmek için çok az zamanlarının kalacağını
unutmamak gerekir. Birini dinlerken hemen yargılamaya başlamayın. İsterseniz kafanıza takılan
noktaları not edebilir, konuşma bitiminde sorabilirsiniz.
Öğrenmeyi sevdikçe daha çok okursunuz. Okumak da insanı doldurur. Sık sık fikriniz gelmeye
başlar! Doldukça taşmak, içinizdekileri paylaşmak istersiniz. Bunu yaparken bazen dışarıdan
“gevezelik” ettiğiniz, bilginizle “gösteriş yaptığınız” gibi suçlamalara maruz kalabilirsiniz.
Öğrenmeyi sevmeyen insanlara ısrarla bir şeyler öğretmeye kalkanların başına sık sık gelir bu! Bu
tür durumlarda Lord Chesterfield’in şu sözünü unutmamak gerekir: “Öğrendiklerini bir saat gibi
cebinde taşı, iki de bir saati olduğunu göstermek isteyen insanlar gibi ortaya çıkarma. Biri sana
saati sorarsa söylersin. Her saat başında sorulmadan saat kulesi gibi ötme!”
45
Onu ilk defa mahcup âşıklar keşfetti. Sevgililerine sürprizli şiirler yazarken kullanıyorlardı. Bu
şiirlerin en ünlüsü şöyleydi:
Bu teknik, öğrenmede de çok yaygın olarak kullanılan ve işe de yarayan bir yoldur. Bu tekniğe
akromin (daha popüler adıyla “akrostiş”) denir. Bu tekniğin temeli, akılda tutulması gereken
kelimelerin baş harflerinden anlamlı bir kelime meydana getirmektir. Bu kelime bilgiyi içinde
saklayan bir şifre gibidir.
Eğitim alanında hem öğretmek hem de öğrenmek açısından akronim (acronym) çok yararlı bir
tekniktir.
İş dünyasında da anlaşılması ve hatırlaması kolay olduğundan akronim çok yaygın olarak kullanılır.
Örneğin devlet dairelerinde ‘3Y Yasası’ vardır. Bunlar “Yok, Yarın gel, Yavaş yavaş!” Bir kurumu
batıran 3-Y’dir. Bunlar; Yağcılık, Yeteneksizlik ve Yavaşlık.
Bir Japon şirketinin eleman seçme kuralı SMILE (gülünise) akronimifli oluşturur. Bunlar Skil
(yetenek), Management Ability (yönetim becerisi), Internal flexibility (esneklik), Language facility
(yabancı dil bilgisi) ve Endeavour (gayret)dir.
Başarılı bir yönetimin “4 M”e ihtiyacı olduğu söylenir. Bunlar Man (insan), Machine (makine), Money
(para) ve Management (sevk ve idare).
Halkla ilişkiler dünyasında ise bir kişi, ürün veya hizmetin kitlelere nasıl sunulması gerektiğini
gösteren ünlü A.l.D.A. formülü vardır. Attention (dikkat çek), Interest (ilgi uyandır) Desire (arzulat)
ve Action (eyleme geçir.)
Sürücü kurslarında, öğrenicilerin hiç unutmaması gereken, otomobilin günlük bakım kuralları
“HAYRET” diye bir akronimle anlatılır. Bunlar Hava, Akaryakıt, Yağ, Radyatör, Elektrik ve Tedbirlerin
kontrol edilmesi gerektiğini gösterir.
Orta sınıf restoranların tabelalarında sıklıkla görülen ASPAVA da bir akronimdir. Açılımı Allah,
Saadet, Para, Aşk, Versin, Amin’dir.
Akronim üretmenin akronimi DAKİKA’dır. Açılımı “Düşünce, Anahtar kelime, Kafiye, ilişki, Konsept,
Ayarlama”dır. Akronim oluşturabilmek için ilk adım, o konu ile ilgili düşüncelerin toplanmasıdır. O
düşünceleri temsil edebilecek anahtar kelimelerin bulunması ikinci adımdır. Sonrasında kelimelerin
ilk harflerinin kafiyeli, mantıklı veya ilginç bir ilişki oluşturacak şekilde bir araya getirilmesi gerekir.
Bunun için de konu ile ilgili bir konsepte (bağlam, çerçeve) ihtiyaç vardır. İlk denemede uyumlu bir
sonuç elde edilemeyeceğinden yeniden denemek, değiştirmek, ayarlamalar yapmak gerekir. Bu son
adım en iyiye ulaşıncaya kadar denemeye dayanan “yap boz” oyununa benzetilebilir.
46
Bütün ülke aynı iddiayı konuşuyordu! Bazıları “Olur mu öyle şey?” derken, bazıları “Hocadır, bir
bildiği vardır!” diyordu. Çok geçmeden İmparator Timur da bu iddiayı duydu. Hemen iddianın sahibi
Nasrettin Hoca’yı çağırttı. Ona “Hoca eşeğe bile okumayı öğretebileceğini söylemişsin, doğru
mudur?” diye sordu. Nasrettin Hoca da, “Emredin öğreteyim hünkârım,” diye karşılık verdi.
Timur pek de inanmadığını gösteren bir tavırla, “Öğret de görelim,” dedi. Hoca işe koyuldu. Kitabın
arasına ot ve yaprak koyarak eşeğine kitap sayfalarını çevirmeyi öğretti. İddiasını kanıtlamak için
huzura çıktı.
Eşeğin sayfaları çevirip geçmesini gören Timur, “Hoca sen buna okumak mı diyorsun?’ diye
sorunca, Nasrettin Hoca cevabi yapıştırdı: “Eee hünkârım! Okuyan eşek olunca, ancak bu kadar
anlayabiliyor?”
Bu hikâye bize baktığımız şeyleri görmemizin, okuduğumuz şeyleri anlamamızın, anladığımız şeyleri
de sindirmemizin önemini gösteriyor.
Bu konuda Bacon’ın “Denemeler” adlı harika kitabında çok güzel bir tespiti yer alır: “Bizi güçlü
yapan yediklerimiz değil, sindirdiklerimizdir; bizi zengin yapan kazandıklarımız değil
tasarruflarımızdır; bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir. Bizi önder
yapan da başkalarına verdiğimiz öğütler değil, onları kendimizde uygulamamızdır.”
Okuduğumuz metni anlama kapasitemizi artırmak için bir yandan okuma motivasyonumuzu ve
konsantrasyonumuzu artırmalı, diğer yandan da bilgi tabanımızı genişletip kültür seviyemizi
yükseltmeliyiz. Ne kadar bilirsek, o kadar anlayabiliriz. Anlayabileceklerimizin limiti entelektüel
kapasitemize, anladıklarımızın limiti ise psikolojik durumumuza (özellikle de motivasyon, stres ve
konsantrasyon seviyesine) bağlıdır. Her iki sınırın da yükseltilebileceğini bilmek önemlidir.
Aşağıda okuduğunuz metni daha kaliteli bir şekilde kavramak için neyi nasıl yapmanız gerektiğine
dair öneriler bulacaksınız:
1) Günlük bir gazete okuyun. Bir araştırmaya göre, bir lise mezunu, 5 yıl boyunca “kesintisiz” bir
şekilde ciddi bir referans gazeteyi okursa, üniversite mezununa denk genel kültür seviyesine
ulaşabiliyor. Gazeteye verilen para harcama değil entelektüel yatırımdır.
2) Mutlaka bir ansiklopedi bitirin. Her alandan bir şeyler öğrenmenin ve zihninizdeki haritayı
zenginleştirmenin en iyi yollarından biri bir ansiklopediyi baştan sona okumaktır. Ansiklopedi
okumak, bilgi ve kültür yelpazenizi genişletmenin, doğru bir bilgi temeli kurmanın bilinen en iyi
yollarından biridir. Günümüzde basılı ansiklopedilerin yerini, elektronik ansiklopediler almaktadır.
Kaynak güvenilmezliği nedeniyle, internetteki “Vikipedi” tarzı siteleri okumak ansiklopedi okumak
sayılmaz! Bilgi güvenliği de gıda güvenliği kadar önemlidir.
3) Felsefe kitapları okuyun. Düşünce adalelerini geliştirmenin en iyi yollarından biri de felsefe
kitapları okumak- tır. Felsefenin insana soru sordurmaya yönelmiş olması, beynin kavrayış
çevikliğini artırır. Felsefe kitabı derken, illa ki, felsefe anlatan kitap kastedilmemekte, derin
düşünceler anlatan, derin düşünmeye iten kitaplar kastedilmektedir.
4) Düşünmek için, düşünerek okuyun. Okuduklarınızın içindeki önemli bilgileri kafanızın içindeki
düşünce sistematiğinize yerleştirin. Konuşmalarınızda kullanın. Hakkında bir şeyler yazarak, o
bilgiyi iyice içselleştirin.’
5) Sözlük okuyun. Sözlük okumak, beyninizin yeni düşünceleri Öğrenirken temel olarak kullanacağı
bir “tanım tabanı” oluşturacaktır. Sözlük okurken ne kadar çok kelimenin bildiğinizden farklı
anlamlara geldiğini de göreceksiniz. Bir insanın, neyi ne kadar bildiğini anlaması için yapması
gereken ilk şey sözlük okumaktır.
47
6) Ne kadar çok okursanız, o kadar yüksek anlama kapasitesine ulaşırsınız. Bildiğiniz kadar
anlarsınız, anladığınız kadar bilirsiniz. İçinde yaşadığınız toplumun diğer üyelerinin zihin haritaları
ile ortak paydalar oluşturmak için, en çok okunan kitapları siz de okuyun, en çok izlenen filmleri siz
de izleyin. Beğenmek için değil, yargılamak için değil, sadece bilmek ve anlamak için bunları takip
edin.
7) Başkasına öğretecekmiş gibi öğrenmek anlama seviyesini artırır. Bir konuyu Öğrendikten sonra
gidip birilerine Öğretmek iyi bir yoldur. Bilginin “çift dikişle” (öğrenme ve Öğretme boyutu) beyne
kaydedilmesini sağlar. İsteyen hayal gücünü kullanarak yastıklara ya da oyuncaklarına da
anlatmayı deneyebilir! Benzer amaç ve motivasyon düzeyine sahip kişilerden oluşan bir “Öğrenme
arkadaşlığı grubu”yla birlikte çalışmak da bazı kişilerde işe yarar.
8) Bir konuyu yazılı olarak tekrar etmek o bilginin anlaşılma düzeyini artırır. Bir konu hakkında ne
kadar şey bildiğinizi anlamanın en iyi yollarından birisi de o konu hakkında bir şeyler yazmaya
kalkışmaktır. Bir metni okuyup aklımızda kalanlardan bir yazı yazmaya kalkmak, neyin aklımızda
kaldığını ve kafamızdaki bilgi boşluklarını gösterir.
7) Altını çizerek okumak anlama düzeyini artıra bilir. Okunan bir metindeki önemli yerlerin altını ya
da üstünü çizerek işaretlemek, dikkati keskinleştirerek kavramayı artırmaktadır. Altını çizmenin iki
önemli yararı vardır. Birincisi, tekrar ederken önemli kısımları hemen bulmanızı sağlar. İkincisi ise,
renkli kalemlerin kullanılmasıyla okuma monotonluğunun yarattığı sıkıcılığı azaltır. İlginç bir diğer
nokta da, beynin “Pavlov’un köpeği” gibi zamanla renklere şartlanmasıdır. Bir insan sürekli önemli
gördüğü yerlerin altını kırmızıyla çizerse, bir süre sonra beyni kırmızı kalemle çizilen yerlere daha
fazla önem vermeye şartlanacaktır. Böylece kırmızı kalemle çizilen yerlere dikkatini kendiliğinden
yönlendirir, o bilgiyi önemseyip kaydeder.
8) Dersaneciler arasında yaygın bir kanaate göre, bir konuyu sadece derste dinleyerek, onun %
20’sini öğrenebilirsiniz. Eğer aynı konuyu bir de kitaptan okursanız % 40’ını kavrarsınız. Daha önce
hem dinleyip hem de okuduğunuz bir konunun bir kez de yazılı özetini çıkarırsanız, % 60’ına sahip
olduğunuz düşünülür. Eğer bu konuyu bir de başkasına anlatırsanız % 80’ine sahip olursunuz.
9) Düzenli ve sık aralar vermek, uzun süre aralıksız okumaktan daha çok anlamayı sağlamaktadır.
Öğrenme araştırmaları göstermiştir ki dört şey daha çok akılda kalıyor: Metnin başında anlatılanlar,
metnin sonunda anlatılanlar, arada sık sık tekrar edilenler ve ortalarda anlatılsa da çok ilginç
olanlar. Metnin başındakiler beyin henüz diri ve alıcı durumda olduğu için akılda kalır. Sondakiler,
zaman avantajıyla hatırlanır. Okurken düzenli ve sık aralar vermek, başlangıç ve bitiş sayısını
artırdığı için, anlama ve hatırlamayı artırabilir. Tabii ara verdikten sonra tekrar çalışma masasının
başına gelmek şartıyla!
Metinde sık tekrarlananlar ise, yenileme ve ezber etkisiyle hatırlanır. İlginç olan şeyleri ise beyin
kendi kendine “otomatik” kaydeder. Beynin bu huyu biraz tuhaftır, çünkü işimiz beynimizin kendi
kendine yaptığı otomatik kayıtlarına kalsa, sadece ilginç ve renkli şeyleri hatırlardık! Çok “magazin
düşkünü” bir beynimizin olması gariptir. Bu huyu yüzünden beyin, “en gerekli şeyleri sokağa atıp,
en renkli ve paçavra şeyleri eve toplayan çılgın bir kadına” benzetilir! Öğrenirken yaşanan can
sıkıntısının temeli, beyin için “renkli” ve “ilginç” olamayan şeylerin beyne “zorla” yüklenmeye
çalışılmasıdır. Öğretmen zoruyla nefret ettiği dersi çalışan bir öğrencinin kafatasında, başkalarının
zoruyla sevmediği bir şeyi sıkılarak öğrenmeye çalışan bir beyin vardır!
10) Anahtar kelime özeti çıkarmak, anlama düzeyini ve öğrenme kalitesini artırır. Anahtar kelimeler
bilgi taşıyıcısıdır. Metindeki kritik noktaları çağrıştırır. Anahtar kelimeleri işaretlemekle yetinmeyip,
onları kitabın kenarındaki boşluklara yazmak da iyi bir yoldur.
11) Konuyu bir bütün halinde ve görsel olarak gösteren bir şema, bilginin anlaşılırlığını artırır,
hatırlamayı kolaylaştırır. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi konuyu bütün olarak “kuşbakışı” görmek,
o bilginin parçalarının kendi arasındaki ve parçalarla bütün arasındaki ilişkileri görmemizi sağlar.
İkincisi ise görsel bir şema beynimize “bilginin resmi”ni gönderir. Bir resim de bin söze bedeldir.
12) Bir konunun anlatılış sistematiğinden farklı bir sistematikle yeniden düzenlenmesi anlama ve
yorumlama becerisini çok geliştirir. Bilginin veriliş biçimi ile almış biçimi farklı olabilir. Öğrenciler
için bir konunun veriliş biçimi derste anlatılanlara, almış biçimi ise sınavdaki soru tipine bağlıdır. Bir
konunun anlatılış biçimi ile soru biçimi aynı ise, iş kolaydır, konuyu ezberleyen geçer Zorluk yorum
isteyen sorulardadır. Yorum soruları anlatılan farklı bir açıdan görmeyi gerektirir.
48
Bir konunun sistematiğini yeniden düzenlemeyi bir örnekle anlatayım. Tarih kitabı veya öğretmeni
Osmanlı tarihini şöyle bir sistematikte anlatıyor olabilir.
A) Klasik sistematik
1) Kuruluş dönemi
a) Savaşlar
b) Padişahlar
c) Gelir kaynakları
2) Yükselme dönemi
a) Savaşlar
b) Padişahlar
c) Gelir kaynakları.
Öğretmen konuyu A şıkkındaki sistematiğe göre anlattıktan sonra “Kuruluş dönemi savaşları ile
yükselme dönemi savaşlarını karşılaştırın, benzerliklerini/ farklılıklarını yazın” gibi bir soru sorar.
Amaç öğrencinin ezber becerisini değil, öğrendiklerini yorumlama becerisini test etmektir. Eğer
alternatif bir sistematiğe göre özet çıkarmışsanız bu soru sizin için çok kolaydır. Böyle bir sistemle
çalışmamış bir kişi, önce her iki dönemin savaşlarını detaylarıyla hatırlayacak, sonra bu savaşların
benzerlik ve farklılıklarını yorumlamaya çalışacaktır. Bunu sınav anında en iyi şekilde yapmak zor
bir iştir.
Sadece öğrenciler için değil, yetişkinler için de okudukları metnin alternatif sistematiğini
oluşturabilmek, parçalar arasında ve her bir parçanın bütünle ilişkisini yeniden kurabilmek çok
önemlidir.
49
Tibet tapınaklarındaki öğrencilere şöyle bir soru sorulurmuş: “Şişenin içine girmiş bir fil nasıl dışarı
çıkar?” Birisi bu soruyu bana ilk sorduğunda, “Fil içine girdiği şişeyi yutarak dışarı çıkar!” demiştim.
İstenen ve doğru kabul edilen cevap şöyledir: “Fil şişenin içine nasıl girdiyse öyle çıkar. Yani hayal
gücü ile girdiğine göre, yine hayal gücü ile çıkar.”
Bu kısımda hayal gücümüzü kullanarak birkaç maddelik bir listeyi uzun süre akılda tutmanın renkli
bir yolunu öğreneceğiz. Hayal gücünün öğrenme performansını artırmak için kullanılmasına
“hafıza klipleri” diyoruz. Hafıza kliplerinin temeli, hafızanın ve hayal gücünün çalışma
ilkelerine uygun öğrenmedir. Bilgiyi beyne işlemenin en kolay ve renkli yollarından biri
budur.
Hatırlamanız gereken birkaç maddelik bir liste varsa ve bunları ezberlemeden hatırlamak
istiyorsanız, görsel hafıza klipleri ile birbirine bağlayabilirsiniz.
Önce listedeki maddeleri okuyun. Sonra onları bir senaryo ile birleştirin. Listedeki maddeler tespih
tanelerine, senaryonuz ise tespihin ipine benzer. Senaryonuz içerinden geçerek onları bir arada
tutmalıdır. Sonra işiniz yönetmenliğe kalıyor. Senaryonuza uygun hareket ederek abartılı, komik,
saçma, olağanüstü, kanlı canlı, renkli özellikler gösteren bir klip çekip listeyi kafanıza
yerleştirebilirsiniz.
Bu konuda bir örneği daha önce yapmıştık. Bilgiyi işlemek kısmında, bilginin beyne görsel yolla
kaydı anlatırken, Tony Buzan’ın bir alışveriş listesini (sayfa 40-41)3 görsel bir senaryoyla akılda
tutma örneğine yer vermiştik. Uygulamayı kendinizi vererek yaptıysanız, listeden bazı maddeleri
hatırlıyor olmanız gerekir.
Hafıza klipleri, birkaç maddelik listelerin, birbiriyle bağlantılı birkaç bilginin bir arada hatırlanmasını
Sağlar ama tüm entelektüel birikiminizi görsel bir senaryo üzerine yerleştiremezsiniz. Her zaman
olduğu gibi, her tekniğin işe yaradığı ve yaramadığı yerler olacaktır. Önemli olan doğru zamanda
zihinsel alet çantanızdan” doğru tekniği bulup kullanabilmektir.
Fikirleri görselleştirin. Bilgileri şemalar veya şekiller aracılığıyla resim haline getirdikten sonra,
bilgiyi “manzara resmi gibi” beyninize yerleştirin.
3
Bu e-kitaptaki 25. sayfaya gönderme yapılıyor.. (İG)
50
• Hayalinizde canlandırdığınız görüntüler fotoğraf gibi durgun değil film gibi hareketli olmalıdır.
İçinde hareket olan hayaller, duyguları harekete geçirerek o bilginin ders olmaktan çıkıp deneyime
dönüşmesini sağlar.
• Kanlı canlı sahneler, abartılı ve büyük hayaller daha etkileyicidir. Hayalinizde canlandırdığınız
görüntülerin çerçevelerini kaldırın. Pireyi deve büyüklüğüne, deveyi pire küçüklüğüne getirin.
Abartılı, olağanüstü bağlantılar kurun.
• Bağlantıların mantık dışı, saçma, garip olması onların ilginçliğini artırdığı için mümkün olduğunca
abartın, saçmalaştırın, tuhaf ilişkiler kurun.
• Komik bağlantılar da duyguları harekete geçirerek, bilginin daha kalıcı bir şekilde kaydedilmesini
Sağlar. Kliplerinize mizah katın.
• Zihninizde canlandırdığınız görüntünün, büyük olması kadar, parlak ve net olması da onun
kalıcılığını artırır.
• Duygusal bir yoğunlukla, “içinde yaşıyormuş gibi” hissederek kurulan bağlantılar, beyinde
fizyolojik değişiklikler yapmakta, adeta bilgiyi hafızaya kazımaktadır. Hayalinizde canlandırdığınız
görüntünün içine girerek her şeyi hissedin.
• Aynı görüntüyü 2-3 defa tekrarlamak bilginin daha güçlü bir şekilde kaydedilmesini sağlar.
• Hızlı bir biçimde canlandırmak, görüntüleri yavaş yavaş canlandırmaktan daha fazla etkili
olmaktadır.
Şimdi aşağıdaki ikili kelimeler arasında, yukarıdaki özelliklere sahip bağlantılar kuran klipler
çekebilir misiniz?
1) Tilki ve çorap 2)Tişört ve hedef 3) Konserve ve sarhoş 4) Martı ve sepet 5) Topuz ve
tencere 6) Uçak ve gazete 7) İskender ve Galatasaray 8) Temel Reis ve balık 9) Köpek ve
hindi 10) Televizyon ve ayna.
2)
Önce kendi kliplerinizi çekip sonra aşağıda verilenlerle karşılaştırabilirsiniz.
Bu ve benzeri klipleri abartarak komik bir hale getirebilir, çizgi film gibi zihninizde
canlandırabilirsiniz.
Bu egzersizlerle yetinmek zorunda değilsiniz. Sözlükten rastgele 3-5 kelime seçerek abartılı, komik,
saçma, olağanüstü, görsel, kanlı canlı, renkli özellikler gösteren kliplerle birbirine bağlamaya
çalışabilirsiniz. Ezberlemeniz gereken listeleri de aynı şekilde birbirine bağlayarak akılda
tutabilirsiniz.
51
Hayat amaçlarını belirlemenin önemini biliyoruz. Bir amacı olup, o amaca uygun yaşamanın
yararları anlatmakla bitmez. Öğrenme açısından bile çok önemlidir amaçlı bir insan olmak. Ne
olmak istediğine karar verememiş bir insan, neyi bilmesi gerektiğine de karar veremeyecektir.
Beyni onun için gerekli bilgiyi gereksiz bilgiden ayıracak bir ölçüye sahip olamayacaktır.
Bu kısımda hayat amaçlarımızı kesin olarak nasıl belirleyebileceğimizi adım adım öğreneceğiz. İlk
kitabım “Ya Bir Yol Bul, Ya Bir Yol Aç Ya Da Yoldan Çekil”in ana konusu hayat amaçlarının
belirlenmesiydi. Bu konuyu o kitabımda çok yönlü olarak anlatmıştım. Şimdi ana adımları özetlemek
istiyorum.
Hayat amaçlarını belirlemek aktif okumayı gerektirir. Sizden istenilen uygulamaları yapmanızı
yararınızadır. Biliyorsunuz ki, bilmek başarı için gereklidir ama tek başına yeterli değildir,
bildiklerinizi gündelik hayata uygulamak, öğrendiklerinizin hakkını vermek de gerekir.
Siz nasıl birisiniz? Karakter özellikleriniz neler? Kendinizi geliştirmeniz gereken eksik yönleriniz
neler? Güçlü yönleriniz neler? Belli başlı alışkanlıklarınız neler? Heraclitius “Karakteri insanın
kaderidir” der. Sizin karakteriniz amaçlarınız için uygun mu? Ya da amaçlarınız karakteriniz için
uygun mu?
Bir kişinin kendisini tanıyabilmesi için kişiliğini, inanç ve düşüncelerini, tutumlarını, arkadaş
çevresini, alışkanlıklarını, başarı ve başarısızlıklarını, tecrübelerini çok iyi analiz etmesi gerekir.
İsterseniz hemen kendinizi tanımlayan beş kelimenin ne olduğuna karar vermekle işe
başlayabilirsiniz. Başka insanlardan sizi “üç kelimeyle” anlatmalarını isteyebilirsiniz. Böylece içten
ve dıştan nasıl göründüğünüzü keşfetmeye başlayabilirsiniz. Sonunda tüm bu verilen dikkate alarak
kim olduğunuza karar vermelisiniz.
3. Ne istiyorsunuz?
Kesin-net ve tam olarak kim olmak, neler yapmak, nasıl bir hayat yaşamak istiyorsunuz? Bu
istediğinizi ne kadar zaman içinde, hangi bedeller karşılığında, nasıl elde edebilirsiniz?
10 yıl sonra nasıl bir hayat yaşamak istediğinizi hayal edin ve yazın. 5 yıl içerisinde neler yapmak
istediğinizi düşünün ve yazın lütfen.
İş ve eğitim hayatınızın nasıl olmasını isterdiniz? Özel yaşamınızın nasıl olmasını isterdiniz? Ruhsal
durumunuz nasıl olsun isterdiniz? Nasıl bir bedene sahip olmak isterdiniz? İnsanlarla ilişkilerinizin
nasıl olmasını isterdiniz? Ekonomik durumunuzun nasıl olmasını isterdiniz? Tüm bunları beyaz bir
sayfaya “Hayattan ne istiyorum?” başlığının altına yazabilirsiniz. Pek çoğumuz hayattan
istediklerimizi belli belirsiz bırakmak isteriz, böylece eğer istediklerimiz olmazsa kesin bir hayal
kırıklığı yaşamaktan kendimizi koruyacağımızı düşünürüz. Oysa belirsiz istekler beynimizin gücünün
bize hizmet etmesini engelleyen, beynin sisli havada otomobil kullanır gibi ilerlemesine neden olan
bir durumdur. İstediklerin izi ne kadar kesinleştirebilirseniz, onlara ulaşmak için nelere ihtiyacınız
olduğuna beynin iz o kadar kolay karar verecektir.
4. Niçin istiyorsunuz?
Ne istediğini bilmek yetmez, onu niçin istediğinizi de belirlemeniz gerekir. Bu adımda başarı
gerekçelerinizi oluşturmanızı amaçlıyoruz. Her bir hedefiniz için, niçin onu başarmak istediğinize
karar vermelisiniz.
Bunun için “hayattan ne istiyorum” metninden en çok istediğiniz birkaç hedefi seçebilirsiniz.
Bu hedeflerin her biri için, “Bunun benim için önemi ne?”, “Bunu niçin başarmış olmak istiyorum?”
diye düşünün. Yeterince güçlü nedenler aklınıza gelmiyorsa, o hedef iniz iktidarsız demektir.
istediklerinizi gözden geçirin, gerçekten tutkuyla istiyor musunuz, yoksa sadece “heves” mi
ediyorsunuz? Köklü tutkulara dayanan isteklerin, içimizde güçlü gerekçeleri vardır. Bu gerekçeler
bizi harekete geçirir ve hedefe ulaşıncaya kadar yolda tutar.
Neler istediğinizi belirledikten sonra, yapmanız gereken diğer işlem neleri “artık” istemediğinizi
belirlemektir. Nelerin artık hayatınızda olmasını istemezsiniz? Cevabınız hayatınızın “artıkları”,
yükleri, prangalarıdır.
Hayatınızda “asla ve asla” neleri yapmak istemezsiniz? Hangi durumda olmak istemezsiniz? Ne tür
insanlar hayatınızdan uzak dursun istersiniz? Neyiniz hiç eksik kalmasın istersiniz? Neyi hayatınızda
istemezsiniz? Devlet memuru olmak mı istemezsiniz, yoksa arabasız bir hayata mı tahammül
edemezsiniz?
Şimdi hemen hayatınızda hiç olmasını istemediğiniz kişi, kurum, durum, davranış, alışkanlık, mekan
vs.’leri yazın. Bunlar sizin hayatınızın asgari katlanılabilirlik sınırını oluşturacaktır. Başarısızlık
bölgesini gösteren, kırmızı çizgilerinizi çekiyorsunuz.
Beyniniz el fenerine benzetilir. Baş kısmı geniş açıya ayarlanırsa, geniş bir alanı, az bir ışıkla
aydınlatır. Fenerin başı daraltılıp odaklandığında, az bir alana yoğunlaştırıldığında, ışığın gücü artar,
yolu daha iyi aydınlatır. Kendinizi bir madenci kabul ederseniz, aklınızın ışığı tepenizdeki fener
gibidir. Kafanızı nereye çevirirseniz orayı aydınlatır. Beyin gücünüzü abuk subuk şeylere harcayıp
“telef etmeyi” bırakın, aklınızın ışığını başarı yoluna çevirin.
Başarı yoluna girmiş insanların çoğu hemen bir sonuç görmek ister. İnsan bir şeyler yapabildiğine,
küçük de olsa bir iş başarabildiğine kendini inandırdığında daha büyüğünü denemek için kendi
içinde güç üretir. Büyük bir hedefi denemeden önce, onun küçük bir boyunu gerçekleştirmeye
çalışmaya “güven hedefi” denir.
55
Ömürlük hedefler belirlediğinizde, o sonuçlara ulaşmak on yıllar aldığından, bir an önce neler yapıp
neler yapamadığınızı görmek isteyebilirsiniz. Bunun yolu bir yıllık hedef koymaktır. Hayat boyu
izleyeceğiniz hedefinize ters düşmeyen bir yıl içinde gerçekleştirilebilir hedefler belirlemektir.
“Hayattan neler istiyorum” metninizden, bir yıl içinde yapmak istediklerinizi seçerek yazabilirsiniz.
Bir yıl içinde neleri başarmak istiyorsunuz? Onları başardığınızı nasıl anlayabilirsiniz? Onları nasıl
gerçekleştirebilirsiniz? Tüm bunlara karar vererek, bir yıllık hedeflerinizi netleştirin. Hayat boyu
izleyeceğiniz hayallerinizin ilk adımını, pilot uygulamasını başlatın.
Amaçlarınız sizden ne ister? Eğer üniversite sınavını kazanmayı amaç edinmişseniz; bir çalışma
programı hazırlamanız, o programa uymanız, azimli olmanız, sayfalarca bilgi ezberlemeniz vb.
gerekir. Bunlar amacın izin size verdiği ev ödevidir.
Genel olarak her amacın bizden iki isteği vardır. Bunlar o amaca ulaşmanın ön koşulu gibidir.
Sınavı kazanmak için sadece yapmanız gerekenleri yapmanız yetmez, yapmamanız gereken -fazla
TV seyretmek gibi- davranışlardan da uzak durmanız gerekir.
Düşünün lütfen, genel olarak hayat amacınıza ya da özel bir hedefe ulaşmanız için yapmanız
gereken ve yapmamanız gerekenler neler? Bunları bilmenin yararı, yapmanız gerekeni yaptığınızda
ya da yapmadığınızda en azından bunun farkında olmanızdır.
Başarı bir yolun sonundaki durağa varmak ise, yolda hedefe doğru attığınız her bir adım başarıya
ilerlediğinizin göstergesidir. İleride başaracağınızın kanıtı, hedefe her gün bir adım daha
yaklaştığınızı bilmektir.
Başarı disiplin ister. Bir amaca ulaşmak için yapılması ve yapılmaması gerekenleri belirlemek akıl
meselesidir; ama yapılması gerekenleri -dışarıdan zorlama olmaksızın- kendine yaptırabilmek irade
gücüne bağlıdır.
Gündelik hayatın onlarca keyifli ve karışık meşguliyetleri içinde, kendine amaç ödevlerini hatırlatıp
onlara uygun yaşayan kişi “idealist” bir insandır. İdealist insanların en büyük iç desteği, irade
gücüdür. Yöneticiler insanı dıştan zorlar oysa irade gücü içten zorlar.
Başarı bizden, yapmamız gerekenleri yapmamızı ister. Tembel tarafımız ise gündelik yaşayıp
gitmek ister. Burada yapmamız gereken, irade gücümüzü harekete geçirip iç disiplin ile kendimizi
başarıya zorlamaktır. İç disiplin/irade gücü yapmamız gerekenler ile yaptıklarımız arasındaki farkı
kapatabilecek en büyük araçtır.
İç disiplininizi geliştirmek için kendinize bir “amaç emri” oluşturmanızı önereceğim. Amaç emri
duyduğunuz zaman sizde iç disiplin (ödeve sahip çıkma) duygusu uyandıran slogandır. Benim
üniversite sınavına hazırlanırken iki tane amaç emrim vardı.
Bir yandan zihnimde yüksek sesle tekrarlarken, aynı anda kalemle “bastıra bastıra” amaç emrimi
kâğıda yazınca, bir anda kendimi yapmam gereken ödevlere karşı istek duyar halde buluyordum.
Bu durum askerlerin “her şey vatan için” diye bağırarak yürürken hissettikleri cesaret ve
vatanseverlik duygusuna benzer. Benim sloganlarım “Yapman gerekeni yap!” ve “Benim için kendi
sözüm yasadır!” şeklindeydi.
Geleceğimizi, her gün, düzenli olarak yaptığımız gündelik faaliyetlerimizle şekillendiririz. Bana son
bir yıldır normal bir gününüzü nasıl geçirdiğinizi söyleyin, size aynı şekilde devam ederseniz
gelecekte ne olacağınızı söyleyeyim.
56
Eğer dünya çapında bir bilim adamı olmak istiyorsanız ancak gününüzün 8 saatini TV dizileri
izlemekle geçiriyorsanız, gelecekte olacağınız yeri görmek için kariyer kâhini olmaya gerek yok! Ne
istiyorsanız onu değil, ne yapıyorsanız onu olursunuz. Hayatı hayaller tasarlar ama eylemler
şekillendirir.
• Hayat amaçlarıma ulaşabilmem için günlerimi nasıl geçirmem gerekirdi? Şu anda nasıl
geçiriyorum?
• Amaçlarıma ulaşabilmem için, her gün düzenli olarak yapmam gerekenler ne? Ben ne yapıyorum?
• Hayat amaçlarıma bir adım daha yaklaşmak için, şimdiden başlayarak ne yapabilirim?
• Beni yapmam gerekenleri yapmaktan alıkoyan ne? Alıkoyanlar kim? Sorun nerede?
Başarı önemli ölçüde kişilik meselesidir. Farklı alanlarda başarılı olmuş insanların ortak bazı kişilik
özelliklerinin olduğu görülür. Mücadelecilik, akılcılık, ne istediğini bilmek gibi. Öte yandan her hedef
ona özel bazı kişilik özellikleri gerektirir. Bazı kişilik özelliğine sahip in.şanlar bazı hedefleri daha
kolay gerçekleştirir.
Başarısız olmanın en garantili yolu, kariyer ile kişiliğin uyumsuz olmasıdır. Gölgesinden bile korkan
bir kişinin general olmayı amaçlaması, başarısını imkansız hale getirmese de, çok zorlaştırır.
Amaçlar ile kişilik uyumsuz ise, yapılabilecek iki şey vardır. Birincisi amacı kişiliğe uydurmak
(kişiliğine uygun yeni bir amaç seçmek), ikincisi ise kişiliği amaca uydurmak. Seçim sizin!
Şu anda sahip olduğunuz kişilik özellikleri neler? Amaçlarınıza ulaşabilmeniz için sahip olmanız
gereken kişilik özellikleri neler? Siz kişiliğinizde bu yönde bir değişiklik yapmak istiyor musunuz?
Eğer istiyorsanız, nasıl yapacasınız? Kişiliğinizi hedeflerinize göre nasıl şekillendireceksiniz?
Tüm bu soruların derin cevapları var. Bu kitap öncelikle öğrenme tekniğini anlatmak amacıyla
yazıldığı için, bu konuda ayrıntılı açıklamalara giremeyeceğim. Diğer kitaplarımda bu konularda bilgi
bulabilirsiniz.
Bugün kahraman olarak gördüğümüz pek çok insanın küçükken bir kahramanı vardı. Sizin
kahramanlarınız kim? Hayallerinizi sizin koşullarınızdan gelerek başarmış kişiler kimler? Hayatınıza
etkide bulunmuş olan yakınınızdaki veya uzaklardaki kişiler kim?
Amaçlarınıza benzer amaçları olmasa da, kendi hayat amaçlarını gerçekleştirmiş kişilerin hayatlarını
okuyun. Onlarla yapılmış röportajları izleyin. Yapabildikleriyle size cesaret ve ilham veren bir insan
seçin ve onu başarı örneği olarak kullanın.
Bu dünyada niçin varsınız? Varlığınızla uğruna hizmet etmek istediğiniz yüce değerler/düşünceler
neler? Asırlardır göçebe yaşamış bir toplum olarak, sonunda hepimiz bir mesleğimizin olması
gerektiğini artık öğrendik. Mesleğimiz başkalarına hizmet ederek para kazanmamızı sağladı. Bu
sayede karnımızı doyurduk. Karnımızı doyurunca fark ettik ki, doyurulması gereken bir de ruhumuz
var. Bazılarımızın ruhunun gıdası dindir, ama bazılarımıza din de yetmez. Kendimize bir yaşam
anlamı üretmek isteriz.
Tüm bunlar kendimize bir meslek seçmenin ötesine geçip, bir misyon da seçmemiz gerektiğini
gösteriyor. Başarımız bize hizmet eder, misyonumuz ise bizim başkaları için karşılık beklemeksizin
yapabileceklerimizle ilgilidir. Her türlü imkânınız olsaydı, kimler için ne yapardınız? Misyonunuz bu
cevapta gizli olabilir.
Benim misyonum, hayalleri olan ve bunları gerçekleştirmek isteyenlere ihtiyaç duydukları başarı
tekniklerini üretmek. Mesleğim ile misyonum iç içe geçmiş durumda. Siz bu dün yayı hangi konuda
bulduğunuzdan daha iyi bırakmak istersiniz?
Slogan saatlerce süren bir konuşmadan daha güçlü bir etkiye sahiptir. Güçlü bir başarı sloganı,
kişinin başarı yolunda ilerlerken ihtiyaç duyacağı moral ve cesareti verebilir. Elbette her şey
slogandan beklenmemelidir ancak slogansızlık eksik bir durumdur.
Benim kitaplarımda onlarca başarı sloganı bulabilirsiniz. Onlardan en hoşunuza gideni seçip
kullanabilirsiniz. Size birkaç örnek:
• “Çaresizseniz çareniz sizsiniz.”
• “Ya bir yol bulurum ya da bir yol açarım.”
• “Amaçları olmayanlar amaçları olanlarındır.”
• “Hayatta ya tozu dumana katarsın ya da tozu dumanı yutarsın.”
• “Gerçek başarı başarısız olma korkusunu yenmektir.”
Şimdi arkanıza yaslanın ve düşünün. Hayallerinizin tümünü gerçekleştirmiş olsaydınız neler olurdu?
Hayatınız hangi yönde, nasıl değişirdi? Çevrenizdeki insanlar sizden nasıl bahsederdi? Siz kendinizi
nasıl hissederdiniz? Neler değiştirdi çevrenizde? İnsanlarla ilişkileriniz nasıl olurdu?
Arkadaşlarınız size nasıl davranırdı? Karşı cinsten insanların tavrı nasıl değişirdi?
Başarı hayatınızı nasıl değiştirirdi? Nasıl bir evde yaşardınız? Ne tür elektronik cihazlarınız ve evcil
hayvanlarınız olurdu? Büyük düşünmekten korkmayın, hayal kurmanın faturası yoktur!
“Başarılı olmak istiyorum” gibi genel bir cümleden beyin pek bir şey anlamaz. Ona daha somut ve
görsel şeylerden bahsetmelisiniz. Yukarıdaki sorular sizi bu tür cevaplara götürecektir.
Hedef koyup, plan yapıp, yol haritası çıkardıktan sonra heyecanla harekete geçmek gerekir.
Emerson, “Heyecan duyulmaksızın büyük işler başarılamaz” der. İçinizde güçlü bir heyecan
oluşturmanız, sizi mevcut duygusal durumunuzun üstüne çıkaracak eyleme geçmenizi
sağlayacaktır.
Bir diğer önemli nokta da başarı saptırıcılarıdır. Bunlar bir bir istek, bir kişi veya herhangi bir şey
olabilir. TV’den, uygun olmayan bir arkadaşa, ani isteklerinizden, komşularınıza kadar birçok şey
amacınıza ulaşmak yönünde sizi engelleyebilir, sizi yolunuzdan saptırabilir, oyalayabilir. Eğer bir
forvet oyuncusuysanız ve top sizin ayağınıza gelmişse h?men rakip kaleye bakarsınız. Çünkü nihai
amaç topu filelere göndermektir. Ancak topu filelere gönderinceye kadar birçok futbolcuyu
atlatmanız, seyircilerin ıslıklarından şaşırmamanız, birkaç kez yere düşüp kalkmanız gerekebilir. Bir
amaç varsa engeller ve “yoldan çıkarıcılar” da olacaktır. Başarı engellerin mi sizi yoksa sizin mi
engelleri yendiğinize bağlıdır.
Amaç ne kadar büyük olursa, o amaca ulaşmak için aşılması gereken engel o kadar küçük
görünür.
Hayatta başarılı olmak için amaç belirlemek gereklidir, ancak yeterli değildir. O amaca layık olacak
şekilde kendini geliştirmek, amaca nasıl ulaşılacağının planlarını yapmak, plan yapmakla yetinmeyip
eyleme geçmek, eyleme geçtikten sonra karşılaşılan zorluklarda yılmamak, yorulsa dahi
sağduyusunu yitirmeyip kararlı bir şekilde hedefine ulaşmaya çalışmak gerekir.
Amacın olması kadar, amacın ebatları da önemlidir. Çünkü engellerin psikolojik büyüklüğü
amaçlara bağlıdır. Amacınız büyüdükçe engelleriniz küçülmeye başlar. Çünkü amaç büyüdükçe
motivasyon da büyür. Büyük amaçlar büyük hırslar üretir. Eğer önünüzde aslında küçük olduğu
halde sizin aşılamaz zannettiğiniz engeller varsa, bu küçük amaçlara sahip olduğunuz içindir.
Konfüçyüs, “Eğer ağaçlara tırmanma yı istiyorsanız, yıldızlara tırmanmayı hayal edin” diyor.
Büyük amaç seçerken de, ölçüyü kaçırmamak gerekir. Amaçlarınız kadar bacaklarınızın boyu da
önemlidir. Aşırı büyük amaçlar, onlara ulaşabileceğinize yönelik hevesinizi kırarak sizi atalete
sürükleyebilir. Amacımız, heyecan verecek kadar büyük; ama gözümüzü korkutup eylemsizliğe
itmeyecek kadar ulaşılabilir olmalıdır.
59
Bilirsiniz, insan dünyaya gelmesine aracılık eden ailesini kendisi seçemez. Buna karşın ailesinin
imkânları, gencin ilk limitini belirler. Bazıları “gariban” çocuğudur, bazıları “zengin” çocuğu.
Bazılarının güçlü akrabaları vardır, bazılarının kimsesi yoktur.
Eğer en alt sınıfta yaşayan bir ailenin çocuğu olarak doğduysanız, hayatın ilk yıllarında büyük
zorluklar sizi bekliyor demektir. Şimdi gerçeklerle yüzleşme ve düşünme zaman. Yokluklar içinden
binbir zorluğu yenerek zirveye çıkmak için kullanılabilecek en onurlu ve akla dayanan yol
hangisidir?
Hiçbir şeyi yokken çok büyük işler başarmak isteyen bir insanın en büyük silahı
“öğrenme gücü”dür.
Eğer aileniz varlıklı değilse, gündelik ihtiyaçlarınızı ve ders araç gereçlerini alacak paranız bile
sınırlıysa, “mücadele içinde, mücadele için çalışan” birisiniz demektir. Bu durumda sizin
kullanabileceğiniz en uygun, en zekice yol, eğitim ve Öğrenmedir. Neden mi bu kadar kes(k)inim,
çünkü kendimden biliyorum! Eğer paranız, çevreniz, tecrübeniz, bilginiz yok ise, bir tek şansınız var
demektir; iyi bir “öğrenici” olmak.
Şimdi ne demek istediğimi bir örnekle anlatmak istiyorum. Öğrenmenin gücünü kullanarak
yükselmiş, yokluktan başarıya ulaşmış bir gencin hikâyesi:
“Çocukluğumu Sürmene’nin bir dağ köyünde geçirdim. Bizim köyde, şehre gitmek bile bir hayaldi.
Bütün hayatımı köyde geçireceğimi zannederdim. Hayatımda düşlediğim en büyük şey, istediğim
kadar kavurma yiyebilecek paraya sahip olmaktı. Oralarda yılda bir kere ancak et yiyebilirdik.
Üstelik biz köyün güya hali vakti yerinde ailesiydik. Hiçbir zaman bırakın İstanbul’u, Ankara’yı veya
yurtdışını, Trabzon’a bile gidebileceğimi sanmazdım. Köyde iken ortaokula ve liseye gitmeyi bile
hayal edemezdim. Devlet bursu olmasaydı, herhalde üniversiteyi okumam mümkün olmazdı.”
Çocukken kendisine kişisel amaç olarak düşünebildiği en büyük şey “istediği kadar kavurma
yiyebilecek paraya sahip olmak” olan bu kişi, hiçbir şeye sahip olmadığında bir tek şeye sahipti:
Ders çalışma yeteneği!
Köyünde okul yoktu ama o yine de okuyacaktı. Azimle çalıştı, devlet parasız yatılı okulunu kazandı.
Devlet bursuyla yatılı okudu. Lise bitince üniversite sınavına girdi ve Türkiye şampiyonu oldu.
Üniversite sınavında kazandığı bu birincilik ona hem Türkiye’deki, hem de yurtdışındaki eğitimi için
gerekli olan parasal desteğin, devlet bursu olarak verilmesini sağladı.
Yurtdışındaki eğitimi sırasında da sıkıntılar çekti; ama o vazgeçmedi, içindeki öğrenme tutkusunu
izledi: “1974 yılında Türkiye’de döviz sıkıntısı başlayınca burslarımızı zamanında alamadık.
Amerika’da üç gün aç kaldığımı hiç unutmam. Öğrenci yurduna bulaşıkçı olarak girdim...”
Buraya kadar hikâyesini okuduğunuz insan Adnan Kahveci’dir. Kahveci, yurtdışı eğitimini de
tamamladıktan sonra Özal’ın daveti üzerine Türkiye’ye dönüp bakan oldu. Bakan olduğu zaman bile
kendi evini kullanan mütevazı bir insandı. O, bir öğrenen insandı. Hızlı okuma eğitimi almış, başarı
ve araştırma metotları çalışmıştı. Öğrenmenin gücüne inanıyordu.
“Türkiye’de en sevdiğim şey budur: En fakir çocuk bile çalışkan olduğu sürece başarabiliyor ve
yükselebiliyor. Türkiye’nin hayran olduğum tarafı budur. Kişinin zengin veya fakir olması önemli
değil; kişinin doğudan veya batıdan olması da önemli değil. Türkiye’de çalışan, gayret gösteren
engelsiz yükselebiliyor.”
Bu kitapta sizi öğrenen adam yapmayı umuyorum. Öğrenen adam hayattan ne istediğini bilen, o
amacına ulaşmak için neleri bilmesi gerektiğini bilen, bu bilgileri nereden, ne zaman, nasıl
60
alabileceğini bilen ve tüm bunları gerçekleştirmek için eyleme geçen kişidir. Öğrenen adam, bilginin
imparatorudur. Bilgiyi alır ve amaçlarına göre şekillendirerek kullanır.
Adnan Kahveci’nin başlangıçta öğrenme gücü ve çalışkanlığından başka bir şeyi yoktu. Ölümünden
önce Türkiye’nin ikinci adamlığına yükselmişti. Her şeyden önemlisi milyonlarca insan onu iyilikle
anıyordu. O bilgiyi iyiliğe, kariyere, başarı öyküsüne çevirmeyi başarmıştı. O mütevazı biriydi; ama
onun başarısı öğrenmenin güç gösterisiydi.
Öğrendikçe başardı, başardıkça öğrendi. Bakmakla yetinmedi, gören oldu. Maliye Bakanı olduğu
dönemde, kendisine “Sayın Bakanım...” diye hitap edildiğinde hemen müdahale ederdi: “Ben bakan
değil görenim!”
Yıllar önce kendim için bir “öğrenerek başarı modeli” geliştirmiştim. Bu model şu sorularla
başlıyordu:
Ne yapmak, neyi başarmak istiyorum? Bunları başarabilmem için neleri bilmem gerekiyor? Bu
bilmem gerekenleri nereden ve nasıl öğrenebilirim? Bunları ne zaman öğrenebilirim?
Öğrenerek başarı modelini kullanarak, kendinizi nasıl eğitebileceğinizi, başarı için kendinizi nasıl
yetiştirebileceğinizi anlatmak istiyorum.
Hayatta neyi, niçin, nasıl yapmak istiyorsunuz? Tam, kesin ve net olarak ne yapmak, kim olmak,
nereye varmak istiyorsunuz? Hayat amaçlarını belirleme kısmındaki cevaplarınızı bunun için de
kullanabilirsiniz.
Amaçlarınızı gerçekleştirebilmek için neleri bilmeniz gerekiyor? Eğer hâkim olmak istiyorsanız
hukuk öğrenimi görmeniz, doktor olmak istiyorsanız tıp bilgileriyle donanmanız, general olmak
istiyorsanız askeri okula kaydolmanız gerekir. Bilgi gibi beceri de önemlidir. Politikacı olmak
istiyorsanız güzel konuşmayı, satıcı olmak istiyorsanız ikna etmeyi, psikolog olmak istiyorsanız
iletişim becerilerini öğrenmeniz gerekir. Hangi bilgi ve becerilere sahip olursanız amaçlarınız için
“uygun” bir insan haline gelirsiniz? Düşünün ve yazılı olarak yanıtlamaya çalışın lütfen. Yazılı
yanıtlama düşünce netliği sağlayacaktır.
Hayat amaçlarınızı gerçekleştirmek için ihtiyacınız olan bilgiyi nereden öğrenebilirsiniz? 0 bilgilere
sahip kişiler ve yerler neresi? Üniversitede mi okumanız gerekiyor? Kursa ya da seminere mi
gitmelisiniz? Yoksa kitap okumak yeterli mi? Belki de bir kütüphane işinizi görür. Bu gibi soruları
kolaylıkla cevaplayabilmeniz için, hangi bilginin nerede olduğunu iyi biliyor olmanız gerekir. Internet
bu konuda işinizi çok kolaylaştıracaktır. Bundan sonra, nereden neyi öğrenebileceğinize dikkat
etmelisiniz. Sizin ihtiyacınız olan bilgi nerede saklı? 0 kasanın anahtarı kimde?
Ne olmak istediğinize, bunun için neyi bilmeniz gerektiğine, o bilgiyi nereden öğrenebileceğinize
karar verdiğinizi varsayalım. 0 bilgiyi en iyi ve verimli şekilde nasıl öğrenebilirsiniz? Kaynak olan
şey bir kitap ise okumanız, CD-DVD ise seyretmeniz, bir insan ise onunla iletişim kurmanız ve onu
dinlemeniz gerekecek. Kitabı veya kursu en iyi şekilde nasıl öğreneceksiniz? İngilizce kursuna
gitmek İngilizce Öğrenmeye yetmez. Bir kitabı okuyan herkes aynı şeyleri öğrenmez. Hukuk veya
tıp fakültesini kazanmış olabilirsiniz. Bu dersleri en iyi şekilde nasıl öğreneceksiniz? Önemli olan
genel stratejilerden hareketle kendi tarzınıza uyan stratejilerinizi geliştirmenizdir.
61
Sadece planlayarak başarıya ulaşamazsınız. Biliyorsunuz ki, “oturduğu yerde başarıya ulaşan tek
yaratık tavuktur!” Kalkın ve bir şeyler yapmak için, bir yerlerden başlayın. Bazı planlarınız
gerçeklere uymayacaktır, o zaman hemen gerçeklere uyan, revize edilmiş yeni bir plan düşünün.
Başarılı insanlar kusursuz planlamacılar değil, yılmaz eylemcilerdir.
Her planda, öngörülemeyen durumlar çıksa da, plan plansızlıktan daha iyidir.
Planlarda öngörülmemiş şeyler mutlaka çıkacaktır. Önceden fark edilmemiş engeller mutlaka
olacaktır. Yılmayın, pes etmeyin, zorlayın. Akıl ve azim gücüyle ilerleyin. İlerlerken bazen
hedefinizin sizden küçük olduğunu görüp yeni hedeflere de yönelebilirsiniz. Aslolan temel başarı
içgüdünüzü kaybetmemektir. Yol haritası amaç değil araçtır. Tek önemli nokta, karşılaştığınız
azimle aşılabilir zorluklarda planı bir kenara atmamaktır. Planınızı acı çektiğiniz için değil,
gerçekten mantıksız olduğu için kenara atabilmelisiniz.
Dünyada hızla yayılan iki şey var: Elektrikle çalışan aletler ve bilgiyle çalışan insanlar! Bu kalıcı ve
yapısal bir dönüşüm süreci. Dünya gittikçe bilgi toplumuna dönüşüyor. Bilgi endüstrileri, bilgi işçileri
ve bilgi yönetimi yapan şirketler öne çıkıyor. Ülkeler ve şirketler entelektüel sermayeleri kadar
gelecek vaat ediyor. Bu da beraberinde bilgiye dayalı kariyerleri getiriyor.
Başarı geçmişte hiç olmadığı kadar bilgiye dayalı artık. Bilgiyi başarıya çevirenlerin çağında
yaşıyoruz. Bir inşaat işçisinin başarısı hiil kas gücüne dayalı olabilir ama o bile işini iyi yapmayı
öğrenip önce ustalığa, oradan da patronluğa geçiş yapabilir. Bir yandan inşaatlarda çalışırken bir
yandan da üniversitelerin devam gerektirmeyen bölümlerinde okuyup mühendis olabilir.
Eğitime dayalı kariyerlerin artması, bilgiyi kariyer başarımız için nasıl kullanabileceğimizi
düşünmemizi gerektiriyor.
Peter Drucker, “21. yüzyıl bilgi çağı değil, bilgiyi kullanma çağı olacaktır” demişti. Bilgiyi kullanmak
nedir? Bir bilgiyi doğru kaynaktan almak, değerini artıracak şekilde onu işlemek ve insanların
ihtiyacını giderecek ürün ve hizmetlere dönüştürmek demektir.
Bilgi işlemeye dayalı kariyeri olanlar için bilgi bir hammaddedir. Bilgiye dayalı kariyerlerde başarılı
olanlar, bir alanda çok şey bilmenin yanında bu bilgiyi kullanmayı da iyi bilen insanlardır. Bu tür
kişiler neleri bilmeleri gerektiğini, neleri ise bilmeyebileceklerini iyi bilirler. Bildiklerini kime karşı, ne
zaman, ne miktarda ve nasıl kullanacaklarını çok iyi bilirler. Beyinlerini rastgele değil, seçilmiş
bilgilerle beslerler. Amaçlı öğrenirler. Bilginin de son kullanma tarihi olduğunu bilir, son kullanma
tarihi geçmiş bilgiyle fikir üretip “dinazor” suçlamasına maruz kalmamaya özen gösterirler.
Kariyerinde başarılı olmak için bilgiyi kullananlardan başka, sırf bilgi üzerine kan yer kuranların
sayısı da hızla artmaktadır. Bir marangoz işinde başarılı olmak için bilgiyi kullanır ama danışmanlık
gibi meslekler doğrudan bilgi üzerine kuruludur.
Bilgi girişimcisi olmanın yolları herkese açıktır. Bilgi kütüphaneden alınıp, kafada işlenip, kariyere
çevrilebilir bir hammaddedir.
Bilgi girişimcisi olmak için, ne kadar çok şey bildiğiniz değil, bildiklerinizin kimin, ne işine yaradığı
önemlidir.
Ömrünüzün 25 yılını deniz yosunlarının yaşamını araştırmak için harcayabilirsiniz. Bu konuda çok
şey bilseniz de bilginizin işe yararlılık değeri düşüktür. İşe yarar bir şeyler bilmek de yetmez, o
bilgiyi işlemek, “paketlemek” ve insanlara uygun formlarda sunmak gerekir. Peki bu nasıl yapılır?
Bir bilgi girişimcisi de diğer girişimciler gibi, ya ihtiyaçtan uzmanlığa ya da uzmanlıktan ihtiyaca
doğru gider.
Bilgi girişimciliği de, normal girişimcilik gibi, ihtiyaçtan ünü- ne ya da üründen ihtiyaca doğru
hareket edebilir. Önce kola ya da bilgisayar gibi bir ürün icat edip sonra onun reklamım yaparak
ihtiyacını yaratabilirsiniz. Bu üründen ihtiyaca/talebe gidiştir. İkinci yol tersten gider. İnsanların
giyinmek gibi temel bir ihtiyacım gidermek için gidip bir konfeksiyon fabrikası kurabilirsiniz. Bu
ihtiyaçtan ürüne gitmektir.
b. İkinci yol ise, üründen talebe gitmektir. Eğer şu anda bir uzmanlık alanınız varsa, bu yol sizin için
idealdir. Kural şudur: En iyi yapa”bildiğiniz” işi belirleyin, onu ürün veya hizmete çevirin ve ihtiyaç
duyanlara sunun. Hemen her bilginin gidereceği bir ihtiyaç vardır. Amerikalı bir veteriner,
kurbağalar üzerindeki uzmanlığını kullanarak, kurbağalara dans etmeyi öğretip dans eden
kurbağaları yüksek fiyattan satmıştı!
İster ihtiyaçtan uzmanlığa, ister uzmanlıktan ihtiyaca gidin, size tüm kitaplarımda yazdığım, bir
numaralı MS kuralını (Mümin Sekman kuralı) unutmamanızı isterim: Ne iş yaparsanız yapın o işi 70
milyon kişi içinde en iyi yapa”bilen” siz olun!
64
Kitaplar da hayat gibidir, girişleri, gelişmeleri, sıkıcı anları, ilginç yanları ve çıkış noktalan vardır.
Yazarlar “giriş” yazma- yı önemserler ama nedense çoğu çıkışta okura veda etmeyi unuturlar. Ben
başlangıçlar kadar bitişleri de önemserim. Aşkta da, işte de, kitapta da düzgün başlayıp, düzgün
bitirmeyi severim. Bitirmeyi de bir sanat olarak görürüm.
Ne zaman bir kitabın sonuna gelsem, konuyla ilgili aklımda olan ama o kitapta yer bulamayan
fikirler birden sağanak yağmur gibi gelir. Kendilerini gösterebilmek için son şanslarıdır sanki. O
kitapta yer alamazlarsa, bilinmezlikte yok olacaklarmış gibi panik yaparlar. Bana içten baskı
yaparlar.
Şimdi, bir yandan size veda ederken, bir yandan da aklıma gelen bazı “son sözler”i paylaşmak
istiyorum. Önce buraya kadar okuduklarınızı nasıl kullanmanız gerektiği ile ilgili bazı açıklamalarım
olacak.
Bu kitapta anlatılan onlarca metot ve taktik içinde hangisini yapmalıyım, hangi sırayla
uygulamalıyım diye şaşırmış olabilirsiniz.
Şöyle düşünmelisiniz;
Kitaptaki bazı önerileri uygularken kişisel farklılıkların izi dikkate almalısınız. Malum insanlar türlü
türlüdür. Birine uyan diğerine uymayabilir. Bazıları tek başına, bazıları grup içinde daha iyi öğrenir.
Bazıları okuyarak daha iyi öğrenir, bazıları dinleyerek. Kimisi altını çizerek daha iyi anlar, kimisi
kitabı “kirlenir” korkusuyla kaplayarak okur! En iyisi kendi tarzınızı dikkate alarak, ona göre hareket
etmektir.
Bu kitapta gördüğünüz ve ilgin izi çeken yöntemleri alışkanlık haline getirinceye kadar kullanmanızı
önereceğim. Alışkanlık haline geldikten sonra, otomatik olarak kullanmaya başlarsınız. Bu durum
otomobil kullanmaya benzer. İlk başta bir sürü kural öğrenirsiniz, kaf anız karışır, uygulamak zor
gelir. Başlangıçta her bir kural üzerine düşünerek hareket edersiniz. Zamanla, birçok şeyi
düşünmeden yapmaya başlarsınız. Bilginin beceriye dönüştüğü, becerinin ise alışkanlık haline gelip
“otomatik pilota” bağlandığı düzeydir bu.
Kitapta ideal yol olarak önerilen bir yöntem ile sizin şu anda sahip olduğunuz bir alışkanlığınız
çatışabilir. Mesela normalde müzik dinleyerek ders çalışmak “verimsiz çalışma” sayılır ama bazı
öğrenciler tersine verimli olabildiğini iddia eder!
Önerilen yeni yöntem ile yerleşik alışkanlık çatışırsa, hangisine göre hareket etmek gerektiğine
duruma göre karar vermek gerekir. Eğer yerleşik yanlış alışkanlık çok zararlı değilse sürdürülebilir.
Çünkü alışanlık olmasının verdiği rahatlık, zararını kapatabilir. Temel öneme sahip bir yanlış
alışkanlık varsa, bir süreliğine alışkanlığı terk etmenin gerginliğini yaşamak pahasına onu
değiştirmek gerekir. “Öğrenme tarzınızdaki” temel öğrenme ilkelerine çok ters düşen şeyleri
elemelisiniz.
Verimli ve aktif öğrenme sürekli olarak, neyin öğrenme verimini artırdığı, neyin ise düşürdüğüne
dikkat etmeyi gerektirir. Böylece kişi kendi stratejilerini geliştirebilir veya önerilen stratejileri test
edebilir. Neyin işe yarayıp neyin yaramadığını anlamak için yöntemleri hayatınıza tam olarak
uygulamalı ve sonuçlarını kendinizde gözlemlemelisiniz. Sizde işe yarayan başkasında
65
yaramayabilir, başkasında işe yarayan sizde yaramayabilir. Önemli olan, kendi öğrenme tarzınızı
tanımlayıp kademeli olarak geliştirmektir.
Öğrenmeye olan ilginiz, sizi bu kitaba getirdi. Ben de kitap içinde bu ilgiyi, bilgiyle beslemeye
çalıştım. Eğlene öğrene bir yolculuk yaptığınızı umuyorum.
Öğrenmeyi seven insanın beyni akarsu gibidir. Bilgiler bir yerden girer, diğer yerden çıkar ama
akan suyun o canlı şırıltısı nehrin yatağına huzur verir. Akarsu suyunu sakınmaz. Kuşları, ceylanları,
ağaçları, bulutları besler. Yararlı olduğu kadar, temizdir de. Atasözüdür: “Akan su pislik tutmaz.”
Öğrenmeyi sevmeyen insanların beyinleri ise durgun ve küçük bir göl gibidir. Dışarıdan su almaz,
dışarıya su vermez. Korkusundan sakınır suyunu, içindeki balıklardan bile saklamaya çalışır.
Dünyada o sudan başka yok sanır.
Bilmez ki, her küçük göl bir gün çöl olma tehdidi altındadır.
Akmayan suyun ne kadar kirlendiğini de fark edemez. Kötü kokan tek suyun, uzun süre aynı, yerde
“duran su” olduğunu da kabullenmek istemez.
Zamanla güneş, durgun suyu buharlaştırır. Zemini önce bataklığa dönüşür, sonra da çöle. Hayatı
bataklık olarak görenler, içlerindeki bu bataklığı görmeyenlerdir.
Birinci grup, önce öğrenir sonra yaşar. Bunlar bilgiye değer veren insanlardır. Bilginin ve
öğrenmenin gücüne inanırlar. Hayatın getirebileceklerine, önceden düşünerek veya öğrenerek
hazırlık yapar, belirsizliklere boş yakalanmazlar.
İkinci grup, önce yaşar sonra öğrenir. Bunlar, “acılı öğrenme”yi seven insanlardır. Sık sık
“yaşamadan bilemezsin” derler, okuldaki eğitimi küçümserler. Sobaya ellerini sürüp yakmadan
öğrenmezler. Düşmeyince düşünmezler. Yeterince düşünmedikleri için düştüklerini de göremezler
tabii!
Bilgiye değil tecrübeye inanırlar. Oysa tecrübe en pahalı bilgidir! Carlye, “Tecrübeler en iyi
öğretmenlerdir ama okul masrafları biraz pahalıdır” derken, Benjamin Franklin, “Tecrübe çok pahalı
bir okuldur ama kafasını fazla kullanmayanlar başka okulda öğrenmezler” der.
Üçüncü bir grup, bir şeyler yaşar; ama hiçbir şey öğrenemez. Bunlar suçlamaktan, söylenmekten,
sızlanmaktan öğrenmeye vakit bulamayan insanlardır. Kendilerini “kurban” olarak görürler.
Öğrenmeden bir şeyler dener, sonra doğal olarak yanılır ve sonuçta yanılgılarını kaderleri olarak
benimserler.
Ünlü bilge Sadi, “Bildiklerine göre hareket etmeyen insan, elinde meşale tutan köre benzer.
Bildikleri başkasının yolunu aydınlatsa da kendi yolu karanlıktır” der. Bilgili olmak, kafasında çok
sayıda bilgi taşımaktır, bilge olmak ise bildiğine uygun yaşamaktır. Bildiklerini sindirdikçe bilgeleşir
insan.
Umuyorum ki, sizler de bilgili olmanın ötesine geçip bilge olmaya çalışacaksınız. Bilginin taşıyıcısı
olmakla yetinmeyip kullanıcısı olacaksınız. Kitapları okumakla yetinmeyip öğrendiklerinizi
yaşamınıza uygulayacaksınız.
Thomas Hery Huxley, “Her alanda bir şeyler bilin, bir alanda her şeyi bilin” der. Her alanda bir
şeyler bilmek genel kültürünüzü artıracaktır, bir alanda her şeyi bilmek ise sizi uzman yapacaktır.
Genel kültürü geniş bir uzman olmak da sizi başarıya yaklaştıracaktır.
66
Son olarak, Gandi, “Gerçek eğitim insanın kendisindeki en iyiyi meydana çıkarmasıdır.” der. Kendi
en iyi versiyonunuzu bulup yaşayıncaya kadar öğrenmeye devam etmelisiniz.
MS
* Kesintisiz Öğrenme’nin ilk baskısının kapağında “çöl kafalı” bir insan resmi vardı. 0 resmin mesajı
zihinsel kuraklıklar ve beyin çölleşmeleriydi.
67