You are on page 1of 602

HALİÇ'TE YAŞAYAN

SİMONLAR

D ü n Devlet Bugün C e m a a t

H A N E F İ AVCI

ANGORA
İÇİNDEKİLER

1.Bölüm: DEVLET
N e d e n yazıyorum? 3
Simon 10
Haliç'te Yaşayanlar 18
Kitabın Dilindeki Sertlik 21
Köydeki Okul Yıllarım 22

MERSİN 27
Gülnar İlçe Emniyet Komiserliğim 27
Gençlik Parkı'ndaki Garsonlar İdeolojik Konularda
Benden Bilgiliydi 34
Mut İlçe Emniyet Komiserliğim..........................................................36
Pavyoncuların Şikâyetleri...................................................................40
İlçede İki Hükümet Tabibi ile Çalışma 45
İki Öğrencinin Vurulması 48
Mersin Merkezdeki Görevlerim 51
Mafyanın Gücü 52
Namık Astsubayın Mafyayla Kurtarılması 57
PKK'lılann Banka Soygunu 61
Acilciler Operasyonu 63
İhvancılar Operasyonu ve Halit Musto. 72
Telsiz Telefon Kullanan Fabrikatör Tutuklandı 79
Ehliyet Yolsuzluğu 81
Altın Kaçakçılığı Davası 83
Kaçakçılık Kültürü Atadan Gelir. 90

DİYARBAKIR 93
Güneydoğu'daki Güvenlik Kuvvetleri PKK'yı Bilmiyor 93
Küçük Ağa 94
PKK'nın Yakın Geleceği Neşet Çiçek...
Almanya Ziyareti
İki TİKKO'lunun Yakalanması
Burhan Nart Olayı
Aranan Üç Kişinin Yakalanması
Seren Operasyonu

lii
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

C e z a e v i n d e Tünel Bulunması ve Eğitimin Önemi 129


Diyarbakır'da İlk Teknikle Tanışmam 139
A B D Kimi Destekliyor? PKK'yı mı, Türkiye'yi mi? 155
Talabani'nin Türkiye Harekâtı 156

İSTANBUL 160
İstanbul'da Bilgisayar Sistemini Kurmam 160
İstanbul Operasyonları 174
C e m Ersever Olayı 186
Cihaz A l m a k İçin İsrail'e Gidişimiz 209
Dış Güçlerin Etkisi 213

ANKARA 215
PKK'ya Teknik Bilgiler Sızdı 215
Susurluk Olayı 217
Termal Kameralı Uçak A l ı m ı 225
A n t a l y a ' d a P K K Operasyonu 231
Devletin Güvenlik-Bütçe İlişkisi 235
K O M Dairesi'nde Yenilikler 237
Uzan Olayı 238
ÇEAŞ ve K e p e z Elektrik 242
Berke Barajı İnşası 244
Yapılanların Kısa Özeti 248
Neşter 2 Operasyonu 263
Kayseri Uyuşturucu Operasyonu 268
Lodur Operasyonu 272

EDİRNE .-277
Kapıkule Tahkikatı 277
Kapının Düzeni İçin Alınması Gereken İdari Tedbirler 298
Edirne Belediyesindeki Yolsuzluklar 302
Su Davası 309
Diğer Görevlerimiz 316
Şentürk Demir al ve Çanakkale'de Kayıp Bir Çocuğun
Bulunması Olayı 316
Kaçak Çay Operasyonu 326
Yolsuzluk Olmadan Türkiye'de Ekonomi Olmaz 329

ESKİŞEHİR 330
Terörde Bilimsel ve A k a d e m i k Araştırmanın Ö n e m i 330

iv
İçindekiler

Psikolojik Harekât: Halkı Birbirine Karşı Kullanmak 333


Kendi Halkım Yönlendirme Faaliyetleri 335
Ergenekon 338
Devlet N e d i r ? Yetkileri Ne Olmalı? 346
Bugün " B ö l g e " d e Kişilikli İnsan Yetiştiremeyiz! 352
Gelişmiş ve Geri Kalmış Ülkelerdeki Yapı:
Resmi ve Sivil Doku 356
Köleliğe İtiraz 357
Resmi Kurumlardaki Ast-Üst İlişkisi 359
Yanlış, A m a Sadece Yanlışla Kalsa! 363
Olayın Mağdurları: Bu Uygulamalara Tâbi Olanlar
Açısından Bakmak 368
Özgürlük ve Demokrasi: İki Sihirli Anahtar 368
Demokratik A ç ı l ı m 369
Sorunun A d ı PKK mı, Bölücülük mü, Yoksa
G ü n e y d o ğ u Sorunu mu? 373
Öcalan: H e r k e s e Mektup Yazdık 375
PKK Konusunda Kaçan Fırsatlar 376
Balkanlarda Benzer Durumlar 378
Yunan-Bulgar-Türk İlişkileri 379
N e d e n A B ' y e Girmeliyiz? 384
Bu Sistem, Fikri Olana Karşıdır 387
Komplo Teorileri 389

2. Bölüm: C E M A A T
Din ve İnanç Dünyam 397
Din ve İnanç Dünyamdaki Gelişmeler 397
28 Şubat D ö n e m i Yaşadıklarımız 407
Tutuklanmam ve Kısa Süren Hapis Hayatım 412
K O M Daire Başkanlığından A l ı n m a m 415
Sabri Uzun'un İstihbarat Daire Başkanlığından Alınması... 421
A h m e t İlhan Güler'in İstanbul İstihbarat
Şubesinden Alınması 427
İstihbarat ve K O M N e d e n Ele Geçirilmek İstenir? 433
Emin A s l a n Hakkındaki İftira 435
Emin Bey'e Kurulan Komplonun Başlangıcı 436
İki Emniyet G e n e l Müdür Yardımcısı Hakkındaki
İzmir Tahkikatı 465

v
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

Sakarya Tahkikatı 474


Genel Müdür Yardımcılarını Yiyen Yapı Ne Yapmak İstiyor? 479
Benim Hakkımdaki Çalışmalar 480
İhbar ve Şikâyetlerim 486
Danıştay Olayı 504
Erzincan Olayı 508
Erzincan Olayı ile İlgili Genel Bilgilerim 509
Alışılmadık Savcılar 521
Alışılmadık Polisler 525
İlk Yanlış İşlemler 527
Ergenekon Örgütü 531
Davada Yanlış Olan Birinci Konu 532
Davada Yanlış Olan İkinci Konu 538
Bazı Yerler N e d e n A r a n m a z ? 541
Ankara E m n i y e t Müdürleri Toplantısında İçişleri
Bakanı'ndan T a l e b i m 542
Bugüne Kadar Cemaat Tarafından Yapılan
Operasyonlar ve Çalışmalar 544
A s k e n B e l g e l e r Nasıl Değerlendirilmeli? 547
Türkiye'de Bazı Şeyler Birbirine Karışıyor 547
E M A S Y A Planları 548
Savaş Oyunları, Planları 550
Siyasi Hayata Müdahale. Darbe Hazırlıkları 551
Nasıl Yönetiliyor, Kimler Yönetiyor? 555
Cemaatin P r o p a g a n d a Araçları 565
Garip Bir K a s e t Olayı 566
Güncel İttihat ve Terakki 569
Bu Bölümü N i y e Y a z d ı m ? 569
Cemaati Y ö n e t e n l e r e 573
Bugün Yaşananları Nasıl Yorumlamalı? 575
Bütün Kurumlar ve Kişiler Kof mu? 578
Kanunsuz Dinlemeler 578
Devleti Kim Yönetiyor? 579
Ne Yapılabilir? 580
Ankara E m n i y e t Müdürünün Tutuklanması 586

Dizin 689

vi
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

HANEFİ AVCI

1956 yılında K a h r a m a n m a r a ş 'm Pazarcık ilçesinin Karabı-


yıklı k ö y ü n d e dünyaya gelen Hanefi Avcı, ö ğ r e n i m y a ş a m ı n a
d o ğ d u ğ u k ö y d e k i Karabıyıklı llkokulu'nda başladı. Ortaokulu
Gaziantep'teki Karşıyaka Ortaokulunda, liseyi ise Ankara'daki
Polis Kolejinde bitirdi. Ardından Polis Enstitüsünde eğitimine de­
v a m etti ve bilahare A n k a r a Üniversitesi H u k u k Fakültesi'nden
1980 yılında m e z u n oldu.

Polis A k a d e m i s i n d e n m e z u n olduğu 1976 yılından 1984 yı­


lına kadar M e r s i n ili Gülnar ve Mut ilçe Emniyet Komiserliği ve
Mersin T e r ö r l e M ü c a d e l e Şubesinde görev yaptı. 1984 yılında
G ü n e y d o ğ u ' d a artan terör olayları sonrası Diyarbakır İstihba­
rat Şubesine atandı. Burada 8 yıla yakın görev yaptıktan son­
ra 1992 yılında İstanbul İstihbarat Şube M ü d ü r l ü ğ ü görevine
atandı. 1996 yılındaki terfisi sonrası İstihbarat Daire Başkan
Yardımcılığı görevini yürüttü. Susurluk olayları sonrası T B M M
Araştırma K o m i s y o n u n d a Terörle Mücadele adı altında güven­
lik kuvvetleri içerisinde çeteler oluşturulduğunu ifade etmesi
üzerine h a k k ı n d a davalar açıldı. Tahkikatlara uğradı. B a s m a
yaptığı açıklamalar üzerine açığa alındı. Devletin gizli bilgilerini
temin e t m e k ve açıklamak suçlarından A n k a r a Devlet Güvenlik
M a h k e m e s i n c e tutuklandı 10 gün hapis yattı. Ardından berat
etti idare m a h k e m e s i kararı ile görevine d ö n d ü .

2003 yılına kadar geri hizmetlerde çalıştıktan sonra 2003


yılında E m n i y e t Genel M ü d ü r l ü ğ ü Kaçakçılık ve Organize Suç­
larla M ü c a d e l e Daire Başkanlığına atandı. B u r a d a yaptığı yol­
suzluk operasyonları hoşa gitmeyince 2005 yılında geçici ola­
rak, 2006 yılında ise asaleten Edirne İl E m n i y e t M ü d ü r l ü ğ ü n e
getirildi. Edirne Kapıkule h u d u t kapısında polis ve gümrükçü­
leri rüşvet alırken gizli kameraya kayıt ederek m a h k u m olma­
larım sağladı.

vii
Haliç'te Yaşayan Simonlar

18 Haziran 2009 tarihinde Resmî G a z e t e d e y a y ı m l a n a n or­


tak k a r a r n a m e ile Eskişehir İl Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü ' n e atandı.
H â l e n Birinci Sınıf E m n i y e t M ü d ü r ü olarak Eskişehir İl Emni­
yet M ü d ü r l ü ğ ü görevini sürdürmekte olan Hanefi Avcı, 2006
yılında T A S A M ' m Stratejik Vizyon Sahibi Bürokrat ö d ü l ü ' n ü
kazanmıştır. Avcı, E m n i y e t t e teknik-elektronik istihbaratın ku­
rucusu olarak bilinmektedir.

viii
1. Bölüm

DEVLET
1. Bölüm: Devlet

Neden Yazıyorum?
N e d e n y a z ı y o r u m ? Y a z m a k için k i m s e n i n bir sebebi olma­
malı. O k u m a k d ü n y a d a elzem olduğu halde, o k u m a y a n ülkem­
de y a z m a n ı n sebebi aranıyor, arıyoruz. İnsan kendine de soru­
yor: N e d e n y a z ı y o r u m ? Neden yazmalıyım?
Herkesin, bırakın kolayca, bin bir çabayla dahi gelemeyeceği
bir n o k t a d a y ı m . Sayısını bilemediğim kadar çok olay içerisinde
yer aldım, çok şey yaptım; ama yaptıklarımın bir kısmını yıktım
ve t a m a m ı n ı n yıkılması gerektiğine inanıyorum. Bu kitapla bir
kısmını d a h a y ı k m a y a çalışacağım. K e n d i m c e sağ görüşle, bazı
değerlerle, belirli bir vatan, millet, ülke ahlak anlayışını kap­
sayan inançlarla b ü y ü d ü m . Daha yücesine özenerek y a ş a d ı m
ama geçen z a m a n d a , yaşayarak g ö r d ü ğ ü m olaylar sonrasında
bu yüce değerlerin bir kısmını sorgulamaya başladım. Bunlar­
dan yalnız biri veya bir kısmı bile y a z m a m için yeterliydi.

Kaç y a ş ı n d a y ı m ? Yaştan kasıt ne? Eğer kastedilen d o ğ u m ­


dan itibaren geçen z a m a n ise nüfus kağıdımda yazan tarihe
göre 54 y a ş ı n d a y ı m ; biyolojik olarak sağlığım veya hissettiğim-
se 35-40; d u y g u d ü n y a m d a yaşadığım ve g ö r d ü ğ ü m olaylar,
aldığım dersler, çektiğim acılar ise o z a m a n kendimi 100-150
yaşında hissediyorum.

Hiçbir polis b e n i m kadar değişik olay yaşamamıştır. Ülke­


nin en g ü n e y i n d e n en doğusuna, oradan en batısına kadar her
yerinde g ö r e v y a p t ı m . 12 Eylül öncesi sağ-sol çatışmalarının
ülkeyi iç savaş aşamasına getirdiği olaylardan, 1984 sonrası
PKK'nın yarattığı G ü n e y d o ğ u katliamlarına; 19901ı yılların ba­
şında y e n i d e n hız kazanan (başta İstanbul olmak üzere) büyük
illerimizdeki suikastlara; siyaset ve terör olaylarına kadar t ü m
ideolojik çatışmaların soruşturulması safhasında yer aldım.

Büyük hayali ihracat şebekelerinden, büyük banka dolan­


dırıcılıklarına; ihalelere fesat karıştırma olaylarından, ulusla­
rarası u y u ş t u r u c u şebekelerinin soruşturulmasına kadar çok
geniş bir k r i m i n a l yelpazede çalıştım. Bu görevler esnasında so-

3
Haliç'te Yaşayan Simonlar

kakta adam da kovaladım, daire başkanı olarak ülke genelinde


ve hatta uluslararası alanda polis teşkilatları ve kuruluşlarıyla
işbirliği içinde p l a n l a m a da yaptım, m ü ş t e r e k operasyon icra­
sında da b u l u n d u m . Suçlu g ö r d ü ğ ü m kişilerle fiziken ve ruhen
mücadele e t m e k t e n , silahlı çatışmaya; en teknik cihaz ve sis­
temlerle onların karşılarına çıkmaya kadar her sahada ve her
türlü polisiye olayda yer aldım.
Sonra bir anda polislikten, devletin güvenlik gücü olmak­
tan, yani avcılıktan sistemin istemediği, yanlış bulduğu bir he­
def, bir av k o n u m u n a düştüm.
Bunlar da gerçek m a n a d a kendimi 100-150 yaşında hisset­
m e m e neden oldu.
Y a ş a d ı k l a r ı m d a n dolayı, sanki yüksek bir tepeden kendi sa­
h a m d a t ü m d ü n y a y ı seyreder gibiyim. K e n d i m i , herkesin geçe­
ceği yollardan çoktan geçmiş biri gibi hissediyorum. Şu tepenin
arkasında bulunanlar biraz sonra karşıdan gelecek olanlara
tuzak kurmuşlar, eyvah yine kan dökecekler, biri bunları uyar­
sa... Ben, " E y tuzak kuranlar değmez, y a p m a y ı n , düşmanlık
büyük hata, bu tuzağa kendiniz düşeceksiniz, y a p m a y ı n , etme­
yin!" d e m e k istiyorum.

B u l u n d u ğ u m noktaya nasıl geldim? Bu m u c i z e d e n öte bir


şeydi. Ne m u c i z e y l e ne de b e n i m çalışma ve gayretimle olacak
şey değildi; ne akıllı ne de cesur o l m a m yeterliydi. Belki mistik­
çe d ü ş ü n ü l ü n c e , akıl üstü bir irade buraya g e l m e m i istedi.
Bu noktaya gelişim fiziki bir m ü c a d e l e y l e olsaydı, derin va­
dilerden g e ç m i ş , aşılması imkânsız dağları aşmış, masallarda­
ki ejderhalarla kavga etmiş, hiç kimsenin bilmediği tehlikeler­
le boğuşmuş o l m a k gerekirdi. Fiziki tehlikeleri geçmek, kavga
etmek zor şeylerdi ama bunları gerçekleştirmek m ü m k ü n d ü ;
oysa insanın kendi ruh dünyasındaki kavgası, kendi içindeki
tehlikeli y o l c u l u ğ u çok daha zor, çok daha a m a n s ı z mücade­
le gerektiriyordu. Daha önemlisi sadece kavgayla ve akılla da
zihinde ve kişilikte bazı şeyleri a ş m a k m ü m k ü n olamıyordu,

4
1 Bolüm: Devlet

tüm bunlar yeterli değildi. İçte ve dışta milyonlarca, milyarlar­


ca tesadüfün art arda, sistemli, düzenli bir biçimde etrafımda
m e y d a n a g e l m e s i ve tüm r u h u m u , benliğimi etkileyerek beni
b u l u n d u ğ u m yere itmiş olması gerekirdi.
M a d e m k i herkesin kolayca gelemediği bu yere, mucize üstü
bir şekilde savrulmuştum, olan ve olacak birçok olayın perde
arkasını ç o k az da olsa görebiliyordum. O z a m a n arkadan ge­
lenlere söyleyecek sözüm olmalıydı; yaşadıklarımı, yollardaki
tehlikeleri, kendilerine kurulan tuzakları a n l a t m a m ve bunlar­
dan kurtulma yollarını, bildiklerimi s ö y l e m e m gerekiyordu.
Görev u ğ r u n a tüm yaptıklarımın doğru o l d u ğ u fikrini zih­
nimde yıktım. Bir z a m a n l a r y o k etmeye bütün gayretimle çalış­
tığım t ü m d ü ş m a n l a r ı m ı n , silaha ve şiddete sarılmayan halleri­
ni şimdi e l z e m g ö r ü y o r u m . Onları silaha ve şiddete itenin de as­
lında doğru o l d u ğ u n u zannettiğim değerler olduğunu anladım.
Bu öyle b ü y ü k bir şeydir ki; ne dağa, ne tepeye benzer. Ruh
dünyasında bu kadar büyük bir değişime d a y a n m a k m ü m k ü n
müdür? Karanlıktan aydınlığa, soğuktan sıcağa, inançsızlıktan
inanmaya gidiş gibi; birbirinin zıddına dönerek öncekinin tam
tersine yol a l m a k o kadar zor ki... Sözlerle tarif etmek, yaşama­
dan a n l a m a k m ü m k ü n değil.

H a y a t ı m boyunca, y a p m a m gereken işin gereği ne ise onu


yapmaya çalıştım. Ne para, ne m a k a m , ne de başka bir men­
faat, hiçbir z a m a n eylemlerime etken olmadı. Yaptığım işin ya­
pılmasının gerekliliği ö n e m taşıyordu. Bütün enerjimle, gayre­
timle, aklımla, yaptığım işe kilitleniyordum. Ne özel hayatım, ne
eğlencem ve m e r a k ı m , ne istirahatim vardı. Sabah uyanınca işe
başlar, y o r u l u n c a uyur, uyanınca tekrar hedefime yönelirdim.
Bir derviş edası, bir ideal tutkusu, bir iş sevdasıydı benimki.
Her iş tehlike, her iş riskti aynı z a m a n d a .

D ü n y a d a herkesin hayran olduğu, hakkında şiirler yazılan,


aşıklarının her tepesi için ayrı eser verdiği İstanbul'da dört koca
yıl çalışmış; her türlü lüks y a ş a m ı sağlayacak imkân ve konu-

5
Haliç'te Yaşayan Simonlar

ma sahip o l m a m a r a ğ m e n bir defa bile ne İstiklal Caddesi'nde


ne Bağdat C a d d e s i ' n d e g e z m e d i m . Bir defa bir gazinoya gitme­
dim, resmi m e c b u r i y e m e k l e r i n haricinde bir defa bile lüks de­
ğil, sıradan bir restorana gidip y e m e k y e m e d i m , bir arkadaşı­
mı y e m e ğ e g ö t ü r m e d i m . İş varken, ülke tehlikedeyken, y e m e ğ e
gidilir mi? H a y a t ı m b o y u n c a hiç 20 gün izin k u l l a n m a d ı m , hiç
k a m p a veya tatil anlayışı ile bir yere g i t m e d i m . Gitmeyi de uy­
gun görmez, gidenlere ise görevden kaçıyorlar diye kızardım. Bu
konudaki en b ü y ü k l ü k s ü m restoranlardan paket servis olarak
acılı, baharatlı y e m e k l e r getirtip, bu yemekleri şubenin m a k a m
odasında çalışma arkadaşlarımla birlikte yemekti. Arkadaşla­
rım beni, y a n ı m a gelene y e m e k ısmarlarken olsa olsa: "Tostun
neli olsun?" diye soran; şube çaycısının yaptığı tosttan başka
bir şeye z a m a n a y ı r a m a y a n biri olarak tanımlıyorlardı. Böyle
bir anlayış, çalışma ve inanç nasıl olabilirdi? A m a en mütevazı
haliyle b e n i m g e r ç e ğ i m buydu. İçimde k a y n a y a n iş ve çalışma
isteği ise b u n d a n öte bir şeydi.

Bu kadar çalışma ve gayret sonucunda elde ettiğim tecrü­


beyle olağanüstü eserler ortaya çıkmıştı. Daha iyisini, daha üs­
tününü, daha sihirlisini y a p m a k gerekiyordu; bir öncekinden
elde edilen bilgiler daha üstünün yapılmasını sağlıyordu ama
ben gerçek m a n a d a yaptıklarımızı asla yeterli g ö r m ü y o r d u m .
Kaçırdığımız fırsatlara, boş geçen z a m a n a ve karşımızdaki güç­
lerin gerçekleştirdiği en küçük bir olaya bile nasıl geçit verdi­
ğimize hayıflanarak yaptıklarımızı yetersiz b u l u y o r d u m . Daha
çok çalışmalıydık, daha çok gayret etmeliydik...

Herkesin beğendiği, hayran olduğu teknik ve elektronik araç­


lar ortaya çıkıyordu. Daha iyisi, daha üstünü derken sonunda
yaptığımızın ne d e m e k olduğunu, değerini, ancak kendimiz anla­
yacak hale gelmiştik. Sihirli teknolojiler, sihirli çözümler o kadar
olağanüstüydü ki anlatmak ve anlamak için kendimizden başka
kimseyi b u l a m a z olmuştuk. Bu hal aslında korkunç bir teknolo­
ji tapıcılığı haline gelmişti. Suçluları bulup ortaya çıkaran, yeni

6
1. Bölüm: Devlet

tasarladığımız sistemler çok değerliydi, uğruna her şey yapılma­


lıydı. Aslında bunlar bu ülke için gecikmiş araçlardı ve bunlara
yönelik çalışmaları sınırlayıcı hiçbir ölçü kabul etmiyorduk.
Sonunda, aslında sonunda değil daha başında, çabalarım
meyve vermişti, isteğim olmuş, m u c i z e gerçekleşmişti. Anlattık­
larımı anlayacak, ana planını k u r d u ğ u m kafamdaki sistemin
işleyişinde b a n a gerekli teknolojiyi sağlayacak insanla karşılaş­
mıştım. S i s t e m kurulmuş, az sayıda personel ve teçhizatla t ü m
illegal yapılarla mücadele edilir hale gelinmişti. İnanılmazlar
yapılabiliyordu artık, her şey ilim, akıl ve teknolojiyle oluyordu.
O güne k a d a r yapılanlara bakıldığında, m u c i z e ötesi şeylerin
gerçekleştiği görülebiliyordu

İllegal örgütler, casusluk şebekelerine tas çıkartacak gizli


y ö n t e m l e r ve yollar kullanıyorlardı. A m a ne yaparlarsa yapsın­
lar o l m u y o r d u . Onlar, adı sanı hiç bilinmeyen en gizli eleman­
larını gönderiyor, biz onları kısa sürede tespit edip etkisiz hale
getiriyorduk. Yurtdışında işleri y ö n e t e n Dev-Sol lideri Dursun
Karataş, aldığı her tedbire r a ğ m e n gönderdiği en gizli adamları­
nın hiçbir e y l e m y a p a m a d a n en kısa sürede yakalandığını gör­
düğünde, "Alnınıza Dev-Sol yazsak, polis sizi bu sürede bula -
m az, sız nasıl y a k a l a n ı y o r s u n u z ? " diyordu. G e r ç e k de böyleydi.
Eğer alınlarına kırmızı yazıyla Dev-Sol militanı, terörist yazsalar
o kadar kolay bulamazdık onları. Ama en gizli örgüt m e n s u b u
ne kadar yeraltında kalsa da kısa sürede yakalanıyordu, artık
m e y d a n h e r k e s i n kullanabileceği kadar boş değildi.

T ü m illegal yapılarla yıllarca m ü c a d e l e ettik. D a h a eyleme­


lerine b a ş l a m a d a n , en gizli saklı hücrelerinde onları tek tek ya­
kaladık. Asıl ö n e m l i olan, eylemcileri sadece teknik sistem ve
akıl üstünlüğüyle y e n m e k değildi. İşin kökenine i n m e k gerekti.
İnsanlar n e d e n bu yola girer, hayatlarını, varlıklarını, gelecek­
lerini neden tehlikeye atardı? Ne y a p m a k istiyorlardı, bunlar
deli miydi, bu k a d a r önemli olan sebepleri neydi diye sorgula­
maya başladım.

7
Haliç'te Yaşayan Simonlar . . ... . ... . .

Yıllar yılları kovaladı, olaylar olayları... Bir süre sonra, top­


lumsal y a ş a m için yıllarca d ü ş m a n g ö r d ü ğ ü m grup, d ü ş ü n c e
ve örgütlerin aslında sağlıklı bir demokrasinin o l m a z s a olmazı
olduklarını; m o d e r n bir t o p l u m için asıl tehlikenin, bunların
aksine her muhalefeti y o k e t m e y e o d a k l a n m ı ş olan b e n i m sa­
v u n d u ğ u m değerler o l d u ğ u n u anladım. B u n u n acısını derin­
den y a ş a d ı m . B u açıdan eskiden s a v u n d u ğ u m t ü m düşünceleri
d ü ş m a n g ö r m e k tarif edilmez bir duyguydu.

G e ç m i ş yıllardaki anlayışıma göre, bütün radikal muhalefeti


yok etmeli ve b u n u y a p a c a k sistemi kurmalıydım. Mesleğe yeni
başladığım M e r s i n ' d e görev y a p t ı ğ ı m yıllarda, b e n i m için siste­
min ve rejimin muhalifi olan; devleti, orduyu ve polisi eleştiren
herkes kötü niyetli, hain ve ajandı. T ü m solcular Rus ajanı ve
vatan haini idi, onlara en ağır ceza verilmeliydi. A m a duygu
d ü n y a m d a k i büyük değişimlerin olduğu, anlatılamaz şeylerin
r u h u m a çarptığı o çileli günlerim ve biraz da k a r ş ı m d a olan
insanlarla t e m a s ı m sonucunda, onların inançları uğruna kat­
landıkları kişisel fedakârlıklarını görerek d e m o k r a t i k muhalefe­
ti hoş g ö r m e y i ö ğ r e n m i ş t i m . B u n u n l a birlikte radikal olan, hele
eline silah alan ve şiddet kullanan herkes, her örgüt mutlaka
durdurulmalı, y o k edilmeliydi.

S o n u n d a tapacak kadar bağlandığım, yaratılması uğruna


bu kadar gayret gösterdiğim, her şeyimi v e r d i ğ i m değerlerin
yıkılması için gayret gösterdim, yıkılmasını istedim. Bu kadar
büyük bir d e ğ i ş i m , bu kadar büyük bir d ö n ü ş ü m m ü m k ü n
m ü y d ü ? Y a ş a m ı n gayesi vatan, millet, bayrak, ülke, Allah, din,
ahlak, k a n u n l a r değil miydi? Bunlar o kadar önemliydi ki uğ­
runda binlerce insan ölmüştü, gerekirse daha binlercesi ölme­
liydi. Asla bu kutsal değerler ihlal edilmemeli, hiç kimse bu
değerleri kirletmemeli, bunlara karşı gelenler bertaraf edilme­
liydi. B u g ü n hâlâ bu düşünceleri savunanlardan o z a m a n bir
tek farkla ayrılıyordum; ben her şeyin meşru, aleni ve herkesin
h u z u r u n d a olması gerektiğini d ü ş ü n ü y o r d u m ; Susurlukçula-

8
1. Bölüm: Devlet

rın yaptığı gibi gizli, kaçak değil. Sağ düşünce ülkenin iyiliği,
güzelliği ve t ü m yüce değerler için vardı; sol düşünce ise k o m ü ­
nizm, inançsızlık, S S C B demekti; mutlaka y o k edilmeliydi. Dev­
leti eleştirene m a n i olunmalı, durdurulmalıydı. Ecevit nasıl sol,
ortanın solu diyerek, binlerce şehit verilerek kurulan bu devleti
eleştirebilirdi? Nasıl S o v y e t l e r i n rengine benzer sol, sosyalist
anlayışı savunabilirdi, buna niye m ü s a a d e ediliyordu?

Yıllar, yıllar sonra şu sonuca vardım: İnsanların eylemlerini


kafalarındaki fikirleri; fikirlerini ise inanç ve düşünce sistemle­
ri, dolayısıyla d o g m a t i k olarak kutsal kabul ettikleri ve hayatla­
rının anlamı olan ve uğrunda ö l ü m ü göz aldıkları y ü c e değerler
belirliyorsa; bu ülkede bunca olumsuzluk varsa ve yıllardan beri
d e v a m ediyorsa, her şey kötü ve yanlış ise, bunun sebebi ufak
tefek şeyler ve kişilerin hatası olamazdı. Hata, t ü m eylemleri­
mizi yönlendiren, anlamlandıran fikir ve düşünce sistemimizin
kaynağı olan d o g m a t i k inançlarımız ve kutsallarımızdaydı. Yani
bizim yücelttiğimiz, uğruna her şeyi feda ettiğimiz, canımızdan
çok sevdiğimiz, varlığımızın sebebi, k e n d i m i z olmamızı sağla­
yan, bizi başkasından farklı kılan, bize ruh veren, başka ırk ve
millet o l m a m ı z ı sağlayan değerlerde sorun vardı. Yoksa bunca
hata, bunca anormallik niye olsundu ki?

İşte bu en büyük değerleri eleştirmek, bunca yıl inandı­


ğımız, bizi biz y a p a n şeylere yanlış d e m e k hiç kolay değildi.
Ruhsuz insan olmak, motorsuz araç o l m a k gibi bir şeydi. T ü r k
milliyetçiliğinin, T ü r k gelenek ve ahlak anlayışının, kanunla­
rımızın, hatta dinin, bu ülkedeki uygulanış biçimi yanlıştı; en
azından z a m a n a ve şartlara uygun değildi. Yoksa ülkemiz bu
halde olur m u y d u , dünya ile yarışta bu kadar geri kalır mıydı?
Terör 40 yıldır d e v a m eder miydi? Bu kadar yolsuzluğun ülkede
kabul görmesi, kimsenin bunlardan rahatsız olmaması, hatta
yapılanları olağan bulması m ü m k ü n m ü y d ü ?

Başta fark e d e m e s e m de y a ş a d ı ğ ı m her olaydan bir emare


alarak 32 yılın sonunda; çok samimi olarak inandığım, hiçbir

9
Haliç'te Yaşayan Simonlar

karşılık b a k l e m e k s i z i n uğruna gece gündüz çalıştığım, varlık


sebebi g ö r d ü ğ ü m değerlerin, ihtiyaca cevap vermediğini, hat­
ta t ü m sorunlarımızın kaynağı o l d u ğ u n u anladım. Bu gerçeği
k a b u l l e n e m e m e n i n , k e n d i m e bile itiraf e d e m e m e n i n , öldürücü
tesirini y a ş a d ı m .
Yanlışı ayıklayıp doğruyu b u l m a k istiyorum. Hiçbir önyar­
gı taşımadan, neyin yanlış neyin doğru olduğunu söylemeden;
yanlışla d o ğ r u y u b u l m a n ı n yöntemini, bunu anlamanın şeklini
s u n m a k istiyorum. Bir ölçü, bir terazi olacak; yanlışla doğruyu
anlamaya y a r a y a c a k mikyaslar, değerler, fikri teraziler yarat­
m a k istiyorum.
32 yıllık meslek hayatımın her olayı, her konusu bir kitaba,
bir filme konu olacakken, t ü m yaşadıklarımı ve hayatımı bir ki­
taba s ı ğ d ı r m a m m ü m k ü n değil. Bu nedenle iddialarımın ispatı,
vardığım neticelerin anlaşılması ve düz fikirlerin hazmedilebilir
kaplarda sunulması için sadece beni etkileyen, fikir dünyamı
değiştiren, yukarıdaki çerçeve ile sınırlı konularda yaşadıkları­
mı kısaca anlatıp vardığım neticeleri özetleyeceğim.

Simon
İnançları ve idealleri uğruna çalışan, bu uğurda fedakârlık
gösteren, her şeylerini bırakıp illegal örgüt m e n s u b u olan in­
sanlara eskiden beri aşın saygı duyardım. Bu insanlara karşı
m ü c a d e l e veriyor, ama aynı z a m a n d a onların çok idealist ol­
duklarım, bir inanç uğruna çalışmalarının, fedakârlıklarının
çok değerli o l d u ğ u n u ve bu işlere büyük oranda kendi özgür
iradeleri ile girdiklerini düşünerek onlara saygı d u y u y o r d u m .
Başka insanlara zarar v e r m e d e n , doğru bir amaç, fikir ve ideal
u ğ r u n a bu k a d a r fedakârlık y a p a b i l m e , böyle bir anlayışı be­
nimseyen siyasi veya sosyal yapının içerisinde bulunma, böyle
insanlarla dost ve arkadaş olma ö z l e m i m i hep taşıdım. İllegal
örgüt mensupları kadar değil ama onların onda, hatta y ü z d e
biri kadar idealist arkadaşlar b u l d u ğ u m u zannettiğim her kad-

10
. 1. Bolum: Devlet

rodan ayrıldıktan sonra, arkadaşlarımın m a k a m ve mevki gibi


basit çıkarlar u ğ r u n a birbirlerini kırdıklarını, kutuplaştıklarını
görünce ü z ü l d ü m , galiba n o r m a l şartlarda böyle bir ortamı ya­
kalamak m ü m k ü n olmuyor.
Benim özendiğim illegal örgüt mensuplarının eylem ve faa­
liyetleri değil, dünyanın maddi nimetlerini bir kenara iterek bir
fıkir-ideal uğruna yaptıkları fedakârlıklardı. Hatta özenerek, on­
ların yerinde olmayı bile düşünmüşümdür. Hayatın asıl manası­
nın, varlık sebebimizin, manevi varlığımız olan fikir ve düşüncele­
rimiz doğrultusunda çalışmak, bu uğurda mücadele etmek oldu­
ğunu, insanların inançları uğruna ölürken bile maddi zenginlik
için yaşayanlardan daha mutlu olduklarını düşünmüşümdür.
Ne de olsa çevremde g ö r d ü ğ ü m devlet memurları üç beş ku­
ruş rüşvet a l m a k için haksız ve hukuksuz davranışlara girişip
vicdanlarını satarken; her şeyi para için y a p a n a m a kendilerini
vatansever olarak tanıtan mafya m e n s u b u organize suç şebe­
keleri birkaç kuruş için namuslarını ayaklar altına alarak cana
kıyıp insanlara eziyet ederken; ülkenin ve b e n i m d ü ş m a n ı m
olduklarını d ü ş ü n e r e k karşı o l d u ğ u m illegal örgüt mensupları
kendi idealleri uğruna her fedakârlığı yapıyordu. Banka soyu­
yor ama beş kuruşunu almak akıllarına gelmiyordu. Bizimkiler
aleyhte yalan yanlış hikâyeler uydurarak birbirini ispiyonlarken,
onlar yakalanıyor ama arkadaşlarını ele v e r m e m e k için her tür­
lü zorluğa katlanıyorlardı. Bu ve benzeri karşılaştırmalar, inanç
ve ideallerini hiçbir z a m a n kabul etmemekle beraber, içimde il­
legal örgüt mensuplarına karşı hayranlık uyandırıyordu.

Ancak yaşadığım bir olay, o alemin, o dünyanın da göründü­


ğü kadar idealist olmadığını, bu insanların özgür iradeleriyle her
türlü yanlışa değil yalnızca onlara hedef gösterilen belli kötülük
ve yanlışlıklara karşı olduklarını anlamamı sağladı. Bu insanla­
rın kendi inanç ve idealleri yanında kendilerine sürekli empoze
edilen propagandaları doğru zannederek, bu uğurda mücadele
ettiklerini, asıl gerçeklerin farkında olmadıklarını g ö r d ü m . Do-

11
Haliç'te Yaşayan Simonlar

layısıyla bu tip insanları ideal ize e t m e m i n yanlışlığını g ö r m e m ,


belki de onlara olan saygımın azalmasına sebep oldu.
Diyarbakır'da görev yaptığım d ö n e m d e (1984-1992) P K K ' n ı n
şehir hücreleri, şehir faaliyetleri yeni yeni artmaya başlamıştı.
PKK merkezi, kırsal alana destek çıkılması amacıyla, devletin
kırsaldaki askeri baskının hafifletilmesi için, şehir eylemlerinin
başlatılması talimatını vermişti.
Böylece P K K ' n m şehirdeki faaliyetlerini izlemeye ve kırsal sa­
hada faaliyet gösteren militanları tespit edip y a k a l a m a y a yönelik
çalışmalarımız başladı. Kısa sürede Halide k o d adlı eski bir ka­
dın militanın Diyarbakır bölgesini örgütlemek ve buraları orga­
nize etmek üzere görevlendirildiğini tespit etmiştik. Bir müddet
sonra, geçmiş d ö n e m d e faaliyet göstermiş ve P K K mensuplarını
iyi tanıyan insanlar sayesinde, Halide'nin gerçek kimliğinin tüm
aile üyeleri P K K taraftarı olan. 1975 yılından beri P K K safların­
da faaliyet gösteren, 1980 dönemi öncesi militanlarından Güler
Çelik o l d u ğ u n u tespit ettik. Elazığlı olan Çelik ailesinin h e m e n
hemen tüm fertleri geçmiş yıllardan beri örgüt içinde faaliyet
göstermiş, örgüte önemli destekler vermişti. Ailenin 3-4 ferdi,
12 Eylül d ö n e m i öncesinden beri örgütün ileri kadrolarında yer
almıştı. İşte Güler de örgütün eski kadrosundandı ve uzun süre
cezaevinde y a t m ı ş , cezaevinden çıktıktan sonra örgüt kampına,
Beka'ya gitmiş, burada uzun süre kaldıktan sonra grupları tek­
rar örgütlemek üzere Türkiye'ye gönderilmişti. Biz Güler'in faa­
liyetlerini takip ediyor, onun ilişki ve irtibatlarını biliyor, ancak
olayın olgunlaşması, örgütün tüm hücrelerinin ortaya çıkması
için bekliyorduk. Bu arada önemli bir gelişme oldu. Umulma­
dık bir şekilde kırsal alanda bir kuryenin varlığını tespit ettik.
Kuryenin mektuplarını ele geçirdiğimizde, bahar atılımı dolayı­
sıyla Lübnan-Beka'daki kamplarda bulunan P K K militanlarının
bölgelerine gönderilmek üzere sınırdan geçtiklerini, bu arada
Diyarbakır-Elazığ civarında faaliyet göstermek üzere gönderilen
bir grup militanın Mardin bölgesinde çatışmaya girmesi üzerine

12
1. Bölüm: Devlet

grubun ikiye bölündüğünü, yurtdışından gelmiş olan lider kad­


rodaki bir g r u p militanın Mardin'de sıkışıp Diyarbakır-Genç böl­
gesine geçemediklerini öğrendik. Bölgeye geçebilmek için kurye­
lerle haber göndererek kendilerini alabilecek bir kılavuz-kurye
sisteminin kurulmasını istiyorlardı.
Bu gruplarla b u l u ş m a k üzere Diyarbakır merkeze gelen kur­
yeyi yakaladık. Üzerindeki gizli nottan, Mardin kırsalında kendi
gruplarından k o p a n ve yolu bulamadıkları için dağa g e l e m e y e n
iki militanın Diyarbakır şehir merkezinde o l d u ğ u n u anladık ve
kuryenin y e r i n e geçirdiğimiz eski bir itirafçıyı b u l u ş m a y a gön­
derdik. Gelen kişilerin d u r u m u n d a n önemli kişiler o l d u ğ u n u n
anlaşılmasıyla da yakalamayı gerçekleştirdik. Mardin kırsaldan
k o p m u ş iki ö n e m l i militanı Diyarbakır m e r k e z d e yakaladık.

İlginç bir d u r u m ortaya çıkmıştı. D a h a ö n c e yakaladığımız


başka militanların ifadelerinden ve onlardan ele geçirdiğimiz
d o k ü m a n l a r d a n anlaşıldığı üzere, yakaladığımız militanlardan
biri Beka k a m p ı n d a k a m p komutanlığının yanı sıra, k a m p t a
suç işleyen kişilerin yargılandığı, kendi deyimleriyle "devrim
m a h k e m e l e r i n i n " başkanlığını da y a p a n , S i m o n kod adlı biriy­
di. Simon'un gerçek adı Yılmaz Çelik'ti. Yani Diyarbakır şehir
örgütünün lideri olan Güler Çelik'in erkek kardeşi. Avrupa'da
uzun süre kalmış, orada faaliyet göstermiş, bir ara örgüt ta­
rafından G ü n e y Afrika'ya bile gönderilmişti. Avrupa'dan Beka
k a m p ı n a g e l m i ş , kampta uzun süre bulunmuş, bu d ö n e m içe­
risinde de d e v r i m m a h k e m e s i başkanlığı yapmıştı.

Aslında P K K kamplarındaki militanların k a m p hayatı, ya­


sam tarzları, yetiştirilme biçimi, orada nelerin suç olduğu gibi
konular başlı başına bir kitaba, belki de birden fazla kitaba
konu olacak nitelikte ve orijinalliktedir. Eğer bir gün biri, hele
de orada y a ş a y a n biri çıkıp o günkü k a m p hayatım, o orta­
mı, kuralları, orada suç ve cezanın ne olduğunu, sistemin nasıl
çalıştığını yazarsa, ben veya benim gibi oradaki hayatı biraz
bilen birkaç kişi dışında kimsenin okuduklarına inanacağını

13
Haliç'te Yaşayan Simonlar

z a n n e t m i y o r u m . Bu k a m p l a r tarif edilemez, oranın bu d ü n y a d a


olduğuna ve o r a d a yaşananların gerçekten y a ş a n m ı ş olduğuna
i n a n m a k m ü m k ü n değil.
Zaten P K K gerçeği buradadır, bizim g ö r d ü ğ ü m ü z savaşan,
pusu kurup katliam yapan, inanılmaz olayların faili militanlar
bu gerçeğin b i z e y a n s ı y a n neticeleridir. Asıl gerçek, asıl anla­
şılması gereken ise o kamptaki insan, hava, y a ş a m , eğitim, de­
ğerler sistemi, y a n i o kampın kendisidir. Orası insan ruhunun
ve kişiliğinin değiştirilmesi k o n u s u n d a Dr. Moro'nun Adası adlı
kitapta anlatılanların on katı oranında netice elde etmiş gerçek
bir psikoloji laboratuvarıdır. Orası dehşet bir yerdir, orayı anla­
mak öyle kolay değildir.
P K K kamplarında bulunan militanlar inanılmaz bir yönlen­
dirmeye tâbi tutuluyor ve inanılmaz bir inanç keskinliği içinde
yetiştiriliyorlardı. Orada örgütün isteği dışındaki en ufak bir fa­
aliyet ciddi suç olarak yargılanıp değerlendiriliyordu. Kampta
bulunan bir militan, eğer, "Ben bir yıl önce İstanbul'da şöyle
gezmiştim, kız arkadaşımla beraber deniz kenarında dolaşmış­
tım..." şeklinde konuşursa, en hafifıyle bu kişinin cezası idamdı.
Militanların kafasını karıştırarak onları devrimcilikten ve savaş­
tan soğutmak gibi bir suçla yargılanıyorlardı. Bu sözü söyleyen,
dünyanın en adi yaratığı gibi oradaki topluluk tarafından dışla­
nır, horlanır ve tecrit edilirdi. Hatta bu tür suçlar için o zamanlar
PKK liderinin tanımladığı bir ad vardı: objektif ajanlık: burada
Türkiye Cumhuriyeti devletine ajanlık yaparak bilgi vermemekle
birlikte kişinin örgüte verdiği zarar aynı düzeydedir. Dolayısıyla
bu kişiler ajan olmasalar da gerçek bir ajan rolü oynadığından,
onların yaptığına objektif ajanlık deniyordu.

Yüzlerce insanın bu suçlardan kurşuna dizildiği


ğü bir realitedir. Eğer bir gün P K K ' n m Bekaa Vadisi'n|
sun K o r k m a z Akademisi ismini verdiği gerilla k a m
kazılırsa, örgüt tarafından kurşuna dizilmiş y ü z l e r e
daha fazla sayıda P K K militanının kemikleri çıkarılac

14
1. Bölüm: Devlet

A l m a n l a r ı n , 1984-1986 yıllarında A l m a n y a d a P K K ' y a yöne­


lik yaptığı o p e r a s y o n d a örgütle ilgili çok önemli belgelerin ya­
nında Bekaa'da yargılanan ve suçlu bulunan militanların zılgıt
eşliğindeki sevinç gösterilerinin, halaylarla gerçekleştirilen ve
seyredenlerin kanını d o n d u r a n infaz görüntülerinin bulundu­
ğ u n u biliyorum.
İşte o r a d a bu tür suçlar işleyen, P K K çizgisine u y m a y a n in­
sanlar platform denen ve kamptaki tüm militanların bulundu­
ğu topluluk ö n ü n e çıkarılıyor, orada bir m a h k e m e kuruluyor,
m a h k e m e y a r g ı l a m a y a başladığı z a m a n , k a m p t a bulunan her­
kesten bu kişi hakkında suçlamalar isteniyordu. Herkes ayağa
kalkarak bu kişinin suçlarını sayıyor, o n u n hakkında iddialar­
da b u l u n u y o r d u . Tabii bu öyle bir yarıştı ki eğer bir kişi plat­
forma çıkarılıp y a r g ı l a n m a y a başlanmışsa. bu. kişiye ne kadar
büyük suçlar isnat edebilirse o kadar iyi olacağı düşünülerek
herkes y a r g ı l a n a n kişinin suçlarını saymakta birbiriyle yarışa
giriyordu. İşte bu m a h k e m e n i n bir d ö n e m başkanlığını y a p a n
kişi, S i m o n k o d adıyla bilinen ve bizim kimliğini ç ö z d ü ğ ü m ü z
Yılmaz Çelık'ti. Bu kişi, orada b u l u n d u ğ u d ö n e m d e , birçok kişi­
nin yargılanması sırasında m a h k e m e başkanlığı y a p m ı ş , birçok
kişi i d a m edilmiş veya verilen idam kararları bilahare örgüt ta­
rafından y u m u ş a t ı l a r a k uygulanmıştı.

Bu yargılamaları, o tarihlerde fiilen kampta bulunmuş,


daha sonra gelip teslim olan insanlardan çok dinlemiştim. Ay­
rıca y a k a l a n a n kişilerin üzerinden çıkan d o k ü m a n l a r d a n bu
m a h k e m e l e r h a k k ı n d a epeyce bilgi sahibi olmuştuk.
Yılmaz Çelik'in kampta komutanlık yaptığı dönemde, kız kar­
deşi Güler Çelik de kampta bulunmuş ve bir d ö n e m m a h k e m e ta­
rafından yargılanmıştı. Güler'e isnat edilen suç ise "baygın baygın
bakmak suretiyle erkek kadroların kafasını karıştırmak, devrim­
cilikten soğutmaktı." Bundan dolayı Güler Çelik idama m a h k u m
olmuştu, a m a sonra Öcalan tarafından galiba partinin kuruluş
yıldönümü nedeniyle affedilip tekrar görevlere gönderilmişti.

15
Haliç'te Yaşayan Simonlar

İşte biz bu o l a y d a n ayrıntılarıyla haberdardık. T a k i p ettiği­


miz şehir faaliyetlerinde G ü l e r Çelik'in ekibi her gün biraz daha
genişliyordu, d a h a fazla b ü y ü m e d e n bu o p e r a s y o n u başlatma­
ya karar verdik.
Planımızı yaptık Güler Çelik ve onunla irtibatlı olan kişileri
gözaltına aldık. Tahkikatı y a p a r k e n bu iki kardeşi de z a m a n
z a m a n bir a r a y a getirdik ve orada, kafama takılan önemli bir
şeyi Yılmaz'a s o r m a k istedim
Yılmaz Çelik ilk çatışmada örgütten kopmuştu ama aslında
(bana göre inancı gereği) örgüt ideolojisi gereği tekrar örgüte katıl­
mak ve savaşmak istiyordu, inançlıydı. Ona dedim ki: "Yakalan-
maşıydın tekrar kırsala çıkıp savaşa katılacaktın. Eminim ki dağ­
da ölebileceğini tahmin ediyorsun. Kendi inançların doğrultusun­
da bu bölgedeki insanların haklarım, özgürlüklerini kendince sa­
v u n m a k ve onlara yönelik haksız olarak nitelediğin uygulamalara
karşı durmak adına buraya geliyorsun. Burada samimi olarak
savaşacaksın, bu konuda samimiyetinden asla şüphem de yok,
doğru bildiğin için yapıyorsun. Kampta bulunduğunuz dönemde
k a m p komutanı olarak sen olayı en iyi bilen insansın. Güler Çelik
senin kardeşin. Kardeş olmayı da bir kenara bırakırsan, iyi bir
yoldaşlık ilişkisi içerisinde, h e m örgüt mensubu olarak hem de
kardeşi olarak devrimciliğini çok eskiden beri biliyorsun. Güler
gerçekten kampta isnat edilen suçu işlemiş miydi?"

"Kesinlikle Güler Çelik öyle bir suç işlememişti, asla böyle


bir tavrı yoktu. Ben bunu kardeşim olduğu için değil yoldaşlı­
ğına inandığım için söylüyorum." dedi. İnsanlar kabullenmek­
te zorlanabilirler ama illegal örgütlerde akrabalık, arkadaşlık,
dostluk, hatta anne-babalık gibi insanlar arasındaki yakınlık
bağlan feodal ilişki olarak tanımlanır. Bu tür ilişkilere değer
vermek, iyi k a r ş ı l a n m a z ve aşağılanır. B u n u n yerine örgütlerde
aynı inanca sahip olmak, yoldaşlık ve devrimcilik yeni bir ya­
kınlık bağı olarak kabul edilir. Zaten örgütler insanların değer
yargılarını bu kadar değiştirerek insanlarda yeni bir kişilik ve

16
1. Bölüm: Devlet

yeni bir değerler sistemi yarattıkları için onlara istedikleri şekil­


de hükmedebilir, aksi takdirde kişiler bu değerleri benimseyip
kişilik d ö n ü ş ü m ü n e u ğ r a m a d a n eylemleri gerçekleştiremez.
"Peki o z a m a n sen kardeşin, daha ilerisinde heval/yoldaş
olarak bildiğin Güler Çelik'in bir örgüt mensubu olarak bu suçu
işlemediğine inandığın halde neden m a h k e m e başkanı olarak
orada açık bir tavır koyup kardeşini veya hevalini savunmadın.
İdama m a h k u m edildiği halde buna karşı koymadın. Halbuki ta­
nımadığın insanların hakkını korumak için çatışmayı, ölmeyi ve
öldürmeyi göze alıyorsun, burada güvenlik kuvvetleriyle, asker­
le, polisle hiç tereddütsüz çatışıyorsun. A m a başka bir noktada
haklı bildiğin bir kişinin hakkını korumak, bir haksızlığa karşı
durmak için en ufak bir tavır gösteremiyorsun. Eğer insanlar
hak, hukuk, adalet ve eşitlik gibi değerler uğruna, doğru bildik­
leri inançları ve idealleri uğruna fedakarlık yapıyor, çatışıyor ve
ölüyor ise senin de orada haklının yanında tavrını göstermen
gerekirdi. D e m e k ki senin hakkı hukuku savunma noktasındaki
tavrın her z a m a n aynı değil; sana örgütün e m p o z e ettiği konu­
lardaki haksızlıklara karşı savaşıyorsun, a m a başka bir nokta­
da, başka bir haksızlığa karşı duramıyorsun," dediğimde verdiği
cevap beni tatmin etmemişti.

İşte o z a m a n a kadar devrimcilerin inanç ve idealleri uğruna


savaşan insanlar olduğu y ö n ü n d e kafamda k u r d u ğ u m imaj ve
onlara d u y d u ğ u m saygı yıkıldı. D e m e k ki onların gerçek bir doğ­
rusu yoktu; gerçek idealler ve inançlar u ğ r u n a savaşmıyorlar­
dı. Onlara e m p o z e edilmiş, belki de binlerce kez tekrar edilerek
beyinlerine işlenmiş örgüt gerçekleri uğruna savaşıyorlardı; bu
gerçekler uğruna fedakarlık yapıp, ö l ü m ü göze alıyorlar bunun
dışındaki haksızlıklara ses çıkarmıyorlardı.

Sağcı-solcu, laik-anti laik, demokrat-darbeci, A veya B par­


tisi gibi k a m p l a r a ayrıldığımızda hep kendi tarafımız haklı, kar­
şı taraf yanlıştı; karşı d u r m a cesaretimiz, yalnızca g r u b u m u z u n
karşı olduğu kişi ve fikirlere yönelikti.

17
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Sonra k e n d i m i z e baktım, biz de öyle değil miydik? Kendi


teşkilat m e n s u p l a r ı m ı z ı n suçlarını gizlemeye çalışıyorduk ama
vatandaşın işlediği suçlara en ufak hoşgörüde b u l u n m u y o r d u k .
Vatandaşa kötü m u a m e l e eden, darp ve işkence eden, görevini
kötüye kullanan, rüşvet yiyen meslektaşlarımızı yakalayıp suç­
larını ortaya ç ı k a r m a k konusunda ne kadar gayretliydik?
Susurluk da bu anlayışın daha büyük çapta bir tezahürü
değil miydi? Ö l ç ü , suç işleyen herkesin yargılanması ve ihlal
ettiği kural için yasalar çerçevesinde gerekli ceza ile cezalan-
dırılmasıydı. O y s a a d a m öldürenler, yaralayanlar eğer sıradan
insanlarsa veya bir örgüt m e n s u b u ise bu kural işletiliyordu,
bunun dışında devlet görevlileri bazı kişileri kaçırır, infaz eder­
se bu kişiler y a k a l a n m ı y o r d u .

Bu d u r u m u birçok olayda görmek m ü m k ü n d ü ; bizler de her


suçu değil, yalnızca bize öğretilen ve e m p o z e edilen hususları
suç görüyor, bizim tarafımızda olan kişilerin kusurlarım suç
olarak nitelendirmiyorduk.
Bu duruma, bu tip davranışlara "Simonlaşmak" adını ver­
dim.
İşte bu d u r u m u düşündükten sonra kendime söz verdim;
ben Simon gibi olmayacaktım, ben Simonlaşmayacaktım Yan
lışı kim yaparsa yapsın karşı çıkacaktım; suç işleyenler kendi
tarafımdan insanlar, kendi arkadaşlarım bile olsa veya ne kadar
güçlü olursa olsun, bedeli ne olursa olsun karşı duracaktım...
Aslında Simonlar her yerde, her örgütte var; insana değer ver­
meyen, özgürlüğü önemsemeyen, itaat kültürünün hâkim oldu­
ğu, grup menfaati için itaatin istendiği her yerde Simonlar var.

Haliç'te Yaşayanlar
İstanbul'da görev yaptığım 1992-1996 yılları arasında görev
yerim Gayrettepe'deydi, evimiz ise Ataköy'de. H e r gün akşam
geç saatte özellikle saat 23.00 sularında Gayrettepe'den çıkıp
evimize giderken Haliç'ten geçiyorduk. Haliç o z a m a n l a r inanıl-

18
1. Bölüm: Devlet

m az kötü k o k u y o r d u , tam olarak lağım kokusu duyuluyordu


ve ben bu k o k u y a d a y a n a m ı y o r d u m . Arabanın bütün camları­
nı k a p a t ı y o r d u m . Koku gelmesin diye b u r n u m u parmaklarımla
k a p a t m a m a r a ğ m e n Haliç'ten gelen hafif bir koku bile m i d e m i
bulandırmaya yetiyordu. Haliç'ten geçmek benim için bir ölüm­
dü, daha y a k l a ş m a d a n Ok M e y d a n ı ' n d a b u r n u m u k a p a t m a m
gerekiyordu, fa ki tüneli geçinceye kadar. Fakat Halic'in etra­
fında y a ş a y a n insanlara bakıyordum; onlar parklarda geziyor,
y e m e k yiyor, hatta bir kısmı piknik yapıyordu, bu kötü koku­
dan sanki hiç rahatsız değillerdi. Bu durum bana çok tuhaf gel­
mişti. D e m e k ki, kötü bir ortamda bulunan insanlar bir m ü d d e t
sonra oraya u y u m sağlayıp alışıyorlar ve bu ortamın çirkinliğini
göremiyorlardı. Ne kadar kötü ve sağlıksız bir ortamda bulunu­
lursa b u l u n u l s u n bir süre sonra, kişinin bünyesi bu d u r u m a
uyum sağlayarak kötülüğün farkına v a r a m ı y o r d u .

Bir an için d ü ş ü n d ü m . İnsanın içinde b u l u n d u ğ u koşullara


gösterdiği u y u m , pis kokan bir ortama bile uzun süre kalın­
ca alışması, b u n u kabullenmesi sadece fiziki ortamla mı ilgi­
liydi? Y o k s a düşünceler, sosyal davranışlar, etik kurallar gibi
toplumsal hayatı etkileyen unsurlar için de geçerli miydi? Aynı
şekilde o r t a m a u y u m sağlama anlayışını toplumsal hayatın bü­
tün alanlarına yansıtarak, içinde yaşadığımız çok kötü ortamı
bile normalleştirmiştik, dolayısıyla hiçbir rahatsızlık d u y m a d a n
yaşıyorduk.

İnsanlar u z u n süre kaldıkları ortamda yanlışlıklara, hata­


lara, ve b ü t ü n anormalliklere alışıyor, u y u m sağlıyor. T ü r k i y e
için de aynı şey söz konusu. Hürriyetlerin kısıtlandığı, baskı­
nın h â k i m olduğu, yanlış ve mantığa uygun olmayan bir T ü r k
idari sistemi, T ü r k toplum yapısı ve özellikle kirli, y o z l a ş m ı ş
bir k a m u sistemi içerisinde u z u n süre kalan ve bu atmosferi
teneffüs e d e n insanlar, bizler hepimiz, bu ortamın kötülüğünü,
pisliğini artık algılayamıyoruz. Bu d u r u m bizi rahatsız etmiyor.
Haliç'teki pis kokuya r a ğ m e n piknik havası içinde yiyip içip oy-

1.9
Haliç'te Yaşayan Simonlar

nayanlar gibi, biz de bu pis ortama en ufak tepki koyamıyoruz;


halbuki dışarıdan bakıldığında bu d u r u m dayanılacak ve kabul
edilecek gibi değil.
Herkes biliyor ki bu ülkedeki ihaleler büyük o r a n d a hileli.
Bu ülkede tapu, trafik, g ü m r ü k gibi birçok k u r u m rüşvet bata­
ğında. Y o l s u z l u k ve usulsüzlük usul, esas haline gelmiş; a d a m
kayırma, torpil, her türlü hile yaygınlaşmış. T o p l u m u n çoğun­
luğu bu ülkede işlerin doğru ve dürüst y ü r ü t ü l m e d i ğ i n e inanı­
yor, a m a en b ü y ü k usulsüzlüklere toplum tepki göstermiyor.
Hile, fesat ve rüşvete en çok karıştığına inanılan kişi en fazla
oyu alabiliyor; en rüşvetçi kişi en itibarlı kişi olarak kabul görü­
yor. Bu örnekleri alabildiğince çoğaltmak m ü m k ü n . D e m e k ki
çoğunluk pis ve kirli, her türlü yanlışlığın bol olduğu bu ortama
u y u m sağlamış, bu d u r u m u kanıksamış ve normalleştirmiş. Bu
d u r u m u g ö r e b i l m e k ve algılayabilmek için ancak bu sistemin
dışına çıkmak gerekiyor. Başka bir ülkede bir m ü d d e t kalıp
oradaki şartları g ö r d ü k t e n sonra o pis kokan Halic'in durumu­
nu fark edip b u n u n yanlış olduğunu göreceğiz. Y o k s a içinde
b u l u n d u ğ u m u z şartlarda pislik her yana yayılmasına r a ğ m e n
maalesef hiçbirimiz T ü r k i y e d e k i bu sistemin yanlışlığım algı-
layamryor. Belki de uzun süre kötülükler, yanlışlıklar, haksız­
lıklar ve hukuksuzluklar içerisinde yaşamak, b u n u n içerisinde
var olmak g ö z ü m ü z ü kör etmiş; tüm bu olumsuzluklara uyum
sağlayarak bu anormalliği normalleştirmişiz. Aslında en fazla
itiraz e t m e m i z ve karşı k o y m a m ı z gereken d u r u m l a r d a çok ma­
kul ve kabul edici tepkiler vermişiz. Kurtuluşumuz önündeki
en büyük e n g e l i n de bu olduğu kanaatindeyim.

Bu bilince eriştikten sonra, içinde yaşadığımız şartlan ka­


bul e t m e m e y i ; bu rüşvet, yolsuzluk, riya ve yalanla dolu ortam­
da y a ş a m a y a m e c b u r olsam da asla bu d u r u m u n o r m a l görme­
meyi; en k ü ç ü ğ ü n d e n en b ü y ü ğ ü n e her türlü yolsuzluğa, hır­
sızlığa, usulsüzlüğe tepki göstermeyi ve g ü c ü m ü n yettiği kadar
karşı k o y m a y ı h a y a t ı m d a düstur edindim. Hiçbir pisliği n o r m a l

20
1. Bölüm: Devlet

g ö r m e m e l i y d i m ; etrafım ne kadar kirli de olsa k a b u l l e n m e m ,


u y u m s a ğ l a m a m söz konusu olmamalıydı.

Kitabın Dilindeki Sertlik


Bu kitabı yazarken kimseyi kırmak ya da incitmek isteme­
dim. Beni tanıyanlar bilirler ki kimseyi kırmamak, ü z m e m e k
için aşırı hassasiyet gösteririm. Aslında bu, bilinçli olarak dik­
kat ettiğim bir husus değil, bir y a ş a m biçimidir, hayatımın te­
mel esasıdır.
Eğer biri b e n i m l e konuşurken ses t o n u n u biraz yükseltirse,
biraz kızdığını belli edecek şekilde konuşursa bir hafta mora­
lim bozulur. B u n d a n dolayı ben de hiç kimseyle yüksek sesle
k o n u ş m a m , hiç kimseyi k ı r m a m . Kabahati olan, suç işleyen ki­
şilerle bile asla onları incitici şekilde k o n u ş m a m , gururlarını
kırmam. Bağırarak veya karşımdakini kıracak şekilde konuş­
tuğum çok nadirdir, birçok astım/ arkadaşım benim için "hiç
kızmaz, sinirleri alınmış" der.

A m a bu kitap taslağını o k u t t u ğ u m t ü m arkadaşlarım yazı­


daki dilimin y e r yer sert, kırıcı, hatta bazı bölümlerin davalara
konu olabileceğini söylediler. Ben de bu kadar olmasa da yazı
dilimin sert, bazen de itici olduğu kanaatindeyim, ama yazar­
ken kimseyi incitmek gibi bir niyetim yok. İ s t e m e m e m e r a ğ m e n
bu kitapta anlatılanlardan incinecek, kırılacak herkesten baş­
tan özür diliyorum. A m a c ı m asla kimseyi kırmak ya da ü z m e k
değil; zaten b e n i m s o r u n u m tek tek kişilerle değil, ben sistemi,
yöntemi, usulleri sorgulamaya, bunların yanlışlığını ve eksikli­
ğini göstermeye çalışıyorum. Bu amaçla olayların anlaşılması
için, i s t e m e d e n de olsa, sınırlı olarak kişilerden de i s m e n bah­
settim.

Şu da u n u t u l m a m a l ı ki ben y a z a r değilim. Hissetme ve al­


gılama kabiliyetim oldukça iyi olmasına r a ğ m e n ifade kabili­
yetim o k a d a r iyi değil. Ayrıca yazı dili ile k o n u ş m a dili aynı
o l m a d ı ğ ı n d a n konuşurkenki m ü l a y i m l i ğ i m e karşın yazı dilinde

21
Haliç'te Yaşayan Simonlar

istemeden de olsa ü s l u b u m farklıklaşabiliyor. Ayrıca anlatılan


konular basit şahsi meselelerden ziyade ülkenin güvenliği ve
toplumda geniş kesimlerin hayatım ve ö z g ü r l ü ğ ü n ü ilgilendi­
ren hususlar o l d u ğ u n d a n , üslubu y u m u ş a t m a adına konuları
basite i n d i r g e m e ve ö n e m s e m e m e riski de var. İnsanları sarsan
anlatım ve ifadelerin d a h a kalıcı bir iz bıraktığı ve daha iyi al­
gılandığı da bir gerçek. Dolayısıyla kitabın şekline ve diline ta­
kılmadan içeriğine değer verilmesini, zarfa değil mazrufa ö n e m
verilerek o k u n m a s ı n ı arzu ederim.

Bir kitap y a z m a y ı emekli olunca d ü ş ü n m ü ş t ü m , genel ka­


naat de bürokratların ancak emekli olunca yazmaları gerektiği
yönündedir. A n c a k her şeyin bayatı tatsız olduğu gibi bilginin
bayatı bir işe y a r a m a y a c a ğ ı , z a m a n ı n d a y a p ı l m a y a n uyarıların
anlamını yitireceği için kitabı bir an önce y a z m a y a karar ver­
dim. B u n d a n dolayı dilin, üslubun ve eksikliklerin hoş görül­
mesini diliyorum.

K ö y d e k i Okul Yıllarım
H u k u k e n M ar aş'a ama diğer açılardan fiilen Gaziantep'e
bağlı Karabıyıklı K ö y ü m d e doğup, b ü y ü d ü m . Şehirdeki çocuk­
lar okuldan k a ç a r k e n biz tarlada çalışmak, hayvanları otlatmak
gibi işlerden k u r t u l m a k için okula sığınırdık; okulların açılması
bizim için t ü m bu işlerden kurtuluştu. Köy okulları, çocukların
tarlada çalışacağı düşünülerek nisan sonu veya mayıs başında
kapanır ve e k i m veya kasım ayında açılırdı.
B e n i m ç o c u k l u ğ u m d a ya nüfusu fazla ya da yolu olan bi­
zimki gibi k ö y l e r d e ilkokul vardı. Okulda, tek bir bina içinde 5
sınıf, yani 1, 2, 3, 4 ve 5. sınıflar aynı derslikte, aynı odada ders
görürdük. Ö ğ r e t m e n 5. sınıflara ders anlatırken, diğer y a n d a n
4. sınıflar 2. sınıflara, 3. sınıflar da 1. sınıflara ders anlatırdı
veya buna b e n z e r şekilde öğretmen 3 ve 4. sınıflara ders an­
latırken 5. sınıflar 1. sınıfları ders çalıştırırdı. Yani aynı odada
beş sınıf ders yapardık. T a m a n ı m s a y a m ı y o r u m ama ü ç ü n c ü

22
1. Bolum: Devlet

veya d ö r d ü n c ü sınıfa geldiğim sene köye ikinci bir öğretmen


atandı ve eski karayolları binasını bize ek bir derslik yaptılar. 4
ve 5. sınıflar ayrı binada 1, 2 ve 3. sınıflar ise başka bir binada
ve ayrı öğretmenlerle ders işlemeye başladı.
İkinci sınıftayken her hatada kara lastik ile bizi döven öğ­
retmen g i t m i ş yerine Hüseyin Güzel isimli genç bir öğretmen
gelmişti. Y e n i öğretmen, yeni ders yılı başında Atatürk'ün ölüm
y ı l d ö n ü m ü dolayısıyla tüm sınıflara ortak ders veriyordu. Hüse­
yin ö ğ r e t m e n Atatürk'ün d o ğ u m u n d a n ö l ü m ü n e tüm hayatını
ve Kurtuluş Savaşı'nı tam bir saat aralıksız anlattı. Okulun en
k ü ç ü k l e r i n d e n o l d u ğ u m d a n en önde oturuyordum, ikinci saat
öğretmen A t a t ü r k hakkında anlattıklarını tekrar edecek var mı
diye sordu. P a r m a k kaldırdım, herkes benim gibi p a r m a k kal­
dırdı z a n n e d i y o r d u m , m e ğ e r tek kaldıran b e n m i ş i m . Benden
üst sınıftakiler p a r m a k kaldırmamış, ama ikinci sınıf öğrencisi
olan ben p a r m a k kaldırmıştım.

Ö ğ r e t m e n i n anlattıklarından aklımda kalanları tam y a r ı m


saat tekrar anlattım, u n u t t u ğ u m kısımları hoca tamamladı. Be­
nim a n l a t ı m ı m d a n sonra tekrar anlatmak isteyen var mı diye
sorduğunda birkaç öğrenci daha parmak kaldırarak konuyu
anlattılar.
Sonra k ö y kahvesinde köylülerle sohbet eden Hüseyin öğ­
retmen b a b a m ı bulmuş ve çok zeki o l d u ğ u m u , mutlaka beni
okutması gerektiğini söylemiş. B u n u n üzerine adım okulun ça­
lışkan öğrencisine çıktı, ne yaptığımın farkında değildim ama
herkes çalışkan o l d u ğ u m u söyleyince m e c b u r e n çalışkan rolüne
bürünüp bu rolü o y n a d ı m . Bu şekilde hiç ders ç a l ı ş m a d a n ama
derslerde ö ğ r e t m e n i dikkatle dinleyerek okulun en iyi öğrencisi
olmuştum, bu d u r u m bana farklı bir m i s y o n y ü k l ü y o r d u . Her
sorulanı bilmeli, öğretmenin her sorusuna cevap vermeliydim,
başka köy okullarıyla yapılan bilgi yarışmalarında bizim okulu
ben temsil e d i y o r d u m . Belki gerçekten zekiydim, belki değildim
ama b e n d e n b e k l e n e n rolü o y n a m a k mecburiyetiyle dersleri iyi

23
Haliç'te Yaşayan Simonlar

izlerdim. T ü m okul hayatım boyunca ilk beş arasına girmek


m e c b u r i y e t i m d e y d i m ve her z a m a n da girdim.
İlkokul bitmişti, o yıllarda şehirlere gidip o k u m a k sık rastla­
nan bir şey değildi. İlkokul bitince babam yakın akrabamız olan
Ş. Ali ile birlikte bizi Antep'te yeni açılan bir ortaokula kayıt et­
tirdi. O zamana kadar hep şalvar giymiş, hiç pantolon giymemiş­
ken bir anda t a k ı m elbisem, kravatım ve okul şapkam olmuştu.
B a b a m bize bir oda kiraladı. Bizden iki yıl önce ortaokula
kayıt olmuş, a ğ a b e y k o n u m u n d a bir k ö y l ü m ü z de bizimle ka­
lacaktı. Burası, kapısı sokağa açılan, içindeki k ü ç ü k bölmede
lavabo bulunan, bir köşesine k o n m u ş tahta, m a s a vazifesi gö­
ren bir odaydı. Y e m e ğ i m i z i kendimiz yapıyor, çamaşırları hafta
sonu köye gittiğimizde evde yıkatıyorduk.
T ü m hazırlıklar yapılmış, t ü m eşyalarımız alınmış, ütülü
elbiselerimle okula başlamıştım. Birinci hafta okulda hiç kim­
seyi t a n ı m a d ı ğ ı m d a n korkunç bir yalnızlık hissine kapılmış,
köydeki arkadaşlarımı, insan yakınlığını kaybedince okumak­
tan v a z g e ç m i ş t i m . Hafta sonu köye gittiğimizde çok mutlu ol­
m u ş t u m ama pazar öğleden sonrası gelip çatınca beni tekrar
Antep'e g ö n d e r m e k istediklerinde, ben g i t m e m diye tutturmuş,
o z a m a n trikotaj atölyesinde çalışan ağabeyime özenerek onun
gibi çalışacağımı söylemiştim. Babam, sana bu kadar masraf
ettik, o k u m a y a m e c b u r s u n diye ısrar edince g i t m e m diyerek
ağlamıştım. Fazlaca direndiğimi gören y a k ı n l a r ı m ve yaşlı bü­
yük a m c a m bu hafta git, o k u m a k istemezsen biz hafta içinde
gelip seni o k u l d a n alırız, bir işe koyarız diyerek beni kısmen
ikna ettiler ve ben nasıl olsa hafta içinde o k u l d a n ayrılacağım
diyerek ikna o l u p gittim.

İkinci hafta okulda benim gibi yeni olan R e c e p C i n l e ta­


nıştım. Onunla hâlâ y a k ı n arkadaşlığımız ve d o s t l u ğ u m u z de­
v a m eder. A y r ı c a bizim gibi okula yeni gelen başka çocukları
tanıdıkça okula alıştım. B ü y ü k a m c a m beni o k u l d a n alıp işe
k o y m a k için gelmedi, ben de o k u m a k i s t e m i y o r u m d e m e d i m .

24
1. Bölüm: Devlet

Daha sonraki hayatımda benzeri şekilde insan sıcaklığının y o ­


ğun olduğu ortamlardan ayrılıp başka yerlere, okula, özellikle
de askere gidip oralara alışmayan ve "yerimi değiştirin yoksa
firar e d e c e ğ i m " diyen herkes için aynı y ö n t e m e b a ş v u r d u m . Bir
ay sabret yerini değiştireceğim dedim. A m a hiçbir şey y a p m a ­
dım, 15. gün o talepte bulunanlar artık yerlerine alışmış, başka
yere gitme arzuları k a l m a m ı ş oluyordu.
O r t a o k u l u m u z Karşıyaka Ortaokuluydu, daha sonra adı İs­
met İ n ö n ü O r t a o k u l u oldu. Bir yıl önce kurulmuştu, biz birinci
sınıftık, bizden önce başlayan ikinci sınıflar vardı. Okul mü­
dürümüz, z a n n e d e r s e m A b d u r r a h i m Karakoç'un kardeşi veya
amcaoğlu olan Ertuğrul Karakoç'tu. Kan Ağrısı isimli bir şiir ki­
tabı vardı, b u n c a yıl sonra bile nedense ortaokul aklıma gelince
manasını a n l a y a m a d ı ğ ı m bu kitabı hatırlarım.
O k u l u m u z yeni olduğundan kendi binası yoktu. Körler oku­
lunun fazla olan bir b ö l ü m ü n ü kullanıyorduk, kör öğrencilerle
birlikte aynı bahçeyi ve koridoru kullanıyorduk, ancak gerçek
kör olanlar biz mi yoksa onlar mı a n l a m a k biraz zordu.
Okulun asıl sahipleri koridorları hızla koşarak geçiyor, için­
de hareket ettikçe çıngırak sesi çıkaran topla futbol oynuyor,
her türlü toplu sporu yapıyor ama asla çarpışıp birbirlerini
yaralamıyorlardı. H e m e n h e m e n hepsi bir müzik aleti çalabi­
liyordu. G ö z l e r çok önemli, a m a gözleri o l m a y a n veya az gören
insanların diğer duyularını kullanarak, görenlerden daha iyi
şeyler yapabildiklerine şahit o l m u ş t u m .
İkinci yıl o k u l u m u z Yeşilova Mahallesi nden, Karşıyaka
Mahallesi'nin kuzey doğusundaki bir ilkokulun kullanılmayan
kısmına misafir olmuştu, son iki yılımızı burada geçirdik. Biz­
den sonra bu ilkokulun y a n m a yeni bir bina daha y a p ı l m ı ş ve
adı değişerek İ n ö n ü Lisesi olmuştu.
O k u l u n son yılı ne kadar devlet parasız yatılı okulu var­
sa onların sınavlarına girdik, çünkü tek o k u m a şansımız yatılı
okul k a z a n m a k t ı .

25
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Yatılı lise, yatılı sanat okulları, polis koleji, fen lisesi, tüm
sınavları k a z a n m ı ş t ı m , sanat okulları önemli değildi, a n c a k bazı
okulların ikinci bir mülakat sınavı vardı, ilk neticeler arasında
Polis Koleji de y e r alıyordu. En yakın arkadaşım R e c e p l e bera­
ber aynı okula gitmek istiyorduk a m a polis koleji hariç ortak
okulda buluşamryorduk. Hangisine gitmeliydim b i l m i y o r d u m .
O yıllar Türkiye liseler arası bilgi yarışmasında birinci gelen Ga­
ziantep Lisesinin yatılı kısmını k a z a n m a k en prestijli olaydı.

Polis Koleji ilk açıklanan sınavlardandı, Antep'ten 4 öğrenci


sınavı kazanmıştı. Ankara'ya gitmemiz gerekiyordu, ama biz hiç
A n a k a r a y ı görmemiştik, daha doğrusu Antep'ten başka yer gör­
memiştik ve yakınlarımızdan hiç kimse bizle Ankara'ya gelecek
halde değildi; durumları müsait değildi. Biz okulun nerede ol­
duğunu, sınavın nasıl olacağını bilmeden 14 yaşında iki öğrenci
olarak Ankara'ya geldik. Annelerimiz paraları çaldırmayalım diye
iç giysilerimizin içine gizli cepler dikip paraları bu ceplere paylaş­
tırdılar. Zannederim 50 liram vardı; on liram cebimde, diğer 20'si
ağzı dikişle kapatılmış iç atletimin bir cebinde, diğer 20 lira yine
başka yerde gizli şekilde olmak üzere saklayarak tedbir almıştık.

Ankara'ya gelince bir günde biteceğini zannettiğimiz sınavın


aslında beş g ü n süren ciddi sözlü sınavlar ve sonunda da bü­
yük bir m ü l a k a t olduğunu anladık. Biz bir gün için gelmiştik,
a m a bir hafta Ankara'da k a l m a y a mecburduk; ne telefon ne de
başka bir haberleşme sistemi vardı. R e c e p l e ikimiz Maltepe'de
bir otel bulduk, ikinci gün bizim gibi sınava gelmiş Tokatlı ar­
kadaşlarla başka otele giderek orada bir hafta kaldık. Ne y e d e k
çamaşır ne de başka i m k â n ı m ı z vardı, ama paramız idareli kul­
l a n m a k şartıyla bize yeter oranda idi. Sınavları takip ediyorduk,
bizden önce girenlerden aldığımız bilgilere d a y a n a r a k h e m e n
gidip edebiyat ve dil bilgisi kitapları aldık ve u n u t t u ğ u m u z kı­
sımlara çalışmaya başladık. Arka arkaya sınavlara girerek son
gün t ü m aday ve ailelerinin bulunduğu bahçede tek tek isimler
okunarak k a z a n a n 63 kişi ile içeri alındık.

26
1. Bolum: Devlet

Bizim gibi birkaç kişi hariç diğer çocuklar aileleri ile gelmiş­
lerdi. 14 y a ş ı n d a hiç görmediğim Ankara'ya R e c e p l e tek başımıza
gelmiş, bir hafta kalmış, tüm işlemleri t a m a m l a m ı ş ve sonunda
sınavı kazanarak eve dönmüştük. Bu olayda hiçbir fevkaladelik
görmemiştim, a m a yıllar sonra kendi o ğ l u m ve kızım üniversi­
teyi kazandıklarında onları yalnız başlarına şehir dışına gönde­
rememiştim. Ne yaparlar, nasıl yaparlar, yanlarında ben olma­
lıyım, onlar daha çocuk diyerek hep yanlarında olmak istedim.
Onların her şeyi halledebileceklerine i n a n a m a d ı m , ama ben 14
yaşında taşralı bir çocuk olarak tek başıma bunu başarmıştım.
Çamaşırlarımızı yıkamış, paramızı yetirmiş, sınavı kazanmış ve
artan paramızla da Antep'e k ö y ü m ü z e dönmüştük.

MERSİN
Gülnar İlçe Emniyet Komiserliğim
1976 yılı t e m m u z ayında okul bitmiş, 6 yıllık yatılı hayatı
(kimimize göre hapishane hayatı) sona ermişti. Kura çekilecek,
herkes bahtına neresi çıkarsa oraya gidecekti. Okulu ilk ona
girerek bitiren öğrencilere belirli illeri kurasız seçme hakkı ver­
mişlerdi, ben de dereceye giren öğrencilerdendim, yani istedi­
ğim ile gidebilecektim.
Mersin (İçel) ilinde bir kişilik kontenjan vardı. Hiç görmedi­
ğim, nasıl o l d u ğ u n u bilmediğim bir ildi ama bir avantajı vardı,
m e m l e k e t i m e yakındı. Tercih hakkımı kullandım ve Mersin'e
tayin o l d u m .
15 g ü n l ü k mehil müddeti sonunda Mersin Emniyet Müdür­
lüğüne gelip göreve başladım. O z a m a n k i adıyla Personel Şu­
besi kanalıyla beni Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n e çıkarıp oradan seni
Gülnar ilçesine verelim dediler. Okul yıllarında hayalimde hep
müstakil amir o l m a k vardı ve hiç u m m a d ı ğ ı m bir anda ö n ü m e
bu fırsat çıkmıştı. Gülnar'ın Emniyet Komiseri, yani o ilçede­
ki Emniyetin amiri olacaktım. Bu, komiser olmaktan farklı bir
şeydi. İlçede K a y m a k a m t ü m birimlerin bağlı olduğu amirse,

27
Haliç'te Yaşayan Simonlar

her bakanlığın uzantısının da birim amiri vardı; İlçe Milli Eğitim


Müdürü, Bayındırlık M ü d ü r ü gibi Emniyette de İlçe Emniyet
Komiseri vardı. B e n i m rütbem en alt b a s a m a k t a Komiser Yar­
dımcısıydı a m a m a k a m ı m İlçe E m n i y e t Komiseri olacaktı. Adli
olaylarda h â k i m l e r k a n u n u n a bağlı olan onurlu bir işti. İlçenin
müstakil sorumlusu olacaktım.
ö ğ l e n üzeri, Vali Bey seni istiyor dediler. O z a m a n k i adıyla 2.
Şube Şefi olan Başkomiser Ali T e m e l beni alıp İl Valisine götür­
me görevini üstlenmişti. Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n e 100-150 metre
yakınlıkta olan Valiliğe yaya giderken Ali Bey'e, "Başkomiserim
Gülnar nasıl bir yer?" diye sordum. Ali Bey, "Toroslar'm eteğin­
de şirin bir kasaba." dedi. Bu 'şirin bir kasaba' sözü çok ho­
ş u m a gitmişti. Beş dakika sonra Vali Bey'in m a k a m ı n a vardık
ve Vali N e c m e t t i n K a r a d u m a n (kurucu meclis üyeliği ve meclis
başkanlığı da yaptı) beni yalnız başıma m a k a m ı n a aldı. "Sen il­
çede ne yapacaksın, ilde kal?" dedi. Ben ilçede görev y a p m a n ı n
daha iyi olacağını söyledim. Vali, "Sen yenisin, tecrübesizsin,
zorlanırsın, ilçe görevi ağırdır," dedi. "Nasıl olsa bir gün zorla­
n a c a ğ ı m efendim, başta zorlanayım." diye karşılık v e r d i m .

Aslında V a l i benim ilçeye gitmemi istemiyordu a m a ben bu


şirin ilçeye gitmek, okul yıllarından beri idealimdeki görev olan
müstakil amirliğe getirilmek istiyorum diyerek ısrar ettim. Bu
g ö r ü ş m e sıradan bir görüşme değildi aslında, a m a sebebini pek
anlayamamıştım.
H e m e n hazırlanıp atandığım ilçeme g i t m e m gerekiyordu,
biz Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n e d ö n ü n c e Vali a r k a m ı z d a n Emniyet
Müdürü'ne b e n i m için, "Bu çocuk çok genç, 15 gün il merkezin­
de kalsın, t ü m birimleri dolaşsın, her birimde ona bilgiler veril­
sin, o n d a n sonra Gülnar'a gönderin," demiş. İlçeye bir an önce
gidip amirlik y a p m a hayalim geçici olarak ertelenmişti. Ertesi
gün çalışmaya başladım. 2. Şube, 3. Şube ve karakollarda res­
m e n staj y a p ı y o r d u m , tecrübeli amirler ve işi bilen polisler bana
işlerle ilgili sürekli bir şeyler anlatıyorlardı.

28
1. Bölüm: Devlet

Bu arada gideceğim ilçe hakkında bilgi de almaya başladım.


İlçe Mersin'in en küçük ilçesiymiş, zaten polis teşkilatı da ilçeye
1972 yıllarında kurulmuş. Hiç amir gitmezmiş, her giden kaçma­
ya çalışırmış, en sonunda Emniyet Müdürü bu sorunu çözmek
için geçici görevlerle ildeki t ü m amirleri birer ay nöbetleşe bura­
ya gönderiyormuş. Yani ilçem hiç kimsenin gitmek istemediği bir
yermiş. Bu, daha sonraki meslek hayatımda da gördüğüm bir
durumdur, Emniyette hiç kimse küçük ilçelere gidip çalışmak
istemez; kimi eşinin işi, kimi çocuğunun okulu gibi sebeplerle il
merkezinde kalmak ister. Ama ben o gün ilçeye gitmek istemiş­
tim; başta epey zorlansam, hata yapsam da ilçenin genelde olay­
sız ve sakin olmasından daha ağır bir şey yaşamadım, ama daha
sonraki yıllarda ilçede müstakil sorumlu olmanın özgüven, so­
runlarla direkt yüzleşmek, hiç kimseden yardım istemeden işleri
yönetmek gibi bana önemli tecrübeler kazandırdığını fark ettim.

Vali N e c m e t t i n K a r a d u m a n , ilk valiliğini m e m l e k e t i m olan


K a h r a m a n m a r a ş ilinde y a p m ı ş , M ar aş'ta çok sevilmiş. Kendi­
si de M ar aş'ı ve Maraşlıları çok sevmiş, Sanıyorum Maraş ile
kendi m e m l e k e t i olan Trabzon'u kardeş şehir y a p m ı ş . Şimdi
Maraş'm en b ü y ü k caddesinin adı Trabzon, Trabzon'un en işlek
caddesinin adı Maraş'mış.

Vali B e y Maraş'ı o kadar sevmiş ki her M ar aslıya yardım


etmek istermiş, bu y ü z d e n kimsenin gitmediği bu ilçeye gön­
d e r i l m e m e , E m n i y e t i n acemi yeni bir komiseri bu ilçeye gön­
dermeye kalkmasına karşı çıkmış. Asayiş saatinde Emniyet
M ü d ü r ü ' n ü n Allahsız Sami namlı Sami Alhan'a b e n i m gönüllü
o l d u ğ u m u söylemiş olmasından şüphe duyup en azında kara­
rımdan v a z g e ç i r m e k için beni çağırmış, a m a ben sanki en iyi
yere atanıyor gibi illa ilçeye gideceğim diye ısrar edince kara­
rımdan vazgeçiremeyeceğini anlamış, tecrübesizliğimi görünce
de biraz şubelerde staj g ö r m e m i istemiş. B e n o z a m a n bilmi­
y o r d u m a m a Gülnar'ın politik yapısı, şikâyet sever halleri ül­
kede n a m salmış, fıkralara konu olmuş. İlçeye gidip de şikâyet

29
Haliç'te Yaşayan Simonlar

edilmeyen ya da en ufak olayda hakkında onlarca dilekçe ya­


zılmayan m e m u r y o k m u ş , İlçede herkes aşırı partizan, herkes
siyasetle meşgul, hatta halk siyasi partilerine göre kamplaşmış
halde y a ş a r m ı ş , kime yanaşsan diğerinin şikâyet ettiği bir il-
çeymiş. Vali böyle bir yerde çalışamayacağımı düşünerek beni
caydırmaya çabalamış.
Mersin m e r k e z d e Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n ü n muhtelif birimle­
rinde (karakol, asayiş şubesi, vs.) kısa süreli çalışmaya başla­
dım. Stajda d a h a ilk hafta dolmamıştı ki bir gün Emniyet Mü­
dürü, "Vali y a r ı n Gülnar'a gidiyor, yeni atanan komiser acele
ilçeye gitsin," diye haber salmış.
H e m e n aceleyle valizimi topladım. Gülnar'a gidecek otobüs­
leri araştırdım. B e n i m ilçe köy gibi bir yermiş, ilçeden her sabah
iki otobüs gelir, yine her gün iki otobüs ilden ilçeye gidermiş.
Bu otobüsü kaçırdın mı Mersin'den direkt başka bir araç yok­
muş. Bu defa Silifke'ye gidip oradan taksi ya da dolmuş bulmak
gerekiyormuş. Staj y a p t ı ğ ı m Çarşı Karakoluna yakın olan gara­
ja polisler beni götürdüler, Gülnar otobüsüne bindim.
Kıvrılan yollardan dolanarak gidilen 3,5-4 saatlik yoldan
sonra ilçeye v a r d ı m . Emniyet Komiserliği ilçenin merkezinde,
altında gazyağı vs. satılan bir işyerinin 2. katında bulunuyor­
du. Merdivenle çıkıldığında, uzun koridor b o y u n c a sağlı sollu
sıralanmış 5 k ü ç ü k oda vardı.
Vali N e c m e t t i n K a r a d u m a n köyleri dolaşmaya, köylerdeki
yol, su, elektrik gibi devlet yatırımlarım g ö r m e y e gelmiş, ince­
lemesi bitip d ö n e r k e n Belediye Başkanlığında heyet üyeleri ve
Belediye B a ş k a n ı ile konuşuyordu, beni de çağırtmıştı. Yanları­
na gittiğimde beni oradakilere tanıtıp komisere sahip çıkın di­
yerek nasihatlerde bulundu.
İlk g ü n ü n akşamı çoğu işledikleri muhtelif suçlar nedeniyle
ilçeye sürülen polislerden oluşan 4-5 kişiyle birlikte karakolda
otururken, ilk vukuatımız gerçekleşti. Mal M ü d ü r ü Vekili'nin
de içinde o l d u ğ u bir grup m e m u r , aşırı alkollü olan emekli bir

30
1. Bölüm: Devlet

ö ğ r e t m e n l e küfürlü bir kavgaya tutuşmuşlardı. K a v g a y a karı­


şan kişileri polisler karakola getirdiler. Kısaca tarafları dinle­
dim. Sonra aklımda kaldığı kadarıyla alkollü olup olmadıklarını
araştırmak gerekiyordu, bunun için de o z a m a n l a r alkolmetre
o l m a d ı ğ ı n d a n , h ü k ü m e t tabibine veya sağlık ocağına g ö n d e r m e k
gerekiyordu. Tarafları kısaca dinledikten sonra hepsini nezare­
te attırdım. B e n i m memurlar, taraflardan birinin Mal M ü d ü r ü
Vekili o l d u ğ u n u söyledilerse de ben, "Olsun, atın hepsini içeri,"
d e d i m . Halbuki o kişiyi nezarete a t m a y a y e t k i m olmadığı gibi,
Mal M ü d ü r ü Vekili ne d e m e k onu da bilmiyordum. Mal m ü d ü r ü
benim için hiçbir şey ifade etmiyordu, hatta mal m ü d ü r ü gibi
bir isim mi o l u r m u ş derdim. Aylar sonra Mal M ü d ü r l ü ğ ü n ü n
b e n i m E m n i y e t Komiserliğinden daha önemli bir m a k a m oldu­
ğunu ö ğ r e n d i m , ama devletin temel m a k a m l a r ı hakkında hiçbir
bilgi v e r i l m e d e n okuldan m e z u n oluyorduk. Stajlar k a y t a r m a k
için bir bahaneydi, öğrenciler okula döndüklerinde öğrendikleri
işleri değil, stajlardaki derslerde nasıl kaytardıklarını özenerek
anlatıyordu. K a y t a r m a k ideal ize edilen bir y ö n t e m d i .

Neyse Mal Müdürü Vekili'ni de nezarette koyduktan sonra


alkollü olanları doktora (sağlık ocağı tabibine) sevk ettim. Biraz
sonra d o k t o r d a n geldiler, zil zurna sarhoş olan kişi için doktor
alkollü değildir raporu vermişti. Okulda anlatılanlar aklımday-
dı, h e m e n savcıyı aradım, savcıyı manyetolu telefonla evinde
b u l d u m ve k o n u y u aktardım. Komiserin ilçeye atandığını yeni
duyan savcı, hoş geldin safhasından sonra ben geliyorum dedi
ve biraz sonra geldi. Olayı dinledi, sonra telefonla doktoru evin­
de buldu ve karakola çağırdı. Ç o k kibar, a ş ı n dindar ve efen­
di olduğu her halinden anlaşılan doktor M e h m e t Bey sarhoş
emekli ö ğ r e t m e n i n eski öğretmeni olduğu için saygısından ona
böyle bir rapor verdiğini söyledi. Karakolda bizim y a n ı m ı z d a al­
kollüdür şeklinde yeni bir rapor hazırladı. Böylece h e m kendini
savunmuş h e m de bizim dediğimiz olmuş ve y u m u ş a k ç a olayı
çözmüştük.

31
Haliç'te Yaşayan Simonlar .. .

D a h a sonra bu olayda Mal Müdürü Vekili nin nezarete atıl­


masına kinlenen Mal M ü d ü r l ü ğ ü personelinin polislere yönelik
bir iftira olayında rol aldıklarını öğrendim. Mal M ü d ü r l ü ğ ü dakti­
losu ile yazılmış ihbar ve iftira mektuplarını bulup, bu görevliler
hakkında k a n u n i işlem başlatılmasını istedim. O gün bu olayın
zorlarına gittiğini, k a y m a k a m ı n bu olaya çok b o z u l d u ğ u n u ama
bir şey diyemediğini d u y d u m . Aslında benim hatalı olduğumu,
Mal M ü d ü r l ü ğ ü çalışanlarının görev gereği bir m a k a m sahibi
olmaları nedeniyle görevleri esnasında herhangi bir suça karış­
maları halinde bile direkt nezarete atılamayacağım öğrendim.

B e n polis komiseri idim, yüksek meslek o k u l u n d a 3 yıl oku­


m u ş t u m , d e r e c e ile okulu bitirmiştim, a m a devlet yapısı bana
anlatılmamıştı. En temel konular olan devlet memurları kanu­
n u n u ve r u h u n u b i l m i y o r d u m .
Bir ilçenin E m n i y e t Komiseri o ilin huzuru ve güvenliği için
en önemli k a m u görevlisi olmasına rağmen, atanması ile ilgili
bir ölçüsü y o k t u . E m n i y e t teşkilatı, okulu y e n i bitirmiş, hiçbir
tecrübesi o l m a y a n 19 yaşındaki beni Emniyet Komiseri yapı­
yordu; bu k o n u d a hiçbir ölçüsü, sistemi yoktu.
İlçede 7 m e m u r u m vardı, mesleğe yeni atanmış iki tanesi
hariç hepsi çeşitli suçlar işleyerek buraya sürülmüşlerdi, ken­
dilerine haksızlık yapıldığına inanıyorlardı.
Emniyet Komiserliğinde bir m a k a m odası, bir tane memur­
ların odası ve bir tane de yazı işlerinin yapıldığı k a l e m odası
vardı. Ayrıca bir başka oda da demir kapı ile nezarethane haline
getirilmişti. B a ş k a bir odayı k e n d i m e yatak odası y a p m ı ş t ı m .
Bir oda mutfağımızdı, bir diğer odayı da bekar olan polis me­
muru Erdal k e n d i n e yatak odası yapmıştı.
B e n d e n ö n c e k i E m n i y e t Komiseri, Başkomiser rütbesinde
mesleğin k u r d u denilen vasıfta imiş. Farklı bir y ö n e t i m anlayışı
ile her şeye h ü k m e d e r e k idare etmiş, ağır bir amirlik duygusu­
nu herkese her vesile ile hissettirmiş. B ü t ü n yazı dolaplarını

32
1. Bolüm: Devlet

kapattırır, hiçbir m e m u r u n yazışmaları görmesine izin v e r m e z ,


her şeyi tek bir yazıcı m e m u r l a yaparmış.
Ben gelince amirlikte ve meslekte yeni oluşum, herkese eşit
mesafede d u r u ş u m , gerekmedikçe amir o l d u ğ u m u hissettirme­
yen t u t u m u m , amirden çok bir arkadaş halim yeni m e m u r l a r
üzerinde o l u m l u etki yapmıştı; bana yaklaşmışlar, sürekli ya­
nımda gezer olmuşlardı.
Bu d u r u m d a n en çok yazıcılık görevini yürüten m e m u r ra­
hatsız o l m u ş t u , her fırsatta kendisinin ne kadar önemli oldu­
ğunu a n l a t m a y a çalışıyordu. Bir gün bir kavga olayına karışan
kişilerin ifadesini alıp savcılığa üst yazısını yazmasını istedi­
ğimde, daktiloyu kucaklayıp m a k a m ı m a getirdi, siz söyleyin
y a z a y ı m dedi. Aslında bir kişinin ifadesinin alınması veya sav­
cılığa fezleke y a z m a k o n u n için sorun değildi, ama o b e n i m o
işi y a p a m a y a c a ğ ı m ı , kendisine m u h t a ç o l d u ğ u m u hissettirmek
için b u n u y a p ı y o r d u .

Kavgaya karışan şahısları dinleyerek ifadeyi yazdırdım. P o ­


lis tarafından a l m a n her ifade tutanağının sonuna klasik ka­
lıp halinde " .... sayfadan ibaret işbu ifade tutanağı kendisine
o k u n d u k t a n sonra başka bir diyeceğim y o k t u r demesi üzeri­
ne birlikte i m z a altına alınmıştır" ifadesi eklenirdi. Ben de ifa­
desini a l d ı ğ ı m kişinin anlatımları bitince s o n u n u şöyle şöyle
klasik şekilde bağlarsın dedim. Yukarıdaki gibi klasik kalıpla
ifadeyi sonlandıracağını d ü ş ü n d ü m . İfadeyi daktilodan çıkardı,
genellikle k e n d i m tek tek dikte ederek yazdırdığım için okuma­
ya gerek g ö r m e z d i m ama o gün tesadüfen yazdırdığım ifadenin
t a m a m ı n ı o k u d u ğ u m d a bir de ne göreyim. Son c ü m l e d e " şöyle
şöyle klasik şekilde bağlarsın" yazıyor. Altında da yazanın, yaz­
dıranın ve ifade sahibinin isimleri yer alıyor. Bu şekli ile ifade
tutanağı adliyeye gitse rezil olacaktık.

O n d a n işlerle ilgili herhangi bir şeyi y a z m a s ı n ı istediğim­


de, her defasında siz söyleyin ben y a z a y ı m diyor veya verilen
konunun ç o k zor olduğunu istenen sürede y a p a m a y a c a ğ ı n ı

33
Haliç'te Yaşayan Simonlar

söyleyerek ö n e m l i olduğunu hissettirmeye çalışıyor, aksi halde


işleri zora koşacağını ima ediyordu. Baktım böyle olmayacak,
G ü l n a r d a E m n i y e t Komiserliğinin kurulduğu 1972 yılından
atandığım 1976 yılma kadar yapılan t ü m yazışmaları ve tüm
dosyaları g ü n l e r c e o k u d u m , bu süre sonunda tüm yazışmaları,
y ö n t e m i ve sistemi artık öğrenmiştim.
Bu y a ş a d ı ğ ı m tam bir şoktu. Polis Koleji ve Polis Akademi­
sini (enstitüsünü) dereceyle bitirmiştim ama en basit polisiye
konuyu b i l m i y o r d u m . Yazıcı bir m e m u r bana "ben senden iyi
bilirim, bana muhtaçsınız" demeye gelen tavırlarda bulunabili­
y o r d u . 6 yıl okutulan meslek okulu meslekle ilgili pek çok şeyi
vermemişti. En başarılı öğrenci bile eski anlayışa sahip bir me­
m u r a m u h t a ç bırakılıyordu. Bunca süre o k u t u l m u ş t u m ama
bir şahsın ifadesinin alınması tatbiki olarak yaptırılmamıştı,
mesleki hiç bir y a z ı ş m a ve usul öğretilmemişti. Bu anlayışla ye­
nilik y a p m a k , yeni bir anlayış geliştirmek nasıl olacaktı. Eğitim
meslek sahiplerine bir şey vermiyor, yine eğitimi o l m a y a n eski
çalışanların anlayışına mahkum ediyordu.

Gençlik Parkı'ndaki Garsonlar İdeolojik


Konularda Benden Bilgiliydi
1976 yılı y a z ı n d a Polis A k a d e m i s i n d e n m e z u n olmuş, göre­
vime başlamıştım. Polis Akademisini derece ile bitirmiştim ama
sokakta karşılaşacağım temel konular hakkında yeterli oranda
bilgili değildim. Her karşılaştığım olayda ve görevde bunu gö­
rüyordum. Bu arada Polis Kolejini bitirirken bizde diplomaları
vermezler sadece m e r a s i m esnasında ıınzetsız diplomalar verilir
ve sonra geri toplanırdı. Sınavlara girip kazansak bile üniver­
sitelere g i t m e m i z e m ü s a a d e edilmezdi. Bu yüzden ben de lise
emsali sayılan Polis Kolejini bitirdikten sonra üniversite sınav­
larına g i r e m e d i m . Fakat yüksekokul sayılan Polis Enstitüsünü
bitirince, okulu bitirdiğim yıl müracaat ederek üniversite sınav­
larına girdim. O tarihlerde üniversite sınavlarına girerken ne-

34
1. Bölüm: Devlet

reye girmek istediğinizi, müracaatınızla birlikte yazıyordunuz.


Sınav s o n u c u n d a aldığınız puana göre kaydolabileceğiniz okul
belli oluyordu, şimdiki gibi önce sınava girip sonra tercihte bu­
lunma y o k t u . Ben sınava girerken 20 tercih hakkımız olmasına
rağmen y a l n ı z c a iki tercihte bulundum: birinci tercihim Ankara
Hukuk, ikincisi de İstanbul Hukuk'tu. O k u l u bitirdiğimiz sene
sınavlara girdim. 1. tercihim olan A n k a r a H u k u k Fakültesi'ni
k a z a n d ı m . Bir y a n d a n komiserlik görevine başlayıp Gülnar'da
Emniyet Komiserliği görevini yürütürken, diğer y a n d a n da hu­
kuk fakültesine kaydımı yaptırdım. İlk sınavlar olacaktı, sınav­
lar dolayısıyla iznimi alıp Ankara'ya gidiyordum. Ankara'da bin
bir güçlükler içerisinde, sınav aralarında ders çalışarak sına­
va girmeye çalışıyordum. O zamanlar Polisevleri gibi kalınacak
sosyal tesisler pek fazla yoktu, otellerde veya bulabileceğim mi­
safirhanelerde zorlukla kalabiliyordum. Ders çalışmak için çok
uygun yer o l m a y ı n c a sabah erken saatte G e n ç l i k Parkı'na gidip
oradaki çay bahçesi ve kafelerde simit ve çayla kahvaltı yapar­
ken bir y a n d a n da ders çalışıyordum.

İşte bir g ü n y i n e sabah erken saatte G e n ç l i k Parkı'na gittim.


Ç a y içerek ders çalışmaya başladım. Bu arada garsonlar kendi
aralarında konuşuyorlardı. Sanırım 1977 yılının mayıs-haziran
ayıydı, belki de 78 yılıydı, açıkçası çok net hatırlayamıyorum.
A m a 1. veya 2. sınıftaydım. Garsonlar aralarında konuşurken,
bir garson diğerine, " O ğ l u m bu senin Dev-Yol hareketin nasıl
bir hareket, bana bir broşür ya da dergi varsa ver, ben de senin
hareketine g e ç e y i m . " dedi. Diğer garson da, " B e n i m hareket öyle
büyük bir hareket ki, öyle bir broşürle falan olmaz, bu çok mü­
him bir harekettir." diye karşılık verdi. Ben devletin komiseriy­
dim, a k a d e m i d e , yüksekokulda okumuş, güya yetiştirilmiştim
ama bu garsonların konuştukları konuları anlaya
Sadece Dev-Yol diye o z a m a n l a r için illegal bir terör I
olduğunu biliyordum, a m a hareketin arka planı ned
lerde neler anlatılıyor, nasıl bir şey, bunu k a v r a m a |
W
: anamda

35
Haliç'te Yaşayan Simonlar

m a k t a n ve algılamaktan acizdim. Ne var ki b e n d e n yaşça küçük


çay satan bu sıradan garsonlar ise bir Dev-Yol hareketinden,
bu hareketten başka bir harekete g e ç m e k t e n ve bu siyasi fa­
aliyetten bahsediyorlardı. Polis A k a d e m i s i n d e 3 yıl o k u m a m a
r a ğ m e n gerçek hayatta karşılaşacağım bu örgütlerle ilgili bilgi
verilmemişti; D e v - Y o l nedir, Dev-Sol nedir, bunların ideolojileri
nedir, aralarındaki farklar nelerdir gibi konular okulda bizlere
anlatılmamıştı. Bunların adını bile d u y m a m ı ş t ı m , a m a sokak­
taki garsonlar biliyorlardı.

Böyle bir eğitimden geçerek, adının ne olduğunu dahi bil­


m e d e n sokağa çıkan bizlerden bu örgütlerle mücadele etmemiz
bekleniyordu; b u n u n nasıl olacağı sorusunun cevabını bulamı­
y o r d u m . Bu d u r u m , b e n i m göreve başladığım g ü n böyleydi, bu­
gün de böyle. İşte bugün gündemimizin önemli bir problemi olan
demokratik açılım meselesi ve G ü n e y d o ğ u sorununun ç ö z ü m ü
tartışılıyor, k o n u ş u l u y o r ama bu işi uygulayacak, yapacak olan
güvenlik sistemi içindeki insanlara bu konuyla ilgili bugüne ka­
dar herhangi bir aydınlatıcı bilgi ya da yazılı d o k ü m a n verilmiş
değil. D e m e k ki bu sistem maalesef hep böyle çalışıyor.

Mut İlçe Emniyet Komiserliğim


1980 yılı 12 Eylül darbesinden önceydi. Gülnar'da görev ya­
parken 7-8 polisim, 16 kadar bekçimle birlikte k e n d i m i z c e güzel
bir düzen k u r m u ş t u k , kendi halimizde Mersin'in bu en küçük
yayla ilçesinde mutlu bir şekilde yaşayıp gidiyorduk. K o m ş u
ilçemiz olan Mut'ta ise olaylar galiba hiç iyi gitmiyordu. Küçü­
cük bir ilçe o l m a s ı n a rağmen 2 tane pavyonu vardı, o pavyonlar
dolayısıyla ilçenin h u z u r u da bozuluyordu. Etrafta yaz boyunca
kimi tarım, k i m i hayvancılık yaparak 3-5 kuruş kazanan köylü­
ler çeşitli bahanelerle ilçe merkezine geldiklerinde o pavyonlara
gidiyordu. Bilmedikleri ve tanımadıkları bir d ü n y a d a açık saçık
giyinmiş kadınlar karşısında ağızları bir karış açık kalıyor, 2
kadeh rakı içtikten sonra da kendini bilmez halde en pahalı

36
1. Bolum: Devlet

içkileri veya öyle olduğunu zannettikleri renkli suları, konso­


matris kadınlara ikram ederek t ü m paralarını harcıyor, parala­
rı y e t m e y i n c e senet imzalayarak bir ton borç içine giriyorlardı.
Pavyon sahipleri hesabı ödeyemeyenlere imzalatılan senetleri
evlerini, ürünlerini icra ile sattırarak tahsil ediyorlardı.
Bu p a v y o n l a r bütün o köylülerin yuvalarının yıkılmasına, o
insanların bütün emeklerinin ellerinden alınmasına sebep olu­
y o r d u . Tabii ki bununla birlikte polis teşkilatı da pavyonlara bu­
laşıyor, bazı polisler pavyondaki kadınlarla ilişkiye giriyorlardı.
Diğer k a m u görevlilerinin, k a y m a k a m vekiline kadar hepsinin,
buradaki kadınlarla bir şekilde ilişkisi oluyordu, ç ü n k ü küçük
bir A n a d o l u kasabasında y a ş a y a n erkekler o günkü şartlarda
pavyonda çalışan kadınları g ö r d ü ğ ü n d e , hepsinin dünyası de­
ğişiyor, bu kadınlar hepsini etkiliyordu. B u n d a n dolayı o ilçede
sürekli olaylar olmaktaydı. Böyle d e v a m ederken, oradaki po­
lislerin bu pavyonlarda çalışan kadınları alıp dışarılarda alem
yaptıkları y ö n ü n d e k i iddialar ve onlarla olan ilişkileri tahkikata
konu edilmişti. Birçoğu yanlış şeyler yapmışlardı. Suç işleyen
bu polisler h a k k ı n d a o z a m a n k i 3. Şube Şefi Başkomıser, mü­
fettiş olarak tayin edilmişti.

B a ş k o m i s e r tahkikata gelmiş, bu defa haklarında tahkikat


yapılan polisler uyanıklık y a p ı p Başkomiser'i i ç m e k için pav­
y o n a götürmüşlerdi. Başkomiser'e birtakım kadınları yakınlaş­
tırarak u y g u n o l m a y a n görüntülerini çekmişlerdi. B a ş k o m i s e r
bu görüntülerin çekildiğini anlamış, fotoğrafçının filmine el
koymuş, d a h a sonra da bunu tutanağa geçirmişti. Bu defa bu
olayı da tahkik e t m e y e , başka bir m u h a k k i k e gerek vardı ve
polislerin bir kısmı açığa alınmıştı.

İşte bu kargaşa içerisinde ilçenin Emniyet Komiseri de açığa


alınmıştı. B u n u n üzerine bu ilçeye komiser aranırken il merke­
zinden g ö n d e r m e imkânı olmayınca beni düşünmüşler. B e n i m
tavrım itibari ile alkolden, kumardan, bu tür kadınlardan çok
uzak o l d u ğ u m bilindiğinden ve o zamanın tabiriyle hocavari gö-

37
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

züktüğüm, beş vakit namaz kıldığım için bu ilçeye göreve gitme­


me karar verilmişti. Bir gece bir mesaj aldım, 24 saat içerisinde
Gülnar'dan ilişik kesip Mut'ta göreve b a ş l a m a m gerektiği yazı­
yordu. Mut'a geçici görevli olarak tayin o l m u ş t u m . Mersin'in en
küçük, en m a h r u m ilçesi kabul edilen Gülnar'da görev yapıyor­
dum, a m a buraya, yarattığımız aile ortamını aratmayan iş orta­
mına, arkadaşlarıma, Emniyet Komiserliği içerisindeki dünyaya
ve Gülnar'a çok alışmıştım. Ayrılmak çok ağrıma gitmişti fakat
m a d e m görev verilmişti yapacak başkaca bir şey yoktu.

Emniyet teşkilatında titiz, yolsuzluklarla mücadele eden ve


Güneşin Oğlu diye bilinen z a m a n ı n efsanevi Mersin Emniyet
M ü d ü r ü Ahmet Karakurt'a telefon açtım, gitmek istemediği­
mi söyledim. E m n i y e t M ü d ü r ü oraya gitmem gerektiğini, Vali
B e y l e görüştüklerini, beni her konuda destekleyeceklerini, ora­
da bana ihtiyaç olduğunu ve orayı d ü z e l t m e m gerektiğini söy­
ledi. M e c b u r e n tayinimin çıkmasından beş-altı saat sonra gece
kalktım, Mut'a gittim ve göreve başladım.
Bir müddet bu ilçede görev yaptıktan sonra pavyonlarla ilgili
topladığım bilgilere göre durum çok kötüydü. Sahipleri sabıkalı,
işletme y ö n t e m i kötü ve ilçe için çok olumsuzdu. Pavyonlarda
çalışmak için getirtilen kadınların tüm idari işlemlerini Emniyet
olarak biz yapıyorduk, daha önce işlemler elden ve aracılar vası­
tasıyla ilgili illere telgraflar çekilerek çok hızlı yapılıyormuş. Ben
her şeyi kanuna uygun ve aracısız y a p m a y a başladım, yeni baş­
layan kadınların tahkikatlarını resmi yazıyla yapınca süre uzu­
yor, izin alamadıkları için de kadınlar çalışamıyorlar ve sıkıntı­
ya düşüyorlardı. Uzayan z a m a n ve diğer işlemler pavyoncular
için sorun o l m a y a başlamıştı. Ayrıca meydana gelen her olayda,
olayla ilgili pavyonların geçici olarak kapatılması için Kayma­
kamlığa teklif yazıyordum, ama K a y m a k a m Vekili onlarla irti­
batlı o l d u ğ u n d a n kapatmalar kısa süreli oluyordu. Bir müddet
sonra iki pavyonu da ö m ü r boyu kapatacak olan, ruhsatların ip­
tali ile ilgili işlemlere başladım. Sonunda İlçe Kaymakamlığına,

38
Bolum Devlet

yeni K a y m a k a m Vekili olarak Mahiyet M e m u r u Mustafa Bey'in


gelmesi üzerine pavyonlardan biri için dışarıya fuhuş maksatlı
kadın g ö n d e r m e s i iddiasıyla, diğeri içinse sahibinin sabıkasını
bahane edip her ikisinin de ruhsatlarının iptali onayını aldım.
P a v y o n c u l a r ilk başta işyerlerini k a p a t m a m ı , yine eskiden
olduğu gibi bir süre kapalı kalır, sonra açılır diye düşünerek
ö n e m s e m e d i l e r . Beni geçip irtibatta oldukları siyasi parti teş­
kilatlarına, M e r s i n d e k i irtibatlarına güvendiler olmadı, sonra
milletvekillerine güvenip onların etrafında dolaşarak pavyonları
açtırmaya ve beni tayin ettirmeye çalıştılar, a m a o da olmadı.
Daha sonra işyerini haksız yere k a p a t m a k t a n dolayı, ticaret­
hane sayılacak p a v y o n u n kayıp olan ticari kazancı nedeniyle
ağır tazminata m a h k u m olacağı y ö n ü n d e K a y m a k a m Vekili'ni
korkutup p a v y o n u açtırmak istediler. B u n u n üzerine ilçede
Emniyet ve K a y m a k a m l ı k ç a yapılan işlemlerin hukuki d u r u m u
hakkında vilayet merkezine danışıp Emniyet M ü d ü r ü ' n ü n des­
teğiyle, ilde yaptığımız işlemin h u k u k a uygun olduğu y o l u n d a
görüş alarak K a y m a k a m ' ı rahatlattım. Emniyet M ü d ü r ü ve Va­
lilik bizi destekliyordu.

Bu arada z a m a n geçiyordu, pavyoncular nüfuzlu dostların­


dan, parti başkanlarından, milletvekillerinden u m u d u kesince
dava a ç m a y a karar verdiler. O z a m a n l a r idari davalar yalnızca
Danıştay'a açüabiliyordu, illerde idare m a h k e m e l e r i yoktu. Da­
vayı açtılar a m a dava açımı için 90 günlük süreyi geçirmişlerdi.
Bu arada 1976'da girdiğim Ankara H u k u k Fakültesinde son sı­
nıfa gelmiştim, okuduklarımın faydasını g ö r ü y o r d u m . Öğrendi­
ğim kadarıyla süresi içerisinde açılmayan davalarda, iddialara
cevap verilirse Danıştay davaya bakıyordu, ama sadece z a m a n
aşımı iddiaları dile getirilirse, dava gereken süre içerisinde açıl­
madığından r e d d e d i y o r d u . Ben de davaya cevap olarak idare
adına s a v u n m a yaparken, sadece dava a ç m a süresinin geçiril­
diği iddialarında bulunup diğer hususlara hiç cevap v e r m e d i m .

39
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Ve sonunda Danıştay davayı süresi içinde açılmadığından red­


detti.
Yıllarca M u t halkının başına bela olan pavyonları bir daha
a ç ı l m a m a k üzere kapatmıştım. Mut halkı i s m i m i öğrenene ka­
dar "pavyonları kapatan komiser" olarak anıldım. Özellikle il­
çenin köylü kadınlarının bu d u r u m d a n m e m n u n olduklarını
zannederim.

Pavyoncuların Şikâyetleri

Bir m ü d d e t sonra hükümetlerin değişmesiyle birlikte hak­


kımda şikâyetler başlamıştı, çeşitli bahanelerle, sudan sebep­
lerle vilayete ve Bakanlığa şikâyet ediliyordum. Önce merkez,
şikâyetler h a k k ı n d a bizden bilgi istiyordu, sonra iddiaları araş­
tırmak üzere il m e r k e z i n d e n bir araştırmacı gönderiliyordu. Bir
iki araştırmacı gelip gittikten sonra bu defa m e r k e z d e n z a m a n ı n
2. Şube Şefi olan Başkomiser Ali T e m e l bu işle görevlendirilmiş­
ti. Polislik yetenekleri gelişmiş olan Ali Bey ilçeye gelmiş a m a
bize, Emniyete uğramamıştı. Beni telefonla aradı, bu ilçede seni
kim, ne için şikâyet eder, kimler senin görevinden rahatsız olur
diye sordu. B e n de ilçedeki genel d u r u m a bakarak pavyoncula­
rın işlerini takip eden, pavyonlardan dolaylı faydalanan, men­
faati olan bazı kişileri ve özellikle parti içerisinde ve y ö n e t i m d e
olup ilçe m e r k e z i n d e bir restoran işleten şahsın ve yakınlarının
olabileceğini söyledim. Pavyonda konsomatrislik y a p a n kadın­
lar burada y e m e k yiyor ve bu sayede de restoran y o ğ u n l u k ya­
şıyordu. Ali B e y ilçede kendisini farklı kimliklerde tanıtarak do­
laşmış, s o n u n d a da tarif ettiğim restorana gitmiş ve kendisini,
pavyonlara k o n s o m a t r i s kadın g ö n d e r e n Ankara'daki bir acen­
tenin avukatı olarak tanıtmış ve restoranın sahibi ile g ö r ü ş m e k
istemiş. Y e r i n d e o l m a m a s ı üzerine o an orada bulunan oğlu ile
görüşmüş ve oradakilerle bir iki k a d e h içip sohbet etmiş.

Aralarında geçen diyaloga göre:

40
1. Bölüm: Devlet

- G ö n d e r d i ğ i m i z her kadın çalışamıyor, günlerce bekliyor,


sık sık pavyonlar kapanıyor, ediyoruz. Ne oluyor burada?
- Hiç s o r m a y ı n buraya bir komiser geldi. Her işte zorluk
çıkarıyor, işleri engelliyor.
- B u n u n kolayı var. Her yerde olur, üç beş kuruş verirsiniz
işler y o l u n a girer.
- Yok, bu a d a m bildiğiniz gibi değil, rüşvet almaz.
- Öğrendiğim kadarıyla bekar genç biriymiş, kadın gönderin.
- (hafif h a k a r e t a m i z bir sıfat kullanarak) Bu a d a m hoca,
kadını da k a b u l etmez.
- O z a m a n bir k o m p l o kuran, tuzağa düşürün.
- O n u da düşünüyoruz, fırsat kolluyoruz, planlıyoruz a m a
a d a m hiçbir yere gitmez, bir yere çıkmaz. Karakolda yatar kal­
kar, göreve gider, gelir, fırsat bulamıyoruz
Bu sohbet ve benzeri sohbetlerde bilgi topladıktan sonra, Ali
Bey Emniyet Komiserliğine geldi ve bu sohbeti bana da anlattı.
Bu şekilde elde ettiği bilgileri de belirterek raporunu Mersin
merkeze v e r m e s i üzerine bir süre şikâyetler dolayısıyla rahatsız
edilmedik a m a bir m ü d d e t sonra yine şikâyetler arttı. Bir gün
Emniyet M ü d ü r Yardımcısı Rıza Işıkoğlu geldi ve bazı kişilerin
ifadelerini a l m a y a başladı. O z a m a n bu kişilerin bizi şikâyet
eden kişiler o l d u ğ u n u anladım, içlerinden biri enteresan ifa­
de veriyordu, emekli öğretmen o l d u ğ u n u zannettiğim parti ilçe
y ö n e t i m kurulu üyesi olan şahıs, "Genel b a ş k a n ı m başbakan,
bizim parti iktidar ise b e n i m de ilçede s ö z ü m ü n geçerli olması
gerek. H a l b u k i bizim hiç etkimiz olmuyor." diyerek bana tesir
e d e m e m e s i n i eleştiriyordu.

Emniyet M ü d ü r Yardımcısı tahkikatı y a p ı p gitti. A r a d a n bir


süre geçmişti ki bir gün ilçeye İl Valisi, E m n i y e t M ü d ü r ü , Jan­
darma Alay K o m u t a n ı m ı n geldiğini, K a y m a k a m l ı k t a olduklarım
ve beni de çağırdıklarını d u y d u m . K a y m a k a m l ı ğ a gittiğimde Vali
Bey m a k a m a o t u r m u ş , iki y a n ı n d a E m n i y e t M ü d ü r ü ve Alay

41
Haliç'te Yaşayan Simonlar

K o m u t a n ı vardı. Ayrıca odada ilçe Belediye Başkanı ve Kayma­


k a m Aslan Yıldırım ile birlikte iki kişi daha bulunuyordu.
Vali Bey, Belediye Başkanı'na, "Bir komiserin tahkikatına
başkomiser gelir, bilemedin emniyet amiri, belki en fazla emniyet
müdür yardımcısı gelir ama asla bir vali gelmez ama siz şikâyet
ettiniz, tahkikat için başkomiser gönderdik, olmadı emniyet mü­
dür yardımcısı gönderdik, o da olmadı bakın bu defa ben gel­
dim, yanımda da emniyet müdürü ile alay komutanını getirdim.
Ne deliliniz varsa getirin, bugün bu işi burada halledeceğiz. Ne
kadar şahidinizi varsa getirin, ben dinleyeceğim," dedi. Ayrıca
şikâyet dilekçesinde imzası olduğunu konuşmalardan anladığım
bir parti ilçe başkanını da sordu. "Nerede o? Gelsin, o da şa­
hitlerini getirsin," dedi. Bunun üzerine Belediye Başkanı kapıda
bekleyen adamlarını çağırıp bazı isimler verdi, o insanların geti­
rilmesini istedi. Adamlar hızla çıktılar, bir süre sonra tanıdığım
ve yakın z a m a n d a hakkında tahkikat yaptığım bir kişi geldi. Vali
Bey'in soruları üzerine taksi şoförü olduğunu, kendisini bir kız
kaçırma dolayısıyla karakola aldığımı, kaçırılan kızın yerini gös­
termesi için d ö v d ü ğ ü m ü söyledi. Vali Bey, "Seni döverken hangi
partiden olduğunu sordu mu? Senin hangi partiden olduğunu
biliyor m u y d u ? " gibi sorular sorunca şoför beni kast ederek, "Ha­
yır, komiser b e n i m hangi partiden olduğumu sormadı, hiç siyasi
parti sözü geçmedi, kaçan kızın yerini göster diye dövdü, ben
yerlerini bilmiyordum." dedi. Vali Bey Belediye Başkanı'na döne­
rek, "Hani reis, bak sen dilekçende siyasi partisinin sorulup par­
tili olunca dövüldüğünü belirtmiştin, ama böyle bir olay yok?"
dedi. O z a m a n ben söze girip, "Sayın valim bu adam kızın yerini
bilmiyorum, kaçtığını da bilmiyorum diyor ama kaçıran kişi evli,
bu kızı ikinci evlilik için kaçırıyor, bunun amcaoğlu, kaçırılan kız
yakın akrabası, gece köye kendi taksisi ile götürüyor, sonra da
yerini söylemiyor, bu nedenle onu dövdüm." dedim.

Vali Bey Belediye Başkanı'na başka tanıklarınızı da getirin


dedi. Bu a r a d a yine yakın z a m a n d a hakkında işlem yaptığım

42
1. Bolüm: Devlet

bir bsşlcsı kişiyi hmzur3. getirdi ler ve bu kişi de Vali'nin sorusu


üzerine, pavyonda m e y d a n a gelen ve pek çok kişinin karıştığı
kavgada y a r a l a m a olayı dolayısıyla firar eden kişilerin saklan­
dığı yerleri söylemesi için kendisini d ö v d ü ğ ü m ü anlattı. Vali
Bey'in sorusu üzerine dövülmesi sırasında hangi partiden ol­
d u ğ u n u ve siyasi görüşünü sormadığımı söyledi. Bu defa ben
yine k o n u ş m a y a girerek bu kişinin pavyonda hesap ö d e m e me­
selesinde diğer garson arkadaşlarıyla müşterileri darp ettikleri­
ni, bir müşteriyi yaralayan garson arkadaşının ismini ve yerini
söylemediğini, bu y ü z d e n o n u d ö v d ü ğ ü m ü söyledim.
Vali'nin huzurundaki konuşmalarda artık Emniyetteki da­
yak olaylarını rahat konuşuyorduk, bu hiç anormal değildi. So­
ruşturulan dayak olayı değil, aranan kişileri döverken siyasi gö­
rüşlerini sorup sormadığım, X partili olunca d ö v ü p dövmediğim-
di. Suç, d ö v m e k değil, siyasi görüş farkını anlayınca dövmekti.
Vali C ö m e r t o ğ l u Belediye Reisi nden başka tanık varsa ge­
tirilmesini söyledi. Başka tanıklar da getirmek istediler ama
olmadı, getiremediler. A n l a d ı ğ ı m kadarıyla h a k k ı m d a vilayete
gönderilen şikâyet dilekçesinde birçok imza varmış, ama en
önemlisi Belediye Başkanı ile X partisi ilçe başkanı Y . İ . idi, o da
ilçede y o k t u veya çağrılmasına rağmen kendisine y o k dedirte­
rek oraya gelmedi. Dilekçedeki iddialar çok ciddiydi. Bu iddialar
arasında, b e n i m karakola gelen herkese hangi partidensin diye
sorduğum, A P l i l e r bu tarafa, D P l i l e r bu tarafa, M H P l i l e r bu
tarafa diyerek, X partili olanları başka tarafa çekip d ö v d ü ğ ü m ,
darp ettiğim, hatta bazı kişileri d ö v ü p kanları ile alınlarına üç
hilal işareti y a p t ı ğ ı m y ö n ü n d e inanılması m ü m k ü n olmayan id­
dialar vardı. Vali Bey okurken duyduklarım arasında daha ağır
ithamlarda da bulunulduğunu g ö r d ü m .

Vali N a i m C ö m e r t o ğ l u ' n u n başkanlığındaki m a h k e m e ( ! ) , en


önemli tanıkları dinledikten sonra hakkımdaki iddiaların yalan
olduğu, hiçbir siyasi görüş ve düşünce y a n ı n d a yer almadığım
veya başka bir siyasi düşünceye karşı tavır almadığım anlaşıl-

43
Haliç'te Yaşayan Simonlar

dı. B u n u n ü z e r i n e Vali Belediye Başkanı'na d ö n ü p , "Bak Reis,


sen emekli ö ğ r e t m e n , aklı başında bir insansın, sana değer ve­
ririm ama b a k neler iddia ediyorsun." Beni kast ederek, " K o m i ­
serin karakola gelen kişilere siyasi görüş ve partilerini sorup X
partili olanları d ö v d ü ğ ü n ü , onlara kötü m u a m e l e ettiğini, hatta
alınlarına üç hilal yazdığını söylüyorsun. K o m u t a n ı n , müdü­
rün, k a y m a k a m ı n herkesin y a n ı n d a senin getirdiğin tanıklara
ısrarla sorduk, komiser birine bile siyasi g ö r ü ş ü n ü sormamış,
bu kadar b ü y ü k iddialarda bulunuyorsunuz, a m a azıcık vic­
danlı olmak lazım. Bir kişi bile en ufak bir iddiayı doğrulama­
dı," dedi. Yaşlıca olan Belediye Başkanı öğretmenliğin verdiği
o ruhi o l g u n l u ğ u n etkisiyle üzüldü, utandı ve sıkılarak, "Özür
dilerim Vali B e y , ben aslında o dilekçeyi o k u m a d a n imzaladım.
Arkadaşlar hazırlamışlardı, bana da imzala dediler. Ben de
onlar hazırlamış ise mutlaka doğrudur diyerek i m z a l a d ı m , siz
telefonda sorunca da içeriği doğrudur dilekçeyi biz hazırladık
d e m e k m e c b u r i y e t i n d e kaldım." dedi.

A n l a d ı ğ ı m kadarı ile Vali Bey h a k k ı m d a şikâyet alınca daha


ö n c e B a ş k o m i s e r Ali T e m e l Bey ve Emniyet M ü d ü r ü Yardımcısı
Rıza Bey'in benzeri iddialarla ilgili olarak yaptığı tahkikat sonuç
raporunu bildiğinden bu iddiaların boş çıkabileceğini düşün­
müş. Pavyonları kapattırdığım ve biraz da geçmişteki Emniyet
amirlerine kıyasla tavizsiz ve sert mizaçta o l d u ğ u m için pavyon­
cuların tahriki ile h a k k ı m d a ortaya atılan şikâyetlerin doğru ol­
d u ğ u n a i n a n m a m ı ş . Fakat İlçe Başkanı ve Belediye Başkanı'mn
imzası olunca ikisini de telefonla arayarak bu iddiaları tahkik
için daha ö n c e b a ş k o m i s e r ve m ü d ü r görevlendirdiğini, inceleme
sonucunda iddiaların doğru olmadığının anlaşıldığını söylemiş.
A n c a k şimdi gelen evraklarda kendi imzaları o l d u ğ u için bu id­
dialardan e m i n olup olmaklarını sormuş. " E m i n i z " karşılığını
alınca Vali B e y gelip bizzat tahkikat y a p m a y a karar v e r m i ş .

Vali Bey Belediye Başkanı'mn beyanlarını aldı. Daha sonra


diğer önemli şikâyet m e k t u b u n d a imzası olan X partisi ilçe baş-

44
1. Böiüm: Devlet

kanı Y . İ . geldiğinde yerine getirilmek üzere, K a y m a k a m Bey'e,


"Bu konuda ifadesini alın, varsa tanıklarını dinleyin ve bana
gönderin" diyerek görev verdi. Ardından Belediye Başkam'na
dönerek, "Siz olgun ve aklı başında bir insansınız, yıllarca k a m u
görevi y a p m ı ş birisisiniz, bu tür şikâyetler iyi değildir, sizin daha
olgun d a v r a n m a n ı z lazım," şeklinde h e m eleştiren, hem de do­
laylı olarak ö v e n bir tarzda konuştuktan sonra ayrıldı.
Vali B e y ayrılınca Belediye Başkanı bizi m a k a m ı n d a çaya
davet etti, b e r a b e r Belediye'ye gittik. H a k k ı m d a bunca iftira di­
lekçesi hazırlamalarına, yalan yanlış iddialarda bulunmalarına
r a ğ m e n tuhaftır onlara karşı kin, öfke ve kızgınlık duymuyor­
d u m . T a n ı k l a r d a n bin ifadesinde. "Evet bizi siyasi görüşümüz­
den dolayı d ö v d ü . " demiş olsaydı mesleki hayatım bitme nokta­
sına gelebilirdi. T ü m bunlara kızgın o l m a m , hatta daveti kabul
etmeyerek direkt karakola g i t m e m gerekirken, Belediye'ye git­
tim. Hatta orada bir ıkı saat kadar kaldım, içimde hiç kızgınlık
d u y m a d ı m , hatta Başkan'a biraz da acımıştım. Parti arkadaş­
ları imzala dedikleri için belgeyi imzalamış a m a şimdi yalancı
d u r u m u n a d ü ş m ü ş , zorda kalmıştı. Belki de o yaşlı haliyle Vali
Bey'd en s a m i m i olarak özür dileyerek o k u m a d a n imzaladığını
kabul etmesi beni yumuşatmıştı

Aslında o ana kadar ilçede herhangi bir partiyi kızdıracak ya


da küstürecek bir şey y a p m a m ı ş , bir icraatta b u l u n m a m ı ş t ı m .
Fakat pavyonları k a p a t t ı r m a m ve tavizsiz tavrım, dolaylı olarak
bazı kişileri rahatsız etmişti. Onlar da dolaylı olarak siyasi açı­
dan beni istemiyorlardı; tabii bunda geldiğim Gülnar'daki aynı
partinin ilçe yönetilirinin yeni ilçem Mut y ö n e t i m i n e d a h a ben
gelmeden, " G e l e n komiser, M H P l i ülkücü," gibi abartılı anla­
tımların yarattığı önyargıyı da u n u t m a m a k gerekir.

İlçede İki Hükümet Tabibi ile Çalışma


Mut'ta çalışırken ilçede ufak tefek siyasi olaylar m e y d a n a ge­
liyordu, sağcılar ve solcular kendi aralarında sürekli sürtüşme

45
Haliç'te Yaşayan Simonlar .

yaşıyorlardı. H ü k ü m e t i n değişmesi ile birlikte m e m u r l a r da deği­


şiyordu. O d ö n e m Demirel'in Milliyetçi Cephe (MC) koalisyon hü­
kümetleri, sonrasında Ecevit'in Güneş Motel transferleri sonucu
C H P hükümetini kurması gibi h ü k ü m e t sık sık değişiyordu.
B e n i m ilçeye a t a n m a m d a n önceki d ö n e m d e görev y a p a n
hükümet tabibi Dr. Nihat sol görüşlüydü, C H P hükümeti döne­
m i n d e göreve getirilmişti ve ilçe halkmdandı. H ü k ü m e t değişip
o zamanki adıyla MC hükümeti kurulunca, yerel parti teşkilat­
larının baskısıyla Dr. Nihat görevinden alınmış, yerine başka
bir h ü k ü m e t tabibi atanmıştı.
B u n u n ü z e r i n e Dr. Nihat, görevden alınma k a r a r m a karşı
dava açmış ve Danıştay Dr. Nihat'ın tekrar görevine d ö n m e s i n e
karar vermişti. O z a m a n l a r idarelerin İdare M a h k e m e karar­
larına ve h u k u k a u y g u n hareket ettikleri tartışmalıydı, daha
doğrusu h u k u k a nasıl uyacakları çok belli değildi. Danıştay'ın
kararlarına ç o k uymuyorlardı, yeni h ü k ü m e t tabibi görevdeydi,
eski h ü k ü m e t tabibi de m a h k e m e kararıyla tayin o l m u ş ve o da
gelip göreve başlamıştı.

İlçede hiç g ö r ü l m e m i ş bir d u r u m oluşmuştu, iki tane hükü­


met tabibi v a r d ı . Biri yeni gelen, diğeri ise Danıştay kararı ile
tekrar görevine başlayan doktordu. İkisi de aynı anda görevliy­
di, a m a b u n u n zararını en çok biz çekiyorduk. İlçede sağcı ve
solcu gençler arasında sürekli kavgalar oluyor, kavgada yarala­
nan kişilerin y a r a l a n m a şekilleri ve y a r a l a n m a n ı n niteliğinin tıp
diliyle ifadesi (hayati tehlike var, 1 günlük işgücüne mani olur,
20 günlük i ş g ü c ü n e mani olur vb.) davanın seyrini değiştiriyor­
du. Eğer k a v g a d a yaralanan kişinin yarası doktor raporuyla "on
g ü n d e n az süre ile işgücüne manî olur" şeklinde ise dava ba­
sitti, takibi şikâyete bağlı idi; sanıklar gözaltına alınmıyor, tu­
tuklanmıyor, d a v a basit darp sayılıyordu. Fakat doktor raporda
"yaralamanın neticesi 10 g ü n d e n fazla işgücüne m a n i " derse
dava k a m u davası şeklini alarak ağırlaşıyordu. Eğer "20 gün,
30 g ü n işgücüne mani olur" veya "hayati tehlikesi var" şeklinde

46
1. Bölüm: Devlet

bir rapor verirse, dava daha da ağırlaştığı gibi sanıklar kesin


tutuklanıyor ve suç, ağır cezalar verilmesini gerektirir hale ge­
liyordu, a m a bu d u r u m u halk bilmiyordu; gözaltına alınmalara
ve hatta tutuklamalara polisin karar verdiği zannediliyordu.
İlçede son z a m a n d a özellikle öğrenci olayları çok fazla olu­
yordu, şikâyet dilekçesi üzerine Savcı d u r u m u hükümet tabibi­
ne sevk ettiğinde, sağcılar sağcı h ü k ü m e t tabibinden, solcular
ise solcu h ü k ü m e t tabibinden rapor alıyorlardı. Tabibe doğ­
rudan biz sevk ettiğimizde ise solcu doktor sağcılar hakkında
kafaları dahi kırılsa hiçbir şeyi y o k diyor, solcuların y ü z ü n d e
kızarıklık olsa bir ay rapor veriyordu; aynı şekilde sağcı doktor
sağcılara 20-30 gün rapor veriyor, a m a solculara hiçbir şeyleri
y o k diyordu. Genellikle de m a ğ d u r olduğu için kızgın g ö z ü k e n
solcu Dr. N i h a t daha abartılı ve yanlı raporlar veriyordu.

Kavgaya karışmış insanların benzer durumlarına farklı fark­


lı raporların verilmesi, tüm dava sürecini, mahkemelerin tutuk­
lama sebeplerini ve cezaları etkiliyordu, a m a kimse bu doktor
raporundan kaynaklanan farklı işlemi görmek istemiyordu.
Herkes polisin farklı işlem yaptığını söylüyordu ve biz bu dam­
gadan bir türlü kurtulamıyorduk. Bu iş böyle devam ederken,
tabii görevliler arasında da benzer bir ayrım oluyordu; örneğin
o zamanki Savcımız okul yıllarında sol görüşlü olarak bilinen,
kendini öyle lanse etmiş biriydi, onun da benzer tavırları vardı.

O zamana kadar hükümet tabipliği m ü h r ü idari memurlarda


bulunur, her iki doktorun raporlarının kayıt ve m ü h ü r işlem­
lerini m e m u r l a r yapardı. Bir gün hükümet tabiplerinden solcu
olan Dr. Nihat, hükümet tabipliği m ü h r ü n ü alıp cebine koyarak,
diğer doktorun raporlarını mühürlemesine engel olmuştu. Sav­
cı, mühürlü olan doktor raporlarım kabul edeceğini söylemişti.
K a y m a k a m l ı k m ü h r ü alamadı ve böylece normal muayenelerde
iki ama adli konularda tek doktor yetkili hale gelmiş oldu.

Bu defa adli olaylarda herkesi solcu doktora g ö n d e r m e k


m e c b u r i y e t i n d e kaldık. Solcu doktor ise raporları solcular lehi-

47
Haliç'te Yaşayan Simonlar

ne veriyor, sağcılar hiç rapor alamıyordu. Bu durum da mah­


k e m e d e haklı olan tarafın hep solcular olduğu, sağcıların hep
haksız o l d u ğ u gibi bir görüntü yaratıyordu. Fakat yine de in­
sanlar bu d u r u m u n doktordan değil de E m n i y e t t e n kaynak­
landığını d ü ş ü n ü y o r d u , çünkü Adliye ve Savcılıktan hiç kimse
m a h k e m e dışına çıkmıyordu; sanıkları yakalayan, m a h k e m e ­
ye getirip götüren, karakolda tutan bizlerdik ve her z a m a n bu
olayların m u h a t a b ı haline dönüşmüştük. İşte burada, bir ilçede
iki h ü k ü m e t tabibinin olduğu, iki görevlinin aynı olayda farklı
farklı raporlar verdiği ama bu d u r u m u n bütün bedelini polisle­
rin ödediği u z u n bir polislik hayatı yaşadım.

İki Öğrencinin Vurulması


Gülnar'da görev yaptığımız zamanlar çok enteresandı. İlçe­
nin dünya ile irtibatı kışın neredeyse kesiliyordu. Üç bin nüfuslu
küçücük bir ilçeydi a m a yazları yaylaya çıkanlarla nüfusu 6 bini
buluyordu. Telefonumuz, eski manyetolu telefonlardandı, yan­
daki kolu çevirerek önce postaneye ulaşıp görüşmek istediğimiz
yeri söylüyorduk, santral m e m u r u jakı takıp karşı tarafı bulu­
yor sonra bize k o n u ş u n diyordu; başka il veya şehirle görüşmek
hiç de kolay değildi. Telsizimiz de yoktu, yani telefon bağlantısı
koptuğu z a m a n tüm dünya ile bağlantımız kesiliyordu.

Daha sonra Gülnar'dan Mut'a atandım. Mut'ta çalışırken,


ülke genelinde o l d u ğ u gibi burada da k ü ç ü k çapta bile olsa le­
gal, illegal örgütlerin taraftarları bazı geceler duvarlara siyasi
sloganlar yazıyor, z a m a n z a m a n da özellikle lisedeki öğrenciler
arasında kavgalar çıkıyordu. Ben tüm yazılan duvar yazılarını
gördüğüm an sildiriyor, hatta silinmesi için başında duruyor­
d u m . Kimi z a m a n gece yazanlara özel pusular kurarak yaka­
lıyor, daha y a z ı l a r t a m a m l a n m a d a n yazılanları sildiriyordum.
Genellikle d u v a r yazılarını sol gruplar yazdığından, siyasi görüş
farkından dolayı yazıları sildirdiğim z a n n e d i l m i ş ve sol gruplar­
ca hakkımda bir olumsuz hava oluşturulmuştu.

48
1. Bölüm: Devlet

Bir gün sağ-sol gruplar arasında daha önce m e y d a n a gelmiş


bir y a r a l a m a olayının m a h k e m e s i n d e n çıkan ve motosikletle il­
çedeki lisenin yanından köye giden ülkü ocakları başkanı ile bir
arkadaşını, lisede bulunan öğrencilerin taşladığı, b u n u n üze­
rine ülkü ocağı başkanının silahla ateş edip iki öğrenciyi aya­
ğından yaraladığı haberi geldi. Süratle olay yerine gittim, ateş
ettikten sonra köye doğru motosiklet ile kaçmışlardı. Yanıma
aldığım iki polisle, bir iki gün önce egzozu patlamış ve henüz
y a p t ı r a m a d ı ğ ı m resmi oto ile köylere doğru takibe başladım.
J a n d a r m a ve az sayıdaki polisle yakın çevreyi arayıp bulama­
yınca, şahısların gidebileceği ihtimali olan yakın ilçenin köyleri
dahil o istikametteki köylerde a r a m a y a p m a y a başladım. G e c e
yarısına k a d a r dağ taş arayıp artık ilk acil y a k a l a m a y ı y a p a m a ­
yacağımı anlayınca gece yarısı ilçeye d ö n d ü m .

O z a m a n l a r telsiz veya cep telefonumuz o l m a d ı ğ ı n d a n il­


çede bu a r a d a olup bitenden haberdar o l m a m ı ş t ı m . X parti­
liler olayı çok abartıp ilçede benimle irtibatlı, hatta b e n i m ta­
limatımla hareket eden ülkücülerin, sol grup öğrencilere ateş
açtığı, halkın ayaklanıp karakola y ü r ü d ü ğ ü , h e m e n görevden
a l ı n m a z s a m v a h i m olayların olacağı, karakolun basılacağı gibi
şikâyetlerini il merkezine aktarmışlar, bunun üzerine aceleyle
tayinim M e r s i n m e r k e z e çıkmıştı. O zamanlar az sayıda oldu­
ğu için hiçbir yere personeli taşımaya resmi araç gönderümez-
ken, y e r i m e a t a n a n Başkomiser Emniyete ait bir araç ile ilçeye
gönderilmişti ve aynı araç beni alıp götürmek üzere bekliyordu.
Yeni atanan B a ş k o m i s e r e d u r u m öyle bir anlatılmış ki sanki
ben ilçede d u r u r s a m kızgın halk karakolu basacak. Bu yüzden
hemen alıp g ö t ü r ü l m e m gerekiyormuş. Aslında anlatıldığı gibi
bir d u r u m söz konusu değildi a m a iktidar değişikliğini kulla­
nanlar ilde öyle bir hava yaratmışlardı.

Bu o l a y d a n üç beş gün önce Emniyete ait olan ve hurdaya


çıkmaması için gayret ettiğim, hem tamirciliğini h e m şoförlü­
ğünü yaptığım araçla devriye gezerken, şehrin ana caddesinde

49
Haliç'le Yaşayan Simonlar

hiç sevmediğim, pek çok olaya da karışan ülkü ocakları başka­


nını g ö r m ü ş t ü m . O günlerde bir sorunu da vardı, araçtan in­
m e d e n onu y a n ı m a çağırdım ve ona kızarak rahat durmadığını,
böyle giderse canını yakacağımı söyledim. Tabii ben hesaplaya­
mamıştım, daha doğrusu hiç aklıma gelmemişti, gerçi uzaktan
da olsa bakılınca ona kızdığım belli oluyordu a m a sonradan bu
olay aleyhime kullanılmıştı. Güya ben ilçe m e r k e z i n d e gördü­
ğüm ocak başkanına olay çıkarmasını söylemişim. Egzozu da
imkânsızlıktan değil, kovalama sırasında hızımı kesip aracın se
sini d u y u p kaçmalarına izin verebileyim diye y a p t ı r m a m ı ş ı m .

İlçeden böyle ayrılmak ağırıma gidiyordu; üstelik korktu


kaçtı gibi algılanacak bu d u r u m hoşuma gitmiyordu. Adı gibi
aslan olan K a y m a k a m Aslan Yıldın m'a d u r u m u anlattım. Aslın­
da tayinimin çıkıp il merkezine gitmemin benim için iyi olacağını
düşünüyordu a m a bu şekilde gitmek konusundaki itirazımı da
haklı gördü, beni kırmayarak o gün itibarıyla izinli gösterip son­
ra da rapor alarak ilçe merkezinde kalmama yardımcı oldu.

Kızmıştım; sözüm ona şikâyet edenler bana kızgınlarınış,


olay yaratacaklarmış, karakolu basacaklarmış, ben hemen alı­
nırsam ancak sakinleşirlermiş... Ben de aksine ilçeyi terk et­
m e d i m , beni bekleyen araca b i n m e d i ğ i m gibi rapor alarak üç ay
ilçede kaldım, h e m de daha rahat ve daha pervasızca. Şikâyet
edenlere m e y d a n okurcasına tek başıma ilçe m e r k e z i n d e gece
g ü n d ü z her y e r d e dolaşıyordum, hani bir şey y a p a c a k olan var­
sa gelsin dercesine...

Beni m e r k e z e alan yönetim, şikâyet edenlerin isteğine uy­


gun olarak m e r k e z e solcu, C H P l i olarak bilinen Başkomiseri
atamıştı, ama yeni atanan Başkomiser buna o kadar kızıyor­
du ki, yanına ziyarete gelen ve kendini solcu ve C H P l i tanıtan
herkese küfür e t m e k hariç her şeyi söylüyordu. "Bunca yıl sol­
cu olduğum için ücra köşelere, pasif işlere sürüldüm. İlk defa
sol hükümet kuruldu, ben de iyi bir şubeye tayin olacağım diye
bekliyordum. A m a sizin sayenizde bu defa da buraya sürüldüm,

50
1. Bolum: Devlet

size de ilçenize de..." şeklinde duruma isyan ediyordu. Fakat sol


görüşte o l d u ğ u için bu sözlerine ve küfürlerine bir karşılık gel­
miyordu, Başkomiserin u m d u ğ u ile bulduğu farklı idi.
Mut ilçesine yeni tayin olduğumda benden önceki komiser,
kiralık belediye dükkanlarının ikinci katında bulunan üç odadan
müteşekkil Emniyet Komiserliğinde m a k a m odasının ortasına bir
perde germiş, ön cepheye bakan yüzü makam, arka yüze bakan
kısmı ise yatak odası haline getirmişti. Ben de bu şekilde odanın
yansını evim, diğer yarısını m a k a m odam olarak kullanıyordum.
Tayinim merkeze çıkınca artık burada kalmam uygun olmayaca­
ğı için ben de bekar polislerin kaldığı otele çıktım. Üç aydan fazla
bir süre burada kalıp artık arkamdan kimsenin bir şey diyeme­
yeceği kadar bir z a m a n geçtikten sonra 1980 yılı başında ilişiğimi
kestim ve Mersin merkeze gelerek göreve başladım.

Mersin M e r k e z d e k i G ö r e v l e r i m
M e r s i n d e o z a m a n k i adıyla 1. Şube, şimdiki adıyla Terör­
le M ü c a d e l e Şubesinde göreve başladım. O z a m a n a kadar bu
şubeler, gelen yabancıları takip eder, özellikle Mersin limanına
gelen Rus gemilerindeki Rus yolcuları, eskiden siyasi bir olaya,
gösteriye katıldığı için fişlenen kişileri izlerdi. A m a yeni d ö n e m ­
de birçok ideolojik örgüt ortaya çıkmış, b ü y ü k illerde eylemler
başlamıştı. M e r s i n gibi illerde ise daha çok duvarlara yazı yaz­
ma, afiş asma, Molotof atma olayları ve gösteriler gerçekleşi­
yordu. A m a bunları gerçekleştirenler kimdi, adı duyulan çeşitli
dernek ve dergiler etrafında örgütlenen bu gruplar neyin nesiy-
di doğru dürüst bilgimiz yoktu.

Şubede görevli ve benden daha eski olan başkomiserlerle


Aydınlık dergisinin belli sayılarındaki bilinmeyen sol yayınla­
rından faydalanarak, hangi örgütün nerede çıktığı, hangi frak­
siyonlara ayrıldığı gibi bilgileri ö ğ r e n m e y e çalışıyorduk.
Örgütleri, siyasi hareketleri, fraksiyonları öğrenmek için Em­
niyetin bu k o n u d a hazırladığı herhangi bir belge, kaynak yoktu.

51
Haliç'te Yaşayan Simonlar ...

İdeolojik yapıları ö ğ r e n m e k için Aydınlık haricinde ikincil


kaynağımız y a k a l a d ı ğ ı m ı z örgüt mensupları veya sempatizan­
larıydı. Onları sorgularken anlattıkları ile m e n s u b u oldukları
grup hakkında bilgi alıyorduk.
Ülkede siyasi olaylar güvenliği sarsacak boyuttaydı, biz terör­
le mücadelenin ekip amiriydik ama mücadele edeceğimiz grup­
ları tanımıyorduk, haklarında hiçbir şey bilmiyorduk. Devlet bizi
6 yıl meslek okulunda, okutmuş, bunca masraf etmiş, bunca za­
man harcamıştı ama asıl gerekli olan bilgileri bize vermemişti.
Devletleri etkin ve güçlü kılan unsur, ellerindeki imkânları
kullanmasını bilmeleridir. Etkisiz y a p a n ise ellerindeki i m k â n
ve kabiliyetleri bilmemeleri, kaynaklarını kullanamamalarıdır.
Ülkeler için asıl önemli olan, y e m kaynaklar yaratmak, yeni
malzemeler, silahlar ve teknolojiler almak değil, önce elindeki
insanı iyi yetiştirmek, en büyük silahın bilgi olduğunu anlayıp
insanını bilgilendirmek, sonra güçlü bir sistem k u r m a k ve ku­
rumsal bir yapı içinde tüm birimlerini koordineli olarak yönet­
mekti. B u n u a n l a m a y a n bizim gibi ülkeler, sebebi hep başka
yerlerde aramışlardı.

Mafyanın Gücü
1980 yılında. Mersin'de görev yaptığım d ö n e m d e yaşadığım
bir olay, bu ü l k e d e k i mafyanın gücü ve yargı sisteminin nasıl
çalıştığı konusunda, zihnimde çok derin izler bıraktı.
O yıllardaki adıyla 1. Şube veya Siyasi Şube denen Terörle
M ü c a d e l e biriminde çalışıyorken Türkiye'nin her yerinde oldu­
ğu gibi Mersin'de de o zamanlar siyasi olaylar çoktu. İdeolojik
eylem ve olaylarda yer alan yüzlerce sağcı, solcu, dernek ve ille­
gal örgüt vardı. Bunların gerçekleştirdiği afiş ve pankart asma,
bombalama, ateş etme, yaralama, korsan gösteri gibi yüzlerce
olay patlak veriyordu. Bu olaylara koşturmaktan diğer adli olay
dediğimiz, hırsızlık, gasp, y a r a l a m a vakalarına bakmaya da pek
z a m a n ı m ı z o l m u y o r d u . A m a aynı telsiz kanalını kullandığımız-

52
1. Bölüm: Devlet

dan Asayiş Şubelerinin baktığı bu tür olaylar hakkında da ge­


nelde bilgi sahibi oluyorduk.
O yıllarda hatırlıyorum, çevresinde kendini kabadayı veya
mafya gösteren, bazı insanları korkutan, tehdit eden ve yara­
layan bir kişi, yine o z a m a n ilin ileri gelenlerinden birinin evine
veya işyerine k o r k u t m a k için ateş etmiş. Bunun üzerine Emniyet
Müdürü İ b r a h i m Ulus asayiş görevlilerine telsizde kızgın kızgın
anons geçiyor, bu kişinin yakalanmasını istiyordu. "Bu şahıs ge­
çen gün de birine ateş etti, zaten aranıyor, bakın yine ateş etmiş,
bulun onu y o k s a sizin hakkınızda işlem yaparım," diyordu.
Bu telsiz k o n u ş m a l a r ı n d a n sanırım bir ay kadar sonra, ha­
ziran ya da t e m m u z ayıydı. Bir akşam göreve çıkmak üzerey­
dik. G ü n e ş i n batmasına az bir z a m a n vardı. Ekibimle birlikte
üst katları lojman olan, giriş katında C u m h u r i y e t K a r a k o l u n u n
bulunduğu binanın ö n ü n d e konuşuyorduk. Karakol amiri Baş­
komiser H ü s e y i n Bey, benim ve şoförümüz H a s a n ' m s a m i m i
olduğu bir hemşerimizdi. B e n d e n üst rütbedeydi. O n u n yanına
uğramış, beş dakika karakolun girişinde konuşuyorduk, daha
sonra göreve çıkacaktık.

İşte tam o esnada 16-17 yaşlarında bir çocuk koşarak ka­


rakola geldi, korku ve panikle "Arkadaşlarımı vurdular, yetişin,
biri arkadaşlarımı öldürdü." diye bağırıyordu. B u n u n üzerine
çocuğun gösterdiği yere doğru koştuk. Yolu geçtik, karakolun
karşısında y ü z metrelik mesafede incir ağaçlarının arasında
saklanmış, elinde k o c a m a n 16'lı Beretta dediğimiz bir tabanca
olan, zebellah gibi e s m e r bir a d a m g ö r d ü m . Silahlarımızı çektik,
şahsı teslim aldık. A d a m zaten k o r k m u ş , ü r k m ü ş , gözleri fal
taşı gibi açılmıştı ve panik içerisindeydi. Karakola getirdiğimiz­
de, şahsın üst aramasını yaptık. B o y n u n d a kolyeleri, kolunda
altın künyesi ve y a n ı n d a tabancası vardı. Eskiden asayiş şube­
de çalışan şoförümüz Hasan ve Karakol Amiri şahsı tanıdılar;
bu kişinin bir ay kadar önce etrafa ateş ederek insanları korku­
tan ve kendini mafya gibi gösteren kişi o l d u ğ u n u öğrendim.

53
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

Orada d u y d u ğ u m kadarıyla olay şu şekilde gelişmişti: Bu


a d a m ı n o m a h a l l e d e dul bir kadınla ilişkisi varmış. Ara sıra
kadının evine geliyor, mahalleye girip çıkıyormuş. Bu üç lise
öğrencisi, bu kişinin kadının evine girmesini ve uzun süre evde
kalmasını k e n d i onurlarına yediremiyorlarmış. O gün a d a m yine
kadının evine geldiğinde, mahallemizdeki kadın bizim namusu­
m u z d u r diyerek a d a m ı n y o l u n u kesmişler. Bu lise öğrencileri
ile a d a m k a v g a y a başlamış. Çocuklar a d a m ı d ö v m e y e girişince,
kabadayı silahını çıkarıp öğrencilere ateş etmeye başlamış. İki
öğrenciyi ayaklarından vurmuş, üçüncüsü de oradan kurtula­
rak gelip bize haber vermiş.

Şahsın ve öğrencilerin verdikleri ifadelerden olayın genel


hatlarının bu y ö n d e o l d u ğ u n u öğrenmiş o l d u m . Tutanağımızı
tuttuktan sonra, göreve çıkma z a m a n ı m ı z da gelmişti, karakol­
dan ayrıldık.
Genellikle her olayda, tuttuğumuz her tutanaktan ve yaptı­
ğımız her i ş l e m d e n dolayı m a h k e m e l e r daha sonra bizi çağırıp,
o zamanki adıyla Zabıt Mümzisi, yani evrak tanzim eden kişi
olarak tanık sıfatıyla ifademizi alırdı ve bu formalitelerden bık­
mıştık. Her olaydan sonra m a h k e m e y e çağrılıp, ifade vermekten
kendi işimizden geri kalıyorduk. Bu olayla ilgili olarak da ben
yine çağrılırım diye bekliyordum. A m a çağrılmadım. Aklımın bir
tarafında bu o l a y d a n dolayı çağrılacağım düşüncesi vardı.

Y a n ı l m ı y o r s a m bu olayın üzerinden yedi-sekiz, belki de on


ay geçmişti. Bir gün başka bir k o n u d a talimatla ifademin alın­
ması icap ediyordu. İfade v e r m e k üzere m a h k e m e n i n başkati­
bine gittim. Bir odada başkatip ile bir iki katip birlikte oturu­
yorlardı. K ö ş e d e oturan bir kişi vardı. Ben içeri girerken hazır
ola geçerek b a n a saygı, hürmet işaretleri gösterdi. O t u r d u m ,
katiple k o n u ş m a y a başladık.

O bana ifademin ne olduğunu sordu, biraz sonra yazacaktı.


Köşede oturan kişi, tedirgin hareketlerle bana bakıyor, göz göze
geldiğimizde saygı ve h ü r m e t ifadeleriyle başını öne eğiyordu,

54
1. Bölüm: Devlet

bir y a n d a n da y ü z ü n d e sanki beni niye tanımadınız der gibi


bir ifade vardı. Biraz sonra dayanamadı, "Abi, sen beni galiba
t a m y a m a d m ? " dedi. Ben de evet t a n ı y a m a d ı m d e d i m . Bana o
a k ş a m silahla yakaladığımız kişi olduğunu söyledi. B u n u n üze­
rine, "Nasıl olur, çok değişmişsin," dedim. Gerçekten çok değiş­
miş, kilo vermişti. "Ayrıca nasıl böyle çabuk çıktın," d e d i m . "Abi
yeni çıktım," dedi. Ben yakaladığımız olayı a n l a t m a y a kalkınca,
"O olay değil, o olaydan daha önce çıkmıştım. Sonra başka bir
olaydan daha yakalanıp çıktım," dedi. A d a m iki vukuattan da
önce tutuklanıp sonra çıkmıştı.

"Nasıl oldu, nasıl çıktın bu kadar kısa z a m a n d a ? " diye sor­


dum. "Abi, beni iki şey kurtardı; biri sizin tuttuğunuz, b o y n u m d a
altın kolye ve bileğimde altın künye olduğunu belirten tutanak
ve ikincisi de yaralı öğrencilerden namuslu bir tanesinin verdiği
düzgün ifade. O beni kurtardı." dedi. "Nasıl düzgün ifade verdi,
nasıl namuslu hareket etti?" diye sordum. İki kişiyi silahla yara­
lamaktan veya belki öldürmeye teşebbüsten, yani ağır bir suçtan
yargılandığı dava d e v a m ederken, yaralılardan bir tanesi vicdan
azabı çektiğini, dayanamadığını ve gerçeği anlatmak istediğini
söylemiş. Gerçeğin ne olduğu sorulduğunda şöyle anlatmış: "Bu
kişinin boynundaki kolyesi ve bileğindeki altın künyesini görün­
ce biz üç arkadaş gittik birlikte silah bulduk. Geldik, bu şahsı
soymak için yolda tabancamızı çektik. A m a bu şahıs daha yiğit
davrandı. Silahı elimizden aldı ve boğuşurken silah patladı ve biz
yaralandık. B e n doğruyu itiraf ediyorum." Bu ifade üzerine şahıs
beraat etmiş. İki öğrenci ise m a h k u m olmuşlar. Olayı itiraf eden
öğrenci ise biraz daha hafif bir cezaya m a h k u m olmuş.

B u n u d u y u n c a k a n ı m dondu. Suçlu o l d u ğ u çok aşikardı,


ö ğ r e n c i l e r i silahla vurmuştu, olay her şeyiyle belliydi. A m a
mafyaydı, babaydı. Daha önce başka olayları vardı. T ü m bunlar
u n u t u l m u ş , gerçek olma ihtimali b u l u n m a y a n bir beyan üzeri­
ne a d a m serbest bırakılmıştı, ö ğ r e n c i l e r i n o tabancayı bulma­
sına imkân y o k . O tarihte, 1980 yılında 161ı Barettayı, o mafya

55
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

babasından başka kimse bulamazdı. Bu silah çok az sayıda


insanda vardı, öğrenciler nereden bulacak? Dahası akşama
birkaç saat v a r k e n , gündüz vakti mahallenin orta yerinde bu
adamı s o y m a y a kalkacaklar... B u n u yapacak öğrencilerin daha
ö n c e d e n en az beş-on tane soygunlarının olması gerekirdi. Ama
tüm bunlara ve diğer iki öğrencinin aksi ifadelerine r a ğ m e n bu
öğrencinin ifadesi üzerine bu şahıs beraat etmişti.

Bu olayın gerçeğini bu kararı veren hâkimlerin hepsi de bili­


y o r d u . Ağır cezada onu savunan avukat da biliyordu. Davada rol
alan, ilgilenen herkes biliyordu. Bu korkunç bir olaydı. Burada
önemli olan sadece bu kişinin beraat etmesi, mafyavari yöntem­
lerle işini ayarlaması değil; bu iki öğrencinin haksız yere zulüm
görerek m a h k u m olması, hayatlarının karartılması da değil, asıl
önemli olan organize bir biçimde avukatıyla, sanığıyla, mahke­
mesiyle, hâkimiyle hepsinin birlikte bu suçu işlemesiydi. Hepsi,
vicdanlarda derin yaralar açması gereken bu işi kabul etmiş ve
bu olayı kabullenmişti. Halbuki hukukta bir tabir vardı; en ay­
kırı şeyi de savunsa, m a h k e m e n i n 'anlatılanlar hayatın olağan
akışına aykırıdır, bu o l a m a z ' diyerek bu kararı v e r m e m e s i gere­
kirdi. A m a m a h k e m e bu kararı vermişti, i n a n a m a d ı m .

Mafyacı y ü z d e y ü z suçlu olduğu halde h e m beraat etmiş,


h e m de iki ç o c u k t a n dayak yediği için silaha davranan bir kor­
kaktan, kendini soymaya kalkan silahlı kişileri bertaraf eden
yiğit bir a d a m a d ö n ü ş m ü ş t ü . Bu kadar oyunu, bir taşla üç ma­
s u m u vuran o y u n u şeytan planlayamazdı.
D e m e k ki insanlar her şeyin alenen belli olduğu, her delilin
b u l u n d u ğ u suçüstü halinde bile şeytani fikirleriyle bütün ger­
çeği ters yüz edebiliyorlardı ve bunu yapanlar arasında adalet
sisteminde en y ü c e k o n u m d a bulunan ağır ceza m a h k e m e s i ve
hakkın savunucusu avukatlar yer alıyordu. Onların böyle bir
olaya katılmamaları gerekirdi. Bu olay ü s t ü n d e n sanırım 28 yıl
geçti, belki de daha fazla, a m a hâlâ üzülerek hatırlarım.

56
1. Bölüm: Devlet

İnsanların nasıl böyle kötüleştiğini, nasıl böyle şeytanlaş-


tığını, her şeyi ters y ü z edebildiklerini gösteren örnek acı bir
olaydı. D ü ş ü n ü n ki d u r u ş m a d e v a m ederken, mafya babasına
mutlaka ceza verilmesi gerektiği ortaya çıkıyor, başka hiç kur­
tuluşu yok. Sonra avukatlar tarafından nasıl kurtuluruz diye
formül aranıyor, böyle bir şeytani akıl bulunuyor, ö ğ r e n c i l e r ­
den bir tanesinin fakir ailesine para veriliyor. Bu fakir ailenin
çocuğu bu ifadeyi veriyor. İşte Türkiye d e k i adalet sisteminin
çalışma biçimi. Türkiye'deki h u k u k savunucularının durumu.
Bu, Türkiye'deki mafyanın gücü ve kabiliyetinin nerelere var­
dığının en güzel örneklerinden bir tanesiydi ve mutlaka b u n u n
daha binlerce örneği vardı.

Bence d a h a önemlisi de bu olayda böyle davranan insan,


böyle karar veren vicdan başka olaylarda da aynen bunun gibi
hastalıklı karar verecekti, hatta bu olayda bilerek rol alan in­
sanlar başka meselelerde benzer davranacaklar, yanlış şeyler
yapacaklardı. Dış dünyada ise her z a m a n kendilerini yüce de­
ğerleri savunan, saygın kişiler olarak göstermeye çalışacaklardı.
Gerçeğinde ise vicdansız, haksızlık yapan, para için insan satan
ama bunu kimseye söyletmeyen kişiler olacaklardı. Bu insan
tipinin ülkede çoğaldığını z a m a n içerisinde gördük, aynı tipin
hukukçusu, polisi, askeri, mühendisi, hepsi kendi sahasında
benzer davranışlar sergiliyordu. Aslında sorun, bu tipte, bu ki­
şilikte idi; bu kişiliklerden nasıl kurtulacaktık. Bu insanların
adalet sistemi içerisindeki gücü hiç yabana atılır gibi değildi.

Namık Astsubayın Mafyayla Kurtarılması


Mersin'de görev yaparken çalıştığım 1. Şubenin görevi ge­
reği, işimiz terör ve ideolojik olaylardı. T e r ö r olayları biraz aza-
lınca boş k a l a n z a m a n d a yaptığımız tahkikatlarla, o z a m a n a
kadar g ö r e m e d i ğ i m i z , yeraltında kalan çok önemli yolsuzluk
olaylarının o l d u ğ u n u da fark ettik.

57
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Sıkıyönetimin ikinci yılı dolmuştu. Bir sabah şubeye geldi­


ğimde öğrendim ki M e r s i n d e n başka bir ile ataması çıkan Alay
Komutanı'nm evi sıkıyönetim görevlilerince aranıyordu. Bayan
polis memurları, bir grup asker evi aramıştı. Alay Komutanı ve
yardımcısı daha önceki büyük rüşvet ve kaçakçılık olayından
dolayı sıkıyönetim kuvvetleri tarafından gözaltına alınmıştı. Bu
olaylar üzerine yeni gelen bir Alay Komutanı göreve başlamıştı.
Onunla iyi bir diyalogumuz vardı. Bir gün Emniyet Müdürü'nün
tertiplediği bir yemekte tesadüfen Alay Komutanı ile karşı karşı­
ya oturuyorduk. Laf açıldı ve Sivas'a tayini çıkan arkadaşım Na­
mık Astsubay hakkında şöyle dedi: "Yeni tahkikatla onun da def­
terini durdum, evrakını gönderdim, bugün tutuklaması çıktı."

Bir anda, "Ama nasıl yapabilirsiniz?" dedim. N a m ı k Astsu­


bay sıkıyönetim öncesi bütün olaylarda y a n ı m d a olan, bana
destek veren en yiğit J a n d a r m a Astsubayı idi. Terörün ve olay­
ların artmasıyla birlikte herkesin kaçtığı dönemlerde, cenaze
merasimlerinde büyük olayların çıkma ihtimaline karşı, herke­
sin kaybolduğu, kenara çekildiği, yalnız kaldığım zamanlarda
tek desteğim N a m ı k Astsubay'dı. On-on beş askeriyle gelirdi. En
ciddi desteği bana o verirdi. Onun böyle bir olaya muhatap ol­
ması çok ağrıma gitmişti. B u n u n yanlış olduğunu, buna karşı
çıktığımı söyledim. Benim oradaki görevlerim nedeniyle d u r u m u
bilen Albay Cengiz Kat un -ki o da vatan millet duyguları gelişkin
biriydi- itirazım üzerine, "Ben böyle bir olduğunu bilmiyordum,
böyle ise hemen arkadaşınızın haberi olsun, koruyun." dedi. He­
men y e m e k t e n çıktım ve Sivas'ta görev yapan N a m ı k A s t s u b a y ı
aradım. "İvedi gelmen lazım," diyerek d u r u m u anlattım..

Neyse ikinci gün sabah erkenden Namık geldi, tabii hakkın­


da gıyabi tutuklama kararı çıkarılmış; haber v e r m e s e m Sivas'ta
tutuklanacak, o r a d a n tutuklu olarak Mersin'e getirilecek, çok
zor d u r u m d a kalacaktı. Oturduk, N a m ı k Astsubay cezaevine
girmeden bir çare b u l m a m ı z gerekiyordu. Namık'ın durumu­
nu bilen Şube M ü d ü r ü m ü z ve diğer arkadaşlarımızla birlikte

58
1. Bölüm: Devlet

Namık'a bir ç ö z ü m aramaya başladık ve tanıdık avukatlar bul­


duk. Avukatlar gıyabi tutuklama kararı çıktığı için m a h k e m e y e
çıkması gerektiğini, m a h k e m e d e ya tutuklanacağını ya da ser­
best bırakılacağını söylediler. Onca görev y a p m ı ş birinin içe­
ri alınması hoş olmazdı. Bir başka ihtimal de hiç m a h k e m e y e
ç ı k m a d a n karara itiraz etmekti. Bu şekilde kararın kaldırılması
m ü m k ü n d ü a m a kaldırılmama ihtimali de vardı. B u n d a n emin
olmak için avukatlar ve Emniyetteki tanıdıklar vasıtasıyla da­
vaya bakacak olan hâkimle görüşmeye başladık.

A m a tüm ısrarımıza, tüm görüşmelere rağmen hâkim isteği­


mizi kabul etmiyordu. "Ben m a h k e m e y e gelmeden tutukluluğu
kaldırmam, hatta bu adamı içeri alacağım," diyordu. Hâkim, eğ­
lenceye, alkole merakı olan, dünya görüşü olarak solcu bilinen
biriydi. N a m ı k ise biraz ters açıdan, milliyetçi olarak tanınıyordu,
tki-üç gün uğraştık, bütün ısrarlarımıza rağmen hâkim ikna ol­
muyordu. Çare aramaya başladık, ne olur ne olmaz, bu hâkim
üzerinde kimin etkisi olur, kimin sözü geçer, kim ne yapabilir
diye düşündük. O z a m a n dediler ki bu hâkim üzerinde sözü ge­
çebilecek bir kişi var. Bu kişi, kendi çapında kabadayı, mafya
olarak bilinen bir adam. Mersin'in batı kısmında daha çok otel ve
restoranların olduğu semtte etkin biri. O semtte bir otel var. Ye­
mek y e m e k ve eğlence için birtakım sanatçıların gelip gittiği lüks
bir yer. Bizim h â k i m de sürekli buraya gidiyor, otelciye karşı çok
mahcup ve bağımlı. Otelci üzerinde en büyük etkiye sahip olan
da bu kabadayı. Kabadayıyı bulursanız bu iş hallolur dediler.

Biz 1. Ş u b e polisi olarak hep terör işlerine baktığımız, o za­


m a n kadar asayiş olaylarına hiç b a k m a d ı ğ ı m ı z d a n kim mafya,
kim baba, mafya ne yapar, gücü nedir, bilmiyoruz. Onlar da
bizim g ü c ü m ü z ü , sıkıyönetimde olan etkimizi, hiçbir şeyin bizi
etkilemeyeceğini, o p e r a s y o n ekiplerimizin kabiliyetini bildikle­
rinden hiç k a r ş ı m ı z a çıkmıyorlar, hatta bütün mafya babası bi­
linen tipler genellikle biraz sağcı milliyetçi bilindiklerinden terör
polisine aşırı saygı duyuyorlardı.

59
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Bu a d a m ı m u t l a k a b u l m a m ı z gerekiyordu. G e ç m i ş t e Asayiş
Şubenin en aktif birimi olarak bilinen ve şimdiki cinayet, gasp,
hırsızlık gibi t ü m suçlara bakan araştırma biriminde uzun süre
çalışmış ve s o n z a m a n d a bizim şubeye atanmış, şoförlüğümü­
zü y a p a n polis H a s a n bu kişileri tanıyordu. Mersin çapında
etkili olan bu mafya babasının telefonunu buldu. Şube Müdü­
rümüz Ö m e r A ğ a b e y şahsı arayıp kendisiyle g ö r ü ş m e k istediği­
mizi söyledi. A d a m kabul etti. Polis Hasan, Şube M ü d ü r ü m ü ­
z ü n aracı ile şahsı alıp getirdi. A m a a d a m içeri girince, büyük
bir m a h c u b i y e t içinde, " A m a n nasıl olur ağabeylerim, siz bana
araba göndermişsiniz, size zahmet oldu, siz emretseydiniz ben
h e m e n gelirdim." diyerek aşırı bir saygı gösterisinde bulundu.
Biz a d a m d a n m e d e t u m a r k e n , a d a m ı n bu m a h c u p , çekingen
ve abartılı saygılı hali, bu adam ne yapabilir, bizi bir kenara
bırak, b e k ç i m i z d e n , polisimizden bile çekinip ayağa kalkıyor,
böyle biri bu işi nasıl başaracak şeklinde d ü ş ü n m e m i z e neden
oldu.

Sonra a d a m a d u r u m u anlattık, bu işi halledebilir mı diye


sorduk. A d a m , "Eğer ış buysa, çok kolay ağabeyler, he m e n hal­
lederim. Bu işi siz m e r a k etmeyin, lafını bile etmeyin." dedi.
Bir y a n d a n m e r a k e t m e m e m i z için bize çok güvence veriyor­
du, ama diğer y a n d a n da adamın m a h c u p haline baktığımızda
bu işin altından kalkacak gibi d u r m u y o r d u . Fakat ertesi gün
a d a m iş halloldu dedi, sonra avukatlar müracaat etti ve Namık
Astsubay'm tutuklaması kalktı.

Yani devletin görevlilerinin, avukatlarının, şube müdürleri­


nin ısrarını d i n l e m e y e n h â k i m maalesef o kabadayının ısrarını,
otelcinin isteğini kabul etmiş, otelde temini basit şeyler uğru­
na tutuklamayı kaldırmıştı. Belki bunun çok fazla örnekleri ve
başka çok fazla teferruatları da vardır, bu kadar basit değildir
ama benim a ç ı m d a n bu, genelde bu sistem ve bu sistem içeri­
sindeki insanların d ü ş ü n c e yapısı ve davranışlarının görülmesi
açısından ibretlik bir olay olduğu için çok önemliydi.

60
1 Bolum Devlet

Mafyanın ve yandaşlarının etkisi küçük bir A n a d o l u ilinde


böyle ise İstanbul, A n k a r a ve İzmir gibi büyük illerdeki d u r u m u
tahmin e t m e k güç değil.

PKK'lılarm Banka Soygunu


1980 yılı yazında, muhtemelen T e m m u z ayı başında sabah
saat 10 civarıydı. Mersin Terörle Mücadelede, o zamanki adıyla
1. Şubede, sorgu operasyon bürosu amiri olarak çalışıyordum.
Polis Akademisini o yıl yeni bitirip Mersin'e benim şubeye atanan
komiser yardımcısı Adem'i de yanımıza almış araçla şehri gezi­
yorduk, a m a c ı m ı z ona biraz şehri tanıtmak ve bilgi vermekti.
Daha şubeden yeni ayrılmıştık ki telsizden Karaduvar
Mahallesi'nde bir bankanın soyulduğu haberi geldi. Orada bu­
lunan polisler karakoldaki külüstür bir araçla kaçan soyguncu­
ları takibe başlamıştı. A n o n s üzerine bütün Mersin'de bulunan
ekipler o istikamete doğru yöneldiler. Soyguncuların kullandığı
araç önce T a r s u s İlçesi yoluna çıktı, sonra y o l u n ilerde polis ta­
rafından kesileceğini tahmin edip Toros Dağları istikametindeki
köy yollarına saptı. Bir süre ilerledikten sonra aracın gidemeye­
ceği yollara gelince soyguncular aracı terk ederek dağlara doğru
yaya k a ç m a y a başladılar, biz de hiç hazırlık y a p m a d a n h e m e n
takibe katılmak üzere hızla hareket ettik.

Soyguncular orta boy ağaçlar ve kayalıklardan oluşan ma­


kilik, o r m a n l ı k alana doğru kaçmaya başladılar. A r k a d a n ge­
len, planı p r o g r a m ı o l m a y a n ve sadece telsiz anonslarını duyan
polis ekiplerinin hepsi de peşlerinden aynı istikamette köy y o ­
luna girdiler. J a n d a r m a da haberdar edilmiş, onlar da y a r d ı m a
çağrılmıştı. Soyguncular ö n d e , polisler arkada gelişigüzel bir
arama ve k o v a l a m a c a başladı. Birkaç saat süren bu harekâtın
sonunda soyguncular arazide kayboldular. O z a m a n A d a n a ' d a
bulunan Sıkıyönetim K o m u t a n l ı ğ ı n d a n helikopter istenmişti,
bir-iki saat sonra helikopter geldi. Helikopterle aynı arazide
tarama ve uzaktan gözetleme faaliyetleri yapıldı a m a şahısları

61
Haliç'te Yaşayan Simonlar

b u l m a k çok z o r d u . Bu arada kaçamayıp arkada kalan banka


s o y g u n c u l a r ı n d a n bir tanesi silahı ile birlikte yakalandı, diğer­
leri u z u n a r a m a l a r a r a ğ m e n bulunamadı. Soyguncuların araçta
4 kişi olduğu tahmin ediliyordu, yakalanan kişiyi sorgulamak
üzere Mersin E m n i y e t M ü d ü r l ü ğ ü n e getirdik. O z a m a n k i Ma­
ğazalar K a r a k o l u n u n üstündeki Terör Şubesi koridoruna getir­
dik. Şahsı bir sandalyeye oturttum, karşısına da ben oturdum.
A d a m ı sorgulayacağım, a m a bu arada olayla ilgilenmiş, arama­
ya katılmış, dağlara t ı r m a n m ı ş , koşturmuş ne kadar polis var­
sa hepsi bu emeklerinin karşılığı olarak evlerine g i t m e m i ş , ola­
ğanın aksine hepsi birden şubeye çıkmışlardı. Başta Emniyet
M ü d ü r ü ve d i ğ e r Şube Müdürleri, amirleri o l m a k üzere, hatta
k o v a l a m a y a katılan trafikçilerin t a m a m ı n a yakını etrafımızı ka­
labalık bir h a l k a şeklinde sarmışlardı.

Ben şahsa sorular sormaya başladım. İlk soru, "Hangi si­


yası hareketin m e n s u b u s u n , hangi örgütün adına soygun yap­
tınız?" oldu. A d a m önce k o n u ş m a k istemez gibi hareket etti,
ama bunu bir örgüt adına yaptığını söyleyip hangi örgüt/ha­
reket o l d u ğ u n u sorunca, P K K dedi. D a h a doğrusu kendi tabiri
ile P E K E K E . Tabii bu örgüt ismini o güne kadar hiç d u y m a m ı ş
olan orada b u l u n a n herkes, adamın yalan söylediğini düşüne­
rek doğruyu söyletmek için ona saldırmaya başladılar. Onlar
için P E K E K E hiçbir a n l a m ifade etmiyordu. "Durun," dedim.
Bu olaydan kısa bir süre önce Ankara'ya s o r g u l a m a kursu için
çağrılmıştık. Bu kursta y e n i örgütler, bölünen ve birleşen siyasi
gruplar vs. h a k k ı n d a son bilgileri almıştım. O r a d a anlatılanlar­
dan bu ö r g ü t ü n yeni kurulduğunu, o z a m a n a kadar Apocular
veya Ulusal Kurtuluş O r d u s u ( U K O ) diye bilinen örgütün ad
değiştirerek P K K , y a n i Kürdistan İşçi Partisi adını aldığını öğ­
renmiştim. Bu o z a m a n kadar Mersin'de çok duyulan bir örgüt
değildi, ama örgüt 1977'de kurulmuş ve 1980 yılında soygun
olmuştu. A r a d a 3 yıllık bir z a m a n vardı, şahıs a n l a t m a y a baş­
ladı. Daha sonra u z u n sorgulamalar sonunda şahsın ifadelerin-

62
1. Bölüm: Devlet

den diğer sanıklara ulaşmak, en azından onlara karşı operas­


y o n y a p m a imkânlarımız oldu. Gerçi soyguna katılan şahısların
büyük bir kısmı A d a n a 'tun m e ş h u r Dağaloğlu Mahallesi'nden
gelmişti. Orası o dönemler bir ekibin kolayca gireceği bir y e r
değildi. Girilmesi zor olan ve o z a m a n k i tabirle kurtarılmış böl­
gelerdi, d a h a sonra operasyona gittiysek de diğer kişileri yaka­
lamak kolay o l m a d ı .
Y a k a l a d ı ğ ı m ı z kişiden bazı bilgiler alsak da dikkatimi çe­
ken şuydu: H e p i m i z devletin güvenlik kuvvetleriydik; büyük bir
kısmımız y ü k s e k o k u l veya lise m e z u n u y d u k , ç o ğ u m u z devletle
ilgili her k o n u d a bilgi sahibi o l d u ğ u m u z u zannediyorduk. A m a
böyle bir ö r g ü t ü n a d ı m bilmiyorduk. Bunların niçin banka soy­
d u ğ u n u anlayamiyord.uk. Örgütün adı ilk defa d u y d u ğ u m u z bir
kelime gibiydi, fakat okuryazarlığı zayıf, ilkokulu bile bitirme­
miş olan karşımızdaki kişi bu örgütün ne olduğunu biliyor, ör­
gütün a m a ç ve ideallerini kavrayarak bu a m a ç ve idealler doğ­
rultusunda b a n k a soyabiliyordu. Arada büyük bir orantısızlık
ve büyük bir farklılık vardı.

Biz, b i l m e m i z gereken birçok şeyi bilmiyorduk ama o kişi


çok az o k u r y a z a r olmasına r a ğ m e n ideolojik bir örgütün ama­
cını biliyordu ve örgüte para bulma uğruna bir banka soyacak
kadar bu ideolojiye inanmış, bu ideolojinin içinde ve bilincin­
deydi. A s l ı n d a belki de en büyük çelişki veya güvenlik kuvvet­
lerinin b ü t ü n bu olaylarda başarılı o l a m a m a s ı n ı n en büyük
sebeplerinden biri de bence buydu. Karşı tarafı tanımıyorduk,
ö ğ r e n m i y o r d u k ve ö ğ r e n m e isteğimiz de yoktu. Bu d u r u m a yıl­
larca hep şahit o l d u m , bu k o n u d a çok da büyük ilerleme kay­
dedilmedi, b e n c e hâlâ da böyledir.

A c i l c i l e r Operasyonu
1980 yılı, m u h t e m e l e n de kış aylarıydı, Mersin m e r k e z d e
Asayiş Şubesinin hırsızlık masasına atanmıştım. Bu şubenin
iki kısmı vardı, biri cinayet ve gasp gibi ağır suçlara bakan bi-

63
Haliç'te Yaşayan Simonlar

rinci kısım, diğeri ise hırsızlık ve dolandırıcılığa bakan ikinci


kısımdı. Beni ikinci kısma almışlardı, önce bu kısımda göreve
başlamıştım a m a o z a m a n k i kadrodaki görevli sayısının azlığı
nedeniyle ciddi olan bütün olaylara bakıp koşturulabiliyordum.
Bu yıllarda M e r s i n m e r k e z d e siyasi olaylar m e y d a n a geliyordu.
Bir gün karakola gelirken ağır ceza reisinin saldırıya uğra­
yıp vurulduğu söylendi. B e n olay yerine gitmemiştim a m a giden
ekiplerin verdiği bilgilere göre olay yerinde bir şarjör düşürül­
müş, ayrıca örgüt bayrağı bırakılmıştı.
Olay şöyle gelişmiş: Kapı çalınmış, biri kız o l m a k üzere üç
kişi gelmişler, eşi kapıyı açınca hâkimi sormuşlar, h â k i m kapı­
ya gelince de makineli tüfekle ateş etmişlerdi, h â k i m olay yerin­
de ölmüş, eşi yaşlı kadıncağız ise ağır yaralanmıştı.
O z a m a n bu olayla ilgili çizilen eşkale benzeyen kişiler yaka­
lanıp teşhis için hâkimin yaralı olan eşine getiriliyordu. Bu ge­
tirme götürme işlerine ben de birkaç defa katıldım. Kimi z a m a n
eski olaylara karışmış bazı insanların da teşhisi gerekiyordu.
Bir gün ilginç bir olay oldu. 701i yılların örgüt mensuplarından
biri olan Pınar Erdemil isimli genç ve güzel bir kızı teşhis için gö­
türmüştük. H â k i m i n yaralı eşi kızcağızı uzaktan görünce, "Evet
kesinlikle bu, tanıdım onu" dedi. Kız panikledi, " N e olursunuz
teyzeciğim, bir daha bakın lütfen, dikkat edin, bakın ben deği­
lim," diyerek iyice yaklaştı. Yaralı kadın y a k ı n d a n daha dikkatli
baktığında, "Evet sen değilsin, a m a o kadar çok benziyorsun
ki sen zannettim," dedi. Fakat bu olay, fail hakkında bana bir
fikir vermişti. Bununla birlikte T ü r k i y e d e yaşayan bir insanın,
bir ağır ceza reisini, ortada hiçbir sebep y o k k e n öldürebilmesi-
ni aklım almıyordu. Neden öldürmüşlerdi? K e n d i m c e olayı tam
manasıyla kavramış değildim, bu olaya anlam v e r e m i y o r d u m .

ö r g ü t l e r e girmiş genç insanlar ideolojik a m a ç l a n için siyasi


eylem y a p ı y o r d u , ama ben devletin görevlisi olarak bu eylemle­
rin niye yapıldığını anlayacak zaviyede bile değildim. Benim gibi
t ü m meslektaşlarım da aynı seviyedeydi; bunlar anarşist, terö-

64
1. Bolum: Devlet

rist, vatan haini, satılmış ve kandırılmışlar gibi beylik sözlerden


ilerisini bilmiyor, kavrayamıyorduk.
Bu olay m e y d a n a geldikten bir m ü d d e t sonra ataklığım do­
layısıyla beni 1. Şubeye almışlardı. İşte o z a m a n k i adı ile birin­
ci, şimdiki adıyla Terörle Mücadele Şubesinde göreve başlamış
oldum. Bu görev, 1997 yılında İstihbarat Daire Başkanlığındaki
görevimden a l ı n m a m ı talep eden dilekçeyi verip görevden alı­
nıncaya k a d a r geçen tam 17 yıl boyunca sürdü.
Bu h i z m e t t e çok çalışanlar günde 8 saat, bazıları ise 12 saat
çalışıyordu a m a ben sabah uyanır u y a n m a z göreve başlıyor,
u y k u m gelince yatıyor, tekrar uyanınca çalışmaya d e v a m edi­
y o r d u m . M e s a i m herkese göre iki kat fazla idi. Ayrıca birçok
kişi mesainin büyük b ö l ü m ü n d e basit devriye, koruma, bek­
leme tedbirleri vs. ile uğraşırken, ben en y o ğ u n sorgular, ope­
rasyonlar, çatışma ve kovalamacalar ile örgüt dokümanlarını
inceleyerek m e s a i m i geçiriyordum, yani sıradan görevlilere göre
3-4 kat daha y o ğ u n çalışıyordum.

Bir gün günlük çalışmalara d e v a m ederken Silifke'de bir


banka s o y g u n u haberi geldi ve bütün polis ekipleri araçlarına
binerek ellerindeki t ü m imkânlarla olay yerine, Silifke'ye doğru
gitmeye başladılar. Biz biraz daha donanımlıydık; çelik yelek,
dürbünlü silah gibi malzemeleri toplayarak bir jiple yola çık­
mıştık. O z a m a n k i cinayet masasının amiri rahmetli Natık Ka­
radeniz ve ekibi bizden önce olay yerine varmıştı.

Bankayı soyan dört kişilik T H K P - C Acilciler grubu üyeleri,


soygundan sonra iki m e n s u b u n d a n silahlarını bırakıp sıradan
yolcular gibi gitmelerini istemiş. Biri ilçe halkından olan diğer
iki kişi G ö k s u Irmağı'na yakın bir bağ evinde k a l m a y a başla­
mışlar. İlçe dışına gitmeleri istenen iki üye şüphe üzerine ilçe
polisi tarafından y a k a l a n m ı ş ve soyulan b a n k a görevlileri tara­
fında teşhis edilmişti. H e m e n akabinde bu kişiler ilçeye gelen
cinayet masası görevlileri tarafında sorgulandıklarında diğer iki
arkadaşlarının kaldıkları evi gösterebileceklerini söylemişlerdi.

65
Haliç'te Yaşayan Simonlaı . .

B u n u n üzerine kaç kişi olduklarını, silahlarının ne olduğunu,


daha doğrusu ideolojik örgütleri hiç bilmeyen cinayet masası
aceleyle söz k o n u s u eve doğru soygunculardan biriyle birlik­
te yola çıkmıştı. Eve varılıp çatışma başladığında yakalanan
soyguncu ile cinayet masası amiri başkomiser Natık Karadeniz
vurulmuş, b u n u n üzerine ekip panikleyince diğer sanıklar kaç­
maya başlamışlardı. Bu olayın il merkezinde duyulması üzerine
bizler her şeyi alarak yola çıkmıştık.

Çatışma ile birlikte kaçan kişiler ırmağa doğru gitmişler


ve Göksu Irmağı'nı geçerek arazide k a y b o l m a y a çalışmışlar­
dı. Olay yerine varınca hepimiz birden bütün araziyi aramaya
başladık, her tarafa bakıyorduk. G ö k s u bahar aylarında sert
akardı, suyu g e ç m e y e kalkarken faillerden hücrenin lideri olan
R e c e p boğulmuştu, cesedi bulundu. Böylece iki fail sağ yaka­
lanmış, biri çatışma anında polislerin veya arkadaşlarının ateşi
ile vurulmuş, birinin cesedi b u l u n m u ş ve diğeri kaçmıştı. Sağ
y a k a l a n a n kişi getirilip sorgulanmaya başlandı. Şahsın verdiği
bilgiler üzerine Hatay'dan bazı isimler getirildi, bu olayın o za­
manki adıyla T ü r k i y e Halk Kurtuluş Partisi Cephesi Acilciler
örgütü tarafından yapıldığı anlaşıldı.

Şahısları sorguladık. Örgüt mensuplarının isim ve kimlikle­


ri belirlenmeye başlandı. İlk y a k a l a n a n failler m a h k e m e y e gön­
derildikten s o n r a d e v a m eden araştırmalar s o n u c u n d a örgütle
ilgili önemli bilgiler elde edilmeye başlandı. Bu arada hâkimi
öldüren en ö n e m l i sanıklardan ikisinin, bir süre önce evlenen,
Mersin'in yerlisi olan kadın militanla Hataylı bir erkek militan
olduğunu ö ğ r e n d i k . Bu şahsın tespit edilmesiyle birlikte hızla
araştırmaya başladık ve o gün bu kişilerin bir d ü ğ ü n e gitmek
üzere A n k a r a ' y a gittikleri bilgisini aldık.

Y a n ı l m ı y o r s a m bir askerin, h e m de general rütbesindeki bir


kişinin d ü ğ ü n ü için bu iki terörist kız ve oğlanın Ankara'ya git­
tiğini öğrendik. H â k i m i n öldürülmesinin, banka soygununun,
daha önce s o y u l u p da faili belli o l m a y a n diğer banka soygunla-

66
1. Bolüm Devlet

rının da bu örgüt mensuplarınca gerçekleştirildiğinin belirlen­


mesi üzerine, Ankara'ya gidişin sıradan bir düğün olmayaca­
ğı veya n o r m a l düğünse bile örgütün eylemine dönüşebileceği
ihtimalini dikkate a l m a m ı z gerektiğine karar verdik. O akşam
için h e m e n A n k a r a Emniyetine o z a m a n k i kısıtlı imkânlarla te­
lefonla bilgi verildi, mesaj çekildi. Biz d ü ğ ü n ve d ü ğ ü n evi hak­
kında bilgileri aldıktan sonra, oluşturulan dört kişilik bir ekiple
h e m e n Ankara'ya hareket ettik. Ekipte, cinayet masasının iki
polis m e m u r u y l a birlikte o zamanlar başkomiser, şu anda ise
polis başmüfettişliğinden emekli olan, felsefe profesörlerine taş
çıkartacak entelektüel birikime sahip, hâlâ en yakın dostum ve
ağabeyim Nerrin Sarı vardı.

Biz g e c e yarısı süratle yola çıktık ve sabah erkenden


Ankara'ya vardık. Nerrin Ağabey'in Genelkurmayda, dayım
dediği Sadi Sevük Paşa isimli yakın bir akrabası vardı. Örgüt
mensuplarının d ü ğ ü n ü n e katılacağı general rütbesindeki dü­
ğün sahibinin evi ve d ü ğ ü n yeri hakkında bilgi a l m a k istedik.
Bu kişiler teröristti ve d ü ğ ü n d e de eylem yapabilirlerdi. Doğru
dan olay y e r i n e gidecektik, çünkü onlar d ü ğ ü n e katılacaklardı.
Nerrin Ağabey'in G e n e l k u r m a y d a yaptığı araştırmada edindiği
bilgiler t a m teyit edilemedi, böyle bir general ve böyle bir üst
rütbeli subay yoktu, bir gariplik vardı. B u n u n üzerine sıkıyö­
netim görevlileri ile görüşmek ve daha temel bilgiler almak için
Ankara E m n i y e t M ü d ü r l ü ğ ü n d e buluşmaya karar verildi.

Ankara Emniyet Müdürlüğüne vardığımızda, operasyon ha­


zırlığı yaparken ve yer tespitiyle uğraşırken oradaki görevliler,
dün bizim yaptığımız bildirim üzerine iki kişi yakaladıklarını söy­
leyerek, giderken onları da yanımıza almamızı istediler. Meğer on­
lar bizim y a k a l a m a k için plan yaptığımız kişilermiş. Daha biz yola
çıkmadan, Ankara Emniyeti telefonumuz üzerine garaja gitmiş,
bu kişileri sabah erken saatte daha otobüste iken yakalamış.
Mersin'e bilgi vermişler a m a o zamanlar telsiz, telefon ben­
zeri cihaz b u l u n m a d ı ğ ı n d a n ve biz yola çıktığımız için merke-

67
Haliç'te Yaşayan Simonlar

zimizle irtibatımız olmadığından dolayı bu bilgiden haberimiz


yoktu. Sonra A n k a r a Emniyetine geldiğimizde yakalayacağımız
kişilerin zaten yakalanmış olduğunu görünce operasyondan
vazgeçtik ve sanıkları h e m e n alıp yola çıkmaya karar verdik. Hiç
beklemememiz, h e m e n hareket etmemiz gerekiyordu. Ekip üye­
lerine, "Yolda d u r m a k yok, herkes hazırlıkları yapsın, her ihtiya­
cını gidersin, h e m e n hareket edeceğiz" dedik. İki sanık, dört de
biz, toplam altı kişi, sıkış tıkış eski model bir Mercedes arabaya,
bir polis m e m u r u ile ben, ortamıza iki sanığı alarak arkada, baş-
komiserimiz ön tarafta oturmak üzere binip hareket ettik.

Hiç d u r m a d a n Mersin'e gitmemiz gerekiyordu, takip ettiği­


miz operasyon d e v a m ediyordu. Ayrıca bu kişiler çok tehlikeli
insanlardı, y o l d a d u r d u ğ u m u z d a yandaşları sorun çıkarabilir­
di. O z a m a n l a r çok güçlü silahlarımız da yoktu, elimizde bir
tane makineli tüfeğimiz vardı, M P 5 iki şarjörü doldurup bantla
ters yüz bağlamıştık, aynı anda 64 mermi atabilecek imkâna
sahiptik. B u n u n y a n ı n d a kişisel silahlarımız da mevcuttu.
Yola koyulduk. Epey yol alınca aracın arka koltukları dar
olduğundan ve o p e r a s y o n dolayısıyla son üç-dört gündür doğ­
ru dürüst u y u y a m a d ı ğ ı m d a n çok rahatsız o l m u ş t u m . B u n u n
üzerine arkaya Nerrin Başkomiser, öne de ben geçtim. Makineli
tüfeği de ben aldım. Yorgunluktan sabaha karşı u y u m u ş u m ,
Pozantı'ya gelmiştik. Pozantı'ya yaklaşınca hiç d u r m a y a l ı m diye
anlaşmamıza r a ğ m e n şoför, Başkomiserimiz ve bir arkadaş,
mola verelim, bir çorba içip biraz dinlenelim, u y k u m u z kaçsın
diyerek Pozantı'daki bir restorana girmişlerdi, onlar giderken
uyandım, sanıkları da yanlarında götürüyorlardı.

Aracın içinde biraz durduktan sonra, çıktım. Araçtan iner­


ken elimdeki silahı arabada bıraktım. Dışarıda onunla dolaş­
m a k i s t e m i y o r d u m , çünkü etrafta mola vermiş y o l c u otobüsleri
ve yolculardan oluşan küçük bir kalabalık vardı. Çift şarjörü
bantla sarılmış M P 5 makineli tüfeği arabanın içerisine k o y d u m
ve bizim arkadaşlara, silah arabada takip edin diye işaret ettim,

68
1. Bölüm: Devlet

onlar da t a m a m anlamında başlarıyla işaret verdiler. Ben lava­


boya gidip y ü z ü m ü yıkayarak u y k u m u a ç m a y a çalıştım. Dön­
d ü ğ ü m d e iki sanığın arabanın arkasında oturduğunu g ö r d ü m .
Yanlarında da hiç kimse yoktu. Önce polislerin benim makineli
tüfeği arabanın ö n ü n d e n aldıklarını zannettim. Şahıslara bak­
tım, bizim arkadaşlara baktım, hepsi gayet sakinler. Bunların
y a n m a v a r d ı m , "Sanıkları oraya gönderdiniz, silahı aldınız mı?"
diye s o r d u m . Almadıklarını söylediler. Ağır ceza reisini öldür­
müş, banka s o y m u ş ve daha birçok olayın faili, o z a m a n a kadar
en çok silahlı eylem yapan Acilciler örgütünün iki önemli sanığı,
üzerinde çift şarjörleri dolu makineli tüfeğin yarandaydılar. Biz
de ise 5-7 m e r m i s i olan basit silahlar vardı. Çevrede olaylardan
bihaber y ü z l e r c e yolcu bulunuyordu. Ve sanıklar kelepçesizdi.

Sanıkları daha Ankara'da araca bindirirken onlara kelepçe


takalım demiştim, ama yanımızdaki cinayet masasının polisleri,
onları tanıdıklarım ve kelepçeye gerek olmadığını söylemişlerdi.
Cinayet masası polisleri ile tanışıklıkları da şuradan kaynaklanı­
yordu: Bu karı koca görünümündeki sanıklar hakkında, hâkimin
vurulması sonrasında ihbar olmuş, cinayet masası da bunları
o zaman Hatay'da yakalayıp (hâkimi vurunca Hatay'a, oğlanın
ailesinin y a n m a gitmiş gözüküyorlardı) teşhis için getirmişler­
di, fakat hâkimin yaralı eşi Ankara'ya sevk edildiği için sanıklar
da teşhis için Ankara'ya sevk edilecekken, yaralı kadının öldüğü
haberi alınmış. Dolayısıyla sanıklar teşhis edilememiş. Militanlar
birkaç gün cinayet masasında sanık veya misafir gibi kalmışlar,
o arada da polislerle samimi olmuşlardı, teşhis olmayınca şube­
de bir hafta tutulduktan sonra serbest bırakılmışlardı.

Ankara'da kızı g ö r d ü ğ ü m d e katilin büyük ihtimalle o oldu­


ğunu d ü ş ü n d ü m , çünkü hâkimin eşi kafili Pınar Erdemil isimli
bir kişiye çok benzetmişti. Bu kız da Pınar Erdemil'e benziyor­
du. Arada gerçekten sadece y a ş farkı vardı; y ü z hatları ona çok
benziyordu. B u n u n üzerine bu olayın doğru olduğuna kanaat
getirdim, b u n d a n dolayı da ö n e m s i y o r d u m . Fakat arkadaşla-

69
Haliç'te Yaşayan Simonlar

rın, kelepçe v u r m a y a l ı m , biz bunları misafir ettik, bir hafta bi­


zim şubede kaldılar, kelepçe v u r m a k ayıp olur demeleri üzerine
Nerrin A ğ a b e y onlara kelepçe t a k m a m ı ş , biz takarsak korkuyor
derler, demişti. K o r k t u ğ u m u d ü ş ü n d ü r e c e k şeyler her z a m a n
beni rahatsız etmiştir, bu y ü z d e n her türlü riski göz alarak iç­
lerinde bu kişilerin katil olabileceklerine en çok inanan ben ol­
m a m a r a ğ m e n zanlılara kelepçe takmamıştık.

Aslına bakarsak bu insanlar hâkimin katili, Acilcilerin iki


önemli militanıydı. A m a diğer y a n d a n polisimiz bu kişiler bizde
bir hafta misafir kaldı, onlara çok alıştık, onlara kelepçe takar­
sak çok ayıp olur gibi düşünceler içindelerdi. İdeolojik örgüt,
siyasi örgüt ne demek, nasıl düşünür vs. bilinmiyordu. Şimdi
ellerinde kelepçe o l m a y a n ve çok iyi silah kullanabilen iki kişi
arabanın içerisinde ve önlerinde çift şarjörü takılmış bir maki­
neli tüfek vardı. Biz ise karşılarında dört kişi ve hiçbir şekilde
onlara karşı k o y m a şansına sahip değildik. Ayrıca etrafta bir­
çok insan vardı, bu silahı kullansalar çok zorda kalabilirdik.

Ben polislerin yanlarına vardım. Hiç hissettirmeyin, paniğe


kapılmayın, y a v a ş yavaş arabaya yaklaşalım ve binip sessizce
gidelim dedim. Hiçbir şey o l m a m ı ş gibi panik yapmaksızın uy­
gun şekilde arabaya bindik ve hep beraber Mersin'e döndük.
Daha sonra şahısları sorgularken bu olayı da onlara sor­
d u m . " N e d e n ö n ü n ü z d e makineli tüfek dururken alıp kaçmadı­
nız. En azından bir ikimizi öldürüp kaçabilirlerdiniz. Bu işlere
bulaşmış insanlarsınız, niye y a p m a d ı n ı z ? " dedim. E r k e k olan
bana şöyle dedi: "Ben enayi m i y i m ? Sen o silahı oraya bilerek
bıraktın. A r a b a d a n en son sen inmiştin, inerken silahı boşalt­
tın. Biz silahı elimize alsaydık, kendinizi k o r u m a bahanesiyle
bizi vurup öldürecektiniz. Bizi öldürmek için bir senaryo kur­
d u n u z . N u m a r a n ı z ı yutmadık, o y ü z d e n silahı almadık." Yani
bizim arkadaşların saflığı, onlar tarafından çok büyük şeytani
bir plan zannedilmişti. Halbuki gerçekten safça ve tedbirsizlikle
silahı oraya bırakmıştık ve alıp kullansalardı bugün bu kitap

70
1. Bölüm' Devlet

yapılamayabilir, telafisi m ü m k ü n o l m a y a n olaylar çıkabilirdi.


İşte bizim bu kadar saf ve tedbirsiz oluşumuz, karşı tarafça
olağanüstü bir tedbir ve olağanüstü bir tuzak olarak algılanmış
ve öyle g ö r ü l m ü ş t ü . Buna benzer olayları polis teşkilatı ve ben­
zeri güçler ç o k yaptılar, çok yaptık daha doğrusu. Ç ü n k ü biz
karşımızdaki insanları ve onların zihinsel yapılarını, güçlerini
ve niteliklerini a n l a m a k ve idrak etmekten çok uzaktık.
Bu farklılığı soruşturma boyunca, her z a m a n görmek m ü m ­
kün oluyordu. G e c e geç saatlere kadar C u m h u r i y e t Savcısı Yu­
suf Bey, Şube M ü d ü r ü m ü z ve tüm amirler sanıkları sorguluyor,
hangi olaya k i m i n katıldığım, kimin ne rol oynadığını öğren­
m e y e çalışıyorduk. Militanlar olayları saklamıyorlardı, sadece
birlikte oldukları diğer militan arkadaşlarının adını v e r m e k is­
temiyorlardı.
Bir ara bir militan, örgütün isteği üzerine Hatay'dan Mersin'e
geldiğini, b a n k a soygunundan bir gün sonra tekrar Hatay'a git­
tiğini anlatınca, Şube M ü d ü r ü m ü z ona banka soygununda ne
kadar para aldığını sordu. Militan para a l m a d ı ğ ı m söyleyince,
' M u t l a k a almışsındır, ne kadar aldın, söyle'' diye ısrar ettik. O
da almadığı y ö n ü n d e ısrar ediyordu. Bu arada dünyanın belki
de en temiz, en saf polis amiri olan Ö m e r Ağabey, "O z a m a n
bankayı b a b a n ı n hayrı için mi soydun?" deyince günlerce yo­
rulmuş, sinirleri b o z u l m u ş ekip üyesi herkes epey gülmüştük.
Ama asıl tuhafı şuydu: Bize göre bankayı soyan kişilerin para­
yı bölüşmeleri gerekiyordu, bu şahıs t ü m risklere katlanarak
banka soygununa katılmış ama paradan beş kuruş almamıştı,
o zaman banka soygununa niye katılmıştı; biz ideolojik örgüt
içinde militanların inanç ve idealleri için fedakarlık yaptıklarını,
banka s o y g u n u n d a para alma diye bir a m a ç ve mantıklarının
olamayacağını bilmiyorduk.

Militanların iç dünyasını ve inançlarını ö ğ r e n m e m epey za­


m a n almıştı, a m a sonunda artık onlar gibi d ü ş ü n ü p onlar gibi
hissetmeyi başardım. En garip eylem ve olayları diğer meslek-

7i
Haliç'te Yaşayan Simonlar

taşlarım garip karşılarken, ben hangi örgütün bunu y a p m ı ş


olabileceğini t a h m i n edebiliyor, eylemleri hiç de garip karşıla­
mıyor, bizim gibi insanlar için manalı olmayan eylemlerin örgüt
mensupları için makul, hatta bazıları için geç kalınmış eylemler
olduğunu t a h m i n edebiliyordum. Pek çok olayın hangi örgüt
tarafından y a p ı l m ı ş olduğu konusundaki tahminlerimde çok az
yanılır o l m u ş t u m .

İhvancılar Operasyonu ve Halit Musto


1982 yılında Mersin'de görev yaparken bir gece Şube Müdü­
rümüz arayıp acele toplanmamız gerektiğini söyledi. O zamanlar
m a k a m aracı vs. yoktu. Hibe alman eski model bir Mercedes'le
Şube M ü d ü r ü m ü z Ö m e r Bey ve ben onun tarif ettiği Mersin Yeni
Mahalleye gittik. O araçtan indi, bazı gülüşmelerde bulunmak
üzere bir eve girdi, şoförle ben beklemeye başladık. Eve birtakım
insanlar girip çıkıyordu ama Müdürümüz bir türlü çıkmıyordu.
Artık sabırsızlanmaya başlamıştık, saat 24'e doğru müdürümüz
geldi. Olayı nasıl ve neresinden başlayarak anlatacağını bileme­
diğini söyledi. Kısa süre sonra şubeye geldik, bana kısaca olayı
özetledi. O zamanlar Mersin'den Kıbrıs'a ve oradan da Suriye'nin
Lazkiye İli'ne düzenli gemi seferleri vardı. Her gün feribot Kıbrıs'a
gidip geliyor, ancak haftada bir veya iki defa da Mersin-Kıbrıs-
Lazkiye ve Lazkiye-Kıbrıs-Mersin şeklinde seferler oluyordu.

G e m i ile Suriye Lazkiye'den yola çıkıp Kıbrıs üzerinden


Mersin'e g e l e c e k olan Suriye asıllı bir kişi, Mersin'deki karde­
şinin Türk eşini telefonla arayarak, kendisinin Kıbrıs'ta gemi­
yi kaçırdığını, g e m i d e kendilerine hediye olarak aldığı bir kutu
marmelat o l d u ğ u n u , bu kutuyu mutlaka gemiden alması ge­
rektiğini, m a r m e l a d ı n k a y b o l m a m a s m ı özellikle ısrarla tem­
bih ediyordu. Bu kadar ısrar etmesi üzerine kardeşinin eşi de,
gümrükte çalışan insanlarla yakın diyalogu olan görevliler ara­
cılığıyla gidip g e m i d e k i o marmelat kutusunu alıp, eve getiriyor.
Daha sonra şahıs tekrar telefonla arıyor ve kutunun alındığını

72
1. Bölüm: D e v l e t

öğrenince h e m çok seviniyor h e m de kutuyu a ç m a m a l a r ı m , gü­


venli bir y e r d e saklamalarım ve kimseye v e r m e m e l e r i n i sıkı sıkı
tembih ediyor. B u n u n üzerine bu kişiler işkilleniyor, bunlarla
beraber hareket eden bir grup insan evde toplanıp marmelat
kutusunu açıyorlar.
Beş kiloluk marmelat kutusunu açınca, içerisinde orijinal
susturucusu olan ve Fransız onlusu denen n a m l u s u n d a sus­
turucu t a k m a k için vida açılmış bir tabanca, bir susturucu ve
bir kutu 7.65 m m l i k m e r m i olduğunu görüyorlar. O anda evde,
Suriye'den k a ç m ı ş ve birbirleriyle irtibatlı olan 5-6 kişi, gelen
kişinin kendilerine eylem y a p m a k üzere geldiğini anlayarak,
o n u n öldürülmesi için plan y a p m a y a başlıyorlar.

A n c a k ö l d ü r m e işi k o n u ş u l m a y a başlanınca, marmelat ku­


tusunu alan ev sahibesi korkuyor, bir sıkıntı çıkar başım be­
laya girer düşüncesiyle g ü m r ü k m ü d ü r ü n e olayı anlatıp silahı
söylüyor. O g ü m r ü k m ü d ü r ü de bizim m ü d ü r ü m ü z ü n yakını
olduğu için, m ü d ü r ü m ü z ü arayıp bilgi veriyor ve biz d u r u m d a n
haberdar oluyoruz.
Biz olayı biraz daha deşince pek çok bilgiye ulaştık. İhvan-ı
Müslimin ( M ü s l ü m a n Kardeşler) isimli Suriye'deki rejim mu­
halifi bir g r u b u n birçok eyleme karışan üst düzey militanla­
rı, Suriye'den kaçarak Irak tarafından verilen farklı belgelerle
Mersin'de kalıyorlardı. Hatta bazıları Arapça bilen T ü r k kızlarla
evlenerek T ü r k i y e ' d e kolayca ikamet ediyordu ve ev sahibi ka­
dın da böyle biriydi. Evde b u l u n a n diğer kişiler de Suriye'deki
örgütün m e n s u b u y d u . Marmelat kutusunu g ö n d e r e n ev sahi­
binin kardeşi ise Suriye Muhaberatının gizli ajanı olan Halit
Musto'ydu ve Mersin'de ağabeyi ile irtibatlı diğer îhvancıları
öldürmek üzere geliyordu. Bu amaçla silah ve susturucu geti­
riyordu a n c a k Kıbrıs'ta gemiyi kaçırınca planı b o z u l m u ş t u . Ev­
deki örgüt m e n s u b u kişiler zaten eskiden beri Halit M u s t o ' n u n
devletin ajanı o l d u ğ u n d a n şüphelendiklerinden, silah ortaya
çıkınca her şeyi anlamışlardı.

73
Haliç'te Yaşayan Sımonlaı

T ü m bu kişiler, Suriye'deki rejim muhalifi M ü s l ü m a n Kar­


deşler teşkilatının önemli üyeleriydi. Bu insanlar Suriye'de bir­
takım olaylara ve faaliyetlere karıştıkları için ülkeden kaçmış ve
Türkiye'ye sığınmışlardı. Bir kısmı da başka ülkelerde bulunu­
y o r m u ş . Biz bu olayın teferruatını o z a m a n çok öğrenememiştik
a m a gelecek olan kişinin hakkında bilgi sahibi olduk. O zamanki
Emniyet M ü d ü r ü m ü z , eski adıyla Önemli İşler Daire Başkanlı­
ğı, şimdiki adıyla Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevini
yürütmüş, O r t a d o ğ u kökenli örgütler konusunda u z m a n sayı­
lacak bir isim olan Mustafa Yiğit'ti. Olay Emniyet Müdürü'ne
genel hatlarıyla m ü d ü r ü m ü z Ö m e r Bey tarafından anlatıldıktan
sonra, o z a m a n k i Sıkıyönetim Komutanı ile M İ T Mersin Şube­
sine de bilgi verildi. Sabah gemi limana gelirken, olağanüstü
tedbirler aldık. Tabii ilk defa böyle bir olayla karşılaştığımız için
iki kişinin yapabileceği bir olayı, biz yüzlerce insanla tedbir ala­
rak yapmıştık. Şahsı takibe aldık ve eve gittiğinde fazla z a m a n
geçirmeden şahsı alıp Emniyet Müdürlüğüne getirdik.

A d a m ı s o r g u l a m a y a başladık. O n u n anlatımlarından ola­


yın ne o l d u ğ u n u , teferruatını ö ğ r e n m e y e çalıştık. Bu arada onu
dinlerken diğer kişiler hakkında da bilgi sahibi o l m a y a başla­
dık. G ö r d ü k ki Suriye'de rejim muhalifi olan M ü s l ü m a n Kardeş­
ler teşkilatı çok ciddi örgütlenmiş; çatışmalar, askeri birliklere
saldırılar, b o m b a l a m a olayları gibi yüzlerce e y l e m gerçekleştir­
miş. Örgüt üyelerinin bir kısmı yaralanmış, bir kısmı muhtelif
olaylara karışmış, daha sonra deşifre olan ve ağır suçlardan
arananlar Suriye devletinin y a k a l a n a n kişilere uyguladığı ağır
tedbirlerden dolayı ü l k e d e n kaçmışlar. H e p s i n i n üzerinde Irak
pasaportu ve vatandaşlık belgesi vardı, o z a m a n Irak rejimi Su­
riye ile d ü ş m a n o l d u ğ u n d a n bu insanları her açıdan destek­
liyordu. S a d d a n ı rejimi bu örgüt mensuplarına m a a ş veriyor,
pasaportlarını, belgelerini, vs. tanzim ediyordu. Yani bu örgüt,
t a m a m e n Irak tarafından desteklenen ve Suriye rejimine mu­
halif bir gruptu. T ü r k İstihbaratı da belli oranda bilgi sahibiydi,

74
1. Bölüm: Devlet

bunları u z a k t a n izliyordu. Bu kişilerin ç o ğ u n u n evlilikler yapa­


rak belli o r a n d a Mersin'de kümelendiklerini ve akrabalarının
yanında kaldıklarını tespit ettik.
İşin özetini anladıktan sonra Halit Musto'yu ve M ü s l ü m a n
Kardeşler teşkilatına üye olan Türkiye'deki diğer kişileri de çe­
şitli baskınlarla yakaladık. Üzerlerinden çıkan Irak'tan verilmiş
pasaportları, sahte belgeleri ve diğer evrakları aldık. Böylece
örgüt h a k k ı n d a epey bir bilgi sahibi olduk. Bunların ifadelerini
aldık. Tabii böyle bir olayın adli işleme nasıl k o n u edileceği, o
zamanki askeri yönetimin süreçten haberdar edildikten sonra
vereceği talimata bağlıydı. Dolayısıyla bu süreç çok uzun bir
süreyi kapsadı.

M ü s l ü m a n Kardeşler örgütü mensupları Irak vatandaşı gö­


züküyorlardı, bu yüzden işleri kolaydı, a m a Halit M u s t o ko­
n u m itibarıyla biraz daha farklı bir kişiydi. B a ş k a bir ülkeden
Türkiye'ye e y l e m e gönderilmişti. Bu sıfatı itibariyle de özel işlem
yapılması g e r e k i y o r d u . Şahsı normal karakol yerine İstihbarat
şubesinde bir kısmı bizim şubemizden, bir kısmı İstihbaratta
olan görevlilerle, E m n i y e t İstihbarat Şubesine ait lojman görü­
n ü m l ü olan binada bekletmeye aldık. Bir gün istihbarat, bir
gün bizim 1. Şube personeli başında duruyordu.

Z a m a n geçtikçe, görevlilerle bu kişi arasındaki samimiyet


ve güvenin artması ve nasıl olsa bir y e r bilmiyor, bir yere kaça­
maz d ü ş ü n c e s i ile tedbirlerin yavaş yavaş gevşediğini, bir gece
görevlilerin u y u m a s ı n ı fırsat bilen Halit M u s t o ' n u n da kelepçe­
lerini gevşeterek binanın ikinci katından atlayıp kaçtığını öğ­
rendik.
Tabii bu şahsın içeriden veya dışarıdan hiçbir y a r d ı m alma­
dan k a ç m a s ı n a inanmamıştık. Emniyet M ü d ü r ü m ü z geçmişte
İstihbarat D a i r e Başkanlığı y a p m ı ş , bu k o n u l a r d a birikimli ve
oldukça y e t e n e k l i , dünyayı ve olayları tanıyan biriydi. Bu kaçı­
şın sıradan olamayacağını, Suriye ile irtibatlı birilerinin yardı­
mıyla gerçekleştiği gibi inanılmaz teoriler ü r e t m e y e başladı.

75
Haliç'te Yaşayan Simonlar ..

O gece nöbette olan İstihbarat şubesindeki arkadaşlarımız da


çok zorda kalmışlardı. Ne yapıp ne edip adamın bulunması gere­
kiyordu. B u n u n üzerine ben ve arkadaşlarım adamın gidebileceği
her yeri aramaya başladık. Onu tanıyan ve gidebileceği herke­
si dolaşıyor; gelirse mutlaka bilgi vermeleri gerektiğini, ona yar­
dım ederlerse çok ciddi bir suç işlemiş olacaklarını söyleyerek bir
yandan onları korkutuyor bir yandan da itimatlannı kazanacak
konuşmalar yapıyorduk. İkinci günün sonunda inanılmaz, muci­
zevi bir çalışmayla şahsın yerini belirledik. Bulunduğu evdeki ev
sahiplerini de ikna ederek onu banyo yaparken yakaladık.

Kimse y a k a l a n a c a ğ ı n a inanmıyordu, ama biz ikinci gün


şahsı yakalamıştık. Bu tabii bizim oradaki itibarımızı çok artır­
mıştı. Herkes Mersin Emniyetinin ve İstihbaratın itibarını kur­
tardığımızı söylüyordu. Zaten Mersin'in en iyi ekibiydik, tüm
siyasi olay, o p e r a s y o n ve sorguları yapan, hiçbir şeyden yılma-
yan, her olayı çözen bir ekiptik. Fakat kaçan, y a k a l a m a umudu
olmayan bir casusu iki günde y a k a l a m a k ayrı bir başarıydı.
Şahsın sorgusu uzunca bir z a m a n sürdü, sonra yapılacak
işlemler k o n u s u n d a Ankara'nın bilgi vermesi aylar süren uzun
bir süreci kapsadı. Bu kişileri sanırım altı aya y a k ı n bir süre
tutmak m e c b u r i y e t i n d e kaldık. S o n u n d a Halit M u s t o taban­
ca ve silahtan adli işlem gördü ve diğer işlemlerin büyük bir
kısmı o z a m a n k i genel güvenlik politikası gereği fazlaca resmi
evraklara y a n s ı m a d ı ve şahıs o haliyle m a h k e m e y e gönderildi.
Zaten hiçbir e y l e m de yapmamıştı. Daha sonra hapisten çıkın­
ca Suriye'ye iade edildiğini t a h m i n ediyorum. Suriye ile ara­
mızdaki a n l a ş m a l a r a bağlı olarak hareket edilmiş olabilir. A m a
bu olayda Suriye'deki rejim muhaliflerinin Irak tarafından nasıl
desteklendiğini, bir ülkenin başka bir ülkenin iç işiyle ilgili ola­
rak nasıl bu k a d a r güç sarf ettiğini, ikisi arasındaki bu çekiş­
m e y i çok net g ö r m ü ş t ü k .

Diğer İhvan-ı Müslimin üyeleri ise Irak vatandaşlık belgeleri


olması ve Irak'a gitmek istemeleri üzerine Irak'a h u d u t dışı edil-

76
1. Bölüm: Devlet

diler. T ü r k i y e yıllarca îhvancıları desteklediği iddiası ile Suriye


tarafından suçlandı, hatta bundan dolayı Suriye'nin de PKK'yı
desteklediği söylendi. Fakat Türkiye (hem de askeri yönetim
z a m a n ı n d a ) Îhvancıları desteklemedi, T ü r k kanunlarına göre
hiçbir suç i ş l e m e m e l e r i n e r a ğ m e n bu kişilerin hepsini hudut
dışı etti. A n c a k Türk vatandaşları ile evli olan ve bundan dola­
yı kanunen h u d u t dışı edilemeyen kişilerin ülkede kalmasına
m ü s a a d e edildi.
Aradan yıllar geçti. Daha sonra görev dolayısıyla Hatay'a
gittiğimde İhvan-ı M ü s l i m i n örgütünün oradaki varlığını da
g ö r d ü m . B u r a d a k i A r a p asıllı vatandaşlarımızın çokluğu ve Su­
riye ile ilişkilerin kolaylığı gibi nedenlerle Suriye'den kaçanların
Hatay'da y a ş a m a y a başladıklarını gözlemledim. Tesadüfen ora­
da, bir T ü r k ile evlenerek kanunen ikamet hakkı elde eden bu
örgütün ileri gelenlerinden bir tanesiyle tanışma i m k â n ı m oldu
ve onunla biraz konuştuk.

Tabii bu karşılaşma, Halit M u s t o olayından on sene son­


raydı, 90 veya 91 yıllarmdaydı. Aradan geçen z a m a n içerisinde
Suriye'nin çok değiştiğini, rejimin yumuşadığını, bütün Müs­
lüman Kardeşler örgütü üyelerinin affedildiğini, bunlarla ilgili
özel af çıktığını, yurtdışına kaçan kişilerin aileleriyle irtibata ge­
çerek onların da affedildiğini, ülkeye dönmeleri y ö n ü n d e çağrı­
da b u l u n u l d u ğ u n u öğrendim. Suriye gibi bir ülke bütün rejim
muhaliflerini ülkesine davet etmişti. B u n u n üzerine İhvancıla-
rın büyük bir ç o ğ u n l u ğ u ülkelerine dönmüşler, bu kişilerin bü­
yük bir kısmı da affedilmişti. Çok az kişi yurtdışında kalmıştı.

Suriye, İhvan-ı M ü s l i m i n örgütü sorununu baskı ve şiddet­


le çözememişti, a m a sistemi yumuşatarak, af çıkararak, baskı­
cı tutumlardan vazgeçip demokratik adımlar atarak sorununu
kısmen ç ö z m ü ş t ü . Kapsamlı bir af çıkarmış, rejim muhalifle­
rinin ailelerine, akrabalarına ve yakınlarına eskiden gösterdi­
ği sert t u t u m u g ö s t e r m e m e y e başlamıştı. K o n u ş t u ğ u m kişi,
"Devlet, akrabalarıma harcırah vererek y a n ı m a gönderdi, bana

77
Haliç'te Yaşayan Simonlar

pasaport getirdiler. Af yasasından yararlanarak Suriye'ye dö­


nebileceğimi, bir d a h a herhangi bir olaya k a r ı ş m a m a k şartıy­
la serbest k a l a c a ğ ı m ı bildirdiler." dedi. D a h a sonraki yıllarda
Suriye'ye gittiğimde, H a m a ' d a uçaklarla b o m b a l a n a n bazı bina­
ların yıkıntılarının hâlâ d u r d u ğ u n u g ö r d ü m .
19801i yıllarda, Suriye'deki Ihvan-ı Müslimin teşkilatı,
b o m b a yüklü araçlarla askeri karargahları patlatma, şehirler­
de isyan ç ı k a r m a gibi büyük eylemleri gerçekleştirebilecek güce
ulaşmıştı. Devlet bu örgütü bastırabilmek için H a m a ve H u m u s
şehirlerini uçaklarla b o m b a l a m a y ı göze almıştı.
A m a z a m a n içerisinde devlet, örgüte ve taraftarlarına yöne­
lik bu kadar baskıya r a ğ m e n sorunun halledilemeyeceğini gör­
müş ve s o n u n d a özel yasalarla rejimi y u m u ş a t a r a k olayların
önüne geçebilmişti. B u g ü n İhvan-ı Müslimin örgütü Suriye'de
varlığını hâlâ d e v a m ettiriyor mu bilmiyorum, a m a h e m e n he­
men hiçbir olayını d u y m u y o r u z . Daha doğrusu 901ı yıllardan
sonra hiç d u y m a d ı k . Bu kadar çok olay ve e y l e m y a p a n bir
teşkilatın y a v a ş yavaş s ö n d ü ğ ü n ü görüyoruz. Bu demektir ki
bu tür olayların, eylemlerin, örgütlerin susturulması için şid­
det değil, rejimin baskıcı t u t u m u n d a n v a z g e ç i p y u m u ş a m a s ı ,
topluma d e m o k r a t i k haklar tanıması gerekir. Suriye gibi bir ül­
kenin bile bu sorunu bu yolla halletmesi, ibret a l m a y a değer
örnek bir olaydı.

Suriye'deki îhvancıları Irak destekliyor, hepsine m a a ş veri­


yor, tüm ihtiyaçlarını karşılıyordu. A m a bu, örgütün yaşaması
için yeterli değildi, ö r g ü t ülke içindeki koşullar nedeniyle ku­
rulmuş ve y i n e ülke içindeki koşulların iyileştirilmesiyle Irak'ın
her türlü desteğine r a ğ m e n varlığını d e v a m ettirememişti.
Sonraki yıllarda, PKK'ya yönelik çalışmalar sırasında,
Suriye'nin T ü r k i y e ' d e -özellikle M a r d i n bölgesinde- İhvancı bi­
linen bazı kişileri dolaylı yöntemlerle P K K ' y a öldürttüğünü tes­
lim olan s a m i m i P K K l ı itirafçılardan d u y m u ş t u m .

78
1. Bölüm: Devlet

Benzeri d u r u m l a r birçok ülke için de söylenebilir. Geçmişte


ülkemize z a r a r verdiğini, ülkemize yönelik terör faaliyetlerinin
m e r k e z i n d e y e r aldığını veya P K K ' y ı desteklediğini açıkça bildi­
ğimiz Suriye'ye. Yunanistan'a ve benzeri ülkelere karşı biz de
Türkiye olarak her halde birçok şey y a p m a k , b u n u n karşılığını
vermek istedik, ama bu ülkelerde bir grup y a r a t a m a d ı k veya bir
eylemsel faaliyete dönüştüremedik.
Bu açık olarak göstermektedir ki, bir ülke içerisinde mey­
dana gelen kargaşanın, terörün ve büyük olayların asıl sebebi,
o ülkenin kendi içerisindeki çelişkiler, huzursuzluklar, y ö n e t i m
ve idari yapısındaki bozukluklar, halkın taleplerinin karşılan­
maması, z a m a n a ve çağa u y g u n olmayan bir y ö n e t i m anlayı­
şının h ü k ü m sürmesidir. Dış güçler sadece b u n u kullanmak,
b u n u tahrik etmek derecesinde faydalanabilir, yoksa bu olay­
ları yoktan y a r a t m a imkânları bulunmamaktadır. O açıdan
Türkiye'de üretilen k o m p l o teorilerinin de temeli ve mantığı
doğru değildir.

Telsiz T e l e f o n Kullanan Fabrikatör Tutuklandı


Mersin ili T a r s u s ilçesinde fabrika sahibi bir kişi, işi gereği
gittiği U z a k d o ğ u ' d a n , bir tanesi evi ve bahçesinde yaklaşık 50
metre çapında bir alanda, diğeri ise fabrikasında ve gerektiğin­
de şehir içerisinde yaklaşık 2-3 k m l i k bir alan içinde kullanıla­
bilen iki tane telsiz telefon almış. Birini evinde, diğerini fabrika­
sında ve gerektiğinde arabasında kullanmaya başlamış.
O z a m a n l a r her isteyenin P T T ' d e n h e m e n telefon almasının
m ü m k ü n olmadığı, sıraya yazılıp yıllarca bekledikten sonra bir
telefonun çıktığı, acil telefon bağlatmak için Ulaştırma Bakanlı­
ğından torpil, o n a y beklendiği yıllardı.
İhbar üzerine evine ve işyerine kablosuz telefon alan fab­
rikatörü, telsiz k a n u n u n a muhalefetten tutuklamışlardı, tele­
fonlarına da el k o n u l m u ş t u . İnceleme bahanesi ile m a h k e m e

79
Haliç'te Yaşayan Simonlar

bitene kadar telefonları ben alıp iş yerinde ve a r a b a m ı z d a kul­


lanmıştım.
Evet, 1980 yılında bugün herkesin evinde bulunan kablosuz
telefon kullanmaktan bir fabrikatör tutuklanmıştı. Şimdi ilkoku­
la giden çocuklar, dağdaki çoban bile cep telefonu kullanıyor.
Yine 1980 yılı ve öncesinde Mersin'de mali polisin en önemli
işlerinden biri, yabancı menşeli sigara satan çocukları yaka­
lamak ve y a b a n c ı sigara satışına mani o l m a k ve a y n c a Kuzey
Kıbrıs'a giden ve yanlarında yabancı para b u l u n d u r a n kişile­
ri yakalamaktı. Araçların hava filtreleri içerisinde, motorların
muhtelif yerlerinde hep dolar yakalanırdı. O yıllarda dolar veya
başka bir y a b a n c ı para taşımak suçtu; k i m d e yakalanırsa gö­
zaltına alınır, hatta hapse atılabilir, dövize de el konulurdu.
Ç o k eski değil, 1980 yılında, hatta 1983'e k a d a r Türkiye'de
döviz taşımak, kablosuz telefon bulundurmak, yabancı sigara
taşımak ve satmak suçtu, h e m de ciddi suçlardandı.
O günlerde o kanunlar çok doğru gözüküyordu, bu kanun­
ları u y g u l a m a k için polisler ciddi çalışıyor, savcılar ve mahke­
meler mesai sarf ediyordu. A m a bugün bu kanunların ve suç
kabul edilen eylemlerin yalnızca bugünün kurallarına göre de­
ğil, o günün kurallarına göre de ne kadar s a ç m a suçlar olduğu
anlaşılıyor. E v d e rahat ve konforlu bir şekilde telefonla konuş­
m a k niye suç olurdu, dolar taşımanın kime zararı vardı, sigara­
nın yerlisi ile yabancısı arasında fark neydi?

Bu türden eski saçma yasaklara daha birçok örnek verile­


bilir. Fakat asıl önemli olan, bugün de bize çok doğru gözüken
a m a aslında a n l a m s ı z ve saçma yasaklarımızın hâlâ olmasıdır.
H e m de çok miktarda...
Daha da önemlisi suçlar çok düşünülüp ciddi incelemeler
sonunda k o n a n kurallardır. Üzerinde bu kadar çok inceleme ya­
pılarak, hassasiyet gösterilerek oluşturulan bu kurallarda bu ka­
dar hata ve çağ dişilik oluyorsa, diğer günlük hayatı düzenleyen
kuralları durup bir d ü ş ü n m e m i z gerekir. Kurallarımızı çağdaş

80
1. Bölüm; Devlet

dünya değerleri ile kıyaslamadan sadece alışkanlık olduğu ya da


gelenek haline getirdiğimiz için doğru kabul etmek yanlıştır.

Ehliyet Yolsuzluğu
12 Eylül İhtilali olduktan sonra olaylara karışan t ü m örgüt
mensuplarını veya terör olaylarına karışan bütün tarafları bü­
yük o r a n d a y a k a l a m ı ş , gözaltına almış ve m a h k e m e y e sevk et­
miştik. B u n l a r ı n büyük kısmı tutuklanarak Sıkıyönetim M a h ­
kemelerinde yargılanıyorlardı. Şehirde genel bir düzen h â k i m
olmuştu, sıkıyönetimin verdiği havayla da h e m e n h e m e n hiç
olay olmaz hale gelmişti.

Galiba 1983 yılı idi, terör olayları veya illegal örgüt olayları
azalınca b a ş k a olaylara b a k m a y a z a m a n ı m ı z olmuştu. O za­
manki İstihbarat birimi Emniyet M ü d ü r ü ' n e ehliyetlerde b ü y ü k
yolsuzluk o l d u ğ u n u , ehliyet sınavlarına giren trafik polislerinin,
karayolcuların ve şoförler cemiyetinin para alarak insanlara eh­
liyet verdiklerini söylemişler ve yaptıkları çalışmalarda da para
alarak ehliyet veren görevlilerle irtibatı olan kişiler bulmuşlardı.
Bu kişiye bir elemanlarını yaklaştırıp belli miktar para vererek,
ehliyet sınavını kazandırma sözü almışlardı.

E m n i y e t M ü d ü r ü üzerinden bana geldiler. O z a m a n böyle


bir o p e r a s y o n u ancak terör şubesi ve biz y a p a c a k kapasitedey­
dik. B e n olayı inceledim. Bizim bildiğimiz kişinin dışında baş­
kaları da vardır, m a d e m k i böyle bir operasyon yapacağız, onları
da ortaya çıkarmalıyız diye d ü ş ü n d ü m . Öğrendiğimiz kadarıyla
para veren kişilere k o m i s y o n üyeleri sınavda soruların cevapla­
rını gizlice veriyorlardı.

T e r ö r örgütleri üzerine yaptığımız operasyon ve tahkikatlar


nedeniyle e p e y deneyim kazanmıştık. Bir plan yaptım, ehliyet
sınavına girip kazanan kişileri tekrar yeni bir sınava almaya ka­
rar verdim. Olay günü ehliyet sınavına giren yaklaşık 40 kişi
dağılmayıp, birazdan asılacak olan sınav sonuçlarının listesini
bekliyorlardı. İnsanların etrafını tutarak kimsenin dışarı çıkma-

81
Haliç'te Yaşayan Simonlar

masını sağladık. Bu insanların hepsine aynı sorularla, aynı za­


m a n aralığında, aynı salonda, aynı şekilde tekrar sınav yaptık.
Beş on d a k i k a önce sınavı geçmiş olan 6 kişiden yanlış ha­
tırlamıyorsam 5 tanesi sorulara hiç cevap v e r e m e m i ş , çok dü­
şük puanlar almışlardı. Bunun üzerine bu kişileri çağırıp, "İlk
sınavda 80-90 p u a n almanıza r a ğ m e n şimdi aynı sorularda 10
puan bile alamıyorsunuz. Anlatın bakalım, bunun sebebi ne­
dir?" diye sorduk. İçlerinden biri İstihbaratın ayarladığı kişiydi,
o zaten belliydi. Bir kişi polis m e m u r u y d u , ona görev nedeniyle
galiba bir kolaylık sağlamışlardı. Diğer iki kişi rüşvet veren ki­
şilerdi, rüşvet verdiklerini itiraf ettiler.

D a h a sonra bu tahkikatı büyüttük. O tarihlerden bir-iki yıl


öncesine kadar, biri sınıf arkadaşım, dürüstlük abidesi komi­
ser Şükran T a m e r olmak üzere iki dürüst komiserin haricin­
de Şoförler Cemiyetinin, Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü Trafik Şubesinin
ve Karayollarının ehliyet sınavlarında görevli tüm memurlarını
rüşvet s u ç u n d a n dolayı gözaltına aldık. M a h k e m e bir kısmını
tutukladı, b ü y ü k bir kısmı da daha sonra ceza aldı.

A m a burada önemli olan şuydu. Yıllardan beri ehliyet ko­


misyonlarının rüşvet alarak ehliyet verdiği söyleniyordu, bu
söylenti T ü r k i y e ' d e o kadar yaygındı ki, d u r u m u n varlığına
inanılmayan il yoktu, her sohbette konuşulan bir olaydı, ama
bunu ö n l e m e y e yönelik o güne kadar ciddi hiçbir faaliyette
b u l u n u l m a m ı ş t ı . Belki İstihbaratın yaptığı faaliyet önemli bir
şeydi a m a en a z ı n d a n bizim yaptığımız gibi en basit haliyle sı­
navdan çıkan kişileri tekrar sınava tabi tutmak suretiyle kimin
kopya çekerek veya rüşvet karşılığı sınavı geçtiği ortaya çıkarı­
labilir ve bu d u r u m önlenebilirdi. Bizim yaptığımız uygulama
bile caydırıcı olmuştu. Bu şekilde trafiğin yazılı sınavlarında
rüşvet olaylarının ciddi o r a n d a ö n ü n e geçildi. Belki direksiyon
sınavlarında y i n e rüşvet alındı ama en azından yazılı sınavlarda
para almasının engellendiğini, bunun da önemli o l d u ğ u n u zan­
nediyorum. Bu bir bakış açışıydı ve olayları ö n l e m e d e istenirse

82
1. Bolüm Devlet

birçok şeyin yapılabileceğini göstermesi b a k ı m ı n d a n önemliydi,


yeter ki ö n e m s e n s i n veya o niyetle bir faaliyet gösterilsin. Bu
olay ö r n e k olması açısından anlamlıydı. N e d e n çok basit olan
bu y ö n t e m bunca yıl yapılmaz, herkesin bildiği şekilde ehliyet­
ler rüşvetle satılırdı?

Altın Kaçakçılığı Davası


Türkiye'de bir z a m a n l a r çok ciddi ses getirmiş, önce Sıkıyö­
netim M a h k e m e l e r i n d e daha sonra Ankara 4 numaralı Devlet
Güvenlik M a h k e m e s i n d e yargılamasına d e v a m edilmiş ve bu­
g ü n ü n ö n e m l i simalarının adının karıştığı altın kaçakçılığı ola­
yının takibatını ilk defa Mersin'de biz yapmıştık.
Yaptığımız tahkikata göre birtakım insanlar yurtdışına
önemli m i k t a r d a m a l ihraç ediyor, sanki bu malın parasıymış
gibi T ü r k i y e ye kendi adlarına döviz cinsinden para getiriyor­
lardı. İhracat bedeli olarak gelen bu paralar b a n k a hesapların­
dan ç e k i l m e d e n çekilmiş gibi gösterilerek döviz alım bordosu
imzalanıyor ve y e n i d e n İstanbul'da başka adreslere havale edi­
liyordu.
Bu kişiler, sanki bedelini peşin aldıkları mallarını (özellikle
de canlı hayvan) Beyrut'a ihraç ediyorlar, ihraç ettikleri hay­
vanların parası ise sonradan geliyordu. Bu suretle h e m ihracat­
larını kolaylaştırıyorlar, h e m de devletten vergi iadesi, kur farkı
adı altında birtakım fazladan paralar alıyorlardı.
Tabii İstanbul'da bu paraları getiren ve götüren insanlar
da ayrı şeyler yapıyorlardı. İşte böyle bir faaliyet esnasında
Mersin'de canlı hayvan ihracatı y a p a n bir kişi yurtdışından bu
şekilde b ü y ü k miktarda para getirmiş. Hayvanlarının karşılığı
diye imza atarak döviz alım bordosu almış, a m a paraya hiç do-
k u n m a k s ı z m İstanbul'da belli kişilerin adına havale etmiş. Şa­
hıs daha sonra hayvanlarını Beyrut'a göndermiş, a m a hayvan­
larının karşılığı para g e l m e m i ş . Bu ticarete aracılık y a p a n bir
Türk ve etrafındaki insanlar şahsı dolandırmış gözüküyordu.

83
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Şahıs uluslararası ticaret hukuku kurallarına göre parasını


isteyemiyordu, ç ü n k ü parası daha önce peşin gelmiş gözükü­
yordu. B u n u n l a birlikte parasını gerçekten almamıştı. Malla­
rının karşılığı olarak gelen para banka havalesiyle İstanbul'a
gönderilmişti. Şahsın ihracatı karşılığı alacağı para Lübnan'dan
gelmiyordu ve alacağını peşin almış g ö r ü n d ü ğ ü n d e n evrak üze­
rinde hakkını iddia e d e m i y o r d u . Dava a ç a m a z d ı veya açsa da
elinde herhangi bir delil yoktu. Lübnan'daki alıcılar da onun
Mersin'deki arkadaşlarının yakınları idi.

Bu olayın tahkikatının yapılması için bize getirdiler. Biz bu


kişiyi alıp dinledik, kişinin anlattıklarını u z u n c a bir süre anla­
makta ve algılamakta zorluk çektik. Bu apayrı bir sahaydı ve
olayı k a v r a m a k t a zorlanıyorduk., İhracatla ilgili bir olaydı; ken­
dine ait terminolojisi, özel tabirleri, özel kuralları vardı. Fakat
işin içinde bir garipliğin olduğu görülüyordu. Şahsın verdiği bil­
giler üzerine k a m u o y u n d a daha sonra adı sıkça duyulan meş­
hur Nasrullah Ayan'ın kardeşi Abdullah Ayan ve babasını, o
zamanlar G ü n e y d o ğ u İhracatçılar Birliği Başkanı Hadi D o ğ a n !
ve başka birçok ihracatçı grubunun başkanını gözaltına aldık.

Burada şöyle bir manzara gözüküyordu: o d ö n e m d e yurt­


dışında yaşayan Nasrullah Ayan, Lübnanlı M u h a m m e t Şekerci
ve benzeri insanlar birlikte Türkiye'den İsviçre'ye gizli altın tica­
reti /kaçakçılığı yapıyor. Aynı d ö n e m d e Türkiye'de altın fiyatları
düşük, yurtdışında yüksekti. Türkiye 'den kaçırdıkları altınları
İsviçre'de yüksek fiyattan satıyor, paraları Türkiye'ye getirip tek­
rar düşük fiyattan altın alarak yeniden yurtdışına çıkarıyorlar­
dı. A m a bu p a r a l a n Türkiye'ye getirirken de yeniden kullanmak,
kâr elde etmek istiyorlardı. Bu paraları Türkiye'ye sokmak için
sanki Türkiye'den ihracat y a p a n kişilerin ihraç ettikleri malların
bedeliymiş gibi, ticari tabirle prefinansman döviz havalesi şek­
linde Türkiye'ye ihracatçı kişiler adına gönderiyorlardı.

K i m ihracat yapacak, hangi firmanın veya şahsın ihtiyacı var­


sa o kişiler a d ı n a havale gönderiyorlardı. İsviçre'den Türkiye'ye

84
1. Bolum- Devlet

istedikleri firma adına istenen iş karşılığı gönderilmiş gibi gös­


tererek, havale yapabiliyorlardı. Bu şekilde gelen para gerçek
sahiplerine, İstanbul'daki gizli altın ihracatçıları adına hareket
ettiği söylenen kişilere (o zamanlar özellikle Berber Yaşar'm adı
çok m e ş h u r d u , onun adamlarına) tekrar havale ediliyordu.
Bizim g ö r d ü ğ ü m ü z kadarıyla Mersin'e gelmiş g ö z ü k e n para
için bankaya gidiliyor, b a n k a d a para çekilmiş gibi imza atılıyor
ama para asla ç e k i l m e d e n tekrar İstanbul'daki belirli adreslere
havale ediliyordu. Bu işi y a p a n dört bankanın genel müdürle­
rinin bu d u r u m hakkında bilgisi vardı. Sanıkların anlatımları­
na ve olayın oluş biçimine göre başka türlü olmasına da zaten
imkân yoktu. Bir iddiaya göre, dört bankanın Genel M ü d ü r ü o
zamanki E k o n o m i ve Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Turgut
ö z a l ' ı n zımni müsaadesiyle bu işi yapıyorlardı.

T ü m bu işlemlerle ilgili belgeleri bankalardan istedik, şa­


hıslar bu d u r u m u ifadelerinde anlattılar. Araştırmaya başladık.
Başta i n a n a m a d ı ğ ı m ı z bu olaylar, bankalarla görüştükçe doğ­
ru ç ı k m a y a başladı; bankalarda paralar çekilmiş gözüküyor­
du, ama çekilen miktardaki para aynı kişi tarafından tekrar
İstanbul'daki belli adreslere havale ediliyordu, aslında çekilme
ve yatırılma y o k t u , kâğıt üzerinde öyle gösteriliyordu. Bu işlem­
ler çok b ü y ü k rakamlardan oluşuyordu, en k ü ç ü ğ ü birkaç y ü z
bin dolardı. M i l y o n dolar civarındaki bir paranın sürekli ola­
rak d ö n d ü ğ ü n ü görüyorduk. Tabii bu olayları belli bir şekilde
toparlayıp, olayın gerçek boyutunun ne o l d u ğ u n u anladıktan
sonra d u r u m h a k k ı n d a sıkıyönetim yetkililerine v e r i l m e k üzere
bir rapor hazırladık.

12 Eylül'den sonra uluslararası ilişkilerde ö n e m l i sıkıntı­


lar y a ş a n ı y o r d u . D e m o k r a t i k ülkeler askeri y ö n e t i m i tanımıyor,
e k o n o m i k ve siyasi ilişki geliştirmiyor, y a r d ı m yapmıyorlardı.
Diğer taraftan ithalat yapabilmek için acil dövize ihtiyaç du­
yulmaktaydı. T u r g u t Özal, Türkiye'ye döviz gelsin diye bu ko­
şullar altında altın kaçakçılığına dolaylı olarak göz y u m m u ş -

85
Haliç'te Yaşayan Simonlar

tu. Altın kaçakçıları, yurtiçinde altını ucuza alıp kaçak yollarla


yurtdışına çıkarıyor, orada satıyorlar ve karşılığını döviz olarak
Türkiye'ye havale ediyorlardı. Türkiye'den çıkan altının parası­
nı, sanki Türkiye'den ihraç edilecek bir malın bedeli, prefmans-
m a n döviz havalesi olarak çeşitli ihracatçılar adına getirtiyorlar,
evrak üzerinde böyle gösteriyorlardı. Bu suretle gösterilen pa­
ralar üzerinden yüzde on oranında komisyon alıyorlardı. Yani
altıncılar paranın d ö n ü ş ü n ü de değerlendirmiş oluyorlardı. İh­
racatçılar da kazançlıydı, çünkü onlar da bu paralar geldikten
sonra sanki malları peşin satmış gibi o d ö n e m d e geçerli olan
bütün k a m b i y o işlemlerini kolaylıkla atlatıyor, paralarını peşin
almış gözüktüklerinden mallarını çok rahat ihraç edebiliyor­
lardı. Ayrıca ihracatın yapıldığı tarih ile paranın geldiği tarih
arasındaki kur farkı ne kadar yükselmişse (o z a m a n l a r hatırla­
nırsa enflasyon d ö n e m i n d e kurlar sürekli artış halindeydi) bu
fark da tahsil ediliyordu. Üstelik bir taraftan altın kaçakçılığın­
dan gelen para, diğer taraftan malların gerçek karşılığı olarak
yurtdışından gelen para kadar ihracat y a p m ı ş oluyorlardı. Bu
işlem karşılığında devletten vergi iadesi adı altında para alıyor­
lardı; çoğu z a m a n bu rakamlar malın % 15-20'sini buluyordu.
Ayrıca fatura üzerinde malın fiyatlarını istedikleri gibi yüksek
tutuyorlardı. Böylece y ü z bin TL değerindeki malı iki yüz bin TL
değerinde göstererek, on beş-yirmi bin TL vergi iadesi alacak­
ken 30-40 bin TL vergi iadesi alıyorlardı. Bu işlemlerden herkes
kâr ediyor, sadece devlet zarara uğruyordu.

Canlı hayvan ihracatçılarıyla ilgili olayı soruştururken as­


lında başka tür mal ihraç eden, özellikle sanayi ürünleri ihraç
eden firmaların / holdinglerin de benzeri işlemleri yaptıklarını
tespit ettik. Yurtdışında farklı kaynaklardan (işçi dövizi gibi)
buldukları dövizleri kendi ihraç ettikleri malın bedeli olarak
göstermekteydiler. O D ö n e m d e geçerli olan ihracatta vergi iade­
si teşviklerinden y a r a l a n m a k için ihraç ettikleri malların ticari
fiyatını birkaç kat fazla gösteriyorlardı. Hatta o kadar ileri git-

86
1. Bolum. Devlet

mislerdi ki, anlattıklarına göre sanayi mallarında y ü k s e k vergi


iadesi ve y ü k s e k ihracat rakamlarında k a d e m e l i vergi iadesi uy­
g u l a m a s ı n d a n y a r a r l a n m a k için plastik terlik gibi bazı çok ucuz
malların fiyatlarını bile çok y ü k s e k (örneğin 1 liralık malı 5 lira)
fiyatlardan gösteriyorlardı. İhtiyaç fazlası terlikleri ucuz fiyat­
tan alıp,ihracat işlemlerini gerçekleştirdikten sonra kamyonla­
ra yükleyerek Irak'a götürüp, orada boş bir araziye döküyorlar­
dı. B u n u n karşılığında devletten yüksek gösterdikleri ihracat
bedelleri için çok ciddi miktarda vergi iadesi alıyorlardı. Yani
ihraç bedeli olarak 5 lira gösterdikleri 50 kuruşluk terlik için en
az 1 lira vergi iadesi alıyorlardı. Böylece b e d a v a d a n para kaza­
nıyorlar a m a ü l k e n i n milli serveti sokağa atılıyordu. Bu teşvik
uygulaması öyle ölçüsüz bir hale gelmişti ki sanayi m a m u l ü
ihracatçıları vergi iadesinden aldıkları paraların karşılığı olarak
ihracat mallarının değerini iki-üc kat fazla gösterip devletten
daha büyük o r a n d a vergi iadesi almaya başlamışlardı.

Bu k o n u d a tahkikat y a p a r k e n ihracatın teşvik edilmesi adı­


na iyi d ü ş ü n ü l m e d e n , p l a n l a n m a d a n alınmış olan bazı kararla­
rın yeni y o l s u z l u k türlerine davetiye çıkarttığını gördük.
Devlet ihracatı teşvik e t m e k ve büyük ihracat şirketlerini
desteklemek için kademeli vergi iadesi sistemini u y g u l a m a y a
koymuştu; bu sistemde söz gelimi 1 m i l y o n dolara kadar ihra­
cat y a p a n şirketlere ihracat miktarlarının % 10 oranında, 1-30
milyon dolar ihracat y a p a n a %15 oranında, 30 m i l y o n dolardan
fazla ihracat y a p a n a % 20 oranında, 300 m i l y o n dolardan fazla
ihracat y a p a n a %25 oranında teşvik primi veriliyordu. N a m u s ­
lu insanlar 1 m i l y o n dolar mal ihraç edip %10 vergi iadesi ile
100 bin dolar vergi iadesi alıyorken, aynı miktar ihracat gerçek­
leştirip b u n u büyük bir holding üzerinden y a p m ı ş gösteren orta
çaplı başka bir ihracatçı, 250 bin dolar teşvik alıyordu. B u n u n
50 bin dolarını hiçbir iş y a p m a y a n sadece üzerinden ihracat ya­
pılmış g ö z ü k e n büyük holding alıyor, geri kalan 200 bin dolar
vergi iadesi de ihracat y a p a n şirkete kalıyordu. Bu şekilde içte

87
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

ve dışta dürüst hareket edene karşı haksız rekabet ortamı do­


ğuyordu. Bu d u r u m u gören, u s u l ü n e uygun davranan tüccar
da usulsüzlük y a p m a y a m e c b u r oluyordu, aksi takdirde fiyat
rekabetinde rakibine yeniliyordu. Böylece k ü ç ü k ihracatçılar
t ü m ihracatlarını büyük firmalar üzerinden gösterip devletten
almaya hak ettiklerinden daha fazlasını kazanıyor, büyük ih­
racat firmaları ise hiçbir iş yapmaksızın, mal dahi satmaksızın
otomatik olarak devletten para alıyorlardı.

Devletin dövize ihtiyacı vardı; askeri y ö n e t i m olduğu için


d ü n y a d a n destek alamıyordu. Turgut Özal devletin döviz sıkın­
tısına ç ö z ü m olarak farklı politikalar u y g u l a m a y a k o y m u ş ama
bu politikalar da kısa sürede yolsuzluklara davetiye çıkarmaya
başlamıştı.
T ü m bu süreçlerde öğrendiğim birçok şey beni derinden yara­
lıyordu. İhracatta teşvik amacıyla iyi hesaplanmadan alman ka­
rarlar yüzünden, her şeyi birkaç kuruşluk menfaatleri ölçeğinde
gören bazı ihracatçılar tarafından ülke mallarının dünya piyasa­
sında değer ve pazar yitirmesine sebep olunuyordu. Ölçüsüz ve
hesapsız verilen bu teşvikler ülkenin zararına dönüşüyordu.
Gözaltına aldığımız ihracatçıları z a m a n ı n h u k u k u n a göre üç
ay gözaltında tutabiliyorduk. Bu üç ay içinde onlarla samimi­
yeti ilerletip, bu k o n u d a k i sorunları bize anlatırlarsa yukarıya
rapor edeceğimizi söyleyince yapılan usulsüzlükleri anlatmaya
başlıyorlardı. Onların anlatımına göre devlet ihracatı teşvik için
bankalar aracılığı ile düşük faizli ihracat kredisi veriyordu. Bu
d ü ş ü k faizli krediler ihracatçının d u r u m u n u avantajlı hale ge­
tirirken, kredi almasına rağmen ihracat y a p a m a y a n l a r ı n kredi­
leri üzerinde cezalı olarak normal faiz işletiliyor, ayrıca k a m b i y o
h u k u k u n a g ö r e de başka cezalar alıyorlardı.

İhracatı teşvik için verilen ölçüsüz krediler iyi hesaplana-


madığı için a m a ç l a n a n ı n aksi sonuçlar doğuruyordu. Örneğin,
Türkiye'nin t ü m üretimi on birim olan narenciye için yirmi bi­
rimlik ihracat kredisi verilebiliyordu. Bu ise iç ve dış piyasa-

88
1. Bölüm: Devlet

larda rekabeti şiddetlendiriyordu. Cezalı h a d d e d ü ş m e m e k için


on birimlik ülke içi üretimi erken a l m a k isteyen tüccarlar önce
iç piyasada fiyatları yükseltiyorlar, sonra dış piyasada da malı
satmak için fiyatları düşürüyorlardı. Anlatılanlara göre ülke­
mizdeki tüccarların bu d u r u m u n u bilen alıcı ülkeler (özellikle
Rusya), her gün bir tüccarla pazarlık yapıyor ve her defasında
fiyatları d a h a da düşürüyorlardı. Rekabet o kadar şiddetlen­
mişti ki bir ö n c e k i yıla göre dış satım fiyatları yarı yarıya iner­
ken, yurtiçi fiyatlar iki k a t m a çıkabiliyordu.

Böylece T ü r k halkı bir y a n d a n vergileriyle toplanan parasını


kaybediyor, diğer y a n d a n da kendisi içeride daha yüksek fiyatla
ürün a l m a k zorunda kalıyordu. Rus halkı ise daha düşük fiya­
ta narenciye y i y o r d u . Bu olay, biraz abartılı anlatılsa da gerçek­
lik payı çoktu. İyi niyetle a l m a n kararlar, incelik ve hassasiyet
gösterilmeyince zıddına dönüşüyordu.

İşte biz farklı firmaların yaptığı çok sayıda ihracat yolsuzlu­


ğunu ve devletten haksız yere para alma olaylarını tespit ettik.
Geniş bir y e l p a z e hakkında bilgi toplamaya başladık. Bu konu­
larda topladığımız bilgiler üzerine raporlarımızı hazırladık. Bu
raporlarda, kullanılan hileli yöntemleri ve yapılan yolsuzlukları
en ince ayrıntısına kadar yazdık. İlgili m a k a m l a r a gönderdik.
Bu iddiaların algılanması ve m a h k e m e l e r c e kıymetlendirilebil-
mesi s a n ı y o r u m altı aya yakın sürdü. Daha sonra, sıkıyönetim
d ö n e m i n d e b u n l a r ı n hepsi altın kaçakçılığı davası olarak Anka­
ra 4 numaralı Devlet Güvenlik M a h k e m e s i n d e birleştirildi, dört
bankanın G e n e l M ü d ü r ü ve Berber Yaşar'm ve hatta dolaylı ola­
rak Turgut Özal'ın adının geçtiği dava uzunca bir süre d e v a m
etti, daha sonra z a n n e d i y o r u m çıkan af yasaları ile kapandı.

A m a böyle büyük bir yolsuzluk olayının nasıl yapıldığını


ilk defa bu olayda gördüm. Yıllarca sadece terör faaliyetleriyle
uğraşıyorum. Oysa bu olayla ilgilenmeye başladıktan sonra iyi
niyetle çıkarılmış kararnamelerin arkasına saklanarak birileri­
nin büyük vurgunları nasıl gerçekleştirdiğini, ülkeyi nasıl dolan-

89
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar . ..

dırdığını, devlet imkânlarını nasıl kötü kullandığını gördüm. İlk


defa bu olayların çok daha önemli olduğunu, yapılan büyük yol­
suzlukların ülkenin sosyal durumu açısından çok daha hayati
olduğunu o z a m a n fark etmiştim ve bu şekilde hatalı bir biçimde
çıkarılan teşvik kararnamelerinin sistemin içerisindeki insanları
kolaylıkla kötü olmaya, yanlış yapmaya, yolsuzluğa ittiğine şahit
olmuştum. Açıkçası, alınacak en basit kararın bile inanılmaz de­
recede iyi hesaplanması, bir tek kelimeden bile bütün piyasanın
etkilenebileceğine dikkat edilmesi gerektiğini fark etmiştim.

Devlet m a k u l karar alamaz mıydı? E k o n o m i n i n kuralları


gereği eğer alınan kararlar makul ise bu kararları birilerinin
kötü k u l l a n m a m a s ı için diğer devlet kurumları (polis, savcılar,
maliye, hazine, d e n e t i m elemanları) tedbir almaları için uyarı-
lamaz mıydı? Bin lira için bazı insanların hayatlarının karartıl -
dığı bir yerde, birilerinin milyonları çalmasına neden m ü s a a d e
edilirdi? Beş TL değerindeki bir malın ç a l m m a m a s ı veya çala­
nı y a k a l a m a s ı için polis görevlendirilir ama milyonları çalanlar
için hiçbir i ş l e m yapılmaz.

Kaçakçılık Kültürü Atadan Gelir


Mersin'deki siyasi sorgu ve operasyon biriminin amiri oldu­
ğ u m d ö n e m d e bana bağlı olarak çalışacak şekilde başında bir
komiser yardımcısı ve dört m e m u r d a n oluşan dört ayrı sorgu
ve operasyon timi k u r m u ş t u m . Her tim belli örgütleri sorgula­
yacaktı .
T a m b e n i m istediğim, en iyi y a p a c a ğ ı m işti. D a h a önce de
sorgu o p e r a s y o n u n a b a k ı y o r d u m a m a sorgulama ve nezaret
için doğru dürüst bir yer yoktu, gözaltı süresi kısaydı, örgüt­
ler sokakta aktifti. Onlarla fiili m ü c a d e l e sürdürmek, devriye
g e z m e k ve olayları ö n l e m e y e çalışmaktan sorgu ve operasyona
yeterli z a m a n ı m o l m u y o r d u . İhtilal olunca sıkıyönetim ilan edil­
di. Başka u y g u n y e r olmayınca, sorgulamalar için kapalı spor
salonunu vermişlerdi.

90
1. Bölüm: Devlet

Kaçakçılık olayları ihtilal öncesinde y o ğ u n d u . Mersin'in


uzun bir d e n i z kıyısının olması, çok yakın mesafede Kıbrıs'ın
bulunması, Kıbrıs'a günlük ve Suriye'ye ara sıra gemi seferle­
rinin b u l u n m a s ı gibi nedenlerle Mersin bölgesinde kaçakçılık
faaliyetleri y o ğ u n d u .
İdeolojik örgütlerin eylemlerini takip eden askeri birimler,
Tarsus'ta sahil istikametinden gelen o r m a n içi yoldan ülkeye
kaçak olarak sokulmuş 2 tır dolusu oyun kâğıdı yakalamış­
lardı. O g ü n l e r d e oyun kâğıdı çok rağbet edilen bir kaçakçı­
lık m a l z e m e s i y d i . Tahkikatı derinleştirmek maksadıyla Adana,
Mersin, K a h r a m a n m a r a ş , Gaziantep ve A d ı y a m a n illeri sıkıyö­
netim komutanlığı bölgesinde kaçakçılık y a p a n kişileri sorgula­
m a k üzere asker ve polislerden oluşan bir tim kurulmuştu. Bu
time benden de a d a m istediklerinde, en iyi e l e m a n ı m sayılan
komiser A d e m ' i gönderdim. Bu tim Mersin bölgesinde yaka­
lanan kaçak mallarla da irtibatı olan M e h m e t T a n e r isminde
Gaziantepli birini y a k a l a m ı ş a m a şahsı k o n u ş t u r a m a m a k t a y d ı .
T i m elemanları başlarında yüzbaşı olduğu halde gelip bu şah­
sın sorgulanması k o n u s u n d a benden y a r d ı m istediler.

Bir gün bu timin sorgu yaptığı askeri birliğin içindeki yer­


lerine gittim. M e h m e t Taner'i sorgulamaya başladık, bir ara
t a m a m her şeyi anlatacağım dedi. Biz de en başından, ilk ka­
çakçılık faaliyetinden başla deyince, M e h m e t T a n e r bu işin baş­
langıcı yok, b e n i m atalarım kervancıymış, Y e m e n ' d e n , Şam'dan
Arabistan'dan kervan yükleyip İstanbul'a götürür, oradan da
ters istikamette ne para ederse onu taşırlarmış. Z a m a n l a sınır­
lar değişmiş, deve kervanlarının yerini tırlar almış a m a onlar
yine aynı işi yapmışlar. İçerde aranan ve pahalı olan, dışarıda
ucuz ne varsa o n u getirip satıyorlarmış,

A n l a d ı m ki bir anda kaçakçı o l u n m u y o r d u . Aslında bu, sü­


rekliliği olan her suç için geçerliydi a m a kaçakçılık için daha da
geçerliydi. K a n u n s u z ticarette karşılıklı olarak taraflar bizzat
birbirlerini tanıması zorunludur. Hileli a l m a n bir malı veya be-

91
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

deli ö d e n m i ş a m a teslim edilmemiş bir kaçak eşyayı m a h k e m e ­


de icra yoluyla istenemeyeceğine göre bu işin bu piyasada uzun
süredir bulunan, birbirini tanıyan insanlar arasında olması ge­
rekiyordu. İşin doğası bunu gerektiriyordu. Hele uluslararası
kaçakçılık çok daha fazla karşılıklı itimat istiyordu.
Antepli o l d u ğ u m için büyük kaçakçıları i s m e n tanırdım ama
M e h m e t T a n e r b a n a hiç tanıdık gelmiyordu. Bir ara "Senin adın
şanın nedir, sana ne derler," diye sordum. Şahıs "Tabii efendim,
yiğit lakabı ile anılır, bana Çello M e h m e t derler, ben soyadımı
değiştirdim," dedi. Sorgulanan M e h m e t Taner'e büyük kaçakçı
deniyordu, sıkıyönetim öncesi bir defasında Gaziantep'te ken­
disine ait iki tır dolusu silah yakalanmıştı. Son olayda ise bir tır
dolusu oyun kâğıdı yakalanmıştı, yani uluslararası kaçakçılık
yapıyordu.

Şahıs bu ismi söyleyince, sorguyu d u r d u r d u m , o anda sor­


guda bulunanlara işaret ettim, şahsın gözü bağlı olduğundan
bizi g ö r m ü y o r d u , h e m e n dışarı çıktık ve yan o d a d a toplandık.
Onlara, "Siz kiminle k o n u ş t u ğ u n u z u bilmiyorsunuz. Bu a d a m
sizin, b e n i m sorgulayacağım biri değil. Bu a d a m A n t e p bölgesi­
nin en ünlü kaçakçısı, çok geniş bir ailenin üyesi, ailede herkes
yılların b ü y ü k kaçakçıları, bu a d a m ı n ve ailesinin kaçakçılık
faaliyetlerini bilen birilerini bulmalısınız. Bu a d a m bizim için
birkaç n u m a r a büyük, siz daha kiminle k o n u ş t u ğ u n u z u bile
bilmiyorsunuz, bu sıradan biri kişi değil," d e d i m . A m a daha
sonra baktım ki M e h m e t Taner'in yaptığı ve birçoğu geçmiş za­
m a n l a r d a gerçekleştirilmiş kaçakçılık eylemleri ile ilgili ifadesi
alınmıştı. Bu ifadelere dayanılarak: çeşitli araştırmalar yapıldıy­
sa da ciddi bir sonuç elde edilemedi.

M e h m e t T a n e r ile biraz konuştuktan sonra ayrıldım. Bu


olaydan birkaç gün sonra bir sabah erkenden b a b a m eve geldi,
hiç beklediğim bir d u r u m değildi. Köydeki işleri dolayısıyla an­
cak yılda bir-iki defa evime gelebilen b a b a m ı n ne z a m a n gele­
ceğini çok ö n c e d e n bilirdim. Bu ani gelişin sebebi bir iki dakika

92
1. Bölüm: Devlet

içinde belli oldu. M e h m e t Taner'in yakınları babamı bulmuş­


lar ve araya hatırlı kişileri koyarak ısrar etmişler, a d a m c a ğ ı z
bakmış rahat y o k mecburen onlarla birlikte Mersin'e yanıma
gelmiş. İlla git oğlunla konuş, bizim a d a m ı n soruşturmasını o
y a p ı y o r m u ş v e y a o soruşturma üzerinde etkin imiş, bize y a r d ı m
etsin, kendisine ne istiyorsa veririz demişler, b e n i m soruşturma
ile a l a k a m k o n u s u n d a epey şeyler anlatmışlar, benim istersem
onu kurtarabileceğimi söylemişler. Aslında b a b a m b e n i m böyle
bir şey y a p m a y a c a ğ ı m ı bilmesine ve b u n u onlara söylemesine
r a ğ m e n fazla ısrar üzerine geldiğini söyledi. Bu işle ilgimin ol­
madığını söyleyerek onu gönderdim.

Onca örgüt mensubu, ağır suçlular hakkında tahkikat yap­


mıştım, hiç birinde kimse benim k i m o l d u ğ u m u , ailemi tespit
edememişti. A m a büyük kaçakçılarda d u r u m farklıymış, sıkı­
y ö n e t i m k a r a r g a h ı n d a özel bir b ö l m e d e tutulan ve hiç kimseyle
görüştürülmeyen, benim kim o l d u ğ u m u bilmeyen bu kişi için
bir defa sorguya katıldığımı çok az insan bilmesine r a ğ m e n
kimliğim tespit edilmiş, ailem b u l u n m u ş ve torpil olsun diye
b a b a m Mersin'e kadar getirilmişti. Parası olan, sistemi bilen,
devletin içinde adamı bulunan kişiler her yere ulaşabiliyordu,
devlet içinde kaçakçıların neler yapabileceğini g ö r m ü ş t ü m .

DİYARBAKIR
Güneydoğu'daki Güvenlik Kuvvetleri PKK'yı
Bilmiyor
Diyarbakır'da görev yaptığımız d ö n e m l e r d e bölgeye ilk defa
göreve gönderilen güvenlik kuvvetlerinin bölgede yaşayan halk­
la ilgili olarak, burada y a ş a n a n olaylar ve P K K örgütü hakkın­
da bilgi sahibi olmadığı görülmekteydi. Bu nedenle güvenlik
kuvvetlerinin bölgeye gelmeden ö n c e bölge halkının gelenek­
leri ve değer yargıları, bölgedeki illegal örgütlerin faaliyetleri,
eylemleri ve aranan militanları ve bölgenin aşiret yapısı hak­
kında bilgilendirilmeleri ve eğitilmeleri z o r u n l u y d u . Bu a m a ç l a

93
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Diyarbakır'da bir hafta süreli eğitim programı planlanmıştı. Biz


de eğitim p r o g r a m ı n a Ankara'dan gelen görevlilerle birlikte ders
v e r m e k için katılıyorduk. Bu eğitim programının kursiyerleri,
G ü n e y d o ğ u A n a d o l u Bölgesinde P K K ' n ı n aktif olarak faaliyet
gösterdiği illerde terörle m ü c a d e l e biriminde görev y a p a n po­
lislerdi. Bir haftalık kursun sonunda kursu t a m a m l a m a k için
sınav y a p ı l m a s ı gerekiyordu. Hatırladığım kadarıyla sınavda
herkesin tereddütsüz bileceği türden s o r d u ğ u m u z , her polisin
h e m e n cevap verebileceğine, daha doğrusu cevap vermesi ge­
rektiğine i n a n d ı ğ ı m ı z sorulardan bazıları şunlardı:

1- B ö l g e n i z d e / i l i n i z d e aranan 3 P K K militanının adını sayı­


nız. 2- A b d u l l a h Öcalan haricinde P K K ' n ı n yöneticilerinden beş
kişinin adını yazınız. Çıkan netice, kursiyerlerin y ü z d e doksa­
nının bu soruların hiçbirini bilmediğiydi. Yani kendi bölgelerin­
de aranan 3 P K K l ı n m ismini sayamıyorlardı. P K K ' n ı n içerisinde
Abdullah Ö c a l a n haricinde örgütü y ö n e t e n a d a m l a r d a n 5 ta­
nesinin ismini veremiyorlardı. Belki bunlar çok önemli bilgi­
ler değildi, a m a bir açıdan da çok hayatiydi; ç ü n k ü çalıştığı ve
bu kadar ağır olayların yaşandığı bu bölgede m ü c a d e l e ettiği
gücün militanlarının isimlerini bile bilemezken örgütün arka
planındaki teorisini, ideolojisini, dağa çıkmasının altında yatan
sebepleri nasıl anlayacak, kavrayacak ve b u n a karşı faaliyet
yürütebilecekti. Maalesef o bölgelerde çalışan görevliler, hatta
bu işlerin fiilen bizzat içinde olanlar hiçbir z a m a n bu örgütleri
tanıyamadılar, anlayamadılar, a n l a m a k istemediler. B u g ü n bile
bu örgütlerin ne için m ü c a d e l e ettiklerini, amaçlarını, hedefleri­
ni, niçin illegal eylemlere yöneldiklerini a n l a m a k ve sorgulamak
istemiyoruz. B u n u n yerine onları terörist, anarşist, vatan haini
olarak beylik tanımlamalarla geçiştiriyoruz.

Küçük A ğ a
Yine bir a n ı m var ki bu da çok keskin ve çok k a n a a t uyan­
dıran bir ö r n e k olaydı. Diyarbakır İstihbarat Şube M ü d ü r ü ola-

94
1. Bölüm: D e v l e t

rak görev y a p ı y o r d u m . O z a m a n l a r küçük yaşta kandırılarak


P K K ' y a katılmış 13-14 yaşlarında kendiliğinden teslim olarak
itirafçı olmuş çocuklar vardı, çoğu 15'ine gelmemişti. Bu ço­
cuklar kısa bir yargılamanın sonunda yaşları küçük olduğu
için mahkemece serbest bırakılıyordu ama kendi köylerine
de dönemiyorlardı. Örgütün y o ğ u n olarak bulunduğu Here-
kol Dağlarımın eteklerindeki Botan Bölgesi nde bulunan Besta
Vadisi'ndeki köylerine gitmeleri çok zordu. Aileleri çocuklarını
sevse bile yanlarına alamazlardı, örgüt öldürebilirdi. Bu çocuk­
ların gidecek yerleri yoktu. O d ö n e m y a y ı n l a n m a k t a olan TV di­
zisi Küçük A ğ a ' d a n etkilenerek Küçük Ağa dediğimiz içlerinden
14 yaşında o l a n bir tanesi bizim h i m a y e m i z d e kalmıştı. Geceleri
polis evinin bir odasında kendisi gibi bir iki kişiyle birlikte kalı­
yor, etrafı temizleyerek bizim imkânlarımızla geçinmeye çalışı­
yordu. S e m p a t i k bir çocuktu.

Bir gün o d a m d a oturmuş gazetelere bakıyordu. Hiç okula


gitmemiş o l m a s ı n a rağmen kırsalda, P K K k a m p ı n d a kaldığı dö­
n e m d e militanların öğrettiği kadar biraz okuyabiliyor, biraz da
fotoğraflara bakarak anlam çıkarıyordu Örgüt kendisine bir an­
lamda okuryazarlık öğretmişti. Örgütte kaldığı süre tahminen 6
ayı g e ç m e m i ş t i . Başlangıçta daha iyi bir hayat vaadiyle örgüte
katılmış, bir m ü d d e t örgütle dağda gezmiş ve daha sonra kaçıp
teslim o l m u ş t u .

Küçük A ğ a o d a m d a gazeteleri okurken "ben bunların yü­


z ü n d e n bu hallere geldim, bunların y ü z ü n d e n başıma bu ka­
dar bela geldi" diye kendi kendine söylenmeye başladı. "Küçük
Ağa ne var, n e y e kızıyorsun bakayım?" d e d i m . Gazeteyi bana
gösterdi. M u h t e m e l e n 1 Mayıs olaylarıyla ilgili gazete haberinin
arka fonunda Marx, Engels ve Lenin'in olduğu kızıl bayrağın
fotoğrafını işaret ederek, onlara kızdığını söyledi. " K i m onlar?"
diye sorunca "Marx, Engels ve Lenin" diye cevapladı. " B e n i m
başıma en çok belayı bunlar açtı" dedi. Örgütün Marksist ol­
masından b a h s e d i y o r d u . B u n u n üzerine d e d i m ki " K ü ç ü k Ağa,

95
Haliç'te Yaşayan Simonlar .

şimdi cık, şu şubedeki herkese bu fotoğrafları göster ve bunla­


rın k i m o l d u ğ u n u sor. Sonra gel bana neticeyi anlat."
Küçük A ğ a şubedeki t ü m personele göstermek üzere gazete­
yi alıp, çıktı. O z a m a n l a r 20-25 kişilik personeli olan 3 o d a d a n
ibaret İstihbarat Şubesinin t ü m odalarını dolaşıp geldi. O anda
şubede 7-8 görevli vardı. "Söyle bakalım," d e d i m , "Kimler bildi?"
K ü ç ü k Ağa c e v a b e n "Yalnızca bir kişi bildi," dedi. Bir başkası
niye s o r d u ğ u n u m e r a k etmesi üzerine K ü ç ü k Ağa b e n i m sor­
d u r d u ğ u m u söyleyince "Amir soruyorsa mutlaka bunlar solcu
büyük adamlardır, teröristlerin büyükbabalarıdır, hatta liderle­
ridir," dediğini, diğerlerinin resimdekileri tanımadığını söyledi.

Burası istihbarat şubesiydi, yani terör örgütleri konusunda


en iyi bilgiye sahip olması gereken, istihbarat toplayan, bunlarla
m ü c a d e l e n i n asıl büyük boyutunu bilmesi ve görmesi gereken
kişilerin çalıştığı birimdi. Bu insanlar uzun süredir bu görevde
bulunuyorlardı, bu k o n u d a kurs görmüşlerdi. T e r ö r gruplarının
her şeyini en iyi bilmesi gereken İstihbarat Şubesindeki polisler
ve görevliler Marx'ı, Lenin'i ve Engels'i tanımıyordu. Bu insan­
lar, Marx ve L e n i n ' i n düşüncelerinden etkilenerek dağa çıkmış,
dağda gerilla savaşı sürdüren kişilerle m ü c a d e l e edeceklerdi,
a m a karşılarındaki grubun ideolojik alt yapısını şekillendiren
düşünür ve liderleri tanımıyorlardı. B u n a karşın okuryazarlığı
o l m a y a n k ü ç ü c ü k bir köylü çocuğu, h e m de Herekol Dağı'nın
eteklerinde k a l m ı ş , dünya ve medeniyetle irtibatı o l m a m ı ş bir
bölgede y e t i ş m i ş bir çoban, örgüt tarafından verilen 4-5 aylık
eğitimin a r d ı n d a n pek çok şeyle birlikte bu insanları da bili­
y o r d u . İşte m ü c a d e l e ederken aramızdaki en ö n e m l i farklardan
bir tanesi b u y d u ; bu, u n u t u l m a m a s ı gereken ve aradaki kalite
farkını g ö s t e r e n çok önemli bir olaydı.

B u n a b e n z e r olayları hep yaşadım; bu olaylar aslında mü­


cadele ettiğimiz grup ile k a m u görevlilerinin d u r u m u n u gör­
m e m i z a ç ı s ı n d a n çok önemliydi ve asıl dikkat edilmesi gereken
k o n u buydu.

96
1. Bolum: Devlet

f^ICiiîCö mı XI sı İç m C3?c* J«Cîc#c#Cj|'i J^îc^şct Cği*ıip>^»€îlî>

Z a n n e d e r i m 85 yılı sonu veya 86 yılı başlarıydı. O d ö n e m


sıkıyönetim vardı ve her şey sıkıyönetim komutanlığı emir ve
k o o r d i n e s i n d e yürüyordu. Biz de Diyarbakır E m n i y e t İstihbarat
Şube M ü d ü r l ü ğ ü olarak 7. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı
İstihbarat birimleri ile beraber çalışıyorduk ve dayanışma içe­
risindeydik. Birçok d u r u m d a beraber hareket ediyorduk. Yine
böyle bir z a m a n d a Kolordu İstihbarat birimiyle beraber çalışma
yaparken, ö n ü m ü z d e k i günlerde G e n e l k u r m a y ' d a n bir askeri
yetkilinin, muhtemelen G e n e l k u r m a y İstihbarat Başkam'mn
geleceğini ve denetleme yapılacağını öğrendik. Bu yetkiliye ve­
rilmek üzere brifing hazırlamak gerekiyordu. Bizim de bu bri­
fingin bir b ö l ü m ü n d e bu bölgedeki bölücü faaliyetlerin, P K K nm
yakın geleceğinin nasıl olabileceği ihtimalleri üzerine istihbari
bir y o r u m u k a p s a y a n bir analiz hazırlamamız gerekiyordu.

Kolordu İstihbarat Şubesinde, birimin k o m u t a n ı bir yar­


bay, bir yüzbaşı, ben ve y a r d ı m c ı m E m n i y e t Amiri Abdurrah-
m a n bu k o n u y l a ilgili bir çalışma içerisindeydik. Beraber taslak
bir metin hazırladık ve metni makul bir şekle getirdikten sonra
Kolordu K u r m a y Başkanı'na çıkardık. K u r m a y Başkanı metni
okudu, bazı yerlerin değiştirilmesi, bazı e k l e m e ve çıkarmaların
yapılması için bize geri verdi ve tekrar aşağı indik, alt katta
metni d ü z e l t m e y e başladık.

Bu arada aklıma örgütten kaçarak, o gün bize teslim o l m u ş


Neşet Çiçek geldi. Çiçek ö ğ r e t m e n k e n 19701i yılların sonunda
örgüte katılmış, t a h m i n i m c e örgütün içerisinde iyi sayılabilecek
bir k o n u m d a bulunmuş, a m a dağ hayatından ve örgüt içeri­
sinde olup bitenlerden, katliamlardan rahatsız o l u n c a teslim
o l m u ş . Şahıs soruşturma y a p ı l m a k üzere E m n i y e t 1. Şubeye
getirilmişti ve o z a m a n k i E m n i y e t Sorgu B ü r o s u n d a bulunu­
y o r d u . "Arkadaşlar biz bu kişiye soralım, örgütten yeni geldi,
k o n u y u en iyi bilecek olan budur, bundan aldığımız cevabı kul­
lanalım," d e d i m . H e m e n bir kâğıdın üzerine şu soruyu y a z d ı m

97
Haliç'te Yaşayan Simonlar

" P K K ' n ı n y a k ı n z a m a n d a geleceği ne olabilir?" Şoförümüzü ça­


ğırdım, d e d i m ki "bunu götür sorgudaki büro amirine ver, yeni
teslim olan N e ş e t Çiçek'e bir odada masa ve sandalye versinler,
bu soruya cevabını yazsın, bittiği z a m a n da bize haber etsinler
biz aldırırız." Y a z d ı ğ ı m soru kâğıdını şoförle gönderdim.
Ben birkaç saat sonra cevabın geleceğini tahmin ediyordum.
Şoför gitti, çok kısa bir süre içerisinde, 25-30 dakikayı geçme­
mişti ki geldi. Elinde soruyu yazdığım kâğıdı tutuyordu. Çiçek
nezarethanenin deliğinden gelen ışıkla duvara k o y d u ğ u kâğıdın
arkasına bizim sorumuza cevaben kısa ve hızlı bir şekilde bir
sayfayı b u l m a y a n bir metin yazarak vermişti.

Neşet Çiçek'in yazdığını o k u d u ğ u m u z z a m a n metnin mü­


k e m m e l o l d u ğ u n u gördük. PKK'nın yakın geleceğinin devletin
yapacaklarına, dış ve iç dünyadaki gelişmelere bağlı olduğunu
ve buna paralel olarak örgütün yapabileceklerini anlatan gü­
zel bir metindi. Bana göre hangi hal ve şartlar olursa PKK'nın
yapabileceklerini çok güzel özetleyen m ü k e m m e l bir nottu. Bu
notu alıp, t e m i z e çektik ve yukarıya çıktık. K u r m a y Başkanı'mn
önüne koyduk. D e d i k ki "Efendim bizden istediğiniz brifing no­
tumuz."

K u r m a y B a ş k a n metni okur o k u m a z ayağa kalktı. "Bu met­


ni, siz yazamazsınız, ben de y a z a m a m , " sonra p a r m a ğ ı ile yuka­
rıyı göstererek üst kattaki o z a m a n ı n sıkıyönetim ve 6. Kolordu
Komutanı rahmetli Kaya Yazgan Paşa'yı kast ederek "O da ya­
z a m a z . B u n u k i m d e n aldınız? Hangi profesöre, öğretim görev­
lisine yazdırdınız? Bana doğru söyleyin." dedi. Ö n c e biz yazdık
diye ısrar ettik, ikna olmayacağını anlayınca "Efendim maalesef
üniversite hocasına değil, yeni teslim olmuş bir P K K mensubu­
na sorduk, 15 dakika içerisinde verdiği cevap bu," dedik.

B u n u n ü z e r i n e K u r m a y Başkan "Arkadaşlar sorun bu, ba­


kın şu ifadelere, bu tahlili bu a d a m yapıyor, a m a biz y a p a m ı y o ­
ruz. İşte aradaki kalite farkı, sorun da budur. Biz k e n d i m i z i ve
kendi insanımızı bu hale getirmediğimiz müddetçe, bu iş zor."

98
1. Bölüm: D e v l e t

dedi. Evet, gerçek buydu; bu insanlar çok okuyan, çok yazan,


olayları doğru değerlendiren kişilerdi. Bizler ise bu işin çok uza­
ğındaydık ve uğraştığımız olayları tam manasıyla bilip kavraya-
mıyorduk. S o r u n buydu.

Almanya Ziyareti
1986 y ı l ı n d a ben Diyarbakır İstihbarat Şube Amiri, Kazım
Abanoz ise İstihbarat Daire Başkan Yardımcısıydı. Onunla bir­
likte Federal A l m a n y a ' y a gitmiştik. A l m a n İstihbarat birimleri
B N D (dış istihbarat), Anayasayı K o r u m a Teşkilatı (iç istihbarat)
ve A l m a n güvenlik birimleri B K A (Alman federal kriminal polisi)
ile P K K k o n u s u n d a 3 gün süren ayrı ayrı görüşmeler yaptık.
A l m a n y a ' y a gitmeden önce Diyarbakır'da önemli bir bilgi
kaynağım A l m a n y a ' d a n örgüte katılıp oradan Bekaa kampla­
rına gelen, k a m p eğitimi sonrası örgüt tarafından ülke içeri­
sinde yeni gerilla açılım bölgesi olarak seçtiği Siverek-Çermik-
A d ı y a m a n bölgesine gönderilen militanlardan, Ö c a l a n ' m kendi
köylüsü de olan Şahin k o d adlı Nusret Aslan örgütü terk etmiş
olduğunu, k e n d i imkânları ile A l m a n y a ' y a geçip A l m a n polisi­
ne teslim o l d u ğ u n u ve örgüt hakkında bildiği her şeyi A l m a n
polisine a k t a r m ı ş olduğu bilgisini vermişti. Almanya'da, örgüt
hakkında d e v a m etmekte olan tahkikat bu kişinin anlatımları
ile daha da genişlemiş, operasyonlar b ü y ü m ü ş ve birçok kişi
y a k a l a n m ı ş ve çok miktarda örgütsel d o k ü m a n ele geçirilmişti.
Bu d o k ü m a n l a r arasında k a m p t a hain ya da ajan olduğu suçla­
masıyla yargılanıp kurşuna dizilen kişilerin infazı sırasında ha­
lay çeken militanların görüntülerinin olduğu kasetler, örgütün
kullandığı sahte belge ve pasaportlar, örgütsel raporlar vardı.
Bu tür k u r ş u n a d i z m e görüntülerinin sadece filmlerde kaldığını
d ü ş ü n e n A l m a n l a r a bu d o k ü m a n l a r ı n çok ciddi şok etkisi ya­
rattığını z a n n e d i y o r u m .

P K K içerisinde SS benzeri bir örgütlenme olan H P P isimli


parti güvenliği ve parti içi istihbaratı görevi gören gizli bir biri-

99
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar . . .

min varlığını ilk defa Almanlar tespit etmiş ve örgüt içerisindeki


infazları bu g r u b u n yaptığını belirlemişlerdi. Almanlar bütün
olarak P K K ' y ı değil, H P P adlı bu alt birimi yasadışı kabul edi­
yorlardı. Bu bilgileri biz ancak yıllar sonra 1993'te teyit ettik.
Örgütten ayrılan ya da bizim yakaladığımız eski H P P sorumlu­
larından, Bekaa'daki k a m p t a bu grubun örgüt içerisinde sorgu­
lamalar, işkenceler ve infazlar yaptığım öğrendik.
Avrupa'da örgüte katılmış, sonra örgütten k o p m u ş bir kişi­
den aldığım bilgilere dayanarak örgütün Avrupa'daki ve özellik­
le A l m a n y a ' d a k i yapısı hakkında epey d o n a n ı m l ı y d ı m . Alman­
larla bu faaliyetleri konuştukça, yaptıkları işleri ve aldıkları
istihbaratları da kısmen anlattılar. Bir ara bana Cemil Bayık'ırı
Avrupa s o r u m l u s u olarak atandığını ve Fransa'da olduğunu
duyduklarını, bu k o n u d a bilgim olup o l m a d ı ğ ı m sordular. Ben
de hiç d u y m a d ı ğ ı m ı söyledim. Fakat Türkiye'ye d ö n d ü k t e n son­
ra bu bilginin d o ğ r u olduğunu, aslında dinleme takibine aldı­
ğım bir militanın dinlediğim bazı konuşmalarını Fransa'daki
Cemil B a y ı k l a yaptığını a m a konuştuğu militanın Cemil Bayık
olduğunu fark etmediğimizi anladım. Devletin arşivinde Cemil
Bayık'm ses örneği yoktu, bu y ü z d e n k i m o l d u ğ u n u tespit ede­
memiştik. D a h a sonra dinlettiğim eski bir P K K 1ı itirafçı sesin
Cemil Bayık'a ait o l d u ğ u n u doğrulamıştı. Ç o k ö n e m l i bir fır­
sat kaçırmıştık, Fransa'da o tarihte örgütün ikinci a d a m ı olan
Bayık'ı y a k a l a t m a k m ü m k ü n d ü , çünkü kaldığı irtibat nokta­
larından bazılarım biliyorduk. O tarihte A l m a n l a r buldukları
belgelere dayanarak, Almanya'daki operasyonlar nedeniyle
Fransa'ya k a y a n örgüt merkezindeki elemanları takip e t m e k
için Fransız iç istihbaratı içerisinde bir grubun P K K ' y ı takip et­
mesini sağlamışlardı. Tecrübesizliğim neticesi çok ö n e m l i bir
fırsat kaçırmıştım. Cemil Bayık u z u n süre Avrupa sorumluluğu
y a p ı p tekrar Ortadoğu'ya d ö n m ü ş t ü .

1986 y ı l ı n d a Ali Haydar Kaytan başta o l m a k üzere P K K nm


A l m a n y a ve A v r u p a sorumluları ve birçok yöneticisi y a k a l a n -

100
1. Bölüm: Devlet

mış, örgütün A l m a n y a ve Avrupa'da gerçekleştirdiği ona yakın


olay aydınlatılmış, örgütün çalışma biçimi ve yapısı çözülmüş­
tü. A l m a n Federal Kriminal Polisi P K K hakkında çok önemli bil­
giler ele geçirmişti. Almaların verdiği bilgiye göre bu tahkikatlar
k a p s a m ı n d a y a l n ı z c a tercüme için 5 milyon m a r k harcamış, 20
milyon m a r k a P K K l ı l a r ı yargılamak için özel m a h k e m e binası
yapmışlardı.
G ö r ü ş m e l e r d e biz ülkemizde terör ve güvenlik zafiyeti var­
mış gibi g ö s t e r m e m e k için PKK'yı etkin, yaygın eylem yapan bir
örgüt olarak görmediğimizi, üç beş eşkıya grubu olarak nitelen­
dirdiğimizi söylerken, orada Almanların P K K ' y ı bizden daha iyi
tanıdıklarını g ö r d ü m . Bilgi v e r m e k için söz alan B K A görevlisi
"Bugün için gerçek d u r u m u tam gözükmese de P K K , bu militan
yapısı ve i m k â n l a r ı ile Türkiye'de bir gerilla savaşı yürütebi­
lir, A l m a n y a ' d a ciddi sorunlar yaratabilir, gelecekte çok ciddiye
alınması g e r e k e n bir gruptur," diyerek d u r u m u özetlediği ko­
n u ş m a s ı n d a aslında P K K ' d a k i militan yapısını, geleceğe yönelik
planlarını ve ö r g ü t ü n bugünkü d u r u m u n u o gün bize anlatmış­
tı. Dolaylı o l a r a k aslında bize, siz de Alman güvenlik makamları
da PKK'yı c i d d i y e almıyorsunuz ama yanıldığınızı anlayacaksı­
nız imasında b u l u n m u ş t u .

Almanlar bize çok önemli açıklamalarda bulundular, çok


ustaca bize yol gösterip y a p m a m ı z gerekenleri anlattılar. Maale­
sef her z a m a n k i k ö r l ü ğ ü m ü z ve ş u u r s u z l u ğ u m u z asıl rolümüzü
o y n a m a m ı z ı engelledi. Almanların anlattıklarına göre, örgütün
çok önemli kadrolarını yakalamışlar ve ciddi suçlarla yargılıyor­
lardı. O n d a n fazla cinayet vardı ama tanık b u l m a d a çok ciddi
sıkıntı çekiyorlardı. Bazı kişiler poliste ifade vermiş ama daha
sonra örgütün baskısı ile m a h k e m e d e ifade veremeyecekleri an­
laşılmıştı. A l m a n yasalarına göre tanık bu tür d u r u m l a r d a ifade
vermezse, o n u sorgulayan polis tanık gibi ifade veriyordu a m a
esasen tanığın m a h k e m e d e ifade vermesi, soruları cevaplaması
gerekiyordu. Ellerinde onların tabiriyle bir b u ç u k tanık vardı.

101
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Biri örgütün y ö n e t i c i kadrosundan önemli biriydi, sağlam ifade


veriyordu, bu kişiyi koruyorlardı. Diğeri ise örgütün Almanya'da
ve kamptaki faaliyet ve eylemlerini bilen, başta ifade veren ama
istikrarlı o l m a y a n , bazı zikzaklar çizen, tam güven v e r m e y e n
biriydi. Bu kişi Türkiye'deki akrabalarının örgüt baskısı altında
olduğunu, onların güvenliği tehlikede olduğu için ifade v e r m e y e
korktuğunu söyleyerek özellikle Urfa'daki kardeşi ve ailesinin
Almanya'ya getirilirse konuşacağını ima e d i y o r m u ş . A n c a k bu­
nun yapılması halinde m a h k e m e d e A l m a n devletinin tanıklar
ve yakınlarına menfaat vaat ettiği anlaşılırsa bu d u r u m d a Al­
m a n h u k u k u n a göre tanığın tanıklığı kabul edilmiyordu. Alman
polisi için böyle bir d u r u m u n ciddi sorunlar yaratacağı söyleni­
yordu. Bu kişinin Türkiye'deki yakınları güvenlik altına alınırsa
ve aile A l m a n y a ' d a k i tanığa güvende olduklarım söylerse, tanık
rahat ifade verebilecekti. Bahsedilen kişi hakkında bilgi sahi­
biydim, anlatılanlar doğruydu.

Dönünce hemen rapor yazdık ve Almanya'daki dava­


da P K K ' n ı n m a h k û m olmasının çok önemli olduğunu, orada
m a h k û m o l m a s ı n ı n t ü m d ü n y a d a terörist sayılması anlamına
geleceğini, bu kişinin rahat ifade verebilmesi için Urfa'daki aile­
si ve kardeşinin uygun bir batı iline gizlice nakledilerek güven
altına alınması ve kardeşinin işe yerleştirilmesinin sağlanması
gerektiğini, aile güvenlik altına alınır ve bazı imkânlar sağlanın­
ca A l m a n y a ' d a k i kişinin tanıklık y a p a c a ğ ı m belirttik. Devletin
bu y ö n d e talimat vermesini bekledik. 40-50 bin TL masrafla bu
iş halledilebilirdi. Aslında böyle bir iş için 40-50 milyon dolar
harcamaya bile değerdi. Aylar yıllar geçti, aileyi arayıp soran ya
da ilgilenen o l m a d ı . K o n u ş m a y a gelince t ü m Avrupa özellikle
Almanlar P K K ' y ı destekliyor denir, aslında P K K ' y ı A l m a n l a r mı,
yoksa bizimkiler mi dolaylı olarak destekliyor bilemiyorum.

O z a m a n ülkemizde P K K eylemleri daha yeni başlamıştı. Biz


PKK'nın b ü y ü y ü p güçlenmesinde Almanya'daki d u r u m u n u n çok
önemli olduğunu, Avrupa'da PKK'nın ciddi destek ve güç bul-

102
1. Bölüm: Devlet

duğunu söyleyerek Almanlardan daha fazla yardımcı olmalarını,


daha fazla bilgi vermelerini istiyorduk. Alman makamları ise P K K
hakkında bize teorik sahada tafsilatlı bilgi veriyorlardı ama pra­
tik operasyonlara yönelik, kişilere yönelik bilgi veremiyorlardı.
T a h m i n i m e göre T ü r k i y e d e k i insan hakları ihlalleri, sıkıyönetim
halinin d e v a m ı nedeniyle bilgi vermekten kaçmıyorlardı.
Bu arada k o n u ile ilgili çok ısrarcı konuşunca, bir Alman
görevli bize ş u n u anlattı: "Bakın, dünyada k o m ü n i z m e karşı en
ciddi m ü c a d e l e y i Almanlar vermektedir. Ç ü n k ü Almanya, D o ğ u
ve Batı A l m a n y a olarak ikiye bölünmüş durumda. Halkımızın
yarısı Doğu B l o k u n d a kalmış ve aramızda utanç duvarı denen
o meşhur d u v a r var. Her yıl, bu duvar ve tel örgüleri g e ç m e y e
çalışan yaklaşık 150 insan ölmektedir. Biz bu insanlarımızın
bize gelirken öldüklerini görüyoruz, bundan dolayı da t ü m dün­
ya ile k o m ü n i z m e karşı m ü c a d e l e ve işbirliği yapıyoruz. Bütün
dünya ülkeleri, Amerikalılar, sizler, her ülke; kim k o m ü n i z m e
karşı m ü c a d e l e yürütüyorsa, kendi topraklarımızı, kendi üsle-
rimizi açıyoruz ve her konuda destek oluyoruz. A m a t ü m bun­
lara rağmen, A l m a n y a d a komünist partisi serbest ve komünist
partisi üye sayısına veya çıkarttıkları yayın organlarına göre,
diğer d e m o k r a t i k kitle örgütleri ve partiler gibi devletten y a r d ı m
ve destek alırlar ve faaliyetleri A l m a n y a d a serbesttir."

O z a m a n b u n u pek a n l a m a m ı ş t ı m , a m a daha sonra düşün­


d ü ğ ü m d e , onların rejimlerinin ve sistemlerinin ayakta kalmasını
bu anlayışa borçlu olduğunu kavramıştım. D o ğ u A l m a n y a d a n
k a ç a n insanların ö l ü m ü göze alarak Batı Almanya'ya gelme­
lerinin sebebi, Batı Almanya'daki bu özgürlük düzeniydi. Bu
kadar şiddetle muhalif olduğu komünist sistemin kendi için­
de s a v u n u l m a s ı için özgür bir ortam sağlıyordu. Almanya'yı bu
kadar değerli hale getiren de bu özgür ortamdı. O nedenle bu
anlayışın çok ö n e m l i o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü y o r u m .

Ayrıca hatırlıyorum, o z a m a n A l m a n istihbaratı ile görüş­


m e y e giderken Almanlar, g ö r ü ş m e y e gelecek olanlarda bulun-

103
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

ması gereken özellikleri gösteren bir liste vermişti. Bu listede


herhangi bir D o ğ u Bloku ülkesine gitmemiş o l m a şartı vardı.
Yani Doğu B l o k u ülkesine giden istihbarat birimleri ile görüş­
müyorlardı. K o m ü n i z m l e m ü c a d e l e d e resmi olarak t ü m ülkeler­
le işbirliğine hazır olan, bu kadar azami derecede hassas olan
Almanya ülke içindeki komünist teşkilatları özgür bırakıyordu.
Diğer bütün siyasi hareketler ve düşünceler gibi k o m ü n i z m i de
özgür bırakmışlardı. İşte bu düşünce Almanya'yı özgür kılmıştı
ve bu özgür o r t a m D o ğ u Blokundaki insanların ö l ü m ü göze ala­
rak batıya gelmelerini sağlıyordu. D e m o k r a s i anlayışı açısından
bence çok ö n e m l i bir ölçüt siyasi olaylara ve rejim muhaliflerine
olan bu yaklaşımdı. Üstelik A l m a n y a genel olarak dünya veya
Avrupa ö l ç ü s ü n d e özgürlüklerin tam anlamıyla sağlandığı ör­
nek ülkelerden de değildi.

G ü n e y d o ğ u olaylarını ve burada yaşayan halkın d u r u m u n u


anlayabilmek için, buradaki sorunlara yönelik ç ö z ü m önerileri
getirirken bir an için Diyarbakır'da, Mardin'de, Van'da, Siirt'te
d o ğ m u ş o l d u ğ u m u z u düşünelim. Acaba oralarda d o ğ m u ş ve o
bölgedeki olayları yaşamış olsaydık nasıl etkilenirdik, ne düşü­
nürdük, dağdaki insanlara nasıl bakardık, o bölgedeki polisi,
jandarmayı nasıl görürdük? Bu sorulara vicdani bir cevap verdi­
ğimiz gün, g ü n e y d o ğ u sorununa makul çözümler üretebiliriz.

Balkanlar'da ve Kafkaslar'da yaşayan Türkler / soydaşları­


mız için istediklerimizi, oralardaki mücadeleleri nasıl destek­
lediğimizi hatırlayıp empati kurarak bölge halkının taleplerini
ona göre yorurnlamalıyız.

İki TİKKO'lunun Yakalanması


Diyarbakır'daki görevime yeni başlamıştım (25 Aralık 1984).
Ben gelmeden ö n c e şubenin tüm amir kadrosunun değişmiş ol­
masından dolayı iş hacmi gerilemişti. Gelir gelmez, şubede biraz
hareket sağlamak ve bir an önce bir şeyler y a p m a k adına işe
koyulduk. Kısıtlı imkânlarımızla neler yapabiliriz diye düşünme-

104
1. Bolüm: Devlet

ye başladık. P K K ' n ı n güneydoğu eylemleri Siirt bölgesinde yeni


başlamıştı. Diyarbakır bölgesinde de fazlaca bir eylemi yoktu.
Fakat her g ü n mutlaka bir yerde bir grubun olduğuna dair istih-
bari bilgiler geliyordu. Bunlar tutarlı ve değerlendirilmiş bilgiler
değil, daha çok duyumlara dayanan, köylünün kendi arasında
konuştuğu, etraftan duyduğu ve içlerinde bizimle irtibatlı kişiler
vasıtasıyla dolaylı şekilde bize yansıyan bilgilerdi.

Bu arada, bir başka önemli husus da adi suçlardan ara­


nan bazı kişilerin dağda kaçak olarak bulunmasıydı. Bu kişiler
örgüt vs. geldiği z a m a n rahatlıkla kılavuzluk yapabilecek ka­
biliyette olan insanlardı. Üstelik kaçak olmaları bu insanların
PKK ile buluşmasını kolaylaştırıyordu. Bu kişilerin bir an önce
y a k a l a n m a s ı gerekiyordu. Diyarbakır bölgesi kırsalında birçok
suçtan aranan, biraz da çıkardığı birtakım ufak tefek olaylar
nedeniyle etrafında korku salmış, silahlı olaylara karışmış, çok
çabuk hareket edebilen Musa Mızrak isimli yarı eşkıya bir ki­
şiden bahsediliyordu. Bir gün, elemanlarımız bu kişinin şehir
merkezindeki yeri hakkında bilgi almışlardı. Etrafına korku
salmış bu kişiyi y a k a l a m a k için m ü d a h a l e biçimine daha fazla
dikkat edilmesi gerekiyordu. Bize bilgi veren kaynakla birlikte
evinin civarına gittik. Aslında b e n i m Şube M ü d ü r ü olarak sıcak
olayların içerisinde pek fazla yer a l m a m a m gerekiyordu. G ö ­
revim istihbari bilgiyi alıp, operasyonel birimlere aktarmaktı.
Kitap ü s t ü n d e böyle y a z m a s ı n a r a ğ m e n pratik hayatta geçerli
bir kural değildi. Bir şeyler y a p m a k adına içeri girmeniz, bil­
gi veren kişiyle görüşmeniz, olay yerini görmeniz, operasyona
katılan ekipleri bilgilendirmeniz, hatta son noktaya kadar gös­
termeniz gerekiyordu. Aksi halde küçücük, basit hatalar sonu­
cunda netice a l m a m ı y o r d u . Bizim işlerin azlığı ve b e n i m o tari­
he kadar h e p siyasi şubelerdeki sorgu operasyon bürolarında
çalışmış o l m a m nedeniyle bu tür operasyonlara katılma ihtiyacı
d u y u y o r d u m . Ayrıca personele de cesaret ve güven v e r m e k ge­
rekiyordu; onlara bazı konularda liderlik etmek, yeri geldiği za-

105
Haliç'te Yaşayan Simonlar ... ....

m a n şunu y a p ı n bunu y a p ı n derken, sizin de onları yaptığınızı


bilmeleri gerekiyordu.
M u s a M ı z r a k adındaki kişinin şehir m e r k e z i n d e olduğu ha­
berini aldık. K ı s a süre içinde belirtilen adresten ayrılabileceği,
y a n ı n d a b ü y ü k çaplı silah, b o m b a vs. olabileceği gibi hafif kor­
kutucu bilgilerde edindik. Evin yerini tespit ettik. O p e r a s y o n
ekibi gelinceye kadar bu kişi adresten ayrılıp başka yere gidebi­
lirdi. Ayrıca bize bilgi veren kaynağı da k o r u m a m ı z gerekiyordu.
O gece istihbarat bilgisi getiren personelimizle birlikte üç kişi
b u l u n u y o r d u k . Kaynağımız adresi gösterdiğinde ben bizzat öne
g e ç m e k suretiyle silahlarımızı çektik, eve girdik ve hiç bekle­
medikleri bir şekilde evdekileri silahları ile birlikte teslim aldık.
M u s a M ı z r a k ' m üstünde silah ve patlayıcı m a d d e l e r vardı, şah­
sı bu şekilde y a k a l a y ı p teslim ettik.

Bize bilgiyi veren bilgi kaynağı kırsal alanda iyi bilgi sahibi
olan biriydi. Verdiği bilgiyi anında değerlendiren, risk alarak
operasyona girişen böyle bir ekip bilgi kaynağının hoşuna git­
miş, ona g ü v e n telkin etmişti. Bu şahıs bu şekilde kararlı dav-
ranılır, kimliği gizlenir ve cüzi miktarda bir ödül verilirse daha
önemli k o n u l a r d a y a r d ı m c ı olacağını söylemişti. D a h a sonra da
gerçekten öyle oldu, çok önemli bilgilerin t e m i n i n d e ve operas­
yonlarda bize y a r d ı m c ı oldu.

O tarihlerde Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde aranan iki önemli


T İ K K O militanı vardı ve uzun süreden beri kırsalda bulunmak­
taydılar. Ayrıca Diyarbakır-Tunceli arasında sürekli gidip geldik­
lerinden dolayı T İ K K O örgütünün o zamanki kırsaldaki militanla­
rım da bölgemize çekme, ilimize getirme kapasiteleri, yetenekleri
vardı. Bu kişileri yakalamamız gerekiyordu. A n c a k yakalamak
çok da kolay bir iş değildi. Oranın insanı olduklarından bölge­
yi, coğrafyayı biliyor, herkesi tanıyor, nereden kimin geleceğini
tahmin edebiliyor, devlete ait tüm resmi araçları ve oradaki Jan­
darmanın kabiliyetlerini iyi biliyorlardı. Hiç ummadıkları şekilde
yaklaşmak gerekiyordu. Bu iki kişiyi y a k a l a m a k için Jandarma

106
1. Bölüm: Devlet

yüzlerce operasyon yapmış, ihbar alınmış ama yakalamak müm­


kün olmamıştı. 12 Eylül'den beri aranıyorlardı.
M u s a Mızrak'm yakalanması olayında bize yardımcı olan
elemanımız bu iki militanı kolaylıkla yakalamak için oldukça
riskli bir plan önerdi. Plana göre; o köyde güvendiği bir arkada­
şının evine gizlice iki tane polisle girip bekleyecek, gece görüş
dürbünüyle gözetleme yapılacak, bu kişiler eve girdiğinde ise
telsiz veya benzeri cihaz ile alarm verilecek ve merkezdeki tim­
lerin müdahale etmesiyle operasyon başarıya ulaşacak. Tabii
PKK'nın gerilla faaliyetlerinin olduğu kırsal bir alanda, bir köy
evinde üç tane polis memurunu saklamanın çok büyük bir ris­
ki vardı. Ç ü n k ü orada oldukları öğrenilirse, canları tehlikeye gi­
rebilirdi. Yine de bu olayda riske girmek gerekiyordu. Elemanın
önerisini k a b u l ettim.

Biri bizim şubemizden, bu elemanla irtibatımızı sağlayan


ve mahalli lisanları bilen Nihat isimli yiğit polis memurumuz,
diğerleri özel harekât kursu görmüş iki polisle birlikte toplam
üç polisi ve elemanı, gece görüş dürbünleri ve özel olarak yaptı­
ğımız alarmlı telsizle birlikte donatarak gece s a b a h a karşı köye
yerleştirdik. İlçe merkezinde zaman zaman özel harekât timleri­
miz bulunuyordu. Bu timi de ilçede b a ş k a bir bahane ile gerek­
tiğinde müdahale etmek üzere hazır tutulmasını sağladık.

Onlara, bizimle muhabere yapacak, dışarıya ses çıkarmaya­


cak özel bir telsiz kanalı, bir röle sistemi de kurmuştum. İkinci
gün bize mesaj geldi. Aranan kişiler eve gelmişti. B u n u n üzeri­
ne hemen yeni oluşturulmaya başlanan, daha silahları bile ye­
terli olmayan özel harekât timini, kendimizde başlarına geçmek
suretiyle harekete geçirdik. O tarihte Ergani ilçesinde bulunan
Komando T a b u r u n u n iki yüzbaşısını da yanımıza alarak sürat­
le şehir merkezinden Dicle'ye gittik. Dicle'de geç saatte belli bir
düzen aldıktan sonra hiç araç kullanmaksızm yaya hareket et­
tik. Ç ü n k ü araç çıktığı anda köyden görünüyor ve köylü tedbir
alabiliyordu.

107
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Ben kravatlı, takım elbiseli halimle kırsaldaki operasyo­


na katılıyordum. Yaya olarak y a ğ m u r l u ve soğuk bir günde
on kilometreye yakın bir mesafeyi yürüyerek köye yaklaştık.
Köye yaklaşırken, oradaki üç polis m e m u r u m u z bizi yönlen­
direrek, h a n g i eve yaklaşacağımızı, nasıl hareket edeceğimizi
tek tek tarif etti. Ayrıca köyün yakınlarındaki evinden fayda­
landığımız k ö y l ü de bize kılavuzluk etti. Militanların kaldığı iki
evi de sardık. Bu kişiler bizim köyü sardığımızı, timin geldiğini
hissettikleri a n d a evin içinde özel olarak tasarladıkları bölme
ve sığmaklara saklanmışlardı. 1-2 saatlik bir a r a m a d a n sonra
onları saklandıkları yerlerde yakaladık. Silahlarını, bombala­
rını ve diğer malzemelerini de bulduk. O tarihe kadar yüzler­
ce defa bu kişileri y a k a l a m a k için birçok operasyon yapılmış;
J a n d a r m a ve K o m a n d o gitmiş, o dağlarda arama y a p m ı ş ve her
z a m a n ellen boş dönmüşlerdi. Bu kadar çok operasyonun ya­
pılmasına r a ğ m e n bu şahısların y a k a l a n a m a m a s ı , bir taraftan
şahısları birer efsane ve k a h r a m a n haline getirirken, diğer ta­
raftan da köylülerin ve diğer insanların devlete olan güveni­
ni zedeliyordu. Ayrıca bölge halkı bu kişilerden ciddi derecede
korkuyordu. Fakat bu olayla görüldü ki, biraz riski göze alan
bir anlayışla yaklaşıldığında bu insanlar kolaylıkla yakalana­
biliyordu. Bu olay, bölgeye T İ K K O hareketinin ve gerillalarının
gelmesine u z u n süre mani olmuştur. Y a k a l a n a n kişilerin daha
sonraki ifadelerinde onların Tunceli bölgesine giderek oradaki
kırsal alandaki T İ K K O militanlan ile görüştükleri, buradan bir
grubun Diyarbakır-Elazığ bölgesini örgütlemek için geleceği,
onlarla ilgili kendilerinin keşif hareketlerini tamamladıkları gibi
kapsamlı bilgiler vermişlerdi.

Esasen bu iki kişinin y a k a l a n m a s ı çok da önemli bir olay


değildi ama ö n e m l i olan risk alarak personel akıllı bir biçimde
örgütlendiğinde olayları b ü y ü m e d e n ö n l e m e n i n m ü m k ü n oldu­
ğunun görülmesidir. Risk alınmadığında yüzlerce kez yapılan
operasyonlar boşa çıkıyor, örgüt ve mensupları söz k o n u s u

108
1. Bölüm: Devlet

bölgelere yerleşerek bünyelerine daha fazla sayıda insanın ka­


tılmasını sağlıyor, örgüt gittikçe büyüyor, bir m ü d d e t sonra da
müdahale d a h a da zor bir hale geliyordu. Bu tür operasyon­
larda belki birkaç kişinin hayatı riske girebilirdi a m a gelecekte
otuz kişinin hayatını riske atılmaması, belki de otuz şehit veril­
m e m e s i sağlanabilirdi. Aslında planlı ve akıllı hareket edilmesi
halinde alınan riskin boyutu da azalıyordu. G ü n e y d o ğ u d a k i
olayların bu kadar uzun süre devanı etmesinin altında yatan
sebebin de bu riski göze alamayan, aşırı sağlamcı anlayışın ol­
duğunu düşünüyorum.

B u r h a n Nart Olayı
D i y a r b a k ı r d a görev yaparken yaşadığım en enteresan olay­
lardan bir tanesi de Burhan Nart olayıdır. Bu olay, devletin
güvenlik sisteminin nasıl çalıştığı konusunda, fikir veren tra­
j i k o m i k bir olaydı. Kapsamlı bir operasyonla iki T Î K K O milita­
nını yakaladıktan sonra şahısları alıp Dicle'ye getirdik ve ora­
daki işlemlerin t a m a m l a n m a s ı n ı n ardından Ergani K o m a n d o
Taburu'na geldik.
Bu o p e r a s y o n sırasında, biz Dicle'deyken, Diyarbakır mer­
kezde b u l u n a n y a r d ı m c ı m D u r m u ş acil koduyla telsizle benim­
le görüşmek istedi. O n u n l a üstü kapalı bir şekilde, görüşebil­
diğim kadarıyla, istanbul'dan önemli bir mesaj geldiğini, bazı
örgüt mensuplarının Diyarbakır m e r k e z d e yarın sabah bulu­
şacaklarını, içlerinde bir polis ajanının olacağını, bunun gizlice
takibinin istendiğini ve kendilerinin de gerekli tedbiri aldıkla­
rını belirtti. B e n de gereğinin yapılmasını, oraya gidince daha
ayrıntılı görüşeceğimizi söyledim.

Ve biz sabaha karşı Diyarbakır'a geldik. T e m e l ihtiyaçları­


mı giderdikten sonra saat dokuz gibi daireye gittim. D u r m u ş
bana mesajları gösterdi. O d ö n e m d e Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü
İstihbarat Daire Başkanlığı Danimarkalılardan telefon hatları­
na takılan portatif, kriptolu m u h a b e r e y a p a n cihazlar almıştı.

109
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Bu cihazlar k ü ç ü k bir bilgisayara benziyordu, tuş takımı küçük


olduğu için y a z m a k zor oluyordu. Alet yazılanı belleğine kayıt
ediyor, biz de belleğe yapılan kayıtları telefon hatları üzerinden
kripto ile ilgili illerin İstihbarat Şubelerine gönderiyorduk. Onlar
da aynı m a k i n e y l e bu sesi alıp çözüyorlardı. K ü ç ü k hesap ma­
kinesi yazıcılarına benzer bir yazıcıyla yazılanları ayrıca kâğıda
döküyorduk. Böyle gizli, a m a çalıştırılması zor bir muhabere
yöntemi vardı ve saatlerce uğraştırıyordu. İşte bu cihazlarla bize
sürekli mesaj gelmişti. Bu mesaja göre, gelen kişi birtakım örgüt
mensupları ile Diyarbakır Fis Kayası mevkiinde bir örgüt sem­
patizanının e v i n d e buluşacak, bu buluşmadan sonra bu kişiler
muhtemelen Suriye'ye geçecekler, Suriye'de belli bir buluşma,
görüşme ve e y l e m tatbikatının ardından alacakları silahlarla
tekrar Türkiye'ye d ö n ü p J a n d a r m a Genel Komutanı'na ve bazı
yetkili kişilere suikast yapacaklardı. Böyle önemli bir olay üs­
tündeydik. B e n tam bunları okuyup Durmuş'tan bilgi alırken,
bu olayda ajan olarak rol olan kişinin sabah geldiğini ve bizim
arkadaşlarla görüştüğünü söylediler. Adam kendisinin Kürt
Demokrat Partisi (KDP) m e n s u b u olduğunu, bütün bölücü ör­
gütlerin K D P çatısı altında birleştiklerini, böyle bir eylem kararı
aldıklarını anlatmış. Bu, bana çok makul gelmemişti. Örgütlerin
illegal yayın organlarını izliyorduk ama böyle t ü m bölücü örgüt­
lerin birleştiğine dair bir yayına, bir d o k ü m a n a rastlamamıştık.

P K K kırsalda faaliyete devam ediyordu a m a bu elamana


göre, PKK d a h i l t ü m örgütler bir çatı altında birleşmişlerdi.
Söyledikleri ç o k makul gelmese de takip e t m e y e karar verdik.
Fakat arkadaşlar sabah buluşmanın gerçekleşeceği semtte ter­
tibat almışlar, söz k o n u s u buluşmayı takipte de görmemişler­
di. Bizim görevliler b u l u ş m a n ı n olacağı Fis Kayası mevkiinde
beklerken, E m n i y e t M ü d ü r l ü ğ ü İstihbarat Şubesine gelen polis
ajanı bilgi k a y n a ğ ı sabah erken saatte b u l u ş m a n ı n gerçekleş­
tiğini belirtmiş. Hâlbuki bize gelen mesaja göre b u l u ş m a saat
dokuzdan sonra olacaktı, a m a bu kişi Emniyet'e saat 09.30 gibi

110
1. Bölüm: Devlet

gelerek b u l u ş m a n ı n saat altıda olup bittiğini söylemişti. Bu ki­


şinin verdiği bilgileri arkadaşlar mesaj haline getirip h e m İstan­
bul h e m de bu işleri koordine eden Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü
İstihbarat D a i r e Başkanlığına haber vermişlerdi. Ben şubeye
geldiğimde bu kişinin tekrar geldiğini söylediklerinde onunla
g ö r ü ş m e k istedim.
Bu kişi b a n a da Diyarbakırlı ve örgüt m e n s u b u olduğunu,
bütün örgütlerin K D P çatısı altında birleştiklerini, K U K ' u n ,
KAWA'nın, T K S P ' n i n , PKK'nın kalmadığını ve eylemlerin K D P
adına organize edileceğini söyledi. B u n u nereden d u y d u ğ u n u
sorduğumda, "Nasıl inanmazsın, biz yaptık, bunların doküma­
nı var, bu d o k ü m a n l a r ı getiririm," dedi. Bu işleri çok iyi bilen
birisi gibi k e n d i n d e n emin konuşuyordu. Böyle bir şeyin pek
makul g ö r ü n m e d i ğ i n i , ayrıca böyle bir d u r u m gerçekleşmiş ol­
saydı bu bilgiyi örgütün çeşitli yayın organlarından ve bağlantı­
larımızdan e d i n m i ş olacağımızı söyledim, a m a o söylediklerinde
ısrarcıydı.

Aslında bu şahsın anlatımlarından rahatsız o l m u ş t u m fa­


kat o, İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünün elemanıydı.
İstanbul şubesi onu kullanmış, o n d a n aldığı bilgileri merkeze
yazmışlardı. Belli ki o n u n anlattığı bilgilere dayanarak operas­
yon hazırlıkları vardı. Bu a d a m yalan söylüyor d e m e k tuhaf
karşılanacağı için o an bir şey s ö y l e m e m e y e karar verdim. Diğer
y a n d a n bu kişinin bize uğramaması, bizim o n u t a n ı m a m a m ı z
gerekiyordu. Bize gelen mesajda içerisinde bilgi kaynağının da
olduğu örgüt mensuplarının buluşacağından bahsediliyordu.
Biz bilgi kaynağını uzaktan izleyerek takip yapacaktık. Bilgi
kaynağının zor durumlar haricinde bizimle temas k u r m a m a s ı
gerekirken o bizimle g ö r ü ş m e y e gelmişti. Böyle şeyler olabilir,
birtakım aksilikler, gariplikler yaşanabilir diye düşünerek bu
d u r u m u çok ö n e m s e m e d i k ama yine de kendisi h a k k ı n d a şüp­
he d u y m a m ı z a yol açmıştı. Zaten anlattıkları da pek doğru ve
akla uygun g e l m i y o r d u .

111
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

Bir m ü d d e t sonra şahıs ailesine u ğ r a m a k istediğini, kendi­


sine bir araba verip veremeyeceğimizi, ayrıca ailesine o n u n dev­
let için ö n e m l i görevler yaptığını söyleyip söyleyemeyeceğimizi
sordu. B u n u n m ü m k ü n olmadığını, her ne kadar sivil plakalı
da olsa bir polis aracım kendisine veremeyeceğimizi uygun bir
dille anlattık. Fakat bizim de z a m a n z a m a n kullandığımız bazı
taksilerin o l d u ğ u n u , onu istediği yere götürebileceklerini söyle­
dik. Neyse d a h a sonrasında şahıs bizden araba istedi, o z a m a n
yeni temin ettiğimiz üzerinde T A K S İ levhası olan bir aracımız
vardı. Ayrıca rol y a p m a kabiliyeti çok gelişmiş olan, her türlü
saf insan g ö r ü n ü m ü n e bürünebilen, yetenekli bir polis m e m u ­
r u m u z da şoför olacaktı. A d a m a bu taksiyi göstererek gidip ona
binmesini, taksinin onu istediği yere götüreceğini söyledik.

Şoför rolündeki polis m e m u r u m u z bu konularda harikalar


yaratabilecek inanılmaz kabiliyetteki polis m e m u r u Fahri'ydi.
Şahıs arabaya biner b i n m e z bizim m e m u r a "Polis abi ne yapıyor­
sun? Nereye gidiyoruz?" demiş, Şoför rolündeki polis m e m u r u
arkadaşımız ise hiç bozuntuya v e r m e d e n "Allah Allah bana bir
polisi gezdireceksin demişlerdi. Şimdi sen bana polis diyorsun,
bu ne biçim iş," diyerek hitabını garip karşıladığını söyleyince,
a d a m şoförün polis olmadığına ikna olup rahatlamış. Saf nu­
maralarına d e v a m eden arkadaşımız, adamı k o n u ş t u r m a k için
s a m i m i bir sohbet ortamı y a r a t m a k amacıyla başlamış şahsa
İstanbul'u sormaya. Denizin ne kadar büyük olduğunu, hiç de­
niz görmediğini, hatta o n u n ne kadar şanslı o l d u ğ u n d a n bah­
setmiş. Bir süre böyle k o y u bir sohbete dalmışlar. Sonra bizim
arkadaş m e m u r olan bir y a k ı m için vergi iadesinde kullanmak
üzere fatura topladığını, otobüs bileti ya da aldığı malzemelerle
ilgili faturaları verirse çok m e m n u n olacağını söylemiş. B u n u n
üzerine a d a m cebindeki biletini ve birtakım h a r c a m a faturala­
rım bizim arkadaşa v e r m i ş .

Polis m e m u r u Fahri şahsı uygun bir yere bıraktıktan sonra


şubeye d ö n d ü . Aralarında geçen konuşmaları anlattı ve şahsın

112
1. Bölüm: D e v l e t

İstanbul'dan, Ankara'ya, oradan Elazığ'a yaptığı yolculuklarda


kullandığı biletlerini ve harcama fişlerini verdi.
A d a m bize saat. 06.00'da Diyarbakır'a geldiğini söylemişti.
Oysa bilette Ankara'dan otobüse biniş saati yazıyordu. Dolayısıy­
la 7 d e n önce Elazığ'a gelmiş olamazdı. Verdiği bilgi yanlıştı. A m a
yine de işi sağlama almak açısından aldığı bilete dayanarak he­
men Elazığ'ı aradım. O zamanlar Elazığ İstihbarat Şube Müdürü
Emin Aslan'a "Müdürüm, memurlara da güvenmeyin, lütfen siz
bizzat gidip garajdaki şu firmayla konuşun. Ankara'dan bilette
yazan saatte kalkan otobüsün hangi saatte Elazığ'a geldiğini so­
run. Bu b e n i m için çok önemli, kesin bilgi vermeniz lazım, hata
olmamalı." dedim. Bizim hesaplamamıza göre şahsın 0 9 . 0 0 d a n
önce gelmemesi lazımdı. Hakikaten biraz sonra Emin M ü d ü r
beni aradı, otobüsün 07.00 civarında Elazığ'a geldiğini söyledi.
07.00'de Elazığ'a gelen birinin yeniden araç bulup Diyarbakır'a
gelebilmesi için en az iki saate yakın bir zamana, ihtiyaç var­
dı. Yani şahsın saat 09.00'dan önce Diyarbakır'da olması filen
imkânsızdı; elimdeki bilet ve belgeler bunu ortaya koyuyordu.
Oysa şahıs 06.00'da Diyarbakır'a geldiğini, Fis Kayası'ndaki top­
lantıya katıldığını, toplantıdan sonra herkesin görev alıp ayrıldı­
ğını söylemişti. Yalan söylüyordu. Ayrıca yeni ifadesine göre biz­
den sonra Mardin'e gidecek, orada Sultan Şehmuz denen yatır ve
ziyaret yerinin olduğu bölgede diğer arkadaşlarla buluşacaklar,
oradan Nusaybin üzerinden Suriye'ye geçecekler, Suriye'den alı­
nacak silahlarla tatbikat yapıp döneceklerdi.

Tabii bu gelişmeleri bir y a n d a n h e m e n Ankara'ya, İstanbul'a,


Genel M ü d ü r l ü ğ e , diğer ilgili illere mesaj olarak çekiyorduk.
Yazışmaların hızlandığı bir sırada o z a m a n ı n Daire Başkanı
Beyhan B e y beni aradı. Ona şahsın verdiği bilgilerin ihtiyatla
karşılanması gerektiğini, bazı bilgilerin gerçekle uyuşmadığı­
nı, verdiği bilgilere kaydıihtiyatla yaklaşılması gerektiğini, bi­
z i m bazı tereddütlerimizin o l d u ğ u n u söyledim. Bilgi kaynağı­
nın verdiği bilgiler çok ciddiydi, bütün herkes alarmdaydı. Bu

113
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı . . . .

y ü z d e n sözlerim Ankara'yı biraz rahatlatmıştı. O tarihte ülkede


sıkıyönetim v a r d ı ve alınan her türlü istihbari bilginin askeri
karargahlara aktarılması gerekiyordu. Askerler ise getirilen bu
tür bilgileri i n a n ı l m a z bir heyecanla karşılayıp h e m e n büyük
tedbirler alınmasını istiyorlardı. Hiçbir süzgeçten geçirmeksizin
gelen tüm bilgiler doğru kabul ediliyordu. Bu daha da ciddi bir
sıkıntı kaynağıydı.

B e n bilgileri aldıktan sonra Mardin'e gideceğini bildiğimden


oraya gidecek d o l m u ş l a r a sivil giyimli rol yeteneği olan persone­
li yerleştirerek bu şahsın takibini istedim. Bizim şoförümüz onu
Diyarbakır'dan, Mardin'e kalkan araçların b u l u n d u ğ u Balıkçı-
larbaşı denilen y e r e bıraktıktan sonra şahıs gidip minibüse bin­
mişti. Bizim arkadaşlarımız da aynı minibüse binip biraz da ha­
fif sarhoş n u m a r a s ı yapmışlardı. Şahıs Mardin'e kadar gitmişti.
Halbuki M a r d i n ' e g e l m e d e n Sultan Ş e h m u z d e n e n mıntıkada
inip arkadaşlarıyla buluşması gerekiyordu. Şehir merkezinde
inip doğruca E m n i y e t e gitmiş ve Emniyet Nöbetçi Amirliğinde
İstihbarat Şube M ü d ü r ü ' n ü aramıştı.

Beni biraz sonra İstihbarat Şube M ü d ü r ü M e h m e t aradı ve


kızgın bir şekilde, "Ağabey, bu adam direkt buraya geldi. Bana
beni öldürtmek mi istiyorsun, beni niye takip ettiriyorsun, sana
b u n u n hesabını sorarım, sen nasıl beni takip ettirirsin, bana
k a r ı ş m a m a n l a z ı m d ı diyerek bağırdı." dedi. Hâlbuki şahıs taki­
bi hiçbir şekilde fark etmemişti, b u n u fark etmesine neden ola­
cak hiçbir şey y a p m a m ı ş t ı k . Aslında adam E m n i y e t i n çalışma
biçimini ö n c e d e n anlamıştı, verdiği bilgilere dayanarak Emniyet
tarafından izlenebileceğini tahmin ederek o t o m a t i k m a n böyle
bir tepki v e r i y o r d u . A d a m daha da ilen giderek Mardin İstihba­
rat Şube M ü d ü r ü M e h m e t ' t e n kendisine bir araba verilmesini
istemişti. "Ben arabayla gideceğim, yoksa senin tüm işleri ber­
bat edip b o z d u ğ u n u Ankara'ya ve İstanbul'a söylerim," demişti.
M e h m e t bu a d a m ı n şerrinden korktuğu için ona istediği gibi
bir araba v e r m e k istiyordu, ben ısrarla asla b u n u y a p m a m a s ı

114
1. Bölüm: D e v l e t

gerektiğini, böyle bir hareketin daha sonra başına belaya soka­


bileceğini söyledim. A m a M e h m e t en sonunda bir şoför v e r m e k
suretiyle a d a m ı Nusaybin'e kadar göndermişti.
Bizimle Diyarbakır'da konuşurken, P K K geçişlerinden dola­
yı Nusaybin'de nöbetçiler ve mayınlarla sıkı bir şekilde korunan
Suriye h u d u d u n u geçerken bir terslik olursa k i m d e n nasıl yar­
d ı m görebileceğini sormuştu. Ben de o z a m a n l a r Nusaybin'de
görev y a p a n J a n d a r m a Bölük Komutanı arkadaşın ismini ver­
miştim, " D a r d a kalırsan bu yüzbaşıya gidip benim selamımı
söyleyebilirsin," demiştim. Sınırdan geçerken yakalanırsa ya da
başka olağandışı bir olay olursa bu yola ancak o z a m a n başvu­
racaktı. Fakat bizim a d a m Burhan Nart, Nusaybin'e iner inmez
doğrudan B ö l ü k K o m u t a n ı ' n a gitmiş. K o m u t a n beni gece saat­
lerinde aradı; y a n m a bir kişinin geldiğini, b e n i m selamımı söy­
leyerek kendisini sınırdan geçirmesini istediğini söyledi. "Asla
böyle bir şey y a p m a y ı n , ben çok darda kalırsa size gelmesini
söylemiştim," d e d i m . K o m u t a n da uygun bir şekilde adamı gön­
dermişti. Bu kişi bir gün sonra tekrar Diyarbakır'a geldi, yine
bizimle temas kurdu. Bu defa "Ben Suriye'ye gidecektim, daha
doğrusu irtibat k u r m u ş t u m ama gitmeye gerek kalmadı. Silah
ve m a l z e m e l e r bizimle geliyor, bilet aldım otobüsle Ankara'ya
gideceğim. Silah ve m a l z e m e l e r de bu arabada olacak, daha
ö n c e örgüt m e n s u p l a r ı n c a yerleştirilmiş olacak." dedi. A k ş a m a
doğru tekrar g ö r ü ş m e k üzere bizden ayrıldı. H e m e n verdiği bil­
gileri kontrol ettirdik, aldığımız bilgiye göre o saatte söylediği
firmanın A n k a r a ' y a kalkan otobüsü yoktu, galiba verdiği saatte
Ankara'ya hiçbir otobüs yoktu. Şahsın anlattığı bütün bilgiler
tek tek yalan çıkıyordu. Ben t ü m bunları mesajlarla Ankara'ya
ve İstanbul'a a k t a n y o r d u m . Ankara'ya bu şahsa bir an önce
m ü d a h a l e e t m e m i z gerektiğini, yoksa olayların çok v a h i m bo­
yutlara doğru gittiğini söyledim. Şahıs her ifadesinde yeni bir
eylem hedef gösteriyor, yeni şeyler söylüyordu. Anlattıkları her­
kesi heyecanlandırıyordu. Ben artık kesin olarak t ü m anlattık-

115
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

larının yalan o l d u ğ u n a kani o l m u ş t u m a m a kimse yalan oldu­


ğunu kabul e t m i y o r ya doğruysa diyordu.
Bu gelişmelerin yaşandığı esnada daha ö n c e teslim o l m u ş
P K K ' n ı n eski ö n e m l i kadrolarından itirafçı Hidayet Bozyiğit bi­
zim y a n ı m ı z d a y d ı . Adamın anlattıklarını değerlendirdiğinde
tamamının hiç tereddütsüz yalan olduğunu, böyle bir şeyin
olamayacağını söyleyip, bizi destekliyordu. A k ş a m bizimle gö­
rüşmeye geldiğinde Burhan Nart'a m ü d a h a l e e t m e y e ve sorgu­
lamaya karar verdik.

Şahıs ş u b e y e geldiğinde, kenara çektik. "Yalan söylüyorsun,


doğruyu anlatmıyorsun," diyerek yalanlarını tek tek sıraladık.
A d a m söylediklerimize itiraz edip direniyordu. İleri sürdüğü ba­
haneleri tek tek geçersiz kılınca, iş kaba ve öfkeli k o n u ş m a l a r a
dönüştü. Artık bizi kandıramayacağını, doğruyu anlatmazsa
bunun bedelini çok ağır ödeyeceğini, başına çok ağır şeylerin
geleceğini söyleyince, bir m ü d d e t sonra çaresi k a l m a d ı ve söy­
lediği her şeyin yalan olduğunu itiraf etti.

"Neden böyle bir şey yaptın, böyle bir yalan nasıl söyle­
nebilir? 10-15 günden beri tüm teşkilatı alarma geçirdin, ne­
den?" diye sorunca a d a m hayat hikâyesini anlatmaya başladı:
"Diyarbakır'da bu tür olaylara adı çokça karışmış, illegal bölü­
cü faaliyetlerde yer almış, geçmişten beri Kürtçülük faaliyetleri
ile bilinen bir ailenin üyesiyim. Onların d a m a d ı y ı m ama hiçbir
siyasi faaliyetim yok. Bu tür faaliyetlerde y e r aldığı, örgütlere
katıldığı için herkesin bir itibarı var. Benimse hiçbir şeyim yok;
a d ı m sanım bile bilinmez. Bu y ü z d e n ben de bir o y u n c a k taban­
ca aldım, b u n u n l a İzmir'de Kemeraltı'nda bir kuyumcuyu, so­
y u p elde e d e c e ğ i m parayla İzmir'den Yunanistan'a kaçmayı dü­
şündüm. A m a daha soyguna başlamadan k u y u m c u n u n orada
yakalandım. Y a k a l a n d ı ğ ı m d a böyle önemli bir ailenin üyesi ve
örgütlere y a k ı n o l d u ğ u m u söyledim. Soygunu h e n ü z gerçekleş­
tirmediğimden , hazırlık safhasında y a k a l a n d ı ğ ı m d a n polis bana
ajanlık teklif etti. Ben de kabul ettim. Bir m ü d d e t sonra benimle

116
1, Bolum: Devlet

ilişkide olan polis 'mademki senin yakınların örgüt içinde önemli


konumlarda bulunuyorlar, hadi bize örgütten bilgi getir bakalım'
dedi. Ben de yakınlarımın çoğunluğunun İstanbul'da olduğunu,
oraya g i d e r s e m her türlü bilgiyi alabileceğimi söyleyince oradaki
teşkilatla beni ilişkiye geçireceklerini belirttiler. İstanbul'a gittim
ve oradaki ilgili birimle beni irtibata geçirdiler. Böylece İstanbul
teşkilatına devredilmiş oldum. Bir Başkomiser ile irtibata geç­
miştim. Bu kişi bana 'hadi bakalım bize bilgi getir' dedi. Ben de
K D P l i l e r i ı ı bazılarını tanıdığımı, örgütün eylem hazırlığı içinde
olduğunu söyledim. Biraz daha bilgi getirmem istendiğinde bir
şeyler u y d u r m a y a başladım. Bu arada hatırlıyorum, zamanında
Jandarma G e n e l Komutanı olan Kemaiettin Eken'e bir suikast
olmuştu, ben de buna benzer bir olay olacağını söyledim. Bana
bu olayın i ç m e gir, biraz daha bilgi getir dediler. Mutlaka bil­
gi getirmem istendiğinden bu. defa ben de senaryo uydurma­
ya başladım ve uydurdukça işin içinden çıkılmaz hale gelecek
şekilde olayı büyüttüm, işe tanıyıp bildiğim birtakım insanları
kattım. Diyarbakır'da herkesin çeşitli suçlardan arandığım bil­
diği Heybet Açıkgöz gibi insanların isimlerini verdim. Sonunda
böyle bir senaryo kurguladım. Diyarbakır'da buluşma olacağını,
oradan Suriye'ye gideceğimi söyledim. Tabii Diyarbakır'da beni
takip edeceğinizi bildiğim ve böyle bir buluşma olayı gerçekleş­
meyeceği için size buluşma saati konusunda yalan söyledim.
Ama siz biletle benim açığımı tespit ettiniz. Mardin'e gittiğim­
de, Mardin İstihbaratı'nın beni takip edeceğini bildiğim için ben
önce davranıp onların y a n m a gittim. Sonra Suriye'ye geçmeyi
denedim a m a başaramadım. Daha doğrusu gidip gelecektim,
zorlayacaktım fakat, geçemeyeceğimi gördüm."

"Peki, n e r e y e kadar d e v a m edecektin?" diye sorduk. "Nereye


kadar gideceğimi bilmiyorum, ama en sonunda söylediğim eyle­
meleri tek b a ş ı m a d e n e m e y e kalkardım herhalde," diye karşılık
verdi. Hayat hikâyesinin geri kalanında anlattığına göre, Ağrı
tarafındaki bir birlikte askerliğini yaparken firar etmiş, daha

117
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar .. .

önce de birkaç defa firar olayı gerçekleştirmişti. Askerliğe de­


vam edemiyordu, sahte kimlik kullanıyordu.
Tabii şahsın anlattığı her şeyin, tüm senaryonun yalan oldu­
ğunun anlaşılması, ajanı sevk ve idare eden B a ş k o m i s e r ! ( K / O
ajanı yöneten görevliyi) çok zora sokmuştu. İstanbul, Emniyet
Genel M ü d ü r l ü ğ ü , Ankara, Diyarbakır, Mardin gibi bütün iller
alarma geçmişti. Çeşitli yerlerde eylemler yapılacağı, silahların
geleceği, suikastların gerçekleştirileceği yönünde bilgilerle bir­
likte beraber hareket ettiği önemli militanların, aranan kişilerin
isimlerini veriyordu. Ve sonunda tüm bunların yalan olduğu
anlaşılınca, tabii bu kişi ile irtibatlı olan insanlar zor d u r u m d a
kalmıştı.

Aslında bu d u r u m şu gerçeği de ortaya koyuyordu; böyle


bir insanın söyledikleri, yalanlan bile sistemin tümünde ciddi­
ye alınabiliyordu. Hâlbuki olayları, örgütleri ve gelişmeleri çok
iyi tanıyan, bu konular hakkındaki bilgileri takip eden, olay­
ların doğru analizini yapabilen ve kapsamlı bilgilere sahip bir
kadro, böyle bir yapı var olsaydı, şahsın anlattıklarına daha
birinci gün şüpheyle yaklaşılır, itibar edilmez, hatta bunlar ta­
mamen göz ardı edilirdi. D a h a doğrusu, baştan sona kadar tüm
anlatılanlarda hiçbir doğruluk payının olamayacağı ilk bakışta
anlaşılır nitelikte olmasına rağmen tüm sistem bunların doğru
olduğunu k a b u l ediyor, en küçük bir şüphe duymadan günler­
ce bir adamın söylediklerinin peşinde koşabiliyordu.

S o n u n d a a d a m l a konuştuk, askere gidip yarım kalan as­


kerliğini tamamlamasında fayda olduğu yönünde kendisini
ikna edip, askerlik görevi için gönderdik. Bizim açımızdan bu
dosyada böylece kapanmış oldu.
Bir müddet sonra, Tunceli'deki bir askeri birlikte görev ya­
pan askeri mahkemeden bir yazı geldi. Bu defa da yazıda adı
geçen kişinin askerde firarda kaldığı dönem içerisinde devlet
adına önemli görevler yaptığını, istihbarat birimi ile beraber ça­
lıştığını söylediği bildiriliyor ve bu konuların doğruluğu tarafı-

118
1. Bölüm: Devlet

m i z a soruluyordu. Biz bu adamla ayrılırken b u n d a n sonra artık


doğru ve dürüst olacağı y ö n ü n d e m u t a b ı k kalmıştık a m a yine
yalanlara b a ş v u r m u ş t u . Bunun üzerine askeri birliğe böyle bir
görevde b u l u n m a d ı ğ ı n ı belirterek, t ü m olanları onu da zor du­
r u m d a b ı r a k m a y a c a k şekilde anlattık.
A r a d a n e p e y bir z a m a n geçmişti; belki bir yıl, belki de iki yıl.
Bir gün beni İstanbul İstihbarat Şube M ü d ü r ü Emin Aslan ve
yardımcısı Salih G ü n g ö r aradı. Salih Diyarbakır'da kısa bir süre
b e n i m y a r d ı m c ı l ı ğ ı m ı y a p m ı ş , daha sonra İstanbul İstihbarat
Şube M ü d ü r Y a r d ı m c ı s ı olarak atanmıştı. E m i n Bey'in y a n ı n d a
çalışıyordu. Aradıklarında P K K ' n ı n çok ö n e m l i kadrolarından
biri o l d u ğ u n u söyleyen bir kişiden bahsettiler. Bu kişi masraflar
için kendisine belli bir miktar para verilirse, yurtdışına gidip o
z a m a n k i D e v - S o l liderini yakalayıp getirebileceğini iddia etmiş.
Bu kişiyle bu y ö n d e bir anlaşma y a p ı l m a k üzereymiş. Şahsın
kimliğini öğrenince, " A m a n sakın. Bu insan sahtekârdır, dolan­
dırıcıdır, sakın böyle bir şey yapmayın," diye bilgi verdik.

S o n r a d a n ö ğ r e n d i ğ i m kadarıyla, B u r h a n Nart adlı bu kişi,


yine askerden k a ç m ı ş ve İstanbul'a gelmiş. Bu defa da P K K ' n ı n
çok önemli ve iyi bir militanı olduğunu, P K K adına İstanbul'a
gönderildiğini söyleyerek İstanbul'da adı duyulan bütün maf­
ya b a b a l a r ı n d a n haraç almış. T ü r k ü c ü İbrahim Tatlıses'i bile
tehdit etmiş, birkaç defa para bile almış. İbrahim Tatlıses en
sonunda d a y a n a m a y a r a k d u r u m u polise şikâyet etmiş. Para
aldığı kişiler içerisinde bir tek o şikâyette b u l u n m u ş t u . Şahıs
yakalandığında, o z a m a n adı duyulan İstanbul'daki t ü m maf­
ya liderlerinden P K K adına tek tek haraç aldığını itiraf etmişti.
Fakat bu olay ortaya çıkınca mafya liderleri şahsın hemşerileri
olduğu için y a r d ı m e t m e k ve destek o l m a k amacıyla para ver­
diklerini söylediler. Halbuki a d a m giyim-kuşamı itibarıyla ol­
dukça gösterişli, hali vakti yerinde g ö r ü n ü y o r d u . Aslında hepsi
korktukları için a d a m a para vermişlerdi a m a b u n u itiraf ede­
m e d i k l e r i n d e n yalan söylüyorlardı.

119
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Burhan Nart bu olay dolayısıyla yakalandığında, bu defa


kendisinin P K K ' n ı n üst düzey kadrolarından olduğu yalanını
d e v a m ettirmişti. Dursun K a n d a ş ' m yerini bildiğini, Fransa'da
olduğunu söyleyerek onu yakalatabileceğim ya da öldürebile­
ceğini iddia etmişti. Hatta bir iki milyon dolarlık pazarlık ya­
pılırsa her şeyi yaptırabileceğini söylüyordu. Tabii D e v - S o l ü n
İstanbul'da yaptığı eylemler dolayısıyla Dursun Karataş'ın
yakalanması, İstanbul polisi için çok önemliydi. Bu y ü z d e n o
z a m a n k i İstanbul Emniyet M ü d ü r ü H a m d i Ardalı ve oradaki
görevliler böyle bir fırsata balıklama d a l m a k üzerelermiş. Salih
G ü n g ö r daha ö n c e Diyarbakır'da İstihbarat Şubesinde çalıştığı
sıralarda bu kişinin a d ı m d u y m u ş t u . Bu y ü z d e n onu tanıyıp ta­
nımadığımızı s o r m a k için bizi aramıştı. Biz a d a m ı n yaptıklarım
anlatınca o n u n l a işbirliği y a p m a d ü ş ü n c e s i n d e n vazgeçilmişti.

İşte böylesi bir a d a m t ü m sistemi, küçük bir üçkâğıtçılıkla


kandırıp aldatabiliyordu. Bu çok basit, küçük, belki komik,
belki t a m a m ı n ı anlatırsak kahkahalarla gülünecek saflıkta bir
olaydı. A m a asıl önemli nokta, bu sistemin en ö n e m l i merkezle­
rinin ve buralarda çalışan görevlilerin bu kadar kolay kandırıla-
bilmesidir. Hiç k i m s e a d a m ı n anlattıklarının yalan olabileceğini
d ü ş ü n m ü y o r , ihtiyatlı davranarak söylenenlere şüpheyle yak­
laşmıyor, aksine h e m e n doğru olduğu kabulüyle arkasından
gidiyor. Bu gerçeği ortaya k o y m a s ı b a k ı m ı n d a n B u r h a n Nart
olayı oldukça öğretici bir olaydır. Basit bir üçkâğıtçının sözle­
rini gözleri kapalı takip eden bu sistem daha ciddi, profesyonel
kişiler tarafından ortaya konacak kapsamlı bir kurgu karşısın­
da k i m bilir ne boyutlarda zarar görebilir.

Bu işte profesyonel olarak çalışan, bu k o n u d a kapsamlı bil­


giye sahip görevlilerin bu aldatmacaya asla k a n m a m a l a r ı ge­
rekirdi. Her z a m a n eğitimlerde ve sohbetlerde anlattığım gibi;
yerde b u l u n a n bir vida, herkes için sıradan bir vida iken bir
oto tamircisi için bu 1995 model A l m a n y a ' d a üretilmiş E 200
serisi bir Mercedes'e ait bir vidadır. B u r a d a n kazaya karışan

120
1. Bölüm: Devlet

aracın markası, modeli vs. özellikleri tespit edilir, böylece küçü­


cük bir v i d a d a n olayın t a m a m ı çözülebilir. Veya bir olay yerin­
de b u l u n m u ş bir elektronik devre elemanı, herkes için sıradan
bir parçayken bir radyo tamircisi için bu 170 M g h z ' d e çalışan
bir telsizin parçasıdır. Bu kanıttan yola çıkılarak u z a k t a n ku­
mandalı bir telsizin kullanılmış olduğu s o n u c u n a varılabilir.
İşte işini, mesleğini, sanatını her açıdan iyi bilen insanlar bir
tek parçadan ya da bir tek olaydan y o l a çıkarak işin tamamı­
nı görürler; istihbarat da bence budur. İstihbarat personelinin
de bir tek a n l a t ı m d a n , c ü m l e d e n , sözden, bir slogandan olayın
b ü t ü n ü n ü çözmeleri gerekiyordu. A m a bizim sistemimiz bıra­
kın bir kelimeyi, başından sonuna kadar yalan söyleyen birinin
yalan s ö y l e d i ğ i m tespit edemiyordu. Aslında bu d u r u m u n ne­
deni, güvenlik sisteminde çalışanların bilgi eksikliğiydi; tama­
mı işi bilmiyordu, ideolojik olayların nerelere, hangi safhalara
gidebileceği k o n u s u n d a net bilgilere sahip değillerdi, ö r g ü t l e r i n
ideolojik altyapılarını, e y l e m tarzlarını, örgütsel yapılarını tam
anlamıyla bilmediklerinden bu örgütler h a k k ı n d a söylenenle­
ri doğru şekilde değerlendiremiyor, bunlardan neyin m ü m k ü n
neyin m ü m k ü n olmadığı k o n u s u n d a yeterli bilgi birikimine sa­
hip olmadıklarından doğru kararlar veremiyorlardı. Bence en
önemli eksiklik buydu. Bizim teşkilatımızda olayları kavraya-
bilme becerisi ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. Bir kişinin söy­
lediği büyük yalanlar ancak bunları ispat eden m a d d i deliler
b u l u n d u ğ u n d a ortaya çıkıyordu. Halbuki İstihbarat ve Terörle
Mücadele Şubesi personelinin, kişinin anlattığı tek bir olaydan,
ortaya k o y d u ğ u tek bir iddiadan, attığı slogandan neyi bilip,
neyi bilmediğini, neyin yalan, neyin doğru o l d u ğ u n u kesin ve
net olarak anlaması zorunludur. Kişinin örgütsel faaliyeti, ille­
gal yaşamı göz ö n ü n e alınıp örgüt içinde hangi k o n u m d a olanlar
neyi bilir, neyi bilemez noktasında belli bir anlayışa sahip ola­
rak ona göre hareket edebilmelidir. Bu kişinin İstanbul'da ta­
nıştığı, irtibat halinde b u l u n d u ğ u Başkomiserin, kendisine an-

121
H a l i ç ' t e Yaşayan. Simonlar

latılanlardan a d a m ı n açıkça yalan söylediğini tespit edebilmesi


gerekirdi. A d a m bütün örgütlerin K D P çatısı altında birleştiğini
söylediğinde, Başkomiserin KDP'nin ne olduğunu, Türkiye'deki
yapısının nasıl şekillendiğini, ideolojisinin ve hedefinin ne ol­
duğunu, nasıl kurulduğunu ve neleri yapıp, neleri yapamaya­
cağını bilerek söylenenlerin doğru olamayacağına h e m e n karar
vermesi gerekirdi. Sonuç olarak, Emniyet, M İ T , G e n e l k u r m a y
ve J a n d a r m a teşkilatlarında görevli istihbarat personelimiz ma­
alesef örgüt mensuplarıyla konuşacak, onlarla tartışacak, onla­
rı anlayacak ve algılayacak seviyede bu işi bilmiyor.

Bizlerin de daha terörle m ü c a d e l e veya terör istihbaratı


görevine b a ş l a m a d a n , bu grupların ve militanların duygu ve
düşünce dünyalarını tanıyıp anlamamız açısından, örgüt men­
suplarının yetiştirildiği gibi önce Kapital, Diyalektik ve Tarihi
Materyalizm, Felsefenin Temel İlkeleri gibi Marksist-Leninist dü­
şüncenin temel felsefesini oluşturan eserleri o k u m a m ı z , daha
sonra tüm illegal örgütlerin dergi, broşür ve eğitim materyalleri
çizerinde k a p s a m l ı bir eğitime tâbi tutulmamız gerekirdi. Fa­
kat bu görevlerde olup da bu temel eserleri bütünüyle okuyanı,
kendim de dahil olmak üzere, g ö r m e d i m .

İstihbarat (Intelligence) İngilizcede akıl, zekâ manasına ge­


lir. Biz de, olması gereken yeterlilikte bir bilgi birikimi maalesef
yoktur. H â l b u k i bütün ideolojik grupları, bunların geçmişten
bugüne u z a n a n seyrini, ideolojilerini ve amaçlarını çok iyi bil­
m e m i z gerekiyor. Bir tek kelimeyi atlamayacak kadar bu konuya
hâkim olmalı, söylenen en ufak yalanı ya da anlatılanlar daki en
küçük bir tutarsızlık ve yanlışı tespit edebilmeliyiz. Oysa bizler
ö n ü m ü z d e k i apaçık yanlışları bile fark etmekten acizdik. Aslın­
da sadece bu olayda değil, görev sahamıza giren t ü m konularda
yeterli oranda bilgiye sahip değildik. Hem ülke içerisinde hem
de ülke dışında bu türden ideolojik örgütlerle olan mücadelede
aynı durum geçerliydi.

122
1. Bölüm: Devlet

Biz sol grupların, bölücü ve dinci örgüt mensuplarının ne


d e m e k istediğini, ne y a p m a k istediklerini, faaliyetlerini, amaçla­
rının ne o l d u ğ u n u , fraksiyonlar arasındaki farkın nereden kay­
naklandığını hiçbir z a m a n tamamıyla algılayıp, anlayamadık.
Hâlbuki bu algılayış ve kavrayışa sahip olabilseydik, daha
işin başında bir olayı hangi örgütün yapıp hangisinin yapama­
yacağını, h e r h a n g i bir olay ya da d u r u m karşısında hangi ör­
gütlerin hangi stratejileri izleyip hangi tavırları alacaklarını, bir
örgüt içinde h a n g i şekilde sapmaların yaşanabileceğini, hangi
e y l e m tarzlarının hangi örgütler tarafından gerçekleştirilebilece­
ğini çok net olarak tespit edebilirdik. Ç ü n k ü t ü m bu unsurlar,
çerçevesi çok kesin hatlarla çizilmiş olarak t ü m örgütlerin ide­
olojilerinde yazılıdır; bu ideoloji çerçevesinde örgüt mensupları
belli bir bakış açısına sahiptir. Sol grupların Türkiye ile ilgili
ayrı ayrı kendilerince bir değerlendirmeleri vardır. Bütün Mark­
sist örgütler ö n c e mevcut d u r u m u değerlendirir, sonra sınıfları
mevzilendirir ve mevcut d u r u m a göre kendilerine örgütsel, ey-
lemsel bir strateji çizerler. Onlara göre b u g ü n k ü d u r u m d a n ,
gelecekteki sosyalist, k o m ü n i s t bir topluma nasıl geçileceğinin
tek tek y o l u ve safhası vardır. İşte b u n u çok iyi bilmediğimiz
için bütün örgütleri birbirine karıştırıyorduk.

Bütün sol grupları sol, b ü t ü n sağ grupları ise sağ olarak


görüyorduk, k e n d i içlerindeki farkları algılayamıyorduk. Arala­
rındaki farkların neler olduğu, nasıl bir e y l e m tarzı izleyecekle­
ri, hangilerinin e y l e m yapıp, hangilerinin pasif kalacağı, hangi
olayda hangisinin ne tavır takınacağı meseleleri bizim için h e p
bir m u a m m a y d ı . Oysaki bu grupları tanıyanlar için bu mese­
leler hiç de m u a m m a değildi, hepsi tüm yönleriyle bilinebilirdi.
Bu grupların içerisindeki insanlar, hatta basit sempatizanlar
bile bu k o n u l a r hakkında fikir sahibiyken bizim en üst d ü z e y
yöneticilerimiz bile bu insanların ve örgütlerin arka planlarını,
niyetlerini algılayamıyordu. Ç o ğ u z a m a n "Bu insanlar n e d e n

123
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Sımonlaı

işlerini güçlerini bırakıp dağa çıkarlar, bunlar deli m i ? " şeklin­


deki basit sorularla oyalanıyorlardı.
Sonuç itibarıyla B u r h a n Nart olayı, t ü m güvenlik sistemi­
mizin ne k a d a r boş, ne kadar kof olduğunu gösteriyor. Fakat
bizler hâlâ ö v ü n e r e k sistemlerimizin çok güvenli o l d u ğ u n u sa­
vunarak halkı ve kendimizi aldatmaya d e v a m ediyoruz.

Aranan Üç Kişinin Yakalanması


Yine Diyarbakır'da çalıştığımız yıllarda Diyarbakır'ın Dicle ve
Hani ilçeleri arasında Dicle'ye bağlı bir köyde aranan kişiler var­
dı. Bu kişiler aynı z a m a n d a P K K l ı l a r a bu bölgede yataklık yapıp,
destek veriyorlardı. Ancak bu köye ne kadar operasyon ve arama
yapılsa yapılsın, bu şahıslan (özellikle iki tanesini) köyde yaka­
lamak m ü m k ü n olmuyor, mutlaka kaçıyorlardı. Bilgi aktarması
için köyden eleman temin etmiştik ama bu elemanın verdiği bilgi
doğrultusunda askeri birlikler veya operasyon güçleri köye gidin­
ceye kadar bu kişiler kaçıp, başka yerlere saklanıyorlardı. Özel­
likle de köyün yakınında bulunan derin Maden Çayı Vadisi'nde
bu kişileri bulmak ve yakalamak m ü m k ü n değildi; köy, bu ka­
yalık bölgenin birkaç yüz metre yakınındaydı. Bu operasyonların
sürekli neticesiz kalması, köydeki diğer örgüt sempatizanlarına
da cesaret veriyor, devlet güçlerine olan itimadı azaltıyordu.

Bu örgüt m e n s u p l a r ı n ı n yakalanmasıyla ilgili olarak yapı­


lan bir çalışma esnasında köyde bize bilgi aktaran insanlar­
la aranan bu militanların nasıl yakalanabileceğini konuştuk.
Bize şöyle bir y ö n t e m önerdiler: "Bir defa araçları çok uzakta
bırakarak, k ö y e yaya gelinmesi lazım. İkinci olarak, ilk gelecek
olan o p e r a s y o n timleri köyde görülmeden vadi arasındaki sırt­
ları tutmalı, a r d ı n d a n diğer timler köye göstere göstere gelmeli.
Timlerin geldiğini gören militanlar saklanmak için süratle vadi­
ye doğru k a ç a r k e n hepsi orada pusuya yatan timlerin kucağı­
na düşecektir." Bu, gerçekleştirilmesi zor, biraz zahmetli, fakat
ustalıkla yapılırsa tutabilecek bir plandı. Genellikle de böyle

124
1. Bölüm: Devlet

ustalık isteyen planlarda bu işin başındaki insanların yapacak­


ları katkılar, düşünecekleri ince ayrıntılar ve hareket tarzları işi
belirtiyordu. D a h a önce çok defa böyle planlar yapılıp başarısız
olması nedeniyle bu defa bizzat k e n d i m timlerin başında gitme­
ye karar v e r d i m . D a h a önce olduğu gibi iki özel harekât timi,
bize bilgi v e r e n köylüler ve benim sivil istihbarat unsurlarımla
beraber bir kış günü (ocak ayıydı z a n n e d i y o r u m ) yola çıktık.
Sabaha birkaç saat kala köye uzak mesafede anayolda araçtan
indik ve y ü r ü m e y e başladık, bir saate y a k ı n çamurlar içinde
y a ğ m u r altında yürüdükten sonra bir timi k ö y ü n uzağında tam
vadinin k e n a r ı n d a bulunan kayalıklara gönderdik. T i m gidip
yarların etrafında pusuya yatarak yerini aldı. G ü n e ş d o ğ m a y a
başlarken sanki köye operasyon gücü geliyormuş gibi geniş bir
hilal şekilde yirmiye yakın tim m e n s u b u köye girdi.

Biz köye yaklaşırken bizim pusudaki timler köyden üç kişinin


koşarak çıktığını ve kendilerine doğru geldiğini anons ettiler. Hiç
kimse ateş etmedi, bu şahıslar da bizim timlerin pusuya yattığı o
kayalıklara gelip timlerimizin yanında durdular ve timler hiçbir
çatışmaya girmeden bu kişileri teslim aldılar. Köyde hiç kimse
bu olayı görmedi. Biz açıkta gelen timler olarak köye girip "Bura­
dan geçiyorduk, konuşmak için geldik. Güvenliğiniz de bir sorun
var mı, devriye geziyoruz, nasılsınız," diye köylülerle sohbet ettik.
Bize çay ikram ettiler, çaylarımızı içtik, arama dahi yapmadık.
Biz bu şekilde köylüleri oyalarken köyün dışında pusudaki tim­
lerimiz militanları yakaladılar ve köylülere belli etmeden vadi­
nin kenarından kayalıkların arasından köyün dışına çıkarttılar.
Bize emniyetli şekilde oradan çıktıklarını haber verdiler. Bunun
üzerine biz de köyden ayrılarak aynı noktada onlarla buluştuk.
Böylece aranan üç önemli militanı, yakalanamaz denen kişile­
ri yakalamıştık. Bu hep aynı kaynaktan bize verilen bilgilerdi;
bize itimat ettiği zaman, güvendiği zaman insanların katlandığı
risk ve yaptıkları şeylerin ölçüsü esasen çok önemliydi. Aslında
tüm G ü n e y d o ğ u d a k i operasyonlanmız teorik planlama açısın-

125
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

dan hiçbir hata içermiyordu belki ama uygulamada, incelikleri


ve ayrıntıları planlamada karşılaşılan sorunlar nedeniyle operas­
yonlarda genellikle çok başarılı olunamıyordu.

Seren Operasyonu
Diyarbakır'da görev yapıyorduk. Kardeş kuruluştan alman
bir habere g ö r e Şirnak'tan Tunceli bölgesine takviye olarak
gönderilen bir grup P K K gerillası Tunceli'den gelecek kuryeyi
Diyarbakır'ın Lice-Hani bölgesinde bekliyordu. Seren köyü ya­
kınlarında bekleyen militanlara bir an önce operasyon yapıl­
ması gerekiyordu. H e m e n keşif ve araştırmaya başladık. Köyün
yakınlarında k i m s e y e g ö z ü k m e d e n militanların kalabileceği bir
iki yer vardı, n o r m a l keşifte militanlar da bizi görerek tedbir
alabilirlerdi. T a k s i plakalı araçlarımızla özel tim amirlerini alıp,
araziyi görerek keşif yaptık.

U m u l m a d ı k bir yerden yanaşarak operasyon yapmalıydık.


Militanların Lice-Hani karayoluna paralel çok yüksek olmayan
küçük bir d a ğ ı n yola bakan cephesindeki ağaçların arasında
kaldıkları k a n a a t i n e vardık. T ü m tim amirleri ile planımızı yap­
tık. Dikkat ç e k m e m e s i için operasyona kiralık kamyonlarla ge­
lecektik. Militanların hiç bir şekilde g ö r e m e y e c e ğ i Dicle ilçesi
istikametinden Hani'ye gelip, oradan köylere gidiyormuş gibi
kamyonlarla yol alacaktık. K a m y o n u n kasası içinde operasyon
timine m e n s u p 6-7 tim (her timde 20 kişi vardı) saklanıyor­
du. Hani'nin kuzeyine militanların saklandığı dağın arkasına
gelince k a m y o n d a n inip dağın iki yanını kuşatacaklardı. Dağ
kuzeyden t a m a m e n sarılınca, g ü n e y d e n otobüslerle gelen 4-5
özel timi sabah saat 07.00 sularında Hani-Lice yolunda, arazi
taraması şeklinde geniş bir kol halinde dağa doğru yönlendi­
recektik, böylece yalnızca güneyden geldiğimizi z a n n e d e n mili­
tanlar tuzağa düşecekti.

Plana u y g u n olarak araçları hazırladık ve gece saat 03.00'da


timin bir kısmını kamyonlarla, bir kısmını otobüslerle y o l a çı-

126
1. Bölüm: Devlet

kardık. Planlandığı gibi kuzeydeki timler dağı sardı, g ü n e y d e n


otobüslerle gelen tim ise militanları dağda a r a m a y a başladılar.
T i m l e r amiri ile ben de dağdaki hareketliliği anayoldan takip
ediyorduk. Aşağıdan dağa d o ğ ı u yönelen timler daha 500 metre
ilerlememişlerdi ki zirvedeki tim mensupları dağın ortasındaki
ağaçlıklardan bazı militanların fırlayıp zirveye doğru çıktıkları­
nı anons ettiler.
Kırsal alandaki çatışmalarda dağın zirvesini alan, üstünlük
sağlıyordu. Militanlar da bizim yalnızca aşağıdan yukarıya doğ­
ru araziyi aradığımızı z a n n e d e r e k bir kısmını zirveyi almak üze­
re göndermişlerdi. Fakat biz gizlice dağın zirvesini ve iki yanını
daha önce almıştık, zirveye çıkmak isteyen militanlar menzile
girdiklerinde çatışma başladı. Dağ t a m karşımızda idi, 11 mi­
litan ve etrafındaki dağı sarmış 200'den fazla özel tim mensu­
bu b u l u n u y o r d u . Aramızda 2 km d e n fazla bir mesafe olmasına
rağmen z a m a n z a m a n mermiler yakınımıza düşüyordu, o ka­
dar dikkatli b a k m a m a r a ğ m e n bir tek kişiyi bile g ö r e m i y o r d u m .
Herkes gizlendiği kayanın arkasında sadece ates ettiği yeri gö­
receği k a d a r k ı s m ı m çıkararak ateş ediyordu, filmlerdeki gibi
hiç kimse k a l k a r a k veya kafasını çıkararak ateş etmiyordu. îlk
ateş ile birlikte bazı militanlar düşmüştü, sabah 07.30 gibi baş­
layan çatışma saat 0 9 . 0 0 ü bulduğunda bir polisin kafasından
yaralandığı ve d u r u m u n u n ağır olduğu a n o n s edildi.

Çatışma haberinin merkeze intikaliyle birlikte Asayiş Kolor­


du Komutanı rahmetli Hulusi Sayın Paşa, bilahare O H A L valisi
Hayri Kozakçıoğlu ve Emniyet M ü d ü r ü N e c d e t Menzir helikop­
ter ile olay y e r i n e geldiler. Helikopterle yaralı polisin alınması
gerekiyordu. Timlerin yerini ben ve tim amiri arkadaş biliyordu;
tim amiri çatışmayı y ö n e t e c e ğ i n e göre yaralı polisi almak görevi
bana d ü ş ü y o r d u . Pilota y ö n ü tarif ederek helikopterle dağın ar­
kasında yaralının getirildiği yere gittik a m a bölge çok eğimli ol­
d u ğ u n d a n helikopter yere inemiyor, çok alçaldığında kanatları
dağa değecek hale geliyordu. Yaralı polis hareketsizdi, çok zorlu

127
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

manevralarla helikopterin kanatları yerdeki otlara değecek ka­


dar alçalmca diğer arkadaşlarının elleri üzerinde yaralıyı zor­
lukla aldım, helikopterde pilottan başka yalnızca ben v a r d ı m .
Hani-Diyarbakır m e r k e z arası helikopterle on beş dakika
kadardı ama o gün b e n i m için bu on beş dakika saatlerce sür­
dü. Yaralı polis h e m e n ö n ü m d e yatıyordu; g ö z ü n ü n üzerinden
yara almıştı, yarası sürekli kanıyordu. G e n ç , fidan boylu, es­
mer yağız delikanlı...
Polisin yarasından akan kanla benim g ö z ü m d e n akan yaşlar
birbirine karışıyordu; hangisinin daha fazla aktığını bilmiyorum.
O an bir y a n d a n inşallah kurşun sıyırmıştır, beyinde tahribat
yoktur diye bu genç için dua ediyor, bir yandan da dağda çatı­
şan bu insanları düşünüyordum, gencecik insanlardı. O zamana
kadar hep militanların yerini tespit edip kısa sürede i m h a ederek
bu bölgedeki olaylann ve çatışmaların bitirilmesi gerektiğine ina­
nıyor ve bunun için uğraşıyorken, ilk defa kim olursa olsun hiç
kimse ölmeden bu işi halledebilmeyi diledim. B u n u n başka bir
çaresi y o k m u , neden gencecik insanlar ölüyor, yazık değil mi,
neden onlar ölmeye mahkumlar, ölmeleri şart mı, niçin ölüyorlar
gibi sorular z i h n i m d e dolaşıp durdu. Bu sorulan kendime soru­
y o r d u m ama on beş dakikalık mesafe hâlâ bitmemişti, helikopter
daha Diyarbakır'a gelmemişti. Bugün bu soruları sorup cevap­
larını almaya kalksam günler alır ama o gün bütün bunlar beş
dakika içinde cevaplanmıştı, yanınızda biri ölüyor ama siz hiçbir
şey yapamıyorsunuz, bir an önce hastaneye varmayı düşünü­
yorsunuz. Dakikalar bile aylardan daha uzun geliyordu.

S o n u n d a Diyarbakır'a vardık ve yaralı polisi piste indirdim.


A m b u l a n s bekliyordu. Yeni yaralılar olabileceğinden h e m e n
bölgeye d ö n m e m gerekiyordu. D ö n d ü ğ ü m d e çatışma d e v a m
ediyordu.Bir ara bir polisin militanların siperlerine kadar gittiği
anons edildi. Olacak şey değildi.Timler militanların bulunduğu
yere en fazla 100 m e t r e mesafede iken bir polis tek başına ta
içlerine kadar gitmişti. Ateş kesilerek, anonslarla bu k a h r a m a n

128
1. Bolüm: D e v l e t

polis zorla geri çekildi. Bu polis, daha sonraki bir operasyonda


yine böyle g ö z ü karalığı ve cesareti nedeniyle şehit olan M e h m e t
Elçin d i . Bir iki saat daha süren çatışma, tüm militanların ölü
ele geçmesi ile neticelenmişti.
Daha sonra çaüşma yerlerini gezerken gördüm ki militanlar
çatışma anında çalıların içine girip yeri kasatura vs. ile kazarak
kendilerine siper yapmışlar, etraflannı küçük taşlarla örerek,
görülmeden çevreyi görebilecekleri mevziler oluşturmuşlar. Çok
yakınında farklı cephelerden ateş edilmediği sürece mevzilere
kurşunla tesir etmeyeceğini, çatışan kişileri değil uzaktan, yüz
metreden bile kimsenin göremeyeceğini, sadece tüfeklerden çı­
kan alev ve sese dayanarak yerlerinin tespit edildiğini fark ettim.

Vurulan polisin arkadaşlarını dinlerken, iki defa ateş etmek


için kafasını kendine siper aldığı taşın üzerine çıkarıp ateş etti­
ğini, y a n ı n d a k i arkadaşı "Kayanın üzerine kafanı çıkarma, teh­
likeli, vurulursun, kayanın yan tarafından sadece çevreyi göre­
bilmek için bir gözünü çıkaracak kadar çıkıp ateş etmen lazım,"
demesine r a ğ m e n aynı hatayı bir kez daha y a p m a s ı nedeniyle
yaralandığını ö ğ r e n d i m . Maalesef daha sonra polisin şehit ol­
duğu haberini aldık.

Cezaevinde Tünel Bulunması ve Eğitimin Önemi


Meslek h a y a t ı m boyunca, en önemli şeyin bilgi ve bilgi elde
etmenin y o l u n u n da eğitim ve o k u m a k olduğu kanaatini edin­
dim. O k u m a k , ama özünde kendi mesleğiniz ve faaliyet alanını­
za giren konuları iyi okumak, bu konular hakkında kapsamlı ve
donanımlı bilgiye sahip olmak çok önemlidir. Dışarıdan bakıldı­
ğında bu d u r u m pek fark edilmese de işin içine girildiği z a m a n
asıl marifetin bu olduğu görülür. T e r ö r örgütlerinin mensupları
b e n i m en çok uğraştığım insanlardı ve onların yaşamları, faali­
yet tarzları, davalarına olan samimi inançları, olayları anlatma­
da gösterdikleri olağanüstü ifade yetenekleri dolayısıyla onlara
hayranlık d u y u y o r d u m .

129
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Eğitim k o n u s u işin özünü oluşturacak kadar önemlidir. Biz


hep karşımızda savaşan insanları görüyorduk ve onların yaptık­
ları bu olağanüstü savaşma çabalarını g ö z ü m ü z d e büyütüyor­
duk. Sınırlı bir kuvvetle bizim üstün silah, araç ve gereçlerimize
karşı olağanüstü bir direnç gösterebiliyorlar, gerek İstanbul'da
gerek G ü n e y d o ğ u ' d a kırsal alanlardaki operasyonlarda saatler­
ce süren çatışmalar sonunda güvenlik kuvvetlerine ciddi zayiat
verdirebiliyorlar ve hatta çoğu z a m a n çemberi y a r ı p kaçmayı
başarabiliyorlardı. Fakat bence önemli olan onların yürüttüğü
savaş değil. A s ı l önemli olan, kısıtlı kuvvetleriyle bizim karşı­
mızda güçlü ve dirençli olmalarını sağlayan, onları büyüten,
o büyük ruhu, o büyük düşünceyi getiren şeydi. O insanla­
rın okumaları, yazmaları ve kendi davaları ile ilgili öğrendikleri
şeydi. Bunu ç o k ö n e m s i y o r d u m . Bir P K K m e n s u b u kolaylıkla
rapor yazabilir, dünyayı ve dünyada yaşanan gelişmeleri tahlil
edebilir, saptadığı siyasi ve sosyal gelişmelerin ü l k e m i z e nasıl
yansıyacağını, ü l k e m i z e yansıyan bu gelişmelerin nasıl bir or­
tam yaratacağını, bunun s o n u c u n d a kendi örgütlerinin nasıl
hareket etmesi gerektiğini ve en nihayetinde kendisine düşen
görevin ne o l d u ğ u n u , bu görevi nasıl yerine getireceğini t ü m
ayrıntılarıyla anlatabilir. Güvenlik kuvvetleri olarak biz, bu ka­
dar güçlü bir tahlil yeteneğine ve dünyadaki bütün meselele­
re bu gözle b a k a n bir anlayışa sahip değiliz. Bu bakış açısı­
nı ve d e ğ e r l e n d i r m e becerisini devletin m e m u r l a r ı n d a görmek
m ü m k ü n değildir Fakat her örgüt m e n s u b u n u n raporunun ilk
başlangıcı bu türden çözümlemelerle başlar. Yine aynı şekilde
örgütün üst d ü z e y kadrolarından aşağı kadrolara gönderilen
talimatlar da birçok açıdan şaşırtıcı gelebilir. Bu talimatlarda-
ki ifade becerisi, kesin ve net ifadelerle meselelerin anlatılması
örgüt m e n s u p l a r ı n ı n bilgi düzeyini ortaya koymaktadır. Genel
bakış, y ö n l e n d i r m e , hedefler, bu hedefe u y g u n çalışma, e y l e m o
kişinin veya g r u b u n yaratıcılığına bırakılmaktadır; bu özellikle­
rin ancak çalışarak, okuyarak kazanılabileceği i n a n c ı n d a y ı m .

130
1. Bolum: Devlet

Bir defa olağanüstü bir ifade kabiliyetine sahipler. Olayları


çok açık ve net olarak anlatabiliyorlar; gözleriniz kapalıyken bir
m a s a n ı n ü z e r i n d e k i bütün eşyaları görüyormuşçasına en ufak
bir eksik ve fazlalık yaratmaksızın net olarak tasvir edebiliyor­
lar. Bu, örgüt mensuplarının nasıl yetiştikleriyle ilgili bir ipucu
vermesi b a k ı m ı n d a n önemli bir konudur.
Bu kişilerle k o n u ş u r k e n çoğu z a m a n eğitimleri ile ilgili çok
önemli ipuçları alıyordum. Özellikle teslim olmuş insanlarla
sohbet e d e r k e n z a m a n z a m a n iki ya da üç ay boyunca bir eve
kapanıp aynı kitabı tekrar tekrar okumak, okuduklarını karşı­
lıklı anlatıp tartışarak daha geniş bir y o r u m l a m a becerisi edin­
me çalışmasını onlar eğitimden bile saymadıklarını gördüm.
Diyarbakır cezaevinde tanık o l d u ğ u m ve aslında örgüt m e n ­
suplarının eğitime verdikleri önemi başlı başına anlatan harika
bir olayı hiç u n u t m a d ı m . Diyarbakır'ın m e r k e z i n d e tesadüfen
ateşlenmiş bir kalaşnikof tüfek b u l u n m u ş t u . Bu olayı takip
ederken silah ve silahı tutan kütüklükler, şarjörler ve bulunuş
biçimi örgüt mensuplarının taşıdığı silahları ve taşıma biçimini
çağrıştırıyordu. Örgüt mensuplarının silah taşıma şekli, şar­
jörlerini s a k l a m a biçimi, k ö y l ü n ü n k i n d e n kesinlikle farkı oldu­
ğunu ve net ve kesin hatlarla ayrıldığını bölgede görev y a p a n
herkes bilir. İşte bu silahın kütüklük/rakt d e n e n şarjörlerinin
takılı olduğu palaska benzeri kemerin o m u z d a n geçirilerek
uzun süre kullanılmış o l d u ğ u n u gösteren k u l l a n ı m izleri vardı.
Silahlarını bu şekilde sadece asker ve gerilla gibi sürekli silah
ve şarjörlerini k u ş a n a n insanlar taşırdı. Yerli halk ise silahla­
rını sadece k e m e r e şarjörleri takarak kullanırdı. Dolayısıyla bi­
zim bulduklarımızın örgüt m e n s u p l a r ı n a ait o l d u ğ u n u tahmin
ediyorduk.

Bu olayı soruştururken bir grup örgüt m e n s u b u n u yaka­


ladık. Kendilerinin ve T İ K K O ö r g ü t ü n ü n birer k a m y o n gasp
ederek cezaevinin y a n m a gitmek ve cezaevindeki bir tünelden
kaçmak isteyen kişileri alıp, belli bölgelere g ö t ü r m e k l e görev-

131
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

lendirildiklerini söylediler. Fakat cezaevinden nasıl bir kaçış


olacağını bilmiyorlardı.
Bu olayı tahkik ederken bir süre önce Bingöl kırsalında bir
çatışmada ölen militanların eşyaları arasında bulunan şifreler
çözüldüğünde, Diyarbakır cezaevinden kaçış planıyla ilgili bilgi­
ler edildi. Milli İstihbarat Teşkilatı olayı takip ediyordu, cezaevi
sürekli didik didik aranıyor ama tünel bulunamıyordu. Varlığı
kesin olmasına r a ğ m e n yeri bir türlü tespit edilemiyordu.
Daha sonra yapılan araştırmalar s o n u c u n d a tünelin o za­
m a n k i adıyla y a n ı l m ı y o r s a m otuz d o k u z u n c u veya otuz sekizin­
ci koğuşta, örgütün ve hatta T İ K K O gibi başka bazı örgütlerin
yöneticilerinin de kaldığı koğuşta olduğu tespit edildi. Bu koğu­
şa sadece P K K mensupları değil, z a m a n z a m a n bazı örgütlerin
lider kadroları da konuluyordu. Koğuş kendi içinde dört katlıy­
dı. Her katta sekiz tane tek veya iki kişilik hücreler bulunuyor­
du. Bunlar yöneticilerin kaldığı özel bölümlerdi.

Cezaevi y ö n e t i m i n e d u r u m bildirildi. Bu koğuşa gittiler, her


yeri aradılar a m a tüneli bulamadılar. Tünelin y ü z d e yüz varlı­
ğı biliniyor a m a koğuş içindeki giriş noktası, mahalledeki çı­
kış noktası ev ev aranmasına r a ğ m e n bulunamıyordu. B u n u n
üzerine tünelin çıkış noktası olduğu düşünülen cezaevinin ma­
halleye bakan bahçesine iş makineleriyle altı metre derinliğin­
de kanallar açıldı. Fakat yine tüneli bulmak m ü m k ü n olmadı.
Tedbir amacıyla buraya beton bloklar yerleştirildi.

Aradan y a n ı l m ı y o r s a m bir yıl geçti. Yapılan bir operasyonda


uzun süre c e z a e v i n d e yatan ve daha sonra tahliye olan örgütün
en dirençli yöneticilerinden S.C.'yi yakaladık. S.C. o koğuşta
kalan örgütün çok inançlı ve önemli kadrolardan biriydi. T ü n e l
kazıldığı y ö n ü n d e iddiaların ortaya atıldığı d ö n e m d e de cezae­
vindeydi. T a h l i y e olduktan sonra m e m l e k e t i n e gitmemiş, örgüt­
sel faaliyetler için Diyarbakır'da kalmıştı.

Uzun süre cezaevinde kalmış, efsanevi direnişlerin sahibi bu


adamı izleyerek, kurduğu haberleşme ağına girerek, mektupla-

132
1. Bolüm. Devlet

nnı ele geçirip şifrelerini çözerek ve bir süre faaliyetlerine devam


etmesine müsaade ederek sonunda tünelin yerini ve neden tüne­
li bir türlü bulamadığımızı uzun bir uğraşıdan sonra öğrendik.
Mucize tünelin girişi inanılması imkânsız biçimde dör­
d ü n c ü katta başlıyordu. Evet bu bir şaheserdi, bir mucize idi.
Herkesin z e m i n d e olduğunu düşünerek giriş noktasını burada
aradığı tünel dört katlı koğuşun en üstünde, d ö r d ü n c ü katın­
da tavandaki y a n d u v a r d a başlıyordu. Bu kadar a r a m a y a karşı
b u l u n a m a m a s ı normaldi, hatta gösterilmese idi yıllar boyu da
bulanamayabilirdi.

Bu tünelin yapılış hikâyesi şöyleydi: T ü m cezaevlerinde ol­


d u ğ u gibi Diyarbakır cezaevindeki örgüt mensupları da sürek­
li dışarıyla haberleşiyorlardı. ö r g ü t s e l faaliyetlerin en ciddi ve
örgütsel kuraların en uygun şekilde uygulandığı yerler cezaev-
leridir. Dışarıdan, örgüt üst düzeyinden sürekli yazılı talimat
gelir. C e z a e v i n e düşen her militan içerdeki örgüt yöneticilerince
ifadesi alınır, o p e r a s y o n u n nasıl başladığı, içlerinde ajan olup
olmadığı, ç ö z ü l ü p gizlice polise konuşan olup olmadığı gibi kılı
kırk yaran bir sorgulama yapılır. Sorgulamanın sonunda, sor­
gulama tutanakları ile birlikte hata eden, çözülen, sorguda za­
yıf kalan militanların özeleştiri raporları, cezaevindeki eğitim
faaliyetleri, her militan hakkında cezaevi örgüt komitesinin
tanzim ettiği değerlendirme raporları, cezaevi yönetimi ve diğer
örgütlerle ilişkiler ve görüşme tutanakları ile ilgili belgelerden
oluşan örgütün cezaevi arşivi oluşturulur. Her koğuşta, hücre­
de ve gruptaki örgüt mensuplarının, kendilerine ait rapor, tali­
mat ve d o k ü m a n l a r ı n ı gizlediği bilinen bir d u r u m d u .

A n c a k z a m a n zaman cezaevinde toplu aramalar olduğun­


dan, bu belgelerin y a k a l a n m a m a s ı için koğuş duvarlarının ka­
zılıp oluşturulan çukurlara g ö m ü l ü p üzeri hafif bir alçı veya
kireçle kapatılarak gizlenir. Bir defasında yine genel ve teferru­
atlı arama olacağı haberi alınması üzerine, çok miktarda örgüt­
sel belgeye sahip tutukluların t ü m belgeleri aynı yere g ö m m e k

133
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

için hücre duvarını fazla kazmasıyla tuvaletin arka kısmında


bir boşluk, bir baca olduğu fark ediliyor. Bu d u r u m u n koğuş
sorumlusuna anlatılması üzerine bir inceleme yapılıyor. Ya­
pılan i n c e l e m e d e cezaevi inşa edilirken tüm tuvaletlerin arka
kısmında tuvalet kokularını dışarı atmak için 4 katlı koğuşun
tabanından çatı k a t m a kadar devam eden bacaların olduğunu,
hatta bu bacaların t a h m i n e n 6-7 sıra halinde k o ğ u ş u n içindeki
tüm hücrelerde b u l u n d u ğ u n u , bu bacaların koğuş tuvaletlerini
havalandıran pencerelerinin tuğla, sıva vs. ile kapatıldığını öğ­
reniyorlar ve b u n u n gelecekte farklı amaçlar için kullanılabile­
ceğini düşünüyorlar.

Z a m a n içerisinde bu bacaların kaçış için ideal imkânlar


sağlayacağını d ü ş ü n e r e k kaçış planları y a p m a y a başlıyorlar.
Yukarıdan aşağı doğru her iki hücre için bir tane olacak şekil­
de ve duvarları kolayca kırılabilen beş altı bacanın olduğunu
görmüşler. B u n u firar için bir fırsat bilmişler. H e m e n dördüncü
kattan başlayıp iplerle aşağı inmişler. Binanın z e m i n katının
kalın beton o l d u ğ u n u görünce, temizlik amacıyla kullanılan tuz
r u h u n u beton z e m i n e d ö k ü p betonu y u m u ş a t m ı ş l a r . Ardından
bir eğlence tertipleyerek koğuşlardaki herkesin halay çekmesi­
ni istemişler, böylece y u m u ş a y a n z e m i n e halay çekerken sert
vurmak suretiyle betonun kırma seslerinin duyulmamasım
sağlamışlar ve tünel k a z m a y a bu şekilde başlamışlar.

Bu, eşine çok az rastlanır enteresan bir tüneldi, çünkü


girişi d ö r d ü n c ü kattaydı. Aşağıya inip aşağıdan kazılıyordu.
Çıkan topraklar iplerle yukarı çekiliyordu. Cezaevi yönetimi,
m a h k u m l a r ı n tünel kazıp çıkan toprağı tuvaletlere, lavabolara
vs. d ö k m e ihtimaline karşı atık suları sürekli kontrol ediyordu,
bunun için m a h k u m l a r da çıkan toprağı kazı y a p m a k için kul­
landıkları bacanın haricindeki diğer baca boşluklarına doldu­
ruyorlar dı. D a h a garibi en üst katta bulunan d o k u z kişi bu kazı
işini yürütüyor, ama üç kat aşağıda bulunan otuz militanın
hiçbirinin bu o l a y d a n haberi o l m u y o r d u .

134
1 Bölüm: Devlet

O z a m a n k i cezaevi yönetimi tüm aramalara rağmen tüneli


b u l a m a y ı n c a her ihtimale karşı k o ğ u ş u n giriş k a t m a kimsenin
girmesine izin vermiyor, böylece tünelle kaçışa tedbir aldıkları­
nı düşünüyorlardı. A m a bizim tünel dördüncü kattan başladığı
için bu tedbir hiçbir işe yaramayacaktı.
Tabii t ü n e l d e çalışmak çok zor bir işti. İplerle 4 kat aşağı,
sonra 6-7 m e t r e toprağın altına iniliyor, aşağıda havasız, nemli
bir ortamda (her ne kadar körük k u r m a k suretiyle hava veril­
se de) çok z o r şartlarda çalışılıyordu. Çok ağır şartlarda yapı­
lan bir iş o l d u ğ u n d a n herkes bu güç işin altından kalkamıyor,
hatta bazıları büyük oranda hastalanıyordu. Bu tünelde çalışıp
da kalıcı akciğer hastalığına y a k a l a n m a y a n çok az insan var­
dı. Tünele ç o k özel elektrik tertibatı kurulmuş, özel körüklerle
hava veriliyor olsa da şartlar çok zorlayıcı o l d u ğ u n d a n insanlar
daya nam ıyordu.

İşte bu tünel kazılırken, tünelde çalışan örgüt militanların­


dan tutuklu Hasan A t m a c a günlük tutuyormuş. T ü n e l d e bulu­
nan bu günlüklerin t a m a m ı n ı o k u d u m . Beni çok etkileyen, çok
önemli şeyler anlatan yazılardı bunlar. Bu günlüklerde tünelin
yapılış sürecini ve eğitimin önemini ortaya k o y a n inanılmaz,
sarsıcı anlatımlar vardı.
G ü n l ü k l e r d e n anladığım kadarıyla tünelde k a z m a faaliyet­
leri her a k ş a m saat onda başlayıp sabah beşte bırakılıyordu.
T ü n e l girişi d ö r d ü n c ü katın orta hücresinde tuvaletin arka du­
varı delinip yaklaşık 40-50 metre ebadında alçıdan bir kapak
yapılıp, havlu vs. asmak için askılık vazifesi görsün diye kapak
ortasına b ü y ü k ç e bir çivi çakılmış. Her gece bu çividen çekile­
rek kapak açılıp tünele giriliyor, sabaha karşı iş bitince kapak
yerine takılarak çevresi ince alçı ve kireçle kapatılıp hiç kimse­
nin ş ü p h e l e n m e y e c e ğ i normal bir duvar haline getiriliyordu.

Tünel k a z m a faaliyetleri öncesinde militanlar bir bahaneyle


sürekli isyan çıkarıp cezaevi yönetimine problem yaratıyorlardı.
Kazmaya başlamadan önce o zamanki cezaevi yönetimine bir an-

135
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

laşma yapalım, kurallara siz de uyun, biz de uyalım demişler.


Cezaevi yönetimi, geçmişteki direniş olaylarından çok fazla çek­
miş olduklarından bu öneriyi ziyadesiyle m e m n u n olarak kabul
edip, örgüt yöneticileri ile anlaşmışlar. Bu anlaşmaya göre birçok
konuda mutabakatlar yapılmış, özellikle tünel kazmayı kolaylaş­
tırmak için o z a m a n kadar sayım vermeyen, istenilen saate iste­
nildiği gibi d a v r a n m a y a n örgüt mensupları gece saat onda yat­
mayı, sabah erken kalkmayı kabul etmişler. Ancak tutukluların
rahatsız edilmemesi için gece araması ya da tedbir vs. amacıyla
koğuşlara gardiyanların gelmemesi, koridorda bile gezilmemesi
şartlarını ileri sürmüşlerdi. Zaten içeride böyle bir düzeni tesis
etmeyi isteyen idare de bu şartlan kabul etmişti. Böylece cezae­
vinde her şey normal seyrindeymiş gibi gösterilmişti.

Örgüt bu şartları kendi kadrolarına da kabul ettirmiş, böy­


lece tüneli rahat k a z m a imkânına kavuşmuştu. Her gün saat
22'de kazma işine başlamak için saat 21 'de sayım veriliyor, on­
dan sonra da herkes normal meşguliyetinde görünüyor. Hiçbir
olay ya da direniş olmadığı için de gardiyanlar, askerler normal
m u t a d a r a m a n ı n haricinde koğuşlara girmiyorlardı.
Biz kırsaldan gelmiş olan militanları yakalayıp tünelin varlı­
ğını öğrendiğimiz an önce cezaevi dışında özel harekât timleriyle
tedbir almıştık. Daha sonra o zamanki Diyarbakır Sıkıyönetim
Tali Bölge K o m u t a n ı General, cezaevi komutanı albayı gece geç
saatte çağırmış ve tünel kazıldığı yolundaki bilgilerimiz üzerine
cezaevinde arama ve sayım yapmasını istemişti, albay "Komuta­
nım bu saatte arama ve sayım y a p a m a m , onlarla mutabakatımız
var. Kasıtlı kendilerini rahatsız ettiğimizi ileri sürerek direnirler,"
demişti. Ve cezaevi kolorduya bağlı olduğu için General, Kolordu
Komutanına d u r u m u bildirmiş ve sabah saatlerine kadar arama
veya sayım yapılamamıştı. Sayım yapıldığında eksik yoktu ama
günlerce süren aramda tünel de bulunamadı.

Tünele kazı için inen, bünyesi sağlam olanlar her gün zor
şartlarda çalışıyor, saat 2 2'de tünele girip sabah 5'te çıktıktan

136
1. Bolum: Devlet

sonra o z a m a n k i su ısıtıcılarıyla h e m e n su ısıtıyorlar, duşlarını


alıp biraz u y u d u k t a n sonra tekrar normal günlük hayatlarına de­
v a m ediyorlardı. Kazma faaliyeti bu şekilde 6 aya yakın sürüyor,
sonunda tünel bitiyor. Bir ara Hasan Atmaca kafasını dışarı bile
çıkarmış, etrafa bakıp tekrar geri inmiş Ç ü n k ü henüz kendilerini
götürecek örgüt mensupları ile mutabakata varmamışlardı.
Tünel k a z a r a k cezaevinden çıkacak kişilerin kaçırılması
ve yurtdışına çıkarılması sürecini dağdaki bir grup doğrudan
ö c a l a n ' ı n y ö n e t i m i n d e organize ediyordu. Örgüt bu olaya ha­
yati ö n e m v e r i y o r d u . Böyle bir olayın örgüte b ü y ü k moral vere­
ceği, devlette ise panik yaratacağı varsayılarak olağanüstü bir
dikkat ve gizlilikle takip ediliyordu. Örgüt açısında iyi giden bu
olayda ilk terslik bir silah atma olayının terörle m ü c a d e l e şube­
sine aktarılarak soruşturulmasrydı. Diyarbakır'ın içinde olduğu
olağanüstü hal bölgesine özgü çıkarılan bir k a n u n l a herkes bir
ay içinde elinde bulunan silahlarını getirirse silahların ruhsata
bağlanacağı duyurulmuştu. B u n u n üzerine ruhsatlı silaha sa­
hip o l m a k isteyen herkes silah almaya başlamıştı. Silah alım­
ları sırasında insanlar d e n e m e y a p a r k e n kazara silahlar ateş
alıyordu. O tarihlerde Diyarbakır m e r k e z d e bir silah atılması
olayı karakola intikal etmişti. N o r m a l olarak bu olay, yeni çı­
kan k a n u n dolayısıyla silah almak isteyen birinin bakıp ince­
lerken silahı yanlışlıkla ateşlediği y ö n ü n d e y o r u m l a n ı p basitçe
geçiştirilmesi gerekirken, silahın y e d e k şarjörlerinin taşınma
şekli itibarıyla (mahalli olarak rakt denen beş altı y e d e k şarjö­
rün takılı o l d u ğ u taşıma kemeri ve sistemi) n o r m a l vatandaşın
taşıdığı şekilden çok örgütün taşıdığı tipe b e n z e m e s i üzerine
bu olayın soruşturması Terörle M ü c a d e l e Şubesine aktarıldı.
Tahkikatı d e r i n l e ş t i r m e m i z sonucunda bu silahların cezaevin­
de tünel kazıp k a ç m a y a kalkan militanlara dışarıdan y a r d ı m
e t m e k için g ö n d e r i l e n P K K l ı l a r ı n silahları olduğu, bu kişilerin
araç gasp e d e r e k tünelden çıkacak militanları kaçıracak tim
olduğu anlaşıldı. Sonra bu timin yakalanması, onlardan edini-

137
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

len bilgiler ışığında cezaevinde tünel arama faaliyetlerimiz, en


son cezaevi bahçesine kanallar kazıp beton bloklar yerleştir­
m e m i z s o n u c u n d a kaçış planı bir süre sekteye uğramış. Mili­
tanlar olayı t a m anlamak, operasyon hakkında kesin bilgiler
almak, tuzak ihtimaline binaen bir süre beklemiş. Daha sonra
d u r u m güvenli o l d u ğ u n d a n emin olunca tekrar planı işletmeye
çalışmışlar a m a bu sefer de bizim bahçeye kazdığımız kanal ve
beton engeller değil ama gelen kış mevsimi onları engellemiş,
y a ğ a n y a ğ m u r l a r sonucu tünelin suyla dolması üzerine suların
çekilmesi için y a z başını beklemeleri gerekmişti.

İkinci aksilik ise operasyon sonrası y e n i d e n işe başlayan ör­


güt, tünel kazanlar arasında en güvenilir kişilerden birinin tah­
liye olmasıyla birlikte o n u n dışarıdaki işleri organize edeceğine
sevinirken bu kişinin bizini k u r d u ğ u m u z basit istihbarat ağına
takılmasıydı. Bu kişiden elde edilen dokümanları ve şifreleri
çözerek tüneli ortaya çıkardık. Büyük umutlar bağlanan, feda­
karlıklarla y a p ı l a n mucizevi tünel olayı böylece sona ermişti.
T ü n e l k a z m a olayı ile ilgili olarak n o r m a l d e g ü n l ü k tutmak
yasak o l m a s ı n a r a ğ m e n tünelde y a z m a k ve b u l u n d u r m a k ser­
bestti, ç ü n k ü zaten tünelin ortaya çıkması her şeyi ortaya dö­
keceği için g ü n l ü ğ ü n anlamı o l m u y o r d u . Bu günlükte Hasan
A t m a c a şunu y a z ı y o r d u : "Arkadaşlarımın çoğu tünel kazarken
oksijensiz, havasız ortamda kalmaktan ve cezaevinin zor şartla­
rından dolayı hastalanmış, bir kısmı tüberküloz olmuştu. Aşağı
inmekte zorlanıyorlardı. Bünyesi sağlam olan iki kişiden biri
bendim. B e n de her gün veya günaşırı aşağı i n i y o r d u m . Çoğun­
lukla da her g ü n iniyordum. A k ş a m saat 22'de tünele iniyor,
saat sabah 5'e kadar pis ve karanlık bir yerde, ç a m u r u n içinde
kazı y a p ı y o r d u k . Sabahleyin saat 5'te tünelden çıkıyor a m a bit­
kin bir vaziyette d u ş u m u alıyor ve h e m e n y a t m a m gerekiyordu.
Erken kalk, y e m e k y e , saat 9'da sayım. Saat 10'da ise örgütün
çizdiği eğitim p r o g r a m ı başlayacak."

138
1. Bölüm: Devlet

İşte bu kadar y o ğ u n çalıştığı için A t m a c a bu eğitim prog­


ramlarının bir kısmına katılamıyor. Katılmakta zorlanıyor daha
doğrusu. Geç kalınca örgüt yöneticileri toplanıyor. Eğitime ka­
tılmadığından ceza alıyor. Eğitimin konusu a n ı m s a d ı ğ ı m kada­
rıyla ya kapitalizmin ya Marksizm'in e k o n o m i politiği. Hasan
Atmaca P K K ' n ı n eski, 12 Eylül öncesi k a d r o l a r m d a n d ı . Bu ko­
nuları en az yüzlerce defa okumuş, hatta seminerlerde bu ko­
nularla ilgili alt kadrolara eğitim bile vermişti. A m a örgütün bir
eğitim p r o g r a m ı vardı. Buna katılması şarttı. Katılmadığında
da h e m e n örgüt yöneticileri tarafından kendisine ceza verilirdi.
Örgüt kuralları böyleydi, hiçbir şekilde kurallar dışına çıkmak
tasvip edilmiyordu. Verilen ceza çok büyük değildi ama hiçbir
şeyin eğitimin ihmal edilmesine gerekçe olamayacağı açısında
önemliydi. Verilen ceza üç gün sigara i ç m e m e veya iki gün hiç
kimseyle k o n u ş m a m a y d ı . Bu cezayı verenler aslında H a s a n ' m
yaptığı işi, o n u n bünyesini bu güçlüğü zor kaldırdığını da bi­
liyorlardı. A m a şunu da biliyorlardı ki bu eğitim olmazsa ne
bu örgüt, ne de o tünelde bu çalışmayı y a p a c a k kişiler olurdu.
Gece saat y i r m i ikiden sabah beşe kadar çalışıp sabah erken­
den eğitime katılacak kişi de bulunamazdı.

İşte bu eğitim, böyle bir insan tipi yaratıyor ve o insanı or­


taya koyuyor. Her şeyin ateşleyici gücü, sanki bütün ağaçları
yeşerten toprak misali düşünceleri şekillendiren ve var eden
bu. Biz bu eğitimin sonucunda şekillenen insanın faaliyet ve
eylemlerini g ö r d ü ğ ü m ü z için asıl olanın bu kişiler olduğunu
düşünüyoruz. Oysa asıl olan onu yaratan, var eden, düşün­
ce yapısını oluşturan bu eğitim. Bu olay da eğitimin ne kadar
önemli o l d u ğ u n u gösteren u n u t m a d ı ğ ı m olaylardan bir tanesi.

Diyarbakır'da İlk Teknikle Tanışmam


T e k n i k istihbaratla ve teknik aletlerle ilk kez başkomiser
rütbesiyle Diyarbakır İstihbarat Şube Müdür Vekili olarak
atandığımda tanıştım. Diyarbakır'da göreve başladıktan bir

139
Haliç'te Yaşayan Simonlar

m ü d d e t sonra o d a m d a bulunan çelik bir dolaptaki cihazları


tek tek çıkararak kontrol etmeye başladım. Bu cihazların bü­
yük bir kısmı orijinal kutularında daha açılmamıştı. Bir kısmı
ise ne oldukları merak edildiğinden yalnızca b a k m a k amacıyla
açılmıştı. T a m a m ı n a yakını h e m e n h e m e n hiç kullanılmamıştı.
D a h a sonra şubedeki evraklara, yapılan işlemlere baktığımda
bu elektronik cihazların hiçbirinin görevde kullanılmadığını
g ö r d ü m . Çok miktarda (belki 40-50 tane) elektronik cihaz var­
dı. Büyük bir kısmının 5-6 yıl önce alındığı belli oluyordu. Tabii
yalnızca bizim şubede değil pek çok başka şubede de d u r u m
aynıydı. T e k n i k cihazlar bu günkü gibi ülkemizde imal edilmi­
y o r d u ve çok pahalıydılar. T a m olarak fiyatlarım bilemiyorum
a m a çok y ü k s e k bedellerle alınmış olduğunu tahmin ediyorum.
Bu kadar b ü y ü k rakamlara alınmasına r a ğ m e n hiçbiri kullanıl­
mamıştı. O z a m a n l a r bu cihazlara T R M serisi diyorduk. Uzunca
bir süre bu aletler şubede kaldılar.

Tekniğe, teknik çalışmaya m e r a k ı m nedeniyle biraz zorla­


yarak, biraz şartları en iyi şekilde değerlendirerek operasyonel
çalışmalarda bu aletlerin bir kısmım kullanmaya çalıştım ve
çok iyi neticeler aldım. A m a genel yapı itibarıyla kullanılması
çok zor olan aletlerdi. Ya bizim ihtiyaçlarımıza uygun değillerdi
ya da Türkiye şartlarına göre üretilmemişlerdi. Üstelik kaliteli
ve amaca u y g u n da değillerdi.
Bir m ü d d e t sonra MO serisi diye bilinen bir seri cihaz daha
merkez tarafından gönderildi. Bunlar şekil, çalışma biçimi ola­
rak birincisine çok benzeyen ancak zamanın gereksinimlerine
bir ölçüde u y a r l a n m ı ş , biraz geliştirilmiş cihazlardı. Bu cihaz­
lar da uzun süre şubelerde tutuldu. Ç o k az bir m i k t a r d a bir
iki o p e r a s y o n d a zorlayarak kullandık. Diğer illerin tamamın­
da kullanıldığını hiç z a n n e t m i y o r u m . Ne kadara alındı bilmem
a m a z a n n e d e r i m milyon dolarların çok üstündeydi. Milyon do­
larlık bu cihazların büyük bir kısmı sonradan toplanarak imha
edildi. Galiba bunlar özel amaçla, istihbarat amaçlı üretildiği

140
1. Bolum: D e v l e t

için başka yerlerde kullanmak m ü m k ü n değildi. Belki bir iki


dost ülkeye verilmeye çalışılmış olabilir ama büyük bir oranda
toplanıp i m h a edildiklerini biliyorum.
Her yeni gelen Genel M ü d ü r d ö n e m i n d e daha iyi istihbarat
almak adına hiç alt k a d e m e d e çalışanlara sormaksızın, onların
ihtiyaçlarını belirlemeksizin yeni cihazlar almıyordu. İhtiyacı
belirleyenler, fiili olarak bu işlerde çalışmamış yöneticiler veya
taşrayı hiç görmemiş (merkezin imkânlarından faydalanmak
için taşraya gitmek istemeyen) a m a bulundukları yere kendile­
ri gibi insanlardan başka kimseyi almadıklarından bu k o n u d a
kendilerini otorite gören merkezdeki kişilerdi.
Sonrasında daha kullanılabilir a m a yine y ü k s e k meblağlar­
da özel dizayn edilmiş sofistike bazı cihazlar alındı. Bunlar kıs­
men işe y a r ı y o r d u ama Türkiye şartlarına ve bizim uğraştığımız
sahaya u y g u n değillerdi, bazı görevlerde kullandıysak da çok
ciddi yararlar elde ettiğimiz söylenemezdi. Maliyetiyle kıyaslan­
dığında pek fazla verim alındığından da bahsedilemezdi. Hatta
Türkiye'nin birçok ilinde bu aletler kullanılmıyor, daha doğru­
su kullanılamıyordu.

Bu s a h a d a bir süre çalışıp, karşılaştığımız olaylarla ilgili


deneyim ve algılamalarımız geliştikçe kendi hedef ve kendi ih­
tiyaçlarımıza u y g u n cihazları nasıl yapabiliriz diye düşünme­
ye başladık. Bu amaçla k u r d u ğ u m u z basit atölyelerde küçük
meblağlarla, genel amaçlar için üretilmiş küçük video kamera,
fotoğraf makinesi gibi cihazları kullanarak çok daha etkili ve
kullanışlı aletler ürettik. Bu aletler h e m e n h e m e n her olayda,
her ekip ve şubede kullanılmaya başlandı ve iyi neticeler, hatta
mucizeler elde edildi. Milyon dolarlar verilerek alınan cihazlar
ise geldikleri gibi çöpe atıldılar çünkü faaliyet sahamız içinde
hiçbir yerde kullanılamıyorlardı.

Devletin diğer kurumlarında da hemen h e m e n benzer olay­


lar yaşanıyordu. Milyonlar ödeniyor ama satın alınan araçlardan
hiçbir verim elde edilemiyordu. Benim ilk göreve başladığım yıl-

141
Haliç'te Yaşayan Simonlar

larda (zannediyorum 1984 yıllarıydı) hemen h e m e n Türkiye'nin


hiçbir ilinde terör ve istihbarat amaçlı dinleme ve izleme faaliyeti­
nin olmadığını biliyorum. Belki o gün bu bilgilerin tamamına sa­
hip değildim a m a daha sonraki çalışmalarımda ve görevlerimde
gördüğüm kadarıyla tüm ülke genelinde o zamanlar hiçbir yer­
de telefon dinleme, teknik takip gibi herhangi bir teknik faaliyet
gerçekleştirilmiyordu. Z a m a n içerisinde bu konularda, özellikle
İstihbarat birimine bilgi sağlama ihtiyacı doğdukça bu bilgilerin
nasıl elde edileceği konusu sürekli gündemimize geliyordu.

Diyarbakır'da yedi yıldır devam eden sıkıyönetimin


G ü n e y d o ğ u ' d a k i terör olaylarını durduramaması, hatta iyice
tırmandırması ve sanırım batı ülkelerinde gelen tepkiler üze­
rine 1987 yılında sıkıyönetim kalkmış o n u n yerine olağanüstü
hal yönetimi kurulmuştu. Bir gün Diyarbakır E m n i y e t Müdür­
lüğünde terörle m ü c a d e l e amacıyla il genelinde neler yapılıyor,
neler eksik vs konusuyla ilgili yapılan toplantıda bulunan o za­
m a n k i bölge valisi Hayri Kozakçıoğlu neden teknik çalışma ya­
pılamadığı, n e d e n teknik bilgi elde edilemediği konusunda bana
çok fazla soru sordu. Ben de kendisine (belki biraz da soğuk bir
tutum içinde) teknik cihazlar olmadığım, eldeki bu cihazlarla
hiçbir şeyin yapılamayacağını, bunların çok fazla bir şey ifade
etmediğini söyledim. Soğukça geçen bu toplantıdan bir m ü d d e t
sonra bir gün dairede otururken Ankara Emniyet Genel M ü ­
dürlüğü Kaçakçılık Daire Başkanlığından birtakım cihazların,
daha doğrusu d i n l e m e teyplerinin getirildiğini d u y d u m .

Görevliler kendilerine söylendiği gibi getirip cihazları teslim


etti ve bunların A n k a r a ' d a n getirildiğini söylediler. Ancak bu
cihazların geleceğinden haberdar değildik. Kutuları açtığımızda
y a n ı l m ı y o r s a m içinde on dört tane teyp vardı. Yedi tanesi Revox
dediğimiz b ü y ü k makaralı teypler. Sinema filmlerinde gördüğü­
m ü z sinema filmi oynatır gibi büyük makaralı teypler. Yedi ta­
nesi U h e r denilen teyplerdi; bunlar tek bir telefon k o n u ş m a s ı n ı
otomatik olarak kayıt ederken, R e v o x teyplerle ise iki telefon

142
1. Bölüm: Devlet

hattı o t o m a t i k olarak dinlenebiliyordu. Bunlar oldukça büyük,


hantal, a m a o z a m a n a göre iyi yapılmış uzun vadeli dinleme
cihazlarıydı. Hepsi yurtdışı kaynaklı, A l m a n ve A m e r i k a n ma­
lıydı. On dört tane teybin, on dört hattı dinleyecek bir aletin
ihtiyacımızdan fazla olduğunu, bir kısmını Narkotik şubesinin,
bir kısmını da bizim kullanabileceğimizi d ü ş ü n ü y o r d u m .
Bir gün Olağanüstü Hal Bölge Valisi'ne gittiğimizde teypleri
sordu. O n a teyplerin geldiğini, bunların yarısını bizim, yarısını
narkotiğin kullanabileceğini söyledim. Bana "Hayır, tamamını
siz kullanın. Onlara ayrıca gönderilecektir," dedi. On dört hattı
dınleyebilen (belki bir iki tanesi ç ö z ü m için kullanılsa bile on
hattı dinleyebilen) on dört tane teyp bana çok fazla gözükü­
yordu. On hattı nasıl dinleyecektik, böyle bir şeyi y a p m a k çok
büyük ve kapsamlı bir d ü z e n l e m e gibi gelmişti bana. Bunun
üzerine süratle bunu nasıl yapılabileceğini araştırmaya başla­
dık. O z a m a n k i imkânlarla .PTT (bugünkü T e l e k o m ) ile Emniyet
arasında kablo ç e k m e y e ve ilk teşkilatı k u r m a y a başladık. T e ­
sadüf bu ya, o günlerde P K K ilk şehir hücrelerini oluşturuyor­
du. P K K ağırlıklı olarak kırsal alanda faaliyet göstermesine rağ­
m e n şehirlerde de örgütlenme k a r a n almıştı, şehirlere eleman
gönderiyordu. İlk gönderdikleri elemanların bir kısmı Siirt'te,
bir kısmı ise Silvan ve Diyarbakır'da yakalanmıştı. Bu kişilerin
verdikleri beyanlara göre, şehir merkezlerine örgütlenmek için
gelip burada örgüt kuracaklar ve güçlenince kısa süre sonra
kırdaki savaşı destekleyecek silahlı eylemler yapacaklardı.

Bu arada bir sanık, sorgusu sırasında şehir m e r k e z i n d e


önemli bir ismin bu tür faaliyetlerde kullanılabileceğini, bu ki­
şinin örgütle irtibatının olabileceğini söyleyerek bu kişinin tele­
fon numarasını vermişti. İşte biz bu kişi kimdir diye araştırdığı­
mız sırada şubeye teypler getirilmişti.
PTT'de ilk sistemi kurduktan sonra ilk telefon dinleme fa­
aliyetine bu şahsın telefonunu dinleyerek başladık. Belki biraz
şans ya da kader bilemiyorum a m a o z a m a n ı n şartlarıyla bu

143
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n S i m o n l a r . . ..

kişinin telefonunu ilk kez dinlemeye başladığımızda inanılmaz


bilgiler edindik. Şahsı A l m a n y a ' d a n arayan kişiler buraya ge­
leceklerini söylüyorlar, adresleri yurtdışından aldıklarını belir­
tiyorlardı, ö r g ü t l e n m e k amacıyla şehir faaliyetlerine geldikleri
anlaşılıyordu. Şahıs daha yola çıkmadan, böyle bir kişinin ge­
leceğini ö ğ r e n m i ş olduk. Bir m ü d d e t sonra gelecek olan kişi te­
lefonla arayarak geldiğini söyledi. B u n u n üzerine biz bu şahsı
takibe başladık. İlk dinleme olayımız, şehir örgütlenmesi için
gelen P K K m e n s u b u n u n tespitiydi. Bu şahıs Almanya'da yetiş­
tirilmiş, Türkiye'ye faaliyet için gönderiliyordu. Bu bilgiyi edin­
miş olmak b i z i m için yararlıydı; hatta tarihi bir bilgiydi. P K K
şehirlerde evresini t a m a m l a y a r a k şehirden kıra çıkmış, kırsal­
da eyleme başlarken yeniden şehirlerde örgütlenmek ve eylem
y a p m a k için g e l m e y e karar vermişti. Kırsaldaki militanları des­
teklemek ve o n l a r üstündeki devlet baskısını azaltmak amacıy­
la şehirlerde de eylemler yapmayı planlıyorlar, böylece güvenlik
kuvvetlerinin şehirlerde tedbir almasına sebep olarak devleti
zorlamayı hedefliyorlardı. İlk kadrolarını Diyarbakır, İstanbul,
A d a n a ve İskenderun'a g ö n d e r m e y e karar vermişti ve ilk çekir­
dek birim, harekete geçti. Biz bunlardan Diyarbakır'a gelecek
kişinin geleceği evin telefonunun dinlemeye aldık ve üçüncü
gün bu kişinin bir görüşme yapacağını tespit ettik.

Şahıs gelince izlemeye başladık. İlişkilerinin ve irtibatları­


nın nasıl geliştiğini görüyorduk. Bir m ü d d e t sonra bu kişinin
Hatay bölgesini örgütlemeye gelen başka bir kişiyle irtibatlı ol­
d u ğ u n u tespit ettik. O n u izlemesi için d u r u m u Hatay İstihbarat
Şubesine bildirdik, Hatay Emniyeti de bu kişiyi d i n l e m e y e ve
izlemeye başladı. Kısa bir süre sonra Adana şehir merkezini
örgütlemeye g i d e n kişilerin de olduğunu belirledik. A d a n a Em­
niyeti de bu kişileri dinlemeye ve izlemeye başladı. Tabii bu işler
kolay o l m u y o r d u . Biz Diyarbakır'da d i n l e m e y e başlamıştık ama
Hatay Emniyetinin dinleme imkânı yoktu. O tarihe kadar hiç­
bir dinleme faaliyetinde bulunmamışlardı, daha doğrusu 1987

144
1. Bolum: D e v l e t

yılının s o n u n a d o ğ ı u geldiğimizde Türkiye'nin hiçbir ilinde bir


tek telefon d a h i istihbarat birimlerince dinlenemiyordu. Sınırlı
oranda İstanbul ve Ankara'daki uyuşturucu operasyonları dola­
yısıyla bir d i n l e m e faaliyeti vardı ama istihbarat ve terör amaçlı
bir dinleme m e v c u t değildi. İşte bu yüzden sistemi biz kurduk,
sonra da her y e n i olayda ilgili illeri de bu sisteme zorladık ve
onlar da d i n l e m e sistemi kurmaya m e c b u r kaldılar. Dinleme­
yi gerektirecek ilişkiler çıktıkça, Merkez İstihbarat Daire Baş­
kanlığının z o r l a m a ve desteğiyle zorunlu olarak diğer iller de
benzer sistemleri kurdu, böylece sistem genişleyerek diğer illere
de yayıldı. O gün için bizden sonra önce İskenderun, ardından
da A d a n a E m n i y e t i dinleme sistemi kurdu. D a h a sonra bizim
ve Adana'daki militanların irtibatları sonucu İstanbul bağlan­
tısının tespit edilmesi üzerine İstanbul Emniyeti zorlanarak
İstihbarat Şubesinin dinlemeye başlaması zorlukla sağlandı.
Bu çalışmanın adını Sakin O p e r a s y o n u koymuştuk, Diyarba­
kır da başlayıp, kısa sürede aynı anda 5 ilde birden yürütülen
bir o p e r a s y o n a d ö n ü ş m ü ş t ü , P K K ' n ı n şehir içi faaliyet grubunu
tespit etmiştik. A m a İstanbul'un şartları zordu, onlarca sant­
ral vardı, h e p s i n d e birden sistemi kurarriıyorlardı. Bu y ü z d e n
geç kaldılar; t ü m iller ilk P K K eylemlerini önlerken, İstanbul'da
yeterli d i n l e m e için gerekli sistem kurulamadığından P K K ' n ı n
İstanbul'da gerçekleştirdiği en büyük şehir eylemi ö n l e n e m e d i .

Binbaşı O k t a y Yıldıran İstanbul'da bir otobüste silahla öldü­


rülmüştü. O k t a y Yıldıran yüzbaşı rütbesiyle yıllarca Diyarbakır
cezaevini y ö n e t m i ş , burada baskı ve işkence yaptığı iddialarıyla
a d ı m d u y u r m u ş t u . Bu cezaevinde yatıp da o n u n hakkında iş­
k e n c e hikâyesi anlatmayan y o k gibiydi. Anlatılanların o n d a biri
bile doğru ise hiçbir insanın başkasına y a p a m a y a c a ğ ı insanlı­
ğa sığmayan cinsten dehşet şeylerdi, yaşananlar h a k k ı n d a pek
çok kitap yazılmıştı. Diyarbakır'a gittiğimde, c e z a e v i n d e n çıkan
herkesten O k t a y Yıldıran hakkında hikâyeler dinledim. Anlatı­
lanlara göre cezaevinin komutanı aslında başka kimselermiş,

145
Haliç'te Y a ş a y a n Sınıonlaı

Yıldıran z a n n e d e r i m iç güvenlik amiri imiş, kendine fikren ya­


kın asker ve astsubaylardan oluşan bir ekip k u r m u ş ve inanıl -
maz bir baskı ve işkence sistemi inşa ederek herkesi yıktırmış.
Teslim olmak, itiraf etmek y e t m e m i ş , o en ağır baskılarla mah­
kumlara işkence etmiş. Kimilerine göre eğer baskılar sonunda
teslim olan, itiraf edenlere iyi m u a m e l e yapılsaydı, cezaevindeki
bazı militanlar haricinde t a m a m ı n a yakını itirafçı olabilirmiş.
Ama o bu n o k t a d a d u r m a m ı ş , baskıya d e v a m etmiş, işte bu
noktadan sonra cezaevi patlamış. M a z l u m Doğan, Kemal Pır ve
dört m a h k u m kendilerini yakarak isyanı başlatmışlar ve deva­
m ı n d a isyan t ü m cezaevine yayılmış. Bu isyan sonrası cezae­
vinde şartların ağırlığı üst makamlarca da görülerek y ö n e t i m
ve cezaevinin şartları değiştirilmiş. Bu defa da hakların teslim
olarak değil, direnerek alınabileceği herkesin zihnine yerleşmiş
ve tüm cezaevi t ü m d e n PKK'nın eline geçmiş ve ciddi bir direniş
sergilenmiş. Pek çok kişi Yıldıran'ın örgütü baskıyla susturup,
sonra da baskıyla yeniden dirilterek direnişlerle güçlendirdiği­
ni söylemektedir. Yıldıran ve onun cezaevindeki uygulamaları
ve bunların neticeleri başlı, başına bir ilmi araştırmanın, hat­
ta birden fazla araştırmanın konusu olabilecek kapasitede bir
konu olduğu k a n a a t i n d e y i m .

İşte bu y ü z d e n P K K ' n ı n Oktay Yıldıran'ı öldürmesi anlam­


lıydı. Olay, bizim dinlediğimiz hatlarda geçiyordu, olayı PKK'nın
gerçekleştirdiği ve şehir hücrelerinin yönlendirdiği belliydi.
B u n u n üzerine o p e r a s y o n u başlattık. Biz Diyarbakır merkez­
de, Hatay, Dörtyol ve İskenderun'daki, A d a n a Emniyeti A d a n a
merkezdeki t ü m örgüt hücrelerine baskın yaptık, militanları tu­
tukladık. Böylece şehirleri örgütleyip eylemlere başlayacak olan
bir grubun, eylemlerine başlayamadan olayın d a h a başlangı­
cında y a k a l a n m a s ı sağlandı.

Bu olay aslında bana bu görevlerin nasıl yürütülmesi ve


mücadelenin nasıl olması gerektiğini, teknolojiye b a ş v u r m a d a n
bu tür operasyonların başarılı olmayacağını açıkça gösterdi.

146
1. Bölüm: Devlet

Örgütün y ö n e t i m kadrosu Avrupa'daydı, örgüt lideri de Şam'da


Öcalan'dı. B u n l a r doğrudan telefonla irtibat kuruyorlardı. Bu
telefonlar dinlenerek doğrudan bu yöneticilerin tespit edilme­
si gerekiyordu, aksi halde onların örgütlediği insanlara ulaşıp
onları y a k a l a y a r a k örgütün yöneticilerine ulaşmak çok zordu,
çünkü çok büyük bir gizlilik vardı. K i m s e kimsenin kaldığı yeri
bilmiyor, irtibatları bilinemiyordu. Mutlaka böyle bir teknolojik
desteğe ihtiyacımız vardı.

Neden ve nasıl geldiğini o z a m a n tam a n l a y a m a d ı ğ ı m bu


telefon d i n l e m e cihazlarının ülke g ü n d e m i n i çok meşgul eden
ve binlerce haber, yazı ve olaya konu olan m e ş h u r Birinci M İ T
Raporu ve a r d ı n d a n ortaya çıkan olaylar ve gelişmelerin netice­
si olarak bize geldiğini sonradan öğrendim. Rapordaki iddiaya
göre A n k a r a ' d a bulunan Kaçakçılık Dairesi B a ş k a m Atilla. Ay-
tek ve grubu, İstanbul'da bulunan M İ T görevlisi M e h m e t E y m ü r
ile d a y a n ı ş m a içindeydi. Ve bu olaylar esnasında İstanbul'da
bulunan başta M e h m e t Ağar olmak üzere emniyet mensupla­
rı ayrı bir g r u p halinde faaliyet gösteriyorlardı. İstanbul'daki
emniyetçiler o z a m a n Emniyet Genel M ü d ü r ü Saffet Arıkan
Bedük'e A n k a r a Kaçıkçılık Daire Başkanlığının kendisini din­
lediğini söylemişlerdi. Bunun üzerine Saffet Arıkan B e d ü k bir
gün Kaçakçılık Daire Başkanlığına baskın yaptı. Genel M ü d ü r
gerçekten Kaçakçılık Daire Başkanlığı binasının alt katında
teyplerin, d i n l e m e aletlerinin o l d u ğ u n u tespit etmişti. Kendisi
d i n l e n m i y o r d u ama böyle bir d i n l e m e d e n haberinin o l m a m a s ı ,
bu işin gizli bir şekilde y a p ı l m a s ı n d a n çok rahatsız olmuş, alet­
lerin hepsini söktürüp devre dışı bıraktırmıştı.

İşte bu arada Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu 'yla yaptığı­


mız toplantıda bizden istediği görevler için teknik cihazlara
sahip olmadığımızı söyleyince, o da Emniyet Genel Müdürüy­
le Ankara'daki bir toplantıda bu tür cihazları talep etmişti.
Bunun ü z e r i n e Ankara'dan sökülen teyplerin hepsi getirilip
Diyarbakır'da kullanmamız için bana verilmişti. İşte böyle bir

147
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

olay ilk dinlemelerin, ilk teknik faaliyetlerin, çekirdeğini oluştur­


du. Bu olayın ardından bu şekilde gerçekleştirilen operasyonlar
t ü m ülke geneline ve tüm faaliyetlere y a n s ı m a y a başladı. Bana
göre birinci M İ T raporu, başka bir bölgede çok hayırlı gelişme­
lere nüve teşkil etmiş, bu günkü polis, M İ T gibi devlet güvenlik
ve istihbarat birimlerinin kullandığı bilgisayar analiz ve telefon
detay çalışmalarının çekirdeğini bu olaylar oluşturmuştur.
Biz bu operasyonları yürütürken epeyce zorlukla karşıla­
şıyorduk. T a k i p ettiğimiz hedef bir yeri telefonla aradığında
nereyi aradığını anlayamıyorduk, çünkü telefon numaralarını
çevirdikleri z a m a n çıkarttıkları seslerden numarayı ç ö z m e k
m ü m k ü n değildi. Eğer telefonları tuşluysa d u r u m d a h a da zor-
laşıyordu, n u m a r a y ı hiç ç ö z e m i y o r d u k . Yuvarlak kadranlı tele­
fonlarda hat, çevrilen rakam kadar kesilip açılıyordu ve bu ke­
sip açılmalar r a k a m kadar ses çıkarıyordu. Eğer biri çevirmiş-
seniz bir defa, beşi çevirmişseniz beş defa, sıfırı çevirmişseniz
on defa telefon hattının açıp kapanması söz k o n u s u y d u . İşte
bu sesleri önceleri yavaşlatıp dinleyerek saymaya çalıştık. Bu
y ö n t e m i n başarılı olmadığı z a m a n l a r d a v u m e t r e denilen ve ses
yüksekliğini gösteren bir alet kullanılıyordu. B u r a d a da yine
cihazın ibresinin yükselmesi veya ışığın y a n m a s ı n ı sayarak tek
tek n u m a r a tespit etmeye çalışırdık.

Bazen bir militanın aradığı bir telefon numarasını tespit


edebilmek iki-üç saat, bazen de dört saatten fazla z a m a n ı m ı z ı
alıyordu. B u n a rağmen numarayı yüzde yüz doğrulukla tespit
edemiyorduk; ya bir numara eksik ya bir n u m a r a fazla ya da
bir n u m a r a yanlış çıkıyordu. Bu defa eksik ya da hatalı nu­
marayı ö ğ r e n m e k için y e n i d e n u ğ r a ş m a k gerekiyordu. Bir tek
numarayı tespit etmek için günlerce uğraştığımız o l u y o r d u .

İşte böyle çalışmalarla uğraşırken bu arada Hatay'daki ar­


kadaşlarımız, h e d e f kişinin konuştuğu telefonun yeni m o d e r n
dijital bir santralden bağlandığını, santralin otomatik olarak
numarayı verdiğini öğrendiler. PTT'de çalışan teknisyenler her

148
1. Bölüm: Devlet

çevrilen n u m a r a y ı küçük bir yazıcıya y a z m a özelliğine sahip ol­


d u ğ u n u söylüyorlardı. Oradaki arkadaşlar postaneyle görüşe­
rek, şahsın telefonunun bu özelliği tanıyan her numarayı çe­
virmesinde çevirdiği numaraları tespit edebiliyorlardı. Numarayı
bize bildirdiklerinde h e m e n Diyarbakır'daki postaneye gittik, bir
kişinin aradığı bu tür numaraların öğrenilip öğrenilemeyeceğini
s o r d u ğ u m u z d a , öğrenilebileceği yanıtını aldık. Onlar vasıtasıyla
biz de bu kişinin aradığı numaraları deşifre e t m e y e başladık.

Biz çevrilen tek bir numarayı öğrenmek için beş altı saat
harcarken, santral bunu çok kolay tespit ediyordu. Dijital sant­
ral dediğimiz bu santrallerin her ay sonunda fatura keserken
aranan numaraların tek tek d ö k ü m ü n ü liste halinde çıkarttı­
ğını gördük. Belli bir bilgisayar işlem merkezinde işlem yapı­
larak burada bir telefonun aradığı t ü m telefon numaralarının
öğrenilebileceğini, numaraların bir aylık d ö k ü m ü n ü n alınabile­
ceğini gördük. Bu o günkü koşullarda inanılmaz bir gelişmeydi.
Bundan sonra sayılan az olsa. da takip ettiğimiz bazı hedefle­
rin aradıkları numaraların bir aylık d ö k ü m ü n ü alıyorduk. Ay­
lık d ö k ü m içerisinde bir ay önce dinlediğimiz kişinin kimleri,
hangi saatte aradığına bakıp fikir yürüterek o n u n irtibatlarını,
ilişkili olduğu örgüt mensuplarını öğrenmeye çalışıyorduk. Bu­
gün anında edindiğimiz bilgileri o günlerde bir ay geriden takip
edebiliyorduk.

Bu arada bilgisayara merak sarmıştım. M a a ş ı m d a n ücretini


ödeyerek Basic ve C O B O L dilinde basit bilgisayar p r o g r a m l a m a
dersleri a l ı y o r d u m . K ü ç ü k programlar y a p a c a k kadar konuyu
öğrenmiştim a m a asıl önemlisi, bilgisayarla neler yapılabilece­
ğini k a v r a m a y a başlamıştım. O z a m a n çıkan aylık bilgisayar
dergisine a b o n e o l m u ş t u m ve her sayıyı o k u y o r d u m . Bilgisayar
ve teknolojinin ö n e m i n i hissetmeye başlamıştım.
İşte b u n l a r ı takip ederken, kafamda birden bir şimşek çak­
tı. Eğer dijital bir santralde bir numaranın aradığı tüm numa­
raların kaydı tutuluyorsa, o z a m a n bir bilgisayar ortamında bu

149
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar .

bilgileri sakladığımızda, bildiğimiz yurtdışındaki bir örgüt nu­


marasını arayan herkesin numarası bir k o m u t l a çıkarabilirdi.
Bu y ö n t e m gerçekleşirse, pek çok sır keşfedilebilirdi. O zaman­
lar Avrupa merkezi ve Öcalan Türkiye d e k i faaliyetleri doğru­
dan y ö n e t i y o r d u ve aralarında iletişimi telefonla sağlıyorlardı.
Dolayısıyla eğer ben ö c a l a n ' m telefonunu bilgisayara kayde­
dersem, onu arayan t ü m numaraları çıkarabilirdim. Bu ger­
çekten yapılabilir miydi? Ben yapılabileceğine inanıyordum. Bu
konuyu araştırmaya başladım, sorguladım. Böyle bir sistemin
kurulabileceği, b u n u n çok faydalı olacağını ve ö n ü m ü z ü açaca­
ğını Bölge Valısi'ne aktardım. Beni müddet dinledikten sonra
sistemin işleyip işlemeyeceği k o n u s u n d a tereddütlü olduğunu
söyledi, ç ü n k ü ben sadece teorik olarak k o n u y u anlatıyor, ça­
lışmalarıma dayanarak başarılı olacağı y ö n ü n d e yalnızca fikir
y ü r ü t ü y o r d u m , uygulamada nasıl işleyeceği k o n u s u belirsizdi.
Daha sonra Bölge Valisi, Netaş A.Ş.'de bu işlerin başındaki ki­
şilerle ve santral k o n u s u n d a çalışan başka firmalarla görüştü.
Netaş'tan bir m ü h e n d i s geldi, onunla konuştuk. Ona sorunu­
m u n ne o l d u ğ u n u , ne y a p m a k istediğimi ve nasıl yapılabile­
ceğimi anlattım. Kısa bir not yazarak, b u n u n yapılabileceğini,
teknik olarak m ü m k ü n olduğunu belirtti. Bu konuda u z m a n
bir kişinin verdiği bu not üzerine böyle bir sistemi kurmaya
karar verdik. A n c a k Bölge Valiliği bu sistemin hukuki durumu,
geleceği ve teknik yapısı hakkında tereddüt duyuyordu. İçişleri
Bakanlığına ve muhtelif başka yerlere görüş soruldu. İçişleri
B a k a n l ı ğ m d a n , bu sistemin gerçekleştirilemeyeceği ve huku­
ken uygun o l m a y a c a ğ ı y ö n ü n d e gelen görüş o l u m s u z d u .

O l u m s u z görüşler gelse de, bu konu bir defa benim kafama


takılmıştı ve m u t l a k a yapılmalıydı. Bu sisteme inanıyordum,
ç ü n k ü bilgisayar ö ğ r e n m e y e başlamıştım ve bilgisayarın sun­
d u ğ u imkân ve olanakları g ö r m ü ş t ü m . Hatta eğitim sırasında
yazdırdığımız basit bir Cobol programı sayesinde çok önemli
işler halledilmişti.

150
Bolüm: Devlet

Takibe aldığımız hedefleri izlerken, apartmanlarının önüne


bir polis m e m u r u yerleştirir, giriş çıkışlar bu memurlar tarafın­
dan izlenirdi. A n c a k takipteki bu memurlar dikkat çekiyorlar­
dı, h e m mahalledeki h e m de apartmandaki insanlar kendileri­
nin ya da başkalarının takip edileceğim düşünerek birbirlerine
hemen haber veriyor; polisler var, takip ediliyorsunuz, herkes
tedbir alsın diye birbirlerini uyanıyorlardı. Buna karşı bir çare
lazımdı. İşte biz Cobol programını kullanarak bir çare üretmiş­
tik. Cobol programına Diyarbakır'da çalışan t ü m polis memur­
larının adreslerini yazdık. O zamanlar polislerin hepsi lojman
imkânından yararlanamadığından kaldıkları adresleri tek tek
bilgisayara kaydettik. Takip ettiğimiz bir hedefin, bir örgüt men­
subunun evini tespit edince, bu apartmanda ya da yakınların­
da oturan bir polis m e m u r u n u n olup olmadığını bu programı
kullanarak tespit ediyorduk. Eğer bu evin civarında bir polis
memuru varsa, onu takip işiyle görevlendiriyorduk. Polis me­
muru başka bir şubede çalışa bile onun amiriyle görüşüp geçici
olarak bize yardımcı olmasını istiyorduk. Kimi z a m a n bu polis­
lerin yanına kendi istihbarat polislerimizden birini de gönderi-
yorduk. Polis m e m u r u verdiğimiz görev gereği hedefimizin evden
çıkışını bize bildiriyorlardı. Bizim takip ekiplerimiz evden daha
uzak bir yerde hedefin kendi görüş alanına girmesini bekleyerek
oradan takibe başlıyorlardı, böylece h e m dikkat çekilmiyor h e m
de fark edilmiyorduk, zira örgüt mensubu hedefler çok uyanık­
tı ve sürekli tetikteydiler. Evden çıktıkları z a m a n takip edilip
edilmediklerini kontrol ediyorlardı. A m a yol üstünde takip edil­
diklerini fark etmeleri daha zordu, böylece hedeflerimizi rahatça
takip edebiliyorduk. Bu sistem epeyce işimize yaramıştı, h e m e n
h e m e n takip ettiğimiz her hedefin apartmanında veya yakınla­
rında mutlaka onu gören bir polis m e m u r u bulunuyordu, bu
sayede biz de t ü m takiplerimizi en azından rahat başlatıp sür­
dürebiliyor, hedeflerimizi takip ederken fark edilme olasılığının
önüne geçmiş oluyorduk. Ayrıca o polis sayesinde o çevrede-

151
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar .

ki kişi hakkında sağlam bilgiler tepkiyorduk. Sonuç itibarıyla


bilgisayar teknolojisi ve bilgisayarın sunduğu olanaklar benim
çok işime yaramıştı. Diğer y a n d a n dijital santrallerin verilerini
alıp işleyen bilgisayarların çalışmasını gördükten sonra, böyle
bir bilgisayar yazılımıyla dijital santrallerin görüşme dökümleri­
ni alarak, diğer insanların hiçbir görüşmesine bakmaksızın sa­
dece yurtdışındaki örgüt mensuplarının numaralarına yönelip
bu numaraları arayan Türkiye de örgütle irtibatlı kişileri tek tek
tespit etmek ve bu tespitlere dayanarak yapılan teknik takiple
(hem dinleme h e m izleme) daha sonra ciddi operasyonlar ger­
çekleştirmek m ü m k ü n d ü . B u n u n başarılabileceğine t ü m kal­
bimle inanıyordum. Ve bir an önce yapılmasını istiyordum,

Diyarbakır'da b u n u gerçekleştirme şansım ve i m k â n ı m ol­


madı. A m a d a h a sonra Diyarbakır'daki görevim sona erip hiç
istememe r a ğ m e n İstanbul'a tayinim çıktığı z a m a n İstanbul'da
bunu y a p a b i l m e n i n yollarını aradım. Daha İstanbul'a gitme­
den, beni İstanbul'a çağıran Necdet Menzir'e yapılması gere­
kenler h a k k ı n d a yazılı bir not g ö n d e r d i m .
19901ı yıllarda İstanbul'da terör yeniden artmıştı, özellik­
le Dev-Sol örgütü başta olmak üzere T İ K K O ve diğer Marksist
Leninist sol örgütler silahlı eylemlerine d e v a m ediyordu. Po­
lisler, emekli askerler, Emniyet M ü d ü r Yardımcısı Şakir Koç,
Devlet G ü v e n l i k M a h k e m e s i Savcısı, M İ T Eski Müsteşar Yar­
dımcısı H i r a m Abbas gibi pek çok önemli kişi katledilmişti.
İstanbul'da artan olaylar y ü z ü n d e n halk arasında terörün yine
artacağı y ö n ü n d e endişeli k o n u ş m a l a r d u y u l m a y a başlamıştı.
Herkes olayların ö n l e n e m e m e s i n d e n ve a r t m a s ı n d a n korkuyor­
du. İstanbul'da artan olaylar Ankara'ya, İzmir'e ve Bursa'ya da
sıçrama istidadı gösteriyordu. İstanbul'a, burayı iyi bilen, terör
konusunda d e n e y i m l i Emniyet Müdürleri atanıyor a m a terör
olayları karşısında başarılı olunamıyordu. Sonra y e n i atamalar
yapılıyor a m a netice yine değişmiyor, terör olayları sistematik
biçimde artıyordu. İşte bu arada terör k o n u s u n d a deneyimli

152
1. Bolum: Devlet

olan Emekli Emniyet Müdürü Necdet Menzir önce DYP'den mil­


letvekili aday adayı o l m u ş a m a seçime katılamamıştı. Seçimler
sonunda D Y P ' n i n , koalisyon h ü k ü m e t i kurması ve Demirel'in
Başbakan o l m a s ı üzerine M e n z i r emekli olmasına r a ğ m e n tek­
rar göreve getirilerek İstanbul'a E m n i y e t Müdür'ü olarak atan­
ması g ü n d e m e gelmişti. Menzir, b e n i m görevdeyken en iyi an­
laştığım ve g ü v e n d i ğ i m m ü d ü r d ü . Beni İstanbul'a istemeleri
üzerine bir istihbarat sistemi k u r m a k için gerekli hazırlıklar ve
yaklaşık maliyetleri çıkarıp g ö n d e r d i m . Diyarbakır'dan ayrılıp
İstanbul'a g e l d i ğ i m d e en azından bu işi gerçekleşmesini sağla­
yacak maddi imkânlar İstanbul için ayarlanmıştı,

Bu sistemin kurulması için toplam maliyet 3 milyar TL idi,


yani şimdiki karşılığı tahmini 3,5-4 milyon dolar civarında bir
para idi. T e k n i k bir istihbarat sisteminin altyapısının kurul­
ması için bu paranın yaklaşık 1,5 milyon doları d o ğ r u d a n bu
amaca yönelik olarak harcandı. Kalan kısmı b o m b a imhasında
çevreye verilen zararın tanzimi vs. için kullanıldı, bir kısmı ben
ayrıldığımda hâlâ duruyordu.

İstanbul'a vardığımda, öncelikle yapılması gerekenin din­


leme sisteminin kurulması olduğunu biliyordum. A m a bunu
nasıl y a p m a l ı y d ı m ? Tabii Diyarbakır'da çalıştığım d ö n e m d e ,
dinleme faaliyetlerine on dört hatla başlamıştım. Z a m a n içe­
risinde y a p ı l a n operasyonlar, d i n l e m e d e edindiğimiz bilgile­
rin bize sağladığı fayda ve istihbarat toplama faaliyetlerimize
katkısı sayesinde Diyarbakır'da hiçbir eylem yaptırmıyorduk.
Diyarbakır'daki bütün örgüt mensuplarını denetleyecek hale
gelmiştik, çok rahatlıkla operasyon yapabiliyorduk. Bu sayede
ben a y r ı l m a d a n önce Diyarbakır'da dinleme kapasitemiz mev­
cut teyplerle birlikte altmışlı yetmişli rakamlara, hatta yüzlü
rakamlara çıkmıştı.

D i n l e m e cihazı maalesef Türkiye'de yerli imkânlarla yapıla­


mıyordu. Yurtdışından getirtilme maliyeti de epeyce yüksekti,
her biri birkaç bin dolardı. B u g ü n gibi hatırlıyorum. O zaman-

153
Haliç'te Yaşayan Sımonlaı

lar cihaz satışı için Bölge Valiliğine gelen İngilizlerden, bir din­
leme teybinin çalışmasını sağlayan bir ön aparat, yani telefon
hattına takılan ve teyple telefon hatları arasında bulunan sesi
süzen, aynı z a m a n d a k o n u ş m a başladığında teybi çalıştıracak
olan basit bir aparat istedik. Bu aparat için İngilizlerin talep
ettiği fiyat beş y ü z y e t m i ş p o u n d d u , daha aşağısına inmemiş­
lerdi. T e k bir k ü ç ü k aparat için beş yüz yetmiş p o u n d istiyor­
lardı. A m a b i z i m bunlara ihtiyacımız vardı. O sırada Emniyette,
m u h a b e r e telsizlerini tamir eden teknisyenler bulunuyordu, bu
konuda kapsamlı bilgilere sahiplerdi. Devlet her alanda olduğu
gibi eldeki imkânların yeterince farkında değildi.

Telsiz teknisyenlerinden İbrahim'i alıp İstihbarat Şubesine


tayin ettirdim. Telsiz teknisyeni bu cihazların y a p ı m ı konusun­
da bir müddet çalıştıktan sonra bunları kendi y a p a c a k hale gel­
di; h e m de maliyeti 10-15 TL'ycii, İngiliz firmanın 570 pounda
(yani yaklaşık 2 bin T L ) sattığı cihazı bizim teknisyen 15 TL ma­
liyetle yapıyordu, hem de kalite olarak İngilizlerınkinden kat be
kat iyiydi. C i h a z Türkiye şartlarına göre tasarlanmıştı. Geriye
yalnızca basit bir teyp almak kalmıştı.
Ç o k sonraları bu cihazlardan binlercesini seri olarak üretip
diğer illerdeki birimlere de v e r m e imkânına sahip o l d u m . Bin­
lercesi çok k ü ç ü k maliyetlerle üretilebiliyordu. 12 Eylül 1980
harekâtından önce yakalanmış binlerce teyp G ü m r ü k depola­
rında yarısı ç ü r ü m ü ş halde bekliyordu. Onlardan satın alarak
seri imalata başlamıştık. İşte Diyarbakır'da e d i n d i ğ i m tecrübe,
bilgi birikimi ve orada gelişen bu teknik çalışma yöntemi, ile-
riki kullanımlar açısından bana ciddi bir fayda sağlamıştı. Ve
daha sonrasında İstanbul'a tayin o l d u ğ u m d a hedeflerim de çok
belliydi. Öncelikle teknik ait. yapıyı k u r m a m gerekiyordu. Tek­
nik analiz yapılabilecek bir sistem k u r m a m lazımdı. Bu şekilde
işimizin çok d a h a verimli bir şekilde yapılabileceği i n a n a n d a y ­
dım. Bu inanç doğrultusunda çalıştım, gerekli hazırlıkları, ön
çalışmaları, d ü z e n l e m e l e r i y a p a r a k hedefime ulaşmış oldum.

154
1. Bölüm: Devlet

A B D Kimi Destekliyor? P K K ' y ı mı, Türkiye'yi mi?


Pek çok kişi P K K ' n ı n A B D , Almanya, AB tarafından destek­
lendiğini söylüyor. "Öcalan'ı size A B D teslim etti" deyince, "İyi
niyetle yaptıkları ne malum," karşılığını veriyorlar. Peki, soru­
y o r u m ; P K K ' y a karşı kullanılan en etkin silahlarınız olan kobra
helikopterleri, insansız uçaklar, akıllı füzeler, termal kamera­
lar, gece görüş dürbünlerini size k i m veriyor? A B D . Bu silah­
ları sağlamadıklarında nelerin olacağını o bölgede çalışan ve
şartları bilen askere sorarak cevap v e r m e k gerekir. Ayrıca şunu
düşünün; eğer A B D helikopter ve uçaklar gibi hava araçları­
na karşı kullanılmak üzere çok küçük, kolay taşınan ve yüzde
doksan isabetli Stringer füzelerinden birkaç tane PKK'ya verse
d u r u m ne o l u r d u acaba?

Olaya bir de P K K açısından bakıldığında, g ö z ü k e n manzara


nasıldır? T ü r k devletinin kendine karşı kullandığı t ü m silahlar,
savaş helikopterleri, insansız uçaklar, istenen noktayı vuran
g ü d ü m l ü füzeler A B D ' d e n almıyor. A B D istese el altından 5-10
tane Stringer füzesini kendisine vererek savaşın kaderini değiş­
tirebilirdi. Oysa A B D T ü r k devleti ile her z a m a n iyi ilişkiler için­
de olmaya d e v a m ediyor. Hatta en önemlisi de, A B D ' n i n desteği
ile Türkiye, liderlerini (Öcalan) tutuklayarak Türkiye'ye getiri­
yor. Gerçekten kimin, kimi desteklediği herkesin bakış açısı­
na göre belki farklı görülebilir ama herhalde en basit haliyle,
yukarıda sayılanlara bakarak, objektif o l u n d u ğ u n d a A B D , AB
ve diğer t ü m aktörlerin Türkiye'yi desteklediği görülebilir. Bu
desteğin sebepleri aynı veya kendilerine göre farklı farklı olabi­
leceği gibi, d e s t e k l e m e amaçları da menfaat hesaplarından, en
ulvi ahlaki sebeplere kadar farklılık arz edebilir. Fakat Suriye
ve Yunanistan'ın geçmişteki tutumları ve aldıkları pozisyon ha­
ricinde ortada olan objektif gerçeklere göre hiç tereddütsüz t ü m
ülkelerin T ü r k i y e devletini desteklediği söylenebilir.

G ü n e y d o ğ u ' d a k i bunca askeri g ü c ü m ü z e , kullanılan en ağır


yöntemlere, silah üstünlüğümüze, yapılan tüm operasyonlara,

155
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

hatta t ü m d ü n y a n ı n desteğine r a ğ m e n P K K ' y a karşı istenen ba­


şarının s a ğ l a n a m a m a s ı n ı g u r u r u m u z a y e d i r e m e y e r e k şuur al­
tında başarısızlığımıza bahane a r a m a k ve buna kendimizi inan­
d ı r m a k için P K K ' n ı n A B D , AB ülkeleri, Rusya gibi t ü m büyük
güçler tarafından desteklendiğini söylüyoruz. Böylece yalnızca
P K K ' y a karşı değil, dünya devletlerine de karşı mücadele ettiği­
miz için başarısız o l d u ğ u m u z u söylüyoruz. Bu, gerçeği g ö r m e k
i s t e m e m e n i n tabii bir neticesidir.

Ortak ş u u r u m u z , tüm dünyanın desteğiyle en küçük bir


gücü bile y e n m i ş olsa büyük bir gücü y e n m i ş gibi kahraman­
lık hikâyeleri y a z ı p anlatmayı sever. Yenildiğinde ise hele de
sıradan ve k e n d i s i n d e n zayıf bir rakibe y e n i l m e y i asla kabul­
lenemez, b a h a n e l e r arar. Bu anlayışı Kıbrıs Çıkartması nda da
görürüz. Orada basit isyancılara karşı savaşılmasına, kendi
gemimizin yanlışlıkla batırılmasına r a ğ m e n sanki büyük bir
devlete karşı b ü y ü k bir zafer kazanılmış, kahramanlıklara imza
atılmış gibi bir anlatım hâkimdir. Yakın tarihte m e y d a n a gelen
pek çok olayda da aynı anlayış geçerlidir; tarih de bu mantık ve
anlayışla yazılmıştır.

Gerçeği g ö r m e k ve kabul etmek; hayatı, başarı ve başarısızlığı


akıl, ilim ve bilim ölçeğinde değerlendirmek herkes veya her ulus
için kolay olmamaktadır. Bunu yapabilen uluslar hatalarım ka­
bul edip y a ş a n a n yanlışlıklardan ders alarak, özeleştiri yaparak
karşılaştıkları sorunları çözmekte başarılı olmaktadırlar. Fakat
gerçekleri kabul etmeyen, olaylara akıl, ilim ve bilim çerçevesin­
den değil de kendi penceresinden bakan, özeleştiri yapamayan,
her zaman kendini doğru ve haklı gören bizim gibi uluslar ise her
z a m a n hüsrana uğramaya m a h k û m olmaktadırlar.

Talabani'nin T ü r k i y e Harekâtı
Z o r l a m a ile başka ülkede ve hasım gruplara karşı örgüt
k u r m a k m ü m k ü n d ü r a m a böyle bir yapı da kısa sürede y o k
olmaya m a h k û m d u r .

156
1. Bölüm: Devlet

Ü l k e m i z d e y a ş a n m ı ş iki örnek olayı, iki önemli k o n u y u açı­


ğa çıkarmaları nedeniyle burada a n l a t m a m gerekiyor. Birinci­
si bu olaylar, ülke içerisinde y a ş a n a n siyasi ve ideolojik olay
ve durumları genel kabulün aksine dış müdahalelerin belirle­
mediğini ortaya koymaları ve sadece dış güçlere d a y a n a n fa­
aliyetlerin kısa sürede y o k olacağını göstermeleri bakımından
önemli olaylardır. İkinci olarak da ülkemizde m e y d a n a gelen
çok büyük olaylarda, o b ü y ü k devletimizin u y u d u ğ u n u , yeterli
etkinliği gösteremediğini bizim görmemizi sağlamaları açısın­
dan ö n e m arz etmektedirler.

Kuzey Irak'ta y a ş a y a n Kürt aşiretlerinin en büyük iki ko­


lundan T a l a b a n i ve Barzani'ye bağlı kuvvetler yıllarca Irak reji­
mi ile savaşmışlardır. A n c a k I r a k l a savaşan bu iki aşiretin en
büyük rakipleri de yine kendileridir. Özellikle 19701i yıllarda
Kuzey Irak'ta ö n c e federe Kürt devletinin kurulması y ö n ü n d e
anlaşmaya varıldı. Daha sonra ortaya çıkan anlaşmazlıkların
ardından y e n i d e n başladı. Bu esnada önceleri Talabani
ve Barzani birlikte Irak yönetimine karşı savaşırken, bir süre
sonra kendi aralarındaki çekişme ve mücadele s o n u c u n d a Ce­
lal Talabani S a d d a m Hüseyin ile anlaştı, hatta Celal Talabani
S a d d a m H ü s e y i n y ö n e t i m i n d e görev aldı ve h e m e n akabinde
Barzani 'yi y o k e t m e k için planlar y a p m a y a başladı.
Bilindiği üzere Talabani taraftarları daha çok Irak'ın İran ve
Türkiye sınırına yakın bölgesinde, yani Kuzey Irak'ın doğusun­
daki bölgelerde yerleşiktir. Barzani ise Şırnak'a k o m ş u Ulude-
re, Çukurca sınırlarımızın güneyinde, yani Kuzey Irak'ın batı
bölgesinde yerleşiktir. Dağlık bölgede zırhlı araçlar vs. hareket
edemediğinden ve tek cephede savaş zor olacağından Saddam
ile anlaşan Talabani Barzani'yi y o k etmek için plan yaptı. Bir
yandan Kuzey Irak'ta, kendi bölgesinde, yani doğudan batıya
doğru Barzani'ye saldırırken, güneyden kuzeydeki dağlara doğ­
ru da Irak kuvvetleri saldıracaktı. Fakat yine de dağlık alanda
Barzani'yi y e n m e k zor olacağından Türkiye'den, Barzani'nin hiç

157
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

ummadığı kuzey cepheden saldırmanın başarıyı garantileyeceği­


ni hesaplayarak Saddam'dan aldığı milyonlarca dinarla harekete
geçti. Hakkâri'deki Kürt aşiretlerine para ve silah dağıtarak ken­
dine bağlı bir güç yaratmak istedi. Paralar ve silahlar dağıtıldı;
para ve silah alan herkese bir kimlik verilip isimleri defterlere
kayıt edildi. Erzak hazırlandı. Plan şuydu: Irak'tan, Şemdinli ile
Çukurca arasındaki bölgeden Türkiye'ye girecek Talabani güç­
lerinin buradaki milislerin destek ve rehberliğinde Türkiye içeri­
sinden d o ğ u y a doğru geçip, Beytüşşebap bölgesinden güneye yö-
nelip, Uludere bölgesinde Kuzey Irak'a girerek Barzani'ye kuzey­
den saldırmaktı. G ü n ü geldiğinde Irak'tan yola çıkan Talabani'ye
bağlı silahlı birkaç bin Peşmerge Türkiye'ye girdi, kuzeyden yay
çizip Uludere bölgesinde tekrar Irak'a geçmek üzere ilerledi, ama
daha girişte yüzlerce silah dağıtıp maaş bağladığı adamların,
para vererek defter üzerinde kurulmuş gözüken kendine bağlı
Türkiye K ü r d ü peşmerge ordusunun yerlerinde olmadığını, er­
zak hazırlanmadığım gördü. Silah ve maaşı alıp kendilerini peş­
merge yazdıranların, silahı satıp, parayı da yedikleri anlaşılır.
A m a Talabani güçleri bir kere bölgeye girmişlerdi, az bir kuv­
vet desteği ve rehberliğinde Zap köprüsünü geçip, yay çizerek
B e y t ü ş ş e b a p ! kuzeyden geçip güneye Uludere'ye yöneldiklerin­
de bu defa B arzani'ye yakınlık duyan Beytüşşebap'taki yerleşik
Jirki, M a m h u r a n ve G e v d a n aşiretlerinin kurduğu pusuya düş­
tüler. O gün a k ş a m a kadar süren m ü s a d e m e sonunda yüzlerce
Talabani peşmergesi pusuda öldürüldü, bir kısmı esir alınarak
bizim aşiretler tarafından bağlanıp B arzani'ye teslim edildi.

Evet T ü r k i y e sınırları içerisinde Irak tarafından desteklenen


Talabani peşmergeleri silahlı müfrezeler şeklinde Barzani'yi ku­
zeyden k u ş a t m a k için harekât yaptı ve yine bizim aşiretler tara­
fında pusuya düşürülerek gün boyu süren çatışmayla bertaraf
edildiler. R e s m e n ülkede savaş oldu ama bizim devletimizin o
bölgedeki kuvvetlerinin b u n d a n haberi bile o l m a d ı veya haberi
olmasına r a ğ m e n m ü d a h a l e etmedi.

158
1 Bölüm: Devlet,

Yine d a h a yakın tarihte Irak Komünist Partisi (ŞUl), I r a k l a


sorunları olan ülkelerden aldığı dış desteklerle Kuzey Irak'ta
k a m p kurarak güçlendi. Türkiye'de Uludere, Beytüşşebap böl­
gesinde bazı kişileri, silah ve m a a ş verip örgüte silahlı güç ola­
rak kayıt e t m e y e başladı. Sadece para ve bedava silah alan a m a
ideolojik olarak bu davaya i n a n m a y a n Beytüşşebap bölgesin­
deki Jirki aşiretinden Hacı Öter, evlerine gelen 15 kişilik silahlı
gerilla g r u b u n u y e m e k yiyip dinlenmeleri ve banyo yapmaları
için silahsızlandırıp ardından askeri birlikleri çağırarak bu ki­
şileri J a n d a r m a ' y a teslim etti.

A r k a s ı n d a n yine örgüte Uludere bölgesinden katılan bir mi­


litan, gizlice Irak devlet ajanları ile ilişkiye geçerek aldığı para
karşılığında t ü m örgüt kamplarının yerlerini, silah depolarını
bildireceğini söylemişti. Bunun üzerine Irak Türkiye ile anlaş­
tı. G ü n e y d e Irak içlerinden gelirken helikopterlerinin görülüp
militanların k a ç m a ihtimaline karşı Türkiye'den hava sahasını
kullanmak için izin istedi. D o ğ u d a Silopi üzerinden Türkiye'ye
girip, U l u d e r e üzerinden derin vadilerin içerisinden hiç görül­
m e d e n u ç a r a k bir anda örgüt kamplarına girdi, hiç kimse ka-
ç a m a d a n saldırdı. Helikopterlerden birine binen ajan kampları,
hava saldırısı olduğunda saklanılan yerleri ve tüm depoları tek
tek gösterdi. O sırada eğitim alanında olan örgüt militanları­
na Irak helikopterleri (Rus savaş helikopterleri) saldırarak ağır
zayiat verdirdiler. Böylece henüz gelişme aşamasındaki örgüt
bu iki olay s o n u c u n d a kendini toparlayamayacak hale geldi ve
etkinliği kırıldı.

Y a ş a n a n tüm bu olaylar, yürütülen davaya ideolojik ola­


rak i n a n m a y a n kişilerle kurulmaya kalkılan her örgütün ya da
birliğin kısa süre içinde yerle bir olacağını göstermektedir. Irak
Komünist Partisi'nin içine düştüğü durum, davaya inanmayan,
belli süreçlerden geçmeyen, inanılan davanın başarısı için bir
şeyler y a p m a k için değil menfaat elde etmek için örgüte katı­
lan kişilerle bu işin olamayacağını göstermesi açısında örnek bir

159
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

olaydır. K u z e y Irak'ta Irak'a muhalif olan Barzani, Talabani veya


emsali Kürt aşiretlerinin içinde bulunduğu toplumsal d u r u m ve
ç o ğ u n u n dini açıdan muhafazakâr ve aşiret gibi geri bir sosyal
anlayışa d a y a n a r a k örgütlenmiş olmaları, Irak aleyhine faaliyet­
leri destekleyen Suriye gibi sosyalist düşüncelere yakın ülkeleri,
sosyalist k o m ü n i s t ideolojilere sahip bir muhalefeti destekle­
melerine yol açtı. Ancak Kuzey Irak'taki halkın sosyal d u r u m u
böyle bir ö r g ü t ü olduğundan daha fazla güçlendirecek kapasi­
tede değildi. Belli sayıda militan ve örgüt vardı, yapı ancak bu
kadarını kaldırıyordu. Fakat dışsal faktörler devreye sokularak,
fazla miktarda para ve silah verilerek bir anda çok güçlü bir si­
lahlı militan grup oluşturulmak istendi. Fakat bu davaya inancı
olmayan kişilerden oluşan örgüt bir an için büyüyüp güçlendiği
y ö n ü n d e bir görüntü verdiyse de kısa sürede eskisinden daha
geri hale geldi ve t ü m yapı tamamıyla yerle bir oldu.

Sonuç itibarıyla geldiğimiz noktada, ideolojik örgütlerin dı­


şarıdan destek ile büyüyüp güçlenemeyeceği ortaya çıkmıştır.
Başka bir deyişle ideolojik örgütler sadece örgüt davasına fikren
ve kalben i n a n a n insanlar tarafında kurulup güçlenir, öyle ko­
lay kolay dış y a r d ı m l a r l a ayakta tutulamaz. Bu örgütler sadece
kendi ideolojileri doğrultusunda faaliyet gösterirler, başka kişi
veya devletler kendi amaçları doğrultusunda onları kolaylıkla
kullanamaz.

İSTANBUL
İstanbul'da Bilgisayar Sistemini Kurmam
İlk a t a n d ı ğ ı m z a m a n İstanbul'u hiç b i l m i y o r d u m , hiç görme­
miş sayılırdım, g e z m e k için bile olsa hiç İstanbul'da bulunma­
mıştım, a m a uzaktan İstanbul'daki olayları takip e d i y o r d u m .
Her gün polise yönelik bir saldırı vardı, ö n c e y a n ı l m ı y o r s a m
M e h m e t A ğ a r E m n i y e t M ü d ü r ü olarak görevliydi, o n u n döne­
m i n d e olaylar çığırından çıkmış Devlet Güvenlik Savcısı ve İl
Emniyet M ü d ü r Yardımcısı öldürülmüştü, her g ü n polise yöne-

160
1. Bölüm: Devlet

lik suikastlar yapılıyordu. H ü k ü m e t İstanbul'a bir çare bulmak


mecburiyetindeydi. M e h m e t Ağar'ı uygun bir görevle, yanılmı­
y o r s a m E r z u r u m ' a Vali olarak atadılar. O n u n yerine Necdet
Menzir İstanbul E m n i y e t M ü d ü r ü yapıldı. N e c d e t Menzir Bey
çalıştığım en yiğit, en gözü kara, en dürüst m ü d ü r l e r d e n biriydi
ve Diyarbakır'da çok iyi anlaşarak çalışmıştık.
Menzir B e y ilk atandığında benden İstanbul'a gelmemi is­
tedi. Diyarbakır'dan ayrılırken " B u l u n d u ğ u m yere çağırırsam
gelir misin?" diye sormuştu. Ben de "İyi bir y e r olursa g e l m e m ,
kötü bir y e r olursa gelirim," demiştim. İstanbul'da beni aradığı
z a m a n çoğu kişi İstanbul'da görev y a p m a k için çabaladığından,
"Efendim orası çok iyi bir yer, g e l m e m , " d e d i ğ i m d e , "Hayır bu­
rası hiç de iyi bir y e r değil, aksine olağanüstü kötü bir yer. G e ­
leceksin," deyince ben de kabul ettim.

Necdet Menzir'ile çalışmak b e n i m için de gerçekten çok


zevkliydi. B e n i m l e birlikte kimlerin gelebileceğini sordu. O za­
manki a r k a d a ş l a r ı m d a n terör deneyimi olan Reşat Altay'ın ve
bir-iki arkadaşın ismini verdim. Necdet Bey'in Diyarbakır'da
birlikte çalışıp tanıdığı terör deneyimi olan epey arkadaş vardı.
Bir m ü d d e t sonra b e n i m ve diğer belirlenen arkadaşların tayini
İstanbul'a çıktı.

İstanbul'a gelmeden önce oradaki terör faaliyetlerinin önü­


ne nasıl geçilebileceği üzerine d ü ş ü n ü y o r d u m , ne y a p m a k la­
zımdı, çok sayıda örgüt m e n s u b u vardı. Diyarbakır'da edindi­
ğim tecrübeye dayanarak ilk y a p m a m gereken şeyin, dinleme
sistemi, bir bilgi bankası ve analiz bilgisayarı k u r m a k olduğuna
karar v e r d i m . Bu bilgisayar sistemi sayesinde örgüt faaliyetleri
hakkında bilgi t o p l a m a m m ü m k ü n d ü . Bir istihbarat faaliyeti
yürütülecekse bu sistemin kurulması temel şartlardan biriydi.
Ayrıca İstanbul çok büyük bir şehirdi, tek m e r k e z d e n yönetile-
meyecek k a d a r genişti. Bu yüzden üç ayrı y e r d e merkez, istih­
barat birimi k u r m a y ı ve bu şubelerin teknik dinleme ve izleme
kapasitesinin artırılmasını istiyordum.

161
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

İstanbul'a geldiğimde, ilk yaptığım şey aklımdaki bu dü­


şünceleri u y g u l a m a y a geçirmek için h u m m a l ı biçimde araş­
tırma y a p m a k oldu. Şube her açıdan çok kötü durumdaydı.
İstanbul'da göreve başladığımda benden önceki Şube Müdürleri
bu kargaşa ve olayların seri yoğunluğu içerisinde bunalmışlar
ve tayin edilmişlerdi. B e n i m başladığım sırada şubede çok az
sayıda eski amir kalmıştı, benden önceki Şube Müdürü Salih
G ü n g ö r (İSKİ tahkikatı ile ünlenen) Mali Şubeye geçmişti, Dur­
m u ş Demirbaş'ın Ankara'ya tayini çıkmış, Emin Aslan benden
önce atanmıştı. Ben İstanbul'a a t a n m a m d a n önce burada mey­
dana gelen suikastlar ve yoğun terör eylemleri nedeniyle mevcut
istihbarat şube personeli yetmediği için başka illerden görevli
60 istihbaratçı İstanbul'daki şubeye geçici görevle atanmıştı. Bu
insanlar z o r u n l u olarak apar topar buraya geldikleri için kala­
cakları yerleri yoktu; polis evinde, orada burada kalıyorlar, şehri
bilmiyorlardı. Hepsinin kendi özel sorunları vardı, çocuklarını,
ailelerini m e m l e k e t t e bırakmışlardı. Bu atamayı yapanlar, san­
ki istihbaratçıların gelir gelmez terör olayları konusunda istih­
barat elde edip terörü önleyeceklerini zannediyorlardı, halbu­
ki istihbarat diğer birimler gibi h e m e n atanıp devriye gezmeye
benzemez. Altyapıya, bu konuda donanımlı elemanlara, teknik
d o n a n ı m a ihtiyaç vardı ve daha da önemlisi istihbarat persone­
linin faydalı olabilmesi için belli bir süreye ihtiyaç vardı.

Şubenin asli 60 ve geçici 60 olmak üzere 120 kadar mevcudu


vardı, ama onlar da çok vasıflı değillerdi, ö y l e ki elde iş yapabile­
cek adam sayısı çok azdı. Şubenin binası ve bulunduğu yer çok
kötüydü ve alt yapısı hiç yoktu. Türkiye'nin en büyük şehrinin,
terörün bu k a d a r arttığı bir şehrin İstihbarat Şubesinde bir tane
bilgisayar yoktu. En küçük terör gruplarının elinde bile en azın­
da birkaç tane bilgisayar varken, İstanbul İstihbarat Şubesinde
tek bir bilgisayar yoktu. Daha garibi yalnızca bizde değil. Terörle
Mücadele Biriminde, gördüğüm kadarıyla MİT'te de bilgisayar
bulunmuyordu, var olanlar da görevde değil, yazı yazma, kıs-

162
1. Bölüm: Devlet

m e n arşiv vs. işlerde kullanılıyordu. A n k a r a d a İstihbarat Daire


Başkanlığında var olan bir-iki bilgisayar ise daktilo niyetine ra­
por hazırlamak, yazı y a z m a k için kullanılıyordu. Maalesef ger­
çek buydu. Dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri, en ileri teknolojiye
sahip bilgisayarlarını istihbarat hizmetlerinde kullanırken, bizde
bu amaçla bir tane bile bilgisayar kullanılmıyordu.
O tarihte İstan b u l d a dar kapasiteli bir dinleme sistemi var­
dı ama bu sistemle de ciddi hiç bir örgüt hedefi dinlenmiyordu.
Dinlenecek illegal terör örgütlerine dair telefon numaraları bilin­
miyordu v e y a bu numaraları temin edecek kaynak ve yapı yok­
tu. Bu sistem, daha çok legal bilgi kaynaklarına yönelik kullanı­
lıyordu. İllegal örgütlerin içine sızmış yardımcı istihbarat elema­
nı (YİE) d e n e n ajan, muhbir vs. yok denecek kadar azdı. Takip
ekipleri zayıf, üstelik kimliği bilinen takip edilecek terör örgütü
mensubu sayısı da y o k denecek kadar azdı veya asıl eylem ya­
pan Dev-Sol örgütü elemanı değildi. Terörde bunca bedel öde­
miş, yıllarca terör olaylarından muzdarip olmuş bir ülkenin en
büyük şehrinde ve olayların en fazla m e y d a n a geldiği bir şehir­
de, terörle m ü c a d e l e d e vazgeçilmez bir ö n e m e sahip istihbarat
biriminin hali, göreve başladığım 1992 yılı başında buydu. Ne
elektronik cihazı, ne sistemi, ne de bilgisayarı vardı. İstihbarat
adına hiçbir şeyi yoktu. Ülkenin en önemli problemleri günlük
tabirle Allah'a emanetti. Plan, program, hesaplama, akıl, ilim ve
bilim adına yapılan hiçbir şey yoktu. İçinde o l m a s a m , bu kadar
sahipsizliğe, hesapsızlığa i n a n m a m zordu. Bu ülkede terörün
azması için k o m p l o teorilerine ya da başka ülkelerin destek ve
müdahalesine gerek yoktu. Terörün artması için ülke içinde her
türlü koşul mevcutken, önleyecek hiçbir sistem, teşkilat ve yapı
yoktu. Ülke adına, bu uğurda ölenler ve acı çekenler adına ağla­
nacak bir d u r u m h ü k ü m sürmekteydi. Aslına bakılırsa bu kadar
boşluğa, sahipsizliğe rağmen terör Türkiye'de çok da artmamış­
tı. Bu, başlı başına bir kitap konusudur, bir gün Türkiye'deki
terörü yazabilirsem orada kapsamlı olarak anlatacağım.

163
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

İşte bu imkânlarla ve sorunlarla dolu bir şubenin başına


geçmiştim. Ü s t ü n e üstlük bir de her gün polislere yönelik ey­
lemler m e y d a n a geliyordu; olaylar o kadar çok ve hızlı oluyordu
ki hazırlık y a p m a y a , sistem k u r m a y a i m k â n v e r m i y o r d u . Böyle
bir kargaşa içerisinde önce basit m a n a d a personeli düzeltmeye
çalıştım. Geçici görevle başka illerden tayin olanlar içerisinden
gönülsüz olarak gelenleri memleketlerine gönderip, gönüllü
olanların asli tayinlerim buraya çıkardım. Sonra süratle örgüt
mensuplarından yakalanmış terör şubesindeki bilgisayarlar­
dan bir iki tanesini ödünç alıp, personele küçük bilgisayar eği­
timleri v e r m e y e başladım. Bu arada çalışacak y e r sorunu vardı,
şartları zorlayarak Gayrettepe Emniyet binasının çatı katına bir
kat daha ilave e t m e y e karar verdik. Bu arada sürekli hayalini
kurduğum, sorunların ç ö z ü m ü için mutlaka olması gerektiğine
inandığım (bu k o n u d a biraz yalnız kalıyordum, çünkü herkes
benim kadar i n a n m ı y o r d u ) bir bilgisayar sorgulama-analiz sis­
temi diyeceğim bilgi bankası sistemini k u r m a y a çalıştım.

Birçok yeri araştırdım; bir y a n d a n bilgisayarları, bir yan­


dan da nasıl alacağımı araştırıyordum, ç ü n k ü benden önce
hiç bilgisayar alınmamıştı, bu y ö n t e m bilinmiyordu. Bu arada
P T T nin bilgi işlem biriminde çalışan çok nitelikli bir mühendis­
le tanıştım. Aslında bu tanışma, belki de bu ülkenin kaderini
değiştirecek bir tesadüftü. O her b a k ı m d a n m ü k e m m e l bir in­
sandı, mesleğini çok iyi biliyordu, alanının en iyisiydi, teknik
olarak kimsenin bilmediği alanlarda oldukça donanımlıydı, her
açıdan güvenilir bir insandı. A k l ı m d a y a p m a y ı planladığım işler
için en ideal kişiydi.

Bu işle ilgili olarak benim aradığım özellikler dürüst, güve­


nilir ve ahlaklı olma, ayrıca ileri düzeyde teknik bilgiye sahip
olmak yani bilgisayar ve telefon sistemleri k o n u l a r ı n d a tecrü­
beli olmaktı. T ü m bu özellikler ancak beş altı kişide toplana­
bilirdi ve bu kişileri bir araya getirmek m ü m k ü n olmayabilirdi
ama ben t ü m bu özellikleri bir arada ve bir şahısta toplanmış

164
1. Bölüm: Devlet

olarak b u l m u ş t u m . Daha doğrusu bir anda karşıma çıkmıştı.


Bu karşılaşma t a m a m e n bir tesadüf olsa da ben bunun asla
bir tesadüf o l d u ğ u n a i n a n m ı y o r d u m . M i s t i k bir anlayışla kar­
şıma çıkarılmıştı, tesadüf değildi; bu kadar tesadüf bir araya
gelemezdi. B e n i m gibi işine sevdalı, işine o d a k l a n m ı ş , başka
hiçbir şey d ü ş ü n m e y e n , sosyal y a ş a m d a n kopuk, beş milyon­
luk şehirde dört yıl çalışmasına r a ğ m e n iki tane sivil arkadaşı
o l m a y a n birinin karşısına aranan t ü m olumlu özelliklere sahip
biri çıkarılıyordu. Bu tesadüf olamazdı; en basit izahı ile kader­
di, m a k u l ü ise yukarılar tarafında tanış tırılmıştım.

Bu süreçten sonra y a ş a n a n olaylar bu ülkenin kaderini et­


kilemiş, milyonların yaşamının değişmesine sebep olmuştu. Bir
sistem k u r m a yolunda bu olağanüstü insanla karşılaşmamın
ardından sonraki a ş a m a d a bu sistemin oluşturulmasında rol
alan ve geliştirilmesine büyük katkı sağlayan Basriler, Yunus­
lar, Musalar, Sülcymanlar ve diğerleri bu ekibe dahil oldu.
B e n i m M ö s y ö , diğer arkadaşların K o m i s e r İrfan diye kod-
ladığı m ü h e n d i s arkadaşla yaptığımız kısa bir iki g ö r ü ş m e d e
y a p m a k istediğim şeyi ve nasıl yapılabileceğini anlattım. K i m ­
senin pek anlayıp makul bulmadığı fikirlerimi dinledi ve fikirle­
rimin yapılabilir şeyler o l d u ğ u n u söyledi. Bu insanla tesadüfen
karşılaşıp, y e n i t a n ı ş m a m ı z a r a ğ m e n ona i n a n m ı ş ve güven­
miştim. İkinci defa y a n m a gittiğimde, anlattıklarıma dayana­
rak bir m i k t a r veriyle bilgisayarında yaptığı basit programla
d e n e m e y a p m ı ş ve istediğim şeyin bir prototipini y a p m ı ş t ı . H e ­
m e n orada bana da gösterdi. Netice o l u m l u y d u ve ona göre bu
çok kolay ve basit bir şekilde yapılabilirdi ve hiçbir t e r e d d ü d e
yer yoktu; kendisi için ç o c u k oyuncağıydı. S o n u ç olarak, tüm
kalbimle i n a n d ı ğ ı m ama kimsenin gerçekleşeceğine inanma­
dığı, sadece g e ç m i ş başarılarımı göz ö n ü n e alınca sen söylü-
yorsan y a p a r s ı n türü sözlerle geçiştirdiği o hiç d e n e n m e m i ş
projeyi, bu m ü h e n d i s bir iş gibi bile g ö r m ü y o r , y a p ı l m a s ı çok
kolay d i y o r d u .

165
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlaı

İşinin ehli bir insanın elinde bu kadar basit olan bir iş


Mösyö ile karşılaşmasam, böyle kolayca gerçekleşemezdi. Bu
işin m ü k e m m e l olması, kolay ve basit şekilde kurulması ve bu
kadar hızla geliştirilmesi, bu özel niteliklere sahip bir insanla
karşılaşmam ve gizliliği gereği kimseye a ç m a d ı ğ ı m bu konuyu
onunla k o n u ş m a m neticesinde gerçekleşmişti. T ü m bunlar te­
sadüf o l a m a z d ı .
M ü h e n d i s a r k a d a ş ı m M ö s y ö / K o m i s e r İrfan'm bana yaptı­
ğı küçük gösteri b e n i m g ö r d ü ğ ü m en güzel bir d e m o idi. Her
şey b e n i m kafamdaki gibiydi, kafamdakilerin ilk pratik de­
nemesi basit m a n a d a yapılmıştı, hayal artık gerçek olmuştu.
Daha sonra bu m ü h e n d i s arkadaşla samimiyetimizi artırarak
beraber ç a l ı ş m a y a başladık. Zaten ilk tanıştığımız anda sanki
yıllardır tanışıyormuşuz gibi birbirimize güvenmiş, sevmiş ve
ısınmıştık. R e s m i ilişki k u r d u ğ u m herkes h a k k ı n d a mutlaka
araştırma y a p m a m a r a ğ m e n bu kadar hayati bir projede bera­
ber çalışacağım kişiyi, M ö s y ö / K o m i s e r İrfan'ı hiç araştırmamış,
ona y ü z d e y ü z g ü v e n m i ş t i m . Hiçbir kurala bağlı olmaksızın
kendiliğinden gelişen bir havada beraber çalışmaya başladık.
M ö s y ö hiçbir şey beklemeksizin sadece bilgisayar ve konuya
merakı ve ayrıca devlete ve güvenlik kuvvetlerine y a r d ı m c ı olma
isteği ile çalışıyordu. İşlemlere başladık ve ilk uğraşlar sonu­
cunda bir firmadan N C R m a r k a bir bilgisayar aldık. Bilgisa­
yarı kurduk. D a h a sora bilgilerin nereden elde edilebileceğini
araştırmaya başladık. Bilgisayarda işlem y a p a c a ğ ı m ı z verilerin,
ilgili yerlerden t o p l a n m a s ı gerekiyordu (güvenlik kuvvetlerinin
çalışmalarını a k s a t m a m a k ve devletin gizli bilgilerim deşifre et­
m e m e k adına bu kısımlar kısa ve gerçek biraz değiştirilerek
anlatılacaktır).

İstediğimiz verileri a l m a k için ilgili kurum amirlerini ikna


etmek g e r e k i y o r d u . Bu aşamada, d ö n e m i n Valisi ve Emni­
yet M ü d ü r ü d e v r e y e girerek sorunları aşmamızda bize destek
verdiler. İstediğimiz verilerin terörle m ü c a d e l e d e k i önemini ve

166
1. Bölüm: Devlet

bunların k i m s e y e zararı olmayacağını anlatarak sistematik bir


şekilde verileri e d i n m e imkânına en sonunda kavuştuk. Aldı­
ğımız veriler d o ğ r u d a n işimize y a r a m ı y o r d u . M ö s y ö n ü n yaptığı
basit ama işlevsel programlarla bu verileri günlerce süren bir
işleme tabi tutuyor, sonra kullanabileceğimiz formata çeviriyor
böylece kullanılır hale getiriyorduk.
Günlerce uğraştıktan sonra yavaş yavaş netice almaya baş­
ladık. İlk ö n c e , bu bilgileri yalnızca İstanbul İstihbarat Şube­
si olarak kullanıyorduk. Daha sonra başta Diyarbakır olmak
üzere diğer illerde ve merkezdeki diğer istihbarat birimlerinin
kullanımına a ç m a y a başladık.
Mucize gerçekleşmişti, hayallerim artık gerçekti. Hatta ha­
yallerimin bile ötesine geçiyorduk. Bir kâhin, olağanüstü yete­
nekleri olan biri bize bu kadar yardımcı olamazdı. Falcı veya
kâhin her şeyi bilse bile bize sadece bilgi verirdi a m a bizim sis­
temimiz, s a d e c e m e ç h u l ü bize söylemiyor, aynı z a m a n d a tüm
personelin ufkunu açıyor, yeni d ü ş ü n m e biçimlerini görmemizi,
yeni yol ve y ö n t e m l e r bulmamızı ve tüm işlemleri kendi aklımız
ve zekamızla y a p m a m ı z ı sağlıyordu. Her şeyi akıl ve mantık öl­
çüsünde k e n d i m i z buluyorduk. Sanki başka bir boyuta geçmiş
gibi, iki boyutlu çalışma biçiminden üç boyutlu bir dünyaya
geçmek gibi bir şeydi.

İstihbarat faaliyeti için bilgisayar sistemi tek başına yeterli


değildi, tabii ki başka araç, gereçlere ihtiyaç vardı. Gizli görevler
için tasarlanmış obzervasyon araçlarına, gizli kayıtlar için özel
kameralara, takip ekiplerinin gizli m u h a b e r e edeceği telsiz ve
diğer m u h a b e r e malzemelerine ihtiyaç vardı. Çalışmaya ilk baş­
ladığımızda elimizde bir tane bile bilgisayar, yeterli takip telsizi,
gizli kamera y o k t u . Bu y ö n d e temin edebileceğim araç ve telsiz­
leri araştırırken, bir telsiz firmasının aracılığıyla ve firma temsil­
cisiyle birlikte Japonya'ya gittim. Şubede kullanabileceğim 100
civarında telsizi t ü m aparatları ve gizili m u h a b e r e etme imkânı
verecek sistemi k u r m a k için gerekli t ü m y e d e k malzemeleriyle

167
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

birlikte temin ettim. Ayrıca özellikli kameralar, fotoğraf maki­


nelerinden birkaç tane, daha doğrusu görevde kullanılabilecek
ucuz olan ne bulabildiysem belli miktar aldım. Japonya'ya 100
tane telsiz a l m a y a gitmiştik ama bu arada fabrikayı da ziyaret
ettik, fabrikadakilerle görüştük. Onlarla cihazların yan aparat­
ları ve hangi telsizin iyi olacağı hakkında konuştuk. İstediğimiz
takip esnasında kullanılabilecek küçük ve basit telsizlerdi ve
frekanslarının kolay ayarlanabilir olması gerekiyordu.

Telsizler bize T o k y o ' d a teslim edilecekti. Tokyo'daki otele


geldiğimizde telsiz siparişlerimizi bir k a m y o n u n taşıyacağı bü­
yüklükte p a k e t l e n m i ş olarak bulduk. Bu hali ile taşımamızın
imkânı yoktu. T o k y o büyükelçiliğinde çalışan polislerle birlikte
bu telsiz ve t ü m aparatları kamyonetle elçiliğe götürdük. Cihaz­
lar, zarar g ö r m e m e l e r i için muhafaza kutuları içerisine konul­
muştu; bu k a d a r yer kaplamalarının nedeni de buydu. O gün
akşamdan s a b a h a kadar çalışıp, cihazları bu kutulardan çıkıp
çıplak hale getirdik. Sonra gidip büyük valizler aldık ve valizlere
bu cihazları d o l d u r d u k . Üç tane büyük valiz, üç tane de uça­
ğın içine alınabilecek küçük el çantası dolmuştu. Bir k a m y o n
dolusu yükü, kargoya verilecek üç büyük valize ve uçağın içi­
ne alınacak b ü y ü k l ü k t e orta ve küçük boy çantalara sığdırmış,
ağırlığını da y ü z seksen kiloya düşürmüştük. Fakat havayolu
şirketi bu ağırlıktaki bir m a l z e m e y i de almıyordu. Israrlarımız
ve zor bela uğraşılarımız sonunda malzemeleri J a p o n y a ' d a n
uçaklara y ü k l e y e r e k İstanbul'a getirdik.

Bu telsizleri süratle kurarak, takip elemanlarımızın birbir­


leriyle konuşabilecekleri bir telsiz sistemi yarattık. Aldığımız fo­
toğraf makineleri ve kameraları kullanarak gizli kamera y a p m a
imkânına kavuştuk. Ayrıca daha önce Diyarbakır'da y a n ı m a al­
dığım telsiz teknisyeni polis m e m u r u n u da İstanbul'a getirdim.
O n u n gibi birkaç yetenekli m e m u r l a birlikte k ü ç ü c ü k bir odada
laboratuarımızı kurduk. Böylece bu k ü ç ü c ü k odada kendi din­
leme teyplerimizi, kameralarımızı, fotoğraf makinelerimizi yap-

168
1. Bölüm: Devlet

maya başladık, h e m de inanılmaz ölçüde düşük maliyetlerle.


İ s t a n b u l d a böyle bir takip telsiz sistemi ancak m i l y o n dolarlara
kurulabilirken, biz 100 adet telsizi, gizli k o n u ş m a aparatları,
y e d e k batarya ve y e d e k malzemelerin t a m a m ı m 42 bin dolara
mal etmiştik.
G ö r d ü ğ ü m basit bir gizli kamera y ö n t e m i zihnimde bir­
den başka şimşekler çaktırmıştı. Bu y ö n t e m çok iyiydi ve tam
bize göreydi. Basit bir ızgara teli gibi d o k u n m u ş file benzeri bir
kumaş veya ızgara benzeri sert bir m a l z e m e ile rahatlıkla gizli
kamera yapılabiliyordu. Çantanın herhangi bir yeri kesilerek
ızgara şeklinde file gibi gözüken seyrek d o k u n m u ş k u m a ş kesi­
len yere dikiliyor ve arkasına k a m e r a yerleştiriliyordu. Kamera­
nın merceği kumaşa çok yakın olduğu için ızgaradaki delikleri
g ö r m ü y o r d u . Sanki ö n ü n d e engel y o k m u ş gibi d o ğ r u d a n kar­
şı tarafı görülebiliyordu. Dışarıdan bakıldığında kamera hiç­
bir şekilde g ö r ü n m ü y o r d u . Bu kameraların çalışması için özel
aparatlar, u z a k t a n k u m a n d a edecek d ü ğ m e l e r yaparak, kimi
kısımlarına ilave parçalar takarak y i r m i d e n fazla gizli kamera
yapmıştık. Bir gizli k a m e r a n ı n maliyetinin yirmi-otuz bin dolar
o l d u ğ u n d a n bahsedildiği zamanlarda, biz yirmi-otuz bin dolara
yirmi-otuz t a n e gizli k a m e r a yapmıştık. Bütün ekiplerimiz bu
cihazları k u l l a n m a y a başladı. Atılan t ü m bu adımlar istihbarat
alanında bize avantaj ve üstünlük kazandırmıştı.

Aynı z a m a n d a bilgisayarlı sitemimiz ilk neticelerini verme­


ye başlamış, bu sayede bizler de mesafe kat e t m e y e başlamış­
tık. A m a bu yeterli değildi. Karşılaştığımız örgüt mensuplarının
farklı y ö n t e m l e r k u l l a n m a y a başladığını görüyorduk. Sıradan
insanın aklının almayacağı gizlilik ve casusluk örgütlerine taş
çıkartır derecede özel dikkat ve disiplin içinde telefonlarını kul­
lanıyorlardı.
Örgüt m e n s u p l a r ı sabit telefonları hiç kullanmıyorlar veya
çok az kullanıyorlar; asla evden dışarıyı aramıyorlar, evdeki te­
lefonları sadece alarm durumları için nadiren kullanıyorlardı.

169
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

A m a bu da b e n i m için çok önemli bir ipucuydu. Hiç telefon


k u l l a n m a m a k da çok ayırt edici bir özellikti. Ö r g ü t ü n telefon
kullanma biçiminin diğer normal insanların kullanımlarından
farklı yönleri vardı, biz de bu farklılığı ortaya çıkarmaya çalışı­
yorduk. Örgüt mensuplarının telefonla e v d e n dışarıyı hiç ara­
maması, bu telefonların nadiren dışarıdan aranıyor olması bi­
zim için ö n e m l i bir ipucuydu. Bu ipucunu kullanarak, bilgisa­
yar sistemindeki İstanbul'da kayıtlı telefon numaraları içinden
dışarının hiç aranmadığı, nadiren dışarıdan aranan numaraları
s ü z d ü ğ ü m ü z d e karşımıza epeyce n u m a r a çıkıyordu. Bu numa­
raların bir k ı s m ı oturulmayan ya da sıradan insanların farklı
mazeretlerle az kullandığı evlere aitti, ama bir kısmı da örgüte
ait numaralardı.

Örgüt olağan seyirden farklı hareket ediyordu. Bizim işimiz


de bu farklılığı algılayacak sistemi kurmaktı, yani anormalliği
algılayacak sistemi kurmak gerekiyordu. Örgüt mensuplarının
sabit telefonlardan çok ankesörlü telefonları kullandıklarını,
yurtdışı irtibatlarını sadece ankesörlü telefonla kurduklarını tes­
pit ettik. Hele Dev-Sol inanılmaz bir teşkilattı, dinlemeyi engel­
leyen inanılmaz özel ve gizli yöntemler buluyordu. Türkiye'deki
ankesörlü telefonlardan Avrupa'daki ankesörlü telefonları ara­
m a k veya m o b i l telefonlar ve yurt içinde yabancı cep telefonları
kullanmak gibi ancak uluslararası haber alma örgütlerinin kul­
landığı inanılmaz gizli yöntemleri kullanıyordu.

Örgütün h e r hücresi doğrudan yurtdışına bağlı çalışıyordu;


aynı hücre elemanları bile panikleyip birbirlerinden koptukla­
rı durumlarda mutlaka yurtdışındaki bir telefonla irtibat kur­
maları gerekiyordu. Yan yana çalışan iki kişinin bile doğrudan
birbirleriyle irtibatı yoktu. Yani siz bir örgüt m e n s u b u n u ister
örgüt içerisine yerleştirdiğiniz muhbiriniz vasıtasıyla, ister fiziki
takiple, isterse de ihbarla yakalayın, o kişinin size vereceği fazla
bir bilgi yoktu. Ç ü n k ü onun randevuları ve bağlantıları yurtdı-
şmı telefonla arayarak almıyordu, en fazla kendi hücresindeki

170
1. Bölüm: Devlet

arkadaşlarını ele verebilirdi, diğerlerini y a k a l a m a imkânınız bu­


lunmuyordu. Örgüt m e n s u b u yurtdışım arayacak, yurtdışından
randevu alacak ve o randevu ile diğer örgüt mensubuyla bulu­
şacaktı. Dolayısıyla örgütü öyle diğer klasik yöntemlerle takip
etmek ve y a k a l a m a k çok zordu. Örgüt klasik yöntemleri çok iyi
biliyordu, klasik istihbarat yöntemleri ile y a k a l a n m a m a k için
her türlü tedbiri almıştı. î s t a n b u l d a onlarca hücre vardı ama
asla bir hücre diğer hücre ile yatay olarak ilişkiye geçmiyordu.
Yakaladığınız bir militan ne yaparsanız yapın, hatta kendisi bilgi
vermeye istekli olsa da diğer hücrelerle ilgili hiçbir bilgiye sahip
olmadığı için başka bir militanı size yakalatma imkânı yoktu.
Ç ü n k ü militanların birbirleriyle ilişkisi sadece Avrupa'yı tele­
fonla arayarak oradan randevu almaktan ibaretti. İstanbul'da
bulunan bütün militanlar belli aralıklarla yurtdışım arıyor, bu-
luşamadığı/ buluşmak istediği kişileri söylüyor, onlar buluşma
ayarladıktan sonra tekrar aradığında buluşmanın tarih, yer ve
saatini alıyordu; irtibatlarım böyle sağlıyorlardı. T ü m bu muha­
bere, ankesörlü sokak telefonları ile gerçekleştiriliyordu.

Bu d u r u m u fark edince, buna karşı ne yapabileceğimizi


düşündük. Kullandıkları bu olağanüstü özel y ö n t e m i onlardan
başka kimse k u l l a n m a d ı ğ ı n d a n bu d u r u m u lehimize çevirmeyi,
onları herkesten ayırt eden bu özelliği onların tespitine yönelik
kullanmayı d ü ş ü n d ü k ve bu y ö n d e bir sistemi kurduk. Bu ola­
ğanüstü güçlü y ö n t e m l e r i , sanki yalnızca onların giydiği özel
bir kıyafet ya da kullandıkları özel bir araçmış gibi diğer insan­
lardan onları ayrıt etmemizi sağlıyordu. Geliştirdiğimiz sistem
yalnızca D e v - S o l u değil, aynı y ö n t e m i kullanan t ü m örgütlerin
militanlarını da ortaya çıkarmamızı sağlıyordu. Onlar ne kadar
özel ve aşırı tedbir alırlarsa o kadar kolay, kesin ve kısa sürede
tespit e d i y o r d u k .

İstihbaratta en önemli bilgi akışı, bilgi kaynağı e l e m a n de­


nen örgüt içerisine sızdırılmış ajanlar vasıtasıyla yapılıyordu
ama bu çok u z u n bir çalışmayı gerektiriyordu. Ayrıca bizdeki

171
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Dev-Sol, P K K ve T İ K K O gibi silahlı eylem yapan örgütlere ajan


sokmak da m ü m k ü n değildi. Bir defa örgüt içine sızdırılan ele­
m a n eylem y a p s a suç işlemiş oluyor, y a p m a s a örgüt kararları­
na aykırı davrandığı için y a ş a m a s ı m ü m k ü n o l m u y o r d u . Bu­
nun y a n ı n d a militanlar u z u n bir d e n e m e d ö n e m i s o n u n d a bazı
ufak e y l e m l e r d e denendikten sonra silahlı gruplara alınıyordu.
Bu y ü z d e n kısa sürede örgütlere ajan s o k a m ı y o r d u k fakat o
kadar çok saldırı ve suikast olayı m e y d a n a geliyordu ki zama­
na t a h a m m ü l ü m ü z yoktu, tik göreve başladığım sıralarda her
g ü n polise karşı bir silahlı saldırı oluyordu. Sonuç olarak biz
de bu bilgi a l m a açığımızı, teknik alet ve cihazlarla kapatmaya
çalıştık.

T ü r k i y e ' n i n çok akıllı, becerikli, bugün saygıyla anılması


gereken, haklarını kimsenin ödeyemeyeceği mühendisleri vardı
ve o z a m a n k i Türk PTT'sinde (bugünkü T ü r k T e l e k o m ) çalışan
bu mühendisler, kendilerine hiçbir ö d e m e yapılmaksızın bu
imkânları bize sağladılar. B u g ü n dahi bu insanların yaptıkları­
nın gerçek değerini bizim dışımızda hiç kimse bilemez. Onların
sağladığı i m k â n l a r s o n u c u n d a örgüt mensuplarını izleyebildik.
Mustafalarm, Metinlerin hakkını u n u t m a m a k lazım.

Dursun Karataş bir k o n u ş m a s ı n d a " B e n i m her g ö n d e r d i ğ i m


militan yakalanıyor, takip ediliyor, ben alnınıza Dev-Solcu diye
yazı yazıp sizi g ö n d e r s e m kesinlikle bu kadar kısa z a m a n d a ya­
kalanamazsınız. Bu nasıl oluyor?" diyerek içinde b u l u n d u ğ u sı­
kıntıyı anlatıyordu. Gerçekten de doğru söylüyordu. İstanbul'a
eylem için gönderilen militanların alınlarına Dev-Sol'cu, P K K l ı ,
T İ K K O l u yazılsa bu kadar kısa sürede bu kişileri bulamaz ve
eylemlere m a n i olamazdık.

Militanları nasıl deşifre edip yakaladığımızı kavrayamıyor,


çılgına dönüyorlardı. Kurulan sistem gerçekten harikaydı, bir
mucizeyi g e r ç e k kılıyordu. Örgütü bütün İstanbul, hatta tüm
Türkiye genelinde denetleyebiliyor, faaliyet ve eylemlerini önce­
d e n bilip, d a h a harekete g e ç m e d e n onları yakalayabiliyorduk.

172
1. Bolüm: Devlet

Yeni mucizevi y ö n t e m l e r bulmuştuk. Artık farklı bilgilere


ulaşma i m k â n ı n a sahiptik ve bu sayede örgütün her hareketini
görebiliyor, örgütü denetleyebiliyorduk. Örgütün muhaberesine
nüfuz etmiştik. Örgüt artık bizim a v u c u m u z d a y d ı , istediğimiz
gibi m ü d a h a l e edebilirdik. Örgüte m ü d a h a l e m i z kolaydı, çünkü
örgütün militanları kısıtlı bilgiye sahipken bizler çok kapsamlı
bilgilere sahiptik. Onlar birbirlerinin yerini bilmezken biz bili­
yor, nerede olduklarını ve hangi ankesörlü telefonları kullan­
dıklarını tespit ediyorduk.

İstanbul'a ilk geldiğimde takip edilecek kaç P K K , kaç Dev-


Sol hedefimiz var diye sorduğumda cevap sıfırdı. T a k i p edilecek
eylemci k a n a t t a n tek bir Dev-Sol hedefimiz dahi yoktu, dinle­
diğimiz örgüt içindeki önemli bir kisi veya hücreye ait hiçbir
telefon hattı m e v c u t değildi. Fakat daha bir yıl d o l m a d a n öyle
bir düzeye gelmiştik ki, artık örgüte aiı numaraların tamamını
olmasa da çok özel olanlarını dinleyebiliyorduk. Örgütün üst
düzey elemanlarını takıp ediyorduk, sıradan elemanları takip
edecek personel ve z a m a n bulamıyorduk, g ü c ü m ü z yetmiyor­
du. Çok ö n e m l i militanları takip edebilecek k o n u m a gelmiştik,
artık örgüt b i z i m denetimimize girmişti. Tabii her gelişme ve
karşılaştığımız soruna farklı çözümler aramaya başlamıştık.
Yüzlerce adres, isim ortaya çıkıyordu. Her adresi, her olayı
tahkik etmeye g i t m e k çok uzun z a m a n alıyordu, buna karşı
ne y a p m a m ı z gerektiğini d ü ş ü n m e y e başladık ve şunu fark et­
tik. Eğer birtakım bilgileri bilgisayara yükleyerek bir veritabanı
oluşturursak, bu. bilgileri sorgulamak suretiyle olay yerine git­
meden bilgi temin edebilirdik. Bunun için bulabildiğimiz bilgi­
sayar o r t a m ı n d a k i her türlü dijital bilgiyi veritabanına ekleye­
cektik. K e n d i m i z e ait küçük bir bilgi bankası oluşturup gerek
olduğunda özel programlarla bu b a n k a d a n istediğimiz bilgiyi
anında bulabilecektik.

Böylece bir y a n d a n örgüt mensuplarını bulup denetim altı­


na alırken bir y a n d a n da herhangi bir kişi hakkında bir ihbar ol-

173
Haliç'te Yaşayan Simonlar

duğunda ya da bir adresten şüphelenildiğinde, o adreste kimin


oturduğu, e l d e edilen bilgilerin doğru olup olmadığı gibi bilgileri
anında g ö r m e imkânımız oluyordu. Önceleri, örneğin Pendik'teki
bir adresi s o r m a k için üç kişilik bir ekip sabahtan akşama kadar
tahkikat y a p ı p bilgi edinmeye çalışıyordu. Fakat bilgisayardaki
bilgilerden şahsı sorgulamak saniyeler alan bir işlemdi, böylece
çok rahat bilgi toplayabiliyorduk. O t u r d u ğ u m u z yerden pek çok
olayı bilgisayarda tahlil etme ve anlama imkânına sahiptik. Bu
durum, bizim sahamızda daha etkin ve verimli çalışabilmemiz
için alman ö n e m l i bir mesafeydi. Oluşturulan veritabanları sa­
yesinde örgüt mensupları arasındaki ilişkileri ve irtibatları sor­
gulayarak fevkalade bilgilere ulaşabiliyorduk.

İstanbul Operasyonları
İstanbul, terör örgütü olarak adlandırılan solcu, sağcı, bö­
lücü, irticai vs. ideolojilerden her türlü örgütün eylem ve faali­
yetinin o l d u ğ u bir şehirdir. A m a b e n i m göreve başladığım sıra­
larda terör örgütlerince yapılan silahlı eylemler açısından t ü m
bu örgütler bir y a n a Dev-Sol bir yanaydı.
Dev-Sol, emekli asker, M İ T ve polis m e n s u p l a r ı n a karşı en
çok eylem y a p a n örgüttü. 19701i yıllarda İstanbul merkezli ola­
rak eylemlerine başlamış, 1 9 8 0 d e etkinliği kırılsa da hiçbir za­
m a n tam a n l a m ı y l a çökertilememişti. 801i yılların sonunda ce­
zaevinde firarlar ile birlikte y e n i d e n eylemlere başlayan örgüt,
i 9 9 0 ' d a n itibaren büyük silahlı eylemler y a p m a y a başlamış,
şehrin genel güvenliğini tehdit eden en ciddi grup o l d u ğ u n u
ispatlamıştı.

Dev-Sol, D G M savcısı Yaşar G ü n a y d ı n , Emniyet M ü d ü r


Yardımcısı Şakir Koç, emekli M İ T Müsteşar Yardımcısı H i r a m
Abbas, e m e k l i Oramiral K e m a l Kayacan ve daha birçok kişiye
suikast gerçekleştirmişti. Her geçen g ü n silahlı eylemlerini artı­
rıyordu. Kendilerini nasıl görüyorlarsa, her ay v e y a her olaydan
sonra silahlı e y l e m bültenleri yayınlıyor, basın kuruluşlarına

174
1. Bölüm • Devlet

fakslıyor, yaptıkları silahlı eylemleri tek tek sıralıyor, işledikleri


cinayetlerden övünerek bahsediyorlardı. Silahlı Devrim Birlik­
leri (SDB) kurmuşlardı, hatta bir ara polislere sokağa çıkma
yasağı ilan e d e c e k kadar ileri gitmişlerdi.
Peki, İstanbul'un, hatta ülkenin güvenliği için bu kadar
önemli olan en kanlı eylemleri gerçekleştiren Dev-Sol'a yönelik
devlet cephesinde neler yapılmıştı? Dev-Sol'a karşı 12 T e m m u z
1991 'de büyük bir operasyon yapılıp, önemli yöneticileri ölü ele
geçirildi. Fakat bir süre sonra örgüt yeniden eylemlere başladı.
17 Nisan 1992'de bu defa örgütün silahlı birliklerinin yönetici­
leri saatlerce süren çatışmalar sonunda ölü ele geçirildi. Ben bu
olaydan bir-iki gün sonra, her gün polise yönelik silahlı saldınla-
rın gerçekleştirildiği bir d ö n e m d e İstanbul'da göreve başladım.

Polis c e p h e s i n d e , örgütü tanıma, ona karşı tedbir almaya


yönelik hiçbir çalışma yapılamıyordu. 12 T e m m u z operasyonu
yapılmış, ö r g ü t ü n yöneticileri ele geçirilmiş, örgüt evlerinde çok
önemli d o k ü m a n l a r elde edilmiş ama göreve başladığım tarih­
te aradan g e ç e n bunca z a m a n a rağmen bu d o k ü m a n l a r hâlâ
okunmamıştı. Yine 17 Nisan o p e r a s y o n u yeni olmuştu, bu ope­
rasyonda da çok ciddi d o k ü m a n l a r ele geçirilmiş, ama. onlar da
o k u n a m a m ı ş t ı , o k u m a k için z a m a n ve imkân da yoktu. Dev-
Sol'la m ü c a d e l e edecek İstihbarat ve Terörle Mücadele Şubesin­
de oluşturulan birimdeki görevliler (Timler) günlük olaylara, an­
cak yetişiyorlardı; her gün bir olay, bir eylem m e y d a n a geliyor,
bu eylemlerde y a k a l a n a n militanlar sorgulanıyordu. Fakat ör­
güt hızla b ü y ü y ü p gelişiyor, her gün biraz daha güçleniyordu.

D o k ü m a n l a r ı o k u y a m a y a n , örgütü t a n ı y a m a y a n personel
mücadele de cok etkin olamıyordu. Terörle M ü c a d e l e ( T E M )
müdürü a r k a d a ş ı m Reşat ile birlikte iki şubeden oluşan bir
grup oluşturduk. 12 T e m m u z ve 17 Nisan operasyonlarının
dokümanlarını okuyarak değerlendirmeye çalışıyorlardı, bu
grubun değerlendirmeleri sonucunda önemli g ö r d ü ğ ü belgeleri
biz de o k u y o r d u k . Örgütle mücadele için örgütü ve militanları

175
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

tanımalıydık. Nasıl düşünürler, ne hissederler, nasıl yaşarlar,


hangi z a m a n d a ne yaparlar, her şeylerini b i l m e m i z gerekiyor­
du. Bütün m e s a i m i bu insanların ruh, inanç, d ü ş ü n c e dünya­
sını tanımaya ayırıyordum. Bir y a n d a n da teknoloji üstünde
çalışıyordum a m a teknolojinin işe y a r a m a s ı için de militanların
her şeyini b i l m e m i z gerekiyordu.
Ne kadar belge okusak da örgütü tanımak için kâğıtlar ye­
tersiz kalıyordu. Örgütün içinden, hatta örgütü iyi tanıyan üst
düzey bir militana ihtiyaç vardı. Fakat Dev-Sol içinde böyle bi­
rini y a k a l a m a k çok zordu. Örgütte mutlak bir gizlilik hâkimdi;
militanların ç o ğ u aranıyordu veya yeraltına inmişlerdi, sahte
hüviyetlerle m a s u m aile üyeleri g ö r ü n ü m ü n d e çeşitli evlerde
kalıyor, kendi aileleri ve tüm çevrelerinden kopuk yaşıyorlardı.
Bulunduklarında da çatışmaya giriyor, polis de öldürülen mes­
lektaşlarının intikamını alma gayesiyle sağ teslim almaya çok
çaba göstermiyordu.

Bu arada bir tesadüf neticesi tam istediğim gibi bir fırsat


doğdu. Ö r g ü t ü n çok önemli bir elemanı sağ yakalandı, cid­
di suçlardan da a r a n m ı y o r d u . Bir süre sonra diyalog kurma
i m k â n ı m oldu, örgütün yaptıklarından bıkmış, içinde örgütle
ilgili şüphelerin o l u ş m a y a başladığı biri olduğu anlaşıldı. Bu
şahsı ö ğ r e t m e n yaptık, örgütü tanımak için bu kişinin y a n m a
T E M ve İstihbarat şubesinden 5-6 kişilik karma bir ekip verdik.
Bu kişi bizim polislerimize örgütle ilgili bir eğitim verdi; örgü­
tün düşünce yapısı, y a ş a m a ve eylem biçimleri, hayat tarzları
konusunda bize çok önemli bilgiler aktardı.

Bu kişiden elde ettiğimiz bilgilere göre, örgütün İstanbul'da


görev vereceği militanlarına yönelik sokak çalışması denen çok
özel bir eğitim sistemi vardı. Şehri ve sokaktaki y a ş a m ı iyi bi­
len usta bir militan nezaretinde eğitime tabı tutulan militan,
faaliyet göstereceği mahalle ve semtlerde nasıl dolaşacağı, bir
y e r d e n diğer y e r e hangi tür yolları kullanarak ulaşacağı, polis
takibinin ve şüpheli kişilerin nasıl atlatılacağı gibi çok ayrıntı-

176
1. Bölüm: Devlet

lı konuları k a p s a y a n uzun, çok ciddi bir eğitimden geçiriliyor-


du. Bu eğitimi a l m a y a n hiç kimse örgütün yürüttüğü eylem ve
olaylara dâhil edilmiyor, hatta onlara İ s t a n b u l d a görev veril­
miyordu. B i z i m polisler de bu kişinin anlatımlarına d a y a n a r a k
resmen sokak çalışması y a p m a y a başladılar. Bir- iki ay sonra
bizimkiler de onların y a ş a m a biçimlerini öğrenerek artık mili­
tanlar gibi h a r e k e t etmeye başlamışlardı. Hatta bu çalışmalar
sırasında, davranışlarından militan o l d u ğ u n d a n şüphelendikle­
ri bir kişinin kimliğini araştırmak istediklerinde şahıs k a ç m a y a
başlamış, a m a k o v a l a m a c a sonunda yakalanmıştı. Bu kişi bir
süre kimliğini saklasa da sonunda T İ K K O m e r k e z komite üyesi
Ali G ü l m e z o l d u ğ u ortaya çıkmıştı. Arkadaşlar, sadece aldığı
tedbirler ve davranışlarından bir kişinin illegal örgüt mensu­
bu olabileceğini tahmin edebilmişlerdi. Bizim tim de artık Dev-
Sol ü pek çok y ö n ü y l e öğrenmişti. Onları nerelerde arayacağı­
mızı, nasıl bulacağımızı öğrenmiştik.

Dev-Sol militanları hakkında diğer örgüt militanlarından


d a h a dirençli, d a h a kahraman, daha devrimci gözüktükleri, ça­
tışmalarda teslim olmaktansa çatışarak ölmeyi tercih ettikleri
söyleniyordu. Dev-Sol, tüm devrimci örgütler açısından bir ca­
zibe merkezi o l m u ş t u . Birçok eski örgüt m e n s u b u , kendi örgü­
tü ile çelişkiye düşen herkes Dev-Sol'a geçiyordu. B u n d a biraz
da polisin k e n d i s i n e karşı silah kullanan kişilere yönelik sert
t u t u m u n u n da rolü vardı. Bu havanın kırılması, Dev-Sol mili­
tanlarının da diğer devrimciler gibi o l d u ğ u n u n gösterilmesi ge­
rekiyordu. B u konuda tüm T E M yöneticileri olarak mutabıktık.
Bu amacı gerçekleştirmek için aradığımız fırsat Balat semtinde
ortaya çıktı. Dev-Sol'a ait silahlı bir hücre evini tespit etmiştik.
Ev kuşatıldı, militanlar evde dokümanları y a k m a y a çalışırken
y a n g ı n çıkardılar, meğer evde çok miktarda patlayıcı m a d d e
varmış. Militanlar sıkışmıştı, çatışmaya başladılar. Çevrede
güvenlik tedbirlerini alıp teslim olmaları için iknaya uğraştık,
uzun süren ç a b a n ı n s o n u n d a bir militan kız olay yerine gelen

177
H a l ı ç ' t o Yaşayan Simonlar

savcıya teslim oldu. Evde yangın çıktığından merdivenlerden


inemeyin.ee, militan pencereden yardımla evden çıkartıldı. Bu
arada çatışmayı duyup gelen tüm kameralar bu sahneyi çek­
tiler. O gün a k ş a m t ü m televizyonlarda bu görüntüler vardı.
Teslim olan militanlardan, pencereden indirilen militan kız ör­
gütün S D B timinin k o m u t a n düzeyindeki yöneticisiydi. Benzeri
uygulamalar ile Dev-Sol militanlarının da sıradan kişiler oldu­
ğu, özel bir kişiliklerinin olmadığını göstermeye çalıştık.

Başta Dev-Sol olmak üzere, tüm silahlı devrimci örgütler güç­


leniyordu. Bunları durdurmak lazımdı ama nasıl ve hangi yön­
t e m l e 0 Eskiden örgüt militanlarını tanımıyorduk ama bir süre
sonra ben teknik sistemleri kuranca işler teresine dönmüştü.
Artık militanları biliyor, faaliyetlerini izliyor, neyi nasıl yapacak­
larını tahmin edebiliyor, neye ihtiyaçları olduğunu ve nereden
temin edeceklerini hesaplayabiliyorduk. Örgüt militanlarını ey­
lemlerden uzak tutmanın, durdurmanın birkaç yolu vardı: suç
delillerini bulup tutuklanmalarını sağlamak, cezaevine gönder­
mek, silahlı çatışmalarda ölü ele geçirmek ama bugüne kadar
hep denenmiş olan bu yöntemler çok da işe yaramıyordu. Tutuk­
lamak çare değildi, militanlar cezaevinde daha da radikalleşiyor,
tüm aile fertleriyle örgüte yanaşıyor ve hizmet ediyorlardı.

Öldürmek de bir çözüm değildi. Kendi menfaatini düşünme­


yen, idealist, dünyayı değiştirme gayesinde olan ama yanlış yola.
sapmış bir kişinin öldürülmesi hiç istemediğim, hiç kimsenin is­
temeyeceği bir durumdu. Ayrıca bu da fayda etmiyordu, her öl­
dürülen kişinin ardından diğer militanlar daha da radikalleşiyor,
intikam yemini ediyordu. Ölen militanların adlarını taşıyan yeni
silahlı birlikler kuruluyordu, ölen insanların aile fertleri ya da
arkadaşları, yakınları da bu ölümler üzerine rnilitanlaşıyordu.

Sonuç itibarıyla mevcut y ö n t e m l e r i m i z d e n , olayları bastır­


maktaki sert t u t u m u m u z d a n örgüt kârlı çıkıyordu. Militanlar
da boş durmuyorlar, silahlı eylemler yapıp kan d ö k m e k t e n çe-
kinmiyorlardı. Onların da bir şekilde durdurulması gerekiyor-

178
1. Bölüm: Devlet

du. Çare örgütü işlemez hale getirmekti, yani yeni yöntemler


bulmalıydık.
Dev-Sol ö r g ü t ü n ü bir anda çökertmek fiilen imkânsızdı a m a
onları rahat faaliyet gösteremez hale getirmek m ü m k ü n d ü . Ör­
gütün işleyişini bildiğinizde bu yapıya sızmak, onu belli oranda
d e n e t l e m e k ve onları çalışamaz hale getirmek göründüğü kadar
da zor değildir. Legal faaliyet gösteren örgütlerin çalışmasına
mani o l m a k kolay değildir ama t a m a m e n y e r altına inmiş, mut­
lak gizlilik uygulayan, katı hiyerarşik yapıları durdurmak için
sadece bilgiye ihtiyaç vardır. Bu bilgiyi de yeni k u r d u ğ u m u z
sistemler sayesinde edinebiliyorduk. Örgütün muhaberesine
girmiştik, üst düzey yöneticilerin yurtdışı ile olan haberleşme­
lerini deşifre ediyorduk, bu hayati bilgiler bize militanların t ü m
davranış ve eylemlerini önceden bilme imkânı veriyordu.

Artık birinci hedefimiz Dev-Sol militanlarım yakalamak,


hapse atmak veya öldürmek değildi. Hedefimiz örgütü çalışa­
maz hale getirmekti. Bir süre eylem y a p a m a y a n militanlar ör­
gütten s o ğ u y a c a k ve yavaş yavaş örgütü bırakacaklardı.
Dev-Sol'un plan ve programlarını öğrendiğimiz an çeşitli
müdahalelerle küçük ama engelleyici sorunlar çıkarıyorduk.
Her k o n u d a aşırı tedbirli olan örgütün, müdahalelerimizden
sonra kafasında beliren soru işaretlerinin, acabaların cevabı
için birkaç hafta beklemesi gerekiyordu. U z a y a n işler, zama­
nında y a p ı l a m a y a n eylemler, oluşturulan d ü z e n d e aksayan her
iş militanların motivasyonlarım azaltıyordu.
Silahlı birliklere yeni alınacak bir militan belli olup buluş­
ma verine gittiğinde, militanları şüphelendirecek şekilde ya­
pılan bir takip üzerine buluşmayı y a p a c a k militanlar bizi at-
latıncaya k a d a r boş boş gezinmeye başlıyorlardı ve bu birkaç
gün bu şekilde d e v a m ediyordu. Sonra takip edilmediğinden
emin oluncaya kadar (buna temizlenmek diyorlardı) bir süre
beklemeye başlıyorlardı. Takip edilmediklerinden emin olunca
yeniden bir b u l u ş m a ayarlayıp buluşma yerine gidiyorlardı. Bu

179
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

defa buluşma yerine yakın, yol üstünde şüpheli davranışları


nedeniyle üzerlerini arıyorduk. B u n u n üzerine yeniden buluş­
mayı gerçekleştirmeyip gezinmeye başlıyorlardı. Bu d ö n g ü 15-
20 gün, bazen aylar sürüyordu. Bir araya getirilmeye çalışılan
militanlar aylarca bir araya gelemeyince, motivasyonları düşü­
yor, b e k l e m e k t e n , belirsizlik ve hareketsizlikten yoruluyorlardı,
zaten fazla m a d d i imkânlara da sahip değillerdi.

E y l e m y a p m a y ı düşünen militanlardan birini ihbar ya da


şüphe üzerine d u r d u r u p kısa süreli alıkoyarak, örgüt m e n s u b u
o l d u ğ u n u bildiğimiz, ama daha fazla ayrıntılı bir bilgiye sahip
olmadığımız şüphesini yaratıyorduk. O ve onunla irtibatlı mili­
tanlar yeniden t e m i z l e n m e işlemine başlıyor, hatta uzun uğra­
şılar sonunda oluşturdukları hücre evlerini (her ne kadar bil-
rnesek dahi) polisin bilme ihtimaline karşı boşaltıyorlardı.
Bizim plan ve programımız dışımızda da polisin bazı rutin
faaliyetlerini kendilerine yönelik bir takip veya operasyon olarak
düşünen militanlar sürekli olarak takip edilme korkusu duyu­
yorlardı, hatta bazılarının görünmeyen biri tarafında takip edili­
y o r olma hissinden olsa gerek psikolojisi bile bozuluyordu. Örgüt
dokümanlarında okuduğumuza göre, örgütün en üst yöneticile­
rinden Faruk X, M u ş ovasında seyahat ettiği otobüsten inmiş,
yolda otostop çekerek başka bir araca binmiş, il merkezine gidip
başka bir otobüse binmiş. Fakat yolda indiği z a m a n ovada kar­
şılaştığı tarlasını traktörle süren çiftçinin de polis olduğundan
emin olduğunu yazacak kadar paranoya içine girmişti.

B u n u n y a n ı n d a eylem hazırlığında olan militanlara yönelik


küçük o p e r a s y o n l a r düzenliyor, bazılarını suç delilleriyle bir­
likte y a k a l ı y o r d u k . Operasyonun nerede başladığı, nerelere si­
rayet edeceğini bilemeyen militanlar y e m d e n dağılıyor, ilişkileri
donduruyor, olayı tam öğreninceye ve şüphelendikleri yerlerin
ve kişilerin takip edilmediğinden emin oluncaya kadar uzunca
bir süre e y l e m d e bulunamıyorlardı.

180
1. Bölüm: Devlet

Silah ya da m e r m i almak istediklerini öğrendiğimizde, onlar


büyük bir iştahla yeni silahları almayı beklerlerken biz silahları
alacakları kaçakçıları daha yeni yola çıktıları yerde yakalıyor­
duk. Bu d u r u m d a y e n i d e n arayışa girip yeni silah temin nok­
taları arayabilirlerdi.Fakat bizim a m a c ı m ı z basit hareketlerle
engelleyebildiğimiz ya da geciktirebildiğimiz kadar eylemleri en­
gelleyip geciktirmekti. Suni sorunlar, kontroller yaratarak on­
ları engelliyor, süreyi uzatıyor, tam silaha ulaşacakları an veya
silahlar d a h a depolarındayken adamlarına dağıtılmadan yaka­
lıyorduk. B ö y l e c e hem maddi kayba uğruyorlar h e m de aylarca
süren beklentileri sanki tesadüf bir olayla suya düşüyordu. Y e ­
niden silah alma pazarlığı y a p m a k vs. işler aylarca sürüyor, bu
da bu süre zarfından y i n e beklemeleri d e m e k oluyordu.

Dev-Sol sürekli her türlü silah, patlayıcı, vs. a l m a k istiyor­


du, özel bir lojistik kanalından silah alacaktı. Bu istihbari bilgi
bizim ıçm önemliydi, örgütün silah alma ağına girmemiz ge­
rekiyordu; ç ü n k ü bu silahlar örgütün t ü m silahlı birliklerine
dağıtılacaktı, bunlar üzerinde h e m militanlara ulaşabilir, h e m
eylemlere m a n i olabilirdik. İyi bir plan gerekiyordu. Burada bu
a m a ç d o ğ r u l t u s u n d a yapılanların hepsini ayrıntılarıyla anlat­
m a k m ü m k ü n değil, bu g ü n bu operasyonların anlatılması h e m
bazı kişilerin güvenliğini sıkıntıya sokabilir h e m de bazı y ö n t e m
ve sistemler halen daha kullanılabileceğinden deşifre o l m a m a s ı
açısından şimdilik sır kalmalıdır. Fakat şunu söyleyebilirim ki
gerçekleştirilen çok etkin operasyonlar sayesinde örgütün silah
alımları b ü y ü k oranda engellendi.

Sonuç olarak teşkilat olarak harikalar yaratıldı, örgütün si­


lah temin etmesine ve silahlı e y l e m y a p m a s ı n a m a n i olundu.
U z u n süre silah bulamayan, bir biri ile b u l u ş a m a y a n , sistemli
çalışamayan ve takip edilme korkusuyla sürekli saklanan mili­
tanlar d e m o r a l i z e oluyor, moral b o z u k l u ğ u ise örgütü için için
yiyordu.

181
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

Bu arada inanılmaz bir mucize gerçekleşti. Dev-Sol örgü­


tü içerisinde çatışmalar ortaya çıkmaya başladı. Örgütün lider
kadrolarından Bedri Y a ğ a n ve \'anındaki üst düzey militanlar,
örgüt lideri D u r s u n Karataş'm benimsediği y ö n t e m l e r i n örgüte
zarar verdiğini iddia ederek onu bir odaya hapsedip y ö n e t i m e el
koydular. Suriye-Lübnan kamplarındaki ve İstanbul'daki yöne­
tici kadrodaki militanları Avrupa'ya çağırıp toplantılar yapıyor­
lardı. S o n u n d a Dursun Karataş zorla tutulduğu yerden serbest
bırakılınca k a ç m ı ş , Türkiye'de D e v - S o l ü n legal yayınevi görü­
n ü m ü n d e k i dergi ve derneklerle irtibat kurarak ülkedeki mili­
tanlardan y a r d ı m istemişti. İrtibat kurduğu her yerde örgüt içe­
risinde darbe yapıldı, zorla y ö n e t i m e el konuldu diyerek herkesi
ayağa kaldırıyordu. D u r s u n Karataş genellikle gıyabında Dayı
kod adıyla anıldığından örgütte Dayıcılar ve Darbeciler olmak
üzere iki grup oluşmuştu. Örgüt içerisindeki ayrılık b ö l ü n m e y e
doğru gidiyordu.

Biz tam bu sırada D u r s u n Karataş'm serbest bırakılmasın­


dan kısa bir süre önce örgütteki bu b ö l ü n m e d e n haberdar ol­
duk, ö r g ü t ü n Bekaa kamplarındaki militanları ve Türkiye'deki
yeraltındaki silahlı t ü m militanları darbeci gruptan olmuş, bu
grubun lideri olan Bedri Yağan'ın yanında yer almışlardı. Legal
dergi ve dernekler ise Dayı grubunda kalmış, eski lider Dursun
Karataş'ı destekliyordu.

O z a m a n l a r İstanbul'daki tüm illegal alanlar ve faaliyetler


sorumlusu olan Abla kod adlı (Hatice Eranıl, sonradan kimliği
öğrenildi) militanı ve onunla irtibatlı kişileri izliyorduk. Örgüt
içerisinde sürekli bir hareketlilik vardı, ö r g ü t e ait tespit etti­
ğimiz üç tane hücre evi olmuştu ve bu evlerdeki militan sayısı
her gün artıyordu, a n l a m veremediğimiz bir hazırlık vardı, ciddi
eylemler olabilirdi. T a k i p ettiğimiz bazı kişilerin gizili çekilen
fotoğraflarından geçmişte birçok olayın faili o l m u ş önemli mi­
litanların bulunabileceği kanaatine vardık ve o p e r a s y o n yap­
maya karar verdik. Fakat o kadar takip edilen hedef vardı ki

182
1. Bolum: Devlet

hepsini aynı a n d a ve gündüz sokakta almalıydık, çünkü gece


evlere o p e r a s y o n düzenlenirse hepsi silahlarını kullanacağın­
dan çoğu ölü ele geçecekti. Bir kez silahlar patladı mı durdur­
m a k imkânsızdı.
Artık o p e r a s y o n yapacağımızı diğer birimlere anlatma zama­
nı gelmişti. T e r ö r l e M ü c a d e l e Şubesinin de operasyon, arama ve
sorgulamalar için hazırlık yapması gerekiyordu. Bu z a m a n a ka­
dar gelişmelerden bizim istihbarat şubesi A bürosunun dışında
fazla kimsenin bilgisi yoktu. Planlarımızı yaptık, tam operasyon
y a p a c a ğ ı m ı z sırada dışarıdan geldiği anlaşılan ve militanların
özel bir ö n e m verdiği bir kişi, Abla kod adlı örgütün Türkiye
sorumlusu, militanın kaldığı eve yerleştirilmişti. Bu olayı takip
eden büro amiri bu gelen kişinin çok önemli o l d u ğ u n u düşüne­
rek, o p e r a s y o n u n bir iki gün geciktirilmesini istiyordu. Ç ü n k ü
Abla'nın yaptığı bir telefon konuşması yakalanmış, çok kısa sü­
ren bu k o n u ş m a d a hiç isim g e ç m e m e s i n e r a ğ m e n Abla.hin bir
konuyu nasıl y a p a l ı m diye bu kişiye danışması üzerine (Türkiye
s o r u m l u s u n u n ancak genel yöneticiye fikir soracağı düşünce­
si ile) hiç tanımadığı, daha ö n c e sesini d u y m a d ı ğ ı bu kişinin
darbecilerin lideri Bedri Yağan olduğuna inanıyordu ve bundan
emin olmak, istiyordu. Bunun için de bu evi takip edip evden
çıktığında bu kişinin gizlice çekilen fotoğrafını tanıyanlara teş­
his ettirmeyi d ü ş ü n ü y o r d u , haklıydı da ama bir defa olay bizim
şubenin dışına çıktı mı d u r d u r m a k kolay o l m u y o r d u . Bu kadar
militanın bir arada bulunması, her an bir eylem olma ihtimali
operasyon isteğini artırıyordu.

O p e r a s y o n kararından tam iki gün g e ç m e s i n e r a ğ m e n biz


hâlâ o p e r a s y o n u erteliyorduk. Emniyet M ü d ü r ü m ü z Necdet
Menzir bizleri topladı ve bir an önce o p e r a s y o n u n yapılmasında
ısrar etti, gerekçelerimi anlatarak biraz süre istedim. B u n u n
üzerine bana şu fıkrayı anlattı: S a l a m o n un komşusuna borcu
varmış ve ertesi gün ö d e m e k z o r u n d a y m ı ş a m a ödeyecek du­
rumda o l m a d ı ğ ı n d a n gece bir türlü u y u y a m ı y o r m u ş . Kocasının

183
Haliç'te Yaşayan Simonlar

bu endişeli halini gören eşi k o m ş u s u n a Salamorı yarın borcunu


ö d e m e y e c e k diye bağırdıktan sonra kocasına d ö n ü p şimdi sen
rahat uyu bu defa da borcunu ödemeyeceksin diye o uykusuz
kalsın demiş. N e c d e t Bey de bu kadar ısrarım üzerine " T a m a m
sana bir gün daha müsaade, ben y a t m a y a gidiyorum, şimdi
sen ne y a p ne et beklediğin şeyi bir günde y a p , hadi şimdi sen
düşün bakalım," dedi.

Ertesi gün Bedri'nin olduğu evin önüne gizli gözetleme ara­


cını koyduk, içine de Bedri'yi tanıyan birini yerleştirdik, gündüz
tüm hedefleri takibe başladık, hata yapmamalıydık. Bir defa ya­
kalamaya başladık mı tüm hedefleri kısa sürede tek tek almalıy­
dık yoksa bütün örgüt alarma geçebilirdi. Bazen takip ettiğimiz
hedefleri kaybediyorduk, a m a genellikle uğradıkları yerleri ve
kullandıkları yolları bildiğimizden tekrar hemen bulabiliyorduk.
6 Mayıs sabahı başlayan takiplerde buluşmalara gelecek diğer
şahısları da yakalamayı d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z d e n en uygun zamanı
bulmalıydık; birinci buluşmaya karşı taraf gelmezse alternatif
buluşma için o militanı beklemeliydik. O gün şansımız yaver
gitti, saat 14'te tüm takip ekipleri ile yaptığımız telsiz temasında
bütün gruplar uygun durumdaydı. Bir satranç oyunu dikkatin­
de her hamleyi iyi ölçüp tartarak karar vermeye mecburduk.

Beni istihbarat birimine almak istediklerinde " E m i n misi­


niz? Ben istihbarat yeteneklerine sahip biri değilim, belki ope­
rasyon ve soruşturma derseniz kendime güvenebilirim ama
istihbarat konusunda kendimi hiç yetenekli bulmuyorum,"
demiştim, ç ü n k ü operasyon planı y a p m a k t a m bana göre bir
işti. İşte o g ü n de her hesaplamaları y a p ı p her alternatifi he­
saplamıştım. T ü m militanları yolda, sokakta uygun ortamlarda
tek tek a l m a y a başladık, bizim takip ekipleri yeri ve kişileri gös­
teriyor, o p e r a s y o n birimleri de yakalıyordu. Bir iki yakalama­
da m e y d a n a gelen boğuşmalar haricinde hiçbir şey olmamıştı.
Eğer bu kişileri y a k a l a m a k için gece evlere girerek operasyon
yapsaydık b ü y ü k bir kısmı ölü ele geçebilirdi. O gün hepsi pro-

184
1. Bölüm: Devlet

fesyonel 22 tane S D B militanı yakaladık, bu kadar çok sayıda


silahlı Dev-Sol militanı a n c a k L ü b n a n Bekaa k a m p ı n d a bir ara­
ya gelebilirdi.
A m a asıl Bedri o l d u ğ u n u tahmin ettiğimiz kişi hiç sokağa
çıkmıyordu, a k ş a m a kadar bekledik a m a görme imkânı olmadı,
evde kaç kişinin o l d u ğ u n u da bilmiyorduk. G ü n d ü z operasyon
başlamıştı, a m a bu eve mutlaka gece girmek mecburiyetindey­
dik. Gece geç saatte bu eve operasyon ekipleri baskın yaptı,
kısa süre sonra çatışma çıktı. 6 kişi ölü ele geçirilmişti, ölüler­
den biri Bedri Y a ğ a n , diğeri ise İstanbul ve t ü m illegal faaliyetle­
rin S D B k o m u t a n ı k o n u m u n d a k i Abla kod adlı Hatice Eranıl'dı.
Ev sahibi karı koca, örgütün legal alanda kullandığı, adlarına
ev ve işyeri aldığı bir aile g ö r ü n ü m ü m d e k i örgüt mensupları
idi. Bu karı k o c a y a ait bir markette a r a m a y a p a r k e n nasıl bir
tehlike atlattığımızı anladık.

Bu market Bekaa k a m p ı n d a n getirilmiş silahlarla doluydu;


kalaşnikoflar, diğer makineli tüfekler, roket atar R P G l e r , roket
mermileri ve d a h a pek çok silah vardı. Hatırladığım kadarıyla
40'a yakın roket mermisi ve 7 adet roket atar silah bulunuyordu.
Daha sonra diğer evlerde ve tespit ettiğimiz adreslerde arama­
lar yaptık. O k a d a r çok silah, patlayıcı m a l z e m e ve m ü h i m m a t
bulduk ki gözlerimiz bu kadar cephanenin varlığına inanamadı.
İşte o z a m a n anladık ki, Bedri Yağan örgütün t ü m silahlı birim­
lerini kendine bağlayınca İ s t a n b u l d a eylem y a p a m a y a n örgü­
tün, lider D u r s u n Kartaş'ın yöntemleri sayesinde geri gittiğini ve
kendisinin başa geçerek örgütü şaha kaldıracağını d ü ş ü n m ü ş
ve bu y ö n d e t ü m silahlarını (hatta şehir ortamında kullanılma­
sı m ü m k ü n o l m a y a c a k roket atarlarını) ve k a m p l a r d a bulunan
t ü m militanlarını toplayarak nasıl e y l e m yapılırı göstermek için
İstanbul'a gelmişti. Eğer operasyon y a p ı l m a m ı ş olsaydı, kısa
süre içerisinde eylemlere başlayarak İstanbul'u c e h e n n e m e çe­
vireceklerdi. Bu olay Bedri Yağan grubunu daha henüz doğma­
dan bitirmişti, a m a Dursun Karataş da boş d u r m u y o r d u .

185
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Cem Ersever Olayı


C e m Ersever'in öldürülmesi Güneydoğu'daki olayları veya
Türkiye'deki iç güvenlik anlayışını (veya J İ T E M anlayışını) birçok
açıdan ibret alınacak şekilde gözler önüne seren bir olaydı. Yal­
nızca bu olayın irdelenmesi ve tam manasıyla aydınlatılması ve
faillerinin yargılanması bile Türkiye de Susurluk ve Ergenekon
anlayışının teşhiri ve ne olduğunun anlaşılması açısında yeter­
lidir. A m a maalesef her şeyi ile açık ve net olmasına rağmen bu
olay hâlâ istenilen seviyede soruşturulup, failleri yargılanama­
dı. C e m Ersever'in öldürülmesi ile ilgili olarak Meclis Susurluk
Araştırma K o m i s y o n u n d a ve daha sonra adliyede geniş olarak
ifade verdim a m a bu ifadeler hep resmi kalıplar içerisinde kaldı­
ğı için belki şimdi olayı bir hikâye ya da bir film senaryosu içeri­
sinde a n l a t m a k ve daha iyi anlaşılır hale getirmek gerekiyor.

C e m Ersever'i ne z a m a n tanıdım? Eruh ve Şemdinli ilçele­


rinin 15-16 A ğ u s t o s 1984'te P K K gerillaları tarafından basılma­
sından sonra G ü n e y d o ğ u illerini terörle m ü c a d e l e ve istihbarat
açısından d e s t e k l e m e k amacıyla yapılan çalışmalarda, ben de
çalıştığım M e r s i n Terörle M ü c a d e l e Şubesinde mimlenip önce
İstihbarat Daire Başkanlığının açtığı Yeraltı Yıkıcı Faaliyetler­
le M ü c a d e l e (YYFM) k u r s u n a alındım. D a h a sonra, 1984 yılı­
nın son günlerinde de bir grup arkadaşımla birlikte tayinim
Diyarbakır'a çıktı ve h e m e n gidip göreve başladım. Yeni atanan
grubun amiri b e n d i m , ekip halinde hızlı bir şekilde G ü n e y d o ­
ğudaki olayları ö ğ r e n m e y e çalışıyorduk. Diyarbakır İstihbarat
Şube M ü d ü r Vekiliydim ama Diyarbakır'dan çok tüm Güney­
doğu bölgesinde görev almak gereğini d u y u y o r d u m veya Genel
Müdürlük de bana biraz böyle bir görev biçiyordu. Tabii sıkıyö­
netim k o m u t a n l ı ğ ı n ı n Diyarbakır'da olması, bölgesel düzeyde
bir görev olması ve bizim sıkıyönetim karargahında bulunma­
mız da böyle bir imkânı bize veriyordu.

G ö r e v e b a ş l a m a m d a n birkaç gün sonra, S A S O N operasyo­


nu o l m u ş ve Ali O z a n s o y isimli ö r g ü t ü n ö n e m l i k a d r o l a r ı n d a n

186
1. Bölüm Devlet

Sason bölge k o m i t e s i sorumlusu, geniş bilgi birikimine sahip


entelektüel bir örgüt yöneticisi y a k a l a n m ı ş t ı . Ali O z a n s o y ' u n
ilk s o r g u l a n m a s ı sırasında P K K ' n ı n k u r u l u ş u n d a n o g ü n e ka-
darki (yani 1985 yılı itibariyle) geçmişini, varlığını, yurtdışı
ve yurtiçi faaliyet ve hedefleri, bu y e n i çıkışının a m a c ı n ı n ne
o l d u ğ u n u , ne y a p m a k istediğini bir b ü t ü n l ü k içerisinde kap­
samlı olarak a n l a t a n ifadesini bir v i d e o b a n d a kaydetmiştik.
Sonra bu k a y d ı sistematik yazılı bir m e t i n haline getirip, böl­
gedeki görevlilere dağıtarak herkesin P K K h a k k ı n d a bilgi sa­
hibi olmasını sağlamıştık. Bu farklı bilgi a l m a y ö n t e m i , P K K ' y ı
çözen ve h e r k e s e P K K ' y ı gösteren faaliyetimiz bize ö n e m l i bir
güç ve bilgi k a z a n d ı r m ı ş , aynı z a m a n d a S ı k ı y ö n e t i m K o m u ­
tanlığı ve E m n i y e t G e n e l M ü d ü r l ü ğ ü d ü z e y i n d e farklı bir bakış
açısı edindirmişti.

O güne k a d a r bazı terör faaliyetleri gerçekleştirilmiş, Eruh


ve Şemdinli ilçelerinin basılmış olmasına karşın güvenlik kuv­
vetleri karşılarındaki grubun, P K K ' n ı n a m a c ı n ı n ne olduğunu,
ne y a p m a k istediğini bilmiyordu. Hatta birçoğu Eruh ve Şem­
dinli baskınlarını Suriye'den gelen insanların yaptığını zanne­
diyordu. Eruh Şemdinli baskınından sonra bölgeye gönderilen
Güvenlik Kuvvetlerinin aldığı ilk ifadelerde çok ilginç noktalar
vardı. İnanılmaz ve tuhaf bir biçimde ifade alınmıştı; olay bir
türlü k a v r a n a m a m ı ş , olayın ne olduğu hakkında bir fikir sahibi
olunamamıştı. Bu yüzden tüm yönleriyle almış o l d u ğ u m u z Ali
Ozansoy'un ifadesi, P K K ' n ı n ne olduğunu, ne y a p m a k istediğini,
gelecekte P K K ' n ı n neler yapacağını, hedeflerinin ne o l d u ğ u n u
ortaya koyan çok önemli bir belgeye d ö n ü ş m ü ş t ü . P K K ' n ı n yeni
süreçteki çıkışı, o güne kadar daha derli toplu anlatılmamıştı.

İlk yıllarda Diyarbakır'da fazla bir P K K varlığı y o k t u , daha


doğrusu Alaattin Z u h u r l u ve bölge halkından birkaç arkadaşın­
dan oluşan bir gerilla grubu vardı ama onlar da pek fazla etkin
değillerdi. Eylemsel olarak da fazla bir şey y a p m a m ı ş l a r d ı , daha
çok keşif, belki bölgeyi tanıma gibi faaliyetlerde bulunuyorlardı.

187
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Bizim Genel M ü d ü r l ü k adına P K K faaliyetlerinin daha y o ğ u n


olduğu birçok yere (Siirt, Hakkari ve Şırnak bölgelerine) gidip
oralarda i n c e l e m e y a p m a imkânlarımız vardı. G ü n e y d o ğ u ille­
rini gezip t a n ı m a y a ve oradaki meslektaşlarımızla veya askeri
yetkililerle ya da sıkıyönetim görevlileriyle görüşerek P K K hak­
kında bilgi t o p l a m a y a yönelik bu tür inceleme çalışmalarının
birinde Siirt'e gittik. O z a m a n l a r Siirt'te E m n i y e t Terörle Mü­
cadele Şube M ü d ü r ü m ü z Cafer Şahin'di. Bu konulara yatkın
ve yetenekli biriydi. Zaten daha önce A n k a r a Asayiş Cinayet
Masasında çalışmış, siyasi örgütleri sorgulamış olduğundan bu
k o n u d a o l d u k ç a d o n a n ı m l ı biriydi. Cafer Şahin'in örgüt men­
supları, onların faaliyetleri, kod isimleri vs. h a k k ı n d a tuttuğu
küçük not defterinin bir fotokopisini almıştım. Bu defter bi­
z i m çok işimize yaramıştı. İşte o arada birileriyle konuşurken,
Siirt J a n d a r m a s ı n d a sorgu operasyonları işlerine bakan C e m
E r s e v e r l e karşılaştım. O z a m a n l a r ü s t e ğ m e n veya yüzbaşıydı.
Karşılaştığımızda, nereye gitse hep bizden bahsedildiğini söy­
ledi. Genel M ü d ü r l ü k adına yapılacak bazı görevler dolayısıyla
defalarca Şırnak'a, Hakkari'nin en ücra ilçesi Beytüşşebap'a
gidiyor, b u r a d a k i meslektaşlarımızla ve halkla görüşerek böl­
geyi ve insanları tanımaya, olayların iç y ü z ü n ü a n l a m a y a ça­
lışıyorduk. Biraz da belki Diyarbakır bölgesinde örgütün pek
etkin o l m a m a s ı n d a n dolayı oradan gelmenin rahatlığıyla etraf­
ta ç e k i n m e d e n dolaşıyorduk. Birçok insan oralara gelip gittiği­
mizi ve adımızı biliyordu a m a bizi polis değil de daha çok Milli
İstihbarat Teşkilatının elemanı zannediyorlardı. Ç ü n k ü polisin
oralarda d o l a ş m a s ı pek alışılmış bir şey değildi. Siirt İl Jandar­
ma Alay K o m u t a n l ı ğ ı bölgesinde çalışan C e m yüzbaşı da tüm
bölgeyi dolaşan, bölgede olup biten her şeyi kontrol eden gözü
kara biriydi. İşte bölgede dolaşırken Siirt'teki bütün köylerde,
mezralarda b i z i m adımızı d u y d u ğ u n u söyledi. Bir süre C e m l e
sohbet ettik. Kısa süre içerisinde o n u n işine sarılan, bütün
mesaisini ve z a m a n ı n ı her şeyiyle canı g ö n ü l d e n işine adayan,

188
1. Bölüm: Devlet

sürekli işi takip eden, olayları çok ö n e m s e y e n ve bu davaya


inanmış biri olduğu kanaatine v a r d ı m .
O da belki bende belli şeyleri gözlemlemişti. İlk karşılama­
mızla birlikte a r a m ı z d a aynı inanç ve düşünceyi paylaşan in­
sanların yakınlığı ve samimiyeti oluşmuştu. Görevle ilgili her
konuda rahat konuşabileceğim, derdimi rahat anlatabileceğim,
farklı k o n u l a r d a tartışıp fikir birliği kurabileceğim biri gibi gö­
rünüyordu. Ç ü n k ü biz bütün varlığımızla, bütün mesaimizle
üzerinde o l d u ğ u m u z işe o d a k l a n m a m ı z gerektiğine inananlar­
dandık. O da bu anlayıştaydı.

D a h a sonraki d ö n e m l e r d e çok sık görüşemedik. Çok nadi­


ren birkaç defa karşı karşıya gelmiştik. A m a kendimizi birbiri­
mize çok y a k ı n hissediyor, her karşılaşmamızda kimseyle pay­
laşmadığımız sırlarımızı birbirimizle paylaşabiliyorduk. A r a d a n
epey bir z a m a n geçti. Bu arada Şırnak'ta bir iki defa karşılaştık
z a n n e d i y o r u m . O karşılaşmalarımızda çok daha kızgındı. Özel­
likle askeri birimlerin şuurlu, makul ve mantıklı şekilde ha­
reket e d e m e d i k l e r i n d e n bahsediyordu. Hatta ilginç d e n e m e l e r
yapıyordu, d a h a sonra uyguladığı bu y ö n t e m l e r i n bazılarından
yazdığı kitaplarda da bahsetti.

O z a m a n l a r Şırnak Uludere arasında gelip geçen herkes as­


kerler tarafından sürekli kontrol ediliyordu. D u r d u r u p araçları
arıyorlar, y o l c u l a r ı n nereden gelip nereye gittikleri ve isimleri
defterlere k a y ı t ediyorlardı. Ve tabii herkesten kimlik soruyor­
lardı. C e m kendisi için, P K K ' n ı n o z a m a n k i en ö n e m l i yönetici­
lerinden D u r a n Kalkan veya herkes tarafında Selim H o c a diye
bilinen Selahattin Çelik gibi birkaç insan adına sahte kimlikler
hazırlamıştı. Bir gün C e m otomobile sivil olarak binmiş, o t o m o ­
bil kontrol için durdurulduğunda askerlere kendi kimliği yeri­
ne bir seferinde D u r a n K a l k a n ' m , başka bir sefer de Selahatin
Çelik'in kimliğini göstermiş, kayıtlara da bu isimler geçmişti.
D a h a sonra tugay yetkililerine gidip, Şırnak'taki kontrol nok­
talarından Selahattin Çelik ve D u r a n K a l k a n ' m geçtiğini söyle-

189
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

misti. B u n u n üzerine askerler Şırnak'ın giriş ve çıkışında gelip


geçen herkesin kimliklerinin yazıldığı defterleri getirip baktık­
larında gerçekten Selahattin Çelik ve D u r a n Kalkan'ın adları
yazılıydı. C e m ' i n göstermek istediği d u r u m da buydu. Kontrol
noktalarında bölgelere girip çıkanların adı yazılıyor, kimlikleri
kaydediliyordu fakat örgüt mensupları, yöneticileri hakkında
hiç kimse bilgi sahibi o l m a d ı ğ ı n d a n örgütün yönetici kadrola­
rından ya da aranan bir kişi bile bu kontrol noktalarından çok
rahatça geçebiliyordu. İsimler hakkında bilgi sahibi olmadan
yapılan bu kontrol ya da kayıt tutmaların hiçbir işlevi olmuyor­
du. İşte C e m bu türden d e n e m e l e r yapmıştı, kendisi bana bun­
ları anlatmıştı, hatta daha sonra kitabında da benzeri şeyleri
o k u m u ş t u m . Kabına sığmayan sürekli koşturan biriydi.

Bu bölgedeki terör olayları nedeniyle hepimiz örgütün yeri


ve faaliyetleri hakkında istihbarat almaya çalışıyorduk. Bazı
insanlar da bu d u r u m d a n istifade etme gayretindeydi. C e m
yüzbaşı (bir m ü d d e t sonra binbaşı olmuştu s a n ı y o r u m ) bun­
lardan bir kısmını deşifre etmişti. Bu insanlar önce Jandar­
ma, Emniyet veya diğer istihbarat birimlerine gidip şu kişiler
P K K ' y a y a r d ı m ediyor, şu gün P K K mensupları onların y a n m a
geldi, şu olayda kılavuzluk yaptılar, şu kişi şu olayda P K K men­
suplarına ö n c ü l ü k yaptı gibi ihbarlarda bulunuyorlardı. Sonra
ihbar edip yakalattığı kişilerin evlerini ziyaret ediyor, polis ve
askerlere rüşvet vererek onları kurtarabileceklerini söyleyip ai­
lelerinden p a r a alıyorlardı. A r d ı n d a n J a n d a r m a y a ya da Polise
gidip, bu kişilerin devlete çalışarak P K K h a k k ı n d a tekrar bilgi
aktaracaklarını söyleyerek onların salıverilmesini sağlıyorlardı.
M a s u m insanları örgütle irtibatlı oldukları iddiasıyla yakalatıp
d a h a sonra onları k u r t a r m a vaadiyle yakınlarından para alan
bu kişiler bu işi meslek haline getirmişlerdi. Bu y ö n t e m maale­
sef bu bölgede çok yaygındı. Kimileri de önce j a n d a r m a y a gelip
bir m ü d d e t bilgi vererek J a n d a r m a y ı oyalıyor, s o n u n d a verdiği
bilgilerin yanlış olduğu ortaya çıkıyordu. Bu defa E m n i y e t e gi-

190
1. Bölüm: D e v l e t

diyor, bir süre aynı şekilde emniyet mensuplarına bilgi veriyor,


Emniyet bu kişilerin sahtekâr olduklarını fark edince bu kez
Milli İstihbarat Teşkilatına yöneliyorlardı. Orada da bu insan­
ların üçkâğıtçı oldukları anlaşılmcaya kadar epeyce bir z a m a n
geçiyordu. İşte C e m binbaşı bunlardan bazılarını ilçe merkez­
lerine götürüp, "Sizi ihbar eden, hakkınızda iftira atan ve bize
ihbar m e k t u b u yazan üçkağıtçılar, sahtekarlar bunlar," diyip
onları kahvelerin orta yerinde teşhir etmişti.
Yine " B e n ihbar e t m e m e r a ğ m e n kimse gitmiyor, Cudi Dağı
X bölgesinde P K K I ı l a r var," diyen bir köylüyü, söylediğinin ya­
lan o l d u ğ u n u bilmesine rağmen gece önüne katıp Cudi dağına
operasyona tek başına gidecek kadar gözü kara idi. İşte C e m
böyle biriydi. Bir m ü d d e t sonra J İ T E M ' i n kurulmasıyla birlik­
te, Cem'in ve bazı subayların J İ T E M ' i n kurucuları arasında ol­
duklarını d u y d u m . Cem'in kendisi de bu faaliyetlerin içerisinde
olduğunu söylemişti. O ilk başta Silopi bölgesindeydi, yanında
Arif D o ğ a n vardı. M u h t e m e l e n o z a m a n Arif D o ğ a n daha üst
rütbedeydi. C e m ve yanındaki birkaç ü s t e ğ m e n ve yüzbaşı be­
raber çalışıyorlardı. Kendilerine bir helikopter verilmişti. Kuzey
Irak'taki y ö n e t i m l e r l e görüşerek P K K h a k k ı n d a bilgi toplama fa­
aliyetlerini organize etmeye çalışıyorlardı. Bir defasında Kuzey
Irak'ta irtibat subayı gibi görev yaptıklarını da d u y m u ş t u m . Bir
süre sonra C e m binbaşının elemanlarının Silopi, Cizre ve Şır-
nak bölgesinde bulunduklarını ve faaliyet gösterdiğini d u y d u m .
Kimi z a m a n karşılaşıp konuşuyorduk.

Bir m ü d d e t sonra C e m binbaşı Olağanüstü Hal Asayiş K o ­


lordu K o m u t a n l ı ğ ı n ı n J İ T E M Grup K o m u t a n ı olarak atandı ve
bir yıla y a k ı n burada görev yaptı. O süre içinde bir veya iki defa
kendisini ziyarete gitmiştim. Yanında askeri personel olarak,
daha sonra adı J İ T E M faaliyetlerinde adı geçen bazı subayları
farklı kod isimleriyle tanımıştım, ayrıca askerlik görevini y a p a n
itirafçılar da bulunuyordu. Bunların bir kısmı daha sonra uz­
m a n olarak v e y a farklı görevlerle resmi kadrolar alarak Cem'in

191
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

yanında çalışmaya devam etmişlerdi ama daha çok istihbarat


toplama faaliyetlerinde bulunuyorlardı. O da bir veya iki kez
benim ziyaretime gelmişti, tabii bu karşılıklı görüşmelerimizde
birbirimize itimat ettiğimizden her şeyi çok rahat konuşulabilir
yorduk. Cem bir gün b a n a illegal örgüt mensuplarının bazıla­
rını gizli yakaladıklarını, sorguladıklarını söyleyerek onlardan
aldığı silah ve malzemeleri gösterdi. Sorgulanan bu insanların
akıbetlerinin ne olduğu konusuna açıklık getirilemiyordu, fakat
dolaylı olarak sonucun ne olduğu tahmin edilebiliyordu.

Cem PKK ile mücadele etmek için kanun dışı her türlü yön­
temin kullanılması gerektiğini, normal yol ve yöntemlerle bu
işin başarılamayacağım ima etmeye, anlatmaya çalışıyordu.
PKK ile ancak böyle mücadele edilebileceğini çünkü bu kişilerin
mahkemelerde ceza almadığını, korktukları için kimsenin onla­
rın aleyhine şahitlik yapmadığını ve davacı olamadığını, olaylar
gece gerçekleştiği için kimsenin bir şey görmediğini, hatta onla­
ra destek veren kişilerin suçlarının hukuki olarak ispatlanma­
sının ve cezalandırılmasının çok zor olduğunu ve b u n u n sonu­
cunda suç işlemeye devam ettiklerini, b u n u n için bu kişilerin
infaz edilmesi yöntemlerinin kullanılması gerektiğini, bu örgüt
mensuplarının ancak bu tür yöntemlerle durdurulabileceğini
çok hararetle savunuyordu. B u n u n üzerine ben anlattığı yön­
temlerin doğru yollar olmadığını söyledim. Ç ü n k ü bu bölgedeki
PKK varlığının artmasında birçok kişinin olumsuz faaliyetinin
payı olduğunu, b u n u n içerisinde bu bölgede çalışıp rüşvet yi­
yen, hatta koruculuk faaliyetlerinde bile silah dağıtılırken para
alan kamu görevlileri olduğunu, PKK'nın bu açıkları kullanarak
taraftar b u l d u ğ u n u belirterek terör olaylannın artmasında et­
kili olan b u n a benzer yüzlerce b a ş k a olayı anlattım.

"Burada suçlu kim? PKK'ya ekmek veren, onlara yardım


eden köylü m ü , yoksa b u r a d a rüşvet mekanizmasını çalıştır­
mak suretiyle yanlış uygulamalar yaparak toprak ağalarına ya
da nüfuzlu insanlara karşı köylüleri yalnız bırakıp PKK'nın ku-

192
1. Bölüm: Devlet

cağına atanlar mı?" diye sordum. C e m "Evet sen haklısın," dedi


a m a sonra elini b o y n u n a götürerek "Ben b u r a m a k a d a r bu işe
battım, bana anlatma. Bu işte var mısın, y o k m u s u n ? " dedi.
Ben " y o k u m " demekle k a l m a d ı m , yine ısrarla bu y ö n t e m l e r i n
olayları daha da azdıracağını, bizim legal y ö n t e m l e r dışına çık­
m a m a m ı z gerektiğini kendisine epeyce anlattım a m a o kanun­
suz y ö n t e m l e r e kesin inanıyordu.
Bir m ü d d e t sonra iki itirafçı ve bir arkadaşıyla (bunlardan
bir tanesi s a n ı y o r u m A . A . idi, önce itirafçı olup devlete sığındı,
devlet içindeki yanlışları da gördükten sonra yurtdışına çıktı,
orada h e m P K K h e m de bu olaylarla ilgili tarafsız ve kapsamlı
bilgi ve gözlemlerini çeşitli gazetelere anlattı) y a n ı m ı z a geldi; dört
kişilerdi. O z a m a n k i H E P adlı partinin binasında açlık grevleri
yapılıyordu ve polis açlık grevlerinin olduğu y e r d e bekliyordu.
Binanın yakınlarına patlayıcı m a d d e koymayı düşündüklerini,
herhangi bir polisin veya bir devlet görevlisinin zarar görme­
sini istemediklerinden oradaki polisin çekilmesini, bu k o n u d a
yardımcı o l m a m ı istediler. O gün uzun u z u n konuştuk, böyle
bir şeyin o l a m a y a c a ğ ı n ı , bu y o l u n doğru olmadığını kendisine
dilimin d ö n d ü ğ ü n c e anlattım. C e m hararetle bu tür şeylere ta­
raftardı. A s l ı n d a o z a m a n l a r yeni gerçekleştirilmiş bazı infazlar
vardı a m a onların yaptığını pek tahmin e t m i y o r d u m . P K K ' n ı n
legal yayını g ö r ü n ü m ü n d e k i bir dergi yayınlanıyordu. Dergi­
nin b u l u n d u ğ u binaya gidilerek dergi tahrip edilmiş ve buraya
patlayıcı m a d d e k o n m u ş t u . Bu arada o z a m a n k i B a r o Başkanı
ve P K K ' y ı desteklediği söylenen bir kişinin, polis lojmanlarının
h e m e n y a k ı n ı n d a Ofis semtindeki arabasının altına patlayıcı
k o n m u ş t u . Telsizlerle anonslar edildi. Şüpheli bir aracın pla­
kası verilmişti. Bir iki dakika g e ç m e d e n telsizi dinlediğimde
polis ekipleri plakası verilen aracı durdurmuş, aracın içerisin­
de J a n d a r m a A s a y i ş Komutanlığı J İ T E M ' d e çalışan itirafçılarla
bazı asker ve subayların olduğu bilgisi verilmişti. M e r k e z aracı
ve içindekilerin bırakılması talimatını verdi. Bu olayla birlikte

193
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

artık z i h n i m d e olayları tek tek birleştirmeye, bu türden olayla­


rı gerçekleştirenlerin J Î T E M ' e m e n s u p görevliler olduğunu dü­
şünmeye başladım.
Yine bir süre sonra H E P Diyarbakır il başkanı Vedat Aydın
Diyarbakır Şehitlik semtindeki evinden polis g ö r ü m ü n d e k i ki­
şiler tarafından E m n i y e t e götürüleceği söylenerek kaçırılmıştı.
O zamanlar C e m ' i n yanındaki bazı kişilere u y a n bir eşkâl tarif
ediliyordu. Bu eşkâllere göre faillerin Cem'in y a n ı n d a çalışan
insanlardan bazıları olabileceği kanaati bende de uyanmıştı
ama tam o l a r a k netleşmemişti. Olaylarla ilgili tahkikat yapılı­
y o r d u ve araştırmada Ankara'dan görevli olarak gelen insanlar
da b u l u n u y o r d u . Diyarbakır'daki soruşturmanın başına o ta­
rihte Emniyet M ü d ü r Yardımcısı olan Hüseyin K o c a d a ğ veril­
mişti. Bir gün polis evine gittiğimde bir kenarda çalışma yapı­
yor, kendi aralarında konuşuyorlardı. Ben de yanlarına gittim
ve Hüseyin K o c a d a ğ ortaya konan en ciddi buldukları şüpheyi
anlattı:

Vedat A y d ı n ' m cesedi, Elazığ M a d e n ilçesi yakınlarında yani


Diyarbakır'dan Ergani M a d e n istikametine giderken M a d e n il­
çesi sınırları içerisinde bulundu. Cesedin b u l u n d u ğ u yerle ka­
çırıldığı Diyarbakır arasındaki her yere sorup soruşturulurken
yol üzerindeki trafik ekiplerine de sormuşlardı. O gün Ergani'de
bulunan bölge trafik ekibi, Ergani M a d e n arasında h e m e n Er­
gani çıkışında Ç i m e n t o fabrikasının az ilerisinde yolda trafik
kontrolü yapıyormuş. Bu trafik kontrolü esnasında Ergani
merkezden, B ö l g e Trafik İstasyonuna bir a n o n s gelmiş, Erga­
ni Dicle istikametinde (yani ters istikamette) bir trafik kazası
olduğu, oraya bakmaları söylenmiş. Ekip yoldaki kontrolü bı­
rakıp Ergani'ye gitmiş, Ergani'den Dicle istikametine d ö n m ü ş .
Belirtilen yere vardıklarında herhangi bir k a z a n ı n olmadığı­
nı görmüşler ve tekrar kendi görev yerlerine dönmüşler. İşte
ekibin verdiği bu ifade dikkat çekmişti. O l m a y a n bir kazanın
kontrol edilmesi bahanesiyle ekip yoldan çekilmişti. Bunun

194
1. Bölüm: D e v l e t

üzerine H ü s e y i n K o c a d a ğ ve araştırmayı y a p a n diğer görevli­


ler bu a n o n s u geçen Ergani polis m e r k e z i n e neden böyle bir
a n o n s yaptıklarını sorduğunda ihbarın İlçe J a n d a r m a K o m u ­
tanlığından geldiğini söylemişler. İlçe J a n d a r m a Komutanlığına
sorulduğunda, bu bilginin J a n d a r m a Bölge K o m u t a n l ı ğ ı n d a n
geldiğini anlatmışlar. J a n d a r m a Bölge Komutanlığına soruldu­
ğunda ise bilginin J a n d a r m a Asayiş Kolordu K o m u t a n ı Harekât
M e r k e z i n d e n geçildiğini söylemişlerdi. İşte o safhadan sonra­
sı sorulmamıştı veya bana anlatılmadı. A m a ben anlayacağımı
anlamıştım. B a n a göre Vedat Aydın'ı kaçıranlar, onu Elazığ Ma­
den ilçesine götürürken yolda trafik ekipleri tarafından kontrol
edilme ihtimaline karşı Asayiş Kolordu Komutanlığı ara kade­
meler ü z e r i n d e n bilgi aktararak polis ekibinin oradan çekilmesi
sağlanmıştı. Böylece olayın artık kimin tarafından gerçekleşti­
rildiği net olarak anlaşılıyordu.

Vedat Aydın, kaçırılmasından kısa bir süre sonra


Diyarbakır'dan 70-80 km uzaktaki M a d e n ilçesi yakınlarında
Diyarbakır-Elazığ karayolu üzerinde M a d e n çayının kenarında
kalaşnikof makineli tüfekle taranarak öldürülmüş olarak bu­
lundu. C e s e d i n bulunmasıyla birlikte de fırtına koptu.
Vedat A y d ı n ' m cenaze töreni, Diyarbakır'da çok ciddi olay­
lara sahne o l m u ş t u . İlk defa Diyarbakır'da geniş bir toplumsal
tabana yayılan ciddi m a n a d a bir olay gerçekleşmişti. H E P için
Türkiye'nin her yerinden binlerce insan Diyarbakır'a gelip ce­
naze törenine katılmış, bu olay büyük bir yürüyüşe ve ciddi
tepkilere n e d e n olmuştu. Bütün devlet kurumlarına (TRT'ye,
polise vb.) saldırılmıştı. Cenaze, defnedileceği yere götürülür­
ken surlarla M a r d i n Kapı Karakolu arasındaki dar yoldan ge­
çen cenaze k o n v o y u n d a k i bazı kişiler (özellikle kontrolden çı­
kan gençler ve çocuklar) Polis Karakolunu taşlamış ve karakola
saldırmıştı. Karakoldaki görevlilerin kendilerini k o r u m a k için
silah kullanması sonucunda (göstericilerin de silah atması id­
diaları vardı) üç kişi ölmüş, 5-6 kişi yaralanmıştı. C e n a z e n i n

195
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

defnedilmesinin ardından ise aynı yerden tekrar g e ç m e k iste­


y e n kalabalık karakola daha y o ğ u n bir şekilde saldırdığında,
görevlilerin tekrar ateş açması s o n u c u n d a (bir kısmı düşerek,
bir kısmı u ç u r u m l a r a yuvarlanarak) on dokuza y a k ı n kişi ha­
yatını kaybetmişti. Yüzlerce de yaralı vardı. Böyle ağır bir olay
daha önce hiç yaşanmıştı. Aslında bana göre o cenaze töreni,
tören sırasında o bölgede olup biten her şey ayrı bir skandaldi,
çünkü c e n a z e n i n önce köye götürüleceği k ö y d e defnedileceği
belirtilmişti a m a sonra şehir merkezine defnedilerek inanılmaz
olaylara sebebiyet verilmişti. Bu cenaze töreninde HEPTilerin
ve valiliğin yaptığı yanlışlar başka bir kitaba k o n u olacak kadar
çok ve ibretlik olaylardan oluşmaktadır. Sonuç olarak t ü m ta­
rafların hesapsız ve sorumsuz davranışları 23 kişinin ö l ü m ü n e
sebebiyet vermişti. İşte C e m aslında bu olayın baş planlayıcısı
ve failiydi.

Bir defasında bir olayla ilgili olarak Bölge Valiliğine gitmiş­


tim. G ö r ü ş m e esnasında Bölge Valisi beni o z a m a n k i Asayiş
Kolordu K u r m a y Başkanının y a n m a göndermişti. O n u n l a gö­
r ü ş m e k üzere y a n m a gittiğimde C e m binbaşı oradaydı ve Kur­
m a y Başkanı ile konuşuyorlardı. C e m "Darda kalırsam ben de
G ü n e y d o ğ u ' d a Asayiş Kolordu K o m u t a n ı bölgesinde şu, şu, şu
olaylar oldu, bu olaylardan şu, şu kişilerin bilgisi vardı derim.
Ben de bunlara şahidim derim," diyerek dolaylı yollu karşısın­
dakini tehdit ediyordu. Olayın mahiyeti neydi b i l m i y o r u m ama
bunu çok net ifade ediyordu. G ö r ü n d ü ğ ü kadarıyla C e m bin­
başı son d ö n e m d e kendi üstleriyle veya kendi teşkilatıyla çatış­
ma içindeydi. O r a d a k i görev süresi uygun o l m a y a n bir biçimde
sonlandırılıyordu. Sebebinin ne olduğunu çok iyi bilmiyorum
a m a kendi teşkilatı içerisinde bir sorun vardı. Bu sorun dola­
yısıyla pek u y g u n o l m a y a n bir biçimde Ankara'ya tayin olup,
orada göreve başladı.

B e n Diyarbakır'da çalışmaya d e v a m ederken, Ankara'daki


İstihbarat kurslarında bölücü bölgeci faaliyetler, P K K faaliyetle-

196
1. Bölüm: Devlet

ri ve buna b e n z e r konular ile ilgili dersler v e r m e k amacıyla çağ­


rılıyordum. Kurslara eğitmen olarak katılıp birkaç gün kaldık­
tan sonra geri d ö n ü y o r d u m . İşte bir defasında y i n e Ankara'ya
geldiğimde C e m l e de görüştük. C e m binbaşı beni Kızılay'da,
sanıyorum Karanfil S o k a k l a yol kenarlarında restoranların,
kahvehanelerin, birahanelerin b u l u n d u ğ u bir yere davet etmiş­
ti. Orada y o l üzerindeki küçük sandalyelere oturup bir a k ş a m
y e m e ğ i y e m i ş ve epey sohbet etmiştik. Y a n ı n d a G ü n e y d o ğ u d a
birlikte çalıştığı subay ve itirafçı (ama J İ T E M ' d e kadrolu çalışı­
yorlardı) a r k a d a ş l a r ı n d a n bazı tanıdık kişiler de vardı. Sohbet
ederken C e m binbaşı çok net olarak, G ü n e y d o ğ u ' y u kaybettiği­
mizi, G e n e l k u r m a y ' m ve o r d u n u n milleti y e t e r i n c e uyarmadı-
ğmı, devletin ve h ü k ü m e t i n bütün kurumlarıyla her b a k ı m d a n
bu olayları t a m manasıyla anlayıp algılayamadığını, bu insan­
ları u y a r m a k gerektiğini söyledi. Etrafta oturan, sohbet eden,
yiyip içen insanları göstererek, "Bakın, bunlar böyledir işte. Sa­
bah a k ş a m buraya gelirler, saatlerce oturur içerler. Ülke elden
gidiyor a m a kimse farkında değil. Bu insanları u y a r m a k için
Kızılay'ın g ö b e ğ i n d e dev bir b o m b a n ı n patlatılması gerek, ancak
o şekilde akılları başlarına gelir. Bu insanlar ancak bu yolla
uyandırılabilir, bilinçlendirilebilir," diyordu. Bu görüşünde ıs­
rarcıydı. B ö y l e bir şeyin yapılması gerektiğini, G e n e l k u r m a y ' m
bu konu ile ilgili güvenlik sisteminin halkı ve devleti yeterince
u y a r m a d ı ğ m ı ve bölgenin elden gittiğini çok ısrarla vurguluyor­
du. Tabii ben bu fikirlere tam manasıyla k a t ı l m ı y o r d u m . Bu
tür y ö n t e m l e r i n h e p k a r ş ı s m d a y d ı m a m a ülkesine olan sevgisi
ve kendince doğru bildiği davayı bu kadar samimi, canla başla
savunması nedeniyle bir yakınlığımız ve arkadaşlığımız oluş­
muştu. Tabii bu böyle d e v a m edip gitti.

A r d ı n d a n ben G ü n e y d o ğ u d a k i h e n g â m e içerisinde göreve


devam ettim, bir m ü d d e t sonra seçimler oldu ve seçimlerden
sonra tayinim İstanbul'a çıktı. İstanbul'daki y o ğ u n ortam içeri­
sinde d e v a m ederken C e m ve yanındakilerin görevden ayrıldık-

197
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

larını, kitap y a z m a y a çalıştıklarını ve bir yayınevi kurduklarını


ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla öğrendim. Fakat daha sonra
Cem'in d u r u m u n u n pek iyi olmadığını, bazı faaliyetlerden ra­
hatsız o l d u ğ u n u bilahare d u y d u m . İşte İstanbul'da D e v - S o l ü n
yürüttüğü silahlı saldırılar ve buna karşı bizim gerçekleştirdiği­
miz operasyonlarla y o ğ u n bir ortamda göreve devam ederken bir
gün Alparslan Ertuğ adlı bir ziyaretçimin olduğunu söylediler.
Alparslan B e y bana C e m binbaşının emekli olduktan son­
ra arkadaşları vasıtasıyla (ki bu arkadaşların bir kısmının za­
m a n ı n d a o b ö l g e d e çalışan ve bugün Milli İstihbaratta görevli
insanlar o l d u ğ u n u anlıyorum) İstanbul'da bir güvenlik firması
kurarak hayatına bu şekilde d e v a m e t m e k istediğini, Ankara'da
yaptığı işlerden ağzının yandığını, giriştiği pek çok iş ve faaliyet
u m d u ğ u şekilde neticelenmediğinden bir anlamda dersini almış
gibi gözükerek İstanbul'a geldiğim söyledi. Kendisinin bulduğu
u y g u n bir y e r d e C e m binbaşının evinin olduğunu, iş yapma­
ya çalıştığını, bu arada askeri sırları basma v e r m e k t e n askeri
m a h k e m e y e verildiğini anlattı. Bir g ü n önce J a n d a r m a Genel
Komutanlığının askeri m a h k e m e s i n d e k i d u r u ş m a y a katılması
için Alparslan Bey C e m ' e bir minibüs ayarlamış, C e m minibüs
şoförüyle beraber Ankara'ya gitmiş. Ankara'da C e m şoförden
ayrılmış. C e m ' i n bazı önemli d o k ü m a n ve malzemeleri, görevde
iken k e n d i s i n d e kalan birtakım uzakta k u m a n d a l ı patlayıcı­
lar eskiden beri tanıdığı ve güvendiği Habur G ü m r ü k Muha­
faza M ü d ü r ü olarak çalışmış olan Ali Balkan Metel'in şoförü
Kemal'in (Kemal Sadık Uzuner) evindeymiş. Kemal'in evinden
bu m a l z e m e l e r i alıp saat on iki sıralarında Kızılay yakınlarında
minibüs şoförüyle buluşacaklarmış. Şoför bu malzemeleri alıp
geri d ö n e c e k m i ş . C e m de saat 1 gibi Kızılay'da bürosu bulunan
avukatıyla b u l u ş u p sonra birlikte 13.30'da m a h k e m e y e gide-
ceklermiş. M a h k e m e çıkışında ise tekrar İstanbul'a dönecek­
miş. Fakat Alparslan Bey'in minibüs şoföründen aldığı bilgiye
göre saat 12'deki b u l u ş m a y a C e m g e l m e m i ş , avukata da gitme-

198
1. Bölüm: Devlet

miş. B u n u n üzerine Kemal'i telefonla aradıklarında, Cem'in iki


kişiyle (o z a m a n l a r Aydınlık dergisi muhabiri olan Soner Yalçın'ı
ima ederek) gelip emanetlerini aldıktan sonra Lada m a r k a bir
araçla ayrıldığını söylemiş. Alparslan Bey C e m d e n haber ala­
madığı için hayatından endişe duyduğunu, Cem'in Ankara'ya
gitmeden ö n c e istanbul'da b u l u n d u ğ u sırada kendisine her­
hangi bir şey olursa güvenebileceği kişinin ben o l d u ğ u m u söy­
lediği için b e n i m y a n ı m a geldiğini söyledi.
A m a ben C e m ' i n İstanbul'a geldiğini b i l m i y o r d u m . M u h t e ­
melen daha önceki k o n u ş m a l a r ı m ı z d a ona sürekli bu işlerin
yanlışlığını s a v u n d u ğ u m , y a p m a etme, bu işin sonu insanın
kendi kafasına sıkmasına gider dediğim için İstanbul'a geldi­
ğinde ben sana d e m e d i m mi gibi bir tepkiyle karşılaşmaktan
çekindiğinden benim y a n ı m a gelmedi. Belki belli bir düzen kur­
duktan sonra gelmeyi düşünüyordu, bilmiyorum.
Alparslan E r t u ğ ü n bu anlatımlarından sonra ben h e m e n
o n u n y a n ı n d a (veya o çıktıktan sonra, tam hatırlamıyorum)
Cem'i b e n i m k a d a r iyi tanıyan, o d ö n e m A n k a r a İstihbarat
Şube M ü d ü r ü görevinde bulunan, daha ö n c e Diyarbakır'da
b e n i m yardımcılığımı y a p a n arkadaşım A b d u r r a h m a n Toygar'ı
arayıp durumu anlattım. Abdurrahman hem Cem'i hem
Cem'in J İ T E M ' d e n beraber ayrıldığı Ali O z a n s o y ve Mustafa
Deniz'i çok iyi tanıyordu. Hatta z a m a n z a m a n Ali ve Mustafa
A b d u r r a h m a n ' m y a n m a gelip gidiyordu, y a k ı n bir diyalogları
vardı. A b d u r r a h m a n benden çok daha fazla örgüt mensupları
ve örgütü t a n ı y a n insanlara karşı ilgiliydi. Örgüt mensuplarının
eşkalleri, y a n l a r ı n d a bulunan silahların ve m a l z e m e l e r i n özel­
likleri, memleketleri, kısaca örgüt hakkında her şeyle ilgili çok
iyi not tutuyordu. Bu konuda gelmiş geçmiş en kapsamlı not­
lara sahip olan kişiydi. Bu m e r a k ı n d a n dolayı da bu insanlarla
sohbet etmeyi çok seviyordu.

C e m l e ilgili olayları anlattıktan sonra A b d u r r a h m a n he­


m e n K e m a l Sadık Uzuner'i telefonla arayıp Cem'i s o r m u ş ve

199
Haliç'te Yaşayan Simonlar

şubeye gelmesini istemişti. Kemal'in Emniyet'e getirilmesi ta­


lebiyle birlikte J a n d a r m a ve J İ T E M ' i n önemli bütün yetkilileri­
nin Emniyet'e gelip bizim elemanımızı deşifre ediyorsunuz diye
k o n u y a m ü d a h a l e ettiklerini, Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü n ü
J a n d a r m a G e n e l Komutanlıktaki rütbelilerin etkilemeye baş­
ladığını söyledi. Esasen bu müdahaleyle birlikte E m n i y e t G e ­
nel M ü d ü r l ü ğ ü - J a n d a r m a Genel Komutanlığı-Ankara Emniyeti
arasındaki y o ğ u n temaslar nedeniyle Genel M ü d ü r l ü k t e ciddi
bir trafik o l u ş m u ş t u ki bu da bir anlamda C e m ' i n aslında Jan­
darmanın elinde o l d u ğ u n u işaret ediyordu. Fakat bana aktarı­
lan şey şuydu:

Cem'in arkadaşı sıfatıyla Alparslan B e y ve daha sonra


Cem'in beraber yaşadığı Neval Boz telefonla aradığında K e m a l
Cem'in iki kişiyle beraber Lada m a r k a bir arabayla gelip kendi­
sinden m a l z e m e l e r i aldığını söylemişti. C e m o d ö n e m Aydınlık
dergisinden S o n e r Yalçın'a açıklamalarda b u l u n u y o r d u . Anla­
tımlarda, en s o n Aydınlık dergisinde çalışan bu insanlarla bir­
likte gittiği algısı yaratılmak isteniyor gibiydi, en azından bu ima
edilmeye çalışılıyordu. B e n de o z a m a n bu fikre biraz inanır gibi
o l m u ş t u m . F a k a t eğer böyle bir şey olsaydı, Ankara'nın giriş
çıkışları tutulmalı, her taraf aranmalıydı. Böyle bir şey gerçek­
leşmedi. Daha sonra Abdurahman'la g ö r ü ş t ü ğ ü m d e Jandar­
manın tavrının hiç olumlu olmadığını, C e m h a k k ı n d a olumsuz
konuştuklarını öğrendim, hatta bu d u r u m o tarihte gazetelere
de yansımıştı. Etrafta b u n u n J a n d a r m a içinde bir iç mesele ol­
d u ğ u y ö n ü n d e laflar dolaşıyordu.

Ankara'da J a n d a r m a Genel Komutanlığı Karargahından


etrafa sızdırılan bilgilere göre ise Cem'in y a n ı n d a k i kadın va­
sıtasıyla m u h a b e r a t adına çalıştığı, Suriye'ye bilgi sızdırdığıy­
dı. B e n zinhar böyle bir şeyin gerçek o l a m a y a c a ğ ı n ı söyledim.
Hatta bana C e m ' i n İstanbul'daki evinin bile aranması gerektiği,
buna bakılabilir mi yollu imalarda bulunmuşlardı. B e n böyle
bir şeyin söz k o n u s u bile olamayacağını, b u n u n son derece

200
1. Bölüm: Devlet

yanlış o l d u ğ u n u söyledim. Şiddetle karşı çıktım ve böyle bir


a r a m a y a k a t ı l m a y a c a ğ ı m ı belirttim. Onlar ise Cem'in sanki el­
lerinde o l d u ğ u , biraz pataklayıp kötü m u a m e l e ederek bir süre
alıkoyacakları, birtakım olmuş bitmiş olay ve eylemler hakkın­
da devlet a l e y h i n d e b a s m a açıklama y a p m a m a s ı k o n u s u n d a
gözdağı verecekleri imasında bulunuyorlardı. Ankara'da herkes
öyle z a n n e d i y o r d u .

Sonra ö ğ r e n d i ğ i m e göre E m n i y e t t e n arkadaşlar Cem'in kay­


bolması ile ilgili bilgi almak üzere C e m l e beraber hareket eden
Mustafa D e n i z ' i de çağırıp Cem'in bulunamadığını anlatmışlar.
"Ben Kemal'i biliyorum, gidip k o n u ş u r u m hemen," demiş. Cem'i
s o r m a k üzere K e m a l ' i n evine giden Mustafa Deniz d ö n m e m i ş ve
kendisinden bir daha haber a l ı n a m a m ı ş . Aynı şekilde C e m ' i n
birlikte o l d u ğ u İstanbul'da b u l u n a n Neval Boz isimli kız da
C e m h a k k ı n d a bilgi a l m a k için K e m a l l e görüşüp, o n u n y a n m a
gitmiş ve o n d a n da bir daha haber alınmamış. Burada işin kilit
noktasının K e m a l olduğu anlaşılıyordu. Kemal'in evine gidenler
bir daha d ö n m e m i ş l e r d i . A m a yine de bu olayın nasıl olduğuyla
ilgili olarak z i h n i m d e hâlâ y ü z d e yüz bir kesinlik oluşmamıştı.

Bir süre sonra polis şehit ailelerine y a r d ı m derneğinin bir


toplantısında Alparslan Ertuğ ile karşılaştık. Sohbet sırasın­
da Cem'in olayı tekrar g ü n d e m e geldiğinde bana, olayı çözdü­
ğünü söyledi. Nasıl diye sordum. Olaydan sonra İstanbul'dan
Ankara'ya gittiğini, orada ifadesinin alındığını belirtti. İfadesi
alınırken c e s e d i bulduklarında C e m ' i n üstünde ne o l d u ğ u n u
s o r d u ğ u n d a k o t veya kadife pantolon olduğu yanıtını aldığı
anda olayı ç ö z d ü ğ ü n ü söyledi. " C e m Kemal'in evine girdi a m a
Kemal'in e v i n d e n çıkmadı," dedi. "Nasıl yani?" diye sorduğum­
da şöyle anlattı: " C e m Kemal'in evine gittiği z a m a n içinde si­
y a h takım elbisesinin olduğu bir çantası vardı elinde. Kemal'in
evinde bu elbiseyi giyecekti. Yani C e m ' i n Kemal'in evinde iki şey
y a p m a s ı l a z ı m d ı , birincisi elbiseyi giymek, ikincisi de oradaki
eşyaları a l m a k t ı . Cem'in saat 12.00'de malzemeleri şoföre tes-

201
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

lim edip saat 1.00 gibi avukatın ofisinde buluşacaklardı. Sonra


da saat 1.30 gibi J a n d a r m a Genel Komutanlığında d e v a m eden
m a h k e m e y e katılacaktı. Yani Cem'in elbisesini giyeceği başka
bir yer yoktu. Eve girmişse mutlaka orada elbisesini değiştir­
mesi gerekiyordu. Ö l d ü ğ ü n d e üstünde eve girerken giydiği kot
pantolon o l d u ğ u n a göre, girdiği evden çıkmamıştı ve o şahıs
doğruyu söylemiyordu." Alparslan Bey olayı net bir biçimde bu
şekilde anlamıştı.

Ben ikinci bir bağlantıyı da daha sonra çözdüm. Şoför


Kemal'de bulunan Cem'e ait malzemeler içerisinde uzaktan ku­
mandalı patlayıcılar vardı, bu patlayıcıların daha sonra Yeşil
tarafından alındığını ve Y e ş i l i n bu patlayıcıları ve malzemeleri
MİT'e getirdiğini M e h m e t Eymür kendi beyanında ve internet
sitesinde anlatarak doğruladı. Bu tarihlerde Yeşil J a n d a r m a n ı n
elamanı idi ve J a n d a r m a ile birlikte hareket ediyordu. Bu da gös­
teriyordu ki C e m malzemeleri Kemal'in evinden çıkarmamıştı ve
bu m a l z e m e l e r Yeşil'den çıkmıştı. İşte bu olaylar ve bağlantılar
bu şekilde çözülünce bilgisayar sorgu sistemiyle daha aynntılı
bir araştırmaya giriştim. O zamanlar bilgisayar sorgu sistemini
yeni kurmuştuk. Bu sistem sayesinde hangi telefon numarası­
nı kimin hangi saatte aradığı, fatura bilgileri t ü m detaylarıyla
tespit edilebiliyordu. P K K o zamanlar yoğunlukla G ü n e y d o ğ u d a
mobil araç telefonlarını kullandığından ben o d ö n e m d e mobil
araç telefonlarıyla yapılan t ü m konuşmaların d ö k ü m ü n ü , kimin
kimi aradığı bilgilerini bilgisayarımda tutuyordum. Bunlar üze­
rinde oturup ciddi bir çalışma yaptım. C e m bir mobil telefon
kullanıyordu. Yeri belli olmasın diye araç telefonunu söküp kü­
çük bir çanta telefonu haline getirmişti. Bu telefonla muhabere
yapıyordu. A y n ı şekilde zannediyorum Kemal de yeri belli olma­
sın diye böyle bir mobil telefon kullanıyordu. Bu telefonlarla ya­
pılan görüşmelere tek tek baktım. Ö l ü m ü n e kadar Cem'in kul­
landığı mobil telefonu daha sonra Y e ş i l i n kullandığını gördüm.
Y e ş i l i n bu telefonla J a n d a r m a Genel Komutanlığından kimlerle

202
1. Bolum: Devlet

görüştüğünü, kimleri aradığını ve kimler tarafından arandığını,


hatta görüşmeler esnasında bulunulan yerlere dair bilgileri tek
tek çıkarttığımda olay çok net gözüküyordu.
Daha sonra yaptığım araştırmalardan ö ğ r e n d i ğ i m bir olay
da şöyleydi. C e m G ü n e y d o ğ u d a çalışırken o z a m a n l a r bazı olay­
larda (Diyarbakır Baro Başkanı'mn aracına b o m b a konması,
HEP'in b o m b a l a n m a s ı ) kullandıkları u z a k t a n kumandalı çok
güvenilir kodla çalışan patlayıcı maddeler vardı. Ayrıca C e m ve
ekibinin K u z e y Irak'ta yaptıkları faaliyetler ve muhtelif kişilerle
yaptıkları görüşmelerin kayıtları, örgütten elde ettikleri dokü­
manlar bir d o s y a halinde elinde b u l u n u y o r d u . O r d u d a n ayrıl­
dıktan sonra yayınevi kurma düşüncesinde olduklarından, bu
materyallerin bir kısmı yayınlanacak kitaplarda kullanılabilir
düşüncesiyle istifa ederken bütün d o k ü m a n l a r l a birlikte pat­
layıcı maddeleri de yanlarına almışlardı. Ç ü n k ü bunlar kayıtlı
değildi. C e m istifa edip ayrıldıktan sonra bu malzemeleri bir
müddet elinde tutmuş, ama daha sonra yayınevini d e v a m etti­
remeyeceğini anlayınca normal hayata d ö n m e y i d ü ş ü n ü p elle­
rindeki bu patlayıcıları verecek yerler aramışlardı. Emniyetten
bazı güvenilir arkadaşlar bana bu patlayıcıları Cem'in onlara
v e r m e y e çalıştığını söylediler. A m a kimse a l m a m ı ş ve patlayıcı­
lar Cem'in elinde kalmıştı.

Daha sonra Mustafa Deniz, Ali O z a n s o y ve C e m bu malze­


meleri güya aldıklarında G ü n e y d o ğ u d a çalışırken tanıdıkları,
çok güvenilir o l d u ğ u n u düşündükleri (zamanında uygulanan
t ü m testlerden en başarılı kişi olarak çıkmıştı) K e m a l Sadık
Uzuner'e (yani H a b u r G ü m r ü k Muhafaza M ü d ü r ü Ali Balkan
Metel'in şoförüne) diğer dokümanlarla birlikte vermişler. C e m
İstanbul'a g e l m e d e n ö n c e Ali O z a n s o y ü E m n i y e t e sözleşmeli
personel olarak yerleştirmişti. Orada ele geçen belgeleri oku­
mak, P K K gibi örgütlerin dokümanlarını analiz e t m e k görevine
getirilmişti. C e m Mustafa Deniz'e de bir iş arıyordu. Onu da bir
yere yerleştirmek istiyordu, çünkü onların da kendisiyle birlik-

203
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

te istifa etmesini sağladığı ve peşinden sürüklediği için onlara


karşı kendini s o r u m l u hissediyordu. Onu da belli bir işe yer­
leştirmek istiyordu. Bu arada C e m iş k u r m a k için İstanbul'a
gelmişti.
Mustafa D e n i z belki biraz daha yakın g ö z ü k m e k ya da belki
kendine göre avantaj elde e t m e k adına J İ T E M subaylarına ve
J a n d a r m a y a gitmişti. Zaten onlarla çok iyi tanışıp görüşen bir
insandı. O n l a r a Cem'in ayrılırken beraberinde götürdüğü kırka
yakın uzaktan kumandalı patlayıcının K e m a l Sadık'ın evinde
b u l u n d u ğ u n u , K e m a l Sadık'ın çok güvenilir bir insan olduğunu,
sadece Ali B a l k a n Metel isterse bilgi vereceğini b u n u n dışında
kimseye bilgi v e r m e y e c e ğ i n i ama bu patlayıcı maddelerin C e m
tarafından alınıp kullanılması halinde kötü bir şeyler olabile­
ceğinden k o r k t u ğ u n u söylemişti. Aslında o patlayıcı maddeleri
C e m elinden ç ı k a r m a k istiyordu, fakat bu patlayıcıları Cem'in
kullanabileceği y ö n ü n d e Mustafa Deniz'in korku ve endişesi
vardı, bunu gidip J a n d a r m a yetkililerine söylüyordu. Musta­
fa Deniz farkında olmasa da J a n d a r m a yetkilileri zaten Cem'in
Aydınlık gazetesinden Soner Yalçın'a Güneydoğudaki infaz
olayları ve başka k a n u n s u z işler dahil o l m a k üzere birçok gizli
bilgileri v e r m e s i n d e n dolayı son derece rahatsızdı. C e m daha
çok Kuzeyde Sekizinci Kolordu bölgesindeki, Bingöl ve Tunceli
Bölgesinde Yeşil'in karıştığı olayları anlatıyordu. Fakat sıra Di­
yarbakır bölgesine gelirse, eski O H A L ve Diyarbakır bölgesinde,
o tarihlerde J a n d a r m a Genel K o m u t a n l ı ğ ı n d a görev y a p a n diğer
J a n d a r m a K o m u t a n l a r ı n ı n isimlerinin de verebileceği korkusu
vardı. Bu y ü z d e n Cem'i ortadan kaldırmayı düşünüyorlardı.

D a h a s o n r a öğrendiğimiz kadarıyla Cem'i ö l d ü r m e k için as­


lında daha ö n c e de epey plan yapılmış. C e m ' i n peşine epey düş­
müşler, onu kovalamışlar. C e m birlikte olduğu kızın Suriye'de
T ı p tahsili y a p a r k e n gelip kendisinin y a n ı n d a itirafçı olması
sonrasında T ü r k i y e ' d e tahsiline d e v a m etmesi için Samsun'da
Tıp Fakültesine k a y d e t m e k için Samsun'a gitmiş. Bu d u r u m u

204
1. Bölüm: Devlet

öğrenmeleri üzerine bazı itirafçılarla birlikte Yeşil, Cem'i öldür­


m e k üzere S a m s u n ' a giderken Merzifon yakınlarında bir jiple
kaza y a p m ı ş . Tabii böyle bir plandan o z a m a n l a r C e m ve ar­
kadaşlarının haberi o l m a m ı ş . İşte tam J İ T E M de Cem'i orta­
dan k a l d ı r m a n ı n yolları aranırken, Mustafa Deniz gelip Cem'e
ait m a l z e m e l e r i n K e m a l Sadık Uzuner'de o l d u ğ u n u söyleyince
planlarını uygulayabilecekleri bir fırsat yakaladıklarım düşü­
nüyorlar. J İ T E M yöneticileri h e m e n Ali Balkan M e t e l ı e görü­
şüyorlar, o n u n vasıtasıyla K e m a l Sadık Uzuner'e ulaşıyorlar.
U z u n e r onlara Cem'in ne z a m a n geleceği h a k k ı n d a bilgi veriyor.
Ayrıca m a h k e m e y e gideceğini, öncesinde gelip k e n d i s i n d e n eş­
yalarını alacağını söyleyince de Kemal'in evine pusu kuruyor­
lar. C e m gelince Cem'i h e m e n yakalıyorlar. A n k a r a Emniyeti
Cem'in kaybolmasıyla ilgili olarak Kemal'i E m n i y e t e çağırdığın­
da, olay ortaya çıkacağı için h e m e n Emniyete bizim elamanı-
mızdır d o k u n m a y ı n diye baskı yapıyorlar. Bildiğim kadarıyla o
zamanki Emniyet Genel Müdürlüğü kadrosunun Jandarmayla
diyalogları iyi o l d u ğ u n d a n onlar da etkileniyorlar ve müdahale­
de b u l u n m u y o r l a r . Oysa o z a m a n Kemal'in evine polis baskın
y a p m ı ş olsa C e m kesinlikle kurtarılabilirdi, a m a maalesef yapı­
lamadı. A s l ı n d a Emniyetin bu yaklaşımı gayet makul, tabii ki
elemanlarının deşifre o l m a m a s ı için uzak d u r m a y ı tercih edi­
yorlar. A m a C e m işte orda kaçırılıyor.

Mustafa D e n i z de bilgi almak için K e m a l Sadık Uzuner'in


evine gidiyor a m a o n d a n da bir daha haber alınamıyor. O da
vurulacağını t a h m i n etmiyor. Bir m ü d d e t sonra İstanbul'daki
Neval Boz C e m gelmeyince meraklanıp Kemal'i arıyor. K e m a l
ona Cem'in iki kişi ile beraber gittiğini söylemesi üzerine kız bu
iki kişinin eşkallerini öğrenmek, olay h a k k ı n d a d a h a teferruatlı
bilgi almak ü z e r e Kemal'in evine gidiyor a m a o n d a n da bir daha
haber alınamıyor. Birkaç gün sonra ise kafalarına kurşun sıkıl­
mış olarak h e r birinin cesedi Ankara'nın farklı yerlerine atılmış
olarak bulunuyor. Üç kişi de bu şekilde öldürülüyor.

205
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Bugün bu olay yeniden konuşulsa adı geçen insanların hiç


biri şahitlik y a p m a z , hatta yaşananları inkâr bile edebilirler. O
tarihte J İ T E M ' i ve Y e ş i l i bilen Emniyet görevlileri "Jandarma
Mustafa D e n i z i öldürdü, C e m i öldürdü, onlarla beraber istifa
eden ve şimdi Emniyette çalışan Ali Ozansoy'a da böyle bir şey
yapabilirler. Sakın böyle bir şey d e n e n m e s i n , biz buna karşı
çıkarız havası içerisinde J a n d a r m a Genel Komutanlığına git­
tiklerinde, Yeşil ile karşılaşıyorlar. Yeşil açık açık elindeki Si­
mit W e s s o n m a r k a tabancayı göstererek, "Bununla ateş ettim,
gerekirse size de ateş ederim," diyecek kadar rahatlıkla cina­
yeti kabul ediyordu. Bu olay bana o tarihte b u n a şahit olanlar
tarafından anlatılmıştı a m a bugün sorsanız hepsi gördüklerini
kesinlikle inkâr edeceklerdir. İşte böylesi herkesçe m a l u m olan,
herkesin alenen bildiği bir olaydı Cem ve üç kişinin öldürülme­
si. A m a herkes Simonlaşmıştı, karşı tarafın cinayeti suç ama
bizim yaptıklarımız suç değildi. Benim ifademe r a ğ m e n de ma­
alesef olay ciddi olarak ne adliye tarafından ne J a n d a r m a tara­
fından tahkik edilmedi.

Eğer bir J a n d a r m a subayı gerçekten kayıp olsaydı hemen


inceleme başlatılır, aranır, sorulur, yollar kesilir, insanlar sor­
gulanır, bir dizi araştırma ve soruşturma yapılırdı. C e m i n kay­
bolması ve öldürülmesi ile ilgili bir tek yazı, failleri şunlar ola­
bilir arayın b u l u n diye bir tek not bile yazılmadı. Devlet için bu
kadar önemli üst düzey görevlerde yer almış bir subay kaçırı­
lıyor (oluşturulmaya çalışılan görüntü itibarıyla örgüt tarafın­
dan kaçırılıyor) a m a hiçbir yerde aranmıyor, kaçırılan kişinin
bulunması y ö n ü n d e herhangi bir adım atılmıyor. Hâlbuki o
tarihte en ufak bir olay olsa yollar kesilir, h e m e n Türkiye'nin
muhtelif illerine en ücra köşesine kadar t ü m birimlere mesajlar
çekilir, her y e r didik didik aranır, her tarafa eşkâller yazdırılır,
bir ton işlem yapılırdı. Ben C e m i n kaybolması ile ilgili ne Em­
niyetten ne de J a n d a r m a d a n tek bir yazı ya da mesaj bile al­
m a d ı m . C e m Binbaşı gibi biri görevinden dolayı kaçırılıyor, ama

206
i. Bölüm: Devlet

hiçbir araştırma ve soruşturma işlemi yapılmıyor. T e k başına


bu d u r u m bile bu araştırma ve soruşturmayı yapmayanların,
yaptırmayanların fail olduklarını gösteriyor. Bu d u r u m hukuki
tabiri ile hayatın olağan akışına uygun değildir.
Bildiğim kadarıyla z a m a n ı n G e n e l k u r m a y Başkanı, Genel
Komutanlıkta b u l u n a n tüm üst düzey yöneticiler bu olayın ki­
min tarafından, nasıl gerçekleştirildiğini biliyordu. Sadece öl­
d ü r m e sebebi olarak Neval aracılığıyla Suriye'ye bilgi sızdırmak
olduğunu zannediyorlardı, çünkü bu y ö n d e yalan ve yanlış
bilgilerle aldatılmışlardı. Emniyetin M e r k e z İstihbarat ve Terör­
le Mücadele ile Özel Harekât birimleri yöneticileri ve Ankara
Emniyetinin yöneticileri de belli oranda olayı biliyorlardı. A m a
kimse bu cinayeti çözmeye, olayı aydınlatmaya y a n a ş m ı y o r d u ,
çünkü o z a m a n k i güç merkezleri bu cinayetin çözülmesinden
yana değildi, bu olayın bu şekilde kapanmasını istiyorlardı.
Yeşil'in C e m d e n aldığı patlayıcı maddeleri M İ T ' e getirdiği Meh­
met E y m ü r ' ü n ifadelerinden de net olarak biliniyordu. Ayrıca
Yeşil'in kullandığı mobil telefonla o tarihte bütün J a n d a r m a ve
Emniyet yetkilileriyle görüştüğü belliydi, o telefonu C e m d e n al­
dığı aşikârdı. B u n u n yanında K e m a l Sadık Uzuner'in mobil te­
lefonla kimlerle konuştuğu, tek tek bütün görevlilerle irtibatları
belliydi. B u g ü n bile bunları ispatlamak m ü m k ü n , araştırılırsa
tüm bunlar ortaya çıkarılabilir ama maalesef hiç kimse ilgilen­
medi ve olay o şekilde kapandı.

Evet C e m Binbaşı herkesin gözü önünde, herkesin bildiği


bir şekilde y o k edildi ve maalesef cinayet her şeyi ile ortada
olmasına ve var olan bütün delillere r a ğ m e n bu sistem kendi
suçlusunu y a k a l a y a m a d ı ve hesap soramadı.
Bu bence pek çok açıdan önemli bir olaydı çünkü devlet
kendi e l e m a n ı n ı öldürmüştü. J İ T E M ' i n var olup olmadığı yö­
nündeki tartışma hâlâ daha d e v a m ediyor. Muhtelif defalar
söylendi a m a bir kere daha kaydetmekte yarar görüyorum. O
tarihte C e m l e r veya diğer subay arkadaşlar J İ T E M m e n s u b u

207
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar . . . .

olarak istihbarat değerlendirme toplantılarına J İ T E M adına ka­


tılıyorlardı. J a n d a r m a Genel Komutanlığının terörle m ü c a d e l e
için böyle bir birim kurmasında hiç bir m a h s u r b u l u n m a z k e n
var olan bir birimi inkâr etmesinin akılla izahı yoktur. J İ T E M ' i n
kurulması değil, çalışma yöntemleri yanlıştır a m a bu teşkilatın
kurulmasında hiçbir m a h s u r yoktur.
Çetin A ğ a ş e isimli bir gazeteci JİTEM Gerçeği adlı bir kitap
yazmıştı. Bu kitapta da basit a m a aslında çok ö n e m l i belgeler
vardı. Bu araştırma için Ağaşe, Cem'in çevresindeki bazı insan­
larla, dostlarıyla görüşmüştü. Hatta eşi Işık H a n ı m l a da görüş­
müştü. C e m l e ilgili bir belge alabilir m i y i m diye sorduğunda
Işık H a n ı m iyi niyetle Cem'in iki tane T a k d i r n a m e s i n i vermişti.
O tarihteki Asayiş K o l o r d u K o m u t a n ı daha sonra Kara Kuvvet­
leri K o m u t a n ı olan H i k m e t Koksal Paşa'nm imzasının olduğu
takdirnamede C e m Ersever'in unvanı J İ T E M G r u p K o m u t a n ı
olarak belirtiliyordu. Ağaşe yine J a n d a r m a Genel Komutanlığı
telefon rehberinin bir kopyasını da kitabına k o y m u ş t u . H e m
J a n d a r m a m e r k e z i n d e Genel K o m u t a n ı n h e m de illerdeki Jİ­
T E M grup komutanlıklarının telefon numaraları yazılıydı. So­
nuç olarak bu ve buna benzer yüzlerce, hatta J a n d a r m a d a
çalışan bazı arkadaşların söylediğine göre Genel Komutanlıkta
J İ T E M ibareli bir tır dolusu evrak olmasına r a ğ m e n J İ T E M ' i n
varlığı inkâr ediliyordu.

Esasen devlet yanlış yapsa bile resmi olarak hiçbir z a m a n


yalan söylemezdi, m a h k e m e l e r e ya da ilgili k u r u m l a r a yazılı ce­
vap verilirken mutlaka doğrular söylenirdi. İlk defa J a n d a r m a
Genel K o m u t a n l ı ğ ı (bence tarihi bir hataydı) J İ T E M y o k t u r diye
yalan bir yazılı beyanda bulundu. O yazıyı hazırlayan, paraf
eden, imzalayanlar herkesin y ü z ü n e karşı devletin yalan söy­
lediğini itiraf etti. Hâlbuki böyle bir yazının J a n d a r m a K o m u ­
tanlığından ç ı k m a m a s ı gerekirdi. Böyle bir birimin var olduğu
herkesçe m a l u m olmasına r a ğ m e n siz bir devlet k u r u m u olarak
bunu inkâr ediyorsunuz, bu kabul edilecek n o r m a l bir olay de-

208
1. Bölüm: Devlet

ğildir. O tarihe kadar devlet k u r u m l a n resmi yazılarda hakikat


hilafına resmi olarak cevap vermezlerdi, bir şey inkâr edilecekse
bile dolaylı sözlerle ifade edilirdi. Böyle bir y a l a n beyanat nede­
niyle devletin sözlerine de itimat sarsıldı.
Bence y a z ı y ı yazanlar, gerçek devlet adamlığı vasıflarından
m a h r u m insanlardı. Ç ü n k ü devlet asla y a l a n söylememeliydi,
hele ki böyle hassas bir k o n u d a devletin yalan söylemesi ve
yanlış bilgi v e r m e s i asla kabul edilemez a m a maalesef bu şekil­
de bir davranış sergilenerek hata edildi. B u g ü n bile J a n d a r m a
Genel K o m u t a n l ı ğ ı aransa, bir tır dolusu J İ T E M ibareli evrak
bulmak m ü m k ü n . B u g ü n hâlâ ş u tarihler arasında J İ T E M d e
çalıştım diyebilecek pek çok insanın var o l d u ğ u biliniyor.

U z u n s ö z ü n kısası, C e m Ersever cinayetinin faillerini bul­


ması gerekip de bulmayanlar, b u n u n için hiçbir adım atmayan­
lar Cem'in failleridir.

Cihaz Almak İçin İsrail'e Gidişimiz


T a h m i n i m c e 1993 yılı sonları 1994 yılı başına doğruydu. O
zamanlar İstihbarat Dairesinin ihtiyacı olan bazı teknik malze­
meler ve özel cihazlar almak gerekiyordu. Bu tür kaliteli güven­
lik cihazlan satan firmalardan bir tanesi de bir İsrail firmasıydı.
D e m o için Ankara'ya gelmiş, dönerken İstanbul'a da uğramış
olan İsrailli firmadan bilgi aldıktan sonra İsrail'e gidip cihazlan
yerinde görerek ve firmanın teknik e l e m a n l a n ile konuşarak ci­
haz ve sistemleri tanımak istemiştik.

İsrailli firmayla kontak kuruldu ve biz bir grup arkadaşla


birlikte İsrail'e gittik. Y a n ı m ı z d a o z a m a n a k a d a r bize güvenlik
konularında y a r d ı m c ı olan y ü z d e yüz güvenilir, s a h a l a n n ı n en
iyisi sayılabilecek iki tane çok iyi m ü h e n d i s vardı. Bir tanesi
bilgisayar programcılığı k o n u s u n d a üstün yetenekli, bu ülkeye
yaptığı k a t k ı l a n n m u h a s e b e s i y a p ı l a m a y a c a k kadar çok olan,
yaptığı cihazların değeri milyon dolarları bulabilecek bir gö­
rünmeyen k a h r a m a n , bir dahi M ö s y ö / K o m i s e r İrfan'dı. Diğer

209
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

aşımız ise o tarihlerde Netaş'm araştırma geliştirme bölü­


m ü n d e tasarımcı olarak görev yapan, ayrıca bizim İstanbul'da
k u r d u ğ u m u z küçük bir laboratuarda birtakım alet ve cihazla­
rın geliştirilmesi k o n u s u n d a bazı arkadaşlarla birlikte çalışan
ekibin şefi D o ç . Dr. Mustafa X'ti. Hayatında yalan söyleyeme-
yen, sade, dürüst ve üstün yetenekli bir insandı. Yani ekibin iki
üyesi de süper mühendislerdi, biri elektronik aletlerin tasarımı
k o n u s u n d a diğeri ise bilgisayar k o n u s u n d a çok yeteneklilerdi.

İsraillilerle u z u n görüşmelerimizin sonunda aslında almak


istediğimiz aletin İsraillilerde olmadığını anladık. Evet böyle
bir teknoloji y a p a c a k imkânları vardı, epeyce mesafe almışlar­
dı ama. ellerinde istediğimiz cihaz yoktu, çünkü İsrail'in siste­
mi daha çok Amerikalıların kullandığı bir sisteme uygundu ve
Amerikan sistemi düşünülerek tasarlanmıştı. Hâlbuki biz Batı
Avrupa'nın kullandığı sistemi kullanmak mecburiyetindeydik.
Ve alınacak sistem Batı Avrupa standartlarına uygun olmalıydı.
Alacağımız aletle ilgili son noktada işin teknik en ince detayları
konuşulmaya başlandığında, bizim arkadaşlarımız İsraillilere
"Sizin elinizde bu cihaz yok, siz bizden sipariş alıp bu cihazı
üreteceksiniz, ama bu cihazla ilgili bazı yazılım kodlarına ihti­
yacınız var ki bunlar sizin elinizde yok," dediler.

İsrailliler bu kadar teknik teferruat konuşulunca, kartları­


nı açık o y n a m a y a başladılar. İlk ö n c e bizim teknik elemanlara
dönerek, "Sizler polis değilsiniz, bu kadar teknik detay bilen
bir polis o l a m a z . Siz kesinlikle polis olmazsınız," dediler. Bizim
Doç. Dr. Mustafa X arkadaşımız saflığından h e m e n polis olma­
dığını, tasarımcı olduğunu söyledi. Zaten kravatında sistem 12
santrallerinin a m b l e m i vardı, galiba onu imal eden Netaş'm ismi
yazılıymış. D i ğ e r arkadaşımız ise daha soğukkanlı bir tutumla,
"Evet m ü h e n d i s i m ama polisle beraber çalışıyorum," dedi.

D a h a sonra İsrailliler bize çok önemli bir şey daha söyledi­


ler: "Bu yazılım kodlarının bizde olmadığı doğru. Nasıl temin
edeceksiniz d i y e soruyorsanız, bu bizim için çok kolay. Bu ci-

210
1. Bölüm: Devlet

haz Siemens'in kendi ürünü, dolayısıyla bu ürünle ilgili her şey


S i e m e n s fabrikasının bilgisi dahilindedir. Siemens'te çalışan
m ü h e n d i s bir arkadaşımız var. A k ş a m faks çeker, istediğiniz
bu detayları o n a sorarız, cevabı yarın bize gelir. Bu konuyu siz
hiç merak etmeyin."
O z a m a n şunu d ü ş ü n d ü m , bu insanlar d ü n y a n ı n her ye­
rindeki ırktaşlarıyla irtibat k u r m a k üzere bir sistem kurmuşlar,
onlar hakkında bütün bilgilere sahipler, kimin nerede hangi gö­
revde çalıştığını biliyor ve takip ediyorlar. Özellikle de kendi­
lerine farklı konularda bilgi sağlayacak görevlerde bulunanlar
üzerinde yoğunlaşıyorlar. Böylece gerek o l d u ğ u n d a ihtiyaç du­
yulan bilgiyi kendilerine sağlayabilecek kişiyi arıyor ve bilgiye
ulaşıyorlar. Bu çok faydalı ve güzel bir sistemdi.
A m a biz, Avrupa'da yaşayan birkaç milyon T ü r k olmasına
r a ğ m e n onlardan hiçbir şekilde faydalanamıyoruz. Bu insan­
larımızdan bazıları her yıl ülkemize geldiğinde muhtelif Em­
niyet: birimlerine müracaat edip bulunduğu Avrupa ülkesinde
(örneğin, A l m a n y a , Hollanda) faaliyet gösteren bölücü örgüt ve
mensupları hakkında yardımcı olmak istediğini, yakınlarında,
özellikle Türklerin y o ğ u n olarak yaşadığı bölgelerde Türkiye
aleyhinde faaliyet gösteren insanlar ve illegal örgüt mensupları
b u l u n d u ğ u n u söyleyerek, bunlar hakkında k i m e nasıl bilgi ve­
rebilecekleri soruyorlar. Bu türden yüzlerce başvuru olmasına
rağmen biz bu insanlardan sürekli ve sistematik olarak bilgi
alabilmemizi sağlayacak bir sistem oluşturamadık. İhbarları
gönderecekleri bir e-posta adresi yaratıp onlara veremedik. Ne
Emniyet böyle bir şey kurabildi (zaten görevi de değil) ne de
bilgi v e r m e k isteyen insanları g ö t ü r d ü ğ ü m ü z Milli İstihbarat,
J a n d a r m a ve G e n e l k u r m a y . Hâlbuki böyle bir sistem k u r m a k
zor değildi. Avrupa'da yaşayan dört milyondan fazla Türk'ten
gönüllü olarak yardımcı o l m a k isteyip bize m ü r a c a a t edenleri
organize edebilsek, onların adreslerini alsak, bilgileri bize gön­
derebilecekleri bir kanal tayin edebilsek; gerek olduğunda onla-

211
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

ra ulaşabileceğimiz bir kanal kurabilseydik, Avrupa'da özel bir


şekilde toplanacak istihbarata ihtiyacımız kalmazdı. Bedava,
hazır, güvenilir ve legal binlerce haber kaynağını hiçbir z a m a n
kullanamadık, kullanmanın yol ve y ö n t e m i n i bulamadık. Bir
tek bu olay bile T ü r k istihbaratının ne d u r u m d a olduğu konu­
sunda fikir vermektedir. Böyle bir sistem hâlâ da kurulamadı.
Bizim y e r i m i z d e başka bir ülke olsaydı, daha akıllı ve etkin ça­
lışan bir teşkilat var olsaydı, böyle bir potansiyelden faydalan­
m a k için t ü m kaynaklar seferber edilir, bilgi akışının sağlanma­
sı için her türlü yola başvurulur ve gerekli altyapı çalışmaları
gerçekleştirilirdi. Sadece Avrupa'da çalışan T ü r k l e r d e n gönüllü
olanları gönderdiği bilgileri sistematik olarak alıp analiz edebil­
sek zengin bir bilgi b a n k a m ı z oluşabilirdi.

D a h a sonra 1996-97 yıllarında A l m a n güvenlik birimleri ile


terörle m ü c a d e l e k o n u s u n d a yapılan resmi görüşmelerde gör­
d ü m ki ü l k e m i z e yönelik terör faaliyetleriyle ilgili bilgileri Alman
m a k a m l a r ı n d a n almayı bir y a n a bırakalım, A l m a n y a ' d a Türkiye
aleyhine y a y ı n l a n a n illegal örgütlerin yayınlarını temin etmek
için bile A l m a n m a k a m l a r ı n d a n y a r d ı m isteniyordu. Fakat Al­
m a n Emniyeti de b u n u n bir polisiye görev olmadığı için böyle
bir şeyi y a p a m a y a c a k l a r ı n ı söylemişlerdi. Y a n i Almanya'da ya­
yın yapan P K K ' y a ait bir dergiyi temin e t m e k bile T ü r k güvenlik
kuvvetleri için bir sorundu, b u n u n içi bile A l m a n meslektaşla­
rımızdan y a r d ı m istemiştik. Bu isteğin dile getirildiği toplantıda
b u l u n u y o r d u m ve şahsım ve teşkilatım adına çok utanmıştım
(daha sonra A l m a n y a ' d a bulunan bir elaman, derginin üstün­
deki telefon n u m a r a s ı n ı arayıp kiraladığımız bir posta kutusu­
nu adres göstererek bizi yıllık olarak abone y a p m ı ş t ı ) . Hâlbuki
orada milyonlarca T ü r k vardı ve pek çoğu bize y a r d ı m etmek
için g ö n ü l l ü y d ü . Bu d u r u m şunu açıkça gösteriyordu ki bizim
güvenlik kuvvetlerimiz gerçek manada istihbarat toplamak,
bunları d e r l e m e k ve analiz etmek k o n u s u n d a son derece yete­
neksiz, yetersiz ve basiretsizdi. Emrine a m a d e hazır bekleyen

212
1. Bölüm: D e v l e t

insanları k u l l a n m a k t a n , elindeki potansiyeli değerlendirmek­


ten, bu yolla bilgi toplamaktan bile acizdi. Bu d u r u m o gün
öyleydi, b u g ü n de hâlâ aynı o l d u ğ u n d a n eminim, ileride de de­
ğişeceği k a n t i n d e değilim.
Bana "Devletin teşkilatları Almanya'da, t ü m Avrupa'da her
türlü bilgiyi alıyorlar, sen bunu bilmiyor a m a hep güvenlik kuv­
vetlerimizi k ü ç ü k görüyorsun," diyenlere şu cevabı veriyorum:
B u n c a yıl Avrupa'da bölücü örgütler T ü r k i y e aleyhine faaliyet­
lerde bulundu, hatta açık toplantılar yapılıp paralar toplandı
fakat ben bu olay ve bu olaylarda yer alan (hatta bir kısmı ül­
k e m i z e geldiğinde yakalanan) kişiler hakkında bir tek resim,
film, bilgi g ö r m e d i m . Bu konuda toplanan en değerli bilgiler
yine T ü r k i y e ' d e faaliyet gösteren militanlar yakalandığında ya
da izlenirken elde ediliyordu. Olayların en sık yaşandığı ve en
fazla militanın yakalandığı yerler olan Diyarbakır ve İstanbul'da
çalıştım, ben g ö r m e d i y s e m kimse g ö r m ü ş olamaz. İşte devletin
arşivi orada, t a m a m ı taransa kaç tane b u l u n a c a k ?

Dış Güçlerin Etkisi


Ülkelerdeki bütün siyasi kargaşa ve olayları h e p dış güçle­
re, h e p dış d ü ş m a n l a r a bağlamak isteyenlere karşı veya böyle
görüp d ü n y a d a k i olayları bu şekilde değerlendirenlere karşı çok
önemli bir ö r n e k v e r m e k isterim. 1992, 1993 ve 1994 yıllarında
İstanbul'da görev yaptığım d ö n m e d e , İran resmi kuvvetlerinin
dolaylı desteklediği Türkiye'de özellikle İstanbul'da çok fazla te­
rör olayına k a r ı ş m ı ş gruplar vardı ve bu gruplara karşı başarılı
operasyonlar yapmıştık. Bu olaylar dolayısıyla p e k çok ülkenin
polis veya muhtelif devlet örgütleri de İranlıların yarattığı bu
olaylara ilgi d u y u p bilgi almaya çalışıyordu.

Ç ü n k ü Fransa ve İngiltere gibi birçok ülkede de benzer


olaylar o l m u ş , İran'dan devrim sonrasında k a ç m ı ş rejim mu­
halifi pek çok kişi veya eski devlet görevlileri öldürülmüş ya
da kaçırılmıştı. Hatta eski İran başbakanı Şahbur Bahtiyar,

213
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

Paris'te içlerinde T ü r k asıllı kişilerin de b u l u n d u ğ u İran devleti


ile bağlantılı kişiler tarafından uğradığı silahlı saldırıda öldü­
rülmüştü. T a h k i k a t l a r d a bu olayların bir kısmının İran devlet
görevlileri veya onların yönlendirmesi ile onlarla ideolojik bağı
olan yerel kişilerce yapıldığı anlaşılmıştı. B u n d a n dolayı da tüm
d ü n y a devletleri özellikle Batı Avrupa ülkeleri İranlıların yarat­
tığı İran kaynaklı terör olaylarına ilgi duyuyorlardı.
O zamanlarda Amerikalıların İstanbul'da konsoloslukta gö­
revli bulunan elamanlardan bazılan bana İran'a karşı yapılacak
her türlü faaliyette, özellikle istihbarat kaynaklı bilgi alma faali­
yetlerinde, İran kaynaklı terör olaylarını önleme konusunda veya
İran'a yapılacak herhangi bir operasyonda ne isteniyorsa ama
ne isteniyorsa her konuda her şeye Amerika'nın destek olmaya
hazır olduğunu söylemişti. Hatta daha da ileri giderek, "İran'a
yönelik bir şey yapılacaksa, Avax uçaklannı bile kaldırmaya ha­
zırız, buna bile imkânımız var, her şeyi yapabiliriz," demişti.

Daha sonra birçok ülkenin de buna benzer bir tutum içinde


o l d u ğ u n u g ö z l e m l e d i m ama tabii en fazla istekli olanlar Ameri­
kalılar ve İngilizlerdi. D ü ş ü n ü y o r u m da dev bir ülke olan Ameri­
ka ve o n u n y a n ı n d a İngiltere, ayrıca o tarihte biz de dahil olmak
üzere İran'a k o m ş u olan ülkeler İran'daki bu tür olaylara karşı
tavır almak ve bir şeyler y a p m a k istiyordu. Edirne'de bulun­
d u ğ u m d ö n e m d e kaçak yollarla ü l k e m i z d e n geçerek Avrupa'ya
gitmek isteyen g ö ç m e n l e r arasında bulunan İran rejim muhalif­
lerinin (Halkın Mücahitleri d e n e n gruba m e n s u p olan insanlar)
A B D veya y a n d a ş l a r ı n c a Irak'taki kamplarda tutulup destek­
lendiği biliniyordu. Fakat t ü m gayetlere, tüm güçlü ülkelerin
güçlü istihbarat teşkilatlarına, bir şeyler y a p m a arzularına rağ­
m e n İran'da o g ü n d e n bu güne hiçbir şey y a p m a y ı başaramadı­
lar, bir siyasi g r u p çıkaramadılar, herhangi bir terör olayı ya da
bir eylem gerçekleştiremediler.

T ü m b u n l a r da şunu işaret ediyordu; elbette dış güçlerin


bir ülke ü z e r i n d e o y n a n a n oyunlarda çok önemli etkileri var-

214
1. Bölüm: Devlet

dır, ama onlar asla o ülke içerisinde bir terör grubu y a r a t m a


ve terör olayları organize etme kudretinde değillerdir. Yalnızca
orada var olan güçleri, örgütleri ya da çatışmaları kullanabilir­
ler. B u g ü n de çok net görüyoruz ki Irak'ta bulunan, İran'dan
kaçmış rejim muhaliflerini Amerika destekliyor, onlara pek çok
i m k â n sunuyor, d ü n y a üzerinde bütün seyahat ve hareketle­
rinde destek o l m a k istiyor ama o kadar. Buna rağmen, halkın
mücahitlerini y a r a t a m ı y o r veya onlara benzer bir grup İran'da
ortaya ç ı k a r a m ı y o r ve yer bulamıyor.

ANKARA
PKK'ya Teknik Bilgiler Sızdı
İstanbul'da uygulayıp geliştirdiğimiz teknik bir sistemle
herhangi bir eşyanın içerisine küçük bir elektronik verici yer­
leştiriyor, sonra da bu vericinin yerini yaklaşık olarak belirleye-
biliyorduk. Bu cihazı, İstanbul'da birkaç operasyonda kullan­
mış ve çok başarılı olmuştuk, örgütün herhangi bir eşyasına
ulaşma i m k â n ı olunca içine yerleştirip bu eşyanın yerini, dola­
yısıyla örgütün gizli hücrelerini buluyorduk.
Aynı şeyi P K K ' y a karşı uygulamak m ü m k ü n d ü . Diyarbakır
Bingöl kırsalındaki militanlara gönderilecek bir m a l z e m e n i n içi­
ne aynı sistemden yerleştirilmişti. M a l z e m e kırsal alandaki mi­
litanlara ulaşınca önce helikopterle yeri tespit ediliyordu. Böyle
bir operasyon daha önce Emin Aslan m ü d ü r ü n başkanlığı, Hilmi
Özkök Paşa'nın 7. Kolordu komutanı olduğu d ö n e m d e yapılmış,
Diyarbakır kırsalında o tarihe kadar g ö r ü l m e m i ş önemli sayıda
neticeler elde edilmişti. Yeniden benzeri böyle bir operasyon ha­
zırlamıştık, a n c a k operasyonda daha yer tespiti yapılıyordu ki,
PKK'nın yurtdışı bağlantısını kurduğu telefonu arayan biri bizim
cihazın t ü m çalışma biçimini anlatarak tedbir almalarını söy­
ledi. İnanılması m ü m k ü n olmayan bir k o n u ş m a kaydetmiştik.
Arayan kişi "Diyarbakır kırsalındaki militanlara deyin ki ellerin­
de bulunan sizle konuştukları telsizin içinde bir cihaz k o n m u ş ,

215
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

bu cihaz sizin duyamayacağınız özel kodlu bir sinyal veriyor,


onu helikopterde bir cihazla alıyorlar ve bununla yerinizi tespit
ediyorlar ve sizi imha edecekler," diye u y a n d a bulundu.
Bizde bile Ş u b e Müdürlerinin bilmediği, yalnız teknik ele­
manların bileceği teferruatta bilgiler örgüte aktarılıyordu, kar­
şıdaki örgütçü böyle bir teknik sistemin olacağına fazla inan­
m a d ı ğ ı n d a n anlatılanları ciddiye almıyordu a m a biz şok olmuş­
tuk, bu kadar bilgiye nasıl sahip olabilirlerdi. Bizim dinlemede
çalışan birimlerimiz bile bu d u r u m u bu kadar ayrıntılı bilmi­
yorlardı.
Olayı araştırmaya başladık. O z a m a n imkânlarımız bugün­
kü kadar iyi değildi, örgüte bilgi veren numarayı tespit ettik,
bu defa daha da enteresan bir durumla karşılaşmıştık. A r a m a
T e k i r d a ğ ilinde bir ankesörlü telefondan yapılmıştı. Örgüte bilgi
veren kişi d a h a sonra Kırıkkale'den aramaya başladı. Sonunda
bu kişinin d a h a önce Diyarbakır'da astsubay olarak görev ya­
parken tayin nedeniyle önce Tekirdağ'a, sonra da Kırıkkale'ye
tayin o l d u ğ u n u , asıl bilgileri halen Diyarbakır T u g a y Komuta­
nının y a n ı n d a fotoğrafçılık y a p a n bir astsubay arkadaşından
aldığını öğrendik.

Bizim arkadaşlar operasyon için Diyarbakır'a gittiğinde,


önce T u g a y K o m u t a n ı n a konuyla ilgili ayrıntılı bilgi vermişlerdi.
Elde edilen bilgilerin sıradan istihbari bilgiler olmadığını, ör­
gütün kullandığı u z u n mesafe telsizi içerisine yerleştirilmiş bir
cihazdan alınacak sinyallerin havada bir helikopterdeki elekt­
ronik sistemlerle tespit edildiğini, dolayısıyla bu bilgilerin y ü z d e
yüz güvenilir o l d u ğ u n u anlatmışlardı. Olağanüstü hal bölgesin­
de örgüt m e n s u p l a r ı n ı n yerleri ile ilgili çok fazla istihbarat gel­
diği, bunların birçoğun doğru olmadığı için operasyon birimleri
gelen bilgilere fazla inanmazlar, yanlış bilgi diye itibar etmezler.
Bu y ü z d e n b i z i m arkadaşlar k o m u t a n ı n bu bilginin doğru ol­
d u ğ u n a ikna olması ve bu y ö n d e hazırlık yapılmasını sağlamak
için çok gizli olan bu bilgileri teferruatıyla anlatmışlardı.

216
1 Bölüm Devlet

Operasyon çok sayıda taburun katılması ile yapılacaktı, onun


için birçok tabur komutanı ile toplantı yapan Tugay Komutanı da
bizim arkadaşların yaptığı gibi gelecek bilginin ne kadar sağlam
olduğuna ast birliklerinin komutanları inansın diye konuyu an­
latmış, onları bilgilendirmişti. O anda fotoğraf çeken astsubay da
tüm anlatılanları duymuş, bilgi sahibi olmuştu. Daha önceden
örgüt taraftan olarak birbirlerini tanıyan ve örgütle irtibatlı olan
bu astsubay Tekirdağ'daki arkadaşına olayı anlatmış, o da ken­
disine acil durumlar için verilen örgütün Kuzey Irak'ta kullandığı
uydu telefonuna bilgi veriyordu. Daha sonra bu astsubayların
irtibatlarını, sivil örgüt ilişkilerini belirledik.

T ü m bu çalışmaları G e n e l k u r m a y İstihbarat Başkanlığı ile


birlikte koordineli olarak gerçekleştiriyorduk, daha doğrusu biz
yapıyorduk a m a onlara da bilgi veriyorduk. S o n u n d a operas­
yon y a p m a y a karar verdik, astsubay bir gün önce birliğinde
Kırıkkale ilinde gözaltına alınmıştı, ama aynı gece birlik disiplin
nezaretinden kaçtığını öğrendik. D a h a sonra Ankara merkezde
örgütün sivil unsurlarına yönelik yapılan operasyonda buluş­
maya gelince yakalandı ve sorgulama sonunda kimliği ortaya
çıktı. Soruşturmalar sonunda bu astsubayların birkaç kişi ol­
dukları, doğrudan örgütün kırsaldaki militanlarıyla bağlantılı
oldukları ortaya çıktı. Aslında çok daha büyük zararlar verebi­
lirlerdi, ama daha büyük olaylar yaratmadan yakalandılar. O
tarihlerde T e k i r d a ğ Orduevinin yakınlarına b o m b a konulması
ve o r m a n y a k m a teşebbüsünün de bu kişi tarafından gerçek­
leştirildiğine inanıyorduk ama delıllendıremedik.

S u s u r l u k Olayı
Türkiye tuhaf bir ülke, bazen çok büyük olaylar ve suçlar
çok yaygın olarak gerçekleşiyor, herkes tarafından, t ü m yöne­
ticiler tarafında biliniyor ama herkes bilmiyor gibi davranıyor.
Mesela AB u y u m yasalarının kabulüne kadar devletin soruş­
turma y a p a n birimlerinde yaygın olarak işkence yapıldığını her-

217
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlaı

kes, t ü m devlet yetkilileri biliyor, samimi toplantılarda rahatlık­


la k o n u ş u y o r a m a resmen sorarsanız kimse işkence yapıldığını
kabul etmiyordu. Susurluk sürecinde de herkes devlet güçle­
rinin k a n u n s u z infaz yaptığım biliyordu, yüzlerce şüpheli olay
olmasına r a ğ m e n r e s m e n sorduğunuzda kimsenin infazlardan
haberi yoktu.
Bütün kurumlarda, t ü m devlet ihaleleri, ruhsat, vs. işleri
rüşvetle dönüyor, bunu da herkes biliyor, a m a resmi olarak
bunların hiçbirinin söz konusu olmadığı, her şeyin kurallar
çerçevesinde y ü r ü t ü l d ü ğ ü belirtiliyordu.
1980 öncesinde polis teşkilatı kriminal olayları çözecek, ta­
kip edecek ve önleyecek şekilde yetiştirilmemışti. Olayları önle­
mek için hiçbir plan ve programı olmayan, hiçbir sorununu bi­
limsel yöntemlerle sebep-sonuç ilişkisi temelinde araştırıp ona
göre çözüm ü r e t m e kültürüne sahip o l m a y a n polis veya zabıta
teşkilatı sadece usta çırak ilişkisi içerisinde öğrendiği yöntem­
lerle işlerini y ü r ü t ü y o r d u . Bu yönde, şüphelendiği hususlarda
sorularına c e v a p v e r m e y e n , suç işlediği şüphesiyle yakalanan
ve d u r u m u n u ikna edici bir şekilde açıklayamayarı herkesin fa­
laka, cop, işkenceyle konuşturulması, suçunu veya hakkındaki
suçlamaları anlatmasının sağlanması y ö n t e m i bir soruşturma/
polis kültürü haline gelmişti. T ü m halk, polis müdürlerinden
başbakanlara k a d a r herkes de bu d u r u m u biliyordu, ama san­
ki böyle bir şey y o k gibi davranılıyordu.

İdeolojik örgütler çıkıp bu defa polis, j a n d a r m a ve askeri bir­


liklere saldırınca yasalara uygun olarak ö n l e m e , karşı koyma,
yakalama faaliyetlerinde bulunulmayınca, terörü durdurmak
için polis ve zabıta içerisindeki eksiklik ve yanlışlıklar görülüp
düzeltilmesi y e r i n e teröriste kendisinin yaptığı gibi kanunsuz
davranıp, onlara onların yöntemleri ile karşılık verilmesi fikri
1970 yıllardan beri her z a m a n söylenir olmuştur, ta ki P K K çı­
kıp g ü n e y d o ğ u d a gerilla savaşım başlatıncaya kadar. Bu olayla
birlikte artık söylenti olmaktan çıkıp gerçek olmaya, uyguları-

218
maya başlandı. Daha sonraları bu d u r u m sanki uygulanması
gereken y ö n t e m l e r e dönüştürülmeye, formüle edilip teorik te­
melleri oluşturulmaya başlandı. Nerede ise tüm güvenlik birim­
lerinin y ö n e t i m i n e bu anlayış h â k i m oldu.
Bir d ö n e m Emniyette geleneksel anlayışın dışında mücade­
le y ö n t e m l e r i geliştirilmeye başlandı. İdeolojik gruplar içerisin­
de belli yer edinmiş, nüfuzlu, yarısı yeraltında yarısı devletle
bağlantılı unsurlar y a n ı n d a fedai seklinde bulunan çeşitli suç­
lardan sabıkalı sivil kişiler, PKKVIa mücadeleyi sadece öldür­
me temeline indirgeyen, çeşitli çatışma ve operasyonlarda yasal
sınırları a ş m a temayülü göstermiş bazı polislerden oluşan adı
k o n m a m ı ş timler oluşturuldu. Bu timlere bazı polis amirleri dı­
şında yarısı y e r altında, yarısı devletle bağlantılı unsurlar kimi
z a m a n destek, kimi zaman rehberlik kimi zaman liderlik yap­
maya başladı, z a m a n l a bunlar fiili liderliği ele aldılar.

Bu timlerin faaliyete başlaması ile birlikte PKK'ya destek ve­


riyor denen, öyle bilinen kişiler teker teker ortadan kaldırılmaya
başlandı. Bir süre sonra bu infazların güvenlik kuvvetleri ile bağ­
lantılı kişiler tarafında yapıldığı fısıltı halinde yayılmaya başladı.
Peki, Türkiye'nin yakın tarihinde, özellikle terörle mücadele
tarihinde, çok önemli bir kilometre taşı olan Susurluk Olayı de­
yince ne anlamalıyız? Ne oldu, ne bitti ve sonuç nasıl oldu?
Susurluk, Türkiye'nin terörle m ü c a d e l e d e rejim ve sistem
muhaliflerini susturmak için kullandığı hukuk/kanun dışı
yöntemlerin genel adıdır.
Bir ülkede yönetimin daha iyi olması için demokratik talep­
lerin dile getirilmesi, rejim değişikliklerini savunanların bu deği­
şikliği neden istediklerini halka anlatarak, halkın desteğiyle ik­
tidara gelmeleri normal yol ve yöntemdir. Evrensel hukuka göre,
her düşünceyi savunan bir siyasi parti kurulabilir, iktidara yö­
nelebilir ve iktidara geldiği z a m a n halkın beklentileri doğrultu­
sunda yanlış olan bir sistemi değiştirebilir; a m a Türkiye'deki ya­
salar değişime karşı olduğu için, dile getirilen talepler ne kadar

219
Haliç'te; Yaşayan Sımonlaı

haklı ve çağa uygun olursa, olsun, bu tür yollar tıkanmıştır. İşte


bu yol ve yöntemlerin, bütün demokratik mekanizmaların önü
tıkanınca daha iyi bir düzen, daha iyi bir y ö n e t i m kuracaklarına
inananlar, bu fikirlerini halka, anlatıp halkın onayı ile halk için
yönetimi değiştirmeye talip olanlar, yollarını tıkayan güçlerin
meşruiyetini sorgulamaya ve rejimin koruyucularına, kendileri­
ni yasaklayanlara karşı biraz da farklı yollara ve belki de kanun
dışı aktif tavır alarak karşı koymaya başladılar.

Bunun üzerine devletin güvenlik kuvvetlen ve adli sistemi


tarafından bu örgütlere karşı yasalarla çizilmiş olan bir mü­
cadele başlatıldı. Örgüt kuranların, belli bir fıkır etrafında ör­
gütlenmeye ve fikirlerini yaymaya kalkanların örgütlerini ka­
pattılar, gazetelerini ve yayanlarını yasakladılar, konuşmala­
rını cezalandırdılar, onları hapse attılar. T ü m bu yapılanların
sonucunda değişim isteyen ancak bu değişimi gerçekleştirme
yolunda önlerindeki tüm demokratik yollar engellenmiş olan
muhalifler başka çareleri kalmadığından yer altına inip illegal
mücadeleyi başlattı. Bu defa bunlara karşı devlet tarafından
daha ciddi bir takip başlatıldı. Bu tür faaliyetlerin her çeşidi,
herhangi bir şiddete ya da eyleme başvurulmasa dahi sadece
düşünülmesi ve bir düşünce etrafında örgütlen ilmesi bile ya­
saklandı, daha aktif daha ağır cezai yaptırımlar getirilmeye baş­
landı. T ü m ö n l e m l e r e rağmen muhalefeti susturamayan güçler,
bu kez dünya genelindeki demokratik sisteme aykırı baskıcı
yasalar çıkardı, ağır ve haksız cezalar uyguladı; ancak yine de
muhalifleri bastıramadı, halkın içerisinde bu. fikirlerin yayılma­
sına m a m o l a m a d ı . Halktan taraftar bulmasına d a y a n a m a y a n
sisteminin s a v u n u c u güçleri, işte bu defa yasaları da aşarak
-eleştirdiğimiz antidemokratik yasaları dahi aşarak- daha an­
tidemokratik denemelerle, insan haklarına ve her türlü meşru
sisteme aykırı bir biçimde bu kişileri susturmaya kalktılar.

İşte bu örgütleri, bu kişileri, yani rejim muhaliflerini sus­


turmak için başvurulan kanunsuz, hukuksuz uygulamaların

220
1. Bolum: D e v l e t

adına Susurluk diyoruz. Bu kişileri susturmak için kullanılan


en ağır yolun ve en kaba y ö n t e m i n , yani insanları öldürmenin,
temizlik harekatına girişmenin adıdır. Bunun tek bir kişide, bir
örgütte, bir grupta değil; genel devlet temayülü içerisinde azırrı-
s a n m a y a c a k bir sahada taraftar bulması, güvenlik mekanizma­
larının içerisinde çok sayıda görevli tarafından benimsenmesi,
bu y ö n t e m i n dolaylı bir şekilde desteklendiğini gösteriyordu.
Susurluk, teröristlere, kanun tanımayanlara kanunsuz mu­
amele etmek şeklinde devleti ve devletin mücadele biçimini mü­
cadele ettiği gruplarla aynı seviyeye indiren, inanılmaz bir anla­
yışın tezahürüydü. Susurluk anlayışıyla Türkiye'de kimler neler
yaptı, hangi olaylar gerçekleştirildi, hangi insanlara zarar verilip
hangileri öldürüldü? Bunları anlatmak, belki birkaç ciltlik bir
kitabın konusu, belki bunların tamamını değil onda birini bile
anlatmaya g ü c ü m yetmez. A m a bir d ö n e m bu yöntem, devlet
adamlarının bilgisi ve dolaylı desteği dahilinde güvenlik kuvvet­
leri içerisinde uygulandı.

Yaptığım görev ve b u l u n d u ğ u m görev yerleri itibarıyla bu


islerin en y o ğ u n yaşandığı dönemlerde ve merkezlerde, özellik­
le Diyarbakır ve İstanbul gibi en önemli iki büyük ilde bulun­
m a m , olaylar hakkında geniş bir bilgiye sahip o l m a m ı sağladı.
En azından kimlerin neler yapabildikleri k o n u s u n d a fikir sa­
hibiyim. G ö r e v yaptığını süre boyunca bu kişilerle karşılaştım
ve onların giriştiği bu tür illegal olaylara g ü c ü m ü n yettiğince,
aklımın erdiğince mani olmaya çalıştım. Eğer ben ve ekibim de
bu olayların içerisine girseydik, bugün Türkiye tanınmaz hale
gelebilirdi. Belki bu cümle insanlara çok iddialı gelebilir ama
bir düşünün; o zamanlar Diyarbakır gibi bir şehrin merkezin­
deki polis teşkilatı içerisinde yeni örgütlenen ö n e m l i bir gücün,
polis istihbaratının basındaydım ve bu k a n u n s u z anlayışa kar­
şıydım. O y s a bu anlayış bütün bölgede, hatta bütün güvenlik
birimleri ve devletin genel, güvenlik aygıtı içinde ciddi taraftar
bulabiliyordu. Kendi şuberndeki arkadaşlarım bile bu fikre ina-

221
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

nıyordıı. Her hafta yaptığım toplantılarda saatlerce süren ko­


nuşma ve telkinlerle bu fıkır ve uygulamalardan onları güçlükle
uzak tutmaya çalışıyordum; çoğu idealist olan bu insanlar ko­
layca bu tür eylemlere yönelebiliyordu. Hatta bu fikirler ma­
kul ve m e ş r u y m u ş gibi alenen savunulabiliyordu. Belki eyleme
kalkışan, bu eylemlerin içinde bulunan azdı; a m a fikri planda
geniş taraftar b u l m a y a başlamıştı. Birçok yargı m e n s u b u bile.
bu kişileri alıp m a h k e m e d e yargılayarak yapılacak bir şey yok,
bunların gereği yapılmalıdır diyebiliyordu. Tabii bölgedeki P K K
şiddetinin boyutu, faaliyet ve eylemleri arttıkça bu insanlar da
fikirlerini savunmada haklı hale gelebiliyordu.

Y a p a c a ğ ı m ı z işler konusunda meşru z e m i n d e kalmamız ge­


rektiğini e m r i m d e k i personelime sürekli e m p o z e ederek onları
bu eylemlerden uzak tutmaya olabildiğince gayret ettim. Yine
1992 yılının başında, İstanbul'a geldiğim z a m a n , yakın çalıştı
ğım insanları bu işlerin dışında tutabilmek için çok çabaladım.
Başında b u l u n d u ğ u m şubenin olanakları, yapılacak her tür­
lü illegal faaliyeti önceden kestirebılmeme veya. bunu yapan­
lar hakkında i p u c u n u bulmama imkân sağladığı için büyük
bir güç elde etmiştim. B u n d a n dolayı önemli bir y e r d e y d i m ve
kendi ekibimin de bu işe karışmaması, Susurluk anlayışındaki
ekibe alet o l m a m a s ı k o n u s u n d a çok büyük gayret sarf ettim.

İstanbul'daki birinci yılımın sonunda, elektronik sistemimi


kurduktan sonra şubem o kadar çok olayla ilgileniyordu ki, il­
legal yöntemlere hiçbir zaman kimsenin ihtiyacı olmadı. Yasala­
ra uygun olan terörle mücadele yöntemleri ile büyük başarılar
elde ediyorduk. Hiçbir illegal yöntem bizim yöntemlerimiz kadar
etkin olamazdı. Ancak tüm başarılı yöntemlere rağmen işlerle
uğraşmakta, altından kalkmakta zorlanıyorduk ve bu atmosfer
-özellikle Dev-Sol'un eylemleri karşısında teşkilatın gösterdiği
tepki- bu örgütlere karşı mutlaka illegal yollarla cevap verilmesi
gerektiği fikrine her an taraftar bulabiliyordu. Kendi şubem için­
de ve emniyetin diğer birimlerinde illegal yöntemlere girilmemesi

222
1. Bolum Devlet

konusunda sürekli ve çok ciddi bir direnç gösterdim. Belki de


birçok insan benim bu tavrım sayesinde bu olaylara girmek iste­
medi ve bu anlayıştan uzak durmaya çalıştı. Yıllar sonra başka
bir yerde beraber çalıştığım bir MİT Bölge Yöneticisi, veda ye­
meği konuşmasında benim hakkımda "onları suç işlemekten ve
çok büyük hatalar yapmaktan koruduğumu, görevi her zaman
bir vicdani ölçü içerisinde yaptığımı..." anlattı. Tabii aslında ka­
nunlar çerçevesinde legal bir mücadele gerçekleştirerek başarı­
lı şekilde terörü durdurunca, o yöntemlere ihtiyaç kalmamıştı.
Bu illegal yapılanmaları, gerçekleştirilen faaliyetleri uzun uzun
arılatmak ve bu konuda ciltlerle kitap y a z m a k m ü m k ü n , belki
ilerde en. azında genel hatlarını ayrı bir kitap olarak yazarım.
Susurluk'u y a z m a k sanıyorum benim için artık bir görev.

Ama bugün için asıl görülmesi, asıl önemsenmesi gereken


mesele şu ki terör faaliyetleriyle illegal yöntemlerle mücadele
etmek, teröre teröristlerin kullandığı yöntemlerle cevap vermek
isteyenlere, terörle mücadelede teröristlere hukuk dışı yöntem­
lerin uygulanması gerektiğini savunanlara, ülkeyi, rejimi, devleti
korumak için gerekirse illegal yöntemlerin ve infazların uygula­
nabileceğini söyleyenlere karşı asıl engel, bizim legal yöntemlerle
çalışmamız sonucunda İstanbul ve diğer metropollerdeki tüm te­
rör örgütlerinin (PKK, Dev-Sol) eylemlerini durdurmamız olmuş­
tur. Böylece illegal yöntemleri savunanların yaklaşımlarını meş­
rulaştıran haklı iddiaları kalmadı, bizim yöntemlerimizin doğru
olduğu ortaya çıktı, biz davamızı savunabildik ve onların bu tür
yöntemlerine hiçbir z a m a n ihtiyacımız olmadığını ispatladık.

Haddini aşan zıddına dönüşür diye bir söz vardır, işte ken­
dilerine d e v r i m c i örgüt diyenler aslında hadlerini aşarak, karşı
oldukları bu infaz timlerinin, bu anlayışların doğmasını ve bü­
yümesini sağladılar; infaz ve baskı timleri de yaptıkları hare­
ketlerle bu illegal örgütleri büyütüp çoğalttılar ve eylemlerinin
artmasına z e m i n hazırlarken bu kişilerin kendilerini haklı gör­
melerini, kendilerini ikna etmelerini de sağladılar. Yani terörist

223
H a l i ç l e Yaşayan Simonlar

saldırılar, güvenlik kuvvetleri içerisinde infaz timlerinin oluş­


masını, infaz timleri ise faaliyetleri ile illegal örgütleri daha da
güçlendirdiler.
İşte Susurluk böyle bir meseleydi bana göre; tabii ki bu sade­
ce üç beş polisin, birkaç MİT ve j a n d a r m a mensubunun yaptığı
uygulamalar değildi, onların güç ve destek aldıkları çok yukarı­
lara uzanan bağlantıları bulunuyordu. Bana göre bu güvenlik
birimlerinin, en üst mekanizmasında bulunanlar meydana ge­
len olayları bütün detayıyla biliyordu, gelişmelerden haberdar­
dı, ama bilmiyormuş gibi davranıp dolaylı destek veriyorlardı.
Belki de birtakım malzemelerin temininde ve çeşitli işlemlerin,
atamaların, görevlendirmelerin yapılmasında bilerek destek sağ­
lıyorlardı. Devlet içindeki bu anlayış, düşünce ve bu düşüncenin
kabul edildiği bir çerçeve her gün biraz daha genişliyordu, Su­
surluk denen şey asıl olarak buydu ve yanlışlık da buradaydı.

Susurluk süreciyle başlayan araştırmalar ve bu olayın ka­


m u o y u n d a basın yoluyla duyulması üzerine açılan soruştur­
malar belki k a m u o y u n u tatmin etmedi, belki bu olaya katılan
herkesi cezalandıramadı, hemen h e m e n hiçbir e y l e m d e n dolayı
hiç kimseye ceza verilemedi, birçok olay -hâlâ- faili m e ç h u l kaldı
ama çok ö n e m l i bir şey gerçekleştirildi: Devletin hukuk sistemi,
bu işi soruşturan müfettişler ve en önemlisi de m a h k e m e l e r , bu
yöntemi, bu anlayışın yanlış olduğunu kabul etti, teröristlere ve
terör örgütlerine karşı kanunları çiğneyerek, illegal yöntemler
kullanarak m ü c a d e l e edilmesini de kanunsuzluk ve terör ey­
lemi sayarak bu anlayışı m a h k u m etti. Belki bahsi geçen olay­
larda fiilen görev alan binlerce insan olmasına r a ğ m e n sadece
on, on iki kişi ceza aldı. Ama şu çok önemliydi, h u k u k sistemi
rejim ve sistem muhaliflerine karşı illegal faaliyetleri, bu kişileri
susturmak için kullanılan hukuk dışı yol ve y ö n t e m l e r i kabul
etmedi. Bu d u r u m , devlet sisteminde bu t u t u m u n artık meşru
olarak kabul edilemeyeceğini ve bir gün, daha ağır hesapların
verileceğini ilan etmesi açısından cok önemliydi.

224
1 Bolum: Devlet

Bence bu gelişme yüzde y ü z amacına ulaşmasa da belli bir


mesafe kaydetmiştir. En azından bu işin yanlış olduğu teşhir
edilmiştir. H a l e n bunu savunanlar olsa da, güvenlik kuvvetleri
içerisinde bu anlayışa sahip olan a z ı m s a n m a y a c a k sayıda in­
san bulunsa da bunu hukuk sisteminin yanlış kabul etmesi,
meşru d ü z e n d e herkesin h u k u k u ve kanunları savunması ge­
rektiğinin ortaya çıkması açısından çok önemliydi. Dolayısıyla
ben m a h k e m e kararını bu açıdan çok ö n e m s i y o r u m ve bundan
dolayı da en azından Susurluk davası yüzde yetmiş oranında
amacına ulaşmıştır dıyebıliyorum. Yapılanların yetersiz oldu­
ğunu, suça karışan herkesin ayıklanması gerektiğini söyleyen­
lere, böyle b ü y ü k bir temizlik m ü m k ü n değil, o kadar suyumuz
ve m a l z e m e m i z yok, olsa da o büyük temizlik çoğunluğu alıp
götürebilir, ortada fazla kimse kalmayabilir, bu ihtimali de göz
önünde b u l u n d u r m a k lazım diyorum.

Susurluk'ta önemli olan, işlenen suçlardan, suça karışan


insanların sayısından çok bu anlayış ve düşüncenin devlet içe­
risinde, hatta vatandaşlar arasında çok fazla taraftar bulma­
sı ve bu y ö n t e m i savunanların sayısının çok fazla olmasıdır.
Bu anlayış ile ancak bunun yanlış ve gayri meşru o l d u ğ u n u n
m a h k e m e l e r tarafından ilan edilmesiyle mücadele edilebilir ve
ancak bu şekilde bu anlayışın yayılması önlenebilir. Temizlik
a n c a k böyle sağlanır. Gönül ister ki olaya karışan, destek veren
herkes cezalandırılsın, herkes yaptıklarının bedelini ödesin.
A m a bu her z a m a n m ü m k ü n olmaz, olamaz. Ayrıca fikri des­
tekçileri tespit edip cezalandırmak, onların nereye kadar fikri
destekçi, nereye kadar azmettirici olarak kabul edileceğini be­
lirlemek m ü m k ü n değildir.

Termal Kameralı Uçak Alımı


G ü n e y d o ğ u d a olayların hızlı bir seyir izlemeye başlamasıy­
la birlikte, sıkıyönetim uygulamalarının yeterince başarı elde
e d e m e m e s i sonrası, devlet yeni bir anlayış, yeni bir tertiple sı-

225
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

kıyönetimi kaldırıp, 1987 yılında çıkardığı kanunla olağanüstü


hal uygulamasına geçmişti. Sıkıyönetim uygulaması ve asken
u y g u l a m a n ı n uzun süre d e v a m etmesi, hem dünya h e m Avrupa
nazarında G ü n e y d o ğ u d a k i kısıtlılık halleri nedeniyle eleştirile­
re konu oluyordu. Ayrıca sıkıyönetim ve askeri uygulamalar ör­
gütün gelişmesini önlemekten uzaktı. Bu y ü z d e n çok iyi amaç­
larla ve daha inisiyatifli, daha pratik bir idari anlayış ile çözüm
üretilmesi d ü ş ü n ü l e r e k olağanüstü hal kurulmuştu. A m a kısa
sürede Bölge Valiliği sadece göstermelik bir lojistik destek, ik­
mal sağlayan, belki pratik bazı konularda karar veren ama tüm
harekâtı yine askeri birliklerin yaptığı, hiçbir alt yapısı olmayan
bir askeri anlayışa dönmüştü.

Zaten Güneydoğu'da devletin başka gücü olmadığı için, Böl­


ge Valiliği fazla risk almamak, bölgede kalıcı o l m a m a k adına işin
kolayına kaçmış ve orada kurulan «jandarma Asayiş Kolordu Ko­
mutanlığına t ü m görevleri yüklemişti. Kara Kuvvetleri birlikleri
de onların emirlerine verilerek yine bir askeri düzen kurulmuş­
tu. Aslında bir tek sıkıyönetim komutanlığı adı ve bazı yetkileri
yoktu, daha. çok zabıta jandarma yetkileri kullanılıyordu.

Olağanüstü Hal Bölge Valiliği eksikliklerle doğmasına rağ­


men, bazı pratik adımlar atmak, bazı teknik aletlerle sistemi
desteklemek adına arayışta bulunuyor ve bu amaçla dünyanın
bazı ülkelerinde uygulanan antiterör yöntemlerini, güvenlik sis­
temi satan firmalar ürünlerini satmak için bölgeye geldiklerinde
deneyip test ediyordu. Bu bölgede neler yapılabilir, neler kulla­
nılabilir diye z a m a n z a m a n bu testlere biz de çağınlıyorduk.

İşte bunlardan bir tanesi de termal kamera testiydi. O za­


manlar bir termal kameranın ne olduğunu d u y u y o r d u k ama
tam anlamıyla görmemiştik. Ergani ovasında iki d e n e m e yapıl­
dı. Burada bir termal kameranın ısı farkına dayanarak çalıştı­
ğım, zifiri karanlıkta dahi ısı yayan veya çevre ile arasında ısı
farkı bulunan bütün cisimleri çok rahatlıkla fark edebildiğini
görmüştük. Herhangi bir uçağın alt kısmına y e r d e n kumanda

226
Böiün; Devlet

edilen termal bir kamera yerleştiriliyor ve uçak belli bir bölge­


yi tararken o bölgedeki canlıları, örgüt mensuplarını, her şeyi
görmek m ü m k ü n oluyordu. Üstelik kamerayı k u m a n d a ederek,
görünen her şeyi netleştirmek, koordinatlarını belirlemek ve
hatta bundan kağıt üzerine çıktı almak veya bir yere faks çek
m e k bile m ü m k ü n d ü .
Böyle bîr cihaz bu bölgede çok işe yarayabilirdi. Sınır boy­
larında P K K ' n ı n ülkeye giriş yaptığı duyumları alındığında, bel­
li bölgelerde örgüt mensupları bulunduğuna dair ihbar geldi­
ğinde oradaki örgüt mensupları tespit edilebilecek ve görerek
operasyon planlanacaktı. Üstelik operasyon sırasında bu uçak
herkesin y e r i n i çok net olarak bildirecekti. Böyle bir sistem bü­
tün dengeleri değiştirebilirdi.
Test için gelen firma Türkkuşu'na ait kiralanmış bir uçak
ile denemeyi gerçekleştirdi. Uçak arazi üzerinde gezerken biz de
Ergani'deki tabur binasına yakın bir yerde hep beraber görün­
tüleri seyrediyorduk: D ö n e m i n Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu,
Asayiş Birlikleri Kolordu Komutanı rahmetli Hulusi Sayın Paşa.
Olağanüstü Hal Bölge Emniyet Müdürü Necdet Menzir. O H A L
Vali Yardımcıları, tabur komutanı ve diğer bütün yetkililerle bir­
likte hepimiz bu d e n e m e n i n içindeydik. Uçağa telsizle talimat
vererek falanca köyün üstünden geçmesini, falanca yolun üze­
rinden gitmesini, tarif ettiğimiz timlerimizin üzerinden geçmesi­
ni söylüyorduk. Hakikaten o zifiri karanlıkta insanları, hayvan
sunilerini tek tek ve çok net olarak görebiliyorduk. Termal ka­
meranın, sessizce uçabilen, havada uzun süre kalabilen uçakla­
rın altına takıldığında çok işe yarayabilecek bir sistem olacağını
görmüştük. Burada h e m e n bir tutanak tanzim ederek bu aletin
hangi durumlarda faydalı olacağı, bölgede ne şekilde kullanıla­
bileceği şeklinde görüşlerimizi yazmış ve içimizden birkaç kişi
tutanağı imzalamıştı. Sonraki gelişmelerden hatırladığım ka­
darıyla orada yaklaşık 50 kişi vardı ancak birkaç kişiye imza
attırılmıştı ve imzalayanlardan biri de bendim (genelde teknik

227
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlaı

denemelere İstihbarat Şube M ü d ü r ü olarak katıldığım için bu


türlü şeylerde bana imza açılıyordu). Daha sonra, aradan epey
bir zaman geçtikten sonra d u y d u m ki Olağanüstü Hal Bölge Va­
liliği bu sistemden iki takım almak için anlaşma yapmış.
Çok sonra öğrendiğime göre de uçaklar hazırlanmış, Jan­
darma Hava T a b u r u n a ait pilotlar İngiltere'ye giderek orada
eğitim görmüşler, uçaklar imal edilmiş ve Türkiye'ye getirilmiş.
Anlattıklarına göre bu uçaklar küçük motorlu, büyük kanatlı
(hatta kanatları ahşaptandı y a n ı l m ı y o r s a m ) , havada 5-6 saat
gibi uzun bir sûre kalabilen, çok yavaş ve sessiz uçabilen, çok
kısa mesafede (zannedersem 100 metreden daha. kısa mesafe­
de) havalanabilen, 100 metrelik bir araziye inebilen uçaklardı.
Türkiye'ye iki konteynırın içerisinde getirilen bu uçak ve mal­
zemeler, o z a m a n l a r Çevik Kuvvet ve Özel Harekâtın bulun­
duğu. Çevik Kuvvet Binası diye bilinen yerin arka tarafında,
bizim oradaki teknisyenlerden destek alarak monte edilmişti.
Montajın ardından uçaklar uçacak hale geldi; ancak her ne
olduysa bir türlü uçmadılar. Aksine tekrar sökülerek kontey-
mrlarına k o n d u ve uzun yıllar orada bekletildi. Ne olduğunu
bilmiyordum, Diyarbakır'da 2-3 yıl daha görev yaptıktan sonra
İstanbul'a a t a n d ı m , 4 yıl da İstanbul'da görev yaptıktan sonra
tayinim çıktı, 1997 yılında Ankara'ya geldim.

Bir gün Milliyet ve Star gazetelerinde yer alan haberde şöy­


le diyordu: "Susurluk Olağanüstü Hale de Karıştı..." Uçak alı­
mındaki bir yolsuzluk olayına benim de adımın karıştığı gibi
bir haber yayınlanmıştı. Haberde, bu uçaklar için çok faydalı
olacak diye bir tutanak tutulduğu ama bu uçakların hiç faydalı
olmayacağı, kullanılamayacağı, G e n e l k u r m a y i n , Kara Kuvvet­
lerinin raporunda uçaklar hakkında uçuruiamaz dendiği yazı­
yordu. Bu y a n l ı ş alımdan dolayı faydalı diye tutanak tutanlar
ve faydalı d i y e n l e r devlet malına zarar vermişler, yanlış para
harcamışlar d i y e iddia ediliyordu. D e n e m e sonucu oluşturu­
lan o tutanakta benim, Necdet Menzir'in, Vali Yardımcısı'mn

228
1. Bolum: Devlet

imzaları vardı. Ancak Susurluk Araştırma Komisyonunda


Meclis'teki ifadem dolayısıyla k a m u o y u beni bildiği için daha
çok benim i s m i m lanse ediliyordu. Bu inanılmaz bir şeydi; ya­
pılan d e n e m e y i herkes görmüştü, Asayiş Kolordu K o m u t a n ı ,
diğer askeri yetkililer ve Bölge Valisi de oradaydı. Denemeleri
hep beraber y a p m ı ş t ı k ve bizim kanaatimiz böyle bir sistemin
işe y a r a y a c a ğ ı , bölgede terörle mücadelede kullanılabilece­
ğiydi. G e r ç e k t e n bana göre bu uçaklar bu a m a ç l a fevkalade
de kullanılabilirdi, ama ben d e n e m e d e n sonra ne yapıldığını
b i l m i y o r d u m . T u t a n a k t a sadece, bu uçağın hangi yükseklik­
te uçtuğu z a m a n yerdeki cisimlerin nasıl görüldüğü vs. gibi
testlerden bahsediliyordu. Bu uçakların alınıp alınmaması, ne
kadar alınacağı, a l m a c a k s a nasıl dizayn edileceğine dair hiçbir
şey y o k t u . S a d e c e bu kameraların işe yarayıp y a r a m a y a c a ğ ı ile
ilgili fikir belirten bir tutanaktı; bunun alımı ile ilgili ben hiç­
bir şey b i l m i y o r u m . Bu uçaklar alınmış, İngiltere'ye o z a m a n k i
J a n d a r m a Hava. T a b u r u n d a n hava pilotları gönderilmiş, orada
15 gün eğitim görmüşler, bu uçaklarla uçmuşlardı. Uçaklar
Türkiye'ye getirildikten sonra da askere teslim edilmek isten­
mişken, G e n e l k u r m a y bu uçakların askeri standartları karşıla­
madığını belirterek onları u ç u r a m a y a c a ğ ı m söylemişti. Haber­
den sonraki araştırmalarımda ö ğ r e n d i m ki bu uçakları bölge
valiliği 3.000.000 (üç milyon) sterline almıştı.

G e n e l k u r m a y ' m askeri standartlarına göre uçağın en az iki


motorlu olması, en az iki pilotun kullanması, uçak içerisinde
askeri bir t a k ı m teknik cihazların bulunması gerekiyordu. Bu
işi yapan firma ise şu iddialarda bulunmuştu: "Eğer sizin dedi­
ğiniz gibi iki motorlu, iki kişinin taşıyacağı bütün bu ek sistem­
lerin olduğu bir uçak. isterseniz o z a m a n Cesna gibi k o c a m a n
bir uçak karşımıza çıkar ve bu kadar b ü y ü t t ü ğ ü n ü z z a m a n
uçak istediğiniz diğer şartları karşılayamaz: çok ses yapar, çok.
büyük olur, kalkış ve iniş için u z u n pistler ister ve u ç a k havada
yavaş g i d e m e z , uzun süre havada kalamaz, ç ü n k ü uçağın m o -

229
H a l i ç ' l e Yaşayan Simonlaı

toru, kütlesi b ü y ü d ü k ç e , ağırlığı arttıkça belli bir hıza ulaşması


gerekir. Üstelik dediklerinizi yaparsak bu defa h e m sizden eks­
tra ücret alırız h e m de belirli özelliklerin bir kısmını karşılaya­
mayız." Bu n o k t a d a da işler kilitlenmişti; bir y a n d a n teklif ola­
rak küçük, sessiz, havada uzun süre kalabilen, kısa mesafede
kalkıp inen uçaklar lazım diyorduk, ama askeri standartlarımız
istenince dev bir uçak ortaya çıkıyordu.
Bu uçaklar yalnızca Türkiye için imal edilmiş uçaklar değil­
di, dünyanın başka yerlerinde de bu gibi harekâtlar için ben­
zerleri yapılmıştı ve bu işin tabiatı gereği G ü n e y d o ğ u ' d a PKK'ya
karsı yapılacak askeri operasyonlarda herkesin risk alması ge­
rekiyordu; a m a bu risk alınamadı ve bu uçaklar, yani devletin
milli servetleri orada yıllarca konteynırda kapalı kaldı, uçuru-
lamadı. Şuna çok inanıyorum ki bu uçakları üreten firmalar
onları d ü n y a n ı n birçok ülkesine satmış, bu uçaklar birçok ülke
tarafından kullanılmış ve denenmişti; ama biz ü l k e m i z d e kulla­
namadık, d e n e y e m e d i k . İşın d a h a garip yanı akıl. mantık süz­
gecine tabı t u t t u ğ u n u z z a m a n bu uçakların o g ü n k ü şartlarda
sınır boylarını, geniş arazileri, çatışma sonrası veya bir istihba­
rat alındığı z a m a n olay yerini incelemek için çok uygun olduğu
açıktı; ama hiç kullanılamadı.

Türk basını, G e n e l k u r m a y kullanılamadı dediyse kesin


kullanılamaz, yanlış tercihtir, kesin hatalı alınmıştır, bu iş doğ­
ru değildir diye tavır koydular. Hiçbir z a m a n uçak alımının doğ­
ru olabileceğini düşünmediler. Halbuki buna karar verenlerin,
alınmış bir uçağı hizmette kullanmayanların suçunu hiç kimse
görmedi, bu u ç a k a m a c a u y g u n d u ve dünyanın birçok yerinde
de kullanılmıştı, kullanılıyordu. Hiç olmazsa istihbaratı almak
için, militanları çatışma sonrasında takip etmek, alınan du­
yumların teyidi için b u n u n denenmesi lazımdı. Uçaklar bir gün
dahi u ç u r u l m a d ı , askeri standartlara u y m u y o r diye devreden
kaldırıldı. G ü n e y d o ğ u ' d a h ü k ü m süren d u r u m olağan askeri
bir operasyon değildi ki; gerilla harbiydi, buradaki eylemlerin

230
1. Bolum: Devlet

kendine özgü şartları vardı, bütün, harekât kendine özgüydü,


kullanılan m a l z e m e de özel olmalıydı, bu nedenle riskleri de
göze almak gerekiyordu, a m a maalesef alınamamıştı. Belki Böl­
ge Valisi şuur altında sivillerin böyle bir araç almasını kabulle­
nemedi veya istemedi, ne sebeptense bilmiyorum, tek bildiğim
çok şeyin heder edildiğidir.
İşte G ü n e y doğu'daki olaylarda yeterli başarı sağlayamama-
mızın altında b u n u n gibi küçük ama çok önemli sebeplerin yat­
tığının görülmesi gerekmektedir.
Bugün insansız uçak alalım diye Başbakanımız A B D baş­
kanıyla görüştüğünde veya benzeri bir temasta seviniyoruz.
Halbuki daha 1988-89 yıllarında termal kameralı uçaklarımız
vardı ama kullanmadık, kullanamadık, değerini bilemedik, onu
geliştirip b u g ü n çok daha üstünlerine sahip olabilirdik. Olma­
dı. Ayrıca 1997 yılında insansız hava araçlarını Türkiye'de üret­
m e k üzere, yabancı bir ortakla Konya'da fabrika açan bir firma
da ilgisizlikten, alıcı olmaması nedeniyle kapandı
Sonunda Star ve Milliyet gazetelerini h e m Basın Konseyine
şikâyet ettim, hem. de tazminat için m a h k e m e y e verdim. Basın
Konseyi bu haberlerden dolayı muhabirlere ve gazetelerin yazı
işlerine k ı n a m a verdi, m a h k e m e l e r de o zamanki para ile so­
rumluları 1,5 milyar tazminata m a h k u m etti.

Antalya'da P K K Operasyonu
Z a n n e d e r i m 1997 yılının t e m m u z ayıydı, 28 Şubat sonrası
oluşan havada, Deniz Kuvvetlerinde polis kökenli Er Kadir Sar-
musak vasıtasıyla, Batı Çalışma G r u b u n u n kuruluşuyla ilgili
temin edip üst m a k a m l a r a verdiğimiz gizli bir belgenin çalındığı
iddia ediliyordu. İddiaların yayılması üzerine 32. Gün adlı tele­
vizyon programına katılmış, bu d u r u m u n hakkımızda psikolo­
jik bir harekâta dönüşmesini değerlendirmiştim. Programdan
sonra artık istihbaratçılık y a p a m a y a c a ğ ı m a kanaat getiriyor-
dum; bana g ö r e çıkıp televizyonlarda konuşan bir istihbaratçı

231
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlaı

artık istihbarat hayatını bitirmiş sayılırdı. Bu nedenle İstihba­


rat Dairesinden ayrılmak için dilekçe verdim.
G ö r e v d e n ayrılmama kısa bir süre kala, o sıralar bizim gü­
ney illerimizin birinde bulunan İstihbarat Şube Müdürlüğün­
den, Antalya'ya bir P K K grubunun geçtiğini ve Antalya'nın kırsal
alanında gerilla faaliyeti y ü r ü t e c e ğ i m bildiren ciddi bilgiler geli­
y o r d u . İlk bakışta bu bilgiler pek inanılacak gibi değildi; çünkü
PKK'nın Antalya'nın kırsal alanında ve dağlarında faaliyet gös­
termesinin çok anlamı yoktu. Ne de olsa orada siyası olarak
dayanacakları, destek alacakları bir halk kitlesi, bir yerleşim
yeri b u l u n m u y o r d u . Antalya'daki faaliyet sadece turizmi balta­
lamak, turistlere yönelik eylemde bulunmak için olabilirdi; bu
d u r u m d a da eylemi yapacakları z a m a n gelir, e y l e m d e n sonra
dönerler diye d ü ş ü n m ü ş t ü k . Ancak gelen bilgiler cok sağlamdı
ve bizim kanaatimizi doğrulamıyordu.

Verilen bilgilere göre uzun süreli faaliyette kalmak üze­


re Antalya'ya bir grup nakledilmişti ve grup R P G denilen ro­
ketatar, B K C fbiksı) tipi makineli tüfekler gibi ciddi silahlarla
donatılmıştı. Bu bilgileri netleştirmek için istihbari faaliyetle­
ri yoğunlaştırdık ve yeni bilgiler elde etmek için çalıştık. Bir
müddet sonra fotoğraflar da dahil çok ciddi materyaller elimize
geçti ve artık dağda silahlı bir grubun eylem hazırlığı içerisinde
olduğundan e m i n olmuştuk. O tarihler, İstihbarat Dairesinin
PKK karşısında gerçekten çok üstün performans gösterdiği bir
dönemdi. İlgili vilayetin ve merkezdeki bizim teknisyen arka­
daşların çalışması neticesinde P K K grubunun sipariş verdiği
cihazlardan birinin içerisine bir elektronik cihaz yerleştirerek
haber alma i m k â n ı yaratıldı. İşte bu mucizevi sistem sayesin­
de P K K g r u b u n u n yerini belirli aralıklarla tespit edebilecektik.
Bu gelişme üzerine bir polis helikopteri ve teknik ekiple bir­
likte Antalya'ya gittim. Bu esnada Emniyet Genel Müdürlüğü­
nün Özel Harekât Timlerinin büyük bir kısmı İsparta iline ge­
tirilmişti, s a d e c e amirlerini Antalya'ya götürmüştük. İsparta ve

232
1. Bölüm: Devlet

Burdur civarında bulundurulan timler çağırdığımız zaman bir­


kaç saat içinde gelip operasyona katılabileceklerdi. Antalya'ya
vardığımızda Antalya İl Emniyet M ü d ü r ü , J a n d a r m a ve Valilikle
görüştük, a n c a k bir sorun vardı: Operasyon J a n d a r m a n ı n gö­
revli olduğu kırsal alanda yapılacaktı ve Antalya Jandarmasının
elinde bu o p e r a s y o n u y a p a c a k yeterli tim b u l u n m u y o r d u . İlave
J a n d a r m a timlerine ihtiyaç duyuluyordu. Emniyetin timi vardı
ama tek başına olması da pek uygun değildi; mutlaka ek kuvve­
te ihtiyacımız vardı. Bu d u r u m u tartıştıktan sonra, helikopter­
le belirli z a m a n l a r d a havalanarak grubun yerini tespit etmeye
çalıştık. Eldeki küçük istihbari bilgilere dayanarak Antalya'nın
büyük coğrafyası içerisindeki hangi dağlık bölgede oldukları­
nı bulmak için helikopterle arazinin her gün belli bir bölgesini
taramaya başladık; P K K l ı l a r m yerini elektronik olarak tespit
edebilmek için militanlara birkaç km y a k l a ş m a m ı z gerekiyor­
du. PKK'lılarm çektirdiği bir fotoğrafta görünen kayalık yapı ve
çeşmeyi b u l m a y a çalışıyorduk. Ü ç ü n c ü gün P K K mensupları­
nın yerlerini belirledik. Aynı gün, bizim elde ettiğimiz bilgiyi te­
yit eder mahiyette h e m askeri birimler h e m de Milli İstihbarat
birbirlerinden bağımsız olarak Antalya'da, K u z e y Irak'taki P K K
unsurlarıyla telsiz konuşması y a p a n bir cihazın varlığı tespit
edilmiş, yaklaşık bir bölge tespiti de yapmıştı. Antalya'nın do­
ğusuna y a k ı n bir bölgedeydi ve köylere yakın bir arazi içerisin­
de bulunuyorlardı. Artık kesin olarak bölgeyi netleştirmiştik.
Bu bölgeye timleri gece sızdırırsak, elimizdeki cihazlarla yer­
lerini belirleyerek grubu i m h a etmek m ü m k ü n d ü . A n c a k bah­
settiğim gibi, j a n d a r m a n ı n elinde özel veya operasyon y a p a c a k
tim yoktu ve bu timin temin edilmesi için biz sürekli Emniyet
Genel M ü d ü r l ü ğ ü ve J a n d a r m a Genel K o m u t a n l ı ğ ı n d a n (on­
lar da G e n e l k u r m a y d a n ) tim istiyorduk ancak uzun bir süre
geçmesine r a ğ m e n bir türlü tim gelmedi. T i m bulamıyorduk.
P K K üyeleri vardı ve tespit kesin nokta istihbaratıydı. Örgüt
Antalya'ya yerleşecek, T ü r k turizmine çok ciddi darbeler vu-

233
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

rabilecek, yaptığı en ufak eylemle t ü m Antalya bölge turizmini


tehlikeye sokacaktı. B u n a r a ğ m e n birkaç gün daha bekleme­
mize r a ğ m e n maalesef tim getirilemiyordu. Gece temin ettiği­
miz k a m y o n e t l e r l e P K K ulardan sinyal aldığımız bölgeyi dolaştık
ve o bölgeye girip çıkarak (biraz da belki k e n d i m i z e riske ata­
rak) P K K ' n ı n yerini daha kesin bir şekilde tespit etmek için bir
süre daha çalıştık; ancak iki üç gün sonra tüm görüşmelere
rağmen j a n d a r m a n ı n artık bir tim çıkarma ihtimali olmadığı­
nı anladık. O l s a olsa kendi elindeki klasik karakol hizmetlerini
yapan j a n d a r m a erleri ile destek verebilecekti; ama operasyon
timi olarak yetiştirilmemiş askerlerle bu gruba karşı operasyon
d ü z e n l e m e k u y g u n değildi. Bununla birlikte Antalya İl Emniyet
M ü d ü r ü N a t ı k Canca tek başına bu riski üstlenemeyeceğini,
eğer j a n d a r m a timleri gelmezse polis timlerini buraya soktuğu
zaman doğabilecek olayların sorumluluğunu kendisinin üst­
lenemeyeceğini söyledi. P K K grubunun yeri belliydi, elimizde
grubun sayısı ve ellerindeki silahların fotoğraflarına kadar tüm
detaylı bilgiler, hatta dağda çekilmiş fotoğrafları bile vardı ve
örgüt bu b ö l g e y e yeni giriyordu, yapılacak bir operasyonla bu
bölgede sökülüp atılabilirdi. A n c a k maalesef j a n d a r m a n ı n tim
getirememesi, Antalya Emniyet M ü d ü r ü n ü n tek başına risk
ü s t l e n m e m e s i üzerine biz o p e r a s y o n u y a p m a d a n Antalya'dan
geri döndük. O p e r a s y o n yapılmadı, timler geri çekildi.

O tarihlerde, hatırlıyorum, G e n e l k u r m a y Başkanı kısa bir


süre sonra ağustos ayı içerisinde açıklama yapıyordu: "Dün­
yada A m e r i k a ' d a n sonra en büyük harekâtı yaptık, altı taburu
"uçarbirlik harekâtıyla" Cudi dağının muhtelif yerlerine attık,"
şeklinde d ü n y a y a beyanat veriyordu. Böyle bir beyanat, veriyor­
duk a m a T ü r k i y e ' n i n turizm cennetinde, T ü r k turizmine darbe
vuracak b ü y ü k eylemler gerçekleştirecek bir grubu imha etmek
üzere iki v e y a üç Özel Harekât T i m i n i A n k a r a ' d a n Antalya'ya
getirememiştik. Oç-beş gün boyunca burada operasyon yapa­
cak bir tim bulamamıştık. Sonrasını belki birçok insan hatır-

234
1. Bölüm: Devlet

layacaktır: Antalya'da bu P K K grubu turistlerin araçlarını ve


ormanları yaktı, turistik tesislere roket attı, j a n d a r m a l a r l a bir­
kaç defa çatışmaya girdi, (daha sonra intihar eden) A l b a y Ab-
dulkerim Kırca buradaki bir çatışmada yaralanıp sakat kaldı.
Halbuki bu grubu o gün imha etmek m ü m k ü n d ü . Bu grup iki
yıl boyunca Antalya'da pek çok olay gerçekleştirdikten sonra
ve Türkiye için epey sorun yarattıktan sonra, birkaç k o m a n d o
taburunun aylarca süren operasyonlarının ardından i m h a edi­
lebildi. İşte T ü r k i y e ' n i n teröre bakışı... Terörle mücadelemizle
ilgili belki dışarıdaki insanın göremediği ama içinde olan bizle­
rin yaşayarak g ö r d ü ğ ü m ü z çok ciddi hataların, eksikliklerin ve
aslında bu olayların neden bu kadar b ü y ü d ü ğ ü n ü n örneklerin­
den bir tanesi de bu olaydı diye d ü ş ü n ü y o r u m .

Devletin Güvenlik-Bütçe İlişkisi


T B M M de bütçe görüşmeleri yapılırken gelenektir, bir ba
kanlığa bağlı olan genel müdürlük ve alt birimlerin bürokratları,
kendi bütçeleri görüşülürken komisyon üyesi milletvekillerinin
bakanlarına soracağı sorular karşısında h e m e n cevap hazırla­
mak üzere genellikle komisyonda ve Meclis'te hazır bulunurlar.
İçişleri Bakanlığı'nm bütçesi görüşülürken ve bunun içinde
en büyük y e r tutan bütçelerden bir tanesi de Emniyet Genel
M ü d ü r l ü ğ ü o l d u ğ u n d a n , Emniyet Genel M ü d ü r ü , G e n e l M ü d ü r
Yardımcıları, Daire Başkanlarının büyük bir kısmı da alt komis­
y o n toplantılarında hazır bulunur. B a k a n a sorulacak sorulara
anında cevap h a z ı r l a m a k ve cevaplandırmak üzere beklerler.
Bir defasında ben de orada b u l u n d u m ; y a n ı l m ı y o r s a m 2004
yılı bütçe görüşmeleriydi. 2003 yılının aralık ayında konuşma­
ları dinliyordum. O arada bütçe hakkında genel bilgiler verilir­
ken ekrana y a n s ı y a n tabloda g ö r d ü m ki Türkiye'nin yedinci bü­
y ü k bütçesi E m n i y e t Genel M ü d ü r l ü ğ ü n e aitti, sanıyorum seki­
zinci J a n d a r m a Genel Komutanlığı, d o k u z u n c u Sahil Güvenlik
Komutanlığı, o n u n c u Milli İstihbarat Teşkilatı diye gidiyordu.

235
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

İkinci büyük bütçe de T ü r k Silahlı Kuvvetlerinindi diye hatırlı­


yorum. Bu da gösteriyordu ki bu ülkenin, özellikle iç güvenliği
ile ilgili, y a n i bu ülkenin vatandaşlarını birbirlerine yapacakları
kötülüklere karşı korumak, bu ülkenin devletini kendi vatan­
daşlarından gelecek zararlara karşı k o r u m a k amacıyla kuru­
lan teşkilatların bütçeleri çok büyük rakamlardı. Üstelik Türk
Silahlı Kuvvetlerinin, Jandarmanın, Emniyetin çeşitli vakıf ve
dernekler vasıtasıyla sahip oldukları kaynakları (ki bazıları bir
bakanlığın bütçesi kadardır) ve Başbakanlık örtülü ödeneğin­
den aldıkları paylar bu rakama dahil değildir.

Bütçe içinden ve dışından elde edilen gelirlerden toplanan


kaynaklar iç güvenliğe ayrılıyordu ki, bunlar toplamda çok bü­
yük rakamlardı. G ö r ü n t ü şuna benziyordu, paranızı saklamak
için aldığınız kasanın değeri paranızdan daha fazlaydı. Burada
bir yanlışlık vardı, böyle olmaması gerekiyordu.
Ayrıca görevlerim esnasında gördüm bir diğer durum da dev­
letin iç güvenlik birimlerinin kendi içerisinde dayanışma, yardım­
laşma, koordinasyon olmadığından her şeye ayrı ayrı harcama
yapılıyordu. Her birim ayrı ayrı aynı malzemeyi satın almak isti­
yor, birimler arası yaşanan ciddi bir yarıştan ötürü de inanılmaz
rakamlarla bütçeler talep ediliyordu; hatta gerek duyulmayacak
son model cihazlar, süper sistemler, her şeyin en iyisi istenmeye
kalkılıyordu. Bu ülkenin kaynaklan yatırım ve insanlarının eğiti­
mi için değil; maalesef güvenlik için kullanılıyordu.

Bugün y i n e bütün devlet kurumlarının imkânlarına, kul­


landıkları bütçelere bakılırsa, güvenlik amacıyla kurulan bi­
rimlerin ö d e n e k ve bütçelerinin diğerlerinden çok daha fazla
olduğu görülecektir. Türkiye de m o d e r n batı ülkelerinin güven­
lik kuvvetlerinden daha fazla m a l z e m e almıyor, a m a bunları
yerinde ve z a m a n ı n d a kullanamıyoruz. Oysa b u g ü n Emniye­
tin, J a n d a r m a n ı n , bütün güvenlik birimlerinin ve hatta Silahlı
Kuvvetlerin iç güvenlik amacıyla işbirliği y a p m a l a r ı halinde, bu
harcamanın kesinlikle dörtte bir inmesi veya bu harcamayla on

236
1. Bölüm: Devlet

katı karşılık e l d e edilmesi m ü m k ü n d ü r . Kendi aralarında koor­


dinasyonu iyi sağladıkları z a m a n bu h a r c a m a ve faaliyetlerden
kesinlikle tasarruf edilmesi ve başarının çok daha y ü c e olması
m ü m k ü n d ü r , a m a ne yapılırsa yapılsın maalesef bu kuvvetler
arasında gerekli koordinasyon hiçbir z a m a n sağlanamamıştır
ve sağlanamaz. Ç ü n k ü onlar, genellikle kendi kurumsal menfa­
atlerini ön p l a n d a tutan teşkilat ve kurumlardır. Maalesef için­
de olanlar b u n u kabul etmese bile gerçek böyledir.

Bu k u r u m l a r tek çatı altında birleştirilmeden, hatta çok


ciddi şekilde bu işten anlayan sivil kurumlar, sivil kişiler ta­
rafından d e n e t l e n m e d e n asla rayına oturtulamaz. Aksi taktir­
de bu ülkenin b ü y ü k bir kaynağı, iç güvenlik adı altında heba
edilip bir tarafa atılmaya m a h k u m d u r . Bu ülkenin iç güvenliği
çok daha d ü ş ü k rakamlarla, çok daha az kadroyla, çok daha iyi
bir şekilde sağlanabilir, ama m e v c u t d u r u m d a t ü m kaynakları
iç güvenliğe de harcasanız kesinlikle bu k o n u d a istenen ba­
şarının sağlanamayacağına e m i n i m , çünkü bunlar yerinde ve
z a m a n ı n d a u s u l ü n e uygun kullanılamamaktadır.

K O M Dairesi'nde Yenilikler
2003 yılı haziran ayında Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Dairesi Başkanlığına ( K O M ) atandım. Daire Başkan­
lığının m e r k e z d e Mali, Organize ve Narkotik suçlar o l m a k üzere
üç önemli b i r i m i vardır ve bu birimlere bağlı olarak pek çok
suçla tüm ülke çapında m ü c a d e l e edilmektedir; a m a k a m u o ­
y u n d a daha ç o k uyuşturucu operasyonlarım y a p a n Narkotik
birimi öne çıkar. Ülke genelinde ise her İl Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü
içerisinde K O M Şube M ü d ü r l ü ğ ü yer alır.

Ben birincil olarak mali suçlarla; yani kaçak ve gizli yön­


temlerle y a p ı l a n her türlü mal (akaryakıttan tekel m a l z e m e s i n e )
ithalatı ile b a ş t a ihaleler olmak üzere k a m u d a k i yolsuzluklar­
la ve ikincil o l a r a k da mafya denen organize suç şebekeleriyle
m ü c a d e l e y e öncelik ve ö n e m v e r i y o r d u m . Fakat uluslararası

237
Haliç'te Yaşayan Simonlar

kuruluş ve teşkilatlar uluslararası uyuşturucu ile mücadele­


yi öne ç ı k a r m a y a çalışıyorlardı. Şartlar üç alana da eşit ö n e m i
v e r m e m i z gerektiğini ortaya koyuyordu. Hızlı ve h u m m a l ı bir
çalışmanın içerisine girmiştim.
O tarihlerde K O M ün m e r k e z d e kendine ait teknik altyapı­
sı y o k t u (İstihbarat Dairesi k o n u üzerinde çalışıyordu) ve tüm
Türkiye'deki il şubeleri (İstanbul hariç) herhangi bir dinleme
faaliyeti için Ankara'ya geliyordu. Van'dan Edirne'ye kadar her
ilin polisi d i n l e m e kararı aldığında Ankara'ya gelip kendi iline
ait bir iki telefonu Daire Başkanlığında dinliyor ve dinlemede
elde ettiği bilgileri kendi iline telefon vs. yoluyla aktarıyordu.
Böyle komik bir uygulama vardı, bu şekilde bir çalışma ile neti­
ce almak, sistemli bir çalışma y a p m a k m ü m k ü n değildi.

Daire başkanı olarak ilk ö n e m v e r m e m gereken şeyin ku-


rumsallaşmak, bir sistem k u r m a k olduğu açıktı. Sonra bilgisa­
yar sistemi, bilgi bankası ve sokakta çalışan birimlere istediği
teknik m a l z e m e ve sistemleri sağlamak gerektiğini g ö r m ü ş t ü m .
Diğer y a n d a n çalışıp iş üretmek lazımdı; benden önce, İçişleri
Bakanı Saadettin T a n t a n i n z a m a n ı n d a önemli operasyonlar ya­
pılmıştı, bunların devamı gelmeliydi. T a m bu sırada Uzan olayı
patladı, işimiz iki kat artmıştı ve üstelik ben mali, narkotik ka­
çakçılık konularını bilmiyordum, daha önce hiç bu birimlerde
ç a l ı ş m a m ı ş t ı m ; bir y a n d a n da ö ğ r e n m e m gerekiyordu.

Uzan Olayı
Yukarıda belirttiğim gibi, Kaçakçılık Daire Başkanı olarak
görevde y e n i y d i m , dairenin görev alanına giren konuları ve bu
konularla ilgili mevzuatı ö ğ r e n m e y e çalışıyordum ki U z a n olayı
patlak verdi. Bir anda kendimi d e n e t i m elamanlarının, müfet­
tişlerin ve bankalar yeminli murakıplarının arasında, henüz an­
layıp k a v r a y a m a d ı ğ ı m Uzanların İmar Bankası y o l s u z l u ğ u n u n
ve ardından t ü m şirketlerinin karıştığı olayın içinde buldum.
Sıradan mali konuları dahi tam olarak a n l a y a m a z k e n bir anda

238
1. Bölüm: Devlet:

en büyük soygunla karşı karşıya kalmıştım. Üstelik bu işlerle


asıl olarak ilgilenen Bankalar D e n e t l e m e ve D ü z e n l e m e Kurulu
o sıralar kendi içinde B D D K ve T M S F olarak ikiye bölünüyor,
yöneticileri y e n i atanıyordu.
Çok zor d u r u m d a y d ı m , ama ağlamaya da z a m a n ı m yoktu.
Bir süre sonra bu işlerden az da olsa anlayan, daha ö n c e ban­
kalar o p e r a s y o n u n d a görev almış epey tecrübeli personelleri­
min o l d u ğ u n u g ö r d ü m . Aralarında Soner K o m i s e r vardı ki tam
o m e ş h u r sözdeki gibi 'tek başına bir orduydu'. Uzanlar adına
yapılan pek çok şeyin yarısını tüm samimiyetiyle çalışan k a m u
görevlileri y a p m ı ş s a diğer yarısını Soner K o m i s e r tek başına
yapmıştı d e s e m yanlış olmaz.

Uzanlara yönelik tahkikat başladığında o z a n l a r l a ilgili önce­


den aklımda kalmış bazı bilgileri anımsıyordum. Bazen anormal
olaylar aklımın bir kenarında kalır, yıllar sonra işime yarar.
A n ı m s a d ı ğ ı m ilk olay 1992 başlarında gerçekleşmişti. İstih­
barat Şube M ü d ü r ü olarak İstanbul'a yeni atanmıştım ve şube­
yi araç, gereç, personel açısından g ü ç l e n d i r m e y e çalışıyordum.
Bir gün, daha sonra İSKİ soruşturması ve Ergun Göknel'i sor-
gulamasıyla adını duyuran Mali Şube M ü d ü r ü arkadaşım Salih
G ü n g ö r geldi, beni banka denetimlerinde yetkili bir u z m a n olan
Yeminli M u r a k ı p Fahrettin. Yahşi ile görüştürdü.

Bana anlattıklarına göre bankayı denetlemek ve incelemekle


görevli Yahşi'ye banka müdürü bir oda veriyor ve Yahşi orada ça­
lışırken bir gün ayağının değmesi ile dinleme cihazı olabileceğini
tahmin ettiği, masa altına gizlenmiş küçük bir elektronik cihaz
buluyor. Bu cihazı bana getirdiler, telsiz teknisyenim İbrahim
kısa sürede inceledi. Çok güzel bir cihazdı, o z a m a n a göre birinci
sınıf işçilik ve kalitedeydi; denemeler yaptık bizim şubedeki ci­
hazların hepsinden iyiydi, hatta bir süre görevde de kullandık.

O z a m a n Fahrettin Yahşi bunun önemli olmadığını, kendi­


sine banka içerisinde bilgi veren var mı diye ö ğ r e n m e k amaçlı
k o n m u ş olabileceğini düşünmüştü, biz de üzerinde durmamış-

239
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

tık. Bankanın sahipleri kimdi, nasıl insanlardı, haklarında hiç


bilgi sahibi değildim ama bu cihaz ve kullanılan y ö n t e m hiç
makul g ö r ü n m ü y o r d u ve b u n u yapanlar büyük şeyler saklıyor
olmalıydı. Bu tuhaf olay böylece z i h n i m e kazınmıştı.
Aslında bir tek bu olay bile bu kişiler hakkında şüphelen­
m e k ve araştırma başlatmak için yeterliymiş. Daha o günlerde
Uzamların legal yollar dışında farklı, hileli ve biraz da casusluk
yöntemleri kullandığının ipuçları ortaya çıkmış, ancak biz uya-
namamışız. Fakat ne ben, ne de devletin başka k u r u m l a n bunu
anlayacak, tahkik edecek d u r u m ve k o n u m d a değildik. Zaten
b e n i m görevim sadece terör istihbaratı idi.

Diğer bir o l a y ise 9 0 l a r ı n başında m e y d a n a geldi. T ü r k i y e i ı i n


ilk özel televizyonu Star TV Ahmet ö z a l ve C e m Uzan İn ortak­
lığında y a y m a başlamıştı. Bir süre sonra da aralarında anlaş­
mazlık çıkınca Star TV Uzanlarda kalmış, A h m e t ö z a l da son­
rasında Kanal 6'yı kurmuştu.
İstanbul'da göreve başlamamızdan kısa süre sonra Asayiş
Şube M ü d ü r l ü ğ ü n e Star TV'nin sahiplerinin telefonla tehdit
edildiği intikal etmiş. Birileri telefonla Star TV patronlarından
haklarını ve alacaklarını istiyor, üstü kapalı şekilde tehdit edi­
y o r m u ş . Asayiş Şubesi benden bu tehdit eden kişinin telefonu­
nu tespit e t m e m i istemişti, bu amaçla birkaç defa olayı anlamak
ve bu kişiyi tespit etmek için Star TV'ye gittim. C e m U z a n ! tanı­
mazdım, o gün de kendisi yoktu. Uzanlar adına yetkili olan biri­
leri ile g ö r ü ş t ü m , "Bu işi A h m e t Özal yaptırıyor, o n u n adamları."
diyorlardı. Sebebini söylemiyorlardı, a m a kanalla ilgili yaşadık­
ları ayrılıktan dolayı alacak iddiaları olduğunu anladım. Aranan
telefona bir teyp bağlayarak tehdit eden kişinin birkaç konuş­
masını kaydettik. Kaydettiğimiz konuşmalarda tehdit eden ki­
şiler aşağı y u k a r ı 20 milyon dolar alacaktan bahsediyor, görüş­
mek için T ü r k i y e dışında, Almanya'da buluşmak istiyorlardı.

Ben biraz cesaret vermek adına (aslında biraz da tam bir saf­
lıkla) tehdit e d e n kişilerin ciddi olamayacaklarını söylemiştim;

240
1. Bölüm: Devlet

Uzanların 20 milyon doları olamayacağına göre, bu parayı iste­


yen kişiler de mantıklı değillerdi. Bana paranın olup olmaması­
nın önemli olmadığını, bu kişileri yakalamamız gerektiğini söyle­
diler. Hâlâ bu olayı hatırladıkça saflığımdan dolaya utanırım.
Hatırladığım diğer bir olay ise İstanbul Borsasında iki ki­
şinin (Hüseyin Engin S a y d a m ve Uğur Soyata) sahip olmala­
rı m ü m k ü n o l m a y a n miktarlarda büyük paralarla hisse top­
ladıkları, a n c a k haklarında bu tür haberlerin çıkması üzerine
sırra k a d e m basarak kayboldukları ve bir daha kendilerinden
haber alınmadığının tespit edilmesiydi. Bu kişilerin arkasında
kimlerin o l d u ğ u , bu işi neden yaptıkları, bu kadar nakit para­
yı kimin verebileceği konusu yine aklımın bir köşesinde kalan
hususlardandı. Sonradan öğrendiğime göre bu kişiler Uzanlar
için çalışıyordu.

O gün ilk yolsuzluk patladığında basın yukarıdaki olaylar


da dahil t ü m bilgileri tazeledi: mafya benzeri y ö n t e m l e r kullanı­
yorlardı, çeşitli kişilerle sorunları vardı, işlerinde casusluk alet­
leri kullanıyorlardı. Mali uzmanlar bize Uzanların marifetlerini
anlatmaya başladılar.
Anlatılanlara göre Uzanların ilk önemli marifeti şuydu: Ken­
dilerine ait İ m a r Bankası ilanlarında en yüksek faizi vereceğiz
diyerek halktan milyarlarca m e v d u a t toplamış, sonra da "batı­
yor" söylentisi yayılınca (mali uzmanlara göre bu söylentiyi de
kendileri yaymıştı) halk bankaya h ü c u m etmiş. Bu defa Uzanlar
vadesinden ö n c e anapara istendiğinden, "Siz vadeyi bozuyorsu­
nuz, faiz i s t e m e y e n e anaparasını veririz yoksa para ödeyemeyiz"
demiş, daha ö n c e batan bankalarda zarar gören halk da panik
halinde anaparayı kurtarmak için faiz istememiş ve Uzanlar is­
teyen herkese t ü m parasını ödemiş. Kimsenin diyeceği bir şey
yoktu, ama U z a n l a r bu olayla voliyi vurmuştu. Faizin neredeyse
% 100-120 o l d u ğ u enflasyon yıllarında milyar dolarlara tekabül
eden parayı bir yıl bedava kullanmış, hiç faiz ödememişlerdi,
üstelik tüm paraları ödeyerek en sağlam ve güvenilir insanlar

241
Haliç'te Yaşayan Simonlar

g ö r ü n ü m ü n e k a v u ş m u ş , halk "biz haksızlık yaptık bak adam­


lar paramızı ö d e d i " demişti.

Ç E A Ş ve Kepez Elektrik

Ç E A Ş , Ç u k u r o v a bölgesindeki barajlardan elde edilen elekt­


riğin özel şirket, eliyle dağıtılıp yönetilmesi için devlet tarafından
19501i yıllarda kurulan, elektrik dağıtımı ve satışı k o n u s u n d a
imtiyaz hakkına sahip, çok ortaklı kârlı bir şirkettir. Uzanlar
önce özelleştirme kapsamında Ç E A Ş ' ı n belli oranda hissesini
almışlar, sonra sahip oldukları bankalar aracılığıyla gizlice his­
se toplayarak %37 hisseyi ele geçirmişlerdi. D a h a sonra hisse­
ler henüz kendilerine devredilmeden, hisselerin temsil hakları­
nı para karşılığında noter senetleri ile alarak y ö n e t i m e h â k i m
olma yolu izlemişler ve uzun kavgalar sonucu, sahip oldukları
Star TV'yi de silah gibi kullanarak tüm karşı koyanları sustur­
m u ş ve sonunda y ö n e t i m e hâkim olmuşlardı. Daha sonra hisse
satın alarak Antalya'da Kepez Elektrik adlı elektrik şirketim de
satın aldılar.

Ç E A Ş ve K e p e z ' d e y ö n e t i m e hâkim olan Uzanlar kısa sürede


şirketlerin içini boşaltmaya, bu şirketlerin paralarını kendile­
rine aktarmak için y ö n t e m l e r geliştirmeye başladılar. Önce bu
şirketlerin paralarını, kendilerinin Kuzey Kıbrıs'ta kurdukları
İmar Off Shore Bank'a düşük faizlerle yatırdılar, bu şirketlere
Fınans k u l l a n m a k ihtiyacı duyduklarında ise aynı bankalarda
y ü k s e k faizle kredi kullandılar ve böylece şirketler zarar etme­
ye başladı. Şirketlerin paralan kendilerine a k m a s ı n a rağmen
zararda göründükleri için vergi vermediler; a n c a k bu esnada,
küçük hissedarlar zarar etmeye başladı.

İmtiyaz sözleşmesi gereği Ç E A Ş , başka şirketlere ortak ol­


m a m a s ı gerekirken Uzanlara ait Ladik, Şanlıurfa, Gaziantep,
Bartın ve T r a b z o n Ç i m e n t o şirketlerinin 132 milyon dolarlık
hissesini satın alarak ortak oldu ve bir süre sonra ç i m e n t o şir­
ketlerinin s e r m a y e artırımlarına Ç E A Ş sokulmadı. Uzanlara ait

242
1. Bolum: Devlet

şirket ve U z a n ailesi üyeleri, diğer ortaklarınca yapılan sermaye


artırımları ile Ç E A Ş ' m bu çimento şirketlerindeki hisselerinin
değerini düşürerek, Ç E A Ş tarafından 132 milyon dolara a l m a n
hisseleri y i n e U z a n Grubu'na ait başka şirketlere 66 milyon do­
lara, yani d ü ş ü k fiyatla zararına sattılar.
Uzanların Ç E A Ş ve Kepez Elektrik'teki bu ali cengiz oyun­
larının bir kısmı denetim elemanlarınca tespit edilerek rapor
edilmiştir, a m a bunlar 2003 yılına kadar hasıra!tı edilir veya
etkin olarak işleme k o n m a z .
İlerleyen tarihlerde işin, halk tabiri ile rayından çıkacağını
hisseden U z a n l a r bu tezgahın ortaya çıkma ihtimalini göze ala­
rak, Kıbrıs'taki İmar Off Shore Bank'ı 'kara para cenneti' diye
nitelendirilen Lihtenştayn merkezli Patrak Finans adlı bir şirke­
te satarlar; aslında bu şirketin sahibi de yine Uzan Grubu'dur.
İşin esas k o m i k tarafı ise, bu iki şirkete bu kadar yüksek
miktarlarda ve yüksek faizlerle kredi veren İmar Off-Shore Bank
Ltd. şirketinin durumu. Bu şirketin sermayesi, Lefkoşe Büyü­
kelçiliğinin Hazine Müsteşarlığına verdiği rapora göre, 1993 yı­
lında 1 m i l y o n dolardır; ama Ç E A Ş ve K e p e z i n yüz milyonlarca
dolar parasını düşük faizle alıp, tekrar bu şirketlere çok yüksek
faizle kredi olarak vermiştir.
Sonunda Ç E A Ş ve K e p e z i n zarara uğratılması ve çeşitli
usulsüzlük suçlamalarıyla, Uzanların bazı aile üyeleri hakkın­
da S e r m a y e Piyasası K a n u n u ve T ü r k Ceza K a n u n u hükümleri­
ne aykırı d a v r a n m a k t a n A d a n a . Antalya ve İstanbul Asliye Ceza
M a h k e m e l e r i n d e davalar açılır.
Ayrıca Ç E A Ş ' m faaliyetlerinden elde edilen gelirlerle alınan
mal varlıklarının, imtiyaz sözleşmesi gereği Enerji Bakanlığı
adına tescil ettirilmesi gerekirken, Uzan Grubu şirketleri adına
tescil ettirilerek k a m u d a n mal kaçırılır, el konulduktan son­
ra aylarca m a h k e m e yoluyla uğraşılarak bu malların bir kısmı
Uzanların üzerlerinden silinip devlet adına tescil ettirilmiştir.

243
Haliç'te Yaşayan Sımoniaı

Berke Barajı İnşası

İmtiyaz sözleşmesi gereği, Ç E A Ş ve Kepez şirketlerinin elde


ettikleri gelirle belli oranda yatırım yapma mecburiyeti vardır
ve bu mecburiyet bölgede hidroelektrik santrali, y a n i barajlar
yapılmasını gerektirir, o z a n l a r d a n önceki d ö n e m d e , bu amaçla
Berke Barajı projelendirilmiş ve bir İtalyan firmasına 591 mil­
y o n dolara ihale edilmişti. Ç E A Ş î n Uzanların eline geçmesinin
ardından, ödemelerin yapılmaması ve işin bırakılması için çı­
karılan bin bir güçlük üzerine bu İtalyan firma baraj inşaa­
tını, Uzanların zoruyla bırakır. Böylece baraj inşaatını Uzan
Grubu'na ait Yapı Ticaret A . Ş . adlı şirket üstlenir. Bu a ş a m a d a n
itibaren, baraj inşaatında kullanılan her türlü m a l z e m e Uzan
G r u b u h u n d i ğ e r şirketlerinden satın alınmaya başlanır. Daha
yakın fabrikalar olmasına rağmen çimento Urfa ve Gaziantep
fabrikalarından getirtilir, z e m i n e beton enjektesinde kullanıldı
diyerek ölçülmesine imkân o l m a v a n ve gerekenin çok üzerinde
miktarlarda ç i m e n t o , demir vs. ile şişirilmiş faturalar kullanıla­
rak maliyet yükseltilir ve Ç E A Ş ' a fatura edilir.

Ayrıca Ç E A Ş in imtiyaz sözleşmesi gereği, devlete karşı bu


yatırımları y a p m a taahhüdü ve mecburiyeti olmasına rağmen
bu yatırımlar için Ç E A Ş ve ortağı olduğu diğer şirketler üzerin­
den 12 ayrı y a t ı r ı m teşvik belgesi kullanarak, devletten haksız
nakit para y a r d ı m ı alınır.
Ç E A Ş ' a el k o n m a s ı ve usulsüzlüklerden dolayı Uzanlar hak­
kında açılan davalarda bu defa da bilirkişi ve uzmanlara rüşvet
verilmesi olayları gelişir.
Sonunda g ö r k e m l i bir törenle açılan Berke Barajı bir milyar
dolar civarında bir r a k a m a mal olmuştur. İddialar doğruysa bu
barajın y a p ı m ı n d a Uzanların şirketine 400 milyon dolar akta­
rılmıştır.
Uzanların yaptıkları usulsüzlükler ve yolsuzluklar üzerine,
T a n s u Çiller d ö n e m i n d e Ç E A Ş imtiyaz sözleşmesi iptal edile­
rek y ö n e t i m e el k o n m a k istenir; ama önce koalisyon d ö n e m i n d e

244
1. Bölüm: Devlet

Enerji Bakanlığının kararname hazırlamaması, sonra eskiden


beri K e m a l U z a n ' m y a k ı m olmuş olan Demirel'in cumhurbaş­
kanlığı d ö n e m i n d e kararnameyi i m z a l a m a m a s ı nedeniyle başa­
rılı o l u n a m a z .
2001 yılında 4628 sayılı Enerji Piyasası K a n u n u çıkartıla­
rak, Enerji Piyasası D ü z e n l e m e Kurumu kurulur. Buna göre
2002 yılı s o n u n a kadar sektörde faaliyet gösteren şirketlerin,
üretim ve dağıtım faaliyetlerinin aynı grup tarafından yürü­
tülmesi yasaklanır. Dağıtım şirketlerinin faaliyet yürüttükle­
ri bölgedeki üretimleri toplam tüketimin %20'si ile sınırlanır,
üretim ve dağıtım haklarından birini başkalarına devretmeleri
şart koşulur. Ayrıca enerji dağıtımının serbest olması, alıcının
herhangi bir bölgede ucuz bulduğu elektriği istediği üreticiden
serbest piyasada alması ve iletim şirketlerinin bedeli karşılığın­
da elektriği taşıma mecburiyeti getirilir; ama Uzanlar bu hu­
suslara u y m a z l a r . Başka bölgeden alman elektriğin kendi da­
ğıtım bölgelerinde alıcılara ulaşmasına m ü s a a d e etmez, kendi
dağıtım bölgelerindeki her alıcının elektriği kendilerinden alma­
ya mecbur olduğunu, eski tarihli imtiyaz sözleşmesi ile buna
hakları o l d u ğ u n u söylerler ve k a n u n u bölgede uygulamazlar.
Bunun ü z e r i n e Kurul, imtiyaz hakkını iptal ederek Ç E A Ş ve
Kepez'e el koyar.

Ç E A Ş e l i n d e n alınan Uzan G r u b u nakit sıkıntısı ç e k m e y e


başlar ve bu sıkıntı da yavaş y a v a ş İmar Bankası'na sıçrar:
elektrik şirketlerinden gelen nakit para akışı kesilen banka,
ödeme sıkıntısı içerisine girer.
Uzan G r u b u Ç E A Ş i geri almak için Türkiye'de açtığı da­
vaları k a z a n a m a y ı n c a ve k a z a n a m a y a c a ğ ı n ı anlayınca bu defa
daha farklı hilelere başvurur. Ürdün'deki temsilcileri olan Ali
Cenk T ü r k k a n vasıtasıyla G ü n e y Kıbrıs'ta L i b a n a n c o isimli bir
şirket kurarak, Ç E A Ş ' m hisseleri daha önce bu şirkete satılmış
gibi gösterip, yabancı yatırımcıyı koruma ve teşvik amaçlı çı­
karılan tahkimle ilgili mevzuat ve anlaşmalara dayanarak, taz-

245
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlaı

minat davası açarlar. (Kitap yazılırken t a h k i m d e ilk işlemlere


d e v a m edilmektedir.)
Peki, U z a n l a r ı n yaptığı asıl yolsuzluk tam olarak nedir?
İ m a r B a n k a s ı ' n d a neyi, nasıl yapmışlardır? B u n u kısa bir yazı­
da a n l a t m a k m ü m k ü n mü b i l e m e m . İmar Bankası olayı, hak­
kında birden fazla kitap yazılacak cinsten; dünyadaki banka­
cılık suçları ve b a n k a içi boşaltma operasyonlarında literatüre
girmiş bir olaydır. D ü n y a bilimine bilimsel çalışmalarımız ve
buluşlarımızla g i r e m e d i k ama İ m a r Bankası yolsuzluğu ile bu
alanda d ü n y a d a hatırı sayılır bir yer edindik.

İmar Bankası nasıl bir bankaydı ve nasıl yönetiliyordu diye


baktığımızda gördüğümüz kadarıyla bankanın tüm ortakları
Uzanlardı. Y ö n e t i m d e , Uzanlar haricindekilerin büyük kısmı di­
ğer şirketlerindeki lise mezunu personellerden seçilmişti ve onla­
rı da diğer bankalara göre düşük ücretlerle çalıştırdıkları ortaya
çıkmıştı. Bu insanların büyük çoğunluğu dar gelirli ailelere men­
sup, gelirinden başka bir şey düşünemeyen, finans. iktisat gibi
konuları çok iyi bilmeyen, sorgulama ve soruşturma yetenekleri
ekonomik sebeplerden dolayı gelişmeyen, tam bir aidiyet duy­
gusu içerisinde çalışan, mevduat kabul etme ve verme dışında
çok fazla bir inisiyatifi bulunmayan kişilerdi. Yönetim kurulunda
değil; m e m u r pozisyonunda ve rolündeydiler ve bu durum Uzan
GrubuYıun yolsuzlukları yapmasını kolaylaştırıyordu.

Bankalar K a n u n u ' n a göre İmar B a n k a s ı ' m n m e v d u a t ı n ı n


ancak % 1 0 ü k e n d i grup şirketlerine kredi olarak verilebilirken
Uzanlar bu k a n u n a aykırı olarak çeşitli usulsüzlüklerle İ m a r
Bankası'mn t ü m m e v d u a t ı n ı Uzan G r u b u şirketlerine kullandı­
rıyordu. Bu da y e t m i y o r m e v d u a t ı n önemli bir kısmı, resmiyette
kendilerinin g ö z ü k m e y e n , Kuzey Kıbrıs'ta tabela şirketi olarak
kurdukları, t ü m işlemleri Türkiye'deki temsilcisi gözüken İ m a r
Bankası şubelerince yapılan İmar Bank Off Shore'a aktarılıyor,
sonra da bu şirket y e n i d e n bu paraları / m e v d u a t ı Uzan G r u b u
şirketlerine kredi olarak veriyordu.

246
1. Bolum: Devlet.

Bir kısım m e v d u a t da baştan İmar Bankası şubelerinde


daha yüksek faize Kuzey Kıbrıs'taki İmar B a n k Off-Shore Ltd.
hesabına yatırılıyor gözükerek zaten t a m a m e n T ü r k Bankacılık
Mevduatı sistemi dışında kullanılabiliyordu.
Ç E A Ş ve K e p e z ' e el koyulmasıyla İmar Bankası'na sıcak para
girişi azalınca Uzanlar G e n ç Parti'yi kurarak e k o n o m i için mi
siyaset, siyaset için mi e k o n o m i yapıldığı anlaşılamayan, örneği
g ö r ü l m e m i ş bir siyasi atağa kalkarlar. Sonrasında iktidarla ters
düşmeleri nedeniyle m e v d u a t çıkışı da hızlanır. Bunların doğal
sonucu olarak İmar Bankası'nm mali yapısı da bozulur, banka­
yı denetleyen y e m i n l i m u r a k ı p ve uzmanların raporları üzerine
B D D K birçok defa Uzanların banka mevduatını grup şirketlere
kanuni h a d d e n fazla kullandırmamalarını, bankanın mali bün­
yesini kuvvetlendirmek için tedbir almalarını ister, ama Uzan­
lar her z a m a n olduğu gibi devletin dediği gibi değil, kendi bildik­
leri gibi d a v r a n m a y ı tercih ederler; yeni tedbir almak değil daha
da ileri g i d e r e k y ö n e t i m k u m l u başkanı K e m a l Uzan dahil tüm
yönetimi t o p t a n istifa ettirirler. D u r u m u n v a h a m e t i karşısında
B D D K İmar B a n k a s ı ' m n y ö n e t i m i n e de el koyar.

Ancak K e m a l U z a n y ö n e t i m d e n ayrılırken İmar Bankası'mn


bilgisayar sistemini işlevsiz kılmış, bilgisayar yedekleri kaybol­
muş, bankaya bilgi işlem desteği veren ve yine Uzanlara ait olan
Merkez Yatırım A . Ş . hiçbir bilgi işlem desteği v e r m e y e r e k ban­
kayı çalışmaz hale getirmiştir.
Nasıl o l u y o r da İmar Bankası onlarca defa murakıplarca de­
netlendiği h a l d e uzun süredir devam eden bu yolsuzluk tespit
edilemiyor? D i y e l i m ki yeminli murakıplar, d e n e t i m elemanları
fark etmedi; a m a bankanın y ö n e t i m kurulu üyeleri, genel mü­
dürlük yöneticileri, illerdeki şube müdürleri de mi fark ede­
medi? Daha d o ğ r u s u baba U z a n ve iki oğlu dışında sadece iki
üç kişi ile 5 milyar dolarlık bir mevduat herkesin gözü ö n ü n d e
nasıl saklandı? Bu, koca bir fili binlerce insanın gözü ö n ü n d e

247
Haliç'te Yaşayan Simonlar

sahnede yok e t m e k gibi bir şeydi ve Uzanlar b u n u gerçekten


yapmışlardı.
Bırakın polisi, MİT'in mali uzmanları, bankacılar bile ya­
pılan y o l s u z l u ğ u a n l a m a k t a zorlanıyordu. Yolsuzluğun yapılış
biçimini ve y ö n t e m i n i a n l a m a m ı z bile birkaç hafta sürdü.
Başta anlatılanlara inanmamıştım, nasıl olur da bunca
banka çalışanı, müdürleri, genel m ü d ü r yardımcıları olanları
görmez; kesin birçok kişi biliyor, a m a doğruyu söylemiyorlar
d i y o r d u m . A m a bir y a n d a n da bilinse bu sır mutlaka bir şekilde
dışarı sızardı diye de d ü ş ü n ü y o r d u m . S o n u n d a çalışanlarla gö­
rüşüp, eldeki kayıtları inceleyince, bunun m ü m k ü n olabilece­
ğini, hiç kimse bilmeden, g ö r m e d e n milyar dolarların herkesin
ö n ü n d e saklanabileceği sonucuna vardım. Bu şeytani bir yön­
temdi, d â h i y a n e bir u y g u l a m a idi ama Uzanlar bunu yapmıştı.

Y a p ı l a n l a r ı n Kısa Özeti

Uzanların İmar Bankası'nda yaptığı şuydu; az önce de belirt­


tiğim gibi İmar Bankası'na bilgi işlem desteğini Merkez Yatırım
AŞ denen, yine Uzanlara ait bir şirket veriyordu. Yani bankanın
bilgisayarları bu şirket tarafından programlanıyor ve kontrol edi­
liyordu. Bu programları Uzanlar özel olarak yazdırmışlardı.
Diğer t ü m bankaların bilgisayar sistemleri online denen
sistemle çalışır. Yani bankaların şubeleri bilgisayar ağları sa­
y e s i n d e m e r k e z e ve birbirlerine bağlı para havalelerini anında
yaparlar, paralar anında merkezdeki hesaba geçer. Uzanlar ise
öncelikle offline çalışmayı seçmişlerdi, yani illerdeki her ban­
ka şubesinin bilgisayar sistemi sadece k e n d i n e aitti ve kapalı
devre çalışıyordu, m e r k e z d e k i bilgisayar da öyle. H e r gece bilgi­
sayarlar bir kez birbirlerine bağlanıyor, şubelerde gerçekleşmiş
olan tüm işlemler merkeze gönderiliyor, m e r k e z d e k i bilgisayar
da t ü m bilgileri birleştiriyordu; ayrıca m e r k e z d e n illere gönde­
rilmesi gereken bilgiler varsa merkezi bilgisayar onları da gön­
derip tekrar k a p a n ı y o r d u .

248
1. Bölüm. D e v l e t

Bu sistemin önemli sır ve odak noktalarından bir tanesi,


her şubenin sadece kendi işlemlerini görmesiydi. Şubeler kendi
bankaları ile ilgili bir icmal, genel bir değerlendirme çıkaramı-
yorlardı. Eğer isim verirseniz o kişinin tüm işlemlerini görebi­
liyor, ama o gün aldıkları t ü m para ne kadardır, verdikleri ne
kadardır, b a n k a d a genelde m e v d u a t miktarı ne kadardır gibi
bilgilere sahip olamıyorlardı. B a n k a şubelerinin her ay mali­
yeye vermesi gereken b e y a n n a m e l e r de merkezdeki bilgisayar
sisteminde üretilerek şubelere gönderiliyor, onlar da bunları
doldurup ilgili maliye birimlerine veriyorlardı.

Yine b a n k a şubelerini d e n e t l e m e y e gelen yeminli banka


murakıpları o şube ile ilgili genel bir cetvel, hesap, bilanço veya
genel bir r a k a m isterse banka şubeleri bunu çıkarıp veremiyor­
du; talebi m e r k e z e aktarıyorlardı, merkezdeki bilgisayar sistemi
bunları üretip neticesini ilgili şubeye ve denetim elemanlarına
aktarıyordu.

Herkes b u n u gayet normal ve makul bir uygulama gibi gö­


rüyordu, a m a aslında merkezde bir tek bilgisayar uzmanı ile
raporları üretip denetleyen bir veya iki kişi vardı ve çift yazılım
kullanarak t ü m rakamları her z a m a n onda bir oranında gösteri­
yorlardı. Yani soruların hep iki yanıtı vardı: U z a n l a r için gerçek
rakamlar ve diğer kişiler için o n d a bire indirilmiş rakamlar.

İmar B a n k a s ı ' m n ö d e m e güçlüğü içerisine girmesi ve iflas


ettiğinin anlaşılması üzerine, devlet bankaya el koyarak t ü m
borçlarını ve mevduatını mudilere ö d e m e y e karar v e r m e d e n
önce, h ü k ü m e t e İmar Bankası'mn 500 milyon dolar civarında
maddi b ü y ü k l ü ğ ü n ü n olduğu söylenmişti. H ü k ü m e t yetkilileri
de t a h m m i m c e bütün mevduat 500 milyon dolar ise bu r a k a m
e k o n o m i y e ciddi sıkıntı y a r a t m a d a n ödenebilir diye bankaya el
koymakta tereddüt etmemişlerdi. Oysa Uzanlar giderken bilgi­
sayar sistemini bozdukları ve yedekleri bulunamadığı için ban­
kanın gerçek mali d u r u m u anlaşılamamıştı. D a h a sonra tek tek

249
Haliç'te Yaşayan Simonlar

şubelerden kayıtlar toplanıp icmal yapıldığında gerçek ortaya


çıktı: b a n k a n ı n gerçek borcu 5 milyar d o l a n aşıyordu.
Başka anormallikler de vardı, ellerinde hazine b o n o s u alma-
satma yetkisi olmadığı halde bir katrilyon liralık hazine bonosu
satmışlardı, üstelik ellerinde satacakları bu miktarda b o n o da
yoktu. Televizyonlarda reklamlar vererek o l m a y a n b o n o y u sa­
tıyor, karşılığı parayı alıyorlardı, böylece hazine zararı 8.442
katrilyonu buluyordu.
Ayrıca o z a m a n birçok bankanın yaptığı gibi yurtdışında
Kıbrıs, Lihtenştayn gibi yerlerde kurdukları, literatürde kıyı
bankacılığı d e n e n ve sadece bir levhadan oluşan off-shore ban­
kalar yaratarak, bu bankalar adına işlem y a p ı y o r m u ş , mevduat
topluyormuş gibi g ö r ü n ü p kendi banka şubelerinde farklı faiz
uygulamaları ve farklı işlemler yapmışlardı. Yani Uzanların sırrı
aslında bu m a n t ı k ve düşünce sisteminden kaynaklanıyordu,
iyi incelendiğinde gerçekten üç kişiyle tüm insanların g ö z ü n ü n
ö n ü n d e 5 milyar doları saklamayı şeytani bir zekâyla başara­
bilmişlerdi.

Araştırmalar ilerledikçe Uzanların daha çok marifeti çıkı­


yordu...
Telsim gibi dev bir G S M şirketine, 12 ç i m e n t o fabrikasına
sahip olan, b ü n y e s i n d e 264 şirket ve birkaç holding bulundu­
ran koca U z a n Grubu, resmi belgelerde kaynağında kesilen ver­
gilerin haricinde devlete hiç vergi v e r m i y o r d u .
Hatırlanacağı üzere Uzanlar 19901ı yıllarda ç i m e n t o fabri­
kaları ihalelerinde herkesten yüksek fiyat vererek fabrikaları
Özelleştirme İdaresinden alıyor; ancak her ihaleye birileri mut­
laka itiraz ediyordu. Bu itirazın yargılama safhası yıllar sürüyor,
Uzanlar da aldıkları fabrikalara hiç ö d e m e y a p m a d a n , mahke­
me sonuna k a d a r birkaç yıl çalıştırıp b e d a v a d a n milyarlar ka­
zanıyorlardı. Herkes bu itiraz edenlerin Uzanların kendi adamı
olduğunu söylüyor, ama hiç kimse de bir şey y a p m ı y o r d u . T ü m
ç i m e n t o fabrikaları böyle alınmıştı.

250
T ü m bunlara r a ğ m e n Uzanlara ait yerlerde arama y a p m a k
veya Uzanları sorgulamak için y a k a l a m a kararı alamıyorduk.
Savcıları ikna etmek, m a h k e m e l e r d e n karar almak çok zordu;
savcılar mudilerin şikâyetini hukuki bir mesele olarak algılıyor,
bu kadar açıkla ilgili u z m a n raporları kesin değil vs. diyorlardı.
Uzanların y o l s u z l u ğ u n u , k a ç m a durumlarının olacağını anlat­
makta zorlanıyorduk. Geciken kararlar sonunda K e m a l Uzan,
Hakan Uzan, Yavuz Uzan ve diğer bazı önemli kişiler yurtdışı­
na kaçmışlardı. C e m Uzan son z a m a n d a G e n ç Parti başkam
olduğu için şirketlerdeki hisse ve yöneticiliği seçim d ö n e m i n d e
azaltılmıştı, ayrıca C e m Uzan'ın üzerine gitsek yaptıklarımız,
hukuki değil siyaseten yapılıyor denerek çarpıtılabilirdi.

Bu sırada olağanüstü bir şey oldu; gelen bir ihbarla Uzanların


banka ve şirketlerinden kaçırdıkları paralarını Şenlikköy'de bir
villaya koydukları bildirildi. Yapılan araştırmada Şenlikköy'deki
adrese, Uzanların şirketlerine el k o n m a s ı n d a n kısa süre önce
büyük çelik kasaların vinçlerle duvarlar delinerek yerleştirildi­
ğinin öğrenilmesi üzerine, üç adres için de a r a m a kararı alın­
dı. Yapılan a r a m a d a para bulunamadı; ancak her biri 2 metre
boyunda 22 adet dev çelik kasa içerisinde Uzanların şirket bi­
nalarından kaçırıp getirdikleri tüm Uzan G r u b u şirket ve hol­
dinglerinin dosyaları, gizli izleme, takip, casusluk işlerine dair
kayıtlar ve gizli sayılacak çok önemli belgeler ele geçirilmişti.
Diğer adreslerde de önemli belge ve d o k ü m a n l a r a ulaşıldı.

Özellikle Şenlikköy'deki villa tam bir karargahtı; Uzanların


sadık e l e m a n l a r ı n d a n bir bayan (M.İ.) tek başına bir iki kişi ile
burayı idare ediyordu. Buradan tüm Uzan şirketlerinin sahip,
hissedar ve yöneticileri değiştiriliyor, istenilen tarihte istenilen
kişiler hissedar veya yönetici yapılıyor veya şirketle alakası ke-
silebiliyordu. B u r a d a Uzan G r u b u ' n u n hissedarı veya yöneticisi
sayılan, güvenilen t ü m çalışanlarından alınmış ve miktar, tarih
gibi kısımları boş bırakılmış imzalı hisse devri, y ö n e t i m d e n is­
tifa dilekçeleri vardı. M . İ bir iki dakika içinde Uzan şirketlerin-

251
Haliç'te Yaşayan Simonlar

d e n birinin sahiplerinin hisselerini başka kişilere devrederek,


y ö n e t i m e b a ş k a kişiler seçerek şirketin yönetici k a d r o s u n u de­
ğiştiriyor, bunları hukuki a n l a m ifade edebilecek şekilde ka­
rar defterlerine ve dosyalara işleyebiliyordu. Bu nedenle Uzan
şirketlerinde hissedar veya yönetici olanların ifadeleri alınırken
birçok kişi sorguda hangi şirketin ortağı o l d u ğ u n u veya hangi
şirketteki ortaklığının sona erdiğini bilemiyordu, ö y l e bir sis­
t e m k u r u l m u ş t u ki tek kişi eliyle 264 şirketin t ü m ortaklık ya­
pısı ve y ö n e t i m i istendiği gibi düzenlenebiliyordu.

B u l u n a n belgeler arasında, Uzanların el konan şirketlerini


kurtarmak için ö n ü m ü z d e k i d ö n e m d e planladıkları da vardı.
Bu anlamda şirketlerin birbirleri ile olan bağlarının kopanlması,
hisselerinin hamiline çevrilmesi, ilk tedbir kararlarına itiraz et­
m e k için bilirkişi raporları hazırlanması, şirketlerin t a m a m ı n ı n
değişik adreslere taşınması, kritik departmanlardan olan Tele-
k o m Grubu, hukuk, ö z e l B ü r o n u n (emekli Albay M. Ş. ekibinin)
ve Rumeli T e l e k o m grubunun taşınması, film grubu şirketleri­
nin ortaklık yapılarının değiştirilmesi, yeni şirketlerin kurulma­
sı gibi birçok hususun daha yerine getirilmesi planlanmıştı.

Ş e n l i k k ö y d e b u l d u ğ u m u z ikinci önemli kaynak ise Uzan


G r u b u ' n u n şirketi yönetirken kullandığı, t ü m iç yazışmaların
yapıldığı ve arşivlendiği Lotus-Notes isimli e-posta sisteminin
verileri ve şifreleriydi. Uzanlar nerede olurlarsa olsunlar, tüm
grup şirketlerini, özel bir yazılım olan Lotus-Notes aracılığıy­
la gerçekleştirdikleri yazışmalarla yönetiyorlardı. Bu sisteme
göre y a p ı l a c a k işlerle ilgili olan herkes e-posta atarak işlemi
başlatıyor ve yöneticiler t ü m gelişmeleri görerek talimatlarını
veriyordu. U z a n l a r ı n bu e-posta dosyalarını aldık ve kendi bilgi­
sayarlarımıza yükledik, böylece t ü m U z a n şirketlerinin yaptığı
işlemleri, o p e r a s y o n l a r d a a ş a m a a ş a m a kimin ne kadar katkısı
olduğunu, illegal işlemlerin kimin talimatı ile nasıl ve kimler
tarafından yapıldığını g ö r m e imkânına sahip olduk.

252
1. Bölüm: Devlet

İ n c e l e m e l e r i m i z sonunda Uzanların yaptığı t ü m usulsüzlük


ve kanunsuzlukları belli başlıklarda toplayarak, kaçırdıkları
vergiler ve vergi mevzuatına aykırılıklarını Maliye Bakanlığına;
izinsiz ve o l m a y a n hazine bonosu satışları ile S P K mevzuatına
aykırılıklarını S P K Başkanlığına; usulsüz kredi v e r m e , hesap
hareketleri, m a l kaçırmaya yönelik işlemler, bankacılık mevzu­
atına aykırılıklar ve usulsüz off-shore işlemleri gibi hususları
B D D K ve T M S F Başkanlığına; Ç E A Ş ve Kepez ile ilgili hileli fa­
aliyetleri Enerji Bakanlığına; T e l s i m ve diğer şirketlerdeki güm­
rük kaçakçılığı ile ilgili bilgileri G ü m r ü k Müsteşarlığına; Genç
Parti ile ilgili usulsüz işlemleri Yargıtay Başsavcılığına; sahte
belge, evrak hazırlanması, k a m u görevlilerine rüşvet verilmesi
ve diğer suç içeren hususları da Cumhuriyet Savcılıklarına kla­
sörler halinde verdik.

Ayrıca Uzanlar, ö z e l Büro adlı, başında M. Ş. isimli emekli


bir albayın b u l u n d u ğ u özel bir ekip kurmuşlardı. Bu ekip bazen
ticari rakipleri, bazen sevilmeyen kişileri özel teknik aletlerle iz­
liyor ve d i n l e m e l e r yapıyordu. Bu ekibe ait olan cihazları ve elde
edilmiş ses k a y d ı ve gizli görüntüler ile şantaj vb. durumlarda
kullanılacak v e y a kullanılmış m a l z e m e , d o k ü m a n ve belgeleri
savcılığa aktardık.
Bunların dışında, Uzanların hâlâ dışarıda b u l u n a n ela­
manları vasıtasıyla, el k o n a n şirketlerinin, devlete intikali ge­
reken dışarıdaki alacaklarının gizlice tahsiline engel olmak ve
şirketlerinin ortaklık yapılarını eski tarihli olarak değiştirerek
sorumluluktan k u r t u l m a k için yaptıkları faaliyetleri deşifre et­
m e k gerekiyordu. İstihbarat Daire Başkanlığının çalışmaları
neticesinde, el k o y m a kararları öncesinde devir işlemi yapılmış
gibi g ö s t e r m e k için K e m a l ve H a k a n Uzan'a imza kısmı boş eski
tarihli evrak g ö t ü r m e k isteyen ve gizli para taşıyan kuryelerini
yakaladık. U z a n l a r pes etmek istemiyordu, her z a m a n çelişki,
kavga, d i r e n m e , m ü c a d e l e içinde olduklarından bu k o n u d a ye-

253
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

tenekli, deneyimli ve birikimliydiler, çatışma kültürüne sahipti­


ler. Karşıdaki devlet bile olsa fark etmiyordu.
Uzanların y a k a l a n m a s ı ve kaçırdıkları m a l varlıklarının bu­
lunması şarttı. A m a b u n u n için uluslararası (özellikle Ürdün,
İsviçre, İngiltere, A B D , Hollanda başta olmak üzere birçok ülke­
den) y a r d ı m a l m a k gerekiyordu. Aslında bu ülkelerle genellikle
uyuşturucu ile mücadele konusunda iyi bir işbirliği mevcuttu,
a m a konu e k o n o m i k konulara gelince hiçbir ülke iş adamlarını
ürkütmek istemiyordu.
Önce Y a v u z U z a n ' m izini bulduk, A B D ' y e gitmek istiyordu.
M u h t e m e l e n A B D ' d e k i kızının y a n m a gidecekti, bir yakınının
ona bazı şeyler götüreceği haberini almıştık. Hedefimizin uçak­
la A B D ' y e hareketini öğrenince Türkiye'de irtibat görevlileri bu­
lunan ve uzun süreden beri T ü r k polisi ve özellikle benim dai­
rem ile işbirliği içinde oları A m e r i k a n Narkotik Teşkilatı DIA'daıı
yardım istedik. Kısa sürede bilgi geldi; Yavuz U z a n ' m m u h t e m e l
yerini tespit etmişler, hatta o olduğu zannedilen bir kişiyi kısa
süre takip bile etmişlerdi.

A m a Yavuz Uzan in suçu kara para a k l a m a k olduğundan


bundan sonra takibi FBI yapmalıydı. H e m e n Ankara'daki FBI
irtibat görevlisi ile görüşüp elimizdeki t ü m bilgileri aktardık;
a m a günler g e ç m e s i n e r a ğ m e n bilgi gelmiyor, ısrarlı aramala­
rımıza r a ğ m e n irtibat görevlisi bahaneler üretiyordu. Sonunda
toplantımıza geldi; ancak bu defa da DIA, b u l d u ğ u adres dahil
hepsini inkar ederek Yavuz U z a n ' m A B D ' d e o l d u ğ u n u kabul
etmiyordu. Israrla D I A ' n m daha önce yaptığı tespitlerden bah­
sederek bize doğru bilgi vermediklerini, biraz da kabalaşarak
anlattım. Bize bu k o n u d a yardımcı olmak istemedikleri açıktı;
a m a bizim de v a z g e ç m e y e niyetimiz yoktu. Yıllarca uyuşturucu
k o n u s u n d a kendileri ile yardımlaşmıştık ve b u g ü n de onlar bize
yardımcı olmalıydılar.

A B D l i görevliler ile uzun süre çalıştığından kendileriyle ya­


kın ilişkisi olan Emniyet Genel M ü d ü r Yardımcısı E m i n Aslan'ı

254
1. Bölüm: Devlet

devreye soktum, o bir defa devreye girdi mi işin ucunu bırak­


mazdı. Devlet adamı özelliği her z a m a n önde olan z a m a n ı n
E m n i y e t G e n e l M ü d ü r ü G ö k h a n Aydıner'in de ısrarla devreye
girmesi üzerinde FBI m e r k e z i n d e n destek sözü geldi. A n c a k
Yavuz Uzan'ı yakalayıp Türkiye'ye iade etmediler, hatta takip
bile etmediler, galiba bizden başka kimse bir işadamını ürküt­
mek istemiyordu, yine de Uzanlar hakkında işimize yarayacak
önemli bilgileri bilahare verdiler. S o n u n d a bir yıl kadar sonra
Türkiye'ye gelince Yavuz Uzan'ı yakaladık. Belki de A B D elleriy­
le teslim e t m e k istemedi, ama ülkelerinden ayrılmasını istedi­
ler, o da Türkiye'ye geldi, yakalandı ve m a h k u m oldu.

Bilgi vermesi gereken ikinci ülke İngiltere'ydi ancak onlar da


istediğimiz yardımı yapmıyor, bizi oyalıyorlardı. D u r u m u Genel
Müdür'e aktardım ve karşı tavır göstermemiz gerektiğini söyle­
dim. Genel M ü d ü r devlet adamlığını gösterdi, "İngilizlere şimdi­
den sonra bizim de kendileriyle yardımlaşmayacağımızı, bunun
sadece sizin değil aynı z a m a n d a Emniyet Genel Müdürü'nün de
fikri ve k a r a n o l d u ğ u n u söyleyin," dedi. Bu beni çok güçlendir­
mişti, aynen İngiliz irtibat görevlilerine aktardık, daha sonra İn­
giliz İçişleri B a k a m d ı n ziyaretinde Bakan'm konuşma metnine
ekledik ve her türlü diplomatik ilişki ile her seviyede bunun dil­
lendirilmesin! sağladık, sonunda İngilizler bu işlerle görevli polis
teşkilatının ikinci başkanını bizimle görüşmeye gönderdi.

Gelen başkan, C e m U z a n ' m ve U z a n ailesinden bazı kişile­


rin rahat dolaştıklarını öğrenince, "Sizi anlıyorum, halkın bun­
ca parasını aldıkları için halk Uzanlara saldırıyordun siz de ko­
rumakta zorlanıyorsunuzdur herhalde" dedi. "Hayır, Uzanların
bankada batırdığı tüm paraları devlet ödediği için hiç kimse
Uzanlara kızmıyor," d e d i m . İngiliz daha da garipseyerek, hal­
ka ait bu kadar parayı zimmetlerine geçirmiş kişilere karşı ne­
den halkın tepki göstermediğini anlayamadı. B e n de ona k a m u
menfaati, devlet malı gibi kavramların halkımızın şuurunda
İngiltere'deki gibi olmadığını a n l a t a m a d ı m .

255
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

Sonunda, geçmiş tarihte Uzanların İngiliz Kraliyet Ailesi ile


yakınlığı, onların dernek ve kulüplerine yaptığı bağışlarla ilgi­
li bilgilere ulaşınca ve Prenses Sarah'nm Türkiye'ye Uzanların
misafiri olarak geldiğini öğrenince neden bilgi alamadığımızı
anlamaya başladım. A m a sonunda İngilizler de belli oranda
bilgi v e r m e y e başladılar.
Ülkemizden kaçan Uzanların yeni karargâhının Ü r d ü n ol­
d u ğ u n u kısa sürede öğrenmiştik a m a burada işler d a h a zordu,
çünkü Ü r d ü n ' d e belli aile ve aşiretler devlet yönetimini paylaş­
mış gibiydiler. Uzanlar ise Ürdün'de ileri gelen her aileyle, her
aşiretle ortak şirket kurmuştu. Kral ile karşılıklı yakınlıkları
vardı. Krala hediye olarak otomobil, silah veriyor, sebebi belli ol­
m a d a n milyon dolarlar ödüyorlardı. Ürdün'ün dışişleri, meclis,
askeri ve istihbarat kurumlarının bakan ve yöneticileriyle farklı
ilişkiler geliştirmişlerdi. T ü m uğraşlarımıza rağmen bilgi alama­
dığımız gibi Ürdün, Uzanların faaliyet ve organizasyonlarının
merkezi olmaya devam etti. Hâlâ da ettiği kanaatindeyim.

Ayrıca o dönemde Alman polisinden Uzanlar hakkında


İsviçre'deki dolandırıcılık ve kara para tahkikatını öğrenmiştik;
m e ğ e r tüm Avrupa ve ileri ülkelerin polisleri dünya üzerinde
yürütülen ö n e m l i tahkikatlardan haberdar oluyor, olup bitenle­
ri takip ediyor ve karşılıklı bilgi alışverişinde bulunuyorlarmış.
D ü n y a y a bu gözle b a k a m a y a n T ü r k polisi ise bu a n l a m d a çok
gerideydi.

Uzanların belgelerini inceledikçe mali açıdan asıl merkez


olarak İsviçre'yi seçtikleri anlaşılıyordu ama hiçbir z a m a n para­
yı Türkiye'den İsviçre'ye direkt göndermiyorlardı; paralar önce
İngiltere'yi ve Hollanda'yı dolaşıyor, sonra İsviçre'ye gönderili­
yordu. İsviçre ise mali konularda hiç kimseye bilgi v e r m e m e k l e
ünlüydü, a m a bizi oldukça şaşırtarak önce kara para ve mali
konularda u z m a n iki polis gönderdiler, sonra da görüşme tale­
bimizi kabul ettiler.

256
1. Bölüm: D e v l e t

K o n u y u iyi bilen Soner K o m i s e r başta olmak üzere, yurt­


dışı ilişkilerinde deneyimli olan ayrıca İsviçre mali polisinden
bir yetkiliyi de yurtdışındaki bir görevden tanıyan Narkotik
Şube M ü d ü r ü Yaşar Y a m a n ve tahkikatın İstanbul cephesini
iyi bilen Kaçakçılık Şubelerinden sorumlu İstanbul Emniyet
M ü d ü r Yardımcısı Ş a m m a z Demirtaş ile birlikte görevli olarak
İsviçre'ye gittik. Burada İsviçre mali polisiyle, federal polisin
Kaçakçılık D a i r e B a ş k a n ı y l a , İsviçre Federal Baş Savcısı'yla ve
Uzanlar h a k k ı n d a başlatılan kara para ve yolsuzluk tahkikat­
larını y a p a n iki savcı ile görüştük. İsviçre Uzanlar hakkında
soruşturma a ç m ı ş , Uzanların ve avukatlarının oradaki şirketle­
rinde aramalar y a p m ı ş , bazı belgelere el k o y m u ş t u .

Soner K o m i s e r , U z a n l a n n Lotus-Notes e-posta sistemi üze­


rinde tek tek, hangi tarihte hangi yolu izleyerek, hangi şirket­
ten çıkan paraların Hollanda-İngiltere veya İngiltere-Hollanda
üzerinden dolaşarak İsviçre'ye gittiğini s u n u m yaparak anlattı.
Hatta Uzanların İsviçre'de irtibat halinde oldukları kişiler ve
onların son olaylar üzerine Uzanlarla yaptıkları yazışmaları or­
taya koyunca, İsviçre savcıları da soruşturmanın sağlam delil­
lere dayandığını gördüler ve memnuniyetlerini dile getirdiler.

İsviçreli yetkili bir ara ( T e l s i m i n lisans sözleşmesi için ha­


zineye 500 milyon TL yatırmaları gerektiği bir z a m a n d a ) Uzan­
l a n n İsviçre U S B Bank'taki kendi paralarını teminat göstererek
yaklaşık 450 milyon dolarlık kredi aldıklannı söyledi. Yani İsviç­
re bankalarında aslında 500 milyon dolar paralarının olduğunu,
bu parayı Türkiye'ye doğrudan getirmeyip bunu teminat göste­
rerek b a n k a d a n düşük faizle aynı miktarda kredi aldıklarım, as­
lında birçok T ü r k firmasının bu yolu kullandığını, hiçbir yaban­
cı firma ve b a n k a n ı n T ü r k firmalanna kolay kolay yüz milyon
dolarlık krediler vermediğini, İsviçre'de kredi bulduk diyenlerin
çoğunun k e n d i paralarım teminat göstererek kredi aldıklarını
ve sonra da kredi ödüyoruz diyerek paralarını yurtdışına çıkar-
dıklannı, böylece h e m vergi vermediklerini h e m yurtdışına para

257
Haliç'te Yaşayan Simonlar

çıkardıklarını h e m de yurtdışında kredi almış olmanın itibarına


sahip olduklarını söylüyorlardı. Üstelik paraları varken yabancı
bankalara anlamsızca faiz ödüyorlardı. Bu çok üzücü ve beni
derinden yaralayan bir durumdu; kamuyu ve hazineyi zarara
uğratmak için bulunan yol ve yöntemlerde sınır tanınmıyordu.
İsviçre'nin verdiği diğer bilgilerde Yimpaş G r o u p AG adına
Almanya'da toplanan paraların, kara yoluyla İsviçre'ye getirilip
Y i m p a ş i n hesaplarına yatırılmasından sonra, bu paraların bir
kısmının Türkiye'deki Yimpaş şirketine, bir kısmının ise belirli
kişiler adına gönderildiği söyleniyordu.
G ö r ü ş m e l e r d e İsviçre bize bu bilgileri vermenin yanı sıra, ta­
rafı o l d u ğ u m u z uluslararası adli yardımlaşma anlaşmaları çer­
çevesinde, adli istinabe yöntemi ile istendiği takdirde soruştur­
mayla ilgili bilgi, evrak verebileceklerini, hatta soruşturmanın
devredilmesinin bile söz konusu olduğunu belirtti. Türkiye'ye
dönünce, Adalet Bakanlığı, Yozgat ve Ankara Savcılığı ile görü­
şerek soruşturma başlatılması için talepte bulunduk.

B u n u n üzerine İsviçre savcıları ile bizim tahkikatı gerçek­


leştiren İstanbul Şişli Savcısı Mecit. Ceylan karşılıklı olarak
görüşerek Uzanlar hakkında adli yardımlaşma kapsamında
bilgi alışverişinde bulundu. Davanın Türkiye'ye devri ve hatta
İsviçre'deki m a l varlıklarının Türkiye'ye gelmesi ihtimali kuvvet­
lenmişti. Bu ihtimali destekleyen bir husus daha vardı; açıkça
hiç k o n u ş u l m a s a da Uzanlar hakkında İsviçre'de başlayan do­
landırıcılık ve kara para tahkikatı Motorola firmasının şikâyeti
üzerine başlamıştı. Motorola, Uzanların İsviçre'deki malvarlığı­
nı istiyordu; a m a İsviçre ciddi sorunlar yaratacağı için bu para­
nın Motorola'ya verilmesini istemiyordu. Diğer y a n d a n Amerika
baskı y a p ı y o r d u . İsviçre bir çıkış arıyordu, eğer davayı bize dev­
rederse h u k u k e n b u n u savunabilirdi, bu y ü z d e n uluslararası
hukuka uygun olarak b u n u n y o l u n u arıyordu.

U z a n davasının t ü m savcılık işlerini yapan, işin y ü k ü n ü çe­


ken Savcı Mecit Ceylan, adli istinabe hazırlayarak İsviçre'deki

258
1. Bölüm D e v l e t

Uzan soruşturması dosyası ve içeriği hakkında bilgi talep etti.


Bu istinabeye cevaben İsviçre d e n çok ciddi bilgiler geldi, bunlar
arasında Ü r d ü n Kralı Hüseyin'e, çocukları ve sıkıntı içerisinde
bulunan askerler yararına hediye olarak Telsim tarafından bir
milyon dolar miktarında para gönderildiği de vardı. Bu para
önce İngiltere-Hollanda dolaştırılarak İsviçre'ye gelmiş ve bura­
dan Ü r d ü n ' ü n başkenti A m m a n ' a gönderilmişti. Kral tarafından
çekilen bu paranın neden Türkiye'den Ürdün'e d o ğ r u d a n gön-
derilmeyip bu y o l u n izlendiği bize soruluyordu; İsviçreliler bu
paranın gönderilmesinin gerçek sebebini t a h m i n ediyor, a m a
bizde delil var mı onu öğrenmek istiyorlardı. Maalesef gerçek
sebebin ne o l d u ğ u n d a n emindik, ama delilimiz yoktu ve tah­
minimizi y a z a m a d ı k . Daha sonrasında görevden alındığımdan
neticesinin ne olduğunu bilmiyorum; yalnızca İsviçre'nin cevap
verdiğini ve bazı bilgileri gönderdiğini d u y d u m .

Uzanları y a k a l a m a k amacıyla bilgi a l m a k için İsviçre dışın­


da Almanya, Japonya, Singapur, Dubai, Lübnan gibi daha pek
çok ülkeyle yazışıyor, görevli gönderiyor ve y a r d ı m l a ş m a k için
gayret sarf ediyorduk. Birçok ülkede yeterli desteği bulamadık
ama A l m a n y a ve Japonya istenen hususlarda, ciddi devlet an­
layışı içerisinde bize gerekli bilgileri verdi ve y a r d ı m c ı oldu; özel­
likle A l m a n y a en içten yardımcı olan ve bilgi veren ülke oldu.
Lübnan'ın da kendileri ile ilgili hususlarda belli oranda bilgi
verdiğini hatırlıyorum.

Zengin ve maddi imkânlan olan kişileri izlemek çok zordu;


biz uçak biletlerinden gittikleri yerleri öğrenmeye kalkarken on­
lar bilet değil uçak kiralıyorlardı. Hakan Uzan tüm şirket ve mal­
larına el konmasına rağmen yabancı bir bankaya ait tek bir kredi
kartıyla ayda 450 bin dolar civarında harcama yapabiliyordu.
Bu soruşturmalar d e v a m ederken başka sebeplerden gö­
revden alındım ve Edirne Emniyet Müdürlüğüne atandım.
D a h a sonra İsviçre'de görüştüğümüz polis ve savcıların Uzan
soruşturması ile ilgili olarak İstanbul'a gelip Savcı Mecit Cey-

259
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

lan ve K O M Dairesi yetkilileri ile görüştüklerini, burada beni


sorduklarını d u y u n c a ziyaretleri ve ü l k e m adına yaptıkları için
teşekkür e t m e k ve değer verdiğimi göstermek için İstanbul'a gi­
dip onlarla g ö r ü ş t ü m . D a h a sonra bu kitabı yazarken, televiz­
y o n d a Uzanların İsviçre'deki paralarından 150 milyon doların
Türkiye'ye getirildiğini öğrendiğim z a m a n , bu işi ilk başlatan ve
gelişmesine katkı sunan biri olarak çok mutlu o l d u m .
Uzan'ın işlediği suçlar ve yaptıkları usulsüzlükleri soruş­
turmaya çok y ö n l ü d e v a m ederken ve rüşvet konusuyla ilgi­
li bilgileri araştırırken, özellikle de B D D K üyesi bir görevliye
verdikleri yüklü miktardaki rüşveti araştırıyorduk. Bu üyenin
Uzanlar dışında başka bir 'batan banka' sahibi gruptan da para
aldığına dair ciddi göstergelere ulaştık. Herkesin iyi insan de­
diği savcı, hesapların b u l u n d u ğ u banka şubesinde murakıpla­
rın ve bizim i n c e l e m e y a p m a m ı z a izin vermedi. Banka şubesi
rüşvet verdiğinden şüphelendiğimiz diğer gruba aitti ve savcı­
lığa doğru bilgi v e r m i y o r d u . B u n u ö ğ r e n m e n i n yolu bankanın
ö d e m e ve hesapla ilgili o günkü evrak, fiş ve belgelerini yeminli
banka murakıbıyla birlikte incelemekti; ciddi rüşvet alınmıştı,
buna e m i n d i m , a m a sonuçlanmadı. U n u t a m a d ı ğ ı m eksik so­
ruşturmalar arasında beni rahatsız eden olaylardan biri olarak
z i h n i m d e duruyor.

İmar Bankası'na el k o n m a s ı n d a n sonra, b a n k a n ı n parala­


rını z i m m e t i n e geçiren kişilerden bu paraların geri alınabilmesi
için daha etkin tedbirler alınmaya başlandı ve bu kapsamda
5020 sayılı B a n k a l a r K a n u n u ' n d a önemli değişiklikler yapıldı.
Yeni d u r u m a g ö r e bankalar, mevduatı z i m m e t i n e geçiren kişi­
lerin t ü m malvarlığına el koyabilir hale geldi. B u n a d a y a n a n
T M S F , bankada zimmetlerine geçirdikleri 8 katrilyonu tahsil
etmek için U z a n l a r ı n t ü m şirketlerine el k o y d u ve grup şir­
ketlerine yeni y ö n e t i m kurulları atadı. A n c a k bu kararın ba­
şarılı olması için yeni yöneticilerin Uzanların fiziki saldırı ve
şerrinden k o r u n m a l a r ı gerekiyordu; yeni yöneticilerin bir süre

260
1. Bölüm: Devlet

şirketlere geliş gidişleri bile ciddi sorundu. Bu a ş a m a d a tüm


i m k â n l a r ı m ı z ı kullandık. Yeni yöneticiler, başta T e l s i m ve Çi­
m e n t o G r u b u yöneticileri olmak üzere, harikalar yaratarak zor
d u r u m d a k i bu şirketleri ayağa kaldırdıkları gibi konjonktürün
de değişmesi ile şirketlerin çok iyi fiyatlara satılmasını sağla­
yarak devletin kayıplarının belli oranda karşılanmasına büyük
katkıda bulundular.

U z a n l a r m ü c a d e l e y i bırakmıyordu; bu defa toptan kurtuluş


için 5020 sayılı Bankalar K a n u n u ' n u iptal ettirmek istiyorlardı.
Yıllarca bazı davalarının yüksek m a h k e m e l e r d e rüşvetle kapa­
tılmasında kullandıkları, ünlü ve bürokrasi camiasında hatırı
sayılan h u k u k profesörlerini de kullanarak harekete geçtiler.
Bu iş için ö n c e yerel bir m a h k e m e n i n önlerine gelen bir davada
uygulanan 5 0 2 0 Sayılı Bankalar K a n u n u m u n anayasaya ay­
kırılığını ileri sürerek davayı Anayasa M a h k e m e s i ' n e taşıması
gerekiyordu.

Uzanlar iki ciddi rüşvetle b u n u da sağladılar: Birincisi


Bakırköy'de açtıkları bir davadaydı. H u k u k M a h k e m e s i , daha
karşı tarafa dava dilekçesini tebliğ edip görüşünü s o r m a d a n
davayı A n a y a s a M a h k e m e s i ' n e g ö n d e r m e kararı vermişti. Bu,
ciddi bir m a h k e m e d e o l m a m a s ı gereken bir olaydı ve anlaşılan
U z a m a n baştan savmak için verilmiş bir m a h k e m e kararıydı.
T e m e l hiçbir usule u y m a y a n bu karar Anayasa M a h k e m e s i ' n d e
kabul g ö r m e d i . Diğer karar ise İstanbul idare m a h k e m e s i n d e
alınmak istendi. D u r u m u haber aldık ve Adalet Bakanlığı ile
birlikte m a h k e m e başkanına haber verdik ve y a p ı l m a k istenen
hile daha a n a y a s a m a h k e m e s i n e gitmeden ö n l e n m i ş oldu.

U z a n l a r ı n yapacağı her manevrayı, hileyi ö n c e d e n haber alı­


y o r ve ilgili kurumları uyarıyorduk. Uzanlar ise hiç boş durmu­
yor, her z a m a n bir şeyler çevirmeye çalışıyorlardı; ama iki yıl
boyunca her hamlelerini tespit ederek önlemeyi başardık. C e m
U z a n ' m e v i n i n altına sakladığı 80 milyon TL Tik k o n t ö r kartını
dahi bulduk. S o n u n d a ülke içerisinde n u m a r a y a p a m a y a c a k

261
Haliç'te Yaşayan Simonlar

hale gelince, yurtdışında faaliyet göstermeyi denediler: yatların


T M S F tarafından satılmasına mani olmak için eski tarihli satış
senedi tanzim ederek uluslararası sularda kullandırmamaya
teşebbüs ettiler. Bu k o n u d a davanın yakın tarihe k a d a r Cay­
m a n Adaları n d a d e v a m ettiğini ve bir süre önce Uzanların da­
vayı kaybetmesi üzerine T M S F ' n i n yatları sattığını öğrendim.
U z a n davasında yapılan yolsuzluklarda kusuru olan, Uzan
ailesi fertleri ve yöneticilerinden oluşan yaklaşık 40 kişi hakkın­
daki tahkikat evrakımız sonunda yargılamalar d e v a m etti ve bu
kişilerin çoğu m a h k u m oldular, bir kısım davalar hâlâ devam
ediyor. Firarı baba K e m a l Uzan ve oğul H a k a n U z a n hakkında
açılan davaların görülmesi için yakalanmaları bekleniyor.
Aslında U z a n olayı da (diğer birçok olayda olduğu gibi) devlet
birimlerinin, asıl o sahayı düzenleyen şartların içerisinde olup
bitenleri çok iyi göremediklerini, çoğunlukla kof ve alışılmış bir
denetim m e k a n i z m a s ı n ı n çalıştığını gösteriyordu. Devletin gü­
venliğiyle ilgili çalışan birimler sorunları algılamak, a n l a m a k
ve ona uygun tedbirler almak konusunda veya onu uygulayan
kişileri izlemekte aciz kalıyordu. Aslında Uzanların yolsuzluğu
ile ilgili birçok e m a r e orta yere çıkmıştı, birçok defa alarm zille­
ri çalmıştı; Milli İstihbarat, Emniyet İstihbaratı, B D D K , Maliye
ve Hazine için aslında Uzanlar çok sinyaller vermişti. Maalesef
biz k ü ç ü k hırsızlıkları ve patırtılı gürültülü olayları görmekte
geç k a l m ı y o r d u k ; ama devleti daha ciddi sıkıntılara sokabile­
cek, t ü m ü l k e n i n mali sistemini, kaderini etkileyecek bu büyük
olaylarla ilgili tehlikeyi görmekten çok uzaktık.

Uzanlar y ı l d a üç beş gün kullanmak için, her biri 30-40 mil­


yon dolarlık 5 tane yat, 8-10 milyon dolarlık 2 tane helikopter,
2 tane uçak kullanıyor, ayda milyon dolarlar harcıyorlardı. Her
z a m a n halkın parasını kullanıyor, hiç vergi vermiyor, devletin
hiçbir yasasına u y m u y o r , her gün yeni yolsuzlukları rahatlıkla
yapıyorlardı. Bu ülkenin k a m u görevlileri k a m u n u n soyulması­
na mani olamadılar. O g ü n k ü rakamla 8,4 katrilyon T L ' n i n y o k

262
edilmesine m a n i olamadılar. Bugün o z a n l a r d a n b u n u n hesabı
kısmen soruldu, a m a bu soygunun gerçekleşmesine mani ol­
mayan, görevini y a p m a y a n l a r a hiçbir şey olmadı; h e m k a m u d a
yüksek m a a ş l a görev yaptılar, h e m U z a n ' m dostu oldular, h e m
de devletin üst düzey görevlisi olarak emekli oldular. A m a bizler
hem Uzan'ın, h e m Uzanlardan menfaat elde e t m e k isteyenlerin,
h e m de d a h a sonra kendi yandaşlarının yolsuzluklarına bak­
maya kalktığımızda iktidar sahiplerinin hasımlığını kazandık.
Pişman mıyız? Aslal Üstelik gurur bile duyuyoruz.

Belki de doğrusu bu sistemin kendi içerden gelen denetim


ve dengelerine göre yürümesidir; a m a z a m a n z a m a n her şeyi al­
lak bullak e d e c e k Uzanlar gibi insanların ve emsallerinin türe-
m e m e s i için devletin güvenlik birimlerinin mutlaka zamanında
olayları izlemesi ve bu işler b ü y ü m e d e n tedbir alması gerekir.
A m a maalesef o düşünceye, o şuura sahip o l d u ğ u m u z kanaa­
tinde değilim; s o r u n u m u z u n özünün de, gerçeğinin de bu dü­
şünce sisteminde olduğunu zannediyorum.

Neşter 2 Operasyonu
K O M Daire Başkanı olarak a t a n m a m d a n kısa bir süre önce,
Neşter O p e r a s y o n u isminde, kalp ameliyatlarında kullanılan
tıbbı malzemeleri yurtdışından ucuz fiyatlara alıp ülke genelinde
anlaşmalı o r t a m yaratarak çok yüksek fiyatlara satmak suretiy­
le büyük yolsuzluk yapan, bu nedenle S S K ve Emekli Sandığı'nı
büyük zararlara uğratan kişiler hakkında tahkikat yapılmış ve
bu kişiler tutuklanmıştı. Alışılmamış bir biçimde ilk duruşma­
larında, gece saat 24'te tüm sanıklar 100 bin dolarlık kefaletle
serbest bırakılmışlar ve sanki bu tahliye beklenıyormuş gibi o
saatte 100 bin dolarlar temin edilerek tahliyeler sağlanmıştı.

Kısa süre sonra tahliyelere rüşvet karıştığı dedikoduları çık­


mış, olayın savcısı Ö m e r Süha Aldan tahkikatı bu y ö n e çevirmiş
ve böylece N e ş t e r 2 operasyonunu başlatmıştı. Bu sırada ben
daire başkanı olarak atandım. Ö m e r Süha Bey, ender görülen

263
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

titizlikte işini y a p a n , her işini kendisi takip eden 'tam bir savcı'
idi. Bana kısaca olayı anlattığında bu k o n u d a sonuna kadar
kendisinin y a n ı n d a olacağımı söyledim.
Uzun süren tahkikatlar sonunda Ö m e r Süha Aldan, devlette
ve özellikle m a h k e m e l e r d e , hatta Yüksek M a h k e m e ' d e rüşvetle
iş takip eden bir grubun varlığım tespit etmişti. Bu grup, önemli
banka ve holding davalarını takip ediyordu, bu z a m a n a kadar
da birçok davada rüşvetle adaleti etkilemişlerdi veya öyle gözü­
küyordu. İşin zor tarafı ise bu grubun çok güçlü olmasıydı; eski
H S Y K Başkanvekili ve o z a m a n ı n Yargıtay üyesi Ergün Güryel
ve iki üç kişi ile irtibatları vardı. Bir z a m a n sonra tahkikat belli
bir olgunluğa gelmişti ve operasyonun yapılması gerekiyordu.
Savcı Aldan'm değerlendirmesine göre (ki ben de bu görüşe ka­
tılıyordum), Yargıtay üyeleri de sanıktı ve onlara da işlem ya­
pılmalıydı a m a bu, daha önce yapılmış bir şey değildi. Yargıtay
üyeleri h a k k ı n d a Yargıtay Başkanlar Kurulu denen Yargıtay
Başkanımın başkanlığında bazı Daire Başkanları ve üyelerden
oluşan 8-9 kişilik kurulun karar vermesi gerekiyordu.

Ö m e r S ü h a Aldan, Yargıtay üyeleri hakkındaki ihbarını


Yargıtay Başkanı'na aktardı, diğer sanıklar hakkında da bizim
arkadaşlarla birlikte tahkikata başlandı. Rüşvet vererek adalet
sisteminde istedikleri kararları almayı m e s l e k haline getirmiş,
b u n d a n başka işleri o l m a y a n kişiler ve bürolar tespit edilmişti.
Bu kişiler Neşter O p e r a s y o n u davası, T ü r k Telekom-Turkcell
Ara Bağlantı Sözleşmesi davası, Erbakan'ın davası gibi davalar­
da rüşvetle k a r a r almaya çalışmışlardı.

Tahkikat d e v a m ederken Yargıtay Başkanlar Kurulu, Yar­


gıtay üyeleri h a k k ı n d a soruşturma y a p m a k üzere bir Yargıtay
Daire B a ş k a n ı ' m görevlendirmişti. Bu daire başkanı da rapo­
runu hazırlayıp kurula sunmuş, her iki Yargıtay üyesinin de
cezalandırılmasını talep etmişti. Buradaki önemli delilerden
biri rüşvet v e r m e k suçlarından takip ettiğimiz kişilerin Yargıtay
üyeleriyle yaptığı telefon k o n u ş m a l a r ı n ı n m a h k e m e kararıyla

264
1. Bölüm: Devlet

dinlenmesi ile elde edilecekti; ancak Yargıtay üyeleri y ö n ü n d e


m a h k e m e kararının o l m a m a s ı ve zaten onlar hakkında karar
verecek bir merciin de y o k l u ğ u Yargıtay Başkanlar K u m l u n u n
değerlendirmesini çıkmaza sokuyordu.
Bu arada yaptığımız başka bir tahkikatta birçok suçtan yar­
gılanan ve mafya babası olarak bilinen Alaattin Çakıcı'mn fa­
aliyetlerini takip ediyorduk. Onu izlerken gördük ki bir davası
Yargıtay'a gelmiş, o n u n davasını da M İ T yönetici personelinden
Kaşif Kozinoğlu takip ediyor ve bazı aracılar vasıtasıyla davayı
Çakıcı lehine bitirmeye çalışıyordu. Aracılık y a p a n Hakkı Süha
Şen, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ile de dolaylı bir irtibat
kurmuş, kendisinden davanın d u r u m u hakkında bilgi almak is­
tiyordu. Yargıtay Başkanı, Hakkı Süha Şen ile eskiden tanışıyor,
bu kişi aracılığı ile de Bodrum'daki yazlığını tamir ettiriyordu.

Çakıcı'nın ve aracılarının telefonları m a h k e m e kararı ile


dinlendiğinden Yargıtay Başkanı Eraslan Ö z k a y a ' n m da bu ki­
şilerle gerçekleştirdiği davaya yönelik konuşmaları kayda giri­
yordu.
Dava Yargıtay'da Çakıcı aleyhine bozuldu. B u n u , kararın
bir suretini de çantasında taşıyan Başkan Eraslan Ö z k a y a ' n m
Çakıcımın a d a m l a r ı n a olayı anlatması ile öğrendik. Hukuku­
m u z a göre, bir y e r e oradaki kişileri y a r a l a m a veya ö l d ü r m e kas­
tı ile ateş açarsanız ve orada birden çok kişi ölür veya yarala­
nırsa olayın failleri her kişi için ayrı ayrı ceza alır. Bu davada
Çakıcı, " K a r a g ü m r ü k Lokali'ni tarayın" diye talimat vermiş ve
adamlarının ateş açması sonucunda 12-13 kişi yaralanmıştı;
a m a m a h k e m e bu davada ceza verirken yaralanan her kişi için
ayrı ceza v e r m e m i ş , bir y a r a l a m a n ı n ağırlaştırılmış halini uygu­
lamıştı. Yargıtay davayı bu gerekçe ile b o z u p her kişi için ayrı
ayrı ceza tayin edilmesini isteyince 13x5 yıl gibi bir ceza ortaya
çıkmıştı. D a v a b o z u l u p m a h k e m e y e gelince savcılar şahsın bu
ceza tehdidi karşısında k a ç m a ihtimalini göz ö n ü n d e bulun­
durabilirlerdi, b u n d a n dolayı Yargıtay dosyasının yerel mah-

265
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

k e m e y e ivedilikle gelmesi gerekiyordu. Dosya İstanbul D G M ' y e


geldi, Savcı y e n i d u r u m karşısında Ç a k ı c ı n ı n tutuklanmasını
talep etti ve bu arada k a ç m a ihtimaline binaen de biz şahsı
takibe başladık; a m a Çakıcı daha ö n c e d e n t ü m adamları ile
irtibatını kesti, t ü m telefonlarını kapattı. T u t u k l a m a kararın­
dan önce sahte hüviyetle bir yat kullanarak Yunanistan'a çıkış
yaptığını tespit ettik. (Aslında Çakıcı'ya MİT m e n s u b u n u n yar­
dım etme sebebi, beklentisi, aralarındaki geçmiş ilişkiler, Be­
şiktaş K u l ü b ü ' n d e Sinan Engin gibi kişilerin kimlik veya İtalya
K o n s o l o s l u ğ u ' n d a n sahte belgelerle vize almaları, Çakıcımın
Türkiye'den gizlice dışarı çıkışında yardım aldığı kişiler ayrı bir
kitabın k o n u s u olacak genişlikte, bu y ü z d e n burada bu konu­
ları kısaca g e ç i y o r u m . )

Bunun üzerine İstanbul D G M Savcılığı, Çakıcı'ya kaçma­


sında y a r d ı m eden kişilerin faaliyetlerini de araştırmak iste­
di. O z a m a n l a r istanbul D G M Savcısı olan Yargıtay 5. Daire
üyesi, hukuk adamı Abdülkadir İlhan'a bu davada Yargıtay
nı'nın, M İ T m e n s u b u n u n adının geçtiğini belirttiğimizde,
"Devlet adına yapılan görevlerin haricinde, suçu kim islerse hu­
kuk ö n ü n d e hesap vermeli ve hiç kimseye ayrım yapılmamalı,"
diyerek sadece h u k u k u hesap ettiğini göstermişti. Savcı İlhan
olaya karışan kişilerin gözaltına alınıp sorgulanmasını istedi­
ğinde, kendisine bu kişileri yakalayıp getirebileceğimizi, ancak
yanlış anlaşılmalara n e d e n o l m a m a k için sorguyu kendilerinin
yapmasını ö n e r d i m ; şahsımdan kaynaklı olarak geçmişteki Su­
surluk ifadelerim, vs dolayısıyla olayları başka yerlere çekebi­
lirlerdi. Savcı İlhan d u r u m u makul buldu ve verilen talimatla
Çakıcı'ya y a r d ı m eden ve bir kısmı Yargıtay Başkanı Eraslan
ö z k a y a ile de irtibatlı kişileri yakalayıp İstanbul D G M Savcılı­
ğına getirdik. Savcılar bu kişileri sorguladılar. Tabii bu kişile­
re Çakıcı a d ı n a Eraslan B e y l e ne konuştukları, ne yaptıkları,
hatta Eraslan B e y i n evinin tamiri gibi k o n u l a r d a bazı sorular
ve telefon k o n u ş m a l a r ı da soruldu. Sorgudan çıkan kişilerin

266
1. Bolüm: Devlet

her şeyi Eraslan Bey'e aktardıkları, hatta birkaç gün sonra


Muğla'ya g i d e n Eraslan Bey'i karşılayıp biraz da abartılı olarak
sorulanları anlattıkları kanaatindeyim.
Böylece şimdi, Yargıtay Başkanlar Kurulunun ö n ü n e gelen
Neşter 2 Davası'ndaki m a h k e m e kararı ile yapılan dinlemede,
Yargıtay üyelerinin d u r u m u n u n benzeri Yargıtay Başkanı için
de söz k o n u s u y d u ve bir iki g ü n sonra aynı şekilde kendisiyle il­
gili dosya da buraya gelecekti. Bu d u r u m u diğer Başkanlar Ku­
rulu üyeleri bilmiyordu, daha doğrusu bu olayı tam manası ile
yalnızca biz biliyorduk; eğer Yargıtay, soruşturma yapılan sa­
nıklarla irtibatı olan Yargıtay üyelerinin bu konuşmalarını delil
sayarsa ve Yargıtay üyelerini suçlu bulursa, birkaç gün sonra
da Yargıtay B a ş k a n ı Çakıcı'ya y a r d ı m e t m e k olayı ile ilgili olarak
aynı şekilde kusurlu bulunacaktı. Aslında Eraslan ö z k a y a ' n m
d u r u m u bu iki üyeye b e n z e m i y o r d u , üyelerinki rüşvet gibi ağır
bir olaydı. Eraslan Bey'in davası belki buraya bile gelmeyecekti,
gelse bile m a k a m ı n a u y g u n d a v r a n m a m a k en fazla kınanacak
bir kusurdu, a m a z a n n e d e r i m o panikledi.

Neticede iki Yargıtay üyesinin dinlenmesi için Başkanlar


Kurulunun m a h k e m e kararı olsa da, Yargıtay üyeleri hakkın­
da ayrıca karar alınmadığından, m a h k e m e s o n u c u n d a dinleme
kararı y o k h ü k m ü n d e d i r , hiçbir işlem y a p m a y a gerek yoktur
manasında bir karar verildi, halbuki adalet sisteminin başın­
daki kişilerin bu durumları hiç de bu kadar basit geçiştirilme­
meliydi. Bu k a r a r çıkınca bir süre sonra Yargıtay B a ş k a n ı ' m n
Çakıcı davasındaki rolü b a s m a intikal etti ve Başkan oldukça
zorda kaldı, inkar etti, a m a Yargıtay'da MİT'çi Kaşif Kozinoğlu
ile görüşmeleri, Yargıtay'ın Çakıcı hakkındaki b o z m a kararını
çantasında taşıması, Çakıcı'mn bu karardan sonra tutuklana­
bileceği y o r u m l a r ı n d a bulunması gibi nedenlerden ötürü inan­
dırıcılığını yitirdi.

Sonra Eraslan Bey hakkında yazan tüm basın mensuplarını


m a h k e m e y e verdi, ama tüm davaları kaybetti. Yine Neşter 2 Da-

267
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

vasi k a p s a m ı n d a d e v a m eden m a h k e m e l e r d e tanık olarak din­


lenen bazı hâkimler, Yargıtay üyesi eski H S Y K Başkan vekilimin
kendilerini arayarak davayla ilgili etkilemeye, baskı kurmaya
çalıştığını b e y a n ettiler.
Bu seviyedeki y ü k s e k yargıçların adaletsizliğine şahit olup
ülkemizdeki adalete inancımızı kaybederken, kendi Yargıtay
Başkanları'm ve Yargıtay üyelerini haksız bulan böyle hâkimleri
görerek de adalet adına gelecek için u m u d u m u z u muhafaza
ediyoruz.

Kayseri Uyuşturucu Operasyonu


Kaçakçılık Daire Başkanlığında görev y a p a r k e n , bir gün
Kayseri'den ö n e m l i bir haber geldi. Burada bir atölyeyi kira­
layan ve b o y a işi yapacaklarını söyleyen kişilerin uyuşturucu
imal ettiğinden şüpheleniliyordu. Bu bilgi üzerine h e m e n Kay­
seri E m n i y e t i n e Merkez Narkotik ekibi g ö n d e r d i m ve bir müd­
det sonra şahısları izlemeye başladık.
Düşünüldüğünde Kayseri bu zamana kadar uyuşturucu
işine hiç k a r ı ş m a m ı ş , dikkat ç e k m e y e n bir yerdi. Aleni bile ya­
pılsa k i m s e n i n dikkatini çekmeyeceği için kaçakçılar açısından
çok uygun bir ortam yaratıyordu.
İlk etapta atölyeye gelip gidenleri, araç plakalarını öğrenme­
ye çalışacaktık. Bu atölyeyi gözetleyebilecek mesafede birkaç
yere kameralı ve fotoğraf makineli personel yerleştirdik ve kısa
süre sonra buraya gece geç saatlerde araçların geldiğini ve bazı
malzemelerin indirildiğini tespit ettik. Yapılan işin legal bir iş
olmadığı k o n u s u n d a kanaatimiz artmıştı. Araç plakaları şüp­
heliydi, gelip giden araçlara G P S (takip) cihazı yerleştirip onla­
rın nereye gittiklerini öğrenmeyi d ü ş ü n ü y o r d u k . Diğer y a n d a n
atölyeden çıkan t ü m atıkları, çöpleri alıp i n c e l e m e için labo­
ratuara g ö n d e r m e y e başladık, ayrıca gelip giden malzemelerin
fotoğraflarını çekerek neler olabileceği k o n u s u n d a y o r u m l a r ya­
pıyorduk. Birinci hafta d o l m a d a n bu m a l z e m e l e r i n uyuşturucu

268
1. Bölüm: Devlet

imalatında kullanılan m a l z e m e l e r olabileceği fikrini taşımaya


başladık. Bu şüpheyle içerideki kişilerle ilgili b u l d u ğ u m u z tele­
fon numaralarını dinlemeye başlamıştık.
Bir süre s o n r a gönderdiğimiz atıkların laboratuar sonuçları
geldi, u y u ş t u r u c u bulaşığı ve uyuşturucu y a p ı m ı n d a kullanılan
m a l z e m e l e r o l d u ğ u belirlenmişti. Bu esnada dinlemelerimiz de
sonuçlanmış, faaliyeti yönetenin Selim isminde biri olduğu an­
laşılmıştı. Kısa bir süre sonra arkadaşlarım bu kişinin, m e ş h u r
bir uyuşturucu imalatçısı olan ve çeşitli suçlardan dolayı ara­
nan Selim G e z e r olabileceğini belirterek bu şahsın Emniyette­
ki dosyasını getirdiler. Fotoğraflara baktığımızda benzerlik çok
fazlaydı, araç ve kurduğu irtibatlar da bunu doğrular nitelik­
teydi. Böylece işi bir a d ı m daha ilerlettik ve atölyeyi sürekli ka­
mera kaydına alarak, buraya girip çıkan her şeyi takip etmeye
başladık. Bir süre sonra artık bu o p e r a s y o n u n elimize geçmiş
büyük bir fırsat olduğuna ve iyi değerlendirilmesi gerektiğine
kanaat getirdim. Arkadaşlarımı ve teknik şubeyi, istihbaratın
teknik imkânlarını da zorlayarak, daha kapsamlı bir operasyon
düzenlemek ü z e r e ikna ettim. Atölye iki katlı bir binanın üst
katındaydı, alt: katta ise başka bir atölye faaliyet gösteriyordu.
Alt kattaki insanlarla görüşerek üst kata çıkan bir k a m e r a sis­
temi kurmayı d ü ş ü n ü y o r d u k . Alt katta u y g u n ortamı yarattık­
tan sonra minik, kılcal kameralarla ikinci katı gözetleyebilen bir
kamera sistemi kurduk. Böylece içeride olup bitenleri g ö r m e y e
başlamıştık. A t ö l y e neredeyse bir B B G evi olmuştu, alt katta
k o y d u ğ u m u z k a m e r a sistemiyle üst kattaki insanların ne yap­
tıklarını t a m a m e n seyredebiliyorduk. Orada gerçekten uyuş­
turucu imal edildiğini tespit ettik, gece çalışan kişiler asitleri
ölçerek ve birtakım kimyasal maddeleri kaplara aktararak, belli
oranda ve belli ölçekte bir araya getirerek işlemler yapıyorlardı.
Artık bir i m a l a t h a n e takip ettiğimizden emindik. D ü n y a d a çok
az polise nasip olabilecek bir sitem kurmuştuk ve canlı olarak
içerde olup biten her şeyi izleyebiliyorduk.

269
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

Yaklaşık 20-25 günü geçmişti, ekibin sabrı azalmış, bir an


önce m ü d a h a l e etme isteği ağır basmaya başlamıştı. A m a benim
a m a c ı m bu m a l ı gidebildiği yere kadar takip etmekti, çünkü sa­
dece imalathaneyi almak, birkaç kişiyi de tutuklamak bir şey
ifade e t m i y o r d u . Bir süre sonra imalathaneye gelip giden insan­
ların İstanbul'da, İzmit'te ve diğer illerdeki faaliyetlerini takip
edebilmek için araçlarına G P S yerleştirdik ve takibi başlattık.
S o n u n d a epey bilgi sahibi olduk; Selim bu işin içindeydi, asıl
organizatör o y d u ve uluslararası çalışan büyük bir uyuşturucu
h a p kaçakçısıydı, üstelik birçok suçtan aranıyordu. İmalatha­
neye geldiğinde yakalama operasyonu y a p m a y a karar verdik.

Dosyasındaki bilgilere göre Selim Bulgaristan'da evlen­


mişti, eşi de Bulgar'dı. Bulgaristan'daki eşi ve yakınları birkaç
defa atölyeye gelip gitmiş g ö z ü k ü y o r d u , hatta kayınbiraderi bir
kimyagerdi. Y a n i ailecek bu işin içindeydiler ve Selim işi orga­
nize edebilecek kapasitede biriydi; geçmiş faaliyetleri de bunu
gösteriyordu. S e l i m i bekliyorduk, yaklaşık 1 aydır operasyonu
yürütmekteydik, ekip biran önce m ü d a h a l e etmek için sabırsız­
lanıyordu.

Bir süre sonra S e l i m i n ve onunla irtibatı olan diğer kişile­


rin büyük çoğunluğunun Kayseri'de olduğuna kanaat getirdik­
ten sonra o p e r a s y o n u başlatmaya karar verdik. Yakalama ope­
rasyonuyla şahısların tamamını alacaktık. Baskın düzenleyen
arkadaşlarımız "imalathaneye girdik, hakim olduk, içeride her
türlü m a l z e m e var" deyince ben Başkan Yardımcılarını alarak
h e m olay yerini görmek, hem ilk defa böyle ciddi bir uyuşturucu
operasyonu organize ettiğimizden orada bulunmak, hem de işleri
bir düzene k o y m a k için Kayseri'ye gittim. Kayseri şubesi bu ko­
nuda yeterince donanımlı değildi, orada bu türden olaylar fazla
olmadığı için birikim de yoktu, böyle bir şeyin desteklenmesi ge­
rektiğine i n a n d ı m ve gittim. Ankara'dan Kayseri'ye 3 saate yakın
bir sürede v a r m a m ı z a rağmen imalathanede hâlâ asitlerin kay­
namakta o l d u ğ u n u gördüm. Şahıslarla ilgili adli işlemler yapıla-

270
1. Bölüm: Devlet

rak Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne gönderildi. Sonuçta


t ü m ü yargılanarak tutuklandı ve 12 kişi m a h k u m oldu.
Biz böyle başarılı bir operasyonun nasıl başladığını ve na­
sıl devam ettiğini bir s u n u m haline getirdik. O p e r a s y o n u n kod
adı Erciyes'ti. Bu operasyon bizim açımızdan çok m ü k e m m e l ­
di, hem en tepedeki a d a m a ulaşmıştık hem de çok orijinal bir
sistem k u r m u ş t u k . B e n i m çok kısa özetlediğim bu olay 30 gün
içerisinde d e v a m etmişti, ama her safhası örnek bir olay olarak
eğitim derslerinde anlatılacak nitelikteydi.
Bu o p e r a s y o n u daha sonra Hollanda'da gerçekleşen bir
s e m p o z y u m d a anlattım. Türkiye ile Hollanda arasındaki uyuş­
turucu kaçakçılığı olaydan dolayısıyla iki ülke polisi arasında
işbirliğine dayalı yakın bir ilişki ve alaka vardı. Bu ilişki benden
önceki d ö n e m d e K O M M ü d ü r l ü ğ ü y a p m ı ş E m i n Aslan zama­
nında k u r u l m u ş ve d e v a m ettirilmişti. Türkiye'den Avrupa'ya
gönderilen uyuşturucuların çoğu önce Hollanda'ya gidiyor, ora­
dan diğer ülkelere dağılıyordu. Hollanda, dünyadaki uyuşturu­
cu trafiği açısından kilit noktadır; kokainin ve sentetik uyuştu­
rucu dediğimiz Extacy'nin tüm dünyaya yayılmasında kavşak
k o n u m u n d a d ı r ve bundan dolayı da T ü r k polisiyle çok sıkı bir
ilişki içerisindedir.

Bu ilişkiler kapsamında Hollanda tahkikat grubu bizi


Hollanda'ya davet etmişti, hatta ilişkileri sıcak tutmak adına
eşlerimizle davet edilmiştik. Bunun üzerine o zamanki Emniyet
Genel Müdür Yardımcımız Emin Aslan ve benden önceki Dai­
re Başkanı İsmail Çalışkan ile birlikte ailelerimizle Hollanda'ya
gittik. Narkotik teşkilatının toplantılarına katıldık. Bu top­
lantıda benim de kısa bir sunum yapmamı, Hollanda polisine
Türkiye'deki uyuşturucu ile mücadele konusunda bilgi vermemi
ve onların sorularını yanıtlamamı istemişlerdi. Ben de Erciyes
Operasyonu ile ilgili bir sunum gerçekleştirdim. Benim açımdan
çok idealdi ve Hollanda'da bilinen sentetik uyuşturucu ile ilgiliy­
di. Ayrıca çok başarılı bir operasyondu ve ben düzenlediğim için

271
Haliç'te Yaşayan Simonlar

her şeyin teferruatını biliyordum. Her soruya cevap verebilecek


durumdaydım. Telaş ve heyecan içerisinde giderken sunumun
yer aldığı CD'yi unuttuğumuzu fark ettik. Bu y ü z d e n daire ile
bağlantı kurduk, internet üzerinden göndermelerini istedik; an­
cak film kayıtlan epeyce yüklü dosyalar olduğundan yalnızca
fotoğraflan gönderebildiler. Yani imalathaneyi saatlerce çektiği­
miz filmin sadece birkaç kare görüntüsü ve birkaç kare fotoğ­
rafı vardı. S u n u m u bu eksikliklerle gerçekleştirdim. Dinleyenler
arasında Hollanda'nın en meşhur narkotikçileri vardı. S u n u m d a
imalathanenin içerisine kamera yerleştirdiğimizi, böylece tüm
olup biteni izlediğimizi söylediğimde ve imalathaneyi gösteren
fotoğraflar da ekrana geldiğinde Hollanda polisinden birkaç kişi
ayağa kalkıp buna i n a n a m a d ı k l a n m söylediler. Türk polisinin
bu kadar teknik açıdan bu kadar donanımlı çalışarak imalatha­
nenin içine k a d a r girebilmesini kıskandıklarını bile gördüm. Bu
çalışma yöntemi T ü r k polisi açısından oldukça gurur vericiydi.

Lodur Operasyonu
Ağır iş makinelerini taşıyan fırlar lodur olarak adlandırılır.
Bu fırlar dozer gibi ağır ve büyük iş makinelerinin nakliyesin­
de kullanılır. İşte böyle bir araç ile uzun mesafede uyuşturucu
ticareti yapılacağına dair bilgi almış, bunları izlemeye ve dinle­
m e y e başlamıştık. Bir süre sonra gerçekten de izlediğimiz kişi­
lerin lodur ile Afganis tan 'dan uyuşturucu getireceklerini öğren­
dik. Bu bizim için çok iyi bir fırsattı ve zaten b e n i m de a m a c ı m
hep daha b ü y ü k organizasyonlarda, işin k a y n a ğ ı n a giden iş­
lerde yer almaktı; basit ihbarlara dayanan k ü ç ü k olaylarla uğ­
raşmak i s t e m i y o r d u m . B u n u n üzerine narkotik şubesini ilgili
birimlerle h a r e k e t e geçirdik, ayrıca yetersiz o l m a m ı z ihtimaline
karşı İstihbarat Daire Başkanlığının unsurlarından da destek
talep ettik.

Tırın gizli zulası İzmir'de bir atölyede yapılıyordu, biz bu


atölyeyi de denetliyorduk. Atölyede lodurun ön kısımlarından

272
1. Bölüm: Devlet

kapaklar açılıyor, ana şasesinin içerisi boydan boya zula ha­


line getiriliyordu. D a h a sonra ön tarafı kapakla kapatılınca en
azından birkaç ton alabilecek kadar büyük bir zula elde edilmiş
oluyordu. O k a d a r ki, bu araçları her gün g ö r m e m i z e rağmen,
böyle bir araçta bu kadar büyük bir zulanın yapılıp bu kadar
ustalıkla gizlenebileceği hiç aklımıza gelmemişti.
Dışarıdan bakıldığında araca, önemli alet edevatın konacağı
y e d e k depolar y a p ı l ı y o r m u ş gibi görünüyordu, ancak istihbarat
birimi bir hafta süren bütün bu işlemleri tek tek fotoğraflamış,
filme almıştı. T ı n n alınması, zula yapılması, kapağının takıl­
ması dahil her aşamayı görüntülemiştik. A m a c ı m ı z lodur yola
çıktığı z a m a n u y g u n bir yerde G P S takip cihazı yerleştirmek­
ti: lodurun üst kısmında büyük kalaslar vardı, birini kaldırıp
içerisine rahatlıkla cihaz yerleştirebilirdik ve kalaslar sinyalleri
absorbe e t m e d i ğ i n d e n dolayı da haberleşmek çok iyi olacaktı,
ayrıca devasa bir tır olduğu ve girip çıkabileceği yerler sınırlı
olduğu için takip etmek çok kolaylaşacaktı. A n c a k bütün ıs­
rarlarıma r a ğ m e n , araca uluslararası çalışabilen bir G P S cihazı
koyamadık. M a a l e s e f bu kadar kısa z a m a n d a bir u y d u veri­
cisi b u l a b i l m e k kolay değildi, elimizde o kadar teknik i m k â n
y o k t u ve d a h a önce hazırlık da yapılmamıştı. Ne istihbaratta
ne de bizde böyle bir cihaz vardı. Aslında cihazı başka ülkeler­
den, özellikle müttefik o l d u ğ u m u z A m e r i k a d a n , A l m a n y a d a n ,
F r a n s a d a n a l m a k m ü m k ü n d ü a m a ben o p e r a s y o n u n tamamı­
nı kendi i m k â n l a r ı m ı z l a gerçekleştirmek istiyordum, ç ü n k ü on­
lardan cihaz alındığı z a m a n sanki operasyonun t a m a m ı onlar
tarafından y a p ı l ı y o r m u ş gibi bir imaj yaratılıyordu. O y s a ken­
dimize de ö z g ü v e n gelmesi gerektiğini düşünüyor, kendi polisi­
mizin Avrupa'da ve dünya üzerinde prestij sahibi olmasını isti­
y o r d u m . Y a r d ı m en zor şartlarda ve son çare olarak düşünül­
meliydi. N e t i c e d e teknik ekipteki arkadaşlar u y g u n cihazı araca
yerleştiremediler, b u n u n yerine bir cep telefonu koyacaklardı.
Nasıl olsa tır k o c a m a n , bize sadece sinyal gelse, belli baz istas-

273
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

yonlarından geçtiklerini bilsek yeter diyorlardı. Ayrıca tır şofö­


rünü de dinlediğimiz için ülkeye girdiği z a m a n haberimiz olacak
diye daha gelişmiş bir cihaz k o n m a s ı n a pek taraftar değillerdi.
Diğer y a n d a n böyle bir cihaz yerleştirilirken görülme ihtimalin­
den dolayı daha tedbirli davranıyorlardı. Ben her şeye rağmen
tırın uzun sürede gelebileceğini ve telefonun pilinin yetmeyece­
ğini düşünerek yöntemlerini reddediyordum. A n c a k yine de bu
fikre uyuldu ve Karadeniz'de teknik ekip tarafından tıra bir cep
telefonu yerleştirildi, hudutlarımızı terk edinceye kadar tın ta­
kip ettik. L o d u r İran üzerinden Afganistan'a gidecekti, ama um­
madığımız bir şey oldu, turdan teknik veri alamıyorduk. İran'da
cep telefonlarımız uluslararası dolaşıma dahil olamıyordu, her­
hangi bir T ü r k G S M şirketi İran'a gittiği z a m a n çalışmazdı. Bu
yüzden İran'dan sonrasını göremiyorduk. Afganistan'a veya
Pakistan'a varınca çalışır diye düşünüyorduk, fakat oralardan
da sinyal alamadık. Yalnızca tır şoförünün z a m a n zaman kur­
duğu irtibatlara bakarak bulunduğu yeri tespit ya da tahmin
edebilmekt evdik.

Yaklaşık bir ay sonra tırın Ağrı ili D o ğ u b e y a z ı t ilçesi Gür-


bulak Hudut Kapışımdan girdiğini öğrendik. Fakat enteresan
bir şey oluyor, tır şoförü malı teslim etmek için araması ge­
reken numarayı bir r a k a m hatalı çeviriyordu! Biz doğru nu­
marayı biliyorduk a m a bir türlü şoför bu n u m a r a y ı çeviremi-
yordu. Kaçakçılık Daire Başkanlığından, dikkat ç e k m e y e c e k iki
takip timini tır ü l k e m i z e girdiği an doğuya gönderdik ve aracın
hem ö n ü n d e n h e m arkasından takip başlattık. Bir y a n d a n şo­
förü dinlemeye d e v a m ediyorduk; fakat şoför gün b o y u n c a bir
türlü asıl patronu ile kontak kuramıyordu, bunu başarabilse
İstanbul'da bir adrese malı teslim edecekti. T a k ı p ekipleri ile
birlikte Ankara'ya kadar geldi. İstanbul Narkotik ekiplerine ön­
ceden alarm vermiştik. İstanbul y a k a l a m a y a öyle hevesliydi ki,
ekiplerini A n k a r a yakınlarına kadar çıkarmışlardı. Oysa asıl
a m a c ı m ı z tın y a k a l a m a k değildi; gerekirse tır gelip y ü k ü n ü in-

274
1. Bölüm: Devlet

dirsin, malı alsınlar diye bekleyecektik zira malı alanlar nerelere


götürüp dağıtacaklarsa asıl onları y a k a l a m a k istiyorduk. A m a
z a m a n geçti, tır Ankara'ya yaklaştı, Ankara'yı da geçip Bolu'ya
doğru g i t m e y e başladı ama bir türlü şoför irtibat kuramıyordu.
Bunun ü z e r i n e , başka türlü irtibat kurmakta zorlandığı için, tır
şoförü aracı î z m i r istikametine çevirdi ve Eskişehir istikametine
doğru yol a l m a y a başladı. Tabii takip ekipleri de peşinden.
Biz bu e s n a d a az da olsa bilgi sahibi olsunlar diye İzmir'e de
alarm verdik, îzmir Emniyeti de dikkat kesilmişti. Bir m ü d d e t
sonra Eskişehir yakınlarında bize destek olmak üzere hazırlık
yapan İstanbul ekibinin İzmir y o l u n a saptığını ve Eskişehir yo­
luna girip t ı n d u r d u r d u ğ u n u öğrendik! Bizim ekipler vardı a m a
bir defa tır durdurulmuştu. İstanbul ekibi tın yakaladı; bir de
sanki y a k a l a n m a m ı ş gibi tın alıp İstanbul'a doğru yola çıkart­
tılar. Yani tır İstanbul'a götürüldü ve orada yakalanmış işle­
mi yapıldı. Bu korkunç bir şeydi, onların tek amacı çok büyük
miktarda uyuşturucu yakalamaktı, bunun şanına sahip olmak
istiyorlardı.

Oysa biz bu lirin gidebileceği hedefleri ve şebekenin ta­


m a m ı m ortaya çıkarmayı amaçlıyorduk. Maalesef Türkiye'de
uyuşturucuyla m ü c a d e l e anlayışının temelinde, büyük miktar­
da mal y a k a l a m a k ve basında yer alıp reklam y a p m a k amacı
vardı. O z a m a n bu mantaliteyle uğraşmanın oldukça zor ol­
duğunu g ö r m ü ş t ü m ; özelikle iller, nerdeyse birbirinin elindeki
malları k a p a c a k kadar bu işin şan şöhretini önemsiyorlardı. Bu
işle gerçek m ü c a d e l e çok uzakta g ö r ü n ü y o r d u . Soruşturmalar
sürdü, şahısların uzun uzun ifadelerini aldık. İşte o z a m a n çok
daha rahatsız o l d u ğ u m şeyler öğrendim.

bodurla sadece Türkiye'ye kaçak mal getirmemişler,


Afganistan'dan başka yerlere mal taşımışlar, yani tır aslında
Afganistan içinde ve İran'a birkaç defa mal taşımış. Tır m o bü­
yük gövdesine tonlarca, tam bilemiyoruz ama belki bir ton belki
iki ton afyon veya benzeri maddeler yüklenip İran'a getirilmiş.

275
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

İran'da belli hedeflere yerleştirilmiş, tekrar tekrar gitmiş gelmiş.


Asıl taşıma faaliyetleri bittikten sonra Afganistan'dan ya da
İran'dan, y a n ı l m ı y o r s a m yedi yüz kilo civarında esrar yüklenip
getirilmişti. Y a n i biz yalnızca esrarı yakalamıştık, afyon veya
morfin benzeri uyuşturucu Afganistan-İran arasında taşınmış­
tı. B ü y ü k olasılıkla afyon taşınmıştı, bu şekilde İran'da b u n u n
imalatı yapılarak eroine dönüştürülebilir ve daha sonra Türkiye
ve Avrupa'ya sokulabilirdi.
Biz eğer u y d u bağlantılı bir takip cihazı veya en azından
kendi içine kayıt alabilen bir alet yerleştirebilseydik, aracı tes­
lim aldığımızda o kayıtlara bakarak Afganistan la İran arasın­
da üç defa gidip gelindiğini ve her birinde birkaç ton afyonun
taşındığı n o k t a l a n , h e m alış hem satış noktalarını kesin ko-
ordinatlarıyla birlikte tespit edip özellikle İran'a çok ciddi is-
tihbari bilgi verebilirdik. Afganistan'da bir şeyler yapabilecek,
oradaki kuvvetlere bilgi verebilecek imkânımız vardı, ama gerek
tecrübesizliğimiz, gerek teknik alt y a p ı m ı z ı n eksikliği ve gerek­
se arkadaşlarımızın ileriyi g ö r e m e m e s i nedeniyle ve belki böyle
uluslararası bir operasyonu b e n i m de ilk defa y ö n e t m e m veya
Daire Başkanlığında çok yeni o l m a m dolayısıyla teknik aletler­
le ilgili sistemi k u r a m a m ı ş o l m a m nedeniyle bu operasyonda
ciddi bir kaybımız olmuştu. Bu çok daha derin ve uluslararası
ses getirecek b ü y ü k l ü k t e bir operasyon olabilirdi; ama bizim
arkadaşlar y a l n ı z c a bu kadar fazla miktarda uyuşturucuyu ya­
kalamış o l m a k t a n dolayı bile günlerce zafer sarhoşluğu içinde
bulundular. Ü s t m a k a m l a r ise bu farkı g ö r e m e y e c e k kadar baş­
ka işlerle meşguldüler. D e n e t i m , hesap sorma, a m a c a uygun
görev yapılıyor mu diye bakma, d e n e t l e m e imkânı olmadığı gibi
tüm işi bozanları kutlayacak kadar bu işlerin doğrusunu, arka
planını a l g ı l a m a k t a n uzaklardı.

Bense ciddi bir mağlubiyet kabul ettiğim bu olayın üzüntü­


sünü o g ü n d e n beri yaşarım.

276
1. Bölüm: Devlet

EDİRNE
Kapıkule Tahkikatı
Biraz ü z g ü n , biraz hasta, biraz da kırgın olarak 2005 yılının
haziran a y ı n d a sürgün edildiğim Edirne'de göreve başlamıştım.
Kısa bir süre sonra ö n ü m e baktığımda şehrin her tarafında ka­
çak sigara ve içki satıldığını g ö r d ü m . Hatta bu o kadar alenileş-
mişti ki her g ü n yüzlerce Bulgar aracı Edirne'ye geliyor, şehrin
belli y e r l e r i n d e sigara, içki ve purolar satılıyor, bazı kişiler bun­
ları toplayıp İstanbul'a götürüyordu.
Diğer y a n d a n akaryakıt kaçakçılığı da benzer yollarla yapılı­
y o r d u . Bulgaristan plakalı araçlar sınırdan giriş yapıyor, depo­
larındaki benzinleri şehir merkezinde hortumlarla çekerek satı­
yorlardı. Bu d u r u m u n iç y ü z ü n ü a n l a m a k için konuyu araştır­
m a y a başladık. Edirne'de u z u n süredir çalışan istihbaratçıların
topladıkları bilgileri g ö r d ü m , d u r u m görülenden daha organi­
zeydi. Kaçakçılık ( K O M ) ve İstihbarat birimlerinde çalışan arka­
daşlarımla birlikte yaptığımız araştırmada g ö r d ü k ki ç o ğ u n l u ğ u
Bulgaristan v a t a n d a ş ı 5-6 bin kişi ile aynı şekilde Türkiye'deki
binlerce kişi, T ü r k i y e ' y e vergisiz sigara, içki ve diğer tekel ürün­
leri ile akaryakıt sokmayı meslek haline getirmişti.

G ü n ü b i r l i k ziyaret adı altında her gün Bulgaristan 'dan


Türkiye'ye g e l m e k hiçbir vergi ve harca tâbi değildi. Dolayısıyla
bu insanlar h e r gün Türkiye'ye girip çıkıyorlardı, her giriş çı­
kışta da alabilecekleri kadar m a l z e m e onlara teslim ediliyordu.
O günlerde h u d u t kapılarına girip çıkan kişilerin kaydedildiği
bilgisayar verilerini incelediğimde belli kişilerin ayda 50 defa
sınırdan girip çıktığını ve kapıdaki asıl y o ğ u n l u ğ u bu kişilerin
o l u ş t u r d u ğ u n u fark ettim. Organize o l u n m u ş t u . Kaçakçılığı
organize e d e n kişiler, n o r m a l yolculara kapalı olan g ü m r ü k sa­
hasına, free shoplara 1 geliyor, burada d a h a ö n c e anlaştıkları
Bulgarlarla telefonla irtibat kuruyor, sınırdan giren Bulgarların

1 Vergi ö d e m e d e n alışveriş yapılabilen mağazalar. (Yazarın notu)

277
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

sayısına göre free shoptan malzemeleri sanki bu gelen yolcular


alıyormuş gibi onlar adına alıp kolilerle bekliyor, malzemeleri
alacak olan araç geldiğinde de bagajına döktürüyorlardı. Son­
ra yolcular Edirne'ye gidip malzemeleri başka birilerine teslim
ediyorlardı. Böylece belli oranda taşıma ücreti alıyorlardı. Her
kişinin on, belki yirmi tane bu şekilde her gün Bulgaristan'dan
gelen araba ve yolcuları vardı. Teslim edilen mallar Edirne'de
belli yerlerde biriktiriliyor, kapalı kasalı araçlarla İstanbul'a gö­
türülüp, o r a d a k i bar, pavyon veya gece kulüplerine belli büfeler
vasıtasıyla dağıtılarak sisteme sokuluyordu.

H e s a p edildiğinde, eğer dört kişiyi yanınıza alır ve bir oto­


mobil ile g ü n d e bir defa giriş çıkış yaparsanız, en uygun hali
ile 4x3=12 karton sigarayı yurda sokabilirdiniz. Böylece o gün­
lerdeki fiyatı ile 12x12=144 avro ödeyecek ama aynı sigaranın
fiyatı Türkiye'de tam iki katı olduğundan vergilerden muaf ola­
rak para. kazanacaktınız. Aynı şekilde alkollü içkiden ve akar­
yakıttan g ü n l ü k belli bir miktar ciro elde edecek, yüzde ellisi
kadarını cebe atacaktınız.

Bulgaristan'a girerken de benzeri bir kazanç söz konusuy­


du. Hatta eğer ikinci defa girip çıkılabilinirse b u n u n iki katı
kazanılabilirdi. Ayrıca Bulgaristan'da çok ucuz olan et, ceviz,
badem gibi ürünler de getirilip satılırsa kazanç bir hayli artıyor­
du. Ost d ü z e y bir m e m u r u n 300 avro aldığı Bulgaristan'da bu
rakam çok iyi bir kazançtı. T ü r k vatandaşları Bulgar konsolos­
luklarından her z a m a n vize a l a m a d ı k l a n n d a n , bu kaçakçılıkta
asıl para k a z a n a n Bulgarlar oluyordu. Genellikle de bu kişilerin
h e m Bulgar h e m T ü r k free snoplarından iki katı sigara ve içki
aldıkları ve ç o ğ u n u n araçlarında zula d e n e n gizli bölmelerin ve
ek depolarının o l d u ğ u da ortaya çıkmıştı. O tarihlerde günde
10-12 bin civarında insanın hudut kapısını kullandığı düşünü­
lürse, ülkemiz için yıllık 300 milyon TL kadar vergi kaçağından
bahsetmek mümkündü.

278
1. Bölüm: Devlet

Olayları araştırmaya başladık. Bulgarların geldiği pazar


yerlerine e l e m a n l a r yerleştirerek sigaraları kimlerin nerede top­
ladığını, sonra toplanan sigaraların nerede depolandığını tespit
e t m e k üzere kaçakçıları takip etmeye başladık. Bu bilgilerimizi
teyit eder m a h i y e t t e bazı kişileri yakaladık. Şehirden ayrılan
küçük k a m y o n e t l e r i n içerisinde çok sayıda sigara ve içki yaka­
lamaya başladık. Olaya daha sonra derinlemesine araştırdığı­
mızda Kapıkule'deki y i r m i d e n fazla free shoptan özellikle dört
tanesinin sadece bu amaçlar için faaliyet gösterdiğini gördük.
Hatta free snopla hiç alakası o l m a y a n bazı kaçakçılar, yurtdı­
şından kendi adlarına sigara ve içki getirterek free shopların
antrepolarında depoluyor, kurdukları organize grup sayesinde
de günübirlik Türkiye'ye girip çıkan Bulgar veya Türkleri san­
ki kendi ihtiyaçları için alıyormuş gibi gösterip, onlara sadece
taşımalarına karşılık belli miktar para ödeyerek bu sigara ve iç­
kileri piyasaya sürüyorlardı. Yani sigara ve içki üzerinde %270
oranındaki aşırı miktardaki Ö T V ' d e n kurtulmak için mevzuat­
taki boşluktan istifade ederek sürekli ülke içerisine kaçak si­
gara ve içki sokuyor, böylece vergiden kurtuluyorlardı. Ayrıca
özel zulası olan araçlarla (hatta yaya olarak sırtlarında taşıya­
rak) gece çalışan gümrükçülerin de göz y u m m a s ı sayesinde free
shoplardan dışarıya toplu olarak çok miktarda sigara ve içki
çıkarıyorlardı. Bu yolla elde edilen gelir öyle yükselmişti ki ra­
kamlar her free shop için aylık birkaç milyon doların üzerine
çıkmıştı. Bu y ö n t e m l e yılda yaklaşık iki-üç y ü z milyon dolarlık
kaçak sigara ülkeye sokuluyor ve vergi kaybı oluyordu.

Yine aynı şekilde kaçak akaryakıt da Türkiye'ye genelde


böyle getiriliyordu. Edirne ili ile Kapıkule arasında on beş k m l i k
bir mesafede en az yirmi tane petrol istasyonu vardı. A m a bu
petrol istasyonları farklı bir şekilde işliyordu; pompaları ters
p o m p a d e n e n bir sistemle çalışıyordu. Bildiğimiz petrol istas­
yonlarında pompalar petrolü arabanın deposuna koyarken,
buradaki p o m p a l a r tam tersini y a p a r a k arabanın d e p o s u n d a k i

279
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

benzini çekip istasyonun d e p o s u n a alıyordu. Yol kenarındaki


petrol istasyonları çoğunlukla bu amaçla faaliyet gösteriyordu.
Yani yurtdışından gelen araçların yurtdışından aldıkları ucuz
m a z o t veya benzinleri petrol istasyonuna boşaltıyor, bu suretle
yurtdışından alınan petrol ürünlerini akaryakıt vergisi ödeme­
den ülke içerisine sokuyorlardı.
Böyle bir kaçakçılığa m ü d a h a l e e t m e k lazımdı, ülkenin kay­
nakları boşa gidiyordu. Bu amaçla biraz daha derin bir ince­
leme yaptığımızda, sistemin böyle çalışmasını gören kapıdaki
gümrükçü, polis ve diğer görevlilerin de rüşvet almaya, irtikap
y a p m a y a başladıklarını tespit ettik. Kapıkule'de yukarıda an­
latılan şekilde kaçakçılık yapıldığını gören g ü m r ü k ç ü l e r ve po­
lisler bu işi ö n l e m e yerine haksız kazanç sağlayanlardan ken­
dilerine çıkar elde etme y o l u n u aramışlar ve z a m a n içerisinde
herkes, idealist başlayanlar da dahil bu pisliğin içine girmişti.

Hepsi birbiriyle bağlantılıydı, free shoplar sokaktaki kaçak­


çılık şebekeleriyle beraber çalışıyor; polisler, g ü m r ü k ç ü l e r ve
kapıdaki diğer m e m u r l a r kaçakçılık yapan şebekelerden rüşvet
alıyordu. Bu işte pay sahibi olan herkese yönelik bir operasyon
yapılmadığı m ü d d e t ç e kaçakçılığı önleme k o n u s u n d a başarı
sağlanamazdı. Oysa elimizdeki imkânlar çok sınırlıydı, Edirne
gibi bir yerde çok az sayıda polis vardı ve mevcutlar da operas-
yonel tecrübeye sahip değillerdi, ayrıca u z u n yıllar ciddi ope­
rasyon icra edilmemişti ve teknik imkânları da yeterli değildi.

Önce bu olayla ilgili genel bir çalışma yaptık. İstihbarat biri­


mindeki görevliler bu olaylarla ilgili önceden çalışmış ve bir bilgi
birikimi sağlamışlardı. O n l a n n birikimlerini bir brifing notuna
dönüştürdük. İl Savcısı Şenol Yıldız ve dört yardımcısını Emniyet
Müdürlüğüne davet ederek brifing verdik ve yapılan kaçakçılığı
anlattık; ne g ö r d ü ğ ü m ü z ü , ne d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z ü ve ne y a p m a k
istediğimizi belirttik. O d ö n e m d e iyi çalışan, dürüst ve namus­
lu insanlar da elbette vardı. Anlattıklarımızı dinlediler ve kendi
teşkilatımızı da eleştirdiğimizi duyunca tarafsızlığımızdan emin

280
Bölüm. Devlet.

olup durumu kabul ettiler. Ancak b u n u n kaçakçılık şebekelerin-


ce yapıldığını hukuki delillerle ispatlamamızın çok zor olduğunu
düşünüyorlardı. Söylediklerine göre anlattığımız durum yıllardır
biliniyordu ve her yıl binlerce kaçakçılık davası savcılığa geliyor­
du. Bunların çoğuna peşin ödeme adı altında bir ceza kesilmek­
teydi, yani sigara ve içkiyle yakalanan kişi bunun iki katı kadar
para cezası alırdı, ama ödeyen yoktu. Şahıslara ön ödeme cezası
kesilerek bir ay içinde ödemeleri için tebligat yapılıyordu; ancak
şahıslar y a b a n c ı oldukları ve yurtdışına gittikleri için bir daha ne
ödemenin alınması ne de tebligat şansı oluyordu.

Biz bu işi hallederiz dedik. Çok fazla da abartmadan kendi­


lerinden birtakım taleplerde bulunduk ve onlar da bu taleple­
ri yasaların el verdiği oranda hukuki olarak karşılayacaklarını
vaat ettiler. B u n u n üzerine bir çalışma dosyası açarak çalış­
maya başladık. Bir yandan kaçakçılığı nasıl yaptıklarını öğren­
mek için free shopları ve onlarla birlikte hareket eden kaçakçı
gruplarını izlemeye başladık. Bunları teknik takibe aldık ve şe­
hir içindeki faaliyetlerini takip etmeye başladık. Onların nasıl
bir organize şebeke içerisinde çalıştıklarını tespit etmeye çalı­
şıyorduk. D i ğ e r y a n d a n Polis Teşkilatının kapıdaki görevlileri­
nin yaptıklarını anlamak için polis birimleri üzerinde araştırma
başlatmıştık. G ö r d ü ğ ü m ü z manzara iyi değildi, bizim polisler de
küçük miktarlarda da olsa rüşvet çarkının içerisine girmişti.

Son defa u y a r m a k üzere Kapıkule E m n i y e t Şube Müdür­


lüğünde çalışan t ü m polisleri toplayarak kapıdan gelip geçen
herkese iyi m u a m e l e yapmalarını, görevleri esnasında kurallara
uymalarını, her türlü kanunsuzluğa karşı olmalarını, namuslu
bir görevin ö n e m i n i , rüşvet gibi olaylara karışmamalarını, k i m
olursa olsun yanlış yapanlarla m ü c a d e l e edeceğimi ve benzeri
şeyleri anlattım.

Bana d o ğ r u d a n bağlı olan Kapıkule E m n i y e t Şube M ü d ü ­


rünü değiştirdim. O n d a n sonra b u r a d a n nasıl bilgi edinebiliriz
diye d ü ş ü n m e y e başladık. Bize göre kapıda görevli olan her-

281
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

kes şüpheliydi, sorarak kimseden bilgi alamazdık. Bu nedenle


y ö n t e m l e r i n i ç ö z e b i l m e k için gizli kameraya b a ş v u r m a y a karar
verdik. M a h k e m e d e n izleme kararı çıkardık. Kapıkule'deki polis
peronlarında pasaport kayıtları için kullanılan bir bilgisayara,
d e n e m e yapılacağını bahane ederek, içine k a m e r a yerleştirdiği­
miz bir L C D m o n i t ö r ü bağlayıp izlemeye başladık.
Bir m ü d d e t sonra tam bir kaçakçılık şebekesiyle karşı kar­
şıya o l d u ğ u m u z d a n emin olmuştuk. Free shoptaki insanlar,
onların dışarıdaki uzantıları ve m a l l a n İstanbul'da dağıtanlar
şeklinde birbirleriyle bağlantılı organize bir grup halinde bü­
yük' bir çark d ö n ü y o r d u . Bu insanlar külliyetli miktarda sigara
ve içkiyi yurda sokuyorlardı, ö z e l l i k l e otobüsler geldiği zaman,
yolcuların t ü m listesini alıyorlar, hiç sigara içki almamış olan
kişilerin pasaport numaralarını ve isimlerini kullanarak onlar
adına işlem y a p ı p otobüslerle toplu miktarda sigara ve içki çıka­
rıyorlardı. A y n ı şekilde günübirlik gelip giden birkaç bin kişi için
de sigara ve içki çıkışı yapıyorlardı. Ayrıca fırsat bulduklarında,
denetimsiz ortamlarda hiç kayda girmeden yükleyebildikleri ka­
dar içki ve sigarayı da otobüslere, özel otolara yüklüyorlar, hatta
bazı otobüslerde bulunan gizli zulaları dolduruyorlardı.

Yasaya göre gümrük görevlileri free shoplan ve o n l a n n ant-


repolannı sürekli denetliyordu, buna göre bir tek paket sigarayı
bile kaçak çıkarmak m ü m k ü n değildi, kayıtlarda ortaya çıkardı.
Çünkü yurtdışından sigaralar getirilirken g ü m r ü k denetiminde
sayılarak antrepolara konuyor, sonra antrepodan yine gümrük
denetiminde çıkarılarak free shoplara sayılarak veriliyor, free
shoplar her sattığı malı kişinin pasaport numarası üzerine kay­
dediyordu. G ü m r ü k denetiminde tüm bunlara bakılıyordu, ama
nedense zulalar dolusu sigara ve içki çıkanlmasma, kayıtsız mal
satılmasına r a ğ m e n gümrük teşkilatının denetiminde hiç açık
verilmiyordu. T ü m antrepolar, free shoplar ve satış belgeleri yüz­
lerce defa denetlenmiş ama hiç kaçak sigara satışı tespit edile­
memişti. D e m e k ki o kayıt ve denetimler de doğru yapılmıyordu.

282
1 Bölüm: Devlet

Bunu gördükten sonra, önce bir müddet polisleri inceleme


altına aldık ve gördük ki onlar da hukuki olarak eksikleri olan,
pasaportlarında yanlışlık bulunan, vermesi gereken vergi ve harç­
ları vermeyen birçok kişiyi, belli miktarda para almak suretiyle
ülkeye sokuyor veya bu kişilerin ülkeden ç ı k m a l a n n a müsaade
ediyorlardı. Pasaportsuz girilmemesi gereken gümrük sahasına
kaçakçı kişilerin her z a m a n girip çıkmasına göz yumuyorlar,
mani olmuyorlardı. O kadar profesyonelce para alıyorlardı ki ya­
kın bir mesafeden izleseniz bile bunu görme imkânınız yoktu.
Aslında normalde her polis kulübesini izleyen bir kamera vardı
ve bunlar sistemli bir şekilde kayıt y a p m a k üzere kurulmuştu,
ancak kameralar yalnızca kulübenin dışını görüyordu, üstelik
rüşvet verenler parayı pasaportların içinde veriyor, polisler hiç
kimsenin göremeyeceği biçimde, pasaportun sayfalanna bakı­
yormuş gibi y a p ı p parayı ceplerine veya çekmecelerine atıyorlar­
dı. Eğer bilgisayar monitörünün içine kamera koymasak, mevcut
kameralardan izlesek para alma eylemlerini asla göremezdik.

B u n u n ü z e r i n e işi biraz daha büyütmeye karar verdik. Baş­


ka bir bilgisayar monitörüne ve şube içerisindeki klimanın içe­
risine gizli k a m e r a l a r yerleştirerek toplamda üç k a m e r a y a ulaş­
tık. Bu tarihlerde asıl olarak gümrükçülerin en çok nerelerde
rüşvet aldığını tespite yönelik istihbarat faaliyetlerine başladık.
Yine o tarihlerde orada çalışan istihbarat görevlileri takdire şa­
y a n bilgiler toplamışlardı. Topladıkları bilgiler üzerine en azın­
dan beş-altı g ü m r ü k kulübesine daha k a m e r a k o y m a m ı z ge­
rektiğini d ü ş ü n m e y e başladık. T a m bu sıralarda polislerin gizli
izleme faaliyetlerimizden şüphelendiklerini telefon dinlemele­
rinden öğrendik; bazı polisler bizim kamerayla tespitler yaptı­
ğımızı d u y m u ş t u . Kameraların yerini bilmiyorlardı ama farklı
olan bir m o n i t ö r d e n huylanıp önce monitörü, sonra da üzerini
örtüyle kapatmışlardı. Tedbir almaya başlamışlardı.

Neyse ki kış yaklaşıyordu, ö z e l l i k l e polis ve g ü m r ü k kulü­


belerinin s o ğ u k olduğu, yeterli ısınmadığı şeklinde şikâyetler

283
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar

vardı. İşte b u n u fırsata dönüştürmeyi d ü ş ü n d ü m ; o zamanlar


yeni çıkan quartz elektrik sobalarına talep de çoktu. Ben de
bunu yaygınlaştırarak birçok kulübeye koyabileceğimize ve bu
arada bazılarının içerisine kamera yerleştirerek izlemeyi kap­
samlı hale getirebileceğimize kanaat getirdim.
Önce bu y ö n t e m i n d e n e n m e s i gerekiyordu. Bana yardımcı
olmak için her şeyi y a p a c a ğ ı m bildiğim, z a m a n ı n Daire Başka­
nı Sabri U z u n ' d a n , İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı olarak
çalıştığım d ö n e m l e r d e n tanıdığım, teknik bilgisi ve mütevazılığı
ile çok b e ğ e n d i ğ i m polis m e m u r u N.'yi, ve teknik heyeti iste­
miştim, h e m e n geldiler. Teknisyen polislere planımızı aktardım
ve bunun için önce birkaç tane elektrik sobası alıp içerisine
kamera yerleştirerek d e n e m e m i z gerektiğini, aletin sobanın sı­
caklığından ne kadar etkileneceğini, çevredeki diğer alet ve ci­
hazları ne k a d a r etkileyeceğini test etmek gerektiğini anlattım.
Geçmiş tecrübelerime dayanarak bu cihazı test e t m e d e n kul­
lanmak i s t e m i y o r d u m . H e m e n işe koyulduk; önce iki soba alıp
içerisine k a m e r a ve görüntü nakledecek cihazları yerleştirdiler,
kameraların dışarıda g ö r ü l m e durumu, sıcaktan etkilenme, fre­
kans kayması ve görüntü nakleden sistemlerin başka cihazları
etkileyip etkilemediği gibi testleri y a p m a y a başladık. G ü n d ü z
m a k a m d a çalışıyor, gece de istihbaratın küçük atölyesinde de­
n e m e , montaj işlemleri yapıyorduk. Ufak değişikliklerle sistemi
işler hale getirdik. Netice çok iyi değildi; a m a işe yarayacaktı.

İlk d e n e m e l e r başarılı olunca, bir y a n d a n yeni sobalar bul­


m a y a bir y a n d a n da nereye, nasıl yerleştiririz, nerede izleriz,
nasıl değerlendiririz gibi hesaplar y a p m a y a başladık. G ü m r ü k
şahsında y a l n ı z c a bir odayı kullanabiliyorduk, elimizde operas­
y o n d a kullanılacak az sayıda görevli vardı, 5-6 k a m e r a kurdu­
ğ u m u z d a bu k a d a r çok kameranın görüntülerinin izlenmesi,
değerlendirilmesi gerekecekti, kolay iş değildi. Cihazlar analog
sinyallerle çalışıyordu, başka cihazları etkileyebilir, kendileri
çevredeki elektronik sistemlerden etkilenebilir, ayrıca frekans-

284
1. Bölüm: Devlet

lan birbirine çok yakın olduğundan birbirlerini etkileyebilirler­


di. Dolayısıyla çok iyi plan y a p m a m ı z gerekiyordu.
îl Valimiz Nusret Miroğlu'ndan destek istedik. Kendisi
Kapıkule'deki yolsuzluklarla ilgili çalışma yaptığımızı biliyor,
ama planımızın içeriğine tam olarak vakıf değildi. Yine de ope­
rasyon yapılmasını çok istediği için tüm çalışmalarımızı des­
tekleyeceğini belirtti. Talebimiz şuydu: Kapıkule deki polis ve
gümrük peronlarına (kulübelere) Valilik tarafından soba yaptı-
rılıyormuş gibi gösterecektik. Sayın Miroğlu kabul etti.
Bunun üzerine yeterli sayıda kamera bulabilmek için araş­
tırmaya başladık. Aslında çok profesyonel cihazlar vardı; ama bu
cihazları temin e t m e m m ü m k ü n değildi. Ben de daha önceden de
muhtelif vesilelerle tanıdığım Almanya'daki bir arkadaşımdan,
orada çok basit alanlarda kullanılan, hatta birçok evde ebeveyn­
lerin çocuklarını izlemek için kullandığı, kamufle edilirse istihba­
rat amaçlı da kullanılabilecek kamera ve bunların transmıtterle-
rini 2 getirmesini istedim. Altı-yedi takım getirdi. Ancak Emniyet
Müdürlüklerinin böyle cihazlar için kaynaklan veya ödenekleri
yoktu, ödeneği olmayan işler için bir tek polis kantinlerinin ge­
lirlerini h a r c a m a yetkim vardı. Bir takımın masraflannı buradan
çıkardık, kalanı için İstihbarat Daire Başkanı Sabri U z u n imda­
dımıza yetişti; bize 6 takımı da alarak kullanma imkânı verdi.

İstihbarat Dairesinin teknik elemanları ile bizim istihbarat


biriminin çalışkan ekibi ve komiseri Alaattin, 7 takım kamera
ve alıcıyı kısa sürede ayarlayarak frekansları birbirine karışma­
dan izleme y a p a c a ğ ı m ı z d u r u m a getirdiler. Daha sonra sobalar
içerisine yerleştirerek bu cihazların nasıl çalışacağını bir müd­
det g ö z l e m l e d i k . Kameralar çok güzel gizlenmişti, vida deliğin­
den görüntü alabiliyorduk.

Dördüncü günün sonunda oluşturduğumuz bu kameralı


sobalarla izlemeyi yapabileceğimize kanaat getirdik. Kulübe-

2 Ses ve video gibi elektronik sinyalleri başka yere taşıyan rihaz. (Yazarın notu)

285
Haliç'te Yaşayan Simonlar . .

lere soba k o n a c a ğ ı n ı söyleyerek bizim teknik polislerimizi soba


firmasının e l e m a n ı kılığında Kapıkule'ye gönderdik. Böyle bir
şeyi h e m e n kabul ettiler, planımıza uygun şekilde ö n c e d e n seç­
tiğimiz y i r m i d e n fazla kulübeye kameralı sobaları yerleştirdik.
A n c a k g ü m r ü k sahası çok büyüktü ve elimizdeki cihazlar çok
basit, a m a t ö r c e y d i , görüntü alamıyorduk. B u n u n üzerine oraya
en yakın c a m i n i n minaresine anten konulmasına karar verdik.
C a m i n i n fahri bir i m a m ı vardı. O n u da ş ü p h e l e n d i r m e m e k adı­
na müftülükle görüştüm; hudutta bir insan kaçakçılığı olayı ile
ilgili olarak Y u n a n i s t a n tarafını gözetlemek için camiyi kullana­
cağımızı söyleyip müftülükten destek alarak camiye gittik.

M i n a r e y e antenleri yerleştirdikten sonra sistem çalışmaya


başladı. Fakat bu sefer de bazı noktalarda mesafe uzun oldu­
ğ u n d a n y e t e r i n c e net görüntü alınamıyor, ayrıca araçlar girip
çıktıkça g ö r ü n t ü bozuluyordu. Bir kamerayı orada bulunan İs­
tihbarat Birimine ait bir büroya yerleştirdik, böylece daha ka­
liteli görüntüler almaya başlamıştık. A m a en önemli yer olan,
özel fatura d e n e n işlemlerin yapıldığı ve özellikle hayali fatu­
ra, kaçakçılık gibi yolsuzlukların gerçekleştiği oda biraz ters ve
uzakta olduğu için görüntü alamıyorduk. Orayı izlemek için en
u y g u n yer, g ü m r ü k sahası içerisinde Milli İstihbaratın kullan­
dığı odaydı. A ç ı k l a m a y a p m a k s ı z ı n , bir iş için k u l l a n m a k üze­
re M İ T Bölge Daire B a ş k a n ı m d a n izin istedik ve o n a y almamız
üzerine alıcımızı buraya yerleştirdik. Çok net görüntüler almaya
başladık. A n c a k bir m ü d d e t sonra odalarından g ü m r ü k görev­
lilerini izlediğimizi anlayan M İ T Bölge Daire Başkanlığı sistem­
leri buradan kaldırmamızı, böyle bir şeye destek veremeyecek­
lerini, g ü m r ü k l e aralarının açılmasını istemediklerini, Edirne
G ü m r ü k l e r B a ş m ü d ü r ü ile g ö r ü ş m e m i z i söyledi. Biz de en çok
G ü m r ü k l e r B a ş m ü d ü r ü İ.H.E.'den şüphelendiğimizi, t ü m ema­
relerin onu şüpheli hale getirdiğini ifade ettik. M İ T Bölge Daire
Başkanı 4 yıldır görevdeydi ve söylediklerinde kararlıydı; yapa­
cak fazla bir şey yoktu. M e c b u r e n oradaki sistemimizi kaldırdık

286
1. Bolüm: Devlet

ve onu da m i n a r e y e taşıdık. B u r a d a n izlemeye d e v a m ettik fa­


kat kalite k ö t ü y d ü .
İzlemenin on ikinci g ü n ü n d e gizli faaliyetimizin g ü m r ü k ta­
rafından d u y u l d u ğ u n u anladık; bazı g ü m r ü k görevlilerini dinli­
yorduk. O l a y l a r d a n haberdar olduklarını ve araştırmaya başla­
dıklarını g ö r d ü k . K a m e r a y l a izlediğimizi biliyorlar a m a kamera­
ların nerelere gizlendiğini bilmiyorlardı. A n c a k izlendiklerinden
bir şekilde e m i n olan gümrükçüler, on beşinci günden sonra
araya araya b i z i m sobaların içerisindeki kameraları buldular.
Onlara bilgi sızmıştı. Sanıyorum bizim izleme ve dinleme kararı
a l m a k için g ö n d e r d i ğ i m i z yazılar vasıtasıyla A d l i y e d e n bilgi sı­
zıyordu. N e t i c e d e kameraları buldular, a m a biz sessiz kaldık.

Bu arada günler boyunca her türlü rüşveti, irtikabı kayıt


altına almayı başarmıştık. O z a m a n g ü m r ü k t e görebildiğimiz
kadarıyla dört önemli nokta vardı: giriş, çıkış, m u a y e n e ve özel
fatura. Bu dört ayrı kulübeden her gün toplanan paralar belli
bir kulübeye getiriliyor, orada tek tek sayılıyor, ondan sonra altı
veya yedi d e s t e y e ayrılıyordu. Üst rütbeli bir g ü m r ü k ç ü geliyor,
her desteyi bir kişiye veriyor, kalan iki desteyi ise alıp götürü­
y o r d u . Bu da gösteriyordu ki, bir deste kendisi, diğeri kendi­
sinden daha y u k a r ı d a k i biri içindi, a m a bu ağın nereye kadar
gittiğini bilmiyorduk.

Bu bilgilere ulaşmıştık ancak gizli kamera görüntülerini sey­


retmek hiç kolay değildi, bir kamera 24 saat kayıt yapıyor ama
48 saatte a n c a k çözülüyordu. Kameralar on beşinci günde bu­
lunmuştu ama biz daha beşinci-altıncı günlerin görüntülerini iz­
liyorduk. S o n u n d a inanılmaz şeyler ortaya çıkmıştı, birbirinden
bağımsız beş binden fazla para alma görüntüsü tespit etmiştik.
Görevlilerin p a r a l a n y u k a n d a anlattığım şekilde tek tek sayıp
kendi aralarında bölüştüklerini tam seksen beş defa kaydetmiş­
tik. Ayrıca rüşvet vermeyen insanlarla nasıl pazarlık yapıldığını,
rüşvet vermeyenlerin nasıl tehdit edildiklerini tespit etmiştik. En
vahimi de rüşvet adı altında yabancı kadınlara cinsel tacizde bu-

287
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

lunulmasıydı. "Birlikte olursak size her şey serbest" deniyordu,


izlerken yapılanlardan midemiz bulanmıştı. Resmi bir kurum
içerisinde y a b a n c ı kadınların onuruyla oynanıyordu.
Genel görüntü çok netti, o alanda hudut kapısı içerisinde
bulunan, birkaç istisna haricinde tüm görevliler, rüşvet, irtikap,
kaçakçılık faaliyetlerinin içerisindeydi. Hatta kapının giriş ve çı­
kışındaki kulübelerde, son çıkışta pasaport işlemi yaptırmadan
çıkan var mı diye kontrol için bulunan polis görevlileri orada
alenen para alamadığı için, gümrükçüler kendi paylarından o
görevliye de hisse veriyorlardı. Yani oradaki polis ve gümrüğün
bütün görevlileri, belki bir iki istisna hariç, d u r u m u biliyor ve
hepsi birbirleriyle anlaşmalı bir şekilde kaçak mal götüren, bazı
hukuki eksikleri olan insanlardan küçük miktarlarda para alı­
yorlardı. Yeterli delil bulmuş, görüntülerini tespit etmiştik. Sa­
hada çalışan t ü m görevlilerin rüşvet görüntülerini almıştık.

Artık gümrükteki yöneticilerin, daha üstteki b a ş m ü d ü r ve


yardımcılarının teknik takibe alınması, telefonlarının dinlen­
mesi, odalarına da cihaz konması gerekiyordu ki, varsa onların
aldıkları paraları da tespit edelim. Belki de biriken paraların,
başka birimden gelenlerle birlikte Ankara'ya gitmesi de söz ko­
nusuydu. A s l ı n d a bir telefon dinlemesinde bir g ü m r ü k ç ü n ü n
zarf içerisinde b a ş m ü d ü r e para verdiğini tespit etmiştik, ama
bu, eşiyle arasında geçen, k a n u n e n hukuki bir delil olarak kul­
lanılamayacak bir k o n u ş m a y d ı . Bu meseleleri yeni kişilerle tes­
pit e t m e m i z gerekiyordu. A m a tabii bilgi sızınca, artık operas­
yon y a p m a n ı n şartları ve d e v a m e t m e m i z i n zorlaştığı anlaşıldı.

Aynı anda h e m free shoplar h e m polisler h e m de gümrük­


çüler h a k k ı n d a operasyon y ü r ü t m e y e i m k â n ı m ı z y o k t u . Sıraya
koyduk, birbirini etkileme d u r u m u n u dikkate alarak önce free
shoplarla ilgili operasyonu başlatmaya karar verdik. Yukarıda
da bahsettiğim, üzerinde çalışma yaptığımız dört free shopun
kaçakçılığa karışan sahiplerini ve görevlilerini gözaltına aldık,
ev ve işyerlerinde arama y a p a r a k belgelerine el koyduk. Onla-

288
1 Bölüm: Devlet

rın para k a y d ı tuttukları defterlerdeki bilgileri aldık. Tabii t ü m


bunlar olurken, en az on defa daha kapalı kasa kamyonetlerle
İstanbul'a götürülen çok miktarda sigara ve içki yakalamıştık.
Bütün bunları delil olarak kullanarak kaçakçıların dört
ayrı örgütlü grup şeklinde çalıştıklarını ispatlamıştık, böylece
o p e r a s y o n u n birinci b ö l ü m ü tamamlanmıştı. Free shoplarla il­
gili zanlıları adliyeye çıkardık, sonra gördük ki aslında bu free
shopların bir kısmı zaten kaçakçılıkta sabıkalıymış, a m a bun­
lara yalnız Kapıkule'de değil, diğer kapılarda da free shop açma
ruhsatı verilmiş. Yine sonradan öğrendiğimize göre bu kişilerin
bazıları kapılarda yolcu beraberinde hediyelik eşya çıkarmakla
kalmıyor, z a m a n z a m a n sanki Edirne'den İzmir, Mersin, Gür-
bulak gibi yerlerdeki free shoplara mal gönderiyor gibi gösterip,
Kapıkule a n t r e p o d a bir araç dolusu, örneğin yükledikleri 500
kutu malı r e s m i evrakta 50 kutu gösterip, yolda (İstanbul'da)
450 kutuyu boşaltıp, 50 kutuyu diğer kapıya g ö t ü r m e k gibi
yöntemlere de başvuruyorlarmış. Geçmişte benzeri durumlarda
çeşitli kişiler y a k a l a n m ı ş olmasına r a ğ m e n bu kişilerin ruhsat­
ları iptal e d i l m e m i ş , dolaylı bir şekilde kaçakçılık faaliyetlerine
göz y u m u l m u ş .

Kaçakçılık olaylarına karışan free shoplar h a k k ı n d a işlem


yapılması s o n u c u bu şebeke, işsiz kalınca bu defa bitişik Bul­
gar kapılarındaki free shoplarda mal alıp kaçak geçirmeyi dene­
di; ancak bir süre sonra bu girişimlerini de tespit ederek, a l m a n
tedbirlerle b ü y ü k çaplı kaçakçılık yapmalarını önledik.
Bu g e l i ş m e l e r d e n bir süre sonra, bir b a y r a m günü, g ü m r ü k
sahası içerisindeki gümrüksüz malların bulunduğu antrepo
gece saatlerinde soyuldu. K a m y o n l a g ü m r ü k s ü z sigara çalmış­
lardı. Olayı hırsızlık diye niteleyip araştırırken, bu işi yapan­
ların daha ö n c e kaçakçılık y a p a n şebekenin üyeleri olduğunu
öğrenmiştik. Şahısları suç delilleriyle birlikte y a k a l a m a k için
takip ve i z l e m e başlatmıştık. Bununla birlikte soyulan antre­
ponun sahibine kimlerden şüphelendiğini s o r d u ğ u m u z d a , hiç

289
Haliç'te Yaşayan Simonlar ...

tereddüt e t m e d e n eski kaçakçı şebekesinin üyeleri olan, bizim


tespit ettiğimiz kişilerin ismini vermişti. Gerekçesi çok basitti:
free shoplarda satılan sigaralar, ülke içerisinde satılan diğer
sigaralardan farklı renk ve bandrole sahipti, bu nedenle bu si­
garalardan elinizde binlerce de olsa k i m s e y e satamazdınız, an­
cak İstanbul'da eğlence mekanlarına sigara satan büfe ve satı­
cı zinciri ile irtibatı olan kişiler bu malları sisteme sokabilirdi.
Kapıkule'deki kaçakçılık şebekeleri de bu tür sigaraları sisteme
sokmasını biliyordu. Bu şebekeler daha ö n c e Mersin Serbest
Bölge'de, sonra Kapıkule'de ve z a m a n z a m a n da farklı yerlerde
bu tip faaliyetlerde bulunmuşlardı, b u n u adeta meslek edin­
mişlerdi. Şahısları malların az bir kısmı ile birlikte İstanbul'da
yakaladık, aynı kişilerdi. İçki ve kaçak sigaraların nasıl ve kim­
lerin sistem içine soktuğunu bilen antrepo sahibi tek başına
hiçbir araştırma y a p m a d a n olayı biliyordu, ama biz 5-6 kişilik
en zeki ekibimizle ve ileri teknoloji kullanarak ancak bir hafta­
da olayı çözebilmiştik.

Bu şebekeleri önce kaçakçılıktan, sonra da hırsızlıktan


yakaladık. F a k a t çok geçmeden bu defa Hatay'dan Edirne'ye
kargoyla gönderilen sigaralar yakalamaya başlamıştık. Neden
Hatay'dan Edirne'ye kaçak sigara gelirdi? Ç ü n k ü burada kaçak
sigarayı sisteme sokan bir şebeke vardı. Bir defa kaçakçılık şe­
bekesi kurulup da kendi sistemini oluşturunca öyle kolayca yok
edilemiyordu; Kapıkule Operasyonu'ndan sonra neredeyse 2 yıl
geçmişti, a m a hâlâ faaliyetlerine d e v a m ediyorlardı. Gayret ve ıs­
rarlı takiplerimiz sonunda olaylar gittikçe zayıfladı ve Edirne'den
ayrılmadan bir yıl kadar önce Bulgaristan tarafındaki free snop­
ların k a p a n m a s ı ve başta Kapıkule olmak üzere Edirne'deki tüm
kapılarda free shopların T O B B denetimindeki Setur'a devredil­
mesi sonrası kaçak sigara olayı g ü n d e m d e n düştü.

Free shoplar hakkındaki adli tahkikat bittikten sonra, sıra


Kapıkule'deki polisler ile gümrükçülere gelmişti. Zaten o ana
kadar kulübede aldıkları rüşvet görüntülerinden bu görevlilerin

290
1. Bölüm: Devlet

büyük k ı s m ı n ı n kimliklerini tespit etmiştik. İki gruba da aynı


anda o p e r a s y o n y a p m a k gerekiyordu.
Savcılarla tekrar toplandık ve o p e r a s y o n u n yapılış biçimine
yönelik düşüncelerimizi anlattık. Polisleri gözaltına alarak on­
ların tahkikatını Emniyette y a p m a y ı , g ü m r ü k memurlarını ise
yakalayıp d o ğ r u d a n Savcılığa getirmeyi önerdik, savcılar da ka­
bul ettiler. Ç ü n k ü iki grupta da gözaltına alınacak m e m u r sa­
yısı çok fazlaydı; 28 polis, 60 g ü m r ü k m e m u r u t o p l a m 88 kişiyi
geçiyordu. Bu kadar kişi hakkındaki tahkikatı, azami kanuni
süre olan 4 g ü n d e y ü r ü t m e i m k â n ı m ı z y o k t u . Zaten biri gözal­
tına alındığı z a m a n yapılacak o kadar çok usulü işlem vardı ki
sürenin yarısı bu usulü tutanakların tanzimiyle geçiyordu. Bu
nedenle g ü m r ü k ve E m n i y e t müfettişlerinden destek istemiş­
tik. Böylece bizimle birlikte onlar da tahkikata başladılar, hatta
Polis Müfettişleri bir aydan daha fazla süre belgeler üzerinde
çalışarak b i z i m bile göremediğimiz, eksik g ö r d ü ğ ü m ü z bazı ko­
n u l a n tespit edip suç unsurlarını bularak savcılara ilettiler.

Biz de 28 civarındaki polisin 26 tanesini gözaltına alarak


Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n e getirip n o r m a l tahkikatlarına başladık.
G ü m r ü k görevlilerinin 60 kadarını da yakalayıp E m n i y e t M ü ­
dürlüğüne g e t i r m e d e n Adliye'ye götürüp savcılara sevk ettik.
Hatta b a z ı l a n n ı n üzerlerini bile aramadık, bu arada üzerlerin­
deki paraları tuvalete atanlar ve Adliye'den kaçanlar da olmuş­
tu. Bu şekilde tahkikatı başlatmış olduk. İlk büyük tutuklama­
larda kırktan fazla g ü m r ü k m e m u r u ve yirmi civarında polis
tutuklanmıştı.

Olayı baştan beri izleyen savcılar, h u m m a l ı bir çalışma ile


iddianameyi hazırladılar. D u r u ş m a için bu kadar sanığı (her
birinin birkaç avukatı, izleyeni olacağı d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n d e ) Adli­
y e d e k i hiçbir salon alamazdı, s o n u n d a d u r u ş m a n ı n Edirne T i ­
caret Borsasının toplantı salonunda yapılması kararlaştırıldı.
Sanıkların ü n l ü avukatları, aksi iddialarda b u l u n u y o r d u , a m a
duruşmalar başlayıp i d d i a n a m e o k u n u n c a ve deliller her kişi

291
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

hakkında tek tek sıralanınca, hele salona kurulan yansı maki­


nesinde Ağır C e z a M a h k e m e s i Başkanı Halil Uçar görevlilerin
para aldığı yüzlerce resim ve filmi göstermeye başlayınca du­
ruşmaların şekli değişti. Sanıklar ve avukatlar filmlere bir şey
diyemiyor, bunların gösterilmesinin hukuka aykırı olduğunu
iddia ediyorlardı.
Burada A ğ ı r Ceza M a h k e m e s i Başkanının hakkını teslim
etmek lazım, bu k o n u d a bir dahiydi, bir hukuk kahramanıydı.
Gerçekten tahkikatın tüm seyrini A'dan Z'ye anladı ve muaz­
zam, harika bir d u r u ş m a yürüterek, bütün olayları değerlen­
dirdi, bütün görüntüleri ekrana vererek ve t ü m sanıklara tek
tek görüntülerini izletmek suretiyle orada bulunan herkesin
açık şekilde anlayacağı biçimde, belki hukuk tarihinde ender
görülebilecek bir hızla kararını verdi. Altmış üç kadar gümrük­
çü ve yirmi sekiz polis m e m u r u m a h k u m oldular. Yargıtay'dan
tasdik edilen karar 8 ayda kesinleşti. Ayrıca bu kararla birlikte,
T C K ' n i n 257. m a d d e s i uyarınca, astlarının yaygın olarak rüşvet
ve irtikaba bulaştığı amirlerin de denetim görevlerini ihmal et­
mekten yargılanmalarının yolu açılmış oldu. Ü l k e m i z gibi rüş­
vet ve irtikapın bu kadar yaygın olduğu bir y e r d e doğal olarak
tartışmalara k o n u o l m u ş olsa da, toplumsal d u r u m a en uygun
ceza kanunu m a d d e s i buydu.

Ayrıca disiplin açısından Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü Yük­


sek Disiplin K u r u l u kararı ile rüşvete karışan 23 polis meslek­
ten ihraç edildiler.
Normalde rüşvete ve irtikaba karışan tüm polis ve gümrük
memurları için genel teamüllere göre, her para alma olayı ile ilgili
ayrıca yargılama ve her olay için ceza verilmesi gerekirdi; an­
cak Yargıtay 5. Ceza Dairesi böyle beş bin ayrı olay için tek tek
yargılama yapılmasının fiili imkânsızlığını dikkate alarak, kendi
bilinen içtihatlarına aykırı biçimde, özel bir kararla bu kişileri,
organize bir şekilde toplu olarak rüşvet /irtikap almaları, örgüt
kurmaları, örgüt yöneticilerinin bulunması suçundan m a h k u m

292
1. Bolum: Devlet

etti. G ü m r ü k B a ş m ü d ü r ü ve yardımcıları da daha sonra rüşvet


ve irtikaba m e y d a n vermekten ayrıca m a h k u m oldular, böylece
bu kapıda organize bir grup şeklinde çalışan rüşvet şebekesi da­
ğıtılmış ve bir daha bu yapıyı oluşturamayacak şekilde m a h k u m
ve teşhir edilmişti. Burada ceza alanlardan bir tek Başmüdür
Yardımcısı A k i f i n kesinlikle m a s u m olduğuna inanıyorum.
Aslında bu kararlar adildi, ama eşit değildi. Ç ü n k ü sadece
orada çalışanlar m a h k u m oldular. D a h a önceki yıllarda çalış­
mış olanlar, başka kulübelerde bulunanlar veya o 15-20 gün­
lük tahkika t sürecinde ve izleme anında görevli olmayanlar yar­
gılanmadılar. Bizim yaptığımız önemliydi fakat yalnızca herkes­
ten küçük k ü ç ü k para alan, irtikap yapan m e m u r l a r ı n karıştığı
bir çeteyi o r t a y a çıkarmıştık; asıl büyük kaçakçılığı gerçekleş­
tirenler, ö n e m l i miktarda malın g ü m r ü k s ü z ülkeye girmesine
veya büyük miktarda kaçak malın Türkiye'den çıkmasına göz
y u m a n görevliler ortada yoktu. Yine de düşünülürse tüm bu
suçlara karışanları k o r k u t m a k açısından önemli bir adımdı. Bu
kapı günah ve pisliğin yayıldığı yerdi ve bir şekilde bu kirle­
rinden a r ı n m a s ı gerekiyordu. Yılların günahı, vebali, kiri var­
dı. İlk defa bu tahkikat bu kişilerin gerçek yüzlerini inkar ede­
meyecekleri bir biçimde, her şeyiyle, fotoğraflarıyla, filmleriyle,
toplanan paralarıyla gözler önüne serdi ve m a h k u m olmalarını
sağladı. B u r a d a onlarca yıldır süregelen, gerek Balkan Savaşla­
rı sırasında gerek 1980 Darbesi sonrasında'' bile varlığı bilinen
ve adeta bir gelenek haline d ö n ü ş m ü ş olan rüşvet ve kaçakçılık
suçlarının çirkin y ü z ü kanıtlarla ortaya çıkarıldı.

Aslında b i z i m bu o p e r a s y o n u m u z d a n önce de belki on, bel­


ki de daha fazla şikâyet olmuş, G ü m r ü k Müfettişleri, başka gö­
revliler, savcılık hep tahkikatlar yapmıştı. A m a burada rüşvet
yendiği ve g ü m r ü k ç ü l e r i n mal varlıklarının rüşvetin delili oldu-

:t 12 Eylül 1 9 8 0 ' d e b ı ı k a p ı y a a.skeri y ö n e t i m i n e l k o y m a s ı s o n r a s ı n d a y a ş a n a n


y o l s u z l u k t a n d o l a y ı T u g a y K o m u t a n ı G e n e r a l ıkı suba.yı y a r a l a m ı ş , b i r a l b a y ı
öldürmüş ve sonrasında intihar etmişti.

293
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

ğu iddiaları h e p boşta kalmıştı. Tahkikatlar yapılmış, fakat her


seferinde buradaki görevliler bu işten beraat etmişti. Herkes
bir takım bahanelerle mal varlıklarını ispat edebiliyordu. Hat­
ta o tarihte en ç o k rüşvet aldığı iddia edilen görevlilerin birço­
ğu hakkında malvarlığı araştırması dahi yapılmış, ama hiçbir
araştırmada bu kişiler hakkında suç unsuru b u l u n a m a m ı ş ve
ceza verilememişti. Belki de açılan davalar çok ciddi kanıtlara
d a y a n m a d ı ğ ı n d a n beraat etmişlerdi, zira bizimki gibi her türlü
delille desteklenen bir tahkikat o l m a d a n gerçek bir mahkumi­
yet elde e d e b i l m e k çok zordu.

Bu tahkikatla ilgili olarak belki ayrı bir kitap yazılabilir.


A m a şunu teslim e t m e k lazım ki, iki teknik eleman, iki istih­
baratçı, adli tahkikatı y a p a c a k iki Kaçakçılık Şubesi personeli
böyle güzel bir çalışmayla buradaki dev bir şebekeyi dağıtabildi.
T ü m tahkikatı yürüten asıl yönetici personel sayısı 6-7 kişiydik.
Yani istenirse, her z a m a n bu türden illegal faaliyetlere müda­
hale edilebilirdi. Fakat genel olarak uygun ve doğru yöntemlerle
müdahale edilmediği için bütün tahkikatlar daha çok rüşvet
alan, irtikap y a p a n kişileri aklayacak şekilde sürdürülüyordu.

Tabii y a p ı l a n tahkikattan sonra bunun devamını getirmek


daha önemliydi. Tahkikat y a p m a k kolaydı, ancak bir süre son­
ra işler y e n i d e n eski haline dönebilirdi. Bu nedenle buradaki
polisler tekrar rüşvete bulaşmasın diye Emniyet olarak ciddi
çalışmalara başladık, kapıdaki personelin t a m a m ı n ı değiştir­
dik. Evet y e n i olacaklardı, acemi olacaklardı, zorlanacaklardı,
fakat bu gerekliydi. Polislerin tamamını değiştirdik. Yeniden
eğitim v e r m e k suretiyle okuldan yeni m e z u n olan polisleri ora­
ya yerleştirdik. Bu defa kapıda işler aksadı, a m a sayıyı artıra­
rak bu sorunları ç ö z m e y e çalıştık ve çözdük. D a h a sonra her
yıl personelde yasadışı uygulamalar gelişme ihtimaline karşı
kapıdaki pasaport polisi personelini y ü z d e elli oranında değiş­
tirmeye başladık. İki yılda bir kapının personeli t a m a m e n de-

294
1. Bölüm: Devlet

ğişiyordu. Bu şekilde örgütlenmeye, y u v a l a n m a y a mani olmak


istiyordum. Tabii ki kolay değildi. Alışılmış bir kültür vardı.
Özellikle g ü m r ü k camiası ve g ü m r ü k yapısında rüşvet al­
m a k veya v e r m e k , gayri meşru menfaat temin e t m e k burada
sanki bir h a k olarak gelenekselleşmişti, birçok m e m u r daha
başta rüşvet a l m a k ve bu yolla zengin o l m a k için burayı ter­
cih ediyordu. Görevlilerde böyle bir anlayış vardı. Birçok insan
da bunu gayet doğal görüyordu. Ç ü n k ü küçük miktarlarda pa­
ralar dönüyor, diğer insanlar da kaçakçılık sayesinde küçük
menfaatler t e m i n ediyordu. Bunların az miktarını m e m u r l a r a
vermenin o n l a r için hiçbir m a h s u r u yoktu. Bu nedenle rüşveti
kesmek çok da kolay değildi. Yeni sistemle birlikte, her teşkila­
tın kendisini denetlemesini umarak, m ü m k ü n mertebe bu ko­
nudan uzak d u r m a y a çalıştık, polis teşkilatının diğer teşkilatlar
üzerinde h e g e m o n y a s ı n ı kurmuş gibi g ö z ü k m e s i n i istemiyor­
duk. Bize gelen her ihbar ve olayı kendi sistemi içerisinde çö­
zülsün diye G ü m r ü k B a ş m ü d ü r ü 'ne g ö n d e r m e y e başladık.

Oraya g ö n d e r i l e n G ü m r ü k B a ş m ü d ü r ü M e h m e t Hatipoğlu
gerçekten de bu görevi iyi yapabilen biriydi ve ona destek o l m a k
için bu k o n u d a n uzak duruyorduk. Buna r a ğ m e n yine birkaç
defa tahkikat y a p m a ihtiyacı duyduk ve gördük ki boş bırakıldı
mı bir grup insan h e m e n örgütlenebiliyordu. Bir, bir buçuk yıl
kadar uzak d u r u n c a rüşvet dedikoduları az da olsa yeniden
duyulmaya başlamıştı.

Bir süre sonra Kapıkule'de yeni bir yolsuzluğa el koyduk.


Sınırdan T ü r k i y e ' y e giren ve transit geçerek yurtdışına gidecek
olan önemli mallar, ülke içinde kaçağa kayabileceği için naklo-
iurken bir g ü m r ü k m e m u r u (kolcu) eşliğinde çıkışa kadar götü­
rülürdü. Bu k o l c u n u n görevi, ülkeye girişte araca binmek, araç
ülkeden çıkıncaya kadar nakil aracıyla beraber gitmekti. A n c a k
bir müddet izledikten sonra bazı kolcuların araçlarla beraber
değil, uçakla gittiklerini fark ettik veya hiç gitmedikleri halde

295
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

kendilerini gitmiş gösteriyorlardı. Üstelik bu göreve gitmek için


normal harcırahları haricinde özel paralar alıyorlardı.
Bir v a t a n d a ş d a y a n a m a m ı ş , d u r u m u şikâyet etmişti. Va­
tandaşın iddiasına göre her şeyi rüşvetsiz normal y ö n t e m l e
y a p m a y a k a l k m ı ş , yüklü aracı dokuz gün boyunca kapıda iş­
lemleri y a p ı l m a d a n bekletilmişti. Halbuki bir aracın birkaç sa­
atten fazla orada kalmaması gerekiyordu. Dokuz g ü n ü n sonun­
da normal harcırah ödemesinin dışında 1200 TL civarında bir
parayı kolcu olarak gelecek olan g ü m r ü k m e m u r u n a vermişti.
Fakat buna r a ğ m e n g ü m r ü k ç ü araçla beraber hiç gitmemişti.
Bu kişiyi y a k a l a d ı ğ ı m ı z d a bunun emsallerinin çok olduğunu,
ayrıca birçok görevlinin de kolcuları gitmiş gibi göstererek para
aldıklarım tespit ettik. Bu birden fazla insan tarafından yapılı­
yordu. Hatta o iste görevli olan G ü m r ü k M ü d ü r Yardımcısı veya
oradaki g ü m r ü k yetkilisi, yöneticisi, müdürü bile şahıslara,
"Git oradakilerle anlaş, kimi ikna edersen o gitsin." diyebiliyor­
du. Üstelik o yönetici de gitmediklerini biliyordu. K i m s e dışarı
göreve gitmek istemiyordu. G ü m r ü k M ü d ü r ü ' n ü n tayin etmesi
gereken kolcuları şoförler kendileri buluyor, ikna etmeye çalı­
şıyor, pazarlık yaparak, neye razı ederlerse, işte bu kişi gidecek
diye m e m u r u y a n m a kolcu etmek suretiyle a n c a k işlemlerini
yaptırabiliyordu. Yani amirinden kolcusuna kadar yine bir şe­
beke kurmuşlardı. Bence bu çok önemli bir olaydı. A n c a k bu
kez belli süreli izleme, takip yapmamıştık; yalnızca o anlık olayı
tahkikat y a p a r a k adliyeye intikal ettirdik.

Kapının D ü z e n i İçin Alınması Gereken İdari Tedbirler

Şimdi sıra kapıda bu kirli d u r u m a sebebiyet veren ortamı


düzeltmeye gelmişti; kapıdaki rüşvet, irtikap aslında kötü bir
ortamın neticesiydi, ne de olsa kapıdan her geçene, free snop­
lardan g ü m r ü k s ü z sigara ve içki gibi tekel m a d d e s i alma ve ül­
keye sokma h a k k ı verilmişti. Günübirlik giriş çıkış adı altında
bir kişinin k e n d i ihtiyacının çok üzerinde sigara ve içkiyi ver-

296
1. Bölüm: Devlet

gisiz olarak yurtiçine sokmasına m ü s a a d e ediliyordu. Böylece


ülke içerisinde çok ucuza sigara, içki satılmasına onay v e r m e k
suretiyle devlet kaçakçılık ortamını kendisi yaratıyordu. Bir ki­
şiye, fiilen i ç m e ve hediye etme imkânı o l m a y a n miktarlarda ve
piyasadaki fiyatının yarısına satış yapılırsa, bu malların ama­
cının dışında kullanılacağı, kaçakçılığa karışacağı kesin olma­
sına r a ğ m e n devlet bu kararını düzeltmiyordu. B u n u n l a bir­
likte m e v c u t m e v z u a t a göre, ülke içerisine girip çıkarken yolcu
beraberinde getirilip götürülecek eşyanın miktarını belirlemek
G ü m r ü k Müsteşarlığının yetkisindeydi.

Diğer ülkelere baktığınızda, AB dışarı çıkan kara kapıla­


rında da bu mağazaları anlamsız bularak k o m p l e kaldırmıştır.
T ü m d ü n y a d a ve AB ülkelerindeki hava ve deniz hudut kapıla­
rında ise ü l k e y e girerken değil ülkeden çıkarken bu mağazalar­
dan alışveriş y a p m a k m ü m k ü n d ü r .
D ü n y a d a d u r u m böyleyken bizde t ü m kara, deniz ve hava
hudut kapılarında gümrüksüz free shoplar açıktır. Ülkeden çı­
kan vatandaşların yurtdışında h a r c a m a yapacağı ve bu suretle
dövizin başka ülkelere gideceği hesaplanarak ülkeden çıkan va­
tandaşlarımıza belli miktarda mal alma hakkı verilmiştir. Free
Shopların v a r o l u ş amacı da budur. Yasada yolcuların hediye ve
şahsi ihtiyaçları için diyerek bu hakkında sınırı da çizilmiştir.

Edirne Kapıkule de 30 civarında free shop vardı. Normalde


yurtdışına çıkan kişiler bugün 75 TL harç yatırıyorlar, ama o ta­
rihlerde bu harcı ödemeksizin her gün yurtdışına giriş çıkış yap­
ma izni vardı. H e r gün girip çıkan bu kişilere de her giriş çıkışta
3 karton (30 paket) sigara, 4 şişe alkollü içki satın alma hakkı
verilmişti. N o r m a l d e bu kişilere gümrüksüz sigara ve alkollü içki
alma hakkı verilmese bu kişiler günübirlik gelip gitmeyecek, ne
kaçakçılık ne de kapıda bu kişilerin yarattığı kuyruklar olacaktı.
Diğer y a n d a n T ü r k hazinesi binlerce Bulgar'a anlamsızca, vergi­
lerinden m a a ş öder gibi haksız ö d e m e yapmayacaktı.

297
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

Peki bu kadar vergi kaçağında Türkiye zarar ederken kim


kâr ediyordu? Kazançlı olan 25 bin kadar Bulgar vatandaşı ile
4-5 free shop sahibi ve onların etrafında oluşan 200-300 kadar
kaçakçılıkla geçinen kişiydi. Free shop sahiplerinden başka bu
hatalı kararın d e v a m ı için uğraşan kimse olamazdı, ne Bulgar­
lar ne de 80-90 kişilik küçük kaçakçılık şebekeleri devlet kade­
melerine u z a n a m a z d ı .

Bu günübirlik giriş çıkış yapanlara g ü m r ü k s ü z içki ve si­


gara verilerek bu ülkeye bu kadar büyük zarar verildiğinin
gümrük, hazine, maliye uzmanları farkında değil miydi, neden
bunu ö n l e m e k için hareket etmezlerdi, neden bir tek onayla bu
kişilere g ü m r ü k s ü z mal satımı yasaklanmaydı? Bu devletin ver­
gilerini tahsil etmekle, devletin mal ve gelirini kontrol etmekle
sorumlu olanlar neden buna mani olmazlardı? Görevleri, asli
işleri buydu, insanlar özlerine ihanet etmemeli, özlerini eksik
y a p m a m a l ı y d ı , ama yapıyorlardı.

İşte t ü m bunları, bildiklerimizi uzun uzun raporlayarak yu­


karıya arz ettik; Edirne İl S a v c ı s ı n d a n m ü s a a d e isteyerek, yapı­
lan tahkikatlardan birkaç fotoğraf ile video çekimlerinden beş­
eri dakikalık özet görüntüleri, hudut kapısında alınacak tedbir
ve iyileştirmeler için devlet yöneticilerine göstermek istediğimizi
söyledik. O n l a r da u y g u n buldular. İl Valimiz randevuları aldı.
Başbakan ve Müsteşarıma Beşiktaş'taki Başbakanlık İstan­
bul Çalışma Ofisinde gizli çekimlerden özet videoları gösterdik,
B a ş b a k a n ' m çok rahatsız olduğu her halinden belli oluyordu.
En son video, en çirkini ve en etkilisiydi, görevlilerin yabancı bir
kadınla birlikte oldukları görüntüleri göstermiştik.

Sonra y a z d ı ğ ı m ı z raporlardaki tedbirlerin bir kısmının alın­


dığım g ö r m e y e başladık. İlk tedbir, ülkede 3 g ü n k a l m a d a n ya­
pılan giriş çıkışlarda sigara içki alımının kaldırılmasıydı. Günü­
birlik ziyaret anlayışı da kaldırılmıştı, kapıda gereksiz olan di­
ğer kurumlar kaldırılmıştı. Yıllarca süren hatalar nihayet belli
oranda d ü z e l i y o r d u : kapı rahatladı, o günübirlikçi kuyruğu bir

298
Bolum: Devle*

anda azaldı ve daha sonra t a m a m e n y o k oldu. Bir toplantıda


G ü m r ü k B a ş m ü d ü r ü free shoplardaki g ü m r ü k s ü z içki ve si­
gara satışlarının toplamını verirken ilk 9 ayda bir önceki yıla
göre z a n n e d e r i m 90 milyon avro azalma vardı. Evet, operasyo­
n u m u z u n devlete en küçük faydası galiba buydu. Aylık brifing
raporunda bir saniyede anlatılan bu rakamın manasını kimse
anlamadı ama ben anlamıştım; 9 ayda devletin 45 milyon avro
vergisinin haksız yere yurtdışına çıkmasına mani olmuştuk.

Haksız k a z a n ç ve kaçakçılık ortadan kalkınca ve memur­


ların rüşvet alacağı bir ortam kalmayınca kapı kendiliğinden
temizleniyordu.
Kapının rüşvetten kurtarılmasından sonraki a m a c ı m , bu­
rayı kimseyi kuyrukta bekletmeyen, beş dakikada geçiş imkânı
veren bir yer haline getirmekti.
N o r m a l d e Edirne'de 4'ü kara, 2'si demiryolu olmak üzere
6 hudut kapısı vardı. Bunlardan yalnızca Kapıkule'den yılda 6
milyondan fazla insan, 2 milyondan fazla araç giriş çıkış yapı­
yordu. B e n i m y e t k i m s e sadece polisin görev alanına dahil gö­
revlerdi, yani pasaport kontrolüydü. Yalnızca bu kapılar için
y o ğ u n z a m a n l a r d a en az 500, n o r m a l durumlarda ise 250 poli­
se ihtiyaç o l m a s ı n a rağmen, benim il genelindeki t ü m birimler
için toplam polis sayım 800'e ulaşmıyordu. Bu olumsuzluklara
rağmen hudut kapısındaki giriş çıkışlarda hiç kuyruk oluştur­
m a m a y ı esas aldık. Rüşvetçi bir y a p ı l a n m a n ı n oluşturulması­
nı önlemek amacıyla sık sık değiştirdiğimiz için işlerinde uz-
m a n l a ş a m a y a n bu yeni polisler gerçekten inanılmaz sabır ve
fedakârlıkla çalışarak kimseyi b e k l e t m e m e y e çalışıyorlardı. Bir-
iki saati g e ç m e y e n kuyruklarla m e v s i m i atlattık.

Aslında kapıdaki kuyruk ve yığılma sadece görevli azlığın­


dan değil devletimizin her z a m a n k i hastalığı olan gereksiz bü­
rokratik işlemlerden kaynaklanıyordu. Çok teknik çalışmalar
yapılıyormuş, elektronik sistem altyapısı her yerde bulunuyor­
muş gibi gösterilmesine rağmen polisin kullandığı bilgisayar-

299
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

larda ciddi p r o g r a m hataları vardı, ama merkezin iş y o ğ u n l u ğ u


nedeniyle bunları düzeltmek çok zordu. Örneğin bir tır şoförü
yılda 40-50 k e z ülkeye giriş çıkış yapıyordu. Biz de her defasın­
da bu kişinin t ü m bilgilerini yeniden yazıyorduk; halbuki ilk
kez giriş y a p t ı ğ ı n d a bilgilerini bilgisayara girdikten sonra son­
raki girişlerde pasaport n u m a r a s ı n d a n eski kayıtları bulup tek
tuşla işlem y a p s a k çok z a m a n kazanacaktık, bir kişinin bilgi
girişi bir d a k i k a sürüyorsa, bu düzeltmelerle bu iş 15-25 sani­
yede yapılır hale gelecekti. Bu süreyi 6 milyonla çarpınca elde
edilen z a m a n ve personel kazancımız m u a z z a m olabilirdi.

İşte o günlerde yine olumlu bir gelişme imdadımıza yetişti. An­


kara Emniyet G e n e l Müdürlüğü Bilgi İşlem Daire Başkanlığı'nda
hudut p r o g r a m l a r ı m yazan bir başkomiser askerlik hizmeti için
kısa süreliğine Edirne'ye geldi. D u r u m u anlatınca komutanla­
rımız, bu askerin acemiliği sonrasında, a k ş a m birliğine teslim
edilmek üzere, sık sık bizimle çalışmasına izin verdiler ve biz
tüm programları yeniden düzenleme şansı bulduk.
Bu a n l a m d a destek veren T ü m e n K o m u t a n ı Recep Paşa,
Merkez K o m u t a n ı h e m ş e r i m Yolcu Albay ve diğer rütbeliler, ka­
pıdan geçenlere ve burada çalışanlara ne kadar yardımcı olduk­
larını şimdi öğrenmişlerdir z a n n e d e r i m . Sayelerinde kapılarda
yolcu kuyrukları az personele rağmen y o k d e n e c e k hale gelmiş­
ti, hedefim 2 0 0 9 veya 2010'da kuyrukta hiç bekletmeden her­
kese z a m a n ı n d a giriş çıkış yaptırabilmekti, a m a nasip olmadı;
2009'un h a z i r a n ayında tayinim çıktı. U m a r ı m meslektaşlarım
bu rüyamı gerçekleştirirler.

Operasyonlarla ilgili söylemek istediğim son birkaç şey


daha var. K a p ı k u l e ' d e gerçekleştirilen operasyonların başında
yönetici k o n u m u n d a olan kişi bendim, a m a olağanüstü gayret
ve çalışmaları ile bu işi asıl ortaya koyanlara; işin hayati bil­
gilerini t o p l a y ı p g ö z ü m ü z kulağımız olan İstihbaratçılar Şenal,
Davut, Altay ve yanlarındaki memurlara, teknik sistemi tarifle­
rim üzerine k u r a n Polis Nurettin'e ve y a n ı n d a k i ekibe, K o m i s e r

300
1. Bölüm: Devlet

Alattin'e, geçici destek için yakın ilden gelen k a h r a m a n polis­


ler ile tahkikatın kahramanları olan şube m ü d ü r ü Sait, Engin
ve K O M Şube M ü d ü r l ü ğ ü n ü n yiğit polislerine, bize merkezde
destek veren Sabri U z u n Başkan'a ve adlarını bilmediğim tüm
diğer k a h r a m a n l a r a teşekkür ediyorum. Adlarınızı y a z m a d a n
geçersem b ü y ü k adaletsizlik olur. İşin asıl sahipleri, kanun
adamı olarak görev y a p a n amirler ve m e m u r l a r topu topu 10-
15 kişiydi a m a Kapıkule de başlayıp İstanbul'a kadar uzanan
ve yıllar b o y u n c a burada faaliyet göstermiş kaçakçı sürüsünü,
rüşvetçi, irtikapçı, çeteleşmiş m e m u r ordusunu 4 ay gibi kısa
bir sürede, tabii ki Şenal Savcının başkanlığındaki üç savcı ve
gerçek bir Ağır Ceza M a h k e m e s i Başkanı olan, adil bir hâkim
tarifinin tam sahibi Halil Uçar'm desteğiyle yendiler ve bir daha
kanunsuz eylemlerine d e v a m edemeyecek hale getirdiler. Ger­
çek vatanseverlik ve polisliğe, ü z m e d e n , kırmadan, devlete hiç
pahalıya mal o l m a d a n büyük görevlerin nasıl yapıldığına ör­
nek oldular. Yüreğimin en derin yerinden gelen bir sesle, Selda.
Bağcan'm türküde dediği gibi 'Selam olsun size.'

Bu tahkikatla bir kez daha g ö r d ü m ki aslında dev gibi gö­


züken, devlete ve hatta kapıdan giren çıkan herkese inanılmaz
işkenceler çektiren Kapıkule'nin sorunları, h e m gerçekten çok
büyüktü (devlet yıllarca düzeltemedi, çok bedeller ödendi) h e m
de çok basitti (az imkânlarla, çok az yetkimizle 3-4 aylık ça­
lışmayla b ü y ü k oranda üstesinden gelmiştik, üstelik bu bizim
asli işimiz de değildi). Ayrıca bu işin kolayca yapılabileceğinin
bir kanıtıydık. Yine de yaptıklarımız asıl sorunu çözücü değildi.
İşin asıl sahipleri olan G ü m r ü k Müsteşarlığı devreye girip bu
işe sahip çıktığı z a m a n sorunların çözüleceğine inanabiliriz.

Aslında d a h a önce de belirttiğim gibi, kapının temel soru­


nu, buradan geçen insanlara yeterince hizmet edememesiy-
di. Türkiye'ye her yıl gelen milyonlarca gurbetçiye, her gün
Avrupa'ya yük taşıyan binlerce Türk tırına kapının hizmet
etmesi gerekiyordu; a m a Kapıkule, kendisine en çok ihtiyaç

301
Haliç'te Yaşayan Simonlar

duyan ve bu ülkeye döviz getiren bu iki cefakâr kesime hep


zahmet çıkarmıştır. Kurulduğu günden beri kuyruğa girmeden,
günlerce b e k l e m e d e n kapıyı geçemediler.
Son birkaç yıl öncesine kadar yaz aylarında gurbetçilerin
Türkiye'den çıkarken 20-30 km kuyruklar oluşturduğu. Valilik
Özel İdaresinin yaz sıcağında saatlerce hatta bazen günlerce
bekleyen ve ihtiyaç giderme imkânları olmayan bu kişiler için
seyyar tuvaletler yaptırdığı, her hafta sonu 7-8 km tır kuyruk­
larının olduğu ve bazen bunun 10-15 km'yi bulduğu, hiçbir tı­
rın b e k l e m e d e n geçemediği herkesin bildiği bir olaydı.

Bugün Kapıkule'de tır kuyruğu yok ama g ü m r ü k düzeldiği


için değil ihracat d ü n y a d a k i kriz dolayısı ile % 25'e yakın düş­
tüğü için. Bir gün artan ihracata rağmen tır kuyruğu olmaz ise
o gün gümrüklerin düzeldiğine veya düzelebileceğine inanırım.

E d i m e Belediyesindeki Yolsuzluklar
Edirne Kapıkule'de ve ayrıca tapu ve bayındırlıkta yaptığı­
mız örgütlü y o l s u z l u k ve ihalelere fesat karıştırma uygulamala­
rına yönelik operasyonlardan sonra vatandaştan diğer yolsuz­
luklar konusunda da ihbar ve bilgi alıyorduk. Yerel basında adı
her z a m a n ö n d e tutulması gereken D o ğ a n Haber Ajansı Trakya
Bölge M ü d ü r ü Lütfü Karakaş başta olmak üzere dürüst gazete­
ciler tarafından da ciddi bilgiler h e m bize iletiliyor, h e m de ba­
sında açıkça y e r alıyordu ve bu bilgiler bizim için soruşturmaya
başlamak için hareket noktası oluyordu.

Bir gün gazetelerde, Edirne B e l e d i y e s i i ı e ait olan ve inşaatı


d e v a m eden y e n i belediye sarayı binasının yıkılarak arsasının
satılmak istendiği hakkında yazılar çıkmaya başladı. İnanıla­
cak gibi değildi; 10 yıldır inşaatı devam eden, o güne kadar
10 milyon TL ye yakın para harcanarak %90'ı bitmiş 15 bin
metre karelik kapalı alanı olan devletin resmi binası yıkılacak
ve arsası alışveriş merkezi kurulması için satılacaktı; üstelik
seçim çalışmaları z a m a n ı n d a Belediye Başkanı H a m d i Sedefçi,

302
1. Bolum: Devlet

" Ö n ü n d e k e n d i m i asarım a m a y ı k t ı r m a m " demişti. Oysa şimdi


şehrin m e r k e z i n d e olduğu gerekçesiyle y a p ı m ı neredeyse bitmiş
olan bu k a m u binasının yıkılmasına kimse mani olmuyordu.
Belediye B a ş k a m , "İktidar bana para vermiyor, burayı satarak
alacağım para ile belediyeye gelir temin e d e c e ğ i m ve daha kü­
çük bir bina yaptıracağım" diyordu ama. 10 yıl önce de bu bina­
nın planım çıkarıp temelini atan da kendisiydi.

T ü m itirazlara, r a ğ m e n ihale yapıldı, birinciye kimse katıl­


madı. İkinci ihaleyi H a m d i Sedefçi, "Yabancı bir şirket teklif
sundu a n c a k hadde layık b u l m a d ı m . " diyerek iptal etti. Sonra
üçüncü ihale yapıldı ve arsa, G P M firması adına Metin Karaka-
ya isimli bir kişiye 2 1 milyon + belediyeye göstereceği bir yerde
5 milyon TL değerinde yeni bina inşa etme karşılığında ihale
edildi. F i r m a n ı n arkasında Hollandalı Redevco adlı şirketin ol­
duğu biliniyordu, G P M aracı bir şirketti.
Alıcı firma binayı y ı k m a hazırlıklarına h e m e n başlamak is­
tiyordu, oysa bize göre ihale kanunlara aykırı olarak yapılmıştı.
Yasalara göre artırma işlemi, yani devletin mal satması 2886
sayılı Devlet ihale Kanununa, göre; eksiltme, y a n i satın alma
işleri ise 4 7 3 4 sayılı K a m u İhale Kanunu'na göre yapılmalıydı.
İki işin tek bir ihalede yapılması h e m kanunlara aykırıydı, h e m
de haksız rekabet yaratıyordu, dolayısıyla k a m u yararını da gö­
zetmiyordu. Belediye mal satarken en y ü k s e k fiyata satmalı,
yeni bina y a p t ı r a c a k s a da en düşük fiyat verene yaptırmalıydı.
Yeni bina y a p t ı r m a k için bu kanunlara göre, müteahhitten iş
bitirme, t e m i n a t gösterme, yeterlilik gibi belgelerin istenmesi
mecburiydi. Ayrıca 4734 sayılı k a n u n a göre ihaleler usule aykı­
rı olarak y a p ı l m ı ş ise K a m u İhale K u r u m u n u n iptal etme hakkı
vardı. A n c a k gerçekleşen ihalelerde hiçbir belge, yeterlilik isten­
m e m i ş , iptal de gerçekleşmemişti. Oysa. daha birçok açıdan bu
ihale k a n u n a ve usule aykırıydı.

İhalenin iptal olacağını düşünerek, binanın yıkılmaması,


k a m u n u n z a r a r görmemesi, milli servetin y o k o l m a m a s ı için

303
Haliç'te Yaşayan Simonlar

z a m a n k a z a n m a k amacıyla olaya muhalif olan kişilerin dava


açmaları, itiraz etmeleri, bakanlığa şikâyette bulunmaları için
gazeteci Lütfü K a r a k a ş ve Gelir İdaresi Başkanı İsmail Aslan ile
birlikte gayret gösteriyorduk. Belediye Meclis Üyesi İsmail Arda
ise bu işe karşıydı.
Bir y a n d a n ihalenin iptali ve yürütmenin durdurulması da­
vası açılması için Edirne İdare M a h k e m e s i n e , diğer y a n d a n ih­
tiyati tedbir kararı verilmesi için Asliye Hukuk M a h k e m e s i n e ,
diğer bir y a n d a n da Mülkiye Müfettişler marifetiyle m ü d a h a l e
edilmesi için İçişleri Bakanlığına, ayrıca itiraz etmesi için de
K a m u İhale K u r u m u n a dilekçe yazarak dolaylı yollardan bu
kurumlara ulaştırıyorduk.
Maalesef bu dilekçelere verilen yanıtlar ç ö z ü m e yönelik de­
ğildi; Edirne İdare M a h k e m e s i , B e l e d i y e y e cevap ve savunma
için bir ay süre verdiğinden bu sürenin sonuna kadar yürütme­
yi d u r d u r m a k a r a n v e r e m e m diyordu. Asliye Mahkemesi, görev
sahama girmiyor diyerek k o n u y u kapattı. K a m u İhale Kurumu
yapılan işlem yanlış a m a 2886 sayılı Kanun'a göre yapılan iş­
lemlere b a k m a y a yetkim y o k diyerek işin içinden çıktı. İçişleri
Bakanlığı ise z a m a n ı n d a müfettiş gönderemedi. T ü m bu ne­
denlerle 10 m i l y o n TL hare devlet binası maalesef yıkıldı.
Birkaç gün sonra y ü r ü t m e n i n durdurulmasına ve bilahare iha­
lenin iptaline karar verildi. Hiçbir k u r u m ve m a h k e m e alenen
kanunsuz y a p ı l a n bu işlemi d u r d u r m a m ı ş , binanın yıkılmasına
mani olmamıştı. Halbuki yasalarıımzda acil hallerde belli bir
süre için işlemleri d u r d u r m a yetkisi verilmişti, bir hafta, on gün
önce karar verilse yıkıma manî olunacaktı.

Bu arada ihalede rüşvet alındığı iddialarıyla ilgili ciddi bil­


giler alıyorduk. Biraz araştırdığımızda önemli ipuçlarına ulaş­
mıştık, zaten ihaleyi alan kişinin Ankara'da yapılan enerji ope­
rasyonunda da sanık olarak adı geçiyordu.
İhaleden 10 gün sonra Cumhuriyet Savcılığı'na yazdığımız
yazıda, Edirne Belediye Başkanlığı tarafından gerçekleştiri-

304
1. Bölüm: Devlet

len, Belediye binası ve arsasının G P M G a y r i m e n k u l şirketine


26.750.000 T L ' y e satışında, daha önce ihalenin Hollanda men­
şeli Redevco isimli firma tarafından istendiği ancak bazı k a m u
görevlilerine menfaat temini k o n u s u n d a sıkıntı çıkacağı için
Metin Kar a k a y a ' n m sahibi olduğu G P M G a y r i m e n k u l şirketi­
nin ihaleye sokulduğu, şirketin kazandığı bu ihaledeki yeri çok
kısa bir süre içerisinde Redevco şirketine devredeceği, Metin
Karakaya'nın d a h a ö n c e de çeşitli suçlara karıştığı gerekçele­
riyle soruşturma ve zanlıları takip izni istedik

Savcılık olayın etraflıca araştırılması için K O M Şubesine


talimat verdi, ayrıca talebimize uyarak olayın mali ve banka­
cılık boyutunu incelemek üzere yeminli banka murakıbı görev­
lendirilmesi için B D D K Başkanlığından talepte bulundu. Bize
de kısıtlı olarak ihalede rol alan bazı kişileri takip etme yetkisi
verdi.
Kısa süre içerisinde yapılan çalışmalarda görüldüğü ka­
darıyla, Belediye sarayının arsasının gerçek alıcısı Hollandalı
Redevco firmasıydı; ama aracı olarak Metin Karakaya devreye
girmişti. İhale sürecinin tüm safhasında R e d e v c o ' n u n temsilcisi
M u h a r r e m Polat ve G P M firması sahibi Metin Karakaya birlikte
hareket ediyordu. İhale öncesinde M u h a r r e m Polat, Metin Ka­
rakaya, C H P Milletvekili M e h m e t Sevigen ve Belediye B a ş k a m
H a m d i Sedefçi İstanbul Mecidiyeköy'de bir otelde bir araya gel­
mişler, arsanın satım işini konuşmuşlardı.

Arsanın alımı, vergiler ve ihalenin teminatları dahil iha­


le öncesinde ve sonrasında yapılan t ü m ö d e m e l e r doğrudan
Redevco'nun hesaplarından G P M ' y e aktarılıyor, oradan da G P M
adına ö d e m e yapılıyordu. Yeminli murakıbın incelemesine göre
burada bir gariplik vardı; Redevco hesaplarında önce 35 mil­
yon, sonra 1,7 milyon TL tutarında bir para G P M dolayısı ile
Metin Karakaya'nın hesabına aktarılmıştı, ama belediyeye ya­
pılan ö d e m e l e r ve vergiler çıktıktan sonra 2 milyon TL civarında
bir paranın nereye gittiği belli o l m u y o r d u .

305
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Belediye sarayının yıkımı için bir firmayla 160 bin T L ' v e an­
laşılmıştı, ayrıca yıkım esnasında çıkan demir, a l ü m i n y u m gibi
malzemeler firmaya verilecekti. Bu konuda elimizde firma yö­
neticilerinin m a h k e m e kararıyla dinlediğimiz k o n u ş m a kayıtla­
rı, teklif, fatura gibi belgeleri vardı; ama Metin Karakaya yıkım
işim 2 milyon TL gibi gösterip, firmaya gönderildi diye paraları
İstanbul'daki kendi hesabından Gaziantep ve İzmir'de yıkım
işinde görev alan başka kişilerin hesabına yatırmış, bu kişi­
ler parayı çekip daha sonra başka amaçla gönderiiiyormuş gibi
tekrar Metin Karakaya hesabına göndermişlerdi. Bu kesindi.
Sonra da bu paraları Metin Karakaya çekerek bir yerlere aktar­
mıştı ama adresi bulamıyorduk. Bize göre H a m d i Sedefçi'ye ak­
tarmıştı; ama bunu maddi olarak ispat e t m e m i z gerekiyordu.

G P M ihaleden birkaç gün önce kurulmuş, 245 bin TL serma­


yeli. Metin Karakaya mn aile fertlerinin hissedar olduğu bir ano­
nim şirketti. Milyon dolarlık iş yapması zaten m ü m k ü n değildi.
M a h k e m e kararları ile yaptığımız teknik incelemelerde elde
ettiğimiz bilgiye göre-, ihaleden önce ve sonra Edirne, İstanbul
ve Antalya'da m a k u l olmayacak bir biçimde birkaç defa Beledi­
ye Başkanı H a m d i Sedefçi. Redevco temsilcisi M u h a r r e m Polat.
G P M adına Metin Karakaya bir araya, gelmiş, ayrıca telefonla da
ko n u ş m u ş 1 ar d ı.
İzlemeler d e v a m ederken çok önemli bir şey tespit etmiştik:
arazinin alınması için her masrafı Redevco'nun karşılamasının
dışında, ihale s o n u c u n d a arsanın, h e m e n Redevco'ya devredil­
mesi için anlaşma yapılıyordu. Sonra bu anlaşmanın metnini
de bulduk; buna göre Redevco'nun sekiz e m l a k şirketi ile G P M
şirketi yetkilileri arasında, ihaleyi G P M firmasının alması halin­
de R e d e v c o ' n u n bu yeri 27 milyon TL karşılığı satın alacağı ve
G P M ' y e alışveriş merkezinin inşaatını yaptıracağı h u s u s u n d a
m u t a b a k a t n a m e imzalanmıştı. Yani daha önce 20 milyon teklif
yerilen ihalenin bu defa 27 milyon TL'ye mal olacağı belirlenmiş
gibiydi. Fiyatı daha ihaleye girmeden biliyor gibiydiler.

306
1. Bolum: Devlet

İhale o l m u ş , süreç tamamlanmıştı. 10.10.2007 tarihinde


arsanın tapusu Belediye tarafından G P M ' y e devredilmiş, bir
gün sonra, ise 11.10.2007 tarihinde G P M tapuyu Redevco'ya
devretmişti. İki defa yapılan bu devir nedeniyle 4 milyon dolar­
dan fazla vergi ödenmişti, halbuki ihaleyi doğrudan Redevco
almış olsaydı bu verginin yarısını ödeyecekti. İhale nihai aşa­
m a d a G P M şirketine 26 milyon 750 bin T L ' y e mal olurken, Re­
devco bir gün sonra bu yeri devralmak için vergi ve masraflar
dahil yaklaşık 34 milyon TL ödemişti.

M a d e m arsayı Redevco alacaktı, kendisi doğrudan ihaleye gi­


rip almış olasa 2-3 milyon dolar daha ucuza almış olacaktı, üste­
lik arsayı ilk bulan, sonra tüm ihale sürecini takip eden Redevco
temsilcisi M u h a r r e m P o l a t l ı ve tüm ihale masraflarını ödeyen
yine onlardı. Peki neden daha ucuza alma imkânı varken arsa
bu kadar pahalıya alınmıştı? Neden aracı k o n m u ş t u 0 Üstelik
Redevco, bu yöntemi aynı amaçlarla Manisa'da Girişim Grubu
denen resmi ve özel kişilerin ortak olduğu eski Sürnerbank fabri­
kasının arsasının 45 milyon dolara alımında da kullanmıştı.

Bu çok uluslu şirket durup dururken Türk maliyesine iki


defa vergi ö d e m e k için neden kendini bu kadar zorluyordu? Bu­
nun akılla izahı var mıydı? Evet, h e m de çok akıllıcaydı. Ç ü n k ü
R e d e v c o Hollanda asıllı olmasına rağmen aslında Cairo Holding'e
bağlı İngiltere merkezli, çok uluslu, çok büyük bir şirketti, her
şeyi kayıt altına alınmalı, hesap ve denetim sistemi şeffaf olma­
lıydı. Bu firma yöneticileri Türk k a m u kurum ve kuruluşlarında
bir şey alıp satmanın rüşvetsiz olmayacağını düşünüyordu; ama
bu firma rüşvet veremezdi. Birincisi bunu hesaplarında göster­
meleri çok zordu, ikincisi dünyada rüşvet veren bir firma gibi
g ö z ü k m e k istemiyorlardı. Diğer y a n d a n Türkiye'de arsa alarak
yatırım y a p m a k istiyorlardı ve şehir merkezlerinde istediği bü­
yüklükte arsalar ancak kamuda vardı. Yöntem olarak araya bir
aracı koyup rüşveti ismen o versin, kendileri bulaşmasın, ken­
dilerinin kayıtlarına geçmesin istiyorlardı.

307
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

R e d e v c o ' n u n ortakları, İngiliz, Hollanda, Belçika, A B D gibi


ülkelerdeki önemli şirket ve finans çevreleriydi ve bu kişiler
Türkiye'deki rüşvet çarkını çok net görüyorlardı, hatta daha
mahremi, t ü m ihale ruhsat süreçlerinde rüşvetin nasıl alın­
dığını bire bir ödeyerek öğreniyorlardı. Yalnız bu şirket değil,
t ü m yabancı firmalar benzeri şeyi yaşıyordu. Zaten Türkiye'de
iş y a p m a k isteyen ciddi firmalar önce araştırma yaptırıyorlar ve
aldıkları bilgiye göre hareket ediyorlardı.

Türkiye'ye yabancı sermaye gelmiyor deniyor; neden ve na­


sıl gelsin ki? Öncelikle iki defa vergi ödemeyi ve rüşvet vermeyi
göze almaları gerekiyor. Sonunda ayrıca bizim gibi işgüzarlar
da devreye girince iş m a h k e m e y e intikal ediyor, ihaleler dur­
duruluyor, yatırım aksıyor, yabancı şirketin ödediği milyon do­
larları boşa gidiyor, bu defa da işleri düzeltmek için avukatlara
ödemeler başlıyor.

Redevco'nun hesaplarından., Edirne Belediye Sarayı ihale­


sinden dolayı yaklaşık 37 milyon dolar, Manisa işinde de 45
milyon dolar civarında para çıkmıştı, bu kadar parası 3-4 yıldır
k a m u d a idi ve henüz işe başlayamamıştı. Ayrıca rüşvet verme
iddiası ile yargılanmaları söz konusuydu. Açık bir ihalede avan­
taj için rüşvet verdikleri y ö n ü n d e k i bir iddia gerçekçi olamaz­
dı aslında, T ü r k k a m u görevlileri resmen irtikap yapıyorlardı.
Sonra da rüşvet aldıkları için bu durumu yaratanlar, biz ya­
bancı yatırım getirdik ama devlet engelliyor diyerek tahkikat
yapanları halka şikâyet ediyordu. Peki sizler rüşvet istemeseniz
de bu firmalar arazileri doğrudan alsalar ve yatırımı bir yılda
yapıp ülkemiz e k o n o m i s i n e katkı sunsalar olmaz mı? Böylece
ülkemizde işlerin kanuna uygun yürüdüğünü, rüşvetin olmadı­
ğını yaşayarak öğrenirler ve ülkelerinde Türkiye'de artık rüşvet
alınmıyor şeklinde propagandamızı yaparlar, bu yolla yeni ya­
bancı yatırımcıların ülkeye gelmesini teşvik ederler.

Diğer y a n d a n bu olayda rüşvet almaktan dolayı Beledi­


ye Başkanı hakkında operasyon yapacağımız bilgisi Mehmet

308
1. Bölüm: Devlet

Sevigen'e verilmişti. O n u n tabiri ile bu bilgi kendisine "belediye


başkanı h a k k ı n d a beraber çalışma yaptığım Ankara'daki birim
tarafından" verilmişti. Sevigen de bu bilgiyi Belediye Başkan
H a m d i S e d e f ç i y e aktarmış, o da parti genel başkanı ile konuş­
muştu. Aslında başkan hakkında operasyon hazırlığımın oldu­
ğu doğruydu a m a bu olaydan dolayı değildi; su davası nedeniy­
leydi. Sedefçi hakkında yaptığımız Ankara bağlantılı iki çalışma
vardı, bu k o n u y u İstihbarat Dairesi ile az sonra anlatacağım su
davasını ise K O M Dairesi ile koordine ediyorduk. Bilginin nere­
den sızdığını anlamıştım, aslında neden sızdırıldığını da tahmin
ediyordum, zaten sonra ilgili daire başkanına da bu şüphemi
açıkça söyledim.

Edirne'den ayrıldıktan sonra öğrendim ki, bu davayla ilgi­


li İdare M a h k e m e s i n i n verdiği, satışın iptali ve tapunun tek­
rar Belediyeye tescili davasını h e m Belediye h e m de alıcı firma
Danıştay'a temyiz etmişti; tam temyiz kararı verilmek üzere
iken davayı açan taraf olarak g ö z ü k e n AKP'li meclis üyesi İs­
mail Arda davasını geri çekmiş ve Danıştay da davacısı olma­
dığı için karar vermemişti, yani iptal kararı kalkmıştı. İsmail
Arda'ya sorulduğunda, "Parti merkezinde bana davayı çek de­
diler onun için çekiyorum" demişti. Anladığım kadarıyla dava­
nın Danıştay'da tasdik edileceğini anlayan alıcı firma, her türlü
imkânım kullanmış ve yukarılara ulaşmıştı. İsmail Arda'nın
davasını ç e k m e s i n d e n bir süre sonra parti m e r k e z ilçe başkanı
yapıldığım d u y d u m .

Su Davası
Belediye Sarayı ile ilgili tahkikatı yaparken, Belediye
Başkanı'nm İstanbul'da bazı insanlarla buluştuğu ve gizli gö­
rüşmeler yaptığına dair bilgiler almıştık. K o n u y u araştırmaya
başladık, B a ş k a n ' m t ü m şüpheli davranışlarını inceliyorduk.
Bir gün kendisinin İstanbul Atatürk Havalimanı'nda bazı ki­
şilerle buluşarak Ankara'ya gittiğini ö ğ r e n m e m i z üzerine, hava-

309
1 faıiç'ıe Yaşayan Simonlar

limanı çevre güvenlik kameralarının belli saatlerdeki görüntüle­


rini incelemek için savcılıktan yazılı talimat aldık. Görüntüleri
incelediğimizde Başkan'm üç kişi ile buluşup birlikte yola çık­
tığını anladık. Bu defa Ankara'ya vardıkları saatlerdeki Ankara
Esenboğa Havalimanı yolcu çıkış bölgesindeki dış çevre kame­
ralarının kayıtlarından onları Mercedes ve Ford M o n d e o mar­
kalı iki aracın karşıladığını gördük. Araç plakaları Termikel fir­
masının yöneticilerini işaret ediyordu. Ardından uçak biletlerini
yolcu listesiyle birlikte inceledik ve başkan ile birlikte aynı bilet
satış noktasından arka arkayla üç bilet alındığını, aynı şekilde
ödendiğini, aynı dakikalarda havaalanına gelip check-in yaptık­
larını öğrendiğimizde başkan ile beraber giden kişilerin kimlik­
lerinin Mustafa Selçuk ve M e h m e t Altunhan olduğunu öğren­
miş olduk. Biraz internette, biraz polis bilgisayarları üzerinde
yaptığımız araştırmada bu kişiler ve firma hakkında her şeyi
öğrenmiştik; Termikel şirketi özellikle aldıkları belediye ihaleleri
ve İstanbul'da kapağı olmadığı için annesinin yanında rögara
düşerek ölen ç o c u ğ u n haberleri ile basında g ü n d e m e gelmişti,
ancak bu buluşma ve görüşmelerin sebebini bilmiyorduk.

Kapıkule O p e r a s y o n u ve d e v a m ı n d a Bayındırlık ile Tapu


Dairelerindeki d i n l e m e ve gizli kamera kayıtlarına dayanarak
yaptığımız operasyonlar nedeniyle Belediye Başkanı, suç teşkil
edecek hiçbir k o n u y u telefonla koşmuyor, hatta ara sıra oda­
sında cihaz araması da yaptırıyordu, b u n d a n dolayı işimiz biraz
zordu. Yine de m a h k e m e kararı ile Belediye B a ş k a m hariç diğer
kişileri d i n l e m e y e aldığımızda, kısa süre içerisinde bu buluşma
ve görüşmelerin belediye sarayının satışı ile ilgili olmadığını, hiç
bilmediğimiz bir sahada Belediye'nin su işlerinin imtiyaz hakkı­
nın devriyle ilgili görüşmeler olduğunu anladık. Bizim başkan
bir y a n d a n Belediye Sarayını satmış, bir y a n d a n da su imtiyaz
hakkını devretmeyi planlamıştı ama daha işe başlamadan aracı
firmaları b u l m u ş , onlar vasıtasıyla ihaleye girecek olan firma­
larla gizli gizli g ö r ü ş m e y e başlamıştı. Başkanın buluştuğunu

310
1 Bolum: Dovic-t

tespit ettiğimiz kişiler suyun gelecekte önemli bir gelir kaynağı


olacağını g ö r ü p tezgah kurmuşlar ve ilk ihale yapacak olan Be­
lediyelerle aracılar vasıtasıyla görüşerek ihaleyi organize etme­
ye başlamışlardı.
Gelecekte en önemli ihtiyaç maddelerinden birinin su ola­
cağı biliniyordu; yeni yayınlanan mevzuata göre de tüm şehir­
lerde belediyelerce su şebekelerinin yenilenmesi, genişletilmesi,
su havzalarının ıslahı, su ücretlerinin tahsilatı gibi hususlarda
ciddi yatırım ve organizasyonlara ihtiyaç vardı. A m a tüm bu ya­
tırımları y a p a c a k kaynakları yoktu ve bu sahada, imtiyaz hak­
kının devredilmesi suretiyle, tüm bu işlerin özel sektör eliyle
yapılması çok cazip bir plan olarak ortaya çıkmıştı.

İmtiyaz hakkının alınması demek, bir ilin su şebekesinin


bakım, tamir ve ilavelerinin, yapımı karşılığında t ü m su gelirine
uzun süre sahip olmak demekti. Beş yüz bin nüfuslu bir ilde,
yüz elli bin ev ve elli bin iş yeri su abonesi varsa ve her abone­
nin ayda ortalama 25 TL su kullandığı kabul edilirse (büyük
sanayi tesisleri ve büyük kurumlar hariç tutulsa bile) bu, ayda
5 milyon TL demekti. İlk yatırım haricinde, peşin ödemeli su
saatleri kullanıldığında işletme maliyetinin azami %2Q olduğu,
belediyelere de yaklaşık %20 civarında ö d e m e yapılacağı kabul
edilirse, imtiyaz sahibi asgari aylık 3 milyon TL gelir elde ede­
cekti. Asıl önemlisi suyun giderek değer kazanacağı öngörüldü­
ğünden bu gelir her yıl katlanarak artacağı rahatlıkla söylene­
bilirdi.

Su imtiyaz haklarının devralınması yeni bir sahaydı ve 2007


yılma kadar illerde ciddi bir devir yapılmamıştı, yalnızca Çorlu
ve Kars gibi şehirlerde bir iki küçük u y g u l a m a vardı, ama bu
sahaya giren ve ilk işleri alan firmaların üstünlük sağlayarak
önemli illeri de ele geçirebileceği hesabı yapıldığından bu saha­
da büyük bir rekabet ve kıran kırana bir m ü c a d e l e n i n olacağı­
nın sinyallerini görmek m ü m k ü n d ü . Böylece belediyeler büyük
bir yatırım h a r c a m a s ı n d a n kurtulacak, yapamadıkları tahsilat-

311
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

l a n özel sektör eliyle yapacak, ayrıca kısa sürede su şebekesini


yenileyecek, ilave yeni yatırımları özel sektör eliyle yapacak ve
belli oranda gelirden de pay alacaklardı.
Özel sektör açısından bakıldığında da her gün tüketim ar­
tıyordu. Belli bir ilin, bölgenin imtiyaz h a k k ı m almak demek,
otomatik olarak her ay artacak şekilde belli bir miktar sabit
gelir, sıcak para demekti. İlk yapılacak şebeke tamiratı gibi belli
yatırımlar ile d a ğ ı t ı m ve tahsilat işi sisteme k o n d u k t a n sonra
yapılması gereken başka bir şey kalmıyordu.
H e m belediyelerin, h e m özel sektörün kazanmasının se­
bebi ise şuydu: Özel sektör açısından suyun dünya ve insan
hayatındaki ö n e m i n i n artması ile gelecekte fiyatlar sürekli arta­
cak ve ön ödemeli su saatleri vasıtasıyla tahsilatlar artık peşin
ve kısa sürede yapılabilecekti. Belediyeler açısından ise kaynak
yetersizliği, ihale mevzuatı ve ihale yolsuzlukları nedeniyle ye­
nilenemeyen şebekeler özel sektör aracılığıyla kısa sürede yeni­
lenecek, seçmeni k ü s t ü r m e m e k adına y a p ı l a m a y a n tahsilatlar
kısa sürede yapılabilecekti.

Belediye Başkanı, Mustafa Selçuk ve M e h m e t A l t u n h a n d a n


oluşan üç kişilik grup, yalnız bu işleri ayarlamak ve ihale so­
n u n d a alıcı firmadan k o m i s y o n almak üzere kurulmuş iş takip­
çisi firma ile birlikte çalışıyordu. Bu aracı iş takipçisi, komis­
y o n c u kişilerin beraber hareket ettiği, ücretini ödedikleri Veli
Aks az isimli kişiyi Edirne Belediyesi'ne, ihalenin şartnamesini
hazırlamak üzere d a n ı ş m a n olarak aldırıyordu. Hileli yöntem­
lerle yapılan işlemler sonunda Veli Aksaz, B e l e d i y e d e danış­
m a n olarak işe başlamıştı.

İzlemelerimize göre Veli Aksaz, dışarıda Mustafa Selçuk ve


M e h m e t A l t u n h a n ile ve ardından Termikel firmasının yöneti­
cileri ile ihale şartnamesini hazırlıyordu. Hatta dışarıda hazır­
lanan tip şartname e-posta ile Edirne'ye gönderiliyordu ve tabii
elektronik olarak bir suretini de biz alıyorduk. G ö r ü n ü ş e göre,
dışarıda daha önceden hazırlanmış olan örnek bir şartname

312
1. Bölüm: Devlet

Edirne Belediyesine uyarlanmaya çalışılıyordu, öyle ki şartna­


m e d e yazılan birçok kanun yürürlükten kalkmış, yerine yeni­
leri k o n m u ş veya değişmişti; ama bu şartname taslaklarında
hâlâ eskileri yazılıydı ve aynen, yanlış şekilde ihaleye çıkıldı.
Bu arada bizimkiler sadece Edirne su imtiyazını almaya
çalışmakla kalmıyor, şartname hazırlıkları d e v a m ederken bir
y a n d a n da Balıkesir, Aydın, Denizli, Hatay gibi illerin su im­
tiyazlarını da belli büyük firmalara komisyon / rüşvet karşılığı
pazarlamaya çalışıyorlardı. Yani bu grup asıl olarak, t ü m be­
lediyelerin işlerini rüşvet karşılığında organize edip, ihalenin
önceden anlaştıkları bu firmalara verilmesi için ihale şartna­
melerini firmaların isteklerine uygun şekilde tanzim ederek fir­
malara avantaj sağlıyor, rakiplerinin aleyhine şartlar koyarak
da onlar için dezavantajlı şartlar yaratıyor (örneğin ön ödemeli
sayaç üreticisi olmak gibi şartların yazılması d e m e k bu şartı
taşımayan t ü m firmaları ve rakipleri ihaleye giremez hale geti­
riyorlardı) ve böylece ihalelerin istenilen firmada kalmasına ça­
lışıyorlardı. Böylece bu iş için kendilerinin ve belediyede ortak
çalıştıkları kişilerin maddi menfaat elde etmesini sağlıyorlardı.

Her belediye için bu işleri yapabilecek büyük firmalarla ko­


nuşuyorlar, hangi firmayla daha fazla k o m i s y o n anlaşması ya­
parlarsa o firmanın istediği şekilde şartnamenin hazırlanması
için belediye yetkililerini etkileyerek firmanın isteğine uygun
şartnameyi hazırlatıyorlar ve Belediye Meclisi ile organlarından
geçirerek adrese teslim ihale yapılmasını sağlıyorlardı. Üstüne
üstlük bu iş için firmalarla, resmen rüşvetin belgesi sayılacak
yazılı anlaşmalar bile yapmaktaydılar.

İhalelerde önemli olan hususlardan biri, öncelikle ihaleye


girebilmek için k a n u n u n aradığı yeterlilik şartlarını sağlamak,
bir de her idarenin kendisinin koyacağı şartları karşılamaktı.
Eğer başta kendi firmanıza uygun veya rakiplerinizi eleyecek
yeterlilik şartları yazdırabilirseniz ihaleyi k a z a n m a ihtimaliniz
y ü z d e yüzdü.

313
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Edirne Belediye Başkanlığı, Veli Aksaz'ı ihale şartnamesi­


ni hazırlamak için d a n ı ş m a n olarak aldıktan sonra küçük bir
grup kurarak çalışmayı başlattılar ve danışman Veli Aksaz
T e r m i k e l d e hazırlanan ihale şartnamesi örneklerini Edirne Be­
lediyesi şartnamesi haline getirmeye çalışıyordu. Beraber ça­
lıştığı belediye görevlilerin bazı yeterlilik şartları k o y m a y a veya
kendisinin yazdığı şartları değiştirmeye kalktığı ya da bazı şart­
lara itiraz ettiği z a m a n danışman d u r u m u dışarıdaki ortaklan
Mustafa Selçuk ve M e h m e t Altunhan'a aktarıyor, onlar da bele­
diye başkanı üzerinden müdahale ederek istenen şartların ya­
zılmasını sağlıyorlardı. Bazen de belediye çalışanı olup da dışa­
rıda başka firmalarla irtibatlı olan kişilerin b u l u n d u ğ u n u söy­
leyip onların başka firmalar adına şartnameye başka yeterlilik
şartları k o y m a y a kalktıklarını ortaklarına aktardığı oluyordu.
Yani ihaleyi kendi lehine yeterlilik şartları taşıması için başka
grupların da çalışma yaptığı anlaşılıyordu.

Bîr aylık bir çalışmanın sonucunda belediye adına (ama


T e r m i k e l firmasının istediği şartları taşıyan) teknik ve idari
şartnameler ile belediye e n c ü m e n i n c e çıkarılması gereken su
imtiyazı yönetmeliği gibi evraklar hazırlanarak Edirne Belediye­
sinin ihale d o k ü m a n l a r ı haline getirildi. Belediye başkanı konu­
yu Belediye Meclisine getirdi ama en az bir hafta mcelense bile
zor anlaşılacak y ü z l e r c e sayfadan ve teknik ifadeden oluşan bu
dokümanlar a k ş a m bazı üyelere, sabah da kalanlara dağıtılıp
öğleden sonra saat 14'te hiç o k u n u p i n c e l e n m e d e n Başkanın
u z m a n diye çıkardığı Veli Aksaz'm tanıtımı ile Belediye Mecli­
sinde oylandı ve oy çokluğu ile kabul edildi.

En azında bir ay öncesinden meclis üyelerine ve ilgili bi­


rimlere dağıtılarak görüş, eleştiri alınması gereken dokümanlar
kimse tarafından o k u n m a d a n , okunmasına fırsat verilmeden
oylanarak h u k u k i hale getirildi. Oysa içerisinde yanlış ifadeler,
yürürlükten kalkmış kanunlara atıflar vardı, hiçbiri okunma­
dan, düzeltilmeden kesinleşti.

314
1. Bölüm; Devlet

Bir süre sonra belediye ihaleyi ilan etti, ilk itirazlar serbest
rekabeti engelleyici yeterlilik şartlarına oldu. Firmaların itiraz­
ları belediyeye geliyor ve bu itiraz dilekçeleri d a n ı ş m a n Veli Ak-
saz tarafından T e r m i k e l firmasına ulaştırılıyordu. Böylece Ter-
mikel yöneticilerinin hazırladığı cevaplar, belediyeye danışman
tarafından sunuluyor, belediye de bunları cevap olarak ilgili fir­
m a y a iletiyordu.

T ü m itirazlara Belediye kulağını tıkadı. Sonunda ihale oldu


ve sadece iki firma ihale d o k ü m a n ı aldı ve tek firma olarak
Termikel H o l d i n g e bağlı Elektromed Şirketi ihaleye-katıldı ve
kazandı. İhale güya açık olmuştu a m a konan şartlarla başka
firmalar zaten baştan engellenmişti. Sonrasında tek firmanın
katıldığı eksiltme süreci, b a s m a ve halka açık olarak yapıldı.
Başkan benim kafamda şu rakam var, buna inin diyerek pazar­
lık yapmış, işlemlere devam etmişti. Daha sonra tahkikat saf­
hasında B a ş k a n ı n ihale komisyonu üyeleri ile k o n u y u görüşüp
bir rakam belirlemediği anlaşıldı.

Neticede ihale bitmiş ama ihalenin kesinleştiği ilan edilme­


miş, on beş günlük karar v e r m e süreci başlamıştı. Başkan bu
arada Ankara 'ya giderek bir y a n d a n T e r m i k e l yöneticileri ile gö­
rüşüyor bir y a n d a n da onların kanalı ile h ü k ü m e t çevrelerinde,
belediye sarayı arsasının yıkılması davasıyla ilgili destek arayı­
şında bulunuyordu.

Daha önce de belirttiğim gibi Belediye Başkanı dinlenme,


takıp edilme olaylarına karşı öyle tedbirli davranıyordu ki, ya­
nma gelen herkese telefonla k o n u ş m a m a s ı gerektiğini söylüyor,
odasında ihale işlerini konuşurken telefonlarının pillerini dahi
çıkarttırıyor, odasını çiçeklerine kadar kontrol ettiriyor, sürekli
d i n l e n m e fobisini yaşıyordu. Bu korku nedeniyle başkaları adı­
na aldığı telefonları kullanıyordu.
İhaleye karar v e r m e k için kanuni bekleme süresinin son
günlerinde, rüşvetin kendisine ödenmediğini ima ederek bek­
lentisini Mustafa Selçuk ve M e h m e t Altunhan aracılığıyla ilet-

315
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

misti. T e r m i k e l yetkililerinin bu konuda çok deneyimli olduk­


ları anlaşılıyordu, öyle ki Başkanın tavrını yadırgamışlardı.
S o n u n d a firma yöneticileri Edirne'ye gelerek Başkan ile önce
Belediye'de, sonra bir restoranda görüşerek T e r m i k e l şirketinin
hisse senetlerinden kendisine teminat olarak vermeyi, ihalenin
kesinleşmesinin ardından ö d e m e y a p m a y ı teklif etmişlerdi.
Sonuç için kanuni sürenin sonuna gelindiğinde, Başkanın
İstanbul'a gittiği bir gün C H P Genel Başkan Yardımcılarından
M e h m e t Sevigen ile yaptığı telefon görüşmesinde, Belediye bi­
nasındaki yolsuzluklar nedeniyle hakkında y ü r ü t t ü ğ ü m ü z tah­
kikattan dolayı gözaltına alınacağını, bu bilgiyi de Emniyet G e ­
nel Müdürlüğü'ndeki daireden öğrendiğini söylemişti.
Belediye sarayı ihalesine fesat karıştırma tahkikatı ile ilgili
İstihbarat Daire Başkanlığı'ndan, su imtiyaz hakkının devredil­
mesi ihalesiyle ilgili tahkikatla ise K O M Daire Başkanlığı'ndan
destek alıyorduk.
M e h m e t Sevigen'e sızan bilgi yalnızca Belediye Sarayı tah­
kikatı ile ilgili o l d u ğ u n d a n ve su tahkikatından haberdar olma­
dıklarından, bilginin İstihbarat Daire Başkanlığı'ndan sızdığına
kanaat getirdim ve daha önce belirttiğim gibi b u n u da kendile­
rine alenen söyledim.

Diğer Görevlerimiz
Şentürk Demir al ve Çanakkale'de Kayıp Bir Ç o c u ğ u n
Bulunması Olayı

T ü r k k a m u görevlilerinin, özel olarak bakıldığında ise T ü r k


polisinin çalışma biçiminin, görev anlayışının, göreve bağlılığı­
nın yanlışlığını gösteren ve sorgulamayı gerektiren birçok örnek
var ama b e n i m y a ş a d ı ğ ı m ve burada anlatacağım olay bunların
en önemlilerinden biriydi.
Çoğunlukla biz, yani çoğu görevli vatan, millet ve halka hiz­
met duygularını yücelterek görev yaptığımızı düşünürüz. Birçok
insan da b u n a inanır; a m a yaşadığımız şeyler göstermektedir ki

316
1. Bölüm: Devlet

aslında bizler basit ve k ü ç ü k hesaplar, şahsi ve grupsal küçük


çıkarlarımız uğruna halkı ve görevi çoğu z a m a n unutuyoruz.
Bu eğilim istisna da değil; genel d u r u ş u m u z içinde çok önemli
bir yer işgal ediyor. Bu genel anlayışa, t ü m k a m u o y u n u n bildiği
ve yüreğimi derinden yakan çok acı ve çarpıcı bir olay ile şahit
oldum.
Hatırlanacağı üzere, İstanbul Kartal'da bir okulun aile bir­
liği tarafından d ü z e n l e n e n geziyle Çanakkale Şehitliği'ne giden
ailenin 2,5 yaşlarındaki oğlu kaybolmuştu. Ç o c u ğ u n anne ve
babası her gün sabah yayınlanan kadın programlarını dolaşa­
rak günlerce k o n u y u canlı tutmuş, çok izlenen bu programlar
dolayısıyla b ü y ü k bir izleyici kitlesi olaydan haberdar olmuştu.
Ben pek bunları izlemediğim için g ö r e m e m i ş t i m ancak bu tarz
programlarda yer alan olayları birkaç gazete ve televizyon ka­
nalı veya programcıların kendisi özel olarak muhabir görevlen­
direrek takip ederlermiş. Bu olayda da bazı basın mensupları
bana olayla ilgili sorular sormuştu; ancak m ı n t ı k a m d a olmadı­
ğından açıkçası beni birinci derecede ügilendirmemişti, ayrıca
birçok ihtimal olabilirdi.

Bir ara k a y ı p çocuğa benzediği söylenen bir çocuğun, ya­


kınımızdaki Kırklareli'nin Babaeski ve Lüleburgaz ilçelerinde
görüldüğünü söyleyenler olmuştu. Bunun üzerine yola çıkan
Uğur Dündar'ın ekibinden Ertuğrul Erbaş ve bazı televizyon
muhabirleri araştırmak için buraları dolaşırken bana da uğ­
rayıp olayla ilgili fikrimi almışlardı. Anlattıklarını dinlediğimde
olayda birtakım gariplikler olduğunu d ü ş ü n m ü ş t ü m .

Bir gün ç o c u ğ u n babası randevu alarak y a n ı m a geldi, yar­


dım istiyordu. Y a n ı n d a bu olayları takip eden televizyoncular
ve gazeteciler de vardı. Israrla bu olayda b e n i m görev almamı,
deneyimlerime dayanarak kendilerine yardımcı o l m a m ı talep
ediyordu. Kendisine görev sorumluluklarımın Edirne ili ile sı­
nırlı olduğunu, ayrıca Emniyet M ü d ü r ü n ü n görev ve fonksiyon­
larının bir teşkilatı sevk ve idare e t m e k o l d u ğ u n u söyleyerek

317
Haliç'te Yaşayan Simonlar

yardımcı o l a m a y a c a ğ ı m ı anlattım. Fakat daha önce Kaçakçılık


Daire Başkanlığında y a n ı m d a görev yapmış, İstanbul'daki ça­
lışmalarından bu konudaki tecrübelerini iyi bildiğim, Şentürk
Demiral kendisine y a r d ı m c ı olabilirdi; b u n u n için Emniyet G e ­
nel M ü d ü r l ü ğ ü n e müracaat ederek özel bir ekibin görevlendiril­
mesini talep etmesini söyledim. A r d ı n d a n iyi ilişkiler içerisinde
o l d u ğ u m u z Asayiş Daire Başkanı Hüseyin Özalp'i arayarak du­
r u m u anlattım. K o n u y l a ilgili görevlendirilmek üzere Şentürk
Demi rai'ı ö n e r d i m . Ç o c u k kaçırma / kaybolma gibi konular gö­
rev sahasına girdiği için o da zaten olayı bildiğini, bu k o n u d a
Şentürk Demiral'ın da iyi bir tercih olduğunu söyledi. K ü ç ü c ü k
bir ç o c u ğ u n kaçırılması onu da derinden üzmüştü, çocuğu bu­
lacak, b u l m a y a yarayacak ne varsa y a p m a y a hazırdı

Şentürk D e m i r a l i da d u r u m d a n haberdar etmiştim. Teknik


açıdan destek verilirse inisiyatifli bir ekip olarak olayı araştı­
rıp netice elde etme imkânı olacağını, elinden geleni yapacağını
söyledi. O n a istediği teknik desteği Edirne'de imkânların el ver­
diği ölçüde sağlama sözü verdim.
Hüseyin Özalp ile anlaştık, ç o c u ğ u n babası Bakanlığa di­
lekçe verince nasıl olsa bu dilekçe otomatik olarak Asayiş Daire
Başkanlığına gelecek, o z a m a n Hüseyin Özalp B a k a n ' m onayı­
nı alarak Şentürk'ün görevlendirilmesini sağlayacaktı. Son dö­
n e m d e işlerin mahalli olarak y a p ı l m a y a başlaması ve merkezin
sadece k o o r d i n a s y o n görevi üstlenmesi söz konusu olduğun­
dan dilekçenin Çanakkale'ye gönderilmesi ihtimaline karşı bu
mutabakatı yapmıştık. Olayla özellikle Şentürk Demiral'ın ilgi­
lenmesini istiyorduk.

Olayın ayrıntılarına girmeden önce Şentürk Demiral hak­


kında kısaca bilgi v e r m e k istiyorum. Şentürk'ü 1985-86 dö­
neminde Diyarbakır'da komiser yardımcısıyken tanımış, daha
ilk t a n ı ş m a m ı z d a çok iyi ve değerli bir polis olduğu kanaatine
varmıştım. O tarihte Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü özlük işlerini yap­
m a k için bilgisayar almış, a m a bunun için özel bir programa

318
1 Bölüm' Devlet

ihtiyaç o l d u ğ u n u anlayınca bilgisayardan anlayan pek kimse


olmadığından, az da olsa bilgi sahibi o l m a m dolayısıyla bana
danışmışlardı. Bu vesile ile alman makineyi incelerken, B A S I C
denen p r o g r a m l a m a dilinde yazılmış ve çok e m e k verildiği belli
olan bir programla karşılaşmıştım. " K i m b u n u yazan, bu ka­
dar gayret eden, b u n u y a p m a k pösteki s a y m a k gibi bir şey!"
diye s o r d u ğ u m d a Asayişte çalışan komiser yardımcısı Şentürk
D e m i r a l i n ismini vermişlerdi.

Daha sonra Şentürk Demiral ile yollarımız hep kesişti. O


benden önce Diyarbakır'dan İstanbul Asayiş Şubeye atanmıştı,
ardından ben İstanbul İstihbarat Şube M ü d ü r ü olarak atandık­
tan sonra, a d a m kaçırma olaylarında aranan kişilerin teknik
yöntemlerle bulunmasında Şentürk ve diğer Asayiş ekiplerine
teknik destek vermiştim. Bu vesileyle kısa süreli çalışmalarımız
oluyordu a m a Şentürk'ün çok farklı olduğunu anlamak zor de­
ğildi; başkalarına konuları tüm detaylarıyla anlattığım ve bekle­
diğim neticeyi alamadığım halde ona tek kelime ipucu v e r m e m
yetiyordu. Benim verdiğim küçük ipuçları ile Sülük, Söylemez­
ler Çetesi gibi önemli grupların yakalanmasında, kaçırılan bir­
çok şahsın kurtarılmasında önemli başarılar elde etti; hepsinde
asıl işi yapan kendisi ve ekibiydi, ben sadece bir iki noktada bilgi
verdim. Kısacası sokaklarda çalışan, aklını kullanan, teknolojiyi
bilen çok başarılı ve bir o kadar da mütevazı bir polisti. Şentürk
İstanbul'da olağanüstü işler başardı. O g ü n ü n şartlarında mu­
cizeler yarattı ve ben İstanbul'dan ayrıldıktan sonra nihayetinde
rakipleri tarafından Emniyet Müdürü'ne k ö t ü l e n m e y e başlandı.
Onu önce u z a k ilçelerde görevlendirdiler, sonunda da il dışına,
Giresun'a Trafik Şubesine tayin ettirdiler.

O gün için Türkiye'nin en iyi organize gruplarını önemli öl­


çüde tanıyan ve onlara karşı etkili olacak, tüm operasyonlarda
başarılı o l m u ş , kaliteli bir polisin Giresun'da Trafik Şubesinde
çalışmasını sağlamışlardı. Her isi iyi y a p a n bu polis, hiç bilme­
diği trafik k o n u s u n d a bile kısa sürede çok başarılı adımlar attı;

319
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

batı ülkelerinin Türkiye'ye gelen vatandaşlarından trafik konu­


sunda yorumlarını toplayarak dışarıda nasıl tanındığımızla ilgi­
li çalışmalardan, eğitici küplere kadar pek çok yeni girişimlerde
b u l u n d u ğ u n u bir Giresun ziyaretimde g ö r m ü ş t ü m .
Arkadaşım Mustafa Aydın Adapazarı Emniyet Müdürü
olunca, ıyı bir asayiş polisine ihtiyacı oldu ve tavsiyem üzerine
Ş e n t ü r k ü A d a p a z a r ı Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü Asayiş Şube Müdürü
olarak göreve getirdi. D a h a sonra ben K O M Daire Başkanı olun­
ca Mustafa A y d ı n ' m müsaadesi ile Şentürk'ü K O M Daire Baş­
kanlığına şube m ü d ü r ü olarak aldım. Y'ine kısa sürede, kendi­
ni göstermiş, birçok operasyonda etkili rol oynamıştı. Özellikle
Van'da polislerin elinden oğlunu kaçıran ve uyuşturucu ticareti
konusunda n a m salmış aşiret ağası Mustafa B a y r a m 'm ve oğul­
larının y a k a l a n m a s ı n ı sağlamıştı.

K o m Daire Başkanlığından Edirne'ye atanınca (sürülünce)


bana yakın t ü m m ü d ü r l e r i m K O M ' d a n kovulmuş, Şentürk de
G ü m ü ş h a n e ' y e sürülmüş ancak İdare M a h k e m e s i tayin kararı­
nı iptal edince Trafik Daire Başkanlığında Şube M ü d ü r ü olarak
göreve başlamıştı. H a k k ı n d a kitap yazılacak bu efsanevi polis,
hâlâ Trafik D a i r e Başkanlığında, Başkan Yardımcılığı görevin­
de "insan israfına" örnek olarak görev yapıyor. Hiçbir m a k a m ,
mevki i s t e m e y e n bu polis kendi uzmanlık alanında neden çalış­
tırılmaz, buna n e d e n mani olunur aklım almıyor.

Kayıp ç o c u k olayına dönersek; ç o c u ğ u n babasının müra­


caatı üzerine H ü s e y i n ağabeyin gayreti ile Şentürk ç o c u ğ u bul­
mak üzere ekip amiri olarak görevlendirildi.
Şentürk y e n i görevi için Çanakkale'ye giderken Edirne'ye,
bana uğradı. Z a t e n eşi Edirneli olduğu için burada bağlantıları
vardı. Kendisi ile biraz değerlendirme yaptık, ne yapılması ge­
rektiği ile ilgili olarak biraz tartıştık. Daha sonra Şentürk olay
yerinin savcısı ile görüştü, neler yapabileceği k o n u s u n d a bilgi
verip bazı teknik verilerin temin edilmesi için y a r d ı m talep etti.
Savcı da olayın bir an önce çözülmesini istiyordu, j a n d a r m a l a r l a

320
1. Bölüm: Devlet

görüştü. J a n d a r m a yetkilileri yapılabilecek her şeyin yapıldığı­


nı, bu yeni görevlendirmenin fazlaca işe yaramayacağını, ancak
yine de y a r d ı m etmekten geri durmayacaklarını söylemişlerdi.
Savcıdan a l m a n talimatlar üzerine Şentürk bazı bilgileri
toplamaya başlamış, bir takım çalışmalar y a p m ı ş , belli bir me­
safe alabilmiş, ama olay h a k k ı n d a netlik sağlayamamıştı. Bir
hafta kadar sonra tekrar Edirne'ye geldi. Bu kez oturup beraber
çalışmaya başladık. İkimiz de Emniyet İstihbarat Teşkilatına
yıllar önce k u r d u ğ u m u z , kurulmasına öncülük ettiğimiz dinle­
me sisteminin bu olayda kullanılabileceğini, ancak bu sistem
sayesinde olayın aydmlatılabileceğini düşünüyorduk. Zaten
m a h k e m e kararı da elimizde vardı.

Şentürk bazı bilgileri m a h k e m e kararı ile ilgili k u r u m l a r d a n


temin etmişti, ö z e l l i k l e T ü r k T e l e k o m ' d a n ve t ü m G S M opera­
törlerinden bilgiler toplamıştı. Gece oturduk, İstihbarat Şube
M ü d ü r l ü ğ ü n ü n yetenekli elemanları ile bilgileri analiz etmeye
başladık. Birkaç saatlik bir çalışma sonunda Şentürk bazı nu­
maralar ü z e r i n d e yoğunlaşmıştı ve iddiasına göre o gün okul
grubu ile beraber hareket eden bir kişi otobüsü takip ederek
Çanakkale'ye k a d a r gelmiş ve ç o c u ğ u n kaybolmasından hemen
sonra Lapseki üzerinden Gelibolu'dan tekrar İstanbul'a dön­
müştü. Bu kişi aynı z a m a n d a ç o c u ğ u n annesi ile de bağlantı­
lıydı ve m u h t e m e l e n onunla gizli bir ilişkisi vardı.

Her şeyi netleştirmiştik; ç o c u ğ u n kaçırılması olayı anne ile


bağlantılı bir kişi tarafından yapılmıştı ama bir a n n e n i n kendi
ç o c u ğ u n u kaçırması ve sonra da onu böyle televizyona çıkıp
araması m ü m k ü n m ü y d ü ? Fakat b u n u n başka izahı yoktu, her
şey çok açıktı. Şahsın kimliği, adresi, işi, araçlarının markası
gibi t ü m bilgileri bir iki saat içerisinde çıkarmıştık.
Olayı a y d ı n l a t m a y a yönelik plan yaptık. Şentürk gidip aileyi
ve şahsı birkaç gün takip edecekti. B e n i m g ö r ü ş ü m en az bir
hafta İstanbul polisi ile irtibat halinde bulunulması ve on g ü n
boyunca takip edilerek olaydan emin olduktan sonra m ü d a h a l e

321
Haliç'te Yaşayan Simonlar

edilmesi gerektiğiydi; a m a Şentürk çok daha kestirmeden dü­


şünüyordu ki, kısa sürede m ü d a h a l e etmek istediğini söyledi.
Gerçekten de öyle yaptı. İstanbul'daki üçüncü g ü n ü n d e şüpheli
kişi ve ailesi piknik yaparken, kayıp çocuğa yaş olarak benze­
y e n bir ç o c u ğ u n da yanlarında b u l u n m a s ı üzerine orada müda­
hale etmiş ve şahısları yakalamıştı.
Attığımız bu adımla birlikte olay farklı bir boyut daha ka­
zandı: Ç o c u ğ u kaçıran kişi çocuğun gerçek babasının kendisi
o l d u ğ u n u söylüyordu. A d a m ı n anlattığına göre ç o c u ğ u n annesi
ile eskiden gayrimeşru bir gönül ilişkisi olmuş ve bu ilişkiden
anne hamile kalmış. Şahıs çocuğun babasının kendisi olduğu­
nu d o ğ u m d a n sonra a n n e d e n öğrenmiş ve bir süre sonra kendi
ç o c u ğ u n u istemiş. A n n e de çocuğu gerçek babasına verebilme­
nin yolunu a r a m a y a başlamış ve böyle bir düzen kurarak Ça­
nakkale gezisi esnasında kendi ç o c u ğ u n u alıp babası olduğunu
söylediği bu kişiye teslim etmiş. Bu kişi de çocuğu kendi çocu­
ğu olarak alıp İstanbul'a d ö n m ü ş .

Neticede bir iyilik y a p m a k , kayıp çocuğu bulmak, ailenin


acısını d i n d i r m e k uğruna başlanan çalışmalar faciaya dönüş­
müştü. A n n e olayı bizzat planlamasına rağmen birkaç ay bo­
y u n c a televizyon kanallarını dolaşarak yürek dağlayan konuş­
malar yapmıştı. Ç o c u ğ u n u arıyormuş gibi g ö r ü n m ü ş , eşini de
kandırmıştı.
Bu olayı burada a n l a t m a m ı n sebebi Şentürk ve ekibinin
böyle aylarca k a m u o y u n u işgal etmiş ve ç ö z ü m l e n e m e m i ş bir
kayıp olayını bir hafta on gün içinde çözmesinin önemidir. Zira
bu olay, b u n u n gibi k a m u o y u n d a ilgi uyandıran pek çok olayın
aydınlatılması için yeni bir bakış açısını ortaya çıkarmıştı. Ma­
halli imkânlarla b u l u n a m a y a n kayıp kişilerin, aydınlatılama-
yan olayların, m e r k e z i bir m ü d a h a l e ile takip edilerek ortaya çı-
karılabilme ihtimali kuvvetlenmişti. B u n u n üzerine o tarihlerde
yine buna b e n z e r şekilde İzmir'de, İstanbul'da, pek çok şehirde
kaybolmuş ve ö l d ü r ü l m ü ş olma ihtimali y ü k s e k birçok insa-

322
1. Bölüm: D e v l e t

mn yakınları bulunmaları için pek çok yere başvurup Bakanlık


üzerinde baskı k u r m a y a başladılar. Bu a n l a m d a Şentürk de
son d ö n e m d e popüler olmuş, k a m u o y u y l a basın kendisini ciddi
şekilde ö v m e y e başlamıştı. Bizim İstihbarat bilgilerini kullana­
rak Şentürk'e destek verdiğimiz de duyulmuştu.
Aslında işi çözen Şentürk'tü, biz sadece o n u n istediği bazı
bilgileri vermiştik. Yine de çok garip bir şekilde Edirne İstihba­
rat Şubesinin bilgisayarda sorgulama y a p m a yetkileri kaldırıl­
dı. Açıkça s ö y l e n m i y o r d u ama engelleniyorduk. Bunu d u y u n c a
çok rahatsız o l d u m . Daire Başkanı'nı telefonla arayarak bu yak­
laşımın çok yanlış olduğunu, bu şekilde davranılmasının kabul
edilemeyeceğini söyledim. Bir m ü d d e t sonra bilgisayar sistemi,
belki beni kıramadıklarından açıldı. A m a olanlar çok garipti;
kayıp k ü ç ü k bir çocuğu bulan polis m ü d ü r ü n e y a r d ı m edildiği
için engelleniyorduk. Buna mana v e r m e k m ü m k ü n değildi.

Şentürk'e karşı olduklarını ortaya koyuyor, tavır alıyorlardı.


Bu belki anlık, büyütülmemesi gereken bir tepkiydi ama daha
sonra y a ş a n a n bir olayda tavırları net bir şekilde anlaşıldı. Şen­
türk başka olayda, İ s t a n b u l d a esrarengiz şekilde kaybolan bir
babanın, b u l u n m a s ı için çalışıyordu. İpuçları elde etmeye baş­
ladığında mahalli polis ekipleri tarafından inanılmaz bir karşı
koymayla karşılaştı. Yine açıktan karşı çıkılmıyordu a m a gös­
terilen tavır, yapılan küçük şeyler her şeyi anlatıyordu. Hiç­
bir şey y a p m a s ı n ı istemiyorlardı. Böylesine önemli bir görevin
dışarıdan gelen bir ekip tarafından y a p ı l m a s ı n a karşı koyu­
yorlardı. Kendilerindeki eksikliğin açığa çıkacağını düşünerek
olayın Şentürk tarafından ç ö z ü m l e n m e s i n i istemiyorlardı. Bu,
Türkiye d e k i bazı k a m u görevlilerinin anlayışını ortaya koyan
ve içinde y e r aldığım h e m e n h e m e n her olayda karşılaştığım bir
tavırdı.

Yıllar ö n c e de G ü n e y d o ğ u d a k i birçok çatışmada inkâr edi­


lemez bir şekilde bu tavırla karşılaşmıştım, başarı paylaşılmak
istenmiyordu. Bir bölgede faaliyet varsa ve oraya bölgedeki il-

323
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

gililerden habersiz m ü d a h a l e edilir ve bir şey ortaya çıkarılır­


sa inanılmaz bir tavır koyuyorlardı. Kendilerine bilgi verilme­
diği, üstlerine d u r u m u anlatamadıkları için bunu kendilerine
yapılmış en b ü y ü k kötülük kabul ediyorlardı. B u n d a n dolayı
da G ü n e y d o ğ u ' d a k i en büyük başarıya da imza atacak olsa­
nız, mıntıkalarına girip onlardan habersiz hareket etmeniz tep­
ki görüyordu. O y s a orada görev y a p a n herkes bilir kı güvenlik
ekipleri samimi bir şekilde dayanışma içerisine girse çok büyük
mesafeler alınabilir. Bu, hepimizin göreve inanma konusunda­
ki samimiyetsizliğini de ortaya koyan, görev aşkı yalanını gös­
teren bir d u r u m d u .

Bizim görevimiz vatandaşa hizmet diyorduk; oysa bu, vatan,


millet, Sakarya edebiyatıydı. Yani yaşananları kendi şahsi çı­
karlarımızla sınırlıyor, gerektiğinde görevi engellemekten kaçın­
mıyorduk. N i t e k i m Şentürk bu son olayda, çalıştırılmadı, hatta
daha sonrasında Şentürk'e bu tür görevlerin verilmemesi için
Bakanlık üzerinde bile inanılmaz baskı kuruldu. Şentürk'ün
başarılarına r a ğ m e n bir daha ona benzeri görevler verilmedi.
Halbuki vatandaşa hizmet noktasında, görev alanı yalnızca
tek bir konu olan uzmanlaşmış bir ekip elbette çok daha etkin
çalışıyordu; ç ü n k ü mahalli polis teşkilatının, mahalli j a n d a r m a
teşkilatının g ü n l ü k icraatlar içerisinde yüzlerce adli, idari göre­
vi ve başka birçok işi vardı. Her olaya aynı anda koştukların­
dan, tek bir olaya özel z a m a n ayırmaları zordu. Hareket etme
kabiliyetleri de aynı ölçüde sınırlıydı. Oysa m e r k e z tarafından
özel olarak görevlendirilmiş bu insanlar daha avantajlı oluyor­
du. Ayrıca ön yargıları o l m u y o r d u , mahalli körlükleri yoktu,
her şeyi sıfırdan ö ğ r e n m e y e hazırdılar. Bununla birlikte tabii ki
her z a m a n mahalli zabıtanın desteğine ihtiyaçları vardı, destek
verilmezse bilgi t o p l a m a ve olayı ç ö z m e ihtimali zayıflıyordu.
Bu nedenle en a z ı n d a n m a ğ d u r insanların yaralarının sarılması
için herkesin destek olması gerekirken, bunun hiç de öyle ol­
madığına maalesef defalarca şahit o l d u m .

324
1. Bolum: Devlet

1985-86 yılında G ü n e y d o ğ u d a aşiretlerin P K K y a destek


v e r m e m e s i için yapılan planlamada, MİT ve Emniyet görev al­
mış, Şırnak bölgesindeki aşiretlerle görüşme görevi, Emniyet
Genel M ü d ü r l ü ğ ü adına bizim şubeye ve bana verilmişti. Geliş­
melerle ilgili bilgi almak üzere beni çağıran Sıkıyönetim K o m u ­
tanı Korgeneral Kaya Yazgan'a bölgedeki görevlilerin iyi görev
y a p m a d ı k l a r ı n ı anlatıp onları eleştirmem üzerine, bana "Ben
de biliyorum, sizinkilerin ve bizim askerlerin %10'u samimi ve
gayretli çalışsalar bölgede sorun kalmaz," dedi. Bu bir abartı
değil; maalesef kimsenin itiraf etmediği gerçekti. O zamanlar
bölgede yüz binden fazla asker, on binden fazla polis bulunu­
yordu ve y i n e o tarihte o bölgedeki P K K l ı l a r için verilen en bü­
yük sayı 300-400 kişiydi.

Çok y a k ı n çalıştığım, samimiyetinden hiç şüphe duymadı­


ğım bir tabur komutanı bir olay anlatmıştı. Eruh ve Gabar böl­
gelerinde geniş bir operasyona kendisi de taburuyla katılmıştı.
Kendi taburu ve g ü n e y d e n k o m ş u bir taburun unsurları, sabah
erken saatlerde 10-12 kişilik bir P K K grubuyla temas kurmuş
ve çıkan çatışmada 2'si ölü biri yaralı 3 militan ele geçirilmişti.
Diğer militanların kuzeye doğru kaçtıkları telsiz anonslarında
geçince, kendisi daha kıdemli olmasına rağmen, ilk çatışmayı
başlatan taburun komutanına anons edip k a ç a n militanların
istikametinde bulunan kendi bölüklerini istediği gibi yönlen­
dirmesi için "emrinizdeyim" demiş, ama o taburun komutanı,
" K o m u t a n ı m bizim askerler sizinkileri tanımazlar, bir yanlışlık
olur, ben Şırnak merkezde olan b ö l ü ğ ü m ü çağırdım," der ve
helikopterlerle Şırnak'tan bölük getirilir. Oysa h e m e n kuzeyde,
bir hamle ile araziyi saracak bir tabur hazır bulunmaktadır.
Bu herkes için normal bir olaydır; ama bana göre "Nasıl olsa
3 PKK'lı elde, bir ikisi daha yakalanır, b a ş k a taburu başarı­
ya ortak e t m e n i n gereği yok, başarının t a m a m ı bizim olsun"
anlayışı ile h e m e n yakınındaki diğer taburdan y a r d ı m isten­
memiştir. Bunun böyle olduğuna tabur k o m u t a n ı arkadaşım

325
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

da inanıyordu; a m a samimi o l d u ğ u m u z için a n c a k bana söyle­


yebilmişti. O günlerde sürekli eylemlerde kayıp verildiğinden,
başarıya s u s a y a n k o m u t a n l a r bu veya benzeri olaylarda hiçbir
z a m a n d u r u m u sorgulayamadılar, bölgede y a r d ı m l a ş m a m a her
z a m a n oldu, y a r d ı m l a ş m a y a n hiçbir rütbeli de b u n d a n dolayı
ceza görmedi.
Bu tip bir d ü ş ü n c e ve zihniyeti nasıl yarattık veya bu zihni­
yet nasıl t ü m k a m u y a h â k i m oldu, b u n d a n nasıl kurtulacağız,
cevabı verilmesi gereken önemli bir soru.

Kaçak Çay Operasyonu

Sınır kapısındaki rüşvet suçlarını ve düzensizliği önledikten


sonra sıra buradaki kaçakçılık olaylarını soruşturmaya gelmiş­
ti. Ancak biz d a h a kaçakçılıkla ilgili tahkikatı planlamadan o
yıllara kadar g ö r ü l m e m i ş miktarlarda uyuşturucu yakalanmaya
başladı, ö n c e k i yıllarla kıyaslandığında 2005-2008 yılları ara­
sında sınır kapısında yakalanan uyuşturucu miktarında % 100
artış olmuştu. Bu durum, kapılarda tesadüfen yapılan arama­
ların bir sonucu gibi görülüyordu ama hiç k u ş k u m yok ki aslın­
da rüşvet tahkikatının bir neticesiydi. Kapıdaki görevliler artık
görevlerini ciddiye alıyor ve daha önce küçük rüşvetler alınması
sonucu y a p ı l m a y a n kontrolleri titizlikle yerine getiriyorlardı.

Diğer y a n d a n o tarihe kadar kapıda yakalanan uyuşturucu­


larla ilgili tahkikatlar, şoförün verdiği beyan ile gerçekleştirilen
birkaç yeni soruşturmayla sınırlı kalırdı. Çoğunlukla şoför ha­
ricindeki kişiler kaçar, ilk beyanlar m a h k e m e safhasında inkâr
edilir ve delil yetersizliği ile soruşturma o noktada kalırdı. Oysa
biz büyük çaplı her y a k a l a m a olayında, şebekenin diğer üyele­
rinin faaliyetlerini ve irtibatta oldukları kişileri de incelemeye ve
bu bilgileri s a k l a m a y a başlamıştık. İlk tahkikatta isimleri geçme­
yen kişiler fark edilmediklerini sanarak faaliyetlerine devam et­
tikleri için, ilgili illerdeki ekiplerle birlikte çalışarak, uyuşturucu
ve kaçak malları birer birer yakalamaya başlamıştık. Bu sayede

326
1. Bolüm. Devlet

2007 ve 2008 yıllarında rekor sayılabilecek miktarda uyuşturu­


cu, tüm şebeke üyeleriyle birlikte yakalanmıştı. Ayrıca kapıdaki
ilk y a k a l a m a n ı n failleri de böylece ortaya çıkarılıyordu.
Bana göre hudut kapılarımızda rüşvet ve kanunsuzluklar iç
içeydi. Bir olayı çözünce arkasından daha büyük bir kanunsuzluk
ortaya çıkıyordu. Onu çözünce bu defa ondan daha büyük başka
olaylarla karşılaşıyorduk. Bu zincir böyle devam ediyordu.
Karşılaştığımız bazı olaylar bu kanaatimin pekişmesini sağ­
ladı. Kapılarda görülen rüşvet olaylarını çözdükten sonra, önce
sebebini b u l a m a d ı ğ ı m bir şekilde, belki de tesadüfen, uyuştu­
rucu yakalamaları artmıştı.
2008 yılı sonuydu, bir gün Hamzabeyli Hudut Kapısı'ndan
ülkeye giriş y a p a n bir tırda, t ü m belgelerinde y ü k ü n ü n 'cal-
cium c a r b o n a t e ' olduğu belirtilmesine rağmen d ö k m e çay bu­
lunmuştu. Belgelere göre bu mal bir Türk firması tarafından
R o m a n y a ' d a k i bir Serbest Bölge'den Türkiye'ye ithal ediliyordu.
Hudut kapısında mallar beyan üzerine işlem gördüğü için sade­
ce şüpheli d u r u m l a r d a ya da d e n e m e amacıyla belli kontroller
yapılıyordu. Asıl g ü m r ü k l e m e işlemi, malların gideceği yurti­
çi g ü m r ü k l e r d e yürütülüyordu. G ü m r ü k yetkililerine yapılan
uyarı ile, aynı firmanın aynı gün bir iki saat önce ülkeye giren
ve istanbul'a d o ğ r u yolda olduğu anlaşılan Urlarında da benzer
bir d u r u m o l d u ğ u ortaya çıkmıştı.

H a m z a b e y l i Hudut Kapısı'mn adli olarak bağlı olduğu Lala­


paşa ilçesi C u m h u r i y e t Savcısı, d a m a d ı m Bilal Aygör de mes­
lek heyecanı içinde bu kapıda yapılan kaçakçılık faaliyetlerini
ortaya ç ı k a r m a k için koşuşturuyordu. Özellikle son firma ile
ilgili önceden pek çok bilgiye sahipti, çünkü daha önce de aynı
firmanın, evraklarında ' P V C olarak beyan ettiği malın aslında
badem içi o l d u ğ u anlaşılıp kaçakçılar yakalanmış; a n c a k Edir­
ne Ağır Ceza M a h k e m e s i n d e yapılan yargılamaları sırasında,
P V C h i n bizim bildiğimiz plastik m a l z e m e değil, Bulgarca ba­
d e m kelimesinin farklı lehçede söylenen kelimelerinin baş harf-

327
Haliç'te Yaşayan Simonlar

leri olduğunu iddia ederek beraat emişlerdi. Dolayısıyla bu kişi­


lerin göz göre göre kaçakçılık yapmalarını ve k a n u n u n elinden
kurtulmalarını h a z m e d e m i y o r d u . O n u n getirdiği bilgileri üst
üste k o y d u ğ u m u z d a gerçekten de ciddi bir kaçakçılık şebekesi
ile karşı karşıya o l d u ğ u m u z a kanaat getirdik.
Bunun üzerine Savcı Aygör'ün koordine ettiği bir çalışma
başlattık. Ö n c e şebekenin nasıl çalıştığını a n l a m a m ı z ve onla­
rın bilmediğimizi zannettikleri bilgileri b u l m a m ı z gerekiyordu.
Böylece tahmin etmedikleri noktada önlerine çıkabilecektik.
A n c a k bunu öyle sağlam yapmalıydık ki bu kadar komik bir
iddiayla bile Ağır Ceza M a h k e m e s i ' n d e n kurtulan şebeke bu
defa k a n u n d a n kurtulamasın. Bu amaçla ö n c e aynı firmanın
bir yıl içinde giriş çıkış yapan tüm Urlarının ve yüklerinin lis­
tesini g ü m r ü k t e n istedik, sonra Bulgar meslektaşlara bu fir­
ma tarafından Bulgar gümrüklerine beyan edilen tır yüklerinin
cinsini sorduk. Karşılaştırdığımızda her şey ortaya çıkıyordu;
firma Bulgar m a k a m l a r ı n a transit yük diye gerçek yükü belirti­
yor, ama T ü r k kapılarına başka bir mal olarak beyan ediyordu.
Sonra da y o l d a malı indirip satıyor ve evraklara yazdığı değeri
düşük olan malları yüklüyordu.

Bu firmanın bir yılda 60 kadar tın aynı yolla yurda soktu­


ğunu tespit etmiştik. Şebekenin çalışma y ö n t e m i belli olmuş­
tu. Şimdi sıra tüm delilleriyle y a k a l a m a y a gelmişti, ö n c e bu
çetenin yöneticisi olarak bildiklerimizi takibe alıp, yeni bir mal
girişini b e k l e m e y e başladık. Bu arada son y a k a l a m a l a r d a n do­
layı şebeke taktik değiştirerek mallarının cinsini doğru beyan
etmeye, fakat malı transit şekilde ü ç ü n c ü bir ülkeye götürüyor
gibi g ö s t e r m e y e başlamıştı. T a h m i n i m i z e göre malı yurtiçinde
bir yere boşaltıyor, sonra da değersiz bir mal yükleyip hudut
dışına g ö n d e r m i ş gibi göstererek kaçakçılık faaliyetini yürütü­
yordu.

Aynı firmaya ait bir tırm yine çay yükü ile giriş yapacağını
öğrendik ve tır kapıdan girince ona bir takip cihazı bağladık.

328
1. Bolum: Devlet

Ayrıca peşine de bir polis ekibi taktık. Şebeke malı Gürcistan'a


götürüyormuş gibi görünerek g ü m r ü k işlemlerini yaptırmıştı
ve kuşkusuz y o l d a malı boşaltacaktı. A n c a k tırda görevli kol­
cunun dürüst tutumu sayesinde (ilk defa bir g ü m r ü k m e m u ­
runun d ü z g ü n tavır k o y d u ğ u n u g ö r m ü ş t ü k ) çayı boşlatamadı-
lar. Peşinde bizim ekiplerimizle Rize, Artvin, derken Sarp Sınır
Kapısı'na k a d a r gidip Gürcistan'a çıkış y a p m a k zorunda kaldı
a m a birkaç saat içinde mal parasının alınamadığı gerekçesi ile
geri gönderilmiş, Suriye'ye gidecek şekilde b e y a n d a bulunula­
rak yeniden Rize, T r a b z o n ve Gaziantep'e doğru yola çıkmıştı.
Şebekenin G a z i a n t e p organize sanayi bölgesinde malı başlata­
cağım ö ğ r e n m e m i z üzerine Gaziantep polisi ile işbirliği y a p a r a k
tır t a m a m e n boşaltıldığı sırada, t ü m şebeke üyelerini olay ye­
rinde ve asıl yöneticilerini evlerinde yakaladık. Böylece yıllarca
kapıda küçük evrak sahtekarlıkları ile kaçakçılık y a p a n ve te­
sadüfen y a k a l a n d ı ğ ı n d a da işini ayarlayarak beraat eden şebe­
keyi, bir tır, bir şoförle değil; asıl patronu, aranan kişileri, t ü m
yaptıkları kaçakçılık delilleri ile birlikte, suç üstü yakaladık.

T a k i p e d e c e ğ i m , u m a r ı m bu defa yaptıklarının hesabını ve­


rirler.

Yolsuzluk O l m a d a n Türkiye'de Ekonomi O l m a z

Şuna i n a n ı y o r u m ki bu ülkede rüşveti, irtikabı, ihaleye fe­


sat karıştırmayı bir anda durdurmak, böylece tüm yolsuzlukla­
rı bir anda ö n l e m e k m ü m k ü n olsa ülkede e k o n o m i ve yatırım­
lar durur, devlet işleri kilitlenirdi. Ç ü n k ü t ü m faaliyetlerdeki
canlılığın tetikleyici gücü bana kalırsa haksız menfaat temin
etme beklentisi ve duygusudur. Eğer suyun başında duran
memurlara, y a p ı l a n işlerde maaşları dışında menfaat temin
edemeyecekleri havası yaratılırsa onlar tüm işleri yavaşlatır,
iş yapılmaz, sistem çalışmaz ve T ü r k e k o n o m i s i durur. Devlet
yatırımları y a p ı l a m a z , yollar, barajlar, köprüler ihale edilemez,
plan programlar y a p ı l a m a z hale gelir.

329
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

A m a çok açık hissediliyor ki yapılacak işlerde kendilerine de


bir şeyler düşecekse, planlar, projeler h e m e n çiziliyor, evraklar
yazılıyor, o l m a z işler bir kolayı bulunarak olur kılmıyor.
B u n u k a n ı t l a m a k için binlerce örnek b u l m a k m ü m k ü n . Ba­
sit bir örnek v e r m e k gerekirse, Edirne'de R o m a n çocuklarını so­
kaktan, kötü alışkanlıklardan k o r u m a k için Saray Spor adında
bir projemiz vardı. Buna göre belediyeye ait kiralık bir bahçenin
işletmesini polislerin maaş promosyonlarından kalan para ile
25 bin TL ye almıştım. Buraya bir halı saha ve tek katlı pre­
fabrik bir k u l ü p binası yaparak çocuklara h e m spor yaptırmak
h e m de güzel bir ortamda dolaylı olarak eğitmek istiyorduk.

Milli P i y a n g o İdaresi de projemize 1.60 bin TL destek vermiş­


ti, ayrıca tesisi Valiliğin de desteği ile Özel İdare ve Köylere Hiz­
met G ö t ü r m e Birliği yaptıracaktı. Ancak tek katlı prefabrik bi­
nanın plan, proje, zemin etüdünün bitirilip inşaata başlanması
benim, Şube M ü d ü r l e r i m i n , dolaylı olarak Valinin, Bayındırlık
M ü d ü r ü n ü n , Hizmet G ö t ü r m e Birliği Müdıresının ilgilenmesine
rağmen tam bir yıl sürdü. Bu küçük binanın hazırlık safhası
bile bu kadar z a m a n aldığına göre, üzerinde d u r m a s a k hiçbir
z a m a n t a m a m l a n a m a y a c a k t ı . Oysa eğer 160 bin T L ' y e inşaat
ihale edilseydi ve dolaylı olarak bazı görevlilerin de bu işte hak­
sız menfaat elde etme ihtimali olsaydı birkaç ay içinde her işlem
biter, inşaat tamamlanırdı.

ESKİŞEHİR
Terörde B i l i m s e l v e A k a d e m i k A r a ş t ı r m a n ı n
Önemi
Türkiye tarihinde, özellikle son elli yıllık d ö n e m d e , devletin
muhtemelen en önemli sorunu terör ve terörle mücadeledir. Bir
taraftan ü l k e n i n e k o n o m i k kaynaklarının büyük bir bölümü
terörle m ü c a d e l e için sarf edilirken, diğer taraftan Türkiye'de
demokrasinin ve özgürlüklerin gelişmesi yine terörle mücadele
bahane edilerek engellenmektedir. Alman tüm önlemlere, yapı-

330
1. Bölüm: Devlet

lan t ü m uygulamalara rağmen, Türkiye'de siyasi istikrar kuru­


lamamıştır.
Bununla birlikte, toplumsal açıdan çok önemli bir sorun
olan terör ve terörle m ü c a d e l e hiçbir z a m a n akılcı bir biçimde
ele a l ı n m a m ı ş ve tüm yönleriyle bilimsel olarak incelenmemiştir.
Her soruna, her toplumsal olaya akılcı bir biçimde ve bilimsel
yöntemlerle yaklaşılması gerekirken, Türkiye'de, her nedense,
ülkenin en ö n e m l i sorununa bu şekilde yaklaşılmamaktadır.
Üniversiteler ve enstitülerde h e m e n her k o n u d a araştırmalar
yapılırken, bu kurumlarda görevli akademisyenler h e m e n her
konuda raporlar hazırlarken, ülkenin en hayati meselesi üzeri­
ne araştırma y a p m a y ı , bu konu üzerinde d ü ş ü n m e y i gündem­
lerine dahi almamışlardır. Terör ve terörle m ü c a d e l e bir sorun
olarak g ö r ü l m e m i ş veya görmezlikten gelinerek y o k sayılmıştır.
Sorunun ortaya çıktığı g ü n d e n itibaren, bu kurumlarda hiçbir
bilimsel araştırma y a p ı l m a m ı ş , sorun a k a d e m i k ölçütlerde ele
alınıp analizi y a p ı l m a m ı ş ve konu hakkında bir fikir üretilme­
miştir. Oysaki bize göre, terör ve terörle m ü c a d e l e sorununda
üniversitelerde görevli akademisyenlerin ve araştırmacıların ça­
lışma y a p m a s ı yeterli olmadığı gibi, sadece bu sorun üzerinde
çalışmaların yapıldığı, en üst düzeyde u z m a n l a ş m a n ı n sağlan­
dığı bilimsel enstitü ve araştırma merkezlerinin kurulması da
zorunludur.

Terör, Türkiye'de bir güvenlik sorunu olarak kabul edildi.


Askeri bir mantıkla, güvenlik güçlerinin bakış açısıyla ele alındı
ve militarist politikalarla çözülmeye çalışıldı. Sivil hükümetler,
bu konuyu hiçbir z a m a n kendi sorunları olarak görmediler. So­
runu sıkıyönetimlerle ve askeri yapılanmalarla çözmeye çalıştı­
lar. Doğal olarak bunun sonucunda askeri yapı bu konuyu ken­
di sorunu olarak kabul etti, sadece kendisinin çözebileceğine
inandı ve kendi başına ç ö z m e y e çalıştı. Gerek sivil hükümetlerin
bu sorun karşısındaki tutumu, gerekse de askeri yapılanmala­
rın sorunu kendilerine mal etmeleri, sivillerin bu sahaya girme-

331
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar . ..

lerini tümüyle önledi. Oysa karşımızda duran terör sorununa


da diğer herhangi bir toplumsal sorun gibi bilimsel yöntemlerle
yaklaşılması ve akılcı çözümler üretilmesi zorunluydu.
Aşırı sol, aşırı sağ, radikal İslamcı ve bölücü düşünce ve
faaliyetlerle ilgili enstitülerin ve araştırma merkezlerinin kurul­
ması zorunludur. Kurulacak enstitü ve merkezlerde, bu düşün­
ce ve hareketler t ü m yönleriyle akılcı bir yaklaşımla ele alınıp
incelenmeli ve en derin biçimde bilimsel ölçütlere göre analiz
edilmelidir. Bu kurumlarda görev y a p a n bilim insanları, insan­
larımızın h e r türlü radikal akımlara ve bu akımlar aracılığıyla
terör eylemlerine katılmamaları, şiddet y a r a t m a m a l a r ı için gere­
ken tedbirler üzerinde düşünmeli, politika önerilerinde bulun­
malıdırlar, ö r n e ğ i n , Fransa'da bir Kürt enstitüsü vardır, ama
her nedense ülkemizin en önemli sorunuyla ilgili Türkiye'de bir
enstitü kurulmamıştır. Bir taraftan ülkenin kurucu felsefesinin
bilim olduğu ısrarla dile getirilirken, diğer taraftan en ciddi so­
runa bilimsel açıdan yaklaşılmamakta ve hatta bilim adamları­
nın bu sorunla ilgilenmelerine m ü s a a d e dahi edilmemektedir.
Devlet kendisini her z a m a n bilimin, akademisyenlerin üstünde
bir güç ve akıl olarak gördü. Konuyla ilgilenen bilim adamları­
nı, devletin ve güvenlik güçlerinin almış olduğu kararların ve
uyguladıkları politikaların doğruluğunu, bu karar ve uygula­
malara muhalefet edenlerin iddialarının yanlışlığım ispat et­
mekle sınırladı. Dolayısıyla bilim adamları, devletin karar ve
uygulamalarına 'bilimsel' niteliğini katmaktan, bunları bilimsel
açıdan o n a y l a m a k t a n başka bir şey yapmadılar, yapamadılar.
Belirli önyargı ve anlayışla sadece devletin tezlerini doğrulamak
amacıyla h a r e k e t ettiler. Daha doğrusu bilimsel ve a k a d e m i k
ölçütlerden t ü m ü y l e uzaklaştılar. Sözde yapılan çalışmalar bi­
lim a d a m l a r ı n c a yapılmıştı, gerçekte ise yapılanların bilimsel
araştırma ölçütleri ile hiç alakası yoktu.

Araştırmalar ve değerlendirmeler, hiçbir z a m a n gerçek ma­


nada objektif ve ön yargıdan uzak yapılmadı. Y a ş a n m a k t a olan

332
1 Bölüm Devlet.

olayları 'nasıl önleriz?' sorusu hiçbir zaman sorulmadı. Ülke­


mizde terörün, siyasi kargaşanın ve toplumsal huzursuzluğun
bu kadar yaygın olması ve bu kadar uzun süre d e v a m etme­
sinin, bu soruna hiçbir z a m a n bilimsel açıdan yaklaşılmamış
olmasından, her şeye önyargılarla ve peşin fikirlerle bakılma­
sından kaynaklandığı kanaatindeyim.
En önemli yanılgılarımızdan bir tanesi de her derde deva
diye kabul ettiğimiz Atatürkçülüktü; ne olduğu bilinmeyen, içi­
nin ne ile doldurulacağı belli olmayan bir kavram. Kendi keyfi
fikirlerimizi v e y a günün koşullarına göre devletin uygun buldu­
ğu uygulamaları Atatürkçülük adına savunuyoruz. Oysa aklın
ve bilimin e g e m e n olduğu bir yerde asla dogmalara y e r yoktur.
Hiçbir fikir tartışmadan muaf değildir ve ebedi olarak değişme­
den kalamaz. Eğer Atatürkçülük denen kurallar değiştirilemez,
mutlak doğrular olarak kabul edilecekse, bu tür bir kabulün
akıl ve bilim ile açıklaması yapılamaz. Değiştirilemez, mutlak
doğruların var olduğu iddiasının kendisi de dogmatik bir yakla­
şımdır ve temel laiklik anlayışına aykırıdır. Uygulamaya konu­
lacak her d ü z e n l e m e , getirilecek her kural, yapılacak her işlem,
uygulamalarda uyulacak tüm ilke ve y ö n t e m l e r mutlaka akıl ve
bilimin ışığında değerlendirilmeli, bu ölçütlere göre incelenmeli,
tahlil edilmeli ve bu ölçütlere u y d u ğ u oranda hayata geçirilme­
lidir. Akla aykırı olan, ilme de aykırıdır.

Psikolojik Harekât: Halkı Birbirine Karşı


Kullanmak
D ü n y a üzerinde hiçbir devlet vatandaşları arasında çeliş­
kileri artıracak, kavga ve gerilim ortamının d o ğ m a s ı n a neden
olacak bir u y g u l a m a y a girmez, girmemiştir de. Eğer bir ülkede
rejime muhalefet eden, ülkenin kanunlarını ihlal eden birileri
varsa devlet polisini, askerini ve diğer kurumlarını kullanarak
bu kişilere mani olur ve suç varsa cezalandırır. Fakat bizim ül­
kemizde devlet, vatandaşlarını rejime muhalefet edenlere karşı

333
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

kışkırtmış, bizzat kendi vatandaşlarını yine kendi vatandaşları


olan rejim muhaliflerine karşı fiili saldırılarda bulunması için
k u l l a n m a k istemiştir. Oysa bu tür uygulamalar devletlerin var
olma felsefesine t ü m ü y l e aykırıdır; devletin görevi kendi vatan­
daşları arasında ortaya çıkacak sorunları çözmektir. Devlet va­
roluş sebebini ve fonksiyonlarım vatandaşlarına devrettiğinde,
kendi kendisiyle çelişir ve devlet olmaktan çıkar. Bu tür uygu­
lamalardan en çarpıcı olanı, sadece ülke dışında uygulanması
gerekirken, devletin kendi vatandaşlarına karşı ülke içerisinde
uygulamış olduğu psikolojik harekâttır. B u g ü n bile, her ne ka­
dar k a m u o y u n d a fazla hissedilmese de, M G K ' d a alınan karar­
lar doğrultusunda psikolojik harekâta ilişkin operasyon, plan
ve kararlar devletin tüm kurumlarınca koordine içerisinde yü­
rütülmektedir.

Devlet vatandaşlarından, m e n s u p oklukları illegal örgütler


hakkında sadece bilgi almak için yaralanabilir. Bu uygulama­
nın da koşulu ve sınırı vardır. Devlet başka araçlarla bilgi topla­
y a m a d ı ğ ı n d a ve bilgiyi sadece illegal örgütlerin içerisindeki kişi­
lerden almak z o r u n d a kaldığında, daha ağır ve büyük olayların
o l m a m a s ı için vatandaşlarından yardım alır. A n c a k bu yardı­
mın k a p s a m ı bilgi almakla sınırlıdır. Bu koşulların dışında, bu
sınırları aşan her u y g u l a m a son derece yanlıştır. Fakat bizim
ülkemizde devlet, sol gruplara karşı sağ grupları, sağ gruplara
karşı da sol grupları kullanmış, hatta fiilen eylemlere sokmuş,
cinayetler işletmiş, katliamlara sokmaktan imtina etmemiştir.
Bu uygulamaları yaparı zihniyet devletin kendi zihniyeti midir?
Devletin d ü ş ü n c e sistemi midir? Yoksa o l u ş t u r u l a m a y a n devlet
fikri yerine devletin içerisindeki kişilerin kendi fikirlerinin uy­
gulaması mıdır? Aslında sorulması gereken sorular bunlardır.

Geçmişte halkı birbirine karşı kullanmış veya kullanmaya


kalkarak ciddi hatalar y a p m ı ş devlet görevlilerinin bu olaylar­
dan ders çıkardığını ve artık aynı hataları tekrarlamayacağına
inanların kısa sürede yanıldıkları görüldü. Bu defa da radikal

334
1. Bolum: Devlet

dinci olarak tanımladığı halka ve hatta h ü k ü m e t e karsı laik


kesimleri h a r e k e t e geçirerek çok geniş kitleleri karşı karşıya
getirmekten ç e k i n m e m i ş , aynı anlayışı aynı düşünceyi hayata
geçirmekten geri kalmamıştır. C u m h u r i y e t mitingleri, 28 Şubat
anlayışı doğrultusundaki faaliyetler ve hatta beğenmedikleri
düşünceleri savunan bir kısım insanlara karşı belli inançtaki
halkı aktif tavır almaya alenen çağıran demeçler rahatlıkla ve­
rilmiştir. T ü m bu örnekler, kendi fikirlerinin kabulü konusunda
devletin her y ö n t e m i m u b a h saydığını açıkça göstermektedir.
Bu yanlış anlayışın neticesi, bölgesel iç çatışmalar, katliamlar
ve en sonunda, olayların doruk noktası Susurluk olmuştur. Bu­
gün. Susurluk, o l a y ı m da aşan, her ne kadar örgütsel varlığı
tartışılabilir olsa da, aynı anlayışın, aynı d ü ş ü n c e n i n ve fikrin
sııngeleştiği Ergenekon bir zirve noktasıdır.

Kendi Halkını Yönlendirme Faaliyetleri


Bu ülkede gerçeği görmenin, tarafsız ve objektif düşünme­
nin en zor taraflarından biri yıllardan beri devletin t ü m toplumu
yönlendirmiş olmasıdır. T o p l u m u n tümü devletin istediği istika­
mette düşünüyor, bu istikamete yönlendirilmiş ve buna uygun
mantık ü r e t m e k zorunda bırakılmıştır. T o p l u m u n gerçeği gör­
mesi., olaylara objektif yaklaşması çok zordur. T o p l u m öyle şart­
landırılmış ki, o kadar büyük bir yönlendirmeye maruz kalmış
kı sorunları objektif olarak değerlendirebilmek gerçekten çok
zor. Hiçbir m a d d i temele dayanmayan, gerçeklikten uzak iddi­
alarla toplumdaki herkes, resmi ideoloji doğrultusunda düşün­
meye yönlendirilmekte ve bu doğrultuda mantık yürütmektedir.
Oysa insan, resini, ideolojinin dışına biraz çıkabilse, olaylara
biraz objektif bakabüse. birçok şeyi çok daha net bir biçimde
görebilecektir. Türkiye'de halk, çok uzun bir z a m a n süresince,
devletin gerek okullarında verdiği eğitimle, gerek bayramlarda
düzenlediği merasimler ve törenlerle, gerekse de doğrudan veya
dolaylı olarak baskı altına aldığı basın ve yayın organları aracı-

335
Haliç'te Yaşayan Simonlar

lığıyla inanılmaz bir biçimde yönlendirilmiş ve tek boyutlu dü­


şünmesi sağlanmıştır. Devletin bilinçli yönlendirmesi ve dayat­
masına m u h a t a p olmalarından dolayı insanlar olayları tarafsız
ve objektif olarak göremiyor. B u n u n için mutlaka bu ülkenin
dışında yetişmiş olmak gerekiyor. A n c a k bu d u r u m d a resmi ide­
olojisinin baskısından kurtulmak ve dışında kalmak m ü m k ü n
olabiliyor. Ya da resmi ideolojinin yönlendirmesi doğrultusunda
yetişmiş o l m a k l a birlikte gerçekten ciddi bir d ö n ü ş ü m ü gerçek­
leştirmiş o l m a y ı zorunlu kılıyor. Aksi takdirde, şaşırtıcı şekilde
basit, son derece net ve açık konularda bile insanlar, maalesef
yıllarca devletin yaptığı o yönlendirmenin etkisiyle, olayları doğ­
ru ve net göremiyorlar. Ülkemizin en büyük handikabı, gerçeğin
görülüp düze çıkılmasının önündeki en büyük engelin bu resmi
ideoloji etkisi olduğu kanaatindeyim.

Psikolojik harekât, hedef halk kitlelerinin istenilen istika­


mette d ü ş ü n m e s i n i sağlamak ve bu istikamette kanaat sahibi
olması için y a p ı l a n , olayları ve haberleri (bilgileri) belli bir açı­
dan veren planlı bir faaliyettir. Daha açık bir dille ifade edilecek
olursa, olayları bazen çarpıtarak, gerçeğin bazen bir kısmını ve­
rerek, gerekli g ö r ü l d ü ğ ü durumlarda yalan haber ve bilgi üre­
terek veya gerçeği tümüyle saklayarak, halkın istenilen tarz­
da düşünce ve kanaat sahibi olmasını ve istenilen doğrultuda
hareket e t m e s i n i sağlamaya yönelik planlı ve devlet kurumları
eliyle yönetilen bir harekâttır. Psikolojik harekât y ö n t e m i n i n bir
ülkenin kendi menfaatleri doğrultusunda yabancı ülkelere kar­
şı u y g u l a n m a s ı belki kabul edilebilir (Hasım bir ülkenin devlet
büyüğünün eşcinsel olduğu söylentisini yayarak, onu halkının
gözünde k ü ç ü k d ü ş ü r m e y e çalışmak bir ölçüde kabul edilebi­
lir. A n c a k ülke içerisinde beğenilmeyen bir siyasi lider için bu
tür bir psikolojik hareket asla kabul edilemez ve s a v u n u l m a z ) .
Bununla birlikte, psikolojik hareket yöntemleri ülke içerisinde
halka karşı u y g u l a n a m a y a c a ğ ı gibi, en temel anayasal hakkın
ihlal edilmesi b a k ı m ı n d a n da suç teşkil eder. Halkın tarafsız ve

336
1. Bölüm: Devlet

doğru haber alması, kanaat sahibi olması en temel anayasal


haklardan biri olduğu gibi, k a m u n u n (halkın) doğru, tarafsız
bilgiye sahip olması da demokratik bir devletin en temel unsur­
larından biridir. Halkın planlı bir şekilde yönlendirilmesi ancak
k o m ü n i s t ve faşist y ö n e t i m l e r d e meşru olarak kabul edilmekte­
dir. D e m o k r a t i k h u k u k ilkelerinin benimsendiği devletlerde va­
tandaşların kanat ve düşüncelerini y ö n l e n d i r m e k , temel insan
haklarına aykırı bir faaliyet olarak kabul edilmektedir.

Ü l k e m i z d e ise yıllardan beri Genelkurmay, M G K , M İ T içe­


risinde ve hatta Emniyet teşkilatı içerisinde farklı adlarla da
olsa psikolojik harekât birimleri mevcuttur. Bu birimlerin asli
işlevi t ü m devlet kurumlarının organizesi ile k o d l a n m ı ş psiko­
lojik harekât operasyonları yürütmektir. G ü n ü m ü z d e de hâlâ
en son hali île psikolojik harekât adı altında Emniyette, psiko­
lojik harekât birimi olarak M İ T ' t e , önce psikolojik harekât, daha
sonra toplumsal ilişkiler dairesinden başlayarak yıprandıkça
isim değiştiren ve en son Bilgi Destek Komutanlığı adı ile Si­
lahlı Kuvvetler içerisindeki yapılanmalar d e v a m etmektedir. Bu
türden vatandaşı g ü d ü l e m e faaliyetlerine y a k ı n bir gelecekte
de son verilecek gibi görünmemektedir; gelenekselleşmiş devlet
fonksiyonlarının bir anda terk edilmesi zor o l d u ğ u n d a n , başka
adlarla aynı fonksiyonların d e v a m ettirilmesine çalışılacaktır.
Ne yazık ki, güvenlik ve askeri birimler psikolojik harekât yön­
temleri ile halkın yönlendirilmesini zihniyet olarak hâlâ yan­
lış görmemektedirler. Sadece gizli ve hissettirmeden yapılması
gerektiğini düşünmektedirler. Onlar hâlâ halkın g ü d ü l ü p yön­
lendirilmesi gereken kalabalıklar olduğu, devlet m e m u r l a r ı n ı n
halkın hizmetkârı değil, halkın güdücüleri o l d u ğ u ve bu halk
güdülmez ise yanlış şeyler yapar inancını taşmaktadırlar. Yıllar
önce, bu y a p ı n ı n içinde b u l u n d u ğ u m d ö n e m d e , ben de aynı
inancı taşımaktaydım. O d ö n e m d e kimse bu inancın yanlış ol­
duğuna beni inandıramazdı; bu gün ben de b u n u n yanlışlığına
onları kolay kolay inandırabileceğimi z a n n e t m i y o r u m .

337
H a l i ç ' l e Y a ş a y a n Simonlar

Ergenekon
E r g e n e k o n olayı nedir? Ergenekon olayı hakkında veya bu­
gün m a h k e m e l e r d e bu iddiayla ilgili olarak yargılanan kişiler
hakkında çok şey bildiğimi s ö y l e y e m e m . G e ç m i ş t e , bu olaylarla
ilgili ilk tahkikatların yapıldığı, ilk yakalamaların olduğu 2001
yılında bilgi a l m a y a çalışmıştım. Tesadüfen, geçmişte bir süre
yardımcılığımı y a p m ı ş olan emekli bir E m n i y e t m e n s u b u n u n
bu olaylar k a p s a m ı n d a kısa süre gözaltına alınmış okluğunu
öğrendim. Eski bir Emniyet m e n s u b u olması nedeniyle olayı
önemseyerek, konu hakkında bilgi almaya çalıştım. Emekli bir
emniyet m ü d ü r ü n ü n çenç 4 oto işi gibi işlere karışmaması la­
zım, bu nasıl olur?" diye sorduğumda, aldığım cevaplar ve o
z a m a n tahkikatı yapanların kısaca anlattıkları bana çok ilginç
gelmişti.

Söylenenlere göre, istenmeyen düşüncelere sahip kişi veya


partilerin başa gelmemesi, gelmiş ise de antidemokratik yön­
temlerle engellenmesi amacıyla devlet içerisinde illegal bir ör­
gütlenme oluşturulmuştu. Ergenekon olarak adlandırılan bu
örgütün faal olarak var olduğunu gösteren bir not bulunmuştu.
Notta, örgütün yöneticisinin zamanın, koşullarına göre örgütün
yeniden yapılandırılmasına yönelik bir rapor hazırladığı yazı­
yordu. Bu rapor, kurye T u n c a y G ü n e y aracılığıyla Doğu Perin-
çek tarafından Veli Küçük'e gönderilmiş, fakat T u n c a y G ü n e y
raporun bir suretini alıp saklamıştı. Bir olay üzerine yakalanın­
ca ev veya iş yeri aramasında bu belgenin kendisinde bulun­
duğu, ayrıca bu belgeyi destekleyen benzer askeri belgelerin de
aynı şahısta yakalandığı söylenmişti.

İstanbul E m n i y e t M ü d ü r l ü ğ ü ekiplerince sahte belgelerle


satılan bir j e e p i n y a k a l a n m a s ı ve kaçak o l d u ğ u n u n anlaşılması

338
1. Bölüm: Devlet

üzerine bir tahkikat başlatılmıştı. Jeepi satan, kullanan kişiler


tahkikata k o n u olmuş, daha sonra olaya adı karışan kişilerin
Ü m i t O ğ u z t a n ve T u n c a y G ü n e y olduğu anlaşılmış, bu kişilerin
daha önce 'Abdullah Çatlı ile Mesut Yılmaz'in yan yana fotoğraf­
ları var' diyerek yaptıkları foto montajı beş bin liraya bazı basın
organlarına satmaya kalktıkları yolunda bilgilerin olduğu tespit
edilmişti. Bu tespit üzerine istihbaratçılar bu tahkikatın asayiş
şubenin yürüteceği sıradan bir sahte belge faaliyeti olmadığı,
aksine organize bir faaliyet olarak algılanıp Organize Suçlarla
M ü c a d e l e Şubesi ekipleri tarafından yürütülmesini istemişler­
di. T a h k i k a t ı n Organize Suçlarla M ü c a d e l e Şubesine alınması
üzerine bu kişilerin ev ve iş yerlerinde aramalar yapılmış, ara­
malarda "Ergenekon'un Reorganizasyonu" başlıklı 20 sayfaya
yakın bir d o k ü m a n ile C D l e r dolusu emniyet, güvenlik, askeri
birimler ile ilgili normal olarak güvenlik kuvvetlerinin arşivinde
olması g e r e k e n d o k ü m a n l a r bulunmuştu. Araştırma derinleş­
tirildiğinde J Î T E M ' i n legal bir yayın çıkarmak için bir döneni
bu kişilerle anlaştığı ve Strateji isimli bir dergi çıkardıkları, bu
d o k ü m a n l a r ı n çoğunlukla o d ö n e m d e n kaldığı ve J a n d a r m a gö­
revlilerinin getirdiği belgeler olduğunun anlaşıldığı ortaya çık­
mıştı. T u n c a y G ü n e y de Ergenekon içerisinde kendisinin kurye
görevi yaptığını, aslında açıp b a k m a m a s ı gereken belgelerden
suret aldığını ve Ergenekon belgesini de bu şekilde D o ğ u Pe-
rinçek ile Veli Küçük arasında taşırken aldığını beyan etmesi
üzerine olay ortaya çıkmıştı.

Bu bilgileri alınca, aklıma sıradan bir şoförlükten kendi


gayreti ve b e n i m y ö n l e n d i r m e m s o n u c u n d a analistliğe yüksel­
me istidadı gösteren İstihbarat Birimindeki şoförüm Enver'in
1997 yılında birkaç defa Stratejiyi getirdiğini ve "Bu dergi çok
garip şeyler yazıyor, kesin bunu devlet içerisinde birileri bel­
ge ve evraklarla destekliyor," dediğini hatırladım. Enver daha
sonra bu derginin yerini, bürosunu bulmak ve g ö r ü ş m e k için
uğraşmış ancak ne bir büro, ne de bir adres bulabilmişti. Bu

339
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

d u r u m Strateji'yi daha da şüphe çekici hale getiriyordu. Enver,


dergide çıkan bazı yazıları ve bu yazılarda y e r alan belgeleri
göstererek, derginin kesin olarak J a n d a r m a teşkilatı tarafından
desteklendiğini, resmi ve gizli belgelerin dergiye verildiğini bana
ispatlamıştı. A n c a k o d ö n e m d e , olayı tam olarak anlayamamış­
tım. J a n d a r m a n e d e n böyle bir iş yapsın? Mantıkla izah edeme­
diğimden çok da üzerinde d u r m a m ı ş t ı m . Aklımın bir köşesinde
de bu bilgi kalmıştı. Şimdi anlatılanları eski bilgilerimle birleşti­
rince bu ifadenin, belgenin doğru olduğu kanaatine vardım.

B u n u çok az sayıda insan biliyordu ve bu kişilerde bulu­


nan bilgiler de doğruydu. Stratejinin o z a m a n yöneticiliğini
y a p a n Sisi lakaplı Seyhan Soylu'nun Aktüel dergisinden Ser­
han Yedig'e verdiği röportajda, uçuk anlatımlar haricinde çok
önemli şeyler söylediği görülmekteydi. Bu derginin, görünümü­
nün aksine, arkasında J Î T E M ' i n desteği ile yarı resmi amaçlar
uğruna (örneğin Silivri'de lüks bir plaj ve k a m p yeri açmak,
bu kampta bazı önemli şahsiyetlerin gizlice resimlerini çekmek,
çekilecek resimleri kullanarak tehdit, şantaj gibi y ö n t e m l e r i uy­
g u l a m a k gibi karanlık a m a ç l a r ) , resmi istihbarat birimleri ile
makul o l m a y a c a k biçimde iç içe ve yine istihbarat birimlerinin
uygulamayacağı y ö n t e m l e r kullanmak amacıyla yayın hayatına
sokulmuş olduğu söyleniyordu.

Bu tahkikat aşamasında Ümit Oğuztan'ın ve Tuncay


Güney'in ü z e r i n d e bulunan belgeler ve onların verdikleri ifade­
ler, bahsedilen olaylarla birlikte değerlendirildiğinde anlatılan­
ların ve belgelerin y a b a n a atılacak cinsten olmadığı görülmüş­
tü. A m a sanki bir karışıklık, perdelenmiş esrarengiz bir şey,
oyam içinde bir oyun vardı. Asla bakıldığında gerçeği göstermi­
yordu; normal subayların böyle bir şey y a p m a m a s ı gerekiyordu,
üstelik Strateji dergisinin arkasında olduğu söylenen kişilerin
önemli mevkilerdeki kişileri yazlık kamplarda kadınlarla görün­
tüleyerek, şantaj yapacağı fikri, azıcık devlet terbiyesi almış hiç
kimsenin d ü ş ü n e c e ğ i şey değildi.

340
1. Bölüm: D e v l e t

O d ö n e m d e , anlatılan düşüncenin ülkemizde belli çevreler­


de kabul görebileceği, demokrasi k ü l t ü r ü m ü z ü n maalesef böyle
bir olayı o l a ğ a n kabul ettiğini, belli kesimler arasında bu fikir
etrafında örgüt veya farklı isimler altında oluşumların olabile­
ceği değerlendirmesini y a p m ı ş t ı m . Fakat y i n e de olayla biraz
ihtiyatla y a k l a ş m a y ı daha uygun buldum.
Bu tahkikatın boyutu, bulunan belgeler, Stratejive derginin
arkasındaki J İ T E M veya J a n d a r m a n ı n diğer unsurları; kimle­
rin haberinin olduğu, bunu yaparken amaçlarının ne olduğu,
niye böyle bir karanlık y o l u ve y ö n t e m i d e n e m e k istedikleri ayrı
bir çalışmanın ve belki de ayrı bir kitabın k o n u s u n u oluştura­
cak ö n e m ve genişlikte bir konudur. B u n u n l a birlikte, T u n c a y
G ü n e y d e b u l u n a n "Ergenekon'un Reorganizasyonu" isimli do­
k ü m a n a bakıldığında, rejimi k o r u m a k amacıyla ağırlık merkezi
Silahlı Kuvvetler içerisinde bulunan, sivil unsurlarca da destek­
lenen ve her türlü illegal yol ve yöntemleri kullanabilen Ergene­
kon isimli bir örgütün mevcut olduğu, faaliyetlerde bulunduğu,
bu örgütün g ü n ü n şatlarına göre y e n i d e n yapılandırıldığı, gö­
rüş ve önerilerin örgüt içindeki birimlerce üst y ö n e t i m e yazılmış
olduğu iddiaları boş şeyler değildi, u y d u r m a olamazdı ve doğru
olma ihtimali çok yüksekti.

Ayrıca yıllar önce, Aydınlık'm ordu içerisinde ısrarla belli


bir grup askerin tarafını tutmakta ve başka askerleri şiddetle
eleştirmekte o l d u ğ u görülüyordu. D a h a doğrusu Aydmlık'ı iyi
takip edenler, ordu içerisinde en azından birden fazla grubun
olduğunu ve bir grubun bu dergiyle dayanıştığım kolayca anla-
yabiliyordu. Özellikle Org. Eşref Bitlis'in uçağının düşmesinin
ardından, Aydınlık dergisinin, G e n e l k u r m a y ı n kaza raporuna
rağmen ısrarla bu olayı suikast olarak anlatması ve bu konuyla
ilgili yayınları, ordu içerisindeki bir gruplaşmanın ve bir yarışın
ipuçlarını verir gibiydi.

Org. Eşref Bitlis'i taşıyan Cesna tipi u ç a k b u z l a n m a neticesi


düşmüştü. C e s n a uçak firmasının, uçağın b u z l a n m a n ı n neden

341
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

olduğu teknik bir arızadan dolayı düştüğünü kabul etmek is­


tememesi anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü arıza y a p a n bir
uçak tipi, d ü n y a ordularındaki pazar payını kayıp edebilecek­
tir. Oysa uçağın d ü ş m e nedeni suikast olursa, uçak firması hiç­
bir sorumluluk üstlenmeyecek ve m a d d i kaybı olmayacaktır.
Dolayısıyla teknik bir arıza nedeniyle düşen uçak hakkında su­
ikast raporu a l m a k için firma çok şey verebilirdi. Üstelik uçağın
d ü ş m e s i n d e n dolayı pilotun ailesine çok ciddi tazminat hükme-
dilmişti. Uçağın d ü ş m e s i n d e n doğan zararın, hayatım yitirmiş
pilota y ü k l e n m e s i n e isyan eden ablanın itiraz çabalan da bir
araya gelince, açılan hukuk davalarında bir taraftan bilirkişi­
lerin raporları, diğer taraftan kazayı ve bilirkişi raporlarını çar­
pıtan Aydınlık olayı içinden çıkılmaz hale getirmişti. O zaman
Aydınlık, y a n ı n d a iki albay olduğu halde bir generalin kendile­
rine yaptığı açıklamaya geniş olarak y e r vermişti. Veli Küçük
Ergenekon davasında tutuklanınca, Doğu Perinçek bir basın
toplantısı düzenleyerek, yıllar önce kendilerine Org. Eşref Bitlis
olayı hakkında açıklama yapan generalin Veli K ü ç ü k olduğunu
duyurdu. Bu ç o k sürpriz bir açıklamaydı; milliyetçi olarak bili­
nen Veli Küçük'ün maoist-komünist bir örgüt ile yıllarca ilişki
içinde b u l u n d u ğ u ve bu örgütle aralarında bir bağın olduğu
bu açıklamayla ortaya çıkıyordu. Bu bağ normal olamazdı. Veli
Küçük'ün bu bağı bunca z a m a n gizlemesi m a k u l değildi. Kı-
zılelma koalisyonu d e n e n ülkücü gençlerle komünist-maoist
bilinen Aydınlık grubu gençlerini buluşturma projesinde Veli
Küçük ve D o ğ u Perinçek'in gayretleri bunu doğruluyordu.

Aydınlık grubu diye de anılan D o ğ u Perinçek grubunun


İşçi Partisi, hiçbir z a m a n klasik a n l a m d a bir siyasi parti olma­
dı. Her z a m a n askeri, güvenlik ve istihbarat konularının içinde
oldu. İddiaları ve söylemleri sanki herhangi bir istihbarat teş­
kilatının söylemleri gibiydi. Öyle ki, sıradan bir istihbarat ör­
gütünün toplay amaya cağı bilgileri topluyor ve anlatıyordu. Bu­
nunla birlikte her defasında militarist anlayışın yanında durdu.

342
1 Holüm: Devlet

Üstelik bu d u r u s u n u ordu içerisinde bir grubu tutarak diğer


bir gruba hesapsız, kitapsız saldırarak ortaya koydu. İddia ve
kavgalarında herhangi bir delil olmasa dahi, örneğin Org. Eşref
Bitlis olayında olduğu gibi, iddia ediliyor, tahmin ediliyor vb.
söylemlerle en ciddi suçlamaları yapabiliyorlardı.
Susurluk Olayı'nın ardından TBMM'ele kurulan, kısaca Su­
surluk K o m i s y o n u olarak adlandırılan faili m e ç h u l cinayetleri
araştırma ve devlet içerisindeki çeteleşme faaliyetlerini soruş­
turma k o m i s y o n u n a ifade vermiştim.. Her z a m a n olduğu gibi ga­
zetecilerden uzak d u r m a y a çalışıyordum. M u h t e m e l e n telefonla
bana u l a ş a m a y a n Aydınlık dergisi yöneticisi Hikmet Çiçek'ten
halen saklamakta o l d u ğ u m bir faks aldım. Faksta, "hakkınızda
G e n e l k u r m a y İstihbarat Başkanlığı ndan ö n e m l i bilgiler aldık.
...bu konuda sizinle görüşmek istiyoruz..." deniyordu. Bir ki­
şinin, hakkımda G e n e l k u r m a y istihbaratında bilgi aldıklarını
bu kadar açık bir biçimde ifade etme cesareti rahatsız ediciydi.
Genelkurmay dahil tüm istihbarat teşkilatlarının ne olduğunu
çok iyi biliyordum; b e n i m hakkımda hiç kimsenin vereceği bir
bilgi yoktu. Böyle bir şey söz konusu olmazdı.

Bunun üzerine G e n e l k u r m a y İstihbarat Başkanlığıma " . . .


Hakkımda bilgi aldığını iddia eden Aydınlık dergisinden H.
Çiçek'ın faksı ekte gönderilmiştir..." diye bir yazı y a z d ı m ve ya­
zının ekine de ilgili şahsın çektiği faksı k o y d u m . Her olayda
derhal itiraz eden, adının kullanmasına tepki gösteren, mese­
leyi hemen mahkemeye taşıyan, suç d u y u r u s u n d a bulunan
G e n e l k u r m a y Başkanlığı bu olayda hiç ses çıkarmadı, tepki
göstermedi. Bu d u r u m fazlasıyla tuhaftı. B u n u n ertesinde Hik­
met Çiçek'i telefonla aradım, İstihbarat Daire Başkanlığı'run
boşaltmakta olduğu Genel Müdürlük doğu bloğunda buluştuk.
G ö r ü ş m e d e Hikmet Çiçek'e "Genelkurmay'dan h a k k ı m d a bilgi
aldığınızı söylüyorsunuz. Ne bilgisi aldınız?" diye sorduğumda,
bana sözlü olarak bilgi aldıklarını söyledi. Soğuk bir havada ge­
çen ve bir saate yakın süren görüşmede klasik konuların dışı-

343
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

na çıkmadık. Bu görüşmeden sonra Aydınlık grubunu izlemeye


d e v a m ettim. O z a m a n d a n beri askeri kurumlara yakın duruşu,
bu kurumların adlarını kullanması, ordu içindeki meselelerde
bir tarafı tutup diğer tarafa hakaret ve iftiraya varan saldırgan
t u t u m u n u g ö z l e m l e d i m ve bu davranışlarına karşı askerlerden
ciddi bir tepki aldığını d u y m a d ı m .
İleriki dönemlerde, Susurluk'ta asker ve j a n d a r m a n ı n da
rolü olduğunu söylememin ardından Aydınlık'ta başta Doğu
Perinçek olmak üzere derginin tüm yazarları her sayıda bana
saldırmaya, iftira ve hakaretler yağdırmaya başladılar. Bunun
üzerine açtığım davada hepsini m a h k û m ettirdim. Doğu Pe­
rinçek tazminatı ödedi ama dergideki diğer gazetecilerden hiç
kimse tazminat ö d e m e k istemiyordu; hiçbirinin adresleri doğru
değildi, adres verdikleri yerler boş çıkıyordu. Uzun uğraşılarım
sonucunda hepsinin adreslerini tespit edip, icra gönderdim. Bir
kişi hariç hepsinden tazminatı icra yoluyla zorla aldım. Bu olay­
da şunu g ö r d ü m : Ben bile tazminatı bu kadar zor tahsil edebili­
yorsam, diğer insanlar Aydınlık'ta çalışan gazetecileri tazminata
m a h k û m ettirseler dahi onlardan tahsilat yapmaları h e m e n he­
men imkânsızdı. Dolayısıyla kimseye tazminat ödemediklerin­
den, herkese rahatlıkla iddia ve isnatlarda bulunabiliyorlardı.

Daha sonraki d ö n e m d e , Ergenekon soruşturması sırasında


yakalananlar ve açılan tahkikatlar s o n u c u n d a bu olay somut
bir biçimde şekillendi ve böyle bir örgütün var olduğu görüldü.
Bu örgütün ortaya çıkarılmasından çok daha önemli olan, ör­
güt ortaya çıkarılmadan önce bu tür bir d ü ş ü n c e n i n ve anlayı­
şın kitleler ve devlet güvenlik örgütleri içerisinde veya onlarla
dayanışma içerisinde olan gruplar tarafından kabul g ö r m ü ş ve
desteklenmiş olmasıdır. Nasıl ki Susurluk Olayı terörle müca­
dele adı altında rejim muhaliflerinin, sistemi değiştirmek iste­
yenlerin susturulmasını sağlamak için hukuk dışı yollarla on­
ları y o k etme y ö n t e m i , bu amaçla oluşturulan örgüt ve yapılar
ve bunların z a m a n l a bozularak maddi çıkarlara d a y a n a n çete-

344
1. Bölüm: Devlet

leşme d u r u m u d u r . Ergenekon da devletin rejim için ö n g ö r d ü ğ ü


temel ölçütleri yerine g e t i r m e y e n / g e t i r m e k istemeyen bir siyasi
anlayışın iktidar olmasına mani olmak veya iktidar olmuş ise
zorla, a n t i d e m o k r a t i k yöntemlerle onu devirmek anlayışını sa­
vunanların oluşturduğu birliğin adıdır. Daha açık bir ifadeyle
anlatılırsa, E r g e n e k o n demokratik yöntemlerle iktidara gelmiş
bir h ü k ü m e t i n ve siyasi kadrolarının illegal yöntemlerle, zorla,
şiddetle, militarist yöntemlerle devrilmesini ve siyasi kadroları­
nın ve siyasi anlayışının tasfiye edilmesini savunan bir anlayış
ve düşünce çerçevesinde bir araya gelen bir gruptur. Bu anla­
yışın kendisi, bu tür bir örgütsel yapının varlığından çok daha
önemlidir. H e r ne kadar örgütün kendisi önemli olsa da, 3-5
kişinin böyle bir örgütlenmeye teşebbüs etmesi, bazı insanların
bu tür ilişkilerin ortasında bulunuyor olması, hatta bazı resmi
görevlilerin ve üst düzey askeri görevlilerin bu tür bir örgüt­
lenmenin içerisinde yer alması her z a m a n m ü m k ü n d ü r . Asıl
sorun, bu tür bir anlayışın kabul görüyor olması, savunulma-
sıdır. T ü r k i y e ' n i n geçmiş demokrasi pratiğinde Ergenekon ben­
zeri bir anlayışı savunanların hiç de a z ı m s a n a m a y a c a k sayıda
olduğunu, z a m a n içerisinde bu işi y a p m a y ı birçok defa dene­
diklerini veya m e v c u t hükümetleri değiştirmek için her yolu,
hatta z a m a n z a m a n belki binlerce, belki y ü z binlerce insanın
katledilmesini dahi meşru gördüklerini biliyor ve duyuyorduk.
Bu insanlar k e n d i inançlarına ve değerlerine uygun bir siste­
min var ve temel ölçütlerinin de belli olduğuna inanıyorlardı.
O z a m a n da bu temel ölçütleri değiştirmeye çalışanları veya
temel ölçütlere kendileri gibi y a k l a ş m a y a n herkesi düşman
olarak görüyorlardı. İşte en tehlikeli anlayış budur. Belki bu
yargılamalarda çok daha büyük, çok daha önemli şeyler ortaya
çıkarılabilir, çok sayıda b o m b a v e / v e y a silah bulunabilir veya
iddiaların, söylenenlerin, bulunanların hepsi yanlış, yalan ve
d ü z m e c e d e n ibaret olabilir. Yargılamalar beraatla sonuçlanabi­
lir. Bu çok ö n e m l i değil. Asıl önemli olan, Türkiye'de böyle bir

345
Haliç'te Yaşayan Simonlar

anlayışın var olmasıdır. Üstelik Türkiye'de bu anlayışı savunan


militarist kadroların ve bu kadrolarla dayanışma içerisinde olan
benzer d ü ş ü n c e ve anlayıştaki insanların a z ı m s a n m a y a c a k sa­
yıda olmasıdır. Bu insanların, bu tür bir anlayışı samimi olarak
savunuyor olmalarıdır, ö n e m l i olan b u g ü n k ü T ü r k Devleti içe­
risinde E r g e n e k o n ve Ergenekon benzeri d ü ş ü n c e ve anlayış­
ların kabul edilmemesi, gayrimeşru ilan edilmesi, yanlışlığının
ortaya k o n m a s ı ve devletin h u k u k sistemi içerisinde m e ş r u ku­
rumları aracılığıyla m a h k û m edilmesidir. Yargılama sonunda
bir veya birkaç kişinin ceza alması, cezanın az veya çok olması
hiç önemli değildir. M ü h i m olan bu düşünce ve anlayışın yanlış
o l d u ğ u n u n m a h k e m e tarafından tescil edilmesi ve hukuk sis­
teminin bu yanlışlığı m a h k û m etmesidir. Bana göre m a h k e m e
b u n u gerçekleştirdiği anda a m a c a ulaşılmış demektir.

Aslına bakılırsa y a k ı n geçmişte iki darbe, üç muhtıra gör­


müş, üstelik her darbeden sonra siviller ile darbeyi yapanların
ö n c e d e n anlaşarak darbe g ü n ü n ü beklediklerinin ortaya çıktı­
ğı bir ülkede, böyle bir örgütün veya farklı bir illegal yapılan­
m a n ı n olması hiç kimseyi şaşırtmamalı. Belki hiç bu açıdan
b a k m a d ı ğ ı m d a n , belki polis o l m a n ı n verdiği alışkanlıkla rejimi
k o r u m a k için her yol m u b a h anlayışının şuur altıma işlemiş ol­
duğundan, belki de geçmiş 12 Eylül dönemi öncesi artan terör
olayları nedeniyle darbe sonrasında olayların ve kanın durma­
sını u y g u n b u l d u ğ u m d a n bu sahadaki örgütlenmeler üzerinde
hiç d ü ş ü n m e m i ş t i m . Hâlbuki b u n u en iyi bilecek olan bendim,
çünkü yaşadıklarım ve bildiklerim b u n u n o l m a m a s ı n ı imkânsız
kılıyordu.

Devlet Nedir? Yetkileri Ne Olmalı?


T ü r k i y e ve bütün geri kalmış ülkelerde en büyük sorun dev­
letin tanımından ve sahip olduğu yetkilerden kaynaklanmakta­
dır. Devlet nedir? Nasıl olmalıdır? Devletin varlık nedeni nedir?
Bu sorulara verilecek cevaplar bizim devlete ilişkin sorunları-

346
1. Bölüm: Devlet

rnızın anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Tarihin erken dönem­


lerinde devlet, Batı'da derebeylerinin, Doğu'da ve bizde aşiret,
boy, kabile reisinin topraklara zorla el koymasıyla ve bu top­
raklar ü z e r i n d e y a ş a y a n insanlar üzerinde hak iddia etmesiyle
ortaya çıkmıştır. Z a m a n içerisinde bazen bir dini y a y m a k adına
hareket, ederek din devletlerine, bazen de belli bir inanç veya
ideolojiyi y a y m a k adına hareket eden ideoloji ve inanç devletle­
rine dönüşmüştür. B u g ü n k ü anlamda devlet, geçmişteki devlet
anlayışlarının y o k olup, yerini m o d e r n anlayışa bırakmış oldu­
ğu devlettir. M o d e r n anlayışa göre devlet, v a t a n olarak tanımla­
dığı sınırlar içerisinde kendisine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
vatandaşlarının huzur ve güven içinde y a ş a m a l a r ı n ı sağlayan,
vatandaşlarının ortak ihtiyaç ve isteklerini temin eden bir or­
ganizasyondur. Daha açık bir ifadeyle devletin tek amacı ve tek
varoluş sebebi vatandaşlarının huzur ve güvenini sağlamaktır.
Vatandaşların huzuru, güveni, rahatı nasıl sağlanacaktır? Bu
sorunun cevabı bizzat devletin vatandaşları tarafından verile­
cektir. Devletin vatandaşları kendi istek ve taleplerini kendile­
ri tartışacaklar, tartışma sonucunda karara varacaklar, ortak
kararlar doğrultusunda örgütlenerek (partileşerek) devletin yö­
netimine talip olacaklardır. Farklı kararlar etrafında toplanan
vatandaşların oluşturduğu farklı örgütler serbest bir seçim
sürecinde yarışarak, t ü m vatandaşların tercihi sonucunda bir
örgütü devletin yönetimine getireceklerdir. Vatandaşların hu­
z u r u n u n ve güvenliğinin nasıl sağlanacağına ilişkin vatandaş­
ların t ü m ü n ü n karar vermesine demokrasi denir. Dolayısıyla
demokrasiye d a y a n a n devletlerde, devletin varlık sebebi kendi
vatandaşlarının huzuru ve güvenliğini korumakla sınırlı olup,
huzur ve güvenliğin ölçüsü, nasıl sağlanacağı sorunu bizzat va­
tandaşlar tarafından tayin edilmektedir.

Oysa ü l k e m i z d e maalesef böyle olmuyor. Devlet vatandaşın


ne istediğini, nasıl istediğini biliyor ve tayin ediyor. Hatta devlet,
"benim v a t a n d a ş ı m doğruyu, iyiyi b u l a m a y a c a ğ ı n d a n vatanda-

347
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar .... . ...

şa sormaya gerek yok, ben yol göstermeliyim, ben y a p m a l ı y ı m ,


ben belirlemeliyim" diye kendince bir ölçüt koyuyor, bir ideoloji
inşa ediyor ve bir y ö n l e n d i r m e yapıyor. Hâlbuki resmi devlet
kurumlarının ve yetkililerinin asla ideolojileri olamayacağı gibi,
asla görüşleri de olamaz. Devlet ve devleti temsil eden kurum­
lar, güçler ve kişiler sadece vatandaşlarının y a p m ı ş olduğu ka­
nunlar çerçevesinde vatandaşlarının kendisine vermiş olduğu
görevleri y e r i n e getirirler. Amaçları vatandaşlarına, halkına hiz­
met etmektir. Halk nasıl bir hizmet istiyorsa onu yasalarla ta­
yin edecektir, yasalar da milli irade ile tayin edilecektir. Hiçbir
devlet k u r u m u (asker, maliye, bayındırlık vs.) vatandaşlarına
d a y a t m a d a b u l u n a m a z ; onların nasıl yaşayacaklarını söyleye­
mez, onlardan belli bir ideolojiyi, bir fikri, bir dünya görüşü­
nü savunmalarını talep edemez. Bu tür uygulama ve taleplerin
hiçbir meşru temeli yoktur. O l a m a z ve olmamalıdır. Olayların
doğru tahlil edilebilmesi ve görülebilmesi için bu çok net bir
biçimde anlaşılmalı ve herkes tarafından bilinmelidir.

T e k bir kişinin yaşadığı bir ülkede veya dünyada doğal ola­


rak devlete ihtiyaç yoktur. Fakat topluluk halinde y a ş a m a k zo-
rundaysak, devlete ihtiyaç duyarız. Devletin ilk görevi, toplumun
bireyleri arasındaki işbirliği için, belirli tür hizmetlerin (örneğin
herkes yol yapamaz, herkes telefon şebekesi, elektrik teşkilatı
vb. kuramaz) ortak ve tek elden yapılabilmesi için alt yapıyı sağ­
lama rolünü üstlenmek, toplumun ortak hizmetlerini koordine
edecek bir ortak hizmet noktasını tanzim etmektir. İkinci görevi,
toplumu oluşturan bireylerin güvenliğini sağlamaktır. T o p l u m u
oluşturan bireylerin tümünün polis, t ü m ü n ü n asker olması bek­
lenemeyeceğine göre, bireylerin ve toplumun ortak sorunu olan
güvenlik sorununu çözmekle görevlidir. Aslında, devletin vatan­
daşlarının ortak iç ve dış güvenlik ihtiyaçlarının su, elektrik, te­
lefon gibi diğer ortak ihtiyaçlarından hiçbir farkı yoktur.

Devletin bu iki asli görevi, toplumu oluşturan birey ve grup­


ların kendi kişisel dünyalarında rahat ve huzur içinde yaşama-

348
1. Bölüm: Devlet

l a n için gereken her türlü tedbiri almakla sınırlıdır. T o p l u m u


oluşturan birey ve grupların kendi kişisel d ü n y a l a n n d a nasıl
yaşayacakları, nasıl davranacakları hiçbir biçimde devletin gö­
rev tanımına dahil değildir ve devletin bu alanda tedbir alma,
d ü z e n l e m e y a p m a yetkisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte
t o p l u m u oluşturan birey ve grupların kendi aralarında, birey ile
birey, birey ile gruplar arasında ortaya çıkacak olası sorunlara
devletin m ü d a h a l e etmesi, bu sorunlan toplumun o günkü ve
geçmişteki ortak teamüllerine ve hatta insanlığın tarihsel süreç
içerisinde oluşturmuş olduğu evrensel teamüllere göre çözmesi
gerekir ve müdahalesi bu sınırlar içerisinde kalmalıdır. Azınlığın
h a k l a n korunarak, çoğunluğun talepleri yerine getirilmelidir.

Devletin ve kurumlarının, t o p l u m u oluşturan birey ve grup­


ların kişisel dünyalarına m ü d a h a l e etmesinin, belirli bir hayat
tarzını ve davranış biçimini dayatmasının, bu alanda söz hakkı
iddiasının hiçbir meşru dayanağı yoktur. Aksi takdirde, iddia
edilecek m e ş r u l u ğ u n kaynağının ne olduğu ve hak iddiasını
ne üzerinde temellendirdiği sorularının sorgulanması gerekir.
Tarihte örnekleri g ö r ü l d ü ğ ü gibi devlet, belirli bir ideoloji veya
belirli bir din ve inanç çerçevesinde örgütlenmişse, halkın ta­
leplerini dikkate almaksızın, bu ideoloji veya inanç doğrultu­
sunda topluma m ü d a h a l e edebilir. Her ne kadar bu tür bir mü­
dahalenin bilimsel bir dayanağı, evrensel d ü z e y d e bir gerekçesi
y o k s a da da devletin dayandığı ideoloji ve inanç çerçevesinde
m e ş r u görülebilir. Örneğin Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u n u n veya
Avrupa'nın Hıristiyan devletlerinin amaçları, sahip oldukları
dinsel inancı y a y m a k ve savunmaktır. İnançlarını ve bu inanç­
ları doğrultusunda m ü d a h a l e haklarını bir d ü ş ü n c e bütünlüğü
içerisinde iddia edebilirler. Ya da bir beylik veya hanedanlık
devletinde o b e y veya h a n e d a n devletin bütün topraklarının
kendisine ait o l d u ğ u n u iddia ediyorsa, devletin kuruluş amacı­
nın bu o l d u ğ u n u savunuyorsa, yapacağı her türlü tasarruf bu
çerçevede değerlendirilebilir ve kabul edilebilir.

349
Haliç'te Yaşayan Sımonlaı

Fakat g ü n ü m ü z dünyasında, m o d e r n devletlerin tek ama­


cı vardır: vatandaşlarının huzurunu, rahatını, refahını ve gü­
venliğini sağlamaktır. Vatandaşlarının h u z u r u n u n , rahatının,
refahının ve güvenliğinin ne olacağını tayin e t m e k sadece va­
tandaşların kendisine ait bir haktır. Devlet ancak vatandaşla­
rının belirlediği doğrultuda hareket eder ve buna uygun olarak
şekillenir. Bir t o p l u m d a yaşayan insanların kendi istekleri ve
arzularına u y g u n olarak belirlemiş olduğu bir y ö n e t i m biçimi­
nin dışında bir y ö n e t i m biçimini d a y a t m a n ı n meşru bir temeli
yoktur. Kendi söylemlerine ve ölçütlerine göre de mantıksal bir
açıklaması bulunmamaktadır.

Her t o p l u m u n kendi sorunlarına ilişkin cevapları, kendi ya­


şam biçimlerini, geleceklerini akıl ve bilim ölçeğinde araması
gerekir. Aklın ve bilimin dışında herhangi bir ölçütü kabul et­
m e n i n ve t o p l u m d a n istemenin hiçbir meşru gerekçesi olamaz,
ö r n e ğ i n dayandığı temel ilke akıl ve bilim olan laiklik anlayışını,
akıl ve bilimin ölçütleri dışında başka dogmalara göre düzen­
lemeye çalışmak, bizzat laiklik anlayışına aykırı davranmaktır.
A k i m ve bilimin dışındaki bir ölçütün, bu ölçüt ne olursa olsun,
hangi ideoloji tarafından belirleniyor olursa olsun, toplum ve
devlet hayatına getirilmesi laikliğe aykırıdır. Bunlar herhangi
bir dinsel inanç ve duygu veya gelenek ve g ö r e n e k de olabilir.
Belki daha s o m u t olarak, şu kişinin veya bu kişinin şu dev­
let adamının veya Atatürk'ün görüşleri olduğu söylenebilir. Bu
görüşler de asla makul değildir. B u r a d a olması gereken ölçüt,
toplumun k e n d i değerleri, inançları, istekleridir ve toplum içe­
risindeki örgütlü yapılar aracılığıyla y ö n e t i m e geldikleri sürece
makuldür. B e ğ e n i p b e ğ e n m e m e k kimsenin h a d d i n d e olmadığı
gibi kimsenin hakkı da değildir. T o p l u m u n seçtiğine herkesin
saygı d u y m a k mecburiyeti vardır.

H e r rejim, her devlet değişime karşı direnen tutucu ve doğal


bir yapıya mutlaka sahiptir. Krallıklar, rejimin ve kralın değiş­
m e m e s i için bir takım kurallar koyarlar ve krallığın yıkılması-

350
1. Bölüm: Devlet

nı isteyenlere karşı tedbirler alırlar. Teokratik devletler de yine


kendi devletlerinin rejimlerinin değişmemesi için tedbir almış­
lardır. B u n u n l a birlikte dünya her z a m a n değişmiş, o safha­
lardan geçerek bugünkü m o d e r n devletlerin ortaya çıkması ile
sonuçlanmıştır. B u g ü n k ü y ö n e t i m biçimleri de demokrasinin
kurallarına u y g u n olarak başka bir rejime, daha iyiye doğru
değişmek mecburiyetindedir. Bu, dünyanın sonu değildir. T o p ­
lumsal gelişimin de, toplumsal evrimin de sonu değildir. Mev­
cut t ü m rejimler mutlaka değişecektir.

Bugün için Türkiye Cumhuriyeti A n a y a s a s ı n d a k i bazı hu-


suslan değişmez kurallara bağlamak da asla akılla izah edilecek
bir konu değildir. Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif
dahi edilemez türündeki maddelerini savunan anlayış, bugün
için kendini haklı kabul edebilir, bu maddelerin akla ve bilime
uygun olduğunu, aksini savunmanın m ü m k ü n olamayacağını
söyleyebilir. Sorun bu maddelerin doğruluğu veya yanlışlığı değil,
bir ülkede t ü m halkın istemesine rağmen değiştirilemez m a d d e
veya ölçüt koymanın yanlışlığıdır. Belki Türk halkı hiçbir z a m a n
bu maddeleri değiştirmeyi düşünmeyecek, değiştirilmesine karşı
çıkacaktır. Önemli olan husus değiştirilemez m a d d e koyma an­
layışının yanlışlığıdır. Hiçbir argüman ve sebep ileri sürerek hiç
kimse halkın yüzde y ü z ü n ü n isteyip de değiştiremeyeceği bir hu­
susun olabileceğini savunamaz, savunanın da gerekçesi kabul
edilemez. Mutlaka değişmek mecburiyetinde olana karşı önlem
alınamaz. Bununla birlikte alınabilecek önlemin ve değişimin öl­
çüsü de akıl ve bilim olmalıdır. T o p l u m u n kendi değer yargılan-
nın belirleyeceği bir ölçü temel alındığı z a m a n değişim iddiası dı­
şındaki tüm iddialar, tüm kurumsal dayatmalar ve topluma y ö n
vermelerin hepsi gayri meşru k o n u m u n a gelir. Asla meşru ze­
minde kabul edilemez, asla tartışılamaz. Bunların doğruluğunu
söylemek asla akılla izah edilebilecek bir şey değildir. Hiç kimse
belli devlet kurumlarının isteklerinin doğru olduğunu iddia ede­
rek toplumun bu istekler doğrultusunda şekillenmesi gerektiğini

351
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

söyleyemez. Türkiye şartları içerisinde yönlendirilmiş, psikolojik


harekâta m a r u z kalmış, Türkiye'de resmi ideolojinin yönlendir­
mesiyle halen b u n u savunan insanlar ve bilim adamları olabilir,
a m a maalesef onlara bilim adamı denemez, sadece adları itiba­
rıyla bilim adamlarıdır; taşıdıkları niteliklerle değil.
D ü n y a ölçeğinde batı dünyasına ve kalkınmış ülkelere bak­
tığınızda bizim ülkemizdeki d u r u m u n aksine, oralarda tek öl­
çüt kendi insanlarının fikir ve düşünceleridir. O ülkelerde dev­
letin resmi kurumları asla bir ideolojiye sahip değildir, devletin
kurumları t o p l u m karşısında bir hak iddia etmez ve hatta böyle
bir şeyin tartışılmasını d ü ş ü n m e y i bile abes karşılar. Bu açıdan
bakıldığında, Türkiye'deki resmi kurumların d u r u m u n u , bun­
ların hal ve davranışlarını a n l a m a k m ü m k ü n d ü r .

Türkiye öyle bir noktaya gelmiştir ki halkın kendi iradesi


ile seçtiği h ü k ü m e t i n yöneticilerinin pek çoğu resmi kurumlar
karşısında aciz kalmaktadır. A n c a k bu k u r u m l a r a yakınlaşa­
rak bir varlık gösterebilmektedir. Maalesef kendisine bir takım
sıfatlar atfedilen birçok kişi de t ü m bu olanları savunabilmek­
tedir. Zaten bu ülkede bu kadar büyük yanlışlıkların hâlâ var­
lığını sürdürmesinin nedeni de fikir ve d ü ş ü n c e alanında bu
kadar büyük sapkınlığın o l m a s ı n d a n k a y n a k l a n m a k t a d ı r .

Bugün "Bölge"de Kişilikli İnsan Yetiştiremeyiz!


Ö z g ü r bir insanda kişilik gelişir; baskı altında olan bir in­
san doğru bildiği gibi değil, kendisinden istendiği gibi davranır.
D o ğ u d a gece P K K , g ü n d ü z devletin fiziki ve fiili baskısı altında
olan insanlar nasıl kişilikli davranır? G e c e P K K ' n ı n , g ü n d ü z gü­
venlik kuvvetlerinin şiddeti dayattığı bir y e r d e nasıl doğru düz­
gün, kişilikli ve karakterli bir insan olabilir? Baskının h ü k ü m
s ü r d ü ğ ü koşullarda kişilik oluşur m u ? İşin, e k o n o m i k özgür­
lüğün ve sosyal g ü v e n c e n i n olmadığı bir y e r d e şahsiyet gelişir
m i ? Peki böyle bir d u r u m d a gelişmeden bahsedilebilir m i ? İcat,
yenilik olur m u ?

352
1 Bolum: D e v l e t

P K K ' n ı n h e r z a m a n , herkese zor ve şiddet uygulamadığı;


devletin herkese kanunsuz davranmadığı söylenebilir. Fakat
bölgedeki g ü n l ü k y a ş a m ı göz ö n ü n e alırsanız her anın, her ola­
yın bir insan üzerinde nasıl bir baskı yarattığını kavrayabilir­
siniz. Mesela, d ü ş ü n ü n ki gece P K K l ı l a r evinize geldi. E k m e k
istiyorlar, yol soruyorlar, güvenlik kuvvetleri hakkında bilgi is­
tiyorlar, hatta daha da ileri giderek kendilerine maddi destek
vermenizi ya da ç o c u ğ u n u z u n kendilerine katılmasını istiyor­
lar. Bu taleplere hayır diyerek karşı çıkabilir misiniz? Ailenizin
ve kendinizin can güvenliği için, ailenizi k o r u m a içgüdüsüyle
örgütten y a n a g ö z ü k m e y e çalışarak dediklerini y a p m a n ı z çok
doğaldır. O o r t a m d a yaşayan insanların m a d d i imkânı olmadı­
ğından bölgeyi de terk edemiyor, m e c b u r e n örgütten y a n a y m ı ş
gibi bir t u t u m sergilemeye d e v a m ediyorlar. Bu durum, bölgede
yaşayan herkes için geçerli olan normal bir y a ş a m biçimidir.
Diğer taraftan da gündüzleri askerler veya polis geliyor, örgüt
hakkında bilgi istiyor, örgüte y a r d ı m etmemeleri k o n u s u n d a
halkı uyarıyor. Köylü karşı çıksa, aklından geçirdiği gibi dav-
ransa gözaltına alınabileceğinin, m a ğ d u r edilebileceğinin, ka­
n u n d a n b a h s e t m e k istese de k i m s e n i n onu dinlemeyeceğinin
farkında. G e ç m i ş t e kimlerin infaz edildiğini, hangi köylerin ya­
kıldığını, m ü l k i amir ve savcıların şikâyetlere dahi bakmadığını
biliyor. G ü n e y d o ğ u ' d a k i y a ş a m ve burada y a ş a y a n insanlar gö­
r ü n d ü ğ ü n d e n çok daha ağır ve büyük güçlerin baskısı altında­
dır. Bu baskıya kimsenin tek başına veya bir grup olarak karşı
koyması m ü m k ü n g ö r ü n m ü y o r . Belki u z a k t a n bakılınca yaşa­
nanlara direnç göstermek kolay görünebilir ama hiç kimsenin
bu bölgedeki baskılara d a y a n a m a y a c a ğ ı kesindir.

Bu baskılar veya aklına esen her şeyi y a p m a kudretine sa­


hip güçler karşısında inandığı ve d ü ş ü n d ü ğ ü gibi davranama-
yan, buna izin verilmeyen insanlar m e c b u r e n sahtekârca dav­
ranacaklardır. U z u n süre bu şekilde y a ş a m a k z o r u n d a kalan
insanlarda sahtekârlık bir y a ş a m biçimine ve davranış şekline

353
Haliç'te Yaşayan Simonlar

dönüşür. Bir kişilik halini alan sahtekârca davranmak, o ortam


içerisinde b u l u n a n her insanı da böyle d a v r a n m a y a itecektir.
Yukarıda anlatılan y a ş a m tarzının biraz y u m u ş a k biçi­
mi, ülke genelinde büyük çoğunluk için de geçerlidir. Hukuk,
adalet, eşitlik ilkelerinin herkes tarafından özümsenmediği
bir toplumda, herkesin istediği eğitimi göremediği, e k o n o m i k
özgürlüklerin olmadığı, kişilerin geçimlerini sağlayacak bir iş
bulamadığı bir o r t a m d a kişilikli insanlardan bahsedilemez. İn­
sanlar daha iyi imkânlara k a v u ş m a k için, işini k a y b e t m e m e k
için yetkilerini keyfi kullanan kişilere karşı çıkamaz. Hatta yet­
kililerin m a k u l isteklerine dahi aşırı hassasiyet gösterecekler,
onları m e m n u n etmek için kişiliklerinden; tehlike ihtimallerini
bertaraf etmek için istemeden onurlarından, hatta namusların­
dan taviz vereceklerdir. İstenilen şekilde davranmadığı takdirde
işten çıkarılma ihtimalinin ne d e m e k o l d u ğ u n u ancak bu riskle
karşı karşıya kalanlar bilebilir.

İnsanlar baskı altında değil, özgür oldukları, güven içinde


yaşadıkları ortamlarda düzgün bîr kişilik geliştirebilirler. Sağlam
karakterli güçlü insanların oluşturduğu kurumlar fonksiyonla­
rını çok daha iyi yerine getirir ve bu kurumlara sahip toplum­
lar daha hızlı kalkınır. Bu tür toplumlarda daha çok artı değer
yaratılır, insanlar huzur içinde yaşarlar. Ü l k e m i z d e kurumlar,
makamlar ve kişiler en ufak bir rüzgâr çıktığında h e m e n sav­
ruluyor, en hafif bir fiske ile yıkılıyorlar. G ü ç k i m d e ise o tarafa
yaslanıyor, hatalı veya yanlış olana karşı koymuyor, görevlerinin
gereklerini yerine getirmiyorlar. G e ç m i ş d ö n e m l e r d e askerlerin
yönelimlerine göre bütün kurumlar kanun, hukuk, demokrasi
vb. her şeyi bir tarafa bırakarak, h e m e n askerin yanında yer
alıyorlardı. O anlı şanlı kurumlar demokrasi ve hukuk adına ta­
vır koyamadı, hepsi " S i m o n " gibiydiler. 1960 İhtilali ve sonrası,
kurumların bu k o n u d a göstermiş oldukları korkunç örneklerle
doludur; 12 E y l ü l d e epey kötü sınav verildi, 28 Şubat, kapatma
davası vs. daha da vahimdi. Fakat şimdi güç odağı değişti; şimdi

354
1. Bölüm: D e v l e t

hükümet, başbakan bu güce sahip, rüzgâra göre eğilenler, bu


defa da bu y e n i rüzgâra göre eğilmeye başladılar.
Ülkenin ilerlemesi, kalkınması için önce kişiler sosyal ola­
rak gelişmelidir. Sosyal olarak gelişmiş insanlar ve onların oluş­
turduğu sivil örgütler onurlu bir duruş sergileyebilir ve ülkenin
kalkınmasına katkıda bulunabilir. Kişiliğin sosyal gelişimi kolay
değildir; belirli ortamlarda ve koşullarda gerçekleşebilir. Özgür­
lüğün olmadığı bir ortamda, insanın konuşmalarından dolayı
sorgulanabildiği, hakkında davalar açılabildiği, birilerine hedef
gösterilebildiği veya birilerinin hedefi olabildiği ve hatta düşün­
celeri nedeniyle şiddete maruz kaldığı veya kalma riskinin oldu­
ğu bir ortamda insan kişiliği gelişebilir mi? Örgüt, devlet, kanun
ve polis tehdidinin olduğu bir ülkede nasıl sağlam karakterli in­
sanlar yetişebilir? Bu koşullara b a k m a d a n 'neden bu ülke geliş­
miyor?' diye soruyoruz. Gelişmemesi anormal bir durum değil ki.
Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün tam olduğu, ayıplanma
ve horlanma tehdidinin olmadığı sosyal ve siyasal ortamlarda,
kimsenin kimseye muhtaç olmadan yaşama imkânına sahip ol­
duğu, iş ve ekonomik gelir temin edilebilen toplumlarda insan -
l a n n kişilikleri gelişebilir. Kurumları kişiler, devleti ise kurumlar
yüceltir. Devletin yücelebilmesi için kurumların yücelmesi, ku­
rumların yücelebilmesi için de kişilerin yüceltilmesi gerekir.

Bir k u r u m u yüceltecek kişiler, kişisel gelişimlerini sağlayabil­


meli, özgürce düşünebilmeli, yanlışları irdeleyemediği kurallarla,
geleneklerle, tek tip insan yetiştirme amacmdaki eğitimin sun­
duğu resmi ideolojiyle kendini sınırlamamak, kendilerini anlam­
sız kurallar içine hapsetmemelidir. Bu tür ortamlarda insanların
kişilikleri oluşur, fikri tartışmalardan, yeniliklerden etkilenirler,
k u r u m l a n m ve çevrelerini yanlıştan korurlar, kimlikleri ve kişi­
likleri rüzgârlardan etkilenmez, her rüzgârın önünde eğilmezler.

Ülkemiz, bırakın amirini eleştiren, yanlış karşısında tavır


koyan ve görevinin gereğini y a p a n insan bulmayı, m e v c u t güç
merkezinin g ö z ü n e girmek için kural tanımadan her türlü değeri

355
Haliç'te Yaşayan Simonlar

ayaklar altına alan, ü s t ü n ü n istediği her şeyi itirazsız yerine ge­


tiren kişilerle doludur. Bu tür kişilerle bu ülke nereye gidebilir?
Batı'da başbakanlar, bakanlar yanlış yaptıklarında m a h k e m e ­
lerce yargılanırken bizde hiçbir yargılamaya m u h a t a p olmazlar.
İdeolojik açıdan öteki olarak gördüklerine karşı çıkanları bir
tarafa bırakırsak ülkemizde yanlışlara karşı çıkan, meseleleri
sorgulayan insan sayısı çok azdır. Bu d u r u m her meslek ve ke­
sim için geçerlidir. H e r alanda yağcılık yapan, kendi menfaatini
düşünen, ilkesiz, vicdani duyarlılığa sahip o l m a y a n , ahlaki ve
manevi hazzı bilmeyen türde insanlar yaratılıyor.

Gelişmiş ve Geri Kalmış Ülkelerdeki Yapı: Resmi


ve Sivil Doku
Geri kalmış ülkelerle kalkınmış ülkeler arasında ilk bakışta
göze çarpan en önemli fark resmi ve askeri d o k u n u n görünüş
biçimidir. M a d d i olarak kalkınmış olmakla birlikte toplumsal
olarak geri kalmış bütün ülkelerde resmi üniforma, resmi araç
ve gereç, askeri faaliyetler her z a m a n ön plandadır. Televiz­
yonlarda, sosyal hayat içinde her olayda resmiyet önde durur.
Genellikle devlet ve h ü k ü m e t başkanları hep resmi giyinmeye,
resmi d a v r a n m a y a çalışırlar. Merasimlerde, bayramlarda her
z a m a n askeri geçitler yapılır ve askeri törenler öne çıkarılır;
herkes üniformalıdır. Böyle bir ülkeyi gözlemlediğinizde hiç te­
reddütsüz sosyal olarak geri kalmış, özgürlüklerin sınırlandırıl­
dığı bir ülke o l d u ğ u n u söyleyebilirsiniz. Bir ülkede görünen as­
keri yapı, üniforma, militarist işaretler ne kadar ön planda ise
o ülkenin geri kalmışlık düzeyi de o kadar yüksektir. Örneğin
Avrupa ülkelerinde trafik polisinden başka (o da yeterli oranda­
dır, asla bizdeki kadar değildir) resmi üniformalı hiçbir görevli,
makineli tüfekle nöbet bekleyen polis ve asker göremezsiniz. Şu
söylenebilir; O ülkelerin bizim özel koşullarımıza sahip olmadı­
ğı, P K K gibi illegal örgütler b u l u n m a d ı ğ ı n d a n , polis ve askerin
nöbet tutmasına gerek olmadığı söylenebilir. G e r ç e k t e n sorul-

356
1. Bolum: Devlet

ması gereken doğru soru şudur: Ü l k e m i z d e P K K olduğu için mi


silahla nöbet tutuluyor? Yoksa silahla nöbet tutulduğu için mi
P K K var? Yani, bir terör örgütü var olduğu için mi devlet bas­
kıcı bir t u t u m içinde, yoksa devletin baskıcı tutumu nedeniyle
mi böyle bir terör örgütü ortaya çıktı? Bu soruların cevabını iyi
düşünerek v e r m e m i z gerekiyor.

Bir keresinde Japonya'ya gitmiştim. Osaka'da dört gün sü­


resince şehirde gezerken, J a p o n polisinin tutumunu, kıyafetle­
rini, kullandığı araçları g ö z l e m l e m e k için etrafa b a k m a m a rağ­
m e n bir tane bile polis g ö r e m e m i ş t i m . Bir ara resmi g ö r ü n ü m ­
lü, motosikletli iki kişi gördüm, kanaatimce göre Japon trafik
polisiydi. B e n c e ölçü bu olmalıydı. Aynı şekilde kısa süreli ola­
rak en az 20-30 defa b u l u n d u ğ u m Avrupa ülkelerinde sokakta
resmi üniformalı polisi çok az, askeri üniformalı kişileri ise bir
veya iki defa görebildim. Bu d u r u m sadece üniformalı bir görev­
liyi fiziki olarak g ö r e m e m e k t i , b e n i m gibi ülkenin dışından gelen
birisinin polisin toplumsal y a ş a m üzerindeki etkisini hissetme­
si m ü m k ü n değildi. Kalkınmış ülkelerdeki sokak ve caddelerde
hiçbir z a m a n resmi geçitler göremezsiniz, basında askeri güç­
leri öne çıkaran haberler yer almaz, ordu mensupları beyanat­
lar vererek etkin olduklarını göstermez. Bence bu durum, bir
t o p l u m u n sosyal kalkınmışlık düzeyinin ve demokrasisinin en
önemli göstergesidir. Şu soruyu s o r m a d a n d u r a m ı y o r u m : Aca­
ba bizim ü l k e m i z dışarıdan bakıldığında nasıl görünüyor?

Köleliğe İtiraz
Köleler hiçbir z a m a n köleliğe karşı çıkmamışlardır, bu sis­
teme asıl karşı çıkanlar özgür insanlardır. Köleler kendi du­
rumlarını kabullenerek, sadece sahiplerinden durumlarını iyi­
leştirecek şeyler yapmasını (daha iyi m u a m e l e , biraz daha fazla
y e m e k , vb) talep etmişlerdir. Köleliğin adaletli olmasını istemiş­
lerdir; hâlbuki varoluş temeli b a k ı m ı n d a adaletsiz bir sistem­
d e n adalet b e k l e m e k boşuna, bir çabadır.

357
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar ..

Köle sahipleri kölelik düzeninin devamını istiyor, köleler de


bu düzeni kabulleniyorlardı. Efendinin adamları da bu düzen­
de kendi üzerlerine düşen rollerini layıkıyla yerine getiriyor­
lar, hiçbir biçimde bu düzene karşı çıkmıyorlardı. Köle olarak
doğmuşlar, tanıdığı herkes gibi köle yaşamışlar ve köle olarak
y a ş a m a y a d e v a m ediyorlardı. Yaşadıkları d ü z e n d e n farklı bir
sosyal düzen tanımıyor, farklı bir düzenin olabileceğinden ha­
bersizlerdi. Bu nedenle düzenin değiştirilmesini değil de, dü­
zenin ve kendi durumlarının biraz daha iyileştirilmesini talep
edebiliyorlardı.

Bugün bizim içinde b u l u n d u ğ u m u z d u r u m da bir anlam­


da bir kölelik düzenidir. Biz de sanki eski çağlardaki köleler
gibiyiz? İçinde yaşadığımız düzeni olduğu gibi kabulleniyoruz.
Ruhlarımız ve akıllarımız adeta esarete alışmış; özgürlüğün ne
olduğunu tam olarak bilmediğimiz için m e v c u t d u r u m u doğru
olarak kabulleniyoruz. Yaşadığımız sistemden dışında bir şey
g ö r m e m i ş kişiler olarak, bu sistem dışında başka bir sistem
aramamız, istememiz m ü m k ü n m ü ? Z a m a n ı n köleleri mi, yok­
sa gerçek m a n a d a özgür insanlar mıyız? Farklı alternatifleri
görerek mi bu hayatı tercih ettik? Yoksa verili olana alışık ol­
d u ğ u m u z d a n mı bu düzenin dışına çıkamıyoruz? B u n d a n emin
değilim.

Bu toplumda, birçok kişi diğerlerinin hakkını gasp edebili­


yor, onlara keyfi m u a m e l e yapabiliyor. Yüksek düzeydeki yöne­
ticiler keyiflerine göre atama yapabiliyor; istediği kişiye istediği
görevi ya da ruhsatı verip, devlet imkânlarını istediği şekilde
tahsis edebiliyor, iki üç tane odacı, temizlikçi kullanabiliyor.
Evde ayrı, işte ayrı hizmetliler, kendilerine tahsis edilmiş ma­
k a m araçları, lojmanlar... Efendilerimiz kendilerine y a k ı n du­
ranlara nimet dağıtıyor, uzak duran yağcılık yapmayanlara
m ü m k ü n olanın en azını veriyor veya görevinden uzaklaştırıyor.
Herkes bu d u r u m u kanıksamış, kabul etmiş görünüyor. Her­
kes kendi çıkarını gözetme, fayda sağlama peşinde. Kendisine

358
1. Bölüm: Devlet

yapılmadığı m ü d d e t ç e sistemdeki haksızlık ve hukuksuzluk­


lara ses çıkarmıyor, ama hukuksuzluk kendisine yönelirse o
noktada itiraz e t m e y e başlıyor, zira bu sistemin bizatihi yanlış
olduğunu d ü ş ü n m ü y o r . G ü n ü m ü z d e sahip oldukları yetkilerle
ve keyfi uygulamalarıyla k a m u gücünü kullananların m o d e r n
z a m a n ı n efendilerini, onlara tâbi olanların ise köleleri temsil
ettiğinden hiç şüphe var mı?

Resmi Kurumlardaki Ast-Üst İlişkisi


İçinde b u l u n d u ğ u m çevre beni de bu düzene uygun dav­
ranmaya z o r l u y o r d u . Yanlış o l d u ğ u n u bilmekle beraber benim
de iki k o c a m a n m a k a m o d a m , iki m a k a m otomobilim, özel veya
resmi misafirlerimi g e z d i r m e m için bir tane vip m i n i b ü s ü m , ay­
rıca eşim için bir otomobil, k o c a m a n bir lojman, iki tane hiz­
metli, 3 şoför, 2 koruma, evde başka bir y a r d ı m c ı hizmetlim
var. Zile basıyorum çay ve kahve geliyor, telefonlarımı sekreter
bağlıyor, ister sabit isterse de cep telefonundan istediğim kadar
sınırsız konuşabiliyorum. Sahip o l d u ğ u m imkânların birçoğu­
nu h a t ı r l a m ı y o r u m dahi. Benden çok daha fazla imkânlara sa­
hip emsallerim de vardı. En mütevazısı bendim. Fakat bana
sağlanan imkânları biraz daha azaltsam "gösteriş için, müteva­
zı g ö z ü k m e k için yapıyor" denmesi ihtimalinden k o r k u y o r d u m .
Bana bağlı olarak görev y a p a n 22 kişilik ekibi azalta azalta an­
cak 10 kişiye düşürebilmiştim.

Oysa bana sağlanan imkânlardan daha fazlasını kullan­


m a m k o n u s u n d a astlarım "senin hakkın m ü d ü r ü m , kullan"
şeklinde telkinde bulunuyorlardı. Onlar kötü niyetle değil, sa­
m i m i olarak b e n i m bunları y a p m a y a h a k k ı m ı n olduğuna inan­
mışlardı; bir m ü d ü r olarak devletin imkânlarını istediğim gibi
kullanmak h a k k ı m d ı . T ü m illerde ve kurumlarda d u r u m buy­
du, böyle görmüşler, böyle bir ortamda çalışmışlar ve ilerde terfi
edip yükseldiklerinde, kendileri de böyle olacaklardı. Akılları ve
mantıkları d" b u n u uygun görüyordu. Bu, n a m u s l u ve dürüst

359
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

olarak kabul edilen görevlilerin yaklaşımıydı. Kendilerini dü­


rüst olmayanlar, yani rüşvetçi, baskıcı, m a d d i menfaat temini
için haksızlık y a p a n , h u k u k tanımayanlardan ayırıyorlardı.
Bu d u r u m h e m e n h e m e n her k u r u m d a geçerliydi. Her yerde
ve her k a d e m e d e , hatta üst k a d e m e l e r d e daha da y o ğ u n olarak
hissediliyordu. Bakanlar, genel müdürler, başkanlar, valiler,
müdürler, hepsi daha keyfi ve daha ölçüsüz olarak imkânları
kullanıyor, b u n u kendilerinde bir hak olarak görüyorlar. Geç­
mişte yetki kullanımına ilişkin anlatılan bir fıkrada, valilerin
a d a m asma yetkilerine sınır getirilip hiç kimse m a h k e m e kararı
olmadan asılmayacak dendiğinde zamanın E r z u r u m Valisinin
"keyfımce bir a d a m bile aşamadıktan sonra, ne y a p a y ı m ben
valiliği" dediği anlatılır. Bu tabii bir d u r u m u abartan fıkra, fa­
kat daha düne kadar ben, hiçbir sebep g ö s t e r m e d e n yüzlerce
evi arayabildiğimizi, insanları gözaltına alabildiğimizi, istediği­
miz iddialarda bulunup işlem yaptığımızı hatırlıyorum. Kimse
bunu inkâr e d e m e z . 1984 yılma kadar fiilen yaptığım soruştur­
ma, operasyon büro amirliği, siyasi şube m ü d ü r l ü ğ ü görevle­
rim esnasında ne kadar ev ve işyeri aradığımızı, ne kadar insan
gözaltına aldığımızı dahi hatırlamıyorum. B ü t ü n ev aramaları­
nı gece yapardık, hiç m a h k e m e kararı ve savcı talimatı alma­
dık. Belki terör şüphesi, örgüt evi, terörist bahanesi vardı ama
bu şüphelerde tek başına yeterli değildi. 1988 yılında başlayıp
1995 yılında fiilen bıraktığım dinleme ve izleme işlemleri dola­
yısıyla binlerce telefonun dinlenmesine karar v e r d i m a m a bir
iki istisna dışında m a h k e m e kararı aldığımızı hatırlamıyorum.
Bu gün her şey m a h k e m e ve yargı kararı ile oluyor, ama düne
kadar hiç böyle bir d u r u m söz k o n u s u değildi.

En çirkini de ast m a k a m d a bulunanların üst m a k a m d a k i l e -


re hitap şekliydi. Övgüyle başlayan bu tutum, öyle bir hale geldi
ki üst m a k a m d a bulunanların ilahlaştırılmasma kadar vardı.
Yapılan sıradan olumlu bir eylemden dolayı üst m a k a m d a bulu­
nanlar göğe çıkarılıyor; elde edilen t ü m başarılar t a m a m e n on-

360
1. Bölüm: Devlet

l a n n sayesinde gerçekleştirilmiş gibi davranılıyordu. Bu arada


alt m a k a m d a bulunanlar üstlerini y ü c e l t m e k için kendi kişilik­
lerini ve yaptıklarını aşağılamakta beis görmüyorlar, onurlarını
hiçe sayıyorlardı. Böylece görevi sadece onay vermek, ödenek
g ö n d e r m e k t e n ibaret olan üst m a k a m d a bulunanlar, sanki o işi
tek başlarına y a p m ı ş l a r gibi övgülerle yere göğe sığdırılamıyor-
lardı. K e n d i kişiliğini y o k eden, kendi çalışma ve emeğine değer
v e r m e y e n bir kişilikti söz k o n u s u olan.

Benzer bir d u r u m bayramlarda ve törenlerde yapılan Mus­


tafa K e m a l Atatürk övgüleri için söz k o n u s u y d u . Resmi bay-
ramlardaki törenlerde Atatürk övgüleri öyle bir abartılır ki, bir
taraftan Mustafa K e m a l göklere çıkarılırken, diğer taraftan da
milleti ve t ü m değerleri y o k sayılır, neredeyse sıfır seviyesine in­
dirilirdi. Oysa Atatürk'ü göklere çıkaran aynı anlayış, bir y a n d a
kendisine ve ulusuna, diğer y a n d a da Atatürk'e hakaret etmek­
tedir. Kendini aşağılama, üstü yüceltme anlayış ve kültürünün
bugünkü gelmiş olduğu düzeyi, dışarıdan bakılınca, komikliğin
çok ötesinde acınacak bir vaziyeti göstermektedir.

Batı dünyasının da kahramanları, kurtarıcıları vardır.


Onlar da törenlerde bu kahramanlara övgü ve saygılarını ifa­
de ediyorlardır a m a herhalde bireylerin kişiliğini ve toplumun
tüm değerlerini sıfırlayarak kurtarıcılarım ilahlaştırmıyorlar-
dır. Aynı şekilde resmi kurumlardaki ast-üst ilişkilerinde astlar
üstlerine y a r a n m a k için kişiliklerinden taviz vererek kendilerini
aşağılamıyorlardır. R e s m i görevlerim nedeniyle sayısını unut­
t u ğ u m kadar ç o k ülkede b u l u n d u m . Kalkınmış batı ülkelerinde
ülkemizdekine b e n z e y e n bir d u r u m a rastlamadım. Batı ülke­
lerindeki emsal meslektaşlarımı g ö r d ü ğ ü m z a m a n ı da hatırlı­
y o r u m . Onlar ü l k e m i z e geldiklerinde kendilerine birkaç tane
hizmetli görevlendiriyor, araçlar tahsis ediyor, onları polis evle­
rinde ağırlıyorduk. Biz onları ziyaret ettiğimizde ise, eğer ziyaret
resmi bir heyetle yapılıyorsa dışarıdan belli bir hizmet alıyor­
lardı. A m a tek kişi olarak ziyaret ediyorsak, bize i k r a m ettikleri

361
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

çayı dahi kendileri alıp getiriyorlardı. M a k a m arabaları yoktu


araçlarını kendileri kullanıyorlardı, korumaları da yoktu, sek­
reterleri o l m a d ı ğ ı n d a n telefona kendileri bakıyor, telefonlarını
kendileri arıyorlardı. Polis evi ve lojman da yoktu. Restoranda
yemeklerini yiyorlardı. Üstler ile astları arasında eşit seviyeli bir
hitap biçimi vardı. Üstü öven yersiz bir tek c ü m l e d u y m a d ı m ,
üstler de ilah değildiler. Bu açık olarak hissediliyordu.

Ü l k e m i z d e k i d u r u m a dışarıdan baktığımızda, insan kişiliği


k o n u s u n d a u m u t l u o l m a k çok zor gibi; bu d u r u m u n büyük
bir yanlışlığın, toplu bir ruh hastalığının, kişilik bozukluğunun
göstergesi o l d u ğ u anlaşılıyor. Aslında, bu kişilik bozukluğu sa­
dece resmi kurumlardaki ast üst ilişkisiyle de sınırlı değildir.
T o p l u m d a alt k a d e m e d e olanlar ile üstte olanlar, fakirler ile
zenginler, kadınlar ile erkekler aynı şekilde ayrışmış; zayıflar
güçlülere en basitinden tâbi olmuşlardır. Dahası, üstün gördü­
ğünü anlamsız ve haksız yere yücelterek kendi kişiliklerini y o k
etmişlerdir. T ü r k halkının içinde b u l u n d u ğ u bu ruh hali t ü m
hayatına y a n s ı m ı ş ve kişiler özgürlüklerini kendi kendilerine
feda etmişlerdir. İçinde bulunulan d u r u m u n belki de iyi tarafı,
resmi kurumlara en ağır biçimde sirayet etmiş bu d u r u m u n
sivil t o p l u m d a aynı d ü z e y d e y a ş a n m a m a k t a oluşudur.

Batı toplumlarında çok uzun yıllardan beri kabul edilen


davranışlar ülkemizde yeni yeni kabul g ö r m e y e başlamıştır. Bir
t o p l u m d a y a ş a y a n herkes ülkenin y ö n e t i m i ile ilgilenmeli, nasıl
daha iyi olabilir k o n u s u n d a fikir yürütmek, tartışmalı, fikirle­
rini y a y m a y a çalışmalıdır. Bu a m a ç l a bir grup oluşturmaları,
dernek v e y a parti kurmaları; fikirlerini daha geniş kitlelere yay­
m a k için basını, m e d y a y ı kullanmaları gerekir. Her m e d e n i in­
sanın, örnek bir davranış olarak, m e v c u t sistem ve y ö n e t i m i
eleştirmesi, o t o p l u m için, o ülkedeki d e m o k r a s i n i n y a ş a m a s ı
için elzem bir davranış biçimidir. A m a bizde muhalif olan, sis­
temi eleştiren herkes her z a m a n hedef gösterilmiş, hangi an­
layış iktidarda olursa onu eleştiren d ü ş m a n kabul edilmiştir.

362
1. Bolum: Devlet

Güvenlik kuvvetlerinde, bizim yaptığımız gibi, devleti, m e v c u t


sistemi eleştiren herkes ne derse desin baştan peşinen kötü
niyetli, ülke aleyhtarı kabul ediliyordu. S u s t u r m a k için ne ge­
rekirse yapılıyordu.

Yanlış, A m a Sadece Yanlışla Kalsa!

Üst düzey yöneticilerin devlet i m k â n l a r ı m krallara özgü bir


b i ç i m d e harcamaları, başkalarının haklarını yemeleri, devletin
az olan kaynaklarını kendi şahsi çıkarları için kullanmaları gibi
bütün bu yanlışların zararları sadece m a d d i boyutuyla kalsa
çok önemli olmayabilir; ü ç ü m ü z ü n , beşimizin veya yüz kişinin
hakkını kendi ceplerine atmış olurlar. A m a olay bu kadar ba­
sit değildir. Devletin ve fakir halkın hakkını haksız bir şekilde
kendi menfaatleri için kullananlar, bununla yetinmiyor, haya­
tın diğer alanlarında da aynı emsalde haksız ve hukuksuz bu
milletin, bu devletin başına bela açıyorlar.

Bu insanlar devlet işlerini iyi planlamıyor, planlanmasına da


mani oluyorlar, kolaylıkla gerçekleştirilebilecek hizmetleri yap­
mıyor ve her şeyi zora koşuyorlar. M o d e r n d ü n y a d a n bihaber,
akıl ve mantık dışı yöntemlerle çalışmaya d e v a m ediyor, tekno­
lojinin bu ülkeye gelmesine karşı çıkıyorlar, ülkenin karşılaştığı
sorunların akıl ve bilim ölçütleri ile ele alınmasına ve dünyanın
aynı sorunları nasıl ç ö z d ü ğ ü n e bakılmasına mani oluyor, ıs­
rarla kendi basit akıllarını dayatarak sorunları ç ö z ü m s ü z hale
getiriyorlar; nihayetinde bin yıllık devleti ve geleneklerini y o k
ediyorlar. Bu insanlar tam demokrasinin ve temel özgürlüklerin
insan kişiliğinin gelişmesi için temel şartlar olduğuna inanmı­
yor, bunu içselleştirmeyip sadece kendilerine i m k â n sağladığı
ölçüde bu değerlere inanmış gözüküyorlar.

Aslında bu insanların doğru yaptığı hiçbir şey yok. İşin tu­


hafı, nasıl ki, t ü m k a m u imkânlarını kendi şahsi çıkarları için
kullanmalarına rağmen, h e m kendileri h e m de bizler onların
bunu y a p m a y a hakları olduğunu söylüyorsak, aynı şekilde, on-

363
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

larm hayatın t ü m alanlarında yapmış oldukları yanlışları da


doğru kabul ediyor; onları birer k a h r a m a n olarak nitelendiriyo­
ruz. A n c a k bu yanlışları olaylarla, yaşananlarla karşımıza koy­
mazsak, onların t ü m yanlışlarını yine doğru diye savunmaya
d e v a m ederiz.
"Bu ülkenin en ciddi sorunu nedir?" diye sorulsa, tered­
dütsüz "Terör" cevabı verilecektir. Terör, doğrudan veya dolaylı
olarak devletin t ü m e k o n o m i k imkânlarını tükettiği, binlerce
gencimizi h e b a ettiği, binlerce aileye acılar yaşattığı ve ülkede
siyasi istikrarı bozduğu için ülkenin en önemli sorunudur. Te­
rör olmasaydı, Türkiye son 50 yıldır teröre harcadığı kaynak­
larını, terör nedeniyle yaptığı askeri ve güvenlik harcamalarını
yatırıma çevirseydi, terör nedeniyle siyasi istikrar b o z u l m a m ı ş
olsaydı, bu ülke, bugün içinde bulunduğu d u r u m d a n çok daha
farklı bir d u r u m d a olabilirdi.

Peki, bu kadar önemli olan bir soruna, ülkenin t ü m kaynak­


larını yok eden bu meseleye karşı ne yapılmalıydı? Doğru mü­
cadele ve taktik neydi? Doğru uygulama nasıl ve kimler tarafın­
dan yapılmalıydı? Doğru mücadeleyi kim, nasıl, hangi yöntemle
belirlemeliydi? Türkiye'de terörle mücadelede, öncelikle ülkenin
güvenliğinden birinci derecede kendini sorumlu tutan ve ken­
di kendine bunu en başta belirleyen Silahlı Kuvvetler doğruyu
tayin ediyordu. Onların y a n ı n d a her zamanki destekçileri polis
ve MİT'ti. Bu üçlünün h e m e n ardında, onların her yaptığını tar­
tışmasız doğru kabul eden, onları kutsal güç kabul eden bürok­
ratik yönetim kademeleri ve üst bürokratlar bulunuyordu. Bu­
nunla birlikte doğrunun tayin edilmesinde, bu konularda hiçbir
z a m a n özgür düşünemeyen, kendilerine söylenenleri doğru ka­
bul eden, eleştirmeyen, bağnaz, dar düşünceli, aynı körlüğün
içine hapsolmuş olan bazı aydınlar da rol oynuyorlardı.

Bu militarist anlayışın temsilcilerine ve destekçilerine göre


yeni çözüm yöntemlerine, reformlara gerek yoktur. Sorun, her
z a m a n mevcut kanunlara karşı çıkan kesimlerden kaynaklan-

364
1. Bölüm. D e v l e t

maktadır. Y e n i tedbire, reforma ihtiyaç bulunmamaktadır; bu


olaylar zorla bastınlmalıdır. Devlet ve kurumlarını eleştirenler
hain, alçak, satılmış kişilerdir; aksi düşünülemez. (Ben de es­
kiden böyle d ü ş ü n ü y o r d u m . Hatta devletin kanun çıkararak,
devleti eleştirenleri cezalandırması, en ağır c e z a l a n vermesi ve
silahlı eylem y a p a n l a n asması gerekir diye d ü ş ü n ü y o r d u m . Bu
nedenle o d ü n y a n ı n düşünce sistematiğini iyi biliyorum: ortanın
solu diyen Ecevit'in cezalandırılması gerektiğini samimi olarak
d ü ş ü n m ü ş t ü m . Şimdikilerden tek farkım, bu düşüncelerimi giz­
li saklı değil, açık açık ifade ediyordum; açık açık devletin kanun
çıkararak bunları y o k etmesi gerektiğini savunuyordum)

Peki, o l m a s ı gereken neydi? H e r devlet, her kurum, her in­


san karşılaştığı sorunları, üstelik bu sorunlar hayatın en ciddi
sorunlarıysa ö n c e akılcı bir biçimde bilimsel düzeyde incele­
meli, olayların sebep ve sonuçlarım anlayarak, akılcı, bilimsel
çözümler üretmelidir. Daha açık söylemek gerekirse, terörle
mücadele sorunu bilim ve akıl ile çözülebilir. Terör, üniversite­
lerde bilim a d a m l a r ı n c a bilimsel olarak incelenmeli ve terörün
nasıl önlenmesi gerektiği hakkında ortaya çıkan bilimsel verile­
re göre terörle m ü c a d e l e yöntemleri geliştirilmeli ve buna uygun
çözümler u y g u l a m a y a konulmalıdır. Başka çare, ç ö z ü m m ü m ­
kün mü? T ü m dünya karşılaştığı ciddi s o r u n l a n bu y ö n t e m l e
ç ö z m ü y o r m u ? Başka ç ö z ü m yolu var mı? Bırakın bu kadar
önemli ve ciddi meseleleri, artık d ü n y a d a en basit sorunlar bile
bilimsel araştırmalar sonunda ortaya çıkan bilimsel neticelere
göre çözülüyor.

K a y m a k a m l ı k tezi için bir yıl süreyle İngiltere'de bulu­


nan, h e m İngiliz k a m u kurumlarında h e m de akademik çev­
relerde araştırma y a p a n k a y m a k a m arkadaşım N a m ı k Demir,
İngiltere'de polis karakollarının renginin ne olması gerektiği,
farklı renklerin insanlar ve suçlular üzerindeki etkilerinin bi­
limsel araştırmalar sonucuna göre belirlendiğini söylemişti.
Aynı şekilde polis araçlarının tip ve şeklinin insanlar üzerinde

365
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar .

nasıl bir etki yaptığı; polis araçlarının resmi tepe lambalarım


yakarak mı, y o k s a y a k m a d a n mı devriye gezmesi gerektiği; mo­
torize devriye ekiplerinin mi yoksa yaya devriye ekiplerinin mi
halka güven verdiği ve suçlu kişiler üzerinde caydırıcı etkide
bulunduğu gibi basit konuların dahi akademisyenlerin yaptığı
bilimsel çalışmalara göre belirlendiğini anlatmıştı. Ülkemizde,
emniyet binaları ve karakollar o ildeki emniyet m ü d ü r ü n ü n
zevk ve iradesine tâbidir. Benden önceki arkadaşlarım polis
rengi mavi diye E m n i y e t M ü d ü r l ü ğ ü binalarını maviye boya­
mışlardı. Ben mavi rengin diğer renklerle uyumlu olmadığını
birilerinden d u y m u ş t u m . Bu nedenle benim d ö n e m i m d e tüm
binaların k r e m rengine boyanmasını istemiştim.

Peki 1968 yılını başlangıç kabul edersek (aslında terör olay­


larının tarihi ü l k e m i z d e biraz daha geriye gider), o tarihten bu­
güne kadar ü l k e m i z i n birinci derecede sorunu olan terörü önle­
m e k adına iç güvenlik kaygısıyla 2 darbe, 3 muhtıra ve 3-5 dar­
be teşebbüsüne, sayısız bildiriye, 120 ay süren sıkıyönetimlere,
35 binden fazla insanın ö l ü m ü n e , tam rakamları bilinmemekle
birlikte 75 binden fazla kişinin yaralanmasına, bunca m a d d i
ve manevi y ı k ı m yaşanmasına rağmen terör k o n u s u n d a 40 yıl
içinde kaç tane bilimsel, akademik rapor ya da araştırma yapıl­
mış dersiniz. Ben hiç bilmiyorum. G e r ç e k manada hiç yoktur,
olmamıştır. Bilim adamları k o n u n u n y a k ı n m a dahi yaklaştırıl-
mamıştır. Bazı bilim adamlarının, terör konusunda, az sayıda
da olsa, ya ideolojik örgütlerle ilişkide veya o örgütlere m e n s u p
olmaktan ya da terör örgütlerinin hedefi, m a ğ d u r u olmaktan
dolayı adları geçti. Çok az sayıda bilini adamı da bu k o n u n u n
ancak etrafında dolaşabildiler. Bilim adamları, devletin ideo­
lojik olarak kabul ettiği doğrularını daha da kuvvetlendirmek,
onlara destek o l m a k için hiçbir bilimsel temeli o l m a y a n basit
birkaç yazı ve m a k a l e yazdılar yalnızca. Ç o ğ u n l u k l a da yazdık­
ları, güvenlik kuvvetlerinin baskılarını haklı çıkarmaya yönelik
yasakçı anlayış ve yöntemleri savunma y ö n ü n d e y d i . Örneğin.

366
1. Bölüm: Devlet

en büyük s o r u n u m u z olan Kürt sorunu üzerine tek bir aka­


d e m i k araştırma var mıdır? Bu konuda yapılacak akademik,
tarafsız bir çalışma h a k k ı n d a m a h k e m e d e dava açılma, çalış­
m a y ı y a p a n l a r ı n ceza alma ihtimali yüzde y ü z e yakındır. Çok
daha v a h i m olan eğer çalışma resmi görüşe uygun değil ise,
yapanların her c e p h e d e n saldırıya uğrayacak, horlanıp, aşağı­
lanacak ve yaptıklarına pişman edilecek olmasıdır. Türkiye de
hiçbir üniversite ülkedeki terörün sebepleri ve ö n l e m e çareleri
k o n u s u n d a bilimsel çalışma y a p m a d ı , tek bir üniversiteye dahi
bu k o n u d a bir çalışma yaptırılmadı. Üniversiteler bu konuya
ilgi ve alaka d u y m a d ı veya bu k o n u n u n y a n ı n a yaklaştırılmadı.
Doğru olan üniversitelerde yapılan bilimsel araştırmaların ye­
tersiz kalabilme ihtimaline karşı sadece terörle ilgili enstitülerin
araştırma merkezlerinin kurulmasıydı. M e v c u t d u r u m u m u z ise
aklın kabul edeceği bir d u r u m değil ama m a a l e s e f gerçek bu.

B u g ü n şehir plancılığı, çevre düzenlemesi, bitki örtüsü vb


gibi her konuyu, en basit sorunlarımızı üniversitelere taşıyo­
ruz. Hatta idari m a h k e m e l e r her konuda üniversite bilirkişi­
liğine ihtiyaç d u y u y o r veya üniversitelerden rapor alınmadan
verilen kararları bozuyor. Eğer üniversiteler terör sorunuyla hiç
olmazsa yukarıdaki sorunlarla ilgilendikleri kadar ilgilenseydi-
ler, olayların sebepleri ve ö n l e m e yöntemleri k o n u s u n d a hiç ol­
mazsa akıl ve bilim ölçeğinde veriler elde edilir ve ülkemiz de bu
kadar kayba u ğ r a m a z d ı .

İşte her şeyi şahsi çıkarı bağlamında değerlendirip vicdani


sorumluluk taşımayan yöneticiler sadece ülkenin maddi değer­
lerini şahsı menfaatleri için kullanmakla kalmadı, ülkenin en
önemli s o r u n u n d a n en basit sorununa kadar tüm sorunlarına
aynı anlayışıyla, kendi basit manttklarıyla baktılar, hesabı ya­
pılamayacak bedellere mal oldular ve hâlâ da olmaya devam
ediyorlar. Bütün hayatı, geçmişimizi ve geleceğimizi mahvedi­
yorlar. Bu anlayış ve bu anlayışı temsil eden çevrelerin vereceği
her karar, atacağı her a d ı m çok büyük hatalarla doludur.

367
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Olayın Mağdurları: Bu Uygulamalara Tâbi Olanlar


Açısmdan Bakmak

Bir filozof der ki, tutsaklığın en ağırı kendini gönüllü olarak


hapishaneye h a p s e d i p üzerine kapıyı kilitleyen ve b u n u isteye­
rek y a p a n kişilerin tutsaklığıdır. Bu insanları tutsak oldukla­
rına i n a n d ı r m a k da çok zordur. Diğer y a n d a n insanlar haksız
yere, zorla kilitli kapılar ardında, karanlık zindanlarda tutu­
labilirler. O n l a r fiili olarak hapistedirler a m a fikren ve ruhen
bu tutsaklığa karşı çıktıklarından aslında özgürdürler. Kapıları
açtığınız anda ö z g ü r c e yaşarlar.

Özgürlüğü tatmayan, köleliği ve m a h k û m i y e t i kabullenmiş


kişiler kendi haklarını korumadıkları, yanlışlara karşı durma­
dıkları bir ortamı nasıl düzeltebilirler? Tutsaklığını kendi ya­
ratıp b u n u kabullenmiş insanlar nasıl özgürleştirilebilir? Öz­
gür o l m a y a n , yanlışlıklara karşı ç ı k m a y a n insanlar dünyanın
düzeltilmesine nasıl katkı sunabilir? Sadece köleler ve efendi­
lerden oluşan bir t o p l u m u n sosyal olarak ilerlemesi m ü m k ü n
m ü ? Kölelik zihniyetine sahip kişilerin h â k i m olduğu bir top­
l u m d a h u z u r d a n , adaletten, insanlıktan, mutluluktan söz et­
mek mümkün mü?

Adil ve özgür bir vicdanın en büyük faydasının önce sahi­


bine, yakınlarına, daha sonra ülkesine ve nihayetinde t ü m in­
sanlığa olacağından şüphe yoktur. Böyle bir v i c d a n sahibi t ü m
dünyayı k e n d i n e köle etmiş birinden kat kat daha mutlu ve hu­
zurludur. K e n d i m insan gibi hissederek d a h a üstün bir hayatı
yaşıyor ve hayattan o seviyede zevk alıyordur.

Ö z g ü r l ü k ve Demokrasi: İki Sihirli A n a h t a r

Necip Fazıl "suda y ü r ü m e k zor değil, yürüyebileceğine inan­


m a k zordur, eğer suyun üzerinde yürüyebileceğine inanırsan
yürürsün." der.
Türkiye'yi yönetenler; t ü m sosyal ve siyasal sorunların si­
vil bir anlayışla, d e m o k r a s i n i n ölçüleri dâhilinde, barışçıl yön-

368
1 Bölüm: Devlet

temlerle ve diyalog yoluyla çözüleceğine; geçici, kolay g ö z ü k e n ,


alışılmış ama sorunları büyüten eski yöntemlerle çözümün
m ü m k ü n o l m a d ı ğ ı n a ve en ufak bir olayda h e m e n ordu, po­
lis, sıkıyönetim, hapishane gibi baskıcı y ö n t e m l e r i çağrıştıran
unsurlardan söz etmenin yanlış olduğuna inandığı gün ülke­
nin tüm sorunları kolaylıkla ç ö z ü m bulacaktır. Aksi takdirde
bu değerlere g ö n ü l d e n inanmadığı, içselleştirmediği, sadece dış
(örneğin AB istediği için) ya da iç (geçici süre bu a r g ü m a n l a r a
sahip çıkıp oy almak için) etkilerle u y g u l a m a y a k o y d u ğ u z a m a n
sorunların ç ö z ü m ü n e etki edemeyecektir.

Özgürlükler ve demokrasi... Bu önemli iki kutsal değer, t ü m


toplumlarda huzurun, bansın, istikrarın temel anahtarıdır. Bu
değerler adalet ve hukuk içerisinde yaşatıldığı müddetçe, ne ülke
bölünür, ne anarşi olur, ne de terör. Huzurun e g e m e n olduğu
bütün ülkelerde yapılan araştırmalar, bu iki büyük ülkünün o
devletler tarafından el üstünde tutulduğunu göstermektedir.

Demokratik Açılım
Kürt açılımı, G ü n e y d o ğ u açılımı, demokratik açılım... A d ı n a
ister Kürt sorunu, ister G ü n e y d o ğ u sorunu, ister P K K sorunu
densin, hepsi de aynı sorunu işaret etmektedir. M e s e l e n i n bu­
gün gelmiş olduğu aşamada, t ü m taraflar tek bir ç ö z ü m yönte­
m i n e m e c b u r olduklarının farkındadırlar: sorunları diyalogla,
barış içinde ç ö z m e y ö n t e m i olarak demokratik açılım.
Olayların baş aktörü olan P K K bunca yıl sonra, bu kadar
silaha ve sayısal insan gücüne kavuşmasına r a ğ m e n hâlâ böl­
gede bir karış toprak üzerinde denetim k u r a m a m a k t a , bölgede
gizli pusu eylemleri haricinde istediği etkinlikleri gerçekleşti-
rememektedir. Z a m a n geçtikçe de daha ciddi sorunlarla kar­
şı karşıya kalacağı görülmektedir. T e k çaresi bu açılım proje­
si ile silahlı m ü c a d e l e y e son vermektir. P K K denilince önemli
olan Ö c a l a n ' m kendisidir. Öcalan'ın yaşaması ve ileriki süreçte
hapisten kurtulup dışarı çıkması ancak açılımın başarısı ile

369
Haliç'te Yaşayan Simonlaı . .

m ü m k ü n d ü r . Fakat P K K ' n ı n , Öcalan'm başına herhangi bir şey


gelmesi ihtimaline karşı silahlı kadrolarını dağda son ana ka­
dar güvence olarak tutması olasıdır.
B u g ü n k ü koşullarda Ö c a l a n ' m tek kurtuluşunun bu yol ol­
d u ğ u kesindir. M ü c a d e l e y e d e v a m demesi ve olayların artması
Ö c a l a n ' m ö m ü r boyu hapiste kalma ihtimalini güçlendirecektir.
Düşük de olsa, en iyi ihtimalle 10 yıl daha cezaevinde kalacak­
tır, G ü n e y d o ğ u huzura kavuşursa kısa süre içinde dışarı çıkıp,
siyasi faaliyetlere d e v a m etmesi ve u m d u ğ u noktalara gelmesi
ihtimali çok yüksektir.
PKK'nın içinde b u l u n d u ğ u şartlar ve geldiği k o n u m itiba­
rıyla açılını sürecinde devletle uyuşmaktan başka seçeneği
yoktur. Bağımsız devlet fikrinden vazgeçmiştir, v a z g e ç m e y e de
mecburdur. Ö c a l a n m a h k e m e d e k i açık ifadesinde ve yer yer
verdiği mesajlarda bağımsız bir devlet istemediği gibi, federas­
yon da talep etmediğini, hatta siyasi herhangi bir taleplerinin
olmadığını, bazı kültürel taleplerinin olabileceğini söylemiştir.
Zaten AB'ye girmek için Türkiye'nin yerine getirmek zorunda
olduğu taahhütler ve AB'nin u y u m sürecinde istediği sosyal re­
formlar PKK taleplerinin önünde olacaktır. Bu açıdan demok­
ratik açılım projesi PKK'nın ve Öcalan'm ideal beklentisidir.
Ayrıca G ü n e y d o ğ u halkı bunca yıl yaşanan olaylar ve savaşlar
sonunda, nasıl bir y a ş a m biçimi olduğunu dahi unuttuğu ba­
rış ve huzuru, terörü yaşamayanların bilemeyeceği kadar çok
istemektedir.

Olayın en önemli taraflarından ordu, son 25 yıldır her türlü


y ö n t e m e b a ş v u r a r a k silah ve güç kullanmasına r a ğ m e n PKK'yı
bitiremerniş; tersine örgütün silah ve sayısal insan gücü yapısı
itibari ile halktan aldığı destek açıdan güçlenerek büyüdüğü
görülmüştür. Bu d ö n e m d e üç bin köy veya yerleşim yeri terö­
ristlere lojistik destek veriyor denilerek boşaltılmış ve ordunun
neredeyse yarısını oluşturan en muharip güçleri bölgede görev­
lendirilmiştir. Bölgede görev y a p a n en ciddi hava gücü, en seç-

370
1. Bölüm: Devlet

me k o m a n d o l a r ve özel timler ağır silahlar kullanarak binlerce


operasyon, sayısı belirsiz hava ve dış harekât gerçekleştirmiştir.
Buna rağmen b u g ü n e kadar yapılanların neler kaybettirip neler
kazandırdığı m u h a s e b e s i n d e zarar hanesinin daha ağır olduğu
izahtan varestedir. Hiçbir halde başarılı o l u n d u ğ u n u söylemek
m ü m k ü n olmadığı gibi tüm tedbirlere r a ğ m e n 2009 yılında Ak-
tütün K a r a k o l u baskınından sonra da işin daha da zorluğunu
kurmay heyeti açık olarak görmüştür. Üstelik bugünden sonra
Türkiye, AB ve demokratikleşme k o n u s u n d a ilerleme, dünya ile
u y u m sağlama çabaları ve uluslararası yükümlülükleri açısın­
dan eskiden olduğu gibi bölgede ölçüsüzce veya orantısız güç
kullanamayacak, operasyon ve eski yöntemleri iç ve dış k a m u o ­
yuna kabul ettiremeyecektir. Dolayısıyla o r d u n u n bölgede barış
ve huzurun temini için demokratik açılım y ö n t e m i n d e n başka
çaresi yoktur.

Olayda en önemli aktör olan H ü k ü m e t de, askeri harcama­


ları kısarak e k o n o m i y i düzeltmek ve asker üzerinde siyasi otori­
te k u r m a k için bu sorunu d e m o k r a t i k açılım adı altında barışçıl
yollarla ç ö z m e y e mecburdur. Eğer barışçıl, siyasi ve sosyal yön­
temlerle bu sorunu çözemez ise, ö n ü n e k o y d u ğ u AB'ye tam üye­
lik, askeri vesayetin kaldırılması, e k o n o m i n i n düzeltilmesi gibi
hedeflerine ulaşma imkânı ortadan kalkacaktır. Hükümetin
Güneydoğu'daki silahlı çatışmaları d e v a m ettirme lüksü ve ih­
timali yoktur.

Ayrıca dünya konjonktürü, ABD'nin Güney Asya ve


Ortadoğu'daki faaliyetleri ve yakın gelecekteki politikaları, AB'de
k a m u o y u n u n eğilimleri, Rusya'nın kendi iç şartları gereği genel
tavrı, Suriye'nin düne göre bugünkü hali ve Türkiye ile yakınlaş­
ması, İran'ın PKK'ya tavrı, Kuzey İrak'ta Talabani ve Barzani'nin
tutumu gibi dış şartların da olayın bu yöntemlerle halledilmesi
konusunda en uygun ortamı yarattığı görülmektedir.
Aslında olayın bu üç önemli tarafı da demokratik açılımla
ifade edilen, soruna silahsız yöntemlerle ç ö z ü m üretilmesi ko-

371
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

n u s u n d a başka seçenekleri olmadığını biliyor fakat her ü ç ü de


karşı taraflar zarar görsün a m a ben kazançlı çıkayım anlayışı
ile hareket etmeyi sürdürüyorlar. Hâlbuki samimi olarak bir­
birlerine yaklaşsalar, ç ö z ü m için olgunlaşmış sorunu en kısa
z a m a n d a çözebileceklerdir.
Devlet halk desteği almak amacıyla psikolojik harekât faa­
liyeti adı altında onaylamadığı siyasi düşüncelere karşı kendi
resmi ideolojisi doğrultusunda halkın bir b ö l ü m ü n ü diğerleri­
ne (sağı sola, laikleri muhafazakârlara) karşı y ö n l e n d i r m e gele­
neğinin neticesi olarak insanları militarize etti. Bu yaklaşımın
sonucunda, halkın bir b ö l ü m ü verili resmi ideolojiyi savunma
ve sahiplenme noktasında kendilerini bile geçerek çok daha
militarist bir çizgiyi takip etmeye başladı. Artık onlar da bu in­
sanları d u r d u r a m a m a k t a d ı r . Halkın tepkisini a l m a m a k adına
beklentinin dışında hareket edememektedirler.

Aslında P K K ve Öcalan'm bugünkü tavrı ve içinde bulunu­


lan durum T ü r k i y e için çok büyük bir şanstır. Türkiye bu ni­
metin farkında değildir. Bu savaşın bitmesi için bütün şartlar
olgunlaşmış ve her şey hazırdır. Bu çok b ü y ü k bir fırsattır. 10-
12 yıl öncesine göre örgütün bu hale gelmesi hayal bile edile­
m e y e c e k k a d a r zorken, şimdi h e m örgüt h e m de iç ve dış şartlar
barış sürecine girmiştir. Örgütün, devlet istese ve planlasa dahi
ö n g ö r e m e y e c e ğ i kadar iyi bir noktaya gelmiş ve çok iyi bir fırsat
y a k a l a n m ı ş o l m a s ı n a rağmen devlet hâlâ bu fırsatın farkında
değildir.

Yalnızca T ü r k i y e değil, İran, Irak ve Suriye'den alacağı top­


raklar üzerinde bağımsız bir devlet k u r m a amacıyla yola çı­
kan Marksist-Leninist P K K , bugün artık bağımsız devlet ya da
federasyon talebini bir kenara bırakmış, hatta siyasi talepler
yerine ( Ö c a l a n ' m m a h k e m e konuşmaları) yalnızca kültürel ta­
lepleri o l d u ğ u n u ifade etmeye başlamıştır. G e ç m i ş t e oluk oluk
kan akarken, "Aksın! Ne kadar kan akarsa, o kadar temizlik
olur" diyen örgüt artık barış ve demokrasi demektedir. Öcalan

372
1. Bölüm: Devlet

yakalandığı z a m a n bana "Sen G ü n e y d o ğ u d a u z u n süre çalış­


tın. PKK'yı bilirsin. Biz Öcalan'a benzer birini bulduk. Gelecek­
te bu örgütün ülkeye zarar v e r m e m e s i için; ilk olarak bu kişiye
m a h k e m e d e vereceği bir ifade hazırla, ikinci olarak bu kişinin
Türkiye'deki savaşın durması, barış ortamının tesis edilmesi
için y a p m a s ı g e r e k e n şeyleri ayarla," denseydi, ben bu kada­
rını söyleyemez, bu kadar kısa bir sürede beyanları bu kadar
yumuşatamazdım. Katı Marksist-Leninist bir örgüt nasıl bu
kadar y u m u ş a y ı p , barış y ö n ü n d e ifadelerde bulunur şüphesini
mutlaka birileri dile getirir diye beyanları daha ihtiyatlı yazar­
dım. A m a P K K ve Öcalan bence benden daha ılımlı bir mecraya
girmiştir.

Sorunun Adı PKK mı, Bölücülük mü, Yoksa


Güneydoğu Sorunu mu?
Bugünlerde herkes G ü n e y d o ğ u açılımından ya da diğer ifa­
deleriyle P K K açılımından, Kürt açılımından veya demokratik
açılımdan bahsediyor. A n c a k olayda muhalif veya tarafsız bir
pozisyon sergileyen herkes önce Güneydoğu sorunu yoktur,
Kürt sorunu yoktur, diye k o n u ş m a y a başlıyor. Oysa bu ülkede
görünürde 3 0 , örtük olarak da daha uzun yıllardan beri yarı
resmi bir savaş d e v a m ediyor. Bu savaşın bir de karşı tarafı var.
Eğer silahlı bir mücadele sürüyorsa, bunun sebebini asıl olarak
bu m ü c a d e l e y i başlata tarafa sormak g e r e k m e z mi? " N e istiyor­
sunuz, niçin çıkıp b u n c a zamandır savaşıyorsunuz?" gibi soru­
lar hiç sorulmuyor. Herkes onlar yerine k o n u ş u p Türkiye'nin
G ü n e y d o ğ u ya da Kürt sorunu olmadığını söylüyor. Veya biri­
leri çıkıp onların Türkiye'yi böleceğini iddia ediyor. Onlar adına
biz konuşuyoruz.

M e s e l e n i n asıl m u h a t a p l a r ı n a bu sorular sorulmadığı m ü d ­


detçe sorunu ç ö z m e k m ü m k ü n değildir. Şimdi d e Ö c a l a n v e
P K K ile g ö r ü ş ü l e m e z deniyor. Peki kiminle görüşülecek? Sorun
oradaki sıradan halk değil ki. Sorun davanın şahsında somut-

373
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

lastiği Ö c a l a n ve örgüttür. Onlarla g ö r ü ş ü l m e d e n hangi sorun


halledilebilir. Daha doğrusu onlardan başka konuşacak bir
m u h a t a p v a r m ı ki? B u g ü n m u h a t a p alınacak herkes ancak
oradan izin aldığı z a m a n konuşabilir. D T P veya benzeri parti­
lerin milletvekillerinin veya diğer sivil t o p l u m kuruluşlarının
yöneticilerinin güçlerini P K K ' d a n aldıklarını bilmeyen var mı?
Eğer Öcalan ve P K K ' y a dayanmasalar, hiçbir şey ifade etmez­
ler. Eğer Ö c a l a n bir gün onları g ö z d e n çıkarırısa, bir anda si­
linip gideceklerdir. Leyla Z a n a bu hareket içinde önemli bir
k o n u m d a y d ı , birileri Öcalan'a 'AB senin yerine Leyla Zana'yı
hazırlıyor, o n u parlatıp öne çıkarıyor,' dedi. B u n u n üzerine
Ö c a l a n ' m tek bir emriyle Zana her şeyin dışında bırakıldı ve o
saatte bitti. Üstelik o örgüt içinde ö n e m l i bir y e r e sahip olma­
sına rağmen bu m u a m e l e y e maruz kalmıştı. Şu an adları daha
az duyulan, siyasete yeni atılan milletvekillerinin hiç birinin
P K K ' y a d a y a n m a d a n , o n d a n güç a l m a d a n bir şey y a p m a s ı ve
bir a d ı m dahi atması m ü m k ü n değildir. B u g ü n için P K K d e m e k
de Öcalan d e m e k t i r . Bu açıdan m u h a t a p Öcalan'dır. Öcalan
muhatap alınmadan da hiçbir sorun halledilemez. Sorunun
kendisi tüm açıklığıyla ortadayken, karşımızdaki güç bu ki­
şiyse onu d i k k a t e a l m a d a n hiç bir sorun ç ö z ü m l e n e m e z . Önce
sorunun asıl m u h a t a b ı n ı s a p t a m a k ve doğru m u h a t a b a doğru
soruyu s o r m a k gerekir. Y o k s a onların yerine, k e n d i m i z sorup
kendimiz c e v a p verecek olursak, doğal olarak bu soruna hiçbir
zaman çözüm bulunamaz.

Öcalan, y a r ı n da yine etkin olacak; G ü n e y d o ğ u ' d a veya


Kürtlerle ilgili bir adım atacak herkes, eninde sonunda bu kişiyi
hesaba k a t m a k mecburiyetindedir, hatta o n u n desteğini alma­
ya da m e c b u r d u r . O'na muhtaçtır. Bu sorunları A B D ' y l e , AB'yle
veya başka ülkelerle konuşmak, çözmek, pazarlık y a p m a k is­
teyenlerin bu devletler veya güçler yerine Öcalan ile sorunu
çözmeye d e n e m e l e r i n i n daha akıllıca bir iş o l d u ğ u n u bilmeleri
gerekir. En a z ı n d a Ö c a l a n ' m bu ülkeden başka gideceği bir yeri

374
1. Bolum: D e v l e t

olmadığını ve bu ülkeye o n u n d a en az bizim kadar ihtiyacının


olduğunu biliyoruz.

Öcalan: Herkese Mektup Yazdık


C e z a e v i n d e yatan Öcalan her başbakana, her genelkurmay
başkanına, her kuvvet k o m u t a n ı n a görev değişikliği olduğunda
m e k t u p yazarak, olayların nasıl bitirileceğini u z u n uzun an­
latmaktadır. Hatta bir videokaset doldurarak gönderdiğini de
biliyorum. Bu kasetlerden ç ö z ü m ü yapılan bir k o n u ş m a s ı n d a ,
"Kuzey Irak'ta Barzani'nin, Talabani'nin ve feodal güçlerin bir
anlam ve değerleri yok; orada bir benim, bir de sizin gücünüz
var" diyordu. Ayrıca "oradaki Türklerin haklarını k o r u m a k için
bir şey y a p ı l m a d ı ğ ı n ı ve yurtdışındaki ırkdaşlarıyla ilgili bir şey
y a p m a y a n ı n T C o l d u ğ u n u " belirtiyordu.

Bazıları G ü n e y d o ğ u d a k i açılımın ülkeyi bölebileceğini söy­


lüyor. Aslında bu söz G ü n e y d o ğ u d a k i mevcut sosyal, siyasal,
e k o n o m i k duruma, bölge ve dünya gerçeğine bakılmadan yapıl­
mış bir tespittir. Aksine demokratik açılım süreci d e v a m ettiril-
rnezse o z a m a n Türkiye için olumlu gözüken tüm şartlar aleyhe
dönerek b ö l ü n m e süreci daha da hızlanacaktır. İşin aslı her ne
kadar hukuki m a n a d a b ö l ü n m e olmasa da, G ü n e y d o ğ u bölgesi
yıllardan beri her gün yavaş yavaş b ö l ü n m e k t e , fiilen b ö l ü n m e
y a ş a n m a k t a olduğudur. D e m o k r a t i k açılım süreci, y a ş a n m a k t a
olan fiili b ö l ü n m e sürecini durdurabilecek, çatlakları yapıştıra­
cak ve u z u n süreçte bölünmeyi önleyecek tek gerçekliktir.

19801i yıllardan başlayarak günümüze kadar olan süreç


içerisinde b ö l ü c ü fikirlerin bölgede ne kadar yayıldığını, halktan
örgüte verilen desteğin ve örgütün organize ettiği olaylara katı­
lımın b o y u t u n u n nerden nereye geldiğinin bir anlamı olmalıdır.
Ayrıca b u g ü n e kadar uygulanan mevcut y ö n t e m l e r t a m a m e n
bilimsellikten ve akıldan uzaktır. Olaya kriminal bir olay gözüy­
le b a k m a k ç ö z ü m getirmemektedir. Buna r a ğ m e n bu bölgedeki
sorunu ç ö z m e k için başka bir y ö n t e m önerisinde kimse bulun-

375
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

mamaktadır. S o r u n u n ç ö z ü l m e d e n bu şekilde d e v a m etmesi ve


kaybedilen her saniye devletin aleyhinedir. Üstelik bölgedeki
sorunu ç ö z m e d e n T ü r k t o p l u m u n u n diğer sorunlarını da hal­
l e t m e k m ü m k ü n değildir. B u g ü n e kadar uygulanan y ö n t e m l e r
sorunu ç ö z e m e m e k t e d i r , kimsenin bu k o n u d a başka bir ç ö z ü m
önerisi olmadığına, t ü m iç ve dış şartlar da bu ç ö z ü m e uygun
bir ortam yarattığına göre aksini savunanlar neye dayandıkla­
rını ikna edici bir biçimde açıklamalıdırlar.

PKK Konusunda Kaçan Fırsatlar


2003 seçimlerinin ardından A K P hükümeti kurulmuştu.
M a k a m , mevki istiyor g ö z ü k m e m e k için İçişleri Bakanlığına
dahi g i t m i y o r d u m . O günlerde P K K ' n ı n d a ğ d a n indirilmesi ile
ilgili eve d ö n ü ş adı altında çıkarılacak itirafçılık yasası hakkın­
da gazetelerde çıkan haberleri o k u d u m . Gazeteler eve dönecek­
ler için Kırklareli'ndeki g ö ç m e n misafirhanesi ile Nusaybin'deki
hac k o n a k l a m a tesislerinin hazırlandığını y a z ı y o r d u . Bu ara­
da, P K K adına sözcülük y a p a n internet sitelerindeki konuyla
ilgili haber ve y o r u m l a r ı o k u d u ğ u m d a , onların itirafçılık veya
pişmanlık yasası değil, af yasasını istediklerini, esasen eylem­
lerinden p i ş m a n o l m u ş kişiler olarak değil, yenilmiş kişiler ola­
rak kabul edilmelerini istediklerini g ö r d ü m . Dolayısıyla mevcut
şekliyle çıkacak bir y a s a n ı n anlamlı olmayacağını, bir şekilde
P K K tarafı ile ilişki kurularak yasanın a m a c a h i z m e t eder tarz­
da çıkmasını istiyordum. D a y a n a m a d ı m . Gazetelerin yazdığı
gibi çıkacak bir pişmanlık yasasının hiçbir anlamı olamayaca­
ğını not edip, bakanlık işleri, ziyaretçiler ve siyasi meseleler­
le y o ğ u n bir faaliyet içerisinde olan İçişleri B a k a m Abdülkadir
Aksu'dan r a n d e v u aldım. Yanlış a n l a ş ı l m a m a k için m a k a m ve
m e v k i için g ö r ü ş m e talebinde bulunmadığımı, P K K meselesinde
yapılacakların ö n e m l i olduğu bilinciyle yapılanların işe yara­
mayacağını arz e t m e k için geldiğimi özellikle söyledim ve duru­
mu kısaca anlattım.

376
1. Bölüm: Devlet

Bakan anlattıklarımı dinleyecek halde değildi. D a h a sonra


pişmanlık yasası çıktı. Hiçbir faydası olmadığı gibi toplu olarak
akın akın PKK'lılar gelecek, teslim olacak diye hazırlanan 20'şer
bin kişilik k a m p l a r a bir kişi bile gelmedi. Bir kez daha devletin
terörü ö n l e m e adına meselelere nasıl yaklaştığı, hayatın gerçek­
lerinden ne k a d a r uzak hareket ettiği görülmüş oldu. Hâlbuki
ne güzel bir fırsattı; pişman olarak değil, yenilmiş olarak kabul
edilmek. Bu, teslim olacağım a n c a k bir bahane lazım, o baha­
neyi yaratıp b a n a sunun, onurumla teslim olayım demekti. Fa­
kat biz, P K K mensuplarının mutlaka haksız ve yanlış o l d u ğ u n u
kabul ederek teslim olması gerektiğinde ısrar ediyorduk. "Dev­
letin şefkatli kollarına kendini teslim etmek" gibi b e n i m bile ko­
mik bulup g ü l d ü ğ ü m temaları anlatıp durduk. H e r z a m a n biz
haklıyız anlayışımız bizi bu günlere getirdi.

Öcalan'm yakalandığı dönemde de başka bir fırsat kaçırılmış­


tı. O dönem, örgüt şoka girmişti, akılcı manevralarla etkisiz hale
getirilebilir, savaş sona erdirilebilirdi. Ne yazık ki, Öcalan yaka­
landı ve iş bitti anlayışı ile hiçbir şey yapılmadı. Ö c a l a n i n yargı­
lamasını bu konuda yapılması gereken tek iş olarak kabul ettik.
Bu kadar büyük bir siyasi ve toplumsal altyapıya sahip bir olayı
mahkemelerin çözeceğini zannedip, olayı m a h k e m e y e havale et­
tik; adalet, bağımsız yargı gibi sloganlar ile kendimizi aldattık.

Aslında bu tavır ta baştan beri P K K ' y a ve t ü m terörist grupla­


ra karşı gösterilen tavrın aynısıydı. Bu hastalıklı mantığımız de­
ğişmediğinden hiçbir z a m a n şartlara uygun ç ö z ü m ve taktikler
geliştiremiyor, her z a m a n elimize geçen fırsatları doğru şekilde
değerlendiremiyoruz. Ö n ü m ü z e ç ö z ü m bile konsa, ç ö z ü m ü bir
kenara itip savaş çıkarabiliyoruz. Bugün ç ö z ü m için ö n ü m ü z d e
m ü k e m m e l fırsatlar var; sanki tüm gelişmeler (iç koşullar, dış
konjonktür, devlet, örgüt) her açıdan Türkiye'deki terör olayları­
nın, P K K sorunun, hatta t ü m rejim muhalifi örgütlerle yaşanan
sorunların ç ö z ü m ü için ideal şartları yaratmış durumda. Maale­
sef biz karşımıza çıkan bu fırsatı türlü algılamıyoruz.

377
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Balkanlarda Benzer Durumlar


Balkanlarda, Batı Trakya'da (Türklerin y o ğ u n olarak ya­
şadığı Yunanistan'ın doğusu ile Bulgaristan'ın Yunanistan sı­
nırına yakın g ü n e y bölgesini içine alan b ö l g e ) ; Yunanistan'da,
Bulgaristan da, M a k e d o n y a ' d a , Kosova'da, Bosna'da Türkler ne
istiyor? T ü r k ç e dil hakkı için neler yapıyorlar? ö r n e ğ i n , nüfu­
sunun % 4-10'unu Türklerin oluşturduğu M a k e d o n y a ' n ı n Kos-
tivar ilinde T ü r k ç e 3. ana dil olarak belediye meclisinde kabul
edilmiş ve şehirdeki t ü m levhaların sırasıyla M a k e d o n c a , Ar­
navutça ve T ü r k ç e olarak yazılmasına başlanmıştır. Hiç kimse
de bu h a k k a itiraz etmemektedir. Bu hakkı nasıl elde ettiler?
N e d e n kimse karşı çıkamıyor? Ne gibi sonuçlar d o ğ u r d u ? Bal­
kanlarda T ü r k l e r için bu soruları tartışırken kendi ülkemizi de
göz önüne a l m a k zorundayız. Bizler, Balkanlardaki Türkler için
bu hakkı savunurken, kendi ülkemizde G ü n e y d o ğ u ' d a k i Kürt
halkı için n e d e n karşı çıkıyoruz.

Aslında demokratik açılım projesine Güneydoğu'nun,


P K K ' n ı n değil, Türkiye'nin t a m a m ı n ı n ihtiyacı vardır. Türkiye
de toplumsal problemlerin ortadan kalkması, toplumsal ta­
leplerin suç gibi algılanmamasına, bunların kriminal olaylara
uygulanan yaklaşımlarla değil d e m o k r a t i k yöntemlerle çözül­
mesi anlayışının b e n i m s e n m e s i n e bağlıdır. Bu tür bir yakla­
şım, ülkedeki farklı inanç ve düşüncedeki gruplar ve bireyler
arasındaki çelişkileri giderecek, farklılıkları ayrılık unsuru ola­
rak a l g ı l a m a y ı p sosyal zenginliğin unsuru olarak kullanıldığı
ortamlar yaratacaktır. D e m o k r a t i k açılıma ülkenin doğusun­
dan batısına, k u z e y i n d e n güneyine her y e r i n d e ihtiyaç vardır.
Siyasi ve t o p l u m s a l huzurumuz, ülkenin istikrarı için ve siyasi
çalkantıları, terör olaylarını bitirmek için ihtiyaç vardır. Ayrıca
toplumsal taleplere karşı devletin askerine, polisine ve mah­
kemelerine sirayet etmiş bakışının değişerek, bu tür taleplerin
kendine has argümanlarla karşılanması anlayışının yerleşmesi
gerekmektedir.

378
1. Bölüm: Devlet

Yunan-Bulgar-Türk İlişkileri
Yunanistan ve Bulgaristan'da Türkler var ve bu ülkeler­
de y a ş a y a n T ü r k l e r e yıllardır yapılan baskılar dillere destan
olmuştur. Batı Trakya, Yunanistan'ın Kavala ve Iskeçe ille­
rinden b a ş l a y a n Edirne sınırına kadar d e v a m eden bölge ile
Bulgaristan'ın d o ğ u s u n d a kalan Filibe ilinden başlayan Edirne
ve Kırklareli sınırına kadar u z a n a n bölgelerden oluşmaktadır.
Bölge t ü m ü y l e T ü r k bölgesi olup, eski haritalarda t ü m yerleşim
yerleri T ü r k ç e olarak gösterilmektedir. D a h a sonradan yerleşim
yerlerinin hepsinin isimleri değiştirilmiş, hâlâ bizim G ü n e y d o ğ u
illerinde o l d u ğ u gibi, Türkçe- Bulgarca veya Türkçe-Yunanca
isimleri vardır. Yine Bulgaristan'ın D e l i o r m a n bölgesi ile Bur-
gaz, Plevne illerini kapsayan bölgesi t ü m ü y l e T ü r k bölgeleridir.
Geçmiş yıllarda buralarda Türkler üzerinde baskılar kurulmuş,
isimleri değiştirilmiş, zorla kimlikleri u n u t t u r u l m a k istenmiş­
tir. H e m e n sınırda olan Türkiye, bu bölgelerde y a ş a y a n Türk­
lerin m ü c a d e l e s i n e destek olmak istemiş, en azında buradaki
kişilerin T ü r k i y e ' y e gelmelerine kolaylık göstermiş, Türkiye'de
eğitimlerine i m k â n tanımış, dünyaya seslerinin duyurulmasına
çalışmıştır. H e r biri ciltler dolusu kitaplara k o n u olacak olan
buradaki insanların g ö r d ü ğ ü baskı ve şiddet bu kitabın konu­
sunu o l u ş t u r m a m a k t a d ı r . Fakat burada yaşanılanlar kitabımı­
zın konusu b a k ı m ı n d a n üç açıdan önemlidir.

Birincisi, bu bölgelerde Türkler ve başka halklar üzerinde­


ki baskı ve şiddet, direniş hareketlerini ortaya çıkarmış a m a
bunlar asla silahlı gerilla hareketine dönüşmemiştir. Oysaki bu
bölgelerde gerilla hareketini başlatacak fiziki, sosyolojik şartlar
vardır; m u a z z a m ormanlarla kaplı dağlık bir alan, ç o ğ u n l u ğ u
direnişi d e s t e k l e y e n bölgesel olarak dili, dini, kültürü aynı bir
halk (baskı ve şiddete maruz kalan halk). Üstelik y a n ı başında
gerektiğinde örtülü destek verecek aynı halk tarafından kurul­
muş T ü r k i y e gibi bir devlet vardır. Fakat gerilla harbi başlamaz.
B u n u n b i r ç o k sebebi olabilir. Bana göre en ö n e m l i l e r i n d e n bir

379
Haliç'te Yaşayan Simonlar

tanesi bu ülkelerdeki baskı ve şiddetin derecesi direniş yarata­


cak kadar fazla, a m a halkı dağa çıkartacak, savaş başlatacak
kadar çok o l m a m a s ı d ı r . B u g ü n bölgede y a ş a y a n Türklerin du­
r u m u bu i d d i a m ı n doğruluğunu göstermektedir. Bu bölgelerde­
ki Türkler eskisi kadar direnmedikleri gibi bulundukları ülke ile
u y u m s a ğ l a m a y a çalışıyorlar. Özellikle Bulgaristan'da, Bulgar
demokrasisinin gösterdiği başarı sayesinde 30'dan fazla millet­
vekili, 14 b a k a n yardımcısı, C u m h u r b a ş k a n ı yardımcısı olmak
üzere çok sayıda T ü r k ü n h ü k ü m e t kadrolarında görev almış
olması ve h ü k ü m e t ortağı olarak bulunması neticesinde T ü r k
direniş hareketi bitmiştir. Türkler bugün Bulgaristan'ın yüksel­
mesi ve ilerlemesi için çalışır hale gelmiştir. Artık Bulgaristan'da
yaşayan hiçbir T ü r k Türkiye'ye gelmek istemediği gibi, Türkler
Bulgar vatandaşlığı veya Bulgar vizesi a l m a y a çalışmaktadırlar.
B u n u sağlayan tek şey Bulgaristan rejiminin demokratikleşme­
si, Türklere eşit vatandaşlar olarak d a v r a n m a s ı ve Türklerin
T ü r k olarak legal partiler kurarak haklarım arayabilmesi ve
hatta iktidara ortak olabilmeleridir.

B u g ü n k ü Bulgaristan Başbakanı B o y k o Borisov Bulgaris­


tan İçişleri Bakanlığı G e n e l Sekreterliği (ülkemizdeki Emni­
yet G e n e l M ü d ü r ü n e veya İçişleri B a k a n Müsteşarına muadil)
görevinde b u l u n d u ğ u d ö n e m d e banka y o l s u z l u ğ u suçların­
dan aranan M u r a t Demirel'i yakalayıp bize teslim etmesin­
den dolayı kendisini Türkiye'ye davet etmiştik. Sohbet bir ara
Bulgaristan'daki Türkler, Bulgaristan'ın iç güvenliği konuları­
na gelince B o r i s o v " D ü n Bulgaristan'da T ü r k l e r e baskı vardı,
adları değiştiriliyordu. Baskılardan dolayı y ü z binlerce T ü r k
asıllı Bulgar vatandaşı ülkeyi terk etti, Türkiye'ye göç etti.
Buna rağmen Bulgaristan'da istikrar ve h u z u r yoktu. Ama
şimdi Bulgaristan'da özgürlükler genişledi, d e m o k r a t i k adım­
lar atıldı, T ü r k l e r siyasi parti kurdular. 30 k a d a r milletvekille­
ri var ve h ü k ü m e t ortağı oldular. Her k a d e m e d e memuriyetler
alıyorlar. B u n u n s o n u c u n d a Bulgaristan h u z u r l u ve güvenli

380
1. Bölüm: Devlet

bir ülke d u r u m u n d a . Türkler, Bulgaristan demokrasinin de


bazı açılardan teminatıdırlar. D ü n kapıları tamamıyla açsanız
Bulgaristan'daki Türklerin hepsi Türkiye'ye gelirdi. B u g ü n aynı
şeyi yapsanız, hepsi Bulgaristan'da kalmayı tercih eder, hatta
geçmişte Türkiye'ye gidenler dahi Bulgaristan'a dönmeye çalı­
şıyor. Üstelik daha ekonomi yeterince düzelmedi. Düzeldiğinde,
bu talep d a h a da artacak." mealinde bir şeyler söyledi.
Bulgaristan Türklerinin sürgün edilişlerinin 20. yılı anma
törenlerine davet üzerine katılan eski Bulgaristan C u m h u r b a ş ­
kanı Jelu Jelev Edirne'de yaptığı konuşmada, 1980'li yıllar­
da bazı B u l g a r insan hakları savunucuları ile birlikte Türk­
lere yapılan baskılara karşı koyduklarını belirterek, kendisi
cumhurbaşkanı olduktan sonra Türkler üzerindeki baskıla­
rın kaldırılması konusunda yaptığı çalışmaları kısaca anlat­
tı. "Bulgaristan'da demokrasinin standartlarının yükselmesi,
özgürlüklerin gelişmesi ile birlikte Türkler de huzur buldu ve
Bulgaristan istikrara kavuşma konusunda önemli mesafe aldı"
dedi. Ülkemizde de bu çapta devlet adamlarının çıkması gere­
kiyor. Bulgaristan demokratik rejimini s ü r d ü r d ü ğ ü müddetçe
Türkler Bulgaristan için hiçbir risk oluşturmayacağı gibi Bul­
gar demokrasisinin teminatı da olacaklardır. Bulgar demokra­
sisini tehdit edecek her hareket, karşısında Bulgaristan'daki
Türk halkını bulacaktır. Ç ü n k ü demokrasi harici bir rejim bel­
ki Bulgaristan'daki Bulgarları çok rahatsız etmez, a m a Türkle­
ri kesinlikle edecektir.

İkinci olarak AB'nin Yunanistan'da demokratikleşme yö­


nündeki taleplerinin sonuçları kitabımız açısından önemlidir.
Yunanistan'daki demokratikleşme sürecide bu ülkedeki Türk­
leri risk olmaktan çıkarmaktadır ve çıkaracaktır. B u g ü n hâlâ
Yunanistan'da Türkler üzerinde ciddi baskılar söz konusudur.
19901ı yıllarda, seçme ve seçilme gibi en tabii siyasi haklar
bir kenara, vatandaş olmak sıfatıyla mülk sahibi olma, seya­
hat etme, ehliyet alma gibi medeni haklar bile kısıtlanmıştı.

381
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar

Türklerin ehliyet almaları bile özel izne tâbi hale getirilmiştir.


20001i yıllara kadar Türklerin gayrimenkul satmaları serbest,
almaları izne tâbiydi. Ancak AB'nin Yunanistan'a yaptığı bas­
kılar (bizden talep edilince AB dayatması diyerek eleştirdiği­
miz, Yunanistan'da Türkler gibi tüm azınlıkların haklarının
korunması söz k o n u s u olunca yerine getirilmesini istediğimiz
uygulamalar) neticesinde Yunanistan rejimi yumuşayarak
Türklere yeni h a k ve özgürlükler tanımış, onlar da direnişi yu­
muşatmış, d a h a ılımlı bir muhalefet yapmaya başlamıştır. 4-5
defa gittiğim Yunanistan'da dernek başkam, müftü gibi Türk
toplumunun ve muhalefetinin simgesi olan kişiler ve yanında
bulunanlar şu anki memnuniyetsizliklerini şöyle ifade ediyor­
lardı: "Yunanlılar geçmişte baskıcı bir tutum içindeyken biz de
direnişçi idik, kapalı bir toplum yapısı içinde onlara karşı ko­
yuyorduk. Fakat şimdi Yunanlılar tutumlarında y u m u ş a y m c a
biz de çözüldük. Artık Türk gençleri Yunan okullarına gidiyor,
Yunanlı kızlarla evleniyor, Y u n a n mahallelerinde oturuyorlar,
oysa eskiden böyle şeyler olmazdı." Yani gönüllü olarak olma­
sa da AB'nin baskıları sonucu Yunanistan demokratikleştikçe
Türk muhalefeti yumuşamış, yavaş yavaş makul seviyeye gel­
miştir.

B u g ü n Yunanistan'da yerel yöneticilerin tümü seçimlerle


belirlenmektedir. Yöre halkı milletvekillerini ve bölge yönetici­
lerini seçtiklerinden Batı Trakya'daki Türk halkına değer veril­
mektedir. B u n a karşın Türklerin çoğunlukta olduğu Gümilcine
ve Evros'ta İl Valiliğini Türkler almasın diye sadece bu bölgede
iki il birleştirilerek tek valilik bölgesi yapılmış ve seçimlerde bir
Türkün vali olması önlenmiştir. D ü n y a d a çok az ülkede örneği­
ne rastlanan Dışişleri Bakanlığımın ülke içerisinde etkin oldu­
ğu bir u y g u l a m a Yunanistan'da yürürlüktedir. Gümülcine'de
Yunanistan Dışişleri Bakanlığımın Batı Trakya'da uygulanacak
politikalan ve devlet uygulamalanm belirlemek üzere bir ofisi
bulunmakta ve Türklere karşı yürütülen uygulamalan bu ofis

382
1. Bölüm: Devlet

belirlemektedir. Çağdışı kalan bu u y g u l a m a sanırım ö n ü m ü z ­


deki süreçte kalkacaktır. En yakınımızdaki ülkelerdeki uygu­
lamalar, ü l k e m i z d e k i Kürtlere ve diğer farklı azınlıklara karşı
yapılması gerekenlere örnek olması açısından bizim için büyük
ö n e m arz etmektedir.
Ü ç ü n c ü k o n u ise, Bulgaristan ve Y u n a n i s t a n d a k i Türklerin
gördüğü baskı ve şiddete karşı çıkan Türkiye'nin kendi içinde
benzer k o n u m d a k i halklara aynı uygulamaları y a p a r k e n hiç
vicdan m u h a s e b e s i y a p m a m ı ş olmasıdır. Hatta biraz daha ge­
niş bakarsak, t ü m B a l k a n l a r d a (Yunanistan, M a k e d o n y a , K o -
sova, Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan gibi pek çok ülke­
de) y a ş a y a n Türklerin haklarının korunması için destek veren,
T ü r k varlığının, dilinin, kültürünün k o r u n m a s ı amacıyla her
platformda y e r almak isteyen Türkiye, bunların en tabii insan
hakları o l d u ğ u n u savunurken kendi içine hiç b a k m a m ı ş , ev­
rensel vicdanı savunmamıştır.

Karayolu ile baştanbaşa gezdiğim Balkanların T ü r k azınlı­


ğın b u l u n d u ğ u bölgelerinde, Türklerin T ü r k bayrağının yanın­
da kurdukları partilerin (Kosova T ü r k D e m o k r a t i k Partisi, Ma­
kedonya T ü r k D e m o k r a t i k Partisi) bayraklarını asarak ayakta
kalmaya çalıştıklarını g ö r d ü m . M a k e d o n y a ' d a Türklerin en y o ­
ğun yaşadığı ve nüfusun % 4'ünü oluşturdukları Kostivar gibi
belli şehirlerde T ü r k ç e 3. dil olarak kabul ettirilmiş. Türkler, şe­
hirdeki t ü m işyeri isimlerinin M a k e d o n c a , Arnavutça ve T ü r k ç e
yazılmış o l m a s ı n ı övünerek anlatıyorlardı.

Eski bir M a k e d o n devlet adamının adına kurulan ilköğretim


okulunun adı Mustafa K e m a l Atatürk Okulu olarak değiştiril­
miş, içine Ç a n a k k a l e Savaşı'nm tam bir duvarı kaplayan tablosu
yapılmış, her yeri T ü r k Bayrağı ile donatılmıştı. Öğretmenlerinin
çoğu T ü r k l e r d e n oluşan, Gül Cahit'in m ü d ü r l ü k yaptığı okulda
ve diğer şubelerinde, anımsadığım kadarıyla 1200 öğrencinin
900 kadarı T ü r k , bir kısmı M a k e d o n ve bir kısmı Arnavut'tu.
Okulda üç dilde de eğitim veriliyordu. Türkiye'de Ankara Gazi

383
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Üniversitesi'nden mezun olup, orada öğretmenlik yapan gence­


cik idealist öğretmenler aklıma geldiğinde gözlerim nemlenir. Bu
okulda görev yapan öğretmenlerin hepsi Türkiye'de yüksekokul
okumuş, öğretmen olmuş ve Türkiye'de daha iyi şartlarda çalış­
ma imkânları varken çok düşük maaşa ve zorluklara katlanarak
okulları biter bitmez Makedonya'ya gelmiş ve bu okulda burada­
ki çocukları yetiştirmeye aday olmuşlardı. Sırt sırta, omuz omu­
za vererek bayrak olmuşlar, kavgasız dövüşsüz oradaki Türkler
ve Türklük için çalışıyorlardı. Kostivar'daki Türk çocukları ve
Türkler için, hem öğretmen hem önder hem de rehber olmuş­
lardı. Birbirlerinden ayrılamayacak kadar birbirlerine bağlı bu
fidan boylu gençleri her gördüğümde tarif edilemez duygular
hissettim; bu zamanda idealleri uğruna fedakârlık yapan bu
gençlerin adını her fırsatta anarım.

Peki, ben oralardaki Türklerin kazanmış olduğu bu haklar


için bu hisleri duyarken, kendi ülkemdeki benzer kısıtlamalar
içinde b u l u n a n insanlar için nasıl aynı hisleri duyamam. Ben
nasıl bir vicdan sahibiyim ki çifte standartları vicdani ölçü ola­
rak kullanıyorum. Bence Türk'ün artık kendi kendini sorgula­
ması lazım. Kendisi ve ırkdaşları için talep ettiği hak ve hürri­
yetleri ve en tabii insani hisleri diğer insanlar için de istemeli­
dir. Eğer talep etmiyorsa, kendi vicdanını sorgulamalıdır.

Neden AB'ye Girmeliyiz?


Bizim gibi ülkelerde ve hatta gelişmişlik düzeyi bakımından
bizden daha kötü d u r u m d a olan Doğu ülkelerinde toplumsal
kalkınmayı gerçekleştirmek ve hızlı bir ilerleme sağlamak akla,
bilime ve mantığa aykırı mevcut yapılar ve kanaatler nedeniyle
çok zordur. Zihniyet değişikliği gerçekleşmediği sürece yalnız­
ca görünür olan yapıyı değiştirmekle hiçbir sorun kalıcı olarak
çözümlenemez.

Toplumsal kalkınmada esas olan zihniyetin ve düşünce ya­


pısının değiştirilmesidir; bu şekilde yeni davranış ve tutumlar

384
1. Bölüm: Devlet

ortaya çıkacaktır. Düşünce ve davranışlardaki bu değişim iyiye


doğruysa toplum kalkınacak, kötüye doğruysa gerilemeye baş­
layıp eskiyi arar hale gelecektir. Yani her değişim, iyiye doğru
olmayacaktır, örneğin krallıktan kurtulmak isteyen Rusya'nın
komünizme teslim olması gibi.
Bu bakış açısına göre, ülkedeki her şeyin kötüye gittiği,
başta anayasa olmak üzere birçok kurum ve kuruluş ile tüm
temel değerlerin mevcut toplumsal yapıya ve zamana uygun ol­
madığı ortamlarda iyi bir kural ve değeri uygulamaya koymak
ve topluma yerleştirmek mümkün değildir. Üstelik uzun süre
bozuk bir yapı içersinde yaşamış ve eski yanlış sistemin pro­
pagandalarına maruz kalmış kitlelerin değişimi ve istemelerine
rağmen içinde bulundukları durumdan kurtulmaları ve doğ­
ruyu bulmaları o kadar kolay değildir. Ç ü n k ü mevcut bozuk
yapı iyinin içeri girmesine mani olmaktadır. Ayrıca bütün ku­
rallar manzumesi zamana, akla ve bilime uygun olmadığından
tek tek bunları ayıklamak ve düzeltmek de uzunca bir süreci
gerektirecektir. Bu tür durumlarda en kolay ve en etkin yön­
tem, insanlığın o güne kadarki akıl bilim süzgecinden geçirip
bulduğu ve b a ş k a toplumlarda başarılı bir biçimde uygulamış
olan kuralları alıp, kendi ülkenizde uygulamaktır. Tutucu ve
bağnaz çevreler denenmiş ve başarılı olmuş yöntemlere karşı
fazla direniş gösteremeyeceklerinden bu yöntem en hızlı ve en
güvenilir yöntemdir.

D o ğ r u n u n arayışıyla yola çıkan, bugüne kadar bütün in­


sanlığın yaşadığı ağır deneylerden dersler çıkararak akıl ve bi­
limle bulduğu, toplumsal yaşamın her sahasını bireyin huzuru
için düzenleyen kurallar bütünü günümüzde AB normları ola­
rak adlandırılmaktadır. AB normları yalnızca AB üyesi ülkele­
rin tarihsel tecrübelerinin ışığında oluşturulmamıştır. Bunlar
evrensel değerlerdir; dolayısıyla yalnızca AB ülkeleri değil, İs­
viçre, Japonya, Amerika gibi AB üyesi olmayan kalkınmış pek

385
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

çok ülke de bu kuralları veya benzerlerini uygulamaktadır. Bi­


z i m için ö n e m l i olan hareket noktamızın doğru olmasıdır.
AB normları sadece sosyal konularda k o n u l m u ş kurallar­
dan ibaret değildir. Fertlerin ve toplumların huzur ve mutlu­
luğu için ü r e t i m , tüketim, ticaret, çevre ve kültür alanlarında
konulan kuralları da kapsamaktadır. Örneğin, üretilecek her­
hangi bir malın insan sağlığına hiçbir şekilde zarar vermeyecek
ölçülerde d e n e m i ş olması ve bu malın hatalı üretiminden dolayı
alıcının zararlarına karşı üreticilerin sorumlu olması kuralına
kim itiraz edebilir ki? A m a kolay ve kısa y o l d a n çok para ka­
z a n m a k isteyen üreticiler, üretimle ilgili hususları düzenleyen
yasanın bu kısmını değil de başka yerlerindeki diğer konuları
istismar ederek bu kuralın uygulanmasına karşı çıkacaklardır.
Bu yasanın A B ' n i n yerli sanayimizi baltalamak için kurduğu bir
tuzak o l d u ğ u n u söyleyecek, şoven duygularla bu kurala karşı
toplumsal muhalefet oluşturacaktır.

Aynı şekilde fertlerin, devlet veya diğer gruplar tarafından


rahatsız e d i l m e m e s i , devletin yetkileri, görevleri ve sorumlu­
lukları k o n u s u n d a k o n a n ve temel amacı kişilerin huzur ve
mutluluğunu k o r u m a k olan kurallara karşı ç ı k m a k m ü m k ü n
m ü d ü r ? Ayrıca fertlerin din, dil ve etnik kimliklerini özgürce
yaşmaları a d ı n a konan kurallara itiraz edilebilir m i ? Bazı çev­
reler bu kurallara karşı çıkıp ülke bölünecek yaygarası yaparak
kuralların t ü m ü hakkında kitleleri olumsuz etkileyecektir. AB
normları bir kurallar bütünüdür, bu nedenle birini alıp biri­
ni a l m a m a k d o ğ r u ve akılcı bir y a k l a ş ı m olmayacaktır. Zaten
bunlar birbirileriyle bağlantılı ve biri o l m a d a n diğerinin hayata
geçirilmesinin eksik kalacağı değerlerdir. Dolayısıyla bizim gibi
ülkelerde fertlerin ve g r u p l a n n huzur ve refah içinde yaşaması
için gerekli y a p ı y ı yaratan, devlet o r g a n l a n n ı n işleyişini evren­
sel değerler b a ğ l a m ı n d a belirleyen bu kuralların toplu olarak
alınıp u y g u l a n m a s ı en makul ve tek yoldur. Aksi halde, makul
yolun b u l u n m a s ı oldukça zordur. B u n d a n dolayı A B ' y e girmek

386
1. Bölüm: Devlet

ve AB normlarını almaya mecburuz. Bu ülke menfaatlerine ola­


caktır, aksi takdirde ü l k e m i z d e kısa sürede reformların d e v a m ı
mümkün görünmemektedir.

Bu Sistem, Fikri Olana Karşıdır


Bugün geldiğim noktadan geri d ö n ü p baktığımda bu ülkede
iki tip insan yaşadığını görüyorum. Birinci tip insanlar idealist
insanlardı. Bu tip insanlar Türkiye'yi, belki de dünyayı değiştir­
mek, daha güzel ve daha iyi bir dünya y a r a t m a k adına inandık­
ları ve doğru bildikleri bir ideoloji taşıyorlardı. Yani kendilerinin
dışındaki d ü n y a için idealleri ve fikirleri olan insanlardı. Bir
amaçları vardı. D ü n y a d a ideallerini gerçekleştirmek için kendi­
lerine bir g ö r e v biçiyorlardı. Varoluş sebeplerinin, sahip olduk­
ları idealleri gerçekleştirmek olduğunu düşünüyorlardı. Kendi
şahsi menfaatleri ikinci plandaydı. Hatta büyük bir kısmı, belki
de inanılmaz bir biçimde kendilerini her şeyleriyle inandıkları
ideolojiye adamışlardı. İdeolojileri yanlış olabilir, hatta birçoğu­
nun yanlışlığı sonradan ortaya çıkmıştır da, a m a bu insanlar o
z a m a n l a r davalarına s a m i m i olarak inanıyorlardı.

Geri kalan insanların ise böyle inançları, idealleri ve ideo­


lojileri yoktu. Onlar t a m a m ı y l a günlük hayatın içerisinde yu­
varlanıp gidiyorlardı. Bu grup içindekilerin bir kısmı dürüst ve
n a m u s l u y k e n , diğerleri yalnızca kendi menfaatlerini düşünen
bencil insanlardı. İnsanın dünyadaki varoluş sebebi idealleri,
inançları ve fikirleri u ğ r u n a çalışmak, bu uğurda gayret gös­
termektir. Bu nedenle idealist insanlar, hiçbir ideali olmayan,
dünyadaki her şeyi kendi menfaatleri ile değerlendirenlere göre
ahlaki açıdan d a h a üstündür.

A m a her n e d e n s e ülkemizdeki sistem t ü m organlarıyla bir


ideali olan herkesi kendisine karşı bir tehlike olarak görüyordu.
İster sağ ister sol d ü ş ü n c e y e sahip olsun, bu toplumdaki insan­
ları daha iyi y a ş a t a c a ğ ı m diye kimin kendine ait bir ideali varsa,
sistem h e m e n bunları y a s a k l a m a k ve y o k etmek y ö n ü n d e bir

387
Haliç'te Yaşayan Simonlar _.

iradeye sahipti. D ü n olduğu gibi b u g ü n de polis ve istihbarat


eğitimlerinde devlet için zararlı faaliyet ve eylemler anlatılırken
bu gruplann hepsinin adı zikredilmektedir.
O günlerde ben de bu anlayışın yanlışlığının farkında değil­
dim, bu insanları yanlış işler peşinde koşan kişiler olarak görü­
yordum. B u g ü n düşündüğümde sistemin en büyük hatasının,
bir ideali, bir inancı, bir fikri olan, yani insani fonksiyonlara
sahip kişileri hedef kabul etmesiydi. Hâlbuki insanlığın geleceği
bu tür insanların fedakârlıklanna bağlıdır. Ve insanın en önemli
görevi b u l u n d u ğ u ortamı iyileştirmek, kendini ve çevresini ge­
liştirmek, ülkesini ve toplumu kalkındırmak adına arayış içinde
olmaktır. Bu tip insanlar ve bu tür idealist düşünce ve fikir ha­
reketleri olmasaydı, insanlar bir sürüden farksız olacaktı.

Fakat bu sistem, idealler uğruna mücadele eden insanlan


her zaman karşısına aldı. Yasakçı bir zihniyetle onları engelle­
mekle kalmayıp düşünce ve eylemlerinin yanlışlığı yönünde de
sürekli olarak propaganda yaptı. Halkın geri kalanı nazarında
onlan aşağıladı ve kötüledi. Aslında en kötüsü de bu yaklaşımdı.
Zira bu şekilde bireysel olarak bir kişiye ceza vermekle yetinilme-
yip toplum bu düşüncelerden tamamen uzak tutuluyordu. Bu
idealist insanların bazılarının zaman içerisinde bir takım terör ve
illegal olaylara karışması toplumdaki diğer kesimleri korkuttu.
Hâlbuki onları bu davranışlara yönelten, devletin yaklaşımıydı.
Oysa bu insanlann teröre ve şiddete yönelmeden, savunduklan
fikir ve idealleri topluma yaymalan, bu fikir ve idealler etrafın­
da örgütlemeleri, siyasete girip yönetime aday olmaları ve parti
kurmalan için gerekli imkânlar sağlanarak daha sağlıklı ve daha
sıhhatli bir toplum yaratılabilirdi. Toplumun daha mutlu ve mü­
reffeh bir geleceğe ulaşması için, farklı fikirlerin tartışılabileceği
bir ortam yaratılmalıydı. Ama nedense bizim sistemimiz hiçbir
zaman bunlara müsaade etmedi. Belki de Türk toplumunun ve
demokrasisinin gelişmesinin önündeki en büyük engel buydu.

388
1. Bölüm: Devlet

K o m p l o Teorileri
Bizim ü l k e m i z d e (ve tabii ki toplumsal olarak geri kalmış tüm
ülkelerde) m e y d a n a gelen olumsuz olaylarla ilgili temel bir bakış
açısı, y o r u m l a m a ve sebep bulma yöntemi vardır. Başımıza gelen
her kötü olayın mutlaka A B D , Rusya, İngiltere gibi ülkeler veya
CIA, K G B , M o s s a d gibi istihbarat örgütleri veya yeni çıkmış şer
güçler tarafından tertiplenmiş olduğu dile getirilir. Lügatimizde
"yaptığımız şu yanlışta dolayı bu olay gerçekleşti" gibi bir anla­
tım asla yoktur. Diğer y a n d a n başkalarının desteğiyle gerçekleş­
tirilmiş dahi olsa çok basit bir konu abartılarak, yapan kişi bir
kahramana dönüştürülür; "olay tüm dünyaya örnektir, bizden
başka hiç k i m s e bunu yapamaz" diye günlerce anlatılır.

Bu olgu aslında bir hasta akim t ü m ç ö z ü m yollarını kapa­


y a n d ü ş ü n m e ve algılama biçimidir, şark mantığıdır. Bu mantı­
ğın en b ü y ü k zararı, eğer başımıza gelen kötü olayları Amerika
ve Rusya gibi ülkeler veya C I A ve K G B gibi dünyayı ürküten
büyük teşkilatlar yapıyorsa ve bu olayların m e y d a n a gelmesin­
de bizim hiçbir kusurumuz, hatamız y o k t u r inanışıdır. Olay
nedeniyle k e n d i m i z i eleştirmemize, hatalarımızı d ü z e l t m e m i z e
gerek yoktur. Ayrıca bu büyük devletlere karşı bizim tek ba­
şımıza y a p a b i l e c e ğ i m i z bir şey de yoktur. Türkiye'de m e y d a n a
gelen olayları A B D veya Rusya gerçekleştiriyorsa, tek başına
Türkiye ne yapabilir veya ben bir emniyet m ü d ü r ü , polis olarak
bu devletlere v e y a istihbarat servislerine karşı ne yapabilirim?
Olaylar başkaları tarafından gerçekleştiriliyorsa ve b e n i m bu
olayların g e l i ş m e s i n d e k u s u r u m yoksa bunları d u r d u r m a k ya
da azaltmak için de y a p a c a ğ ı m fazla bir şey yoktur. Öyleyse
kendi hareketlerimi eleştirmeme, d ü z e l t m e m e de gerek yoktur.
İşte bu inanış, ilerleme önündeki en büyük engellerden biridir.

Diğer y a n d a n bizim kendi insanımızı olarak doğru karar ve­


rebilecek şekilde eğitemiyor, huzur ve güven içinde devlete bağlı
olarak yaşatamıyoruz. Fakat bizi hiç tanımayan, dilimizi dahi
k o n u ş a m a y a n ülkelerin vatandaşları veya istihbarat servisleri

389
Haliç'te Yaşayan Simonlar

gelip ülkemizde en olumsuz olayların yaşanmasına sebep ol­


muşlardır. Böyle bir d u r u m d a insan şunu d ü ş ü n m e d e n edemi­
yor; bu olayların yaşanmasını sağlayanlar insanüstü güçlere
sahiptirler; üstün zekâlarını, ilahi yeteneklerini kabul etmek
gerekir.
B u n u n en güzel örneği, O s m a n l ı İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n ege­
menliği altındaki Arapların b o z u l a n O s m a n l ı idari yapısıyla
birlikte yükselen milliyetçilik akımlarının sonucunda siyasi
eylemlere b a ş l a m a l a r ı ve y ö n e t i m i n uygun reformlarla bu ey­
lemleri d u r d u r a m a m a s ı s o n u c u n d a isyan çıkarmalarıdır. Bu
isyanların s o n u c u n d a İngilizlerin de desteği ile Araplar ba­
ğımsızlıklarını kazanmıştır. Bu olayların asıl sebeplerini, arka
planını g ö r e m e y e n mantık, t ü m Arapların İngiliz ajanı T . E .
L a w r e n c e tarafından ikna edilerek O s m a n l ı y a karşı isyan et­
tirildiğini ve o n u n faaliyetleri neticesi bu olayların m e y d a n a
geldiğine inanır.

O z a m a n şunu sormak gerekmez mi? Yıllardır sizin egemen­


liğiniz altında bulunan, sizin tarafınızdan yönetilen, eğitilen ve
yüzlerce idarecinizin, mülki ve adli amirinizin, askeri komuta­
nınızın yerli halkla iç içe yaşadığı bir bölgede her şeye sahipsi­
niz, istediğiniz her şeyi y a p a b i l m e gücünüz var, yine de siz bu
halkı ikna e d i p , kendinize b a ğ l a y a m ı y o r s u n u z ? İngiltere'den bir
a d a m geliyor; t a m a m e n farklı bir kültüre sahip. T e k başına, o
kadar kısa bir sürede t ü m Arapları ayaklandırıyor ve size karşı
kullanıyor. Bu akla mantığa uygun m u ? L a w r e n c e ilahi güçlere
mi sahip? Lavvrencein olağanüstü bir becerisi ve yeteneğe mi
vardı? Elbette hayır. Osmanlı idaresi o kadar bozulmuştu ki
bırakın A r a p Yarımadası'nı, Anadolu'da bile yer yer isyanlar
çıkıyordu. H a l k zaten bıkmıştı; belki L a w r e n c e gibiler bu orta­
mı kullandı, sadece hazır olan fitili ateşledi. Fakat orayı patla­
y a c a k hale getiren bizdik. Bunu g ö r e m e d i ğ i m i z için, ilk parça
k o p t u ğ u n d a sebepleri doğru görüp, tedbir alıp d u r d u r m a y a ça­
lışamadık. Bize göre bizim hiç hatamız yoktu. Hata y o k s a dü-

390
1. Bölüm: Devlet

zeltilecek bir şey ve hatta bu k o n u d a y a p a c a k bir şey de yoktu.


Olaylar dış güçlerin etkisiyle gerçekleşiyordu.
Hâlbuki Falih Rıfkı Atay'ın Ş a m ve Beyrut karargâhında C e ­
mal Paşa'nın emir subayı olarak çalıştığı d ö n e m d e bölge halkına
o zamanki y ö n e t i m l e r i n yaptığı uygulamaları anlattığı Zeytinda-
ğı adlı kitabı okunsa olayların iç dinamikleri anlaşılabilir. Bu
isyanlara sebep a r a m a k bir yana, isyanların neden bu kadar
geç çıktığı ve daha da büyümediği kavranacaktır. Bölgenin geri
kalmış yapısı, iletişim imkânlarının yetersiz olması, kısır çekiş­
melerin halkı bir örgüt altında b u l u n d u r m a y a m a n i olması gibi
nedenlerle birlikte yıllardan beri Osmanlı hâkimiyetinde yaşa­
mış olmaları ve dini inançlarının aynı olması gibi sebeplerin
isyanı geciktirdiği, başka bir sebep a r a m a n ı n boşuna bir çaba
olduğu görülecektir. Yıllarca her olayda aynı mantık çalıştı, yıl­
lar geçti a m a m a n t ı k hiç değişmedi. B u n a benzer binlerce örnek
vermek mümkündür.

701i yıllara gelindiğinde Türkiye'deki siyasi yönetimler za­


manın gereklerine uyamadığı, özgürlükleri genişletemediği ve
sosyal reformları y a p a m a d ı ğ ı için, o d ö n e m k i akımların da et­
kisiyle sağ ve solda farklı adlarda yüzlerce siyasi örgüt ve hare­
ket ortaya çıktı. Bunları algılaması, doğru şekilde değerlendirip
uygun tedbirler alması gereken hükümetler aynı mantıkla yine
olayları dış güçlerin desteklediği, bu grupların alçak ve hain
olduğu y ö n ü n d e k i suçlamaları ile meseleyi geçiştirmeye kalk­
tı. A m a netice aynı oldu. Olaylar önleneceği ve azalacağı yerde
her gün daha da artarak sokaklar kan gölüne döndü. Olayla­
rı önlemek için hiçbir reform gerçekleştirilmedi. Aynı mantığın
sonucunda, y a ş a n a n t ü m olaylar binlerce insanın ölümüyle,
maddi ve m a n e v i değerlerin yok olmasıyla ve nihayetinde 1980
darbesiyle sonuçlandı.

19801i yıllarda her gün giderek şiddetini artıran ayrılıkçı


hareketlere devletin bakışı yine aynı minvaldedir: dış güçler
bunları destekliyor, bunlar alçak ve hain. Sonraki dönemler-

391
Haliç'te Yaşayan Simonlar

de radikal dini grup ve hareketler gerek İran'daki rejim deği­


şikliğinin etkisiyle, gerekse batı ülkelerinin İslam ülkelerin­
deki o l u m s u z tertipleri neticesi olarak t ü m İslam ülkelerinde
ve Türkiye'de h a r e k e t l e n m e y e başladı. Bizde yine aynı mantık
hâkimdir: bunlar irticacı, hain, gerici... H e r z a m a n düzen ve re­
j i m haklı, karşısındaki her muhalif hareket hain, alçak, bölücü
ve dış güçler tarafında yönlendirilmektedir. Bu yaklaşımın bir
an önce değiştirilmesi gerekiyor.
Aslında bu k o m p l o c u mantık yerine, d a h a pozitif ve yapıcı
bir akıl y ü r ü t m e ile m e y d a n a gelen her olaydan sonra, öncelikle
olayların sebepleri araştırılır, sistemin hatası, kusuru aranır ve
olaylara sebep olan nedenler tespit edilerek bunlar bir eleştiri
süzgecinden geçirip bir daha benzeri olayların olmaması için
gerekli tedbirler alınabilirdi.
Ülke içerisinde siyasi örgütlerin yarattığı eylemler ve terör
olayları ile özellikle rejim aleyhtarı grupların oluşması, ülke­
deki siyasi ve toplumsal sistemin kitleleri m e m n u n etmediği
doğrultusunda sinyaller verir. Huzursuz çevrelerin sıkıntıları
dinlenerek onlara h a k l a n teslim edilmez v e y a haklarını meş­
ru yollarla a r a m a l a r ı n ı n önü açılmaz ise bu kişilerin bir süre
sonra gayri m e ş r u yollardan tepki gösterecekleri kesindir. Bu
tepkinin oluşması için illaki birilerince tahrik edilmelerine de
gerek yoktur. İnsan onurlu bir varlık ise hakkını k o r u m a k ve
a r a m a k isteyecek, verilmeyince de bu hakkı m e ş r u yollarla al­
m a n ı n y o l u n u araştıracak, bu yol da kapatılırsa o z a m a n ise
gayri meşru yollara başvuracaktır.

Bireyler ve kitleler haklı iseler veya kendilerini haklı zan­


nediyorlarsa ya bu haklarını almaları sağlanarak ya bu hakla
orantılı bir g ü ç uygulayıp baskı altına alınarak ya da meşru
demokratik yollarla haklarım arayabileceklerine inandırılıp
bu yolların onlara açık tutulması sağlanarak onların tepkile­
ri durdurulabilir. Üstelik demokratik sistemde herkes düşün­
cesini a ç ı k l a m a k t a ve bu düşünceler etrafında örgütlenmekte

392
1. Bölüm: Devlet

serbesttir. Fakat bizim ülkemizdeki uygulama bazı fikirlerin


savunulması ve ifade edilmesini yasaklamakta ve bu fikirleri
savunan dernek, parti gibi örgütlerin kurulmasına müsaade
etmemektedir.
19701i yıllarda dünyadaki siyasi değişimlere bağlı olarak or­
taya çıkan yeni teorilerin, özellikle de Marksizm'in yeni yorum­
larının etkisiyle Türkiye'de gençlik hareketleri başladı. Gençler
ülkedeki rejimin haksız ve hukuksuz olduğunu ve işçilerle köy­
lüleri s ö m ü r d ü ğ ü n ü ileri sürerek, rejimi değiştireceklerini iddia
ediyorlardı. Önce küçük gruplar halinde bir araya gelerek der­
nekler etrafında örgütlenmeye, fikirlerini yaymak için gazete,
dergi ve broşür çıkarmaya başladılar. Bu yolla halkı örgütleyip
siyasi partilere dönüşmeyi ve seçimlerde iktidar olup kendilerin­
ce inandıkları hak ve adalet üzerine kurulu yoksul kesimlerin
sermaye sahibi zenginlerce sömürülmeyeceği sosyalist bir dü­
zen kurmayı hedefliyorlardı. Ama sistem daha en başında genç­
lerin muhalefetini engelledi; yayınladıkları broşürleri toplattı,
çıkardıkları dergileri yasakladı, kurdukları dernekleri kapattı,
düşünceleri ve düşünceleri doğrultusunda örgütlendikleri için
mahkûm etti. Batı demokrasilerinde hakkını arayan ve örgütlü
halk demokrasinin teminatı olarak görülürken, ülkemizde her
türlü hak talebi, her türlü örgütlenme çabası yasaklanmaktay­
dı. Meşru muhalefet yollarının yasaklanması üzerine gençler
gayri meşru yollardan muhalefet etmeye başladılar. Gizli örgüt­
ler kurarak, gizli yayınlarla halkı örgütleme faaliyetlerine yönel­
diler. Sistem bu kez de çok daha şiddetli bir biçimde gençlerin
üzerine gitti, çok daha ağır cezalar uygulamaya başladı. Bu­
nunla da yetinmeyip basın yayın organları ve eğitim sistemi ile
beğenmediği fikirleri hor görmeye, aşağılamaya ve hatta halkın
bir b ö l ü m ü n ü onlara karşı kışkırtmaya başladı.

Sonuç olarak, hak talebinde bulunanların istedikleri siste­


mi kuracakları bütün meşru yollar kapanınca, geriye tek bir
yol kalıyordu; silahlı mücadele ile bu rejimi değiştirmek. B a ş k a

393
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar

bütün yolar her türlü yöntemle, zorla bastırılıyordu. Peki, siz


bu düşünce etrafında örgütlenerek halkın faydasına olduğuna
inandığınız bir sistemi halka anlatıp kabul görmesi halinde uy­
gulamaya koymayı amaç edinseniz ve bu amacınız zorla ve şid­
detle bastırılırsa ne yaparsınız? Ya korkup geri çekilir ya da bu
davayı size mani olanlara karşı zor ve şiddetle savunursunuz.
B a ş k a bir yolu var mıydı?

394
2. Bölüm

CEMAAT
2. Bölüm: C e m a a t

Din ve İnanç Dünyam


Kitabın b u r a y a kadar olan bölümünde kişiliğim ve kimliğim
ile ilgili özel konulara fazla girmemeye gayret gösterdim. Önceki
bölümde yazılanlar geçmiş döneme aitti. Amacım geçmişte ya­
şanan örnek olaylar üzerinden geleceğe yönelik bir projeksiyon
oluşturmaktı. Bu bölümden itibaren anlatacaklarım, günü­
müzde yaşadıklarımıza, içinde bulunduğumuz dönemin arka
planına ilişkin olacaktır. Anlatacaklarımın doğru anlaşılması
için benim düşünce ve inanç yapımın, özellikle dini inançları­
mın gelişiminin bilinmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
O k u y u c u n u n daha iyi ve tarafsız bilgilenebilmesi için, hiçbir
şeyi saklamadan, tek bir noktayı mahrem bırakmadan bilinme­
si gerekenleri eksiksiz anlatmaya çalışacağım.

Gizli faaliyetlerini bu bölümde açıklayacağım güçlerin ellerin­


de ne kadar büyük olanaklar olduğunu ve hangi yöntemleri kul­
landıklarını az çok bilenlerden birisiyim. Hemen hemen herkes
bu kişiler hakkında bir şeyler biliyor olsa da onların yaptıkları
işler, çalışma yöntem ve biçimleri tam manası ile bilinmiyor. Ben
de kısmen bilgi sahibiyim; bu nitelemeleri kısmi bilgilerimle ya­
pabiliyorum. Bu insanlar ve onların faaliyet tarzları bilinmeden
ülkemizde son dönemde yaşananları tam olarak anlamak müm­
kün değildir. Anlatacaklarımın hepsi maddi delilerle ispatlanabi­
lir. Fakat delilleri bulacak insanların çoğunluğu da bu insanlarla
beraberler. Yine de ben delillerin nerede ve nasıl bulunabileceğini
göstereceğim. Bu insanların hasmı, düşmanı değilim; çoğu eski
dostlarım, son dönemde tanık olduğum ve yasadışı olduğunu
d ü ş ü n d ü ğ ü m davranışları hariç inançlarını ve dünya görüşlerini
paylaşıyorum. Yazacaklarımın b u n a göre yorumlanabilmesi için
önce özel dünyamı anlatarak başlayacağım.

Din ve İnanç Dünyamdaki Gelişmeler


İlk çocukluğumdan beri çevrem ve yaşadığım ortam
Anadolu'nun klasik muhafazakârlığı ile şekillenmişti. Hayatın

397
Haliç'te Yaşayan Simonlar

kendisi ve kuralları, t o p l u m u n değer yargıları d o ğ r u d a n veya


dolaylı olarak dini kurallara göre belirlenmekteydi. Fakat çev­
remdeki insanların hiçbiri dini bir rejim ya da sistem yanlısı
olmamış ve dini amaçlı illegal bir örgüt yapısı içinde hiçbir za­
m a n b u l u n m a m ı ş t ı . Yani inançlarım kuvvetliydi fakat ne işim­
de ne başkalarını d e ğ e r l e n d i r m e m d e hiçbir b i ç i m d e bir etken
veya ölçü o l m a d ı . İnançlarım, tüm davranışlarımızı bir görenin,
gözetenin o l d u ğ u ve bir gün hesap sorulacağı anlayışı doğrultu­
sunda, herkese karşı dürüst olmayı m e c b u r kılan, aklı, şuuru,
v ü c u d u ve her türlü nimeti verene saygı ve sevgi temelinde ve
vicdani sorumluluk çerçevesinde şekilleniyordu.

D o ğ d u ğ u m k ö y d e emsallerimden kimileri sömestr tatillerin­


de köyün camisinin i m a m ı n ı n verdiği Kur'an kursuna gitmeleri
ve o n u n neticesi olarak n a m a z kılmaya başlamaları babamın
hoşuna gidiyordu. B a b a m ı n okul tatillerinde b e n i m de Kur'an
kursuna g i t m e m i istemesi üzerine ilkokul 3 ve 4. sınıfta 15
günlük ara tatillerde Kur'an kursuna gittim. Arap alfabesinin
ilk temel kitabı olan elif cüzünü o k u m a y a başladım. Eski ya­
zıyı ve Kuran'ı tecvit üzere denen usulüne u y g u n t a m olarak
okuyabilmek için sırası ile elif c ü z ü n d e n başlayarak birkaç cüz
kitabı o k u m a k gerekir. Ben ancak elif cüzünü bitirebildim ama
bu arada din kurallarını, namaz kılmayı, n a m a z d a okunması
zorunlu duaları o k u m a y ı ve ezberlemeyi başardım.

İlkokul yıllarında yalnızca kısa kurs d ö n e m l e r i n d e namaz


kılardık. Ortaokul d ö n e m i n d e de fazla bir değişiklik olmadı.
Aynı minvalde d e v a m ettim. Sonra Polis Kolejine girdim. İnançlı
ve muhafazakârdım; daha fazlası değil. A r k a d a ş l a r ı m arasında
n a m a z kılanlar da vardı, n a m a z d a n bihaber olanlar da. Bu ko­
nuda öğrenciler arasında herhangi bir ayrışma y o k t u .
Polis Kolejini bitirmiş, Polis Enstitüsüne başlamıştım. 1975
yılında enstitünün 2. sınıfındayken, nisan ayında ağabeyimin
d ü ğ ü n ü n e katılmak için babamın hasta olduğu y ö n ü n d e (dü­
ğün için izin v e r m e d i k l e r i n d e n ) okula yalan b e y a n d a bulunup,

398
2. Bölüm: Cemaat

üç gün izinli olarak m e m l e k e t e gitmiştim. O zamanlarda, köyde


her delikanlının sahip olduğu Turalı Osmanlı Beyliği denilen 9
mm K a r a d e n i z y a p ı m ı bir tabanca temin etmiştim. D ü ğ ü n l e r d e
en çok y a p ı l a n eğlence, silah yarıştırırcasma havaya ateş et­
mekti. D ü ğ ü n d e silahımı incelemek isteyen bir a k r a b a m m e r m i
y o k zannıyla silahla oynarken, birden silahı ateşledi ve uzakta­
ki bir ç o c u ğ u n yaralanmasına neden oldu. Bu olayın ardından
eyvah şimdi y a n d ı m , m e s l e ğ i m gitti korkusuna kapıldım. Bu
badireyi atlatırsam beş vakit n a m a z kılacağıma dair k e n d i m e
söz v e r d i m . V e r d i ğ i m söze uyarak Polis Enstitüsünde (bugün­
kü adıyla Polis Akademisi) n a m a z kılmaya başladım. Beş vakit
n a m a z kılıyordum. Bu d u r u m 1980 yılında o l a y l a n n çok arttığı,
koşturmaktan namazlarımın ç o ğ u n u n kazaya kaldığı d ö n e m e
kadar d e v a m etti. Bu d ö n e m d e , herkesin birbirini gırtlakladı-
ğı olağandışı koşullar altında yaşanıyordu. Öldürülen bir ağır
ceza. reisinin faillerini y a k a l a m a k için çalışıyorduk. Bir büyü­
ğüm "bu z a m a n d a görev daha önemlidir, savaşta n a m a z a ara
verilir" y ö n ü n d e nasihatte bulununca bunu akla uygun bul­
dum v e u y g u l a m a y a başladım.

Polis Enstitüsünde okurken Maltepe'deki Koç Öğrenci


Yurduna y a k ı n Polis Vakfının öğrenci y u r d u n d a k a l ı y o r d u m .
Okuldaki y e m e k sonrası Anıttepe'deki okuldan y u r d a y a y a ge­
lir, genellikle de a k ş a m n a m a z ı n ı Maltepe C a m i ' n d e kılardım.
Bir gün c a m i çıkışında, sohbet ettiğim m ü h e n d i s l i k öğrencisi
bir arkadaşın anlatımlarından etkilendim. Zira o, akla hitap
eden fikirlere sahip, y u m u ş a k bir kişiliği ve insani yaklaşım­
ları olan birisiydi. Z a m a n z a m a n n a m a z sonlarında ö n c e d e n
almış o l d u ğ u notların b u l u n d u ğ u defteri c e b i n d e n çıkarır, bu
notlara b a k a r a k çeşitli dini k o n u l a r d a bilgiler verirdi. İnanç ve
din h a k k ı n d a ve Yaradan'ın varlığı ve birliğine n e d e n inanma­
mız gerektiği gibi k o n u l a r d a n bahsederdi. K o n u y u akla, ilme
göre örneklerle anlatırdı. Bu sohbetler bazen yatsıya k a d a r
d e v a m eder, yatsı n a m a z ı n ı kıldıktan sonra y u r d a d ö n e r d i m .

399
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Bu sohbetlere katılan ve bu konularda benden daha bilgili


olan Zülfıkar adlı arkadaşımdan bu şahsın N u r c u olduğunu
öğrendim. D a h a sonra adının Halit olduğunu öğrendiğim bu
yeni arkadaşım bizi öğrencilerin birlikte kaldığı evine götürdü.
Evde, bir kısmı o zamanki adıyla Yükseliş Mühendislik ve Mi­
marlık Özel Yüksek Okulu (daha sonra adı Devlet Mühendislik
Mimarlık Akademisi oldu), bir kısmı Bahçelievler'deki Fen Fa­
kültesinde ve bir kısmı da Siyasal Bilgiler Fakültesinde oku­
yan, hepsi N u r c u olan 5-6 öğrenci kalıyordu. A r a d a sırada bu
eve uğramaya, öğrencilerle sohbet etmeye başlamıştım. Yaşam
tarzları, birbirlerine karşı saygılı davranışları, sadelikleri ho­
ş u m a gidiyordu. Aynı dönemde çevremdeki bazı arkadaşlarım,
benden etkilenerek namaz kılmaya başlamışlardı. Dolayısıyla
Polis Enstitüsünde namaz kılan öğrenci sayısı artmıştı. Yurt­
taki arkadaşlarımı yeni arkadaşlarımla tanıştırıp onların da bu
sohbetlere katılmalarını sağlıyordum. Bazı akşamlar, öğrenci
y u r d u n d a bir araya gelerek cemaat oluşturur topluca namaz
kılıyorduk. Aynı koğuşta b u l u n a n çoğu arkadaşım da namaza
başlamıştı.

Bu arada Maltepe öğrenci yurdu kapanmış, mülkün sahi­


bi Polis Vakfı, vakfın idaresini buraya taşımıştı. Yurt bulmam
gerekiyordu. Ben paralı olarak bu yurtta kalırken bazı öğren­
ciler ücretsiz olarak daha uzaktaki İskitler öğrenci Yurdunda
kalıyorlardı. Maltepe'deki yurt kapanınca, bizdeki tüm öğren­
ciler İskitler Y u r d u n a taşındı. Ancak bu yurt her türlü sosyal
ortamdan uzaktı. Oto tamircilerinin yoğun olarak bulunduğu
bir semtteydi ve çevresi de iyi değildi. Son sınıf öğrencisiydim
ve sanırım ikinci dönem de yaklaşmıştı. Yeni arkadaşlarım, is­
tersem kendi evlerinde kalabileceğimi teklif edince, kabul ettim.
Ev okula çok yakındı ve Maltepe'nin en güzel yerindeydi. Sonra­
dan sohbetlerden vs. bu şekilde başka evlerin de olduğunu fark
ettim. Bu gün ışık evleri denen o evlerden birinde tahminen 5-6
ay kadar kaldım.

400
2. Bölüm: Cemaat

Bu evlerde hayat çok düzenliydi; her gün bir öğrenci nö­


betçi olur, temizlik ve yemek işlerine bakardı. Evin masrafları
öğrencilerden toplanan ortak paradan karşılanır, herkes na­
maz kılar ve d u a ederdi. Haftada bir gün, akşam başka evlere
gidilir, dini sohbetler yapılırdı. Diğer günler ise herkes sessiz
sedasız, sükûnet içinde derslerine çalışırdı. Bu evde kalırken,
Fethullah Gülen Hoca'yla benzeri b a ş k a bir evde karşılaştım.
Sonra Arı Sinemasında verdiği "Yaratılış ve Darvinizm" konulu
konferansta çok ciddi din ve fen ilimleri bilgisine sahip olduğu­
nu gördüm. Bu dönemde ülkücü ve onların komünist dedikleri
gençler arasında kıyasıya kavgalar yaşanıyordu. Kimi zaman
kitlesel çatışmalar, kimi zaman da teke tek yakaladığında za­
rar verme şeklindeki olayların ardı arkası kesilmiyor, giderek
tırmanıyordu. Bu tür olaylarda çevremizdeki arkadaşlar, sağ­
cı oldukları için ülkücülerin yanında kavgalara katılma eğili­
mi gösteriyorlardı. Z a m a n zaman eve gelen bizden daha yetkin
olduklarını anladığım kişiler, siz sakın bu olaylara katılmayın,
taraf tutmayın diye telkinde bulunuyordu. Arka planda ne olup
ne bittiğini bilmiyordum ama bu ev ve evde birlikte yaşadığım
yeni arkadaşlanmı çok seviyordum. Okul bitince, dereceye gir­
diğim için seçme hakkına sahiptim ve memleketime yakın ol­
ması nedeniyle Mersin'e isteğim üzerine tayin oldum.

1980'den sonra düzenli olarak namaz kılamadım, cuma


namazıyla sınırlı kaldım ama düzenli namaz kılamamanm sı­
kıntısını da hep içimde taşıdım. Beni ve tüm kâinatı yaratan
büyük bir gücün olduğuna samimi olarak her zaman inandım
ve yaratanın kurallarını ihlal etmemeye çalıştım
Görev esnasında inanç farklılığını hiç önemsemedim. Ü s ­
telik muhafazakârdım ve imkânım olsa kendi dünyamda dinin
tüm kurallarını tam anlamıyla yaşamak isteyen biriydim; hâlâ
da öyleyim. Ancak şimdi şunu sorguluyorum: Yaradan nasıl
yaşamamızı istiyor? Temel amacımız ibadet etmek mi, yoksa
belli bir hayat tarzına uygun yaşamak mıdır? Şu soruya tat-

401
Haliç'te Yaşayan Simonlar

min edici bir cevap arıyorum: Dini kurallar insan mizacını bi­
len Y a r a d a n tarafından insanın bu d ü n y a d a t o p l u m veya fert
olarak huzurlu, mutlu ve birbirine zarar v e r m e d e n yaşamasını
sağlamak için mi k o n d u ? Bu sorunun çok daha ötesinde, çok
daha derin manaların olduğunu biliyorum. İnancın temelinde
mutlak insan özgürlüğü olduğunu, özgür o l m a y a n ı n inanç ve
imanının eksik kalacağını, bu özgürlüğün her şeye karşı olması
gerektiğini d ü ş ü n ü y o r u m .

İstanbul'da görev yaptığım 1995 yılında kızım ilkokulu bi­


tirmişti, ortaokula kayıt ettirmem gerekiyordu. Aynı sitenin loj­
manlarında kalan arkadaşlarım çocuklarının kayıtlarını özel
okula yaptırıyordu. B e n i m çocuklarımın farklı okula gitmesi hoş
olmazdı, ayrıca ç o c u ğ u m u n diğer çocukları görerek üzülmesini
de i s t e m i y o r d u m . Emniyet M ü d ü r ü m ü z N e c d e t Menzir'in okul
fiyatlarında belli miktarda indirim uygulatması üzerine kızımı
evimizin y a k ı n ı n d a k i özel okula yazdırdım. T e k n i ğ e çok merak­
lıydım. T ü m alet ve cihazların teknik bilgileri ve teknik konuları
içeren kaynakların t ü m ü İngilizceydi. İngilizce bilmediğimden
dolayı bu alanda çok zorluk çekmiş, yeterli düzeyde bilgi elde
e d e m e m i ş t i m . İ ç i m d e kalan bu u k d e n i n ç o c u k l a r ı m d a olmama­
sı için onları İngilizce dil ağırlıklı eğitim y a p a n bir okula yazdır­
mak benim de arzuladığım bir şeydi.

Sonraki yıl Ankara'da göreve atandığımda, kızımın özel


okulda eğitimine d e v a m etmesi ve aynı yıl ilkokuldan m e z u n
olan o ğ l u m u n da ortaokula kayıt edilmesi gerekiyordu. Kızım
özel okulda eğitim görürken o ğ l u m u n devlet okuluna gitmesi
doğru olmazdı, mecburen onu da evime en yakın özel oku­
la yazdıracaktım. Araştırma yaptığımda evimize en yakın özel
okullardan birinin Samanyolu Koleji olduğunu g ö r d ü m ve ço­
cuklarını bu okula gönderen arkadaşların da görüşlerini alarak,
Çankaya'daki S a m a n y o l u Kolejinin ortaokul kısmına oğlumu
kayıt ettirdim. O k u l u n lise kısmı Yenimahalle İvedik'teydi. Or­
taokul bittiğinde oturduğumuz Çankaya Oran semtine çok uzak

402
2. Bölüm: C e m a a t

olan Yenimahalle İvedik'e gitmek gerekiyordu. Eskiden ben işe


giderken çocukları okula götürüyordum. Oysa şimdi her ikisi
için de okul ücreti haricinde bir de servis ücreti ö d e m e k zorun­
daydım. Her ne kadar Susurluk olayları vs. nedeniyle biraz tanı­
nınca bana özel indirim uygulamyorduysa da tek maaşımla her
ikisinin ücretini ödemekte zorlanıyordum. Fakat o d ö n e m 28
Şubat arifesindeydik; herkes Samanyolu Kolejinden ya da ben­
zeri okullardan kaçıyor, keskin laik g ö z ü k m e k istiyordu. Her­
kes ordunun başlattığı cereyana kapılmıştı. İnsanların bu ka­
dar korkması ve sahte hareket etmesi beni son derece rahatsız
ediyordu. İnadına bu kişilerin tersine davranmalıydım. Aslında
maddi koşullarım çocuklarımı Samanyolu Kolejinden alıp evime
yakın bir özel okula nakletmemi gerektiriyordu a m a korkmuş
g ö z ü k m e m e k , güç gösterenlere karşı haklının yanında olmak,
güçten k o r k m a m a k adına bunu y a p m a d ı m . Tabii bu okullar­
daki eğitim ve öğretimin kalitesi, öğretmenlerin öğrencilerle ya­
kından ilgilenmesi, okulda eğitimin yanında çocukların zararlı
alışkanlık ve davranışlara karşı korunduğu inancı da bu kararı
a l m a m d a belirleyici unsurlardı. Fakat en azında Emniyette is­
tikbal bekleyen bir kişi olarak, o günkü şartlarda bin yıl sürece­
ğine inanılan 28 Şubat anlayışı y ö n ü n d e ç o c u k l a n m ı Samanyo­
lu Kolejinden başka bir okula n a k l e t m e m gerekiyordu. Nakilleri
y a p m a d ı m . Bir kez daha anladım ki haksızlar üzerime ne kadar
sert gelirse, ne kadar büyük bir tehditle karşı karşıya kalırsam,
ayni ölçüde karşı k o y m a iradem gelişiyor, bedeli ne olursa olsun
aklım ve v ü c u d u m karşı k o y m a y a programlanıyordu.

Ve 6 yıl çocuklarımı S a m a n y o l u Kolejinde o k u t t u m ve ikisi


de oradan m e z u n oldular.
G ö r e v i m esnasında hiçbir çalışanımı, karşılaştığım hiçbir
görevliyi, davalıyı, davacıyı, vs. değerlendirirken, inancı ya da
düşüncesi nedir diye düşünmedim. Gerektiğinde devlet bir
Hıristiyan'ı, bir Musevi'yi ve hatta bir yabancıyı görevlendire­
bilir, kendisine görev verilen herkes istenilen hizmeti yerine

403
Haliç'te Yaşayan Simonlaı __ __

getirmekle, devlet de hizmetlerinin karşılığı olarak maaşla­


rını ö d e m e k l e yükümlüdür. O z a m a n her şey devletin kural­
larına u y g u n olarak yerine getirilmeliydi. M a a ş alırken, diğer
i m k â n l a r d a n faydalanırken nasıl kanunlara u y u y o r s a m , diğer
işleri de k a n u n l a r a u y g u n yapmalıydım, i n a n c ı m onu gerekti­
riyordu. Yıllarca y a n ı m d a çalışmış, en fazla beraber mesai sarf
ettiğim, binlerce teknik cihazı üreterek devlete milyonlar ka­
zandırmış İbrahim'in alevi olduğunu emekli olduğu zaman, iş
ararken ö n e r d i ğ i m belediyenin yaptığı araştırmanın sonrasında
bana sorduklarında öğrendim.

Emniyet teşkilatı içerisinde h ü k ü m e t veya bakanların tav­


rına göre o l u ş a n dini merkezli örgütlenme veya karşısında olan
faaliyetlere h i ç y a k l a ş m a d ı m , bu d ö n e m l e r d e ben hep taşrada
aktif sokak polisliği görevinde b u l u n d u m . Bir d ö n e m geldi dini
inançlara g ö r e Genel M ü d ü r l ü k m e r k e z i n d e atamalar ve sür­
günler yapıldı. Devran değişti yeni gelenler aynı amaçlı olarak
sürenleri sürdü, ben çalışan işini iyi y a p a n herkesle çalıştım
a m a bu tür t u t u m l a r d a n ve insanlardan her z a m a n uzak dur­
d u m . G ö r e v d e ve atanmalarda dini inançları ölçü almaya kal­
kanlara asla m ü s a a d e e t m e d i m .

Eskiden bazı genç komiserler İslamcı denilerek istihbarata


alınmazdı. B e n buna karşı koyardım, inancı kendine, bizim için
görev y a p m a s ı , çalışması önemli derdim. Hiç kimsenin görevini
başka amaçlarla kullanacağı aklıma gelmezdi, hatta ferdi olarak
yapılmış olsa dahi grup halinde insanlann görev yeminini bozup
görevin gerekliliklerine karşı işler y a p a c a ğ ı m aklım almazdı.

İstanbul'da görev yaptığımız yıllarda yeni k u r d u ğ u m u z tek­


nik sistem sayesinde önemli bilgiler e d i n m e y e başlayınca, ço­
ğalan iş y ü k ü n e göre amir sayısı yeterli o l m a m a y a başlamıştı.
Her ekip için bir komisere ihtiyaç vardı. Polis A k a d e m i s i n i yeni
bitirmiş başarılı genç komiserleri tespit edip İstihbarat Şube­
sinde çalıştırmak için merkeze teklifte b u l u n u y o r d u m , hatta bir
kısmını geçici olarak h e m e n göreve başlatıyordum. Emniyette

404
2. Bölüm: Cemaat

her rütbeli o ilin emrine atanırdı, Emniyet M ü d ü r ü ' n ü n teklifi


Vali'nin onayı ile personel ilgili birimlerde çalışmaya başlardı.
Genel mevzuat böyle olmakla birlikte uygulamada ve istihbarat
yönetmeliği gereği istihbarat hizmetlerinin özelliği de göz önüne
alındığından İstihbarat Şubelerinde insanlar doğrudan göreve
başlatılmazdı. Önce mimleme denen en az iki istihbaratçının
referansı ile birlikte alınacak aday hakkında geniş öz geçmiş
bilgilerini içeren bir form doldurulur ve Emniyet Genel M ü d ü r ­
lüğü İstihbarat Daire Başkanlığından onay istenir, merkezde
bu kişi hakkındaki arşiv bilgilerine bakılarak Emniyet Genel
M ü d ü r l ü ğ ü n d e n onay alınırdı. Kişi yine hemen şubede göre­
ve başlayamaz, açılacak Yeraltı ve Yıkıcı Faaliyetlerle Mücadele
kursuna çağrılır, iki ay süren bu kursun ardından istihbarat
biriminde göreve başlardı. Eskiden acil personel ihtiyacı oldu­
ğunda (son zamanlarda ise usul haline geldi), Genel M ü d ü r
onayı ile birlikte kişinin geçici görevle istihbaratta göreve başla­
ması için onay verilir ve kişi kurs görünceye kadar geçici statü­
sü ile istihbarat birimlerinde çalışmaya başlar, bilahare kursa
giderek asli personel olurdu.

Ben, 5-611 gruplar halinde yeni komiserleri mimleyip is­


tihbarat şubesinde çalıştırmak için teklif ettiğimde, bazılanna
merkezde karşı çıkılıyordu. Gerekçe ise okul yıllarında dindar
olmaları, dindar kişilerle birlikte görüşüp birlikte hareket et­
miş olmalarıydı. Ben de Diyarbakır ve İstanbul'da gerçekleş­
tirdiğim başarılı istihbarat operasyonlarının istihbarat camiası
içerisinde şahsıma yönelik kazandırdığı saygınlığı kullanarak
bu kişilerin alınması gerektiğini, insanları inançlarına göre de­
ğerlendirmenin doğru olmadığını, mühim olanın bu kişilerin
göreve bağlılığı ve yetenekleri olduğunu savunuyordum. O sı­
ralar beraber görev yaptığımız veya görev nedeniyle karşılaştığı­
mız yabancılar içinde bizdekilerden çok daha dindar insanların
olmasına rağmen bunların en gizli birimlerde çalıştığını örnek
vererek, birçok komiserin göreve alınmasını sağladım.

405
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Belki de bu gün şikâyetçi olduğum yapıda yer alan bir­


çok m ü d ü r ü o günlerde merkezin itirazına rağmen 'insanların
inançlarına göre değerlendirilemeyeceğini' söyleyerek bizzat
ben göreve alınmalarını sağladım. Hâlâ da aynı kanaatteyim.
İnsanların çalışacağı birimlerin inançlarına göre belirlenmesi­
nin makul olmadığını düşünüyorum. İstihbarat şubesine aldı­
ğım komiserlerin çoğu, merkezin karşı çıkmasına rağmen, ver­
diğim mücadeleler sonucunda göreve aldığımı bilmezler, zaten
bilsinler de istemem. Onların, devletin ve teşkilatın insanları
düşüncelerine, inançlarına göre değerlendirdiğini bilmelerini,
böyle bir anlayışın devlete hâkim olduğunu bilmelerini isteme­
dim. Tabii aldığım bu insanlar da İstanbul'da yapılan tüm ça­
lışmalarda harikalar yaratan ekibin birer üyesi oldular ve çok
başarılı çalışmalara imza attılar.

Ankara'da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Baş­


kan Yardımcılığına tayin olunca türlü bahanelerle ezilmek iste­
nen inançlı olarak bilinen kişileri korumaya çalıştım. Bir yıl bo­
yunca B a ş k a n Yardımcısı olarak teşkilatın içişlerini tek başıma
koordine ediyordum. Daire Başkanı Emin Aslan biraz rahatsız­
lığı, biraz da dış toplantı ve temsil işlerinin yoğunluğu nedeniyle
sadece dış işlere bakabiliyordu. D a h a önceki dönemde, 19901ı
yıllarda, İstihbarat Daire Başkanlığı'nda İslamcı anlayışta olan
kişiler yönetime gelmiş, yaptıkları tayin ve sürgün uygulamala­
rının sonucunda Abdülkadir Aksu bakanlıktan ayrılmış yerine
Mustafa Kalemli İçişleri Bakanı olarak göreve gelmişti. Yeni İçiş­
leri Bakanının göreve gelmesinin ardından Ü n a l Erkan Emniyet
Genel M ü d ü r ü , İstihbarat Daire Başkanı Ali Gökçimen'in yerine
ise Tuncer Meriç Daire Başkanı olarak göreve getirildi. Yeni yö­
netim, dini yönü ağır b a s a n ve diğer kesimleri sürgün etmede
rol alan tüm eski şube müdürlerini il ve istihbarat dışına, daha
az kusurlu gördüklerini de merkez dışına atadılar. Geçmişte
yaşanan deneyimlerden dolayı bütün şube müdürleri ve birim
amirleri dini düşünce ve örgütlere uzak duran ve bu konuda

406
2. Bölüm: Cemaat

hassasiyeti olan kişiler arasından seçiliyordu. Merkeze solcu


ve Islami cemaat ve ekollerle ilgili olabilecek kişiler yaklaştı­
rılmıyordu. Merkeze atanacak olanlar b ü y ü k oranda milliyet­
çi ve ülkücü kesime yakın kişiler arasından seçiliyordu. Fakat
merkezin bir eksiği vardı; iş üretemiyor, görev açısından bir iki
amir haricinde diğerleri çok klasik kalıyordu. Bu kişiler illerin
yaptığı operasyon ve çalışmaları pazarlayarak geçinmek istiyor­
lardı. Ben merkezde göreve gelince iş üretecek bazı kadrolardan
merkeze gelmek isteyenlere destek oldum. Merkezde az da olsa
alt rütbelerde dini yönü ağır b a s a n veya böyle olmasına rağmen
merkezdeki genel anlayıştan korkarak farklı gözükmeye çalışan
kişiler bulunmaktaydı ve bu kişiler her fırsatta ezilmeye çalışılı­
yorlardı. Fakat ben göreve geldikten sonra radikal laik gözüken
etkin kişilerin bu insanlar üzerinde baskı kurmalarına karşı
tavır aldım.

28 Şubat Dönemi Yaşadıklarımız


24 Aralık 1995 seçimleri sonucu MSP-RP çizgisinin en bü­
yük parti olması, ordu içerisinde tepkilerin artmasına neden
olmuş, bu sonucu hazmedememenin ilk işaretleri ortaya çık­
maya başlamıştı. Susurluk Olayları üzerine Silahlı Kuvvetler
içerisinde hareketlenmeler daha da artmıştı.
İktidarın D Y P kanadından bakan olan Mehmet Ağar'ın, Su­
surluk Olaylarındaki rolü nedeniyle hükümetin dışında kal­
masının ardından, önce İstihbarat Daire Başkanı Emin Aslan
Kaçakçılık Daire Başkanı olarak görevlendirildi. İstihbarat Dai­
resi Başkanlığına tirajı çok d ü ş ü k bir yayın organına (dergi mi
yoksa gazete mi olduğunu hatırlamadığım) doğruluğu ve cid­
diyeti tartışmalı olan "Artık ordu polise sormadan ihtilal yapa­
maz. Yedi bin kadar özel eğitilmiş ağır silahlı özel harekât polisi
var..." mealinde bir şeyler söyleyen, o güne kadar hiç tanımadı­
ğım Bülent Orakoğlu getirildi.

407
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar

B a n a göre Orakoğlu istihbarat formasyonuna sahip değildi;


ya yanlışlıkla ya da tesadüf eseri daire başkanı yapılmıştı. Söy­
lediği iddia edilen, o zamana kadar kimsenin duymadığı "Artık
polise danışmadan ordu ihtilal yapamaz ..." mealindeki iri lafı
gerçekten söylemiş olsa bile ciddiye alınacak biri değildi. Mak­
sadım onun basit biri olduğunu söylemek veya onu aşağılamak
değil. Ancak Orakoğlu'nun demokrasi, özgürlük, darbe, siyaset
gibi konular açısından bir bakış açısına ya da ideolojiye sahip
biri olmadığını düşünüyorum. Eğer bu sözü söylemişse sadece
kendisi polis olduğu için, polisi övmek ve dolaylı olarak kendini
yüceltmek için söylemiş olabileceği kanaatindeyim.

Bülent Orakoğlu, geçmiş sıkıyönetim dönemlerinde as­


keri kişi ve kurumlarla gayet uyumlu çalışmalar yapmış,
Diyarbakır'daki sıkıyönetim süresinde en iyi görev yapan polis
olmuş, kardeşleri ve yakınları içinde rütbeli askerlerin olduğu
bir polisti. Sözleri fazla ciddiye alındı, fırtına koparıldı. Bir defa
d a h a yine o r d u n u n istihbarat ve insan tanıma k o n u s u n d a isa­
betli hareket edemediğini gördüm. Orakoğlu'nu biraz tanımış,
tahlil etmiş olsalardı, bu sözlerin basında fazlaca yer alması
konusunda b u n c a gayret göstermez ve bu kadar da tepki koy­
maz, güler geçerlerdi. Bu ve benzeri olaylar ordu içerisinde ha­
reketlenmelere sebebiyet veriyor, ordu açıktan siyasi hükümete
karşı tavır geliştiriyordu. Anormal davranışlar başlamıştı.

İstanbul'da çeşitli olaylara kanşmış ve saklanmak için


Ankara'ya gelen bazı mafya elemanlarını yakalamak üzere bir
ekiple birlikte Ankara'ya operasyona gelen dönemin Organize
Suçlar Amiri Başkomiser Şentürk Demiral nezaket ziyareti için
uğramıştı. Ziyaretin ardından Omitköy civannda b u l u n a n lüks
evlerde gizlenen mafya mensuplannı yakalamak için o bölge­
deki j a n d a r m a karakoluna gitmişti. Yanlışlıkla j a n d a r m a kara­
kolu binası olarak zannettikleri su deposunda nöbet tutmakta
olan askerlere, kendilerinin polis olduğunu söyleyip j a n d a r m a
karakolunu sormuşlar. Sonra da yanlış yere geldiklerini anla-

408
2. Bölüm: C e m a a t

yıp, bilahare j a n d a r m a karakoluna varıp oradaki karakol ko­


mutanı ile birlikte belirlenen adreslere operasyon yapmışlar ve
şahısları y a k a l a y a r a k İstanbul'a dönmüşlerdi. Fakat su depo­
sunu b e k l e y e n askerler aracın plakasını alıp şüpheli bir araç
diye rapor etmişler. B u n u n üzerine olaylar b ü y ü m ü ş . Genel­
k u r m a y Başkanlığı Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü n e bu aracı ve
içindeki kişileri soruyor. Mafya elemanlarının yakalanmasıyla
ilgili olarak J a n d a r m a y l a birlikte o gün tutulmuş olan tutanak­
ların gönderilmesine rağmen G e n e l k u r m a y Başkanlığı verilen
cevaba i n a n m ı y o r . Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü n ü n darbe hazır­
lığı olup olmadığını ö ğ r e n m e k için G e n e l k u r m a y Başkanlığını
izlediği, G e n e l k u r m a y Başkanlığı binasında gece ışıklar yanı­
yor mu diye takip ettiği iddialarını basına verip, bu tutanağı
da kullanıyorlardı. Şentürk Demiral İstanbul plakalı Mercedes
marka bir araçla ziyaretime gelmiş, dolayısıyla bizim dairede
bu araç ziyaretçi aracı olarak kayıtlara girmiş ve nöbetçiler ta­
rafından da görülmüştü. G e n e l k u r m a y Başkanlığı su deposu
civarında şüpheli görüldüğü için bu aracın plakasını sorunca,
bizim dairede çalışan ve Susurluk olaylarındaki t u t u m u m ne­
deniyle bana karşı tavır alan müdürler bu d u r u m u kullanmak
istiyorlar. Polisin darbe hazırlığı olup olmadığı y ö n ü n d e askeri
karargâhları kontrol ettiği iddiaları ile Şentürk Demiral'ın aracı
arasında bağlantı k u r m a y a kalkıyorlardı. Oysa Omitköy yolun­
daki su d e p o s u n u bekleyen askerler kontrol edilse ne olur, edil­
m e s e ne o l u r d u ? A m a bir kere dış d ü ş m a n a karşı kullanılması
gereken psikolojik harekât sistemi kendi ülkesinin iktidarına
karşı kullanılmaya başlanmıştı, her şey m u b a h görülüyordu.
Ölçü yoktu.

Ordu içindeki hareketlenmelerin arttığı o günlerde çok ciddi


bilgiler alıyordum: G ö r e v i m nedeniyle illerdeki İstihbarat Şube
M ü d ü r l e r i y l e y a p t ı ğ ı m görüşmelerde, askeri birliklerin özellikle
büyük iller başta olmak üzere sivil hayata m ü d a h a l e etme doğ­
rultusunda hazırlık yaptığını veya E M A S Y A planlarını güncel-

409
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

leme adına t ü m birliklerin bilgi topladığını çok açık bir biçimde


görüyordum. S a r m u s a k Olayı dolayısıyla yapılan çalışmalarda,
ordu içinde Batı Çalışma Grubu olarak adlandırılan grubun
t a m a m e n sivil h ü k ü m e t i zora sokmak amacıyla oluşturulmuş
gizli illegal faaliyetlerinden haberdar o l m u ş t u m . Ayrıca ordu
içindeki askeri kişilerden de çeşitli bilgiler geliyordu. Bu bilgiler
nasıl geliyordu tam bilemiyorum ama bugün değerlendirdiğim­
de ordu içindeki c e m a a t yapısının bilgi sızdırma işini örgütle­
diğini anlıyorum. Bilgi ve belgeleri toplayanlar, bunları kulla­
nabilecek olan bizim gibi kişilere ya yakın çevremizde çalışan
taraftarları aracılığıyla ya da posta yoluyla ulaştırıyorlardı.

Birçok k a n a l d a n gelen bilgileri analiz edince o r d u n u n de­


mokratik h a y a t a m ü d a h a l e hazırlığı içinde olduğu kanaatine
vardım. İki arkadaşımla beraber elimize gelen belgeleri yorum­
layıp yaptığımız analizlerden oluşan dört sayfalık bir not hazır­
ladık. Notun ekine de otuz altı sayfa belge koyarak İstihbarat
Daire B a ş k a m Bülent. Orakoğlu'na verdik. G e r ç e k t e n de, ordu­
nun her olayı, her o l u m s u z davranışı abartıp iktidarın planlı
bir davranışı olarak kabul ettiği, kurduğu psikolojik harekât
sistemi ile t ü m basını, m e d y a y ı ve güç odaklarını harekete geçi­
rip hükümeti sıkıştırdığı, ne olursa olsun iktidarı değiştirmeyi
hedeflediği belli oluyordu. Tesadüfi ya da sıradan en m a s u m
olayları bile kasıtlı davranış olarak y o r u m l u y o r d u .

Bu p r o p a g a n d a n ı n etkisi oldu ve s o n u n d a Deniz Kuvvet­


leri Adli Müşavirliği ve Savcılığı o m e ş h u r S a r m u s a k davasını
açtı ve yurtdışında bulunan İstihbarat Daire Başkanı Bülent:
Orakoğlu ü l k e y e d ö n d ü ğ ü n d e tutuklandı. Mahkeme devam
ederken, b a s m a verilen bilgilerden asıl hedefin İstihbarat Daire
Başkanlığı personeli üzerinden o d ö n e m i n iktidarını suçlamak
olduğu anlaşılıyordu.

Bizim y a z d ı ğ ı m ı z raporun ekindeki G e n e l k u r m a y İkinci


Başkanı Çevik Bir imzalı ve t ü m kuvvetlere gönderilen emre
dayanarak Deniz Kuvvetleri ast birlikleri içerisinde de Batı Ça-

410
2. Bölüm: Cemaat

lışma G r u b u n u n kurulması için Deniz Kuvvetleri Komutanlı­


ğı İstihbarat Başkanlığınım emrini Daire Başkanımız Bülent
Orakoğlu'na elden teslim ettim. Evrak, İçişleri Bakanı Meral
Akşener, B a ş b a k a n Yardımcısı T a n s u Çiller, Başbakan Nec­
mettin Erbakan, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genel­
kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı silsilesini izleyerek Ge­
nelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'e ulaşmıştı. B u n u n üzerine
Deniz Kuvvetleri Savcılığı devletin gizli belgelerini temin e t m e k
ve k u l l a n m a k suçlarından ciddi ceza talebiyle Orakoğlu ve bazı
Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı personeli hakkında dava
açmıştı. Orakoğlu, duruşmada bu belgeleri nereden temin et­
tiği sorusuna cevap vermek d u r u m u n d a kalacaktı. M a m a k as­
keri cezaevinde tutuklu olduğu esnada avukat Suat Ç e l e b i y l e
birlikte ziyaret ettiğimizde Bülent Orakoğlu bana m a h k e m e d e
sorulunca belgeleri benden aldığını söyleyeceğini ifade etti. Ben
de bunu y a p m a s ı n d a hiçbir sorun olmadığını söyledim. Fakat
avukatımız Suat Bey hukuki açıdan olayı yorumlayıp "Bizim bir
şey s ö y l e m e m i z e gerek yok, müddei iddiasını ispatla mükellef­
tir, biz hiçbir şey söylemeyelim, belgeleri Hanefi Avcı'dan aldım
d e m e k iyi olmaz," dedi. Ben yine de belgeleri benden aldığını
söylemesini istedim, çünkü Orakoğlu tutuklamanın ardından
ağır ceza tehdidi karşısında paniklemeye, çekinmeye başlamış­
tı. Raporun hazırlanmasına yardımcı olan arkadaşları (diğer
ast personeli) k o n u y u biliyordu; olayda rol alan astları söylerse
büyük sıkıntı yaşanırdı. Olayı bana bağlaması halinde kont­
rolün bana geçeceğini düşünerek adımı vermesini istedim ve
sonunda d u r u ş m a d a Orakoğlu belgeleri benden aldığını söyledi
ve m a h k e m e ikinci duruşmaya beni de çağırdı.

M a h k e m e y e giderken sanık olabileceğimi, hatta tutuklana­


bileceğimi d ü ş ü n ü y o r d u m çünkü bu davanın açılmasında hu­
kuk yoktu. Her şey kanunsuz emirlerle yürütülüyordu. Ben de
bu karmaşa içinde tutuklanabilir, hatta hiç yoktan ceza alabi­
lirdim. A m a c ı m amiri o l d u ğ u m ve bana güvenerek görev y a p a n

411
Haliç'te Yaşayan Simonlar

hiç k i m s e n i n zarar görmemesini sağlamaktı; y a n g ı n benden ile­


ri gitmemeli, orada durmalıydı. Her şeyin biteceğini, mesleğin
sonuna geldiğimi d ü ş ü n ü p cezayı da göz alarak m a h k e m e y e
çıktım ve ü s t ü n d e k i dört sayfalık notla birlikte otuz altı adet
belgeyi Daire Başkanı Bülent Orakoğlu'na verdiğimi söyledim.
M a h k e m e n i n iki hâkimi meslekleri pahasına adil davranıp beni
tutuklamadıkları gibi h u k u k a uygun karar verdiler ve verdikleri
kararı Askeri Yargıtay bile tasdik e t m e k mecburiyetinde kal­
dı. A n c a k bu m a h k e m e n i n iki hâkim subayı v e r m i ş oldukları
kararın bedelini ödediler; Deniz H â k i m Albay Mesut Kurşun'u
Malatya'ya sürdüler, Deniz H â k i m Binbaşı A h m e t Kahraman'ı
YAŞ kararı ile ihraç ettiler.

Bu olayda da yüzde yüz zarar göreceğim, her şey bitti diye­


ceğim bir a n d a hiç u m m a d ı ğ ı m bir şey olmuş ve bu tehlikeyi
de atlatmıştım. Hayatımı kaybettim diye y ü z d e y ü z inandığım
ikinci tehlikeyi de atlatmıştım. Bir kez daha yukarıdaki yine
y a r d ı m etmişti.

Tutuklanmam ve Kısa Süren Hapis Hayatım


Susurluk kazasının ardından T B M M ' d e kurulan Susurluk
Araştırma K o m i s y o n u ' n a verdiğim ifadede Polis, Jandarma,
MİT gibi t ü m güvenlik kuvvetlerinin içerisinde çete benzeri
oluşumların o l d u ğ u n u , bunların t e r ö r l e ' m ü c a d e l e adı altında
kanunsuz e y l e m l e r yaptığını anlattım. Bu ifadem ve benzeri ko­
nulardaki a n l a t ı m l a r ı m nedeniyle Silahlı Kuvvetler, Emniyet,
J a n d a r m a ve M İ T içerisinde şahsıma karşı o l u m s u z bir havanın
oluştuğunu hissediyordum.

ö n c e J a n d a r m a Genel K o m u t a n ı T e o m a n K o m a n Jandar­
ma Genel K o m u t a n l ı ğ ı içinde ' J İ T E M ' vardır şeklindeki ifademi
J a n d a r m a G e n e l Komutanlığına hakaret kabul ederek davacı
oldu. Müfettişler h a k k ı m d a inceleme yaptılar ve J İ T E M ' i n varlı­
ğı ile ilgili realiteye ve onca delile rağmen T e o m a n K o m a n ' m et­
kisiyle B a k a n l ı k y a r g ı l a n m a m k o n u s u n d a karar verdi. Yaptığım

412
2, Bölüm: C e m a a t

itiraz üzerine Danıştay İkinci Dairesi beni haklı bularak kararı


iptal etti. Böylece bu davadan aklandım.
Susurluk Olayımın önemli aktörlerinden "Yeşil ile bağlantılı­
dırlar, bakıldığında ilişkileri görülür" diyerek h e m Yeşil'in, hem
de onunla kanunsuz ilişkilere giren MİT mensuplarının telefon
numaralarını açıkladım. Açıkladığım telefon n u m a r a l a n devletin
gizli bilgileridir diyerek davacı ve şikâyetçi oldular. Ankara D G M
Savcılığı (o zamanlar D G M mahkemelerinde askeri hâkim üyeler
ve askeri savcılar da görev yapıyordu) Askeri Savcı N u h Çetinka-
ya hakkımda devletin gizli kalması gereken sırlarını temin etmek­
ten soruşturma açtı. M a h k e m e y e çağırmalan üzerine bu konuda
ifade verdim. İfademde, bu telefonları herkesin bildiğini, daha
önce yakalanmış mafya mensuplarının üzerinde kayıtlı olarak
bunların çıktığını, ayrıca bu numaralan kullanan kişilerin başta
Yeşil kod adlı M a h m u t Yıldırım olmak üzere birçok kanunsuz
kişilerle bağlantısının olduğunu anlattım. İfadem üzerine Savcı
hakkımdaki şikâyetin ciddi olmadığını anlamıştı. Ancak Susur­
luk raporu hakkında televizyonda yaptığım konuşma nedeniyle
önce açığa alındım, daha sonra da altı ay önce ifade verdiğim ve
kapandığını zannettiğim bu davadan dolayı tutuklandım.

Askeri Savcı Albay Nuh Çetinkaya soruşturma y a p m ı ş , G e ­


nelkurmay Başkanlığı başka bir albayı bilirkişi tayin etmiş,
bilirkişi olarak tayin edilen albay bu telefonların devletin giz­
li sırrı olduğu y ö n ü n d e rapor vermiş ve bu rapora dayanarak
D G M askeri h â k i m i H â k i m Binbaşı Tanju G ü v e n d i r e n beni tu-
tuklamıştı. B e n i m sivil m a h k e m e d e y a r g ı l a n m a m gerekirken,
m a h k e m e s i sivil, tümü askerlerden oluşan h â k i m ve savcılar
tarafından y a r g ı l a n ı y o r d u m .

Tutuklanınca, güvenliğim gerekçesi ile Beypazarı'nda kü­


çük bir c e z a e v i n d e tek kişilik koğuşa k o n d u m . Savcı Albay N u h
Çetinkaya i d d i a n a m e s i n d e , daha önce birçok zanlının üzerin­
den çıkmış, herkesin bildiği başta Yeşil olmak üzere birçok ka­
nunsuz kişi ile ilişkide olan M İ T m e n s u b u kişilerin telefon nu-

413
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

maralarmı suçlarının araştırılması için T B M M Meclis Araştırma


K o m i s y o n u m a ve diğer yetkili m a k a m l a r a vererek, gizli kalması
ülke menfaatlerine olan devlet sırlarını temin e t m e k ve kullan­
maktan ayrı ayrı iki defa cezalandırılmamı talep etmekteydi.
İ d d i a n a m e y e d a y a n a r a k h a k k ı m d a toplam 16 yıl hapis cezasını
gerektiren d a v a açmıştı. Aslında bu telefon numaralarının ba­
hane olduğu, bu bahane de k o n u ş m a l a r ı m d a n rahatsız olan
birileri tarafından kullanıldığı alenen belli oluyordu.

Buna r a ğ m e n A v u k a t ı m Suat Çelebi'nin de fikrine uyarak


tutukluluğa itiraz dahi etmedim. Ortada büyük bir hukuki
hata vardı ve biz itiraz etmiyorduk. H u k u k sisteminin kendi
hatasını düzeltmesi y ö n ü n d e dilekçe verdik. Daha sonra Ab
dullah ö c a l a n ' ı da yargılayacak olan m a h k e m e n i n başkanı olan
D G M başkanı Turgut Okyay büyük bir h u k u k adamı olarak
tensip zaptıyla birlikte tahliyeme karar verdi. T u t u k l u l u ğ u m u n
1 l . g ü n ü tahliye oldum. İki duruşma daha d e v a m eden yargıla
ma s o n u n d a beraat ettim.

Aslında ş u n a e m i n d i m . Bu dava bir bahane idi. 6 ay önce


savcı ifademi almıştı ve hatta bana göre dava kapanmıştı. Daha
sonra televizyonda yaptığım konuşma ve eleştirilerimden rahat­
sız olan ordu yöneticilerinin zorlaması sonucu bu dava tekrar
g ü n d e m e getirilerek tutuklanmıştım. A m a ç l a n a n bana ve be­
n i m gibi düşünenlere bir gözdağı vermekti.

Sonra uzun süre Ana Komuta Kontrol Merkezi Dairesi Baş­


kanlığında pasif görevde tutuldum. Askerlerin istemediği kişi
ilan edildiğim için 1997 yılından 2003 yılına kadar aktif bir gö­
reve atanmadım. Terfilerim yapılmadı. İdare mahkemesine dava
açarak veya terfi komisyonu üyeleri d o s t l a n m m direnmeleri, terfi
komisyonu kararlarına muhalefet şerhi k o y m a ısrarları ile Kutlu
Savaş'm Başbakan üzerinde yaptığı girişimler neticesinde zor­
lukla ve bir iki gün süren tartışmalar sonunda terfi ettim.

28 Şubat sonrasında hakkında davalar açıldığı o baskı dö­


nemlerinde bir arkadaşım aracılığıyla Fethullah Gülen Hoca'yla

4.14
2. Bölüm: C e m a a t

o n u n talebi üzerine kısa süreli olarak görüştüm. Bu görüşmede


özetle ona "Siz doğru bildiğiniz yolda okullar açarak bu ülkeye
ve insanlarımıza hizmet ediyorsunuz. Gerisini ö n e m s e m e y i n ,
doğru s o n u n d a galip gelecektir" dedim. A m a c ı m baskı karşısın­
da m a z l u m ve m a ğ d u r olana, üzerine gidilene destek olmaktı.

K O M Daire Başkanlığından Alınmam


K O M (Kaçakçılık ve Organize Suçlarla M ü c a d e l e ) Daire
Başkanlığına hiçbir talebim o l m a d a n , 2003 yılı haziran ayın­
da atandım. B e n d e n önceki daire başkanı görevden alınmasıyla
ilgili olarak idari m a h k e m e d e yürütmeyi d u r d u r m a davası aç­
mıştı. Ne olursa olsun, herkesin dava hakkına saygı duydu­
ğ u m d a n ve k e n d i m de birkaç konuda idareye karşı dava açmış
o l d u ğ u m d a n bu meseleyle hiç ilgilenmeksizin işime d e v a m et­
tim. Sonra bir ara m a h k e m e n i n yürütmeyi d u r d u r m a kararı
alındığını duydum.. Bu d u r u m d a idarenin bir ay içinde beni
görevden alıp, onu ataması gerekiyordu. Bir süre sonra Genel
M ü d ü r l ü k ö z e l Kaleminde d u y d u ğ u m kadarı ile G e n e l M ü d ü r
eski başkanı çağırıp k o n u ş m u ş ve "seni başka bir göreve ata­
yalım, K O M dairesinde ısrar etme," demiş. Eski başkan da bu
öneriyi kabul etmiş. B u n u n üzerine Bakanlığa dilekçe vererek,
idare m a h k e m e s i tarafından kesin karar verilinceye kadar yü­
rütmenin d u r d u r u l m a s ı kararının uygulanmasını istemediğini
bildirmiş. Y a n i K O M ' a tekrar a t a n m a talebim y o k diyerek, çıka­
cak k a r a r n a m e ile başka bir ile gitmeyi istemişti.

Bu arada K O M dairesinde ve il uzantılarında teknik alt ya­


pıyı oluşturmaya, ülkenin önceliklerine göre m e v c u t personeli
operasyonel istikametlere y ö n l e n d i r m e y e , birinci derecede yol­
suzluk, ikinci derecede akaryakıt ve sigara kaçakçılığı başat ol­
m a k üzere mali konular ve ü ç ü n c ü derecede u y u ş t u r u c u tica­
reti olmak üzere teşkilata istikamet v e r m e y e çalışıyordum.
Bu öncelikleri belirlerken tesadüfen ö n ü m ü z e Enerji Bakan­
lığındaki b ü y ü k ihalelere hile karıştıran, tüm ihaleleri y ö n e t e n

415
Haliç'te Yaşayan Simonlar

bir organize grubu izlemeye başladık. İbrahim Selçuk başkan­


lığındaki bu g r u p t ü m Enerji Bakanlığındaki işlere Bakan'dan
daha hâkimdi; ihaleler İbrahim'den habersiz y a p ı l a m a z durum­
daydı. Birçok teknik eksiğimiz vardı ve çok iyi bir çalışma ya­
pamamıştık. Fakat bir yıla yakın devam eden izleme sonunda
operasyona giriştik. Bazı büyük müteahhitler ile Enerji Bakan­
lığı Genel Müdürleri tutuklandı.

Bu o p e r a s y o n u n yol açtığı oluşan o l u m s u z hava içinde,


açıktan s ö y l e n m e s e de en azında "aferin" d e n m e y e r e k , operas­
y o n d a n m e m n u n olunmadığı hissettirildi. Hatta bazı başka bi­
rimlerdeki E m n i y e t ç i l e r gözaltına alınacak kişilerin h ü k ü m e t e
yakınlığı dolayısıyla gözaltına almaların sıkıntı yarattığını, bu
k o n u l a n hiç d ü ş ü n m e d i ğ i m i z i , iş yaparken siyasi hesap yap­
madığımızı söylemişlerdi. Bu tür olaylarda hakkımızda olum­
suz bir hava yaratılmıştı.
Enerji o p e r a s y o n u tamamlandıktan sonra uyuşturucu ko­
nulu uluslararası bir toplantı için Şili'ye gittim. Ü ş ü t m ü ş t ü m .
İşler ve şehir dışı toplantıları derken sağlığıma yeterince dik­
kat e t m e d i ğ i m d e n hastalığım iyice ilerlemişti. Ö n e m s e m e d i ğ i m
hastalığım ö n c e zatürreeye ve daha sonra da akciğer apsesi­
ne d ö n ü ş m ü ş t ü . Ö k s ü r d ü ğ ü m d e a ğ z ı m d a n kan gelince olayın
ciddiyetini anlayıp hastaneye yattım. T a m h a s t a n e y e yattığım
sırada eski b a ş k a n da idare m a h k e m e s i n d e davayı kazandı. Bu
karar doğrultusunda g ö r e v d e n alındığımı, y e r i m e eski başka­
nın atandığını d u y d u m . Bu normal bir d u r u m d u . A n c a k eve gi­
derken u ğ r a d ı ğ ı m İstihbarat Daire Başkanlığında karşılaştığım
İdare M a h k e m e s i Başkanı Cengiz A y d e m i r sohbet esnasında,
davanın henüz bitmediğini ve kararın verilmediğini söyledi. Ben
davanın kesin olarak sonuçlandırılmış o l d u ğ u n u söyleyince,
h â k i m "Hayır yanlışınız var, karar verilmedi," diye ısrar etti. Biz
h â k i m i n bu sözlerini onca dava içinde bu davayı doğru olarak
hatırlayamayabileceğine verip, m a h k e m e karar v e r m e s e tayi­
nim n e d e n çıksın diye d ü ş ü n d ü m .

416
2. Bölüm: Cemaat

Bu arada tayinim çıkmadan önce, eski K O M Başkan Yar­


dımcısı Alper Yaz akaryakıt kaçakçılığı yaptığı bilinen Veysel
Kadayıfçıoğlu adlı kişinin b e n i m tayinimin başka yere çıkarıl­
ması için çalıştığı haberini göndermiş ama ben bunu pek faz­
la ö n e m s e m e m i ş t i m . Bu şahsın, yaptığımız bir tahkikatta adı
geçen bir mafya üyesiyle ilişkisi varmış. Biz operasyon öncesi
t ü m mafya ve mafya ile bağlantılı kişilerin mal varlığının tespit
edilmesi için savcılık talimatı ile araştırma yaptığımız sırada,
bu kişinin m i l y o n dolarlar seviyesindeki hesabının bulunduğu
bir banka şubesi ona haber vermesi üzerine yapılan tahkikatı
öğrenmişti. B u n d a n dolayı benimle ve tayinimi başka bir yere
çıkartmakla uğraşıyormuş. D a h a sonra öğrendiğime göre, bu
kişi Diyarbakırlı çok zengin bir holding p a t r o n u y m u ş . Aynı
z a m a n d a İçişleri Bakanı'nın oğlu Murat A k s u ile yakın ilişki
içindeymiş. İrtibatlı olduğu mafya üyesine de bakanın oğlu üze­
rinden bir şeyler y a p m a k isteyen biriymiş.

Ben g ö r e v d e n alınıp Edirne'ye tayin (sürgün) edildiğim sı­


rada h a s t a n e d e yattığımdan, personelin d u r u m u n u tam bile­
m i y o r d u m a m a bazı arkadaşlarım sürekli y a n ı m a gelerek bu
haksızlığa karşı bir şeyler y a p m a k istediklerini söylüyor, bir
şeyler y a p m a k adına hükümette etkin kişilere ve başka çevrele­
re gidiyor, bu haksızlığı d u r d u r m a k için koşturuyorlardı. Kimi
personel u z a k duruyordu, ben bunların ne yapacağını bileme­
y e n kişiler o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü y o r d u m . Hatta bir şeyler y a p m a k
için koşturan bu arkadaşlara, moral ve destek o l m a k adına
diğer sesiz k a l a n personeli de ziyaret edin, onları da yalnız
bırakmayın d i y o r d u m . Onların ne yapacağını bilmeyen insan­
lar olduklarını z a n n e d i y o r d u m . Onların da belli bir fikir, grup,
c e m a a t i n a d a m ı olduğu, bu nedenle böyle bir tavır koydukları
hiç aklıma g e l m i y o r d u . Birincisi iradelerini böyle teslim etmiş
olacaklarını, bu kadar örgütlü olduklarını, bu tayinde cemaatin
rolü o l d u ğ u n u tahmin e d e m i y o r d u m . Hatta bu iş için sürekli
etrafımda k o ş t u r a n arkadaşlar, "Çıkıp b a s m a açıklama yapa-

417
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar . ..

lım, yolsuzluklara karşı görev yaptığımız için tayinimizin çık­


tığını, m a h k e m e kararının buna b a h a n e edildiğini söyleyelim,"
demelerine r a ğ m e n onları frenliyor, kendi işlerine b a k m a l a r ı m ,
basın açıklamasının fazla bir işe y a r a m a y a c a ğ ı n ı anlatıyordum.
Ayrıca bazılarının bir yerlere casusluk yapacağını, bu konuda
daha dikkatli olmalarını söylüyordum. İçlerinde Hasan diye bir
komiser vardı. Bu komiser, Personel Daire B a ş k a n l ı ğ ı n d a k i
bizim tayin evraklarını, benden önceki Daire Başkanı Coşkun
Hayal'in idare m a h k e m e s i n d e n aldığı yürütmeyi d u r d u r m a ka­
rarını, daha sonra verdiği v a z g e ç m e dilekçesini, ardından tekrar
kararın u y g u l a n m a s ı n ı isteyen dilekçeyi, gerçekte idare mahke­
mesinin dava h a k k ı n d a henüz karar vermediğini ortaya koyan
belgeleri getiriyordu. K i m olursa olsun, istenildiğinde herkes
hakkında d o s y a temin edebiliyordu. Personel İ ş l e r i n d e k i arka­
daşından aldığını söylüyordu A m a şimdi anlıyorum ki, perso­
nel işlerindeki arkadaşından değil, cemaatten alıyormuş. Daha
sonra bu komiserin aslında bizdeki sırları alıp bir yerlere ve
İçişleri Bakanı'na taşıdığını birinci ağızdan ö ğ r e n d i m . O gün
benim etrafımda koşturan arkadaşlardan uzak duran pek çok
kişiyi daireye ben almıştım; bana diğerlerinden daha yakın ol­
maları gerekirken uzak durmalarının planlı ve bir y e r d e n alı­
nan talimata dayandığını anlıyorum.

Yeni ö ğ r e n d i ğ i m her şey beni şok ediyordu. Bu arada ha­


zırlığını yaptığımız mafya üyeleri ile ilgili o p e r a s y o n u İstanbul
K o m birimi gerçekleştirmişti. Bu operasyonda, bizim tayinimiz­
le uğraşan ve akaryakıt kaçakçılığından servet kazandığı söyle­
nen Veysel Kadayıfçıoğlu isimli kişi de yakalandı. Ü z e r i n d e n çı­
kan notlar ve telefon irtibatları değerlendirilince, aslında hesap
içinde hesap o l d u ğ u n u , beni tayin ettirme girişiminde birçok
kişinin rol aldığını, dava açan eski Başkan'ı bularak o n u yeni­
den dilekçe v e r m e y e zorladıklarını, bu bahaneye sarılarak ta­
y i n i m i n çıktığını anladım. B e n i m y a n ı m d a çalışan müdürlerin,
bazı siyasi kişilerin, bakanın yakınlarının, o p e r a s y o n d a zarar

418
2. Bolüm: Cemaat

gören kişilerin ve eski B a ş k a n ' m z a m a n z a m a n bir araya gelip


plan yaptıklarını, o l m a y a n m a h k e m e kararı var denerek hak­
kımda işlem yapıldığını anlamış oldum.
B e n i m d a v a ve m a h k e m e kararı nedeniyle tayin e d i l m e m
üzerine görevine d ö n d ü ğ ü söylenen eski başkan Coşkun Hayal
de 2-3 ay gibi kısa bir süre bu görevde kaldıktan sonra bir ba­
hane ile ikna edilip başka bir ile Emniyet M ü d ü r ü olarak atan­
dı. Ardından b u g ü n k ü başkan A h m e t Pek'i K O M Daire Başkanı
olarak atadılar. İkinci garip şey de tayin o l m a y ı i s t e m e m e m e
rağmen hasta halimle apar topar Edirne'ye h e m de geçici gö­
revle gönderilmiştim. Bunun manası 24 saat içinde h e m e n
Edirne'ye gidip göreve başlamam gerekiyordu. Ankara'da kal­
mamı istemiyorlardı. Belki de Ankara'da yapacaklarını erken
fark e d e c e ğ i m i düşünerek özellikle u z a k l a ş m a m ı istiyorlardı.

T a y i n i m çıktığında, zoruma giden, tayin edilmiş o l m a m


değildi. Beni rahatsız eden, bu şekilde bir aldatmaca ile tayin
edilmiş o l m a m d ı . G e r ç e k tayin sebebim olarak iki şey görülü­
yordu. Birincisi, yaptığımız enerji o p e r a s y o n u nedeniyle hükü­
met cenahı rahatsız olmuştu, çünkü tutuklanan bazı kişilerin
hükümetteki etkin kişilerle kişisel yakınlığı bulunuyordu. İkin­
cisi ise, bu Diyarbakırlı kişiyle bakanın oğlunun ilişkileri dola­
yısıyla bizim giriştiğimiz mafya tahkikatı rahatsızlık yaratmıştı.
Bu arada bazı kişilerin de benim görevden a l ı n m a m için çok
farklı girişimlerde bulunduklarını ö ğ r e n m i ş t i m . Bakan dolaylı
bir kanalla tayini kendisinin çıkarmadığını, başbakanın istedi­
ğini ima etmişti; o z a m a n bunu fazla inandırıcı b u l m a m ı ş t ı m .
A m a daha sonra olup bitenlerle birleştirince, aslında a l ı n m a m ı
isteyen b i r ç o k kişi ve çevrenin olduğunu a n c a k Başbakan ile
çok yakın ilişkim var zannıyla kimsenin b u n a teşebbüs ede­
mediğini, g ö r e v d e n a l ı n m a m ı Başbakan isteyince diğer kişilerin
de buna k a t k ı s u n d u ğ u n u anladım. Zaten kendisi de bunu Ali
B a y r a m o ğ l u ile yaptığı bir sohbette söylemişti.

419
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Sonra başka şeyler de ö ğ r e n d i m . Meğer b e n i m görevden


a l ı n m a m için e p e y girişimlerde b u l u n u l m u ş . B u n l a r d a n biri
çok enteresandı. Eskiden beri tanıdığım Kanal 7 Ankara tem­
silcisi Akif Beki ve o n u n vasıtasıyla tanıştığım A K P A d a n a mil­
letvekili Ö m e r Çelik ile ara sıra beraber y e m e k yer, sohbet eder­
dik. Bir ara bana, hükümetteki kişilerin yakınlarının izleme ve
dinlemelere m u h a t a p olduklarına dair d u y u m l a r aldıklarından
bahsettiler. Bir defasında Başbakanın eşi E m i n e Hanım'in din­
lendiğini de söylemişlerdi. Anlattıklarından bu dinleme işleri­
ni başkalarının (Jandarma vs.) yaptığından şüphelendiklerini
zannettim. O n l a r a böyle bir şeyin gerçek olabileceğine hiç ihti­
mal v e r m e d i ğ i m i , d i n l e m e varsa aradan on yıl bile geçse sonun­
da b u n u n anlaşılacağını, hiç kimsenin b u n a cesaret e d e m e y e ­
ceğini söyledim. Belki h ü k ü m e t üyeleri dinlenebilirdi, bunun
bir bahanesi o l u r d u ama eşlerin ya da yakınlarının dinlene­
bileceğini d ü ş ü n m e d i ğ i m i ifade ettim. Bu k o n u ş m a d a n epeyce
sonra öğrendim ki, m e ğ e r K O M Dairesinin m a h k e m e kararı ile
dinlediği bir y e r i E m i n e H a n ı m sıradan bir k o n u için aramış.
Bunu tespit e d e n Polis Amiri d u r u m u Başbakan'a taşımış, bi­
zim tarafımızdan eşinin dinlendiğini söylemişler. Bu olaydan
b e n i m hiç h a b e r i m olmamıştı. Buna benzer belki de birden çok
örnek olmuştur. Bazı m a k a m ve kişilerin yanlış yönlendirilmiş
olduklarını t a h m i n ediyorum. Birbirinden bağımsız g ö z ü k e n bu
olayların h e p s i n i n belli bir yerden koordine edildiğini çok son­
radan ö ğ r e n d i m .

B u g ü n tayinimin gerçek sebebinin K o m Dairesi'ni istedik­


leri gibi k u l l a n m a k isteyenlerin ben orada o l d u ğ u m m ü d d e t ç e
istediklerini y a p a m a y a c a k l a r ı n ı , buna asla m ü s a a d e etmeye­
ceğimi anlamaları üzerine beni oradan uzaklaştırmak için her
yolu kullanarak, h a k k ı m d a yalan yanlış bilgiler verip benimle
ilgili olumsuz bir hava yaratmaları o l d u ğ u n a i n a n ı y o r u m . Be­
nim görevden a l ı n m a m ı isteyen diğer insanlar da bu işin perde­
lenmesini sağlamışlardı.

420
2. Bölüm: C e m a a t

Sabri Uzun'un İstihbarat Daire Başkanlığından


Alınması
Sabri U z u n ağabey istihbarat biriminde ve teşkilatta ben­
den daha eskidir. Daire Başkanlığındaki 15-20 günlük süre sa­
yılmazsa hiç beraber çalışmadık. Fakat 1986 yılında o E r z u r u m
İstihbarat M ü d ü r ü olduğu d ö n e m d e ben Diyarbakır'daydım
ve iller arası istihbarat faaliyetlerinin k o o r d i n a s y o n u için ya­
pılan toplantılarda tanışmıştık. 28 Şubat d ö n e m i n d e Bülent
O r a k o ğ l u ' n u n İstihbarat Dairesi Başkanvekilliğine atanması ve
ardından g ö r e v d e n alınıp, bir bahane ile A B D ' y e gönderilmesi
ve benim 32. Gün programında k o n u ş m a m ı n ardından Emniyet
İstihbarat. Dairesi hedef haline gelmiş, sorunlar yaratan bir dai­
re d u r u m u n a düşmüştü. Böylesi bir ortamda daireyi sükûnetle
yönetecek, tecrübeli biri aranırken ideal aday olarak Sabri U z u n
İstihbarat Daire Başkanlığına atanmıştı. O göreve atandığında
ben de İstihbarat Daire Başkanlığından a l ı n m a m için dilekçe
vermiştim. Antalya o p e r a s y o n u n a kadar kısa bir süre çalışıp
sonra d a i r e d e n ayrıldım. A m a Sabri ağabey geçmiş hizmetlerim
adına beni h e p uzaktan desteklemiştir.

Sabri ağabey, Ankara'da Cevdet Saral, O s m a n Ak gibi isim­


lerin E m n i y e t t e cemaat örgütlenmesiyle ilgili bir rapor hazırla­
dığı sırada, bu raporun aslında gerçekleri ortaya çıkarmaktan
çok Ankara ekibinin İstanbul'a gitme harekâtının bir parçası ol­
duğunu, alakasız kişilerin cemaat listesine alındığını fark edip
karşı k o y m u ş t u . A n k a r a ekibinin gizli niyetlerini deşifre etmiş,
hatta bu davranışından dolayı Fethullahçılarm hamisi diye
suçlanmıştı. Yapılan tahkikatlar sonrası g ö r e v d e n ayrılmak du­
r u m u n d a kaldı. Bir süre Araştırma Planlama ve K o o r d i n a s y o n
(APK) Dairesinde çalıştı.

Konjonktür uygun olunca tekrar İstihbarat Daire Başkanı


oldu. O tarihlerde K O M Daire Başkanlığı ile birlikte, bilinen yol­
suzluk ve mafya operasyonlarını yaptılar. Bir süre sonra tekrar
görevden alınması ve Elazığ İl Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n e atanma-

421
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar

sı sırasında seçimler nedeniyle istifa etti, bağımsız milletvekili


adayı oldu.
2003 yılında A K P Hükümetinin Emniyet Genel Müdürlüğü­
ne ilk merkezi yönetici ataması olarak ben K O M Daire Başkan­
lığına ve Sabri ağabey de İstihbara Daire Başkanlığına atandı.
Görev sahamızda beraber dayanışarak çalışıyorduk; Uzan ola­
yında çok ciddi yardımlarını görmüştüm. Biz iyi ilişkide olduğu­
m u z d a n astlarımızda daha yakın çalışıyorlardı. Z a m a n zaman
Sabri ağabeyle bir araya geldiğimizde genel çalışmalarımız hak­
kında bilgi alış verişinde bulunurduk. O da bana takip ettikleri
bazı kişilerin garip faaliyetleri hakkında bilgi veriyor, bazı evrak­
ları okutup g ö r ü ş ü m ü soruyordu. Bunlar tek başına pek manalı
gözükmeyen a m a tuhaf ilişkileri ve çok yakın z a m a n d a demok­
ratik hayata suni müdahalelerin olabileceğini ima eden ve belli
çevrelerin harekete geçeceğini anlatan istihbarat raporlarıydı.

2005 yılında tayinim sorunlu bir şekilde Edirne'ye çıkın­


ca Sabri ağabeyle ancak telefonlarla veya 5-6 ayda bir araya
gelir olduk. Bu arada Sabri ağabey, Emin ağabey (Arslan) ve
Güvenlik Dairesi Başkanı İsmail Ç a l ı ş k a n ! kapsayan bir ihbar
mektubu Mesut Yılmaz ve arkadaşlarının yargılandığı anayasa
m a h k e m e s i n e gönderilmişti.
M e k t u p t a M e s u t Y ı l m a z ' m yargılandığı T ü r k b a n k olayında,
Alaaddin Ç a k ı c ı - K o r k m a z Yiğit arasında geçen k o n u ş m a l a r d a n
haberdar olmalarına r a ğ m e n h ü k ü m e t e bilgi v e r m e m e k l e suç­
lanıyorlardı. Bu suretle çeteye y a r d ı m ettikleri iddia ediliyor­
du. M e k t u b u n içeriği ve y a z ı m dili itibarıyla İstihbarat ve K o m
Dairesi arşivlerinden faydalanılarak resmi birileri tarafından
yazıldığı anlaşılıyordu. Telefonla kendileriyle g ö r ü ş t ü ğ ü m d e bir
mülkiye müfettişi ya da onları s e v m e y e n Emniyette yönetici ko­
n u m u n d a b u l u n a n birilerinin y a z m ı ş olabileceğini düşünüyor­
lardı. M e k t u b u bana da okuttuklarında, benim izlenimim de
m e k t u b u n kesinlikle E m n i y e t içerisinden birileri veya onlarla
yakın ilişki içinde olan ve desteğini alan kişiler tarafından yazıl -

422
2. Bolüm; C e m a a t

dığı y ö n ü n d e y d i . M e k t u b u n Mesut Y ı l m a z ı k o r u m a k için suçu


bürokratlara a t m a amacıyla yazıldığı gösterilmeye çalışılmışsa
da gizli ipuçlarıyla hedef olarak Emin ve Sabri ağabeyler ile İs­
mail Çalışkan'ı kapsayan, onları kötüleyen ve görevden aldır­
maya yönelik çok planlı bir tasarıydı. Bu olaydaki tüm bilgilere
sahip o l u n d u ğ u ama bilgilerin istenildiği gibi kullanılıp çarpıtı­
larak o l u m s u z bir kanaat oluşturulmak istendiği açıkça anlaşı­
lıyordu. M e k t u p araştırıldı a m a netice çıkmadı.
Sabri a ğ a b e y z a m a n z a m a n askerlerin toplumsal olaylara
ve güvenlik işlerine fazla karışmalarına karşı tepki gösteriyor
ve bunu her y e r d e alenen söylüyor, bu nedenle de askeri cep­
hede tepki çekiyordu. Türkiye'de gerçekleştirilmiş t ü m darbe ve
müdahalelerle ilgili bilgileri ortaya çıkarıyor, demokrasimizin
sürekli asker gölgesinde kalmasını ve bu tür girişimleri eleş­
tiriyordu. İki astsubay ve bir itirafçının bir kitapçı dükkânına
bomba attıklarının anlaşıldığı Şemdinli olayında, bu olayı araş­
tıran T B M M K o m i s y o n u n a tanık olarak çağrıldığında söylediği
"Hırsız evin içindeyse kilit işe yaramaz'" sözü literatüre girmiş­
ti. A n c a k konuşmaları nedeniyle Sabri ağabey hakkında askeri
cephede o l u m s u z l u k hep vardı a m a onun fark edemediği, kendi
cephesinde de olumsuzlukların bu tarihte başlamış olmasıydı.
Şemdinli olayları hakkında 5 sayfalık rapor hazırlayıp Başba­
kana verdiği söylenmiş ve bu rapor Sabah gazetesinde çıkmıştı.
Herkes bu raporu Sabri ağabeyin yazdığını, söylüyordu a m a
onun bu rapordan haberi yoktu. Zaten Sabri ağabey eldeki
bilgiler ne ise onları veri kabul eder, askeri kişi ve faaliyetleri
eleştirir, asla e k l e m e çıkarma y a p m a z d ı . Sabah gazetesi bu bil­
gileri Başbakan'ın yakın çevresinde bulunan bir d a n ı ş m a n d a n
aldığını söylüyordu.

İşin aslı bir süre sonra anlaşıldı. İstihbarat Daire Başkanlı­


ğında birileri beş sayfalık bir rapor hazırlamış. Bu raporu Baş­
bakanlığı ya da Başbakana vermişti a m a bu rapordan Daire
Başkanının haberi yoktu. Bu görülmüş veya alışılmış bir du-

423
Haliç'te Yaşayan Simonlar

rum değildi, Daire Başkanının görmediği, tasvip etmediği bir


raporun en üst m a k a m l a r d a işlem görmesi aslında ç o k tehlikeli
bir şeydi. H e r k e s her m a k a m a m e k t u p , not, ihbar ya da kendi
değerlendirmesini yazıp gönderebilir fakat devletin bir k u r u m u
adına onun başındaki kişiden habersiz bu k u r u m a ait zannedi­
len bir rapor v e y a yazıyı başbakanlık katma verebiliyor ve orası
bu evrakı alıyorsa bu çok vahimdir. Verenden d a h a çok b u n u n
alınması, k a b u l görmesi v a h a m e t ifade eder.

Bir süre sonra da Sabri ağabeyin mal varlığı, banka he­


sapları h a k k ı n d a geniş ve detaylı bir ihbar m e k t u b u bakanlığa
gönderilmişti. M e k t u p , banka hesap numaralarını, çeşitli ban­
kalardaki k e n d i ve eşi adına açılmış hesaplarda büyük meblağ­
larda paraların o l d u ğ u n u ve kendisinin bile hatırlayamayacağı
detaylar içeriyordu. K a p a n m ı ş bankalardaki hesap numaraları,
para miktarları vs. hakkında abartılı bilgiler vardı. Bu bilgile­
ri bir kişinin y a z m a s ı n ı n i m k â n ı yoktu. Birkaç bankayı, tapu
kayıtlarını içeren bilgiler ancak bir teşkilatın çalışması ile bu­
lunacak nitelikteydi. Kayıtlarda tahrifat yapılarak banka he­
sapları, hesaplardaki paraların miktarları birkaç defa yazılarak
sanki çok fazla para varmış havası yaratılmıştı. Bu arada Sabri
ağabeyin y a p m a d ı ğ ı işler ve söylemediği şeyler yapılmış ve söy­
lenmiş gibi askeri komutanlıklara taşındığından askerin talebi
üzerine g ö r e v d e n a l ı m y o r m u ş gibi gösterildi. Bence başka mah­
fillerin çalışması ile daire başkanlığı görevinde alındı, görünen
sebep gerçek sebepten farklıydı.

Sabri a ğ a b e y bu ihbar m e k t u b u n d a k i konular dolayısı ile


ciddi müfettiş incelemesine tabi tutuldu. Müfettişler gerçekle­
ri bulup ç ı k a r m a k yerine aynı iddiaları tekrarladılar. Ardından
A n k a r a Savcılığına mal varlığı ile ilgili olarak yargılanması için
bir rapor düzenlediler. Fakat k a p a n m ı ş bankaların kayıtları
bin bir g ü ç l ü k l e T M S F ' d e n tek tek bulunarak ihbar edilen bu
hesap hareketlerinin iki katı yazıldığı ispatlandı.

424
2. Bölüm: C e m a a t

Yaşar Büyükanıt Paşa emekli olduktan sonra yaptı­


ğı bir a ç ı k l a m a d a Sabri ağabeyi (İstihbarat Daire Başkanını)
Başbakan'a söyleyerek aldırttığım açıklamıştı. Bence o z a m a n
Yaşar Paşa'ya Sabri ağabey hakkında en ciddi bilgileri getiren­
ler aslında en ciddi iğfal edicilerdi ama ne Yaşar Paşa ne de T S K
bunları, bu y ö n t e m l e r i asla anlayamadı. Yaşar Büyükanıt, Sab­
ri U z u n u g ö r e v d e n kendisinin aldırttığım zannetti ama aslında
o sadece g e r ç e k alınma sebebine bir perde olmuştu, h e m de
kendisinin en fazla karşı çıktığı gruplara h i z m e t eder tarzda.

Sabri U z u n u n görevden alınmasının askerin talebi üzeri­


ne olduğu iddiası çok konuşuluyordu. Kendisi de, bizler de o
zamanlar b u n a inanıyorduk. Fakat sonra bazı emareler ortaya
çıkmaya başladı. İlki, hakkındaki mal varlığı ile ilgili mektup­
tu. Bu m e k t u b u n İstihbarat Dairesindeki amirler veya onlarla
sıkı irtibatlı birileri tarafından yazıldığından hiç ş ü p h e m yoktu;
çünkü içeriği a n c a k Sabri ağabeye en yakın kişilerin, İstihbarat
Dairesi m ü d ü r ve amirlerinin bileceği cinsten şeylerdi. Bugün o
ihbar m e k t u p l a r ı n ı n İstihbarat Dairesindeki c e m a a t yapısının
hep birlikte y a z d ı ğ ı n d a n şüphe yoktur.

İkinci gösterge ise Sabri ağabeyin görevden alınması sonra­


sında en sevdiği, el üstünde tutuğu şube müdürleri dahil t ü m
İstihbarat Dairesi personeli toplu bir vefasızlık örneği göstere­
rek kendisini hiç arayıp sormadıklarını ö ğ r e n d i m . Emniyet için
eskiden beri süregelen bir gelenek vardı; k i m görevden alınırsa
alınsın eski İstihbarat Dairesi personeli onu arar sorar, ziyaret
ederdi. Bir iki kişiyle sorun da olsa 40-50 kişilik amir m ü d ü r
kadrosu olan İstihbarat Dairesi personeli ciddi bir dayanışma
ile g ö r e v d e n a l m a n kişiyi yalnız bırakmazdı. Sabri ağabey ay­
rıldığı andan itibaren çok yakın olduğu kişiler de dahil o l m a k
üzere o dairedeki hiçbir çalışan tarafından aranıp sorulmamış,
hiç kimse ziyaretine g i t m e m i ş . Bu d u r u m u çok sonra öğrendim.
Edirne'de o l d u ğ u m d a n bu meselelere u z a k kalmıştım. Bir ar­
kadaşım bu d u r u m u anlatınca konuyu araştırdım. Neden tüm

425
Haliç'te Yaşayan Simonlar . ..

personel aynı tavrı gösteriyordu, bir olayda 30-40 kişinin aynı


tavrı göstermesi m ü m k ü n değildi. Eğer gösteriyorsa, ya bu kişi­
ler arasında hiyerarşik bir yapı vardı ve üst m a k a m l a r bu şekil­
de emir vermişti ya da bu kişiler aynı ideolojik gruba m e n s u p ­
tular ve g r u b u n politikası gereği böyle davranıyorlardı. Fakat
b u n u n bir örgüt, cemaat tavrı olduğunu hâlâ a n l a y a m a m ı ş t ı m
ç ü n k ü sebep b u l a m ı y o r d u m . Sabri B e y d e n bu kadar iyilik, ilgi
alaka ve yakınlık g ö r m ü ş insanların vefasızlığını bir türlü an-
lamlandıramryordum. Ne olursa olsun (cemaat, tarikat, örgüt
kararı) bu k a d a r yıllık yakın dostluğa, üstelik tek taraflı iyilik
görmelerine r a ğ m e n böyle bir vefasızlık göstermelerini aklım al­
mıyordu. D i ğ e r y a n d a n bu d u r u m cemaatin insanlar üzerinde
ne kadar etkin o l d u ğ u n u gösteriyordu. C e m a a t insanların ha­
reketlerine karışıyor, onların özgürlüklerini ve kişiliklerini y o k
ediyor, içinde olanlar cemaatin emirlerine karşı koyamıyor, bir
dostuyla bile ilişki kuramıyordu. İnsan üzerinde bu kadar ta­
h a k k ü m k u r a n her yapı insanlık için çok tehlikelidir. O kadar
ileri gitmişlerdi ki Sabri Bey'i astlarına takip ettirmişler, olursa
garip d u r u m l a r ı n ı n resimlenerek b a s m a verilmesini istemişler,
böylece onu k ü ç ü k düşürerek Daire Başkanlığından alınması­
na çalışmışlardı. Bu bilinenler haricinde belki çok daha fazla
bilmediğimiz şekil ve y ö n t e m l e Sabri U z u n l a uğraşmışlar, o n u n
hakkında buldukları veya öyle gösterdikleri durumları üst ma­
kamlara servis yapmışlardı.

Peki, t ü m bunları neden yapıyorlar diye sorguladığımda tek


sebep şu gibi gözüküyordu: Sabri Bey, istihbarat dairesinde
şark görevini h e n ü z y a p m a m ı ş olan personeli, bazı arkadaş­
ların hatta B a k a n İn isteğine r a ğ m e n zorla şarka tayin etmişti.
İstihbarat D a i r e Başkanlığında yıllarca çalışan bu kişilerin hiç
şark illerine g i t m e m i ş olması dışarıdan garip g ö z ü k ü y o r d u ve
teşkilatta h a k ve adaleti g ö z e t m e k adına Sabri ağabey bu tayini
yapmıştı. F a k a t birileri bu işten son derece rahatsız olmuştu.
Nasıl olur da bu kişiler başka illere tayin edilirdi? Bu kişiler on-

426
2. Bölüm: Cemaat

lara lazımdı, belki de onlar cemaatin önemli elamanlarıydı. İşte


t ü m yapılanların arka planında aslında bu m e s e l e vardı, ama
sanıyorum askerler fırsat olarak çıkmış ve kullanılmıştı.
İstanbul İstihbarat Şube M ü d ü r ü A h m e t İlhan Güler'in gö­
revden alınması sonrasında, Sabri Bey'in İstanbul'a geldiğinde
uygunsuz o r t a m l a r d a takip edilmesinin istenmesiyle birleşti­
rince işin sırrı ç ö z ü l m ü ş t ü . O n u n her isteneni y a p m a y a c a k , is­
tendiği gibi iş y a p t ı r ı l a m a y a c a k biri o l d u ğ u n u anlayan cemaat
değişmesini istemiş, önce adına sahte raporlar düzenlenip hak­
kında asılsız ihbar mektupları yazılarak yıpratılmak istenmiş,
astları tarafından takip edilerek elde edilen bilgiler farklı yerlere
servis edilmişti. Bunlar hâlâ gizilidir. Yakın z a m a n d a aldığım bir
bilgiye göre Sabri ağabey istihbarat dairesinde göreve atanınca
önce etrafındaki iyi bildiği birkaç tarafsız ve d ü z g ü n kişi hakla­
rında yaratılan olumsuz hava, ayak oyunları ve çevrilen saray
entrikaları ile İstihbarat Dairesinden uzaklaştırılmış, böylece
Sabri ağabeyin tüm çevresi tek tip ve kontrol edilen kişilerden
oluşturulmuştu. Buna r a ğ m e n Sabri ağabey akla, mantığa ve
vicdana s ı ğ m a y a n hiçbir şeyi y a p m a y a c a k biri o l d u ğ u n d a n ve
o daireyi istediği gibi k u l l a n m a k isteyenlerin hesabına uymadı­
ğından o r a d a n uzaklaştırılması sağlanmıştı.

Ahmet İlhan Güler'in İstanbul İstihbarat


Şubesinden Alınması
A h m e t İlhan Güler İstanbul İstihbarat Şube M ü d ü r ü y d ü .
Ahmet'i 1992 yılından, komiserliğinden beri tanıyordum. İstan­
bul İstihbarat Şube M ü d ü r ü olarak görev yaptığım 1992-1995
yılları arasında İstihbarata Karşı K o y m a (İKK) denen o zamanlar
devlet m e m u r l a r ı n ı n mafya veya diğer örgüt, organize gruplar­
la ilişkilerini takip eden, istihbarat içinde en gizli ve en hassas
birimin amiriydi. Az sayıdaki personeliyle biriminde çok önem­
li görevler ifa ediyordu. Özeti bile bir kitaba sığmayacak kadar
çok olay, tahkikat ve macera yaşadık A h m e t l e . O kadar kibar,

427
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

ince, herkese karşı saygılı konuşan biriydi ki bana beyefendi,


kişilikli, saygın, çalışkan, yüksek insani ölçülerde bir polis sec
deseler belki de ilk sırada göstereceğim Ahmet'ti. Z a m a n için­
de yükseldi, şark hizmeti dönüşü İstanbul'a tekrar tayin edil­
di ve İstanbul İstihbarat Şube M ü d ü r ü oldu. İstihbarattan So­
rumlu E m n i y e t M ü d ü r Yardımcısı Ş a m m a z Demirtaş ile birlikte
m ü k e m m e l bir u y u m içinde çok başarılı çalışmalara imza attı.
PKK'dan Dev-Sol'a kadar tüm sol ve bölücü örgütlere karşı, ay­
rıca H S C B Bankası, İngiliz Konsolosluğu ve Sinagoglara yönelik
bombalama eylemlerini deneyen El-Kaide yapılanmalarına karşı
çok başarılı operasyonlar gerçekleştirmiş, ilk eylemlerden sonra
örgütü ç ö z d ü k t e n sonra diğer eylemleri y a p a m a d a n örgüt men­
suplarının y a k a l a n m a s ı n ı sağlayan çalışmalar yürütmüştü.

Ahmet, inançlı a m a bağnaz hiçbir y ö n ü o l m a y a n , insani de­


ğerlere sahip ve her kesimle iyi ilişkiler kuran biriydi. Hatta
ben de A h m e t ' i Fethullah Hoca'ya sempati d u y a n ve o gruba
m e n s u p kişilerle d a y a n ı ş m a ve arkadaşlık içinde olan, bununla
birlikte görevini çok iyi yapan, siyasi ya da dinsel görüşlerini
işine karıştırmayan biri olarak bilirdim.
Ahmet Ş u b e M ü d ü r ü olarak çalışırken A n k a r a M e r k e z İstih­
barat Daire B a ş k a n l ı ğ ı n d a k i müdürler, o d ö n e m Daire Başkanı
olan Sabri U z u n ' u n İstanbul'a gelmesi d u r u m u n d a takip edilip
gittiği yerlerin fotoğraflanmasmı takip amirlerinden istemişler.
Bu talepten haberi olan A h m e t buna tepki göstermiş ve Daire
Başkanının takip edilmesini veya u y g u n s u z şekilde fotoğraflan­
m a s m ı kabul e t m e m i ş , böylece merkezdeki arkadaşlarıyla ara­
larında ilk çatlak ortaya çıkmıştı.

İl m ü d ü r ü n d e n ö ğ r e n d i ğ i m e göre, bir m ü d d e t sonra Ahmet'i


kış ortasında Ankara'ya çağırmışlar ve resmi daire dışında bir
ortamda m u h a t a p olan aynı arkadaşları, "İstanbul İstihbarat
Şubesi g ö r e v i n d e n ayrılman lazım. Biz İstanbul'a İstihbarat
Şube M ü d ü r ü olarak başka birini atayacağız. Seni istersen
İzmir'e verebiliriz." demişler. A h m e t bu teklifi kabul etmeyip

428
2. Bölünr C e m a a t

istenen dilekçeyi v e r m e m i ş . A k a b i n d e Hrant Dink'in öldürül­


mesi olayı m e y d a n a gelince, bu fırsattan istifade A h m e t göre­
v i n d e n alınıp, y e r i n e Ali Fuat Y ı l m a z e r Şube M ü d ü r ü olarak
atandı. B a n a göre Hrant Dink'in ö l d ü r ü l m e s i olmasaydı, A h ­
met şubeden y i n e de alınacaktı. Ç ü n k ü isteneni y a p m a y a c a ğ ı
ve m e r k e z i n İstanbul'daki planlarına uygun d a v r a n m a y a c a ğ ı
anlaşılmıştı.
Aslında A h m e t ' i İstanbul'dan alıp başka bir şehre a t a m a k
normal bir tayin prosedürü değildi, zaten böyle olsaydı çağı­
rıp ona fikrini sormazlardı. Ayrıca m e v s i m tayin mevsimi değil­
di, kış aylarında tayin yapılamıyordu. Ayrıca A h m e t görevinde
çok başarılıydı. İstanbul Emniyet M ü d ü r ü Celalettin Cerrah da
kendinden habersiz yapılacak bu tayin dolayısıyla ciddi sorun­
lar çıkararak kendisinin izni o l m a d a n İstihbarat Şubesi M ü ­
dürünün g ö r e v d e n alınmasını kabul etmezdi. B u n u n yanında
Ahmet'i başarılarından dolayı istihbarat başkanlığı içindeki bir
görevden a l m a k çok zordu. Bu y ü z d e n Ahmet'in başka bir yere
tayin edilebilmesi için kendisinin tayin olma talebini belirten
bir dilekçe v e r m e s i gerekiyordu. A h m e t bunu kabul etmeyince
merkezin planlarını uygulaması gecikecekti. İşte bu sıralarda
Hrant Dink öldürüldü. Bu olayın ardından, zaten araları ge­
rilmiş ama b u n u belli etmeyen İstihbarat Daire Başkanlığı ile
İstanbul Emniyet. M ü d ü r l ü ğ ü n d e bu d u r u m u fırsata çevirme ve
bu olayda her hatayı ortaya d ö k m e eğilimi başladı.

Merkez her türlü arşiv imkânına sahip olduğunu, Bakanlık


ve Genel M ü d ü r l ü ğ ü n imkânlarını kullanabildiğini ve istenen
müfettişi görevlendirme olanağını elinde b u l u n d u r d u ğ u n u he­
saplayarak bu olayda üstün gelmeyi planlıyordu. Mesele o ka­
dar büyük boyutlara varmıştı ki Hrant Dink olayındaki Emniyet
mensuplarının kusurlarını araştırmakla görevlendirilen mülkiye
müfettişleri Ahmet'i suçlamak, hatta m a h k e m e d e cezalandırmak
için neredeyse sahte evrak bulmaya kadar her şeyi denemekten
geri durmuyorlardı. İstihbarat Dairesi ile beraber çalışıyorlardı,

429
Haliç'te Yaşayan Simonlar

alenen taraflardı. Müfettişler atandığında ilk davranışları ma­


kul olmayıp dikkat çekince bakanlıkta tanıdığım ve güvendiğim
mülkiye müfettişi arkadaşlara bu kişiler hakkında bilgi sordum.
Birinin çevresinde Fethullah Hoca cemaatinden olduğunun bi­
linmesi haricinde bir sorunlarının olmadığını söyledi.
Tahkikat başladı (bana göre bu olayda ne İstanbul Emni­
yet M ü d ü r l ü ğ ü , ne de İstihbarat Daire Başkanlığı personelinin
kasıtlı olarak bir kusuru yoktu. Belki eksikleri, ihmalleri vardı
a m a asla kasıtlı olarak yapılmış bir şey b u l u n m u y o r d u . Eğer
bir eksiklik varsa b u n d a da kusurları eşitti veya Ankara'nın
bu kusurda daha fazla payı vardı. İstanbul ise daha az kusur­
luydu. Zaten davayla ilgili müfettişlerin hazırladığı rapora uy­
gun verilen kararları bozan idari m a h k e m e kararları ve bir yılı
aşkın araştırma y a p a n başbakanlık müfettişlerinin raporları
bunu doğruluyor). Soruşturma başlayınca müfettişler alenen
İstanbul'u suçlamak, Ankara Daire Başkanlığını temize çıkar­
m a k için özel gayret sarf ediyordu. Olayın iki tarafından biri
İstanbul'da E m n i y e t M ü d ü r ü Celalettin Bey ile A h m e t iken, di­
ğer tarafı İstihbarat Daire Başkanı R a m a z a n A k y ü r e k olmasına
r a ğ m e n m ü l k i y e müfettişleri İstihbarat Daire Başkanlığı perso­
nelini bilirkişi olarak atamıştı ve onların raporlarına d a y a n a r a k
fezleke d ü z e n l i y o r d u . S o n u n d a İstanbul E m n i y e t M ü d ü r ü Cer­
rah ve İstihbarat Şube M ü d ü r ü Ahmet'in yargılanması isten­
di. Vali bu kararı A h m e t açısından onayladı. Celalettin Cerrah
açısından o n a y l a m a d ı . Ahmet'in dava açması üzerine İstanbul
İdare M a h k e m e s i , kararı bozdu. T e k r a r tahkikat yapıldı, yine
aynı karar verildi. T e k r a r karşı dava açıldı, İdare M a h k e m e s i
taraflardan biri olan İstihbarat Daire Başkanının astları olan
kişilerin tarafsız bilirkişi olamayacağından y e n i d e n kararı boz­
du. Bakanlık davayı tekrar aynı müfettişlere verdi. Görevlerini
iyi y a p a n , ikisi de eskiden y a r d ı m c ı m olmuş Levent Y a r ı m e l ve
D u r m u ş D e m i r b a ş isimli iki polis başmüfettişi, m ü l k i y e baş­
müfettişinin talebini karşılamak için bilirkişi olarak görevlen-

430
2. Bölüm: C e m a a t

dirildi. M ü l k i y e başmüfettişi polis başmüfettişlerini zorluyor,


Ahmet'i ve İstanbul Emniyetini suçlu göstermek istiyordu.
Olay a s l ı n d a şu şekilde cereyan etmişti. 1 yıl kadar ö n c e
T r a b z o n E m n i y e t i Yasin Hayal'in Hrant Dink'e eylem yapacağı
ve bunun için Hayal'in İstanbul'da y a ş a y a n ağabeyinin yanı­
na gideceği bilgisini m u h b i r E r h a n T u n c e l ' d e n alıyor. B u n u n
üzerine T r a b z o n E m n i y e t i İstanbul E m n i y e t i n e haber veriyor.
İstanbul E m n i y e t i Y a s i n Hayal'in a ğ a b e y i n i n adresi d e n e n yeri
araştırıyor, b ö y l e bir adresin b u l u n m a d ı ğ ı n ı tespit ediyor. Ay­
rıca Hayal'in telefonlarını sorguluyor ve o n u n ağabeyiyle bir­
likte o a n d a T r a b z o n ' d a b u l u n d u k l a r ı n ı n g ö r ü n d ü ğ ü n ü bil­
diriyorlar. B ö y l e c e tahkikatı T r a b z o n ' a d e v r e d i y o r ve k o n u y u
kapatıyor. Fakat M ü l k i y e Başmüfettişi, İstanbul E m n i y e t i n i n
olaydan ö n c e y a p ı l d ı ğ ı n ı iddia ettiği tahkikat, ve işlemlerin olay­
dan sonra y a p ı l d ı ğ ı n a , bu y ö n d e İstanbul E m n i y e t i n i n sahte
d o k ü m a n h a z ı r l a m a y a kalktığına, o l a y d a n ö n c e inceledikleri­
ni söylediği o l a y ı n faillerine ait n u m a r a l a r ı n aslında olaydan
ö n c e hiç i n c e l e n i p b a k ı l m a d ı ğ ı n a dair resmi bir y a z ı aldıklarını
ve polis b a ş m ü f e t t i ş l e r d e n bu doğrultuda r a p o r v e r m e s i n i is­
temişti.

Bu sistemleri ilk defa İstanbul'da 1992 yılında kurarken


başkomiser ve emniyet amiri rütbesinde bürolar amirim ve
y a r d ı m c ı m görevlerinde bulunan ve bu sistemi kullanmasını
en iyi bilen polislerden olan polis başmüfettiş Levent mülkiye
başmüfettişine verilen bilginin doğru olmadığını, bu d u r u m d a
faillerin telefonunu sorgulayan diğer kişilerin de, en azında ilk
bilgiyi veren T r a b z o n İstihbarat Şubesinin de yaptığı inceleme­
nin görülmesi gerektiğini ama şimdi hiç k i m s e n i n bu sorgula­
mayı y a p m a m ı ş gözüktüğünü, dolayısıyla bu kayıtların silinmiş
olduğunun, b u n u n doğru bir bilgi olmadığının net olarak an­
laşıldığını ifade etmiş. Ayrıca İstanbul İstihbarat Şubesi per­
sonelinin o l a y d a n önce telefon numaraları hakkında T r a b z o n
İstihbarat Ş u b e s i n d e görevli, olay hakkında ilk raporu yazan

431
Haliç'te Yaşayan Simonlar

personelle g ö r ü ş ü r k e n detay sorgusu y a p m a d a n bazı bilgilere


sahip o l a m a y a c a ğ ı n ı söylemişlerdi. Dolayısıyla polis başmüfet­
tişlerinin, m ü l k i y e başmüfettişine gelen bu yazı ve evrakların
s a h t e / u y d u r m a olduğunu ima ederek bunları g ö r m e m i ş olalım
dediklerini d u y d u m
Şu ortaya çıkmıştı: İstihbarat Daire Başkanlığı telefon de­
taylarını ( H T S raporlarını) kimin ne z a m a n hangi numarayı in­
celediğinin tutulduğu log kayıtlarını değiştirmişti. Bu çok v a h i m
bir d u r u m d u . M e r k e z güvenirliliğini yitirmişti. Güvenlik ama­
cıyla tutulan log kayıtlan geçmişte kimin hangi numarayı hangi
tarihte incelediğini tutuyordu. Herhangi bir olay olursa bu ka­
yıtlar incelenip, görevlilerin sorumluluğu tespit ediliyordu. Ha­
tırlanacağı ü z e r e 1999 yılında Ankara Emniyetinde bazı görevli­
lerin devletin önemli makamlarının telefonlarını sorguladığı, bu
log kayıtları sayesinde ortaya çıkarılmıştı. Bu, sistemin güvenlik
supabıydı a m a şimdi Daire Başkanlığı bu kayıtları değiştiriyor,
kimin hangi telefonu sorguladığı bilgilerinden istediğini çıka­
rabiliyordu. Bu, istediğini de koyabileceği anlamına geliyordu.
İlerde istemediği bir görevli olursa buradaki bilgileri değiştirerek
kişilerin sorumluluklarını değiştirebilecekti. Bu işlemi y a p m a k
için bilgisayar sistem operatörü dahil olmak üzere en az 5-6 ki­
şinin bilgisi ve rızası lazımdı. D e m e k ki hepsi bu işin içindeydi.
Bu işi anlayanlar için çok vahim bir d u r u m d u : Daire Başkanlığı
güvenlik için k o n a n sistemi istediği an değiştiriyordu.

S o n u n d a A h m e t görevinden alındı, zorlukla Polis Okulunda


görev bulabildi. Yerine ise n o r m a l d e hiçbir z a m a n bu göreve
gelemeyecek, gerekli niteliklere sahip o l m a y a n (sol örgütler ko­
nusunda bilgi ve d e n e y i m ile evveliyatında pratik sokak tecrü­
besi yeterli o l m a y a n ) , hatta sosyal ve psikolojik açıdan sorunlu
olduğunu değerlendirdiğim Ali Fuat Yılmazer bu göreve atandı.
İstanbul E m n i y e t M ü d ü r ü sahip olduğu güce r a ğ m e n Ahmet'in
gidişini engelleyemediği gibi Ali Fuat Yılmazer'e alenen muhale­
fet etmesine r a ğ m e n onun göreve getirilişini de engelleyemedi.

432
2. Bölüm: Cemaat

Belki elli tane m ü d ü r ü İstanbul'a tayin e t t i r m e m e y e muktedir


bir güce sahipti, herkese karşı dikleşebilirdi a m a Ali Fuat ve
benzerlerine karşı k o y a m a d ı . Belli amaçları olanlar, istedikleri
gibi faaliyette b u l u n m a k isteyenler bu k o n u d a kendilerine mani
olacak bir engeli daha önlerinden kaldırmış oldular.
Danıştay olayında faillerin Ergenekon la ilişkilendirilmesi-
ni A h m e t ve Ş a m m a z , yani İstanbul E m n i y e t İstihbarat Şubesi
desteklememiştir. B u n u n yanlış olduğunu, eldeki delillerle böy­
le bir bağlantının kurulamayacağını aksine Alparslan Aslan'ın
her e y l e m d e n önce ve sonra İstanbul'daki Şeyh Salih Kurter ile
irtibat k u r d u ğ u n u , Aslan'ın telefon H T S raporları iyi okunursa
bu irtibatın daha tutarlı o l d u ğ u n u n görüleceğini savunmuşlar­
dı. Aslında işte o gün Ahmet'in İstanbul'dan alınması gerektiği­
ne karar verildiği kanaatindeyim. Ankara, Danıştay olayı ile Er­
genekon bağlantısını k u r m a k istiyordu. Delilin olup olmaması
önemli değildi, onlar bunu istiyordu o kadar.

İstihbarat ve K O M Neden Ele Geçirilmek İstenir?


Ülke genelinde istedikleri gibi bilgi toplamak, istedikleri ki­
şilerin faaliyetlerini izleyip ö ğ r e n m e k gayesinde olanların yap­
ması geren ilk şey E m n i y e t İstihbarat Dairesini ele geçirmektir.
Orada h â k i m k o n u m d a olmaları gerekir. B u n u M İ T üzerinde et­
kinlik kurarak da yapabilirler a m a o kurum daha ilerisine mü­
saade etmez. E ğ e r sadece bilgi toplamak yerine haklarında bilgi
toplandıkları k u r u m ve kişiler hakkında adli işlemlerde bulun­
m a k da isteniyorsa E m n i y e t K O M Dairesinde etkin olunması
şarttır. S a d e c e merkezi yapıları değil, operasyonların en çok
yönetileceği başta İstanbul, A n k a r a o l m a k üzere bazı önemli
illerdeki bu dairelerin uzantısı şubelerin de ele geçirilmesi ge­
rekir. Eğer sadece bilgi toplamak ve bunlarla ilgili adli işlem
y a p m a k l a da y e t i n m e y i p her memur, asker ve özel kanunlarla
korunan kişiler hakkında da işlem y a p m a k isteniyorsa, o za­
m a n özel yetkili m a h k e m e l e r i n savcıları ve hâkimleri üzerinde

433
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

de etkin o l u n m a s ı gerekir. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı


sahip olduğu geniş teknik imkânları ile herkes hakkında her
türlü bilgiyi toplayabilir, kim kimlerle görüşüyor öğrenilebilir,
eline telefon alan herkesin irtibatları ve ilişkileri belirlenebilir.
Hiç kimse o n l a r d a n ilişkisini gizleyemez.
Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı ve her ildeki şubesi,
hatta bazı ilçelerdeki birimlerinin istihbar! dinleme yetkisi var­
dır; kişiler dinlenir, izlenir ve bir süre sonra evraklar imha edi­
lir. Yıllarca her k o n u d a ve her k u r u m d a n toplanmış tere baytla-
ra sığmayan bilgi bankaları mevcuttur. Dahası kimsenin hesap
edemeyeceği teknik imkânlara sahip Türkiye'nin her ilindeki
istihbarat şubelerini 7000 bin civarındaki personeli vasıtasıyla
ülke genelinde her yerde izleme faaliyetlerinde b u l u n m a ola­
nakları vardır. Onları yalnızca Emniyet Genel M ü d ü r ü ve İçiş­
leri Bakanı denetleyebilir, müfettişler dahil kimse binalarına
giremez ve işlemlerine karışamaz.

K O M Daire Başkanlığı merkez ve ülke genelindeki örgütlü


suçlar ve organize gruplarla ilgili tahkikatları yapar, aynı zaman­
da adli dinleme ve izlemenin Emniyetteki en etkin merkezidir.
Özel yetkili savcılar ve m a h k e m e l e r biraz da kanunları zor­
layarak herkes h a k k ı n d a doğrudan dava açabilir, gözaltı kararı
verebilir, tutuklayabilir. Fakat normal hallerde devlet memur­
ları hakkında görevleri nedeniyle işledikleri suçlar için tahki­
kat yapılması 4 4 8 3 sayılı kanuna göre belli m a k a m l a r ı n izni­
ne tâbidir. İlçe m e m u r l a r ı için k a y m a k a m l a r d a n , il memurları
için valilerden, m e r k e z memurları için genel m ü d ü r ve benze­
ri amirlerden, üniversiteler için Y Ö K veya rektörden izin şartı
vardır. Bu izin o l m a d a n doğrudan dava açılmaz, belli suçüstü
halleri haricinde savcılar doğrudan tahkikat y a p a m a z l a r . Ama
herhangi bir fiil özel yetkili mahkemelerin görev alanına giriyor
denince herkes h a k k ı n d a doğrudan dava açılabilir.

İşte T ü r k i y e ' d e son yıllarda böyle bir planın uygulandığını


görüyoruz. M İ T ' e h â k i m olsanız, sadece bilgi toplarsınız, belki

434
2. Bölüm: Cemaat

bunları saptırarak kullanabilirsiniz a m a d a h a ilerisini yapa­


mazsınız. A k s i y o n e l bir e y l e m gerçekleştirme arzusundaysanız,
M İ T size y e t m e z . B u doğrultuda önce K O M Daire Başkanlığı,
sonra İstihbarat Dairesi Başkanlığı, ardından da İstanbul ve
A n k a r a İstihbarat Şubesi ve bunlarla paralel olarak özel yet­
kili m a h k e m e l e r i n savcı ve hâkimlerinin de belli oranda belirli
eğilimlerde olan kişilerden oluşturulduğunu bugün net olarak
görmek mümkün.

Emin Aslan Hakkındaki İftira


E m i n A s l a n 1980 ö n c e s i n d e n beri istihbarat hizmetlerinde
çalışmış; Balıkesir, Elazığ, İstanbul ve A n k a r a İstihbarat Şube
M ü d ü r l ü ğ ü , d a h a sonra İstihbarat Daire Başkanlığı, K O M Da­
ire Başkanlığı ve E m n i y e t G e n e l M ü d ü r Yardımcılığı gibi görev­
lerde b u l u n m u ş , yurtiçi ve yurtdışında (özellikle yurtdışında)
yabancı e m n i y e t teşkilatları nezdinde çok saygın bir isimdir.
Kendisini 1985 yılında Elazığ İstihbarat Şube M ü d ü r ü o l d u ğ u
tarihten b u g ü n e kadar y a k i n e n tanımasam, bu kadar saf ve
temiz birinin bu görevlere atanacağına asla i n a n m a m ; saf insan
n u m a r a s ı yaptığını z a n n e d e r i m .

Emin Beyle olan iş ilişkimiz onun Elazığ'da, benim


Diyarbakır'da İstihbarat Şube S o r u m l u s u olarak görev yaptığı­
mız yıllarda başladı. D a h a sonra o n u n İstanbul'a atanması ile
o tarihlerde siyasi ve ideolojik olaylar dolayısıyla en sorunlu iki
şehir olan Diyarbakır ve İstanbul Şube Müdürleri olarak y i n e
sürekli irtibat halinde olduk. B u n u n akabinde onunla olan iş
ilişkimiz İstanbul'dan Ankara'ya tayini sonrası b e n i m onun y e ­
rine İstanbul İstihbarat Şubeye atanarak halef-selef o l m a m ı z ,
ardından o n u n Daire Başkan Yardımcısı, bilahare İstihbarat
Daire B a ş k a m olması ile b e n i m İstanbul İstihbarat Şube M ü d ü ­
rü olarak o n u n astı görevinde b u l u n m a m ve son olarak b e n i m
İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı olarak e m r i n d e ç a l ı ş m a m
şeklinde d e v a m etti.

435
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar . . . . .

Susurluk Süreci nedeniyle istihbarat camiası dışına çık­


m a m l a birlikte, kısa süreli bir kesintinin ardından o n u n 2001
yılında Genel M ü d ü r Yardımcısı, benimse 2003'te K O M Daire
Başkanı o l m a m l a iş ilişkimiz yeniden başladı. Edirne'ye sürül­
m e m l e tekrar başlayan ayrılığımız, haftada bir telefonla ve yılda
bir-iki kez Edirne'ye geldiğinde veya benim Ankara'ya gittiğim­
de yaptığımız görüşmelerimizle d e v a m etti.
Bizimki bir ast- üst ilişkisini aşan saygı ve sevgi çerçevesin­
de bir ağabey-kardeş ilişkisiydi. Karşılıklı sıcak sohbetlerimiz
olurdu. H u k u k i ve genel her konuda, hatta u z m a n olduğu ko­
nularda bile hiç büyüklük duygusu taşımadan b e n i m de fikrimi
alır, e m i n o l m a k için bana pek çok şeyi sorardı. Ç o k farklı bir
dostluğa sahiptik. Farklı gelenek, kültür ve çevrelerden gelmiş
o l m a m ı z a r a ğ m e n her ikimizin de dürüst ve n a m u s l u olmak,
k i m s e y e k ö t ü l ü k y a p m a m a k gibi temel doğruları ortak olduğu
için aynı şeye inanların akrabalığı gibi aramızda farklı bir ya­
kınlık ve bağ oluşmuştu. O her k o n u d a ve herkese karşı mü­
layim, hiç k i m s e ile çatışma içinde olmayan, y u m u ş a k huylu,
d ü ş m a n ı n a karşı bile makul biriyken, ben bazı konularda daha
keskin, sert bir yapıya sahiptim. Bu özelliklerim haricinde or­
tak yönlerimiz çok fazlaydı. E m i n B e y l e ya sadıklarımız bir kita­
ba sığmayacak kadar fazladır.

Emin Bey'e Kurulan Komplonun Başlangıcı

T a h m i n i m 2 0 0 9 yılı eylül ayı başlarıydı, Eskişehir'e yeni


a t a n m ı ş t ı m . İli ve sorunlarını ö ğ r e n m e y e çalıştığım günlerdi.
Bir gece geç saatlerde K O M Daire Başkanı A h m e t P e k telefonla
aradı ve K O M Şube M ü d ü r l e r i ile Diyarbakır'da toplantıda ol -
d u ğ u n u belirtip, Habip Kanat diye birini tanıyıp t a n ı m a d ı ğ ı m ı
sordu. Son on yıldır u n u t k a n l ı ğ ı m vardı, eskisi k a d a r her şeyi
h a t ı r l a y a m ı y o r d u m , hiç not. defteri t a ş ı m a d ı ğ ı m ve h e r şeyi zih­
n i m d e tutabildiğim günler artık geride kalmıştı. O n a bu ismi
hatırlamadığımı söyledim. Bunun üzerine bana İstanbul'da

436
2. Bölüm: Cemaat

uyuşturucu o p e r a s y o n u yapıldığını, bir kişinin yakalandığını


ve Emin Bey'in kendisine Habip K a n a t ' m m u h b i r o l d u ğ u n u
söylediğini a m a dairede kaydının olmadığını, eski K O M Daire
Başkanı o l m a m sebebiyle b e n i m bu kişi h a k k ı n d a bilgi sahi­
bi olup o l m a d ı ğ ı m ı sormak için aradığını söyledi. Ben bu ismi
eleman olsa da o l m a s a da hatırlamadığımı, t a m d ı k gelmediği­
ni, ayrıca a r a d a n z a m a n geçtiği için de h a t ı r l a y a m a y a c a ğ ı m ı
söyledim.

Birkaç g ü n sonra başka bir konuyla ilgili olarak Ankara'ya


gitmiştim. E m i n Bey'i ziyaret ettim, ben y a n m a g i r m e d e n önce
sanıyorum K O M Daire Başkanı A h m e t Pek v e y a Dairedeki nar­
kotik biriminden birileriyle telefonla k o n u ş m u ş . Odaya girdi­
ğimde kendi kendine "Bu adamla sürekli görüşüyoruz, size
gönderiyoruz görüşüyorsunuz. Bu a d a m ı n e l e m a n olduğu belli
ya ona göre işlem yapın, yok elaman değil diyorsanız o z a m a n
bizim h a k k ı m ı z d a işlem yapın." şeklinde söyleniyordu. Aynı ki­
şiden bahsettiğini anladım ama şahsı hiç tanımadığım ve olayı
da b i l m e d i ğ i m d e n konu nedir m ü d ü r ü m diye sormadım.

Birkaç g ü n sonra polis dosyalarından sızdırıldığı belli olan


Emin B e y l e H a b i p K a n a t l n birlikte çekilmiş fotoğrafları aynı
anda birden çok gazetede yer aldı. Hepsi de tek bir kaynaktan
edinilen bilgiyle beslendiği belli olacak şekilde, "Cumhuriyet ta­
rihinin en b ü y ü k uyuşturucu operasyonunu, 'captagon baronu'
Habip K a n a t l n Emniyet Teşkilatı'mn İ k i ' numaralı ismi Emin
Aslan'ı m a k a m ı n d a ziyaret etmesi böyle görüntülendi". "VIP
ağırlamanın fotoğrafları 'delil' olarak dosyaya girdi. Uyuşturu­
cu baronu H a b i p Kanat ile emniyetin iki numaralı ismi Emin
Arslan'ın y a n y a n a çekilen fotoğrafları" şeklinde Emniyet Genel
M ü d ü r l ü ğ ü n d e , İstanbul Polis Evinde ve bir kafede çekilen fo­
toğraflar b e n z e r haberlerle tüm basında yer aldı. T ü m gazeteler­
de bu fotoğrafların dava dosyasından alındığı alenen yazıldı.

Bir m ü d d e t sonra haberlerde E m i n Bey'in mevcutlu olarak


Ceza M a h k e m e l e r i Kanunu'nun ( C M K ) 250. maddesiyle özel

437
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar ....

yetkili m a h k e m e n i n savcılığına Murat N e m u t l u ve Mustafa Aral


isimli iki polis m ü d ü r ü ile birlikte çağrıldığını d u y d u m a m a çok
da ö n e m s e m e d i m . Ortada bir yanlışlık var, nasıl olsa meselenin
aslı anlaşılır diye d ü ş ü n d ü m . Telefon trafiğinin y o ğ u n olacağı­
nı d ü ş ü n e r e k ben de arayıp sıkıntı y a r a t m a y a y ı m diye Emin
Bey'i a r a m a d ı m . Fakat savcılıktaki ifade sürecinin uzaması,
saatlerce sürmesi, arkasından hâkime ifade verilmesi derken
gece saat üçe kadar telefonun başında m a h k e m e d e bulunan
kişilerden haber almaya çalıştım. Sabah doğru netice belli ol­
muştu, t u t u k l a n m a talebiyle sevk edildiği m a h k e m e d e serbest
bırakılmıştı. O l a y ı n bu kadar ciddi olması çok garipti, E m i n Bey
uyuşturucu işinde olamazdı ama savcılık olayı bu kadar ciddiye
aldığına göre bu işte bir gariplik vardı. Ne olabilirdi?

Birkaç g ü n sonra Emin Bey bayram dolayısıyla Balıkesir


Akçay'daki yazlığına gidecekti, a k ş a m ailecek Eskişehir'e bize
uğradılar. G e c e polis evinde beraber oturup sohbet ettik, yanın­
da savcılık ve m a h k e m e d e k i ifadesi vardı onları okuduk.
E m i n Bey'in savcılıkta ifadesi alınırken sorulan sorular kor­
kunçtu, hatta kendisine sorulan son soru dehşet vericiydi. San­
ki E m i n Bey yeraltı uyuşturucu dünyasının bir a d a m ı y m ı ş gibi
bir hava yaratılıyordu. Soru aynen şöyleydi: "Şüpheliye hakkın­
da Habib K a n a t isimli uyuşturucu h a p imalat, ticaret ve ihra­
catı y a p a n şahsı görev yaptığı birimin nüfuzundan da istifade
ederek kolladığı, bu şahsın hasımlarına yine bu şahsın verdiği
bilgiler ışığında operasyonlar düzenleterek uyuşturucu h a p pi­
yasasında kendisinin tekel oluşturmasını sağladığı, kendisine
devamlı surette İstanbul ve Ankara Narkotik Şubelerde yapı­
lan görev değişikliklerini bildirip bu şahıslara yönlendirdiği ve
yine bu şahısları da arayarak hakkında referans verip koruyup
kollanmasını sağladığı, bu süreçte kendisinin K O M Daire Baş­
kanlığı yaptığı d ö n e m d e n itibaren Habip K a n a t l a ilgili yapılan
ihbarları hasıraltı ederek bu şahsa karşı teknik ve fiziki takipli
bir soruşturma y a p ı l m a s ı n ı engellediği, Habip K a n a t ' m kimliği-

438
2. Bolum: C e m a a t

ni, kişiliğini, eylemlerini, hakkındaki iddia ve ihbarları bilgi ve


söylentileri bildiği halde kolladığı, tahkikata maruz kalmasını
engellediği, bu y ö n d e astı k o n u m u n d a k i m ü d ü r l e r e talimatlar
verdiği, y a k a l a n d ı ğ ı süreçte aklanmasını sağlamaya yönelik ta­
vassut girişimlerinde bulunduğu, lehine bilgi ve belge topladığı,
muhbir olarak kaydı b u l u n m a y a n şahsı m u h b i r gibi gösterme­
ye çalıştığı, bu amaçla bazı Emniyet Müdürlerine talimatlar ve­
rerek lehine hususları araştırdığı iddiası hatırlatıldı. Kendisiyle
Habip Kanat arasındaki yakınlığın, ilişkinin lehine gösterdiği
çaba ve gayretin Emniyette muhbir k o n u m u n d a b u l u n a n diğer
şahıslara da E m n i y e t mensuplarınca yapılıp yapılmadığı, aynı
k o n u m d a k i şahısların aranıp aranmadıkları, kollanıp kollan­
madıkları h u s u s u soruldu ve örgüte y a r d ı m e t m e fiilin işlenme­
sinden sonra y a r d ı m d a bulunacağını vaat etme suçu soruldu."
diyordu. Evet, soru aynen böyleydi. Bu soruya sormak da cevap
vermek de m ü m k ü n değildi.

Savcı, E m i n Bey'i baştan m a h k û m ederek, inanılmaz ağır


suçlamalarda bulunuyordu. Bana göre bu iddialarda bulun­
mak m ü m k ü n değildi, b u n u n için çok ciddi delillere ihtiyaç
vardı. Savcı ile hâkimin aldığı ifadelere bakıldığında arada kor­
kunç bir fark m e v c u t t u ; hâkimin ne kadar tarafsız olduğu belli
oluyorsa, savcı da o kadar peşin fikirli idi. E m i n Bey'e yönelti­
len sorulardan eldeki delillerden çok onu m a h k û m etme anla­
yışının baskın olduğu net anlaşılıyordu.

Elde, H a b i p Kanat hakkında 1998 yılında Suudi Arabis­


tan'dan gelen bir şahsın ihbarı ve içlerinde H a b i p K a n a t ' m
(hatta kimliği bile Kanat Habibi şeklinde farklı yazılmıştı) da
b u l u n d u ğ u 20-30 kişilik bir grup hakkında u y u ş t u r u c u kaçak­
çılığı yaptıklarına yönelik Bulgaristan'dan 2001 yılında gelen
bir bilgi v a r d ı . G e l e n her ihbar illere yazılmış, araştırma ya­
pılmış ve cevapları alınmıştı. Bunların belgeleri d o s y a d a mev­
cuttu, hatta İstanbul Narkotik Şubesi o z a m a n bir süre Habip
Kanat'ı dinlemiş, izlemiş ve cevap yazmıştı. Üstelik bu tarihler-

439
Haliç'te Yaşayan Simonlar

de E m i n B e y l e H a b i p Kanat tanışmıyorlar ki k o r u m a kollama


söz konusu olsun.
Bayram dönüşü bana tekrara uğrayacaklardı ama Emin
Bey b a y r a m d a n d ö n m e d e n savcı karara itiraz etti ve mahke­
me dosya üzerinde inceleme yaparak tutuklama karar çıkardı.
Emin Bey h e m e n giderek teslim oldu ve cezaevine k o n d u .
O günlerde birçok gazeteci tanıdık, arkadaş bu olayın aslının
ne olduğunu soruyordu. Ben de olayı tam bilmemekle birlikte
bu iddiaların doğru olamayacağını anlatıyordum. Aslında tüm
anlatımlarım basına açıklama yapmaktan çok gazeteci arka­
daşlara bilgi v e r m e k ve onları inandırmak amaçlıydı. Bu şekilde
arayanlar arasında Milliyet gazetesinden N e d i m Şener de vardı.
O'na da aynı şeyleri anlattım. Bana bunları yazabilir miyim diye
sordu, aslında yazması için değil olayın aslını bilmesi için an­
latmıştım a m a istersen yazabilirsin dedim. Yazılması niyetiyle
konuşmuş o l s a m daha uzun ve daha kapsamlı anlatabilirdim.

Ertesi gün Milliyet'te "Avcı m ü d ü r ü m e kefilim dedi" şeklinde


manşetten bir haber yayınlanarak "Ben yaparım, o yapmaz,"
mealindeki a ç ı k l a m a m yansıdı.
İnsanlar Emin Beyi tanımadıklarından içlerinde "acaba
doğru m u ? " şeklinde bir şüphe uyanabilir. Fakat benim için
E m i n B e y i n böyle büyük ve organize işlerin değil en basit usul­
süzlüğün bile içerisinde olması imkânsız. Milliyet'te bu haberin
y a y ı n l a n m a s ı n d a n sonra tahkikatı y a p a n K O M Daire Başka­
nı A h m e t Pek beni telefonla aradı ve "Ben de sizin gibi düşü­
nüyorum kesinlikle E m i n Bey m a s u m . H a k k ı n d a delil de yok,
sonunda beraat eder. Yukarısı [İstihbarat Daire Başkanlığını
kast ederek] baştan beri k o n u y u takip edip izlemiş, konu bize
sonradan devredildi, onlar çok fazla iddiada bulundu. Bana
göre Habip bu işin içinde fakat bu olayda H a b i p l e uyuşturu­
cu kaçakçılığı arasında ciddi bir bağ da kurulamadı, delil yok,
bana göre o da beraat eder. Biz Emin Bey hakkında hiçbir işlem
yapmadık, ismini yazmadık, savcı yazdı." dedi.

440
2. Bolum: C e m a a t

Gazetedeki beyanım üzerine Emin Bey'in tahkikatını y a p a n


savcı M e h m e t Berk'in Emniyet M ü d ü r Yardımcısı üzerinden is­
tersem davayla ilgili tanık olarak ifade verebileceğimi söylemesi
üzerine, ifade verebileceğimi ifade ettim. Genellikle adli ifade
alınırken k o n u ş m a sırasında asıl a n l a t m a k istediklerimi atla­
m a m a k için a k ş a m , "Beyanlarım" başlıklı özellikle ifade etmek
istediğim konuları içeren bir metin kaleme aldım, imzalayıp ya­
nıma aldım ve sabah ifade v e r m e k üzere İstanbul'a gittim.

Beyanlarım başlığıyla y a z d ı ğ ı m yazı aynen şu şekildeydi.

Beyanlarım
Ben Emin Aslan'ı 1985 yılından beri tanırım, yakın mesai ve ilişki
içerisinde oldum. Ağır şartlarda beraber çalıştık. Gerek iş gerekse özel
yaşamı, ailesi ve çevresi hakkında yeterli bilgi sahibiyim, kendisi çocuk
saflığında, temiz, herkes hakkında olumlu düşünen birisidir.
Bence herhangi bir kişiden, herhangi bir amaçla gayri meşru bir men­
faat temin etmesi, böyle bir şeyi düşünmesi, hayal etmesi, hesap yapması
mümkün değildir. Ancak saf ve temiz duyguları nedeniyle bazı kişiler tara­
fından aldatılabilir, onların gerçek yüzünü görünceye/gösterilinceye kadar
iyi niyetinin neticesi olarak dışarıdan bakılınca uygun olmayan halleri gö­
zükse bile, gerçeği gördüğü an en ufak yanlışı olan kişilerle ilişkisini keser.
Geçmişte bunun birçok örneği olaya şahidim, kendilerini farklı tanıtan ki­
şilerle iyi niyetle ilişkisi olduğunda bu kişilerin uygun olmayan davranış, iş
ilişkisi içerisinde olduğunu söylediğimizde kesinlikle hemen tüm ilişkilerini
kesmiştir.
Bugün için Emniyet teşkilatında beraber çalıştığı hiçbir kimse onun
için "acaba yapmış olabilir mi?" düşüncesine sahip değildir. Tahkikatı ya­
pan KOM Daire Başkanı Ahmet Pek bile benimle konuşurken, "Kesinlik­
le Emin Müdürüm bu işte suçsuzdur, onun bu olayda suç işlediğine asla
inanmıyorum" demektedir.
Meslek hayatının büyük kısmı istihbarat hizmetlerinde geçtiğinden ve is­
tihbaratın ajan, muhbir, vs. adlarla adlandırılan yardımcı istihbarat elamanı/
haber elamanı olmadan yapılmayacağını çok iyi bildiğinden, geçmişten beri
yardımcı istihbarat elemanlarının kazanılması için ve onların sorunlarıyla en

441
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

fazla mesai sarf eden kişidir. Emniyete bilgi verdiği için veya bilgi vermek için
illegal oluşumlar içerisinde yer almasından dolayı hukuki sorunlarla karşı
karşıya olan elamanlar için çok uğraşıp, gayret gösteren biridir. Bu konuda
yüzlerce resmi girişimlerde bulunmuş, riskli evraka imza atmıştır.
Birçok meslektaşım tarafından da bilinmektedir ki, yıllar önce Emniyet
makamlarına bilgi verip destek olmuş insanların özel sorunlarıyla halen
ciddi olarak ilgilenmekte ve o kişilere destek olmaktadır. Zaman zaman
görev değişikliği gibi sebeplerle haber elamanı olan kişilerle (ajan-muhbir)
irtibatları koptuğunda yeniden bağlantı kurmak gibi sebeplerle geçmişte
tanıdığı ve şimdi üst rütbelere gelmiş beraber çalıştığı görevlileri aradığı
olaylarına sıkça rastlanır. Halen özel veya kopan irtibatları nedeniyle beni
Diyarbakır'dan arayan eski elemanlar olup ben onların sorunlarıyla ilgili
olarak Diyarbakır Emniyet makamları ile sık sık görüşürüm.
Emin Aslan hakkındaki bu tahkikat usulüne uygun yapılmamış, onun
dışarıdan bakıldığında suçlu gözükecek kadar ilişki geliştirmesi beklene­
rek harekete geçilmiştir. Ben uzun yıllar olayların en yoğun olduğu illerde
istihbarat ve kaçakçılık hizmetlerinde çalıştım. Bu birimlerin nasıl hareket
ettiğini bilirim. Eğer usulüne uygun davranılsaydı;
1. Daha tahkikatın başında dinleme ve izleme yapılmadan Habip
Kanatin ilişkileri araştırılırken Emin Aslan ile telefon bağlantısı
görüldüğünde (ki bu noktada Emin müdürden en ufak şüphe söz
konusu değildir ve o tahkikatı yapan herkesin üstü amiri durumun­
da olduğundan) ilk yapılacak şey, ondan Habip Kanat hakkında
bilgi alınmalı, hâlâ şüphe varsa bu kişinin uygun olmayan faaliyet­
ler içerisinde olduğu söylenerek, ilişkisini kesmesi sağlanmalıydı.
Geçmişte ve bugün operasyonlarımızın hedefi olabilecek benzeri
insanlarla ilişkisini gördüğümüz ve emin olduğumuz meslektaşla­
rımızdan öncelikle bu hedefler hakkında bilgi alıp, sonra da ilişki­
leri konusunda uyarırız. Bu sayede hem hedef kişi hakkında bilgi
almış hem de yanlış anlamaları önlemiş oluruz. Daha dün benim­
le irtibatlı olan bir kişinin başka bir ilin operasyonel çalışmalarının
hedefi olduğu tarafıma iletildiğinde, bilgi almak için müracaat eden
meslektaşım benden bu kişi hakkında günlerce toplayamayacağı
bilgiyi kısa sürede almış, birçok müphem konu onun açısından
aydınlanmıştır.

442
2. Bölüm: C e m a a t

Aynı benzeri davranış burada da gösterilmesi gerekirken yapıl­


mamıştır. Eğer daha başta Emin müdürden şüphelenilmiş ise o
zaman da birinci öncelikle bir üst amir olan Emniyet Genel Mü­
dürüne ve tahkikatın asıl sahibi Cumhuriyet Savcılığına bilgi ve­
rilerek onun hakkında araştırma yapılması ve tahkikatın hedefi
haline getirilmesi gerekirdi. Belki de İçişleri Bakanlığınca görev
bölümü yapılırken farklı dairelere bakması sağlanarak şimdiki gibi
astlarınca görevin gereklerine aykırı olarak bilgi gizlenerek değil
görev sahası dışına çıkarılarak bu tahkikat ve kaçakçılık konula­
rından uzaklaşması sağlanabilirdi. Bu da yapılmamıştır.
2. Her olay o bölgedeki zabıta tarafından araştırılmaktadır, bu ya­
sal bir zorunluluktur. Emniyet içerisinde ondan fazla tamim vardır;
yanlışlıkları ve çatışmaları önlemek, zaman, personel, kaynak
israfını engellemek amacıyla mutlaka ilgili zabıtayla iş birliği ya­
pılması emredilmiş olmasına rağmen bu olayda istanbul Narkotik
Polisi bir buçuk yıl hiç bilgilendirilmemiş, son anda operasyonun
icrası için devreye sokulmuştur.
3. Bugün sanki tahkikat yalnız uyuşturucu kaçakçısına yöneltilmiş,
Emin müdür hiç hedef değilmiş gibi tahkikat evrakları bütün ha­
linde savcılığa gönderilip Cumhuriyet Savcısı resen kendiliğinden
Emin Aslan hakkında tahkikat yapmış gibi gösterilmek istenmiştir.
Eğer böyle olsaydı, bir buçuk yıldır yapılan tahkikat dosyasında
asıl fail olan Hüseyin Rıza Işık ile Habip Kanatin bütün ilişkileri,
uyuşturucu imalatında kullanılan tüm kimyasalların nereden na­
sıl temin edildiği, uyuşturucu haplarının yurtdışına nasıl taşındığı
gibi birçok husus ortaya çıkarılmış olması gerekirdi. Oysa dışarı­
ya yansıdığı kadarıyla bu konuda tahkikat dosyasında bir buçuk
yıllık çalışmada olmaması gereken ciddi eksiklikler vardır. Ayrıca
bir buçuk yıldır yapılan tahkikatta her safhada kendisine haber
verilmesi gerekirken hiç haber verilmeyerek hem görev gereği ye­
rine getirilmemiş hem de kendisinin hedef seçildiği ima edilmiştir.

Kayseri ilinde bir uyuşturucu imalathanesinde suçüstü yakalanıp, bu


suçtan mahkûm olan Selim Gezerin yakalandığı operasyon sırasında
Kom Daire Başkanıydım. Anımsadığım kadarıyla, operasyona ilk baş­
ladığımız günlerde şüphelilerin kimliklerini bilmiyorduk. Bir-iki gün sonra

443
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Selim ismi ortaya çıktığında, Narkotik Şube bir anda daha önce üzerinde
çalışma yapıldığı belli olan Selim Gezer hakkında geniş bilgiler içeren
bir dosya getirdi, şimdi bu bilgilerin eski tarihte bazı bilgi kaynaklarından
gelen bilgiler üzerine yapılan çalışmalardan elde edildiği kanaatine varı­
yorum.
Kaçakçılık Dairesinde çalışan eski meslektaşlarımdan öğrendiğim
kadarıyla Habip Kanat hakkında 1998'de Suudi Arabistan ve 2001'de
Bulgaristan'ın bilgi vermesi üzerine Kom Daire Başkanlığı, bu kişi hakkın­
da bu tarihlerde istanbul Emniyet Müdürlüğünden resmi yazıyla tahkikat
ve bilgi istemiş ve istanbul Emniyet Müdürlüğü resmi cevap vermiştir. Yani
bu kişi hakkında emsali ihbarlar, hakkında yapılması gereken şeyler ya­
pılmıştır. Başta Almanya, Hollanda ve ingiltere olmak üzere yabancı ülke­
lerde yüzlerce Türk hakkında istihbarı bilgi gelir, KOM Daire Başkanlığının
ilgili şubesi bu kişiler hakkında araştırma yapılması için bu bilgileri ilgili
illere göndererek tahkikat yapılmasını sağlar.
Habip Kanattan birden fazla görüşme yapılarak uyuşturucu hap, cap-
tagon imalatı gibi konularda bilgi alınmış, rapor tanzim edilmiş, bu raporlar
çalışma sistemine sokulmuştur. Bu durum fiili olarak bu kişinin muhbir ola­
rak kullanıldığını göstermektedir. O kişinin muhbir listesine alınıp alınma­
ması Kom Dairesinin iç işleyişi ve idari işlerinin yapılışındaki eksikliklerle
ilgili bir konudur.
Habip K a n a t i n bilgi verme amaçlı gelip gitmeleri sırasında Emin mü­
dürle aralarında samimiyet ve insani ilişki gelişmiştir, tahkikat safhasında
bu ilişkilerin suça yorumlandığı kanaatindeyim.
Habip K a n a t i n yakalanması sonrası ise tahkikatı yapan görevliler
önce bu kişiyi Daire Başkanına sormuş, yeterli bilgi alınamaması üzerine
istanbul Narkotik Şube Müdürüne geçmişte bu kişi ile muhbir olarak bilgi
alma amaçlı tanzim edilen tutanakları gönderip, "Bakın buna rağmen eğer
suça karıştığına inanıyorsanız hiçbir şey yapmanıza gerek yok, cezasını
çeksin. Yok eğer inanmıyorsanız, geçmişte muhbir olarak verdiği bilgilere
bakarak durumunu değerlendirin, savcılığa bilgi verin." demiştir, (istanbul
Narkotik Şube Müdürü Cengiz Malbeleği'nin beyanı)
Bu da yapılması gereken en uygun davranış biçimidir. Eleman gözü­
ken kişi kanunsuz işlerin içinde ise daha önce verdiği bilgilere bakılarak;
suçlu ise cezasını çeksin denir. Verdiği bilgilere göre amacı devlete yardım

444
2. Bolüm: C e m a a t

ise konu Cumhuriyet Savcılığına aktarılarak hukuki durumunun değerlen­


dirilmesi istenir. Emin müdürün bu davranışı zaten niyetinin, ilişkisinin ne
olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır.
Hanefi AVCI
02.10.2009

İfadem alınırken bu beyanlarımı savcıya v e r d i m , ayrıca so­


ruları üzerine 4 sayfalık ifademi verdim. Bu beyanlarım ve ifa­
dem birlikte dosyada yerini aldı. İfade haricinde genel olarak da
biraz sohbet ettik. Savcıya A h m e t Pek ve diğer tahkikatı bilen
polis müdürleri ile görüşmelerimi, Emin Bey'in masumiyetini
gösteren hususları aktardım.
Benim ifademin ana teması, bu tahkikatın kendisinin tah-
kikatlık olduğuydu. Usulüne uygun davranılmamıştı; teşkilat
teamüllerine ve bilinen usullere uygun değildi. Eğer ciddi bir
tahkikat yapılırsa, Emin Bey'e yönelik bir k o m p l o hazırlamak­
tan bu tahkikatı yapanlar yargılanırlardı.
Sonra E m i n B e y h a k k ı n d a k i iddiaları teker teker incele­
m e y e b a ş l a d ı m . Başta d o s y a d a gizlilik o l d u ğ u için dosyada­
ki her şeyi g ö r m e d i ğ i m i z d e n aklımızda soru işaretleri vardı.
A r d ı n d a n i d d i a n a m e yayınlandı ve d o s y a d a k i her şeye vakıf
olduk. D o s y a d a k i bilgileri inceledikçe gariplikleri fark e t m e y e
başladık.
Benim Milliyet gazetesinde yayınlanan, daha sonra diğer
basın organlarının atıf yaparak yayınladıkları açıklamalarım,
"Beyanlarım" başlıklı dava dosyasına k o n a n yukarıdaki 2,5
sayfalık açıklamalarım ve aynı mahiyetteki ifadem ç o k açıktı.
" E m i n Bey'e kefilim, ben y a p a r ı m ama o y a p m a z , " diyordum,
olayın k o m p l o o l d u ğ u n u söyleyip tahkikatı yapanları suçluyor-
d u m . Fakat sonra daha iddianame muhataplarına verilmeden
savcılıktan sızdığı belli olan çarptırılmış gazete haberlerinde be­
nim için "Kefilim dedi a m a yaktı," şeklinde gerçeğe aykırı, sa­
dece t o p l u m u farklı y ö n l e n d i r m e y e yönelik haberler çıkıyordu.

445
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Sonra i d d i a n a m e y i temin edip baktım, gerçekten de beyanlarım


çarptırılmıştı. Bunun üzerine mahkemeye göndermek üzere
d u r u m u anlatan bir dilekçe hazırladım. Bazı hukukçular di­
lekçeye gerek ne gerek var, gidip duruşmada bunları anlatırsın
dediler.
Yazdığım dilekçe şöyleydi:

AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA


İSTANBUL
Sayın Emin Aslan hakkındaki iddianamenin mahkemece kabulü ile
birlikte bazı basın yayın organlarında iddianamedeki bazı bölümler yorum­
lanarak "... AVCI KEFİL OLAYIM DERKEN YAKMIŞ" gibi başlıklar altında,
beyanlarımın aksi yönünde ifade verdiğim ima edilerek yorumlarda bulu­
nulmakta olduğunu gördüm.
Emin Aslan hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle basında yer
aian açıklamam ve sonrasında Cumhuriyet Savcılığına verdiğim bunu
doğrulayan ifadem ve bu ifade öncesi hazırlayıp ifade sırasında savcılığa
sunduğum üç sayfalık beyanlarım başlıklı belge dava dosyasında mevcut
olup, incelendiğinde görüleceği üzere;
Tüm beyanlarım uzun yıllar beraber çalışmış olduğum Emin Aslan'ın
masumiyeti, temiz ve dürüst olduğu, asıl olarak tahkikatı yapanların ku­
surlu olduğu üzeredir. Yıllarca bu tahkikatı yapan birimlerde yöneticilik
yapmış, bu birimlerin çalışma biçimi, kullandıkları yöntemler ve halen çalı­
şanlarını uzun yıllardır tanıyan, genel durumlarını bilen biri olarak yaptığım
açıklamalar maddi temelleri sağlam, hayatın tüm gerçekleri ile uyumlu bir
açıklamadır. Buna karşı tahkikatı yapanların anlatım ve iddiaları ise haya­
tın olağan akışına uygun değildir.
Benim beyanlarımın ana temasına hiç değinmeden, ifade arasında
tahkikatı yapanların iyi niyetli olmadıklarına dair gösterdiğim örnek ve an­
latımlar tam tersine çevrilerek Emin Aslan'ın aleyhinde kullanıldığını hay­
retle okudum.
Benim ne ifademde ne açıklama veya beyanlarımda bu şekilde bir
ifadede bulunmadığım halde iddianamede "Kendisine güvenilmediği için

446
2. Bölüm: C e m a a t

bu yoliarın uygulanmadığı' cümlesi kullanılmıştır. Sayfa 64, ilk paragraf,


son cümle.
Ben yazılı beyanımda tahkikatı yapanların daha işe başlamadan önce
arşiv araştırması yaptıklarında Habip Kanatin KOM Dairesine geçmişte
muhbir olarak bilgi verdiği, Habip Kanatin Emin Beyle sık sık görüştü­
ğü bilgisine ulaştıklarını ifade ettim. Böyle bir durumla karşılaştıklarında
yapmaları gereken üç alternatifin olduğunu belirttim. 1. Tahkikatın daha
ilk başında olduklarından şüphe duymaları için sebep yoktur, Emin Bey'le
görüşüp hem yeni bilgi almaları hem de Habip Kanat hakkında bilgileri ve­
rerek uyarmaları, 2. Emniyet Genel Müdürüne bilgi vererek görev yerinin
değişimini sağlamaları veya suçsuz olduğuna inanmıyorlar ise 3. Savcıya
bilgi verip Emin Aslan hakkında teknik takip de dahil işlem başlatarak ope­
rasyonun hedefi yapmaları gerekirdi, bunları yapmamışlar şeklinde ifade
verdim. Fakat iddianamede anlatımlarımın bir kısmını atıp yalnız bir cüm­
lesini koyarak anlatımlarımın tersine manalar çıkarılmıştır.
Yine iddianamede benim tahkikatı yapanların eksikliği olarak değindi­
ğim, 2005 yılında Kaçakçılık Daire Başkanlığı görevini yaptığım dönemde
geçmişe dönük arşiv çalışması yaparak, yaklaşık 1975'li yıllardan itibaren
yapılan tüm ihbarları, ifadeleri, kayıtları dijital ortama aldırdığımız ve KOM
Daire Başkanlığında internetteki arama motorları tarzında bir çalışma ve
araştırma imkânı sağladığımız, bunun neticesinde arşiv kayıtlarına girip
bir isim verildiğinde o isme dönük yapılan tüm ihbarların ve bilgilerin anın­
da çıkartabildiği, hakkında uyuşturucuya bulaştığına yönelik ihbar yapı­
lan, çalışma yürütülen her şahsın ihbar ve çalışma sayılarını da gösterir
şekilde kayıtların hemen görülebileceği doğrultusundaki ifadelerim ile Ha­
bip Kanat hakkında arşive baktıklarında geçmişte verdiği bilgileri, tutulan
tutanakları, vs. görebildiklerini anlatmama, bu bilgilere 2005'te erişilebilir
hale gelindiğini belirtmeme ve bu imkâna Emin Aslan'ın değil, tahkikatı
yapan Daire Başkanlığı personelinin ulaşabildiğini, Habip Kanatin geç­
mişte KOM Daire Başkanlığına bilgi verdiğine dair tutanakları görmeleri
gerekirken, şahsın muhbir olmadığını söylemelerinin doğru olamayacağı­
nı anlatmama rağmen iddianamede parantez içinde "gerek Emin Aslan
gerekse diğer müdürler Habib Kanat'a yönelik böyle bir araştırma yapma
ihtiyacını ya hiç duymamışlar ya bilgi sahibi olup ciddiye almamışlar ya
da bildikleri halde irtibat ve ilişkilerini artırarak sürdürmüşlerdir" denerek

447
Haliç'te Yaşayan Simonlar

beyanlarımın aksine manalar çıkarılmıştır. Bu bilgisayar programına yalnız


Kom Daire Başkanlığı birimlerinde/binalarında fiilen çalışanlar erişmekte
olup, Emin Aslan gibi başka binalarda çalışanların erişimine teknik olarak
imkân yoktur. Zaten aleyhte tanık olarak dinlenen Merkez Narkotik Müdürü
de ifadesinde Emin müdürün kendisine "Bakın bakalım neyi var," diyerek
kişileri sorduğunu söylemektedir.
iddianamenin 73. sayfasında parantez içinde aynen şöyle denmek­
tedir: "Tanık olarak dinlenen dönemin KOM Daire Başkanı, Eskişehir Em­
niyet Müdürü Hanefi Avcı ile dönemin Narkotik Şube Müdürü Gaffur Cem
Cehdioğlu, Selim Gezere yönelik yapılan operasyonda Habib Kanattan
aldıkları bilgilerden faydalanmadıklarını beyan etmişlerdir. Bu şahsın
Kilis'le irtibatını azalttığı, bu nedenle kendilerine yeni bilgiler vermediği
ifade edilmiştir." Benim böyle bir beyanım yoktur. Habip Kanat! önceden
hiç duymadım, tanımıyorum, nasıl bu konuda bu kişinin Kilis'le irtibatını
azalttığı, bu nedenle yeni bilgiler veremediğini söylerim.
Yine iddianame sayfa 75'te "(tanık olarak dinlenen Hanefi Avcı'nın be­
yanları ve getirtilen kayıtlar irdelendiğinde, şüphelinin Habib Kanata ilişkin
yapacağı en ufak bir sorgulamada bile çok net bilgilere ulaşabileceği gö­
rülmektedir)" denmektedir. Yine iddianame sayfa 76'da "Habib Kanatın bu
yönüne ilişkin herhangi bir araştırma ve sorgulama yapılmadığı, en basit
bir araştırmada bile kendisi hakkında yapılan ihbarlar öğrenilebilecekken
(özellikle Hanefi Avcı'nın ifadesinde beyan edildiği üzere), bu yola teves­
sül edilmediği,"denmektedir.
Halbuki benim arşivi düzenledik dediğim tarih 2005 ve sonrası, Emin
Aslan'ın Habip Kanat ile tanışması ise 2001 yıllarıdır. Ayrıca arşive bakma
yetki ve imkânı tahkikatı yapanlara ait olup, Emin Aslan bu imkâna teknik
olarak sahip değildir.
Yine ben ajan, yani muhbir kullanılmasıyla ilgili olarak usullere uygun
olandan başlayıp şartların zorlanması nedeniyle pratikteki riskli kullanımı­
na kadar olan bütün hal ve şekillerini anlatmama, hatta benim de hâlâ
irtibatımın olduğu, haberleştiğim, işlerini takip ettiğim muhbirlerin olduğu­
nu ifade etmeme rağmen (ifadem sayfa 2, son paragraf) iddianamede bu
anlatımlarımın çoğu atılıp yalnız Emin Aslan hakkında olumsuz manalar
çıkartılacak kısımlar bir araya getirilip ifade ve amacıma aykırı yorumlar
yapılmıştır.

448
2. Bölüm: C e m a a t

Üç belgede de çok açık, hiçbir tereddüde meydan bırakmayacak şe­


kilde tüm anlatımlarımın Emin Aslan'ın masum olduğunu, bu tahkikatı ya­
panların usulüne uygun davranmadığını ifade etmiş olmama rağmen bu
birimlerde çalışmış ve herkesi tanıyan biri olarak 24 yıldır tanıdığım Emin
Aslan için "Ben yaparım, o yapmaz" şeklindeki beyanlarımın bu şekilde yo­
rumlanmasını hayretle karşılıyorum. Bu kadar açık ve net beyanlarımın bu
şekilde yansıtılması tarafsızlık ve objektiflik ilkeleri ile bağdaşmamaktadır.
Sayın mahkemenin hak ve adalet adına bu durumu dikkate almasını
arz ederim.
Hanefi AVCI

Bir diğer tuhaf d u r u m da şöyleydi. E m i n Bey'in tutuklandı­


ğı davaya 2006 yılında Ankara 'da başlanmış 2,5 yıla yakın sür­
dürülmüş, nihayet Ankara Savcılığı 08.09.2009 tarihinde bu
davanın kendi görev sahasında olmadığından asıl yetkili sav­
cılığın C M K 250. Maddesiyle yetkili İstanbul savcılığı olduğuna
karar vererek dosyayı 08.09.2009 tarihinde bir polis m e m u r u
kurye ile İstanbul'a göndermiş (normalde posta ile gönderilir).
B u n d a n sonrası çok garip. 08.09.2009 tarihinde en erken saat
12'de yola çıkan 7 klasör ve 9 parça CD eklerinden oluşan ve
görevsizlik kararı verilmiş dosya aynı gün İstanbul'a geliyor, ka­
yıt işlemleri yapılıyor. U Y A P (Ulusal Yargı Ağı Projesi) üzerinde
çekilen k u r a d a M e h m e t Berk isimli savcıya görev çıkıyor; Sayın
Savcı bir g ü n d e hatta birkaç saatte 7 klasör evrakı okuyor, bu
evraktan d a h a kapsamlı olan dinlenen telefonların (kiminin bir
yıllık kiminin birkaç aylık) görüşme dökümlerini okuyup değer­
lendiriyor ve suçları tespit ediyor. O kadar ayrıntılı inceliyor ki
Ankara savcısının 6 şüpheli gösterdiği dosyada, kendisi şüp­
heli sayısını 20'nin üzerine çıkarıyor ve hiç ismi o l m a y a n Emin
Aslan'ı şüpheli yapıyor. Sonra bu k o n u d a talepnamesini yazıp,
hâkimden t ü m şüphelilerin ev ve iş yerlerinde arama yapılma­
sını, suç k o n u s u eşyalara el konulmasını, yakalanmalarını, suç
unsuru olursa el k o n u l m a s ı n ı kapsayan bir karar çıkarttırıyor.

449
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Sımonlaı

Ardından bu kararı ve tahkikatla ilgili polisin yapacağı husus­


ları kapsayan birkaç sayfalık talimatlarını İstanbul Emniyet
M ü d ü r l ü ğ ü n e y a z ı y o r ve İstanbul Emniyeti aynı gün yer tespiti,
keşif, vs. y a p ı y o r ve 09.09.2010 tarihinde operasyon y a p a r a k
kişileri yakalıyor.
Tarihlere dikkat edelim. 8 eylülde A n k a r a savcısının karar
verip İstanbul'a gönderdiği bu kadar büyük ve kapsamlı bir
dosya aynı a k ş a m İstanbul'da inceleniyor ve m a h k e m e kararla­
rı bile alınıyor. B u n u n gerçekleşmesi fiilen m ü m k ü n değil. Hiç
kimse, hatta 5 savcı bile aynı anda çalışsa b u n u y a p a m a z , çün­
kü bunun için z a m a n yok. Bu karara fiili olarak ancak 1-2 sa­
atlik bir incelemeyle varılmış. Eğer Ankara savcısının yazdıkları
ile sınırlı kalınmış olunsa, ona uydu denebilirdi ama dava bu
kadar genişletiidiğine göre dosyanın en az birkaç kere okunma­
sı gerekirdi, b u n a da fiilen z a m a n yoktu. Maalesef t ü m belgeler
bu gerçekleri ortaya koyuyor.

Bir savcı bir günde değil bir haftada hatta bir aydan önce
bu dosyayı o k u y u p , kayıtları dinleyip dosya h a k k ı n d a karara
varamaz. D ü n y a n ı n en hızlı okuyup dinleyen kişisi bile bu ka­
dar kısa z a m a n d a , hatta bir haftada bu dosyanın yarısını bile
okuyamaz. B i z i m savcı bu sürede böyle kapsamlı bir dosyayı
nasıl okumuştu?

Fiiliyatın böyle olduğu işte belgelerle bu kadar kesin.


A n k a r a C u m h u r i y e t Savcısının 08.09.2009 tarihli görevsiz­
lik kararı:

450
2. Bolum

ANKARA
CUMHURİVLI BAŞSAVCILIĞI
( C M K . 250, m a d d e s i ile G ö r e v l i v e Yetkili C . B a ş s a v c ı V e k i l l i y i !

Soruşturrn;! No
Karar Ne
( I I I "'I

DAVACI
Ş Ü P H E ! l i Eh!

vUÇ

YETKİSİZLİĞİNE

1
ı O f , , r [ ı emin ( OiViK ^'.60 rnırn
r
1HU ' İ r ! I W , SVCH I G İ I İ A ( . O r i l . ı H K ıT.-.lr-.L

H k 1 : / K l j s v s o ı u ş t u r m a ı-'vıah, v e C D lerın b u k ı n u e :
r . k 2 : 9 adıA ers'ıanoi e ş y a l a r ı

451
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

Burada açıkça görüldüğü üzere şüpheli sayısı 6, Emin


Bey'in ismi yok ve 7 klasör ve çoğu ses kayıtlarını içeren CD
olmak üzere 9 adet eşya ekli. Tarihi de 08.09.2010. Asıl dosya
çok daha karmaşık.
İstanbul savcısı M e h m e t Berk tarafından t a n z i m edilen id­
dianamenin başlangıç kısmı, 09.09.2009 tarihindeki yakala­
mayı gösteren kısmı:

TC.
İSTANBUL
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
(CMK 250. Maddesi ile görevli)

Soruşturma No 2009/1831 TUTUKLU


Esas No 2010/43 YAKALAMALI
iddianame No 2010/33

İDDİANAME
İSTANBUL ( ) AĞIR CEZA MAHKEMESİNE

DAVACI : K.H.
ŞÜPHELİLER : 1- HABİB KANAT, Mustafa ve Eme! oğlu
01/01/1957 d.lu Kilis Merkez Büyükkütah nüf. ky. Nihat Kızıltan Sk. Ga­
zanfer Bilge Sit.N.5 B Blok D.17 Erenköy Kadıköy/ istanbul adresinde otu­
rur, atılı suçtan Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Cezaevinde tutuklu.
MÜDAFİİ : Av.Yüksel Bulut, Av. Turgay özdoğan, Av.
Doğukan Özdoğan, Av. Uğur Arif (istanbul Barosu)
GÖZALTI TARİHİ : 09.09.2009 (4 gün)
TUTUKLAMA T. : 13/09/2009
SEVK MADDESİ : TCK 188/1-5, 220/1-5, 282/1-3, 53, 54, 55, 58
ve 63. md.

452
2. Bölüm: C e m a a t

G ö r e v l e r i m esnasında ve hâlâ b u l u n d u ğ u m ilde bu dosya­


nın onda biri ağırlığındaki dosyaları operasyona dönüştürme­
den en az bir hafta evvel savcıya tevdi ettiririm. Üstelik bu sav­
cılar davayı uzun süredir izleyen, talimat veren, dinleme izleme
kararlarını alan savcılar olur. Yine de onlar bile dosyaya tam
hâkim o l m a k için birkaç gün okuyup inceler, sonra talepname­
sini yazıp h â k i m kararını alır, ardından talimatlarını Emniyetin
ilgili şubesine yazarlar. En basitinde bile bir haftadan önce
operasyon başlayamazken bu kadar karışık, kapsamlı bir dos­
yaya bir g ü n d e kimsenin incelemesi ve akabinde bununla ilgili
bir o p e r a s y o n u n gerçekleştirilmesi m ü m k ü n değil. Peki böyle
bir şey nasıl olabilir?

Denebilir ki, savcılar Emniyetin getirdikleri belge ve kayıt­


ları i n c e l e m e d e n , polise güvendikleri için onların yazdıklarını
doğru kabul edip h e m e n kararlarını yazıyorlar. Fakat dikkat
edilirse burada iki husus da bu duruma uymaz. Birincisi, bu
tahkikatı A n k a r a Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü K o m Dairesi yap­
mış g ö z ü k ü y o r , dosya İstanbul'da değil. İstanbul polisi k o n u y u
bilmiyor. Bu d u r u m , o günlerde göreve yeni atanmış olan Nar­
kotik Sube M ü d ü r ü Cengiz Malbeleği ve bir iki ay önce Şube
M ü d ü r ü olan Bülent K ö k s a l i n aynı dosyadaki ifadeleri ile sa­
bit. Ayrıca bu tahkikattaki tüm gizli izleme, takip vs. işlemlerini
adli polis olan K o m Dairesi değil, İstihbarat Daire Başkanlığının
yaptığı anlaşılmaktadır.

İkinci ö n e m l i k o n u ise Ankara savcısı zanlıları belirleyip gö­


revsizlik kararı verdiği dosyayı İstanbul'a gönderdi. Bu dosyada
E m i n A r s l a n ' m adı yoktu. Hatta A n k a r a savcısı dosyayı ince­
leme tutanağı tutarak dosya içeriği hakkındaki bilgileri özetler­
ken Habip Kanat ile bazı Emniyet mensuplarının g ö r ü ş m e ve
ilişkilerinin v a r olmasına rağmen mahiyeti ve k a p s a m ı n ı n an­
laşılamadığını belirtirken, İstanbul savcısının iki buçuk yıldır
dosyayı inceleyen Ankara savcısının tespitleri hilafına dosyaya
Emin Bey'i dahil etmesinin makul izahı yoktur.

453
Haüç t e Yaşayan Sımonlaı

O00,788 Sorustıırm3

DOSYA İNCELEME TUTANAĞI

C . S a v c ı N j ı m c ı n 2008/708 sayılı s o r u ş t u r m a d o s y a s ı v e î>.,-ktıık


incelenmekte,

_ I I Mİ 1 1 I > ,! U ' ' > t & ^ j ( r j ) ( ı

Suçlarla Mücadele b a ı r o Başkanlığı Narkoiik Suçlarla Mücadele Şube M ü d ü r l ü ğ ü n e


yapılan bil telefon ınbannda "b.ı!atıbul ılı hızla ılçı/sındt: ve muhtornulvn bir don
l 0 V f c fîA ı 7 / 4 1 " ı A\dlıı 0 5 3 i t i 1 7 „ / 3
J
ı ı t I ı f liıdır ı t ı / I 1 l ' İH I ı, 1 ı ı / '
vo OıMilun hapların 1-2 gurı içcıinıııdc başka bir do/ıoyrı rıahlüdılecvğinı dalla surun

) '< o1 // I' ı ı l - ı , , , 0 ı , ij İO !•
aefonu Kullanan liıciır ısıini şahısların Cumiıurıyei Başsavcı
I I İ l l i LklVO , 1 il
t, )

arasına K a y o e n yürütmen "fcKe


a y fi a 1 i -ıl Oiı
.TAÇ laıaln

ı.i 1 il 1
. , , Mİ ; U r t r t I

Ü JlJ')>,4//4İ i . 1 1 1 1 A/<İM -Oijıobl /' '8


'i ' - ı Hıdır
\z numarası ;ie birÇenrııı

i yorîüşvui<oiA
i.t f ' ! < i L i . K U î C l i:

454
2. Bolum: C e m a a t

1
,ln »> ı-ı i'< I »t, ı ı ı / ı i. M hm ı Ma ı ^ IAC C ı-ımı/
, Ld ı,'u„t i i Ui A. f/mnıf, UtımıOK, f Ottı, t CURİ H Gı.ı O F î l ı l l A S (26^
t' M r h ı i K • KHıiuı O/ilEfVılK l/Hım." e n i n KUL^t, r n ı i r ı'ı ı a ı ' '
t u / l a O ı o a r ı ı z e O e n S a n a y i B ö l g e s i n d e 1 2 Yo) M 2 p a r s e l U m a y D e n k a r ş ı s ı n d a ı 5 ı ı o l u
. ^ ı ı ı " ı , ı , a ı
11
r ı , l ı ı , ir 3 t u 11- o / j oı j
1 / İt ı j w lı ^ 1 ,t ı I ı t oh
r 1
Mil
l
rf I -ı ! 1 ı r 'Tl.
* ' 1 1 1 fl 1 n i 1 î ' '< 1 1 I V< O * I ,1 l ı ( 0 U ı

l ı ı r L ı J , i a i it. . . . a u / o f u . T 4 a 1 1 n i ş e y ı r ı Hu a İ S İ K * ı ı il
1
ı ı ı ıı ı ' ı * i < ' ı ı İ Ş ' e İstanbul
! r 1
Pes u ı k 'irem ' 'i!uıuejj3 Jiat a l e kaaraman 3 nt Ne 30/A \

1 Ul V J1 1 1 1 ı " 1 ı I i 1 I I I f I j f I I 1

lı ın i / U M U ACflft PHtiNıı rieLiulJÜKLr


!
ı I ı ı'j '0 l-sio e^o h a n 2 ı

I I I I I I ' l ı l f 1 , 0 I
a.dısınne ı - sharııHp I .laı-nln.aksına .kida Knanai Pohs ismoıalamı;
I ı , S 1 ' le ^t t l u I IH "U , ( r TONt < PILI
' p'jı | | ı I o • I «ı T , , ,1ı P H , | <
i, • t ' I I . 1 .
METAMFI2IAMİN maddelerinin semerlemesinde ham madde olarak kullanılan

1 1' a lıP O ^ ı . U ' M ı l ı . 'İl

ı 'ı, m ' ' J ' ı i . m ^ K/ ı 1 a s t. A ı ı


1
ı ı ı ı V i,, O'Jl ı/ . ı

455
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Habib K A N A T ' ı n / m ı ı ı y o t G e n e l mudufluıjü p e r s o n e l i n d e n bir k ı s ı m kişilerle


d e b a ğ l a n t l ı d d u ğ u v e b u k a p s a m d a M u r a t N E M U f L U ile M u s t a f a A R A L isimli ust
dnsey personel ile yakın ı'aşkı ıçensınde bulunduğu.nu şahıslaı ile /.aman zaman
İstanbul ve Ankara illerinde yuzya/e görüşmeler yaptığı, şahısıaıın telefon
poıuşrrteierin şifreli olarak yapmaya çaiışiıklan ve arasında geçen telefon
görüşmelerinin şüphe ar/ eUıyı,ancak aralarındaki ilişkinin boyutu ve kapsamının
i n i n o l a r a k ie'spıt e d ı l e m e d ı n ı ,

Habib KANA i Murat NEMUTLU Mlusufa A R A L -, u ı - i < iıilnı ı


1
ıın l l n I i anı r l' -1 t ı l ı
I ı t 1
+
1 1 /I 1 1 r " I 1 I 1 ^ U I ' I
i . , v 11 a i i n i n a ı . m e n a r a n ı
„ • p l ı >ıı 1 1 n , A l i / I m , ,ı ' ' ı
1
r . [ Hu ' r t n ili 1 ^A O
j ı ıı h ' a 1 ı i . , ' I ' 1 1 I ı l

Ş>evkot H I D A Y İ 1 , ı Sılımehmrt H'OAYLl ı' lı ' , ı , ,ı


lı a ı ı Na/ır K O J A ı , ı, i' ı 11 i I .t e ı 1 i ı ı ı t ıı
ı ı ı ı ' , ı h ı ı ı n ı ^ \ , l d
ıhı 1 ı ı ı | ı ı , ! ,
en alacaktansın olduğu /e bu parayı Hacı lakaplı şahsın yerme a e c e n ç o c u k l a r ı n d a n

SUÇ ÖRGÜTÜNÜN İMALATHANELERİNE İLİŞKİN TESBİTLERE


BAKILDIĞINDA

m okluyu

m>l G i *
Uı ı r ninni y n vı <- 11 - l L ime d ^siıtıuı ı t ît r I

ı ııır ıı ı ıı r, I ı 7 , ı o l İM 1 lı andıâı.

1
I I i i 1 ii'
,nıar ışın CMK laUkn'iadae Ueieğiuce
u claslurduciu değerlendirilen oöıuruülei

Teknik rakij) oeıieınsirumiıi devamı saasaıii

0 0 > 2( 1 ) fi na H u s ^ y m ı l ı / o b I K u r< f ı ı tl m »ı ı- ı k / , ' t . l A K C ı


ıh hır m ırki t lan ec .id'jınin Ithrl na ı İr ı n t
arrıhca G'şelerı ç ı k ı ş ı n d a r e s m i p o l i s e k i p t e n a m e ı i ı ğ ı ile ş a h s ı n k u l l a n d . Ç j 34 F A S
i , ' i ı[ t ı , ı l h 1

n
r
l,ı G I IS* ifjlı , U I I 1 ıGt \l > > ı I * > u İlin PISlıılıı
P t i r - I e . 1 I / I I 1 î I,', . i l ­
li . e ıl i I t l , I

S r> n
rsAıH, '

,--4-''
o j

456
2. Bölüm: C e m a a t

I t' > ' ' ı I ı r ı l r ı I .ÎU , y,a K i / 1 İ Ş ı K

1 8 . U Ö . 2 0 0 9 g t i n u g ö z a l t ı n a a ı m d ı ğ i v e H ü s e y i n t a / a I Ş I K ı n , h e m e n y o z a l a durumu
i t a . , r ı i , , u ,ı A y u OUfll l ( ı > i i
1
I ! ı , ı ı aetaaı G U R L P ,
Hüseyin Rıza IŞİK'ın Ümraniye Saveıîıgına gotüruidüğıme belirttiği

I A l Î K l t ,' I M ı |l t >H h ( . U L I ı V r l„l ı / . P l ı ' -JÇ r OfJ', )


tabaırada sahsanmen uyniilınase; ıstereg u s c k • cî<>rusn.elerıed-r: b e l ı - e n e n e

Ul.11, ı 10 I/IAL'D <\ G o l h L L Ü ı ı ü l L t - l . o V L I Ll ı .'İr . JtÜNlÜLERİ


\T S U . ' l ı l ı ı' W AK i' , İ L ) , ı | C O , H J Ş ,| r h [ „ , ' L . • ı^C. ı'

'İli ı.ilül)

i'ıa ı ı ! ı(,->> l/u t a t 0 7 D F ' W Ij1n^ı,r KULA nebim t L mu


""Ut r r I t a r ı t » u ' ılı ' a . , ( M ı>o^ ı >ı y ı ı l U <.ı.« i ı ı ı n j u m a n .İn ı
' n y e = rr Lala* ı , I at faunadı Lııınn , ,nn ( ı ( r , , ı n . ııa

r ' -i , 1 , I ,1 , , 1

r-

7 klasör ve binlerce telefon görüşmesini içeren C D ' d e n olu­


şan bu dosyayı savcı M e h m e t Berk'in bir günde (hatta dosyanın
gönderilmesinde yolda geçen süre de dikkate alındığında yarım
günden daha az bir sürede) inceleyerek karar alması gerekir.
A m a bu kadar d o k ü m a n ı incelemesine fiilen imkân yok. Bu dos­
ya bir günde o k u n u p karar alınmış, bu doğrultuda operasyon
yapılmış gözüküyorsa, bu d u r u m belgelerle ve vaka olarak sa-
bitse, bununla birlikte bu olay hakkında İstanbul polisi önce­
den bilgi sahibi değilse, tüm bu olanlar nasıl gerçekleştirilmiş
olabilir. Daha da garibi dosya Ankara Savcılığmdayken savcı

457
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

tarafından görevsizlik kararı verileceği önceden bilinmiyordu,


kararı verilince İstanbul'da hangi savcıya düşeceği kura benze­
ri bir y ö n t e m l e belirlendiğinden Savcı Berk'e dosyanın gelece­
ği bilinemezdi. Dolayısıyla Savcı Berk normal şartlarda hukuki
olarak bu dosya hakkında önceden bilgi sahibi değildi. A m a hiç
tereddütsüz Savcı Berk bu dosya içeriğini önceden biliyordu.
Dosya önüne g e l m e d e n günlerce önce dosyayı bilen birileri sav­
cıya yapacaklarım söylüyor ve savcı da söylenenleri yerine geti­
riyor. Bu d u r u m u n aklen başka bir izahı yok. Açıkça bu dosya
normal yollarla Savcı Berk'e önceden getirilmiş olamayacağına
göre normal o l m a y a n yollarla kim vermiş olabilir?
Bu tür dava dosyaları öncelikle Emniyette oluşturulur, ol­
gunlaşanca savcıya sunulur, onun talimatı ile operasyona dö­
nüştürülür. D e m e k ki bu dosya Emniyette, İstihbarat ve K O M
Daire Başkanlığında oluşturulurken, günler öncesinde bu dos­
ya veya dosyayı tutan kişiler üzerinde mutlak etkisi olan bi­
rileri dosyanın geleceğini yorumlayarak Savcı Mehmet B e r k i n
bilgi sahibi olmasını sağladı. Hatta bu polislerle dosya üzerinde
çalıştılar, toplantılar yaptılar, dosyada şüpheli olarak adı geç­
meyen Emin Bey'in dosyaya girmesi için hazırlık yaptılar. An­
kara Savcısı görevsizlik kararı verip dosya İstanbul'a geldiğin­
de, önce bu dosyanın Savcı Berk'e düşmesini sağladılar. Sonra
savcı dosyayı açıp o k u m a d a n (zaten t ü m çalışmalar yapılmıştı)
önceden hazırladıkları yazılan devreye soktular.

Peki bunları kim yapabilir? H e m polis h e m de savcı üze­


rinde kim bu kadar etkin olabilir? Adliyede dosya dağılımını
y a p a n U Y A P ' a kim etki edebilir? Hiç kimsenin bunu yapma­
ya muktedir olmadığını söyleyeceklere karşı iddia ediyorum ki
bunların hepsini kesin olarak yapıyorlar. Bunlar yapılmadan
yaşanan t ü m bu gelişmeler sağlanamaz.
Bu teoriden başka m e v c u t d u r u m u izah edecek başka bir
teori de y o k .
Ankara savcısının 2,5 yıllık araştırma ve izlemesinde Emin
Bey'in ismi y o k k e n , k i m o n u n ismini davaya eklemiştir?

458
2 Bölüm: C e m a a t

Çok daha garip bir sev daha öğrendim. Bütün basın organ­
larına dağıtılan Emin B e y l e Habip K a n a t l n biri İstanbul Polis
Evinde, diğeri İstanbul'daki bir kafede ve üçüncüsü Emniyet
Genel M ü d ü r l ü ğ ü n ü n girişinde çekildiği iddia edilen gizli fo­
toğraflar dava dosyasında b u l u n m u y o r d u (hatta Emin B e y i n
iddiasına göre ifadesi alınırken savcının m a s a s m d a y m ı ş , ama
sonra d o s y a d a n çıkarılmış). Ç ü n k ü bu fotoğrafların çekildiği
07.07.2008 tarihinde gizli izleme kararı yoktu, hatta bu tarihte
Habip Kanat bu dosya kapsamında şüpheli bile değildi, izlen­
miyordu, bu y ö n d e bir karar m e v c u t değildi (şimdi anlaşılıyor
ki o tarihte adli tahkikat o l m a m a s ı n a r a ğ m e n istihbari olarak
Emin Bey ve H a b i p Kanat izleniyor, takip ediliyordu).

Peki bunun anlamı neydi? Emin Bey bu dava dosyası kap­


samı dışında hukuka aykırı olarak, hiçbir karar o l m a d a n izle­
niyordu. İstihbari olarak izlenemez mi? Evet izlenebilir. Zaten
K O M Daire B a ş k a m Ahmet Pek bana telefonda izlemeleri istih­
baratın yaptığını, onların ö n c e d e n izlendiğini söylemişti. A m a
Emin Bey İstihbarat Daire Başkanı dahil hepsinin üstü, bu du­
rumda olaydan Emin Bey'in üstü olan Emniyet Genel Müdürü
ve İçişleri Bakanın haberi olması gerekir. Ben sordum, ikisi de
Emin Bey'in istihbari dinleme ve izlenmesinde kesinlikle haber­
lerinin olmadığını söylediler.

Başka garip bir olay daha oldu. Emin Bey, tutuklandığı gün
Beşiktaş Adliyesinde koridorda beklerken bir kişinin elindeki
anahtarlıkla gizli çekim yaptığını fark ediyor ve k a ç m a y a kal­
kan şahsı yakalıyor. Şahıs ö n c e çaycı olduğunu söylüyor, sonra
istihbarat polisi olduğu tespit ediliyor. Şahsın elinde oto anah­
tarlığı şeklinde gizli bir kamere olduğu anlaşılıyor. Anahtarlığın
üstündeki k a p a k çıkarılınca içindeki cihaz oradaki üç avukat
tarafından görülüyor ve bu anahtarlık oradaki savcıya teslim
ediliyor. Birkaç gün sonra ziyaretime gelen bir gazeteci istihba­
rat polislerinden anahtarlık şeklindeki o k a m e r a n ı n adli tıbba
giderken değiştirileceğini d u y d u ğ u n u söyledi.

459
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Sımonlaı

Adliyede görüntü ç e k m e k suçtur. Şahıs h a k k ı n d a işlem ya­


pılır ve anahtarlık adli tıbba gönderilir. Gazetecinin dediği gibi
bu olayda gizli kamera şeklindeki anahtarlık üzerinde anahtarı
bile o l m a y a n düz sıradan bir cipin anahtarıyla değiştirilir, üze­
rinde bu anahtarlıkla yakalanan ve ilk basta çaycı o l d u ğ u n u
söyleyen polis de cipin şoförü olarak başka görev için o anda
m a h k e m e d e bulunan bir m e m u r olduğu kayıtlara düşürülür.

Hiç kuşku y o k ki adliyenin emanetindeki gizli kamera anah­


tarlık alınıp değiştirilmiştir. Adli emanette bir delil değiştiriri-
yorsa, o yerde ne adalete ne de o dosyalardaki delillere ve dosya
içeriğine güvenilir. Bu gizli kamerayla çekim y a p a n polis hak­
kında suç duyurusunda bulunan avukatlar savcıya gittiklerin­
de delilin değiştirildiğini anlarlar ve aşağıdaki tutanağı tutarlar.

1
i I ]ANAK

Savcılığum/ca soruşturması sürdürülen AMİP 5 4 0 1 P 'Spvbı e\ rukta esuanele unsun


sura konu araba kumandası görünümünde olan ve emanet memurluğuma/un 2 0 0 0 a u'si
sırasında ku>uh aletin, şıkaveiçüer ()rlıan (, a k ı r n ğ l u . A /.ahu! l)pne;ne/cr vakuegkt m.'
M u ş t a l a S e r d a r A k d o ğ a n d ı g ö s l e r d c r c k . b u ale'an ş ü p h e l i d e n ele g e ç i r d e n . d e ! a l a n o h m ı d ı p ı
hususunun kendilerine aletin gösterilerek bu hususun tespih ipin, supa konu aka easuıel
memurluğundan memur vasıtası île getirildi ipine konulduğu /artın mühürlen sökülerek
ç ı k a r t ı l ı p , ha/ar o l a n ş i k a y e t ç i l e r e g ö s t e r i l d i . S o r u l d u -
iîı/e gösterilen o t o m o b i l kumandası olduğa e r g e n e n cıhu/ı gördük, \neek bu rıha/
l'MK ZM> madde ile > etkili İstanbul Cunıhıap.et başsavcılığı binasında şüpheliden ele
g e ç i r d e n c i h a z d e ğ i l d i r . B i / . i m g ö r d ü ğ ü m ü / e i h a / . b i r a / d a h a k ı s a . a / d a h a o v a l '.e av- d a h a
!
genişti I v e r i n d e 1 tane b u t o n u vardı t İst t a ı a l ı n d a 1 S B g i r i ş i v a r d ı d e d i l e r
Suça konu cıha/ açıldı, içine bakıldı, soruldu. Bu eıha/ın ıç bölUnıü de Is,um
gördüğümü/ eiha/un ıç bölümü İle biı ben/erlık gösîernavor İli/un goıdüğumü/ vıhu/aı
!
kapağı açıldığında I S B g i r i ş i net o l a r a k g ö r ü y o ı d u . I h ı eiha/.da I S B g ı n ş ı > o k . ( i ö r d i i ğ i ı m u /
eıha/. i l e g ö r ü n t ü k a y d e d i l m e s i m ü m k ü n değildir. B i / i n r g ö r d ü ğ ü m ü / esas e ı h a / u ı ucunda
karneni objektifi görüntüsünde küçük bir deliği vaniı Avrıea kapağı çekileni
çıkarılabiliyordu. Yanı kapak sürgülu şekilde m o n t e l i y d i . O l u c k l ı l m veılcşik olduğu ılelıpır
v a t ı m d a bir tane d a h a d e l i ğ i vardı B ı / e g ö s t e r d i ğ i n i / cıha/. k e s i n l i k l e d e g i ş t u ı l m ı ş n r ı t e a d e ı
iş bu t u t a n a k h e p b i r l i k t e o k u n a r a k int/.a a l t ı n a a l ı n d ı 1 "Pop. 20 3 0

( u m h u r p . c ! Savcısı-27747 /.K.10PKK Av (Jrlıan (, a k l ı m d a

Av. A A ı h i l i I l o n m c / e r (, akıroülu Av Mu

460
2. Bölüm C e m a a t

Ben bu k a m e r a y ı biliyorum, kullandım. Avukatlar doğru


tarif ediyorlar, g ö r m e y e n birisi zaten tarif e d e m e z . Ayrıca üze­
rinde anahtarı o l m a y a n bir anahtarlığı y a n ı n d a taşımak da ma­
kul değildir.
Bu tahkikatta rol alan birçok kişiyle görüştüm, gelişmeler
hakkında bilgi almaya çalıştım, tüm dosyayı okudum. Belki
ben önyargılı o l u r u m diye benim haricimde üçü narkotik konu­
larında bilgili h u k u k ç u l a r olmak üzere altı farklı kişiden görüş
aldıın. Bu kişilerin ikisi hariç diğerleri birbirini bile tanımaz­
lar. Onlar da b e n i m l e aynı görüşteydi. Sonuç olarak. Emin Bey
zorlanarak bu dosyaya dahil edilmişti ve bazı konular kasıt­
lı olarak saptırılmıştı. Habip Kanat hakkında 1998'de Suudi
Arabistan'dan ve 2001'de Bulgaristan'dan gelen uyuşturucu
işi yaptığına dair ihbarların dikkate alınmadığı iddiası doğru
değildi. Emin Bey bile hatırlamıyordu ama z a m a n ı n d a her ih­
bar geldiğinde Daire Başkanlığı ilgili illere yazı yazmış, o iller
kişileri izlemiş, dinlemiş, tahkikat yapmış ve neticesini yazılı
olarak merkeze sunmuştu. Resmi yazılarla bu d u r u m sabitti.
Suçlayıcı yazılar önce dosyaya k o n m u ş ama yapılan işlemlerle
ilgili yazılar E m i n Bey tutuklandıktan sonra dosyaya, girmişti.

Daha sonra öğrendim ki Fimin Bey'in bilinen tüm telefonla­


rı hukuka aykırı biçimde İstihbarat Daire Başkanlığınca uzun
süreli olarak dinlenmişti. Yalnızca adı, hüviyeti değil her şeyi
bilinen Emin B e y i n telefonları başka isimler için alınmış karar­
larla dinleniyordu. Yani hedef Emin Bey'di, onu hapse atmak
ve zorda b ı r a k m a k için tüm araştırmalar yapılmış, Habip Kanat
vs, ise bu işte bir fırsat olarak kullanılmıştı.

Bu dosyadaki en tuhaf şeylerden birisi de dava dosyasında­


ki asıl suçun uyuşturucu madde imali ve satımı olmasına, bu
suçla ilgili t ü m olay ve faaliyetlerin İstanbul'da gerçekleşmesine
rağmen tüm takip ve işlemler Ankara'da Emniyet Genel Müdür­
lüğünce yapılmıştır. İstanbul'da izlenecek kişiler, izleme kararı
alman iş yerleri aylarca izlenmiş ama İstanbul'da hiç görevli

461
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

kullanılmamış, yalnızca Ankara'dan gelen görevliler tüm işlem­


leri yürütmüştür. Bir ilde vuku bulan olaylar o ilin polisi tara­
fından takip edilmelidir, merkezi birimler ancak o il isteyince
destek verirler. Nadiren o ilin görevlileri takip edilen suça bu­
laşmışsa, bu d u r u m d a da o ilin suça bulaşmamış diğer polisleri
kullanılır, ç ü n k ü bir polis teşkilatının tamamı suça bulaşma­
mıştır. G e ç m i ş t e de meselelere hep bu şekilde yaklaşılmıştır.
Emniyetin d e v a m l ı olarak yürürlüğe konan genelgeleri, yerleşik
uygulamaları ve gelenekleri vardır. Ayrıca hukuk da böyle dav­
ranmayı gerektirir. Fakat nedense bu olayda İstanbul polisine
hiç bilgi verilmemiştir. Bu tutum mevzuata aykırıdır, Emniyetin
kendisinin yayınladığı ve ısrarla uyun dediği kuralara aykırıdır.
Bu konuda illerde ciddi sorunlar çıkabilir, zira kimse diğerinin
mıntıkasına giremez.

Üstüne üstlük istanbul Emniyeti 2009 yılının mart ayında


H. Rıza Işık ve Ali Km ve bazı kişiler hakkında güvenilir bir kişi­
den aldığı ihbar üzerine projeli bir çalışma başlatır. Yani savcıya
sunduğu geniş bir raporla bu kişilerin telefonlarım 3 aylık din­
leme kararı alır. Ancak daha 2 ay kanuni hakları olmasına rağ­
m e n bir ay içinde h e m e n suç unsuru y o k diyerek dosyayı nisan
2009'da kapatır, telefonların dinlenmesini durdurur. Aynı anda
merkez de aynı telefonları dinler ve suç var kararı verir. Üstelik
İstanbul'un bu dosyayı kapattığını k o n u ş t u ğ u m şube müdürü
bile bilmez. İstanbul izleme dinlemeyi kaldırır, ama kanuni süre
oları 10 gün içinde savcı tarafından dinlenen kişilere bilgi veril­
mesi gerekmesine rağmen hâlâ bilgi verilmemiştir.

Merkezin tek görevi illeri koordine etmektir. İstanbul H.Rıza


Işık ile ilgili bu dosya dolayısıyla tahkikat yapıyor, merkez de
aynı kişiyi takip ediyor a m a İstanbul'la koordineli olarak çalış­
mıyor, bilgi v e r m i y o r .
İ d d i a n a m e y e bakıyorsunuz, esas konu uyuşturucu imali ve
kaçakçılığı o l m a s ı n a r a ğ m e n dosyada asıl sanıklar bir iki satır­
la geçiştirilirken E m i n Arslan hakkında 35-40 sayfa ayrılmıştır.

462
2, Bölüm: Cemaat,

Emin A s l a n l a ilgili kişiler hakkında tüm illere iki defa tamim


yapılarak v a r s a tüm bilgilerin gönderilmesi istenmiştir. Bu iş­
lem başka hiçbir şüpheli ya da sanığa uygulanmamıştır.
Ankara Savcısı tüm dosyayı incelemiş Emin B e y i sanık ola­
rak değerlendirmemiştir, ancak dosya inceleme tutanağında
sanıkların bazı emniyet mensupları ile mahiyeti tespit edileme­
yen irtibat ve ilişkisinin varlığına değinmekle yetinilmiştir.
Ben şunu açık olarak iddia ediyorum ki herhangi bir hu­
kukçu bu dosyayı ve tarafların iddialarını tarafsızlıkla incele­
diğinde Emin B e y i n bu davanın sanığı olamayacağını ve tah­
kikatı y a p a n l a r hakkında tahkikat yapılması gerektiğini ifade
edecektir. Dava dosyasındaki telefon konuşmalarının Emin
B e y l e ilgili olanlarının tamamını kim. dinlerse dinlesin, bundan
iddianamedeki suçlan çıkaramaz. Fakat şu kadar kayıt var de­
nilerek ciddi şüpheler olduğu iması yaratılmıştır. Bu kadar bü­
yük bir dosyayı ilk başta kimsenin bakına ve inceleme imkânı
o l m a y a c a ğ ı n d a n ve davanın sonuçlandırılması için en az 3-5
yıl g e ç e c e ğ i n d e n kimse de bu davayı hatırlamayacakür. A n c a k
k o m p l o kuranlar amacına ulaşmış olacaklardır.

Savcının iddialarında kimi yerde Emin Aslan'a uyuşturucu


konusunda bilgi verdiği ileri sürülen, muhbir olarak belirtilen
Habip Kanatlın doğru dürüst bilgi vermediği, verdiği bilgilere da­
yanılarak hiçbir operasyon ya da yakalama gerçekleştirilmediği
belirtilirken, başka, bir yerde Habip K a n a t l n Emin Aslan üze­
rinden tüm rakiplerini yakalatarak piyasayı ele geçirdiği, tekel
olmak istediği iddia edilmiştir. Birbirinin tam zıttı olan bu iddia­
lardan mantıken yalnız biri kullanılabilir, ikisinin birden kulla­
nılmasının aklen izahı yoktur. Savcının iddianamesindeki garip­
likler öyle birkaç sayfa ile anlatılacak gibi değil. Emile Zoia'nın
"İtham Ediyorum'" başlıklı makalesinde belirttiği gibi "İftira edi­
yorsunuz" diye başlayacak bir kitapla anlatmak m ü m k ü n .

Ceza h u k u k u açısından Emin Bey'in d u r u m u , bir k a m u gö­


revlisinin suç işlediği öne sürülen başka kişiyle medeni ölçüler

463
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

içindeki irtibatı tek başına suçun icrası, sırasında kolaylaştırıcı


durum olarak kabul edilemez kuralına uyuyordu. En ağırı ile
meslek disiplin ve etik kuralları açısından incelenecek ve varsa
işlem yapılacak niteliktedir.
Emniyet içerisindeki cemaatin yapısını ve g ü c ü n ü bilen ga­
zeteciler İstanbul'daki cemaatin polislerine " E m i n Bey'e bunu
niye yaptınız," diye sorduklarında, "Emin Bey'in bilgisayarında
'Emniyette Fethullahçı Ö r g ü t l e n m e ' başlıklı bir rapor bulduk,
ondan dolayı yaptık," derler. Evet, işte gerçek sebep budur.
T ü m dava dosyası oluşturulurken Emin Bey'in aleni olarak
masumiyetini gösteren hususlar özellikle gizlenip ilerleyen saf­
halarda çıkarılmıştır. Bu d u r u m net olarak gözükmektedir.
2009 yılının nisan ya da mayıs aylarında Habip K a n a t l n
yanında gelen bir kişi kendisi hakkında tahkikat başlatıldığını,
500 bin TL verirse bu davanın kapatılacağını söylemiştir. Bu
kişi adı, soyadı her şeyi ile bilinmektedir. D o s y a d a bunu doğ­
rulayan k o n u ş m a kayıtlan ve ifadeler vardır a m a savcı da dahil
olmak üzere hiç kimse bu olayı araştırmak için hareket etme­
miş, bir yazı y a z m a m ı ş , kim bu rüşvet isteyen diye soru sorma­
mıştır. Hâlâ da bu k o n u d a soruşturma y a p ı l m a m a k t a d ı r .

Emin Bey bu teşkilattaki en temiz ve dürüst insanlardan­


dır. Hiç kimse ona suç izafe edemez. Herkes bilir ki o akçeli
işlerde olmaz. Yalnızca Türkiye'de değil, uluslararası camiada
da en temiz polisler arasında bilinir. Avrupa polisi, illegal fa­
aliyetler içinde bulunan (uyuşturucu kaçakçısı ya da. mafya
m e n s u b u ) T ü r k vatandaşlarını h e m izlerken h e m de bu gruplar
içerisindeki ajanları vasıtasıyla, Türkiye'deki etkin tüm polis­
lerin gerçek d u r u m u n u bilir; kimin kirli kimin temiz olduğunu
bizden daha iyi bilir, ona göre bilgi aktarır ve işbirliği yapar. Bu
ülkede kim ne y a p a r s a yapsın Avrupa polisleri nazarında Emin
B e y i lekeleyemezler, ç ü n k ü onlar daha önce gerçekleştirdiği
operasyonlarda Emin Bey ve anlayışı hakkında sağlam bilgi­
lere sahiptirler. Emin Bey'in uluslararası güvenlik camiasında

464
2. Bolum: Cemaat

saygınlığı vardır, gelecekte uluslararası kuruluşlarda görev ala­


cak, milli menfaatleri koruyacak biri kişidir. Lekelenmiş, hayatı
boyunca m ü c a d e l e d e ettiği şeyle suçlanmıştır. O n a bu kadar
iftira edilebiliyorsa, cemaati, polisi, savcısı bir olup diğer polis­
leri her suçtan, her olaydan yargılatabilirler. Cemaatin. Emniyet
içerisindeki örgütlenmesine karşı çıkan hiçbir polisin teşkilatta
tutunma i m k â n ı yoktur.

İki Emniyet Genel Müdür Yardımcısı


Hakkındaki İzmir Tahkikatı
Emniyet Genel M ü d ü r ü Yardımcıları Mustafa Gülcü ve Ce­
lal U z u n k a y a ' m n harcandığı tahkikat da ibretlik bir vakadır.
Ayrıca Emniyet, hatta devlet içerisinde cemaatin gücü ve ope­
rasyonları k o n u s u n d a fikir vermesi açısından çok önemlidir.
Mustafa G ü l c ü Emniyet içerisinde MSP, RP, A K P çizgisinde
biri olarak bilinir, ama hiç dini konular hakkında konuştuğu­
nu, sohbet ettiğini de g ö r m e d i m . Ben hiç yakinen çalışmadım,
tanışırız a m a hep resmi olduk. B e n i m istihbarattaki ilk görev
y e r i m olan Diyarbakır'da çalıştığım sırada o da merkezde Haber
Alma Ş u b e s i n d e çalışmış, fakat onu ben çok sonra, tanıdım.
İlk tanıdığımda Ali Gökçimen'in İstihbarat Daire Başkanı oldu­
ğu sırada k e n d i s i n d e n daha kıdemliler bulunmasına r a ğ m e n o
Daire Başkan Yardımcısı yapılmıştı. Bu doğrultuda resmi yazı­
lara Şube M ü d ü r ü parafının üstüne Başkan Yardımcısı olarak
Mustafa G ü l c ü ' n ü n parafının açılması istendi, b u n u n üzerine
diğer şube müdürleri daha kıdemli olduklarını söyleyip bu iste­
ği kabul e t m e y i n c e başka yerlere sürüldüler.

Devran değişip Ünal Erkan Emniyet Genel Müdürü olunca


bu defa Mustafa ve arkadaşları başka yerlere sürüldüler. Mus­
tafa uzun süre polis okulu veya pasif yerlerde çalıştı, terfileri
engellendi, haksızlığa uğradı. S o n u n d a terfi ederek birinci sınıf
olmuştu, bu süre zarfında benim kendisiyle hiç irtibatım olma­
mıştı.

465
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

Mustafa G ü l c ü ' n ü n cok okuyan, kurslarda herkese zorla da


olsa kitap o k u t u p özet çıkartan biri olduğunu duyardım. Sokak
polisliği fazla olmadığından, fiili polislik hizmetlerinde fazla ça­
lışmadığından her olayı k o m p l o teorileriyle açıklayıp, olayların
perde arkası güçlerce yönlendirildiğine inanan biri olduğu ka­
naatine sahiptim.
A K P h ü k ü m e t i kurulunca 2003 yılı haziran ayında Emniyet
Genel M ü d ü r l ü ğ ü n d e yapılan ilk 4 atamada ben K O M Daire
Başkanlığına atanırken, Mustafa Gülcü A P K Daire Başkanı ola­
rak atanmıştı. Daha sonra Emniyet Genel M ü d ü r Yardımcısı
oldu, direk bilgim olmasa da kendine yakın bilmen ekibindeki
bazı arkadaşlarını önemli mevkilere atamak için fırsatları de­
ğerlendirdiği, hatta bir iki hamle sonra Emniyet Genel Müdü­
rü olarak üç büyük ilin müdürleri, İstihbarat ve K O M Daire
Başkanını kendi denetimine alacağı anlaşılıyordu. Aslında son
bir hamlesi kalmıştı, ben de onun bu kanaatte olduğuna inanı­
y o r d u m . Diğer her y ö n ü n ü beğensem de bu açıdan yaptıklarını
hiç o n a y l a m a d ı ğ ı m gibi karsısında durup yaptıklarını eleştiri­
yordum.

Mustafa'nın en büyük mücadelesi Fethullah Gülen cemaa­


tinin Emniyet içerisindeki yapılanmasına yönelikti. Hafta anla­
tıldığına göre bu konuda abartılı tavırları vardı. B e n i m l e bu ko­
nuları hiç k o n u ş m a d ı , m u h t e m e l e n beni de cemaatten, zannedi­
y o r d u , çünkü benim çevremde hep cemaatten kişiler vardı.
Evveliyatını bilmiyorum ama bir gün Genel M ü d ü r l ü ğ e ,
Asayiş Daire Başkanı Hüseyin Özalp ağabeyin yanına gittiğim­
de telaşla çeşitli yazışmalar yapıldığını gördüm. Sonra Hüseyin
ağabeyle A d a n a . Hatay, Osmaniye ve Gaziantep illerini dolaşıp
asayiş açısından onun denetim ve eğitim faaliyetleri için, be­
nimse gezi olarak katıldığını bu yolculukta bazı şeyler öğren­
dim. Ayrıca bir tarihte K O M Daire Başkanı Ahmet Pek ile bu
k o n u y u k o n u ş a n bazı kişilerin sohbetlerine rast geldim. Anlatı­
lanlardan ö ğ r e n d i ğ i m kadarı ile geçmişte İzmir'de istihbarat bi-

466
2. Bölüm: C e m a a t

rinıinin bilgi kaynağı olarak kullandığı, farklı örgütler hakkında


bilgi veren ancak bazı olumsuz davranışları nedeniyle İstihba­
rat Ş u b e s i n d e n ilişiği kesilen İrfan Erbarıştıran, Emniyet Genel
Müdür Yardımcısı olan Celal Uzunkaya'yı d a h a komiser olarak
İzmir İstihbarat Şubede çalıştığı yıllardan beri tanıyan birisiy-
miş. Bu e l a m a n ı n bir başka özelliği ise geçmiş tarihte Fethullah
Hoca h a k k ı n d a o l u m s u z ve incitici isnatlarda bulunan bir ra­
por hazırlayan bir polis ajanı olmasıdır. Erbarıştıran biraz fazla
işgüzar, her işe b u r n u n u sokan, kendini o l d u ğ u n d a n farklı gös­
teren bir kişi. Celal Uzunkaya ile ilişkileri eski yıllardan başla­
yarak d e v a m etmiş.

Bu arada E m n i y e t Genel M ü d ü r l ü ğ ü n e u z u n bir ihbar mek­


tubu gelir. Bu mektupta anlatılan konular Mersin'den İzmir'e,
oradan Bursa, İstanbul ve yurtdışına kadar geniş bir alanda
birçok olay ve çok kişiyi ilgilendiren niteliktedir. M e k t u p esa­
sen Mustafa G ü l c ü ve Celal Uzunkaya'yı şikâyet eden bir ihbar
mektubudur, İhbarlar o kadar geniş ve detaylıdır ki, en az 20
kişilik bir ekip her imkânı kullanarak aylarca çalışsa ancak bu
kadar k a p s a m l ı bilgileri toplayabilirdi. Hatta mektuptaki bazı
konuların m u h a t a b ı olan kişiler bile bahsi geçen konulardan
habersizdir, ihbar m e k t u b u sonrası araştırılınca doğru olduğu
anlaşılır.

Bu eski e l a m a n uzun süredir tanıdığı Celal Uzunkaya'ııın


A l m a n y a ' d a k i d a m a d ı n ı tanıyormuş. O n d a n bir şeyler y a p m a k
adına 50 bin mark borç veya ortaklık adı altında para almış. Bu
olaydan Celal'in haberi yoktu, ihbar m e k t u b u n d a bu konu an­
latılınca araştırmış ve maalesef doğru o l d u ğ u n u anlamış. Ola­
yın bu kadar içinde olan Celal'in haberinin olmadığı konularda
ihbarcının haberi ve bilgisi vardı. Ç o k açık g ö z ü k ü y o r ki birileri
polisin bilgi kaynağı olan İrfan Erbarıştıran'ı, o n u n tüm irtibat­
larını, Celal'i, Mustafa Gülcü'yü ve onların yakınındaki herkesi
dinlemiş, izlemiş ve bulduğu bilgileri birleştirip bir ihbar mek­
tubu hazırlamıştı.

467
Haliç'te; Yaşayan Simonlaı

İhbar m e k t u b u müfettişlere havale edilir. Z a n n e d e r i m Mus­


tafa k o n u n u n müfettişlere gitmesi k o n u s u n d a ısrar eder, tehli­
keyi biraz hissedince hakkındaki her iddia araştırılsın der ama
bir y a n d a n da uzaktan bu soruşturmayı takip edip kapatılması
için çaba gösterir. Fakat bilemedikleri başka bir şey daha var­
dır, K O M Dairesi de adli takibat başlatmıştır. Bir m ü d d e t sonra
müfettişler tahkikatı bitirir, galiba bir sey b u l u n a m a d ı ğ ı söyle­
nerek kapatılır.

Bir süre sonra İzmir Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığının ko-


ordinesinde ve arka planda Koni Dairesinin desteklediği İzmir
Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n ü n operasyonu başlatılır. İrfan Erbarış-
tıran isimli kişi yakalanır, Emniyette gözaltına alınır. İddialara
göre gözaltındayken çok önemli şeyler açıklayacağını söyler. He­
men savcıya bilgi, verilir, hiç görülmedik bir biçimde gece özel
yetkili savcı Fatih Genç kâtibesini alarak Emniyete gelir. Savcı
23.11.2009 tarihinde sabaha kadar şahsın yaklaşık 39 sayfalık
ifadesini alır. Tutarsızlıklarla dolu bu ifadede, zanlı İrfan Erba
rıştıran bir sayfada "Bana bir şey olursa Celal Uzunkaya ve Mus
tafa Gûlcü sorumludur," derken, başka bir yerde "Celal Uzunka­
ya benim 25 yıllık dostum, ondan hiç zarar görmedim," der.

Aslında savcı daha ifade almadan Emniyet G e n e l Müdürlü­


ğüne 20.11.2009 tarihinde yazı yazarak hemen tutuklu iş ol­
duğu için cevap ister. Yazıda "İrfan Erbarıştıran isimli kişinin
Emniyet Asayiş Daire Başkanlığınca kullanılan muhbir olup ol­
madığı, m u h b i r değilse herhangi bir konuda bilgi kaynağı ola­
rak kullanılıp kullanılmadığı, kullanılıyorsa biriminizce nasıl
irtibat k u r u l d u ğ u , İrfan Erbarıştıran'a elden para verilip veril­
mediği veya herhangi bir ö d e m e n i n yapılıp y a p ı l m a d ı ğ ı . .. çok
ivedi g ö n d e r i l m e s i " istenir.

Bugüne k a d a r görülmemiş bir biçimde kendisini pek faz­


la ilgilendirmeyen idari bir konuda savcının m a n a verilemeyen
bu sorusu d i k k a t çekiyor, olayın normal seyrinde gitmediğini
gösteriyordu. Şahıs 20.11.2009 da yakalanmış, daha ifadesi

468
alınmadan savcı aynı gün 20.11.2009'da Emniyet Genel M ü ­
dürlüğüne k o n u hakkında bilgi sormuş, yazı Ankara'ya gitmiş,
K O M Dairesi bir yazı ile cevabı Asayiş Daire Başkanlığından
istemiş ve yazı Asayiş Daire Başkanlığına gelmiş, işlemler baş­
lamış. T ü m bu işlemler hiç görülmemiş bir hızla aynı gün ger­
çekleştirilmiş. N o r m a l d e resmi evrak savcılıktan emniyete bile
bir iki günde gelirken, bu defa aynı g ü n içinde savcı yazıyı ya­
zıp İzmir E m n i y e t i n e veriyor, oradan K O M Daire Başkanlığına
gönderiliyor, K O M Dairesi tekrar Asayiş Dairesine yazı yazıyor
ve Asayiş Daire Başkanlığında yazı işleme giriyor. Ben bu hızla
çalışan bir sistemi bu olaydan daha önce Emniyette ve adliyede
hiç g ö r m e m i ş t i m .

Emniyet Asayiş Daire Başkanlığı ilk cevabı hemen


21.1 1.2009'da veriyor. Cevapta İrfan Erbarıştıran isimli kişiy­
le daha önce aynı ilde görev yapan bir emniyet m e n s u b u va­
sıtasıyla 25.07.2009 tarihinde irtibat kurulduğu, İstanbul'da
hunharca öldürülen M ü n e v v e r Karabulut cinayeti faili C e m
G a r i p o ğ l u ' n u n yerinin öğrenilmesi ve y a k a l a n m a s ı konusun­
da kısa süreli kullanıldığı, birkaç defa iaşe-ibade ve seyahat
masrafları ile zorunlu giderleri için elden cüzi miktarlarda
para ödendiği ifade edilerek, Münevver Karabulut'un faili C e m
G a r i p o ğ l u ' n u n 27.09.2009 tarihinde y a k a l a n m a s ı ile bu tarih­
ten itibaren bir daha irtibat kurulmadığı belirtilir.

Cç gün sonra savcı Fatih G e n e 24.11.2009 tarihinde yeni­


den E m n i y e t Genel M ü d ü r l ü ğ ü n e doğrudan bir yazı yazarak
Barış Eser (gerçek adı İrfan Erbarıştıran) isimli bir şahsın muh­
bir olarak kullanılıp kullanılmadığı, kullanılmışsa hangi birim
tarafından kullanıldığı bilgisinin Ç O K İ V E D İ gönderilmesini
ister. Ayrıca aynı tarihli başka bir yazıyla Emniyet Asayiş Da­
ire Başkanlığından daha önce 20.11.009'da sorulan sorulara
21.11.2009 tarihinde verilen cevaplar özetlenerek, 1. İrfan Er­
barıştıran ile muhbir olarak görüşülmesini sağladığı belirtilen
meslek m e n s u b u n u n k i m olduğu sorulur. 2. İrfan Erbarıştıran'a

469
Haliç'te Yaşayan Sinıonlat

kimin ne kadar ö d e m e yaptığına dair belgenin ve şahısla temas


kurulan tüm konularla ilgili belgelerin onaylı bir suretinin gön­
derilmesi talep edilir. Bu defa daha hızlı bir kurye polisle ve
uçakla cevap verilmesi istenir.
Aslında Emniyetin gizli muhbir kullanımı, bilgi alma usul­
leri, vs. ile örtülü ödenekten yaptığı ödemeler savcılığı ilgilendi­
ren konular değildir. Fakat 25.11,2009'da Emniyete gelen ev­
raka aynı gün 25. i i ,2009'da Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü Asayiş
Dairesinden verilen cevapta şahıstan a l m a n bilgilerin İstanbul
Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü Asayiş ve K O M Şubeleri ile paylaşıldığı be­
lirtilip yapılan işlemlerin gizliliği nedeniyle T ü r k Ceza Kanunu
ve ilgili mevzuattaki ilgili maddelere de atıfta bulunularak so­
ruşturmayla d o ğ r u d a n ilgisi olmayan bilgilerin gönderilemediği
ifade edilir. S o r u ş t u r m a n ı n selameti b a k ı m ı n d a n vazgeçilmez­
liği karan verildiği takdirde hepsinin gönderileceği yazılır. Bu
arada istenen t ü m bilgiler de şifahen savcıya aktarılır. Savcının
tüm bunların cevabını zaten bildiği, uzun süredir dinlenen İr­
fan Erbarıştıraıı'ın telefon konuşmalarında Emniyette kimlerle
nerede, nasıl görüştüğü, hatta ifadesi 23.11,2009'da alınırken
de savcının sorduğu sorularda bunların çok daha ilerisindeki
hususların bilindiği anlaşılmaktadır.

Söylenenlere göre de savcıyla görüşülmüş, verilen cevap ye­


terli g ö r ü n m ü ş ve dava kapatılmış gibi g ö z ü k ü y o r d u . Bu yazış­
ma yapılınca h a b e r i m oldu ve anlatılanları dinleyince bu dava­
nın k a p a n m a y a c a ğ ı n ı , ciddi sorunlar yaratacağını, ya savcının
taraflı ve özel amaçlı olduğunu söyleyip değiştirilmesini isteme­
leri ya da a l e n e n c e m a a t kökenli bir operasyonla karşı karşıya
olduklarım açıklamaları gerektiğini söyledim. O l m a s ı gereken,
böyle bir davayı özel yetkili m a h k e m e n i n başsavcı vekilinin yü-
rütmesiydi. İki Emniyet Genel Müdür Yardımcısının adının geç­
tiği bir tahkikatı başsavcı vekili yürütmeliydi. İllerde eğer bir il
şube m ü d ü r ü n ü n adı bir davaya konu olursa, il savcılarının ya
kendileri ya da savcı vekilleri tahkikatı yürütmekte, basit bir

470
2. Bölüm: C e m a a t

ifade alma işlemini bile kendileri yapmaktadır. Bu davada da


böyle olması gerekirdi a m a sözlerimi ciddiye almadılar.
Kısa süre sonra dediğim çıktı. Cevapları yeterli, bulmayan
savcı yine alışılmış yöntemlere b e n z e m e y e n şekil ve içerikte
2 1.12.2009 tarihinde iki ayrı yazı gönderir. Birinci yazıda çeşitli
basın organlarında çıkan haberlerde İrfan Erbarıştıran'ın Emni­
yet Genel M ü d ü r l ü ğ ü uhdesinde oları ödeneklerden 40.000 TL
aldığı iddia edildiğinden Asayiş Daire Başkanlığınca 17.12.2009
tarihindeki yazı. ile belirtilen ödemelerden başka (bu arada ya­
pılan yazışmalarda ödemelerin evrakların vs. savcılığa gönderil­
diği anlaşılmaktadır) ödeme yapılıp yapılmadığı, eğer yapılmış
ise buna ilişkin evrakların bir suretinin gönderilmesini, ikinci
yazıda ise olayı soruşturan Polis Başmüfettişleri O. Olgun ve
D. Demirbaş ile Asayiş Daire Başkanı H. Özalp'in tanık olarak
ifadeleri alınmak üzere 24.12.2009'da İzmir'deki savcılıklarda
bulunmalarını ister.

Aslında uygulamada bu tür bilgiler illerdeki savcılıklar üs­


tünden iletilir. Bu olayda, îzmir savcısı talebini Ankara savcı­
sına iletmeli, Ankara savcısı bilgileri alıp îzmir savcısına gön­
dermeliydi. Eki zamana kadar sistem hep böyle işledi ve hâlâ da
böyle çalışıyor. Mesela benim ifadem veya benim müdürlüğüm-
dekı bilgiler doğrudan başka illerin savcılarınca değil, ilimiz
savcılığı üzerinden iletilir.

Kısa süre sonra savcı işi daha da büyütür ve iki genel mü­
dür yardımcısını mevcutlu olarak İzmir'e çağırır. Gece geç saat­
lere kadar d e v a m eden duruşmalar sonunda serbest bırakılır­
lar, sıradan g ö z ü k e n bu olay korkunçtu; tarihte 2. olaydı
Bu kadar önemli olan olay neydi? İki Emniyet Genel M ü d ü r
Yardımcısını tutuklatmak için m a h k e m e y e çağırmayı, devletin
belgelerini istemeyi, verilen cevaplarla yetinilmeyip bu kadar
olağanüstü biçimde izlemeyi gerektirecek olay neydi?
Davada gizlilik vardı. Avukatlara ve sanıklara dosyadaki bil­
giler v e r i l m e m e s i n e rağmen İzmir'deki değil, İstanbul'daki bazı

471
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

polisler ifadeleri tek tek bütün gazetecilere dağıtıyordu. Bun­


ların içinde, savcının gece gidip Emniyette aldığı 39 sayfalık
ifadenin imzasız kopyası da vardı. Emniyet Genel M ü d ü r ü Yar­
dımcılarının suçlu olduklarını söylüyorlardı.
Bana da bir gazeteci bu ifadeyi ve değerlendirmesini gön­
derdi. O k u d u ğ u m d a hayretler içerisinde kaldım. Ortada bir
ceza davasına k o n u olacak olay yoktu, bu tür davaların daha
ağırını bile biz il savcılarımıza g ö t ü r d ü ğ ü m ü z d e , "Bu konu hu­
kuk davasının k o n u s u olur, davacı kişi gidip h u k u k m a h k e m e ­
sinde dava açsın," diyorlardı. Hadi çok zorladınız diyelim, bu
olaydan en fazla sulh ceza m a h k e m e s i n i n görev alanına giren
dolandırıcılık davası çıkardı. Fakat bizim savcı olayı özel yetkili
m a h k e m e y e taşımış ve ortaya k o c a m a n bir çete davası çıkar­
mıştı. Önyargısı olmayan tarafsız herhangi bir savcı bu ifadeyi
o k u d u ğ u n d a bu olayı asla özel yetkili m a h k e m e y e ve savcısına
taşımaz, bu insanları bu kadar ağır ithamlarla lekelemez (ki
en ağır suçlamalara yönelik sorular ifadede var, bu sorulardan
eldeki delillerin ne olduğu net. anlaşılıyor).

Bu olay maalesef iki Genel M ü d ü r Y'ardımcısının görevden


alınmasına sebep oldu. Daha da garibi bu iki Genel M ü d ü r Yar­
dımcısı m e v c u t h ü k ü m e t i n getirdiği Bakan'm en çok güvendi­
ği kişilerdi. B u n l a r teşkilatta çok güçlü insanlardı. Herkes çok
iyi biliyordu ki, bu iki görevli başka açılardan eleştirilebilse de
maddi menfaat elde e t m e k uğruna en ufak bir suça asla ka­
rışmazlardı. Özellikle, Celal U z u n k a y a iyi yetişmiş, kaliteli bir
polisti, benim için en iyi özelliklere sahip polis şefiydi. İstanbul,
Ankara gibi illerin m ü d ü r ü olacak kalitedeydi.

Davada ifadeleri alınınca görevde kalmaları m a k u l görülme­


di ve m e r k e z e alındılar. G ö r e v d e n alınınca galiba a m a c a ulaşıldı
ki bir daha bu davayla ilgili haberler basına bile taşınmadı, Baş­
ta her şey b a s m a sızdırılarak, abartılarak yazılırken görevden
alınma gerçekleşince iddianameyi bile duymadık, dava sessizce
görüldü. A m a i n a n ı y o r u m ki hâlâ görevde olsalardı gelişmeler

472
2. Bolum: Cemaat

hızla ilerler, davalar açılır, haberlere konu olurlardı. Bu d u r u m


da aslında t e m e l gayenin suçluların cezalandırılıp adaletin ye­
rinin bulması değil, bu insanların görevden alınması olduğunu
ortaya k o y u y o r .
Kitabı y a z d ı ğ ı m sıralarda davanın açıldığını d u y d u m . İddia­
nameyi yine b a s ı n d a n temin edip o k u d u ğ u m d a aynı kanaatim
yeniden pekişti. Dava zorlama ile açılmıştı, ortada özel yetkili
m a h k e m e y i ilgilendirecek nitelikte bir olay yoktu, her şeyin zor­
lanarak y ü r ü t ü l d ü ğ ü belli oluyordu.
Şunu kesin olarak iddia ediyorum, bu insanların t ü m çev­
releri İstihbarat Daire Başkanlığınca aylarca dinlenmiş, takip
edilmiş, hukuka aykırı bütün yöntemler kullanılmıştır. Bir
hâkim ya da savcı gidip İstihbarat Dairesinde inceleme yapsa,
bu olayın t ü m delillerini bulabilir. B u n d a n hiç ş ü p h e m yok,
t a h m i n i m d e n fazlasının olduğundan da g ö r m ü ş kadar e m i n i m .
Katillerin, canilerin, çetelerin ifadesini almak için bile gecenin
bir yarısı e m n i y e t e gelip sabaha kadar kâtibesi ile çalışmayan
savcılar, o k u y a n hiç kimsenin ciddi bir kıymet v e r m e y e c e ğ i bir
ifade için n e d e n bu kadar gayretli olur. T e k a m a ç cemaatin
Emniyetteki bir numaralı hedefi Mustafa Gülcü'yü silmekten
başka bir şey değildir; bu olay c e m a a t için bir Ergenekon ope­
rasyonu kadar ö n e m l i bir olaydır. D a h a sonra b e n i m de elime
geçen bir belgede bu olayda cemaatin polisle ilgilenen imamının
bu konuyla özel olarak ilgilendiğini gösteren bir not vardı.

Peki, G ü l c ü neden önemliydi? Birincisi, belirttiğimiz üzere


Emniyet Teşkilatı içerisindeki cemaatçi y a p ı y a karşıydı ve çok
şiddetli biçimde buna karşı tavır alıyordu. Fakat aynı z a m a n d a
hükümetin de iyi adamıydı. N e d e n silinmesine göz y u m u l d u ?
M. Gülcü arka planda cemaat tarafından desteklenen, yürütül­
mekte olan E r g e n e k o n operasyonları dolayısıyla m a h k e m e l e r i n
Ergenekon Ö r g ü t ü hakkında Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü n e sor­
duğu soruya istenenin aksine Ergenekon diye bir terör örgü­
tünün kayıtlarında olmadığını yazmıştı. Bu k o n u d a cemaatin

473
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

yaptıklarını desteklemediği, hatta karşı çıktığı için hükümetin


üst k a d e m e l e r i n d e n yeterli desteği bulamadı ve bu tür yazı vs.
olayları abartılarak yukarılara taşındı. Emniyetin en güçlü ve
iktidara yakın iki Genel M ü d ü r Yardımcısını görevden aldıran
gücü Emniyet kendi içinde net görüyordu. Bu güç tayin ve ter­
filerde de çok etkindi. B u n u gören teşkilat mensuplarının şim­
diden sonra nasıl davranacağını, nasıl hareket edeceğini, bir
tayin ya da terfi için pek çok kişiye uğrayan meslektaşlarımın
maalesef şimdi en fazla cemaatçi g ö z ü k m e y e kalktığını, eski ko­
n u ş m a ve sözlerini u n u t t u ğ u n u görüyoruz.

Sakarya Tahkikatı
2008 yılında Sakarya Emniyet M ü d ü r ü olarak atanan, bilgi
sızdırdığı iddiasıyla tutuklanan İl Emniyet M ü d ü r ü Faruk Un­
sal ile beraber hiç çalışmadım a m a onu daha komiser olduğu
yıllardan beri şahsen tanırım. 1991 yılında 20 gün Almanya'da
beraber kurs g ö r m ü ş t ü k . Faruk hakkında kanaatim, çok zeki,
çok okuyan, araştıran ancak k o m p l o teorilerine fazlaca değer ve­
ren, birçok olayın geri planının daha önemli olduğuna inan biri
olduğudur. Teşkilat içerisinde Mustafa Gülcü'ye yakın, onun
desteklediği biri olarak bilinir. Hatta doğrudan Adapazarı'na
atanmasını o n u n sağladığı söylenir. A m a Faruk kapasiteli, ye­
tenekli, algıları açık, Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n ü de rahatlıkla yapa­
cak kapasitede uyanık biridir. Ben hiç dini konularda konuş­
tuğuna r a s t l a m a d ı m , hiç dini temaları ölçü aldığını g ö r m e d i m
ama ona m u h a l i f olanlar o n u n Mustafa Gülcü'nün paralelinde
milli görüşçü veya benzeri bir ekolden o l d u ğ u n u söylerler.

Faruk g ö r e v e başladıktan sonra önce İstihbarat Şube Mü­


d ü r ü n ü d e ğ i ş t i r m e k istediğini ve onunla bazı sorunlar yaşa­
dığım, k e n d i s i n d e n önceki E m n i y e t M ü d ü r ü olan arkadaşım
Mustafa A y d ı n ' d a n öğrendim. Mustafa eski istihbarat müdürü­
nün m a ğ d u r edildiğini söylüyordu, gözükenin haricinde olayın
sebebi İstihbarat Şube M ü d ü r ü n ü n Fethullahcı yapıya dahil

474
2. Bolum: C e m a a t

olmasıydı. F a r u k da bu yüzden değiştirmek istiyordu, zaten


Gülcü nün a t a n m a s ı n a y a r d ı m c ı olduğu İl E m n i y e t Müdürleri­
nin birinci hedefleri Fethullahcı yapıda o l d u ğ u n u düşündükleri
İl İstihbarat Şube Müdürlerini değiştirmekti.
Sonra Faruk'un yapılan bir operasyon dolayısıyla hedeflere
dışarıdan bilgi sızdırdığı söylenmeye başlandı, polis içinden ba­
sma bu tür bilgiler verildi. Bir süre sonra Faruk bu iddialarla
ilgili olarak savcılığa çağrıldı. Aradan birkaç ay geçtikten sonra
da bu defa aynı suçtan ve ayrıca delilleri k a r a r t m a k suçundan
İstanbul Özel Yetkili Savcılık tarafından tutuklanması istendi
ve tutuklandı. 5-6 ay kadar hapis yattı ve 4 Mayıstaki duruş­
masında tahliye oldu.

Faruk'un olayını genel hatlarıyla soruşturdum, olay hak­


kında bilgi topladım, elde ettiğim bilgileri k e n d i m c e yorumla-
yınca olayın aslının ne o l d u ğ u n u anladım. Faruk'un olayında
rol alan şube müdürlerinin bir kısmını tanıyorum, b e n i m ya­
nımda çalışmışlardı. Faruk'un bilgi sızdırdığı iddiasını yaydığı
iddia edilen ve bilahare ilçeye ve daha sonra İstanbul'a tayini
çıkarılan K O M Şube M ü d ü r ü Alparslan Hersanlıoğlu K O M Da­
ire Başkanlığında y a n ı m d a mali birimde emniyet amiri olarak
görev yapmıştı. Faruk'un başka ilden istek üzerine getirdiği
Asayiş M ü d ü r ü Mustafa Ç.'nin de İstanbul'da İstihbarat Şube
M ü d ü r ü y k e n k o m i s e r i m olduğunu da yeni ö ğ r e n d i m . Aslında
tek tek bunlarla görüşerek olayın en ince ayrıntısını ö ğ r e n m e k
de m ü m k ü n a m a olayın onların da bilmediği ayrıntısını anlatan
kaynaklara göre d u r u m şöyleydi.

Faruk'un K O M Daire Başkanı olacağı, hedefin burası oldu­


ğu, G ü l c ü ' n ü n o n u o göreve hazırladığı m e ğ e r belli mahfillerde
hep konuşulan bir k o n u y m u ş . Faruk'un Fethullahcı olarak bil­
diği bir istihbarat m ü d ü r ü n ü değiştirip il dışına tayin etmesi,
benzeri atama ve tayinler yapması, kendisi ile aynı paralelde
bulunan bazı müdürleri iline istemesi vs. aslında savaşı baş­
latmıştı. M e r k e z d e K O M ve İstihbarat Dairesinde etkin olan

475
Haliç'te Yaşayan Simonlar ..

rakip cephe, Faruk hakkında teknik dinleme ve izlemeye baş­


lamış. Tabii b u n d a n Faruk'un haberi yok. Faruk dinlenebile­
ceğini tahmin ediyor, buna karşı tedbir alıyor a m a istihbaratın
geniş imkânlarını ve analizlerle nerelere kadar ulaşabileceğini
hesap edemiyor. Bir yolsuzluk operasyonu dolayısıyla dinlenen
telefonlarda yapılan bir konuşmada, Faruk'un adı verilmeden
emniyetin başındaki kişi tarafından sanıkların dinleme ve izle­
m e d e n haberdar edildiği söyleniyor. Bu k o n u ş m a l a r ildeki şube
m ü d ü r ü tarafından her gelişmenin aktarıldığı gibi K O M merke­
zine aktarılıyor.

D i n l e m e d e geçen Faruk'un hedeflere veya siyasilere bilgi


verdiği k o n u s u aslında merkezde, Ankara'da basına sızdırılı­
y o r ama sanki Sakarya'dan b a s m a verilmiş gibi gösteriliyor. Bu
arada sistem çalışmaya başlıyor, basında yazılanlar üzerine İs­
tanbul özel yetkili savcısı (nedense yine M e h m e t Berk) suç du­
y u r u s u n d a b u l u n u p tahkikat açıyor ve Faruk şüpheli sıfatıyla
tahkikata k o n u oluyor.
Faruk bilgi sızdırmış olabilir mi? Bence olamaz, çünkü bilgi
sızdıracaksa zaten o tahkikatı yaptırmaz. O ilin Emniyet Müdü­
rü, daha tahkikat başlarken ve d e v a m ederken her şeyi yöneten
biri olarak b ö y l e bir niyeti varsa dinlemeleri yaptırmaz ve bir
an önce tahkikatı durdururdu. Geniş bir yetki alanına sahip
olduğundan, yetkilerini kullanır tahkikatı yaptırmazdı. Dolayı­
sıyla bilgi sızdırmaya ihtiyaç duymazdı. Bu imkânsız. Adli tah­
kikatlar savcı d e n e t i m i n d e olduğundan tahkikatın yapılmasına
engel o l a m a y a c a ğ ı n d a n bilgi sızdırdı denebilir. D o ğ r u ama Em­
niyet M ü d ü r ü de bu olayın bir parçası ve Emniyetteki en önemli
isim. O o n a y v e r m e d e n şube müdürleri hiçbir şey y a p a m a z , is­
tediği gibi şubeleri yönetir. Eğer Faruk bu tahkikatı yaptırmak
istemeseydi, kesin yaptırmazdı.

Olayın sonraki seyri daha da enteresan. Başka tahkikat­


larda savcılar genellikle sadece doğrudan suçla ilgili olan ki­
şileri d i n l e m e k ister, konuyla ilgisi sınırlı olan insanları pek

476
2 Bölüm: C e m a a t

d i n l e m e k istemezler. N e d e n s e bu olayın savcısı M e h m e t Berk,


olay nedeniyle Sakarya İstihbarat Şube M ü d ü r ü n ü tanık olarak
dinlemek ister ve İstanbul'a çağırır. Hâlbuki bu tip davalarda
Sakarya'ya talimat gönderip Sakarya savcılığıca ifadenin aldı­
rılması gerekirdi. İfadenin alınmasının ardından Sakarya'dan
başka bir tanığın gelmesini İstihbarat M ü d ü r ü n d e n şifahen is­
ter. Oysa ilk tahkikattaki gizli bir tanıkla başka tanık gelsin
diye haber s a l m a k usule uygun değildir, savcılar ve m a h k e m e ­
ler yazılı tebligatlarla taleplerini aktarırlar. İstihbarat M ü d ü r ü
gelir, bu tanığın istendiğini K O M Şubesindeki görevlilere söyler.
B u n u n ü z e r i n e K o m Şubede amir m e m u r k o n u m u n d a k i 4 kişi
savcının istediği tanığı b u l m a k üzere il çevresinde aramaya çı­
kar (bugüne k a d a r amir k o n u m u n d a k i bir görevli hiçbir tanığı
tebligat için aramamıştır, bu olay bir ilktir). Bu kişi aranırken
ekip o t o s u n u n şoförü bir ara fırsatını bulup Emniyet M ü d ü ­
rüne yakın amirlere haber verir, " . . . isimli tanığı kaçırıp Em­
niyet M ü d ü r ü h a k k ı n d a ifade vermesi için zorlayacaklar," der.
B u n u n üzerine bu bilgiye sahip olan Faruk Unsal ve y a n ı n d a
yer alan şube müdürleri bunu işleme k o y m a k isterler ama gizli
bilgi aldıklarından bir ihbarla d u r u m u n ortaya çıkmasını ter­
cih ettiklerinden bir şube m ü d ü r ü ihbar m e k t u b u yazar. İh­
bar m e k t u b u n d a , "...isimli kişinin kaçırılarak E m n i y e t M ü d ü r ü
Faruk Unsal aleyhinde ifade v e r m e y e zorlandığı..." kabilinden
şeyler yazar. M e k t u p Bakanlığa, Valiliğe, C u m h u r i y e t Savcısı
M e h m e t Berk'e e-posta olarak gönderilir.

Savcı tanık olan kişinin ifadesini alır, herhangi bir kaçır­


ma, zorlama olmadığını söyler. A r d ı n d a n e-postayla yapılan
ihbarı araştırır, sorup soruşturur, sistem öyle hızlı çalışır ki
bu e-postanın nereden gönderildiğini Savcı M e h m e t Berk araş­
tırmaya başlar. Bazı polisler ve başka teknik birimler, savcının
talimatlarını yerine getirir ve sonunda e-postanın İzmit'teki bir
internet kafeden gönderildiği belirlenir. H e m e n internet kafenin
girişindeki k a m e r a l a r istenir, k a m e r a görüntülerinden o gün

477
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar

söz k o n u s u ihbarı y a p a n kişinin fotoğrafı belirlenir ve h e m e n


teşhis edilir. Bu kişi Sakarya'da görev y a p a n bir polis m e m u ­
rudur, h e m e n kimliği belirlenir ve yeri tespit edilir. Savcı polisi
ifadeye çağırır. Sakarya K O M Şubede polis m e m u r u olayı kabul
eder ve "Bana a m i r i m emir verdi, onun için y a p t ı m , " der. Amiri
ifadeye çağrılır, ifadesinde savcıya bu m e k t u b u göndermesini
E m n i y e t M ü d ü r ü n ü n talimat verdiğini söyler. B u n u n üzerine
Faruk m ü d ü r çağrılır ve ifadesinin alınmasının ardından tu­
tuklanır, cezaevine gönderilir.

E m n i y e t e yüzlerce ihbar gelir. Bunların hiç biri bu kadar


ciddi araştırılıp soruşturulmaz. İhbarcıların çoğu bulunamaz.
Fakat bu o l a y d a başka bir ile bile gidilerek ihbarı y a p a n kişi
kısa sürede yakalanır. Faruk m ü d ü r dinlemedeki kendi sesi ol­
madığı, hiçbir eyleme karışmadığı halde suçlanır ve tutuklanır.
Belki Faruk'un s a v u n m a s ı n d a benim y a z d ı ğ ı m ı n on katı kendi­
ne kurulan tuzakla ilgili hususlar, deliller, s a v u n m a argüman­
ları vardır. B e n sadece dışarıdan gözüken anormalliklerden bu­
nun bir tuzak o l d u ğ u n u g ö r d ü m .

Aslına bakılırsa Faruk m ü d ü r ve y a n ı n d a k i müdürler far


kında o l m a d a n ö n c e d e n d e n e t i m e alınmış, hatta y a n ı n d a gözü­
kenlerden bazıları casus olarak y a n m a verilmiştir. Bence araş­
tırılsa Faruk m ü d ü r ve y a n ı n d a yer alan m ü d ü r l e r i n telefonları­
nın başka isimlerle v e telefon numaraları değil I M E I numaraları
üzerinden belki de özel cihaz ve aletlerle takip edildiği, izlendiği
ortaya çıkarılabilir. Telefonları hatta dahili santralleri denetime
alınmıştır, kesinlikle cep telefonlarının IMEI n u m a r a s ı üzerin­
den dinleniyordur.

Evet Sakarya örneği çok enteresandır, teşkilat içinde farklı


fraksiyonlar devletin güç ve imkânlarını kullanarak birbirine
operasyon y a p m a k t a ve bir emniyet m ü d ü r ü tutuklanarak ce­
zaevine gönderilmektedir. Bu olayın bir n o r m a l tahkikat oldu­
ğ u n u s ö y l e y e c e k emniyet içerisinde bir tek insan yoktur. Bu­
n u n cemaatin jTarüttüğü bir operasyon o l d u ğ u n d a n en ufak

478
2 Bölüm: Cemaat

şüphe yoktur. Olayı tahkik eden müfettişlerin de tarafsız ol­


ması imkânsızdır, eğer bu olay gerçekten tarafsız birilerince
ve telefon d i n l e m e kayıtları da incelenerek araştırılırsa, olayı
m e r k e z d e n idare eden İstihbarat ve K O M Daire Başkanlığının
yöneticileri, Savcı M e h m e t Berk ve diğer kişiler dahil herkes
hakkında ciddi davalar açılacak emareler bulunur.

Genel M ü d ü r Yardımcılarını Yiyen Yapı N e Y a p m a k


İstiyor?

İdari yöntemlerle kişiler hakkında yalan yanlış bilgi ve belge


uydurarak üst makamlara aktarmak veya ihbar mektupları yo­
luyla ne kadar kişinin görevden aldınldığım, kimlerin tayin ve ter­
filerinin yapılmasına mani olunduğunu bilmiyoruz. A m a bunun
çok sayıda olduğunun ve sıklıkla yapıldığının emareleri var.
H ü k ü m e t i n birçok üyesi veya bakanlar tarafından tanınıp
bilindikleri ve sevildikleri için idari olarak g ö r e v d e n alınamayan
E m i n Aslan, Mustafa Gülcü, Celal U z u n k a y a ve Faruk Unsal
gibi kişilerin, e m n i y e t ve adliye içerisindeki c e m a a t mensupları­
nın d a y a n ı ş m a s ı ile sadece görevden aldırılmasıyla yetinilmeyip
iftira ve k o m p l o l a r tezgâhlanarak en ağır suçlarla mahkemeler­
de yargılanmaları ve cezaevinde yatmaları sağlandı.

Kim ne derse desin, hangi gerekçelerle kimlerin görevden


alındığını biliyoruz. Yargılamayı bağımsız yargı y a p ı p karar ve­
riyor, k i m s e n i n buna müdahalesi olamaz dense de ben de dahil
Emniyette bu işlerin içinde olan herkes bu G e n e l M ü d ü r Yar­
dımcılarının bazı açılardan eleştirilebilseler de temiz ve dürüst
görevliler o l d u ğ u n u ve cemaatin organizeli çalışması neticesin­
de tuzağa d ü ş ü l d ü ğ ü n ü , olayda rol alan savcı ve yargıçların bir
kısmının c e m a a t i n elamanları olduğunu, cemaat m e n s u b u ol­
m a y a n iyi niyetli bazı savcı ve yargıçların da c e m a a t üyesi adliye
mensupları ve polisler tarafından plan dahilinde iğfal edildikle­
rini, birçok kişinin bu d u r u m u bilmesine r a ğ m e n bilmiyor gibi
davrandığını, c e m a a t mensuplarını suçlamaya g ü c ü n ü n y e t m e -

479
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

diği veya k o r k t u ğ u veyahut elinde yeterli delil b u l u n m a d ı ğ ı için


karşı k o y a m a d ı ğ ı n ı biliyor. Hatta resmen kral çıplak dercesine
kapalı o r t a m l a r d a herkes bu meseleleri c e m a a t i n yaptığını ko­
nuşurken açıkça hiç kimse bu k o n u l a n dillendiremiyor, herkes
susuyor. D e v l e t Bakan'ı bile her yerde, her taşın altında cemaat
çıkıyor diye b e y a n a t veriyor, rahatsız o l d u ğ u n u belirtiyor ama
hiç adli ve idari araştırma yapılmıyor.
C e m a a t yapacakları ve planları için İstihbarat Daire Baş­
kanlığı ve K O M Daire Başkanlığını elinden b ı r a k m a k istemiyor­
du, adı bu birimlerin başına geçecek diye anılan herkes uzak­
tan imha edilecekti. Bir ara çok sızlanmalar üzerine İstihbarat
Daire Başkanlığına K o n y a Emniyet M ü d ü r ü Hüseyin N a m a l
getirildi. N a m a l ' ı n istihbarat birimlerine gönderdiği irticai yapı­
lanmaların yakından takip edilmesine ilişkin talimat ve ardından
içeriğinde sorunlar olduğundan talimat ikinci bir yazı ile geri çe­
kilmesi, a r d ı n d a n yanlış anlaşıldığı yolunda yazdığı düzeltme
yazıları elden ele dolaştırılarak aleyhine h ü k ü m e t nezdinde kul­
lanıldı. N e y s e ki sonunda bir k o m p l o y a u ğ r a m a d a n Konya'ya
sağ salim dönebildi.

Bu y ö n t e m l e r l e üç önemli genel m ü d ü r yardımcısını yiyen


yapının artık g ö z ü n ü kan b ü r ü m ü ş durumdadır, kolay kolay
durdurulamaz, faaliyetlerine d e v a m edecektir.
Teşkilat içerisinde, y a ş a n a n t ü m bu olayları gören ve bunla­
rın altındaki gerçeğin farkında olanlar g ü c ü n kimlerde olduğu­
nu anladıktan sonra gerçek m a n a d a kime itaat edecekler, ne­
reye kıble diye yönelecekler? Bu operasyonları kimin yaptığını
bilen teşkilat mensupları nasıl hareket edecektir?

Benim Hakkımdaki Çalışmalar


Emin b e y hakkında yapılan işlemlere karşı çıktığım, o n a
kefil o l d u ğ u m u s ö y l e m e m d e n bir süre sonra bu açıklamalarım­
dan m e m n u n o l m a y a n İstanbul E m n i y e t i n d e k i c e m a a t i n lideri
k o n u m u n d a k i polis şefleri benim toplumdaki saygınlığımı sar-

480
2. Bölüm: C e m a a t

saçak bir çalışma başlattıklarını ve yakında işleme koyacakla­


rını söylemişlerdi. Birbiriyle irtibatı olmayan, her ikisi de doğ­
rudan polis m ü d ü r l e r i n d e n bilgi aldıklarından b u g ü n e kadar
yaptıkları her haber doğru çıkan, iki farklı kaynak aynı şeyi
söylüyordu. H a k k ı m d a araştırma yapıldığını söyleyen kişiler
cemaatin İstanbul'daki en üst düzey polisleriydi.
Bu arada daha önce benimle çalışmış, b e n d e n y a k ı n ilgi
ve destek g ö r m ü ş , uyguladığım çalışma sistemimle istihbarat
teşkilatı ve bu ülke için yaptıklarımı bilen ve b u n d a n dolayı
bana karşı derin bir minnet d u y d u ğ u n u belirten ve hâlâ İstan­
bul Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n d e görevli olduğunu ifade eden bir kişi
(bu kişinin güvenliği için bilgi aktarma y ö n t e m i n i gerçeği de­
ğiştirmeyecek ölçüde kasıtlı olarak farklı anlatıyorum, olduğu
gibi a n l a t m a m halinde bu kişinin kimliğini tespit edebilecek­
lerinden güvenliği sıkıntıya girebilir), önce santral telefonun­
dan beni aradı. Santral memurlarına benim y a k ı n ı m olduğunu,
acil bir k o n u d a benimle görüşmek istediğini söylemiş. Telefon
bağlanınca bu kişi santral memurlarının bana direk telefon
bağlamak istememeleri üzerine a k r a b a m olduğu y a l a n m a baş­
vurduğunu, belki sekreter telefonlarının da d e n e t i m altında
olabileceğinden mutlaka ilk görüşmenin santralden olması ge­
rektiğini söyleyip, özür dileyerek çok önemli bir k o n u d a bilgi
aktaracağını ifade edip b u n u n için mutlak güvenli bir hat ver­
m e m i istedi. Bir iki gün içinde bunu y a p a b i l e c e ğ i m i söyleyince,
h e m e n n u m a r a v e r m e m i n iyi olacağını, bu telefon konuşması
için İstanbul dışına çıkıp birkaç saatlik yol gittiğini, bir daha
aramasının z o r ve zahmetli olduğunu belirtti. Fazlaca dinlenme
fobisine kapılmış bu tür insanlarla karşılaştığımdan, dinleme
meselesinin çok abartıldığını, bu kişinin de yine aynı eğilime
sahip o l d u ğ u n u düşünerek, " N e söyleyeceksen söyle, dinleme
olduğunu z a n n e t m i y o r u m , abartıyorsun," d i y o r d u m ki, a d a m
bana, arkadaşınız .... ile ilgili diyince birden irkildim. O isimde
hiç a r k a d a ş ı m yoktu, bu telefonda k o n u ş u r k e n karşımdakinin

481
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

kimliğinden e m i n olmak için kullandığımız bir şifre isimdi, hiç


kimsenin bilmediği ve bilmesinin de m ü m k ü n olmadığı bir şey­
di. Bu kişi hiç k i m s e n i n bilmediği bu ismi nereden biliyordu?
İşte o an bu kişinin, yüzlercesini ikna etmekte zorlandığım,
telefonumuz dinleniyor, gizli bir şey konuşacağız, cep telefonu­
nu kapatalım, pilini çıkaralım, hatta o d a d a n dışarı çıkaralım
diyen şüphecilerden olmadığını, gerçekten güvenli olarak ko­
n u ş m a m g e r e k e n biri o l d u ğ u n u anladım. Fazla d ü ş ü n m e y e ge­
rek yoktu. Bu kişi her gün binlerce insanın farklı birimlerimizi
aradığı emniyete ait güvenli sayılabilecek santral numarasın­
dan beni aramıştı ve daha fazla bilgi aktarmak için tam güvenli
bir telefon hattı istiyordu. Çok ciddi ve sıkıntılı ortamlarda çok
hızlı çalışan zihnimi, bu nasıl olabilir muhasebesini yapmak­
tan a l ı k o y a m ı y o r d u m . Bu imkânsızdı, birileri en gizli tuttuğum
y ö n t e m e r a ğ m e n beni dinliyordu. B u n u n o l m a m a s ı gerekirdi,
bunu kimler yapabilirdi? MİT mi, Jandarma mı? K i m ? Bu ka­
dar profesyonelce çalışacak kim vardı ki? En ileri dinleme siste­
mi ve y ö n t e m i n i hayal ettim. Aklımda yüzlerce soru belirdi ama
o an cevap a r a m a y a z a m a n yoktu.

Acil d u r u m l a r d a bir gün ihtiyaç olabilir düşüncesiyle sak­


ladığım, hiç k u l l a n ı l m a m ı ş kimin adına kayıtlı olduğunu bile
hatırlamadığım iki telefon numarasından birini verdim ve on
dakika z a m a n istedim. Karşıdaki kişi "Efendim kontöre gerek
yok, ben arayacağım, kısa konuşacağım." dedi. A ç ı l m a m ı ş hat­
tını olduğunu, hatta kontör olmadığından kontör kartı aldırıp
telefona yükledikten sonra onu arayacağım için on dakika is­
tediğimi anlamıştı. Aynı dili konuştuğumuz, daha anlatmadan
yalnızca h a r e k e t l e r i m d e n ne y a p m a k istediğimi anlayan, anla­
dığını da sözle değil cevabi davranışı ile anlatan bu profesyonel
a d a m a fazla bir şey s ö y l e m e m e gerek olmadığını fark ettim.

Yeni S İ M kartı açıp şifresini kazıdım, hiç kullanılmamış, en


son bir iki hafta önce şarjını yapıp kapattığım yeni telefon rrıa-

482
2. Bölüm; C e m a a t

kinesine t a k t ı m ve telefonu açtım. PIN numarasını girip telefo­


nu b e k l e m e y e başladım.
On saniye içinde aradı. Arayan kişi, tüm telefon ve cihazları­
nı kapatıp istirahatta olduğu bir z a m a n d a başkasına ait bir ara­
ca sahte p l a k a takarak birkaç saatlik yol alıp sadece bana bilgi
vermek için geldiğini, bir daha arama imkânın olamayacağını,
kendisinin tespit edilmemesi için bu yola başvurduğunu, biraz
önce sesini kasıtlı olarak değiştirdiğini, şimdi de yine aynı şekil­
de ses değiştirerek konuştuğunu, İstanbul İstihbarat Şubesinde
benim h a k k ı m d a çalışma başlatıldığını tesadüfen öğrendiğini,
dinleme yapılan yerde benim sesimi tanıdığım, önce sesimi ben­
zettiğini zannettiğini, ama bir iki k o n u ş m a d a n ve k o n u ş t u ğ u m
telefonun Eskişehir merkezde Emniyet Müdürlüğünün bulun­
duğu baz istasyonundan çıkış yaptığını görünce bundan emin
olduğunu söyledi. K o n u ş m a çok kısa olmasına rağmen vurgu­
larımdan beni tanıdığını, konuşmanın içeriğinden birkaç örnek
verdi. Ayrıca son S M S mesajımda yazdığım bir kelimedeki harf
hatasını söyledi. Şahsın dinlendiğimi söylediği telefon yanım­
daydı, anlattığı mesaja baktım. Söylediği doğruydu, bir harfi ha­
talı y a z m ı ş ı m , kelime komik bir manaya dönüşmüştü.

Şahıs d e v a m l a çok saygılı bir ses tonuyla b e n i m dinlenme­


min ne k a d a r yanlış olduğunu, aslında dinlenenin b e n i m değil
bana gizli bilgi veren bir kişi olduğunu, adını bilmediğini a m a
farklı isimler adına dinleme yapılıyor gösterildiğini anlattı. B e n
"Nasıl m a h k e m e kararı alınır, bu kişi dinlemeyi gerektirecek bir
faaliyette b u l u n a n biri değil, ayrıca İ s t a n b u l l a hiç alakası yok."
dediğimde, artık durumların farklı olduğunu, bazı m a h k e m e
kararlarının isimsiz, adressiz, IMEI üzerinden, hatta b a ş k a
anlamsız n u m a r a l a r üzerinden alınabildiğini ifade etti. Ayrıca
arkadaşım N.'nin de telefonlarının dinlenerek denetlendiğini,
istihbari d i n l e m e yasasını iyi incelememi söyledi. Anlattıkları
inanılmazdı, bu a d a m imkânsız şeyler söylüyordu.

483
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

O n a anlattıklarını ö n e m s e d i ğ i m i ama bu kadarının da ola­


mayacağını d ü ş ü n d ü ğ ü m ü söyledim. Kendisinin gizli bilgi ak­
tarma konularını iyi bildiğini, fazla bir şey a n l a t m a m a gerek
olmadığını, biraz daha bilgiye ihtiyacım olduğunu, b u n u bana
aktarmasını, ayrıca vereceği hiçbir bilginin hiçbir şekilde ken­
disini zora s o k a c a k şekilde k u l l a n m a y a c a ğ ı m d a n e m i n olması
gerektiğini belirterek bu konuda mutlaka bir şeyler y a p a c a ğ ı m ı
da ekledim. Kendisinin aslında başka kısımda görevli olduğu­
nu, tesadüfen b e n i m h a k k ı m d a k i çalışmayı öğrendiğini, daha
fazla bilgiyi ilerde a k t a r m a y a çalışacağını söyledi. B u n a ilave
olarak amirlerinin asıl amaçlarının beni bir k o m p l o y a getirme­
ye çalıştıklarını belirtti. Zaten verdiği iki isimden, ben de bunu
yapanların amaçlarının ne olabileceğini ve nasıl bir şey yap­
mayı planladıklarını tahmin e t m e y e başlamıştım. D ü ş ü n d ü m ,
yasayı tekrar tekrar o k u m a y a başladım. K o r k u n ç ve çok profes­
yonelce bir k u r g u y d u , kafamda şimşekler çakmıştı, d e m e k olup
biten bazı şeyler böyle gerçekleştiriliyordu. Bunlar, çok zeki,
çok tehlikeli, ç o k şeytanca yöntemlerdi.

O ana k a d a r kendimi dinleme, izleme, bilgisayarla telefon


analizi, detay çalışmaları k o n u s u n d a en yetkin kişi, tüm bu
sistemlerin ilk kurucusu, fikir babası ve en iyi bileni olarak gö­
rüp birkaç eski a r k a d a ş ı m haricinde yeni gelen kişilerin bu işin
sırrına tam a n l a m ı y l a vakıf olmadığını z a n n e d e r k e n bu ukala­
lığım için k e n d i m d e n utandım. Bu adamlar h u k u k s u z olmakla
birlikte inanılmazı başarmış, benim kırk yıl d ü ş ü n e m e y e c e ğ i m
şeytani yolları bulmuşlardı. Kıl kadar ince bir n o k t a d a n geçe­
rek korkunç şeyler başarmışlardı, bu dehşet bir y ö n t e m d i . Dü­
şündükçe b u n u başaran insanların daha neler yapabileceğini,
neler yaptıklarını kavramaya başladım. Kelimelerle ifade edile­
cek gibi değildi, herkesin kolayca anlayacağı bir şey de değildi.
Eğer bu insanlar b e n i m gizlediğim, iki öğrenci adına alınmış
yalnız birebir g ö r ü ş m e yaptığım, başka hiç k i m s e y l e görüşme­
diğim, h e r k e s t e n gizlediğim n u m a r a m ı tespit edebilmişlerse o

484
2. Bölüm: C e m a a t

z a m a n gizliliğe b e n i m kadar dikkat e t m e y e n , özel tedbir alma­


y a n insanların gizli yaptıkları t ü m görüşmeleri tespit edebili­
yorlar demektir. Eğer bu kişiler, telefon rehberinde gerçek bir
kişi adına kayıtlı olan, benimle irtibatlı bir telefon numarasını,
b e n i m kontrol ettirebileceğim ihtimaline r a ğ m e n sanki başka
bir kişiye aitmiş gibi göstererek dinleme kararı alabiliyorlarsa,
sıradan insanların telefonları üzerinde diledikleri şeyi y a p m a ­
ya muktedirlerdir. Yapabileceklerini/yaptıklarını düşündükçe
dehşete d ü ş m e y e başladım. Bu işi nereye doğru gidiyordu, bu
insanlar devletin imkânlarını böyle kullanabilirler miydi?

D ü ş ü n d ü k ç e m o r a l i m bozuluyor ve bir avuç insanın dev­


letle, sistemle nasıl böyle oynayabildiğini a k l ı m almıyordu. Bu
kişilerin yaptıkları ortaya çıkarsa b u n u n hesabını nasıl vere­
ceklerini d ü ş ü n m e y e başladım. Her gün bu meseleleri düşün­
mekten geceleri u y k u m kaçıyordu. B e n önemli değildim, bana
yapacakları da çok önemli değildi, denetlendiğimi biliyordum
ya artık tuzağa d ü ş m e m e y e çalışır, hatta onların tuzak kurma­
ları için bizzat fırsat yaratır, sonrasında da yapılanları her şe­
yiyle ortaya çıkarabilirdim. Fakat bu a d a m l a r başkalarına, bu
işleri hiç b i l m e y e n insanlara da aynı tuzakları kuruyor, herkesi
avlıyorlardı. B u n a engel olmak gerekliydi. K i m s e devleti ve dev­
letin imkânlarını kötüye kullanmamalıydı. H e r k u r u m denet­
lenir, yanlış olanlar mutlaka hatalarının karşılığını görmeliydi.
İstihbari d i n l e m e yasasına göre bu dinleme faaliyetlerinin her
k u r u m u n müfettiş ve üstlerince denetlenmesi gerekiyordu, bu
sistemi çalıştırmalıydım.

Önce r a n d e v u alarak İçişleri Bakanıyla g ö r ü ş m e k istedim,


zaten Sayın B a k a n bir defa beni y a n ı n a çağırdığında z a m a n za­
m a n uğrayıp bilgi v e r m e m i istemişti. Özel K a l e m M ü d ü r ü n d e n
randevu alarak gittim, d u r u m u kendisine anlattım. İstihbarat
Dairesinin k a n u n s u z c a dinleme yaptığım, hatta yalnızca beni
değil, birçok kişiyi dinlediğini, bu y ö n t e m l e binlerce insanın hu­
kuksuz olarak dinlendiğini, özellikle E m n i y e t G e n e l M ü d ü r l ü ğ ü

485
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

ve İçişleri Bakanlığı yöneticilerini isimler vererek dinlediklerini


söyledim. Eğer bu dinlemelerden Sayın B a k a n ' m haberi varsa
bu dinlemelerin normal olduğunu ama kendilerinin haberi yok­
sa bu kişilerin n e y e dayanarak bu kanunsuzluğu gerçekleştir­
diklerinin sorulması gerektiğini, yasaya göre önleme/istihbari
dinlemelerin denetlenmesi gerektiğini söyledim.
Sayın B a k a n Beşir Atalay "Ben niye dinleteyim, üstelik bu
işleri hiç de s e v m e m , " dedi ve sonra "O z a m a n biz burayı de­
netletelim," diye ekledi. Ben denetim için yazılı müracaatta bu­
lunabileceğimi belirttim. Bakanın her halinden bu tür işlemler­
den rahatsız o l d u ğ u belli oluyordu.
O sıralar E m n i y e t Genel M ü d ü r Yardımcıları Mustafa Gül­
cü ve Celal U z u n k a y a hakkında İzmir'de tahkikat başlatılmıştı.
Bakan Mustafa Gülcü'yü tanıyordu, bu olayın da benzeri bir
vaka o l d u ğ u n u anlattığımda, bakanın da söylediklerime inan­
dığım anladım.

İhbar ve Şikâyetlerim
Hakkımdaki dinlemeye ve bana kurulan tuzağa, daha da
önemlisi birçok kişiye kurulan bir kısmı neticeye varmış bir kıs­
mı hâlâ devam eden benzeri tuzaklara karşı bir şeyler yapma­
lıydım. İçişleri Bakanıyla görüştükten sonra olay yeri itibarıyla
İstanbul C u m h u r i y e t Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'den, ardın­
dan özel yetkili m a h k e m e n i n Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan
Çolakkadı'dan randevu aldım. Her ikisi de eskiden beri tanıdı­
ğım ve güvendiğim kişilerdi. Aykut Bey'i 1997 yılında Susur­
luk soruşturmasının savcısı olduğu tarihten, D G M başsavcılığı
yaptığı z a m a n l a r d a n tanıyordum. Turan Çolakkadı hemşerımle
de uzun süreden beri tanışıyorduk, ara sıra kendisini ziyaret
ediyordum. H e r ikisi de dürüst ve namuslu hukukçulardı.

İstanbul'a gittim. Önce Aykut Bey'i ziyaret etim. Belli oran­


da d u r u m u anlatıp hukuksuz dinlemeleri ve insanlara tuzak
kuran kişilerin olduğunu, bu tuzak kuran kişilerin kasıtlı tu-

486
2. Bölüm: C e m a a t

zağına düşüyor gözüküp onların tuzaklarını boşa çıkarmak


gerektiğini, b u n u n için izleme ve dinleme kararlarına ihtiyaç
d u y u l d u ğ u n u anlattım. Aykut Bey k a n u n u n bir tuzağı açığa
çıkarmak için dinleme ve izleme y a p m a y a i m k â n vermediğini,
ancak davacı olursam Fatih Savcılığının görevli olduğunu, ko­
n u n u n ona tevdi edileceğini söyledi. Ayrıca bu tür işlerin mer­
kezden d e n e t l e n m e s i n i n daha uygun olacağını da konuştuk.
Başsavcının kendisi de dinlenmişti, bunun izah edilecek hiçbir
tarafı yoktu, sistem cinnet geçiriyordu. Hangi delil, hangi ge­
rekçe ile başsavcı dinlenmişti.

Ardından T u r a n B e y i ziyaret ettim. O n a isimsiz ve hukuk­


suz istihbari/ ö n l e m e dinlemelerinin o l d u ğ u n u söylediğimde,
bu görevlerin kendi savcılıklarını doğrudan ilgilendirmediğini,
polis veya diğer istihbarat birimlerinin direk h â k i m l e m u h a t a p
olduğunu, buradaki suçların da kendi savcılıkları değil, normal
savcıları ilgilendirdiğini söyledi.
Sonra Ankara'ya geldim Başsavcı Hüseyin Poyrazoğlu ile
görüştüm. O da E r g e n e k o n Örgütü üyesi olmaktan İstanbul
Başsavcısı gibi dinlenmişti. K o n u ş m a sonunda o da böyle bir
tahkikatın A d a l e t Bakanlığı üzerinden gelmesi gerektiğinden,
bakanlığın t ü m bölgelerde araştırma başlatma imkânı olduğu­
nu söyledi. D ü ş ü n d ü m , doğruydu, idari olarak İçişleri ve Adalet
Bakanlıkları y a r d ı m etmez ise tahkikat zor olacaktı, savcılık­
lar tek başına fazla bir şey yapamayacaklardı. Yalnızca benim
olayım olsa kolaydı ama b e n i m bildiğim beş altı kişi haricinde
belki binlerce kişi bu şekilde dinleniyordu. Ayrıca diğer kurum­
ların da bu tür yasadışı dinlemeleri denetlenmeliydi. İlk başta
önce çıkan e m n i y e t istihbarat birimleri olmasına r a ğ m e n t ü m
kurumlara bakılmalıydı. Mülkiye ve polis başmüfettişlerince
Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı denetlenirse çok şey orta­
ya çıkacaktı. Sonra olay adliyeye intikal ederse daha iyi netice
alınabilirdi.

487
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

H e m e n bir dilekçe hazırladım. Adalet ve İçişleri Bakanlık­


ları, İstanbul A n k a r a Cumhuriyet Başsavcılıkları, İstanbul ve
Ankara Özel Yetkili Başsavcı Vekillikleri ve Fatih Cumhuriyet
Başsavcılığına ve Başbakanlığa verilmek üzere dağıtımlı ancak
bazı noktalarda birbirinden farklı dilekçelerdi.
Ö n c e idari silsile içerisinde Emniyet Genel M ü d ü r ü Oğuz
Kağan Köksal'dan 06.01.2010 tarihinde randevu aldım ve gi­
dip olayları anlattım. Cemaatin olduğu bilinen bazı gazeteler­
deki beni ö v ü c ü yayınları kast ederek "Ben de cemaatin senin
yıldızını parlatmaya çalıştığını z a n n e d i y o r d u m . " dedi. Daha
önce Sayın B a k a n l a ve savcılarla yaptığım görüşmeleri de kı­
saca özetledim. İstihbarat Daire Başkanlığının, Emniyet Genel
M ü d ü r Yardımcısı ve bazı daire başkanlarını k a n u n s u z olarak
dinlediğinden bahsettim. Kendisinin haberi ve bilgisi ile yapı­
lıyorsa b u n u n normal kabul edilebileceğini ama değilse suç
olduğunu, ayrıca bu kişilerin hangi sıfat ve hakla bunu yap­
tıklarının sorgulanması gerektiğini söylediğimde Genel M ü d ü r
dinlemelerden haberdar olmadığını ve bunu asla tasvip etmedi­
ğini dile getirdi. Ardından y a z d ı ğ ı m dilekçeyi kendisine verdim.
Okudu, " M a h i y e t i itibariyle aşırı suçlayıcı ifadeler var, bunlar
sıkıntı yaratır, b u n u biraz y u m u ş a t m a n lazım." dedi. Dilini bi­
raz y u m u ş a t a r a k göndereceğimi söyledim. Özel K a l e m M ü d ü r ü
Engin Kaya'ya kurye ile göndereceğimi, K a y a ' n m kendisine arz
edeceğini ifade ettim. Genel M ü d ü r de konuyla ilgili olarak İçiş­
leri Bakanıyla görüşeceğini söyledi.

Görev y e r i m olan Eskişehir'e d ö n d ü ğ ü m d e dilekçenin üslu­


bunu biraz d a h a y u m u ş a t t ı m . Kapalı bir zarf içinde özel kalem­
de görevli polisim R a m a z a n l a dilekçeyi g ö n d e r d i m . Genel M ü ­
dürün Özel K a l e m M ü d ü r ü Engin vasıtasıyla m a z r u f u m u Genel
Müdür'e intikal ettirdim. Dilekçem aynen şöyleydi:

488
2 Bölüm: C e m a a t

İÇİŞLERİ BAKANLIĞINA
(Emniyet Genel Müdürlüğüne)
ANKARA
Aldığım bilgilere göre, hakkımda komplo hazırlığında olan Emniyet İs­
tihbarat Teşkilatı içerisindeki bazı kişiler tarafından hakikat hilafına tanzim
edilen rapor, tutanaklara dayanan, tekliflerle sanki başka olaylar sebebiy­
le, başka kişiler dinlenmek isteniyormuş gibi gösterilerek, benim ve yakın
dostlarımın kullandığı telefonlar 07.11.2009 tarihinde İstanbul TCK 250
göre yetkilendirilmiş mahkemede alınan karar ile İstanbul Emniyet Müdür­
lüğü istihbarat Şubesince dinlenmeye başlanmıştır.
İstihbarat biriminin iç işleyiş biçimi ve dinleme sisteminin çalışma şekli
dikkate alındığında, bu durumun Merkezde istihbarat Daire Başkanlığın­
daki ilgili amirlerin bilgisi, hatta direktifleri olmaksızın yürütülmesinin müm­
kün olmadığı kanaatindeyim. .
Beni, ne amaçla kullandığımı ve telefon numarasını bilmelerine rağ­
men, farklı isimler yazılarak veya telefon numarasına değil, telefon maki­
nesinin IMEI numarası üzerinden müracaat ederek hâkime yalan ve yanlış
bilgiler vererek veya hâkimin de kendileri ile aynı fikirleri paylaştığından
yasal mevzuata aykırı olarak karar verdiği kanaatindeyim.
Bugüne kadarki memuriyet hayatımda hiçbir kanunsuz ilişki içerisinde
olmadım, tüm kamu hayatım kameraya çekiliyor gibi kabul edip, hiçbir anın­
da yüzümü kızartacak davranış içerisinde olmamaya gayret gösterdim.
Görevim ve bugüne kadarki çizgim nedeniyle belli çevrelerin hedefi
olabileceğimi düşünerek özel ilişkilerimde zaman zaman adıma kayıtlı ol­
mayan (yakın arkadaşlarım adına kayıtlı) telefonlar kullanmaktayım.
Hiç kimsenin numarasını bilmediği bu telefonlarda yalnız şahsi görüş­
meler ve bire bir irtibat kurulmaktadır. Emniyet İstihbarat biriminde mevcut
analiz sistemi kötü niyetle kullanılarak bu numaralar tespit edilip hedef ola­
rak seçilmektedir.
Dinlemenin amacı özel ilişkilerimle irtibatlarım hakkında bilgi alınıp
daha sonrasında komplo kurularak benim kamuoyundaki imajımı sarsma­
ya yöneliktir.
Bunu yapanlar basın mensuplarına, yakın gelecekte Hanefi Avcı'nın
imajını bozacak şeyler yapacağız demekten tereddüt bile duymamakta­
dırlar.

489
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

Emniyet Genel Müdürlüğü açısından istihbari dinlemeleri düzenleyen


2559 sayılı yasanın Ek 7 maddesine ek yapan 5397 sayılı yasanın son
fıkralarında aynen şöyle denmektedir:
(Ek fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Bu madde hükümlerine göre yürü­
tülen faaliyetler çerçevesinde elde edilen kayıtlar, birinci fıkrada belirtilen
amaçlar dışında kullanılamaz. Elde edilen bilgi ve kayıtların saklanmasın­
da ve korunmasında gizlilik ilkesi geçerlidir. Bu fıkra hükümlerine aykırı
hareket edenler hakkında, görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş
olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır.
(Ek fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Hâkim kararları ve yazılı emirler,
Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat Dairesi Başkanlığı görevlilerince ye­
rine getirilir, işlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın
kimliği bir tutanakla saptanır.
(Ek fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Bu maddede yer alan faaliyetlerin
denetimi, sıralı kurum amirleri, Emniyet Genel Müdürlüğü ve ilgili ba­
kanlığın teftiş elemanları (...),1» tarafından yapılır.(1)
(Ek fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Bu maddede belirlenen usul ve
esaslara aykırı dinlemeler hukuken geçerli sayılmaz ve bu şekilde dinleme
yapanlar hakkında 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hü­
kümlerine göre işlem yapılır.
Bu şekilde sahte ve gerçeğe aykırı rapor ve evrak tanzim edenler,
adli makamlara kasıtlı yanlış bilgi vererek karar alanlar, komplo hazırlama
içerisinde olanlar, hukuka aykırı biçimde dinleme, izleme yapanların tüm
suçlarını maddi delillerle ortaya çıkarmak mümkündür. Bunun için;
1- En başta hakikat hilafına gerekçeler göstererek İstanbul 250. mad­
de ile yetkilendirilen mahkeme hâkimliğinde 07.11.2009 tarihinde aldıkları
kararı; ilgili mahkeme hâkiminden, İstanbul istihbarat Şubesinden, istihba­
rat Daire Başkanlığından, TİB'den temin etmek mümkündür.
Yasa gereği bu kararları ve dinleme ile ilgili tutanakları denetim için ha­
zır bulundurma mecburiyeti vardır. Bu kararda birden fazla IMEI veya tel no
hakkında karar alınmış ise benim hakkımda alınan karar 531-73070** veya
531-73070** nolu telefon veya bu telefonun takılı olduğu 356423023390090
veya 354180034086415 nolu IMEI numarasına, ayrıca arkadaşım Necdet
Kılıç'ın 531-74287** nolu telefonu veya takılı olduğu 359740001170330
nolu IMEI numarası hakkında karar alındığı görülecektir.

490
2. Bölüm: C e m a a t

2- Dinleme karan alınan bu telefonların HTS raporu incelenirse (bu


işi yapanlar her zaman bu bilgileri inceleme imkânına sahiptirler.) 5 3 1 -
73070** ve 531-73070** nolu telefonların konuşmaya açıldığı ilk günden
bu yana, yalnız bire bir, iki telefonun karşılıklı görüşme ve mesajlaşması
olduğu ve bu telefonlara kararı almak için müracaat eden istanbul İstihba­
rat Şubesinin görev alanında olmadıkları görülecektir.
3- İstanbul İstihbarat Şubesinde ve İstihbarat Daire Başkanlığında de­
vam eden dinleme kayıtlarına bakılırsa bu telefon ve makinenin benim
tarafımdan kullanıldığı, yalnız benim mesaj ve sesimin olduğu, istihbarat
biriminin dinleme kararı almak için tanzim ettiği rapor, yazı vs. ile hiç alaka­
sı olmayan konular olduğu, tamamen özel olan bu konuların nasıl yalan ve
düzmece yazılarla dinleme gerekçesi oluşturulduğu, iddia ettikleri konuyla
hiçbir alakasının olmadığı, mevzuata aykırı olarak karar alındığı/verildiği
de görülecektir.
Esasen uzun süreden beri istihbarat Daire Başkanlığının başta Em­
niyet Genel Müdürlüğü yöneticileri olmak üzere, bazı kamu görevlilerinin
veya yakınlarının konuyu düzenleyen mevzuata aykırı istihbarı dinleme
kararları alarak, kanunsuz olarak dinlendikleri, daha sonra buradan elde
ettikleri bilgileri kötü niyetli olarak kullandıkları, ortaya çıkan emarelerden
anlaşılmaktadır.
Sorunun asıl kaynağı 2559 sayılı yasanın ek 7. maddesinde ( (Ek
fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Bu maddede yer alan faaliyetlerin denetimi,
sıralı kurum amirleri. Emniyet Genel Müdürlüğü ve ilgili bakanlığın
teftiş elemanları (...) m tarafından yapılır.<1)) şeklindeki Emniyet İstih­
barat dinleme sisteminin denetlenmesi hükmü olmasına rağmen, denet­
lenmemesinden dolayı keyfilik içerisinde kullanılmasıdır.
Yasa gereği denetlemekle sorumlu olan makamlar veya atanacak mü­
fettişler tarafından İstihbarat Daire Başkanlığı ve İstanbul İstihbarat Şube
Müdürlüğünün istihbari amaçlı aldığı kararlar denetlendiğinde; Emniyet
Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığının haberi olmaksızın Genel Müdür­
lük ve Bakanlık, hatta başka bakanlıkların yöneticilerinin makam veya ad­
larına kayıtlı olan telefonları veya telefonlarının IMEI numaralan bazen de
başka isim ve adlar ile dinlendiği görülecektir.
Daha önemlisi devlet arşivlerinin ve terörle mücadele amaçlı oluştu­
rulan bilgi bankaları, veri analizleri ve telefon detay görüşme analizlerinin

491
Haliç'te Yaşayan Simonlar

kötü niyetli kullanıldığına dair ciddi emareler vardır. Bu durum yakın za­
manda yaşanan olaylarla da teyit edilmektedir.
Bugün bu olayda maddi deliller vardır ve araştırılır ise yalnız hakkım­
da yapılan kanunsuz dinlemeler değil, tüm diğer kişiler hakkında yapılan
kanunsuz izleme ve dinlemelerin delillerini bulmak mümkündür. Bunu
yapan kişiler hakkında davacı ve şikâyetçiyim, adli ve idari olarak hakla­
rında kanuni işlemlerin yapılmasını, hukuka aykırı olarak verilen kararlar
ve verenler hakkında kanunun gereğinin yapılmasını arz ve talep ederim.
06.01.2010
Hanefi AVCI
(imza )
Eskişehir Emniyet Müdürlüğü
Tel özel : 0505-217**** 1 ve 0532-436"**
İş : 0-222-230**** - 233**** ve 0505-826****
e-mail: hanefiavci@yahoo.com

Bu dilekçeyi göndermemden sonra, müfettişlerin atanıp


olaya el konulacağı kadar bir süre bekledikten sonra Adalet
Bakanı Sadullah Ergin'den randevu alıp, 12.01.2010 tarihin­
de sabah erkenden ziyaretine gittim. O n a da d u r u m u anlattım.
Bakan dinlemeler konusuna hâkimdi, isimsiz dinleme olama­
yacağını söyledi. Ben ısrar edince Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığı'nda (TİB) başkan Fethi Şimşek'i teflonla aradı, ko­
nuyu ona sordu. Konuşmaları ben de duyuyordum, TİB başka­
nı Fethi Bey adli dinlemelerde isimsiz dinlemenin olmadığını,
olanlara da itiraz ettiklerini ancak istihbari dinlemelerde çok
miktarda isimsiz dinleme olduğunu söyledi. Adalet Bakanı beni
geçmişimden dolayı da sevdiğini anlatıp, dilekçe vermeden ve
adım geçmeden de denetleme yapılabileceğini, dilekçemi geri
alabileceğimi ifade etti. Benim adımın yıpranmasını istemiyor­
du. Ben "Hayır, mahzuru yok, dilekçem işleme konsun," diye

1 Gizlilik a m a c ı y l a orijinal belgede a ç ı k ç a belirtilen telefon n u m a r a l a r ı n ı n son dört


hanesi gizlenmiştir.

492
2. Bölüm: Cemaat

karşılık v e r d i m . Sonra bu isimsiz istihbari dinleme sisteminin


nasıl çalıştığı, tüm h u k u k s u z dinlemelerin ortaya çıkarılması
için nasıl h a r e k e t edilmesi gerektiğini anlatan bir not olursa işe
yarayacağını söyleyince bu notu hazırlayıp özel k a l e m e gönde­
rebileceğimi belirttim. Ayrıca dilekçemin işleme k o n m a s ı n ı da
istediğimi dile getirdim çünkü gizli saklı ihbarda bulunan bir
kişi olarak g ö z ü k m e k istemiyordum, yanlış doğru ne ise açık­
ça y a p m a l ı y d ı m . K e n d i m i saklayarak bunu y a p a r s a m rahatsız
olurdum, k o r k t u ğ u m , kişiliğimden ödün v e r d i ğ i m hissine ka­
pılıyordum, b u n u n için a d ı m ve i m z a m l a şikâyetçi olmalıydım.
Bunun ne d e m e k olduğunu çok iyi biliyordum, şikâyet ettikle­
rimin çoğu eski arkadaşlarımdı, ayrıca b u n u n ne riskler taşıdı­
ğını, hayatımın b u n d a n sonrasını zehir edeceğini hiç kimsenin
bilmeyeceği k a d a r farkındayım a m a yine de y a p m a l ı y d ı m .

Dilekçem İçişleri Bakanlığına (Emniyet. Genel Müdürlüğüne)


verdiğimin aynısı gibiydi ama biraz farklılıklar vardı. En önemli
farklılık İçişleri Bakanlığına verdiğimde dilekçede Emniyet İstih­
barat Dairesinin denetlenmesini talep ederken, Adalet Bakanlı­
ğına verdiği bu dilekçede hukuka aykırı karar veren hâkimlerden
davacı o l d u ğ u m u belirterek, bunlar için adalet müfettişi görev­
lendirilmesini ve ayrıca bu olayın tahkiki için İstanbul ve Ankara
savcılıklarına dosyanın gönderilmesini talep etim.

Dilekçem aynısı ile aşağıdaki gibiydi:

ADALET BAKANLIĞINA
ANKARA
Kesin olarak aldığım bilgilere göre; hakkımda komplo hazırlığında
olan emniyet içerisindeki bazı kişiler tarafından hakikat hilafına tanzim edi­
len rapor, tutanak, ihbarlar dayanak gösterilerek, sanki başka olaylar ve
başka kişiler dinlenmek isteniyormuş gibi, benim ve yakın dostlarımın kul­
landığı telefonlar 07.11.2009 tarihinde istanbul TCK 250 göre yetkilendiril­
miş mahkemenin hâkiminden alınan karar ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü
İstihbarat Şubesince dinlenmeye başlanmıştır.

493
Haliç'te Yaşayan Simonlar

İstihbarat Biriminin iç işleyiş biçimi ve dinleme sisteminin çalışma şekli


dikkate alındığında, bu durumun Merkezde istihbarat Daire Başkanlığın­
daki ilgili amirlerin bilgisi, hatta direktifleri olmaksızın yürütülmesinin müm­
kün olmadığı kanaatindeyim.
Beni, ne amaçla kullandığımı ve telefon numarasını bilmelerine rağ­
men, farklı kişi ismi yazılarak ve telefon numarasına değil telefon makine­
sinin IMEI numarası üzerinde yasal mevzuata aykırı olarak hâkimce karar
verildiği, bu karar mevzuata aykırıdır.
Konuyu düzenleyen mevzuata göre;
(Ek fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Kararda ve yazılı emirde, hakkın­
da tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, kullandığı
telefon numaraları veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren ko­
dundan belirlenebilenler ile hâkim ... karar verebilir, denmesine rağ­
men mahkemelerden isimsiz, numarasız, ne amaçla verildiği açıklan­
mayan, keyfiliğe zemin hazırlayan kararlar verildiği, bu durumun alenen
hukuka aykırılık teşkil ettiği kanaatindeyim.
Bugüne kadarki memuriyet hayatımda hiçbir kanunsuz ilişki içerisinde
olmadım, tüm kamu hayatım kameraya çekiliyor gibi kabul edip, hiçbir anın­
da yüzümü kızartacak davranış içerisinde olmamaya gayret gösteriyorum.
Görevim ve bugüne kadarki çizgim nedeniyle belli çevrelerin hedefi
olabileceğimi düşünerek, özel dost ve arkadaşlarımla ilişkilerimde zaman
zaman adıma kayıtlı olmayan (yakın arkadaşlarım adına kayıtlı) telefonlar
kullanmaktayım.
Dinlemenin amacı özel ilişkilerimle irtibatlarım hakkında bilgi alınıp
daha sonrasında komplo kurularak oradan benim kamuoyundaki imajımı
sarsmaya yöneliktir. Bunu yapanlar basın mensuplarına, yakın gelecekte
Hanefi Avcı'nın imajını bozacak şeyler yapacağız demekten tereddüt bile
duymamaktadırlar.
Emniyet Genel Müdürlüğü açısında istihbarı dinlemeleri düzenleyen
2559 sayılı yasanın ek 7 maddesine ek yapan 5397 sayılı yasanın son
fıkralarında aynen;
(Ek fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Bu madde hükümlerine göre yürü­
tülen faaliyetler çerçevesinde elde edilen kayıtlar, birinci fıkrada belirtilen
amaçlar dışında kullanılamaz. Elde edilen bilgi ve kayıtların saklanmasında
ve korunmasında gizlilik ilkesi geçerlidir. Bu fıkra hükümlerine aykırı ha-

494
. . . 2 . Bölüm: Cemaat

reket edenler hakkında, görev sırasında veya görevden dolayı işlen­


miş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır.
(Ek fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Hâkim kararları ve yazılı emirler,
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevlilerince ye­
rine getirilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın
kimliği bir tutanakla saptanır.
(Ek fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Bu maddede yer alan faaliyetlerin
denetimi, sıralı kurum amirleri, Emniyet Genel Müdürlüğü ve ilgili bakanlı­
ğın teftiş elemanları (...) ( 1 ) tarafından yapılır.(1»
(Ek fıkra: 3/7/2005 - 5397/1 md.) Bu maddede belirlenen usul ve
esaslara aykırı dinlemeler hukuken geçerli sayılmaz ve bu şekilde dinleme
yapanlar hakkında 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
hükümlerine göre işlem yapılır.
Bu şekilde sahte ve gerçeğe aykırı rapor ve evrak tanzim edenler,
adli makamlara kasıtlı yanlış bilgi vererek karar alanlar, komplo hazırlama
içerisinde olanlar, hukuka aykırı biçimde dinleme, izleme yapanların tüm
suçlarını maddi delillerle ortaya çıkarmak mümkündür. Bunun için;
1- En başta hakikat hilafına gerekçeler göstererek İstanbul 250. mad­
de ile yetkilendirilen mahkeme hâkimliğinde 07.11.2009 tarihinde aldıkları
kararı; ilgili mahkeme hâkiminden, İstanbul İstihbarat Şubesinden, istihba­
rat Daire Başkanlığından, TİB'den temin etmek mümkündür.
Yasa gereği bu kararları ve dinleme ile ilgili tutanakları denetim için
hazır bulundurma mecburiyeti vardır. Bu kararda birden fazla IMEI veya tel
no hakkında karar alınmış ise benim hakkımda alınan karar şu an bende
mevcut ve kullandığım 531-73070** veya 531-73070** nolu telefon veya
bu telefonun takılı olduğu 356423023390090 veya 354180034086415 nolu
telefonun IMEI numarasına, ayrıca arkadaşım Necdet Kilisin 531-74287**
nolu telefonu veya takılı olduğu 359740001170330 nolu IMEI numarası
hakkında karar alındığı görülecektir.
2- Dinleme kararı hukuka aykırı olarak verilmiştir, yasal şartlara haiz
değildir. Bu şekilde verilen kararlar ile kişilerin özgürlükleri tehdit altına
alınmakta olup, bu tür kararların, veren kişilerin ve sorumluluğun tespiti
için adalet müfettişleri marifetiyle soruşturma yapılması ve bu soruşturma
sonunda suç işlediği belirlenen ilgililer hakkında resen C.savcıları tarafın­
dan tahkikat açılmasında zaruret vardır.

495
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Verilen karardaki bu telefonların HTS raporu incelenirse (bu işi yapan­


lar her zaman bu bilgileri inceleme imkânına sahiptirler.) 531-73070** ve
531-73070** nolu telefonların konuşmaya açıldığı ilk günden bu yana yal­
nız bire bir iki telefonun karşılıklı görüşme ve mesajlaşması olduğu ve bu
telefonlar, kararı almak için müracaat eden İstanbul İstihbarat Şubesinin
görev alanında olmadığı görülecektir.
Esasen uzun süreden beri başta Emniyet Genel Müdürlüğü yönetici­
leri olmak üzere bazı kamu görevlilerini veya yakınlarının, hakikat hilafına
oluşturulan rapor ve tutanaklara dayanarak bu konuyu düzenleyen 2559
sayılı yasanın ek 7. maddesine 3.07.2005 tarih ve 5397 S.K birinci mad­
desi ile eklenen hususlara aykırı olarak istihbari dinleme kararları alarak
kanunsuz olarak dinlendiği, daha sonra burada elde edilen bilgileri kötü
niyetli olarak kullanıldığı ortaya çıkan emarelerden anlaşılmaktadır.
Sorunun asıl kaynağının istihbarat birimlerinin önleme dinleme karar­
larının 250. madde ile yetkili hâkimlerce usule uygun olmadan verilmesi,
kişilerin numaralarına değil telefon makinesinin IMEI numarası gibi kim­
senin bilmediği, gizlemeye elverişli veriler üzerinde verilmiş olmasından
kaynaklanmaktadır. Halbuki bu IMEI numaralı telefonlar hangi numarada
kullanılmaktadır diye araştırılıp öğrenilmesi mümkün iken, bu yapılmayıp
gizlice devlet yöneticileri dahil herkesin kolayca dinlenmesine imkân sağ­
lanmaktadır ve bu yöntemin çok yaygın olarak kullanıldığı ortaya çıkan
emarelerden anlaşılmaktadır.
5397 sayılı yasa ile tanınan istihbari dinleme kararları, gizlilik gerekçe­
si ile denetlenmediğinden keyfilik yaratmaktadır. Bu kanunsuz dinlemeler,
yıllar sonra da, her zaman ortaya çıkarılıp, ilgilileri hakkında işlem yapmak
mümkün olduğu gibi, alınan kararlar ve dinleme bilgilerinin santraller dahil
birçok yerde kayıtları olduğundan tüm izlerin silinmesi mümkün değildir.
Bu gün bu olayda maddi deliller vardır ve araştırılır ise yalnız hakkım­
da yapılan kanunsuz dinlemeler değil, tüm diğer kişiler hakkında yapılan
kanunsuz izleme ve dinlemelerin delillerini bulmak mümkündür.
Bunu yapan kişiler hakkında davacı ve şikâyetçiyim, verilen kararların
adli olarak incelenmesini, hukuka aykırı davranan tespit edilecek kişiler
hakkında kanuni işlemlerin yapılmasını, kanuna aykırı olarak, yasal un­
surları taşımayan, numarasız, isimsiz verilen dinleme kararları ve ve­
renler hakkında kanuni gereğinin yapılmasını, bu işlemler için adalet mü-

496
2. Bölüm: Cemaat

fettişi görevlendirilmesini, ayrıca istanbul ve Ankara C.Başsavcılıklarına


konunun araştırılması için bildirimde bulunulmasını arz ve talep ederim.
12.01.2010
Hanefi AVCI
(imza )
Eskişehir Emniyet Müdürlüğü
Tel özel : 0505-217**** 2 ve 0532-436****
Tel iş: 0505-826****
İş : 0-222-230**** ve 233****
e-mail: hanefiavci@yahoo.com

Dilekçeyi verip Eskişehir'e d ö n d ü m . H u k u k s u z olarak ya­


pılan ö n l e m e dinlemelerinin nasıl ortaya çıkarılacağını anlatan
notu y a z d ı m ve kapalı zarfla Adalet B a k a n ı n a verilmek üzere
Bakanın Özel K a l e m M ü d ü r ü n e yine polis R a m a z a n ile bir gün
sonra g ö n d e r d i m .
Bu not olayı biraz daha ayrıntılı açıklayacak şekilde İstih­
bari Amaçlı Ö n l e m e Dinlemeleri ile İlgili Sorunlar başlıklıydı.
Aynısı ile aşağıdaki gibi idi:

İstihbari Amaçlı Önleme Dinlemeleri ile İlgili


Sorunlar
1- Dinlenmek istenen kişiler, kamuoyunda bilinen, adlan duyulan şa­
hıslar ise isimleri yanlış yazılarak, başkaları adına karar alınıp dinleme
yapılmaktadır. Hiç kimse bu telefon bu isme kayıtlı mıdır diye kontrol et­
memektedir, bu boşluktan yaralanan kötü niyetli kişiler kanunsuz dinleme
yapmakta ve buradan elde edilen bilgiler şantaj vb. başka amaçlarla kul­
lanılmaktadır.
2- Telefon numarasına değil, numarayı bilmelerine rağmen telefon
makinesinin IMEI numarası üzerinden karar alınmaktadır. Hiç kimse kul­
landığı telefonun IMEI numarasını bilmediğinden tüm devlet yetkilileri dahil
herkesin bu şekilde dinlenme imkânı vardır, zaten bir süre sonra telefon

2 Gizlilik a m a c ı y l a orijinal b e l g e d e a ç ı k ç a belirtilen telefon n u m a r a l a r ı n ı n son dört


hanesi gizlenmiştir.

497
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

makineleri eskiyip değiştirildiğinden, kimin kimi dinlediğinin anlaşılması


mümkün değildir.
Bezen hiç isim, telefon numarası dahi yazmadan kanuni şartları taşı­
mayan sadece IMEI numarası üzerinden dinleme kararları alınmaktadır.
3- Önleme dinlemelerinde kanunun "..hakkında tedbir uygulanacak
kişinin kimliği, iletişim aracının türü, kullandığı telefon numaraları
veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodundan belirlenebi­
lenler ile hâkim ... karar verebilir" dendiğinden illegal terörist örgütleri
takip için kolaylık olarak verilen bu inisiyatiften istifade ile dinlenmek is­
tenen kamuoyunca tanınan kişilerin kimlikleri, telefon numaraları vs. her
şey bilinmesine rağmen isimsiz, numarasız, hatta yalnız makine numarası
üzerinden kararlar alınmaktadır. Hâkimler çok miktarda isimsiz dinle­
me kararı vermektedir. Herkesin bu yöntemle kanunsuz olarak dinlenme
imkânı vardır.
4- Kanunsuz olarak denetlenmek istenen kişilerin önce telefonlarının
HTS raporları incelenip kimlerle özel ilişkilerinin olduğu tespit edilip, sonra
bu numaralar aynı şekilde makine numarası IMEI üzerinden dinlenerek
kişilerin özel hayatlarına ait bilgiler toplanıp kullanılmaktadır.
5- istihbarat birimlerinin elinde bulunan veri bankaları, telefon detay­
lar;, toplu HTS raporları vs. bilgiler hukuksuz dinlemeden elde edilen bilgi­
lerle birleştirilerek kişilerin özel hayatları ile ilgili önemli sırlara ulaşılıp kötü
niyetli kullanıldığına dair emareler vardır. Bu şekilde daha sofistike yön­
temlerle elde edilen bu bilgilerin denetimsiz, kim oldukları belli olmayan
kişilerce ve kötü kullanımının sıradan insanların hayatlarını karartmada
kullanılmasının önü alınmalıdır, bu gün yapılanların bir kısmını anlamakta
bile zorlanılmaktadır, gelecekte mani olmak çok zor olacaktır.
6- Önleme dinlemelerinde kullanılan sahte mahkeme kararı olup olma­
dığının araştırılmasında fayda vardır. Bazı kararların şekline göre hâkimler
tarafında verilemeyecek vasıf ve nitelikte olduğu değerlendirilmektedir.
7- Önleme dinlemelerini yapan kişiler ve dinleme kayıtlarının mevzu­
ata göre Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve MİT
yetkililerinin üst amirleri, müfettişler, ilgili bakanlığın müfettişlerince denet­
lenmesi gerekir iken bu güne kadar denetlenmediğinden dolayı keyfi bir
ortam yaratılmakta olup çok sayıda kişi kanunsuz olarak dinlenmektedir.

498
2. Bölüm: C e m a a t

8- Kanunsuz olarak yapılan dinlemelerde elde edilen bilgiler birçok


kişi ve yetkili için tehdit, şantaj ve ekonomik çıkar amaçlı kullanıldığına dair
ciddi emareler vardır.
Bu durumu önlemek için;
Öncelikle TİB Başkanlığında yapılacak bir çalışma ile, 2007 yılından
bu yana
1- Telefon IMEI numarası üzerinden alınan kararlardaki IMEI noları
2- isimsiz telefon numaraları üzerinden alınan kararlardaki
numaraların kimlere ait oldukları belirlenip gerçeğinden
farklı olarak yazılıp alınan kararlarla ilgili olarak (hangi te­
lefonun kimin tarafında kullanıldığının istihbarat birimleri­
nin elindeki bilgilere göre tespit edilememesi imkânsızdır.)
1- isimleri bilinmesine rağmen isimsiz yapılan sadece IMEI
ile dinleme taleplerinin,
2- Kasıtlı yanlış verilen isimlerin,
3- Kamu görevlisi olduğu, her türlü faaliyetleri bilindiği hal­
de, sanki ideolojik veya başka örgüt mensubu gibi göste­
rilen kişilerin,
4- Üst düzey kamu görevlilerinin, özellikle İçişleri Bankalı-
ğı ve Emniyet Genel Müdürlüğü yöneticilerinin Bakan ve
Genel Müdürden habersiz dinlemelerin,
5- Gösterilen önleme dinleme kararlarının, hâkim kararı
olup olmadığının,
ilgili kurumların güvenilir müfettiş grupları, c. savcıları marifetiyle araş­
tırılmasında fayda vardır.
Dinleme kararı alırken istihbarat birimlerinin hazırlayıp hâkime sun­
dukları yazı ve raporlarda örgüt mensubu, organize, uyuşturucu vs. faali­
yetleri demelerine rağmen dinlenen telefonların alakasız kişilere ve özel­
likle kamu görevlileri ve özel ilişkilere ait olanların hukuksuz, özel amaçlı
olduğu anlaşılacağından ilgilileri hakkında işlem yapılmalıdır.
Şu kesindir ki yapılacak incelemede; başka kişiler ve örgütler adına
denerek isimsiz, yalnız makine numarası IMEI üzerinden karar alınarak,
dinlenen kişilerin çok fazla olduğu ortaya çıkacaktır.
Sonra adalet müfettişleri marifetiyle dinleme kararlarının kanuna
uygunluğu araştırılmalı ve sahte veya kanuna uygun olmayan kararlarla

499
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

ilgili olarak işlem yapılmalı, bu konuda gerekiyorsa mevzuat düzenlemesi


yapılmalıdır.
Ayrıca önleme dinlemelerinin kanundaki terör örgütleri, casusluk gibi
çok özel kişileri izlemek için konan dinlemek istenen telefonla ilgili temin
edilebilen bilgiler üzerine de dinleme karar verilmesi kolaylıkları, kötü ni­
yetle, tehdit, şantaj vs. amaçlarla kullanılma ihtimaline binaen Adalet Ba­
kanlığınca istihbari dinleme yapan kurumlara resmi yazı yazılarak kurum
amirleri ve müfettişlerce bu dinleme sistemlerinin denetlenmesi usul haline
getirilmelidir.

Hukuka aykırı olarak dinlendiğini değerlendirdiğimiz telefonlar


İstanbul'da yapılan kanunsuz dinlemelere örnekler:
0531-73070** - 0531-73070** İstanbul Emniyet Müdürlüğü istihbarat
birimince Hanefi Avcı'yla ilgili olarak 07/11/2009 tarihli istanbul 250. madde
ile yetkili mahkeme hâkiminden alınan hâkim kararı ile 356423023390090
IMEI üzerinden dinlenmekte olup aslında bu telefonları kimin kullandığının
bilinmesine rağmen başkası adına İMEI numarasına göre karar alınmıştır.
Ayrıca İstanbul'da bile kullanılmamaktadır. Gerçek Kullanıcısı H. AVCI
0531-74287** nolu (Necdet Kılıca ait olup 359740001170330 IMEI
üzerinden aynı kararla) ancak Hanefi AVCI'dan dolayı dinlenmekte olup
arkadaşına aittir.

Ankara'da yapılan kanunsuz dinlemelere örnekler:


Sabri UZUN Emniyet Genel Müdürlüğünde 1.Sınıf Emniyet Müdürü.
Hüseyin ÖZALP Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanı.
Mustafa AYDIN Sakarya Eski Emniyet Müdürü
Namık DEMİR Nüfus Vatandaşlık İşleri Genel Müdür Yardımcısı
Daha birçok bakanlık üst düzey yöneticisi, içişleri Bakanının ve Em­
niyet Genel Müdürünün bilgisi dışında, Ankara istihbarat Daire Başkanlığı
tarafından hukuksuz olarak telefon IMEI ve başka isimler adına alınmış ka­
rarlarla uzun süredir (en az 2 yıl öncesinden başlayarak) dinlenmektedir.
Konuyu Düzenleyen 03/07/2005 tarihli 5397 S.K. ilgili kanunlarda de­
ğişiklik yapan mevcut mevzuatımıza göre;
.... Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi ha­
linde tedbir derhal kaldırılır. Bu halde dinlemenin içeriğine ilişkin kayıtlar

500
2. Bölüm: Cemaat

en geç on gün içinde yok edilir; durum bir tutanakla tespit olunur ve bu
tutanak denetimde ibraz edilmek üzere muhafaza edilir.
.... Bu maddede yer alan faaliyetlerin denetimi, sıralı kurum amirle­
ri, ... ve ilgili bakanlığın teftiş elemanları (...) (1> tarafından yapılır. <1>

Bu fıkra hükümlerine aykırı hareket edenler hakkında, görev sıra­


sında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcıların­
ca doğrudan soruşturma yapılır.

Bu maddede belirlenen usul ve esaslara aykırı dinlemeler hukuken


geçerli sayılmaz ve bu şekilde dinleme yapanlar hakkında 26.9.2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre işlem yapılır.

Hâkim kararları ve yazılı emirler, görevlilerince yerine getirilir.


işlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir
tutanakla saptanır.
denmektedir.

Not bu şekilde bitiyordu.


Bu işin zorluğu ve aynı yöntemlerin Ergenekon ve benze­
ri tahkikatlarda askeri kademedeki kişilere yönelik olarak uy­
gulandığı için tahkikatların şaibe altında kalması ihtimali ne­
deniyle bende işin üzerine tam olarak gidilemeyeceği şüphesi
oluşmuştu. B u n u n için B a ş b a k a n a ulaşmalı, bu kanunsuz din­
lemeleri ve insanlara tuzak kuranları anlatmalıydım. Doğrudan
B a ş b a k a n l a konuşmak istemiyordum, b u n u n için en güzel ara­
cı Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala idi. Müsteşarla konuşmak
için randevu ayarlamaya çalıştım. Sonunda eskiden beri tanı­
dığım Başbakanlık Müsteşarından randevu aldım ve ona bil­
diklerimi anlattım. İstihbarat biriminin yaptığı kanunsuzluğu,
birçok kişiyi b a ş k a kişilerin adıyla, isimsiz IMEIİ numarasıyla
dinlediklerini, hatta ikimizin de müşterek dostu olan kişilerden
isimler vererek dinlenen daire başkanı, genel m ü d ü r rütbesin-
deki kişileri anlattım. Son soruşturmaların şaibe altında kal­
maması için k o n u n u n gerektiği gibi denetlenemeyeceği kaygı-

501
Haliç'te Yaşayan Simonlar

sim taşıdığımı, d u r u m u Başbakana aktarması gerektiğini ifade


ettim. Sayın Müsteşar meseleyi İçişleri Bakanıyla görüşeceğini
söyleyince, bakanla görüştüğümü, k o n u n u n B a ş b a k a n a anla­
tılması gerektiğini dile getirdim.
Sonuç olarak, b e n i m üzerime düşen görevi, sistemin hare­
kete geçmesi için elimden gelen her şeyi yaptığımı, kesin mad­
di delillerin n e r e d e n bulunacağını gösterdiğimi, kısa sürede
müfettişlerin harekete geçtiğini, yakında müfettişlerin davacı
olarak benim de ifademi alacaklarını, diğer y a n d a n adalet mü­
fettişlerinin h u k u k a aykırı kararlar veren hâkimler hakkında
tahkikata başladığını, Adalet Bakanlığının şikâyetimi iletmesi
üzerine A n k a r a ve İstanbul savcılarının harekete geçtiğini dü­
ş ü n ü y o r d u m . Oysaki öyle olmamıştı.

Daha sonra İçişleri Bakanına bu konuda yaptıklarımı an­


latmak, bilgi v e r m e k üzere kendisinden bir iki defa randevu is-
tedimse de c e v a p a l a m a d ı m .
28.01.2010 tarihinde Ankara'da tüm İl E m n i y e t Müdürleri­
nin katılımı ile Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü n c e bir toplantı ter­
tiplenmişti. T o p l a n t ı y a ara verildiğinde Emniyet Genel Müdürü
Oğuz Kaan Koksal'ın beni g ö r m e k istediğini ö ğ r e n d i m . Toplantı
yapılan binanın üst katındaki bir odada kendisiyle görüştü­
ğ ü m ü z d e , b a n a "Dilekçeni iade ediyoruz, müfettiş incelemesi
yaptıramıyoruz çünkü bir defa müfettişler görevlendirilir ise
kontrol edilemeyebilir, her şeyi araştırabilirler, b u n d a n dolayı
b a k a n dilekçenin iadesini istedi, ben de geri v e r i y o r u m . " dedi
ve zarfı bana verdi. B u n u n o l a m a y a c a ğ ı m , dilekçenin işleme
konmasını istediğimi söyleyerek ısrar ettimse de alamayacağı­
nı, istiyorsam bakana b e n i m v e r m e m i söyledi.

Dilekçemi iadeli taahhütlü olarak gönderebilirdim a m a de­


netlemek istemeyen bir idareye ısrarla dilekçe v e r m e n i n ne ma­
nası olacaktı. Başta h e m bakan h e m de genel m ü d ü r meselenin
ü s t ü n e gidip k o n u y u d e n e t l e m e k istiyorlardı, hatta bakan doğ­
rudan müfettiş gönderip denetletelim deyince ben yazılı dilekçe

502
2. Bölüm: Cemaat

vererek işi kolaylaştıracağımı söyleyip dilekçe vermiştim. A m a


şimdi İçişleri Bakanı denetim y a p m ı y o r d u , bakanı durduran
kim ve ne olabilirdi, başbakandan başka k i m olabilirdi ki?
Belki B a ş b a k a n gerçeği tam bilmiyordu, son d ö n e m Ergene­
kon operasyonları ve bu operasyonları gerçekleştirenler b e n i m
şikâyetimle şaibe altında kalır tereddüdü taşıyarak tahkikatı
d u r d u r m u ş t u . Olayın aslını bilse, devletin bir cemaatin eline
g e ç m e y e başladığı, ilerde telafisi m ü m k ü n o l a m a y a c a k sıkıntı­
ların çıkacağı anlatılırsa inceleme yaptırabileceği düşüncesiyle
son bir kez m e s e l e n i n etraflıca kendisine anlatılmasına çalış­
m a y a karar v e r d i m .
B a ş b a k a n ' m y ü z d e yüz güvendiği, kafası çalışan, sır sak­
layabilecek ve ona anlatacaklarımı kesinlikle başbakana akta­
racağına i n a n d ı ğ ı m Baş Danışman'a olayı anlattım. Kendisini
ikna edecek notlar okuttum ve k o n u n u n ciddiyetini, cemaatin
nerelere k a d a r sızdığını, neler yaptığını, ülkenin güvenliğinin ve
insanların özgürlüklerinin tehlikede o l d u ğ u n u anlatmaya çalış­
tım. Aradan z a m a n geçmesine r a ğ m e n hareket görmeyince bu
kitabın bir an önce yazılması gerektiğine inanıp y a z m a y a karar
verdim.

Bu arada Adalet Bakanlığındaki dilekçeme ne yapıldığıyla


ilgili bilgi beklerken, İl Savcılığından Adalet Bakanlığına yaptı­
ğım 12.01.2010 tarihli müracaat dilekçesinin 25.03.2010 tari­
hinde işleme k o n d u ğ u n u dair tebligatı 31.03.2010 günü aldım.
80 gün d i l e k ç e m işleme k o n m a d a n bekletilmişti. K i m , niçin di­
lekçemi işleme k o y m u y o r d u , neden araştırma ve soruşturma
açılmıyordu? Ve ben bu tarihten sonra yapılacaklara nasıl gü­
v e n e c e k t i m ? Üstelik yeni edindiğim bir bilgiye göre de c e m a a t i n
Adalet Bakanlığındaki çok önemli e l a m a n l a r ı n d a n biri, Teftiş
Kurulu B a ş k a n Yardımcısıymış. B u n u öğrenince, bunca savcı
ve hâkimin üstelik A n k a r a ve İstanbul dahil o l m a k üzere büyük
illerin c u m h u r i y e t başsavcılarının neden ve nasıl dinlendiğini
anlamaya başladım.

503
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Bu kadarına müsaade edilmemeliydi, yaptılarsa da karşılığı­


nı görmelilerdi. Sudan sebeplerle ilin başsavcısı nasıl dinlenirdi
ki, hangi delil, hangi emare b u n u gerektirirdi? B u n c a hâkim
ve savcının dinlenmesinden elde edilen bilgilere dayanılarak
takip edilip gizlice fotoğraflarının çekilmediğine, uygunsuz du­
rumlarının fotoğraf ve filme alınmadığına ve gerektiğinde belli
davalarda bir şantaj aracı olarak kullanılmadığına kim garanti
verebilir? Bence bu şekilde kullanıldığından hiç kuşku yoktur.
B u n u n yapıldığının emareleri artık her gün basında yer alıyor.

Bütün bu dinlemeler emniyet birimlerinde, cemaatin en


güçlü olduğu yerlerde yaptırılmış ve tüm dinlemeler Emniyet
tarafından gerçekleştirilmişti. Belki de Emniyete bu imkânı
vermek, kilit yerlerdeki hâkim ve savcıların açığını bulmak
için bu tertipler hazırlanmıştı, çünkü istihbari dinleme veren
hâkimler sadece dinleme kararı vermiyor, dinleme kararı ile
birlikte teknik aletlerle izleme ve takip (fotoğraf çekme, kamera
ile filme alma) yapılmasına da izin veriyorlardı. Kararlar çoğun­
lukla böyleydi. Bu bilinen dinlemelerin haricinde hangi Yargı­
tay üyesinin, hangi hâkimin, kendisi veya yakının telefonları
başka isimlerle veya IMEI numaraları ile hâlâ dinlenmektedir?
Bu bilinen yöntemlerin haricinde özel alet ve cihazlarla kimler
hakkında çalışma yapılmaktadır?

Danıştay Olayı
İlk garip olay Alparslan Arslan'ın Danıştay saldırışıdır. As­
lında bu olay öncesinde bu kişi hakkında poliste hiçbir bilgi
yoktu. Öncelikle bu eylemi hangi örgüt adına, kimlerle beraber
yaptığı gibi soruların cevabının hızla bulunması gerekiyordu.
B u n u n için önce üzerinde b u l u n a n telefonların irtibatlarına ba­
kılarak kimlerle görüştüğü, dolayısıyla bu eylemi hangi örgüt
adına yaptığı tespit edilmeye çalışılıyordu. B u , istihbarat biri­
minin her zaman ilk başvurduğu en kolay ve basit yöntemdi,

504
2. Bölüm: Cemaat

çoğu z a m a n işe yarıyor ancak dikkat edilmediğinde de aldatıcı


olabiliyordu.
O gün Alparslan Arslan'ın telefonlarını hızla inceleyen Anka­
ra polisi tek tek kimle, ne z a m a n d a n beri, ne sebeple ve ne ka­
dar görüşmüş olabilir gibi soruları araştırdıktan sonra görüştü­
ğü kişiler hakkında kanaat sahibi olması gerekirken, ilk bakışta
görüştüğü kişiler arasında Muzaffer Tekin'i görünce h e m e n ka­
rara varıp olayın failinin bir süredir izledikleri Ergenekon örgütü
olduğunu açıkladılar. Aslında olayın çok iyi tahlil edilmesi ve
araştırılması gerekiyordu ama bunun için z a m a n yoktu.

Fail kadar, cenazeye katılanların önyargılı tavrı, h ü k ü m e t


üyelerine y ö n e l i k protestoyu aşıp saldırı derecesine varan tu­
tumları, A n k a r a polisinin ince tahkikat y a p m a s ı n ı engelledi.
Muzaffer T e k i n ve arkadaşlarının, arandıklarını duydukların -
daki davranışları, k o m a n d o olarak yetiştirilmiş eğitimli emekli
birer asker olmalarına r a ğ m e n aslında bu k o n u l a r d a tecrübesiz
ve çaresiz olmaları ve üstüne üstlük yaptıkları m a n a s ı z hatalar
ile kendilerini m a k u l insanlar nazarında bile şüpheli durumu­
na soktular. Polisin istihbarat birimlerindeki E r g e n e k o n ü ortay
çıkarma çabasına, t ü m büyük ve v a h i m olayları Ergenekon'a
bağlama şeklindeki cemaatten gelme anlayış eklenince bir anda
Danıştay olayı ciddi hiçbir delile d a y a n m a d a n E r g e n e k o n örgü­
tüne bağlandı.

Aslında Muzaffer T e k i n ve yakınındaki kişiler epey süredir


istihbari olarak dinleniyor ve izleniyorlardı. Bu kişilerin zihni­
yet yapıları itibarıyla kendilerini her şeyin ü s t ü n d e ve her şeyi
y a p m a y a m u k t e d i r görmeleri, kendilerince ülke için kahra­
manlık y a p m a y a hazır bir tutum içinde bulunmaları ve böylece
kendilerine t o p l u m içinde ve vatansever g ö z ü k e n çevrelerde y e r
ve kredi e d i n m e çabaları polisin onlardan ş ü p h e l e n m e s i n e yol
açtı. A n c a k ilk açıklamada hata vardı, çok fazla şüpheli nokta
bulunuyordu, saldırının arkasındaki örgütü ispatlayacak kadar

505
Haliç'te Yaşayan Sımonlaı

delil o l m a m a s ı n a r a ğ m e n bir defa olayın failinin E r g e n e k o n la


bağlantılı kişiler olduğu söylenmişti, geri d ö n ü l m e y e c e k t i .
A n k a r a polisi olayın faili olarak Alparslan Arslan'ın arkasın­
da Muzaffer T e k i n ve Ergenekon la bağlantılı bir örgütün oldu­
ğ u n u söylerken, y a k a l a n a n tüm kişilerin yaşadığı yer itibarıyla
olayı inceleyen İstanbul polisi, daha doğrusu İstanbul istihba­
rat birimi olayın failinin arkasında Ergenekon değil, Şeyh Salih
Kurter o l d u ğ u n u ileri sürüyordu. A n k a r a artık gerçeği bulmak
yerine, olayın E r g e n e k o n l a bağlantısını k u r m a k için her şeyi ve
her y ö n t e m i d e n e m e y e başladı. Gerekirse her şeyi çarpıtarak
k u l l a n m a k n o r m a l kabul edilir hale geldi.

Danıştay'ın güvenlik sistemini O y a k G ü v e n l i k yapmıştı, bir


süre sonra k a m e r a görüntülerinin silindiği iddiası ortaya atıl­
dı. Olay anı değil, e y l e m d e n bir gün önce A l p a r s l a n Arslan'ın
Danıştay'a giriş-çıkış ve keşif görüntüleri silinmişti. Doğru olup
o l m a d ı ğ ı kesin olarak bilinmeden herkes buna inandırılmaya
çalışılıyordu. Bu anlatılanlar doğru m u y d u , failin arkasında­
ki örgüt bir g ü n önceki keşif görüntülerini silmiş miydi? Bu
k a d a r geniş i m k â n l a r a sahip olan, Danıştay'ın k a m e r a ve gü­
venlik sistemini k u r a n ve profesyonel olarak eğitilmiş bir güce
sahip bir ö r g ü t ü n keşif y a p m a s ı n a ne gerek vardı ki? Niye ey­
l e m bu kadar basit, a c e m i c e ve a m a t ö r c e y a p ı l s ı n ? O p e r a s y o n
ve silahlar k o n u s u n d a birinci sınıf d ü z e y d e olan kişiler böyle
a m a t ö r c e bir iş y a p a r mıydı? M a d e m sistemin içine bu kadar
girmişlerdi, n e d e n kayıt yaptırıp sonra silsinler? Öyle olsa hiç­
bir şekilde kayıt y a p t ı r m a z l a r , kayıtları bozarlardı. D a h a garibi
o z a m a n bu işte kullanılan teknisyenler olaydaki firmanın ro­
lünü, kayıtların silinmesini isteyenlerin D a n ı ş t a y saldırısıyla
bağlantılı o l d u ğ u n u a n l a m a y a c a k m ı y d ı ? B u d u r u m faillerin
k i m olduğu h a k k ı n d a k i bilgilerin y a y ı l m a s ı n ı s a ğ l a m a z mıydı?
Aslında garip o l a n bu kadar basit ve m a n t ı k s ı z şeyleri bile doğ­
r u y m u ş gibi y a y a r a k insanları bunlara i n a n d ı r m a y a kalkmak,
b u n a inanmaktır.

506
2 Bölüm: C e m a a t

B u n u n l a birlikte bu ülke aslında bu tür garip olayları geç­


mişte de g ö r d ü :
1- Özal'a yapılan suikastın arkasında ne kadar örgüt arasa­
nız da olayın faili Kartal D e m i r a ğ hâlâ herkese hikâyesini anla­
tıyor ama o an polisler onu vursaydı yüz türlü k o m p l o teorimiz
olurdu.
2- G ü m ü ş h a n e Baro Başkanını Adana'dan G ü m ü ş h a n e ' y e
giderek vuran kişinin hikâyesi neydi?
3- C u m h u r b a ş k a n Demirel'i vuran İ b r a h i m G ü m r ü k ç ü o ğ -
lu'nun hikâyesi neydi?
On yıl sonra da Alparslan Aslan yine bu ülkede olacak, bel­
ki cezasını çekip çıkacak. Olayın tüm ayrıntılarını anlatacak.
Bu olayın arkasında Ergenekonü arayanların suni çabaları
boşa çıkacak veya hepimizi kendi yalanlarına inandıracaklar.
Gerçeği çarpıtarak yapılacak yargılamadan hiç kimse kârlı çı­
kamayacaktır.
İddialarımın ispatı için istihbari dinleme kayıtlarına bakıl­
ması yeterli olacaktır. Muzaffer T e k i n başta o l m a k üzere Da­
nıştay olayı ile ilgili olarak Alparslan Aslan ile irtibatlı olduğu
iddia edilerek İstanbul'da gözaltına a l m a n herkesin Danıştay
olayından en az bir yıl önce dinlendiği ortaya çıkacaktır. Bu
dinleme kayıtları açıkça ortaya konulursa, bu kişilerin olaydaki
rolleri net olarak anlaşılır. B e n i m aldığım bilgiye göre, bu kişile­
rin k o n u ş m a l a r ı n d a onların garip ilişkiler içerisinde o l d u ğ u n u
gösteren emareler vardı ama Danıştay olayı ile ilgili hiçbir şey
yoktu. Sadece bazılarının Alparslan Aslan ile telefonla görüştü­
ğünü gösteriyordu o kadar. En ufak fikir birliği m e v c u t değildi.
Gerçeğin ispatına değil, olayın bu kişilerle irtibatlandırılmasma
çalışılıyordu. Bu kişilerin gerçek suçu neyse ortaya çıkarılmalı
ama kimseye y a p m a d ı ğ ı bir suç isnat edilmemeli. Bu, korkunç
bir şeydir.

KOM Daire Başkanı olduğum 2004 yılında Doğuş


Faktoring'in sahibi Ertuğrul Y ı l m a z ' m A l m a n y a ' d a öldürülmesi

507
Haliç'te Yaşayan Simonlar

olayını aydınlatmak için Muzaffer Tekinin çalıştığı Doğuş Fak-


toring isimli işyeri ile irtibatlı kişileri uzun süre dinlemiştik,
zannederim bilgileri hem mahkemede hem de hâlâ dosyasın­
dadır. Danıştay olayı ile ilgileri olsa veya böyle illegal bir ör­
gütlemenin içerisinde bulunsalardı, o tarihteki dinlemelerde bu
d u r u m u n ipuçlarına ulaşılması gerekirdi.

Erzincan Olayı
Erzincan dosyası tarafsız bir gözle incelendiği takdirde ger­
çeğin apaçık görüleceğine inanıyorum. Ortada yazılmayan, dos­
yada olmayan iddialar ve deliller var, bu saklanan iddia ve de­
liller uğruna görülen dava, akıllara ziyan şekilde h u k u k tanın-
maksızm devam ediyor. Ben bu davanın arka planını, dosyada
bulunmayan iddiaların bir kısmını farklı kişilerden dinleyerek
biliyorum, bir kısmını ise olup bitenlerden çıkarıyorum. Aslında
zihnimde bu davanın arka planını tamamladım.

Bence Erzincan'daki olaylar nedeniyle bu davayı savunan­


lar Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Eskişehir
Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Recep Gençoğlu ve 3.
O r d u Komutanı Orgeneral Saldıray Berk hakkındaki yazılı ol­
mayan iddialarım anlatsalar, sonra bu iddialara maruz kalan
kişiler kendilerini savunsalar dedikoduların, muhtelif yerlere
sızmış cemaat elamanlarının (bazen yanlış bilgi alarak) olayları
nerelere taşıdığını, cemaat varsayımlarının sonucunun nerele­
re vardığını net olarak görürüz.

Mesela Sayın B a ş b a k a n Cihaner'i ve diğer tutuklanan görev­


lileri davet edip "Sayın savcı, sayın alay komutanı, sayın ordu
komutanı ne yapmak istiyordunuz, neler planlıyordunuz," diye
sorsa, aldığı cevaplarla tatmin olmazsa, kendisine intikal eden
bilgileri anlatarak "Bunlara ne diyorsunuz," dese ve onlardan ce­
vap alsa bu olayın nasıl çığırından çıktığı net olarak anlaşılırdı.
Erzincan olayının görünen değil arka planı, aslı nedir? Bu
olayı nasıl yorumluyorum?

508
2. Bölüm: Cemaat

Erzincan Olayı ile İlgili Genel Bilgilerim:

2009 yılının t e m m u z , ağustos aylarında Eskişehir'e tayin


o l d u ğ u m d a şu an bu davada adı geçen Erzincan J a n d a r m a
Alay K o m u t a n ı R e c e p G e n ç o ğ l u ' n u n tayini Eskişehir'e çıkmıştı.
Fakat daha kendisi gelmeden hakkında c e m a a t kanallarından
veya onların etkilediği çevrelerden olumsuz bilgiler ulaşmaya
başlamıştı. M ü s l ü m a n kesimler, cemaatler üzerine iftiraya va­
ran tahkikatlar y a p a n birisi olarak k o n u ş u l u y o r d u . Bu söylen­
tilerden ben de biraz etkilenmiştim aslında, zira ordu ve jandar­
ma içinde ideolojik bir bakış açısıyla İslami gruplara d ü ş m a n c a
bakan epey kişi g ö r m ü ş t ü m , herhalde R e c e p Albay da onlardan
biridir diye d ü ş ü n m ü ş t ü m .

R e c e p G e n ç o ğ l u gelip göreve başladı, her şeyi ile normal gö­


züküyordu. Bir süre sonra E r z u r u m özel yetkili savcılığı tahki­
kata başladı, Erzincan J a n d a r m a alayında arama yaptı, bazı
subay ve astsubayları gözaltına aldı, MİT'e baskın yaptı. İşte o
sıralarda R e c e p Albay'a olayı s o r d u m . Orada yaptıklarını, olayı,
soruşturmaları, b u g ü n adı duyulan kişilerin genel davranışları­
nı, eğilimlerini vs. u z u n c a samimi olarak anlattı. B a n a göre an­
latımları b ü y ü k oranda doğruydu. Sonra albay Gençoğlu'nu ve
savcı Cihaner'i hatalı gören o bölgedeki emniyetçileri dinledim.
Ayrıca E r z i n c a n Emniyet M ü d ü r l ü ğ ü n d e k i bazı rütbeli görev­
lilerle k o n u ş t u m , davada neler o l u p bittiğini, gölette b u l u n a n
silahları, vs. s o r d u m . D a h a sonra Erzincan ve Erzurum'daki
olayları izleyen Ankara'daki üst düzey y ö n e t i m d e k i kişilerle gö­
rüşürken bu olay hakkında onların sahip olduğu bilgileri öğ­
rendim. Olayların geri planım bilen, bu k o n u d a yazıp çizen ga­
zetecilerin bu k o n u d a k i bilgilerini dinledim.

Bu tür olaylardaki kişi ve grupların bildiğim tavırlarını


edindiğim bu bilgilerle birlikte y o r u m l a y ı p değerlendirdiğimde
Erzincan Savcısının, Alay K o m u t a n ı n ı n , M İ T Bölge M ü d ü r ü n ü n
t u t u k l a n m a s ı n a yol açan bu davanın g ö r ü n m e y e n y ö n ü n ü ken­
dimce tespit e t m i ş oldum.

509
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Erzincan Savcısı İlhan Cihaner iyi bir h u k u k ç u olmasına


r a ğ m e n dini konular, tarikatlar ve gruplar k o n u s u n d a o l u m s u z
d ü ş ü n e n bir kişiydi. Küçük çocukların Kuran kurslarına izinsiz
gönderilmesini ve cemaatlerin izinsiz veya başka adlar altın­
da izinli olarak yürüttükleri sosyal faaliyetlerini yasal dayana­
ğı olmasa da ciddi suçlar olarak değerlendirip bizzat kendisi
bu grupların üzerine gitmek istiyordu. Hâlbuki ülke genelinde
u y g u l a m a d a k i teamüller gereği, davaları savcı yardımcılarına
dağıtarak kendisinin yalnızca çalışmaları koordine etmesi, an­
cak çok özel d u r u m l a r d a devreye girmesi gerekirken tüm çalış­
maları bizzat kendisi takip ediyordu. 3. Ordu K o m u t a n ı ile çok
samimilerdi, samimiyetlerinin kaynağı da bu konudaki ortak
hassasiyetleri, görevlerini şahsi bir mesele olarak da benimse­
meleriydi.

3. Ordu K o m u t a n ı , pek çok yerde radikal konuşmaları ile


bilinen, h ü k ü m e t hakkında ağır eleştirilerde bulunan, aşırı laik
görüşlerini her fırsatta dile getiren, dini grup ve cemaatlere kar­
şı görev gereği de olsa tavır alan herkesi destekler gözüken, bu
çalışmaları cesaretlendirme y ö n ü n d e bir t u t u m içinde olan bir
kişiydi. Belki öyle biri değildi ama çevresinde bu havayı his­
settirmişti, dini grup ve tarikatlara karşı m ü s a m a h a s ı z bir kişi
olarak biliniyordu. R e c e p Albay aslında klasik bir j a n d a r m a
komutanıydı; belki askerlerin son yıllardaki tavırlarının etki­
sinde kalarak aşırı laik y ö n ü n ü fazlaca öne çıkarmış, klasik
polis-jandarma görev ayrımında yasal yetkileriyle sınırlı kal­
mayıp her şeyi y a p m a y ı kendisinde hak gören, görev bölgesini
genişletmek isteyen, bununla birlikte aşırı yönleri çok fazla ve
baskın o l m a y a n biriydi.

İzinsiz çalışan K u r a n kurslarına yönelik Erzincan'da sav­


cı İlhan C i h a n e r denetiminde, polis ve j a n d a r m a ile beraber
başlatılan soruşturmalar hızla ilerleyip İsmailağa Cemaatine
kayıyor. E m n i y e t t e n bilgi sızdığı iddiaları o l d u ğ u n d a n soruş­
turma ağırlıklı olarak j a n d a r m a y a veriliyor, polis bölgesinde

510
2. Bölüm: C e m a a t

de j a n d a r m a n ı n görev y a p m a s ı savcı tarafından isteniyor ve


bu sağlanıyor (bu, savcı Cihaner'in yanlış bir davranışıdır). İs-
mailağa C e m a a t i n e yönelik soruşturma genişliyor, bu çevreye
yakın herkes ilişkilendirilerek başka illerdeki irtibatlı kişiler
de o p e r a s y o n u n hedefi haline getiriliyor. Erzincan dışındaki
illerde de bazı kişiler dinleniyor, hedef kişi sayısı 235'e ulaşı­
yor. Ü l k e m i z d e k i siyaset anlayışında bir partiyi destekleyip ona
oy vererek iktidara taşıyanların o partinin olanaklarından ne-
m a l a n m a k istemesi herkesin m a l u m u . Bu m a n t ı k gereği nasıl
geçmişte sol belediyelerde sol fraksiyonlar güçlerine göre bele­
diyelere k e n d i gruplarından işçi alınmasını, kendilerine çıkar
sağlanmasını istemişlerse b u g ü n de oy ve destek veren cemaat,
tarikat ve dini gruplar güçlerine göre mahalli y ö n e t i m l e r d e işe
alma, ihale, ruhsat gibi olanakların kendilerine sağlanmasını
istiyor. Bu a n l a m d a bir kadrolaşmanın var olduğu da bilinen
hususlardandır. Erzincan'da savcı Cihaner'in yaptığı tahkikat­
ta da bu türden kadrolaşma örneklerinin bolca tespit edildiği
anlaşılıyor.

İlhan C i h a n e r sadece soruşturmayı talimat vererek jandar­


ma marifetiyle yürütmekle kalmayıp sanki bir polis ya da jan­
darma gibi bilgi k a y n a k l a n (ihbarcı ya da ajan) ile de görüşme­
ye başlıyor, bilgi alıyor ve bu bilgilerin bir k ı s m ı m j a n d a r m a y a
yönlendiriyor. Ayrıca yeni kaynaklar bulunması için çalışıyor.
Bu arada savcı Cihaner yalnızca kendisinin bildiği, herkesten
gizlediği ikinci bir soruşturma daha açıyor. Bu dosyanın Fethul-
lah Gülen c e m a a t i n i n bölgedeki örgütlemesi ü z e r i n e olduğu çok
sonradan anlaşılıyor. R e c e p Albay bile bu soruşturmayı adalet
müfettişlerinin incelemesi sırasında sonradan öğreniyor.

İşte t ü m bu gelişmeler, savcı Cihaner'in j a n d a r m a y l a bera­


ber y ü r ü t t ü ğ ü İsmailağa cemaati tahkikatı, herkesten gizlediği
Gülen c e m a a t i soruşturmaları, m u h b i r ve ajanlardan d o ğ r u d a n
kendisinin bilgi alması, 3. O r d u Komutanı ile sık sık görüşmesi
karşı cepheyi harekete geçiriyor. Cemaat savcı Cihaner'in ne

511
Haliç'te Yaşayan Simonlar

yaptığını öğrenmeye başlamış. O n u n kimlerle göriiştüğü, kim­


lerden hangi bilgileri aldığı hızla tespit edilerek, teknik denetim
altına alınmış. Savcı Cihaner, albay Recep Gençoğlu ve diğerle­
ri dinlemeye alınmış, her ilişkileri belirlenmiş. Hatta kendileri
hâlâ farkında değillerdir ama teşkilatlan içerisinde, yakınları
arasında ajanlar bile elde edilmiş, cemaatin jandarma, yargı ve
ordu içerisindeki unsurları kimisi gizli bilgiler vererek, kimisi
yapılan iş ve işlemleri takip ederek, kimisi de çift taraflı ajan
olarak bilgi taşımaya başlamıştır.

Ancak b u n l a r yeterli değildir. Ankara'nın desteği gereklidir.


Bu desteği de cemaat ayarlar. Savcı Cihaner'in hukuki olarak
aşırıya varan davranışları Ankara'yı tahrik etmek için yeterli
değildir, bu nedenle daha ciddi, daha büyük iddialara ihtiyaç
vardır. Dolayısıyla sistem çalışır, cemaatin koordinesinde Er­
zurum Özel Yetkili Savcılığının verdiği kararlarla Erzincan ve
Erzurum Emniyet İstihbarat birimlerince yapılan dinlemeler­
de ortaya çıkan en ufak bir hareket, plan, olay ya da görüşme
abartılarak yazılmaya başlanır. Ankara'ya iletilen raporlarda
savcı Cihaner, Albay Recep Gençoğlu, 3. O r d u Komutanı Berk
ve diğer kişilerin plan yaptığı ve bu plan çerçevesinde gerçekleş­
tirmek istedikleri iki şey olduğu bildirilir.

Birinci olarak, savcı Cihaner'in askerin desteği ile İsmaila­


ğa cemaati tahkikatını genişleterek hükümetin tüm üyelerini
suçlayacağı, İstanbul, B u r s a ve Tokat başta olmak üzere tüm
hükümet yanlısı belediyeleri hedef aldığı (alacağı değil, aldığı),
hatta İstanbul Belediye B a ş k a m Kadir Topbaş ile diğer belediye
başkanlarının ve birçok kişinin gözaltına alınması k a r a n aldığı
(bu kararın yazılı metni olduğu çok ciddi olarak iddia edilmek­
tedir, böyle bir şeyin olmayacağını söyleyince bizzat gördüğünü
ifade edenler vardır), bu doğrultuda hükümet hakkında kapat­
maya kadar varacak ciddi davalar açılacağı, AKP hükümetini
ciddi derecede zora sokacak sahte bilgi ve belge hazırlandığı
iddia edilmişti.

512
2. Bölüm: Cemaat

İkinci olarak da savcı Cihaner'in cemaatin askeri birlikler­


de örgütlenmesini bahane ederek Erzurum'da asker kökenli
bazı kişilerden alınacak ifadeler ile Fethullah G ü l e n ve cemaati
hakkında askeri m a h k e m e d e dava açılmasını ve böylece sivil
m a h k e m e l e r d e y a p ı l a m a y a n şeyi, Gülen cemaatinin silahlı bir
suç örgütü olarak değerlendirilmesini sağlayacağı, bu planın
u y g u l a m a y a k o n m a s ı n a ramak kaldığı belirtilmişti.
D a h a da abartılı bilgiler, bir kısmı belge, evrak, telefon
ve ortam dinlemesi, ajanlardan a l m a n bilgiler ile süslenerek
Ankara'nın ö n ü n e k o n m u ş t u . Aynı kanaldan pek çok belge alan
Ankara bunlara tamamen inanır, Cihaner'in k ü ç ü k hataları
da i n a n d ı r m a y ı kolaylaştırır. Olayda en büyük hata buradadır
aslında. Savcı Cihaner dava açacak, belki bu davalar özellikle
belediyelerdeki yolsuzluklar açısından hükümette sıkıntı yara­
tacaktı ama mesele asla cemaatin abarttığı gibi değildi, çünkü
Cihaner h u k u k ç u idi ve b u n u n olamayacağını, Türkiye'de az da
olsa h u k u k u n olduğunu biliyordu. Silahlı örgüt dediği an da­
vaya kendisinin bakamayacağını, özel yetkili savcıların ve özel
yetkili m a h k e m e n i n devreye girmesi gerektiğinin farkındaydı.
Ayrıca kendisinin bu gruplar hakkında iddianamesi yeterli de­
ğildi, karar v e r e c e k m a h k e m e l e r e de ihtiyaç vardı. Halbuki bu
davalarla ilgili basit konularda bile m a h k e m e l e r d e karar ala­
madığı anlaşıldığından savcı Cihaner'in iddia edildiği gibi bir
planın sahibi olamayacağı kolayca görülmektedir. Bununla
birlikte A n k a r a geçmişte Yargıtay'ın aldığı tavır, bazı y ü k s e k
yargıçların k o n u ş m a l a r ı k o n u s u n d a bilgi sahibi idi, dolayısıyla
iddia edilenlerin gerçek olduğuna inanıyordu.

Cihaner'in karşısında c e m a a t e her türlü destek verilmeye


başlandı, J a n d a r m a d a n gelecek taleplerin reddedilmesi ve p o ­
lis m ı n t ı k a s ı n a J a n d a r m a n ı n girmesine m ü s a a d e e d i l m e m e s i
y ö n ü n d e il valisi uyarıldı. B u r a d a Cihaner ve beraber çalıştığı
kişilere karşı y a p ı l a c a k operasyona destek v e r m e k üzere diğer
bürokrat a t a m a l a r ı n d a istenen kişiler ilgili görevlere atandı.

513
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

C e m a a t i n polisin desteğindeki Erzurum Özel Yetkili Mah­


k e m e içerisinde zaten çok fazla taraftarı vardı ve c e m a a t on­
ları hareket geçirdi. Bir y a n d a n Cihaner, G e n ç o ğ l u ve 3. Ordu
K o m u t a n ı B e r k hakkında çalışma devam ederken, bir y a n d a
da Cihaner'in y a p a c a ğ ı tahkikatların elinden alınması hesabı
yapıldı. Savcı Cihaner'in takip ettiği tüm kişiler tespit edildi,
dinlediği telefonlar öğrenildi. Bu gruplar silahsız örgüt olduk­
larından özel yetkili m a h k e m e n i n görev sahasına g i r m e m e s i n e
r a ğ m e n bu d u r u m u m u r s a n m a y ı p iş zorlandı, grupların silahlı
örgüt olduğu iddia edilerek bu defa Erzurum Özel Yetkili Savcı­
lığı tarafından d i n l e n m e y e ve izlenmeye başlandı, hedef belliydi,
bu tahkikatlar Cihaner'den alınacaktı.

Cihaner o p e r a s y o n a başlamadan, onu, J a n d a r m a y ı ve baş­


ka kişileri dinleyip izleyerek operasyonun ne z a m a n yapılacağı­
nı öğrenen E r z u r u m Özel Yetkili Savcılığı aynı hedeflere yönelik
bir ihbarı b a h a n e ederek operasyonu bir hafta önce başlattı.
Hatta evler aranırken, evde arama yapan Polis Amiri ile Şube
M ü d ü r ü arasında geçen k o n u ş m a d a , ev aramalarının usulen
yapıldığının söylenmesi dinlenen telefon kayıtlarına geçti. Bir
hafta sonra savcı Cihaner J a n d a r m a desteğinde kendi operas­
y o n u n u başlattı. Arkasından E r z u r u m Özel Yetkili Savcılığı aynı
kişiler h a k k ı n d a kendilerinin soruşturma başlattığını, bu örgü­
tün silahlı ö r g ü t olduğunu söyleyerek tüm dosyaların kendile­
rine devrini istedi. C i h a n e r bu örgütün silahsız ve cezalarının
daha hafif o l d u ğ u n u , E r z u r u m Özel Yetkili M a h k e m e s i n d e yar­
gılanmamaları gerektiğini söylese de E r z u r u m savcıları "Hayır,
bunlar silahlı örgüt, biz davayı soruşturacağız." dediler ve zorla
dosyayı Cihaner'in elinden aldılar. Sonrası m a l u m , 235 sanıklı
dosya E r z u r u m ' a gitti, önce sanık sayısı azaltıldı, sonrasında
z a m a n içinde tahkikat etkisiz hale getirildi.

Şimdi sıra C i h a n e r ve arkadaşlarına gelmişti. Onların ya­


pacakları o k a d a r abartılı şekilde anlatılıyordu ki h e m c e m a a t
y ö n e t i m i n i n h e m de A n k a r a ' n ı n çok telaşlanmış o l d u ğ u anla-

514
2 Böiüm Cemaat

şılıyordu, ne olursa olsun onların bertaraf edilmeleri gereki­


y o r d u . B u n u n için ciddi delil b u l m a y a z a m a n yoktu, iddiaları
gösteren her şey kullanılmalıydı. Gölette lav, roket atar türü
silahlar b u l u n d u (nedense hep bu türden silahlar bulunuyor,
nereden geldiği, nereye gittiği belli olacak seri numaralı silah­
lar a r a m a l a r d a hiç b u l u n m u y o r d u . Halbuki her örgüte ö n c e
tabanca-tüfek gerekir, lav ve roket daha sonra gelir ama bi­
z i m E r g e n e k o n ve benzeri yapılara ait olduğu söylenen yerlerde
yapılan araştırmalarda hiç tabanca-tüfek gibi silahlar çıkmı­
yor). İşin tuhafı bu olay J a n d a r m a y a veya polise ihbar edil­
m e m i ş , bir polis ajanı görüp istihbarat birimine bilgi vermişti.
Bu m a k u l değildir. Daha önemlisi böyle bir silah bulunması
olayı Erzincan savcılığının görev alanına girer, Türkiye'nin her
yerinde b e n z e r olaylara o ilin savcısı el koyar. Hizbullah'm bir
k a m y o n d o l u s u silahı b u l u n d u ğ u z a m a n da ö n c e il savcıları
olaya el k o y m u ş , daha sonra olay Özel Yetkili Savcılığa akta­
rılmıştı. E r z i n c a n ' d a bulunan silahlara E r z u r u m Özel Yetkili
Savcısının el k o y m a s ı , hatta olay yerine gelmesi bile b e n i m için
k o n u n u n n o r m a l seyrinde ilerleyen bir olay olmadığını gös­
termesi b a k ı m ı n d a n tek başına yeterlidir. Bu durum, ortada
bir k o m p l o o l d u ğ u n u tek başına göstermektedir. Ben b u n c a
yıl görev y a p t ı m , özel yetkili m a h k e m e l e r i n görev alanına giren
çok büyük olaylara (Hizbullah'm bir k a m y o n dolusu silahının
yakalanması, Dev-Sol'a ait bir araç dolusu silahın yurtdışın­
dan ülkeye s o k u l m a y a çalışılması, 500 kilodan fazla uyuştu­
rucu y a k a l a n m a s ı , yurtdışına toplu olarak gidip gelen örgüt
m e n s u p l a r ı n ı n y a k a l a n m a s ı ) şahit o l d u m , a m a hiçbirinde özel
yetkili savcıların olay yerine geldiğini g ö r m e d i m , hatta davet
etsek bile g e l m e z l e r d i . O ildeki savcı gereğini yapar, bize evrakı
gönderir derlerdi ve öyle de olurdu, doğrusu da o y d u . O savcı­
ların g e l m e s i n e gerek yoktu, hele Erzincan'daki olayda sadece
silah b u l u n m u ş , kaçakçılık mı, terör örgütü silahı mı o l d u ğ u
bile tam belli değilken, gelmesini gerektirecek bir k o n u olma-

515
Haliç'te Yaşayan Simonlar .

m a s ı n a r a ğ m e n özel yetkili savcı olay yerine h e m de yine görül­


m e m i ş bir h ı z d a geldi.
Sonrasındaki gelişmeler daha da ilginçti. J a n d a r m a y a ge­
lerek bilgi v e r e c e ğ i n i söyleyip bu silahları polisin oraya koydu­
ğ u n u ifade edenler daha sonra bu şekilde ifade vermeleri için
J a n d a r m a n ı n kendilerini zorladığını söylediler. Bu kişilerin bir
kısmı gizli v e y a açık tanık d u r u m u n d a y d ı , J a n d a r m a n ı n bu ki­
şilerle buluşmaları polis tarafından fotoğraflamyordu. Aslında
d u r u m şöyleydi: Cemaat, polis içindeki yandaşları eliyle bazı
kişileri J a n d a r m a y a gönderip kendilerini bilgi v e r m e k isteyen
muhbirler o l a r a k göstermelerini, ardından da silahları polisle­
rin k o y d u ğ u n u söylemeleri için J a n d a r m a n ı n kendilerini zorla­
dığı y ö n ü n d e savcıya ifade vermelerini istiyor. Böylece E r z u r u m
Özel Yetkili Savcısının gizli tanığı oluyorlar. J a n d a r m a böyle bir
şey y a p m a k istese niye zorla beyan alsın? B u n u , daha inandı­
rıcı olacak şekilde eskiden beri kendisine bağlı tanıdıkları kişi­
lere yaptırır. Ayrıca Anadolu'da, hele kırsal kesimdeki insanlar
kendiliğinden devletin güçleri aleyhine tanıklık y a p m a z . B u n u n
dışında silahı oraya koyanlar, orada bırakmazlar, tedbir olarak
bunları o r t a d a n kaldırırlardı. Sonuç itibarıyla nasıl bakılırsa
bakılsın, Özel Yetkili Savcılığın anlatımları, hayatın olağan akı­
şına u y m u y o r d u .

Basit g ö z ü k e n çok önemli bir ayrıntı daha dikkatimi çekmiş­


ti. Erzincan eski J a n d a r m a K o m u t a n ı , Eskişehir'in yeni Jan­
d a r m a K o m u t a n ı olan R e c e p G e n ç o ğ l u ' n u n evinde ve işyerin­
de a r a m a y a p ı l ı p bulunacak bilgisayar, harici disk, CD vs. her
türlü dijital v e r i y e el konulması doğrultusunda E r z u r u m Özel
Yetkili M a h k e m e n i n kararı Savcı O s m a n Şanal'ın talimatı ekin­
de Eskişehir'e ulaşmış, Eskişehir C u m h u r i y e t Savcılığı m e r k e z
komutanlığı k a n a l ı ile evde arama yapmıştı. 27.01.2010 tarih
ve saat 18:17'de tutulan arama el k o y m a tutanağında şöyle bir
paragraf vardı: A r a m a ve el k o y m a ve evde bulunan bilgisayar-

516
2. Bölüm: Cemaat

3
lara imaj alma işlemi uygulanırken, aramada bulunan Eskişe­
hir Savcısı Erdoğan Yıldırım'a cep telefonuyla ulaşan Erzurum
Özel Yetkili Savcısı Osman Sanal, "El konulan bilgisayar ve
hard disklere özel yöntemle inceleme yapılacağından imajları­
nın alınmaması, sadece ele geçen CD ve D V D l e r i n kopyalarının
alınıp asıllarının gönderilmesi, kopyalarının ise ev sahiplerine
teslimi" yönündeki talimatın yerine getirilmesi isteminde bu­
lundu. Bu talep doğrultusunda imaj alma işlemi durdurularak
el konulan bilgisayar kasası, dizüstü bilgisayar, mini dizüstü
bilgisayar ve harici disk ile flaş bellek gibi aygıtların mühür­
lenerek alındığı, orijinal hali ile Erzurum'a gönderilmek üzere
hazırlandığı belirtiliyordu.

Ama 28.01.2010 tarih ve saat 05:05'te Eskişehir Cumhu­


riyet Savcısı Erdoğan Yıldırım ve diğer kişilerin imzaladığı ek
inceleme tutanağında ise olayın İl Savcısı Ekrem Aydmer'e in­
tikali ve tartışılması sonunda komple alman bilgisayar ve diğer
disklerin yeniden bilirkişi marifetiyle 2 suret yedeklerinin alınıp
asıllarının ev sahibine verildiği, yedeklerin Erzurum Özel Yetkili
Savcılığına gönderileceği yazıyordu. Evet, doğrusu da buydu.
Yasa çok açık olarak evi aranan kişilere güvence sağlanması
amacıyla a r a m a yapılırken evde bulunan bilgisayarların evden
çıkarılmadan kopyasının, yani imajının alınmasını gerektiri­
yordu. Bunların suretinin alınmadan orijinallerinin Erzurum'a
istenmesi çok yanlış bir uygulamaydı, k a n u n a ve k a n u n u n
gerektirdiği güvenceye aykırı idi. Her an bilgisayarlar yolda
bozulabilir, kırılabilir, içine bir şeyler fazladan konulabilirdi.
Özel Yetkili Savcının böyle bir istekte bulunması hiçbir şekilde
makul değildi. Bu tür işlemler her yerde standart olarak aynı
programlarla yapılıyordu, Erzurum'da özel bir program ve yön­
tem olduğunu zannetmiyorum. Eskişehir'in bu incelemeyi na­
sıl yaptığını Savcı Sanal bilmiyordu, dolayısıyla bilmediği halde

3 İmaj almak: CD ya da D V D ' n i n resmini çeker gibi k o p y a s ı n ı n alınması işlemi.

517
Haliç'te Yaşayan Simonlar

nasıl incelemeyi özel bir biçimde yapacaklarını belirtip orijinal


bilgisayarları istiyordu. Bu işleri bilen bir kişi olarak ben açık­
ça özel yetkili savcı Şanal'm istemini şüpheyle karşıladım. İyi
niyetli bir istek olarak g ö r m e d i m (İl Savcısını arayıp bu uygun
davranışından dolayı kutladım). Bir süre sonra Alay Komutan­
lığına ve MİT'e baskın yapıldı, eski Alay K o m u t a n ı tutuklandı,
bu da y e t m e d i İl Savcısı tutuklandı.

Ben savcı Cihaner'in dini cemaatler ve tarikatlar üzerine özel


olarak yönelmesini yanlış buluyorum. Eğer bu konuda görevi­
ni kötüye kullanmış, aşırıya kaçmış ise bunun karşılığında bir
ceza almalı. Ayrıca polis mıntıkasında Jandarmayı kullanması
da doğru bir davranış değildi. Bunlara ilave olarak soruşturma­
ları doğrudan kendisinin yapması uygun değildi, yardımcılarına
vermeli, kendisi çalışmaları yalnızca koordine etmeliydi. Başka
illeri ilgilendiren konuları o illere devretmeli, kendisi takip et­
memeliydi. Belli ki başka hataları da vardı. A m a tüm bu kaba­
hatlerinin karşılığı asla bu değildi. Cihaner'e yapılan, hukukun
katledilmesidir; devletin, adaletin tehlikeli bir mecraya yöneltil­
mesi, devletin ve hukukun bir cemaatin zan ve tehlike anlayışı­
na kurban edilmesi ve komploya, iftiraya hizmet edilmesidir.

M a h k e m e l e r de bu doğrultuda karar verdi denebilir, ama şu


kesin ki özel yetkili m a h k e m e l e r son beş-altı yıldır her tayinde
yavaş yavaş ve sistemli bir biçimde cemaatin kontrolüne geç­
miş durumda, t ü m emareler bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Yapılanların bir soruşturmayla uzaktan y a k ı n d a n ilgisi yok,
hukukla zaten hiç ilgisi yok. Sistem cinnet geçiriyor. Cemaat,
devlet k u r a m l a r ı arasındaki diyalog eksikliğinden yararlana­
rak birbirleri aleyhindeki olumsuz düşünce ve girişimleri çok
abartılı olarak karşı tarafa aktarmak suretiyle bu kurumlarda
oluşan panik h a v a s ı m kendi çıkarma kullanıyor. Olaylar, alı­
nan haberler ve belgeler akıl ve m a n t ı k süzgecinden geçirilerek
incelenmeden, birkaç kötü örneğe bakılarak ve bu örnekler te­
melinde y o r u m l a n a r a k bir felaket yaratılıyor.

518
2. Bölüm: Cemaat

Erzincan Savcısı İlhan Cihaner'i ve yöntemlerini doğru bu­


lup b u l m a m a k , hatasının olup olmadığı ayrı bir mesele. Bu­
nunla birlikte Cihaner'e yönelik iddiaların abartılmış olduğun­
dan hiç ş ü p h e m yok, ayrıca Cihaner'e yapılanın hukukla ve
kanunla bağlantısını k u r m a k da m ü m k ü n değil. İşlemleri sav­
cılar, h â k i m l e r ve m a h k e m e l e r yürütmektedir ama yapılanlar
hukuki değildir. Eğer bir gün Erzurum'da yapılan işlemleri baş­
tan tahkik e t m e k m ü m k ü n olursa, birçok kişi ve adliye men­
subu c e m a a t i n talimatları ile k o m p l o kurmak, iftira atmaktan
m a h k u m olacaklardır. Buna e m i n i m .

İrtica ile M ü c a d e l e Eylem Planı (Ak Parti ve Fethullah Gü­


len cemaatine kurulacak k o m p l o n u n yer aldığı söylenen plan)
ile ilgili olarak Albay Dursun Çiçek'in, Erzincan'a gittiği, K o ­
nak M a z l u m Otelde kaldığı, ordu evinde savcı Cihaner ve baş­
ka kişilerle görüştüğü iddia edildi. Üstelik Çiçek'i karşıladığını,
kendi m e k a n ı n a geldiğini söyleyen gizli bir tanık b u l u n u y o r d u
(tanık Albay D u r s u n Çiçek için b e n i m m e k a n ı m a geldi diyerek
olayları ve ilişkileri kendi eşrafının kültür ve davranışına benze­
terek anlatmaktadır, böyle bir göreve giden bir subayın esnafın
işyerini ziyaret etmesinin absürt ve uydurma olduğu bellidir).
Oysa daha sonra otelde kalan kişinin başka biri olduğu, ortada
yalnızca bir isim benzerliğinin söz k o n u s u o l d u ğ u belirlendi.
Bu d u r u m da aslında t ü m iddiaların ne kadar dayanaksız ol­
duğunu göstermektedir.

Kimlik bildirme k a n u n u gereği tüm oteller müşterilerinin


kimliklerini bilgisayara kayıt ederler, Emniyet bu kayıtlar üze­
rinde her z a m a n sorgulama y a p ı p kimin nerede kaldığını tespit
edebilir. Albay Dursun Çiçek hakkında araştırma yapan E m ­
niyet birimleri, daha doğrusu Emniyetteki c e m a a t mensupları
D u r s u n Çiçek'in nerelerde kaldığını sorgulaymca Erzincan'da
K o n a k M a z l u m Otelde kaldığını buldular (ama D u r s u n Ç i ç e k l e r i
karıştırdılar, çünkü otelde kalan D u r s u n Çiçek adlı başka bir
kişiydi). Bu bilgiyi gizlice kendi kanallarından Erzurum'a bildir-

519
Haliç'te Yaşayan Simonlar

diler. Onlar da bunu biraz daha süsleyerek Albay Çiçek'i sav­


cı Cihaner, 3. O r d u K o m u t a n ı ve başka birkaç kişiyle beraber
toplantı y a p a r k e n gören Erzincan'daki ordu evinden bir tanık
bile buldu. H a l b u k i bir subay başka bir şehre gittiğinde neden
otelde kalsın, eğer gizli bir görev nedeniyle otelde kalmayı tercih
ettiyse o z a m a n niye buluşma için ordu evini seçsin, buluşmayı
ordu evinde y a p m a k t a bir sakınca yoksa n e d e n otelde kalsın?

H ü k ü m e t i ve cemaati dehşet senaryoları ile ürkütüp savcı


Cihaner ve 3. O r d u K o m u t a n ı Berk'e karşı yöneltilen ve hakka
h u k u k a u y m a y a n tahkikatlar h ü k ü m e t , c e m a a t ve polis açısın­
dan bakılınca d o ğ r u y d u ; m a d d i deliller, gerçek bir irtica eylem
planını işaret e d i y o r d u , varlığına yüzde yüz inanılıyor, gizli ta­
nıklarla ve d o ğ r u l u ğ u tartışmalı delilerle iddialar güçlendirili­
yordu. İnandırıcı gözüken bu delillerin iyi bakıldığında görün­
düğü gibi olmadığı anlaşılacaktır. Bu davadaki gariplikler bir
kitaba s ı ğ m a y a c a k kadar karışık ve kapsamlıdır.

Yıllar önce (1985-86 yılları arasında) İstihbarat Daire Baş­


kanlığı ile birlikte Kuzey Irak'taki örgütlerin ü l k e m i z üzerindeki
faaliyetlerini takip ediyorduk. Daha doğrusu biz m e r k e z i n çalış­
masına bölgede destek veriyorduk. Bu çalışmada Kuzey Irak'taki
K D P örgütü ile bu örgüte üye olduğu söylenen G ü n e y d o ğ u d a k i
birçok Kürt aşiret reisi arasında kurye kullanılıyordu. Bu kur­
ye angaje edilmiş, her geliş gidişinde m e k t u p ve örgüt dokü­
manlarını gizlice bize veriyor, biz fotokopisini çekip ona iade
ediyor, o da tekrar aynı şekilde kapatıp vermesi gereken yere
iletiyordu. O z a m a n bize göre çok sağlam ve inandırıcı deliller
var gibiydi, e l i m i z d e Irak'ta Barzani'nin k o m u t a n l a r ı n d a n ba­
zılarının ( a n ı m s a d ı ğ ı m kadarı ile Cercis Paşa vs. ) imzası olan
ve partinin m ü h r ü ile m ü h ü r l e n m i ş Arapça örgütsel mektup­
lar vardı. İçerikleri de K D P ' n i n y a z ı ş m a üslubuna benziyordu.
Ayrıca m e k t u p l a r ı n muhatabı olan aşiret reislerinin bazılarının
aile geçmişleri b u n u doğruluyordu. Bu d u r u m karşısında ülke
güvenliği aleyhinde faaliyet gösteren, başka ülkedeki örgütlerle

520
2. Bölüm: Cemaat

dayanışan ve onlara mensup olmuş hainler var gözüküyordu.


Araştırdıkça bu iddiaları doğrulayan etmenlere rastlamak da
mümkündü. U z u n hikâyesi bir kitaba ancak sığacak bu istih­
barat faaliyetinin sonunda bizim kuryenin getirip götürdüğü
mektupların sahte olduğu, mektupları kendisinin yazdığı/yaz­
dırdığı, özel m ü h ü r kazdığı ortaya çıktı. Bizdeki bazı aşiret reis­
lerinin davranışları mektuptaki konuları kısmen doğrulaymca
biz belgelerin doğruluğuna kesin inanmıştık. O zaman bizde de
aynı hataya d ü ş ü p bu kişileri hemen içeri tıkmak, onlar hak­
kında dava açmak için her türlü yöntemin kullanılmasını iste­
yenler çıkmıştı. Kendilerine göre haklılardı, belgeleri gören üst
makamlar da b u n a inanıyordu. Fakat işte bazen görünenle ger­
çek aynı olmuyor. Bence Erzincan olayı da görünenlerin böylesi
yanlış ve abartılı okunması neticesinde h u k u k u n zorlanarak
meydana getirilen bir davadır.

Alışılmadık Savcılar
Bugüne kadar görev yaptığım illerde en ufak bir organize
operasyonda bile savcıların yardımlaşmak, çıkacak sorunlar
hakkında önceden bilgi vermek için il savcıları ile olayı konu­
şup koordineli hareket ettiklerini gördüm. Hele olay geniş çaplı
ve içerisinde k a m u görevlilerinin adı geçiyorsa her safhada il
savcılarına bilgi veriyorlardı. B u n u n iki sebebi vardı. Birinci­
si il savcıları tüm tahkikatlardan sorumlu ve diğer savcıların
amiri pozisyonundadır, isterse soruşturmayı doğrudan kendisi
de yürütmek isteyebilir, savcılar arsındaki görev dağılımını il
savcısı yapar, ayrıca adliyeyi temsil onun görevidir. İkincisi ise
soruşturma yürütülürken savcılığın diğer imkânlarına ve diğer
savcıların desteğine ihtiyaç olduğunda b u n u il savcısı sağlaya­
bilir, diğer savcılara görev verebilir. Ayrıca itiraz ve şikâyetler il
savcısına gelir, bunları il savcısı inceler. İl savcısının kurumsal
teamül gereği yapılan tüm soruşturmalardan haberdar edilme­
si gelenektir, soruşturma bitince de iddianameyi inceleyip ye-

521
Haliç'te Yaşayan Simonlar .

terli veya eksik olduğu yönünde görüş bildirmek ve iddianame


hakkında karar vermek il savcısının yetkisindedir.
Hiçbir ilde il savcısından habersiz geniş çaplı gizli bir so­
ruşturma yapılmamıştır, yapılamaz da. B u n u çeşitli şahsi se­
beplerden dolayı yapmaya kalkan savcılar olmuş ise de b u n u n
bedelini ödemiş, en azından bulundukları yerden tayin edilerek
cezalandırılmış, terfisine mani olunmuştur. Zaten h u k u k a uy­
gun işlem yapılıyorsa devlet k u r u m l a n koordineli çalışmalı, her
şey kurala bağlandığından gizli hareket edilmesini gerektirecek
durumlar da olamazdı, olursa da hâkim kararı ile oluyordu

Ben üç beş kişilik uyuşturucu satıcılarına karşı yapılan


bir operasyondan üç-beş mahalle kabadayısına yönelik yürü­
tülene, birçok ili ilgilendiren geniş çaplı olanlarına kadar her
türlü operasyonda savcıların il savcısını bilgilendirdiklerini gör­
düm, tahkikata başlanırken savcılar arasında görev dağılımım
il savcısı yaptığından zaten otomatikman operasyondan haberi
oluyordu. A m a şimdi bakıyoruz yalnızca bir ili değil, ülkenin
tamamını ilgilendiren, onlarca üst düzey devlet görevlisini, en
kritik görevlerdeki askeri veya sivil görevlileri gözaltına alma
k a r a n veriliyor a m a il savcısının hatta özel yetkili mahkemenin
savcı vekilinin bile b u n d a n haberi olmuyor, üstelik İstanbul'da
olduğu gibi il savcısının önceden savcı vekillerinin veya kendi­
sinin haberi olmadan bu tür işlemlerin yapılmaması yönündeki
talimatına rağmen. Bu d u r u m u nasıl yorumlayacağız? Savcının
görevi kamu adına soruşturma yürütmek ise soruşturma yü­
rütme yetkisi il savcısına ait, neden il savcısına veya o mahke­
menin savcı vekiline bilgi verilmiyor, üst savcılann bilgisi olma­
masına rağmen birilerinin haberi oluyor, hatta yeni dalga bir
operasyonun geleceğini cemaate yakın gazeteciler ve internet
siteleri biliyor

Görülen o ki bazı savcılar amir olarak il savcısına bağlı de­


ğil, b a ş k a yerlerin talimatı ile hareket ediyor. Bu kadar açık bir
d u r u m hâlâ basit bir şey zannedilerek seyrediliyor. Hiçbir yerde

522
'?. Bölüm: Cemaat

bir savcı bu kadar pervasız davranamaz, davranır ise bedelini


öder. Fakat şimdi görüyoruz ki bir-iki kez değil, pek çok defa
kural ihlali yapılıyor. Bu sistemin ve bir yerde düzenin bozul­
ması kalıcı etkiler yaratarak gelecek için de tehlikeli sinyaller
vermektedir.
Hatırlanacağı üzere Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin
Aslan hakkında Ankara savcısının verdiği görevsizlik karan
sonrası savcı Mehmet Berk imkânsız bir iş yaparak iki saatte 7
klasör evrakı okumuş, binlerce telefon konuşmasını incelemiş
gözüküyordu. Bunun olmasına imkân yokken hiç kimse çıkıp
bu konuyu araştırmadı. Aynı savcı 90'dan fazla askeri rütbe­
linin gözaltına alınması kararım, İstanbul Başsavcısının tüm
ulusal basına da yansıyan yazılı talimatına rağmen başsavcı
ve özel yetkili savcı vekilinden gizli imzaladı. Neden? Nedense
cemaatle sorunlu olan emniyetçilerin davası hep aynı savcıya
denk geliyor. Cemaatle sorunlu olduğu bilinen, hakkında dava
açılıp tutuklanan Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Unsal'm da­
vasında da aynı savcının, Mehmet Berkin ismi var, iddianame­
yi aynı savcı hazırlıyor. Acaba bunlar hep tesadüf mü?
Şu özel harbe ait bomba yüklü kamyonu ihbar eden kişinin
kullandığı yöntemlere bakıp bir bilgisayar uzmanının Milliyet
gazetesine yaptiği açıklamayı okuyunca ihban aslında siste­
min başında bulunanlann yaptığım anlıyorsunuz. Ben bunca
ihbar vakasına şahit oldum, böyle bir ihbar üzerine savcının ve
hâkimin olay yerinde bulunmasına ilk defa rastladım. Bir savcı
bu bomba yüklü kamyonu takip eden bir ekibin olup olmadı­
ğını araştırsa, kamyonla beraber aynı saatlerde aynı yerde bir
polis ekibinin olduğunu tespit edeceğine eminim.
Diğer yandan yapanın her yaptığı yanına kâr kalıyor. Bazı
ihbarcılar hiç araştınlmıyor, normalde tek bir kişide bulunma­
sı imkânsız, en az on kişilik bir ekibin birkaç ayda toplayaca­
ğı bilgileri içeren isimsiz, imzasız ihbar mektuplan insanlann
suçlanması için kullanılıyor. Belli amaçlar için yazıldığı ortada

523
Haliç'te Yaşayan Simonlar

olan ihbarlar k ö t ü niyetlilerin silahına dönüşüyor. Kesin delil­


ler üstüne kurulan h u k u k sistemimiz imzasız, kimliksiz, kasıtlı
amaçlar için yazıldığı belli olan ihbar mektuplar ile k i m olduk­
ları belli o l m a y a n , söylediklerini her gün değiştiren, çoğu bulu­
n u p getirildiğinde yalan söylediği anlaşılan gizili tanıkların ha­
yatın olağan akışına u y g u n o l m a y a n beyanlarına e m a n e t edil­
miş d u r u m d a d ı r . E r g e n e k o n davasının baş sanıklarından Ümit
Sayın, bir süre sonra gizili tanık olarak karşımıza çıkıyor. Bu
kişiyi tanıyanlar, ifade ve e-maillerini okuyanların şimdi o n u n
gizli tanık o l d u ğ u n u ve b u n u birinci sınıf savcı ve hâkimlerin
yaptığını d u y u n c a bu kadar büyük garipliklerin yapıldığına
inanamıyor. B ü t ü n bu olanları adalet teşkilatının kendi işleyi­
şiyle ilgili sorunlar olarak g ö r m e k m ü m k ü n değildir, bu olaylar
adaleti öyle bir noktaya getirmektedir ki adaletsizlik organına
dönüştürmektedir. Bu d u r u m bir süre daha d e v a m ederse ola­
cakları akılla izah e t m e k m ü m k ü n olmaz.

Şu çok a ç ı k ve net: Bir örgüt, cemaat adalete sızmış, kendi


kurallarını uyguluyor, kendi operasyonlarını yapıyor. Ortada
hukuk yok, k i m s e n i n n u m a r a yapmasının, bilmiyoruz demesi­
nin m a n a s ı y o k . B ü t ü n avukatlar, gazeteciler, polisler verilecek
kararların ne olacağını m e r a k dahi etmiyor zira kararı net ola­
rak davaya h a n g i savcı ya da h â k i m i n baktığı belirliyor; Herkes
bu d u r u m u n farkında a m a hâlâ kralın ne k a d a r güzel bir elbi­
sesi var diyoruz. Kral çıplak!!

Tarafsız h â k i m ve savcılar h u k u k a göre davranırken, ce­


maat taraftarları örgütlü ve h u k u k a göre değil, c e m a a t i n ta­
limatına göre davranıyor. C e m a a t i n istemediği kişiler serbest
bırakılınca bu defa c e m a a t i n etkilediği m e d y a o savcı ve hâkimi
topa tutuyor, haksız i t h a m ve suçlamalar, linç k a m p a n y a l a r ı ile
h â k i m ve savcılar taciz ediliyor, çalıştırılamaz hale getiriliyor.
C e m a a t i n t u t u k l a n m a s ı n ı istediği kişiler tutuklanınca bu kez
bu savcı ve h â k i m l e r e övgüler yağdırılıyor. H u k u k sistemindeki
tarafsız h â k i m ve savcılar korumasız, desteksiz ve zor d u r u m d a

524
2. Bölüm: Cemaat

bırakılmıştır. G ö r ü l m e k t e olan bir dava hakkında T B M M ' d e bile


g ö r ü ş m e y a p ı l a m a z şeklindeki Anayasanın, hâkimleri k o r u y a n
maddeleri n e d e n işetilmiyor? T ü m dava dosyaları ve deliller bel­
li gazetecilere alenen servis edilerek linç k a m p a n y a l a r ı yürütü­
lüyor, a m a b u n a karşı hiçbir şey yapılmıyor.
Et k o k a r s a tuzlanır, tuz kokarsa ne yapılır? K u r u m l a r ve
kişiler hatalı davranırsa h u k u k onların yanlışlığını bulur ve
düzeltir a m a adalet bozulursa o n u kim düzeltecek? Türkiye'de
adalet çürüyor, gerçi zaten ç ü r ü m ü ş t ü ama bu defa y o k edili­
yor. Bu d u r u m d a n herkes, en fazla da bugün bu d u r u m a yol
açanlar zarar görecek. Böyle giderse iş adaletten çıkacak ve in­
sanlar silaha sarılacak. İnsanların hayatları, şerefleri ile bu
kadar oynanırsa, onlara en yakışıksız isnatlarda bulunulursa,
hayatta o n u r l a r ı n d a n başka kaybedecekleri olmayanlar, kendi­
lerine atılan lekeyi t e m i z l e m e k için her şeyi yaparlar. Bu duru­
ma, çok uzak değiliz artık.

Alışılmadık Polisler
Polis teşkilatı eskiden birbirini korur, kollar, birbiri aleyhi­
ne şahitlik y a p m a z d ı . Biz bu d u r u m d a n şikâyetçiydik. Yanlış
y a p a n kendi meslektaşımız da olsa bu k o n u d a şahitlik yapıl­
masını, bilgi verilmesini isterdik. Ben teşkilat içerisinde rüş­
vet yiyen, irtikap y a p a n polislere karşı en çok tahkikat yürüten
kişiyim. Her olayda delil ararız a m a polisin karıştığı bir olayda
d a h a ciddi, d a h a inandırıcı deliller b u l m a d a n o polisi şüpheli
y a p m a y ı z . R ü ş v e t alırken, suçüstü, fotoğraf ya da video görün­
tüleriyle y a k a l a m a m ı z a r a ğ m e n teşkilat içerisinde tahkikatın
hissettirilmeden yapılması arzu edilir, keşke d a h a az ceza al­
salar, g ö r e v d e n uzaklaştırılmasalar şeklinde u m u t edilirdi. Bu,
zorlu g ö r e v l e r d e beraber çalışmanın verdiği d a y a n ı ş m a ve ya­
k ı n l a ş m a duygularıdır.

Oysa şimdi işler değişti. Bir grup polis kritik noktaları ele
geçirmiş, diğerlerine suç isnadını da aşan r e s m e n iftira at-

525
Haliç'te Yaşayan Simonlar _ ___

maktan geri durmuyor. İşlenmiş bir suçu aydınlatmak gibi bir


amaçlan yok, tahkikat sırasında dinleme ve izleme yaparken
temiz ve dürüst olduklanm bildikleri, birlikte çalıştıkları kişile­
re iftira ediyorlar.
Ben aslında bu psikolojiyi tanıyorum. Bir örgüte, ideolojik
bir gruba ya da bir cemaate bağlandın mı, kişisel iradeni ve
özgürlüğünü kaybedip o g r u b u n liderliğinin iradesine kendi­
ni teslim ediyorsun. Yanlış ya da doğru diye bir şey kalmıyor,
grubun amaçları her şeyi belirliyor, hak da adalet de izafi hale
geliyor. Tıpkı Simon'daki gibi ideoloji karşısında gördüğün ya
da bildiğin değil sana anlatılan doğrudur, böyle bir ruh halinde
haksızlığa uğradığını d ü ş ü n d ü ğ ü n kardeşini bile korumazsın.
B u g ü n de geçerli olan d u r u m aslında bu. Ben içinde bulundu­
ğum tarafın hak, adalet, iyilik, güzellik diyerek Simonlaşma-
yacağım zannediyordum, o yanlışa düşmek başkalarına mah­
sustu, bizde böyle bir şey söz konusu bile olmaz sanıyordum,
maalesef yanılmışım. Ş u n u artık bilmeliyiz ki karşımızda arka-
daşlanmız, meslektaşlanmız yok, bir ideolojiye, bir gruba bağ­
lanmış, o g r u b u n disiplinine tâbi olmuş örgüt mensuplan var.
Artık b u n u kabullenmeliyiz.

Bir müddet sonra çok alışılmadık memurlar, uzmanlar gö­


receğiz, tuhaf raporlar verecekler. Normal insan davranışları
ile bir örgüte ya da cemaate bağlı olan kişilerin davranışlan
asla birbirine benzemez a m a normal insanlar b u n u anlaya­
maz. Geçmişte örgüt idealleri u ğ r u n a ailesini terk eden, anne-
babasmı arayıp sormayan, onlarla ilgilenmeyen, hatta örgüt
isterse onlara kötülük yapmayı göze almış pek çok militan gör­
düm. Bir kişi bir örgüte m e n s u p s a tüm aile yakınlığını, ak­
lına ve r u h u n a hitap eden her şeyi örgüt bağlamında görür.
Örgüte inandığı, ideallerine bağlandığı için verilen talimatlara
isteyerek harfiyen uyar. B u n u n yanında geçmişini ve gelece­
ğini bağladığı, y a ş a m a amacını onun üzerinden kurguladığı
örgütten ayrılırsa tüm yakınlarını, dostlarını kaybedeceği, yal-

526
2. Bölüm: Cemaat

nız kalacağı korkusu duyar; b u n u n için de verilen her talimatı


yerine getirir. Talimatlara, örgüte gönülden bağlılık ya da kor­
ku nedeniyle u y m a bazen iç içe geçmiştir, ayırt edilemeyecek
şekilde ikisi aynı a n d a hissedilir. B u n d a n dolayı bir kişi illegal
bir yapıya, örgüte, cemaate bağlanmış ise o kişi artık devletin
değil, kendi g r u b u n u n talimatlarına uyar. Ne k a n u n ne kural
ne vicdan ne de bilim ölçü olmaz. Ben bu d u r u m u yıllarca mü­
cadele ettiğim tüm örgütlerde gördüm. O zamanlar o örgütlerin
militanı olup b u g ü n demokrasi ve özgürlük savunucusu olan
arkadaşlarımla görüşüyorum, onlar da aynı kanaatteler. ö r g ü ­
te mensup olmanın böyle bir d u r u m u doğal olarak yarattığını,
aksinin m ü m k ü n olmadığını, o gün yapılan yanlışları b u g ü n
artık anlıyorlar.

B u g ü n de şahit olduğumuz d u r u m budur. Bu polisler, sav­


cılar, hâkimler yasalara, kendi görevlerinin gereklerine göre
değil, cemaatin isteğine göre davranıyorlar. İlerde aynı benzer
davranışları her meslekte göreceğiz, hukukçu olup h u k u k a ay­
kırı olarak toplanan delilleri, her türlü kısıtlayıcı tedbirleri ve
tutuklamaları savunan, belgeleri değiştiren, sahte rapor veren
uzmanlar ortaya çıkacak. H u k u k çiğnenmeye başlanınca bu­
nun artık hiçbir sınırı olmaz.

İlk Yanlış İşlemler


Türkiye'de adli işlemlerde ilk anormallik Van rektörü Yü­
cel Aşkın hakkındaki dava ve Şemdinli İddianamesi ile başladı
ama o an d u r u m pek fark edilemedi, temiz bir savcının yaptığı
aşırılıklar gibi gözüktü. Aldığım bilgiler ve yaptığım değerlendir­
meler ışığında b u g ü n anlıyorum ki o olay sıradan bir savcının
işi değildi. Cemaatin, adli sistemi kullandığı ilk operasyondu.
O tarihte Van'da bu tahkikatı her yönü ile bilmesi gereken
görevli bir arkadaşıma bu olayların aslının ne olduğunu, rektö­
rün yolsuzluk yaptığı yönündeki iddialarla ilgili olarak hangi de­
lillerin b u l u n d u ğ u n u sormuştum. B a n a "Bazı yolsuzluklar var

527
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar

a m a biz fazla bir şey y a p m a d ı k , tahkikatı savcı yaptı," demişti.


Bu söz bana ç o k garip gelmişti, zira bir polis tahkikatı o l m a d a n
bir savcı nasıl delil toplayıp bir dosya oluşturabilir. Şimdi an­
lıyorum ki savcıya başkaları y a r d ı m etmişti, arka p l a n d a des­
tek a l m a d a n o savcı o iddianameyi hazırlayamazdı. Ayrıca id­
d i a n a m e d e ciddi bir yolsuzluk suçu ispatlanamadığı gibi aslen
baskı, cebir, şiddet uygulayan silahlı çete, mafya, terör örgütü,
uyuşturucu kaçakçılığı davalarına bakan özel yetkili mahke­
melerin görev alanına girmeyen üniversitede k a d r o l a ş m a gibi
suç isnatları vardı. Belki rektör Yücel A ş k ı n ' m bu i d d i a n a m e d e
yazılanlardan d a h a fazla ve büyük suçları da olabilir a m a eldeki
delillerle bu d a v a böyle açılamazdı, daha detaylı araştırmalar
yapıldıktan sonra bu davanın açılması gerekirdi.

C e m a a t i n , özel yetkili m a h k e m e l e r i n savcıları ve hâkimlerini


kendi amacı d o ğ r u l t u s u n d a ayarlama yaklaşımının belli olgun­
luğa geldiğine karar verildikten sonra bu y ö n d e girişimde bulu­
nulan ilk dava olması açısından bu olay bence önemlidir. Van
rektörü Yücel A ş k ı n n e d e n cemaatin hedefi oldu bilmiyorum,
rektörün evinin aranması, gözaltına alınması ve m a h k e m e saf­
hası her şeyiyle h u k u k u n zorlandığını o gün de gösteriyordu
fakat belki d o s y a d a önemli yolsuzluk vakaları vardır diye ko­
nuya ihtiyatlı y a k l a ş m ı ş t ı m . O z a m a n da i d d i a n a m e daha dava
açılmadan basına sızdırılmıştı, aldığım bilgilere şimdi y e n i d e n
baktığımda aslında eldeki delillere göre o z a m a n k i işlemler ya­
pılamaz ve iddialar ortaya atılmazdı. Savcının bu olayda bir
kastının b u l a n a m a y a c a ğ m a ve c e m a a t i n talimatı ile hareket
edebileceğine o g ü n i m k â n v e r m e d i ğ i m i z için olaydaki gariplik­
leri m a n a l a n d ı r a m a m ı ş t ı k .

İkinci olay Ş e m d i n l i İddianamesiydi. Aslında Ş e m d i n l i d e


çok v a h i m bir olay gerçekleşmişti, sanki Susurluk y e n i d e n
canlandırılıyordu. İki astsubay ve bir itirafçı ilçede P K K taraf­
tarı olarak bildikleri bir kitapçı d ü k k a n ı n a el b o m b a s ı atmış
ve olaydan s o n r a kızgın halk tarafından suçüstü y a k a l a n m ı ş -

528
2. Bolum: C e m a a t

lardı. Yakalan astsubaylar ve bir itirafçı ile bu kişileri bu işe


gönderen üstlerindeki subaylar, hatta alay k o m u t a n ı n a kadar
pek çok kişiyi h u k u k e n sorumlu tutacak deliller bulunuyordu.
Fakat savcı Van'da bulunan Asayiş Kolordu K o m u t a n ı n ı ve za­
manın Kara Kuvvetleri K o m u t a n ı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı
sanık olarak i d d i a n a m e y e yazdı. Bu iki k o m u t a n ı n belki daha
büyük suçlan vardır, ama bu olayla alakalarını gösteren hiçbir
delil yoktu. G e ç m i ş t e Diyarbakır'daki bazı askeri faaliyetlerde
m a ğ d u r o l m u ş bir kişinin kendi y o r u m u n u içeren ve söylediği
şeyin ihtimal dahilinde olduğu y ö n ü n d e k i beyanına dayanıla­
rak zanlı yapılmışlardı, akılla ve mantıkla, hele h u k u k e n izah
edilebilecek bir şey değildi. Olayın teferruatı bilinmediğinden,
geçmişte askerlerin h u k u k dışı davranış ve uygulamaları ve
bunları gösteren deliller olmasına r a ğ m e n h u k u k u n askerlere
karşı çalıştırılmadığından bu olay, bu kez dürüst bir savcı çıkıp
gereğini yaptı a m a askerin baskısı ile H â k i m l e r ve Savcılar Yük­
sek Kurulu haksız bir işlem başlatarak savcıyı meslekten ihraç
etti şeklinde y o r u m l a n ı y o r d u . Oysa şimdi iddianameyi tekrar
incelediğimizde, olup bitene baktığımızda aslında meslekten ih­
raç etmekle k a l ı n m a m a s ı , savcının cemaatle bağlantısı ve kim­
lerden y a r d ı m aldığı araştırılarak hakkında ceza soruşturması
açılması gerektiğini d ü ş ü n ü y o r u m .

İddianame kendi a m a c ı n d a n sapıp sanki Yaşar Büyükanıt'ın


G e n e l k u r m a y Başkanı olmasını ö n l e m e y e yönelik bir fırsata dö­
nüşmüştü. İ d d i a n a m e y e h u k u k değil, ideolojik bir dil hâkimdi
ve d ı ş a n d a n ciddi destek alındığı aşikârdı. B a n a göre savcı iddi­
anamenin t a m a m ı n ı kendisi hazırlamamış, d ı ş a n d a n kesinlikle
destek almıştı. O tarihlerde cemaatin Büyükanıt hakkında yap­
tığı olumsuz propagandalar, cemaat yanlısı sitelerde yer alan
yayınlar, el altından dağıtılan notlar değerlendirildiğinde olayın
arka planı d a h a iyi anlaşılmaktadır.

Aslında tehlike sinyalleri o gün verilmişti. Birileri polis ve


özel yetkili h â k i m ve savcılar içerisinde ö r g ü t l e n m e k suretiyle

529
Haliç'te Yaşayan Simonlar _ _ _

istemediği kişilere karşı adli sistemi kullanarak operasyon ya­


pacak hale gelmiş, en güçlü olduğu Van'da operasyona başla­
mış ve Şemdinli'de çıkan bir fırsatı değerlendirip hemen operas­
yona dönüştürmüştü. Sistemin koruyucuları bu d u r u m u fark
edememişti. Sonrasında b u g ü n de hâlâ devam eden a m a ne
kadarı haklı ne kadarında cemaatin suni müdahalesi olduğu
tam bilinmeyen sıralı operasyonlar başladı.
B u l u n a n esrarengiz deliller, özellikle her kazıda el bombası
ve roket atar bulunması dikkat çekici. Dünyadaki bilinen örgüt­
lerin hepsi öncelikle tabanca ve tüfek, az miktarda da roket ve
el bombası b u l u n d u r u r a m a nedense bizde her kazıda el bom­
bası ve roket atarlar bulunuyor. Bunlar ürkütücü, kitleleri et­
kileyen silahlar a m a d a h a önemlisi bu silahların seri numarası
olmadığından nerede üretildiği, kime satıldığı, nereden geldiği
gibi bilgileri araştırmak m ü m k ü n değildir. Halbuki bir tabanca
veya tüfeğin hangi fabrikada üretildiği, kim tarafından satılıp
alındığı tespit edilebilir. Silah satıcıları, her silah için son kul­
lanıcı belgesi almak mecburiyetindedir. Susurluk'ta Çatlı'nm
üzerinde b u l u n a n küçük bir tabancanın bile kısa bir araştırma
ile İtalya'da üretildiği, İsrail'e satıldığı, İsrail'in de Türk polisi­
ne sattığı tespit edilmiş, hangi tarihte hangi gümrükten girdiği,
hangi görevlinin teslim aldığı tek tek belirlenmişti a m a nedense
Ergenekon operasyonlarında ele geçirilen silahlar içinde taban­
ca, tüfek çıkmıyordu.

Ergenekon, Balyoz vs. adlarla anılan operasyonların hazır­


lanış biçimi ve uygulanışı bazı suni katkıların olduğu gerçeğini
gösteriyor. Ergenekon veya benzeri davaların tüm belgelerinin
cemaat tarafından d a h a önceden temin ediliyor, hukuki bir ni­
telik kazanması için kasıtlı olarak çeşitli gazeteciler üzerinden
servis edilip yayınlatılarak savcılara ulaştırılıyor. Hatta b a n a
göre b u n a karar veren cemaat yapısı önce bu planı bazı savcı
ve polislerle birlikte hazırlıyor, onların tavsiyesi ile dokümanlar
basına veriliyor. Orijinal dokümanları olduğu gibi herhangi bir

530
2. Bölüm: Cemaat

ekleme ve çıkarma yapmadan verseler b u n d a bir yanlış taraf


olmaz, benim de elime böyle bilgiler geçse benzer şekilde bun­
ların tarafsız savcılıklara veya b a s m a ulaşmasını, halkın bil­
mesini sağlarım, ama araya fazla şeyler konularak, birbirine
karıştırılarak olaylar çarptırılınca o zaman işin rengi değişiyor.
Bence olaylar tam olarak şu şekilde gelişiyor: D a h a önceden
temin edilmiş, muhtelif elemanları vasıtasıyla toplanmış askeri
evraklar önce cemaatin imamları tarafından inceleniyor, sonra
polisin ve hukukçuların imamları organizesinde bazı savcılar ve
polislerin katıldığı toplantılarda plan yapılıyor, ardından dokü­
manda adı geçen kişi ve olaylar araştırılmaya başlanıyor. İstih­
barat birimi bu olayı gizilice soruşturmaya, dinleme ve izleme
faaliyetlerine başlıyor, toplanan bilgiler ışığında nasıl bir operas­
yon yapılacağı planlanıyor. Seçilen dokümanlar ya bir aramada
nerde bulunması gerekiyorsa oraya konularak ya da meçhul bir
kişi tarafından gönderilmiş gösterilerek sahte ihbarlarla ya da
basında belli çevrelere verilip bu konuda haber yapılması sağla­
narak meşru hale getiriliyor. En sonunda da bu kişiler belgeleri
savcılıklara teslim edince hukuki hale gelmiş oluyor.

Ergenekon Örgütü
Ergenekon tahkikatları ile ilgili pek çok şey söylenebilir,
hatta bu konuda birden fazla kitap bile yazılabilir. B u n u n l a
birlikte beni en çok ilgilendiren tarafı Türkiye'de uzun süreden
beri faaliyet gösteren ve ideolojilerini, eylem ve faaliyetlerini çok
iyi tanıdığım illegal sol ve sağ örgütlerle ilgili olayın polisiye kıs­
mı olduğu için sürdürülen tahkikattaki bir iddiayı irdelemek
isterim. Ergenekon örgütünün bilinenden çok d a h a fazla men­
s u b u olabilir, b u g ü n yargılanan kişiler bilinenden daha üst ve
farklı k o n u m d a da bulunabilirler ancak b u g ü n bu örgütle ilgili
özellikle diğer terör örgütlerini yönettiği ve Türkiye'de bilinen
bazı olayları bu örgütün gerçekleştirdiği ile ilgili iddialar o ka­
dar zorlama, deliller o kadar muğlak ki, bu delillerle suçlama

531
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

yapılıp y a p ı l m a y a c a ğ ı ciddi anlamda tartışmalı bir k o n u haline


gelmektedir.
E r g e n e k o n davasında ortaya k o n a n iki k o n u çok kesin ve
net olarak yanlış ve mantıksızdır:
P K K , Dev-Sol, Hizbullah gibi örgütleri E r g e n e k o n ' u n yönet­
tiği iddiası yanlıştır. Böyle bir şeyin gerçek olamayacağını aklı
ve mantığı olan herkese ben iki kere iki dört eder kesinliğinde
ispatlayabilirim.
Danıştay 2. Dairesine yapılan silahlı saldırı, H r a n t Dink'in
öldürülmesi, Malatya'daki Zirve Yayınevi katliamı gibi olayların
görünen b u g ü n k ü faillerinden başka E r g e n e k o n veya benzeri
gruplar tarafından yapılmış olacağına mevcut deliller ve olay­
ların oluş biçimine bakarak kimse beni ve m a k u l birini ikna
edemez. Bu iddialar zorlamadır.

D a v a d a Yanlış Olan Birinci Konu:

Ergenekon i d d i a n a m e s i n d e savcılar ellerinde ciddi deliller


varmış gibi ülkedeki P K K , Hizbullah ve D e v - S o l ü E r g e n e k o n
örgütünün idare ettiğini iddia etmektedir. B u n u iddia ederken
de özetle s ö y l e m e k gerekirse, Ergenekon operasyonları ve bu­
lunan d o k ü m a n l a r ile bu davadaki gizli tanıkların anlatımları
kanıt olarak gösteriliyor. Fakat bunların hepsi akla ve mantı­
ğa, daha ö n c e b u l u n m u ş m a d d i delilere aykırı. T e r ö r örgütleri
konusunda biraz bilgisi olan kişilerin bile k a h k a h a ile güleceği
nitelikte, basit ve u y d u r m a olduğu her halinden belli olan iddi­
alar ciddi birer delil denerek dosyaya konmuştur. Bunlar yaz­
m a k bir yana, gerçek olabilir mi diye en ufak bir şüphe etme­
yi bile ayıp ve utanılacak kadar saçma bulacağım iddialardır.
P K K ' y ı , D H K P - C ' y i , Hizbullah'ı Ergenekon örgütünün yönettiği
iddiaları, gizli tanık ifadeleri ile desteklenen yazılı deliller olarak
dosyaya girmiş ve t ü m b a s m a verilerek haberleştirilmiştir. T ü m
polis camiasının h e m de yıllarca bu örgütlerle m ü c a d e l e etmiş,
bu örgütlerin binlerce sayfa d o k ü m a n ı n ı o k u m u ş , operasyonla-

532
2. Bolüm: C e m a a t

rım hazırlamış olan istihbarat terörle m ü c a d e l e polisleri b u n a


inanmışsa, herhangi bir itirazda bulunmuyorsa, İstihbarat Da­
ire Başkanlığı personeli bu kadarı da olmaz demiyorsa, bunu
akılla izah e t m e k m ü m k ü n değildir.
D H K P - C ve Dev-Sol örgütlerine ait yalnızca ülke içerisin­
de değil Fransa, Belçika, Hollanda ve İtalya başta olmak üzere
farklı birçok ü l k e d e ve örgüt evlerinde ele geçirilen binlerce say­
falık dokümanlarına, t ü m eylemelerine, eylemlerde kullanılan
silahlarına, sadece Türkiye'de değil birçok ülkede gerçekleşti­
rilen takip ve izlemeye, içlerinden a l m a n istihbarata, 34 yıldır
yapılan operasyonlara, tahkikatlara, m a h k e m e kararlarına rağ­
m e n t ü m bunları bir kenara atıp bir ajandada b u l u n a n nota,
k i m olduğu, ne bildiği belli olmayan ve anlatımlarına bakılırsa
bir tane örgütsel yayın bile okumadığı anlaşılan bir gizli tanığın
açık olarak bile ifade etmediği sözlerinden bu örgütün Erge­
nekon örgütünce yönetildiğini iddia etmeye cesaret etmek ma­
kul değildir. Dev-Sol'u nerede, ne z a m a n , kimlerin kurduğu,
yöneticileri ve eylemleri her y ö n ü y l e güvenlik kuvvetlerince bi­
linmektedir. Bu örgütün geçmişte ihtilal y a p m ı ş , ihtilal hükü­
metlerinde görev almış, derin devlet denilen b u g ü n Ergenekon
yapısı içerisinde görev aldığı iddia edilebilecek başta T ü m g e ­
neral M e m d u h Onlütürk, Orgeneral K e m a l K a y a c a n ve Hulusi
Sayın ile d a h a onlarca emekli asker ve diğer devlet yetkilisi,
hatta b a k a n ve başbakanı ö l d ü r d ü ğ ü , bu tür kişi ve kurumlara
karşı ciddi eylemler yaptığı ortadayken, bu kadar delil ve bel­
geye karşı Dev-Sol'un savaştığı anlayış tarafından yönetildiğini
söylemek m a k u l değildir.

Hizbullah örgütünün binlerce m e n s u b u n u n yazdığı ken­


di özgeçmişleri, örgütün yaptığı t ü m eylemlerin, en gizli faali­
yetlerin dahi rapor edildiği 20 bin sayfadan fazla d o k ü m a n ı n
örgüte y ö n e l i k operasyonlarda ele geçirilerek polis tarafından
değerlendirildiği, bu d o k ü m a n l a r d a yazılı her silah, her sığmak
ve her olayın doğrulandığı bir gerçek iken, y a k a l a n m ı ş binlerce

533
Haliç'te Yaşayan Simonlar.. _

militanın beyanlarına rağmen nerede ve nasıl b u l u n d u ğ u bile


akla uygun olmayan, ne anlama geldiği anlaşılmayan bir iki ya­
zılı nota dayanarak bu örgütü Ergenekon veya başka birilerinin
yönettiğini iddia etmek akılcı değildir.
PKK'nın yurtiçi ve yurtdışındaki bilinen eylemleri, militan­
ları, faaliyetleri ve alenileşmiş örgüt dokümanları ile b a s m a bile
demeç veren yöneticilerine rağmen PKK Kongre-Gel örgütünü
Ergenekon veya benzeri bir yapının idare ettiğini söylemek akıl
dışıdır.
Yıllarca PKK, DHKP-C ve Hizbullah'a yönelik yapılan ope­
rasyonlarda elde edilen dokümanlar, alınan ifadeler ve edinilen
istihbaratlara dayanarak Emniyet, MİT ve diğer güvenlik birim­
lerince yazılan kitaplar, hazırlanan broşürler ve yapılan ana­
lizler ortada duruyorken, hiçbir ciddi polis, MİT m e n s u b u veya
terörle mücadelede görev almış aklı başında tek bir görevli bile
bu örgütleri Ergenekon veya benzeri bir yapının idare ettiğini
söyleyemezken, bir savcının b u n u sağlam bir delile dayandır­
madan iddia etmesini anlamak m ü m k ü n değildir.

Ergenekon savcısının iddiasına göre, Tuncay Güney İs­


tanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğünde 2001 yılında gözaltındayken kendisiyle yapılan
mülakatta k o n u ile ilgili olarak PKK ile D H K P / C ' n i n ittifak yap­
tığı dönemde Giresun'da görev yapan Veli Küçük'ün cezaevinde
yatan Meral Kıdır'a " Dursun'a söyle, benim bölgemde PKK ile
yapmış olduğu ittifakı bozsunlar" şeklinde haber gönderdiğini
söylemiştir. Bu cümle tamamen yanlış ve dayanaktan yoksun­
dur, öncelikle Tuncay Güney kim ki bu kadar çok şeyi tek başı­
na biliyor, tek kişilik MİT mi, CIA mi, K G B mi? Tek kişi bu kadar
bilgiyi nasıl bilebilir? İkincisi böyle bir mülakatla ilgili yazılı bilgi
ve ifade nerede? Ü ç ü n c ü s ü PKK ile D H K P - C ne zaman ve nerede
ittifak yapmış? İkisi ayrı birer örgüt, devletin arşivinde birbir­
leri ile olan ilişkileri, birbirlerine nasıl baktıklarıyla ilgili yazılı
ve sözlü yüzlerce doküman varken, üstelik bu konuda bizzat

534
2. Bölüm: Cemaat

D u r s u n Karataş'ın ve Öcalan'ın ağzından çıkan, militanlarına


verdikleri talimatlarla ilgili bilgiler arşivlerde mevcutken bu id­
dia neye dayamyor? Dördüncüsü Meral Kidir Dev-Sol'un, yani
D u r s u n Karataş'ın elemanı değil, PKK'nm, yani Öcalan'm ela­
manı. Kidir İstanbul'da İstihbarat Şube M ü d ü r ü olduğum dö­
nemde yaptığımız bir operasyonda yakalandı. D u r s u n Karataş'a
nasıl haber gönderecek, hem de cezaevinden? Beşincisi PKK ile
Dev-Sol aralarında var olduğu iddia edilen ittifakı bozacaksa, bu
böyle ilkokul çocuklarının arkadaşlık mantığı ile yapılabilecek
bir şey değildir. Herhalde Veli Küçük feodal arkadaşlık hatırına
Giresun benim bölgem burada ittifak yapmayın da başka yerde
yapın mı diyecek? Bu iddia olsa olsa ideolojik örgütleri bilmeyen
cahil birinin sözleri olabilir. Böyle bir ittifak yok, varsa ya her
yerde uygulanır ya da her yerde bozular. Giresun'da bozun, baş­
ka yerde anlaşın gibi bir şey söz konusu olmaz.

Mülakatta ayrıca 12.000 adet silahın Barzani'ye, 12.000


adetin Talabani'ye, 6.000 adetin Kürdistan başkanı Kosret
Resul'e, 6.000 tanesinin de Cemil Bayık'a 2 konteynırlı bir
araçla Ali B a l k a n Metel'nin G ü m r ü k M ü d ü r ü olduğu dönemde
verildiği anlatılmaktadır. Ayrıca bazı gazetecilerin Kuzey Irak'a
götürülerek Kürdistan Başkanı Kosret Resul ile görüştükleri
ifade edilmektedir. Ali Balkan Metel ve Veli Küçük Güneydo­
ğuda 1991 yılından önce görev yapmışlardı, yazıda adı geçen
gazetecilerin Irak'a gidişi 1994 yılma, yani çok sonraki tarihe
aittir. B u n u n l a birlikte iddia edilen silah rakamlarını toplar -
sak gönderilen silah miktarının 30 binden fazla olduğu anla­
şılmaktadır. Her silah kutusunun, şarjörü ile birlikte en az 10
kg olduğu hesaplanırsa, bu kadar silah toplam 300 ton eder ki
bu da en az 10 tır dolusu silah demektir. Hatta bu kadar silahı
ambalajı ile birlikte 10 tıra sığdırmak m ü m k ü n değildir. Bu kişi
ise 2 konteynırla silahların taşındığını söylemektedir.

Yine b a ş k a bir iddiada Suriye'de 1993 yılında Hasan


Bindal'm kiraladığı ve Öcalan'm b u l u n d u ğ u evin üst katında

535
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar

askeri bir ataşenin kaldığı söylenmiştir. Böylece P K K lideri ile


askeri ateşe arasında daha derin bir ilişkinin olduğu ima edil­
miştir. Bu sözler de deli saçmasından öte bir şeydir, bu mesele­
leri iyi b i l m e y e n birinin uydurmasıdır. Ç ü n k ü Bindal Öcalan'm
k ö y d e n ç o c u k l u k arkadaşı, okur yazarlığı bile zayıf olan eski
bir P K K militanıdır, ancak bu kişi P K K ' n ı n Bekaa'daki kampın­
da Öcalan'm verdiği yetkiyle herkesi cezalandıran Şahin Baliç
tarafından ö l d ü r ü l m ü ş ve olayla ilgili olarak eğitim esnasında
kazaen v u r u l d u denmiştir. Zaten Şahin Baliç'e kızan Öcalan
bu olayı b a h a n e ederek Baliç'i kurşuna dizdirmiştir. Bununla
ilgili Ö c a l a n ' m yazdığı birkaç sayfa yazı Serxwebun adlı gazete­
de yayınlanmıştır. Hasan Bindal Suriye'de ev kiralayacak biri
değildir. Bu işi y a p a c a k Suriye'de örgüte katılan yüzlerce kişi
vardır. Suriye'deki askeri ataşe Suriye İstihbarat Teşkilatı Mu­
haberat tarafından sürekli denetlendiğinden, böyle bir konuyla
ilgili olarak sıradan bir Suriye vatandaşı ile bile görüşemez. Bi­
z i m ülke olarak P K K k o n u s u n d a Suriye'yi suçlayarak savaşın
eşiğine geldiğimiz bir d ö n e m d e böyle bir g ö r ü ş m e olması halin­
de Suriye " P K K ile görüşen sizsiniz, bizi n e d e n suçluyorsunuz"
d e m e z m i ? A s l ı n d a bu tip iddialar o kadar m a n t ı k dışıdır ki bu
mesnetsiz iddialara cevap v e r m e k bile yanlış. Fakat ne var ki
savcı tarafından çok ciddi iddialar olarak ö n e m l i bir davanın
içerisine k o n u l u n c a cevap v e r m e k gerekiyor.

Savcının iddiaları arasında "Jandarma A Tipi Özel Kuvvet­


ler" ifadesi geçmektedir. J a n d a r m a n ı n Özel H a r e k â t Timleri iki
tiptir. Biri sadece subaylardan müteşekkil o l u p A tipi olarak
adlandırılmaktadır. Diğeri ise subay, astsubay ve erbaşlardan
müteşekkildir, B tipi olarak ifade edilir. Savcının bu timleri iyi
tanıyan ve yakınları bu timlerde görevli o l d u ğ u n u söyleyen gizli
tanığı, timin adını bile doğru söyleyememektedir. Bu timin tam
adı J a n d a r m a A Tipi ö z e l Harekât Timidir.

Ayrıca A b d u l l a h Çatlı ile Dursun Karataş'ın Paşa G ü v e n dö­


n e m i n d e n beri tanışıp görüştükleri iddiasına y e r verilmektedir.

536
2 Bölüm: C e m a a t

Bu iddiaya kargalar bile güler. Bu kadar saçma, absürt bir id­


dia olamaz. Ç a t l ı ' m n 1992 yılından ö l ü m ü n e kadar yurtiçinde
gizli olarak güvenlik kuvvetleri ile birlikte hareket ettiği, P K K
ile irtibatlı bazı kişilerin infaz edilmesinde polislerle birlikte ol­
duğu, hatta yurtdışında Dursun Karataş'ı b u l m a k için gayret
gösterdiği Susurluk soruşturmaları sırasında ortaya çıkmıştır.
Devletin b u n c a istihbaratı, soruşturması, tahkikatı b u n u n ter­
sini söylerken k i m olduğu belli o l m a y a n bir kişinin deli saçması
konuşmaları nasıl olur da bilgiye dönüşür.

Savcının iddiaları arasında (yine gizli tanığın beyanına da­


yanılarak) ülkücülerin ellerindeki silahlarla Dev-Sol'un elin-
dekilerin seri numaralarının birbirini takip ettiği belirtilmek­
tedir. "Silahlar aynı kaynaktan geliyordu. Bir g ü n randevu­
lar karışmış, Paşa G ü v e n ile Çatlı karşılaşacaklar diye büyük
panik o l m u ş . Çatlı ile Karataş y ü z yüze görüşüyordu, B.'nin
uyuşturucuları Karataş'm aracılığıyla Fransa'ya satıldı." deni­
yor. Ü l k ü c ü l e r i n ve D e v - S o l ü n adının d u y u l d u ğ u tarihten bu
yana olaylarda kullanılan ve yakalanan tüm silahlarının mar­
kası, modeli, cinsi, seri numarası devlet arşivinde mevcuttur.
Ülkücülerin, D e v - S o l ü n veya başka sol, sağ ya da b ö l ü c ü hiçbir
grubun silahlarının seri numaralarının birbirini takip ettiğini,
hatta aynı m a r k a o l d u ğ u n u d u y m a d ı m , olması da imkânsızdır.
Hâlâ da bu kontrol yapılabilir. Bu kadar ciddi iddiaların bu ka­
dar basit bir ağız tarafından dile getirilmesi ve hiç i n c e l e m e d e n ,
kontrol e d i l m e d e n adli iddialar haline getirilmesinin akıl ve
mantıkla izahı yoktur. Bu iddiaların ciddiyetinden bahsedilme­
yeceği gibi asıl önemli olan, bugüne kadar toplanan ve devletin
arşivlerinde m e v c u t bilgilere itibar etmeksizin k i m olduğu belli
olmayan sıradan bir kişinin akıl, mantık ve bu k o n u d a k i temel
ölçülere u y m a y a n , teyit bile edilmeyen beyanlarının kesin doğ­
ru olarak kabul edilmesidir. Bu d u r u m , davayla ilgili olarak bir
kasıt olduğu imasını akıllara getirmektedir.

537
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Savcının iddiaları arasında tanık Bülent Orakoğlu'nun ifa­


desinde " E m n i y e t Genel M ü d ü r l ü ğ ü İstihbarat Dairesi Baş­
kanlığı g ö r e v i n d e n ö n c e Hatay İl Emniyet M ü d ü r ü iken Ada­
na J a n d a r m a Bölge K o m u t a m Tuğgeneral T e m e l C i n g ö z ve İl
J a n d a r m a A l a y K o m u t a n ı Vicdan Başaran ile şehir kulübünde
bir y e m e k yediklerini, bu y e m e k t e bölge k o m u t a n ı n ı n yanında
bulunan ve önceleri emir eri o l d u ğ u n u zannettiği sivil giyimli
şahsın daha sonra İstanbul'da Hizbullah o p e r a s y o n u n d a ölü
ele geçirilen Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu o l d u ğ u n u öğren­
diğini..." söylediği belirtiliyor.

O r a k o ğ l u ' n u n böyle bir şeyi söylediğini b u g ü n e kadar hiç


duymadık. Ayrıca Orakoğlu'nun Hatay E m n i y e t Müdürlüğü
yaptığı 1989-1994 yılları arasında Hüseyin Velioğlu'nun ne­
relerde b u l u n d u ğ u , bu tarihlerin bir kısmında arandığı, daha
sonra yapılan operasyonlarda nerelerde kaldığı belirlenmiştir.
İstanbul'da Velioğlu'nun ölü ele geçirildiği evde bulunan kendi­
sine ait k o n u ş m a ve kişileri sorgulama filmleri ve yazılı belge­
ler arasında ya da Hizbullah'a ait 20 bin sayfalık d o k ü m a n l a r
içinde Velioğlu'na ait olanları okuyanlar o n u n söylendiği gibi
biri olamayacağını çok iyi bilir. Savcı, Orakoğlu'nun sadece
"Eskiden bir defa g ö r d ü m , ona benziyordu," c ü m l e s i n d e n ha­
reket ederek Velioğlu ile askeri görevlilerin irtibatlı olduğunu
iddia ediyordu. Fakat bu kişinin k o n u ş m a bantları, elle yazılı
notları ile r e s m i görevlilerin yaptığı çalışmalar, devlet arşivinde
bulunan birden çok ilin birbirinden bağımsız olarak elde ettik­
leri bilgileri dikkate a l m a m a k ne kadar akıllıca bir yaklaşımdır.
Bununla birlikte ben Bülent Orakoğlu ile birlikte çalıştım, bana
hiç böyle bir şey anlatmadı.

D a v a d a Yanlış O l a n İkinci Konu:

E r g e n e k o n örgütünün varlığı k o n u s u n d a yazılı belge, do­


küman, örgütsel faaliyet sayılabilecek bazı ilişkiler varsa da
eylemleri k o n u s u n d a hiçbir ciddi emare yoktur. Zorlamalarla

538
2 Bölüm: C e m a a t

birçok olay ve eylem Ergenekon örgütüne mal edilmek isten­


mektedir. Hizbullah, P K K , Dev-Sol gibi t ü m örgütleri Ergene­
kon ö r g ü t ü n ü n yönettiğinin iddia edilmesi ne kadar akıldışıy-
sa, aynı şekilde geçmişte olmuş bazı olay ve eylemleri de hiçbir
ciddi delile d a y a n d ı r m a d a n E r g e n e k o n örgütü tarafından yapıl­
mıştır d e m e k akılla ve mantıkla izahı o l m a y a c a k bir durumdur.
Ergenekon ö r g ü t ü n ü n eylemleri olarak söylenebilecek hiçbir
şey yoktur, ç ü n k ü Türkiye'deki faili m e ç h u l olayların Ergene­
kon veya b a ş k a örgütlerle irtibatını gösterecek delil ve emareler
bulunmamaktadır.

Danıştay 2. Dairesine gerçekleştirilen silahlı saldırı olayının


Ergenekon ö r g ü t ü n c e yapıldığı y ö n ü n d e k i iddialara dair görüş­
lerimi Danıştay Olayı başlığında y a z m ı ş t ı m . Özetle bu olayın
yakalanan faillerinin bazı Ergenekon sanıkları ile telefonla ko­
nuştuklarına dair HTS raporları, yani kimin kimi aradığı bil­
gileri haricinde hiçbir delil bulunmamaktadır. A n c a k ben bi­
liyorum ki başta Muzaffer Tekin o l m a k üzere bazı Ergenekon
sanıkları D a n ı ş t a y Olayından çok önce eskiden beri polis ta­
rafından d i n l e n i p izleniyordu, eğer bağlantı olsa bu dinlemeler
ortaya konulurdu.

Ayrıca B a n k e r Yalçın lakaplı Yalçın Doğan'ı 1997 yılında


Ankara'da öldürmekten sanık, mafya ve uyuşturucu işlerine
karışmış olan Ertuğrul Yılmaz Almanya'da 23 Nisan 2003 ta­
rihinde uyuşturucu ve P K K ' y l a bağlantılı kişilerce öldürülmüş­
tü. Bu olayın faillerinden biri, olaydan sonra Türkiye'ye gelmiş,
Diyarbakır'da y a k a l a n a r a k tutuklanmıştı. K O M Daire Başkanı
olduğum 2 0 0 3 ila 2005 yılları arasında bu olayı aydınlatmak
için A l m a n polisi ile birlikte uzun süreli bir çalışma yürütmüş­
tük. Bu çalışma sırasında anımsadığım kadarı ile Ertuğrul
Yılmaz'm y a k ı n l a r ı n d a n (Ayhan Parlak dahil) bazıları şüpheliy­
di ve bu n e d e n l e D o ğ u ş Faktöring, D o ğ u ş Sigorta gibi Yılmaz in
şirketlerini m a h k e m e kararı ile uzun süre dinlemiştik. Şimdi
ortaya ç ı k m a k t a ki E r g e n e k o n sanığı Muzaffer Tekin, Ertuğrul

539
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar ..

Y ı l m a z ı n y a k ı n arkadaşı ve D o ğ u ş Faktöring gibi bir şirkette


maaşlı olarak çalışıyor, hatta şirket ortağı gibi sürekli burada
kalıyor ve görüşmelerini buradan yürütüyor. Hatta Danıştay
sanığı Alparslan Arslan ile de burada görüşmüşler. Böyle bir
irtibat ve ilişki varsa, o d ö n e m d e yapılan operasyonda, dinleme
ve takiplerde de bu ilişkileri gösterir bilgilerin olması gerekirdi.
Bu o p e r a s y o n u n evrakları, izleme ve dinleme bilgileri, mahke­
me dosyalarında ve K O M Daire Başkanlığında hâlâ mevcuttur.

Cumhuriyet gazetesine b o m b a atılması ve Danıştay olayla­


rının failleri k o n u s u n d a hiç tereddüt yok, yakalananların ger­
çek failler o l d u ğ u kesin olsa da olayın E r g e n e k o n örgütünce
yapıldığına dair ortaya konan iddiaların hiç inandırıcılığı yok­
tur, savcının z o r l a m a s ı ile bu olaylar Ergenekon'a dahil edilmek
istense de m a k u l bir polisiye akılla bakıldığında hiçbir bağlantı
kurulamamaktadır.
S a b a n c ı C e n t e r ' a saldırılması ve üç kişinin öldürülmesi
olayı t ü m y ö n l e r i ile aydınlatılmıştır, polis ve m a h k e m e dosya­
larında olayla ilgili şüphe çeken, cevabı verilmemiş hiçbir konu
b u l u n m a m a k t a d ı r . A n c a k psikolojik olarak sorunlu bir kişinin
yazdığı hiçbir m e s n e d e d a y a n m a y a n mektuplara sanki önemli
bir delilmiş gibi itibar edilerek kafalar karıştırılmıştır. Oysa olay
t ü m maddi delilleri, k a m e r a kayıtları ile hiçbir şüpheye m e y d a n
v e r m e y e c e k k a d a r açık ve nettir.

H r a n t D i n k cinayetini ele alırsak, bu olay da her yönüyle


en ince teferruatına kadar araştırılmış, karanlıkta kalan hiçbir
yanı b u l u n m a y a n bir olaydır. Failleri, bugün yargılananlar gibi
ö n ü m ü z d e k i z a m a n d a da her z a m a n milliyetçi dürtülerle bu tip
eylemleri yapabilecek kişilerdir. Maalesef Türkiye'deki o r t a m bu
tip olayları hazırlamıştır. Olayın faili Samsun'da yakalandığın­
da yaşananlar iki iddiamı ispatlamaktadır. Birincisi, fail O g ü n
Samast y a k a l a n d ı ğ ı n d a güvenlik kuvvetlerinin ona "iyi ki yap­
mışsın, eline sağlık," der gibi yaklaşmaları, bir k a h r a m a n gibi
beraber fotoğraf çektirmeleri failin içinde b u l u n d u ğ u ortamın ve

540
2. Bölüm: C e m a a t

anlayışın onu, hain olarak gördüğü bir kişiyi ö l d ü r m e y ö n ü n d e


teşvik ettiğini göstermektedir. İkincisi ise olayda kullandığı si­
lah ve olay a n ı n d a başında olan beyaz bere yakalandığı z a m a n
cebindeydi ve y a n ı n d a hiç parası yoktu. O t o b ü s arıza yapsa aç
kalacak k a d a r parasızdı. Bütün bunlar olayın g ö r ü n d ü ğ ü gibi
olduğu, arkasında hiçbir planlayıcınm olmadığını göstermekte­
dir. Eğer bu olay bir örgüt veya iki akıllı kişi tarafından plan­
lanmış olsaydı, O g ü n Samast yakalandığında olayda kullandığı
tabanca ve giydiği bere üzerinde olmaz, cebinde de en az birkaç
yüz lira parası bulunurdu.

Geçmişte Türkiye'de meydana gelen pek çok olayın


(Malatya'daki Zirve Yayınevi Katliamı, Rahip Santoro Cinaye­
ti) Ergenekon örgütü tarafından gerçekleştirildiği iddia edilerek
epey bir süredir u y d u r m a tanık vs. a r a n m a y a başlandığı net ola­
rak görülüyor. A m a c ı n olayları aydınlatmak değil, Ergenekon la
irtibatlandırmak olduğu açıkça ortadadır.

Bazı Yerler Neden Aranmaz?


Kozmik odalarda birkaç gün süren aramalar yapıldı. Askeri
karargâhlar, M İ T Bölge M ü d ü r l ü ğ ü , J a n d a r m a Komutanlığı ile
başka m a k a m l a r ve lojmanlar arandı. Elbette bir suç şüphesi
var o l d u ğ u n d a arama yapılmalıdır ama burada hangi şüphe ve
delil vardı, hangi iddialar üzerine buralar arandı?
Simdi ben açıkça adres veriyorum, hukuksuz d i n l e m e ve iz­
lemeler var, bunları i m z a m ı havi dilekçemde belirttim. Yasalar
da bu türden dinlemelerin denetlenmesini emrediyor. İstihba­
rat dinlemelerinin her k u r u m u n amirleri ve müfettişleri tarafın­
dan denetlenmesi gerektiği açıkça belirtiliyor. Peki, İstihbarat
Daire Başkanlığının d i n l e m e sistemleri ve evrakları neden de­
netlenmiyor; istihbarat kayıtları, T İ B kayıtları, m a h k e m e l e r i n
bu konudaki k a r a r l a n karşılaştırılarak kim h u k u k s u z olarak
dinleme y a p ı y o r diye n e d e n araştırma ve soruşturma başlatıl­
mıyor?

541
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Savcılar ve hâkimler İstihbarat Dairesine giderek arama ya­


pıp tespitlerde bulunamazlar mı? İstihbarat Dairesinde cema­
atin özel cihazları, elde ettikleri her türlü k a n u n s u z dinleme
materyalleri mevcuttur, buralar neden a r a n m a z ? K o z m i k büro­
dan daha mı gizli? K o z m i k odanın a r a n m a s ı n d a kimliği belli ol­
m a y a n bir ihbarcı vardı, burada da ben açıkça ihbar ediyorum.
Bulunacak yerleri de söylüyorum. İstanbul E m n i y e t Müdürlü­
ğü İstihbarat Şubesi n e d e n denetlenemez?

Ankara Emniyet Müdürleri Toplantısında


İçişleri Bakanı'ndan Talebim
Her ö r g ü t ü n ya da sıradan bir ideolojik grubun faaliyet ve
eylemleri k o n u s u n d a sürekli kitap, broşür, tamim yayınlayan
ve toplantılar d ü z e n l e y e n Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü Ergene­
kon k o n u s u n d a hiçbir şey y a p m ı y o r d u . E m n i y e t Genel Mü­
dürlüğünde g ö r ü ş t ü ğ ü m ü z genel m ü d ü r yardımcılarına, daire
başkanlarına konuyu soruyorduk, Ergenekon tahkikatlarını
k i m yapıyorsa bize bilgi vermelerini istiyorduk. T ü m icracı daire
başkanları " b i z i m de haberimizi yok, biz de sizin gibiyiz," diyor­
lardı. Bu tahkikatları en iyi bilmesi gereken Terörle M ü c a d e l e
Daire Başkanı (TEM) konularla ilgili bir şey bilmiyor, hiçbir
y o r u m d a b u l u n m u y o r d u . Daha önce g ö r ü ş t ü ğ ü m İstanbul Em­
niyet M ü d ü r ü de bu k o n u d a bilgi sahibi değildi.

Halbuki E m n i y e t Müdürleri illerinde yapılan t ü m operas­


yonları ve adli tahkikatları çok iyi takip eder, her olayın tefer­
ruatını bilir. B u g ü n de hangi ili ararsanız arayın, o ildeki her
olayı en ince detayı ile il emniyet m ü d ü r l e r i n d e n öğrenebilir­
siniz. Yine a y n ı şekilde ülke genelinde m e y d a n a gelen önemli
bir olayı, y a p ı l a n bir operasyonu merkezdeki ilgili daire baş­
kanları t ü m ayrıntılarıyla bilirler, çünkü sistemin çalışma bi­
çimi gereği h e r olaya m ü d a h a l e eden, o p e r a s y o n y a p a c a k olan
tüm polis amirleri silsile yoluyla yukarıya doğru bilgi verirler.
Böylece ilgili t ü m amirler konu hakkında bilgi sahibi olur. Her

542
2. Bölüm: C e m a a t

olay h e m e n illerden m e r k e z e h e m Ana K o m u t a Kontrol Merkezi


(AKKM) Dairesine h e m de ilgili daire başkanlığına ildeki şube
tarafından yazılı mesajla bildirilir. Ayrıca ö n e m l i olaylarda il
emniyet m ü d ü r l e r i ilgili daire başkanına, genel m ü d ü r y a r d ı m ­
cılarına ve gerekiyorsa Emniyet Genel M ü d ü r ü n e telefonla bilgi
verir, hatta z a m a n z a m a n geniş kapsamlı özel bilgi aktarımla­
rı yapılır. B ö y l e c e herkes k o n u d a n haberdar olur. Son d ö n e m
E r g e n e k o n l a başlayan operasyonlar haricinde bu sistem h e p
böyle çalışmıştır.

Bazen e m s a l olaylar diğer illerde de gerçekleşebilir veya bir


ilde yapılan o p e r a s y o n dolayısıyla diğer iller de uyarılır, o ilde
ortaya çıkarılan bir örgütün benzerleri ya da uzantıları başka
illerde de olabilir diye onların çalışma biçimleri diğer illere de
bildirilir. F a k a t ortaya çıkan bu son olaylar sonrasında ben
Emniyet G e n e l M ü d ü r l ü ğ ü n d e n bir tek tamim ya da bilgi veren
bir tek yazı a l m a d ı m .
T ü m b a s ı n asker ve polis arasındaki ç e k i ş m e d e n , polisin
askere karşı operasyon yaptığından bahsetmesine rağmen
Ankara'da toplanan emniyet müdürlerinin gündeminde bu
k o n u y o k t u , hiç kimse bir şey anlatmıyordu. Eğer bu tahki­
katları E m n i y e t yapıyorsa, Emniyeti ülke genelinde İçişleri Ba­
kanının e m i r ve direktifleri altında Emniyet Genel M ü d ü r l ü ğ ü
yönetiyorsa bu olaylarla ilgili söyleyecek çok şeyleri olmalıydı,
ama tek k e l i m e etmiyorlardı.
İçişleri B a k a n ı n ı n olduğu bir ortamda k o n u ş m a k isteyen
her il e m n i y e t m ü d ü r ü n e söz verildiği sırada söz alarak baka­
na, " T ü m b a s ı n olup bitenleri yazıyor. E r g e n e k o n örgütüne y ö ­
nelik o p e r a s y o n l a r yapılıyor, polis askere karşı o p e r a s y o n ger­
çekleştiriyor, b u n c a olay m e y d a n a geliyor a m a hiç kimse bize
bilgi v e r m i y o r . Ergenekon operasyonları, olup bitenler ve ortaya
atılan iddialar hakkında bize bilgi verilsin." d e d i m B a k a n öğle­
den sonra G e n e l M ü d ü r ü n k o n u hakkında bilgi vereceğini söy­
ledi fakat ö ğ l e d e n sonra hiç kimse bir şey anlatmadı. Ellerinde

543
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Siıııonlaı

anlatacakları bir şey y o k s a d e m e k ki bunları G e n e l M ü d ü r l ü k


y a p m ı y o r d u . Bu daha da v a h i m bir d u r u m a işaret ediyordu.
O halde bu teşkilatı k i m y ö n e t i y o r d u ? Bu büyük ve önemli bir
soru idi. D a h a önemlisi de ortada görünen yöneticilerin bu
d u r u m a nasıl ve neden m ü s a a d e ettiğiydi. Bu k a m u gücünü
kimler gasp etmiş kullanıyor, g ü c ü n sahibi olması gerekenler
ellerindeki g ü c ü n gaspına n e d e n ses çıkarmıyordu?

Bugüne Kadar Cemaat Tarafından Yapılan


Operasyonlar ve Çalışmalar
2009 m a r t ı n d a önce yurtdışından gelen ihbara dayanarak
bir uyuşturucu kaçakçılığını takip eden narkotik polisi kuryeyi
y a k a l a m a k için Ankara'da bir otel odasına baskın düzenledi­
ğinde uyuşturucu kuryesi kadının otel odasında Eskişehir 1.
Hava Kuvvet K o m u t a n Yardımcısı T ü m g e n e r a l Levent T ü r k m e n
ile birlikte yakalandığı, generalin önce kimliğini saklayıp polis
merkezine gelince açıklaması üzerine m e r k e z komutanlığına
teslim edildiği, geceyi burada geçiren generalin d a h a sonra gö­
revinden istifa ettiği, kadının üzerinde 10 kg u y u ş t u r u c u yaka­
landığı b a s m a k a d e m e l i olarak sızdırıldı. A r d ı n d a n işin aslı an­
laşıldı. Aslında ortada uyuşturucu kuryesi y o k t u , T ü r k m e n ' i n
A d a n a ' d a görev y a p a r k e n tanıştığı bir kadınla y a s a k ilişkisi var­
dı, bu kadınla ara sıra Ankara'daki bir otelde buluşuyorlardı,
bu b u l u ş m a tespit edilerek uyuşturucu ihbarı bahanesi ile otel
basılmış ve generalin istifası sağlanmıştı.

B a n a göre bu olay a m a c ı n a ulaşmış bir o p e r a s y o n d u r . Araş­


tırılırsa görülecektir ki, kadının ve generalin cep telefonları IMEI
numarası ü z e r i n d e n veya başka isimlerle dinlenmiş, buluşma
tespit edilmiş, sahte uyuşturucu ihbarı ile baskın yapılarak ge­
neralle kadını aynı odada yakalayarak generali zor d u r u m d a bı­
r a k m a k a m a ç l a n m ı ş v e başarılmıştır. C e m a a t operasyonudur.
B u g ü n için Balyoz O p e r a s y o n u n d a n dolayı yargılanan ve
bazı ses kasetleri yayınlanan Korgeneral Metin Yavuz Yalçın'ı

544
2. Bölünr C e m a a t

Edirne'deki askeri birliklerde, bağlı bulunduğu Çorlu'daki 5.


Kolordu K o m u t a n ı olduğu 2005-06 yıllarında tanırım. Bir-iki
defa Edirne'ye törenler için gelmişti. Komutanlığına fazla bürün­
müş bir hali vardı. Bir bayram törenindeki müdahalesini, ilin­
deki vali ile bazı konulardaki sürtüşmelerini d u y m u ş t u m . D a h a
sonraki yıllarda İzmit'teki Kolordu Komutanlığına atanmıştı. Bir
gün Yalçın P a ş a ' m n alışılmadık bir biçimde zamansız kış ayında
istifa ettiği duyuldu. Sonra, paşanın bir kadınla aşk konuşmala­
rını içeren telefon kayıtları internette yayınlanmış, hatta rakibi
bir komutanın santralden dinlettiği haberleri yayılmıştı. Daha
sonra Balyoz Operasyonu nedeniyle Yalçın Paşa tutuklandı ve
şu an yargılanması hâlâ d e v a m ediyor. Şimdi tüm bunlar bir­
leştirildiğinde anlaşılmakta ki, Balyoz Operasyonu belgelerini
elinde bulunduran cemaat aslında Yalçın Paşayı hedefine koy­
muş, onun telefon detaylarını Emniyet İstihbarat Dairesindeki
uzantılarını inceleyerek tüm bağlantılarını tespit etmiş, o telefon
numaralarından bir kısmı için ya elindeki özel sistem ya da IMEI
numarası üzerinden dinleme kararı almış, o n u n E.G isimli ka­
dınla aşk içerikli konuşmalarını kayıt edip şantaj amaçlı kulla­
narak bertaraf edilmesini sağlamıştır. Bu olay hakkında hiçbir
bilgiye sahip değilim ama bu şekilde olduğundan da hiç tered­
d ü d ü m yok, zira b u n u gerçekleştirebilecek başka hiç kimse yok­
tur. Eğer ciddi olarak araştırılırsa iki telefondan bir tanesinin
Emniyet tarafından dinlemeye alındığı ortay çıkacaktır.

Artık y ö n t e m bulunmuştur. H e d e f seçilen kişilerin önce


telefon detayları analiz edilecek, gizli ve özel görüştüğü kişi­
ler belirlenecek, gerekiyorsa eşleri, çocukları v e y a yakınlarının
telefon görüşmeleri aynı şekilde analiz edilecek, özel ilişkileri
belirlenecek. Daha sonra başka isimlerle veya IMEI numarası
üzerinden d i n l e m e yapılacak, buluşmaları vs. varsa fotoğrafla-
nıp videoya alınacak, ardından elde edilen bu sesler veya fotoğ­
raflar internet sitelerinde profesyonelce yayınlatılacak. Maale­
sef bütün İnternet sitelerinde yayınlanan sesler ve fotoğraflar

545
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

aynı grup tarafından aynı yöntemler kullanılarak hazırlanmış­


tır. Eğer bu d i n l e m e ve izlemelerde bir adli tahkikat, suç çıkarı­
lacağına marnlıyorsa bu defa bu y ö n t e m l e elde edilen bilgiler bir
ihbar m e k t u b u n a dönüştürülerek istenen şekilde adli tahkikat
y a p a n yerde adli tahkikata dönüştürülecek. Bu bilinen ve sık
uygulanan y ö n t e m haricinde eğer hedef seçilen kişiler çok özel
üst düzeyde yetkili kişiler ise o z a m a n çok daha özel, devletin
istihbarat a m a c ı y l a aldığı alet ve sistemler kullanılacaktır. Bu
yapılanların sınırının ne olduğunu tahmin bile e t m e k zordur.

Son soruşturma ve bulunan belgelerde adı geçen İzmir'deki


bir albayın, eşi tarafından aldatıldığının fotoğraflarla b a s m a
servis edilmesi üzerine intihar ettiği yazılmıştı. Habere göre bir
kadının bir eve giriş çıkışı görüntülenmiş ve bu evde başka bir
erkekle buluştuğu ima edilmişti. Böyle bir olayı yapabilecek
tek bir adres vardır, cemaatin polis içindeki uzantıları. Başka
hiç kimse b u n u y a p a m a z . Bu kişilerin telefonlarının istihbari
olarak d i n l e n m i ş , varsa buluşmaların tespit edilip izlenmiş, fo­
toğraflar çekilerek internette yayınlanıp sonra da b a s m a ihbar
edilmiş olduğu kayıtlara bakılırsa görülecektir.

Cemaatin, İstihbarat Dairesindeki teknik personelinin bir


süre önce yurtdışına giderek gizli ses ve görüntü kayıt eden
çok miktarda saat, kalem g ö r ü n ü m ü n d e teknik cihazlar aldı­
ğı, k ü ç ü k d i n l e m e sistemleri alıp askeri ve belli kurumlarda­
ki adamlarına verdiği, bu y ö n t e m l e her yerde ortam dinlemesi,
gizli kayıtlar y a p a r a k bilgi topladığını d u y m u ş t u m . Bugün sık
sık kaynağı belirsiz şekilde internete düşen bu ses ve görün­
tülerin kaynağı çoğunlukla bu tür bilgilerdir. İstihbarat Daire
Başkanlığında a r a m a yapılsa, demirbaşa kayıtlı o l m a y a n cema­
atin kendine ait özel dinleme ve izleme aletleri b u l u n a c a ğ ı n d a n
hiç t e r e d d ü d ü m yoktur.
Gazetelere ve m a h k e m e y e intikal etmiş, basında yer aldığı
kadarı ile bir işadamını karısı özel bir ekipmanla dinletmiş ve işa­
damı bu d u r u m d a n şüphelenerek Kadıköy Savcılığına dilekçe ile

546
2. Bölüm: C e m a a t

müracaat etmiş. Kadıköy Savcısı olayı Organize Suçlar Şubesine


havale etmiş, orası da tahkikatı yaparak dinleme olayını yaptı­
ran eş ile o n a yardım eden bir Emniyet Amirini gözaltına almış.
İşin enteresan tarafı, işadamının cemaate girmesi ve maddi var­
lığının bir kısmını buraya aktarması eşler arasında sorun olmuş
ve eşi b u n d a n dolayı işadamını dinletmeye başlamış. Bu olayın
manidar olan tarafı şu; benzeri iddialarla pek çok kişi bugüne
kadar Savcılığa ve Emniyete başvurmuştur a m a başvurularla il­
gili olarak karı-koca arasındaki meseleler hukuk mahkemesini
ilgilendirdiğinden en fazla cumhuriyet savcıları tarafından ifa­
de alınıp telefonları inceletme veya TİB'den detay alma şeklin­
de tahkikat yapılmıştır. Organize Şubelere havale edilerek örgüt
tahkikatı yapılmamıştır. Fakat söz konusu olan cemaate yakın
biri olunca arka plandaki birileri işi organize ederek tahkikatın
m ü k e m m e l şekilde yapılmasını sağlamışlardır.

Askeri Belgeler Nasıl Değerlendirilmeli?


B u g ü n l e r d e askeri birliklerde ortaya çıkan plan ve proje­
ler için askerler çok normal şeylermiş gibi bunları savunurken
bunlara karşı sivillerden gelen tepkileri, aydınların isyanını
anlayamıyor. Askerlerin, olağan görevleri olarak saydığı uygu­
lamalar aslında sivil hayata korkunç bir müdahaledir, b u n u n
askerlikle hiçbir ilgisi yoktur, askerlerin görev alanı içinde de­
ğildir. Askerlerin böyle planlar y a p m a s ı n ı n d e m o k r a t i k bir ül­
kede yeri y o k t u r . Aynı şekilde aydınlar da askerin mantığını an­
l a y a m a d ı ğ ı n d a n askeri planları algılayamıyor ve bazı konuları
birbirine karıştırıyorlar.

Türkiye'de Bazı Şeyler Birbirine Karışıyor:

EMASYA planları: Polis ve j a n d a r m a y l a bastırılamayan


olaylarda m ü l k i m a k a m l a r ı n askeri birliklerden y a r d ı m isteme­
si yasalarda belirtilmiştir. İller idaresi k a n u n u n a göre İçişleri
Bakanı veya Vali emrindeki polis ve j a n d a r m a ile bastırılama­
y a n veya bas t ı n l a m a y a c a ğ ı anlaşılan olayların m e y d a n a gelme-

547
Haliç'te Y a ş a y a n Simonlar

si halinde o ildeki askeri birliklerden kuvvet talep edilebilir. İşte


böyle bir ihtimale binaen askeri birliklerin olaylara nasıl müda­
hale edeceğinin önceden planlanmasına açık ifade ile Emniyet
Asayiş Y a r d ı m l a ş m a Planı denir.
Askeri p l a n l a m a seminerleri: Ülkeye y ö n e l i k m u h t e m e l bir
dış saldırı ve savaş ihtimallerini en a n o r m a l i n d e n başlayarak
her türlü ihtimalin değerlendirildiği, ona göre s a v u n m a planla­
rının tartışıldığı toplantı ve planların yapıldığı seminerler.
D a r b e v e y a m ü d a h a l e planları: Askerin, b e ğ e n m e d i ğ i an­
layışın h ü k ü m e t olmasına karşı çıkması, onların ideolojilerine
uygun o l m a y a n ı n iktidar olamayacağı, olursa zorla değiştirme­
ye kendilerini yetkili görüp bu k o n u d a hazırladıkları plan ve
çalışmalardır.

Son z a m a n d a bu üç konuyla ilgili ele g e ç e n belgeler bir­


birine karıştırılıp basına verilince halkın kafası karışıyor. Ba­
zen işin aslı bilinmediğinden, bazen askerin uygulamalarına
itimatsızlıktan, bazen de militarist bir zihniyete sahip olan,
beğenmedikleri sivil bir iktidar karşısında askeri bir yönetimi
isteyecek kadar sivil iradeden y o k s u n sivillerin varlığı nedeniyle
bu belgelerin t a m a m ı askerin sivil hayata m ü d a h a l e s i olarak
algılanıyor. Ayrıca bu belgeleri ortaya çıkaranların iddialarını
daha da g ü ç l e n d i r m e k için belgelerin içine u y d u r m a belgeler
eklenmesi de d e v r e y e girince ortaya önemli bir bilgiye rağmen
kargaşa, birbirine karışan bilgiler ve toz bulutu kalıyor. Bütün
bu meselelerle ilgili olarak işin u z m a n ı kişiler tarafından bir
ayıklama y a p ı l ı p k o n u n u n kirden, harici katkılardan arındırı­
larak sağlam bilgilerin ortaya k o n m a s ı ve akılcı bir anlayışla
analiz edilmesi şarttır.

E M A S Y A Planları

E M A S Y A planları, E m n i y e t ve J a n d a r m a n ı n mevcut gücüyle


ö n l e n m e y e n b ü y ü k toplumsal olaylar m e y d a n a geldiğinde Vali
veya İçişleri B a k a n ı n ı n askeri birliklerden y a r d ı m isteme ihti-

548
2. Bolüm: Cemaat

maline b i n a e n askeri birliklerin önceden yaptığı hazırlık planla­


rıdır. O l m a s ı m u h t e m e l olaylar nelerdir, neler olabilir, tehdit ya
da tehlike nedir, hangi gruplar tarafından nerede ve ne büyük­
lükte nasıl olaylar yaratılmak istenir, bu olayları bastırmak için
ne kadar kuvvete ihtiyaç vardır, mevcut polis ve j a n d a r m a n ı n
kapasitesi ve imkânları nelerdir? T ü m bu sorular veri kabul
edilerek E M AS YA planı yapılır.

Burada önemli sorun E M A S Y A ' d a beklenen tehdit ve tehli­


kenin ne olduğunu, neye ya da kime karşı hangi tedbirin alına­
cağını kimin belirleyeceğidir. N o r m a l d e olması gereken, yardımı
isteyecek olan İçişleri Bakanlığı ve illerdeki valilerin polis, jan­
darma, MİT ve istihbarat birimlerinden alacakları bilgilerle muh­
temel olayları ve tehlikeleri belirleyip askeri birliklere planlama
safhasında v e y a belli dönemlerde bilgi vermesidir. Ancak onlar
böyle bir çalışma yapmadığı için askerler beklenen tehlikenin
ne olacağını, hangi gruplar tarafından gerçekleştirileceğini ken­
disi belirliyor, hatta yasal toplumsal faaliyetleri, bazı grupların
sıradan d e m o k r a t i k taleplerini bile m ü d a h a l e gerektirecek bir
d u r u m olarak değerlendiriyor. Toplumsal ve siyasal hareketleri
devlet ve rejim için bir tehdit ve tehlike olarak tanımlıyor, hatta
mevcut h ü k ü m e t i n tabanını bile tehlike olarak görüyor. Geçmiş­
te sol grupları ve milliyetçi unsurları tehdit olarak algılarken,
bugünse irtica adı altında t ü m dini grup, cemaat ve tarikatları
tehlikenin odağına yerleştiriyor. Daha sonra da bu gruplarla or­
ganik bağı olan herkesi bu tehdidin bir parçası haline getiriyor.

Sonuç olarak buradaki sorun, sivil yönetimin askerden yar­


dım isteyeceği durumları istihbarat unsurlarıyla birlikte belirle­
mesi gerekirken askerin bizzat kendisinin tehdidi değerlendirme­
sidir. D u r u m böyle olunca da bugünkü manzara ortaya çıkıyor.
Aslında asker her şeyi kendisi belirlemek istiyor. Sivillerin boş
bıraktığı sahayı askerler dolduruyor. Ülke genelinde çoğunlukla
sivillerin bakış ve algılama zafiyeti dolayısıyla güvenlik, politika,
tedbir ve planlamalar otomatikman askere havale edilmiştir.

549
Haliç'te Yaşayan Simonlar

B u n u n sonucunda ordunun geçmişteki uygulamaları, yaşanan


müdahaleler, sıkıyönetimler ortaya çıkmıştır. Askerler de bu tür
müdahaleleri gerçekleştirmeye kendilerini yetkili görüyorlar. Do­
layısıyla temel sorun, Türkiye'deki bu askeri zihniyettir.
Tabii bu zihniyet ve planın sonucu olarak eğer tehdit olarak
bazı ideolojik gruplar belirlenirse bu gruplara karşı alınacak
uzun vadeli tedbirler de plana yansıyor. Geçmişte sol ve komü­
nist örgütler hedefteyken, şimdi bölücülük ve irtica hedef ka­
bul ediliyor. Bu unsurlara karşı önleme faaliyetleri, bu gruplar
içindeki fraksiyonlar, gruplara destek verenler, gelir kaynakla­
rı, sahip oldukları m e d y a organları ve e k o n o m i k kuruluşlar be­
lirleniyor ve bunları ö n l e m e k için imha operasyonlarından psi­
kolojik harekâta kadar her türlü uygulama E M A S Y A ' m n veya
o r d u n u n diğer plan, p r o g r a m ve dokümanlarına giriyor.

E M A S Y A planları genellikle askeri karargâh subayları, bir­


liklerin k o m u t a n ve k u r m a y başkanları, sl ve s2 olarak adlan­
dırılan istihbarat subayları, emniyetin terör, istihbarat ve diğer
birimlerinin müdürleri, j a n d a r m a subayları, M İ T temsilcileri
tarafından birlikte hazırlanır. Sonra askeri birliklerce tanzim
edilerek valilikler üzerinden, Emniyet ve J a n d a r m a birimlerine
suretleri verilir, her yıl bir defa tatbikat yapılır. Gizli ama legal
ve devlet sistematiği içerisinde arşivlenen belgelerdir.

Savaş Oyunları, Planları

Askerler özellikle birlik komutanları ve k u r m a y subaylar


belli aralıklarla toplanıp olabilecek her türlü ihtimali hesap
ederek ülke s a v u n m a s ı n a yönelik hazırlık planları oluşturur­
lar. Bu toplantılarda m e y d a n a gelebilecek en kötü senaryolar
hesaplanır. M e s e l a Yunanistan bize saldırmış, aynı anda Suriye
g ü n e y d e n Hatay'ı işgale yeltenmiş, İran içimizdeki k e n d i n e ya­
kın grupları isyana teşvik etmiş, diğer y a n d a n Bulgaristan'daki
soydaşlarımız olan Türkler baskıdan toplu iltica için Türkiye
sınırlarına d a y a n m ı ş , ayrıca G ü n e y d o ğ u d a P K K Herekol dağın -

550
2 Bölüm: C e m a a t

da açıkta bayrak açarak Beşti bölgesinde bağımsızlığını ilan et­


miştir. Bu türden uçuk ihtimaller ortaya atılarak bunlara karşı
plan geliştirilir, bu toplantılarda konuşulanlar sıradan insanlar
için incitici gelebilir.
Savaş oyunları plan ve toplantılarına da birliklerin üst ko­
mutanları, k u r m a y subaylar katılır, kalabalık gruplar halinde
toplanılır ve toplantılar birkaç gün d e v a m eder. Alınan notlar,
ihtimal senaryoları yazılı çok gizli belgeler haline getirilir. Bun­
lar eğitim ve çalışmalarda kullanılır.

Siyasi Hayata Müdahale, D a r b e Hazırlıkları

Türkiye, askeri müdahaleler, darbeler ve sıkıyönetimler gibi


olağanüstü rejimler ve bunların hazırlık safhaları hakkında
epey bir bilgi sahibi. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat
müdahalelerinin nasıl hazırlandığı hakkında yazılan, çizilen
çok fazla kitap, anı ve belge var.
Darbe hazırlıkları başlangıcında büyük bir gizlilik içerisinde,
hatta hiçbir kayıt alınmayan ortamlarda birkaç kişiyi geçmeyen
gruplar halinde yürütülür. Her türlü izleme, takip ya da içlerin­
de birilerinin ajanlık y a p m a ihtimaline karşı birbirlerinin üzerim
arar, kontrol ederler. Ancak durum ilerleyip artık darbe geri dön­
dürülemez bir aşamaya doğru gelirse bu defa darbe hazırlığına
yine tedbiri elden bırakmadan sıradan bir kod isim verilerek bel-
gelendirilmeye başlanır ve bu belgeler çoğu z a m a n imzasız veya
kodlanmış olarak çok gizli, en az sayıda çoğaltılarak saklanır.

Uzun süreden beri asker içerisindeki Fethullah Gülen ce­


maati m e n s u p l a r ı ordu içindeki her türlü gruplaşma, antide­
mokratik çalışmalar, yolsuzluk olayları ile ilgili olanlar başta
olmak üzere her türlü d o k ü m a n ı alıp biriktiriyor. Bu belgelerin
dışarı çıkarılıp belli sorumluların denetiminde güvenli yerlerde
saklandığı biliniyor, hatta tahmin edilenden daha fazla aske­
ri evrak dışarıda arşivlenmiş durumdadır. Balyoz Darbe Planı
denen planla ilgili evraklar da yukarıda belirtilen bu üç tip top-

551
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

lan tının evrakları karıştırılarak oluşturulmuş, hatta bir iki ilave


belge de eklenerek k a r m a bir evrak çuvalı yapılarak bir gazete­
cinin önüne atılmıştır. İnsanların kafası karışıyor, yüz kişi bir
odada toplanıp darbe konuşur m u ? Eskiden bu çalışmalar bu
kadar gizli saklı yapılırken, şimdi neden ses ve görüntü kaydı
tutulan toplantılarda bu çalışmalar gerçekleştiriliyor? Evet, ka­
yıt tutulan toplantılar darbe planları değil savaş oyunlarıdır.
Balyoz D a r b e Planı ile ilgili olarak tutuklanan kişilere ba­
kıldığında bu belgelerin en erken 2004 yılma ait olduğu an­
laşılıyor, çünkü tutuklananlardan T ü m g e n e r a l Behzat Balta
Edirne'de T ü m e n K o m u t a n ı iken 2004 ağustosunda emekli
oldu, yine T u ğ g e n e r a l Halil Kalkanlı da Edirne'de T u g a y K o m u ­
tanı idi ve 2 0 0 6 yılında emekli oldu. Hiç öyle darbeci, ideolojik
yanı ağır basan biri değildi, klasik bir k o m u t a n d ı .
B e n 2005 yılı haziranında Edirne'ye Emniyet M ü d ü r ü ola­
rak a t a n d ı ğ ı m d a eski arkadaşım Ali İhsan Gürcihan Tugay
K o m u t a n ı idi, o n d a n önce Behzat Balta varmış, emekli oldu­
ğu söyleniyordu. T u t u k l a n a n Behzat Balta'yı t a n ı m a d ı m ama
anlatılanlara g ö r e ideolojik y ö n ü fazla o l m a y a n , sıradan, biraz
sosyal biriymiş. Halil Kalkanlı'yı tanıdım, o da sıradan biriydi,
ideolojik y ö n ü hiç yoktu. Fakat onlardan sonra gelen tanıdığım
bazı k o m u t a n l a r çok daha katı politik görüşlere sahip, hatta
alenen siyasetçileri eleştiren kişilerdi. Eğer onlardan birinin adı
bu darbe planlarında çıkmış olsa bana garip gelmezdi.

Bu iki k o m u t a n da Edirne'de görev y a p a r k e n çağrılmaları


üzerine 1. O r d u d a k i seminere katılmışlar. Zaten savaş oyunla­
rında en fazla rol düşecek askeri birlikler h e m Yunanistan, h e m
de B u l g a r i s t a n l a k o m ş u olması nedeniyle Edirne'deki birlikler
olacaktır. Dolayısıyla onların böyle bir savaş planlamasının ya­
pıldığı bir toplantıya katılmaları makuldür. Oysaki bu k o m u ­
tanlar, Balyoz D a r b e Planı iddiasıyla ve emekli olduktan seneler
sonra tutuklandılar. Behzat Balta Paşa'yı simaen bile tanımam.
Gümrük tahkikatım sırasında rüşvet suçlamasıyla görevden

552
2. Bölüm: C e m a a t

ihraç olan B a ş m ü d ü r ü için sevdiğim bir komutan olan Recep


Paşa üzerinden tavassut etmeye kalkmıştı, b u n d a n dolayı ken­
disini pek sevmem. Halil Kalkanlı Paşa ile 2 yıl çalıştım ama hiç
samimi olmadım, resmi tören ve işler haricinde karşılaşmadım.
Kendisi b a n a sempatik gelmedi a m a b u g ü n haksız yere yattık­
ları kanaatindeyim zira onlar bu işlerin adamı değiller.
Dışarıdan bakınca kimin darbeci olup kimin olmadığı an­
laşılır mı diye sorulursa b u n a cevabım evet anlaşılır olacaktır.
Veli Küçük suçlu mu, m a s u m mu bilmiyorum ama adını her
halde ilk kez ben Susurluk Olayı döneminde ortaya atmıştım.
Jandarma Genel Komutanlığında Levent Ersöz ve Ali Esener
paşaları d a h a 2003-04'te herkes farklı tavır ve tutumları nede­
niyle biliyordu, yine Çetin Doğan Paşa gibi bazı komutanlann
keskinliği o zamanlardan biliniyordu.
Basın organlarının önüne getirilen her belgeyi hiçbir uzma­
na inceletmeksizin yazması, böyle bir ortamdan faydalanarak
iftira atmak isteyen insanların işini kolaylaştırdığı gibi bu yön­
temleri teşvik etmektedir. Halbuki iç güvenliğin bu kadar önem­
li olduğu, Ergenekon ve Balyoz gibi davaların devam ettiği bir
ortamda, basın organlarının iç güvenlik konularında uzmanla­
ra inceletmeden önüne gelen her evraka, belgeye emin olmadan
yer vermemesi, savcıların ise kaynağı ve elde ediliş biçimi belli
olmayan tomarla evrakın basının önüne atıldığı durumlarda
önce gizlilik kararı alıp incelendikten sonra uzman raporları ile
birlikte yayınlanmasına karar vermeleri gerekir. Aksi hale, bir
örgüt bu üç toplantının evrakını karıştırıp b u g ü n olduğu gibi
işleri içinden çıkılamaz bir hale getirebilir.

Şu açık olarak görülmektedir ki özellikle ordu başta olmak


üzere her k u r u m u n bünyesindeki gizli oluşum (cuntalar, ihtilal
hazırlığı toplantıları, anti demokratik tertipler) içinde cemaatin
casusları vardır. Bu açıdan herkes bu tür yöntemlerden vaz­
geçmeli, bu işlerden uzak durmalıdır. Bu casuslar buralarda
edindikleri her bilgiyi ve dokümanı taşıyorlar. Bu belgelerin

553
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

kullanılmasını hukuki hale getirmek için cemaat elemanları ta­


rafından bir yerlere k o n u l u p aramalarda b u l u n d u ğ u süsü ve­
rildiğine dair çok ciddi emareler vardır. Kimi z a m a n da casus­
lar bilgiyi getirmelerine rağmen ellerinde b u n u kanıtlayacak bir
belge olmuyor. Bu d u r u m d a da a m a c a yönelik belge üretiliyor.
Bazen de ele geçen belgeleri casuslar yanlış yorumluyor, o za­
m a n da cami b o m b a l a m a timi gibi saçma konularda u y d u r m a
belgeler ortaya çıkıyor ya da ilgili ilgisiz belgeler karıştırılıyor.
Böylece adalet m e k a n i z m a s ı yanlış yönlendiriliyor.

Başbakan ve diğer hükümet yetkilileri Deniz Kuvvetleri Ko­


mutanının t ü m ordu içerisindeki müdahale çalışmalarını anlat­
tığı günlükleri, J a n d a r m a Genel Komutanı Şener Eruygur'un
darbe hazırlık planlarının belgeleri, S arı kız ve Ayışığı gibi darbe
planları hakkında çok önceden bilgi sahibiydiler. Bu gizli tertip­
lere karşı tedbir alarak bu sayede ayakta kaldılar. Şimdi de bu
belgeler gibi ordu içerisindeki cuntalaşma, müdahale hazırlığı
gibi hususlarda bizim bilmediğimiz belki ilerde yayınlanacak
birçok bilgiye sahip olabilirler ve ellerinde bu oluşumları kanıt­
layan belgeler bulanabilir. Bu şekilde tedbir alıp bu badireleri
atlatıyor olabilirler. Başbakan ve diğer yetkililerin okuyup bilgi
sahibi olduğu a m a daha yayınlanmayan ne kadar çok belge var
acaba? Dolayısıyla ordu içerisinde cuntalar olduğu müddetçe
mevcut veya gelecek Başbakanlar ve hükümetler belgeleri temin
eden cemaate muhtaçtırlar ve onlara karşı tavır alamazlar. Belki
biz de olsak mecburiyet duyarız. Yani cemaati ordudaki cunta­
lar, cuntaları ise orduya sızmak isteyen cemaat var ediyor.

Bu h ü k ü m e t e karşı oluşturulan cuntacı ve aşırı laik gözü­


ken yapıların hepsinin içinde casuslar vardır ve olacaktır, bunu
anlamanın ve buna karşı tedbir almanın i m k â n ı da yoktur. T e k
yol açık, şeffaf ve legal bir yapıya sahip olmaktır, herkes boş
hayallerden vazgeçmelidir. Türkiye'nin bu açıdan huzura ka­
vuşabilmesi için ordu demokrasiye karışmayı bırakıp Avrupa
ülkelerindeki batı modeli ordu yapısına ve anlayışına sahip ol-

554
2. Bölüm: Cemaat

malıdır. O z a m a n ordu içindeki bu cuntacı unsurlar zayıflar.


Aksi takdirde haddini aşan, zıddını yaratır felsefesi gereği her­
kes kendi karşıtını yarattığım fark etmelidir.

Nasıl Yönetiliyor, Kimler Yönetiyor?


Emniyet teşkilatındaki örgütlenme nasıldı, yani cemaat Em­
niyeti nasıl yönetiyor, görevleri nasıl etkiliyordu? Emniyet hiye-
rarşik bir teşkilattı, teşkilat içinde ikinci bir cemaat teşkilatı nasıl
yapılanıyordu? Yıllarca amir ve müdürlük görevlerinde bulunan
kişiler kendilerinin dışında birinden nasıl emir alıyor? İddialar
doğru ise onlardan fırça bile yiyor, bir şey diyemiyorlardı?
C e m a a t i n g e ç m i ş yıllardan başlayarak teşkilatta nasıl ela­
m a n temin ettiği, nasıl yapılandığı belki u z u n araştırma ve in­
celemelerin k o n u s u olsa da ben şu andaki örgütün nasıl yapı­
landığını, idare edildiğini bir nebze olsun g ö s t e r m e k istiyorum.
B u n u n için öncelikle bu konudaki belgelere b a k m a k gerekiyor.
Maalesef bu k o n u d a çok fazla belge y o k a m a yine de bulunan
belgeler mevcut durumu belli oranda anlamamızı sağlıyor.
Bunlardan bir tanesi Elazığ'ın Sivrice ilçesindeki bir camide
04.08.2002 tarihinde unutulan ve A h m e t Şahinalp isimli Ma­
den M ü h e n d i s i n e ait olduğu anlaşılan çanta içerisindeki dokü­
manlardır. Bu belgelere göre bu kişi Elazığ, Bingöl, Tunceli ve
Malatya gibi o bölgedeki emniyet teşkilatını y ö n e t e n , cemaatin
imamı d e n e n yöneticisidir. M a d e n mühendisidir a m a bir eğitim
k u r u m u n d a çalışıyor gözükmektedir.

Çantada ana hatlarıyla;


1 - O yıl o bölgeye tayini çıkan ve o bölgeden batı ilerine ata­
nan polislerin 4 sayfalık listesi vardır, bu liste emniyetin bilgi­
sayarlarından çıktığı belli olan tayinci personelin sicil numarası
ve emniyetin kendi personelini tasnif ederken kullandığı harf
kodlarını da taşımaktadır.
2- Bazı polislerin cep ve ev telefonları 2 sayfalık liste halinde
bulunmaktadır.

555
Haliç'te Yaşayan Simonlar ._.

3- 1 Ağustos 2002 ile 1 Kasım 2002 tarihleri arasında hedef


şahısların tespiti ve listelerin çıkarılması, çalışma gruplarının
oluşturulması ve işbölümü aşamasının gerçekleştirilmesi şek­
lindeki notlar; kurumsal açılım başlığı altında adliye, idari per­
sonel, avukatlar, hastaneler, bankalar ve diğer kurum isimleri
ile yeni tanışılacak işadamları, toplum önderleri ve etkili nüfuz
sahiplerine nasıl davranılacağıyla ilgili notlar.
4- Yapılacak işler, personelin sorunları gibi konularda 4
sayfalık not.
5- Elle yazılmış notlarda bazı polis amiri ve müdürlerinin
tayin yerleri ve özel durumları hakkında notlar. En önemlisi İl
Emniyet M ü d ü r ü n ü n makam harcamaları ile yemek yediği yer­
ler, makam araçlarının kullanımı hakkında notlar.
Ahmet Şahinalp yakalanır ama kapsamlı ifade vermez, ya­
kalandığında üzerinde bulunan bilgisayarın diskinin pilinin çı­
karılmasını ister. Belgelerde örgütsel bir çalışma, bazı görevli­
lerin belli yerlere getirilmesi, bazıları hakkında bilgi toplanması
gibi konular vardır.
Aşağıda yer verdiğim ikinci belge ise çok yeni ve günceldir.
B a n a yeni u l a ş a n bu belgeye göre Emniyet teşkilatı içerisin­
de cemaate bağlı polisler, yöneticileri olan kişiden işlerini iyi
yapmadığı için şikâyetçi olmuş, yanlışlarını madde madde bir
rapora dönüştürerek muhtemelen Fethullah Hoca'ya gönder­
mek istemişlerdi. Buradaki şikâyetlere bakıldığında örgütlenme
hakkında ciddi bilgiler verilmektedir:

556
2. Bölüm: Cemaat

A. ÖMER BEY TARAFINDAN GÖREVLENDİRİLEN


ŞAHISLARIN HEM KENDİLERİNİ HEM DE
SORUMLULUKLARINI ÜSTLENDİKLERİ ARKADAŞLARI VE
BİRİMLERİ DEŞİFRE ETMELERİ4
1- MİT Müsteşarlığı ve askeri istihbarat birimleri Ömer Beyi gerçek adı
(Osman Hilmi Özdil) ile bilmekte ve takip etmektedir. Emniyet Teşkilatında
görev yapan üst düzey yetkililerden olan Emin Aslan, Sabri Uzun, Hanefi
Avcı, Hüseyin Özalp gibi devletin önemli merkezleriyle irtibatlı kişiler de
Ömer Beyin teşkilatın sorumlusu olduğunu bilmektedirler. Yine adı geçen
yetkililer Ömer Beyin hangi mekanlarda ve kimlerle görüştüğünü tespit et­
tiklerini ifade etmektedirler.
2- Başbakanın çok yakınında bulunan M.A. tarafından da Ömer Bey
Teşkilatın imamı olarak bilinmekte ve adı geçen şahıs tarafından çeşitli
mahfillerde bu durum ifade edilmektedir.
3- 2007 yılında Ömer Bey ve Yenimahalle ile ilgilenen Sinan Beyin
(Murat Bey) ABD'ye giriş ve çıkışlarında FBI tarafından önce sorgulan­
maları, sorgulanma sırasında üst ve bagaj aramaları yapılmış/ bu şüpheli
duruma rağmen Ömer Beyin seyahat programını değiştirmeyerek ABD'de
bulunan emniyetçi arkadaşlar tarafından havaalanında karşılanmış ve on-
larlala görüşmüş daha sonra yine emniyetçi arkadaşların kullandığı araç
ile HE'nin bulunduğu kamp yerine götürülmüş ve fiziki ve teknik takip ile bu
süreç bütün teferruatıyla FBI tarafından kayıt altına alınmıştır.
ABD'den çıkış esnasında da tekrar sorgulanmış, bilgisayarı dahil
üzerinde ve bagajında bulunan bütün bilgi ve belge niteliğindeki eşyanın
kopyası alınmış, FBI sorgusunda ABD'de daha önceden defalarca ziyaret
ettiği Emniyet Müdürü S. T. isimli kişiyi ziyaret maksadıyla bulunduğunu
ifade etmiş, ifadelerinin birer sureti ile kendisinden alınan bilgi ve belgele­
rin birer kopyası Emniyet Genel Müdürlüğüne intikal ettirilmiştir. Emniyet
Genel Müdürlüğüne intikal ettirilen bilgi ve belgeler arasında bazı üst dü­
zey emniyet yetkililerinin ve eşlerinin bilgileri de tespit edilmiştir. Örnek,
Emniyet Müdürü M. Y. T. Ankara istihbarat Şube Müdür Yardımcısı Z.
G.'nin eşinin isim ve telefon bilgileri, Emniyet teşkilatı mensuplarının da

4 Bu belge i ç i n d e g e ç e n adlar gizlilik a ç ı s ı n d a n y a l n ı z c a baş harfleriyle belirtilmiştir.

557
Haliç'te Yaşayan Simonlar

bulunduğu USAK isimli araştırma merkezinin danışmanı olduğuna ilişkin


Ömer Beyin kendi adına düzenlenmiş kartvizit vb.)
Yukarıda özetlenen olayın akabinde Emniyet Müdürü S. T.'nin ABD
vizesi iptal edilmiştir. Yine bu olayın akabinde iki FBI ajanı New Jersey'de
ikamet eden ve New York Bölgesindeki emniyetçilerin manevi sorumlusu
olan Emniyet Müdürü A. Ç.'nin evinde ziyaret ederek Ömer Beyi kampa
götüren araç hakkında bilgi istemişler, aracın başkası adına kayıtlı olması­
nın gerekçesini soruşturmuşlardır.
Yapılan tüm çalışmalara rağmen FBI tarafından kopyalanan Ömer Be­
yin bilgisayarında bulunan bilgilerin içeriği hakkında ne FBI yetkililerinden
ne de Ömer Beyden tatminkar bir cevap alınamamıştır.
Konu olağanüstü hassasiyeti nedeniyle Büyüğümüze genel hatlarıyla
arz edilmiştir. Büyüğümüz, Ömer Beyle görüşülerek bilgisayarında bulu­
nan bilgilerin muhtevasının ne olduğunun sorulması talimatını vermiş ve
olaydan büyük üzüntü duyduğunu ifade etmişlerdir. Büyüğümüzün talimatı
üzerine ilgili Daire Başkanı R. G. Ömer Beyle görüşmüş ve kendisinden
ABD'de yaşanan olayla ilgili bilgi talep etmiştir. Ancak Ömer Bey böyle bir
olayın vuku bulmadığını, kendisinin sadece pasaportuna bakılarak uçağa
bindiğini ifade ederek, hilaf-ı vaki beyanda bulunmuştur. Bilahare önüne
bilgi ve belgeler konulduğunda kabullenmek zorunda kalmıştır. Ancak bu
esnada bile bilgisayarında bulunan bilgilerle ilgili malumat vermek isteme­
miştir. Bu süreçte Ömer Beyin ABD vizesi ABD hükümeti tarafından iptal
edilmiştir. Benzer bir sıkıntının Yenimahalle ile ilgilenen arkadaş (Sinan
Bey) için de söz konusu olabileceği değerlendirilmektedir.
Ömer Bey ABD vizesini geri alabilmek için istihbarat Dairesi Başkan­
lığındaki arkadaşları riske atarak kendisinin Polis Sandığının sahibi oldu­
ğu Ankara Sigortanın temsilcisi olduğunu, Emniyet Genel Müdürlüğünün
araçlarının kendisi tarafından sigortalandığını ifade ettirmiş, ancak bu du­
rum FBI yetkilisinde daha büyük bir şüphe uyandırmış ve Ömer Beye vize
verilmesi talebi reddedilmiştir.
Daire Başkanı R. G. ve emsali teşkilat büyüklerinin katılımıyla oluştu­
rulan istişare heyetlerinde Ömer Beyin müteaddit defalar verdiği sözleri tut­
maması, hilafı vaki beyanları ve heyetlerin sembolik misyonu nedeniyle bu
teşkilat büyüklerimiz nezdinde Ömer Beye karşı büyük bir güven kaybı söz
konusu olmuştur. Yıllarca hizmetimizin yükünü çekmiş ve teşkilatın önem-

558
2. Bölüm: C e m a a t

li mevkilerinde görev yapan bu büyüklerimizde fikir ve önerilerine kıymet


verilmediği teşkilatın önemli hiç bir meselesinin görüşülmediği bu heyetler­
de büyüklerimizde idare edildikleri kanaati oluşturulmuştur. Netice olarak
Ömer Beyle görüşmekte bir maslahat olmadığı düşüncesi hâkim olmuştur.
4- Görevlendirilen şahıslar izah edilemeyecek müesseselerde görev
yapmaktadır. Örneğin bütün masrafları Başbakanlık örtülü ödeneğinden
karşılanan ve İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığının kontrolün­
de kurdurulan Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşlarını Destekleme Derne­
ğinin il temsilcileri ve merkez koordinatörleri Ömer Beyin emniyet teşkila­
tına bakan ekibi tarafından oluşmaktadır. Teşkilat mensuplarıyla yapılan
ikili görüşmeler ve istişareler zaman, zaman bu dernek merkezi ve tem­
silciliklerinde yapılmaktadır. Yine teşkilatla ilgilenen sivillerin bir kısmı ve
eşleri Samanyolu Koleji, Turgut Özal Derneği, Maltepe Dershaneleri veya
illerdeki özel okullarımızda görev yapmaktadır.
Ayrıca, arkadaşlardan sorumlu siviller bürokraside ve değişik birimler­
de istihdam edilmektedir.
5- Müstakil olarak hizmet müesseseleri ve görevli sivil şahıslar adına
tutulan evleri farklı devrelerin bazen aynı anda kullanmaları neticesinde
tedbire muhalif durumlar yaşanmaktadır. Düzenli bir aile ve yaşantı görün­
tüsü olmayan bu evler apartman sakinleri tarafından dikkatle izlenmekte
ve şüpheyle bakılmasına neden olmaktadır.
6- ilgili sivil şahısların eşleri, beylerine paralel olarak resmi arkadaş­
ların eşlerinden sorumlu olarak vazife yapmaktalar. Bunun neticesinde bir
sivil bayan bir ildeki veya yapıdaki arkadaşların her türlü bilgisine vakıf
olmaktadır. Ayrıca görevlendirilen sivil şahıslar sık sık değişime tabi tu­
tulmaktadır. 20 yıldır birbirini tanıyan, dostluğu olan insanlara birbirinizle
görüşmeyin, gidip-gelmeyin denilmekte, fakat 15 ay içerisinde bir arkadaş
ailesiyle birlikte 3 farklı sivil aile ile muhatap edilmektedir.
7- Görevli sivil şahısların bütün resmi arkadaşları tanımaları, lojman­
lara ve işyerlerine giderek görüşme yapmaları, cenaze merasimlerine
katılmaları, toplu yerlerde özel teveccühe mazhar olmaları neticesinde
yapılan fiziki veya teknik takip ile kendileri deşifre olmuşlardır. (Van ve
Diyarbakır'da görevlendirilen şahısların özel arabaları ile Emn. Müd, Loj­
manlarına sık sık gelip gitmesi İl Emniyet Müdürünün dikkatini çekmiş ve
şahıslarla ilgili ciddi bir araştırma yapılmıştır.)

559
Haliç'te Yaşayan Simonlar .. . .

Ayrıca, görevlendirilen şahısların kendi evleri baylar ve bayanlar tara­


fından sık sık kullanılıyor.
Yıllarca aynı yatakhaneyi, yemekhaneyi ve sıraları paylaşmış ve bir­
birini tanıyan arkadaşların bir araya gelmelerinin dışarıdaki insanlara izah
edilemeyecek hiçbir tarafı yokken mevcut yerleşik sistemler değiştirilmiş,
sivil hayatta tanınan ve hizmet müesseslerinde görev yapan sivil insanlar
lojmanlara, işyerlerine ve bir takım hususi ortamlara rahatlıkla girip çık­
makta hiç bir sakınca görmemektedir.
Bir taraftan," aman evinizde bir kitap, bir cd, bir Kuran ve bir cevşen ol­
sun, dersleriniz 4 kişiyi geçmesin, hiçbir büyüğünüzle-küçüğünüzle görüş­
meyin, irtibatınız olmasın" diye tahşidat yapılırken diğer yanda ağabeylerin
tedbire aykırı her türlü davranışları, akıllarda soru işareti oluşturmakta ve
vicdanlarda kabul görmemektedir.
8- Çok mahrem olan operasyon ve telefon detay bilgileri ilgisiz kişilerle
paylaşılmakta ve bu husus uluorta konuşulmaktadır. Resmi arkadaşlardan
alınan operasyon bilgileri doğrudan "bilgi notu" formatında kaynak gös-
terilmeksizin hizmetle irtibatı olduğu bilinen yerlerde yayınlatılmaktadır.
Daha il Emniyet Müdürünün bile bilgisi olmadan aktif haber isimli internet
haber sitesinde gizli konuların yayınlanması ve yine çok önemli stratejik /
mahrem konuların savcılığa intikal ettirilmeden bize ait internet sitelerinde
veya gazetelerde yayınlatılması nedeniyle arkadaşlarımız ve hizmet hedef
haline getirilmiştir.
9- Ömer Bey ve görevlendirdiği sivil arkadaşların konumlan dolayısıy­
la sahip oldukları bilgileri eskiden irtibatlı oldukları şahıslara aktarmaları
nedeniyle teşkilat kemmiyet ve keyfiyet bakımından deşifre edilmektedir.
Örneğin Nuh Mete Yüksel ve ÇEV vb. olaylar resmi arkadaşlarla ilişki-
lendirilerek anlatılmaktadır. [Savcı Yükselin kasetini kendilerinin yaptığını
övünerek çevresinde anlattığını duymuştum. Demek ki Nuh Mete Yükselin
kaset olayı tereddütsüz cemaat tarafında yapılmıştır- Yazar Notu]
10- Çok mahrem mevzular her ortamda neye hizmet edeceği bilin­
meksizin konuşulmakta, reklam konusu haline getirilmektedir. (YAŞ, MGK,
Ergenekon, parti kapatılması, L. E., N. V., vb.) HE'nin davası için rüşvet
verildiği, telefonların dinlenildiği, bir Yargıtay üyesinin evinin tefrişatının
yapıldığı gibi konular Ömer Bey ve ekibi tarafından herkesle rahatlıkla
paylaşılmaktadır. Planlama aşamasında olan operasyonlar önceden du-

560
2. Bölüm: C e m a a t

yutulmakta, Ergenekon dalgaları olmadan haber verilmektedir. Atabeyler


ve Danıştay operasyonlarında, Y. Büyükanıt, i. Başbuğ hadisesinde yaşa­
nan sıkıntılar.
11- Teşkilat mensupları ile alakalı listelerin ve bilgilerin flash bellek­
lere ve disklere kaydedilmesi ve bunların taşınması ile ilgili sıkıntılar bü­
yüğümüzün defaatle yaptığı ikazlara rağmen aşılamamıştır. Ömer Bey ve
ekibi rahatlıkla bu tür resmi arkadaşların bilgilerinin bulunduğu flash disk
ve laptoplarla yurt içinde ve yurtdışında seyahat etmektedirler. Elazığ ve
Burdur'da yaşanan üzücü hadiselerden ders alınamamıştır.

B- REHBERLİK HİZMETLERİNDE VE HİZMET ETME


ADABINDA YAŞANAN SIKINTILAR
1- Ömer Bey ve ekibinin büyük çoğunluğunda Kur'an-ı Kerim, Sünnet
ve eserlere ilişkin müktesebat resmi arkadaşlarımızı tatmin etmekten uzak­
tır. Ekibin zaman zaman ABD'ye Büyüğümüzü ziyaret dışında herhangi bir
beslenme mekanizması bulunmamaktadır. Kendilerini kabul ettirme büyük
ölçüde çok mahrem bilgilerin uluorta arkadaşlarla paylaşılması ile sağlan­
maya çalışılmaktadır. Hatta bazı arkadaşlarımız manevi boşluklarını telafi
etme adına çeşitli dini gruplar ile Emniyet Hizmeti dışındaki birimler ile
irtibata geçmiştir.
2-
3-
4- Tayin, terfi ve atamalarda hizmetin rolü arkadaşlar üzerinde bir bas­
kı ve korku aracı olarak kullanılmaktadır. Arkadaşlara adil davranılmamak-
ta ve teşkilat teamüllerine aykırı tayinler yapılmaktadır.
5- Resmi arkadaşların maaşlarından toplanan himmetlerin kullanımın­
da gerekli özen gösterilmemektedir. Örneğin Ömer Bey ve ekibinin Ma­
kedonya ve Almanya programlarında yapılan harcamalar, kullanılan lüks
telefon ve laptoplar.
6- Büyüğümüzün büyük ağabeylerle ilgili tasarruflarının "... ilgili ope­
rasyon tamamlandı, işleri bitirildi gibi." ifadeler ile anlatılması ve bu duru­
mun arkadaşlar nezdinde ağabeylerle ilgili su-i zanna sebebiyet vermesi
(H. T, M. Ö. , A. K. gibi)

561
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

7- Çeşitli dönemlerde teşkilatta vazife yapmış ve önemli hizmetleri ol­


muş kişilerle düşmanca uğraşılmakta ve haklarında iftiralar atılarak sürekli
yıpratılmakta ve bu hususlar en alt seviyedeki gruplara kadar konuşul­
maktadır.
8-
9-
10-
11- Ömer Bey ve üst ekibi kendilerini Büyüğümüzün vekili olarak gör­
mekte ancak Büyüğümüzün üslubunu, mülayemetini, hadise ve meseleleri
değerlendirmesi hususunda aynı hassasiyeti göstermemektedirler. Arka­
daşlarımız kaba davranışları kabullenmeme istikametinde bir tavır sergile­
diklerinde pervasızca; 'Biz sizin Daire Başkanlarınızı bile fırçalıyoruz, niye
alınıyorsunuz.' demektedirler. Ömer Bey bir olaya kızıp kontrolden çıktı­
ğında; 'İmam benim, her türlü tasarrufta bulunurum, Hoca Efendiye
sormak zorunda da değilim.' deme cüretkarlığında bulunabilmektedir.
Yukarıda kısaca arz edilen üslup ve uygulamalardaki yakışıksız dav­
ranışlar sebebiyle bazı arkadaşlarımız meslekten istifa ederek başka ku­
rumlara geçmiş ve emekliliklerini istemişlerdir. Arkadaşlarımız bu haliyle
teşkilatta görev yapmanın hizmet olmadığı ve nifak/fitne uygulamaları se­
bebiyle geri durma noktasına gelmişlerdir.
12-
13-
14- Beklenen metafizik yenilenmenin yerine, meseleler idari, mülk
cihetiyle ele alındı. Hizmetin Türkiye ve dünyada denge unsuru olduğu,
ülkeyi yönetecek insanların / dünyayı yönetenlerin bunu göz önünde bu­
lundurmaları gerektiği vb. hususlar sık sık dile getirildi.
Yapılan operasyonlar, atamalar vb. işlerde yoğun bir değerlendirme
yapılıp, sürekli bir güç, çakma vb. bir literatür kullanılması içerde ve dışa­
rıda idareye talip olma gibi algılanıyor. Yine bu cümleden hareketle bize
yakın olan ılımlı insanlar hizmete düşman oldular. Bu yöndeki içe yönelik
muhasebe / murakabe talepleri "bir kara propaganda" olarak değerlendiril­
mektedir. Şu an bizim dışımızdaki her kesim hizmete düşman konumuna
gelmiştir. Ömer Bey ve ekibi de bu durumu olması gereken bir durum ola­
rak görmektedir.
15-

562
2. Bölüm: C e m a a t

16- Arkadaşların / ağabeylerin meselelerini, sıkıntılarını arz edecekleri


güvenecekleri istişare heyetleri ve şahıslar yok. Gelen konulardaki tena­
kuzlar nedeniyle, insanların istişareye ve istişare heyetlerine güvenleri gün
geçtikçe azalıyor.
17- Ömer Bey arkadaşlarımızın bir kısmına kin beslediğini, beddua
ettiğini hatta aynı arkadaşlarımız için yerin altının üstünden daha hayırlı
olacağını ifade ederek onları uluorta konuşarak hedef haline getirmekte
ve hizmet dışına çıkmaları için özel çaba sarf etmektedir. Bu arkadaşların
açıklarını bulup sıkıntıya düşürebilmek için her türlü teknik imkânları sefer­
ber etmekte ve iftira atmakta beis görmemektedir.
18- Hizmetteki büyük ağabeylerimiz ile çeşitli kurumlardaki arka­
daşlarımızın telefonları Ömer Beyin talimatı ile dinlenmiştir. İrtibat bilgi­
lerine bakılmıştır [hedef kişilerin değil, cemaatin elemanlarının bile belli açı­
lardan denetlemek için dinlenmiş olduğu anlaşılmaktadır, cemaatin Emniyet
içerisindeki gücü ve eylemlerinin durumunu göstermesi açısında enteresan]
19- Astlar amirlerinin değil. Ömer Bey tarafından görevlendirilen sivil
şahısların inisiyatifi ile devlet işlerini idare etmeye, ast üstü yönetmeye
çalışmaktadır.
20- Görevlendirilen şahısların tenakuzları ve çelişkili tavırları se­
bebiyle Büyüğümüzden geldiği söylenen hususlara karşı tereddüt hasıl
olması; özellikle bir mesele üzerinde uzlaşma sağlanamadığında ya da
farklı bir görüş ortaya çıktığında otoritenin sağlanması için " HE böyle isti­
yor, bu HE'nin emri'' şeklinde beyanda bulunulmaktadır.

Bu belgeler ve dışarıdan aldığım bilgilere göre her birimdeki


temsilciler kanalı ile herkes Ö m e r kod adlı kişinin denetimin­
de çalışmaktadır. Amirler mezuniyet d ö n e m l e r i n e göre d ö n e m
d ö n e m örgütlendirilmiştir. Herkes gördüğü, bildiği her k o n u y u
temsilcilere aktarmakta, onlar da silsile ile Ö m e r ' e ulaştırmak­
tadır. Aynı şekilde istenen her hususta Ö m e r ' d e n talimat olarak
teşkilatın en alt birimlerine kadar ulaştırılmaktadır.

Her kritik birimde cemaatin irtibatı ve sorumlusu yer almış,


özellikle İstihbarat, K O M ve diğer birimlerin bilgi işlem birimleri
büyük oranda cemaat taraftarlarından oluşmuştur. Bu birim­
lerde başlangıçta farklı kişiler var ise de onlar da çeşitli yön-

568
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar . .... ...

temlerle buralardan uzaklaştırılmıştır. Emniyete ait t ü m arşiv


ve bilgiler c e m a a t i n arşivine taşınmış, mevcutlar da istendiği an
cemaatin isteklerine u y g u n olarak kullanılmaktadır. Emniyetin
İstihbarat ve K O M birimlerinde teknik ve amir kadrosu büyük
oranda c e m a a t i n elamanı k o n u m u n d a veya bilerek cemaatten
gelen talimatlara uymaktadır.
Aslında bu örgütlülük yalnızca Emniyet içinde m e v c u t de­
ğildir, c e m a a t h e m e n h e m e n t ü m k u r u m l a r d a az veya çok ör­
gütlü haldedir. Ö ğ r e n d i ğ i m kadarıyla M İ T , ordu, yargı ve millet­
vekilleri içinde i m a m k o n u m u n d a kişiler bulunmaktadır.
C e m a a t h a k k ı n d a herhangi bir ihbar geldiğinde, daha araş­
tırmaya b a ş l a n m a d a n o birimdeki c e m a a t mensuplarınca ha­
ber verilip tedbir alınmaktadır. Yakın z a m a n d a birkaç defa M İ T
ve Emniyete c e m a a t i n faaliyetleri, hatta en üstteki i m a m Ö m e r
kod adlı kişi h a k k ı n d a bilgi gitmiş, MİT araştırmaya başladığı
an haberdar o l u n m u ş ve gerekli tedbirler alınmıştır.
Genelde her kurumun imamı işleri yönetmektedir. Emniyet,
ordu, MİT, basın ve medya, yargı, maliye gibi tüm büyük ku­
rumlardan sorumlu olan bir i m a m vardır. Her i m a m ı n altında o
kurumun her biriminde sorumlular mevuttur, bu en yukarıdan
başlayıp alta k a d a r y o ğ u n örgütlü olarak devam eder. Ağırlıklı
olarak merkez ve büyük illerde olmak üzere tüm illerde örgütlü­
lük söz konusudur. Her hafta toplanılarak o kurum/birimdeki
genel durumlar değerlendirilir ve yukarıya arz edilecek konular
çıkarılır. Alt birim imamları kendi aralarında toplanırlar. En yu­
karıda o kurum için istişare heyeti denebilecek üst sorumlular­
dan oluşan komitevari bir birim olup, onun üstünde o kurumun
imamı bulunur. D a h a üstte kurum imamları bir araya gelip ülke
genelindeki işleri ve kurumlar arası çalışmaları değerlendirirler.
Bir kurumun yapacağı işlere diğerlerinin desteği, oralardaki bil­
giler istenir. B u n u n l a birlikte her kurum imamı ayrıca doğrudan
yurtdışında b u l u n a n Fethullah Hoca'ya bilgi verip ondan talimat
alır, yani olup biten her şey hocanın bilgi ve kontrolünde gerçek-

564
_ 2. Bölüm: Cemaat

leşir, dolayısıyla meydana gelen olaylar asla sıradan bir cemaat


mensubunun kendi kafasına göre yaptığı şeyler değildir.
Eğer bu insanlar sadece yardımlaşma, dayanışma, birbirleriy­
le aile ve arkadaşlık ilişkisi kurma gibi faaliyetler içinde olsalardı
elbette b u n a itiraz edilmezdi ama şimdi görüldüğü kadarı ile dev­
leti idare eden Bakanlık ve Genel Müdürlüklere, hatta hükümete
alternatif bir yapı kurularak tüm kurumlar yönetilmektedir. Her
şey olmasa da hayati konular, önemli tayin ve atamalar, önem­
li operasyonlar bu yapı tarafından planlanıp uygulanmaktadır.
Operasyonlara bu yapı karar verip devletin sistemlerini kendi
amaçlan doğrultusunda çalıştırmakta, aynı anda kendi taraftar­
ları ve kendilerinin denetiminde olan basın yayın organları ve
internet siteleri vasıtasıyla linç kampanyalan yapılmakta, doğ­
ru yanlış her türlü bilgi çarpıtılarak servis edilmekte, kamuoyu
yanlı ve yanlış bilgilerle yanlış kanaat sahibi olmaktadır.

H u k u k a uygun veya farklı yöntemle elde edilen bilgiler ve


her türlü yöntem kullanılarak hedef seçilen kişiler linç edilmek
istenmektedir. Z a m a n zaman bu bilgiler tahrif edilerek, ekleme
ve çıkarmalar yapılarak kullanıldığı gibi çoğunlukla da her yer­
de b u l u n a n gizli elemanları özellikle ordu içerisindeki faaliyet
ve çalışmaları rapor etmektedir. D a h a sonra bu haberleri belge­
lemek için delil bulmaya çalışılmakta, b u l u n a n veya yaratılan
belge, evrak veya materyaller aranan mahallere konarak, ara­
mada ele geçti işlemi yapılmaktadır.
Failleri b u l u n m u ş birçok olay, başlatılan ve yeterli delil bu­
lunamayan başta Ergenekon olmak üzere pek çok başka dava­
larla irtibatlandırılmaya çalışılmakta, h u k u k ve mantık zorlan­
maktadır.

Cemaatin Propaganda Araçları


B u g ü n bilenen gazete, televizyon ve dergiler haricinde Ak-
tifhaber, Derindüsünce, Roothaber, Habertime, Habervaktim,
Sonsayfa, recepa.blogspot gibi onlarca internet sitesi cemaat

565
Haliç'te Yaşayan Simonlar

mensuplarınca kurulmuştur. Tek m e r k e z d e n yönetilen haber­


ler buradan verilerek k a m u o y u istenilen doğrultuda yönlendi­
rilmektedir. Başta polis olmak üzere tüm kurumlardaki cemaat
taraftarlarından gelen bilgiler bu haber sitelerine servis edil­
mekte, kendilerine karşı olan t ü m kişilere ise buralardan sal-
dırılmaktadır.
Cemaattin gizli imamları bu sitelerde gerçek ve farklı adlar­
la köşe yazıları y a z m a k t a ve geniş cemaat sempatizanı kitleleri
yönlendirmektedir. Yusuf Gezgin, Y. Derinsoy gibi sahte isimler
altında m a k a l e l e r ve Derin Yapı ve Türkiye gibi kitaplar yazıl­
maktadır.
Sanki birbirinden ayrı kaynaklanmış gibi gözüken şeyler as­
lında tek bir kaynaktan yönlendirilmekte, hatta zamanla resmi
bilgiye dönüşmektedir. Bir kısmı polis kaynaklarından alman an­
cak çarpıtılarak cemaat propagandası haline dönüştürülen akıl
dışı iddialar, farklı internet siteleri ve yayın organlarında yayımla­
narak halkın zihninde gerçek bilgi haline dönüştürülmektedir.

Garip Bir Kaset Olayı


Deniz Baykal'ın gizli kamerayla çekilen görüntülerini içeren
kaset olayını k i m yaptı, niçin yaptı? Bunları bir an unutalım ve
düşünelim.
Baykal bu ülkede m u h t e m e l Başbakan adaylarından biriydi,
ülkenin ikinci büyük partisinin genel başkanı olarak konjonk­
türün değişimine göre her z a m a n başbakan olması ihtimal dahi-
lindeydi. Bu v i d e o görüntüleri daha önce çekilmiş. Baykal baş­
bakan olsaydı ve ülke için kritik bir karar arifesinde birileri çıkıp
elimizde bu görüntüler var, eğer şöyle davranmazsanız bunları
kamuoyuyla paylaşacağız deseydi acaba d u r u m ne olurdu?
İnternette yayınlanan görüntülere bakılırsa bu işi yapanlar
ellerindeki görüntülerden en az incitici olacak bir küp hazırlamış­
lar, ellerinde bu görüntülerin çok daha incitici ve rahatsız edici
olanlarının da olduğu kanaatine varılıyor. Sadece Baykal'ın mı

566
2 Bolum: C e m a a t

böyle görüntüler var? Acaba kaç bakan, kaç genel müdür, kaç
k o m u t a n veya onların eşleri ve çocukları hakkında da bu veya
benzeri görüntüler mevcuttur? Bunlar yakalanmadığı müddetçe
de böyle görüntüleri çekmeye d e v a m edileceğinden tereddüt var
mı? Acaba geçmişte bu görüntüler kullanılarak kimlere şantaj
yapıldı, kimler istifa ettirildi veya gayri meşru menfaat temin
edildi. Bu ve benzeri soruların daha fazlasını sormak m ü m k ü n
ve bu soruların çoğuna da evet cevabı verilecektir.

Şimdi k i m yaptı sorusuna cevap ararsak:


Bu olayın ilk benzeri Ankara D G M Savcısı N u h M e t e Yüksel'e
yönelik hazırlanmıştı, bugün bu olayı cemaatin yaptığından en
ufak ş ü p h e m yok. 1999 yılında bazı kişilerin Savcı Yüksel hak­
kında ellerinde önemli bilgiler olduğunu, belli bir miktar ücret
karşılığında vereceklerini söylemeleri üzerine buluşma yerine
bugün cemaat m e n s u b u olduğu bilinen polislerle birlikte giden
kişiye bir zarf verilir, bu zarf o sırada Ankara'daki Ayrancı sem­
tinde bulunan Savcı'ya iletilir. Zarfta daha sonra CD'si de bu­
lunan Savcı Yüksel'in bir kadınla ilişkisini gösteren fotoğraflar
vardır. B u g ü n için bu buluşmanın uydurma, maksadın savcıya
gözdağı v e r m e k olduğundan hiç şüphe yoktur. Bir süre sonra
İstanbul'da postaya verilmiş bir kargo paketi Savcı Yüksel'e gön­
derilir, içerisinde uygunsuz görüntülerin olduğu CD çıkar. Za­
ten daha sonra CD görüntüleri bulunduğunda N u h Mete Yüksel
de cemaate m e n s u p polislerin bunu yaptığını söylemiştir. D a h a
sonra bu C D ' n i n bir örneği, Çağdaş Eğitim Vakfı'nda biraz zor­
lama ile yapılan aramada bulunur, soruşturma sırasında E m ­
niyet. Güvenlik Şubesinde çalışan Bayram isimli bir komiserin
dernek yöneticileri tarafından Emniyetten bilgi almak için ajan
gibi kullanıldığı veya cemaatin B a y r a m ! derneğe ajan olarak
soktuğu iddiaları tartışılır. O d ö n e m derneğin polisin içine ajan
olarak sokup bilgi almak için kullandığı y ö n ü n d e k i iddialarda
adı geçen ve alevi, sol görüşlü olduğu söylenen Bayram'ın cema­
at m e n s u b u olduğunu öğrendim. Ne alevi ne de solcu olduğu,

567
Haliç'te Yaşayan Simonlar

İ m a m Hatip Lisesinde okuduğu, son bulduğum cemaatin kendi­


sinin hazırladığı belgede bu olaydan kapalı olarak bahsedilmesi
N u h Mete Yüksel olayının cemaatin Emniyet içerisindeki polis­
leri tarafından yapıldığı kanaatini güçlendirmektedir.
Yanlış tahminlerine dayanarak aynı olayın bir benzerini
bana karşı da u y g u l a m a y ı denediler. B e n i m özel ve gizli tutulan
telefonlarımı sahte isim ve IMEI üzerinden İstanbul İstihbarat
Şubesi tarafından İstanbul 250. m a d d e ile yetkili h â k i m d e n
aldıkları 07.11.2009 tarihli kararla dinlediler. Basın m e n s u p ­
larına bile alenen beni kast ederek t o p l u m d a k i saygınlığımı
sarsacaklarını söylediler. Arkadaşımla b u l u ş t u ğ u m bir evin sa­
hibinin telefonunu aynı şekilde dinlediler. Bu eve bir süre son­
ra hırsız girdi, evdeki bilgisayarı aldı a m a eve ne koyduklarını
bilmiyoruz. Bu, m a d d i delilleriyle ispatlı bir olaydır.

Korgeneral Metin Yavuz Y a l ç ı n ı n bir kadınla olan tele­


fon k o n u ş m a l a r ı n ı n b a s m a sızdırılması, Tümgeneral Levent
T ü r k m e n ' i n otelde bir kadınla uyuşturucu ihbarı iddiası ile ba­
sılması ve istifası, İzmir'de bir albayın, eşinin kendisini aldattığı
iddiaları ile fotoğraflarının b a s m a sızdırılması, E r g e n e k o n vb.
adlarla yapılan tahkikatlarda bulunan özel hayata ait bilgiler,
üst düzey y ö n e t i c i , h â k i m ve savcılar hakkında u y g u n s u z gö­
rüntü ve resim iddialarının yayılması ve daha pek çok benzer
olay aslında h e p aynı adresi göstermektedir.

Ayrıca bu t ü r bir teknolojiyi uygulayıp eve k a m e r a yerleştir­


m e k için o yeri tespit e t m e k gerekir, o yeri tespit için de telefon
analiz sistemi ile görüşmelerin ve hedeflerin bulundukları, bu­
luştukları yerlerin belirlenmesi ve telefonların gizlice dinlenme­
si şarttır, aksi takdirde bu bilgiler edinilmeden nereye kamera
yerleştirileceği bilinemez.
T ü m b u n l a r ı bir araya getirirseniz bu işleri y a p a b i l e c e k ye­
gane grubun c e m a a t i n E m n i y e t İstihbarat birimi içerisindeki
unsurları o l d u ğ u ortaya çıkar. Bu işi profesyonelce yapabilecek
tek grup cemaattir.

568
2. Bölüm: Cemaat

Bir defa c e m a a t haricindeki herkes bu görüntüleri internete


yayarken iz bırakır ve kesin yakalanır, bir tek onlar bu siste­
min başında olduklarından iz b ı r a k m a d a n bilgileri yayabilirler.
Hatırlanacağı üzere Sakarya Emniyet M ü d ü r ü n ü n tutuklan­
ması olayında başka bir şehirden e-posta ile ihbarda bulunan
bir kişi kısa sürede h e m e n ortaya çıkarılmıştı. A m a cemaatin
amaçlarına u y g u n olarak ihbarda bulunan onlarca ihbarcının
k i m olduğu araştırılmadı veya araştırılan hiç kimse yakalanma­
dı, bu d u r u m da işleri yapanların aslında bu işleri yapanları ya­
kalaması gerekenler olduğunu gösteriyor. Daha yüzlerce husus
dikkate alındığında başkalarının böyle görüntüleri hazırlama,
ç e k m e , montaj lama ve y a y m a yeteneğinin olmadığı, ortada yal­
nızca tek bir faalin olacağı sonucuna varırız.

Güncel İttihat ve Terakki


T ü r k sağ aydını Osmanlının yıkılışını İttihat ve Terakki ile
Jön Türk hareketinin, zaten kendisi bir hiyerarşik örgüt olan
devlet kurumları ve özellikle ordu içerisinde örgüt kurması, bu
suretle o r d u n u n ve devletin sistemini b o z m a s ı n a bağlarlar.
Bugün için cemaatin yaptığının bundan farkı yoktur; po­
lis, ordu, M İ T , j a n d a r m a , yargı ve diğer devlet kurumları içeri­
sinde ayrı bir hiyerarşik örgütleme kurarak ve bu teşkilatların
sistemlerini b o z a r a k çalışmalarını engelliyorlar. Üstüne üstlük
bu teşkilatların personeli arasında ayrım, güvensizlik ve düş­
manlık yaratarak kurumları içerden ve tamir o l u n m a z biçimde
yaralıyorlar.

Bu Bölümü Niye Yazdım?


Bu kitabın ikinci b ö l ü m ü n e yazdıklarımın ne manaya gel­
diğini, çok az insan bilir. Bunların hayatımın bundan sonrası­
nı zehir, z i n d a n edeceğini biliyorum, geçmişte birçok örgütün
hedefi o l d u m . A m a bu defakinin başka bir şey o l d u ğ u n u n da
farkındayım.

569
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Kimseye karışmadan sakin, üç m a y m u n u oynayıp belki de


yükselerek hayatıma rahatlıkla d e v a m edebilirdim. Şimdi görev
yaptığım Eskişehir gibi çok güzel ve sakin bir şehirde çok iyi
bir görevim, sevdiğim meslektaşlarım, iyi bir ç e v r e m var, daha
da güzel bir çevre oluşturabilirim, iyi bir düzen kurup burada
5 yıl 10 d ö n ü m bahçe içerisindeki 200 metre kare evimde ha­
yatımı rahat ve huzur içerisinde geçirebilirim. A m a o z a m a n
insanlığımdan, inançlarımdan, o n u r u m d a n utanırım, herkesi
kandırsam da kendimi k a n d ı r a m a m . Tehlike büyüyünce hak­
sızlığa ve yanlışlığa karşı k o y a m a d ı ğ ı m ı ve korktuğumu, kendi
tarafım gördüklerimin suçlarına karşı duramadığımı düşünür
ve v i c d a n ı m d a kendimi yargılarım.

Eski dostlarım ve birçok iyi niyetli insan bu yazdıklarıma


kızacak, "nasıl yaparsın, yapmamalıydın," diyecekler. A m a eski
dostlarım, (sizin için d ü ş m a n kabul ettiğiniz beni) şimdi değil
ama bir gün mutlaka anlayacaksınız, hatta olup bitenleri, çok
iyi düşünüp tartarsanız bugün de bana hak verirsiniz. Aslında
şu anki haliniz bir anda kendini savaşın içinde bulan bir insa-
rnnkine benziyor. Böyle bir insanın tek yapacağı y a ş a m a k için
karşısındakilere ateş etmektir, ateş etmezse kendisinin de ölme
ihtimali vardır. Bu durum da. ona kendini yüzde yüz haklı his­
setmesine, yanlışı bilerek yapmasını haklı görmesine sebebiyet
verir. Fakat bu adam bir ara durup düşünmeli ve ben ne ya­
pıyorum, niye karşıdaki insanları öldürüyorum, niye bu savaş
var, niye bu savaşın içindeyim, ben savaşı değil barışı istiyorum,
karşıda ateş ettiklerimle eskiden dostluk içinde yaşıyorduk, bu.
gün niye karşıma geçtiler gibi soruları kendine sormalı.

Bugün kendi tarafınızın yaptığı haksızlıkların size karsı


yapılmasını ister misiniz? "Onların da kusuru var, bize zarar
veriyorlardı," diyebilirsiniz fakat suçlarının karşılığı bunlar ol­
mamalıydı, sizin yaptıklarınız çok vahim. Susurluk olayında
örgüte e k m e k veren, y a r d ı m eden kişileri infaz edenlerin mi,
yoksa örgüte y a r d ı m edenlerin mi suçu büyüktü? Bunu dû-

570
2. Bölüm: Cemaat

şününce sizin Susurluk'taki çeteden ne farkınız kalır ki? Sizi


çok iyi tanıyan bir d o s t u m , sizin için "Aile kavgasında mitralyöz
kullananlara benziyorlar," demişti. Haklıydı.
Bu kitabı y a z m a k t a k i a m a c ı m , içinizdeki çok iyi niyetli ve
dürüst insanlara belki bir dakikalığına "Biz ne yapıyoruz" diye
düşündürebilmekti. Bu meseleyle ilgili olarak en fazla üzül­
d ü ğ ü m k o n u çok temiz, düzgün, çalışkan ve saygılı insanların
üstlerine iftira atan, bilerek vicdansızlık yapan, vefasız insanla­
ra dönüştürülmesidir.
Aslında herkes biliyor ama kimse dillendirmiyor. Ben bu
kitapla birlikte açıkça ifade ediyorum ki t ü m bu işleri cema­
at yapıyor, b u n u artık herkes bilsin. Son z a m a n l a r d a gündemi
meşgul eden t ü m iddiaları yayan cemaattir, onlardan bilgi alan
da, onlar adına konuşan da cemaatin adamlarıdır. Tarafsız ba­
sın mensubu, devletin polisi, savcısı numarasını artık kimse
yutmasın, bu işler Emniyet ya da hukuk adına yapılmıyor, ce­
maatin planı ve programı doğrultusunda c e m a a t i n talimatı ile
gerçekleştiriliyor. Bu işlere karşı koyması gerekenler, sızdırılan
bilgileri kullananlar da bilsinler ki bu y ö n t e m l e cemaate hizmet
ediyorlar. Bazı internet siteleri, basın ve m e d y a hizmeti değil,
cemaatin propagandasını yapıyorlar. C e m a a t i n plan ve progra­
mına u y m a y ı p görevini y a p a n hâkim, savcı ve diğer görevlilere
yönelik saldırılar cemaatin talimatı ve planı gereği yürütülüyor.
Büyük illerin E m n i y e t Müdürleri ve Valileri bilsinler ki emirle­
rindeki polislerin bir kısmı kendilerini değil, c e m a a t imamını
amir olarak kabul ediyor, hatta etrafları c e m a a t m e n s u b u mü­
dür ve amirlerce sarılmış durumdadır. Gerçeği göremiyorlar,
bu d u r u m u n farkındalar ve kısmen biliyorlar ama bilmiyor gibi
davranıyorlar. Bazı operasyonları kendileri değil, cemaat yanlı­
sı polislerle c e m a a t yanlısı savcılar c e m a a t imamlarının talima­
tı ile yürütüyorlar, bunu artık biliyoruz.

İnsanın sahip olduğu en önemli şeyi özgürlüğüdür. Hiç


kimsenin e m r i n d e , izninde olmadan özgürce d ü ş ü n m e k , karar

571
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

v e r m e k ve d a v r a n m a k insanı insan y a p a n unsurdur. Başkala­


rının emrinde olanlar ne yaparsa yapısın hayattan yeterince tat
alamayacaklardır.
Dışarıdan bakınca üstüme çok da vazife değilmiş gibi gözü­
ken bu şeyleri niye y a z d ı m ? Allah'ın varlığını her yerde ve her
zaman hissediyorum, bu yanlışları g ö r d ü ğ ü m ve bildiğim halde
susmanın hesabını v e r e m e m . Yanlış bildiğim, başkalarına za­
rar veren kişilere karşı k o y m a z s a m , y e m i n i m i ve bunca yıllık
geçmişimi nasıl izah edeceğim? Ayrıca doğru ve dürüst olmak,
insanlara y a r d ı m etmek, ülkeye, insanlığa, halka ve hakka hiz­
met etmek gibi yüce idealleri olan ve böyle bir inanç ve düşünce
sistemini savunanlar eski dostlarına, kendilerine yardım etmiş,
ellerinden t u t m u ş büyüklerine iftira ediyorsa onların da inanç
ve ideallerini sorgulamaları lazım.

Bu devlet uğruna bugüne kadar çok can verildi, zaten çok


fazla sorunu olan bu devleti ve sistemi daha da bozmak, devler
içinde devlet k u r m a y a kalkmak akılla izah edilemez. Bu devle­
tin polisi, askeri, medyası oluşturulmak istenen bu sistem içe­
risinde çalıştırılamaz, bugün yapıldığı gibi cemaatin hedefleri
uğruna hukuksuzluklar, komplo, şantaj ve iftira yöntemleri ile
çalıştırılırsa da gelecekte bu ülke herkes için adeta bir cehen­
n e m e dönüşür.

Bugün "çeşitli konularda kusurları da bulunan bazı kişi­


lere iftira atıldı, haksız yere tutuklandılarsa ne olmuş," dene­
mez. Bu anlayış ve y ö n t e m her gün artarak d e v a m edecek. Kısa
süre sonra ticari şirket, ortaklık, ihale vs. islere de bu anlayış
ve yöntemlerle yaklaşılmaya başlandığında ülkede her şey çok
daha kötüye gidecektir. Devletin polisinin, istihbaratının ve di­
ğer kurumlarının imkânları cemaatin talimatı ile istenmeyen,
beğenilmeyen, rakip şirket aleyhine kullanılırsa (ki çok yakın­
da bu olacaktır, belki de halihazırda uygulamaya konmuştur)
bunu tespit e t m e k o kadar kolay da olmayacağından t ü m sis-

572
2. Bölüm: C e m a a t

tem bir kaosa doğru sürüklenecektir. Bu y ö n e doğru gidildiğini


g ö r m e k için k a h i n olmaya gerek yok.

Cemaati Yönetenlere...
Size karşı olanların, sizlere haksızlık yapanların suçlarını ve
yanlışlarını b u l u p çıkarmanız, bunlarla ilgili olarak adli ve idari
m e k a n i z m a l a r çerçevesinde tahkikat yaptırmanız tabii ki hak­
kınız. Onların suçlarını ortaya çıkarıp k a m u o y u n a ve b a s m a
v e r m e n i z de hakkınız. Bu yanlışlarla yasalar çerçevesinde mü­
cadele e t m e k de elbette hakkınız. Fakat k o m p l o kurmak, suç
uydurmak, iftira atmak, tuzağa d ü ş ü r m e k vicdana sığar mı?
Bunları y a p m ı y o r u z diyemezsiniz. Birçok kişi hatta en güveni­
lir olanlar size bunları yazdılar, anlattılar, kendi mensuplarınız
alenen iftira edildiğini söylüyorlar. Söylenenin on katı fazla şey
olduğunu ben biliyorum, sız benden de fazlasını biliyorsunuz.
Ayrıca insanların yanlışı da olsa onları gizlice dinleyip gizli ka­
meraya k a y d e d e r e k utandırmak, açığını bulmak, hayatının ta­
m a m ı n ı değil, bir anını, tek bir cümlesini çıkarıp ona saldırmak
ne ölçüde insanlığa ve adalete sığar.

Bilinenler haricinde açığa ç ı k m a y a n tehditle ve şantajla


kimlere neler yaptırıldı? Dahası ilerde kullanılmak üzere ne ka­
dar şantaj m a l z e m e s i , bant, kaset hazırlandı? Bu kadar kirli
m a l z e m e , taşıyanı, eli değeni de kirletir.
Bugün iftira edilen ve lekelenen insanlar geçmişte size za­
rar veren insanlar değildi, hatta onlar taraftarlarınızın haksız
yere zarar g ö r m e l e r i n e mani oldular. Fakat o g ü n haksızlığa
karşı k o r u n a n kişiler şimdi kendileri haksızlık yapıyor. Sizin
savaş dediğiniz militarizme karşı savaştı, şimdi ise bu mücade­
le apayrı mecralara kaymış durumda. Kusurları ö r t m e d e gece
gibi ol diyen anlayış nerede? Bu d u r u m u sizlerden başkası
durduramaz, aslında sizin de d u r d u r m a y a c a ğ ı n ı z d a n e m i n i m .
A n c a k hiç olmazsa son bir daha düşünün, öbür tarafta bunun
hesabını v e r e m e z s i n i z . Bilerek ve isteyerek hiç k i m s e y e zülüm

573
Haliç'te Yaşayan Simonlar

yapamazsınız, yaparsanız sizin ilkelerinize göre değil ama Alla­


nın ilkelerine göre bu suçtur ve cezası da vardır.
Bir âlim, "küfürle y ö n e t i m (inançsızların yönetimi) m ü m ­
kün a m a z u l ü m l e (adaletsiz) y ö n e t i m m ü m k ü n değil," demişti.
Her şeyi bildiğinizden ş ü p h e m yok. Ben ve benim gibi olan pek
çok kişi, eskiden yetişen nesiller ve yapılan faaliyetlere baka­
rak ülkenin, hatta bölgenin, M ü s l ü m a n ülkelerin geleceği için
çok önemli bir hareket başlattığınıza inanıyordu. Fakat bugün
aynı kişiler eğer bu polislik anlayışına, gizli d i n l e m e , iftira, delil
u y d u r m a faaliyetlerine d e v a m ederseniz ülkenin felaketi olaca­
ğınıza samimi olarak inanıyorlar.

Ben cemaatin kendi mecrasında faaliyet yürütmesine kar­


şı değilim. H a t t a bir y a n d a n akla ve bilime, diğer y a n d a n da
inanç ve m a n e v i değerlere bağlı yeni bir nesil yetiştirmek adına
yurtiçi ve yurtdışında yapılan eğitim faaliyetlerini çok değerli
buluyorum. B u g ü n k ü toplumsal yapımız içerisinde yalnızlaşan
insanlarımız arasında yapılmaya çalışılan yardımlaşma, daya­
nışma faaliyetlerinin çok önemli olduğunu d ü ş ü n ü y o r ve kültü­
rel faaliyetler, kültürler ve dinler arası diyalog için yaptıklarını­
zı destekliyorum. Hatta bu faaliyetlerinizin artarak devamının
çok önemli o l d u ğ u n a inanıyorum. A n c a k casus polislik, iftira,
hukuka m ü d a h a l e , hâkimleri etkileme ve şantaj faaliyetlerine
karışmanız kabul edilemez; bu yöntemler devleti y o k eder, ni­
z a m intizam ve kural namına her şeyi alt üst eder. B u n d a n do­
layı da bu uygulamalara kesinlikle karşı çıkılması gerektiğine
inanıyorum. Askeri, polisiye, casusluk faaliyetlerine harcanan
enerjinin diğer toplumsal dayanışma ve eğitim faaliyetlerine
harcanması gerekirdi.

Ergenekon, Balyoz vb. adlarla açıklanan soruşturmalara


karşı değilim. Bu ülkede demokrasinin tüm k u r u m ve kuralları
ile uygulanmasını, özgürlüklerin başkalarının özgürlük sınırı­
na kadar sınırsızca kullanılmasını, devletin özgürlüklere sınır
k o y m a m a s ı n ı s a v u n u y o r u m . Bu ülkenin geleceği açısından, ül-

574
2 Bolum: Cemaat

kenin sosyal ve siyasal olarak k a l k ı n m a d a n ekonomik, teknik


ve diğer açılardan kalkınamayacağına inanıyorum. Sosyal ola­
rak k a l k ı n m a n ı n da iki temel aracının demokrasi ve özgürlük
ortamının tesis edilmesi o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü y o r u m . Demokrasi
ve özgürlüklerin sağlanmasında çok sorunlar olmakla birlikte
bu konuda ülkenin ö n ü n d e duran en önemli sorunun o r d u n u n
batıdaki gibi kendi asıl sahasına çekilmemesi ve her z a m a n de­
mokratik hayata müdahaleyi kendince haklı görmesi olduğu
kanaatindeyim. B u n d a n dolayı da Deniz Kuvvetleri Komutanı­
nın günlükleri, J a n d a r m a Genel Komutanlığının darbe planları,
Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmaların hukuka uygun olarak
yapılmasının çok önemli olduğuna inanıyorum.

Bugün bu tahkikatların, arka planda cemaatin talimatı


ile Emniyet İstihbarat Şubesindeki unsurları ve c e m a a t e bağlı
savcılar desteği ve zorlaması ile yürütüldüğüne, yürütülürken
hukuksuz işlemlerin yapıldığına dair ciddi emareler vardır. Bu
soruşturmaların hukuka uygun şekilde yürütüldüğü müddet­
çe sonuna k a d a r gitmesi gerektiği kanaatindeyim, hatta be­
nim i n a n c ı m ve samimiyetim cemaatin b u g ü n k ü iddiasından
daha fazladır. İlerde cemaat fikir değiştirir ve askerlik peygam­
ber ocağıdır, o r d u kutsaldır derse bile ben ülkedeki demokra­
tik ortamın muhafazası için o r d u n u n kendi sınırları içerisinde
kalması, toplumsal hayata hiçbir kayıt ve şatta karışmaması
gerektiğini, G e n e l k u r m a y ı n ayrıcalıklı m a k a m olmaktan çıka­
rılmasını, o r d u n u n da diğer devlet kurumları hizasına gelmesi­
ni s a v u n u r u m . Ülkede bugüne kadar güven ve huzurun olma­
masında en büyük rolün o r d u n u n her şeye müdahil olup top­
lumsal ve siyasal hayatı d o ğ r u d a n veya dolaylı olarak tanzim
etmeye k a l k m a s ı n d a n kaynaklandığını ifade ederim.

Bugün Yaşananları Nasıl Yorumlaman?


B u g ü n ülkedeki mevcut d u r u m " D ü n rüzgar ekenler, bugün
fırtına biçer" sözünü ispatlıyor. Bu ülkede, özellikle de ordu içe-

575
Haliç'te Yaşayan Simonlaı

e inancını y a ş a m a k isteyenlere haksız ve hukuksuz dav-


ranıldı. İnançları gereği aile fertleri başörtülü, İslami kesimlerle
diyalogu var diye çok basit sebeplerden insanlar mesleklerin­
den edildi, horlandı, aşağılandı. İşlerinden atılmaları yetmedi
hayatlarını i d a m e ettirmek için başka işlerde, belediyelerde
çalışmalarına, serbest meslek icra etmelerine karşı çıkıldı, or­
d u d a n atılan ve bir işe ihtiyaç d u y a n bu kişilere y a r d ı m eden­
ler suçlandı. O k u d u ğ u şiirden dolayı siyasetçiler tutuklandı ve
m a h k u m oldu. Meslekten atılma kararlarının hukuki denetime
tâbi olmasına karşı çıkıldı, ortakları veya yöneticilerinin dini
hassasiyetleri nedeniyle çeşitli şirketlere a m b a r g o uygulandı,
kredileri kesildi, devletten iş almalarına mani olundu. Kimi özel
şirketler ü z e r i n e devlet kurumları, polisler, savcılar gönderildi,
maliye özel denetimlere tâbi tuttu.

Bir d ö n e m yapılan haksız ve hukuksuz uygulamaları say­


m a k l a bitirmek m ü m k ü n değildir. Bazıları o gün yapılanları
doğru bulurken, bazıları geri adım atarken ben o gün de ya­
pılanların y a n l ı ş olduğunu söyledim, bunlara karşı çıktım, bu
y ü z d e n tutuklandım, ağır ceza tehdidi ile yargılandım. 28 Şubat
d ö n e m i n d e Deniz Kuvvetleri m a h k e m e s i n d e k i bir başka dava­
da da yüzde y ü z m a h k u m olacağımı d ü ş ü n m e m e r a ğ m e n yine
de d o ğ r u l a n s ö y l e m e k t e n ç e k i n m e d i m . O gün m a ğ d u r olanlar,
b u g ü n h â k i m oldular. B u g ü n de onlar eskiden kendilerine ya­
şam hakkı t a n ı m a y a n çevreleri y a ş a t m a m a y a çalışıyorlar, aynı
şekilde gerekirse h u k u k u ihlal ederek, gerekirse sahte delillerle
savaşta her şey mubahtır anlayışı ile her türlü hileye başvura­
rak hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.

Yine ben b u g ü n de yapılan yanlışlara karşı çıkıyorum. Yargı­


lananlar eskiden yanlış yapmış, hukuksuz davranmış olabilirler,
hatta cani bile olabilirler a m a bu, onlara hukuksuz davranmayı
gerektirmez. A y n ı şekilde davrandırsa onlardan farklı olunduğu
iddia edilebilir m i ? Bu şekilde sadece zalimlerle m a z l u m l a r yer

576
2. Bölüm: C e m a a t

değiştirmiş olacak, üstelik kimin suçlu kimin olduğunu


bu toz bulutu içerisinde ayıklamak m ü m k ü n olmayacak.
Hukuksuz davranışlar asıl zararı mağdura değil, yapa­
na verir. Nasıl bir vicdan, nasıl bir anlayış ya da ideal yanlı­
şa, hukuksuzluğa başvurmayı uygun görür? M a z l u m , yapıla­
nın haksız o l d u ğ u n u bilir, bu y ü z d e n tesiri kalıcı olmaz ama
haksızlık y a p a n ve hukuksuz davranan b u n u isteyerek yaptığı
için vicdanen kirlenir ve sürekli aynı y ö n t e m l e r e başvurma alış­
kanlığı kazanır. Bu ülkede gücü eline geçiren herkes devletin
imkânlarını da kullanarak rakibine haksız, hukuksuz saldırılar
y a p m a y a kalkarsa, bu ülkede huzur ve güvenlik olamaz. Saldı­
ranlar suçluysa, bilmelerine r a ğ m e n ikbal uğruna bu yanlışlığa
karşı k o y m a y a n l a r iki kat suçludur.

Bu ü l k e d e herkesin günlünce yaşayacağı bir ortamı sağ­


lamak mecburiyetindeyiz, bunu ancak hukuk, demokrasi, öz­
gürlük ve insan hakları gibi değerlere sahip çıkarak sağlarız.
Güçlü olanın değil, hukukun h â k i m olduğu bir sisteme ihtiya­
cımız var. C e m a a t i n ya da militarizmin h u k u k u değil, evrensel
h u k u k u n u y g u l a n m a s ı gerekir. En kötü k a n u n bile keyfilikten
çok daha iyidir, o açıdan cemaatin uygulamalarının asla fay­
da getirmeyeceğine herkes inanmalıdır. Herkesin hukuku kul­
lanarak birbirine pusu kurduğu bir ülke y a ş a n m a z olacaktır.
Dolayısıyla militarist kesimler, kendi ideolojilerine göre hukuku
yorumlayanlar, Yargıtay ve Danıştay, h â k i m ve savcılar ile gizli
k u m p a s kurup, kendi saray entrikaları çerçevesinde h u k u k u
kullanmak isteyenler aynı entrikanın benzerinin kendilerine ve
yandaşlarına uygulandığını görünce gerçek h u k u k a her z a m a n
ve herkesin ihtiyacı o l d u ğ u n u öğrenmiş olmalılar.

Ülkenin düzelmesi, huzur ve güven ortamının sağlanması


herkesin fedakâr davranmasıyla gerçekleşir. H e r k e s şahsi ola­
rak gerekli fedakârlığı yapmalı, hukuka saygılı olmalı, yanlışlık­
lara karşı k o y m a l ı , y o k s a bu gidişin geleceği hiç aydınlık değil­
dir. Bu ülke çok badireler atlattı, bu olayların benzerlerini çok

577
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

yaşadık, bir şey olmaz diyenlere yanıtım, daha önce bu türden


tehlikelerin atlatılmasının mevcut sorunların da kolayca atîatı-
lacağı anlamına gelmediği olacaktır.

Bütün Kurumlar ve Kişiler Kof mu?


Bu kitabın birinci b ö l ü m ü n d e devlet kurumlarının kof ol­
duğunu, basit sorunları bile ç ö z m e yeteneğine sahip olmadığını
anlatmaya çalıştım. Bu b ö l ü m d e ise bir cemaatın birkaç ada­
mının çalışması sonucu her şeyin yerle bir o l d u ğ u n u , koca dev­
letin içten içe eridiğini, adalet ve güvenlik kurumlarının adalet­
siz ve güvensiz hale dönüştüğünü, bu d u r u m u n farkında olan
devlet, görevlilerinin buna karşı durmadığını anlattım. Bir grup
koca bir devleti teslim aldı. Devlet içten içe çatırdıyor, birileri
yönetimi ele aldı ve kimse devlet gücünü kullanan bu kişilere
dur diyemiyor. Birkaç cemaat imamı devlet, yetkilerini gasp etti.
Bu, nasıl bir devlet geleneğidir?

Kanunsuz Dinlemeler
Bu kadar h â k i m ve savcının, hele il savcılarının sudan ba­
hanelerle dinlenmesi, Ergenekon örgütü iddiaları ile dinledik,
adalet müfettişleri istedi vs denerek öyle kolayca geçiştirilecek
bir şey değildir. Hiç kimse de bu konuyu böyle kabul etmeme­
lidir. Aynı şekilde emniyetin yönetici kadrolarının bakan ve ge­
nel m ü d ü r d e n habersiz istihbari amaçla dinlenmesi, sayısı belli
olmayacak k a d a r devlet yöneticisi ve sivil şahısların kanunsuz
şekilde isimsiz ve başka adlarla dinlenmesi aslında çok ciddi
bir suçtur. En a z ı n d a n suç işlemek için örgüt k u r m a k suçunu
teşkil eder ki baskı, tehdit, şantaj yöntemlerinin kullanıldığı da
dikkate alındığında gerçek m a n a d a bu işi gerçekleştiren polis­
ler ve buna karar veren adalet müfettişleri ile karara iğfal edil­
meksizin bilinçli katkı sunan savcı ve hâkimler hakkında ciddi
davalar açılması gerekir. Bence böyle bir dava açılırsa da hepsi
m a h k u m olurlar A H İ M ' e itiraz da etseler bu karar tasdik olur.

578
2. Bölüm: Cemaat

Bir dava a ç a c a k savcılık çıkarsa kanunsuz dinlemelerle ilgili


yeterinden fazla delil bulunacağına inanıyorum
D ü n y a n ı n hiçbir ülkesinde bu kadar hâkim ve savcı sudan
sebeplerle bu şekilde dinlenemez, izlenemez, bu fiiller kabul
edilemez ve bunu yapanlar da hesabını mutlaka verir.
Hiç kimse bu olayları bazı müfettişler ve hâkimler yanlış
karar vermiş, münferit olaylar diyerek geçiştiremez, bunlar hu­
kuki işlem değil, cemaattin faaliyetleridir.
H u k u k a aykırı olarak ne kadar kişinin dinlenip izlendiği
tam olarak bilinmemektedir. Aldığım duyumlara göre tahmin­
lerin ötesinde birkaç bin kişi bu şekilde dinlenmiştir. Hâlâ da
bu h u k u k s u z l u k d e v a m etmektedir.

Devleti Kim Yönetiyor?


G ö r d ü ğ ü m manzara korkunç; kadrolu devlet adamları dev­
leti yönetmiyor, Emniyet Genel M ü d ü r ü , hatta İçişleri B a k a m
haklı o l d u ğ u n u bildiği bir kişiyi, doğruluğundan emin olduğu
bir olayı ya da davayı savunamıyor, güvendiği ve inandığı adam­
ları tuzağa düşürülüyor, hasiyetleri ile oynanıyor a m a onlar bu
kişilere sahip çıkamıyor.
Kozanlı Ö m e r kod adlı O s m a n Hilmi Özdil mi yoksa Emniyet
Genel M ü d ü r ü , Daire Başkanları mı polis teşkilatını yönetiyor?
Son z a m a n l a r d a m e y d a n a gelen operasyon ve faaliyetleri Genel
M ü d ü r l ü k y a p m ı y o r d u , bu d u r u m daha vahimdi. O z a m a n bu
teşkilatı k i m yönetiyor? İşte en büyük soru bu. B u n d a n daha
önemlisi de ortada görünen yöneticilerin bu d u r u m a nasıl ve
neden m ü s a a d e ettiğiydi. Bu k a m u gücünü kimler gasp etmiş
kullanıyor, g ü c ü n sahibi olması gerekenler ellerindeki g ü c ü n
gaspına n e d e n ses çıkarmıyor, güçlerini geri almak için çaba­
lamıyorlar? Bu nasıl bir anlayış ve nasıl bir devlet adamlığı?
Bu d u r u m a bakıp da zihinsel ve ruhsal dengeyi k a y b e t m e m e k
m ü m k ü n değildi. Galiba kendi taraflarının s u ç u n u ve kusu­
runu g ö r m e d e n sadece yanlış olduğu öğretilen olaylara karşı

579
Haliç'te Yaşayan Simonlar

mücadele etme, yani Simonlaşma anlayışını biz de yaşıyorduk


a m a farkında değildik. Kendimize göre mazeretler üretiyorduk,
sokaktaki hırsızı, gaspçıyı, polisin a d ı m ve hüviyetini kullananı
yakalıyorduk ama tüm teşkilatın, hatta devlet yöneticilerinin
yetkilerini gasp eden kişilere karşı kılımız kıpırdamıyordu.
Bu işe karşı çıktığımda bunun bedelinin ne demek olduğu­
nu biliyorum, kimsenin anlayamayacağı kadar ağır olacağının,
hayatımın zorlaşacağının, cehennemin bu dünyada tattırılmaya
kalkılacağının farkındayım. Bu daha önce bilinenlere benzeme­
yecek, onu da biliyorum. Fakat bedeli ne olursa olsun buna karşı
çıkacağım, ikiyüzlü olmayacağım, yanlışı kim yapıyorsa yapsın
yanlıştır anlayışıyla tüm bu yapılanların karşısında duracağım.

Ne Yapılabilir?
Maalesef bu gruba karşı çıkmak çok kolay değil. Bir anlam­
da Fethullah H o c a nm insafına kalınmıştır. Çok abartıyorsun,
bir iki cemaat m e n s u b u kamudaki görevlerinden alınır ve so­
run çok kolay halledilir diye düşünenler, cemaati tanımadıkla­
rından, cemaatin elindeki bilgilerin mahiyetini bilmediklerin­
den ve en gizli yerlere kadar sızmış cemaat mensuplarının neler
yapacağını a n l a y a m a d ı k l a r ı n d a n d u r u m u n ciddiyetini tahayyül
edemiyorlar. B u g ü n adları duyulan, cemaatin hedeflerine uy­
gun hareket e d e n k a m u d a k i polis, hâkim ve diğer yöneticile­
rin aslında c e m a a t açısından hiç önemli olmadığı, hepsinin bir
anda değişmesinin hiçbir şey ifade etmeyeceği, asıl gizli kalmış,
en m a h r e m yerlere sızmış hatta ters düşünce ve fikirde olduğu
zannedilen c e m a a t elemanlarının ne olacağı önemlidir. Şuan
bu kişilerin zararlı faaliyetlerinin önlenmesi için asgari düzeyde
şunların y a p ı l m a s ı gerekir:

Öncelikle istihbari dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı, ki­


şileri tehdit ve şantaj amaçlı kanunsuz olarak dinleyenler tespit
edilmeli. B u n u n için sahte isimle, kimliği bilindiği halde IMEI
numarası ile yapılan dinlemeler belirlenerek kimi takip etmek

580
2. Bölüm: Cemaat

için yapıldığı ortaya çıkarılmalı, böylece kimlere tuzak kurul­


duğu veya kurulmak istendiği belirlenmelidir. Bu kontroller ya­
pılır ve bu k o n u araştırılırsa, dinleme kararı almak için tanzim
edilen sahte raporlar ortaya çıkarılacaktır. B u g ü n tahminlerin
üzerinde pervasızca insanlar dinleniyor ve bu dinlemeler tama­
men c e m a a t i n kontrolünde kullanılıyor.
Bir y a n d a n bu z a m a n a kadar kime tuzak kurulduğu, kimle­
rin şantaja hedef olduğu, kimlere sahte ihbarlar ile leke atıldı­
ğı, iftira edildiği anlaşılabilir. Böylece bugün başta Ergenekon,
Balyoz, Erzincan davası, vb. ile Emniyet Genel M ü d ü r Yardım­
cıları aleyhinde açılan şaibe altındaki benzeri bütün davalar ve
delilleri h e m şaibeden arınarak ortaya çıkar, h e m de uydurma
olanlar ayıklanır, doğru olanlar da netlik kazanır. Diğer y a n d a n
da hukuksuz dinleme yapanlar, iftira atanlar, insanların özel
hayatlarına nüfuz edenler, gizli çekilen fotoğraf ve vidoları, tele­
fon konuşmalarını internette yayanlar ortaya çıkarılarak hesap
sorulabilir.

Bu suretle başta Emniyet o l m a k üzere bazı kurumlara sı­


zan cemaat yapıları ve onların devlet: imkânlarını, görevlerini
kötüye kullanması ortaya çıkarılabilir, sahte yazılan raporlar,
tutanaklar ve sorumluları tespit edilebilir. Bunun için tüm özel
yetkili m a h k e m e hâkimlerinin verdiği ö n l e m e (istihbari) dinle­
me kararları, bu konudaki T İ B kayıtları ve İstihbarat merkez­
lerinde (polis-jandarma ve MİT) yasal olarak bu konuda tut­
mak zorunda oldukları tutanaklar birbirini teyit edecek şekilde
kontrole tâbi tutulduktan sonra haksız ve şantaj amaçlı dinle­
melerin tespit edilmesi gerekir.

Sistemin bu kadar bozulması, başta cemaat ve h ü k ü m e t


dahil kimseye fayda getirmeyecektir; güven ve ciddiyeti y o k
ederek sistemi bozacaktır. Bozulan bir devlet sisteminden kim­
se fayda u m m a m a l ı d ı r .
Polis, J a n d a r m a ve M İ T teşkilatının v a t a n d a ş l a r a y ö n e l i k
d i n l e m e işlemleri mutlaka denetlenmelidır, bir defaya m a h s u s

581
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

d e n e t i m değil, sürekli bir d e n e t i m m e k a n i z m a s ı kurulmalıdır.


B u g ü n için adli d i n l e m e l e r d e , d i n l e m e s o n u c u n d a ya kişiler
için dava a ç ı l m a k t a ya da belli bir süre dinlendikleri fakat suç
u n s u r u b u l u n a m a d ı ğ ı y ö n ü n d e kişilere savcılıklarca tebligat
y a p ı l m a k t a d ı r . Bu d u r u m az da olsa bir g ü v e n c e d i r . A m a ön­
l e m e / i s t i h b a r i d i n l e m e l e r i n d e d e n e t i m i n her k u r u m u n mü­
fettişlerince y ü r ü t ü l e c e ğ i belirtilmiş ise de b u g ü n e k a d a r hiç
d e n e t l e n m e d i ğ i gibi d i n l e m e y a p a n birimler her türlü hukuk­
suzluğa b a ş v u r s a da bunları ortaya ç ı k a r a c a k bir m e k a n i z m a
yoktur.

ö z e l yetkili m a h k e m e l e r i n t ü m h â k i m ve savcıları emsali


h â k i m ve savcılarla değiştirilmelidir, bu sağlanmadan cemaa­
te muhalif olan hiç kimsenin özgürlüğü ve hayatı güvencede
olamaz. U z u n süreden beri cemaat, sistemin hassasiyetini kul­
lanıp son 5-6 yıl içerisinde tavassutla her h â k i m ve savcı ka­
rarnamesinde özel yetkili m a h k e m e l e r e belli oranda cemaate
m e n s u p h â k i m ve savcıları yerleştirmiştir. B u g ü n bu mahke­
melerin savcı ve hâkimleri her olayda görüldüğü gibi hukuku
hiçe sayarak insanların hürriyetini tehdit ediyor. Bu m a h k e m e ­
lerin bazı üyeleri cemaat taraftarı iken bazılarının da cemaatin
d i n l e m e ve izlemelerinde tespit, edilen görüntü ve ses kayıtları
nedeniyle, y a n i şantajla cemaate buyun e ğ m e k mecburiyetinde
kalmış oldukları çokça iddia edilmektedir.

Ergenekon davasında hazırlanan 51 nolu C D ' d e k i hâkim,


savcı ve üst d ü z e y yöneticiler hakkındaki gizli görüntülerin ki­
mileri Ergenekoncular, (benim de dahil o l d u ğ u m ) kimileri ise
cemaat taraftarı polisler tarafından oluşturulmuş olduğunu
iddia etmektedir. Ortaya çıkarılan şantaj ve tehdit görüntüle­
ri, içindeki kişiler açısından değil, bu görüntüleri çekenler açı­
sından araştırılmalı ve failleri bulunmalı. Peki, bulunabilir mi?
Eğer ciddi araştırılır ve araştırmacılar desteklenirse, yapanlar
kesin olarak bulunur. Her iki iddia da (bence birincisi zaten
iyice araştırıldı) tarafsız ve her türlü imkânla desteklenmiş bir

582
2. Bölüm: Cemaat

araştırma g n ı b u tarafından incelenirse, gerçek ortaya çıkarıla­


caktır. Bunu, Emniyet İstihbarat Dairesinin imkânlarıyla kesin
olarak tespit e t m e k m ü m k ü n d ü r . Fakat k o r k a r ı m araştırma
yaptırılmaz v e y a y a s a k sağma kabilinde olur.
Özel yetkili m a h k e m e l e r e son 6-7 yıl içinde atanan t ü m
savcı ve yargıçlar h e m e n değiştirilmelidir, mevcut kadro ile
adalet m ü m k ü n değildir. Hatta olaylar çok tehlikeli boyutlara
gitmekte o l u p , m a ğ d u r edilmiş bazı kişilerin silaha sarılarak
kendilerine haksızlık yaptığını düşündükleri c e m a a t yanlısı ki­
şilere y ö n e l m e ihtimali çok uzak değildir, devletin vatandaşına
iftira atması kabul edilemez. Bu m a h k e m e l e r i n verdiği karar­
lar ve E m n i y e t içerisindeki cemaat yanlısı polislerin kullandı­
ğı d i n l e m e ve izleme imkânları d e n e t l e n m e z s e , ülkedeki t ü m
muhalifler, hatta şimdiden sonra özel şirket ve holdingler için
tehlike çok y a k ı n hale gelmiştir. Bunun hoş görülecek tarafı da
kalmamıştır.

Adalet bakanlığında cemaat taraftarı olduğu herkesçe bili­


nen Teftiş K u r u l u Başkan Yardımcısı ve başta il savcılarım ve
diğer savcı ve hâkimleri hiçbir hukuki şüpheye d a y a n m a d a n
dinlettiren c e m a a t yanlısı müfettişler bu görevlerden uzaklaştı­
rılmalıdır. İllerde bir dinleme kararı almak için onca delil, bilgi
ve rapor bile yeterli kabul edilmezken, hâkim ve savcıların neye
dayanarak dinlendiğini bilmeye hakkımız olsa gerek. Mesele
hâkimlerin özel hayatlarından öteye geçmiş, tüm k a m u o y u n u
ilgilendirir h a l e gelmiştir.

Cemaatin istediği gibi karar v e r m e y e n her hâkim ve savcı


aleyhinde oluşturulan kampanyalar utanç verici halde d e v a m
etmektedir. E r g e n e k o n davasına bakan İstanbul ö z e l Yetkili
Ağır Ceza M a h k e m e s i Başkanı Koksal Şengün hakkında b a s m a
servis edilen d i n l e m e tapeleri, bazı sanıkları tahliye etti diye
hâkimin yıllar önce gözaltına alınıp beraat ettiği bilgilerini bile
basma sızdıran yapı daha neler yapıyordur, kimleri tehdit ve
şantajla neye m e c b u r ediyordur?

583
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

C e m a a t adına yapılan, Emniyet Genel M ü d ü r Yardımcıları


E m i n Aslan, Mustafa Gülcü, Celal U z u n k a y a ve Sakarya Em­
niyet M ü d ü r ü F a r u k Ünsai'ın haklarındaki davaların, Savcı Ci­
haner ve arkadaşları hakkındaki tahkikatların yapılış biçimle­
ri tarafsız savcılar tarafından tahkik edilmeli, bu olayda iftira
eden polis, savcı ve hâkimler yargılanmalı, kurdukları tuzakla­
rın, uydurulan delillerin hesabım vermeleri sağlanmalıdır. Son­
rasında ise özel yetkili m a h k e m e l e r i n b u g ü n k ü gibi bir yetki
kullanmalarına h u k u k e n mani olunacak d ü z e n l e m e l e r yapıl­
malıdır. Erzincan savcısının tutuklanması, İstanbul ve Ankara
savcılarının d i n l e n m e s i gibi yetkilerin kullanılmasına m ü s a a d e
edilmemelidir.

Karşı karşıya o l d u ğ u m u z durum, h u k u k e n yanlış yapılan


birkaç işlemden ibaret değildir ya da birkaç polisin hatası veya
birkaç hâkim ve savcının hukuku yanlış u y g u l a m a s ı veya taraflı
davranışı değildir. Olay bir örgütün, cemaatin devlet içerisinde­
ki elemanları vasıtasıyla yürüttüğü örgütsel bir faaliyettir, kar­
şımızdaki kişiler polis, hâkim ve savcı değil, ö r g ü t ü n / c e m a a t i n
elemanlarıdır. Devletin h u k u k u n u değil, c e m a a t i n talimatlarını
yerine getirmektedirler. İçinde bulunulan d u r u m bu şekilde bi­
linip algılanmaz ise hatalı değerlendirme yapılmış olur.

İstanbul, Ankara, Erzurum ve İzmir'deki bazı özel yetkili


savcılar ile bu iller dışındaki bazı polis birimleri arasında illegal
bir ilişkinin varlığı açıkça gözükmektedir, ö z e l yetkili savcılar
tarafından bu iller dışında gözaltına a l m a n ya da aranan kişi­
ler hakkında karar ç ı k a r m a d a n önce kimlik, iş ve ev adresleri
gibi bilgilere ihtiyaç vardır. N o r m a l d e bu bilgiler o illerin savcı­
ları veya çok u y g u n olmasa da Emniyet Müdürlükleri üzerin­
den resmi y a z ı ş m a yoluyla temin edilmesi gerekirken, bugüne
kadar hiçbir y a z ı ş m a yapılmamıştır. O halde bu bilgiler nasıl
temin edilmiştir?

Devletin terör ve illegal örgütlerle mücadele etmek için kur­


duğu (zamanında kuruluşunda b e n i m de b u l u n d u ğ u m ) elekt-

584
2. Bölüm: C e m a a t

ronik sistem ve y ö n t e m l e r sıradan vatandaşlara karşı kullanı­


lamaz. Eğer bugün olduğu gibi kullanılırsa, bu insanların özel
hayatı diye bir şey kalmaz, bunların ö n ü n d e kimsenin saklan­
ma ve k u r t u l m a imkânı olamaz, buna asla m ü s a a d e e d i l m e m e ­
lidir. Bu dunuma bir an önce m a n i olunmalıdır.
Yasalarımız ancak belli ağır suçlarda k a m u n u n menfaatini
k o r u m a k için dinleme, izleme gibi özel bilgi toplama y ö n t e m ­
lerini ö n g ö r m ü ş , diğer kişisel suçlarda bu y ö n t e m l e r i n kulla­
nılmasını yasaklamıştır. Dolayısıyla en ağır suçları işleyen ve
d e n e t i m d e n k u r t u l m a k için çok özel y ö n t e m l e r kullanan terö­
ristlere karşı devletin kullandığı en sofistike y ö n t e m ve usulle­
rin sıradan insanları takip ve izleme için kullanılması ve elde
edilen bilgilerin el altından internet sitelerine, b a s m a sızdırıl­
ması, insanların özel hayatlarının en ince noktalarına kadar
girilmesi h u k u k a aykırıdır.

Demokrasilerde objektif ve tarafsız o l m a y a n kaynaklar­


ca belli a m a ç l a r doğrultusunda k a m u o y u n u n yönlendirilmesi
için çalışılması, bu amaçla yalan haberlerin yayılması, kitle­
lerin psikolojik harekâta tâbi tutulması ve hatta b u n u n devlet
tarafından yapılması bile kabul edilmezken b u g ü n ü l k e m i z d e
cemaat tarafından kendi ideolojileri istikametinde halkın olay­
lar ve kişiler k o n u s u n d a yanlış kanaat sahibi olmasına, halkın
kendi k u r u m ve yöneticileri hakkında kara p r o p a g a n d a y a ma­
ruz kalmasına devlet m ü s a a d e etmemelidir.

B a s m a el altından sızdırılan bilgilerle ve fısıltı halinde ya­


yılan dedikodularla bir k a m u o y u oluşmaktadır. C e m a a t i n dört
koldan başlattığı p r o p a g a n d a karşısında hedef olan hâkim, sav­
cı, polis m ü d ü r ü , m u v a z z a f veya emekli askerlerin tek tek ken­
dilerini k o r u m a ve s a v u n m a imkânları yoktur. Devlet bu kişileri
korumalı, kendilerini savunmaları için i m k â n vermelidir. K a m u
görevlilerinin b a s m a açıklama y a p m a s ı h u k u k e n yasaktır ama
cemaatin hedefi olan kişiler hakkında her türlü o l u m s u z ha­
berin yayılmasına mani olacak bir m e k a n i z m a b u l u n m a m a k t a

585
H a l i ç ' t e Yaşayan Simonlar

veya 657 sayılı kanundaki memurları koruyan hususlar çalış­


tırılamamaktadır.
Aslında basına el altından özellikle belli polisler tarafından
bilgi sızdırıldığı herkesçe bilinen bir husustur ama bunu önle­
m e y e yönelik işlem yapılmamaktadır.
Bugün bu olaylara mani olma m a k a m ı n d a olmasına rağ­
m e n yeterince m ü d a h i l olmayanlar şunu bilmelidirler ki kendi­
leri hakkında da şuan cemaat tarafından arşivlenen bilgiler bir
gün aynı şekilde basına servis edilecektir.

Ankara Emniyet Müdürünün Tutuklanması


Bu kitabın baskı hazırlıklarının sürdüğü sırada Ankara
E m n i y e t M ü d ü r ü O r h a n Ö z d e m i r hakkında Ankara Özel Yetkili
Savcılığın soruşturma açtığı ve Özdemir'in bilahare tutuklan­
dığı haberleri basında yer aldı. Kitabı bitirirken son olarak bu
olaya d e ğ i n m e k istiyorum.
Olayın ne olduğu ve teferruatı konusunda bilgi sahibi de­
ğilim, ama bir yıldır O r h a n Özdemir'e karşı cemaatin bir tertip
içinde olduğunu, o n u n en olumsuz hal ve d u r u m l a r d a fotoğraf­
larının çekilerek yaptığı harcama ve işlemlerin araştırılıp hak­
kında olumsuz m a n a d a kullanılacak materyal hazırlanmaya
çalışıldığını e m n i y e t teşkilatı içerisinde herkes bilmektedir. Ay­
rıca Orhan'ın astlarmca veya onların işbirliği ile daire başkanlı­
ğınca uzun süredir dinlendiğinden de e m i n i m . Orhan'ın cema­
ate olumlu b a k m a d ı ğ ı , o n u n Ankara'ya atanmasında Mustafa
Gülcü'nün rolü olduğu gibi konuları herkes bilmektedir.

Bir süre ö n c e Orhan'ın çok lüks m a k a m yaptırdığı, bu ka­


dar da olmaz t ü r ü n d e n fısıltıların yayılmaya çalışıldığı duyulu­
yordu. O r h a n bazı yardımcıları ve şube müdürlerinin kendisi
hakkında o l u m s u z çalışmalar yürüttüğünü biliyordu. Onları
değiştirmek için ne kadar girişimde bulunduysa da başarılı ola­
madığını, hatta h ü k ü m e t t e n etkin kişilerden bu kişileri görev­
den a l a m a y a c a ğ ı y ö n ü n d e uyarıldığını d u y m u ş t u m .

536
2. Bölüm: Cemaat

B u n u n l a birlikte daha önce hep cemaat operasyonu olarak


değerlendirdiğim olay ve soruşturmalarda rol alan kişilerin yine
bu davada da rol alması acaba tesadüf m ü d ü r ?
Orhan hakkında iddianame hazırlayan Ankara Özel Yetkili
Savcısı Cemil Tuğtekin daha önce Emin Aslan hakkında da so­
ruşturma y a p a n özel yetkili savcıdır, bu davanın usule uygun
olarak yürütülmediğinden daha önce bahsetmiştim. Aynı şekilde
Orhan'ı tu haklayan hâkim de kozmik odada arama yapan, son
zamanlarda istihbarat birimlerince özel korunan hâkimdir.
Orhan'ın tutuklanmasından kısa süre önce görevinden al­
dığı şube m ü d ü r ü Z.G.'nin adı önceki sayfalarda s u n d u ğ u m ce­
maate ait çok ö n e m l i belgede Ö m e r kod adlı c e m a a t imamının
A B D havaalanında yakalanması olayında üzerinden çıkan not­
larda geçmesi, h e m kendisinin h e m de (adliye m e n s u b u olan)
eşinin telefon bilgilerinin bulunması tesadüf m ü d ü r ?
Biz emniyet yöneticileri hepimiz birbirimizi tanırız, kimin ne
yaptığı ne yapabileceğini üç aşağı beş yukarı biliriz. Orhan Özde-
mir suçlandığı olayların faili olamaz, zaten tahkikatın başlaması
ile basma el altından bilgi sızdırılması, Orhan'ın gizli sicil dosya­
sındaki bilgilerin basma servis edilmesi de bunu doğruluyor. Biz
emniyet teşkilatı yöneticileri olarak bunun bir cemaat operasyo­
nu olduğunu, olayı cemaate yakın veya cemaat mensuplarının
dolaylı etkilediği kişilerin buralara taşıdığına inanıyoruz.

Olay h a k k ı n d a k i genel kanaat şudur: C e m a a t kendilerine


engel g ö r d ü ğ ü bir kişiyi daha bertaraf etmiştir.
Kitabın ikinci bölümü boyunca ortaya k o y d u ğ u m , bilgi, bel­
ge ve değerlendirmeler ışığında son söz olarak şunu ifade et­
mek istiyorum. Burada yazılmayan cemaatin yönetici imamları
hakkındaki gizli bilgileri Ankara ve İstanbul C u m h u r i y e t Baş­
savcılarına ve bazı başka m a k a m l a r a yazılı şikâyet / ihbar dilek­
çesi olarak v e r e c e ğ i m . Herhangi bir tahkikat yapılabileceğine
ihtimal v e r m i y o r u m zira böyle bir d u r u m d a Polis, J a n d a r m a ve
MİT içerisindeki örgütlü yapı anında haber alacak, soruştur-

587
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlar

m a y a mani olacaktır. Zaten savcılar da yapacakları her işlemin


engelleneceği, hatta araştırma için yazdıkları yazının muhatabı
olacak bazı görevlilerin aslında cemaat m e n s u b u olduğu kaygı­
sını taşıyacaklardır. Tıpkı bu kitabı yazmaktaki a m a c ı m d a ol­
d u ğ u gibi dilekçe vermekte ısrar e t m e m i n sebebi, ü l k e m e karşı
s o r u m l u l u ğ u m u yerine getirmiş olma d u y g u s u n d a n başka bir
şey değildir.

588
Dizin

DİZİN

12 Eylül, 12, 8 1 , 85, 107, Ala, Efkan, 501


154, 293, 3 4 6 , 3 5 4 A l m a n İstihbaratı, 103
2004 yılı bütçe görüşmeleri, Almanya, 15, 99-104, 120,
235 144, 155, 211-213, 240,
28 Şubat süreci, 231, 335, 258, 273, 285, 444, 467,
354, 403, 407, 414, 4 2 1 , 474, 507, 539, 561
551,576 Altın Kaçakçılığı, 83-89
32. gün, 231, 421 Ana Komuta Kontrol Merkezi,
414, 543
Ardalı, Hamdi, 120
Asker, 58, 9 1 , 131, 146, 174,
AB, 155, 156, 217, 297, 369- 193, 325, 344, 348, 356,
374, 381- 387 371, 423, 433, 505, 513,
Abanoz, Kazım, 99 533, 543-551
A B D , 155, 214, 231, 254, Aslan, Alparslan, 433, 507
308, 371, 374, 389, 4 2 1 , Aslan, Emin, 113, 119, 162,
557, 561, 587 215, 254, 271, 406, 435-
Acilciler, 63-66, 69 449, 463, 479, 523, 557,
Ağar, M e h m e t , 147, 160, 407 584,587
Ağaşe, Çetin, 208 Aşkın, Yücel, 527, 528
Ak, Osman, 421 Atalay, Beşir, 486
AKP, 309, 376, 420, 422, Aydemir, Cengiz, 416
465,512 Aydın, Mustafa, 320, 474,
Aksu, Abdülkadir, 376, 406 500
Aksu, Murat, 4 1 7 Aydın, Vedat, 194, 195
Akşener, Meral, 411 Aydıner, Ekrem, 517
aktifhaber, 560, 565 Aydınlık, 5 1 , 52, 199, 204,
Aktüel, 340 341-344, 577
Aktütün baskını, 371 Ayışığı Darbe Planı, 554
Akyürek, R a m a z a n , 430 Aytek. Atilla, 147

589
H a l i ç ' t e Y a ş a y a n Simonlaı

B Cerrah, Celale t tin, 429, 430

Balta, Behzat, 552 CHP, 46, 50, 305, 316

Balyoz soruşturması, 530, Cihaner, İlhan, 503-511, 519

544, 545, 551-553. 574, Cingöz, Temel, 538

575, 581 Cumhuriyet, 540

Balyoz Darbe Planı, 55-552 Çağdaş Eğitim Vakfı, 567

Barzani, M e s u t . 157-160, Çakıcı, Alaaddin, 265-267,

3 7 1 , 375, 520, 535 422

Başaran, Vicdan, 538 Çalışkan, İsmail, 2 7 1 , 422,

Başbakanlık örtülü ödeneği, 423

236,559 Çatlı, Abdullah. 339, 530.

Batı Almanya, 103 536,537

Batı Çalışma Grubu, 2 3 1 , Ç E A Ş , 242-247, 253

410 Çelebi, Suat, 4 1 1 , 414

Bayramoğlu, Ali, 419 Çelık, Ömer, 420

Bedük, Saffet Arıkan, 147 Çetinkaya, Nuh, 413

Beki, Akif, 4 2 0 Çiçek, Dursun, 519

Berk, M e h m e t . 4 4 1 , 449, Çiller, Tansu, 244, 411

452, 457, 476-479, 523 Çolakkadı, Turan, 486

Berk, Sakfıray, 508


D
Berke Barajı, 244
Danıştay, 39, 46, 309, 413,
Bilgi İşlem Daire Başkanlığı,
433, 504-508, 532, 539,
300
561, 577
Bindal, Hasan, 535, 536
Demir, N a m ı k , 365, 500
Bir, Çevik, 410, 411
D e mir ağ, Kartal, 507
Birinci MİT Raporu, 147, 148
Demiral, Şentürk, 316-319,
Bitlis, Eşref, 341-343
408,409
Bulgaristan, 2 7 0 , 277, 290,
Demirbaş, D . , 162, 430, 471
378-383, 439, 444, 4 6 1 ,
Demirel, Süleyman, 46, 153,
550, 552
245, 380, 41.1, 507
Büyükanıt, Yaşar, 425, 529
Demokratik Açılım, 36, 369-
c-ç 378

Cehdioğlu, Gaffur C e m , 448 Deniz Baykal'a yönelik kaset

Cengiz, Aykut, 486 olayı, 560, 566

590
Dizin

Deniz, Mustafa, 199-206 200, 2 0 5 , 2 3 2 - 2 3 5 , 292,


Dev-Sol, 7, 36, i 19, 120, 300, 316, 318, 325, 405-
152, 163, 170-135, 198, 409, 422, 437, 453, 459-
222, 428, 515, 532-539 4 7 3 , 4 8 5 - 5 0 2 , 538, 542,
Dev-Yol, 35, 36 557
D G M , 174, 266, 413, 414, Emniyet Genel Müdürlüğü
486,567 İstihbarat Daire Başkanlığı,
Dink, Hrant, 429, 4 3 1 , 532, 109, 1 1 1 , 4 0 5
540 Erbakan, Necmettin, 411
Diyarbakır Cezaevi, 131-133, Erbarıştıran, İrfan, 467-471
145 Ergenekon, 186, 335-346,
Diyarbakır Emniyet 433, 473, 487, 501-507,
İstihbarat Şube Müdürlüğü, 515, 524, 530-543, 553,
97 560, 5 6 1 , 565, 568, 574,
Diyarbakır Emniyet 578, 581-583
M ü d ü r l ü ğ ü , 142 "Ergenekon'un
Doğan, Arif, 191 Reorganizasyonu" adlı
Doğan, Çetin, 553 belge, 339, 341
Doğan, M a z l u m , 146 Ergenekon Operasyonu, 473
Doğan, Yalçın, 539 Ergenekon Örgütü, 473, 487,
D o ğ u A l m a n y a , 103 505, 531-533, 538-543, 578
Doğuş Faktoring, 507, 508 Ergin, Sadullah, 492
Dr. Moro'nun Adası, 14 Erkan, Ünal, 406, 465
DTP, 374 Ersever, C e m , 186, 188, 208,
209
E Ersöz, Levent, 553
Ecevit, Bülent, 9, 46, 365 Eruygur, Şener, 554
Edirne Belediye Sarayı Erzincan Olayı, 508, 509, 521
İhalesi, 3 0 8 Esener, Ali, 553
E d i m e Belediyesindeki Eymür, M e h m e t , 147, 202,
Yolsuzluklar, 302 207
Ehliyet Yolsuzluğu, 81
E M A S Y A Planı, 409, 547-550 F

Emniyet G e n e l Müdürlüğü, FBI, 254-255, 557, 558


109, 111, 118, 142, 187, Fuat, Alı, 429, 432

591
Haliç'te Yaşayan Sımonlaı

G Güngör ,Salih, 119, 120,

Genç ,Fatih, 468, 469 162, 239

G e n ç Parti, 247, 2 5 1 , 253 Güven, Paşa, 536, 537

Gençoğlu, R e c e p , 508, 509, Güvendiren, Tanju, 413

512, 516
H
Genelkurmay Başkanlığı, 97,
Habertıme, 565
122, 197, 207, 211, 217,
Habervaktim, 565
228-234, 337, 343, 375,
Hatay Emniyeti, 144
409-413, 529
Hatay İstihbarat Şubesi, 144
Genelkurmay İstihbarat
Hayal .Coşkun, 418, 419
Başkanlığı, 217, 343
Hayal, Yasin, 431
Gezer, Selim, 269, 443, 444,
H E P , 193-196, 203
448
Hersanlıoğlu, Alparslan, 475
Gezgin, Yusuf, 566
Hizbullah, 515, 532-534,
G ö k ç i m e n , Ali, 406, 465
538, 539
Gülcü, Mustafa, 465-468,
HSYK, 264, 268
4 7 3 , 4 7 4 , 4 7 9 , 4 8 6 , 584,
H T S Raporları, 432, 498, 539
586
Hüseyin, Saddam, 157
Gülen, Fethullah, 4 0 1 , 414,
466, 511, 513, 519, 551
I-İ
Güler, Ahmet İlhan, 427
Irak, 73-78, 87, 157-160,
Gümrük, 20, 73, 154, 198,
191, 214, 372, 520, 535
2 0 3 , 2 5 3 , 277, 282-302,
Irak Komünist Partisi, 159
327, 329, 535, 552
Işık, Hüseyin Rıza, 443
G ü m r ü k Müsteşarlığı, 253,
Işık, Rıza, 4 1 , 462
297, 301
İhsan, Ali, 552
Gürnrükçüoğlu, İbrahim ,
İhvancılar, 72
507
İmar Bankası, 238, 2 4 1 , 245-
Güney, Tuncay, 338, 339,
249,260
3 4 0 , 3 4 1 , 534
İran, 157, 213-215, 274-276,
G ü n e y d o ğ u , 3, 36, 84, 93,
3 7 1 , 392, 550
104, 109, 125, 130, 142,
İrtica İle Mücadele E y l e m
155, 186, 196, 225, 230,
Planı, 519
323-325, 3 5 3 , 369-379,
İsmailağa cemaati, 510, 512
520

592
Dizin

İstanbul İstihbarat Şube Kanal 7, 420


Müdürlüğü, 111, 491 Kanat, Habip, 436-464
İstihbarat ve T e r ö r l e K a n u n s u z Dinlemeler, 492,
Mücadele Şubesi, 121, 175 496, 500, 578, 579
İstihbarata Karşı K o y m a Kapıkule Tahkikatı, 277
(İKK), 427 Karabulut, Münevver, 469
İşçi Partisi, 6 2 , 342 Karadayı, İsmail Hakkı, 411
K a r a d u m a n , Necmettin, 28,
J 29, 30
J a n d a r m a , 4 1 , 49, 58, 6 1 , Karataş, Dursun, 7, 120,
106-110, 115, 122, 159, 172, 182, 185, 535-537
188-211, 218-235, 3 2 1 , Kayacan, Kemal, 174, 533
324, 339, 408, 412, 420, Kayseri Uyuşturucu
482, 498, 508-516, 536- Operasyonu, 268
554, 569, 575, 5 8 1 , 587 K D P , 110-117, 122, 520
Jandarma Genel Kepez, 242-247, 253
Komutanlığı, 198-209, 233, Kidir, Meral, 534, 535
235, 412, 498, 553, 575 K m , Ali, 462
J İ T E M , 186-209, 339-341, Kısakürek, Necip Fazıl, 368
412 Kocadağ, Hüseyin, 194, 195
K O M Dairesi Başkanlığı,
K-L 216, 237, 260, 263, 2 7 1 ,
Kaçak Ç a y O p e r a s y o n u , 326 277, 3 0 1 , 305, 309, 316,
Kaçakçılık D a i r e Başkanlığı, 320, 415-422, 4 3 3 - 4 5 9 ,
142, 147, 268, 274, 318, 466-470, 475-480, 507,
447 509, 538-540, 554, 563,
Kaçakçılık ve Organize 575
Suçlarla M ü c a d e l e , 237, K o m p l o Teorileri, 79, 163,
415 3 8 9 , 4 6 6 , 474
Kadayıfçıoğlu, Veysel, 417, Kozakçıoğlu, Hayri, 127, 142,
418 147, 227
K a h r a m a n , A h m e t , 412 Kozanlı Ömer, 579
Kalemli ,Mustafa, 406 Koksal, Bülent, 453
Kalkanlı ,Halil, 552, 553 Koksal, Oğuz Kağan, 488
Kanal 6, 240 Kurşun, Mesut, 412

593
H a l i ç ' l e Yaşayan Simonlaı

Kuzey Irak, 157-160, 191, o-ö


203, 217, 233, 371, 375, Oğuzları, Ümit, 339, 340
520,535 OHAL, 127, 137. 142, 191,
Küçük, Veli, 338-342, 534, 204, 216, 226-228
553 Okyay, Turgut, 414
Kürt Sorunu, 367, 369, 373 Olağanüstü Hal, bkz. O H A L
Lawrence, T. E., 390 Olgun, O., 471
Orakoğlu.Bülent. 407-412,
M-N
4 2 1 , 538
Mafya, 11, 53-60, 119, 237,
Ordu, 341-344. 357, 369,
2 4 1 , 265, 408, 413, 417-
407-414, 508-520, 551-
4 2 1 , 427, 464, 528, 539
555, 564-569, 575
Malatya'daki Zirve Yayınevi
Osmanlı, 349, 390, 399
katliamı, 5 3 2 , 541
Oyak Güvenlik. 506
Malbeleği, Cengiz, 444, 453
Ozansoy, Ali, 186, 187, 199,
Maltepe Dershaneleri, 559
203,206
Meclis Susurluk Araştırma
Öcalan, Abdullah, 15, 94, 99,
K o m i s y o n u , 186
137, 147, 150, 155. 369-
Menzir, Necdet, 127, 152,
377, 414, 535, 536
161, 183, 227, 402
Özal, Ahmet, 240
Meriç, Tuncer, 406
Özal, Turgut, 85, 88, 89, 559
Metel, Ali Balkan, 198, 203-
Özalp, Hüseyin, 318, 466,
205. 535
500,557
Mızrak, Musa, 105, 106, 107
Özdemir, Orhan, 586, 587
Milliyet, 228, 2 3 1 , 440, 445,
Özdü, O s m a n Hilmi, 557, 579
523
ö z e l Harekât birliği, 107,
Miroğlu, Nusret, 285
125, 136, 207, 228, 232,
M İ T , 74, 122, 147-162, 174,
234,407,536
202, 207, 2 2 3 , 248, 265-
Özkaya, Eraslan, 265-267
267, 286, 325, 337, 364,
Özkök, Hilmi, 215
412, 433-435, 482, 498.
509, 518, 534, 541, 549, P
557, 564, 5 6 9 , 5 8 1 , 587
Pek, Ahmet, 419, 436. 437,
Namal, H ü s e y i n , 480
440, 445, 459, 466
Neşter 2 O p e r a s y o n u , 263
Perincek. Doğu, 338-344

594
Dizin

Peşmerge, 158 Sason O p e r a s y o n u , 186


Pır, Kemal, 146 Savaş, Kutlu, 414
P K K , 3, 12-15, 6 1 , 77-79, Sayın, Hulusi, 127, 227, 533
93-146, 155, 172, 186-235, Sayın, Ümit, 524
325, 352-357, 369-378, Sedefçi, Haindi, 302, 303,
4 2 8 , 5 2 8 - 5 3 9 , 550 305, 3 0 6 , 3 0 9
Polis Akademisi, 34, 36, 6 1 , Selçuk, İbrahim, 416
399,404 Serxu>ebun, 536
Polis Koleji, 26, 34, 398 Sevigen, M e h m e t , 305, 316
Polis Teşkilatı, 29, 37, 7 1 , Sıkıyönetim, 58, 61, 67, 74,
218, 2 2 1 , 255, 2 8 1 , 295, 81-103, 114, 3 36, 142,
324, 462, 525, 579 186-188, 225, 325, 369,
Poyrazoğlu, Hüseyin, 487 408
Psikolojik Harekât, 333-337, Sıkıyönetim Komutanlığı, 6 1 ,
352, 372, 409, 550. 585 9 1 , 97, 186, 187, 226
Silahlı Kuvvetler, 236, 337,
R 341, 364, 407, 412
Rahip Santoro Cinayeti, 541 Sımon, 10, 13, 15, 18, 354,
Recepa.Blogspot, 565 526
Roothaber, 565 Siyasi Şube, 52, 105, 360
Rusya, 89, 156. 3 7 1 , 385, Sonsayfa, 565
389 Soylu, Seyhan, 340
Star Tv, 240, 242
s-ş Strateji, 123, 339, 340, 341
Sabah, 423 Su Davası, 309
Sabancı Suikastı, 540 Suriye, 72-79, 9 1 , 110, 113-
Sadık, K e m a l , 198, 199, 203, 117, 155, 160, 182, 187,
205. 207 200, 204, 207, 329. 371,
Sakarya T a h k i k a t ı , 474 535, 550
Samanyolu Koleji, 402, 403, Susurluk, 18, 186, 217- 229,
559 266, 335, 343, 403-412,
Samast, O g ü n , 540. 541 436, 486, 528, 530, 537,
Saral, C e v d e t , 421 553,570
Sarı kız D a r b e Planı, 554 Susurluk Soruşturması, 4 8 6
S a r m u s a k Olayı, 410 Şahinalp, Ahmet, 555, 556

595
Haliç'te Yaşayan Simonlar

Sanal ,Osman, 515-517 547, 581


Şemdinli Davası, 158, 186, T İ K K O , 104-109, 131, 152,
423, 5 2 7 , 5 2 8 , 530 172,177
Şemdinli İddianamesi, 527, TMSF, 239, 253, 260, 262,
528 424
Şen, Hakkı Süha, 265 Trabzon, 29, 242, 329, 431
Şener , N e d i m , 440 Tuğtekin, Cemil, 587
Şengün, Koksal, 583 Tuncel, Erhan, 431
Şeyh Salih Kurter, 433, 506 Turgut ö z a l Derneği, 559
Şimşek, Fethi, 492 Türkbank Olayı, 422
T ü r k m e n , Levent, 544, 568
T
Talabani, Celal, 156-160, u-ü
371, 375, 535 Uçar, Halil, 292, 301
Tantan, Saadettin, 238 Uluslararası Sivil T o p l u m
Tekin, Muzaffer, 505-508, Kuruluşlarını Destekleme
539 Derneği, 559
Telekomünikasyon İletişim UYAP, 449, 458
Başkanlığı, 4 9 2 Uzan Olayı, 238-263
Telsim, 250, 253, 257, 259, Uzan, C e m , 240, 2 5 1 , 255,
261 261
T e r m a l Kamera, 155, 225- Uzan, Kemal, 245, 247, 251,
231 262
Termikel, 3 1 0 - 3 1 6 Uzun, Sabri, 284, 301, 421,
Terör, 3, 9, 35, 57-62, 79-89, 425-428, 500, 557
96, 101, 122, 129, 142, Uzunkaya, Celal, 465-468,
145, 152, 161-164, 174, 472,479,486,584
187-192, 212-223, 240, Onlütürk, M e m d u h , 533
330-332, 346, 357-369, Unsal, Faruk, 474, 477, 479,
377, 388, 392, 4 7 3 , 500, 523, 584
515, 528, 531, 550, 584
Terörle Mücadele Şubesi, 51, V-Y
65, 137, 183, 186 Velioğlu, Hüseyin, 538
T H K P - C , 65 Yağan, Bedri, 182, 183, 185
T İ B , 490, 492, 4 9 5 , 499, 541, Yalçın, Metin Yavuz, 544, 568

596
Dizin

Yalçın, Soner, 199, 200, 204 Yunanistan, 79, 116, 155,


Yargıtay, 253, 264-268, 292, 266, 286, 378-383, 550,
412, 504, 513, 560, 577 552
Yaz, Alper, 417 Yüksel, Nuh Mete, 560, 567,
Yedig, Serhan, 340 568
Yeşil, 202-207, 413
Yıldıran, Oktay, 145, 146 z
Yıldırım, Erdoğan, 517 Zana, Leyla, 374
Yıldırım, M a h m u t , bkz. Yeşil Zirve Yayınevi Katliamı, 532,
Yılmaz, Ertuğrul, 507, 539 541
Yılmaz, Mesut, 339, 422, 423 Zola, Emile, 463
Yiğit, K o r k m a z , 422

597

You might also like