Professional Documents
Culture Documents
SADIK
°
SAFDÝL
Fransýzca'dan çeviren:
Bekir Karaoðlu
"Hiç bir zaman anlayamayacaðým düþünceleri bana kabul ettirdiði için onu asla ba
ðýþlamayacaðým."
Ýmparatoriçe Eugenie
YAÞAMI
Asýl adý François-Marie Arouet olan Voltaire 1694 yýlýnda Paris'te doðdu. Cizvit
papazlarýnca eðitildi, 16 yaþýnda okulu býrakýp Paris'teki sanat ve yazýn çevre
leriyle tanýþtý. 1917'de yazdýðý hükümeti eleþtiren bir taþlama nedeniyle Bastil
le tutukevine kapatýldý. Burada kaldýðý 11 ay içinde ilk tiyatro yapýtý olan "Oe
dipe"i yazdý.
Daha sonra baskýlarýn sürmesi üzerine sürgün olarak 3 yýl Ýngiltere'de yaþadý. P
aris'e döndükten sonra Ýngiltere'deki demokrasi anlayýþýný öven "Ýngiltere Mektu
plarý" adlý bir yapýt yazdý. Kitabýn hükümeti eleþtirdiði yargýsýna varýlýnca yi
ne Paris'ten kaçmak zorunda kaldý. Uzun yýllar birlikte yaþayacaðý Chatelet Mark
izi'nin Lorraine bölgesindeki þatosuna sýðýndý.
1749 yýlýnda markizin ölümü üzerine Prusya Kralý II. Frederik'in çaðrýsýný kabul
ederek Potsdam'daki Prusya sarayýna konuk oldu. Burada ancak iki yýl kalabildi,
kralla anlaþamayýnca Berlin'den ayrýldý.
Voltaire sonunda Ýsviçre-Fransa sýnýrýnda "Ferney" çiftliðini satýn alýp yerleþt
i (1753). Burada bir yandan ipekböcekçiliði ve saatçilikle uðraþýrken, diðer yan
dan en yoðun yazarlýk dönemini yaþadý.
Voltaire'in yaþamý ve yapýtlarý hoþgörüsüzlük, baðnazlýk, adaletsizlik ve diktat
örlük karþýtý bir anýt gibidir. Çaðýnýn en önemli toplumsal, siyasal ve hukuksal
olaylarý üzerine sesini yükseltti, Avrupa'da düþüncenin egemeni oldu, ileri gel
en devlet adamlarýyla yazýþtý. Ünlü "Ansiklopedi"ye katkýda bulundu.
Ölümünden kýsa süre önce Paris'e çaðýrýldý. Yýllarca krallar ve hükümetler taraf
ýndan baþkente girmesine izin verilmeyen 83 yaþýndaki Voltaire halk tarafýndan u
lusal bir kahraman gibi coþkuyla karþýlandý. Üç ay sonra 30 Mayýs 1778'de Paris'
te öldü. Mezarý daha sonra Pantheon'da Rousseau'nun yanýna taþýndý.
YAPITLARI
SADIK
yahut ALINYAZISI
(Zadig, 1747)
Melik Moabdar zamanýnda Babil'de Sadýk adýnda zengin ve eðitim görmüþ bir genç a
dam yaþardý. Zengin ve genç olmasýna karþýn duygularýna gem vurmasýný ve büyükle
nmemeyi bilen bu adam her zaman haklý olmaya çalýþmýyor ve insanlarýn zayýf yanl
arýna saygý gösterebiliyordu. Ýnsanlar ona þaþýyordu, çünkü zekâ ve ekin düzeyi
elvermesine karþýn, bilisiz yargýlara, belirsiz sözlere, kaba þakalara ve o zama
nlar Babil'de söyleþi adý altýnda yapýlan kuru gürültüye Sadýk hiç tepki gösterm
ezdi. Zerdüþt'ün birinci kitabýndan öðrenmiþti: büyüklenme, iðne batýrýnca fýrtý
nalar çýkaran hava dolu bir tuluma benzer. En önemlisi, Sadýk kadýnlarý aþaðý gö
rmek ve onlarý baský altýnda tutmakla övünmüyordu. Eli açýktý; iyilik bilmezlere
de vermekten korkmuyordu, çünkü yine Zerdüþt'ün öðretisine göre davranýyordu: S
eni ýsýracak olsalar bile, sen yerken köpeklere de yedir. Bilge kiþilerle bir ar
ada olmaya çalýþtýðý için, onlar kadar bilge sayýlýrdý. Doða konusunda Keldanile
rden kalan fizik ilkelerini biliyordu, metafizik konusundaysa tüm zamanlarda her
kesin bildiðini, yani pek az þey öðrenmiþti. O zamanlar geçerli olan düþüncenin
tersine, bir yýlýn üç yüz altmýþ beþ gün altý saat olduðuna ve dünyanýn güneþ çe
vresinde döndüðüne inanýyordu. Kentin ileri gelenleri ona kötü düþünceler taþýdý
ðýný, yýlýn on iki ay olduðuna ve güneþin merkezde olduðuna inanmakla devlete dü
þmanlýk ettiðini söylediklerinde o, öfkelenmeden ve büyüklenmeksizin susuyordu.
Böylece Sadýk, zenginliðine, dostlarýna, saðlýðýna, sevimli yüzüne, ýlýmlý ve ak
ýlcý düþüncesine, içten ve soylu yüreðine güvenerek mutlu olabileceðine inandý.
Babil'de güzelliði, soyluluðu ve servetiyle ünlü Samira ile niþanlandý. Ona erde
mli bir sevgiyle baðlýydý; Samira ise Sadýk'ý tutkuyla seviyordu. Evleneceklerin
e yakýn bir gün, Fýrat kýyýlarýnda palmiyelerle süslü Babil kapýlarýndan birinin
yakýnlarýnda kol kola gezinirken, kýlýç ve oklarla kuþanmýþ bir öbek adamýn yak
laþtýðýný gördüler. Bunlar, vezirlerden birinin yeðeni olan Orcan'ýn adamlarýydý
. Kendi dalkavuklarýnca her þeyi yapabileceðine inandýrýlmýþ olan Orcan, Sadýk'ý
n tersine, erdemden ve incelikten nasibini alamamýþ bir adamdý. Kendini o kadar
beðenirdi ki, Samira'nýn kendisini seçmemiþ olmasýndan duyduðu kýskançlýðý Samir
a'ya karþý beslediði bir sevgi sanýyordu. Adamlarýna onu kaçýrmalarýný söylemiþt
i. Adamlar Samira'yý yakalamak istediler; çýkan kargaþada Samira'yý yaraladýlar
ve sevgilisinin kanýný akýttýlar. Kýzýn çýðlýklarý gökleri sarsýyordu: "Sevgilim
! Beni sevdiðimden ayýrýyorlar!" Kendi karþýlaþtýðý tehlikeyi umursamadan sevgil
isi Sadýk'ý düþünüyordu. Bu arada Sadýk onuru ve aþkýnýn verdiði güçle genç kýzý
savunuyordu. Ýki kölesinin yardýmýyla saldýrganlarý kaçmaya zorladý; sonra bayg
ýn ve yaralý Samira'yý evine götürdü. Genç kýz gözlerini açtýðýnda kurtarýcýsýný
gördü: "Ey Sadýk! Seni kocam olarak seviyordum; þimdi yaþam ve namusumun kurtar
ýcýsý olarak seviyorum." Hiçbir yürek Samira'nýnki kadar duygulanamaz, hiçbir að
ýz en büyük iyiliklerin ve en namuslu sevginin esinlediði duygularý bu kadar dok
unaklý söyleyemezdi. Samira'nýn yarasý hafifti, kýsa sürede iyileþti. Sadýk daha
kötü yaralanmýþtý; gözünün kýyýsýna gelen bir ok, derin bir yara açmýþtý. Samir
a sevgilisinin iyileþmesi için sürekli yakarýyordu. Gece gündüz gözleri yaþlý, S
adýk'ýn gözünün iyileþeceði günü bekliyordu. Fakat, yaralý gözde çýkan bir çýban
durumu ciddileþtirdi. Memfis'te büyük hekim Hermes'e haberciler gönderildi. Hek
im kalabalýk yardýmcýlarýyla geldi, hastayý inceledi ve gözünü yitireceðini söyl
edi. Üstelik bu yýkýmýn ne zaman olacaðýný da belirtti: "Eðer sað göz olsaydý ku
rtarabilirdim; ancak, sol göz yaralarýný iyileþtirmek olanaksýzdýr." Tüm Babil h
alký, Sadýk'ýn yazgýsýna üzülürken Hermes'in bilgisine de hayran kaldý. Ýki gün
sonra çýban kendiliðinden patladý; Sadýk tümüyle iyileþti. Hermes, niçin iyileþm
emesi gerektiðini kanýtlayan bir kitap yazdý. Sadýk bu kitabý okumadý; dýþarý çý
kacak duruma gelince, mutluluðunun kaynaðý ve gözleriyle bakmaya deðer gördüðü t
ek þey olan sevgilisini ziyaret etmek için hazýrlandý. Samira üç gündür kent dýþ
ýndaydý. Sadýk yoldayken bu hanýmýn tek gözlülerden nefret ettiðini ve ayný gece
Orcan'la evlendiðini öðrendi. Bu haberi iþiten Sadýk bayýldý; acýsý onu ölümün
eþiðine getirdi, uzun süre hasta yattý. Sonunda aklý acýsýna üstün geldi; hatta
duyduðu iðrenmeyle avunmasýný bildi.
"Madem ki saray eðitimi görmüþ bu soylu hanýmýn alçakça bir kaprisiyle karþýlaþt
ým, öyleyse bir halk kýzýyla evleneyim." dedi. Kentin en olgun ve iyi yetiþtiril
miþ kýzý olan Azora'yý seçti. Onunla evlendi ve bir ay süreyle mutlu bir yaþam s
ürdüler. Fakat Sadýk karýsýnda biraz hafiflik sezer gibi oldu; Azora en akýllý v
e erdemli gençlerin en iyi giyinenler olduðuna inanýyordu.
BURUN
Azora bir gün gezintiden eve öfkeyle döndü: Sadýk ona "Sizi böyle kýzdýran nedir
, sevgili eþim?" diye sordu. Karýsý "Benim tanýk olduðum olayý siz de görseniz ç
ok kýzardýnýz," dedi, "Bir süre önce genç kocasýný yitiren Hüsrev'e baþ saðlýðýn
a gitmiþtim. Bu kadýn kocasý için ýrmak kýyýsýnda bir mezar yaptýrmýþtý. Tanrýla
ra yakarýlarýnda, ýrmak burada aktýkça kocasýnýn mezarý baþýnda olacaðýna söz ve
riyordu." Sadýk, "Ýþte kocasýný gerçekten sevmiþ olan saygýdeðer bir kadýn!" dey
ince, Azora "Ýyi ama, ben gittiðimde ne yapýyordu, biliyor musunuz?" dedi, "Irma
ðýn yataðýný deðiþtirmeye uðraþýyordu!" Azora genç dula verdi veriþtirdi ama, bu
erdem ve namus gösterisi Sadýk'ýn pek hoþuna gitmedi.
Sadýk'ýn Kadir adýnda bir arkadaþý vardý; Azora bu arkadaþýnýn ötekilerden daha
dürüst ve akýllý olduðunu söylerdi. Sadýk karýsýnýn baðlýlýðýný denemek için bu
arkadaþýyla bir plan yaptý ve aðzýný sýký tutmasý için ona büyük bir armaðan ver
di. Azora kent dýþýnda bir arkadaþýný iki günlük bir ziyaretten döndüðünde hizme
tçiler, kocasýnýn ansýzýn öldüðünü, ona bu acý haberi iletmeye cesaret edemedikl
erini ve Sadýk'ý bahçedeki atalarýnýn mezarýnýn yanýna gömdüklerini söylediler.
Genç kadýn aðladý, saçýný baþýný yoldu, ölmek istediðini haykýrdý. Akþam üzeri K
adir geldi ve onunla birlikte aðladý. Ertesi gün biraz daha aðladýlar ve birlikt
e öðle yemeði yediler. Kadir ona, arkadaþýnýn mirasýnýn büyük bölümünü kendisine
býraktýðýný ve isterse bu serveti onunla paylaþmaktan mutlu olacaðýný söyledi.
Genç kadýn aðladý, öfkelendi, sonra yumuþadý. Akþam yemeði öðlenkinden daha uzun
sürdü; konuþmalarý daha içten oldu. Azora öleni övdü, ancak birçok eksiði olduð
unu, Kadir'de bu eksiklerin olmadýðýný söyledi.
Yemek ortasýnda Kadir þiddetli bir karýn aðrýsýna tutuldu; telaþa kapýlan genç k
adýn tüm kokularýný getirterek karýn aðrýsýna iyi gelen birini denemek istedi. B
üyük hekim Hermes'in Babil'de olmayýþýndan yakýnarak, Kadir'in aðrýyan yerine el
iyle dokundu: "Çok canýnýz yanýyor mu?" diye sordu. Kadir ona "Bazan ölecekmiþim
gibi oluyor," dedi "Ama bana iyi gelen bir ilaç var: Yeni ölmüþ bir adamýn burn
unu aðrýyan yerime sürmek." "Ne tuhaf bir ilaç bu?" dedi Azora. "Arnou Efendi'ni
n inmelere karþý önerdiði keselerden (1) daha tuhaf deðil." dedi Kadir. Bu gerek
çeye genç adamýn akýllý oluþunu da ekleyen genç kadýn kararýný verdi: "Rahmetli
kocam yarýn Sýrat köprüsünden geçerken, burnu biraz kýsa olsa Azrail ona daha mý
az yol verecektir?" diye düþündü. Azora bir býçak alýp kocasýnýn mezarýna gitti
; önce biraz aðladý sonra boylu boyunca yatan Sadýk'ýn burnunu kesmek için yakla
þtý. Sadýk doðruldu ve bir eliyle burnunu tutarken ötekiyle býçaðý aldý: "Haným,
Hüsrev kadýný eleþtirmeyin," dedi. "Burun kesmenin bir ýrmaðýn yataðýný deðiþti
rmeden ne ayrýmý vardýr?"
KÖPEK VE AT
Sadýk, Zind kitabýnda yazýldýðý gibi, evliliðin ilk ayýnýn balayý, ikincisinin d
e zehir ayý olduðunu anladý. Bir süre sonra, birlikte yaþamak zorlaþýnca, Azora'
yý boþadý ve mutluluðu doðayý incelemekte aradý. "Tanrý''nýn gözümüzün önünde aç
týðý bu büyük kitabý okuyan bir filozof kimbilir ne kadar mutludur," diyordu. "B
ulduðu gerçekler onun olur; ruhunu besler ve yüceltir; erinçle yaþar; insanlarda
n korkmaz; sevgili eþi burnunu kesmeye gelmez."
Bu düþüncelerle dolu olarak, Fýrat kýyýsýnda bir kýr evine çekildi. Orada, köprü
kemerleri altýndan bir saniyede ne kadar su aktýðýný incelemedi ya da fare ayýn
da yaðan yaðmurun koyun ayýndakinden ne kadar fazla olduðunu merak etmedi. Örümc
ek aðlarýndan ipek, kýrýk þiþelerden porselen yapmayý denemedi; fakat özellikle
hayvan ve bitkileri inceledi. Kýsa zamanda o kadar þey öðrendi ki öteki insanlar
ýn bakýp da göremediði yerde binlerce ayrýntý görebiliyordu.
Bir gün korulukta gezerken, melikenin harem aðasýnýn telaþla ve peþinde birçok g
örevliyle koþuþtuðunu gördü. Hepsi de en deðerli þeyini yitirmiþ gibi oraya bura
ya koþuyorlardý. Haremaðasý Sadýk'a sordu: "Delikanlý, melikenin köpeðini gördün
mü?" Sadýk usulca yanýtladý: "Bu, diþi bir köpekti, deðil mi?" Haremaðasý "Hakl
ýsýnýz," dedi. Sadýk "Küçük boylu, kýsa süre önce yavrulamýþ, kulaklarý çok uzun
ve ön sol ayaðý hafifçe topal bir tazý köpeði," deyince haremaðasý heyecanla "D
emek onu gördünüz!" dedi. "Hayýr," dedi Sadýk, "bu köpeði görmedim, ayrýca melik
enin köpeði olduðunu da bilmiyordum."
Yazgýnýn bir raslantýsý olarak, ayný sýralarda melikin ahýrýndaki en güzel at Ba
bil ovasýnda seyislerin elinden kaçmýþtý. Baþseyis ve diðer görevliler, harem að
asýnýn köpeðin ardýndan koþtuðu telaþla, atýn peþindeydiler. Baþseyis Sadýk'a ra
slayýnca melikin atýný görüp görmediðini sordu. Sadýk "Bu, çok hýzlý koþan, boyu
beþ ayak, nallarý küçük, kuyruðu üç buçuk ayak boyunda bir at. Koþumlarýnda yir
mi iki kýrat altýndan yapýlmýþ düðmeleri, gümüþten nallarý var, deðil mi?" deyin
ce baþ seyis: "Ne yana gitti," diye sordu. Sadýk yanýt verdi : "Atý görmedim, va
r olduðunu da bilmiyordum."
Baþseyis ve harem aðasý Sadýk'ýn melikin atýný ve melikenin köpeðini çaldýðýndan
emin oldular ve onu yakalayýp kadýlar kuruluna götürdüler. Sadýk falakaya ve öm
rünün kalan bölümünü Sibirya'da sürdürmeye mahkûm oldu. Karar henüz okunmuþtu ki
atýn ve köpeðin bulunduðu haberi geldi. Kadýlar kararý deðiþtirmek zorunda kald
ýlar; ama bu kez, atý ve köpeði görmediðini söylediði için dört yüz altýn ödemey
e yargýlandý. Ancak bu cezayý ödedikten sonra Sadýk'ýn kendini savunmasýna izin
verdiler. O da þöyle konuþtu:
"Kurþun gibi aðýr, demir gibi sert, elmas gibi parlak ve altýn gibi saf olan siz
adalet yýldýzlarý, bilim denizleri, gerçeðin aynalarý! Bu yüce kurul önünde kon
uþmama izin verildiðine göre, Orosmade adýna ant içerim ki melikenin saygýdeðer
köpeðini de, melikin kutsal atýný da görmüþ deðilim. Korulukta gezerken harem að
asý ve baþseyisle karþýlaþtým. Yerde bir hayvanýn izleri vardý ve bunlarýn bir k
öpeðin ayak izleri olduðunu anladým. Kumdaki ayak izlerinin arasýndaki çizgiler
memelerinin büyümüþ olduðunu ve onun kýsa süre önce yavrulamýþ diþi bir köpek ol
duðunu gösteriyordu. Ön ayak izlerine yakýn daha deðiþik izler köpeðin uzun kula
klarý olduðuna iþaret ediyordu. Ayak izlerinden biri diðer üçüne göre daha belir
siz olduðu için de bir ayaðýnýn topal olmasý gerekiyordu."
"Melikin atýna gelince, koruda dolaþýrken at izlerine rasladým. Ayak izleri eþit
aralýklýydý; düzgün koþan bir atýn izleriydi bunlar. Yedi ayak geniþliðindeki y
olun kýyýsýnda aðaçlarýn tozu çok az süpürülmüþtü; buradan atýn kuyruðunun üç bu
çuk ayak uzunluðunda olduðu sonucuna vardým. Aðaçlarýn beþ ayak yükseklikte bir
geçit oluþturduðu kapalý bir yerde yeni düþmüþ yapraklar gördüm; buradan atýn be
þ ayak boyunda olabileceðini düþündüm. Yolda mihenk taþýndan olduðunu bildiðim b
ir taþta altýn izleri vardý; ölçünce atýn koþumlarýnda yirmi iki ayar altýn düðm
eler olduðunu anladým. Sonunda, çakýl taþlarýndaki nal izlerinde gümüþ olduðunu
gördüm."
Tüm kadýlar Sadýk'ýn derin bilgisine hayran kaldýlar. Bu haber melikin sarayýna
ulaþtý. Selamlýkta, haremde ve divanda herkes bunu konuþur oldu. Bazý bilginler
Sadýk'ýn cadýlýktan yakýlmasý gerektiðini söyledilerse de, melik dört yüz altýný
n Sadýk'a geri verilmesini buyurdu. Mahkeme görevlisi ve yazmanlar resmi giysile
riyle Sadýk'ýn evine altýnlarý getirdiler. Ancak, üç yüz doksan sekiz altýný mah
keme gideri olarak alýkoydular ve hizmetliler de bahþiþ istediler.
Sadýk fazla bilgili olmanýn bazan tehlikeli olabileceðini gördü ve bundan sonra
her gördüðünü söylememeye karar verdi.
Böyle bir fýrsat kýsa sürede çýktý. Hapishaneden kaçan bir tutuklu Sadýk'ýn penc
eresinin önünden geçmiþti. Sadýk'a sorduklarýnda yanýt vermedi; ancak pencereden
baktýðýný kanýtladýlar. Bu suç için beþ yüz altýn ceza verdiklerinde, Babil gör
eneklerine göre, kadýlara teþekkür etti. Sonra kendi kendine söylendi: "Tanrý'm,
melikenin köpeðinin ve melikin atýnýn geçmiþ olduðu ormanda gezmek de tehlikeli
, pencereden bakmak da! Bu dünyada mutlu olmak ne kadar zormuþ!"
KISKANÇ
Sadýk yazgýnýn sýkýntýlarý içinde avunmak için çareyi felsefede ve dostlukta ara
dý. Babil'in kýyý mahallelerinden birinde ev tutup, dürüst ve bilge bir adama ya
kýþan tüm sanat ve eðlencelerle donattý. Sabahlarý kitaplýðý tüm bilim adamlarýn
a, akþamlarý sofrasý tüm dostlara açýktý. Ama bilim adamlarýnýn ne kadar tehlike
li olabileceðini kýsa sürede anladý. Anka kuþu yemeyi yasaklayan Zerdüþt'ün bir
yasasý üzerinde tartýþma çýktý. "Böyle bir kuþ olmadýðýna göre onu nasýl savunab
ileceðiz?" diyordu bir bölüm bilgin. Diðer bir bölümü de "Zerdüþt yenmemesini sö
ylediðine göre var olmalý," diyorlardý. Sadýk onlarý uzlaþtýrmaya çalýþtý: "Anka
kuþu varsa yemeyelim, yoksa zaten yiyemeyiz; böylece Zerdüþt'e saygýmýz sürer."
Anka kuþu üzerine on üç cilt yapýt yazmýþ olan bir bilgin hemen koþup, Keldanile
rin en aptalý ve dolayýsýyla en baðnazý olan baþrahip Yebor'a Sadýk'ý þikâyet et
ti. Bu adam Güneþ tanrýsýnýn onuru için Sadýk'ý kazýða geçirip bir yandan da key
ifle Zerdüþt'ün ayetlerini mýrýldanabilme isteðiyle yanýp tutuþuyordu. Sadýk'ýn
arkadaþý Kadir gidip yaþlý Yebor'u buldu: "Güneþ ve Anka kuþlarýna selam olsun!
Sakýn ola Sadýk'ý cezalandýrmayýn; o bir azizdir. Bahçedeki kümesinde anka kuþla
rý besliyor ve hiçbirini yemiyor. Onu suçlayan adamsa dinsizdir; tavþanlarýn toy
nak ayaklý olduðunu ve yenebileceklerini söylüyor." Yebor dazlak kafasýný sallay
arak yanýtladý: "Öyleyse, Sadýk'ý anka kuþu hakkýndaki kötü düþüncelerinden, dið
erini de tavþanlar hakkýndaki kötü sözlerinden dolayý kazýða vurmak gerekir."
Kadir, daha önce bir çocuk peydahladýðý ve rahipler okulunda çok aranan saray ne
dimesi bir kadýný Yebor'a gönderip olayý yatýþtýrdý. Kimse kazýða geçirilmedi am
a birçok bilim adamý Babil'de ahlakýn düþtüðünü mýrýldanýr oldular. Sadýk içini
çekti: "Mutluluk nasýl bulunur? Bu dünyada var olmayan bir þey için bile bunca s
ýkýntý çektiriyorlar adama." Bilginlere ilendi ve bir daha yalnýzca iyi insanlar
la bir arada olmaya karar verdi.
Babil'in en dürüst adamlarý ve en düzeyli kadýnlarý için evinde çaðrýlar düzenle
di. Zevkle hazýrlanmýþ yemeklerden önce konserler dinleniyor, yapýlan söyleþiler
de insanlarýn kendilerini beðenmiþ konuþmalarýyla bu aydýn topluluðu bozmasýna i
zin verilmiyordu. Ne dostlarýnýn, ne de yemeklerin seçimi gösteriþ için yapýlmýþ
tý; her þeyin olduðu gibi görünmesine özen gösteriyor ve böylece gerçek beðeniye
eriþiyordu.
Karþý evde Arimaze adýnda, ruhu da yüzü gibi çirkin bir adam oturuyordu. Büyükle
nme ve kýskançlýk dolu olan bu sýkýcý adam yaþamda baþarýlý olamadýðý için kötül
ük tohumlarý ekerek öcünü alýyordu. O kadar zengin olduðu halde evinde yaðcýlard
an baþka kimseyi toplayamamýþtý. Akþamlarý Sadýk'ýn evine gelen arabalarýn sesle
ri ve konuklarýnýn övgüleri onu çileden çýkarýyordu. Bazen kendisi de Sadýk'ýn ç
aðrýlarýna çaðrýlmadan gidiyor ve masaya oturuyordu. Sineklerin, konduklarý eti
çürüttüðü gibi, o da hemen topluluðun neþesini kaçýrýyordu. Arimaze birgün öneml
i bir hanýmý çaðýrdý; kadýn onun evinin önünde durmadan geçip Sadýk'a konuk oldu
. Baþka bir gün, Sadýk'la birlikte sarayda konuþtuklarý bir vezir Sadýk'ý evine
çaðýrdý, Arimaze'yi çaðýrmadý. En acýmasýz nefretlerin temelinde bazen çok ufak
nedenler yatar. Babil'de Kýskanç diye anýlan bu adam mutluluðunu kýskandýðý Sadý
k'ý yok etmeyi kafasýna koydu. Zerdüþt'ün dediði gibi, iyilik etmek için yýlda b
ir kez fýrsat çýkar, kötülük etmek için yüz kez.
Kýskanç Sadýk'ýn evine gitti ve onu bir kadýn ve iki erkek arkadaþýyla bahçede g
ezinirken buldu. Sadýk her zaman bu bayana art niyetli olmayan övgüler yöneltird
i. Konuþmalarý o sýrada melikin, komþu Hirkanya'ya karþý kazandýðý savaþ üzerine
ydi. Bu kýsa savaþta yiðitlik göstermiþ olan Sadýk bir yandan meliki övüyor ve b
ir yandan da bayana güzel sözler söylüyordu. Taþ tabletlerini çýkarýp hemen orad
a dört satýrlýk bir þiir yazdý ve okumasý için bayana verdi. Arkadaþlarý bu þiir
i kendilerine de okumasýný istediler ama Sadýk alçakgönüllükle kabul etmedi. Çün
kü, hazýrlýksýz yazýlan þiirlerin yalnýzca yazýlan kiþi için bir anlamý olacaðýn
ý biliyordu. Yazmýþ olduðu tableti kýrýp iki parçaya ayýrdý ve çalýlýklarýn aras
ýna attý. Ani bir yaðmur çýkýnca eve döndüler. Bahçede kalan Kýskanç çalýlarýn a
rasýný arayarak tabletlerden birini buldu. Tablet ortasýndan kýrýlmýþtý ama elin
deki parçadaki sözcüklerden meliki yeren korkunç bir anlam çýkýyordu:
En korkunç güçlerle
Melik saðlam tahtýn üzerinde
Halk barýþtayken yalnýzca
Tek korkulasý düþmanýmýz o
Kýskanç ömründe ilk kez bu kadar mutlu oldu. Elindeki þey erdemli ve dürüst bir
adamý yok etmek için yeterliydi. Sadýk'ýn el yazýsý olan bu tabletin hemen saray
a ulaþmasýný saðladý. Sadýk, iki arkadaþý ve bayan konuðu yakalanýp tutukevine a
týldýlar. Duruþmasý, ona savunma hakký verilmeden çabucak bitirildi. Ýdam edilme
k üzere yola çýkarýldýðýnda, yolda bekleyen Kýskanç ona iyi þiir yazamadýðýný sö
yleyerek laf attý. Sadýk iyi bir þair olduðunu düþünmüyordu zaten, ama iki arkad
aþý ve o güzel bayanýn suçsuz yere tutuklu olmasýna üzülüyordu. Konuþmasýna yine
izin vermediler; tablet onun yerine konuþmuþtu. Babil'de yasa böyleydi. Ýdam al
anýna giderken yolda toplanmýþ olan halk ona acýdýðýný gösteremiyor, yalnýzca yü
zünde korku izi olup olmadýðýný görebilmek istiyordu. Akrabalarý üzülüyordu, çün
kü mirastan pay alamayacaklardý. Servetinin dörtte üçüne melik el koymuþ, kalaný
suçu bildirene verilmiþti.
O ölmeye hazýrlanýrken melikin papaðaný balkondan uçup gitti ve Sadýk'ýn bahçesi
ndeki çalýlara kondu. Aðaçtan düþen bir þeftali yerdeki bir tablet parçasýna yap
ýþmýþtý. Kuþ bu þeftaliyi pençelerine alýp tabletle birlikte kaldýrdý, melikin k
ucaðýna býraktý. Melik hiçbir anlam taþýmayan ama güzel sözcüklerden oluþan bu d
izeleri merak etti. Kendisi de þair olan melik eþine bundan söz etti. Melike Sad
ýk'ýn mahkemedeki tabletini anýmsýyordu. Hemen onu getirtti; iki parça yan yana
kondu ve Sadýk'ýn yazmýþ olduðu þiir ortaya çýktý:
Babil'de beþ yýlda bir kutlanan bir bayram gelmiþti. Babil göreneklerine göre, h
er beþ yýlda bir kez, en eli açýk ve en iyiliksever insan seçilirdi. Seçici kuru
lda soylular ve rahipler yer alýrdý. Kentin yönetiminden sorumlu vali son beþ yý
lda yapýlan güzel þeyleri anlatýr, sonra oylamaya geçilir ve kararý melik açýkla
rdý. Bu bayrama ülkenin en uzak yerlerinden insanlar gelirdi. Kazanan kiþi mücev
herlerle süslü kupasýný melikin elinden alýrken, melik onu "El açýklýðýnýzýn ödü
lünü size veriyorum. Tanrý bana sizin gibi insanlar baðýþlasýn!" diye kutlardý.
O gün gelince melik tahtýna çýktý, soylular ve rahipler yerlerini aldýlar; seyir
ciler de atlarýn hýzý veya kýlýcýn gücüyle deðil, erdemle kazanýlan bu oyunu sey
retmek için alana doluþtular. Vali bu ödülü kazanabilecek iyi insanlarý ve yaptý
klarýný sýraladý. Sadýk'ýn Kýskanca servetini geri vermesinden söz etmedi; çünkü
bu, ödül alabilecek bir davranýþ deðildi.
Önce bir kadýyý övdü. Bu kadý, kendi sorumlu olmadýðý halde bir yurttaþýn mahkem
esinde haksýz bir yargýya varmýþ, durumu sonradan öðrenince yurttaþýn kaybýný ka
rþýlamak üzere tüm servetini vermiþti.
Sonra bir gençten söz etti. Bu genç sevdiði kýzla evlenmek üzereyken, bir arkada
þýnýn bu kýzýn aþkýndan ölmek üzere olduðunu duyunca, aradan çekilmiþ ve üstelik
verdiði baþlýk parasýný da geri almamýþtý.
Daha sonra Hirkanya savaþýnda büyük bir erdem örneði gösteren bir askeri anlattý
. Niþanlýsýný kaçýrmaya çalýþan düþman askerleriyle boðuþan bu askere, diðer baz
ý Hirkanya askerlerinin az ötede annesini kaçýrmak üzere olduðunu haber vermiþle
rdi. Asker aðlayarak niþanlýsýndan özür dilemiþ, koþup annesini kurtarmaya gitmi
þti. Döndüðünde niþanlýsýný ölmek üzere bulunca kendi canýna kýymak istemiþti. A
ncak annesi ona, kendisine bakacak baþka kimsesi olmadýðýný söyleyince yaþama gü
cü bulmuþtu.
Seçiciler bu askeri beðeniyorlardý. Melik söz aldý: "Bu askerin ve diðerlerinin
davranýþlarý güzel; ama beni þaþýrtmadýlar. Oysa Sadýk dünkü bir davranýþýyla be
ni þaþýrttý. En önemli vezirlerimden Coreb'i azletmiþtim. Ondan hep þikâyetçi ol
duðum halde görevliler ona çok yumuþak davrandýðýmý söylüyorlardý. Sadýk'a ne dü
þündüðünü sordum; o da bana vezirin iyi olduðunu söyleme cesaretini buldu. Geçmi
þte yanlýþýný servetiyle ödeyenleri, aþkýndan vazgeçmeye razý olanlarý, annesi i
çin sevgilisini feda edenleri çok görmüþtüm. Ama kovulan bir vezir için iyi þeyl
er söyleyen bir saray görevlisi hiç görmedim. Bu sözü edilen iyi insanlarýn her
birine yirmi bin altýn veriyorum; ama kupayý Sadýk'a vereceðim."
Sadýk söz aldý: "Efendim, kupayý siz hak ediyorsunuz. Kendi buyruðunuza karþý gö
rüþ bildiren bir kulunuza kýzmamakla, en þaþýrtýcý davranýþý siz gösterdiniz."
Herkes melike ve Sadýk'a hayran kaldý. Servetini veren kadý, sevgilisini arkadaþ
ýyla evlendiren genç ve annesini niþanlýsýna yeðleyen asker ödüllerini aldýlar;
adlarý eli açýklar kitabýna yazýldý. Sadýk kupayý aldý. Melik iyi bir ad yaptý a
ma bu çok sürmedi. O yýl þenlikler daha görkemli oldu; Asya'da bunun anýsý hâlâ
sürer. Sadýk "Artýk mutluyum!" diyordu. Ama yanýlýyordu.
VEZÝR
Melik baþvezirini yitirmiþti. Bu göreve Sadýk'ý getirdi. Babil'in tüm güzel kadý
nlarý bu seçimi alkýþladýlar, çünkü imparatorluk kurulduðundan beri bu kadar gen
ç bir vezir olmamýþtý. Ama saray görevlileri beðenmediler; kýskanç komþusu fenal
ýk geçirdi ve burnu þiþti. Sadýk melik ve melikeye teþekkür ettikten sonra gidip
papaðana da teþekkür etti: "Güzel kuþ, yaþamýmý kurtaran ve beni vezir yapan se
nsin. Meliklerin atý ve köpeði bana kötülük edilmesine yol açmýþlardý, ama sen b
ana iyilik ettin. Ýþte insanýn yazgýsý nelere baðlý! Bu tuhaf mutluluk belki de
çabuk bitecek." Papaðan yanýtladý: "Evet." Bu sözcük Sadýk'ý þaþýrttý; ancak fiz
ik bilimine inandýðý için papaðanlarýn geleceði görebileceðine inanmýyordu. Sonr
a kendini çabuk toparlayýp vezirlik görevine dört elle sarýldý.
Önce insanlara yasalarýn kutsal gücünü öðretti; bunu yaparken kendi kiþisel aðýr
lýðýný duyumsatmadý. Divandaki diðer vezirlerin sesini kýsmadý; her biri çekinme
den görüþünü açýklayabiliyordu. Bir konuyu karara baðlarken kararý veren o deðil
, yasaydý. Yasa çok sert olduðunda onu yumuþatabiliyor, yasa olmadýðý zaman da Z
erdüþt'ün bu durumda ne yapacaðýný düþünerek karar veriyordu.
Uluslar þu büyük ilkeyi ondan öðrendiler: Bir suçsuzu cezalandýrmaktansa bir suç
luyu salývermek daha iyidir. O, yasalarýn caydýrýcý olduðu kadar insanlara yardý
m edici olmasý gerektiðine inanýyordu. Sadýk'ýn baþlýca yeteneði, diðerlerinin k
aranlýkta býrakmak istedikleri gerçeði araþtýrmak oldu.
Bu yeteneðini göreve geldikten hemen sonra insanlara gösterdi. Babil'in tanýnmýþ
bir tüccarý Hindistan'da ölmüþtü. Bu adam evlendiði kadýnýn iki erkek kardeþini
kendi çocuðu olarak üzerine aldýrmýþtý. Mirasýnda iki kardeþe eþit pay verdikte
n sonra, kendisini daha çok sevdiðini ispat edecek olana otuz bin altýn daha ver
eceðini belirtmiþti. Büyük kardeþ babasýna görkemli bir mezar yaptýrdý. Küçük ka
rdeþ aldýðý mirasýn bir kýsmýný kýz kardeþine, yeni bir evlilik yapabilmesi için
, çeyiz olarak verdi. Komþular "Büyük oðlan babasýný daha çok seviyor; küçük oðl
an kýz kardeþini daha çok seviyor. Otuz bin altýný büyük kardeþe vermeli." dedil
er.
Sadýk iki kardeþi yanýna çaðýrdý. Büyüðe "Babanýz ölmedi, gelen haberlere göre i
yileþmiþ olarak Babil'e dönüyor," dedi. "Tanrý'ya þükürler olsun," dedi büyük oð
lan, "Ama bu mezarý yaptýrmak için o kadar harcama yaptým." Sadýk ayný haberi kü
çük kardeþe bildirdi. Küçük oðlan "Tanrý'ya þükürler olsun. Tüm varýmý babama ge
ri vereceðim. Ama kýzkardeþime verdiðimi onda býrakmasýný isterdim." deyince Sad
ýk ona "Hiçbir þeyi geri vermenize gerek yok," dedi, "Otuz bin altýn sizindir. B
abanýzý siz daha çok seviyormuþsunuz."
Çok zengin bir kýz iki rahibe evlilik sözü vermiþti. Her ikisinden birkaç ay der
s aldýktan sonra gebe kaldý. Ýkisi de onunla evlenmek istiyordu. Kýz "Beni hangi
si ülkeye bir çocuk verebilecek duruma getirdiyse onunla evleneceðim," dedi. Rah
iplerden biri "Bu hayýrlý iþi ben yaptým," diðeri de "Bu yararlý iþi ben yaptým,
" dedi. Kýz yine "Çocuðuma en iyi eðitimi hangisi verirse onu babasý olarak seçe
ceðim," dedi. Bir oðlan çocuðu doðurdu. Her iki rahip de onu yetiþtirmek isteyin
ce dava Sadýk'ýn önüne geldi. Sadýk rahiplerden birine sordu: "Ona ne öðreteceks
in?" Rahip "Ona dinsel konuþmanýn sekiz bölümünü, yýldýzbilimi, þeytan bilimleri
ni, salt ve belirsiz olaný, soyut ve somutu, monadlarý (2) ve önceden kurulmuþ d
üzeni öðreteceðim." Diðer rahip "Onu adil ve dost olmaya deðer bir insan yapacað
ým," deyince Sadýk ona þunu söyledi: "Çocuðun babasý olup olmadýðýný bilmiyorum,
ama bu kýzla sen evleneceksin."
TARTIÞMA VE OTURUMLAR
Böylece her gün aklýnýn parýltýsý ve ruhunun güzelliðini sergiliyordu Sadýk; hal
k ona hayrandý ve üstelik onu seviyordu. Ýnsanlarýn en mutlusu olduðunu düþünüyo
rdu herkes. Tüm ülkede ünü yayýlmýþtý; kadýnlar onu beðenerek süzüyordu; yurttaþ
lar adaletini beðeniyor, bilim adamlarý onu yol gösterici olarak görüyorlardý. R
ahipler bile onun yaþlý Yebor'dan daha çok þey bildiðini itiraf ediyorlardý. Ank
a kuþu için onu dava ettikleri günler geride kalmýþtý; ona inanýlýr gelen her þe
ye insanlar da inanýyordu.
Babil'de bin beþ yüz yýldýr süregelen ve ülkeyi iki inatçý mezhebe bölen bir tar
týþma vardý: Bir mezheptekiler Mitra tapýnaðýna sol adýmla girilmesi gerektiðine
inanýyor, öteki mezhepse buna karþý çýkýp sað adýmlarýyla girmekte direniyorlar
dý. Kutsal ateþ bayramý yaklaþtýðýnda halk Sadýk'ýn hangi mezhebi yeðleyeceðini
merak eder oldu. Tüm dünya sanki onun iki ayaðýndan baþka þey görmez olmuþtu. Tö
ren günü, halkýn meraklý bakýþlarý arasýnda Sadýk iki ayaðýný birleþtirdi ve eþi
kten zýplayarak tapýnaða girdi. Sonra yaptýðý konuþmada, yeri ve göðü yaratan Ta
nrý'nýn insanlarýn sað veya sol ayaðýndan birini yeðlemeyeceðini anlattý.
Kýskanç ve karýsý Sadýk'ýn konuþmasýnýn iyi olmadýðýný, yeterince örnek vermedið
ini ve akýcý olmadýðýný ileri sürdüler. "Onu dinlerken denizlerin dalgalandýðýný
, yýldýzlarýn kaydýðýný veya güneþin mum gibi eridiðini duyumsamýyoruz; onda saf
doðu deyiþi yok." diyorlardý. Sadýk aklýn deyiþiyle konuþuyordu. Herkes ondan y
ana oldu; dürüst olduðu, akýlcý konuþtuðu veya iyiliksever olduðu için deðil, ba
þvezir olduðu için.
Yine akýlcý adaleti sayesinde, beyaz ve siyah rahipler arasýndaki tartýþmayý da
çözümledi. Beyazlar doðuya dönük olarak, siyahlar da batýya dönük olarak yakarma
nýn günah olduðunu ileri sürüyorlardý. Sadýk herkesin istediði yönde yakarabilec
eðini karara baðladý.
Böylece tüm özel ve kamu davalarýný çabuklaþtýrarak öðleye kadar iþini bitiriyor
du. Günün kalan bölümündeyse Babil'i güzelleþtirmek için uðraþýyordu. Tiyatrolar
da herkesin aðladýðý trajediler ve güldüðü komediler oynatýyordu. Modasý geçmiþ
fakat beðeniye deðer her þeyi yeniden canlandýrýyordu. Sanatçýlardan daha çok bi
ldiðini ileri sürmüyordu; onlarý ödüllendiriyor ve yeteneklerinden gizli bir kýs
kançlýk duymuyordu. Akþamlarý melik ve özellikle melikeyi eðlendiriyordu. Melik
"Büyük vezir!" ve melike "Sevimli vezir!" diyor ve ikisi birden ekliyordu: "Asýl
masý çok büyük kayýp olur!"
Hiçbir saray görevlisi onun kadar bayanlardan görüþme isteði almadý. Hiç tanýmad
ýðý pek çok kadýn onunla gönül iliþkisine girmek istiyordu. Kýskancýn karýsý ilk
gelenler arasýndaydý; ona kocasýnýn davranýþlarýný baþýndan beri onaylamadýðýný
, Tanrý' Mithra, Zend-Avesta ve kutsal ateþ üzerine ant içerek belirtti. Sonra k
ocasýnýn çok kýskanç ve kaba olduðunu söyledi; Tanrýlarýn onu cezalandýrmak için
, insaný ölümsüzlüðe yaklaþtýran o yetenekten yoksun býraktýðýný itiraf etti. Bu
arada dizbaðýný düþürdü. Sadýk her zamanki kibarlýðýyla onu yerden aldý ama bay
anýn dizine yeniden baðlamadý. Bu küçük yanlýþ daha sonraki büyük yýkýmlarýn kay
naðý oldu. Sadýk bunu hemen unuttu, kýskancýn karýsý hiç unutmadý.
Her gün birçok bayan geliyordu. Babil'in gizli kayýtlarý onun bir kez bedeninin
isteðine yenik düþtüðünü, bayaný dalgýn bir biçimde kucaklarken zevk almaktan þa
þýrdýðýný ileri sürerler. Farkýnda olmadan sevgi belirtileri gösterdiði bu kadýn
Melike Astarte'nin oda hizmetçisiydi. Bu sevimli kadýn kendisini þöyle avutuyor
du: "Babil'in iþleri çok yoðun olmalý, bu adam aþk yaparken de onlarý düþünüyor.
" Birçok erkeðin hiçbir þey demediði veya kutsal sözcükler haykýrdýðý bir anda S
adýk "Melike!" diye haykýrmýþtý. Hizmetçi önce onun devlet sorunlarýndan baþýný
ayýrýp kendisine "melikem!" dediðini sandý. Fakat Sadýk yine dalgýn bir biçimde
Astarte'nin adýný mýrýldandý. Böyle mutlu anlarda her þeyi iyimser yorumlayan ka
dýn bunun "Melike Astarte'den daha güzelsiniz!" anlamýnda söylendiðini düþündü.
Sonra Sadýk'ýn yanýndan güzel armaðanlarla ayrýldý. Gidip içten arkadaþý olan ký
skancýn karýsýna baþýndan geçen serüveni anlattý. Kýskancýn karýsý Sadýk'ýn hiz
metçiyi yeðlemiþ olmasýndan büyük öfkeye kapýldý: "Bak bu gördüðün dizbaðýný bað
lamaya gönül indirmedi, þimdi onu takmak bile istemiyorum," deyince hizmetçi kýz
"Aa, siz de melikenin dizbaðýndan kullanýyorsunuz! Yoksa ayný terziden mi alýyo
rsunuz?" diye sordu. Kýskancýn karýsý yanýt vermeden derin düþünceye daldý, sonr
a kocasýyla konuþmaya gitti.
Bu arada Sadýk saray görüþmeleri veya mahkeme sýrasýnda dalýp gittiðini fark edi
yor, ama bunun nedenini bulamýyordu; tek üzüntüsü bu sayýlýrdý.
Bir gece bir düþ gördü: Önce, kuru otlar arasýnda uyuyor ve bu otlarýn arasýndak
i birkaç diken ona batýyordu. Sonra gül yapraklarýndan bir yatakta uyurken yapra
klar arasýndan çýkan bir yýlan onu zehirli diliyle yüreðinden yaralýyordu. Düþün
dü: "Eskiden dikenli ama kuru otlar arasýnda yatardým; þimdi ise gül yapraklarý
üzerinde yatýyorum. Peki yýlan nerede?"
KISKANÇLIK
Sadýk'ýn mutluluðu ve özellikle erdemi, onun yýkýmýna neden oldu. Her gün melik
ve onun soylu eþi Astarte ile görüþme yapardý. Bu konuþmalarda hoþa gitme isteði
, güzelliðin süslenme isteði gibi,onu esprili olmaya zorluyordu. Böylece Astarte
, kendisi de farkýnda olmadan, Sadýk'ýn gençliði ve zarafetinden etkileniyordu;
saflýðýn ortasýnda bir tutku gittikçe büyüyordu. Astarte art niyetsiz ve açýk ol
arak, kocasýnýn beðendiði bu adamla birlikte olmaya can atýyordu; onu kocasýna ö
vüyor, hizmetçilerine anlatýyordu. Sadýk'a armaðanlar verirken aklýndakinden çok
daha anlamlý iltifatlar ediyordu. Kýsaca hizmetinden hoþnut olduðu bir görevliy
le konuþtuðunu düþünüyordu, ama sözleri bazen mantýklý bir kadýnýn söylemek iste
diðini aþýyordu.
Astarte, tek gözlülerden nefret ettiðini söyleyen Samira'dan ve kocasýnýn burnun
u kesmeye kalkan diðer kadýndan çok daha güzeldi. Astarte'nin içtenliði, yüzü ký
zararak söylediði tatlý sözleri, kaçýrmak istediði bakýþlarý sonunda Sadýk'ýn yü
reðinde, onun da þaþýrdýðý bir ateþi yaktýlar. Önce buna karþý direndi; felsefed
en yardým istedi, ondan bilgi ýþýklarý aldý ama yüreðini serinletemedi. Görev, v
efa ve hükümdarýn kutsal haklarý gibi kavramlar önünde öfke tanrýlarý gibi dikil
iyorlardý. Savaþýyor ve kazanýyordu; ama bu zafer ona gözyaþlarý ve inlemelere m
al oluyordu. Artýk melikeyle o hoþ özgürlük içinde konuþamýyor, gözlerini bir bu
lut kaplýyordu. Konuþurken kýsa ve resmi oluyor, melikenin yüzüne bakamýyordu; e
linde olmadan baktýðýndaysa, melikenin yaþlý gözlerinden alevler çýkýyor ve sank
i ona þöyle diyordu: "Birbirimize tapýyoruz ama sevmeye korkuyoruz; ikimizin de
ilendiði bir ateþle kavruluyoruz."
Sadýk melikenin yanýndan, yüreði taþýyamayacaðý bir yükle dolu, sersem gibi çýký
yordu. Çýrpýnmalarýn en þiddetli bir anýnda dizini arkadaþý Kadir'e açtý. Kadir
ona "kendinden bile saklamaya çalýþýyorsun ama ben duygularýný daha önce anlamýþ
tým," dedi. "Aþkýn iþaretleri kolay saklanamaz. Düþün bir kere Sadýk, madem ki b
en fark ettim, melik de bu duygularýný fark edip gücenebilir. O çok kýskanç bir
adamdýr. Sen duygularýný Astarte'den daha çok bastýrmaya çalýþýyorsun; çünkü sen
bir filozofsun, oysa bir kadýn; o henüz kendini suçlu saymadýðýndan rahatça bak
ýþlarýný konuþturabiliyor. O bu düþüncede oldukça korkmalýsýn. Ýkiniz de bir kar
ara varmýþ olsaydýnýz, tüm gözleri aldatmanýz kolay olurdu. Oysa doðmakta olan v
e engellenen bir sevgi sonunda patlar; karþýlýk gören sevgiyse saklanmasýný bili
r." Sadýk meliki aldatma düþüncesinden titredi; istemeden kapýldýðý bu suçluluk
duygusu arttýkça ona daha özveriyle hizmet eder oldu. Fakat melike Sadýk'ýn adýn
ý o kadar sýk anýyor, andýkça yüzünün kýzarmasýna engel olamýyor ve dalýp gidiyo
rdu ki melik rahatsýz oldu. Gördüðü þeylere inandý, görmediklerini de düþledi. Ö
rneðin, melikenin terlikleri mavi, Sadýk'ýn terlikleri de mavi renkteydi; karýsý
nýn eþarbý sarý, Sadýk'ýn baþlýðý da sarý renkteydi. Bunlar ince bir hükümdar iç
in korkunç ipuçlarýydý ve kýsa sürede kafasýndaki kuþkular kesinliðe dönüþtü.
Hükümdar ve eþlerinin hizmetçileri ayný zamanda onlarýn yüreklerinin casuslarýdý
rlar. Astarte'nin duygulu ve Moabdar'ýn kýskanç olduðu kýsa sürede anlaþýldý. Ký
skanç karýsýndan, melikeninkine benzeyen dizbaðýný saraya göndermesini istedi; ü
stelik bu dizbaðý da mavi renkteydi. Melik artýk öcünü nasýl alacaðýný düþünür o
ldu. Bir gece melikeyi zehirlemeye ve sabaha karþý da Sadýk'ý iple boðmaya karar
verdi. Acýmasýz bir harem aðasýna buyruklarýný yerine getirmesini söyledi. Bu s
ýrada melikin odasýnda dilsiz bir cüce vardý; dilsiz olmasýna karþýn saðýr olmay
an bu cüce sarayda bir eþya gibi doðal karþýlanýrdý. Melikeye köpek gibi baðlý o
lan bu dilsiz cüce ölüm buyruðunun verildiðini duyunca dehþete kapýldý. Birkaç s
aat içinde gerçekleþecek bu yýkýmý nasýl önleyebilirdi? Yazmasýný bilmiyordu, am
a resim yapmayý öðrenmiþti ve yüzleri benzeterek çizebiliyordu. Bütün gece melik
eye anlatmak istediði þeyi çizmeye uðraþtý. Tablonun bir köþesine harem aðasýna
buyruk veren öfkeli meliki çizdi; bir masa üzerine mavi dizbaðý, sarý baþlýklar
koydu. Tablonun ortasýnda hizmetçilerinin kollarýnda ölmekte olan melikeyi, onun
ayaklarýnýn ucuna da Sadýk'ýn boðulmuþ cesedini kondurdu. Yarý soðumuþ bir güne
þi çizerek bu kötü olayýn ne zaman olacaðýný anlatmaya çalýþtý. Tabloyu bitince
koþup Astarte'nin hizmetçilerinden birini uyandýrdý ve tablonun hemen melikeye v
erilmesini el kol hareketleriyle anlattý.
Gece yarýsý Sadýk, odasýnýn kapýsý vurularak uyandýrýldý ve melikenin bir mektub
u verildi. Sadýk düþte olduðunu sanarak mektubu titrek bir elle açtý. Okuduðunda
umutsuzluk ve yýlgý içinde kaldý: "Vakit yitirmeden kaçýn, Sadýk, çünkü yaþamýn
ýz tehlikede. Kaçýn, bunu size aþkýmýz ve sarý eþarbým adýna buyuruyorum. Bense,
günah iþlemedim, ama suçlu gibi öleceðim."
Sadýk konuþacak gücü bulamadý. Arkadaþý Kadir'i çaðýrttý ve bir þey söylemeden m
ektubu ona gösterdi. Kadir ona mektuba uymasýný ve hemen Memfis yoluna çýkmasýný
söyledi. "Eðer melikeyi görmeye gidersen, onun ölümünü çabuklaþtýrýrsýn; melikl
e konuþursan yine onu yitirirsin. Melikenin yazgýsýyla ben ilgilenirim, sen kend
i yazgýnla uðraþ. Ortalýða senin Hindistan'a gittiðini yayacaðým. Yakýnda senin
yanýna gelir, Babil'de olanlarý anlatýrým."
Kadir hemen sarayýn gizli bir kapýsýnda iki güçlü deve hazýrlattý; güçsüz Sadýk'
ý zorla bindirip yolcu etti, yanýna da bir uþak kattý. Kýsa süre sonra arkadaþý
gözden kayboldu.
Bu saray gözdesi kaçak Babil dýþýnda bir tepeye geldiðinde uzaktan saraya bakýnc
a dayanamayýp bayýldý; ayýldýðýnda dünyalar iyisi melike için gözyaþlarý döküp ö
lmek istedi. "Ýnsan yaþamý nedir ki?" diye haykýrdý, "Ey erdemler, bana neye mal
oldunuz! Ýki kadýn beni alçakça aldattý, suçlu olmayan ve diðerlerinden daha gü
zel olan üçüncüsü ölmek üzere! Yaptýðým iyilikler yýkýmým oldu; mutluluðun doruk
larýndayken kendimi en iðrenç çukurda buldum. Belki ben de kötü yürekli olsaydým
, þimdi onlar gibi mutlu olurdum." Bu kara düþüncelerle gözleri ve yüreði dolu o
larak Mýsýr yoluna koyuldu.
DÖVÜLEN KADIN
Sadýk yolunu yýldýzlara göre çiziyordu. Orion takýmyýldýzý ve parlak Sirius yýld
ýzý ona Canope kutbuna doðru yol gösteriyorlardý. Gözümüze zayýf birer ýþýk gibi
görünen bu çok büyük ýþýk küreleri yanýnda, evrende küçük bir nokta olmasýna ka
rþýn, büyüklenen insanoðluna büyük ve kutsal gibi görünen Dünya'yý düþündü. Çamu
rdan bir top üzerinde birbirini yiyen böcekler gibiydi insanlar. Bu düþünce onun
ve Babil'in yazgýsýnýn ne kadar önemsiz olduðunu göstererek onu avuttu. Ruhu, d
uygularýndan arýnýp sonsuz uzaklara atýlmak istiyordu. Sonra, kendine gelip Asta
rte'nin ölmüþ olabileceðini düþününce evren gözünden siliniyordu; yalnýzca ölmek
üzere olan Astarte ve talihsiz Sadýk vardý.
Bu derin felsefe ve büyük acý arasýnda gidip gelirken bir yandan da Mýsýr sýnýrl
arýna yaklaþýyordu. Uþaðý kentin varoþlarýndaki bir kasabayý fark edince gidip o
na kalacak bir yer aradý. Bu arada Sadýk köy bahçelerinde geziniyordu. Yol kýyýs
ýnda aðlamakta olan bir kadýn ve onu kovalayan öfkeli bir adam gördü. Kadýn bu a
damýn dizlerine sarýldý, adam da bir yandan baðýrarak onu dövmeye baþladý. Birin
in dileyen yalvarýþýna ve ötekinin öfkesine bakarak, aldatýlmýþ bir kocayla alda
tmýþ bir kadýn olduklarýný düþündü. Ancak, kadýn o kadar güzeldi ve hatta biraz
da Astarte'ye benziyordu ki ona acýdý ve kocasýndan nefret etti. Kadýn Sadýk'a "
Bana yardým edin," diye haykýrdý, "bu acýmasýz adamýn elinden beni kurtarýn."
Bu çýðlýklar üzerine Sadýk koþup aralarýna girdi. Az bildiði Mýsýr diliyle adama
þöyle dedi: "Biraz insanlýðýnýz varsa güzelliðe ve zayýflýða saygý göstermenizi
dilerim. Ayaklarýnýzýn altýnda ve gözyaþlarýndan baþka savunmasý olmayan doðaný
n bu baþyapýtýna nasýl kýyarsýnýz?" Adam acý acý güldü: "Ah, demek sen de onun s
evgililerindensin. O zaman senden de öç almalýyým." diyerek kadýný býraktý ve mý
zraðýný kaparak yabancýnýn üzerine saldýrdý. Sadýk soðukkanlý bir biçimde vuruþu
savuþturdu ve mýzraðý yakaladý. Ýkisi çekiþirken mýzrak ikiye bölündü. Mýsýrlý
adam kýlýcýný çekince Sadýk da ona uydu ve dövüþtüler. Biri yüzlerce atak yapark
en diðeri onu ustalýkla savuþturuyordu. Kadýn çimene oturup saçlarýný düzeltmeye
koyuldu. Mýsýrlý güçlüydü ama Sadýk daha ustaydý. Birinin davranýþlarýný öfke y
önetirken, diðerinin aklý koluna yön veriyordu. Sonunda Sadýk adamý yere düþürdü
ve kýlýcýný boynuna dayayýp yaþamýný baðýþlayacaðýný söyledi. Mýsýrlý onun gevþ
ediðini görünce hançerini birden çekip onu yaraladý. Bu karþýlýðý gören Sadýk ký
lýcýný adamýn boðazýna saplayýp onu öldürdü.
Sadýk kadýnýn yanýna gelip "Onu öldürmek zorunda kaldým," dedi. "Artýk özgürsünü
z, gördüðüm en yýrtýcý adamdan kurtuldunuz. Sizin için baþka ne yapabilirim, bay
an?" diye sordu. Kadýn "Geber git, köpek!" diye baðýrdý, "Sen benim dostumu öldü
rdün. Senin yüreðini koparabilseydim." Sadýk "Böyle bir dostunuz olmasýna þaþýrd
ým. Sizi dövüyordu, benden yardým istediniz diye beni de öldürmek istedi." deyin
ce kadýn "Keþke yaþasaydý da beni dövseydi," diye aðladý, "Ben bu dayaðý hak etm
iþtim; onu kýskandýrýyordum." Sadýk hem þaþýrdý, hem de öfkelendi: "Bayan, bu ka
dar güzel olmanýza karþýn ben bile sizi dövmeyi isterdim; ama bu sýkýntýya girme
yeceðim." Sonra kasabaya dönmek üzere devesine bindi. Tam birkaç adým atmýþtý ki
Babil'den gelen dört atlýnýn baðýrýþlarýný duydu. Bunlardan biri kadýný görünce
"Ýþte o! Bize verilen tanýma uyuyor," diye baðýrdý. Yerdeki ölüye bakmadan kadý
ný yakaladýlar. Kadýn çýðlýklar atarak Sadýk'a yalvarýyordu: "Bir kez daha yardý
m edin, soylu yabancý! Size kýzdýðým için baðýþlamanýzý diliyorum. Yardým ederse
niz ölünceye kadar sizin olurum!" Ama Sadýk'ta bu kadýn için dövüþme isteði kalm
amýþtý: "Size baþkalarý yardým etsin."
Üstelik Sadýk yaralanmýþtý, kendisinin yardýma gereksinimi vardý. Bu dört Babil
askerinin Melik Moabdar tarafýndan gönderilmiþ olabileceðini düþünerek kaygýland
ý. Ývedilikle kasabaya dönerken, Babil'den gelen dört askerin bu kadýný niye yak
aladýðýný ve kadýnýn tuhaf davranýþýný düþünüyordu.
KÖLE
Mýsýr kasabasýna girdiðinde çevresini halkýn sardýðýný gördü. Herkes onu gösteri
yordu: "Ýþte güzel Missuf'u kaçýran, Kletofis'i öldüren adam budur!" Sadýk onlar
a "Efendiler," dedi, "güzel Missuf'u kaçýrmaktan Tanrý' beni korusun, çünkü o ka
prisli bir bayan. Kletofis'i kendimi savunmak için öldürdüm. O, güzel Missuf'u a
cýmasýzca dövüyordu, baðýþlamasýný dilediðim için beni öldürmek istedi. Ben Mýsý
r'a sýðýnmaya gelmiþ bir yabancýyým. Sizin korumanýza gereksinim duyarken, bir k
adýný kaçýrýp kocasýný niçin öldüreyim?"
Mýsýrlýlar doðru ve adil insanlardý, onu baðýþlayýp kente aldýlar. Önce yarasýný
tedavi ettiler, sonra kendisini ve uþaðýný ayrý ayrý sorgulayýp gerçeði öðrenme
k istediler. Sadýk'ýn bir katil olmadýðýna inandýlar, ama yasalara göre insan ka
ný döktüðü için köleliðe tutuklu edilmesi gerekiyordu. Ýki devesi kamu yararýna
satýldý; getirdiði altýnlar yoksullara daðýtýldý; sonra uþaðýyla kendisi de köle
pazarýnda açýk artýrmayla satýþa çýkarýldý. Setok adýnda bir Arap tüccar onun i
çin pey sürdü; ama uþaðý efendisinden daha pahalýya satýldý, çünkü adamýn güçlü
oluþu deðerini artýrýyordu. Böylece Sadýk uþaðýnýn yanýna katýldý; ayaklarýna zi
ncir vurulup Arap tüccarýn evine götürüldüler. Sadýk yolda uþaðýný avutmak için
yaþam üzerine düþüncelerini söylüyordu: "Görüyorum ki kötü yazgým senin yaþamýna
da yansýdý. Yaþamýmda o kadar tuhaf þeyler gördüm ki! Bir köpeðin geçtiðini gör
düðüm için cezalandýrýldým; anka kuþu için kazýða çakýlmamý istediler; meliki öv
en þiir yazdýðým için hapse atýldým; sarý baþlýk giydim diye boðazlanacaktým. Þi
mdi de dostunu döven bir adam yüzünden seninle birlikte köle diye satýldým. Ama
üzülmeyelim, bunlar da geçer; Arap tüccarýn baþka köleleri de olduðuna göre biz
de onlarla ayný yazgýyý paylaþýrýz. Bu tüccar iyi hizmet görmek istiyorsa kölele
rine iyi davranacaktýr."
Tüccar Setok iki gün sonra köleleri ve develeriyle Arabistan'a doðru yola çýktý.
Boyu Horeb çölünde bulunuyordu. Yol uzun ve yorucu oldu. Yolda Setok Sadýk'ýn u
þaðýyla daha çok ilgileniyordu, çünkü bu köle iyi yük taþýyordu; tüm iltifatlarý
ona oldu.
Horeb'e varmadan iki gün önce develerden biri öldü; onun yükünü kölelere paylaþt
ýrdýlar; Sadýk da payýna düþeni aldý. Kölelerin iki büklüm yürüdüðünü gören Seto
k gülmeye baþladý. Sadýk ona niçin eðilerek yürüdüklerini fizik denge kurallarýn
a göre açýkladý. Tüccar önce þaþýrdý, sonra bu köleye daha baþka bir gözle bakar
oldu. Sadýk onun ilgisini çektiðini görünce, ona ticarette iþine yarayabilecek
birçok þeyi açýkladý: metallerin ve tahýllarýn eþit hacýmda farklý özgül aðýrlýk
larýný, hayvanlardan deðiþik yararlanma yollarýný anlattý. Onun bilge biri olduð
unu anlayan Setok artýk ona daha çok önem vermeye baþladý ve bundan hiç piþman o
lmadý.
Boyuna vardýklarýnda Setok, daha önce iki tanýk önünde beþ yüz altýn vermiþ oldu
ðu bir Yahudiden borcunu ödemesini istedi. Ancak, o iki tanýk ölmüþ olduðundan Y
ahudi, bir Arabý kandýrma fýrsatý verdiði için Tanrý'ya þükredip, parayý geri öd
emeyi reddetti. Setok artýk düþünce danýþýr olduðu Sadýk'a bu sorunu açtý. Sadýk
ona "Bu dinsize parayý nerede vermiþtiniz?" diye sordu. "Horeb daðý eteðinde bü
yükçe bir taþýn yanýnda," dedi Setok. Sadýk "Size borcu olan bu adamýn huyu nasý
ldýr?" diye sordu. Setok "Düzencinin biridir," deyince Sadýk "Onu sormuyorum; bu
adam soðukkanlý ve sakin mi, yoksa aceleci ve atak biri midir?" dedi. Setok "Ta
nýdýðým en atak düzenbazdýr." deyince Sadýk "Öyleyse, izin verin mahkemede sizi
ben savunayým," dedi. Setok Yahudiyi mahkemeye verdi; davaya çýkan Sadýk "Sayýn
kadýlar, bu adamýn efendime olan beþ yüz altýnlýk borcunu ödemesini istiyorum."
diye baþladý. Yargýç "Tanýklarýn var mý?" diye sordu. "Vardý ama öldüler. Fakat
paranýn verildiði yerde büyük bir taþ vardý, o tanýklýk edebilir. Buyruk verin g
örevliler bu taþý getirsinler. Harcamalarýný efendim Setok üstlenecektir. Taþ ge
linceye kadar Yahudiyle ben burada bekleriz." Kadý bunu kabul edip adamlar gönde
rdi ve diðer davalarý görmeye baþladý.
Gün bitmeye yakýn kadý Sadýk'a sordu: "Ne oldu, taþ niye hâlâ gelmedi?" Yahudi b
una gülerek yanýt verdi: "Efendim, yarýna kadar da bekleseniz gelemezler. Çünkü
o taþý kaldýrabilmek için en az on beþ adam gerekir." Sadýk kadýya döndü: "Size
taþýn tanýklýk yapacaðýný söylemiþtim. Bu adam hangi taþtan söz ettiðimi bildiði
ne göre parayý aldýðýný da açýklamýþ oldu." Yahudi önce þaþýrdý, sonra her þeyi
itiraf etti. Kadý onun ayný taþa baðlanýp, parayý ödeyinceye kadar aç susuz býra
kýlmasýna karar verince ödemesi çabuk oldu.
Köle sadýk ve bu taþýn ünü kýsa sürede Arabistan'a yayýldý.
DUL ATEÞÝ
Çok mutlu olan Setok kölesini yakýn arkadaþý olarak benimsedi. Daha önce Babil m
elikinin yaptýðý gibi, onu yanýndan ayýrmýyordu; Sadýk bu kez efendisinin evli o
lmadýðýna þükretti. Efendisinin iyilik ve dürüstlüðe yatkýn olduðunu keþfetti. O
nun eski Arabistan'da yaygýn bir inanç olan kutsal göklere, yani güneþ, ay ve yý
ldýzlara taptýðýný görünce hoþnut olmadý. Onunla uzun uzun konuþtu; bu gök cisim
lerinin taþ veya aðaç gibi birer madde olduðunu, tapýnýlacak þeyler olmadýðýný a
nlattý. "Ama," diyordu Setok, "Bunlar bize yarar saðlýyor. Doðayý ýsýtýyor, mevs
imleri düzenliyor. Üstelik o kadar uzaktalar ki insan onlara saygý göstermekten
kendini alamýyor." Sadýk "Þu gemilerinizi taþýyan Kýzýl Deniz'den daha çok yarar
lanmýyor musunuz? Bu deniz de yýldýzlar kadar eski deðil mi? Uzakta olan þeylere
tapýlacaksa, Dünyanýn öbür ucundaki Kangurular ülkesine de tapmak gerekmez mi?"
Setok "Hayýr, ama yýldýzlar o kadar parlak ki tapmamak olanaksýz," dedi. Akþam
geldiðinde Sadýk yemek yedikleri çadýrda bir sürü mum yaktý; efendisi geldiðinde
mumlarýn önünde diz çöküp "Aydýnlýklar Tanrýsý, bize hep yol gösterin," diye ya
kardý. Sonra Setok'un yemeðiyle ilgilenmeden yere oturup yemeðine baþladý. Setok
ona "Ne oluyorsun?" diye sorunca "Sizin gibi yapýyorum, onlarýn efendisini býra
kýp bu mumlara tapýyorum." diye yanýtladý. Setok kölesinin verdiði örnekteki der
inliði kavradý. Sonunda Sadýk'ýn bilgeliði onu etkiledi ve yaratýklarý býrakýp o
nlarýn yaratýcýsýna tapmaya baþladý.
Arabistan'da o sýralar, Ýskitlerden kalma ve Hindistan'daki brahmanlarýn Ortadoð
u'ya yaydýðý korkunç bir gelenek vardý. Evli bir adam öldüðünde, karýsý azize ol
abilmek istiyorsa, kocasýnýn yanýnda diri diri yakýlmaya razý oluyordu. Bu, dul
ateþi denilen bir törenle yapýlýrdý. Bir boyun saygýnlýðý yakýlan kadýnlarýn say
ýsýyla artýyordu. Setok'un boyundan bir adam ölünce, çok dindar olan eþi Almona
yakýlmak istediðini söyledi, yerini ve gününü ilan etti. Sadýk, efendisine bu ge
leneðin ne kadar korkunç ve insan soyuna zararlý olduðunu anlattý. Ülkeye çocukl
ar verebilecek veya diðer çocuklarýný yetiþtirebilecekken, genç dullarýn yakýlma
sýnýn hiçbir yararý olmadýðýný söyledi; bunu durdurmanýn yolu olup olmadýðýný so
rdu. Setok "Bin yýldýr kadýnlar yakýlmayý istiyor. Zamanýn koyduðu bir yasayý ki
m bozabilir? Yanlýþ da olsa eski bir yasa saygýdeðerdir," deyince Sadýk "Akýl da
ha da eskidir," dedi. "Siz boyun yaþlýlarýyla görüþün; ben dul kadýnla konuþacað
ým."
Kadýnýn evine gitti; önce onun güzelliðini ve inceliðine iltifat ettikten sonra
bu güzelliðin ateþe atýlmasýnýn ne kadar yazýk olacaðýný söyledi; cesareti ve ka
rarlýðýný övdü. Sonra, "Demek kocanýzý bu kadar seviyordunuz?" diye sordu. Arap
kadýn "Ben mi? Hiç sevmiyordum ki onu. Kaba, kýskanç ve dayanýlmaz bir adamdý. A
ma ateþe atýlmayý istiyorum," dedi. Sadýk "O zaman ateþte yakýlmanýn sizi çeken
bir yaný olmalý," dedi. "Korkudan titriyorum, ama zorunluyum. Ben dindar bir kad
ýným, yanmazsam onurumu yitiririm, herkes benimle alay eder." Sadýk ona, baþkala
rýnýn düþüncesi için yanmak istediðini kabul ettirdi; sonra uzun uzun konuþup, y
aþamýn güzelliklerinden söz etti. O kadar güzel konuþtu ki kadýnda Sadýk'a karþý
bir ilgi uyandý. Sadýk ona "Yanmaktan vazgeçmiþ olsaydýnýz, ne yapmak isterdini
z?" diye sorunca, kadýn "Benimle evlenmenizi isterdim," dedi.
Sadýk'ýn yüreði hâlâ Astarte ile dolu olduðundan bu öneriyi duymazdan geldi. Hem
en boyun baþkanlarýna gidip olaný anlattý; yeni bir yasa koyarak dul kadýnlarýn
genç bir erkekle bir saat baþ baþa kalmadan yanmalarýna izin verilmeyeceði kural
ýný getirmelerini öðütledi. O zamandan beri Arabistan'da hiçbir kadýn ateþte yan
mayý istemedi. Böylece Sadýk yüzyýllardan beri süren korkunç geleneði bir günde
yýktý. Gerçekten de Arabistan'a bir iyilik meleði gelmiþti.
AKÞAM ÞÖLENÝ
BULUÞMALAR
SOYGUNCU
Arabistan ile Suriye sýnýrýnda yalçýn bir kalenin yanýndan geçerken kaleden çýka
n silahlý Araplar onun çevresini sardýlar. "Neyin varsa bizim, canýn da efendimi
zin malýdýr," diye baðýrdýlar. Sadýk yanýt olarak kýlýcýný çekti; gözüpek uþaðý
da ona uydu. Üstlerine gelen ilk Araplarý devirdiler, ama saldýrgan sayýsý iki k
atýna çýktý. Sadýk ölene dek karþý koymaya kararlýydý. Bir kalabalýða karþý iki
kiþinin direnmesi fazla uzun sürmeyecek gibi görünüyordu. Kalenin efendisi Arbog
ad bir pencereden Sadýk'ýn yiðitliðini görünce ona saygý duydu. Aþaðý inip adaml
arýný ayýrdý ve Sadýk'ýn yanýna geldi. "Topraklarýmdan geçen her þey, ayrýca baþ
kalarýnýn topraðýndan alabildiðim þeyler, hepsi benim malýmdýr. Ama sen yiðit bi
rine benziyorsun; senin için ayrýcalýk yapacaðým." Onlarý kaleye aldý, adamlarýn
ýn onlara saygý göstermelerini istedi ve akþam olunca Arbogad Sadýk'ý yemeðe çað
ýrdý.
Bu kalenin sahibi soygunculuk yapan bir Araptý; bir sürü kötülüðün yaný sýra, ba
zen iyi iþler de yapardý: çalarken açgözlü, ama daðýtýrken cömert; savaþta acýma
sýz ama ticarette dürüst, eðlenirken sefih ama þen olurdu. Sadýk'ýn söyleþisini
çok beðenmiþti; uzun bir yemekten sonra ona "Benim buyruðuma girmeni isterim," d
edi, "Bundan daha iyisini bulamazsýn; belki bir gün benim yerimi alýrsýn." Sadýk
: "Bu soylu uðraþý ne zamandan beri yaptýðýnýzý sorabilir miyim?" Arbogad: "Genç
liðimde baþladým. Düzenci bir Arabýn uþaðýydým; iþim dayanýlacak gibi deðildi. Ý
nsanlarýn eþit hakka sahip olduklarý þeylerden benim payýma hiçbir þey düþmemiþ
olmasýný kabullenemiyordum. Sýkýntýmý yaþlý bir Araba açtým; o bana 'Oðlum, umut
suzlanma,' dedi, 'Vaktiyle çölün ortasýnda unutulmuþ bir kum tanesi yazgýsýndan
yakýnýrmýþ; yýllar sonra elmas olmuþ. Þimdi Hint hükümdarýnýn tacýný süslüyor' B
u sözler yüreðime iþledi; o kum tanesi bendim ve elmas olmaya karar verdim. Önce
iki at çalarak baþladým; kendime ortaklar bulduktan sonra küçük kervanlarý soya
cak güce eriþtim. Böylece insanlarla aramdaki eþitsizliði gidermeye baþladým. Bu
dünyanýn nimetlerinden payýmý faiziyle birlikte aldým; bana herkes saygý duydu;
bu kaleyi ele geçirdikten sonra bu bölgenin baþ soyguncusu oldum. Suriye valisi
beni buradan atmak istedi; ama artýk ondan korkmayacak kadar zengindim. Valiye
para verip kaleyi elimde tuttum. Üstelik beni bu bölgedeki Arap boylarýnýn vergi
lerini toplamakla görevlendirdiler; þimdi verdiðimden fazlasýný alýyorum."
"Babil'deki vali, Melik Moabdar'ýn adýna, beni öldürmesi için buraya bir adam gö
nderdi. Bu adam elinde fermanla geldi; ben önceden haber almýþtým. Yanýnda getir
diði dört adamýný onun gözü önünde boðdurdum; sonra ona beni öldürürse ne kadar
ihsan alacaðýný sordum. Üç yüz altýna kadar çýkabileceðini söyledi. Ona benim em
rime girerse çok daha fazlasýný kazanacaðýný söyledim. Þimdi yanýmda ve en iyi y
ardýmcýlarýmdan biridir. Bana güven, sen de onun gibi yap. Melik Moabdar öldürül
dükten sonra Babil'de kargaþa çýkalýdan beri burada soygunculuk iþleri çok açýld
ý."
Sadýk haykýrdý: "Moabdar öldü ha! Ya Melike Astarte ne oldu?" Arbogad "Bilmiyoru
m," dedi, "Tüm bildiðim, Moabdar aklýný kaçýrýnca öldürmek zorunda kaldýlar. Þim
di Babil hýrsýzla, soyguncuyla doldu; tüm ülke þaþkýnlýk içinde, soygunculuk içi
n daha iyisi bulunmaz." Sadýk "Ama melike nerede, onun ne olduðunu bilen yok mu?
" diye umutla sordu. Soyguncu "Hirkanya'daki bir prensten söz ediyorlardý; melik
e o kargaþada ölmemiþse þimdi onun odalýðý olmuþtur. Ben de bir sürü kadýn tutsa
k aldým, ama hiçbirini yanýmda tutmadým. Güzel olanlarý, kim olduklarýna bakmada
n, iyi paraya satarým. Ama soyluluk tek baþýna para etmiyor; çirkin bir kadýn me
like de olsa alýcý bulamaz. Belki melike Astarte'yi de alýp satmýþýmdýr; kimbili
r belki ölmüþtür. Senin yerinde olsam onun ne olduðunu merak etmezdim." Böyle di
yerek daha çok içmeye baþladý ve Sadýk ondan daha fazla bilgi alamadý.
Sadýk sersemlemiþ, ne yapacaðýný bilemez durumdaydý. Arbogad sürekli içiyor, fýk
ralar anlatýyor ve dünyanýn en mutlu adamý olduðunu söyleyerek Sadýk'ýn da kendi
sine katýlmasýný istiyordu. Sonra þarabýn etkisiyle gevþedi ve uyumaya gitti. Sa
dýk'ýn heyecaný bütün gece sürdü. "Demek melik delirdi ve öldürüldü! Ona acýmakt
an kendimi alamýyorum. Ülke parçalanmak üzere ve bu soyguncu mutlu olabiliyor. E
y yazgý! Bir haydut mutluyken doðanýn baþyapýtý bir kadýn ya çok kötü bir biçimd
e öldü, ya da þu anda ölümden beter bir yerde yaþýyor. Ey Astarte! Sen neredesin
?"
Sabah olunca Sadýk kalede rasladýðý herkese sordu; ama herkesin çok iþi vardý, k
imse ona yanýt vermedi. Gece yeni bir soygun yapýlmýþtý, ganimetler paylaþýlýyor
du. Bu kargaþada yapabildiði tek þey gitmek için izin koparmak oldu. Vakit yitir
meden ve üzgün bir yürekle oradan ayrýldý.
Sadýk bir yandan yol alýyor, bir yandan da talihsiz Astarte, Babil Meliki, arkad
aþý Kadir, mutlu soyguncu Arbogad veya Mýsýr'da Babilli askerlerin kaçýrdýðý kap
risli kadýn, kýsacasý tüm talihsizlikleri aklýndan geçiyordu.
BALIKÇI
Arbogad'ýn kalesinden birkaç fersah ötede küçük bir ýrmaðýn kýyýsýna geldiðinde
hâlâ yazgýsýna üzülüyordu. Kýyýda uzanmýþ bir balýkçý gördü; yorgun elleriyle bi
r aðý tutarken göklere haykýrýyordu.
"Ýnsanlarýn en mutsuzu benim. Herkesin bildiði gibi, Babil'de en tanýnmýþ peynir
yapýmcýsý bendim, sonra iþlerim bozuldu. Benim gibilerin bulabileceði en güzel
kadýna sahiptim, ama beni aldattý. Bir evim vardý, onu yaðma edip yýktýlar. Þimd
i bir kulübeye sýðýndým, balýkçýlýk yapýyorum, ama hiç balýk tutamadým. Ey að! a
rtýk seni deðil, kendimi suya atacaðým." Böyle diyen balýkçý yaþamdan býkmýþ bir
adam gibi kalkýp suya yürüdü.
Sadýk düþündü: "Demek ki benden daha mutsuz insanlar da varmýþ." Bu düþünceyle a
damý kurtarmak için koþup onu durdurdu. Ýçten bir ilgiyle onun dertlerini dinled
i. Yalnýz olmadýklarý zaman insanlarýn daha az mutsuz olduklarý söylenir. Zerdüþ
t'e göre bu, arabozuculuktan deðil, gereksinimden kaynaklanýr. Böyle durumdaki i
nsanlar mutsuz birine kardeþ gibi sarýlýr. Mutlu bir insanýn sevinci aþaðýlama g
ibidir; iki mutsuz, fýrtýnada zayýf iki aðaç gibi, birbirlerine dayandýkça daha
güçlü olurlar.
Sadýk ona "Kendinizi niye koyveriyorsunuz?" diye sorunca balýkçý yanýtladý: "Çün
kü bir çare bulamýyorum. Babil'de Derlbak köyünün en saygýdeðer adamýydým; karým
ýn da yardýmýyla en güzel peynirleri yapýyordum. Melike Astarte ve Baþvezir Sadý
k peynirlerimi çok beðenirlerdi; en son onlara altý yüz kalýp peynir göndermiþti
m. Bir gün paramý almak için Babil'e gittim; melike ile Sadýk'ýn ortadan kaybold
uðunu söylediler. Efendi Sadýk'ýn evine koþtum, melikin askerleri, ellerinde onu
n fermanýyla, evi yasal bir biçimde yaðmalýyorlardý. Oradan melikenin mutfaðýna
gittim; uþaklarýn bir bölümü öldüðünü, bir bölümü tutuklu olduðunu, diðerleri de
kaçtýðýný söylüyorlardý. Ama tümü de peynirlerimin parasýný ödemeyeceklerini sö
ylediler. Karýmla birlikte, müþterilerimden Efendi Orcan'ýn köþküne gittik; onda
n bize yardýmcý olmasýný istedik. O karýmý elimden aldý, beni kovdu. Karým en ne
fis peynirlerden daha beyazdý; yanaklarý Sur kumaþýndan daha parlak kýrmýzýydý.
Karýma mektup yazýp Orcan'ýn evine gönderdim. Haberciye demiþ ki: "Ah evet, bu m
ektubu yazan adamdan bana söz etmiþlerdi; iyi peynir yaparmýþ; peynir getirirse
alýn ve parasýný ödeyin."
"Üzüntü içinde mahkemeye baþvurmak istedim. Altý altýným kalmýþtý; ikisini danýþ
týðým avukata, ikisini davaya bakan yargýca, kalan ikisini de mahkeme yazmanýna
vermek zorunda kaldým. Mahkeme daha baþlamadan karýmdan ve peynirlerin deðerinde
n daha fazlasýný harcamýþtým. Köyüme dönüp evimi satayým da karýmý kurtarayým de
dim."
"Evim altmýþ altýn ederdi; ama beþ parasýz ve acelem olduðunu gördüler. Birinci
müþteri otuz, ikincisi yirmi ve üçüncüsü de on altýn önerdiler. O kadar çaresizd
im, tam kabul edecektim ki o sýrada Hirkanya'dan bir prens Babil üzerine yürüdü
ve yolundaki her þeyi yakýp yýktý. Evimi önce talan edip sonra yaktýlar."
"Böylece paramý, karýmý ve evimi yitirdikten sonra bu gördüðün yere geldim ve ba
lýkçýlýk yaparak yaþamaya uðraþtým. Ama insanlar gibi balýklar da benimle alay e
diyorlar; hiçbir þey tutamýyorum; açlýktan ölmek üzereyim. Sen dert ortaðým yaba
ncý efendi, sen olmasaydýn ölmek üzereydim."
Balýkçý baþýndan geçenleri böyle bir çýrpýda anlatmadý; çünkü Sadýk ikide bir on
un sözünü kesiyor, "Peki melikeye ne oldu? Onun ne olduðunu biliyor musun?" diye
soruyordu. "Hayýr, efendim. Yalnýzca melike ve Sadýk'ýn peynirlerimin parasýný
ödemediklerini, karýmý elimden aldýklarýný ve umudum kalmadýðýný biliyorum." Sad
ýk: "Belki de paranýn bir kýsmýný geri alýrsýn. Bu Sadýk denen adamýn dürüst old
uðunu duymuþtum. Eðer tahminim doðru çýkar da Babil'e geri dönerse size borcunu
fazlasýyla ödeyecektir. Pek namuslu olmadýðý anlaþýlan karýnýza gelince, onu yen
iden kazanmaya çalýþmayýn. Bana güvenip Babil'e geri dönün. Ben atlý ve siz yaya
n olduðunuza göre, sizden daha önce orada olurum. Tanýnmýþ bir ailenin oðlu olan
Kadir'i bulun; ona arkadaþýný gördüðünüzü söyleyin ve beni onun evinde bekleyin
. Haydi bakalým; talihiniz hep böyle gitmeyecek." Sonra gökyüzüne dönüp sözünü s
ürdürdü:
"Ey her þeye gücü yeten Orosmade! Bu adamý avutmak için beni buldun. Ya beni avu
tmak için kimi göndereceksin?" Sonra Arabistan'dan getirdiði paranýn yarýsýný ba
lýkçýya verdi. Adam þaþkýn ve mutlu, Kadir'in arkadaþýnýn ayaklarýný öpüyordu: "
Siz bir kurtarýcý meleksiniz."
Bu arada Sadýk yine Astarte'den haber alamamýþ olmanýn üzüntüsüyle aðlýyordu. Ba
lýkçý haykýrdý: "Siz efendim, bu kadar iyi bir insan, yoksa siz de mutsuz musunu
z?" Sadýk "Senden yüz kat daha fazla mutsuzum," diye yanýtladý. "Veren bir insan
alandan daha mutsuz olur mu?" Sadýk: "Senin mutsuzluðun gereksinimden kaynaklan
ýyor, benimki yüreðimde." Balýkçý: "Yoksa Orcan sizin de mi karýnýzý aldý?" Bu s
oru Sadýk'a tüm gördüðü kötülükleri anýmsattý. Melikenin köpeðinden baþlayarak,
baþýndan geçenleri balýkçýya anlattý. Ona "Orcan Tanrý'nýn cezasýný fazlasýyla h
ak etti," dedi, "Ama nedense bu tür adamlara yazgý yardým ediyor. Her neyse, sen
Kadir'in evine git, beni bekle." Bunun üzerine ayrýldýlar; balýkçý talihine þük
rederek yürüdü; Sadýk yazgýsýndan yakýnarak atýný koþturdu.
BASÝLÝKOS (4)
Sadýk yeþilliklerle dolu bir otlaða geldiðinde birçok kadýnýn dikkatle yerde bir
þeyler aradýðýný gördü. Ýçlerinden birine yaklaþýp onlara yardýmcý olup olamaya
caðýný sordu. Suriyeli kadýn ona "Sakýn ha! aradýðýmýz þeye ancak bir kadýn eli
deðebilir," dedi. Sadýk "Ne tuhaf? Yalnýzca kadýnlarýn dokunabildiði bu þey nedi
r?" diye sordu. Kadýn "Basilikos yýlaný" dedi. "Onu niçin arýyorsunuz?" Kadýn: "
Þu ýrmak kýyýsýnda gördüðün kalenin beyi ve bizim efendimiz Ogul hastalandý. Hek
im gülsuyunda piþirilmiþ basilikos eti yemesini istiyor. Bu az raslanan yýlan ya
lnýzca kadýnlarýn kendisini tutmasýna izin verdiði için, efendimiz Ogul hangimiz
bulursa onunla evleneceðini duyurdu. Þimdi lütfen beni býrakýn, yoksa diðer kad
ýnlar benden önce onu bulabilir."
Suriyeli kadýnlar aramayý sürdürürken Sadýk uzaklaþtý. Biraz ötedeki dere kýyýsý
ndan geçerken yerde uzanmýþ, ama bir þey aramayan bir kadýn gördü. Uzun boylu ve
yüzü tülle örtülüydü. Kadýn dere kýyýsýnda bir yandan içini çekiyor, bir yandan
da elindeki çubukla kumda bir þeyler çiziyordu. Sadýk kadýnýn ne çizdiðini mera
k edip yaklaþtý; S ve A harfleri çizilmiþti. Sonra D harfi yazýldýðýný gören Sad
ýk heyecanlandý. Daha sonra kendi adýný kuma yazýlmýþ görünce çok þaþýrdý. Bir s
üre sessiz kaldýktan sonra "Ey saygýdeðer bayan," dedi, "bu talihsiz yolcuya söy
ler misiniz, o güzel elinizle niçin SADIK adýný yazdýnýz?" Bu sesi duyan kadýn b
ir çýðlýk atýp yüzündeki tülü açtý ve Sadýk'ýn kollarýnda bayýldý. Bu kadýn Sadý
k'ýn sevgilisi ve Babil Melikesi Astarte idi. Genç adam bir süre hiç konuþamadý;
sonra sevgilisinin gözlerini açýp kendisine baktýðýný görünce "Ey her þeye gücü
yeten tanrýlar!" diye haykýrdý, "Bana Astartemi burada ve bu durumda geri veriy
or musunuz?" diyerek yerlere kapandý ve Astarte'nin ayaklarýný öpmeye baþladý. B
abil melikesi onu yerden kaldýrdý; yanýna oturttu. Bir yandan da gözlerinin dinm
eyen yaþýný siliyordu. Sadýk'a baþýndan geçenleri sordu. Ýkisi de yüreklerinin f
ýrtýnasýný biraz dindirdikten sonra genç adam, bu dere kýyýsýna gelinceye kadar
baþýndan ne geçtiyse anlattý. "Fakat, benim talihsiz melikem, siz bu ýssýz dere
kýyýsýnda, köle giysileri içinde ve basilikos arayan diðer köle kadýnlar arasýnd
a nasýl bulunuyorsunuz?"
Güzel Astarte "Onlar basilikos ararken ben size neler çektiðimi anlatayým," dedi
. "Biliyorsunuz kocam melik sizin insanlarýn en iyisi olmanýzdan hoþnut olmadý;
bir gece beni zehirleyip sizi de boðmaya karar vermiþ. Tanrý'ya þükür, küçük dil
siz uþaðým bana haber verdi. Kadir sizi yolcu ettikten sonra gizli bir geçitten
benim odama geldi. Beni kaçýrýp Orosmade tapýnaðýna götürdü; orada rahip kardeþi
ne teslim etti. Beni büyük bir yontunun altlýðýnýn içindeki boþluða sakladýlar.
Orada mezarda gibiydim; ama rahip bana gerekli her þeyi saðlýyordu. Gün aðarýrke
n melikin eczacýsý saraydaki odama elinde bir kadeh zehirle, bir diðer asker de
sizin evinize elinde mavi ipekten bir boðma ipiyle gittiler; ama kimseyi bulamad
ýlar. Kadir, meliki daha iyi kandýrabilmek için, saraya gidip ikimizi de ihbar e
tti. Sizin Hindistan yoluna, benim de Memfis'e kaçtýðýmý söyledi. Melik peþlerim
izden atlýlar gönderdi."
"Beni arayan atlýlar beni tanýmýyorlardý; yüzümü kocamýn rýzasýyla yalnýzca size
göstermiþtim. Tanýmlama üzerine gittikleri Mýsýr sýnýrýnda bana benzeyen, belki
benden daha çekici, bir kadýna raslamýþlar. Onun Babil melikesi olduðundan emin
olarak yakalayýp Moabdar'a getirdiler. Melik yanlýþlýðý görünce küplere bindi;
ancak bu kadýna yakýndan bakýnca onu beðendi ve kýsa sürede avuntu buldu. Adý Mi
ssuf olan bu kadýnýn çok kaprisli olduðunu söylediler. Moabdar'ý kendine baðladý
ve onunla evlenmesini saðladý. Evlendikten sonra gerçek huyu ortaya çýktý; artý
k korkusuzca her türlü çýlgýnlýðý yapýyordu. Yaþlý bir adam olan baþrahibin kend
i önünde raks etmesini buyurdu; adam karþý koyunca ona iþkenceler etti. Baþseyis
ten reçelli turta piþirmesini istedi; asker adam ben aþçýlýk bilmem dediyse de d
inletemedi. Pastayý yapýp getirdiðinde, Mussif onu yanýk buldu ve baþseyisi kovd
urdu. Bu göreve kendi cücesini getirdi. Daha sonra baþvezirlik makamýna çocuk ya
þta bir uþaðý getirtti. Böylece Babil'i yönetmeye baþladý. Halk beni arýyordu. K
ýskançlýk bunalýmýna girmeden önce dürüst bir adam olan melik, bu kaprisli kadýn
a duyduðu aþk yüzünden tüm erdemlerini unutmuþtu. Kutsal ateþ bayramýnýn ilk gün
ü tapýnaða geldi. Benim saklandýðým yontunun önünde diz çöküp tanrýlardan Missuf
'a akýl vermelerini diledi. Ben saklandýðým yerden sesimi kalýnlaþtýrýp baðýrdým
: "Ýyi bir kadýný öldürmek isteyip sonra da kötü bir kadýnla evlenen zorba bir m
elikin dileklerini kabul etmiyoruz." Moabdar bu sözleri duyunca korktu ve aklý b
aþýndan gitti. Benim kehanetime Missuf'un eziyetleri de eklenince kýsa sürede de
lirdi."
"Delilik ona gökten bir ceza gibi gelince, halk bunu bir iþaret saydý. Ayaklanma
lar baþlayýnca herkes silaha sarýldý. Uzun bir dönem barýþ içinde olan Babil'de
kanlý bir iç savaþ baþladý. Beni yontunun içinden çýkarýp karþý topluluðun baþýn
a getirdiler. Kadir sizi Babil'e getirmek için Memfis'e gitti. Bu durumu haber a
lan Hirkanya prensi ordusuyla gelip üçüncü bir topluluk oluþturdu. Melik, çýlgýn
Mýsýrlý kadýnýn etkisiyle, hazýrlýksýzca bu güçlerin üzerine yürüdü. Savaþta Mo
abdar öldürüldü, Missuf kazananlarýn eline düþtü. Ben de ayný sýralarda Hirkanya
ordusuna yakalandým ve Missuf'la birlikte prensin önüne çýkarýldým. Prensin ben
i Mýsýrlý'dan daha güzel bulduðunu söylersem hoþunuza gidebilir; ama beni saraya
kapattýðýný duymaktan hoþnut olmazsýnýz. Prens önemli bir askeri giriþimden son
ra bana döneceðini söyledi. Talihime küstüm; Moabdar öldüðüne göre artýk Sadýk'ý
n olabilirdim, ama bu barbarýn eline düþtüm. Duygularým ve konumumun verdiði gur
urla ona, bana sahip olamayacaðýný söyledim. Bazý insanlarda doðuþtan öyle bir ö
zyapý gücü olurmuþ ki bir bakýþ veya bir sözle karþýsýndakinin ne kadar aþaðýlýk
olduðunu duyumsatýrmýþ. Hirkanyalý beni yanýt vermeye deðer bulmayarak harem að
asýna, benim küstah ama güzel olduðumu söyledi; ona seferden dönünceye kadar ban
a iyi bakmalarýný, gözde odalýk konumunda tutmalarýný ve onun tarafýndan onurlan
dýrýlmaya hazýr duruma getirmelerini istedi. Ona kendimi öldüreceðimi söyledim;
o bana bu sözlere inanmadýðýný, kimsenin kendini öldürmediðini söyledi ve papaða
nýný kafese kapatan bir adam gibi oradan ayrýldý. Dünyanýn en güçlü melikesi, üs
telik Sadýk'ýn sevgilisi için ne zor bir durum!"
Bu sözler üzerine Sadýk sevgilisinin ayaklarýna kapanýp aðladý. Astarte onu sevg
iyle kaldýrýp sürdürdü: "Bir barbarýn tutsaðý ve birlikte kapatýldýðým çýlgýn bi
r kadýnýn rakibi olmuþtum. Missuf bana Mýsýr'da olanlarý anlattý. Kendisini kurt
aran yabancýyý tanýmlarken söz ettiði günün tarihinden, bindiðiniz deveden ve di
ðer bilgilerden o yabancýnýn siz olduðunuzu anladým. Artýk Memfis'e ulaþtýðýnýza
inanmýþtým; bir yolunu bulup ben de oraya kaçmaya kararlýydým. Mýsýrlý'ya "Güze
l Missuf," dedim, "Siz benden daha alýmlýsýnýz, Hirkanya prensini benden daha iy
i eðlendirebilirsiniz. Kaçmama yardým edin, bana iyilik ederken bir rakipten kur
tulmuþ olursunuz." Missuf kabul etti; kaçýþ planýný birlikte yaptýk. Yanýma Mýsý
rlý bir hizmetçi kadýn katýp gizlice kaçmamý saðladý."
"Arabistan sýnýrýna gelmiþtim ki oralarýn tanýnmýþ soyguncusu Arbogad beni kaçýr
dý ve tüccarlara sattý; onlar da beni Efendi Ogul'un yaþadýðý bu kaleye getirdil
er. Ogul beni kim olduðumu bilmeden satýn aldý. Bu adam yemekten baþka bir þey d
üþünmeyen biri; dünyaya ziyafet çekmek için geldiðini sanýyor. Aþýrý þiþmanlýðý
yüzünden sýk sýk yüreði týkanýyor. Ýyi sindirim yaptýðý günlerde yüz vermediði h
ekimi, aþýrý yediði günlerde arýyor. Hekim onu gül suyunda piþmiþ basiluikos eti
yerse iyileþeceðine inandýrdý. Efendi Ogul odalýklarýndan hangisi ona basilikos
getirirse onunla evleneceðini söyledi. Gördüðünüz gibi bu onuru diðer hanýmlara
býrakmýþtým; hele sizi görünce onu bulmaya hiç niyetim yok."
Bunun üzerine Sadýk ve Astarte o zamana kadar gizledikleri duygularýný, acý çekm
iþ soylu yüreklerinden gelen sözcüklerle birbirlerine anlattýlar; göklerde sevgi
yi düzenleyen çemberler bu sözcükleri Venüs'e kadar ulaþtýrdýlar.
Odalýk kadýnlar Ogul'un kalesine elleri boþ döndüler. Sadýk Ogul'un yanýna çýkýp
kendini tanýttý ve þöyle dedi: "Ölümsüz saðlýk melekleri sizi kutsasýn! Ben hek
imim; hastalýðýnýzý duyunca koþup geldim ve yanýmda gül suyunda piþmiþ basilikos
eti getirdim. Sizinle evlenmek istediðimi sanmayýn; yalnýzca yeni satýn aldýðýn
ýz Babilli odalýðý salývermenizi diliyorum. Eðer sizi iyileþtiremezsem, onun yer
ine ölünceye kadar Büyük Efendi Ogul'un kölesi olmaya razýyým."
Bu öneri kabul edildi. Astarte, onu olup bitenlerden haberdar etmeye söz vererek
, Sadýk'ýn hizmetçisiyle Babil'e doðru yola çýktý. Ayrýlmalarý buluþmalarý kadar
duygulu oldu. Büyük Zind kitabýnda yazýldýðý gibi, ayrýlýklar ve kavuþmalar yaþ
amýn en önemli iki anýdýr. Sadýk ant içtiði kadar melikeyi seviyor, melike de sö
yleyemediði kadar onu seviyordu.
Sadýk Ogul'a döndü: "Efendim, basilikos eti doðrudan yenmez; onun iyileþtirici e
tkisi derinizdeki gözeneklerden içeri girmelidir. Onu ince deriden yapýlmýþ þiþk
in bir tulum içinde saklýyorum; siz bu tulumu bütün gücünüzle defalarca iteceksi
niz, ben de onu size geri iteceðim. Bunu yaparsak birkaç gün içinde ilacýmýn ne
kadar güçlü olduðunu göreceksiniz." Ogul çalýþmaya koyuldu; ilk gün sonunda o ka
dar yorulmuþtu ki öleceðini sandý. Ýkinci gün daha az yoruldu ve daha iyi uyuyab
ildi. Sekiz gün sonunda tüm gücüne ve saðlýðýna kavuþtu, neþesi yerine geldi. Sa
dýk ona gerçeði açýkladý: "Siz top oynadýnýz ve rejim yaptýnýz. Bilin ki doðada
basilikos yoktur; biraz vücut çalýþmasý ve rejimle insan saðlýklý olabilir. Aþýr
ý zevkleri ve saðlýðý birlikte yürütmek yýldýzbilimcilerin ve rahiplerin aradýðý
filozof taþýný bulmak kadar olanaksýz bir istektir."
Ogul'un kiþisel hekimi bu adamýn týp bilimi için ne kadar tehlikeli olduðunu gör
ünce, onu öbür dünyada basilikos aramaya göndermek için efendi Ogul'un eczacýsýy
la anlaþtý. Bu kadar iyilik yaparak cezalandýrýldýktan sonra, obur bir efendiyi
iyileþtirdiði için ölmesi isteniyordu. Onu görkemli bir yemeðe çaðýrdýlar. Ýkinc
i tabakta zehirlenecekti; ama birinci tabak sonunda Astarte'den bir haber getird
iler. Sofradan kalktý ve yola çýktý. Büyük Zerdüþt'ün dediði gibi, "Güzel bir ka
dýn sizi severse, bu dünyada belalardan kurtulmak hep olasýdýr."
TURNUVA
Melike Babil'e vardýðýnda, kötü günler geçirmiþ güzel bir prensese yakýþýr biçim
de coþkuyla karþýlandý. Kent biraz daha yatýþmýþ görünüyordu. Hirkanya prensi yi
tirdiði son savaþta öldürülmüþtü. Kazanan Babilliler kendilerinin seçeceði bir m
elikin Astarte ile evlenmesi gerektiðine karar verdiler. Babil kralý ve Astarte'
nin kocasý olacak kiþinin düzenci veya deli biri olmasýný istemiyorlardý. En yið
it ve en bilge kiþiyi seçmeye ant içtiler. Kent dýþýnda büyük bir arena ve seyir
ciler için süslü tribünler kuruldu. Yiðitler arenaya silah ve zýrhlarýný kuþanmý
þ olarak girecekler, adlarý ve yüzleri saklý kalacaktý. Seyircilerin gerisinde h
er birinin görünmeden giyinebileceði çadýrlar kurulmuþtu. Turnuva dört aþamalýyd
ý; önce dört rakibini yenen yiðitler sonra kendi aralarýnda çarpýþacaklar, sona
kalan yiðit turnuvanýn bu aþamasýnýn galibi olacaktý. Bu kiþi dört gün sonra bil
ginlerin karþýsýna çýkarak dört bilmeceyi yanýtlayacaktý. Doðru yanýtlayamazsa y
itirecek ve turnuva, bir melik seçilinceye kadar, yinelenecekti. Çünkü hem yiðit
ve hem de bilge biri olmasý isteniyordu. Bu süre içinde melike çok sýký korunac
aktý; yüzü örtülü olarak turnuvayý izlemesine izin verilmiþti ama, haksýzlýk olm
amasý için, adaylarla konuþmasý yasaktý.
Ýþte Astarte mektubunda bunlarý haber veriyor ve sevgilisinin herkesten daha yið
it ve bilge seçilmesi için dua ediyordu. Sadýk yola çýktý; Tanrý Venüs'e dua edi
p bileðine ve aklýna güç vermesini diledi. Büyük günden önceki gün Fýrat kýyýsýn
daki turnuva yerine geldi. Kurallar gereði yüzünü ve adýný gizleyerek, yarýþmacý
lar listesine yazýldý; sonra kurayla verilen çadýrýna giderek dinlenmeye çekildi
. Onu Mýsýr'da boþ yere arayýp Babil'e dönmüþ olan arkadaþý Kadir, melikenin gön
derdiði zýrhý ve en güzel Acem atýný onun çadýrýna yolladý. Sadýk bu armaðanlarý
n Astarte'den geldiðini anladý; sevgisi ve cesareti arttý.
Ertesi gün, Babil'in seçkin bayanlarý ve efendileri tribünlerde yerlerini aldýkt
an ve melike bir köþede yüzü örtülü olarak oturduktan sonra atlý yarýþmacýlar ar
enaya çýktýlar. Her biri armasýný baþrahibin önüne koydu. Çekilen kurada Sadýk s
onuncu oldu. Birinci yarýþmacý Ýtobad adýnda zengin bir soyluydu; büyüklenen, fa
zla gözüpek olmayan ve akýlsýz bir adamdý. Uþaklarý onun gibi bir adamýn melik o
lmasý gerektiðini söyleyerek aklýný çelince, "Benim gibi biri kral olmalý," deme
ye baþlamýþtý. Ýtobad yeþil pýrlantalarla iþli altýndan bir zýrh giymiþ, yeþil k
urdelalý bir mýzrak taþýyordu. Atýný yönetiþ biçimine bakýlýnca, onun Babil kral
lýðýna yaraþýr biri olmadýðý anlaþýlýyordu. Karþýlaþtýðý ilk yarýþmacý onu bir a
týlýþla atýndan düþürdü. Ýkinci rakibi onu atýnýn üzerinde tersine oturttu. Ýtob
ad kendini toparladý, ama tüm seyirciler gülmeye baþladý. Üçüncü rakibi mýzraðýn
ý kullanmaya deðer bulmayarak, eliyle bacaðýndan yakalayýp yere indirdi; iki yan
ýn uþaklarý gülerek koþtular ve onu ata bindirdiler. Dördüncü yarýþmacý bu kez s
ol bacaðýndan tutup atýnca tribünler onu yuhalamaya baþladý. Çadýrýna güçlükle g
ötürülen Ýtobad bir yandan da düþünüyordu: "Benim gibi biri için ne serüven ama!
"
Diðer süvariler tüm güçleriyle çarpýþtýlar. Bazýlarý iki rakibini, daha azý üç r
akibini yenmeyi baþardý. Yalnýzca Prens Otame dört rakibini yenmiþti. Sonunda Sa
dýk'ýn sýrasý geldi; o da zarif bir biçimde peþpeþe dört rakibini alt etti. Þimd
i Otame ile Sadýk'ýn yeniþmesi gerekiyordu. Otame mavi zýrh ve sorguç kuþanmýþtý
, Sadýk'ýnkiler ise beyazdý. Seyirciler ya mavi ya da beyaz süvariyi tutuyor, am
a melike beyazlý süvari için yakarýyordu.
Ýki yiðit öyle bir kapýþtýlar, o kadar çevik hamleler yaptýlar, mýzrak kullandýl
ar ve atlarýný yönettiler ki, melike dýþýnda herkes Babil'e iki melik seçilmesin
i diledi. Sonunda atlar ve mýzrak tutan kollar yorulunca Sadýk þöyle bir hamle y
aptý: Mavi rakibinin arkasýndan dolanýp onun atýnýn terkisine atladý, rakibini b
elinden tutarak yere attý ve sonra onun eyerine oturdu. Tribünler coþmuþtu: "Yaþ
asýn beyazlý süvari!" Otame kýpkýrmýzý bir yüzle kalkýp kýlýcýný çekti; Sadýk da
atýndan inip ona uydu. Kýyasýya çarpýþtýlar; güçlü kollar ve çevik ayaklar birb
irini zorladý; sorguçlarýnýn tüyleri havada uçuþtu, zýrhlarýnýn zincirleri dökül
dü. Kah saðdan, kah soldan darbeler kafalara veya göðüslere iniyor, biri ilerler
ken diðeri geriliyordu, kýlýçlarýn çarpýþmasý kývýlcýmlar saçýyordu. Sonunda Sad
ýk kafasýný toparlayýp aldatmaca bir hamleyle Otame'yi devirdi, kýlýcýný elinden
aldý. Otame haykýrdý: "Ey beyazlý yiðit, Babil meliki sen olmalýsýn." Melike çý
lgýnlar gibi sevindi. Kurallar gereði, mavi ve beyaz süvariler de diðerleri gibi
çadýrlarýna götürüldüler. Dilsiz uþaklar onlara yemekler taþýdýlar. Sonra uyuma
larý için yalnýz býrakýldýlar. Kazanan yiðit ertesi sabah baþrahibin önüne gelip
kendisini tanýtacaktý.
Sadýk ne kadar âþýk olursa olsun yorgunluktan uyuyakaldý. Onun yanýndaki çadýrda
Ýtobad uyumuyordu. Gece yarýsý kalktý ve Sadýk'ýn çadýrýna girip beyaz zýrhýný
ve sorgucunu aldý; yerine kendininkileri býraktý. Gün aðarýnca baþrahibin önüne
gitti ve gururla kendisi gibi birinin kazandýðýný ilan etti. Bunu kimse beklemiy
ordu; ama Sadýk hâlâ uyurken Ýtobad'ý galip saydýlar. Astarte þaþkýn ve üzgün ol
arak Babil'e döndü. Sadýk kalktýðýnda tribünlerde pek az insan kalmýþtý; zýrhýný
aradý ama onun yerinde yeþil zýrhý buldu. Mecbur kalarak bu zýrhý giydi ve aren
aya çýktý.
Tribünlerde kalmýþ az sayýda seyirci onu yuhaladý. Çevresini sarýp alay etmeye b
aþladýlar. Hiç kimse onun kadar aþaðýlanmadý. Sonunda sabrý tükendi, kýlýcýyla ç
evresindeki serserileri daðýlmaya zorladý. Ne yapacaðýný bilemiyordu. Melikeyi g
öremezdi; onun gönderdiði beyaz zýrha sahip çýkamazdý, çünkü bunu yaparsa melike
yi ele verebilirdi. Öfke ve endiþeyle Fýrat kýyýsýnda geziniyor, yakasýný býrakm
ayan kör talihine yanýyordu; tek gözlüleri beðenmeyen kadýndan baþlayarak yitird
iði zýrhýna kadar baþýndan geçenlere baktýkça, bu dünyaya mutsuz olmak için geld
iðine inanýyordu. "Ýþte geç kalkmanýn sonu budur. Biraz daha az uyusaydým, þimdi
Babil Meliki ben olacak ve Astarte'ye kavuþacaktým. Bilim, ahlak ve cesaret yal
nýzca beni mutsuz etmeye yaradýlar." Tanrýlara ilenç sözcükleri aðzýndan çýktý;
bu dünyada iyi insanlarýn yazgýsýnýn eziyet çekmek, yeþil süvarilerin de hazýra
konmak için yaþadýklarýna inanmaya baþladý. Onu yuhalatan bu yeþil zýrhtan nefre
t ediyordu; oradan geçen bir tüccara onu ucuz fiyata satýp bir giysi ve uzun bir
baþlýk aldý. Bu giyimle bir yandan Fýrat kýyýsýnda dolanýyor, bir yandan da tan
rýlarý kötü yazgýsýndan sorumlu tutarak söyleniyordu.
ERMÝÞ
Gezinirken sakalý göbeðine kadar uzanan bir ermiþ gördü. Elinde dikkatle okuduðu
bir kitap vardý. Sadýk durup onun önünde saygýyla eðildi. Ermiþ onu o kadar soy
lu ve anlayýþlý bir biçimde selamladý ki Sadýk durup onunla konuþmak istedi. Ona
okuduðu kitabý sordu. Ermiþ "Bu, yazgýnýn kitabýdýr. Biraz okumak ister misiniz
?" diyerek kitabý Sadýk'ýn eline verdi. Genç adam birçok dil bilmesine karþýn ki
taptaki yazýyý çözemeyince meraký daha da arttý. Yaþlý adam ona "Siz çok üzüntül
ü görünüyorsunuz" dedi. "Yazýk, o kadar dertliyim ki," dedi Sadýk. Ermiþ "Sizinl
e geleyim; belki yardýmým olur. Daha önce üzüntülü insanlara biraz umut verebild
im" dedi. Sadýk bu adamýn konuþmasýna, sakalýna ve kitabýna saygý duydu; onun sö
zlerinde bir aydýnlýk gördü. Yaþlý adam yazgýdan, adaletten, ahlaktan, kamu yara
rýndan, insanýn zayýf oluþundan, erdemler ve kötülüklerden o kadar güzel söz edi
yordu ki Sadýk ona görünmez bir güçle baðlandýðýný duyumsadý. Ondan Babil'e kada
r birlikte yürümelerini rica etti. Ermiþ "Bu nezaketi ben sizden istiyecektim,"
dedi, "Bana söz verin; önümüzdeki birkaç gün, ben ne yaparsam yapayým, yanýmdan
ayrýlmayacaksýnýz." Sadýk söz verdi ve birlikte yola koyuldular.
Ýki yolcu akþama doðru görkemli bir konaða vardýlar. Ermiþ kendisi ve yanýndaki
arkadaþýný konuk etmelerini istedi. Bey oðlu gibi giyinmiþ olan kapýcý onlarý kü
çümseyerek içeri aldý. Onlarý karþýlayan kahya konaðýn efendisinin yaþadýðý yerl
eri gezdirdi. Sonra yemeðe çaðrýldýlar, uzun bir masanýn gerisinde oturan ev sah
ibi onlara bakmaya gönül indirmedi. Ama onlara da diðer konuklar gibi özenle ve
bolca hizmet edildi. Sonra, ellerini yýkamalarý için onlara zümrüt ve yakut iþle
meli altýn bir leðen verildi. Yatmalarý için güzel bir odaya götürüldüler. Ertes
i sabah bir uþak ikisine de birer altýn getirdi ve yolcu etti.
Sadýk "Bu konaðýn sahibi iyi bir adama benziyor," dedi, "Gerçi biraz büyüklenmes
i varsa da, hizmette kusur etmedi." Bunlarý söylerken ermiþin cüppesinin cepleri
nde bir þiþkinlik fark etti: Bu cepte dün gece ellerini yýkadýklarý altýn leðen
vardý. Þaþýrdý ama bir þey soramadý.
Öðleye doðru ermiþ cimri bir zenginin yaþadýðý küçük bir evin kapýsýný çaldý, bi
rkaç saat dinlenmek için izin istedi. Kötü giyimli ve yaþlý bir uþak onlarý kaba
ca karþýladý; yaþlý adam ve Sadýk'ý bir ahýra götürdü; onlara çürük birkaç zeyti
n, kuru bir ekmek ve bozuk bira getirdi. Ermiþ dünkü kadar neþeyle yedi ve içti.
Sonra, bir þey çalmamalarý için kendilerini izleyen ve gitmeleri için sýkýþtýra
n yaþlý uþaða sabah verilen iki altýný uzattý, gösterdiði konukseverliðe teþekkü
r etti. "Sizden rica ediyorum, beni efendinizle görüþtürün" dedi. Uþak þaþýrdý,
sonra onlarý efendisine götürdü. Ermiþ zengin adama "Saygýdeðer efendim," dedi,
"Bizi karþýlamakta gösterdiðiniz soyluluða karþýlýk verebilmek ne kadar güç olsa
da, þu altýn leðeni kabul etmenizi rica ediyorum." Cimri adam þaþkýnlýktan küçü
k dilini yutacak gibi oldu; ermiþ onun toparlanmasýný beklemeden genç arkadaþýyl
a oradan uzaklaþtý. Sadýk yolda "Baba, neler oluyor?" diye sordu, "Siz bildiðim
adamlara hiç benzemiyorsunuz; sizi cömertçe aðýrlayan bir efendinin altýn leðeni
ni çalýyor, sonra da onu sizi layýk olmadýðýnýz bir biçimde karþýlayan bir cimri
ye veriyorsunuz." Ermiþ "Oðlum, kendi zenginliðini sergilemek için yabancýlarý k
onuk eden o büyüklenen cömert adam insanlýðý, bu cimri adam da konuk kabul etmey
i birgün öðreneceklerdir. Hiçbir þeye þaþýrmayýn ve beni izleyin". Sadýk onun de
li mi, yoksa bilge mi olduðuna karar veremiyordu; ama yaþlý adam o kadar etkiley
ici konuþuyordu ki Sadýk andýný anýmsadý ve onu izlemeye koyuldu.
Akþam üzeri sade fakat zevkle tasarlanmýþ bir eve geldiler. Ev sahibi dünya iþle
rinden kendini çekmiþ, bilgelik ve erdem arayan, buna karþýn caný sýkýlmayan bir
filozoftu. Yabancýlarý gösteriþsiz ama içten bir biçimde konuk ettiði bu evi ke
ndi yapmýþtý. Kapýya kendisi gelerek onlarý karþýladý, dinlenmeleri için rahat b
ir odaya götürdü. Bir süre sonra yine kendi gelip onlarý yemeðe çaðýrdý. Besleyi
ci ve lezzetli bir yemek sýrasýnda konuklarýyla söyleþti, Babil'deki son karýþýk
lýklardan söz etti. Melikeye baðlýydý ve Sadýk'ýn arenaya çýkýp tacý istemesi ge
rektiðini düþünüyordu. "Ama insanlar Sadýk gibi bir yöneticiye layýk deðiller,"
dedi. Sadýk kýzarýyor ama sesini çýkarmýyordu. Konuþma sonunda bu dünyadaki iþle
rin her zaman bilge kiþilerin dilediði yönde geliþmediðini söyledi. Ermiþ ise Ta
nrý'nýn niyetlerini her zaman anlamanýn mümkün olmadýðýný, olaylarýn küçük bir p
arçasýný görerek karar vermenin doðru olmadýðýný savundu.
Duygulardan söz ettiler. Sadýk "Ah onlar, ne yýkýmlara yol açýyorlar," deyince e
rmiþ "Duygular geminin yelkenlerini þiþiren rüzgâr gibidir," dedi, "Fazla güçlü
olunca gemiyi batýrýrlar, ama onlar olmadan yol almak da olanaksýzdýr. Örneðin ö
d kesesi insaný öfkeli ve hasta yapabilir, ama o olmadan yaþayamayýz. Bu dünyada
her þey hem tehlikeli ve hem de gereklidir."
Sonra zevkten söz edildi; ermiþ bunun tanrýlarýn bir armaðaný olduðunu kanýtladý
. "Çünkü insan kendi baþýna duygu ve düþünceler oluþturamaz; acý ve zevk, öz var
lýðý gibi, ona dýþardan verilmiþtir."
Sadýk garip davranýþlarýna tanýk olduðu bu adamýn böyle güzel düþünebilmesine ha
yran kalýyordu. Böylece, hoþ ve eðitici bir söyleþiden sonra, ev sahibi onlarý o
dalarýna götürdü; erdemli ve bilge iki konuk gönderdiði için Tanrý'ya þükretti.
Onlarý incitmeden, soylu ve doðal bir biçimde para vermek istedi. Ermiþ bunu kab
ul etmedi; gün doðmadan önce Babil'de olmalarý gerektiðini söyleyerek þimdiden i
zin istedi. Esenleþmeleri sade oldu; Sadýk böyle iyi bir insana saygý ve sevgi d
uydu.
Odalarýna çekildikler ve uyumadan önce yine ev sahibinin iyiliðini birbirlerine
övdüler. Gün doðmadan önce yaþlý adam arkadaþýný uyandýrdý. "Gitmemiz gerek. Her
kes uykuda, ama bu adama konukseverliði ve ilgisine layýk bir aný býrakmak istiy
orum." Bu sözlerden sonra ermiþ bir meþale aldý ve evi ateþe verdi. Sadýk baðýra
rak ona engel olmak istedi; fakat yaþlý adam kendinden beklenmeyen bir güçle onu
evden dýþarý sürükledi. Epey uzaklaþtýktan sonra dönüp yanan eve baktýlar; ermi
þ "Tanrý'ya þükür," dedi, "Ýþte sevgili ev sahibimizin evini yerle bir ettim. Ne
mutlu ona!" Bu sözleri duyan Sadýk, hem kahkalarla gülmek ve hem de bu bilge er
miþi sopalayýp oradan kaçmak isteði duydu. Ama, ermiþin etkisi altýnda olduðunda
n, sesini çýkarmadan onu izledi.
Son konaklama yeri olarak, iyiliksever ve erdemli bir dul kadýnýn evine geldiler
. Bu kadýnýn yaþamda tek umudu olan, on dört yaþýnda ve iyi huylu bir yeðeni var
dý. Kadýn onlarý elinden geldiði kadar iyi aðýrladý. Ertesi sabah ayrýlma zamaný
geldiðinde yeðenine, konuklarýný ilerdeki yýkýk ve tehlikeli bir köprüye kadar
yolcu etmesini istedi. Çocuk önlerine düþüp yardýmcý oldu. Köprü üstüne geldikle
rinde ermiþ çocuða "Buraya gel, teyzene minnettarlýðýmý göstermek istiyorum," di
yerek onu saçlarýndan yakaladý ve köprüden aþaðý attý. Çocuk ýrmakta bir süre ça
baladý ama sonunda akýntý onu yuttu. Sadýk haykýrdý: "Ey kýyýcý ! Ey insanlarýn
en kötüsü, bunu niye yaptýn?" Ermiþ "Bana söz vermiþtin, sesini çýkarmayacaktýn,
" dedi. "Ama þunu bilmende yarar var: yazgýnýn evini yaktýðý adam yýkýntýlar ara
sýnda büyük bir define buldu; bu bir. Yazgýnýn suya attýðý bu çocuk bir yýl sonr
a teyzesini öldürecekti; etti iki." Sadýk baðýrdý: "Bunu sana kim söyledi, barba
r? bunu yazgý kitabýnda okumuþ olsan bile, sana kötülük etmemiþ olan bu çocuðu n
e hakla suda boðarsýn?"
Sadýk konuþurken birden fark etti: yaþlý adamýn sakalý yok olmuþ, yüz çizgileri
gençleþmiþti. Ermiþ cüppesi gitmiþ, ýþýk saçan omuzlarýnda dört kanat belirmiþti
. Sadýk onun ayaklarýna kapandý: "Ey tanrýlarýn meleði! Bu zayýf kuluna, tanrýsa
l gücün amaçlarýný öðretmek için gökten mi gönderildin?" Melek Jesrad ona "Ýnsan
oðlu bir þey bilmeden deðerlendirmek ister. Ýnsanlar arasýnda aydýnlatýlmaya en
layýk olaný sendin," dedi. Sadýk konuþmak için izin istedi: "Ýçimde yine de bir
kuþku var. Bu çocuðu cezalandýrmak yerine, onu eðitmek ve erdemli kýlmak daha iy
i olmaz mýydý?" Jesrad yanýtladý: "Erdemli olsaydý ve yaþasaydý yazgýsý, karýsý
ve çocuðuyla birlikte öldürülmek olacaktý." Sadýk: "Ama bu dünyada iyilerin yazg
ýsý hep yýkým ve acý olmak zorunda mý?" diye sordu. Jesrad yanýtladý: "Kötüler h
er zaman mutsuzdurlar; onlarý bu dünyadaki bir avuç iyiyi sýnamakta kullanýrýz.
Sonunda bir iyiliðe yol açmayan kötülük yoktur." Sadýk "Hiç kötülük olmasa, yaln
ýzca iyilik olsaydý?" diye sordu. Jesrad "O zaman bu, baþka bir dünya olurdu; ol
aylarýn geliþimi baþka bir tanrýsal düzene göre olurdu. Kötülüðün yaklaþamadýðý
bu yetkin baþka düzen ancak Tanrý'nýn katýnda olabilir. Tanrý birbirine benzemey
en milyonlarca dünya yarattý. Bu çeþitlilik onun çok büyük gücünün bir iþaretidi
r. Yeryüzünde birbirine benzeyen iki aðaç yapraðý veya evrenin derinliklerinde b
enzer iki küre yoktur; þu doðduðun atom küçüklüðündeki dünya, her þeyi yaratanýn
buyruklarýna göre, önceden kararlaþtýrýlan zamanda ve yerde oluþtu. Ýnsanlar bu
çocuðun suya düþüþünü, o adamýn evinin yanýþýný nedensiz sanýrlar; oysa raslant
ýlara yer yoktur: her þey bir sýnama, bir önlem, bir ceza veya bir ödüldür. En t
alihsiz insan olduðunu sanan o balýkçýyý hatýrla. Onun yazgýsýný deðiþtirmek içi
n Orosmade seni gönderdi. Ey ölümlü Sadýk, tapýlmasý gerekenin iþlerini tartýþma
yý býrak." Sadýk "Ama..." diyecek oldu. Tümcesini bitirmeden melek kanatlanýp gö
ðün onuncu katýna doðru uçtu. Sadýk dizleri üstünde Tanrý'ya yakardý ve inandý.
Göklerden meleðin sesi duyuldu: "Babil'e yoluna devam et."
BÝLMECELER
Sadýk kafasýný tam toparlayamadan sersem gibi yürümeyi sürdürdü. Babil'e girdiði
nde, bir gün önce arenada dövüþmüþ olanlar, bilmeceleri açýklamak ve bilim adaml
arýnýn sorularýný yanýtlamak üzere sarayýn büyük avlusunda toplanmýþlardý. Yeþil
zýrhlý dýþýnda hepsi gelmiþti. Sadýk kente girdiðinde halk onun çevresine topla
ndý; onu görenlerin gözleri gülüyor, onun melik olmasýný diliyordu. Kýskanç onun
geçtiðini görünce sarsýldý ve baþýný çevirdi. Halk onu yarýþma yerine kadar omu
zlarda götürdü. Sadýk'ýn geldiðini öðrenen melike sevinç ve endiþenin heyecanýný
birlikte duydu. Sadýk'ýn neden zýrhsýz geldiðini, Ýtobad'ýn neden beyaz zýrhý g
iydiðini merak ediyordu. Sadýk'ý gören seyircilerden bir uðultu yükseldi; onu gö
rdükleri için hem þaþýrmýþ, hem de sevinmiþlerdi.
Sadýk söz aldý: "Diðerleri gibi ben de dövüþtüm; ama benim zýrhýmý burada baþka
biri giyiyor. Bunu kanýtlamadan önce, benim de bilmeceleri yanýtlamama izin veri
lmesini diliyorum." Bilim adamlarý aralarýnda oyladýlar; Sadýk'ýn erdemi henüz k
afalardan silinmemiþ olduðundan, katýlmasýna karar verdiler.
Baþ bilgin önce þu bilmeceyi sordu: "Dünyada en uzun ve en kýsa, en çabuk ve en
yavaþ, en dar ve en geniþ olan, en az önemsenen ve en çok aranan, o olmadan hiçb
ir iþ yapýlamýyan, küçüðü yok eden ve büyüðü canlandýran þey nedir?"
Ýlk yanýtlamasý gereken Ýtobad bilmecelerden anlamadýðýný, arenada herkesi yenmi
þ olmasýnýn yeterli olduðunu söyledi. Diðer yarýþmacýlar deðiþik yanýtlar verere
k talih, dünya veya ýþýk olduðunu söylediler. Sadýk yanýtýn zaman olduðunu söyle
di. "Uzundur, çünkü sonsuzluðun ölçüsüdür; kýsadýr, çünkü tüm tasarýlarýmýza yet
mez; bekleyen için yavaþ, mutlu olan için çabuktur; sonsuzluða kadar geniþ ve bi
r an kadar dardýr; insanlar onu önemsemez, ama yitirilen zamaný ararlar; o olmad
an iþ yapýlamaz; kalýcý olmayan eylemleri unutturur, büyük iþleri ölümsüz kýlar.
" Bilim adamlarý Sadýk'ýn yanýtýný doðru buldular.
Sonra þu bilmece soruldu: "Teþekkür etmeden kabul edilen, nasýl olduðu bilinmede
n zevk alýnan, nerede olduðu bilinmeden baþkalarýna verilen ve farkýnda olunmada
n yitirilen þey nedir?"
Herkes bir yanýt verdi, ama bunun yaþam olduðunu bir tek Sadýk bildi. Sonra, dið
er bilmeceleri de kolayca yanýtladý. Ýtobad her yanýttan sonra, bunun kolay oldu
ðunu, isteseydi kendisinin de yanýtlayabileceðini söylüyordu. Daha sonra bilim a
damlarý adalet, kamu yararý, yönetim sanatý üzerine sorular sordular. Sadýk'ýn y
anýtlarý en doðru bulundu. Seyirciler "Böyle akýllý bir adamýn kötü bir dövüþçü
olmasý ne yazýk" diyorlardý.
Sadýk "Saygýdeðer efendiler," dedi, "Arenada tüm rakiplerimi yenme onurunu kazan
mýþtým. Beyaz zýrh benimdir. Efendi Ýtobad ben uyurken onu çaldý; herhalde beyaz
ýn yeþilden daha çok kendisine yakýþtýðýný düþünüyordu. Burada herkesin önünde,
ben zýrhsýz ve bir kýlýçla, o tüm beyaz zýrh ve silahlarý kuþanmýþ olarak dövüþe
lim; yiðit Otame'yi benim yendiðimi kanýtlayayým."
Ýtobad kendine güvenerek bu öneriyi kabul etti; kendisi zýrh ve miðferle korunmu
þ olduðundan, gömlekli ve yün baþlýklý bir yiðidi kolayca yenebileceðini düþünüy
ordu. Sadýk, kendisini heyecanla izleyen melikeyi selamlayarak kýlýcýný çekti; Ý
tobad kimseyi selamlamadan kýlýcýný çekti ve korkacak bir þeyi olmayan biri gibi
Sadýk'ýn üzerine yürüdü. Onun kafasýný uçurabilecek bir hamle yaptý. Sadýk kýlý
cýnýn kabzasýný kaldýrýp önünde tutunca Ýtobad'ýn kýlýcý parçalandý. Sadýk rakib
ini belinden tutup yere attý ve kýlýcýný onun boynuna dayadý: "Teslim olun, yoks
a sizi öldürürüm." Ýtobad, onun gibi bir adamýn baþýna gelenlerden hâlâ þaþkýn o
larak, kabul etti; Sadýk'ýn zýrhýný ve silahlarýný geri verdi. Sadýk beyaz renkl
i bu görkemli zýrhý ve silahlarý kuþandý; bu giyimle melikenin önüne gelip diz ç
öktü. Bu arada Kadir zýrhýn Sadýk'ýn olduðuna tanýklýk etti. Tüm yargýçlar oybir
liðiyle onu Babil Meliki ilan ettiler. Astarte sevdiði adamýn bunca eziyetten so
nra kocasý olmaya herkes tarafýndan layýk görülmesinin sevincini tadýyordu. Ýtob
ad evine dönüp uþaklarýndan kendisine yiðit denmesini istedi. Sadýk kral oldu ve
mutlu yaþadý. Melek Jesrad'ýn sözlerini hiç unutmadý. Eþiyle birlikte Tanrý'ya
bütün yürekleriyle inandýlar. Kaprisli güzel Missuf'un ülkeden gitmesine izin ve
rildi. Sadýk, soyguncu Arbogad'ý çaðýrtarak ona ordusunda yüksek bir komutanlýk
verdi; iyi bir savaþçý olursa daha yüksek göreve getireceðini, ama soygunculuðu
sürdürürse onu astýracaðýný söyledi.
Arabistan'dan Setok ve güzel Almona'yý çaðýrttý; Setok'u Babil'deki ticaret iþle
rinin baþýna getirdi. Kadir'i sarayda kendisine yakýn bir göreve atadý; dünyada
gerçek dostu olan tek kral oydu. Küçük dilsizi de unutmadý. Balýkçýya büyük bir
ev armaðan etti; Orcan'a büyük bir para cezasý verdi ve balýkçýnýn karýsýný geri
vermesini buyurdu. Fakat, artýk akýllanmýþ olan balýkçý yalnýzca parayý aldý.
Sadýk'ýn bir gözünün kör olacaðýný sanan güzel Semira ile onun burnunu kesmek is
teyen Azora'nýn gözyaþlarý dinmiyordu. Sadýk onlara armaðanlar vererek acýlarýný
hafifletti. Kýskanç, öfke ve utancýndan öldü. Babil barýþ, þan ve bolluk içinde
ydi; bu, Babil tarihinde yaþanan en güzel çað oldu. Çünkü adalet ve sevgiyle yön
etiliyordu. Sadýk'a þükrediyorlar, Sadýk da göklere þükrediyordu.
Setok'un ticaret iþleri için Serendib adasýna gitmesi gerekiyordu. Ancak, herkes
in balayý diye bildiði evliliðin ilk ayýnda olduðu için, karýsýndan ayrýlmak ist
emiyordu. Arkadaþý Sadýk'tan kendi yerine gitmesini istedi. Sadýk "Yazgý yine gü
zel Astarte ile aramdaki uzaklýðý artýrýyor. Fakat bu iyi adamý geri çeviremem,"
diyerek kabul etti. Gözü yaþlý yollara düþtü.
Serendib adasýnda onun olaðanüstü biri olduðu anlaþýlmakta gecikmedi. Tüccarlar
arasýndaki tüm anlaþmazlýklarda yargýcý, bilgelerin dostu ve söz dinleyen az say
ýda insanýn damýþmaný oldu. Sultan onun ününü duyup görmek istedi. Sadýk'ýn deðe
rini kendi gözleriyle gördü, onun aklýna inandý ve arkadaþý oldu. Sultanýn içten
liði ve ilgisi Sadýk'ý korkuttu; Moabdar'ýn iyiliklerinin ona neye mal olduðunu
unutmamýþtý. Ama sultanýn ilgisinden kaçamýyordu; çünkü büyük dedesi Sanbusna, d
edesi Nabassun ve babasý Nusannab olan Serendip Sultaný Nabussan Asya'nýn en iyi
krallarýndan biriydi ve onu tanýdýktan sonra sevmemek olasý deðildi.
Bu iyi sultan hep övgülere boðulur, aldatýlýr ve dolandýrýlýrdý; hazinesini yaðm
alayanlarýn en ustasý Baþ Haznedardý. Sultan bunu biliyordu; ama kaç kez hazneda
r deðiþtirdiyse de, gelirleri eþit olmayan iki parçaya bölen, küçük parçayý sult
ana ve büyüðünü de yöneticilere veren bu alýþkanlýðý deðiþtirememiþti.
Sultan Nabussan derdini Sadýk'a açtý: "Bu kadar iyi þeyler bilen siz, beni aldat
mayacak bir haznedar bulmanýn yolunu bana gösterin." Sadýk "Sevinerek," dedi. "E
lleri temiz kalabilecek bir adam seçmenin güvenli bir yolunu biliyorum." Sultan
onu kucaklayarak ne yapmasý gerektiðini sordu. "Haznedarlýk görevine istekli ola
nlarý toplayýn ve dans etmelerini söyleyin. Ýçlerinde en kývrak dans edeni bu gö
reve getirin." Sultan "Benimle þaka mý ediyorsunuz? Hazine yönetecek kiþi böyle
oyunlarla seçilir mi? Yani, en kývrak dans eden adam mali konularda en uzman kiþ
i mi olacaktýr?" Sadýk en uzman olacaðýný söyleyemem, ama en dürüst adam olacaðý
na eminim," dedi. Sadýk o kadar kesinlikle konuþuyordu ki sultan onun maliyeci s
eçmekte insanüstü bir sezgiye sahip olduðunu sandý. Sadýk "Doðaüstü güçleri oldu
ðunu ileri süren kitaplara ve insanlara inanmam. Majesteleri bana güvenip bu tes
ti uygularsa ne kadar basit olduðunu görecektir. Üstelik, gördüðünüzden fazlasýn
ý öðreneceksiniz," dedi. Serendib Sultaný Nabussan için bunun basit olduðunu duy
mak hoþtu. Kabul etti ve ertesi günü kente haberciler saldý: haznedarlýk görevin
e istekli olanlarýn ipek birer cüppe giyerek timsah ayýnýn birinci günü sultanýn
kabul odasýna gelmeleri istendi. Altmýþ dört maliyeci adayý geldi. Kabul odasýn
ýn yanýndaki salonda çalgýcýlar yerlerini almýþlardý; ancak bu salonun kapýsý ki
litliydi ve oraya gitmek için loþ bir galeriden geçmek gerekiyordu. Bir yol göst
erici gelip adaylarý tek tek çaðýrdý ve sýrayla bu galeriden içeriye gönderdi. S
ultan bu galeride hazinesini sergilemiþti ve her aday bu geçitte birkaç dakika y
alnýz kalýyordu. Adaylarýn tümü salonda toplanýnca sultan dansýn baþlama iþareti
ni verdi. Bu kadar yavaþ ve zevksiz danseden dansçýlar hiç görülmemiþtir; herbir
i boynu eðik, sýrtý kambur ve elleriyle ceplerini tutarak dans ediyordu. Sadýk o
nlarý gördükçe "Vay hýrsýzlar," diye söyleniyordu. Ýçlerinden yalnýzca biri baþý
dik, kollarý açýk ve bakýþlarý emin olarak kývrak bir biçimde dans ediyordu. Sa
dýk ona baktýkça "Dürüst adam, dürüst adam," diyordu. Sultan bu iyi dans eden ad
amý kucakladý ve haznedar ilan etti; diðer adaylarý da aðýr para cezalarýna çarp
týrdý, çünkü herbiri karanlýk galeriden geçerken ceplerini doldurmuþtu. Sultan a
ltmýþ dört maliyeciden altmýþ üçünün hýrsýz çýkmasýndan insanlýk adýna umutsuzla
ndý. Loþ galerinin halk arasýndaki adý istek koridoru oldu. Ýran'da olsaydý bu a
damlar kazýða çakýlýr, diðer bazý ülkelerde ateþte yakýlýrdý ama tüm bu cezalar
kamu giderlerini daha da artýrmaktan baþka iþe yaramazdý. Diðer bazý ülkelerde i
se bu maliyecilerin davranýþýný haklý gösteren akla uygun nedenler bulunur, kývr
ak dans eden adam suçlu ilan edilirdi. Serendib'de yalnýzca kamu gelirini artýrm
a cezasýna çarptýrýldýlar, çünkü Nabussan hoþgörülü biriydi.
Sultan ayný zamanda iyilik bilen biriydi; Sadýk'a hizmeti karþýlýðýnda büyük par
a ödülü verdi. Sadýk bu parayý, Babil'e haberciler göndererek Astarte'nin ne old
uðunu öðrenmek için harcadý. Haberci gemiye binerken Sadýk'ýn gözleri doldu, yür
eðindeki acý arttý. Sadýk sultanýn yanýna döndü; odada kimsenin bulunmadýðýný sa
narak aþk sözünü etti. Sultan içeri girdi, Sadýk'a "Ah aþk! Yüreðimdeki sýkýntýy
ý nasýl bildiniz? Umarým, nasýl dürüst bir haznedar bulmayý öðrettiyseniz, bana
her bakýmdan iyi bir kadýn bulmayý da öðretirsiniz," dedi. Sadýk kendini toparla
yarak ona, mali konuda olduðu gibi, zor olmasýna karþýn gönül iþlerinde de yardý
mcý olmaya söz verdi.
MAVÝ GÖZLER
Sultan bir ara "Beden ve yürek..." diye söze baþlayýnca Sadýk onun sözünü kesti:
"Sözünüze akýl ve yürek diye baþlamadýðýnýz için size teþekkür ederim. Bu sýral
ar Babil'de hep bu iki sözcük kullanýlýyor. Bu ikisine de sahip olmayan birçok k
iþinin yazdýðý kitaplarda hep akýl ve yürekten söz ediliyor. Fakat, lütfen sözün
üzü sürdürün." Nabussan: "Bendeki beden ve yürek sevmek için yaratýlmýþlar. Bu i
ki güçten birincisini doyurmak kolay; haremimde birbirinden güzel, sevimli, iþve
li ve hatta benimle olmaktan zevk duyarmýþ gibi yapan yüz tane kadýn var. Ama yü
reðim yalnýz; hep Serendib Sultanýný sevdiklerini, hiçbirinin Nabussan'a deðer v
ermediðini düþünüyorum. Karýlarýmýn beni aldattýklarýný sanmýyorum; ama beni ger
çekten seven birini arýyorum. Böyle birini bulsam, tüm hazinemi feda ederdim. Ba
kalým siz, bunlarýn arasýnda beni gerçekten seven birini bulabilecek misiniz?"
Sadýk ona "Efendim, iþi bana býrakýn ve güvenin," dedi. Serendib'de bulunabilece
k en çirkin kamburlardan otuz üç, en yakýþýklý gençlerden otuz üç ve en güzel ko
nuþan budist rahiplerden de otuz üç tanesini seçti. Onlara sultanýn kadýnlarýnýn
odalarýna girmekte serbest olduklarýný söyledi. Yalnýzca kamburlarýn her birine
dört bin altýn verdi. Kamburlar daha ilk gün mutlu edildiler; yakýþýklý gençler
in parasý yoktu ama onlar da iki üç gün içinde kazandýlar. Budistlerin iþi daha
zordu; fakat bir ay sonunda buda dinine baðlanan otuz üç kadýn bulabildiler. Tüm
hücreleri gizli birer delikten gözleyen sultan bu sýnavý þaþkýnlýkla izledi. Ka
dýnlarýndan doksan dokuzu gözleri önünde onu aldatmýþtý.
Geriye yalnýzca çok genç ve haremde yeni olan bir kýz kaldý; sultan henüz bu kýz
la birlikte olmamýþtý. Ona bir, iki, üç kambur gönderildi; yirmi bin altýna kada
r para önerildi ama kýz buna yanaþmadý; üstelik, böyle çirkin adamlarýn parayla
kendilerini beðendirebileceklerini sanýyor olmalarýna güldü. Sonra en yakýþýklý
iki genç gönderildi; kýz sultaný daha yakýþýklý bulduðunu söyledi. Daha sonra, b
irbirinden çok güzel konuþan iki budist gönderildi. Kýz bunlarý geveze buldu. "Y
üreðin sesi her þeyden önemlidir," diyordu, "Ben ne kamburun altýnýna, ne gençle
rin yakýþýklýlýðýna ve ne de budistlerin güzel sözlerine kanarým. Ben yalnýzca S
ultan Nabussan'ý seviyorum ve onun beni sevmesini bekleyeceðim."
Falide adýndaki bu güzel kýzýn sözleri sultaný mutluluktan þaþkýna çevirdi. Genç
liðin çiçeði hiç bu kadar parlak, güzelliðin alýmý hiç bu kadar büyüleyici olama
zdý; ona yüreðini verdi. Tarih onun iyi diz bükemediði gerçeðini saklayamazdý; a
ma periler gibi dans edebiliyor, deniz kýzlarý gibi þarký söylüyordu; yetenek ve
erdemlerle donanmýþtý.
Nabussan seviyor ve seviliyordu. Fakat kýzýn gözlerinin mavi oluþu büyük bir üzü
ntü kaynaðý oldu. Çünkü eski bir yasa sultanlarýn mavi gözlü bir kadýnla evlenme
sini yasaklýyordu. Bu yasa beþ bin yýl önce Serendib Sultaný'nýn metresine göz k
oyan baþrahip tarafýndan koyulmuþtu. Serendib'in tüm ileri gelenleri sultana gel
ip sýkýntýlarýný anlattýlar: halk ülkenin son günlerini yaþadýðýný, büyük bir yý
kýmýn baþlarýna ineceðini düþünüyordu; sözün kýsasý Nusannab'ýn oðlu Nabussan ik
i güzel mavi gözü seviyordu. Tüm ülkedeki kamburlar, maliyeciler, budistler ve k
ahverengi gözlüler yakýnmaya baþlamýþlardý.
Serendib'in kuzeyinde yaþýyan yabanýl boylar bu genel hoþnutsuzluktan yararlanar
ak Nabussan'ýn illerine baskýnlar yaptýlar. Nabussan halkýndan parasal destek is
tedi; devlet gelirlerinin yarýsýný alan budist rahipler ellerini göðe kaldýrýp g
üzel dualar ettiler, ama kasalarýna el atýp sultana yardým etmediler.
Nabussan "Ey sevgili Sadýk, beni bu zor durumdan yine kurtaramaz mýsýn?" diye ya
lvardý. "Sevinerek," dedi Sadýk, "Size rahiplerin tüm parasýný getirebilirim. On
larýn kilise ve evlerinin bulunduðu topraklardaki korumanýzý kaldýrýn, yalnýzca
kendi yerlerinizi savunun." Nabussan böyle yaptý; budistler gelip sultanýn ayakl
arýna kapanýp kendilerini korumasýný dilediler. Sultan ellerini göðe açýp onlarý
n topraklarýnýn korunmasý için güzel dualar etti. Rahipler sonunda para vermeye
razý oldular ve sultan savaþý zaferle bitirdi.
Böylece Sadýk aklý ve erdemiyle, mutluluk getiren önerileriyle ülkedeki tüm güçl
ülerin düþmanlýðýný kazanmýþ oldu: budistler, maliyeciler, kamburlar ve kahveren
gi gözlüler onu yok etmeye ant içtiler. Onu Nabussan'ýn gözünden düþürmek için ç
aba harcadýlar. Zerdüþt'ün dediði gibi, yapýlan iyilikler hep avluda kalýr, kuþk
ular eve girerler. Her gün ayrý bir suçlamayla karþýlaþýyordu. Birincisine inaný
lmaz, ikincisi hafifçe dokunur, üçüncüsü yaralar ve dördüncüsü öldürürdü.
Sadýk'ýn cesareti kýrýlmýþtý; bu arada arkadaþý Setok'un ticari iþlerini bitirmi
þ olduðundan, kendisi gidip Astarte'den haber almayý düþündü ve adadan ayrýlmaya
karar verdi. "Serendib'de kalýrsam budistler beni kazýða oturturlar; ama nereye
gitmeli? Mýsýr'a gidersem köle olurum, Arabistan'da yakýlýrým, Babil'de boðazla
nýrým. Fakat Astarte'nin ne olduðunu bilmem gerekiyor. Gidelim ve yazgý bana dah
a neler hazýrlýyor görelim."
Sadýk öyküsünden geriye kalan elyazmasý burada bitiyor. Bu iki bölümün on ikinci
bölümden, yani Sadýk'ýn Suriye'ye varýþýndan önce yer alacaðý anlaþýlýyor. Onun
baþýndan daha birçok þeyler geçtiði kesin. Doðu dillerini okuyabilen bilginleri
n bu öyküleri buldukça yeni kuþaklara aktarmalarýný dileriz.
SAFDÝL
1.
NOTRE DAME DE LA MONTAGNE MANASTIRI RAHÝBÝ VE KIZKARDEÞÝNÝN BÝR HURON'LA KARÞILA
ÞMASI
Evvel zaman içinde bir gün, Ýrlandalý aziz Dunstan bir daða binip Ýrlanda'dan yo
la çýktý, Fransa kýyýlarýný aþýp Saint-Malo körfezine geldi. Karaya çýkýnca bu g
arip tekneye þükranlarýný sundu; dað da ona selam verip geldiði yoldan Ýrlanda'y
a döndü.
Aziz Dunstan bu bölgede küçük bir manastýr kurdu; Notre Dame de la Montagne adýn
ý verdiði bu manastýr, herkesin bildiði gibi, günümüze kadar bu adý taþýdý.
1689 yýlý 15 Temmuz akþamý, manastýr rahibi de Kerkabon ve kýzkardeþi Matmazel d
e Kerkabon hava almak için deniz kýyýsýna çýkmýþlardý. Yaþlanmaya yüz tutmuþ ola
n rahip önce kadýnlar, sonra da erkek topluluðunca benimsenmiþ iyi bir din adamý
ydý. En beðenilen yaný yemeðe çaðrýldýktan sonra yataðýna taþýnmadan kendi gideb
ilmesiydi. Din konusunda oldukça bilgiliydi; Aziz Augustin'in yaný sýra Rabelais
'nin yapýtlarýný da okuyabiliyor; bu nedenle herkes onu seviyordu.
Çok istemesine karþýn evlenememiþ olan Matmazel de Kerkabon kýrkbeþ yaþýnda hâlâ
canlýlýðýný koruyordu; iyi huylu, duyarlý, eðlenmekten hoþlanan ve dindar bir k
adýndý.
Rahip denize bakarak kýzkardeþine þöyle diyordu: "Ne yazýk! Ýþte zavallý kardeþi
miz ve karýsý Madam de Kerkabon bu kýyýdan Hirondelle gemisine binerek Kanada'da
göreve gitmiþti. Öldürülmemiþ olsaydý þimdi yaþamda olurdu."
Matmazel de Kerkabon sordu: "Sizce, bize söyledikleri gibi, yengemizi Ýroki kýzý
lderilileri yemiþ midir? Yenmemiþ olsaydý, kesinlikle ülkesine geri dönerdi. Onu
hep özleyeceðim; çok iyi bir kadýndý. Kardeþimiz de yaþasaydý þimdi büyük bir s
ervetle dönmüþ olurdu."
Ýkisi de bu anýlarla duygulanýrken, küçük bir geminin Rance Koyu'na girdiðini gö
rdüler: bunlar yiyecek alýþveriþi için gelen Ýngilizlerdi. Rahibe ve kýzkardeþin
e selam vermeden karaya atladýlar; kýzkardeþ bu kabalýða üzüldü.
Fakat arkadaþlarýnýn arasýndan karaya çýkan bir delikanlý böyle yapmadý; matmaze
lin karþýsýna gelince, diz bükme göreneðini bilmediðinden, baþýyla onu selamladý
. Yüzünün güzelliði ve giyimi rahiple kýzkardeþinin dikkatini çekti. Baþý ve bal
dýrlarý çýplaktý; ayaklarýna sandal giymiþ, saçlarýný at kuyruðu biçiminde arkad
an baðlamýþtý. Bir elindeki þiþede Barbados suyu, öteki elinde bisküvi ve bardak
vardý. Fransýzca'yý oldukça iyi konuþabiliyordu. Barbados suyunu Matmazel de Ke
rkabon ve kardeþine ikram etti; onlarla birlikte içti. Tüm bunlarý çok doðal, sa
de ve arkadaþça yaptýðý için rahiple kýzkardeþi çok hoþnut oldular. Ona yardýmcý
olabilmek için kim olduðunu ve nereye gittiðini sordular. Genç adam nereye gitt
iðini bilmediðini, Fransa kýyýlarýný merak ederek tanýmak için yola çýktýðýný sö
yledi.
Rahip onun vurgusundan Ýngiliz olmadýðýný anlayarak hangi ülkeden olduðunu sordu
. Genç adam "Ben Huron'um," dedi.
Matmazel de Kerkabon bu kadar kibar bir Huron görmekten þaþýrarak onu akþam yeme
ðine çaðýrdý. Genç adam nazlanmadan kabul etti ve birlikte Notre Dame de la Mont
agne Manastýrý'na gittiler.
Kýsa ve þiþman Matmazel de Kerkabon yolda genç adamý süzmekten kendini alamýyord
u; bir ara kardeþine "Bu çocuðun teni zambak ve gül gibi düzgün; bir Huron'un te
ninin böyle olduðunu bilmiyordum," dedi. Rahip "Haklýsýnýz, kardeþim," diye yaný
tladý. Kadýn genç adama yol boyunca sorular soruyor, o da hep saygýlý bir biçimd
e yanýtlýyordu.
Manastýrda bir Huron olduðu haberi kýsa sürede çevreye yayýldý. Kasabanýn insanl
arý akþam yemeðine katýlabilmek için yarýþtýlar. Rahip de Saint-Yves ve iyi eðit
im görmüþ olan güzel kýzkardeþi geldiler. Yargýç ve tahsildar eþleriyle geldiler
. Yabancý adamý Matmazel de Kerkabon ile Matmazel de Saint-Yves'in arasýna oturt
tular. Herkes ona hayranlýkla bakýyordu, hep bir aðýzdan konuþuluyor ve ona soru
lar soruluyordu. Huronyalý genç tüm bunlarý tepki göstermeden yanýtlýyordu. Sonu
nda bu kadar gürültüden býkarak yumuþak fakat kararlý bir sesle "Sayýn konuklar,
benim ülkemde sýrayla konuþulur; sizi duymamý engellerseniz nasýl yanýt verebil
irim?" dedi. Akýl insanlarý kýsa bir süre kendine getirir. Derin bir sessizlik o
ldu. Sonra, yabancýlarý sorgulamayý uðraþ edinmiþ olan yargýç aðzýný yarým ayak
açarak sordu: "Bayým, adýnýz nedir?" Huron yanýtladý: "Bana Safdil derler; Ýngil
tere'de bulunduðum sýrada da bu adla çaðýrdýlar; çünkü ne düþünüyorsam onu söyle
rim, içimden geleni yaparým."
Yargýç "Huronya'da doðmuþsunuz, Ýngiltere'ye niçin gittiniz?" "Beni zorla götürd
üler; Ýngilizlerle yaptýðýmýz zorlu bir savaþta tutsak alýndým; Ýngilizler de bi
zim kadar yiðit ve dürüst olduklarýndan bana iki seçenek sundular; ya anne ve ba
bama geri verilecektim, yahut da onlarla Ýngiltere'ye gidecektim. Ben ikincisini
seçtim, çünkü yeni ülkeler görmeyi çok seviyorum."
Yargýç "Fakat bayým, anne ve babanýzý böyle kolayca nasýl býrakabildiniz?" Yaban
cý "Çünkü anne ve babamý hiç tanýmadým," dedi. Konuklar duygulandýlar, birbirler
ine" ne anasý var, ne babasý" diye fýsýldadýlar. Matmazel de Kerkabon kardeþine
"Biz ona ana babalýk ederiz; bu Huronyalý genç çok ilginç biri," dedi. Safdil he
m saygýlý bir biçimde teþekkür etti, hem de hiçbir þeye gereksinimi olmadýðýný d
uyumsattý.
Ciddi yargýç sorgulamayý sürdürdü: "Bay Safdil, görüyorum ki bir Huron olarak ço
k güzel Fransýzca konuþuyorsunuz." Genç adam yanýtladý: "Ben küçükken Huron'da b
ir Fransýz tutsak alýnmýþtý; onunla arkadaþ olduk, bana kendi dilini öðretti. Öð
renmek istediðim bir þeyi kolay öðrenirim. Kendimi anlatacak duruma gelir gelmez
ülkenizi görme isteðine kapýldým. Fransýzlarý, fazla soru sormadýklarý sürece,
çok seviyorum."
Bu küçük uyarýya karþýn Rahip de Saint-Yves ona bildiði üç dil olan Huronca, Fra
nsýzca ve Ýngilizce'den hangisini daha çok beðendiðini sordu. Safdil "Hiç kuþkus
uz, Huronca," dedi. Matmazel de Kerkabon haykýrdý: "Nasýl olur? Brötonca'dan son
ra dünyanýn en güzel dilinin Fransýzca olduðunu sanýyordum."
Bunun üzerine Safdil'den Huronca sözcük öðrenme yarýþý baþladý: Huroncada tütüne
taya, yemeðe essenten denildiði öðrenildi. Matmazel de Kerkabon seviþmenin karþ
ýlýðýný sorunca genç adam trovander dedi ve bu sözcüðün en az Ýngilizce ve Frans
ýzcadaki sözcükler kadar güzel olduðunu söyledi. Konuklar trovander sözcüðünün g
üzel olduðunda birleþtiler. (5)
Rahibin kitaplýðýnda meþhur misyoner papaz Sagard-Theodat'nýn armaðaný olan bir
Huronca dilbilgisi kitabý vardý. Masadan kalkýp onu getirdi. Kitabýn yardýmýyla
Safdil'in gerçek bir Huron olduðu kabul edildi. Dillerin çokluðu tartýþýldý ve B
abil Kulesi olayý (6) olmasaydý tüm dünyanýn Fransýzca konuþur olacaðýnda birleþ
ildi.
O zamana kadar yabancýya kuþkuyla bakan yargýç sonunda ona derin bir saygý duydu
; sonraki konuþmalarýnda ona kibar davrandý ama Safdil bunun farkýnda olmadý.
Matmazel de Saint-Yves Huronlarýn ülkesinde insanlarýn sevgilerini nasýl gösterd
iklerini merak ediyordu. Safdil "Sevdiðiniz insanlara güzel davranýþlarda buluna
rak," dedi. Tüm konuklar þaþýrarak alkýþladýlar. Matmazel de Saint-Yves kýzardý
ama hoþuna gitti. Matmazel de Kerkabon da kýzardý, ama iltifat kendisine yapýlma
dýðý için biraz bozuldu; fakat iyi bir kadýn olduðundan Huron'a olan sevgisi aza
lmadý. Tatlý bir sesle ona Huron ülkesinde kaç sevgilisi olduðunu sordu. Safdil
"Yalnýzca bir sevgilim oldu: dadýmýn arkadaþý Bayan Abacaba. Irmak sazlarý gibi
düzgün, kakým postu gibi beyaz, koyun gibi yumuþak, kartal gibi gururlu ve geyik
kadar kývrak bir kýzdý Abacaba. Bir gün köyümüzden elli fersah ötede bir tavþan
ý kovalýyormuþ. Terbiyesiz bir Algonquin kýzýlderilisi onun tavþanýna el koymuþ;
ben bunu duyunca gittim, baltamýn tersiyle Algonquin'i devirip el ve ayaklarýný
baðladým ve sevgilimin ayaklarýnýn ucuna sürükledim. Abacaba'nýn anne ve babasý
onu yemek istediler, ama ben bu tür þölenlerden zevk almýyordum; onu özgür býra
ktým ve arkadaþ olduk. Abacaba benim davranýþýmdan o kadar duygulandý ki tüm âþý
klarý arasýnda en çok beni arar oldu. Bir ayý onu yemeseydi, þimdi hâlâ beni sev
erdi. Ayýyý cezalandýrdým; uzun süre onun postunu giydim, ama üzüntüm geçmedi."
Matmazel de Saint-Yves bu anlatýlanlardan gizli bir mutluluk duydu, çünkü Safdil
'in yalnýzca bir sevgilisi olmuþtu ve Abacaba artýk yaþamýyordu; ancak mutluluðu
nun kaynaðýný pek çözemedi. Konuklar gözlerini Safdil'den ayýramýyorlardý; herke
s onun bir Algonquin'i yenmekten kurtarmasýný beðenmiþti.
Yargýç sorgulama huyundan kolay kurtulamadýðý için merakýný yenemeyip Huronyalý
gencin hangi dinden, Anglikan, Galikan veya Protestan mý olduðunu sordu. Safdil
"Ben kendi dinimdenim, týpký sizin kendi dininizden olduðunuz gibi," dedi. Matma
zel de Kerkabon haykýrdý: "Ah! Görüyorum ki bu talihsiz Ýngilizler onu vaftiz (7
) etmeyi düþünmemiþler." Matmazel de Saint-Yves sordu: "Tanrým, neden Huronlar K
atolik deðiller? Cizvit misyonerler onlarý dinimize döndürememiþler mi?" Safdil
ona ülkesinde kimsenin kimseyi din deðiþtirmeye zorlamadýðýný, hatta dillerinde
dinsiz sözcüðü olmadýðýný söyledi. Bu son sözler Matmazel de Saint-Yves'in çok h
oþuna gitti.
Matmazel de Kerkabon rahibe dönerek "Onu vaftiz edelim, " dedi, " Kardeþi siz ol
ursunuz, ben de analýðý olurum. Rahip Saint-Yves onu çeþmeye getirir. Bu çok güz
el bir tören olur ve tüm Aþaðý Brötanya'da bundan söz edilir." Tüm konuklar ev s
ahibine katýlarak "Onu vaftiz edelim!" diye tempo tutmaya baþladýlar: Safdil onl
ara Ýngiltere'de insanlarý rahat býraktýklarýný söyledi. Bu öneriyi hiç beðenmed
iðini, Huron geleneklerinin Aþaðý Brötanya geleneklerinden daha aþaðý olmadýðýný
, üstelik yarýn gideceðini anlattý. Sonra onun getirdiði Barbados þiþesi boþaltý
ldý ve herkes yatmaya gitti.
Safdil odasýna götürüldükten sonra Matmazel de Kerkabon ve arkadaþý de Saint-Yve
s bir Huron'un nasýl uyuduðunu merak ederek anahtar deliðinden baktýlar. Genç ad
am yatak örtüsünü yere sermiþ, masum bir biçimde uyuyordu.
2.
SAFDÝL ADINDAKÝ HURON AKRABALARINA
KAVUÞUYOR
Safdil alýþtýðý biçimde güneþin doðuþuyla ve ülkesinde gündüz trompeti denen hor
ozlarýn ötüþüyle uyandý. O, günün yarýsýný yatak keyfiyle geçiren ve yine de yaþ
amýn çok kýsa olduðundan yakýnan insanlardan deðildi.
Erkenden iki üç fersah dolaþýp, bir avuç saçmayla otuz kuþ avladýktan sonra Notr
e Dame de la Montagne Manastýrý'na döndüðünde rahip ile kýzkardeþini bahçede gez
inirken buldu. Onlara tüm avýný verdi ve boynuna astýðý küçük bir kolyeyi konuks
everlik gösterdikleri için armaðan etti: "Bu sahip olduðum en deðerli þeydir; bu
nu taþýdýðým sürece mutlu olacaðýmý söylemiþlerdi; sizin mutlu olmanýz için onu
size veriyorum."
Rahip ve matmazel onun saflýðýndan çok duygulandýlar. Bu kolyenin ucuna oldukça
kaba çizilmiþ iki insan portresi asýlmýþtý.
Matmazel de Kerkabon ona Huronya'da ressam olup olmadýðýný sordu. Safdil "Hayýr,
bu kolyeyi dadým vermiþti; onun kocasý da bunu Kanada'da savaþtýðý Fransýzlarda
n, ölen birinin üzerinden almýþ; tüm bildiðim bu," dedi.
Resimlere daha dikkatli bakan rahibin rengi uçtu, elleri titremeye baþladý: "Ama
n Tanrýým! Bunlar yüzbaþý kardeþim ve eþinin resimleri." Kýzkardeþi de resimleri
ayný heyecanla inceledikten sonra ayný sonuca vardý. Ýkisi de þaþkýnlýk ve acýy
la karýþýk bir sevince boðuldular ve aðlamaya baþladýlar. Bir yandan resimlere b
ir yandan da Huron'a bakýyorlar, çýðlýk atýyorlar, genç adama bu resimlerin dadý
sýnýn eline nerede ve ne zaman geçtiðini soruyorlardý. Kaptanýn yola çýkýþ zaman
ýyla karþýlaþtýrýyor, hesaplar yapýyorlardý.
Safdil onlara anne ve babasýný tanýmadýðýný söylemiþti. Akýllý bir adam olan rah
ip Safdil'in biraz sakalýnýn çýktýðýný fark etti; Huronlarýn sakalý olmadýðýný b
iliyordu. "Çenesi tüylenmiþ olduðuna göre Avrupalý olmalý. Kardeþim ve eþi 1669'
daki Huron seferinden sonra kayboldular; yeðenim o zaman kucakta bir bebek olmal
ýydý; Huron dadý onun yaþamýný kurtarmýþ ve ona annelik etmiþ olmalý." Kýsacasý,
yüzlerce sorudan sonra rahip ve kýzkardeþi bu Huron'un kendi yeðenleri olduðu s
onucuna vardýlar. Gözlerinden yaþlar akarak onu kucakladýlar; genç adam, bir Hur
on'un Aþaðý Brötanyalý bir rahibin yeðeni olmasýný anlayamadan gülümsüyordu.
Komþular haberi duyunca koþtular. Ýyi bir fizyonomist olan Rahip de Saint-Yves r
esimleri ve Safdil'i inceledi; onun gözlerinin annesine ve burnuyla alnýnýn merh
um yüzbaþý de Kerkabon'a benzediðini, yanaklarýný da her ikisinden aldýðýný beli
rledi.
Matmazel de Saint-Yves, anne ve babasýný hiç görmediði Safdil'in onlara týpatýp
benzediðini söyledi. Herkes Tanrý'nýn gücüne ve dünya olaylarýnýn gidiþine þaþýr
ýyordu. Çevresindekilerin bu kadar emin olduðunu gören Safdil, baþka biri kadar
sevebileceði rahibin amcasý olduðunu sonunda kabul etti.
Onlar manastýra þükretmeye giderken Safdil, ilgisiz bir tavýrla, evde kalýp içme
yi sürdürdü.
Onu getirmiþ olan ve dönmeye hazýrlanan Ýngilizler dönüþ zamanýnýn geldiðini hab
er verdiler. Safdil onlara "Anlaþýlan siz amca ve halalar bulamadýnýz; ben burad
a kalýyorum, siz Plymouth'a dönün. Eþyalarým sizin olsun, artýk bir rahibin yeðe
ni olduðuma göre, dünya malýna gereksinmem kalmadý," dedi. Ýngilizler Safdil'in
Aþaðý Brötanya'da akrabasý olmasýna ilgi göstermeden yelken açtýlar.
Amca, hala ve diðer komþular manastýrda Te Deum duasý okuduktan, yargýç Safdil'i
sorularýyla yine sýkýþtýrdýktan ve þaþkýnlýkla sevincin söyletebileceði tüm söz
ler söylendikten sonra Safdil'in en kýsa sürede vaftiz edilmesi kararlaþtýrýldý.
Ancak, yirmi iki yaþýndaki bir adam hiçbir þeyden habersiz bir bebek gibi vafti
z edilemezdi; ona kurallarý öðretmek gerekiyordu, çünkü Rahip de Saint-Yves'e gö
re Fransa'da doðmamýþ kiþilerde görgü kurallarý geliþemiyordu.
Safdil'e önce hiç kitap okuyup okumadýðý soruldu. O da Rabelais'nin Ýngilizce çe
virilerini ve Shakespeare'den birkaç parça okuduðunu, bu kitaplarý da onu Amerik
a'dan Plymouth'a getiren kaptandan aldýðýný söylediði. Yargýç bu kitaplardan ne
anladýðýný sordu. Safdil "Vallahi, bir þeyler anlar gibi oldum, ama aklýmda kalm
adý," dedi.
Bu sözler üzerine Rahip de Saint-Yves bu kitaplarý kendisinin de okuduðunu, anca
k insanlarýn genelde hiç okumadýklarýný söyledi. Sonra Safdil'e "Herhalde Ýncil'
i okumuþsunuzdur?" dedi. "Hayýr, sayýn rahip; kaptanýn kitaplarý arasýnda bu yok
tu; adýný hiç duymadým."
Matmazel de Kerkabon "Ah bu Ýngilizler," diye söylendi, "bir Shakespeare kitabýn
a, erik pudingine veya bir rom þiþesine kutsal kitaptan daha fazla önem verirler
; zaten bu yüzden Amerika'da kimseyi hýristiyan yapamadýlar. Tanrý onlarý bir gü
n ilençleyecek ve biz Jamaica ve Virginia'yý onlardan geri alacaðýz."
Sonra Safdil'i baþtan ayaða giydirmek için Saint-Malo'nun en iyi terzisi getiril
di. Topluluk daðýldý; yargýç sorularýný baþka yerde sormaya gitti. Matmazel de S
aint-Yves ayrýlýrken dönüp Safdil'e bakmak ve durup durup diz bükmekten kendini
alamýyordu.
Bu arada yargýç üniversiteyi yeni bitirmiþ olan iri yapýlý oðlunu Matmazel de Sa
int-Yves'le tanýþtýrmak istedi; fakat genç kýz Huronyalý gencin kibarlýðýndan o
kadar etkilenmiþti ki yargýcýn oðlunun yüzüne bile bakmadý.
3.
SAFDÝL'ÝN DÝN DERSLERÝ
4.
SAFDÝL'ÝN VAFTÝZ EDÝLMESÝ
5.
SAFDÝL'ÝN AÞKI
6.
SAFDÝL SEVGÝLÝSÝNÝN EVÝNE KOÞUYOR
VE ÇILGINA DÖNÜYOR
Safdil sevgilisinin evine gelir gelmez yaþlý hizmetçiden hanýmýn odasýný öðrendi
; hemen yatak odasýna girip yataða yöneldi. Matmazel de Saint-Yves uyandý ve bir
çýðlýk attý: "Ah, siz misiniz? Ne yapýyorsunuz?" Safdil "Sizinle evleniyorum,"
diyerek yataða daldý. Genç kýz namusunun bütün gücüyle direnmese gerçekten de ev
lenecekti.
Safdil bu karþýlamayý hiç anlamadý, þakadan da hoþlanmýyordu: "Ülkemde Matmazel
Abacaba böyle davranmazdý; bana evleneceðimizi söylemiþtiniz, ama evlenmek istem
iyorsunuz; sözünde durmamak kötü bir þeydir; sizi doðru yola getirebilmek için b
unu öðreteceðim."
Safdil adaþý Herkül gibi güçlüydü ve dediðini yapmak üzereydi. Genç kýzýn çýðlýk
larý üzerine Rahip de Saint-Yves, yaþlý dadý ve kapýcý koþtular. Onlarý gören ge
nç adamýn hevesi azaldý. Rahip "Hey, komþum, ne yapýyorsunuz?" diye sorunca Safd
il "Görevimi yapýyorum, komþu; sözümü yerine getirmek istiyorum," dedi.
Matmazel de Saint-Yves üstünü baþýný düzeltti, Safdil'i baþka bir odaya aldýlar.
Rahip ona davranýþýnýn yanlýþ olduðunu anlatmaya çalýþtý. Safdil doða yasalarýn
ý örnek göstererek karþý çýkýyordu. Rahip insanlar arasýnda bir takým kurallar k
onulmazsa doða yasalarýnýn karýþýklýða yol açacaðýný söyledi: "Bu iþ için rahi
pler, tanýklar, evlilik cüzdanlarý, harcamalar gerekir," dedi. Safdil de "Birbir
inize karþý bu kadar önlem aldýðýnýza göre sizler dürüst insanlar deðilsiniz," d
edi.
Rahip bunu yanýtlamakta güçlük çekiyordu: "Aramýzda dürüst olmayan birçok kiþi o
lduðu doðrudur; týpký Huronlarda olduðu gibi. Ancak, akýllý, dürüst ve aydýn ins
anlar çoðunluktadýr ve yasalarý onlar yapar. Ýnsan ne kadar iyiyse yasalara da o
kadar uymalý, kötülere örnek olmalýdýr."
Bu yanýt Safdil'i þaþýrttý. Adil bir düþünceye sahip olduðunu daha önce söylemiþ
tik. Böylece ona umut verip, övgü yaðdýrarak yumuþattýlar: her iki yarýmkürede i
nsanlarý tuzaða düþürmenin bu iki yolu vardýr. Bu arada makyajýný tazeleyen Matm
azel de Saint-Yves'i de karþýsýna çýkardýlar. Her þey uygar bir yola girdi. Faka
t yine de Herkül Safdil'in gözleri çakmak gibi parýldýyor, sevgilisinin ve ev ha
lkýnýn yüreðini hoplatýyordu.
Sonunda güçlükle onu evine yolladýlar. Güzel Saint-Yves'in onun üzerindeki etkis
i belli oluyordu. Yalnýz kaldýklarýnda genç kýzýn üzüntüsü arttý. Rahip Saint-Yv
es kardeþinin velisi sayýlýrdý; onu bu yaman âþýðýn elinden kurtarmaya karar ver
di. Gidip yargýca danýþtý. Oðlunu Matmazel de Saint-Yves'le evlendirme umudu taþ
ýyan yargýç zavallý kýzý bir manastýra kapatmayý önerdi. En ilgisiz kýzýn bile a
ðlayarak karþý çýkacaðý bu öneri seven bir kýzýn yaþamýný karartabilirdi.
Safdil eve dönünce olanlarý bütün saflýðýyla anlattý; onlar da ayný gerekçeleri
öne sürdüler; o bunlarý mantýðýyla kabul ediyor, ama duygularýna dinletemiyordu.
Ertesi gün sevgilisinin evine gittiðinde karþýsýna dikilen yargýç Saint-Yves'in
manastýra kapandýðýný söylerken zevkleniyordu. Safdil "Öyleyse bu manastýra gid
eyim," deyince yargýç "Hayýr, bu mümkün deðil," dedi ve nedenini anlattý. Safdil
tüm bunlardan manastýrýn genç kýzlarý kapattýklarý bir tür tutukevi olduðunu an
ladý. Huronlarda raslamadýðý bu korkunç geleneðe karþý, týpký adaþý Herkül'ün Kr
al Oechalie, kýzý Ýole'yi vermeyi reddettiði zaman yaptýðý gibi, öfkeye kapýldý.
Gidip manastýrý ateþe verip sevgilisini kaçýrmak veya onunla birlikte yanmak is
tiyordu. Matmazel de Kerkabon bir yandan aðlýyor, bir yandan da yeðeninin çömez
olmasý düþlerinin bittiðini görüyordu; sanki vaftiz edildiðinden beri Safdil'in
içine þeytan girmiþti.
7.
SAFDÝL ÝNGÝLÝZLERÝ GERÝ PÜSKÜRTÜYOR
Derin bir üzüntüye kapýlan Safdil omzunda tüfeði ve belinde av býçaðýyla deniz k
ýyýsýnda gezmeye çýktý. Bir yandan gördüðü kuþlara ateþ ediyor, bir yandan da ke
ndini vurmayý aklýndan geçiriyordu. Fakat, yaþamý ve özellikle Matmazel de Saint
-Yves'i çok seviyordu. Bazen amcasý, halasý ve tüm Aþaðý Brötanya'ya ileniyor, b
azen da sevdiði kýzý tanýmasýna neden olduklarý için onlara dua ediyordu. Gidip
manastýrý yakmayý düþünüyor, ancak sevgilisini tehlikeye atacaðýný düþünerek vaz
geçiyordu. Manþ Denizi'nin dalgalarý onun yüreðindeki bu çalkantýlardan daha az
ürperticiydi.
Böyle yürürken bir trampet sesi iþitti. Uzakta bir öbek insan denize doðru koþuy
or, diðer bir öbek de kaçýyordu. Her yerden çýðlýk sesleri yükseliyordu.
Safdil merak ederek çýðlýklarýn geldiði yere koþtu. Rahibin verdiði þölende taný
þtýðý milis komutaný onu görünce kollarýný açýp karþýladý: "Ah, Safdil bu! o da
bizimle savaþacaktýr." Korkudan titreyen milis askerleri de hep bir aðýzdan "Saf
dil geldi! Safdil geldi!" diye baðýrmaya koyuldular.
Safdil "Baylar, ne oluyor? Niçin bu kadar telaþ içindesiniz? Sevgililerinizi man
astýra mý kapattýlar?" diye sordu. Yüz kiþi birden "Ýngilizler karaya çýkýyor!"
diye haykýrdýlar. Safdil "Bunda ne var? Onlar iyi insanlar; beni çömez yapmaya v
eya sevgilimi elimden almaya kalkýþmadýlar," dedi.
Komutan ona Ýngilizlerin Montagne Manastýrý'ný yaðmalamak, amcasýnýn þaraplarýný
içmek veya Matmazel de Saint-Yves'i kaçýrmak için geldiklerini anlattý; onu ilk
kez getiren küçük gemi aslýnda bir keþif gemisiydi. Ýngilizler hep böyle Fransa
kralýna savaþ ilan etmeden düþmanca eylemlerde bulunurlardý. Safdil "Ah! demek
böyle," dedi, "O zaman onlarla konuþurum; Ýngiliz dilini iyi bilirim, onlarýn bö
yle kötü bir niyetleri olduðunu sanmýyorum."
Bu konuþmalar sýrasýnda Ýngiliz filosu kýyýya yanaþmýþtý. Genç Huronyalý hemen b
ir kayýða binip denize açýldý; filo komutanýnýn gemisine çýkýp ona, gerçekten de
savaþ ilan etmeden ülkeyi talan edip etmeyeceðini sordu. Amiral ve yanýndakiler
kahkahalar atýp gülmeye baþladýlar; sonra ona viski ikram edip gönderdiler.
Bu davranýþa kýzan Safdil artýk eski dostlarýna karþý ve yeni akrabalarýnýn yaný
nda savaþmasý gerektiðini anladý. Çevredeki tüm köylerden yardým geliyordu; elle
rinde birkaç top vardý. Safdil onlara katýldý; toplarýn baþýna geçip birer birer
ateþledi. Ýngilizler karaya çýkmaya baþlayýnca koþup saldýrdý; içlerinden üçünü
öldürdü; kendisiyle alay eden amirali de yaraladý. Onun bu yiðitliði diðerlerin
e de cesaret verdi; kýsa süre içinde Ýngilizler gemilere binip uzaklaþtýlar. Kýy
ýdakiler bu zaferi "Yaþasýn kral! yaþasýn Safdil!" naralarýyla kutladýlar. Herke
s onu kucaklýyor, aldýðý ufak yaralarýn kanýný silmeye çalýþýyordu. Safdil içind
en "Ah, Matmazel de Saint-Yves burada olsaydý, yaralarýmý sarardý," diyordu.
Bu çatýþma sýrasýnda evinin mahzeninde saklanmýþ olan yargýç gelip diðerleri gib
i onu kutladý. Fakat, Safdil'in bundan sonraki sözlerini iþitince çok þaþýrdý: "
Dostlarým, Montagne Manastýrý'ný kurtardýk, ama bu bir þey deðil; þimdi suçsuz b
ir kýzý kurtaracaðýz." Bu sözler kalabalýktaki tüm gençlerin kanýný kaynattý; he
rkes onun peþinden manastýra doðru yola koyuldu. Eðer yargýç garnizon komutanýna
haber gönderip de onlarý durdurmasaydý, Safdil dediðini yapabilecekti. Ancak, k
alabalýk daðýtýldý; Safdil'i amca ve teyzesinin yanýna getirdiler.
Rahip ve kýzkardeþi gözyaþlarý içinde onunla konuþtular: "Görüyorum ki siz çömez
veya rahip olamayacaksýnýz, sevgili yeðenim; belki de yüzbaþý kardeþim gibi bir
subay olacaksýnýz." Matmazel de Kerkabon da aðlayarak "Siz de babanýz gibi sava
þta öleceksiniz; ne olur, çömez olmayý kabul edin," diye yalvardý.
Safdil çatýþma sýrasýnda yerde, belki de Ýngiliz amiralin düþürdüðü para dolu bi
r kese bulmuþtu. Bu keseyle tüm Aþaðý Brötanya'yý satýn alabileceðini ve Matmaze
l de Saint-Yves'i büyük bir haným yapabileceðini biliyordu. O sýrada herkes ona,
Versailles'a gidip kraldan bu kahramanlýðýnýn ödülünü almasýný söylüyordu. Mili
s komutanlarý ona yazýlý belgeler verdiler. Amca ve halasý da bu yolculuðu onayl
adýlar; kralýn huzuruna kolayca kabul edilirdi ve bu, onun kasabadaki saygýnlýðý
ný artýrýrdý. Safdil kendi kendine "Kralý görürsem ona Matmazel de Saint-Yves'le
evlenmek istediðimi söylerim; o beni reddetmez," diyordu. Bunun üzerine tüm kas
abanýn alkýþlarý, teyzesinin gözyaþlarý ve güzel Saint-Yves'in dualarýyla yola ç
ýktý.
8.
SAFDÝL'ÝN PROTESTANLARLA KARÞILAÞMASI
O çaðda baþka yol olmadýðýndan Safdil Saumur'e giden posta Arabasýna bindi. Saum
ur'e vardýðýnda kentin hemen hemen boþalmýþ olduðunu, birçok ailenin eþyalarýyla
birlikte ayrýldýðýný gördü. Ona söylendiðine göre, altý yýl önce kentte on beþ
bin insan yaþarken, bugün altý bin kiþi kaldýðýný söylediler. Kaldýðý otelde akþ
am yemeði sýrasýnda bu konuyu açmadan edemedi. Masada birçok Protestan vardý; bi
r kýsmý sýzlanýp duruyor, bir kýsmý öfkeden titriyor, diðerleri de aðlayarak þu
sözleri söylüyorlardý: Nos dulcia linquimus arva, nos patriam fugimus. Latince b
ilmeyen Safdil bu sözlerin anlamýný sorunca yanýtladýlar: Sevimli kýrlarýmýzý bý
rakýyoruz, yurdumuzdan kaçýyoruz.
"Peki niçin ülkenizi terk ediyorsunuz?" diye sordu Safdil. Protestanlar "Çünkü P
apa'yý tanýmamýzý istiyorlar," dediler. Safdil "Onu tanýmayý neden istemiyorsunu
z, sizin de evlenmek istediðiniz analýðýnýz yok mu? Çünkü bu konuda onun çok anl
ayýþlý olduðunu söylediler," dedi. Protestanlar "Bayým, bu Papa krallarýn mülkün
ün sahibinin kendisi olduðunu söylüyor," dediler. Safdil "Sizin iþiniz nedir?" d
iye sorunca "Biz kumaþ ve iplik yaparýz," dediler. Safdil "Papa kumaþ ve iplikle
rin sahibiyim deseydi, karþý çýkmakta haklý olurdunuz; ama býrakýn da krallar bu
na karþý çýksýn, siz ne karýþýyorsunuz?" dedi. O sýrada karalar giyinmiþ bir ada
m söz aldý ve kalabalýðýn sorunlarýný dile getirdi. Nantes fermanýnýn kaldýrýlýþ
ýný (8), elli bin ailenin göçe zorlanýþýný, diðer elli bin ailenin zorla katolik
yapýlýþýný öyle bir heyecanla anlattý ki Safdil'in gözlerinden yaþlar geldi: "G
ücü Huronlara kadar uzanan bu büyük kral kendisini seven bu kadar yüreði, kendis
ine hizmet edecek bu kadar eli nasýl geri çevirebilir?" diye sordu.
Kara giysili adam yanýtladý: "Çünkü, diðer tüm iyi krallar gibi, onu da aldattýl
ar. Onu, söyleyeceði bir söz üzerine herkesin kendisi gibi düþüneceðine ve dinin
i deðiþtireceðine inandýrdýlar. Yalnýzca bir anda beþ altý yüzbin insaný yitirme
kle kalmadý, düþman da kazandý; kendi saflarýnda savaþabilecek bu Fransýzlarý þi
mdi Ýngiltere kralý William Fransa'ya karþý hazýrlýyor.
"Bu yýkýmýn asýl üzücü yaný, Kral XIV. Louis'nin uðruna halkýnýn bir bölümünü fe
da ettiði Papa'nýn kendisinin can düþmaný olmasýdýr. Yýllardýr aralarýnda çatýþm
a eksik olmuyor. Bu çatýþma öyle bir noktaya gelmiþti ki Fransýz halký sonunda ü
lkeyi haraca kesen ve boyunduruðu altýna alan bu yabancýdan kurtulmayý düþünmekt
eydi. Bu büyük kralý hem ülke çýkarlarý ve hem de gücünün erimi konusunda yanýlt
týlar ve ülkesini seven yüreðini halkýn gözünden düþürdüler."
Daha da üzülen Safdil Huronlarýn da çok sevdiði bu kralý aldatan Fransýzlarýn ki
m olduðunu sordu. "Bunlar cizvitlerdir; özellikle kralýn özel rahibi Peder La Ch
aise. Tanrý'nýn bir gün onlarý cezalandýracaðýný ve bizim kovulduðumuz gibi onla
rýn da kovulacaðýný umuyoruz. Savaþ bakaný Mons de Louvois üzerimize cizvitleri
ve askerleri yolluyor."
Artýk kendini tutamayan Safdil þöyle dedi: "Baylar, ben hizmet ödülü almak için
Versailles'a gidiyorum. Orada bu Mons de Louvois'yla konuþurum. Kralý da göreceð
im; ona gerçeði anlattýðýmda doðruyu göreceðinden eminim. Yakýnda Matmazel de Sa
int-Yves'le evlenmek için geri döneceðim, sizleri de düðünüme çaðýrýyorum." O za
man bu iyi insanlar onu, gizli yolculuk yapan önemli bir devlet adamý sandýlar;
bazýlarý da kralýn soytarýsý olduðunu ileri sürdüler.
Masada oturanlar arasýnda Peder La Chaise'in casuslarýndan bir cizvit papazý var
dý. Bu adamýn raporlarý önce Peder La Chaise'e, sonra da Mons de Louvois'ya gidi
yordu. Casusun yazdýðý mektup Safdil'le ayný gün Versailles'a ulaþtý.
9.
SAFDÝL'ÝN VERSAILLES'A GELÝÞÝ VE
HUZURA KABULÜ
Safdil'in bindiði posta Arabasý onu sarayýn mutfak yanýndaki kapýsý önünde býrak
tý. Kapý önündeki bir öbek adama kralý ne zaman görebileceðini sordu. Adamlar, Ý
ngiliz amiralin yaptýðý gibi, kahkahalarla gülmeye baþladýlar. Tepesi atan Safdi
l onlarý pataklamak isteyince onlar da karþýlýk verdiler. Ortalýk kan gölüne dön
mek üzereydi ki oradan geçen Bröton asýllý bir saray korumaný onlarý ayýrdý. Saf
dil ona sordu: "Bayým, siz iyi bir adama benziyorsunuz; ben Notre Dame de la Mon
tagne Manastýrý rahibinin yeðeniyim; Ýngilizlere karþý savaþtým; kralý görmeye g
eldim, lütfen beni onun yanýna götürün." Saray göreneklerini bilmeyen bu yiðidin
kendi köyünden olmasýndan çok mutlu olan koruman ona, kralla her gelenin konuþa
mayacaðýný, Mons de Louvois'nýn onu krala sunmasý gerektiðini söyledi. Safdil "Ö
yleyse beni Mons de Louvois'ya götürün," deyince "Bu çok daha zor; sizi önce bak
an yazmaný Bay Alexandre'a götüreyim, bakanýn kendisiyle konuþmuþ gibi olursunuz
," dedi.
Fakat yazmaný göremediler; Bay Alexandre bir bayanla görüþüyordu ve rahatsýz edi
lmemesi için kesin buyruðu vardý. Koruman "Öyleyse Bay Alexandre'ýn yazmanýna gi
delim; bakan yazmanýyla görüþmüþ gibi olursunuz," dedi. Safdil korumanýn peþinde
n bir odaya girdi ve orada yarým saat beklediler. Kendi kendine söyleniyordu: "N
e biçim yer burasý? Burada herkes görünmez olmuþ sanki. Aþaðý Brötanya'da Ýngili
zlerle savaþmak Versailles'da birini görebilmekten daha kolaymýþ." Bu arada köyl
üsüne gönül derdini anlatýyordu, ama o arada çalan saat korumana görevini anýmsa
ttý. Ertesi gün buluþmaya söz vererek ayrýldýlar. Safdil odada Matmazel de Saint
-Yves'i düþleyerek yarým saat daha bekledi.
Sonunda yazmanýn yazmaný göründü. Safdil ona "Bayým, sizi beklediðim kadar Ýngil
izleri bekleseydim, Aþaðý Brötanya'yý rahatlýkla talan ederlerdi," dedi. Bu sözl
er yazmanýn ilgisini çekti, "Ne istiyorsunuz?" diye sordu. Safdil "Ödülümü istiy
orum, iþte kanýtlarým," diyerek belgeleri çýkardý. Yazman bunlarý inceledikten s
onra herhalde ona bir teðmenlik rütbesi satýn alabileceðini söyledi. Safdil þaþý
rdý: "Nasýl? Ýngilizleri kovduðum için para mý ödeyeceðim? Benimle alay mý ediyo
rsunuz? Bana karþýlýksýz bir süvari bölüðü verin. Ayrýca, kralýn Matmazel de Sai
nt-Yves'i manastýrdan çýkarmasýný ve benimle evlendirmesini istiyorum. Krala ell
i bin aile kazandýrmak için konuþmak istiyorum. Kýsacasý, yararlý olmak istiyoru
m; benden yararlanýn ve önümü açýn."
Yazman "Böyle yüksek sesle konuþan beyefendi, siz kimsiniz?" dedi. Safdil "Oh! o
h! belgelerimi okumadýnýz demek! Adým Herkül de Kerkabon; vaftizliyim ve Mavi Ka
dran Oteli'nde kalýyorum; sizi krala þikâyet edeceðim," dedi. Yazman onun aklýný
n yerinde olmadýðýný düþünerek fazla aldýrýþ etmeden gönderdi.
Ayný gün, kralýn özel rahibi Peder La Chaise casusun mektubunu almýþtý; bu mektu
pta Brötanyalý Kerkabon'un Protestanlarý savunduðu ve cizvitleri suçladýðý yazýl
ýydý. Bunun yaný sýra, Aþaðý Brötanya yargýcý da Mons de Louvois'ya gönderdiði m
ektupta Safdil'in manastýrlarý yakýp genç kýzlarý kaçýrmak isteyen bir serseri o
lduðunu bildiriyordu.
Safdil can sýkýntýsý içinde Versailles'ýn bahçelerinde bir süre gezindikten sonr
a otele döndü. Ertesi gün kralý göreceði, bir süvari bölüðüne komuta edeceði, Pr
otestanlara eziyet edilmesini durduracaðý ve Matmazel de Saint-Yves'le evlenebil
eceði umuduyla uykuya daldý. Sabaha doðru jandarmalar odasýna girip onu uyandýrd
ýlar. Tüfeðini, kýlýcýný ve cebindeki parasýný aldýktan sonra, bir arabaya bindi
rip Kral V. Charles'ýn yaptýrdýðý konforlu þatoya (9) götürdüler.
Safdil'in þaþkýnlýðýný anlatmak zordur. Önce bunun bir düþ olduðunu sandý. Sonra
birden öfkelenip jandarmalardan ikisinin boðazýna sarýldý ve ona engel olmak is
teyen bir üçüncüsüyle birlikte arabadan aþaðý attý. Diðerleri üzerine çullanýp o
nu bastýrdýlar ve yeniden arabaya bindirdiler. Safdil bir yandan "Ýþte Ýngilizle
ri Aþaðý Brötanya'dan kovmanýn karþýlýðý bu. Ah, güzel Saint-Yves, beni bu durum
da görsen ne derdin?" diye sýzlanýyordu.
Sonunda tutukevine getirildi ve, bir cenaze gibi, ona ayrýlmýþ olan hücreye kond
u. Bu hücrede iki yýldýr kalan Gordon adýnda yaþlý bir tutuklu daha vardý. Janda
rmalar ona "Ýþte sana bir arkadaþ," diyerek kapýyý üzerlerine kitlediler. Ýki tu
tuklu tüm dünyadan ayrý baþ baþa kaldýlar.
10.
SAFDÝL'ÝN BASTILLE'DE BÝR JANSENCÝYLE (10) KARÞILAÞMASI
Bay Gordon yaþlý, fakat canlý ve atak bir adamdý. Yaþamda iki þeyi iyi biliyordu
: zorluða dayanmak ve mutsuzlarý avutmak. Güleryüzle Safdil'e yaklaþýp onu kucak
ladý. "Mezarýmý paylaþmaya gelen siz; kim olursanýz olun, bilin ki düþtüðümüz bu
cehennem çukurunda sizin acýlarýnýzý dindirmek için kendi acýlarýmý unutacaðým.
Bizi buraya getiren tanrýsal güce þükredip, sesimizi çýkarmadan acý çekelim ve
umudumuzu yitirmeyelim." Bu sözler Safdil'in ruhunda bir ferahlýk yarattý ve þaþ
kýn gözlerini bu yabancýya çevirdi.
Bu güzel sözlerden sonra Gordon, sözünün tatlýlýðý ve iki talihsizin birbirine d
uyduðu ilgiyle, onu zorlamadan yüreðini açarak içindeki yükü hafifletmesi için g
üven verdi. Fakat dinledikten sonra onun dertlerinin kaynaðýný anlayamadý. Þöyle
dedi: "Sizi Ontario'dan Ýngiltere'ye, sonra da Fransa'ya gönderen, Aþaðý Brötan
ya'da vaftiz ettiren Tanrý'nýn bir amacý olmalý. Demek ki kurtuluþunuz için sizi
buraya týktý." Safdil "Vallahi, yazgýmý þeytanýn çizmiþ olabileceði akla daha y
atkýn geliyor. Amerikadaki kardeþlerim bana bu barbarlýðý yapmazlardý. Onlara va
hþi diyorlar; ama bu ülkenin insanlarýnýn yanýnda kibar sayýlýrlar. Ben de dünya
nýn öbür ucundan gelip burada bir papazla kapatýlmýþ olmama þaþýyorum. Ayrýca bi
nlerce insanýn ölmek için bir ülkeden kalkýp diðerine gitmelerini düþünüyorum ve
tüm bunlarda Tanrý'nýn bir amacýný göremiyorum," dedi.
Onlara bir delikten yemek uzattýlar. Konuþma, Tanrý'nýn iyiliði ve bu dünyadaki
zevklere kapýlmama sanatý üzerine sürdü. Yaþlý adam "Ýki yýldýr burada kitaplard
an baþka bir dostum olmadan yaþamaya çalýþýyorum; þimdiye kadar hiç umutsuz olma
dým," dedi.
Safdil "Ah, Bay Gordon, sizin de Matmazel de Saint-Yves gibi bir analýðýnýz olsa
ydý, þimdi umutsuzluktan çýldýrýrdýnýz," dedi. Bu arada aðlarken biraz rahatladý
ðýný duyumsadý. "Niçin gözyaþlarý insaný ferahlatýyor? Tam tersi olmasý gerekmez
mi?" diye sordu. Ýyi yürekli Gordon ona "Oðlum, benliðimizde her þey fizikseldi
r. Her salgý vücuda yararlýdýr, ona yararlý olan ruhumuza da yararlý olur; bizle
r Tanrý'nýn makineleriyiz," dedi.
Her zaman aklýný düþüncelere açýk tutan Safdil bu sözler üzerine derin düþüncele
re daldý. Sonra Gordon'a makinesinin neden iki yýldýr kilit altýnda tutulduðunu
sordu. Gordon yanýtladý: "Tanrý'nýn lütfuyla jansenci olarak tanýndým. Devinimin
önderleri Arnauld ve Nicole'le tanýþtým; cizvitler bize eziyet ettiler. Bizler
Papa'nýn da diðer piskoposlardan farký olmadýðýna inanýyoruz; bu nedenle, kralýn
özel rahibi Peder La Chaise, hiçbir yargý yoluna gitmeden, beni tutukevine atma
larý için kraldan izin kopardý." Safdil "Ne tuhaf," dedi, `Haksýzlýða uðramýþ ki
mi gördüysem, hepsi de Papa'nýn yüzünden bu durumlara düþmüþ. Tanrý'nýn lütfuna
gelince, bu konuda bir þey bilmiyorum; ama kötü bir durumdayken karþýma sizin gi
bi baþkasýnýn derdiyle ilgilenen acýma duygusu olan birini çýkardýðý için Tanrý'
ya þükrediyorum."
Böylece konuþmalarý her gün biraz daha ilginç ve öðretici olarak sürüp gitti. Ýk
i tutuklunun yürekleri birbirine daha çok yakýnlaþtý. Yaþlý adam çok þey biliyor
du, genç olaný da öðrenmeye susamýþtý. Bir ay sonunda geometri öðrenmeye baþladý
. Sonra Gordon ona, o sýralar güncel olan Rohault'nun Fizik kitabýný okuttu; Saf
dil bu kitapta kuþkucu yargýlardan fazla bir þey olmadýðýný gördü.
Sonra Malebranche'ýn (11) Gerçek Arayýþý adlý kitabýnýn birinci cildini okudu.
Bu kitap onu bir ýþýk gibi aydýnlattý. "Nasýl? Ýmge ve duyularýmýz bizi bu kadar
yanýltýyorlar mý? Cisimler düþüncelerimizi oluþturmuyor ve onlarý kendi kendimi
ze de yaratamýyoruz ha!" Fakat ikinci cildi okuyunca bu kadar mutlu olmadý; bir
þeyi yýkmanýn yapmaktan daha kolay olduðu sonucuna vardý.
Bu kadar genç birinin ancak bilge kiþilerden duyabileceði düþünceleri ortaya koy
masý hocasýný çok þaþýrttý ve öðrencisine daha çok baðlandý.
Birgün Safdil elindeki kitabý göstererek "Sizin bu Malebranche kitabýn yarýsýný
aklýyla, kalan yarýsýný da düþlem gücü ve önyargýlarýyla yazmýþ," dedi.
Birkaç gün sonra Gordon ona sordu: "Ýnsanýn iç dünyasý hakkýnda ne düþünüyorsunu
z? Yani, düþüncelerimiz, istemimiz, özgürlüðümüz sizce nasýl oluþuyor?" Safdil "
Vallahi, bir þey düþünmüyorum," dedi. "Tek bildiðim, biz de yýldýzlar ve element
ler gibi, tanrýsal bir gücün etkisi altýndayýz; o bizi de, evren denen ve kendi
yapýtý olan bu büyük makinede birer diþli çark gibi kullanýyor; özel durumlar iç
in deðil, genel yasalar yapýyor. Bu kadarýný anlayabiliyorum, diðerleri benim iç
in karanlýk bir uçurumdan farksýz."
Gordon þaþýrdý: "Fakat, oðlum, bu, Tanrý günahýn da sahibi demektir!" Safdil "Fa
kat, sayýn peder, sizin tanrýsal lütfunuz da Tanrý'yý günahýn sahibi yapýyor: bu
lütfun verilmediði kiþiler elbette günah iþleyeceklerdir; bizi günaha teslim ed
en güç günahýn sahibi olmaz mý?" dedi.
Bu saflýk yaþlý adamý umutsuzluða düþürüyordu. Safdil'in saðduyusuyla onu düþürd
üðü bu açmazdan kurtulmak için, mantýklý görünen ama hiç anlam taþýmayan o kadar
çok söz ediyordu ki Safdil ona acýyordu. Elbette bu sorun iyilik ve kötülüðün k
aynaðý sorunuydu ve zavallý Gordon daðarcýðýndaki Pandora'nýn kutusu, Orosmade'ý
n yumurtasýný delen Arimane, Typhon ile Osiris arasýndaki çatýþma ve ilk günah ö
ykülerine sýðýnýyordu. Böylece iki dost karanlýk bir gecede birbirlerine kavuþam
ayan iki kiþi gibi koþturuyorlardý. Ama tüm bunlarýn iyi yaný, kendi zavallý yaþ
amlarýný ve yeryüzündeki kötülükleri unutuyor olmalarýydý: herkes acý çekerken k
endilerinin yakýnmaya haklarý yoktu.
Fakat, akþam sessizliði çöktüðünde güzel Saint-Yves'in görüntüsü Safdil'in yüreð
inde tüm metafizik ve ahlak düþüncelerini silmeye yetiyordu. Sabahlarý onun gözü
yaþlý uyandýðýný gören jansenci Gordon, tanrýsal lütfu ve Jansenius'u unutup, a
rkadaþýný avutmak için çýrpýnýyordu.
Kitaplar ve felsefe tartýþmalarý arasýnda baþlarýndan geçenleri birbirlerine anl
atýyor, sonra yine kitaplara dalýyorlardý. Genç adamýn kafasýndaki bilgiler gide
rek artýyordu. Matmazel de Saint-Yves'e aklý dalýp gitmese, özellikle matematikt
e çok ileri gidebilirdi.
Okuduðu tarih kitaplarý onu çok üzüyordu. Dünya ona daha kötü ve daha sefil görü
nüyordu. Gerçekten de tarih bir tür suçlar ve kötülükler tablosudur. Temiz ve se
ssiz insanlar bu büyük arenada kaybolurken, sahneye hep tutkulu ve ahlaksýz adam
lar çýkar. Tarih, olaylarý sanki tutku, cinayet ve yýkýmlarla süslenmiþ birer tr
ajediye dönüþtürmese, ilginç olmaktan çýkacakmýþ gibidir. Melpomenes gibi Cleopa
tra'nýn eline de bir hançer vermek gereklidir.
Diðerleri gibi Fransa tarihi de dehþet tablolarýyla dolu olduðu halde, Safdil on
un kuruluþ yýllarýný iðrenç, geliþme çaðýný sýkýcý, hatta IV. Henri zamanýný bil
e küçük çapta, büyük yapýtlardan ve diðer ülkelerin tarihlerini süsleyen o güzel
keþiflerden yoksun buldu. Dünyanýn bir köþesine sýkýþtýrýlmýþ bu yýkým ayrýntýl
arýný okurken sýkýntýdan patlýyordu. Gordon da ona hak veriyordu.
Böylece günler, haftalar, aylar geçiyordu. Safdil âþýk olmasaydý, bu umutsuz yaþ
ama alýþýp mutlu olabilirdi. Ýyilik dolu yüreði Notre Dame de la Montagne Manast
ýrý rahibi ve Matmazel de Kerkabon için de üzülüyordu. "Benden haber alamadýklar
ý için kimbilir ne düþünürler? Beni iyilik bilmez bir yeðen sanacaklar," diye en
diþeleniyordu. Kendinden çok, onu sevenleri düþünerek üzülüyordu.
11.
SAFDÝL GELÝÞÝYOR
Okumak ruhu ferahlatýr, iyi bir dost avutur. Safdil daha önce bilmediði bu iki n
imetten yararlanýyordu. Kendi kendine "Bu deðiþim masalýna inanasým geliyor; kab
a biriyken insana dönüþtüm," diyordu. Harcamasýna izin verilen paranýn bir bölüm
üyle kitaplar alarak kendine seçkin bir kitaplýk oluþturdu. Arkadaþý ona düþünce
lerini yazýya dökmesini öneriyordu. Ýþte Safdil'in ilk çað üzerine yazdýklarý:
Uluslarýn da uzun süre benim gibi yaþadýklarýný sanýyorum; uzun süre eðitimsiz k
aldýlar, geçmiþi ve geleceði umursamadan, günü gününe yaþadýlar. Kanada'da beþ a
ltý yüz fersah dolaþtým, bir tek anýt göremedim; orada kimse atalarýnýn ne yaptý
ðýný bilmiyor. Ýnsanýn doðal durumu bu deðil midir? Bu kýtadaki insanlarýn diðer
inden üstün olduðuna inanýyorum, çünkü sanat ve bilim yoluyla yaþamýný daha da z
enginleþtirmeyi bildi. Acaba bunun nedeni bunlarýn sakallý oluþu, Amerikalýlara
Tanrý'nýn sakalý esirgemesinden olabilir mi? Sanmýyorum; çünkü Çinlilerin de sak
alý yok, ama beþbin yýllýk bir sanatlarý var. Çin tarih kayýtlarý dört bin yýl e
skilere dayandýðýna göre, en az elli yüzyýldýr bereket içinde yaþýyor olmalýlar.
Niçin ülkeler kendi ortaya çýkýþlarýný görkemli gösteriyorlar? Pek de eski olmay
an Fransa tarihini yazanlar onu Hector'un oðlu Francus adýnda birine dayandýrýyo
rlar. Romalýlar kendilerini Frigyadan gelmiþ sayýyorlar, ama dillerinde Frigya d
ilinden kalmýþ bir tek sözcük bile yok. Tanrýlar Mýsýr'da on bin yýl, þeytanlar
da Ýskitlerin ülkesinde beþ bin yýl kalmýþlar ve Hunlarý doðurmuþlar. Thukidides
'ten önce yazýlmýþ tarihlerde Amadis'in yazdýðý romanlarýn kötü birer kopyasýný
görüyorum. Her yerde hayaletler, mucizeler, büyüler, deðiþimler, düþlerde görüle
n gizli geçitler büyük küçük tüm uluslarýn yazgýsýný belirlemiþler. Kâh konuþan,
kâh tapýlan hayvanlar, insana dönüþen Tanrýlar ve Tanrý'ya dönüþen insanlar. Ah
! Eðer bize masallar gerekiyorsa, hiç olmazsa gerçeðe yakýn masallar olsun. Filo
zoflarýn masallarý beni düþündürür, çocuk masallarý güldürür, ama bu sahte masal
lar beni iðrendiriyor.
Birgün Bizans Ýmparatoru Jüstinyen'in tarihini okudu. Orada, bu yiðit kralýn þu
sözleri için rahiplerce aforoz edilmek istendiðini okudu: Gerçek kendi ýþýðýyla
aydýnlýktýr, kafalar odun ateþiyle aydýnlanmaz. Rahipler bu sözlerin dinsizlik
olduðunu, oysa Hýristiyanlýða uygun ve evrensel olan düþüncenin þöyle olmasý ger
ektiðini söylemiþlerdi: Kafalar ancak odun ateþiyle aydýnlanýr; gerçek kendi ýþý
ðýyla aydýnlatamaz. Bu rahipler, kralý buna benzer sözleri için aforoz etmiþlerd
i.
Safdil öfkelendi: "Nasýl? Bunlar kimi aforoz ediyorlar?" Gordon yanýtladý: "Rahi
plerin aforozlarý Konstantinopolis'te halk ve imparator tarafýndan alay konusu o
ldu; çünkü bu iyi imparator rahiplerin iyilikten öte bir þey yapmalarýný engelle
miþti. Bu rahipler daha önceki imparatorlarý çok daha ciddi konularda aforoz ede
rek halký býktýrmýþlardý." Safdil "Ýyi olmuþ," dedi, "Rahipleri dýþlamadan denet
im altýnda tutmak gerekir."
Safdil'in kaleme aldýðý düþünceler yaþlý Gordon'u dehþete düþürüyordu. Kendi ken
dine "Nasýl olur?" diyordu, "Ben elli yýl okuyup kendimi yetiþtirdim, ama yabanl
ýktan gelen bu iyi çocuðun saðduyusuna eriþemedim. Ben karmaþýk önyargýlar üreti
rken, o doðayý dinliyor."
Yaþlý adamýn kitaplarýnýn arasýnda aylýk dergiler de vardý: bu dergilerde, kendi
leri bir þey üretemeyen insanlar baþkalarýnýn ürünlerini kötülemekten zevk alýyo
rlardý. Safdil, Racine ve Fenelon'u kötüleyen birkaçýný okuduktan sonra þöyle de
di: "Bunlar, yumurtasýný en güzel atýn kýçýna býrakan sineklere benziyorlar; at
bu yüzden koþmaktan geri kalmaz."
Daha sonra birlikte gökbilim okudular. Safdil hücreye küreler getirtip okuduklar
ýný görmeye çalýþtý ve buna hayran oldu: "Ah! ne yazýk ki özgürlüðümü yitirdiðim
bir sýrada evreni tanýyorum! Jüpiter ve Satürn bu sonsuz boþluklarda geziyor, m
ilyonlarca yýldýz milyarlarca dünyayý aydýnlatýyor. Ama evrenin bu köþesinde, be
ni bunlarý görmekten yoksun býrakmak isteyen yaratýklar var. Tüm evren için var
olan ýþýk benim için yok. Çocukluðumu geçirdiðim o uzak ülkede ýþýðý benden gizl
emiyorlardý. Siz olmasaydýnýz, sevgili Gordon, burada bir hiçlikte olacaktým."
12.
SAFDÝL'ÝN TÝYATRO ÜZERÝNE GÖRÜÞLERÝ
Genç Safdil kýraç toprakta büyüdükten sonra verimli topraða dikilen aðaçlar gibi
köklerini ve dallarýný kýsa sürede alabildiðine geniþletti. Bu topraðýn bir tut
ukevi olmasý þaþýrtýcýydý.
Ýki tutsaðýn boþ zamanlarýný dolduran kitaplar arasýnda þiirler, Yunan trajedile
rinin çevirileri ve birkaç Fransýz tiyatro yapýtý vardý. Aþk üzerine okuduðu þii
rler Safdil'in yüreðini hem zevk ve hem de acýyla doldurdu. Bu þiirler ona sevgi
li Saint-Yves'den söz ediyorlardý. Ýki güvercin þiiri yüreðini parçaladý: güverc
inine geri dönebilmekten çok uzaktý.
Moliere okumak onu çok eðlendirdi. Bu oyunlar ona hem Paris göreneklerini ve hem
de insan doðasýný öðretiyordu. Gordon "Bu oyunlardan hangisini daha çok beðendi
niz?" diye sordu. Safdil "Hiç kuþkusuz, Tartuffe," dedi. Gordon "Ben de sizin gi
bi düþünüyorum. Beni bu hücreye bir tartufe (12) týktý; eminim sizin dertleriniz
in kaynaðý da baþka tartufeler olmuþtur."
Gordon "Yunan trajedilerini nasýl buluyorsunuz?" diye sorunca Safdil "Yunanlýlar
için iyi," dedi. Fakat bu alanda Racine'in Iphigenie, Phedre, Andromaque, Athal
ie gibi yapýtlarýný okuyunca büyük zevk duydu, gözyaþlarý döktü ve onlarý nerede
yse ezberledi.
Gordon ona "Siz bir de Rodogune'ü okuyun; beðendiðiniz diðer oyunlar onun yanýnd
a sönük kalýrlar," dedi. Safdil daha ilk sayfada baþýný kaldýrdý: "Bu ayný yazar
ýn deðil?" Gordon "Nereden anladýnýz?" diye sorunca "Çünkü bu dizeler ne kulaða,
ne de yüreðe sesleniyor," dedi. Gordon "Oh! bunlar yalnýzca dize," deyince Safd
il "O zaman niye yazýyor?" dedi.
Safdil oyunu büyük bir dikkatle ve yalnýzca zevk alabilmek için okudu; bitirdiði
nde kuru ve þaþkýn gözlerle dostuna bakýyor, söyleyecek söz bulamýyordu. Sonunda
duygularýný þöyle açýkladý: "Oyunun baþýndan bir þey anlamadým; ortasý berbat;
son sahne beni duygulandýrdý, ama pek gerçeðe benzemiyor. Kiþilerin hiçbirine ya
kýnlýk duymadým ve, belleðim güçlü olduðu halde, yirmi dize bile belleðimde kalm
adý."
Gordon "Ama bu oyun en büyük yapýtýmýz olarak tanýnýyor," diye karþý çýktý. Safd
il "O zaman bu yapýt, bulunduklarý konumlarý hak etmeyen bir çok insan gibi görü
nüyor. Aslýnda burada bir beðeni söz konusu: belki de benim beðenim tam geliþmem
iþ ve yanýlýyor olabilirim. Ancak, duyumsadýðýmý ve düþündüðümü açýkça söylediði
mi biliyorsunuz. Ýnsanlarýn yargýlarýnda çoðu kez düþlem, moda ve kaprislerin et
kisi olduðundan kuþkulanýyorum. Ben doðal olaný söylüyorum; belki doðanýn bendek
i geliþimi tamam deðil, belki de insanlar doðayý pek sorgulamýyor." Bunun üzerin
e Iphigenie'den ezberlediði dizeleri okudu; sesi acemiceydi ama yaþlý Jansenciyi
aðlattý. Sonra Cinna'dan dizeler okudu; Gordon bu kez aðlamadý, ama güzelliðine
hayran kaldý.
13.
GÜZEL SAÝNT-YVES VERSAILLES'A GÝDÝYOR
14.
SAFDÝL'ÝN KAFACA GELÝÞMESÝ
15.
GÜZEL SAÝNT-YVES UYGUNSUZ ÖNERÝLERE
DÝRENÝYOR
Güzel Saint-Yves, yanýnda kaldýðý evin hanýmýyla birlikte yüzlerini örterek Bay
de Saint-Poulange'ý görmeye gitti. Kapýya vardýðýnda ilk gördüðü kiþi, evden ayr
ýlmakta olan kardeþi Rahip de Saint-Yves oldu. Önce ürküye kapýldý ama arkadaþý
onu avuttu: "Size karþý olanlar daha önce geldiði için, özellikle siz de konuþma
lýsýnýz. Bu ülkede suçlayanlara hemen karþý çýkýlmadýðý için her zaman haklý olu
yorlar. Üstelik, bildiðim kadarýyla, sizin yüzünüz kardeþinizin sözlerinden daha
etkili olacaktýr."
Bu sözlerden cesaret alan Saint-Yves huzura çýktý. Gençliði, alýmý, yaþlý gözler
i odadakilerin tüm dikkatini toplamaya yetti. Bakan yardýmcýsýnýn dalkavuklarý b
ir an için efendilerini unutup güzelliði seyretmeye koyuldular. Saint-Poulange o
nu bir odaya aldý. Genç kýz bütün içtenliðiyle ve inceliðiyle sorununu anlattý.
Saint-Poulange etkilenmiþti. Titreyen genç kadýný avuttu: "Akþama yine gelin gör
üþelim; buradaki kalabalýk içinde sorunlarý aceleye getiriyoruz, oysa sizin soru
nunuz derin bir inceleme gerektiriyor," dedi. Sonra genç kadýnýn güzelliðine ve
soylu duygularýna övgüler yaðdýrýp akþam beþte gelmesini tembih etti.
Genç kýz akþam yine oradaydý; ev sahibesi de onunla gelmiþti, ama o salonda kalý
p Hýristiyan Eðitimi adlý kitabý okudu; Saint-Poulange genç kýzý özel odasýna al
dý. Önce ona "Biliyor musunuz, matmazel," dedi, "Kardeþiniz benden sizi hapse at
týrmak için bir belge istedi? Doðrusu, onun Aþaðý Brötanya'ya postalanmasý için
bir belge hazýrlasam daha iyi olurdu." Saint-Yves içini çekti: "Ah! Bayým, ben k
ardeþim için böyle bir þey isteyemem. Yakýndýðým yanlarý var, ama insanlarýn özg
ürlüklerine saygý duyarým. Sizden kasabamýzý kurtaran, kralýmýza iyi hizmet edeb
ilecek olan ve görev baþýnda ölen bir subayýn oðlunun, iyi bir insanýn özgürlüðü
nü geri vermenizi rica ediyorum. Onu neyle suçladýklarýný bilmiyoruz; bir insaný
dinlemeden nasýl tutuklayabilirler?"
Bunun üzerine bakan yardýmcýsý ona cizvit casusun ve iki yüzlü yargýcýn mektupla
rýný gösterdi. Güzel kýz haykýrdý: "Nasýl? Dünyada böyle alçak insanlar olabilir
mi? Bu kötü adam beni oðluyla evlenmeye zorlamak için bunu yaptý. Böyle insanla
rýn görüþleri alýnarak mý yurttaþlarýn yazgýsýyla oynanýyor?" Genç kýz bakan yar
dýmcýsýnýn ayaklarýna kapandý ve hýçkýrarak sevdiði adamýn özgürlüðünü istedi. O
kadar iþtah açýcýydý ki bakan yardýmcýsý ona, sevgilisine sakladýðý hazinelerde
n kendisine de biraz tattýrabilirse baþarýlý olacaðýný ima etti. Genç kýz þaþkýn
lýk içinde duymamýþ gibi yaptý. Ama bakan yardýmcýsý önerisini daha açýk sözlerl
e yineledi. Böylece, her defasýnda genç kýzýn kabul etmediðini gören adam, yalný
zca tutukluluðu kaldýrmayý deðil, armaðanlar, evler, arabalar vermeyi öneriyordu
. Genç kýz bunlarý geri çevirdikçe Saint-Poulange'ýn iþtahý daha da artýyordu.
Güzel Saint-Yves divan üzerinde yarý baygýn, þaþkýn ve duyduðuna inanamayarak að
lýyordu. Bu kez Saint-Poulange onun ayaklarýna sarýldý. Aslýnda çoðu genç kýzýn
geri çeviremeyeceði yakýþýklý bir adamdý. Ancak Saint-Yves Safdil'i seviyordu ve
onu kurtarmak için de olsa sevgilisini aldatmanýn günah olduðuna inanýyordu. Sa
int-Poulange'ýn yalvarmalarý ve ödülleri iki katýna çýkmýþtý. Sonunda, aklý baþý
ndan gidip sevdiði adamý kurtarmanýn tek yolunun bu olduðunu bildirdi. Bu tuhaf
görüþmenin uzadýðýný gören ev sahibesi Hýristiyan Eðitimi kitabýndan baþýný kald
ýrýp söylendi: "Tanrým! iki saattir içerde ne yapýyorlar? Bay Saint-Poulange'ýn
hiç bu kadar uzun görüþme yaptýðýný görmedim. Herhalde genç kýzýn istediði zor b
ir þey ki hâlâ yalvarýyor olmalý."
Sonunda arkadaþý özel odadan çýktýðýnda sersem gibiydi, hiçbir þey konuþamadý. Ý
nsanlarýn özgürlüðü ve kadýnlarýn namusuyla bu kadar rahatça oynayabilen devlet
büyükleri ve yarý büyükleri üzerine derin düþünceler içinde eve döndü.
Arkadaþýnýn evine geldiðinde dayanamayýp her þeyi ona anlattý. Dindar ev sahibes
i istavrozlar çýkarýp onu avuttu: "Sevgili arkadaþým, yarýn Peder Tout-à-Tous il
e görüþelim; o Bay Saint-Poulange'ý yakýndan tanýr; evindeki tüm hizmetçilerin d
in öðretmenidir. Peder iyi bir insandýr ve birçok hanýma yardým etmiþtir. Benim
gibi siz de onu sýrdaþ kabul edin; ben hiç piþman olmadým. Biz zavallý kadýnlar,
hep bir erkeðin yol göstermesine gerek duyarýz." Saint-Yves ertesi gün Peder To
ut-à-Tous'u görmeyi kabul etti.
16.
GÜZEL KIZIN CÝZVÝTLE GÖRÜÞMESÝ
17.
GÜZEL KIZIN ERDEMLÝ DÜÞÜÞÜ
18.
GENÇ KIZ SAFDÝL'Ý VE JANSENCÝYÝ
KURTARIYOR
Gün aðarýnca genç kýz elindeki belgelerle Paris'e koþtu. Bu yolculuk sýrasýnda y
üreðinden geçenleri anlatabilmek zordur. Soylu ve erdemli bir yürek düþünün, bir
yandan sevgilisine özgürlüðünü verebilme umudu, diðer yandan onu aldatmýþ olman
ýn suçluluðu; bu iki duygu arasýnda parçalanmak üzereydi. O artýk, aklý taþra eð
itimiyle daraltýlmýþ bir kýz deðildi. Sevgilisinin akýl yoluyla erdiði olgunluða
o aþk ve yýkýmlarla ulaþmýþtý. Kadýnlar erkeklerin düþünmeyi öðrenmesinden çok
daha kolay duygularý öðrenirler. Bu yaþadýklarý dört yýllýk bir manastýr eðitimi
nden daha öðreticiydi.
Çok sade giysiler içindeydi; bakan yardýmcýsýnýn karþýsýna çýktýðý o süslü giysi
lerden nefret ediyordu; elmas küpeleri ev sahibine býrakmýþtý. Böylece, hem Safd
il'i özlemiþ olarak ve hem de kendinden nefret ederek, karmaþýk duygularla tutuk
evinin kapýsýna geldi.
Arabadan inerken gücü yetmeyip sendeleyince ona yardým ettiler; gözleri yaþlý ve
yüreði çarparak içeri girdi. Onu müdürün karþýsýna çýkardýlar; konuþmak istedi
ama sesi çýkmadý ve belgeleri gösterdi. Müdür Safdil'i çok sevmiþti, onun salýve
rilmesine sevindi. Baþkalarýnýn talihsizliðinden yararlanmak veya onlarýn gözyaþ
larýndan zevk almaktan hoþlanan diðer birçok meslektaþý gibi yüreði taþlaþmamýþt
ý.
Müdür tutukluyu odasýna getirtti. Ýki sevgili birbirini görünce bayýldýlar. Güze
l Saint-Yves uzun süre kýmýltýsýz ve ölü gibi kaldý. Müdür Safdil'e "Bu haným eþ
iniz olmalý," dedi, "Bana evli olduðunuzu söylememiþtiniz; duyduðuma göre, özgür
lüðünüzü onun çabalarýna borçluymuþsunuz." Saint-Yves "Ah! Onun eþi olmaya layýk
deðilim," diyerek yine bayýldý.
Ayýldýðýnda Safdil'e bu kez bölük komutanlýðýna atanma buyruðunu gösterdi. Safdi
l mutlu bir düþten uyanýr gibi soruyordu: "Niçin buraya kapatýlmýþtým? Beni nasý
l kurtardýnýz? Siz göklerden inen bir melek gibi yardýmýma koþtunuz."
Güzel Saint-Yves bakýþlarýný eðiyor, sevgilisine baktýkça kýzarýyor ve gözleri y
aþarýyordu. Sonunda Safdil'e, ömür boyu kimseye söyleyemeyeceði ama Safdil dýþýn
da herkesin kestirebileceði o ayrýntý dýþýnda, tüm bildiklerini anlattý.
Safdil öfkeyle söyleniyordu: "Bu sefil kasaba yargýcý benim özgürlüðüme nasýl ka
stedebilir? Ah! Görüyorum ki bazý insanlar en yýrtýcý hayvanlardan daha kötü ola
biliyorlar. Ama kralýn özel rahibi bir cizvitin de bu sahteciliðe karýþmasý ne k
adar kötü. Peki siz benim gibi bir yabancýyý nasýl unutmadýnýz? Yol yordam bilme
den, kimseden yardým görmeden Versailles'a nasýl gelebildiniz ve zincirlerimi ký
rdýnýz? Demek ki güzellik ve iffetin demir kapýlarý kýrabilen ve tunç yürekleri
yumuþatan tanrýsal bir gücü varmýþ!"
Bu iffet sözcüðü üzerine Saint-Yves aðlamaya baþladý. Oysa kendini suçladýðý o g
ünahýn içinde bile ne kadar iffetli olduðunu bilmiyordu.
Sevgilisi þöyle sürdürdü: "Baðlarýmý koparan melek, eðer biraz daha adalet getir
ecek gücünüz varsa, sizin bana sevmeyi öðrettiðiniz gibi bana düþünmeyi öðreten
yaþlý bir adamý da kurtarabilir misiniz? Yazgý beni bu adama baðladý; onu babam
gibi seviyorum, siz ve o olmadan yaþayamam."
Saint-Yves þaþýrdý: "Yani ben yine bakan yardýmcýsýna ...!" Safdil "Evet, her þe
yimi size borçlu olmak istiyorum. Bu yetkiliye yine yazýn ve baþladýðýnýz iyilik
leri tamamlayýn." Genç kýz onun isteðini yapmasý gerektiðini duyumsuyordu. Yazma
k için kalemi aldýðýnda eline egemen olamadý. Üç kez yazmayý denedi, üçünü de yý
rttý. Sonunda bir mektup yazdý ve iki sevgili, tanrýsal lütfun kurbaný yaþlý jan
senciyi kucaklayýp ayrýldýlar.
Mutlu ve üzgün Saint-Yves kardeþi rahibin kaldýðý oteli biliyordu. Ayný yere gid
ip bir oda tuttular.
Henüz yerleþmiþlerdi ki bakan yardýmcýsýndan bir haberci geldi. Yaþlý Gordon'un
salýverme kararýný gönderen Saint-Poulange genç kýza ertesi akþam için randevu v
eriyordu. Böylece, yaptýðý her iyilik sonunda biraz daha kirleniyordu. Genç kýz
insanlarýn yýkýmlarý üzerine yapýlan bu ticaretten iðreniyordu. Salýverme kararý
ný Safdil'e verdi ve bakan yardýmcýsýnýn randevu önerisini geri çevirdi. Safdil
ancak arkadaþýný kurtarmak üzere sevgilisinin yanýndan ayrýlabildi. Koþarak tutu
kevine giderken bir yandan da dünya iþlerinin nasýl döndüðünü düþünüyor ve iki k
iþiyi kurtaran bu kýzýn cesaretine hayranlýk duyuyordu.
19.
SAFDÝL, GÜZEL SAÝNT-YVES VE AKRABALARI BÝR ARAYA GELÝYOR
20.
GÜZEL SAÝNT-YVES'ÝN ÖLÜMÜ VE SONUÇ
Ýkinci bir doktor çaðýrdýlar. Bu gelen de genç bir bedende doðayý özleyen tüm or
ganlara yardýmcý olmak yerine meslektaþýna karþý çýkmaktan baþka bir þey yapmadý
. Hastalýk iki gün sonra ölümcül bir duruma gelmiþti. Duygularýn beþiði denen yü
rekten sonra, düþüncenin beþiði denen beyin de hastalanmýþtý.
Hangi anlaþýlmaz mekanizma duygu ve düþüncelerle organlar arasýnda bir ilinti ku
rabiliyor? Bazen acý bir düþünce kan dolaþýmýný nasýl deðiþtirebiliyor ve bu dol
aþým bozukluðu da düþünceyi etkileyebiliyor? Varlýðýndan kuþku duyulmayan bu bil
inmez akýþkan bir an içinde tüm yaþam kanallarýna nasýl girip duygularý, belleði
, üzüntü ve neþeyi oluþturabiliyor? Unutulmak istenen bir dehþet anýný anýmsatab
iliyor, bir hayvaný, düþünen veya sevilen biri yapabiliyor?
Bunlar Gordon'un aklýndan geçen düþüncelerdi; insanýn pek ender aklýna gelen bu
düþünceler onun duyarlýlýðýný azaltmýyordu, çünkü o, duygusuz olmakla övünen fil
ozoflardan deðildi. Bu genç kýzýn durumu, sevdiði çocuðunun ölümünü gören bir ba
ba gibi onu üzüyordu.
Rahip de Saint-Yves ve Safdil'in amcasýyla halasý umutsuzca gözyaþlarý döküyorla
rdý. Fakat Safdil'in soylu yüreðinin üzüntüsünü anlatacak sözcükler hiçbir dilde
bulunamaz.
Halasý ölmek üzere olan kýzýn baþýný zayýf kollarýnýn arasýna almýþ, kardeþi yat
aðýn kýyýsýna diz çökmüþtü. Safdil onun ellerini avuçlarý içinde tutuyor ve gözy
aþlarýyla ýslatýyordu. Ona kurtarýcým, umudum ve eþim diyordu. Bu eþ sözcüðünü i
þiten genç kýz içini çekti, ona sevgiyle baktý ve sonra dehþetli bir çýðlýk attý
: "Ben, sizin eþiniz! Ah, sevgilim, ben bu sözcüðe layýk deðilim. Ölmeyi hak edi
yorum; cehennem þeytanlarýna sizi kurban ettiðim için Tanrý beni cezalandýrýyor.
Beni düþünmeyin, siz mutlu yaþayýn." Bu sevgi dolu ve korkunç sözler anlaþýlamý
yor, ama tüm yüreklerde derin etki býrakýyordu. Genç kýz sözlerini açýklama cesa
reti buldu. Her sözcüðü baþucundakileri þaþkýnlýk, üzüntü ve acýma içinde býrakt
ý. Bir haksýzlýðý düzeltmek için böyle aþaðýlýk bir yola baþvuran ve bu günahsýz
kýzý kullanan o güçlü adama hepsi ilenç yaðdýrdýlar.
Genç adam sevgilisine "Siz suçlu deðilsiniz; suç yüreðimizde olur, oysa sizin yü
reðiniz sevgi ve iffetle dolu," dedi. Bu sözlerindeki içtenlik genç kýzý yaþama
döndürür gibi oldu. Biraz avuntu bulurken hâlâ sevilmesine þaþýrdý. Yaþlý Gordon
jansencilik günlerinde onu kusurlu bulurdu, ama þimdi ona saygý duyuyor ve aðlý
yordu.
Bu gözyaþlarý ve üzüntü arasýnda, genç kýzýn içinde bulunduðu tehlike tüm yürekl
eri doldururken bir saray habercisi çýkageldi. Kralýn özel rahibi Peder La Chais
e'den Montagne Manastýrý rahibine haber getirmiþti. Mektup Peder La Chaise'in ya
zmaný ve uþaðý Valbled kardeþten geliyordu ve yaþlý rahibe randevu vererek görüþ
mek istiyordu. Mektupta yazýldýðýna göre Sayýn Peder La Chaise rahibin yeðeninin
baþýna gelenleri haber almýþtý; hapse atýlmasý büyük bir yanlýþlýktý ve böyle þ
eyler bazen olabiliyordu, önem verilmemesi gerekiyordu. Rahip ertesi gün yeðenin
i ve onun arkadaþý Gordon'u getirirse Valbled kardeþ onlarý huzura kabul ettirec
ek, daha sonra da Mons de Louvois ile görüþtürecekti.
Mektupta ayrýca kralýn, Safdil'in Ýngilizlere karþý gösterdiði yiðitlikten haber
dar edildiði ve kralýn yarýn koridordan geçerken onu ödüllendireceði ve belki de
ona göz ucuyla bakacaðý yazýlýydý. Bunun dýþýnda saray hanýmlarýnýn yeðenini öz
el odalarýna çaðýrýp "Hoþgeldiniz Bay Safdil" diyecekleri, o akþamki saray þölen
inde kesinlikle ondan söz edileceði yazýlmýþtý.
Rahip de Kerkabon mektubu yüksek sesle okumuþtu; Safdil öfkelendi, fakat haberci
ye bir þey demedi. Sonra kader arkadaþý Gordon'a dönüp buna ne diyeceðini sordu.
Gordon þöyle yanýtladý: "Ýþte sarayda insanlara böyle maymun gibi davranýrlar.
Onlarý döver, sonra dans ettirirler." Bunun üzerine Safdil mektubu alýp yýrttý v
e haberciye "Ýþte yanýtýmý aldýnýz," diyerek önüne attý. Amcasý telaþlandý, sürg
üne gönderileceðinden korkarak hemen bir mektup yazýp özür diledi.
Bu arada güzel ve talihsiz Saint-Yves aðýrlaþýyor, sonunun geldiðini anlýyordu.
Artýk dayanma gücü kalmayanlarýn dinginliði içindeydi. Safdil'e "Ah! sevgilim,"
dedi, "Yaptýðým yanlýþlýðý yaþamýmla ödüyorum; ancak sizin özgür olacaðýnýzý bil
mek beni avutuyor. Sizi aldatýrken seviyordum, ölürken de seviyorum."
Genç kýz baþkalarýna "cesaretle öldü" dedirtmek gibi boþ bir hevesle metin olmay
a çalýþmýyordu. Kim yirmi yaþýnda sevgilisini, yaþamýný ve iffet denen gururunu
yitirirken metin olabilir? Zaten durumunun acýlýðýný kendi söylemese de bakýþlar
ý anlatýyor, aðlayabildiði kadar aðlýyordu.
Bazýlarý ölümü metin karþýlayanlarý niçin bu kadar överler? Bu, hayvanlarýn yazg
ýsýdýr. Bizler ancak yaþlýlýk ve hastalýk sonucu kaçýnýlmaz olan ölümü böyle kar
þýlayabiliriz. Büyük bir kaybýn acýsý elbette olur; bunu bastýrmaya çalýþan her
kimse ölümün kollarýnda bile büyüklenmeyi sürdürmektedir.
Sonunda genç kýz son soluðunu verdi; baþucundakiler gözyaþlarý ve hýçkýrýklara b
oðuldular. Safdil tüm duyularýný yitirdi. Özyapýsý güçlü kiþilerin duygularý dah
a þiddetli olur. Ýyi yürekli Gordon onu iyi tanýdýðý için, kendine geldiðinde ca
nýna kýymasýndan korkuyordu. Ortalýktaki tüm silahlarý kaldýrdýlar. Genç adam ay
ýldýðýnda bunu fark etti; aðlamadan onlara "Yeryüzünde benim yaþamýma son vermem
i engellemeye kimin hakký ve gücü olabilir?" diye sordu. Gordon ona, özgürlüðümü
zü yaþamýmýza son vermekte kullanmamýzýn doðru olmadýðý, bu dünyada nöbet baþýnd
aki asker gibi olduðumuz üzerine bilinen beylik laflarý etmedi. Sanki Tanrý için
bir miktar maddenin orada deðil de burada toplanmýþ olmasýnýn önemi var mýydý?
Caton'un bir hançer darbesiyle yanýtladýðý bu tür temelsiz düþüncelere yer yoktu
.
Safdil'in fýrtýnalara gebe sessizliði, gözlerindeki duraðan bakýþlar ve dudaklar
ýnýn titreyiþi odadakileri hem acýndýrýyor, hem de dehþet içinde býrakýyordu. He
rkes gözücuyla onu kolluyor, yalnýz kalmamasýna dikkat ediyorlardý. Bu arada ote
lci ve eþi geldiler; güzel Saint-Yves'in soðumaya baþlayan cesedi sevgilisinin g
özlerinden uzakta baþka bir yere götürüldü.
Onlara otelin kapýsýnda dualar okuyan iki papaz da katýlmýþtý. Yakýnlarýnýn aðla
þtýðý, sevgilisinin canýna kýymaya hazýrlandýðý bu ortamda birden Saint-Poulange
ve Saint-Yves'in ev sahibesi geldiler.
Saint-Poulange'ýn bir kez tattýðý mutluluk onun hevesini geçirmemiþ, genç kýza d
aha da baðlanmýþtý. Geri çevrilmiþ olmak onu kýþkýrtmýþtý. Peder La Chaise böyle
bir yere gelmeyi düþünmezdi, ama bütün gün güzel kýzýn hayali gözlerinin önünde
n gitmeyen Saint-Poulange, kendi gelse iki kezden fazla görmek istemiyeceði bu k
ýzýn evine koþmuþtu.
Bakan yardýmcýsý arabadan indiðinde ilk gördüðü þey bir tabut oldu. Zevk içinde
yaþamaya alýþmýþ kimselerin insan acýlarýna gösterdiði duyarsýzlýkla yüzünü çevi
rip yukarý çýkmak istedi. Versailleslý kadýn ölenin kim olduðunu merak edip sord
u. Saint-Yves'in adýný duyunca kadýnýn gözleri büyüdü ve bir çýðlýk attý. Bunu d
uyan Saint-Poulange yüzünde þaþkýnlýk ve acýyla geri döndü. Ýyi yürekli Gordon d
a orada gözleri yaþlý duruyordu. Dualarýný kesip bu saray adamýna olanlarý anlat
tý. Saint-Poulange kötü doðmuþ biri deðildi, ama devlet hizmeti ve saray yaþamý
onun ruhunu þaþýrtmýþtý. Yaþlandýkça yüreði taþlaþan bakanlardan deðildi. Bakýþl
arýný eðerek yaþlý adamý dinliyor, gözlerinden yaþlar süzülüyordu. Aðladýðýna ke
ndi de þaþýyor, ömründe ilk kez piþmanlýk duyuyordu.
Gordon'a döndü: "Bana sözünü ettiðiniz bu olaðanüstü genci tanýmak istiyorum. Öl
ümüne neden olduðum bu talihsiz kýz kadar bu gencin yazgýsý da beni etkiliyor."
Gordon onu odaya çýkarýp yakýnlarýnýn çevresini sardýðý genç adamýn önüne getird
i.
Bakan yardýmcýsý Safdil'e "Sizin yaþamýnýzý kararttým, kalan ömrümü onu onarmaya
harcayacaðým," dedi. Safdil'in ilk düþüncesi bu adamý oracýkta öldürmek ve sonr
a da kendini öldürmek oldu. Ancak hiçbir silahý yoktu ve çevresi sarýlýydý. Odad
akiler tüm nefretlerini ve aþaðýlamalarýný Saint-Poulange'a kusarken o hiçbir þe
y söylemeden dinledi. Sonunda zaman her þeyi yumuþattý. Safdil Mons de Louvois'n
ýn ordularýnda baþka bir ad altýnda iyi bir asker olup çýktý. Buyruðundaki asker
ler bu hem filozof, hem yiðit komutaný benimsediler.
O bazen bu serüvenden söz ederken duygularýna egemen olamayýp aðlýyordu. Yaþamýn
ýn sonuna kadar güzel Saint-Yves'in anýsýna baðlý kaldý. Rahip de Saint-Yves ve
de Kerkabon yeni birer göreve atandýlar. Halasý yeðeninin askerliðe, din adamlýð
ýndan daha çok yakýþtýðýný söylüyordu. Versailleslý kadýn elmas küpeleri kendi t
aktý. Peder Tout-á-Tous çikolata, kahve, þeker ve deri ciltli Saygýdeðer Peder C
roiset'nin düþünceleri adlý kitap gibi birçok armaðana kavuþtu. Ýyi yürekli Gord
on ömrünün kalan kýsmýný Safdil'le geçirdi; tanrýsal lütfu bir daha aðzýna almad
ý. Yaþam felsefesi olarak, kötülük de bir iyiliðe yol açabilir özdeyiþini seçti.
Kimbilir ne kadar dürüst insan bunun tersini düþünmüþtür: kötülükten iyilik çýk
maz!