You are on page 1of 12

İLKELERİMİZ

Kur’anın cihad(adil savaş) ile ilgili olarak belirlediği ilkeler şunlardır:


1- Haklı savaş gerekçesi ilkesi:
Kuran-ı Kerimdeki savaşın sebebi, düşmanın saldırı ve zulmüdür. Düşman
Müslümanların yurtlarını basar, hicrete zorlar, can, mal ve din ve namus güvenliğini
tehdit ederse, bu durum; savaşı zorunlu ve mecbur kılar.Kur’ana göre, düşman güçlere
karşı verilecek savaşın gerekçesinin makul ve haklı olması gerekir. Esasen “istila”,
“sömürü” ve “tecavüz” için yapılan savaşları tanımayan İslam dini ( Bakara Sûresi,
205 ; Nisa Sûresi,94 ; Kasas Sûresi,83 ; Şura Sûresi,41-42) savaşa ancak :Müslümanların
can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslama ve İslam
ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulacağını hükme bağlamış ve
meşru gördüğü bu savaşı da diğerlerinden ayırmak için ona cihad adını vermiştir.
2- Adil savaş ilkesi:
Adil savaş ilkesi, cihat fiilen başladığı zaman uygulanacak bir ilkedir. Bu ilkeye göre,
savaş sadece savaşa iştirak eden tarafa yöneliktir. İslam’da düşmanı öldürmekten
ziyada insanı kazanmak esastır. Bu amaçla, savaştan önce düşman İslam’ı kabul etmeye
çağrılır, kabul etmezse itaat ve cizye(savaş tazminatı) teklif edilir. Bunlar yapılmadan
cihada teşebbüs edilmez. Düşmana sunulan bu gerekçeler kabul edilmediğinde Allah’tan
yardım dilenerek savaşa girilir.Savaşa girildiğinde, Müslümanlar, “adil savaş ilkesi”ne
göre adım atmak zorundadırlar. Bu ilkeye göre, savaşta vurulacak hedef sadece düşman
askerleridir. Savaş sırasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yatalak hastalar, mecnunlar,
sakatlar öldürülemez. Savaşa iştirak etmeyen din adamlarına ve ihtiyarlara silah
çekilmez, savaşa katılmayanlar (esnaf ve çiftçiler gibi sivil halk) katledilemez (Bakara
Sûresi,191).Savfan İbnu Assal (r.a) anlatıyor : “Resulullah (a.s.m) beni seriyyede savaşa
gönderdi.Yola çıkarken şu talimatı verdiler :“Allah’ın adıyla, ALLAH YOLUNDA
YÜRÜYÜN.Allah’ı inkar edenlerle savaşın, işkence yapmayın, ahdinizi bozmayın.
ganimeti çalmayın, çocukları öldürmeyiniz” ( Müslim, Cihad 3,(1731), Tirmizi, siyer 48,
(1617) Ebu Davut, Cihad 90, (2612,2613)
3- Savaşta aşırı gitmemek ilkesi:
İslam, savaş halinde bile, insanî değerlere itibar eder. Savaş anında, dehşet ve vahşeti
sergileyen şiddetli hiddetleri mutedil hale getirir. Savaşta bile ölçüyü kaçırmamayı bir
temel prensip olarak kabul eder. İslam, aşırı ve haddi aşan tavırlara karşı müeyyideler
getirmiştir. Bu nedenle, İslam hukukunda saldırıya ancak misli ile mukabele edilir; aşırı
gitmek suçtur.Kur’an-ı Kerim, düşmanla yapılan yüz yüze savaşta bile, aşırı gidilmesini
yasaklar. Bu husus, şu ayet-i kerime ile beyan burulmuştur:
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın.Sakın aşırı gitmeyin, çünkü
Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara Sûresi,190)Nitekim bir başka ayette de şöyle
buyrulur:“ Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan
korkun ve bilin ki Allah müttakilerle beraberdir” (Bakara Sûresi, 194)
4- Sulh ve barış ilkesi:
İslam, düşman tarafından teklif edilen sulh ve barış anlaşmalarına karşı barış ve sulh ile
mukabele etmeyi prensip olarak kabul eder(Enfal Sûresi,61,62,63 ; Hucurat Sûresi,9).
Kur’an “Sulh (daima) hayırlıdır”(Nisa Sûresi,128) mesajı ile bütün dünyaya bu hakikati
1400 seneden beri duyurmaktadır. “Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse,(şunu iyi bilin
ki)Allah gafur ve rahimdir”(Bakara Sûresi,192) ayeti ile “Şayet vazgeçerlerse
zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur”(Bakara Sûresi,193) ayeti de sulhun
önemini vurgulamaktadır.
5- Esirlere iyi muamele etme ilkesi:
İslam, esirlere iyi muamele edilmesini emredir. Müslümanlar esirleri yedirmekle, aç ve
susuz bırakmamakla mükelleftirler. Bu görevi de Allah rızası içi yaparlar.(Bakara
Sûresi,177;Enfal Sûresi,69,70,71;Muhammed Sûresi,4; İnsan Sûresi, 8,9,10,11,12) Şener
Dilek (Prof.)

Savaş halinde yasak fiiller

a) İşkence. Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün
çeşitleriyle yasaktır.
b) Savaşçı olmayanların öldürülmesi. Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek
kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden
olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler,
dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler vb.
leri öldürülmez.
c) İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi.
d) Verilmiş söze ve yapılmış andlaşmaya aykırı hareket.
e) Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması.
f) Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetler. Düşman kadınlarının
ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler.
g) Düşmandan alınan rehineleri öldürmek. Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez.
h) Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek.
ı) Katliam. Hz. Peygamber ve raşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya
zaptolunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur.
Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan
düşmanlarını affetmiştir.
i) Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek. Akraba düşman
saflarında olsa dahi öldürülmez.
j) Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan
kimseleri öldürmek.
k) Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru
ilerlemek.
l) Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak.
(Buhari, Cihad, 150 vd.; el-Benna, el-Fethu'r-Rabbânî (Tertibu-Müsnedi-Ahmed), C.
XIV, s. 61 vd.; diğer kaynaklar için bak. Muhammed Hamidullah, İslam'da Devlet
İdaresi, (trc. Kemal Kuşçu), İstanbul, 1963, s. 166 vd. )
İSLAM'DA CİHAD
İnsanlığın aradığı barış İslam'da mı?; Kur'an'a göre insan varlıkların en şereflisidir.
Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Bu nedenle insana çok önem verilmiş ve yüceltilmiştir.
Bir insanı suçsuz yere öldürmek, tüm insanlığı katletmeye denk tutulmuştur.Hz.
Peygamber, gayr-i müslim bile olsa cenazelere saygı göstermiş ve böylece insan olma
sıfatının, filan dine mensup olma sıfatından önce geldiğini göstermiştir.Diğer yandan,
Müslümanların kendi dışındakilere bakışları Kur'an'daki ilkelere dayandığından, hiçbir
zaman hakimiyetleri altındaki insanları dinlerini değiştirmeye ve Müslüman olmaya
zorlamamışlardır. Bu, Kur'an'ın "Dinde zorlama yoktur." ilkesinin doğal bir sonucu
olarak görülmelidir. Böylece fethedilen bölgelerdeki insanlar hiçbir zorlamaya maruz
kalmamış, aksine cizye vergisi ödemek şartıyla din ve inançlarında serbest
bırakılmışlardır.Hz. Peygamber'in şu beyanları, Müslüman idarecilere daima ışık
tutmuştur: "İnsanlara azab edene Allah da azab eder. Kim bir zimmiye (gayrimüslime)
zulmeder ve ona gücünün dışında iş yüklerse, kıyamet günü beni karşısında
bulacaktır."İnanç konusunda zorlama, dinin özüne aykırı olduğundan, daha İslam'ın ilk
gününden itibaren böyle bir zorlamaya yer verilmemiştir. Bu nedenle Hz. Peygamber'e
(sav), "asıl görevinin tebliğ olduğu, insanları hidayete erdirme olmadığı" bir ayette
açıkça belirtilmiştir.Elli civarında maddeden oluşan bu yazılı vesikada:
"Müslümanların dinleri kendilerine, Yahudilerin dinleri de kendilerinedir." denilerek
Yahudilere ve bunların müttefiklerine tam bir din hürriyeti tanınmıştır.Mekke'nin
güneyinde kalan Necran bölgesi, Hicaz'ın Hıristiyanlık merkezi durumunda idi. Hz.
Peygamber Necran'lılarla yaptığı meşhur anlaşmada, onların can, mal ve din
hürriyetlerini garanti ettiği gibi, mabedlerine ve din adamlarına da tam bir
dokunulmazlık tanımıştır.(Prof. Dr. İbrahim Özdemir, Müslümanın İnsanlarla
Kardeşliği)
"Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah,
aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz
de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz,
Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın.
Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz
Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız)
Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan
başkasına karşı düşmanlık yoktur." (2 Bakara Suresi , 190-193)
Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi savaş ancak savaşanlara karşı yapılır. Üstelik bu savaşta
aşırılığa gidilmemesi için Allah, inananları uyarmaktadır. Savaş esnasında karşı taraf
savaşa son verip aman dilerse, Müslümanlar buna uyar ve savaşa son verirler.
Kuran’da savaşın ancak savunma amaçlı olduğunu yukarıdaki ayetlerde görmüştük.
Bunun dışında saldırı olduğunda ise Allah Müslümanların bu saldırganlığa karşı cevap
vermelerini ve tüm güçleriyle bu saldırganlarla savaşmalarını ister. Tevbe suresindeki
ayetler şöyledir:
" Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa)
başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer
inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Onlarla çarpışınız. Allah,
onları sizin ellerinizle azarlandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer
versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi
gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir." (9 Tevbe Suresi, 13-15)
Savaşta kararlı ve güçlü olmanın hem savaşın daha çabuk bitmesini sağlayacağı, hem
de muhtemel savaşlar için caydırıcı bir örnek oluşturacağı açıktır.Saldırganlara karşılık
vermek ve onları bu hareketlerine pişman etmek sonuçta barışı korumak için en doğru
yol olacaktır.Bunun dışında bir de Allah, Müslümanlardan zayıf bırakılmış, eziyet
gören, muhtaç insanlar için yine onları koruma amaçlı savaşa izin vermektedir:
" Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden
çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden
yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına
savaşmıyorsunuz?" (4 Nisa Suresi, 75)
Bu tür bir savaş da şiddetten değil aksine merhametten doğmaktadır. Zalimliğe karşı
İslam, mazlumu kuşatıcı ve koruyucu olunmasını inananlara öğütler. Barış durumunda
ise Allah, iman edenlerden iyiliği ve adaleti ister. Burada amaç savaşa karşı barışın
korunup muhafaza edilmesidir:
" Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-
çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi
sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. " (60 Mümtehine Suresi, 8)
Karşınızdaki grup hangi dinden olursa olsun eğer barış içinde yaşamak istiyorsa,
bunlara karşı inananların yaklaşımı Kur’an’a göre sadece dostane bir yaklaşım olabilir.
Dolayısıyla bu ayetler bir bütünlük içinde okunup değerlendirildiğinde ortada bir çelişki
yoktur.
Harpte maksat ne olmalIDIr?

Bu sorunun cevabını iki maddede özetleyebiliriz:


“Bize saldıran yahut saldırıya hazırlanan düşmana karşı kendimizi müdafaa etmek” ve
“ Zâlim devletlerle savaşarak, insanlığa hürriyet ve hidayet yolunu açmak.”
“Dinde zorlama yoktur.” (Bakara Sûresi, 256) Ancak, Cennet yolunu zorla kapamak
isteyenlerle de savaşmak gerekir. Eğer birtakım insanların hak ve hakikate ermesine bir
başka grup engel oluyorlarsa bunlarla savaş etmek de cihattır. Bunda başarı
sağlandıktan sonra kişi inancında serbest bırakılır. Dilerse İslâm’ı kabul eder, dilerse
kendi dininde yaşamaya devam eder. İkinci yolu tercih ederse cizye verir. Bu vergi,
savaşlara katılmamanın ve İslâm ülkesinde her türlü can ve mal güvenliği içinde
yaşamanın bedelidir.Elmalılı Hamdi Yazır, savaşı, “harb-i ıslâh ve harb-i ifsad” diye
ikiye ayırır ve müminlere emredilen harbin “ıslâh harbi” olduğunu beyan eder. Cihada
çıkan müminleri de “azaba istihkak kesbetmiş bir kavme azab-ı Hakk’ın tatbikine
memur bir el” olarak görür.O halde, savaşı bir ibadet anlayışıyla yapmak ve bu ibadetin
kaidelerine de en ince teferruatına kadar uymak gerekiyor:“Antlaşma yaptığınızda
Allah’ın ahdini yerine getirin.” (Nahl Sûresi, 91) emrine uyulacaktır. “Size savaş
açanlarla Allah yolunda çarpışın. (Allah’ın koyduğu) Sınırları aşmayın. Çünkü Allah,
haddi aşanları sevmez.” (Bakara Sûresi, 190) fermanına kulak verilecek, his ve hevese
kapılmaktan, aşırı gitmekten sakınılacaktır.Kadın, çocuk, ihtiyar gibi harbe iştirak
etmeyenlere ilişilmeyecektir. ( Mehmet Kırkıncı )
Kur’an-ı Kerimde “o müşrikleri nerde bulursanız öldürün” hükmü var
mıdır?
Soruda bildirilen hüküm, savaşla ilgili hükümlerin yer aldığı Tevbe Sûresinin 5.
ayetinin bir parçasıdır.Bilindiği üzere, Kur’an-ı Kerim bir defada bir kitap olarak
indirilmemiş, olaylara göre 23 yıl zarfında gelmeye devam etmiştir. Burada söz konusu
olan, Hz. Peygamberin ve ilk müslümanların müşriklerle savaş halidir.Nasıl ki, bir
devlet teröristlere şöyle bir ültimatom verebilir: “Size dört ay müddet. Ya bu müddet
zarfında teslim olursunuz, ya da görüldüğünüz yerde öldürülürsünüz .” Onun gibi,
Tevbe Sûresinin ilk ayetlerinde belirtildiği üzere, müşriklere dört ay süre verilmiştir. Bu
müddet zarfında onlara ilişilmeyecektir. Fakat eski hallerine devam ederlerse, ölüm
fermanı söz konusudur. “Onları nerede bulursanız öldürün” mealindeki ayetin son
kısmı “Allah Gafur ve Rahimdir’’ diyerek biter. Bununla “Allah bağışlayıcıdır,
merhamet edicidir. Siz de öyle olun” mesajı verilmektedir. Bir sonraki ayette ise şöyle
denilir:
“Eğer müşriklerden biri eman ile sana gelirse ona eman ver. Ta ki Allah’ın kelamını
dinlesin. (Müslüman olmazsa) sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır.
Çünkü onlar bilmeyen bir kavimdir.” Bu ayette, müşrikler hakkındaki ilahi rahmetin
eserlerini açıkça görmek mümkündür. Demek ki, müşriklere bu dinin güzelliğini
görmek, Allahın kelamını dinlemek fırsatı verilmelidir. Çünkü onlar, bu dini bilmeyen
bir toplumdur. Onlardan bu şekilde gelenler, İslam beldesinde emniyet içerisinde
yaşarlar, gezerler. Müslümanların hallerini gözlemlerler, neticede İslama
girmeyebilirler. Kabul etmediğinde “Sen müşriksin” denilip öldürülmez, emniyet içinde
vatanına dönmesine yardımcı olunur. Şadi Eren (Doç Dr.)
Kur’anı Kerimde “O müşriklerle hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle
Allah’ın oluncaya kadar savaşın” deniliyor. (Enfal Sûresi, 39) Ayetin ikinci kısmının
inanç hürriyetine uygun düşmediği iddiasına ne dersiniz?
Öncelikle şunu ifade edelim: İslam dininin, Müslümanlarla anlaşma yapan hariçteki
kâfirlere ve yine bir İslam ülkesinde yaşayıp cizyesini(vergisini) veren gayr-ı Müslimlere
hayat hakkı tanıması gösteriyor ki, söz konusu ayet-i kerimeyi din hürriyetine bir
engelmiş gibi yorumlamak gerçeğe aykırdır. İslâm'da, sözünü ettiğimiz bu iki gurup
gayr-i Müslim ile sulh içinde yaşamak esastır.Onlarla savaşılmaz, onların hakkı
muhafaza alındadır.Bu ayet-i kerime, müslümanlara iki büyük hedef göstermiştir:
1-Fitnenin (her türlü kaos ve kargaşanın) kökünü kazımak.
2-Allah’ın dinini hakim kılmak.
Bunlardan birincisi, evrensel bir barış demektir. Yani, bütün insanların huzur ve
emniyet içinde yaşayabileceği bir vasat meydana getirilmelidir. Öyle ki, gayr-i müslim
bir devlet, başkasına zulüm etse, bu fitneyi def için mazlum devlete yardım
edilebilmelidir.Şu ayet, bu manayı teyit eder:“Size ne oluyor ki, ‘ey Rabbimiz, bizi halkı
zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir
yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’
(Nisa Sûresi,75) Tarihin hemen her devrinde, dünyanın değişik yerlerinde ayette tasvir
edilen manzarayı görmek mümkündür. Bir takım erkekler, kadınlar ve çocuklar zulme
uğratılmakta, mağdur edilmektedir. Hayatı işkenceye çevrilen bu insanlar “Ey
Rabbimiz, bizi bu zalimlerden kurtar!” diye yalvarmaktadır. İşte, bu insanların
kurtarılması için mücadele verecek kimseler çok ulvi bir cihad yapmış
olacaklardır.“Allah’ın dinini hakim kılmak.” hedefinin ise, soruda ifade edildiği şekilde
anlaşılmaması gerekir. Zira, bir başka ayette açıkça “Dinde zorlama yoktur.”
denilmiştir. (Bakara Sûresi, 256) Dinde tebliğ vardır. Peygamberimiz hiç bir insanı zorla
İslâma sokmamıştır. Zaten öyle bir şey insan tabiatına aykırıdır. Silah zoruyla din
değiştiren birisi gerçekte asıl dinini devam ettirir.Hem peygamberimiz devrinde, hem de
sonrasında müslümanlar diğer dinlerin mensuplarına tam bir din ve inanç hürriyeti
tanımışlardır. Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’da kilise ve havraların
günümüze kadar gelmesi, Balkanlarda 400 yıl süren Osmanlı idaresi zamanında
Hıristiyan halkın dinlerini rahatça yaşaması İslâmdaki din ve inanç hürriyetini açıkça
ortaya koyarlar.“Dinin bütünüyle Allah’ın olması”, sadece Allah’a ibadet edilmesi
manasını ifade eder. O halde, bütün insanların ancak Allah’a ibadet etmeleri bir
müslümanın en büyük gayesi olmalıdır. Bu ayette, buna engel olan müşriklerle cihat
etmek ve tevhit inancı önündeki bütün engelleri kaldırmak müslümana gaye olarak
gösterilmiştir. Şadi Eren (Doç Dr.)
“Sizinle savaşanlarla sizde Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. Allah haddi aşanları
sevmez.” ( Bakara Sûresi, 190)
Ayette şu gibi hususlara dikkat çekilmiştir.
1- “Sizinle savaşanlarla savaşın.” Yani, sizinle savaşmayanla savaşmayın. Nitekim Hz.
Peygamber, komutanlarına “kadınları, çocukları, yaşlıları, mabetlerde kendini ibadete
verenleri öldürmemelerini sıkı sıkıya tembih etmiştir.
2- Yapılan savaş “fi sebilillah” yani “Allah yolunda” olmalıdır. Başkaları yeni ülkeler
ele geçirmek, hammadde kaynaklarına sahip olmak gibi gayelerle savaşıyor olabilirler.
Fakat bir müslüman ancak Allah yolunda savaşır. Yani, yeryüzünde zulmün, fitnenin,
kaosun önüne geçmek gibi gayelerle mücadele eder.
3- Savaş esnasında veya sonrasında haddi aşmak, taşkınlık yapmak caiz değildir.
İslamiyet, öldürürken de güzel öldürmeyi emreder. Mesela, işkenceyle öldürmek veya
kulak-burun kesmek gibi taşkınlıkları yasaklar.
Bir başka ayet-i kerimede ise şöyle buyrulur:“Size ne oluyor ki, ‘Ey Rabbimiz, bizi halkı
zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir
yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’
(Nisa Sûresi,75)
İslamda asıl olan savaş değil, barıştır. Fakat insanlara zulmedilmesi veya bir devletin
başkasına saldırması gibi durumlarda savaş söz konusudur. Böyle bir durumda İslam
savaşa izin verir. Yoksa, dünyada hiç savaş yokken İslam böyle bir şey ihdas etmiş
değildir. İslamı savaş dini olarak görenler, kendi tarihlerine baktıklarında tarihlerinin
hemen her dönemlerinde savaş olduğu realitesiyle karşı karşıya geleceklerdir.
Dolayısıyla, İslamda savaş hükümlerinin olması İslam için bir eksiklik olmayıp, bilakis
bir kemaldir. Zira ayetlerde ve hadislerde bildirilen hükümlerde, savaş gibi kaçınılması
mümkün olmayan bir realite, bedevi-vahşi bir görüntüden çıkartılıp medeni- insani bir
şekle getirilmiştir.Şadi Eren (Doç Dr.)
" Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz; onları yakalayınız;
onları hapsediniz ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyiniz. Eğer tövbe eder,
namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakınız. Allah
affeden ve merhamet edendir."
Tevbe sûresinin ikinci âyetinde verilen dört aylık müsaadenin bu aylar olup olmadığı
tartışılmıştı. Kur'ân gelmeden önce Arap geleneğinde savaşın yasaklandığı aylar vardı.
Kur ân bu geleneği değerlendirip söz konusu aylara "haram aylar" adını verdi.
Önceleri âdet olan bu uygulama, Kur*ân ile hukuk haline geldi.Haram aylar Veda
haccındaki bildiride de yerini alır;Müslümanların o aylarda kimseye
dokunamayacakları, Bakara sûresinin 217. âyetinde olduğu gibi burada da hükme
bağlanmaktadır.Bakara sûresi in 194 ve 217 özele, Tevbe sûresinin dördüncü âyeti de
genele hitap etmektedir.
Araplar'ın haram aylarla ilgili âdetleri, kervanların rahatlıkla Mekke ve diğer şehirlere
giderek ticaret yapmaları için konulmuştu, fakat Kur'ân bunu insanın değerli oluşu
dolayısıyla koymuş, kan akıtmanın büyük günah olduğunu (Bakara 2/217) belirtmiştir,
insanın değerinin üzerinde başka bir değerin olmadığını ve bu değerin korunması için
söz konusu âdeti hukuklaştırarak insanlığa hediye etmiştir.
1. "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz " Bunun anlamı her zaman, her yerde, her
müşriğin öldürülür " demek değildir. Peki müşrikler saldırmazlık paktı olan haram
aylar aktıktan sonra mı öldürülecektir? Bu sorunun cevabını birkaç âyete baş vurarak
vermek gerekir: Enfâl sûresinin 58. âyetinde belirtilen antlaşma\ bozarak müslümanlara
ihanet edenler, Tevbe sûresinin 4. âyetinde belirtilenlerin tersini yapanlar, yani
müslümanlarla antlaşma yaptıkları halde bunun tersi-eksiklik yapanlar, müslümanların
aleyhinde başka toplumlara yardımda bulunanlar kendileriyle savaşılacak olanlardır.
Bu şekilde davranan müşriklere haram aylardan sonra savaşılır , bu durumda onların
öldürülmelerine cevaz verilir. Bu konuda Elmalı Hamdi Yazır'ın, "haram helâl
demeden onlar nerede bulunursa öldürülür" görüşü doğru değildir. Yukarıda
verdiğimiz âyetle doğrultusunda, iman ve ibadet özgürlüklerine dokunulan,
zulmedilenler; bağımsızlıklarına saldırılan müslümanlar bunu yapmaya hak
kazanmaktadırlar.
"Yeryüzünde fitne ortadan kalkıp din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla
savaşınız. (İnkâr ve fitneden) vazgeçerlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi
görür. Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne
güzel yardımcıdır."
Her iki âyetin açıklanmasından varılacak neticeler şunlardır:
1. "Yeryüzünde fitne ortadan kalkıp din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla
savaşınız." Buradaki fitnenin ne olduğunu anlamak için Enfâl sûresinin 36. âyetine
bakmak gerekir, Mallarını, Allah yolundan insanları alıkoymak için harcamak, bu
konuda insanları ayartma faaliyetidir. Allah bu dayatmanın, belânın, bozgunculuğun
kaldırılması için savaşa izin vermekte, hatta onu emretmektedir. Dinin tamamen
Allah'ın olmasının anlamı inanç ve din özgürlüğünün tam anlamı ile hayata geçmesidir.
Enfâl sûresinin 30 ile 34. âyetlerinde geçen inanç ve ibadet özgürlüğüne mani olmak
hem fitne hem de insanları Allah katından koparmak anlamına gelmektedir.
"Din, sadece Allah'a ait oluncaya kadar" ifadesine Muhammed Esed, "hiçbir
cezalandırma korkusu duymadan Allah'a ibadet edilinceye ve hiç kimse başka bir
insana korku ile boyun eğmek zorunda kalmayıncaya kadar" anlamını vermektedir
(Bakara 2/193. âyete yaptığı 170. dipnot açıklaması).
İnsanların inanç ve ibadet özgürlüğünü engellemek için yapılan bütün zorlamalar,
dayatmalar insan ile Allah'ın arasındaki ilişkileri bozduğundan hem fitne hem de
zulümdür. Bu zulüm ve fitneyi ortadan kaldırmayı Allah insanlara, yani müminlere
hedef olarak tesbit etmektedir. Özgürlükleri korumak, zulmün alanını daraltıp
kaldırmak savaşa bir sebeptir.
Müşriklerin, Hz. Peygamber'i hapsetme, öldürme veya ülkesinden çıkarma teşebbüsleri,
müminleri ibadet yapmak için gittikleri Mescid-i Haram'dan geri çevirmeleri, Allah'ın
yolundan insanları alıkoymak için teşkilâtlanmaları (Enfâl 8/30, 34, 36) bütün bunlar
inanç ve ibadet özgürlüğünü engellemek anlamına gelmektedir. Bu da savaş sebebi
olmaktadır.
2. "Son verirlerse, şüphesiz ki Allah anların yaptıklarını çok iyi görür." Burada neye
son vermeleri istenmektedir? Ayetin birinci bölümü bunu açıklamaktadır: Fitneye son
vermek, inanç ve ibadet özgürlüğünü engellemeyi terk etmektir. Buradaki son verme
kavramı direnmeyi bırakıp değişimi gerçekleştirmeyi ifade etmektedir. Savaşın
çıkmasından önce veya savaş anında bu değişimi gösterir]erse, artık onlarla savaşmanın
bir anlamı kalmayacaktır. Onların değişimi gerçekleştirmek için sergileyecekleri
eylemleri Allah gözlemektedir. Bunun anlamı onların değişiminin değerlendirmeye tâbi
tutulacağıdır. Değişim iyiden yana olacağından ilâhî değerlendirme de iyiden yana
olacaktır.( Pr. Bayraktar bayraklı )
Savaşın gayesi -hiç şüphe yok ki- bütün insanları zorla müslüman etmek değildir;
savaş, isteyenlerin İslam'a girmelerini, istemeyenlerin ise İslam'ın hakimiyeti altında
dünya nimetlerinden istifade ederek adalet ve hürriyet içinde yaşamalarını
sağlayacaktır. İşte bu manada ve bütün insanlığa şamil barış, refah ve mutluluk
müslümanların kılıçlarının gölgesi altında gerçekleşecektir. "Ey insanlar! Düşmanla
karşılaşıp savaşmayı arzu etmeyin, Allah'tan afiyet isteyin. Düşmanla karşılaşınca da
sabır ve sebat gösterin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır." diyen hadis bu
manalara ışık tutmaktadır. Yine bu hadise göre İslam'da savaş arzu edilen, sadistçe
zevk alınan bir vasıta değil, başka çare bulunmadığı zaman başvurulan, yüce gayelere
yönelik bir vasıtadır ( Müslim, el-Cihad, 5. )
Tevbe 29 Kitap verilenlerden, " Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve
Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle,
boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. " Şimdi bu ayet
müslümanlara,diğer din mensuplarına cizye verinceye kadar onlarla savaş yapılmasını
mı emrediyor.Ne alaka Tevbe suresini baştan sona okuduğumuzda,Peygamberle
anlaşma yapmış olan yahudiler bu anlaşmalarını bozarak, müşirklerle beraber
müslümanlara karşı savaşmışlardır. Yani ortada islam devleti ile yapılan anlaşmayı
bozup savaşan hain bir taraf vardır, ve bunlar müslümanlara zarar vermişlerdir.İşte
tevbe 29 da emredilen bu hainlerin verdiği zarara karşılık olarak hakir bir şekilde savaş
tazminatı ödeyinceye onlarla savaşılmasıdır.Yoksa durup duruken herhangi bir kavim
ile,zoraki vergi verinceye kadar savaşmak değildir.Allah sizi, din hakkında sizinle
savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli
davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever
" Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve
çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost
olursa işte zalimler onlardır. " Peki bu ayetleri nereye koyacağız. Allah teala
müslümanlarla savaşmayan kimselere iyilik yapmamızı ve onlara adil davranmamızı
emrediyor. Bakara..256-" Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd
edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa
yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir." Dinde zorlama
olmadığı halde, hangi gerekçe ile müslümanlar başka kavimlere savaş açabilirler.Ne
diyecekler müslümanlar onlara ya islamı seçin yoksa cizye verın aksi takdirde sizi imha
ederiz mi diyecekler. Bakara190- "Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat
haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez." Bu
ayettede görüldüğü gibi ayet gayet açık ve net.Eğer müslümanlar düşmanlar tarafından
saldırıya uğrarlarsa elbette savaşacaklar.Enfal " 39 Siz de ortalıkta bir fitne kalmayıp
din, tamamıyle Allahın dini oluncaya kadar onlara cihad edin, eğer vaz geçerlerse her
halde Allah amellerini görür." Ayetin sonu eğer vazgeçerlerse diyor.Eğer kıyamete
kadar sürecek bir savaş ise neden vaz geçerlerse yazıyor ayetin sonunda .ENFAL
30- "Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp
çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da, onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında
tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlısını kurar." 31- Onlara
âyetlerimiz okunduğu zaman, “işittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu,
eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir” diyorlardı.32- Bir vakit de, “Ey Allah,
eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar
yağdır veya bize daha acı bir azap ver” demişlerdi.33- Halbuki sen içlerinde iken Allah,
onlara azab edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azab edecek
değildir.34- Şimdi ise Allah’ın kendilerine azab etmemesi için neleri var ki? Oysa
Mescid-i Haram’dan menediyorlar. Üstelik onun hizmetine ehilkişiler de değiller.
Çünkü onun hizmetine ehil olanlar ancak müttakilerdir. Lâkin çoğu bunu bilmezler.35-
Kâbe huzurunda onların duaları ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka birşey değildir. O
halde inkârınızdan (ve nankörlüğünüzden) dolayı bu azabı tadın bakalım.,36- Mallarını,
Allah yolundan engellemek için sarfeden o kâfirler, hiç şüphesiz yine onu sarfedecekler.
Varsın sarfetsinler, sonra o yüreklerine inen bir acı olacak, sonra da mağlup olacaklar.
Zaten kâfirler toplanıp cehenneme gönderilecekler.37- Allah, murdarı temizden
ayırdetmek için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya
getirmek ve topunu birden cehenneme koymak için böyle yapar. İşte bunlar o hüsran
içinde kalanların ta kendileridir.38- O kâfirlere de ki: Eğer bu işe son verirlerse daha
önce yaptıkları bağışlanacak. Yok yine karşı koymaya başlar, isyana dönerlerse, önceki
ümmetlere uygulanan kurallar kendilerine de uygulanacak. (Artık o ilâhî uygulamayı
beklesinler.)39- Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın dini oluncaya kadar
onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki, Allah yaptıklarını görür.40- Yok
vazgeçmez de tekrar eskiye dönerlerse artık bilin ki, Allah sizin yardımcınızdır. O ne
güzel mevla, ne güzel yardımcıdır.Ayetlerin tamamını göz önünde aldığımızda görülen
odurki, müşrikler sürekli olarak Hz peygambere karşı bir takım suikast planları
peşindedirler.Onlar bu suikastlarından vazgeçmedikleri sürece elbetteki onlarla savaş
yapılacaktır.bundan doğal ne olabilir ki ( Kemal Acar )

12. yüzyıl fıkıhçılarından Ebû Bekir İbnu'l-Arabî'nin27 ve 10. asrın büyük


alimlerinden Cessâs'ın tenkit ve açıklamaları şöyledir: Nerede bulunurlarsa öldürülecek
olan müşrikler, Arabistan kıtasında o zaman yaşayan ve müslümanların kökünü
kazımaya azmetmiş bulunan müşriklerdir. Âyetlerin devamlı olan hükümlerinin
bunlarla alâkası yoktur. Savaş ve barış müslümanların güçlerine, menfaatlerine ve dinin
amaçlarına bağlıdır. Buna göre savaşmak, teklif ederek veya karşı tarafın teklifini kabul
ederek barış yapmak, barış karşılığında bir şey almak veya vermek caizdir. Âyetler
birbirini neshetmemiş, duruma göre nasıl hareket edileceğini göstermiştir.Nitekim
Peygamberimiz (s.a.) de buna göre davranarak Medîne'ye geldiğinde bazı Yahudi ve
müşrik guruplarla barış antlaşması yapmıştır. Aynı şekilde Mekke müşrikleri ile
Hudeybiye sulhünu yapmış, karşı tarafın anlaşmayı bozarak -müslümanlarla ortak
savunma antlaşması yapmış bulunan- Huzâ'a kabilesine savaş açmalarına kadar barışa
sadık kalınmıştır. Necran Hıristiyanları ile barış antlaşması imzalamıştır. "Savaş ve
barışın güç, fayda ve amaç esaslarına göre yürütülmesi, bu konuda Ehl-i kitap müşrik
farkının gözetilmemesi" hükmü, anlayışı ve uygulaması ilk halifeler döneminde de
devam edilmiştir.
Savaşla ilgili âyetlere bakıldığında İslâmın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve
haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir. İşte bu
âyetlerden -burada gördüğümüz- ikisi (Nisa: 4/75-76), savaşın iki önemli amacını ortaya
koymaktadır: a) Allah rızası, b) Zulmü engelleyip adaleti sağlamak. "Allah rızası" da
fayda bakımından kullara raci olmaktadır; Allah Teâlâ'nın hiçbir şeye ihtiyacı
bulunmadığından, O'nun rızası için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan
hürriyetinin temini için savaşmaktır; Allah mutlak adil olduğu ve zerre kadar zulme
razı olmadığı için "Allah rızası için savaşmak", adalet, hukuk ve hakkaniyet uğrunda
savaşmaktır. Yine yukarıda meali verilen âyetlerden( Hac: 22/39-40 ) açıkça
anlaşılmaktadır ki hak, hürriyet ve adalet yalnızca müslümanlar için değil, bütün
inananlar, zayıf olduklarından haksızlığa uğrayanlar için istenmektedir.
İslamda savaşın sebebi başkalarının zararına maddi menfaat, nüfuz ve hakimiyet
sağlamak olamaz. Sebep haksızlıktır, hukukun çiğnenmesidir; yani din ve vicdan
özgürlüğünün ortadan kaldırılması, insanların yurt ve yuvalarının ellerinden alınması,
zayıfların sömürülmesidir.Bu husus birçok âyette vurgulanmıştır.Eğer bu sebep sulh
yoluyla ortadan kaldırılabilseydi, amaca barış yolundan ulaşmak mümkün olsaydı savaş
"israf, zulüm ve mânasız" olur, dolayısıyla gayr-i meşru hale gelirdi.
İslam'ın, farklı din ve inanç sahibi topluluklara bakışını, onlarla kurulacak ilişkinin
şeklini ve amacını ortaya koyması bakımından şu iki âyet önemli, aydınlatıcı ve
belirleyicidir:

" De ki: Ey Ehl-i Kitab! Sizinle bizim aramızda eşit olan bir inanca gelin: 'Allah'tan
başkasına kulluk etmeyelim, Allah'ı bırakıp birbirimizi Rab edinmeyelim'. Eğer bu
çağrıyı kabul etmezlerse onlara 'Şahit olun ki biz müslümanız; yani bir tek Allah'ın
iradesine teslim olmuşuzdur' deyin" (Âl-i İmran: 3/69 )

"Allah, sizinle din yüzünden savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayanlarla iyilik


ve adalet çerçevesinde ilişki kurmanızı size yasaklamıyor. Allah adalet ölçülerine göre
davrananları sever" (Mümtehine, 60/8 )

Birinci âyet, aslı vahye dayanan din mensuplarını, bütün hak dinlerin temel inancı olan
tevhide çağırmakta, bu temel üzerinde bir dinler arası diyaloğun yolunu
açmaktadır.İkinci âyet ise müslümanları, bir dine inansın-inanmasın bütün insanlar ile
iyilik ve adalet çerçevesinde ilişkiler ve işbirlikleri kurmaya yönlendirmektedir. Bu
âyete göre barış içinde yaşamak ve bütün insanlığın hayrına olacak faaliyetlerde işbirliği
yapmak için diğer toplulukların belli bir inanca sahip olmaları şartı yoktur; tek şart
karşı tarafın barış istemesi, insanların hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi, âyetteki
ifadeye göre dinine ve yurduna tecavüz etmemesidir.
Başka çare kalmadığında meşru hale geldiği için başvurulan savaş, İslam'a göre bir
katliam, bir körü körüne imha hareketi değildir; hedefi ve sınırları belli bir askeri
harekettir. Bu hareketten sivillerin, masumların, çevrenin zarar görmemesi için
sınırlamalar ve yasaklar getirilmiştir. Bu da İslam'da savaşın değil, barışın, intikamın
değil, merhametin, imha ve tahrip etmenin değil, korumanın esas ve amaç olduğunun
başka bir kanıtıdır. (Pr. Hayrettin Karaman)
İslam’da sulh ve barış asıl, savaş istisnaîdir

Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen, insanları köleleştiren, çok basit denebilecek
sebeplerden dolayı adam öldüren cahiliye dönemi insanları, bir canın ne kadar aziz
olduğunu ve insanın değerini ancak İslamiyet güneşi doğduktan sonra
anlayabilmişlerdir
Bir ayet-i kerimesinde Cenab-ı Hak “Biz insanoğlunu mükerrem kıldık ”(İsra, 17/70)
buyurarak dil, din ve ırk ayrımı yapmadan onun diğer canlılar arasındaki müstesna
konumuna dikkat çekmiş, kâfir bile olsa bir insanın canının, malının ve ırzının haram
olduğunu belirtmiş, insanların temel haklarını koruma altına almıştır Ve yine insan
öldürmenin ne denli kötü bir iş olduğunu farklı ayet-i kerimelerinde ifade etmiş,
getirdiği adalet-i mahza ilkesine göre haksız yere bir kimsenin öldürmesini bütün
insanların öldürülmesine denk tutmuştur İnsana verilen bu değerdendir ki savaş gibi
insana ait birçok temel hakkın çiğnendiği bir durumu tasvip etmemiş, sulhun, barışın
önemine dikkat çekmiştir Bununla ilgili Kur'ân’da: “Ey iman edenler! Hepiniz toptan
barış ve selamete girin de şeytanın adımlarını izlemeyin Çünkü o, sizin aranızı açan
belli bir düşmandır ” (Bakara, 2/208) buyrulurken savaş esnasında barış teklif
edildiğinde hemen buna uyulmasıyla ilgili emri de şöyledir: "O halde, onlar sizden uzak
durur, sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse, o takdirde Allah onlara
saldırmak için size yol vermez ” (Nisa, 4/90) Esasında İslâm kelimesinin manasında da
bu anlamlar mevcuttur Yani bu kelime bize sulhu, barışı, esenliği hatırlatmaktadır
Allah Resulü (s a s )’in hayatı süresince takip ettiği yola baktığımızda O’nun hep barış
taraftarı olduğu görülecektir Savaş yapmadan Mekke’yi fethetmesi, bütün ümitlerin
boşa çıkarıldığı, Kabe’yi tavaf yapmalarının engellendiği ve anlaşma metninde
aleyhlerine gibi gözüken maddelerin bulunduğu bir anlaşma olan Hudeybiye
müsalahasını yapması, Medine’ye hicret eder etmez Medine’deki müşrik, Yahudi,
Hıristiyan farklı gruplarla anlaşmalar yapması ve Mekke’de bulunduğu sürece
herhangi bir fiilî çatışmaya girmemesi, O mücella kametin savaş taraftarı olmadığını
gösteren örneklerden sadece bir kaçıdır
İslam hoşgörüyü, barışı istemekle beraber, tabiatında güzel huylarının yanında
bencillik, tamahkârlık, tahrip gibi kötü hasletleri de bulunduran insanoğlunun her
zaman hakkı gözetemeyerek başkalarının hukukuna gireceğini de göz önünde
bulundurmuş ve böyle bir durumda meşru müdafaa hakkı doğacağından savaşla ilgili
hükümler de getirmiştir Ve bununla savaşı meşru ve adil bir temele oturtmak istemiştir
Kısaca İslâm’da sulhun, güvenliğin, esenliğin esas olduğu, bununla birlikte bir insanlık
realitesi olan savaşın ise arızî (ikinci planda, gerektiğinde yapılan) bir durum olduğu
söylenebilir Nitekim Peygamber Efendimiz’in yaptığı savaşlara bakıldığında hemen
hemen hepsinin müdafa harbi olduğu görülür Yani savaş def-i şer kabilinden istisnai
bir durum olarak karşımıza çıkar İnsanların İslâm’ı hakkıyla yaşayabilmeleri ve
Allah’la insan arasındaki engellerin aşılması da ancak insanların barış ve güvenlik
içinde yaşadıkları bir ortamda gerçekleşecektir

Hangi gayeler savaşı meşru kılar?


Batılıların Müslümanlara yönelttiği en haksız eleştirilerden birisi de, İslâm’ı kılıç
zoruyla yaydıkları iddiası olmuştur Hâlbuki tarihi olaylar buna şahitlik etmediği gibi
dinî nasslar da böyle bir şeye müsaade etmemektedir Savaşla ilgili temel kurallar
Kur'ân ve Sünnet’te yer almakla beraber bunun tafsilatlı olarak ele alınması teşekkül
eden fıkıh kitaplarıyla mümkün olmuştur Konunun açıklanması için özel “siyer”
bölümleri açılmıştır Serahsi’nin el-Mebsut adlı eserinde de belirttiği gibi İslam
hukukçularının çoğuna göre savaşın illeti (meydana gelmesine sebep olan husus) karşı
tarafın dinimize ve ülkemize saldırıda bulunmasıdır Bunu da Kur'ân’da bulunan
“savaş açanlara Allah yolunda siz de savaşın, ancak (sakın) aşırı gitmeyin " (Bakara
Suresi, 2/190) ayet-i kerimesinden çıkarmak mümkündür Konuyla bağlantılı olan ve
inanan kimselere saldırmayanlara karşı iyilik yapılacağını gösteren diğer bir ayet-i
kerime ise şöyledir: "Sizinle din konusunda savaşmamış, sizi yurtlarınızdan çıkarmamış
olanlara iyilik yapmak ve adaletli davranmaktan Allah sizi menetmez; çünkü Allah
adaletli davrananları sever Allah sizi ancak sizinle savaşan, yurtlarınızdan çıkarmış ve
çıkarılmanıza arka çıkmış olanlarla dostluk etmenizden meneder " (Mümtehine Suresi,
60/8-9) Buna göre kafirlerin zorla dine sokulması savaşmaya sebep gösterilemez
Kur'ân’da bu husus “Dinde dine sokmak için zorlama yoktur ” (Bakara Suresi, 2/256)
ayet-i kerimesiyle hükme bağlanmıştır: Çünkü iman ve küfür kalbe ait hususiyetler
olduğu için kimin Müslüman kimin kâfir olduğu bilinemeyecektir Hem bu, savaş için
illet olsaydı o takdirde çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek farkı gözetmeksizin herkesin
öldürülmesi icap ederdi Bu da savaşın genel prensiplerine ters olacağı gibi Kur'ân’ın
“aşırı gitmeyin” emrini de göz ardı etmek olurdu
Efendimizin katıldığı seferlerin gayesi; ya Müslümanlara karşı oluşturulan birlikleri
dağıtmak yani savunma savaşı yapmak ya da yaptığı istihbarî faaliyetlerle aleyhte
oluşturulan güçlere imkân tanımamaktı Bunun dışında bir de inananların dinini
yaşamalarına engel olunuyor, din hürriyetleri ellerinden alınıyorsa, sahip oldukları bu
hakkı tekrar kazanmalarını sağlamak ve zulmü ve fitneyi ortadan kaldırmak gayesiyle
fiilî bir müdahalede bulunulabilir Şu ayet-i kerime de bize bu hedefi göstermektedir:
“Size ne oluyor ki Allah yolunda ve çaresizlik içinde bırakılan: “Ey büyük Rabbimiz!
Ahalisi zalim olan şu memleketten bizi kurtarıp çıkar Tarafından bir sahip gönder,
katından bir yardımcı yolla!” diye yalvarıp yakaran bir kısım erkekler, kadınlar ve
çocuklar uğrunda düşmanla çarpışmıyorsunuz?” (Nisa Suresi, 4/75)
Tarih gösteriyor ki, Efendimizin savaşlarının gerekçesini hiçbir zaman salt inanç
farklılığı oluşturmamıştır Hele batılıların yaptığı gibi istila, sömürü, tecavüz kastıyla
savaş açmak hiçbir şekilde dinin ruhuyla özleştirilemeyecek bir hareket olacaktır
Kur'ân’da bulunan ve fiilî savaş haliyle alakalı olan bazı ayetler yanlış anlaşıldığından
dolayı İslâm’a bazı tenkitler yöneltilmiştir Fakat bu, ancak benimsediği bir görüşe delil
arama olarak adlandırılabilir Çünkü siyak ve sibakından kopuk, genel nasslar göz
önüne alınmadan, sadece bir iki ayeti alınarak bir hükme varmak kişiyi doğru bir
sonuca götürmeyecektir

İslam hedefe götüren vesilelerin de meşru olmasını ister


Şartlar mecbur kıldığında savaşmak bir Müslüman için farz hale gelebilir Ve böyle bir
durumda verilecek mücadele, “Allah’la insanlar arasında bulunan engellerin bertaraf
edilmesi” olarak tanımlanan cihadın bir yönünü oluşturur Çünkü dinine, malına,
canına ve ırzına kastedildiği bir yerde karşı koymama, bunları koruma adına gerekli
çabayı harcamama imanla bir arada bulunamaz Bununla birlikte böyle bir
mücadelenin içine girilirken meşru vesileler kullanılmalı ve dinin çizdiği sınırın ötesine
geçilmemelidir Her millet ve toplumun kendi ülkesine saldırıldığında onu müdaafa
etmesi gayet tabidir Çünkü dinimiz hedefin meşru olması kadar, ona ulaşmak için takip
edilecek yolun da meşru olmasını istemiş ve bunu sağlamak için de kurallar getirmiştir
Bu şuurda olan bir Müslüman, canlı bomba olarak çoluk çocuk demeden insanları
öldüremez Çünkü İslâm’da savaşı fertler açamaz Bunu bir hizip ve organizasyon da
ilan edemez Bu devletin karar vereceği bir iştir Ve nitekim Hanefi fukahası devletin
dört görevinden biri olarak da cihadı göstermişlerdir Savaşın bidayetinde bunlara
uyulacağı gibi İslâm savaş anında da dikkat edilmesi gereken kurallar koymuştur ki
bunu aşağıda açıklayacağız

Savaş hali devam ederken uyulacak kurallar


Bu konuda, Kur'ân ayetlerinde genel kaideler ortaya konmuştur
“Ceza verecek olursanız, size yapılan azap ve cezanın misliyle cezalandırın Ama eğer bu
hususta sabrederseniz, bilin ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır ” (Nahl, 16/126)
“Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri
sevmez ” (Bakara, 2/190)
“Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti
gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun! Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz
kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin Âdil davranın, takvaya en uygun hareket
budur Allah’a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır
” (Maide, 5/8)
Efendimizin söz ve uygulamalarıyla savaş hukuku daha ayrıntılı bir şekilde teşekkül
etmiştir Savaşa gönderdiği komutanlara şu talimatı veriyordu; “Allah’ın adıyla yola
koyulun, Allah yolunda mücadele verin, savaştığınız insanlarla aranızda bir anlaşma
var ise ona riayet edin, haddi aşmayın, meşru savaş esnasında öldürdüğünüz insanlara
müsle (cesetlerine saygısızlık edip burnunu kulağını kesme) yapmayın, çocukları,
yaşlıları, kadınları, ibadethanelerdeki insanları öldürmeyin ” (Müsned, 1/300; Ebu
Davud, Cihad 82; Sünen-i Kübra, 9/90)
Hz Ebu Bekir de Suriye’ye gönderdiği Hz Üsame’ye şu talimatı vermiştir; “Ey Üsâme!
İhanet etmeyin, haksızlık etmeyin, mal yağmalamayın, (meşru öldürmenin dışına çıkıp)
müsle yapmayın (ölü cesedin azalarına dokunmayın); çocuk, yaşlanmış, ihtiyar, kadın
öldürmeyin, hurmalıkları kesip yakmayın Meyveli bir ağacı da kesmeyin Yemek
maksadı olmaksızın davar, sığır, deve öldürmeyin Yol boyu mâbedlere çekilmiş
insanlara rastlayabilirsiniz, onlara dokunmayın, ibadetlerine karışmayın " (İbnü'l-
Esir, 2/335)
Yine Efendimiz bir savaş esnasında öldürülmüş bir kadın görünce; “bu kadın savaşan
birisi değil ki niçin öldürüldü?” demiş ve Müslümanın karşısına silahı ile çıkmayan
kadınların savaşta bile öldürülmesini yasaklamıştır (Buhari, Cihad 147)
Genel olarak savaş esnasında uyulacak prensipleri değerlendirdiğimizde şunları
görürüz:
Fiilen savaşın içinde olmayan ve Müslümanlara bir zararı dokunmayan kimselerin
öldürülmemesi Bu cümleden olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için
gelmiş köleler, körler, dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar,
hastalar, kötürümler vb kimseler öldürülmez
Düşmanların uzuvlarının kesilerek müsle yapılmaması, işkence edilmemesi
Verilmiş söze ve yapılmış anlaşmaya aykırı hareket etmekten kaçınmak
Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılmaması
Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetlerden uzak durmak
Düşmandan alınan rehineleri öldürmemek Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez
Esirleri veya ele geçirilen yerin ahalisini katletmekten kaçınmak
Savaş meydanında bir akraba varsa; mümkün olduğu müddetçe onunla karşı karşıya
gelmemeye çalışmak
- Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan
kimseleri öldürmekten kaçınmak
- Savaş esirlerini canlı kalkan olarak kullanmamak

You might also like