You are on page 1of 38

Eşcinselliğin Yazılı Basında Temsili:

Hürriyet Gazetesi Örneği

Ar. Gör. İdil Engindeniz Şahan, Ar. Gör. Mutlucan Şahan

ÖZET

Eşcinsellik, tarihin farklı dönemlerinde ve farklı coğrafyalarda varolagelmiş, kimi zaman toplumsal onay
görmüş olmasına karşın, günümüz toplumlarının çoğunda örtük veya açık bir ayrımcılık, ötekileştirilme
ve dışlanma nedenidir. Heteroseksüellik devlet, hukuk, medya, tıp gibi kurumlar tarafından bir
toplumsal norm olarak kabul edilmekte ve böylelikle heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimleri
dışlayan heteroseksist anlayış varlığını güçlenerek sürdürmektedir. Heteroseksizmin medyaya
yansıması genellikle haberde yer alan lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel (LGBTT) kişilerin
cinsel yönelimlerinin, haberin konusu ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın, altının çizilmesi ve/veya
eşcinselliğin doğrudan şiddetle ilişkilendirilerek bir toplumsal patojen olarak sunulması şeklinde
gerçekleşmektedir. Bu çalışmanın amacı eşcinselliğin ve LGBTT kişilerin yazılı basında ne şekilde
temsil edildiğini, bu temsil karşısında okurların nasıl tutum aldığını ortaya koymaktır. Bunun için üç
aylık bir süre zarfında Hürriyet gazetesinin internet sayfasında yayınlanan ve içerisinde anahtar
kelimelerimizden en az birinin bulunduğu haberleri ve bu haberler yapılmış okuyucu yorumlarını
inceledik. İncelememizin sonucunda eşcinselliğin medyada çarpıtılmış ve basmakalıp imajlara
sunulduğunu; heteroseksüelliği bir toplumsal norm olarak kabul etme eğiliminin gerek haberlerde
gerek okur yorumlarında, dili tonu ve konusu açısından birbiriyle ilişki içinde ver birbirini güçlendirerek
varolduğunu; heteroseksist yaklaşımın biçim olarak aşağılamadan hoşgörüye, lanetlemeden alaya
uzanan bir çeşitlilik gösterse de, esasının değişmeden muhafaza edildiğini gördük.

Giriş

Bugün olağan bir şekilde kullandığımız pek çok kavram gibi "eşcinsel" kelimesi de dünya üzerinde hep
var olagelmiş değil. Kelime ilk kez 1869’da, Macar doktor Karl-Maria Kertbany tarafından, bugün de
olduğu gibi, aynı cinsten kişiler arasındaki cinsel ilişkiyi tanımlamak için kullanılmıştır1. Daha çok iki
erkek arasındaki cinsel ilişkiye yönelik olarak kullanılan bu kelimenin yanında kadın eşcinselliği için
kullanılan "lezbiyen" kelimesi de yine 1800’lü yıllarda ortaya çıkmıştır. Bu bildirinin amacı kelimelerin
etimolojik kökenlerini incelemek değilse de, bu iki kelimenin ortaya çıkış zamanları, bize bugün
koşulsuz kabul ettiğimiz kavramların aslında ezelden beri varolmadığını göstermesi açısından önem
taşımakta. Eşcinselliğin farklı biçimleriyle tarih boyunca var olmasına karşın bu kavramların bugün
bildiğimiz anlamıyla daha birkaç yüzyıl önce ortaya çıkmış olması bir tesadüf değildir. Bu tarihler
sadece cinsel değil, gündelik hayatımızda da önemli yer tutan pek çok toplumsal normun oluştuğu
yahut olgunlaştığı bir dönemi ifade eder. Zira çoğu zaman "doğal" bir insanlık hali gibi görülen
heteroseksizm aslında belli bir toplum anlayışının, belli üretim ilişkilerinin sonucudur.

Örneğin eşcinselliğin toplumsal onay gördüğü Eski Yunan’da, erkekler arasındaki cinsel ilişkinin
"normal" karşılanma sebeplerinden biri cinsellik ve üremenin birbirinden ayrılmış olmasıydı. Üreme için
evlilik birliği gerekirken, cinsel haz ev dışında da bulunabilir, sadece bir kadınla değil bir erkekle de
paylaşılabilirdi2.

Sadece Eski Yunan’da değil, 16. yüzyılda Güney Amerika’da kadın rolünü üstlenen, kadın giysileri
giyen, karşı cins davranışları gösteren ve cinsel eşlerini erkeklerden seçen kişiler bulunmaktaydı.
Buna karşılık Azteklerde eşcinselliği cezalandıran yasalara da rastlanmaktaydı. Bu durumda
eşcinsellik nedir?, Kültürel midir, doğuştan mı?, Hep bugün olduğu gibi mi algılanagelmiştir yoksa farklı
algılama biçimleri olabilir mi?, Cinselliğe başka türlü bakmak mümkün müdür? gibi sorular gündeme
gelmektedir.

Günümüzde ve içinde yaşadığımız "Batılı" toplumlarda çoğunluk konumunda bulundukları için "İnsan
neden heteroseksüel olur?" sorusunu sormak saçma gibi görünse de aynı soru eşcinseller için
sorulmakta ve pek çok araştırmayla bu soruya yanıt aranmaktadır. 1900’lü yılların sonuna kadar
eşcinsellik psikiyatrik bir hastalık olarak görülmekteydi. Eşcinselliğin kökenlerini anlamaya yönelik üç
temel yaklaşımdan söz edebiliriz: Cinsel davranışların kültürden kaynaklandığını savunan
konstrüksiyonist (yapıcı) anlayış, cinsel davranışın temellerini biyolojik yapıda arayan esansiyalist

1
(özcü) anlayış ve eşcinsellerin belirli davranış kalıplarına sahip olduğuna inanan, cinsel "kimlik"
sınırlarının kesinliğini savunan anlayış3. Yapıcı bakış açısı, cinsel davranışın, kişinin içinde yaşadığı
kültür tarafından belirlendiğini (ya da inşa edildiğini) öne sürer. Bu bakış açısına göre birçok farklı
cinsellik biçimi zaman içinde ve kültürler arasında gözlemlenebilir. "Çünkü her kültür kendi cinsellik
biçimini inşa eder. Bu görüşe göre cinsel roller ve davranışlar bir kültürün dinsel, ahlaki ve etik
inanışlarından, yasal geleneklerinden, politikasından, estetiğinden, biyoloji veya psikoloji konusunda
sahip olabildiği bilimsel ve geleneksel görüşlerden ve hatta coğrafi ve iklimsel unsurlardan doğar.
Yapıcı görüş, cinsel rollerin bir uygarlıktan diğerine değiştiğini öne sürer; çünkü insanın cinselliğinin
önceden belirlenmiş doğuştan gelen senaryoları yoktur. Cinsel olarak ‘normal’ kabul edilen, farklı
kültürlerin yapısında varolan farklılıklar yüzünden Eski Yunan’dan Colomb öncesi Amerika halklarına,
Yeni Gine’nin dağlık yörelerinde yaşayan halklardan 20. yüzyılın endüstrileşmiş ülkelerine farklılaşır"4.

Özcüler ise, bireylerin doğuştan getirdikleri sabit ve değişmez niteliğin, onların aşk ve cinsellik
yaşamlarını etkilediğini savunur. Bu görüşe göre eşcinsellik biyolojiktir, yaşamın erken yıllarında
(çocuklukta) şekillenir ve değiştirilemezdir. Bu yaklaşım, eşcinselliğe karşı belirli bir "hoşgörüyü"
besleyebildiği gibi farklılığın bu kadar temelde bulunuyor olması nedeniyle aynı zamanda belli
önyargılara da yol açabilmektedir5. Yapılan bazı araştırmalar, özcü yaklaşımın sınırların kesinliğine
dair yaklaşımının, eşitsizlik ve ayrıcalıklı toplumsal konumlar açısından bir tür savunma görevi
görebildiğini de göstermiştir. Örneğin, erkekler kadınlara göre erkek eşcinselliğine daha önyargılı
yaklaşmaktadırlar.
Toplumsal yahut biyolojik temelleri ne olursa olsun günümüz toplumlarının büyük bir kısmında
eşcinsellik örtük veya açık bir ayrımcılık, ötekileştirilme ve dışlanma nedenidir zira mevcut toplumsal
ilişkiler içinde heteroseksüalite devlet, hukuk, medya, tıp gibi kurumlar tarafından norm olarak kabul
edilmektedir. Pek çok insan bu normların gerektirdiği rolleri zorla oynamanın yarattığı travmalarla
boğuşmakta veya bu rolleri oynayamamaktan dolayı toplumsal yaşamdan dışlanmaktadır.

İnsanlığın maruz kaldığı tüm haksızlıklar gibi bu ayrımcılığa karşı da bir mücadele gelişmiştir. Daha
19. yüzyıl sonlarında Avrupa’da ilk cinsel reform talepleri ortaya çıkmış, 20. yüzyılda ücretlerin ve
refahın görece artmasıyla eşcinsellik özellikle merkez ülkelerde daha rahat ifade edilir olmuştur.
1960’lı yıllarla birlikte de ırkçılık karşıtı hareket, kadının özgürleşmesi hareketi gibi, bir gey/lezbiyen
hareketi merkez ülkelerden başlayıp çevre ülkelere yayılan bir şekilde gelişmiştir6. Bu toplumsal
hareket sonucunda çeşitli ülkelerde heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimlere karşı ayrımcı
tutumlar gözden geçirilmiş, kimi iyileştirmeler yapılmış, buna uygun olarak cinsel ayrımcılığa ilişkin
maddeler gazeteciliğin etik kodları arasında yerini almıştır. Örneğin bildirimizde incelediğimiz
gazetenin de kurucusu olan Sedat Simavi’nin kurucu başkanı olduğu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri
tanımlanırken gazetecinin insanlar arasında herhangi bir nedenle ayrımcı tutum takınamayacağı
belirtilmektedir7. Tüm bunlara karşın lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel (LGBTT) kişilerin
dünyanın her yerinde, şu ya da bu ölçüde daha fazla ezildiği bir gerçektir. Ülkeden ülkeye, kültürden
kültüre farklılık göstermekle birlikte toplumun kılcal damarlarına nüfuz etmiş homofobik yaklaşımlar
varlığını sürdürmektedir. Bu durum toplumsal yeniden üretim mekanizmasının önemli bir unsuru olan
medya için de geçerlidir. Heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimler söz konusu olduğunda haberin
konusu ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın, LGBTT kişilerin cinsel yöneliminin altı çizilmekte ya da
eşcinsellik şiddetle doğrudan ilişkilendirilerek bir toplumsal patojen olarak sunulmaktadır. Öyle ki,
"eşcinsel cinayeti", "travesti dehşeti" konulu haberler, diğer adli olaylar arasında üçüncü sayfanın bir
alt türü sayılabilecek kadar "ayrıcalıklı" bir yer edinmektedir.

Kapsam, Yöntem ve Amaç

Buradan yola çıkarak, çalışmamızda LGBTT kişilerin basında nasıl temsil edildiğini ortaya koymaya
çalışacağız. Çalışmamız, LGBTT kişilerle ilgili haberlerin üçüncü sayfaya nasıl yansıdığı ve bunun
dışında gazetenin bütününde LGBTT kişilerle ilgili haberlere yer verilip verilmediğini, veriliyorsa nasıl
bir yaklaşıma sahip olunduğunu ortaya koymaya çalışacaktır. Çalışmamızın ikinci aşamasını ise bu
haberlere yapılan okuyucu yorumlarının incelenmesi oluşturmaktadır. Okuyucu yorumlarının
incelenmesinin amacı, okuyucunun haber metninde LGBTT kişilere karşı geliştirilen söylem
karşısındaki tutumunu ortaya koymak amacını taşımaktadır. İncelememizde, "Okuyucu, olumsuz
göndermeler içermesi ya da eksiklikler barındırması durumunda haber metnini eleştirmekte, habere
karşı sorgulayıcı bir tutum takınmakta mıdır yoksa haberdeki yaklaşım okuyucu yorumlarında yeniden
üretilmekte midir?" sorusuna yanıt aramaya çalışacağız.

2
Bildiri sınırları içinde sadece Hürriyet gazetesi incelenmiştir. Bu seçim, Hürriyet gazetesinin Türkiye’de
ana akım medyayı temsil etme kabiliyetine ve tirajı yüksek bir gazete olmasına dayanmaktadır. Bunun
yanı sıra Hürriyet, bilinen anlamıyla "üçüncü sayfa"yı hem basılı halinde uygulayan, hem web sitesinde
bu başlıkla ayrı bir bölüm bulunduran bir gazete olması bakımından çalışma kapsamına uygun
düşmektedir. Çalışmamızda Hürriyet’in web sitesinde 2007 yılı ağustos, eylül ve ekim aylarında
LGBTT kişilerin konu edildiği 102 haberi inceledik. Bu haberlerden üçüncü sayfa haberi özelliği
taşımayan haberleri gazetenin hangi bölümünde yer aldığına, haberin konusuna, haberde sözü edilen
LGBTT kişilerle yahut genel olarak eşcinsellikle arasında nasıl bir bağlantı kurulduğuna göre
sınıflandırdık. Üçüncü sayfa kapsamına giren haberler dışında LGBTT konulu – özneli haberlerin iki
ana başlıkta yoğunlaştığını gördük: Dünya ve Magazin. Magazin başlığı söz konusu olduğunda,
haberlerin konusu daha çok ünlü kişilerin eşcinselliklerine dair açıklamaları, ünlü kişilerin eşcinsellikle
"suçlanması" ya da filmlerdeki eşcinsellik üzerinde yoğunlaşmakta iken "Dünya" sayfasında genellikle
yabancı politikacıların cinsel kimlikleri üzerinde durulmaktadır.

Yorumların sınıflandırılması sırasında LGBTT kişiler ve bu kişilerle ilgili olaylar hakkında "sapık,
sapkın, iğrenç, rezalet" gibi olumsuz anlam içeren kelimelerin geçtiği yorumları genel olarak "Olumsuz"
başlığı altında topladık. "Olumlu" başlığı altında incelediğimiz yorumlar ise genellikle LGBTT kişilere
"toplum ya da kader kurbanı" olarak yaklaştığı için aslında temelde olumsuz ve önyargılı bir yaklaşım
içermekteydi. Bununla birlikte, içinde küfür, hakaret ya da aşağılama içermeyen yorumları genel olarak
"Olumlu" başlığı altında toparlamayı uygun bulduk.

Çalışmamızın birinci bölümünde "Gündem" başlığı altında incelenen haberler ve bu haberlere yapılan
yorumlar ayrıntılı bir şekilde incelenecek, daha sonra gazetenin diğer bölümlerinde yayınlanan haber
ve yorumların incelenmesine geçilecektir.

3. Sayfa Haberlerinde LGBTT Kişiler

Ağustos 2007

Ağustos ayı içinde "Gündem" başlığı altında dört haber yayınlandığını görmekteyiz. 5 Ağustos tarihli ilk
haber, Doğan Haber Ajansı (DHA) Bursa bürosundan Hüseyin Tüccar imzası ve "Bursa’daki
eşcinseller buluşması iptal" başlığıyla yayınlanmış. Haberde, "Bursa’da faaliyet gösteren kısa adı
‘Gökkuşağı Derneği’ olan Travestileri, Transeksüelleri, Geyleri, Lezbiyenleri Koruma, Yardımlaşma ve
Kültürel Etkinlikler Derneği tarafından bu yıl Bursa’da ikincisinin düzenleneceği bildirilen ‘Türkiye
eşcinseller buluşması’nın gelecek yıla ertelendiği" belirtilmekte. Haberde ayrıca, Bursaspor taraftarları
tarafından 2006 yılında gerçekleştirilmesi engellenen yürüyüşün ardından Bursasporlu Esnaf Derneği
Başkanı Fevzinur Dündar hakkında ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçlamasıyla açılan davanın halen
sürdüğünü ve davanın seyrini etkilememek için bu seneki yürüyüşlerini iptal ettiklerini açıklayan
dernek başkanı Öykü Evren’in, 2008 yılında yurt içi ve yurt dışından da gelecek yaklaşık 1 milyon
eşcinselle büyük bir yürüyüş yapacaklarını belirttiği aktarılmakta. Bir diğer ayrıntı ise Evren’in
açıklaması sırasında dernek üyelerinin "Fuhuş kölesi olmak istemiyoruz", "Kimliğimizi istiyoruz" yazılı
dövizler taşıdığı yönünde. Tüccar tarafından yazılan haber, sadece Gökkuşağı Derneği başkanı Öykü
Evren’in açıklaması üzerine kurgulanarak karşı tarafın görüşüne yer verilmediği için habercilik
açısından eksik kalmakla birlikte habere söz konusu olan kişilerle ilgili herhangi bir yorumdan ya da
yönlendirmeden kaçınıldığını ve haberin nötr bir şekilde verildiğini görmekteyiz. Hatta, daha sonra
inceleyeceğimiz bazı haberlerle karşılaştırıldığında, LGBTT kişiler söz konusu olduğunda haberin nötr
bir dile sahip olmasının "olumlu" olarak değerlendirilmesi de mümkün olmaktadır.

Habere altı yorum yapılmış ve biri dışında hepsi "olumsuz" kategorisine girmekte. Tek olumlu yorumu
yapan "Ibrahim KURT", herkesin kendi cinsel tercihini yaşaması gerektiğini belirtmiş ancak bir milyon
eşcinsel rakamını abartılı bulmuş. Ayrı ayrı iki yorum yapan "hacer gezer", "bir erkeğin yine bir erkekle
birlikte olmasını" "çok çok iğrenç bir durum" olarak tanımlarken dernek üyelerinin "Kimliğimizi istiyoruz"
talebine karşılık olarak da "doğduğunuzda cinsiyetinize göre ailenizin çıkardığı kimliğiniz var"
yorumunu yapmış. Bir diğer yorumcu ise görüşünü "ULU ORTADA BULUŞMASINLAR..." şeklinde
ifade etmiş. Bu habere gönderilen yorumlara baktığımızda, doğrudan haberle ilgili olmaktan çok
haberden yola çıkarak okuyucuların LGBTT kişilere genel bakışını yansıttığını görmekteyiz. Haber dili
nötr olmakla birlikte okuyucu yorumlarında, büyük harf ve ünlem işaretinin kullanımı ve seçilen
kelimeler (rezalet, iğrenç, vs.) aracılığıyla daha "öfkeli" bir yaklaşımın hakim olduğu söylenebilir.

3
"Gündem" başlığı altındaki ikinci haber, 13 Ağustos tarihli ve yine Hüseyin Tüccar’ın imzasını
taşımakta. "35 eşcinsel, İş-Kur’a iş başvurusunda bulundu" başlıklı haberde Gökkuşağı Derneği üyesi
35 eşcinselin Türkiye İş Kurumu (İş-Kur) Bursa Bölge Müdürlüğü’ne giderek iş başvurusunda
bulunduğu belirtilmekte. Dernek Başkanı Öykü Evren’in, "Amacımız, ekmek paramızı fuhuş ve
şiddetten uzak kalarak kazanmak. Biz işçi, memur, avukat, öğretmen, sekreter, yani herhangi biri gibi
çalışmak istiyoruz. İş-Kur’a başvurumuzu yaptık. Umuyorum bu sorun en kısa zamanda çözülür"
şeklindeki açıklamasına yer verilirken İş-Kur Bursa İl Müdürü Kazım Yiğit’in, eşcinsellerin
başvurularının inceleneceğini bildirdiği de aktarılıyor.

Aynı gazeteci tarafından yine son derece nötr bir dille yazılan bu habere beş yorum yapılmış ve hepsi
destek içeren yorumlar. İncelediğimiz ilk habere tek olumlu yorumu yapan İbrahim Kurt’un bu habere
de yine benzer bir şekilde "bırakın herkes kendi cinsel tercihini kendisi yapsın" yorumunu yaptığını ve
eşcinsellere iş verilmesini desteklediğini görmekteyiz. Kurt’tan farklı olarak, önceki habere yorum
yapan diğer dört okuyucu bu habere yorum göndermemiş. İncelediğimiz diğer haber ve yorumları da
göz önünde bulundurduğumuzda eşcinsel haberlerinde "New magic Men" ve "Ibrahim KURT" gibi bazı
okuyucuların yorumlarını sıklıkla görmekteyiz. Bu durum, söz konusu okuyucuların LGBTT haberlere
olan özel ilgilerinden kaynaklanabileceği gibi gazetenin "Gündem" sayfasını düzenli olarak takip
etmelerinden ve yine düzenli olarak haberlere yorum yapma alışkanlığına sahip olmalarından da
kaynaklanabilir. Bu soruya kesin bir cevap verebilmek için okuyucular üzerinde daha ayrıntılı bir
çalışma yapılması gerekmektedir. Böyle bir çalışmada, okuyucuların LGBTT kişilerle ilgili olanlar
dışındaki haberlere yaptıkları yorumlar da incelenerek genel dünya görüşlerine, kendilerini nasıl
tanımladıklarına ve bunun LGBTT kişilere bakışlarını nasıl etkilediğine dair verilere de ulaşılabilecektir.

Habere gönderilen tüm yorumların destek içerdiğini belirtmiştik, bununla birlikte daha önce de
değindiğimiz gibi, "olumlu" kategorisindeki yorumlar dahi aslında "olumsuz" göndermeler
barındırmakta. Örneğin, "HISAR PARK" adlı yorumcu, "insanları dış görünüşlerine ya da diğer
özelliklerine bakmadan insan olarak" görmek gerektiğini belirtmekle birlikte "etrafımızda o kadar çok
her şeyiyle normal insan var ama bu ülkeye hiçbir yararı yok hatta zararı var" diyerek alt metinde
haber konusu olan kişileri "her şeyiyle normal" olarak görmediğini ifade etmiş olmaktadır.

Ağustos ayında incelediğimiz üçüncü haber, 25 Ağustos tarihli ve "Kefen giydiler eylem yaptılar"
başlığını taşımakta. İmzasız yayınlanan haberde "Ankara Kızılay’da toplanan Pembe Hayat Derneği
üyesi travesti ve transseksüellerin, bir arkadaşlarının öldürülmesini protesto için beyaz kefen giyerek
‘yatma’ eylemi" yaptıkları belirtilmektedir. Dernek üyelerinin eylem biçimi haberin aslında tırnak içinde
verilmiş ("yatma" eylemi). Argoda, "cinsel ilişkide bulunmak" anlamına gelen "yatma" sözcüğünün bu
şekilde kullanımıyla haberde travesti ve transseksüellerin fuhuş yaptıkları algısına üstü kapalı bir
gönderme yapılmaktadır.

Haberde bunun dışında dernek adına açıklamayı okuyan Buse Kılıçkaya’nın, Ece adındaki travesti
arkadaşlarının öldürüldüğüne yönelik açıklaması ve eylemcilerin "Travesti Olmak Suç mu, Kabahat
mi?", "Travesti Olmanın Bedeli 117 YTL’mi?" ve "Polis Şiddetine Son" yazılı önlükler giydikleri
aktarılmakta. Kılıçkaya’nın "zorunlu seks işçiliğine itildiklerini" savunduğu belirtilirken "vatandaşların da
eyleme ilgi gösterdiği" ayrıntısına da yer verilmiştir.

Haberin girişinde yer alan "yatma" göndermesi dışında haberde herhangi bir yönlendirmeye
rastlamamakta ve genelinde nötr bir dile sahip olduğunu tespit etmekteyiz. Eylem sırasında çekilen bir
resmin eşlik ettiği habere hiçbir okuyucu yorumu yapılmamıştır.

"Travesti koruma çetesi yakalandı" başlıklı dördüncü haber 29 Ağustos’ta Arda Akın imzasıyla
yayınlanmış. Pembe Hayat Derneği Başkanı Bülent Kılıçkaya ve dernek üyelerinden "koruma
bahanesiyle" "adam başı" beş bin YTL para istedikleri ve "kabul etmeyen üyeleri zorla gasp ettikleri
iddia edilen dört kişi hakkında çete davası açıldığı" aktarılmakta. Pembe Hayat Derneği ile ilgili olarak
yayınlanan bir önceki haberde Kılıçkaya’nın dernek başkanı olduğu belirtilmezken ismi "Buse" olarak
verilmekteydi. Burada ise "erkek" kimliğiyle sahip olduğu "Bülent" adının kullanılmakta olduğunu
görüyoruz. Ayrıca, "adamlığından şüphe edilen" travesti ve transseksüellerle ilgili haberde "kişi başına"
ifadesi kullanılabilecekken "adam başına" ifadesinin kullanılması, medyadaki cinsiyetçi bakış açısına
da uygun bir örnek oluşturmaktadır.

Habere tek bir yorum yapılmış: "YUKARI TÜKÜRSEN BIYIK, AŞAGI TÜKÜRSEN SAKAL..
YUTKUNSAK MI ACABA???" Haberde, tehdit ve gasp gibi can güvenliğini tehdit eden bir konunun ele

4
alınmasına karşın yorumcunun travesti ve transseksüelleri "mağdur" olarak konumlandır-madığını
görmekteyiz.

Eylül 2007

Eylül ayı içinde "Gündem" başlığı altında yayınlanan sekiz haberden yedisi üçüncü sayfa haberi diye
tanımlayabileceğimiz, şiddet, suç içeren haberler kapsamına girmektedir. Bunun dışında kalan haber
ise, 6 Eylül 2007 tarihinde yayınlanmış ve Radyo ODTÜ’nün, Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve
Dayanışma Derneği (Kaos GL) ile işbirliği içinde hazırlayacağı bir radyo programını tanıtmakta.
Programa katılacak isimler arasında gazeteci-yazar Can Dündar’ın da adı geçmekte. Habere yapılan
tek yorumunun tamamını, İnternet dilinde bağırmayı ya da öfkeyi ifade eden büyük harfle yazmış ve
yorumunda pek çok ünlem işareti kullanmış. Yorumun içeriğinde de "bu milletin başka hic sorunu
kalmadi, hepsi halloldu, can dundar da toplumun cok onemli bir yarasina parmak basmis" ifadeleriyle
eşcinsellerle ilgili bir radyo programına tamamen karşı olduğunu düşündürmekte. Çalışmamızın
ilerleyen kısımlarında değineceğimiz, haber metninin yazım biçimi ve yorumlar arasındaki ilişki burada
geçerli değil, haber metni manipülatif herhangi bir içerik taşımamasına ve yalnızca bilgi aktarmasına
karşın yorum, nesnel bir değerlendirmeden çok bir "öfke"nin ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çalışmamızın asıl konusunu oluşturan "3. Sayfa" haberlerine baktığımızda, beş haberin Bursa, bir
haberin İzmir, bir haberin ise Adana kaynaklı olduğunu görmekteyiz. Ağustos ayında da gördüğümüz
gibi Bursa kaynaklı haberlerin basında bu kadar yer bulmasının ve gazetecilikte "haber takibi" denilen
özelliğin bu haberler söz konusu olduğunda ortaya çıkmasının başlıca nedeni habere konu olan
Gökkuşağı Derneği’nin başkanlığını yürüten Öykü Evren’in birkaç ay önce evliliğiyle gündeme gelmiş
olması. Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde Şermin Terzi’nin 29 Temmuz 2007’de yayınlanan
röportajında, ameliyatla kadın olması için kayınpederinin bankadan kredi çekmiş olması işlenmekte.
Bu röportaja 13 yorum yapılmış, bu yorumlardan sadece ikisi olumsuz içerik taşımakta. Bir yorumda
"mide kaldırıyorsa problem olmaz" denirken diğerinde de "modernleşme dedikleri bu mu acaba" ifadesi
kullanılmış. Diğer yorumlar, babanın yaptığı fedakârlığı öven ve takdir eden ifadeler içermekte. Bu
habere konu olan Öykü Evren, bu kez 1 Eylül 2007’de, "Dernek başkanı fuhuşta yakalandı" başlıklı
haberle gündeme geliyor. DHA Bursa bürosundan Bülent Civanoğlu ve Erdoğan Paçin imzalı haberin
girişinde Bursa’da "fuhuş amaçlı çete kurdukları öne sürülen 26 travesti ve transseksüelin" gözaltına
alındığı ve "zanlılar arasında, travesti, transseksüel ve eşcinsellerin kurduğu Gökkuşağı adı verilen
derneğin, bir süre önce kredi alarak cinsiyetini değiştirip evlenen başkanının da" bulunduğu belirtilmiş.
Haberin girişinde yapılan göndermeden de anlayabileceğimiz gibi, bu ve konuyla ilgili sonraki diğer
haberler Öykü Evren etrafında şekillendirilmekte. Yine haberin girişinde "fuhuş amaçlı çete kurdukları
öne sürülen" ifadesi kullanılırken, yani bu suçlamanın kesinlik kazanmadığı belirtilirken haber
metninde kesin bir karara varıldığını görmekteyiz: "Bursa Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi ekipleri
fuhuş amaçlı çete kuran travesti ve transseksüellerden oluşan 26 kişiyi bugün evlerinde gözaltına
aldı". Henüz bir ay kadar önce evliliğiyle ve olumlu haberlerle gündeme gelen Öykü Evren’in
başkanlığını yaptığı derneğin karşı karşıya kaldığı suçlama ve bunun kesin bir suç olarak aktarılması
okuyucu gözünde özelde travesti ve transseksüeller, genelde eşcinseller ile fuhuş arasında doğrudan
bir bağ kurulmasına yol açmakta. Habere yapılan 19 okuyucu yorumu da bu varsayımı doğrular
nitelikte. Yorumlar, ileride ayrıntılı bir şekilde vereceğimiz üzere "anlayışlı" ifadeler içeriyor olsa da
hemen hemen hepsi "dernek çatısı altında fuhuş çetesi kurulduğu" ön kabulünden hareket ediyor.
Sadece, bu suçlamaya inanmadığını "kamuoyu tarafından yakından bilinen kişilerin" böyle bir şey
yapmayacağını ifade eden "İbrahim KURT (halk-ozanı)" adlı yorumcu ile "iftira" olduğunu söyleyen
"Ebru Akalın" adlı kullanıcı ve "Yani artik Türkiye’de bizim katılmadığımız ve kabul etmediğimiz şekilde
yasayan her grup, bir çete örgütü kurdu iftirasıyla hemen ulusal bir baskıya uğramaya başlıyacaklar,
bu örnek sadece başlangıç ve medeniyetsizlikdir" diyen "sema gün" bu ön kabulü reddetmekte. Buna
karşılık, "tuana tuba demir (unina)" adlı yorumcu "Ateş olmuyan yerden duman çıkmaz!. Eğer polis
yakalamışsa bir bildiği vardır elbet" diyerek suçun kesinliğine inandığını belirtmiş. Olumlu yorumlar
arasında, "Almanyalı Türkler" rumuzlu okuyucu "Herkes ne istiyorsa odur. Başkalarını rahatsız
etmemek şartıyla bırakın ne isterlerse yapsınlar" derken, "alak necmi" rumuzlu okuyucu da
"günümüzde böyle şeyleri aşmanın zamanı geldiğini" belirtmekte. "Cem Özdemir" adlı yorumcu ise, bu
kişilere iş imkânı verildiği takdirde fuhuş yapmayacaklarını düşündüğünü belirtmiş ve dolayısıyla
sorunu bir sistem sorunu olarak tanımlamış.

Örnek verdiğimiz yorumlarda da görülebileceği gibi yazım yanlışları yorumcular arasında sıklıkla
karşılaşılan bir durum. Okuyucular her ne kadar yorum yapmak için zaman ayırsalar, yorum yapmak
için gerekli bilgisayar kullanma becerisine sahip olsalar da yazım kurallarına gereken özeni

5
göstermemekte ya da yazım kurallarını bilmemekte. İnternet üzerinden yapılan yazışmalarda konuşma
dilini kullanmak (yapacağım yerine yapıcam gibi) sıklıkla görülen bir davranış olmakla birlikte
karşılaşılan diğer yanlışlar (dahi anlamındaki -de’nin bitişik yazılması, adapte yerine adepte gibi)
bunun bir tercihten ziyade bilgi sorunu olduğunu düşündürmekte. Bu tespitin, yorumcu profili
konusundaki daha kapsamlı çalışmalar için önemli bir ipucu olabileceği kanısındayız.

Bursa’da yaşanan olaylarla ilgili haberin devamı 4 Eylül 2007 tarihinde "Mini etek ve dekolte cezası"
başlığıyla verilmiş. Haber yine DHA Bursa bürosundan gelmekte ve Bülent Civaoğlu ile Doğukan
Altınay’ın imzasını taşımakta. Haberde polisin, derneğin Denetim Kurulu kararlarını incelediği ve
bunlar arasında "dernek üyelerinin 08.00-20.00 saatleri arasında mini etek ve dekolte giymelerinin
yasak olduğu" bilgisinin de bulunduğu aktarılmakta. Habere yapılan iki yorumdan birinin sahibi olan
"ferhat sert", "iyi yapmışlar" diyerek polisin gözaltı kararını onaylarken "Serkan Özcan"ın yorumu,
başlığa taşınarak haberde ön plana çıkarılan "mini etek giymeme" kararı üzerine: "Yakışan giysin,
yakışmayana ceza kesin".

Yine devam niteliği taşıyan "Travestiler özel koğuşa konuldu" başlıklı haber 6 Eylül 2007’de
yayınlanmış. Haberde, olayın idari süreci hakkında hiçbir şekilde bilgi verilmez ve çete kurma suçu
kesinleşmiş, söz konusu kişiler mahkum olmuş gibi aktarılırken haberin sonunda yetkililerin "Öykü
Evren Özen ve eşi hakkında ‘çete kurmak’, diğerleri için de ‘fuhuş yapmak’, ‘fuhuşa teşvik etmek’ gibi
suçlardan dava açılabileceğini belirttiği" aktarılmakta. Haberde asıl ön plana çıkartılan unsur ise,
başlıkta da belirtildiği gibi travestilerin, kendileri için açılan özel bir koğuşa yerleştirilmiş olmaları.

Habere yapılan beş yorumdan ikisi travestilerin zaten "özel" kişiler olduğunun altını çizmekte: "Metin
BAŞPINAR / Daha da bir özel koğuş varsa; oraya konmalıdırlar!..." "Canan Can" ise yorumunda,
dışarıda yeterince rencide edilen travestilerin hapiste bile özel olarak tecrit edilmesine karşı çıkıyor.
Yapılan diğer iki yorum daha alaycı olarak nitelenebilir: "emek türk / ONLAR DA KARIŞTI..SUÇ
ÖRGÜTLERİNE..", "yusuf özşirin / çok karışık bi mevzu çözebilene bravo.."

Bülent Civanoğlu imzasıyla 13 Eylül 2007’de yayınlanan "Bursa’da 300 kişiye polis zoruyla frengi
tedavisi" başlıklı habere 99 yorum gönderilmiş. Haberde "Bursa’da ‘fuhuş çetesi’ kurdukları iddiasıyla
tutuklanan 12 travestiden 6’sında frengi hastalığı saptanınca, bu kişilerin ilişki kurduğu yaklaşık 300
kişinin polis zoruyla tedavi ettirilmesinin gündeme geldiği" belirtiliyor. Daha önceki haberlerle
karşılaştırıldığında burada "fuhuş çetesi" ifadesinin ilk kez tırnak içinde kullanıldığını, yani kesinleşmiş
bir veri olarak kabul edilmediğini görmekteyiz.

Gökkuşağı Derneği’nin tarihçesi ve 6 Ağustos 2006’da tarafından düzenlediği "Birinci Bursa


Eşcinseller Buluşması" sırasında Bursaspor taraftarlarının dernek binasını kuşatması ve küfürlü
sloganlar atmasıyla ilgili bilgilere ilk kez bu haberde yer verilmekte.

Habere yapılan yorumları genel olarak aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkün:
• Aile kurumu ve neden bir travestiyle birlikte olunduğu üzerine yapılan yorumlar (22 yorum)
• Konuyu devletin eksikliği açısından ele alan yorumlar (22 yorum)
• Eşcinselliği sapıklık olarak kabul eden yorumlar (9 yorum)
• Konuya toplumun ikiyüzlülüğü açısından bakarak yapılan yorumlar (8 yorum)
• Bursa şehriyle ilgili yapılan yorumlar (7 yorum)
• 300 kişinin nasıl tespit edildiğini sorgulayan yorumlar (5 yorum)
• Kişisel vurdumduymazlık açısından yapılan yorumlar (4 yorum)
• Dernekle ilgili yorumlar (4 yorum)
• Medeniyet açısından yapılan yorumlar (4 yorum)
• Din çerçevesinden yorumlar (3 yorum)
• Zorla tedaviyle ilgili yorumlar (2 yorum)
• Diğerleri

Yukarıdaki tabloya baktığımızda en çok yorum yapılan konuların aile ve devletle ilgili olduğunu
görmekteyiz. Aile kurumu ve bir erkeğin neden bir travestiyle birlikte olacağına dair yapılan yorumlar
genellikle "evdeki masum eşler" hakkında. İnsanların "evde güzelim esleri dururken" bir travestiyle
birlikte olmaması, evindeki huzuru bırakmaması gerektiği belirtiliyor yorumcular tarafından (diğerleri
arasında "yücel taşkın / Yaw iki dakika akıllı durun evinizdeki huzur yaşam neyinize yetmiyor.
‘Söyleyen ne sölemiş zamanında Kula bela gelmez hak yazmadıkça, hak bela yazmaz kul azmadıkça’
" ve "Berhan Kayar / Ya ben bu insanlarıda anlayamıyorum, 300 kişiden en az 100’ü evlidir kesin,

6
evde güzelim eşi dururken, sen git hemde travestiyle ilişkiye gir, birde hastalık kap, onuda eşine
bulaştır, insanda biraz akıl mantık olması gerekli, amaa nerdeeeeeee" adlı yorumcular örnek
gösterilebilir). Bu kategorideki yorumların bir kısmı da konuyu travestiyle birlikte olan erkeklerin
"sapıklığı" ve "rezil olması" acısından ele almış (hatice s gündoğdu / "300 kişiden evli olanların vay
haline, yani değer miydi bu kadar rezilliğe?"). Yorumcuların bir kısmı da travestilerle birlikte olan
erkeklerin isimlerinin açıklanması ve teşhir edilmeleri yanlısı (ALP UNAL / "AÇIKLANSIN
TRAVESTİLERLE PARA KARŞILIĞI BERABER OLANLAR.. TALEP AZALIRSA, ARZ DA AZALIR..
HASTALIKTA AZALIR, TOPLUMSAL SAPKINLIK TA..").

Konuya devletin yetersizliği açısından yaklaşan yorumlarda "travestiliğin psikolojik bir hastalık olduğu
ve bu yüzden devletin bu kişileri koruma altına alması gerektiği" (Kemal Koçak), "asıl sorunun eğitim
eksikliği olduğu" (mehmet yıldız, orhan doğan), "fuhuş yapanların sağlık kontrolüne alınması gerektiği"
(Ertan Aydin), "fuhuş için özel yerler açılması gerektiği" (musa ayvaci) gibi önerilerde bulunulmuştur.
Ayrıca, "polisin en doğrusunu yaptığına dair" (GÖRDESLİ RAMAZAN, berrin bjk) övgü içeren
yorumlara da rastlanmıştır.

Travestileri sapık olarak değerlendiren yorumların sayısı bazı gruplara göre yüksek olmakla birlikte,
yorumlar bir ya da iki cümleden oluşmakta ve genellikle kesin yargılar içermekte:
– Tolga Tufan (‘vieri’) / İyi olmuş hem ahlaksız hem sapık..
– YILDIRIM SELAMİ BOR (‘sakinyorumcu’) TRAVESTİLİK HASTALIK DEĞİLSE NEDİR?
DÜPEDÜZ SAPIKLIK DEĞİLMİ. PEKİ SAPIKLIK BİR HASTALIK DEĞİLMİ.SİZ BUNU BİR
DÜŞÜNÜN.
– zekeriya keleş / hem pislik yapiyorlar hemde tedaviden kaçıyorlar.
Diğer kategorilere kıyasla "öfke" içeren yorumlar da bu bölümde daha çok karşımıza çıkmakta:
– "sami özçelik / demokrasi ve hukuk" – (...) Atın eski zindanlara çürüsün gitsinler. (...),
– “tarkan bozkır" – (...) utanıyorum bu insanlardan ve onlarla beraber olanlardan. travestilerin
sokaklardan temizlenmesini istiyorummm...

Toplumun bu konuya ikiyüzlü bir şekilde yaklaştığını öne süren yorumlar arasında "tolga erdem" adlı
kullanıcının yorumu konuya bir başka boyut getirmekte. Gökkuşağı Derneği’nin Birinci Bursa Eşcinsel
Buluşması etkinliği sırasında karşılaştığı saldırıya gönderme yapan yorumcu bu konunun "Halkı
kışkırtan Fevzinur beyin mahkemesinin başlamasına denk gelmesini" ilginç bulmakta. Travestiliğin
hastalık olmadığı ortak noktasında buluşan yorumlarda travesti ve transseksüellerin fuhuşla
özdeşleştirilmesinin nedeni olarak toplumdan tamamen dışlanmış olmaları, eşcinsellerden farklı olarak
cinsel kimliklerini gizleyemedikleri için iş bulamamaları gösterilmekte ("sevgi sevgi", "New magic Men",
"murat yilmaz", "feyza murathan"). Sosyal hayattan dışlanmalarına karşın, cinsel olarak arzulanmaları
ise toplumun ikiyüzlülüğü olarak sunulmakta.

Olayın geçtiği Bursa şehriyle ilgili yorumlar şehrin savunulması ve şehrin halk arasındaki "eşcinsel"
karakterine vurgu yapılması ve buna "mizahi" bir şekilde yaklaşılması olarak ikiye ayrılıyor.
Yorumculardan "apsuva nuri", yorumunda Bursalı olmasını ön plana çıkartarak olayı "rezalet" diye
nitelerken "Atilla Tozun" adlı kullanıcı da Bursa’yı "başkalarında kınadıkları kendilerine has yerel değer
tabularını her gece övünerek rahatlıkla yıkabilen insanlardan oluşan nüfusa sahip bir diyar" olarak
tanımlayan "Arion Bayer" adlı kullanıcıya "butun Bursa’da yasayanları isimlendirmek, eleştirmek
haddine düşmez" diye cevap veriyor. Bu örnekte de gördüğümüz gibi, yorum bölümü zaman zaman
yorumcular arasında olumlu ya da olumsuz diyalogların geçtiği bir forum haline de dönüşebiliyor.
Okuyucu, sadece gazetesiyle iletişime geçmekle kalmayıp gazetenin diğer okuyucularıyla da
etkileşimli bir ilişki içine girmiş oluyor.

Travestilerle birlikte olan 300 kişinin nasıl tespit edildiğine dair yapılan yorumlar genellikle daha
"mizahi" bir içerik taşımakta:
– Tuncay Demir (‘intruder’)
polisteki envantere bak. hiç sektirmeden hemen herkesi toplamışlar. darısı diğer suçluların
başına olsun. bu hassasiyet hepsine gösterilsin
– mustafa gültekin (‘beyazcan’)
adresleri tesbit edildiğine göre onlarında abone müşterileri var galiba
– Koray Turan (‘sozgideryazikalir’)

Bu vatandaşlar ilişkiye girdiklerinden ikametgah senedi mi istiyorlarmış? Nasıl 200 kişinin


adresi tespit edilmiş anlamadım.

7
Gökkuşağı Derneği’nin fuhuş çetesi ile ilişkilendirilmesi ve dernek başkanının tutuklanması üzerine
dernek hakkında yapılan yorumlar da olumsuz bir nitelik kazanmakta. İsnat edilen suçun doğru ya da
yanlış olması bir tarafa, Kaos GL ya da Lambda gibi eşcinsel haklarını savunan bir sivil toplum
kuruluşu olarak ortaya çıkan Gökkuşağı Derneği’nin fuhuşla ilgili bir haberde yer alması, yorumcuların
herhangi bir sorgulama içine girmeden "bu insanların dernek açmasına kim izin verdi" sorusunu
sormasına yol açıyor. İsnat edilen suçun doğru olması durumunda, bir sivil toplum kuruluşunun kötü
amaçlı kullanılmış olabileceği varsayımı hiç düşünülmeden travestiler fuhuş amaçlı dernek kurmuşlar
gibi yorumlar yapılıyor ve buna izin verilmemesi gerektiği belirtiliyor:
– "calibro tr" (‘calibrotr’)
(...) Asıl bunların dernekleşmesine müsaade edenler, onaylayanlar suçlu.
– mustafa gültekin (‘beyazcan’)
(...) ayrıca böyle bir derneğe bursa valiliği nasıl izin verdi bu travsestiler niye bursa da böyle bir
dernek kurdular bu tür olaylarla bursanın adının gündeme gelmesi hiç hoş değil...

Konuyu medeniyetle ilişkilendiren yorumlar ise daha olumsuz bir bakış açısına sahip. "Cinsel özgürlük
bu değildir" ortak noktasında buluşan yorumlarda travestiler "sapkın" ("Ne alakası var?"), "ucube"
("Nursen Sayin"), "pislik" ("İbrahim Kurt") olarak tanımlanmakta. Daha önceki haberlerde LGBTT
kişilerle ilgili olarak olumlu yorumlarına rastladığımız İbrahim Kurt adlı yorumcunun, bu haberde
travestileri "pislik" olarak tanımladığını görmekteyiz. Kurt’un yorum yaptığı önceki haberlerde,
travestiler genellikle mağdur olarak konumlandırılırken bu haberde "frengi bulaştırdıkları", "fuhuş
yaptıkları" iddiasıyla gündeme gelmekte. Bu durum bize, ele alınan konuya ve konunun ele alınış
biçimine bağlı olarak okuyucu yorumlarının uğrayabileceği değişikliği göstermekte.

Konuya din çerçevesinden yaklaşan yorumlarda "erkek erkeğe münasebette bulunmanın dinimize
uymadığı" ("Bence Çok Ayıp"), "bütün sıkıntılarımızın sebebinin yaratılışa uygun bir hayat
yaşayamamak olduğu" ("Selahattin TEKIZOGLU") belirtilmektedir.

Gökkuşağı Derneği başkanı Öykü Evren’in kayınpederiyle ilgili söyleşiyi gerçekleştiren Şermin Terzi,
son olaylarla ilgili olarak 15 Eylül 2007’de bu kez "Kızım seni yaşatmazlar" başlıklı habere imza atıyor.
Habere, polis arabasının içinde bağıran iki travesti resmi eşlik ediyor. Bir kez daha, travestilerin "başı
polisle derde giren", "olay çıkaran" kişiler olarak sunulduğunu görüyoruz. Haberin içeriği ise resimden
daha farklı. Konuyla ilgili olarak daha önce aynı gazetede çıkan haberlerin aksine Şermin Terzi,
yaşanan olayların nedeninin travestiler tarafından "polisin, derneğin meşruiyet kazanmasından
rahatsızlık duyması" olarak değerlendirildiğini aktarıyor ve soruşturma sırasında yaşanan
usulsüzlüklere örnekler veriyor. Terzi, derneğin kuruluşunun ardından, Bursa’da düzenlenen Birinci
Türkiye Eşcinseller Yürüyüşü’nün Bursasporlu taraftarların "hışmına uğradıkları" için
gerçekleştirilemediğini, bunun üzerine "Bursasporlu Esnaflar Derneği Başkanı Fevzinur Dündar’ı,
‘halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek’ suçlamasıyla savcılığa şikâyet ettiklerini" ve dava açıldığını
belirtiyor. Terzi’nin kullandığı "hışma uğramak" ifadesi "birinin hışmına uğramak" başlığı altında Türk
Dil Kurumu sözlüğünde "birinden zulüm görmek" olarak tanımlanmakta. "Zulüm görmek" başlığının
açıklaması ise "kendisine eziyet edilmek" olarak verilmiş. Dolayısıyla kullandığı ifadeden yola çıkarak
haberin yazarı Şermin Terzi’nin söz konusu olayda travestilere ya da daha özel olarak dernek
üyelerine Bursasporlu taraftarlar tarafından eziyet edildiğini düşündüğünü söyleyebiliriz. Seçtiği ifade
ile Terzi, "karşı tarafı" zalimler olarak konumlamakta ve yürüyüşe katılmak isteyen kişilerden yana bir
tutum almaktadır. Ayrıca Terzi, Gökkuşağı Derneği’ni tanımlamak için de "sivri ve aktif bir dernek
olacaklarının ilk işaretini verdiler" ifadesini kullanmakta. Daha sonra, Bursa Valiliği tarafından dernek
hakkında "genel ahlaka aykırı olduğu" gerekçesiyle kapatma istemi geldiğini ancak savcılığın
kapatmaya gerek duymadığını belirten Terzi, dernek başkanı Evren’in evlenmesiyle derneğin adının
bir kez daha "tüm ulusal basında" geçtigini belirtiyor. Bunun ardından, dernek üyelerinin Bursa’da İş ve
İşçi Bulma Kurumu’na başvurdukları, Evren’in "Travesti ve transseksüellere iş verilmediği için fuhuş
batağına sürükleniyorlar. Devlet ve işveren sahiplerince iş imkânı verilmeli, toplum dışına itilmemeliyiz.
Ekmek paramızı fuhuş ve şiddetten uzak kazanmak istiyoruz" demeci aktarılıyor. Bu olaylardan sonra
polisin derneğe baskın yaptığı ve Evren ile 11 arkadaşını fuhuş çetesi kurmaktan gözaltına aldığı
belirtiliyor. Haberin kurgulanma biçimi okuyucuda, kuruluşundan beri olumlu çabalar içinde olan bir
sivil toplum kuruluşunun valilik ve polis tarafından baskı altına alınmak istendiği düşüncesini
oluşturmakta. Haberin devamında da Bursa’da herkesin, "polisin, Gökkuşağı Derneği’nin sesini
‘gerçekten bir fuhuş çetesi olduğu’ için mi, yoksa ‘kamuoyunda meşrulaşmaya başladıkları endişesi’
yüzünden mi kesildiği sorusunu sorduğu" belirtiliyor8. Ayrıca, "hukuki zorunluluk olmadıkça tıbbi
bilgilerin açıklanması İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne aykırı olduğu halde", Emniyet Müdürü

8
Tahsin Demir’in altı kişinin frengi hastası olduğunu açıkladığı aktarılarak bir kez daha polisin
"uygunsuz" davranışlarının altı çiziliyor.

Konuyla ilgili önceki haberlerde, travestilerle ilişkiye giren 300 kişinin tespit edildiği bilgisi ise bu
haberde Bursa Cumhuriyet Savcısı Ferruh Gün’ün böyle bir liste olmadığına dair beyanatıyla
yalanlanıyor. "Kızım seni yaşatmazlar" cümlesinin başlığa alınması, okuyucuda doğrudan Öykü
Evren’in can güvenliğinin tehlikede olduğu bilgisini vermekte. Haberin sonrasında aktarılan bilgiler ise
böylesi bir tehdit karsısında dahi Evren’in eşcinseller, travesti ve transseksüeller için mücadele ettiği
algısını güçlendirmekte, dolayısıyla kendisini olumlu bir haber kişisi olarak konumlandırmaktadır.

Bu konuyla ilgili olarak bugüne kadar çıkan haberlere baktığımızda ilk kez bu haberde olumlu bir dille
karşılaşmaktayız. Bu durumu, haberi yazan kişinin -Şermin Terzi- Öykü Evren’le daha önce kurduğu
ilişkiyle bağlantılandırmak, Terzi’nin habere girişi de düşünüldüğünde, yanlış olmayacaktır.

Haberle ilgili okuyucu yorumlarına baktığımızda toplam 64 yorum geldiğini görmekteyiz. Yorumlarda
eşcinsel-travesti ayrımının yapılmadığını, genel olarak travestiler ve eşcinsellerin aynı çerçevede
değerlendirildiğini görüyoruz. Bu yorumlardan 43 tanesi görece olumlu nitelikler taşımakta ve
genellikle cinsel tercihleri ya da yaratılışları nedeniyle travestilerin toplumdan dışlanmaması gerektiğini
savunmakta. Olumsuz içerik taşıyan 21 yorum ise travestiliğin dine ya da toplumsal kurallara uygun
olmadığı görüşünden hareket etmekte. Yorumların hemen hemen hepsi travesti-fuhuş bağlantısını
baştan kabul ettiği için aslında "olumlu" olarak sınıfladığımız yorumlarla birlikte bütün yorumlar
olumsuz olarak da kabul edilebilir. Yorumları olumlu-olumsuz olarak ayırırken en önemli ölçütümüz,
eşcinselliği/travestiliği "sapıklık, sapkınlık, rezillik" gibi kelimelerle değerlendirip değerlendirmediği
oldu. Olumlu yorumlar arasından 8 tanesi eşcinselliğin genetik / doğuştan geldiğini, üç tanesi ise bu
insanların Allah tarafından böyle yaratıldığını öne sürmekte. Travesti-fuhuş ilişkisinin eğitimle ya da
ekonomik koşullarla ilgili olduğunu düşünen yorum sayısı üç, travestilerin "iş bulma şansına sahip
olmadıkları için" fuhuş yapmak zorunda kaldığını belirten yorum sayısı ise dört. "İnsanların cinsel
tercihine saygı duymalıyız" ortak noktasında buluşan yedi yorum bulunmakta. Olumsuz yorumlar ise,
eşcinselliğin asla bir tercih olamayacağı, genetik ya da psikolojik olsa bile mutlaka tedavi edilmesi
gerektiği ortak paydasında buluşmaktadır.

Olumlu kabul ettiğimiz yorumlar arasında medyayla ilgili bazı yorumlar da bulunmakta. Yorumculardan
"Fatos Sezer Ulusoy", "boyle bir konunun hiçbir ülkede bu kadar ‘rezillik’ çıkarılarak, emniyet
güçlerince ‘medya’ya aktarılamayacağını" belirtirken "Gördesli Ramazan" adlı yorumcu da "haberlerin
basına sızdırılarak bir tür linç yapılması da insanlık adına utanç vericidir" yorumunu yapmış. "Süheyla
Kaya" ise konuyu başka bir yönden ele alarak "neden medyadaki gayleri travestileri lezleri
alkışlıyoruzda...halkın içindeki bu çaresizleri dışlıyoruz.." sorusunu sormakta yorumunda.

8 Eylül 2007 tarihinde "Transeksüele fuhuş gözaltısı" başlığıyla yayınlanan, DHA İzmir bürosu imzalı
haberin girişinde "fuhuş yaptırdığı ileri sürülen" gibi doğrudan suçlayıcı olmayan bir ifade kullanılmış
ancak haberin içinde S.S.’nin "evinde travestilere para karşılığı fuhuş yaptırdığının belirlendiği" ifade
edilmekte. Bu haberde de bir kez daha kesinleşmeyen suçun kesinleşmiş gibi gösterilmesine ve haber
içeriğinde tutarsızlığa tanık olmaktayız. Bu haliyle haber, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından
kabul edilen Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi’nin "Gazetecinin Doğru Davranış
Kuralları" bölümünde "Yargı" başlığı altında geçen "Mahkeme kararı kesinleşmedikçe, bir zanlı veya
sanık, suçlu ilan edilemez" ilkesine aykırı özellik taşımaktadır. Ayrıca haberde S.S.’nin oturduğu sokak
belirtilerek kanıtlanmamış bir suç nedeniyle kişinin can güvenliği ya da toplumsal konumu riske atılmış
ve yukarıda adı geçen bildirgenin "Gazetecinin Temel Görev ve İlkeleri" başlığı altındaki 7.
maddesinde dile getirilen "özel hayata saygı" ilkesine uyulmamıştır.

Habere tek bir yorum yapılmış ve travesti-fuhuş ilişkisi yine sorgulanmadan doğru kabul edilip
"ahlaksızlık" olarak nitelendirilmiş. Yorumcu ayrıca, ceza yasasının yeterince caydırıcı olmadığına dair
görüş beyan etmiştir.

Gündem başlığı altında incelediğimiz son haber, 18 Eylül 2007 tarihinde DHA Adana bürosundan
Neşet Karadağ imzası ve "İstesem öldürtür, 50 dolar verip ABD’ye uçardım" başlığıyla yayınlanmış.
Haberde adı geçen Deniz Uysal’ın, İncirlik Üssü’ndeki işinden emekli olan Croskey’in yanında ücretli
olarak çalıştığı, kendisiyle eşcinsel ilişki yaşadığı belirtilirken haber tamamen yaşanan eşcinsel ilişkiler
ve Croskey’in Uysal’ı öldürttüğü varsayımından yola çıkarak aktarılmaktadır.

9
Habere altı yorum yapılmış. Bir yorumda Croskey’in yaşı dolayısıyla bu durumun "tam bir iğrençlik"
olduğu belirtilirken bir diğer yorumda da bölge halkının İncirlik Üssü’nden rahatsızlığı dile getirilmiş. Bir
yorumda olay, yorumcunun "seyredemediği filmlerden daha berbat bir hikaye" olarak tanımlanırken bir
diğer yorumda da "Türkiye’nin bu sapık ilişkiler nedeniyle Türk’lükten çıktığı" belirtilmekte.
Yorumculardan bir diğeri ise; Uysal’ın haberde adı geçen kişiler tarafından öldürüldüğünden emin
olmakla birlikte "yeterli delil toplanamadığı için" cezalandırılamadıkları kanısında. "New magic Men"
adlı yorumcunun yaklaşımı ise daha "mizahi" olmakla birlikte o da "Oh önce seviş, sonra öldür iyi iş
valla!!" ifadesiyle, haberde adı geçen kişilerin suçlu olduğuna inandığını ortaya koymuş. New magic
Men’in bu yorumunun incelenmeye değer olduğu kanısındayız. Söz konusu yorumcunun tüm
kategorilerde toplam 1175 yorumu bulunmakta. İncelediğimiz haberlerin hemen hepsinde yorumuyla
karşılaştığımız ve LGBTT kişilerle ilgili haberlere daima "olumlu" olarak sınıflandırılabilecek
yorumlarda bulunan "New magic Men" de diğer tüm okuyucular gibi bu haberde ve diğerlerinde
sunulan bilgileri doğru kabul etmekte, haberin işleniş biçimini sorgulamamakta ve daha ziyade habere
yorum yapan diğer okuyucuların "önyargılarıyla savaşmakta". İncelediğimiz yorumların hiçbirinde
haberin işleniş biçimine dair bir eleştiri görmemekteyiz. Haberin magazinel ağırlıklı ya da görece
"ciddi" olmasına göre ise yorumlarda değişimler yaşanmakta ve LGBTT kişileri "kerhen kabullenen" ya
da "bu durumun sorumluluğunu" devlete, sisteme, eğitime yükleyen yorumlar ağırlık kazanmaktadır.

Ekim 2007

Ekim ayında "Gündem" başlığı altında karşımıza üç haber çıkmakta.

"DJ’nin boğazını kestiler" başlıklı ilk haber 4 Ekim tarihinde imzasız olarak yayınlanmış. Haberde
Marangoz’un, cesedini bulan arkadaşının "Marangoz’un kısa süre önce genç bir erkek ile tanıştığını,
cinayeti bu kişinin işlemiş olabileceğini iddia ettiği, polisin de cinayetin eşcinsel ilişkinin ardından
işlenmiş olabileceği ihtimali üzerinde durduğu" belirtiliyor.

Habere yapılan iki yorum da Marangoz’un ölümünü yaşadığı hayatla ilişkilendirmekte: "Doğru dürüst
bir ilişki yaşasaydı bu başına gelir miydi?", "Marjinal yaşamanın acı sonucu.!".

İkinci haber "Simge öldürüldü Funda ağır yaralı" başlığı ile 6 Ekim’de Eray Erollu imzasıyla
yayınlanmış. Haberde "Feriköy’de aynı dairede yaşayan iki travestinin, eve aldıkları iki kişinin bıçaklı
saldırısına uğradıği", travestilerden birinin öldüğü, diğerinin ise yaralandığı belirtiliyor. Haberde,
"‘Funda’ takma adını kullanan Bayram Doğan’ın, gece 04.00’te Tarlabaşı Bulvarı’nda anlaştığı iki
kişiyi, ‘Simge’ adını kullanan arkadaşı Erdal Deveci ile birlikte oturdukları eve getirdiği" aktarılmakla
birlikte bu kişilerle "hangi konuda anlaştığının" belirtilmesine gerek duyulmamış. Bu da bize travesti-
fuhuş ilişkisinin son derece doğal kabul edildiğini ve bunun ayrıca belirtilmesine dahi gerek
duyulmadığını düşündürmekte. Yine haberde kullanılan "eve getirdiği", "eve aldıkları" ifadeleri ile de
saldırıya uğrayan kişilerin "tanımadıkları insanları kendi rızalarıyla evlerine sokmakla" aslında
"saldırıya davetiye çıkardıkları" düşüncesi uyandırılmaktadır.

Habere gelen iki yorumda da bu yaklaşımın izlerini görmekteyiz. Şiddet mağduru olmalarına karşın bu
habere yapılan yorumlarda da travestiler, okuyucular tarafından "mağdur" olarak
konumlandırılmamakta: "su testisi su yolunda kırılır...", "Ehhhh,bu yolun yolcularının her zaman başına
gelebilecek olay.Olmaması lazım ama oluyor!".

29 Ekim tarihli son haberin başlığı "Chat’te tanışıp gaspa gittiler", haber Şefik Dinç imzasıyla
yayınlanmış. Haberin LGBTT kişilerle ilgili boyutu sadece sanıkların ifadesinde geçmekte: "Eşcinsel
olduğunu söyledi ve bizi eve davet etti. Biz de gittik. Daha sonra babaannesinin uyandığını söyleyip
bizi evden gönderdi. Gasp yapmadık".

Habere yapılan dokuz yorumun hiçbirinde eşcinsellikle ilgili bir tespit yapılmamakta, yalnızca
tanınmayan kişilerin eve alınması konusunda dikkatli olunması gerektiği belirtilmekte.

Dünya ve Magazin Haberleri

Çalışmanın bu bölümünde 37 dünya haberi ve 19 magazin haberi ile bu haberlere gelen 600 civarında
okur yorumu incendi. Dünya haberlerinde eşcinsel kelimesi 104 kez, gay kelimesi 35 kez, lezbiyen
kelimesi ise 23 kez geçmekte. Travesti kelimesi dört ve transseksüel kelimesi ise üç kez kullanılmış.

10
Bu haberlerin çok önemli bir kısmının "gelişmiş" ülkeler kaynaklı olmasına karşın bu iki sözcüğün
kullanıldığı haberlerin çevre ülkeler (İran, Tayland, Filipinler, Kamboçya, Brezilya) kaynaklı olması
dikkate değer bir nokta.

Magazin haberlerinde lezbiyen kelimesi 21 kez, gay kelimesi 19 kez, eşcinsel kelimesi 15 kez,
transseksüel kelimesi iki kez ve biseksüel kelimesi bir kez geçmekte. Magazin haberlerinde yurtiçi-
yurtdışı kaynak dağılımı yarı yarıya. Yurtdışı haberlerinin tamamı "Batı" kaynaklı.

Dünya haberlerinin konu dağılımına baktığımızda haberlerin en çok yabancı politikacıların ("makam,
mevki sahibi" kişilerin) kendilerinin ya da bir yakınlarının eşcinsel olması veya bu yöndeki iddialarla
ilgili olduğunu görüyoruz. Bunların yarısı birbirine benzer iki olayla ilgili. Vatikan’da çalışan bir
piskoposun ve muhafazakâr bir ABD senatörünün başkalarına eşcinsel ilişki teklif etmesi iddialarıyla
ilgili bu haberlerde suçlayıcı bir ton kullanılmış. "Ortaya çıkmak", "yakalanmak", "yakayı ele vermek"
"gözler önüne" serilmek" gibi suçlayıcı; hatta yer yer "suçunu itiraf etmek", "teşhis edilmek" gibi
kriminolojik sayılabilecek ifadelerin yer aldığı haberlere gelen yorumlar da buna paralel olarak
çoğunlukla olumsuz. İki haberde ise ABD ve Kamboçya’dan iki siyasetçinin kızlarının lezbiyen olması
ele alınmış. İlk haberde önceden eşcinsel evliliklere karşı olan bir San Diego belediye başkanının,
kızının lezbiyen olduğu "ortaya çıktıktan" sonra bu yasayı şehir meclisinden geçirmesi ele alınmış.
Haberde doğrudan LGBTT kişiler ya da eşcinsellik ile ilgili olumsuz bir yaklaşım yokmuş gibi
görünmesine karşın, gerek haberin başlığı (Kızı lezbiyen olunca başkan, eşcinsellere evlenme izni
verdi) gerek lezbiyenlik ile ilgili olarak kullanılan "ortaya çıktı" ifadesi aslında eşcinselliğe pek de iyi bir
gözle bakılmadığını ortaya koymakta. Aynı yaklaşım habere gelen 12 yorumun yedisini oluşturan
olumsuz yorumların tamamına yakınında da mevcut. Bazı yorumlarda "Allah başa vermesin", "İlahi
adalet" gibi ifadelerle ortaya konan bu yaklaşım "atalar ne demiş büyük lokma ye büyük laf söyleme
diye" ve "alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste" şeklindeki yorumlara ise doğrudan damgasını
vurmuş. Beş olumlu yorumda bile sözünü ettiğimiz yaklaşımın şu ya da bu oranda kendini hissettirdiği
söylenebilir. İkinci haberde Kamboçya başbakanının evlat edindiği kızını, bir kadınla evlendiği için
evlatlıktan reddetmesi ele alınmış. Haberde başbakanın kızına ve genel olarak eşcinselliğe yönelik
olumsuz bir yaklaşım hissedilmemekte. Hatta başbakanın kızına karşı tutumunun "haşince" olduğu
ifade edilmiş. Bu habere gelen iki yorumdan biri konunun, büyük ihtimalle Türkler kastedilerek, bizimle
ilgisi olmadığı dile getirilirken ikinci yorumda ise ilk haberdeki yaklaşıma benzer bir biçimde "HAKLI
OLARAK KIZIN BABASI TEPKİSİNİ ORTAYA KOYMUŞ..KİM İSTER KIZININ LEZBİYEN
OLMASINI....." denmiş.

Berlin Eyalet Başkanı Klaus Wowerwit ile ilgili iki haberde de homofobik olmayan bir tutumdan söz
edilebilir. Zaten her iki haber de çoğunlukla Alman basının ifadeleri kullanılarak aktarılmış. İlk haberde
Wowereit’ın "eşcinsel yaşamını" da anlattığı anılarından oluşan kitap ele alınmış. Haberin genelinde
homofobik bir tutum olmasa da "Eşcinsel başkan aşklarını kitapta anlattı" başlıklı haberi gazete yazı
işleri açısından haber yapan şeyin eşcinsellik teması olduğu belli. Almanya yahut dünyanın herhangi
bir başka ülkesindeki eyalet başkanının anılarını kaleme alması büyük ihtimalle haber olmayacağı
halde eşcinsel olduğunu açıklayan ve saklamadan böyle bir ilişki yaşayan Wowereit’ın haber olması,
en azından haberi hazırlayanlar açısından bu durumun biraz garip karşılandığını göstermekte. Başlıkta
kullanılan "Eşcinsel başkan" ifadesi de bunun bir göstergesi sayılabilir. Bu durum garip karşılansa bile
buna karşı olumsuz bir tutum alınmaması, eşcinsellikle bağlantılı "Batı" kaynaklı haberlerin çoğunda
örtük bir biçimde kendini gösteren bir anlayışın, modernliğe ve onun gereklerini kabul etmeye yönelik
isteğin sonucu gibi görünüyor. Yine Wowereit ile ilgili olarak Almanya’da yapılan bir ankette Alman
halkının %79’unun "eşcinsel bir başbakanın ülkeyi yönetmesinde bir sakınca görmüyor" olması da
haber yapılıp bu ifadelerle spottan duyurulmuş. İsveç Başbakanı’nın gay festivaline katılması ya da
Paris belediye başkanının "eşcinsel kimliğiyle de tanınması" yine aynı anlayış çerçevesinde haber
konusu olmaktadır. Bu tutumun en belirgin örneği sayılabilecek haberde ise İngiltere’de eşcinsellere
yönelik ayrımcılığa karşı düzenlenen bir yasa konu edilmiştir. Habere gelen sekiz yorumun tamamı
yasadan yana ve olumludur. Bu tür haberlere gelen olumlu yorumların oransal olarak diğer
haberlerden daha fazla olduğunu ve çoğunlukla yine bu modernleşmeci ve eşcinsellik karşısındaki
tutumu medeniyetin bir gereği olarak algılayan tutumun etkileri ciddi bir biçimde görülmektedir:
"MEDENİYET DEDİĞİN GERÇEK HOŞGÖRÜ DEDİĞİN BUDUR! HERKESİN TEK TİP OLMADIĞI
FARKLILIKLARLA RENKLERLE BİR TOPLUMUN DAHA İYİYE DAHA GÜZELE GİDECEĞİNİ
NEDEN GÖREMEYİZ BİLMEM Kİ? HER HERZEYİ GİZLİ SAKLI YİYİP SOKAĞA ÇIKINCA ‘AA
ÖRFÜMÜZ ADETİMİZ VAR BİZİM,GELENEKLERİMİZE TERS’VSVS DİYE OYUNDAN
VAZGEÇELİM".

11
Gelen az sayıdaki olumsuz sayılabilecek yorumda da daha ölçülü bir dil kullanılmaktadır. Aynı tutum
eşcinsellik karşısında açıklamalar yapan yetkililer yahut, buradaki örneklerin hepsinde İran’da olmak
üzere, LGBBT kişilere yönelik uygulanan baskılarla ilgili haberlerde de geçerlidir. Rus Ortodoks
Patriği’nin ve İran cumhurbaşkanı Ahmedinejat’ın açıklamalarına karşı takınılan tutum eleştireldir ve bu
açıklamaların medeni ve modern olmaktan uzak olduğuna ilişkin bir görüşü satır aralarında okumak
mümkündür. Özellikle Ahmedinejat’ın ABD gezisi sırasında yaptığı "İran’da eşcinsel yoktur"
açıklamasını ele alan haberlere gelen yorumlarda eşcinsellik karşısında olumsuz yargı bildiren
yorumcular bile en azından eşcinselliğin tarihin her döneminde ve her coğrafyada bir tür "insanlık hali"
olduğu belirtmektedir.

Dünya başlığı altında karşımıza çıkan haberlerin bir bölümü ise daha renkli, magazinel denilebilecek
haberlerden oluşmaktadır. Güney Amerika’da gerçekleştirilen Dünya Gay Futbol Kupası, Brezilya’da
açılan "gay oteli", yine Brezilya’da yapılan 800 bin kişilik "gay pride" yürüyüşü, Filipinler’deki
transseksüel güzellik yarışması ve Rusya devlet başkanı Putin’in gayler tarafından seksi bulunduğuna
ilişkin haberler bu altbaşlık altında sayılabilir. Bu haberlerin, çoğu Güney Amerika olmak üzere,
tamamının yine çevre ülkeler kaynaklı olması dikkat çekicidir. Bu haberlere yapılan yorumlarda
eşcinselliği alay konusu yapan veya bir tür sapkınlık olarak gören yorumların sayısı ciddi bir artış
göstermektedir. Çoğu doğrudan cinsel göndermeler barındıran alaycı yorumlar, aynı zamanda "bizde
bu tür şeyler olmaz, olmamalı" yaklaşımını da içermektedir. Daha "ciddi" kişilerle ilgili haberlere gelen
yorumlarda görülen medeniyet bağlantılı yaklaşım bir anda yerini yabancı ülkelerdeki yozlaşma ve
ahlaksızlık düzeyinden bahseden yorumlara bırakmaktadır. Örneğin gay oteliyle ilgili habere şöyle bir
yorum gelmiştir: "TR DEN UZAK DURSUN BURALARA ACILMASIN SAKIN". Yine Brezilya’daki
yürüyüşteki yüksek katılımla ilgili yorum ("BU BREZİLYADA NORMAL VATANDAŞ KALMAMIŞ MI??
VAY BE 800 BİN!!!!") oldukça anlamlıdır. Haberlerdeki magazin boyutunun artmasının yorumlar
üzerindeki etkisi üzerine ilginç örneklerden biri İran’dan kaçan bir lezbiyenin İtalya’ya sığınmasına
ilişkin haberdir. Konusu itibariyle LGBTT kişilere yönelik bir baskıyı ele almasına ve haber metninde de
buna uygun bir dil kullanılmasına karşın başlıkta kullanılan "İranlı lezbiyene İtalya kucak açtı"
ifadesindeki cinsel gönderme derhal karşılığını bulmuştur ve benzeri haberlere hiç gelmediği şekilde
bu haber şöyle bir yorum almıştır: "DESENİZE İTALYAN LEZBİYENLER YAŞADI". Dünya başlığı
altında yer almasına karşın daha ziyade bir magazin haberi olarak değerlendirilmesi gereken "Böyle
yarışma görülmedi" başlıklı haber ise hem haberdeki hem de yorumlardaki yaklaşım göz önüne
alındığında Foucault’nun "Cinselliğin Tarihi" eserinde ortaya koyduğu cinselliğin iktidar tarafından
bastırılmadığı aksine kışkırtıldığı yönündeki teze bir örnek teşkil edecek nitelikte. Hürriyet web sitesinin
çoğu zaman güzel kadınları konuk ettiği "Foto Galeri"lerinden biri olan haberin metni "Filipinler’in
Manila kentinde yapılan transeksüel güzellik yarışması ilginç görüntülere sahne oldu." cümlesinden
ibaret. Metnin hemen altındaki "Fotoğraflar için tıklayın!" linkine tıkladığınızda ise yarışmaya katılan
transseksüellerin çoğu kuliste hazırlanırlarken çekilmiş bikinili 13 fotoğrafına ulaşıyorsunuz. Habere
gelen iki yorumda "Insanin inanasi gelmiyor.Hepsi de bir TIP HARIKASI. Kim birinci gelmis cok merak
ettim.." ve "ay bunlar transeksüel mi simdi? valla hic belli olmuyor.bellerinin inceligi bile var yaa!!"
ifadeleri yer alıyor.

Çoğunlukla seksi pozların yer aldığı fotoğraf galerine link veren haberlere magazin başlığı altında çok
daha sık rastlanmakta. 19 magazin haberinin 11’inde böyle bir link bulunuyor. Bu 11 haberin biri hariç
hepsinde konunun kahramanı ve dolayısıyla fotoğrafları sergilenenler lezbiyen olan/olduğu iddia edilen
veya lezbiyen rolü oynayan ünlü kadınlar.

11 Ağustos’ta yayınlanan "Onun için kadınlardan vazgeçtim" başlıklı haberde Angelina Jolie’nin
biseksüel olduğu ve hakkında ayrılık söylentileri çıkan Brad Pitt’le birlikte olmak için kadınlardan
vazgeçtiği ve on yıl boyunca birlikte olduğu model Jenny Shimizu’yu terk ettigi yönündeki açıklamaları
yer almakta. Habere gelen dört yorumdan birinde "böyle bir kadınla bir erkeğin nasıl evlenebileceği"
sorgulanarak "piyasada düzgünü mü kalmadı" yorumu yapılmış. Bir başka yorumcu ise Brad Pitt’in
yerinde olmak isteyeceğini ima etmiş. "Skandal görüntüleri satın aldı" başlıklı haberde (26 Ağustos)
Dannii Minogue’un, Londra’daki bir striptiz barda bir kucak dansçısı ile öpüşürken çekilen lezbiyen
görüntülerin telif hakkını satın aldığı" belirtilmekte. Habere gelen beş yorumdan ikisinde "rezillik",
"pislik" gibi ifadeler yer alırken, diğer yorumlarda haber konusu bir "cinsel fantezi" unsuru olarak
değerlen-dirilmekte ve Minogue’un öpüştüğü striptizciyle ilgili olarak "ben de öpeyim bir kere", kim bilir
mekanda ne fıstıklar vardı, dayanamadı" gibi ifadeler kullanılmakta.

Foto galerili haberler arasında Şenay Akay ve Eşyan Özhim’in lezbiyen olduklarına ilişkin toplam dört
haber yer alıyor. "Lezbiyen değilim" (27 Ağustos), "Lezbiyen sorusu kızdırdı" (30 Eylül), "Kardeşlerimi

12
zor tutuyorum" (17 Ekim), "Ben de bir insan evladıyım" (18 Ekim) başlıklı haberlerde Akay’ın da
Özhim’in de "haklarında çıkan lezbiyen dedikodularını" şiddetle yalanladıkları belirtiliyor.

Bir müzikal projesi çerçevesinde iki kadın oyuncunun rol gereği öpüşmesiyle ilgili "Rock öpücük" (9
Ağustos) ve "Öpüşme şovdan çıktı" (15 Ağustos) başlıklı iki haberde "lezbiyen iki kadını canlandıran
Pamela ve Demet Evgar’ın dudak dudağa öpüştüğü" an üç fotoğrafla izleyiciye aktarılmış. Habere
gelen 27 yorumun altısında oyuncularla öpüşmeyi bir "şans" olarak nitelendirmekten lezbiyenliğin
tatminsizlikten kaynaklandığını iddia etmeye uzanan çeşitlilikte, bazıları gündelik hayatta taciz olarak
algılanabilecek ifadeler yer almakta. Dokuz yorumda habere konu olan sahne ve oyuncularla ilgili
olarak, "sapıklık", "mideleri kalkmıyor mu acaba", "Allah ıslah etsin" gibi doğrudan olumsuz ifadeler
kullanılırken yedi yorumda bu sahnenin reklam amacıyla gündeme getirildiği belirtilmiş. Sadece iki
yorumda söz konusu sahnenin gerçek değil, şovun bir parçası olduğu üzerinde durulmuş.

"Oscar’dan önce izlenme rekoru" (21 Eylül) başlıklı haberde de benzeri bir sahne konu edilmekte.
"Nurgül Yeşilçay’ın "Yaşamın Kıyısında" filmindeki rol arkadaşı Patrycia Zlolkowska ile öpüştüğü
sahne internette en çok izlenenler arasına giriyor." cümlesinden ibaret olan habere söz konusu
sahnenin yer aldığı bir videoya ulaşabileceğiniz "İŞTE O SAHNE" linki ile yine o sahnenin bir fotoğrafı
eşlik ediyor. "NEYİ OYNADIN YA.?ALT DUDAKTAN DİŞ ÇEKMİŞSİN.BASBAYAĞI...!", "FİLM İÇİN
BİLE OLSA İĞRENÇ BİŞEY BU", "Nurgül Hanım başarılı bir oyuncu..ama ANNE olduğunu da
unutmamalı bence.", "İşte sanat. Çocuklara ve gençlere iyi örnek oluyorlar." gibi ifadelerin yer aldığı 12
olumsuz yoruma karşılık dört yorumda Yeşilçay’ın başarılı ve cesur bir oyuncu olduğundan ya da filmin
bir yana konup öpüşme sahnesinin tartışılmasının yanlış olduğundan söz edilmiş.

Hepsi "Batı" kaynaklı olan yurtdışı haberlerine konu olan kişilere ilişkin olarak hem haberi kaleme
alanların hem yorum yapanların daha net bir yargısı varmış gibi görünmekte. Hatta "Clare ile çok
mutlu" (31 Ağustos) başlıklı haberde Robbie Williams’ın "eşcinsel olduğuyla ilgili iddialara gayet rahat
bir şekilde yanıt verdiği" belirtilirken olduğu gibi yabancı ünlülerin bu konudaki "rahatlığı" kimi zaman
şaşkınlık yaratmakta. Bu tür haberlere gelen yorumlarda da medeniyetin bir gereği yahut ahlaki
çöküntünün bir sonucu olarak eşcinselliğin ve LGBTT kişilerin varlığı bir şekilde kabul edilmekte.
Haberin konusu Türkiyeli bir ünlü olduğundaysa durum biraz daha karmaşık bir hal alıyor. Eşcinsel
olduklarına ilişkin iddialar bulunan ya da böyle iddialar olmasa dahi –eşcinsel birini canlandıran,
eşcinsel ilişki teklifi aldığını açıklayan vs.– Türkiye’deki ünlülere ilişkin yorumlara bakıldığında ağırlıklı
olarak görülen dört yaklaşımdan söz edilebilir. "Ne yaptığınız belli değil ki, bu haberler tabii çıkacak",
"ateş olmayan yerden duman çıkmaz", "Yarası olan gocunur" örneklerinde görüldüğü gibi ünlülerin
sürdürdükleri yaşam biçiminin yozluğunu vurgulayarak bunu eşcinsellikle bağdaştıran anlayış
bunlardan biridir. Diğer bir yaklaşım "Artık bu belden aşağı vurmalar da pek moda oldu.", "bizim
ülkemizde dedikodu mekanizması böyle çalışıyor", "Bencede yapılan haksızlık olmuş bu kadar hoş bir
hanımdan lezbiyenlik beklenemez beklenmez başarılarınla konuşulduğun için galiba böyle iftiralar
normaldir" şeklindeki ifadelerde görülen, hayran oldukları eşcinselliği "yakıştıramama" halidir. Üçüncü
yaklaşım ise bu tür haberlerin reklam için kullanıldığına veya –herhalde sıradan, "normal" vatandaşı
ifade eden– "biz"i ilgilendirmediğine ilişkin yaklaşımdır. Bu üç olumsuz yaklaşımdan ayrı olarak,
eşcinselliği doğuştan gelen bir özellik veya cinsel tercih/eğilim/yönelim olarak kabul eden bir dördüncü
yaklaşım da azınlıkta olmakla birlikte mevcuttur.

Sonuç Yerine

Çalışmamızın yola çıkış amacı, üçüncü sayfa haberleri olarak nitelenen "şiddet ve suç" içeren
haberlerde LGBTT kişilerin nasıl konumlandırıldığını ve buna bağlı olarak okuyucu yorumlarının bu
konumlandırmaya eleştirel yaklaşıp yaklaşmadığını ortaya koymaktı. Hürriyet gazetesinin internet
sitesinde yukarıda da belirttiğimiz anahtar kelimeler doğrultusunda karşımıza çıkan haberleri ve bu
haberlere yapılan okuyucu yorumlarını incelediğimizde başlangıçtaki varsayımlarımızın büyük ölçüde
doğrulandığını, eşcinselliğin çarpıtılmış ve basmakalıp imajlarla sunulduğunu gördük. Özellikle
yorumlar söz konusu olduğunda, çalışmamızın girişinde değindiğimiz özcü ve yapıcı yaklaşımlar
kendini göstermekte. Eşcinsellere "ne yapsınlar onlar da insan" gözüyle bakan (yani özcü) yaklaşımlar
ile eşcinselliği toplumun belli bir kesimine özgü, yoz ve ahlaksız bir davranış biçimi olarak niteleyen
(yani konstruksiyonist diyebileceğimiz) yaklaşım ön plana çıkmakta. Bir diğer baskın yorum çeşidi ise
"alaycı" diye niteleyebileceğimiz okur yorumları.

13
LGBTT kişilerin konu olduğu haberlerin çok önemli bir kısmı dünya, magazin ve gündem haberleri
olmak üzere, üç ana başlık altında toplanıyor. Bu durum heteroseksüelliği toplumsal bir norm olarak
kabul eden heteroseksist anlayışın eşcinselliğe ve eşcinsellere yaklaşımı ile yakından ilgili. Eşcinsellik
–çoğunlukla Batılı– yabancı ülkelerde veya ünlü insanların sefahat sürdüğü çevrelerde varlık gösteren
eksantrik bir yaşam biçimi olarak kabul ediliyor. Orta ve alt sınıftan insanların hayatına ise eşcinsellik
suç ve şiddet dolayımıyla girebiliyor ve böylelikle de eşcinsellik yine sıradan ve sahici insanların değil
marjinal bir kesimin yaşam biçimi olarak sunuluyor. Bu yaklaşım sadece haberlerin dağılışında değil,
haber metinlerinin satır aralarında ve okuyucu yorumlarında da kendini gösteriyor. Kabaca ifade etmek
gerekirse eşcinsellerin ya ahlaki çöküntünün de eşlik ettiği müreffeh bir yaşantı sürdüğü ya da bir tür
sapık olduğu ve eninde sonunda şiddetin öznesi ya da nesnesi olabileceği yargısı medya tarafından
yeniden üretiliyor. Bu başlıklar altında yer almayan iki tür haber öne çıkıyor. Bunlardan ilki eşcinsellik
temalı ya da eşcinselleri konu alan film ya da tiyatro oyunlarıyla ilgili kültür-sanat haberleri. Diğeri ise
kahramanı eşcinsel olan/olduğu iddia edilen fakat eşcinsellikle ilgili olmayan haberler. Başka türlü
söyleyecek olursak, örneğin bir işadamının ekonomiyle ilgili açıklamasında "Heteroseksüel işadamı
2007 enflasyonunu değerlendirdi." gibi bir ifade kullanılmazken, açıklamayı yapan eşcinselse yahut
buna ilişkin iddialar varsa bu haberde bir şekilde belirtiliyor. Bu türden haberler de heteroseksist bakış
açısının bir örneği olarak görülebilir.

Gündem başlığı altında yayınlanan haberlerde, genel olarak bu haberlerin öznesi ya da nesnesi olan
travesti ve transseksüellerle fuhuş arasında doğrudan bir bağ kurulduğu görülüyor. Bu kişiler ya fuhuş
neticesinde uğradıkları bir saldırının kurbanı olarak, ya fuhuş yaparken yakalanan suçlular olarak ya
da fuhuş dışında başka iş imkânları talep eden kişiler olarak haber konusu olmakta. Haberin ele
alınışına bağlı olarak yorumlar da çeşitlilik göstermekte. Travestilerin sosyal hak talepleri söz konusu
olduğunda bu durumu sistemin sorunu olarak tanımlayan ve travesti/transseksüellerin fuhuş dışındaki
iş kollarında istihdam edilmesini destekleyen yorumlar artış gösterirken bu kişilerin fuhuş ve şiddetle
bağlantılı olarak konu edildiği haberlerde her ne kadar bu durum "biyolojik" ya da "Allah tarafından"
kendilerine verilmiş bir tür hastalık olarak tanımlansa da yorumlar "su testisi su yolunda kırılır"dan
hakarete kadar giden olumsuz bir yelpaze çizmekte. Bu haberlerde, tehdit ve gasp gibi can güvenliğini
tehdit eden bir konunun ele alınmasına karşın yorumcuların travesti ve transseksüelleri "mağdur"
olarak konumlandırmadığını görmekteyiz.

Dünya başlığı altında yer alan haberlerde politik doğruculuğa daha yakın bir haber dili olduğunu
söylemek mümkün. Genellikle "önemli" kişilerin eşcinselliği veya bu yöndeki iddialar, yabancı ülkelerde
eşcinselliğe yönelik yaklaşımlar, açıklamalar ve magazinel boyutu daha ön planda renkli haberlerden
oluşan dünya haberlerinde travesti ve transseksüel kelimeleri yerine eşcinsel kelimesinin –ve sayısal
olarak onu izleyen gay ve lezbiyen kelimelerinin– daha sık kullanılması bu başlık altındaki haberlerde
yer alan mutedil yaklaşımı göstermekte. Özellikle Batı kaynaklı haberlerde eşcinselliğin ve buna
gösterilen toleransın medeniyetin ve çağdaşlığın bir "gereği" olarak algılandığı görülüyor. Buradaki
gerek kelimesi önemli; zira eşcinsellik kendi başına olağan karşılanacak bir hal değil, ancak medeniyet
ve çağdaşlıkla beraber kabul edilmesi "gereken" bir şey. Dünya haberlerine gelen yorumlarda iki tür
yaklaşımdan söz etmek mümkün. Haberlere de sinen modernleşmeci, çağdaşlığa özlem duyan
yaklaşımın kerhen "hoşgördüğü" bir eşcinsellik anlayışı bunların ilki. Buna göre Batı ülkeleri o kadar
çağdaş ve demokratik ki, eşcinselliği "bile" tolere edebilmekte. Bir diğeri ise Batı’yı ahlaksızlık ve
yozlaşmayla özdeşleştiren muhafazakâr yaklaşım. Bu görüşü taşıyan yorumlarda da her türlü
"rezilliğin" görüldüğü Batı’da eşcinselliğin var olmasının da şaşırtıcı olmadığı ifade edilmekte.

Magazin haberleri arasında en sık kullanılan anahtar kelime lezbiyen. Bu haberlerin çoğunun
kahramanı kadınlar. Eşcinsel olan, olduğu iddia edilen, böyle bir rol oynayan ya da bu konuyla ilgili bir
açıklama yapan genelde güzel kadınların, hatta bir örnekte olduğu gibi transseksüellerin, çoğu dekolte
kıyafetli veya seksi pozlarının yer aldığı foto galeriler bu haberlerin yarısından fazlasına eşlik ediyor.
Böylelikle eşcinselliğe ilişkin bambaşka –ve diğer baskın yaklaşımlar göz önünde bulundurulunca
oldukça ikiyüzlü– bir yaklaşımla karşılaşıyoruz: Eşcinselliği bir fantezi unsuru olarak gören yaklaşımla.
Foto galerilerle ya da haberin başlığı ve metin içindeki ifadelerle okuyucunun cinselliği kışkırtıldığında
yorumlarda bu doğrultuda bir değişiklik gözlemleniyor ve kimi zaman gündelik hayatta kullanıldığında
pekala cinsel taciz olarak değerlendirilebilecek ifadeler kullanılıyor.

Okuyucu yorumları amaçlandığının veya zannedildiğinin aksine neredeyse hiçbir zaman haberi içerik
yahut biçim olarak değerlendirmeye yönelik değil. Okuyucuların (çok az sayıdaki istisnalar bir yana
konulursa) haberlere neredeyse hiçbir zaman eleştirel yaklaşmadığı görülüyor. Haberde yer alan
bütün veriler okuyucu tarafından doğru kabul edilmekte ve bu doğrultuda yorum yapılmakta. Habere

14
yönelmeyen eleştiriler ya habere konu olan duruma/kişiye yahut diğer yorumlara yönelmekte. Okuyucu
yorumları çerçevesinde yaratılan interaktivitenin haberci ile okur arasında olmaktan çok okurlar
arasında gerçekleşiyor. Bu anlamda yorumlar çerçevesinde bir tür kamusal alandan bile söz edilebilir.
Eşcinsellik bağlamında bir tür hak savunuculuğunun veya tam tersi bir eşcinsel karşıtlığının okur
yorumları üzerinden gerçekleştirildiğini –özellikle de konuyla bağlantılı hemen hemen her habere
yorum yapan bazı kullanıcılar düşünüldüğünde– gözlemledik.

Haberlerle yorumlar arasındaki ilişkide, tam bir korelasyondan bahsedilemese de, önemli bir paralellik
söz konusu. Yorumlar, haberin tonu, konusu, kullanılan başlık ve ifadeler, hatta haberin geldiği kaynak
ve altında yer aldığı başlığa göre değişiklik arz etmekte. Örneğin eşcinsellik ve bunun kamuya
açıklanmasının genellikle medeniyetle ilişkilendirildiği ve daha ılımlı yorumlar alan dünya haberlerinde
eğer haber eşcinsel ilişki teklifiyle ilgili ise olumsuz yorumlar ağırlık kazanmakta. Haber metninde
kullanılan dil ve ton sertleştiğinde yorumlar da sertleşmekte, suç ve şiddetle ilişkili gündem
haberlerinde olumsuz yorumların sayısı artmakta. Aynı konuyla ilgili ve neredeyse birbirinin aynısı
haberlerde başlık değiştiğinde gelen yorumların niteliği de buna uygun olarak değişmekte. Fakat
burada bir başka faktörden de bahsedilebilir. Özellikle haberin yer aldığı bölüme göre yorumlarda
görülen değişikliklerde haberin yorumu etkilemesinin yanı sıra gazeteyi internet üzerinden takip
etmenin doğurduğu yeni okuyuculuk tipinin de etkili olduğunu düşünüyoruz. Yani dünya haberine farklı
gündem haberine farklı yorum yapan insanların var olması kadar, dünya haberlerini okuyup yorum
yapan ve gündem haberlerini okuyup yorum yapan farklı okur profillerinden kaynaklanan bir farklılığın
söz konusu olması da muhtemel.

Çalışmamızda yer alan çok sayıdaki örnekte de görüldüğü gibi LGBTT kişilerin toplumsal alanda
uğradıkları ayrımcılık medyada da kendini göstermekte, üstelik bu haliyle medya toplumdaki
ayrımcılığı yeniden üreten bir unsur haline gelmekte. Heteroseksüelliği bir toplumsal norm olarak kabul
etme eğilimi, aşağılamadan hoşgörüye, lanetlemeden alaya uzanan bir çeşitlilik gösterse de medyada
esas itibariyle değişmeden muhafaza ediyor. Dünyadaki pek çok örneği gibi Türkiye’deki etik kodlara
da aykırı olan bu durumun salt gazetecilik alanında yürütülecek bir çabayla ya da bu tür ahlaki ilkelerle
değişebilmesi de zor görünmektedir; zira sorun basitçe bir gazetecilik meselesi değil, toplumda
kökleşmiş bir anlayışın ürünüdür. Buna karşı toplumsal cinsiyetin toplumsal hayatın örgütlenmesinde
merkezi bir konuma sahip olmadığı bir toplum anlayışını örgütlemek gerekir. Bunun için, başta
lezbiyen/gey özgürlük hareketine ve kadın hareketine büyük iş düşmektedir. Mücadele alanlarının en
önemlilerinden birinin de medya olduğu düşünülürse, Türkiye’de yeni yeni örgütlenmeye başlanan
lezbiyen/gey örgütlerinin ve kadın hareketinin hâlihazırdaki medyayı izlemeye dönük girişimleri bu
açıdan olumludur ve desteklenmesi gerekir. Fakat ayrımcılığın temelleri çok daha derindedir ve bunun
aşılması için toplumun her kesiminde ve çok farklı alanlarda uğraş vermek gerekmektedir.
Unutulmaması gerekir ki, özgür rızaya dayalı ve katılan tüm taraflara mutluluk veren cinsel aktivitenin
başka bir meşruiyet kaynağına ihtiyacı yoktur.

Kaynakça

BİLGİN, Nuri, Sosyal Bilimlerde İçerik Analizi Teknikler ve Örnek Çalışmalar, Siyasal Kitabevi, Ankara,
2006.

FOUCAULT, Michel, Histoire de la Sexualité: Le souci de soi, Gallimard, Paris, 1984.

HASLAM Nick, LEVY Sheri R. « Essentialist Beliefs About Homosexuality: Structure and Implications
for Prejudice », in Personality and Social Psychology Bulletin, Vol. 32, No. 4, Nisan 2006.

MONDIMORE, Francis Mark, Eşcinselliğin Doğal Tarihi, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1999.

TUCKER, Edmon W., POTOCKY-TRİPODI, Miriam, Changing Hetero-sexuals’ Attitudes Toward


Homosexuals: A Systematic Review of the Empirical Literature, Research on Social Work Practice,
Vol. 16, No. 2, 2006.

Dördüncü Enternasyonal XV. Dünya Kongresi Kararları, Direnişler, Yazın Yayıncılık, İstanbul 2005.

Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi,


http://www.tgc.org.tr/bildirge.html

15
Medya ve Toplumsal Katılım Araştırması,
http://www.britishcouncil.org/tr/turkey-society-media-development-research. htm

http://www.hurriyet.com.tr

DİPNOTLAR

1 MONDIMORE, Francis Mark, Eşcinselliğin Doğal Tarihi, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1999, s.
25.
2 MONDIMORE, Francis Mark, Eşcinselliğin Doğal Tarihi, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1999, s.
30.
3 HASLAM Nick, LEVY Sheri R. « Essentialist Beliefs About Homosexuality : Structure and
Implications for Prejudice », in Personality and Social Psychology Bulletin, Vol. 32, No. 4,
Nisan 2006, s. 471-485 (s. 472).
4 MONDIMORE, Francis Mark, age, s. 45-46.
5 HASLAM Nick, LEVY Sheri R., agm., s. 472.
6 Dördüncü Enternasyonal XV. Dünya Kongresi Kararları, Direnişler, Yazın Yayıncılık, İstanbul
2005, s. 143.
7 Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi E Bendi 3. Madde.
8 Cümledeki bozukluk haberin kendisinde bulunduğu için değiştirilmeden korunmuştur.

I. OTURUM

Tartışma ve Değerlendirme

Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver:


Şimdi 3 bildirimizle ilgili olarak sorularınızı veya katkılarınızı alabilirim.
Buyurun Hocam...

Prof. Dr. Haluk Gürgen:


Teşekkür ederim efendim öncelikle, ben ilk bildiriyi sunan arkadaşlarıma bazı sorularım olacak.
Üçüncü sayfalardaki eşcinsellerin konu edildiği haberlerle ilgili bir kategorileştirme yaptınız mı? Çünkü
üçüncü sayfada eşcinsellerle ilgili haberler kendi alt konularıyla yer alıyor. Sözgelimi, ya travesti
cinayetleri söz konusu oluyor; yani fuhuş yaparken polisle bir çatışmaya giriliyor, polis kovalıyor, onlar
polisi kovalıyorlar, bu bir haber oluyor, ya da travesti öldürülüyor bu bir haber oluyor. Gay
diyebileceğimiz bir kişi evinde bir başka kişi tarafından cinsel ilişkiye zorladığı için öldürülüyor, ya da
Bursa’daki haberlerde olduğu gibi bir lezbiyen başı örtülü bir şekilde bir gay örgütlenmenin içerisinde
yer aldığı ve de enteresan bulunduğu için üçüncü sayfaya girebiliyor. Bir diğer şekilde de üçüncü
sayfada değil ama birinci sayfada yer alabiliyor. Bundan birkaç hafta önce karşımıza çıktı; batı
ülkelerinden birinin gay belediye başkanı geliyor. Bu durum, Avrupa Birliğine aday bir ülke olarak
Türkiye’de de demokratikleşmenin, Avrupalılaşmanın bir göstergesi olabilir mi tartışmasıyla haber
gazeteye birinci sayfadan giriyor. Dolayısıyla öncelikle merak ettiğim siz bu kategorileştirmeyi yaptınız
mı? Dolayısıyla neleri üçüncü sayfada değerlendirmeye aldınız? İkinci bir noktada şu; haberleri
olumlu, olumsuz yaklaşımlar başlığı altında değerlendirdiniz. Bunun kriterlerini nasıl koydunuz? Teorik
bölümde anlattığınız eşcinselliğin biyolojik kökenleri ya da kültürel, yapısalcı kökenlerine göre ele
alınışı bağlamında mı olumlu, olumsuz olarak sınıfladınız? Dini açıklamalar bağlamında da neyi
sorguladığınızı doğrusu çok iyi anlayamadım, onu da bir açıklarsanız sevinirim. Bir de tabii bütün
bunları yaparken hangi bilimsel yöntemi kullandınız, yani söylem analizini mi yoksa içerik analizini mi
kullandınız?

Ar. Gör. İdil Engindeniz Şahan:


Öncelikle kategorilerden bahsedelim. Biz üçüncü sayfa haberi derken gerçekten Hürriyet gazetesinin
üçüncü sayfasında yer alan, şiddet, suç gibi unsurlara sahip olan haberlerin peşindeydik araştırmanın
başında. Ama belirlediğimiz dönem içinde, bu tarz haberlerle çok fazla karşılaşmadık, dolayısıyla

16
kategorilendirme fazla zengin olmadı. Eşcinsel cinayeti, gasp sonucu ve gaspla ilgili birer haberimiz
vardı; eşcinsel cinayeti ve hak arama ile ilgili haberler birbirinin içine geçmişti. Travesti cinayeti
verilirken özellikle Bursa’daki haberler doğrultusunda hak arama kısmı ön plandaydı. Daha çok basın
açıklamalarından gidilmekteydi. Örneğin dernek başkanı çıkıp "iş ve işçi bulmaya başvuran
arkadaşımız öldürüldü" gibi bir takım açıklamalarda bulunmaktaydı. Dolayısıyla travesti cinayetine
bağlı olarak hak arama kısmı daha ön plandaydı haberlerde. Bunun dışında olumlu, olumsuzu nasıl
ayırdık? Özcü yaklaşımda bahsettiğimizde bildirinin başında bunun iki şeye yol açabileceğini
söylemiştik; hem bir "hoşgörüye" yol açabiliyordu, hem de sert bir önyargıya. Yani bu değişmeyen bir
şeydir. Daha sert yorumlara yol açıyordu. Dolayısıyla sadece özcü yaklaşımların olumlu kısmına
baktık ona göre değerlendirdik diyemeyiz. Yani bir kere zaten şunu eksik bıraktık: Olumlu dediğimiz,
olumlu olarak aktardığımız olumluluk da eşcinselliği "bunlar da insanlardır, bırakın onlar da yaşasınlar"
noktasında gören bir olumluluk. Dolayısıyla bunun ne kadar olumlu ya da olumsuz olduğu tartışılacak
bir şey. Ama örnek vermek gerekirse haberlerdeki şu tarz ifadeler ve şu tarz yorumlar bizim için
olumsuzdu: Özcü yaklaşıma sahip olmasına karşın, "eşcinsellik asla tercih meselesinden ibaret değil,
büyük bir sapkınlık ve asla taviz verilmemeli" diyenler, "vücudunda kusur olanlara hiçbir şey diyemem
ama kendi gerçeğini inkar edip de cinsiyetini değiştirenlere asla tahammül edemem" diyenler, "alayının
psikolojisi bozuk ve tedavi edilmeliler, siz erkeksiniz" ifadelerine yer verenler ve benzerleri.

Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver:


Çok özür dilerim o bağlamda, belki olumlu ya da olumsuz yerine hoşgörülü ya da hoşgörüsüz gibi bir
kategori tercih edilebilir, en azından yazıya aktarırken değil mi ? Tabii yanlış anlamadıysam, çünkü
örnek de biraz onu sergiliyor gibi, doğru muyum Haluk hocam?...

Ar. Gör. Mutlucan Şahan:


Yok pek öyle değil, az önce açıklamış olduğumu zannediyorum, o yüzden müdahale etmeden
yapamayacağım, belki ben yeterince açıklayamadım. Olumsuz haberleri ben 3 genel kategori altında
değerlendirmiştim. Yani bu aslında biraz sorunuzun cevabı olacak. Birincisi kişisel demiştim, ikincisi
toplumsal nedenler, üçüncüsü alay. Yani burada ilk iki kategori düzeyi diyelim eşcinselliği bir problem
olarak ele alıyor. Yani öncelikle kriterimiz bu, eşcinsellik problem olarak kabul ediliyor mu, yani buna
ne kadar hoşgörülü yaklaşıyor? Eşcinselliği bir problem olarak kabul ettiği andan itibaren olumsuzdur
bize göre. Söylediğim gibi bu olumsuzluk iki şekilde ortaya konabiliyor: İlkinde "Bunlar sapık"tan
başlayıp "keşke böyle olmasa"lara kadar uzanan yelpazede bunun kişisel problem olarak ortaya
konması söz konusu. İkincisi, çeşitli toplumsal nedenler bağlamında yani yeterince eğitilmiş olmamak,
yeterince müreffeh olmamak gibi ya da sosyal devletin görevini yerine getirememesi gibi nedenlerle o
kişinin doğrudan sebep olmadığı nedenlerden dolayı onun bir şekilde eşcinsel olması ve mağdur
olması durumu söz konusu. Bu ikincisinde bir hoşgörü var, ama hiç olumlu değil eşcinsellik açısından
bakarsak. Üçüncüsü de ise, yine söylemiştim bunu da, haberin alay içermesi. Burada doğrudan cinsel
gönderme içeren bir alay söz konusu. Bunu da olumsuz kapsamına aldık. Yani bu 3 kriter önemli. Neyi
olumlu olarak gördüğümüz konusunda az önce İdil’in de söylediği gibi "eşcinsellik çok mükemmeldir",
"en doğru cinsel ilişki biçimi ya da toplumsal hayat biçimi eşcinselliktir" diye bir yorum zaten yok.
Herhalde böyle bir beklentimiz de olamazdı.

Ama bunu norm olarak kabul edip etmemek bir kriterdir. Yani ben heteroseksüelliği bir norm olarak
kabul etmiyorum. Herkesin sayısal olarak şöyle ya da böyle olması bunun bir toplumsal norm olduğu
anlamına gelmiyor. Eşcinselliği yahut heteroseksüelliği bir toplumsal norm olarak alıp almamak bizim
hareket noktamız. Olumlu yaklaşım, olumsuz yaklaşım, hoşgörü ya da hoşgörüsüzlük noktada
kurgulanıyor. Burada temel kriterimiz heteroseksüalizm ya da heteronormizm.

Doç. Dr. Nilgün Tutal Cheviron:


İletişim Fakültesi, Galatasaray Üniversitesi’nde çalışıyorum. Tebrik ediyoruz iki arkadaşımızı da bence
gerçekten iyi bir araştırma olmuş, yalnız Haluk Hoca’nın söylemeye çalıştığı şey, tutumsal olarak
eşcinselliğe hoşgörülü, hoşgörüsüz ya da olumlu, olumsuz yaklaşmanın ötesinde siz bu olumlu ya da
olumsuzluğu hangi araştırma kategorilerine göre belirlediniz şeklinde bir soru sanırım? Hani vardır
araştırmanın ampirik kısmını gereçekleştirirken şu cümleyi ya da şu sözcüğü gördüğümüzde bunları
olumsuz kabul edeceğiz türden ön belirlememeler; örneğin buna göre mi ‘eşcinsellik işte bir
sapkınlıktır’ı gördüğünüzde bunun olumsuz bir tutum takınmak olduğuna karar verdiniz; bu tür bir
açıklamaya belki gerek duymadınız, biraz önce söylediğiniz gibi sadece kendi anlayışınız dahilinde,
gerçekten de heteroseksüellik bir norm olarak kurulmuştur önermesine dayanarak eşcinselliğe olumlu
ya da olumsuz yaklaşılmış yönündeki kararları aldınız galiba. Genel itibariyle tebrik ediyorum, güzel bir
araştırma güzel bir sunuş oldu, benim başka bir sorum olacak:

17
Bu cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımı konusunda, en son Luce Irigaray'ın bir kitabını çevirdim ve
ona bir sunuş yazdım Doğu ve Batı Arasında Tikellikten Topluluğa Doğru. Irigaray'ın –bilmiyorum ne
kadar savunuluyor, belki özel bir şey söyleyeceğim ama– söylediği şu: Tüm toplumlardaki
eşitsizliklerin en radikali, en radikal eşitsizlik biçimi kadın erkek eşitsizliğidir. O, kadın ile erkek
arasındaki farklılığı en radikal farklılık ve ötekilik biçimi olarak tanımlar. Ve bunu tüm yapıtlarında ön
plana çıkartır.
Şimdi buradan yola çıktığımızda özellikle Foucault’nun cinsiyet rejimi, düzeni dediği şeye yeniden
dayanarak yapılan kavramsallaştırmalar tamamen feminizmin altını oyuyor, buna ne diyorsunuz?
Politik olarak, felsefi olarak, kavram olarak bir yerde bir şey aranıyor, ama kadın erkek eşitsizliğinin
çözülmediği, kadın erkek farklılığının kabul edilmediği, feministim demenin bile ayıp olduğu, hala
çekimserlikle karşılandığı, çekinceli görüldüğü, Batı’da da böyle Türkiye’de böyle. Hatta Türkiye’de
biraz daha fazla böyle. Bu kavramsal demokratikliği, demokrasiyi nasıl açıklamak gerektiğini
bilmiyorum. Siz sonuçta yine gidiyorsunuz bakıyorsunuz, baktığınız yerde gördüğünüz şey kadınlar
kurbanken neredeyse toplumun celladı haline dönüştürülüyorlar. Bizim burada etik olarak yapmamız
gereken şey nedir? Şu an Judits Butler'ın kavramsal olarak önerdiği şey, gördüğüm kadarıyla,
felsefecilerden özellikle kadın felsefecilerden feministlere kadar hemen herkesin hoşuna gitmeye
başlamış. Bu hoşa gidilen yerde bunun politik içerimleri üzerine düşünmek gerekmez mi? Çünkü
Butler'ın söylediği şey, bir ilk kadını öteki olarak, öteki cinsiyet olarak belirleyen erkek yoktur. Kadınlık
ve erkeklik olan şeyi biz toplumsal olarak inşa ettik zaten. Peki olmayan şey toplumsal olarak bu kadar
aşikar ise yani bu idealar düzeninde olmayan şey, olgusal düzeyde bu kadar aşikarken biz bu
kavramsal çatışmayı nasıl çözebiliriz? O kavramsal çerçeveden çıkıp da burada yine kadının
bedeniyle, oluşuyla, bütün toplumsal rolleriyle hep bir cinsin olumsuzu gibi görüldüğü bir yerde artık bu
durumu çözmenin bir yolu var mı, bilmiyorum. Bu kavramsal karmaşa gözünüze battı mı? Çünkü bana
battı ve çok üzüldüm. Şöyle üzüldüm; üniversitemizden Zeynep Direk’in editörlüğünü yaptığı güzel bir
kitap çıktı, hemen herkes var; ancak cinsiyetli olmayı 60’lardan günümüze getiren ve bunun ne kadar
önemli olduğunu söyleyen Irigaray yok o kitapta mesela. Yani bu söylemsel alanlardan dışlanmayı
dolayısıyla söylemin düzenini eğer biraz okumuş isek, bu söylemin kendi içinde kurduğu egemenliğin
içinden kalkıp da kadın, ötekilik ve ezilmişlik konularına nasıl bakılması gerektiğini biraz sorgulamamız
gerektiğini düşünüyorum siz bu sorgulamada neredesiniz?

Burcu Şimşek:
Bu bildiri kapsamında çok kısıtlı bir sunum yapabildik. İki aşamalı olarak cevap vermek isterim ben,
Butler feminizmin altını oyuyor, çok net bir şekilde oyuyor. Yani bu konuda herhangi bir çekincem yok,
katılıyorum. Hatta Peter Osburn’e eleştirel bakışta yer alan röportajında bu soru yöneltiliyor ona ve
diyor ki, sizin en büyük çatışmanız feministlerle. Feministler sizin söylediklerinize karşı çıkıyorlar, şimdi
tabii Bustlar’ın bunu nerden söylediği de ilişkili ona gelen en temel eleştiri, bedeni yok saymak.
Özellikle Irigaray ve Kristeva’yı gözönüne aldığımız zaman beden çok çok önemli. Ve Butler’ın bedeni
yok sayması ve tamamen kültürel inşa üstünden bir takım şeyleri kurgulaması en büyük eleştiri onun
üstüne zaten. "Bodys is that matter"ı yazıyor, ve aslında dikkat çekmek istediği şey bedenin yok
sayılması değil. Bu inşaanın, toplumsal cinsiyet kavramının kendisinin de o erillik dişi bedenden
kadınlık ve erkeklik olduğuna geldiğini ifade ediyor, benim kısaca değinmeye çalıştığım oydu. Benim
Butler’la olan bağlantım sergileme, yani performans üstünden. Çünkü Butler cinsiyetin ya da toplumsal
cinsiyetin en temel savlarından birinin sergileme (performatif) olduğunu söyler ki bizim bunu
söyleyebilmemiz için zaten çok daha derinlemesine bir şey yapıyor olmamız lazım. Yani o
performatiflere böyle bir çalışmada ya da bir medya bağlamında bakabilmek için daha kapsamlı bir
çalışma yapmak lazım. Ama Butler’ın farklı açılımlar sunabileceğini düşünüyorum, feminist çalışmalara
ve dil üstünden toplumsal cinsiyetin sergilendiğine dair...

Emrah Boztepe:
İletişim fakültesi öğrencisiyim. Burcu Şimşek’e bir sorum olacak, daha doğrusu sunumuyla ilgili bir
yorumda bulunacağım. Eksik olan bir nokta vardı bence. Eğer sunumu erkeklerin başına gelenlerle
ilgili üçüncü sayfa haberleriyle ilgili örneklerle de destekleseydiniz daha hoş olabilirdi. Kadınların
üçüncü sayfa haberlerinde mağdurken suçlu duruma düştüğünü, öyle gösterildiğini söylediniz.
Erkekler gösterilmiyor mu? Bir de annelik vurgusu yapıldığını söylediniz, erkeklere babalık vurgusu
yapılmıyor mu üçüncü sayfa haberlerinde? Belki bununla ilgili de küçük bir araştırma yapılıp işte o 10
örneğe çok benzer ve erkeklerin başına gelmiş örnekler görsek daha iyi olabilirdi.

Burcu Şimşek:

18
Katkınız için çok teşekkürler. Bildirinin başında sadece kadınlık üstünden gideceğimizi, yani o
dikotominin sadece bir ayağının daha kapsamlı bir araştırmanın ilk aşaması olduğunu ifade etmiştim.
O bakımdan çalışmanın kendi içimde bir akışı ve tutarlılığı olduğunu düşünüyorum. Ama erkeklik zaten
bu söylediğiniz toplumsal cinsiyet konusu konuşulurken aynı şekilde diğer taraf. Özellikle feminist
çalışmalara baktığımız zaman erkekliğin çalışılması da çok önemli. Bu egemen söylemin nasıl
kurulduğuna dair temel veriyi zaten bize erkeklik üzerine yapılan çalışmalar veriyor.

Emrah Boztepe:
Yalnız sunumunuzun temel amacı sonuçta kadınlara üçüncü sayfa haberlerinde daha farklı
yaklaşıldığı yönünde değil mi?

Burcu Şimşek:
Kadınların temsili nedir üçüncü sayfada?

Doç. Dr. Nilgün Tutal Cheviron:


Yeni bir araştırma yapıldı, şu an kadınlara karşı şiddet konusunda biliyorsunuz, Türkiye’de her 3
kadından 2’si şiddete maruz kalıyor, aynı şeyi erkekler için söylemek mümkün değil tabii. İçinde
yaşadığımız toplum ağır bir şiddet toplumu olduğu için onların da maruz kaldığı şiddetler var ama,
erkekler nedendir bilinmez kadınları dövüyorlar; çok kötü dövülen kadınlar dövüldükleri için medyaya
haber oluyorlar. Erkekler dövüyor, toplum da bunların haberlerini okuyor. Bu haberlere ve fotoğraflara
bakanlar bunlardan haz alıyor. Üçüncü sayfanın hazzından belki bugün ileriki saatlerde söz edilecektir.

Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver:


Nilgün hocamızın da söylediğinin devamı olarak şunu belirteyim: Erkeklik çalışmaları özellikle son
birkaç yıldır, son 10 yıldır falan hızla gelişmeye başladı. Genelde "gender studies" dediğimizde yani
toplumsal cinsiyet araştırmaları, belki bunlar "gender" falan değil, feminist araştırmalardır: Her şeyin bir
adı olmalı, ya da adı açıkça söylenmeli. Hele de burada salt ad değil, kavramlar söz konusu. Elbette
kavramlar da çok tartışmalı ama belki onun yeri burası değil –her ne kadar başladıysak da–. Diyelim ki
genel kabulüyle toplumsal cinsiyet araştırmaları sadece kadın araştırmalarını kapsamıyor çok doğal
olarak erkeklik üzerine araştırmaları, eşcinsellik, travestilik vs. üzerine araştırmaları hatta "queer
studies" diye tuhaflık, acayiplik her türlü acayip hatta, marjinal vs. kişileri kapsayan bir yere gidiyor.
Nilgün hocanın söylediği doğru, aynı doğrultuda ben bir tek örnek vereyim; üçüncü sayfada tabii adli
olayların hikayeleştirilmesi başlı başına bir olgu ve bunun başka bağlamlarda da ele alınması şüphesiz
şart. Ama şöyle bir şey var, üçüncü sayfada, şu ya da bu şekilde öldürülmüş herhangi bir adamın,
burada gösterilen medyum ve bar sahibi kadının haberinde olduğu gibi kullanılmış fotoğrafını hatırlıyor
musunuz? Peki siz herhangi bir şekilde, herhangi bir nedenle öldürülen herhangi bir adamın böyle
mayolu veya dekolte fotoğrafını gördünüz mü? Türk basınının biliyorsunuz dünyaya hediyesidir arka
sayfa güzeli kavramı, herhangi bir adli olayda yer alan bir erkeğin böyle arka sayfa güzeline
dönüştürülmüş bir fotoğrafının kullanıldığını hiç gördünüz mü? Muhakkak bunun da araştırmasını
yapmak lazım ama yok böyle bir fotoğraf. Başka bir örnek vereyim; Gamze Özçelik tecavüze
uğradığında veya Hülya Avşar boşandığında… Genellikle bir kadın, ünlü bir kadın eşinden boşanır,
ünlü bir adam eşinden boşanır. Kaya Çilingiroğlu da ünlü bir adam, niçin biz onun şöyle dekolteli
küçük slipli bir fotoğrafını görmüyoruz da Hülya Avşar eşinden boşanırken yanına mümkünse sahnede
çekilmiş, sahne kıyafetiyle dolayısıyla oldukça dekolte fotoğrafını görüyoruz ? Hal böyle olunca
yanlışsınız demek istemiyorum, tabii ki ona da bakmak lazım, hiç şüphe yok ama orada belki üçümüz
(Nilgün hocanın dediği, arkadaşımızın sunumuyla bağlantılı olarak) şunu dile getiriyor olabiliriz: Deyim
yerindeyse bizim yakalayacak o kadar uzun bir rötarımız ve haksızlık dönemimiz var ki, bırakın biz
kadın temsilleriyle başlayalım, buyrun siz de erkeklik temsillerini bize eklemlenerek ya da katkınızı
sağlayarak geliştirebilirsiniz.
Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper:
Merhaba, ben de Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesiyim. Ben öncelikle bütün
katılımcılara teşekkür ediyorum, katkıları için. Sorum Mutlucan ve İdil’e. Tabii bahsettiler ama
geliştirmeye fırsatları olmadı sınırları çerçevesinde. Lezbiyen, gay, biseksüel, travesti, transeksüel
şeklinde bütüncül bir kategori olarak sunulan bu farklı cinsel kimliklerin ya da tercihlerin kendi içlerinde
hoşgörü konusunda bir fark var mıydı? Çünkü başlangıçta en azından tarihsel gelişiminden
bahsederken, böyle bir toplumsal sınıflama olduğunu söylemişti İdil; lezbiyenlere olan toplumsal
hoşgörünün daha az olduğu şeklinde. Bunu haberlerde de, haberlerin sunumunda da görebildiniz mi,
onu sormak istedim?

Ar. Gör. Mutlucan Şahan:

19
Sunum sırasında onu es geçmişiz, pek çok diğer notumuz gibi. Şöyle bir gözlemimiz var, sayılara da
dökülmüş durumda. Özellikle transeksüel ve travestilerle ilgili haberler, doğrudan şiddet içeren
genelde de cinayet, gasp vs. gibi ağır suçların konu edildiği üçüncü sayfa haberleriyle ilgili. Gelen
yorumlar da haberin dili de buna paralel olarak ve yahut belki bundan da bağımsız olarak çok daha
hoşgörüsüz, çok daha olumsuz. Mesela ucube gibi sıfatlar kullanılabiliyor. Buna mukabil mesela
lezbiyen kelimesiyle arattığımız zaman haberleri, bunların daha ziyade magazin haberleri olduğunu
görüyoruz. Tam da Foucault’dan alıntılıyarak, cinselliğin kışkırtılması örneğinde söylediği gibi, bir
anlamda lezbiyenliğin de bir tür cinsel obje haline getirilmesi, bu tür çağrışımlar, imalar içeren haberler
olduğu söylenebilir. Daha ziyade magazin haberleri özellikle de ünlülerin lezbiyenlikleriyle ilgili iddialar
yahut onların bu suçlamayı yalanlaması şeklinde haberler göze çarpıyor.

Ar. Gör. İdil Engindeniz Şahan:


Burada şöyle bir şey ortaya çıkıyor: Mesela, Türkiye’de ünlü olan insanlarla ilgili lezbiyenlikleriyle ilgili
ya da biseksüellikleriyle ilgili haber yapıldığında bu bir suçlama olarak sunuluyor. "Bu gibi
dedikodulara, iddialara, yakıştırmalara, suçlamalara ne diyorsunuz?" şeklinde. Ama yurt dışına
çıktığımızda, mesela bir dönem Angelina Jolie’nin bir takım açıklamaları var ve başka ünlülerle ilgili de.
Dünya sahnesinde gördüğümüz bir haberde işte, eşcinsellik, lezbiyenlik bir anlamda başarıyla da
ilişkilendiriliyor. Başarılı lezbiyen komedyen bilmem kim ya da eşcinselliğini açıklayan Alman parti
başkanı filan gibi şeylerle anılabiliyor bu konu. Aynı şekilde Angelina Jolie’den bahsedilirken de dilin
yumuşadığını görüyoruz. Bir kere doğrudan lezbiyen denmiyor, çoğunlukla "daha farklı cinsel tercihleri
olduğunu söyleyen" deniyor. Bunun dışında yine onunla ilgili başka bir haberde Brad Pitt’in eski eşi
Jennifer Aniston ve Angelina Jolie karşılaştırılıyor; Jennifer Aniston düzenli, sıkıcı olarak nitelenirken,
Angelina Jolie çılgın, sıra dışı, tutkulu insanların tercihi olarak sunuluyor. Yurtiçi ve yurtdışına
baktığınızda aynı kavram sözkonusu olsa bile bunlar arasında bir fark var.

Ar. Gör. Mutlucan Şahan:


Gay ve eşcinsel kelimelerinin geçtiği haberler de daha ziyade dünya haberleri ve yurt dışı kaynaklı
haberler. İdil’in de dediği gibi çeşitli başarı öyküleri falan da var. Mesela dünyanın en zengin kadınları
listesi yapıyorlar, o haberde geçiyor lezbiyen kelimesi. Daha başka eşcinsel bağlantılı kelime de yok
haberin içinde. Orada da "ünlü lezbiyen komedyen"in –yani herhalde komik olmasının nedeni lezbiyen
olması değil kadının– ne kadar zengin ve başarılı olduğu vurgulanıyor zaten.

Ar. Gör. İdil Engindeniz Şahan:


Özellikle travesti ve transeksüellerle ilgili haberlerde son derece hoşgörüsüz bir tavır, daha sert ve
alaycı bir üslup dikkatimizi çekti.

Ar. Gör. Mutlucan Şahan:


"Su testisi su yolunda kırılır" şeklindeki anlayışın çeşitli versiyonları diyebiliriz. "Marjinal yaşamın
sonucu budur zaten" gibi genel yorumlar bu şekilde. Sizin de dediğiniz gibi, pek çok doğu toplumu gibi
Türk toplumu da homo erotik geleneği olan bir kültürden geliyor diyebiliriz. Türkçe’de eşcinsellik
bağlantılı bu kadar çok küfür olması bunun bizim kültürümüze hiç yabancı olmadığını gösteriyor. Ama
genel olarak mesela o kelimelerin analizi yapılmalı. Hangi bağlamda kullanılırlar? Öncelikle aktif
eşcinsellikle pasif eşcinsellik arasında keskin bir ayrımın geleneksel olarak yapıldığı tesbiti yapılabilir
tıpkı Antik Yunan’daki eşcinsellik algısına benzer bir şekilde. Belki de o geleneği sürdürdüğümüz için
Bizans yoluyla. Şu an algıladığımız cinsel normlar, toplumsal nomlar belirli bir toplumsal biçimin,
üretim ilişkilerinin vs. sonucu. Cinsel prototipler ve eşcinsel prototipi de 19. yy. sonlarına doğru
kapitalizmle olgunlaşıyor. Yani bu anlamda bugün Türkiye’deki eşcinsellik algısının da Türkiye
modernleşmesiyle koşut bir biçimde değiştiğini dönüştüğünü söyleyebiliriz. Modern toplumun cinsel
kalıntılarını tabii ki merkez ülkelerden daha büyük bir hızla kabul eden bir ülke olduğumuzu, genel
olarak cinselliğe, heteroseksüelliğe, eşcinselliğe bakışımızın bu karmaşık ve biraz da hızlandırılmış
süreçle çok alakalı olduğunu düşünüyorum.

Ar. Gör. İdil Engindeniz Şahan:


Üçüncü sayfa haberleri dışında da her ne olursa olsun, dünya haberlerinde de magazin haberlerinde
de son derece müstehzi bir ifade var. Bir de bizim dikkatimizi şu çekti demokrasiyle, modenlikle son
derece ilişkilendiriliyor eşcinselliğin savunulması. Ama bilinçsiz ve temelsiz bir ilişkilendirme bu.
"Tedavi olmaları lazım, bu insanlar hastalar, çağdaş toplumlarda bunlar tedavi edilir" gibi yorumların
altında şu yatıyor; "ne tedavisi atın eski zindanlara çürüsün gitsinler, bunlara sahip çıkmak mıdır
çağdaş olmak? Kalsın, ben ilkel olmayı tercih ederim". İlkellik, modernlik, çağdaşlık, demokrasi,
demokrasi yanlısı olma olmama gibi bir takım ayrımlar oluyor kendi içinde. Ama yine de neticede bu

20
insanlar, internete erişimi olan, internet kullanımını bilen, bir gazeteye yorum yapacak kadar ilgilenen
insanlar. En azından belirli bir eğitim seviyesinde olmaları lazım, bir bilgisayar okur yazarlığına sahip
olmaları lazım.

Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver:


Eğitim şart olmakla birlikte tek başına bir şey ifade etmiyormuş arkadaşlar, özellikle bütün bu
sorgulamalarımız gibi bu alanda yapılacak çok net araştırmalara ihtiyacımız var, hele de eşcinsellik ya
da cinsel yönelimler gibi genel bir araştırmanın gerçek etnografik, sosyolojik, psikolojik, sosyal
psikolojik yaklaşımlarla, saha çalışmalarıyla irdelenebilmesi gerekir. Gerçi bazı pazarlama
araştırmacısı arkadaşlarımızın arada bir "Türkiye’nin Hyde raporu" gibi sundukları anket çalışmaları
var da… bunlar (gerçi onların da eline sağlık ama) bizim için yeterli olmaz. Özetle bu alanda bilimsel
araştırmaları geliştirmek gerekecek

Ar. Gör. Mutlucan Şahan:


Gene notlarımız arasında vardı, gözden kaçmış. Özellikle okuyucu yorumları geniş bir çalışmayı hak
ediyor. Biz çok fazla giremedik o konuya vaktimiz sınırlı olduğu için. Mesela herkes bir iki yorum
yaparken nerdeyse bu konulardaki tüm haberlere çok sayıda yorum yazan insanlar var. Buradan şunu
görüyoruz; kimi insanlar eşcinsel hareketin savunuculuğunu, aktivizmini bir tür bu yorumlar vasıtasıyla
yerine getiriyor. Yani görüşlerin, fikirlerin ifade edildiği her ortam gibi, her kamusal alan gibi bu
yorumların da bir mücadele alanı haline geldiğini tespit etmek mümkün.

Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver:


Efendim dolu dolu bir sabah oturumuydu, hem sunuş yapan değerli arkadaşlarımıza hem de salondaki
katılımcılara teşekkür ediyoruz.

II. OTURUM

Tartışma ve Değerlendirme

Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper:


Değerli konuşmacıların sunumları için her birine çok teşekkür ediyorum ve varsa sorularınızı rica
ediyorum.

Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver:


Benim sorum aslında zannedersem belki İncilay ve Hakan hocalar dışında diğer konuklara yönelik
olacak. Onlar dışında dedim, hatta yönelteceğim soru belki de biraz onların çalışmasını doğrulayıcı ya
da o çalışmayı hatırlatıcı nitelikte olabilir. Çünkü özellikle de üçüncü sayfa haberlerinde Kıbrıs’ta olsun,
Türkiye’de olsun veya yoksullukla ilintili olsun, her halükarda kişiselleştirme etrafında dönen bir
sorgulama ya da sorunsallaştırma söz konusuydu doğru anlayabildiysem. Bunun tek başına bir sorun
yarattığını söylemeyeceğim ama sadece kişiselleştirme olarak altını çizersek bunun (çünkü elbette siz
sunuşlarınızda eklediniz bağlam bilgisinin olmaması, ardalan bilgisinin olmaması yani bizim "bağlama
oturtma" dediğimiz bir işlemden geçirilmemiş olması ya da Fransız dilbilim ekolünün kullandığı
anlamıyla bir söylem analizi yapılmamış olmasından dolayı kişiselleştirme belki sunumlarınızda çok
rahatsız edici değildi ama) bu durum beni bu gözlükle bakınca biraz rahatsız etti. Neden derseniz?
Bizler, "özel olan siyasaldır" sloganından geliyoruz, kişisel olandan hareketle çok daha genele, çok
daha sosyolojik olana, çok daha sınıfsala, çok daha ekonomik olana gitmemiz her zaman için
mümkündür, yani haberde kişiselleştirme tek başına bir sorun olabilir mi sorusunu yöneltmek
istiyorum. Çünkü diğer öğeleri bağlamına oturtma, yeterince çözümleyebilme, arka planını verebilme
gibi koşulları yerine getirdiği taktirde ne gibi bir sakıncası olabilir kişiselleştirmenin? Hatta tam tersi
geçerlidir bile diyebiliriz, çünkü dünya giderek özellikle de iletişim araştırmalarında özel alan sosyolojisi
ya da özel hayat sosyolojisi dediğimiz yere giderken, değerli hocalarımızın projelerinde de sundukları
gibi ev içlerine gidip biz insanların ne yaptıklarını gözlemeye başlamışken (ki tabii orada amacımız
Ahmet Bey’in ya da Fatma Hanım’ın özel hayatı, mahremiyetine ilişkin bir şey yakalamak değil)
kişiselleştirme tek başına neden olumsuz olsun? Dolayısıyla kişiselleştirme yerine acaba başka bir
terim mi önermek gerekir diye sormak, bu soruyu sizinle paylaşmak istedim.
Yrd. Doç. Dr. Nejla Polat:

21
Ben bu haberleri kişiselleştirilmiş diye tarif ederken şunu söylemek istemiştim; bilgiden kopartılarak
kişilerin kafasında haberler parçalanıyor hiçbir zaman bütünsellik kurulamıyor bu tür haberlerde
kişilerin yaşamlarında olan bu olumsuzlukların kişilerin hayat hikayeleri şeklinde verilmesi ve bunun
neden niçinleri, bunun sosyo-ekonomik yapısı tam olarak nedeni ortaya konulmadan aktarılmasından
dolayı kişilerin kafasında bu haberler o kadar fazla bütünselleşmiyor.

Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver:


Doğrudur; tam da o konuda benim söylemek istediğim şudur: Normal bir hayat hikayesi (bizim bir
sosyolojik bir yöntem olarak kullandığımız; yaşam öyküsü dediğimiz -yani life story, life history her ikisi
de kullanılabilir- hayat hikayesi) tam da kişiseli anlatmaz, kişiseli anlatırken o hayatın örgülendiği ve
içinde yer aldığı yapıyı anlatır. Yani 17 yaşındaki bilmem ne avukatın çantasını çarpan kadını
anlatması, eğer geri kalanını da anlatabiliyorsa doğru olabilir; bunu bizim bilmemiz lazım, çünkü o
çocuğun 17 yaşında olduğu ve şu bu özellikleri olduğunu biz bilmezsek zaten o zaman haber olmaz
ki? "İnsanlar yoksuldur dolayısıyla kapkaç yaparlar"ı örneğin derinleştirebilmek için, kişiselleştirmeye o
edimcinin hayat hikayesini bilmeye ihtiyacımız vardır; yani o anlamda diyorum terim olarak, yoksa çok
iyi algıladım sizin sorunsalınızı, kişiselleştirme yerine başka bir terim mi kullanmak lazım onu sormak
istedim.

Sevgi Demirkale:
Bence evet baktığınız nokta çok doğru ama biraz da hani okuyucunun algısıyla şekillenecek bir şey
galiba. Kişisel olanın politik olduğuna giden yol uzun ve o sonuca varmaya götürecek olan yol biraz
çetrefilli olduğundan seçkinci geliyor hâlâ. O sonuca varabilmek için önce belki haberin diliyle ya da
kurgusuyla falan oynamak gerekir ya da dediğim gibi okuyucunun algısı çok önemli o noktada.

Elif Gazioğlu:
Ben bir şey eklemek istiyorum, mesela bu sizin sorunuza benzer hani kişiselleştirme bir tarafta, diğer
tarafta şey de var, medyanın zaten öyle bir görevi var mı? Yani medya zaten kalkıp da sosyolojik bir
haberde arka planı göstermek durumunda mı o da hani biraz komik kaçacak bir şey ama kendimce
sorun olarak gördüğüm şu, o haberler sadece önlerine geldiği gibi sergilenmiyor ya da hani
tombaladan çıkarılıp da sergilenen haberler değil. Medya patronunun çıkarı işin içine giriyor, o
gazetenin hangi haberin prim yapacağına dair endişeleri işin içine giriyor ve işin kötü tarafı en sonunda
arkasında güdülen bir siyaset işin içine giriyor. Mesela hani ne kadar kötü ki bir haber tutunca ona
benzer haberlerin yayınlanmaya başlaması, tamam Güldünya mesela öldürüldü ama ardında onun
öncesinde öldürülen kadınlar yok muydu? Vardı. Sonra daha da üzerine gidiliyor, başka şeyler gözardı
ediliyor. Bu çıkarlardan arındırılmış bir kişiselleştirme yani sadece haber almak değil, hiçbir zaman
olmadı ama işin sorunlu tarafı gazetenin, medyanın belli bir siyaseti gütmesi, belli bir siyaseti temsil
etmesi ve hatta böyle genelde söylediğimiz gibi belli bir ideolojinin aygıtı olması, mevzu bu. Yoksa
kişiselleştirme yerine belki de dediğiniz gibi başka da bir kelime kullanılabilir ve daha da iyi olur.

Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper:


Gerçekten kişiselleştirmemek mümkün mü, yani kişiyi tamamen dışlamak mümkün mü bu noktada?
Hülya Hoca’ya katılıyorum gerçekten benim sunumlardan anladığım, kişiselleştirmenin mutlak bir
sorun ya da kötü bir şey, kötü bir teknik, kötü bir yöntem olduğu değil. Bu yöntem kullanıldığında,
orada altı çizilen ya da çizilmeyen aslında, sorunun o kişiye ait ve özgü gösterilmesi. Yani konumunun
hem suçlusu hem mağduru yine o kişinin kendisi gibi gözüküyor bu tür haberlerde. Dolayısıyla da
sınıfsal konumu gözardı edilmiş oluyor, bu teknik yoluyla. Bu noktada altının çizilmesi gereken bir
habercilik tekniğiydi diye düşündüm ben ama size katılıyorum kişiselleştirmemek de mümkün değil
tabii.

Eda Günay:
GSÜ İletişim fakültesi öğrencisiyim. Sizin sorunuza bir eklenti yapacaktım, aklımdaki soru da oydu
zaten. Sabahtan beri üçüncü sayfa haberlerinden bahsediyoruz. Aklımdaki soru bu üçüncü sayfa
haberleri neden var, sabahtan beri işte ekonomik açıdan, sosyolojik açıdan, toplumsal cinsiyet
açısından inceledik ama bu haberlerin neden varolduğu üzerine pek konuşmuyoruz ve...

Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper:


Bir sonraki konferansımızda arkadaşlarımız araştırmalarının sonuç-larıyla inşallah aydınlatırlar bizi bu
konuda.

Eda Günay:

22
İnşallah ama işte bunu düşünürken bir yandan Noamy Chomsky’nin bir düşüncesi geldi. Bir ödevimde
yer vermiştim buna. "Faşist yönetimlerde sivri kafalara inen balta neyse demokrasilerde de medya o
görevi üstlenir" demişti. Bunun üzerine çok düşünmüştüm ama burada da şu anda üçüncü sayfa
haberlerin ekonomik, sosyolojik, toplumsal cinsiyet açısından inceliyoruz ama sonrada sosyal
sorumluluktan bahsediyoruz, medyanın asıl sahip olduğu görevlerden bahsediyoruz ama ikisi birbiriyle
uyuşmuyor, aslında bunun arkasında yatan gizli şey nedir? Medyada o kadar eksik bölüm varken,
mesela Türkiye’nin %10’u engelli, onlarla ilgili hiçbir haberle karşılaşmıyoruz, onların hiçbir hareketiyle,
hiçbir çabasıyla, sorunlarıyla karşılaşmadık, kadın hareketleriyle karşılaşmadık medyada. Neden
üçüncü sayfa haberleri?
Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper:
Yanıtlamak isteyen var mı konuk katılımcılardan?

Yrd. Doç. Dr. Hakan Ergül:


Aslında hocamın da kişiselleştirme üzerine sorduğu sorudan hareketle, galiba bu yalnızca hocamızın
kişiselleştirmenin aslında olumlu olabilecek birşey yorumu sadece akademik bir yorum değil galiba,
kimi gazete okuyucularının da yorumu olabilir. Biz bize benzeyenin ne yaşadığını, illaki bizim
yaşadıklarımız içinden değil de hasbelkader bize benzeyenin de ne yaşadığını gazetelerin bir
köşesinde görmek istiyoruz galiba ve bu sadece politika, kültür, sanat ve spor sayfalarında olmuyor
sanırım; galiba biraz bununla ilgili bir şey.

Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver:


Özür dilerim, sonradan çok siyasal bir kişiliğe büründüğü için referans verirken bazen zorlanıyorum
ama çok iyi bir şair olan İsmet Özel’in çok iyi bir şiiri vardır, "başkalarının ölümü çeker bizi" diye şimdi
tam detaylarını hatırlayamayacağım tabii yaşlandık artık, ama genç arkadaşlara gerçekten tavsiye
ederim. Sokakta giderken genellikle önümüzde, yanımızda, arkamızda herhangi birisi bir diğerine hoş
sözler söylerken hiç kafamızı çevirip bakmayız ama ses yükselip kavga etmeye başladıkları anda
ilgileniriz: Belki daha sosyal psikolojik çalışmalara eğilmekte yarar olacaktır.

Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper:


Okurların ilgisi ve neden bu tür haberlere bir arayış olduğu yönünde belki yanıtlar üretebilecek bir
çalışma olurdu bu. Acaba diyorum başka bir açıdan bakmak da mümkün mü? Mesela gazeteciler
neden bu haberlerin peşindeler ve neden mesela polis kaynakları gazeteci için tırnak içinde güvenilir
kaynaktır ve oradan haberler derlenir, bu tarz haberler derlenir ve günlük olarak bu kadar sıkı bir
şekilde takip edilirler. Belki de bu haberin, rutinleşmesi gereken, 24 saatte bir o döngüyü tamamlayan
bir üretim süreci olmasını gerektiren durumundan kaynaklanan bir şey. Bir yerde size haberler verecek
kaynaklara ihtiyacınız var, polis ve adli kurumlar sizin için, tırnak içinde "güvenilir kaynak" olarak bu
görevini yerine getiriyorlar, belki de 3.sayfa haberlerini açıklayan nedenlerden biri de bu.

Çiğdem Toparlak:
GSÜ İletişim Fakültesi öğrencisiyim. Ben ufak bir cevap vermek için mikrofonu aldım. Akademik bir
cevap olamaz belki ama ben bunu biraz Antik Yunan’daki tragedyalara benzetiyorum. Çünkü hayatı bir
sahne olarak ele alırsak ve bu habercilerin bu haberlerin peşine düşmesi birazcık arz talep meselesine
dayanıyor bence. İnsanlar ibret almak istiyorlar belki de hayattaki bazı şeylerden. Kendileri gibi
yaşayan insanların hayatlarında ne gibi iniş çıkışları olduğunu görmek istiyorlar, sonucunun ne
olacağını görmek istiyorlar ve üçüncü sayfa haberleri biraz bu isteğe cevap veriyor gibi geliyor bana.
Belki biraz Antik Yunan’a atıf oldu ama.

Kanşan Volkan Duranoğlu:


GSÜ, ikinci sınıf öğrencisiyim. Ben de arkadaşımın söylediğine bir ek yapmak istiyorum. Antik
Yunan’daki tragedyalarda amaç insanların normal bireylerin orada yaşadıkları birçok çelişkiyi ve
olağanüstü durumlar sonucu bireyin katharsisi yaşayıp yani kendi yaşayamadıkları durumu yaşayıp
oradan bir boşalıma ulaşıp ve sonunda erdemli bir şekilde oradan ayrılmaları yani ahlak kurallarının
bireye dayatılması ve orada yaşanan çelişkilerin kaynaklarından çok o duygusallığın bireye verilip
ağlayarak katharsise ulaşma. Ama diğer bir tiyatro görüşü Berholt Brecht’in tiyatro görüşünde ise; bu
sizin de sunumunuzda bahsettiğiniz üzere dramatize bir şekilde senaryo olacak şekilde haber verilip
bunun toplumsal alt yapısının nedeninin tamamen saf dışı edilip, insanın yine duygularına yönelip;
aman yazık kıza tecavüze uğramış, adam da yokluk yüzünden karısını öldürmüş, ne kadar yazık
bunlara demeleri sağlanıyor. Brecht’in de söylediği şey gazetecilikte de şu anda geçerli olsa biz
bunları konuşmayacağız. Yani tiyatro toplulukları, kitleleri harekete geçirmelidir, bireyleri erdemli

23
yapmak yerine. Gazetecilikte de böyle bir anlayışa sahip gazeteciler çoğunlukta olsalar, belki de biz
bunları konuşmuyor olurduk burada.

Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper:


Evet belki de, doğru haklısınız, yalnız ilk konuşmacılarımız bir saptama yapmışlardı, 80 öncesi
gazetelerde Günaydın hariç üçüncü sayfa haberlerinin son derece az olduğunu. Eğer üçüncü sayfa
haberlerinin güncel olarak çokluğunu bu tür sosyal, psikolojik seplerde arıyorsak o zaman bunun her
dönem için geçerli olması gerekirdi. Oysa baktığımızda 80 sonrasında dramatik bir artış olduğunu,
özellikle bu 24 Ocak ve örgütlü mücadelenin artık dışlanmış olduğu bir zeminde üçüncü sayfa
haberciliğine doğru bir kayma olduğunu saptamışlardı arkadaşlarımız. Ben tabii ki onlardan hereketle
bunu söylüyorum. Bence okur tarafından bakıldığı kadar gazeteler ve gazeteciler neden üçüncü sayfa
haberlerine ihtiyaç duyuyor sorusu da yanıtlanmaya muhtaç gözüküyor.

Prof. Dr. Özden Cankaya:


Üçüncü sayfa haberlerinin 80 sonrası artışına ilişkin yorumlara ve saptamalara ben de katılıyorum. 80
öncesinin üçüncü sayfalarıyla 80 sonrasının üçüncü sayfaları gerçekten çok farklı ve bu artışı sosyo-
ekonomik ve siyasal politikalara bağlama varsayımından hareket etmenin belki bizi çok sağlıklı
sonuçlara götüreceğini düşünüyorum. Ve aynı politikaların izdüşümünü reyting amaçlı televizyonlarda
da artan üçüncü sayfa kavramıyla karşılayabile-ceğimiz programların ve dizi formatlarının artışını aynı
şekilde açıklayabile-ceğimizi düşünüyorum. Ben de bu şekilde düşüncemi açıkladıktan sonra Sayın
İncilay Camgöz’le Hakan Ergül’ün yaptığı çalışmalara ilişkin biraz somutlaştırma amacıyla bir soru
yöneltmek istiyorum. Yoksulların medya kullanımına dair araştırma yapılacağını duyduğum zaman
gerçekten heyecanlandım. Çok ilginç ve bizim için değerli sonuçlar çıkacağına inandığım bir çalışma.
Biraz somut şeyleri tartışmamızın size daha yardımcı olacağını düşünerek soru yöneltmek istiyorum.
Şimdi yoksulların medya kullanımında kültürel ve siyasal işlevler açısından nasıl değişimler olacağını
ölçeceğinizi söylediniz, belki bunun için ön hazırlıklar yapılacak, hangi ölçütleri kullanacaksınız bunu
ölçerken? İkincisi tüketim alışkanlıklarının değiştiğine dair varsayımlarınız var, yoksulların medya
kullanımında ya da olup olmadığını araştıracaksınız, bunları biraz daha somutlaştırabilir misiniz acaba,
ölçüt olarak hangi ölçütlerden yola çıkacaksınız, belki bizim de bu konuda düşüncelerimiz ve
katkılarımız olabilir. Teşekkür ederim.

Yrd. Doç. Dr. Hakan Ergül


Çok teşekkür ederim hocam soru için. Aslında somut olarak şu şu şu ölçütlerden yola çıkacağız
demedik. Bunun gerekçeleri de var aslında, biz bu çalışmayı 1 yıl içerisinde düzenlerken defalarca bir
araya geldik ve olabildiği kadar varsayımsal bir perspektiften kaçınarak çalışmayı öngördük,
olabildiğince hani bir parça etnografik çalışmanın kendi içerisinde de doğasıyla da bir parça
tümdengelmek yerine alana gidip orada neler olduğuna orada bakmak. Hakikaten soruların içinden
çektiğiniz örneğin kültürel ve siyasal süreçlerde bir dönüşüme uğruyor mu sorusundan çok bizim
ilgilendiğimiz kültürel ve siyasal süreçlerdi yani medyanın yoksullar tarafından kültürel tüketiminde
siyasal sürece ilişkin, siyasal kimliğe dair medya nasıl bir işlev üstleniyor. Bu medyadan da kısaca söz
etmeye çalıştım, televizyon, mobil telefon, internet ve gazete. Bu içeriklerin kişilerin kendilerini siyasal
olarak tanımlarlarken rol modelleri olabilir orada. Kendisini bir rol modelle ilişkilendirebilir ya da bize
doğrudan doğruya kendisinin vereceği yanıtlar önemli. Hani etnografide bilinen bir yöntemdir, grup
üyelerinin kendilerini tanımlamaları çok önemli bizim için, onlar eğer bize tüketim alışkanlıklarında şu
şu şu içerikleri sürekli takip etmelerinin belirli bir değişime yol açtığını söyleyeceklerse, buna ilişkin bir
yanıtımız yok henüz, işte biz onu baz alacağız ama bunu doğrudan doğruya ölçmek için bir önce hangi
tüketim alışkanlıklarına sahiplerdi sonrasında nasıldı, buna dair fikrimiz o alana girmeden, hanenin
içine girmeden çok net değil doğrusunu isterseniz. Ne tür alışkanlıklar vardı, yeni gelen teknoloji ne tür
alışkanlıkları beraberinde getirdi? Örneğin internetin kullanılmasıyla kafelerde, internet kafelerde
kullanılmasıyla yoksul ailenin çocuğunun kendi gündelik yaşamındaki beklentileri ekonomik anlamda
arttı mı, arttıysa hangi yönde arttı, eğilimi hangi yönde değişti eğer bu değişim varsa, bunların
tamamını bize gözlemlemeyi düşündüğümüz aile üyeleri kendileri söyleyecekler. Biz olabildiği kadar
dolayısıyla belli bir ölçütten aslında çıkmamaya çalıştık. Özür dilerim, arka arkaya devam ettim ama.
Aslında biz bu çalışmamızın belirli bir özetini başlangıçta konferansa gönderdiğimiz vakit hakem
notları benzer sorular yönelletti, bu çok doğal, ben de muhtemelen elime bir çalışma gelecek olsa
aklıma ilk gelen sorular bunlar olurdu ama olabildiği kadar bu sorulardan ve ölçütlerden uzak durmaya
çalışıyoruz. Alana girip hakikaten orada 2, 3 ay hiçbir şey düşünmeksizin ve belirli önyargılardan
bağımsız olmak mümkün değil ama olabildiği kadar literatürün bize dayattığı çerçevelerin biraz dışına
çıkmaya çalışarak oradan gelecek yanıtlara ilişkin temalarımızı belirleyelim istiyoruz. O yüzden bu 11

24
soru alana girdikten sonra 3 soruya da inebilir 21 soruya da çıkabilir, dolayısıyla size tatmin edici bir
cevap veremeyeceğim şu anda en azından bir sonraki bir 5-6 ay içerisinde yavaş yavaş temalarımız
belirecek. Ondan sonra belki sorunun yanıtı olabilir. İzin verirseniz, ilk başta sorulan kişiselleştirme
kavramına ilişkin birkaç kelime etmek istiyorum, tartışmanın da nereye geleceğini bilmediğim için biraz
sustum. Hocamın yaklaşımıyla yani kişiselleştirmenin neden bu kadar indirgemeci algılandığı, aslında
bireyden yola çıkıyorsak o kişinin mikro evreni var ve bu mikro evren makro yapıdan bağımsız değil
kendi içersinde. Dolayısıyla bir kişiden Türkiye’de örneğin bizim çalışmamızı alalım Eskişehir’de daha
çok Alevi kesimin ve göç almış kesimin yaşadığı Yıldıztepe Mahallesi’nde bir ailenin tek bir ferdi
üzerinden de genel bir okuma yapmak mümkün. O anlamda kişiselleştirme kavramının farklı
bağlamları var kullandığımız paradigmaya göre. Muhtemelen bu bir soru işareti gerçekten bu ekonomi-
politik paradigma içersinde eleştirel ekonomi-politik içersinde etnografiyi dışarda bırakmaya çalışan ya
da en azından etnografik bakışı bu anlamda makro yapıdan çok uzakta dolayısıyla politik bir duruşa
sahip olmadığı iddiasıyla yola çıkan paradigmada muhtemelen sizin sözünü ettiğiniz noktadan
yararlanıyor. Yani kişiye odaklandığınız vakit kendinizi kötü hissediyorsunuz ki tam tersi kişiye
odaklandığınız vakit asıl insani olandan çıkarak daha makro bir şeye ulaşabilirsiniz belki. Orada belki
kavramların içleri farklı kullanılmıyor da paradigmaların içerisinde kazandıkları anlamlar belki farklıdır.
Soru için tekrar teşekkürler.

PANEL

Uygulamada 3. Sayfa

Oturum Başkanı:
Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu

Panelistler
Mustafa Sağlamer
Burak Ersemiz
Gülnur Elçik

"Uygulamada 3. Sayfa" başlıklı panelimize hepiniz hoşgeldiniz. Üçüncü sayfa gazeteciliğinin temelde
insanoğlunun her türlü trajedisini malzeme olarak gördüğüne ama insan olgusuna bir o kadar duyarsız
olduğuna hepimiz ne yazık ki tanıklık ediyoruz. Tüm basın ilkelerinin, en önemli toplumsal değerlerin,
en temel kişilik haklarının ihlal edildiği, muhafazakar, ahlakçı, cinsiyetçi anlayışın egemen olduğu bir
üçüncü sayfa fenemoniyle her gün karşılaşıyoruz. Tabii bu manzarayla karşılaşmanın belli bir takım
sebepleri var, nasıl geldik bugünlere? 1980 sonrası özellikle bu neoliberal politikaların küreselleşmenin
ivme kazanmasıyla birlikte. Türk medyası da bu süreçten kaçınılmaz olarak etkilendi. Bizim
öğrencilere öğrettiğimiz sosyal sorumluluk, kamu yararı anlayışı artık rafa kaldırıldı, gözardı edilmeye
başlandı, tiraj, reyting, "halk bunu istiyor, biz bunu veriyoruz" gibi popülizm kaygılarıyla ve 1980 askeri
darbesinin de başlattığı, tetiklediği depolitizasyon süreciyle artık siyasi haber sıfırı tüketmeye başladı.
Gazete, basında kurtuluşu tamamen daha magazinel, daha sansasyonel haberciliğe dayalı bir kaçışta
buldu. İşte bununla beraber üçüncü sayfa haberciliği belki de ivme kazandı diyebiliriz. Şimdi, bugün 3
tane konuğumuz var. Mustafa Sağlamer meslekte en eski.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Almanca anabilim dalı mezunu. Mesleğe 1977’de Ayrıntılı
haber gazetesinde çevirmen olarak başlıyor, sırasıyla Ekspres, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde
çeşitli servislerde editörlük ve sayfa sekreterliği yapıyor. Cumhuriyet gazetesinde yazı işleri
koordinatörüyken 96 yılında haber müdürü olarak Show TV’ye geçiyor, Cine5 genel yayın
yönetmenliğinin ardından NTV’de yayın koordinatörü olarak görev alıyor, CNNTürk’ün kuruluşuna
katıldıktan 1 yıl sonra Sabah gazetesi ek yayınlar koordinatörlüğünü, ATV’de haber müdürü olarak
çalışırken "Şehir Efsaneleri" adlı programın da yapımcılığını üstleniyor. Halen Orta Avrupa’ya yönelik
Türkçe yayın yapan ve merkezi Dortmunt’ta olan DTV’de hafta içi 5 gün canlı olan Gazetelerin Dili ve
haftada 1 gün "Allı Turnam" isimli programı hazırlayıp sunuyor. Mustafa Bey’in 31 yıllık bir meslek

25
yaşamı var, özellikle son yıllarında meslek yaşamının yakın zamandaki üçüncü sayfanın uğradığı
değişimi deneyimlerini bizlere taşıyarak aktaracak. Bunu yaparken de köyün kente göçü sorununu
irdeleyecek. Sözü Mustafa Bey’e veriyorum. Süreniz 15 dakika. Sonra alacağımız sorular var. Buyrun.

Mustafa Sağlamer:
Şimdi efendim 7.1.1977’de çalışmaya başladım. Hocam 31 yıl dedi evet 31 yılın içindeyim. Çok kısa
yurtdışı nedeniyle kopmalar oldu, bir kısmında yine meslek devam etti, bir kısmında başka şeyler oldu.
Gerçi ben 8, 10, 12, 14 sayfalık gazetelerde zannederim "Ayrıntı" da başladığımda 8 sayfaydı. Tabii
daha öncelere gidersek üçüncü sayfa diye bir şey özellikle olmadığını görüyoruz. Çünkü o dönemde
tek yaprak gazeteler 1 ve 2 var sonra 4 sayfaya çıkıyor ama bakınız Cumhuriyette benim amcam
çalışırdı. Beyoğlu muhabirliğinden Dış haberler yazarlığına, oradan dış haber müdürlüğü bir dönemde
genel yayın müdürlüğü yapmış idi. Onun zamanında olmayan üçüncü sayfa mantığı Cumhuriyette
yoktu ve bugün hala yok; tabii kendi mantığı içinde Cumhuriyet’in ve benzer birkaç gazetenin de
bunlar nedense nedenini zaten biraz sonra göreceğiz, tirajı düşük gazeteler, onların üçüncü sayfa
mantığı ayrı. Bizden önceki kuşakların çıkardığı gazetelerde zaten hiç hiçbirinde yok. Efendim
Cumhuriyet’te, Cumhuriyet derken birkaç gazeteyi de birlikte söyleyelim bugün yerleşik olan üçüncü
sayfa mantığında yine hep yerli haberleri buluyoruz, ama bu dediğim gibi ben başladığımda dış
haberler sayfasıydı, sonra Cumhuriyet okurunun bile ilgisinin azaldığını fark edince orası bile içerlere
çekmeye başladı. Şimdi çevre, polis, adliye haberleri yine ağırlıkta ama yine düzeyli olduğunu
görüyoruz. Yazılı basına genel olarak baktığımızda ne var üçüncü sayfada: Kaynanasına kızıp evini
yaktı, karısını doğradı, en yakın arkadaşını karısıyla aldattı veya karısını kaçırdı gibi haberler, cinnet
geçiren polis arkadaşını vurdu. Şimdi biraz Türkçe ile de ilgilenince cinnet geçirme diye bir şey öyle bir
gün, karakola gider gitmez, veya hakimin karşısına çıkar çıkmaz olması mümkün değil, çünkü cinnet
geçirilmez, cinnet getirilir. Ama bunu yapan zihniyetin de, karşıdaki üçüncü sayfa okuyucusunun pek
de bunların farkında olmadığını, ayrımında olmadığını ya da pek de umursamadığını bildiğinden çok
daha rahat çalışma imkanı bulan arkadaşlardır, üçüncü sayfa gazetecileri. Ama dediğim gibi üçüncü
sayfa mantığında bunun da pek önemi yok. Köyde gazete, dergi, kitap okunmadığına göre bunu
okuyanlar kimlerdir? Köy kökenlilerdir, köyden kente göçenlerdir demek zorundayız. Bu noktadan
hareketle diyebiliriz ki üçüncü sayfa bir göç ürünüdür. Bu göç edilen yeri sadece İstanbul, Ankara,
İzmir, Adana, Bursa olarak görmeyelim. Çünkü Urfa, Mardin, Erzurum, Trabzon da göç alan kentlerdir.
Bunlar da göçten sonra büyük karakter değişikliğine uğramış kentlerdir.

Bakınız bunları tabii kendi yaşadıklarımla aktarırsam çok daha rahat olur. Size herhangi bir kitaptan
aktarmıyorum. Nüfusu 45 yıl önce 40 bin iken bugün 1 milyona dayanmış Mersin’de doğmuş bir
kişiyim, ilkokulu orada bitirdim ve 64 yılında yatılı öğrenci olarak gittiğimde nüfusu 180 bin iken bugün
2 milyona tırmanan Diyarbakır’da da lise yatılı okudum. Şimdi resmi rakamlara bakarsanız 800 bin
küsurdur Diyarbakır. Fakat çeşitli nedenlerle ama en büyüğü devlet korkusuyla nüfus memuru sayım
memurunun karşısına çıkmayan bir kentte tabii ki 800 bin küsur inandırıcı değil. Bizzat Diyarbakırlıların
tespiti ticaret odasının, sanayi odasının ve diğer yarı resmi kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin
koyduğu rakam 2 milyona yaklaştığı civarındadır. Bu da göçün öyle büyük şehre falan değil o bölgenin
büyük şehrine olduğunu gösteriyor. Mesela bugün Mersin 40 bin iken ki bölgenin en yeni şehridir,
zannederim 150 yaşında falandır ama bir Adana’yla, İskenderun’la, Antakya’yla Tarsus’la kıyaslamak
mümkün değil. Tarsus Kleopatara’nın Roma’ya Sezar’ı görmeye giderken ikmal yaptığı bir yerdir.

Nevşehirli İbrahim Bey, Kayserili Mustafa Bey, Konyalı Rıza Bey veya Emine Hanım diye hitap edilen
bir şeydir. Çünkü Mersinli diye bir şey yoktur. Öylesine yeni bir şey, bugün nüfusun bana sorarsanız %
80’i Kürttür, çünkü göç edilecek sıcak bir kenttir efendim yakıt gideri azdır, toprak akşam tohumu
attığınızda sabah yeşeren o kadar kaliteli bir topraktır. Bu nedenle de elbetteki göç için ideal bir yerdir.
Şimdi bunları acaba göçe bu kadar mı bağlıyorsunuz bilmem itiraz eder misiniz? Çünkü yani 31 yıl
sonra bize üçüncü sayfa dendiğinde göçe mi getirip bağlıyorsun dendiğinde ben göçten başka hiçbir
şey bulamadım, bakalım diğer örnekler sizi bu konuda tatmin edecek mi? Hatta bırakın üçüncü sayfa
okurunun göçünü, bugünün medyayı yönetenleri de köyden kente göç edenler. Gelin bir kıyaslayalım,
bakın dün, dünkü medyaya gidelim, televizyon yok tabii. Hürriyet, patron bazında bakıyoruz, patronlar
kim? Hürriyet Erol Simavi, Sedat Simavi’nin elinden tutup o elle basılan gazeteler zamanında
matbaaya götürdüğü çocuğu, abisi Haldun Simavi, zamanın en güçlü gazetelerinden yine Günaydın,
iki yayınla hükümeti deviren, hükümeti değiştirebilen bir güce sahip, yine bir yaş zaten araları Sedat
Simavi’nin öteki elinden tutup matbaaya götürdüğü çocuk. Milliyet’e bakıyorsunuz Ercüment Karacan,
babasının Ali Naci Bey’in elinden tutup matbaaya götürdüğü çocuk. Cumhuriyet Nadir Nadi belki
bunların içinde elinden tutup da en az götürülen çocuk O, çünkü O, Viyana’da keman çalmakta ama
neticede bir gazeteci çocuğu. Tercümana bakıyorsunuz bunların içinde burjuva olmayan tek kişi Kemal

26
Ilıcak fakat foto muhabiri. Şimdi gelin bugüne bakalım. Hürriyet, Milliyet, Posta, Radikal, Fanatik,
KanalD, Star, CNNTürk artık onlarca dergiyi yanyana saymıyorum, Bayburtlu, Kelkitli Aydın Doğan,
lastik tüccarı.

Sabah, Takvim, Fotomaç, kentliydi, bir İzmirli burjuva ailenin çocuğu, evinden bir köylü kalktı, Artvin
köylüsü, şimdi ondan devlet aldı, devlet yine bir köylüye satmaya hazırlanıyor.

Aydın Doğan üstelik Milliyet’i ben içinde çalışırken satın aldı. Şimdi dolayısıyla iki patron döneminde
de yaşadım, ikisinin kıyasını çok iyi biliyorum. Dış haberlerde gece nöbetindeyken rahmetlinin kitabını
belki alırsınız, tavsiye ederim bulursanız, cemiyetin altındaki yayınevinde, orada Gazeteciler Cemiyeti
yayını, rahmetli Nevzat Kızılcan gece yazı işleri yönetmeni ama öyle böyle değil. Şimdi yazı işleri
yönetmenleri saat 12.00’de Ankara’yı aramaya kalkıyorlar, şehirlerarası arama 12.00’de yasaklanıyor
mesela, böyle bir şey yani Nevzat Bey’e santral memurunun cevap vermesi mümkün değil. Çünkü
genel yayın yönetmeni bile arayıp rahatsız edemiyor, sen uyu şekerim Turancım diyor, Turan Aytuğ
satış döneminde Abdi İpekçi’den bir sonra gelen genel müdür, sen uyu burada herhalde biz oturuyoruz
filan gibi onu kibar bir şekilde azarlama yetkisine sahip öyle bir adam, kendinde o cesareti bulan.

Bir görev verdi bana sen işini yap, bana gelen haberler Associated Press, Anadolu Ajansı, UBA falan
onlarda geçiyor bir şeyler, radyo dinliyorsunuz, televizyon yok, bana başlığı söyle ben sana o haberi
yapıp yapmaman gerekeni söylerim diyen bir adam. Bir ek görev verdi, bir telefon numarası tutuşturdu
elime, patronun telefonu, senin bir görevinde sayfa provaları çıktığı zaman prova basılırdı daha
önceden ki hem düzeltmeleri görülsün, değişiklikler çünkü baskı sırasında da devam edebilir saat 4’e
5’e kadar, Kabe baskını vardı mesela 5.45’te girmişiz, sadece Cağaoğlu’na ama bu bir itibardı. 100
gazetede olsa onu basmışsınız siz filan. Ondan sonra bu başlıkları al bütün sayfaları artık 12 miydi, 14
müydü Milliyet o zaman hatırlayamıyorum, Ercüment Bey’e sayfaların başlıklarını eğer sana sorarsa
oğlum bir altındakini de oku derse onları da okursun diye bir görev verdi. Nöbetçi olduğum akşamlar
açıyorum efendim size başlıkları, oku evladım diyor, teşekkür ederim evladım diyor, falancaya söyle
beni arasın diyor.

Şimdi konu konuyu açıyor, aklımıza başka şeyler getiriyor, acaba eski patronlar, gazeteci ailelerden
geldikleri için, bir de toplumun eğitimi gibi bir misyon mu edinmişlerdi? Tersten düşünürsek bugünün
kırsal kesim kökenli patronları ihale yapmaktan, başka bir şeye gerek görmüyor mu, belki de bizzat
kendileri üçüncü sayfa kahramanı mı diye de düşünmek mümkün.

İzin verirseniz konuyu yeniden üçüncü sayfaya bağlamak üzere, göç ve sonuçları konusunda dış
ülkelerle karşılaştırma kıyaslamaya yapalım. Türkiye dışında üç ülkede Ragıp Duran pek iyi bilir,
yerleşik olarak yaşadım. Almanya, İngiltere, Kostarika. Yerleşik olarak yaşadım diyorum çünkü ilk
ikisinde öğrenciydim, birinde öğrenci, birinde kursiyer. Kostarika’da ise 1 yıl çalıştım. Kostarika’dan
başlayayım sonuncusu bizlere çok uzak, 15 bin, 13 bin kusur kilometre. 2 sınır komşusu olan bir ülke
ama üçüncü sayfa için anlatıyorum bunu. Kuzeyde Nikaragua güneyde Panama, ikisi de her dönem
politik çalkantılar içinde pek iyi biliyorsunuz, eğitimin içler acısı olduğu saatte 60 kuruşa minicik
çocukların çalıştırıldığı, bayağı ağır işlerde çalıştığı, limanlarda, yük taşımada ülkeler. Kostarika ise
Orta Amerika’nın İsviçresi. 3,5 milyonluk ülkede şuraya rakamlar çıkarmışım, eğitim oranı, okuma
yazma oranı %100, 200 üniversite Trakya’nın biraz büyüğü ve 3,5 milyon bir ülke. Ha üniversite
deyince Galatasaray Üniversitesi gibi değil onlardan bir tek Kosratika Üniversitesi kıyaslanabilir.
Amerika’dan öğrenci alır onlar onu muadil kabul edebilir ama geriye kalan %99 bir bakarsınız 3, 4 katlı
bir apartman bir kimya fakültesi olan veya yanında bir de gazetecilik enstitüsü olan bir üniversite ama
olsun kahve kültürünü ortadan kaldıran bir anlayış ve neticede %100 okuma yazma oranı Orta
Amerika gibi bir bölgede.

Eğitimin ve sağlık hizmetlerin sıfır kuruşa sağlandığı sıfır doğan çocuk her türlü sağlık ve eğitimini para
harcamadan çocuğun hizmetini sağlayıp bizzat büyüklerin dedelerinin, ninelerinin sağladığı bir ülke,
yılın 12 ayı 30 derece civarında bugün 27, yarın 28 öbür gün 32, ortalama 30 olan dolayısıyla yakıt
derdi olmayan, efendim giyim kuşam derdi elbetteki bulunmayan böyle bir ülkede başkent St.
Hose’den Atlas Okyanusuna 1 saatte karayoluyla Büyük Okyanusa 1 saatte gittiğinizi düşünürseniz
ulaşım sorunu olmayan bir ülke, efendim yılın 12 ayında turistlerin cirit attığı, Colombia’dan sonra
dünyanın ikinci büyük fakat en kaliteli kahve üreticisi olmanın avantajları bunu da iyi kullanan bir ülke.
Bir kere yüzerken yanlışlıkla Panama’ya geçmişiz, inanın buna, geç döndüğümüzü görünce nerde
kaldınız, yav biz şöyle şuralarda yüzüyorduk, feneri gördünüz mü evet… Panama’ya geçmişsiniz
dedikleri o kadar yakın, içiçe buna rağmen arada uçumların bulunduğu bir ülke.

27
Kostarika’da niye söylüyorum, üçüncü sayfa için. Kostarika’da üçüncü sayfa haberi yoktur, çünkü en
küçük hırsızlık bile çok büyük birinci sayfadan verildiği için ki o da inanın %90 ya Kanada ya Panama
göçmenidir veya Nikaragua. Bunlar daha çok ateşli silahla, adam yaralama, küçük hırsızlık, ama işin
içine İtalyan girerse o büyük bir soyguna dönüşebilir, bu da yabancıların ve göçmenlerin işi olduğu
anlaşılır, buna karşılık Panama ve Paraguay’daki bayağı tüyler ürperten cinayetler bırakın üçüncü
sayfayı 5’in 6’nın altında kaynayabilir. Çünkü 3 daha çok kaynana kesmeye, efendim bakkaldan
ekmek alırken 20 kurşun sallamaya dayanan haberlerdir, bu bilmiyorum bu kıyas size nasıl geliyor
fakat bana çok çarpıcı gelmişti. Çünkü şurda bir pasifik plajında yüzüyorsunuz 10 dakika sonra
Nikaragua’ya mesela Guanakasta denilen pasifik kıyısı yarısı Nikaragua’da olan aynı bölgenin devam
ettiği bir yer, oradan yürüyerek geçin Nikaragua’ya giriyorsunuz, orada gazeteyi görüyorsunuz,
bambaşka güneyde bambaşka bu çok önemli bir gösterge olarak geliyor bana.

İngiltereye gelince elbette Londra Ragıp Duran’ın çalışma yeri ayrı, diğerleri ayrı, bir İsviçre’nin bir
kasabasıyla Londra’yı kıyaslamayız, niye, Londra’da üçüncü sayfa elbette olacak hatta 1. sayfayı da
3’le takviye edeceksiniz. Çünkü ne diyim size İngiliz lokantası ben hiç görmedim, Tibet lokantası, Türk
lokantası elbette, elbette İtalyan lokantası bilmem Moğol lokantası var, o yok, böylesi de kozmopolit bir
yerde tabii ki kozmopolit bir kültür olucak, bunu dediğimiz gibi İsveç’in bilmem ne kasabasında
göremeyeceksiniz çünkü orada onlar yok. Burası da öyle bizdeki kentin kentte göçün neden göç onu o
ayrı bir konu, çiftçinin tohumunu, kredisini, suyunu vermezseniz adamında orada açlıktan ölecek hali
yok, tabii ki gelecek, çocuğu durakta abonlar satacak, karısı temizlik işine gidecek, kızı o paraya
sekreterlik yapacak yine geçindiremiyorsa başka yollara sapacak, belki de istemiye istemiye. Buradan
hiç değilse günde 100 lira kazanıyorum diye, Beyoğlunun arka sokaklarında bugün pavyon yok ama
barlarda onun yerini tutuyor, oralarda gezip müşteri aramaya başlayacaktır, kaçınılmaz, mümkün değil,
öyle olunca karşısındaki muhatabı erkeği öldüremiyceklerine göre çünkü erkeği öldürürseniz, kız
parkta elele görülür, erkek öldürülmez, kız öldürülür, çünkü 16-17 yaşındaki kızı arayacak soracak
kimse yoktur. Ama 20 yaşındaki, 18 yaşındaki erkeği öldürürseniz, karşı aile de gelir sizi öldürür.
Böylesi bir çok afedersiniz cibilliyetsiz bir toplum yapısı oluşur ister istemez. Hani derler ya
Alabama’dan adam çıkmaz Konya’dan adam çıkmaz, öyle bir şey yok, şartlar sizi nereye götürürse
oraya gitmek zorundasınız.

Bir de Almanya örneği vereyim, onu da bir fıkrayla bağlayayım, seveceksiniz. Hani Londra ve diğerleri
dedik ya Almanya’da bence basını biz ve diğerleri diye ayırmamak lazım. Çünkü bizim de en yüksek
tirajımız çiftçilerin çok yoğunlukta olduğu Bavyera eyaleti. Fıkraya geçmeden önce çok kısa zaman
önce gözlemlediğim bir olayı aktarmama izin veriniz. 73 sonu 74 başında Gothe enstitüsüne gidip
orada Almanca öğreneyim dedim. Göthe çok güzel hem de sayfiye yeridir, 10 bin nüfuslu bir yerdir
oraya gittim, 73-2005’e gelicem, ne kadar ediyor efendim 22 yıl. 22 yıl sonra arkadaşlarımla bir görev
için gittiğimizde dedim ki çok yakından gidiyoruz, bir ok gösteriyor 12 km gösteriyor gibi arkadaşlar
karnınız aç mı, evet, bir yer aramayalım şu 30 küsur yıllık benim bir kasabam var, bir gelinbakalım
neler olmuş orada. Çünkü örneğin Mersin’e 3 ayda bir gidiyorum yolumu bulamıyorum, bakalım
burada ne olmuş diye, inanın İtalyan pizzacı yerinde duruyor, oğlu, ihtiyarlamış o çalıştırıyor, efendim,
terzi yerinde duruyor, ölmüş, kızı çalıştırıyor. Deutsche Bank aynı yerde, efendim bilmem ne kitapçısı
aynı yerde duruyor, hiçbir değişiklik yok, dedim ki nüfusunuzda hiç mi artış yok, şimdi oranın üçüncü
sayfa kültürü benle aynı olamaz artık, mümkün değil.

Gelelim fıkraya ve bağlayalım. Şimdi adamın biri cehenneme gitmiş, zebani onu gezdiriyor kalacağı
yeri, çeşit çeşit saat görüyor, efendim duvar saatleri, efendim meydan saati, kol saatleri, ama bunların
hepsi alarmlı, gonglu, çalar, vurmalı, dan diyor, don diyor filan. Nedir bu diyor? Onlar dünyada
herkesin bir saati vardır, yaşayan birinin saati vardır, her yalanda burda dın diye sayar ve taksimetre
de sayaçta onu kaydeder adam öldüğünde biz hiçbir şey demeden bak kardeşim senin saat ne
yazdıysa kaç kere gong alarmı çaldıysa işte bu, itiraz etme, ağlama, sızlama, dökümünü çıkarırız diye
gezdiriyor. Gezerken şurası şudur, burda bu yapılır falan birdenbire o bütün alarmlılar, gonglular,
vurmalılar, dangur dundur, danig, dung dan dan alan çalıyor, zebani oralı değil, adam dehşete
düşüyor, önemli değil canım ilk baskıya geçti diyor. Efendim sabrınıza teşekkürler ederim, saygılar
sunarım. Sağolun.

Prof. Dr. Yasemin G. İnceoğlu:


Mustafa Bey’e çok teşekkür ediyoruz, üçüncü sayfa haberciliğinde özellikle Türkçenin yanlış kullanımı,
Türk medya sahiplik yapısındaki değişim, dönüşüm, eskiden Simaviler, Karacanlar gibi gazeteci
kökenli ailelerden gelen gazete sahiplerinin artık günümüzde yerlerini farklı sektörlerden gelen gazete

28
patronlarına bırakmasının oluşturduğu yapısal değişiklikten bahsettiniz. Medya büyük sermaye
ilişkileri, Kostarika, İngiltere Almanya örnekleri de ilginçti. Çok teşekkür ediyoruz.

Şimdi sırada Burak Ersemiz var. Burak Ersemiz 16 yaşından beri gazetecilik yapıyor. 38 yaşında. Okul
yıllarında duvar gazeteciliğiyle işe başlamış, aynı zamanda Tercüman ve Bulvar gazetelerinde
ardından da Hürriyet gazetesinde uzun yıllar muhabirlik görevi yapmış, iş yaşamı oldukça geniş bir
yelpazeyi kapsıyor. Son olarak da 6 yıl boyunca Ali Kırca’yla birlikte ATV’de görevine devam etmiş
ancak sendika çalışmalarına katıldığı için işine son verilmiş. 8 Mayıs 2007 itibariyle işsiz ama hala
mücadelesini sürdürüyor. 1991’den bu yana Türk basını hızla sendikasızlaşma sürecine girdi. Burak
Bey’i HSBC bank ve İngiliz Konsolosluğu’nun bombalandığı zaman itfaiyeden önce içeri giren muhabir
olarak tanıdık. Ben sözü uzatmadan sözü Burak Bey’e veriyorum.

Burak Ersemiz:
Merhabalar tekrar hepinize. Şimdi tabii Mustafa abinin dediği gibi göç büyük etki üçüncü sayfa
haberleri, göçe de etkiyi 12 Eylül askeri darbesi olarak görüyorum ben geçmişi araştırdığımda
okuduğumda. Ben ne yazık ki diyorum 16 yaşında bu mesleğe başladım, çünkü şu anda ben bir yerde
sorumlu olsam 16 yaşında gelen birine git oku derim, ben 16 yaşındaki bir kimseyi işe almam. Sorun
olursa ben ilgilenirim. Gazeteciliğe çok merakım vardı lise yıllarında bir duvar gazetesinin
sorumlusuydum, okulda, Fenerbahçe Lisesinde okudum. Bir gün duvar gazetesine pek de kontrol
etmiyordu rehber hocamız, binanın tuvaletleri çok kötü durumdaydı, ben bu tuvaletlerin fotoğrafını
küçük bir fotoğraf makinem vardı, çektim, tabettirdim görüntüleri ve duvar gazetesinde yayımladım,
altına -o zamanlar altına yazılan yazının resimaltı dendiğini de bilmiyorum- bir resim altı yazdım. "B
bloktaki erkekler tuvaleti, yetkililerimizin ilgisini bekliyoruz, biz bu tuvalete giremiyoruz" dedim. 1 gün
uzaklaştırma aldım okuldan, anladımki gazetecilik ciddi bir meslek, tuvaletler de yapıldı. Fakat doğruyu
yazmak, özgür olmak taa duvar gazetesinden itibaren 1 gün uzaklaştırmayla başlayarak belki de bana
bir kuvvet verdi. Daha bir hırslı saldırdım gazeteci olmaya, 16 yaşında Bulvar, Tercüman gazetelerinin
bir tanesinde bir ilan vardı, gittim müracaat ettim. Topkapı’da yerini zor buldum, hayatımda ilk defa
karşıya geçiyorum. Şu anda sanırım Sofia Anadolu Ajansı temsilcisi Metin Akın, o zaman istihbarat
şefi Bulvar gazetesinde, gittim, yaşımı da öğrendi, işte bir tane Zenith DTL var, saklıyorum kötü bir
makine, aa ne güzel dedi Zenith’in var, başla. Nerde başlıycam? Karşıyı biliyor musun? Haydarpaşa
Numune Hastanesini biliyor musun dedi? Evet dedim biliyorum, tamam git orada bekle, anlayamadım
dedim neyi bekliycem ben hastanede, dedi ki oraya yaralılar gelir, cinayet gelir, işte kaza gelir,
patlamadan bir yaralı gelir, onları çek onları bize notlar halinde yolla. Dedim ben anlayamıyorum ben
haber yazıp göndermeyi tercih ederim, yok dedi sen ad soyad yaz, fotoğrafları tarif et bize bir kağıda,
olayı anlat biz burda yazarız. İşte üçüncü sayfa haberciliği, niye? Çünkü 80 sonrası Mustafa Abi’nin de
söylediği gibi hocamızın da değindiği gibi, hakikaten haber bulamama ve tabii bir şekilde de bir tiraj
kavgası başladı. Tirajı nasıl buldu gazeteler, tabii o zaman ki adı üçüncü sayfa haberleri değildi, boyalı
basındı. Bizde boyalı basından geldik o dehşet fotoğraflarının birinci sayfalarda, sürmanşetlerde,
üçüncü sayfada çok büyük kullanıldığı haberleri yaptım ben uzun yıllar. İşe başladık, gittik Haydarpaşa
Hastanesi’ne ya dedim ben 16 yaşındayım, daha lisede okuyorum, gidicem şimdi hastabakıcının
yanına ya da bi sorumludan fırça yiyip döneceğim. Gittim boynunda fotoğraf makineli abilerimiz orada
bekliyor şu anda hala piyasada olan, sevdiğimiz ünlü isimlerde var aralarında, boyunlarda fotoğraf
makineleri, biz sedyelerin üzerine oturup yaralı bekliyoruz, o psikoloji bile zaten bir insan için kötü bir
şey. Birisine kötü bir şey olsun, gelsin, siz fotoğrafını çekin. Neyse ufak tefek ilk haberim bir traktör
kazasında yaralanan bir çocuğun geçirdiği kazaydı, yayınlandı, yayınlandıkça tabii daha bi
sarılıyorsunuz, keyfiniz geliyor, imzanız çıkmaya başlıyor. 16 yaşında bir adam haber geçiyor aslında
tiraji komik olay bu. Bir gün hastanede bir kişiyle tanıştım, böyle çok ağlayarak bir kenarda oturan bir
adamcağız, dedim derdiniz nedir, hastanız mı var yakın, benim derdim şey değil dedi, ufak bir
hastamız var ama dedi ben çocuklarımı okula gönderemiyorum. Hayırdır dedim niye? Bizim Yeni
Sahra’da şimdi siteler falan var, herkes okula gönderebiliyor çocuklarını, biz dedi çingeneyiz, biz dedi
çadırlarda kalıyoruz, çocuklarımız var, fakat arsalar kendimize ait olmasına rağmen inşaat iznimiz
olmadığından bir ikametgah gösterip, çocuklarımızı oradaki ilköğretim okuluna, ilkokula
yazdıramıyoruz dedi ben tabii büyük bir sorumluluk duydum, gazeteciyim, bir şekilde kamuoyu adına
bu mesleğin yapılması gerektiğini daha küçük yaşlarda biliyorum sağolsun abilerimiz de öğretiyor o
dönemki. Ben çok ilgilendim, 2 gün o çadırlarda yaşadım, işte o zaman Akın Kamacı vardı Bulvar
gazetesinin yazı işleri müdürü, ondan izin aldım, 2 gün çadırlarda yaşadım. Güzelde fotoğraf çekerdim
o zamanlardan beri çok güzel fotoğraflar çektim, çok beğenildi yazımda çok güzeldi, o yaşlarda ilk defa
seri yazım çıkacak, dizi yazı merakla bekliyorum, hiçbir şey yok, birgün hastanenin kapısında
bekliyorum, acil serviste o zaman Kadıköy’deki şimdi barlar sokağının olduğu yer pavyon doluydu.
Pavyonlarda konsomasyon yapan bir hanımın kafasında şişe kırmışlar, kanlar içinde, mini etek,

29
bacaklarına kadar akmış kan, iki kare fotoğraf çektim acil servisten girerken. Aman tanrım bir gün
sonra gönderdik tabii 127 Topkapı arabasına biniyorsun götürüyorsun ya da vapura verirdik
Topkapı’ya ulaşırdı, böyle de bir sistemimiz vardı, mail atamıyorduk o zamanlar, bir baktım, ertesi gün,
o mini etekli, hafif dekolte giymiş, kafasına şişe yemiş kadın adeta hani utanmasalar sürmanşet
olucak, logo altında falan yayınlayacaklar, kocaman yani 4 sütun falan sağ tarafta o zaman anladım
ben nasıl büyük bir hata yapıp da böyle bir mesleğe başladığımı ama herhalde zehirlenmiştim bir daha
dönüşü olmadı. Ve inanın o çingenelerin o adamcağızın hayatı çıkmadı, yayınlanmadı, o çocuklar
hiçbir zaman muhtemelen okula gidemediler, ışıklarda dilenmeye başladılar, kimisi gaspçı oldu, kimisi
tinerci oldu işte yani sosyal sorumluluk, gazeteci sorumluluğu ne yazık ki bu üçüncü sayfa anlayışı
boyalı basın yüzünden yerine getirilemiyor.

Tabii bu çingenelerden sonra yine Numune de bekliyoruz. Hastaneye bir adadan bir çocuk geldi, kız
çocuğu düşmüş, tabii adada ambulans yok, deniz ambulansı yok, 2-3 gün çocuğun haberini yaptık,
çıkmadı, çıkmıyor. Haydarpaşa Numune’den daha teşekküllü bir hastaneye nakli gerekiyor, bunu
yazıyoruz 3 gün işte diğer arkadaşlarda yazıyoruz çıkmıyor. En sonunda bir arkadaşımız vardı o
zaman Tan Gazetesinde çalışan annesine dedi ki şöyle bir fenalik geçirseydinde şöyle senin
fotoğraflarını yerde baygınken çekseydik, hakkikaten kadını ikna ettiler, benim dışımda olan bir olay,
çokta eleştirdik arkadaşımızı. Kadın böyle bir numaradan da olsa tabii aslında içi yanıyor ama kadını
da o şekilde ikna ettiler, kadın feryat figan yerlere yattı, ağladı, fotoğraflarını çektik o hareketli
fotoğraflar olunca yine gazetelerde yer aldı çocukta nakil oldu, belki bir işe yaradı ama gerçekten basın
için yüzkarası hikayeler bunlar. Bir kadına sen kendini yerlere at demeniz ama yerlere atmadan
haberde olamıyor, iki arada bir derede kalan muhabir var. Üçüncü sayfa haberlerinin devamı şu anki
sabah programları diye düşünüyorum. Geçtiğimiz aylarda bayrak mitingleri oldu canlı yayın izliyoruz
CNN’de, kayınvalidem dedi ki oğlum neler oluyormuş bu ülkede, biz nerdeydik anne dedim Seda
Sayan’ı izliyordun. Yani aslında uzun yıllar narkotik şube muhabirliği de yaptım, hakikaten kriminal
anlamda da biraz uzmanlığım var, bir sürü de bağımlıyla karşı karşıya kaldım, röportajlar yaptım, yazı
dizilerim yayınlandı Hürriyet’te. Ben aslında üçüncü sayfa haberlerini ve bu sabah programlarını
kriminal, yani narkotik maddelerden ayrı görmüyorum, onlarda toplumu uyuşturmak için varlar, ve
gerçekten benim de uzun süredir yaptığım belki iş bulduğumda yine yapacağım yapmak zorunda
olduğum iş. Bir şekilde biz belli bir seviyeye ulaştık artık hani biraz kendi özgürlüğümüzü
kullanabiliyoruz, bu arada hemen sendikadan bahsedeyim. Sendika olmazsa tabii bu tür özgürlüklerin
kullanılması da imkansız, çünkü basındaki sendika maaş zammı için değil basın özgürlüğü içindir.
Zaten ne Aydın Doğan’ı ne Turgay Ciner’i ne de bir başka basın patronunu sendika yüzünden
çalışanlara vereceği TEFE, TÜFE oranında bir zam hiçbir zaman etkilemez ama Türkiye gazeteciler
sendikasının basın özgürlüğüne ve basın örgütlülüğüne getireceği fayda onları etkiler. Üçüncü sayfa
haberleri belki olmaz ve belki de sistemli bir şekilde daha çok komplo teorisi yaparsak göçün de
başlama nedeni, başladığı dönemlerden itibaren bu boyalı basın üçüncü sayfa haberleri Ortadoğu’daki
yeni planlara bile hizmet ediyor olabilir. Çünkü hakikaten bizler üzerimize düşenleri yapsaydık,
gazeteci olarak yani bizim abilerimiz, tabii biz sonuçta çalışanız, muhabiriz, kameramanız, foto
muhabiriyiz, ama gerçekten bu toplum için haberler yapabilir olsaydık bu 80 sonrası süreçte ülkemiz
çok farklı bir yerde olabilirdi diye düşünüyorum. Neticede zaten Babıali de yok edildi. İşte Bedrettin
Dalan belediye başkanıyken Turgut Özal vardı, gazete patronlarına bedava verilen arsalar İkitelli’deki
arsalar o Babıali’deki gücü de yok etti aslında, çünkü orada bir örgütlülüğümüz vardı yani cemiyette bir
yazı işleri müdürü, sayfa sekreteri, bir tane şoför, bir matbaa işçisi, bir muhabir oturup, sohbet edip,
birbirinizin sorunlarınıza sahip çıkabiliyordunuz, işte o yok edildi aslında böl parçala yok et, yönet
sistemiyle işte o büyük plazalar verildi, büyük plazalara krediler verildi, patronlar patronlaştı, yazı işeri
müdürüleri genel yayın yönetmenleri sizle belki aynı serviste gelirken, korumasız arabalarla kendi
kullandıkları ya da tek şoförleri varken onlarla eve giderken, korumalar, zırhlı araçlar yani çok farklı bir
dünya oluştu basında ve her zaman muhabirlerin getirdikleri haberler, üçüncü sayfa haberleri daha
doğrusu halkı yok etmeye, düşünmeden ayrı tutmaya devam etti aslında bir kültürsüzleşme
politikasının izleri bunlar. 80 sonrası halkın kültürsüzleştirilmesi, hiçbir sorunla ilgilenmemesi yani
insanlar evlerinde televizyonlar ya da gazete haberleri, tabii üçüncü sayfayı şimdi televizyonlar aldı
ama izliyorlar, sokağındaki bir çukur için bir araya gelip muhtara dilekçe veren bir insan olmaz ve
inanıyorum ki bu boyalı basın üçüncü sayfa haberleri yüzünden bu ülke mutlu bir döneme ulaşırsa, şu
anki basının da eski mütareke basını gibi anılacağını ben düşünüyorum. Tabii üçüncü sayfa
haberlerinin dehşet verici bir takım hatıraları da var. Örneğin işte Günaydın gazetesinde bir haber
çıkmıştı yıllar önce. Bir tane hanım eski kocası yeni kocası, eski kocası cezaevine girmiş kendi öz
annesini öldürdüğü için, çıkıyor, imam nikahıyla başka bir beyle evli kadın, bir yemek masasında çıkan
tartışma sonucunda iki eski eşi yeni eşi kadıncağızı dövüyorlar. Haydarpaşa Numune Hastanesine
geldi, biz gittik kadınla konuştuk, kadın bize durumu izah etti, dedi ki benim 15 yaşımda bir kızım var,

30
n’olur beni haber yapmayın dedi, biz tamam dedik fakat o dönemin Tan muhabiri gitti bu kadının
fotoğrafını çekti, ertesi gün Tan’da "Hangi kocasıyla yatacağına karar veremeyince dayak yedi" diye
bir asparagas haber çıktı. Kadın ertesi gün geldi bu asparagas yüzünden kocasının kendini tehdit
ettiğini, eve almayacağını eve girdiği taktirde de kendini yakarak öldüreceğini iddia etti, biz kadının
kocasıyla konuşmayı denedik, bulamadık, görüşemedik, aradan 3, 4 gün daha geçti, kadın yine geldi,
n’olur dedi bu haberi yapan muhabir gelsin eşimle konuşsun dedi, haberi yapan muhabirle tartıştık,
gitmedi, konuşmadı, bir gece oturuyoruz Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde bir basın odası var.
Üçüncü sayfa haberleri için bekleyen muhabirlerin beklemesi için, devletin hastanesinde verilmiş bir
basın odası o da gariptir tabii… Bir yangın haberi geldi Üsküdar’da Zeynep Kamil’de kapıdaki zilin
üzerinden adamın adını hatırladım, Arif’ti adamın adı, üst kata çıktık, daire kapısının girişinde yanık bir
beden duruyordu, o kadındı, ölmüştü, adam da içeride ölmüştü, kadını yakmış arkasından da kendisi
intihar etmişti adamın. Bunun hesabı da sorulmadı, bunun gibi birçok haberinde hesabı ne yazıkki
basından, yapandan, yayınlayandan bugüne kadar sorulamadı. Yani topluma genel olarak bir zarar
verse verdiği kadar, bireylere de çok büyük zararlar verdi üçüncü sayfa haberleri ve vermeye de
devam ediyor ve belki de sabah programlarını izleyen insanlarda ki izledik, sabah programlarına
katılan insanlarda ne yazık ki bir takım adli olaylara karıştılar, can verdiler işte buna bilmiyorum
gazeteciler cemiyeti mi olur, şu an benim de başkan yardımcısı olduğum Haberciler Derneği mi olur,
bunların artık ciddi anlamda değerlendirilmesi ve konuşulması gerekiyor, bu toplantıda bu yüzden
benim için çok değerli. Sorularınız varsa yanıtlamaya hazırım, teşekkür ederim.

Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu:


Ben birkaç şey söylemek istiyorum, önce son söylediğinizden başlayayım. Medya gözlem platformu bu
soruna bence güzel bir çare. Eğer üstlendiği misyonu yerine getirebilirse, Medya gözlem platformunun
işi bu zaten 4. kuvvet medyanın yerine görevini yerine getirmemesi sonucunda oluşturulması
düşünülen 5. kuvvet yurttaş kuvvetinin üçüncü sayfa haberlerini takip etmede etkili olabileceğini
düşünüyorum. Demin vermiş olduğunuz örnek bu kendini yere atmış bir kadının haber olması acaba o
kendini yere atan bir erkek olsa haber olur muydu ya da kendini yerine atan hanım biraz dekolte, sarı
saçlı ya da seksi görünümlü olunca daha mı çok haber oluyor belki bunu sizden dinleyeceğiz, narkotik
etki dedi, zaten kuramlar arasında böyle bir şey var, narcotisizing dysfunctional effect dediğimiz bizi
öyle bir hale getiriyor ki artık işlevimizi yitiren birey haline geliyoruz, savunmasız bir şekilde. Bu
noktada belki kamu yararının gözetildiği, sosyal sorumluluk anlayışının önemsendiği yurttaş
gazeteciliğini devreye sokabiliriz. Değindiği bir başka nokta, medya aristokrasisinden bahsettiniz, bir
elit kesim var, bugün sabahta konuştuğumuz, medya yöneticileri, CEO’lar bir de muhabir kesimi var,
hakikaten bunların yaşayışları çok farklı. Emin Çölaşan’ın kitabında bahsettiği gibi gazeteciler arasında
büyük uçurumlar var. Buyrun.

Burak Ersemiz:
10 yıllık Hürriyet muhabiri şu anda 900 milyonla 1100 arasında bir para alıyor, geçinmek mümkün
değil, çocuğu var, evli yani ortalaması bu şu an piyasanın, televizyonlarda biraz daha farklı ve nasıl
habercilik yapacak kafasını toplayıp bu insanlar.

Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu:


Bütün konuşulan bugün medyanın yapısal bir sorunu. Özellikle ana akım, egemen medyanın devletin
ideolojik aygıtı gibi çalışması toplumsal rızanın üretiminde de bir takım söylemlere başvurması, bu
kayıtsızlaştırma olabilir, siyasetsizleştirme olabilir, bunalımı yayma, umut kırma, sivil itaatsizliği
tamamen kırma, gündemi yönlendirme, eksik bilgilendirme, bazı bilgileri, haberleri gözümüze sokma,
bazılarını yok sayma, hepsi için esasında üçüncü sayfa haberciliği bir sığınak.

Evet. 3. konuğumuz feminist aktivist Gülnur Elçik. Çok kısaca kendisinden bahsedeyim. Daha önce
Uçan Süpürge yerel gazeteciler ağında çalıştı Gülçin hanım, genel olarak üçüncü sayfada kadınların
temsili üzerine konuşacak. Galiba bir yüksek lisansınız da var sizin Kocaeli Üniversitesi Siyaset
Bilimi’nden. Hali hazırda medyada kadınların namus algısı ve namus cinayetleri üzerine bir çalışma
hazırlıyor Ayşe Sargın ile birlikte. Bizlere bu çalışmadan bahsedecek. Buyrun, teşekkür ederim.

Gülnur Elçik:
Merhabalar, öncelikle bir özürle başlıyım, çok kısa zamanda daha dün akşam haberim oldu
konferanstan, böyle çok dağınık geldim ama bu benim genel özelliğimdir. Bu arada herhalde basından
olmayan tek konuşmacı benim burada, özel mi hissetsem, yalnız mı hissetsem çok karar veremedim
yani kusurum olabilir o konuda kusura bakmayın. Şimdi öncelikle üçüncü sayfa haberleri açısından
değerlendirdiğimiz zaman çeşitli gazeteleri sanırım farklı politik görüşlerde olan pek çok gazetenin

31
haber tekniği ve içeriği açısından uzlaştığı, homojenleştiği tek sayfadır üçüncü sayfa haberleri.
Özellikle tabii ben her defasında tekrar etmiycem kadın açısından diye. Üçüncü sayfa haberlerinde işte
ortalama insanların genel ahlaka uygun olmayan, uygun düşmeyen davranışları çoğu zaman konu
edilir. Genel ahlak kavramı burada çok rahatsız edici geliyor bana. Çünkü genel ahlak dediğiniz zaman
eğer bunu bir basın konseyi söylüyorsa çoğu zaman ahlak felsefesi gibi daha etiğe gönderme yapan
bir şeyi anlayabiliriz gibi geliyor. Örneğin basın meslek ilkelerinde madde 2’de düşünce, vicdan ve
ifade özgürlüğünü sınırlayıcı genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel
dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz. 3. maddede yine ahlaka aykırı diye bir kavram var.
Şimdi burada şu çok önemli genel ahlak dediğimiz şey ya da biraz sonra değineceğim kamusal alan
dediğimiz şey bir temsilin ifadesidir. Temsil dediğiniz şey de bir süzgeçten geçmiş bir temsildir.
Dolayısıyla burada aslında genel ahlak erkekliğin beceri ve kıstaslarına göre belirlenmiş bir genel
ahlaktır, dolayısıyla zaten çoğu zaman kadınların yerle bir edilebilmesinin sebebi de bu. Şimdi kadınlar
açısından bakıldığı zaman aslında gazeteler arasındaki geçişkenlik yani üçüncü sayfa ve diğer
sayfalar arasındaki geçişkenlik çok esnek. Örneğin Süreyya Ayhan antrenörüyle birlikte olduğu haberi
çıktığında bir anda üçüncü sayfada manşet olabiliyor, ya da geçtiğimiz günlerde olan bir şey mesela
Nil Demirkazık biliyorsunuz politikaya atılmıştı, örgüt üyeliğiyle suçlanınca onu üçüncü sayfada hamam
fotoğraflarıyla gördük. Ama Kamer Genç için çiçek sulama espirisi söylendiğinde, dedikodusu
yayıldığında o hala politika haberinde küçük gülünecek bir enstantene olarak verilmeye devam
ediliyordu. Bir de çok ilginç bir şey var, şimdi internette üçüncü sayfa güzelleri diye üçüncü sayfalarda
haberi yapılmış kadınlar arasından seçilen hani bu arka sayfaların dışında bir de 3.sayfa güzelleri diye
bir şey oluşturulmaya başlandı. Yalnız konular arasında dağınıklık olabilir, kusuruma bakın, haklısınız.

Şimdi ben aslında bütün gazeteleri, gazetelerdeki bütün sayfaları incelediğim zaman çoğu zaman
kadın haberlerinin, bu doğrudan kadın başlığıyla olmayabilir, kadınlık hallerine gönderme yapan
herhangi bir haber olabilir, bir erkeğin gücünü çok fazla abartan ya da kadını ona tabii kılan bir
haberde olabilir, üçüncü sayfa haberi gibi yapıldığını görüyoruz. Ben ne zaman Haydar Dümen’i
okusam üçüncü sayfada yeni bir vaka okuyormuş gibi hissediyorum, sadece sonuca ulaşmamış bir
vaka ama yani potansiyel bir üçüncü sayfa haberi okuyormuş gibi hissediyorum. Mesela ben size en
son bizim Mediz’in de şikayette bulunduğu bir haberi göstereyim. On beş yaşındaki bir erkek çocuk,
sevgilisi onunla cinsel ilişki kurmak istiyormuş bu da kaçıyormuş… Onunla ilgili bir şey. "Sevgili
yavrum, kaçmaya devam yorulup tökezleme kız arkadaşın seni yakalarsa üzerine çullanıverir, o bir
anlık olaydır ama ardından bir grup sivrisinek kolonisi gibi ağabeyler, amcalar, anneler, babalar ne
yaptın sen diye üzerine yürürlerse işte o zaman seni kurtaramaz, çünkü bu gibi olaylar genelde
duyulur. Ya da doğanın bir süprizi ortaya çıkabilir, sevgilinin kızlık zarı ama en korkutucu olanı gebelik,
hadi bakalım çöz bu düğümü, kız hiç söz dinlemiyorsa ona söz dinlet, böyle devam edersen ilişkimi
kesicem diye korkut, senin hayatınla oynuyor, kendini bana saklarsan ilerde evleniriz de…" gibi
öğütlerde bulunuyor, devamı daha çirkin. Yine üçüncü sayfa dolayısıyla yani her türlü haberi ben
üçüncü sayfa haberi gibi okuyorum. Ama mesela gelmeden aldığım bu bizim yerel gazeteciler ağıyla
ilgili çalışırken bir yerel gazeteden aldığım bir haberi okuyayım size, Başlık: Tanımadığı adamdan
hamile kaldı, böyle poz verdi. Kadın karnını tutuyor, haberin içeriğini okuyayım, sonra bunun neyle ilgili
olduğunu söyleyeceğim. "Sperm bankasında önüne konan seçeneklerden birini tercih etti zaten
burada söylemişiz suni döllenme yoluyla hamile kaldı bebeğinin adı Kayra ama Kayra bebek babasını
hiç tanımayacak", yani suni döllenme bu bir şey değil, yani tecavüze uğramış, ya da biriyle birlikte
yaşamış ve sonra ayrılmış bir kadının haberi değil bu. Suni döllenme yoluyla kadın hamile kalıyor,
babasını hiç görmeyecek işte böyle poz verdi. Bu gazeteciler açısından değerlendirilecek bir sorun
değil, bu bizdeki aile kavramının da baskınlaştırılmasıyla ilgili bir mesele. Aile kavramı mesela benim
gazdan ölen ya da soba zehirlenmesinden ölen kadın haberlerinde gördüğüm genelde şöyle verilir, 30
yıllık evliliği, 30 yıllık çok mutlu evliliği böylece son buldu, yani hemen her şekilde aileye bir gönderme
olabilir. Şimdi zaten Mustafa Bey örneğini verdi birkaç tane okudu, karısını en yakın arkadaşıyla
aldattı, kaynanasına kızıp evini yaktı, ben Mustafa Bey’in ağzından çıkan şeyleri yazıyorum, bunlar
farkındaysanız hep erkek ağızla söylenmiş şeyler, kadını okuyan haberler, diğer yandan mesela öfkeli
baba, çılgın aşık gibi çok keskin ifadeler kullanılır. Kadınlar da genelde orada aldatılıyorsa eğer çok
uysaldır, çok yazıktır. Bir de şu var mesela kadınlar doğrudan konu itibariyle gazete haberlerine konu
olmasalar bile görüntü itibariyle hemen hemen bütün üçüncü sayfa haberlerine en azından
yerleşebilirler. Çünkü orada bir yoksulluk fotoğrafı kullanılacağı zaman biraz önce örneği verildi
yerlerde sürünen kadın fotoğrafı kullanılır. Ben mesela hiç sağlık haberleri yapıldığında orada sağlıklı
olarak gülümseyen bir erkek görmedim, mutlaka havucu seksi bir şekilde dişleyen bir kadın fotoğrafı
vardır orada. Yani bunlarda dolaylı olarak üçüncü sayfa haberlerini üreten haberlerdir, dolayısıyla ben
mesela üçüncü sayfa haberleri kaldırılsa, kadınlık açısından ya da feminizm açısından bakıldığında
benim açımdan çok iç açıcı bir şey gözükmüyor. Bir portre yok ya da bu da okurlar açısından küçük bir

32
değerlendirme. Mustafa Bey’in söylediğine görece bir cevap. Evet, yani üçüncü sayfa haberleri
okurlarına baktığımız zaman hakikaten bunlar büyük oranda göç alan bölgelerin insanları; sadece
konusunu demiyorum konusu kuşkusuz öyle ama onun hemen yanında da 2. sayfa haberleri var.
Sosyete sayfası demek ki böyle bir şey üretiliyor, Hülya Avşar’ın ya da bilmem daha ünlü birinin
birinden tokat yemesiyle Güldünya’nın şiddetten ölmesi açısından ben habercilik açısından pek bir fark
görmüyorum.

Gazetelerde genellikle kadınlar iki uçlu olarak ele alınır, benim gözlemlediğim kadarıyla birincisi hafif
meşrep kadınlar, ikincisi fedakar annelerdir. Hafif meşrep kadınlar, dul kadınlar, evden kaçmış
kadınlar, kıskançlık cinayetine kurban giden kadınlar, yeni bir kategori olarak işte gördünüz taşıyıcı
anneler hafif meşrep kategorisinde değerlendirilmeye başladılar, bir de kuryeler var. Fedakar
annelerde iki şekilde ya yoksulluğun görüntüsü olarak devreye giriyor ya da özürlü bir çocuğu olan, her
şeye rağmen ona bakan, onları koruyan kadınlar olarak. Burada küçük bir parantez açayım, kadın
programlarının da bu üçüncü sayfa haberlerinden seçildiğini bizzat kendileri de söylüyor zaten. Şimdi
özellikle ev içinde ve iş yerinde taciz olarak ikili bir taciz değerlendirmesiyle bakılabilir ama üçüncü
sayfa haberleri ev içindeki tacizi de daha çok evlilik içindeki yani baba tacizini biz henüz çok fazla
değerlendirmeye ele almadık. Bu şu anda feminist bakış açısında gazeteciliğe bir eleştirisidir. Çok
yaygın olan ensest meselesini de hala yayamadığımız, o konuda bir gazetecilik sergileyemediğimiz
konusunda eleştiriler var, istekli olmakla mekan arasında çok sıkı bir ilişki kuruluyor üçüncü sayfa
haberlerinde yani orada evliliğin yüceltilmesiyle ilgili aşk ve evle sınırlı olan yeni bir kamusal alan
yaratılıyor ve bu noktada biraz önce örneğini verdiğim, aşk örneğinde mesela bir dar kot pantolon da
kamusal alana simge olabilir, bizim şu anda gördüğünüzden daha farklı başörtüsünü tartışıyoruz, ama
orada o dar kot pantolonla daha daraltılmış bir kamusal alan var.

Şimdi en çok sıkıntı çektiğimiz noktalardan bir tanesi çoğu zaman üçüncü sayfa haberlerinde polis ve
savcılardan alınmış ifadelerinin doğrudan yer alması halbuki bu ifadelerin saklı kalması lazım, insan
haklarına aykırı burada bir ihlal var, bu konuda biz tek tek görüşmeler de yapıyoruz ama yeni bir
program başlamış şimdi; iki gün önce polislerin eğitimine dair ama ben bu konuda pek fazla bir adım
atılabileceğini düşünmüyorum bu yine bizdeki aile kavramıyla da ilgili. Bir de üçüncü sayfa haberlerinin
diğer bir özelliği gazeteciliğin en az göründüğü haberler üçüncü sayfa haberleri. O haberi gördüğünüz,
gazetecinin fikriyatını takip edebildiğiniz haberler üçüncü sayfa haberleri. İşte burada kadınların da
gazeteci olması gibi bir sorun ortaya çıkıyor. Üçüncü sayfa haberleri olması ya da olmaması değil şu
anda dünyada gazetecilerin kadınların yüzde 30’u ya da 40’ı kadın olarak ifade edilebiliyor. Dolayısıyla
benim özetle söyleyebileceğim belki sorular gelirse sonradan mutlaka atlamışımdır bir şeyleri daha
detaylı konuşabilirim.

Özellikle kadınların gazetecilerin olması konusunda bence çok ciddi özendirilmesi lazım. Üçüncü
sayfaların burada bir itiraf olarak düşünülebilir, en azından şöyle bir yararı oldu, haberleri o kadar
abartı bir şekilde o kadar vurgulayarak yaptılar ki bazen bizim gözden kaçırabileceğimiz pek çok şeyi
de hakikaten bu da böyle okunabiliyormuş deyip bizi uyandırdıkları da oldu. Ama eğer gazetecilerdeki
yani feministleşirse, femine olursa biraz gazetecilik o zaman bence kadınlar kendi haberlerini
yapabilecekler. O yüzden mutlaka herkes kendi yaşadığı şeyleri biraz gazetecilik diliyle oraya aktardığı
zaman üçüncü sayfa haberlerine bu kadar gerek kalmayacak. Bizim bir iş kadınını temsilen orada
gördüğümüz fotoğraf, mutlaka kırmızı rujlu, mini etekli, sarışın ve gözlüğünü seksi bir şekilde ısıran bir
kadın olmayacak, dolayısıyla ben üçüncü sayfa haberlerinin kadınlar açısından en önemli noktasının
aslında bütün gazeteye yayılmış olmasıyla ölçülebileceğini düşünüyorum, teşekkür ederim.

Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu:


Evet yine çok teşekkür ediyorum, son söylediğinize dair bir şey söylemek istiyorum. Özellikle kadın
gazeteciler daha çok hem nitelik, hem nicelik olarak artarsa belki de kadına dair haberlere daha
duyarlı yaklaşılacağını söylediniz, ben de aynı şeyi düşünüyorum. Bunun bir canlı örneği de var,
Akşam gazetesinin bir dönem Nurcan Akat genel yayın yönetmenliğini yapmıştı, biliyorsunuz, Serdar
Turgut gelene kadarki dönemde, o zaman ciddi anlamda kadınlara dair haberleri bir eleme süzgeç
mekanizmasından geçirip, hani o aşağılayıcı bir şekilde kadının haberlerde yer verilmeyişine çok itina
etmişti. Ne yazık ki kadınlar da işten içeri girdiklerinde erkeksileşiyor, onlar da her ne kadar direnç
göstermeye çalışsalar bile ne denli başarılı olabiliyorlar orada bir takım şüpheler var

Tabii burada bir şeye yine değinmeden geçemeyeceğim Basın Konseyi diyoruz Basın Konseyi bir
kuruluş dünyadaki uygulamalarında çok nadir görüyorsunuz, bir gazetenin Aydın Doğan grubuna bağlı
bir gazetenin aynı baş yazarının köşe yazarının zamanda Basın Konseyi başkanı olması, şikayetleri

33
değerlendirirken ne denli objektif olabiliyor bu konsey. Kadına dair ve kadın bir gazeteciye dair,
hatırlarsınız SKY Türk muhabiri bir kadın vardı ve g-string modasına uygun bir şekilde giyinmişti.
Rusya Federasyon’undan yetkiliyle röportaj yaparken, Hürriyet gazetesi bir biçimde görüntüleyip
haberi büyük puntolarla ve fotoğraflarla uygunsuz bir şekilde verdiler. Şikayet edildiğinde basın
konseyinin "İş başındayken giydiği iç çamaşırına dikkat etmesi" yönündeki şikayet değerlendirmesi çok
ilginçti.

Burcu Şimşek:
Hacettepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi. İş kaybının bu kadar fazla olduğu, örgütlenmenin mümkün
kılınmadığı bir sektörde kadınların egemen söyleme yani erkek egemen söyleme dayanarak işlerini
kaybetmemek adına bunu yaptıklarını, batıda yapılan çalışmalarda medya sektöründeki kadın
istihdamının bizi bir yere götürmediği cam tavanlardan söz ediyoruz. Kadınlar yönetim kademesinde
yer almıyorlar, kadınlar karar alıcı değiller, böyle olduğu zaman da siz sadece mevcut olan sisteme
ayak uydurarak aslında cinsiyetsizleşiyorsunuz, ikinci nokta bununla çok bağlantılı olarak kadınların
kendi dillerini buraya taşımaları mümkün değil, bu cam tavanlar çok dikkat etmek gereken bir şey eğer
bir değişimden söz ediliyorsa.

Prof. Dr. Özden Cankaya:


Tüm konuşmacılara teşekkür ediyoruz, katkılarından ötürü, çok açık örnekleri ve özellikle uygulamada
bulunan gazeteci arkadaşlarımızın bütün açıklığıyla verdikleri örnekleri dinledik. Burada tabii ki kadın
gazetecilerin sayısının artması, ya da kadın duyarlılığının gelmesi, kadınların yönetici olarak gazetede
bulunmaları herkesi belki de çağdaşlaşma açısından, ya da kadın istihdamı açısından memnun eder
ama üçüncü sayfa haberlerine çok etkisi olacağını düşünmüyorum. Bu yapısal bir sorun, medyanın
yapısal sorunları çözülmeden üçüncü sayfa içeriklerinin değişeceğini düşünmü-yorum. Burak Ersemiz
verdiği örneklerde bunu çok açık ve seçik olarak belirtti, o da bir iletişimci olarak, biz işin kuram yanıyla
ilgileniyoruz, ama o uygulamacı olarak bizim söyleyeceklerimizi çok net ve öz bir biçimde ifade etti,
yaptığı haberlerin altına belki de daha doğrusu onun gönderdiği bilgiler üzerine yapılan haberlere
imzasını atmak istemiyor ve imzasını atmak istediği haberler yüzünden işsiz kalıyor. Gazetelerdeki
çalışanların örgütlenme, sendika sorunları çözümlenmedikçe, medyanın mülkiyet yapısında bir
değişiklik olmadıkça mutlaka yoksullar, kadınlar, çocuklar hem sınıfsal açıdan hem medya, cinsiyet
açısından üçüncü sayfayı reyting ve tiraj alma açısından ister televizyonlarda olsun ister yazılı basında
olsun içeriğini bir şekilde dolduracaktır hem de artan bir biçimde çünkü insanları ve onların trajedilerini
onların yaşadıkları olayları metalaştırmaktadır, bunun üzerinden para kazanmaktadır. Televizyon
programlarında daha çok izleyici, daha çok gazetede de her çıplak vücut veya her parçalanmış gövde,
akan kan tirajı arttırmaktadır. Bu nedenle bütün iletişimcilerin, ister uygulamacı ister kuramsal açıdan
meseleye bakan kişiler olarak medyanın yapısını değiştirme yolunda kuramsal ve uygulama
çalışmalarına büyük bir hız vermeleri gerekmektedir. Bu Türkiye’nin tüm sorunları açısından çok
önemli bir problemdir ve bunun acilen en baş maddesi olarak tutulması gerekmektedir. Medyanın
yapısı böyle sürdükçe bizde üçüncü sayfa toplantılarını yapmaya devam edeceğiz işsiz gazetecilerin
sorunları artacak, 3 sayfa haberleri artık giderek daha da insanların onurunu zedeleyen bir üslupla
sürecektir. Teşekkür ederim.

Ar. Gör. Ceren Sözeri:


Merhaba, Ceren Sözeri, İletişim Fakültesinde araştırma görevlisiyim, Gülnur’un söylediğine bir katkı
yapmak istiyorum, aynı zamanda farklı bir şey söylemek adına. Bahsettiğin kadın gazetecilerin artması
veya onun içerisinde örgütlenmesi aslında halihazırda var olan bence bunu biraz da şu an geldiğimiz
konumunda besleyen bir şeye de dönüşebiliyor, Hürriyetin başında bakarsak Vuslat Doğan Sabancı
var ve kendi içlerinde de kadın haberlerini izleyen bir grup var, bunun başını zamanında Emel Armutçu
çekiyordu, en son tasfiyeyle birlikte onu da işten çıkardılar ama sürekli Hürriyet’te yayınlanan kadın
haberlerini izleyen, bunlar hakkında kendi içlerinde çalışmalar yapan bir ekipti ve benim çalıştığım o
dönemde N.Ç. olayı yetiştirme yurdundaki defalarca tecavüze uğrayan haberi, bu ekibin başında olan
Emel Armutçu –en büyük aktivist olan Emel Armutçu– tarafından çıkmıştı, çok eleştiri aldı, en büyük
savunmaları şuydu. Bunu biz toplumda ne kadar infial yaratacak bir şekilde verirsek bununla ilgili
toplumu ancak bu şekilde düzeltebiliriz, herkes o kadar dehşete kapılacak ki bu haberlerle, ondan
sonra yurtlar daha sıkı denetlenecek vs. Bunların önüne geçilecek. Yani haberleri yaparken elbette ki
Burak Beyin söylediği gibi bir bakıma çaresizlik veya işte kendisinin müdahale edemediği editoryal
şeyler var. Ama o bilinç ya da tartışılması gereken bir bilinç midir yükseltilmesi gereken bir bilinç midir
bilemiyorum ama yani bunun bu kadar infial yaratacak şekilde vermek veya bir tecavüzü veya bir
öldürülmeyi bir cinayeti bu kadar dehşet verici anlatarak da toplumu eğitmeye çalışmak gibi bir şeye
de sürükleyebiliyor. Bu da kadınlar açısından tartışılan bir durum benim gözlemlediğim.

34
Gülnur Elçik:
Bu parantezi özellikle açmak istemiyorum, sadece basın sektöründe değil hemen her sektörde
muktedir olmaya başladığınız zaman bizim kadınlık deneyimlerimizi paylaşmamız gerektiğidir. Zaten
çoğu zaman toplumsal cinsiyet dediğimiz şeyin kadınlar da taşıyıcısı olabilir. Yani şimdi bakın mesela
en son anayasa komisyonunda görüşme yapılırken aile kavramı bellidir, birlikte yaşayan kadınlar o
kapsama alınmasın diyen de Nimet Çubukçu’ydu. Emel Armutçu örneğinde dahi her ne kadar tek
örnek olsa da konuşmak pek şey olmayabilir, ama onu şöyle özetleyelim, o haberler yapıldıktan sonra
oldukça tepki aldıktan sonra ve konuşma fırsatı bulduktan sonra Emel Armutçu da onları değiştirme
yönünde en azından bir irade sergileyebildi. Bir de şu açıdan bakalım, yani feminizm veya kadın
statüsünü güçlendirici nitelikte haberler yapanlar kadınlar oluyor sadece. Çevremizde pek çok duyarlı
erkek olabilir, ben öyle erkeklerin çevremde olduğunu biliyorum çok mutluyum da bu yüzden ama pek
çok erkek bu tür bir ataerkil sistemin sağlamış olduğu avantajlardan bir kadın için vazgeçer, dolayısıyla
yani gazeteci olduğunuzda da aynı şey geçerli, biraz erkek gibi davranmak zorunda kalıyorsunuz. Bu
yüzden bence kişiler üzerinden bir değerlendirme yapmaktansa kim bilir ben kaç kere yaptım bunu
bilmiyorum, çünkü o kadar içimize sinmiş bir rolü devşiriyoruz ki muhtemelen yapmışızdır, benim
burada temennim hakikaten kadın olma deneyimlerini paylaşarak ayrı bir yol açmamız. Çünkü çoğu
zaman ben kadın olacağız ya da erkekliğin bu baskısına karşı çıkacağız diye çok daha zulmeden yeni
bir kadın modeli yarattığımızı da düşünüyorum, bu da benim bir feminizm eleştirimdir. Çoğu zaman
çok daha baskın, çok daha karşısındakinin sözüne imkan tanımayan, basında da muhtemelen
böyledir, ama biz şu anda kadın gazetecilerle konuştuğumuz zaman erkeklerden çok daha farklı
sorunlar yaşıyorlar. Yani siz belki doğrudan şiddet, sözlü şiddet değil de doğrudan fiziksel bir şiddeti şu
anda eğitim düzeyi daha düşük, gelir olarak düşük bir ekonomik sınıfa bağlı kesimde daha yaygın
görebilirsiniz ama basında böyle değil.

Bir de ben dağınıklığımdan unuttum, özellikle söylemek istiyorum bunu, homoseksüelliğe ilişkin olarak
yapılan haberler de kadını dolaylı olarak aşağılamaya yönelik haberlerdir. Çünkü feminizmin işaret
ettiği toplumsal cinsiyet kavramı heteroseksüellik bir erkeklik ölçütünden ortaya çıkar. Yani bugün
Condelliza Rice’ın geçtiğimiz günlerde okumuşsunuzdur, şu haberle yani kim gay kim değil başlığıyla
verilmesi burada gay kelimesi de çok önemli çünkü homoseksüellik içinde de önce erkekten yola
çıkarak yayılan bir özgürlük yönelimi var, bu içerikle verilmesi de aynı şekilde okunabilir. Hillary Clinton
başkanlığa oynadığında yine onun için homoseksüellik dikkatinizi çekiyorum, tırnak içinde bir suçlama
olarak verildi, dolayısıyla bunlarda aslında dolaylı yollardan kadını suçlamaya yönelik olarak kullanılan
yöntemler.

Burak Ersemiz:
Ben de kısa bir şey ekleyeceğim, şimdi tabii iş zor, bayan gazetecinin artması durumunda aslında
durum zor değişir. Gazetecilik aslında, ayrı bir cinsiyet, ayrı bir dil, arı bir ırktır. Yaşadığımız olaylardan
şunu da biliyoruz ki, gazete ve televizyonların yönetimleri hiçbir zaman demokratik değildir, Mustafa
Abi katılır mısın, şunu da biliyoruz ki gazetecilerin yönetimleri faşizm kokar, bir yönetici vardır o ne
derse o olur, bir bayan doktora bir röportaja giderken genel yayın yönetmeniz ordan hişt doktor güzel
mi der, abi işte biraz esmer, sarışın yok muydu? Böyle bir yapılanma var şu anda, her zaman olur, bir
çocuk çekersiniz, niye sarışın mavi gözlü değil derler, sokakta röportaj, sarışın mavi gözlüleri seç, Yani
hakikaten Show’da da Kanal D’de Star’da da Atv’de dikkat edin bu ülkenin yüzde 70’i kumral, esmer,
ama sarışın mavi gözlü benim gibi adamları görürsünüz, muhacir olanları belki ama gerçekten işimiz
zor. Çünkü ilk başta söylediğim gibi zor, gazeteci olduktan sonra insan çok etkileniyor mu, ayrı bir
hava mı değişiyor. Ama tabii sonuçta gazete yöneticilerini biraz belki de düzene sokmak, biraz onları
etkilemek kaba anlamda yontmak lazım biz erkekleri belki de hani kadınların çoğalması güzel ama
kadınlar çoğalırken bizleri de biraz belki şekle sokarlar. Ben de arkadaşımızın söylediğine de bir ek
yapacağım, tecavüz olayından bahsettiniz, ben 21 yıldır bu işi yapıyorum, savaş muhabirliği de
yaptım, bir sürü yere gittim, polis adliye muhabirliği, hastane muhabirliği, DMG muhabirliği, sıkıyönetim
muhabirliği, o işte Metris’teki duruşma salonlarına girip çıktık, ben yıllardır izlerim, arşivlere
baktığınızda devlet kütüphanesine gidip ya da bir gazeteye girerseniz bakın, bir tecavüz olayı olur,
eğer bunu büyük verilirse bir hafta sonra bir tane daha olur, 5 gün sonra bir tane daha olur. Bu tür
olayları, bazı haberleri çok büyük verdiğiniz vakit çocuğa tecavüzü verin, bir hafta sonra, iki hafta
sonra ya 4, 5 olay daha vardır gidip arşivlere bakın. Aynı şekilde köprüdeki bir intihar olayı verdiğiniz
zaman artar, bir de böyle bir etkilenme var, cahil halkın vatandaşın üzerinde ben tabii bunu
açıklayamam ama benim izlenimlerim bu, ben bu tür olayları biraz daha fotoğrafsız, daha küçük daha
belki de köşe yazarlarının yer vermesi gereken adli vakalar diye düşünüyorum. Ama son söz olarak
müsaade ederseniz bir şey söyleyeceğim. Basının şu anki durumunu gözler önüne sermek adına, ben

35
uzun yıllardır, 19 yıldır sarı basın kartı taşıyorum, çok küçük yaşta aldım, otobüse binerdim böyle,
basın kartını gösterirdim şoföre benden çok daha yaşlı bir büyüğümüz amcamız, dedemiz ya evladım
siz daha yorgunsunuz, yaşlı bir adam bana yer vermek isterdi, eğer başka yer yoksa. Şimdi akbilim
var, basın kartımı göstermiyorum, biz biraz da insan sarrafıyız ne yazık ki bu basın kartını binerken
gösterecek cesaretim yok, basının şu anki durumu, buna da neden bizleriz, çok teşekkür ederiz.

Ar. Gör. İdil Engindeniz Şahan:


Özellikle Burak Bey’e sormak istiyorum. Galatasaray Üniversitesi’nden, İletişim Fakültesi’nden İdil
Engindeniz. Şimdi sistemin değişmesi gerektiği konusunda hepimiz hem fikiriz sendikanın daha güçlü
olması gerektiği, meslek örgütlerinin daha güçlü olması gerektiğinde hepimiz hem fikiriz. Ama var olan
sistem içinde ben gazetecinin sahip olduğu yeri biraz daha sizden öğrenmek istiyorum, çünkü mesela
bu sabah ki sunumlarda da karşılaştığımız örnekler. Mesela işte travestilerin yaptığı bir eylemde
"travestiler yatma eylemi" yaptı, şimdi bu hakikaten editör tarafından ya da gazete yönetimi tarafından
gazetecinin politikası tarafından Hürriyette çıkan bir haber. Hürriyet bir Posta değil mesela, onun için
ayrı bir gazetesi var, hani daha renkli haberler için daha renkli tabirler için. Bu nasıl bir cehaletin
ürünüdür onu bilemiyorum. Bir editörün Milliyet’in Pazar ekinde bundan neredeyse 10 sene önce
Sevtap Çapan’ın bir filmiyle ilgili olarak yaptığı röportajda Sevtap Çapan bundan sonraki bir sevişme
sahnesi olan filmiyle ilgili diyor ki: "Bundan sonra da yine böyle teklifler gelirse, uygun görürsem,
senaryo hoşuma giderse yine böyle sahnelerde oynarım". Başlık, "Tersi olmazsa sevişirim" yani şimdi
bunlar Milliyet’in Pazar ekinin ana sayfasında yayınlanıyor, ilk sayfasında yayınlanmış bir röportaj
gazetenin tirajını bir anda 5 bin 10 bin arttırması bana mantıklı gelmiyor, dolayısıyla burada
gazetecinin hiç mi inisiyatif alma şansı yok bu kadar kötü mü sistem?

Burak Ersemiz:
Evet, dediğim gibi faşist bir sistem var bütün gazete ve televizyon yönetimlerinde, tamamen demokrasi
dışıdır, yani şimdi ben 2 kere yargılandım, yaptığım haberden dolayı hakkımda dava açıldı, ikisinde de
ben yaptığım, yazdığım haber yani haber olarak sütunda çıkandan beraat ettim, sayfa sekreterinin ya
da yazı işleri müdürünün attığı başlıktan ceza yedim benimle hiçbir alakası yok, yazı işleri müdürü bir
tane başlık atmış, sonuçta editöryal anlamda o başlıkları da atanlar gazete ve televizyonlarda bravo
denilen insanlardır aslında, vay be nasıl buldum, işte travestiler yatma eylemi yaptı o tırnak içindeki
yatmayı aa ne güzel travesti tamamen seks anlatan bir başlık, bunu bulan adamda başarılı adam şu
an gazetelerde ya da televizyonlarda bunu da söylemek istiyorum. Netice itibariyle muhabir yazısını
yazar, bir emek harcar muhabir, gider, bazen tehdit edilir, ben yıllarca mafya babası tarafından tehdit
edildim, ruhsatsız silahla dolaşmak zorunda kaldım. Birçok gazeteci, sokakta, alandaki insanlar
savunmasızdır, zaten sürekli mesela, adliye muhabiri sürekli adliyededir, zaten öyle bir şey yazmaz,
yazmak istese de yazamaz, çünkü zaten gözönündedir, Ertuğrul Özkök gibi Fatih Altaylı gibi. Bizim 7,
8 korumamız yok, biz halkın içindeyiz, zaten haberde halkın içinden çıkartılır, sonuç olarak belki biraz
farklı yere geldim ama hakikaten muhabirler genelde bu tür başlıklardan dolayı suçsuzdur. Ama yani
bu yıllar önce Sabah gazetesi ilk çıktığı yıllarda hatırlar mısınız bilmiyorum, büyüklerimiz hatırlar, bir
günün haberi bölümü vardı 1. sayfada. Sabah gazetesi belli bir tiraja ulaşana kadar bu günün
haberlerine devam ettirdi, o dönem tabii adliyelerde çok rahat çalışırdı gazeteciler bütün duruşmaları
çekerdi ve istihbarat şefleri, haber müdürleri her zaman böyle güzel kadınların olduğu boşanma
davalarını isterlerdi. Muhabir gider, Kadıköy adliye muhabirliği de yaptım ben, İstanbul adliye
muhabirliği de yaptım yanımdaki muhabir Sabah muhabiri gidiyor genç bir çift çocukları da var, kadın
başka bir insanla birlikte olmuş, çok özel bir bilgi. Duruşma salonundan taşmaması gereken ki şu an
taşmıyor, bu tür haberleri yapamıyorlar gazeteciler yasaklar var bu da olumlu bir şey. Bunun üzerine
gazeteye haberi yolluyor, o günün haberini kim yazıyorsa o tarihlerde Sabah gazetesinin sırf tiraj
almak için bu en baba seks romanını yazan yanında romanlar hiç kalır, çünkü sıradan bir boşanma
davası bir seks hikayesine dönüşüyordu. Kadının aldatmasını adam hayalinde kuruyor, günün haberini
hazırlayan, muhabirin ne suçu var bunda çocuğun ağzını burnunu kırdılar adliye önünde. Dolayısıyla
ne yazık ki hiç demokratik olmayan, aslında demokrasi yayması gereken organlar olan, kamu adına
görev yapan gazetelerin işleyiş biçimleri tamemen faşist yönetimlerdir bence.

Yrd. Doç. Dr. Nazlı Aytuna:


İletişim Fakültesi öğretim üyesiyim. Ben Burak Bey’e soru sormak istiyorum. Biraz önce çok doğru bir
tespitte bulundunuz, hem biraz pratikle teorinin de nasıl paralel olabileceğini göstermek için
söylüyorum. Biraz önce dediniz ki bazı haberleri takip ederseniz, bunların kendi kendini tekrar ettiğini,
bu nasıl açıklanır bilemiyorum ama sosyal psikolojide sosyal etki mekanizmalarını anlatırken hep bu
örneği veririz, bilimsel olarak kanıtlanmış literatürde de iyi bilinen bir çalışma yaklaşık 15 yıllık bir
dönemde intihar haberlerini takip eder ve tam sizin dediğiniz gibi bunların belli dönemlerde yani

36
haberler çıktıktan sonra yoğunlaştığını istatistikî olarak kanıtlar, sizin uygulamadan çok doğru bir tespit
yaptığınızı gösteriyor çok teşekkür ederim.

Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu:


Evet son sorumuz.

Pınar Yurtsever:
GSÜ İletişim Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi öğrencisiyim. O zaman hiçbirimiz gazeteci olmayalım, çünkü
güzel ifadelerle hepimiz söylüyoruz işte, ifade özgürlüğünün en etkin kullanım biçimi filan diyoruz, ama
orada bahsedilen ifade benim ifadem değil, benim olmayan bir ifadenin özgürlüğü de benim
özgürlüğüm değil gibi bir şey çıkıyor ortaya. Zaten bu konuda bizim üniversitemizde de bir sıkıntı
yaşanıyor ve gazeteci olmak istemiyorlar. Kesinlikle çok onurlu bir meslek olduğunu düşünüyorum.
Hem dediğiniz ekonomik koşullar sebebiyle 10 yıllık bir muhabir 900 milyon maaşla çalışırken öte
yandan Ertuğrul Özkök bizzat bildiğim bir şey 600 bin dolarlık bir rezidans sahibi olurken insanlara çok
cazip gelmemesi çok olağan tabii, bir de işin etik boyutu hoşuma gitmiyor, o zaman gazeteci
olmayalım, gazeteci çıkmasın, ne olacak şimdi, ben çok umutsuzluğa kapıldım.

Mustafa Sağlamer:
Her yer aynı.

Pınar Yurtsever:
Ama burada daha sinir bozucu bir durum söz konusu galiba ya da ben iletişim öğrencisi olduğum için
daha çok üzerime alındım.

Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu:


Yanlış düşünüyorsunuz, ülkemiz medyasında kemikleşmiş bir kadro var bir gün medyada kilit
noktalara geçtiğinizde sistemi daha düzgün işletebilirsiniz. Yani umutsuz yaşanmaz yoksa her şeyi
kapatalım gidelim olur mu hiç?

Ar. Gör. Dr. Gülsün Güvenli:


Ahmet Altan’da bir gazeteci çocuğu, şehirli birisi. Ahmet Altan’ın çok iddialı çıkardığı gazetede, 2 kez
aldım Taraf gazetesini ve gerçekten irkildim. Neredeyse diğerleri gibi Hürriyet’in Sabah’ın yaptığı ve
eleştirdiğimiz ince detayları verişi gibi üçüncü sayfa haberlerindeki detaylar 70. yaşında tecavüze
uğrayan bir kadının nasıl bakireliğini kaybettiği gibi detaylarla var. Şimdi bunu nereye
konumlandıracağız, sizin söylediğiniz paralelde gidersek.

Mustafa Sağlamer:
Siz bireysele iniyorsunuz, 1 lira zaten çok pahalı almayacaksınız.

Ar. Gör. Dr. Gülsün Güvenli:


Ben şunu anlamaya çalışıyorum, sizin verdiğiniz örnekte çok iyi oldu, Burak Bey somuta indirdi,
sabahtan beri ayrımcılık, sosyal ayrımcılık, cinsiyet ayrımcılığı konuşuluyor. Sabahtan beri sizleri
bekliyorum hakikaten bunun mekanizması nasıl gelişiyor diye, siz çok güzel ipuçları verdiniz, yani
oradaki Ertuğrul Özkök’ün değişmesiyle de hallolabilecek bir şey mi, çok mu kemikleşmiş bir şey bu ve
gerçekten tiraj arttırıyor mu böyle bir nesil mi yetişti, bu sorulara cevap veremiyorum.

Mustafa Sağlamer:
Aziz Nesin’in veya geçenlerde Çetin Altan’ın dediği gibi önce halkın kafası değişecek, bugün Enis
Berberoğlu, Milliyet’in başındaki Sedat Ergin meslek arkadaşlarımız, Ragıp Bey’le de Füsun Hanım’la
da hep beraber çalıştığımız arkadaşlarımız. Onlar da Ertuğrul Özkök’ün yerine gelince onlar da
Ertuğrul Özkök olacaklar, bu kaçınılmaz. Şimdi kalkıp da Reha Muhtar’a siz ne terbiyesizsiniz bir de
öbür tarafını düşünün derseniz belki de en terbiyelisi Reha Muhtar. Ben hiçbir patron adına Reha
Muhtar’ın Ankara’larda ihale takip ettiğini görmedim, ama çok saygı değer arkadaşlarımız bu hiç
önemli değil, Ali, Veli, Ayşe ben kadın erkek ayrımına da asla inanmıyorum, öyle bir şey olmaz, her
mesleğin kendi şartı vardır, askeriyede nasılsa kadın buradada aynı şekilde. Çünkü Burak’ın tarif ettiği
polisin efendim gazından kaçarken erkek olmanın belki avantajı da vardır onları da
sınıflandırabilirsiniz, ama önce dediği gibi geçenlerde o manken kız NTV’de dört hanım program
yapıyorlar, Çetin Altan’ın dediği lafı anlamamış, Çetin Altan’da Türk milleti biraz zor anlar demiş. Yani
bir de bu var, Çetin Altan’da gazeteci, Ahmet Altan da, elbette Ertuğrul Özkök, bence de mükemmel

37
de bir yönetici, onu da bilmek lazım, hiç çalışmadım ama böyle bir müesseseyi bunca yıl gelen her
iktidara karşı, çok büyük bir şekilde durmadan geliştirmekte bir başarı, yazısını okumazsınız geçer
gidersiniz, yani Bekir Coşkun’a arka çıkması bayıldığı için midir yoksa gazete okurunun zaten
muhaletefe oy veren yüzde 50 küsurun içindeki çoğunluk olduğunu bildiğinden midir. Bu da bir
yöneticiliktir, buradan gitsin dediği zaman gazete okurunu kaybedeceğini bildiği içindir. Ben asla
kişilere indirgemedim, ben sadece Simavi, Nadir Nadi derken, o günün yapısı içinde karaktere asla
inmedim, onların burjuva çocukları bunların köylü çocukları olduklarını söylemeye çalıştım.

Teşekkür ediyorum hepinize…

38

You might also like