You are on page 1of 91

Kuran Eleştirileri Derlemesi ve Yorumları

Önsöz

eklenecek

İçerik

Bölüm 1
1-Açık bir din olarak İslam
2-Kuran'da Allah'ın Varlığının Delilleri
3-Kur'an apaçık anlaşılır bir kitap mı?.....................................

Bölüm 2
Kuranda'ki çelişkilerden bazıları (Çelişkiler)......................
4-Tanrının Fikir Değiştirmesi ...............
5-Kötülük tanrıdan mı gelir?
6-Hristiyan ve Musevilerin Cennete Gidip Gidemeyecekleri Hakkıda İkilemli ayetler
7-Allah'in 1 günü 1.000 yil mi, 50.000 yil mi?
8-) Yapılan iyilikler karşılıksız kalacak mı kalmayacak mı?
9- İçki konusunda çelişkili ayetler:
10- Dinde Zorlama Var Mıdır?
11- İnsanın Yaratılışı

Bölüm 3 Kuran'da Kadın - Şiddet


12- Tanrı'nın insanları eşit yaratmamış olması - Kadına şiddete teşfik ve Meşrulaştırma
13- Henüz Ergenliğe Girmemiş Kızla Cinsel İlişkiyi Meşrulaştıran Ayet
14- Peygambere ensest ilişkinin ve akraba evliliklerin helal kılınması, Çok eşliliğin
meşrulaştırılması
15- Kuran'da Cinsiyet Ayrımcılığı
16- Kuran'da Şiddetin meşrulaştırılması
17- Kuran'da Miras

Bölüm 4- Diğer Mantık Dışı Ayetler

Bölüm 4 Kuran'da Mantıkdışılık


Peygamber Sabrı
Dağlar Depremleri Önlemek için
1-AÇIK BİR DİN OLARAK İSLAM
Allah gönderdiği kanunları, hükümleri değiştirir mi?

Kuran açık seçik ayetler halinde müslümanlığa sunulmuştur, ve Allah'ın kanununda


asla bir değişiklik veya sapma olmayacağı aşağıdaki ayetler ile belirtilmiştir.

Hacc (22) suresi 16. ayet


16. İşte böylece biz o Kur'an'ı açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah dilediği
kimseyi doğru yola sevkeder.

Zuhuf (43) Suresi 3.ayet


-Doğrusu, Biz onu Arapça olarak okunacak bir Kur'an yaptık ki akıl erdiresiniz.
Diyanet Vakfı: (2-3) Apaçık Kitab'a andolsun ki biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur'an
kıldık.

Yusuf (12) Suresi 2. Ayet : Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

Yasin suresi 69. Ayet


Biz ona (Peygambere) ŞİİR öğretmedik; (bu,) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen Kitap),
yalnızca bir ÖĞÜT ve APAÇIK bir Kur'an'dır.

Ahzab(33) Suresi 62. Ayet


Diyanet İşleri : Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın
kanununda asla değişme bulamazsın.
fakat...

Bakara (2) Suresi 106. Ayet : "biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu
unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. allah’ın gücünün her şeye
hakkıyla yettiğini bilmez misin?"

Fetih (48) Suresi 23. ayet


Diyanet İşleri : Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla
bir değişiklik bulamazsın.

Fatır (35) Suresi 43. ayet


43-Bu, yeryüzünde bir büyüklük taslamak ve suikast düzenlemek istediklerindendir. Oysa kötü
tuzak, yalnızca sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetirler?! Sen
Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın, Allah'ın kanununda asla bir sapma da
bulamazsın!

En'am (6) Suresi 115. Ayet


Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek
kimse yoktur. O işitendir, bilendir.

Nisa (4) Suresi 82. Ayet


82. Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından
gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.
2- Kuran'da Allah'ın Varlığının Delilleri

Şura suresi 32. ayet: "denizde dağlar gibi akıp gidenler (gemiler) de o'nun (varlığının)
delillerindendir."
Açıkçası denizde giden gemilerin varlığı Allah'ın varlığında delil oluşturmaz.

Şura suresi 33. ayet: "Dilerse o, rüzgarı durdurur da onun (denizin) üstünde kalakalırlar..."
Allah burada alçak basınç yüksek basınç hareketleri sonuncunda : Yani bilimsel olarak
açıklanabilen doğa olaylarıyla , kendi varlığını dellilendirmek istemiş. Aslında gerçekten bir Allah
olsaydı bu kadar basit bir olayı kendi varlığının delili olarak göstermekten çekinmez miydi? Bence
çekinirdi. Mesela ben gerçekten bir tanrı olsaydım; insanların hiçbir şekilde çözemeyeceği bir bir
doğa olayı meydana getirirdim. Sanıyorum ki Kuran'ın ortaya çıktığı dönemde insanların
çözemeyeceği bir doğa hadisesi olarak düşünülmüş bir Allah' varlığını ispatlama örneğidir.

Lokman suresi 31. ayet: "size varlığının delillerini göstermesi için, Allah'ın lütfuyla gemilerin
denizde yüzdüğünü görmedin mi?

Açıkçası bilmiyoruz. Bir Tanrı'nın varlığının denizde yüzen gemilerle ispatlanabiliyor


olması oldukça gülünç ve utan verici olsa gerek.

Rad (13) Suresi 12. Ayet : O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır
bulutları meydana getirendir.

Bulutların oluşumu bilimsel olarak rahatlıkla gösterilebildiği gibi 15 yaşındaki bir insan bile
evinde yağmur yağdırabilir. Bu yüzdendir ki, bu ayet Allah'ın varlığının bir delili olamaz.

Rad (13) Suresi 13. Ayet : Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun
heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar
gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır.

Rad 13 : Ben şimdiye kadar yıldırımlarla insanı çarpan bir Allah görmedim. Peki ya siz gördünüz
mü?
3- Kur'an apaçık anlaşılır bir kitap mı?

Şuara-195'te Muhammed, "uyarıcılardan olabilsin diye" Kur'an'ın "apaçık bir dille" indirildiği;

Zuhruf/ 2-3 'te daha açık olarak, " Apaçık Kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz O'nun düşünüp
anlayasınız diye " indirildiği;

Fussilet-44'te Kur'an ayetlerinin uzun açıklamalı olmadığı;

Yusuf-12'de Kur'an'ın, herkesçe "okunup anlaşılması için" indirildiği;

Duhan-58 'de, herkese öğüt alsınlar diye kolaylaştırıldığı söylenir.

Ancak Kur'an anlaşılmaz bir yığın ayetle ve kavramla doludur. Anlaşılabilmesi için eski
Kureyş Arapçasının, hadislerin, peygamberin ayrıntılı hayatının, dönem tarihinin iyi bilinmesi
gerekir. Orucun kaç gün olduğu, namazın kaç vakit olduğu bile açıkça belirtilmemiştir.

Şimdi tüm açık seçik haliyle yazılmış olan ve asla bir değişiklik ya da sapma olmayan Kuran-ı
Kerim'i birlikte inceleyelim.

Enfal (8) Suresi 65 ve 66. ayetlerdeki çelişki,

4-Allah'ın Fikir Değiştirmesi

enfal suresi(8)
65.ayet Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi
bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin
kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.

66. Ayet: Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz
kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle
(onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.

Enfal Suresi 65. ve 66. Ayetle ilgil not: Her şeye kadir olan ve her şeyi görüp bilen Allah'ın arka
arkaya gelen ayetlerde fikir değiştirmesi açıkçası dikkatimizden kaçmadı. Bizde zayıflık olduğunu
66. Ayette bilen Allah 65. Ayeti neden göndermiş olsun ki. O zaten her şeyi önceden bilir!

Elbette çeşitli karşıt görüşteki kaynaklar bu ayetlerle ilgili savunmalarını yaptılar.


Ne demişler: “Minareyi çalan kılıfını hazırlar!”
5-Kur'an Mekke ve çevresine mi yoksa tüm insanlara mı gönderilmiştir?

Enam-92. Bu da kendisinden öncekileri doğrulayan mübarek bir kitaptır ki, beldelerin anası
(Mekke) ile onun çevresindekileri uyarman için indirdik. Âhirete inananlar, ona da inanırlar; onlar,
namazlarına da dikkatle devam ederler.

Kalem-52. Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.
Bu iki ayet de kendi içinde çelişmekte. Allah ne yapacağına karar verememiş durumda.
Belki de sonradan vazgeçmiş olabilir. Ayrıca kutsal sayılan dinlerin gönderildiği düşünülen ülkelere
dikkat edecek olursak ne Çin, ne de Japonya'ya indirilmiş bir kutsal kitap bulunmamaktadır.

6- Kötülük Allah'tan mı gelir?

Nisa suresi(4)/78'e göre evet, aynı surenin (4)/79. ayetine göre hayır.

Nisa (4) - 78/79


78. Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir
iyilik dokunsa "Bu Allah'tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi
Allah'tandır"" de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!

79. Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi
gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.
(diyanet meali)

Görünen o ki; Allah'ın kötülüğün ve iyiliğin sadece kendisinden mi yoksa kötülüğün insan
nefsinden mi geldiğini açıklayamamış. Bu çok enteresan bir şey olsa gerek. Eminim islam
savunucuları bu iki ayeti: “kötülük hem Allah'tan gelir hem de kendi nefsinizden.” diyerekten
kılıfına uydururlar.

not: Nisa Suresi'nin 78. ayeti bitiminde “ Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!”
cümlesi de eşşiz bir yaratıcı olan tanrının üslübunun ne derece insan zekasına yakın bir içerik
taşıdığı hakkında derin ipuçları vermektedir. Zira gerçekten bir yaratıcı olsa bir türlü laf
anlamıyorlar demez, yarattığı canlıların anlayacağı şekilde bir kutsal kitap gönderirdi. Bu ayette
daha çok; peygamberin kişisel düşüncesi Allah'ın sözüymüş gibi karşımızda durmaktadır.
7- Hristiyanlar, Yahudiler ve Musevilerin Cennete Gidip Gidemeyecekleri
Hakkıdaki ayetler

Gidebilir Diyen Ayetler :

Bakara (2) Suresi 62. Ayet : 62. Şüphesiz iman edenler; yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve
sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında
mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.

El Maide (5) Suresi 69. Ayet : İman edenler ile yahudiler, sâbiîler ve hıristiyanlardan Allah'a ve
ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de
değillerdir.

Al-i imran (3) Suresi 84. Ayet

84. De ki: Biz, Allah a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına
indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman
ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz.

Gidemez Diyen Ayetler :

El Maide (5)/72
Andolsun ki "Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesîh'tir" diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesîh
"Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a ortak
koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar
yoktur" demişti.

Al-i İmran Suresi (3)/85. ayet


85. Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul
edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

Hacc suresi (22) 17. ayet


Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Allah’a ortak koşanlar var
ya, Allah kıyamet günü onların aralarında mutlaka hüküm verecektir. Çünkü Allah her şeye şahittir.

Aynı Konuyla ilgili -bu sefer alt alta yazıyorum ki daha belirgin olsun.

Mâide (5) Suresi 69. Ayet


İman edenler ile yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp
iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.
Mâide (5) Suresi 51. Ayet
Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar
(birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler
topluluğuna yol göstermez.
8- Allah'in 1 günü 1.000 yil mi, 50.000 yil mi?

Kuran'daki bazi ayetlerde Allah'in bir gününün kaç dünya yılına eşdeğer oldugu konusunda da
çelişkiler bulunmaktadir:

Hacc (22) Suresi :47. Ayet : (Resûlüm!) Onlar senden azabin çabuk gelmesini istiyorlar. Allah
vâdinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarinizdan
bin yil gibidir.

Secde (32) Suresi 5. Ayet : Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu
işler) sizin sayageldiklerinize göre “bin yil tutan bir günde” O'nun nezdine çikar.

Yukaridaki ayetlerde, Allah'ın bir gününün, dünyanin 1.000 yilina denk oldugu söyleniyor.
Halbuki, aşagidaki ayette ise, Allah'ın bir gününün, dünyanin 50.000 yilina denk oldugu ifade
ediliyor:

Mearic (70) 4. Ayet: Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktari (dünya senesi ile) “ellibin yil olan
bir günde” yükselip çikar.

Peki, bunlardan hangisi dogru? Bu birbiriyle çelişen ayetlere göre, Allah'in bir günü, dünyanin
1.000 yilina mi, 50.000 yilina mi eşdeğer? Bu hatayı Allah-varsa eger- yapmış olabilir mi, yoksa,
Kuran Muhammed'in mi kelamidir? Allah versa eger, boylesine bir hatayi yapmayacagina gore,
Kuran'in insan elinden cikma bir kitap oldugu, Allah'in degil, Muhammed^'in kelami oldugu
anlasilmaktadir.

9-) Yapılan iyilikler karşılıksız kalacak mı kalmayacak mı?

Bakara(2) Suresi 217. Ayet


Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette
de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.
217. Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır.
(İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mes-cid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak
ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha
büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa
devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada
da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.

Al-i İmran (3) Suresi 115. Ayet


115. Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok
iyi bilir.
10- İçki konusunda çelişkili ayetler:

Kuran'daki çelişkilerden bir örnek de içki konusundadır. Bunlardan birinci ayette:


"Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden de içki ve güzel rızık elde edersiniz." (Nahl-
16/67) denilmektedir.
Daha sonra bu ayetteki anlama karşı gelecek şekilde :

Bakara-(2) Suresinin 219. ayetinde; "Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar; De ki o ikisinde de


büyük günah vardır. İnsanların bazı faydaları varsa da günahları faydalarından büyüktür."
(Bakara- 2/219) denilmektedir.

Bir başka ayette "Ey insanlar! Sarhoş iken namaza yaklaşmayın." (Nisa-4/43)
Ve başka bir ayette de:

"Ey insanlar! Şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytan işidir. Pisliktir. Bundan sakınınız. Ta
ki kurtuluşa eresiniz." (Maide-5/90) yazmaktadır.

Görülmektedir ki, Kuran'da içki lehinde bir ayet ve içki aleyhinde 3 ayet ile bu konuda da çelişki
mevcuttur. Aslında bu durum, Kuran'ın Allah'ın-varsa eğer- sözü olduğunu değil, bir insan eseri
olduğunun bir diğer göstergesidir. Çünkü, bir Tanrı, aynı konuda çelişkili ifadeler kullanmazdı.

Nahl-16/67. Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte
bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.

Bakara-2/219. Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir
günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından
daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. "İhtiyaç fazlasını" de. Allah
size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.

Nisa- 4/43. Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna
gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak
yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz
bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar.

Maide-5/90. Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer
şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.
11 - Dinde Zorlama var mıdır yok mudur?

Ali Imran (3) Suresi 85. Ayet : Kim İslam’dan başka bir din ararsa artık o, ondan asla kabul
edilmeyecektir. Ve o, âhirette hüsrana düşenlerdendir.

Tahrim (66) 9. Ayet: Ey Peygamber! Küfre sapanlarla ve münafıklarla mücadele et ve onlara karşı
sert davran! Varacakları yer cehennemdir onların. Ne kötü dönüş yeridir o!

Ali Imran (3) Suresi 19. Ayet: Allah katında din İslam’dır.

Tevbe (9) Suresi 5. Ayet : O haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları
yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekatı verirlerse,
onları serbest bırakın; çünkü Allah bağışlayan ve merhamet edendir.

Yunus Suresi 99. Ayet : Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi.
O halde insanları hep mü'min olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?

Yunus Suresi 100. Ayet : Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.
Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır!

Tevbe (9) 29. Ayet : Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın
ve resulünün yasakladığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, boyun eğerek kendi
elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın.

Enfal (8) Suresi 39. Ayet : Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar
onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.

Söylemeye gerek yoktur ki farkli din ve inançta olanları zorla,şiddet yolu ile Islâma sokmaya
yönelik bu tür âyet’ler, “Din’de zorlama olmaz” , ya da “Sizin dininiz size, benim dinim bana”
seklinde âyet’lerle çelişmektedir.

Kafirun (109) Suresi 6. Ayet :“Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.”

Bakara (2) Ayet 256 : Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O
hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır.
Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Gasiye (88) Suresi 21. Ayet : O halde (Resûlüm), öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin.

Gasiye (88) Suresi 22. Ayet : Onların üzerinde bir zorba değilsin.

Abese (80) Suresi 7. Ayet : Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin.

Abese (80) Suresi 11. Ayet : Hayır! Şüphesiz bunlar bir öğüttür,

Abese (80) Suresi 12. Ayet : Dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır,
12- İnsanın Yaratılışı

İnsan, "yaratıldı" ise, "ne"den yaratıldı? Önemli bir soru.. Dinciler ile bilimciler farklı
görüşteler. Bakalim, Kuran'da bu konuda neler yaziyor? Okuyunca akliniz karişacak, çünkü Kuran
bu konuda farkli farkli şeyler söylüyor. Diğer bazi konularda olduğu gibi, bunda da çelişkili ifadeler
var.
Ne kadar çok çesitli maddeden yaratildigini söylüyor insanin, Kur'an.. Bu kadar degisik ve akil
karistiran ifadelerin, Allah'in -varsa eger-kelami olmasi mümkün mü? Yoksa, Muhammed'in kelami
midir?
"Kan pihtisi"ndan (96:1-2), "su"dan (21:30, 24:45, 25:54), "toprak"tan (15:26, 3:59, 30:20, 35:11),
"hiç"ten (19:67), sonra bunu "inkar etmek" (52:35), "nutfe"den (16:4) ve de "meni"den (75:37)

Diyanet Meali
Alak (96) Suresi 1. Ayet. Yaratan Rabbinin adiyla oku! 96/2. O, insani pihtilasmis kandan
yarattı.

Enbiya (21) Suresi 30. Ayet : inkar edenler, gokler ve yer yapisikken onlari ayirdigimizi ve butun
canlilari sudan meydana getirdigimizi bilmezler mi? inanmiyorlar mi?

Nur/(24) Suresi /45. Ayet. Allah butun canlilari sudan yaratmistir. Kimi karni uzerinde surunur,
kimi iki ayakla yurur, kimi dort ayakla yurur. Allah diledigini yaratir, Allah suphesiz herseye
Kadir'dir.
Furkan/25/54. insani sudan yaratarak, ona soy sop veren O'dur. Rabbin herseye Kadir'dir.

Hicr/15/26. And olsun ki, insani kuru balciktan, islenebilen kara topraktan yarattik.

Aliimran(3)/ 59. Ayet Allah'in katinda isa'nin durumu kendisini topraktan yaratip sonra ol
demesiyle olmus olan Adem'in durumu gibidir.

Rum (30) Suresi /20. Ayet: Sizi topraktan yaratmasi O'nun varliginin belgelerindendir. Sonra
hemen birer insan olup yeryuzune yayilirsiniz.

Fatir(35) Suresi 11. Ayet Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmis, sonra da sizi çiftler
halinde varetmistir. Dişinin gebe kalması ve dogurmasi, ancak O'nun bilgisiyledir. Omru uzun
olanin çok yaşamasi ve ömürlerin azalmasi şüphesiz Kitap'dadir. Doğrusu bu Allah'a kolaydir.

Meryem(19) Suresi 67. Ayet - Bir insan kendisi onceden bir sey degilken onu yaratmis
oldugumuzu hatirlamaz mi?

Tur(52)Suresi 35. Ayet - Onlar, yaratan olmaksizin mi yaratildilar yoksa yaratanlar kendileri
midir?
Hud(11) Suresi 61. Ayet : Semud milletine kardesleri Salih'i gonderdik. "Ey milletim! Allah'a
kulluk edin; O'ndan baska tanriniz yoktur; sizi yeryuzunde yaratip orayi imar etmenizi dileyen
O'dur. Oyleyse O'ndan magfiret dileyin, sonra da O'na tevbe edin. Doğrusu Rabbim size yakin ve
dualari kabul edendir" dedi.

Mümin (23) Suresi 12. Ayet : Andolsun ki, Biz insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık.

Saffat (37) Suresi 11. Ayet: Şimdi sor onlara: "Yaratılışça kendileri mi daha çetin, yoksa
Bizim yarattıklarımız mı?" Biz kendilerini cıvık bir çamurdan yarattık.

Sad (38) Suresi 71. ve 72. Ayet


71-Bir vakit Rabbin meleklere demişti ki: "Haberiniz olsun, Ben bir çamurdan bir insan
yaratmaktayım.

72-Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!

Sad (38) Suresi 72. Ayetiyle ilgili not: Eğer Allah; insanlara ve hayvanlara ruh üfürüp
onlara can veriyorsa, bu şekilde canlılık gerçekleşiyorsa:

Klonlanan canlıların ölü doğması gerekir. Çünkü bir hayvana can verecek, yani Kuran'da
geçtiği gibi “Ona ruh üfürecek olan yalnızca Allah'tır.” Zaten başka şekilde olması mümkün
değildir. Zira Allah'ın yerine bir hayvana can vermek Allah'ın işine karışmaktır. Bu bağlamda
Allah'ın yaratıcı gücünü hiçe sayarak yapılan bütün canlı klonlamaları başarısızlıkla sonuçlanması
gerekir.
Ancak yapılan çalışmalar, hayvan klonlamasının ne derecede başaralı olduğunu bize
“bilimsel olarak” açıklamaktadır.

Kutsal kitaplarda sözedilen "insanın çamurdan yaratıldığı" fikri, kutsal kitapların ortaya
atılmasından çok daha önceki çağlarda yaşayan insanların eserlerinde ve efsanelerinde görülmüştür.
Bu durum, kutsal kitapların içine bu eser ve efsanelerden alıntı yapıldığının, kutsal kitaplarin bir
Tanrı/Allah-varsa eğer- tarafından değil, kendilerine peygamber adını veren zamanının toplum lideri
olabilecek kabiliyette insanlar tarafından yazıldığının (hazırlandığının) somut bir göstergesidir.

Bu efsane ve kutsal kitapların ifadeleri şu şekildedir:

1)Gılgamış Destanı: "Ellerimi yıkadım. Bir parça çamur koparıp yazıya attım. Ve bu yazıda
,kahraman Engidu'yu yarattım."

2)Sümer'lilerin Enuma-eliş Destanı: "Bunun üzerine ben de Ea'nın yardımını istedim. Toprağı,
Kingu'nun kanıyla yoğurdum. İlk insanı meydana getirdim."

3)Çin Efsanelerinden: "Bunun üzerine Tanrıça Ngüho yengeç elleriyle gökyüzünü yukarıya
kaldırdı, denizleri yeniden sınırlarına itti. Ve çamurdan yeni bir insan türü yarattı."

4)Mısır'da Luxor Tapınağı'nda bulunan kabartma bir resim: "Kral Amonhotap III olarak
betimlenen Tanrı Khnemu çömlekçi çarkında erkek ve dişi iki insanı yaratıyor."

5)Hesiodos Destanı: "Namlı, şanlı Hephaisdos'u çağırdım hemen. 'Bir parça topral al, suyla karıştır'
dedim. 'İçine insan sesi koy, insan gücü koy."
6)Yunan Efsaneleri'nden: "Gözyaşlarımla toprağı çamur haline getirdim ve yoğurdum
(Prometheus anlatıyor.) Bir insan heykeli yaptım. Sonra bu heykele ruh verdim. İlk ölümlü
yaratıklar oluştu böylece.)

7)Tevrat'tan: "Ve Rab Allah yerin toprağından Adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi
ve adam yaşayan can oldu."

8) Kur'an, Mü'minün 12-16:"And olsun ki Biz insanı süzme çamurdan yarattık."

9) Kur'an, Es-Safaat 11: "Hakikat Biz onları cıvık bir çamurdan yarattık."

10)Kur'an, Sad 71-76: "Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu tamamlayıp
içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal ona secdeye kapanın."

Bu konu hakkında daha detaylı yazılmış olan şu yazıya bakınız:


http://kadinvedin.ipbfree.com/index.php?act=ST&f=13&t=167

Nuh'un ailesine "Tufan"da ne oldu?

Nuh'un ailesinin tufanda baþýna gelenler, Kuran'in ayrý ayetlerinde ayrý þekilde hikaye
edilmektedir. Kuran'ýn Enbiya/21:76 ayetine göre, Nuh'un ailesi kurtulur. Saffat/37:77, soyunun
devam ettiðini söyler. Halbuki, ayet Hud/11:42-43 ise Nuh'un oðlunun tufanda boðulduðunu söyler.
Hangisine inanacaksınız?
Diyanet tercümesinden:
Enbiya(21) Suresi 76. Ayet : Nuh da daha onceleri Bize yalvarmisti, onun duasini kabul edip,
kendisini ve ailesini buyuk sikintidan kurtardik.

Saffat(37) Suresi 75. Ayet : And olsun ki, Nuh Bize seslenmisti de duasina ne guzel icabet
etmistik.
Saffat (37) 76. Ayet: Onu ve ailesini buyuk sikintidan kurtarmistik.
Saffat (37) 77. Ayet: Ancak onun soyunu surekli kildik.

Hud (11) Suresi 42. Ayet : Gemi, daglar gibi dalgalar icinde onlari otururken, Nuh, bir kenarda ayri
kalmis olan ogluna "Ey ogulcugum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma" diye seslendi.
Hud (11) Suresi 43. Ayet: Oglu: "Daga siginirim, beni sudan kurtarir" deyince, Nuh: "Bugun
Allah'in buyrugundan O'nun acidiklari disinda kurtulacak yoktur" dedi. Aralarina dalga girdi, oglu
da bogulanlara karisti.
Kuran'daki "cennet" Sayısı

Bir tane mi cennet var, yoksa, birden çok mu cennet var?


Muhammed, Kuran'i yazdirirken bu konuya pek dikkat etmemis.. Bazan tekil, bazan çoğuk
ifade kullanmiştır. Bu da, Kuran'ın, Allah'in kelami degil, fakat Muhammed'in kelami olduğunu
gösteriyor.
Ayetlere bakalim:
Zümer (39) Suresi 73. Ayet: Rablerine karsi gelmekten sakinanlar, boluk boluk cennete
goturulurler. Oraya varip da kapilari acildiginda, bekcileri onlara: "Selam size, hos geldiniz! Temelli
olarak buraya girin" derler.

Fussilet/ 41/30-2. "Rabbimiz Allah'tir" deyip sonra da dogrulukta devam edenler, onlari, melekler,
olumleri aninda: "Korkmayiniz, uzulmeyiniz, size soz verilen cennetle sevinin, biz dunya hayatinda
da, ahirette de size dostuz. Burada, canlarinizin cektigi, umdugunuz seyler, bagislayan ve aciyan
Allah katindan bir ziyafet olarak size sunulur" diyerek inerler.

Hadid/ 57/21. Ey insanlar! Rabbiniz tarafindan bagislanmaya, Allah'a ve peygamberine inananlar


icin hazirlanmis, genisligi yerle gogun genisligi kadar olan cennete kosusun; bu Allah'in diledigine
verdigi lutfudur. Allah, buyuk lutuf sahibidir.

Naziat/ 79/40-1. Ama kim Rabbinin azametinden korkup da kendini kotulukten alikoymussa,
varacagi yer suphesiz cennettir.

Yukaridaki ayetlerde, "cennet", "tekil" olarak yazilmiş. Yani, bir "adet" cennet anlaminda..
Halbuki, asagidaki ayetlerde ise tam tersi yazilmis: Cennet degil, ama "cennetler"den sözediliyor:

Kehf/18/30-1. iyi hareket edenin ecrini zayi etmeyiz. Dogrusu, inanip yararli is yapanlara, iste
onlara, iclerinden irmaklar akan Adn cennetleri vardir. Orada altin bilezikler takinirlar, ince ve
kalin ipekliden yesil elbiseler giyerek tahtlari uzerinde otururlar.
Ne guzel bir mukafat ve ne guzel yaslanacak yer!
Hacc (22) Suresi 23. Ayet : Dogrusu Allah, inanip yararli is isleyenleri, iclerinden irmaklar akan
cennetlere koyar. Orada altin bilezikler ve inciler takinirlar. Oradaki elbiseleri de ipektendir.
Fatir (35) Suresi 33. Ayet : Bunlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altin bilezikler ve incilerle
suslenirler, oradaki elbiseleri de ipektir.
Nebe/78/31-4. Dogrusu, Allah'a karsi gelmekten sakinanlara kurtulus, bahçler, bağlar, yaşıtlar ve
dolu kadehler vardir.
Hangisine inanacaksiniz?
Kuran, Allah'in-varsa eger- kelami olsa idi, böyle yanlislar yapar miydi?
Ama, Muhammed'in kelami olunca, bu tip yanlislari yapmis Muhammed..
Formulu tutmayan ayet

Ayetin iniş sebebi,

Müslümanlardan bazıları sık sık Muhammed'e gelerek özel görüşme talebinde


bulunuyorlardı. Önemli konulardan bahsetmez Muhammed'in değerli vaktini harcarlardı. Hem de
eziyetine sebep oluyorlardı. Bu durumda Allah aşağıdaki ayeti indirerek samimi olanlarla
olmayanları imtihan etti. (Sanki bilmiyormuş gibi) Hem de Muhammed'e yönelik olan eziyeti
önledi. (2 haftalığına)
Muhammed ile özel görüşmek isteyen önce sadaka vermeli (muhammed'in sadaka toplayan
adamına) daha sonra görüşmeye gelmesi istenmektedir. İmam (a.s)'dan bu konuda şöyle
nakledilmiştir: "Bu ayet nazil olduğunda benim bir dinarım vardı. Onu on dirheme bozdurdum. Her
gün bir dirhem sadaka verdikten sonra Resulullah'ın huzuruna varıp istifade ediyordum. Benim
dirhemlerim bittiğinde bu hüküm de kaldırıldı."

Söz konusu ayetlerin metni şöyledir:


Mücadile (58) Suresi 12. Ayet. Elmalı Hamdi Yazır Meali
Ey iman edenler, peygambere gizli bir şey danışacağınız zaman, fısıltınızdan önce bir sadaka
verin! Bu sizin için hem bir hayır hem de daha ziyade temizliktir. Fakat gücünüz yetmezse, şüphe
yok ki, Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.

Bu ayetle Allah, Muhammed ile özel görüşmenin ön şartı olarak sadaka vermeyi emretmişti. Bu
ayet indikten sonra, öncelikle Hz. Ali uygulamış fakat geniş çevrelerce uygulanmadığı için hükmü
bir sonraki ayetle kaldırmış ve Allah onları affetmiştir.
Mücadile (58) Suresi 13. Ayet (Elmalı Hamdi Yazır)
Yoksa fısıltınızdan önce sadaka vermekten korktunuz mu? Madem ki, yapmadınız, Allah da size
tevbe lütfetti, artık namaza devam edin, zekatı verin ve Allah'a ve peygamberine itaat edin! Allah
her ne yaparsanız haberdardır.
"Gizli , özel bir şey konuşmanızdan önce sadaka vermekten korktunuz da mı yerine
getirmediniz? Fakat Allah da sizi affetti. Şu halde namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve
Resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." (Mücadele,13)
Mücadele 12 ayeti kısa bir süre yürürlükte kalmış, yerine
Mücadele 13 ayeti inmiştir.
Bölüm 3
Kuran'da Kadın

− Kadının Kuran'daki Yeri

Bakara (2) Suresi 228. Ayet :


Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç adet beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığını
gizlemeleri kendilerine helal olmaz. Allah'a ve ahiret gününe imanları varsa gizlemezler. Kocaları
da barışmak istedikleri takdirde o süre içerisinde onları geri almaya daha çok hak sahibidirler.
Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.
Yalnız, erkekler için onların üzerinde bir derece vardır. Allah'ın izzeti var, hikmeti var.

13- Tanrı'nın insanları eşit yaratmamış olması

Kadına şiddete teşfik

Nisa (4) Suresi 34. Ayet :

(diyanet meali)

Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama
yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar
itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını)
koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız
bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka
bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kere Allah birini diğerinden üstün yaratmış ve
bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın
korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar. Serkeşlik etmelerinden endişe
ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine
dinlemezlerse DÖVÜN. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın;
çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Cinsiyet ayrımcılığının daha açık bir tarifi herhalde olamaz. ‘Hâkimlik’, ‘Üstünlük’, ‘İtaat’ ve
‘Dayak’... Açıklama gerektirmeyecek kadar niyeti aşikâr bir ayet.

Nisa (4) Suresi 11. Ayet


11. Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi)
emreder
14- Henüz Ergenliğe Girmemiş Kızla Cinsel İlişkiyi Meşrulaştıran Ayet

Talak (65) Suresi 4. Ayet

Talak(65) Suresi'nin 4. Ayeti


Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz,
onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer.
Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.

Boşanmanın esaslarının anlatıldığı bu ayet hayli ilginç bir detay içeriyor. ‘Henüz adet
görmeyen’ kadınlardan ‘nasıl boşanılacağı’ anlatılıyor. Doğal olarak buradan şu sonuç çıkarılıyor;
daha ergenliğe girmemiş kızlarla evlenilebilir ve hatta boşanılabilir! Esasen pedofili diye tabir
edilen bu durumda pek şaşılacak bir şey yok, zaten yüzyıllardır İslam'ın egemen olduğu ülkelerde
yaşanan bir uygulama. Kurandaki karşılığı da bu ayette kendini göstermiş.

Ayetin bu açık lafı, yaşı küçük olduğundan dolayı henüz adet görmeyen kızları da kapsamakta!

Aslında bu, ''meal kaynaklı'' bir sorun değil! Çünkü aşağıda örnekleyeceğim üzere,
Arapça bilen (hatta Arap olan) müfessirler de, bu ayeti bu şekilde tefsir etmişlerdir. Ama yine
de bunu teyid eden muhtelif meal örnekleri de verelim:

Diyanet İşleri Eski:''Kadınlarınızdan ay hali görmekten kesilenler ile henüz ay hali


görmemişolanların iddetleri hususunda''

Diyanet İşleri Yeni: ''Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet


görmeyenlerhususunda''

Ömer Nasuhi Bilmen: ''Ve o kadınlar ki, hayızdan kesilmişlerdir veya hayız görmeye
başlamamışlardır''

Süleyman Ateş: ''(Yaşlılıklarından ötürü) Adetten kesilen kadınlarınızın (bekleme süresinden)


şüphe ederseniz, (bilin ki) onların bekleme süresi üç aydır. Henüz adet görmeyenler de böyledir. ''

Ali Bulaç: ''Kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlarla henüz adet görmemiş bulunanların
iddet (bekleme süre)leri''

Suat Yıldırım: ''Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet
süreleri üç aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.''

Şaban Piriş: ''Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar eğer tereddüt ederseniz, onların bekleme
süresi üç aydır. Henüz âdet görmemiş olanlar da böyledir.''

Ümit Şimşek: ''Hayızdan kesilmiş hanımlarınızın iddetinde şüpheye düşerseniz, onların da,henüz
hayız görmemiş olanların da iddeti üç aydır.''
Bütün bunlardan zorunlu olarak çıkartmamız gereken sonuç:

Talak/4'te, yaşı küçük olduğundan dolayı henüz adet görmeyen, yani büluğ çağına girmemiş olan
kızların boşanma durumunda bekleme süresinin 3 ay olduğu yazmaktadır.

Dolayısı ile, Kuran'a göre, ergenlik çağına girmemiş, henüz adet görmeyen küçük kızlarla
evlenmek caizdir.

Ahzab/49'da cinsel temas olmadan boşanılırsa, bekleme süresi olmadığı söylenir.

Dolayısı ile, Kuran'a göre, büluğ çağına girmemiş küçük kızlarla sadece evlenmek değil, cinsel
ilişkide bulunmak da (kocası için) caizdir.

Yukardaki ayetlerden çıkan zorunlu sonuç bu. Şimdi bir de, İslam alimlerinin konu ile görüşlerini
alalım.

Talak (65) suresi 4. ayetin tefsirine örnekler

Bu konuda Mevdudi, oldukça açık sözlü bir şekilde ayetlerden zorunlu olarak çıkan sonucun
adını koyuyor:
Alıntı:
Mevdudi, Tefhimu'l Kuran, Talak/4'ün tefsiri

Büluğa ermediği için hayız görmeyen veya bazı nedenler dolayısıyla geç hayız gören ya da çok
büyük bir istisna olup da hiç hayız görmeyen kadınlar, hayızdan kesilmiş kadınlar gibi talaktan
sonra 3 ay iddet beklerler.
Kur'an'ın bu açıklamasına göre, burada "Mudhale" (kocasıyla gerdeğe girmiş) bir kadının
sözkonusu olduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü mübaşeret olmasaydı eğer, iddet sözkonusu olmazdı.
(Bkz. Ahzab: 49) Bu yüzden, henüz hayız görmeye başlamamış kızların, iddetinin beyan
edilmesinden anlaşıldığına göre, bu yaştaki kızlarla evlenmek ve kocalarının kendileriyle cinsel
ilişkide bulunması caizdir. Dolayısıyla Kur'an'ın caiz gördüğü bir davranışı hiçbir Müslümanın
yasaklamaya hakkı yoktur.

Diğer müfessierler, zorunlu sonucun adını koymaktan kaçınsalar da, en azından Talak/4'te, yaşı
küçük olduğundan dolayı henüz adet görmeyen kızların da kastedildiğini açıkça söylemekteler:

Alıntı:
Seyyid Kutub, Fizilal'il Kuran, Talak/4-5'in tefsiri:
Boşanma sonrası bekleme döneminin süresine ilişkin bu sınırlandırma hayız görmeyen, bir de
hamile olmayan kadınlar içindir. Hayız görmeme durumu hem hayızdan kesilmiş kocamış kadınlar
hem de yaşının küçüklüğünden veya bir hastalıktan dolayı henüz hayız görmeyen kadınları kapsıyor

Alıntı:
Ömer Nasuhi Bilmen, Kuran Tefsiri, Talak/4'ün tefsiri
Ve o kadınlar ki, altmış veya elli beş yaşında oldukları için hayzdan kesilmişler veya pek genç
oldukları için henüz hayz görmeğe başlamamışlardır, eğer bunların boşandıkları vakit iddetleri
hususunda şüpheye düşmüş iseniz biliniz ki: onların iddetleri üç aydır. Bu kadar müddet bekleyince
kendilerini boşamış olan kocaları ile bağları tamam kesilmiş olur, artık başkaları ile evlenebilirler.

Alıntı: Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini - Kuran Dili, Talak/4'ün tefsiri
Bunlar gerek on yedi yaşından küçük olup henüz büluğa ermemiş olduklarından dolayı hayız
görmemiş olanları ve gerek büluğ yaşının en üst sınırı olan on yedi yaşını geçmiş, binaenaleyh yaş
itibariyle büluğa ermiş oldukları halde âdet görmeyenleri kapsamaktadır.

Alıntı: İbn-i Kesir,


Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri (Çağrı Yayınları), çevirenler: Prof. Dr. Bekir Karlığa / Prof. Dr.
Bedriddin Çetiner, Talak/4'ün tefsiri

Allah Teâlâ, yaşlılık nedeniyle âdetten kesilmiş olan kadınların iddet müddetinin âdet gören
kadınlarla ilgili olarak Bakara sûresinde (228. âyet) belirtildiği gibi üç temizlik üzerine üç ay
olduğunu belirti*yor. Henüz âdet yaşına erişmemiş olan küçük kızların da âdetten kesil*miş
hanımlar gibi üç ay iddet bekleyeceklerini bildiriyor

Alıntı: Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kuran Tefsiri (Anadolu Yayınları), Talak/4'ün
tefsiri
İniş Sebebi:
Ubey b. Kâb (R.A.), Peygamber Efendimize: «Ya Resûlellah! Kadınların iddetiyle ilgili âyet inince
Medineli bazı kişiler, ayhalinden ümidi kesilenle henüz ayhali olmayan kadınların ve bir de hâmile
kadınların iddeti hakkında Kur'ân'da bir açıklama ve hüküm yoktur, diyorlar. Bu hususta ne
buyurursunuz?» diye sorunca, ilgili âyetler indi.< (...) Yaşı küçük olduğundan henüz ayhali
görmüyorsa, o da boşandıktan sonra üç ay bekler; bu süre dolmadan başka biriyle evlenemez.

Alıntı: Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir(Ensar Neşriyat), Talak/4'ün tefsiri


Aynı şekilde, küçüklüğünden dolayı hayız görmeyenlerin iddeti de üç aydır.

Alıntı: Ali Küçük, Besairu'l Kuran (Adım Yayınevi), Talak/4'ün tefsiri


Yaşlılıklarından dolayı hayızdan kesilmiş, hayızdan ümidi kesilmiş, hayız görme dönemi bitmiş ve
henüz hayız görmemiş, hayız görecek yaşa gelmemiş kadınların iddetleri hususunda bir şüpheye
düşerseniz, bilesiniz ki onların iddetleri üç aydır. Gebe olan kadınların iddetleri ise doğumları ile
tamamlanmış olur.

Alıntı:
Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kuran Tefsiri (Üçdal Neşriyat), Talak/4'ün tefsiri
Vacip Tealâ kadınların hayız görenlerinin iddetini beyan buyurunca huzur-u risalette bulunan
ashaptan (Müaz b. Cebel) ''Ya Resulallah! Hayız erbabının iddetini bildik. Erbab-ı hayızdan
olmayanların iddeti nedir?'' ve diğer bir kimsenin dahi ''sabiyye olanların iddeti nedir?'' ve bir
başkasının da ''karnında çocuk olanların iddeti nedir?'' demeleri üzerine şu suâl olunan hatunların
iddetlerini beyan etmek üzere buyuruyor: ''Talâk verdiğiniz nisvandan sol hatunlar ki onlar hayızdan
kesilmekle çocuk getirmekten me'yııs oldular. Eğer onların iddetlerinde şüphe ederseniz onların ve
hiç hayız görmeyen sabiyye hatunların müddet-i iddetleri üç aydır ve üzerleri çocuklu olan
hatunların gerek mutalleka olsun ve gerek kocaları vefat etmiş olsun iddetleri üzerlerinde olan
doğuruncaya kadardır.

Yani elli-ellibeş yaşını tecavüz etmekle hayızdan ve çocuktan ümidi kesilmiş me'yus ve
yaşlı olan kadınlara ve henüz sinn-i rüşde baliğ olmamış sabiyye olanlara talâk verip de iddetinde
şekkederseniz onların iddetleri eğer talâk ayın bidâyesine tesadüf ederse o ayın ibtidası ve ayın
ortasına tesadüf ederse gün hesabiyle üç aydır.

15- Peygambere ensest ilişkinin ve akraba evliliklerin helal kılınması


Çok eşliliğin meşrulaştırılması

Ahzab (33) Suresi 50. Ayet


Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden
elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını,
dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Ayrıca, diğer mü'minlere değil de, sana
has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber'e bağışlayan, Peygamber'in de kendisini
nikahlamak istediği herhangi bir mü'min kadını da (sana helal kıldık.) Mü'minlere eşleri ve sahip
oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana
herhangi bir zorluk olmaması içindir.

Muhammed'in cinsel hayatı hakkında inen bu özel ayetin Türkçeye tercümesi esnasında anlamından
sapan bir detay daha görüyoruz. ‘Allah’ın sana ganimet olarak verdikleri’ denilirken burada
savaş esirlerinden bahsediliyor. Ailelerini savaşta kaybeden, müslümanların eline düşen,
muhtemelen müslüman bile olmayan kadınlar ‘helal’ kılınıyor. Buradaki helal kılınmaktan
kastedilenin ‘tecavüz’ olduğunu anlamak için herhalde hafız olmak gerekmiyor. Hala kızı, dayı kızı,
teyze kızı gibi ensest olgulara ise hiç girmek istemiyoruz.

Nisa (4) / 3. Ayet :


Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız,
(onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın.
Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o taktirde bir tane alın
veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.

Dört kadına kadar çokeşliliği uygun gören, günümüzde hala bu ilkelliğin sürdürülmesine sebep olan
ayet. Elbette çokeşlilik derken, bu hakkın sadece erkeklere verildiğini de belirtelim. Bir diğer dikkat
çeken nokta da ‘veya cariyeler ile yetinin’ kısmı. Buradan anlaşılacağı üzere, nikâhlı dört kadından
öte sınırsız sayıda cariye (alınıp satılabilen kadın köle) sahibi olmak ve onlarla ‘yetinmek’ de dinen
meşru.

16- Kuran'da cinsiyet ayrımcılığı

Bakara (2) Suresi 282. Ayet : Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan
korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı
ermeyen veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme)
şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun.

Nisa (4) Suresi 11. Ayet : Allah size, çocuklarınız (ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin
payı kadarını emreder.

Açıklamaya gerek görmüyoruz. Burdaki cinsiyet ayrımını açık ve net görebiliyorsunuzdur.

Nisa (4) 34. Ayet


34. Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından
harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için
sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de
namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin,
onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat
ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.
Kuran'ın Nisa Suresi 34.ayetinin tercümeleri:

Nisa Suresinin 34.ayeti Erkeklere kadınları dövme özgürlüğü verir mi vermez mi?
Kontrol ettiğim Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, Elmalılı hamdi Yazır'ın ve Süleyman Ateş'in
Türkçe Kur'an tercümeleri ile Pickthall'ün,i Shakir'in ve Tusuf Ali'nin Ingilizce Kur'an
tercümelerine ve dünyadaki diğer Kuran tercümelerine göre, "Evet, koca, karısını dövebilir".
Ancak, 07 Ağustos 2000 tarihinde, Show TV Reha Muhtar'ın sunduğu haber programında,
Kemal Güran'ın Müslümanın El Kitabı adlı eserinde kadınların dövülmesiyle ilgili bölümü tartışıldı.
tartışmaya katılanlardan Kezban Hatemi, Kuran'ın Türkçe tercümesinde Nisa Suresi'nin
34.ayetinin yanlış tercüme edildiğini, Kuran'da kadının dövülmesine dair bir emir olmadığını
söyledi.
Benzer iddiayı, çeşitli TV programlarında Yaşar Nuri Öztürk de dile getirmiştir.
Bakalım gerçek nasıl?

Türkçe tercümesi:(Diyanet)
Nisa 4/34. Allah'in kimini kimine ustun kilmasindan oturu ve erkeklerin, mallarindan
sarfetmelerinden dolayi erkekler kadinlar uzerine hakimdirler. Iyi kadinlar, gonulden boyun egenler
ve Allah'in korunmasini emrettigini, kocasinin bulunmadigi zaman da koruyanlardir. Serkeslik
etmelerinden endiselendiginiz kadinlara ogut verin, yataklarinda onlari yalniz birakin, nihayet
“dövün”. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayin. Doğrusu Allah Yüce'dir, Büyük'tur.

Türkçe tercümesi:
(Prof.Dr.Süleyman Ateş, Kur'an-ı Kerim Meali Yeni Ufuklar Neşriyat, 1975 - Milliyet 1996)

Allah, insanları birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harca(yıp kadınların geçimini


sağla)dıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Bundan dolayı iyi kadınlar itaatkar
olup, Allah'ın kendilerini korumasına karşılık (Allah'in kendilerine verdiği başarı ile) gizliyi
korurlar (kocalarına asla ihaney etmezler). Hırçınlık etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin,
yataklarda onlarasokulmayın, dövün. Eğer size itaat ederlerse onların aleyhine başka rol aramayın.
Allah yücedir, büyüktür.

Türkçe tercümesi:
(Yaşar Nuri Öztürk, Kuran-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri), Hürriyet Ofset, 1994 baskısı)
Erkekler, kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki Allah, insanların bazılarını bazılarından
üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar.
Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizlikleinden
korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları
evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin/onları dövün. Bunun üzerine size saygılı
davranırlarsa artık onlar aleyhine başka söz aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.
Türkçe tercümesi: (Yaşar Nuri Öztürk, Kuran-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri), 64.Baskı, Yeni
Boyut, Istanbul 1999 baskısı)
Nisa 4/ 34. Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını
bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar
saygılıdırlar; Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsızlık ve
iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve
nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı
davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.

Yaşar Nuri Öztürk'ün 1994 ve 1999 yıllarında yayınladığı Kuran tercümeleri


kıyaslanınca görülüyor ki; 1999 baskısındaki tercümesinde Yaşar Nuri Öztürk, fikir değiştirmiş!..
Ayette, erkeklere kadınları "dövün" diyen kısmı çıkarmış!..
Başka dillerdeki Kuran çevirilerinde aynı ayette ne deniyor?

Abdullah Yusufali'nin İngilizce tercümesi:


Men are the protectors and maintainers of women, because God has given the one more (strength)
than the other, and because they support them from their means. Therefore the righteous women are
devoutly obedient, and guard in (the husband's) absence what God would have them guard. As to
those women on whose part ye fear disloyalty and ill-conduct, admonish them (first), (Next), refuse
to share their beds, (And last) beat them (lightly); but if they return to obedience, seek not against
them Means (of annoyance): For God is Most High, great (above you all).

M.H. Shakir'in Ingilizce tercümesi:


Men are the maintainers of women because Allah has made some of them to excel others and
because they spend out of their property; the good women are therefore obedient, guarding the
unseen as Allah has guarded; and (as to) those on whose part you fear desertion, admonish them,
and leave them alone in the sleeping-places and beat them; then if they obey you, do not seek a way
against them; surely
Allah is High, Great.

M.M. Picthall'in İngilizce tercümesi:


[an-Nisa' 4:34] Men are in charge of women, because Allah hath made the one of them to excel the
other, and because they spend of their property (for the support of women). So good women are the
obedient, guarding in secret that which Allah hath guarded. As for those from whom ye fear
rebellion, admonish them and banish them to beds apart, and scourge them. Then if they obey you,
seek not a way against them. Lo! Allah is ever High, Exalted, Great.
Zaten Ingilizce biliyorsanız ya da elinize bir sözlük alıp bakacak olursanız, İngilizce
Kuran'larda da aynen Diyanet'in, Elmalı Hamdi Yazır'ın ve Süleyman Ateş'in Türkçe Kuran
çevirilerinde olduğu gibi, erkeklere kadınları "dövün" diyor.

Sonuç: Yaşar Nuri Öztürk'ün 1999 tarihli Kuran çevirisinde Nisa 34 yanlış tercüme
edilmiştir. Nisa 34'e göre, erkekler, kadınları dövebilirler. Yaşar Nuri Öztürk'ün, 1994
yılındaki çevirisinde, diğer uzmanların yapmış olduğu Kuran tecümelerinde olduğu gibi
"dövme"ye yer verilirken, 1999 yılındaki çevirisinde bunun sansür edilerek çıkarılması, bir
bilim adamına yakışmıyor. Bu hareket, çağdaş kadının islamiyet gerçeklerini görerek
islamiyetten uzaklaşmaması için yapılmış olan bir kandırmacadır.
17- Kuran'da Şiddetin meşrulaştırılması

Nur (24) suresi 4. ayet : "zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer sopa
vurun. Eğer allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara allah'ın dinini uygulama konusunda
sizi bir acıma tutmasın; onlara uygulanan cezaya mü'minlerden bir grup da şahit bulunsun."

sen su ayetteki insafsizligi, insansizligi; gorunen gorunmeyen alemleri yaratan, dunyayi ve


uzerindeki biz su sefilleri milyarlarca yil sonunda gaz ve toz bulutlarindan varedene
yakıştırabiliyorsan ben ne diyeyim gayri?

Maide (5) Suresi 38. Ayet : Yaptıklarına bir karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide
olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir.

Ceza sisteminin bozukluğunu anlatan, şiddeti körükleyen bir diğer ayet. Hırsızın elini
kesmek gibi korkunç ve geri döndürülemez bir cezayı öngörüyor. İnsana verilen değeri göz
önüne seren, suçluyu ıslah edip topluma kazandırmak yerine onu tamamen işe yaramaz hale
getirmeyi amaçlayan, tam ortaçağa yakışır bir ceza.

Tevbe (9) Suresi 29. Ayet


Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resûlünün
haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun
eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.

Enfal(8) Suresi 12. Ayet : Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi
iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun
onların bütün parmaklarına! diye vahyediyordu.

Tevbe (9) Suresi 5. Ayet : O haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız
öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve
zekatı verirlerse, onları serbest bırakın; çünkü Allah bağışlayan ve merhamet edendir

Tevbe (9) Suresi 123. Ayet : Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı
savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.

Tevbe (9) Suresi 73. Ayet : Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara
karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir variş yeridir!

Tevbe (9) 111. Ayet : Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek)
cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu),
Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine
getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu,
(gerçekten) büyük kazançtır.

Yunus Suresi 13. Ayet: Andolsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine mûcizeler
getirdiği halde (yalanlayıp) zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helâk ettik; zaten onlar iman
edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız.

Bakara Suresi 256. Ayet : Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden
ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah
işitir ve bilir.
18) Kuran'da miras

Nisa (4) / 11. Ayet

Allah size, çocuklarınız (ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını
emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır.
Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana
babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis
oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa anasının hissesi altıda birdir.

Şahitlik konusundaki ayrımcılığın miras konusunda da karşımıza çıkmasına ek olarak, burada tarif
edilen bölüşüm matematiksel olarak da imkânsızdır. Bunu düzeltmek için sonradan hesaplamalar
uydurulmuştur.

Kadinlarin cenaze namazi kilip kilmamasi konusunda bile büyük eksikliklere sahip olan Kuran’da,
miras konularina nedense büyük yer ayrilmiş ve bu konuda çok detayli ayetlere yer verilmiştir.

Asagidaki ayetler, “miras” hukuku ile ilgilidir. Bu ayetlere göre hesap yapildiginda, mirasçilarda,
“sona kalan dona kalmakta”dir, çünkü, mirasin paylari toplandiginda, toplam, mirastan “fazla”
olmaktadir!

Önce ayetlere bakalim, sonra iki ayri örnek üzerinde mirasi paylastiralim ayetlere göre:

Nisa (4) Suresi 11. Ayet : Allah size, çocuklariniz hakkinda, erkege, kadinin payinin iki
misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadin iseler, ölünün biraktiginin üçte ikisi
onlarindir. Eger yalniz bir kadinsa yarisi onundur. Ölenin çocugu varsa, ana-babasindan her birinin
mirastan altida bir hissesi vardir. Eger çocugu yok da ana-babasi ona vâris olmuş ise, anasina üçte
bir (düşer). Eger ölenin kardeşleri varsa, anasina altida bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacagi
vasiyetten ve borçtan sonradir. Babalariniz ve ogullarinizdan hangisinin size, fayda bakimindan
daha yakin oldugunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafindan konmuş farzlardir (paylardir). şüphesiz
Allah ilim ve hikmet sahibidir.

Nisa (4) suresi 12. ayet : Yapacaklari vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eger çocuklari
yoksa, biraktiklarinin yarisi sizindir. Çocuklari varsa biraktiklarinin dörtte biri sizindir. Çocugunuz
yoksa, sizin de, yapacaginiz vasiyetten ve borçtan sonra, biraktiginizin dörtte biri onlarindir
(zevcelerinizindir). Çocugunuz varsa, biraktiginizin sekizde biri onlarindir. Eger bir erkek veya
kadinin, anababasi ve çocuklari bulunmadigi halde (kelâle şeklinde) mali mirasçilara kalirsa ve bir
erkek yahut bir kizkardeşi varsa, her birine altida bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktirlar.
(Bu taksim) yapilacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara ugramaksizin (yapilacak)tir. Bunlar
Allah’tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkiyle bilendir, halîmdir.

Nisa(4) Suresi 176 Ayet: Senden fetva isterler. De ki: “Allah, babasi ve çocugu olmayan
kimsenin mirasi hakkindaki hükmü şöyle açikliyor: Eger çocugu olmayan bir kimse ölür de onun
bir kizkardeşi bulunursa, biraktiginin yarisi bunundur. Kizkardeş ölüp çocugu olmazsa erkek kardeş
de ona vâris olur. Kizkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) biraktiginin üçte ikisi onlarindir.
Eger erkekli kadinli daha fazla kardeş mevcut ise erkegin hakki, iki kadin payi kadardir.
şaşirmamaniz için Allah size açiklama yapiyor. Allah her şeyi bilmektedir.
Varsayalim ki, bir adam öldü ve geride üç kiz evlat, bir ana, bir baba ve eşini birakti.. Yukaridaki
ayetlere göre miras paylaşimi şöyle olacaktir:

Üç kiz evlata mirasin 2/3′ü, ana ve babanin her birine 1/6, karisina 1/8 kalacaktir.

Bu durumda, matematik yapalim:

(2/3)+(1/6)+(1/6)+(1/8)= 27/24 = 1,125 bulunur! (1,0 olmasi gerekirdi!..)

Yani, miras paylaşildigi zaman herbir mirasçinin aldiginin toplami, mirastan fazla çikmaktadir!..

Allah, miras paylaşiminda böyle büyük bir hesap hatasi yapamayacagina göre, ayet Allah’a ait
olamaz, Muhammed’e aittir..

Hesap bilmeyen Muhammed’e..

Bir diger örnek verelim:

Bir adam ölür ve geride anası, karısı, ve iki kızkardeş kalır. Kuran’in yukarida verilen ilgili miras
ayetlerine göre; ana’ya mirasin 1/3′ü, karisina mirasin 1/4 ‘ü, iki kızkardeşe de toplam 2/3′ü
kalacaktir:

Hesap yapalim
:

(1/3)+(1/4)+(2/3)= 15/12= 1,25 !..

Burada da, miras paylaşiliyor, paylar toplaninca, mirastan daha büyük, %25 daha büyük çikiyor!..

Allah-varsa eger- bu kadar hesap bilmez olabilir mi? Bu yanlış paylaşım oranları ile dolu ayeti
Allah gönderemeyecegine göre,

Muhammed kendisi yazmiş olmaktadir..

Not:Okul önlerinde, Allah’in örtünme emri gerekçesi ile, “basörtüsü eylemi” yapan bayanlarin;
inandiklari Allah’tan gelmis olduguna inandiklari Kuran’in bu ayetlerine göre, medeni kanunun
miras haklarini kadinlarin aleyhine düzenlenmesi için eylem yapmalarini, bir erkek olarak çok arzu
ederim.. (Malum, bu ayetlere göre erkekler daha avantajli da..)
Diğer Mantık Dışı Ayetler

Allah ve Meleklerin peygambere SALAVAT GETİRMESİ


Azhap (3) Suresi 56. Ayet
56. Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât
getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.

Not: Ben Tanrı olacağım, yerleri gökleri yaratacağım da, kendi yarattığım peygambere salavat mı
getireceğim yok yahu!

Kuran'a Göre Dağlar Deprem'leri Önlemek İçindir

Tüm dünyada zaman zaman deprem oluyor. Müslüman olmayan topraklar, müslüman olan topraklar
demeden, dünyanýn belirli bölgelerinde depremler oluyor.
1999 yılınının 17 Aðustos ve 12 Kasým günlerinde de Türkiye'de olan depremlerde
onbinlerce kişi öldü, milyarlarca dolar maddi kayıp oluştu.
0 8.10.2005 tarihinde islami şeriatla yönetilen Pakistan'ın dağlık Keşmir bölgesinde meydana
gelen 7,6 şiddetindeki deprem, onbinlerce kiþinin ölümüne neden olmuştur.
Peki, niye deprem oldu? Muhammed'in Kuran'inda, deprem olmasin, insanlar sallanmasin diye,
Allah'in daglari yarattigi yazmiyor mu?
Bu bilimsel(!) gerçege ragmen, niye deprem oluyor?

"Enbiya/21/31. Yeryüzüne, insanlar sarsilmasin diye sabit dağlar yerleştirdik; rahat


gidebilsinler diye aralarinda geniş yollar varettik."

"Nahl/16/15-6. Yeryuzunde, sarsilmayasiniz diye, sabit daglar, nehirler ve belki yolunuzu


bulursunuz diye yollar ve isaretler meydana getirmistir. Onlar yildizlarla da yollarini bulurlar."

"Lokman/31/10. Allah gokleri gordugunuz gibi direksiz yaratmis, sizi sallar diye yeryuzune sabit
daglar koymus; orada her turlu canliyi yaymistir. Gokten su indirip orada her hos ciftten
yetistirmisizdir."

İrdeleyelim:
1) Allah, yarattigi daglarda imalat hatasi yapmistir.. Daglar, yeterince agir olmamistir, onun
için yerin sallanmasini önleyemiyor..
2) Muhammed, bilmediği bir konu hakkında konuşarak, asýrlar sonra haksız çıkmıştır ..
Her konuyu bilen(!), tüm zamanlara(!) hitabeden Kuran'in Muhammed'in kelami oldugu bir kez
daha anlasiliyor..
Peygamber sabrı nedir?

ilgili ayet. : Ahzab suresi (33)/53. ayet

53. Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe,
Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde
hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o
(size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez.
Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem
sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın
Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz
olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah) tır.

Ahzab (33) / 53
Kutsal Kitabın peygamber günlüğü olarak hissedilmesi
-yemeğinizi yediğinizde hemen dağılın sohbeti koyulaştırmayın.
-Peygamberin, öldükten sonra eşlerime musallat olmayın mesajı vermesi.

- Açıkçası Allah'ın kelamı olan Kuran'da peygamberin şahsi sıkıntılarının da geçmiş olması
bizi çok şaşırttı. Üstelik islami kültürde ve litaratürde peygamber sabrı bir deyim haline gelmişken
sabırsız bir peygamber imajı oldukça düşündürücü. Bu tanrının sözü olan Kuran'ı
oldukça basitleştirmiyor mu?

-Aynı zamanda ilgili ayette; peygamberden sonra onun eşleriyle nikahlamayı bir nevi
yasaklıyor. Bu ayette, tanrı kelamından çok peygamberin kişisel kaygıları daha baskın
gelmektedir.

Yıldızlar neden yaratıldı?

Kuran'a göre yildizlarin neden yaratildigi da, her zamanki "bilimsellik"(!) ile açiklanıyor.
1500 yil öncesinin Bedevi'si belki kanardi ama, 2010 yılının insani için bir masaldan ibaret:
Mulk (67) 5. Ayet : And olsun ki, yakin göğü kandillerle donattık, onlarla seytanlarin taslanmasini
sağladik ve seytanlara çılgın alev azabini hazirladik."

Saffat (37) Suresi 6. Ayet: Şüphesiz Biz, yakin gogu bir susle, yildizlarla susledik."
Saffat (37) Suresi 7. Ayet: Onu, inatci her turlu seytandan koruduk."
Saffat (37) Suresi 9. Ayet : Onlar yuce alemi asla dinleyemezler.

Her yonden kovularak atilirlar. Onlara surekli bir azap vardir."Kuran'a göre, yildizlar, þeytana atiþ
yapacak üsler olarak hazirlanmiþ!.. Böylelikle þeytandan korunmuþ olunacakmiþ.. Bu ayetten de
Kuran'in Allah tarafindan gönderilmedigini, Muhammed'in bir bilim kurgu yazari gibi hayal gücünü
çaliþtirarak yazdigini söyleyebiliriz. (Herþeyi dogru bilen Allah böyle komik gerekçeler
göstermezdi..)
Doğa olaylarının korkutma ve cezalandırma aracı olarak gösterilmesi

Gök gürültüsü, şimşek, yıldırım gibi olaylar bilimsel olarak açıklanabildiği halde, tanrının
kitabında:

Rad (13) Suresi'nin 12. ve 13. ayeti

Rad (13) Suresi 12. Ayet : O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır
bulutları meydana getirendir.

Rad (13) Suresi 13. Ayet : Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun
heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar
gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır.

Şüphesi, çelişkisi olanın soru sorması yasak!

Maide-101. Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın.
Eğer Kur'an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Halbuki) Allah onları
bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

Maide-102. Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu.

Allah'ın soru sorma yasağı koyması çok anlamsızdır, acayiptir.

Tanrı'nın insanları maymuna çevirmesi

Bakara (Bakara) Suresi 65. Ayet

Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, "Aşağılık
maymunlar olun" demiştik.

Açıkcası, bilmiyoruz, görmedik ya da duymadık. Cumartesi yasağını çiğnedi diye maymuna


dönüşen kavimlerin olduğu bir dünya oldukça eksantrik olsa gerek. Tabi burada iki ihtimal var.
Birincisi gerçekten Tanrı’nın 1500 yıl evvel böyle işlerle (!) uğraşıyor olduğu, kavimleri maymuna
dönüştürdüğü, ancak günümüzde artık bu huyundan vazgeçtiği. İkincisi ve akla yatkın olanı ise, bu
saçma hikâyelerin, tıpkı diğer benzer masallar gibi insanlar tarafından uydurulduğu ve insanların
bunlara inandırılıp korkutuldukları.
Maide suresi 110. Ayet:

http://diyanet7.diyanet.gov.tr/...=110&ı3.x=13&ı3.y=9

110.allah şöyle diyecek: "ey meryem oğlu isa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. ben seni ruhu'l-
kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. sana kitab’ı,
hikmeti, tevrat'ı ve incil'i öğrettim. iznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da
(yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle
iyileştiriyordun, (yine) benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. israiloğulları’na apaçık
belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de)
israiloğulları’nı senden geri püskürtmüştüm."

not:
ikinci cümlede sana tevratı ve incili öğrettim diyor. ama isanın yaşarken ne bir şey yazdığı ne de
yazdırdığı görülmemiş. zaten tüm incillerin isadan sonra yazıldığı da biliniyor.

Savaşta Kazanılan Ganimetler Kime Aittir?

enfal (8) /1 ve /41. ayet

Enfal Suresinn 1. Ayetine Göre, Ganimetler Tanrı ve Peygambere ait iken


Aynı surenin 41. ayetine göre ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a,
Resulüne, onun akrabalarına yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir.

(8)/1
1. Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde
siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.

(8)/41
4l. Eğer Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (Bedir
savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir
şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir.
Allah her şeye hakkıyla kadirdir.

Ahzab (33) / 37-38

Zeyd o kadından ilişiğini kesince onu sana nikâhladık ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini
kestiklerinde, müminler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Zaten Allah'ın emri yerine
getirilmiştir. Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyde peygambere hiçbir vebal yoktur. Daha önce gelip
geçmişlerde de Allah'ın yolu-yöntemi buydu.

Burada da Zeynep’in hüzünlü hikâyesini görüyoruz. Zeyd; Muhammed’in evlatlığıdır. Zeynep ise
Zeyd’in nikâhlı karısıdır ve Muhammed’den 20 yaş küçüktür. O dönemin geleneklerinde (şu anda
olduğu gibi) evlatlık ile gerçek evlat arasında bir ayrım yoktu. Dolayısıyla evlatlığın karısı ile
evlenmek de hoş görülmüyordu. Ne var ki, tam da Muhammed Zeynep’e göz koyduğu sırada,
İslamiyet’in 15. yılında bu töre aniden değişti. Hatta sadece törenin değiştiğini göstermek için (!)
Zeynep Muhammed’e nikâhlandı. Yoksa Muhammed’in hiçbir art niyeti yoktu. Hem zaten Allah’ın
farz kıldığı şeyde peygambere vebal yoktur. (!)
Cehennemde kapışma?!

Alak/ 15-18. And olsun ki onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme
sürükleriz. O zaman taraftarlarını çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.

Ayet, Ebu Cehil için söylenmiş. Güçsüz bir insanın "Allah benden yana" demesine benziyor. Yani
insan sözü.

Tevbe (9) / 28-29

Tevbe (9) Suresi 28. Ayet : Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir.
Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah
dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Tevbe (9) Suresi 29. Ayet : Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen,
Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam'ı din edinmeyen
kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.

Şimdi bu ardışık iki ayet, önemli iki noktaya güzel biçimde parmak basıyor. Birincisi diğer dinlere
saygı konusu. Sanıyoruz ilk cümle yeterince açıklayıcı. Aynı cümleyi tersinden söylersek acaba
Müslümanların hoşuna gider mi? ‘Allah'a inananlar ancak bir pislikten ibarettir’ dense mesela.

İkinci konu ise ‘İslam’ı din edinmeyenlerle cizye (haraç/vergi) verinceye kadar savaşın’ emri. Açık
bir şiddet çağrısı, üstelik kendini savunma amacıyla da değil, sadece cizye için, yani sadece para
için. Karşınızda barış dini İslam.

Müşrikleri Sövmek

En’am 6 Suresi 108. Ayet =. Onların Allah dışında dua ettiklerine/çağrıda bulunduklarına
sövmeyin. Yoksa onlar da düşmanlıkla ve bilgisizce Allah’a söverler. Biz her ümmete yaptığı işi bu
şekilde süslü gösterdik. Sonra hepsinin dönüşü Rablerinedir. O, onlara, yapmakta olduklarını haber
verecektir.

Ancak bir başka ayet de söven kendisidir..

Tevbe (19) Suresi 28. Ayet


Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir..

Enfal suresi(8)
65.ayet Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi
bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin
kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.
Yunus (10) Suresi 13. Ayet: Andolsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine mûcizeler
getirdiği halde (yalanlayıp) zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helâk ettik; zaten onlar iman
edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız.
*
En'am Suresi 125. Ayet : Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar; kimi de
saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle
murdarlık verir.

Yunus Suresi 99. Ayet : Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi.
O halde insanları hep mü'min olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?

Yunus Suresi 100. Ayet : Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.
Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır!

Isra (17) Suresi 15. Ayet : Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur;
kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü
üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.

Nahl 93. Ayet : . Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dilediğini saptırır,
dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.

Kur'ân'daki çelismeler, sadece sûre'ler arasinda, ya da ayni bir sûre'nin çesitli âyetleri
arasinda degil, fakat çogu zaman ayni bir âyet'in kendi satirlari ve sözcükleri arasinda da
kendisini belli edebilir. Örnegin Nahl Suresinin 93.cü âyeti söyle:"Allah dileseydi sizi tek bir
ümmet yapardi. Ama O, istedigini saptirir, istedigini dogru yola eristirir. islediklerinizden,
and olsun ki sorumlu tutulacaksiniz" (K. 16 Nahl 93). Görülüyor ki âyet'in ilk iki tümcesi
ile son tümcesi arasinda çelisme yatmakta: ilk iki tümcede kisileri “dogru” ya da “egri” yola
sokanin Tanri oldugu yazili! Böyle olduguna göre Tanri'nin kisilere, "egri" yola sapmis
olmalarindan dolayi sorumluluk yüklememesi gerekir iken "yaptiklarinizdan dolayi mutlaka
sorguya çekileceksiniz" diye cezalandiracagi anlatilmakta!

Not: Allah'ın kullarını oyuncak ettiği ayet. Sen mademki istediğinin kalbini İslam'a açıyorsun
istediğini açmıyorsun. O zaman nerede kaldı senin sınavın? Madem ki sınav yapacaksın, o zaman
yaratırsın herkesi eşit bir şekilde. Sana inanıp inanmayanlar arasında sınav yaparsın. Saçmalığın
daniskası bu.

*
Tevbe (9) 111. Ayet : Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet
karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta,
İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim
vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten)
büyük kazançtır.
Kafirlere Nasıl Davranmalı?

Gasiye 88.

21. Artık uyar/düşündür! Çünkü sen bir uyarıcı/düşündürücüsün.

22. Üzerlerine musallat bir despot değilsin.

23. Tersine giden, nankörlük eden başka.

24. Allah, böylesine en büyük azapla azap edecektir.

25. Hiç kuşkusuz, onların dönüşleri bizedir.

26. Bunun ardından, hesapları da bizim elimizde olacaktır.

Görülüyor ki burada Muhammed’in bir “ögüt verici” oldugu, “kâfir”lere karşı zor kullanmaması
gerektiği, ve “kâfir”lerin hesabının Tanrı tarafından görüleceği bildirilmekte.

Tevbe 9 Ayet 5. O haram aylar çıktığında artık müşrikleri, kendilerini bulduğunuz yerde
öldürün. Yakalayın onları, kuşatın onları, tüm geçit noktalarını tıkayın onların. Bunun ardından
tövbe eder, namazı gereğince kılar, zekâtı verirlerse, yollarını açın onların. Kesin olan şu ki, Allah
Gafûr’dur, Rahîm’dir.

Tevbe 9 Ayet 29. Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve
resulünün yasakladığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, boyun eğerek kendi
elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın.

Görülüyor ki burada da, Tanrı’ya ve Muhammed’e boyun eğmeyen, ve Islâm’i din olarak
benimsemeyen Yahudi’lere ve Hiristiyan’lara karşı savas açılması, ve bu savaşın, onlar tarafından
küçülerek cizye” (kafa parası) verilmesine kadar sürdürülmesi emredilmekte.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ve Kuran

Birlesmis Milletler Genel Kurulu;


Insanlik toplulugunun bütün bireyleriyle kuruluslarinin bu Bildirgeyi her zaman göz önünde
tutarak egitim ve ögretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygiyi gelistirmeye, giderek artan
ulusal ve uluslararasi önlemlerle gerek üye devletlerin halklari ve gerekse bu devletlerin
yönetimi altindaki ülkeler halklari arasinda bu haklarin dünyaca etkin olarak taninmasini ve
uygulanmasini saglamaya çaba göstermeleri amaciyla tüm halklar ve uluslar için ortak
ideal ölçüleri belirleyen bu Insan Haklari Evrensel Bildirgesini ilan eder.

Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakimindan esit dogarlar. Akil ve vicdana
sahiptirler, birbirlerine karsi kardeslik anlayisiyla davranmalidirlar.

Al-i Imran/28. Müminler, müminleri birakip da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa,
artik onun Allah nezdinde hiçbir degeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden
sakinmaniz baskadir. Allah, kendisine karsi (gelmekten) sizi sakindiriyor. Dönüs yalniz
Allah'adir.

Nisa/144. Ey iman edenler! Müminleri birakip da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak)
Allah'a, aleyhinizde apaçik bir delil mi vermek istiyorsunuz?

Tevbe/29. Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve


Resûlünün haram kildigini haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle,
küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savasin.

Muhammed/ 35. Üstün durumda iken gevseyip barisa çagirmayin. Allah sizinle beraberdir.
O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.

Bakara/223. Kadinlariniz sizin için bir tarladir. Tarlaniza nasil dilerseniz öyle varin. Kendiniz
için önceden (uygun davranislarla) hazirlik yapin. Allah'tan korkun, biliniz ki siz O'na
kavusacaksiniz. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele!
(KADININ ONUR VE KISILIK HAKLARI HIÇE SAYILARAK ; ESYA, MAL DEREKESINE
DÜSÜRÜLMESI)

Madde 2- Herkes, irk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya baska bir görüs, ulusal veya
sosyal köken, mülkiyet, dogus veya herhangi baska bir ayrim gözetmeksizin bu Bildirge ile
ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrica, ister bagimsiz
olsun, ister vesayet altinda veya özerk olmayan ya da baska bir egemenlik kisitlamasina
bagli ülke yurttasi olsun, bir kimse hakkinda, uyrugunda bulundugu devlet veya ülkenin
siyasal, hukuksal veya uluslararasi statüsü bakimindan hiçbir ayrim gözetilmeyecektir.

Maide/ 51. Ey iman edenler! Yahudileri ve hiristiyanlari dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin
dostudurlar (birbirinin tarafini tutarlar). Içinizden onlari dost tutanlar, onlardandir. Süphesiz
Allah, zalimler topluluguna yol göstermez.
Madde 3- Yasamak, özgürlük ve kisi güvenligi herkesin hakkidir.

Tevbe/ 5. Haram aylar çikinca müsrikleri buldugunuz yerde öldürün; onlari yakalayin, onlari
hapsedin ve onlari her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eger tevbe eder, namazi
dosdogru kilar, zekâti da verirlerse artik yollarini serbest birakin. Allah yarligayan,
esirgeyendir.

Nisa/ 89. Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla esit olasiniz. O halde Allah
yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eger yüz çevirirlerse onlari
yakalayin, buldugunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardimci edinmeyin.

Madde 4- Hiç kimse kölelik veya kulluk altinda bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her
türlü biçimde yasaktir.

Bakara/178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkinda size kisas farz kilindi. Hüre hür,
köleye köle, kadina kadin (öldürülür). Ancak her kimin cezasi, kardesi (öldürülenin velisi)
tarafindan bir miktar bagislanirsa artik (taraflar) hakkaniyete uymali ve (öldüren) ona
(gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve
rahmettir. Her kim bundan sonra haddi asarsa muhakkak onun için elem verici bir azap
vardir.

Bakara/221. Iman etmedikçe putperest kadinlarla evlenmeyin. Begenseniz bile, putperest


bir kadindan, imanli bir câriye kesinlikle daha iyidir. Iman etmedikçe putperest erkekleri de
(kizlarinizla) evlendirmeyin. Begenseniz bile, putperest bir kisiden inanmis bir köle
kesinlikle daha iyidir. Onlar (müsrikler) cehenneme çagirir. Allah ise, izni (ve yardimi) ile
cennete ve

Nisa/92. Yanlislikla olmasi disinda bir müminin bir mümini öldürmeye hakki olamaz.
Yanlislikla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine
teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meger ki ölünün ailesi o diyeti bagislamis ola.
(Bu takdirde diyet vermez). Eger öldürülen mümin oldugu halde, size düsman olan bir
toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzimdir. Eger kendileriyle aranizda antlasma
bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek
gerekir. Bunlari bulamayan kimsenin, Allah tarafindan tevbesinin kabulü için iki ay pespese
oruç tutmasi lâzimdir. Allah her seyi bilendir, hikmet sahibidir.

Maide/89. Allah, kasitsiz olarak agzinizdan çikiveren yeminlerinizden dolayi sizi sorumlu
tutmaz, fakat bilerek yaptiginiz yeminlerden dolayi sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti,
ailenize yedirdiginiz yemegin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onlari giydirmek,
yahut da bir köle azat etmektir. Bunlari bulamiyan üç gün oruç tutmalidir. Yemin ettiginiz
takdirde yeminlerinizin keffâreti iste budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah
size âyetlerini açikliyor; umulur ki sükredersiniz!
(ISLAM’DA ÖZGÜRLÜGÜ GASP EDILMIS (KÖLE) BIR KISININ DEGERI = ON FAKIRI
DOYURMAK VEYA GIYDIRMEK)
(ISLAM KÖLELERIN ÜZERINE BIR GÜNES GIBI DOGMUS VE KÖLELIGE BIR SON
VERMISTIR! GÖZÜNÜN IÇINE BAKA BAKA YALAN SÖYLEMEK BU OLSA GEREK)

Madde 5- Hiç kimseye iskence yapilamaz, zalimce, insanlik disi veya onur kirici
davranislarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
Maide/38. Hirsizlik eden erkek ve kadinin, yaptiklarina karsilik bir ceza ve Allah'tan bir ibret
olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

Maide/33. Allah ve Resûlüne karsi savasanlarin ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya


çalisanlarin cezasi ancak ya acimadan öldürülmeleri, ya asilmalari, yahut el ve ayaklarinin
çaprazlama kesilmesi, yahut da bulunduklari yerden sürülmeleridir. Bu onlarin dünyadaki
rüsvayligidir. Onlar için ahirette de büyük azap vardir.

Muhammed/4. (Savasta) inkâr edenlerle karsilastiginiz zaman boyunlarini vurun. Nihayet


onlara iyice vurup sindirince bagi sikica baglayin (esir alin). Savas sona erince de artik ya
karsiliksiz veya fidye karsiligi saliverin. Durum su ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alirdi.
Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onlarin
yaptiklarini bosa çikarmaz.

Nur/2. Zina eden kadin ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret
gününe inaniyorsaniz, Allah'in dininde (hükümlerini uygularken) onlara aciyacaginiz
tutmasin. Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya sahit olsun.

Nur/4. Namuslu kadinlara zina isnadinda bulunup, sonra (bunu isbat için) dört sahit
getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artik onlarin sahitligini hiçbir zaman kabul
etmeyin. Onlar tamamen günahkârdirlar.

Nisa/34. Allah'in insanlardan bir kismini digerlerine üstün kilmasi sebebiyle ve mallarindan
harcama yaptiklari için erkekler kadinlarin yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha
kadinlar itaatkârdir. Allah'in kendilerini korumasina karsilik gizliyi (kimse görmese de
namuslarini) koruyucudurlar. Bas kaldirmasindan endise ettiginiz kadinlara ögüt verin,
onlari yataklarda yalniz birakin ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eger size itaat
ederlerse artik onlarin aleyhine baska bir yol aramayin; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Nisa/15. Kadinlarinizdan fuhus yapanlara karsi aranizdan dört sahit getirin. Eger sahitlik
ederlerse, o kadinlari ölüm alip götürünceye yahut Allah onlara bir yol açincaya kadar
evlerde hapsedin.

Madde 6- Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kisiliginin taninmasi hakki vardir.
Tevbe/29. Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve
Resûlünün haram kildigini haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle,
küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savasin.

Bakara/223. Kadinlariniz sizin için bir tarladir. Tarlaniza nasil dilerseniz öyle varin….

Madde 7- Herkes yasa önünde esittir ve ayrim gözetilmeksizin yasanin korunmasindan


esit olarak yararlanma hakkina sahiptir. Herkesin bu Bildirgeye aykiri her türlü ayrim
gözetici isleme karsi ve böyle islemler için yapilacak her türlü kiskirtmaya karsi esit
korunma hakki vardir.

Nahl/75. Allah, hiçbir seye gücü yetmeyen, baskasinin mali olmus bir köle ile katimizdan
kendisine verdigimiz güzel riziktan gizli ve açik olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal
verir. Bunlar hiç esit olurlar mi? Dogrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onlarin çogu
(bunu) bilmezler.

Nahl/76. Allah, su iki kisiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir sey beceremez ve
efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayir getiremez. Simdi, bu adamla,
dogru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse esit olur mu?

Madde 8- Herkesin anayasa yada yasayla taninmis temel haklarini çigneyen eylemlere
karsi yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargi yoluna basvurma hakki vardir.

Maide/45. Tevrat'ta onlara söyle yazdik: Cana can, göze göz, buruna burun, kulaga kulak,
dise dis (karsilik ve cezadir). Yaralar da kisastir (Her yaralama misli ile cezalandirilir). Kim
bunu (kisasi) bagislarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah'in indirdigi ile hükmetmezse
iste onlar zalimlerdir.

Maide/47. Incil'e inananlar, Allah'in onda indirdigi (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah'in
indirdigi ile hükmetmezse iste onlar fâsiklardir.

Madde 9- Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.

Madde 10- Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken,
tam bir sekilde davasinin bagimsiz ve tarafsiz bir mahkeme tarafindan hakça ve açik olarak
görülmesini istemeye hakki vardir.

Tevbe/29. Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve


Resûlünün haram kildigini haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle,
küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savasin.

Madde 11-
1. Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunmasi için gerekli olan tüm güvencelerin
tanindigi açik bir yargilama sonunda, yasaya göre suçlu oldugu saptanmadikça, suçsuz
sayilir.
2. Hiç kimse islendigi sirada ulusal yada uluslararasi hukuka göre bir suç olusturmayan
herhangi bir eylem veya ihmalden dolayi suçlu sayilamaz. Kimseye suçun islendigi sirada
uygulanabilecek olan cezadan daha agir bir ceza verilemez.

Maide/38. Hirsizlik eden erkek ve kadinin, yaptiklarina karsilik bir ceza ve Allah'tan bir ibret
olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
Tevbe/5. Haram aylar çikinca müsrikleri buldugunuz yerde öldürün; onlari yakalayin, onlari
hapsedin ve onlari her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eger tevbe eder, namazi
dosdogru kilar, zekâti da verirlerse artik yollarini serbest birakin. Allah yarligayan,
esirgeyendir.

Madde 12- Kimsenin özel yasamina, ailesine konutuna yada haberlesmesine keyfi olarak
karisilamaz, seref ve adina saldirilamaz. Herkesin bu gibi karisma ve saldirilara karsi yasa
tarafindan korunmaya hakki vardir.

Madde 13-
1. Herkesin bir devletin topraklari üzerinde serbestçe dolasma ve oturma hakki vardir.
2. Herkes , kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrilmak ve ülkesine
yeniden dönmek hakkina sahiptir.

Tevbe/ 28. Ey iman edenler! Müsrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yillarindan sonra
Mescid-i Haram'a yaklasmasinlar. Eger yoksulluktan korkarsaniz, (biliniz ki) Allah dilerse
sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Süphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.
Madde 14-
1. Herkesin zulüm altinda baska ülkelere siginma ve siginma olanaklarindan yararlanma
hakki vardir.
2. Gerçekten siyasal nitelik tasimayan suçlardan veya Birlesmis Milletlerin amaç ve
ülkelerine aykiri eylemlerden dogan kovusturma durumunda bu haktan yararlanilamaz.

Madde 15-
1. Herkesin bir yurttasliga hakki vardir.
2. Hiç kimse keyfi olarak yurttasligindan veya yurttasligini degistirme hakkindan yoksun
birakilamaz.

Madde 16-
1. Yetiskin her erkegin ve kadinin, irk, yurttaslik veya din bakimlarindan herhangi bir
kisitlamaya ugramaksizin evlenme ve aile kurmaya hakki vardir.

Bakara/221. Iman etmedikçe putperest kadinlarla evlenmeyin. Begenseniz bile, putperest


bir kadindan, imanli bir câriye kesinlikle daha iyidir. Iman etmedikçe putperest erkekleri de
(kizlarinizla) evlendirmeyin. Begenseniz bile, putperest bir kisiden inanmis bir köle
kesinlikle daha iyidir. Onlar (müsrikler) cehenneme çagirir. Allah ise, izni (ve yardimi) ile
cennete ve magfirete çagirir. Allah, düsünüp anlasinlar diye âyetlerini insanlara açiklar.
2. Evlenme sözlesmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapilir.

Ahzab/50. Ey Peygamber! Mehirlerini verdigin hanimlarini, Allah'in sana ganimet olarak


verdigi ve elinin altinda bulunan cariyeleri, amcanin, halanin, dayinin ve teyzenin seninle
beraber göç eden kizlarini sana helâl kildik. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istedigi
takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadini, diger müminlere degil, sirf sana
mahsus olmak üzere (helâl kildik). Kuskusuz biz, hanimlari ve ellerinin altinda bulunan
cariyeleri hakkinda müminlere neyi farz kildigimizi biliriz. (Bu hususta ne yapmalari lâzim
geldigini onlara açikladik) ki, sana bir zorluk olmasin. Allah bagislayandir, merhamet
edendir.
3. Aile, toplumun, dogal ve temel unsurudur, toplum ve devlet tarafindan korunur.

Madde 17-
1. Herkesin tek basina veya baskalariyla ortaklasa mülkiyet hakki vardir.
2. Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun birakilamaz.

Madde 18- Herkesin düsünce, vicdan ve din özgürlügüne hakki vardir. Bu hak, din veya
topluca, açik olarak ya da özel biçimde ögrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle
açiga vurma özgürlügünü içerir.

Tevbe/29. Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve


Resûlünün haram kildigini haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle,
küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savasin.

Madde 19- Herkesin düsünce ve anlatim özgürlügüne hakki vardir. Bu hak


düsüncelerinden dolayi rahatsiz edilmemek, ülke sinirlari söz konusu olmaksizin, bilgi ve
düsünceleri her yoldan arastirmak, elde etmek ve yaymak hakkini gerekli kilar.

Tevbe/5. Haram aylar çikinca müsrikleri buldugunuz yerde öldürün; onlari yakalayin, onlari
hapsedin ve onlari her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eger tevbe eder, namazi
dosdogru kilar, zekâti da verirlerse artik yollarini serbest birakin. Allah yarligayan,
esirgeyendir.
Madde 20-
1. Herkesin silahsiz ve saldirisiz toplanma, dernek kurma ve dernege katilma özgürlügü
vardir.
2. Hiç kimse bir dernege girmeye zorlanamaz.

Madde 21-
1. Herkes, dogrudan veya serbestçe seçilmis temsilciler araciligi ile ülkesinin yönetimine
katilma hakkina sahiptir.
2. Herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden esit olarak yararlanma hakki vardir.
3. Halkin iradesi hükümet otoritesinin temelidir. Bu irade, gizli veya serbestligi saglayacak
benzeri bir yöntemle genel ve esit oy verme yoluyla yapilacak ve belirli araliklarla
tekrarlanacak dürüst seçimlerle belirlenir.

Maide/5…….. Kim (Islâmî hükümlere) inanmayi kabul etmezse onun ameli bosa gitmistir.
O, ahirette de ziyana ugrayanlardandir.

Madde 22- Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenlige hakki vardir. Ulusal
çabalarla ve uluslararasi isbirligi yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarina
göre, herkes onur ve kisiliginin serbestçe gelisim için gerekli olan ekonomik, sosyal ve
kültürel haklarinin gerçeklestirilmesi hakkina sahiptir.

Madde 23-
1. Herkesin çalisma, isini serbestçe seçme, adaletli ve elverisli kosullarda çalisma ve
issizlige karsi korunma hakki vardir.
2. Herkesin, herhangi bir ayrim gözetmeksizin, esit is için esit ücrete hakki vardir.
3. Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yarasir ve gerekirse her türlü sosyal
koruma önlemleriyle desteklenmis bir yasam saglayacak adil ve elverisli bir ücrete hakki
vardir.
4. Herkesin çikarini korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakki vardir.

Madde 24- Herkesin dinlenmeye, eglenmeye, özellikle çalisma süresinin makul ölçüde
sinirlandirilmasina ve belirli dönemlerde ücretli izne çikmaya hakki vardir.

Nahl/75. Allah, hiçbir seye gücü yetmeyen, baskasinin mali olmus bir köle ile katimizdan
kendisine verdigimiz güzel riziktan gizli ve açik olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal
verir. Bunlar hiç esit olurlar mi? Dogrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onlarin çogu
(bunu) bilmezler.

Nahl/76. Allah, su iki kisiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir sey beceremez ve
efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayir getiremez. Simdi, bu adamla,
dogru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse esit olur mu?

Madde 25-
1. Herkesin kendisinin ve ailesinin saglik ve refahi için beslenme, giyim, konut ve tibbi
bakim hakki vardir. Herkes, issizlik, hastalik, sakatlik, dulluk, yaslilik ve kendi iradesi
disindaki kosullardan dogan geçim sikintisi durumunda güvenlik hakkina sahiptir.

Bakara/269. Allah hikmeti diledigine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayir verilmis
demektir. Ancak akil sahipleri düsünüp ibret alirlar.
Isra/30. Rabbin rizki diledigine bol verir, diledigine daraltir. Süphesiz ki O, kullarindan
haberdardir, (onlari) çok iyi görür.
2. Analarin ve çocuklarin özel bakim ve yardim görme haklari vardir. Bütün çocuklar, evlilik
içi veya evlilik disi dogmus olsunlar, ayni sosyal güvenceden yararlanirlar.

Madde 26-
1. Herkes egitim hakkina sahiptir. Egitim, en azindan ilk ve temel egitim asamasinda
parasizdir. Ilkögretim zorunludur. Teknik ve mesleksel egitim herkese açiktir. Yüksek
ögretim, yeteneklerine göre herkese tam bir esitlikle açik olmalidir.
2. Egitim insan kisiligini tam gelistirmeye ve insan haklariyla temel özgürlüklere saygiyi
güçlendirmeye yönelik olmalidir. Egitim, bütün uluslar, irklar ve dinsel topluluklar arasinda
anlayis, hosgörü ve dostlugu özendirmeli ve Birlesmis Milletlerin barisi koruma yolundaki
çalismalarini gelistirmelidir.

Maide/ 51. Ey iman edenler! Yahudileri ve hiristiyanlari dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin
dostudurlar (birbirinin tarafini tutarlar). Içinizden onlari dost tutanlar, onlardandir. Süphesiz
Allah, zalimler topluluguna yol göstermez.
3. Çocuklara verilecek egitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanin hakkidir.

Madde 27-
1. Herkes toplumun kültürel yasamina serbestçe katilma, güzel sanatlardan yararlanma,
bilimsel gelismeye katilma ve bundan yararlanma hakkina sahiptir.

Tevbe/ 28. Ey iman edenler! Müsrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yillarindan sonra
Mescid-i Haram'a yaklasmasinlar. Eger yoksulluktan korkarsaniz, (biliniz ki) Allah dilerse
sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Süphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.
2. Herkesin yaraticisi oldugu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden dogan maddi ve manevi
çikarlarinin korunmasina hakki vardir.

Madde 28- Herkesin bu Bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin gerçeklesecegi bir


toplumsal ve uluslararasi düzene hakki vardir.
Bakara/159. Indirdigimiz açik delilleri ve kitapta insanlara apaçik gösterdigimiz hidayet
yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

Maide/44. …….Ayetlerimi az bir bedel karsiliginda satmayin. Kim Allah'in indirdigi


(hükümler) ile hükmetmezse iste onlar kâfirlerin ta kendileridir.

Madde 29-
1. Herkesin, kisiliginin serbestçe ve tam gelismesine olanak veren topluma karsi ödevleri
vardir.
2. Herkes haklarini kullanirken ve özgürlüklerinden yararlanirken, baskalarinin hak ve
özgürlüklerinin taninmasi ve bunlara saygi gösterilmesinin saglanmasi ve demokratik bir
toplumda genel ahlak ve kamu düzeniyle genel refahin gereklerinin karsilanmasi amaciyla
yalniz yasayla belirlenmis sinirlamalara bagli olur.
3. Bu hak ve özgürlükler hiçbir kosulda Birlesmis Milletlerin amaç ve ilkelerine aykiri olarak
kullanilamaz.

Madde 30- Bu bildirgenin hiçbir kurali, herhangi bir devlet, topluluk veya kisiye,
burada açiklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan
bir girisimde veya eylemde bulunma hakkini verir biçimde yorumlanamaz.
Görüyoruz ki, bugün hala yeryüzünde birçok cografyada ahlaksal degerlerin, toplumun ve
devletin yasam sekli bilime ve hosgörüye sirt çevirerek elindeki bu yasam biçimini
ilkelligine ragmen sürdürmeye ve kendisi gibi olmayan diger toplumlari asagilayarak
bakmakta ve firsat buldukça saldirmaya devam etmektedir. Onlara göre kendi ahlaksal
degerleri ve yönetim sekilleri degisemez olup her türlü yenilige ve gelisime kapalidir.
Bunun gerekçesi ise bu degerlerin ‘Tanri’dan geldigi ve ancak Tanri tarafindan bildirilen
yasalar ve ahlaki degerler evrensel olmalidir’ seklinde karsimiza çikar. Bugün artik insanlar
her türlü ahlak yapisini, siyasi sistemi, bilimi rahatça sorguladiktan sonra demokrasi ve
bilim yardimi ile güncelleyip daha gelismis bir düzeye çikma çabasi içinde bulunurken, Din
buna asla izin vermez. Din kavrami kendi yapisi içinde sorgulanamaz, degistirilemez, ve
dinin her sözü insanin bir hayat kilavuzu olarak görülür. Peki eger dinde, dolayisiyla
Tanri’nin insana verdigi bu yasam kilavuzunda mantiga ve sagduyuya aykiri kavramlar
varsa bunlar nasil karsilanir? Birde akil ve sagduyu dedigimizde ne anliyoruz? Akil ve
sagduyunun bugünkü seviyeye ulasmasini saglayan en büyük faktör bilim ve insanin
vicdani gelismisligidir. Bugün dinlerde karsimiza çikan ve bize akil disi olarak görülen
kavramlar o dinin ilk ortaya çiktigi zamanda ve cografyada o zamanin bilim seviyesi ve
toplumun ahlak anlayisi çerçevesinde ‘dogru’ olarak kabul görülüyordu ve aksini
ispatlayacak verilerden yoksundu. Dinlerin hüküm sürdürdügü dönemlerde zaman zaman
birtakim teoriler ortaya atildiysa da kisa zamanda dinin ölümcül emirleri karsisinda yasam
imkani bulamadi. Bilim ve felsefe alaninda yeni fikirler ve kanitlar ‘büyücülük’ olarak
adlandirildi ve derhal fikir ve kanitlar sahipleri ile birlikte engizisyonda yok edildi. Fakat
sonunda aklin isyani galip geldi ve ortaçagin Reform dönemi ile, degismez denilen
kanunlar, dolayisiyla Tanri sözü olarak kabul edilen kutsal kitaplar kiliseye tikilmasi sonucu
bilim ve felsefenin önü açilmistir. Ve hemen bunun ardindan yine aklin isyani sonucu
Fransiz ihtilalinin etkisiyle ahlaksal bir devrim gerçeklestirilmis ve bugünün demokrasi
yapisinin temelleri atilmistir. Özetle söyle diyebiliriz ki insanlik kendi yarattigi din ile kendini
prangaya baglamis ve karanlik çag dedigimiz uzun bir döneme girmistir, ve nihayet yine
kendi yarattigi bilim ve ahlak anlayisi ile bu prangalardan kurtulmustur.

Insanliga sunulan herhangi bir sosyal sistem ne kadar Tanri’dan gelme ve kutsal olarak
adlandirilirsa adlandirilsin nihayetinde bugünün bilim, sagduyu ve ahlak süzgecinden
geçmedigi sürece varligini korumasi söz konusu degildir, elbette ki gelismis ve çagdas bir
toplum olmaktan söz etmek istiyorsa.

Daha özgür, çagdas ve mutlu bir dünya için aklin ve bilimin yolundan sasmamak dilegiyle.

Düzenleyen: Hür irade


Hadislerin Sağlamlığı Üzerine Bir Analiz

Bildiğiniz üzere müslümanlar hadislere çok önem verir. Hadis, İslam’ın en güvenilir 2. kaynağıdır
İslam ilahiyatına göre. Peki en güvenli kaynak olan Kur’an’ın bile değişme olasılığının büyük bir
ihtimal olduğunu tarihsel olarak ortaya koymuşken,hadisler’in üzerinde de durmak gerektiğini
düşünüyorum.

“Hadis nedir?” sorusu ile başlamak yerinde olacaktır.

Hadis, İslam dininde, Muhammed'in değişik olaylar ve sorunlar karşısında inananları aydınlatmak,
Kur'an’ın bazı ayetlerini daha açık bir dille ifade etmek için söylediği iddia edilen sözler bütünüdür.
İlk hadis kitabı, İmam Buhari tarafından oluşturulmuştur.

Kısacası hadis, Muhammed’in davranışları, sözleri hakkında bilgi vermek amaçlı düzenlenmiş
sözlere verilen isimdir.

Bir de, müslümanlar için önemli olan bir diğer şey, kütüb-i sitte’dir. Ehli sünnet için en sağlam
hadis kaynaklarına verilen genel isimidir.
Bu hadis kaynaklarının isimlerini aşağıda sıralıyorum:

1- Sahih-i Buhari ->İmam Buhari-Doğumu: 21 Temmuz 810 , Ölümü:31 Agustos 869

2- Sahih-i Müslim ->İmam Müslim-Doğumu: 820,Ölümü:872

3- Sünen-i Nesai-> İmam Nesâî-Doğumu :830,Ölümü:915-916

4- Sünen-i Tirmizi-> İmam Tirmizi-Doğumu: 815, 821 veya 824,Ölümü: 883, 888 veya 892

5- Sünen-i Ebu Davud ->Ebu Davud-Doğumu: 817-818,Ölümü: 889

6- Sünen-i İbn Mace-> İbn Mace-Doğumu:824,Ölümü:273

Şimdi bir analiz yapalım:

Görüldüğü gibi, sahih hadis kaynakları ve yazarlarının isimlerini verdim. Üstüne doğum yılları ve
ölüm yıllarını da belirttim. Bildiğiniz üzere ve daha önce de belirtmiş olduğum üzere ilk sahih hadis
kitabını ‘İmam Buhari’ yazmıştır.

Doğum ve ölüm yılı arasında 'veya' geçen kişilerin doğum ve ölüm yılları kesin olarak
bilinmemektedir. Ondan dolayı bir çok tahmin var. Tuhaf olan yeri ise; Sahih hadis yazarının
doğum ve ölüm yıllarının kesin olmayışı!

Gelelim can alıcı noktaya:

Sahih hadis kitapların yazarlarının doğum tarihlerine dikkat etmenizi istiyorum ve Muhammed’in
ölüm yılını göz önünde bulundurarak bir daha göz atmanızı rica ediyorum.
Evet çok fark var değil mi?

Muhammed, 632’de öldü. İlk hadis kitabını yazan İmam Buhari, 810’da doğdu. Arasında yaklaşık
178 yıl fark var.

İmam Buhari’nin doğar doğmaz hadis kitabı yazmadığını göz önünde tutarsak aradaki farkın daha
da artacağına vararız. Mesela İmam Buhari, 20 yaşında hadislerini yazmaya başlasa ve aynı yıl
içinde bitirdiğini varsaysak... (Çok iyimserim gördüğünüz gibi)

Yani kısacası, en iyimser rakamla, ilk hadis kitabı, Muhammed’den yaklaşık 200 yıl sonra
yazılmıştır ki, bunu en yakın ihtimalle ve iyimserlikle yazıyorum. Varın gerçekte nedir ,ne
değildir siz düşünün. 200 yıldan fazla bir zaman sonra yazılmış hadisler.

Şimdi bu yazdıklarımın üstüne kısaca özetleyecek olursak:

1 - Sahih hadisler islam’ın en sağlam 2. kaynakları olarak kabul edilmesine karşın, yazılı hale
getirilmeleri 200 yıldan fazla bir zaman sonra olmuştur.

Peki o zamana kadar nasıl gelmiştir hadisler(sözler)?

Sözlü olarak, nesilden nesile aktrılarak.

Şimdi soruyorum size : Sözle, nesilden nesile aktarılan bir söz, 200 yıl sonra ne derece sağlam
kalabilir?

Mantıklı olarak cevap verirseniz; kalamaz!

2 - Kur’an’ın çok büyük bir olasılıkla büyük bir kısmının değiştirilmiş olduğunu ve çağımızda
Muhammed’in zamanından kalma orijinal bir Kur’an mushafı bulunmadığını daha önceki yazımda
detaylı olarak anlatmıştım.

Şimdi ise islam’ın en sağlam ikinci kaynağı olarak kabul edilen hadislerin, çok, çok büyük bir
ihtimalle sağlam olmadıklarını yazıyorum ve mantıklı bir kimse bunu kabul etmek
zorundadır.

Peki soruyorum : O halde, İslam dini, sağlam temeller üzerine kurulu olan bir din midir ?

Kesinlikle hayır. Müslümanlar sürekli övünür; “kur’an değiştirilmemiştir ama incil değiştirilmiştir”
diye. Hayır, İncil ve Kur’an, her ikisi de çok büyük bir ihtimalle değiştirilmiştir. Çünkü ne
orijinaller var, ne de orijinalinden kopya edilmiş 1. elden mushafları. Hiç biri yok. Üstelik,
kur’an’ın değişmediğini iddia eden zihniyetin elinde 7.YY’dan kalma yüzlerce kur’an olması
gerekirken, bir tane bile yoktur!
Hz. Peygamber`in Hz. Âişe ile evlenmesi

Fasil : İSRÂ` VE Mİ`RÂC HADÎSİ


Konu : Hz. Peygamber`in Hz. Âişe ile evlenmesi
Ravi : Ümmü`l-mü`minîn Aişe
Baslik : PEYGAMBERİMİZİN HAZRET-İ ÂİŞE İLE NİŞANLANMASI

Hadis : Rivâyete göre şöyle demiştir: Ben altı yaşında bir kız iken Nebî salla`llahu aleyhi ve
sellem beni akd ve nikâh eylemişti. (Üç sene sonra) biz Medîne`ye hicret ettik. Hâris İbn-i Hazrec
oğullarının menziline indik. Müteâkıben ben, sıtmaya tutuldum. Bu cihetle saçım döküldü.
(Hastalıktan kurtulduktan sonra) saçım gürleşti, uzayıp omuzlarıma döküldü. Bir kere ben,
arkadaşlarımla berâber salıncakta oynarken annem Ümmü Rumân bana doğru geldi ve beni çağırdı.
Ben de annemin yanına geldim. Beni ne edeceğini bilmiyordum. Annem elimi tuttu. Tâ evin kapısı
önün (e geldiğimizde ora) da beni durdurdu. Ben de yorgunluktan kaba kaba soluyordum. Nihâyet
soluğum biraz yatıştı. Sonra annem biraz su aldı. Onunla yüzümü, başımı sıvazladı. Sonra beni eve
koydu. Evde Ensâr`dan birtakım kadınlar hazır bulunyordu. Bunlar bana: - Hayır ve bereket üzere
geldin, hayırlı kısmet getirdin! di(ye alkışla) dılar. Annem beni bu kadınlara teslîm etti. Bunlar
da benim kılığımı, kıyâfetimi düzlediler ve Resûlullah`a teslîm ettiler. Beni hiçbir şey sıkmadı.
Ancak Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`i habersiz görünce sıkıldım. (Resûlullah bir sedir
üzerine oturmuştu. Yanında Ensâr erkeklerinden, kadınlarından oturanlar vardı. Beni Resûlullah
yanına oturttu). Ensâr kadınları beni Resûlullah`a takdîm ettiklerinde ben dokuz yaşında bir
kızdım.

HadisNo :1553
Bkz: Buhari, e’s Sahih, Kitabu Menakıbı’l-Ensar/44; Tecrid, Hadis no:1553; Müslim, e’s-Sahih,
Kitabu’n-Nikah/69, Hadis no:1422
Muhammed ve arkadaşları Kuran'ı nasıl hazırladılar?

İslamiyet, İslam Tarihi

Kendisini Tanrı-varsa eğer- elçisi olarak ilan eden Arabistan'ın Kureyş Kabilesi'nden
Muhammed'in, okur-yazar olmayan birisi olduğuna inanılır. Islamiyetin kitabı Kuran'ın, Tanrı-varsa
eğer- tarafından gönderildiğini savunanlar, okur-yazar olmayan birisinin nasıl kitap yazabileceğini
sorarak, Kuran'ı Muhammed'in yazmadığını güya savunmaktadırlar.

Muhammed'in okur-yazar olması ihtimali de var.. Muhammed, okur-yazar olmasa bile, kör
ya da sağır da değildi ve kendisine "anlatılanlar"ı Kuran'a koyacak kadar becerikli idi.. Kendisine
kimler yardımcı oluyordu hazırladığı kitap için.

Turan Dursun'un "Din Bu" adlı kitap serisinin dördüncü cildinde, Bel'am, Yaiş, Addas, Yessar,
Cebr ve Iranlı Selman (Farisi) ve İman adındaki yardımcılarından söz edilir. Bunlardan Bel'am,
Yunanlı bir köleydi. Yaiş ve Cebr (Yemenli) de birer köle idiler.

Ilhan Arsel'in Şeriat'tan Kıssalar adlı kitabının önsözünde de Muhammed'in diğer


öğreticileri/yardımcıları olarak Bahîra, Verkâ ve Abdullah Ibn-i Selâm'ın adları geçer.

Muhammed katiplerini genellikle Yahudilikten ya da Hristiyanlıktan dönme ya da İbranice ve


Süryanice bilen kişilerden seçerdi. Bu dillere vakıf değil iseler, öğrenmelerini isterdi. Örneğin,
Hicret'in dördüncü yılında katiplerinden Zeyd bin Sabit'e Yahudi yazısını öğrenmesini söylemiştir.

Söylendiğine göre, en ziyade yararlandığı kimselerin başında, Hristiyanlıktan dönme Selman-ı


Farisî ile, Yahudilikten dönme Abdullah İbn-i Selam gelirdi. Siyer'in yazarları İbn-i İshak, İbn
Hişâm ve Tabakat yazarı İbn-i Sa's gibi (ya da benzeri) kaynakların bildirmesine göre, Selman-ı
Farisî, Iranlı bir "Mecusî" iken çok genç yaşta Hristiyanlığı kabul ederek Suriye'ye gelmiş, daha
sonra Bedevîler tarafından esir alınıp bir Yahudi'ye satılmış ve onun tarafından Medine'ye
getirilmiştir. Kölelikten kurtulmak için Muhammed'e başvurup da onun tarafından satınalınmasıyla
İslam'a girmiş ve azad olmuştur. Hristiyan ve Yahudi dinlerini en iyi bilen birisi olarak Farisi,
Muhammed'e sadece din konusunda değil, yönetim ve savaş konusunda da Muhammed'e yardımcı
olmuştur. Hendek Savaşı olarak bilinen savaşta, Muhammede'e hendek kazılmasını öneren kişinin
Farisi olduğu söylenir.

Abdullah İbn-i Selam'a gelince, Tevrat'ı en iyi bilen yahudi'lerden birisiydi. Muhammed'in
Medine'ye hicretinden sonra Islamiyete girmiştir. Tevrat konusunda, Muhammed'e en fazla bilgi
verenlerden biri olduğu kabul edilir. O kadar ki, Muhammed onu, muhtemelen bu yardımlarından
dolayı, "Cennetlik olan on kişinin onuncusu" olarak tanımlamıştır. (Bkz. Sahih-i Buhari ... c.IX,
s.81, ve c.X, s.25 vd.)

Muhammed bu kaynaklardan aldığı bilgileri, kendi günlük siyasetine uyduracak şekilde


değişikliklere sokmuştur. Ancak, bunu yaparken, "kıssa"ları (masal ve hikayeleri) bir teviye ya da
belli bir sıra ve silsile esasına göre değil, fakat Kuran'ın çeşitli surelerine ve bu surelerin ayetlerine
dağıtmıştır. Bazılarını da hadis olarak ifade etmiştir.

Kuran'ın okur-yazar olmayan Muhammed tarafından hazırlanması bu şekilde mümkün


olmuştur.
Ne var ki, Muhammed'in Kuran'ı, daha sonra bizzat halife Ebu Bekir tarafından yaktırılmış
ve sonra da değişikliklere uğramıştır.

Muhammed, Allah'in-varsa eğer- sözü olduğunu iddia ettiği Kuran'i nasil ve kimlerle yazdi.
Hristiyanlik, Musevilik, tarih ve efsanelerden alintilar yaparak celiskilerle dolu Kuran'i nasil yaratti
Kuran Nasıl Yazıldı? Muhammed'in Öğretmenleri mi? Bel'am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr,
Iranlı Selman

Konuya iliskin Kur'an ne diyor?


Kur'an'daki "Tanrı", her zamanki gibi ant içerek açıklama yapıyor:
"And olsun ki biz, onların:'O'na (Muhammed'e) bir insan öğretiyor kesinlikle.' Dediklerini
biliyoruz. Savlarını dayandırdıkları kimsenin dili yabancıdır. Buysa (Kur'an), apaçık bir
Arapça'dır."(Nahl, ayet:103)

Bundan sonraki ayetlerde, "inanmayanlar" korkutuluyor, "yalancı, iftiracı" olarak nitelendiriliyor ve


"işkenceli bir ceza"yla cezalandırılacakları bildiriliyor.

Yukarıdaki ayette, Muhammed'e öğreticilik ettiği söylenen kimsenin, "Arap olmadığı, yabancı
olduğu" belirtiliyor.

Yunanlı Bel'am, Yaiş..

Kimilerine göre, Muhammed'in öğretmeni, bir Yunanlı köleydi. Bel'am adında bir köle.

Ibn Abbas anlatıyor:


"Peygamber, Mekke'de köle olan birine öğretimde bulunuyordu. Yabancıydı. Puta tapardı. Adı da
Bel'am'dı. Peygamberin yanına girişinde ve çıkışında putataparlar görüyorlardı. 'Muhammed'e her
şeyi öğreten Bel'am'dır..' diye konuştular." (Bkz. Taberi, Cami'ul-Beyan, 14/119)

Ya da Yaiş'ti üzerinde durulan köle. Bel'am için söylenen, Yaiş için de söyleniyordu. "Yaiş,
Muhammed'e öğretmenlik yapıyor" deniyordu. (Bkz. Aynı yer)

Ya da, Muhammed'e öğreticilik eden köle, Cebr'di. (Bkz. Aynı yer)

Ya da, Yemenli CEBR, YESSAR, ADDAS.

"Hadrami'lerin iki genç köleleri vardı. Yemen halkından olan bu iki köleden birinin adı
Yessar, öbürünün adı Cebr'di" diye aktarılır. Bu iki kölelerin sahiplerinin tanıklığı şöyle:
"Bizim iki genç kölemiz vardı. Kendi dilleriyle kitaplarını okurlardı. Peygamber de bunlara uğrar,
durup bunları dinlerdi. İşte bunun için, putataparlar, 'Muhammed, bunlardan öğreniyor..' dediler."
(Taberi, 14/119)

Fahruddin Razi'nin yer verdiği aktarmada, bunların yanında bir üçüncü köle daha var: Huvaytıb'ın
kölesi Addas. (Bkz. F.Razi, tefsir, 24/50)

Görülüyor ki, ister Yunanlı, ister yemenli olsunlar, kölelerin Muhammed'le ilişkilerine bakışlar
değişik açılardan:
Müslümanların bakışları ve savları başka, "putatapar" dedikleri inanmazların bakışları ve savları
başka.

Müslümanlardan kimine göre: Muhammed'le köleler arasında bir "öğretme ve öğrenme" ilişkisi
vardı, ama öğreten Muhammed'di, öğrenenlerse köleler. Inanmayanlara göreyse bunun tam tersi
gerçekti. Yani, öğreten kölelerdi. Muhammed'se öğreniyordu onlardan.

Müslümanlardan kimine göre de, aradaki ilişki, "okuma ve dinlenme" ilişkisini geçmiyordu.
Köleler, kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyorlar, "peygamber" de "dinliyordu" yalnızca.

Müslümanların bu savları karşısında şu soru yanıtsız kalıyor:

"Dillerini bilmiyordu"ysa, Muhammed'in bu köleler arasındaki sürekli işi neydi? Ve kendi dilleriyle
okuduklarını Muhammed'in dinlemesinin ne yararı oluyordu?

Kısacası, müslümanların savları, akla sığacak türden değil.

Iman nereli?

Muhammed'in kendisinden bir açıklaması bu konuda oldukça ışık tutucu:

"Iman, Yemen'lidir."

Bu hadis, Buhari'nin "e's-Sahih"inin de içinde bulunduğu en sağlam kabul edilen hadis


kitaplarında yer almıştır. Hadis'e göre, "hikmet (bilgi, bilgelik) de Yemen'lidir." Dahası:
"Fıkıh da Yemen'lidir," hadise göre. (Bkz.Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Meğazi/74; Tecrid,
hadis no:1362; Müslim, e's-Sahih, Kitabu'l-Iman/81-91, hadis no:51-52, ve öteki hadis
kitapları.)

Bu hadis, incelemecilere göre, sağlamlığın en yüksek basamağında olan "mutevatır hadis"ler


arasındadır, ve peygamberin arkadaşlarından onbir kişi tarafından aktarılmıştır. (Bkz.Ebu'l-Feyz
Muhammed, Lukatu'l-Lai'l-Mütenasire Fi Ahadisi'l-Mutevatıre, Beyrut,1985, s.42-43,hadis no:10)

Kimi yorumcu, buradaki "Yemen"i, birtakım zorlamalı yorumlarla, "Mekke ve Medine" olarak
göstermeye çabalar. (Bkz.Tecrid,1362 no.lu hadis,Kamil Miras'ın izahı.) Ne var ki, hadisin kimi
aktarılışında "Yemenliler"den de açıkça sözedilir. Yani, buradaki Yemen, coğrafyada herkesin
bildiği Yemen'dir.

Demek ki, bu hadise göre, "imanı"yla, "hikmet"iyle ve "fıkh"ıyla (buradaki 'fıkh', sözlük anlamında
olmalı) Islam, yabancı kökenlidir, "Yemen"lidir.

"Muhammed'e öğreten, Iranlı Selman'dır ya da.." (Selman Farisi).

Kimileri de, Nahl Suresi'nin 103.ayetinde sözü edilen yabancının, Iranlı Selman olduğu görüşünde.
(Bkz. Taberi,aynı yer.)

Sonradan Müslüman kimliğiyle ortaya çıkan ve müslümanlar arasında büyük ün kazanan Selman'ın,
Muhammed'le son derece sıkı bir ilişki ve işbirliği içinde bulunduğu, herkesçe biliniyor.

"Müslüman" olması, Selman'a çok şey sağlamıştır. En başta, özgürlüğü, yani, "kölelikten
kurtulma"yı. Sonra da ünü, saygınlığı ve maddi, manevi çıkarları..
Ya da, sözü edilen "yabancı", önc Müslüman olup sonra Islam'ı bırakan bir "vahiy katibi"dir.

Bunu ileri sürenler de var. (Bkz. Taberi, aynı yer)

"Vahiy katibi"nin başına gelenler:

Adam, önce müslüman olmuştur. Selman gibi o da Muhammed'le işbirliği halindedir. Ama sonra ne
olursa olur, bırakır Islam'ı. Ve bir de açıklama yapar:

"Muhammed'e ben öğretiyordum, ve benim öğrettiklerim Kur'an'a vahiy olarak yazılıyordu.."

Sonra, adam ya öldü, ya da öldürüldü. Ölüsüne gelince, bir türlü gömüldüğü yerde kalmıyordu.
Muhammed'in adamları şunu yayıyordu:
"Bu olay, Tanrı'nın gazabının yansımasıdır. Adam, Tanrı'yı çok öfkelendirdi. Şimdi durum ortada.
Gömülüyor, toprak da kabul etmiyor, edemiyor, Tanrı'dan korkuyor. Onun için de kafiri, mezarının
dışına fırlatıyor. 'Ibret almak' gerek.."

Gerçekten de adam gömülüyordu, ama, birkaç gün sonra, sabahleyin bakılıyordu ki, adam mezarın
dışında. Birkaç kez olmuştu bu.

Muhammed'in arkadaşlarından Enes (Malik Oğlu), çok sonra, şöyle anlatacaktır olayı:
"Bir adam vardı. Neccaroğullarından..Hristiyan'dı, Müslüman olmuştu. Bakara ve Ali
İmran surelerini okumuştu. Peygambere de vahiy yazıyordu. Sonra, yeniden Hristiyan
oldu ve kaçıp Hristiyanlara katıldı. 'Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed
yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez,' demeye başladı." (Bkz.Buhari, e's-Sahih,
Kitabu'l Menakıb/25,c.4,s.181-182;Tecrid, hadis no:1477)

Enes'in anlattığına göre, Tanrı adama öfkelenmiş, boynunu kopararak öldürmüş.


Hristiyanlar, gömmüşlr adamı. Ama sabah bakmışlar, ölüsü ortada. Ve kefensiz. Hristiyanlar,
"Muhammed adamları kefenini soymuş, kendisini de işte böyle ortada bırakmışlar.." diye
konuşmuşlar. Adamı bir daha gömmüşler. Bu kez biraz daha derince. Ertesi gün sabah yine aynı
durum. Sonra aynı konuşmalar. Sonra yeniden ve daha derine gömme. Sonra aynı durum ve aynı
yorumlar. Bir kez daha ve derince gömme. Aynı durum. Bakmışlar ki bu böyle sürüp gidecek, adamı
gömmekten vazgeçmişler artık.

Bu adamın söylediğini söylemiş, yani "ben ne diyorsam, ne yazıyorsam o vahiy oluyor.." demiş,
muhammed'in "Tanrı'dan falan vahiy almadığını" söyleyerek, Islam'ı bırakmış birisi daha vardı: Ebu
Serh Oğlu Sa'd Oğlu Abdullah. Ama , onun başına yukarıdaki olay gelmedi nedense..Muhammed
tarafından idamına karar verilmişti. Ne var ki, Halife Osman'ın süt kardeşiydi. Ve Osman'ın araya
girmesiyle, bağışlandı. Sonra, Mısır Valisi bile oldu. (Ölm.656-657. Bkz. Islam Ansiklopedisi.)

Ayetteki Cevap

"Muhammed'e ögreten Tanrı değil, insandır.." diyenlere, ayette verilen cevap ne ölçüde doyurucu?

Cevap, yukarıda verilen ayetin anlamında da görüleceği gibi şöyle:

1) Muhammed'e öğrettiği söylenen kişi, Arab değildir, yabancı biridir.


2) Kur'an'sa apaçık Arapça'dır.

3) Öyleyse, Muhammed'e sözü edilen kisi ögretmis olamaz.

Oysa, Arapça'yı bilen yabancı biri de Muhammed'e "eskilerin söylencesi"nden, "Tevrat"tan,


"Incil"den, başka "kutsal metin"lerden birtakım "bilgiler" verebilirdi. Ileri sürülen de bu.
Muhammed, aldığı bilgileri, Arapça kalıplara döküp, kendi uslubu içinde sunmuş olamaz mıydı?
Kaldı ki, "apaçık Arapça" diye nitelenen Kur'an'da; Yunanca, Süryanca, Ibranca, Koptça.. gibi
dillerden birçok sözcük bulunduğunu, müslüman incelemeciler bile örnekleriyle yazıyor. (Bkz.
Suyuti, el Itkan Fi Ulumi'l-Kur'an, Arapça, Mısır, 1978, 1/178-185)

Kur'an'da bu denli değişik yabancı sözcüklerin bulunması da "Muhammed'e yabancının (ya da


yabancıların) bilgi verdiği, öğrettiği" yolundaki savı desteklemez mi?

Muhammed'e bir yabancının ya da yabancıların yanında, bir ya da birkaç Arap da ögretmiş olabilir.

Islam için çok önemli bir kaynak, "Müseyime"dir.

Müseylime, müslimcik demektir. Müslümanlar, onu küçümsemek için böyle demişler, ayrıca da
"kezzab" yani "çok yalancı" demeyi uygun görmüşlerdir. Müslümanların bir sövgüsüdür bu.
Anlaşılıyor ki, onun kendi adı "Müslim"di. Bu adı taşımış olması çok önemlidir. "Islam" ve
"müslim" sözcüklerinin kaynağına götürür niteliktedir.

Müslümanlarca sövülen, aşağılanan bu kişiye, "Rahman", "Yemame Rahmanı (Yemameli Rahman"


da deniyordu. Yani adam aslında böyle ünlüydü. Bu da çok ilginç.

Bir başka ilginç olan da, Mekke'lilerin, Muhammed'e söyledikleri şu sözler:


Bize ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil), Yemame'deki şu adamdır. Rahman denen adam.
Tanrı'ya ant içerek söyleriz ki, biz Rahman'a inanmayız." (Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta'lik:
Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254)

Mekkeli'lerin bu söyledikleri nedensiz miydi?

Müseylime, daha doğrusu "Müslim", bir başka adıyla "Rahman", Yemame'nin Hanifeoğulları
kabilesindendi.

ilgiç üç ad: "Müslim", "Hanife", "Rahman".Bu adlar, hele ilk ikisi bir araya gelince daha da
ilginçlik kazanıyor: Kur'an'da islam inanırlarının, "müslim"lerin "ad babası" olarak tanıtılan Ibrahim
(bkz.Hacc,ayet:78) için hem "Hanif" hem de "Müslim" denir. (Bkz.Bakara:135; Ali Imran:67,95;
Nisa:125; En'am:161; Nahl:120,123.) "Peygamber" olarak yer alan Ibrahim, kısa anlamı ile "yıldız
tapımı" demek olan Sabiilik Dini'nin "peygamberi"ydi. Islam kaynaklarından yaptığım
incelemelerden vardığım sonuç bu. Muhammed de ilk ortaya çıktığında Sabii olarak niteleniyordu.
(Bkz.Buhari,e's-Sahih,Kitabu't Teyemmüm,/6,c.1,s.89) Sabii'liğin dili Süryanca'ydı. "Allah",
"Kur'an", "Furkan", "kitab", "melek" ve daha bir çok sözcük gibi "Islm", "müslim", "hanif", ve
"Rahman" da bu dilden geliyordu. (Bkz.Aziz Günel,Türk Süryaniler Tarihi,Diyarbakır,1970,s.46-
48;Suyuti el Itkan,1/180-184;Doğubilimci Arthur Jeffery,The Foreign Vocabulary of the
Quran,Kahire,1938,s.12 ve ötk.)Yine benim incelemelerimden vardığım sonuca göre: Yıldız tapımı,
"Sabiilik" adı altında, Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerine de kaynaklık eden bir din olarak
kurumlaşırken, özellikle Ortadoğu'da "Müslimler"I ve "Hanifler"i içine alıyordu. Önce,
"Müslimler" vardı, sonra "Hanifler" kolu meydana geldi. Ibrahim, bu kolun "peygamberi"ydi. Işte,
"Yemame Rahmanı" diye ünlü "Müslim (Müseylime)" ve ondan çok şey öğrendiği anlaşılan
Muhammed de bu kola bağlıydı. (Sabiilik konusunda geniş bilgi için, bkz.Eren Kutsuz-Turan
Dursun, 'Saçak Dergisi', Subat 1988, sayı 49.)

Yemame Rahmanı, Muhammed'in yararlandığı kaynaklardan yalnızca biri olabilir.

Yukarıda adı geçenler ve daha başkaları, tek tek de, tümü birden de Muhammed'in "öğretmenleri"
olabilirler. Furkan sures'nin 4.ayetine göre, Muhammed'in yardımcılarından, yani öğretmenlerinden
"kavm", yani "topluluk" diye sözedilmistir. Bu ve bunu izleyen iki ayetin anlamı şöyle: (Diyanet'in
resmi çevirisi)
"Inkar edenler, 'Bu Kur'an, Muhammed'in uydurmasıdır. Ona başka bir topluluk yardım etmiştir.'
Diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular. 'Kur'an öncekilerin masallarıdır. Başkalarına yazdırılıp,
sabah akşam onu okunmaktadır' dediler. Ey Muhammed, de ki: 'O'nu göklerin ve yerin sırrını bilen
indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir." (Furkan, ayet:4-6)

Buna göre, Kur'an'ın "uydurma" olduğunu söyleyenler, şunları da söylüyorlar:

1)Muhammed'e bir topluluk yardımcı oluyor,

2)Muhammed, Kur'an ayetlerini, başkalarından alıp yazdırıyor,

3)Muhammed'e sabah akşam okunuyor

4)Ayetler, "eskilerin masallarından" oluşuyor.

Buna karşılık, Kur'an'ın cevabı şudur:


"Yalan ve haksızca iddia. Kur'an'ın ayetlerini Tanrı indirmiştir. O, göklerin ve yerlerin gizini bilir.."

Hars Oğlu Nadr, Muhammed'in kendisini "Tanrı'nın elçisi", yani Tanrı'yla insanlar arasında yer
almış, Tanrı'nın bildirilerini insanlara iletme görevini üstlenmiş biri olarak tanıtmaya yöneldiğinde,
ve "Kur'an ayetlerini" sunması karşısında Mekkelileri uyarma yoluna gitmişti. Ve şöyle demişti:
"Sakın inanmayın bu adama. 'Tanrı'dandır' diye ileri sürdüklerinin tümü, eski masallardır. Ben size,
onunkilerden daha güzellerini söyleyebilirim.." Iran krallarına, Iran'lı masal kahramanlarına ait
söylencelerden örnekler aktarabileceğini söylüyor, anlatıp duruyordu Nadr.(Bkz. Taberi, Camiu'l-
Beyan,18/137-138)

Nadr, haklımıydı? "Eskilerin masallarından" varmıydı Kur'an'da?

Bilindiği gibi,Kur'an'da "kıssa" denen birçok öykü var. Bir çoğu; başta Tevrat; Yahudi
kaynaklarında, kimileri Incil'lerde yer alır. Incelendiğinde görülür ki, bunların bir kısmı, Tevrat'tan
da çok önceki çağların söylencelerinde aynen var. Örneğin, "Nuh Tufanı"na ilişkin öykü, "Gılgamış
Destanı"nda hemen hemen aynıdır. Daha başka örnekler de verilebilir.

Mekke'de, Medine'de ve çevrelerinde çeşitli din ve inançların inanırları vardı. Çeşitli toplumların
"söylenceleri"ni, "kutsal metinler"ini bilenler az değildi. Muhammed'in özgürlüklerini söz verdiği
ve işbirliği yoluna gittiği kölelerden de bu nitelikte olanlar bulunduğu biliniyor. Daha önce adlarına
yer verilen Bel'am, Yaiş, Yessar, Addas, Cebr, Iran'lı Selman..da bunlardan.

Bunların ya da başkalarının, Kur'an'ın oluşması için Muhammed'e yardım etmiş, öğretmenlik etmiş
olmalarını düşünmek akla uzak değil. Aklın ve mantığın kabul edemeyeceği şey, "Tanrı'nın,
insanlara gökten mesaj göndermesi" ve bunun için şu ya da bu insanı aracı olarak seçmesidir. Bunu
insan aklı değil, ancak, akılla ilgisi olmayan "iman" kabul eder.

Not: Muhammed'in Kur'ani hazirlarken istifade ettigi ve Islamiyet'e koydugu eski Arap gelenekleri
ve âdetleri hakkinda bilgi almak icin buraya tiklayiniz.

Kaynakça:
Turan Dursun, Bir Tabu Yıkılıyor, Din Bu kitaplar serisi ve Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni.

İkincil Kaynak: http://kadinvedin.ipbfree.com/index.php?showtopic=103

Kuran'ın tek harfi bile değiştirilmedi mi?

Müslümanlar Kur’an’nın Allah tarafından Cebrail aralcılığıyla Muhammed’e vahiy yoluyla


indirildiğine ve Kur’an’ın tek harfi bile değişmeden günümüze kadar geldiğine inanırlar. Bu
inançlarını dayandırdıkları kaynak yine Kur’an-ı kerim’dir. Yani iddia ve iddia’nın kaynağı aynıdır.
Bu konu üzerinde yaptığım araştırma ve incelemelerin sonucuna göre bir değerlendirme yapacağım.
Objektif olmaya özen göstereceğim.

Müslümanlar’ın Kur’an-ı Kerim’in tek harfinin bile değişmeden günümüze kadar sapasağlam
geldiğini dayandırdıkları kaynağın yine Kur’an-ı kerim olduğunu yazmıştım. Şimdi o ayet’e
bakalım;

Hicr suresi 9. ayet


n‫ون‬q‫ظ‬s‫اف‬n‫ح‬n‫ ل‬q‫ه‬n‫ا ل‬z‫ن‬s‫إ‬n‫ و‬n‫ا الذ•ك•ر‬n‫ل•ن‬z‫ز‬n‫ ن‬q‫ح•ن‬n‫ا ن‬z‫ن‬s‫إ‬
Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.

Bir iddia’ya cevap vermek için Kuran’dan bir ayet göstermek geçersiz bir yöntemdir. Çünkü
değişmediğini ispatlamak için değiştiği şüphesi olan(ki eldeki veriler değiştiği yönünde)
Kur’an’dan bir ayet ile açıklamak akla yatkın bir yol değildir. Kur’an’ın değiştiren(bilerek veya
bilmeyerek) kişi veya kişiler değişmediğini vurgulamak ve ispatlamak için böyle bir ayeti Kur’an’ın
içine koymuş olabilir.

İnançları dogmatik yapanda budur. Düşünmek ve sorgulamak, eleştirmek yasaktır. Zaten


düşünmeye başladığınız zaman o inancın akla ve mantığa aykırı olduğunu anlarsınız. Bu
aykırılıklardan bir taneside; ‘ Kur’an’ın değişmediği iddiasıdır’

Ayet ile Kur’an’ın değiştirilmiş olamıyacağınının mantıksızlığını açıkladıktan sonra geriye kalan en
önemli ve sağlamlığı daha fazla olan tarih’e bakalım. Daha bilimsel bir yöntem ile kur’an’ın
değişip, değiştirilmediğini tarihi detayları iredeliyerek bir sonuç çıkartmaya çalışalım.

Tarihsel olarak Kur’an’ın kitap haline getirilmesi:

Kur’an’ın ilk orijinali: Küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelere yazılıydı.
Yakıldı.

Kur’an’ın ikinci orijinali: Ebubekir döneminde yapılan derleme. Yakıldı.


Kur’an’ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan “azmalar”. Bunlar da dünyanın hiç bir
tarafında yok.
Kur’an’ın üçüncü orjinali üzerine:

Osman döneminde mushaflaştırılan Kur’an’ın orjinalinin bulunmayışı çok tuhaftır. Osman


döneminden kalan orjinal bir Kur’an mushafı yoktur, ama Osman’ın dönemindeki kur’an’ın
kopyaları -ki en iyimser rakamla 8.yy’a ait bir kopya vardır elimizde(1)- kendi zamanından çok
sonrasına aittir.

Peki Osman ne zaman halifelik yapmıştı?

644 yılından 656′daki ölümüne kadar, 12 yıl boyunca, halifelik yapmıştır.

Elimizde ki en eski mushaf en iyimser rakamla 8.yy’la aittir. 8.yy,701-800 tarihleri arasındaki
zaman dilimini temsil eder. Osman 644-656 yılları arasında halifelik yapmıştır. Elimizde ki o
mushafa göre ve Osmanın halifelik yaptığı zamanı kıyaslarsak; elimizde ki mushafın Osman’ın
döneminden daha sonra yazılmış olduğuna varırız. O halde Osman zamanında ki mushafın orjinali
yeryüzünde yoktur. Elimizde ki en eski mushaf’ın Osman’ın döneminde ki orjinalin kopyası
olduğunu düşünsek bile ortaya bir kaç sorun daha çıkıyor ;

Elimizde ki mushaf’ın Osman döneminde ki orjinal mushaf’tan kopya edildiğini düşünürsek en


iyimser rakamla yaklaşık 50 sene fark var. Orjinal’den kopya edilmiş olsa bu eser neden 50 sene
sonrasında kopya ediliyor?

Cevabı kimse bilmiyor aslında. Elimizdeki verilere göre bir mantık yürütürsek: Kur’an ın orjinali
ve/ya orjinalinden kopya edilmiş saf haliyle bir Kur’an mushafı elimizde yoktur. O halde Kur’an ın
tek harfi bile değiştirilmemiş bir kitap olması bir yana tamamının değiştirilmiş olması bile söz
konusudur.

Şimdiye kadar yazdıklarımımı islami kaynaklara dayanarak yazdım ve elimizde ki verileri


mantıksal bir süzgeçten geçirdim.Bir sonuca varcak olursak:

1- Kur’an Muhammed’den çok sonra yazılmıştır ki bu konuda islam’da aynı şeyi söyler.

2- Elimizde osman zamanından kalma orjinal ve/ya kopya herhangi bir mushaf yeryüzünde
bulunmamaktadır.En eski Kur’an mushafı –ki islami çevre Osman zamanından kalma olduğunu
iddia eder,matematiksel ve mantıksal süzgeçten geçirdiğimizde bunun olamıyacağını ve olması
dahilinde ortaya başka sorunların çıkabilceğini yazdım- 8. yy ‘a ait ve şu an Özbekistan-Taşkentte
bulunan koruma altında ki mushaftır.

3- Kuran’ın tek harfi bile değişmedi iddia’sının sav dahi olamayacağını ve eldeki verilere göre
geçersiz bir iddia olduğunu anlamış bulunmaktayız..
Başka bir bakış açısıyla konuya göz atacak olursak:

Şimdiye kadar ki araştırma yazımda Kur’an’ın orjinalinin bulunmadığını ve elimizde ki en eski


Kur’an mushafının 8.yy’la ait bir el yazması olduğunu yazdım. Oysaki güvenlik ve sağlam kalması
açısından Muhammed yaşarken kur’an’ı düzgün bir biçimde vahiyin gelme sırasına göre
dizmeliydi, ama dizmedi. Peki Muhammed bunu akıl edemediyse, Allah’ta mı akıl edemedi?

Böylesi önemli bir noktayı gözden kaçırmış olamazlar. Bu sorundan bile çıkarılabilcek bir
sonuç vardır aslında. Muhammed’in Kur’an’ı kendi yazmış olması ve önemsememesi.

Oysaki gerçekten Allah’ın sözleri olsaydı, Allah bu önemli noktayı atlamazdı.Hak din olduğunu
iddia ettiği İslam’ın en önemli kaynağını yani Kur’an’ın düzgün bir biçimde kayda geçirilmesini
Muhammed’e emretmesi gerekirdi.Ama böyle bir emir(ayet) yada başka bir şey yoktur. Buda bize
Kur’an’ın tanrısının(Allahın) Kur’an’ın gelecek nesillere ulaşmasını umursamadığını
göstermektedir. Ne tuhaftır ki üstelik son din olduğunuda önemle vurguluyor.

Sonuç: Kur’an’ın tek harfi bile değişmediği iddiası mantıksal ve bilimsel verilerle çelişen,
yanlışlanan geçersiz bir iddiadır. Kur’an’ın tek harfi’nin değişmediği bir yana büyük bir kısmının
değişmiş olabilceği ihtimali vardır. Çünkü elimizde orjinal bir Kur’an yoktur. Orjinalden kastım
Muhammed zamanından kalma bir mushaf yoktur. Muhammed öldükten sonra kitaplaştırma
çalışmaları olmuştur ama elimizde yine yoktur ki Ebubekir zamanında ki mushafın yakıldığını
hadislerden öğreniyoruz.(2)

Ayrıca, Kur’an’ın içindeki çelişkilerin nedenlerini buna bağlayabiliriz. İslam dininin tüm kaynakları
sağlam temellere dayanmamaktadır. Böylesi bir inanca körü körüne bağlanmak ne demektir artık
orası sizin sorgulama yeteneğinize kalmıştır.

Yazımı ömer tarafından söylendiği belirtilen bir rivayet ile bitirmek istiyorum:

‘’İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın
tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el İtkan,
2/32)’’

-Okan-

Mushaf: Kur’an’ın kitap halindeki şeklidir. Tevatür: (dini anlamda) Yalan olarak söylenmiş bir söz
üzerine birleşmeleri mümkün olmayan, her zaman güvenilen kimselerin bir haberi bildirmeler– Bir
haberin ağızdan ağıza yayılması, yaygın söylenti.
(1) En eski kur’an mushafı 8.yy’a aittir.Özbetistan-Taşkent’te koruma altında bulunmaktadır.
(2) Bkz. Buhari, e’s- Sahih, Kitabu Fedaili’l-Kuran/3.

KAYNAKLAR :
Turan Dursun-Din Bu,Diyanet işleri başkanlığı kur’an meali,Tdk türkçe büyük sözlük
Yararlanılan İslami Kaynaklar: 1. Buhari, e’s- Sahih, Kitabu Fedaili’l-Kuran,Sahihi Buhari
-.Müslim E’s-Sahih,.Ebu Davud,İmam Süyuti.
Türklerin Zorla Müslümanlaştırılması
Talkan ve Curcan Katliamları

Türkler Nasıl Müslümanlaştı?

Türk-İslamcı resmi tarihimizin gizlediği konu : Türkler nasıl Müslümanlaştı? Tarih ders
kitaplarımızda bu konu, Türklerin 9. ve 10. yy.'da İslamiyeti benimsediği yazılırak geçiştirilir. Türk
boylarının kendi istekleri ile İslamı benimsedikleri sanısı verilir. Orta-Asya'dan göç etmiş Türk
kabileleri henüz bir devlet olmamaları ve iç anlaşmazlıkları nedeniyle bilhassa Müslüman
Emevilerin yaptığı katliamlara uğramışlardır. Şaman Türkler, Müslümanlar tarafından Curcan
ve Talkan şehirlerinde çocuk, kadın, yaşlı demeden kitle katliamına uğramıştır.

Aşağıdaki bilgilerin tamamı İslami kaynaklardan, Taberi ve Zekeriya Kitapçı gibi İslami
tarihçi ve yazarlardan alınarak düzenlenmiştir.

Türklerin kılıç zoruyla Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670’li tarihlere dayanan bilgiler
maalesef okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş, verilen bilgiler ise, Türklerin
Müslümanlığa geçişleri kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740’lara kadar ki tarih
atlanarak verilmiştir.

İslam''ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670’lerden başlayarak 740’lara kadar
uzanan tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini, bu kısa tarihi öğrenince biraz daha
anlamak mümkün olabilecektir. Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım..

1. TARİHİN EN AŞAĞILIK SOYKIRIMLARINDAN BİRİ - TALKAN KATLİAMI

Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi
başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan, şehrinin yıkıma uğramaması
için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız
kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini
kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya
uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akibete
uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar
tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptiğı
anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer
Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer
mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır. İlk olumlu yanıt Talkan
meliki Sehrek’den gelir..Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık
yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı
yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç
savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa
hepsini kılıçtan geçirirler... Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu
katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar
öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24
Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe,
Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman
Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000
kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını
ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler
öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra
Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri
bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır..
Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra,
Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç
elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır.. Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki
Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür..
Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını
gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar
gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin
teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul
ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır,
etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez..
Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır
hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan
halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene
Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen
başlar Haccac’a gönderilir.

Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem


bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la
işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek
4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

Bu olay, Ziya Kitapçı''nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır ;
Bu harblerden birinde, et-Taberi''nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman
b. Müslim, Kuteybe''ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman''ın böyle kalabalık Türk
esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi.
Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin
tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada
Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar,
zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan
gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi
hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle
haykırmıştır,

”Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz


geceleri hele bir hatırlayınız.

Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı.
Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.”

Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun
üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini,
Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak
Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece
herşey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında
bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine
yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım
ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri
tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler..Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile
saldırırlar.. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..
Bu anlaşmaya göre,
1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..
2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
3.Şehirde Cami yapılacaktır..
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..
5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..

Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken
kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır..
Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir
direniş birliği kurarlar.. Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi
zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe
Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere
karşı savaşları devam ettirmesini söyler.. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam
Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni
Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak
kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü
Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir..

Taberi Anlatımları

Aşağıdaki pasajlar doğrudan Taberinin anlatımından alınmıştır.

Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)

Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir bir
Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.Ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve
mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.

Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp
Talkan’a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe’nin geldiğini işitince
kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar
kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü.

Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar
asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu
tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler.(Syf-344)

Kuteybe dedi: - Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu
derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). ( Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün )
Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman’dır. Ve yine o kendisi
ile mahsur olanların hepsini öldürdüler.hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccac’a
gönderdiler.(Syf-347)
Kuteybe deve palanı demek olur.(Syf-351)

Bu 70 yıl süren Türk-arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları ;

1- 100.000'in üstünde Türk katledilmiştir.


2- 50.000'in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3- Şehirler yağmalanmış , ganimet diye halkın herşeyi talan edilmiştir.
4- Tüm zenginlikler , tarihi eserler yokedilmiş , yakılmış , yıkılmıştır.
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan "Talkan Katliamında" 40.000 Türkün kesilerek
24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.( Tarihte örneği çok azdır.)
6- Aynı şekilde "Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk'ün nehir kenarında kafaları
kesilmiş , nehrin suyu kıpkızıl olmuş , cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7- "Teslim olursanız canınız bağışlanacak" sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş ,
"Şeriat söz tanımaz" denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.

8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
10-Bu tarihi gerçekler "islam etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte , bahsedilmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir. Bundan da Araplar nasiplenmektedir

Türkler Nasıl Müslüman Oldular ?

Giderek daha çok siyasete bulaştırılmak istenen İslam, ilk olarak Türklere ne şekilde ve
hangi şartlarda gelmiştir pek bilinmez, sanki bilinmesi de pek istenmez. Ancak, bir çoğumuzun
bilmediği, yada bilmek istemediği bu tarih, en çok bilmemiz gereken konuların başında
gelmektedir..
Aşağıdaki döküman tamamen İslami kaynaklardan, Taberi ve Zekeriya Kitapçı gibi İslami tarihçi ve
yazarlardan düzenlenerek hazırlanmıştır.

Türklerin ilk Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670 li tarihlere dayanan bilgiler maalesef
okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş, verilen bilgiler ise, Türklerin Müslümanlığa geçişleri
kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740 lara kadar ki tarih atlanarak verilmiştir.
İslam'ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670 lerden başlayarak 740 lara kadar uzanan
tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini, bu kısa tarihi öğrenince biraz daha anlamak
mümkün olabilecektir. Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım...

Buhara'nın Talan Edilmesi

Horasan’ın kendileri tarafından tamamen işgal edilmesinden cesaret alan Araplar,


Muaviye’nin ilk Horasan valisi olan, Ubeydullah bin Ziyad 673 yılında bu sefer ilkinden çok daha
kalabalık 24000 kişilik bir ordu ile Ceyhun nehrini geçerek Kibac Hatun yönetimindeki Buhara’yı
kuşatır. Kibac Hatun diğer Türk beyliklerinden yardım istersede bu yardım kendisine gelmez ve
Araplar verdikleri kayıplardan dolayı Buhara’yı işgal edemezlersede tam anlamıyla talan ederler..
Daha sonra, Muaviye’nin ikinci Horasan Valisi, Halife Osman’ın oğlu Said’de Buhara’ya
saldırmaya hazırlanır.. Kendisine diğer Türk Beyliklerinden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac
Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk
Beyliklerine yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı
olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir.. ( Bu sayı kimi tarihcilere göre 50
kimine göre de 80’ dir... ) Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu
Semerkant’a saldırır.. Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle
pazarlarında satmak için Horasan’a getirir.. Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine
tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştü....( Said’i öldürdükten sonra dağa
kaçmayı başaran rehinlerin orada açlıktan öldüğü söylenir ) Said’den sonra, Horasan Valisi Salim
bin Ziyad olur. Horasan’da Muaviye’nin oğlu Yezid’e bağlıdır.. Ziyad’da ayni şekilde 680 yılında
Türkleri İslamlaştırmak ve şehirlerini talan etmek için saldırır fakat püskürtülerek geri çekilirler..
Bu sefer, kendi orduları Türkler tarafından talan edilerek silahları alınır.. Daha sonra Araplar daha
güçlü bir orduyla tekrar saldırır ve Türkleri gene talan ederler.. Bu talandan her Arap 2400 dirhem
alır.. ( Bir kölenin satış fiyatı 300 ile 500 dirhem arasında olduğu düşünülürse, bu durumda aldıkları
ganimet adam başına 7 veya 8 köleye eş değerdedir..)
Haccac ve Rutbil

İslam’da ilk asimilasyon 685 yılında Abdülmelik ile başlar.. Abdülmelik, etrafını İslamlaştırmaya
adı İslam tarihine kandökücü zalim olan Haccac’ı kendisine yardımcı seçerek başlar.. Abdülmelik
önce civar halkların dillerini Arapçalaştırdı.. Harac karşılığı önceden bazı hakları kabul edilmiş olan
gayri müslimlerin bütün haklarını geri aldı.. Bu arada Haccac’ı Irak genel valiliğine atadı..
Haccac’ın Irak’a genel vali atanmasından sonra Türklerin kaderinde ilk köklü değişikler başlamış
oldu.. Haccac ilk olarak Ubeydullah ibni Ebi Bekri’yi Sicistan’a, Muhalleb ibni Ebi Sufra’yi da
Horasan’a vali yapar.. O tarihte, Sicistan’ın Türk Hükümdarı Rutbil’dir ve Araplara vergi
vermektedir.. Haccac, bununla yetinmez ve Ubeydullah’ı Rutbil’in üzerine göndererek ondan tam
olarak teslim olmasını ister.. Rutbil önce bu teklifi kabul etmek istemez.. Bunun üzerine Ubeydullah
Rutbil’in üzerine yürür.. Rutbil 18 fersah geriye çekilerek Ubeydullah ve ordusunu kuşatma altına
alır..Ubeydullah, Rutbil’den kurtulmak için 700000 dirhem teklif ederse de Rutbil kabul etmeyerek
Arap ordusunu büyük bir bozguna uğratır.. Buna çok kızan Haccac 40000 kişilik büyük bir ordu
toparlayarak, Abdurrahman ibn Esas komutasında Rutbil’in üzerine gönderir.. Rutbil’i
yenemiyeceğini anlayan Esas, bu sefer onunla anlaşır.. Bu olay karşısında çılgına dönen Haccac,
Esas’ı yakalatmak üzere bir birlik gönderirse de, Esas’ın ordusu bu birliği yenilgiye uğratır ve geri
kalanları da Basra’ya kadar sürer. Ancak burada yenilen Esas’ın ordusu dağılır ve Esas Rutbil’e
sığınır.. Bunun üzerine Haccac, Esas’ı kendisine vermesi için Rutbil’i tehdit eder.. Vermediği
taktirde çok büyük bir ordu ile üzerine yürüyeceğini ve bütün Türk şehirlerini harap edeceğini,
verirse de kendisinden 7 sene hiç vergi almayacağını söyler.. Türk şehirlerinin tekrar bir savaşa
girmesini istemeyen Rutbil, 7 sene haraçtan muaf tutulacağını da düşünerek Haccac’ın bu teklifini
kabul eder ve Esas ve yakınlarını Haccac’a teslim eder.. Ancak, Rutbil Haccac’a güvenmekle hata
yaptığını daha sonra anlayacaktır.. Haccac Rutbil’den Esas’ı teslim aldıktan sonra derhal yeni bir
ordu düzenleyerek 699 yılında Muhelleb bin Ebi Sufyan komutasında Türk şehirlerinin üzerine
gönderir.. Hocente, Kes, Sogd ve Nesef’i ele geçirirsede Türkler direnirler.. Horasan valiliğine
Muhelleb’in oğlu Yezid gelir.. Yezid ibni Muhelleb’de Türk şehirlerini talan eder.Yezid’in
savaşçıları, Harzem’den ele geçirdiği Türkleri boyunlarına damga vurarak köle pazarlarında
satarlar.. Bu tarihlerde, Araplar Türkler'in yurtlarını devamlı olarak istila edip şehirlerini talan
ettilersede kalıcı bir üstünlük sağlayamamışlar, elde ettikleri yerleri sonunda tekrar Türkler'e geri
vermek zorunda kalmışlardı...

Kuteybe ibni Müslim

705 yılında Abdülmelik öldüğünde yerine oğlu Velid geçer.. Ve Türk tarihini önemli şekilde
etkileyecek olay, Kuteybe ibni Müslim’in Horasan’a vali atanması olur.. Bu zamana kadar kalıcı bir
başarı elde edemeyen Araplar onun zamanında Türk yurtlarında kalıcı başarılar elde etmişlerdir.
Türklerin gerçek anlamda kılıç zoru ile Müslümanlaştırılmaya başlamaları Kuteybe zamanında
olmuştur..Vali olduğu andan itibaren, Türk Beyliklerinin toptan işgal edilerek İslamlaştırılması için
çok güçlü bir ordu kurmaya başlar.. Merv’de askerleri toplayarak, Allah kendi dininin aziz olmasi
için size bu toprakları helal kıldı der.. Sanki, Bakara suresi 193’ü .... “Yalnız Allah dini kalana kadar
onlarla savaşın...” yada “8.Enfal /.39’u “din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” .
ayetlerini savaşçılarına hatırlatarak Arap ordusunu Türklerin üzerine sürer.. Kuteybe ilk olarak
Baykent’i kuşatır.. Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler..
İki ay süren bir savaş olur. Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da, Türkleri haraca bağlayan bir
anlaşma yapmaya zorlar.. Şehir yıkımdan kurtulur ama, şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen
şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon
bırakırlar.. Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar ve kendi aralarında
silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar, Baykent’de karışıklıklar başlar.. Bunun üzerine
Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek nekadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür.. Kadınları ve
çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar..
Taberi’nin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur.. Taberi, bütün
Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler..
Şehrin yağmasından sonra, daha önce Horasan’da Merv’e getirilmiş olan Arap aileleri, Merv’den
getirilerek Baykent’e yerleştirilir.. Muhafız birlikleri oluşturulur.. Valilik den vergi tahsildarlığına
kadar bütün denetim organları Araplar’dan oluşturulur.. Türklerin Budist ve Zerdüşt inançlarını
simgeleyen bütün heykeller toplatılır, taş olanlar kırılır, altın olanlar eritilerek ganimet olarak
Araplar tarafından alınır.. Bunlar, Enfal suresinde yazdığı gibi, sanki Araplara Allah’ın verdiği
ganimetlerdir.. Daha sonra esir edilen kadın ve çocuklar kocalarına ve babalarına geri satılır..
Müslümanlar, Baykentli Türklerin neleri var neleri yoksa almışlar, şehrin onarımı da gene Türklere
kalmıştır..Bundan sonra sıra gelir Buhara’nın tamamen işgal edilip Müslümanlaştırılmasına..

Buhara'nın Tekrar Kuşatılması ve İlk Türk Katliamı

Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.. Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında
çatışmalar vardır.. Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve
Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türklerin başına geçer.. Kuteybe önce, Numiskent ve Ramitan’a
saldırır ve buraları kolayca istila eder.. Demirkapı önlerinde Vardan’la çarpışırlar.. Vardan savaşı
kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir.. Ancak Kuteybe’de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı
alamadan Merv’e geri döner.. Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka
almasi için Kuteybe’ye emir verir..Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar
Buhara’yı kuşatır.. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.. Bunun
üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete
gelen Araplar, şehri istila ederler..Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır,
Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada
köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere
beraberlerinde götürürler.. Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.. Diğer beyliklerden
tepkiler gelmeye başlayınca da, Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır..
Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer.. Daha sonrada Müslüman olarak oğluna da, efendisi
Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar.. Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe
bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi
görünselerde bu dini kabul etmek istemezler..Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını,
evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir..Bu yönteme göre
Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına
alınırlar.. İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar..
( Bugün, bazı İslami yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam'ın Türkler tarafından kabul edilmesinde
çok yarar sağladığını açıkca ifade ederler..Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir
konudur.. )
Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halkdan bazı direnişçiler çıkar.. Gizlice silahlanırlar..Bu
durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar..Kuteybe baskıları arttırır, kendi
aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür.. Bu arada yeni vergi yasaları getirir.. Yerli halk,
halifeye senede 200000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10000 dirhem vergi ödemeye mecbur
bırakılır.. Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen
Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar..
Kadınlar, kızlar Araplara cariye yapılırlar.. Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin
yaşadığı vahşeti ve ızdırabı yaşar.. Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Arap’lar,
Türklerin o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türklerin tarlalarını alır
ve Türkleri o tarlalarda çalıştırırlar.. İste Tek din İslam oluncaya kadar savaşın diyen ayet, Arapları
Türklerin sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır..Allah dini dedikleri İslam, Ahzab
Suresi / 50 de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarınıda ganimet olarak görür, ve Araplara
cariye olmalarını helal kılar..Cuma namazı zorunlu hale getirilir.. Genede Türkerden rağbet görmez.
Bunun üzerine Kuteybe, namaza gelenlere 2 dirhem vaad ederek önce fakirler üzerinde İslamın
etkili olmasını temine çalışır.. Bu uygulama nispeten başarılı olur.. Fakir halktan para için camiye
gidenler olur...
1. Büyük Katliam ( Talkan Katliamı )

Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi başlarına
geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için
Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız
kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini
kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya
uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akibete
uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar
tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptiğı
anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer
Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer
mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.. İlk olumlu yanıt Talkan
meliki Sehrek’den gelir..Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık
yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı
yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç
savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa hepsini
kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı
diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri
kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik
bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne
kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı
halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş,
ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını
ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler
öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra
Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri
bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır..
Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın
çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde
edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki
Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür..
Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını
gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar
gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin
teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul
ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı
hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a
haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman
vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü
önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü
önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir..
Kuteybe sanki Kuran’daki ayetleri yerine getirmiştir..

9 Tevbe. 123. Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş
anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.

Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine
yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği
yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000
civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

Bu olay, Ziya Kitapçı'nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır ;
Bu harblerden birinde, et-Taberi'nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman
b. Müslim, Kuteybe'ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman'ın böyle kalabalık Türk esirleri
ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının
üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini
soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap
askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba,
insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü
haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi
hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle
haykırmıştır,

Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri
hele bir hatırlayınız.

Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o
hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler. ( Sayfa 314 )

Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun üzerine,
Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni
Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak
Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece
herşey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında
bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine
yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım
ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri
tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler..Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile
saldırırlar.. Daha fazla dayanamıyacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..Bu
anlasmaya göre,

1.Semerkant Araplara hersene 2.200.000 altın ödeyecektir..


2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
3.Şehirde Cami yapılacaktır..
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..
5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..

Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken
kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır..
Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir
direniş birliği kurarlar.. Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi
zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe
Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere
karşı savaşları devam ettirmesini söyler.. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam
Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni
Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak
kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü
Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir..
2. Büyük Katliam.. ( Curcan Katliamı )

Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan


etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır.. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku
ortadan kalktığı için, Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını
sürdürmeye devam etmişlerdir.. Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb
Horasan’a vali atanır.. İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.. Dağıstan meliki Saltekin, Yezit’e karşı
uzun süre dayanır.. Sonunda Dağıstan düşer.. Şehir yağmalanır ve 14000 kişi
öldürülür..Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan
teslim olur.. Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan’ a doğru yola koyulur..
Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10000 kişilik bir yardım alarak savaşa başlar..
İsfehbed savaşırken, Curcan halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha
ederler.. Yezid öfkeye kapılır, Curcan’lı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek
yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.. Curcan beyi,
şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.. Curcan beyi
öldürülür.. Kaledeki askerler esir alınır.. Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler.. Burada da
aynı şekilde Kuteybe’nin yaptiğı katliama benzer bir katliam yapılır.. Türkleri öldürerek, 4 fersah
boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır.. Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce
Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine korumasız Türkleri
öldürtür.. Öldürülen Türklerin kanlarını nehire akıtır.. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki
değirmenden un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir.. Katliamdan geriye
kalan kız ve kadınlardan beş de biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar askerler
arasında ganimet olarak paylaştırılır..
Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40.000 Türk’ün
öldürüldüğünü söylerler..
717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.. Buraya kadar dikkat
ederseniz, ilk Arap saldırıları başladığında Kibac hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği
halde istediği yardım kendisine verilmemişti.. Sonra o yardımı göndermeyenler, yardıma muhtaç
duruma düştüler.. Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik
sağlayamamış olduklarını görüyoruz.. 717 yılında Ömer ibni Abdulziz halife olur..İki yıl sonra
hastalanır yerine, 719 da, Yezid ibni Abdülmelik geçer.. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn
Mehleb’in arası iyi değildir.. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni Mehleb hapisten
kaçarak, Basra’da örgütlenir ve Yezid ibni Abdülmelik’e karşı ayaklanır.. 721’de Abbas ve Mesleme
adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile savaşır.. Bu savaşta
Abbas ve Yezit ibni Mehleb olur.. Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik’e yollanır..
Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür. Yezid ibni
Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid’de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının
kafasını kestirtir.. Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter…
Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni
Hakem’e satar..Bu arada, Yezid ibni Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni
Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsada başarılı olamaz..
Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı
olamamışlardır.. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer.. Halife II. Ömer ibn
Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır
bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın
kuvvetlendirilmesine çalışır.. Kendisine bağlı yöneticilere, “ Bundan böyle Türk Beyliklerine
saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı yaymaya çalışın”
demiştir.. Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını istersede, Arapların
gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin
Müslümanlıkarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.. Bu arada Horasan’da
Cerrah ibni Abdullah, yerine Abdurrahman ibni Nuaym atanmıştır..
Hakan Sulu'nun Göktürk Boylarının Başına Geçmesi

Türkler, Arapların istilasına karşı direnişlerini Çin’den yardım isteyerek sürdürürler.. Daha önce
Araplarla işbirliği içinde olan Tugsad da, 718 yılında Çin imparatorundan yardım ister.. Çin,
Türklere yardım göndermez.. Turgis Kaani Sulu, Bati Göktürk Boylarının başına geçerek, 720
yılında Sogd’daki Türklerin Araplara karşı isyanını desteklemek için bir birlik gönderir.. Sulu’nun,
Kur-Sul adındaki komutanı, Seyhun nehrini geçerek, Sogd’a gelir ve oradaki diğer Türklerle
birleşerek, Semerkant’a doğru yürür.. Arap Valisi, Said ibni Haris, Türkleri durduramaz ve
Semerkant’a çekilir.. Ancak Türkler Semerkant’ı kuşatamazlar.. Bu arada Said ibni Haris yerine 721
yılında Horasan’a Said ibni Harasi atanır.. 722’de Hisam Halife olur, Said ibni Harasi’yi görevden
alarak yerine Müslim ibni Said’i atar.. Müslim ilk olarak Afşin’i haraca bağlar.. Seyhun’u geçerek
bütün ekinleri ve ağaçları yakarak ilerler.. Bunun üzerine Turgis Hakanı Sulu, Müslim’in üzerine
yürür.. Sulu’nun üzerine geldiğini ögrenen Müslim geri çekilmeye başlar.. Seyhun nehri
yakınlarında, bir başka Türk birliği tarafından durdurulur.. Bir yandan yukardan Sulu’nun birlikleri
ilerlediği için acele eden Müslim, zayiat vermesine rağmen, Seyhun nehrini geçerek Semerkant’a
çekilir.. Bu yenilgi üzerine, Müslim görevden alınır, yerine Esed ibni Abdullah atanır..Esed ilk
olarak Hoten şehrini ele geçirerek yağmalar.. Ancak, Turgis Hakanının Müslim’i kovalamasından
cesaret alan halk Araplara karşı ayaklanır.. 726 yılında Turgis Hakanı Sulu kararlı bir şekilde
Esed’in üzerine yürür.. Huttal’da çarpışırlar.. Esed, Sulu karşısında ağır bir mağlubiyet alır.. Bunun
üzerine 727’de Esed’de görevden alınarak yerine Esres ibni Abdullah atanır..
Esres halk üzerinde baskı uygulayarak denetim kurabileceğini düşünürsede başarılı olamaz.. Bir
kısım halk Müslüman olduklarını söyleyerek vergi vermek istemezler ve Turgis’lerden yardım
isterler. Turgis Hakanı Sulu 728 yılında Buhara’yı zapteder.. Bu arada Esres’in yerine Cüneyt ibn
Abdurrahman geçer..Araplar Semerkant’a çekilir..Hakan Sulu ve Kur-Sul idaresindeki Turgis
kuvvetleri 729 yılında 58 gün süreyle Arapları Kemerce kalesinde kuşatma altında tutarlar.. Açlıktan
ölme noktasına gelen Araplar Kemerce’den çıkarak teslim olurlar, yapılan anlaşma gereğince teslim
olanlar Debusia’ya gönderilirler.. Daha sonra Hakan Sulu, Semerkant’ı kuşatır.. Semerkant’ın işgal
komutanı Savra ibni Hurr, Cüneyd ibni Abdurrahman’dan yardım ister.. Cüneyd yardıma gelmeden
Savra ve Hakan Sulu Semerkant yakınlarında savaşırlar.. Araplar savaşı kaybeder, Semerkant’ın
Arap Karargah komutanı Savra bu savaşta ölür.. Halife Hisam, Kufe ve Basra’dan 20000 kişilik ek
bir kuvveti Cüneyd ibni Abdurrahman’a gönderir.. Hakan Sulu 732’de Buhara’yı terk ederek
çekilir.. 734’de Cüneyd ibni Abdurrahman ölür, yerine Asım ibni Abdullah geçer, bir yıl sonra onun
da yerine Halid ibni Abdullah geçer..

Hakan Sulu'nun Ölümü ve Cuzcan Beyinin ihaneti

Hakan Sulu, 737 yılında Halid’in üzerine yürür.. Araplar zayiat vererek Ceyhun’un güneyine
çekilir.. Türkler Ceyhun nehrini geçerek Arapları Belh’e kadar çekilmeye zorlar, ancak Cuzcan
önderi, Arap’larla birleşerek Hakan Sulu’nun ülkesine çekilmesine sebep olur.. Göründüğü kadarı
ile eğer Cuzcan önderi Araplarla işbirliği yapmamış olsaydı Hakan Sulu’nun ordusu muhtemelen
Arapları Türk topraklarından temizleyecekti.. Hakan Sulu ülkesine döndükten sonra bir zamanlar
Araplara karşı beraber savaştiğı Kur-Sul tarafından şahsi nedenlerden dolayı öldürülür..
Bu gelişmenin birazda Çin tarafından tezgahlandığı, ve tarihte Çin’in Türk Beyliklerini birbirine
düşürme siyaseti olarak görülür.. Hakan Sulu’nun ölmesi Araplar arasında sevinçle karşılanır..
Öyleki Horasan Valisi Araplara Hakan’ın öldürülmesinden dolayı şükür orucu tutulmasını ister..
Haberi Halife Hisam’a ulaştırırsa da, Halife bu haberin doğruluğunu anlamak için güvendiği
adamlarını yollayarak haberin doğruluğunu öğrenmelerini ister.. Hakan Sulu’nun öldürülmesinden
sonra Türkler bir daha toparlanamazlar.. Arapların Türk yurtlarından temizlenmeleri ile ilgili
umutları bir anda söner.. Öncelikle Dikhanlar denen yerel egemenlikler Araplara büyük tavizler
verirler.. Müslümanlığı kabul eden kişilere büyük ekonomik çıkarlar sağlanır.. Cizye olarak alınan
vergilerin miktarları düşürülerek önceki zorlamalara göre çok daha yumuşak bir sömürü politikası
uygulanır.. Buraya kadar ki tarihte Türklerin zorla Müslümanlaştırılmalarına hizmet etmiş olan en
önemli 2 isim, Arap Komutanı Kuteybe ve Hakan Sulu’nun tam önemli bir darbe indirmek
üzereyken kendini Araplara satarak onlarla işbirliği içine giren hain Cuzcan Beyi’dir.. Kur-Sul’da,
Turgis Hakanı Sulu’yu şahsi çıkarları uğruna öldürerek ister istemez Arapların korkulu rüyasını
ortadan kaldırmış, Müslümanlığın Türk topraklarında daha rahat bir şekilde yayılmasına neden
olmuştur..
Kur-Sul'un Ölümü ve Türk Ordularının Dağılması

Emevilerin son valisi, Nasır ibni Seyyar’ın valiliğe gelmesi ile birlikte Güney Türkistan’da Arap
güçlerinde bir toparlanma başlar. Nasır, Arap hakimiyetinin yumuşak bir politika ile daha kolay bir
şekilde yayılabileceği bilinci ile güçlü bir ordu kurarak Türk topraklarına yayılır. 739 yılında
Araplar Semerkant’a tamamen yerleşirler.. Ancak, Seyhun nehrini geçmeye çalışırlarsada, Kur-Sul
komutasındaki Türk ordusu tarafından durdurulurlar.. Sayı olarak Kur-Sul’un ordusundan daha
kalabalık olmalarına rağmen, nehrin öte tarafına geçmeye cesaret edemezler.. Ancak bu arada
Araplar için hiç beklemedikleri bir gelişme olur.. Araplara karşı saldırı düzenlemeyi planlayan ve bu
nedenle nehrin etrafında keşif yapan Kur-Sul, Arap askerlerine yakalanır.. Nasır, Kur-Sul’u hemen
öldürerek cesedini Türklerin görebileceği şekilde Seyhun nehrinin kenarına astırır.. Bu manzara çok
geçmeden Türkler üzerinde beklenen etkiyi yapar ve Türk ordusu zaten sayıca üstün olan Araplar
karşısında dağılır.. Taşkent ve Fergana da teslim olur.. Nasır,bundan sonra Arap hakimiyetini daha
yumuşak politikalar uygulayarak sürdürür.. Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri
halinde vergi borçları affedilir.. Halk içinden Müslüman olanlara bazı ekonomik ve sosyal çıkarlar
sağlanarak, onların kendiliğinden Müslümanlığı seçmeleri teşvik edilir.. İslam’ın taraftar
bulabilmesi için, gerek korkutarak, gerek teşvik ederek gereken her türlü tedbiri alınır.. Bu alınan
tedbirler yavaşda olsa sonuç verir.. Türk topraklarındaki son Emevi Arap valisi Nasır ibni Seyyar
Türklere İslam’ı kabul ettirtmeyi başarmıştır..

Bizi ilgilendiren tarih buraya kadardır.. Bundan bir süre sonra Arap topraklarında, Emevi
Hanedanının egemenliği son bulur ve Abbasilerin devri kendini gösterir..
749’da Abbasiler Emevi Hanedanını zorlamaya başlar.. Arap topraklarında başlayan iç savaş,
Emevilerin dışarı yayılmaları için gerekli olan kuvvetin bölünmesine yol açar.. Abbasilerle birlikte,
Müslümanlaştırılan halklar üzerinde daha uyumlu, onların örf ve ananelerine uyan bir İslam
uygulanır.. Emevilerden sonra İslamiyetin evrensel bir din olduğu şeklinde uygulamalar yapılarak
İslam'ın daha geniş kitlelere yayılmasına özen gösterilir.. Bu şekilde önceleri Arap dini olarak
kurulan din, giderek daha bir evrensel görünüm kazanır.
Bu arada Araplar arası çatışmalar da giderek şiddetlenir.. Araplar arası kavgada Mevaliler, yani azat
edimiş köleler de belli bir önem kazanırlar..
Bu çatışmaların içinde olan Arap şefleri Mevali’yi kendi taraflarına çekmek isterler.. Ancak, bütün
Müslümanları eşit gören İslam karşısında Mevali’nin durumu belirsizdir.. Mevali, eşitliği öngören
İslam adına, Arap üstünlüğüne karşı çıkar.. Ali tarafı ve Peygamberin amcası Abbas’ın soyu,
Emeviler tarafından kendilerinden hile ve zorbalıkla alınan iktidarlarının asıl sahipleri olarak
görünmeleri, beraberinde bir takım siyasal sorunları da başlatır.. Bu arada, sınıfsal farklılıklar ve
beraberinde yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak, ezilen sınıf tarafından İslamın kendisi değil,
Emevi hanedanın iktidarı sorumlu tutulur..
Müslüman Araplar Türklere Neden Saldırmıştır?

Genelde, bu tarihi bilen İslami çevreler, Müslüman Arapların Türklere saldırmasını, onları
İslam dinine davet etmek, gerekirse bu uğurda zor kullanarak, onları İslam'a boyun eğdirmeye
zorlamak şeklinde yorumlarlar.. Ancak tek neden bu değildir..
Bu konu da ayrıca Zekeriya Kitapçı'nın Yeni İslam Tarihi ve Türkler adlı Kitabında anlatılmıştır..
Aşağıdaki pasaj, aynı kitaptan alınma bir bölümdür.

Değişen Arap Toplumunun Yeni Hayat Anlayışı

a-) Harbeden Askerlerin Servete Kavuşma İsteği

Arapları, Orta Asyayı fethe zorlayan bir diğer faktörde harbeden askerlerin kısa zamanda büyük
servet ve zenginliklere sahip olmaları idi. Değil daha sonraki devirler, ilk devirlerdeki fetih
hareketlerinde bile sosyo-ekonomik nedenlerin çok önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmaktadır.
Genellikle Bedevi, çölde yaşayan, fakru zaruret içinde çok insafsız bir hayat mücadelesi içinde
yoğrulan Araplar, daha İslamın ilk devirlerinde harbedeb askerlerin verilen yüksek maaş ve
ganimetler dolayısıyla kısa zamanda büyük bir servet ve zenginliğe kavuştuklarını görmüşlerdir.
Mücahit gazilerin bundan sonraki yaşantıları ve hayat seviyeleri bir anda değişmiş ve harbe iştirak
etmeyenlere nazaran çok daha iyi ve müreffeh bir hayat sürmeye başlamışlardır. Bu kabil Arap
bedevilerinin o zamanki durumu, bugün Anadolu'nun iç kısımlarından kalkarak aynı sosyo-
ekonomik nedenlerle çalışmak için Almanya'ya giden Türk köylüsünü ve onun sosyal hayatındada
meydana gelen başdöndürücü değişiklikleri hatırlatmaktadır. Bunun içindir ki Arap kabileleri çeşitli
cephelerde savaşmak için hata Hz. Ömer devrinde Medine'ye çok büyük kafileler halinde akın akın
gelmeye başlamışlardır. Daha sonraları bunları Bedevi aileler takip etmiş ve dolayısıyla Arap
yarımadasının dışına daha o devirlerden itibaren çok büyük bir Müslüman Arap göçü L. Caetani'nin
ifadesiyle tarihte ilk defa Sami ırkının göçü başlamış oluyordu.
Tarihte belki ilk defa vaki olan bu Sami Arap göçü, Emeviler devrinde de bütün canlılığı ile devam
etmiş, sadece İran'a değil, Türkistan'ın Buhara, Baykent, Semerkant gibi daha birçok büyük
şehirlerine önemli ölçüda Arap aileleri yerleştirilmiştir. Özellikle Buhara'ya yerleştirilen bu kabil
muhacir Arap aileleri o kadar çoktu ki, Kuteybe b. Müslim be yerleşik Arap nüfusu ve kesafetine
dayanarak bu büyük Türk şehrini nerede ise kolonize etmeye kalkışmış ve bunda önemli ölçüde de
muvaffak da olmuştur. Genellikle 25-50 bin arasında değişen ve aile efradıyla birlikte yapılan bu
göçler, bir taraftan İran ve Türkistan'ın büyük şehirlerinin Arap nüfusuyla iskan edilmesine, diğer
taraftan da siyasi Arap hakimiyetinin bölgede daha kolay bir şekilde yerleşmesine ve hatta İslam
dininin gelişme ve yayılmasına da yardım etmiştir.

b-) Yaygın Geçim Sıkıntısı

Müslüman Arapları komşu ülkeleri ve bu arada Türkistanı fethetmeye zorlayan önemli sebeplerden
bir diğeri de çok yaygın hale gelen geçim sıkıntısıdır..Nitekim, el-Mesudi'nin en güzel kitap olarak
tavsif ettiği ve fetih hareketlerini çok daha objectif kriterler içinde ele alan ilk tarihçilerimizden
Belazuri'nin Fütuhu'l Büldan adındaki kıymetli eserinde, Arapların geçim sıkıntısı yokluk ve
mahrumiyetler içinde sürdürdükleri hayat mücadelesi nedeniyle komşu ülkeleri fethetmeye
zorlandıkları ve bu ülkelerde çok büyük sayıda yerleştikleri hakkında sarih ifadeler vardır. ( Sayfa
299..)
Taberi Anlatımları

Aşağıdaki pasajlar doğrudan Taberinin anlatımından alınmıştır.

Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)

Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir bir Türk’lerin
başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.Ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübaleğa ile mal ve
ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.
Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a
vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe’nin geldiğini işitince kaçtı.
Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Nekadar kırabilirlerse kıralar.
Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü.
Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi.
Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan
şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler.(Syf-344)
Kuteybe dedi: - Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu
derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). ( Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün )
Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman’dır. Ve yine o kendisi ile
mahsur olanların hepsini öldürdüler.hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccaca
gönderdiler.(Syf-347)
Kuteybe deve palanı demek olur.(Syf-351)
Ganimet malının beşte birini Haccac’a gönderip Semerkant’ın fethini de ilan etti. Haccac da bu
haberi işitip sevindi. Kuteybe tekrar Merv’e döndü. Kardeşi Abdullah’ı Semerkant’a emir yaptı.
Askerlerinin bir miktarını onun yanında bıraktı ve lüzumu kadar harp aleti verip, Abdullah’a dedi:
Kafirlerden hiç kimseyi Semerkant’a girmeye bırakma, ancak eline bir parça balçık ver ve o
balçığın üzerine mühür vur.(Syf-353)

Kuteybe’nin Havarizem Şehrine Gitmesi Haberi

Havarizem melikinin adı Çaygan idi. Ondan küçük Havarizad adlı bir kardeşi vardı. Çaygan’ın
üzerine galebe etmiş idi ve onun bütün işini tutmuş idi. İşitse ki Çaygan’ın eline güzel bir cariye
girmiş, yahut bir nefis bir kumaş almış derhal adam gönderip aldırırdı.Yine işitse ki bir kişinin güzel
kızı var yahut güzel bir avreti var derhal mecal vermez,çekip alırdı.Hiç kimse men edemezdi. Ve
Çaygan’a ondan şikayet etseler ben ona bir şey diyemem,derdi. Çaygan da onun elinden bunalmış
idi.Bu işi bu şekilde uzatınca Çaygan’ın tahammül etmeye takatı kalmadı.El altından Kuteybe’ye
adam gönderdi. Havarizem şehirlerinden üç şehrin kilitlerini bile gönderdi.
Ve Kuteybe’ye dedi: Havarizem’e gelip kardeşimi öldürürsen her ne dilersen vereyim,dedi.Lakin bu
haberi hiç kimseye bildirmedi.Bu haber Kuteybe’ye ulaşınca gaza vaktı idi.Kuteybe kavmine Segat
gazasına varırız diye bildirdi.Çaygan’ın adamını geri gönderdi.Havarizad’e haber verdiler ki
Kuteybe Segad’a gazaya gider. O da gayet sevindi. Ve kavmine bildirdi ki bu yıl cenkten
eminsiniz,zira Kuteybe segad’a gidermiş.Ve bizde iş’e meşkul olalım dedi.Bilmedi ki Kuteybe
kendi üzerine gelir. Bu esnada Kuteybe ansızın bin atlı ile Medinetül Fil ki Havarizemin ulu ve
muazzam şehridir.Zira Havarizem ülkesi üç şehirdir.Ondan ulusu yoktur.Kuteybe çıkıp
geldi.Havarizem halkı Kuteybe’yi görüp korktular. Kuteybe doğru Çaygan’ın yanına geldi.Ve
Havarizad’a haber verdiler ki ne gafil durursun işte Kuteybe erişip alemi fesada verdi.Havarizad
anladı ki bu iş Çaygan’ın başı altındadır.Diledi ki Çaygan’ı öldüre.Lakin fırsat ve mecal
bulamadı.İmdi hazır bulunan sipahi ile sürüp Medinetil Fil’e geldi.Çaygan o üç şehri Kuteybe’ye
verip kendisi de Kuteybe’nin yanına geldi.Ve Havarizad şaşkına döndü. Nihayet Kuteybe’ye adam
önderip aman diledi.
Kuteybe dedi: Amanı kardeşinden dile eğer o aman verirse benden emin ol.
Havarizad dedi: -İmdi bildim ki benim ölmem lazım. Zira benim kardeşime boyun eğmem ölmek
demektir.Belki ölmek muti olmaktan iyidir,dedi. Bunun üzerine cenge koyuldu. Bir saat cenk edip
sonunda tutuldu.Kuteybe’ye getirdiler. Kuteybe dedi:Kendini nasıl görürsün.
Havarizad dedi: -Ey emir,beni melamet etme ki ben kılıca eli onun için vurdum ki seninle benim
aramda bir hüküm zahir ola.İmdi fırsat senin oldu,bana ne öğünmek gerek,ne dilersen et. Bunun
üzerine Kuteybe buyurdu.Dışarı çıkıp boynunu vurdular.

Çaygan dedi: -Ey emir,henüz gönlüm şifa bulmadı.


Kuteybe dedi: -Daha ne dilersin?
Çaygan Dedi: -Dilerim ki onunla bile olan kimselerin hepsini öldüresin.
Kuteybe dedi: -İmdi sen benim yanıma topla, ben öldüreyim.

Çaygan da hepsini tutup getirdi.Kuteybe cümlesini öldürüp mallarını aldı. Çaygan şöyle şart etmiş
idi ki:Bin baş esir ve nice bin kumaş vere. İmdi Kuteybe Medinetül File girip o malı Çaygan’dan
aldı.
Çaygan Kuteybe’den yardım diledi.Zira Camhüd meliki daima gelip Çaygan ile cenk ederdi.Ve
Çaygan’ı gayet incitirdi.Kuteybe Abdurrahman’ı ona yardıma gönderdi.Ve Abdurrahman varıp
muharebe etti ve o meliki öldürdü.Çaygan o yerleri fethedip dört bin baş esir aldılar. Kuteybe
buyurdu. Hepsini öldürdüler. (Syf-349-350)
-Şaş askeri bize gece baskın etmek dilerrmiş, imdi varın onların yolunda filan yerde pusuda
durun.Ve onlar çıktığı vakit üzerlerine sürünüz.Ola ki bir fetih edesiniz,dedi.Muslih b.Müslim’I
bunlara kumandan tayin etti.Muslih de gelip o 700 adamı üç bölük etti.Bir bölüğünü yolun sağ
yanına,bir bölüğünü sol yanına koydu ve kendisi bir bölükle yolun üzerine durdu.Gece yarısı
geçince Şaş askeri çıkıp geldiler.Muslih’i yol üzerinde görünce cenge meşgul oldular.Ve o iki bölük
gaziler de iki taraftan hamle edip aç kurdun koyuna girdiği gibi kafirleri tarumar ettiler.Gazilerde
Şübe adlı bir bahadır yiğit vardı.Kendisini Şaş güruhuna ve kalabalığına vurdu.Onların ortalarında
bir melikzadeleri vardı.Yetişip Şübe onu kulağı tözünden kılıç ile çaldı.Öyle bir çaldıkı başı top gibi
havaya uçtu.Şaş askeri bu heybeti gördüklerinde hepsi bozguna uğradılar.Müslümanlar ardına
düşüp onları hesapsız kırdılar.Onlardan kurtulan pek az oldu.Ve onların ekserisi Melikzadeler
idi.Ziynetli ve silahlı kimselerdi.Onların başlarını ve silahlarını ve elbiselerini hepsini aldılar geri
dönüp Sürür ile Kuteybe’nin yanına geldiler. Ertesi gün Kuteybe hükmetti ki cenge atılalar.
Gavrek Kuteybe’ye adam gönderip dedi: -Bu ettiğin harbi öyle zannetme ki arapların kuvveti
ile edersin belki acemden benim kardeşlerimdir ki sana yardım edip cenk ederler.Yoksa harbe
arapları gönder.Gör ki biz de neler ederiz,dedi.Kuteybe bu sözü işitip gadaba geldi ve
münadilere çağırttı.Müslüman mübarizleri toplanıp kafirlerin üzerine yürüyüş ettiler ve
buyurdu ki mancınık kurdular ve bir burcu döğe döğe yıktılar.Ve Müslümanlar o yıkılan
yerden hücum ettikte kafirlerden bir bahadır er gelip o gedikte durdu her kim ileri gelse
mecal vermez öldürürdü.Müslümanlarda silahşörler çok idi.Kuteybe onları çağırtıp dedi
ki:Sizden kim ki o şahsı ok ile vurursa ben ona on bin dirhem veririm.O silahşörlerden biri
ileri yürüyüp ok ile o şahsı atıp gözünden vurdu ve ensesinden çıktı.derhal düştü.O kişi
Kuteybe’nin yanına gelip on bin dirhemi aldı.(Syf-351-352)
Evrim

Evrim, canlılığın zaman içerisindeki değişiminin göstergesidir. Dünya üzerinde yaşamış olan
türlerden %99 unun, günümüzde soylarının tükendiği düşünülmektedir. Soyların tükenmesi,
canlılığın evrimleşmesinin bir yoludur.Evrimin temel bileşenlerinden birisi olan doğal seçilim,
ortam şartlarına uyum sağlayamayan veya diğer türler arasında başarısız kalan türlerin, doğa
tarafından seçilime uğrayarak sayılarının azalmasını ve sonunda da ortadan kalkmalarını gerektirir.
Canlıların sahip oldukları kalıtım maddesi (DNA), canlılar arasındaki akrabalık derecesinin temel
göstergesidir. Kural olarak, yakın akraba olan türlerin veya aynı atasal canlıdan evrimleşerek
bugünkü halini almış olan türlerin, DNAlarındaki baz dizilimleri birbirlerine benzerdir. DNA
benzerlik derecesi, türlerin birbirlerine ne denli yakın akraba olduklarının en önemli ve tartışmasız
kanıtıdır. Örneğin; goriller ile aynı ortak atadan evrimleşmiş olan insanların (lütfen dikkat ediniz,
gorillerden evrimleşmiş değil!!) DNları, birbirlerine çarpıcı şekilde benzerlik gösterir. Bilim
adamları tarafından, canlı gruplarının gen frekansları ve protein yapıları üzerinde yapılan
araştırmalarda, zaman içerisinde meydana gelen evrimsel değişiklikler ortaya çıkarılmaktadır.
Evrim teorisine göre, dünya üzerindeki tüm yaşam formları, ortak bir atadan gelmektedir ve birbiri
ile akrabadır. Evrimin en önemli iki kanıtı olarak fosilleri ve homolojiyi sayabiliriz.
Fosiller, bize günümüz öncesinde yaşamış olan canlı formları hakkında bilgiler verir ve canlılar
arasındaki akrabalık derecelerinin tanımlanmasına yardımcı olur. Homoloji ise, ortak kökenlerden
gelişen yapıları inceler. Sucul memeliler olan balinalarda, yürüme işlevleri olmamasına rağmen
kalça kemerlerinin kalıntıları bulunur. Çok büyük bir ihtimalle bu canlılar, karasal yaşama uyum
yapmış olan yürüyen memeliler ile ortak bir atadan evrimleşmiştir. Paleontologlar tarafından, daha
gelişmiş arka üyelere sahip olan fosil bir balina formu (Pakicetus) bulunmuştur. Bu da, balinaların
yürüyen memelilerden evrimleşmiş olmalarını teorisini doğrulayan bir kanıttır. Çünkü bu teoriye
göre, eskiden yaşamış olan balinalar, atalarına daha fazla benzerlik göstermelidir.
Resime bakmak için tıklayınız:http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/evrim1.jpg
Diğer bir ilginç fosil, tıpkı kuşlar gibi tüylü kanatları olan bir dinozora aittir: Archaeopteryx.
Kuşlara benzer kanatları olan bu dinozorun, kuşların aksine dişlerinin olması oldukça ilginçtir. Bu
durum, kuşlar ve dinozorların ortak bir atadan evrimleştiği ve kuşların, dinozorlardan arta kalan son
gelişmiş örnekler olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Resime bakmak için tıklayınız:http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/evrim3.jpg


Analoji ve homoloji kavramlarını birbiriyle karıştırmamak gerekir. Analog iki organ, aynı işleve
sahip olabilir ancak kökenleri farklıdır. Homolog organların ise kökenleri aynıdır. Örneğin
böceklerin kanatları ile kuşların kanatları, aynı görevi görmelerine rağmen farklı kökenlerden
gelişmiştir. Bu nedenle de homolog değil, analog organlardır ve kuşlar ile böcekler yakın akrabalar
değillerdir. Birbiriyle yakın akraba olan türlerde, homolog organlar bulunur. Homolog organların
işlevleri her zaman aynı olmayabilir. Örneğin; balinaların ön üyeleri (yüzgeçleri), yarasaların
kanatları ve insanların elleri homologdur, ancak bu farklı memeli gruplarında, farklı işlevlere
sahiptirler. Kuşların ve yarasaların kanatları da homologdur. Her ikisinde de bir üst kol kemiği
(humerus), alt kol kemikleri (radius ve ulna), bilek kemikleri ve parmak kemikleri bulunur. Yani,
aynı genetik plandan çıkmışlardır.
Deniz Candaş
Kaynak: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=2&so

İkincil Kaynak: http://www.facebook.com/note.php?note_id=231113493860


Evrimi Destekleyen Kanıtlar ve Analizleri
Evrim,biyolojinin felsefi bir boyutudur. Evrim konusunu anlayabilmek ve yorumlayabilmek için
,biyolojik bilimler bilgisine genel anlamda sahip olunması gerekir. Biyolojik bilimlerde ne kadar iyi
bilgi düzeyine sahipseniz,bu konuda o kadar net yorumlar yapabilirsiniz. Evrimi açıklayabilmek
için yararlanılan bilimsel verileri aşağıdaki maddeler halinde özetlemek mümkündür.

1.Paleontolojik(fosil) kanıtlar: Jeolojik devirlere ait katmanların incelenmesi sonucu, geçmişten


günümüze," basitten karmaşığa doğru" bir değişim sürecinin yaşandığı tespit edilmektedir.

2.Embriyolojik kanıtlar: Omurgalı embriyonlarının, gelişimlerinin ilk evrelerinde gösterdiği şekil


benzerliği, "canlıların ortak atadan evrimleşmesine" kanıt olarak gösterilmektedir.

3.Biyokimya ve Fizyolojik kanıtlar: Evrimsel kriterler baz alınarak yapılan sınıflandırmada,


birbirine yakın olan taksonomik kategorilerin, türlerinin protein benzerliği söz konusudur. Bu
durum aynı zamanda gen benzerliği demektir. Örneğin :Memelilerin sindirim sitemlerindeki
enzimlerin çoğunun benzerliği...

4.Morfolojiden elde edilen kanıtlar: Homolog(kökendeş=ortak bir atadan kalıtılan fakat farklı
görevler yapan) organların varlığı. Örneğin fok ve kedinin ön üyeleri homolog organlardır.

Bu anlamda bazı canlılardaki ön üyeler, örneğin:İnsanda kollar,koyun,at ve kertenkelede ön


bacak,fok ve balinada yüzgeç ;kuş ve yarasada kanatlar homolog organlardır.

Kuş ve yarasa kanadı bağımsız olarak geliştiği nden kanat olarak homolog organ değillerdir. Ancak
her ikisinin anatomisinde homolog kemikler vardır.Bu nedenle kanat olarak analog, ön üye olarak
ise homolog kabul edilirler.(Keeton-Gould Genel Biyoloji s520)

Anolog (görevdeş=işlev ve çoğunlukla yüzeysel yapıda benzerliği olan fakat kökenleri faklı)
organlar bu anlamda kullanılamazlar.

5.Sistematikten elde edilen kanıtlar: Taksonomik kategorilerin oluşturulması sonucu ortaya çıkan
düzen ,evrimsel açıdan yakınlıkları da ifade eder.

6.Evcilleştirme olayından elde edilen kanıtlar: Evcileştirilen türlerin, doğal türlerle


eşleşebilmeleri, verimli döller oluşturabilmeleri söz konudur.

7.Parazitolojiden elde edilen kanıtlar: Ortak atadan geldikleri var sayılan iç parazitlerin
bazılarının ileri derecede farklılaşması söz konusudur. Örneğin insan ve domuz ascaris parazitleri,
birbirlerinin konaklarını etkileyemezler.

8.Sitoloji ve genetikten elde edilen kanıtlar: Tüm canlıların hücrelerden oluşması ve hücre içi
yapıların ortak olması söz konusudur.

Genetik olarak ise şu örnek verilebilir:Hayvanlar


(omurgalı(memeliler),omurgasız(böcekler)),bitkiler ve mantarlar alemlerindeki 28 türde mitokondri
yapısındaki Sitokrom C'nin amino asit dizisi incelenmiş ve çarpıcı bir benzerlikler gözlenmiştir.
(Keeton-Gould Genel Biyoloji s524)

9.Organizmaların coğrafi dağılımlarından elde edilen kanıtlar: Biyocoğrafya da genel olarak


kabul edilen bir görüşe göre; "hayvan ve bitki türlerinin tek bir noktadan ve bir defada ortaya
çıkmıştır."
EVRİMSEL ve EKOLOJİK GENELLEME KURALLARI

ALLEN KURALI : Soğuk iklimde yaşayan memeli ve kuşların vücut çıkıntıları ve üyeleri , sıcak
iklimde yaşayan akrabalarına göre daha küçüktür. Böylece vücudun dış ortamla temas yüzeyi daha
az olduğundan daha az ısı kaybına yönelik bir adaptasyondur.

BERGMAN KURALI: Soğuk iklimde yaşayan memeli ve kuşların vücut büyüklükleri ,sıcak
bölgelerde yaşayan akrabalarına göre daha büyüktür. Böylece vücut büyüdükçe yüzey/hacim oranı
küçülmekte ve daha az sıcaklık kaybı yaşanmaktadır.

Klin: Bir türün bir karakterinin coğrafya ile ilişkili göreceli varyasyon göstermesi durumunda ,bu
varyasyonlara verilen isimdir."Örnek olarak bir çok memeli ve kuş ortalama vücut büyüklüğü
açısından kuzey-güney klinleri gösterirler."(Bergman kuralı)

DOLLO KURALI: Evrim bası geri mutasyonların olmasına karşılık,geriye dönük değildir. Sürekli
ileriye doğru giden bir düzendedir.

COPE KURALI: Omurgalılar, sürekli vücutlarını büyütme eğilimi içindedirler. Vücut büyüdükçe,
çevre şartlarına olan bağımlılık(besin açısından) azalacaktır.

GLOGER KURALI: Kuzey yarım küredeki kuş ve memeliler,kuzeye doğru gittikçe açık
renkli,güneye doğru gittikçe daha koyu renkli olmaktadırlar.

GAUS KURALI: Aynı habitatta aynı nişi gerçekleştiren iki tür uzun süre birlikte kalamazlar. Güçlü
olan diğerini baskılar ve dışlar.Zayıf olan tür zamanla tükenebilir.

Kaynak : http://www.genbilim.com/content/view/7327/34/
Gözün evrimi/gelişimi

Evrim karşıtları sürekli olarak göz gibi "mükemmel" organların oluşmasının tesadüflerle
açıklanamayacağını, bunun yaradılış teorisini destekleyen bir kanıt olduğunu ileri sürüyorlar.
Charles Darwin’in, evrim teorisini ilk olarak formüle ettiği Türlerin Kökeni Üzerine kitabının
basılmasının 150. yılında teori, hala bilimdışı itirazlar ile karşılaşıyor.

Safsata: Göz mükemmeldir, evrimle oluşamaz

Akıllı tasarım taraftarları –insanlar ve fotoğraftaki kaplumbağanınki de dahil- omurgalıların


gözlerinin adım adım oluşmuş olamayacağını söylerler. Çünkü gözün, pekçok birleşenden
oluştuğunu ve tüm bu bileşenlerle varolmadığı sürece işlev göremez olacağını iddia ederler.İddia,
gözün tesadüflerle değil tek bir seferde üstün bir akıl tarafından üretilmiş olması gerektiği savı ile
devam eder.

Akıllı tasarımı savunan bir organizasyonun sözcüsü Casey Luskin “Eğer evrimsel şemalara
bakarsanız, genellikle kornea ya da lensin aniden eklendiğini görürsünüz. Ancak evrimde işler
aniden ortaya çıkma şeklinde yürümez. Adım adım ilerlemesi gerekmektedir.” diyor.

Evrimcilerin cevabı

Gözün evrim ile oluşamayacağını iddia eden akıllı tasarımcılara, Evrim: Fosiller Ne diyor ve
Neden Önemli? kitabının yazarı ve Kalifornia Batı Kolejinde paleontolojist olan Don
Prothero "omurgalı gözündeki basamaklar fosil kayıtlarında görülebilir" diye cevap veriyor.
Prothero, “Göz gibi karmaşık yapıların, zar zor ışık reseptörü denebilecek basit göz noktalarından
kademeli süreçlerle meydana gelebileceğini gösteren pek çok ve iyi belgelenmiş çalışma
bulunmaktadır.” diyerek akıllı tasarımcıların basitçe kanıtları görmezden geldiğini vurguluyor.

Göz mükemmel mi?

Fotoseller omurgalıların gözü, karmaşık bir yapıya sahip olmasına karşın mükemmel olmaktan
hayli uzak. Örneğin, insan gözü pekçok kusura sahip: Gözdeki fotoreseptörler gözde ters
durmakta; retina ters yüz olmuş durumdadır. Fotoselleri beyne bağlayan kablolar, retinanın yüzeyini
her yönden kaplamış, bu nedenle ışık ışınları fotosellere çarpmadan önce kablo yığınından oluşan
bir katmandan geçmek zorunda kalmıştır. Fotosellerin geride konumlanmış olmasının sonuçlarından
biri de, onların verilerini taşımakta olan kabloların, bir şekilde retinadan geçip beyne geri
dönmelerinin gerekiyor olmasıdır. Omurgalı gözünde bunun için bu "kablolar", retinadaki belli bir
deliğe doğru yaklaşıp, onun içine doğru dalmaktır. Sinirlerle dolu olan bu deliğe gerçekten ışığa
karşı kör olduğu için kör nokta deniyor, hatta gerçekte gayet geniş olduğundan bu kör noktayı kör
bir leke olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır.

Karanlık mağara ve yer altında yaşayan birçok hayvanın gözleri ise mükemmel olmanın aksine
körelmiş hatta bir deri parçası ile kapanmıştır. Bu canlılar gözleri mükemmel olduğu için değil, tam
tersine mükemmel olmadığı için evrimsel olarak rakiplerine göre daha avantajlı olabilimiştir.
Enfeksiyona açık, az korunaklı göz oyuğunun kapanması ve gözün işlevinin azaltılması, bu tür
örneklerde hayatta kalmayı gözleri normal olan rakiplerden daha olanaklı kılar.

Kaynak: http://www.agnostik.org/11232-goz-mukemmel-mi.html
Semud kavminin nasıl yokedildiği konusunda kuranı yazan kişinin bir türlü karar verememesi.

-deprem gibi bir şeyle yok edilmiş. (araf 78)


-korkunç uğultulu ses (hud 67, hud 94)
-bela yağmuruna tutularak (furkan 40)
-azap yakalamasıyla (şuara 158)
-tuzak kurarak (neml 50-51)
-şu yöntemlerden birisi seçilerek a. taş yağmuru b. korkunç ses c. suda boğma (ankebut 40)
-korkunç ses (sad 13)
-yıldırım çarpması (fussilet 13, fussilet 17)
-yıldırım çarpması (zariyat 44)
-korkunç ses (kamer 31)

(diyanet mealinden yararlanılmıştır.)


(verdiğim tüm ayetleri okumadan kötüleyen kafir olsun)

Kaynakça

eklenecek
70Kuran Eleştirileri Derlemesi ve Yorumları

Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Onu şekillendirip ruhumdan ona üfledim mi, derhal ona secdeye
kapanın!»
uzar evet. Ama anladın sen beni. :) En az 16 ayet hatırladım insanın yaratılışıyla ilgili. Hepsini
yazamam; hele ki dediğin şekilde hepsini alt alta yazmam mümkün değil yani. tüm mealiyle,
arapçasıyla hatta belki de Buhari tefsirleriyle çok zaman alırdı. İlgilenen okur araştırır eder falan.
İnsanın yaratılışı her zaman konu olmuştur.
Gılgamış Destanı'nda "Ellerimi yıkadım. Bir parça çamur koparıp yazıya attım. Ve bu yazıda
,kahraman Engidu'yu yarattım."
der mesela.
Sümer'lilerin Enuma-eliş Destanı: "Bunun üzerine ben de Ea'nın yardımını istedim. Toprağı,
Kingu'nun kanıyla yoğurdum. İlk insanı meydana getirdim."diye geçer.
Çin Efsanelerinde ise: "Bunun üzerine Tanrıça Ngüho yengeç elleriyle gökyüzünü yukarıya
kaldırdı, denizleri yeniden sınırlarına itti. Ve çamurdan yeni bir insan türü yarattı."
Mısır'da Luxor Tapınağı'nda bulunan kabartma bir resimde "Kral Amonhotap III olarak betimlenen
Tanrı Khnemu çömlekçi çarkında erkek ve dişi iki insanı yaratıyor."
Hesiodos Destanı'nda "Namlı, şanlı Hephaisdos'u çağırdım hemen. 'Bir parça topral al, suyla
karıştır' dedim. 'İçine insan sesi koy, insan gücü koy." : ) der
Yunan Efsaneleri'nde ise "Gözyaşlarımla toprağı çamur haline getirdim ve yoğurdum (Prometheus
anlatıyor.) Bir insan heykeli yaptım. Sonra bu heykele ruh verdim. İlk ölümlü yaratıklar oluştu
böylece.)

Tevrat'ta mesela: "Ve Rab Allah yerin toprağından Adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini
üfledi ve adam yaşayan can oldu."diye geçer. Daha bir sürü kaynak bulunabilir. Zaten biliyorsundur.
Dinler var mı? evet var. Muhammed'in yaptığı o dönem için mantıklı bir şey miydi? Belki iyimser
bir niyetle Bir bakıma. Evet Kuran'ın değişip değişmediyle ilgili de ciddi tartışmalar mevcut.
Dinlerin Sümer'deki kökenleriyle ilgili de ciddi araştırmalar var. İnanıp inanmamak değil mesele.
İnsan neye inandığını yada neye inanmadığını bilmeli sadece. Bir kısım Evangelic Hrıstiyanlar,
dünyanın İncil’de yazdığı gibi 6000 yıl kadar önce yaratıldığına inanıyor.:)) Sadece bi' anektod. Bu
da tartışmaya açık. Zaten düşünmek, irdelemek mutlaka bizleri doğru yola getirecektir. Aşkı da biz
yarattık merak etme diyorum. :) Hayvansal bir içgüdü. Ama çok uzuyor bu konu.

Demişsin ki bu bir İNANÇ bilim değil. O yüzden ispata gerek yok. Ne güzel valla. Doğru diyorsun;
konu inanç olunca ispata gerek yok diyip işin içinden çıkmak çok rahatlatıcı. (Ha burada sana laf
geçirmiyorum bilmiş ol) (Samimiyim yani) Keşke biz de bu kadar rahat olsak. Ne bileyim. Bilim
bulur diyip işin içinden çıksak. evrenin genişlemesini anlamak için öncelikle zaman kavramını
anlamak gerekir. zaman sonsuz'dur. bir nevi evrenin tanrısı zamandır.başlangıcı olan herşeyin sonu
vardır'dan hareketle... evrenin de sonu gelecektir. ama şahsi kanaatim bunun çoğu bilimadamının
inandığı gibi "evrenin genişlemesini sonsuza kadar sürdüreceği ve tüm yıldızlar enerjilerini tüketip
sönene kadar devam edeceği" şeklinde değildir. başlangıcı olan herşeyin sonu var ise; sonu olan
herşeyin de bir başlangıcı olmalıdır. işte o başlangıcın mantıklı bir temele oturması gerekir.big bang
oldu ve evren boşluğa yayıldı şeklinde bir açıklama bence yeterince doyurucu değil. ne oldu da big
bang oldu esas mevzu o.madde her zaman en kararlı ve en düşük enerji seviyesinde olmak ister.
boşlukta bunu yapmanın en kolay yolu güzel yuvarlak bir küre olmaktır. neden küp ya da
dikdörtgenler prizması gezegenler veya yıldızlar görmediğimizin sebebi budur. günümüz fiziği ile
açıklayabileceğimiz kütleler bu formlarını boşlukta koruyup güzelce geçinip giderler. peki ya big
bang in genişleme hızı yavaşlayıp durduğunda tüm yıldızlar yakıtlarını tüketip beyaz cücelere,
karadeliklere veya pulsar lara döndükten sonra ne olacak? kütle varolduğu için kütleçekimi de
varolmaya devam edecek. yeterince uzun zaman diliminde evrendeki tüm kütle geriye doğru
çökmeye başlayacak. kütleler birbirine eklendikçe daha büyük kütleçekim kuvvetleri ortaya çıkarak
etraflarındaki gezegenleri yıldızları hatta galaksileri içine çekmeye devam edecek. işte bu surece big
crunch deniyor. peki bu geri çöküş nereye kadar sürecek...evrendeki tüm madde bir tekillik
oluşturana kadar sürecek. o tekilliğin kütlesi o kadar devasa olacak ki içindeki maddenin
yoğunluğunu ve sıcaklığını açıklamakta günümüz fiziği yetersiz kalacak. tüm maddenin sıcaklığı
planck sıcaklığına eriştiğinde, o madde çorbasında artık alt atomik partiküller kalmayacak. nötron,
proton elektron ne var ne yok herşey inanılmaz basınç ve sıcaklık altında saf enerjiye dönüşecek. o
kadar küçük bir alana sıkışımış o devasa enerjiye ne mi olacak?
e kaçınılmaz olarak o ufacık planck zamanında.... big bangyeniden gerçekleşecek. yeni bir evren
oluşturmak üzere herşeyi silip tekrar başa saracak. tek değişmeyen şey olan zaman akmaya devam
edecek.geriye çökmesi döngüsünü anlayabilmek için öncelikle madde ve enerjinin davranış
biçimini anlamak gerekir.madde hep kararlı olmak ister düzen ister, enerji ise devamlı dönüşmek
ister kaos ister. işte bu şahane ikili, o mucizevi döngüyü sonsuza dek tetikleyecektir.
misal; demir cevherine enerji verir onu eritir, rafine eder, içine karbon ekleyip çelik elde edersiniz.
şekillendirip ısıl işlem uygulayıp, bileyip şahane bir katana yaparsınız. ama o şahane katana hep
yüzyıllardan beri durduğu, en düşük enerji seviyesinde bulunduğu demiroksit halini özleyecektir.
bir savaşta savaşçısının cansız bedeni ile beraber yere serilip toprak altında kaldığında zamanla
içine eklediğimiz enerjiyi salarak, en düşük enerji seviyesine geri dönecektir.

oysa enerji hep kararsız olmak ister hep dönüşmek ve hep kaos ister, güneşten foton paketleri ile
dünyaya ulaşır, toprak ve denize ulaştığında madde tarafından soğrulur, verdiği ısı ile atomları
titreştirir, düzeni bozar * suyu buharlaştırır, atmosfer hareketlerini tetikler, rüzgar oluşturur. bitkiler
tarafından soğrulur fotosentezde kullanılır. enerji kararsızdır. kararsız olma eğilimindedir.evrenin o
inanılmaz uzun zaman dilimi içindeki yoyo hareketi; madde ve enerjinin değişik bir
yaşamdöngüsünü benimsemiş olmasından kaynaklıdır. eninde sonunda evrendeki tüm madde bir
tekillik oluşturarak çöküp kalmak isteyecek, ama içinde barındırdığı devasa enerji hiçbir zaman
buna izin vermeyecektir.çünkü evrendeki madde miktarı biraraya toplandığında kararlık bir tekillik
oluşturacak miktardan çok fazladır. işte bu sebeple her tekillik oluşturma enemesinde bunu
beceremeyecek saf enerjiye dönüşerek patlayacaktır. belki bir sonraki patlayışında ortamın kaotik
yapısından kelli; oluşacak elementler, metaller, gazlar şu an çevremizde olanlardan çok farklı
olacaktır.belki bir hayat oluşmasına imkan sağlayacak ortam bile oluşmayacaktır.evren böyle
gariptir.

benim anladığım, kuran-ı kerim'de bildirildiği söylenen bir ilmi gerçeğin ortaya çıkması için önce
batının bir keşif yapması ve sonra da bizim din tacirlerinin buna uygun bir kurguya girmesi
gerekiyor. muhtemelen yahudi efsaneleriyle ilgili bir sureyi zorlayarak, ayetlerin orasını burasını
çekiştirerek ve hırpalayıp anlamını değiştirerek "e hafız aha işte yazıyor burada" şeklinde
saçmalamak çok çekici ve basit olsa gerek.Yeni buluşları arsızca sahipleniyorlar madem, bari
kuran'daki yanlışları da hazmetseler ya, nerde o fazilet?

Başka bir konu ise bilimin tanrının varlığını ispatlayabilir yada ispatlanamaz kılmayışı.Belki de en
azından şimdilik böyle. Ama dinazorlar var, enteresan bir şekilde kutsal dinlerin doğuş yerlerine
bakıldığı zaman Sümer'deki bağlantısı ortaya çıkıyor. Namaz'ın islamiyetten önce var olduğu
konusu var. Kurban onusu da aynı şekilde. Sünnet'in de Tevrat'tan hadislerle geçtiği bilinmekte.
ilginç şeyler ortaya çıkıyor. Canlılığın gelişimiyle ilgili de ciddi çalışmalar var. Bu uzatılmaya o
kadar açık bir konu ki buradan iki satır yazıyla işin içinden çıkılması mümkün değil. Ama koskoca
Prof.'un açıklamaları beni hayretler içerisinden bıraktı.Daha iyisini bekliyordum kendisinden.
Neyse artık Türkiye saatiyle çok geç oldu. Uzattım biraz. :)
Kuran'daki Mucize İddialarına Cevaplar
Evrenin Genişlemesi

1. Mucize İddiası
Mucizeci ekolün sıkça dillendirdiği meşhur iddilardan biri de “evrenin genişlemesi” bahsidir.
Önce iddiayı bu ekolün dilinden dinleyelim:
• Harun Yahya (Adnan Oktar)’a ait sitelerden:
“Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde 14 asır önce indirilen Kuran-ı
Kerim’de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47
Yukarıdaki ayette geçen “sema (gök)” kelimesi Kuran’ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında
kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir.
Türkçeye “Şüphesiz biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız)” olarak çevrilen Arapça
“inna le musiune” ifadesindeki “musi’une” kelimesi “genişletmek” anlamına gelen “evsea” fiilinden
türemiştir. “Le” ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek “çok fazla” anlamı
katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade “Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz” anlamı
taşımaktadır. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran’da bize bildirilenle aynıdır.
(…)
Bu bilimsel gerçek henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken Kuran’da asırlar önce açıklanmıştır.
Çünkü Kuran tüm evrenin yaratıcısı ve hakimi olan Allah’ın sözüdür.”

2. Zariyat/47’nin Anlam(lar)ı
İlk olarak dikkat çeken husus mucize iddiacılarının kutsal olarak gördükleri kitaba karşı
sergiledikleri “ilmi samimiyetsizlik” örneğidir. Yukarda aynen alıntıladığımız iddiada
Zariyat/47’nin diğer çeviri ve yorumlarından söz edilmemekte, “evrenin genişlemesi” ayetten
zorunlu olarak çıkan “tek mümkün anlam” olarak sunulmaktadır. Oysa -Müslümanlar tarafından da
genel kabul gören- birkaç meal ve tefisir örneğine bakmak durumun hiç de böyle olmadığını
anlamak için yeterli olacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (internet sitesinde de bulunan) resmi Kuran Meali’nde ayet şu şekilde
çevrilmiştir:
• Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
Ve sadece bir dipnot olarak mucizecilerin iddia ettikleri çeviri ve yoruma değinilmiştir:
• “Âyet “Göğü kudretimizle biz kurduk ve biz onu genişletmekteyiz” şeklinde de tercüme edilebilir.
Bu bakış açısı modern astrofizikte gündemde bulunan “evrenin sürekli genişlemekte olduğu”
görüşünü desteklemektedir.”
Diyanet Vakfı’nın Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı, Prof. Dr. Kafi Dönmez,
Prof. Dr. Sadrettin Gümüş’ten oluşan uzman heyetine hazırlattığı tefsirde bu ayetle ilgili olarak şu
açıklamalar yer almıştır:
• “Şüphesiz biz genişletmekteyiz” diye çevrilen cümle için yapılan başlıca yorumlar şunlardır:
a) Biz vüs’at yani genişlik ve kudret sahibiyiz. Semadaki bu ihtişamı sağlamakla kudretimizden bir
şey eksildiği sanılmamalıdır; dilesek daha da genişletiriz. Bakara Suresi’nin 255 ve Kaf Suresi’nin
38. ayetlerindeki içerik ve üslûp bu manâyı çağrıştırmaktadır.
b) Hiçbir şeye muhtaç olmadığımız gibi nimetleri bol bol ihsan eden de biziz. Sıkıntıları giderir,
darda kalanlara genişlik veririz.


• c) Evreni genişletmekteyiz. Bu yorum daha çok uzay cisimlerinin birbirinden uzaklaştığı ve
aralarındaki mesafenin gitgide arttığı yönündeki bilimsel tespitten hareketle ortaya konan
“genişleme teorisi” ışığında yapılmıştır.”
Kur’an Yolu – Türkçe Meâl ve Tefsir, Heyet: Prof.Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağırıcı, Prof. Dr. İ. Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Ankara/2007, Zariyat/47
Görüldüğü üzere konunun uzmanları “evrenin genişlemesi” manâsını tek mümkün anlam olarak
değil -aksine- en düşük ihtimal olarak görmektedir.
Elmalılı M. Hamdi Yazır ayetteki ilgili kısmı şu şekilde açıklamıştır:
• “Ve hiç şüphesiz biz çok genişliğe malikiz. Bunun iki manâsı vardır: Birisi kudret genişliğini ifade
eder. Kudret ve kuvvetimiz öyle geniştir ki semayı bina ile tükenmedikten başka onu daha çok
genişletebilir. Bu manâ hem “Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir
usanç gelecektir.” (Fâtır, 35/35) hem de “O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır.” (Bakara, 2/255)
ayetlerinin manâlarını andırır. Birisi de zenginliği, nimet ve nimet vermede genişliği ifade eder.
“Biz darlıkları genişletiriz. Yalvaran, darda kalmışlara icabet eden, sıkıntıları açan, ihtiyaçları
gideren, fakirleri zenginleştiren, nimet vereniz” demek olur.”
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Zariyat/47
Ömer Nasuhi Bilmen, ayeti
• “Ve göğü bir kuvvetle bina ettik ve şüphe yok ki biz elbette kaadirleriz.”
olarak çevirmiş ve şu açıklamayı eklemiştir:
• “Şöyle ki: (Ve göğü bir kuvvetle) Pek muazzam olan bir kudretle, bir şiddetle (bina ettik) varlık
alanına getirdik (ve şüphe yok ki, biz) yâni: Büyüklük ve yücelikle vasıflanmış olan ilahî zatını
(elbette kaadirleriz.) Böyle nice alemleri meydana getirmeğe kaadiriz. Evet.. Yüce zatın kudret ve
hakimiyeti pek geniştir; mahlûkatı idareye, onların yaşamalarını, geçimlerini sağlamaya fazlasiyle
kâfidir.
“musi’une” kuvvet, takat, genişlik sahibi demektir.”
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri, Zariyat/47
Daha birçok farklı meal ve tefsir örneğinden de görülebileceği üzere bizzat konunun uzmanlarının
tespitine göre ayetteki ilgili kısım Kuran’ın dili olan 6-7. yüzyıl Arapçası’nda bir ifade kalıbı olarak
öncelikle “kuvvet, güç, takat, genişlik” sahibi olmayı anlatmakta bunun yanısıra “bol bol nimet
verme”, “darlıkları, sıkıntıları açma, genişletme” anlamına da gelmekte.
Mucize iddiacılarının yöntem olarak kullandığı dil cambazlığını şu örneklerle daha iyi anlayabiliriz:
Her dilde bir veya birden çok kelimeyi asıl sözlük manâsından farklı bir anlam bütünlüğünde
birleştiren kalıplaşmış ifade şekilleri ve deyimler vardır. Örneğin Türkçede “eli geniş” veya ‘eli
bol’dan kastedilen cömertliktir; elin gerçekten geniş/enli veya bol oluşu değil. Aynı şekilde
“gönlü geniş” ifadesi hoşgörülü olmayı, “mezhebi geniş” ifadesi ise namus/iffet konularında
toplumun genel algısına göre daha rahat davranmayı ve düşünmeyi anlatır. Bu üç deyimde de
“geniş” sözcüğünün asıl sözlük anlamı olan mekânsal genişlikle ilgisi yoktur.
Arapçada, dolayısı ile Kuran’da da buna benzer birçok deyim vardır. Örneğin Bakara/228’de “eli
geniş” ifadesi (Türkçedeki gibi cömertlik değil) zenginlik anlamında kullanılmıştır (çünkü Arapçada
“eli geniş” deyimi zenginlik ifade eder).
Mucize iddiacılarının yaptığı ise şuna benzemektedir: Mesela Türkçe bir eserde (aslında cömertlik
anlamında) “onlar ki elleri geniştir” gibi bir cümle yer alıyor ve varsayalım ki günün birinde uzayda
elleri gerçekten de (maddi anlamda) geniş/enli olan akıllı varlıklar bulunuyor. Bu durumda birisinin
çıkıp da “Bakın işte, bu eserde “eli geniş” ifadesi geçmekte. Demek ki eserin yazarı bunu ta o
zamandan bilmiş. Bu bir mucizedir” demesi ne denli gülünç ise “kuvvetli, takatlı” olma ve “bol bol
nimet vererek sıkıntıları, darklıkları açma, çözme” anlamında kullanılan Arapça bir ifade kalıbını
-günümüzün bilimi, evrenin genişlemesinden yola çıkıyor diye- sözlük anlamıyla yorumlamak o
denli gülünçtür.
Oysa sonsuz güç ve bilgi sahibi bir yaratıcı, bu ayette 14 asır sonra keşfedilecek olan evrenin
genişlemesi olgusuna işaret etmek istemiş olsa idi kuşkusuz bunu açık seçik bir ifade ile yapabilirdi.
Örneğin “Bunu bugün tam olarak anlayamasanız da size vermiş olduğum akıl ile şüphesiz günün
birinde keşfedeceksiniz. Eserim olan kâinatı incelemeye, araştırmaya gayret edin.” şeklinde ifadeler
de ekleyebilirdi. Hatta bu, insanlar için hem bilime teşvik hem de bilimsel gayretlere yön verici bir
ipucu olurdu. Fakat durum böyle değil. Ayette geçen ibare tıpkı “eli geniş”, “gönlü geniş”
deyimlerinde olduğu gibi kalıplaşmış bir ifade biçimi ve mekânsal genişleme ile ilgisiz. Dolayısı ile
ve doğal olarak bu ayette ileride bulunabilecek bilimsel bir olguya işaret olduğu, tarih boyunca
hiçbir Müslüman’ın, alimin, müfessirin aklına dahi gelmemiş. Ta ki Müslüman olmayan bilim
insanlarının araştırmaları sonucu evrenin genişlemesi teorisi bilim dünyasında kabul görmeye
başlayana kadar… Bundan sonra ayetin anlamı birden bire değiştirilerek bu bulguya gönderme
içerecek şekilde yeniden kurgulanmaya başlandı. Hem de tıpkı cömert (veya Arapça’da zengin)
anlamında kullanılan “eli geniş” deyimini sözlük manâsında (yani maddi olarak geniş/enli el)
yorumlar gibi. Ayrıca bu gayretlerin sahipleri açısından söz konusu bilimsel olgunun ne denli
kanıtlanmış olduğu da mühim değil. Bilim dünyasındaki değişikliklere, revizyonlara, yeniliklere
göre ayet her daim yeniden yorumlanabilir ne de olsa… Üstelik bütün bu gayretkeşliklerin ve
işgüzarlıkların asıl motivasyon kaynağı, kâinatı veya hiç olmazsa Kuran’ı daha iyi anlama azmi bile
değil! Tek niyet Müslüman olmayanları Kuran’ın gerçekten de Allah kelamı olduğuna ikna
edebilmek (ve belki de daha çok, Müslümanların şüphelerini bertaraf edebilmek). Bütün bunları
açık-seçik söylemekten de çekinmemekteler.
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kuran Tefsiri adlı eserinde, Zariyat/47’nin açıklamasında aynen
şu ifadeleri kullanmaktadır.
• Başta Einstein olmak üzere son asrın fizikçileriyle astronomları bu muhteşem kâinatın bir bütün
halinde devamlı genişlediğini söylüyorlar. Kuvvetli bir ihtimalle eğer bunun doğruluğu isbat
edilirse, Kur’an’daki ilgili beyânın bu manâya delalet ettiğini söyleyebiliriz. Zira ayetin böyle bir
yoruma tahammülü vardır ve o zaman inkarcı maddecilerin on beş asır öncesine dönüp o çağda
böyle bir tespitin mümkün olup olmadığını araştırmaları gerekir.

3. Kuran’daki Evren Algısı


Oldukça genç bir kuram olarak evrenin genişlemesi teorisi ancak “modern” evren anlayışı
bağlamında anlamlı olabilir. Bu “modern” evren algısı en kaba hatlarıyla günümüzde ilkokul
düzeyinde genel malum olan -örneğin- Dünya’nın yuvarlak olduğu ve Güneş Sistemi’ndeki diğer
gezegenlerle birlikte Güneş’in etrafında döndüğü, Ay’ın Dünya etrafında döndüğü, “gökler”in
Dünya üzerine kurulmuş bir kubbe/çatı değil uçsuz bucaksız uzay olduğu gibi bilgilerden
oluşmaktadır. İlkel evren algısında ise Dünya düz bir tepsi veya döşek şeklindedir. Güneş bu düz
tepsinin/döşeğin belli bir noktasında doğar, yükselir ve diğer uç noktasında batar. “Gökler” ise bu
döşek üzerine kurulmuş ve yıldızlarla süslenmiş bir kubbe/çatıdır. Üstelik -mucizevi bir şekilde-
direk/sütun olmadan yukarda durabilmektedir. Bu naif dünya ve evren algısının hakim olduğu bir
ortamda “göklerin genişlemesi”nden söz edilmesi hiçbir surette modern evren anlayışı bağlamında
geçerliliği olan “evrenin genişlemesi kuramı” ile ilişkilendirilemez. (ki zaten yukarda açıklandığı
üzere ayetteki ilgili ibarenin manâsı da mekânsal genişleme değildir.)
Şimdi önyargısız bir şekilde ilgili Kuran ayetlerinde hangi evren anlayışının(1) hakim olduğunu
inceleyelim:
İlk olarak mucize iddiacılarının Zariyat/47’yi örnek olarak gösterirken -her nedense- hiç söz
etmedikleri hemen bir sonraki ayete de bakalım:
• Zariyat/47
Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
• Zariyat/48
Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
Zariyat/48’de “yerin” döşendiği, yani bir döşek gibi serildiği, yayıldığı anlatılmaktadır. Ayete her
önyargısız bakan bu cümlenin Dünya’nın düz bir tepsi/döşek olduğu fikrini desteklediğini kabul
edecektir. (2)
Aynı anlayış diğer bazı ayetlerde de ifade edilmiştir:
• Hicr/19
Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik (3), yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan
şeyler bitirdik.
Kuran’da Kehf Suresi’nin 83. ayetinden itibaren Zülkarneyn’in hikâyesi anlatılır.
• 83. (Resulüm!) Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.
• 84. Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için
bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.
• 85. O da bir yol tutup gitti.
• 86. Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada)
bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz “Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında
iyilik etme yolunu seçeceksin” dedik.
Kehf/86’da açıkça Dünya’nın başı ve sonu olan düz bir tepsi/döşek olarak tahayyül edildiği
anlaşılmaktadır. Güneş, Dünya’nın bir ucunda doğuyor, gök-kubbe boyunca yükseliyor ve diğer
ucunda da batıyor. Yani “güneşin battığı bir yer”, bir uç/kenar mevcut. Dünyanın bu ucuna kadar
giden olursa (Zülkarneyn gibi) Güneş’in battığı noktaya varmış olur. Hattâ -ayete göre- Güneş’i
“kara bir balçıkta” batarken izleyebilir. (4)
• Ra’d/2
Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı
buyruğu altına alandır.
• Lokman/10
Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı.
• Hac/65
Görmüyor musun ki Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri
sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz
ki Allah insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
Bu ayetlerde de yine Dünya’nın düz bir tepsi/döşek olduğu ve göklerin de işte bu tepsi/döşek
üzerine kurulmuş ve muzicevi bir şekilde, herhangi bir görünebilen direk olmadan yukarlarda duran
bir kubbe/çatı olduğu anlayışı ifade bulmaktadır. Açık bir şekilde “gökler” çadır gibi Dünya üzerine
yükseltilen/kurulan bir kubbe olarak düşünülmüş ve yere düşmeyip de yukarda kalabildiği için
açıklamalar getirilmiş.
Yani Kuran’daki evren anlayışında Dünya uçsuz bucaksız uzayda herhangi bir gök cismi değil;
aksine “gökler” işte bu Dünya üzerine kurulmuş, “kandillerle” (yıldızlarla) süslenmiş, aslında yere
düşmesi gereken fakat Allah’ın görünmez direklerle havada tuttuğu bir kubbe/çadır olarak
düşünülmekte…
Üstelik Kuran’da işte bu şekilde tahayyül edilen “gökler”in (bilim-öncesi ilkel evren modellerinin
ortak bir özelliği olarak) doğaüstü/mistik “yorumlanması” da yer almakta.
• Mülk/5
Andolsun ki biz (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri
yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.
Kuran’daki bu ilkel evren anlayışı için ayrıca bkz: ”Altı Günde Yaratılış” => 3. ”Altı Günde
Yaratılış”ın Çarpıklığı

4. Sonuç
Sonuç olarak söz konusu ayette geçen ibareyi mekânsal bir “genişleme” olarak yorumlamak tıpkı
“eli geniş” ibaresini geniş/enli el anlamında yorumlamak gibi anlam ve ‘anlambilim’e yapılan bir
tecavüzdür.
Fakat bundan bağımsız olarak ayette gerçekten de bir şekilde “göklerin genişlemesi” kastedilmiş
olsaydı bile Kuran’da “gökler”in nasıl tasavvur edildiğine, hangi tür bir evren algısının hakim
olduğuna baktığımızda -bu ibareden- modern astrofizikteki evrenin genişlemesi kuramına bir
gönderme çıkarmak ancak gülünç olarak nitelendirilebilir.
Dipnotlar
(1)Metinde “modern” evren anlayışı bilinçli olarak “en ilkel” evren algısı ile karşılaştırılmıştır.
Yoksa günüzümüzün bilgi düzeyine gelene kadar farklı medeniyetlerde farklı evren anlayışlarının
olduğu ve bunların da birçok evreden geçtiği elbette bilinmektedir. Örneğin Dünya’nın yuvarlak
olduğu Aristo tarafından bile savunulmaktaydı. Hatta Aristo’dan bir asır kadar sonra yaşayan
matematikçi ve astronom Samoslu Aristarchus’un (m.ö. 310-230) güneş merkezli bir evren modeli
öne sürdüğü bilinmektedir. Daha sonra Avrupa’da Ortaçağ olarak adlandırılan dönemde Aristo’nun
dünya merkezli evren modeli benimsenmiştir. Halk nezdinde yaygın olan bir tarihi yanılgının aksine
kilise, Galileo’nun Dünya’nın yuvarlak olduğu iddiasına değil Dünya’nın Güneş’in etrafında
döndüğü tezine karşı çıkmıştır. O dönemdeki kilise bilginleri zaten Dünya’nın düz olduğu inancında
değildiler. Metinde konu edilen “en ilkel” evren algısının “en ilkel”olarak adlandırılması
tarihi/kronolojik anlamda değildir. Dünyanın düz bir tepsi/döşek olduğu, göklerin bu döşek üzerine
kurulmuş bir kubbe/çatı olduğu anlayışı bilimsel bakışın en gerisinde, en saf bakış olduğu için “en
ilkel” olarak adlandırılmıştır. Metinde görüleceği üzere, Kuran’da işte bu “en ilkel” evren algısı
hakimdir. Yani 6.-7. yüzyıl Arap Yarımadası’nda yaygın olan anlayış -bin yıl kadar önce eski Yunan
düşünürleri tarafından çok daha “modern” hipotezler savunulmuş olmasına rağmen- işte bu “en
ilkel” evren anlayışıdır. Zaten İslam coğrafyasının geniş çapta Yunan felsefesi ve bilimi ile
tanışması da bundan sonra gerçekleşecektir.
(2) 1242-1273 yıllarında yaşayan Imam El Kurtubi, Zariyat/48’deki ilgili ibareyi şu cümleyle
açıklamıştır:
• Yani Biz yeri tıpkı bir döşek gibi suyun üzerinde yaydık ve uzattık.
El Kurtubi, Tefsiri-el Camiul Ahkamul Kur’an, çeviren: M. Beşir Eryarsoy, Buruç Yayınları
Zariyat/48
983 yılında öldüğü kabul edilen Es-Semerkandi’nin tefsirinde Zariyat/47 ve 48’in şu açıklaması yer
almaktadır:
• Hak Teâlâ kendi birliği ve sonsuz kudretinin delillerini bildirdi. Ve şöyle buyurdu: İnsanları yarattık.
Gücümüzle-kuvvetimizle onu hiç yoktan var ettik. Gökleri dileğimizle sapasağlam kıldık. Yeri de
Kâbenin altından başlamak üzere Kâbenin her bir yanına beşyüz yıllık mesafeli şekilde yaydık.
Ebu’l-Leys Semerkandi Tefsiri, Zariyat 47-48
(3) Döşek gibi serilen Dünya’nın üstüne yerleştirilen dağlar hakkında başka ayetlerde şu “bilgi”
verilmektedir:
• Lokman/10
Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de sizi sarsmasın diye sabit
dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel
ve faydalı bitki bitirdik.
• Nahl/15-16
Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar, yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice
işaretler meydana getirdi. İnsanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar.
• Enbiya/31
Yeryüzüne insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yerleştirdik; rahat gidebilsinler diye aralarında
geniş yollar varettik.
Oysa bugün bilinmektedir ki en şiddetli deprem hatları, dağların yoğunluklu olduğu bölgelerle de
örtüşmektedir.
(4) Dünyanın başı ve sonu olan düz bir tepsi olduğu ve güneşin bir uçtan doğup diğerinden battığı
düşüncesini ifade eden daha birçok ayet ve hadis örneği getirilebilir. Burada hepsine değinemesek
de ana metindeki ayetlere ilaveten bir ayet ve bir de hadis ekleyelim:
• Şu’ara/28
Mûsâ, “O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu
böyledir” dedi.
Bu ayette de dünya’nın doğuda ve batıda olmak üzere bir başı ve sonu olduğu tasavvuru ifade
bulmuştur.
Muhammed’in nasıl bir evren algısına sahip olduğunu şu sahih hadisten de açıkça anlayabiliriz:
Bilim-öncesi topluluklarda tarih boyunca sorulagelmiş olan bir soruya Peygamber cevap vermekte:
“Güneş geceleri nereye gidiyor?”
Peygamberin cevabı:
• Arş’ın altında secde yapmaya gider; bu maksatla izin ister, kendisine izin verilir. Secde edip kabul
edilmeyeceği, izin isteyip izin verilmeyeceği zamanın (kıyametin) gelmesi yakındır. O vakit
kendisine: ”Geldiğin yere dön!” denir. Böylece battığı yerden doğar.(Buhari, Tefsir Ya-sin 1,
Bed’ul-Halk 4, Tevhid 22,23, Müslim, İman 250, (159), Tirmizi, Tefsir, Ya-sin, 4225)

Kaynak site için tıkla:


Semavi dinlerin kökeni:Hindistan
alptegin

17-08-08, 00:40

Arkadaşlar yazı biraz uzun gelebilir ama akıcıdır bu konularda bilgili olanlar zorlanmadan
anlıyabilirler.

kısacası İbrahimin hindistanlı bir rahip Brahma olduğunu anlatır.

Bu vesileyle Ateist arkadaşlar için bir üst başlık oluşturulursa orda etliye sütlüye karışmadan
muhabbetimizi ederiz.

Yahudiler Tarihi” Kitabında, Yahudi tarihçi ve ilahiyatçı Flavius Josephus (M.S. 37 - 100), Yunan
filozof Aristo’nun “..bu Yahudiler Hint Filozoflardan gelmedirler, Hintliler onlara Kalani derler.”
(Kitap 1:22)

Soli’li Clearchus şöyle yazmıştır, “Yahudiler menşei Hint Filozoflardır. Filozoflara Hindistan’da
Kalanilar ve Suriye’de Yahudiler denilir. Başkentlerin adı çok zor telaffuz edilir, ona “Jerusalem”
(Küdüs) denilir.

Godfrey Higgins "Anacalysis" kitabında (Cilt I, sayfa 400) şöyle yazar. “Seleucus Nicator
tarafından İsa'dan üç yüz yıl önce Hindistan'a gönderilen ve yazdıkları gün geçtikçe doğrulanan
****sthenes şöyle diyor: Yahudiler Kalani adında bir Hint kavim veya mezhepti..."

Martin Haug, Ph.D., "The Sacred Language, Writings, and Religions of the Parsis",
([Zerdüşt/Mecüsi] "Farsilerin Kutsal Dil, Yazı ve Dinleri"- sayfa 16) kitabında şöyle yazar:
"Magiler (Zerdüşt ve Mazda rahipleri) dini kitaplarını gökten indirdiği inanılan Abraham'a (Hz.
İbrahim) atfederler.

Hindu tanrı Brahma ve eşi Saraisvati ve Yahudi Abraham ve eşi Sarai arasında tesadüfün ötesinde
bazı dikkat edici benzerlikler vardır. Bütün Hindistan'da Brahma'ya ait sadece bir mabet olmasına
rağmen, bu mezhep Hindistan'ın üçüncü en büyüğüdür.

Meksikalı yazar Tomás Doreste, "Moisés y los Extraterrestres" kitabında şöyle yazar: "Voltaire
Abraham'ın Hindistan'ı terk edip öğretilerini dünyaya yaymak isteyen sayısız Brahman rahiplerden
biri olduğunu inanırdı ve bunu kanıtlamak için isim benzerlikleri ve Abraham'ın doğduğu Ur
şehrinin İran hududuna yakın Hindistan yolunda olduğunu ileri sürmüştü.

Brahma adı Hindistan'da çok saygındı ve etkisi Fırat ve Dicle nehrine dek yayılarak İran'a
sarılmıştı. Farsiler Brahma'ya sahip çıkıp uyarladılar. Daha sonra Tanrının Hindistan'a giden yolun
ortasında bulunan dağlık Bactria'dan geldiğini söyleyeceklerdi. (sayfa 46-47.)

Bactria (kadim Afganistan'ın bir bölgesi) ayrıca Ur-Jaguda olarak bilinen Juhuda veya Jaguda
isminde bir Yahudi prototip ülkesinin yeriydi. Ur [Türkçe'de yurt] "memleket veya köy" anlamına
gelir. Dolayısıyla, Tevrat'ta Abraham'ın "Keldani'lerin Ur"undan geldiğini yazmakla doğrusunu
yazmıştı. "Keldani" veya daha doğrusu Kaul-Deva (Kutsal Kaul) etnik bir grubun değil, Afganistan,
Pakistan ve Hint Keşmir'de bulunan Hint Brahman bir rahip sınıfıydı.
"Brahmin Abraham'ın Ioud kavimi Hindistan'daki Oude krallığını terk etmiş veya oradan
kovulmuştu ve Mısır'da Goshen veya Güneş Evi, Heliopolis'e yerleştiler ve oraya Hindistan'da terk
ettikleri yerin ismini verdiler, Maturea" (Anacalypsis; Cilt I, sayfa 405.)

"Onun menşei İran dini ve Melchizedek'di" (Cilt I, sayfa 364.)

"Farsiler aynı Yahudiler gibi İbrahim'i kurucuları olarak kabul ediyorlar. Dolayısıyla bütün kadim
tarihlere göre Farsiler, Yahudiler ve Araplar Abraham/İbrahim soyundandır (sayfa 85)... Abraham'ın
babası Terah'ın aslında Keldani, Kaldi ve Kuldili doğu şehri Ur'dan gelip Mezopotamya'da
yerleştiği yazılmakta. Orada bir süre bulunduktan sonra Abraham, Abram ve Brahma ve karısı Sara
veya Sarai veya Sara iswati babalarının evlerini terk ettiler ve Kenan ülkesine geldiler. Abraham ve
Sara'nın Brahma ve Saraiswati ile aynı oluşu ilk kez Jesvit misyonerler tarafından keşfedilmişti"
(Cilt I; sayfa 387.)

Hint mitolojisinde Sarai-Savati Brahma'nın kız kardeşidir. Tevrat İbrahim konusunda iki hikaye
vermektedir. İlk hikayede Abraham Firavuna Sarai'yı kız kardeşi olarak takdim ettiği zaman yalan
söylediğini açıklar. İkinci hikayede Gerar krallığına da Sarai'yın gerçekten kız kardeşi olduğunu
söyler. Ancak kral yalan söylediği için azarladığı zaman, Abraham Sarai'yın hem karısı, hem de kız
kardeşi olduğunu söyler: "...o gerçekten kız kardeşimdir. Babamın kızıdır, ama annemin kızı
değildir ve karım olmuştur." (Tekvin 20:12)

Ancak benzerlikler burada bitmiyor. Hindistan'da Saraisvati nehrin Ghaggar adında bir kolu vardır.
Aynı nehrin ayrıca Hakra adında bir kolu vardır. Yahudi geleneklere göre, Hagar Sarai'ın
hizmetçisiydi. Müslümanlar onun Mısırlı bir prenses olduğunu söylerler. Ghaggar, Hakra ve
Hagar'ın benzerliklerine dikkat ediniz.

Tevrat'a göre Hagar'ın oğlu Ismail ve soyundan gelenlerin Hindistan'da yaşadıklarını yazar: "İsmail
son nefesini verdi ve öldü ve yakınlarına döndü... Onlar Shur'un yanında ve Asur'a dek Mısır'a
yakın olan Havilah'ta (Hindistan) yaşarlardı (Tekvin 25:17-18.). Hem İsak, hem de İsmail adlarının
Sanskritçe'den gelmesi ilginçtir: (İbranice) İşak = (Sanskritçe) İşakhu = "Şiva'nın Dostu", (İbranice)
İşmail = (Sanskritçe) İş-Mahal = "Büyük Şiva."

Abraham hikayesinin üçüncü şekli on bir "Nuhéa çevirir. Abraham'ın Hindistan'ı terk etmesi bir
tufan veya selden olduğunu biliyoruz: "... İsrail'in Rabbi şöyle der, atalarınız, hatta Abraham ve
Naçor'un babası Terah bile eskiden tufandan önce yaşadılar ve başka tanrılara hizmet ettiler. Ve
babanız Abraham'ı tufandan aldım ve Kenan ülkesinden geçirdim." (Joshua 24:2-3)

Tekvin 25 cariyesi Ketura'nın bazı torunlarından söz eder (Not: Müslümanlar Hagar'ın diğer bir adı
olduğunu iddia ederler): Jokşan, Şeba, Dedan, Efer. Nuhun bazı torunları Jokan, Şeba, Dedan,
Ofir'dir. Bu farklı şekiller Tevrat'ı yazanların Yahudiliğin farklı dallarını birleştirmeye çalıştırdıkları
konusunda düşünmeme sevk etti.

Yaklaşık olarak M.Ö. 1900 yılında şiddetli yağmur ve depremler kuzey Hindistan'ı parçaladığında
hatta İnduz ve Saraisvati nehirlerin yönlerini değiştirdikten sonra bazı Hint gruplar tarafından
Brahm kültü Orta Doğu ve Yakın Doğu'ya aktarıldı. Klasik coğrafyacı Strabo Kuzey Batı
Hindistan'ın terkinin ne denli geniş çapta olduğunu anlatır: "Aritobolus der ki Hindistan'a belirli bir
görev için gönderildiğinde, İndus nehrinin yatağını değiştirdiği için köyleriyle birlikte bin şehirden
fazla yerin boşaldığı bir ülke görmüştü." (Strabo Coğrafya, XV.I.19.)

"M.Ö. 1900 yıllarında Saraisvati nehrinin kuruması Sindhu ve Saraisvati vadilerinde önemli göçlere
neden olmuştu ve Hindistan'dan batıya doğru bir göce sebep olan olay olabilir. Bundan kısa bir süre
sonra Batı Asya, Mısır ve Yunanistan'da Hint unsuru gözükmeye başlıyor." (Indic Ideas in the
Graeco-Roman World, (Grek-Roma Dünyasında Hint Öğeler) yazan Subhash Kak, IndiaStar online
literary magazine; sayfa 14)

Hint tarihçi Kuttikhat Purushothama Chon, Abraham'ın Hindistan'dan kovulduğuna inanıyor. (Hint
Avrupalı) Ariler, Asuraslara (Bir zamanlar İndus Vadisini hükmeden ticari sınıf ve Harappanlar)
karşı yıllardır savaşmışlardı ve onları yenmek için devasal suni göl ve sulama kanal sistemlerini yok
edip sellere sebep oldular. Bunun üzerine Abraham ve yakınları vatanlarını terk edip Batı Asya'ya
doğru göç ettiler (Bakınız "Remedy the Frauds in Hinduism," "Hinduizmdeki Aldatmacalar ve
Düzeltilmesi"). Dolayısıyla, Kuzey Irak'tan seller tarafından kovulmaları dışında, Ariler ayrıca Hint
tüccarlar, sanatçı ve eğitimli sınıfların Batı Asya'ya kaçmalarını zorladılar.

"India in Greece" (Yunanistan'daki Hindistan) kitabında Edward Pococke şöyle yazıyor: "Uzun
yıllar Hindistan'ı baştan başa kasıp kavuran bu büyük dini savaşlara kıyasla hiç bir benzeri olay bu
denli ciddi sonuçlara yol açmamıştı. Bunun sonucunda erken uygarlık sanatlarında usta ve büyük
çoğunluğu savaşçı büyük bir insan kitlesi ülkelerinden dışarıya kovuldu. Kuzeyde Himalaya
dağların ötesine, güneyde son kaleleri Siri Lanka'ya ve İndus vadisinden batıya itilen bu zülüm
edilen halk Avrupa'nın sanat ve bilimlerinin tohumlarını taşıdılar. Punjab engelini aşan bu insan seli
sonuçta Avrupa ve Asya'ya vararak uygarlığın filizlenmesine neden olacaktı. Bu göçün mesafesi o
denli uzundu ki, isimlerin kılık değişikliği on denli iyiydi ki, Yunanlıların anlattıkları o denli
yanıltıcıydı ki, ancak teorik ilkeleri bir kenara koyarak ve bağımsız araştırma yaparak doğruyu
eğriden ayıklama ile doğru bir teşhise varma şansımız olur." (sayfa 28)

Eğer bütün bu göçmen idareci halklar tamamıyla Hint asılıysa neden harih onlardan söz etmiyor?
Kadim Hindistan'dan göçler hepsi aynı anda olmadı, ama yaklaşık olarak bin yılı aşan bir dönemde
oluştu. Tarih onlardan Kasit, Hitit, Suriyeli, Huri, Arami, Hiksos, Mitani, Amalekit, Etiyop (Atha-
Yop/Habeş), Finikeli, Keldani ve daha bir çokları olarak söz etmiştir. Ancak bize hatalı olarak onları
sadece Batı Asya'ya ayıt etnik gruplar olarak kabul etmeye öğretilmiştir. Tarih kitaplarımız onlara
"Hint-Avrupalılar" demiştir ve onların menşei konusunu yanıtsız bırakmıştır. "Hint halkı sosyal
kimliklerini ırk ve kavim bazında değil, Varna ve Jati (kast sınıf sisteminin sosyal işlevleri) bazında
görmeye alışmıştır" (Foundations of Indian Culture; "Hint Kültürün Temelleri", sayfa 8).

Hint halkının insanları nasıl sınıflandırdıkları konusunda işte bir örnek: Hükmeden sınıfa Kasis
(Kasitler), Kuşi (Kuşitler), Kazaklar (Rus askeri sınıf), Kaiser ve Sezarlar (Roma hakim sınıfı),
Hatiya (Hititler), Kutit (Hititçe'nin bir lehçesi), Kathay (Çin liderleri), Kaşitıl/Kaşikeh (Azteklerde),
Kaşikhel/Kişeh (Mayalarda) ve Keşuah/Kuş (İnkalarda). Suryaniler, İngilizce'de Assyrians,
İspanyolca'da Asiros, Hindistan'da Asuras eya Ashuras, Sümer ve Babil'de Aşuriya, Asuriya,
Arabistan'da Asir, İranda Ahura, Meksika'da Sure vs. Bunlara Surya'ya (güneş) tapan halklar.

Tabii ki bu dinin yaygın olduğu yerlerde ülkelerinin gerçek adları ne olursa olsun "Suryaniler"
olarak bilinirdiler.

Alimlerin Hint-Avrupalıları Hintli olarak tanımada diğer bir sorun, Hindistan'ın hiç bir zaman bir
ülke olmamasında yatar. Ayrıca onun adı Hindistan bile değil, "Bharata"dır [Baharatlar adını
nereden geldiği anlaşılıyor] ve Bharata bile bir ülke değildir. Bharata aynı Avrupa gibi bir ülkeler
topluluğudur ve şu şimdilik İslam'ın yayılması gerçek veya hayali korkusuyla birleşmektedir. Hint
alimler bu yayılma durduğu anda "Bharata Birliği" tekrar koparak birçok ayrı devlet oluşur.

"Arap tarihçileri Brahma ve ataları Abraham'ın aynı kişi olduğunu öne sürürler. Farsiler (İranlılar)
genelde Abraham'a İbrahim Zerdüşt derler. Kirüs Yahudi dinini kendi diniyle aynı olduğunu kabul
ederdi. Hindular Abraham'da veya İsrailoğlular Brahma'dan gelmiş olmalıdır." (Anacalypsis; Cilt I,
sayfa 396.)
Abraham gerçekten Hindu tanrısı Ram mıydı? Ram ve Abraham muhtemelen ya aynı kişiydi veya
aynı kavimdendi. Örneğin "Ab" veya "Ap" Keşmir dilinde baba demektir. Prototip Yahudiler Ram'a
"Ab-Ram" veya "Baba-Ram" demiş olabilirler. Brahm kelimesinin de "Ab-Ram"dan geliştiği de
düşünülebilir, ama tersi değil. "İlahi merhamet" Keşmir dilinde "Raham"dır [Rahmet, Rahim,
Rahman??] ve bu da Ram'dan türemiştir. Dolayısıyla, Ab-Raham = İlahi Merhametin Babası.
İbranice'de Rakham = "İlahi Merhamet". Ram ayrıca da İbranice'de "yüksek makamlı lider veya
hükümdar" anlamına gelir. Vedic Age'de çıkan "Traditional History From the Earliest Times" ("En
Erken Devirlerden Geleneksel tarih") makalesinin yazarı Hint tarihçi A.D. Pusalker, Ram'in M.Ö.
1950 yılında hayatta olduğunu yazıyor, bu da Hint-İbraniler ve Hint-Arilerin Büyük Tufandan beri
Hindistan'dan Orta-Doğuya göçü gerçekleştirdikleri döneme rastlar.

"Kabe'deki tapınakların biri de Hint Yaratıcı Tanrı Brahma'ya adanmıştı, bundan dolayı İslam'ın
eğitimsiz peygamberi Muhammet onun Abraham'a adandığını iddia etmişti. "Abraham" kelimesi
Brahma kelimesinin yanlış telaffuzundan başka bir şey değildir. Her iki kelimenin kök anlamlarına
inerseniz bu açıkça kanıtlanır. Abraham, Sami ırkının en eski peygamberlerinden biri olduğu
söylenir. Adının iki Sami kökenli kelimelerden kaynaklarını, baba anlamına gelen "Ab" ve yüce
anlamına gelen "Raam/Raham." Tevrat'ın Tekvin kitabında, Abraham basit olarak "Kalabalık
Topluluk" anlamına gelir. Abraham kelimesi Sanskirtçe'de Brahma'dan kaynaklanır. Brahma'nın
kökeni "Brah"tır ve büyümek, sayı olarak çoğalmak anlamına gelir. Ayrıca, Hinduizm'in Yaratıcı
Tanrısı Brahma'nın İnsanların Babası ve bütün tanrıların en yücesi olarak kabul edilir. Çünkü bütün
varlıklar ondan zuhur etmiştir. Burada yeniden "Yüce Baba" anlamına rastlarız. Bu açıkça
Abraham'ın semavi baba Brahma olduğunu açıkça ima eder." (Vedic Past of Pre-Islamic Arabia;
İslam Öncesi Arabistan'ın Vedik/Hint Geçmişi, Bölüm VI; sayfa.2.)

"Abram"dan bir kaç sözcük anlamını çıkartabiliriz, bunlardan her biri onun yüceltilmiş konumuna
işaret edebilir. Ab = "Baba;" Hir veya H'r = "Baş; Üst; Yüceltilmiş;" Am = "Halk." Dolayısıyla,
Abhiram veya Abh'ram "Yüceltilmişin Babası." Bir örnek daha: Ab - î - Ram = "Merhametlilerin
Babası." Ab, ayrıca "Yılan" demektir, Ab-Ram (Yüceltilmiş Yılan) bir Naga kralı olduğunu ima
eder. Bileşken "Abraham" adından çıkarılacak bütün anlamlar takipçilerin ilahi kaderini gösterir.
Örneğin Kral Süleyman'ın yakın dostu Tireli Hiram "Yüce Halk" veya Ahi-Ram (Yüce-Yılan)'dır.

Kadim Hindistan'da Aryan Kültüne "Brahm-Aryan" denilir. Aryanlar birçok tanrıya taparlardı.
Abraham çoktanrıcılığa sırtını çevirmişti. Böyle yapmakla "A-Brahm" (Gayri-Brahman) olmuştu.
Aryanlar Asuralara "Ah-Brahm" derlerdi. Dolayısıyla, İndus uygarlığın atalarının muhtemelen
Yahudi prototipleri olduğunu güvenle söyleyebiliriz.

Abraham'ın ölümü sırasında Kudüs (Jerusalem) bir Hitit (Hint hükmedici sınıfı) şehriydi. Tekvin
23:4'de Abraham Kudüslü Hititlerden bir mezar alanı satmalarını ister. Hititler'in cevabı "..aramızda
bir prensiniz, kabrimizde istediğiniz yerde ölülerinizi gömünüz, hiç kimse sizi esirgemez." (sayffa
6). Abraham Hititler tarafından bir prens sayıldıysa, demek ki Hindistan'ın soylu hakim ve savaşçı
kast sınıfının saygın bir üyesiydi. Eski Ahit Abraham'ın bir Hitit olmadığını hiç yazmamıştır. Sadece
"Aranızda yabancı bir misafirim" (Tekvin 23:4). Hititler'in dediği gibi, Abrahamı kendilerinden bile
üstün saymışlardı. Hititer özgün bir etnik grup olmadığı gibi, Amorit veya Amarrular için de aynı
şey geçerli. Marruta avam için kullanılan kast sınıfın adıydı. "Amorit" (Marut) Hint Vaişiyaların:
sanatçılar, çiftçiler, sığır çobanları, tacirler, vs., ilk adlarıydı.

G.D. Pande, "Ancient Geography of Ayodhya", "Ayodya'nın Kadim Tarihi" kitabında "Marutlar
Visah'ı temsil ederler. Marutlar sürüler veya ordular oluşturdukları söylenir. Marutların babası
Rudra sığırların efendisidir (sayfa 177). Malita J. Shendge şöyle demiştir: "... Marutlar halktır"
("The Civilized Demons", "Uygar İfritler", sayfa 314). Kattiler (Hititler) ve Marutları (Amoritler)
Kudüs'ün babaları (koruyucuları) olarak anaları (hizmetkarları) olarak işlev görmeleri bizi
şaşırtmamalıdır.

Hindistan'da Hititler Cedi veya Chedi (Hatti veya Ketti olarak telaffuz edilir) olarak bilinirler. Hint
tarihçileri onları Yadavasların en eski kastlarından biri olarak sınıflandırırlar. "Cediler erken Vedik
dönemde Ksatriyaların (Hititler ve Kassitlerden oluşan aristokrat sınıf) en eski kavimlerinden birini
oluşturdular. Rig Veda kadar erken bir dönemde Cedi krallar çok ünlenmişlerdi... bu büyük destanda
kuzey Hindistan'ın hakim güçlerinden biriydiler." (Yadavas, Through the Ages, Çağlar Boyunca
Yadavaslar, sayfa 90) Ram veya Rama da Yadava aşiretindendi. Eğer Abraham, Brahm ve Ram aynı
kişilerse, Abraham Kudüs'e kendi halkına katılmak için gitmişti.

Ram'in toplulukları Sanskritçe'de "Yenilmez" anlamına gelen Ayodhya adında kendi cemaatlarında
ayrı ayrı gruplara bölündüler. Sanskritçe'de savaşçı Yuddha veya Yudh demektir. Abraham ve grubu
Ayodhya (Yehudiya, Judea) inançsızlardan ve Amalekitlerden (Ariler?) kendilerini ayrı tutan
topluluğa mensuptu.

Şimdiye dek söylediklerim yeterli değilse Melkizadek... Salem arifi konusunu ele alalım.
Melkizadek gizli mistik ve sihirli güçlere sahip Kudüs'in (Jerusalem) kralıydı. Aynı zamanda
Abraham'ın hocasıydı.

Kassit bir kralın oğlu, Melik-Sadaksina büyük bir Hint prensi, majisyen ve ruhani önderdi. Keşmiri
ve Sanskritçe'de Sadak = "sihirli, majikal, doğa-üstü güçlere sahip kimse" anlamına gelir. Ayrıca
Zadok (Sadak?) adında biri Kral Süleyman'ı kutsamıştı. Nasıl oluyor da Kassit (asil kastten) Melik-
Sadaksina, efsanevi bir Hintli, aniden kudüste Abraham'ın dostu ve öğretmeni olarak ortaya
çıkıyor? "Hindu History", Hindu tarihini yazan Akshoy Kumar Mazumdar'e göre, Brahm Arilerin
ruhsal lideriydi. Bir Ari, Aryan (Yah'dan değil [not Sanskritçe'de önde bir a eki değil anlamına
gelir]) olarak doğal olarak putlara inanırdı. Tevrat'a göre onları imal bile etmişti. Putperestlik ve dini
hayalperestlik halkına nasıl zarar verdiğini görünce, Abraham Arilikten uzaklaştı ve her ne kadar
onun da insan yapımı kusurlarla çökmekdeyse de kadim Hint (Yah) felsefesine (Maddi Evren
Kültüne) geri döndü. İnsanoğlunun sadece gerçeklere dönerek kendini kurtarabileceğini inanmıştı.

Halkın barbarlığına ve körlüğüne karşı şok olan Proto (ilk) -İbraniler arasındaki bilginler ve eğitimli
kişiler kendilerini halktan soyutladılar. Dr. Mazumdar şöyle demişti: "Ahlaki düşüşü çok hızlıydı.
Kahinler ve bilge kişiler halktan ayrı yaşarlardı. Ender olarak evlenirdiler ve çoğu zaman
kendilerini dini tefekküre verirlerdi. Yönlendirme ve bilgilendirmeden uzak kalan halk aşırı
yabanileşmeye ve kabalaşmaya başladı. Tecavüz, zina, hırsızlık vs. yaygınlaşmaya başladı. İnsan
doğası sapıtmaya başladı. Brahma (Abraham) bir reform yapıp insanları diriltmeye karar verdi.
Kahin ve bilge kişilerin halkla evlenmelerini ve karışmalarını sağladı. Çoğu evlenmeyi kabul
etmedi, ama 30 kişi kabul etti." Brahm üvey kız kardeşi Saraisvati ile evlendi. Bu bilge kişiler
prajapatis (üretenler) olarak anıldılar.

"Kuzey Afganistan Uttara Kuru olarak bilinirdi ve büyük bir bilim merkeziydi. Oraya bir Hintli
kadın gitti ve Vak unvanını aldı - Saraisvati (Leydi Sarah). Onun üvey kardeşi ve öğretmeni Brahm,
güzelliği, eğitimi ve zekası ile o denli, etkilenmiş ki evlenmiş" (Hindu History, Hindu Tarihi; sayfa
48).

Güney Afganistan'daki kutsal topluluktan benzeri topluluklar dünyanın her tarafına yayıldı:
Hindistan'ın tamamı, Nepal, Tayland, Çin, Mısır, Suriye, İtalya, Filipinler, Türkiye, İran,
Yunanistan, Laos, Irak - hatta Amerikalara bile! Brahma'nın dünyanın muhtelif yerlerinde varlığı
bariz dil kanıtlarıyla açıkça gözükmekte: Farsi/Acemce: Braghman (Kutsal); Latince: Bragmani
(Kutsal); Rusça: Rachmany (Kutsal); Ukraynaca: Rachmanya (Rahip, Kutsal); İbranice: Ram (Baş
Lider); Norveççe: From (Tanrısal). Hindular arasında kutsal bir sözcük mistik hece OM, üçlü evren,
yeryüzü, gök ve sema ile bağlantılıdır. Aynı zamanda Brahm'ın başka bir adıdır. Aztekler de OM'u
evrenin ikilemli ilkesi olarak zikredip tapmışlardı. Mayaların rahip sınıfı Balam (B'lahm teleffuz
edilir). Eğer maya dilinde "R" harfi olsaydı, Brahm telaffuz edilirdi. Perulu İnkalar güneşe İnti
Raymi (Hindu Ram) olarak taparlardı.

Rama'dan geldiği inkar edilmez olan kelimeler Amerikan Kızılderili dilde çok yaygındır. Özellikle
Amerikanın güneybatısından Meksika'ya ve oradan güneye Peru'ya kadar inen bölgelerde.
Chihuahua'nın Tarahumara Kızılderililer buna ideal bir örnektir. Gerçek adları Ra-Ram-Uri'dir.
Sümer ve Kuzey Hindistan'da olduğu gibi Ra-Ram-Uri "Uri" = "Halk." İspanyol "R" vurgulandığı
için bu "Uri" savaşçı, fatih için Sanskritçe kelime Udi veya Yuddi de olabilir. Birçok Meksika
kavmi eskiden Yuri adında yabancı bir kavmin o civarları işgal ettiklerini anlatırlar. Ra-Ram-Uri
güneş tanrısı Ono-Rúame'dir. Keşmirce Ana = "En Çok Sevilen Oğul;" Ra-Ram-Uri ay Ono-
Rúame'nın eşi, Eve-Rúame'dır. Keşmice Hava = "Havva, Eve" veya Kadın İlkesi.

Bir Ra-Ram-Uri valisine Si-Riame denilir. Sanskritçe/Keşmirçe Du-Rama = "Büyük Rama."


Meksika efsanelere göre Yoris Surem (Su-Ram?) adında bir kavime mensuptu. Fetihlerinden önce,
Orta Meksika ve Amerikan Colorada'ya kadar Güneybatısı Suré olarak bilinirdi. Keşmirce'de Suré=
güneş. Tarahumara şifacı şaman veya rehber Owi-Ruame olarak bilinir. Sanskritçe'de Of = "Ümit."
Şeytan Repa-Bet-Eame olarak bilinir. Keşmirce'de: Riphas (Görüntü) + Buth (Kötü Ruh) + Yama
(Ölüm Meleği). Ra-Rama-Uri dilinde daha bir çok şaşırtıcı benzerlikler vardır. Kadim Finike,
Sümer ve Kuzey Hindistan'a ilişkisi şüphe götürmez. Bir çok insan Finikelileri bir zamanlar
bugünkü Lübnan'da mekan eden bir denizci kavim olduğunu düşünürler. Ancak, Hindular tarafından
Pancika veya Pani olarak bilinen veya Romalılar tarafından Puni (kökeni Rama olan başka bir
kelime) çingeneler gibi dünyanın dört bir yanına dağılmışlardı.

İspanyollar Ra-Ram-Uri ülkesine Chiahuahua ülkesi derlerdi. Bunu yerliler Şivaya" olarak telaffuz
ederler. Sanskritçe'de Şivaya = "Şiva'nın Mabedi." Hindu dini alimlere göre, Ram ve tanrı Şiva bir
zamanlar aynı ilahtılar. Şiva ve Yah (Kitabi Mukaddes'te söz edilenle aynı) adları Amerikan yerli
dinlerinde yaygındır ve yaygın olarak Amerikan güneybatısında taş oymalarda kazıldığı görülür.
("India Once Ruled the Americas!", "Hindistan Bir Zamanlar Amerikaları Hükmetti" kitabıma
bakınız).

Ayodhya ayrıca Tanzania Afrika'da ve Kudüs'te (Judea) Dar-es-Salam için başka bir addı.
Yerusalemitler'e (Kudüslüler) Yehudiya veya Judeans (Yah Savaşçıları) denildiği bilinir, bu da
Yahudilerin Hint kökenini kesin bir şekilde doğrular.

Çin dahil, kadim dünyada Ram'ın dini fikirlerinden etkilenmeyen bir taraf yoktu. Örneğin,
Hıristiyanlar ve Yahudiler Muhammet'in öğretilerini Yahudi kaynaklardan kopya ettiği konusunda
beyinleri yıkanmıştır. Oysa, Muhammet'in zamanında Ram veya Abraham'ın ilahiyatı bütün dini
mezheplerin temelini oluşturuyordu. Muhammet'in tek yaptığı şey bunları putperestlikten
arındırmaktı.

"... Mekke Mabedi Hindistan'dan gelen Brahmin misyonerleri tarafından kurulmuştu. Muhammed'in
zamanında kutsal bir yerdi ve ölümünden sonra bir kaç asır oraya haça gitmelerine izin verildi.
Onun peygamberden çok önce kutsal bir yer doluğunu inkar edilmez bir gerçektir." (Anacalypsis,
Cilt I, sayfa 421.)

"... Brahminler eski kitaplarındaki kayıtlara dayanarak Mekke şehrinin Hindistan'dan gelen bir
koloni tarafından kurulduğunu söylerler ve sakinleri en eski devirlerden beri onun Agar'ın oğlu
İsmail tarafında inşa edildiğini söylerler. Bu şehre İndus dilinde İsmailistan denilirdi." (Anacalypsis,
Cilt I, sayfa 424.)

Muhammed'in zamanından önce, Arap halkının Hinduizmine Tsaba denilirdi. Tsaba veya Saba
"Tanrıların Meclisi" anlamına gelen bir Sanskritçe kelimedir. Tsaba ayrıca Işa-ayalam (Şiva'nın
Mabedi) denilirdi. Müslüman kelimesi Moşe-ayalam (Şiva'nın Mabedi) Sabaizm'in başka bir adıdır.
Kelime şimdi İslam olarak kısalmıştır. Muhammet kendisi Kureyşi kaviminin bir mensubu olarak
ilk başta bir Sabaist'ti. Tsabaistler Abraham'ı bir tanrı olarak görmezlerdi. Onu bir avatar veya Tanrı
tarafından seçilmiş bir öğretmen, Avather Brahmo (yeraltı dünyanın yargıcı) olarak kabul ederlerdi.

İsa'nın zamanında Arapların ve Yahudiler'in dilleri, dini simgeleri ve gelenekleri hemen hemen
aynıydı. Eğer zaman makinesi ile geçmişe dönsek, çoğumuz Yahudi ve Araplar arasında fazla fark
görmezdik. Tarihi kayıtlara göre İsa'nın zamanında Araplar putlara taparlardı. Alt tabaka ve kırsal
Yahudiler için de aynı şey geçerliydi. Bundan dolayı Orta Doğudaki Yahudi ve Müslümanlar; ile
Hindistan'daki Müslüman ve Hindular arasındaki kavga son derece saçmadır. Tamamen bir hiç
uğruna, Müslümanlar Yahudilere ve Hindulara karşı savaşıyor veya tersi, zira her üç grup aynı
kaynaktan geldiler.

Hebron'un (İbranice'de Khev'run) Keşmirce -Sanskritçe karşılığı Kudüs'ün eski sakinlerinin Hint
kökenini açıkça gösterir: Khab'ru (mezar; tabut). (Grierson'un Sözlüğü'ne bakınız; sayfa 382.)
İbranice'de bile Kever = "Tabut."

Hint dil bilimci ve oryantalist Maliti J. Shendge'in "The Languages of Harappans" (Harappanların
Dilleri) kesin bir şekilde Batı Asya ve İndus Vadisi Uygarlığı bir araya getirir. Sadece Harrappa
dilinin Akkatça ve Sümerce olduğunu kanıtlamıyor, ilk "Abraham" Havva göğüs kemiğinden
yaratılmadan önce Adem olduğunu kanıtlıyor.

"... denilebilir ki, Fırat-Dicle'den İndus ve doğusuna dek, kendilerine sonra Asshuriau diyen
Akkatça konuşan Samiler bulunuyordu. Onların Hint adı Rig Veda'dan "Asura" olarak bilinirdi. Bu
bölgenin aynı etnik grubundan değişik aşiretler tarafından mekan edilmesi bizi şaşırtmaması
gerekir. Ancak onların ırk olarak homojen bir grup olduklarını düşünmek doğru olmaz. Dil bilimi
kanıtları gösterdiği gibi Akkatlılar ve Sümerler oluşmuş karışık bir nüfusları vardı. İleride
araştırmaya konu olabilecek diğer etnik grupların da bulunma olasılığı var. Bu karışık nüfus
günümüzdeki bilgiye ters düşmemektedir. İndus vadisinde bu değişik etnik mozaik muhtemelen
tarih öncesinden uygarlığın başlarında mevcut olan bir demografik yapıydı.

"Eğer bu Akkatlılar Batı Asya aşiretleriyle aynıysa, Vedik mitolojide ilk çift konusunda eşit
derecede söz edilmesi gerekir. Ancak, şifreli bir atıf dışında bu çift'den hiç söz edilmiyordu. Bu
biraz kafa karıştırıcı. Tanrıları Asura olmasına karşın bu kavimin ilk atası olmaması pek anlaşılır
değil. Rig Veda'da Brahman'ın tarih öncesi baba olarak mevcut olması yeterli değildir, çünkü tek
başına eril bir unsurdur. Brahman yakından incelendiğinde iki sözcükten oluştuğu görülür Abu +
Rahmu, bunlar da Sami mitolojide ilkel çifttir. Rahmu'nun Akkad karşılığı Lahmu'dur, bu da
sonradan denizden doğan ve tanrılar ve ifritler tarafından kur yapılan tanrıça Laksmi'ye
dönüşmüştü. Lahmu Akkadlarda bir ejderhadır, ama Ugaritçe'de Rahmu Abu'nun genç kızıdır.
Brahma (abu + rahmu = abrahma = brahma), burada düşünülen bütün değişimler bu eşleştirmelerle
açıklanabilir, veya Abu Samilerin en büyük tanrısının kızı birçok dönüşümden geçmiştir ve Hindu
panteonda birçok karşılığı vardır, bunların arasında Laksmi, bütün maddi tezahüratların tanrıçası
olarak önemlilerden biridir. Dolayısıyla Indus vadisinin Asura aşireti ilkel çift olarak Abu-Rahmu'ya
tapıyorlardır." (sayfa 269-270).

Bayan Shendge'nin araştırmaları Hebron'daki Abraham ve Sarai mezarları gerçekten Brahm ve


Saraisvati'ninikiler olduğu inancımı iyicene güçlendiriyor. Bizim Abraham anlaşılan bir rahipti,
belki de Abu-Rahmu (Adem ve Hava) kültünün kurucusuydu ve tektanrılı dinini Batı Asya'ya taşıdı.
Kendisi ve Sarai yurtları Hindistan'da ilahlaştırılmalarına karşın Yahudilikte insan olarak
anılmışlardı.
SÜMER DİNİ EFSANELERİNDEN
TEK TANRILI DİNLER VE DİN KİTAPLARINA GELEN ETKİLER:

Bu geniş konuyu kısa süreye sığdırmak olanaksız. Elden geldiğince özetleyerek genel bir bilgi
vermeye çalışacağım.

Kimdi bu Sümerliler? Ne yapmışlar? Kendilerinden yüzlerce sene sonra gelenleri nasıl


etkilemişlerdir?

Sümerliler bundan hemen hemen 6000 yıl önce Mezopotamya’ya gelip yerleşmişler ve orada izleri
zamanımıza kadar ulaşan büyük bir uygarlık geliştirmişlerdir. Bu uygarlığın en önemli buluşu
tekerlek ve dillerine göre bir yazıdır.

Yazı ilk olarak resim şeklinde taşlar üzerine yazılmış. Daha sonra Dicle ve Fırat nehirlerinin
getirdiği bol kil üzerine yazılmaya başlanmış. Bu yüzden yazı şekil değiştirerek işaretleri oluşturan
çizgiler çiviye benzemiş, (Bunun için şimdi “ çiviyazısı ” deniyor) kelimeler de kısmen hece olmuş.
Böylece hem kendileri istediklerini yazabilmişler, hem de Ortadoğu milletleri olan Babilliler,
Asurlular, Hurriler, Hititler, Urartuların da kendi dillerini yazmalarını sağlamışlardır. Ugarit ve
Persler de bu yazıdan harf yazısı yaparak yararlanmışlardır.

Geçen yüzyıldan beri gerek Mezopotamya’da gerek Anadolu ve Suriye’de yapılan kazılarda on
binlerce çiviyazılı tablet bulunmuş, yazılar okunmuş, diller çözülmüş ve tamamıyla unutulmuş, en
az üçbin yıllık Ortadoğu milletlerinin tarihleri, dinleri, efsaneleri, günlük yaşantıları ortaya
çıkmıştır. (1)

Bu yazılı belgelerin en önemlileri Sümer Edebiyatı ve dinine ait olanlardır.

Sümer Dini çok Tanrılı bir dindi. Fakat inanç ve dini işlemlerde tek Tanrılı dinlere büyük etkileri
olduğu anlaşılıyor.

Tanrı’nın yaratıcı ve yok edici gücü, Tanrı korkusu, insanların Tanrı tarafından yargılanması,
Tanrılara yaranmak için kurbanlar verilmesi, törenler, dualar, tütsüler, ilahiler, çalgılarla Tanrı’yı
sevindirmek, iyi ahlaklı, saygılı olmak ve temizlik, Sümer inanışlarının temeli idi. Bunlar tek Tanrılı
dinlere geçmiş.

Sümerlilere göre Tanrılar şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirip insanlara
vermişlerdir.
Aynı düşünceyi Kuran’da da buluyoruz. Allah’ın insanlara elbiseler yaptığı (Araf: 26), dağlara
barınaklar, sıcaktan koruyacak elbiseler, savaştan koruyacak zırhlar (Nahl: 81) ve gemileri (Yasin:
82) yaptığı yazılıyor.

Sümer’de Tanrılar “ol” deyince o şey olur.


Yasin: 82’de “Allah’ın yaratmak istediğine ‘ol’ demesi yeterlidir.” denmektedir.

Sümer’de Tanrılar istediklerini yok ederler. Ordular Tanrılarındır.


Aynı düşünceyi Kuran’da da (Enfal: 17) savaşta insanların değil, Allah’ın öldürdüğü, atılan
öldürücü silahların Allah tarafından atıldığı yazılı.
Sümer Tanrıları kızarsa kendi ülkelerini bile yakıp yıkarlar.
Tevrat’da, Yahve’ (Yehova) nın insanlara kızarak onlara yok edici felaketler verdiği, komşu
devletleri İsrail’in üzerine saldırttığı bildirilmektedir.
Kuran’daki birçok sure içinde Allah’ın çeşitli milletleri nasıl yok ettiği sayılmaktadır. Bunların
bazıları kasırga, bazıları dondurucu soğuk ile ortadan kalkmış (Ankebut: 38, Furkan: 38, Hace: 44,
Akkaf: 27, Muhammet: 13, Fussilet: 13.. bunlardan birkaçı).

Sümer Tanrılarının gök yüzünde Duku denilen toplandıkları yerleri, kürsüleri vardı.
İsraillilere göre de Tanrı’nın gökte sarayı ve etrafında bir çok yarattıkları var.
Kuran da 26 ayette Allah’ın Arş’da, etrafında melekler, cinlerden oluşan bir toplulukta oturduğu
yazılı. Arş’da saray demek.

Sümer’de Krallar yeryüzünde Tanrıların vekili sayılıyor.


İslam’da da halife Allah’ın gölgesi, vekili idi.
Papa da öyle.
İslam’a giren kadınların başlarını örtmeleri Sümer mabed fahişelerinin simgesiydi.

Sümerliler dünyadaki olayların ve Tanrı isteklerinin yıldızlarda yazılı olduğuna inanırlardı.


Burue: 17-18, Nemi: 75 ayetlerinde Kuran’ın ve diğer olayların gökte Levh-i Mahfuz’da yazılı
olduğu bildiriliyor.

Sümer’de sosyal adaleti koruyan Tanrıça senede bir kez insanları, o yıl içindeki davranışlarını göre
yargılar. Bu inanış İslam’a Şaban ayının on beşindeki Beraat Kandili olarak girmiş.

Sümerliler dini törenlerini ayın görünüşüne göre yaparlardı. Tek Tanrılı dinlerde de öyle.

Sümer’de her şahsın ve ailesinin kendilerine özgü bir Tanrısı vardı. Onun görevi onları korumak
isteklerini büyük Tanrılara iletmekti.
Kuran’da (Kaf: 17-18) “ ..hiç kimse yoktur ki, onun üzerinde bir koruyucusu ve denetleyicisi
bulunmasın ” denmektedir.

Tevrat ve Kuran’da bulunan evrenin, insanın yaradılışı, Havva’nın Adem’in kaburgasından var
edilişi, Habil Kain cinayeti, Cennet’ten Kovulma, Tufan, Babil Kulesi, Tek Dil, Eyüp Peygamber,
konuları hep Sümerlilerden gelmektedir.

Bunlardan başka Kuran’daki Harut Marut Melekleri ile ilgili konu,

Tevrat’taki Süleyman’ın “ Şarkılar Şarkısı “ bölümü (2),

İbrahim Peygamber’in karısı Sara’yı Firavun’a sunma hikayesinin de Sümerlilerin bereket kültünü
oluşturan Kutsal Evlenme Törenleri’nden kaynaklandığı son yıllarda anlaşıldı. (3)

Kuran’da her konu ayrı ayrı çok yüzeysel çeşitli surelerdeki ayetlere dağılmış ve birbirlerine
bağlantısız olarak yazılmış.

Yaratılış: Her üç dinde de evren büyük bir su, Ondan bir dağ çıkıyor, ikiye ayrılıyor. Üstü gök, altı
yer oluyor. İnsan çamurdan Tanrı görüntüsünden yaratılıyor. İlk yaratıldığına inanılan “ Adam “ ın
anlamı da “ Kırmızı Toprak.” Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratılması ve Cennet’ten
kovulmaları da bir Sümer efsanesinden geliyor:

Kuran’da Aden Bahçeleri olarak tanımlanan Sümer’in Tanrılar Bahçesi Dilmun’da, Yer Tanrıçası 8
bitki yetiştiriyor. Bunların koparılması yasak. Fakat Bilgelik Tanrısı dayanamayıp tatlarına bakıyor.
Buna çok kızan Tanrıça, Tanrı’yı lanetleyerek yok oluyor. Bunun üzerine Bilgelik Tanrısı ölüm
derecesinde hastalanıyor. Büyük zorluklardan sonra Tanrıça bulunarak Bilgelik Tanrısı’nı iyi etmesi
için ikna ediliyor.Tanrıça hasta olan 8 bitkiye karşı 8 organı için 8 Tanrı ve Tanrıça yaratıyor.
Son olarak Tanrı’nın kaburgasını iyi edecek bir Tanrıça’dır. Adı da “ Kaburganın Hanımı ‘ anlamına
gelen “ Ninti “ dir. Burada Nin - Hanım, Ti ise Kaburga demektir, Ti ’ nin bir anlamı da “ Yaşam “
dır. Eğer isme buna göre anlam verirsek “ Yaşamın Hanımı “ olur.

Bu efsane Tevrat’a geçerken Tanrıça kaburgadan yaratılan kadın olmuş, Kaburganın Hanımı
anlamına gelen ad yerine de Yaşamın Hanımı anlamına gelen Havva adı konmuştur. Burada
Tanrıların Bahçesi, yani Cennet, yasak meyve, meyveyi yiyen erkek Tanrı, kaburga ile ilgili kadın
(Tanrıça) ve Tanrı’nın yasak meyve yiyip lanetlenmesi Tevrat hikayesine tamamıyla uymaktadır.

Kuran’da ne Havva’nın adı, ne de kaburgadan yaratıldığı yazılı. Cennetten Tevrat’taki gibi yılan
değil, şeytan çıkartıyor onları. Yasak ağacın adı “ Sonsuzluk Ağacı.”

Adem’in çocukları Habil Kain (İslam’da Kabil) Hikayesi:


Tevrat’a göre Habil koyun çobanı, Kain çiftçi. İkisi üzümlerinden Tanrı’ya sunuyor. Tanrı Habil’in
getirdiğini beğendiği için kardeşi Kain onu öldürüyor. Konu Kuran’da Maide 27-31’de, ne
çocuklarının adları, ne getirdikleri yazılıyor. Hadislerde de bol bol ve çeşitli şekillerde anlatılmış.

Sümer’de hikaye şöyle: Çoban Tanrısı ile Çiftçi Tanrısı, Aşk Tanrıçası ile evlenmek isterler. Tanrıça,
Çoban Tanrısı’nı ve onun getirdiği ürünleri yeğler. Çiftçi de aradan çıkar. Buna paralel bir
başkasında “ Yaz “ kendi ürünü olan tahılı, “ Kış “ da hayvanlarından Tanrı Enlil’e sunarlar. Tanrı “
Kış “ ın ürünü hayvanı kabul eder. Ya da buna razı olur. Tevrat’ta neden onlara cinayet yaptırılmış?
Hele böyle bir din kitabında!

Tufan: Tevrat - Tekvin Bab - 8:9 ‘ da Tufan olayı kısaca şöyle anlatılmış:

İnsanlar bozulmuş olduğundan Rab hepsini yok etmeye karar veriyor. Yalnız Rab’a iman eden
Nuh’a Tufan yapacağını, tarif ettiği gibi bir gemi yapmasını, içine neler alacağını bildiriyor. Nuh
söyleneni yapıyor. Tufan başlıyor, 40 gün sürüyor. Sular 150 günde çekiliyor. Gemi Ararat dağına
oturuyor. Sular tamamiyle çekildikten sonra Nuh gemiden çıkarak Rab’a kurbanlar kesiyor, Nuh’a
950 yıl ömür veriliyor. Rab’da yaptığına pişman oluyor.

Kuran’da bu olay 7 Sure içinde 20 kadar Ayette değişik şekillerde çok yüzeysel olarak yazılmış.
Tufan adı bir kez geçiyor, geminin nasıl yapılacağı, Tufan’ın ne kadar sürdüğü gemiden nasıl
çıktıkları, Nuh’un neden 950 yıl yaşadığı bildirilmemiş.

Buna karşın Allah’ın insanlara kızması, olayın Nuh’a bildirilmesi, gökten, yerden suların taşması,
gemimin bir dağa yanaşması, bir kısım insanların kurtulması.. Tevrat ile paralel.

1872 yılına kadar Tufan hikayesinin yalnız Tevrat’ta olduğu biliniyordu. Fakat Ninive’de çıkarılan
Asurbanipal Kitaplığı içindeki bir çiviyazılı tablet okununca büyük bir şaşkınlık olmuştur. Gilgamış
Destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikayeyi, ölümsüzlüğü arayan Gilgamış’a Nuh’un Babilce
karşılığı olan Utnapiştim anlatmış. Buna göre çoğalan insanların gürültüsünden rahatsız olan
Tanrılar bir tufan yapmaya karar veriyorlar. Fakat Bilgelik Tanrısı gizlice bir duvar arkasından
Utnapiştim’e durumu bildiriyor. Gemi 7 günde yapılıyor. İçine Utnapiştim akrabalarını, sanatçıları
çeşitli hayvanları dolduruyor. Tufan başlıyor. 6 gün 6 gece sürüyor. 7’inci gün gemi Nizir Dağı’na
oturuyor. Suların çekildiği kuşlar gönderilerek anlaşılıyor. Gemiden dışarı çıkınca Utnapiştim
kurbanlar kesiyor. Onların kokusunu duyan Tanrılar üşüşüyor. Tanrılar Utnapiştim’e ölümsüzlük
vererek Tanrıların bulunduğu yerde oturtuluyor.
Bu hikaye geç çağda Sami olan Akat dilinde yazılmıştır.

Bu yüz yılın daha erken çağına ait bu hikayenin Sümercesi bulundu. Tablet çok kırık olmasına
rağmen, Tanrıların bir tufan yapmaya karar verdiği, bu kararı Bilgelik Tanrısı Enki’nin duvar
arkasından Utnapiştim’in Sümerce karşılığı Zinusudra’ya bildirdiği, Tufan’ın 7 gün 7 gece sürdüğü,
bittiğinde Zinusudra’nın kurbanlar yaptığı yazılı.

Görüldüğü gibi Tufan hikayesinin Sümerlilerde yazıya geçtiği, onlardan Akad’ların aldığı onlardan
da Tevrat’a, arkadan Kuran’a geçtiği anlaşılmaktadır.

Sümer’de vaktiyle insanların tek dilde konuştuğu, fakat Bilgelik Tanrısı’nın kızarak onu bozduğu ve
insanların dillerini karıştırdığı yazılı.
Bu konu Tevrat’da olduğu gibi Kuran’da da var. Bunun izini 2 ayette buluyoruz.

Birincisi: Hud: 118-119

Rab’ın dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı, onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.
Zaten Rab onları bunun için (dalaşsınlar diye) yarattı.
Rab’ın “ Andolsun ki cehennemi tüm insanlar ve cinlerle dolduracağım ” sözü yerini buldu.

İkincisi: Maide 5: 48

(Ey Ümmetler!) Her birinize bir yol ve şeriat verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı.
Fakat size verdiğinde (yol ve şeriatta) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyle ise birbirinizle yarışın,
hepinizin dönüşü Allah’adır. Üzerinde ayrılığa düştüklerinizi o haber verecektir.

Eyüp Peygamberin sabrı ve ödüllendirilmesi konusu Tevrat’ta 1040 satırlık şiir halinde yazılmış,
Sümer’de de “İnsan ve onun Tanrısı” adlı şiir aynı konuyu kapsıyor, çeşitli felaketlere uğrayan bir
adam sabır ederek Tanrılara yaptığı dualar ve yakarışlarla bunlardan kurtuluyor, eski sağlık ve
zenginliğine kavuşuyor. (4)

İlginç olanı 1846’da bir Amerikalı tarafından yazılan bir kitapta, Tevrat’taki bu şiirin Musevilere ait
olamayacağı, başka bir dilden aktarmış olduklarını yazması. En az yüzyıl sonra bunun
Sümerlilerden alındığı kanıtlandı. (5)

Kuran’da bu konu 2 sure içinde 15 ayette (Enbiya: 81-94, Sad: 41-44) kısa olarak yazılmasına
rağmen, dert ve üzüntülerin sabır ve Allah’a dua ile giderileceği, eski varlığa kavuşulacağı
bildiriliyor.

Suların kan olması: Tevrat çıkış- Bab 7: 14-25’de Musa suları kana çeviriyor.

Bu Kuran’da – Araf, 132-133 ayetlerinde “ ..Su baskınını, çekirgeyi, kurbağayı, ve kanı her birini
ayrı mucizeler olarak onlara musallat ettik.” deniyor. Bu da Sümer’in aşk Tanrıçası İnanna’nın,
kendisine tecavüz eden bahçıvana kızarak ülkesinin sularını kana çevirmesine paralel. (6)

Kuran – Bakara, 102: Adı geçen Harut Marut meleklerine ait hadislerde yazılan hikayelere göre
bunlar, Sümer’lilerin Venüs yıldızını simgeleyen Aşk Tanrısı’nın aşıkları çoban Tanrısı Dumuzi ile
çiftçi Tanrısı Enkidu’nun bir devamıdır. (7)

Tevrat’taki Süleyman’ın Şarkılar Şarkısı bölümündeki şiirlerin Sümer’de yeni yıl bayramlarını
oluşturan kutsal evlenme törenindeki şarkılara paralel olduğu hatta birçok satırların aynı olduğu
saptandı. (8)

Tevrat – Tekvin, 12’de anlatıldığına göre İbrahim Peygamber karısı ile Mısır’a gidiyor. Karısı güzel
olduğu için onu alıp kendisini öldürecekler korkusu ile İbrahim, karısını kız kardeşi olarak tanıtıyor.
Firavun onu karılığa alıyor, fakat saraya gelen felaketlerin kadının yüzünden olduğunu öğrenen
Firavun kadını bir cariye ile geri veriyor. Ayrıca sığırlar, altın ve gümüşlerle İbrahim’i zengin olarak
ülkesine gönderiyor.

Bu hikayede İbrahim neden karısının kız kardeşi olduğunu söylüyor? Neden onu krala veriyor?
Neden bunun için İbrahim cezalandırılacağı yerde Firavun cezalanıyor? Neden Firavun İbrahim’i
zengin yapıyor? .. sorularına yüz yıllar boyunca Tevrat araştırıcıları cevap bulmaya çalışmışlardır.

1946 yılında İsrail’de Kumran mağaralarında İsa zamanına yakın tarihlenebilen tomar halinde
İbranice ve Aramica yazılı metinler bulundu. Deri üzerine yazılmış, fakat samanla çok yıpranmış
metinlerin çevirilerini bilim adamları zorlukla da olsa yapmaya çalışmaktadırlar. İşte bu belgelerden
birinde bu hikayenin daha ayrıntılı olarak yazılmış olduğunu gördüm.(9) Buna göre aslında böyle
bir olay olmamış. İsraillilerin, Sümer’in Kutsal Evlenme Efsanesi’nden çeşitli motifleri alarak bu
hikayeyi meydana getirmiş oldukları anlaşılıyor.(10)

Bize Sümer yolunu açarak, bunları meydana çıkarmamızı sağlayan Ata’mızı şükranla anıyorum.

Muazzez İlmiye Cığ


Çivi Yazıları Uzmanı, İstanbul

DİPNOTLAR:

1 - Sümerliler ve kültürleri hakkında daha geniş bilgi için:


Samuel Noah Kramer, History Begins at Sumer, Tarih Sümer’de Başlar, Çeviren: Muazzez İlmiye
Çığ, Ankara 1990;
Samuel Noah Kramer, The Sümerian, Their History, Culture and Character, Chicago 1963;
Hartmut Schmökel, Das Land Sumer, Almanya 1955;
C. Leonard Wooley, The Sumerian, New York 1965.

2 - Yazılan bu konuların geniş olarak karşılaştırmalı açıklamaları için :


Muazzez İlmiye Çığ, Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni, 2. Baskı ,Kaynak Yayınları -
İstanbul 1996.

3 - Bu konu İbrahim Peygamberle ilgili yeni yayınlanacak kitabımda ve Bilim ve Ütopya Dergisi,
1997
Mart sayısında geniş olarak açıklanmıştır.

4 - Muazzez İlmiye Çığ, Tevrat, İncil, Kuran’ın Sümer’deki Kökeni, s. 56 - Sümer şiiri ile
karşılaştırılması.

5 - Robert Cooper, The inquirer’s Text Book, Being Substance of Thirteen Lectures on the Bibel,
Boston 1846 p. 110.

6 - Muazzez İlmiye Çığ, Tevrat, İncil, Kuran’ın Sümerdeki Kökeni, s. 47 - Sümer şiirinin bir
bölümü.

7 - Daha geniş karşılaştırma için Bilim ve Ütopya Dergisi, 1996 Ekim, Muazzez İlmiye Çığ,
Kuran’daki
Harut Marut Meleklerinin Sümer’deki Kökeni s. 34.

8 - Muazzez İlmiye Çığ, Tevrat, İncil ve Kuranın Sümerdeki Kökeni, s. 62 - karşılaştırmalı


gösterilmiştir.

9 - Yıgael Yadım, Message of the Scrolle, Newyork 1962, P. 145 vol.

10 - Bu konu açık ve karşılaştırmalı olarak Bilim ve Ütopya, Mart 1997’de yayımlandı.


Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim Peygamber, İstanbul, Kaynak Yayınları 1997, s. 87. Ayrıca,
yayınlanmış olan “İbrahim Peygamber, Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre”,
İstanbul, Kaynak Yayınları 1997, kitabımda bulunur.

You might also like