You are on page 1of 20

1

TÜRK-İSLÂM KÜLTÜRÜNDE GÖK TANRI VEYA ULU TANRI İNANIŞI


VE EDEBÎ METİNLERE YANSIMASI
The Believing In Celestial God or God The Almighty In Turkish Islamic Culture
And Its Reflection On The Texts
Вярванията в турско ислямската култура в небесния бог или във
всевишния и отразяването им в литературните текстове
Ali ÇAVUŞOĞLU*
ÖZET
Türklerin bir Tanrı inanıĢıyla baĢka dinler ve Ġslam dinindeki Tanrı inanıĢı arasında benzerlikler vardır.
Bu benzerlikler, büyük dinlerin vahye dayanmaları, semavî olmaları, birbirlerini etkilemiĢ olmaları ya da
bazı düĢünürlere göre aklın yolunun bir olmasıyla iliĢkilidir.
Türkler Müslüman olduktan sonra da eski inanıĢlarıyla ilgili kültürel ögeleri yaĢatmıĢlar, sanat, edebiyat
ve folklor ürünlerinde kullanmaya devam etmiĢlerdir. „Dingir‟ Ģekliyle Sümercede rastlanan ve bugün
Tanrı Ģeklinde kullanılan sözcükle, göğe ait bazı inanıĢları bunun en güzel örneğidir. Aslında baĢlı baĢına
Tanrı sözü de Türklerin inanç dünyalarını anlatmaya yeter. Çünkü bilinen en eski zamanlardan beri bu
kavramı bugün Ġslamdaki “Allah” lafzıyla aynı anlamda kullanmıĢlar ve Tıpkı Ġslâmda olduğu gibi Tanrı
lafzının baĢına baĢka sıfatlar getirmiĢlerdir.
Mezar ziyaretleri, koruyucu ruhlar ve dağlarda, su kenarlarında dönerek, zıplayarak vb. hareketlerle
sergiledikleri bazı ibadet Ģekilleri de Ġslamla kaynaĢmıĢ atalar kültürünün devamından baĢka bir Ģey
değildir.
Destanlar, folklor ve edebiyat ürünleri üzerinde genel bir gözden geçirme ve inceleme Ģeklinde yapılan bu
çalıĢmada Türklerin inanç kökenlerinin çok eskilere dayandığı ve atalar kültürünün değiĢik biçimlerde,
ama özü kaybetmeden zamanımıza kadar taĢındığı görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Tanrı, Türk, gök, inanç, söz.

ABSTRACT
There are close relations between Turks‟ believing of god with some other beliefs and the way of Islamic
beliefs. These resemblances is relevant to major and celestial religions and beeing affected with each
other and beeing only one way for the reason.
Turks sustained their old cultural elements related to their old beliefs and continued to use these elements
in the texts of literary, folklor and arts. The word Tengri used as Dingir in Sumerology and beliefs related
to heaven is an example of this. Actually the word of Tengri is enough to explain the believing world of
Turks. Because Turks used the word as in the meaning of Allah since olden times used in the Islamic
thought. They put other adjectives before Tengri as it had been in the word of Allah in Islam. The cults of
visiting tombs, conservative spirits and the forms of believing, carrying out to turn around the water and
dancing is nothing except the cults of ancestors united with Islamic beliefs.

*
Yard. Doç. Dr. Erciyes Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi: cavusoglu@erciyes.edu.tr
2

In this study prepared as a review of works studied on myts and folklore it could clearly be seen that the
Turks‟ believing roots comes from olden times and culture of ancestors had been brought in several forms
not loosing its pureness.
Key Words: God, Turk, heaven, belief, word.

РЕЗЮМЕ
Има сходство във вярванията на турците в един бог със вярването във всевишния
в другите религии и в ислямската религия. Причините за сходството са няколко -
големите религии се опират на учението, че са небесни религии като взаимно си
оказват влияние. Според някои мислители, това се дължи на еднаквото разбиране
за пътя на разума.
След като приемат исляма турците продължават да съхраняват обичаите от
старите си вярвания и някои културни елементи: изкуство, литература, фолклор и
др. В статията са представени и конкретни примери, доказващи това. В тази
статия се анализира произхода и същността на вярванията на турците. Направен е
опит да се покаже сходството между вярванията от стари до наши времена.
Такива примери има в епичните разкази, фолклорната традиция и литературните
творби.
Ключови думи: Бог, турчин, небе, вяра, дума

Gökler; ulaĢılmaz, eriĢilmez, sonsuzdur; bir bakıma Tanrı da öyle. Asya‟nın uzun ve
vahĢî bozkırlarında asırlarca at koĢturan; dağları, ovaları aĢan, yeryüzünü vatan, göğü
çadır ve güneĢi bayrak bilen Türkler için gök, Tanrı gibi; hakanlıksa gök gibi, göksel
olmak gibi önemli bir değerdir.
Türk, gözünü ya gökyüzü çadırı altında kurulmuĢ olan çadırının içinde, çadırın göğe
bakan penceresi altında ya da doğrudan mavi göğün altında dünyaya açmıĢ. Yüksek
rakımlı yerlerde yaĢadığı için de göğe ve yıldızlara çok yakın. Türk; göğün, yerin ve
doğanın bir parçasıdır. Çocuklarının adları bile gök, dağ, deniz, yıldız, su, çiçek vb.
adlarıdır.
Doğrusu, sadece Türk düĢünce sisteminde değil diğer düĢünce sistemlerinde de yer
ve göğün dıĢında somut bir çevre yoktur. Dolayısıyla bütün kozmolojilerin, yer ve
göğün temsil ettiği iki ilkeye dayandığı söylenebilir (Esin, 2001: 19). Türklerin destan ve
efsanelerinde bu iki ilke “üstte mavi gök, altta yağız yer” Ģeklinde ifade edilir ve
3

Türkler için gök, sadece yerdeki davranıĢların yönlendirildiği bir yer değil, aynı
zamanda yönelinmesi gereken bir yer, âdeta bir kıbledir. GeniĢ coğrafyalarda yollar,
dağlar, tepeler, ovalar aĢan Türkler; sürülerini otlatmak için, yollarını, yönlerini
belirlemek, mevsim hakkında bilgi sahibi olmak, senenin verimli ya da kurak
geçeceğini anlamak, gelecek hakkında bilgi sahibi olmak için göğe baktıkları gibi; dua,
beddua ve niyazlarında da yüzlerini göğe çevirirler. “Tanrı gibi gökte olmak” ise onlar
için aynı zamanda bir idealdir.
Göğün Türklerin hayatında bu denli önemli oluĢundan hareketle burada önce
Türklerde Bir Tanrı inancı, sonra Tanrı‟nın AlgılanıĢı ve Gök ile Tanrı ĠliĢkisi üzerinde
durulacak, bir Tanrı inancının dil ve edebiyat ürünlerine yansıması gösterilmeye
çalıĢılacaktır.

Türklerde Bir Tanrı İnancı


„Tengri/Tanrı‟ ve „kök/gök‟ sözcükleri Türkçede çok uzun zamanlardan beri bilinen
ve kullanılan sözcüklerdir. Çin kaynakları incelendiğinde Tanrı anlamındaki “Tien”le
aĢağıda değiĢik kullanımları verilecek olan Türkçe “Tengri” sözü arasında bir iliĢki
olduğu, dolayısıyla bu sözün Çinceye Türkçeden geçmiĢ olabileceği düĢüncesi
yadırganmamalıdır. Çünkü Türklerin aynı sözü “Bir Tanrı” anlamına gelecek Ģekilde
2500 yıldır; Sümerlerdeki Dingir‟in, Tengri‟nin aslı olarak kabul edildiğinde ise 3 ila 4
bin yıldır kullanmakta oldukları söylenebilir.
Hz. Ġbrahim‟in M.Ö 2100 veya 2000 yıllarında yaĢadığı hatırlanınca, Ġslamdakine
benzer bir “tek Tanrı” inancının iki bin sene önceleri Türkler arasında çok güçlü bir
Ģekilde var olmuĢ olması asla yadırganacak bir durum değildir (Tanyu, 1980: 200).
Çünkü yukarıda değinildiği gibi, Sümerler söz konusu edildiğinde tek Tanrılı bir inanç
Ġbrahim öncesinde de vardı.
Ayrıca Türkler, tarihleri bilinen en eski zamanlardan beri yeri göğü yaratan/hâlik
olan ve bir olan Tanrı‟ya inanmıĢlardır (Tanyu, 1980: 69). Onların inancıyla Araplar
arasında yaĢayan Haniflik arasında bir benzerlik olduğu bile söylenmektedir. Oğuz
Kağan, bir Tanrı‟ya iman etmedikçe hiçbir kadınla evlenmemiĢ, bir Tanrı‟ya inanmadığı
için babasını tahttan indirmiĢ ve putperestliğe karĢı tek Tanrı inancını hâkim kılmıĢtır
(Tümer-Küçük, 1993: 79-80). Ġleride belirtileceği ve Mevlâna‟nın da iĢaret edeceği
4

üzere bu inanca Türkler ya kendiliklerinden ulaĢmıĢlardı ya da peygamberlerin


mesajları bir Ģekilde Türklere ulaĢmıĢtı.
BaĢta Orhun yazıtları olmak üzere pek çok yazıt ve yazmada da Tengri sözünün
bugün kullandığımız anlamda, bir Tanrı için kullanıldığı görülür. Tanrı, Huda, Allah ya
da baĢka isimlerin dilbilim açısından bugün bir değer ifade etmediğini hatırlatmak
gerekmektedir.
Ne yazık ki, büyük din âlimleri ve imamların akaid kitaplarında Allah için Türklerin
Tanrı, Acemlerin Huda demelerinde hiçbir sakınca olmadığını açıklamalarına rağmen,
sonraki dönemlerde ortaya çıkan çeĢitli bağnazlıklar nedeniyle Allah yerine Tanrı
kelimesinin ya da baĢkalarının kullanılamayacağı söylenebilmiĢtir (Tümer-Küçük,
1973: 189).
Dünya kültürünün çekirdeklerinin bulunduğu, Hommel‟e göre, konuĢtukları dilin de
Türkçe kabul edilmesini gerektiren yüzlerce delil bulunan Sümerlerde de Tengri‟nin
belki de ilk söyleniĢlerinden biri olan Dingir sözcüğü (Caferoğlu, 1984: 45)1, el-Ġlah ve
Tanrı kavramıyla ifade edilen anlamla aynı anlama sahiptir. Dingir sözünün zaman
içinde ve boylara göre çeĢitli değiĢikliklerle kullanılmıĢ olduğu anlaĢılıyor. Yakutlar
Tengri için Tangara; Altay kamları Tenegere, Moğollar ise Tengir veya Kökö Tengir
demektedirler (Caferoğlu, 1984: 7-8-47). Asya Türk ağızlarında tungrı, ture, töngri,
tüngri gibi kullanımlarla da karĢılaĢılır. Yakutlar Tanrı için Ürüng Ortoyon,
Moğolistan‟da yaĢayan Urenhalar Kayrakan (Büyük Han), ve ÇuvaĢ Türkleri Turı adını
kullanmaktaydılar. Kullanıldığı zamanlarda da çoğunlukla çeĢitli tanrılar çağrıĢtıracak
anlamda değil, bir Tanrı inancını ifade etmek üzere kullanılmıĢlardı (Eyüboğlu, 1995).
Hıristiyanlığı kabul eden Volga Tatarlarının da bir Tanrı anlamında Tenegere‟yi
kullanmaya devam etmeleri, aynı kanıyı desteklemektedir. Ancak günümüz
ÇuvaĢlarının Tengere‟yi tanrılar anlamına gelecek Ģekilde kullanmalarından olacak ki
Altay Tatarları ve Kırgızlar, Tanrı‟dan bahsedecekleri zaman Farsça Huday kelimesini
kullanır olmuĢlardır (Güngör, 1998: 41-42). Muhtelif Türk boyları arasında Tanrı
sözünün hem söyleyiĢ özellikleri bakımından hem de içerik bakımından Sümerlerdeki
“Dingir”in bir devamı olduğu açıktır. ÇuvaĢlarda olduğu gibi, Tengere‟nin çoğul
1
BaĢtan sona Nuh Tufanı‟nı anlattığı anlaĢılan Sümerlerin MeĢhur destanı GılgameĢ‟le Türklerin YaratılıĢ Destanı
arasındaki benzerlikler de düĢünülünce eski Türk kültürünün Sümer kültürünün ya bakıyyeleri olduğu ya da Türklerin
Sümerlerle birlikte baĢka pek çok kültürden beslendiklerini akla getirmektedir. Böylece Türklerin zengin bir
edebiyatları olmamakla birlikte nasıl çok zengin ve renkli kültürleri olduğu, bir Tanrı inancı gibi bir inanca nasıl
ulaĢmıĢ oldukları gibi düĢünceler de bir ölçüde karanlıktan kurtulmaktadır. Çünkü Sümerlerin çok zengin bir
edebiyatları vardı (Caferoğlu, 1984: 48).
5

anlamından kaçınmak için Farsça “Huday” sözüne sığınmaları da Türklerin bir Tanrı
inancına olan güçlü bağlılıklarının bir yansımasıdır.
Divan-ı Lügati‟t-Türk‟te “bir Tanrı” anlamında Tengri ile birlikte Bayat da
kullanılır. Altaylarda kullanıldığı görülen, Karahan, Ülgen ve Ugan isimleri Tanrı için
kullanılmıĢ olmayıp birer hükümdar ismi ve unvanıdırlar. Söz konusu isimlerin Tanrı
adı olarak ya da ayrı tanrılar olarak görülmesi Z.Gökalp gibi bilim adamlarının ve
muhtemelen onların, koruyucu ruhları (melekleri) Tanrı olarak yorumlamalarından
kaynaklanan yanlıĢ bir bilgidir (Tanyu, 1980: 132-177). Zira yer tanrısı, gök tanrısı, su
tanrısı ya da Gün Han (GüneĢ Tanrısı), Öt Han (AteĢ Tanrısı), Gök Han (Gök Tanrısı)
(Samancıgil, 1945: 7) vb., koruyucu ruhları ifade ettiği gibi Ak Han, Karahan, Han
Tengri ve benzerleri (Han Tengri) de bir Tanrı ismi değil, büyük hükümdar
unvanlarıdır. Nitekim Bulgarcada da tengri bir ünvandır (Caferoğlu, 1984: 96).
Koruyucu ruh anlayıĢı Anadolu‟da bugün de benzer Ģekilde varlığını
sürdürmektedir. AteĢin koruyucu ruhu (meleği) olduğuna dair inanıĢın Anadolu‟da bazı
yörelerde olduğunu biliyoruz. AteĢ üzerine su döküleceği zaman “destur destur!” denir.
Böylece ateĢin ruhundan ya da meleğinden izin istenmiĢ olur. Eski Türklerin ateĢle
iliĢkileri çerçevesinde ateĢe, kutsallığın gücünü belirtmek üzere Tanrısallık
yüklemeleriyle Anadolu halkının söz konusu davranıĢı birbiriyle iliĢkili olmalıdır.
AĢağıda da değinileceği gibi Türkler, mutlak kudret sahibi bir varlık olarak
düĢündükleri, yüceliğini belirtmek maksadıyla „semavî‟ olarak nitelendirilen, genellikle
de Gök Tanrı olarak andıkları bir Tanrı‟ya inanıyorlardı (Topaloğlu, 1989: 473). Tanrı
ya da onun melekleri için, koruyucu ruhlar için elbette baĢka isimler de kullanıyorlardı.
Türklerin Tanrı için Ulug, Bayat, Çalap, Ġdi sözcüklerini kullandıkları, ancak bu
isimlerin Tanrı ile aynı anlamda olmadıkları da bilinmektedir. Ġdi diğerlerinden farklı
olarak değiĢikliğe uğramıĢ bir sözdür. Farsçada bazı metinlerde besmele yerine
kullanılan „be-nâm-ı îzed‟deki îzed‟le aynı olduğu sanılan Ġzi ve Ġzîd‟in, Osmanlı
Türkçesinde çeĢitli metinlerde kullanıldığı görülür (Uzun, 1992: 538). Ayrıca bu söz Ġye
ve Eye Ģekillerinde de kullanılıp Tanrı anlamının yanı sıra sahip, efendi, koruyucu ruh
ya da melek anlamlarını da içermektedir (Tanyu, 1980: 41). Bir baĢka deyiĢle Ġdi (sahip
Rab), Ulug, Bayat, Ülgen (büyük, yüce, ulu) tıpkı Allah‟ın baĢka güzel isimleri gibi
Tanrı‟nın isimlerindendi (Tanyu, 1980: 113-176). Ne var ki, Eliade gibi bilim
adamlarının Türklerde çok eskiden beri bir Ulu Yaratıcı inancı olduğunu belirtmesine
6

rağmen, bazı araĢtırmacılar bunu çekici bulmadıklarını söyleyerek pek çok tanrılı bir
inanca sahip oldukları yönündeki görüĢü sürdürmeyi tercih etmiĢlerdir (Yıldırım, 1995:
33).
Hatırlanacağı üzere Araplar, Allah lafzını Kur‟an‟ın indirilmesiyle birlikte
kullanmaya baĢlamıĢ olmayıp, Ġslâmiyetten önce de kullanıyorlardı (Yıldırım, 1995:
33). Müslüman adı da Hz. Ġbrahim zamanından beri kullanılmakta olan bir addı
(Yıldırım, 1995: 179-191). Dikkate değer bir diğer husus ise Tanrı lafzının Maniheist ve
Budist metinlerde de kullanılmıĢ olmasıdır (Yıldırım, 1995: 180). Bu kullanım ileride
“Gök Tanrı Ġnancının Folklor ve Edebiyata Yansıması” bahsinde değinildiği ve Refik
Ahmet Sevengil‟in dediği gibi Buda‟nın Türklerle yakın iliĢkisine delil olmanın yanı
sıra doğru bilgiyi insana sunan tabiat üzerinde düzenli ve engin bir tefekkür süreci
yaĢayan insanoğlunun bir Tanrı fikrine ulaĢabileceğine iliĢkin bir gösterge de olabilir.
Nitekim Ġbni Tufeyl‟in Hayy Bin Yakzan adlı dünyanın ilk felsefi romanında, tabiatla
baĢ baĢa kalarak Ģekilden uzaklaĢıp anlamlara ulaĢmayı baĢaran bir insanın böyle
düĢünsel kazanımları ve bir inanç geliĢtirmesi anlatılır.
Mevlâna da Mesnevi‟de varlığın özü olarak nitelediği insanlar arasındaki ayrılıkların
bakıĢlardan, görüĢlerden kaynaklandığına, gerçek bir ayrılığın olmadığına, dinlerin iç
yüzde bir ve aynı olduğuna, dolayısıyla bir Tanrı fikrinin bütün dinlerde var olduğuna
ya da bu fikre ulaĢılabileceğine Ģu sözlerle iĢaret eder: “Ey varlığın özü olan insan!
Mümin ile ateĢe tapanın, Yahudinin ayrılığı, aykırılığı hep bakıĢ ve görüĢ yüzündendir.
Manaya değil de Ģekle surete bakmaktan ileri gelmiĢtir. Yani dinlerin dıĢ yüzleri,
suretleri, Ģekilleri, ibadet tarzları, mabetleri ayrıdır, ama hakikatleri birdir. … Her iki
yol da Hakk‟ın çizdiği yoldur. (Can, 1997: 90).”
Tanrı sözünün gerek en eski metinlerde gerek 10. yy.‟dan itibaren yapılan tefsir ve
meallerde gerekse zamanımıza kadar gelen folklor ve edebiyata dair pek çok üründe
Allah lafzı yerine kullanıldığı kesin olarak ortaya konmuĢtur. Türk Ġslam edebiyatının
ilk ürünü olan Kutadgu Bilig‟de de Tanrı‟nın, Allah lafzından çok kullanılmıĢ olması,
Tengri‟nin çok eski zamanlardan beri “bir tanrı” inancını ifade eder anlamda kullanılmıĢ
olmasına güçlü bir delildir. Ayrıca Bayat sözünün de Kutadgu Bilig‟de Allah lafzı
yerine kullanılan isimlerden olması “bir Tanrı” anlamında baĢka isimlerin de rahatlıkla
kullanıldığını göstermektedir.
7

Türklerin bir Tanrı inancına sahip olduklarını ve inandıkları yüce yaratıcının adının
Tanrı olduğunu, tıpkı Allah lafzında olduğu gibi Tanrı adının da zaman zaman çeĢitli
sıfatlarla yan yana kullanılmıĢ olmasından hareketle söyleyebiliriz. Bu nedenle Tanrı
için ya da Türklerin dini için Gök-Tanrı ve Gök-Tanrı dini demek doğru değildir.
Burada Gök‟ün, Tanrı‟nın sıfatlarından biri olarak kullanıldığının, Tanrı adının bir
parçası olmadığının bilinmesi gerekir. Ayrıca 10. yy.‟da da Uygurlar hariç Gök Türkler,
Oğuzlar ve Hunlar tek Tanrı inancına sahiptiler. Ġslam dünyasında Türklerin bir Tanrı
inancına sahip oldukları, yaratıcıya „Ulug ya da kadîm “bir Tanrı” anlamında Bayat‟
dedikleri de bilinen bir durumdu (Candan, 2004: 48-132). BaĢka ulusların tarihçi ve
seyyahlarının eserleri de Türklerin bir Tanrı‟ya inandıklarına iliĢkin delillerle doludur.
6. yy. Bizans tarihçilerinden Menander, Türkler her ne kadar toprağa, suya, ateĢe
saygı gösterseler de yine de kâinatın yaratıcısı tek Tanrı‟ya inandılar, demekte; bir
baĢka Bizans tarihçisi Teophylaktos da, Türkler yerlerin ve göklerin hakiki sahibi tek
bir Tanrı‟ya inanıyor, ona tapıyor ve onun için kurban kesiyorlar, demektedir (Candan,
2004: 13-14)
Mengü Kağan‟ın Ġslâm elçisine söyledikleri, Türklerin, Ġslâmla karĢılaĢtıkları
sıradaki inançlarını göstermesi bakımından önemlidir:
“Biz, tek bir Tanrı‟ya inanır ve taparız. O‟nun emri ile yaĢar ve ölürüz. Dünya ve
ahirette mücazat da mükâfat da O‟na aittir. Tanrı görünen ve görünmeyen her Ģeyin
halikıdır. Allah, sizlere kitaplar gönderdi, ama siz onların yazdıklarını tutmazsınız. Bize
de gaybı bildiren kamlar verdi. Biz onların dediklerini yapar ve huzur içinde yaĢarız
(Fığlalı, 1994: 39).”
Hikmet Tanyu‟nun bildirdiğine göre 12. yy.‟ın ünlü gözlemcisi Süryani rahibi
Mikael, Türklerin tek Tanrı‟ya inandıklarını böylece tek Tanrılı Arapların dinini
kolayca kabul ettiklerini söylemektedir (Tanyu, 1980: 117).
“13. yy.‟ın ünlü hakanlarından Moğol hakanı Möngkke de, Fransa kralı 9. Luis‟ye
yazdığı mektuba Ģöyle baĢlar: Ebedî Tanrı‟nın buyruğudur bu; Gökte ancak ebedî bir
Tanrı vardır. Yeryüzünde de ancak bir sahibin olması gerekir; O da Cengiz Han‟dır
(Tanyu, 1980: 118).”
Bilindiği üzere dünya tarihinde çok etkisi olan Cengiz Han, eylemleri ve idealini
„Gökte Tanrı yerde ben‟ (The God in Heaven and I on Earth) cümlesiyle özetler ki, bu
tür ifadelere Türklerin kut inancı çerçevesinde sıklıkla yer verilir.
8

Gerek Türk destanlarında gerekse Dede Korkut Hikâyeleri‟nde „Bir Tanrı‟ inancını
gösteren pek çok tanıklar vardır. 10. asırda Müslüman olmayan Oğuzlarla karĢılaĢan bir
Arap seyyahı da oğuzların tek Tanrı‟ya inandıklarını söylemektedir (Kalafat, 2006: 25)
ve yaygın kanaate göre Gök Tanrı‟nın pek çok vasfı Ġslamiyetteki Allah vasıflarıyla
aynıdır (Kalafat, 2006: 4).
Aslında Türklerin sadece bir Tanrı‟ya inanmakla kalmayıp yer, su, ateĢ, gök gibi
kutsallarının olmasının; hakanın, kadın‟ın ve baĢka varlıkların kutsiyet kazanmasının
vahdet-i vücut felsefesine sahip olmalarıyla da ilgisi vardır. Zira bazı araĢtırmacıların
belirttiğine göre Ģarkın bu en eski felsefesi de Ġslamiyetle birlikte ortaya çıkmıĢ olmayıp
önce Turan‟da, sonra ufak değiĢikliklerle Hindistan‟da, sonra da Çin, eski Akad, Sümer,
Asur, Keldan, Fenike, Ġran, Mısır, Yunanistan ve Arabistan‟da görülen bir mistik felsefî
anlayıĢtır (Sunar, 1975: 7). Belki de bir Tanrı‟ya olan inanıĢlarının köklerinin çok
eskilere gitmiĢ olmasından olacak ki, Türkler vahdeti vücut felsefesine Araplardan ve
Ġranlılardan daha fazla sahip çıkmıĢlar ve Anadolu Mevlâna, Hacı BektaĢ-ı Velî, Yunus
Emre, Hacı Bayram-ı Velî ve yüzlerce bilim, din, sanat adamıyla asırlarca bu inancın
özgürce ifade edildiği bir mekân olmuĢtur.

Türklerce Tanrı’nın Algılanışı ve Gök ile Tanrı İlişkisi


Batı Türkleri göğün 7 kat, Doğu Türkleri 9 kat olduğuna inanıyorlardı. Türklerin
destanlarda yansıyan inancına göre ise evren ve yeryüzü çeĢitli katlardan oluĢmaktaydı.
Her katta bir tanrı (koruyucu ruh) ve en üst katta da Tanrı Kayra Han/Kara Han
(Altaylılara göre Tanrı Ülgen) oturuyordu (Eröz, 1992: 110). Altay Türklerinde
yukarıda 12, 16, 17 kat gibi katlar; ıĢık âlemi, yani cennet; aĢağıda yedi yahut dokuz kat
karanlık âlemi, yani cehennemin olduğu düĢünülürdü. Ortada da insanların yurdu olan
yeryüzü bulunuyordu. Altaylılar da Tanrı‟nın göğün en üst katında bulunduğunu
düĢünüyorlardı (Çubukçu, 1987: 10).
Tanrı sözünün anlamları üzerinde durulurken de değinildiği üzere destanlarda göğün
her katı için bir tanrı inancı söz konusu olmayıp Tanrı‟nın isim ve sıfatlarının,
yaratmasının tecellisi, koruyucu ruhları ya da melekleri söz konusudur. Yoksa ayrı ayrı
tanrı inanıĢı Türk kültüründe asla söz konusu olmamıĢtır. Ġslâmiyetteki ya da diğer
dinlerdeki göğün katları, Allahın isimleri, melekleri, arĢı, „arĢ-ı alâsı‟, kürsisi, cennet ve
cehennem gibi inanç ögeleri bu bağlamda hatırlanmalıdır (Tanyu, 1980: 108-153-154).
9

Ġslamiyetteki ya da diğer semavî dinlerdeki anlatımların simgesel olması gibi Türk


destanlarında anlatılan Tanrı ve diğer inanç ögeleri de Türklerin o zamanki
algılayıĢlarının bir sonucu olup simgesel anlatımlardır. Bu Ģekilde bir anlatımın nedeni,
zorunlu sınırların, Türkler tarafından da algılanıĢının bir ifadesi ve insanın bulunduğu
konumdan Tanrı‟nın yüceliğinin en güzel ifadesinin “gök”le ifade edilebilir oluĢu
olmalıdır; yoksa Tanrı‟yı belli sınırların içerisinde arama çabasının bir ifadesi değil;
tıpkı “Tengri bigi gökte bolmıĢ Türk bilge kagan” ifadesinde ya da dua sırasında el ve
yüzün semaya çevrilmesinde olduğu gibi.
Çinlilerle Doğu Türkleri hem inanıĢ olarak hem de yaĢantı olarak iç içe bir hayat
sürdürmüĢlerdi. Bu nedenle kaynaklar, Türklerin gökle ve Tanrı ile ilgili inanmalarında
ve yukarıda anılan destansı inançlarında bir Çin etkisinden söz ederler. Çünkü Çinliler
(Çu‟lar), “Ti” denilen bir gök tanrısına, doğa güçlerine ve atalarına inanmaktaydılar.
Hükümdarın atası da gök tanrısıydı. “Tengri-teg, Tengri’de kut bolmış2” sözü, Türk
inancında olduğu gibi hükümdarın Tanrısallıkla iliĢkisini belirtmekle kalmayıp, hem
Çinlilerde hem de Hunlarda imparatorların „Tanrı‟nın oğulları‟ olarak algılanmasının bir
sonucu olarak görülürdü (Candan, 2004: 24). Bu da herhalde, zaman zaman Türk
tarihinde görüldüğü üzere, Çin tarihinde de ulaĢılan yüksek felsefe, bilgi ve kültürün
kaybolmasıyla inanç algılamalarındaki kayma sonucu olsa gerektir.
Türkler bu inancı çoğunlukla kut inancı çerçevesinde, sonraki zamanlarda da
“zillu‟llahi fi‟l-arz” Ģeklinde yansıyacak olan yukarıdan aĢağıya doğru inen Tanrısal
yetkeyi anlatmak için kullanıyorlardı.
Çünkü parçalanma ya da bir ortak kabul etmeyen hiyerarĢi, yukarıdan aĢağıya
doğruydu ve bu inanıĢ merkeziyetçi yaĢamın da temeliydi (Esin, 2001: 20).
Türklerin inancında Tanrı ile gök arasındaki iliĢkinin ne denli güçlü olduğu “Gök
Tanrı” kavramından anlaĢılmaktadır. Gök Tanrı, bütün Türklerin ana kültü
durumundadır... Gök Tanrı mavidir; ilksiz ve sonsuzdur, yücedir (Fığlalı, 1994: 34-36).
Bu kültü aslına uygun olarak en iyi muhafaza eden uluslar, Türkler ve Moğollardır
(Günay-Küçük, 1993: 79). Onların inancına göre Tanrı kanunların yaratıcısıydı ve Tanrı
anlamına gelen Gök her Ģeyi görüyordu (Eliade, 1983: 286).
Aslında tek baĢına „Tanrı‟ sözü de ġaman Altay halklarının dilinde ve milattan
önceki Hun Türklerinin dilinde “gök, kâinat, sema” anlamına gelmekteydi. Öyle
2
Türk hükümdarlarının ünvanları hep “Gök-tanrı” ile baĢlıyordu. Oğuz‟un oğlu Ay-Kağan‟dan ve Maniheizmin
giriĢinden sonra “Ay tanrı” olarak anılmaya baĢlanmıĢtır. (Ögel, 1989: 129)
10

anlaĢılıyor ki göğün ilahî ve ulu yanı, “gök” anlamında olan “tanrı” sözüne farklı bir
anlam katmıĢ, bu gücün gökle olan iliĢkisini belirtmek için de “Gök Tanrı” olarak anıla
gelmiĢtir (Rahman, 1996. 133).
Gök; mavi, geniĢ, yüce anlamında bir sıfat olarak da kullanılmıĢtır. „Gök-Tanrı:
Yüce, ulu Tanrı anlamına gelmekte olup destanlarda ve Dede Korkut Hikâyeleri‟nde,
Oğuz‟un yüzünün gök gibi olması, kurdun gök tüylü olması gibi anlamlarda aynı
kullanım Ģekli sürdürülmüĢtür (Tanyu, 1980: 36-54). „GüneĢ bayrak gök kurıkan‟
ifadesi ve Oğuz‟un çocuklarından birinin adının Gök olması „gök‟ün yukarıdaki
anlamını doğrulayan örneklerdir (Tanyu, 1980: 26-35).
Tıpkı insanların bugün de yemin ederken göğe bakıp „Gökte Allah var‟ demeleri ya
da sıkıntı anlarında yine göğe bakarak „Sen büyüksün Allah‟ım‟ gibi sözler söylemeleri
gibi, Oğuzlar da haksızlığa uğradıkları zaman göğe bakıp “Bir Tanrı” diyorlarmıĢ.
Ancak KaĢgarlı Mahmut, bazı Türklerin göğe bakarak, onu aynı zamanda bir Tanrı gibi
algılayıp tapınma gösterilerinde bulunmalarını tenkit ederek, göğe Tanrı diyen
insanların kâfir olduklarını söylemektedir (Tanyu, 1980: 108). Buradan da anlaĢıldığı
gibi göğün Tanrı gibi algılanması ve göğe ibadet edilmeye baĢlanması bazı
araĢtırmacıların belirttiği gibi bir tercüme hatasından (Kalafat, 2006: 42)
kaynaklanmayıp zamanla Tanrı bilgisinin unutulması (Kalafat, 2006: 8) ve Türklerin
Çin kültürü etkisinde kalmalarındandır (Esin, 2001: 111) denebilir. Çünkü gerek ġaman
tipinde, büyüye dayanan inanç sisteminde ve gerekse göğe tapınma davranıĢ ve
ayinlerinde, sonradan ortaya çıkan bir Çin etkisi görülmektedir (Eröz, 1992: 7). Ya
Tanrı bilgisinin unutulması ya da baĢka kültürlerle karıĢması sonucu olduğunu
söyleyebileceğimiz benzer bir değiĢime daha önce ÇuvaĢların Tanrı sözüne yükledikleri
çoğul anlam konusunda da rastlanmıĢtı.
Moğolların Gizli Tarihi‟nde Cengiz Han neslinin de GüneĢe secde ettikleri
söylenmektedir (Eröz, 1992: 109). Bu da gösteriyor ki, zamanla çeĢitli kültürlerin
etkisiyle gök ve Tanrı ile ilgili inanmalarda ve inanç davranıĢlarını sergilemekte
değiĢmeler olmuĢtur. Gök ve Tanrı ile ilgili bu inanç değiĢmeleri, algılama farkları,
Harun Güngör‟ün makalesinde ayrıntılarıyla görülmektedir. Adı geçen çalıĢmada Altay
halkları arasında bugün Gök Tanrı inanıĢının gerçek durumunun kaybolduğu, hatta
Tanrı‟nın insan Ģeklinde bir varlık olarak algılanmak gibi bir dönüĢüme uğradığı söz
konusu edilmektedir (Güngör, 1998: 50). Hatta bugün Alevi BektaĢi folklor ve
11

edebiyatında, bilhassa fıkralarında Tanrı‟nın somut bir varlık gibi algılanmıĢ olmasının
açıkça yansıması bu görüĢü desteklemektedir (ÇavuĢoğlu, 2007: 115).
Aslında bu yansımaların, özellikle gökle ilgili algılamaların nedeni de bizzat semavî
dinlerdir. Bilindiği üzere peygamberlerin gökle iliĢkisi vardır. Hz. Ġsa‟nın göğe
çekildiğine inanılır. Hz. Peygamber, Miraçta göğe çıkmıĢ, “sidre-i münteha”ya kadar
gitmiĢtir. Mevlâna‟nın sema törenlerinde „Allah‟tan alır, halka dağıtırız‟ Ģeklinde
dönerken yapılan sembolik anlatımda sağ elin avuç içi yukarı doğru kaldırılırken sol
elin avuç içi aĢağıya döndürülür.
Dört büyük dinin, sema/gökle iliĢki kurularak “semavî dinler” Ģeklinde de anıldığını
biliyoruz. “Semavî din‟in Türkçesi “gök din” ya da “göksel din”dir. Semavî dinlerde
olduğu gibi Gök Tanrı inancında da Tanrı, insanlar üzerinde baskı yapar; Ģamanlar ve
ölülerin kuĢ ruhları tarafından kendisine eriĢilebilir; Tanrı, kartal ve Ģahin habercileri ve
ıĢık ıĢınları ile insana doğru (Fığlalı, 1994: 34-36) ya da insan çeĢitli araçlarla Tanrı‟ya
doğru gidebilir, bir vuslat yaĢayabilir.
Yapılan duaların temel nedeni bir Ģekilde insanın Tanrı‟ya ulaĢmasını sağlamaktır.
Yağmur duası gibi dualarla da Tanrı‟ya ulaĢma söz konusudur. Bu amaçla yüksekçe bir
yere çıkılır ve eller gökyüzüne bakacak Ģekilde açılarak dua edilir. Uygur ve Kazaklarda
da göğe bakılarak yapılan yağmur duası sırasında “Gökten indik, yerden çıktık.”
denilmektedir (Rahman, 1996: 135).
Ġslamda, Tanrı‟ya ibadet kastıyla yönelmek için sembolik anlamda nasıl Kabe‟ye
dönülürse, dua kastıyla da aynı Ģekilde yüz ve ellerin göğe yöneldiğini biliyoruz. Bunun
semavî dinlerdeki Tanrı ve Türklerdeki Gök Tanrı inancıyla bir ilgisi olmalıdır.
Anadolu‟da bugün de bir kiĢi öfkelendiği ya da bir yemin edeceği zaman „Yukarıda
Allah var‟ der. Ayrıca Kars‟ta, „Tavuk bile su içerken Allah‟a bakar‟ sözünde (Kalafat,
2006: 22) olduğu gibi Kayseri/Hacılar yöresinde sıcak günlerde kaya kertenkelesi (halk
arasında kaya kertici)‟nin bir kayanın üzerinde güneĢlenirken baĢını göğe kaldırıp
düzenli aralıklarla sallaması Tanrı‟ya küfrediyor diye yorumlanıp çocuklar tarafından
taĢlanması uygulamasının da Gök Tanrı inancıyla bir ilgisinin olduğu düĢünülebilir.
Ġnsanlar Ġslam konusunda bilinçlendikçe bu uygulama terk edilmiĢ ve kertenkelenin o
davranıĢı “Tanrı‟yı zikrediyor” Ģeklinde yorumlanır olmuĢtur. “Tanrı‟ya küfrediyor”
yorumunun daha önce baĢka bir formda olmuĢ olması da muhtemeldir.
12

Bunun dıĢında Anadolu‟dan Türkistan‟a kadar uzanan geniĢ alanda gök kuĢağının
altından geçenlerin ömrünün uzun olacağı (Kalafat, 2006: 40); yıldırım çarpması sonucu
ölen insana Tanrı‟nın gazap ettiği; yıldırımın kötü ve günahkâr insanların üzerine
düĢtüğü; yıldırım düĢen bazı yerlerin kutsal kabul edildiği inancının, gök-Tanrı
inancıyla ilgisi vardır. Ayrıca bebeklerin, gerdekten önce damatların, düğün bitmeden
kaynananın, defnedilmeden önce meftanın (Kalafat, 2006: 38) ve günümüzde asker
uğurlamalarında çok yaygın olan asker olacak gencin arkadaĢlarınca göğe doğru
hoplatılması uygulamalarının da aynı çerçevede düĢünülmesi gereken uygulamalar
olduğu söylenebilir. Yükseğe çıkma ve göğe doğru zıplama uygulamalarının destanlar
devrinde sıkça görülen bir uygulama olduğu ve gök-Tanrı inancıyla ilgisi olduğu
bilinmektedir.
Bütün bu uygulamalar, kökleri çok eskilere dayanan inancın halk katındaki kültürel
yansımalarıdır. Yoksa baĢta da belirtildiği, sapmalar sonucu bazı zamanlar yanlıĢ
algılandığı gibi göğün Tanrı olarak düĢünülmesinden kaynaklanmamaktadır. „Yeri göğü
yaratan tanrı‟ sözü de zaten Türklerin göğü Tanrı olarak algılamadıklarını
göstermektedir (Kalafat, 1995: 35). Üstelik Tanrı sadece yeri ve göğü, içindekileri
yaratmakla kalmaz, Iduk Ötüken YıĢ, Iduk yer sub sahipsiz kalmasın, Türk budunu yok
olmasın diye bir rehber seçip gönderir, yeryüzündeki varlıklara yardım ve müdahale
eder.
KaĢgarlı‟nın kâfir diye tenkit ettiği kiĢiler, bizzat göğü Tanrı olarak algılayan, göğe
tapanlardır. Türkler genel olarak bizzat göğün kendisine tapınmıyorlardı. Bir baĢka
deyiĢle, Gök Tanrı dininin özünü oluĢturan Ģey kozmik hiyerarĢi ya da „ruhsal yönetici
mekanizma‟ idi. Yer, su, toprak iyeleri, ıduk ve umay ana gibi inanç ögeleri bu
mekanizmanın parçalarını oluĢturuyordu (Candan, 2004: 24).
Bugün Müslümanlar için Kabe nasıl namaz ibadetinde kıble ise gök de duada hem
Ġslam için hem de bütün inançlar için bir kıbledir. Gök, diğer kutsallar gibi yaratıcı
gücün sembolik, manevî bir yönelim merkezidir. Ġslamda böyle olduğu gibi Gök Tanrı
inancında da Tanrı için yer, yön, zaman ve mekân gibi sınırlamalar yoktur; bu inançta
da Tanrı, hayatın ve inancın mekânsız merkezindedir. Mekanzimayı çeĢitli adlar altında
sevk ve idare eden bizzat kendisi görünmeyen Tanrı‟dır.
Ġslâmda da diğer semavî dinlerde olduğu gibi iye/ige/ısı/tös gibi adlarla anılan ve
meleklere benzer görevli yaratıklar vardır (Kalafat, 2006: 20). Allah, bu görevli
13

meleklerle insana yaklaĢmaktadır. Mevlâna‟nın da eserine konu edindiği vahiy meleği


Cebrail ile Meryem‟in KonuĢması buna güzel bir örnektir. Cebrail, ruh üflemek üzere
Meryem‟e görününce, her korktuğu anda Allah‟a sığınan Meryem yine “Eûzu..”
çekerek Allah‟a sığınmıĢ, bunun üzerine Cebrail ona Ģöyle hitap etmiĢtir: “Ey Ġmran‟ın
kızı! Aklını baĢına al da „Lâ havle‟ diyerek Allah‟a sığınma, çünkü ben havl ve kuvvet
sahibi olan Allah‟ın emri ile buraya geldim. Hakikatte benim asıl gıdam „Lâ havledir‟.
Sen benden Allah‟a sığınıyorsun. Ben ise ezelde, o sığındığın Hakk‟ın yarattığı bir
varlığım. Ben senin o sığındığın yerim ki, seni birkaç kere kurtardım. Sen „Eûzubillâh‟
diyorsun, hakikatte o Eûzu benim.(Can, 1997: 304)”
Ġslâmda melek kadrosu oldukça zengindir. Mevlâna bu geniĢliğe, “Sizden her
birinize yakın olmak üzere cinden (Ģeytandan) ve melekten bir memur baĢınıza
dikilmiĢtir.” Hadisi Ģerifi bağlamında Ģöyle değinir: “Her insanın yanı baĢında gizli bir
memur, gizli bir yönetici vardır.” Kimi zaman Ģeytanın etkisinde iyi fiiller kimi zaman
da meleğin etkisinde kötü fiiller gerçekleĢtirmekte ve baĢka görevli melekler de olan
biteni aynıyla kaydetmektedirler (Can, 1997: 313).
Bilindiği üzere meleklerin varlığına inanmak, imanın Ģartlarındandır. Hacı BektaĢ
Velî de bu melekler ordusuna Makalât‟ın ikinci bölümünde iman konusunda değinir:
“Tanrı‟nın meleklerine inanmak imandır. ġimdi azizim! Her bir kiĢiyi üç yüz altmıĢ
melek korur. Bunca melekler arasında edepsizlik edersin de sen, senin gibi kiĢi yanında
edepsizlik etmezsin. Hani nerede meleklere inanmıĢ olduğun? (Hacı BektaĢ Velî, 1996:
9)”
Ġslamın kutsalları nasıl melekler ordusu ile tamamlanıyorsa Gök Tanrı inancının
kutsalları da yardımcı ve koruyucu iyeler, gök ve yer iyeleri, kara iyeler ve ata ruhları
tarafından tamamlanıyordu. Ġnançlardaki kutsal algılamasıyla, kullanılan dil arasında
yakın bir iliĢki olduğu açıktır. Bu nedenle dinlerde görülen ve kabul edilen ayırımların
bir dil sorunu olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Gök Tanrı İnancının Folklor ve Edebiyata Yansıması


Yukarıda açıklandığı gibi Türklerde Tengri (gök); kök (gök/mavi) sub (su); yir (yer);
ot (ateĢ) sözcükleri sık geçer. Bilge Kağan Yazıtı‟nda da “Yukarıda Türk Tanrısı, kutsal
yeri, suyu Ģöylece düzenlemiĢ.” anlamındaki Ģu satırlar geçer: “Üze Türk Tengrisi ıduk
yiri subı ança etmiĢ erinç.”
14

Türklerin yaratılıĢ destanında da su motifi oldukça önemlidir. Hiçbir Ģey yokken


evren su ile kaplıdır ve suda yansıyan Akine, Tanrı‟ya yaratma ilhamını verir. Böylece
Tanrı Erlik‟i yaratır. Erlik‟in nesli çoğalır, insanları aldatırlar ve insanlardan daha iyi
yaĢarlar. Tanrı buna kızar ve Erlik‟in dünyasını parçalamak için Kahraman
MendiĢere‟yi gönderir. MendiĢere, Erlik‟in dünyasını parçalar ve Tanrı da onu kıyamete
kadar dünyanın en alt katına sürer.
Genel hatlarıyla ifade edilen bu yaratılıĢ konusuyla Muhammediyye‟de anlatılanlar
arasında bir benzerlik vardır:
Cihân doldu Ġblis‟in oğlanları
Pes ondan çıkardı göğe onları
Buyurdu ki hep cin semâda dura
Velî kavm-i cân hep havada dura
Ġbâdet buyurdu bular itmedi
Kamu azdı doğru yola gitmedi
Pes andan sekiz yüz resûl gönderip
Ki davet kıla bunları dönderip
Kamusunu öldürdüler zulm ile
Yeri cümle doldurdular zulm ile
Buyurdu ki huzzân-ı cennet yere
Ġne cinn ü cân kavmini hep kıra
Onunçün iderler bu kavmi helâk
Çün etmediler hak yola insilâk (Çelebioğlu, Tarihsiz: 102).

Türkler yerleĢik yaĢama geçince Gökdininin yanı sıra, Türk oldukları güçlü bir
Ģekilde dile getirilen (Aksoy, 2007: 177) Saka‟lardan olan Buda‟nın kurduğu Budizm
(Sevengil, 1959: 21), Hıristiyanlık, Maniheizm gibi dinleri kabul etmiĢlerdir. Uygur
döneminde bu dinlere ait pek çok kavram kullanılmıĢ (Aksan, 1996: 27) ve söz konusu
dinlerin evren ve Tanrı anlayıĢı Türkler üzerinde etkili olmuĢtur. Budizme ait olan ve
hem Türklerin hem de Çinlilerin kainat görüĢünden izler taĢıyan aĢağıdaki metin bunun
tipik bir örneğidir:
15

“Bu evrende üstteki gök parlaktır; alttaki yağız yer karanlıktır. GüneĢ Tanrısı
parlaktır; Ay tanrısı karanlıktır3. Su karanlıktır. Er parlak, diĢi karanlıktır. Yerli-göklü,
diĢili erkekli ilkeler karıĢırsa canlı ve cansız iki varlık belirir. (Esin, 2001: 23)”
Bilindiği üzere eski Türklerde Gök „eril‟, yer ise „diĢil‟ olarak algılanıyordu
(Candan, 2004: 420). Yunus Emre‟nin “Dörttür anam dokuz babam” ifadesinde yeri
oluĢturan toprak, ateĢ, hava ve suyun ana; göğün dokuz katının da baba olarak
algılanmasının bu eski inanıĢlarla bir ilgisi olduğu açıktır.
Türk Mitolojilerinde de Ay erkek, GüneĢ diĢidir (Fığlalı, 1994: 37). Ayrıca Yakut
masallarında kahramanların GüneĢ ve Ay‟ın himayesinde (Eröz, 1992: 113) oluĢu
Yunus‟ta olduğu gibi göğün insan üzerindeki etkisinin farklı bir ifade Ģeklidir.
Gök-insan münasebetine dayanan inanç izlerine destanlarda daha çok rsatlanır.
Oğuz Kağan, gök ve yerin kızları ile evlenir. ġamanizmde de erkekler göğün ve yerin
kızları ile evlenirler. Yerin ve göğün kızları ile evlenmek önemli bir ayrıcalıktır; bu
nedenle ġamanların çoğunun iki hanımı vardır (Ögel, 1989: 141).
Yıldız Han‟ın torunu Alankuva‟nın hamile kalması da gökten gelen bir ıĢıkladır.
Alankuva'nın kocasının ölümünden sonra kutlu ıĢık içinde kendisine gelen bir börü (diĢi
kurt) ile evlenmesinden Cengiz'in atası dünyaya gelmiĢtir. Buradaki diĢi kurt gerçek bir
hayvan olmayıp Türklerin koruyucu ruhu anlamında ve sembolik olarak kullanılmıĢtır.
Tıpkı BektaĢi Menakıbında Kadıncık Ana‟nın rüyasında koynuna giren dolunayı, Ġdris
Hoca tarafından Kadıncık Ana‟nın büyük bir zata hamile kalmıĢ olmasıyla yorumlaması
gibi.
Aksi hâlde bazı kültürlerde görüldüğü gibi hurafelerle dolu bir inançtan ve sapkın
iliĢkilerden söz etmek durumunda kalınır ki, bu durum, bilinen en eski zamanlardan beri
tabiata ve gerçekliğe çok bağlı olan, zina ve sapkın iliĢkilerin ölümle cezalandırıldığını
bildiğimiz Türk kültürüyle asla bir arada düĢünülemeyecek bir durumdur.
Gök‟le ilgili yukarıda değinilen inanıĢlar dıĢında halk arasında, zamanla Ġslâmî
ögeler eklenerek varlığı sürdürülen baĢka inanıĢların da oluĢtuğu görülmektedir.
Tatarlar davul derisi üzerine dünya ağacı, güneĢ, ay ve gök kuĢağı resmi
çiziyorlardı. Buradaki ağaç kayın ağacıdır ve Ģaman sisteminde yeri büyüktür. Kayın
ağacı ve HuĢ ağacı Türklerde kutsaldır. ġamanın asâsı kayın ağacındandır.

3
Türk mitolojisinde Ay erkek, GüneĢ diĢidir.
16

Anadolu‟da halk arasında gökkuĢağına “Fatma (Fadime) anamızın kuĢağı” denir.


Söz konusu anlayıĢın izlerini bugün Alevîlikte de görmek mümkündür. Zühre, çoban
yıldızı, Hz. Fatıma‟dır. Alevîlikte ay ve güneĢ Hz. Ali ve Hz. Fatıma‟dır; yenmesi
haram olan tavĢan inancının da Altaylılarla ilgisi vardır. Çünkü Altaylılarda TavĢan aya
ait semavî bir hayvandır (Eröz, 1992: 115).
Yukarıda değinildiği gibi, BektaĢi menakıbında geçen Kadıncık Ana, rüyasında on
dört günlük dolunayın koynuna girdiğini görür. Ġdris Hoca bu rüyayı Ģöyle yorumlar:
GüneĢ peygamberdir, ay eren. Senden bir çocuk dünyaya gelecek, erenlerden olacak.
Pir Sultan Abdal ve Hatayî‟den alınan aĢağıdaki Ģiirler de Türklerin bu eski
inançlarını hatırlatmaktadır:
Ay Ali‟dir gün Muhammed
Üç yüz altmıĢ altı sünnet
Balıklar da suya hasret
Çarh dönerler göl içinde

Hatayî:
Ay da sırdır gün de sırdır
Allah bir Muhammed Ali (Eröz, 1992: 116-118)

Türk inanç folklorunda gökle Tanrı arasında olduğu gibi Tanrı ile dağlar arasında
“yükseklik”, göğe daha yakın olma dolayısıyla da bir iliĢki kurulduğu görülür. Çünkü
onlara göre dağlar Tanrı‟nın izzet ve azametinin açıkça görüldüğü yerlerdi. Bu yüzden
de dağa Rabbü‟l-Ġzzet makamıdır, derlerdi (Esin, 2001: 134). Ancak bunun sadece
Türklerde değil bütün dinler ve yaĢantılarda görülen bir özellik olduğunu söylemek
gerekir. SözgeliĢi Musa-Tur Dağı iliĢkisi edebiyatta oldukça yaygındır. Hristiyan
keĢiĢlerin ibadethaneleri genellikle dağların zirvelerine yakın yerlerde bulunmaktadır.
Hz. Muhammed (sav) de sık sık Hira Dağı‟na giderdi ve ilk vahiy kendisine bu dağda
bulunan ve dağın adıyla anılan mağarada iken gelmiĢtir.
Muhtemelen bu dinî geleneklerin bir devamı olarak pek çok din büyüğü dağlarda
inziva içerisinde kalmıĢ, ibadet etmiĢlerdir. Hz. Peygamber de bu anlamda Mekke‟de
geleneği sürdürenlerdendi. Velilerin, keĢiĢlerin vb.‟lerin bazılarının türbe ve mezarları
da dağlık yerlerde ya da dağ zirvelerine yakın yerlerdedir.
17

Aynı yükseklik ve üst olma duygusunun tasavvufî eserlerde de yansıma bulduğu


görülür. Tasavvufî eserlerde vücudun üst kısmı olan baĢ ile Allah‟ın arĢı arasında bir
iliĢki kurulur.
Bu bilgilerden hareketle manevî kültürümüzden “Tanrı-gök” anlayıĢının, çeĢitli
ulusların kültürleriyle karıĢtığı ve ortak bir kültür Ģeklinde günlük hayatımızda çeĢitli
Ģekillerde yansıma bulduğu söylenebilir.
Özellikle semavî dinlerde gök ile vahiy arasında bir iliĢkinin olması, gökle ilgili
inanç kökenli davranıĢları Ģekillendiren bir kültürün geliĢmesine zemin hazırlayan
etkenlerdendir. AĢağıda görüleceği üzere geçmiĢten günümüze bazı davranıĢ ve
inanıĢların, halk arasında, yer yer hâlâ gökyüzü-Tanrı iliĢkisine dayandırılması, manevî
kültürümüzdeki gök-Tanrı etkisini gösteren delillerdir. Maddeler hâlinde verilen her bir
konu hakkında etraflı araĢtırmalar yaptıktan sonra semavî kaynaklı inanıĢlarla ilgili
kültürün daha belirgin Ģekilde ortaya çıkacağı açıktır.
Folklor ve edebiyat alanında dile getirilen, üzerinde durulmaya değer konular
Ģunlardır:
Gökle ilgili diğer inanıĢlar: Gökten çekirge ve kurbağa yağması; gök gürlemesi;
ĢimĢek, yahut sıcak ĢimĢeği (yılkın, meleklerin kalkan oyunu); kar yağması, yağmur,
sis, çiğ, kırağı, dolu, bunları celp ve def konuları; rüzgâra verilen adlar ve bunlarla ilgili
inanmalar; rüzgâr üfleyen dev hikâyesi; Ģeytanın gelin götürmesi (kasırga), vb.
GüneĢ‟le ilgili inanıĢlar: GüneĢin Ģahıs olarak düĢünülmesi; güneĢ ve ay anılarak
söylenen dilekler; güneĢ ve ay resimlerinin evlerde, kapılarda vb. yerlerde kullanılması,
vd.
Ay‟la ilgili inanıĢlar: Ayın kiĢi olarak düĢünülmesi; (ay oğlan, güneĢ kız,
bunların birbirine âĢık olması); aydaki gelin; ay ile terkip olunan hayvan, bitki ve yer
isimleri; ay ağılının ve ayın büyüyüp küçülmesinin iĢaret ettiği manalar; Ayın sebep
olduğu hastalıklar ve iyileĢtirdiği hastalıklar; aya karĢı söylenen büyüler; ayın
değiĢmesinin ve tutulmasının izahı; ayla ilgili diğer inanıĢlar.
Diğer gök cisimleriyle ilgili inanıĢlar: Çoban yıldızı; yıldız akması; gökten inen
kudret taĢları; yıldırım taĢı; yıldırımın düĢtüğü yerler; kuyruklu yıldızla ilgili inanıĢlar;
yıldız ve yıldız Ģekillerinin Türkçe adları ve bunlarla ilgili inanmalar; Kabe yolu (saman
uğrusu); GökkuĢağı (alâim-i sema); gelin kuĢağı, peygamber kuĢağı gibi
isimlendirmeler; GökkuĢağının altından geçmek.
18

Ġnanç coğrafyası çerçevesinde bu konulara elbette baĢka eklemeler olabilecektir.


Ancak asırlar geçmesine ve pek çok kültürlerle karıĢmasına rağmen Türklerin
inançlarında temelden sapmaların olmadığı görülecektir.

Sonuç
Ġfade edilen kültürel karıĢımların, Türklerin Gök Tanrı inancının Ġslâmın Allah
inancına benzemesinden kaynaklandığı söylenebilir; çünkü Türkler için, Ġslâmiyete
girmeden önce de Tanrı; Kadîm (bayat), Bakî (mengül), Vahit (bir), kendi kendine
mevcut ve sıkıntılardan uzak (müngsuz), Hayy (diri), iradesi (erk) ve kudreti (ogan)
olan, Hâlik (törütgen) ve yarattıklarına hitap eden (deyici), vacibu‟l-vücud bir varlık idi
ve Türkler vacibu‟l-vücut kavramının tam olarak ne anlama geldiğini biliyorlardı (Esin,
2001: 15). Ancak Divanu Lügati’t-Türk‟ten anlaĢıldığı ve Emel Esin‟in de Türk
Kozmolojisine Giriş adlı eserinde ifade ettiği üzere, zamanla insanların kavrayıĢlarının
azalması sonucu, bazı Oğuzların göğü Tanrı olarak algılamaya baĢlamalarında olduğu
gibi, inanç ve düĢüncenin derinliğini yitirdiği, böylece asıl inancın bozulmuĢ olabileceği
de düĢünülebilir.
Tanrı ile gök arasında somut bir iliĢki olmamasına, dinî öğretide söylendiği üzere
her yerde hazır ve nazır, mekândan münezzeh olmasına, dua ederken ellerin semaya
çevrilmesinin Allah‟ın yüceliğini gösteren mecazî bir anlatım olmasına rağmen
(Gölpınarlı, 1973: 83), yaratıcının yukarıda, varlığın üst kısımlarında algılanıyor olması,
bu çerçevede, Ģekle dayalı bir kültürün oluĢmasına hizmet etmiĢtir.
Anadolu‟nun çeĢitli yerlerindeki inanıĢlar, Türklerin Tanrısallıkla gök arasında
kurdukları iliĢkiyi gösteren çarpıcı örneklerdir. Bazı durumlarda bebeklerin; gerdekten
önce damatların; düğün bitmeden kaynananın; defnedilmeden önce cenazenin göğe
doğru hoplatılması uygulamaları, gökle ilgili eski kutsallık anlayıĢlarının devam ettiğini
düĢündürmektedir (Gölpınarlı, 1973: 35).
Günümüzde cenaze namazı kılındıktan sonra yukarıya kaldırılmıĢ vaziyette elle
tutularak, baĢlar üzerinde bir süre taĢınması uygulamasının bir saygı gösterisinde
bulunmanın yanı sıra, ölünün ruhunun yerin altında kalmayıp göğe yükselmesini, ruh
sahibinin de göksellerden olmasını arzu etmek gibi bir kutsalı yansıttığı açıktır.
Edebî, tasavvufî metinler de Tanrı gök iliĢkisini ve Tanrı yer iliĢkisini anlatan
sayısız örnekle doludur.
19

KAYNAKLAR
AKSOY, Mustafa. (2007). “Halı Kilim Tarihi ve Tunceli”, 2. Uluslar arası Türk Kültür
Evreninde Alevilik ve BektaĢilik Bilgi ġöleni, 17-19 Ekim 2007, Gazi Ün. Türk Kültürü
ve Hacı BektaĢ Velî AraĢtırma Merkezi.
CAN, ġefik. (1997). Konularına Göre Açıklamalı Mesnevi Tercümesi, Ġstanbul: Ötüken
Yay.
CANDAN, Ergun. (2004). Türklerin Kültür Kökenleri, Ġstanbul: Sınır Ötesi Yay.
ÇAVUġOĞLU, Ali. (2007). “BektaĢi Fıkralarında Zihniyet ve Tevhitçi Zihniyet”, 2.
Uluslar arası Türk Kültür Evreninde Alevilik ve BektaĢilik Bilgi ġöleni 17-19 Ekim
2007, Gazi Ün. Türk Kültürü ve Hacı BektaĢ Veli AraĢtırma Merkezi Yay.
ÇUBUKÇU, Ġbrahim Agâh. (1987). Türk-Ġslam Kültürü Üzerinde AraĢtırmalar ve
GörüĢler. Ankara: Ankara Ün. Ġlahiyat Fak. Yay.
ELĠADE, Mircea. (1983). “Orta Asya ve Kuzey Kavimlerinde Semavî Tanrılar”,
Çeviren: Harun Güngör. Kayseri: Erciyes Ü. Ġlahiyat Fak., Dergisi, Sayı:1.
ERÖZ, Mehmet. (1992). Eski Türk Dini. Ġstanbul: TDAV.
ESĠN, Emel. (2001). Türk Kozmolojisine GiriĢ. Ġstanbul: Kabalcı Yay.
EYÜBOĞLU, Ġsmet Zeki. (1995). Türkçenin etimolojik Sözlüğü. Ġstanbul: Sosyal Yay.
FIĞLALI, Ethem Ruhi. (1994). GeçmiĢten Günümüze Halk Ġnançları Ġtibariyle Alevîlik
ve BektaĢîlik.
GÖLPINARLI, Abdulbakî. (1973). Mesnevi ġerhi. Ġstanbul: BaĢbakanlık Kültür
MüsteĢarlığı Kültür Yay.
GÜNGÖR, Harun. (1998). Türk Bodun Bilimi AraĢtırmaları. Kayseri: Kıvılcım Yay.
HACI BEKTAġ VELÎ. (1996). Makalât. Çeviren: Esat CoĢan. Ankara: Kültür
Bakanlığı Yay.
KALAFAT, YaĢar. (2006). Doğu Anadolu‟da Eski Türk Ġnançlarının Ġzleri. Ankara:
Ebabil Yay.
ÖGEL, Bahaeddin. (1989). Türk Mitolojisi. Ankara: TTK Yay.
RAHMAN, Abdulkerim. (1996). Uygur Folkloru. Çeviren: Soner Yalçın-Erkin Emet.
Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
SAMANCIGĠL, Kemal. (1945). BektaĢilik Tarihi. Ġstanbul: Tecelli Matbaası.
SUNAR, Cavit. (1975). Melamilik ve BektaĢilik. Ankara: Ankara Ü. Ġlahiyat Fak., Yay.
20

TANYU, Hikmet. (1980). Ġslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı Ġnancı. Ankara:
Ankara Ü., Ġlahiyat Fak., Yay.
TÜMER, Günay-Küçük, Abdurrahman. (1993). Dinler Tarihi. Ankara: Ocak Yay.
TOPALOĞLU, Bekir. (1989). “Allah”. Ġstanbul: TDV., Ġslam Ansiklopedisi.
UZUN, Mustafa. (1992). “Besmele”. Ġstanbul: TDV Ġslam Ansiklopedisi.
ÇELEBĠOĞLU, Amil. (Tarihsiz). Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediyye. Ġstanbul:
Tercüman 1001 Temel Eser.
YILDIRIM, Cafer. (1995). ġamandan ġaire Türk ġiiri. Ġstanbul: Engin Yay.

You might also like