Professional Documents
Culture Documents
Zakir AYDIN
İslami Camiada
Referandum
Tartışmaları
İslami Camiada
Referandum
Tartışmaları
Derleyen
Zakir AYDIN
Eylül 2010
2
İçindekiler
Referandumun Ortaya Çıkardığı Kırılma Hattı / ZAKİR AYDIN.........................................................................5
İslami Kuruluşlardan Referanduma Aktif Destek Kararı..................................................................................9
Bazı Dâvetçi Müslümanlardan Referanduma Dair Zaruri Açıklama ..............................................................16
‘Evet’ mi, ‘Hayır’ mı? / ALİ BULAÇ..................................................................................................................21
Müslümanlar referanduma katılabilirler mi? / HAYRETTİN KARAMAN.........................................................23
Her şeye Karşı Çıkma Sendromu ve Referandum / MURAT AYDOĞDU...........................................................25
Kemalist Oligarşiyi Geriletecek Her Türlü Değişikliği
Desteklemeliyiz / HAKSÖZ EDİTÖR...............................................................................................................33
Haksöz’ün katılımcılara gönderdiği soruşturma notu...................................................................................39
Aktif Yanlış Pasif Doğruyu Yener / ŞEFİK SEVİM.............................................................................................40
Referanduma ‘Evet’ Sistemin Temel Yapısına Ret / MUHARREM BALCI..........................................................45
Referandum, Taşların Hiçbirinin Kendi Yerinde Olmadığını
Göstermiştir / MEHMED GÖKTAŞ..................................................................................................................48
Anayasa Referandumu Denilen, ‘Düzeni Kabullendirme’
Çabaları / AHMED KALKAN...........................................................................................................................51
Referandum 12 Eylülle Yüzleşme Günüdür / DEMET TEZCAN........................................................................58
Meselelere Bir Usul Dâhilinde Yaklaşmak Önceliğimiz Olmalıdır! / AHMET KAYA..........................................62
Benim Oyum İslam’dan Yana / MEHMED DURMUŞ........................................................................................65
Eylül Karanlığına Bir Mum Yakmak! / YUSUF TANRIVERDİ.............................................................................68
Rejimle Hesaplaşmanın Yolu Referandum Değildir / HAMZA ER...................................................................71
Müslüman, Yaşanan Duruma Bigâne Kalamaz! / ÖZCAN GÜLTEKİN..............................................................76
Zalim Otoriteyi Reddediyoruz! / COŞKUN UZUN...........................................................................................78
Evet ya da Hayır dayatması / MEHMET DURMUŞ...........................................................................................84
Kifayetsiz Tercihler / HÜSEYİN ALAN.............................................................................................................87
Referanduma Dair / ZEKİ SAVAŞ...................................................................................................................90
Mustafa İslamoğlu’nun Referanduma Dair Verdiği Cuma Hutbesi.................................................................93
Referandum aldatmacası / MUHAMMED NUR DENEK.................................................................................100
Aktif Destek Kararı Üzerine / YAKUP DÖĞER...............................................................................................102
Bana Ne Kardeşim! / MUSTAFA ÖMEROĞLU...............................................................................................104
Referanduma Katılmak Haramdır / ABDULLAH İMAMOĞLU.......................................................................109
‘Referandum’ üzerine bir ‘memorandum/hatırla(t)ma’ / SELAHADDİN E. ÇAKIRG........................................13
Kemalist Oligarşiyi Geriletecek Değişiklikleri Destekliyoruz! / ÖZGÜR-DER BASIN AÇIKLAMASI.................118
Referandum İçin Oy Kullanmaya Hayır / EBU ESİLA EL ALMANİ....................................................................21
Pragmatizm Çıkmazı / ŞÜKRÜ HÜSEYİNOĞLU............................................................................................123
Referanduma Müslüman’ca Bir Bakış / MAHMUT CELAL ÖZMEN.................................................................125
Terazinin Ayarlarıyla Oynamak / ŞÜKRÜ HÜSEYİNOĞLU.............................................................................131
Bazı Referandum ‘Evet’çilerine Açık Mektup / MEHMET DURMUŞ...............................................................132
Referanduma Bakış / COŞKUN UZUN..........................................................................................................137
İslamî camia sağcılaşıyor mu? / AHYA ARAS..............................................................................................14 5
REFERANDUM TARTIŞMALARI 3
İslamoğlu: ‘Referandum bir sorumluluktur’............................................................................................... 147
Mustafa İslamoğlu: “Bir ibadet duyarlılığı içerisinde sandığa gidip evet diyeceğim” ................................149
Kemalist Zorbalık Düzenine Karşı Bir Mevzi Olarak 12 Eylül Referandumu / HAKSÖZ EDİTÖR . ...................151
Tavırsızlık Sahih Tavır Olabilir mi? / RIDVAN KAYA.......................................................................................155
Değişimin adı değil, adımı olarak referandum / YILMAZ ÇAKIR..................................................................162
Siyasal Olaylara Yaklaşımda Yaşanan Kriz ve Referandumun Yol Açtığı Tutarsızlıklar / MUSA ÜZER............166
Referanduma ‘Evet’ Sisteme ‘Hayır’ / SÜLEYMAN ARSLANTAŞ.....................................................................178
Müslüman, Şirk Temelli Bir Anayasadan Yana Olamaz! / ALİ KAÇAR...........................................................180
Bu Toprakların En Büyük ProblemiVesayettir! / MUSTAFA İSLAMOĞLU.......................................................185
Tavrımızı ‘Evet’ İle SınırlamayıpTaleplerimizin Takipçisi Olmalıyız! / CÜNEYT SARIYAŞAR............................189
Her Yanlış Adım Yarına Kesilen Faturadır / AHMET YILDIZ............................................................................193
Düşünce Problemleri ve Dünyayı Algılamaya Etkileri / NURİ YILMAZ..........................................................198
Referandumda Duygusallık Değil Sağduyu Galip Gelmeli / FUAT DEĞER....................................................202
“İdeolojik Savaş”ı Iskalamanın Vahim Sonuçları / İKTİBAS EDİTÖR.............................................................205
“Sistem-İçi” / “Sistem-Dışı” Mücadele / İKTİBAS........................................................................................211
Hılfu’l-Fudûl Nedir Ne Değildir? Anayasa Referandumuna Evet Demeyi Hılfu’l-Fudûl’la
Kıyaslamak / AHMET KALKAN................................................................................................................... 219
Hudeybiye Antlaşması ve Anayasa Reformu / MEHMET DURMUŞ...............................................................227
Referandum süreci ve sonrasındaki konumumuz üzerine / BÜNYAMİN ZERAN......................................... 235
Devrimci Bir Hamle: Evet / BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER................................................................................. 237
(K)oyverin Gitsin! / MUSTAFA ÖMEROĞLU..................................................................................................242
Anayasa Değişikliğinin Değiştiremeyecekleri / HALİME AYDIN..................................................................245
Alışılagelmiş Senaryoların Referandumu / ERKAN AKKAYA . ......................................................................249
Referandum’a Neden Evet Diyeceğim? / UBEYDULLAH ARSLAN.................................................................252
Tekfircilik Hastalığı Üzerine Bir Değerlendirme / AHMET KALKAN..............................................................258
Cürmünden Fazlasını Yakan Bir Tartışma: Referandum / SERDAR BÜLENT YILMAZ.....................................268
Referandum karşısında Müslümanların açmazı / ALİ ÖNER...................................................................... 278
Bir Referandum Ayrımında Meşruiyet Tartışmaları ve Hz. Yusuf Örnekliği / NUREDDİN ŞİRİN..................282
Referandum ve Bizim Radikaller / ÖMER ŞEVKİ HOTAR..............................................................................288
Son Olarak / ŞÜKRÜ HÜSEYİNOĞLU . ..........................................................................................................292
Referandum tartışmalarıyla ortaya çıkan şaşırtıcı tablo / SELAHADDİN E. ÇAKIR..........................................93
Hz. Yusuf Örnekliği’nden Alacağımız Ders Bize Delil Olmaz mı? / NUREDDİN ŞİRİN....................................299
“Evet” Vaciptir! / SALİM AYDÜZ...................................................................................................................307
Tercihimiz İslami Olmalı / COŞKUN UZUN....................................................................................................308
Adım Adım Özgürlüğe / BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER.......................................................................................312
Özgür-Der’den Referandum Sonuçlarına İlişkin Açıklama...........................................................................315
Kulluktan vazgeçmeden zihni sürekli diri tutmak gerek / BÜNYAMİN ZERAN.............................................317
‘Nasılsanız öyle yönetilirsiniz…’ ve, ‘Bir halk kendi halini değiştirmedikçe...’ / SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL...320
Sizi gidi Radikaller sizi! / MUSTAFA ATAV....................................................................................................324
Referandum Süreci ve Sonucuna Yönelik Bir Değerlendirme / UFUK ARAŞLI..............................................328
Keloğlan ve Referandum / HİKMET ERTÜRK................................................................................................332
4 REFERANDUM TARTIŞMALARI
ÖNSÖZ:
Referandumun
Ortaya Çıkardığı
Kırılma Hattı
ZAKİR AYDIN
REFERANDUM TARTIŞMALARI 5
düşünce ve inanç ayrılığına dönüşmesine yol açmıştı. Yani ilk dönem-
le günümüz arasında, ayrılıkların bir siyasi olaya bağlı olarak ortaya
çıkmasında bir fark olmamasına rağmen; siyasi olayın mı düşünce ve
inançları belirlediği, yoksa düşünce ve inançların mı siyasi tavrı belirle-
diği hususunda tam tersine bir ilişki bulunmaktadır.
Hazreti peygamberin vefatıyla başlayan süreçte, burada ayrıntısına gi-
remeyeceğimiz farklı sosyolojik nedenlerle ortaya çıkan siyasi ayrılıklar
beraberinde, herkesin kendisini dinden alınan referanslarla meşrulaştır-
ma kaygısıyla ortaya attığı deliller nedeniyle, itikâdi tartışmalara dönüş-
tü. Siyasi fırkalar itikadi fırkalara dönüştü. Bilindiği üzere, İslam tari-
hinde ortaya çıkan fırkalar en temelde; siyasi, itikadi ve fıkhi fırkalar
olarak üçe ayrılır. Siyasi fırkalaşmanın dini referanslarla ortaya çıkardığı
tartışmalara verilen cevaplar üzerinden itikadi fırkalar ortaya çıktı.
İslam tarihinde meydana gelen farklı olaylar bu kırılma ve değişimleri
muhtelif tarzlarda geliştirdi. En son döneme geldiğimizde, referandum
tartışmalarının da yapıldığı günümüz ortamında, artık kemikleşmiş
inanç ve düşünceler siyasi olaylara karşı tavır biçimini belirler hale gel-
di.
İslam Tarihinin ilk dönemlerinde siyasi yaklaşımlara meşruiyet aranması
sonucunda inanç ve düşüncenin ortaya çıkması doğrultusunda oluşan
tavır, günümüzde inanç ve düşünceden siyasi tavra doğru biçimlenmek-
tedir.
Bazı araştırmacılarca “İslam siyasal aklı” olarak isimlendirilen siyasal
zihniyet kökten sorgulanmadıkça “siyasetten inanca, inançtan siyasete”
süregelen bu oluşum kendisini tekrar etmeye devam edecektir. İnanç
haline gelmiş siyasi tavır pratiğe cevap veremediğinde veya krize girdiği
her dönemde, pratikle uyumlu hale gelmek için, gene dinden ürettiği
referanslarla yeni bir cevap üretecek ve bu cevap yeni siyasi zihniyetin
inancına dönüşecektir.
Ortadaki probleme dinden alınan referanslarla verilen bir cevabı sadece
bir düşünce olarak bırakmak ve tekrar bir inanca dönüştürmemek için
tarihteki bu İslam siyasal diyalektiğini çözümleyecek ciddi analizlere
ihtiyaç vardır. Bu analizler, karşıtlarını küfürle suçlayan siyasal inançla-
rın kendisine referans edindiği delillerin ürediği ortamlardaki sosyolojik
koşulların bizim koşullarımızla uyumluluğu üzerinden yürümesi gerek-
mektedir. Delillere, sosyolojik koşulları yeteri kadar iyi analiz edilmemiş
farklı delillerle karşılık vermek, yeni inançların türemesine de kapıyı
aralamaktadır. Oysa en çok kaçınmamız gereken nokta bu husus olma-
lıdır. Referandum tartışmalarında sandığa gidip “evet” demekten yana
tavır alan İslamcıların pek çoğu, karşı tarafça ortaya konan delilleri
sosyolojik ve tarihi koşulları itibariyle analiz etme konusunda cesur
davranmamakta, bunları kabul eder gibi yapmaktadır. Hatta var olan
İslami siyasal zihniyete karşı da çıkılmamaktadır. Sadece mevcut duru-
mun iddia edilen durumla ilişkisizliği üzerinden problem itikadi alandan
6 REFERANDUM TARTIŞMALARI
içtihadi alana kaydırılmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle üretilen karşıt
delillerle temellendirilme yapılmaya çalışılmaktadır. Oysa problem bir
siyasal akıl veya zihniyet problemidir. Bu nedenle diyalektiğe çomak
sokmadan veya baskın İslami siyasal zihniyete köklü bir eleştiri yapıl-
madan problemlere köklü bir çözüm bulmak da mümkün olmayacaktır.
Mevcut referandum tartışmalarında, anayasada kısmi bir değişiklik ya-
pıldığından, hılfu’l fudül, Rum suresi, Hudeybiye anlaşması, Yusuf suresi
gibi referanslar kısmen işe yarar gibi görünmesine rağmen önümüzdeki
süreçte anayasanın toptan değiştirilmesi gündeme geldiğinde bunlar işe
yaramaz hale gelecek ve bugün argümanları zayıf kalan ve sistem içi
mücadeleye karşı çıkan ve referandumda sandığa gidip oy kullanmayı
neredeyse küfür (bazılarınca da açıkça küfür!) kabul edenlerin referans-
ları güçlü hale gelecektir. Bu nedenle delillerin kökenine inilmeden bun-
lara başka İslami delillerle cevap verme yöntemi terk edilmeli ve “İslam
siyasal aklı/zihniyeti” köklü bir eleştiriye tabi tutulmalıdır.
Bu derleme çalışmasının amacı bu köklü analizi yapmak değildir şüphe-
siz. Ancak asıl amaç; bir-iki aylık süreçte hızlı bir tempoda yapılan bu
tartışmaları, bu tarz analizleri yapmak isteyenlere kaynak olması için
bir arada sunabilmektir.
Tartışmalarda iki ayrı cenah oluştu: Referandumda sandığa gidip “evet”
denilmesi gerektiğini savunanlar ve sandığa gitmenin sistemi kabul
etmek, sistemin güçlenmesine katkı sağlamak anlamına geldiğini, oy
vermenin şirk anayasasını onaylamak manasına geleceğini, itikadi açı-
dan böyle bir davranışın tevhidle çelişeceğini savunanlar… İkinci kesim
kendisine dinden çok ciddi referanslar bulabilmektedir. Cahiliye hükmü-
ne razı olmamayı emreden ve Allah’ın adıyla hükmetmeyenlerin kafirler
olduğuna dair ayetler bu delillerin temelini oluşturmaktadır. Birinci ke-
sim meseleyi tevhit-şirk ekseninde tartışmak istememekte ve konuyu
bir içtihat tartışması olarak yürütmektedir. Mevcut koşullarda yapılacak
yeni düzenleme Müslümanlara karşı hep baskı uygulayan oligarşik yapı-
yı geriletecek faydalı bir düzenlemedir. Bu düzenlemeyle ortaya çıkacak
yeni ortam Müslümanların kendilerini daha rahat ifade etmelerini ve
hareket etmelerini temin edecektir. Bu nedenle olay itikadi bir mesele
değil içtihadi bir meseledir. Tartışmalarda Kur’an’dan verilen delillerin
neredeyse tamamı sandığa gitmeyi reddedenlerce üretilirken, sandı-
ğa gidip “evet” denilmesi gerektiğini savunanlar pratik durumdan yola
çıkarak “maslahat” ve “içtihat” kavramlarını esas almaktadırlar. Ama
Kur’an gibi bir delil karşısında zayıf kalan argümanları güçlendirmek de
gene peygamberin hayatından alınan ve Kur’an ayetleriyle yoğrulan de-
lillere düşmektedir. Hılfu’l Fudul, Hudeybiye anlaşması, Rumlara verilen
destek, Yusuf peygamberin hayatı gibi deliller bu mesabedendir.
Tartışmada ortaya çıkan üslup da zaman zaman çok ileri noktalara ka-
dar gitmekte ve birbirini direk ve dolaylı olarak tekfir etmeye kadar
varabilmektedir. Üsluptaki, “eklemlenme”, “soyutlanma”, “çözümsüz-
lüğe mahkûmiyet”, “zalimlere eğilim göstermek”, “sapıtma”, “hayır
REFERANDUM TARTIŞMALARI 7
cephesine hizmet etme”, “PKK nın ve ergenekonun safında yer alma”,
“Lezbiyen ve homoseksüel sanatçıların yanında yer alma”, “hak ile batılı
zalimle mazlumu ayıracak furkan günü”, “Bizim radikaller”, “bedevi-
ler”, “her şeyi selef dağının renginden görenler” gibi ifadeler ise tekfir-
ci ifadelerin yanında hafif kalmaktadır.
Tartışmada aslında üçüncü bir kesim olarak yer alan ama yazdıklarıyla
çok ön plana çıkmayan bir kesim daha vardır ki bunlar meseleyi tevhit-
şirk, içtihat-itikat, sistem içi-sistem dışı ekseninden çok AK Partiye
veya mevcut sisteme İslami sol (veya Müslüman sol) bir bakış açısıyla
yaklaşanlardır. Bu kesimin özet görüşünü yapacağımız şu alıntıyla ifade
edebiliriz: “Siyasi ve ekonomik alanda gücü eline geçirenlerin rahatlıkla
değiştirebildiği uyduruk bir anayasa ile insanlık felç edilirken, yine bu
anayasayı algıları felce uğratılmış mazlum bir halk kitlesine onaylat-
tırma (evet ya da hayır) çabası, bu sistemin ömrünü uzatmaya, halkı
açlık, çaresizlik ve ezilmişlikle baş başa bırakmaya ve gayri meşru zu-
lüm sistemini bir kez daha meşrulaştırmaya dayalıdır.” (Muhammed Nur
Denek, Referandum Aldatmacası) Bu bakış açısından dolayı söz konusu
kesimin referanduma karşı tavrı sandıkları boykot etme şeklinde geliş-
miştir.
E-kitapta bu tartışmaların içinde yer alan ulaşabildiğimiz bütün yazıları
bir araya getirmeye çalıştık. Yazanın kimliğine, ne yazdığına ve nerede
yazdığına bakmaksızın kitapta yer vermeye çalıştık. Tartışmaların yo-
ğunlaştığı yerler, İslami kesimlere ait internet siteleri, gazeteler ve der-
gilerdi. Bunun belki de tek istisnası Mustafa İslamoğlu’na ait bir Cuma
hutbesidir ki biz bu hutbeyi yazıya dökerek kitabımızda yer verdik.
Yazıları sıralarken, öne çıkan iki ayrı görüşten gelen ortak basın duyu-
rularını kitabın başına yerleştirdik. Bunun dışındaki tüm yazıları tarih
sırasına göre vermeye çalıştık. Dergilerden alıntılanan yazıların sırasın-
da ise dergilerin yayın tarihini esas aldık. Bazı yazılar birden çok sitede
yayınlandığından, alıntıladığımız sitedeki tarihi esas alarak sıralama
yaptık. Sitelerde yazılara yapılan yorumlara hiç yer vermedik. Aslın-
da bunların içinde en az yazılar kadar güçlü yorumların yer aldığının
farkında olmamıza rağmen ciddi bir elemeye tabi tutmadan ve büyük
ölçüde tekrarlar içeren bu yorumlara çalışmamızın içinde yer vermeyi
uygun bulmadık. Bazı site, dergi ve gazetelerde yer almasına rağmen
gözümüzden kaçması nedeniyle burada yer vermediğimiz bazı makale-
ler olabilir. Bunlara yer vermememiz tamamen bizim dikkatsizliğimizden
kaynaklanmaktadır. E-kitapların en büyük avantajı dinamik yapıları
olduğundan bir uyarı alırsak gerek duyulan düzeltme, ekleme ve çıkart-
malara açık olduğumuzu ifade etmemiz de gerekmektedir.
Umarız bu çalışma gelecek nesillerin ve bu tartışmada yer alanların
problemleri daha doğru algılayıp ciddi analizler yapmalarına ve doğru
çözümlere daha kolay ulaşmalarına vesile olur…
İletişim için: zakir.aydin@gmail.com
8 REFERANDUM TARTIŞMALARI
İslami Kuruluşlardan
Referanduma Aktif
Destek Kararı
REFERANDUM TARTIŞMALARI 9
Hasan Hafızoğlu / AKABE VAKFI:
10 REFERANDUM TARTIŞMALARI
Mehmet Şahin / Fatih Akıncıları:
REFERANDUM TARTIŞMALARI 11
Burhan Kavuncu / Özgür-Der:
12 REFERANDUM TARTIŞMALARI
lerinden Müslümanları alıkoymaması gerektiğini sözlerine ekledi.
Basın açıklaması Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Cüneyt
Sarıyaşar’ın referandum sonrasında da hak ve özgürlüklerimizin takip-
çisi olma kararlılığını devam ettirecekleri temennisiyle sona erdi. Sarı-
yaşar konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri 2 temel
yanlışın devam ettiğini belirtti. Bunlardan ilkinin Müslüman kimliğin gö-
rünürlüğüne yönelik düşmanca tavır olduğunu söyleyen Sarıyaşar, ikin-
cisini ise Türk kimliğini etnik bir mensubiyete indirgeyerek Kürt halkına
zulüm edilmesi olarak ifade etti. Cüneyt Sarıyaşar, bütün kesimlere ve
kimliklere yapılan yanlışlıkları düzeltecek ve özgürlüklerini verecek bir
anayasa yapılana kadar taleplerinde ısrarlı olacaklarını söyledi.
Ortak açıklama:
Darbeci Bürokrasiyi ve Yasakçı Yargıyı Geriletecek
REFERANDUM TARTIŞMALARI 13
vardır. Anayasalar toplumda bulunan tüm kesimlerin taleplerini karşı-
layan TOPLUMSAL SÖZLEŞME’ler olmalıdır.Oysa 1924 Anayasası, 27
Mayıs Anayasası, 12 Mart değişikliği, 12 Eylül Anayasası hepsi ya askeri
darbelerin ürünü yada toplumun taleplerini gözetmek yerine resmi ide-
olojik kimliği topluma dayatan jakobenlerin ürünüdür. Bu anayasaların
hiç biri normal şartlarda ve serbest bir ortamda; siviller tarafından ya-
pılmamıştır. Bu anayasalar seçilmişlerin iktidar alanını daraltmak esası
üzerine kurgulanmıştır.
82 Anayasası TBMM’yi yani halkın seçmiş olduklarını, dolayısı ile resmi
ideolojisini dayatarak tüm toplumu vesayet altına almıştır. Hem siyaset
yapıp, hem de siyaset üstü kabul edilen kurumların varlığı, Türkiye’nin
en önemli açmazıdır. Ülkemizde asker ve yargı tam bu konumdadır.
Temsile dayalı sisteme kuşkuyla bakan bir anayasanın, görevleri olma-
dığı halde siyaset yapan kurumlara tanıdığı imkanlar vesayet sisteminin
derinleşmesine neden oluyor.
Siyaset yapmaması gereken kurumlara siyaset yapma imkanı veren
anayasa, siyaset yapması gereken kuruluşların ise alanlarını daraltmak-
tadır.
Anayasalarda, özgürlüğün kural, özgürlüğe getirilen kısıtlamaların ise
istisna olması gerekir. 82 Anayasası’nda ise, neredeyse özgürlükler is-
tisna tutulup kısıtlamalar kural haline getirilmiştir.
Halka güvenmeyen ve onun tercihlerine kuşkuyla bakan bir devlet an-
layışı, ülkemizdeki sorunların derinleşmesinde önemli bir etkiye sahip.
Siyasal iktidar ve devlet iktidarı olarak bölünmüş bir devlet yapısı kabul
edilemez.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bugüne kadar yaşadığı tarihi, bu
ikili iktidar yapısının oluşturduğu sorunların tarihi olarak da okunabilir.
Son 7-8 yıl içinde, siyasal kriz olarak nitelenen bütün olayların vesa-
yetçi bürokrasinin hukuksuz bir şekilde inşa ve işgal ettiği iktidar ala-
nını kıskançlıkla korumasından kaynaklandığını görüyoruz. Dolayısıyla
Türkiye’nin sorunlarının önemli bir kısmının kaynağı olan bu ikili iktidar
yapısına son verilmesi gerekmektedir. Halkın temsil yetkisi verdiği in-
sanların, hukukun sınırları içinde kalmak kaydıyla, müdahil olamadıkları
hiçbir iktidar alanının olmaması gerekir.
Buraya kadar saymış olduğumuz ve burada ifade etmediğimiz sorunla-
rın halledilebilmesi için atılacak en önemli adımlardan bir tanesi yeni bir
anayasanın yapılmasıdır. Yeni anayasa bugüne kadar yaşamış olduğu-
muz sorunların hallinde önemli bir girişim olacak; hem de darbe anaya-
salarına mahkum olma ayıbından bizi kurtaracaktır.
Ancak, bir kısım seçilmişlerin siyasi planları ve statükodan yana tavır
almaları sebebiyle bugünkü meclis aritmetiği yeni bir anayasa yapmaya
imkan tanımamaktadır. Bütün şartlar zorlanarak 26 maddelik bir Ana-
yasa değişikliği paketi meclisten ancak geçirilebilmiştir…
14 REFERANDUM TARTIŞMALARI
12 Eylül 2010’da halkın oyuna sunulacak bu değişiklik girişimi bugüne
kadar yapılan değişikliklerden daha kapsamlı ve vesayet sisteminin
kurumsal yapılarına müdahale eden bir mahiyet arz etmektedir. Bu
müdahalelerin ve değişikliklerin ona asla özgürlükçü bir anayasa özel-
liği kazandırmayacağını da biliyoruz. Ve halkın egemenliği söyleminin
slogan olmaktan öteye geçmesi için, anayasanın halk iradesine ipotek
konulmadan tam bir serbesti ile yapılması gerektiğine de inanıyoruz.
Biz aşağıda ismi yazılı olan kurumlar anayasa değişiklik paketine bu
çerçevede “evet” diyeceğiz. Çünkü bu anayasa değişiklik paketinde
sendikal hürriyetlerin genişletilmesi, kamu denetçiliği kurumunun ih-
dası ,Yüksek Askeri Şura kararlarına yargı yolunun açılması, seyahat
hürriyetinin genişletilmesi, özel hayatın masumiyeti, sivillerin askeri
mahkemede yargılanmasına son verilmesi ve benzeri konuları düzenle-
yen maddeler, eskiye nazaran genellikle daha iyileştirilmiş ve insanların
hayatlarına olumlu etkileyebilecek bir şekilde düzenlenmiştir.
Cumhurbaşkanının kurumlara üye seçiminde TBMM’den daha güçlü kı-
lınması gibi bize göre eleştirecek yönleri olmasına rağmen, bu değişik-
liğe “evet” diyoruz. Çünkü bu değişikliklerin vesayet sisteminde gedik
açan önemli düzenlemeler ihtiva ettiğini ve daha özgürlükçü bir anaya-
sanın önünü açtığını düşünüyoruz. Bu gerekçeyle vesayetçi bürokratik
yapıyı gerileteceğini, halkın özgürlük alanını da genişleteceğini düşün-
düğümüz değişiklikleri destekliyoruz.
Bizler bu paketi destekliyoruz, çünkü; kapalı devre seçim sistemiyle
üyelerini belirleyen HSYK ve Anayasa Mahkemesi gibi vesayet kurumla-
rının yapısının değişmesini istiyoruz. Tüm toplum kesimlerinin talepleri-
ni karşılayan, sivil, özgürlükçü, ve adaleti tesisi önceleyen TOPLUMSAL
SÖZLEŞME niteliğinde bir anayasa talebimizi tekrarlıyoruz.
AKABE VAKFI - ANADOLU PLATFORMU - AKDAV - ARAŞTIRMA
KÜLTÜR VAKFI - FATİH AKINCILARI DERNEĞİ - HİKMET VAKFI -
İHH İNSANİ YARDIM VAKFI - İNSAN VE MEDENİYET HAREKETİ
- MAZLUMDER
12.08.2010
Kaynak: www.haksozhaber.net
REFERANDUM TARTIŞMALARI 15
Bir grup yazar ve İslami kuruluş temsilcisinin kamuo-
yuna yaptığı referandum açıklamasının tam metni:
Bazı Dâvetçi
Müslümanlardan
Referanduma Dair
Zaruri Açıklama
Gündemin, şirk sistemi içinde görece özgürleştirme amaçlı kısmî ana-
yasa değişikliklerine kilitlendiği ve neredeyse bütün toplum kesimleri-
nin bu değişikliklere verilecek oyun rengini tartıştığı bir konjonktürden
geçmekteyiz. Çeyrek asırdır birçok Müslümanın ve tevhidî uyanış öbe-
ğinin savrulmasına yol açan uzlaşma ve sisteme entegrasyon riski, bu
referandum vesilesiyle artık kapımıza kadar gelip dayanmış bulunuyor.
Giderek daha güçlü esen demokratikleşme rüzgârı, bütün bu süreçlerde
savrulmadan ayakta kalabilen tevhidî kesimi de sarsmaya başladı.
Bu gidişin, bizi cahiliye toplumunu ve sistemini Kur’an’la kökten değiş-
tirme hedefimizden uzaklaştırarak, sistem içi değişimlere eklemleme
riski taşıdığına ve toplumun tevhidî dönüşümünü ve sistemi değiştir-
meyi hedefleyen inkılâbî ruhu yok edeceğine dikkat çekiyoruz. Sonuçta
bu gidişin, tâğutî sistem, onun şirk anayasası ve kurumları ile ilişkide
zaaflara yol açacağını, onlara gönüllü itaati ve uzlaşmayı reddeden,
onlardan berâetini ilan edip uzaklaşmayı zorunlu kılan akîdevî ilkeleri
flulaştıracağını hatırlatıyoruz. Bireysel ve toplumsal hayatın bütün alan-
larında itaati ve kulluğu sadece Allah’a tahsis eden tevhidî duruşu zede-
leyeceğini, Kur’anî daveti gölgeleyeceğini, Kur’an’la hayatı ve toplumu
yeniden inşa etmeyi hedefleyen devrimci bilinci yok edecek eğilimlerin
yaygınlaşmasına yol açacağını fark etmeye çağırıyoruz.
Bizler, bu ülkede tevhidî davet ve vahye şahidlik sorumluluğunu taşıyan
davetçi Müslümanlar olarak, tevhid, adalet ve temel haklar mücade-
lemizi, tavizsiz ve uzlaşmasız bir ilkeli tutumla ve itaati sadece Allah’a
tahsis ederek sürdürmemiz gerektiğine inanmaktayız. Toplumu tevhidî
ölçülerle dönüştürmeyi amaçlayan, davet, şahidlik ve eğitime dayalı
İslâmî inşa mücadelemizi, Kur’an’ın belirleyiciliğinde, Resulullah’ın (s)
mücadele sünneti ve ilk Kur’an neslinin örnekliği çerçevesinde ortaya
16 REFERANDUM TARTIŞMALARI
konmuş bulunan yoldaki işaretleri takip ederek sürdürmek imanî so-
rumluluğumuzdur.
İşte böyle riskli bir süreçte, tevhidî duruşun temel ilkelerini hatırlatıp,
Kur’an ve sünnet ölçüleri içinde tekrar düşünmeye vesile olmak ama-
cıyla bu açıklamayı yapmak zaruretini duymuş bulunuyoruz.
REFERANDUM TARTIŞMALARI 17
lükler alanında cüz’i değişiklikler yapmayı hedefleyen birkaç düzenle-
meden ibarettir. Sonuçta, yapılan bu değişiklikler mevcut anayasanın
içine monte edilecek ve daha önce var olan İslâm karşıtı maddelerle
birlikte işlev görecektir. Mesela değişiklik paketinde yer alan madde-
lerle, egemen şirk sisteminin ilahlaştırılan kurumlarından olan Anayasa
Mahkemesi ile HSYK, üye yapısı ve üye seçimi değiştirilerek yeniden
yapılandırılmaktadır. Halkın “evet” ya da “hayır” oyları vermek suretiyle
icra edeceği teşrî’ ile yeniden kurulan bu kurumlar, Allah’ın hükümleriy-
le değil, İslâm karşıtı laik ve Kemalist anayasa ve yasalarla hükmetme-
ye devam edeceklerdir. Kimi Müslümanların da oylarıyla onaylanan ve
yeniden yapılandırılan AYM, çıkarılacak yasaları, mevcut İslâm karşıtı
laik ve Kemalist anayasaya uygunluk açısından denetleyecektir.
4 – Sivillerin ve halkın tamamının yaptığı bir anayasa bile olsa ve öz-
gürlüklerin önünü bugünkü değişiklikten de daha fazla açsa, temel
haklara daha fazla riayet etse, yine de biz İlâhî vahyi esas almayan bir
anayasaya oy veremeyiz. Gasp edilmiş bütün haklarımızı iade eden ve
halkın sivil iradesinin ürünü olan liberal, demokratik, özgürlükçü laik bir
sivil anayasa hazırlandığında da evet oyu verip desteklemeyi doğru bul-
muyoruz. Allah’ın iradesini, anayasa ve yasa yaparken teslim olunması
gereken nihai otorite olarak kabul etmeyen hiçbir anayasa düzenle-
mesini meşru göremeyiz ve asla oy vererek şirke dayalı teşrî’ye iştirak
edemeyiz. Çünkü, ne kadar özgürlükçü olursa olsun, cahiliye toplumu
tarafından, İlâhî vahyi dışlayarak hazırlanan sivil anayasalar da sonuç-
ta, bilmeyenlerin hevasının ürünü seküler tâğutî anayasalardır. İster
kısmî değişiklik, isterse bütüncül şekilde yeniden anayasa yapma olsun
fark etmez.
Biz Müslümanlar, Allah’ın tüm kullarına tanıdığı temel hakların en
mütekâmil güvencesi olacak ve tüm insanların, halkların imtihan dün-
yasında kendilerini özgürce gerçekleştirme imkânı bulabilecekleri adalet
ve hukuk ortamını sağlayacak olan İlâhi vahye dayalı İslâm anayasasını
savunuyoruz. Şiddete dayanmayan, merhameti, adaleti ve herkesin
cennete gitmesi için çırpınışı temsil eden tevhidî davet, şahidlik ve
eğitim çabalarımız sonucunda Kur’an’la toplumsal inkılabı hedefleyen
tevhidî daveti temsil ediyoruz. Bilmeliyiz ki, ya Allah’ın vahyi, Kur’an’ın
hükümleri ölçü alınarak meşru bir anayasa yapılacak ya da bunun dı-
şında bilmeyenlerin heva ve zannının ürünü bütün anayasalar ne kadar
özgürlükçü olurlarsa olsunlar tâğutî olmaktan kurtulamayacaklardır.
Müslüman için, yasaları ve anayasaları yaparken, hukuku, hakları be-
lirlerken; vazettiği hudut, ölçü, emir ve istekleri mutlak anlamda esas
alınıp belirleyici kılınması gereken nihai otorite ve nihai hüküm sahibi
sadece Allah’tır.
5 – Bugün içinde yaşadığımız toplum İslâmî bir toplum hüviyetinde
değildir ve bu sebeple de güç laik kesimlerdedir. Bu yüzden, laik anaya-
salarını onlar yapacaklar ve bizim de Rabbimizce lütfedilen fıtri, insani
temel haklarımızı güvence altına almak sorumluluğunu taşıyacaklardır.
18 REFERANDUM TARTIŞMALARI
İslâmî sistemde gayrimüslimlere tanınan bütün hak ve özgürlükleri,
onların da laik sistemlerinde bize tanımalarını isteyebiliriz. Ancak bu ko-
nuda yapılacak görece olumlu değişiklikler hatırına laik anayasalarının
yapılmasına iştirak edemeyiz. Bizim tevhidî davetimize toplum icabet
eder ve özündekini değiştirirse, o zaman İslâm toplumu oluşacak ve
Allah da toplumun siyasi durumunu değiştirecektir. Bu durumda İslâmî
toplum, yapacağı İlâhî vahye uygun anayasada, Müslüman olmayan
tüm kesimlerin, hepsinin de Rabbi olan Allah’ın lütfettiği temel haklarını
tek taraflı olarak tanıyıp güvence altına alacaktır.
6 – Bizler, Kur’an’la toplumsal dönüşümü hedefleyen tevhidî davetçiler
olarak, referandumda ortaya çıkan, zulumatın/karanlıkların “hayır ve
boykot” çizgisindeki koyu tonlarından da, “evet” çizgisindeki görece
özgürlükçü gri tonlarından da çok ilerdeki bir konumu, Kur’an’ın aydınlı-
ğını temsil sorumluluğunu taşımakta ve insanları bu aydınlığa davet et-
mekteyiz. Sistem içindeki değişim mücadelesinde, değişime karşı çıkan
statükonun “hayır”cı zalim temsilcileriyle, görece özgürlükçü kesimlerini
aynı kefeye koymasak da, bizatihi şirk anayasasını fiilen yapmaya ka-
tılamayız. Sistem içi görece özgürleşmeyi temsil eden “evet” oylarının
fazla çıkmasını, zalim statükonun sürmesini, darbe anayasasının deva-
mını temsil eden “hayır” oylarına galip gelmesini halk açısından sistem
içi görece olumluluk olarak değerlendirmekteyiz. Bu durumu, tevhidî
bilinçten yoksun halkın görece adalet ve özgürlük arayışı olarak değer-
lendirmekle beraber, İlâhî vahyi dışlayan bir yöntemle söz konusu deği-
şimi yasalaştırmayı sistem içi değişimcilere bırakmalıyız. Çünkü tevhid
davetçileri olarak bizler, görece özgürlük arayışıyla zulümatın/karanlık-
ların (şirkin) koyu tonlarından kaçarak gri tonlarına gelen bu iyi niyetli
kitleleri, hakka dayalı adaleti ve gerçek özgürlüğü bulacakları Allah’a
teslimiyete (tevhide) ve Kur’an’ın aydınlığına çağırma konumundayız.
İşte bu özgün konumumuzu ve tevhidî çağrımızı her şartta koruyarak,
her vesileyle bir daha gündemleştirmeye çalışmalıyız.
7 – Egemen zalim sistemin darbe anayasasında kısmî bir değişiklikle
despotizme çok cüz’i de olsa geri adım attırarak, sistemi görece öz-
gürlükçü gri bir kulvara taşımak isteyen değişiklik çabalarına bile karşı
çıkıp “hayır” kampanyası yapanlar, ne pahasına olursa olsun statükoyu
sürdürmek isteyen zalimlerdir. Sistemi benimseyip de sistem içi değişi-
me “hayır” diyenler, temel hak ve özgürlükleri yok eden ve oligarşik ku-
rumları, bürokratik zorba kadroları halk iradesine egemen kılan despot
darbe anayasasını ısrarla sürdürmek isteyenlerdir. Ergenekonvari derin
devlet çeteleri, faili meçhulcüler, işkenceciler ve derin devlet katilleri ile
statükonun ve resmi ideolojinin bağnaz savunucusu olan, asker ve yar-
gı bürokratlarının halk iradesi üzerindeki vesayetinin devamından çıkar
uman siyasi partilerdir. “Boykotçu”lar ise, “hayır”cılar gibi laik seküler
tâğutî sistemden yana oldukları halde, yapılan değişiklikte kendi talep-
leri dikkate alınmadığı için sandığa gitmeme çağrısı yapanlardır. Şirk
anayasasında görece özgürleşmeyi ve despotizmi kısmen geriletmeyi
REFERANDUM TARTIŞMALARI 19
isteyen sistem içi değişimciler ise “evet” çağrısı yapmaktadırlar.
“Hayır”cıların bu derece kötü bir konumu ve despotizmin, zulmün de-
vamını, halka ve değerlerine ihaneti temsil etmelerinden, değişikliğin
de görece bir özgürleşmeyi temsil ediyor olmasından etkilenerek, tev-
hid davetçilerinin de “evet”çi safa eklemlenmesi doğru değildir. Bizler
Kur’an davetçileri ve vahyin şahidleri olma sorumluluğunu omuzlarında
taşıyan muvahhidler olarak, mevcut anayasasının şirke dayalı niteliğini
koruyan ve İlâhî vahyi esas almayan değişikliğe “hayır” ya da “evet”
oyu vererek teşrîî işlev görmeye, yani yasa yapmaya iştirak edemeyiz.
Aksi bir tutum, temel tevhidî ilkelere aykırı olmanın yanında, tebliğin
muhatabı olan halka daha sonraki süreçte tevhidî daveti götürmede
zaaflı ve tutarsız bir duruma düşülmesine de yol açar.
8 – Bizler, Kur’an’ın karanlıklardan aydınlığa, sömürü ve zulümden
adalete ulaştıracak ve âhirette kurtuluşa taşıyacak mesajının belirlediği
özgün, örnek konumda bulunmak sorumluluğunu taşımaktayız. Cahiliye
inanç, ideoloji ve sisteminden berâetimizi ilan ederek, Resulullah’ın ve
eğittiği ilk neslin örnekliğinde çağımızın Kur’an toplumunu oluşturmayı
ve bu tevhidî ümmet nüvesinin öncülüğünde ümmeti vahiy ölçüleriyle
yeniden inşa etmeyi ve İslâmî adalet sistemini kurmayı temsil bilinciyle
hareket etmeliyiz.
İşte bu tespit ve hatırlatmalarımızın ışığında, bütün tevhidî uyanış
öbeklerini ve başta öncü İslâmî şahsiyetler olmak üzere bütün davetçi
Müslümanları, özgün İslâmî konumumuzu terk edip sistem içi değişime
eklemlenme riskinden korunmaya, taktik ve konjonktürel tutumlarla
tevhidî stratejik yürüyüşümüze zarar vermemeye çağırıyoruz. Tâğutları
reddetmek, Allah’ın hükmüyle hükmetmek gibi vahyî ölçüleri, tevhidî
ilkeleri ve halkın, ezilenlerin kurtuluşu için tek alternatif olma anlayı-
şını ve bununla tutarlılık arz eden özgün konumu her şartta korumaya
çağırıyoruz. En şerefli görev olan tevhidî davetle yetinmeye ve Kur’an
davetçiliği kimliğimizi gölgeleyecek olan, sistem içine ve sistem içi deği-
şime dair davetlerden uzak durmaya çağırıyoruz.
Ahmed KALKAN (Basiret Dergisi) - Ahmet Turgut ULUCAK (Vuslat Dergisi) –
Ahya ARAS (İktibas Dergisi) - Ali KAÇAR (Genç Birikim Dergisi) – Ali YACEL
(KALEM-DER) – Bülent KOCA (İLKAV) – A.Burak BİRCAN (İktibas Dergisi) -
Coşkun UZUN (İslami Düşünce Enstitüsü) – Faruk KÖSE (Yazar) – Ferid AY-
DIN (Yazar) – Hakan AKSU (HAY-DER) – Halim YAZICI (Endülüs Derneği) –
Hamza ER (Basiret Dergisi) – Harun ÜNAL (Basiret Dergisi) – Hüseyin ALAN
(ÖZGÜN-DER) – Mehmet PAMAK (İLKAV) - Mevlüt AKBAL (BİRNESİL-DER)
– Murat KURTULDU (Kur’an Nesli Dergisi Yazarı) - Mustafa TERZİOĞLU (Asır
Derneği) – Necmettin IRMAK (İnsan Eğitim Derneği) - Ömer EKŞİ (Gençlik
Derneği) - Rukneddin USTA (HAK-DER) - Sabiha Ateş ALPAT (ZEYNEP-DER)
– Şükrü HÜSEYİNOĞLU (Kur’an Nesli Kültür Merkezi) - Yakup DÖĞER (Kar-
deşlereli Derneği)
20 REFERANDUM TARTIŞMALARI
‘Evet’ mi,
‘Hayır’ mı?
ALİ BULAÇ
REFERANDUM TARTIŞMALARI 21
alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” ibaresi
eklendi. Aynı şey çocuklar, yaşlılar ve özürlüler ile harp ve vazife şehit-
lerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler için de
söz konusudur.
İbarenin kendisinde bir çelişki olduğu açıktır. Şöyle ki: Bir yandan ana-
yasa maddesi “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir” diyecek, öte
yandan “kadına ilave avantajlar sağlamayı öngören tedbirler alındığın-
da, yani kadını erkeğe göre daha avantajlı konuma geçirdiğinde bu dü-
zenlemeler eşitlik ilkesine aykırı yorumlanmayacak.” Dahası anayasaya
göre devletin yükümlüğü “eşitliği sağlamak” iken, ilave tedbirler alın-
dığında devlet bu yükümlülüğünü yerine getirmeyecek, aksine eşitlik
ilkesine aykırı hareketleri eşitlik ilkesine uygun olarak görecek ve yürü-
tecektir.
Bunun gündelik pratikte nasıl işleyeceğini somut bir olay üzerinden
anlamaya çalışalım: Diyelim ki bir firmaya iki kişi müracaat ediyor. Biri
dört çocuklu erkek, diğeri kocası çalışan, orta sınıf seviyesinde geliri
olan bir kadın. İkisinin de aynı evsafta liyakat ve ehliyete sahip olduk-
larını düşünelim. Anayasa gereği firma sahibi, kadını işe almak zorun-
dadır. Erkeği tercih edecek olursa, kadın onu şikâyet eder ve davayı
kazanıp işe girer.
Bunun toplumsal sonuçları muhtemelen şöyle tezahür edecektir: Po-
zitif ayrımcılığı öngören bu anayasa maddesine göre işe giren kadının
toplumsal hayata katacağı artı değer, kazandığı parayla daha çok kredi
kartına dayalı harcamalar yapması, marka elbiseler alıp giymesi, daha
çok kozmetik kullanması, daha lüks otellerde tatile çıkması olacaktır.
Daha önce kocası evin geçimini üstlenmekten dolayı evde son söz sa-
hibi iken, şimdi kadın da iktisadi gelire sahip olması dolayısıyla evin
riyasetine ortak olmaya başlayacaktır, zaten yasalar riyaseti erkeğin
elinden almış bulunmaktadır.
Bunun evin huzuru, ailenin devamı, çocukların bakımı, terbiyesi, eğitimi
ve yetişmesiyle ilgili boyutlarının ne hale geleceğini düşünelim. Dahası
kocası eşinden ev hanımlığı-annelik-kadınlık görevlerini yerine getirme-
sini isteyecek olsa, bu kadının iki yükümlülük üstlenmesi anlamına ge-
lecektir. Sabahtan akşama kadar firmada çalışacak; akşam da eve gelir
gelmez yatıncaya kadar evinin işlerini (yemek, çamaşır, evin toparlan-
ması, çocuklar vs. işleri) de yürütecektir.
Dört çocuklu erkeğin işe alınmaması durumunda ortaya çıkacak manza-
ra bellidir: 6 kişilik bir evin geçiminden sorumlu bir erkek, işsiz kalma-
ya devam edecektir, çocuklarını okutamayacak, sağlıklarıyla yeterince
ilgilenemeyecek, böylelikle topluma 6 kişiden müteşekkil ilave bir yük
binecektir.
Bireysel fıtratın bozulması durumunda nasıl insan huzursuzluk ve mut-
suzluklara düçar oluyorsa, toplumsal fıtratın bozulması durumunda
22 REFERANDUM TARTIŞMALARI
da benzer huzursuzluklar ve mutsuzluklar baş göstermektedir. Yüce
Allah, erkeği kadın üzerinde “kavvam” kılmış (4/Nisa, 34), onu kadının
geçiminden, sağlık ve güvenliğinden sorumlu tutmuştur. Bu tabii-fıtri
düzendir. Müslüman kadınlara -özellikle başörtülü yazarlara- da virüs
gibi bulaşan feminist söyleme göre, kadın ve erkek eşittir, aralarında
herhangi bir farklılık olmamalıdır. Pozitif ayrımcılık ise, kadını erkeğe
göre ilave avantaj ve imtiyazlarla donatmaktadır. Hepimiz biliyoruz ki,
bu anayasa değişikliğini AK Parti hükümetine empoze eden Avrupa’dır.
AK Parti, ne yaptığını biliyor mu bilmiyor mu, biz bilemiyoruz. Ama bu
anayasa maddesinin geleneksel aile düzenimizi ve toplumsal hayatımızı
derin bir sarsıntıya uğratacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok.
Zaten iskeleti sallanmakta olan toplumumuz büsbütün çözülecektir.
Ben camiada İslam âlimi, fakihi, kanaat önderi bilinen zatlara; mesela
Hayrettin Karaman Hoca’ya, Faruk Beşer, Halil Gönenç, Muhammet Sa-
vaş, A. Rıza Demircan, Abdulaziz Bayındır hocalara soruyorum: “Kadına
pozitif ayrımcılığın” İslam fıkhı açısından hükmü nedir?
23.07.2010
KAYNAK: www.ozgundurus.com
Müslümanlar
referanduma
katılabilirler mi?
HAYRETTİN KARAMAN
REFERANDUM TARTIŞMALARI 23
gerekiyor.
Müslümanlar ya bütün düzenlemeleri İslam’a uygun, İslami kaynaklara
dayanarak hazırlanmış bir ülkede yaşarlar veya İslam’ı siyasi, sosyal,
hukuki... alanlarda kaynak ve bağlayıcı olarak kabul etmeyen laik ülke-
lerde yaşarlar. “Bu ikinci çeşit ülkelerde Müslümanların yaşamaları caiz
midir, her ne pahasına olursa olsun veya imkan var ise İslam ülkelerine
göçmeleri gerekir mi” konusu tartışılmıştır; ancak en azından çaresizlik
veya daha iyisi bulunmadığı için buralarda yaşayan milyonlarca müslü-
manın bulunduğu bir vakıadır. Laik ülkelerde Müslümanlar düzeni kök-
ten değiştirme imkanı bulamazlarsa laik kanunlar içinden İslami kural-
lara veya amaçlara daha uygun olanlarını tercih eder, bunların hayata
geçmesi için çaba gösterirler.
Şöyle düşünelim:
Bir parti başörtüsü ile tesettürü serbest bırakacak, İmam Hatip Okulla-
rından mezun olanların da imtihanını kazandığı üniversitelerde okuma-
sına imkan verecek... bir düzenleme yapacağını vaad ediyor, bir başka
parti de bunlara karşı çıkıyor. Seçim sandığı ortaya konduğunda Müslü-
manlar ya seçimi –yukarıda naklettiğim teze dayanarak- boykot ederler
veya Müslümanların işine yarayacak düzenlemeleri yapacağını vaad
eden partiye oy verirler. Birincisini yaptıkları takdirde Müslümanların
dini hayatlarını yaşamaları daha da zorlaşacak, zaman içinde caiz olma-
yan davranışlara alışkanlık hasıl olacak ve uzun vadede dini korumak
da mümkün olmayacaktır. İkincisini yaptıklarında ise –onların iradesi
dışında laik kanunlar zaten var olduğu için- oylarını, İslam’a uygun olan
veya Müslümanların, korumaları gereken maddi ve manevi değerlerini
korumaları bakımından daha iyi bulunan kanunlara, kararlara ve düzen-
lemelere “Evet” demiş olacaklardır.
Bu vesile ile önemli bir konuya daha dokunmakta fayda görüyorum:
Anayasa değişikliğini hangi partiler teklif etmiş ve referanduma götür-
müş olurlarsa olsunlar değişikliğe “Evet” demek, bir partiye oy vermek
demek değildir. Vatandaşlar Anayasanın değişen maddelerini okumalı,
yapılan değişikliklerin kendine, ülkeye, halka faydalı mı, zararlı mı oldu-
ğuna bakmalı ve reyini buna göre kullanmalıdır…
www.yenisafak.com.tr
30 Temmuz 2010
24 REFERANDUM TARTIŞMALARI
Her şeye Karşı Çıkma
Sendromu ve
Referandum
MURAT AYDOĞDU
REFERANDUM TARTIŞMALARI 25
gerçekleştirdi. DP gerçekte CHP içerisinden çıkan ve Kemalizm ile he-
saplaşma gayesi olmayan bir hareket olması, CHP çatışmasına engel
değildi. Sosyalist ve İslami kesimler bunu okudukları halde, başlangıçta
DP ye destek verdiler. Bir zamanlar kıyasıya mücadele ettiğini sandığı
yapılara entegre olmak çoğu sistemin başına gelen sosyal determinist
bir kuraldır.
1970’li yılların revaçta eğilimi siyasette sosyal demokratlık, ekonomi de
kapitalist pazardı. Kemalizm burada bölünerek her iki akıma da uyum
sağladı. Günümüzde de etkisini sürdüren sağ ve sol Kemalist zihniyet
belirginleşti.
Dönüşüm son aşamada global, liberal kapitalizm’e evrilirken AKP ha-
reketi doğdu. AKP’nin önemli oranda milli görüş geleneğinden gelen
kökenleri Kemalizm ile hesaplaşma geleneğinden geliyordu. Buna rağ-
men, Milli Görüş hareketi özde “Kutsal Devlet” anlayışına sahipti ve bu
nedenle radikal tavırları törpülenmiş Kemalizm ile uzlaşması bu anlayı-
şın genlerinde vardı. AKP Söyleminin değişmesi ile kendi dejenerasyo-
nuna da önemli oranda engel olamadı. Bu hesaplaşma eğilimi tutarlı ya
da tutarsız militer ve bürokratik kadroların sivri uçlarına yönelik devam
etmektedir. Bir çeşit “Kutsal İttifak” içinde hesaplaşmayı Liberalizm’e
dönüştürme çabalarına karşılık, parti içinde derinden mücadele belli
oluyor. Bir takım cemaat yapılarının bunu kendi kriterlerin çerçevesinde
şekillendirmek istediği belirgin. Radikal bir tabirle bu revizyonizm/bo-
zulma tespiti doğru olsa da, aralarında çatıştığını görmemiz gerek.
Süreç içerisinde, ya değişim isteyenler yıpranır/entegre olur, ya da de-
ğiştirmek istedikleri totaliter yapıyı çözerler. Her iki hal belli oranlarda
gerçekleşse de, ikinci durum bir taşma noktasında kendini süblimleşti-
rir/ani ortaya çıkarır. Sovyetlerin Glastnost-Prestroyka sürecinde geli-
nen noktaya dikkat çekelim. Sonuçta Lenin heykelleri yerlerde sürüldü
ve Komünist ideoloji ile hafiften hesaplaşıldı.
Totaliter sistemlerin zulümleri, süreklilik kazanamadığından zamanla
gevşemeye başlar. “Bir ülkeyi küfür ile yönetebilirsiniz ama zulüm abad
olmaz” ilkesi genel geçer kuraldır. Buna karşı mücadele de kararlı dav-
ranamayanlar da yozlaşmaya daha meyyaldir.
Zulüm ve yozlaşma ile mücadele, aynı şekilde ve aynı tavırlarla olmaz.
Yozlaşmanın öğütücü etkisini hisseden ona karşı önlem alacak olgun-
luk ve ahlaki yapıyı oluşturamayanlar, genellikle kontrolü kaybederek
müzmin bir muhalefet sendromuna kapılırlar. Tecrübelerle sabittir ki bu
sendroma kapılanlarda ciddi bir adalet anlayışı problemleri de mevcut-
tur.
Küfre/cahiliyeye ve yozlaşmaya karşı mücadele şekillendikçe sistem
direnerek zulme dönüşür. Burası önemli bir noktadır, bütün nebevi ve
tevhidi hareketler cahiliye ve yoz sistemlere mücadeleleri şiddet içer-
mezler, ta ki zulme dönüşmesi ile izin gelir.
26 REFERANDUM TARTIŞMALARI
“…Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. 2 Bakara 193
“Zulme uğrayan kimselere savaşmaları için izin verildi. Allah, onlara
yardım etmeye elbette kadirdir.” 22 Hac 39
“İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan
bir tarzın dışında mücadele etmeyin.” 29 Ankebut 46
REFERANDUM TARTIŞMALARI 27
Kaldı ki, günümüz sistemlerinde Himaye dahi kabul etmeye gerek kal-
madan siyasi tavırlar belirlemek mümkün. Kimliğini açıkça belirlemiş,
söylemi ile kriterleri ile apaçık bir hareket reel siyasetteki belirli tavırları
alabilir. Bu tavırlar siyasi manevralar olarak algılanmalı değişkenliğe de
açık olmalıdır.
Referandum Üzerine
28 REFERANDUM TARTIŞMALARI
halk desteği çıktı şeklinde algılanacak ve durumu daha da kalıcılaştıra-
caktır.
Bizim açımızdan ise; Referandum üzerinden bir mücadele tarzı ve siya-
set ekseni oluşturmak anlamsızdır, ama sonuçların da bizim hareket sa-
hamızı etkileyeceğini görmezden gelemeyiz. Özgür-Der’in “Kur’an Nesli”
oluşturmak ve “Şahitlik Yapmak” şeklinde tanımlanan birincil hedefleri
bu konu ile doğrudan bağlantılı olmamasına karşılık, yolda karşılaşılan
De Facto/Fiili durum görülmeli ve alınacak tavır değerlendirilmeli/tartı-
şılmalıdır.
REFERANDUM TARTIŞMALARI 29
Kişisel verilerin öğrenilmesi ve korunmasını talep edebilmenin önünü
açılıyor (Madde 20). Özellikle darbeler ve darbe dönemlerinde yoğun
fişleme faaliyetleri göz önüne alındığında olumlu bir adımdır.
Vatandaşlık ödevi gibi bir sebeple yerleşme ve seyahat özgürlüğünü
kısıtlayan faşizan bir cümlenin kaldırılması da olumlu bir adımdır (Mad-
de 23).
Yüksek askeri şura’nın ihraç kararı yargıya açılarak militer kontrol za-
yıflatılıyor (Madde 125). Yine de ihraç harici uygulamaların hukukiliği
yargı dışı.
Vatandaşların aralarındaki meselelerde askerin dokunulmazlığı kaldırıl-
mış (Madde 145). Sıkıyönetimin askeri yargıya dönüşmesi önlenmiş ki
bu önemli bir sivilleşmedir (Madde 145).
Değişiklikler önemli oranda Liberal düşünceler ve AB kriterleri etrafın-
da şekillendirilmiş. Bizim toplumsal yapımızdaki karşılıkları muhakkak
biraz sıkıntılı olacaktır. Örneğin 10. maddedeki kadınlar lehine alınan
tedbirler, ataerkil toplum modelinde ev geçiminin önemli oranda erkek
tarafından karşılaşıldığı ve işsizliğin yüksek oranda olduğu Türkiye’de
uyum sorunu içerecektir. Bizzat çalıştığım işyerinde mesleğin erbabı çok
sayıda işsiz erkek elemana karşılık karı-koca elemanlar istihdam ha-
linde. Bu tip liberal yaklaşımlar daha çok kapitalizmin üretim-tüketim
ilişkilerine hizmet eder.
3- Parti kapatmayı zorlaştıran siyasi maddelerde ise eskiye nazaran
bürokratik tahakkümün işini kısmen zorlaştıran kısımlar mevcut, baraj
uygulamasının devamı İktidar partisinin yine pragmatik yaklaşımıdır.
Anayasa mahkemesinin parti kapatma yetkisi 69. Madde deki değişik-
likle meclisin oluşturacağı komisyonların iznine bağlı kılmaktadır. Ayrıca
partisi kapatılsa bile milletvekilliği düşmemektedir. Yani bürokratik ta-
hakküm yerine, parlamenter sistemin kontrolü getiriliyor.
Üç Seçenek ve Argümanlar/Söylemler
30 REFERANDUM TARTIŞMALARI
Yaygın bir söylem/argüman “AKP kendi meşruiyeti ve etkinliğini oluştu-
ruyor” üzerinde. Bu argümanı kullananlar “Hayır” cephesini oluşturuyor
ki, bu cephe Cumhuriyet dönemi boyunca kendi etkinliğini oluşturmuş
kesimlerdir. MHP-CHP ittifakı bu nokta da, totaliter devletçi kesimdir.
İkinci bir argüman “Yapılan değişikliklerde Kürt halkı için ne var?” itirazı
etrafında. Bu BDP ve ”Boykot” cephesinin söylemi.
Özellikle BDP’nin dile getirdiği boykot seçeneği daha çok muhatap alın-
mama üzerine kurulu. Ama olayın bir de farklı faktörleri var. Açık ko-
nuşmak gerekirse, seküler temelde oluşan azınlık milliyetçiliği ortamın
yumuşamasını istemez. Referandumdan “Hayır” çıkması ile muhafaza-
kar politikanın iflası gönülden geçse de, bunu hem kitlesine izahta zor-
lanır, hem de kitleyi sandıkta kontrol edemez. Ama “Boykot” seçeneği
ile kitleyi sandıktan uzak tutması mümkündür., Kürt bölgelerinde örgüt
(BDP ya da PKK) organizeli güçtür/devlettir, kitle üzerinde yaptırım gü-
cüne sahip olasına karşın 30 yıllık çatışma içerisinden gelen bölge halkı
ikna edilmedikçe ya da şartlandırılmadıkça kolay kolay kontrol edemez.
Bir diğer söylem “Oluşturulan ama yetersiz değişiklikler, köklü değişik-
liğe engel olur”. Bunun terside mümkün “Küçük bir değişikliğin bile geri
dönmesi, köklü değişikliği de imkansız kılar”
Hayırcı kanadın kurumların siyasallaştığı söylemi ilginç bir paranoyadır.
Zira Siyaset zaten yönetmektir ve bütün kurumlar siyasi özelliktedir.
Örneğin çoğu ülkede olmayan Anayasa Mahkemesi Almanya’da bizden
çok farklı algılanmaktadır. Alman Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük
kısmı, mevcut siyasi partilerden seçilmekte ve o kimlikleri ile yapıda yer
almaktadırlar. Bizde bütün memurlar dolayısı ile bürokratik kurum men-
supları yasa ile belirlenmiş ideolojik kimliğe sahiptirler. Bu açık faşist
ilkenin gölgesinde, “Parlamenter Sistem” helvadan put gibidir ve halkın
daraltılmış siyasi arenadaki etkisi bile engellenmektedir.
Sosyalistlerin büyük kısmının “Hayır” cephesinde yer alması, kitleden
kopuk olmalarına ve bu nedenle hala militer kadrolardan medet umma-
larına bağlıdır.
Sosyalist kökenli bir çok aydının “Evet” tavırları ise bireysel ve toplum
yararı açısından değerlendirmelerdir.
Bir kısım İslami Sivil Toplum örgütleri “Yapılan değişikliklerde İslami ke-
simlerin hangi taleplerine yönelik bir iyileştirme var” diye düşünebilirler.
Bu tavırlarını aidiyetin ötesinde belirleyemeyen bir siyasetin sonucudur.
Marjinal guruplar, çocukların bile farkında olduğu “AKP Ordu ve bürok-
rasi ile anlaşmış durumdadır” tespitinin/eleştirisinin ötesinde bir hare-
ket metodolojisine sahip değildir ki bu da uzlaşılıyor sendromuna yol
açan sığ tepkiler oluşturur.
“Yetmez Ama Evet” tavrı İslami sivil Toplum Örgütlerinin önemli bir kıs-
mının tercihi gibi duruyor. Bunun, yetmeyen kısmın ne olduğu ve inisi-
REFERANDUM TARTIŞMALARI 31
yatife dayalı siyaset ile tanımlanması gerekir.
Tavrımız Üzerine
Mesele zulmün geriletilmesi mi, Müslümanların entegrasyonu mu?
Evet, Hayır ve Boykot; Üç seçenek dışında bir tavır mümkün değil, ilgi-
sizlik bile Boykotçu bir tavırdır.
Bu üç seçenekten herhangi birisine karar vererek, köklü sistem sorgu-
sundan, taleplerden vazgeçmeden tavır almak nasıl mümkün olur?
Benim önemsediğim hususlar (İtikadi de diyebilirsiniz) bu süreçte;
1- Vesayete girmemek,
2- Müdahane/yaranmaya sapmamak,
3- Temsil ettiğimiz kimliği, ölümcül bir risk olmadıkça açık ve net be-
yanımızı korumak,
4- Değişimin getireceği kapitalist yapıya direnecek kültür oluşturmak
Bunlar gözetildikçe alınacak tavrın üç seçenekten hangisi olduğu çok da
önemli olmayan siyasi bir manevradır. Çok organizeli bir harekette toplu
karar da alınabilir. İtikadi olmayan bu gibi manevralarda çekincelerimizi
belirterek ve muhalefet şerhi koyarak ortak karara uyulur. Nitekim sos-
yal süreç açısından bizden daha ileri ve farklı aşamadaki, Lübnan gibi
ülkelerdeki İslami hareketlerde bu durum gözlenmektedir.
Yozlaşarak kapitalistleşenlerden uzak durmalı, yalakalık ve teslimiyetle
hareket edenlere acımalı. Evet!, en önemlisi bunlara direnecek ahlaki
yapının yanında; Ziverbey’de, Metriste ve Diyarbakır hapishanesinde
yapılanları kısmen de olsa önleyecek dönüşüme karşı çıkmama ahlaki
yapısı da olmalı.
“…Onların işleri aralarındaki şûrâ iledir.
…Haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyarlar.
Bir kötülüğün cezası, onun benzeri bir kötülüktür….
…Yol ancak, insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız olarak tecavüzde
bulunanlaradır…”
42 Şuara 38-42
Anayasa değişiklik metni için kaynaklar:
Teklif metni:
http://www.akparti.org.tr/media/www/Anayasa%20teklif%20metni.pdf
http://www.scribd.com/doc/35047791/Anayasa-
32 REFERANDUM TARTIŞMALARI
De%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi-Kar%C5%9F%C4%B1la%C5%9Ft%C4%B1r
mal%C4%B1-Tablo
http://www.akparti.org.tr/media/www/Anayasa%20
de%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi%20kar%C5%9F%C4%B1la%C5%9Ft%C4%
B1rmal%C4%B1%20teklif%20tablosu.pdf
31 Temmuz 2010
KAYNAK: www.haksozhaber.net
KEMALİST OLİGARŞİYİ
GERİLETECEK HER
TÜRLÜ DEĞİŞİKLİĞİ
DESTEKLEMELİYİZ
HAKSÖZ EDİTÖR
REFERANDUM TARTIŞMALARI 33
Kısmi İptal Statükocuların Ömrünü Uzatmaya Yeter
mi?
Anayasa değişiklik paketinin yargı kurumunu doğrudan ilgilendiren
iki önemli maddesini bütünüyle iptal etmeyip, kısmi iptallerle yetinen
AYM iki farklı düzenlemeyi reddetti. Bunlardan biri HSYK’ya hukukçu
olmayan kadrolardan da üye atanabilmesi gibi teknik bir düzenlemey-
le ilgili. Diğer iptal ise şüphesiz daha etkili: Gerek AYM’ye gerekse de
HSYK’ya yasal kurumlardan atanacak üyelerin belirlenmesiyle ilgili bu
düzenlemede Meclis, her kurum mensubunun tek bir kişiye oy vermesi
ve bunun neticesinde en fazla oyu olan 3 kişiden birinin cumhurbaşka-
nınca atanmasını öngörmüştü. Bir anlamda üniversitelerdeki rektör se-
çim usulüne benzeyen bu düzenleme cumhurbaşkanına geniş bir yetki
vermekte, aynı zamanda bilhassa yargı kurumlarındaki egemen yapıyı
zayıflatmaktaydı.
Buna karşı AYM bilhassa Yargıtay ve Danıştay’daki Kemalist otoriter
zihniyet mensuplarının ağırlığını da göz önünde bulundurarak bir karar
vermiş ve buralarda yapılacak seçimlerde belirlenecek adayların aynı
ekipten olması geleneğini korumuş görünüyor. Aynı durum HSYK üye-
likleri için adli ve idari yargı mensupları arasında yapılacak seçimlerde
de yaşanacak ve örgütlü kesimin Çankaya’ya gidecek listeleri belirle-
mesi mümkün olacaktır. Bu da daha bir müddet YARSAV’ın ağırlığının
hissedilmesi anlamına gelecektir.
Buna rağmen Anayasa Mahkemesi’nin AYM ve HSYK’nın kompozisyo-
nuna ilişkin düzenlemeleri tümden iptal etmeyip, sınırlı değişikliklerle
yetinmesi sonuç bağlamında bir ilerlemedir. Çok hızlı bir değişim bek-
lenmemekle birlikte ilerleyen zaman zarfında yargıya hâkim despotik
mekanizmanın zayıflaması umulur.
Referandumun Anlamı
12 Eylül tarihinde gerçekleştirilecek olan referandum Türkiye’de statü-
konun sorgulanması ve sarsılması açısından önemli bir fırsat sunuyor.
Referandum neticesinde anayasada yapılmak istenen değişikliklerin
halktan onay alması bilhassa yüksek yargıya yansıyan kireçlenmiş ya-
pının tasfiyesine yönelik bir ilk adım olabilir. Bilindiği üzere yüksek yar-
gıya hâkim Kemalist despotizm, Çankaya kalesinin düşmesi ve darbeci
örgütlenmelerin ardı ardına ifşa olmasıyla birlikte statükocuların nere-
deyse tek umudu haline gelmişti. Referandumla birlikte yargıdaki bu
kalın kabuğun da kırılması ihtimalinin belirginleşmesi doğal olarak sta-
tükocu çevreleri tedirgin ediyor. Bu yüzden işi sıkı tutuyor ve statükoyu
muhafaza cephesini alabildiğine geniş tutmaya çalışıyorlar.
Ne var ki, ret cephesinin işi kolay değil. Bir dizi laf kalabalığına karşın
halen neden anayasa değişikliğine ‘hayır’ denilmesi gerektiğinin tutarlı
bir gerekçesini üretebilmiş değiller. Konuyu ısrarla AK Parti hükümetini
34 REFERANDUM TARTIŞMALARI
oylamaya dönüştürmeye çalışarak asıl gündemi örtmeye, ikincil kılma-
ya çabalıyorlar. Bu şekilde hükümete karşı farklı siyasi kanaate sahip
kesimlerin tepkilerini ve değişik gerekçelerle oluşmuş itirazları ‘hayır’
cephesinde biriktirmenin hesabını yapıyorlar. Hedef, 12 Eylül tarihine
kadar yaşanacak zaman diliminde çeşitli nedenlerle hükümete yönelik
rahatsızlıkların daha da artırılması ve bu rahatsızlıkların referandum
sandığına bir tür AK Parti’ye güvensizlik oyu şeklinde yansıması. Bu du-
rumda iki amaç birden hâsıl olmuş olacak. Öncelikle statükonun aynen
korunması, muhafazası sağlanacak; ilaveten önümüzdeki yıl yapılması
planlanan seçimlere yönelik olarak AK Parti karşıtları önemli bir zemin
kazanmış olacaklar.
REFERANDUM TARTIŞMALARI 35
değişikliğini öneren, ardından Meclis’te AK Parti ile birlikte buna oy ve-
ren ve ardından AYM’nin hukuku bir kez daha iğfal ederek değişikliği ip-
tal etmesi üzerine AYM’yi kıyasıya eleştiren MHP şimdi kalkmış yargının
bağımsızlığının korunmasından dem vuruyor. Tabanını, yüksek yargıda
kurumsallaşmış Kemalist, Ergenekoncu yapının, halkın dinî inançlarına
düşman zihniyetin aynen devam etmesi için oy kullanmaya çağırıyor.
Süregelen yargı despotizminin CHP açısından savunulabilirliği açık ama
MHP için bunun anlamı ne düşünmek lazım!
Referandum sürecine ilişkin MHP’nin tavrı ilkesizlikle sınırlı bir tavır da
değil üstelik! MHP faşizan kimliğini yansıtacak biçimde adeta ateşle
oynuyor. Kürt açılımı söylemi-politikası üzerinden hükümeti yıprat-
mak adına etnik kışkırtıcılık tırmandırılıyor. PKK eylemleri sonucunda
yaşanan asker ölümleri MHP yöneticilerince “mal bulmuş” mantığıyla
sömürülmekte. Yaşanan gerilim ve şiddetin sorumluluğunu hükümete
yükleyen, PKK’nın hükümetin açılım söyleminden cesaret bulduğunu
iddia eden MHP’liler ortamı alabildiğine gerecek sözler sarf ediyorlar.
Bir sonraki aşamada ise ülkücü gruplar sokakları hareketlendiriyor ve
Kürtlere saldırılar, linç girişimleri başlıyor. Ardından MHP Genel Başkanı
tekrar söz alıp, bir yandan sükûnet çağrılarıyla ne kadar olgun, sorumlu
ve ağırbaşlı bir lider olduğunu ispatlama fırsatı yakalarken, diğer yan-
dan da AK Parti’nin ülkeyi bölünmeye götürdüğünün göstergesi olarak
sunduğu bu gelişmeleri delil göstererek referandumda hayır kampanya-
sı sürdürüyor.
36 REFERANDUM TARTIŞMALARI
ortaya çıkan bazı hukuksuzluklar ve dayatmalar görmezden gelinebilir!
Ne de olsa ilerleme kendiliğinden sağlanamıyor, despotik de olsa güç
lazım! Başta DİSK olmak üzere kimi örgütlü yapıların ‘hayır’ cephesinde
yer almaları solun Kemalizm’le göbek bağını ortaya koyan somut bir
gösterge. Elbette CHP ile bağlantılar da bu duruma etki etmekte.
Solun daha küçük bir kesimi ise hemen pek çok siyasi gelişmede BDP
politikalarına ayak uyduruyor. BDP’nin ‘ne evet, ne hayır’ tavrını geliş-
tirerek referandumda 3. bir seçenek teşkil etme siyasetine destek veri-
yorlar.
Meclis’te AK Parti ile yürütmek istediği pazarlıkta sonuç alamaması üze-
rine değişiklik paketine tavır alan BDP, referandumu boykot edeceğini
açıkladı. BDP’nin anayasada yapılacak değişikliklerin hiçbirine karşı çık-
ması söz konusu değil. Ne var ki, “Getirilen düzenlemeler bizi ilgilendir-
miyor, Kürt halkının taleplerini karşılamıyor.” gerekçesiyle referanduma
tavır alıyor.
12 Eylül cuntasının yargılanabilmesi; ülkeyi siyasi partiler mezarlığına
dönüştüren AYM’nin yapısının değiştirilmesi; Sacit Kayasu, Ferhat Sarı-
kaya gibi anti-militarist savcıları sorgusuz sualsiz meslekten ihraç eden,
buna karşın Ergenekon savunusunda sınır tanımayan HSYK’nın kastvari
işleyişinin sonlandırılması; askerî yargının alanının sınırlandırılması ve
sivillerin askerî mahkemelerde yargılanmalarına son verilmesi; kamu
çalışanlarına toplu sözleşme hakkı tanınması; kadınlara ve engellilere
pozitif ayrımcılık getirilmesi; ülke dışına çıkışların ancak hâkim kararıyla
engellenebilmesi gibi düzenlemelerin neden BDP’yi ilgilendirmediğinin,
neden Kürt halkının hayrına olmadığının mantıklı bir izahı olabilir mi?
Hayır, olamaz! Ne var ki, BDP’nin siyasetinin İmralı’ya endeksli olarak
geliştiği gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda bu saçmalığı anla-
mak mümkün olabiliyor. Tabi, bu garabet durum doğal olarak İmralı’nın
iplerinin kimlerin elinde olduğuna ilişkin farklı tezleri ve spekülasyonları
besliyor, güçlendiriyor.
BDP Kürt coğrafyasında AK Parti ile rekabet içinde. Doğal olarak AK
Parti’nin güçlü görünme ihtimalinden korkuyor. Bu yüzden de BDP’nin
referandumu boykot ederek rakibinin güçlenmesini engellemeye çalıştı-
ğı iddiası akla yatkın, iyi ama ya temsil ettiği Kürt halkının çıkarları, ya
her fırsatta Türkiye partisi olma iddiaları? Kaldı ki, anayasa değişiklik-
lerinin bütünüyle AK Parti’ye mal edilmesi de sonuçta belirli bir politika
değil mi? isteseydi BDP başından itibaren sürece destek verip, anayasa
referandumunu statükoculara karşı bir mücadele hattına dönüştürebi-
lirdi. Bu durumda rakip partinin elinin güçlendirilmesi diye bir şey söz
konusu olmaz, herkesin kârlı çıkabileceği bir sonuca yönelebilinirdi. Ta-
leplerinin bazısının karşılanmamış olmasını da BDP değişiklik paketine
kerhen destek vererek gündemleştirebilirdi. Ama bunu yapmak yerine
önce olmayacak duaya âmin denildi ve AK Parti’den kendisini ülke ge-
nelinde sıkıntıya sokacak taleplerde bulunuldu. Kabul edilmemesi üzeri-
REFERANDUM TARTIŞMALARI 37
ne de doğrudan cephe açıldı.
Referandumda ‘evet’ çıkmasının AK Parti’nin elini güçlendireceği doğru
ama buraya yoğunlaşıp ‘hayır’ çıkması durumunda kimin güçleneceğini
görmezden gelmek nasıl bir körlüktür? Sonuçta ortada iki ihtimal var:
Ya mevcut statüko aynen devam edecek ya da belki ufak tefek rötuşlar-
la, kısmi iyileştirmelerle baskıcı statükoya geri adım attırılacak. Hiç şüp-
hesiz, “AK Parti kazanmasın” derken, bürokratik oligarşinin, darbecile-
rin, yasakçıların kazanması ihtimalini görmezden gelen tavır ya körlükle
malul bir tavırdır ya da düpedüz statükoya dolaylı biçimlerde hizmet
etmeye koşullanmış bir sefilliktir.
38 REFERANDUM TARTIŞMALARI
Bu noktada anayasa değişikliklerini olumlamanın ve bu düzenlemelere
destek vermenin laik-Kemalist anayasayı kabullenme anlamına gel-
meyeceğinin altını çizmeliyiz. Öncelikle şurası net görülmeli ki, refe-
randuma sunulan şey laik-Kemalist bir anayasayı kabul edip etmemek
sorusu değildir. Referandum sorusu mevcut olan, zaten cari olan bir
düzenlemenin yeni bir düzenlemeyle değiştirilmesine onay verilip veril-
mediğidir. Bu durumda ‘evet’ demek kadar, ‘hayır’ demenin de boykot
etmenin de mevcut anayasaya ilişkin bir tavır anlamına gelmesi kaçı-
nılmazdır. Müslümanlar solun ya da BDP’nin içine düştüğü ikircikli duru-
ma, tutarsızlığa düşmek istemiyorlarsa somut olayları somut zeminde
tahlil etmek ve İslami ilkelere ve maslahata uygun pratikler geliştirmek
zorundadırlar. Bizler, Kemalist oligarşik işleyişi bir nebze dahi olsa ge-
rileteceği kesin olan her adımı desteklemenin ilkesel bir tutum olduğu
gerçeğinden hareketle anayasa değişikliğini aktif biçimde destekleme-
nin gerekliliğine inanıyoruz.
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
Haksöz’ün
katılımcılara
gönderdiği
soruşturma notu
REFERANDUMA İLİŞKİN TAVRIMIZ NE OLMALI?
Türkiye 12 Eylül 2010 tarihinde referanduma gidiyor. Tam 30 yıl sonra
12 Eylül rejiminin önemli kalıntılarından biri olan 1982 Anayasasında
birtakım tadilat öngören anayasa değişiklikleri oylanacak. Meclis’te AK
Parti’nin oylarıyla kabul edilen paket; 12 Eylül darbecilerinin yargılan-
malarından mahkeme kararı olmaksızın yurt dışına çıkışların sınırlan-
dırılması meselesine, sivillerin askerî mahkemelerde yargılanmasından
kamu çalışanları için toplu sözleşme hakkına kadar bir dizi konuda
REFERANDUM TARTIŞMALARI 39
önemli değişiklikler içermekte. Bununla birlikte AYM ve HSYK’nın yapı-
sına ilişkin düzenlemelerin anayasa değişikliklerinde merkezî rolü oy-
nadığı ortada. Anayasa referandumu şimdiden Türkiye siyasetinde yeni
ve yoğun bir tartışma ve saflaşma meydana getirmiş durumda. Seçim
tarihine kadar mevcut durumun daha sert bir kutuplaşmaya dönüşmesi
kaçınılmaz görünüyor.
Bu noktada sistemin temel yapısını, kimliğini ve ilkelerini reddetmekle
mükellef Müslümanlar olarak referandum olayının pek çok açıdan bizleri
de yakından ilgilendirdiği ve hangi tarzda olursa olsun benimseyece-
ğimiz tavrın kimliğimiz, siyasi konumumuz ve ilişkilerimiz ve geleceği-
mizle ilgili olduğu açıktır. Bu çerçevede referandum olayına nasıl yak-
laşılması gerektiğini tartışmaya açmak ve konuya ilişkin kanaatlerinizi
almak üzere aşağıdaki iki soruya cevap vermenizi istirham ediyor; şim-
diden teşekkürlerimizi sunuyoruz.
40 REFERANDUM TARTIŞMALARI
si, karşı koyması çok doğaldır. MHP ve BDP’nin çatışma ortamlarından
beslenmelerinin, politika üretmelerinin bir sonucu olarak, 12 Eylül’de
yapılacak referandumda ret cephesinde yer almaları da beklenmeyen
sürpriz bir gelişme değildir.
CHP, MHP, askeri-yargı bürokratik elitin ve bir kısım sosyalistlerin “dev-
letçi” ideolojide birleşmeleri alışıla gelen bir geleneğin fotoğrafıdır. Kısa-
cası duruşları varlık gerekçeleri ile örtüşmektedir.
Temelde üç politik partinin (CHP, MHP ve BDP’nin) en büyük hesap ve
hedefleri, Erdoğan’ın “burnunun sürtünmesi” ve genel seçimlere zayıf
olarak girmesinin sağlanmasıdır. Bu burun sürtünmeyi isteme psiko-
lojisinin arka planında AKP’nin beyin kadrosunun (Cumhurbaşkanı da
dâhil) Erdoğan, Davutoğlu, Arınç vs gibilerden İslam kokusunu hisset-
melerinin payı göz ardı edilemez.
BDP’nin iradesinin İmralı’dan gelen mesajlarla şekillenmesi, artık kim-
senin dikkatlerinden kaçmayacak kadar barizleşmiştir. Söz konusu
partinin alt bileşenleri olan STK’lann farklı çevrelerle yapmış oldukları
görüşme ve randevularda bile görüşme önceleri olan telefon trafiğiyle
izin veya icazetlerin alınması hali, referandum gibi ciddi toplumsal bir
sorunda özgür ve özgün bir irade sergileme imkânlarının olamayacağına
dair önemli bir karinedir.
Oral Çalışlar’ın da tespit ettiği gibi, 12 Eylül’de yapılacak olan anayasa-
nın kısmi değişikliğini esas alan referandumla ilgili, “Türkiye sosyalistle-
ri” içindeki bölünme belki de ilk kez, “teorik detaylar” ve “klasik fraksi-
yon çekişmeleri” temelinde değil, somut bir zemin temelinde gerçekle-
şiyor. Çünkü Eşitlik ve Demokrasi Partisi, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi,
“yetmez ama evet” diyorlar. ÖDP, Türkiye Komünist Partisi, Emek Partisi
“hayır” diyor. Ezilenlerin Sosyalist Partisi “boykot” çağnsı yapıyor.
Müslüman aydınlar, sistemin genel işleyişiyle ilgili bazı alanlarda uzun
yıllar akidevi hassasiyetlerle soruna yaklaştıkları için İslami kesimde
bir temkinlilik halet-i ruhiyesi hâkim. Bu da arzulanan düzeyde muhalif
bir duruşun ve iradenin ortaya konulmamasına ve bu alanda bir boş-
luk oluşmasına yol açıyor. Kimi liberal ve demokratların da bu boşluğu
doldurma çabası içerisinde oldukları ve bu çabanın yarınlarda gelecek
kuşaklarımızda nasıl yanlış zihinsel algılara sebebiyet vereceğini hesaba
katmak zorundayız. Bu durum bizi süreç içerisinde İslami referanslar-
dan ve sağlıklı bir İslami perspektiften mahrum bırakma riskini taşır.
Bu da bir Müslüman gibi değil bir demokrat gibi olayları değerlendirme
zafiyetini beraberinde getirir.
Geleneksel büyük cemaatlerin anayasadaki kısmi değişiklikle ilgili ya-
pılacak referanduma dair yaklaşım ve tavırlarının kahir ekseriyetinin
‘evet’ gibi gözükmesinde, güçlü bir şekilde iki dönem iktidarda olan AKP
ile beraber doğal bir cesaret sürecini yaşamalarının payı var. Kısmen de
kendi hesaplarının maslahatını esas alan popülist anlayışların bu tutu-
REFERANDUM TARTIŞMALARI 41
mu beslediğini düşünüyorum.
2- Öncelikle itiraf etmeliyiz ki, iç dünyamızda sorguladığımız, bütün
samimi duygularımızla, tecrübî birikimlerimizle netleştirdiğimiz bazı
yaklaşımları birbirimizi yanlış anlar, bereketimiz kaçar endişesiyle kimi
zamanlar gündeme getirmekten korkuyoruz. Ama hayat çok dinamik
bir şekilde işliyor. Sorunların ve şartların dayatmasıyla bir müminin
veya müminlerin içtihat yapabilme nimeti bir zorunluluk olarak görüle-
bilmelidir. Unutmayalım ki, en riskli bir gündemde bile farklı bir içtihada
sahip olabilmenin olmazsa olmaz şartı samimiyettir. Kişinin bir olayı
hayır üzere yorumlayabildiğine inanmasıdır.
Belli süreçlere bağlı olarak geliştirdiğimiz içtihatlarımızı tartışmasız ka-
bul edemeyiz. İlkeli davranma adına dışımızda gelişen bir yığın soruna
lakayt kalmış olmaz mıyız? Disiplin ve dinamikleri mekanikleşme girda-
bında boğulmayla yüz yüze bırakmış olmaz mıyız?
Bu coğrafyada yaşıyorsak, birileri bizimle ilgili hayati kararlar alıyorsa
benim çocuklarımın yarınlarına, geleceğime, ideallerime dair gayri fıtri,
insanlık dışı, derin mahfillerde derin mühendislik hesaplan yapılıyorsa,
buna bir şekilde müdahil olmamız gerekmiyor mu?
ABD’deki Amiş topluluğu gibi yaşadığımız ülkenin ve toplumun dayat-
tığı sosyal gerçekliklerden tümüyle soyutlanıp modernizme karşı kendi
ideallerimizi korumak amaçlı yaşamak gibi bir imkânımızın olduğunu
düşünmüyorum. Yani tümüyle ulus devlet anlayışının bize dayattığı
resmi, bürokratik iş ve işleyişten, tüketiminden, eğitiminden tümüyle
soyutlanıp her şeyiyle kendimizin ürettiği, kendimize ait olan ve kendi
özgünlüğümüzü, arınmışlığımızı esas alan bir yaşam tarzını ne kadar
yakalayabilme imkânımız var acaba?
Gözlemleyebildiğimiz kadarıyla, İslami kesimin kahir ekseriyetinde kıs-
mi anayasa değişikliği oylamasına katılımın akidevi olmadığı zımnen
kabul edilen bir durum gibi gözükmektedir.
Yaşadığımız coğrafyada reel olan ile ideal olanı ayrıştırmamız gerektiğini
düşünüyorum.
Mevcut anayasal yapı, toplumun kahir ekseriyetinin iradi bir tercihi ol-
madığı halde, rızamız dışında hayatımızı tayin ve tanzim etmeye devam
etmekte. Gayri memnunların anayasal ya pıyı kökten geliştirme ve iradi
bir tercih koyma şansı hiç olmadı. Önümüze konan kısmi değişiklik met-
nine önce kayıplar, sonra kazançlar açısından bakmamız gerekir. Bugün
başörtüsünün yasaklanması ya da serbestiyeti ile ilgili bir referandum
imkânı önümüze sunulursa bunu gerçekten tepmemiz mi gerekiyor?
Şu anda kısmi anayasa değişikliği ile yapılan sistemi tahkim etme, güç-
lendirme, Müslümanları oyalamaya ve aldatmaya yönelik bir içerik midir
yoksa sistemin kimyasıyla mı oynanıyor? Bu noktalar zihinlerimizde
netleştiği oranda sanırım daha sağlıklı bir değerlendirme yapmış ola-
42 REFERANDUM TARTIŞMALARI
cağız. Daha da ötesi, tashih edilen kanunlar, İslam’ın alternatifi duru-
munda teşri’ ifade eden kanunlar mıdır yoksa her yönüyle kokan gayri
insani ve gayri İslami işleyişin çok nispi de olsa daha insani bir yaşama,
adalete, erdeme, insan hak ve özgürlüklerinin yolunu açmaya yönelik
bir müdahale midir? Layüsel güç odaklarının saltanatının muhtemel
nispi bir sarsıntı ve mevzi kaybetmesi midir? Bu minvalden hareketle,
bu şekilde sorularımızı çoğaltmamız bu riskli gündem ile ilgili belki bir
perspektif oluşturmamızı sağlar. (Bu satırları yazarken bile Nusaybin-
Kamışlı sınır hattında mayınlı bir tarlada yürür gibi hissediyorum kendi-
mi.)
İslam dünyasının her bir parçasında yaşayan Müslümanların birbirleri-
nin şartlarını hikmetle okumaları gerekmez mi? Lübnan’da Hizbullah’ın
dini, hayatın içinde okumasından tutun Mevdudi’nin Pakistan’daki se-
çimlerle ilgili içtihatlarına kadar… Turabi’nin sorunlu Darfur bölgesi ile
ilgili referandum tekliflerinden İzzetbegoviç’in genel duruşuna kadar...
Aynı şekilde Lübnan’da Hüseyin Fadlullah’ın Hizbullah’ın güçlü olduğu
bölgelerde Hıristiyan adayların kendi temsil kabiliyetlerini ve iradelerini
gösterebilme imkânını yakalama hassasiyeti adına Hıristiyan adaylara
oylarını vermeye yönelik çabalar içerisinde olduğunu nasıl okuyabiliriz?
Müslümanların köklü bir değiştirme imkân ve fırsatının yakalanmadığı
bir süreçte bir şey ki insan için ve İslam için önemliyse, bir kazanım-
sa, bu süreci ve atmosferi zenginleştirmenin ne vebali olabilir? Müslü-
manların Hıristiyan Necaşi’nin ülkesinde yaşamanın fırsat ve imkânını
değerlendirmelerini gerçekten nasıl okumalıyız? Peygamberimizin (s)
Hilfu’l Fudul hassasiyeti, bugünkü özgürlüklerin önünü açma, vesayetçi,
laik, Ergenekoncu, ulusalcı egemenlerin blok gücüne karşı, birilerinin
özünde halen bir mayanın varlığına binaen geliştirilmek istenen ve insa-
niyeti içeren siyasi, hukuki vs. tüm adımları atma konusunda bir hassa-
siyet geliştirme imkânı vermiyor mu acaba?
Peygamberimizin (s) Lebid ismindeki şairin şiirleri için “onun şiirleri
Müslümandır.” inceliği bugünkü vahyi sosyalleştirme çabalarımızda bi-
zim de çıkarabileceğimiz bir inceliğimiz olamaz mı?
(Cümlelerimin sonuna kendiliğinden gelen bu talihsiz soru işaretlerinin,
konunun hassasiyetine binaen ürkekliğimi haykırdıklarının farkındayım.)
Genelde yaygınlaşan ve aşılamaz gibi görünen vaki bir gerçeğimiz de
itikadi endişeler, ilkeler veya bunlara mebni herhangi bir gerekçeyle bir
şeyi boykot etmek veya bu anlayışı sergilemek her zaman bizi mutlak
bir vebalden kurtarır mı? Bu psikolojiden hareketle, dinin toplumsal ha-
yatta daha belirgin şekilde bir iradeye dönüşmesine yönelik sergilenen
çabaları, değerlendirmeleri, istişareleri, çırpınışları hiçe sayıp mahkûm
edeceksiniz ve rahatlayacaksınız. Sanırım bu çok adil bir tarz değildir.
Toplumsal sorunlarda irademizi ortaya koyma ile ilgili “Ben geri çekil-
diğimde kimler öne çıkıyor?” veya kimlerin öne çıktığı önemli değil mi?
REFERANDUM TARTIŞMALARI 43
Veya her olay ve süreçte tarafsız gibi görünmemiz gerçekten tarafsız
sayılır mı?
İrademizi sergilememiz gerektiği yerde şu veya bu gerekçeyle hikmetle
sergileyemiyorsak bunun ne anlamı olabilir?
Batman’da yaşayan bir insan ve Müslüman olarak, laik, Ergenekoncu,
ulusalcı, vesayetçi güçler ile müttefik bir cephe oluşturan ve bölgede
boykot karan alan toplumsal yozlaştırmada da sistemi aratmayan Mark-
sist dalgaya karşı sessiz kalarak onların boykot hanesine sayısal bir
rakama dönüşme gibi bir durum içerisinde olmak içime pek sinmiyor
doğrusu.
Akideyi mantıksal yorumlara dayandırarak, Müslüman kimliğin manevra
alanını daraltmaya hakkımız yok gibi geliyor bana.
İlk uyanış sürecinde “gözü kara” duruşlarımızı besleyen kavramlarımız
oldu. Çok güzel. Belki de bugün tevhidi dünya görüşüne sahip Müslü-
manların -istisnalar dışında tutulursa- birebir kaliteyi korumalarını buna
borçluyuz. Ama o günkü argümanlarımıza döndüğümüzde bazı kav-
ramlarımızı zorladığımız olmadı mı? Bu bizde garip akidevi tartışmalar,
kelami/cedelci bir yön geliştirmedi mi? Çok grupçu, hizipçi bir damarı
tetiklemedi mi? Birçok bölgede/şehirde üç yıl beş yıl süren birliktelikleri,
emekleri hoyratça bitirmiyor muyuz? Her biraz güçlendiğimizde bu biri-
kimimizi tabii bir şekilde saha çalışmasına, sokaklara, alanlara, kısacası
amele dönüştürmediğimizde atomize olma gibi bir fitneye düşmüyor
muyuz?
İlke adına kendimizi marjinalleştirmenin, gizemleştirmenin, hep muhalif
olma gibi belki de aldatıcı bir özgüvene yaslanmanın ne kadar makbul
bir duruş olduğu tartışılmalıdır.
Kanaatimce bu süreçle ilgili en büyük risk, bu süreci, bu işleyişi aka-
mete uğratacak bir atmosferin oluşması durumunda egemenlerin atağa
geçerek, cesaretlenerek, daha katı ve acımasız hesaplar ve derin mü-
hendislik projeleri geliştirebilmeleridir.
Unutmayalım ki etkinliğimizi artırdığımız ölçüde varlığımız muhatap alı-
nacaktır.
Hemen şimdi yapılması gerekenler varsa bunu bile maslahat açısından
önemsiyorum. Fakat Müslümanların stratejik içtihatlar geliştirirken bazı
zeminlerin özelde kirlilik taşıdığı veya kirlenmeye/kirletilmeye çok mü-
sait olduğu özellikle Türkiye gibi ülkelerde hassasiyetle dikkat edilmesi
gereken bir konu. Politik zeminlerin ehlileştirme gerçeği gibi... Dolayı-
sıyla bu konularda çok da cesur davranıp bazı kırmızı çizgilerimizi ihlal
etmenin ciddi yanlışlıklar getireceğini de unutmayalım. Bugün referan-
dum ile ilgili böyle yaklaşıyoruz diye, yarınlarda ölçü ve sınır tanımaz
bir vaziyete evrilmemize kapı aralamamalıyız. Hikmetli ve basiretli bir
sınırda durabilmeliyiz. Bundan dolayı olayın mahiyeti, riskleri, bununla
44 REFERANDUM TARTIŞMALARI
ilgili kontrol mekanizmamız, denge, hikmet ve maslahat gibi konularda
sağlıklı istişareler geliştirerek nerde durmamız gerektiği konusu çok
önemli.
“Aktif yanlış, pasif iyiden daha ileride olacaktır.” tespiti bizi muhatap
alıyor gibi.
Tarih, değerlerin neşvünema bulması için katı, totaliter sistemlerde ya-
şamaktansa özgürlükçü, şeffaf ortamlarda yaşamanın daha hayırlı oldu-
ğuna tanıklık etmiştir.
Sonuç olarak, bireysel yorumlarımız nihayetinde zannidir. Makbul ve
hayırlı olan, müminlerin ihlâsla ördükleri/harmanladıkları yaklaşımlar-
dan oluşan içtihadi çerçevelerin/disiplinlerin esas alınması, duruşumuzu
belirlemesi, amellerimize fıkhi bir form kazandırmasıdır.
İnsani ve İslami değerlerin hayata hâkim olma endişesinin dışında hiç-
bir endişe taşımayan değerlendirmelere hayat hakkı tanıma inceliğimizi
yitirmememiz temennisiyle...
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
Referanduma ‘Evet’
Sistemin Temel
Yapısına Ret
MUHARREM BALCI
REFERANDUM TARTIŞMALARI 45
olmaması, referandumun mahiyeti hakkında belirsizlikler ortaya çıkar-
maktadır.
Referanduma sunulan anayasa değişiklik paketi içinde en çok önemi
haiz olan hususlar yüksek yargı kurumlarının yapılandırılmasına yöne-
liktir. Her ne kadar 12 Eylül darbecilerinin yargılanması da paket içinde
yer alsa bile bu konu daha çok semboliktir ve bir hesaplaşmanın ifadesi
sayılabilir. Bu açıdan bakıldığında muhalefet partilerinin ve bir kısım uç
veya merkez güçlerin paketteki değişikliklere karşı çıkmasını anlamak
mümkün görünmektedir. Zira mevcut düzenden nemalanan yapılar ve
kişiler, kendini sistemin sahibi olarak görenler ve sahiplerinin sesi olan
bir kısım birey ve kuruluşlar mevcut düzenin devamında payı ve yararı
olan kesimlerdir. Ancak muhalefet partilerinin paketteki değişiklikler
hakkında slogandan öteye geçmeyen tavırları iktidarın işini kolaylaştır-
maktadır. Bir araya gelmeleri mümkün olmayan kesimler Bremen mızı-
kacıları tiyatrosunda görev almaktalar.
İçinde cevabı olan soru ile yönlendirmeye çalıştığınız İslâmi camiadan
isimlerin de kafasının karışık olduğunu söylemem gerekir. Sistemin
temel yapısı ve kimliğini reddetmekle mükellef Müslüman olarak re-
ferandum olayının beni ve bizi çok yakından ilgilendirdiği tespitinize
katılmamak mümkün değil. Zira insanlar siteme küs olsalar da sistem
onları kuşatmakta, gününü ve geleceğini etkilemeye devam etmektedir.
Sistemin olumsuz tesirlerinden en az etkilenmek, topyekûn bir mücade-
le içinde olmayı gerektirir. Fakat bu topyekûn mücadele sistem içi araç-
ları tamamen reddetmeyi veya kullanmamayı içermemelidir. Geçmişte
bu anlamda yapılan ifrat-tefrit misali anlayış ve eylemlerin sahiplerinin
bugün sistem içi araçların içinde ve en fazla kullananı olduğunu gözden
kaçırmamalıyız. Her birinin sabiteleri hakkında net belirlemeleri olma-
dığı ve itikadi sistemlerinin kendilerini politik eylemlerden uzak tuttuğu
halde ilkesizliğin ve pragmatizmin eseri olarak politik arenada bulunma-
ları ayrı bir tartışma konusudur. Fakat topyekûn mücadele içinde bulu-
nan ve bu mücadelelerinde alan çalışmalarıyla toplumu/milleti/ümmeti
içine alacak çalışmaları üretmeye çalışanlar daha farklı gerekçeler üret-
mek zorundadır.
Gerçekten de Müslüman aydınlar olarak Türkiye Cumhuriyeti siyasi sis-
teminin temel yapısını, kimliğini ve ilkelerini reddetmek asıl olmalıdır.
Bir bakıma referandumun da bu açıdan bakıldığında mevcut sistemin
revize edilerek devamı anlamında bir araç olarak dayatıldığı değerlen-
dirilebilir, tıpkı genel seçimler gibi. Ancak İslâmi siyasi mücadelemiz
yatan tarih içinde farklı pratikler de sunmaktadır bizim için. Her ne ka-
dar farklı pratikler mutlaklık ifade edemez ise de siyaset üretmek adı-
na değerlendirilmesi gereken pratiklerdir. Irak savaşını bir anlaşma ile
sonlandıran İmam Humeyni ile Dayton ateşkes anlaşmasını imzalayan
Aliya İzzetbegoviç’in zehir içmek olarak adlandırdığı pratikleri iyi değer-
lendirmek gerekir.
46 REFERANDUM TARTIŞMALARI
Siyasal İslâmi anlayışın, sistemin ve kurumlarının bekası ve sistem içi
araçların güçlenmesi anlamı ifade eden referandumu görmezden gel-
meyi, reddetmeyi bir daha değerlendirmesi gerekir. Burada en önemli
argüman, bizlerin İslâmi siyasi mücadele içinde nerede durduğumuz
ve neler yaptığımızdır. Pasif direniş içinde yer alan kesimlerin elbet-
te referandum veya benzeri araçları reddetmesi tabiidir. Aktif direniş
içinde yer aldığı halde ellerinden oyuncakları alınan siyasi zeminlerin
katılımsızlığını da ayrıca değerlendirmek gerekir ki taraftarlarının bunu
nasıl değerlendireceklerini referandum sonucunda göreceğiz. Fakat üm-
metin geleceği için mevzi veya alan çalışması yapanların, mücadeleyi
topyekûn mücadele olarak algılayanların her duruma ilişkin üretebildik-
leri siyaset mutlaka olmalıdır. İlle de radikallik adına her şeye ve her
kuruma karşı çıkmak siyaset üretmek değildir. Burada yine Rahmetli
Aliya devreye giriyor:
“Radikalizm, laf kalabalıklığına ve belagate indirgenebilir; oysa müca-
dele ve direniş hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Sonuç olarak bizim müca-
delemiz radikal bir cevap değil mi? Bu mücadeleyi Kosova’daki pasif
direnişle karşılaştırdığınızda farklılığı göreceksiniz”
Önemli bir başka husus da sorunuza cevap vermek durumunda olanla-
rın içinde bulundukları zemindir. Bugün bizlerin çalışmaları 1960, 1971,
1980 darbelerinin akabindeki çalışmalar değil. 0 günleri dolu dolu bir
mücadele ile yaşayanlar bugün farklı bir mücadele içindeler. Geçmişte
topyekûn mücadele sadece İslâmi konuların bilinmesi ve özümlenmesi
olarak çalışmalarımızın esasını oluştururken, bugün mücadelemiz ağır-
lıklı olarak alan çalışmalarına yönelmiş durumdadır. Alan çalışmalarında
da ne kadar yalnız kaldığımızı söylemem gerekir. Bunda geçmişi sadece
ifrat-tefrit ekseninde ve sadece kendi zemininde siyaset üretmek olarak
algılayan arkadaşlarımızın bugün farklı pratikleriyle bizleri şaşırtmala-
rının, topyekûn mücadele içinde olmadıkları gibi alan çalışmalarında da
olmayışlarının payı büyüktür.
Günümüzde alan çalışmalarıyla bezemeye çalıştığımız topyekûn müca-
delemiz için, elimizdeki insan ve sosyal malzemeleri değerlendirerek si-
yaset üretmek zorundayız. Gerçekten de bugün yaşanan siyasi ve sos-
yal gelişmeler en çok gelecek tasavvuru olanları, tasavvurlarını hayata
geçirmeye çalışanları yakından ilgilendiriyor. Bu yakından ilgi, dokun-
mayan yılanla ilgili bir ilgi de değil. En derinden yakan gelişmelere karşı
bir ilgi. İhtilal dönemlerinden sonraki dönemlerde daha fazla insanın
katılımıyla çeşitlenen çalışmalara karşın bugün, rehavet ve konformizm,
cemaat ve fıkıh birlikteliğinde laf üretenlerin çoğunlukta olduğu ortam-
da, gelecek tasavvurumuzu ve mücadelemizdeki yol haritamızı hayata
geçirecek pratikler için siyaset üretmek zorundayız. Birilerinin bal şer-
beti içerek içine daldığı sandıklara karşın, zehir şerbeti içerek titreyen
ellerimizle, günümüzü kuşatan, geleceğimizi karartan kanunlara karşı
önümüze çıkan imkânları değerlendirmeliyiz.
REFERANDUM TARTIŞMALARI 47
Özelde bu milletin, genelde de ümmetin önünü açacak, emperyalizmin
uzantılarının ensemizde boza pişirmesini önlemeye yarayabilecek geliş-
meleri, ürettiğimiz orijinal siyaset içinde birer pratik olarak görebiliriz.
Aliya’nın da dediği gibi, mücadelemizin yeterince radikal olduğunu bile-
rek, pratiklerimizi pragmatizme kaymadan, sürekli kendi kurumlarımızı
ve çalışma zeminlerimizi üreterek yolumuza devam etmeliyiz. Bu ko-
nuda bizi bizden başka kınamaya yetkili kimse de yoktur. Kendi işimizi
aramızda istişarelerle hallederiz. Yakıştırmalara ihtiyacımız olmaz.
Bugün referanduma ‘evet’ deriz, aynı zamanda da sistemin temel ya-
pısını reddetmeye, kimliğini ve ilkelerini elimizin tersiyle itmeye devam
ederiz. Mücadelemize de devam ederiz. Unutmamalıyız ki, referanduma
sunulan değişikliklerin muhatabı bizleriz, milletimizdir, ümmetimizdir.
‘Evet’ veya ‘hayır’ yönündeki tavrımızı, gerekçeleriyle birlikte muhatabı-
mıza anlatabilmeliyiz. Bu yapılmadığı takdirde mücadelenin muhatapları
kendi işlerine bakacak, mücadele ettiğini sananlar da seyirci olmaya
devam edeceklerdir.
Yaşanan sürekli pratikten biri de şudur: “Yıllardır ürettiğimiz kavram ve
argümanlar siyasiler tarafından kullanıldı, hayata geçirildi, bize gerek
kalmadı. O halde oturup onları izleyelim.”
Bu sonuca gelenler gibi olmak istemiyorum. Dünyada her şey beni ilgi-
lendiriyor. Üstelik İslâm coğrafyasında olanlar daha çok ilgilendiriyor.
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
Referandum, Taşların
Hiçbirinin Kendi
Yerinde Olmadığını
Göstermiştir
MEHMED GÖKTAŞ
48 REFERANDUM TARTIŞMALARI
daha sahih tespitlerde bulunabileceğimizi belirtmek isterim.
12 Eylül’de yapılacak olan referandumda kısmi anayasa değişikliğine
‘evet’ ve ‘hayır’ diyeceklerin cephelerine dikkatlice baktığımızda, kitle-
lerin çoğunun kendisine ait olmayan yerlerde durduklarını görüyoruz.
Taşların büyük bir kısmının kendi yerinde olmadığının, büyük oranda
savrulmaların olduğunun farkına varıyoruz.
Alevi Alevi yerinde değil, solcu solcu yerinde değil, demokrat demokrat
yerinde değil, mazlum mazlum yerinde değil.
Ve CHP, CHP yerinde değil, BDP de aynı şekilde kendi yerinde değil.
Böyle olduğu için herkesten önce Avrupa’daki sol ve sosyalist kuruluş-
lardan başta CHP’ye, BDP’ye ve kendilerini solcu, sosyalist, demokrat
olarak lanse eden, bununla birlikte ‘hayır’ cephesinde saf tutan çevrele-
re ciddi uyarılar gelmektedir.
Zaten Hükümet ve özellikle Başbakan yürüttüğü ‘evet’ kampanyasında
onların bu çarpıklığını hedef almış, yerlerinden oynamış durumdaki bu
taşları asli yerlerine çağırmakla işe başlamıştır.
Alevilere Aleviliklerini, solculara solculuklarını, demokratlara demokrat-
lıklarını, özellikle 12 Eylül 1980’lerde zulme uğrayan mazlumlara maz-
lumluklarını hatırlatmış ve bütün bunların gereği olarak da 1980 darbe
anayasasının kısmen de olsa değiştirilmesine ‘evet’ demeye çağırmıştır.
Bakıp göreceğiz, ne kadar başarılı olacak.
Bununla birlikte CHP’deki bir kısım dinozor çevre ve MHP kendilerine ait
yerde durmaktadırlar, onların yeri ‘hayır’ cephesi olmalıdır. Bu devletçi
ve militarist çevrelerin duruşunda bir yanlışlık yoktur.
12 Eylül 1980 darbesinde işkence gördüklerini, solcularla birlikte idam
edildiklerini duygusal mektuplarla dile getirerek ülkücüleri ‘evet’ deme-
ye çağıran Başbakan, siyasetin gereği olarak yapmaktadır bunu. Dev-
letçi ve militarist düşüncelerinde bir değişiklik olmadığı halde sırf o dö-
nemde işkence gördükleri için bugün ‘evet’ demeleri gerekmez ki. Hem
onlara göre devlet ve özellikle ordu kutsal değil midir? Döver de sever
de. Hem o esnada kendileri zindanda olsa bile, düşünceleri iktidarda
değil miydi? Bu kadarcık şeyler olur ve bundan dolayı da ‘evet’ demeleri
gerekmez.
REFERANDUM TARTIŞMALARI 49
Eğer bugün Müslümanlar İslam’ı hayata geçirme yolunda belirli bir
mesafe kat etmişlerse, anayasalar değiştirile değiştirile olmamıştır bu.
Anayasalar değiştikçe Müslümanların önü açılmış değildir.
Ve yine bu uğurda birtakım engelleri aşamamışlar, baskı ve zulümlere
maruz kalmaya devam ediyorlarsa, bunun tamamen mevcut anayasa-
dan kaynaklandığını söylemek de doğru değildir.
Yani Müslümanlar dinlerinin anayasanın müsaade buyurduğu kadarını
yaşıyorlar, müsaade etmediğini de yaşayamıyorlar değildir. Bütün bun-
lar varıp tarafların güç meselesine dayanmaktadır.
Fakat buna rağmen 12 Eylül’de yapılacak olan kısmi anayasa değişik-
liğine tepeden bakmıyoruz, dudak bükülecek basit bir şey olarak da
görmüyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana hiç görülmeyen şeylerin
görüldüğünü söylemezsek bu bir insafsızlık olur.
Militarist despot yapıların çözülmesi istikametindeki bu hayırlı gelişme-
ler her ne kadar biraz değişen dünya dengelerine bağlansa da mevcut
iktidarın bu işin faili olduğunu kimse inkâr edemez.
Kendisini ülke yararına yapılabilecek her hayırlı işin önüne geçmekle
görevli zanneden bir Anayasa Mahkemesi ve HSYK saltanatına bu deği-
şiklikle son verilecek olmasını önemsiz bir şey olarak göremeyiz.
Her ne kadar bu referandumla doğrudan bağlantılı görülmese de başta
Ergenekon, Balyoz ve diğer darbeci çetelere karşı alınan bunca mesafe,
‘hayır’cıların alacağı başarıyla eğer ters yüz olacaksa, herkes gibi tevhi-
di düşünceye sahip olanların da yükleneceği bir vebal olacaktır.
Kısacası, tevhidi düşünceye sahip Müslümanların sağduyularına, akl-ı
selim ve ferasetlerine olan güvenimizden dolayı rahatız, hiçbir şekilde
telaş ve endişe içinde değiliz.
Sandığa gitmeleri için kampanya yürütülmesini, ısrarla teşvik edilmesini
gerekli görmüyoruz.
Fakat sandığa gidenlerin ise kesinlikle ‘hayır’ diyenlerin cephesinde yer
almayacaklarını biliyoruz.
Son olarak Müslümanların referanduma katıldıklarından dolayı kesinlikle
hiçbir şeyle itham edilmemesi gerektiğini, özellikle bu konuyu itikadi
görmediğimizi belirtmek isterim.
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
50 REFERANDUM TARTIŞMALARI
Anayasa Referandumu
Denilen, ‘Düzeni
Kabullendirme’
Çabaları
AHMET KALKAN
“Onlar isterler ki, sen taviz verip uzlaşasın da onlar da sana taviz verip
uzlaşsınlar.” (68/Kalem, 9)
Tâğutlar, verdikleri (taviz olup olmadığı bile tartışılacak) küçücük taviz-
lere karşılık, büyük tavizler koparıyor. Bırakın düzeni değiştirmeyi, hatta
eleştirmeyi, üzerindeki tozları silinip cilalanarak cildi “ak” renge bo-
yanmış içi “kapkara” harflerle yazılmış anayasa sizin evet’inizi bekliyor.
Sonra gelsin dünyada huzur, âhirette de tükenmeyen ödül... İslâm ve
İslâmcılık adına daha başka ne istiyorsunuz?
İnancımızı tanıtıp sevdiremediğimizden diğer mahalleye bilinçli-bilinçsiz
taşınan kayıp çocuklarımızı konu dışı tutarsak; bizim mahallenin duru-
mu, bu konuda da içler acısıdır. Giderek sağcılaşıp muhafazakârlaşıyor
insanımız; uzlaşmacı, pragmatist, liberal bir çizgiye doğru devamlı bir
kırılma yaşanıyor. “Lâ”sı olmayan bir inanç yaygınlaştırılıyor; itaati ve
olumlu anlamda isyanı olmayan, düzene uygun bir din dayatılıyor. Her
şeyle, özellikle egemen tüm güçlerle, onların düzenleriyle, anayasa-
larıyla uzlaşan, tâğutların râzı olduğu yapay müslümanlık(!) hâkim
kılınmak isteniyor. Bu kırılma yeterli düzeye gelmiş olmalı ki, düzene
pasif destek veren mahallemizin insanları, artık düzenin en temel kay-
nağı ve dayanağı olan anayasayı sahiplenmeye çağrılıyor. İçlerinde
tevhid erlerinin de bulunduğunu bildiğimiz bazı büyük kuruluşlar, hor-
monal büyü(tül)menin gereği olarak, “yetersiz ama evet” mesajlarını
kamuoyuyla paylaşmaya başladı bile. Kaçıncı defa, büyük savrulmalar
yaşanıyor. Alın size kendi ellerinizle ikinci 28 Şubat. Bir sınavın daha
kaybedilmek üzere olduğu uyarısını yapmak durumundayız. Global güç-
ler oyunun nasıl oynanacağını biliyor gerçekten. İnsanları kandırmanın,
avlamanın yöntemini de. İyi de, mü’minlerde olması gereken basirete,
bir delikten iki defa ısırılmama bilincine ne oldu? Muvahhid mü’minler,
özellikle cemaat ve kanaat önderleri ve yılların İslamcıları, İslâmî ilkeler
ışığında, çok iyi düşünmeliler. Hayır diyen şer cephesine ve bu değişik-
liklere bazılarını mecbur eden baskıcı, zorba ve çirkef zihniyete doğal
tavır, başka bir bâtılı savunmaya götürmemeli. İlkesiz ya da temel
ilkelerimize ters şekilde, konjonktürel kararlar almak, yarınlarda bizi
REFERANDUM TARTIŞMALARI 51
mahcup ve suçlu duruma düşürebilir. Kendimizle, inançlarımızla çeliş-
memeliyiz. Bir taraftan düzen düşmanlığı, diğer taraftan düzenin en
temel sütununu savunur duruma itilmemeliyiz. İskelete kendi kanımızla
güç verip canlandırmaya çalışmayalım. Yıkılası düzeni güçlendirme bize
yakışmaz. Komünizme düşmanlık, kapitalizm dostluğuna, Sovyetler
Birliğine tavır, Amerika safında yer almaya sürükledi; insanlarımız 60’lı
yıllardan 80’li yıllara kadar böyle kandırıldı. Solcu kâfirler öcü gösterile-
rek sağcı kâfirlerin çobanlığına râzı ettirildi insanımız. Ölüm gösterildi,
sıtma tercih ettirildi. Belki on defa, belki yirmi defa, aynı delikten yılana
ısırtılan insanımız yine içinde yılan bulunan sandığa elini uzatıyor. Oyla
besleme sandıktaki yılanı, seni ve çocuklarını sokmasın.
Tâğut, velâ ve berâ, hâkimiyet, hüküm koyma, ilâhlığa yeltenme,
tevhidî ilkeler, şirkten sakınma, beşerî ideolojileri red, haramda ve kü-
fürde yardımlaşma gibi kavramları güncel siyasi çıkarımlarıyla bilen bir
mü’min “evet” veya “hayır” demeyi, nasıl olur da aklının ucundan bile
geçirebilir? Kendini yalanlama yanında, Kitabın da bir kısmını red an-
lamı taşımaz mı bu tavır? İslâmcı kimliklerini inkâr edip mânen intihar
edercesine şirk anayasasına evet kampanyası başlatanlara şâhit oluyor
insanımız.
Bu tavırlar, şirki izâle ve tevhidi ikame etme görevini üstlenen İslâmî
değişim ve dönüşüm taraftarı muvahhid gençleri daha bileyecek, ken-
dilerine daha çok iş düştüğü bilinciyle onlar maratona devam edecek.
Ama bu mürcie benzeri tavırlar, aynı zamanda bunun karşıtı olan hâricî
zihniyetini de besleyecek, bu ılıman İslâm anlayışı, radikalliği ve “tekfir-
ciliği” de körükleyecek, bölünmeler ve sertlikler daha artacaktır.
Bizim gönlümüzdeki anayasamızın ilk maddesi olan kelime-i tevhid, “lâ”
ile yani isyanla başlar. Tüm sahte ilâhlara, tâğutlara ve onların İslâm
dışı düzenlerine isyan anlamı ve eylemi vardır tevhid mesajında. Yani,
Allah’a isyan edenlere isyan! Bütün peygamberler bu anlamda kutsal
isyan ateşini tutuşturan önderlerdir. “Andolsun ki Biz, Allah’a kulluk edin
ve tâğuttan (Allah’ın hükmüne isyan edip azgınlaşan ve insanları Hakk’a
isyana zorlayan egemen şahıs ve anlayışlardan) kaçının diye (emretme-
leri için) her topluma bir peygamber gönderdik.” (16/Nahl, 36).
Peygamberlerin tevhid mücâdeleleri, yozlaşmış bir toplum içinde, bi-
reyin nasıl seçkin ve kirlenmemiş bir hayat süreceği, onurlu bir direniş
ve muhâlefeti nasıl ortaya koyacağı sorusuna verilen cevabın etrafını
örmektedir. “İbrâhim’de, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.”
(60/Mümtehıne, 4). “Bir zaman İbrâhim, babasına ve kavmine demişti
ki: ‘Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk
yaparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir. Bu sözü, ardından ge-
leceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (tevhid
inancına) dönsünler.” (43/Zuhruf, 26-28).
İbrâhimî mirasa sahip çıkmak ve İbrâhim’i (a.s.) örnek almak demek;
İbrâhim olup Allah’tan başka en çok sevdiğimiz “İsmâil”lerimiz ne ise
52 REFERANDUM TARTIŞMALARI
onları Allah yoluna fedâ edebilmek demektir. Putlara, putlaştırmaya ve
putçulara karşı tek başımıza da olsa mücâdele içinde olmak demektir.
Âhiret ateşine atılmamak için dünya ateşlerinden korkmamak, ateşle
imtihanı göze alabilmek demektir. Babamız ya da Nemrut gibi zâlim
devlet reisi de olsa muhâtaplarımıza hakkı haykırabilmektir. Ne yapmıştı
Hz. İbrâhim, bedeli ağır da olsa putları kırmış, putperestlerin yüzüne
şöyle haykırmıştı: “Yuh olsun size ve Allah’tan başka taptıklarınıza! Siz,
aklınızı kullanmaz mısınız?” (21/Enbiyâ, 67).
Muvahhid mü’minler olarak biz, bugünkü yapay kamplaşmanın tarafı
olmamalıyız. Biz bu anayasa değişikliği cephesinde ne “evetçi” ne “ha-
yırcı” olabiliriz. Hayırcı olmak; içinde despotizmle, askerî ve yargısal
oligarşiyle, her iki cepheden ırkçı şovenizmle aynı kategoriye girmek ve
hayırcı hayırsız koalisyona katılmak olarak damgalandırılabilir; “evet-
çi” olmak ise, düzeni güçlendirmek demek. Biz hakkın şâhitleri olmaya
çalışan Hak taraftarı olmalıyız. Mevcuduyla ve değişecek şekliyle bu
anayasaya evet demeyenleri nasıl ve hangi İslâmî ölçülere göre suçla-
yabilirsiniz? Veya yine, vahyi reddeden, hiçbir ilkesi Kur’an’dan referans
alınmayan, anayasaya hangi şer’î gerekçeyle evet diyebilirsiniz? Biz
hak-bâtıl farklılaşmasından, İslâm-küfür kategorisinden, tevhid-şirk
eksenli bir ayrışmadan yanayız. Böyle bir ayrışma olduğunu da görmü-
yoruz.
“Anayasa değişikliğine evet demek, değişen maddeleriyle birlikte değiş-
meyen ilkeleriyle şirk anayasasını kabul etmek değil midir?” diye sorul-
sa, iknâ edici cevabımız var mıdır? “Evet oyu vermek; uzlaşmacılığı seç-
mek, demokrasiyi kabullenmek, kendisinin ya da bazı insanların, İlâhî
kanunlara ters ana kanun koyabileceğini, bunların onaylanabileceğini
kabul etmek demektir” dese birisi, ne cevap verilecektir? Anayasaya
evet demek, mevcut anayasal düzene de evet demek anlamına gelmez
mi? Evet diyenlerin düzeni, anayasayı eleştirmeye ne kadar hakları
olabilir?
“Rabbinizden size indirilene (Kur’an’a) uyun. O’ndan başkasını dostlar
edinip peşlerine düşmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (7/A’râf,
3).
“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Onların hevâlarına/arzularına
uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırma-
larından sakın. Eğer Allah’ın hükmünden yüz çevirirlerse, bil ki Allah,
bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratıp belâlarını vermek
istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkmış fâsıklardır. Yoksa
cahiliye hükmünü mü arayıp istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre,
Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?” (5/Mâide, 49-50).
Demokrasi, anayasa değişikliği, Ergenekon karşıtı söylemler, nutuklar…
derken memleketin nasıl yönetildiğini unutuyor insanımız. Anayasayı,
babayasayı kim takıyor bu ülkede? Hâkimler mi, yöneticiler mi, subay-
lar mı? Herkes Özal gibi açıktan söyleyecek değil ya: “Anayasayı bir
REFERANDUM TARTIŞMALARI 53
defa çiğnesek bir şey olmaz” diye. Allah’ın hükmünü devamlı çiğne-
yenler, anayasaya tümüyle uysa ne olur, çiğnese ne olur? Politikacılar
değişiklik metinleri hazırlasın, biraz anayasa mahkemesi müdahale et-
sin. Halka onaylamak düşsün. Sonra, yöneticilerin eline ülkeyi bununla
yöneteceksin diye bir “kırmızı kitap” tutuşturulsun. MGK’da askerlerin
isteğine ters bir görüş çıksın bakalım. Anayasa referandumu için bu
kadar gürültüye bakan birisi, sanki bu ülke, anayasa ile yönetiliyor
sanacak. Şu günkü yapı ile, baştan aşağı değişse ne yazar? Bilme-
yen yok, ama bilmezlikten gelmek âdet demek ki; bu düzeni anayasa
yönetmiyor. Devrimlerine ve ilkelerine ters bir kanunun meclise bile
getirilememesi, Anayasa’nın değiştirilmesi teklif bile edilemez (nass
hükmünde) giriş bölümleriyle, sistemi, öncelikle yattığı yerden Atatürk
yönetir. Sonra silahlı kuvvetler, düzenin koruyucu ve kollayıcısı vasfıyla
düzeni ve halkı yönetme hakkına sahiptir. Seçilmiş yöneticilerin (daha
doğrusu perde gerisindeki fiilî yöneticilerin memurlarının) ellerine he-
men, yönetim sınırlarını belirleyen ve anayasanın da anayasası şeklinde
Kırmızı Kitap verilir. Milli Güvenlik Kurulu kararlarını, Genel Kurmay’ın
isteklerini geri çevirme hakkına sahip değildir hiçbir hükümet; istedikle-
ri zaman, hükümetlere ültimatom verir, yönettikleri bu ülkenin çıkarları
icabı diye değerlendirdikleri kendi inanç ve yönetim anlayışları icap et-
tirdiğinde postmodern darbelerle istediklerini uygula(tı)rlar.
Üçüncü sırayı bürokrasi alır ülkede. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay,
HSYK gibi sistemin içindeki bürokratlar hükümetin de üstünde bir ko-
num arzederler. Amerika’yı, Avrupa’yı ve hatta İsrail’i; yöneticiler sıra-
lamasında sonlara koymak büyük yanlış olur. Onlar istemeden onlarla
ilişkide olan sistemin ve yöneticilerin karar alması, alsa bile uygulaması
mümkün değildir. Daha sonra derin devlet gelir, JİTEM gibi askerî ve
sivil örgütler vardır adı konulmamış yöneticiler arasında. Devletin için-
deki derin devletle ilgili daha önceki yıllarda meclis araştırmalarında
görev yapan Ersönmez Yarbay’ın basına verdiği bilgiye göre, bu ülkede
Ergenekon tipinde tam yirmi beş tane benzer yapılanma vardır. Bun-
lardan biri tasfiye olsa ne olur, olmasa ne olur? Televizyon ve gazete
ağırlıklı medyanın yönetimdeki etkinliği gelir sonra. Memleket, biraz
ekranlardan ve gazete manşetlerinden yönetilip yönlendirilir. Sonra TÜ-
SİAD gibi para babaları. “Egemenlik kayıtsız şartsız paranındır” bu sis-
temde. Değil mi ki, düzen kapitalist düzendir. Paranın yöneticiliği inkâr
edilemez. “Paranın dini imanı olmaz” denilmesi biraz bununla ilgilidir.
Kimse sormaz: “Madem dini imanı olmaz da, üzerinde Kemalizm dininin
simgesi Atatürk resimleri olmadan niye para düşünülemez?” diye. “Para
kazanmak için haram-helâl hükmü aranmaz” anlamında kullanılan bu
söz, kapitalizmin, yani paranın, yani para babalarının yönetimdeki ön-
celiğini gösterir.
Uygulamaya bakıldığında, herhalde bu yönetme mücadelesinin içinde
bulunan kesimlerin içinde (başında veya sonunda) “halk”ın olduğunu
iddia eden bir kişi çıkmaz. En son sırada, bütün bu öncelikli yöneticile-
54 REFERANDUM TARTIŞMALARI
re ters düşmemek şartıyla halkın oy vererek yönetici olarak seçtikleri
gelir. Onlar “miş gibi” yapar. Sekreterdir, memurdur. Demokrasi adlı
tiyatroda; sahne arkasındakilerin emirlerini uygulayan sahne görevli-
leridir. Bu oyunda halk sadece seyircidir. Hükümet denilen kurum, yu-
karıda sayılan esas yöneticilerin çıkarlarını öncelikle hesap eder, onlara
“hayır” deme hakkını kendinde gör(e)mez. “Kim kimin emrinde?” diye
sorulmaz bu ülkede. Bilinir ki, hükümet resmen (kâğıt üzerinde) kendi
emrinde olan Genel Kurmayı, bürokrat kesimi değil; onlar hükümeti ve
sistemi yönetirler ve yönlendirirler. “Efendim, evet deyin, bütün bu yapı
kökten değişsin, İslâmî ve insanî bir rejim gelsin…” Öyle mi, güldürme-
yin insanı. Çocuk yerine konulmayı yeğleyin isterseniz; bitmeyen bir
masalın bin birinci dinletisini tercih edin: “Aslında bunlar değiştirecekler,
ama yavaş yavaş…”
“(Allah’ın indirdikleriyle hükmetmediği veya İlâhî yasalarla hükmedil-
mek istemediği için) zâlim olan kimse, o gün (pişmanlıktan) ellerini
ısırıp şöyle der: ‘Keşke Peygamber’in gösterdiği yolu izlemiş olsaydım!
Yazıklar olsun bana, ne olurdu filancayı kendime dost edinmeseydim!
Kur’an bana ulaşmışken, beni (nasıl da ondan) saptırdı.’ Şeytan insanı
yapayalnız ve çaresiz bırakır. Peygamber (şikâyet ederek) diyecek ki:
‘Ey Rabbim! Benim halkım (onların içinde, Müslüman olduğunu iddia
eden bazı kimseler) bu Kur’an’ı (anlamını öğrenip hayatlarına geçirmek
istemediklerinden) terk ettiler.” (25/Furkan, 27-30)
Gündeminde Kur’an ve O’nun gündemleştirdiği temel kulluk görevleri
olmayan edilgen ve yönlendirilmeye müsait insanımız eski “anayasa”
ile yatıyor, yeni anayasa, daha doğrusu kısmî “anayasa değişikliği”
ile kalkıyor. Gündemleştirilmesi yönüyle onunla yatıp onunla kalkıyor
dediğimiz anayasa, geceden sabaha kolaylıkla değişmese bile, sık sık
yenilenme ve değiştirilme ihtiyacı duyulan bir belge. 14 Asırdır hiçbir
kelimesi değişmeden bize ulaşan İslâm Anayasasının temel kurallarını
içeren Kur’an ise, aynı tazelikle duruyor, eskimediği için hiçbir hükmü-
nün değiştirilmesi düşünülmeyecek şekilde çağlara meydan okuyor.
Câhiliye yasa ve anayasaları ise, palyaço Erkan Yolaç’ın şarkı yarışma-
sındaki “değiştir”ine benziyor. Bir gün önce suç olan şey, ertesi gün hak
olabiliyor. Çocukların yapboz oyunu gibi egemen güçlerin isteği doğrul-
tusunda veya izin verdikleri oranda, anıtkabir çarpmasın diye tabu olan
kurallara uygun şekilde oynanıyor. İnsan bu; “putunu kendi yapar, ken-
di tapar” misali, kendi üzerine zindanlar örüyor.
Daha bir asırlık bir devlet bile olmayan T.C. 1924, 1961 ve 1982 ana-
yasalarıyla üç ayrı temel anayasayla yönetildi. Özellikle darbe dönemle-
rinde kendilerinden önceki ihtilalciler tarafından yapılan anayasalar rafa
kaldırılıp geçici anayasa uygulamalarına muhatap olunup bazı maddeleri
arada sırada değiştirilirken, Atatürk ilkeleriyle ilgili maddeleri nass gibi
kabul edilerek, daha doğrusu dogmatik bir şekilde tabulaştırılarak de-
ğiştirilmesi teklif bile edilemez olarak başlangıç maddelerinde yer aldı.
REFERANDUM TARTIŞMALARI 55
Yapılan anayasalar, üç-beş yıl geçmeden destekleyenler tarafından bile
eleştirilip değiştirilmek istenir. Dün yapılan anayasalar nasıl yetersiz
kalmışsa, bu gün de yapılmaya çalışılan anayasa insanı mutlu etmeye
yetmeyecek, yarın yine değiştirilmek istenecektir.
Kendi kendisini idare etmesini tam beceremeyen insanoğlu, kendi ka-
fasından hükümler koyarak ülkesinde yaşayan tüm vatandaşları yö-
netmeye cür’et ediyor. İşte burada “tanrılaşma”ya kalkmak konusu
devreye giriyor. İnsanlar üzerinde tahakküm, onları yönlendirme, onları
inşâ etme, yönetip terbiye etme, yani “rableşme” iddiası söz konusu
oluyor. “Yöneten râzı, yönetilen râzı, kim ne diyebilir ki?” denilse, bir
mü’min olarak; “Allah râzı değil bu efendilik-kölelik ilişkisinden” deriz.
Allah, kullarına zerre kadar zulmetmediği, tümüyle ve mutlak şekilde
âdil hükümler, anayasa kabilinden temel ilkeler ve yasalar koyduğu
gibi, insanların birbirlerine zulmetmesine de râzı değildir. O, Kur’an adlı
kitabını hem hidâyet, ibâdet, ilim, şifa ve rahmet kaynağı olarak, hem
de anayasa ve yasaların temel referansı olarak insanlığa göndermiş-
tir. Bir olan Rabbimiz, tek ilâhımız, yegâne hüküm sahibi Allah, gerçek
anlamıyla hüküm koyma, yani anayasa ilkelerini tespit etme hakkı ve
gücü olan tek zâttır. “Yoksa onlar câhiliye hükmünü mü (anayasa ve
yasalarını mı) arayıp istiyorlar? İyi anlayan bir toplum için hüküm (ka-
nun koyma, yasa ve anayasa yapma) yönüyle Allah’tan daha güzel kim
vardır?” (5/Mâide, 50); “Hâkimiyet (kanun koyma ve yönetme hakkı)
sadece Allah’a aittir.” (12/Yusuf, 40) Yani, egemenlik kayıtsız şartsız
Allah’ındır. Mü’minler olarak böyle inanır ve bu inancımızı hayata tatbik
etmeye çalışırız.
Bütün bu Kur’anî gerçeklere rağmen “müslümanım” diyen halk, Allah’ın
hakkını, kendisi gibi insan olduğu halde, ilahlaştırdığı kimselere vermeyi
fazilet sanıyor. İbâdet coşkusu ile yarın anayasa oylamalarına katılacak,
tutsaklık zincirlerinin birazcık gevşetilmesini özgürlük sanarak kabul
edecek. Allah’ın indirdiğiyle değil, birilerinin hevâsından kaynaklanan
hükümleri, ana hükümleri onaylayarak zulme sadece rızâ göstermekle
kalmayıp ortak da olacak. Bununla birlikte, halk açısından durum kıs-
men anlaşılacak şekildedir: Sıkıyönetimlerle, birçok hak ve özgürlükle-
rinden mahrum bırakılan, ihtilal yapan askerlerin yaptığı anayasalarla
huzur bulamayan halk, “darbe anayasası” yerine “sivil anayasa”yı tercih
etme şansına kavuştuğunu düşünüyor. Dar çerçeveli de olsa göreceli bir
özgürlük isteğini, ehven-i şer veya kısmî ıslahat olarak görüyor ve ter-
cihini olumlu gördüğü değişimden yana kullanıyor. Tevhidden koparılmış
halk için şerrin ehveni, kötünün iyisi gibi tercihler sürpriz sayılmaz, ama
muvahhid mü’minlerin hele böylesine siyasal ve sosyal düzenlemeleri
içeren temel konuda tercihi, çok farklıdır, farklı olmalıdır. Onlar, temel
yapıyı değiştirmeyen sistem içi basit değişiklikleri değil, köklü değişimi
savunur. Temeli tümüyle beşerî görüşlere, Kemalizme ve dolayısıyla
şirke dayanan câhiliye hükümlerini onaylayamaz. Allah’a teslim olmuş
tevhid eri bir mü’min; Allah’la, O’nun kitabıyla, O’nun emir ve yasak-
56 REFERANDUM TARTIŞMALARI
larıyla zerre kadar ilgisi olmayan bir hüküm kaynağını kabul edemez.
“Allah ve Rasûlü bir konuda hüküm verdiği zaman, hiçbir mü’min erkek
ve kadının bu konuda farklı bir görüşü tercih hakkı yoktur/olamaz. Bu
hakkı kendisinde görerek Allah’a ve Rasûlüne karşı gelen kimse, apaçık
bir dalâlete/sapıklığa düşmüştür.” (33/Ahzâb, 36)
Referandumda hayır demek mevcut anayasaya, anayasa ile korunan
cahilî düzene evet anlamına geliyor. “AKP iktidarının Anayasada yap-
tıkları değişiklikleri istemiyorum, Eski Anayasa değişmesin, eskisini
onaylıyorum” demiş oluyor “Hayır” diyenler. “Evet” diyenler de değişe-
cek maddelerle birlikte, 82 Anayasasının değişmeyen maddelerini de,
anayasanın üzerine bina edildiği zulüm düzenini de onaylamış olmu-
yorlar mı? “Ben değişen bazı maddeleri ve değişmeyen çokça madde-
leri ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyen ilkeleriyle bir bütün olarak,
hiçbir maddesi İslâm’dan, Kur’an’dan referans almayan anayasayı ka-
bul ediyorum” anlamına gelmiyor mu bu “evet”? AKP iktidarda değil,
muhalefette olsaydı, meselâ CHP-MHP koalisyon hükümeti iktidarda
olsa ve aynı değişiklikleri referanduma sunsaydı, evetçi Müslümanların
tavrı şimdiki gibi mi olurdu dersiniz? O zaman da benzer gerekçelerle
“evet” derler miydi bu zevat? İlkelere bağlı düşünmüyor artık insanımız,
konjonktürel düşünüyor. Uzlaşmacı ve ehven-i şerci bir anlayış hâkim.
Rüzgâr hangi yönden kuvvetli esiyorsa, önüne katıp savurarak götürü-
yor insanımızı. Kemalist oligarşiyi geriletecek adımları destekliyorum
derken, aynı zamanda Kemalist anayasa ve Kemalist düzeni de destek-
lemiş olup olmadıklarını Kur’an ilkelerinden yola çıkarak düşünmüyorlar
mı Müslümanlar? İnkâr etmeleri, reddetmeleri gerektiği “Allah’ın indir-
mediği” ve o indirilenlere zıt hükümleri onaylarken hangi âyetten yola
çıkıyorlar? Kur’an’ın genel uyarı ve ahkâmını, İlâhî hükümleri nereye
koyuyorlar? Ölülere bile “evet” dedirtmeye çalışanlar, unutmayalım 82
Anayasasına da “Din Kültürü ve Ahlak Dersi liselerde zorunlu olacak”
maddesinden yola çıkarak “evet” oyu verilmesini teşvik ediyorlardı.
Şimdi 12 Eylül’ü ve 82 anayasasını eleştirdiklerine bakıp da zulme (en
büyük zulüm olan şirke) karşı olduklarını sanmayın. Ramazan’da dini
istismar ederek vahyi tümüyle reddeden anayasaya destek vermek için
dinin ilkelerini tahrif etmekten çekinmeyen insanları nasıl uyaracağız?
Yeşil elbise giyip ak saçlı başını örtmüş, makyajla kendisine genç kız
görüntüsü vermiş “düzen” adlı 87 yaşındaki cadı karı, dışı güzel mi gü-
zel, içi zehirli kıpkırmızı yarım elma veriyor vatandaşın eline: Yersen...
“Yarım elma gönül alma” cinsinden; insanın içindekini, gönlünü/ruhunu
çıkarıp almak için. Sandık şeklindeki sepetteki ortadan ikiye kesilmiş
elmaların yarısı “evet”, diğer yarısı “hayır” damgalı. Her ikisi aynı ağa-
cın, aynı bütünün parçaları, yarımları. Omurgasını yitirip pamuk gibi
yumuşamış saf prenses, cadıya kanacak yine. Elmaların bulunduğu
sandıktaki yılana ısırsın diye kim bilir kaçıncı defa elini uzatacak. “Siz,
üzerinde ak benekleri olan yeşil yılanın ağzına elinizi uzatın, tamam
mı, diğer yılan çok tehlikeli!” diyen cazgırlara uyacak, uyuyacak. Aynı
REFERANDUM TARTIŞMALARI 57
sandığın deliğine kaçıncı defa elini uzatıp ısırılacak, lekelenen parmak-
larından bünyesine ölümcül zehir karışacak yine. Yiyecek zehirli yarım
elmayı; ayvayı yemiş olacak. Kim öper böyle ölümcül bir tercihi yapan
insanı alnından, ki tekrar canlansın bu elmayı/ayvayı yiyip zehirlenerek
sanal ölüm içinde olan. Kıyametin veya ölümün onları öpmesini mi bek-
leyeceğiz yoksa?
Aklî yorumları, pragmatist yaklaşımları öne çıkaran “ehven-i şer” ve
“yetersiz ama evet” yaklaşımını savunanlar tarafından unutulan ve
görmezlikten gelinen gerçek şu: Mevcuduyla ve değişmesi istenen şek-
liyle T.C. anayasası, bir şirk anayasasıdır. Değiştirilen maddeler Allah’ın
hükmü doğrultusunda değişmiyor. Kur’an’ın emrettiği veya yasakladığı
tek bir hüküm yok, değişmeyeni ve değiştirilmesi isteneniyle câhiliyye
anayasasında. Eski anayasa, bir müslümana göre kabul edilemeyecek
anayasa da; yenisi Kur’an ilkelerine göre oluşturulan müslümanın ka-
bul edebileceği bir anayasa mı? Değiştirileni bâtıl da yenisi hak ise, biri
beşerî diğeri İlâhî ise, biri câhiliyye diğeri İslâm ise, böyle bir değişikli-
ğe kim karşı çıkar?
Hakkın ve bâtılın ortaya çıkacağı şekilde bir referandum gelsin, o za-
man bizden “evet” dememizi istesinler. Düzen gerçekten demokrat ise,
insanları kandırmıyorsa, yönetimi gerçekten halk belirliyorsa; referan-
dum yapsınlar, insanlara sorsunlar bakalım: Kur’an-ı Kerim’in hüküm-
leriyle mi yönetilmek istiyorsun, yoksa kendini tanrı yerine koyan senin
gibi insanların koyduğu hükümlerle mi? Allah’ın indirdiği hükümler mi
anayasa olsun, Atatürk ilkeleri istikametinde tâğutî uydurmalar mı?
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
Referandum 12 Eylülle
Yüzleşme Günüdür
DEMET TEZCAN
1- Bir kere şunu netleştirmek lazım ‘evet’ veya ‘hayır’ şeklinde ortaya
konulan irade ne olursa olsun bu oylama bir siyasi partiyi onaylama ya
da onaylamama oylaması değil, bu ülkenin geçmişiyle geleceğiyle hangi
siyasi ya da ideolojik görüşten olursa olsun halkını ilgilendiren ve 30
58 REFERANDUM TARTIŞMALARI
yıl kadar da geç kalınmış bir oylamadır. Peyderpey değişimlerle de olsa
nihayet ülke halkının 12 Eylül askerî darbesi ile yüzleşme günüdür. Bu
oylamaya AK Partiyi onaylama oylaması olarak bakmamak gerekiyor.
Muhalefetin ısrarla karşı duruşu aslında yapılan referandumun iktidar
partisini güçlendireceği vehminden kaynaklanıyor, AK Partiyi güçlen-
direceğini düşündükleri için ‘hayır’ demeyi seçiyorlar. Bunu yaparken
de geçmişte kendi ideolojilerine gönül vermiş, taban oluşturmuş, bu
uğurda karşılıklı bir kıyım çarkının içine itilen, kurban edilen üyelerinin
tabanlarının sesi olamıyorlar maalesef.
Bu karşı duruş geçmişte işkence tezgâhlarından yankılanan çığlıkları
duymamak, günışığı düşmez zindanlarda çürüyen arkadaşlarının yaşa-
dıklarını unutmaktır. Diyarbakır Cezaevini, Mamak’ı, idamları, işkenceyi,
anaların babaların çaresizliğin kollarında kahroluşlarını yok saymaktır.
Ortada bir gerçek var ki iktidar partisi de Anayasa Mahkemesinin bazı
maddelere yönelik kararını parlamentonun yapısına, parlamentonun
millet adına anayasa yapma yetkisine müdahale olarak değerlendirdi.
Neden sivil anayasaya ‘evet’ diyerek militarizmin postalları altında ezil-
meyi reddetmek isteyenler AK Parti taraftarı, tabanı gibi görünmek du-
rumunda olsun ki? Muhalefet partileri bunu yapıyorlar. ‘Evet’ demeyi AK
Parti’nin gücüne güç katmak gibi göstermeye çalışıyorlar. Doğrusuyla
yanlışıyla her iktidar yaptıklarına karşı halkının cevabını sandık başında
alır, bunun zamanı da var. ‘Evet’ demek de ‘hayır’ demek de kişilerin
doğal tercihi iken, kampanyalardaki karşılıklı sataşmalarla toplumu
evetçiler ve hayırcılar olarak kutuplaştırmanın ve halkı ikiye bölmenin
hiç anlamı yok. Eksik yanları yok mu paketin? Elbette var. Muhalif siyasi
partiye düşen de bu eksiklikleri giderecek çözüm önerileri ile halkın kar-
şısına çıkıp seçmenini ikna etmektir. 2011 seçimlerine şurada ne kaldı?
Dileğimiz o ki bu 2011 seçimlerinden tek başına ya da koalisyon hükü-
meti olarak kim çıkarsa çıksın paketteki eksikleri bir an önce giderebil-
meleri. Geçmişten bugüne tüm ideolojik görüşlerin ve siyasi partilerin
kendilerine gönül veren insanlara karşı sorumluluk duygusuyla hareket
etmesi gerekiyor.
Sağı-solu birlikte işkence tezgâhlarından geçtiler; işkenceyi, sürgünü,
baskını, mahpusluğu yaşadılar. Kendilerine bunca zulmü yaşatan bir
anayasanın referanduma gitmesine ‘hayır’ kampanyası başlatmalarını
bir paradoks olarak görüyorum.
MHP, CHP ve BDP’nin muhalif olmak adına aynı çizgide buluşmaları,
statükonun etrafında kümelenmeleri de anlamlı doğrusu. Bu referan-
dum salt anayasa maddelerinin oylaması değil, aynı zamanda partilerin
ve ideolojik grupların da kafa karışıklıklarını ortaya çıkardı. Açıkçası ge-
rek MHP gerekse CHP değişmez ön kabullerinden ötürü gidişat ne olur
ve ne yöne doğru olursa olsun bulundukları yerde kalarak aynı söylemi
tekrar etmeye devam edecekler gibi görülüyor. Savaşta da siyasette de
düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışı hâkimdir ama aynı zamanda
REFERANDUM TARTIŞMALARI 59
da kendi inanç, ideoloji, duruş, tavır, her ne inanç değeri olursa olsun
içini boşaltan, çürüten, çeliştiren bir yanı da hep vardır. Şu an keskin
ayrılık ve aykırılıklarına rağmen muhalefet çizgisinde buluşan siyasi
partiler de bu çelişkiyi yaşıyorlar.
2- ‘Evet’ mi ‘hayır’ mı? İnsan ömründe karşısına çıkabilecek iki ucu
keskin bıçak sorulardandır. Siyah mı beyaz mı? Seviyor musun sev-
miyor musun? Ne kadar başarılı olursan ol net cevap veremeyeceğin
sorulardır. Kendini ifade etmeye çalışırken ifade edememenin getirdiği
çaresizlikte boğulmadır adeta. Keskin ve kesin cevap isterler. Keşke
‘evet’ ya da ‘hayır’ derken neden ve nereye kadar ‘evet’ ya da neden ve
hangi saiklerden ötürü ‘hayır’ diyebildiğimizi de dile getirebileceğimiz
bir imkân, ölçü, aracı da olsaydı oylamaların.
Zor doğrusu, darağacına gönderilen gençlerin yeniden konuşulduğu-
hatırlandığı Mamak, Diyarbakır cezaevlerinde yaşanan vahşetlerin ka-
ranlık gölgesinin halen üzerimizde dolaştığı zaman diliminde kapkara
bir zaman diliminin hesaplaşması sembolik kalacak bir değişiklikle de
olsa yapılacak.
Bu referandum, anayasa maddelerindeki değişiklikler sessizce idama
gitmiş mazlumların sesi olmaya yeter mi? İşkencenin travmasını yıllar
sonra bile üstünden atamamışların bedeninde hissettiği ağrılar, incitil-
miş onurlarının hesaplaşması olmaya yeter mi? ‘Evet’ten kazancımız
ne olur? Askerî vesayeti reddetmeye çakşırken darbe ürünü anayasayı
mevcut haliyle pekiştirmiş mi oluruz, reddetmiş mi? Tüm bu sorularla,
tartışmalarla gidilecek sandığın başına. Oligarşiye, militarizme, statüko-
ya, askerî vesayete, gücün hukukuna karşı olduğunu gösterebilmenin
yöntemlerinden biriyse ve arkasından atılacak adımların bir başlangıcı
olacaksa bu adım cesaretle atılmalı elbette. Gücün hukukunun hukukun
gücüne dönüşmesi, hakkın, haklının, adaletin sesi olması elbette ideal
olan. Anayasayı toptan değiştirmeye, yeniden yazmaya kimse henüz
muktedir değil. Mevcut anayasa maddelerinin dörtte birine tekabül
eden bir değişiklik bu.
Mevcut konjonktür içinde tavrını ifade edebilmenin yöntemlerinden biri-
dir referanduma gitmek.
12 Eylül askerî darbesinin bendeki izi iliklerine kadar sisteme entegre
olmuş babamın askerî darbenin şehirleri, kasabaları aşmış, türlü ba-
hanelerle köylere adar ulaşmış işkence tezgâhından geçmiş olmasıdır.
“Unutmadığım” ve “hiç unutmadığım” olarak kalmıştır hep zihnimde.
Babamın sabaha kadar köy kahvehanesinde birçok insanla birlikte
gördüğü işkence sonrası iki askerin kolları arasında ayaklarının üstüne
basamadığı için sürüklenerek eve getirilişini unutmadım. Pişkince “Tuzlu
su yapın ayaklan şişmesin!” tavsiyesi ise hiç aklımdan çıkmadı. Belki
babamların zihni yapısında bir şey değişmedi. Nihayetinde devletin kes-
tiği parmak acımazdı. Nitekim bir süre sonra unuttular, kol kırıldı yen
içinde kaldı. Ama o gecenin acısı benim yüreğime saplanmış hançer gibi
60 REFERANDUM TARTIŞMALARI
durmaya devam ediyor.
Bu referanduma evet de aslında bir reddediş eylemidir. Olumlu kelime
ile olumsuzlamadır. Statükocu, eksik, baskıcı, baskın olmasına rağmen
değişmesi peyderpey de olsa 12 Eylül militarist anayasasına ‘hayır’ de-
mek adına şerh düşülecek bir ‘evet’tir.
Bu paketin en tartışmalı yönü referandumun 12 Eylül Anayasasının bazı
maddelerini pekiştirip meşruiyetini artırdığı mı yoksa yeterli bir redde-
diş mi olduğudur. İnsan iradesini sınırlamaya alan, sindirdiklerin ya da
sindiremediklerin ile birlikte nihai cevap bekleyen tavır ortaya koymanı
gerektiren bir durum... Kendi içinde bile sorgulamaların, hesaplaşmala-
rın varken ‘evet’ ya da ‘hayır’ keskin cevabına karşı alacağın yeni sor-
gulamalar, veballer, ithamlar da getiren bir eylem ve yöntem...
Bu ülkede her sivil inisiyatif, hak ve özgürlükler öyle kolay elde edil-
miyor. Düşünceyi ifade edebilmenin bile sınırlan, ağır yaptırımları var.
Yasalarla dokunulmaz, değiştirilmesi teklif dahi edilemez şeklinde ta-
bulaştırılmış kanun maddeleri varken, askerî darbeden 30 yıl gibi bir
zaman dilimi sonrası darbe ürünü anayasanın değiştirilmesi için atılan
adım önemlidir. İçeriğini tartışırsınız, yetersiz ve eksik bulabilirsiniz ama
askerî vesayete ‘hayır’ sivil iradeye ‘evet’ demenin sembolik bir değeri
olduğu gerçeğini göz ardı edemezsiniz.
Bu millet 12 Eylül’den alacaklıdır ve 30 yıl sonra da olsa referandum
bir hesaplaşma günüdür. 12 Eylülle yüzleşme günü... Ben daha çok bu
veçheden bakıyorum. Yeni anayasa çalışması düzenlemesi yapılamaya-
cak diye bir şey de yok. Bu konuda da seçmenin seçim sandığına gide-
cek her siyasi partiden böyle bir beklentisi olması gerekiyor.
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
REFERANDUM TARTIŞMALARI 61
Meselelere Bir Usul
Dâhilinde Yaklaşmak
Önceliğimiz
Olmalıdır!
AHMET KAYA
12 Eylül 2010 Türkiye tarihi açısından önemli bir gün. Zira tam 30 yıl
önce gerçekleşen darbenin ürünü bir anayasa 28 yıl sonra serbestçe ve
halk iradesinin özgürce yansıyacağı bir şekilde referanduma tabi tutu-
lacaktır. Diğer taraftan ilk defa Türkiye’de askerî bir vesayetin direktifi
olmadan sivil bir anayasa çalışması yapılması hasebiyle bugün önemli
bir gündür. Ve yaşanan süreç tarihî bir süreçtir.
12 Eylül askerî rejiminin Türkiye halkı için büyük yıkımlara, vahim so-
nuçlara sebebiyet verdiği herkesin malumudur. Bu yüzden de 12 Eylül
2010 tarihi Türkiye siyasi çevrelerinin tümü açısından önemli bir gün-
dür.
Hiçbir siyasi çevrenin bu referanduma karşı duyarsız, kayıtsız kalması
düşünülemez. Bütün çevrelerin kendi ideolojileri, siyasi inançları, du-
ruşları ve stratejik çıkarları gereğince referandumun sonucunun kendi
istedikleri gibi sonuçlanması için var gücüyle çalışacağı da muhakkak-
tır. Ki bu yöndeki çabalar oldukça doğal bir durum olarak görülmelidir.
Dolayısıyla referanduma ilişkin her kesimin kendi bakışı çerçevesinde
yaklaşması ve bu yaklaşımların beklenmedik şekilde örtüşmesi ya da
çatışması garipsenmemelidir.
Birbirinden farklı inançlara mensupların bu referandumdaki tavırlarının
örtüşmesi; aynı inanç sistemine mensupların tavırlarının da çatışması
şimdiden gözlemlediğimiz bir vakıadır. Bu manzara karşısında hayrete
düşmemek gerekir. Zira bilmeliyiz ki aynı inanç sistemine mensup ol-
mak aynı yöne bakmak demek değildir. Aynı ideolojiye bağlı olmak aynı
siyasal duruşları sergilemeyi zorunlu kılmaz. Hayatın gerçekliğinin do-
ğasında böyle bir zorunluluk yoktur.
Keza farklı inançlardan olmak ille de farklı siyasi duruşlar sergilemeyi
de gerektirmez. Farklı inançlardan olup aynı siyasal tavırları sergileyen
çevrelerin olduğuna onlarca kez şahitlik etmişizdir. Bunda da hayatın
doğasına aykırı bir yön yoktur.
Öncelikle bunu böyle bilmek ve kabul etmek önemli bir husustur. Çünkü
bu, bizi aynı konuda, aynı inancın mensuplarının neden farklı tavır ser-
62 REFERANDUM TARTIŞMALARI
giledikleri; farklı inanca mensupların da neden aynı tavrı sergiledikleri
konusunda daha iyi analizler, daha sağlıklı değerlendirmeler yapma ola-
nağına kavuşturacaktır.
Hülasa farklı çevrelerin farklı yaklaşımlarda bulunması olağan bir du-
rumdur.
Kanımca ikinci sorunun cevabı İslami çevreler için daha önemlidir.
Müslüman olarak tavrımızın, tutumumuzun nasıl olması gerektiğinin
belirlemesini salt siyasi dengeler, stratejik hesaplar muvacehesinde ya-
pamayız. Müslümanların tutumlarını belirleyen bütün siyasi dengelerin,
stratejik hesapların İslam fıkhına uygunluğunun zorunluluğu vardır. Bu-
nun için de bu türden meselelere ilişkin tutum belirlemede asıl ihtiyaç
duyduğumuz alan fıkıh usulüdür. Müslümanların benzer gelişmeler kar-
şısında bir usuli metot geliştirmesi zorunluluğu gün geçtikçe daha çok
belirginleşen bir ihtiyaç olarak hâsıl olmaktadır.
Bu nedenle öncelikle referanduma fıkıh usulü çerçevesinde bir yaklaşım
ve bakış geliştirerek bakmayı sağlamalıyız. Bunun için birinci bilinmesi
gereken, bu referandumda hangi yönde oy verilirse verilsin; oy kullanıl-
sın ya da kullanılmasın hiçbir tutumun kişiyi din çerçevesinden çıkarma-
yacağı konusudur.
Salt oy kullanmak, sırf tercihte bulunmak kişiyi akide olarak İslam aki-
desinin dışına itmez.
Bir insanın oy verirken, tercihte bulunurken akideyi etkileyen farklı et-
menlerin de devreye girişiyle ancak İslam çerçevesinin dışına çıkacağı
gündeme gelebilir.
Bu referandumda oylanmaya sunulan İslam temelli bir anayasa ile İs-
lam temelli olmayan bir anayasa değildir ki bu oylamada olumlu oy ver-
mek ya da reddetmek bizi İslam çerçevesinin dışına çıkarsın.
Kaynaklığını İslam’ın yapmadığı, referanslarının din temelli olmadığı iki
farklı anayasa durumu söz konusudur. Bu durumda birinden birini tercih
etmek dini esas almayan bir anayasayı tercihen kabul etmek anlamını
taşımıyor. Zira seçeneklerin bir tarafında din temelli bir anayasa zaten
yoktur.
Bu durumda karşımıza çıkan şu soru olabilir: İslam dışı bir anayasaya
‘evet’ demek; bunu onaylamak başlı başına bir onay olması hasebiyle
sakıncalıdır ve bizi itikaden risk altına alır ya da çerçevenin dışına çıka-
rır.
Mevcut durumda üç seçenek vardır: Birincisi referandumda ‘evet’ de-
mek... İkincisi ‘hayır’ demek... Üçüncüsü de sandığa gitmemek...
‘Hayır’ durumunda bir ‘evet’in olduğu; ‘hayır’ verenlerin aynı zamanda
82 Anayasasına otomatik olarak ‘evet’ dedikleri bir gerçektir. Yani refe-
randumda ‘hayır’ cephesinde oy vermek 82 Anayasasına evet demektir.
REFERANDUM TARTIŞMALARI 63
Bu durumda kökten ve sadece bir ret yoktur.
Sandığa gitmeme seçeneği toptan reddetmenin asıl yoludur. Her ikisini
de reddetmenin, olumlamamanın görünürdeki en makul yolu budur.
Ancak referandum sonucunda çıkan manzara galip taraf hangisi olursa
olsun (sandığa gitmemeye rağmen) mevcut ya da yeni düzenlenmiş
beşer menşeli bir anayasa yürürlükte olmaya devam etmeyecek mi?
0 halde sandığa gitmemenin ikisinden birinin yürürlükte olmasının dı-
şında bir yolu önümüze açma şansı vakıada var mıdır?
Hal böyle iken karşımıza çıkan bu durumda bir usuli metot olarak mas-
lahat ve mefsedet kaidesinden yola çıkarak bir tercih koymada ne sa-
kınca olabilir? Eğer İslami kesimler bu referandumda maslahat gereği
bir onaylama tercihinde bulunurlarsa bunun karşısında onay verenleri
akideden saptıklarını ve dinin dışına çıktıklarını hangi gerekçeye dayan-
dırarak iddia edebiliriz?
Samimi ve titiz bir tetkikle orta çıkacak bir maslahat fikrine binaen
oyun olumlu olmasında bir ilkesel sapma yoktur, hele akidevi bir sapma
aramak anlamsızdır.
Kaldı ki bazı kesimler yeni düzenlenen şekliyle kabul edilecek anayasa-
nın eskisine nazaran daha çok inançsal hizmetlerin önünü açacağına,
İslami değişim ve dönüşüm faaliyetlerinin daha etkin ve daha aktif
yapılabileceğine, özgürlük sahasının daha genişleyerek Müslümanların
yararına olacağına inanıyorsa o zaman “el ğayetu tuberriru’l vesilete”
(Gaye vesileyi meşrulaştırır. Amaç aracı meşru kılar.) usuli ilkesinden
hareket etmekte nasıl bir sakıncayla karşı çıkılabilinir?
Müslüman olarak idrak etmeliyiz ki pratik hayattan kopuk, vakıayla
örtüşme ihtimali ve şansı olmayan birtakım ilkeleri dogma düzeyinde
önümüze çıkarmanın; pratik hayatın her an yanlışlayıp yalanladığı birta-
kım çelişik ilkelerin zihnimizde prangalar oluşturmasının bize kazandır-
dığı hiçbir şey olmamıştır, olamaz da.
Elimizden alınan bir hakkımız olduğunda hakkımızın ihkakı için her tür-
lü vesileyi kullanırken bize daha iyi şartlar sunması söz konusu olacak
böyle bir ihtimali olduğu söylenecek bir durum karşısında bu vesileden
yararlanmamak, hele de bunu ilkesel ve akidevi bir sapma olarak gör-
mek ne kadar komik ve çelişik bir durumdur. Az bir düşünmekle farkına
varılacak kadar açık ve ortadadır.
Müslüman çevreler ve şahıslar oylarının yönünü belirlerken usuli bir
yöntemle hareket etmeli ve tercihlerinden ötürü birbirini akidevi sap-
maların içinde bulunmakla suçlamamalıdırlar.
İslam fıkhım donuk ve kalıplaşmış olarak görenlerle, siyasi fıkhın gü-
nün koşullarına uygun, yeni içtihatlarla donatılarak gelişmesine ilkesel
olarak karşı çıkanlarla; fıkhın dinamik, içtihadın sürekli ve yenilenen bir
süreç olduğunu, siyaset fıkhının daima çağdaş müçtehitlerin yeni içti-
64 REFERANDUM TARTIŞMALARI
hatlarıyla güncelleşmesini gerekli görenlerin aynı bakışta birleşmeleri
oldukça uzak bir ihtimaldir.
Keza hayattan kopuk ve realiteyle bağdaşır tarafı olmayan slogan düze-
yinde alabildiğine berraklığı ve netliği savunanlarla; hayatın, yaşanılan
gerçekliğin ışığında çözüm üreten, ilkesel sapmalara bulaşmadan fıkıh
usulünün genel geçer ilkeleri kılavuzluğunda çare arayanların aynı nok-
tada buluşması da zor görünen bir ihtimaldir.
Referandum sonucunda çıkan sonucun Türkiye halklarının hayrına vesi-
le olmasını temenni ediyorum.
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
Benim Oyum
İslam’dan Yana
MEHMED DURMUŞ
REFERANDUM TARTIŞMALARI 65
alan hayvanın rolü mesabesinde tarumar ettikleri koca ülkeyi, bitmek
tükenmek bilmeyen saltanatı niçin kaybetmek istesinler? Ülkeyi sat-
mayan, kendisi yiyip-içenler George Orwell’in anlatımıyla, ‘en eşit do-
muzlar’ olmayı niçin kaçırmak istesinler? İçi boş, mürai, iğrenç ulusalcı
sloganlarını kullanamaz oldukları an, sözünü ettiğim siyasî çevrelerin işi
bitmiş demektir. Bugün, PKK’ya en karşı görünen partilerin, arka planda
onunla en samimi, PKK’nın bitmesini istemeyen çevreler olması, toplu-
mun en azından bir kısmının geç de olsa fark ettiği bir gerçektir.
Bu rejimin kurucu partisinin, aman rejim değişmesin refleksiyle hareket
etmesinden doğal bir şey yoktur.
Kısacası, mevcut haliyle bu rejimin elden çıkmasında kimin büyük veya
küçük bir çıkarı varsa, onların canhıraş bir biçimde, yapılan her türlü
yenileşme girişimine karşı çıkmaları doğaldır, yadırganacak bir durum
yoktur.
Referanduma evet cephesine gelince, bu cepheyi anlamakta da güçlük
çekmiyorum. Çünkü bunlar da rejimin gençleşip modernleşmesini, M.
Kemal’in belirlediği muasır medeniyet seviyesine ayak uydurur hale
gelmesini isteyenlerdir. Hemen burada şunu belirtmem gerekecek: Bu
yenilikçi cephenin (hepsi değilse de ekserisinin), yenilenmiş rejimden
beklentileri, çıkarları olmadığını, daha doğrusu bir çıkar gereği bunu
istemediklerini söylemek için de hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. Kaldı
ki bu rejimin yenilenmesi, hükümet partisinin ve birkaç STK’nın mese-
lesi değildir. Bu, başta ABD olmak üzere bütün bir Batının ve hatta çağa
hükmeden bütün güçlülerin meselesidir. Türkiye’de rejimin yenilenme-
sine destek veren partiler ve STKlar, bahsini ettiğim güçler nazarında
sadece birer araçtırlar. Misyonu, güçlenen İslam’ın önünü kesmek olan
işbirlikçi, uzlaşmacı bir cemaatin bütün dünyada palazlandırılması, yeni
dönemde, devletin nimetlerinin hangi elden hangi ele değişeceğine dair
yeterince ipucu vermektedir.
Türkiye devletinin yenileşme mücadelesi, Cumhuriyetten önceki çaba-
lan saymazsak, Demokrat Parti döneminden beri devam etmektedir.
Mahallenin (dünya) çıfıt gençleri, asla onsuz edemedikleri ama pek de
kaale almıyormuş gibi bir görüntü verdikleri bizim ‘banal’ genci şöyle
bir güzel bakımdan geçirmek, aralarına yakışır hale getirmek istemek-
tedirler. Bu temsilden asla, Türkiye’deki yenileşme girişimlerinin tama-
men yabancı prodüksiyonu olduğu şeklinde ilkel bir komplocu anlam
çıkartılmamalıdır. Değişim, içeriden ve dışarıdan birlikte sürdürülmekte-
dir.
Benim anlamakta güçlük çektiğim şudur: Şu anda gırla giden tartış-
malarda ‘evet’ ve ‘hayır’ cephesi var, bir başka cephe yok! Bugüne
kadar sistemin ve sistemin partilerinin (mesela SP de bunun son tipik
örneğidir) yaptığı gibi, ya bendensin ya da düşmandan der gibi, bütün
insanlar neden ya ‘evet’ ya da ‘hayır’ cephesinde konuşlandırılmaktadır
ki? Üçüncü ya da tamamen numaralandırma üstü bir başka ‘cephe’nin
66 REFERANDUM TARTIŞMALARI
varlığı neden hesaba katılmamaktadır?
2- Yukarıda değindiğim gibi referandum, hantallaşmış, çağın gerisinde
kalmış, bir yığın iç sorunla boğuşan, dış düşman paranoyası ile ömrü
çürütülmüş bir rejimin gençleştirilme, yenileştirilme çabalarında belki
de bugüne kadar yapılanlar arasında en ciddisi, en sonuç alıcı olanıdır.
Ben de bir liberal ve demokrat olsaydım -Allah korusun- kesinlikle bu
girişimi önemserdim, ciddiye alırdım. Çünkü bu, TC devletinin jakoben
cumhuriyetçilikten liberal demokratlığa doğru evrilmesidir. Bu evrilme-
nin ise İslam’a yakınlaşmakla değil, olsa olsa uzaklaşmakla bir alakası
vardır. İslam ve öteki sistemler bilincine sahip Müslümanlann bugün
birden adeta “yenilenmiş İslami sistem” tavrına girmelerini anlamakta
güçlük çekiyorum. Bir Müslüman olarak tavrımın ne olması gerektiğin-
de, bugüne kadar olan süreçte bir flûluk yaşamadıysam, bugün de ya-
şamamalıyım.
Anayasa reformuna oy vermek, bugüne kadar mesafeli durduğum sis-
temle aramdaki mesafeyi kaldırarak, bir anlamda geçmişten özür dile-
diğim anlamına gelebilir. Bu sistem bugüne kadar, İslami bakış açısıyla
tağut olarak görünüyordu; 13 Eylül’den itibaren mahiyeti mi değişecek?
Eskisiyle de olsa, yenisiyle de olsa, Allah’ın inzal ettiklerine dayanma-
yan, onu yok sayan ve hatta -eskisi tepeden inmeci, yenisi daha sofisti-
ke olsa da- onu düşman olarak gören bir anayasaya oy vermek, Allah’ın
indirmedikleriyle hükmetmek değil midir? Yenilenmiş anayasada İslam
yine ‘öteki’, hatta düşman sayılacaktır. Ben bir adım daha ileri giderek
diyebilirim ki, yeni anayasa, İslam’ın siyasî taleplerini daha bilimsel,
daha sinsi söylem ve hukuki kılıflarla tamamen ortadan kaldırmaya
kaynaklık edecektir. AYM ve HSYK’nın yapısını yeniden düzenlemesi
yeni anayasayı İslamî yapmayacaktır. İslam’ı şeytanlaştıran, ha eski
anayasa olmuş, ha yeni, ne fark eder?
Değil mi ki demokrasi, halkın egemenliği kavramsallaştırması altında,
aslında Allah’a ait olan egemenlik hakkını gasp etmektir ve insanı hü-
küm koyucu makamına oturtarak rableştirmek, ilahlaştırmaktır. Refor-
me edilmiş anayasa bu ilahlaştırmayı daha az anlaşılır hale getirecektir.
Bu uğurda iş görecek bir yığın ‘Müslüman-demokrat’ da kolları sıvamış
hazır beklemektedir.
Dikkat edilirse sistem, kendi selameti için yaptığı ve Müslümanları da
mağdur eden anayasal kirini Müslümanlara temizletmek istemektedir.
Ben bir Müslüman olarak, sistemin temizlikçisi olmak istemem.
Anayasa reformu ile mevzi kazanılacağı ileri sürülmektedir. Eğer mesele
‘mevzi kazanmak’ ise 12 Eylül Anayasası da Müslümanlara kimi mev-
ziler kazandırmıştı. Ben o gün üniversiteye yeni başlamış, bugünüme
nazaran ‘toy’ bir genç idim ve yine bugün olduğu gibi tamamen kar-
şıt olan cephedeydim. Rahmetli babamı sandık başına gitmemesi için
(uzaktan) uyardığımda, “Oğlum gitmeyenleri ya da gidip de ret oyu ve-
REFERANDUM TARTIŞMALARI 67
renleri tespit edeceklermiş!” şeklindeki yakınması hâlâ kulaklarımdadır.
0 gün, benim ve asıl niyet olarak babamın ilerisinde(!) olan, anayasaya,
hatta darbeye övgüler düzen, darbenin liderini sırf okullarda din dersini
zorunlu yaptığı (mevzi!) için cennete gönderen, çok meşhur cemaatin
çok bilen hocasının bugün 82 Anayasasına karşıt olup, anayasa refor-
muna ‘evet’ cephesinin başını çekmesinde bir gariplik yok mudur?
Yeni anayasa oylaması ile Müslümanlar bir kez daha sistem içine çe-
kilmektedir. Yeni anayasanın her türlü şirk, küfür, nifak, ahlaksızlık,
yozlaşmaya sağlayacağı hukuki koruyuculuk vebaline ortak olmayı göze
alanların bu oylamada taraf olmalarında ve evet oyu kullanmalarında
bir sakınca yoktur. İslam, ama sadece İslam diyenler ise bu veya bun-
dan başka hiçbir anayasaya -sadece İslam olmadığı sürece- taraf olma-
yacaklar, nebevî yolu izlemeye devam edeceklerdir.
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
Eylül Karanlığına
Bir Mum Yakmak!
YUSUF TANRIVERDİ
Siyasi hayatımızın özellikle son iki yılı yoğun anayasa değişikliği tar-
tışmalarıyla geçti. AK Parti, bilim adamlarından oluşturduğu bir kurula
yeni anayasa hazırlığı yaptırdı. Hazırlığın başlamasıyla birlikte ülke
gündemi bu tartışmaya kilitlendi. Muhalefet, yüksek yargı, TSK ve kimi
odalar yeni anayasa çalışmasıyla AK Parti’nin gizli gündemini ete kemi-
ğe büründürme çabası içine girdiğini ve laik anayasayı kaldırarak yerine
dinci bir anayasa getireceği yorumlarını ön plana çıkartan bir tartışmay-
la gündeme dâhil oldu. Bir kısım görüş sahipleri ise anayasanın mutlaka
değişmesi gerektiğini ancak hükümetin bu konuyu geniş bir konsensüs-
le yapmasının doğru olacağının altını çizdi. AK Parti’nin yandaş “hukuk-
çularla” ortaya çıkartacağı anayasa metninin toplumsal barışa ve ülke
bütünlüğüne hizmet etmeyeceği yorumlarını yaptılar.
Sonuç olarak anayasanın tümden değiştirilmesi rafa kaldırıldı. Bu du-
rum kimileri tarafından hükümetin muhalif baskılar karşısında geri adım
68 REFERANDUM TARTIŞMALARI
atması olarak değerlendirilirken kimileri de AK Parti’yi anayasa değişik-
liği konusunda ciddi olmamakla, siyasete patinaj yaptırma ve gündem
belirleme konusunda ucuz siyasi atraksiyonlar içinde olmakla suçladı.
Bu sefer AK Parti tümden değiştiremediği anayasada kısmi değişikliğe
gitme kararı aldı. Anayasa Mahkemesi, AYM ve HSYK’nın yapısıyla ilgili
değişikliklerin önemli kısmını iptal ederek değişikliğin referanduma git-
me sürecinin önünü açtı.
Referandum sürecinin başlamasıyla birlikte ülkede saflar da koyulaşma-
ya başladı. Safların ayrışması aslında daha önce başlamıştı. Soğuk Sa-
vaş döneminde ülkede saflar sağ ve sol kulvar olarak ikiye ayrılmış, bu
iki kulvarın söylem ve eylemleri de siyasal ve sosyal hayatta ete kemiğe
belirgin bir şekilde bürünmüştü.
Soğuk Savaşın bitişiyle birlikte o döneme ait siyasal dil ve duruş da
önem kaybederek yerini yeni dil ve söylemlere bırakmaya başlamıştı.
Ülke siyaseti yeniden yapılanmaya başladı. Bir tarafta statükocu resmi
ideoloji devamcısı, totaliter yapının tüm anlayış ve kurumlarıyla devam
etmesini isteyen anti özgürlükçü cephe; diğer yanda ise statükoya ve
resmi ideoloji dayatmalarına karşı çıkan, ülkenin dünyaya açılmasından
yana olan, evrensel insan haklan temelinde yeni bir anayasayla birlikte
var olan tüm kurumların yeniden yapılandırılmasını savunan özgürlükçü
kanat...
Referanduma hangi siyasi kanatlar ‘hayır’ ya da ‘evet’ diyor diye bak-
tığımızda vereceğimiz cevap; İslamcıların bir kısmı, sosyalistlerin bir
kısmı, muhafazakârların bir kısmı, liberallerin bir- kısmı, ülkücülerin bir
kısmı, Kürtlerin bir kısmı, Türklerin bir kısmı vs. olacaktır.
0 zaman şu soruyu sormak gerekir kanaatindeyim: Referandum ko-
nusunda nasıl oluyor da aynı siyasi görüş mensupları ikiye bölünüyor
ve her iki kanat da birbirilerini çok sert bir şekilde ihanetle suçlayabi-
liyorlar? 0 zaman referandum acaba kendini de aşarak ülkede genel
anlamıyla var olan siyasi akıl türlerini mi deşifre etmiş oluyor? İnsanı ve
özgürlükleri değil de devleti ve otoriteyi merkeze alan siyasi akıl yanlı-
larıyla, insanı ve özgürlükleri merkeze alan siyasi akıl taraftarları farklı
siyasi görüşte olsalar da bir arada bir tarafta mı toplanıyor? ‘Evet’ ve
‘hayır’cıların gerekçelerini de aşan bir siyasal akıl arka planının varlığı
da söz konusu mudur? Bu referandumun salt bir kısım anayasa madde-
lerinin oylamasının ötesinde bir anlam derinliğinin olduğu kanaatinde-
yim.
Kemalist totaliter yapı iktidarı mutlak anlamda ele geçirdiği (ikinci mec-
lis) günden beri baskı ve zorbalıkla halkı yönlendirmeye ve yönetmeye
çalışmaktadır. İktidarın halk tarafından zayıflatıldığını düşündüğü anda
ise darbelerle kendini yeniden sağlama almaktadır.
En son anayasa da 12 Eylül darbesinin dayatmasıdır. Hatırlanacağı gibi
cunta, halkı tepeden tırnağa yeniden dizayn etmeye başladı. Hazırladığı
REFERANDUM TARTIŞMALARI 69
anayasa, devleti ele geçiren cuntacılara, oluşturduğu kurumlara ve bu
kurumlar eliyle devlet adına işlenecek cinayetlere, toplum mühendisliği-
ne her türlü imkân ve manevra alanını açacaktı.
Cuntacılar Kemalizm ilkeleri doğrultusunda yeni bir halk var etmenin
çabasına koyuldular. Halkın her türlü değer yargısı, inançları aşağılandı.
Üniversiteleri, okulları yeniden dizayn ettiler. Birçok üniversite hocasını
kapı dışarı ettiler. Yerlerine ise cuntayla emir komuta ilişkisi içindeki
bilim adamı kisveli ajanları yerleştirdiler.
Toplumsal ve düşünsel hayatı yasaklarla ördüler. Askerin ve polisin eline
alabildiğine imkânlar verildi. Sorgusuz sualsiz tutuklamalar, tehditler,
gözaltılar ve işkenceler daha düne kadar devam etti. 12 Eylül siyasi
görüş ayırt etmeden insan onuruna karşı insanlıktan nasibini almamış
ruh hastası bir grubun tezgâhıydı.
Referanduma ‘evet’ diyenler gerekçelerini paketin içinde var olan deği-
şikliklerden çok; baskıya, işkenceye, fail-i meçhul cinayetlere, dayat-
malara ve totalitarizme evet dediklerinin altını çiziyorlar.
‘Hayır’cılar ise cumhuriyetin temel değerlerine, Türklüğe ve ülke bütün-
lüğüne karşı ihanet anlamına gelen bu referanduma karşı çıktıklarını
söylüyorlar.
Altını çizmeye çalıştığım şey ‘evet’çilerin ve ‘hayır’cıların gerekçelerinde
yatmaktadır. Referandum maddeleri bir tarafa, referandumun taraflar
açısından nasıl algılandığını gözden kaçırmamak gerekiyor.
70 REFERANDUM TARTIŞMALARI
vermiş olduğu bir aidiyetle iktidarın yanında olmanın gerekliliğinden
sayarak referanduma destek vermektedirler.
Öte yandan Kur’an’ın kendilerine ertelenemez bir şahitlik görevi yükle-
diğine inanan İslami kesimler insan fıtratının korunması, zulüm ve ada-
let perspektifinden bakarak olayı ele almaktadırlar. Bu ülkede sistem
tarafından işkence, baskı ve zulüm altında tutulan tüm kesimlerin in-
sanca ve insan onuruna yakışır bir muameleye tabi tutulmaları yönün-
deki her olumlu tavır mazlumlar adına bir kazanç, zalimler adına ise bir
geriletme ve kayıp sayarak sistemin ürettiği zulümlere karşı politikalar
geliştirmekte, stratejiler üretmeye ve cephesel dayanışmalar, ittifaklar
kurmaya çalışmaktadırlar.
Aslolan Rabbin kullarına yeryüzünde özgürce ve insan onuruna yakışır
bir hayat sürecek ortamın sağlanması mücadelesidir. Bunun dışındaki
her şey bu kazanımın sonuçlarından başka bir şey değildir.
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
Rejimle Hesaplaşmanın
Yolu Referandum
Değildir
HAMZA ER
REFERANDUM TARTIŞMALARI 71
nitelikleri olarak neler tespit edilmiştir? Bu soruların ışığında 82 Ana-
yasasının 90 yıllık rejimin yakın döneme yansımasından başka bir şey
olmadığı görülebilmelidir. Bizim gündemimiz, halka bu acılan yaşatan
zihniyet ile hesaplaşarak, toplumun tevhidi hakikatleri kavramasına en-
gel teşkil eden, hayatın her alanını kuşatan uygulamalarına son vermek
olmalıdır.
Rejimin tarihî sindirme sürecini görmezden gelerek, kendi gündemimiz
ve hesaplarımızdan koparak, sadece darbe karşıtlığı ve özgürlük alan-
ları sloganlarının peşine takılmak affedilemez bir unutkanlıktır. Özellikle
AKP eliyle yürütülen bu projenin sonucunda Müslümanlar sistemle ba-
rıştırılmak istenmektedir. Referandum bu bansın zirvesi olacaktır.
Daha düne kadar sistem içi mücadele meşru mu, değil mi tartışmaları
yaparak sandıklar değerlendirilirken, bugün tartışmalar bu bağlamda
değerlendirilmemektedir. “Sistem içi mücadele yöntem olarak nebevi,
Rabbani değil.” ikazlarımız artık komik gözükmeye başlamıştır. Çünkü
hedefler hedef olmaktan çıkmış, sistem içi mücadelenin taktiksel bir
yöntem olduğu mazereti de anlamsızlaşmıştır. Toplumun, devletin İsla-
mileşmesi talepleri rafa kalktığından, demokratik devlet, adalet devleti
söylemleri yetinilmesi gereken olduğundan, onun kendi iç hareket alan-
larını sorgulamak artık anlamsızdır. Çünkü hedef bâtıl olduğu için yön-
temden söz etmenin gerekliliği de kalmamıştır.
Bu tespitlerden, Müslümanların etraflarında yaşanan gelişmelere du-
yarsız, ilgisiz kalmaları anlamı çıkarılmamalıdır. Müslümanlar olarak her
şart altında, tevhidi, İslami kimlik ve ilkelerimize sadık kalarak nefsimizi
ve tüm Müslümanları, vahyin ölçüleriyle uyarma ve ıslah etme sorum-
luluğumuzu ciddiyetle yerine getirirken, egemen yapının kendi yapısal
değişimlerini takip etmeli, iç istişarelerimizde bunun değerlendirmeleri-
ni yapmalıyız. Mücadele alanlarımızın açılması, hareket imkânlarımızın
çoğalması noktasındaki girişimler tabii ki temenni edilebilir. Her alterna-
tife göre strateji belirlenebilir. Ama bu temenniler, propaganda ve aktif
katılım aşamasına geçmemelidir. Resulullah (s) ve ashabı, Ebu Talib’in,
Habeş kralının ve Rum ordusunun askeri ve propagandisti olmayarak
bağımsız İslami kimliklerini inşa etme faaliyetlerini terk etmemişledir.
Sadece işlerini daha iyi yapabilme adına gözlemde bulunmuşlar ve
adımlarını ona göre atmışlardır.
Referandum sürecinde, demokrasi, özgürlük, insan haklan gibi söy-
lemlerin sahiplerine kendi inandıkları değerlere karşı samimi olmalarını
hatırlatabiliriz. Ancak İslami çalışmalar içerisinde bilinç kazanan, ye-
tişmiş Kur’an neslinin fertlerine çağrımız, nesli olmakla övündüğümüz
Kur’an’ın o net beyanından başka bir şey olmamalıdır: “Onların deme-
lerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla (düşünce
ve eylem bakımından köklü bir tutum) ile kopup ayni. “(Müzzemmil,
73/10)
72 REFERANDUM TARTIŞMALARI
Neden Referandum Çağrısının Tarafı Olmamalıyız?
Devlete egemen olan Kemalist rejim, İslami değerlere savaş açmış ve
ağır dayatmalar sonucunda varlığını sağlamlaştırabilmiştir. Bu toprak-
ların mayası olan İslami hayat tarzı tek düşman ilan edilmiş, belki de
işgal ordularının bile göze alamayacağı tahribatlar, katliamlar sergile-
nerek yönünü Batıya çeviren, laik bir ulus devlet inşasına kalkışılmış-
tır. Bu sistem İslam’a ve Müslümanlara yabancı, dayatmacı, işgalci bir
zihnin ürünüdür. Müslümanların, kendilerini hidayete sevk etmek üzere
gönderilen kitapları Kur’an’a bakarak, yaşadıktan toplumu ve egemen
olan anlayışları tanımlamaları ve ona göre bir tavır geliştirmeleri gerek-
mektedir. Bizler bu kaynağın ışığında, günümüz sisteminin bir cahiliye
sistemi, tâğûti sistem olduğunu görebilmeliyiz. İmanın ilk adımı ve pey-
gamberlerin ortak gönderiliş gayesi, insanları tâğûta kulluktan kaçın-
dırmaktır. Bu sebeple bütüncül ve bilinçli bir kopuş yaşamamız gereken
cahiliye sistemiyle aidiyet oluşturacak tüm girişimler reddedilmelidir.
Belli aralıklarla önümüze konan sandıklar ve seçim davetleri de bu gi-
rişimlerdendir. Rejim, sandığı kendine bağlılığın test edilmesi olarak
görmekte, vatandaşlık bilinci kazandırdığı insanların sayısının artmasıy-
la da dayatmalarla başlattığı hâkimiyetinin kemale erdiği mutluluğuna
sahip olmaktadır. Laik, Kemalist, ulusal sistemi meşrulaştıracak vatan-
daşlık görev davetlerini, böyle bir sistemin vatandaşı olmayı kabul et-
mediğim için reddediyorum.
Devletin yeni anayasasını oluşturacak olan referandum çağrısında, tar-
tışılanın ve oylanacak olanın bir hüküm kitabı olduğu gerçeği gözlerden
kaçmamalıdır. Temel kısmı darbecilere ait kalan, bazı tasımlan liberal-
demokrat hükümetlerce değiştirilerek 1982’den beri 28 yıldır delik de-
şik edilen mevcut anayasa ile ilgili, şimdi de dünyadaki normlara paralel
olarak bazı şekil verme çabalarını görmekteyiz. Toplumun ifsadından
başka bir işe yaramayan ve yaraması da beklenmeyen cahiliye siste-
minin hüküm kitabının oylanması davetini, hükmün sadece Allah’a ait
olduğu inancımdan dolayı reddediyorum.
Eski haline göre görece olumlu bazı maddelerin yeni pakette bulunduğu
açıktır. Fakat rejimin hiçbir zaman emekliye ayrılmayan hukukçuları,
paşaları ve eski başkanları, ürettikleri teorilerle bu yeni maddelerin işle-
vini daraltmakta, böylece örneğin 12 Eylül darbecilerinin yargılanmala-
rının mümkün olmadığı yorumları yapılmaktadır. Birbirinden farklı birçok
konuyu içeren anayasa paketine, sadece Anayasa Mahkemesi ve HSYK
üzerinde yapılacak değişiklikler sevdasıyla yönelerek darbe ve darbeci-
lerin safında olmama gerekçesiyle ‘evet’ oyu verecek olanlar, düzenin
bu kaygan ve kaypak yönünü göz ardı etmektedirler. Herhalde sürekli
olarak AKP veya onun çizgisinde bir partinin hükümet olacağı sanılmak-
tadır. Bu sebeple, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nm üye sayılarının art-
ması, cumhurbaşkanının, meclisin ve adalet akademisinin bu üyelerin
belirlenmesinde etkinliklerinin olacağı ümit olarak görülmektedir. Oysa-
REFERANDUM TARTIŞMALARI 73
ki sistem temel unsurları ile karşımızda durmaktadır. Yürürlüğe girmeye
aday kanunlar da diğer tüm kanunlar gibi temel unsurların muhafazası
adına ucube yorumlarla ihlal edilme ve delinebilme durumunda olacak-
tır. Eğer göz yumulan ve uygunluğuna onay verilen bazı değişiklikler
varsa da bunların sistemin tıkanan noktalarının açılması için yürütülen
restorasyon çalışmalarından öte bir durum olmadığı aşikârdır. Bir anlık
heyecan ve iç fısıltılarla sandık başına gidecek olan Müslümanlar sa-
dece yitirdikleri ile kalacaklardır. Tırnaklarımızla kazıyarak modelliğini
oluşturmaya çalıştığımız İslami kimliğimiz bu süreçte zarar görecektir.
Sistemin kendi iç senaryolarına aldırmadan sadece kendi ilahi senaryo-
muzu tatbik etmeye çalışmamız gerektiğinden, tevhidi bakış, istikrar,
sabır, ilkelilik ve samimiyet gibi değerlerimizi yitirmemizin asla mümkün
olamayacağından dolayı referandum sandığını reddediyorum.
Gerek Rabbimizin kitabındaki ilkelerde, gerek bu ilkelere göre mücadele
içerisinde bulunmuş resullerin örnekliğinde, gerekse son nebi ve resul
olan Hz. Muhammed (s)’in pak mücadele sünnetinde, müşrik düzenlerin
temel niteliklerine yönelik sistem içi mücadele ve uygulamalara aktif
katıldıklarına dair tek bir uygulama ve açık kapı bulunmamaktadır. Ak-
sine, kendilerine yapılan uzlaşma ve beraber hareket etme tekliflerini
ellerinin tersiyle iterek toplumu tevhidi yönde dönüştürme görevlerine
devam etmişlerdir. Resuller bu tercihlerinde, yani mücadele yöntem-
lerinin sınırlarının çizilmesinde Allah (c)’tan bağımsız değillerdir. Bu
sebeple, resullerin mücadele örnekliğine ters olan, günümüz egemen
sisteminin Müslümanları kendisiyle barıştırma daveti olarak algılanması
gereken bu referandum çağrısını reddediyorum.
Rabbimizin bizlere yüklemiş olduğu şahitlik görevi, müşriklerin hayat
tarzı ve uygulamalarından tam bir kopuşu ve ısrarla tevhidi hakikatleri
net bir biçimde ortaya koymayı gerektirir. Vazifemizin, kulluğumuzun
temelim bu oluşturur. Bizler Allah’a, bu görevimizin farkına varıp vara-
madığımız, yerine getirip getiremediğimiz hususunda hesap vereceğiz.
Bu referandum sürecinin peşinden koşulmasını, tevhid ve adaletin şa-
hitleri olma görevime zarar vereceğinden dolayı reddediyorum.
Sistem içi iyileştirme olarak görülen bu sürecin kumandasında da baş
aktörlerin olduğunu, AB normları, BOP gibi proje sahiplerinin üzerimi-
ze yeni dünyaya ait yeni bir elbise biçtiklerini görebilmekteyiz. Üzerine
hesapların yapıldığı Ortadoğu ve Yatan Asya bölgesi üzerinde model
ve uygulayıcı konumunda olan bir ülkenin içerisindeki dikta anlayışla-
rının tasfiye edilmesi ve iç hesaplaşmaların, emperyalist projelerden
bağımsız olmadığı bilinmelidir. Çağımıza yönelik hazırlanarak vizyona
sokulmaya çalışılan, başrollerinde emperyalistler ve işbirlikçilerinin yer
aldığı filmde, mustazaf halka biçilen rolü figüranlık olarak gördüğümden
dolayı oy kullanmayı reddediyorum.
Referandum ve seçim davetlerini, kirlenmemiş, sabırla yürüyen ve ge-
lişen, anlık heyecanların rüzgârına kapılarak mahcubiyet ve pişmanlık
74 REFERANDUM TARTIŞMALARI
yaşamamış, keşkeleri olmayan, tevhidi ilkeleri öncelemiş, gelecek nesil-
lere miras olarak bırakacağımız örnek bir İslami hareketin var olabilme-
si adına reddediyorum.
Müslümanlar olarak çok önemli sorumluluklarımız bulunmaktadır. Bu
sorumluluklar, ancak Müslümanların bir araya gelebilmesiyle planlı ve
etkili hal alabilmektedir. Her 4-5 yılda bir farklı bahanelerle üzerimizde
estirilen seçim rüzgârı, Müslümanların arasına tartışma ve ayrışmayı
sokmaktadır. Bu dönemlerde enerjilerimiz boşa harcanmakta, küskün-
lükler ve kopuşlar görülebilmektedir. Sistemin kendi iç davetlerini, bize
kendi işimizi unutturduğundan, yola çıkış gayelerimizin üstünü örten,
hedeflerimizi kaybettiren bir sürece bizleri yönlendirdiğinden dolayı red-
dediyorum.
Üniversitelerde ve birçok mesleki alanda başörtülü olarak yer almanın
yasak olduğu, Kur’an öğreniminin 13 yaşma kadar engellendiği, okul-
larda resmi ideolojinin çocuklarımıza kendini her yönüyle dayattığı,
dinî değerlere savaş açmış ve aynı zamanda kirli bir savaşın tarafı olan
askeriyeye katilimin zorunlu olduğu çok açıktır. Müslümanları direkt
ilgilendiren bu konular asla gündeme getirilmemekte, bu sorunların
çözümüne yönelik hiçbir girişimde bulunulmamaktadır. Bu toplumun
gerçeği, temel harcı olan İslami hayat tarzımıza yönelik en ufak bir
saygı gösterilmemekte, Müslümanlar bu ülkede yokmuş gibi hareket
edilmektedir. Müslümanları görmezden gelenleri ben de görmezden
geliyor ve gündemlerini gündemim yapmayacağım için sandığa gitmeyi
reddediyorum.
Şehadetinin 44. yılında üstad Seyyid Kutub’un o tavizsiz duruşuna gıpta
ile bakıyor, namazda Allah (c)’ı birleyen elim, tâğutun bir hükmünü dahi
tasdik edemeyeceği için, önüme konan sandığı reddediyorum.
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
REFERANDUM TARTIŞMALARI 75
Müslüman, Yaşanan
Duruma Bigâne
Kalamaz!
ÖZCAN GÜLTEKİN
76 REFERANDUM TARTIŞMALARI
tabi ki mümkün. Hatta bu durum onların varlık gerekçeleriyle örtüş-
mektedir. Ancak, oldu olası maraba muamelesine layık görülen, sistem
içinde kimlik ve kişilik sorunu yaşamış hor ve hakirlerin, yapıya itiraz-
larından dolayı zulme uğramışların, mağdur bırakılmışların haklarını
korumak ve onları temsil iddiasında olan STK’Iarın kısmi de olsa ana-
yasal değişikliğe muhalefet etmeleri bir garabet, kendi içinde izahı zor
bir çelişki arz ediyor. Varlık gerekçeleri temsil ettikleri kitlelerin hak ve
özgürlük alanlarını genişletmek, devlet aygıtı karşısında korunak oluş-
turmak, güç odaklarına karşı sahip oldukları maddi-manevi değerleri
müdafaa etmek olduğu halde müntesiplerinden devşirdikleri güçle sta-
tükonun devamına katkı sağlamaktadırlar. Mesela; BDP, Diyarbakır zin-
danlarında kendilerine reva görülen işkencelere rağmen 12 Eylülcülerin
yargılanmasını öngören referandumda sandığı boykot kararı aldı. MHP,
darbecilerin sürgün, işkence ve darağacında sallandırdığı ülkücülere
rağmen referandumda hayır cephesi oluşturarak statükocu yüzünü bir
kez daha gösterdi. Bu durumu müntesiplerine izahta zorlanan mezkûr
siyasi yapılar önümüzdeki süreçte sorgulanmalı, gaflet ve ihanetleri
deşifre edilmelidir.
Muhakkak ki Müslümanlık bağımsız bir kimliktir. Nevi şahsına münhasır
bir faaliyet alanı oluşturur. Bireysel sorumluluk üzerine kurulu toplum-
sal yapılanmaya doğru evrilen bir süreçtir. Nitelik ve niceliğe göre biçim
alabilen ve yapının her aşamasında hukuki çerçeveyi belirleyebilecek
içtihat yeteneğine sahiptir. Müntesibini güç yetirilemeyecek şeylere kar-
şı sorumlu tutmayan, eylemlerini ise neticeden ziyade niyet, samimiyet
ve gayret derecesine göre değerlendiren bir mantaliteye sahiptir.
Yaşadığımız coğrafyada gelinen bu aşamada ideal olanla reel olanı ay-
rıştırmak gerektiğini düşünüyorum. Parçası olduğumuz yapının ne bani-
siyiz ne de muhafızı olabiliriz. Ancak üzerine doğduğumuz verili ortam-
da her şeye rağmen hayat devam ediyor. Üzerinde yaşadığımız coğrafya
geçmişin bakiyesi, evvelkilerin bize kültürel mirasıdır. Herkes kadar sa-
hibiyiz bu bakiyenin. Hiçbir bireyin, hayatını ne şekilde idame ve ikame
etmesi gerektiğine dair tayin ve tanzimde bulunulan bir faaliyete seyirci
kalması düşünülemez. Bu noktada meselelere bigâne kalma hakkımız
da şansımız da yoktur.
Mevcut anayasal yapı toplumun kahir ekseriyetinin iradi bir tercihi ol-
madığı halde rızamız dışında hayatımızı tayin ve tanzim etmeye devam
etmektedir. Gayri memnunların anayasal yapıyı kökten değiştirme ve
iradi bir tercih koyma şansı hiç olmadı. Yakın zamanda olma ihtimali
de görünmemektedir. Ancak bugün için bütünün bazı parçalarını de-
ğiştirme imkânı sunulmuş durumda. Önümüze konan kısmi değişiklik
metnine önce kayıplar sonra kazançlar açısından bakmak lazım. Kar-
şılaştırdığımız zaman yeni metinde eski maddelerin daralttığı hak ve
özgürlüklerin kullanım alanlarının genişletildiğini, kurum ve kurulların
yapısının lehte değiştirildiğini görmekteyiz. İdeal olamasa da tamamen
toplumun lehine bir içeriğe sahip olduğu için “Yetmez ama EVET” dene-
REFERANDUM TARTIŞMALARI 77
bilir bir metin...
Yola koyulmuş yolcunun atığı her adım kat edilmiş bir mesafedir. Ulaş-
mış sayılmasa da attığı her adım menzili yakın-etmiştir. Vardığı mesafe
tekrar yola koyulmak adına tahkim edilmesi gereken bir pozisyondur.
Mola vermiş olsa da yola koyulmuş, yoldan koyulmuştan daha iyi vazi-
yettedir.
Rabbimiz basiretimizi ve yolumuzu açık etsin.
KAYNAK: Haksöz Dergisi Ağustos-2010 sayısı
ZALİM OTORİTEYİ
REDDEDİYORUZ!
COŞKUN UZUN
78 REFERANDUM TARTIŞMALARI
rıyla değil, aksine onlarla çelişen, fıtratı reddeden, kendi yanınızdan icat
edip uydurduğunuz, fısk, zulüm, şirk, isyan ve küfür içeren beşerî, indî,
cahilî değer ve ölçülerle hükmedeceksiniz!
Değil mi ki; Hüküm ve hakem olarak, otorite ve belirleyen olarak yara-
tan, yaşatan, yöneten olarak Allah(cc) ve Rasülü’nün adını bu yönüyle
asla ağzınıza bile almayacaksınız!
Değil mi ki; Bizlere resmi ideolojiyi, Ilımlı-Amerikancı İslâm’ı, Devlet
tanrısını, Demokrasiyi, Allahsız ve kitapsız bir eğitim sistemini, liberal
ve modernist bir hayatı dayatacaksınız!
Değil mi ki; Vergisini aldığınız her kazancı kutsal sayacak, vergisini
vermeyeni haram işlemekle itham edecek, vergi rekortmeni, genelev
işletmecisi, kadın pazarlayan Manukyan ve benzerlerini öve öve bitire-
meyeceksiniz!
Değil mi ki; Irkçılık, Türkçülük, Kürtçülük, Ulusçuluk yapıp çağdaşlık
maskesi altında bunu pazarlayacak Resmi tarih yalanlarıyla devletçilik
yapacak, zavallı halkı devletin emrine amade köleler olarak göreceksi-
niz!
Değil mi ki; Modern putlar, heykeller edinerek Allah(cc) ayrı bunlar ayrı
diyerek, sermayenin/paranın dini/imanı olmaz diyecek, yesinler diye
putlarınıza adaklar, çiçekler ve kurbanlar sunacaksınız!
Değil mi ki; Allah(cc) her anıldığında yüzünüz ekşiyerek kamusallarınızı,
dokunulmazlıklarınızı, haramlı/hormonlu, ayrıcalıklı özel mülklerinizi ha-
tırlayacak ve bizleri sindirip ezmek için olur olmadık sebeplerle, sudan
bahanelerle tehdit edeceksiniz!
Değil mi ki; At izi ile it izi birbirine karıştıkça atalarınıza daha bir öy-
künerek itleri atlara tercih edecek, değil kedileri, aslanları bile farelere
boğduracak, keyfiniz ve çıkarlarınız için her şeyi alt üst edeceksiniz!
Değil mi ki; Oy oy diyerek oyalayacak, insanlığınızdan geçecek ve se-
çimlerden geçinerek parti malı olacak, parti parti alıp satacak, serveti-
nize servet katacak, demokrasinizi ilahlaştıracak, ilahlarınıza istemedi-
ğiniz hiçbir şeyi asla şirk koşturmayacaksınız!
Değil mi ki; Zevk, haz, eğlence ve şehvetin binbir türlü versiyonunu,
tüm makyajı, cazibesi ve ayartıcılığıyla toplumun saf damarlarına, gece-
gündüz durmadan; modernlik, çağdaşlık diyerek, kapitalistçe pompala-
yacaksınız!
Değil mi ki; Allah(cc)’ın kitabı Kur’an’a göre içki, faiz, şans oyunları ve
REFERANDUM TARTIŞMALARI 79
kumar men edilmiş olan günahlar iken ve kesinlikle yasaklanan birer
haram, kötülüğün ve zulmün kaynağı iken size göre bunların hepsi öz-
gürlük olarak değerlendirilip meşru ve serbest kalacak!
Değil mi ki; Allah’a ortak koşmak olan Şirk en büyük zulüm olduğu hal-
de, sizin kutsallarınıza göre inanç ve düşünce özgürlüğü olacak, isteyen
istediği her şeyi umarsız, arsız, pervasız, hayâsızca Allah(cc)’a şirk ko-
şacak ve bunun adı da bireysel tercih olacak!
Değil mi ki; Alan razı veren razı olduktan sonra; başta zina ve daha
sonra akla gelebilecek her türlü cinsel sapkınlıklar, çapkınlık, marifet
ve yönelimler olarak değerlendirilecek, nesil/fıtrat tahrip edilecek ve
sonuçta sapla saman, şapla şeker sizlerin sayenizde birbirine karıştırı-
lacak!
Değil mi ki; “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer
uğrunda ölen varsa vatandır” diyecek ve (Allah(cc)’ın Rasülü Medine/
toprak için savaşıp ölen cahiliye ölümü üzere ölmüştür, şehit değildir
derken) kıymeti kendinizden menkul kutsallar oluşturarak kabul etme-
miz için karşımıza dikecek, bunları reddedenleri reddederek, marjinal
görecek, sakıncalı ilan edecek, olmadı vatan hainliğiyle yaftalayacak ve
sonunda da düşman ilan edeceksiniz!
Değil mi ki; Canla başla, gece gündüz çalışarak, biriktirdiğimiz parala-
rımızla ve köy köy, şehir şehir, kapı kapı dolaşarak, hayırseverlerin alın
teri ve helâl kazançlarından, kendi emeklerimizle inşa ettiğimiz bütün
camilere, oralarda kendi borunuzu itirazsız ve rahatça öttürebilmek için
önce el koyacak, daha sonra elimizden alacak ve Diyanet’e bağlayacak,
kendi memurunuzu atayacak, abdestsizliğinize, laikliğinize, milliyetçi ve
ateistliğinize bakmadan, üstüne üstlük bir de bize din öğretmeye kalka-
caksınız!
Değil mi ki; Önce işgal edip sonra da el koyduğunuz camilerimizin
kürsü ve minberlerinden, küfrün önderlerine dualar edip, utanmadan
methiyeler düzecek, isyana, tuğyana, zulme ve nihayet küfre götüren
sisteminizin bekâsı ve selâmeti için el açıp Allah(cc)’a dûalar edecek,
bizlerden de bu yalakalık ve omurgasızlık ürünü şarlatanlığa amin de-
memizi bekleyeceksiniz!
Değil mi ki; Zavallı halkın ve Müslümanların dertleriyle, ızdırapları ve
sorunlarıyla, çektiği çilelerle, ezilmişlik ve sömürülmüşlükleriyle değil
de, insan yerine konulmamaları ve istismar edilmeleriyle değil de gasp
edilmiş haklarıyla değil de, fakirleştirilmesiyle değil de tam tersine,
kendi ensenizi kalınlaştırmakla, gününüzü gün etmekle, göbeğinizi ka-
şımakla, garibanların ensesinde boza pişirmekle, keselerinizi ive kasa-
larınızı doldurmakla, birilerinden esirgemediğiniz tavukların ne zaman
80 REFERANDUM TARTIŞMALARI
kazlara dönüşeceğini merak etmekle, kırk yıl sonra yiyeceğiniz tatlının
hayalini kurmakla meşgul olacaksınız!
Değil mi ki; Allah(cc)sız, kitapsız, tek dünyalı ve ahiretsiz, seküler,
kapitalist bir hayatı modernlik, çağdaşlık ve medeniyet adı altında, sırf
bizim iyiliğimize(!), bir an önce meşrulaştıracaksınız!
Değil mi ki; Ramazan’da Müslüman, Şevval’de demokrat olacak,
Zilhicce’de Hacc’a giderken, Ağustos’ta sahil ve kumsallarda anadan/
yarı üryan bir şekilde boylu boyunca devrilecek, yeridir diyerek diplo-
matik toplantılarınızda kadeh kadeh devirecek, ‘devlet malı deniz ye-
meyen keriz’ diyecek, yetim malı ile semizleşecek, utanmadan bizlere
müslümanlık taslayacak, üstüne üstlük bir de çelişkiler kumkuması bey-
ninizle, kalbinizin temizliğinden dem vuracaksınız!
Değil mi ki; zavallı halkımızın sisteminize olan sadakat ve bağlılığını ölç-
mek için her 4-5 yılda bir önüne seçim sandığını getirecek, zorla ve hile
ile şehadet parmaklarını lekeleyerek bizim üzerimizden çıkar çarkınızı
meşrulaştırmak için her türlü sosyal/siyasi/ekonomik/medyatik entrika-
yı çevireceksiniz!
Değil mi ki; kimileri daha eşit, kimileri daha haklı, kimileri daha güçlü,
kimileri daha ayrıcalıklı, kimileri daha korumalı, kollamalı olacak!
Değil mi ki; Bir tane yezidin hatırına, binlerce masum ve yiğit
Hüseyin’in kanına girmekten bir an olsun geri durmayacak ve çekinme-
yeceksiniz!
Değil mi ki; Halkın hangi inanca sahip olup neye inandığı, nasıl bir ha-
yat anlayışına sahip olduğu, nasıl bir siyaset ve yönetim şeklini, hangi
ilkelerle istediğini asla önemsemeyecek ve tepeden inme din, inanç,
siyaset, yönetim dayatacak, bilerek ve isteyerek demokrasinizi de par-
lamentonuzu da kutsayacaksınız!
Değil mi ki; Halkın büyük çoğunluğu açlık ve yoksulluk sınırının altında
asgari ücret tarifesiyle terbiye edildikleri bir hayata mahkûm edilirken,
bir kişiye on pul, on kişiye bir pul hesabıyla, zenginlerin daha zengin,
fakirlerin daha fakir oldukları bir sistem kök salacak; cepleri ve kasaları
dolu, geçim sıkıntısı nedir ömründe hiç görmemiş ve bilmeyen, çerez
niyetine en as asgari ücret kadar harcama yapan gamsız, tasasız, mü-
reffeh insanlar, zavallı halkımız için asgari ücreti tesbit edecekler!
Değil mi ki; Baba ocağından, ana kucağından, yurdundan/yuvasından,
eşinden/aşından koparıp askere aldığınız yiğitleri ve delikanlıları aile-
lerinden birer emanet olarak aldığınızı unutacak, köleniz veya esiriniz
sanacak, onların can güvenliğini dahi sağlamaktan aciz kalıp, askerini
REFERANDUM TARTIŞMALARI 81
bile koruyamazken, birileri de kahraman ordu hayalleriyle şişinecekler!
Değil mi ki; Muhkem kaleler gibi inşa edilmiş (şehir merkezlerinde, gü-
venli ve risksiz bölgelerdeki) Askeri sosyal tesislerde, gazinolarda, golf
sahalarında ayrıcalıklı ve torpilli kimi gençler vatani görevini yapacaklar
ve buraların etrafında kuş uçurulmayıp, yamaçlarına bile kimsecikler
sokulamazken, sıradan vatan evlatlarının görev yaptıkları (terör bölge-
sinde, riskli ortamlardaki) birlik ve karakollar da adeta kâğıttan/karton-
dan binalar gibi inşa edilerek, kuş uçmaz kervan geçmez yamaçlarda
korumasız ve savunmasız kalacaklar!
Değil mi ki; Bir kişinin bile burnu kanamaması gerektiği halde, ölen
askerler hep gariban vatandaşın, Anadolu insanının torpilsiz, kıymetsiz
sıradan evlatları olacak ve hiçbir bürokratın, rektörün, vekilin, elitin,
zenginin, siyasetçinin, generalin sıra dışı ve kıymetli oğlu olmayacak!
Değil mi ki; Resmî internet sitelerinde “dağa çıkmış birkaçyüz çapulcu”
olarak tarif ettikleri, türlü zaaf ve eksikliklerle malul bu bölücü terörist-
lere karşı, dünyanın sayılı düzenli ordularının başında gelen ve bütçe-
den aslan payını almasına, elinin altında her türlü imkân ve teknoloji
olmasına rağmen on yıllardır ağır kayıplar vererek, kan ve can kaybe-
decek, terörün belini kırarak bir türlü bitiremeyecek ve birilerinin yıllar-
ca bu durumdan beslenip semirmesine fırsat verilecek!
Değil mi ki; Ailesinden ocağından koparılıp alınan gençlerimizin, Pey-
gamber ocağı(!) denilen kışlada imanına/inancına göre ibadet etme-
meleri için, akla ve hayale bile sığmayacak türden engeller çıkararak
analarından emdiği sütü fitil fitil burunlarından getirdikleri yetmiyormuş
gibi, oğullarını ziyarete gelen anne ve babalarını da hizaya sokmaya,
onların üzerinden askerin sivil üzerindeki nüfuz ve gücünü ispatlamaya,
vatanın gerçek sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin de ikinci ve
üçüncü sınıf insan ve vatandaş statüsünde olduğunu ispat edercesine
bir kasıt içerisinde olunacak!
Değil mi ki; Ömürleri boyunca değil bir gün boyunca, bir dakikalığına
bile asker olmayacak, hatta kışlanın yüzünü dahi görmeyecek olan kız-
larımıza, Milli Güvenlik Derslerinde dikkat çekerek/çektirerek askeri ve-
sayet ve tahakkümü dayatıp, askerlik, rütbeler, ordu ve organizasyon-
lar, kahraman Türk Ordusu hakkında eğitim vererek, hele hele İmam
Hatipli kızlar için özel bir psikolojik işkence ve ayrımcılık anlamına gelen
pervasız zulümlerle, başörtüsü üzerinden din ve dindarlarla hesaplaş-
maya varan Allah, Kitap ve din düşmanlığını hepimizin gözlerinin içine
bakarak yapacak ve sınıflardan, derslerden atacak olduktan sonra!
Değil mi ki; Eğitim özgürlüğünün, sivilliğin, bilimselliğin devlet eliyle
baltalanması anlamına gelecek, (hemen birçok insanın acilen uygula-
madan kaldırılması için hemfikir oldukları) Milli Güvenlik Derslerinin
82 REFERANDUM TARTIŞMALARI
zorunluluğu sayesinde, askerlerin tüm öğrenciler üzerinden sivillere bir
kat daha tahakküm ederek, tepeden bakmasını temin edeceksiniz!
Değil mi ki; Askerlere, askeri okullardaki öğrencilere, sivil kıyafetli/kim-
likli, üniformasız insanlar veya eğitici uzmanlar tarafından, sivil hayata
veya herhangi bir konuya dair gerçekçi, yapıcı, kaynaştırıcı, eğitici ve
öğretici dersler vermesi gibi son derece güzel ve şık duracak bir uygu-
lamayı, sistemin sahipliğini yapanlar, hayal bile edemeyecekler!
Yapar gibi görünerek yakıp, yıkmak, yok etmek, ayrımcılık, bölücülük,
saltanat sarhoşluğu, halka ve Hakk’a rağmencilik dedikleri şey bu olsa
gerek…..
Müslümanlar; Kur’an ve Sünnet ekseninde bir var oluş mücadelesi or-
taya koyup, hayatlarına geçirmek için ibadet aşkıyla çalışırlarken, aynı
kendinden önceki ümmetler veya Peygamberlerin başlarından geçtiği
gibi; çeşitli gaileler, musibetler, belâlar, sıkıntılar, ızdıraplar, tavırlar, çile
ve kederler onların da üzerlerinden hiç eksik olmuyor. Bu ve yukarıda
anlatılanlar türünden gerçekleri hepimiz az ya da çok ama mutlaka bili-
riz.
Yani sınanmak, denenmek, çeşitli badirelerle samimiyet ve duruş tes-
tinden geçirilip imtihan edilerek ayrıştırılmak, bu yolun tüm yolcularının
paylaştıkları ortak kaderleridir.
Kur’an’daki “sizden olan emir sahipleri” ifadesini halâ; “aynı partiden
olmak, hemşehrilik, arkadaşlık, bir zamanlar bir yerlerde beraber ev
sohbetleri/kimi İslâmi çalışmalar yapmış olmak, kişisel hukukumuz/iliş-
kimiz bulunmak, İHL’li olmak,eksi/yeni milli görüşçülerden olmak, na-
maz kılıyor olmak, eşi başörtülü olmak……” gibi ölçü ve kıstaslara indir-
gersek, hapsedersek, bunlarla yetinir ve avunursak, bizden ne köy olur
ne de kasaba. Bu gidişle ve bu kafayla olamayız dostlar. Olsak olsak
birilerinin oy deposu oluruz. Potansiyel müttefik, müstakbel yol arkada-
şı, demokrat kardeşi oluruz. Fakat, asla dâva adamı olamayız…..
Hayatta yapılacak o kadar çok iş, yürünecek epeyce yol, tutulacak onca
nöbet, ulaşılacak o kadar insan, aşılacak o kadar çok engel, kurtarıla-
cak o kadar masum ve zavallı, karşı durulacak o kadar fasık, müfsit,
zalim, müşrik, kâfir, tağut varken, reddedilecekler mantar gibi çoğalır
ve kabul edilecekler ise hızla azalırken, kavramlarımızın içi bu kadar
boşaltılmışken…..
Allah(cc)’ın dinine yardım eden, İslâmi/Tevhidî kimliği kuşanarak müs-
lümanca bir hayat için canını dişine takabilecek, gözünü budaktan
sözünü dudaktan esirgemeyen müslüman, muvahhid ve mücahidler
olmakla, Allah(cc)’ı birlemek ve Allah(cc) için birleşmekle mükellefken,
REFERANDUM TARTIŞMALARI 83
zalimleri, fasıkları, kâfirleri, tağutları ve düzenlerini asla meşrulaştı-
ramaz, zavallı insanları bu sistemlere entegre edemez, onun oyun ve
oyuncağı yapamaz, demokratlaşamaz, kimseyi demokrasi minderine,
sistem içi oyunlara, araçlarına davet edemez, kimliğimizi sulandıramaz,
kimlik değerlerimizden taviz veremez, kavramlarımızın içini boşalta-
maz, Din’e dair iskonto ve ilaveler yapamaz, yıkmakla emrolunduğu-
muz beşerî/tağutî sistemlerin desteği, koltuk değneği olamaz, reddet-
memiz gereken tavizci/uzlaşmacı elleri öpemez, onları kendi ellerimizle
besleyemez, İslâm’a ve Kur’an’a göre temelden inşa etmekle sorumlu
olduğumuz, ifsat olmuş yapıların restorasyonuna, rehabilitasyonuna,
iyileştirilmesine, makyajlanmasına, tedavi edilerek ömrünün uzatılması-
na; iman iddiasında ve Tevhidî bilinçte olduğumuz sürece, asla ve hiçbir
şart altında, neler vaâd edilirse edilsin, neyle korkuturlarsa korkutsun-
lar, nasıl tehdit ederlerse etsinler hiç birisine eyvallah deme veya pabuç
bırakma gibi bir lüksümüz olamaz, olmamalı.
Önümüzdeki süreci bu bakış ve anlayışla değerlendirerek; tongaya düş-
memek rejime/sisteme, oligarşiye, zulüm otoritelerine karşı kimliğimiz-
den taviz verip saparak, savrulmamak, elimizi ve alnımızı lekeleyerek
kaybetmemek gerekiyor.
3/08/2010
KAYNAK: www.islamvehayat.com
Evet ya da Hayır
dayatması
MEHMET DURMUŞ
84 REFERANDUM TARTIŞMALARI
kilde. Tartışmalar en galiz küfürlerin havada uçuştuğu bir kutuplaşmaya
doğru hızla ilerliyor.
Bu arada yaman çelişkiler yaşanıyor. Liberaller, herkesi ya evet deyip
‘ak’lardan olursunuz, ya da hayır deyip ‘kara’lardan olursunuz cende-
resine almayı pek beceriyorlar. Peki, diyerek sormak istiyorum: hani
bugüne kadar onlar değil miydi, sosyal hadiselere siyah ve beyaz ikile-
mi ile bakmamak gerektiğini, başka renklerin de var olduğunu söyle-
yenler? Onlar değil miydi, siyah ve beyaz gibi iki ana renkten başka gri
ve tonlarının da var olduğunu imalı yollarla hatırlatanlar? Hani objektif
olmak gerekirdi, birlikte yaşam tecrübesi, çok kültürlülük gibi çağdaş
tanımlar vardı! Hani hepimiz aynı gemideydik, hani mahalle baskısı,
hepimizin(!) şikayetçi olduğu bir baskı unsuruydu! Müslümanlar tevhid-
şirk ayrımını tam olarak siyah-beyaz netliğiyle anlatırlarken ve duruş-
larını o netliğe göre tanzim etmeyi savunurlarken onları totaliter bulan,
insan haklarını hiçe sayan bir tutucu ideolojiye tutunmakla suçlayan o
liberal demokratlar değil miydi? Yani şunu mu diyeceğiz: siyah-beyaz
tonunda bir ayrımcılık İslam-küfür bağlamında Müslümanlar tarafından
yapılırsa kötü, demokrasi-ve diğerleri bağlamında liberaller tarafından
yapılırsa iyidir!
Bu kampanyada benim en çok dikkatimi çeken ve anlam vermekte en
çok zorlandığım, kimi İslamî grupların tutumudur. Daha şimdiden söz
konusu İslami gruplar, laik-demokratik cumhuriyeti, yeni anayasasına
evet diyelim çağrısıyla, koruyup kollamaya namzet görünüyorlar. Doğ-
rusu bu tamir edilecek anayasa Müslümanların nesi geliyor, anlamakta
güçlük çekiyorum.[1]
Bir Müslüman nazarında laik-demokratik bir anayasa ister eskisi, isterse
yenisi olsun, hiçbir şekilde oylama konusu olmamalıdır. Böyle bir ana-
yasaya ‘evet’ demek, o anayasanın tamamına onay vermek, onu tasdik
etmek, günahına ve sevabına(!) ortak olmak anlamına gelecektir. Bir
Müslümanın böyle bir vebal altına girmeye cüret etmesi çok büyük bir
iştir! Hayır demek dahi bir açıdan, bir kısmını beğenip, bir kısmını be-
ğenmemek gibi bir anlama geleceği için, ‘hayır’ dense de, hayırlı bir iş
değildir.
Allah’ın Müslümanlara buyruğu çok açık ve nettir. Allah, bütün toplum-
sal sorunların O’nun buyruklarına göre çözülmesini emreder. Müslü-
manlar, ihtilaflarını Kur’an’a ve onun açılımı demek olan sünnete götür-
mekle mükelleftirler. Demokrasi ise insanın zevklerini, heva ve hevesini
tanrılaştırmasıdır. Demokrasi, İslamsızlıktır.
Müslümanların da içinde bulunduğu kamuoyuna, 12 Eylül darbesinin
getirdiği zulüm, baskı ve işkenceleri göstererek, darbeci generallerden
intikam alınacağını, o dönemde bir şekilde zulme uğramış herkesin
REFERANDUM TARTIŞMALARI 85
referandumda evet oyu kullanması gerektiğini söyleyerek, yukarıda
değindiğim, oylamayı hiç gündemine almama tavrını değersizleştirmek,
ahlakî değildir. Bu, sadece zulümlerden zulüm beğenmektir. Evet cep-
hesini, Müslümanları da içine alacak derecede genişletmeyi düşünenler,
cephenin başrollerinde oynayan neo-nurcu vaiz liderin, Kenan Evren’i
cennete gönderen fetvasından geri adım atmadığını, o görüşünü de-
ğiştirip değiştirmediğini sorgulamalarını; Kenan Evren, referandumdan
evet kararı çıkması halinde bir kurşunla kendi işini bitirirse, onun hakka
yürüdüğünü belirten taziye mesajı yayınlayıp yayınlamayacağına dair
kesin bir şey söylemelerini beklerim. Bu ne yaman çelişki, bu ne utan-
maz bir pişkinliktir ki, 12 Eylül darbesine övgüler düzen söz konusu vaiz
ve taifesi, şimdilerde yeni anayasa reformu ile aynı cuntadan hesap
sorulacağı, intikam alınacağı yalanı ile bir kere daha halkı kandırma-
ya devam etmektedirler! Bu cepheye kim, nasıl güvenmektedir? Mavi
Marmara gemisi gibi sivil/insanî yardım girişimine bile katlanamayan,
Amerika ve İsrail’i rahatlatan mesajlar vererek, yükselen İslami öfkeyi
anında dağıtan bir liderlik(!), hangi anayasa reformu ile kimden hesap
soracaktır? Bu aptal yalana hangi zekiler inanmaktadır?
Kaldı ki, neden hesap sadece 12 Eylül darbecilerine sorulmaktadır? He-
sap sorulması gereken başka darbeciler yok mudur? Hesap sorulması
gerekenler silsilesinde 12 Eylül darbecileri listenin başında mı olmalı,
sonunda mı, o da tartışılmalıdır. Neden 12 Eylül darbecilerine hesap
sorulmaktadır da, İslam’ı laikleştiren, İslam’ı siyasallıktan tamamen
arındırmayı hedefleyen, kâfir düzenlerin din bastonlarına sorulmamak-
tadır? Yeni anayasa kabul edildiğinde, evet oyu veren Müslüman çevre-
ler, kimlerle aynı cephede aynı günaha ortak olmuş olacaklarına dikkat
etmekte midirler acaba?
Müslümanların, başkalarının temin ettiği bir takım ‘iyileştirilmiş’ şartlar-
dan medet ummaları, kendilerini bu yeni şartlara göre konumlandırma-
ları esef vericidir. Müslümanlar global sistemin düzenbazlıkları karşısın-
da bu kadar kolay çözülmemelidirler. Şimdilerde hemen her yerde yeni
anayasa oylaması konuşulmaktadır. Ne zaman bir seçim, referandum
v.b. olsa, ne zaman Cumhurbaşkanı yenilenecek olsa, Müslümanlar ara-
sında tam bir zihin karışıklığı yaşanmakta, o güne öğrenilmiş bütün öğ-
reti allak bullak olmaktadır. Yemin ederek söylemek istiyorum ki, Müs-
lümanların, yenilenmiş anayasa dönemlerine olan ihtiyaçlarından çok
daha fazla, sistem Müslümanlara muhtaçtır. Müslümanlar aslında çok
güçlüdürler çünkü İslam güçlüdür. İslam’la baş edecek hiçbir yeryüzü
kuvveti bulunmamaktadır. Müslümanlar kendi vaziyetlerini demokrasiye
göre değil, demokratik düzen kendi pozisyonunu Müslümanlara göre
belirlemenin hesabını yapmalıdır. Bu seviyeye gelmek, herkes bilsin ki,
biz Müslümanlara bağlıdır. Bunun için, öyle çok derin siyasî analizler
yapmaya, çok derinlikli siyaset uzmanı olmaya da hacet yoktur. Mu-
hammed (sav)’in son yirmi üç yılını dikkatli bir şekilde okumak bu iş
86 REFERANDUM TARTIŞMALARI
için yeterlidir.
05.08.2010
KAYNAK: www.iktibasdergisi.com
KİFAYETSİZ
TERCİHLER
HÜSEYİN ALAN
REFERANDUM TARTIŞMALARI 87
“benzeşmeye” yönlendiren bir atmosfer basıncına dönüştürüldü.
Bu arada gelişen olayların merkezine oturtulan “Kürt sorunu” araçsal-
laştırılarak kimilerinin özgürlük, barış ve demokrasi refleksini artırırken,
aslında liberalizmden başka ideoloji kalmadığını “tarihin sonu ” olarak
çok önceden ilan edenleri de haklı çıkartmaya yaradı(!). Gerçekte ise,
tüm sorunların anası olarak asıl sorun olan devletin-sistemin niteliği
başarılı biçimde göz ardı ediliyor.
Oligarşik iktidar yapısı dolayısı ile iktidar çevreleri tarafından kuşatıl-
dığını ve özgürlük imkânlarından mahrum bırakılarak dışlandığını veya
iktidar bloğunda hak ettiği yeri alamadığını düşünen ve dolayısı ile ken-
dilerini mağdur gören tüm sosyal gruplar, uluslar arası atmosferin de
katkısı ile tek başına baş edemediklerini düşündükleri Kemalizm’e karşı
duydukları öfkelerini de açığa vurma fırsatını yakalayıp rahatlamış ol-
dular. Böyle olmalı ki liberal-demokrat tezler ortak paydasında buluşan
tüm gruplar, topluca “muhalefet” etme atağına kalkmış gözüküyorlar.
Sosyal gruplardan her birisi dilediği muhalefet tarzını seçebilir, ortak
platformlar oluşturup ortak muhalefet yürütebilir, ülkede şikâyetçi oldu-
ğu ve karşı çıktığı politikalara, uygulamalara ortak tavırlar da geliştire-
bilir. Bu bakımdan her bir grubun sahiplendiği dinleri (ideoloji), amaç-
larına uygun tutarlı gerekçeleri nedeniyle, yeterince popülizm kokan
muhalif gösterileri ve tavırları da anlaşılabilir bir şeydir.
Ne var ki; ben Müslüman’ım, ben de Müslümanlardanım diyenler, her
durumda bağlı olacaklarını beyan ettikleri referanslarını-dinlerini dik-
kate alırlar, inzal edilen esaslar doğrultusunda ve genel-özel konularda
her zaman gösterilmesi gereken teslimiyetlerini de her daim gösterirler.
Bir anlamda, beşer olarak yapıp etmelerimizin tamamında neden öyle
ya da böyle davranmamız gerektiğinin gerekçesi, bu bağlamda yapıl-
ması gereken ve de bizleri bağlayan tercihlerle doğrudan alakalıdır.
Bu tercihlerimiz sayesindedir ki bizler referansımıza bağlı kalır, davra-
nışlarımızı sahihleştirir, sözümüze sadakat katar ve Allah’a olan kullu-
ğumuzu sürdürürüz. Böylelikle insanlara karşı hak beyanların şahitleri
olarak marufu emr, münkeri nehy sorumluluğunu yerine getirmiş ve
kâfirlerle dost olmaktan, siyaseten velayet ilişkileri sürdürmekten uzak
durmuş olabiliriz. O halde Müslüman kulun yaptığı her bir tercih, bu da
böyle olsun denmeyecek kadar önemlidir, kıymetlidir, esastır. Nihayet
biz Müslümanlar biliriz ki, insanlar, yaptıkları tercihlerinden dolayı hesa-
ba çekileceklerdir.
Bilinir ki ibadet ve kulluk anlayışı belirli alanlara has, belirli ritüellerden
ibaret değildir. Aksine, esaslı bir tercihten hareketle dünyevi hayatın
tamamında olması gereken ve diğer tercihlerle belirlenen özgün bir ya-
şam biçimi olarak her alana ve her ilişkiye ait kuşatıcı bir tutarlılığa ve
inşacı bir kişiliğe aittir.
Buradan hareketle, namaz kılarken istikamet olarak Allah’a yöneldiği-
88 REFERANDUM TARTIŞMALARI
mizde verdiğimiz sözün anlamı, kıyamda tekrarlayarak içerik ve detay
kazandırarak tescillediğimiz zikrin sonucunda, itibar edeceğimiz tek
söz sahibinin ve büyükleyeceğimiz tek varlığın ancak Allah olduğudur.
Dolayısı ile bir başkasının veya başkalarının istikametine yönelmeyece-
ğimizi, onları asla büyüklemeyeceğimizi, tezlerine ve değerlerine itibar
etmeyeceğimizi, sözlerine ve ölçülerine uymayacağımızı da beyan etmiş
oluyoruz.
Tercihe dayalı olarak namazda Allah’a gösterdiğimiz teslimiyet ve itaat
örnekliği, sadece bu işte ve o anda olmayıp, ondan sonra başlayan ve
devam eden hayat içerisindeki siyasi-sosyal-ekonomik-kültürel her işte
ve ilişkide de gösterilmelidir. Namazında Allah’a itaat eden bir kul, siya-
si ilişkilerinde ve tutumunda başkalarına itaat edebilir, bu işleri birbirin-
den ayrı tutabilir mi?
Türkiye’de, Oligarşik iktidara bağlı Laik-Kemalist-Batılı değerleri savu-
nan ve yaşayan, sistemin itibar ettiği ulusal Türk kimliğini benimsemiş
azınlığın dışında kalan sosyal grupların tamamının bu sistemle sorunları
olabilir ve sorunlar çerçevesinde sisteme karşı da olabilirler. Müslüman-
lar da bir biçimde sisteme karşı olabilirler. Karşı olmak bakımından çok
genel bir bazda ortak bir payda da olabilir.
Kemalist sistemi zayıflatan her açılım yahut politik değişimler dolayısı
ile sistem muhalifi gruplar tarafından yararlı bulunabilir hatta destekle-
nebilir de. Burada kimin ne amaçla ne yaptığından daha çok, Oligarşik
iktidar gruplarının ve sistemin geriletilerek grupların özgürlük alanları-
nın genişletilmesi ve sistem tarafından kabul edilmesi esas alınmakta-
dır. Bir anlamda, “düşmanımın düşmanı dostumdur” felsefesi ve prag-
matizm ön plandadır.
Müslümanların sistem karşıtlığı ve gerekçesi, otomatik olarak talep-
lerini de gündem yapacağı için, şüphesiz diğer gruplardan öncelikle
temelde farklılaşacak ve ayrışacaktır. Bu nedenle, sistem karşıtlığında
Müslüman’ca muhalefetin gerekçesine uygun ve tutarlı bir tutum sergi-
lenmeli ki, Müslümanlar ve Müslüman’ca talepler de bu nedenle içerde
tutarlılık kazanarak diğerleri tarafından dikkate ve ciddiye alınabilsin ve
sonuçta kendine has gündem yapılabilsin.
Aksi durumda Müslümanlar, tıpkı bu günlerin getirebileceği durumlarda
olduğu gibi, kısa bir süreç sonrasında, palyatif ortaklıklar bozulduğunda
diğerleri tarafından ve haklı olarak tutarsızlık ve “sahtekarlık” suçlama-
sından kurtulamayacaklardır. Bu sonuç, diğerlerine ve sisteme bühtan
etmeden, kendi mücadele çizgisini ve amaçlarını netleştirememiş grup-
ların büyük büyük laflarına rağmen kendi sorunu, eksikliği ve ayıbı ola-
rak görülmelidir.
Anayasa maddelerindeki kısmi veya tamamına dair siyasi bir değişiklik
süreci ile “Kürt meselesi” gibi yakıcı hale getirilen toplumsal bir konu-
da Müslümanlar pragmatik ve aceleci davranarak, kendi dinlerine ait
REFERANDUM TARTIŞMALARI 89
esaslı bir görüş beyan etmekten ve doğru bir tercihe dayalı doğru bir
taraf olmaktan uzak düştüler. O nedenle yaşadıkları hayatı hak değerler
üzerinde dönüştürme iddiasının altında kalıp yaşanan hayatta bir yer
tutmaya razı olma noktasına ulaştılar. Sonuç olarak kendi referansla-
rından kopup başkalarının görüşleri etkisi altında kalanların, onlar gibi
politikalar üretmesi ve benzer taraflardan yana yer tutması normalleşti.
Başka bir deyişle bu durum, asıl sorun olarak zihinsel bir problemi de
açığa vurmuş oldu.
Zihinsel problemi olanlar, tercihlerinde sahihlik çizgisini bulanıklaştırıp
kaçıracak, kifayetsizliğe düşeceklerdir. Bu duruma düşenler, yukarıdaki
tartışmalarda çözüm olarak ortaya sürülen ve başkalarına ait başat yol
haritalarının peşine takılarak seküler ideolojinin belirlediği yeni toplum-
sallıkta, neo-nurculuğun “Kur’an’ı önceleme” farkıyla yeni versiyonunu
üretecek ve nihayet Emevi’lerle başlayan tarihsel çizgideki “devlet din-
darlığını” yeniden keşfetmiş olacaklardır. Siyaset alanının, politik iktidar
yapısının uluhiyet ve rububiyet alanı olduğunu da unutarak... Ne diye-
lim, hayırlı olsun(!)
09/08/2010
KAYNAK: www.islamvehayat.com
Referanduma
Dair
ZEKİ SAVAŞ
90 REFERANDUM TARTIŞMALARI
Referandumla ilgili farklı bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Hangi
dine veya ideolojik mektebe mensup olursa olsun, toplumuna ve insa-
nına karşı sorumluluk taşıyan herkes ya sözlü veya yazılı olarak ülkede
bugüne kadar cereyan etmiş olan haksızlıkları dile getirmiş, eleştirmiş
ve önlenmesini istemiştir. Haksızlıkları eleştiren ve hakların iadesini is-
teyen ve de özgürlük alanlarının genişletilmesini talep eden herkes bu-
gün hangi makul ve inandırıcı gerekçelerle adı geçen konuların ıslahını
amaçlayan değişime hayır diyecek? Haksızlığı, ayrımcılığı, zulmü eleş-
tiren ve bu eleştirilerinde sonuna kadar haklı olan insanlar, sözü edilen
olumsuzlukların izalesini öngören ıslahata hayır dediği zaman içine
düştükleri çelişkiyi nasıl izah edecek? Hem haksızlığa karşı çıkacaksın
hem de haksızlığın giderilmesine karşı çıkacaksın! Bu tezatın kabul edi-
lebilmesi için inandırıcı gerekçelere ihtiyaç vardır ki, ben kendi payıma
bugüne kadar konuya ilişkin muhalif yazı ve açıklamalarda mantıki ve
akli bir ikna göremedim.
‘Ordu’ bir asra yakındır ayrımcı, haksız, dayatmacı, militarist politi-
kalarla milleti ezip geçti ve ‘insan’ olan herkes bu zulme bir şekilde
karşı çıktı. Islahat, askerin faili meçhul cinayetler işlemesini, milletin
evlatlarını birbirine kırdırmasını, milletin iradesine ipotek koymasını
engelleyecek süreci başlatacakken hangi gerekçeyle buna hayır denile-
cek? Evlatlarımızı öldürmeye devam edin mi diyelim? Kürtlerle Türkleri
birbiriyle savaştırmaya devam edin mi diyelim? Türkiye’nin her yanında
toplu infazlara devam edin mi diyelim? Asit kuyularına devam edin mi
diyelim? Hepimizi fişlemeye, darbe yapmaya, hepimizi işkencehaneler-
de terbiye etmeye devam edin mi diyelim? Hepimize ait olan ülkemizi
kahyalar gibi yönetmeye devam edin mi diyelim? Namaz kılan subayları
sorgusuz sualsiz ve yargısız bir şekilde mağdur eden generallere siz
bu işe devam edin mi diyelim? Hayır demenin veya çekimser kalmanın
bundan daha somut bir neticesi var mı? Hayır çıkması durumunda, ge-
neraller ne diyecek? Eski hale daha güçlü bir şekilde devam demeyecek
mi? Haksız da sayılmayacaklar bu kanaate ulaşmakta.
Adalet adına sesini yükselten bir yargıç görevinden alınıp tüm hakların-
dan mahrum edilerek çalışmasına bile izin verilmeyerek mağdur edil-
diğinde hepimiz sesimizi yükselttik. Şimdi yargının yargısız infazlarına
sınırlandırma getirilmeye çalışılınca hayır biz bunu istemiyoruz deyince
ciddi bir açmaza düşülmüş olunmayacak mı?
Partilerin kapatılmasını eleştirirken DTP gibi ‘Siz bizi ve partileri kapat-
maya devam edin’ mi diyelim?
Ordunun ve yargının keyfi ve istibdadi uygulamalarını eleştirenler, bu
istibdadi tahdit edecek ıslahata hayır dediği veya çekimser kalarak des-
tek verdiği zaman, bugüne kadarki eleştirilerinin ne anlamı kalacak?
Hem istibdada hem de onun tahdidine karşı olmak, izahı güç bir çelişki-
dir.
Şi’a’da Ahbari ekol vardır. Bu ekol, masum imam olmadan adil bir si-
REFERANDUM TARTIŞMALARI 91
yasi iktidarın teşekkül edemeyeceğine, masum imamın varlığının da
İmam Mehdi’nin zuhuruyla ancak mümkün olacağına, İmam Mehdi’nin
zuhurunun da ancak yeryüzünü zulmün kaplamasıyla mümkün olaca-
ğına dolaysıyla adil iktidarın teşekkülü için zulmün artması gerektiğine,
zulmün engellenmemsine ve hatta teşvikine inanır. Bu sebeple İslami
hükümete de karşıdırlar. Çünkü İslami hükümet İmam Mehdi’nin zuhu-
runu geciktirmiş olacak.
Eğer Ahbariler gibi düşünenlerimiz varsa, doğal olarak zulmü tahdit
eden ıslahata karşı çıkabilir ama böyle bir düşüncenin akıl ve Şeriat ile
çeliştiği gün gibi açıktır. Zira İslam’ın hiçbir emri zulme karşı durmayı,
zulme sessiz kalmayı veya zulmü tahdit edecek ıslahatlara karşı çıkma-
yı emretmiyor. Aksini emrediyor.
Sosyalist ideolojinin ve hareketlerin revaçta olduğu dönemde sosyalist
hareketler de benzer bir siyaset izliyordu. Sosyalist devrimin olması için
toplumsal hayatın cehenneme dönüşmesi gerekir ki, toplum mevcut re-
jimi yıksın ve yerine sosyalist rejimin gelmesini istesin. Toplumun ayak-
lanması ve devrim yapması için devrime giden her yol uygun ve gerek-
lidir. Grev, lokavt, kanlı eylemler ve her türlü kaos yaratmak devrimin
stratejisindendi. Sosyalist bir devrimcinin her türlü ıslaha karşı çıkması
onun inancının gereğiydi. Çünkü o ıslah değil devrimin peşindeydi ve
devrim için de ıslah değil kaos gerekliydi.
Böyle düşünenlerin de referanduma karşı çıkmasının kendi açılarından
bir izahı vardır.
‘Ben her durumda bu rejimin kökten ve toptan değişmesi gerektiğine
inanıyorum. Islah hareketleri bu devrimi geciktireceğinden veya engel-
leyeceğinden ötürü her türlü ıslah hareketine karşıyım’ diyenler varsa,
kendi açısından hayır diyebilir ama bu şekilde düşünenlerin hiçbir zulme
karşı çıkmaması ve her türlü zulmü teşvik etmesi gerekir. Çünkü zulme
karşı çıkmakla ıslaha karşı çıkmak bir arada olmaz. Zulme karşı çıkan,
ıslahı desteklemek durumundadır ve ıslaha karşı çıkan da zulme doğru-
dan veya dolaylı destek vermek durumundadır. Aksi halde kendi kendi-
siyle çelişmiş olur.
Kökten ve toptan değişimin mümkün olmadığı veya bu yönde toplumsal
bir talebin oluşmadığı koşullarda zulmü tahdit edecek ıslahat hareket-
lerine karşı çıkmanın İslami ölçüler açısından savunulması da prob-
lemlidir. Çünkü her türlü koşulda zulmü geriletecek ve sınırlandıracak
her türlü ıslah hareketi karşı çıkılması değil, desteklenmesi gereken bir
mevzu olarak görülmektedir.
12 Eylül’deki referanduma bir de bu açıdan bakılmasının ve değerlendi-
rilmesinin yararlı olacağını umuyorum.
09 Ağustos 2010
KAYNAK: www.fitrat.com
92 REFERANDUM TARTIŞMALARI
MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN
REFERANDUMA DAİR
VERDİĞİ CUMA
HUTBESİ
REFERANDUM TARTIŞMALARI 93
nas” dır. Fert, sahibi değildir o devenin. O devenin mülkiyeti herhangi
bir ferde ait değildir. O devenin mülkiyeti ferdi olmadığı için ortada kal-
masın (diye ona Allah’ın devesi denmiştir.) Ortada kalan tüm değerlerin
sahibi insanlıktır. Değer sahipsiz olamaz. Bu devenin de sahibi toplum-
dur. Nagetullah… Nagetu’n nas…
Ardullah!... Allah’ın arzı… Ne demek bu? Allah’ın arzı mı olur? Gökler,
yer her biri onun… Kainat onun… Milyarlarca yıldız onun… Milyarlarca
galaksi onun… Ama Ardullah… Niye Ardullah? Ardu’n nas!... İnsanların
arzı Allah’ındır. Allah’ın arzı insanlarındır. İşte Kur’an böyle bir bakı-
şımlılık kurar Allah’la nâs arasında. Onun için Mushaf Allah’la başlar
nâsla biter. Onun için insanların toplu talepleri Allah nezdinde önemli-
dir. İnsanların toplu tercihleri Allah nezdinde önemlidir. Murad-ı ilahiyi
“nas”ın toplu tercihi tayin eder. Evet! “‘Ya Cibril!’ dedim miraçta ‘Bu çı-
kanlar ne, bu inenler ne?’ Cibril dedi ki bana: ‘Ya Resulallah, bu çıkanlar
‘nas’ın ameli, ‘nas’ın tercihi, insanların, toplumun tercihi. Bu inenler de
Allah’ın, toplumun o tercihine anında yarattığı durumlardır.” Allahuek-
ber! Tercihiniz iniyor gökten. Tercihiniz. O zaman tercihinizi şekillendir-
mekten sorumlusunuz, tercihinizden sorumlu olduğunuz gibi.
Bu toprakların en büyük problemi nedir diye sorsanız, size “istihdamdır”
demeyeceğimi biliyorsunuz. “İşsizliktir “ demeyeceğimi biliyorsunuz.
“Bilim üretememektir” demeyeceğimi biliyorsunuz. “Bu toprakların en
büyük problemi nedir?” sorusuna benim vereceğim cevap: Bu toprakla-
rın en büyük problemi; vesayettir, bu halkın iradesine konulan ipotektir,
bu milletin iradesine konulan ipotektir, bu milletin iradesinin esir alın-
masıdır, bu milletin iradesine saygı duyulmamasıdır, hürmet edilmeme-
sidir, bu milletin adam yerine konulmamasıdır, bu milletin itilip kakıl-
masıdır, horlanmasıdır, aşağılanmasıdır. Bütün bunların tamamını tek
bir sebebe irca edebilirsiniz. O da bu milletin çocuk yerine konulup ona
vasi ve veli olarak birilerinin kendilerini atamış olmalarıdır.
Bir zamanlar iddialarımız vardı. İddialarımız dualarımızdı. Onun için bu
toprakların insanının teşebbüs ruhuna ben hayranım. Siz de hayran-
sınızdır mutlaka. Görmüyor musunuz? Devletinden hiçbir şey bekle-
mez. Yeter ki engel olma. Yeter ki gölge etme. Bırak beni. Ben bilirim.
Yaparım. Ama bırakmamışlardır. Biri paçasına sarılmıştır. Biri beline
sarılmıştır. Biri boğazına sarılmıştır. Biri ağzını kapatmıştır. Biri kulağını
kapatmıştır. Biri gözünü kapatmıştır. Hülasa felç etmişlerdir bu mille-
ti. Dolayısıyla bu millet bugüne kadar bu vesayeti kan gibi içmiştir. Ve
maalesef bu vesayeti kırmak için yapılan her teşebbüs püskürtülmüştür
bugüne kadar.
Zamanın komutanı Bursa dönüşünde yanındaki subaylara şöyle diyor-
du; kendi hatıratında anlatıyor ikinci cumhurbaşkanı, subaylara düş-
manlarını sayıyor: “Falan düşmanınızdır, filan düşmanınızdır. İstanbul
düşmanınızdır, padişah düşmanınızdır, dikkat edin kimse duymasın;
millet düşmanınızdır.” Aslında bu cümle yanlış. “Siz milletin düşma-
94 REFERANDUM TARTIŞMALARI
nısınız” demeye getiriyor. Millet kendisine dost olana düşman olmaz.
Dünyada hiçbir millet kendisine iyilik yapana düşman olmamıştır. Böyle
bir örnek yoktur. Dolayısıyla, millet düşmanınız, neden acaba? Millete
düşmansınız. Onun için “bu milleti adam yerine koymayın, bu milletin
tepesinden inmeyin, bu milletin baskısını azaltmayın.” Ve işte tüm yaşa-
dıklarımızın hikâyesi bu.
Bakınız 31 Mart’tan Menemen hadisesine, Menemen’den Danıştay bas-
kınına. Nedir mesele? Danıştay baskını eğer aydınlatılmasaydı, tıpkı
Menemen üzerinden Müslümanlara mürteci ve irtica diye kuduz köpek
muamelesi yaptıkları gibi, şimdi de devam edeceklerdi. Yine üstümüzde
kalacaktı. Menemen’de böyle yaptılar. Dört tane esrarkeşin eline verdi-
ler ve ondan sonra Menemen’i sırtımıza yıktılar. 31 Mart’ta böyle yap-
tılar. Avcı taburlarını onlardı getiren İstanbul’a. Avcı taburlarına meş-
rutiyeti koruma görevini veren onlardı. Ama avcı taburlarına “Pislik her
tarafınızdan mı çıktı, yıkanmasanız da olur” diyen de onlardı. Ve avcı
taburlarını oluşturan Müslüman Arnavut asker, bunların bu hakaretle-
rine fazla dayanamayıp Sultanahmet meydanında ayaklandığında “İşte
irtica ayaklandı” diyen de onlardı. Ve avcı taburları üzerinden İslam’ı
irtica ilan eden de onlardı.
Yüz yıldır bizi vururlar bu irtica mavalıyla. Yüzyıldan beri sırtımızdan
yumruk hiç eksilmez. Gelen vurur giden vurur. Ve onlar da yetmez.
Millet bir punduna getirir. Bunca ezilmeye, bunca horlanmaya, bunca
dövülmeye, bunca itilmeye, bunca kakılmaya rağmen, millet pes et-
mez. Umudunu kesmez. İmanından vazgeçmez. Kur’an’ı yasaklarlar;
Sakarya-İstanbul treninde, trenin vagonunda Kur’an öğretir bu millet.
Süleyman Hilmi Tunahan efendinin yaptığı gibi… Kur’an’ı yasaklarlar,
trenin vagonunda Kur’an öğretir. Öyle yapar. N’aparlar? Ne yapabile-
ceksiniz? Kur’an okumayı, öğretmeyi yasaklarlar, samanlıkta samanla-
rın altında Kur’an öğretir. Benim babam, benim dedem, benim amcam
bunun şahididir.
Dolayısıyla vazgeçmez bu millet. Bir punduna getirir, kendini ispat et-
mek için, en ufak fırsatı ganimet bilir. İşte 1946’da olduğu gibi. 1950,
14 Mayıs’ta olduğu gibi “yeter söz milletindir!” sözünü duyduğunda aya-
ğa kalkar. Yeniden iddiasın üstlenir. Davasını üstlenir. Duasını üstlenir.
Gerçekten bu millet büyük millettir. Gerçekten bu millet köle olmaya
müsait değildir. Korkar ama korkunun kulu olmaz. Onun için bir yolunu
bulur. İşte bir yolunu bulduğunda da iddialarına sahip çıkar. 1950’de
olan buydu. Ama on yıl gitti. On yıl sonra birileri çıktı. “Yoo bu millet
akıllanmamış. Bu millet adam olmamış. Bu kadar vurduk tepesine buna
rağmen adam edemedik. O zaman hadi bakalım bu sefer biraz daha
sert vuralım.” İşte 27 Mayıs bu milletin tepesine biraz daha sert inmiş
bir yumruktur. Ve bu yumruğun acısını bu millet çekmiştir. Ciğerpare-
lerini darağacına yollayarak çekmiştir. Aslında astıkları üç kişi, üç kişi
değildi. Milleti astılar. Milletin iradesiydi o darağacında sallanan. Millet
iradesiydi. Ve “bu millet bir daha murat etmesin, iradesini kullanmasın,
REFERANDUM TARTIŞMALARI 95
bize güvensin, bize bıraksın, biz vekiliz, biz vasiyiz, biz veliyiz.” Yani
“bizim vesayetimize sığınsın, bu millet haddini bilsin, hududunu bilsin,
millet olmaya kalkmasın, irade kullanmaya kalkmasın, biz onu ondan iyi
düşünürüz, biz onun iyiliğini biliriz, biz onun çıkarını biliriz, biz ne kadar
veriyorsak o kadar razı olsun, biz ne kadar inanmasını gerekli buluyor-
sak o kadar inansın, biz ne kadar Müslüman olmasına karar veriyorsak
o kadar Müslüman olsun, fazla olursa aşırı olur.” İşte 27 Mayıs buydu.
Darağacına çekilen aslında Adnan Menderes değildi; milletti, milletin
iradesiydi.
Ve ondan sonra yine millet toparlandı. Yine pes etmedi. Bu millet yine
varını yoğunu ortaya koydu ve kendi vesayet ve velayetini kendisi üst-
lendi. Sadece o alanda değil eğitim alanında da. İmam-hatipleri yaptı
bu millet. Kendi parasıyla yaptı. Camileri yaptı bu millet. Kendi parasıy-
la yaptı. Devlet parasıyla yapmadı. Devleti de besleyen bu millet oldu.
Din müesseselerini de besleyen bu millet oldu. Memuru da besleyen bu
millet oldu. Askeri de besleyen bu millet oldu.
Ama millet bazen beslediklerinin kahrına ve zulmüne uğradı. Ondan
sonra baktılar ki millet yeniden toparlanıyor. Millet yeniden iradesini
ele geçiriyor. Millet yeniden ben milletim diyor. Ve 1971 muhtırası gel-
di. Tekrar bir darbe, tekrar milletin üstünden bir silindir. “Siz misiniz
millet olduğunu hatırlayan? Siz misiniz vesayeti reddeden? Siz bizim
verdiğimizle yetineceksiniz. Bu kadar, bitti. Biz ne kadar verdik ona razı
olacaksınız. Elinize vuracağız, ekmeğinizi alacağız ve teşekkür edecek-
siniz.” Bu! O da görüldü. Geçmişte görülmedi mi? Gidin hala kaideleri
duruyordur belki de. Ben onları görmüştüm. Harem’de bugün iskeleye
yakın, o buğdayların, Anadolu’dan zulmen, zulüm ekmeği olarak top-
lanan buğdayların getirilip Almanlara satılmak için yığıldığı kaideler
daha bu on yıla kadar duruyordu, ben gördüm onları. Anadolu’da ada-
mın ekmeklik buğdayını aldılar zorla, jandarma marifetiyle. Getirdiler
buraya yığdılar. Ve deniz yuttu buğdayı. Kimseye yar olmadı. Kimseye
yaramadı. Bir yıl orada beklettiler, şişti. Tüm Anadolu’nun ekmeği sele
gitti. Ne onlara yaradı, ne onlara yaradı. Ama milleti ekmeksiz bıraktılar.
Karneye bağladılar.
Ve o da olmadı. O da tutmadı. Bu millet bir daha toparlandı. Bu millet
iddiasından vazgeçmedi. Duasından vazgeçmedi. Davasından vazgeç-
medi. Ama bir düdük daha. Ne oldu? Bu millet dedi ki: “Hayır!” Hem
sen hakem olacaksın. Hem sen takım olarak sahada karşıma çıkacak-
sın. Yani rakip takımın oyuncusu aynı zamanda sahanın hakemi olacak.
Bu millet “Tamam” dedi. “Bunca, bunca artına rağmen çık yine de ye-
nerim seni.” Buna rağmen yine de yendi. Fakat tam golü yiyecekken
düdük çaldı. Meğer hakem de rakip takımın oyuncusuymuş. Yani saha-
nın kurallarını koymakla yetinmediler. Sahanın dışını ablukaya almakla
yetinmediler. Sahanın kapılarını tutmakla yetinmediler. Bir de hakemi
kendilerinden seçmişler. Düdük öttü. 12 Eylül 1980; tepemize bir yum-
ruk daha indi. Öyle bir silindir indi ki bu silindir eskilerinden bin beterdi.
96 REFERANDUM TARTIŞMALARI
Herkesi herkesle, herkesi herkesle kavgalı hale getirdiler önce. Kürt’ü
Türk’le, Alevi’yi Sünni’yle, sağcıyı solcuyla, herkesi herkesle kavgalı
hale getirmek… Çünkü vesayet ancak öyle sürebilirdi. Başka türlü sü-
remezdi. Eğer sizin varlığınız birilerinin kavgasına dayanıyorsa, o kavga
sizin için varlık sebebi olmuşsa, artık o kavgayı artırmaktan başka ça-
reniz yoktur. O kavganın taraflarına “yaşasın!” diye tempo tutmaktan
başka çareniz yoktur. Çünkü sizin varlığınız o kavgaya bağlıysa, o kavga
yaşadığı sürece siz de yaşarsınız. İşte böyle oldu. Ve 12 Eylül’de düdük
öttüğünde “bu kavgayı bir sisteme bağlayalım” dediler; efendilerimiz,
bizim seçmediğimiz efendilerimiz, bize efendilik taslayanlar. İşte Diyar-
bakır Cezaevi’nde olanlar öyle oldu. Diyarbakır Cezaevi bu toplumda
kavgayı sistematik hale getirip, artık kavgayı sisteme bağladık, oto-
matiğe bağladık, bundan sonra kavganın kesilme ihtimali yoktur. Yani
tehlike geçmiştir. Kavga devam edecek, “yaşasın!” dediler. İşte Diyar-
bakır Cezaevi’nde insanımıza pislik yedirme buydu. Maksat buydu. Elli
yaşındaki, altmış yaşındaki adamları ziyarete gelen annelerinin karşı-
sında çırılçıplak soymanın amacı buydu. Ana dilini yasaklamanın amacı
buydu. Anası tek kelime Türkçe bilmiyor. Ama ağlayıp ağlayıp gidiyor.
Bu zulmü kim kime reva görür? Ve ne, bu zulmü meşrulaştırır? Bu zul-
mü edenler kendi gelecekleri için kredi biriktiriyorlardı; yaşasın kavga
devam edecek kredisi. Çünkü kavganın devamına bağlıydı onların vesa-
yeti. Ve devamını da sağladılar. Ve maalesef kavgayı sistematik bir hale
getirdiler. Artık onları kim milletin tepesinden alacaktı ki? Kavgayı kim
durdurursa, bu milletin tepesinden onları indirecek oydu. Onun için de
kavgayı durdurmak isteyeni düşman ilan ettiler. Kavgayı durdurmaya
kalkanı kötü ettiler. Kavgayı durdurmaya kalkanı tehdit ettiler. Kavgayı
durdurma ekmeğimi elimden alma meselesiydi. Bugün yaşanan bütün
bu mücadele bunun mücadelesidir. Siz kavgayı durduracaksınız, bizim
pilimizi bitireceksiniz. Bizim pilimizi bitirenin pilini bitiririz. Mesele bu…
Restleşme bu…
Orada da kalmadı. Millet yine vazgeçmedi. Pes etmedi. Yine toparlandı.
Yine içinden birini buldu ve başına getirdi. Fakat bu sefer yine bir dü-
dük. 28 Şubat 1997. Bu seferki silindir çok fenaydı, çok fena. O silindir
hepimizin üzerinden geçti. O silindirin bizlere neler ettiğini bilenler bilir.
Öyle bir silindirdi ki o dönemde yazdığım makalelerde var. Harp okulu
yayınları arasından çıkan “İrtica mı Laiklik mi?” diye bir broşür yayın-
landı. Resmen Allah’a küfrediyordu broşür. Bu artık tarihe geçmiştir. Bir
tıklayın önünüze gelir broşür, Harp Okulu Yayınları olarak. Düşünebiliyor
musunuz? Bu milletin Allah’ına küfredebiliyor. Kim bu? 23,5 sene genel-
kurmaydaki odasına seccade atıp namaz kılmış, beş vakit namaz kılmış
olan bir genelkurmay başkanının, genelkurmay başkanlığı yaptığı bir
müessese oradan buraya nasıl geldi? Nasıl geldi? 23,5 sene Fevzi Paşa
seccadesini genelkurmay başkanlığı odasına atmış ve kaldırmamıştı.
Oradan, alnı secdeye değeni ordu içinde barındırmama noktasına nasıl
geldik? Üç bin tane insan kapının önüne bırakıldı; sorgusuz sualsiz, yar-
gısız infazla. Sadece bırakılmakla kalmadı. Bir tanesinin hatırasını kı-
REFERANDUM TARTIŞMALARI 97
saca anlatayım. Muttalip Binbaşı… Çünkü benim talebemdi. Trakya’dan,
yüzbaşıyken gelir giderdi derslerime. Muttalip Binbaşı ilk YAŞ kararla-
rıyla, 97’deki YAŞ kararlarıyla atılan 164 kişiden biriydi. Kapının önüne
konuldu. Bir ömürlük emeği… Askeri Lise’de okumuş, Harbiye’yi bitir-
miş, orduya hizmet etmiş, yıllar yılı… Başka bir mesleği yok. En iyi yap-
tığı meslek o; subaylık. Ve gelmiş binbaşılığa kapının önüne koymuşlar.
Kapının önüne koymakla kalmamışlar, eşini hastaneye getirmesini de
yasaklamışlar. Müktesep haklarını da gasp etmişler. “Öl!” demişler.
Onunla da kalmamış. Muttalip Binbaşı, kapının önüne koyduklarında
belediyeden iş bulmuş. Belediyeye varmışlar ve belediye başkanını
tehdit etmişler: “Bunu anında kapının önüne koyacaksın.” Belediye el-
lerini açmış kapının önüne koymuşlar. Ondan sonra Muttalip Binbaşı bir
holdingde iş bulmuş Urfa’da. Holding sahibini gitmişler tehdit etmişler:
“Bunu hemen çıkaracaksın.” Yani “Öl!” Ve Muttalip Binbaşı geçici bir
çılgınlık anında bu Urfa’da öğretmen evinin beşinci katından… İman
abidesidir. İmanına kalıbımı basarım. O, o geçici bir çılgınlık anıdır. Allah
o halde yapılan hiçbir şeyden sorumlu tutmaz, inşallah. Kendini bıraktı
boşluğa ve ebediyete yürüdü. Bu mu sizin insanlığınız? Ben kaç Mutta-
lip Binbaşı’ya yanıyorum. Bu benim canım ciğerim talebelerimden bir
tanesiydi. Dolayısıyla, binlerce insana bunu yaptılar. Yüzlerce hatta bin-
lerce insan sırf örtüsünden dolayı kapının önüne konuldu.
Medine Bircan’ı hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsunuz değil mi? Sırf örtü-
sünden dolayı hasta olarak geldiği hastanenin kapısından içeri alınma-
yıp, alınmadığı için de can veren Medine Bircan’ı?
Kozan’daki kızımızı hatırlıyor musunuz? Yarışma yapacaksınız, yarış-
mada kızımız birinci gelecek ve birincilik ödülünü almak için sahneye
çıkacak ve siz ortalığı teröre boğacaksınız, sırf başındaki örtüden dolayı.
Çocuklarımızı ölmek için verdiğimizde alacaksınız, ama onları ziyarete
geldiğimizde başörtülüsün, sakallısın diye almayacaksın. Evet, bu millet
bunu gördü.
Ve imam-hatiplere tırpan geldi. Hepsi milletin ineğiyle, kavağıyla, ağa-
cıyla yapılmış imam-hatipler… Ve Kur’an okumanın yaşı on beşle sınır-
landırıldı. Düşünebiliyor musunuz? Çanakkale’deki Mehmetçik ölmeye
Kur’an uğruna gidiyordu. Siz onlara “sizden seksen sene sonra bu
memlekette böyle bir şey olacak” deseydiniz n’apardı?
Onun için bu bir referandum değildir. Bu bir seçim hiç değildir. Bu bir
hayat-memat meselesidir. Bu sizin kendi iradenize sahip çıkıp çıkmama
meselesidir. Bu, milleti aşağılayanları, milletin sırtına çıkıp oradan aşağı
abdest bozanları indirip indirmeme meselenizdir. Bu sizin meseleniz-
dir. Meselenize, iradenize sahip çıkarsınız veya çıkmazsınız. Sadece oy
vermekle yetinmek pasifliktir. Çünkü bu sizin meselenizdir. Bu mesele-
yi halletmek size düşüyor. Allah önünüze bir fırsat çıkardı. Allah rızası
için bu fırsatı kullanın. Allah rızası için, bu millete veli ve vasi olmaya
kalkanlara “artık biz çocuk değiliz” deyin. “Biz reşidiz” deyin. “Biz büyü-
98 REFERANDUM TARTIŞMALARI
dük” deyin. “Biz akil baliğiz” deyin. “Bize çocuk muamelesi yapmayın,
deli muamelesi yapmayın, deli gömleği giydirmeyin” deyin. Deyin ve
cevabınızı verin. Verin ki bu milleti aptal yerine koymasınlar. Bu milleti
maraba yerine koymasınlar. Bu milleti inek yerine koymasınlar. Bu mil-
leti uşak yerine koymasınlar. Bu millet gerçekten buna layık değil. Bu
millet gerçekten, eğer sırtındaki deli gömleği çıkarsa tarihler yazacak
bir millettir. Ben inanıyorum, geçmişte yazdığı gibi bundan böyle de ya-
zacaktır. Rabbim bu milletin eline, ayağına, gönlüne, kafasına vurulmuş
zincirleri çözsün. Bu millete akıl, fikir, istikamet nasip etsin. Bu millet
iddialarını ve dualarını yeniden versin. Bu milleti inşallah Kur’an’ın yüce
davası uğrunda yeni nice gönül ve yürek fetihlerinde muvaffak kılsın.
Rabbim bu millet için çalışanları muvaffak kılsın. Bu milletin aleyhine
çalışanlara da muvaffakiyetler vermesin, başarı vermesin inşallah.
(Dualardan sonra ikinci hutbe) Politik bir hutbe dinlemediniz. Buraya
politika girmez. Ben ömür boyu hiç politikada olmadım, politika yapma-
dım, bundan böyle de yapmam. Ama buraya siyaset girer hiç çıkmaz.
Çünkü Allah kâinatın yöneticisidir. Bu dinin ibadeti siyaset, siyaseti
ibadettir. Ve kâinatın siyasetçisi Allah’tır. Siyaset, yönetme sanatıdır.
Dolayısıyla; “hepiniz yöneticisiniz, hepiniz yönettiklerinizden sorumlu-
sunuz” diyen de Peygamber’dir. Bu minberin asli sahibi olan Peygamber
Efendimiz Medine’deki on yıl boyunca bu minbere 500 kere çıktı yakla-
şık. Ve 500 kere çıktığı bu minberde Medine İslam Devleti’nin yöneticisi
olarak bulundu. Bunu aklınızdan asla çıkarmayın. Hutbelerin en sonun-
da okunan ayeti en başında okumuştum. Şimdi bir daha okuyorum, bu
sefer sonunda okuyorum. Ama unutmayın ki bu ayet sadece hutbelerde
okunacak bir ayet değildir. Bu ayet kendisiyle amel edilecek bir ayettir.
Devletin imanı adalettir. Bir daha söyleyeyim mi? Devletin imanı adalet-
tir. Bir devlet imanlı mı, imansız mı diye soruyorsanız; adil mi, değil mi,
adilse imanlıdır. Kimlerin yönettiği önemli değil. Adilse imanlıdır. Ve bu
referandum, devleti adalete davet etmektedir. Hadise de budur.
(“Hiç şüphe yok ki Allah adaleti, ihsanı, yakınlara karşı cömert davran-
mayı emreder…” (16/90) ayetinin orijinalini okuyarak hutbeye son veri-
yor.) 13.08.2010
REFERANDUM TARTIŞMALARI 99
Referandum
aldatmacası
MUHAMMED NUR DENEK
Böyle bir yazının ne kadar gereği vardı bilmiyorum, lakin bir Müslüman
olarak kendi düşüncemde Tevbe Suresi 71. ayetten yola çıkarak iki satır
da olsa kardeşlik görevimi yerine getirmem gerektiğine inanıyorum.
İslami Kuruluşların Anayasa paketini aktif olarak desteklemek üzere bir
araya geldiğini ve bunu bir bildiriyle ilan ettiğini öğrendik. İslami kuru-
luşların kendileriyle uzaktan yakından herhangi bir ilişkisinin olmadığı
bir platformda böyle aktif rol almaları, rol alanların Tevhidi Bilince sahip
olmaları da ayrı bir üzüntü nedeni olarak gün yüzüne çıkıyor.
Uzun zamandır tartışma konusu olan bu durum birçok konuya vakıf
Müslüman tarafından eleştirilmesine, bunun yanlış tarafta yer almak
olduğunun belirtilmesine rağmen bu denli ısrarcı olunması anlaşılır bir
durum değildir. İslami Kuruluşların, ilk ve öncelikli görevlerinden biri
olması gereken hallerden Vahdet göz önünde bulundurulursa, bu vakte
kadar bu kuruluşlardan kaçı bir araya geldi, ortak bir açıklama yaptılar,
Müslümanlar arasındaki buz dağlarını eritmek için belli bir gayret sar-
fettiler düşünülmesi gereken bir konu...
Asıl ve gerçek bir gündem maddesi olan İslami Vahdetin, bunca savsak-
lanmasına rağmen,t amamen beşeri bir düşüncenin hakimiyeti üzerine
ortak noktada buluşmaları hangi İslami endişenin bir ürünüdür? Toptan
Allahın ipine sarılın ayetinin günümüzde daha çok anlam bulduğunu,
buna rağmen bu konuda herhangi bir gayretin gün yüzüne çıkmadığını
görüyoruz.
Bunun tam aksine ise “Sen onların heva heveslerine uyma” diyen İla-
hi iradenin tersi olan bu tür davranışların büyük bir gayretle gündeme
gelmesi ise endişe verici bir durum. Geçmişleri Tağuti sitemleri inkar
16/08/2010
KAYNAK: www.islamvehayat.com
Bana Ne Kardeşim!
MUSTAFA ÖMEROĞLU
Kemalist Oligarşiyi
Geriletecek
Değişiklikleri
Destekliyoruz!
ÖZGÜR-DER BASIN AÇIKLAMASI
19 Ağustos 2010
20.08.2010
KAYNAK: www.jihadmedia.net
Pragmatizm Çıkmazı
ŞÜKRÜ HÜSEYİNOĞLU
ŞÜKRÜ HÜSEYİNOĞLU
Bir kimse teraziyi yanlış tartmak suretiyle hile yaptığında haram bir fiil
işlemiş olur. Haramda ısrar ise âlemlerin Rabbi’ne isyan anlamına gelir.
Hileli tartı yapmaktan daha kötüsü ise, terazinin ayarlarıyla oynamaktır.
Bir kimse terazinin ayarlarıyla oynadığında hem tartıda hile fiilini kalıcı-
laştırmış olur, hem de ayarlarıyla oynanmış bu teraziyle işlem yapacak
olan herkesin bilerek veya bilmeyerek bu haram fiili işlemesine yol aç-
mış olur.
Bugünlerde anayasa değişikliklerine aktif destek kararı açıklayan kimi
İslami çevrelerin, bu tercih ve tutumlarını savunmak adına bu konunun
akideyle ilgisi olmadığını öne sürmeleri ve meseleyi “Herkesin yorumu
kendine!” düzleminde ele almaları, terazinin ayarlarıyla oynamanın teh-
likeli bir biçimi olarak karşımıza çıkmış bulunuyor.
Öncelikle şunu sormalıyız: Anayasa tartışmaları gibi doğrudan ege-
menlik ilişkilerinin söz konusu olduğu bir konunun akideden bağımsız
olduğunu öne sürmek ne kadar doğru bir yaklaşımdır? Şayet bu konu
akidenin kapsama alanına girmiyorsa, hangi konu bu kapsama girer?
Akide, Rabbimizin bildirdiği ölçüler çerçevesinde Mü’minlerin Rableriyle
ve birbirleriyle sözleşmesini ifade eder. Mü’minler bu sözleşmeye bağlı
kalarak Rableri karşısındaki esas duruşlarını muhafaza ederler, birbirle-
riyle de bu sözleşme çerçevesinde velayet ilişkisi kurarlar.
Bir kimse veya çevre, ortaya koyduğu bir fiil ya da tercihin akideye
uygunluğu konusunda elbette kendi düşüncesini dillendirme hakkına
sahiptir. Lakin üstelik de egemenlik ilişkilerinin söz konusu olduğu bir
konunun akideyle ilgisi olmadığını öne sürmek, akideyi işlevsizleştir-
mekten başka bir anlam taşımaz.
Konjonktürel yorum ve yaklaşımların akide çerçevesinde meşru zemine
oturtulması yerine, subjektif yorumlara alan açmak adına akidenin kap-
sama alanının daraltılmaya kalkışılması, terazinin ayarlarıyla oynamak-
tan farksızdır.
Bu tür yaklaşımlar, Müslümanlar arasındaki ortak bağları zayıflatmakta,
birbirimizi denetleme ve ikaz etme imkânlarını ortadan kaldırmaktadır.
Bugün Müslümanları herhangi bir konuda Kur’ani ölçülerle ikaz etmeye
kalkıştığınızda çoğu kez “Bu senin yorumun!” cevabıyla terslenmekte,
Bazı Referandum
‘Evet’çilerine Açık
Mektup
MEHMET DURMUŞ
Referanduma Bakış
COŞKUN UZUN
İslamî camia
sağcılaşıyor mu?
AHYA ARAS
İslamoğlu:
‘Referandum bir
sorumluluktur’
“Bir
Mustafa İslamoğlu:
ibadet duyarlılığı içe-
risinde sandığa
gidip evet diyeceğim”
Kemalist Zorbalık
Düzenine Karşı Bir
Mevzi Olarak
12 Eylül Referandumu
HAKSÖZ EDİTÖR YAZISI
Başörtüsü Referandumu!
Biz ise uzunca bir süredir ülkenin bir numaralı gündem maddesini teşkil
eden bu tartışmada tarafsız kalmanın doğrudan kimliğimizle ve gelece-
ğimizle ilgili bir gündeme sırt çevirmek olduğunu düşünüyoruz. İçinde
yaşadığımız ülkeyi ve toplumu doğrudan ilgilendiren bu meseleye ta-
vırsız kalmanın ise sorumluluk bilincimizle örtüşmediğine inanıyoruz.
Özgürlüklerimizi kısıtlayan, bizi kuşatan, sindirmeye çalışan statükocu
zihniyet ve işleyişin geriletilmesini talep ediyoruz. Ve bu zaviyeden
baktığımızda militarizmin ve hukuk -kılıfına büründürülmüş yargı des-
potizminin etkinliğinin kırılmasını getirebilecek düzenlemelerin lehimize,
hayrımıza olduğunu görüyoruz. Bu yüzden de kendi kimliğimizi, çizgi-
mizi koruyarak ve taleplerimizin takipçisi olmayı sürdürerek tartışma
sürecinde etkin rol üstlenmenin gerekliliğine inanıyoruz.
KAYNAK: HAKSÖZ DERGİSİ Eylül 2010 Sayısı
Endişeler ve Sorular
Siyasal Olaylara
Yaklaşımda Yaşanan
Kriz ve Referandumun
Yol Açtığı
Tutarsızlıklar
MUSA ÜZER
Onun için bu bir referandum değildir. Bir seçim hiç değildir. Bu bir
hayat-memat meselesidir. Bu, milletin kendi iradesine sahip çıkıp çık-
mama meselesidir. Bu, milleti aşağılayanları milletin sırtına çıkıp oradan
aşağı abdest bozanları indirip indirmeme meselesidir. Sadece oy ver-
mekle yetinmek pasifliktir. Çünkü bu, milletin meselesidir. Bu meseleyi
halletmek de millete düşüyor.
Allah önümüze bir fırsat çıkardı. Allah rızası için bu millete veli ve vasi
olmaya kalkanlara artık “Biz çocuk değiliz!” deyin. “Bize çocuk mu-
amelesi yapmayın, bize deli muamelesi yapmayın, bize deli gömleği
giydirmeyin!” deyin ve cevabınızı verin. Verin ki bu milleti aptal yerine
koymasınlar, bu milleti uşak yerine koymasınlar.
Rabbim bu milletin eline, ayağına, gönlüne, kafasına vurulmuş zincirleri
çözsün. Bu millete akıl, fikir, istikamet nasip eylesin. Bu millete iddiala-
rını ve dualarını yeniden versin. Bu milleti inşallah Kur’an’ın yüce davası
uğrunda yeni nice gönül ve yürek fetihlerinde muvaffak kılsın! Rabbim
bu millet için çalışanları muvaffak kılsın. Bu milletin aleyhine çalışanlara
da muvaffakiyetler vermesin, başarı vermesin inşallah.
KAYNAK: HAKSÖZ DERGİSİ Eylül 2010 Sayısı
1961 Anayasası ile gelen kuvvetler ayrılığı prensibi 1982 Anayasası ile
bu prensibin altında egemenliği paylaştırmayı hedeflerken bir başka
Seçimleri, oy vermeyi imani bir husus; itikadi bir durum olarak oku-
mak, yaşadığımız sürece katkı sağlamak yerine dışlayıcı, sınırlandırıcı
ve toplumsal çabalarımızı öteleyici bir tutum olacaktır. Bunun yerine
daha çok metodolojimiz üzerinden mücadele hattımıza kazandıracakları
ve ilkelerimizden kaybettirecekleri üzerinde yapılacak tahliller İslami
faydaya daha uygundur. Bunu belirtirken atılacak adımı küçümsediğimiz
anlaşılmamalıdır. Aksine adımlarımızın yönünün itikadi değerlendirme-
lere başvurmadan kimlik oluşturma süreçlerimize, değişim ve mücadele
hattımızla da tespiti mümkündür.
Düşünce Problemleri
ve Dünyayı Algılamaya
Etkileri
NURİ YILMAZ
Son söz:
Referandumda
Duygusallık Değil
Sağduyu Galip
Gelmeli
FUAT DEĞER
“İdeolojik Savaş”ı
Iskalamanın Vahim
Sonuçları
İKTİBAS EDİTÖR
Hılfu’l-fudûl
Hudeybiye Antlaşması
ve Anayasa Reformu
MEHMET DURMUŞ
Giriş
Hudeybiye Nedir?
(K)Oyverin Gitsin!
MUSTAFA ÖMEROĞLU
Kur’an diline, Arapçaya vakıf bir hayli alim, aydın nevinden insanlar var
aramızda.. Kimisi mektepli, kimisi alaylı.. Kur’an tefsiri ve meal yazma
hususunda da birbirleriyle rekabet halindeler..
Ama her şey Allah için, aksini iddia edecek değiliz ya.. Biz ise gariban
takımındanız, bıraktık Arapçayı konuştuğunuz dile dahi yabancıyız ..
Haliyle, kadim kültürden miras kalanlar öncelikli olmak üzre, bilirkişidir
Referandum’a Neden
Evet Diyeceğim
UBEYDULLAH ARSLAN
“Evet” makalemi yazdığım için küçük bir grup dostlar(her ne kadar bizi
dost olarak kabul etmeselerde) tepki verdi, olabilir, inşallah yarın farklı
düşünecekleri günlerde gelir.
Müslüman olarak inandığım ve düşündüğüm hususlarda açık olmayı
severim, iki yüzlü olmaktan korkarım, işte size neden evet dediğimi
küçüçük ilim dağarcığımdan süzerek sunuyorum, Allah beni ve sizi razı
olduğu dinde muvaffak etsin.
Tekfircilik Hastalığı
Üzerine Bir Değerlen-
dirme
AHMED KALKAN
Referandum kampları
Sürüp giden kavganın üç tarafı bulunmakta. Bunlardan biri CHP+MHP
ittifakının merkezinde yer aldığı statüko taraftarı olan HAYIRcılar, diğeri
bu sisteme karşı iktidar mücadelesi veren AK Parti ve çevresi, bir diğeri
de BDP’nin etrafında şekillenen BOYKOTcular.
HAYIRcılar müesses nizamın devamından yana. Çünkü sistemin omur-
gası hayırcıların iktidarı merkezinde çatılmıştır. Halka izah edebilecekleri
bir gerekçeleri yoktur. Bu nedenle her durumda “cumhuriyet elden gidi-
yor” teranesini mırıldanırlar.
CHP ve MHP’nin aynı cephede yer alması sistemin ikiz çocukları olmala-
rından kaynaklanır. Biri laik Kemalizmin milliyetçi, diğeri ise laik Kema-
lizmin cumhuriyetçi çocuğudur. Türk egemenlik sisteminin iki veçhesini
oluşturan bu ikiz kardeşin, sistemin krize girdiği ortamlarda güçlerini
birleştirmeleri, ittifak etmeleri anlaşılır bir durumdur.
Peki, EVET cephesi çok mu matah? AK Parti ve çevresinde kümelenen,
liberal tezlerle hareket eden ve cahiliyenin bir başka türevini oluşturan
EVET cephesi sadece iktidarını tahkim etmeye, korumaya çalışıyor. Asla
bizi temsil etmeyen EVET cephesi liberalleri, muhafazakârları, kapita-
listleri, Türkiyecileri temsil ederken özgürlükleri genişletmeye karşılık
muhafazakârlığı, liberalliği, Türkiyeciliği dayatıyor.
HAYIRcı cephenin yukarıda bahsettiğimiz sefaleti EVET’in psikolojik
Dil ve Üslup
Cürümünden fazla yer yakan bir konu olarak referandum, taşıdığı ger-
çek anlamını ve önemini fazlasıyla aşmış bir konuya dönüştü. Partiler,
aydınlar, kanaat önderleri, sanatçılar ve de çoğunluk İslamcılar kendi-
lerine uygun bir kamp seçmiş durumdalar. Böylesine hissî bir zeminde
mantığın işlemesi mümkün değil. Öyle ki anayasa değişikliğinin içeriğini
tartışmak dahi abes görülmektedir.
Ortada bir EVET-HAYIR-BOYKOT faşizmi var dersek çok abartmış olma-
yız. Her biri kendi kampında kâh savunma kâh taarruz pozisyonu almış
durumda. Aynı ideolojik çevreye ait olup da farklı tercihlerde bulunanla-
rın birbirlerine karşı tavrı ise oldukça acımasız.
Mesela, Ali Bulaç’ın Özgün Duruş gazetesinde yazdığı ve anayasa de-
ğişikliğinin kadına pozitif ayrımcılığı içeren maddesini tartıştığı yazı
oldukça eleştirilmişti. Ali Bulaç yazısında kadına yönelik pozitif ayrım-
cılığı İslami açıdan ele alıyor ve bu konunun İslami olarak tartışılmasını
istiyor, kendisi bu değişikliği İslam’a aykırı bulduğunu ifade ediyordu.
Ancak yazıda oyunun ne olacağına dair bir işaret yoktu.
EVET cephesi bu yazıyı HAYIR’ın ilanı olarak algıladı ve Ali Bulaç’ı sert-
çe eleştirmeye başladı. Yazının Zaman gazetesinde değil de Özgün
Duruş’ta yayınlanmasının arkasındaki niyetin okunmasından, hükümet-
ten ulufe alamadığı için intikam hissiyle yazıldığı imasına kadar vardırıl-
dı ithamlar. Tam anlamıyla belden aşağı vuruluyordu. Öyle ki Ali Bulaç
sonradan oyunun EVET olacağını açıklamak zorunda kalacaktı. İçeriğe
dair İslamî bir değerlendirmenin dahi bu kadar hazımsızlığa yol açması,
içine girilen bu akıldışı kamplaşmanın bir göstergesidir.
Oy kullananları tekfir etmek ne kadar yakışıksız ise, oy kullanmayanla-
rın, “HAYIR cephesine hizmet etmek” veya “zalime eğilim göstermek”
gibi ithamlarla suçlanması aynı oranda yakışıksızdır.
Her seçim tartışmasında “Saptı! Sapıyor! Sisteme entegre oluyor!” gibi
Referandum
karşısında
Müslümanların
açmazı
ALİ ÖNER
Bir Referandum
Ayrımında Meşruiyet
Tartışmaları ve
Hz. Yusuf Örnekliği
NUREDDİN ŞİRİN
Referandum ve Bizim
Radikaller
ÖMER ŞEVKİ HOTAR
Son Olarak...
ŞÜKRÜ HÜSEYİNOĞLU
Bir süredir, pirincin içindeki beyaz taşa kaşık sallayan mahalle sakinle-
rine bir şeyler anlatabilmek amacıyla içe dönük eleştiri yazılarına ağırlık
verdik.
İyiliği emr, kötülükten nehy sorumluluğu gereği, dışlanmak, yalnızlaştı-
rılmak riskini göze alarak sözümüzü söylemeye çalıştık.
Fakat gelinen noktada herkesin bildiğini okumaya devam ettiğini,
Kur’an’ın tabiriyle herkesin yanındakiyle sevinmekte olduğunu ve bunda
ısrarcı olduğunu üzülerek müşahade ettik.
Ne yazık ki tam anlamıyla sözün yalama olduğu noktadayız. Düne ka-
dar aynı kavramlarla konuşan, aynı ilkeleri dillendiren Müslümanlar ara-
sında bile artık ortak referansların kalmadığı, rölativizmin tüm bağları
ve bağlayıcılıkları yerle yeksan ettiği bu dönemde artık bu tür yazıları
sürdürmek boşa kürek çekmek gibi gelmeye başladı.
Düne kadar, ilk Kur’an neslinin gerektiğinde Allah Rasulü’nü (a. s.) bile
eleştirmesini konu edinen, Hz. Ömer’e Kur’an ayetiyle karşı çıkıp onu
yanlışından döndüren kadın örneğini her fırsatta anlatanlar, şimdilerde
Referandum
tartışmalarıyla ortaya
çıkan şaşırtıcı tablo…
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL
Fikrî, itiqadî veya ideolojik bir bütünlük içinde olmak elbette güzeldir,
Hz. Yusuf
Örnekliği’nden
Alacağımız Ders Bize
Delil Olmaz mı?
NUREDDİN ŞİRİN
20. “O’na hüküm ve ilim verdik” gibi sözlerle Kur’an ekseriya “Biz ona
peygamberliği ihsan ettik” demek ister. Çünkü Arapçada “Hüküm” ke-
limesi hem “yargı” hem “otorite” anlamına; “ilim” kelimesi de Allah’ın
peygamberlerine doğrudan indirdiği bilgi anlamına kullanılmıştır. Bu
durumda metin şu anlama gelir: “Biz ona, halkın işlerinde adaletle hük-
metsin diye kudret, iktidar ve bilgi verdik.” (Yusuf 21-22 Tefsiri)
Meseleyle ilgili bir diğer soru da şu: Hz. Yusuf’un (a.s) ülkedeki tüm
iktidarın kendisine teslimi için yaptığı teklifin hedefi neydi? Hizmetlerini
kafir bir devletin kanunlarına güç katmak için mi gerçekleştirdi? Yoksa
elinde bulundurduğu hükümetin güçleriyle İslam’ın kültürel, ahlaki ve
siyasi sistemlerini mi tesis etmek niyetindeydi? Bu sorulara en iyi cevap
Allame Zemahşeri’nin Keşşaf tefsirinde 55. ayete getirdiği yorumda ve-
rilmiştir. Şöyle diyor: “Yusuf Aleyhisselam ülkenin kaynaklarını benim
tasarrufuma verin şeklindeki teklifinde bulunduğu zaman niyeti Allah’ın
hükümlerini yürürlükte kılmak, hak ve adaleti tesis etmek ve tüm rasül-
ler gibi görevini icra etmek üzere iktidar fırsatı kollamaktı. Yoksa tahta
geçmeyi, saltanat sevdası için yahut dünyevi arzularını ve hırslarını
tatmin için istememişti. Böylece bir talepte bulundu; çünkü bu işi icra
edebilecek bir başkasının bulunmadığını gayet iyi biliyordu.”
İşin açıkçası yukarıdaki soru en önemli ve temel meseleye götürmek-
tedir: Yusuf Allah Rasulü müydü, değil miydi? Eğer öyle idiyse Kur’an
nasıl oluyor da tağuti prensiplerle işleyen bir küfür düzenine hizmet
edebilen (sözde Hz. Yusuf (a.s) böyle yapmıştır!) bir peygamber tipin-
den söz ediyor? Hatta daha da önemli bir soruya varıyoruz: O sadık
bir kimse miydi, değil miydi? Eğer öyleyse, nasıl oluyor da hakimiyetin
Allah’a değil de, krala ait olduğu teorisini (güya) pratikte uygulayabili-
yor, oysa zindandayken “hükmün yalnızca Allah’a ait olduğunu” (ayet,
40) söylememiş miydi? Ve eğer kimilerinin sandığı gibi o başvurusunu
krala hizmet için sunmuşsa, bu demektir ki hapisteyken şu söyledikleri-
ne ilkece aykırı bir iş yapmış demektir: “Hangisi daha hayırlı, çeşit çeşit
tanrıları mı, yoksa tek bir kadir-i mutlak Allah mı?” Madem ki Mısır kralı
halkın ittihaz ettiği “tanrılar”dan bir tanrıdır; o halde İslami bir hukukla
yönetilen gayri islami bir düzenin yönetim işini üstlenmeyi, bu konuda
hizmet vermeyi teklif etmesi Hz. Yusuf (a.s) için Rabbiyle kralı müsavi
tutmak olmuyor muydu? Böyle bir durumda söz konusu yorumcuların
Tercihimiz İslami
Olmalı
COŞKUN UZUN
Kulluktan
vazgeçmeden zihni
sürekli diri tutmak
gerek
BÜNYAMİN ZERAN
Sermayesi insan olan bir hareket eğer insanlarını kaybederse yeni pro-
jeler üretmekte bir hayli etkisiz kalır. Her ideoloji veya din muhakkak ki
insan eliyle yürüyüşünü devam ettirir. Örneğin İslam kafirlere karşı bir
zafer kazanacaksa bu ancak müminlerin eliyle olur. Müminler oturduğu
yerden başarı bekleyecek olursa bu tamamen hayalcilik olur. Libera-
lizmin estirdiği rüzgar ne yazık ki Protestan düşünceyi kökleştirerek
laik bir din olgusunu pekiştirmiştir. Laik din olgusu da bireysel kalmayı
ön plana çıkardığından inkılapçı anlayış kaybolmuş ve risksiz bir İslam
tercih edilmiştir. Kendi sorumluluklarını başkalarına havale eden hatta
yıllardır reddettiği sistem ve onun koruyucularından medet umacak ka-
dar zihni karışıklık içine giren bir ruh halini yaşamaya başlayan insanlar
süreçle beraber maalesef çoğalmıştır.
Sürekli reddetmek yerine kabul ederek, uzlaşarak yola devam edilmesi
gerektiğini vazedenler bu tavırlarını harekette yeni bir yöntem olarak
belirlerken kendisi gibi düşünmeyenlere “sizin öneriniz, çözümünüz
nedir?” sorusunu sormaktadırlar. Oysa soru baştan cenini sakıttır. Çün-
kü bu sorun yalnız bizim sorunumuz olmamakta aynı zamanda kendi
sorunları da olmaktadır. Öyleyse bir yere teslim olarak ve tağuti bir
‘Nasılsanız öyle
yönetilirsiniz…’ ve,
‘Bir halk kendi halini
değiştirmedikçe...’
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL
Referandum Süreci ve
Sonucuna Yönelik Bir
Değerlendirme
UFUK ARAŞLI
Keloğlan ve
Referandum
HİKMET ERTÜRK