You are on page 1of 8

Kürtler Türklerden Ne İstiyor(du) Ya da Tersi?

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?
mid=528&makale=Kürtler%20Türklerden%20Ne%20İstiyor(du)%20Ya
%20da%20Tersi?
Ahmet Alış
(04.03.2009)

I.

Türkiye’de Kürtler ne istiyor sorusuna verilebilecek ilk cevap;


Kürtlerin bu isteklerinin tarihsel ve konjonktürel şartlar
çerçevesinde değişe geldiğidir. Başka bir ifadeyle, Kürtlerin
istekleri hiçbir zaman bir noktada sabit kalmamıştır. Buna rağmen,
Kürtlerin talepleri arasında ciddi bir devamlılıktan da söz edilebilir.
Bu devamlılık aslında, Kürtlerin ne istemediklerini ortaya
koymaktadır. Musa Anter anılarında, asimilasyon politikalarını
kendi örneğinde şöyle özetlemektedir: “…ama benim üzerimde
çalışan acemiler; beni sözde kanserli bir vücuttan peşin kararla
aldılar ve ancak kırk sene sonra habis bir kanser uru olmadığıma
karar verdiler. Bu karar verilinceye kadar da vücudum delik deşik
edildi…”(s.18) Aslında bugün karşı karşıya kaldığımız sonuç, bu
delik deşik edilmiş vücudu: Kürtçenin ve Kürt kültürünün içinde
olduğu durumu çok iyi örneklendirmektedir.

Burada Cumhuriyetin erken döneminde yazılan bazı çalışmalara


dönmemiz faydalı olacaktır. Doktor Şükrü Mehmed Sekban’ın,
1923 yılında Kürtler Türklerden ne istiyor? başlıklı açık
mektubunun yanında, Celadet Ali Bedirxan’in 1933’teki Mustafa
Kemal’e Mektup ve Mustafa Remzi Bucak’ın İsmet İnönü’ye
Mektup çalışmalarında ve bunlar gibi birçok örnekte, vurgulanan
temalar arasında önemli benzerlikler vardır. Özetle: “Kürtlerin
Türkleştirilmesinin mümkün ve faydalı olmayacağı, Asimilasyon
politikasının tutmayacağı, Türklerle beraber yaşanılan, fakat Kürt,
Türk birdir ve Kürt aslında Türktür demenin tarihi ve gerçekleri
açıkça çarpıttığı, Kürtlerin Kürtlüklerinin hem etnik hem de dilsel
olarak tanınması gerektiği, idari olarak otonomi gibi bir siyasi
yapıya da vurgu yapan talepler ve tespitler.” Bu talepler daha çok
etnokültürel ve etnomilliyetçi tonlar yansıtmaktadır. Fakat akılda
tutulması gereken bir şey var ki o da; etnokültürel taleplerin gerek
II. Meşrutiyet’in gerekse de Cumhuriyet’in ilk günlerinden,
günümüze kadar bir devamlılık gösterdiğidir. Başka bir ifadeyle,
Kürtlük en azından kültürel olarak, sanıldığının aksine, ne yeni
rejimde ne de eskisinde ‘yok olmuş’ bir şey olmadı. Bunun dışa
vurumu, önü kapanmaya çalışıldığı her girişimde, kendisini faklı bir
biçimde ve tonda gösterip bugünlere geldi. Yukarıdaki bütün
örneklerde açıkça öne sürülen şey, Türklerle yaşarken, Kürtlüğün
muhafaza edilmesine ve yaşatılmasına izin verilmesidir. Başka bir
ifadeyle, Kürtlüğün tanınmasıdır.

Bu talepler arasında bağımsızlık, bağımsız bir Kürdistan talebi ise


Kürt Teali Cemiyeti (1918), Azadi (1923) ve Xoybun(1927) gibi
örgütlerin amaçlarından biri olmuşsa da, bunlar Türkiye siyasetinin
tedrici olarak yöneldiği istikamet doğrultusunda, kendi dışındaki
hiçbir tahayyül dünyasının kabul edilmediği, 1924’ten sonra
kendisini daha çok hissettirecektir. Bu istikamet, Azadi örgütünün
belirttiği gibi,“hem iki milleti bir arada tutan İslam gibi önemli bir
bağın (Halifeliğin örneğin) siyasetten men edilmesi hem de
Kürtçenin okullarda ve mahkemelerde kullanılmasının, Kürtçe
eğitimin yasaklanmasının, özellikle idarenin Türkleştirilmesiyle
beraber, Kemalist Yönetimin, Türklükle artık tek aktör olma
yönündeki otoriter ve dışlayıcı tutumuyla birlikte,” (Aktaran;
Bruinessen, s.282–3) Kürtlerin kısmen de olsa inisiyatif sahibi
olabilecekleri, ülke siyasetinde yer alabilecekleri bir olasılığın, tıpkı
Terakki Perver Halk Fırkası (1924) örneğinde olduğu gibi, ortadan
kalktığı bir sürecin de facto başlangıcıydı. Belirtildiği gibi, talepler
arasında kesin sınırların olmadığı Azadi’nin yukarıdaki, etnodinsel
ve etnokültürel taleplerin alaşım şeklinde durduğu bakış açısında
daha açık görünmektedir.

Çok partili dönemden başlayarak, çekimser bir dille de olsa, erken


dönemdeki taleplerle aynı doğrultuda, önce Doğulular sonra Kürt
Solu olarak da anılacak olan, 1960’lı ve 1970’li yıllarda Türk solu
ile yapılan dirsek temasıyla zenginleşen bir dille, Kürt gruplarının
ekseriyetteki talepleri, radikal bazı grupların dışında,
1920’lerdekiyle benzer olacaktır. Bunlar genel olarak, etnokültürel
çerçevede kalacaklardır. Hamit Bozarslan’ın vurguladığı gibi “TİP
ve Fikir Kulüpleri Federasyonu ile Dev-Genç’te ifadesini bulan Türk
Solu’nun yanında merkezini Barzani hareketinin oluşturduğu
Ortadoğu Kürt hareketiyle” yeniden siyasal alanda boy gösteren
Kürt Meselesi içinde Kürdi taleplerle; Ekonomik ve Sosyal tedbirleri
kabul etmekle beraber, bunun kültürel ve etnik boyutlarının da
hesaba katılması; tanınması gerektiği savunulacak, güya bunu
kabul etti diye, Türk parlamento tarihinin en önemli partilerinden
TİP, bu sebeple 1971’de kapatılacaktır. Fakat 12 Mart’tan sonra,
Türk Sosyalistlerinde görüldüğü bir benzerlikle radikalleşen ve tüm
enerjisini parlamento dışı bir muhalefet ve çözümler üzerine
tüketen, “1974–1980 yılları arasında kurulan Kürt örgütlerinin
istisnasız tümü, “Kürdistan”ı Türkiye’den ayrı bir ülke, dört devlet
arasında paylaşılmış bir sömürge olarak kabul edecekti.”
(Bozarslan, s.1180–1181).

Bu durum bir süreklilikten ziyade, ara bir tarih okuması olarak


cereyan etti. Nitekim bunların hacim ve güç olarak en büyük olanı,
PKK bile daha 1990’lara girmeden bu tür bir tarih okumasından
vazgeçmek zorunda kalacaktı. Siyasi partiler mezarlığı Türkiye’nin,
kurulan HEP-DEP-HADEP-DEHAP gibi siyasal partilere sunduğu
siyasal alanın darlığı; meselenin bölücülük ve terör dışında başka
hiçbir çerçeveye oturtulmaması, meseleye bir kördüğüm daha
atmaktan başka bir sonuç yaratmamıştır. Örneğin, 2003’te
kapatılan HADEP, kendisini demokrasiden yana olan herkesin
partisi olarak tanımladıktan sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin
demokratik olamayışının yol açtığı temel sorunlardan birini; “Kürt
sorununa çözüm getirmeyen inkâr, ret, asimilasyon ve zor
politikalarında ısrar edilmesi, dolayısıyla sorunun çözümsüzlüğe
terk edilmesi” olarak tanımlamıştır. Fakat kapatılma gerekçesi ve
partinin duruşu sadece bölücülük ve terör olarak gösterilmiştir.

II.

Doktor Mehmet Şükrü Sekban, 1923 yılında ayrıca şu uyarıyı


yapmaktadır: “her ne kadar, hükümet ve Fırka-i İttihadiye
mühimsemek istemedilerse de, hatta zahiren mevcudiyetlerini bile
inkâr etmek isteseler de Arnavutluk ve Arablık meselelerinin
Hükümet-i Osmaniye’ye neye mal oldukları meydandadır…”
Kürtlerin dinlenilmesi gerektiği ve onların bir sürüden ibaret
olmadığını belirten Sekban gibi Celadet Bedirxan da, özellikle dil
konusunda Kürtlerin ve dolayısıyla Kürtçenin varlığının
tanınmasının gerekliliğinden, kamusal alanda ifade edilmesi,
okullarda öğretilmesi gerektiğinden uzunca bahsetmektedir. Bu
değerlendirmeler ve talepler, görüldüğü gibi bugün öne
sürülenlerden hiç farklı değildir. Kürtler (en azından talepleri
olanlar), Cumhuriyetin ilk günlerinden beri, kamusal ve özel
alanda tanınmak ve Kürtlüklerini, “Kürtçe” yaşamayı talep
etmektedir. Bunun dışında, Türkleştirmeye onunla karşılaştıkları
oranda karşı çıkmaktadır. Mehmed Uzun’un da belirttiği gibi,
“yapılmaya çalışılan her şey; Türkiye özelinde, Kürtlerin
Türkleşmediği, Kürtlerin, sanıldığının aksine, Kürt olarak, gizil veya
açık hep direne gelmişlerdir.” Aslında erken dönem Cumhuriyetten
başlayarak vardığımız sonuç: Kürtlerin net bir şekilde ne
istemediklerini açıkça gösteriyor. Buna rağmen, sonraki
dönemlerde yaratılan milliyetçilik mitleri ve tarihyazımıyla ne
kadar çok öncelerden başlatılarak getirilse de, oldukça modern
olan, kendini tanımlama (Self-identification) ve kendinin farkında
olma (Self-awareness) sürecinden bağımsız olmasa bile, tüm bu
gelişmeler modern anlamda bir Kürt kimliğinin doğmasını
sağlayacaktır.

Sosyal meselelerin 1980’lere kadar modernizm paradigması


çerçevesinde; kimlik ve kültürel öğeleri çok da kapsamadan,
bütün dünyada monotip bir analizin sınırları dâhilinde okunduğu
gerçekliğini göz ardı etmemekle birlikte, Ulus-devletlerin
meşruiyet zeminlerinin ve kurucu bileşenlerinin bundan çok
zaman önce, 1960’larda doruğa çıkacak biçimde, yapıldığını
hatırlatmakta fayda vardır. Benzer şey Türkiye’de de yapılmasına
rağmen, çağdaşlarından farklı olarak, Türkiye’dekiler siyasal
spektrum içinde kendilerine ve özellikle kullanmış oldukları dile
yer bulamayacak ve illegal ilan edileceklerdi. Bunun dışında da
hâkim söylemden de birçok nedenden dolayı bağlarını bir türlü
kurtaramayacaklardı. Bugün, bu legal sınırlar kısmen kaldırılmış,
hâkim söylem nüfuz alanını eskiye nazaran yitirmiştir. Başka bir
deyişle, bugün doğrunun kendisi olmasa bile, kabul edilen yanlış-
lar değişmiştir. Fakat halen değişmekte direnen kişiler, klişeler ve
mantaliteler vardır. İşte sosyal olguların anlaşılmasında önümüzü
tıkayan da bunlardır.

Burada, mevcut tarihyazımının yardımıyla “Kürtler ne istiyor”


sorusuna cevap bulmanın imkânsızlığı ve bulunacak cevabın ne
kadar makul olabileceği sorulmalıdır. Tabii ki, bu tarihyazımının bir
diyalektiğini yapmak bu yazıda mümkün değil. Fakat Kürt
taleplerine yaklaşımı açısından, mevcut söylemin kullanmış olduğu
retoriğin analiz edilmesi gerekmektedir. Özetle belirtmek
gerekirse; mevcut tarihyazımının, a) 1920–1938 arasındaki Kürt
isyanlarına, bunların birçok özelliğinden belli bazılarına (bağımsız
Kürdistan gibi) ve içeriğinin dışında olup olmadığı tartışmalı olan
gericilik, dış güçlerin kışkırtması, Türkün varlığını imha ve tehdit
unsurları gibi özelliklerine b) 1950–1980 yılları arasında ekonomik
geri kalmışlık ve ekonomik entegrasyon eksikliği sorununa c) yine
benzer sıfatlardan hareket ederek, 1980 sonrasında sadece
PKK’ya ve onun silahlı eylemlerine vurgu yapmasının altında yatan
nedenlerden dolayı buna verilecek makul bir cevabının olmadığı
ileri sürülebilir.
Yukarıdaki tarzda bir tanımlama ve tanıtma, Kürt, Kürt meselesi ve
buna paralel olarak Kürdi talepler yoktur diye somutlanabilecek
çok boyutlu yaklaşımları içermektedir. Mevcut tarihyazımı
yukarıdaki özellikleyle, Kürt meselesini ele alırken bir nevi, neden
sonuç dikotomisi yaratarak, sıradan vatandaşlara da sürekli şunu
anımsatmaktadır: bakiniz, Kürt meselesi ve Kürdi talepler yoktur.
Böyle bir söylemin altındaki talepler açıkça gördüğünüz
(gösterdiğimiz) gibi, devleti bölmeyi, yok etmeyi amaçladığı için,
bir güvenlik ve tehdit sorunu yaratmakla beraber, kendilerine Kürt
denilen vatandaşların böyle talepleri de yoktur, bunlar başka
kanallarla, çarpıtılmış bir şekilde onlarınmış gibi sunulmaktadır,
denmektedir.

Sözü fazla uzatmadan özetlemek gerekirse, Kürtlerin ne


istediklerini anlamak istiyorsak; Kürde rağmen Kürt için, Kürtlerin
adına Kürtlük, ümmetin birliği için, Türklük neyimize yetmiyor gibi
söylemlerin dışında bir paradigmaya, zihinsel bir temizliğe ihtiyaç
var. Bu, Türkiye’de en çok münevver ve yarı-münevverlerin ihtiyaç
duyduğu bir gereksinimdir. Zira gelinen nokta, hiç olmazsa
Kürtlerin ister aleni isterse de örtülü olsun, neyi istemediklerini
açıkça göstermektedir. Hem Sekban’ın hem de Bedirxan’ın çok
önce işaret ettiği girift siyasi yönelimin sonuçlarının en azından
ders verici olması gerekmektedir. Toynbee’nin 1925’te
vurguladığı, “Türk Hükümeti… Kürtlerle ve onları huzursuzluğa
iten sebeplerle uğraşırken gerekecek siyasi aklı ve yargılama
hassasiyetini gösterememiştir” (Jwaideh, s.411) saptaması en
azından bu tarihsel süreklilik; bu yanlış okuma için küçük bir örnek
olmalıdır. Bundan sonra alınacak yolda, benzer bir eğilimle,
danışmadan, sormadan, birilerini dâhil edip, birilerini kabul
etmeden: Tepeden İnmeci, bahşedici ve altyapısal gereklilikleri
hesaba katmadan yapılacak her şeyin bizi çok fazla bir yere
götürmeyeceği de aşikârdır.

III.

Kürtlerin inkârının dayandırıldığı nedenler, kökleri Osmanlıya kadar


giden, devletin toplumdaki tartışmasız yeriyle birlikte ele
alındığında sonuç çok daha vahim olmaktadır. Çünkü yapılan
propaganda, Kürtlerin devlete direk bir tehdit oldukları, yani
Kürtlerin, devleti, doğal olarak da toplumun en çok saygı
gösterilen, yüceltilen ortak varlığını, bir şekilde de toplumun
kendisini, ortadan kaldırmayı amaçladıkları şeklindedir. Durum
böyle olunca, yani tarih ideolojik bir aygıt olarak hegemonya
alanını daimi kılmak için kullanılınca, durumun topluma yansıması
ve sosyolojik vaziyeti de oldukça vahim görülmektedir. Kısacası,
kuruluş döneminin Sevr Sendromu, ve bugün kısmen atılmış olan
Soğuk Savaş Sendromu olarak bilinen histeri halinde devam eden
absürt bir yanılsama olarak, tarih, yanlış okunmakta ve
okutulmaktadır. Bugün ayrıca kısmen azalmış gibi görünse de,
özellikle Kürtler sözkonusu olduğunda, “inkâr” yanında
vurgulanması gereken en önemli siyasa “tehdit”tir. Genel olarak
bütün topluma, özel olarak bu Türkleştirme politikalarını kabul
etmeyen talep sahiplerine Cumhuriyetin ilk günlerinden bugüne
devam eden bir “ gözünü korkutma” politikası halen devam
etmektedir. Bunu, Cemal Gürsel’in, birçok kişinin demokrasinin
zirve dönemi veya “aşırı özgürlükler” dönemi dedikleri 1960 askeri
darbesinden sonrasında Kürtlere hak gördüğü, şu “demokratik”
tutumla en güzel örneklendirebiliriz: “ Eğer ‘Dağ Türkleri’ sessiz
durmazsa, Ordu köylerini ve kasabalarını bombalayıp yerin dibine
koymaktan çekinmeyecektir. Öyle bir kan banyosu olacak ki
orada, onlar ve ülkeleri onun içinde yüzeceklerdir…”(Aktaran;
Özcan, s.86).

Kürt meselesinin başlangıçta sosyoekonomik şimdi ise buna ek


olarak güvenlik boyutlarının olmasına rağmen, ne Ziya Gökalp’ın
kademeli, evrimci sosyalizasyon önerisi, Mahmut Esat Bozkurt,
İsmet İnönü gibi Tek-Parti dönemi müfritlerinin hemen şimdi,
devrimci asimilasyoncu önerileri, ne de daha geçen haftalarda
hükümetin savunduğu sosyal proje önerileri çare getirmeyecek,
aksine bu meseleyi anlamaya çalışan herkese sürekli şu soruyu
sorduracaktı: Kürtler neden hala Direnmekte? Bu neden sorusuna
cevap vermek muhakkak ki kolay ve basit değildir. Fakat
“Kemalist ulus-devlet projesinin, Türkiye’de Kürt toplumunun
dışında kalan toplumsal grupları Türklük çevresinde toplamasında,
genel olarak başarılı olmasına rağmen” (Çagaptay, s.123),
Kürtlere benzeri bir getirisi olmadığı için, cevabın çoğunluğunu
Türkleştirme politikasıyla, Kürtlük üzerindeki baskının oluşturduğu,
su götürmez tarihsel bir gerçekliktir.

Sonuç olarak, bugün Kürt meselesiyle ilgili çok yol kat edildiği
doğrudur. En azından Kürtlerin tümüne yönelik direk “tehdit” ve
“göz korkutma” politikası ne 30’lardaki; “Türk süngüsünün,” ne
60’lardaki; “Türk bombardımanın” ne de 90’lardaki; “Türk F-
16’larının” görülmesiyle Kürt meselesinin de yok olacağı şeklindeki
ilkel zihniyet, bugünlerde o kadar aleni değildir. Fakat Kürt
meselesinde kat edilen yol değerlendirildiğinde genellikle şöyle bir
izah biçimi de kullanılmaktadır: bakın, daha az zaman önce bunlar
birer tabu, ondan da önce yoklardı bile… İyi bir şey yaptığını
zanneden bu mantık sahipleri, hem geçmişi ele verip hem de
karşılaştırmanın geriye doğru değil, çevreye, mevcut durumlara ve
o anki zamana göre yapılması gerektiğini gözden kaçırmaktadır.
Bunu özellikle de Tek Parti döneminin ihyasını ve devamlılığını
isteyen ilerlemeci aydınlar yapınca; e o zaman ne hacet vardı
Cumhuriyete? Zaten siyasal ve kültürel olarak Tanzimat’tan beri
bir gelişme yok muydu? Medeni toplumları, çağı yakalamanın
hilesi nerede o zaman? diye sormadan edemiyor insan. Benzer
şekilde, İslam’ı ve Türklüğü o kadar iç içe girmiş bir Türk-İslam
ümmetçi yaklaşımının en az ilerlemeci aydınlar kadar
kapsayıcı, mantık sahiplerine de; “Allah Kürdü Müslüman’dan
korusun” diyesi geliyor insanın. Son olarak ise Suavi Aydın’ın
belirttiği gibi, “Kürt talepleri karşısında, ‘Kürt ve Türk şovenizmi’
biçiminde, Kürt talepleri ile MHP tarzı Türk milliyetçiliğini
aynılaştırarak; böylelikle de suret-i haktan görünüp milliyetçiliklere
karşı ‘soldan’ aynı mesafede duruyor izlenimi veren” (Aydın,
s.477) TC Solu’nada aslında benzer sorular sorulabilir.

Referanslar:
Anter, Musa (1999). Hatıralarım 1–2, İstanbul: Avesta Yayınları.

Aydın, Suavi, (2002). “Sosyalizm ve Milliyetçilik: Galiyefizmden


Kemalizme Türkiye’de “Üçüncü Yol” arayışları,” Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce, cilt:4 Milliyetçilik, içinde, (editör) Tanıl
Bora, İstanbul: İletişim, s. 438–482

Bayrak, Mehmet (haz.), (1994). Açık-Gizli / Resmi-Gayri resmi


Kürdoloji Belgeleri, Ankara: Özge Yayıncılık,

Bedirxan, Celadet Ali, (1933). Bir Kürt Aydınından Mustafa


Kemal’e Mektup, İstanbul: Doz, 1992

Bozarslan, Hamit, (2008). “Türkiye’de Kürt Sol Hareketi” Modern


Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt. 8 Sol, içinde, (editör) Murat
Gültekingil, İstanbul: İletişim, 2. Baskı, s.1169–1207

Bruinessen,Martin van, (1992). Agha, Shaikh and State; the Social


and Political Structures of Kurdistan, London and New Jersey: Zed
Books Ltd.

Bucak, Mustafa Remzi, (1965). Bir Kürt Aydınından İsmet İnönü’ye


Mektup, İstanbul: Doz, 1991

Çagaptay, Soner, (2006). Islam, Secularism, and Nationalism in


Modern Turkey; who is a Turk, Routledge.

Jwaideh, Wadie, (2007). Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi; Kökenleri ve


Gelişimi, İstanbul: İletişim, 4. Baskı.

Özcan, Ali Kemal, (2006). Turkey’s Kurds; A Theoretical Analysis of


the PKK and Abdullah Ocalan, London and New York: Routledge.

Sekban, Şükrü Mehmet (1923), “Kürdler Türklerden ne istiyorlar?


Nafi’a vekili Diyarkabir meb’usu Feyzi beye doktor Şükrü Mehmed
beyin bir mektubu,” Mehmet Bayrak (haz.) Açık-Gizli / Resmi-Gayri
resmi Kürdoloji Belgeleri,içinde, Ankara: Özge Yayıncılık, 1994,

Uzun, Mehmed, (2003). Zincirlenmiş Zamanlar, Zincirlenmiş


Sözcükler, İstanbul: Gendaş A.Ş.

You might also like