You are on page 1of 16

KÜRESELLEŞME (GLOBALİZASYON)

GENEL BİR BAKIŞ

A. Osman IŞIK
2

KÜRESELLEŞME (GLOBALİZASYON):
GENEL BİR BAKIŞ

Küreselleşme teriminin son yıllarda çok sık kullanılmaya başladığını ve içerdiği


anlama önemli oranda ideoloji ve duygusallık katıldığını gözlemliyoruz. Bazıları
küreselleşme olgusunu liberalizmin mutlak zaferi olarak selamlarken, bazıları ise,
insanlığın temel değerleri ile doğal çevreyi yok eden ve hemen tersine çevrilmesi
gereken bir süreç olarak protesto ediyor. İkinci gruptakiler ortaya çıkmış ve olası
olumsuzlukları sayarken, ilk grup, bu sürecin, gelecekteki dünya düzeninin anahtarı
olduğunu, faydalı, kaçınılmaz ve geriye döndürülemez olduğunu iddia ediyor.

Bütün bu toz duman içerisinde yolumuzu bulabilmemiz, diğer bir deyişle,


küreselleşme sürecini doğru değerlendirip nimetlerinden en çok yararı sağlarken
olumsuzluklarından sakınabilmemiz için, varsayımlardan değil olgulardan yola
çıkarak yargılarımızı oluşturmamız gerekiyor. Bu nedenle, sunmakta olduğumuz
çalışma, gözlemlenen olguları temel alarak küreselleşme sürecinin çeşitli unsurlarını
ve bunlar arasındaki sebep - sonuç ilişkilerini anlamaya yöneliktir.

Küreselleşme nedir?

Küreselleşme, siyasal, kültürel, doğal çevre ve ekonomi alanındaki faaliyet ve


ilişkilerin uluslararası ölçekte yaygınlaşması ve kaynaşmanın (entegrasyon)
artmasıdır. Bu süreç doğal olarak milli sınırların geçirgenliğinin artmasını da
beraberinde getirmektedir.

Şimdi bu alanlardaki gelişmeleri kısaca inceleyelim.

1) Siyasal Alanda Küreselleşme:

1990 öncesinde, liberal düşüncenin ve demokratik yönetim biçimlerinin hakim


olduğu ABD ve diğer gelişmiş ülkeler ile NATO içindeki müttefikleri I. Dünya
ülkelerini, Komünist ideolojinin hakim olduğu doğu bloku ve Çin Halk Cumhuriyeti
II. Dünya ülkelerini, bu bloklarla bağlantısı olmayan az gelişmiş ve çoğunluğu
Güney Yarım Kürede yer alan ülkeler ise III. Dünya ülkelerini oluşturmaktaydı.
Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile birlikte, çok kutuplu siyasal ve ideolojik yapılanma
sona ermiş bulunmaktadır. Günümüzde tüm dünyada siyasal yapılar demokrasiyi
esas almaya yönelmektedir.

Liberal düşüncenin dünyada yaygın olarak kabul görür hale gelmesi ile birlikte kamu
işletmeciliğinin azaltılması ve devletin iktisadi hayata müdahalelerinin en aza
indirilmesi hız kazanmıştır. Devletin küçültülmesi ve yeniden yapılandırılmasına
ilişkin çabalar ve özelleştirme uygulamaları yaygınlaşmıştır. Devletin iktisadi
hayattan çekilmesi ve sadece düzenleyici rol üstlenmeye başlaması bazı toplumsal
endişeleri beraberinde getirmektedir. Küreselleşme sürecine karşı çıkanlar, devletin
3

iktisadi hayattan çekilmesi ile tüketicinin tekellerin insafına bıralacağını, devletin


gittikçe güçlenen tekelci çok uluslu şirketlerin arzuladığı düzenlemeleri yapmaktan
başka çaresi kalmayacağını söylemektedirler. Küreselleşme karşıtlarınca ileri sürülen
bir diğer husus ise sosyal politikalar uygulamanın zorlaşacağı yolundadır. Çalışma
koşullarının iyileştirilmesi, sağlık ve diğer sosyal yardımlar konusunda yapılacak
düzenlemelerin şirket karlılıkları üzerindeki etkileri, bu şirketlerin küresel rekabetten
olumsuz etkilenmelerine neden olacağından, ya faaliyetlerinin son bulacağını ya da
başka bir ülkede faaliyetini sürdürmek için ülkeyi terkedeceklerini söyleyerek bu
iddialarını ispatlamaya çalışmaktadırlar. Devletin eğitim veya maliyeti yüksek bir
sağlık reformu uygulaya kalkışması durumunda finans piyasalarının bir yargıç rolü
üstlenerek devalüasyon veya yüksek faiz oranları yoluyla hükümeti cezalandıracağı
ifade edilmektedir.

Küreselleşen dünyada devletin rolüne ilişkin bir başka endişe kaynağı ise devletçe
kullanılan egemenlik unsurlarının bir bölümünün uluslararası kuruluşlara
devredilmekte olmasıdır. Yargı kararlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
nezdinde temyiz edilmesine izin verilmesi, Uluslararası Hakemlik Müessesesinin
kabulüne ilişkin Kanun bu bağlamda değerlendirilmektedir. Ve sadece Türkiye'ye
özgü de değildir. Uluslararası Para Fonu (IMF) gözetiminde Ekonomik istikrar
programlaı uygulanması, Avrupa Konseyi Kararları ile yürürlüğe konulan
düzenlemelere ulusal mevzuatın uyarlanması, Birleşmiş Milletlerin çeşitli
organlarının, Dünya Ticaret Örgütünün (WTO) ve diğer birçok uluslararası
kuruluşun aldığı kararların yürürlüğe konması, aslında bazı konularda yasama,
yürütme ve yargı erkinin, ulus-devlet dışında bazı merkezlere devri olarak
yorumlanmaktadır.

Küreselleşmenin, toplumda gelir dağılımını düzeltilemeyecek derecede bozduğu


ifade edilmektedir. Ulusal ekonominin dünya ekonomisi ile kaynaşmış dışa açık
sektörlerinde çalışanların gelir düzeylerinin, iç pazara yönelik mal ve hizmet üretimi
yapan sektörlere göre daha yüksek olacağı açıktır. Ancak bunun geçici bir durum
olduğu, küreselleşme ile kar oranlarının birbirine yaklaşacağı ya da eşitleneceği öne
sürülebilir. Bu durumda devletin artan gelir düzeyi nedeniyle vergilerde oluşacak
artışı gelir düzeyi düşük kalan kesimleri tazmin etmekte kullanabileceği ileri
sürülmektedir. Ayrıca küreselleşen finans piyasalarının hükümetler için bütçe
açıklarını finanse etmekte büyük imkanlar sağladığı, yurtdışı tasarruflara ulaşmayı
kolaylaştırdığı, böylece daha önce gerçekleştirilmesi imkansız gibi görünen,yüksek
maliyetli sosyal ve altyapı projelerinin finansmanının mümkün hale geldiği de ifade
edilmektedir. Ancak iç ve dış borçlanmanın çok yoğun kullanılmasının bir süre sonra
borçlanmayı imkansız hale getirmesi de mümkündür. Ayrıca uluslararası
piyasalardan borçlanırken borç anlaşmalarına konulan bazı kısıtlayıcı hükümlerin de
devletin daha da etkisiz hale gelmesine yol açacağı açıktır. Bu hükümler bazı mali
varlıkların satışını engelleyen hükümler olabileceği gibi, belirli gelirlerin belirli
sahalara harcanmasını veya kredinin kullanımını belli politikaların uygulanmasına
bağlayan hükümler de olabilir.
4

2) Kültürel Alanda Küreselleşme:

Küreselleşmenin kültürel boyutunu incelerken kültür oluşturan ögelerden belki de en


önemlisi olan dilde küreselleşmeyi en başta incelememiz gerekir. Günümüzde
dünyada konuşulan diller arasında uluslararası ticaret ve diplomasi alanında en
yoğun kullanılan dilin ingilizce olduğunu görürüz. Şüphesiz ingilizce bu konumunu
Büyük Britanya İmparatorluğunun geçmişteki yayılmacı politikalarına ve ABD'nin
dünyanın süper gücü olmasına borçludur. Ancak içinde yaşadığımız çağın bilimsel,
teknolojik ve gündelik ihtiyaçlarına cevap verecek kelime haznesine sahip olduğu da
açıktır. İngilizlerin temas halinde oldukları çeşitli milletlerin dillerinden kendi
dillerine katarak benimsedikleri kelimelerle birlikte bu dilin kelime haznesi bir
milyonun üzerindedir. Dünya nüfusunun yaklaşık % 40 ı anadil veya öğrenilmiş
ikinci dil olarak ingilizceyi ticari ilişkilerde kullanmaktadır.

İngilizcenin yanısıra mandarin çincesi, güneydoğu asya ülkeleri, Çin Halk


Cumhuriyeti, Kore ve hatta Japonyada insanların iletişimini sağlamaktadır. Bu iki
dilden başka en yoğun kullanılmakta olan diller ise ispanyolca, fransızca ve ruscadır.
Buradan da anlaşılacağı gibi az sayıda dil küresel planda kullanılmaktadır. Küçük
topluluklar tarafından kullanılan bir çok dil gün geçtikçe kaybolmakta, yokolup
gitmektedir.

Kültürel alanda küreselleşmenin bir başka boyutu ailelerin yapısında gözlenmektedir.


Kendine yeterli en küçük ekonomik birimler halinde örgütlenmiş bulunan geleneksel,
büyük baba, büyük anne, amca , hala,yeğenler, anne,baba ve çocuklardan oluşan aile
biçimi, yerini çekirdek aile dediğimiz anne,baba ve çocuklardan oluşan aileye
bırakmış bulunmaktadır. Hatta anne ve çocuklar, baba ve çocuklardan oluşan tek
ebeveynli birimler sıklıkla rastlanır olmuştur. Aile yapısındaki bu değişme global
planda bütün ülkelerdegözlenebilmektedir. Ailenin geçimini sağlayan ebeveynlerin
işsiz kalmaları, sağlık problemleri veya yaşlılıktan iş göremez duruma gelmeleri
halinde ailenin kendine yeterliliğini kaybetmesi birçok sosyal problemleri de
beraberinde getirmektedir. 20.yüzyılın birinci yarısında vukubulan dünya savaşları
kadın emeğinin önemini ortaya çıkarmış ve kadınların üretim alanında ve politik
alanda yerlerini almaya başlamasına yol açmıştır. Bu küresel olarak gözlenen bir
olgudur.

Medyanın küreselleşmesi gözlenen bir başka gelişme olup özellikle televizyon


yayınları alanında teknolojik gelişmelerden kaynaklanan özel mülkiyetin
yaygınlaşması her ülkede görülen bir durumdur. Televiyon yayınlarında kullanılan
programların bir çoğu Amerikan yapımı olduğundan yakın zamana kadar bu alandaki
küreselleşme süreci amerikanizasyon olarak adlandırılmakta idi. Dünyanın her
yerinde CNN haberlerini, Micky Mouse çizgi filmlerini veya western filmlerini
seyretmek mümkündür. Medya alanındaki bir diğer küresel trend ise gerek görsel
gerekse basılı medyadaki kartelleşme eğilimidir. Bu eğilimin siyaseti ve kamuoyu
oluşumunu etkilemede kullanılabileceği endişeleri mevcuttur.
5

Mutfak kültürünün, yeme içme alışkanlıklarının da globalleştiğini görüyoruz. Artık


dünyanın bellibaşlı kentlerinde süpermarket manav reyonlarında o ülkeye has
olmayan bir çok meyve, sebze ve gıda maddelerinin satışa sunulduğu, Çin, Hint,
Türk, Fransız ve Meksika mutfağının lezzetlerini sunan lokantaların açıldığı
gözlemlenmektedir. Ancak bu alanda küreselleşmenin en önemli göstergesi fast
food'un yaygınlığıdır.

Global kültürün bir parçası olarak iş ahlakına ilişkin kuralların oluşturulması ve


uygulamaların izlenmesine yönelik komitelerin oluşturulduğu günümüzde, çeşitli
etnik ve dini gruplar küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği kültürel ögelere
şiddetle karşı çıkmakta, öz benliklerini, toplumsal değerlerini kaybetme tehlikesine
karşı eyleme geçmektedirler. Günümüzde köktendinciliğin, mezheplerin ve aşırı
milliyetçi akımların yaygınlaşmasında küreselleşmenin kültürel boyutunun etkisi
yadsınamaz.

3) Doğal Çevre Alanında Küreselleşme:

Dünya gezegeninin bitki, hayvan ve insanları (flora ve fauna), aynı ekosistemin


parçası olarak yaşamlarını sürdürmekte ve aynı yaşam destek sistemini
kullanmaktadırlar. Bu sebepten dolayı ekosistemi bozucu etkiler gezegendeki canlı
yaşamını toptan tehdit edici bir boyuta ulaşabilir. 1972 yılında Roma Klübünün
yayınladığı Büyümenin Sınırları (Limits to Growth) isimli raporda dünya nüfusunun
çok hızlı arttığını,bu nüfusu refah içinde yaşatmak için dünyadaki doğal kaynakların
yeterli olmadığını, ekonomik faaliyetlerin 1975 yılı sonu seviyesinde sabitlenerek
dengenin devam ettirilmesi gerektiğini aksi takdirde insanlığın yeniden yamyamlığa
dönebileceğini ileri sürülmüştür. Malthus'un nüfus teorisi gibi, bu raporda yazılanlar
da geçtiğimiz 29 yıl içinde gerçekleşmemiştir. Ancak rapor dünyadaki çevre ve
nüfus sorunlarına dikkati çekerek önemli bir görevi yerine getirmiştir. Daha sonra
Gro Harlem Bruntland ve arkadaşlarının yazdıkları ''Ortak Geleceğimiz'' (Our
Common Future), 1989 Hague Deklarasyonunun yayınlanmasını sağlamış ve
neticede 1992 Rio De Janeiro Birleşmiş Milletler Çevresel Kalkınma Konferansının
toplanmasına yol açmıştır.

Bütün bu çalışmalar sonucunda ekonomik faaliyetlerin çevresel etkilerinin


değerlendirilmesini öngören düzenlemeler bir çok ülkede yaygınlaşmıştır. Türkiye'de
de sanayi işletmelerinin kurulmasından önce planlama aşamasında Çevresel Etki
Değerlendirme Raporunun hazırlanması şart koşulmaktadır. Böylece ekonomik
faaliyetlerin doğal çevreye olan zararlı etkileri minimum düzeyde tutulmaya
çalışılmaktadır.

Gezegenimizin ekosistemi, iklim unsurları, su, toprak, atmosfer, mineral kaynakları,


flora ve faunasıyla çok karmaşık bir yapıdadır. İnsanın gerek nüfus artışı gerekse
ekonomik faaliyetleri yoluyla bu ekosisteme önemli etkilerde bulunduğu açıktır.
Çevreye bırakılan çeşitli atıkların su kaynaklarını kirlettiği ve buralardaki yaşama
6

zarar verdiği açık bir biçimde görülmüştür. Bunun en açık örneği Aral gölünün
kirlenmesidir. Amazon yağmur ormanlarının kereste ticareti ve tarım alanı açmak
için tahrip edilmesinin atmosferdeki oksijen oranını etkileyeceği,bu ormanlarda
yaşayan bazı türlerin ortadan kalkmasının besin zincirinde kopmalara, dolayısıyla
bütün canlı yaşamının sona ermesine neden olabileceği söylenmektedir. Diğer
taraftan kullandığımız kloro floro karbon içeren ürünlerin, dünyamızı çevreleyen ve
canlıları güneşin mor ötesi ışınlarından koruyan ozon tabakasının delinmesine ve gün
geçtikçe bu deliğin büyümesine yol açtığı bilinmektedir. Dünya çapında kloro floro
karbon içeren soğutma sistemlerinin ve aerosollerin kullanımına aşamalı olarak sınır
getirilmeye başlanmıştır. Küresel ısınmanın,Türkiye'nin de içinde yer aldığı sub-
tropikal iklim kuşağında önümüzdeki 50 yıl içinde çölleşmeye yolaçacağı iddia
edilmektedir.

Basit bilgisayar modellerine dayalı bu dehşet senaryolarının gerçekleşmesi ihtimali


çok düşük olabilir. Çünkü gezegenimiz ekosisteminin işleyiş biçiminin ve atmosferik
koşulları etkileyen faktörlerin henüz tam olarak anlaşılmış olduğunu söylemek
mümkün olmadığı gibi, böyle karmaşık bir yapıyı çözümleyecek hız ve kapasitede
bilgisayarlar da henüz üretilmemiştir. Ancak bunlar çevresel felaket riskinin
olmadığını göstermez. Bu nedenle mevcut küresel çevre duyarlılığının devam
ettirilmesinde yarar vardır.

4) Ekonomi Alanında Küreselleşme:

Küreselleşmenin en önemli unsurlarından birisi de ekonomi alanındaki


küreselleşmedir. Ekonomik faaliyetlerin küreselleşmesini incelerken bu faaliyetler
sonucunda üretilen mal ve hizmetlerin olduğu kadar, üretim faktörleri olan sermaye,
işgücü ve bilginin (teknolojik bilginin) küreselleşmesini, çok uluslu şirketlerin ve
taşımacılıktaki gelişmelerin bu süreçteki rolünü de göz önünde bulundurmamız
gerekir. Şimdi sırasıyla bu alanlardaki gelişmeleri açıklamaya çalışalım.

a) Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) :

Çok uluslu şirketler konusu küreselleşme tartışmasının merkezinde yer almaktadır.


Küreselleşmenin oluşmasında ana etmenlerden birisidir. küreselleşme olgusunu ve
ÇUŞ ları eleştirenler bu şirketleri saldırganlıkla, büyüklüklerini verdiği avantajları
işçileri ve fakir ulusların tabii kaynaklarını sömürmekte kullanmakla ve hiçbir
toplum ya da ülkenin iyiliğine çalışmamakla suçlamaktadırlar. Taraftarları ise, bu
şirketlerin küresel kapitalizmin zaferini temsil ettiklerini, verimli çalıştıklarını, fakir
ülkelere yaptıkları yatırımlar ile yüksek teknoloji transferi ve istihdam sağladıklarını,
zengin ülkelere bol ve ucuz ürünler getirdiklerini söylemektedirler. Şüphesiz her iki
görüşün de doğruları vardır.
7

UNCTAD tarafından yayımlanan 'World Investment Report, 2000' e göre çok uluslu
şirketlerin ana ülke dışında kalan şubelerinde yapılan satışların toplamı, 1999 yılında
13.6 trilyon ABD Dolarına ulaştı. Bu rakam toplam dünya ihracatının (6.9 trilyon)
yaklaşık iki katına eşittir.

Table 1. Seçilmiş göstergeler, Doğrudan Yabancı Yatırımlar (FDI) ve


Uluslararası Üretim, 1982-2008
(Milyar dollar and yüzde olarak)

Cari Fiyatlarla Büyüme hızı (%)


(milyar dollar)
1982 1990 2007 2008 1986-90 1991-95 1996-00 2007 2008

FDI girişi 58 207 1979 1697 23.6 22.1 39.4 35.4 -14.2
FDI çıkışı 27 239 2147 1858 25.9 16.5 35.6 53.7 -13.5
FDI girişi stoku 790 1942 15660 14909 15.1 8.6 16.0 26.2 -4.8
FDI çıkışı stoku 579 1786 16227 16206 18.1 10.6 16.9 25.3 -0.1
Sınır ötesi devir alımlar - 112 1031 673 32.0 15.7 62.9 62.1 -34.7
Yabancı şube Satışları 2530 6026 31764 30311 19.7 8.8 8.1 23.6 -4.6
Yabancı şube gayri safi 629 602 6.
üretimi 623 1477 5 0 17.4 6.8 9 20.1 -4.4
Yabancı şubelerin Toplam 69
varlıkları 2036 5938 73457 771 18.1 13.7 18.9 20.8 -5.0
Yabancı şubelerin ihracatı 635 1498 5775 6664 22.2 8.6 3.6 16.3 15.4
Yabancı şubelerde yaratılan 77
istihdam (bin) 19864 24476 80396 386 5.5 5.5 9.7 25.4 3.7
Memorandum
GSYİH faktör fiyatlarıyla 11963 22121 55114 60780 9.5 5.9 1.3 12.5 10.3
Brüt sabit sermaye yatırımları 2795 5099 12399 13824 10.0 5.4 1.1 13.8 11.5
Patent,telif hakkı ve ücret 17
gelirleri 9 29 163 7 21.1 14.6 8.1 16.1 8.6
Mal ve Hizmet ihracatı 2395 4414 17321 19990 11.6 7.9 3.7 16.5 15.4

Kaynak: UNCTAD World Investment Report 2009; Cross-border Mergers and Acquisitions and Development,
table I.6, p.18

Çok Uluslu Şirketler doğrudan yabancı yatırımların artışında önemli rol


oynamaktadırlar. 2008 yılı sonu itibariyle, fabrika, ekipman ve emlak olarak Çok
Uluslu Şirketlerin doğrudan yabancı yatırıma katkısı toplam 69.8 trilyon ABD
Dolarını aşmış bulunmaktadır. Çok Uluslu Şirketlerin doğrudan yabancı yatırımları
yerel yatırımdan daha hızlı büyümektedir. Ancak, küresel ekonomik krizin etkisiyle
2008 yılında toplam doğrudan yabancı yatırım akımlarında önemli düşüşler
görülmüştür. Bu eğilimin 2009 yılında daha da kötüye gitmesi beklenmektedir. 2010
yılından itibaren Doğrudan yabancı yatırımların artmaya başlaması mümkündür.

Uluslararası patent, lisans ve telif hakkı ödemelerinin %70 i Çok Uluslu Şirketler ile
yabancı şubeleri arasında gerçekleşmektedir. Bu durum Çok Uluslu Şirketlerin
teknoloji transferinde anahtar rolü oynadıklarını göstermektedir. Çok Uluslu
Şirketlerin çok azı gerçekten küreseldir. Bu şirketlerin bir çoğu hala üretim ve
8

istihdamın 2/3 ünü ana ülkede gerçekleştirmektedirler. Ancak, gene de Çok Uluslu
Şirketlerin küreselleşmede temel etkenlerden biri olduğunu inkar edilmemektedir.
Aşağıdaki tablo dikkatle incelendiğinde çok uluslu şirketlerim küreselleşmenin
neresinde oldukları kolayca görülebilir

Dünyanın en büyük 10 ÇUŞ'u, dış varlık sıralaması, 2007


(varlıklar ve satışlar, milyar ABD Dolları)

Sıra Şirket Adı, Ana Ülke, Sektör Dış Dış Yabancı


varlıklar Satım istihdamı
1 General Electric, US, Electronics 420.3 86.5 168.112
2 Vodafone Group Plc/UK Telecom 230.6 60.3 62.008
3 Shell, Netherlands/UK, Petroleum 196.8 207.3 86.000
4 BP Amoco, UK, Petroleum 185.3 223.2 80.6001
5 Exxon, US, Petroleum 174.7 269.2 50.904
6 Toyota, Japan, Motor Vehicles 153.4 145.8 121.775
7 Total France Petroleum 143.8 177.8 59.146
8 Electricité De France France 129.0 40.3 16.971
9 Ford Motor Co. US, Motor vehicles 127.8 91.6 134.734
10 E.ON AG Germany, Electricity,gas,water 123.4 41.4 53.344
Kaynak. UNCTAD, World Investment Report 2009: Cross-border Mergers and
Acquisitions andDevelopment, Annex table A.1.9, pp. 225

Çok Uluslu Şirketlerle ilgili gözlemlenen hususlardan bir diğeri de her bir şirketin
bir mal cinsi veya grubunda yoğunlaşmakta ve kontrölü ellerinde tutukları
hususudur. Ancak bu gözlem henüz tam anlamıyla doğrulanabilecek netlikte değildir.
Tekelleşme tartışmalarını beraberinde getirebilecek olan bu yargıya varılabilmesi
için daha çok araştırma yapılmasına ihtiyaç vardır.

b) Mal ve Hizmetlerin Küreselleşmesi:

Tarihin başlangıcından bu yana küreselleşme sürecine ilk giren unsurlardan birisi


ticarete konu olan mallardır. Uluslararası ticaretin ilk bulgularına çivi yazısı ile
yazılmış tabletlerde rastlanmaktadır. Bu tabletler Eti ülkesi ile komşu ülkelerdeki
tüccarlar arasındaki ticarete ilişkin listelere yer vermektedir. Daha sonraları ipek ve
baharat yollarının o zamanın bilinen dünyasında uluslararası mal ticaretine, diğer bir
deyişle, malların küreselleşmesine önemli katkıda bulunduğunu biliyoruz. İpek yolu
üzerinde mal akımının güvenli hale getirilebilmesi için bu güzergahı kapsayan çok
büyük imparatorluklar kurulmuştur. 15. ve 16. Yüzyıllarda büyük coğrafi keşiflerin
temelinde, bu büyük ticaret yolu üzerinde kurulu olan Osmanlı ve safevi
hanedanlıklarının yolun kontrolünü ele geçirme mücadelesinin yarattığı ticaret
yolundaki güvenlik sorunları yatmaktadır. Açık denizlere dayanıklı gemi inşa
teknolojisinin geliştirilmesi ve pusulanın kullanımı da bu işi kolaylaştırmıştır.
Coğrafi keşiflerin arkasından gelişen merkantilist iktisadi düşünce, ticareti zenginlik
9

yaratan faaliyet olarak tanımlamakta ve zenginliğin ise çok fazla altın ve gümüş
biriktirmekle eş anlamlı olduğunu ileri sürmekte idi. Bu nedenle merkantilizm
malların uluslararasılaşması sürecine önemli katkıda bulunmuştur. Sanayi devrimi ile
malların standartlaşması ve çok büyük ölçekte üretilebilir hale gelmesi iç pazar
sorunlarını da beraberinde getirdiğinden uluslararası ticaret daha da önem
kazanmıştır. Düşünce alanında da ticaretten sağlanan kazançları gösteren teoriler
geliştirilmiştir. Adam Smith'in mutlak üstünlükler, David Ricardo'nun mukayeseli
üstünlükler kuramları bu bağlamda anılabilir. Sanayi devrimi dış pazarları ve doğal
kaynakları kontrol mücadelesini de beraberinde getirmiştir. Bu mücadelenin
nedenleri konusunda geliştirilen çeşitli emperyalizm teorileri mevcuttur. Rosa
Luxembourg, kapitalist ülkede üretilen malların içerdiği artı değerin
gerçekleştirilebilmesi için bu malların satılması gerektiğini, oysa iç pazarın yeterli
olmaması nedeniyle bu malların kapitalist olmayan ülkelere satılmasını zorunlu hale
getirdiğini öne sürerken, Lenin, Avusturyalı iktisatçı Hilferding'den esinlenerek, mali
sermayenin (finans kapital) sanayiyi kontrol ettiğini, bu kanalla uluslararası pazarları
ve doğal kaynakları da konrol etmek amacıyla emperyalizme yol açtığını söylemekte,
böylece sermayenin küreselleşmesi olgusunu gündeme getirmektedir. İktisatcı
A.Emanuel ise Eşitsiz Mübadele isimli kitabında, emek yoğun mallar üreten ve
sermaye yoğun mallar üreten ülkeler arasındaki ticaretin sonucunda, emek yoğun mal
üreten ülkelerden sermaye yoğun mal üreten ülkelere, kar oranlarının eşit olması
durumunda bile bir değer transferi olduğunu ileri sürmektedir.

Sanayi devrimi ve serbest ticareti destekleyen teori ve politikaların (bırakınız


yapsınlar.Bırakınız geçsinler) sonucunda 19. Yüzyılın ikinci yarısından 1913 yılına
kadar uluslararası ticarette çok büyük gelişmeler olduğunu görüyoruz. Bazı yazarlar
mal ticaretindeki günümüzde ulaşılan küreselleşme düzeyinin ancak birinci dünya
savaşı öncesine ulaştığını söylemektedirler. Ancak bu dönemdeki ticaretin önemli
oranda sanayileşmiş ülkerin birbirleriyle ve kolonileriyle yaptıkları ticaretten
kaynaklandığını ve tam anlamıyla küresel olarak tanımlanamayacağını unutmamak
gerekir.

Birinci Dünya Savaşı uluslararası ticaretin büyük oranda durmasına yolaçmıştır.


Savaş sonrasında ülkelerin iç pazarlarını koruma çabası ve 1929 yılındaki büyük
bunalım sonrasında ABD nin uygulamaya koyduğu korumacı politikalar uluslararası
ticareti büyük oranda sekteye uğratmıştır. Bu durum İkinci Dünya Savaşının sonuna
kadar devam etmiştir. 1944 yılında Bretton Woods da toplanan uluslararası
konferansta Uluslararası ticaretin önündeki para sisteminden kaynaklanan sorunları
çözmek üzere Uluslararası Para Fonu (IMF) ve savaşta yıkılan Avrupa'nın yeniden
İnşası için gerekli ticaretin finansmanın sağlanmasına yönelik olarak Dünya
Bankasının (IBRD) kurulmasına ve uluslararası ticaretin önündeki gümrük ve teknik
engellerin kaldırlmasına yönelik olarak GATT (Tarifeler ve Ticaret Genel
Anlaşması- General Agreement on Tariffs and Trade) sürecinin başlatılmasına karar
verilmiştir. 1995 yılına kadar dönemler halinde süren GATT görüşmeleri süreci
sonunda küresel planda gümrük vergilerinde önemli indirimler sağlanmış, ticaretin
10

önündeki teknik engellerin önemli bölümü kaldırılmıştır. Fikri mülkiyet haklarının


uluslararası planda korunması prensibi GATT çerçevesinde görüşmelerin kapsamına
alınmıştır. Diğer taraftan, hizmet ticaretinin önündeki engellerin kaldırılması yolunda
önemli adımlar atılmıştır. Böylece müteahhitlik, bankacılık ve sigortacılık ile
uzmanlık gerektiren hizmetlerin (doktorluk,avukatlık,mali danışmanlık vb.) yabancı
ülkelerde yerine getirilmesini engelleyen hususların ortadan kaldırılması konusunda
anlaşma sağlanmıştır. 1995 yılında GATT süreci Dünya Ticaret Örgütüne (WTO-
World Trade Organization) dönüşmüş bulunmaktadır. Bu örgüt uluslararası ticaretin
önündeki her türlü engeli kaldırmakla ve ticaretten kaynaklanan anlaşmazlıkların
çözülmesi ile görevlidir. Çin Halk Cumhuriyeti de bunca yıl direndikten sonra Kasım
2001 de WTO ya katılmıştır.

Dünya Üretim ve İhracatı, Milyar ABD Doları cari fiyatlarla


1982 2007 2008 2009
Dünya GSMH 11 826.471 55.270.100 60.917.477 57.228.373
Dünya İhracat 2,251.295 17,258.403 19,730.771 15,217.711
Kaynak IMF-UNCTAD

Gerek GATT süreci gerekse WTO kapsamında gümrük vergisi oranlarının


azaltılması ve ticaretin önündeki teknik engellerin azaltılması sonucunda dünya
ticaret hacmi 1982 deki seviyesi olan $.2.3 trilyondan 8.5 kat artarak 2008 yılında
$.19.7 trilyona yükselmiş bulunmaktadır. Aynı dönemde toplam ihracatın dünyanın
toplam üretimine oranı % 20 den % 32.5 e yükselirken, dünyanın toplam üretimi
sadece 5.2 kat büyümüştür. Bu da ticaretin üretimden daha hızlı arttığını
göstermektedir. Ancak mal ticaretinin büyük kısmının hala gelişmiş ülkelerin
birbirleriyle yaptıkları ticaretten kaynaklandığını belirtmekte yarar vardır.

c) Sermayenin Küreselleşmesi:

Uluslararası finansal akımların son 20 yılda cok hızlı bir şekilde arttığı
gözlenmektedir. Küresel mali akımların gerek derinlik gerekse genişlik açısından
uluslararası mal piyasasını çok aştığını belirtmemiz gerekir. Uluslararası finans
piyasalarında bir günde gerçekleşen işlem hacminin 2 trilyon ABD Dolarının üstünde
olduğunu oysa dünya ihracat hacminin yıllık 19.7 trilyon ABD Doları düzeyinde
gerçekleştiğini belirtmemiz bu hususu göstermekte yeterli olacaktır.

1970 li yılların başında Bretton Woods konferansı ile kurulan sabit kur sisteminin
yıkılması uluslararası sermaye akımlarının önünü açmıştır. Kısa vadeli sermaye
akımları (sıcak para), çok hızlı gelişen enformasyon ve haberleşme teknolojilerinin
sağladığı imkanlardan yararlanarak, ülkeler arasında hızla hareket yeteneği
kazanmışlardır. Milyonlarca doların saniyeler tutan süreler içerisinde finans
merkezleri arasında ülkeden ülkeye kolayca transfer edilebilmesi, ülkeler arasında
getiri oranlarının birbirine yaklaşmasın sağlarken, finans piyasaları yeterli derinliğe
ulaşmamış ülkelerde ekonomik istikrarı tehdit eder hale gelmiştir. 1997de yaşanan
11

güneydoğu asya krizi ile Kasım 2000 ve Şubat 2001 aylarında yaşadığımız finansal
krizler ile halen içinde bulunduğumuz küresel ekonomik kriz bunun en açık
göstergesidir.

Uluslararası bankacılığın üretim ve ticaretten daha hızlı büyüdüğü söz konusu


dönemde, kredilerin yerini tahvil ve hisse senedi portföyleri alırken (securitization),
yeni finansal enstrümanlar keşfedilerek (financial innovation) hem müşterinin
ihtiyaçlarına özel çözümler üretilmeye hem de kredi, kur ve likidite riskleri kontrol
altına alınmaya çalışılmıştır.

Doğrudan yabancı yatırımlar, küresel ekonomik kaynaşmaya çok büyük katkıda


bulunmuştur. Doğrudan Yabancı Yatırımların artış hızı mal ve hizmet ticaretinden
daha yüksektir. Bu yatırımlar gelişmekte olan ülkelerde son yıllarda ihracata yönelik
sektörlere orta ve yüksek gelir düzeyine sahip ülkelerde hizmet sektörüne
kaymaktadır. Doğrudan yatırımların yıllık hacmi ortalama olarak 1970 li yıllarda
22.5 milyar ABD Doları iken bu düzey 1990 yılında 207 milyara, 2007 yılında 1979
milyara ulaşmıştır. Küresel krizin etkisiyle bu rakam 2008 yılında ise 1697 milyara
düşmüş bulunmaktadır.

Uluslararası sermayenin bir ülke üzerindeki etki ve boyutlarını, ticaret ve üretim


faktörleri üzerindeki kısıtlamaların kadırılma hızı, ülkenin uluslararası işbölümü
içindeki rekabetçi konumu, açıklık ve hukuki ve teknolojik konularda uluslararası
normlara uygunluk düzeyi belirler. Uluslararası sermaye akımlarının uzun dönemde
çeşitli piyasalardaki arbitraj imkanlarından yararlanmak suretiyle, piyasalar arasında
getiri oranlarını eşitleyeceği, böylece kaynakların etkin verimli dağılımının
sağlanacağı öngörülmektedir.

Uluslararası sermaye akımlarının ekonominin küreselleşmesine katkısının çok


büyük olduğu açıktır. Ancak, bu sermaye akımlarının çok büyük bir bölümünün
gelişmiş ülkelerin birbirleri arasındaki işlemlerden kaynaklandığını unutmamak
gerekir. Bunların dışında uluslararası sermayenin, ABD nin arka bahçesi tabir edilen
Meksika ve Latin Amerika Ülkeleri, Avrupanın arka bahçesi konumunda olan Orta
ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Japonya'nın arka bahçesi sayılan Güneydoğu Asya
Ülkelerini tercih ettiğini, bunların dışında kalan gelişmekte olan ülkelere pek itibar
etmediğini de belirtmemiz gerekir.

d) Bilgi ve Teknolojinin küreselleşmesi:

İnsanlığın başlangıcından bu yana küreselleşme olgusuna en yatkın olan unsur bilgi


ve teknolojidir. Tarih boyunca insan topluluklarının savaşlar, göçler ve karşılıklı
ziyaretler ve diplomatik ilişkiler yoluyla birbirleriyle iletişime girdikleri ve karşılıklı
olarak bilği ve teknolojileri aktardıkları bir gerçektir. Geçmişte, sınırların ve coğrafi
uzaklıkların bu iletişime getirdiği kısıtlamalar, ulaştırma, haberleşme ve bilgi işleme
teknolojilerindeki gelişmeler sonucunda ortadan kalkmış bulunmaktadır. Elektronik
12

ve uzay araştırmaları sonucunda geliştirilen teknolojiler günlük yaşamımızın her


alanında yaygın olarak kullanılmaktadır.

Taşımacılık alanındaki gelişmeler dünyanın en uzak bölgelerinde üretilen malları


bozulmadan, kırılmadan yakınımıza getirmektedir. Konteyner taşımacılığının ortaya
çıkışı büyük miktarlarda ticari malın kolayca ve daha az işgücü kullanılarak ucuza
taşınabilmesini sağlamıştır. Yüklemede ve boşaltmada vinçlerin kullanımı, elektronik
kontrol sistemlerinin küçülmesi nedeniyle makinaların daha az yer kaplaması ve
çelik parçaların yerini plastiklerin alması nedeniyle yüklerin hafiflemesi teknolojinin
getirdiği faydalardandır. Taşımacılık alanındaki kuralların değiştirilmesi, (iki yönlü
taşıma, fiyatların serbest bırakılması ve dokların şehir dışına çıkarılarak
genişletilmesi vb.) taşımacılıkta fiyatların düşmesini ve dış ticarette taşıma
maliyetinin azalmasını beraberinde getirdiğinden. Üretimin uzaklarda yapılabilmesi
sonucunu doğurmuştur.

Haberleşme alanındaki gelişmeler küresel planda üretim ve pazarlamaya ilişkin


bilgilere anında ulaşabilmeyi kolaylaştırırken, bilgi işleme teknolojilerindeki
gelişmeler büyük miktarlardaki bilgileri standartlaştırıp veri tabanlarında saklamayı
ve işlemeyi sağlayarak yeni bilgilerin üretilmesine ve karar verme sisteminin
etkinleşmesine yol açmıştır.

Bilginin küreselleşmesi sürecine muhtemel bir engelin, WTO kapsamına alınan fikri
mülkiyet haklarından kaynaklanacağı endişesi gittikçe yaygınlaşmaktadır.
Geleneksel bilginin ve teknolojik bilginin para ile satılır hale gelmesi bunları satın
alacak parası olmayan ülkelerin küreselleşme sürecinden dışlanması ihtimalinin
mevcut olduğu düşünülmektedir.

Öte yandan yüz yılları birikimi ile dünyanın azgelişmiş ülkelerinde geliştirilmiş
bulunan ve üzerinde fikri mülkiyet hakkı veya patent tesis edilmemiş geleneksel
teknolojiler ve bitki türleri gelişmiş ülkelere mensup şirketler ve kişiler tarafından
patent altına alınmakta ve bu bilgileri üreten insanlara tekrar para karşılığında
satılmak istenmektedir. Bu durum geçimini geleneksel teknolojileri kullanarak
sağlayan üreticileri zora sokmakta ve Hindistanda yaşamını basmati pirinci ile
sürdüren çiftçilerde olduğu gibi şiddetli protestolara neden olmaktadır.

e) İşgücünün Küreselleşmesi:

İlk insanın Afrikada ortaya çıktığı ve oradan bütün dünyaya yayıldığı tezinin doğru
olduğu varsayımı altında dünyada ilk küreselleşen üretim faktörünün işgücü
olduğunu iddia edebiliriz. Ancak artık dünyanın sınırlarına çoktan gelinmiş
bulunduğundan, işgücünün serbest dolaşımının önünde ulusal sınırlar, yasalar ve
uluslararası anlaşmalardan oluşan engeller mevcuttur. Günümüzde devletlerin kendi
vatandaşlarına iş ve sosyal güvenlik sağlama yükümlülüğü bu engellemeleri
13

beraberinde getirmektedir. Ancak belirli koşullarda sınırlı ve kontrollü bir biçimde


işgücü akımına izin verilmektedir.Göçmen işçiler bu kategori içerisinde en önemli
çoğunluğu oluşturmaktadırlar. 1960 lı yıllarda Federal Almanya'nın işgücü açığını
kapatmak üzere Türkiye, İtalya, Yugoslavya ve Portekiz gibi ülkelerden misafir işçi
adı altında istihdam ettiği işçiler bu gruptandırlar. Fransa'nın Kuzey Afrika kökenli
göçmen işçileri kabulü ile ABD'nin Meksikalıları ve nihayet güneydoğu asya
ülkelerinin kaçak çinlileri işçi olarak çalıştırması da aynı kategori içinde sayılabilir.

İşgücünün serbest dolaşımına katılan bir başka grup ise dünyada sayıları 80 milyonu
bulan sığınmacılardır. Bu grup mensubu bulundukları ülkede politik veya dini
görüşleri nedeniyle takibata uğramış veya bir tabii afete maruz kalmış kişiler ve
ailelerini kapsar. Sığınmacıların esas amacının siyasi güvenlik mi yoksa ekonomik
güvence mi olduğu konusu son yıllarda çok tartışılan bir konudur. Bu nedenle
gelişmiş ülkelerde sığınmacıların kabulüne ilişkin kurallar sıkılaştırılmaya
çalışılmaktadır.

Çok uluslu şirketlerin kilit personeli, şirketin merkezinin ve şubelerinin kurulu


bulunduğu ülkelerde, o ülke kanunlarının tanıdığı limitler dahilinde istihdan
edilebilmektedirler. Son yıllarda yaygınlaşan dışa açılma çabaları bu tip personelin
yer değiştirmesini daha da kolaylaştıracak düzenlemelerin yapılmasına yol açmıştır.

İşgücünün serbest dolaşımına kolaylık sağlayan bir başka gelişme ise Avrupa Birliği,
NAFTA gibi bölgesel entegrasyonlardır.

SON SÖZ

Yukarıda anlatılanların ışığında, globalleşmenin bir süreç olarak mevcut ve devam


etmekte olduğunu söylememiz mümkündür. Ayrıca bu sürecin hızlanarak devam
ettiğini de ifade edebiliriz. Ancak sürecin sonuna yaklaştığımızı söylemek mümkün
değildir. Halen ulus devletler etkinliklerini sürdürmekte ve globalizasyon
karşısındaki tutumlarını belirleyebilecek yetkilere sahip bulunmaktadırlar. Bu
nedenle sürecin dışında kalma veya kalmama kararını verirken dışında kalıp
marjinalleşmenin ve baskın eğilime savaş açmanın sonuçları ile küreselleşmenin
avantajlarından maksimum yararı sağlamaya yarayacak stratejik konuşlanmanın
maliyetini karşılaştırmak gerekecektir.

Küreselleşme sürecinde kendimizi stratejik olarak konuşlandırmaktan bahsediyoruz.


Peki bunu nasıl yapacağız? Stratejik konuşlanma, rekabet edebilme olanağına sahip
olduğumuz faktörleri kullanarak dünya pazarı içinde yerimizi almak anlamına
gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin rekabetçi konumunu güçlendiren
faktörler olarak şunları gözlemleyebiliriz.
 Coğrafya
 Nüfus
 Bilgi birikimi
14

Şimdi bunların rekabetçi konumumuzu nasıl etkilediğine kısaca bir göz atalım.

1. Coğrafya:

Hepimiz çocukluğumuzdan beri Türkiye'nin coğrafi konumunun stratejik olarak çok


önemli olduğunu, ülkemizin üç kıtayı birbirine bağlayan bir köprü konumunda
olduğunu tekrarlar dururuz. Ancak nedense köprülerin insanların,
malların,sermayenin ve bilgi ve teknolojinin bir yerden bir yere geçebilmesi için
kullanıldıklarını unuturuz. Kısacası, Asya, Avrupa ve Afrikayı birbirine bağlayan bir
köprü gibi görünen bizim ülkemizden 16. Yüzyıldan bu yana hiç bir şey
geçmemektedir. Afrikanın güneyinden geçen gemiler hindistana ulaştıktan sonra,
yorganın gittiğini gören Osmanlı ve Safavi imparatorlukları Kasr-ı Şirin
Anlaşmasıyla kavgayı da bitirmişlerdir. Şimdi, Hazar havzası ve Orta Asya
petrollerinin dünya pazarlarına ulaştırılması gündeme geldiğinde yeniden İran ve
Türkiye arasında rekabet gündeme gelmiştir. Üzerinde tartışılan konu 50 yıl gibi bir
sürede tükenmesi beklenen ham petrol ve doğalgazın Bakü-Ceyhan, Bakü-Bandar
Abbas veya Bakü-Novorosisk hatlarından hangisi yoluyla taşınacağıdır. Burada
önemli olan projenin gerçekleştirilmesi esnasında müteahhitlik hizmetlerinden elde
edilecek gelir veya boru hattından elde edilecek taşımacılık geliri değildir. Asıl
önemli olan, stratejik bir mal olan petrolün musluğunu elinde tutma ve onu üreten
ülkelerle ilişkilerde belirleyici olmanın yanısıra, bu ülkelerin dünya ile olan ticari,
finansal ve kültürel ilişkilerini hangi yolu kullanarak gerçekleştireceklerininde
petrolün taşınacağı hatta bağlı olmasıdır. İran’ın nükleer programı nedeniyle
ABD’nin baskıları sonucu Türkiye’nin takınacağı tavır nedeniyle, İran ve Türkiye
arasında oluşabilecek bir sürtüşmenin, Güneydoğu Anadolu'da bölücü faaliyetlerin
desteklenmesi, Şahap IV füzesinin menzilini artırmaya yönelik denemelerin
yapılması, Iran İslam Devriminin Türkiye'ye ihracına yönelik faaliyetler gibi alanlara
da yayılması yolun güvenliğini tehdit eder boyutlara ulaşabilir. Böyle bir durum ne
Türkiye ne de İran'ın lehine olacaktır. Rusya'nın bundan kazançlı çıkacağı açıktır.

Kaldı ki hem İran hem de Türkiye'nin zenginleşmesi eski ticaret yolunun yeniden
ihya edilmesine bağlıdır. Çin'in başkenti Pekin'den başlayarak, Sincan-Uygur Bölgesi
(Doğu Türkistan), Hindistan, Pakistan ve Afganistan'dan da yapılacak bağlantılarla
Tacikistan Kırgızistan ve Özbekistan'ın güneyinden İran'a oradan da Türkiye'ye
ulaşarak Avrupa ulaşım sistemine bağlanacak çift hatlı demiryolu ve en az üç gidiş
üç gelişten oluşan otoyolun hayata geçirilmesinin dünya ticaretine ve bu güzergahta
bulunan ülkelerin ekonomilerine önemli katkılarda bulunacağı açıktır. Bu tür ortak
projelerin işbirliği ve karşılıklı anlayışı artırması nedeniyle hem bölge hemde dünya
barışına da olumlu etkileri gözlenecektir.
15

2. Nüfus:

Türkiye 73 milyonluk nüfusu ile gerek Avrupa gerekse içinde bulunduğu bölge
ülkeleri arasında önemli bir yere sahiptir. Nüfus temel üretim faktörleri arasında
bulunan emeğin arzı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu bakımdan ülkemizde bir
sıkıntı çekilmesi söz konusu değildir. Ancak, nüfusun büyüklüğü kadar nitelikleri de
uluslararası rekabet açısından önem taşımaktadır. Teknik bilgi ve beceri
kazandırmaya yönelik meslek eğitimi yeterince yaygınlaştırılamamış olmasına
karşın, temel eğitim veren ilköğretim ve klasik orta öğretim okullarının yeterince
yaygınlaşmış olduğunu söylememiz mümkündür. Yüksek öğretime girişteki
yığılmalar da bunun bir göstergesidir. Son yıllarda çok sayıda açılmış bulunan
üniversite ve yüksek okulların eğitim imkanları ve öğretim elemanı konularındaki
halihazırdaki yetersizliklerinin gerekli kaynaklar sağlandığı takdirde kısa zamanda
giderilmesi mümkün olabilecektir. Halen çeşitli alanlarda üniversite eğitimi görmüş
ve işgücüne katılmış bulunan iyi eğitimli binlerce gencimiz iş bulamamakta ve
bunlar için yapılmış bulunan onca masraf boşa gitmektedir. Küreselleşmenin
getirdiği imkanlarla bu potansiyel kullanılabildiği takdirde, Türkiye’nin mal ve
hizmet üretiminde bir sıçrama yapması mümkündür. Ancak, her düzeydeki eğitim
programlarının hazırlanmasında yeni teknolojilere kolaylıkla uyum sağlayabilecek,
girişim ve yönetim reflekslerine sahip bireyler yetiştirilmesine öncelik vermek
gerekecektir. Bu sayede mukayeseli üstünlüğe sahip olduğumuz veya yeni
gireceğimiz alanlarda uluslararası piyasalarda rekabetçi bir konum edinmek mümkün
olabilecektir.

3. Bilgi birikimi:

Türkiye Cumhuriyetin ilk yıllarında yokluklar içerisinde başlattığı ve sermaye


birikiminin yetersiz olması nedeniyle zorunlu olarak devletçi bir anlayışla yürüttüğü
sanayileşme çabalarını 1980 li yılların başlarına kadar ithal ikameci bir yaklaşımla
sürdürmüştür. Bu çabalar esnasında edinilen imalat, yönetim ve pazarlamaya ilişkin
bilgiler, devamlı olarak, gerek girişimci, gerekse eleman transferi suretiyle özel
sektöre aktarılmıştır. Bu aktarma işlemi halen de devam etmektedir. Bu nedenle
Türkiye’de imalata yönelik işletmelerde, harekete geçirilebilmesi halinde üretimi
hızlı bir şekilde artıracak bir bilgi birikimi mevcuttur. Tekstilden, makina imalatına;
savunma sanayi alanlarından, elektronik kontrol ve haberleşmeye; otomotivden, gıda
sanayine bu birikimi gözlemek mümkündür. Aynı durum müteahhitlik hizmetlerinde
de gözlenmektedir. Karayolu ulaştırmacılığı konusundaki rekabetçi konumumuz
Avrupalı dostlarımızı endişelendirmektedir. Finans sektöründeki kriz şu anda bu
sektörü şoklara duyarlı hale getirmişse de, uluslararası bankacılık ve fon yöneticiliği
konularında çok iyi yetişmiş kadrolar mevcuttur. Bu kadrolar Türkiye’nin küresel
plandaki faaliyetlerinin finansman ayağının yönetiminde çok etkin roller oynamaya
hazırdırlar. İhracatçılarımız uluslararası pazarları iyi tanımakta ve en zorlu rakiplerle
yarışarak yeni pazarlara girebilmektedirler.
16

SONSÖZ

Çağdaşlık ancak içinde bulunduğumuz çağın trendlerini anlamak ve bunlara uygun


politikalar geliştirmekle mümkün olur

A.Osman IŞIK

You might also like