You are on page 1of 21

Tarihimizle Yüzleşmek mi?

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?
mid=539&makale=Tarihimizle%20Yüzleşmek%20mi?
Ahmet Alış
(26.03.2009)

I.GİRİŞ:

“…Böylece tarih ilmi asılsız ve uydurma haberlerle karışık bir ilim


haline dönüşmüş, bu ilimle ilgilenenler bu tür yanlışlara düşen
kişiler haline gelmiş ve sonuçta tarih, (uzmanlığı olmayan)
insanların genelinin gelişigüzel biçimde konuştuğu tartışmalı bir
saha olmuştur.”[1]

Bu çalışma, Türkiye’deki tarihyazımının özellikle 1980’lerden sonra


tekrar gündeme gelen bazı sorunsalları çerçevesinde genel olarak
Emre Kongar’ın Tarihimizle Yüzleşmek[2] isimli kitabını ve özel
olarak Türkiye’deki tarihyazımını eleştirmeyi amaçlamaktadır.
Kongar tarihçi olmadığını söylemesine rağmen, kitapta oldukça
uzun bir zaman aralığında, birçok mesele etrafında gezinmekte ve
tarihin nasıl olması gerektiğine dair (çok olmasa bile) zihinsel
uğraşlarda bulunmakta ve “sadece gerçeklere” ve “ bilimsellik”’e
vurgu yaparak bir nevi tarih üzerine hegemonya kurmak
çabasındadır. Bu yazıda, zaman aralığı olarak Cumhuriyet ve
sonraki dönem üzerine odaklanıp, daha çok tarihten ve tarih
yazımından (historiography) Kongar’ın ne anladığını, ötekiyi nasıl
gördüğüne ve mevcut söylemle nasıl bir ilişki kurduğuna dair,
kitabı temel bazı kaidelere dikkat çekerek analiz etmeye,
eleştirmeye, çalışacağız.

İstanbul Bilgi üniversitesinde, birçok önemli akademisyenin de


konuşmacı olarak katıldığı İnsan Hakları ve Ders Kitapları
Araştırmaları Uluslararası Sempozyumu-II, 29–30 Kasım’da
gerçekleşti.[3] Orada, bir şeylerin değiştiğini-değişmesi gerektiğini,
Kongar’ın da çokça kullandığı bir terimle verirsek; Tepeden inmeci
olmayan bir yol izlenmesi gerektiği vurgulanıyor, sosyal bilimlerin
nasıl öğretildiğine dair birçok trajikomik örnek verildikten sonra;
yine de demokratikleşme yönünde atılacak en önemli adımların, o
her zaman boş bir kâse, tabula rasa, olarak görülen küçük
çocukların büyük beyinlerine olan “çağcıl” bir yaklaşımla: onlara
öğretilen tarihin, sosyal bilimin; bütün olarak okul kitaplarının
değişmesiyle, gerçekleşebileceği belirtiliyordu. Aslında yapılan
çağrı çok ciddi yapısal değişikliklerin yanında: okul surecinin bütün
yönlerini, öğretmenlerinden, onların yetiştiği fakültelere, o
fakültelerdeki Akademisyenlere, zihinsel ve metodolojik birçok
değişiklikleri içermekteydi.

Kongar’la ve genel olarak Türk tarihyazımıyla ilişkisi şu: Tarih ve


Sosyal bilimler çalışmaları başta olmak üzere, neredeyse tüm ders
kitaplarında İnsan Hakları ciddi bir şekilde ihlal ediliyordu ve bir an
önce değiştirilmesi öneriliyordu. Ders kitaplarının
hazırlanmasındaki kriterlerin değişmesi gerektiği savunuluyordu.
Kongar’ın bu çalışması taranan kaynaklar arasında yoktu ama
açıkçası, olmasını da isterdik. Aşağıda detaylandıracağımız
çalışması, orada eleştirilen, İnsan Hakları ihlalleriyle dolu
kaynaklardan yaklaşım olarak çok da farklılık göstermiyor: bu
kitabi başka türlü kriterler göz önünde bulundurularak yazılmış
diyebiliriz. Burada, kitabı bunun dışında bir nedenle ele alıyoruz.

II. TARİH YAZIMI; METODOLOJİ VE SORUNSALLAR:

Tarihyazımı (özellikle hukuk ile birlikte), tarih boyunca bir


hegemonya alanı olarak, imparatorlukların, devletlerin ve kişilerin
kullandığı araçların başında gelmektedir. Genellikle o dönem
yapılan eylemlerin meşruiyetini sağlamak, bunları yarınlarda da
geçerli kılmak için başvurulan yegâne kaynaklardır. Bu husus
özellikle Ulus-devletler çağında zirveye ulaşmıştır. Bu durum ne
Türkiye’ye ne de özellikle bu tarzda bir yaklaşımı sürdürmek için
can atan Emre Kongar gibi Aydınlara has bir şeydir. Ulusalcılık
ideolojisinin temellendirilmesinde ve yayılışında, tarihten ve
tarihsel olaylardan, ulus-devletlerinin varlığını ve bütünlüğünü, bu
gücü temsil edenlerin meşruluğunu her durumda savunan
yorumların çıkarılmasında tarih biricik araçlardan birisi durumuna
geldi.[4] Bu “gerçeklik”, değişen konjonktüre göre mutasyona
uğrama kabiliyetine de sahiptir.

Bugün sıkça eleştirilen; dün, bugün ve yarın zaman çizgisi üzerine


oturtulmuş ve tarihi bir bakıma liderlerin, öznelerin tarihi olarak
gören modernist tarih yazımıdır. Karşı çıkılan tarihyazımı, genel
olarak Türk tarihyazımının özel olarak da Kongar’ın: geçmişi,
bugünü ve geleceği dondurup, olguları bir nokta etrafında,
Özbek’in aşağıda kısaca özetlediği bir tarihçiliktir:
“Geçmiş, bugün ve gelecek hattında şekillenen çizgisel bir zaman
kavrayışı ve bu çerçevede oluşturulan anlatının ön plana çıkardığı
tarihsel özneler… Böylesi bir zaman ve tarihsel özne anlayışı, söz
konusu tarihsel öznelerin, geçmişi kurmuş, bugünü kurmakta ve
geleceğin de kurucusu olarak tasavvur edilmesini mümkün
kılacaktır. Böyle bir anlatı aracılığıyla geleneğe sahip çıkanlar bir
yandan bugünkü iktidarlarını pekiştirmekte diğer yandan da
geleceği ipotekleri altına almaya çabalamaktadırlar.”[5]

Tarihin ne olduğu, nasıl yazılması gerektiği, tarihin bilimsellik


iddiasını taşımaya başladığı 19. yüzyıldan beri süregelen
tartışmaların başında gelmektedir. Yukarıda ana hatlarıyla
verdiğimiz, oldukça politikleşmiş bir modernist-ulusalcı tarih
anlayışı artık yerini, çok daha sofistike olmuş, disiplinler arası
çalışan ve bir olayı nakletmekten, çoğu zaman onu çarpıtmaktan,
gizlemekten: analiz etmeye, bugünü ve konusu olanları
anlamlandırmaya dair yapılan “bilimsel bir kurgu” olarak
tanımlanabilecek bir paradigmaya, sadece ulus-devleti merkezine
almayan, daha geniş bir kontekste” [6] doğru kaymıştır.
Başlangıçta ulusu ve ulus-devleti yüceleştirmeye oldukça önem
veren milliyetçi tarihyazımı özellikle1970’lerden sonra her şeyi
sosyo-ekonomik faktörlerle açıklama takıntısından da kurtulup,
bunun yerine kültür, gündelik yaşam vb kavramları da koymuştur.
Bu, nispeten Türkiye’deki tarih çalışmalarına da yansımıştır.
Nitekim resmi tarih dayatmasının çok dışına çıkan bir tarihçilik
anlayışı ile: modernist ve ulusalcı paradigmayı aşmış:
sosyoekonomik dinamiklerden başka etkenleri de vurgulayan
birçok çalışma yapılmaktadır. Bunlar, özellikle Mete Tunçay, Cemil
Koçak, Halil Berktay, gibi tarihçilerin, Taha Parla gibi siyaset
bilimcilerin ve ismini burada sayamayacağımız birçok
akademisyenin mevcut tahayyülleri oldukça sarsan çalışmalarında
gözlemlenebilir bir yeniliktir.[7]

Kongar, kitabı boyunca resmi tarih ve gayri resmi tarih ayrımını


sıkça vurgulamaktadır. Fakat çok net bir şekilde görüleceği gibi,
Kongar resmi tarihten; 1980 müdahalesiyle Türklüğüne İslam’ın da
eklendiği: Türk-İslam tarihçiliğini, gayri resmi tarihten de; İslamcı
kanatın Türkiye tarihine getirmiş olduğu; dinci-Osmanlıcı tarihi
kastetmektedir. Yani Kongar, kasıtlı bir şekilde Türkiye’de uzun
uğraşlar ve her türlü baskıya rağmen yürütülmeye çalışılan
yukarıda bahsedilen tarih çalışmalarını da gayri resmi tarih
içerisinde eritmeye çalışarak, bunlardan hiçbir şekilde ne
bahsetmekte ne de referans vermektedir.
Özellikle tarihyazımı ve kitaptaki tarihçilik anlayışıyla okuyucuya,
hiçbir metodolojik bilgi vermemesinin yanında, aslında bize,
bilimsellik ve olayları değerlendirme gayesiyle öncelikle romantik
bir “tarih” okuması yaparak ve zaten vardığı doğruları anlatmak
için tekrar edilmiş olan tarih anlatımının tekrarını yapmaktan
başka bir şey sunmamaktadır. Bu çalışmasında Kongar, Timur’un,
“yorumları tekrar tekrar yorumlayarak düşünceyi daha da
basitleştirmiş ve kalıplar haline sokmuştu”[8] dediği Osmanlı
ulemasını veya Gellner’in deyimiyle Kemalist ulemayı[9] ve
bunların tarihle kurduğu ilişkiyi çok güzel örneklendirmektedir.
Özbek’in de yukarıda belirttiği gibi, tarihi, kişilerin, liderlerin tarihi
gibi okumakta, bunu böyle yaparak, tarihi bir şekilde geçmişin
esiri haline getirmeye çalışmaktadır. Kongar bunu bilinçli
yapmaktadır. Çünkü Kongar, Ulus-devlet tarihçiliğinin tarihi, ulus-
devlet birliğini yücelttiği konumlamaların, onu, hep vardı ve
bundan sonra da hep var olacak şeklinde araçsallaştıran; ortak
mitler ve kahramanlar yaratan, tarihi bir meşruiyet alanı olarak
gören paradigmayı savunan, bunu bir de “bilimsel”, “gerçek” gibi
sıfatlarla süslemeye çalışan bir çarpıtmanın, icat etme sürecinin
sosyal mühendisi konumundadır adeta. “Tarihçi çağının insanıdır
ve çağına insan varoluşunun koşulları ile bağlıdır”[10]diyen Carr’ın
aksine, Kongar, bu çalışmasıyla hala erken dönem Cumhuriyet’in
insanı olduğunu ve bu çağa da öyle bağlı kalınabileceğini iddia
etmektedir.

III. TÜRKİYE SİYASİ TARİHİ VE


ÇIKMAZLARI

a) Kemalist Muhafazakâr Söylem, Özgüllük, Hegemonya:

“Yenilenlerin canı, malı, ırzı yenenlerindir[11] veya Havarilerini


yaratamayan İsa’nın yeri tımarhanedir, tarih değil[12]”

Mardin’in haklı bir şekilde belirttiği gibi, “Türk aydını, gerek


üniversitenin özerklik alanının olmamasından gerekse maddi
sıkıntılar gibi birçok başka nedenlerden dolayı devletle organik
bağlar kurmuş; aydınların devletle yakın ilişkilerinin bir sonucu
Türkiye’de aydınların ele alamadıkları birçok konuların hala “tabu”
kalması olmuştur.”[13] Başka bir ifadeyle, aydınların bilimsellik
iddiaları devlet memurluğu ve devleti incitmeme, gerekirse onunla
aynı dili ve çerçeveyi kullanma eğilimleri, gönüllü kulluğa gidecek
derecede yıpranmıştır. Bu durum, Osmanlı’nın son zamanlarından
Cumhuriyet Türkiyesi’ne miras olarak geçmiştir. Nitekim Kaplan’ın
da vurguladığı gibi, “Türk inkılâbının ideolojisini yapacak, inkılâp
ile aşk ve iman kürsüsü olacak milliyetçi üniversitenin yanında,
milliyetçi devletin kültür cephesinde görevli askerler olarak
görülen öğretmenler”[14] resmi söylemin hegemonyasından bir
türlü kurtulamayacaklardı. Ayrıca Timur her ne kadar, “Batılı
aydınla farkımız düşünce tarzımızdan doğmuyor: Eğitim
kurumlarımızın, kütüphanelerimizin, yayın hayatimizin, araştırma
merkezlerimizin, tek kelime ile “kültürel altyapımız”ın
yetersizliğinden doğuyor”[15] olduğunu iddia etse de, Türkiye’de
sosyal bilimlerin egemen söylemle kurduğu bağ ve bunun, her
şeye rağmen, aydının düşünce tarzına yansıması çok daha başat
olacaktır.

Birçok kişi tarafından, Türkiye Cumhuriyeti tarih çalışmalarının


yegâne dayanağı olarak gösterilen Nutuk ve tarihsel bir referans
olarak önemini yitirmiş olmasına rağmen 1930’ların Türk Tarih
Tezi, tarihin okunmasında, siyasal analizlerde hem resmi
söylemde hem de aydınların tuttuğu yolda oldukça başat bir yer
işgal etmişlerdi. “Tarihi yanlış yazmak bir millet olmanın
parçasıdır”[16] diyen Renan’ı haklı çıkarmaktadır tüm bu
gelişmeler. “Görkemli bir tarih yaratma çabası bütün
milliyetçiliklerin ortak özelliğidir; çünkü bir geçmişi olmak, bir
geleceğe sahip olma hakkını da doğrular.”[17] Bu tarihi yazanlar
ise, işte bu noktada istedikleri zaman bu geçmişe ve geleceğe, o
millet adına sahip olabiliyor, onu ipotekleri altına almaya
çalışıyorlar. Başka bir ifadeyle, tarihin ve tarihle birlikte o tarihi
yazanların; onların istedikleri biçimde övülmesi, yüceltilmesi
zorunluluğunu dikte ederek, bunu ulusal tarih anlayışının temel
ilkesi olarak görüp; geriye kalan her şeyin, “geçmişi kötülüyor”
olarak şüpheyle karşılanıp reddedildiği bir zihniyet[18].

Her ne kadar, ideolojik nedenlerle genelde geçmişin özelde ise


Osmanlı’nın topyekûn reddedildiği erken dönem Cumhuriyette,
geçmiş kendisinden kurtulması gerekilen bir kara sayfa olarak
görülmüşse de bu mazi, Tarih Tezi ile başkalaştırılıp böylelikle bu
yükten de kurtulmaya çalışılmıştır. Tarih bir yerde, tıpkı Nutuk’un
ilk satırlarında olduğu gibi, 19 Mayıs 1919’da başlamış olmasına
rağmen, ironik de olsa ezelden gelip ebede gidecek bir
devamlılığında ayrılmaz bir parçasıydı. Örneğin, Tarih Tezi’nden
(başka bir ifadeyle, Türk tarihinin Ana Hatları’ndan)oldukça
etkilenmiş bir şekilde hazırlanan Tarih IV Türkiye Cumhuriyeti[19]
isimli lise tarih kitabının genel metodolojisi ve anlatısı sonradan
hep karşımıza çıkacaktır. 1980’den sonraki Ulusalcı/milliyetçi
tarihyazımının ve Kongar’ın tüm çabası işte yukarıda bahsi geçen
düzleme tarihi tekrar oturtmaktır. Ulus-devlet inşa surecinin
içinde, Batılılaşma ve laikleşme serüveni olarak da okunabilecek
bu erken çabalara Kongar kuşkusuz önemli katkılarda
bulunmaktadır. Örneğin, Kongar sekülerleşme veya İslam’ın
Türkleştirilmesi sürecini şöyle özetlemektedir: “Böylece Tuğrul Bey
ve Alparslan’la başlayan, Fatih Sultan Mehmet’le gelişen laikleşme
süreci, Atatürk’le noktalanıyor ve Türklerin İslam’a evrensel katkısı
olarak, dünya tarihindeki yerini alıyordu”(s.22). Benzer şekilde
Batılılaşma da; “Göçle başlayıp, Alparslan’la sürer Fatih Sultan
Mehmet’le Kurumlaşır” (s.45 Başlık) ve Atatürk’le nihai amacına
ulaşır.

Kongar’ın yaptığı, Nutuk’a dayandırılarak meşrulaştırılmaya


çalışılan siyasal temizlik hareketi ve dönüşüm: lider kültü
oluşturulmasında ve Makyevelist bir dünya görüşüyle, amaca
giden her yolun mubah görüldüğü: devlet ne yapmışsa iyi
yapmıştır şeklindeki bir kabule yerini bırakan bir kabulleniştir. Bu
aşamada yapılan şeyler, yaratılan “millet” mitine mal edilmeye
çalışılmış; Halka rağmen, halk için düsturuyla somut bir paradoks
yaratmıştır. Bu çizginin dışında kalan her türlü siyasal, kültürel ve
ekonomik yönelim yasaklanmış: Tunçay’ın[20] “siyaset” döneminin
bittiği, “idare” döneminin başladığı diye tanımladığı,1925 takriri
sükûn ile beraber İstanbul’daki son muhalif gazetelerin de
kapatılmasıyla bambaşka bir sürece girilmiştir. Zürcher’in[21]
“Kemalist Tek-Parti devleti” dediği, en iyimser okuyanların bile
otoriterliğini hatta totaliterliğini kabul ettiği Tek Parti dönemidir.

Anlatı bakımından bir bakıma Parla’nın, “Kemalizmden başka izm


yoktur; öteki bütün izm’ler yabancı ve zararlıdır” [22]diye özetlediği
bir sürecin birçok açıdan halen devam eden, 1937’de anayasaya
da dahil edilen ilkelerin; sadece erbaplarınca okunulacağı,
yorumlanacağı dogmatik bir düşünce dünyasının ve siyasal alanın
yaratıldığı bir dönemdir. Ayrıca, Kongar’ın da vurguladığı gibi
Atatürk ve Atatürk devrimlerini(Kongar’a göre Aydınlanma
Devrimleri) bölmek (erbapları dışındayorumlanması da) imkânsız
ve ayrıca buna teşebbüs etmek ancak dinci-gelenekçi feodal
düzeni istemek(s.174 parantez eklenmiştir.) demekti…

Kongar bu çalışmasıyla, hem dönemin aydınının hem de


yukarıdaki gelişmeleri meşrulaştırmak için öne sürülen savların
tekrarını yapmaktadır. Şöyle ki, bunların en önemlisi, Kongar’ın da
belirttiği gibi, Cumhuriyet’in, tıpkı İslam’ın Türkler tarafından kabul
edilmesinde öne sürüldüğü gibi, mevcut koşullar dâhilinde biricik
bir fikir olarak Mustafa Kemal tarafından, kendisinin ama sadece
kendisinin, toplumun ileri aşamalara gitmesindeki, bu ülküdeki
daha gençliğinden beri gelen yalnızlığı, icabınca tek ve en önemli
bir karar olarak gösterilmesi bunun için yapılan her şeyin makul
görülmesidir. Kongar; “başta hilafet seçeneği olmak üzere,
komünizm, faşizm seçeneklerinin zaten detaylı incelendiği, bunlar
arasında en zor seçenek olan Cumhuriyet’in en yakışık olduğu için
seçildiğini” (s. 166–7–8–9) savunmaktadır. Böyle yaparak da
Kongar, “Liberalizm, Komünizm, irtica ve Kürtçülük/ayrılıkçılık,
Cumhuriyet ve “Tek Parti” dönemlerinin dört temel
“düşman”larını”[23] harfi harfine bilimsel ve tarihsel bir gerçeklik,
bir gereklilik olarak göstermeye çalışmaktadır. Son olarak, “genç
Türkiye Cumhuriyeti… çağdaş sınıflardan, yani sermaye ve
işçi sınıflarından yoksundur.” (s.173 vurgu mevcut) diyen
Kongar, korporatist Gökalpçı Kemalist Popülizmi hiçbir arka plan
sunmadan tarihsel bir şekilde anlatmış oluyor.

Siyaseti, Türkiye Cumhuriyeti ve resmi söylemin analizi dışındaki


mefhumlarda, bir iktidar savaşı olarak gören Kongar, (s. 16–33)
Cumhuriyete geçişteki, siyasal etkileri, iktidar kavgasını hiçbir
şekilde vurgulamamaktadır. Cumhuriyetin ilanının, Mustafa
Kemal’in de belirttiği gibi ani bir şey olduğu[24], Kurtuluş Savaşının
kazanılması, Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasıyla,
uluslararası bir meşruiyet kazanan milli mücadele hareketinin,
Kemalistler veya milliyetçiler tarafından birçok siyasi manevrayla,
siyasal iktidarın nasıl ele geçirildiğini göz ardı etmektedir. Kongar
bunların tümünü göz ardı ederek, gelişmeleri bir süreklilik,
planlanan ve nihayetinde ulaşılan planlanmış bir “proje” olarak
göstermektedir.

“Cumhuriyet tarihi ve Atatürk dönemi irdelenirken (belki de


bilinçli olarak) yapılan en önemli hatalardan biri de o günün
koşullarını düşünmemek, bugünün değer yargıları ve koşullarıyla o
günleri eleştirmektir” derken de Kongar, açık bir şekilde kendi
yaptığı şeyi: dönemi, dönemin diğer aktörleri ve dinamikleri
dâhilince ele almadan, olduğundan ziyade, olması gerektiği
şekliyle ele aldığını beyan etmektedir. Tunçay’ın işaret ettiği
gibi“TBMM Tutanakları, Düsturlar, gündelik gazeteler gibi
kaynakları zahmet edip incelemedikleri için”[25] bu sürecin
biricikliğini savunan kişilerin tezleri, sunulan resmi söylemin dışına
kesinlikle çıkmamaktadır.

b) Teleolojik Yorumlar, Yeniden Üretim ve Dogmatizm:


Demokrasi karşıtı Demokrat
“Altı yüzyıldır “kul” olarak yaşamış insanlara “vatandaş” bilincinin
aşılanması, üstelik de bu dönüşümün Endüstrileşmeyi ve
Aydınlanmayı yaşayamamış bir toplumda gerçekleştirilmesi, 20.
yüzyılda eşi olmayan bir deneyimin yaşanmasına yol açar”(s.168,
vurgu mevcut) diyerek sıkça tekrarlanan bir özgüllük paradigması
içinde, toplumun geçirdiği dönüşümleri; ona bahşedilen bir şeymiş
gibi gösteren elitist tutum sıkça görülüyor Kongar’da. Bu gayet
güzel bir şekilde uymaktadır: vatandaşın(veya tebaanın) devletine
ne kadar borçlu olduğu, başka bir ifadeyle, devlet için var olduğu
anlayışına. Bunun en güzel ve ilk örneği, belirtmeye bile gerek yok
ki, vatandaşın ödevlerinden çokça bahseden Vatandaş için medeni
bilgiler[26] kitabıdır. Kongar, bu yolu takip ederek ayrıca uzun bir
süreden beri devam eden bir Batılılaşma sürecini, en çok da II.
Meşrutiyet mirasını[27] görmezden gelmektedir. Benzer şekilde, bu
bakış açısı Kongar’ın, Türkiye’nin almış olduğu diğer
istikametlerde de görülmektedir.

Kongar tıpkı erken dönemle ilgili yaptığı analizlerde olduğu gibi,


çok partili hayata geçişi, bir kişiye bağlamakta, bunu da nihai
olarak Türkiye tarihinin bir nevi, kal-u bela’sı olarak gördüğü
Mustafa Kemal’e götürmektedir. “Atatürk döneminde Cumhuriyet
terimiyle kastedilen rejim, demokrasidir; egemenlik hakkını
halktan alan, Cumhuriyet niteliği taşıyan bir demokrasi” (s.226,
vurgular mevcut) olarak gösterip: demokrasinin meşruiyetini
(gereksizliğini) de burada bulmaktadır. Nihayetinde, “İsmet İnönü,
Atatürk’ün devamı idi. Çok partili düzene geçerek, Atatürk
Devrimleri’ni tamamlıyordu”(s.226) yukarıdaki analizlerin
tümünde ciddi bir teleolojik hata yapılmakta: aslında teleolojiyle
açıklanamayacak gelişmeleri bütünüyle göz ardı etmektedir.
Ayrıca, kısmen katılsa bile, Soğuk Savaş’ın arifesinde şekillenen
dünya siyasetinde Türkiye’nin almış olduğu yönelimi, bununla
birlikte, savaş dönemi otoriter devletçilikten oldukça rahatsız olan
iç dinamiklerin etkisini, toplumda CHP’ye karşı oluşmuş
rahatsızlığı, İnönü’nün reelpolitik kararı vb birçok faktörü hiç
vurgulamamaktadır.[28]Çok partili sürece geçişi: Atatürk
devrimlerinin doğal bir sonucu olarak sunmaktadır. Ayrıca,
Başer’in[29] 1960’da yazdığına benzer bir şekilde, Kongar’a göre;
“toplumsal yapı demokrasiye hazır değildir… kim bilir belki de
gerçekten İsmet İnönü, çoğu kişinin “gerçek demokrasi” sandığı
“çok partili rejime” gerçekten de biraz erken geçmişti…”(s.192–3
vurgular mevcut)

Bunun dışında, 27 Mayıs1960 askerî darbesini, gerçekleştiği


koşullarda, “sivillerin demokrasiyi rafa kaldırma teşebbüslerini
engellemek için yapılmıştı” (s.197 vurgu mevcut) diyerek,
meselenin askerler tarafındaki sosyoekonomik rahatsızlığından,
ulusal ve uluslararası atmosferden vb birçok faktörden hiç
bahsetmeden, bunu zorunlu ve demokrasi için yapılmış bir
gelişme olarak görmektedir[30]. Parla’nın; “devlet yapısını militarize
eden, askeri bürokrasiyi “ yürütmenin içinde yürütme” askeri
yargıyı “yargı içinde yargı” yapan yanlarıyla 1982’nin prototipini
oluşturması bakımından 1961 anayasası bazılarının iddia ettiği,
bazılarının da sandığı gibi çok iyi bir anayasa değildir, demokratik
kamuoyu hala “1982’ye karşı 1961” Ortodoksluğuyla
yanıltılmakta” [31]diye tanımladığı 1961 Anayasası, Kongar’a göre,
“bugün bile dünya anayasaları içinde en demokratik anayasa olma
özelliğini korumaktadır”(s.197). Kongar, sonrasında takip eden 12
Mart 1971 muhtırası ile 12 Eylül 1980 askeri darbesini de o
zamanki Atatürkçülüğe verdiği zarar ve ondan ne kadar saptığıyla
ilgili eleştirmektedir (s.203). “Şeriatçıların, etnik politikacıların,
Avrupa Birliği’nin ve bu üçlüye destek verenlerin iddiası,
demokrasi adına ordunun siyasal rolünün bütünüyle ortadan
kaldırılmasıdır” (s.213 vurgu mevcut) diyerek, ordunun müdahale
alanının, muhafızlık rolünün: demokrasi adına bile olsa
daraltılmaması gerektiğini savunarak; “ordunun misyonunu,
anlamını, önemini siyasal ve toplumsal ağırlığını hala devletin
bekasına yönelik Soğuk Savaş korkularına dayalı bir güvenlik
anlayışından daha sivil ve daha barışçıl bir gündeme
kaydıramamaktadır”[32] diyen Cizre’yi haklı çıkararak, demokrasiye
ve çoğulculuğa ne kadar karşı olduğunu bu örnekte, bir kez daha
göstermektedir. Belki de Kongar’a göre burada da bir zamanlama
sorunu vardır: ama bunun ne zaman olması gerektiğini kim
bilebilir…

c) Ötekiler ve Xenofobia: Ermeniler, Kürtler, Rumlar,


Araplar…

“Bu yüzyılın uzmanca işlenen ve üretilen zihniyeti, mağara


adamının yabancıya karşı düşmanlığını sürdürmektedir. Bu açıdan,
modern insan ortaçağ insanından sadece seçtiği kurbanlarla
ayrılır; cadıların, büyücülerin ve kâfirlerin yerini siyasal azınlıklar
ve yasaklılar… ve benzeri çizgi dışı akımlar almıştır.” [33]

Genellikle,“Batı” dışında kalan memleketlerde birer birer ortaya


çıkan ülke esaslı (territorial) ulus-devletler, dayandıkları etnik
unsurun, bulundukları topraklardaki en eski halk, dolaysıyla bu
devletin egemen unsuru olmayı hak eden halk olduğunu ispata
girişmişlerdir.[34] Çünkü oldukça modern olan bu kavram özellikle
Türkiye gibi yerlerde yeri geldiğinde 15.000 yıl öncesine kadar
geri götürülmekte[35], etnisite veya millet olarak algıladıkları,
mefhumu ezelden getirerek ebede taşımaya çalışmakta, bütün
geçmişi sahiplenmektedir. Kongar’ın bu ispat kervanındaki yeri,
1980’den sonraki kafatasçı Türkçülerden kısmen ayrışmaktadır.
Kongar, antropolojik tartışmalara girmeden, 1930’lardaki
medeniyet, laiklik, ilerlemecilik, yegânelik, gibi pozitif argümanları
olan, kendi dışında gelişen her türlü söylemi dışlayan, tahayyül
ettiği millet ve siyaset algısı içinde yeri olmayan, her türlü etnik,
dini vb grupları dışlayan, yaratmaya çalıştığı milletin üstünlüğünü,
mağduriyetini ve yalnızlığını: buranın asıl efendisi olmayı neden
hak ettiğini işleyen bir tezle, negatif bir retorikten oluşan resmi
tezi bire bir tekrar etmektedir.

O zamanların tartışma konusu bile yapıl(a)mayan bir meselesini:


“Ermeni Sorununu”; ötekiyi tartışmaya açmış gibi görünen Kongar
burada da bu tezi tekrarlamaktan öteye gitmemektedir. Kongar’a
göre; “Gerek “resmi tarih” anlayışının gerekse, ona karşı çıktığı
savı taşıyan “gayri resmi tarih” tezinin bir türlü doğru dürüst
tartışmayı başaramadığı konuların başında “Ermeni Sorunu” gelir”
(s.86 vurgular mevcut). Aslında, bu konuda da kesin ve değişmez
şeyleri söylemeyi, kitap boyunca devam eden, onlar bilmiyorlar,
anlamıyorlar, yanlış yapıyorlar şeklinde bir yaklaşımla, konuya
kesin bir nokta koymaya çalıştığını taahhüt ediyor.

Kitabın en çok eleştirilmesi gereken konularının başında


gelmektedir bu bölüm. Kongar burada açık bir şekilde anakronizm
yapmakta, tarihi, analiz ediyormuş gibi görünüp çok ciddi yanlışlar
yapmakta. Kongar özetle şunları demektedir;

“Daha 681 yılında Ermenilerin, anlaştıkları Araplar ile Hazar


Türklerine karşı savaştı (s.91), Müslümanlara karşı oluşturulan
Haçlı Seferleri’ne doğal olarak tam destek verdiklerini, daha
1669’da Ermeni-Rus işbirliğinin temellerinin atıldı (s.92) Hem
milliyetçilik akımlarının hem de Avrupa’nın Osmanlı’yı paylaşma
çabalarının etkisiyle Ermeniler, Ruslarla işbirliği halinde Osmanlı
topraklarında eyleme geçtiler, Türkleri ve Kürtleri öldürmeye
başladılar (s.93) tabii bu ortamda her iki taraf da, yani hem
Ermeniler, hem de Türkler ve Kürtler karşılıklı bir katliama
(mukatele) girişmişlerdir. Nisan 1915’te Ermeni Komitacılar Van’ı
ele geçirir, binlerce Türk’ü ve Kürt’ü öldürürler (s.89)…Bugün
soykırım iddiaları olarak karşımıza çıkan olay, işte Anadolu’nun
paylaşılmasına ilişkin bu tarihsel hesaplaşmanın, günümüzde de
sürdürülmek istenmesinden başka bir şey değildir”(s.108 vurgu
mevcut).

Yukarıdaki “tarihsel”açıklamaları yaparak, meselenin arka planını


verdiğini iddia ediyor Kongar. Ayrıca, sürekli Türkleri ve Kürtleri
katlettiler, onlarca kez isyan ettiler deyip: hem meselenin
nedenlerini ve dinamiklerini göz ardı etmekte hem de neden diye
bir soruyu sürekli cevapsız bırakmaktadır. Ayrıca olayın sürekli
ama sürekli dış güçlere, Ruslara, Batılılara: Fransızlara (s.108)
ABD’ye (s.145) bağlanması; hakikaten şu çok basit soruyu
sordurmaktadır: bunların (Ermenilerin) hiç mi aklı, hiç mi hesabı,
sorunu, bir rahatsızlığı yoktu? Eklenmesi gereken başka bir soru
var ki Kongar bununla hiç ilgilenmemektedir. Eğer mesele iddia
ettiği nedenlerden kaynaklanıyorsa: Yerlerinden edilen, tehcire
tabii tutulan Ermenilerin (1milyondan fazla) bunlarla nasıl bir
ilişkisi vardı?

Yapılanların (özellikle 1915) zaten hiçbir surette soykırım


olamayacağını, bir “katliam”sa bunun da Ermenilerce yapıldığını;
yok “mukatele” ise de o zaman Türkler ve Kürtler kendilerini
korumak için yaptılar demektedir. Fakat daha olayların arifesinde
katliamın yapılmadığından ziyade niçin yapıldığının üzerinde duran
ittihatçı birçok kişinin bile böyle bir şeyin nasıl yapılabileceğini[36],
bunun esefle karşılandığını belirten beyanlarını, Teşkilatı
Mahsusa’yı, 1919 yılında İttihatçı paşalar için verilen askeri
mahkeme kararını[37] ve bunun gibi birçok şeyi hiç dikkate
almayan Kongar, çok ciddi bir yanılgıyı bilerek tarihselleştirmeye
yönelmektedir.

1970’lerden sonra bazı Ermeni gruplarınca Türk diplomatlarına


karşı yapılan cinayetlerin listesini verdikten sonra Kongar,
yaşanılanları: “sanıyorum bu cinayet listesi, gerek soykırım
iddialarını öne sürenlerin, gerekse onlara destek veren Batı
devletlerinin dayandıkları insani ya da hukuki gerekçelere yeterli
kanıt oluşturmaktadır!”(s.111 vurgu mevcut) diyerek bunları
bütün Ermenilere yükleyip, okuyuculara; Ermenilerin zaten ne
kadar cani oldukları ortada: bugün bile mazlum Türk’e karşı
yapılanlar ortadadır, dercesine Katliam’ı ve yapılanları
haklılaştırmaktadır. Avrupa Parlamentosu, ABD’de pek çok
eyalette, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Alt Komisyonu ve onlarca
bati ülkesi (s.111) vs. Ermeni Soykırımı yönünde kararlar
almışlardır: ben bu devletlerin böyle bir kararı neden aldıklarını
anlamakta güçlük çekiyorum” demekten ziyade; ne öne sürdüğü
Ermeni Diasporasının böyle büyük bir etkisi (bütün bu ülkeleri ve
kuruluşları etkileyecek güce ve hacme sahip olmasının mantıksal
ve psikolojik tutarsızlığı), ne de bütün tüm bu ülkelerin ve
kuruluşların gafil veya düşman olabilecekleri, bunu yapan kişilerin
satın alınmış olmaları (s.147) gibi argümanları olan bir tezden
başka bir açıklamaya ihtiyaç duyacağı aşikârdır.

Çok özenli bir uğraşla, Ermeni Katliamı’nın Türklere ve Kürtlere


karşı yapıldığını, “mukatele”’de bunların bir taraf, Ermenilerin de
diğer taraf olduğunu belirten Kongar, Kitabın başka hiçbir yerinde
Kürtlerle ilgili bir şey söylememekte. Bir istisna olarak: (s. 27’de)
“Yavuz Sultan Selim’in Alevi katliamını Kürt beyi İdris-i Bitlisi ile
birlikte yaptığına değinilmediğini” belirtir. Kürtlerin daha
Cumhuriyetin ilk günlerinden gelen her türlü talebine ilgisiz
görünmektedir. Bunun yerine, çeşitli yerlerde “etnik ayrılıkçı terör”
diye çok daha müphem bir dille, PKK teröründen, bunun da Özal’ın
yüzünden güçlendiğinden (s.211) tüm bunlara karşı yürütülen
mücadelede yasadışı milliyetçi uygulamaların da ortaya
çıktığından bahsetmekte. Kongar’ın yapmış olduğu tek bir yenilik,
bilimsel olarak zaten Türklükleri ispatlanmış olan Kürtlerin,
Kürtlüğünden konuşmamak, fakat Türk kelimesinin yanında birkaç
kez Kürt’ü de kullanmaktan başka hiçbir şey değildir. Yine de
Kongar, kitabın dizin kısmına Kürt kelimesini almaya gerek bile
duymamıştır.

İlginç olan tezi de, PKK’nın Özal’ın yüzünden güçlenmiş olmasıdır.


Burada da sosyal meseleleri sadece bazı kişilere mal etme
eğilimini tekrar gösteren Kongar, Bozarslan’ın: “Kürd Meselesi ise,
kuvvet ve hâkimiyet ilişkilerinin Türklük dışında her türlü kimlik ve
aidiyeti dışlayan, tarih, kültür ve eğitimde yalnızca Türklüğe yer
veren ve diğer grupların sembolik kaynaklarını yasaklayan
Cumhuriyet Türkiyesi’nin milli ve içtimai bir meselesi olarak
tanımlanabilir” dediği Kürt Sorununu[38]kesinlikle tartışmaya
açmamaktadır. Bu kitapta Kongar, ortak bir acıyı daimi kılıp,
Türklerle aynılaştırdığı talihiyle Kürtleri de ortak düşmanlara,
Ermenilere, Batıya vs. karşı kazanma gayesindedir.

Kongar’da benzeri öteki düşmanlığı ve yer yer aşağılayıcı tutum


Rumlar ve Araplar içinde geçerlidir. Mesela, I.Dünya
Savaşında,“fakat Arap dindaşlarımız bu çağrıya sadece ilgisiz
kalmakla yetinmez, İngilizlerle bir olup Osmanlı’ya karşı savaşırlar
da” (s.30) diyerek Kongar, sanki elindeki her kalıba, herkese aynı
şekilde uygulanan, metodu benzer bir hıyanet ve gaflet[39]çizgisi
üzerinden okumaktadır. Çünkü bu konuda, “din kisvesi altında
toplumumuzu ve tarihimizi etkileyen Arap Emperyalizmi, Türk
bilincini bile bastırmaktadır” (s.20) diyerek, kendi tanımladığı,
işine geleni alıp, gelmeyeni kötü olarak yaftalayan bir tutumla
özcülüğü savunmaktadır. Aynı şeyi Batıya karşı da yapmaktadır.
Yani, bir yandan Batılılaşmaya, yani modern olmaya çalışılırken
diğer yandan da ulusun kirlenmemiş, öz kimliği ortaya koymaya
çalışmaktadır.[40] Mesela, Amerikan kültür emperyalizmini ve Arap
emperyalizmini en büyük iki tehlike olarak görmekte ve şöyle
devam etmektedir; ”daha da tehlikeli olan, bu iki emperyalizmin
ittifak halinde geleneksel ulusal kültürümüze saldırmasıdır”
(s.230).

Kitabın başka birçok yerinde işlediği: Türklerin İslam’a ancak


laikliğe yaptığı katkıyla ve Türk İslamı’nın başka bir şey olduğunu
vurgulayan laik bir tarih okumasıyla, maalesef, tarihi tersten
okumaktadır. Bunun yanı sıra, tek bir inanca özgü demokrasi
olamaz, bütün farklı inanç sahiplerini ve inançsızları devlet
karşısında vatandaş olarak eşit görmeyen rejime demokrasi
denemez(s.225) diyerek Kongar, Kürtlerle birlikte Yavuz Selim’in
tarihte katlettiği Alevilere gönderme yapmaktadır. Bir taraftan,
yükselen İslami siyasetinin bir tampon-grubu olarak Aleviler başta
olmak üzere, tüm inançların demokraside temsil edilmesi
gerektiğini belirten Kongar’ın derdi kesinlikle ne Aleviler ne de
demokrasidir. Çünkü burada Kongar, Türk-İslam sentezinde ağır
basan taraf olan İslam’a karşı önlem alma çabasında, Kongar için,
zaten Türk olan başka bir İslam olarak da Alevilerin hakkını veriyor
gibi görünmektedir.

IV. SONUÇ YERİNE: GÜNÜMÜZ ALGI DÜNYASI İÇİNDEN…

“Zaman olur, toplum denizlerinde sular çalkalanır. Toplumun


derinliklerinde uyuyan nice insanlar ve nice davalar su yüzüne
çıkarlar. Bu denizlerin yüzünde yüzen nice şöhretler, nice davalar
da suların dibine çökerler…”[41]

Yukarıda incelemeye çalıştığımız kitap bir tür Kemalizm imanını


tazeletmek[42] gayesiyle yazılmış olmasının yanında, herhangi bir
müceddidlik yapmamakta (ki yapsa da sadece dogmaları yeniden
okuyacağından), tarihi sadece 30’larin söylem, imge ve analiz
dünyasına sıkıştırmakta; toplumu ve Türkiye’yi incelerken de
ulusalcılık ideolojisini[43] orada meşrulaştırmaya, bunun üzerinden
oku(t)maya gayret etmektedir. Yapılanlar yeni bir şey değildir.
Adeta eşyanın tabiatında vardır dercesine; bir zamanların en
azından birilerinin iddia ettiği, ilerici, devrimci, aydınlanmacı
hareketi, oluşumu, ideolojisi ve nasıl isimlendirilirse, yine o birileri
tarafından muhafazakâr bir tutumla korunmaya, sürekli kılınmaya:
her şeyi açıklayacak: her derde derman bir panacea
olarakkarşımıza çıkarılmaktadır.

Kitap birçok provokatif başlıktan ve konudan oluşmasına rağmen,


Kongar’ın tarihyazımı, egemen ideoloji ve söylem karşısındaki
pozisyonunu, ötekiye nasıl baktığını ve öteki algısını nereye
oturttuğunu incelemeye çalıştık. Kongar’ın daha giriş kısmında;
“Türkiye’nin Amerika ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinde,
özellikle de karşı karşıya olduğu bölücü terör tehlikesi ve Kıbrıs
sorunu gibi konularda uğradığı haksızlıklar, bir başka akımı daha,
milliyetçiliği de güçlendirdi” (s.8) iddiası aslında kitapta izlenilen
yolun özeti gibidir. Ayrıca, “daha yalın bir anlatımla, bazı Batılı
yazarlar ve politikacılar, Türkiye’ye tarih ya da güncel politika
açısından bakarken, “Hıristiyan” gözlüğü kullanmakta ve
Türkiye’yi “düşman bir Müslüman toplum” olarak görmektedir”
(s.16 vurgular mevcut) şeklinde örneklendirdiği tutumu, Aydın’ın
“tarihi komplo” diye nitelendirdiği zihniyetin, tarih okumasının
güzel bir örneğidir.

Kongar, zaten varacağı sonucu bilmekte, söyleyeceği şeyleri, iddia


edeceği savları haklılaştırmak için sürekli vurguladığı; sadece
“gerçeklere” ve “doğru bilgilere” dayalı görüşleri, “bilimsel” bir
çerçevede aktarma retoriği ise demagojiden öteye gitmemektedir.
Çünkü bunlara da karar veren yine kendisidir. Nitekim Kongar:
“böylece sadece gençlerimiz değil kamuoyumuz da, hem tarihimiz
hem de dolaysıyla toplumumuz hakkında yalan yanlış ve çoğu
zaman da kasıtlı olarak saptırılmış bilgilerle “biçimlendiriliyor”(s.12
vurgu mevcut) diyerek öznel değerlendirmelerini sürekli bir
nesnellik ve bilimsellik kılıfı içinde sunmakta ve bu cümleyle adeta
kendisini ihbar etmektedir.

Kemalizmi biricik ve yegâne meşruiyet zemini ve bilimsellik ölçütü


olarak gören Kongar; sürekli olarak, biz bize benzeriz tarzında bir
tutumla: özgüllük, yalnızlık, düşman ve korku kavramlarını: Sevr
Sendromunu zihinlerde canlı tutmaya çalışmaktadır. Bunun
dışında, Türkiye’de bilindiği gibi, bilimin ve eğitimin yapacağı, o
zaman her kim ve ne olarak gösterilmişse “düşmanın –kim olursa
olsun- karşısına korkusuzca çıkmasını sağlamaya dönük milliyetçi
değerler”[44] aşılamaktı. Tarihin yapacaklarıise, bilimsel bir şekilde
yazılan Kemalist Tarih Tezi ve Türk Tarih Tezi ve bunların yeniden
üretimini sağlayacak olanlar, onlara gerçekleri, bilimsel bir dille
“yeniden” aktaracaklarla Tarih(imiz)le Yüzleşmek olacaktı…

Egemenin dışındaki Ötekiyi değerlendirirken takındığı tutum


kitabın en vahim kısımlarını oluşturmaktadır. Onları neredeyse
istisnasız, düşman, kötü, satılmış, hain vb pejoratif sıfatlarla
gösteren Kongar, Ermeni meselesi başta olmak üzere, Kürtler ve
diğer birçok konuda tarihi ve gerçekleri çok büyük bir cesaretle
açıkça çarpıtmakta, çoğu yerde onlara (mesela Sol’a) ilgisiz
kalmakta: yaptığı birçok analizde anakronizm yapmakta, teleolojik
okumalarla mantık hatalarına düşmektedir. Bu haliyle Kongar,
okuyucuyu ikna etmekten çok, düşündürtmekte, yer yer hayretler
içinde bırakmaktadır. Yine de nasıl olur bizi tarihle yüzleştirmeye
çalıştıklarını anlamak için de; tarihten, gerçeklerden ve bilimden
ziyade, Kongar’ın ve bu kervanda yürüyenlerin yüklendiği
misyona, tarihi ipotek altına alma gayesine bir daha bakmak
gerekmektedir. Tarihe karşı bir yargıçlıkla, Kongar’ın bu
çalışmasında ve genel olarak da 80’lerden sonra sürekli üretilen
“tarih çalışmalarında” nasıl bir tarih duygusuna sahip olunduğunu
okuyucuya bırakmak en doğrusudur.

KAYNAKÇA:

Ahmad, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye, 1945–1980, İstanbul:


Hil, 2. Baskı, Mart 1996

Akçam, Taner, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, Ankara: İmge


yayınları, 1999

Aktar, Ayhan, “Son Osmanlı Meclisi ve Ermeni Meselesi: Kasım-


Aralık 1918, ” Toplum ve Bilim 91, Kış 2001/2002 s.142–165

Alkan, Mehmet Ö. (editör.) Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce,


Cilt: 1, Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası; Tanzimat ve
Meşrutiyetin Birikimi, İstanbul: İletişim, 6.Baskı, 2004

Atatürk, Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, 2. Baskı Ankara, 1934, Cilt, II,

Aydın, Süavi, “30’ların Tezlerine Geri Dönüş: Anadolu’da “Proto-


Türkler”in Yeniden Keşfi” Toplum ve Bilim 96, Bahar 2003, s.8–34

Başer, Ahmet Hamdi, Yaşadığımız Devrin İç yüzü. Ankara, 1960

Belge, Murat, “Mustafa Kemal ve Kemalizm” Modern Türkiye’de


Siyasi Düşünce, Cilt:2 Kemalizm, Ahmet İnsel (ed.) İstanbul:
İletişim, 4. Baskı, 2004 içinde s.29–43

Benlisoy, Foti ve Stefo Benlisoy, “Milliyetçi tarihyazımı ve


“azgelişmişlik süreci”: Yunan tarihyazımında geçmiş algıları,”
Toplum ve Bilim 91, Kış 2001–2002, s. 242–279

Bleda, Mithat Şükrü, İmparatorluğun Çöküşü, İstanbul, 1979,

Bozarslan, Hamit, “Kürd Milliyetçiliği ve Kürd Hareketi (1898–


2000)” Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce. Cilt. 4 Milliyetçilik,
Tanıl Bora (editör), İstanbul: İletişim, 2002 içinde, s. 841–870,

Carr, Edward Hallet, Tarih Nedir? (Çeviren, Misket Gizem Gürtürk)


İstanbul: İletişim, 5. Baskı, 1996

Cizre,Ümit, “Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri: Kavramsal


ve İlişkisel Bir Analiz,” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt:2
Kemalizm, Ahmet İnsel (editör), İstanbul: İletişim, 4. Baskı, 2004
içinde s.156-179

Ersanlı, Büşra, “Bir Aidiyet Fermanı: Türk Tarih Tezi”, Modern


Türkiye’de Siyasi Düşünce. Cilt. 4 Milliyetçilik, Tanıl Bora(editör),
İstanbul: İletişim, 2002 içinde, s.800-810

Gellner,Ernest, “The Turkish Option in Comparative Perspective,”


Rethinking Modernity and National Identity in Turkey, Kasaba,
Reşat ve Sibel Bozdoğan (editörler), Seattle: University of
Washington Press, 1997 içinde,s.233-244

Haldun, İbn-i, Mukaddime, Cilt 1, çeviren: Halil Kendir, Yenişafak


Gazetesi, 2004,

Heater, Derek, What is Citizenship?, Polity Pres, 2005.

Horkheimer, Max, Akıl Tutulması, (Orhan Koçak’ın Önsözüyle),


İstanbul: Metis, 6. Basım, 2005

İnan, Afet, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, İstanbul, 1930

Jwaideh, Wadie, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi; Kökenleri ve Gelişimi,


İstanbul: İletişim, 4. Baskı, 2007

Kaplan, İsmail, “Milli Eğitim İdeolojisi” Modern Türkiye’de Siyasi


Düşünce, Cilt. 4 Milliyetçilik, Tanıl Bora (editör), İstanbul: İletişim,
2002 içinde, s.788–799

Karaömerlioğlu, Asım, “Turkey’s “return” to multi-party politics: a


social interpretation”, East European Quarterly, March 22, 2006

Kongar, Emre, Tarihimizle Yüzleşmek, İstanbul: Remzi Kitabevi, 6.


Basım, Nisan, 2006

-------,21. Yüzyılda Türkiye; 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal


Yapısı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 33. Basım, Kasım, 2003

Lorenz, Chirs “Comparative Historiography; Problems and


Perspectives,” History and Theory, Vol. 38, no., 1, (şubat, 1999)
s.25-39

Mardin, Şerif, İdeoloji, İstanbul: İletişim, 11. Baskı, 2006

--------, Türk Modernleşmesi (bütün eserleri 9), İstanbul: İletişim,


11. Baskı, 2002,

Meriç, Cemil, Bu Ülke, İstanbul: İletişim, 24. Baskı, 2004,

Özbek, Nadir, “Alternatif tarih tahayyülleri: Siyaset, ideoloji ve


Osmanlı-Türkiye Tarihi,” Toplum ve Bilim,82 Güz 1999 s.234–253

Özel, Oktay ve Gökhan Çetinsaya,“Türkiye’de Osmanlı


tarihçiliğinin son çeyrek yüzyılı: bir bilanço denemesi,” Toplum ve
Bilim, 91, Kış 2001/2002, s. 8–38

Pamuk, Şevket, Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi, 1500–1914,


İstanbul: İletişim, 3.Baskı, 2007

Parla, Taha, Türkiye’de Anayasalar, Istanbul: Iletisim, 2007

-------, “Kemalizm, Türk Aydınlanması mı?” Modern Türkiye’de


Siyasal Düşünce, Cilt:2 Kemalizm, Ahmet İnsel (editör), İstanbul:
İletişim, 4.Baskı, 2004 içinde, s. 313–316

Tarih IV, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1934- 1941), İstanbul:


Kaynak Yayınları, 2001 (ilk baskı, 1932, ikinci baskı, 1934: Kaynak
yayınlarının baskısı bunun tekrar basımıdır )

Timur, Taner, Osmanlı Kimliği, Ankara: İmge Kitabevi, 4. Baskı,


2000

Tunçay, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimin


Kurulması; 1923–1931, İstanbul, Tarih Vakfı, 4. Basım, 2005

------,“Tarihyazımının Bazı Sorunları Üstüne Düşünceler,” Toplum


ve Bilim, 91, Kış 2001/2002, s. 280–284

Vanderlippe, John M. The Politics of Turkish Democracy, Albany,


2005

Zürcher, Eric Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul:


İletişim, 2005

¨ Bu yazının ilk halini okuyup, görüşlerini paylaşan Dr. Yücel


Demirer’e, Dr. İsmail Kaplan’a, teşekkür borçluyum. Söylemeye
bile gerek yok ki, buradaki fikirler, hatalar ve yanlışlar onları
kesinlikle bağlamamaktadır.
(·) Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk Enstitüsü, Yüksek Lisans Öğrencisi
[1] İbn-i Haldun, Mukaddime, Cilt 1, çeviren: Halil Kendir, Yenişafak
Gazetesi, 2004, s.58
[2] Bu kitaba referanslar bundan sonra parantez içinde sayfa
numarası şeklinde yapılacaktır, Emre Kongar, Tarihimizle
Yüzleşmek, İstanbul: Remzi Kitabevi, 6. Basım, Nisan, 2006,
www.kongar.org adresinden kendisi ve çalışmalarıyla ilgili detaylı bilgi edinilebilir.
[3] Sempozyumun içeriği için bkz. www.tarihvakfi.org.tr/dkih, Ayrıca
hem birinci hem de ikinci sempozyumun çalışmaları Tarih Vakfı tarafından kitap olarak
basıldı.
[4] Şevket, Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi, 1500–1914,
İstanbul: İletişim, 3.Baskı, 2007, s.11.
[5] Nadir Özbek, “Alternatif tarih tahayyülleri: Siyaset, ideoloji ve
Osmanlı-Türkiye Tarihi,” Toplum ve Bilim,82 Güz 1999 s.234
[6] Chirs Lorenz, “Comparative Historiography; Problems and
Perspectives,”s.36 History and Theory, Vol. 38, no., 1, (şubat,
1999) s.25-39
[7] Genel olarak Osmanlı çalışmalarına odaklanmış olmasına
rağmen bu dönüşümün faydalı bir resmi için bkz. Oktay Özel ve
Gökhan Çetinsaya,“Türkiye’de Osmanlı tarihçiliğinin son çeyrek
yüzyılı: bir bilanço denemesi,” Toplum ve Bilim, 91, Kış 2001/2002,
s. 8–38
[8] Taner Timur, Osmanlı Kimliği, Ankara: İmge Kitabevi, 4. Baskı,
2000, s.71
[9] Ernest Gellner, “The Turkish Option in Comparative
Perspective,” Rethinking Modernity and National Identity in
Turkey, ReşatKasaba, ve Sibel Bozdoğan, Seattle: University of
Washington Press, 1997 içinde, s..233-244
[10] Edward Hallet Carr, (Çeviren, Misket Gizem Gürtürk) Tarih
Nedir? İstanbul: İletişim, 5. Baskı, 1996 s. 31
[11] Kongar, s.49
[12] Cemil Meriç, Bu Ülke, İstanbul: İletişim, 24. Baskı, 2004, s.274
[13] Şerif Mardin, İdeoloji, İstanbul: İletişim, 11. Baskı, 2006, s. 162–
163
[14] İsmail Kaplan, “Milli Eğitim İdeolojisi” s.791–2 Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt. 4 Milliyetçilik, Tanıl Bora (editör),
İstanbul: İletişim, 2002 içinde, s.788–799
[15] Timur, age. s.16
[16] Ernest Renan, Qu’est que c’est une nation?, s. 7-8 aktaran,
Hobsbawn, Milletler ve Milliyetçilik; Program, Mit ve Gerçeklik
(çeviren: Osman Akınhay)Istanbul: Ayrinti Yayinlari, 2006 s.27
[17] Foti Benlisoy ve Stefo Benlisoy, “Milliyetçi tarihyazımı ve
“azgelişmişlik süreci”: Yunan tarihyazımında geçmiş algıları,”
s.246, Toplum ve Bilim (Kış 2001-2002) Sayı 91, s. 242-279
[18] Bunun için bkz. Timur, age. s.18
[19] Tarih IV, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1934- 1941),
İstanbul: Kaynak Yayınları, 2001. kitap ilk haliyle 1932 ve 1934’te
Devlet matbaasınca basılmıştır. Liseler için hazırlanmış Tarih kitabi
4.ciltten oluşmaktadır.
[20] Mete Tunçay, “Tarihyazımının Bazı Sorunları Üstüne
Düşünceler,” s.282 Toplum ve Bilim, 91, Kış 2001/2002, s. 280–
284
[21] Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul:
İletişim, 2005
[22] Taha Parla, “Kemalizm, Türk Aydınlanması mı?” s.313, Modern
Türkiye’de Siyasal Düşünce, Cilt:2 Kemalizm, Ahmet İnsel (editör),
İstanbul: İletişim, 4.Baskı, 2004 içinde, s. 313–316
[23] Murat Belge, “Mustafa Kemal ve Kemalizm” s.34, Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt:2 Kemalizm, Ahmet İnsel (editör)
İstanbul: İletişim, 4. Baskı, 2004 içinde s.29–43
[24] Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, 2. Baskı (Ankara, 1934), Cilt, II,
s.268
[25] Tunçay, agm. s.284,
[26] Afet İnan, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, İstanbul, 1930
[27] Bununla ilgili önemli bir derleme için bkz. Modern Türkiye’de
Siyasi Düşünce, Cilt: 1, Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası;
Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, ed. Mehmet Ö. Alkan, İstanbul:
İletişim, 6.Baskı, 2004
[28] Bu dönüşüm için bkz. John M. Vanderlippe, The Politics of
Turkish Democracy, Albany, 2005; Asım Karaömerlioğlu, “Turkey’s
“return” to multi-party politics: a social interpretation”, East
European Quarterly, March 22, 2006
[29] Ahmet Hamdi Başer, Yaşadığımız Devrin İç yüzü. Ankara, 1960,
p.31
[30] Bunun için bkz. Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye,
1945-1980, İstanbul: Hil, 2. Baskı, Mart 1996 Ayrıca Zürcher, age.
[31] Taha Parla, Türkiye’de Anayasalar, İstanbul: İletişim, 2007,
s.142-143a
[32] Ümit Cizre, “Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri:
Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz,” s. 158, Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce, Cilt:2 Kemalizm, Ahmet İnsel (editör), İstanbul: İletişim,
4. Baskı, 2004 içinde s.156-179
[33] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, Orhan Koçak’ın Önsözüyle,
İstanbul: Metis, 6. Basım, 2005, s.114–136
[34] Suavi Aydın, “30’ların tezlerine geri dönüş: Anadolu’da “proto-
Türkler”in yeniden keşfi” s.11 Toplum ve Bilim 96, Bahar 2003,
s.8–34
[35] Agm.s.27
[36] Bu görüşlerle ilgili mesela bkz. Ayhan Aktar, “Son Osmanlı
Meclisi ve Ermeni Meselesi: Kasım-Aralık 1918, ” Toplum ve Bilim
91, Kış 2001/2002 s.142–165 ayrıca, bkz. Mithat Şükrü Bleda,
İmparatorluğun Çöküşü, İstanbul, 1979, s. 57
[37] Takvim-i Vekayi, No. 3040, 3604 İstanbul, 27 Nisan–5 Temmuz
1919
[38] Hamit Bozarslan, “Kürd Milliyetçiliği ve Kürd Hareketi (1898–
2000),”s.841, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce. Cilt. 4
Milliyetçilik ,Tanıl Bora (editör), İstanbul: İletişim, 2002 içinde, s..
841–870,
[39] Bu hıyanet ve gaflet söyleminin nasıl inşa edildiğini Tunçay'a
borçluyuz. Bkz. Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti
Yönetimin Kurulması; 1923–1931, İstanbul, Tarih Vakfı, 4. Basım,
2005 s.133
[40] Foti Benlisoy ve Stefo Benlisoy, Agm, s.245
[41] Şevket Süreyya, Aydemir, İkinci Adam, 1950–1964, Cilt III.
İstanbul: Remzi Kitabevi, 6.Basım, 2000, s.11
[42] Bu benzetmeyi, kitabın neredeyse her türlü alışveriş merkezi
vb mekanlarda insanların en çok uğradığı yerlerde durduğunu ve
okuyucu kitlesi olarak belli insanların seçildiğini belirten Burak
Şahin’e borçluyum.
[43] Heater’in Cumhuriyetçi vatandaşlık kavramını da aşan otoriter
devletçilik ve ulusalcılıktır. Bunun için bkz. Derek Heater, What is
Citizenship?, Polity Pres, 2005.
[44] Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, İstanbul: İletişim, 11. Baskı,
2002, s.282

You might also like