Professional Documents
Culture Documents
a) İşkence. Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün
çeşitleriyle yasaktır.
b) Savaşçı olmayanların öldürülmesi. Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek
kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden
olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler,
dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler vb.
leri öldürülmez.
c) İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi.
d) Verilmiş söze ve yapılmış andlaşmaya aykırı hareket.
e) Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması.
f) Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetler. Düşman kadınlarının
ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler.
g) Düşmandan alınan rehineleri öldürmek. Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez.
h) Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek.
ı) Katliam. Hz. Peygamber ve raşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya
zaptolunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur.
Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan
düşmanlarını affetmiştir.
i) Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek. Akraba düşman
saflarında olsa dahi öldürülmez.
j) Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan
kimseleri öldürmek.
k) Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru
ilerlemek.
l) Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak.
(Buhari, Cihad, 150 vd.; el-Benna, el-Fethu'r-Rabbânî (Tertibu-Müsnedi-Ahmed), C.
XIV, s. 61 vd.; diğer kaynaklar için bak. Muhammed Hamidullah, İslam'da Devlet
İdaresi, (trc. Kemal Kuşçu), İstanbul, 1963, s. 166 vd. )
İSLAM'DA CİHAD
İnsanlığın aradığı barış İslam'da mı?; Kur'an'a göre insan varlıkların en şereflisidir.
Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Bu nedenle insana çok önem verilmiş ve yüceltilmiştir.
Bir insanı suçsuz yere öldürmek, tüm insanlığı katletmeye denk tutulmuştur.Hz.
Peygamber, gayr-i müslim bile olsa cenazelere saygı göstermiş ve böylece insan olma
sıfatının, filan dine mensup olma sıfatından önce geldiğini göstermiştir.Diğer yandan,
Müslümanların kendi dışındakilere bakışları Kur'an'daki ilkelere dayandığından, hiçbir
zaman hakimiyetleri altındaki insanları dinlerini değiştirmeye ve Müslüman olmaya
zorlamamışlardır. Bu, Kur'an'ın "Dinde zorlama yoktur." ilkesinin doğal bir sonucu
olarak görülmelidir. Böylece fethedilen bölgelerdeki insanlar hiçbir zorlamaya maruz
kalmamış, aksine cizye vergisi ödemek şartıyla din ve inançlarında serbest
bırakılmışlardır.Hz. Peygamber'in şu beyanları, Müslüman idarecilere daima ışık
tutmuştur: "İnsanlara azab edene Allah da azab eder. Kim bir zimmiye (gayrimüslime)
zulmeder ve ona gücünün dışında iş yüklerse, kıyamet günü beni karşısında
bulacaktır."İnanç konusunda zorlama, dinin özüne aykırı olduğundan, daha İslam'ın ilk
gününden itibaren böyle bir zorlamaya yer verilmemiştir. Bu nedenle Hz. Peygamber'e
(sav), "asıl görevinin tebliğ olduğu, insanları hidayete erdirme olmadığı" bir ayette
açıkça belirtilmiştir.Elli civarında maddeden oluşan bu yazılı vesikada:
"Müslümanların dinleri kendilerine, Yahudilerin dinleri de kendilerinedir." denilerek
Yahudilere ve bunların müttefiklerine tam bir din hürriyeti tanınmıştır.Mekke'nin
güneyinde kalan Necran bölgesi, Hicaz'ın Hıristiyanlık merkezi durumunda idi. Hz.
Peygamber Necran'lılarla yaptığı meşhur anlaşmada, onların can, mal ve din
hürriyetlerini garanti ettiği gibi, mabedlerine ve din adamlarına da tam bir
dokunulmazlık tanımıştır.(Prof. Dr. İbrahim Özdemir, Müslümanın İnsanlarla
Kardeşliği)
"Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah,
aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz
de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz,
Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın.
Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz
Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız)
Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan
başkasına karşı düşmanlık yoktur." (2 Bakara Suresi , 190-193)
Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi savaş ancak savaşanlara karşı yapılır. Üstelik bu savaşta
aşırılığa gidilmemesi için Allah, inananları uyarmaktadır. Savaş esnasında karşı taraf
savaşa son verip aman dilerse, Müslümanlar buna uyar ve savaşa son verirler.
Kuran’da savaşın ancak savunma amaçlı olduğunu yukarıdaki ayetlerde görmüştük.
Bunun dışında saldırı olduğunda ise Allah Müslümanların bu saldırganlığa karşı cevap
vermelerini ve tüm güçleriyle bu saldırganlarla savaşmalarını ister. Tevbe suresindeki
ayetler şöyledir:
" Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa)
başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer
inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Onlarla çarpışınız. Allah,
onları sizin ellerinizle azarlandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer
versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi
gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir." (9 Tevbe Suresi, 13-15)
Savaşta kararlı ve güçlü olmanın hem savaşın daha çabuk bitmesini sağlayacağı, hem
de muhtemel savaşlar için caydırıcı bir örnek oluşturacağı açıktır.Saldırganlara karşılık
vermek ve onları bu hareketlerine pişman etmek sonuçta barışı korumak için en doğru
yol olacaktır.Bunun dışında bir de Allah, Müslümanlardan zayıf bırakılmış, eziyet
gören, muhtaç insanlar için yine onları koruma amaçlı savaşa izin vermektedir:
" Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden
çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden
yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına
savaşmıyorsunuz?" (4 Nisa Suresi, 75)
Bu tür bir savaş da şiddetten değil aksine merhametten doğmaktadır. Zalimliğe karşı
İslam, mazlumu kuşatıcı ve koruyucu olunmasını inananlara öğütler. Barış durumunda
ise Allah, iman edenlerden iyiliği ve adaleti ister. Burada amaç savaşa karşı barışın
korunup muhafaza edilmesidir:
" Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-
çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi
sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. " (60 Mümtehine Suresi, 8)
Karşınızdaki grup hangi dinden olursa olsun eğer barış içinde yaşamak istiyorsa,
bunlara karşı inananların yaklaşımı Kur’an’a göre sadece dostane bir yaklaşım olabilir.
Dolayısıyla bu ayetler bir bütünlük içinde okunup değerlendirildiğinde ortada bir çelişki
yoktur.
Harpte maksat ne olmalIDIr?
" De ki: Ey Ehl-i Kitab! Sizinle bizim aramızda eşit olan bir inanca gelin: 'Allah'tan
başkasına kulluk etmeyelim, Allah'ı bırakıp birbirimizi Rab edinmeyelim'. Eğer bu
çağrıyı kabul etmezlerse onlara 'Şahit olun ki biz müslümanız; yani bir tek Allah'ın
iradesine teslim olmuşuzdur' deyin" (Âl-i İmran: 3/69 )
Birinci âyet, aslı vahye dayanan din mensuplarını, bütün hak dinlerin temel inancı olan
tevhide çağırmakta, bu temel üzerinde bir dinler arası diyaloğun yolunu
açmaktadır.İkinci âyet ise müslümanları, bir dine inansın-inanmasın bütün insanlar ile
iyilik ve adalet çerçevesinde ilişkiler ve işbirlikleri kurmaya yönlendirmektedir. Bu
âyete göre barış içinde yaşamak ve bütün insanlığın hayrına olacak faaliyetlerde işbirliği
yapmak için diğer toplulukların belli bir inanca sahip olmaları şartı yoktur; tek şart
karşı tarafın barış istemesi, insanların hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi, âyetteki
ifadeye göre dinine ve yurduna tecavüz etmemesidir.
Başka çare kalmadığında meşru hale geldiği için başvurulan savaş, İslam'a göre bir
katliam, bir körü körüne imha hareketi değildir; hedefi ve sınırları belli bir askeri
harekettir. Bu hareketten sivillerin, masumların, çevrenin zarar görmemesi için
sınırlamalar ve yasaklar getirilmiştir. Bu da İslam'da savaşın değil, barışın, intikamın
değil, merhametin, imha ve tahrip etmenin değil, korumanın esas ve amaç olduğunun
başka bir kanıtıdır. (Pr. Hayrettin Karaman)
İslam’da sulh ve barış asıl, savaş istisnaîdir
Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen, insanları köleleştiren, çok basit denebilecek
sebeplerden dolayı adam öldüren cahiliye dönemi insanları, bir canın ne kadar aziz
olduğunu ve insanın değerini ancak İslamiyet güneşi doğduktan sonra
anlayabilmişlerdir
Bir ayet-i kerimesinde Cenab-ı Hak “Biz insanoğlunu mükerrem kıldık ”(İsra, 17/70)
buyurarak dil, din ve ırk ayrımı yapmadan onun diğer canlılar arasındaki müstesna
konumuna dikkat çekmiş, kâfir bile olsa bir insanın canının, malının ve ırzının haram
olduğunu belirtmiş, insanların temel haklarını koruma altına almıştır Ve yine insan
öldürmenin ne denli kötü bir iş olduğunu farklı ayet-i kerimelerinde ifade etmiş,
getirdiği adalet-i mahza ilkesine göre haksız yere bir kimsenin öldürmesini bütün
insanların öldürülmesine denk tutmuştur İnsana verilen bu değerdendir ki savaş gibi
insana ait birçok temel hakkın çiğnendiği bir durumu tasvip etmemiş, sulhun, barışın
önemine dikkat çekmiştir Bununla ilgili Kur'ân’da: “Ey iman edenler! Hepiniz toptan
barış ve selamete girin de şeytanın adımlarını izlemeyin Çünkü o, sizin aranızı açan
belli bir düşmandır ” (Bakara, 2/208) buyrulurken savaş esnasında barış teklif
edildiğinde hemen buna uyulmasıyla ilgili emri de şöyledir: "O halde, onlar sizden uzak
durur, sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse, o takdirde Allah onlara
saldırmak için size yol vermez ” (Nisa, 4/90) Esasında İslâm kelimesinin manasında da
bu anlamlar mevcuttur Yani bu kelime bize sulhu, barışı, esenliği hatırlatmaktadır
Allah Resulü (s a s )’in hayatı süresince takip ettiği yola baktığımızda O’nun hep barış
taraftarı olduğu görülecektir Savaş yapmadan Mekke’yi fethetmesi, bütün ümitlerin
boşa çıkarıldığı, Kabe’yi tavaf yapmalarının engellendiği ve anlaşma metninde
aleyhlerine gibi gözüken maddelerin bulunduğu bir anlaşma olan Hudeybiye
müsalahasını yapması, Medine’ye hicret eder etmez Medine’deki müşrik, Yahudi,
Hıristiyan farklı gruplarla anlaşmalar yapması ve Mekke’de bulunduğu sürece
herhangi bir fiilî çatışmaya girmemesi, O mücella kametin savaş taraftarı olmadığını
gösteren örneklerden sadece bir kaçıdır
İslam hoşgörüyü, barışı istemekle beraber, tabiatında güzel huylarının yanında
bencillik, tamahkârlık, tahrip gibi kötü hasletleri de bulunduran insanoğlunun her
zaman hakkı gözetemeyerek başkalarının hukukuna gireceğini de göz önünde
bulundurmuş ve böyle bir durumda meşru müdafaa hakkı doğacağından savaşla ilgili
hükümler de getirmiştir Ve bununla savaşı meşru ve adil bir temele oturtmak istemiştir
Kısaca İslâm’da sulhun, güvenliğin, esenliğin esas olduğu, bununla birlikte bir insanlık
realitesi olan savaşın ise arızî (ikinci planda, gerektiğinde yapılan) bir durum olduğu
söylenebilir Nitekim Peygamber Efendimiz’in yaptığı savaşlara bakıldığında hemen
hemen hepsinin müdafa harbi olduğu görülür Yani savaş def-i şer kabilinden istisnai
bir durum olarak karşımıza çıkar İnsanların İslâm’ı hakkıyla yaşayabilmeleri ve
Allah’la insan arasındaki engellerin aşılması da ancak insanların barış ve güvenlik
içinde yaşadıkları bir ortamda gerçekleşecektir