You are on page 1of 59

İktisat ve Kalkınma Ekonomisi: Kalkınma İdeolojisinin

Sosyalizasyonu Olarak Kalkınma Ders Kitaplarının Eleştirisi*


Fuat Ercan ve Özgün Biçer**

“Eğer bir ülkenin ekonomi ders kitabını


yazabiliyorsam, ülkenin yasalarını ve sözleşmelerini
kimlerin gerçekleştirdiği umurumda bile olmaz”
(P.Samuelson) “Biz iktisat öğrencilerinin başına
geçirdiğiniz iktisat çuvalını ne zaman çıkarmayı
düşünüyorsunuz? Bu işkence ne zaman
bitecek?”(Ekonomik Yaklaşım Kongresi’nde Bir
Öğrencinin Sorusu)

“Eğer ders kitabı eğitimin temel aracı olarak


görülürse, öğretmenin yaşayan kelimeleri değersiz
kalır. Ders kitaplarından öğreten bir hoca,
öğrencisine özgün olanı veremez. Kendi kendini ders
kitabının kölesi yapar ve özgünlüğünü kaybeder.
Böylece daha az ders kitabı hem öğretmenler hem
de öğrenciler için daha yararlıdır. (M.Gandhi’den
aktaran Kumar,1988,452).

I-Giriş: Bir önceki Ekonomik Yaklaşım Kongresi’nde alternatif kalkınma seçeneklerinin


eleştirel dökümünü yaptıktan sonra, alternatifleri sıralarken iktisat ideolojisinin
sosyalizasyonunun önüne geçilmesinin önemi üzerinde durmuştum[1]. Eleştirel-alternatif bir
çerçevenin geliştirilmesi açısından iktisadın işaret ettiği bilgilerin toplumsallaştırılma yol-
yöntemlerinin analize dahil edilmesi gerekiyor. Genel olarak tüm sosyal bilimlerin, ama
bizim açımızdan iktisat disiplinin işaret ettiği bilgilerin toplumsallaşmasının bir çok kanalı
olmakla birlikte (gazeteler, TV, konferanslar vs), belirleyici ve organize olan kanalın eğitimin
sistematik olarak gerçekleştiği iktisat bölümleri ve bu bölümlerde okutulan ders kitapları
olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Ders kitaplarında var olan bilgi ve bilme biçimleri, disipline
eden ve hiyerarşik bir yapıya sahip olan okul aracılığı ile öğrencilere aktarılıyor. Bu hiç
kuşkusuz iktisat disiplinin işaret ettiği bilgiler için de geçerlidir. Genel geçer iktisat ve onun
işaret ettiği bilgiler, ders kitapları sayesinde seri bir şekilde toplumsallaştırılıyor. Bilginin
niteliğine ve nasıllığına ilişkin sorunlar ne kadar önemli ise, bilginin belirli bir biçiminin
sosyalizasyonunun yol ve yöntemleri bu anlamda bir o kadar önemlidir. Ama ne yazık ki bu
konu üzerinde pek fazla durulmuyor. Yapacağımız bu sunuşta ise aslında genel geçer
algılamaya göre genel-geçer iktisattan oldukça farklı olan kalkınma iktisadının bir yandan
nasıl iktisadı tanımlayan temellerden uzaklaşamadığını işaret edeceğiz, diğer yandan ise bu
farklılaşmama halinin nasıl kalkınma iktisadı adı altında ve farklı bir bilgi biçimi olarak ders
kitapları aracılığı ile sosyalizasyonun sağlandığını göstermeye çalışacağız. Böyle bir çaba
birbiryle ilişkili iki soruyu gündemimize taşıyor; – kalkınma iktisadının ne olduğu veya nasıl
tanımlandığı (burada temel de iktisat disiplininden farklılığı yada benzerliklerini açığa
çıkarmak gerekiyor) ve , -diğer yandan kalkınma iktisadının bir bilgi olarak yeniden üretimi
ve dolayısıyla sosyalizasyonunu sağlayan kalkınma ders kitaplarının niteliği önem taşıyor.
Birbiri ile ilişkili bu iki sorunun ders kitapları açısından oldukça önem kazanan bir diğer
özelliği ise; kalkınma iktisadı ya da düşüncesinin tarihsel süreç içinde geçirdiği değişimleri,
ya da belirli bir zaman içindeki farklı açıklamaları ders kitaplarında bulabiliyor muyuz?
Yukarıda işaret ettiğimiz sorulara cevap verebilmek için öncelikle “ders kitaplarının”
işlevlerini ele alıp tanımlamaya çalışacağız, daha sonra kalkınma kavramının iktisat disiplini
ile olan ilişkisini ele aldıktan sonra tarihsel süreç içinde iktisat disiplini içinde süreklilik ve
kopuş olarak kalkınma yazının gelişimini ve kalkınma olgusunun nasıl tanımlanacağına
ilişkin kısa bilgiler vermeye çalışacağız. Son bölümde ise Türkiye gerçeğinde kalkınma ders
kitaplarını yukarıda elde ettiğimiz çerçeve içinde değerlendireceğiz. Bu bölümü
gerçekleştirmek için üniversitelerde iktisat bölümlerine baktık. Bölümlerdeki kalkınma
iktisadı derslerinin içeriklerini (Tablo:2) ve bulabildiğimiz kalkınma iktisadı ders kitaplarını
(Tablo:3) inceledik.

II-Disiplin ve İktidarın Araçları Olarak Ders Kitapları

Normal yada W.L.Hansen’in ifadesi ile ‘gerçek’ kitaplar ile ders kitapları arasındaki fark,
ders kitabının ders kitabı olmasıdır ve esas problem de budur.(Hansen,1988,271). Ders
kitapları ilk elden belirli bir disiplinin bilgisini, disiplinli bir şekilde standartlaştırarak aktarma
amacını taşır. Bu anlamda ders kitapları sadece yardımcı bir araç değil, disipline ilişkin
müfredatın çerçevesini belirleyen bir özellik taşır (Crossley ve Murby,1994,99). Detaya
girmeden önce kısaca şunu ifade etmemiz gerekiyor, bilginin niteliği ve özellikle toplumsal
işleyişle ilişkisi ve güç donanımı ile bağlantılarının detaylı olarak ele alınmasına karşılık,
bilimin sosyalizasyonunu sağlayan temel yollardan biri olan ders kitaplarının işlevi çok fazla
ele alınmamıştır. Oysa D.Seers’in özellikle de kalkınma ekonomisini eleştiren önemli
çalışmalarından birinde, ders kitaplarının öğrencilerin zihnini belirli bir kalıba sokma işlevini
diğer tüm alanlardan daha etkin bir şekilde yerine getirdiğini işaret edecektir. Öğrenciler ders
kitaplarını sadece tekrar tekrar okumaz, ama ders kitaplarını “doğrunun kaynağı olarak”
görürler.” (Seers, 1967,14). Aslında bir adım daha atarak öğrenciler hemen hemen hiç
sevmeseler bile, ders kitaplarından dolayı şartlı refleks tarzı bir içerilme süreci yaşıyorlar. Bu
ifadeyi hemen hemen her yıl gerçekleştirdiğimiz küçük bir gözlemle daha açıklanabilir hale
getirebiliriz. İktisat bölümüne gelen ve henüz ilk aylarını yaşayan öğrencilere ve son sınıf
öğrencilerine “Neden Türkiye bu tarz ekonomik sorunlarla karşılaşıyor?” yönünde bir soruyu
yönelttiğimizde, birinci sınıf öğrencileri henüz iktisat disiplinin belirlenmiş “gizli
ajandasınca” içerilmediği için doğru olmazsa bile oldukça farklı ve kendilerinin akıl
yürütmelerinin ürünü olan zenginlik içeren cevaplar verebiliyorlar, oysa son sınıftaki öğrenci
arkadaşlar ise indirgemeci ve genellikle aynılaşan cevaplar veriyorlar. Aynılaşan cevapların
kaynağını araştırdığımızda, kaynağın ilk yıllardan itibaren aldıkları ve genel çerçevesini neo-
klasik iktisadın çizdiği ders kitapları olduğunu görüyoruz. Ders kitaplarına ilişkin
düşüncelerimizi açıklamadan önce, ders kitaplarının temel belirleyeni olan sosyal bilimlerin
birkaç özelliğini işaret etmek anlamlı olacaktır. İlk olarak hemen hemen tüm sosyal bilimler
bir yandan içinde yer aldığı sosyal ortam tarafından biçimlenirken, diğer yandan sosyal bilimi
gerçekleştirenlerin kendilerinin de üniversite ve benzeri sosyal kurum ve ilişkiler içinde
toplumsal oluşumun parçaları olduğunu söyleyebiliriz (Merton, 1968). Belirli sosyal ilişkiler
içinde, sosyal bir ilişki ve kurum olarak varlığını sürdüren “bilme etkinliği,” toplumsal
ilişkilere içkin olan temel ortak eğilimler ile yine toplumsal ilişkilerde yer alan diğer
toplumsal birimlerle çoğul ve çok değişkenli bir dizi ilişkiye girer. Sosyal bilimlerin içinde
biçimlendiği toplumsal ilişkiler sistemi, sosyal bilimlerin genel çerçevesini belirlemesinin
yanı sıra, sosyal bilimlerin birer disiplin olarak kendi içinde farklılaşması ve çok daha
önemlisi her bir disiplinin araştırma nesnesini de belirler. Sosyal bilimlerin kendi sınırlarını
da tayin eden araştırma nesnesini belirleme yönündeki etkinlik, toplumsal ilişkilere içkin olan
güç-iktidar ilişkilerinden bağımsız bir şekilde gerçekleşemez. Yüz yüze ilişkilerin egemen
olduğu toplumsal ilişkiler setinden, anonim ilişkiler setine geçişin ifadesi olan kapitalist
toplumsal ilişkiler (Banuri, 1990) daha önceki toplumsal ilişkilerden uzaklaşma “özgürleşme
ile disiplinin” eş zamanlı gerçekleştiği bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Bilme
biçimleri ile iktidar ve gerçeklik arasındaki ilişkileri sorgulayan M.Foucault, iktidar ile bilme
biçimleri ve dahası hakikat üretim mekanizması arasındaki zorunluluk içeren bağlantıları
açığa çıkarmaya çalışır (Foucault, 2004). “Ders kitaplarının” var oluş koşullarını bu
bağlantılar içinde aramak anlamlı bir çaba olacaktır. Ders kitaplarını verili iktidarın
sürekliliğini sağlayan kılcal damarlardan biri olarak tanımlayabiliriz. Bu konuda birkaç
tespit; -“iktidar ilişkileri gerçek söylemin bir birikmesi, bir dolaşımı, bir işleyişi, bir üretimi
olmaksızın ne işleyebilir, ne yerleşebilir, ne de ayırt edilebilir. Bu iktidar içerisinde, bu
iktidardan yola çıkarak ve bu iktidar yoluyla işleyen belirli bir gerçeklik ekonomisi olmadan
iktidar uygulaması olmaz. İktidar tarafından hakikat üretimine bağlı kılınırız ve ancak hakikat
üretimi yoluyla iktidar uygulayabiliriz.” (Foucault, 2004, 38). Gerçek söylemin birikmesi ve
iktidar tarafından hakikat üretimine bağlı kılınma hali, ikinci olarak “gerçeklik arayışı
kurumsallaştırılır, meslekleştirilir. (Foucault, 2004, 38, vurgular bana ait). -Bilme ve
gerçeklik arayışının iktidar tarafından kurumsallaştırılıp-meslekleştirilmesi toplumun
normalleştirilmesi (normalizing society) için gerekli ve zorunludur. Bu gerekliliğin temel
belirleyeni olan disiplin altına alma ve “disiplin teknikleri “aynı zamanda “bilme aygıtları,
bilgi ve sayısız bilgi alanının da” yaratıcısıdır. (Foucault, 2004, 38). Anonim ilişkilerin
egemen olduğu kapitalist toplumda disiplinci iktidar, sadece toplumsal olanı değil, ama
toplumsal olanı disipline edecek bilme biçimlerini de disiplin altına almıştır. Bilme
biçimlerinin disiplin altına alınma sürecinde ayıklama, normalleştirme, hiyerarşileştirme ve
merkezileştirme teknikleri kullanıldı. Foucault’un değimi ile “kesin biçimde “bilim denen” bir
tür global alan ya da global disiplin içerisinde her bilmenin bir disiplin olarak düzenlemesi
yapıldı, ayrıca böylece içten disiplinleştirilmiş bu bilmeler yayıldı, aralarında bağlantılar
kuruldu, dağılımı yapıldı, karşılıklı aşamalara ayrıldı”(Foucault, 2004, 191). Gerçeklik
arayışı kurumsallaştırılıp, meslekleştirildiği ölçüde, sosyal gerçeklik farklı parçalara ayrılıp,
her parçadan bir disiplinin sorumlu olması sağlanmıştır. Sosyal olguyu içinde yer aldığı
sosyal ilişkiler ve bu ilişkilerin tarihsel olarak oluşturduğu yapısal özelliklerin bir bütün
olarak analiz edilememesi, disiplin altına alma sürecinin en önemli sonuçlarından biri
olmuştur. Fakat bilme biçimi üzerindeki disiplin bu aşamada sona ermez, disiplin aslında her
disiplinin neyi, nasıl işaret edeceğinin yanı sıra, işaret edilen bu tüm bilme biçimlerinin nasıl
sosyalizasyonu sağlanacağına ait yol ve yöntemini de belirler. Okul ve okulda okutulacak ders
kitapları, denetimden kaçan farklı bilme biçimlerini ayıklayarak, normalleştirilerek,
hiyerarşileştirilerek ve merkezileştirilerek bu alanda hangi bilginin toplumsallaştırılacağını
belirler. Pek fazla sorunsallaştırılmayan bilimlerin sosyalizasyonu sorunu, aslında verili
iktidar ilişkilerin yeniden üretimini sağlamada önemli bir işlev üstlenir. Özellikle eğitim
sistemine atfedilen önemle birlikte, eğitim sisteminin temel girdisi olan çocuklar ve gençler
daha sonraki zamanlar için uygun-yararlı bilgileri yüklenirler, sistemin tanımladığı ve
düzenlediği gerçeklerin yeniden üretiminin bir parçası haline gelirler. Aslında sistemin
yapısallaşmış bilgisi, bir torba olarak öğrencilerin başına geçirilir. Biz, eğitim kadrosunun
tehlikeli ya da stratejik varoluşunu veya önemini buradan hareketle tanımlayabiliriz. Öğretim
kadrosu, iktidar ilişkilerini gelecekte yeniden üretecek bir işlev ile tanımlanmış,
görevlendirilmişlerdir.Sosyal bilimler içinde özel ama tartışmalı bir yeri olan iktisadın kendini
yeniden üretmesi ve dolayısıyla işaret ettiği bilgilerin sosyalleşmesinde, ders kitaplarının
oldukça önemli olduğunu söylememiz gerekiyor. İktisadın ne olduğuna ilişkin oldukça yoğun
tartışmalardan daha çok önemli olan bir konu varsa, o da eleştirel olmayan ya da resmi
iktisadın iktisat bölümlerinde genellikle aynı materyaller-ders kitapları dolayında
gerçekleştirilmesidir. M.J.M. Brown ve D.O.Schnieder yaptıkları araştırmada sosyal bilimler
içinde iktisadın daha çok ders kitabı (textbook) üzerinden öğretildiğini işaret ederler. Yazarlar
yine iktisat ders kitaplarının organizasyonunda birbirini izleyen ve birbiri ile ilişkili bir
anlatım yerine daha çok birbirinden izole ve daha çok kavramsal bir dil üzerinden inşa
edildiğini belirtirler (Brown ve Schneider,1980). Aslında iktisat ders kitaplarındaki temel
sorunun aşırı soyut ya da kavramsal olması değil, soyutlamanın içeriksiz ve aşırı
genellemeler üzerinden yapılması olduğunu işaret edebiliriz. Soyutlama gerçekliğin çoğul
dünyasını anlamak için ve onlardan hareketle elde edilir, yoksa gerçekliğin zengin ve çelişkili
var oluşunu göz ardı ederek anlaşılamaz. Paul Samuleson’un Economics adlı ders kitabı bu
konunun ulaştığı aşamayı göstermesi açısından anlamlı bir örnek teşkil ediyor.[2] Eleştirel
olmayan iktisadın mekan ve tarihsel sınırlamaları kabul etmeyen varsayımlarına benzer bir
özellik arz eden Samuelson’un kitabı, ders kitabı olarak oldukça farklı ülkelerde ve neredeyse
yarım asırlık bir zaman dilimi içinde kullanılan temel ders kitabı olmuştur. J.Stiglitz’in ifadesi
ile kitap iktisat paradigmasının temel ilkelerinden olan tekelci rekabet ilkesine güzel bir örnek
teşkil ediyor (Stiglitz,1988). Mark Skousen’in sorunu ele alan çalışmasında işaret ettiği gibi
kitap basıldığı andan itibaren, A.Smith, Ricardo, Mill ve Marshall’ın kitaplarını da aşan bir
başarıya ulaşmıştır. Kitap 41 dile çevrilmiş, 15 baskı yapmış ve dört milyon adet satılmıştır.
Mark Skousen’in ifadesi ile kitap oldukça önemli değişimlere (savaşlar, barışlar, enflasyon,
deflasyon, krizler vs) karşı ayakta kalmayı başarabilmiştir.(Skousen,1997,137). Her türlü
koşulda ayakta kalan Samuelson’un kitabını ayakta kalmasını sağlayan koşullar nelerdir?[3]
Bu soruya cevap ararken, sadece Samuelson’un başarısından hareket edemeyiz. Başarının
önemli belirleyenlerinden biri, kitabın içeriğinin verili iktidar ilişkilerinin talep ettiği bilme
tarzı ile uyumlu olmasıdır. Dil ve öğretim teknikleri açısından daha kabul edilebilir olmasıdır.
Samuelson ders kitaplarından beklenen özellikleri iyi bir şekilde kitabına içermiştir, ama bu
başarı ancak beklenenlerin ne olduğunu bildiğimizde anlamlı hale gelir. W. McGraw’ın
kitabın ellinci yılında yaptığı konuşmada Samuelson’un başarısının bir iktisat dili yaratmış
olmasına bağlar. “Bu öyle bir dildir ki tüm dünya da herkes rahatlıkla
konuşabilir.”(McGraw,1999,356). Fakat diğer yandan 1960’ların başında P.A.Samuelson The
American Economic Review’e B.W.Lewis’le yazdığı önsözde Amerika Ekonomi Birliği’nin
oluşturduğu Ulusal Ekonomi Eğitim Komitesi’nin amacının ulusal vatandaşın ekonomiye
ilişkin düşüncelerini geliştirmeyi amaçladığını ve ekonomiyi minimum düzeyde anlamanın
aynı zamanda iyi vatandaş anlamına geldiğini belirtirler. Komitenin iyi vatandaş ile iktisat
bilgisi arasındaki ilişkiyi kurmasından sonra yazarlar sınıflarda doğru ekonomik bilginin
temel kaynağının ders kitabı (textbook) olduğunu ve bir çok örneğin gösterdiği gibi sınıfta
ekonomi öğrenmenin ders kitabından ayrı gerçekleştirilemeyeceğini işaret edecekler”(Lewis
ve Samuelson, 1963). Yani ders kitaplarının gerekliliği yazarın ağzından Amerika’nın en
etkili olan iktisat dergisinde ve bir komiteye dayalı olarak meşrulaştırılmakta. Ya da iyi
vatandaşlık için temel bir kriter haline getirilmekte.İktisat ders kitaplarını inceleyen
S.W.Helburn, iktisat ders kitaplarının öğrenciye neo-klasik iktisadın tanımladığı gelenek
içinde kalmasını sağlayan ve gerçekliğin resmi olarak kabul edilen bir çerçevede
algılanmasına yol açan bir çerçevede sunulduğunu belirtiyor (Helbourn’dan aktaran
Watts,1987). Bu anlamda hiç kuşkusuz ders kitapları kanalı ile oldukça kompleks olan
gerçeklik birkaç değişkene indirgemekle kalmıyor ama daha da önemlisi kompleks
gerçekliğin nasıl yönetileceği de işaret ediliyor (Bartlet ve Weidenaar,1987). Bu çerçeve
böylece bir yandan öğrenciyi sistemle uzlaşmayı sağlayacak bir dolgu niteliği kazanıyor. Ama
diğer yandan sadece verili olanı meşrulaştırmakla kalmayıp, onun belirli sınırlar içinde
kalmasını sağlayacak araçları da sunuyor. Bu anlamda iktisat ders kitaplarının var olanın, var
olduğu gibi devam etmesini sağlayacak bir içeriğe sahip olduğunu belirtebiliriz
(Watts,1987).Diğer yandan egemen iktisat anlayışı işaret ettiği bilgiyi evrensel ve mutlak
gördüğü için yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Samuelson’un kitabına benzer ders kitapları
oldukça farklı toplumsal ilişkilerin yaşandığı yerlerde de kullanılmıştır. Kapitalistleşen
ülkelerin, erken kapitalistleşen ülkelere çok yönlü müdahaleleri arasında iktisat disiplinin
ihraç edilmesi de vardır. İktisat disiplini ihraç edildiği andan itibaren onun müfredatı ve
müfredata yön veren ders kitapları da ihraç edilmiştir. Helen Kimble’in Africa’daki eğitim
sürecine ilişkin kendi deneyimini anlatırken işaret ettiği bir diyalog bu anlamda önemli.
Kimble Afrika’da üniversitelerin ilk yılları için oldukça çok sayıda ders kitabı basıldığını
belirtir. Ama bu ders kitaplarında Afrika’nın kendi yerel koşullarına ilişkin hemen hemen
hiçbir bilgi bulunmadığını işaret eder. Bu konuyu bir öğretim üyesine sorduğunda “Afrika
yönelimli bir ders kitabına gerek olmadığını, ekonomiye ilişkin ilkelerin tüm dünyada benzer
olduğu” açıklaması yapılır (Kimble,1969,713). Aslında Afrika’da iktisat eğitiminde işaret
edilen bu eğilim, başka bir düzlemde yani iktisat öğrenmek için erken kapitalistleşen ülkelere
giden öğrencilerin de karşılaştığı bir olay olduğunu belirtmek gerekir. Yetkin bir iktisatçı olan
Joan Robinson’un ifadesinde de aynı eğilimi bulmamız olası. Kalkınma İktisadı öğretimi için
yapılan bir konferansta konuşan J.Robinson, azgelişmiş ülkelerden gelen öğrencilere nasıl bir
bilgi vermeliyiz sorusu yöneltilir. Cevabı ilginçtir: “Onların öğrenmek istedikleri bilgilere
cevap veremeyiz. Onların temel yönelimi politiktir. [Yani] “Ülkem hangi yolu seçmeli? ….
Bu durumda [ülkelerine gidip devrim yapmalarını ya da yapmamalarını söyleyemeyiz.
Onlara iktisadın her durumda doğru olan ve her çeşit politik şartta uygulanacak olan bir
kısmını öğretmeliyiz.” (Robinson,1967,149). Girişte M.Gandi’den yaptığımız alıntının
Hindistan gerçeğinde K.Kumar detaylı bir şekilde ele alır. Hindistan’ın ders kitabı temelli
olmayan eğitiminden, on dokuzuncu yüzyılda, İngiltere’nin özellikle Doğu Hint Şirketi’nin
müdahalesiyle, ders kitabı merkezli eğitime geçtiğini işaret eden Kumar, 1854 yılında Sir
Charles Wood’un etkisi dolayında eğitimde bürokratik yapının iyice belirgin bir biçim
aldığını belirtir. Eğitim özellikle batı değerlerini içerecek şekilde düzenlenir ve bu
düzenlemede belirleyici olan hazırlanmış olan araç, ders kitaplarıdır (Kumar,1988). Oldukça
farklı toplumsal gerçekliklere karşılık iktisat ders kitaplarının önemli bir özelliği, ele alınan
sosyal gerçekliğin sadece iktisadın tanımladığı bir alandan hareketle analiz edilmesidir. Bu
ilke genel olarak yaşanan süreci ne ampirik olarak anlamaya ama daha da kötüsü ne de
tarihsel ilişkiler setinden çıkartılmış kavramlardan anlamaya olanak tanır. Bir anlamda iktisat
bölümlerinde okutulan ders kitapları, gerçekliği anlaşılır kılmayı önleyen araçlardır. Belki
daha doğru bir ifade ile sadece iktisadi olarak kabul edilen olgular analize konu edilir. Bu
özelliğin en olumsuz sonucu ise iktisadi olarak tanımlanan dünyanın içinde yer alan bir olgu
ele alındığında, o olgu üzerinde etkisi bulunan diğer değişkenler analiz dışında bırakılıyor.
Güç ilişkileri, üretim araçlarının mülkiyeti gibi aslında iktisadi alan içinde belirleyici olan
değişkenler genellikle analizlere dahil edilmezler. Bu anlamda gerçekliği şizofrenik bir
şekilde parçalara ayıran ders kitapları, aynı zamanda basitleştirme ve kolaylaştırma adına aşırı
genellemelere yönelir, farklılıklar genelleme süreci içinde elenir. Tarihsel boyut, içeriksiz
soyutlama ve aşırı genelleme sonucunda analiz dışında bırakılır. Böylece ders kitapları
disiplinin kendine ait alanda hareket etmesi nedeniyle gerçekliğin bütünsel işleyiş ve
varoluşunu analiz dışında bırakmış olur. Bu dışlama aynı zamanda gerçekliğe bütünsel-
ilişkisel bakan teorilerin/analizlerin de dışlanması, ders kitaplarına sokulmamasına neden olur.
Diğer yandan aşırı genellemeler ile elde edilen bilgiler arasında bir hiyerarşi oluşturulur. Ders
kitaplarında bilme yoğunluğu ve karmaşıklığı açısından hiyerarşinin en üstünde olan açıklama
ve analizler değil, bilme açısından genellenebilecek önermelere sahip olan analizler kabul
görür. Böylece eş zamanlı işleyen dışlama mekanizmaları, hangi tarz bilginin sosyalizasyon
için gerekli olduğuna karar verir. Dışlama mekanizması bazen bir yazarı ya da kavramı
tamamen ders kitabının dışında tutarken (örnek olarak T.Veblen ya da artı-değer kavramı),
bazen de yazar ya da belirli bir kavram ders kitabının genel çerçevesine uyumlu hale
getirilecek şekilde, kafası kolu kesilerek (örnek olarak D.Ricardo’nun bütün zenginliğin
kaynağı emek olduğuna ilişkin ifadesi ya da bölüşüm üzerinden sınıfsal analizi) ders kitabına
konulur.[4]Tüm bu vurgulardan sonra ders kitaplarının pasif değişkenler olmadığını, dünyayı
belirli bir düzenek içinde tanımladığı ölçüde kendisini tüketen öğrenci ve öğretim
elemanlarını tükettiğini belirtmemiz gerekiyor. Ders kitaplarına yönelik ideoloji tanımlaması
yetersiz ve eksik kalıyor, çünkü ders kitapları iktisadi olguyu anlama ve açıklama tarzına
ilişkin işaret ettiği doğrular rejimi, ideoloji anlamında gerçekliğin gerçek bilgisini vermez ama
bu işaretler ve düzenekler gerçeklikle nasıl ilişki kurulacağını gösterir. Bu gerçekliğin belirli
bir şekilde yeniden üretimine olanak sağladığı için önemlidir. Ama çok daha önemlisi genel
olarak iktisat ve ders kitapları sadece gerçekliği yeniden üretme pratiklerini işaret etmez, çok
daha önemlisi yeniden üretme koşullarının aksadığı koşulları işaret ettiği ölçüde bir lehimci
mühendislik işlevi de görür. İktisat disiplinin yöntemsel olarak kestirimde bulunmaya
(prediction) önem vermesi[5] ve çok daha önemlisi kısa erimli iktisat politikaları üzerinde
yoğunlaşması, ölçülebilir olan ve olması gereken değil de olan üzerinden bir dil
oluşturması[6] iktisadın iktidarla olan ilişkisi ve bu ilişkinin açığa çıkardığı söylemsel
özellikleri gösterir. Aslında tüm bu özellikler iktisadı kapalı bir alan içinde gerçekliği aramaya
yöneltmiştir. Friedmanın’ın Pozitif Ekonominin Metodolojisi adlı makalesi, ders kitaplarının
yapısal özelliklerini de açığa çıkartacak biçimde okunabilir. Çalışmasında pozitif iktisadın
amacının, belirli bir durumda açığa çıkacak değişiklikleri önceden doğru kestirimde
bulunacak genellemeler yapmak olduğunu belirtir. İktisadın performansını da kestirimlerin
doğruluğu ile ölçebiliriz. Bu anlamda iktisadı fizik bilimleri gibi düşünmemiz gerektiği işaret
edilecektir (Friedman, 1953). Bu ifadeler eleştirel çağrışımlara yol açacak her türlü “olmalı”
ifadesini analiz dışına atıyor ve böylece iktisat bir lehimci mühendislik işlevi ile tanımlanıyor.
Kapalı bir sistem olarak tanımlanan iktisadi gerçekliğin sınırlarını çizen ders kitapları, yaşamı
ilişkilerden, ilişkilere içkin olan farklı sınıflar ve sınıflar arası güç donanımından ve böylece
çelişkilerden uzak bir gerçeklik olarak tanımlama eğilimindedir. Walras iktisadın saf bilim
olabilmesi için “insanlar arası ilişkiler ya da düşünceleri değil, şeyler arasındaki ilişkileri
incelemede yoğunlaşması gerektiğini, tam anlamıyla başarıya ulaşabilmek için insanlar arası
ilişkilerin teorik süreçte ortadan kaldırılması gerektiğini” vurgular. Walras’a göre “iktisadın
saf teorisinin her yönüyle fiziko-matematiksel olması gerekir.” Eleştirel olmayan iktisadın
tanımladığı bu dünya, iktisatçı için oldukça uygun bir dünyadır, çelişkilerden arınmış bu
dünyada, iktisatçı sistemin arada bir işlemeyen parçalarını işaret ederek tamir edilmesini
istemek ve sisteme içkin çelişkileri gizleme gibi işlevlerle tanımlanmıştır. İktisadın dünyası
ile iktisatçının bu dünyada üstleneceği işlevler, ders kitaplarının içeriğini de belirliyor.
İktidarın genel işleyişi ile uyumlu olan bu dinamik etkileşim iktisadın bir alt disiplini olan
kalkınma iktisadında oldukça kompleks bir biçim alıyor. Belki daha doğru bir değimle alması
gerekiyor demeliyiz, özellikle Türkiye’de kalkınma iktisadı dersi için yazılan ‘kalkınma
iktisadı’ ders kitaplarını incelediğimizde bir taşlaşma halinin olduğunu söyleyebiliriz.
Taşlaşma hali oldukça eleştirel bir ifade olarak kabul edilse bile, bir yandan gerçekliğin
muazzam değişimine karşı direnen kalkınma ders kitapları ve daha da kötüsü bu alanda
oldukça sınırlı sayıda çalışmanın yapılmış olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Okulda,
sokakta, evlerde ve içki sofralarında “bu ülke nasıl kalkınır sorusu”, ya da “ne olacak bu
halimiz” türü ifadeler dile getirilmesine karşılık, bu alanda yeterli kadar çalışma
yapılamadığını görüyoruz. Kalkınma iktisadının özellikle son elli yılına baktığımızda hemen
hemen tüm Latin Amerika ülkeleri ve Hindistan, G.Kore gibi ülkelerde oldukça farklı eleştiri
ve çalışmaların yapıldığını görüyoruz, fakat bu zenginliğin Türkiye’de gerçekleşmediğini
üzülerek söylememiz gerekiyor. Bunun Türkiye’ye özgü nedenlerinin incelenmesi bu
çalışmanın konusu değil, ama bir çalışmanın konusu da olması gerekiyor. Bu aşamada
kalkınma ders kitaplarının neleri içerdiği sorusuna cevap verebilmek için kalkınma iktisadı
olarak tanımlanan disiplinin ne tür tanımlamalara konu olduğunu ve zamanla nasıl değiştiğini
kısaca göstermeye çalışacağız. Bu bir yandan kalkınma konusunun gittikçe zenginleşen
dünyasını açığa çıkarırken, aynı zamanda “ders kitaplarının” bu değişimlere pek açık
olmadığını da bizlere göstermiş olacak.

III-Kalkınma İktisadının Tarihsel Değişimi ve Bilgi Tarzının Niteliği

Kalkınma iktisadı, kapitalizmin eşitsiz gelişimi sonucunda açığa çıkan iktisadın bir alt
disiplinidir. Bu anlamda bu disiplinin ontolojik nedeni, kapitalizmin eşitsiz gelişim
dinamikleri iken bilgi kuramsal kaynağı farklı donanıma sahip toplumsal ilişkiler ve yapılar
arasında karşılaştırmaya dayanır. Karşılaştırmaya dayalı analiz tarzı, sadece kapitalizmin
yapısal ve eşitsiz gelişimine ilişkin gerçekliği göz ardı edilmesine neden olmaz, aynı zamanda
bizzat bu eşitsiz donanım farklılığı karşılaştırmanın kriterlerini de tanımlamış olur.
Karşılaştırma bir anda farklılıkları ölçmeye ve farklılıkları ölçüldükçe hiyerarşik bir
sınıflandırmaya yol açar. Hiyerarşik sınıflandırma da kapitalist toplumsal ilişkileri belirli bir
düzeyde yaşayan erken kapitalistlerin toplumsal özellikleri idealize edilirken, geç
kapitalistlerin ne kadar geri, azgelişmiş olduğu da tanımlanmış olur. Sınıflandırma örtük
olarak rasyonel-rasyonel olmayan, ileri-geri, normal-anormal, sağlıklı – sağlıksız olan
biçiminde tanımlandığı ölçüde, rasyonel olmayan, sağlıklı olmayan, normal olmayan üzerinde
rasyonelleştirilmesi, sağlıklı hale getirilmesi yani normalleştirilmesi için gerekli müdahaleleri
de meşrulaştırır. Müdahalenin meşrulaştırması ve bunun için hazırlanan reçetelerin
uygulanması, verili eşitsizliğin önemli sonuçlarından biridir ama esas ve daha önemli olan ise
bu sınıflandırmanın kendisinin kapitalizmin idealize edilmesine yol açmasıdır. Böylece bir
yandan kapitalizm idealize edilirken, diğer yandan ise azgelişmiş, geri kalmış ülkelerin
idealize edilen konuma ulaşması, yetişmesinin gerekliliği işaret edilir. Bilgi içerikli bu
gereklilik, aynı zamanda verili toplumsal ilişkilerin idealize edilen kapitalist toplumsal
ilişkilere yöneltilmesi için yapılması gereken müdahaleleri işaret eder. Kalkınma teorisi
aslında örtük ya da açık olarak her zaman için kapitalist gelişmeyi işaret eder. Kapitalistleşme
için gerekli müdahalelerin yol ve yöntemini işaret eder. Böylece müdahale meşrulaştırılmış
olur. Kalkınma iktisadı, iktisadın “oluşa değil de varlığa yönlenmiş” yöntemini kullanır ama
önemli bir farkla. “Oluşa değil de varlığa yönelmiş” yöntemde, Max Horkheimer’in ifadesi ile
“verili toplum biçimini kendini yineleyen hep aynı süreçlerden oluşan bir mekanizma olarak
görme” eğilimi vardır (Horkheimer, 2005,11). Bu önemli fark, iktisadın mantığı içinde
biçimlenen kalkınma iktisadı belirli bir varoluşu, diğer tüm varoluşların yerini alacak biçimde
tanımlıyor. İktisadın temel yönelimi kapitalizmin verili ilişkilerini mutlaklaştırmak iken,
kalkınma iktisadı ise iktisadın verili kabul edilen bir varoluşu başka toplumlarda kurgulama
işlevini üstlenmiştir. Kalkınma iktisadı ve dolayısıyla kalkınma ders kitapları yaşama
müdahalenin belirleyeni olan kalkınma stratejileri ile kendi içsel mantığını oluşturur. İktisat
disiplinin kapitalist toplumlarda işaret ettiği iktisat politikaları, verili işleyişteki olası
aksamaları işaret etmesi ya da verili mekanizmanın güçlenmesine yönelik lehimci
mühendisliği, azgelişmiş toplumlarda kalkınma stratejileri ile birlikte bir inşa faaliyetine
dönüşür. İnşa süreci genellikle de modernleşme, batılılaşma, kalkınma, çağdaşlaşma
ifadeleriyle gerçekleşir/tirilir. Kalkınma iktisadı gerçekliğe müdahale etme yol ve
yöntemlerini işaret ettiği oranda, topluma içkin olan egemen sınıf ve bu sınıfın stratejileri,
dolayısıyla güç ilişkileri ile birlikte işleyen bir süreçtir. İnşa süreci emek-para ve meta
piyasasının oluşturulması anlamına geldiği ölçüde, aslında sınıfların oluşumu/gelişimi
anlamına gelir. Ama çok daha önemlisi, bu inşa süreci sadece sınıfların oluşumu anlamına
gelmeyecek, bu oluşumu hayata geçirecek teknokratların/bürokratların oluşmasına da yol
açacaktır. Kalkınma stratejileri kapitalizmin yapısal özelliklerinin ve sınıfsal
oluşumunu/inşasını sağlarken, bunu sağlayacak bir grubunda gelişmesine yol açar. Özellikle
planlama teşkilatının kurulması, toplumsal gerçekliği sınıfsal ve kapitalizmin yapısal
özelliklerinin ötesinde daha çok “ortak iyi” adına hareket eden bir kesimin oluşmasına yol
açar. Aslında bu açıklamaları biraz daha detaylandırırsak, kalkınma iktisadının varoluş
koşullarını da açığa çıkarmış oluruz. Kalkınma iktisadı diğer sosyal bilimlerden farklı olarak,
oldukça eşitsiz donanımda olan toplumsal gerçekliklerin varlığında ve özellikle bu farklı
donanıma sahip olan toplumsal varoluşlar arasındaki ilişkiler sonucu oluşan bir disiplin olarak
gelişmiş/geliştirilmiştir. Bir disiplin olarak kalkınma iktisadını tanımlayan bu temel özellikler
ve bilgiler, kalkınma ders kitapları kanalıyla toplumsallaştırılarak yeniden üretilir. Özellikle
sanayileşme, endüstrileşme, gelişme gibi bir dizi çok ortak kabul gören kavramlar üzerinden
kalkınma olgusu, zamanla geç kapitalistleşen toplumlarda, sınıf ve kesimlerin farklı
taleplerini karşılayan büyülü bir sözcüğe dönüşmüştür. Kalkınma iktisadı ders kitapları için
önemle belirtilmesi gereken bir şey varsa, o da kalkınma iktisat disiplininin nüfuz ettiği her
alanın çeşitli ve yoğun eleştirilere maruz kalmış olmasına rağmen, bu eleştiriler genellikle
ders kitaplarına girememiştir.Kalkınma iktisadını işaret ettiği bilginin nasıl bir bilgi olduğu
konusunda farklı açıklamalar yapılmıştır. Genellikle yine ders kitaplarına girmemiş olsa bile,
beş farklı tanımlamanın yapıldığını söyleyebiliriz;

i-)Kalkınma olgusu bir gerçekliktir ve temel varoluş koşulunu, kapitalizmin farklı hızda
gelişen toplumlar arasındaki ilişkiden alır. Kapitalizmin tarihsel gelişiminin mekansal olarak
eşitsiz gelişimi, sermaye birikimi ve dolayısıyla güç donanımına daha fazla sahip olan erken
kapitalistleşen kesimlerle, kapitalistleşmeye daha geç başlayan/sokulan geç kapitalistleşen
toplumlar arasındaki farklılığın, ilişkinin, eşitsizliğin tanımlandığı bir gerçeklik dolayında
kalkınma yazını biçimlenmiştir. Ama bu gerçeklik özellikle geç kapitalistleşen toplumlar için
başlangıçta niteliksel olarak farklı olan iki toplum arasındaki ilişkileri tanımlarken, zamanla
geç kapitalistleşen toplumlarda sermaye birikimi ve birikimin temel sınıfsal aktörleri olan iç
burjuvazi geliştiğinde, farklılık niceliksel bir biçime dönüşmüştür. Kalkınma yazını da hiç
kuşkusuz bu yapısal/sınıfsal dönüşümlerden etkilenmiştir. Örnek olarak kalkınma yazını ilk
önce kapitalistleşmenin gereklerini yerine getirme, bu anlamda geleneksel olan ilişki ve
kurumsal yapılarda dönüşüm anlamına gelirken, günümüzde artık kapitalistleşen toplumsal
koşulların içeriden dışarıya doğru uluslararasılaşması talepleri, kalkınmanın temel belirleyeni
olmuştur. 1940’larda bir gerçeklik olarak azgelişmişlik kalkınma disiplinin varlığına yol
açmıştır, ama aynı kalkınma disiplini kapitalizmin gereklerini yerine getirdiği oranda
kendisinin krizini yaratmıştır. Kriz aslında tekil yada eleştirel olmayan iktisadın tekrar
egemen olmasına yol açmıştır. Ama aynı gerçeklik, 1990’ların ortalarından itibaren bir
yandan kapitalizmin açığa çıkardığı olumsuz sonuçlar, diğer yandan geç kapitalistleşen
toplumların dünya kapitalizmi ile bütünleşme kaygıları, kalkınma iktisadının farklı biçimlerde
yeniden varlığına ya da yükselmesine neden olmuştur. Bu anlamda “kalkınma iktisadının”
kapitalizmin dinamik eşitsiz ve bileşik gelişiminin ürünü ve bu eğilimin temel
belirleyenlerden biri olduğunu söyleyebiliriz.

ii-) Fakat kalkınma iktisadı aynı zamanda güç ilişkilerinden dolayı ideolojik bir içeriğe
sahiptir. İdeoloji kavramını burada, kalkınma iktisadının amacının “ortak iyi”yi sağlamak
olduğu yönündeki ifadede bulabiliriz. Kalkınma süreci kapitalist toplumsal ilişkilerin
oluşturulması ve dahası sermaye birikiminin sağlanması gibi mekanizmaları neden olduğu
ölçüde, bu mekanizmalar toplumsal olarak farklı kesimleri, farklı düzeyde etkiler. Ama
kalkınma iktisadı ve kalkınma stratejileri her zaman için tüm toplumun yararına olacağı
ifadesinden hareketle tanımlanır. Bu tanımlamalar gerçekliği örttüğü ölçüde, kalkınma iktisadı
ideolojik bir içerik kazanır. Açlığın, yoksulluğun, işsizliğin azaltılacağı, yaşam düzeyinin
yükseleceği ifadeleri bu ortak iyi kavramı dolayında işaret edilecek birkaç değişkendir.

iii-)Kalkınma kavramı ortak iyiyi işaret etmek için sanayileşme ve sermaye birikimi gibi
kavramları genellikle toplumsal ilişkilerden arındırılarak daha çok üretim güçlerinin
gelişmesini işaret ettiği ölçüde kalkınma iktisadı fetişistik bir özellik kazanır. Oysa üretim
güçlerinin gelişimi, ister istemez kalkınma sürecinde aynı zamanda sermaye sahipleri, işçiler,
işsizler ve daha da önemlisi farklı donanımlarda olan erkek-kadın konumlarının varlığına yol
açar.
iv-) Kalkınma iktisadı sadece ideoloji değil ama bilgi biçimi olarak bir söylem olduğunu
söyleyebiliriz. Bu anlamda kalkınma iktisadı geç kapitalistleşen toplumlara ait bir “doğrular
rejimi” yaratır (Foucault, 1980,131). Son yirmi-otuz yılda belirleyici olan kalkınma karşıtı ya
da kalkınma sonrası analizler, kalkınma sorununa kalkınmacı söylem üzerinden analiz ederler.
Bu tarz ele alışlar, Michel Foucault’un çalışmalarından etkilenerek iktidar ve bilgi ilişkileri
üzerinden söylem yönelimli analizler yaparlar. Kalkınma olgusu ya da ifadesi bu tarz
analizlere göre iktidarın disipline edici teknikleri ve pratiklerinden bağımsız analiz edilmez.
Kalkınma söylemi, birey yada kolektif etkinliklere dışsal olan ve genellikle uygulanan
iktidarın disipline edici gücü olarak tanımlanıyor. Kalkınma iktisadının ideoloji olduğu
vurgusuyla kalkınma iktisadının bir söylem olduğu gerçekliğini birbiriyle karıştırmamamız
gerekir. Escobar’ın işaret ettiği gibi kalkınma söylemi sadece gerçekleri gizleme anlamında
bir ideoloji ya da iktidarda olanların gerçek doğruyu gizlemek için ürettikleri bir araç
değildir. Kalkınma söylemi üçüncü dünyadaki insanların günübirlik yaşamlarını düzenleyici
pratikler dolayında biçimlenir”(Escobar, 1995,104).[7] Bu anlamda kalkınma iktisadı sadece
bilgiyi işaret etmez, işaret ettiği bilgi ile yaşam üzerinde etkide bulunur. Bu anlamda da
kalkınma söylemi iktidarla ilişkilidir, iktidarın pratik etkinliğini işaret eder. Bu anlamda
kalkınmaya ilişkin düşünceler boşlukta gerçekleşmez. Jonathan Crush’un ifade ettiği gibi
“kalkınma endüstrisi” oldukça hiyerarşik yapıya sahip kalkınmaya ilişkin bilgi üretim ve
tüketim mekanizması içinde biçimlenir. Bu anlamda bilgi iktidar, fakat iktidar da bilgidir.
İktidar bilginin ne olup olmadığını tanımlar (Crush,1995,5-6).v-) Kalkınma ekonomisinin
temel belirleyeni, kapitalistleşme sürecine farklı zamanlarda yaşayan farklı donanımlar arası
ilişki olduğu için statik karşılaştırmaya dayalı bir yöntem, dolayısıyla modernleşme
yaklaşımının özelliklerine sahiptir (Ercan,1995). Bu anlamda kalkınma ekonomisi kapitalist
yapısal özellikler ve kapitalizmin açığa çıkardığı günlük yaşam tarzlarını idealize ederek,
daha geç kapitalistleşen toplumların kendileri gibi olmalarını dayatır. Bu yüzden erken
kapitalistleşen ülke pratikleri, geç kapitalistleşen ülkeler için sürekli yenilenen “reçetelere”
dönüşür. Bu anlamda aslında kalkınma iktisadına ilişkin her bilgi aynı zamanda bir müdahale
ve dolayısıyla kalkınma stratejilerini içerir. Kalkınma iktisadını, kurum ve örgütleriyle
hareket eden ve pratiğe müdahale eden kalkınma stratejileri olarak tanımlayabiliriz.
IV-Kalkınma İktisadının Süreklilik İçinde Kırılmaları: İktisattan Kalkınma İktisadına ve
Kalkınmadan Kalkınma Karşıtlığına

Kalkınma kapitalist sermaye birikimine bağlı bir gerçeklik olduğu sürece, kalkınma iktisadı
birikimin hız ve donanımına bağlı olarak değişim gösterir. Yukarıda işaret ettiğimiz kalkınma
stratejilerinin aynı zamanda bir inşa süreci olması, kalkınma sorunsalının ele alınmasında
farklılaşmaların varlığına yol açacaktır. Aslında en önemli farklılık bizzat kalkınma iktisadı
diye bir alt disiplinin açığa çıkmasıdır. Kalkınma iktisadının bir alt disiplin olarak gelişimi,
iktisadın tüm toplumsal koşullara uygulanacak bir disiplin olduğu düşüncesinden bir kopuşu
ifade edecektir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası koşullarında bir anda dünyanın büyük bir
kısmının azgelişmiş olduğu tespit edilir. Bu tespitin kaynağı yukarıda işaret ettiğimiz
karşılaştırma üzerinden gerçekleştirilir. İktisadın tasarruf, yatırımlar, tüketim ve milli gelir
gibi kategorilerinden hareketle gerçekleştirilen karşılaştırma, ama özellikle tasarrufların milli
gelir içindeki payı karşılaştırması üzerinden, ülkelerin kendi içinde gelişmişlik düzeyine göre
bir sınıflandırma yapılır. Hiç kuşkusuz diğer alt disiplinler olarak gelişme sosyolojisi ve
gelişme politikaları da kendi ölçeklerinden hareketle bu hiyerarşik sınıflandırmaya katkıda
bulunurlar. Bu tarz bir sınıflandırma aynı zamanda neden ve niçin soruları ile kalkınma
iktisadının varoluş koşullarını hazırlar. Azgelişmişliğin nedenlerinin açıklanması ve
azgelişmişlikten kurtulma stratejilerinin belirlenmesi, kalkınma iktisadını sadece tekil/egemen
iktisattan ayrılmasına neden olmaz, ama aynı zamanda azgelişmiş toplumlara yönelik
reçetelerin hazırlanması anlamına da gelir. Bu anlamda kalkınma iktisadının ilk elden kaynağı
egemen iktisat iken, zamanla yani inşa süresince açığa çıkan sonuçlar bu temel kaynaktan
görece farklılaşmaları içeren kırılmalara neden olmuştur. Kalkınma iktisadının ya da kalkınma
iktisadı karşıtı yazının kaynağı, bizzat kapitalizmin inşa süreci iken, süreç ideolojiler,
söylemler, fetişistik açılımlar ve çok daha belirleyici olan kalkınma stratejileri olarak kendini
açığa çıkarır. Sürecin analizi açısından tüm bu var oluş hallerini ele almak oldukça büyük
öneme sahiptir. Çünkü söylem ya da ideolojik farklılaşmalar, egemen olan yaklaşımdan
kırılmalara, yeniden yapılanmalara yol açar. İkili okuma ile bu değişikliklerin hem
gerçeklikteki belirli dönüşümleri anlamamızı kolaylaştırdığını, ama sadece örnek olarak
söylemsel analizde ya da yanlış bilinç anlamında ideolojide kaldığımızda gerçekliği
anlamamızı zorlaştırdığını söyleyebiliriz. Çalışmamız açısından kalkınma yazınında
gerçekleşen bu dönüşüm ve süreklilikleri işaret etmek, daha sonra kalkınma ders kitaplarında
bu farklılaşmaların var olup olmadığını sorgulamamıza olanak sağlaması açısından önem
taşıyor. Gelişmeler-kırılmalar ve sürekliliği belirli başlıklar altında toplayabiliriz. Hiç
kuşkusuz tüm bu süreklilik ve kırılmaları burada detaylandıramayız, bu aslında anlamlı olacak
bir diğer çalışmanın konusu olabilir. Burada sadece çok genel bir dönemlendirme yapacağız.
Bu tarz kırılma ve sürekliği analiz ederken ilk elden Hirschman (1981) ve Hirschman’dan
hareketle Streeten’in (1983) yaptığı analiz, tekil iktisattan yani genel geçer iktisadın tüm
ekonomiler için geçerli olduğu düşüncesiyle, buna karşı geliştirilen düşünce yazarlarının
ayrımını ele veriyor. Diğer yandan Kuzey-Güney arasındaki ekonomik ilişkilerin ilişkiye taraf
olanlar için karlı olacağı ve ya olmayacağı ifadeleri de bir başka ayrımı işaret ediyor. Bu
ikinci ayrım gelişme yazınına karşılık azgelişmişlik yazını olarak da sınıflandırılıyor
(Bernstein, 1992). Gelişme yazınına karşılık azgelişmişlik yazını önemli bir dizi farklılık
içermekle birlikte, aslında her iki yazında kalkınma talebinden hareket etmekte, gelişme
yazını kalkınmayı engelleyen nedenleri o ülkenin içsel dinamiklerine bağlarken, azgelişmişlik
yazını kalkınamamanın temel nedeni olarak gelişmiş kapitalist ekonomileri gösterecektir.
Ama azgelişmişlik yazını da aslında kalkınma kavramını/gerçeğini sorgulamadan,
kalkınmanın nasıl olacağının yol ve yöntemlerini araştırmıştır (Ercan, 1995). Oysa
kapitalizmin geç kapitalist ülkelerde kalkınma stratejileri doğrultusunda inşa edilmesi,
sistemin mantığına uygun olmakla birlikte, ideolojik olarak işaret edilen “ortak iyiye” yönelik
olmadığı açığa çıkmıştır. Yoksulluk ve işsizliğin artması, askeri darbeler ve sanayileşme ve
kalkınmanın çevre, kadın ve emek üzerindeki olumsuz sonuçları kalkınma kavramını
eleştirerek, kalkınma karşıtı (post develoment/anti-development) bir yazının oluşmasına
neden olmuştur.1970’lerin sonunda başlayan ve neo-liberal yönelimli küreselleşmeci analizler
kalkınma iktisadının gereksizliğini işaret ederek dünya pazarı ile bütünleşmenin tüm taraflar
için “ortak iyi” anlamına geleceği vurgusunu öne çıkartmıştır.[8] Bu vurgu beraberinde
bütünleşme için gerekli mekanizmaların yani emek-meta ve para piyasalarının kapitalizmin
dünya ölçeğinde işleyişine uygun hale getirilmesiyle, devletin etkinlik alanın azaltılması yani
pür piyasa mantığı temel ideoloji ve pratik olarak gündemi belirleyecektir. Küreselleşme ve
neo-liberal politikaların etkin olduğu bir dönemde “kalkınmacı” eğilimler, özellikle devletin
üretken sermayenin gelişmesini sağlaması, teknolojik ilerlemeye destek vermesi ve en
önemlisi kalkınmayı olumsuz etkileyen dışsal tehlikelerden ekonomiyi-toplumu koruması
üzerinden bir dil geliştirmeye başlamışlardır. G.Kore deneyimi bu tarz analizlerin temel
referansı olurken, hastalıklı kabul edilen spekülatif hareketlerin etkisini azaltma ise en çok
öne çıkartılan argüman olmakta. Kapitalizmin özellikle 1990’lardan itibaren dünyanın birçok
yerinde arka arkaya krizlerle yüzleşmesi, “piyasanın her şey olduğu” fikrini kısmi bir
eleştiriye tabi tutulmasına neden olmuş. Washington Sonrası Uzlaşısı olarak tanımlanan
analizler, devleti yeniden ve yeni görevlerle tanımlayarak sürecin içine alınmıştır. Ama
önemli bir farklılıkla, piyasanın belirlediği işlevlere uyumluluk anlamında bir devlet tanımına
işaret edilmiştir. Bu anlamda son zamanlarda küreselleşmeye karşı kalkınmacı analizler ile
küreselleşme için devletin etkin kılındığı piyasa yönelimli kalkınmacı analizlerin belirleyici
olduğu bir dönemden geçiyoruz diyebiliriz. Kalkınma karşıtı yazın açısından önemli olan bir
değişme ise, kalkınma karşıtı analizlerde özel bir yeri olan feminist kalkınma karşıtı ya da
çevreci kalkınma karşıtı hareketlerin piyasa merkezli ve etkin devlet işleyişi içinde
pasifleştirilmesidir. Diğer yandan kapitalizmin dünya ölçeğinde etkinliğini arttırdığı ve
toplumsal ilişkiler üzerinde gerçek egemenliğini kurduğu bu dönemde, devletin yeniden
dağıtımcı politikalarında önemli gerilemeler yaşanması, sermaye yoğun teknolojilerin devreye
girmesi, emek tasarruf eden üretim organizasyonlarına gidilmesi ile temel geçinme
olanaklarını kaybeden muazzam bir kitlenin varlığına yol açmıştır. Bu gelişmeler ise kitlelerin
yeniden paylaşımcı ve anti-küreselleşmeci kalkınma düşüncelerine yönelmesine yol açmıştır.
Tabloda işaret ettiğimiz süreklilik-kırılma ve geri dönüşleri kalkınma stratejileri, kalkınma
stratejilerinde devletin üstleneceği işlevler gibi oldukça farklı kriterler dolayında kendi içinde
bir dizi analize tabii tutulabilir. Fakat bizim amacımız açısından sadece bu değişiklikleri işaret
etmek yeterli olacak. Diğer yandan kalkınma yazınında süreklilik, kırılma ve geri dönüşleri
yukarıda işaret ettiğimiz, kapitalizmin işleyişi yani gerçeklik düzeyi ile birlikte ideoloji,
söylem ve fetişleştirme gibi değişkenler dolayında yeniden ve daha zengin bir okumaya tabi
tutulabilir. Ama tüm bu okumalar ancak kalkınma iktisadının genel olarak çerçevesini
oluşturma ve teorik detaylı bir okumanın konusu olabilir. Amacımız Türkiye’de kalkınma
ders kitaplarının “gelişme yazının geçtiği aşamaları içerip-içermediğini sorgulamak olduğu
için, sadece süreklilik ve kırılmaları göstermeye çalışıyoruz. Bu tarz bir analiz için çıkış
noktamız ya da ölçümüzü Max Horkheimer’in egemen iktisat için işaret ettiği ifade olacak.
Horkheimer’e göre iktisat “oluşa değil de varlığa yönelmiş” bir disiplindir. Bu ifadenin açık
anlamı “verili toplum biçimini kendini yineleyen ve hep aynı süreçlerden oluşan bir
mekanizma olarak gören” bir bilgi tarzı ile karşı karşıyayız. Kırılma ve geri dönüşleri bu
bilme tarzına karşı ya da onun içindeki gelişmelere atfen kullanacağız. Teoriden uzaklaşmaya
yönelik çabaları kopuş olarak tanımlıyoruz. Hiç kuşkusuz bu kopuş, teorinin bütünsel yapısı
ve özellikle belirli bir varoluşu yücelten teorinin tümüne karşı gerçekleştirilen bir karşı çıkış
anlamına gelmiyor. Kalkınma iktisadının varoluş nedeni olan “kapitalist toplumlardan farklı
olan toplumları”, kapitalist toplumsal ilişkilere yönlendirme kaygısının bizzat kendisi, “tekil
iktisattan” kopuşun belirleyicisi haline gelmiştir. Tekil iktisadın veri olarak kabul ettiği üretici
ve tüketiciler, taraf oldukları emek-para ve meta piyasalarında amaçlarına uygun araçları
seçmeleri teorinin ilk uğrağı iken, egemen iktisadın temel belirleyenleri olan rasyonel insan
ile rasyonel davranışların oluşturduğu denge koşulları (para-meta ve emek piyasası ve bu
piyasaların kendi aralarında) ikinci uğrak oluyor. Tüm bu işleyişin evrensel ve her topluma
uygun olduğunu söylemek ise son uğrak oluyor[9]. Kalkınma iktisadı açısından aslında her üç
uğrak çok önemli, ama esas belirleyici olan son uğrak. Yani rasyonel insanın evrensel ve
mutlak bir gerçeklik olarak tanımlanması uğrağı önemli. Bu ifade daha sonra rasyonel insanı
da içine alan piyasanın evrensel ve mutlak olduğu ifadesiyle yer değiştirecektir. Yani fetişizm
günümüzde daha bir üst noktaya taşınmış durumda. Kalkınma iktisadının varoluşu, rasyonel
insan ve denge koşullarının dünyanın her köşesinde ve her toplumda geçerli olmadığını ifade
etmekle başlıyor. Ama teoriye yönelik bu tarz tanımlama veya karşı çıkış ya da kopuşun
bizzat kendisi kutsanan ve rasyonel olduğu kabul edilen bir varoluşu hiyerarşik olarak yukarı
doğru çekerken, diğer toplumlar rasyonel olmayan, normal olmayanı temsil ediyor. Aynı
zamanda kalkınma iktisadını tek iktisattan farklı kılan müdahale ve müdahaleyi sağlayacak
organize güç olarak devleti de öne çıkarmış oluyor. Aslında müdahale düşüncesinin temel
yönelimi ise benzer olmayanı benzer olana dönüştürme stratejilerini içerecektir. Ama
kalkınma iktisadının müdahale kavramı ile bağlantısı Maynard Keynes’in iktisada müdahalesi
ile gerçekleşmiştir. 1929 Genelleşmiş krizi aynı zamanda genel geçer iktisat disiplinin de kriz
olmuştur. Krizle birlikte denge ilkesi sorgulanmaya başlanmıştır. Farklı mekanizmalara
bağlamakla birlikte 1930’lu yıllarda kapitalizmin bazı şartlarda kriz üreteceği fikri genel
olarak işlenmeye başlamış fakat Maynard Keynes’in bu yöndeki eleştirisi en çok tutulan
eleştiri olmuş ve hatta iktisat disiplini açısından yer yer bir devrim olarak tanımlanmıştır.
M.Keynes kapitalist ilişkilerin sürekli denge üretmeyeceği fikrini iktisada taşımış ve devletin
bu dengesizlikleri gidermek için piyasaya müdahale edebileceğini ve hatta kapitalizmin yararı
için etmesinin zorunlu olduğunu vurgulamıştır. “Şu sonuca varıyoruz ki, yatırımın cari
akımını düzenleme işi, sakıncasız olarak, özel girişime bırakılamaz” (Keynes,1980,336).
Keynesyen analizle devletin ekonomik yaşama müdahale etmesinin gerekliliğinin genelgeçer
iktisat disiplini içine monte edilme çabalarıyla karşılaşmış oluyoruz. Keynes ve daha sonraki
Keynesyen ele alışlar için, devlet, kapitalizmin yarattığı enflasyon ve işsizlik gibi ekonomik
hastalıkların üstesinden gelecek bir dizi araçlara sahiptir. Keynes enflasyon ve işsizlik gibi
olguları eksik talebe bağlıyor ve çaresinin de toplam talebin yükseltilmesinde buluyordu
(Clarke, 1988, 270-75). 1929 Kriz ve sonrası Amerika, İngiltere ve İsveç gibi ülkelerin
uyguladıkları ekonomi politikaları inceleyen uzmanların gösterdiği gibi; önemli farklılıklar
olmakla birlikte ele alınan bu ülkelerde devlet açık bütçe politikaları ve kamu harcamaları ile
ekonomik krizi aşma yönünde bir dizi pratik geliştirmiştir. Yani devletin ekonomiye
müdahalesi teoriye içselleştirilmiş oluyordu. Kalkınma yazınında müdahale yukarıda işaret
ettiğimiz gibi bir mekanizmanın aksayan yanlarını lehimci mühendislik olarak düzeltme
anlamına gelmiyor, özellikle başlangıçta bir inşa ve yeniden yaratma amacına yöneliyordu.
Kalkınma yazını ve ona karşı geliştirilen azgelişmişlik yazını zamanla, ülke içinde inşa
faaliyetinin belirli bir yol almasından sonra devleti dışsal değişkenlere entegre etme ya da
dışsal değişkenlerden koruma işlevlerinden hareketle yeniden tanımlama yolunu seçerler.
Aslında bu düşünce/inanç kalkınma düşüncesinde farklı aşamalarda tekrar tekrar karşımıza
çıkıyor. Tabloya baktığımızda Keynesyen geri çekilme yani devleti etkin kılmanın kalkınma
yazınında sadece VI aşama (Marksist Üretim tarzları ve Üretim Tarzlarının Eklemlenmesi),
VII aşama (Eleştirel Olmayan İktisada Geri Dönüş -Washington Uzlaşması) ve VIII aşamada
(Post-developmentalist-Anti-kalkınmacı yaklaşımlar) doğrudan belirleyici olmadığını
görüyoruz. Keynesyen karşı çıkış ve genel geçer iktisat açısından geri çekilmeyi dönemin
koşulları içinde değerlendirmemiz gerekiyor. Dönemi tanımlayan önemli bir değişim var ise o
da Sovyetler Birliği’nin uygulamaya soktuğu planlama olmuştur. Sovyetler Birliği’nin
planlama temelli ekonomik başarısı, genel geçer iktisadın (neo-klasik iktisat) ne teorik
çerçevesi ne de beklentilerine uyuyordu (Preston,1985,40). ABD’nin uluslararasılaşması
yönündeki pratikleri müdahalenin bir diğer belirleyicisi olmuştur. Müdahale ABD’nin uluslar
arası alanda varlığını etkin kılması için geliştirilen politik yapılanmalar, aynı zamanda Batı-
Avrupa’nın Ekonomik Yeniden İnşası Programı’nı da (Economic Recovery of Western
Europe) gerekli kılıyordu. Böylece müdahale kavramı uluslararası düzeye taşınmış oluyordu.
Planın geliştirilmesinde önemli bir isim olan Prof. Seymour Harris, bu programın geliştirirken
Keynesyen bir çerçeve izlemiştir. (Preston,1985,48). Avrupa’nın inşasında en önemli aşama
Marshall yardımı olmuştur. Marshall yardımı “Amerika’nın Avrupa’ya yatırımlarının akışını
hızlandırması ve Atlantik ekonomisinin gelişmesi için dengeli bir Avrupa yaratılması”
amaçlarını taşıyordu. (Clarke,1988,256). Kalkınma yazınında müdahalenin girmesi, belki de
müdahale kavramı etrafında örgütlenen kalkınma düşüncesinin gelişmesinde bir diğer
gelişme, Keynes’in toplam talep ve onun bileşenleri doğrultusunda yaptığı statik analizin,
dinamikleştirilerek uzun dönem açısından geliştirilmesi olmuştur. Literatürde Harrod-Domar
olarak tanımlanan modelde, büyümenin uzun dönemli belirleyenleri analize dahil edilmiştir.
Büyümenin temel belirleyeni olarak gösterilen yatırımlar, kalkınma iktisadının azgelişmiş
toplumları azgelişmiş olarak nitelemesinin de temel belirleyeni olmuştur. Yatırımların
Keynesyen analizden hareketle tanımlanması doğal olarak, gelir ve talep değişkenlerini öne
çıkarmıştır. Yatırımlar ve dolayısıyla üretimin gelişmesi, toplumda gelirin yüksek ve
dolayısıyla toplam talebin yüksek olması ile ilişkilendirilmiştir. Keynes’in dinamikleştirilmiş
bu modeli bir yandan müdahaleyi meşrulaştırırken, diğer yandan ekonomin büyümesi için
gerekli şartları da belirlemiş oluyor. B.Hettne’nin haklı olarak vurguladığı gibi tüm bu
değişkenler, kalkınma düşüncesinin gelişimi için temel model olmuştur (Hettne,1990,50). Bu
bizim için iktisat düşüncesinde kalkınma iktisadının bir alt disiplin olarak gelişmesi ve bu
anlamda ilk kırılmayı işaret ediyor. Kalkınma iktisadının bir disiplin olarak varoluşunun
teorik dili bu olurken, bu dil iki önemli olgu ile kalkınma iktisadını daha bir belirgin hale
gelmesine neden olmuştur. Bu olaylardan ilki ABD’nin uluslararası düzeyde neler yapmayı
amaçladığını açığa çıkaran Başkan Truman’ın konuşmasıdır. Başkan konuşmasında eski
emperyalizmin yani diğer insanları sömürmenin kendi planlarında yeri olmadığını ve devamla
amaçlarının demokratik ve adil bir dünya yaratmak olduğunu söyler. Bu amacı yerine
getirmek için oluşturulan programda, “sahip oldukları endüstriyel gelişme ve teknolojik
donanımı dünyanın azgelişmiş bölgelerin gelişmesi ve büyümesine yönelik kullanacaklarını”
işaret edecektir. (Truman’dan aktaran Rist, 1997,71). G.Rist Truman’ın konuşmasıyla birlikte
kalkınma kavramının keşfedildiğini belirtir. Kavram bu anlamda ilk defa geniş bir şekilde
dolaşıma girmiştir. İdeolojik yada söylemsel olarak azgelişmiş olanlara refah ve zenginlik
götürüleceği ifadesi, azgelişmiş ya da kalkınmamış olanları kalkınmış olanlardan ayırt etmeyi
yani ölçü sorununu gündeme getirmiştir. Bu sorunu uluslararası düzlemde Birleşmiş Milletler
Ekonomik ve Sosyal Konseyi gündemine almış ve çabalarının genel çerçevesini “ekonomik
gelişme” olarak çizmiştir. Bu çerçeve içinde çabaları azgelişmiş denen ekonomileri
tanımlamak ve bu ekonomiler için kalkınma koşullarının ne olduğunu belirtmek olmuştur.
Birleşmiş milletlerin 1951 yılında oldukça küçük bir uzman grubuna hazırlattığı Azgelişmiş
Ülkelerin Kalkınması İçin Ölçüler adlı raporda, azgelişmiş ülkeleri tanımlamak için ülke içi
tasarruf oranlarına dikkatler çekilmiştir. Gelişmiş ülkelerde ülke içi tasarruf oranları %10
dolayında iken, azgelişmiş ya da kalkınmamış ülkeler için bu oranın % 5 ya da daha altında
olduğu belirtilmiştir. Tanımlamaya ve dolayısıyla sınıflandırmaya yarayan ölçme sorunu, aynı
zamanda sorundan kurtulmanın yolunu da böylece göstermiş oluyor. Yani ülke içi tasarruf
oranlarının nasıl arttırılacağı üzerinde durulmuştur. Tasarrufların artışı için müdahale ve
dolayısıyla müdahaleyi yapacak olan devlet ve uluslararası kuruluşlar öne çıkartılmış oluyor.
Müdahalenin sınırlarını belirtmek için ise rapor, özellikle planlamanın gerekliliğini öne
çıkarır. Planlama kaynakların olası farklı kullanım biçimlerinden en iyisini belirlemek olarak
tanımlanmıştır. (Preston,1985,64). Birleşmiş Milletler raporunda azgelişmişliğin temel
göstergesinde işaret edilen tasarruf oranlarının düşüklüğü aslında sermaye birikiminin
yetersizliği ile eş anlama geliyor. Sermaye birikiminin oluşması ise kapitalizmi kapitalizm
yapan emek ile emek gücünü ayrıştırarak emek piyasasının oluşturulması, emek gücünün
enerjisinin üretim sürecinde metaları yaratarak meta piyasası oluşturması ve üretim faaliyeti
kullanım değeri için olmadığından üretilen metaların değiştirilmesi için para piyasasının
oluşturulması yani yukarıda işaret ettiğimiz gibi bir inşa süreci öneriliyor. Kalkınma
iktisadının oluşumu üzerinde çok duruyoruz, çünkü ancak bu inşa süreci ve onun dili
anlaşıldığında diğer aşamalar anlaşılacak ve yine ancak bu inşa süreci gösterildiğinde ondan
kopuk bir biçim alan geleneksel kalkınma yazınının tek başına yetersiz kaldığı işaret edilmiş
olacak. Azgelişmiş Ülkelerin Kalkınması İçin Ölçüler çalışması aslında kalkınmanın öncüleri
olan yazarların işaret ettiği dünya ile uyum içindedir. Eğer azgelişmişliğin temel belirleyicisi
yetersiz sermaye birikimi ise, sermaye birikiminin artması için gerekli koşulları hazırlamak,
kalkınma için temel politika olacaktır. Bu düşünce tarzının en gelişkin biçimi ile ifade
edilmesi ve Birleşmiş Milletler Gelişme Komisyonuna sunulması ünlü kalkınma iktisatçısı,
W.A.Lewis tarafından gerçekleştirilmiştir. Preston’un anlamlı tanımlaması ile Lewis;
“Keynes’i üçüncü dünyaya ihraç etmiştir.” W.A.Lewis; “Ekonomik kalkınma teorisinin temel
problemi, daha önceleri ulusal gelirin % 4 veya 5’ini veya daha azını tasarruf eden bir
toplumda, gönüllü tasarrufları % 12 ya da 15 ya da daha yüksek bir orana çıkarmaktır.”
Aslında tasarruf ile işaret edilen yatırımların artması ve yazarın ifadesi ile kalkınmanın temel
olgusu “bilgi ve yetenekleri de içeren hızlı sermaye birikimidir” (Lewis, 1966, 416). Sermeye
birikimi ve tasarruflar üzerindeki vurgu ile birlikte Lewis, 1953’te Mısır Merkez Bankası’na
yaptığı sunuşta, gelişmiş olana azgelişmiş olan arasındaki ayrımı belirleyen bir diğer unsuru
yani piyasanın büyük ya da küçük olması üzerinde yoğunlaşır. Yazar için “bir çok ülkede
endüstrileşmenin önündeki temel engel, ülke içi pazarın küçük olmasıdır” (Lewis, 1953).
Tasarruf oranın düşüklüğü ve pazarın küçük olması temelinde azgelişmişliği açıklayan Lewis,
azgelişmişlikten kurtulmak için önerdiği çerçeve; “azgelişmişliği tanımlayan bir diğer özellik
olan emek fazlasının kullanılması yönündedir. Bu ifade aslında ülke içinde işçileşme yani
emek ile emek gücünün birbirinden ayrışması ile bir emek piyasası oluşumunu göstermesi
açısından önem taşıyor. Var olan kapitalist ilişkiler sistemini mutlaklaştırma, binlerce yıl
tarımsal alanda varlığını sürdüren insanların verimsiz olarak açıklanmasını da gündeme
getirmiştir. Yazarın ifadesi ile “sermaye ve doğal kaynaklarla karşılaştırıldığında nüfusun
fazla olduğu ülkelerde sınırsız işgücü bulunduğunu ve bu anlamda ekonominin büyük bir
bölümünde emeğin marjinal üretkenliğinin sıfır, negatif veya göz önüne alınamayacak oranda
olduğunu” belirtir. Ekonomide geniş bir yer kaplayan tüm bu kullanılabilir emek arzının
varlığında “yeni endüstrilerin ve yeni iş olanaklarının herhangi bir emek sıkıntısı ile
karşılaşmadan gerçekleştirileceği belirtilmiştir.(Lewis, 1953.406). Lewis üretken olmayan
emek deposunun varlığına ilişkin görüşlerini geliştirmek için modernleşme teorilerine de
temellik eden, geleneksel-modern ayrımını “kapitalist” ve “geçimlik” kesim olarak yeniden
tanımlar (Lewis, 1966,406). Yazar emek piyasasının yanı sıra kalkınma için gerekli para
piyasası, yani para sermaye oluşumuna da dikkatleri çekmiştir. Tasarrufların çok sınırlı sayıda
kapitalist tarafından yapılabileceğini, çünkü toplumun geçimlik kesimin gelirlerinin çok az
olduğu belirtilmiştir. Geçimlik kesim eğer tasarruf yapamayacak durumda ise, tek kaynak
özellikle azgelişmiş ülkelerdeki gelir eşitsizliği paralelinde tasarruf yapabilen küçük bir
kesimin tasarruflarını ek yatırım, yani sermayeye dönüştürmesi gerekiyor. Fakat azgelişmiş
ülkelerde, kapitalistlerin karlarının yatırımlar için yeterli olmadığı durumda, devletin direkt
müdahalesi ile yatırım için kaynak yaratmanın gerekli olduğu dile getirilir. Bu müdahale ile
yaratılacak kaynaklar ek para basma ya da ucuz banka kredileri ile kredi verme, vergi oranları
ile oynayarak sermaye yaratma ya da enflasyon koşulları yaratarak, kapitalistlerin enflasyonist
karlar elde etmesini sağlama gibi yöntemler kullanılacağı belirtilir (Lewis, 1953, 20). Kredi
yazara göre vergi kanalı ile kaynak yaratmadan daha önemlidir, çünkü, kredi ile birlikte, gelir
bölüşümü endüstriyel kapitalistler lehine çevirerek, sermaye birikimini hızlandırıcı etkide
bulunacaktır. Sermaye birikimi için kaynak yaratma koşularından ilki ülke içi tasarruflar ise
ikincisi ise de dışsal finans, yani azgelişmiş ülkenin dışarıdan borçlanmasıdır. Bu ise direk
olarak, kapitalist ülkeler kanalı ya da kapitalist özel girişimciler kanalı ile gerçekleşebilir.
W.A.Lewis yukarıda tanımladığı biçimi ile kalkınma koşullarının hazırlanması için,
planlamanın gerekliliğinden bahseder. Planlama yazara göre, “piyasanın belirlediği görünmez
sosyal kontrolü, devlet kanalı ile görünür bir şekilde müdahale ile geliştirmektir.” Piyasanın
yarattığı bir dizi eksiklikleri böylece devlet, planlama kanalı ile elimine eder ortadan kaldırır.
Bu anlamda planlama devletin piyasanın güvenlik ve varoluş koşullarını hazırlayan bir
araçtır.(Lewis,1949,28). Lewis’ten yaptığımız bu kısa özet bize kalkınma iktisadının genel
referanslarını vermesi açısından önemli. Bu genel referanslar, azgelişmiş bir ekonomidei-)
müdahalenin gerekliliği, ii-) sermaye birikimi için emek piyasasını ve para piyasasını
geliştirmek ve iii-) tüm bunların planlı bir şekilde gerçekleşmesi gerektiği işaret edilmiş olur.
Lewis’ten hareketle çerçevesini çizdiğimiz kalkınma iktisadının, bazı farklarla bu dönemin
diğer kalkınmacıları için de geçerli olduğunu söyleye biliriz. Farklılıklar sadece inşa sürecinin
nereden ve hangi araçlarla başlayacağı konusunda açığa çıkıyor. Örnek olarak kalkınma
yazınına öncülük eden ve kalkınma yazının yöneldiği konuları daha açık dile getiren Paul N.
Rosentein-Rodan’ın 1943 tarihli çalışması “Doğu ve Güney Doğu Avrupa’nın Sanayileşme
Sorunları” adlı çalışmasında azgelişmişlik probleminin kendinin deyimi ile sadece çöküntü
bölgeler (depressed areas) ile sınırlı olmadığını ve fakat “bir bütün olarak dünyayı ilgilendiren
genel bir sorun olduğunu belirtmiştir. Gerçektende savaş sonrası dünya ekonomisinin yeniden
yapılanma ihtiyacı ile örtüşen bu açıklama tarzı, Rodan’ın ele alışında bir dizi teorik öncülle
birleşmiştir. İlki azgelişmiş denen ekonomilerin temel sorununun, bu ekonomilerin hareket
alanını sınırlayan olgunun, piyasanın yetersiz büyüklükte olmasıdır. Oysa piyasanın yetersiz
gelişimi sadece azgelişmişliğin ön koşulu olmakla kalmamakta, fakat dünya ölçeğinde
kapitalist pazarın genişleme potansiyelini de sınırlamakta. Bu öncülden hareketle dünya
ekonomisinin, kapitalist ilişkilerin daha da gelişmesinin yolu, azgelişmiş denen ülke
ekonomilerinin hareket alanını sınırlayan piyasalarının büyütülmesi/genişletilmesidir. Yazara
göre azgelişmiş ülke pazarlarını genişletebilmenin temel yolu endüstrileşmeden geçer. Yazar
endüstrileşme vurgusunu yaparken özenle endüstrileşmeyi sağlayacak girişimin (kapitalistin)
maksimum noktaya ulaşması gerektiğini vurgular. Bu nasıl gerçekleşecek? Yazara göre, her
şeyden önce bu çöküntü bölgelerinde endüstrileşme için izlenecek yol, kesinlikle Sovyetler
Birliğinde izlenen ve kendi deyimi ile “Rus Modeli” olmamalı. Rus modeli özünde içe
kapanık bir endüstrileşmeyi temel aldığı için kendi kendisinin mezarını kazacak bir dizi
dezavantaja sahip olduğunu belirtir. Bu dezavantajlar; i-) Gelişme oldukça yavaştır, çünkü
sadece ülke içi sermaye kaynakları kullanılır ve bu nedenden dolayı tüketim düzeyi ve yaşam
standardı oldukça düşüktür. ii-) Bu model ülkenin kullanabileceği uygun doğal kaynaklarının
varlığıyla ilişkili olarak dünya ekonomisinden bağımsız bir ekonomik birim olmasına neden
olacaktır ki, bu da sonuçta uluslararası işbölümünün düşük bir düzeyde kalmasına neden
olacaktır. Uluslararası işbölümünün düzeyinin düşmesine paralel olarak dünya ölçeğinde meta
üretim kapasitesi daha düşük seviyede kalarak, dünya meta çıktı miktarında fakirleşmesine
neden olacaktır. iii-) Son olarak dünya ekonomisinde varolan farklılıklar daha çok ağır
sanayinde görülecek ve bu ise dünya üzerinde varolan kaynakların verimsiz ya da gereksiz
kullanımına neden olacaktır (Rodan, 1967, 246). Rodan açıkça azgelişmiş ülkeler için
geleceğin, kapitalist ülkelerin yanında yer almakta ya da kapitalist ilişkileri seçmekte yattığını
belirtmekte. Bu yöndeki seçeneği ikinci ve seçilmesi gereken alternatif olarak tanımlayan
yazar; “Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkeleri için alternatif endüstrileşme biçiminin dünya
ekonomisi” ile bütünleşmeden geçtiğini belirtmekte ve devamla; “Dünya ekonomisi içinde yer
almanın uluslararası işbölümünün avantajlarını kullanabilme olanağı ile birlikte üretim
sonucunda herkes için refahın artacağını” belirtmiştir (Rodan, 1968, 247, vurgu bana ait).
Rodan’ın yukarıdaki açıklaması bugünkü neo-liberallerin gelişme yazınının eleştirisi ve
dahası sanki kalkınma yazının çerçevesini çizdiği dünyanın kapitalizm ve pazar ilişkilerine
karşı imiş gibi gösterilmesinin ne kadar anlamsız olduğunu gösterir nitelikte. R.Rodan daha
sonraki bir çalışmasında, “Büyük İtiş Teorisi Üzerine Notlar” (Notes on The Theory of the
Big Push) ekonominin gelişmesi için yapılacak küçük ölçekli katkıların bir bütün olarak
ekonomide pek de anlamlı olmayacağını ve bundan hareketle ekonomik gelişmenin başarılı
olması için, kaynakların belirli bir kısmının gelişme programına ayrılmasının gerekli
olduğunu vurgular. Yazar dönemin kalkınma yazını içinde çok kullanılan bir örnekle
kalkınma ile uçağın kalkışa geçmesi arasında bir paralellik kurar. Nasıl bir uçak uçuşa
geçmek için kalkmadan önce yerde gerekli bir hıza ulaşması gerekiyorsa, ekonominin de
kalkınmasının sürekliliği için belirli bir miktar kaynağın aynı anda kullanılması gerekir.
Böylece azar azar yapılan yatırımlar toplam ekonomiye gerekli hızı vermezken, ani ve tüm
sektörleri içerecek planlı yatırımların ekonomide sıçrama etkisi yaratarak gelişmeyi
sağlayacağı belirtilmiştir (Rodan,1971,395). R.Nurkse’in “kısır döngü teorisi”,
Gerschenkron’un devleti öne çıkaran analizleri ve tarihsel gelişmeyi evrimci bir şekilde analiz
eden Rostow, dengesiz kalkınma ile Hirschman’ın analizlerini azgelişmişliği bir gerçeklik
olarak kabul eden ama onun kabul edilen bir gerçekliğe dönüştürme siyaseti olduğunu
belirtmemiz gerekiyor. Bu anlamda tabloda işaret ettiğimiz gibi kalkınma yazını bu evresinde
üretimci, sınıf ve cinsiyet körü olma haline devam ediyor, dolayısıyla ideolojik, söylemsel,
fetişistik, iktisat politikası temelli bir dizi özelliği taşıyor. Bu yönüyle kalkınma stratejileri
kapitalizmin bir bütün olarak inşa edilmesinin araçlarını sağlasa bile, kalkınma yazını
gerçekliğin yapısal-sınıfsal cinsiyetçi özelliklerini açığa vurmuyor. Bu anlamda ilk kırılma
tam bir kırılma değildir. 1960’larda Dudley Seers’in The Limitations of the Special Case
başlıklı çalışması kalkınma yazınında önemli bir farklılaşmayı ve gerçekliğe ait bazı ipuçları
veriyor. Bizim yapmaya çalıştığımız gibi Seers çok önceleri genel olarak iktisat ve kalkınma
ders kitaplarını eleştirerek kendi teorik çerçevesini oluşturuyor. Dudley Seers, Paul
Samuelson’un kitabı “Ekonomi”yi ele alarak eleştirir. Eleştirisini kitabın ekonominin genel
ilkelerini öğretmek için kullanıldığını, oysa bu kitabın ele aldığı konular ve bu konular
hakkındaki tüm bilgilerin Amerika gerçekliğinden hareket ettiğini ve bu anlamda azgelişmiş
bir ülkenin, dış ticaret, gelir ve yatırım gibi konularının bu kitaba referans yapılarak
anlaşılamayacağını belirtir. Seers’e göre aslında Samuelson’un kitabının başlığı “Ekonomi”
değil de “Yirminci Yüzyılda Birleşmiş Devletler Ekonomisi” olması gerektiğini belirtir. Seers
devam eden yazısında aynı şekilde Marksist ekonominin de azgelişmiş ekonomilerinin
anlaşılması için yetersiz olduğunu belirtir. Marksist yazın azgelişmiş ekonomileri bir dizi aşırı
soyut kavramlarla anlamaya çalıştığını ve bu yüzden de gerçekliği yakalayamadığını ifade
eder. Seers yazısının sonunda “Ekonominin yeniden yapılanması için yararlı bir başlangıcın
alçak gönüllü ve fakat devrimci bir sloganla başlatıldığını belirtmiş; Ekonomi ekonomiler
üzerinde çalışan bir bilimdir” (Seers, 1967,27,vurgular bana ait). Seers’in devrimci bir
slogana ihtiyaç duymasının nedenleri, aynı zamanda kalkınma teorisinin yöneleceği yeni
aşamayı da işaret etmiş oluyor. Seers, iktisadın yaşanan gerçeğe çok yavaş adapte olduğunu
ve gerçekliğin gerisinde kaldığını belirtiyor. Daha önce yaşanan krizin gerisinde kalan iktisat
şimdi de Afrika, Asya ve Latin Amerika’da süreklilik arz eden yoksulluk sorununu çözmede
yetersiz kaldığını belirtir (Seers, 1967,1). Bu eleştirilerden sonra kalkınma yazınında
gerçekleşen gelişmeler kalkınma sorunun kapitalizmle ilişkili problemlerini açığa
çıkarmaktan daha çok, kapitalizmin açığa çıkardığı bazı problemlere özel ilgi gösterme
belirgin bir biçim alıyor. A.Sen’in sağladığı açılım burada önemli A.Sen, gelişme kavramını
sadece milli gelirde meydana gelecek artış ile ele alınamayacağını bu tarz alışların gelişme ile
büyüme kavramlarını karıştırdığını ifade ederek, gelişmenin aslında “güzel bir yaşam”la
ilgilendiğini belirtir. Gelişme sorunu dendiğinde üretilen metaları değil, insanın merkeze
konması gerektiğine işaret eder. Gelişme yazını ortalama yaşam süresi (life expectancy) ile
ilgilenmeli. Ortalama yaşam süresi ise diğer bir değişken yani yaşam standardı (living
standart) ile ilişkilidir. Bu değişkenleri tanımlayan şey ise hiç kuşkusuz bir kişinin varolması
(being) ve bir şeyleri yapması (doing) ile ilgilidir. Sen’in deyimi ile birinin oldukça iyi bir
durumda varolması için, kişinin varolma ya da yapma fonksiyonlarının gelişmesi gerekir.
Fonksiyonların gelişmesi ise farklı değişkenler arasında birey özgür seçim yapabilmesi
gerekli. Özgürlük aynı zamanda bireyin yeteneklerinin gelişmesi (capabilities) ile yakından
ilgilidir (Sen,1988,16-18). Özgürlük ile yeteneklerin gelişmesi arasındaki ilişki sonuç olarak
insanların ne yapıp yapamayacağı ya da ne olup olmayacağını belirler. A.Sen gelişme
kavramını “koşulların ve şansın bireyler üzerindeki egemenliğini, bireylerin şans ve koşullar
üzerindeki egemenliği ile yer değiştirme” olarak tanımlar (Sen, 1983, 497).[10] Gelişme
kavramında insana verilen önem, kalkınma anlayışın da yeni bir dizi açılım sağlamıştır.
Temel ihtiyaçlar yaklaşımından (basic needs), eşitlikçi gelişmeye (egalitarian development)
ve kendi-kendine güvene dayanan gelişme (self-reliant development) ile doğayı da içine alan
ekolojik gelişmeye bir dizi önemli açılım sağlamıştır. Fakat bu açıklamalarda sorunlar kısmi
ve izole gerçeklikler olarak ele alınmış ve insan merkezli kalkınma ifadesi sınıf körü ve daha
çok yine sorunların çözümü uluslararası ya da ulusal kısa erimli politikalar dolayında
gerçekleştirilmeye çalışılmış.1980’li yıllardan itibaren özellikle devletlerin yeniden dağıtımcı
politikalardan çekilmesiyle bu tarz kalkınmacı yaklaşımların daha çok sivil toplum
kavramlaştırması üzerinden bir dil geliştirdiğini görüyoruz. Türkiye’de, muhalif dünyada
oldukça önemli yeri olan ama ders kitaplarına neredeyse girmeyen bir diğer önemli kırılma
“azgelişmişlik teorileri” diye adlandırdığımız teorilerden geliyor. Azgelişmişlik teorileri
oldukça farklı kaynaklardan besleniyor. Ama temel belirleyenlerden biri kalkınma iktisadı
aracılığıyla geç kapitalist ülkelere verilen sözlerin bir kısmının gerçekleşmiş, diğer kısmının
gerçekleşmemiş olmasıdır. Gerçekleşen kısımlar daha çok emek-para ve meta piyasalarının
gelişmesi iken, gerçekleşmeyen kısım ise bu toplumlarda yoksulluk, işsizlik ve askeri
baskıların ortadan kalkmaması ve daha da kötüsü artarak devam etmesi olmuştur. Aslında
azgelişmişlik teorileri, kapitalizmin geç kapitalistleşen ülkelerde inşa edilme sürecinin
sonuçlarını sistematik hale getirmiştir. Bu anlamda temel vurgu kapitalizmin görünen yüzü
olan emperyalizm karşıtlığı olmuştur. Bu karşıtlık bazen yapısalcı okulda olduğu gibi daha
iktisat içi bir dille, dış ticaret ve fiyat mekanizmasını gündeme alınmasına neden olmuş, bazen
bir bütün olarak emperyalist dünya sistemi olmuş, bazen de ve genellikle kabul gören ise,
kültürel yönelimli azgelişmişlik teorileri olmuştur. Aslında bu teorik açılım aynı zamanda
egemen olan sosyal bilimin de tartışılmasına neden olmuştur. “Sosyal bilimler çerçevesinde
yer alan gelişmeci düşünce tamamıyla Batı’ya aittir. Bu düşünce gelip bizi sömürgeleştirenler
kadar bize yabancıdır” (Goonahlake’den aktaran, Hettne, 1990,74).[11] Bilme tarzı ve
kültürel farklılıkları işaret etmenin yanı sıra azgelişmişlik yazını ve onun öncülleri gelişme
yazınından farklı olarak azgelişmişlik sorununu güç ilişkileri dolayında analiz eder.
Azgelişmişliğin kullandığı bağımlılık kavramı, eleştirel bir kavramdır. Ve gelişmiş ülkelerle
azgelişmiş ülkeler arasındaki ilişkilerin doğasını karakterize etmektedir.
(Wallerstein,1989,s.66). Bağımlılık okulu, içinde birbiri ile tamamen farklı düşünceleri taşısa
bile, tüm bu okulu tanımlayan temel özellik; azgelişmiş denen ülkeler ile gelişmiş ülkeler
arasında süregelen ilişki üzerinde yoğunlaşmaları ve bu ilişkiyi bağımlılık ilişkisi olarak ele
almalarıdır. Okul için merkezi öneme sahip bağımlılık kavramını Dos Santos şöyle açıklıyor;
“Bağımlılık, bir grup ülke ekonomilerinin, diğer ülkelerin büyüme ve yayılmaları tarafından
belirlendiği, bir belirleme durumudur. İki veya daha fazla ekonomi arasında veya bu
ekonomilerle dünya ticaret sistemleri arasındaki karşılıklı-bağımlılık ilişkisi, bazı ülkelerin
kendi itici güçleri ile büyüyebilirken, bağımlı durumda olan diğer ülkelerin, kendi
gelişmelerine olumlu veya olumsuz etkide bulunabilecek biçimde, ancak başat ülkelerdeki
genişlemenin bir yansıması olarak genişleyebilmeleri durumunda, bağımlılık ilişkisine
dönüşür” (O.Brien, 1992, 28). Birçok konuda düşünceler üretmesine rağmen, bağımlılık
okulunu önemli kılan tam da bu noktadır. Yani azgelişmişliği açıklarken azgelişmişliğin
gelişmişlikle ilişkisini göstermek. A.G.Frank’ın değimiyle “azgelişmişlik ile gelişmişlik bir
paranın iki yüzü gibidir, gelişmişliğin kaynağı gelişme, azgelişmişliğin kaynağı da
gelişmedir”. Azgelişmişlik yazını yukarıda kalkınma kavramına ilişkin işaret ettiğimiz
ideoloji olma halini açığa çıkarmıştır. P.Baran’a göre kalkınma iktisadı sömürünün
gizlenmesine yardımcı olan ideolojik bir araçtır.[12] P.Baran’ın temel kitabında: “azgelişmiş
ülkelerin ekonomik kalkınması, gelişmiş kapitalist ülkelerin egemen çıkarlarına kesinlikle ve
temelinden ters düştüğünü işaret” eder. “Sanayileşmiş ülkelere bir çok önemli hammaddeyi
gönderen, bu ülkelerin şirketlerine büyük kârlar ve yatırım alanları sağlayan geri kalmış
dünya, çok gelişmiş kapitalist Batı için her zaman vazgeçilmez bir dayanak, hinterland
olmuştur” (Baran,1974,85). Azgelişmişlik yazını kapitalizmin eşitsiz gelişim özelliklerini
açığa çıkarmakla birlikte, kapitalizmin çevre ülkelerde kalkınmayı sağlamadığı yönündeki
kötümser düşünceye sahip olduğu için, bağımlılığı ortadan kaldıracak kalkınma stratejileri
önermekte. Ama dikkat edilirse burada kalkınma yada üretimci mantığın kendisi
eleştirilmeden daha çok kalkınmayı engelleyen dışsal değişkenler ve dışsal değişkenlerin
taşıyıcı unsuru olan komprador ya da asalak burjuvazi olumsuz değişkenler olarak
eleştirilerek kalkınmacı bir dil oluşturuluyor. Azgelişmişlik yazını genellikle devlet ve halk
kavramları üzerinden oluşturuluyor.[13] Azgelişmişlik yazını, kalkınma yazını açısından
oldukça önemli bir kopuşu ifade etmekle birlikte kalkınma kavramını kapitalist toplumsal
ilişkiler içinde analiz ederek eleştirmeye yönelmez, kalkınma ortak iyi üzerinden tanımlanır.
Azgelişmişlik yazını bu anlamda kalkınma kavramının fetişistik karakterini işaret etmiyor, bu
yüzden de sınıf ve cinsiyet körlüğü devam ediyor. Azgelişmiş yazınının fetişistik olma hali
kapitalizmin yapısal ve dolayısıyla sınıfsal boyutlarını göz ardı ettiği ölçüde, Marksist üretim
tarzları yönelimli üretim tarzları temelli kalkınma yazınının 1970’lerin ortalarında kalkınma
sorununu analiz ettiklerini görüyoruz. Kalkınma yazını için oldukça önemli bir kırılma olan
Marksist gelişme yazınının kapitalizmin yapısal özelliklerini işaret ettikten sonra, bu
özelliklerin farklı toplumsal formasyonda somut olarak nasıl biçimlendiği konusunda
çalışmalar yapılmıştır (E.Laclau, J.Weeks, H.Wolpe, J.G.Taylor, Kay, Brenner, erken dönem
Munck, J.Petras).[14] Kavramsal bir dil kullanılması nedeniyle, genellikle azgelişmişliğe ve
daha da özel olarak tekil ülkelerin sermayenin uluslararasılaşması sürecine kendi koşullarında
nasıl eklemlendikleri sorunu boşlukta kalıyor. Aynı şekilde üretim tarzı ve fiyat üzerinden
analizler kadınların piyasa ve fiyat biçimine dönüşmeyen yeniden üretim koşulları göz önüne
alınmıyor, bu anlamda cinsiyet körlüğü devam ediyor. Aynı şekilde çevre sorunlarına da çok
fazla eğilmediklerini görüyoruz. Marksist yazın kalkınma yazınından kopuşunun temel
belirleyeni, olanın mutlaklaştırılmasına karşılık, olanın eleştirilmesine yönelmiş olmasıdır. Bu
anlamda lehimci mühendislik ve sistem içi kalkınma stratejileri ya da iktisat politikaları
yerine, kapitalizmi aşma yönelimli analizler yapılıyor. Kalkınma iktisadının azgelişmiş denen
ülkeleri dünya kapitalist ilişkileri içine çekme anlamında inşa sürecinin dili olduğunu
belirtmiştik. İnşa sürecinin başlangıcında kapitalist toplumlarla geri kalmış toplumlar
arasındaki farklılık, daha çok niteliksel bir farklılıktı. Ama inşa süreci başarıya ulaştığı ölçüde
hem nitel farklılık daha nicel bir farklılığa dönüşmüş, hem de kapitalizmin açığa çıkardığı
toplumsal sorunlar orta yere yayılmıştır. Bu sorunlar azgelişmişlik yazının gelişmesine neden
olmakla birlikte, aynı zamanda gerek erken kapitalistleşen ülke sermayeleri gerekse geç
kapitalistleşen ülke sermayelerinin ihtiyaçlarındaki yapısal ihtiyaçlarına karşılık gelecek
taleplerin güçlü bir şekilde dile getirilmesine neden olmuştur. Bu talepler kalkınma yazınında
yeniden, egemen tek iktisat anlayışına dönüşe neden olmuştur. Neo-liberal politikalar olarak
da tanımlanan bu yeni stratejiler, piyasanın mutlak egemenliği üzerinden geliştirilmiştir. Neo-
liberal politikalar düşünüldüğünün aksine müdahaleyi ve devleti analizin dışında bırakmaz
ama negatif müdahale diyeceğimiz bir dizi müdahale ile devleti tanımlar. Devlet yüceltilen
pazarın ihtiyaçlarına göre emek-meta ve para üzerinde siyasal olanın kurumsallaşmış eski
biçimleri yani inşa dönemine ait biçimlerini kaldırıp, sermayenin işleyişini daha bir
hızlandıracak yasal düzeneklerin ve kurumsal oluşumları gündeme alır. Pazar dolayısıyla daha
çok üretim, daha çok üretim için daha çok emek ve daha çok tüketim üzerinden yaşam
yeniden biçimlenmektedir. Kalkınma iktisadının iç piyasayı inşa etmesi gibi, neo-liberal yazın
da iç piyasanın dünya piyasasına katılmasının gereklerini yerine getirmektedir. Burada devlet
ve devletin bürokratik mekanizmasının karar alıcı konumlarının yerini, sermayenin doğrudan
örgütleri, ulus ötesi kurumlar ve her iki mekanizma arasında aktif işlev gören piyasa
teknokratları almıştır. Neo-liberal kalkınmacı dil ve pratikler, kalkınma olarak yüceltilen
endüstrileşme ve sanayileşmenin toplumsal yıkımlarını açığa çıkardığı ölçüde, kalkınma
yazınında bir başka kopuşu ama önemli bir kopuşu gündeme taşımıştır. Kalkınma sonrası ya
da kalkınma karşıtı yazın olarak tanımlayacağımız bu tarz ele alış, yöntemi gereği kendi
içinde oldukça farklı açılımlar içermekle birlikte temel yönelimi doğrudan kalkınma
kavramının kendisini eleştirmek olmuştur. Kalkınma sonrası ya da kalkınma karşıtı çalışmalar
özellikle post-modern, post-kolonyal ve feminist çalışmaların biçimlenmiştir (Crush,1995,3).
Batı-merkezli analizlerin disipline edici bilme halleri ve bu halleri pratiğe dönüştüren
mekanizmalarına yönelik analizler, ideoloji kavramından daha çok söylem kavramına
yöneldiklerini görüyoruz. Yani kalkınma yazını ve kalkınma kavramının işaret ettikleri sadece
bir şeyleri gizlemek, örtmekle sınırlı kalmıyor tam tersine işaret ettiği şeyi dönüştürecek bir
özelliğe sahip olduğu belirtiliyor. Bu anlamda Foucault’nun güç ve bilgi ile ilintili söylem
kavramı öne çıkıyor. Kalkınma yazını Batı merkezli disiplinin Üçüncü Dünya’yı içine alacak
şekilde genişlemesi ve farklılıkları kendine benzeterek dönüştürmesine yönelik bir söylem
olarak analiz ediliyor. (Escobar, 1984-5: 377). Kalkınma karşıtı yazın, kalkınmaya yönelik her
tür bilme halinin ve pratiğin ekonomik büyüme değil, bağımlılık ve egemenlikle sonuçlandığı
belirtiyor. Bu anlamda yine ekonomik gelişmenin, ülkenin tümünün gelişmesine neden
olduğu yönündeki düşüncenin aksine, ülke içinde mekansal eşitsizliklere, geri kalmış, çöküntü
bölgelerin varlığına neden olduğu bildiriliyor. Kalkınmanın modernleşmeci boyutunun yerel
kültür ve değerleri tahrip edip, ortadan kaldırdığına işaret ediliyor. Kalkınma yazının ikinci
aşaması ya da kırılmasında ileri sürülen kalkınmanın temel ihtiyaçları karşılamasına ilişkin
yaklaşımların tersine, kalkınmanın sürekli olarak daha fazla yoksulluk ve her geçen gün
kötüleşen çalışma koşullarına yol açtığı ve aynı şekilde çevre dostu kendi kendine yeterli
gelişmenin aksine ekolojik olarak yıkım süreci anlamına geldiği işaret ediliyor. Son olarak
gelişmenin demokrasi ve yönetime katılımı arttıracağı düşüncesine karşı da kalkınmanın insan
hakları ve demokrasiyi tahrip ettiği işaret ediliyor.[15] Kalkınmanın ifade edilişinin
yöntemsel olarak, çizgisel (linear), teleological, ethnosentric ve statik karşılaştırmalı
analizlere dayandığı belirtilmiştir. (Nederveen Pieterse 1991).Kalkınma karşıtı yazının önemli
katkılarından biri, bağımlılık ya da azgelişmişlik yazının alternatif olarak geliştirdiği dilin
aslında kalkınmacı ve modernleşmeci söyleme içkin olduğunu belirtmiş olması
(Manzo,1995); diğeri de ve kalkınmacı yaklaşımların göz ardı ettiği etik, kadın, yerel
oluşumlar, çevre gibi değişkenleri gündeme alınmasına neden olmasıdır. Fakat önemli bir
kopuş gerçekleştirmesine rağmen bu yazının temel problemi ise gerçekliği gündemine
almaması yani çalışmalarında Batı, Birinci Dünya gibi kavramları ve özellikle de kültürel
içerikli tanımlamalara rağmen kapitalizmin yapısal-sınıfsal özelliklerini işaret etmekten
özellikle kaçınmasıdır. Aslında Ray Kiely’in işaret ettiği gibi kalkınma karşıtı yazın, Batıyı,
IMF’yi göstermesi ve Batının Üçüncü Dünya ile ilgilenmesini de piyasa, ucuz emek ve
hammaddeye bağlaması asalında, bu tarz ele alışları azgelişmişlik teorilerine
yaklaştırmaktadır. (Kiely,1999,35). Diğer yandan bağımlılık okulundan farklı olarak bütünsel
ve devlet merkezli bir kopuş yerine daha lokal ve sivil toplum yönelimli stratejileri öne
çıkartıyorlar. Fakat R.Kiely’den farklı olarak her iki yaklaşımda yaşanan olumsuzluklar
(kalkınamama ya da kalkınma) dışsal değişkenlerden hareketle açıklanıyor. Aslında
kapitalizmin ülke içinde gelişmesi ve bu gelişmeye paralel olarak bir iç burjuvazi oluştuğunu,
analizlerine pek fazla konu etmiyorlar. Bu iç burjuvazilerin piyasa yönelimli kültürel
yönelimleri ve yine kar amacına yönelik pratikleri analizlerinin dışında tutuluyor. Kiely’in
ifadesi ile söylem işaret ediliyor ama söylemin arkasındaki aktörlere dikkat
çekilmiyor.Kalkınma sonrası ve kalkınma karşıtı çalışmalar akademik dünyada oldukça etkin
olmalarına karşılık, geç kapitalist ülke pratiklerinde pek belirleyici olamadıklarını ifade
edebiliriz. Ama özellikle 1990’ların ikinci yarısında kalkınmacı analizlerde iki önemli gelişme
olduğunu görüyoruz. Gelişmelerden biri küreselleşme ve neo-liberal politikalara karşı yeniden
devlet merkezli ve halkı öne çıkaran, üretken sermaye ile uluslararası arenada rekabet etmenin
gereklerine vurgu yapan bir anti-küreselleşmeci kalkınmacı muhalif bir yakarmayla
karşılaştık. Günümüzde daha çok Ha-Joon Chang’ın öncülüğünü yaptığı bu tarz analizler daha
çok Alice H.Amsden’in çalışmalarından [16]hareketle ulusalcı-kalkınmacı bir strateji
öneriyorlar. M.Khor’dan, D. Nayyar’a, J.A.Ocompo’ya , L.Taylor’a ve buradan da J.Toye
gibi kalkınma yazının önemli isimlerini içeren bu yaklaşımın şu anda oldukça etkili
olduklarını ve aynı zamanda bilimsel çalışma üretme konusunda çok da verimli olduklarını
söyleyebiliriz.[17] Bu tarz analizler için aslında bir kırılmadan bahsetmekten daha çok
kalkınma düşüncesine geri dönüşten bahsedebiliriz. Analiz, Bağımlılık okulu ile kalkınma
yazını arasında bir yerde duruyor ve kalkınma isteniyor ama bu dönemde ulusal burjuvaziden
daha çok üretken sermaye destekleniyor. Üretken sermayeyi olumsuz etkileyen
küreselleşmenin dışsal dinamikleri ama özellikle uluslararası spekülatif paranın hızını kesecek
iktisat politikaları öne çıkıyor. Sınıf kavramından özellikle ülke içi sınıflardan pek fazla
bahsedilmiyor[18]. Tıpkı kalkınmacı yaklaşımın fetişistik dilinde olduğu gibi üretim ve halk
gibi ortak bölen ifadeler kullanılıyor. Günümüzde belirleyici ve belirleyici olduğu ölçüde
yaşamı dönüştüren temel kalkınma yazınının ve pratiğinin “piyasa merkezli ve devlet destekli
kalkınmacılık” olduğunu söyleyebiliriz. Bu yaklaşımın temel kaynağı konjonktürel olarak
arka arkaya patlak veren krizler olurken, geç kapitalistleşen ülkelerde birinci kuşak
reformların sona erdiği ve bu reformların devamı niteliğinde dünya kapitalizmiyle yapısal
bütünleşmeyi sağlayacak düzeneklerin oluşturulduğu döneme karşılık geliyor. Krizlerle
birlikte eleştirel olmayan burjuva iktisatçıları arasında eleştirel eğilimler açığa çıkmaya
başlamıştır. Bu tartışmalarda öne çıkan ve aynı zamanda kalkınma yazınında yeni bir dönemi
başlatan Dünya Bankası baş iktisatçısı Joseph Stiglitz olmuştur. Krizin açığa çıkardığı
tehlikeleri yakından izleyen Stiglitz, pür piyasacı analizler ve bu analizlerin kuralsızlaştırma
politikalarına karşı, “bizim amacımız kuralsızlaştırma politikaları olmamalı tam tersine
düzenlilik ve kendine güveni sağlayıcı yeni düzenleyicilerin bulunması” gerektiğini işaret
edecektir. Özellikle pür piyasacı analizlerin önemli ölçüde donanımsız kaldıkları bu dönemde
Joseph Stiglitz, piyasanın her zaman için her problemi çözme yeteneği olmayacağını
belirtecek ve bu anlamda devletin bazı problemleri çözmede kendine özgü bir dizi olanağı
olduğunu belirtilecektir. Aslında piyasadaki sermaye sahiplerin kısa erimli çıkar yönelimli
kararlarının yarattığı yıkıma karşı kolektif aklı temsil etmek üzere devlet yeniden göreve
çağrılacaktır. Joseph Stiglitz piyasanın orman yasalarını harekete geçiren ve bu anlamda
gelişme, ilerleme, yetişmenin olabileceğini ileri süren Washington Uzlaşmasına karşılık, yeni
tarz bir kalkınmanın olanaklılığını açıkça ifade edecektir. Sol yönelimli bir dizi muhalif kesim
için anlam ve önem kazanmış olan bu çağrı aslında piyasa için uygun kurumlar oluşturmaya
yönelik bir çağrıdır. Etkin devletin müdahaleleri ile piyasa için gerekli kurumsal değişimler ve
yasal çerçevenin oluşturulmasına ilişkin düzenekler daha sonra IMF ve Dünya Bankası ile
OECD tarafından İkinci Kuşak Yapısal Reformlar olarak tanımlanacaktır. Stiglitz diğer
yandan “yeni kalkınma paradigması” olarak tanımladığı analizinde kalkınma kavramının bir
şeyleri yakalama bir şeylere ulaşma anlamında kullanmış ve kalkınmanın sadece büyüme
olarak ele alınmasının hatalı olduğunu belirtmiştir. Kalkınmayı toplumun dönüşümü olarak
analiz eden Stiglitz, dönüşümün geleneksel ilişkilerden, geleneksel düşünme biçimlerinden,
eğitim, sağlık ve üretimin geleneksel biçimde gerçekleşmesinden modern biçimde
gerçekleşmesine geçiş olarak tanımlar. Stiglitz’in kalkınmaya ilişkin işaret ettiği tüm bu
çerçeve, gelişmeyi yeniden yakalama yetişme anlamında ele almanın sadece üretim yada
sadece doğru fiyatlama ile gerçekleşemeyeceği çok daha farklı yapısal-kurumsal
dönüşümlerin gerçekleşmesi gerekliliği ifade eder. “Nedir bu yapısal kurumsal dönüşümler?”
diye sorulursa, ilk elden teknolojinin önemine ve daha sonra eğitime, ülkenin eğitim
sistemine, bilişim sektörüne bakılarak yanıt verilecektir. Aslında pür piyasacı analizlerin bir
adım geri çekildiği bu aşamada, yetişme, yakalamanın teknoloji, eğitim, bilişim gibi tekil
örnekler dolayında gerçekleşeceği yönünde örtük bir uzlaşma sağlanmıştır
(Stiglitz,2001)[19]. Stiglitz’in işaret ettiği yeni anlayış günümüzde hegemonik bir biçim
almıştır. Verimlilik, rekabet, bilgi toplumu, nitelikli emek, yönetişim, yerel kaynakları
harekete geçirecek bölgesel kalkınma ajansları, eğitim ile istihdam politikalarını eş zamanlı
yürütme, etkin devlet ve bu anlamda kamu harcamalarının kesildiği hayati önem taşıyan
alanlarda sivil toplumun devreye girmesi bu egemen söylemin temel bileşenlerinden sadece
bir kaçıdır. Dünya Bankası, OECD, TUSİAD’ın raporlarına bakmak bu alanda yazılmış teorik
çalışmalardan daha anlamlı olacaktır. Sermayenin kendi kafasında tasarladığı bir dünyanın
eşiğindeyiz, bu anlamda tarihin bir anlamda da sonu olduğunu da söyleyebiliriz. Kalkınma
iktisadının halleri ve zaman içindeki değişimlerini verdikten sonra, Türkiye’de kalkınma
ders kitaplarına yönelik düşüncelerimizi artık daha bir rahatlıkla dile getirebiliriz.
Tablo:1İktisattan Kalkınma İktisadına, Kalkınma İktisadından Kalkınma Karşıtlığına: Süreklilikler,
Kırılmalar ve Geri Dönüşler
Kırılma Süreklilik
X-Piyasa Merkezli ve Devlet Kırılmadan daha çok piyasa Piyasa merkezli, düzenleyici devlet,
Destekli /Kurumsalcı Analizler merkezli bir devlet analizini içerme sınıf ve cinsiyet körü, fetişistik
J. Stiglitz
IX-Anti Küreselleşmeci Kırılma yok. Kalkınmaya geri Kalkınmacı- sınıf körü, fetişistik,
KalkınmacılarDevlet merkezli dönüşHa-Chong, kalkınma stratejileri yönelimli
kalkınma analizler.
VIII-Beşinci Kırılma: Post- Kalkınma teorilerini diskur olarak Fakat kalkınma sorunun bir
developmentalist-Anti-kalkınmacı analiz ediyor ve kalkınma denen gerçeklik olarak kapitalizme ilişkin
yaklaşımlar üretimci mantığın kadın, çevre ve olduğu gerçeği göz ardı ediliyor ve
dahası bir bütün olarak Üçüncü bu anlamda kapitalizmin Üçüncü
Dünyayı egemenlik altına almaya Dünya’da içsel dinamiklerle
yönelik bilgi-uygulamalar olduğunu bağlantısı kurulmadan dışsal bir
işaret ediliyor. (Escobar, Esteva, olgu olarak analiz ediliyor. Yerel
Rahnema, Kothari, geç Munck ) olana dönüş tarzı bir romantik
alternatif geliştiriliyor.
VII-Eleştirel Olmayan İktisada Geri Kırılma Yok Tek İktisada Geri Dünya piyasası ve dolayısıyla
Dönüş (Tek İktisat) Washington Dönüş(Williamson, Bauer, Little, piyasa mekanizması anlaşılması
Uzlaşması (1980’ler) Krueger, Barro, Lukas) gereken tek değişken, yapısal uyum
ve reformlarla piyasanın işlemesine
yönelik teori ve stratejiler.
VI-Dördüncü Kırılma:Marksist Gerçekliğin özellikle yapısal ve Fakat azgelişmişliğe ilişkin
Üretim tarzları ve Üretim sınıfsal dolayısıyla tarihsel boyutunu özellikleri analize katılmıyor,
Tarzlarının Eklemlenmesi işaret ediyor Laclau, Weeks, Wople, cinsiyet ve çevre sorunlarına duyarlı
Taylor, Kay, Brenner, erken dönem değil,
Munck, J.Petras)
V-Üçüncü Kırılma: Azgelişmişlik Kalkınma ideolojisinin özellikle Fakat, sınıf ve cinsiyet körü olma
teorileri (Bağımlılık okulu, gerçekliğe uymayan ülkeler arası haline devam, dolaşım alanın
Yapısalcı okul, neo-marksist eşitsiz güç ilişkileri açığa çıkarılıyor belirleyici olması, fetişistik.
yaklaşımlar) (Prebisch, Baran, Frank,Amin,
Emmanuel, Wallerstein, Furtado,
Sunkel)
IV-İkinci Kırılma: Kalkınma İktisat disiplini azgelişmiş ülke Fakat, sınıf ve cinsiyet körü olma
Azgelişmiş Toplumların Sosyal gerçekliklerini açıklamak için haline devam, dolayısıyla ideolojik,
Gerçekliği Çelişkisi yetersiz kalmakta, ekonomi söylemsel, fetişistik, iktisat
ekonomileri izleyen bir bilimdir politikası temelli.
(Seers, Streeten, Hirschman)
III-İlk Kırılma: Kalkınma İktisadı Gelişmiş kapitalist toplumlara Fakat bütüncülleştirilmiş, üretimci,
benzemeyen toplumların var olduğu sınıf ve cinsiyet körü olma haline
gerçeği ve aşılması için devam, dolayısıyla ideolojik,
öneriler(Nurkse, Rodan, Lewis, söylemsel, fetişistik, iktisat
Gerschenkron, Rostow) politikası temelli.
II-İlk Geri Çekilme:Keynesyen Bırakınız yapsınlar anlayışı Fakat bütüncülleştirilmiş, üretimci,
Analiz değişiyor ve Kalkınma İktisadında sınıf ve cinsiyet körü olma haline
müdahale ve devlet önem kazanıyor. devam.
I-Egemen İktisat (İktisadın işaret ettiği bilgi tüm ekonomiler için geçerlidir, bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler, TRP, Rasyonel aktörler, denge)
V-Türkiye’de Kalkınma Ders Kitaplarına Yönelik Kısa Eleştirel Bir İnceleme

Türkiye geç kapitalistleşen bir ülkenin bütün problemlerini yaşarken iktisat eğitimi alan
öğrenciler, eğitimlerinin son yıllarına kadar neo-klasik iktisadın bütün donanımlarını
yüklenmiş olurlar. Daha sonra sözde ülke problemlerini ele alacak olan Kalkınma İktisadı
dersiyle karşılaşırlar. Tam da bu noktada, ders kitaplarının bilginin sosyalizasyonunu sağlayan
temel araçlar olduğunu düşündüğümüzden dolayı, Türkiye’de okutulan Kalkınma İktisadı
ders içeriklerini ve kitaplarını analiz etmenin bir gereklilik olduğunu söyleyebiliriz. Kalkınma
ders kitaplarına yönelik belirlemelerimizi işaret etmeden önce ilk elden şunu belirtmemiz
gerekiyor, işadamından, politikacısına ve öğrencisine her kesin diline dolanan “ne olacak
bizim bu halimiz?” ifadesi, bu topraklar için kalkınma ya da kalkınmamanın ne kadar önemli
olduğunu açığa çıkarsa bile, iktisat bölümlerinde kalkınma ya da kalkınmamaya ilişkin
derslerin çeşitlenmediğini ve daha da kötüsü ‘kalkınma iktisadı” dersi iktisat bölümlerinin son
sınıfına konduğunu görüyoruz. Yani üç yıl boyunca mikro, makro ve uluslar arası iktisat gibi
egemen iktisat anlayışın tezgahından geçen, bu bilgileri içselleştiren öğrenciler kalkınma
dersine giriyorlar. Öğrenciler bu aşamada kalkınmaya ilişkin dili aşırı sosyolojik ya da okul
bittiğinde işe yaramayacak bir bilgi olarak görüyorlar. Ama diğer yandan son sınıfta okutulan
kalkınma iktisadı dersinde, yukarıda işaret ettiğimiz gelişmeleri içerecek malzemenin yeteri
kadar olmadığını görüyoruz. Çok az sayıda olan kalkınma ders kitaplarının ise ilk elden
kalkınma sorununun tarihsel ve yapısal özelliklerden kaynaklandığını açıklamadan genellikle
nasıl sorusuna yöneldiklerini görüyoruz. Bu anlamda kalkınma stratejisi teknik bir dil olarak,
kapitalizmin inşası için gerekli olanlar işaret ediliyor, ama işaret edilirken buna kapitalizm
değil de fetişistik bir dil ile kalkınma adı veriliyor.Çalışmanın hazırlanma sürecinde
Türkiye’de iktisadi idari bilimler fakültesi olan hemen hemen her üniversite de Kalkınma
İktisadı dersinin okutulmakta olduğunu gördük. (Bakınız Tablo:2). Kalkınma İktisadı dersi
bazı üniversitelerde temel ders olarak programda yer alırken, bazılarında yarı dönemli ders ya
da seçmeli ders statüsündedir. Vakıf üniversitelerinde ise birkaç tane istisna hariç, Kalkınma
İktisadı dersi programa dahil edilmemiştir. Bu çalışmada bizim amacımız, tek tek
araştırmasını yaptığımız üniversitelerde Kalkınma İktisadı dersinin, içeriği ve kullandığı
materyaller üzerinden, analizini yapmaya çalışmaktır.Hemen hemen tüm kamu üniversitelerde
okutulan Kalkınma İktisadı dersinin kaynak kitap sayısının az olduğunu gördük. Mevcut
kitapların bir kısmı, aynı yazarların yenilenmiş baskılarından oluşmakta. (Tablo III’de
araştırılan kitapların listesi sunulmaktadır.) Bu azlığı ders kitapları yerine diğer materyallerin
kullanıldığını düşünmemize yol açıyor, bu anlamda ilk elden ders kitabının egemenliğinden
uzaklaşma eğilimi olduğunu söyleyebiliriz. Fakat üzücü olan bir diğer olgu ise, kalkınma ders
kitapları dışında kalkınma sorununu farklı açılardan ele alan materyal-çalışmaların da çok az
olmasıdır. Teorik çerçevelerin Türkiye gerçeğini anlamak üzerine pek fazla kullanılmadığını
söyleyebiliriz. Çalışmaya yoğunlaştığımızda “Kalkınma Sorununu” yoğun bir şekilde yaşayan
Türkiye’de, bilimsel yazın olarak bu sorunu ele alan uygulamaların, çevirilerin ve
derlemelerin az sayıdadır.olduğunu gördük.[20] Ulaşabildiğimiz kaynaklar üzerinden ders
içeriklerini ve kitaplarını incelediğimizde, kalkınma iktisadı ders kitaplarının daha çok
kalkınma iktisadının oluşum sürecine ait teorilerden hareketle oluşturulduğunu tespit ettik.
Yani ilk kırılma diye tanımladığımız dönemin kuramcıları ve bu kuramcıların kavramsal
çerçeveleri genellikle kullanılıyor. Bu anlamda kalkınma disiplinine ilişkin Tablo-1’de işaret
ettiğimiz diğer kırılmalar ve sürekliliğin ders kitaplarına dahil edilmediğini görüyoruz. Yani
kalkınma sorunu daha çok iktisadın işaret ettiği ve mutlak ve egemen kabul ettiği kapitalizmin
yapısal bilgisinden hareketle analiz edilmektedir ancak ders kitabı olduğu için bu bilginin de
kapitalizmle bağlantısı kurulmamaktadır. Bu anlamda kalkınma iktisadının tümü için genel bir
yargıya varamazsak bile, ders kitapları için genel bir taşlaşma eğilimi olduğunu söyleyebiliriz.
Verili kalkınma disiplinin ilk dönemine ait bilgiler ithal edilirken, bu bilgilere eleştirel
bakılmadığını ve hatta ithal edilen kuramların güncel gelişmelere de pek fazla
uygulanmadığını söyleyebiliriz. Çalışmamızın ilk aşamasında yukarıda ifade ettiğimiz gibi,
ders kitaplarına sosyalizasyonunun aracı olarak bakılmalıdır. Toplumsal gerçeklik, bilginin
niteliğini belirlerken, ders kitapları bu bilginin tanımlanıp, kurumsallaştığı gizli acendalardır
(Martin, 1967, 4).Kalkınma hem ortak faydayı gösteren ideoloji hem uygulama düzeyine
taşındığı için söylem hem de gerçekliktir. Bu anlamda Kalkınma meselesinin her aşamasının
farklılaşan dilinin ve kırılma noktalarının ders kitaplarında görülebilmesi gerekir.
Araştırmamız sürecinde ders kitaplarının içeriğine baktığımızda genel olarak üç bölüm
başlığıyla karşılaşılmaktadır[21].

I. Bölüm: Az gelişmiş ülkeleri tanımlayan kriterler,


II. Bölüm: Kuram ve teoriler,

III.Bölüm: Kalkınma Stratejileri’nden oluşmaktadır.

Birinci bölümden başlayarak değerlendirdiğimizde ilk aşamada az gelişmişliğin ne olduğuna


dair ifadeleri görmekteyiz. Genel olarak konu başlıkları: -Az gelişmiş ülkelerin özellikleri -
Gelişmekte olan ülkelerin özellikleri-Azgelişmişliği tanımlama sorunu-Az gelişme kriterleri
ya da -Fakirlikten kurtulma yolları gibi çeşitli şekiller alsa da içerğin özünde ilk kırılmaya ait
yani literatürde ortodoks kalkınma yazını olarak tanımlanan analizlerden oluştuğunu
görmekteyiz. Diğer yandan örtük olarak kitaplarda modernleşme kuramının karşılaştırmacı
yönteminin belirleyici olduğunu da söyleyebiliriz. Bu metodoloji üzerinden bir nevi Batı’ya
göre geri kalmışlık hastalığının belirtileri ortaya konulmaktadır. Yazarların ifade ettiği bu
hastalığın belirtilerine bakacak olursak,-kişi başına düşük milli gelir. “Kişi başına milli gelirin
düşük olması, azgelişmişlik tanımının en önemli unsuruydu. Bu gösterge, Birleşmiş
Milletler’in konuyla ilgili uzmanlar raporunda da yapılan azgelişmiş ülke tanımının belirleyici
öğesidir (Han, Kaya,2002,14).”“Kişi başına düşen gelir ölçütü, Dünya Bankasının ülke
sınıflandırmasında temel kriter olarak kullanılmaktadır (Taban, Kar, 2004,9).” - yatırım
oranları- tasarruf oranları “Azgelişmiş ülkelerde gelirin kullanımıyla ilgili olarak tasarruf
eğiliminin düşük olması, gelirin dağılımı ile ilgili olarak da tasarrufların dengesiz dağılımı ve
halkın büyük bir bölümünün hiç tasarrufta bulunmaması önemli bir özelliktir (Han,
Kaya,2002, 16).”-hızlı nüfus artışı-tarım kesimindeki nüfus “Tarım kesiminde yaşayan nüfus
toplam nüfusun %65 ve daha fazlasını kapsıyor. Normal olarak gelişmiş ülkelerde bu oran
tarım kesimi için %15’in altındadır (Dülgeroğlu, 1997, 11).”-sanayi yapısı-teknoloji
yetersizliği-girişimci kıtlığı ve yönetsel beceri noksanlığı “…geleneksel yapılara sahip
azgelişmiş ülkelerde bu türden insan sayısı azdır (Kaynak, 2005, 10).”- fizyolojik doğurganlık
- yüksek ölüm oranı-beslenme düzeyi düşüklüğü “Gelişmekte olan ülkelerde beslenme düzeyi
düşüktür, bu olay çalışma kudretini ve verimliliğini olumsuz yönde etkiler. İnsanlar çok
çalışmak isteseler bile bunda başarılı olamazlar. (Hatiboğlu, 1993, 22).”-az enerji tüketimi -
okuma- yazma oranı, eğitim düzeyi düşüklüğü,başlıklarıyla ifade edildiğini görmekteyiz.II.
Dünya Savaşından sonra ekonomik gelişmeye atfen kullanılan gelişme kavramı ancak
yukarıda sıralanan az gelişmiş ülkelere özgü olarak belirlenen içsel dinamiklere müdahale ile
çözüme ulaşacaktır. II. Dünya savaşından sonraki değişen uluslararası dinamikler
doğrultusunda bu ülkelerin sisteme içerilmesinin ve hem de sistemi beslemesinin bir ön
koşulu olarak önerilen çözümler, sosyal bilimlerde yeni kuram ve modeller şeklinde görülür.
Modernleşme kuramının evrim ve ilerlemeci nitelikleri üst kuram olarak sosyal bilimlerin
batılı olmayan azgelişmiş ülkelere çözüm önerilerinde, temel referans olarak ortaya
çıkmaktadır. Azgelişmişliği tanımlama çabalarında ‘karşılaştırma’ yönteminin belirgin bir yer
tuttuğunu söyleyebiliriz. Ders kitaplarında bir ülkenin geri kalmışlığının ya da gelişmişliğinin
düzeyinin diğer toplumlarla karşılaştırıldığında belirleneceği ifade edilmektedir. İkinci olarak
analizlerde ampirik bazı kriterler de belirtilmiştir. Bu kriterler ise genellikler ikinci bölümde
Kalkınma Teorilerinden hareketle geliştirilmiş olan kriterlerdir. Ders içeriklerinden de
görülen oldukça dar kapsamda tutulan ve ana akımla sınırlanan teorilerde Bağımlılık okulu ve
Frank’ın alternatif tanımlamasına yani ‘gelişmeden önce azgelişmişlik yoktur” vurgusuna
birçok kitapta yer verilmemiş ya da özet olarak geçilmiştir. Azgelişmişliği tanımlama ölçütleri
statik olarak ele alınmıştır. Oysa yazımızın başında açıklıkla ifade ettiğimiz gibi mutlak
gelişme ölçütlerinden bahsedemeyiz.Kalkınma İktisadı ders kitaplarının II. Bölümü Kalkınma
Teorilerine ayrılmıştır. Bu bölümde dikkatimizi çeken önemli nokta, teorilerin daha çok
‘azgelişmişlik nedir?’ sorusuna cevap veren çalışmalardan oluşmasıdır. Daha çok içsel
dinamikler üzerinden gerçekleştirilen tanımlar da yukarıda işaret ettiğimiz “iktisat teorisinin”
var olanı mutlak ve evrensel kabul eden yapısal dilinin belirleyici olduğunu söyleyebiliriz..
“Geleneksel kalkınma literatüründe azgelişmiş ülkelerin kalkınamamış olmalarının nedeni, bu
ülke ekonomilerinde çeşitli alanlarda arz ve talepten kaynaklanan kimi önemli yetersizliklere,
üretim faktörlerinin dağılımında görülen aksamalara, girişimci eksikliğine, piyasaların
darlığına, verimliliğin düşük olmasına, kıt ekonomik kaynakların yanlış dağılımına, gerekli
üretim teknolojisinin yokluğuna, insan sermayesindeki eksikliklere vb. etkenlere
bağlanmaktadır. (Han, Kaya, 2002, 35).” Kalkınma teorileri başlıklı bölümde ikinci bölümde,
kalkınma kavramına, sisteme dahil olmak isteyen kesimler için yakalama, yetişme anlamı
yükleyen Ortodoks teoriler sırasıyla ele alınmaktadır. Aynı zamanda bu düşünürler, literatürde
ilk kırılmayı temsil eden, gelişme sürecini iktisat biliminin sınırları içinde algılayan
kuramcılardır. Yukarıda özellikle Lewis örneğinde detaylandırdığımız bu ele alışlar aslında
karşılaştırma üzerinden farklılıkları işaret ettikten sonra iyimser bir yaklaşımla azgelişmiş
denen toplumların da gelişmişler gibi kalkınacakları vurgusunu öne çıkartan düşünürlere
öncelik veriliyor. Kitaplarda kalkınma teorileri derken bu anlamda ilk kırılmanın düşünürleri
olan Rostow’un Büyümenin Aşamaları teorisi, Rosenstein-Rodan’ın Büyük İtiş teorisi,
Lewis’in İkili Yapı kuramı, Nurkse’un Fakirliğin Kısır döngüsü, Abrowitz’in Yakalama tezi
ve Gershenkron, genel olarak bütün kitaplarda gelişme teorileri bölümünün temel konu
başlıklarıdır. Teorilerin analizi bu noktada kesilmektedir. 1960’ların sonlarında belirleyici
olan ve bizim üçüncü kırılma olarak ifade ettiğimiz mono iktisat anlayışına karşı durarak,
iktisadın azgelişmiş ülkeleri açıklamakta yetersizliğini ve ‘ekonominin, ekonomileri inceleyen
bir disiplin’ olduğunu vurgulayan Seers[22] ve Streeten’ın analizleri kitaplarda ya da ders
içeriklerinde yer almamaktadır. Bununla birlikte kalkınma tartışmalarının diğer açılımları ya
da eleştirileri de ders kitaplarında yer almamaktadır. Dördüncü kırılma, gelişmiş ve az
gelişmiş olarak adlandırılan ülkeler arasındaki ilişkinin eşitsizliği üzerinden analiz eden
Bağımlılık yaklaşımı ve Yapısalcılar ve en son olarak gelişme iktisadını meta merkezli ele
alışının insan, cinsiyet ve çevre üzerinde yarattığı etkileri içkinleştirmemesini bütünüyle
eleştiri getiren 1990’lı yılların Post- developmentalist ya da kalkınma karşıtı analizlerini de
ders kitaplarında görememekteyiz. Sadece Ortodoks teorilerin varsayımları tartışılmaktadır ve
Azgelişmişlikte kurtulmak için tasarruf- yatırım oranları yükseltilmeli, sanayi yatırımları
yapılmalı, gelir- tüketim artmalı, ticaret geliştirilmeli eğitim ve teknoloji harcamaları ve bu
sistemin işlerliğini sağlayacak kurumsal düzenlemeler yapılmalı gibi çözüm önerileri
sunulmaktadır. Ev ödevini iyi yapan, idealize edilen sisteme eklenebilecektir. Özellikle
üzerinde tartışılması gereken önemli bir nokta, Türkiye gerçeği bütün bu çalışmalarda
genellikle ya tartışma dışında tutuluyor ya da yukarıda işaret ettiğimiz kavramların sınırları
içinde ele alınıyor. Sadece ortodoks teorilerin sınırları içinde kalsa dahi, gelişme iktisadında
ilk kırılmasını işaret eden kuramların Türkiye ile ilişkilendirilmesini görememekteyiz.
Örneğin Lewis’ın ‘ikili yapı’, Rodan’ın ‘büyük itiş”,ya da Rostow’un ‘kalkınma aşamaları’
kuramlarının Türkiye pratiğinde analizi yapılmadığını da söyleyebiliriz. Türkiye gerçeğini
analiz etme demişken, ders kitaplarında Türkiye gerçeğini anlamaya çalışan Türk aydının
çabalarını da yani Türkiye’deki kalkınma sorununu ele alan Kadro ve Yön gibi analizlere ya
da hareketlere de ders kitaplarında yer verilmemektedir[23]İncelemesini yaptığımız ‘kalkınma
iktisadı’ ders kitaplarının üçüncü bölümü ‘kalkınma stratejilerinden’ oluşmaktadır. Kalkınma
Stratejileri’ne baktığımızda günlük yaşama müdahale eden politik pratiklerin neler olması
gerektiğini işaret ederken, genel olarak kapitalizmin ama özel de ise Türkiye’nin kendine
özgü toplumsal gerçekliğinin dikkate alınmadığını görüyoruz. Yaşanan yapısal-toplumsal
ilişkileri neredeyse dışlayan çerçeveler ile karşılaşıyoruz. Teknoloji, finansman, ihracat gibi
bir dizi olgu değerlendirilirken, devlet kendinden menkul bir gerçeklik olarak yer alıyor.
Devletin neleri kapsadığı ve onu belirleyen toplumsal ve sınıf ya da cinsiyet konumlarından
bahsedilmiyor. Devlet kalkınma stratejileri ile sanki yapısal gerçekliğin tek mimarı gibi. Bu
anlamda kalkınma stratejileri ya da kalkınma politikaları üzerinden bir dil geliştiriliyor.
Böylece devlet dolayında tüm kalkınma iktisadı ders kitaplarında örtük “ortak iyi” arayışı
vardır. Sonuçta bu tarz ele alışlar da, sınıf konumları, cinsiyet ve etnik farklılıkların olmadığı
homojen bir dünya karşımıza çıkar İncelediğimiz Kalkınma iktisadı ders kitaplarına bütüncül
baktığımızda, yukarıda işaret ettiğimiz farklı tanımlamaları ya da farklı dönemlendirmeleri
görememekteyiz. Belki de “Bu sahte dostlara inanmamak için, kendimizi Avrupa
kategorilerinden çıkartmamız ve onları …..yabancı ve yapılandırılmış saymayı öğrenmemiz
gerekir” (Burke, 2001, 83). Pek çoğu yabancı benzerlerinin[24] kopyası gibi hazırlanmış ders
kitaplarındaki kategorilerin ne kadar keyfi olduğunu görebilmemiz gerekmektedir. Seers’ın
yukarıda da belirttiğimiz iktisadın yaşanan gerçekliği anlamaktan ona uyum göstermekte geç
kaldığı düşüncesi, kalkınma iktisat ders kitapları için de aynen kullanılabilir. Bu noktada
farklı bir eğilimden bahsedilmesi gerekmektedir. Egemen iktisadın tüm ekonomileri aynı
mantıktan ele alınması gerektiğini söyleyen analizlerin başat olduğu yeni bir döneme
girilmiştir. Bazen kalkınma iktisadı adı altında büyüme teorileri anlatılıyor, bazen ise
tamamen büyüme teorisi başlıklı dersler programa konuluyor. Bir başka eğilim daha
karşımıza çıkmaktadır. O da genellikle ders kitabı olmayan ama yardımcı materyallerle
sürdürülen küreselleşmeye karşı kalkınmanın gerekliliğini savunan eğilimdir. Ders içerikleri
ve yüz yüze yaptığımız konuşmalardan kalkınmayı küreselleşmeye karşı alternatif olarak ele
alan bir eğilimin de olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu derslerde kullanılan yardımcı
materyallerin de genellikle fetişistik, sınıf ve cinsiyet körü içeriklerle donatıldığını
söyleyebiliriz. Kalkınamamayı küresel dinamiklere bağlayan bu yaklaşımlar, devleti
kutsayacak bir strateji ile sorunların üstesinden gelineceği vurgusu belirleyici vurgu olarak
öne çıkıyor.
VI-Sonuç Yerine: Bazı Sorular

Kalkınma ders kitaplarına ilişkin çalışmamızın ilk elden bulgularını kısaca aktardıktan sonra,
iktisat eğitiminin genel işleyişinin olumsuzluklarının yanı sıra, kalkınma iktisadının tekil
egemen iktisadın öncüllerden çok uzaklaşmadığını söyleyebiliriz. Aslında daha detaylı olarak
ele alınması gereken Türkiye’nin kapitalistleşme sürecine ilişkin eksik ve hatalı
algılanmasının kalkınma iktisadı ve kalkınma iktisadı ders kitaplarından kaynaklanıp-
kaynaklanmadığının sorgulanması özel bir önem taşıyor. Türkiye’nin kalkınması gerektiğine
ilişkin ifadelerin kapitalistleşme ile eş anlama geldiği gerçekliği nasıl göz ardı edilmiştir.
Türkiye’de kapitalist anlamda sınıfların yokluğu ya da yeterince gelişememesi ile yine
kalkınma düşüncesi arasında bağlantı kurmak olası mı acaba? Türkiye’nin kapitalistleşme
sürecini göz önüne almadan kalkınamıyoruz vurgusu ile birlikte açığa çıkan ısrarlı dışsal
değişkenlere yapılan vurgular arasında bağlantı kurulabilir mi? Tüm bu soruların kaynağında
kapitalizmin Türkiye’de inşa sürecini kalkınma kavramı ve bu kavramı fetişleştiren kalkınma
anlayışı olduğunu söyleyebiliriz. Kalkınma yazını aslında bir fiil kalkınma sorunsalının
yapısal-sınıfsal-cinsel özelliklerini açığa çıkaracak ve fetişizmi ortadan kaldıracak bir işlev de
görebilir. Sonuç olarak, kalkınma iktisadı ders kitaplarında geliştirilen bu tutumları sadece
yeni bilgiye karşı takınılan tutum olarak değerlendiremeyiz. Hiç kuşkusuz yeni bilgi her
zaman endişeleri de beraberinde getiriyor. Ama esas sorun yeni bilgiyi açığa çıkaran
gerçekliği gündeme almama da açığa çıkıyor. Bu noktada da uluslararası iktidar ilişkileri ile
bu ilişkilere yapısal olarak bağlanmış akademi arasındaki ilişkiler yani iktidar ile bilgi
arasındaki derin içsel bağlantıların bu disiplin ve Türkiye açısından sorgulanması gerekiyor.
Diğer yandan bilim dünyasının özneleri olan bilim insanlarının süreç içindeki konumlarını da
yeniden gündeme almaları gerekiyor. Ludwik Fleck dediği gibi “Bilinen herhangi bir şey, onu
bilene, her zaman sistemli, kanıtlanmış, uygulanabilir ve doğruluğu besbelli gibi görünmüştür.
Her yabancı bilgi sistemi de, aynı biçimde, çelişkili, kanıtlanmamış, uygulanamaz nitelikte,
hayali ya da gizemli görünmüştür (aktaran Burke, 2001,2).
Tablo:2 Seçilmiş İktisat Bölümleri Kalkınma İktisadı Ders İçerikleri
ÜNİVERSİTE ADI KALKINMA İKTİSADI DERS İÇERİKLERİ
1 ABANT İZZET Yöntem ve temel kavramlar, gelişme- az gelişme çelişkisi, kalkınma
BAYSAL iktisadında yeni konular, kalkınma iktisadının yükselişi ve düşüşü,
ÜNİVERSİTESİ geleneksel kalkınma teorileri: büyük itiş, dualite problemi ve kalkınmanın
aşamaları, dengeli ve dengesiz kalkınma, büyüme kutupları, kalkınmanın
ekonomi politiği, kalkınma iktisadında yeni perspektifler: yeni kurumcu
iktisat, evrimci iktisat ve kalkınma, küreselleşme ve kalkınma,
sanayileşmenin ve kalkınmanın yeni boyutları, fordizmin krizi, post fordist
teoriler: düzenleme okulu, tekno-ekonomik paradigma, esnek uzmanlaşma
ve kalkınma, geç sanayileşen ülkeler, sürdürülebilir kalkınma, dünya sanayi
coğrafyasında yeni eğilimler, bölgesel kalkınma, sanayileşme ve kalkınma
stratejileri.
2 ADNAN MENDERES İktisat Ana bilim Dalının yüksek lisans dersleri arasında Büyüme Ve
ÜNİVERSİTESİ Kalkınma Teorileri var. Büyüme Teorisi, Modern Büyüme Teorisi, İçsel
Büyüme Teorisi, Nüfus, Teknoloji , Doğal Kaynaklar , Sermaye Birikimi
Klasik büyüme modelleri: Keynezyen büyüme modeli, Neo-Klasik
ve Post-Keynezyen büyüme modelleri, parasal büyüme modelleri, alternatif
büyüme modelleri: Neo-Keynezyen büyüme ve yapısalcı makroekonomi,
modern teoriler: Reel İktisadi dalgalanma teorileri.
3 AFYON KOCATEPE Internet sitesinde ders kaydı bulunamadı.
ÜNİVERSİTESİ
5 ANADOLU Kalkınma ve Azgelişmişlik, Azgelişmişlik Ülkelerin Özellikleri, Az
ÜNİVERSİTESİ Gelişmişlik Teorileri, Ekonomik yaklaşımlar. Sosyo-kültürel yaklaşımlar,
Sermaye Birikimi ve Teknoloji: Kalkınma ve sermaye, Kalkınma ve
teknoloji, Kalkınmanın Finansmanı, İç finansman, Dış finansman. Kalkınma
ve İnsan Unsuru, Nüfus, İnsana yatırım, İstihdam, Kalkınma ve Dış Ticaret:
Kalkınma ve uluslararası işbölümü, Koruyucu dış ticaret. Kaynak Dağılımı:
Teorik temeller, Azgelişmiş ülkelerde kaynak dağılımı; Sanayileşme
Stratejileri: İçe ve Dışa Dönük Sanayileşme; Sürdürülebilir kalkınma: Doğal
kaynaklar, Çevre.Dersin tanımı: Azgelişmişliğin nedenlerini, gelişmeyi
engelleyen faktörleri ve gelişmenin temel unsurlarını ortaya koyarak çözüm
yollarını göstermektir.
6 ANKARA Siyasal Bilimler fakültesine bağlı İktisat Bölümü İktisadi Gelişme Ve
ÜNİVERSİTESİ Uluslar arası İktisat kürsüsü. Kalkınma İktisadı III. Sınıf dersi.
7 ATATÜRK İktisadi Büyüme ve Kalkınma Milli gelir, büyüme ve kalkınma kavramları,
ÜNİVERSİTESİ az gelişmiş ülkeler ve özellikleri, ekonomik kalkınmanın genel analizi ve
belirleyicileri, sermaye birikimi ve ekonomik kalkınma, kaynak dağılımı,
ekonomik kalkınma ve teknoloji seçimi, ekonomik kalkınma ve dış ticaret,
ekonomi kalkınma ve nüfus, kalkınma ve büyüme teorileri: klasik model,
Harrod-Domar modeli, Neo-klasik model, modern teoriler.
8 BALIKESİR Kalkınma ekonomisinin kavramsal çerçevesi. Kalkınma-Büyüme olgusu.
ÜNİVERSİTESİ Azgelişmişliğin tanımı ve ölçümü. Azgelişmiş ülkelerin ekonomik ve yapısal
özellikleri. Azgelişmişliğin ekonomik, demografik, sosyo-kültürel ve coğrafi
yönleri. İktisadi kalkınma, sermaye birikimi ve teknoloji. İktisadi
kalkınmanın iç ve dış finansman boyutları. İktisadi kalkınma ve beşeri
sermaye. İktisadi kalkınma ve dış ekonomik ilişkiler. İktisadi kalkınma ve
korumacılık olgusu. İktisadi kalkınma ve kaynak dağılımı. İktisadi kalkınma
ve sanayileşme stratejileri. Sürdürülebilir kalkınma (kavram ve stratejiler).
İktisadi kalkınma ve Küreselleşme.
9 BOĞAZİÇİ Growth and Development Survey of classical and contemporary theories of
ÜNİVERSİTESİ growth and development, and identification of major problems of economic
development and structural change. Topics in Growth and Development The
analysis of development policy process, alternative strategies of growth and
industrialization, and the survey of leading issues in economic development.
10 CELAL BAYAR
ÜNİVERSİTESİ
11 CUMHURİYET İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat kürsüsü var ders programını
ÜNİVERSİTESİ göremiyoruz
12 ÇANAKKALE Tüm dünya ekonomilerinin otomatik ekonomi mekanizması inancının
ONSEKİZ MART kayboluşu ile organik bir gelişme sağlanamayacağının anlaşılması sonunda
ÜNİVERSİTESİ kalkınma hamlelerinin çoğaldığı ortamlarda uygulamaya alınan Kalkınma
Ekonomisi pratikselinin, tarihsel gelişimi anlatılmaktadır. Devlet’in iktisadi
ve sosyal hayata bilinçli biçimde müdahale etme gereği ortaya konmaktadır.
Azgelişmiş ülkelerin kalkınma yöntemlerini “daha ılımlı ve kısmen
emredici” bir planlama anlayışı ile kalkınma ekonomisi deneyimlerine
geçmelerindeki ana nedenler ortaya konmaktadır. Farklı yapısal
gerçekliklerin yanısıra farklı birikimlerin ve yorumlamalarında ortaya
koyduğu farklı sonuçlar irdelenmektedir. Türkiye Ekonomisi’nin özellikleri
ön plana çekilerek yapılanlar ve yapılması gerekenler kıyaslamalı bir şekilde
incelenmektedir. Öğretim Metodu:İstatistik veriler, konu ile ilgili yazılmış
yerli yabancı yayınlar. Öğrenciye araştırabilecekleri konularda ödevler
hazırlattırılarak dersin dinamizmini sağlamak.
13 ÇUKUROVA Klasik ve günümüz Büyüme ve Kalkınma Teorilerinin işlenmesi ve
ÜNİVERSİTESİ ekonomik kalkınma ve yapısal değişiklik ile ilgili başlıca sorunların
tanımlanması.
14 DİCLE
ÜNİVERSİTESİ
15 DOKUZ EYLÜL Dönemlik (bahar dönemi) kalkınma iktisadı dersi okutulmaktadır.
ÜNİVERSİTESİ
16 DUMLUPINAR İktisadi Büyüme ve Uluslararası İktisat Kürsüsü var, ancak gelişme iktisadı
ÜNİVERSİTESİ dersi göremiyoruz. Ders programı pazarlama ve işletme dersleri ağırlıklı.
17 EGE ÜNİVERSİTESİ Dersin Amacı ve Hedefi Kalkınmanın anlamı, kapsamı ve hüküm süren
politikaların içeriği konunun 1950’lerde literatüre girişinden itibaren çeşitli
değişimlere uğramıştır. Bu derste birbirleriyle rekabet halinde olan kalkınma
paradigmaları ile kalkınma ile ilgili konuların küreselleşme bağlamında
tartışılması amaçlanmaktadır. Dersin İçeriği Gelişmiş ve gelişmekte olan·
ülkeler ve bölgelerin mukayeseli analizi · Büyüme ve kalkınma
modelleri Yatırım ve· kaynak dağılımı kriterleri Ar-Ge· faaliyetlerinin ve
beşeri kaynakların kalitesinin kalkınma üzerine etkileri Kalkınma sürecinde
teknolojinin· yayılması ve içselleştirilmesi ( Dönemlik)
18 ERCİYES Kalkınma İktisadı dersi okutulmakta.
ÜNİVERSİTESİ
19 GALATASARAY Kalkınma Teorileri dersi var açıklama yok.
ÜNİVERSİTESİ
20 GAZİ Kalkınma İktisadı ve Politikası
ÜNİVERSİTESİ Tarım ve ekonomik kalkınma, dengeli ve dengesiz büyüme stratejileri, dışsal
ekonomiler ve azgelişmiş ülkeler, azgelişmiş ülkelerde dış ticaretin yapısı ve
Kalkınma, sanayileşme ve dış ticaret politikaları; yeni sanayileşen ülkelerde
ve Türkiye’de sanayileşme, teknolojik gelişme ve ihracat.
21 GAZİANTEP İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat anabilim dalı var ama Kalkınma
ÜNİVERSİTESİ İktisadı dersi bulunmamakta.
22 GAZİOSMANPAŞA Kalkınma ve Büyüme Azgelişmişlik kavramı ve kalkınma. Kalkınma
ÜNİVERSİTESİ teorileri. Kalkınmanın finansmanı. Yabancı tasarruflar, dış yardım, dış borç,
yabancı sermaye. Çokuluslu şirketler. Kalkınma sürecinde teknoloji seçimi
ve teknoloji transferi. Kalkınma stratejileri. Klasik büyüme modelleri.
Keynesyen büyüme modelleri. Neo-klasik ve post Keynesyen büyüme
modelleri. Parasal büyüme modelleri.
23 GEBZE YÜKSEK
TEKNOLOJİ
ENSTİTÜSÜ
24 HACETTEPE Dersin Amacı: Öğrenciye kalkınma modellerini anlatmak ve bu modeller
ÜNİVERSİTESİ ışığında az gelişmiş ülkelerin çeşitli problemlerini tartışmak.KALKINMA
İKTİSADI IDersin İçeriği: Bölüm I: Giriş- Kalkınma İktisadının ve
Düşüncesinin Gelişimi- Kalkınma ve Azgelişmişliğin
Tanımlanmasında kullanılan Ölçütler.- Azgelişmiş Ülkelerin Temel
Özellikleri Bölüm II: Kalkınma ve Azgelişmişlik Kuramları-
Azgelişmiş Ülkelerin Dinamiği ve Kısır Döngü Tezleri: Nurkse- Kısır
Döngüden Çıkış veya Kalkınma Kuramlarına Giriş- Dengeli Kalkınma
Kuramları: Rosenstein-Rodan, Nurkse, Leibenstein- Dengesiz
Kalkınma Kuramı ve Büyük İtiş: Hirschman- İkili Yapı ve Piyasa
Ekonomisi Şartlarının Sınırlılığı : Boeke, Nurkse, Lewis- Kalkınma
İçin Yatırımların Önemi:- W.W. Rostow’un Aşamalar Kuramı-
Harrod-Domar Modeli- Yabancı Yatırımlar ve Azgelişmiş Ülkeler:
Singer- Dış Ticaret Hadleri ve Azgelişmiş Ülkeler: Prebisch-
Latin Amerika Kökenli Yapısalcı Tezler- Kalkınma İktisadında
Marksist ve Neo-Marsist Kuramlar: Marx, Baran, Frank, Amin,
EmmanuelBölüm III: Kalkınma ve Yurtiçi Kaynakların Harekete
Geçirilmesi- Tasarruflar ile İktisadi Büyüme - Finansal
Serbestleşme ve İktisadi Büyüme- Enflasyon ve Kalkınma
İlişkisiKALKINMA İKTİSADI II Dersin Amacı: Azgelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerin gelişme sürecinde ekonomik faaliyetlerin yerine
getirilmesinde karşı karşıya kaldığı temel sorunların ve bu süreçte diğer
ülkeler ve ülke grupları ile olan ilişkiler ile bu yapıların bilinen iktisadi
teoriler çerçevesinde analiz edilmesi.Dersin İçeriği: Bölüm I. Kalkınma
ve Yurtiçi Kaynakların Harekete Geçirilmesi- Sermaye İhtiyacı ve
Sermaye birikimi- Kaynakların DağılımıBölüm II. Kalkınma ve Dış
Mali Kaynak Akımı- Dış Yardım - Dış Borç ve Borç Krizinin
İncelenmesi- Dorudan Yabancı YatırımBölüm III. Çok Uluslu
Şirketler- Gelişim ve Özellikleri- Ulusal Ekonomi Üzerine
EtkileriBölüm IV. Kalkınma ve Teknoloji İlişkisi- Teknoloji
Kavramı ve AGÜ’lerde Teknoloji Seçimi- Teknoloji TransferiBölüm
V. Kalkınma ve Dış Ticaret İlişkisi- Kalkınmada Dış
Ticaretin Yeri ve Önemi- AGÜ’ler Açısından Dış Ticaret Hadlerinin
Önemi- Kalkınmada Dış Ticaret Politikası Seçimi: İçe Dönük ve Dışa
Açık Politikalar

VI-Kaynaklar

Abramovitz, M(1986) “Catching-Up, Forging Ahead and Falling Behind.” Journal of


Economic History, cilt 46, sayı. 2..

Alavi, H ., 1972, The state in post-colonial society, New Left Review, 1974

Alvares, C (1992b) Science, in W Sachs (ed), The Development Dictionary: A Guide to


Knowledge asPower, Zed Yayınevi,
LondonAmin, S (1989) Eurocentrism, Zed Publ. London.Amsden, A. (1990)
Third World industrialization: ‘global fordism’ or a new model?’, New Left
Review, 182,

Amsden, A. (2001) The Rise of the Rest, Oxford


University Press, New York.

Balassa, B (1982) Development Strategies in Semi-industrialized Economies (


Baltimore, MD: Johns Hopkins University Press).Balassa,

B (1988) “The lessons of East Asian development: an overview”, Economic Development


andCultural Change, 36 (3), pp S273–S290.

Balassa, B (1989) “Outward orientation”, (eds: H Chenery & T N Srinivasan), Handbook in


Development Economics, Vol 2 Amsterdam.

Banuri,T(1990)”Development and the Politics of Knowledge: A Critical Interpretation of The


Social Role of Modernization”., Domianting Knowledge, Development, Culture,
Resistance., (ed:F.A.Marglin ve S.A.Marglin)., Clarendon Press, Oxford

Baran,P(1976) Büyümenin Ekonomi Politiği, çev; E,Günçe, May Yayınları, İstanbul.

Bartlett,R.L ve D.J.Weidenaar (1988) “Am Introduction to the Proceedings of the 1987


Invitational Conference on the Principles of Economic Textbook”, The Journal of
Economic Education, cilt 19, sayı 2, sayfa: 109-112

Başkaya,F(1994) Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, İmge Yayınevi, İstanbul.

Bernstein.H(1992)”Gelişme Toplumbilimine Karşılık Azgelişmişlikl Toplumbilim mi?.,


ed:M.Ersoy., Emperyalizm Gelişme ve Bağımlılık Üzerine., V Yayınları., Ankara

Bello,W, S.Cunningham veB.Rau(1998)Karanlık Zafer, (çev:F.Başkaya),İmge Yayınları,


Ankara.
Blömström,M & Hettne,B.(1987) Development Theory in Transition, London.

Booth,D (1985) “Marxism and Development Sociology” World Development, Vol.13/7.

Booth, D (1994) Rethinking Social Development, Longman, Londra.

Booth, D. (1994) Rethinking social development: an overview, in: D. Booth (Ed.) Rethinking
Social Development: Theory, Research and Practice Longman,
London.

Brenner,R(1986)”Kapitalist Gelişmenin Tarihsel Kökenleri”, 11.Tez, sayı 3

Brigg M (2002) “Post-development, Foucault and the Colonisation Metaphor”.


Third World Quarterly 3(3):421–436

Brohman,J (1995) “Economism and Critical Silences in Development Studies: A Theoretical


Critique of Neoliberalism”, Third World Quarterly, cilt 16, sayı 2, sayfa 297-318.

Brown,M.J ve D.O.Scneider(1980) “The Economics Textbook: A Learning Tool or Source of


Frustration?”, Peabody Journal of Education, cilt 57, sayı 3, Nisan sayfa:172-177

Burket,P ve M.Hart-Landsberg(2000)Development,Crisis and Class Struggle, Macmillan,


Londra.

Buttel, F. and P. McMichael (1994) ‘Reconsidering the Explanandum and scope of


development studies: toward a comparative sociology of state economy relations’,
(ed:D. Booth ), Rethinking Social Development. Longman, Londra.

Can,B.B(1998) “İktisat Ders Kitaplarının İktisadı”, İktisat Dergisi, sayfa 18-20.

Chang Ha-Joon ve Grabel Ilene. (2005) Kalkınma Yeniden, Alternatif İktisat Politikaları El
Kitabı, Çeviren: Emre Özçelik, Ankara, İmge Kitabevi.

Cardoso,F.H(1990) “Dependency and Development in Latin America”., ed:H.Alavi ve


T.Shanin., Sociology of Developing Societies., Mac Millan., Londan

Carter,A.F(1984)”EklemlenmeninEklenmesi”.,Haz;H.Ç.Keskinok ve M.Ersoy., Üretim


Tarzlarının Eklenmesi., Birey ve Toplum Yayınları., Ankara

Chilcote, R ve D.L.Johnson(1983) Theories of Development Mode of Production or


Dependenc?,Sage,Publ.,London.

Chilcote, R. (1990) ‘Post-Marxism: The Retreat from Class in Latin America’, Latin
American Perspectives cilt 17 sayı 2.
Clarke,S(1988)Keynesianism and Monetarism and The Crisis of The State,Edward Elgar,
London.

Crossley,M ve M.Murby(1994) “Textbook Provision and The Quality of The School


Curriculum in Developing Contries”,Comparative Education, cilt 30, sayı 2,
sayfa 99-104.

Corbridge,S.(1991)” Post Marxism and Development Studies: Beyond The Impasse”, World
Development, Vol.18/5.

Corbridge,S.(1994) ‘Post-Marxism and Post-Colonialism: The Needs and Rights of Distant


Strangers’, in D. Booth [ed.] (1994) Rethinking Social Development. Longman,
Londra.Cowen, M P &

Shenton, R W (1995) The invention of development, in: J Crush (ed), Power of Development,
Routledge, London

Cowen, M P & Shenton, R W (1996) Doctrines of Development, Routledge,


London

Crush, J (1995) Power of Development (London: Routledge).

Dutt,A.K ve K.P.Jameson(1992)New Directions in Development Economics,Edward Elgar,


Vermont.

Edwards, M (1989) “The Irrelevance of Development Studies”, Third World Quarterly, cilt
11, sayı 1.

Ercan,F (1995)Gelişme Yazını Açısından Kapitalizm, Modernizm ve Azgelişmişlik, Sarmal


Yayınları. 1995.

Ercan, F (2001) “Ders Kitaplarına Girmeyen İktisatçılar, İktisatçı Olarak Kabul Edilmeyen
Sosyal Bilimciler”, İktisadın Dama Taşları-1, İFMC Yayınları, İstanbul, s.249-
270

Ercan,F(2003) “Türkiye’nin Kalkınma Seçeneklerinin Eleştirisi ve Alternatif Bir Çerçeve”,


Ekonomik Yaklaşım, Kongreler Dizisi 3, sayı 49, cilt 14.

Escobar, A (1984) Discourse and power in development: Michel Foucault and the relevance
of his workto the Third World, Alternatives , cilt 10, sayı 3.

Escobar, A (1995) Encountering Development. The Making and Unmaking of the


Third World Princeton University Press , Princeton.
Escobar, A. (2004) Beyond the Third World: Imperial globality, Global Coloniality and Anti-
globalisation Social Movements”, Third World Quarterly, 25.

Esteva, G (1995) Development, in: W Sachs (ed), The Development Dictionary: A Guide to
Knowledgeas Power, pp 6–25 (
London: Zed Books).

Evans, P. (1989) “Predatory, Developmental, and Other Apparatuses: A Comparative Political


Economy Perspective on the Third World State” Sociological Forum, Vol.4,
No.4.

Evans, P. (1995) Embedded Autonomy, Princeton University Press.

Everett, M (1997) “The Ghost in the Machine: Agency in ‘poststructural’ Critiques of


Development”, Anthropological Quarterly, cilt 70, sayı 3.

Ferguson, J (1994) The Anti-Politics Machine: ‘Development,’ Depoliticization, and


Bureaucratic Power in Lesotho, Cambridge
University Press,Cambridge.

Fine. B (2002)“Neither the Washington Nor the Post-Washington Consensus: A


Introduction”, www.networkideas.org

Frank, A. G(1967), ” Development Sociology and Underdevelopment of Sociology”,


Catalyst, Summer.

Frank, AG (1967) Capitalism and Underdevelopment in Latin America, Monthly Review,


New York.

Frank, AG (1969) Latin America: Underdevelopment or Revolution Monthly Review,


New York.

Frank, AG (1972) Lumpenbourgeoisie –Lumpendevelopmen t Monthly Review,


New York.

Frank.A.G(1975)”Azgelişmişliğin Gelişmesi” ed: M.Ersoy., Emperyalizm Gelişme ve


Bağımlılık Üzerine., V Yayınları., Ankara

Frank,A.G(1982) On Capitalist Underdevelopment, Oxford University Press, Bombay

Frank,A.G.(1982a) Dependent Accumulation and Underdevelopment, London.

Friedman,M(1953) “The Methodology of Positive Economics”, içind Essays in Positiev


Economics,University of Chicago Pres, Chicago.
Foucault,M.(1980)”Truth and Power”., Power/Knowledge., Selected Interviews and Other
Writings 1972-1977 (ed;C.Gordon), Harvester Wheatsheaf, New York

Foucault,M.(1985) Discipline and Punish,London.Foucault,M.(1994)Kelimeler ve Şeyler.,


çev. M.A. Kılıçbay., İmge Yayınları, Ankara

Focault,M(2004) Toplumu Savunmak Gerekir, (çev:S.Aktaş), YKY, İstanbul

Frobel, F., J. Heinrichs and O. Kreye (1980) The New International Division of Labour.
Cambridge University Press, Cambridge.

Furtado, C (1970) Economic Development of Latin America,


Cambridge University Press,Cambridge.

Furtado,C (1983) Accumulation and Development, Martin Robertson, Oxford

Gerschenkron, Alexander (1966) Economic Backwardness in Historical Perspective. A Book


of Essays, , Ma:Harvard University Press Cambridge.

Gülalp,H(1983) Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri, Yurt Yayınları;


Ankara.

Hansen,L (1988) “Real Boks and Textbooks”, The Journal of EconomicEducation, cilt 19,
sayı 3, sayfa 271-274.

Hettne,B.(1990) Development Theory and Three World, London.

Higgins, B (1968) Economic Development: Problems Principles and Policies, W.W. norton
and Company Inc.,New York

Hirschman,A.O(1981)”The Rise and Decline of Development Economics” Essays in


Trespassing Economics to Politics and Beyond, Cambridge University Press,
Cambridge

Horkheimer,M(2005)Geleneksel ve Eleştirel Kuram, (çev:M.Tuz<el), YKY yayınları,


İstanbul

Ingham,B(1993) “The Meaning od Development: Interactions Between “New” and “Old”


Ideas”., World Development., cilt 21, sayı 4

İşgüden,T (1995) “Kalkınma Kuramları”, Gelişme İktisadı Kuram- Eleştiri- Yorum”


(der:T.İşgüden, F.Ercan,M. Türkay), Beta Yayınları.İstanbul

Kay, K (1989) Latin American Theories of Development and Underdevelopment, London,


Routledge.
Khor,M(2003) “Globalization,Global Governance and Dillemas of Development”, (ed:Ha-
Joon Chang), Rethinking Development Economics, Anthem Pres.

Kiely,R(1995) “Third Worldist Relativism: A new Form of Imperialism”., Journal of


Contemporary Asia., vol 25 sayı 2

Kiely,R(1999) “The Last Refuge of The Noble Savage? A Critical Assesment of Post-
Development Theory”, The European Journal of Development Research, cilt 11,
sayı 1, sayfa 30-55

Kimble, H(1969) “On The Teaching of Economics in Africa”, The Journal of Modern African
Studies, cilt 7, sayı 4, sayfa 713-741.

Keskinok,ÇH ve M.Ersoy(ed.)(1984) Üretim Tarzlarının Eklemlenmesi Üzerine, Birey ve


Toplum Yayınları, Ankara.

Krueger, A (1978) Foreign Trade Regimes and Economic Development: Liberalization


Attempts and Consequences, Ballinger Press,
Cambridge

Krueger, A (1985) The experience and lessons of Asia’s super-exporters, in: V Corbo, A
Krueger & F Ossa (eds), Export-oriented Development Strategies, Westview
Press,
Boulder.Krueger,

A O, Schiff, M & Valdés, A (eds) (1991) The Political Economy of Agricultural Pricing
Policy, Vol 1, Latin America, Baltimore, Press for the World Bank, Johns
Hopkins University.

Kumar,K(1988) “Origins of India’s “Textbook Culture”, Comparative Education Review, Cilt


32, sayı 4, sayfa 452-464.

Laclau,E(1984)”Latin Amerika’da Feodalizm ve Kapitalizm”., Hazırlayanlar: H.Ç.Keskinok


ve M.Ersoy.,Üretim Tarzlarının Eklenmesi., Birey ve Toplum Yayınları., Ankara.

Laclau,E(1985)İdeoloji ve Politika,(çev:H.Sarıca),Belge Yayınevi,İstanbul.Lal, D (1983) The


Poverty of Development Economics, Institute of Economic Affairs,
London.

Lehmann, D. (1997) ‘An Opportunity Lost: Escobar’s Deconstruction of


Development’,Journal of Development Studies cilt 33, sayı 4.

Lewis,W,A(1949)The Principles of Economic Planning, George Allen&Unwin Ltd.London

Lewis,W,A(1953)Aspects of Industrialization, National bank of Egypt,Cairo


Lewis,W.A(1967) “Economic development with Unlimited Supplies of Labour”., eds;
A.N.Agarvala ve S.P.Sing içinde., The Economics of Development A Galaxy

Lewis, W. Arthur;(1984), “The State of Development Theory”; The American Economic


Review; Newyork, Vol.74, No.1,

Lewis, B.W ve P.A.Samuelson (1963) “Foreward” The American Economic Review, cilt 53,
sayı 1,

Manzo,K(1991)”Modernist Discourse”., Studies in Comparative International Studies., cilt


26, sayı 2

Marglin,S.A,(1990)”Towards The Decolonization of The Mind”., Domianting Knowledge,


Development, Culture, Resistance., ed: F.A. Marglin ve S.A.Marglin.,Clarendon
Press, Oxford

Marglin,S.A,(1990a)”Lousing Touch:The Cultural Conditions of Worker Accomodition and


Resistance”., Domianting Knowledge, Development, Culture, Resistance.,
ed:F.A.Marglin ve S.A.Marglin.,Clarendon Press,Oxford

Marglin,F,A,(1990b) “Smallpox in Two Systems of Knowledge”., Domianting Knowledge,


Development, Culture, Resistance., ed: F.A . Marglin ve S.A.Marglin.,Clarendon
Press, Oxford

McCloskey,D.N.(1985)The Rhetoric of Economic, Universitry of WQisconsin Pres,


Wisconsin.

McGraw,H.W(1999) “Samuelson’s “Economics” at Fifty: Remarks on The Occasion of the


Anniversary of Publication”, The Journal of Economic Education, cilt 30, sayı 4,
sayfa 355-359.

Meier. G ve M-Baldvin R (1957), Economic Development : Theory, History, Policy,


Chapman&Hall , London

Merton,K (1968) Social Theory and Social Structure, The Free Pres, New York.

Munck, R. (1985a) Politics and Dependency ın The Third World, Zed Boks, London.

Munck, R. (1985b) “Bağımlı Toplumsal Oluşumlarda Siyasal Yapı ve Sermaye: Brezilya


Örneği”, Dünün ve Bugünün Defterleri Dünya Sorunları Dizisi-2: Latin
Amerika’da Militarizm ve Demokrasi, İstanbul: Alan Yayıncılık

Munck,R ve D.O.Hearn(1999) Critical Development Theory:Contributions to a New


Paradigm, Sed Boks,Londra
Nayyar,D(2003) “Globalization and Development”, (ed:Ha-Joon Chang), Rethinking
Development Economics, Anthem Pres.

Nederveen Pieterse , J. 1998, “My Paradigm or Yours? Alternative Development, Post-


Development, Reflexive Development”, Development and Change, cilt 29, sayı 2

Nederveen Pieterse, J (1991) Dilemmas of Development Discourse: The Crisis of


Developmentalism and the Comparative Method, Development and Change, cilt
22, sayı 1.

Nederveen Pieterse, J (1998) My paradigm or yours? Alternative development, post-


development, reflexive development, Development and Change, cilt 29, sayı 2

Nederveen Pieterse, J (2000) After post-development, Third World Quarterly, cilt 21, sayı 2.

Nurkse, R.(1964)Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü; (çev: Ş. Adalı), İstanbul


Yayınları, İstanbul

Nurkse,R(1966)”Azgelişmiş Ülkelerde Büyüme”, İktisadi Büyüme ve Gelişme (ed) Sermet


Matbaası, İstanbul

Nurkse,R(1967)”Some Internal Aspects of The Problem of Economic Development”


eds;A.N.Agarvala ve S.P.Sing içinde., The Economics of Development, A Galaxy
Book, Oxford

O’Brien.P:J(1992)”Latin Amerika Bağımlılık Kuramlarının Eleştirisi”., ed:M.Ersoy.,


Emperyalizm Gelişme ve Bağımlılık Üzerine., V Yayınları., Ankara

Ocompo,J.A(2003) “Development and Global Order”, (ed:Ha-Joon Chang), Rethinking


Development Economics, Anthem Pres.

Patnaik,P(2005) “Yeni Emperyalizm”, Yeni Emperyalizmin Ekonomisi,Yeni Hayat


Kütüphanesi, İstanbul.

Petras, J.(1970) Politics and Social Structure in Latin America, New York: Monthly Review.

Petras, J. ve H. Veltmeyer (1999) “Latin America at the end of the millennium”, Monthly
Review, 51 (3).

Petras, J. (2004) “Myths and Realities: President Chavez and the Referendum,”
Counterpunch, 2 September.

Pieterse,J.N(1991)”Dilemmas of Developmenty Discourse; The Crisis of Developmentalism


and The Comperative Method”., Development and Change., sayı 22
Preston,R.W(1982)Theories of Development., Routledge- Kegan., London

Preston,R.W(1985)New Trends in Development Theory., Routledge- Kegan., London

Preston,P.W(1986)Making Sense of Development, Routledge, London

Rahnema, M ve V.Bawtree(ed) (1997) The Post-Development Reader (


London: Zed Books).

Rist, G. (1997) The History of Development.


London: Zed Books.

Robinson,J(1967) “Opening Remarks”, Eds; K.Martin &J.Knapp, The Teaching of


Development Economics., Aldine Publishing Company, Chicago

Robbins,L(1979)“The Nature of Economic Generalization”, (ed: F. Hahn ve M.Hollis),


Philosphy and Economic Theory, Oxford Un.Pres,OxfordRosentein

Rodan. P.N(1968)“Problems of Industrialization of Eastern and South-Eastern Europe”., (ed.)


A.N.Agarwala ve S.P.Singh., The Economics of Underdevelopment., A Galaxy
Books.,New York

Rostow, W.W.; (1971), Politics and The Stages of Growth, Cambridge University
Press,London

Ruccio, D.F. (1991) “When Failure Becomes Success: Class and the Debate over Stabilization
and Adjustment”, World Development, 28 (9).

Sachs, W (ed) (1992) The Development Dictionary. A Guide to Knowledge as Power, Zed
Books,
London.Samuelson,A.P(1999) “Samuelson’s “Economics” at Fifty: Remarks on
The Occasion of the Anniversary of Publication”, The Journal of Economic
Education, cilt 30, sayı 4, sayfa 352-355.

Santos, T (1975) ”Bağımlılığın Yapısı”., der; A.Aksoy., Azgelişmişlik ve Emperyalizm,


Gözlem Yayınları., İstanbul

Schuurman F J (1993) Beyond the Impasse: New Directions in Development Theory.


London: Zed Books

Schuurman, F J (2000) “Paradigms Lost, Paradigms Regained? Development Studies in the


Twenty-firstCentury”, Third World Quarterly, cilt 21, sayı 1.

Seers,D(1967) “The Limits of The Special Case”. Eds; K.Martin &J.Knapp, The Teaching of
Development Economics, Aldine Publishing Company, Chicago
Seers, D(1979)”The Birth, Life and Death of Development Economics”; Development and
Change, London,Vol.10

Sen, A (1983), “Development: Which Way Now ?” , Economic Journal ,Vol.93,

Skousen, M (1997) “The Perseverance of Paul Sanuelson’s Economics”,The Journal of


Economic Perspectives, cilt 11, sayı 2, sayfa 137-152.

Stiglitz,J.E(1988) “On The Market for Principles of Economics Textbooks: Innovation and
Product Differentiatition”, The Journal of Economic Education, cilt 19, sayı 2,
sayfa: 171-177

Streeten, P(1983)”Development Dichotomies”, World Development, Vol. 11, No. 10,

Streeten, P (1984), ” Basic Needs: Some Unsettled Questions”, World Development, Vol.12,
No.

Şenses,F(ed:)(1996)Kalkınma İktisadı Yükselişi ve Gerilemesi, İletişim Yayınları, İstanbul.

Taylor;J.G(1984a)”Üçüncü Dünya Formasyonlarının Çözümlenmesi İçin Kuramsal


Öngerekler”., Hazırlayanlar:H.Ç.Keskinok ve M.Ersoy., Üretim Tarzlarının
Eklenmesi., Birey ve Toplum Yayınları., Ankara

Taylor,J(1979)From Modernization To Modes of Production, Mac Millan, London

Thirwall, A.P. (1989), Growth and Development, Macmillan Education

Todaro,M.(1985) Economic Development in the Third World, Longman, NY.Toye,J(2003)


“Changing Perspectives in Development Economics”,(ed:Ha-Joon Chang),
Rethinking Development Economics, Anthem Pres.

Vandengeast.P ve H.F.Buttel (1988)”Marx,Weber, and Development Sociology: Beyond The


Impasse”., World Development., cilt 16, sayı 6

Wade, R (1990) Governing the Market: Economic Theory and the Role of Government in East
Asian Industrialization, Princeton University Press, Princeton.

Wallerstein,I(1989)”Kavram ve Gerçeklik Olarak Burjuvazi”, Defter, sayı 8.

Wallerstein,I(1992)Tarihsel Kapitalizm,(çev;N.Alpay), Metis Yayınevi, İstanbul.

Warren, B. (1973) ‘Imperialism and Capitalist Industrialisation’, in New Left Review 81: 9–
44
Watts,M.(1987) “Ideology, Textbooks and the Teaching of Economic”, Theory into Practice,
cilt 26, sayı 3, sayfa 190-197.

Weeks, J and E. Dore (1979) “International exchange and the causes of backwardness”, Latin
American Perspectives, 6 (21).

Weeks, J. (1981) “The Differences Between Materialist Theory and Dependency Theory and
Why They Matter”, Latin American Perspectives, 8 (3-4).

Weeks, J. (1985) “Epochs of capitalism and the progressiveness of capital’s expansion”,


Science & Society, 49 (4).

Williamson, (1993) “Democracy and the Washington Consensus’.” World Development, cilt
21, sayı 8

Wolpe,H(ed)(1980)The Articulation of Modes of Production, Routledge and Kegan


Poul,London.

World Bank (1997)The State In A Changing World, World Development Report, Washington
DC: World Bank Press.

World Bank (2002) Building Institutions For Markets, World Development Report, Oxford
University Pres.
Tablo: III Ele Alınan Kalkınma İktisadı Ders Kitapları Listesi
1 Vural Savaş Kalkınma Ekonomisi, Bursa İkt. Ve Tic. İlimler Akademisi
Yayınları,1974.
2 Selahattin Birkan Azgelişmiş Ülkeler, Sosyal ve Ekonomik Kalkınma, Hamle
Matbaası,1960.
3 Muhteşem Kaynak Ekonomik Kalkınma, Ankara,1988.
4 Zeyyat Hatiboğlu İktisadi Kalkınma, Hamle Matbaası,1967.
5 Erol Manisalı Gelişme Ekonomisi, İ.Ü. Yayınları, 1975.
6 Zeyyat Hatiboğlu Gelişme ve Türkiye İktisadı, Beta, 1993.
7 Ergül Han, Ayten Ayşen Kalkınma Ekonomisi, Teori ve Politika, Birlik Ofset, 1997.
Kaya
8 Ercan Dülgeroğlu Kalkınma Ekonomisi, Uludağ Üniversitesi Yayınları, 1997.
9 Sami Taban, Muhsin Kar Kalkınma Ekonomisi, Seçme Konular, Ekin Kitabevi,2004.
10 Ergül Han, Ayten Ayşen Kalkınma Ekonomisi, Teori ve Politika, Eskişehir, 2002.
Kaya
11 Muhteşem Kaynak Kalkınma İktisadı, Gazi Kitabevi, 2005
12 Ömer Gürkan Ekonomik Büyüme Ve Kalkınma, Teori- Model- Strateji, Derya
Kitabevi, 1989.
13 Ergül Han, Ayten Ayşe “Kalkınma Ekonomisi, Teori ve Politika”, Eskişehir, 1999.
Kaya
14 Muhsin Kar, Sami Taban İktisadi Kalkınmada Sosyali Kültürel ve Siyasal Faktörlerin Rolü,
Ekin Kitabevi, 2005.
15 Tamer İşgüden, Fuat Gelişme İktisadı Kuram- Eleştiri- Yorum”, Beta
Ercan, Mehmet Türkay Yayınları.İstanbul
(ed)
Özet:İktisat ve ideoloji arasındaki ilişkilerin açığa çıkarılmasına yönelik bir dizi
çalışma gerçekleştirilmiştir. Tüm bu eleştiriler önemli bir dizi açılım sağlamakla
birlikte, bir düşünce tarzı olarak iktisadın egemenliğinin nedenleri/ kaynakları pek fazla
sorgulanmamıştır. İktisat ve iktisada içkin olan egemen ideolojinin temel
kaynaklarından biri, iktisat eğitimidir. İktisat eğitimi iktisat ideolojisinin temel
kaynaklarından biridir. İktisat ideolojisinin sosyalizasyonunu sağlayan temel değişken,
iktisat eğitimine içkin olan müfredat ve bu müfredatın destekleyen ders kitaplarıdır.
İktisat ideolojisinin geç kapitalistleşen ya da azgelişmiş toplumlardaki sosyalizasyonunu
açığa çıkaracak önemli araçlardan biri kalkınma iktisadıdır. Kalkınma iktisadı bir
disiplin olarak mono iktisat anlayışından özgürleşme ve kurtuluş olarak inşa edilmiş
olmakla birlikte, bilgi kuramsal olarak iktisat disiplinin temel varsayımları üzerinden
formüle edilmiştir. Kalkınma iktisadına üretimci mantığının egemen olması, cinsiyet
körü olması, güç ilişkilerine gereken önem verilmemesi ve daha da önemlisi sınıfsal bir
analize olanak vermemesi devir alınan metodolojik mirasla yakından ilişkilidir. Bu
ilişkiyi en iyi şekilde açığa çıkaracak olgu ise, kalkınma derslerinde kullanılan ders
kitaplarıdır.

NOTLAR:

* Çalışmayı son anda zaman ayırarak okuyan, dil ve içeriğe ilişkin önerilerde bulunan Mehmet Türkay’a, yazıyı
son ana kadar bekleyen ve yazılacağına dair umudunu yitirmeyerek bize sorumluluğumuzu hissettiren sevgili
Gülen Elmas Aslan’a teşekkür ederiz.

** M. Ü.- İktisat Bölümü

[1]Bakınız: F. Ercan(2003)

[2] İktisat ders kitaplarının iktisadı ve özellikle Samuelson için kısa ve anlamlı bir çalışma için bak:
B.B.Can(1998).

[3]Samuelson kendi başarısını kitabın ellinci yılı toplantısında kısaca açıklamıştır. Bu konuşmasında Beyaz
Saray’ın girişindeki düdüklü polisin bile kendi kitabını okuduğunu belirtir (Samuelson,1999).

[4] Daha önceki bir çalışmamızda iktisat ders kitaplarının içeriğinin oluşmasında sosyal
bilimcilerle ne tarz bir ilişki kurduğunu sorgulamıştık. Çalışmamızda kurulan ilişkileri birkaç
başlık altında toplamıştık; i) İktisat ders kitaplarına giren, ama kanadı kolu kırılan iktisatçılar.
Yani eleştirel olmayan ve egemen olan açıklama tarzlarına uygun hale getirilen iktisatçılar, ii-
)İktisatçı olup da hemen hemen hiçbir ders kitabına giremeyenler, iii) iktisadın araştırdığı
nesneye dair çalışması olup da iktisatçı olarak kabul edilmeyen sosyal bilimciler. (Ercan,
2001)

[5] Kestirim ile resmi iktisat arasındaki ilişkiler için bak: D.N.McCloskey(1985,15-16).

[6]Eleştirel olmayan iktisadın ve ders kitaplarının olması gereken (what should be) yerine olan ile (what is)
meşgul olması, özellikle Friedman’la bağlantılı yorum için bak: M.Watts(1987).
[7] Bu tarz bir ele alışın Lesetho örneğinde gösterilmesi için bak: J. Ferguson(1994)

[8] Bu yazının kalkınma iktisadını eleştiren temel çalışma Lall(1983), B.Balassa’nın çalışmaları
(1982),(1988) ve (1989) ve A. Krueger (1978), (1985) ve (1981).

[9] Bu ifadenin klasikleşen genel çerçevesi için bak L.Robbins(1979) ve çerçevenin kalkınma yazınındaki sessiz
kabulünün eleştiri için J.Brohman(1995).

[10] İnsan merkezli gelişme kavramı için detaylı bilgi bak: F.Ercan(1995)

[11] Bu konuda detaylı bir çerçeve için bak: C. Alvares(1992)

[12] Kalkınma iktisadını ideoloji içinde değerlendiren Türkiye’den çalışma için bak:F.Başkaya(1995).

[13]Azgelişmişlik yazını ya da bağımlılık okulunun eleştirisi için oldukça uzun bir liste verebiliriz. Ama artık
klasikleşmiş çalışmalar olarak R. Brenner (1986), E.Laclau

[14] Üretim tarzı ile bağımlılık teorileri arasındaki ilişki ve bağımlılık teorilerinin eleştirisi için anlamlı bir
derleme R.H.Chilcote ve D.L.Johnson(1983), ayrıca H.Wolpe(1980) bu tartışma ve ekolun önemli metinlerinin
Türkçe derlemesi H.Ç.Keskinok ve M.Ersoy(1984).

[15]Kalkınma karşıtı ya da kalkınma sonrası analizler için oldukça önemli bir çalışma W.Sachs’ın hazırladığı
Gelişme Sözlüğü’dür (Sachs,1996), bu yönde yazılardan oluşan iki derleme M.Rahnema ve V. Bawttree (1997)
ile J.Crush(1995). Ayrıca Escobar (1995), Esteva (1987), Nederveen Pieterse (2001) R. Munck ve D.O’Hearn
(2000)

[16]Amsden’in Asia’s Nex Giant adlı çalışmasından sonra yazdığı kitabın ismi The Rise of “The Rest”
Challenges To the West from Late-Industrializing Economies(2001) bu anlamda önemli.

[17]Bu ekol dediğimiz gibi zengin bir literatüre sahip. Bu yönde anlamlı bir derleme için bak :Ha-Joon
Chang(2003a)diğer bir derleme için ise A.K.Dutt ve K.P.Jameson(1992),. Ha-Joon Chang’un kendi yazılarından
oluşan çalışması (2003),. Ha-Joon Chang ve Grabel Ilene (2005) yi ilk elden örnek verebiliriz.

[18] Bu okulun sınıf körü analizleri örneklerle ele alan ve eleştiren bir çalışma için bak: D.F.Ruccio (1991)

[19] Piyasa merkezli ve devlet destekli yaklaşımların eleştirisi için B.Fine(2002).

[20] Kalkınma iktisadının süreç içinde işaret ettiği araştırma alanlarının Türkiye gerçeğine uygulanmasına
yönelik çalışmamız bir başka çalışmanın konusu ve aynı zamanda çalışmanın başlangıcında olduğumuz için
burada detaylı ele almadığımızı belirtmek isteriz.

[21] Bu genelleme Tablo III’de sunulan ders kitaplarının incelenmesi sonucu yapılmıştır.

[22] Seers’ın kalkınma iktisadına katkısıyla ilgili bkz. D.Seers(1967).

[23] Tamer İşgüden’in bu konudaki katkısı ihmal etmemek gerekir. Bkz. İşgüden T, Ercan F, Türkay M, (1995)
“Gelişme İktisadı Kuram- Eleştiri- Yorum” içinde Beta Yayınları.
[24]Dünya ölçeğinde G. Meier ve M-Baldvin (1957), B.Higgins(1968),M. Todaro,M.(1985) ve A.P.
Thirwall’ın (1989) çalışmaları kalkınma ders kitabı olarak dünya ölçeğinde etkili olduklarını söyleyebiliriz.

You might also like