Professional Documents
Culture Documents
Kent ve Medeniyet
İstanbul / 2009
T.C. Marmara Belediyeler Birliği Yayını: 2009/01
Kitabın Adı
İstanbul, Kent ve Medeniyet
Editörler
Recep Bozlağan
Nail Yılmaz
Aynur Can
Yayın Editörü
İstanbul
Esranur Bayrak
Kent ve Medeniyet
2009, Marmara Belediyeler Birliği,
Tüm yayın hakları Marmara Belediyeler Birliği’ne aittir. Kaynak
gösterilerek alıntı yapılabilir; izinsiz çoğaltılamaz, basılamaz.
ISBN : 978-605-89021-0-7
Sertifika No: 15668
Merhaba,
İçindekiler
Asırlar boyunca medeniyetlerin
kaynaştığı bir mekân olan Marmara
Bölgesi, bünyesinde İstanbul, Bursa ve Önsöz / 6
Edirne gibi, tarihe yön vermiş şehirleri Giriş / 7
barındırmaktadır. Recep Bozlağan, Nail Yılmaz, Aynur Can
Şehircilik ve yerel hizmetler konusunda, bütün dünyaya
yüzyıllarca model oluşturmuş olan Türkiye şehirleri, son dönem- İstanbul’un Şehircilik Tarihine Bilimsel Bir Bakış / 21
lerde yapılan devrim niteliğindeki çalışmalar ile, büyük başarılara Semavi Eyice
imza atmaktadır. Her biri binlerce yıllık tarihi ve kültürel
Osmanlı Yönetim Sisteminde Topkapı Sarayı’nın Rolü / 63
geçmişe ve eşsiz doğal güzelliklere sahip olan şehirlerimizin,
İlber Ortaylı
ayrıntılı bir şekilde etüt edilmesi, biz yerel yöneticilerin en
öncelikli sorumluluklarındandır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İstanbul’da Belediye
Bu bilinçle, şehirlerimizi konu edinen kapsamlı bir Yönetiminin Gelişimi / 71
çalışma başlatmış bulunmaktayız. İlki, İstanbul üzerine olan Bilal Eryılmaz
bu çalışmada, şehrin çeşitli yanları, alanında uzman bilim Kent Yönetimine Stratejik Bir Yaklaşım / 87
insanlarınca ele alınmıştır. İstanbul konulu çalışmamız, tem- Ömer Dinçer
atik bir yaklaşımla sürdürülecek ve şehrin sosyal, kültürel,
ekonomik, tarihi, idarî ve benzeri yanları, bilimsel seminerlerde Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler / 101
işlenerek kitaplaştırılacaktır. Elinizdeki kitap, bu çalışmanın ilk Zeynep Tarım Ertuğ
adımını oluşturmaktadır. “Kent ve medeniyet” vurgusu taşıyan İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm / 123
bu eser, İstanbul’a bir girizgah niteliğindedir. Aydın Uğur
Bundan sonraki süreçte başta Bursa ve Edirne olmak
Tarihi Süreçte Göç ve İstanbul / 145
üzere, bölgemizdeki diğer şehirleri de benzer bir yaklaşımla
Ahmet İçduygu
kitaplaştıracağız.
Bu vesileyle eserin, İstanbul üzerine çalışan herkese katkı Medeniyet Bilinci ve İstanbul / 161
sağlayacağı inancıyla, hepinizi Birliğimiz adına saygıyla Kenan Gürsoy
selamlıyor, mutluluklar ve başarılar diliyorum. Tarih ve Medeniyet Perspektifinden İstanbul Estetiği / 175
Sadettin Ökten
Recep ALTEPE
Birlik Başkanı
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı
ÖNSÖZ GİRİŞ
Dünyanın kadim kentlerinden biri olan İstanbul, sahibi Recep Bozlağan*, Nail Yılmaz**, Aynur Can**
olduğu tarihi ve kültürel mirasın yanında bulunduğu coğrafyanın
konumuna binaen sürekli önemsenmiş ve önemsenmeye devam İnsanlığın ilk dönemlerinden itibaren, yerleşime açık olduğu
edilmektedir. İşte bu nedenledir ki dünya şehirleri arasında çoğu düşünülen ancak şehir olarak ilk defa ne zaman kurulduğu
bakımdan oldukça özgün bir yerde duran İstanbul, araştırılmayı konusunda çeşitli iddiaların ileri sürüldüğü İstanbul’un
ve tartışılmayı sonuna kadar hak etmektedir. bugünkü temellerinin M.Ö. 7. yüzyıl’da atıldığı bilinmektedir.
M.S. 4. yüzyıl’da Roma İmparatoru Konstantinus tarafından
İstanbul, Kent ve Medeniyet isimli çalışma, Marmara Beledi-
yeniden inşa edilip, başkent yapılmış olan şehir; o günden
yeler Birliği’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen bir dizi seminer
sonra yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı
programının edisyonu ile ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Mar- dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür.
mara Belediyeler Birliği’nin kurumsal desteği olmasaydı böyle
Uzun dönem, Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden
bir çalışmanın ortaya çıkması da mümkün olamazdı. Bu vesi- biri olarak varlığını sürdüren İstanbul, 1453’te Osmanlılar
leyle kurumsal desteği, çalışmanın editörlerine sonuna kadar tarafından fethedilmesiyle birlikte, Müslümanlar için
sağlayan Marmara Belediyeler Birliği yöneticilerine teşekkür de önemli merkezlerden biri haline gelmiştir. Osmanlı
borçluyuz. İmparatorluğu’nun başkenti olarak, iktisadi, kültürel ve siyasi
Ancak kurumsal desteğin yanında seminer programlarının bakımlardan dünyanın en önemli şehirlerinden olan İstanbul,
duyurulmasından, salonların düzenlenmesine; seminer Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte başkent olma özelliğini
hocalarının ulaşımının sağlanmasından, dinleyici kitlesinin yitirmiş olsa da çoğu bakımdan dünyanın sayılı kentlerinden
ağırlanmasına; ses kayıtlarının yapılmasından, söz konusu biri olma özelliğini sürekli muhafaza etmiştir.
kayıtların çözümlenmesine kadar geçen süreçte bir çok kişinin Öte yandan üç büyük imparatorluğa başkentlik yapan
özel katkısı olmuştur. Katkılarından dolayı başta Talha Arvas, İstanbul, bu süreç içerisinde, başta Hıristiyanlar ve
İskender Güneş ve Mustafa Özkul olmak üzere emeği geçen Müslümanlar olmak üzere çok farklı inanç ve kültürlerden
bütün kurum çalışanlarına teşekkür ederiz. grupların barış içerisinde yaşadığı, kendine has özgün bir kent
haline gelmiştir. Bu özgünlük, günümüzde iletişim ve ulaşım
Editörler imkanlarının artmasıyla beraber daha da çeşitlenmiştir. Zira
Eminönü, 2009 İstanbul’da Doğu’dan Batı’ya, Güney’den Kuzey’e her türlü
*
Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, İstanbul Araştırmaları Bilim Dalı Başkanı.
**
Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, İstanbul Araştırmaları Bilim Dalı Öğretim Üyesi.
kültür ve etnik gruptan insana rastlamak mümkündür. Bu dışında ikinci bir merkez olarak İstanbul’un tercih edilmesiyle
nedenledir ki çoğu bakımdan cazibe merkezi haline gelen ve birlikte kazanmıştır. Yeniden imar edilen şehirde Bizans’ın en
bir dünya metropolü olarak kabul gören İstanbul’un çok yönlü iyi eserlerini verdiğini vurgulayan Eyice’ye göre İstanbul, bu
araştırma ve incelemelerin odağında olması gerekmektedir. dönemde batıdan gelen yabancıların hayranlıklarını çekecek
İşte bu düşünceden hareketle bir dizi seminer programı kadar muhteşem bir yer haline dönüşmüştür. Ancak Bizans’ın
gerçekleştirilmiştir. Daha ziyade konuya ilgi duyan belediye son yüzyıllarında halkı son derecede azalan şehir, zamanla
çalışanları, lisans ve lisanüstü öğrenciler ile akademik harap bir hale gelmiştir.
çevrelerin dinleyici olarak katıldığı ve “İstanbul Dersleri” adı İstanbul’un yeniden canlanması, Fatih Sultan Mehmed’in
altında gerçekleştirilen seminerler, çalışmanın özünü teşkil 1453’te İstanbul’u fethinden sonra, Osmanlı Türk
etmektedir. medeniyetinin baş şehri ve medeniyet merkezi olmasıyla
Planlanması, organize edilmesi ve edisyonu yaklaşık iki yıllık gerçekleşmiştir. Eyice’ye göre Osmanlı-Türk mimarisinin
bir zaman dilimini kapsayan çalışma, yoğun emek gerektiren bir gelişme safhalarının bütün ayrıntılarını görebileceğimiz
sürecin ürünü olarak hazırlanmıştır. Çalışma içerisinde yer alan İstanbul, Osmanlı-Türk mimarisinin zirveye çıktığı döneme
metinlerin sıralanışı konusunda seminerlerin gerçekleştirildiği
de ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı devri Türk sanatında klasik
tarihlerden çok metinlerin birbiri ile olan ilişkisi esas alınmıştır.
dönem olarak isimlendirilen bu döneme (16. yüzyıl) damgasını
Böylece konular arasında bir bütünlük oluşturulmaya
vuran Mimar Sinan olmuştur. 17. yüzyıl’da Sinan’ın etkisinde
çalışılmıştır. Bu çabanın okuyucunun gözünde ve eleştirel
kalan Osmanlı-Türk mimarisi sonraları Batı tesirli bir sanatın
düşüncelerinde karşılık kazanacağı ve özgünlükten pay alacağı
etkisine girmiştir. Ancak bu dönemde de Osmanlı-Türk sanatı
ümit edilmektedir. Sözü edilen sistematiğe göre metinlerden
ilki İstanbul’un şehircilik tarihi ile alakalıdır. Prof. Dr. Semavi esas özünü henüz kaybetmemiştir. Asıl değişim 18. yüzyıl’da
Eyice tarafından sunulan seminerde, İstanbul’un geçmişten Barok mimari ile beraber başlamıştır. Balyan Ailesinin mimariye
günümüze kadar olan süreçteki serüveni anlatılmaktadır. hâkim olması ile Osmanlı-Türk mimarisini etkisi altına alan bu
Tarih öncesi çağın insanlarının İstanbul’da tam olarak akım, 19. yüzyıl’ın başlarına kadar devam etmiştir. 19. yüzyıl
nerelerde yaşadıklarını ispat edebilecek durumda olmadığımızı boyunca Neoklasik akımın etkisi altındaki yabancı mimarların
belirten, bu nedenle de İstanbul’un kuruluş tarihinin tam olarak elinde şekillenen mimari, 19. yüzyıl sonlarına doğru Türk
bilinmediğinin altını çizen Eyice, yeryüzünde bu kadar avantajlı mimarların yetişmesi ile son bulmuştur. Bu dönemde yetişen
bir yerin baştan itibaren insansız olarak kalmış olabileceğinin Türk mimarların başında Mimar Kemalettin Bey gelmektedir.
sözkonusu olamayacağını ifade etmiştir. İstanbul’un ilk Kemalettin Bey’in tamamen eski Türk mimarisinden ilham
yerleşim yerinin en avantajlı yer olması bakımından Alibey alarak geliştirdiği yeni Türk mimarisi, Cumhuriyet devri
deresi ile Kağıthane deresinin arasındaki üçgen şeklindeki mimarisini de etkileyerek sonraki yıllarda da devam ettirilmiştir.
çıkıntı olması gerektiğini iddia eden Eyice, şehrin imar edildiği Fakat daha sonraları modern mimari diye ortaya çıkan akım,
yerin ise Sarayburnu havalisinde olduğunu belirtmiştir. Fakat şehrin heteroklit, yani belirli bir sistemi, belirli bir havası
şehir, gerçek değerine Konstantinus’un başa geçmesi ve Roma olmayan bir karakterine bürünmesine neden olmuştur.
İlber Ortaylı*5
Giriş
Divan-ı Hümayun
Bilal Eryılmaz*6
Giriş
Ömer Dinçer*7
Yeteri kadar ileriye
bakmayanların önlerinde
hep sorunlar vardır.
___
Konfüçyüs
Giriş
Sonuç
Osmanlı İstanbul’unda
Gündelik Hayata Dair İzlenimler
Sonuç olarak, kentlerin daha etkili ve verimli bir şekilde
yönetilebilmesi için stratejik bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Gele-
neksel yönetim anlayışı ile, yani günlük sorunları çözerek, halkı
kararlara uyması gereken bir öğe olarak görerek, şehrin gelece-
ğini sadece belediye başkanının vizyonuna ve sorumluluğuna Zeynep Tarım Ertuğ*8
bırakarak, yaşanabilir bir kente sahip olmak mümkün değildir.
Kentin yaşam kalitesini geliştirmek için devlet ve halkın yeni-
den konumlandırılması ve yönetim zihniyetinin kökten değiş-
tirilmesi zorunludur.
Giriş
*
Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
102 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 103
ünnehir bölgesi bugünkü Afganistan ve Pakistan’ın bir kısmı, Değişim Açısından Şehir
Hindistan’ın kuzeyi Oğuzlar’ın akarken en çok durdukları yer-
lerden beslenir. Onun için bütün gündelik hayatta ve şehircilik İstanbul’da Onbeşinci yüzyıl’daki yaşam biçiminden ve bu
anlayışında tüm birikimler Maveraünnehir bölgesinde oluş- yaşam biçiminin Onsekizinci yüzyıl’da nasıl farklılaştığından
turulur. Bu yekpare kültür Horasan’dan başlar daha doğrusu bahsedeceğim. Ondokuzuncu yüzyıl ise zaten artık tamamen
Maveraünnehir’in Asya tarafından başlar, Filibe’ye, Selanik’e bütün pencerelerin batıdan gelen rüzgârlara açıldığı zaman
kadar hepsini içine alan bir geniş bir yelpaze olarak açılır. Buna dilimi. Osmanlı kültürel yapısını bu zaman boyutunda izleye-
Türk kültürü diyebilirsiniz, Oğuz kültürü diyebilirisiniz ancak ceğiz. Mekânın içinde yer alan eşyaların nasıl hızla şekil de-
bu küçük etnik bir kültür değildir. Bunun içerisinde bütün bu ğiştirdikleri ve değiştirme kabiliyetleri olduklarını göreceğiz.
bölgede bu topraklarda yaşamış, bu topraklardaki o macerayı Onbeşinci yüzyıl’da genel olarak zaten Selçuklu’nun tecrübe
yaşamış insanların yaşam biçimi vardır. Ve Balkanlar’a kadar etmiş olduğu bir yaşam biçimi vardı. Bu yaşam biçimi gündelik
devam eder. İşte İstanbul, bütün bu kültürel donanımın birik- hayata nasıl yansımıştı? Kadın olarak bakalım, kadınların bu
me noktasıdır. gündelik hayattaki yeri, kılığı kıyafeti ile ilgili örneklere dikkat
edelim. Bunlarla ilgili kılık kıyafet ve yaşam biçimleri ile ilgili
ya da sofra adabı ile ilgili ayrıntıları yakalayabileceğimiz örnek-
lerle ilerleyebiliriz.
104 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 105
adabı anlatan eserlerdir. O devrin anlayışını tespit edebilmek de kürkçüler var ama kürk bugünkü gibi lüks bir kıyafet değil.
için bütün bu kaynakların hepsini taramak gerekir. Ve tabii Osmanlı döneminde ve bütün ortaçağ Avrupa’sında kürk bir
ki herkesin saraya ait olduğunu zannettiği bir divan edebiyatı, ihtiyaç, yani insanların ısınabilmesi için kürk giymek zorunlu-
yani Osmanlı eski edebiyatı temel kaynaklar arasındadır. Ve luğu var. Onun için lüks bir eşya değil kürk ve öyle bir şey ki
herkesin zannettiği gibi o sadece sarayda okunup sarayda din- bu bile o günkü anlayışın bir tezahürü. Türkler kürkü dışarı
lenen bir edebiyat da değildi. gelecek bir şekilde giymezler, kürk içe gelir üstü kumaşla kap-
lanır. Bugünün İstanbul’una göre tercih farklı. Kürk iç tara-
fa geldiği için daha çok ısınma amacı ile kullanılıyor. Hâlbuki
Meslekler şimdi daha çok göstermek amacı ile kullanılıyor. Farklı bir an-
layış ile farklı bir kullanım. Bir aile reisinin imkânları el verdiği
Divan edebiyatı gündelik hayata dair pek çok malzeme verir. ölçüde karısının ve çocuklarının karşılamak zorunda olduğun
Devre ait meslekler tespit edebiliyoruz, mesela bugün kaybol- ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlardan birisi de işte bu kürklerden
muş olan efşancılık mesleği var 15. yüzyıl’da efşancılık bugün biridir. Yani karısına bir kürk alabilmeli ve o kadın üşümeden
olmayan ondokuzuncu yüzyıl’da bile artık kalmamış olan bir hayatını idame ettirebilmelidir. Ayrıca karısının hamam para-
meslek. Efşancının varlığı, onbeşinci yüzyıl’da kitap sanatına, sını karşılayabilmeli. Hamam temizlik yanında süslenmek, biraz
kağıt süsleme sanatına, hat ve katı’ sanatının önemine ya da bu da eğlenmek ihtiyacını karşılayan bir birimdir. Yani toplumsal-
işin toplum içindeki yerine işaret ediyor. Micmeregerdan diye laşma yollarından biri. Hamamdan konu açılmışken, bu arada
bir adam var hiç bilmediğimiz bir meslek, meclislerde koku do- hamamlar çok fazla yaygın, külliyeler var şehirlerin yoğunlaşma
laştırıyorlar, gelen konuklara koku sunuyorlar. Mesela meşatta noktaları, bu külliyelerin her birinin ucunda bir de hamamlar
diye bir meslek var bugün artık isim değiştirmiş olan kadınların var. Hamamlar şehirleri şekillendiren unsurlardan bir tanesi
süslenmesini ve saç tuvaletlerini şekillendirmesine yardım eden burası ayrıca toplanma, eğlenme yerleridir. Sadece temizlik
bir meslek. Zannediyorum ki Türkiye veya İstanbul kültürel bi- için kullanılan yerler değil. Mesela camileri de sosyal aktivite-
rikimlerini tanımaya en erken onbeşinci yüzyıl’da bile başlamış lerin olduğu büyük konferans salonları, kültür merkezleri ola-
olsa tuhaf bir şekilde ilkleri konuşur durumuna düşmezdi. İlk rak düşünebiliriz. Camiler beş vakit zaman kılınarak kilitlenip
defa şu yapıldı, bu yapıldı vb. Bütün bunların ne kadar ilk defa çıkılan yerler değildir. Camiler yirmi dört saat açıktır, çünkü
olmadıklarını görebilmek için bu uzun yol üzerindeki bu resme orada şehrin uleması ders veriyor, onu takip eden bir grup var.
bakmak gerekiyor. Mesela çok büyük bir simkeşhane var, sa- Medreseler dışında ders veren hocaların bir köşesi var camide.
dece gümüş işleyenler çalışıyorlar. Bugün olmayan sikkeciler, İlim, edebiyat, şiir müsabaka ve münazaraları yapılıyor, şehirde
destarcılar var, çok büyük bir esnaf grubu sikkeciler. Çizmeci- bir şey ilan edileceği zaman da camiler kullanılıyor.
ler var, mesela muytablar var sadece keçeden malzeme üreten
sınıf yani. Keçe eşya çok kullanılıyor. Keçeden başlık, keçeden
aba, keçeden kaftan vs. kullanılıyor. Kürkçüler var, evet bugün
106 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 107
azından onbeş ve onalıncı yüzyıllardaki kayıtlar böyle söylüyor.
Sebzenin yıkanmadan kullanılmaması, iyi cins et kullanılması,
yemeklerin pişirilmesi ile ilgili öyle bir sahne çıkıyor ki sonuçta
insanların çarşıda da temiz bir yemek yiyebilmeleri sağlanmış
görünüyor. Kanunnameler kullanılan suya kadar söz konusu
ediyor. Mesela kullanılan suyun ayrı bir kap içerisinde olması
ve bu kabın bulaşık yıkarken kullanılmaması tavsiye ediliyor.
Ondan sonra kullanılan sebzeler, meyveler en çok hangileri
satılıyor. Hangileri alınıyor. İstanbul’a Anadolu’dan ve civar
yerlerden birçok ürün geliyor. İstanbul bu anlamda bir dağıtım
merkezi haline geliyor hem Balkanlar’a hem kendi içine.
108 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 109
çünkü bir taraftan halk eğlenirken diğer taraftan bütün bilim
adamları buluşlarını ya da bilimsel bir takım görüşlerini bu dü-
ğünlerde kurulan meclislerde tartışıyorlar. Bunların dışında
esnaf bütün bir sene uğraşarak yaptığı eserleri bu düğünlerde
sergiliyor, bir çeşit fuar, ticari bir fuar, şairler ve bestekârlar
yaptıkları eserleri önce padişaha daha sonra halka sunabiliyor-
lar. Böylece bir tür sanat etkinliği yapılmış oluyor. Bir taraf-
tan da sahne sanatçıları var, cambazlar, soytarılar, meddahlar,
halkın önünde çeşitli sahne sanatları icra ediyorlar. Bunlarla
ilgili Türk tiyatro tarihini yazmış Metin And, eserinde çok gü-
zel bir cümle kullanıyor ve diyor ki: “Türk tiyatrocuları Os-
manlı dönemindeki sahne sanatlarını bilmedikleri için devrin
kaynaklarını iyi kullanamıyorlar”. Nitekim de öyle zaten, bir
takım uyarlama oyunları defalarca sahnelemenin anlamı yok-
tur. Biraz gerilere baksalar birçok malzemeler bulabilirler. Ve
Onaltıcı yüzyıl’da İstanbul’da sokak eğlencesi, Metin And’ın
‘İstanbul in the 16th Century’, isimli eserinden (s. 260, İstanbul 1994) alınmıştır. meddahlar var, meddahlar gündelik hayatın içinde hem saray-
da hem şehirde etkinler. Meddah ve kıssahanlar kahvehanele-
re gidiyorlar Hamzanâme’lerden İskendernâme’lerden, Battal
Eğlence Kültürü Gazi’den alınma hikâyeler anlatıyorlar. Ama bir kısmı da kendi
hikâyelerini kuruyorlar, bu hikâyeleri anlatırken canlandırarak
Gündelik hayatın izlerini en çok da eğlenme ve düğün şen- anlatıyorlar, hem de mukallit gibi taklitler yapıyor. Ebusuud
liklerinden tespit edebiliriz. Belki biraz eğlenmeden bahsetmek Efendi zamanında şikâyetler oluyor, halk bunları öylesine ağzı
lazım, eğlenmek insanın boş zamanını değerlendirdiği bir vakit- açık öyle izliyormuş ki yatsı namazını unutmuşlar. Meddahlar
tir. Sarayda yapılan eğlenceler dışında iki üç senede bir bütün çok başarılı sahne sanatçıları, bunlar sarayda da aynı şekilde
şehirde yapılan eğlenceler var. Bu şenlikleri padişahlar sarayın devam ediyor. Osmanlı padişahlarından III. Murat zamanında
kapıları içerisinde yapmıyor. Bu şenlikler Sultanahmet Meyda- mesela Eğlence Meddah diye bir adam var, bu adam çok meş-
nı, Kâğıthane gibi büyük yerlerde yapılıyor ve muhakkak bü- hur bir adam, çok güzel hikâye anlatıyor. Ve her gece oturup
tün İstanbul halkının katılımı ile. Hatta nerdeyse insanlar bu padişaha bir hikâye anlatıyor. Gün geliyor hikâyeleri bitiyor.
şenliklerde evlerinde yemek pişirmiyorlar. Hazır yemek üreten Bitince padişah da yeni hikâyeci bulunsun ve eğlence medda-
bütün esnaf kiralanıyor saray tarafından, aslında devlet tara- hın da işine son verilsin diyor. Yeni tayin edilen hikâyeci bir
fından dersek daha uygun olur. Bütün halk katılıyor ve hal- kısım hikâyeleri tertip ediyor bir kısmını da halk içinde derli-
kın katıldığı büyük eğlenceler, şenlikler ayrıca birer konferans yor. Bunları yazdıktan sonra müzehhibe veriyor. Ancak eğlen-
110 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 111
ce meddah müzehhibi takip ediyor ve bu hikâyeleri kendisine hayata bakış ile ilgili bir şey. Örneğin IV. Murat’ın içkiyi bütün
vermesi için onu ikna ediyor ve padişaha hikâyeleri yine Eğ- halka yasak ettiği halde kendisinin içmesi dikkat çekici. Kötü
lence Meddah okuyor. Osmanlı padişahının merkezde olduğu olduğuna inandığı bir işlevi topluma mal etmemek konusunda
eğlence meclislerinde genellikle padişah müzik dinlerken tasvir titizlik gösteriyor. Bu mühim bir şey, Osmanlı’nın bu şekilde
edilmiştir. Rakkaslar daha çok halka mahsus meclislerde olur. farklı bir bakış açısı var. Biz şu an kötüyü toplumla paylaşıyoruz
Dansçıların kıyafetleri belden itibaren kat kat etekleri olan el- ve topluma yayıyoruz. Mesela Osmanlı padişah meclislerinde
biselerdir. Bugüne hiç benzemez. Bunlara rakkaslar da deniyor, padişahlardan birisini eğlenirken görmeniz mümkün değildir.
kadın olanlarına çengi, erkek olanlara da köçek denilir. Seyir- Onun meclisinde kadın bir dansçıyı göremeyiz. Yani hep ağır-
cileri kibarlar. Asilzade ve aristokrat kelimesi yok Osmanlı’da başlı bir çizgisi vardır. Devrin nakkaşı da bunu biliyor ve top-
bunlara kübera veya kibar takımı diyoruz. Bu kibar sınıfının lumun ahlak anlayışını iyi yönde etkileyecek bir tasvir çıkarı-
maddi durumları yerinde, bir ince saz takımı var. Bu meclisler- yor. Yazar da bunun farkında, o da kötü bir tablo çıkarmıyor.
de ney ve içecek bulunur. Şarap veya şerbet içiyorlar, içmezler Yani bir şey topluma mal olacaksa herkes son derece dikkatli
diye bir şey de söyleyemiyoruz. İnsanın olduğu her yerde şerbet davranıyor. Mesela Sultan II. Selim, Sarhoş Selim, dedikleri
de içilir şarap da. adam şarap içerken değil ok atarken tasvir edilmiştir. Osman-
Gündelik hayat ve yaşam biçimi ile ilgili aslında en güzel lı padişahları topluma her konuda örnek olmaları gerektiğinin
kaynaklardan bir tanesi Gelibolulu Ali’nin Mevaidü’n-nefâis farkındaydılar ve buna çok dikkat ediyorlardı. Bunun çok da-
isimli eseridir. Bu eser Orhan Şaik Gökyay tarafından Ziyafet yatmacı olduğu düşünülebilir, ancak toplumsal yapıya baktı-
Sofraları diye sadeleştirilerek yayınlandı. Bu eserde bir insanın ğımız zaman bunun toplumda nasıl bir denge oluşturduğunun
bir mecliste oturduğu zaman nasıl davranması gerektiğini, bir hakkını verebilirsiniz.
yemeğin nasıl yenmesi gerektiği uzun uzun anlatılır. Buradan Kadınlar meclisinde de eğlence meclislerinin veya eğlenme
hareketle devrin tam bir yaşama biçimini görebiliriz aslında. anlayışının tek etkinliği müzik değil. Temel etkinliklerinden
İnsanlar artık kahve içmeye başlamışlardır hâlbuki yazara göre birisi daha önce bahsetmiş olduğumuz meddahlar ve hikâye-
kahve kara çorak bir sudur, hiçbir işe yaramaz şerbet ve şara- ler anlatılması, diğer etkinlik de şiir okunması, şiir ve müzik
bın daha iyi olduğunu yazar. Mesela Osmanlı insan tipinden Osmanlı medeniyetini ve toplumunu yönlendiren iki önemli
bahseder. Kibar takımından bir paşadan bahseder. Nedimleri, etkinliktir. Osmanlı’da aydın olmanın ölçüleri var. Osmanlı
hizmetkârları var, onlara sofra kurduruyor yemek yemeyi ve iç- toplumunda aydın olmanın ölçüsü, musiki ve şiir bilmektir. İs-
meyi seven bir adam. Bu adam yer içer eğlenir, imsak vaktine ter devlet adamı olsun, ister padişah olsun bu geçerlidir. Devlet
bir saat kala gider abdest alır gelir seccadesini serdirir, ondan adamlarının pek çoğu Enderun’dan yetişiyorlar ve musiki ile
sonra o kadar çok tövbe istiğfar eder ki seccade gözyaşından şiirden anladıklarını görüyoruz. Şöyle ki birisi şarkı söylediği za-
ıslanır. Bu aslında tipik bir Osmanlı aydınının yaşam biçimini man iyi bir dinleyici varsa iyi bir musiki çıkıyor ortaya.
yansıtır. Aslında öyle ya da böyle, bu durum hakikaten inançla,
112 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 113
oldukları resimlerde ise Osmanlı kadınının yüzleri kapalı olup,
siyah bir peçe vardır. Bu çok ilginç bir yaklaşım, herhalde ya-
bancının görmek istediği bir Osmanlı var, bu böyle bir yakla-
şımın sonucu olabilir. Görmek istediği örneği kullanıyor. Veya
az olan dikkatini çekiyor Mesela onbeşinci yüzyıl resimlerinde
siyah örtü ve siyah peçe yok. Yalnız kadınlar değil, erkekler
de rengârenk kıyafetler kullanıyor. Erkek kıyafetlerinde, II.
Mahmut’a kadar bütün erkekler her renkte kıyafet kullanıyor-
lar. Batılılaşma akımından sonradır, erkek kıyafetlerinde grile-
rin, kurşunilerin kullanılması.
Kullanılan kap kacaklar ise çok geniş bir konu. Kısaca bü-
tün bu meclislerde yayvan çini kaplar kullanılıyordu, ancak
şimdi bizim müzelerimizde bile olmayan o muhteşem İznik
çinisi kapları bütün onaltıncı yüzyıl resimlerinde görebiliriz.
Ondokuzuncu yüzyıl’da İstanbul’da çarşı,
Bugün Türkiye’de özel koleksiyonların haricinde pek fazla ör-
Julia Pardoe’nun ‘Beauties of The Bosphorus’ isimli eserinden nek yok daha doğrusu o kadar çok üretilmiş olan bu kaplardan
Bartlett tarafından çizilmiş olan gravür. daha çok örnek olmalıydı. Gündelik hayatta çok kullanılıyordu
ve çok kıymetli değildi. İnce dar boyunlu sürahiler, kupalar,
tatlı ve yemek tabakları, kavanoz formundaki kaplar gibi pek
Giyim Kuşam Kültürü
çok örnek minyatürlerden ve arşiv belgelerinden tespit edi-
lebilir. Kullanılan malzemeye, kılık kıyafete bakıldığı zaman
Kadınların kıyafetlerinden bahsedelim birazda. Kadınların Maveraünnehir’den Filibe’ye kadar benzer biçimsel özellikleri
başlıklarında iç mekânlarda kullanılan minik sikkeler var, kü- görmek mümkün. Bir yelpazenin renkleri gibi... İran bölgesin-
lahlar ya da başlıklar daha sonraki tarihlerde hotoza dönüşe- de maviyi, Filibe bölgesinde ise pembeyi görebilirsiniz. Birbirine
cektir. Hotozda saçların örgülü biçiminin üzerine çiçekler ek- sıkı sıkıya bağlı kültürler birikiminin oluşturduğu bir yekpare
lenerek yapılan bir nevi taç görüntüsü vardır. Dış mekânda ise bir medeniyet, fakat bunun için önce Asya medeniyetini bil-
bu sikke veya hotozların üzerine düz bir örtü atılarak kullanı- hassa batı ve güney-batı Asya’daki kültür ve medeniyeti anla-
yorlar. Onbeşinci yüzyıl’da ve onaltıncı yüzyıl’da kadın başlık- mak lazım. Yakın Doğu veya Orta Doğu kelimelerini kullan-
ları çeşitli renklerde özellikle beyaz olarak başörtüsü görüyoruz, mıyorum. Asyalı bir toplumunun üyesi olarak Batı Asya diye
yüzlerini kapatmıyorlar. Bununla ilgili bir gözlemimi anlatmak tanımlayabiliriz. Bu doğrudan durduğumuz nokta ile ilgili bir
istiyorum. Çok enteresan yerli nakkaşların yaptıkları pek çok ifade. Londra’dan bakılınca Yakındoğu demek mümkün ancak
resimde kadınların yüzleri açıktır. Ancak yabancıların yapmış İstanbul’da durup da Yakındoğu veya Ortadoğu demek doğru
114 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 115
görünmüyor. Bu bölge mühim yani bütün Osmanlı’yı besle- dikleridir. Hiç ummadığınız iki çocuğun bile iki dili konuşabildiğini
yen kaynak burası ve burada ki birikim Osmanlı topraklarının görebilirsiniz ama ben bunlardan hiçbirini öğrenemeyeceğim. Ar-
batısına akarak gündelik hayatı şekillendiren şeydir. Buradan navutça, Arapça, Farsça, Beyoğlu tarafından İtalyanca, Fransızca
beslenmek uzun süre devam eder. Göç onüçüncü yüzyıl’da o kadar çok dil konuşuluyor ki çünkü her ırktan, her dilden, her
Osmanlı’nın yerleşmesinden sonra bitmez uzun süre devam dinden insanın dolaşabildiğini görüyorsunuz’.
eder. Bu akış bir taraftan kültür birliğini de ayakta tutar. Bu
geniş bölgenin bütünlüğü pek çok açıdan izah edilebilir. En
güzel örneklerden birisi herkes Şair Fuzuli’yi İstanbullu zanne- Şehrin İdari Yapısı ve
der, hâlbuki Fuzuli İstanbul’u hiç görmemiş bir şairdir, Bağdatlı Sosyal Tabakalaşma
bir şairdir, ama Bağdat’ta yazdıkları İstanbul’da zevkle okunur.
Baki İstanbul’da yazmıştır, ama Bağdat’ta da keyifle okunmuş- Şehrin idari yapısına bakıldığında kadıların idaresinde ma-
tur. Molla Cami Herat’ta yazmıştır İstanbul’da da okunmuş- halleler olduğu görülür. Müslümanların, Rumların veya Yahu-
tur. Nakkaş Behzat Herat’dan Tebriz’den beslenmiştir ama dilerin ağırlıklı olarak yaşadıkları mahalleler var. Halk birbirine
İstanbul’da da akis bulmuştur. Bütün bunlar kültürdeki yekpa- karışmadan semtler oluşturabiliyor. Farklı dine mensup insan-
reliği göstermez mi? ların farklı semtte yoğunlaşmış olmasını devlet teşvik ediyor.
Tekrar İstanbul’a dönecek olursak onaltıncı yüzyıl bütün Bu durum kimliklerin korunması açısından önemli. Gayr-i
kuralların oturduğu bir yüzyıldı, onyedi ve onsekizinci yüzyıllar Müslimler dinleri bir yana dillerinden de bir şey kaybetmemiş-
ise daha çok idari mekanizmanın gevşekliği nedeniyle ondoku- lerdir bu sayede. Şehrin beledi hizmetlerinin tamamını vakıflar
zuncu yüzyıl’a kadar uzanan bir dönemdir. Bu geniş dönemde karşılıyordu. Bu vakıfların kurulmasını sistem teşvik ediyordu.
Osmanlı halkının ürettiği sanat eserlerine bakarsak bunlar hiç- Padişahtan devlet adamlarına kadar herkes yapıları vakıf ola-
te göz ardı edilmeyecek nitelikte ürünlerdir. Özellikle musiki rak yapıyor. Gelirlerini temin ediyor ve şehirdeki bütün beledi
ve hat sanatında ortaya koydukları fevkalade eserler, kendi işler bu vakıflar tarafından yürütülüyordu. Şehrin idaresi ise
alanının en iyileridir. Bu dönemin gündelik hayatında aile ha- mahallelerdeki mahkemeler tarafından yürütülüyor. Şehrin
yatının ve toplum hayatının oturmuş olduğunun izleri görülür. içinde yani sur içinde yedi tane mahkeme var. Şehrin dışında
Dışarıdaki karmaşaya rağmen evlerin içerisinde oturmuş bir sis- ki yer ise Bilad-ı Selase olarak tanımlanıyor. Üsküdar, Gala-
tem vardır. Ondokuzuncu yüzyıl ise başka bir dönemdir. Başka ta ve Eyüp’ten oluşuyor. Bu üç beldenin ayrı mahkemeleri var
bir döneme geçmeden önce birkaç izlenim üzerinde konuşalım. onlar tarafından idare ediliyor. Mahkeme bugün olduğu gibi
İstanbullu yazarların gözlemleri ve seyyahların gözlemleri var, sadece yargılayan ve ceza veren bir yer değil. Mahkeme aynı
bir kısmı içeriye girmeden sadece dışarıdan bakarak anlatırlar. zamanda noter vazifesi de görüyor. Yani insanlar evlenirken,
Bunlardan bir tanesi mesela Lady Montague 18. yüzyıl’ın so- boşanırken, komşusundan şikâyet ederken, bir ev alıp satarken
nunda bir elçi eşi olarak İstanbul’a gelir. İzlenimlerinden küçük ya da malını mülkünü kocasına veya karısına bağışlarken bu
bir kesit özetle şöyledir: ‘İstanbul’da en çok ilgimi çeken şeylerden mahkemelere geliyorlar ve kadılara durumu bildiriyorlar. Do-
bir tanesi insanların bir şehirde nasıl bu kadar çok dil konuşabil- layısıyla Osmanlı’nın sosyal tabakalaşmasını, hayatını ve belki
116 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 117
de bunun daha alt bir birimi olarak gündelik hayatını en iyi böyle olurdu, şöyle olurdu diye hikâye ediliyor. Mesela ondo-
şekilde bu mahkeme kayıtlarından takip edebiliyoruz. Bu mah- kuzuncu yüzyıl’a istinaden fikir yürütenler boza içmenin keyifli
keme kayıtları Şer’iyye Sicilleri isimli defterlere kaydedilmiştir. bir akşam eğlencesi olduğunu hasretle hatırlamak isteyebilirler,
Bunlar bir şehirde olabilecek her şeyden bahsederler. Mesela fakat Gelibolulu onaltıncı asırda boza içmenin hiç de makbul
onaltıncı yüzyıl’da Balat mahkemesinde Yasemin isimli bir ka- olmadığını yazar.
dın mahkemeye gidiyor, adamın birisini şikâyet ediyor “Yolda
gidiyordum hatta kocamda yanımdayken bana laf attı” diyor.
Ondan sonra kocası geliyor şahitlik yapıyor. Resmi görebili- Şehrin Mekânsal Yapılanması
yorsunuz orada yani sokağı bir aile ilişkisini, sokaktaki birinin ve Yangınlar
bakış açısını, söyleyebileceği en kaba şeyi, her şeyi ile bir resim
geliyor gözümüzün önüne. Bunları okumak ve incelemek çok İstanbul’un büyük yangınları var. Tabii gündelik hayatı şe-
uzun zaman aldığı için, tabii bir de artık alışkın ve aşina olma- killendiren bu yangınlardan bahsetmeden geçmemek gereki-
dığımız bir yazı ile yazıldığı için olayları tek tek incelemek ye- yor. Bir yangın çıktığı zaman hele yaz ayı ise ahşap evlerden
rine genellemelere istinaden uydurma yolunu tercih ediyoruz. fırlayan kızgın bir çivi parçası diğer bir evi çok hızlı bir şekilde
Onun içindir ki belki konuyu dağıtacak ama kültür tarihi ile tutuşturuyor. Şehrin her tarafı nerdeyse bu yangınlardan et-
ilgili özellikle gündelik hayat ile ilgili Osmanlı’nın toplumsal kilenmiştir. Bugün İstanbul’un kültür mirası bunun için daha
yaşamı ile ilgili bilinen şeylerin büyük çoğunluğunun abartılı ve da önemli. O kadar çok yangına rağmen yine de kütüphaneler
kısmen yanlış olduğunu düşünüyorum. Ondokuzuncu yüzyıl’ın dolusu kitabımız var çok şükür, gerçi taş binaların içinde ol-
ikinci yarısına dair bilgiler daha çok kanaatlere dayanır. Her- duğu için kaldılar. 1757, 1856 gibi büyük yangınlardan sonra
kesin Osmanlı döneminde doğan ve bütün bunları hikâye eden şehrin sur içinde olan kısmının üçte biri yandıktan sonra şehrin
bir dedesi vardır ve onlar ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında boş kısımları yeniden imar edilirken taş binalar yapılması için
ki Osmanlıyı aktarırlar. Hatıralarla taşınan o dönemden bizim emirler çıkarıldı. Tamamen taş olmasa da yarı kargir binalar
bildiğimiz Osmanlı aslında ondokuzuncu yüzyıl’ın ikinci yarı- yapılmaya başlandı. Yönetim bu konuda çok ısrarlı idi. Halk ise
sındaki Osmanlı’dır. Hâlbuki Osmanlı çok uzun bir dönemi her şeye rağmen ahşap yapmak istiyordu. Mustafa Reşit Paşa
kapsıyor. Onbeşinci yüzyıl ile onyedinci yüzyıl arasında ciddi ve onun gibi Tanzimat döneminin aydınları ve onlardan son-
farklılaşmanın olduğu bir dönemdir. Biz yirmi ve yirmibirinci rakiler Avrupa ziyaretlerinde gördükleri şehirlerden etkileniyor
yüzyıl’dan baktığımız zaman sanki o dönemleri durağan, sü- nasıl düzenli olduklarından vs. bahsediyorlardı. Yangının te-
rekli tekrarların olduğu bir dönemmiş gibi görüyoruz. Hâlbuki mizlediği kısımlar şehrin yenilenmesi gerektiğini söyleyen ay-
böyle değil, tekrar etmediğini görebilmek için içerden bakmak dınlar için çok güzel bir fırsat ortaya çıkıyor. Ve bu yerler imar
gerekiyor. Mesela onyedinci yüzyılda kullanılan ev eşyalarının için açılmış yerler anlamına geliyordu.
hep aynı olduğunu varsaymak gibi. Böyle bakılıyor, yani bunu Şehrin manzarası içinde mezarlıklar bütün yabancıların
yapan araştırmacılar var. Onsekizinci yüzyıl’da böyle ise onbe- dikkatini çeken yerler. Onun için çok bol miktarda mezarlık
şinci yüzyıl’da da böyledir diyerek, bütün Osmanlı tarihi için tasvirleri vardır. İnsanların mezarlıkları hiç yadırgamadıklarını
118 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 119
hatta buralara girip buralar da oturduklarını hatta kadınların munda insanlarının mütevazı olduklarını, yeme içme meselesi-
bile burada oturup sohbet ettiklerini bir şeyler yiyip içtiklerini ni abartmadıklarını yazıyor.
anlatıyorlar. Ondokuzuncu yüzyılda II. Mahmut Döneminde henüz Prus-
Ulaşım şehir içinde atlarla, atlı arabalarla ve Boğaziçi’nde yalı bir subay iken İstanbul’a gelen Genaral Moltke’nin gözlem-
kayıklarla yapılıyor. Bu kayıklar o kadar çok ki, ateş kayıkları, leri de önemli. II. Mahmut ona şehrin planını çıkarma görevini
buz kayıkları, meyve kayıkları, vs. çeşit çeşit kayıklar var. Her veriyor. Örneğin diyor ki; Türkler oturup çubuk içmeyi çok
gün yüzlerce kayık Boğaz’ın iki yakasında gidip geliyor. severler, yüksek bir tepede şahane manzaralı bir yerde bir Türk
Kıra veya tenezzühe çıkmak insanların hayatını güzelleşti- çubuğunu eline alıp, tefekküre daldı mı dünyada ondan daha
ren şeyler. Kıra gitmek için sabah erkenden çıkılıyor, akşam mutlu hiç kimse yoktur diyor. Tefekkür etmeyi sever, sakin,
dönülüyor. Şehir halkının en sevdiği eğlence kıra gitmek. Hat- kendi içinde yaşar.
ta öyle yerler var ki mesela Göksu kırlık yeri olarak seçilmiş, Ondokuzuncu yüzyıl İstanbul’u II. Mahmut’un radikal dev-
insanlar oraya gidiyor eğleniyorlar. Orası bir dinlenme yeri ola- rimleri neticesinde ilk keskin değişimleri gösterecektir. Farklı-
rak görülüyor. İnsanlar mahallelerinden komşuları ile birlikte laşma ve değişimin her şeyin birbirine benzeme eğilimlerinin
geliyorlar. Bir de yazlığa göçmek var. Yaz ayları Boğaziçi’ne, başladığı asır olacaktır. Bu bütün insanların din ve milliyet far-
adalara veya havası güzel şehir dışında daha sakin yerlere taşı- kı gözetmeksizin birbirine daha doğrusu Avrupalıya benzeme
nıp birkaç ayı farklı bir yerde geçiriyorlar. eğilimi sonradan evrenselleşme olgusunu ortaya çıkaracaktır.
Yabancıların İzlenimleri
120 İstanbul, Kent ve Medeniyet Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayata Dair İzlenimler 121
İstanbul’un Son 50 Yılı:
Değişim ve Dönüşüm
Aydın Uğur*9
Benim İstanbulum
124 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul'un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 125
İstanbul’un Sakinleri zengininin apartmanı vardı. O zaman biliyorsunuz kat mülki-
yeti yoktu. Binaların tek bir sahibi olurdu. Apartman kat mül-
Peki, benim gene o hayal meyal ilk zamanlar hatırladığım kiyeti çok önemli bir değişiklik olarak, yanılmıyorsam, 1957’de
İstanbul nasıl bir insan kompozisyonuna sahipti? Elbette gay- çıktı. Ondan daireler tek tek sahipli değildi. 1957 ile birlikte
rimüslim azınlıklar var tabii. Bir küçük örnek verecek olur- başka bir yaşayış biçimi, bir arada yaşayış biçimi geliyor; o ayrı
sam... Benim gittiğim okul Teşvikiye’deydi. Sınıfımın yarısı bir şey, ona girmek istemiyorum.
gayrimüslimdi. İçinde Musevisi, Ermenisi vardı. Levanten ta- Oturduğumuz apartman 1959’de yapılmıştı. Betebe de-
bir edileni vardı. Levanten nedir tam bilir misiniz? Hep geçer nilen, mozaik benzeri, bir çeşit dış cephe kaplaması olan o
de ne olduğu pek bilinmez. Levanten Latin kökenli Katolik zaman için pek modern denilen bir bina. Yanımızda bir kab-
olan Avrupalılara verilen isim. Yani her Avrupalıya Levan- zımalın evi vardı, sağımızda da dökülmekte olan bir mek-
ten denmiyor. Katolik olması şart. Onun içine bütün İtalyan tep. Osmanlı’dan kalma, iki katlı taş bir mektep. Aynı so-
türleri giriyor. Cenevizlisi, Venediklisi, Fransızı da giriyor. kak üzerinde orta halli, fukara, zengin bir aradaydı. Şimdi
Levanten lafı benim çocukluğumda önemliydi. Şimdi artık Boğaziçi’nin orasında, burasında 1-2 istisna dışında böyle bir
esamisi okunmuyor. Levanten lafının içinde “levant” lafı yer bulmak artık çok zor. Çünkü geçen 50 yıl içinde kapita-
var; yani güneşin doğduğu yer; daha Batı’daki Avrupalı’nın lizm hükmünü icra etti: Fukaralar belli semtte, orta halliler
bizim illeriçin kullandığı laf. Fransızlar bizim olduğumuz böl- başka semtte, üst gelir grubu başka semtte toplaştılar. Şimdi
geye “Levant-Lövan” diyor. Hani şimdi Amerikalıların “Yakın gidiniz Bostancı’dan Kızıltoprak’a kadar Bağdat Caddesi’nin
Doğu” falan lafları var ya, o zaman da lövan deniliyor bu böl- altında bir tane orta gelir altı hane bulamazsınız. Daha önce
ge için. Neyse, diyeceğim İstanbul’da bu azınlıklar var. Ama millet düzenine göre kurulmuş olan Osmanlı yerleşim kalıbı
dönemin İstanbul’unun asıl özelliği henüz kapitalist bir kent kırıldı. Kapitalizm şehre damgasını vurdu.
olmaması. Yani insanlar henüz gelirlerine göre farklı mahalle- Önceleri kentte ayrışma yok muydu? Vardı tabii, ama gelire
re ayrılmış değiller. göre değil, dinsel cemaatler bazında vardı. Yahudiler Balat’ta,
İçinizde mevcut Teşvikiye’yi bilenler vardır. Teşvikiye’yi Kuledibi’nde, Rumlar Fener’de, Beyoğlu’nda, Tatavla’da (Kur-
hepimiz zengin mahallesi diye biliriz değil mi? Teşvikiye, Ni- tuluş), Boğaz köylerinde Ermeniler Samatya’da gene Haliç ke-
şantaşı zengin mahalleleridir. Hatta sembol isimlerdir. Bizim ev narları gibi bölgelerde herkesin yeri belliydi.
orada, Şakayık Sokak’taydı. Şakayık Sokağın ortasında solda Bizim Teşvikiye ise sonradan görmelerin yeriydi. “Eskiden
bir tane kagir bina vardı. 1940’larda yapılmış, üç katlı. Onun görmeler” Laleli’de, Fatih’te filan otururdu. Sonradan görme-
yanında üstü teneke kaplı, daha doğrusu kurşun kaplı iki katlı den kastım ise Laleli, Fatih kökenli olup da Avrupaî hayat
bir marangoz ailesinin oturduğu ev vardı. Onun yanında gene tarzına özenenler. Hani Peyami Sefa’nın anlattığı gibi. Şişli
iki katlı emekli bir karı kocanın oturduğu yer alıyordu. Hemen filan öyle.
devamında çok katlı, geniş, büyük 1945’lerden kalma bir savaş
126 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 127
Benim çocukluğumda elit semti diye bir şey yoktu. Bü- Dönüşen ve Değişen Kent
tün semtlerin kendi içinde paşası, aşçısı, sütçüsü bir arada İstanbul’da Yaşam
otururdu. Nişantaşı’nda fırınların yanı sıra ekmek arabası da
vardı. Bir atlı ekmek arabası vardı. Beyaz önlüklü bir de sahi- Peki, binaların içinde oturanlar nasıl otururdu, giyim kuşam
bi. Ambülâns biçiminde, üstü çinkoyla kaplı arabayla ekmek nasıl olurdu? Binaların içinde oturanlar Anadolu’dan geldikle-
dağıtır, satardı. İstanbul’un ortasından, 1955-60 dan bahse- ri gibiydi işte. Çoğu Anadolu kökenliydi. Gerçi ortalıkta biraz
diyorum. saray artığı vardı ama bunlar da düşüş halinde, ellerindeki biri-
Peki, evlerde iç düzen nasıldı? Kapitalizme doğru geçiliyor- kimi yavaş yavaş eritmekle meşguldüler.
du; ama ben kapitalizmin ne olduğunu daha sonra anladım, Evlerde ceviz sandalyeler, şimdi antika diye satılan aslan
yurtdışına gittiğim zaman anladım. Aile çevrem, okul çevrem ayaklı masalar vardı. Herkesin evinde ondan vardı. Ahali artık
dolayısıyla bizden daha hali vakti yerinde olanların evlerini sandalyede oturur hale gelmişti.
görme imkânım oldu. Nişantaşı’nda Türkiye’nin o zamanki en Yaş kümeleri arasında kılık-kıyafet, giyim-kuşam farklılaş-
zenginlerinin bir tanesinin evini örnek vereyim: Müreffeh bir ması henüz başlamamıştı. Şimdi bakarsanız her yaş grubunun
evdi. 250-300 metrekareydi. O amanlar gözüme bayağı büyük kendine ait bir tüketim sepeti var. Yani gidiyorsunuz 0-12 yaş
gelmişti, ama yurtdışına gidip de dolaşırken, İtalya’da mesela dilimi için renkler, şunlar bunlar var. Muhtemelen 12-21 ara-
bir zenginin yazlık malikânesinin 49 odası olduğunu öğrendi- sındakilerin de hemen kokusunu aldığı başka dükkânlar var.
ğiniz zaman ve bunun sadece yazlık yeri olduğunu gördüğünüz Başka renkler var. Bir de belli yaş sonrasının ve belli iş grupları-
zaman aradaki birikim farkını anlıyorsunuz. Yani Türk’ün 1950 nın giydiği, kuşandığı kılıklar var. Oysa hayat hep böyle olma-
sonlarındaki en zengininin evi 300 metrekare iken Avrupa’daki mış. Gidin Topkapı Sarayı’na bakın şehzade elbiselerine küçük
birikimin üzerine oturan burjuvazi veya aristokrasi artığı en az şehzade elbisesi padişahın kendi elbisesinin küçüğü. Dışarıda-
onun 30 misli bir varlığa sahipti. Kısacası o dönem Türkiye’de ki-yurtdışındaki tablolara bakın: İspanya kralının veliahdı olan
burjuvazi henüz palazlanmış değildi. Burjuvazi filizlenmesi za- çocuk tıpkı babasının aynısı gibi giyinmiş. Biz de öyleydik, ba-
ten önce azınlıklar arasında olmuştu. 19. yüzyılın ikinci yarısın- bamızın küçüğü gibiydik. Kılık kıyafet şimdi öyle değil. Benim
dan sonra onlar da ayrılınca, genel bir düşüş yaşanmış; Müs- oğlum benden farklı renkler, farklı gömlekler, farklı pabuçlar
lümanların arayı kapatması için 1960 sonralarını beklemek giyiyor. O zamanda meraklısı için Beyoğlu’nda bir tane mağaza
gerekmişti... Varabildiği yerde en fazla 300 metrekarelik apart- vardı. Küçük boy çocuklara babası gibi giyinme imkânı tanırdı.
man daireleriydi. Küçük bir ayrıntı: Evin bir tanesinde çelik Herkes yamalı bir şeyler giyerdi. Evlerin hepsinde tahta yu-
mutfak evyesi vardı. Hiç görülmemiş bir şeydi. Herhalde zen- murta vardı, çorap yamamak için. Çünkü çorap kolay bulun-
ginliğin en üst noktasıydı bu. Şimdi herkes alıyor. O zamanlar mazdı. Tahta yumurtayı hatırlayanız var mı bilmem? Çorabın
o zenginliğin en üst noktasıydı. içine kayarsınız, delikleri örersiniz. O vardı. Elbiseler, paltolar
ters yüz edilirdi. Terziler bu işlerle uğraşırdı. İçeride kalmış ku-
128 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 129
maşın iyi tarafı dışa çıkarılırdı. Ayıptır söylemesi çocukların ye alması lazım, şaka değil dönmeyecekler. Dolayısıyla oturup
apış araları çabuk giderdi, yama olurdu. Tekstil gelişmiş değildi yeni gelen ve yeni gelecek olanlar için alt yapı hazırlamakmış
ki! Kimsede de öyle para filan yoktu. En zenginde bile. o sırada yapılması gereken. Yapılmadı, sonra olay çığ gibi bü-
Peki Teşvikiye’nin arkasında ne vardı? O bildiğimiz yüdü. Fakat kendi içinde hepinizin yakından bildiği bir tarihle
Teşvikiye’nin teneke mahallesi vardı. Şu anda rezidansların büyüdü. Önce tenekeler sonra biriket, daha sonra tuğla. Daha
yükseldiği Fulya denilen bölgeyi düşünün. Onun karşısındaki da sonra belki bir kısmı biriket ile uzantı derken, bir seçim ari-
sırt yani Vali Konağı Caddesi’nin altı teneke mahallesiydi. Adı fesinde ikinci kat, sonra başka bir seçim arifesinde üçüncü kat.
oydu: “Teneke Mahallesi”. Gerçekten çok kırık dökük gece- Ondan sonra da yıkılıp apartman. Bildiğimiz öykü. Yani içinde
kondulardan oluşuyordu. İnşaat artıklarından yapılarak oluştu- şimdi gezdiğiniz zaman asla ‘bir zamanlar burası gecekondu ma-
rulmuş bir şeydi. O teneke mahallesinin son kalıntısını görmek hallesiymiş’ diyemeyeceğiniz bir sürü semtimiz var İstanbul’da.
isterseniz Ihlamur Pazarı’ndan girip Teşvikiye’ye çıkmak üzere O öyle ilerledi. Fakat oralarda yaşayan insanlar nasıl hissedi-
Deryadil yokuşuna vurduğunuzda, orada belediyenin açık pa- yorlardı, dünyaları nasıldı derseniz, üzerinde iyi çalışma çok
zarı, “Ihlamur Pazarı” var ya, o açık pazarın arkasına bakın. Son var mı tartışılır. Tabii köylüydüler ilk gelenler. O yüzden şeh-
kalan 30-40 ev görürsünüz. Onlar İstanbul’un en eski iki tane rin her şeyi onlara iyi geliyordu. Geçmiş hayatlarıyla kıyaslı-
gecekondu bölgesinden bir tanesidir. 1945’de gelmişler ora- yorlardı: Sabahın köründe kalkıp hayvanları araziye çıkarmak
ya. Başka da gecekondu yoktu İstanbul’da. Sonra yavaş yavaş yok, sağlık hizmeti var, çocuğunu okutabiliyor; yani köy ko-
1950’lerin ortalarından itibaren böyle gecekondu, geceleyin şullarının ağırlığını hatırlayıp şehirdeki koşullar ne kadar kötü
kondu lafı çıkmaya başladı. Ben şöyle yazılar yazıldığını hatır- olursa olsun köyden daha ehven ve kaldırılabilir olduğu için
lıyorum: “Bunlar böyle artık 1-3-5 değil fazla fazla gelmeye başla- onlar memnundu. Birinci kuşak şikâyetçi hiç değildi. Onların
dılar, ey belediye-ey valilik verin bunların eline dönüş ücretlerini, çocukları yavaş yavaş kendilerini köydeki akrabalarıyla değil de
dönsünler de bu iş bitsin”. Mesela 1957’de Metin Toker’in yazdı- şehrin diğer semtlerindeki akranlarıyla kıyaslamaya başlayınca
ğı bu minvalde bir köşe yazısı var. Bunun mümkün olabileceği mutsuzluk başladı.
düşünülüyordu. Yani tek tek geleni yakalayacaksın, biletini ve- Eteğinde yavaş yavaş Zeytinburnu’su, Taşlıtarla’sı oluşan
receksin, geri yollayacaksın. Hacim henüz öyleydi. kentin bir de eskisi var. Suriçi, Pera, Taksim, Teşvikiye filan.
Peki, dönüşümün ağırlığını hissettirdiği ilk semt neresiydi; Onlar ne yapıyorlardı o sırada? Onlar o sırada endişe ile gelen-
gecekondu olgusunun kesif ve derin biçimde varlığını hisset- lere bakıyorlardı; ama emebiliyorlardı gelen nüfusu. Nasıl eme-
tirdiği ilk yer neresidir, derseniz... Zeytinburnu bölgesidir tabii. biliyorlardı? Gelen nüfus şehre tırnaklarıyla asılıyordu ve ikinci
1963’de Hart diye bir Hollandalı şehirci, antropolog bir pro- kuşakla birlikte kendini, kentin içine bir yere atıyordu. Ve ikin-
fesör bu bölgede araştırma gerçekleştiriyor; 3000 kişiye anket ci kuşağın ortasına doğru, yani üçüncü kuşağa doğru dil tam
yapıyor. Sorulardan bir tanesi de “siz geri dönmeyi düşünür İstanbul dili haline geliyordu. Değerler değişiyordu. Bir trans-
müsünüz?” 3000 anketin 3000’inin de cevabı hayır. Yani kimse formasyon, bir kentliliğe dönüşüm söz konusu olabiliyordu. O
geçici gelmemiş. Doğru dürüst bir belediyecinin bu lafı ciddi- yüzden çok fazla sert bir itiş-kakış yoktu. Elbette eski kentliler,
130 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 131
biraz yukarıdan bakaraktan, biraz da tahammül ederekten ya- duyduğumuz Galeria’mız açıldı. Ama Galeria başka bir şey söy-
vaş yavaş biraradalığın mekanizmasını işletiyorlardı. Ama ne lemekteydi herkese: Ey ahali! Artık sizin cebiniz para gördü,
zamanki şehre yeni gelenler emilmez hale geldi, o zaman yavaş şimdi bolluk var, mal var. Tabii başlangıçta o büyük tüketim
yavaş gerilim dili başladı; düşmanlık dili başladı; ötekililik tem- mabetleri nasıl kullanıldı, ayrı mesele. Yani onun üzerinde
silleri başladı ve şehir içinde kültürel fay hatları olan bir yapı uzun uzun çalışılması lazım. Çünkü orada insanlar başka tür bir
haline geldi. Daha önce böyle bir şey yoktu. Altta olan, üstte hayatın hülyalarını da görüyorlardı. Yani mesela “camide cennet
olan yoktu demiyorum. Tabii ki altta olan, üstte olan vardı; hayali görmek” gibi o tüketim mabedinde de başka yaşam tarzla-
ama bunlar arasındaki ilişki keskin fay hattı özelliğinde değildi. rını herhalde kendilerinden daha üst durumda olanların yaşam
Nasıl bir dönüşüm olduğunu ben kendimce şarkılar üzerin- tarzlarını hayal eden insanlar geziniyordu. Bu insanlar birbiriyle
den, arabesk üzerinden anlatmaya çalışayım. Zeki Müren, Or- de böyle fazla sürtüşmeden, dokunmadan yan yana geziyorlar-
han Gencebay ve İbrahim Tatlıses... Üç tane müzik idolünü, dı. Dikkat ederseniz bu durum hala da var, o yeni büyük alış
gözönüne aldığınız zaman üçü üzerinden hakikaten dönüşümü veriş merkezlerinde. Bence alış-veriş merkezleriyle birlikte bir
okumak mümkün. Yani üç tane star üzerinden şehrin dönüşü- ilk ses verilmiş oldu. Evrensel ürün derken şehircilerin dilinde
münü anlamak mümkün. Zeki Müren, sonra Orhan Gencebay, yavaş yavaş kullanılmaya başlanacak olan global kent denilen
sonra İbrahim Tatlıses. Bu kişileri gözünüzün önüne getirin; şey çıkmaya başladı o sıralarda.
konuşmalarını, hayat karşısındaki tepkilerini, şehirdekilerle
kurdukları ilişki tarzını. Zeki Müren: Nazik, kırgın “İstanbul
Beyefendisi”; ama hüzün içinde, çünkü bir çöküşe şahit oluyor Küreselleşme ve İstanbul
kendine göre.
Orhan Gencebay ise henüz şehrin nimet merkezlerine nüfuz Küresel kent laflarının ortaya çıkışı da 1980’lerin sonu
edememişlerin temsilcisi. Evet, şehirli ama bize yer vermekte 1990’ların başı. Çünkü o sırada küreselleşme denilecek şeyin
direnen bu şehir batsın, “Batsın bu dünya”. Gelgelelim fırsat ilk kuramları atılıyordu ve söylenen şeylerin bir tanesi de as-
kapıları az da olsa açık olduğu için efendiliği bozmak gereksiz. lında bu küreselleşmeyle birlikte eskiden bir organik bütün
Delikanlılık değerlerine bağlı. Emiliyor hala şehir tarafından. olan ülkeler yavaş yavaş bütünlükten ayrışıyorlar; yani İstan-
Sonra “Allah Allah Allah bu nasıl sevmek” diyerekten devreye bul asıl işini eskiden Türkiye ile görürken yavaş yavaş şimdi
öteki giriyor: İbrahim Tatlıses. Yani kentle ve iktidarla üç ayrı Türkiye’den kopuyor, ayrılıyor. Tıpkı Tokyo’nun ayrıldığı gibi,
duruş, dil ve ilişki var. İktidardan kastım burda siyasal iktidar tıpkı Londra’nın ayrıldığı gibi. Bu kentler kendi aralarında bir
değil, kültürel iktidar, sosyal iktidar, her türlü güç İbrahim, ağ kurmaya başlıyorlar. Bu global kentler ve onun eteklerinde
tabii tek başına bağırmıyor. Bütün bir şehir yavaş yavaş yeni kalanlarla bu ayrılmış kısımda yer alanların artık hiçbir ilişkisi
bir şarkıya geçmekte. 1984’te hatırlarsınız, ilk övünerek tak- yok. Eskiden kentin içine itişme didişme vardı; yani grev var-
dim edilen Galeria’mız açıldı. Ataköy’de yurtdışından turist- dı, sürtüşme vardı, şimdi ilişki yok. Çünkü kentin global ağla
lerin dahi gelip seyredeceği, içerideki mal ve mülkü ile kıvanç ilişki içinde yaşayanlarının oturanların sendikayla alakası yok,
132 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 133
evleri de zaten sitelerde, dolayısıyla otopark içinde tepişme lara yabancılar gidip alış veriş yapıyor. Harvey Nicholsons’tan
yok. Ayrışıyor artık hayatlar. Eskiden demin söylediğim gibi kimler alışveriş ediyor diye sorunca, anlaşılıyor ki müşteriler
bizim kapının önünden ekmekle arabacı geçerdi. Babam 1963 arasında yabancılar ağırlıkta. Küçük de olsa bir emare. Global
yılında ben o anlattığım evde otururken İstanbul Belediye kent lafının içerdiği hususlar İstanbul’un üzerinde durdu, kaldı.
Başkanı’ydı. Düşünün şimdi belediye başkanının çocuğu tene- Lakin biliyorsunuz kriz üzerine kriz yaşadık.
ke mahallesinden nalburcununkiyle birlikte misket, saklam- Öyle çok da fazla ilerleyemedik, zaten dünyada bir şaşkınlık.
baç oynuyordu. O sırada yoktu böyle bir kopuş. Şimdi böyle Gene de teorik desteğe pek ihtiyaç duyurmayacak biçimde biz
bir şey tasavvur edemezsiniz. Herhangi bir memleket büyüğü- her gün yaşadıklarım üzerinden biliyoruz ki Amerikalı hapşır-
müzün çocuğunun etrafında 3 koruma, 2 Mercedes var. Yani dığı zaman biz burada ağır zatürree oluyoruz. Yani eğer global-
apayrı bir kopma yaşanıyor artık. İllaki bu küresel olduğundan leşme birbiriyle çok sıkı irtibatlanıp -olumlu ve ya da olumsuz-
değil, küresel oldu da böyle oldu anlamında söylemedim, ama bir kader ortaklığı anlamına geliyorsa biz bunu yaşıyoruz. Yani
o şehrin ayrışması, kültürlerin farklılaşması ve ayrışmanın, uzun teoriye gerek yok. Gördük ki Amerika’da bir şey başladı,
yalıtılmanın geneliyle ilgili bir şey. Mekânsal, değersel, sosyal ucu bizim işsizimize vuruyor, işsizimizi yaratıyor. Dolayısıyla kü-
yalıtım... Acımıyorsun bile ötekine, çünkü acıma zemini yok. reselleşmenin ne olduğunu artık hepimiz bilir noktadayız.
Apayrısınız. Sen geliyorsun arabanla, binanın altına giriyor- Global kentten sonra yeni bir laf çıktı. Bana sorarsanız son
sun, asansörle dairene çıkıyorsun, iniyorsun, biniyorsun, gidi- 5-10 yılın lafı,. O laf da metropol. “İstanbul bir büyük dünya met-
yorsun. Lokantanın önüne arabanı veriyorsun, görmüyorsun ropolüdür” lafı. Daha önce “cihan şehri” lafı filan vardı. Global
ötekini, öteki de seni görmüyor. kent: Bununla kastedilmek istenen aslında şehirdeki yeni bir
Küreselleşme insan türünü de etkiledi. Her yerde alışkan- boyut. Şehir şu anda belediyeciler bakımından şanslı bir nok-
lıkları için benzer şeyler bulan insanlar türedi. Yani Hilton her tasında. Önceki belediyeciler bütün enerjilerini toprak altına
yerde aynı otel, menüsü aynı. Midesi bozulmuyor ülke değiş- gömmek zorundaydılar. Kimsenin görmediği şeyleri: kanalizas-
tiren şirket temsilcisinin. Bir ülkeye gidip de mumbar yemek yon, su, ızgara, boru. Alt yapıyı yapmak zorundaydılar. Nan-
zorunda kalmıyor, öteki tarafa da gidip bambaşka bir beslenme kör bir iş bu. Onlar iyi-kötü, bitti. Şimdiki belediye için daha
tarzına muhatap olmuyor. Standart bir şey yiyor, standart bir çok toprak üstü problemler kaldı. Onlar da gözüken şeyler ve
yatakta yatıyor, standart bir dil konuşuyor, “havalimanı İngiliz- belediyecilik daha keyifli o anlamda. Gözüken şeyler, ama bu
cesi” diye ve standart ama yüksek standart bir hayat yaşanıyor. gelişme yaşam kalitesinin artmasına da işaret eder oldu. Benim
Bir tür yüksek bir kölelik ama çok yüksek bir kölelik içindeler. çocukluğumda hiç görmediğim kadar ağaçlı, çiçekli bir İstan-
Global kent denilen hikaye İstanbul için ne ölçüde doğ- bul, temiz bir İstanbul’da yaşıyoruz. Biraz da bu son görüntü
ru? Bir ölçüde doğru herhalde. Yepyeni mahaller ortaya çıktı. düzelmesinin etkisiyle dünya metropolü denmeye başladı. Bu
Maslak’ıyla, Levent’e doğru giden yerleriyle hakikaten nasıl ka- arada kültürel aktiviteler çeşitlendi ve çoğaldı. Sınırlı da olsa
zanç edindiklerini bilemediğim o çok büyük İstinye Park, Kan- bir kesimin burjuvalaşma sonucu beğenileri inceldi, kültürel
yon gibi yerleriyle filan. Çünkü benim anladığım kadarıyla ora- merak alanları genişledi, entelektüel standartları yükseldi.
134 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 135
Bunun yanı sıra yeni bir gençlik tipinin ortaya çıktı. İletişim gece, Allah korusun, böyle 70 tane araba yanacak, o zaman
olanakları sayesinde dünyadaki popüler kültür dinamikleriyle vatan haini aranacak. Oysa hainlik değil söz konusu olan dış-
halli hamur oldu. Rockıydı, cazıydı, filmiydi derken İstanbul, lanmışlık, umursanmazlık.
hakikaten dünyanın cazip kültür merkezlerinden biri haline
Soru: Eski İstanbul’da taşıma, ulaşım, trafik nasıldı, İstanbul
dönüştü.. Dolayısıyla o bir zamanın, benim çocukluğumun ba-
hareketli miydi?
şındaki harap İstanbul şimdi 50 yıl sonra müthiş bir tüketim ve
üretim merkezi olarak, hakkı olanı geri almış olarak bir dünya Cevap: Taşıma demişken küfe nasılmış biliyor musunuz ha-
metropolü olarak macerasına devam ediyor. İsterseniz burada kiki küfe? Bizim bildiğimiz küfe. Siz pazara gittiğinizde haftalık
keselim, sorularla devam edelim. nevaleyi koyacağınız naylon torba yok. 5 kilo patates, 4 kilo
soğan onları nasıl alacaksınız? Adam koyuyor tartıya, son-
ra onları, elinize alacaksınız, fileye koyacaksınız filan. Böylesi
Soru ve Cevaplar haftalık pazar alışverişlerini eda eden orta sınıf mensupları “gel
oğlum” derler. Bir delikanlıyı çağırırlardı. Onun sırtında küfesi.
Soru: İstanbul’daki gettolaşma konusunda neler düşünüyor- Nevaleyi öyle taşıtıyorlar. O hamalların benzerler meyhanele-
sunuz? rin kapılarında da duruyor. Fakat onların küfesi bildiğimiz küfe
Cevap: Gettolaşma konusunda bir çözülme var. Mesela bir gibi değil. Bir tarafı açık; şöyle içine oturuyorsun, ayaklarını da
zamanlar hemşehrilik üzerinden ayakta kalan o kente gelmiş- sarkıtıyorsun ve içinde anladığım kadarıyla kumaş var, en azın-
lerin hemşehrilik ilişkisi de bir döneme kıyasla bundan 5-10 dan Lübnan’da filan kadife kaplı. Yani oradan ayırt ediyorsun.
sene öncesine kıyasla artık çok fazla işe yaramıyor, çözülüyor Herhalde muhtemelen alkol almakta bir çizgiyi geçen arkada-
yavaş yavaş. Dolayısıyla örneğin Kula’lıların aynı mahalleye, şını küfeye koyuyorlar. “Oğlum git Cihangir 32 numaraya teslim
bilmem Çemişgezeklilerin aynı mahalleye toplanıyor olması et” diyorlar. Küfe hikâyesi o. Ben İstanbul’da sarhoş küfesine
gibi bir model yavaş yavaş gerimizde kaldı Aman dikkat; “getto” yetişemedim. Ama çok sarhoşun taksiye konulup şoföre adres
bitti anlamında söylemiyorum.. Yani varoş gecekondudan faklı verilip yollandığını biliyorum.
bir şey. Yani “getto” lafı artık galiba son 3-5 yılla birlikte rea- Yandan çarklı vapurumuza gelince, yandan çarklı arabalı
liteyi temsil etmekten çıktı. Ama yavaş yavaş çözülüyor yani vapur gördüm. Ama yolcu vapuru görmedim. Demek ki ben-
önümüzde getto değil başka bir şey var. Paris’in varoşları var. den, herhalde idrakımdan 3-5 sene öncesine kadar vardı. Ço-
Hani o arada bir tepeleri atıp, arabaları yakıp, bağrışan genç- cukluğumda benim hayatım içinde çok önemli olan tramvay
lerin olduğu bir yer var. Biz onu hep sanacağız ki Kürtlükten tabii çok önemliydi. Bütün her yere tramvayla gidilirdi. Yine
bağırıyorlar veya Alevilikten bağırıyorlar. Vatanı bölmek iste- Teşvikiye, Nişantaşı’ndan örnek: Şahsi özel arabası olan sayısı
yen hainlerden bahsedilecek. Oysa şehirde kendisine yer bu- olağanüstü azdı. Yani o Şakayık Caddesi’ni bilenleriniz gözü-
lamayan gençlik her yerde patlıyor. Bizimkiler de patlayacak. nüz önüne getirsinler; en altından en üstüne kadar ya 4 ya 5
Sanılacak ki arkasında teşekküllü örgütler var. Yok. Birden bir özel araba görürdünüz. Zaten gene dikkatli bakarsanız orada
136 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 137
bazı apartmanların altında hala garaj vardır. Çünkü kat mül- O zaman otel dediğinizin sayısı 3 taneydi. Hilton, biraz Di-
kiyeti değil, apartman mülkiyeti vardı. Oralarda apartmanın van ve Pera Palas. Başka yıldızlı otele yaklaşan yoktu, Yıl 1968.
sahibinin garajı. Dünya Ticaret Odaları, toplantısını İstanbul’da yapmaya karar
Nişantaşı’nın kavşağında dört yol buluşuyor. Dört yolun bu- verdi. Her ülkedeki bütün ticaret odası başkanlarının geleceği
luştuğu noktada yarı bele kadar yükselen bir silindir. Silindirin bir toplantı demek, eşleriyle birlikte dünyanın en zengin 1500
içinde bir tane polis, bir tane mekanik hareketler yapan bir po- kişisi İstanbul’a geliyor. Bütün İstanbul’un kalbur üstüleri mobi-
lis. O polise bayramlarda araba yaklaşır, pencere açılır, “Bay- lize oldular. Ben nereden biliyorum? Ben o sırada dolanıyorum
ramınız kutlu olsun” denilir, şeker, lokum verilirdi. O da “Allah ortalıklarda. Fakat rehber yok, sistem yok, bir plan yok. Ben o
razı olsun Sait bey, sevgiler saygılar, eve de.” der, bayramlaşılırdı. sırada yabancı dil ile eğitim yapan bir okuldayım. Dil bilen işte
Ben bunu gördüm, buna şahit oldum. Yani adam bilinirdi, o da genç adamları “yavrum git buna merhaba de” denilecek adam
sizi bilirdi böyle bir durum. Böyle polisler façalıydı. Yani onlar aradılar. Biz de o vesileyle girdik o işin içine. Halkla ilişkilerin
bayağı bir adamdılar. Hakikaten efendi kimselerdi. duayeni diye anılan Betül Mardin’de ilk defa o organizasyonda
Boğaz köprüleri yok. Arabalı vapur var. Arabalı vapur iki o işe başladı. Yani hiç bir hizmet, doğru düzgün bir şey yoktu.
yaka arası çalışırken hafta sonları özellikle Üsküdar’da müthiş Zenginler misafirlerin bazılarına evlerini filan açtılar, bölüştü-
bir akşam kalabalığı oluşurdu. Çünkü arabalı vapur sayısı yet- ler, yemekler verdiler. Yani hepsini bir araya getirip ağırlaya-
mezdi, siz akşam 8’de gelirdiniz oraya iki bin arabayla yan yana cak yer yok. Galiba bir sefer de devlet Dolmabahçe Sarayı’nı
dururdunuz, yavaş yavaş saat on buçuğa doğru size gelirdi sıra açtı; orada bir yemek verildiğini hatırlıyorum. Bir de esas yer
geçerdiniz. O arada salepçiler, kokoreççiler ve lahmacuncular olarak Atatürk Kültür Merkezi kullanılıyordu. Onun lobisinde
dolaşırdı. Ama lahmacuncular mallarını kollarına taktıkları insanlar ayakta duruyordu. Yani İstanbul sanıldığı gibi oldum
kapalı eliptik kutularda gezdirirlerdi. Ben hayatımda ilk lah- olası her bir şeyi olan, uçaklar iniyor, helikopterler geziyor filan
macuncu dükkânını 1963’de gördüm. İstanbul’da “kebap” diye değildi. Yani rehberlik yapsın diye okuldan çocuk alınıyordu.
bir şey yani Adana kebap, Urfa kebap yoktu. “Beyti kebap” diye Soru: Çocukluğunuzun İstanbul’undaki yemekli lokantalar
Balkan usulü kebap vardı. Yani şiş köfte tabir edilen tür vardı. var mıydı, varsa nasıldı?
Bir de şimdi çok azalan muhallebiciler vardı. Muhallebicilerin
hepsinde pilav üstü tavuk olurdu, çorba olurdu. Ama hiç Doğu Cevap: Sanıyorum Türkiye dünyanın en zengin mutfağına
mutfağı yoktu, kesin yoktu. Yani 1963’den sonradır Doğu mut- ve müziğine sahip ülkelerden bir tanesi. İstanbul’da bunların
fağının gelişi. İtalyan pizzacısı girişi ise 1970’den sonradır. Hiç merkezi.
öyle bir şey yoktu. İstanbul’un çok iyi bilinen, çok lezzetli ye- Gelgelelim, Müslümanlar arasında ailece ev dışında bir lo-
mek veren bir takım lokantaları vardı. Ama pahalıydı. Hala 1-2 kantada yemek kültürü yoktu. Meyhaneye akşamcı, karısından
tanesi var. Pandilli bir tanesidir. Beyoğlu’nda hala iki tanesinin korkmayan kazak erkekler giderdi.
artığı duruyor. Hiç yabancı mutfağı diye bir şey yoktu. Ailece eşini alarak yemeğe gitme gibi bir uygulama azınlık-
ların yaptığı bir şeydi. Özellikle Museviler cumartesi akşamları
138 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 139
eşleriyle birlikte her hafta sonu çıkmaya gayret ederlerdi. İşin sosyal anlamda müthiş bir şey. Şehre entegre olmanın müthiş
tuhafı azınlık bunu bir tür onur meselesi gibi algılardı. Bir aralık bir yoludur. Aslında bütün siyasi partilerde bu yolu açık tuttu-
bize ev işlerine yardım etmek üzere, yani hizmetçi olarak Erme- lar. Yani söyleyemediler gelin hazine topraklarını yağmalayın
ni asıllı bir kadıncağız gelmişti. Her hafta sonu eşiyle çocukla- ama göz yumdular. Onun için insanlarda gelip hazine toprak-
rıyla birlikte yemeğe çıkıyorlardı. Bu Müslümanlarda pek olma- larını aldılar. Hatta o kadar ki Özbir Mahallesi’ni bileniz var-
yan bir alışkanlıktı. Kaçgöçün verdiği bir şey. Bizim iki cins bir dır belki Tarabya’nın sırtında. Özbir namlı bir mafya babası. O
arada eğlenmeyi öğrenmemiz son 30 yılın meselesi. çekmiş tabancayı demiş ki “Bu hazine toprağı benim” tamam.
Ne kadar mesela 500 dönüm. Gelen benden alır. Giden almış
Soru: Eskiden sıcak komşuluk ilişkilerinin olduğu anlatılır,
Buna bir şey olmazmış; hakikaten de bir şey olmamış. Huku-
sizin çocukluğunuzda İstanbul’daki komşuluk ilişkileri nasıl-
ken ne olduğu belli değil. Mahallenin adı Özbir Mahallesi ve 5
dı, toplumsal katmanlar arasında nasıl bir ilişki vardı, şu anda
katlı evi olan insanlar var. Bir kendine, sonra da çocuklarına
nasıl?
kat çıkıyor. Zavallı helak oluyor. Ama biterken o üç çocuğun
Cevap: Benim tanıdığım İstanbul’da o nokta hiç olmamış- her birine bir daire yapmış oluyor. Böyle çok var. Orada da
tır. Buna karşılık aile tarafım Bursalıdır. Orada bu söylediğini- her biri 150 milyardan 4 ile çarparsak 600 milyarlık bir servet
ze daha yakın sıcak komşuluk ilişkisi var. Ama benim tanıdı- oluşuyor. Yani bir tane zavallı işçinin hayatının heba edilmesi
ğım İstanbul’da bu söylediğiniz yakınlık çoktan bitmişti. Yani sonucunda. Bu arada memur çocuğu ise böyle bir şey yapama-
1950’lerde bile artık bitmişti. Yani şehir insanları birbirinden mış. İş Bankası’na veya Ziraat Bankası’na koyduğu paralar da
koparmaya başlamıştı. Şimdi ters bir laf edeyim. Kentte çok zamanla erimiş orada. Muhtemel o gecekondunun çocuğunun
kabaca 3 sınıf varsa ticaret ehli ve zengin olanlar, gecekon- 10 sene sonra gelir bakımından durumu daha yüksek olacak.
duda oturan ve şehri yeni asılmış olanlar, bir de ortada eski Lakin memur, çocuğunu okuttuğu için onun çocuğu belki tut-
orta sınıf vardı. Yani memur, okumuş, geliri ortada olan. Bu turabilir ötekiyle kafa kafa gelme şansını. Bilmiyorum, derdimi
ortada olanlar kanun, nizam, kurala uyuyordu. Tabii en yuka- anlatabildim mi?
rıda olanlar kanun kuralı sollamanın yolları üzerine uzmanlaş-
Soru: İstanbul’a ait eski resimlere baktığımızda yapılaşma-
mışlardı. En alttakilerin ise zaten şehre geçirdikleri tırnakların
nın az olduğunu, çoğu yerin boş olduğunu, sayfiye yer oldu-
altı hazine toprağı; ya da sahibince yakından kollanmayan özel
ğunu görüyoruz. Eski ile bugünü yerleşim bakımından daha
mülk. Yani üst grupla alt grup çok fazla kanun, kural iplemez-
ziyade demografik bakımdan karşılaştırabilir misiz, dünden bu-
di. O yüzden mesela orta halli apartmanların kapıcıları gidip
güne ne değişti? İstanbul sizin için ne anlam taşıyor, toplumsal
civarlarda, örneğin Bebek’in sırtlarında tapusu olmayan yeri
katmanlar açısından gelecekte neler olacak, ortak bir kültür
alıp çıkma kapılar, çıkma pencereler götürüp 4 katlı bir gece-
olaşacak mı?
kondunun sahibi olarak emekli olduğu zaman onun iş vereni
durumunda olan memur toplumsal olarak düşmekle meşguldü. Cevap: Anadolu Yakası’nda Boğaz boyu iskeleleri civarında-
Gecekondular o anlamda müthiş bir başarı öyküsüdür. Yani ki küçük nüfuslu yerleşimleri, Üsküdar, Bağlarbaşı dolaylarıyla
140 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 141
Kadıköy çarşısının civarının, Yeldeğirmeni’nin ve Moda’nın man da öyle. Yani şu anda Boğaz’dan sürat motorları bir öyle
dışındaki tüm kalan yerler yazlıktı. Zaten oralarda oturulmaya gidiyor bir böyle gidiyor, helikopterler dolaşıyor, gökdelenler,
başlanması 1860 demir yolundan sonra. İşte o ikisi yani Moda gri metalik renkler. İnsanlara baktığınız zaman buradaki insan-
ve Kadıköy dışındaki her yer tamamıyla yazlıktı denize girilir- lar ile özellikle bazı semtlerde Avrupa’nın herhangi bir sem-
di. Çok zarif 19. yüzyıl sonu konaklar, köşkler vardı ama sa- tindeki insanlar arasında hiç bir fark yok. Yani hakikaten lafı
yılarını da abartmamak lazım. İki şeyi hiç abartmamak lazım. edilen küresel metropol ve metalik bir suratı var. Oysa benim
Bir tanesi “yandı bitti ormanlarımız, ağaçlarımız” diye bir laf var. için öyle değil uzaktan uzağa hala ud sesi geliyor ben baktıkça.
İkincisi “güzelim medeniyetler yok oldu” diye bir laf var. Şöyle Yani iyi oluyor, kötü oluyor demiyorum; benim durumum, bu.
1900 başlarındaki fotoğraflara bakın Boğaziçi’nde ağaç çok az. O yüzden yani hani değişme posmodernizm bir şey kurdu mu
Yok, Boğaziçi sırtları çalılık, ağaç yok. Gene 1900 başlarındaki etti mi diyorsunuz ya kurdu hayatın kendisini zaten öyle yaptı.
Adalar’a bakın hepsi çıplak; bölge bölge ağaç var. Biri o. İkin- Ama mutfaklar nasıl birleştiyse işte nazarlarda öyle karışıyor ve
cisi o köşkleri, canım medeniyeti yok ettiler, lafı. Canım mede- böyle gidecek.
niyet 1860 sonrası kuruldu. Daha öncede bir şey yok bom boş, İstanbul’un veya Türkiye’nin hem en büyük fırsatı, hem en
bostan. Yani pek öyle sandığımız gibi değil. Bağdat Caddesi’ni büyük sorunu varoşlar. Hem nüfus tarzı olarak. O şehrin zen-
eksen alan bölge ise bana sorarsanız şimdi İstanbul’un Ameri- gin mahallesinden bir şey çıkmaz artık. Bunu söylerken ina-
kalı kısmı oldu. Beyoğlu, Şişli, Leventler, Maslaklar Avrupa’sı narak söylüyorum. Yani yenilik, inovasyon, bela, şiddet hepsi
ise. Suriçi’de Osmanlı’sı biraz. varoştan çıkacak. Teşvikiye, Nişantaşı’ndan çıksa çıksa ancak
Ben İstanbul ile semtlerine baktığım zaman bir sürü tül ara- güzel bir ud ya da alaturka piyano sesi çıkar o kadar. Hayat
sından görüyorum. Yani orası ilk bir hanım kızla buluştuğum oralardan çıkacak.
yer, ilk falancayı gördüğüm yer veya falanca olmuş olan yer
diye görüyorum. Bir dükkân görmüyorum ben. Benim tüllerim
var ve o tüllerimin arasından, üst üste binmiş anıların izleri ara-
sından şehri algılıyorum.
Bu nedenle de şu anda yaşananın ötesinde yaşanmış ola-
nı da içeriyor benim algım. Şu anda yaşananı belki de defor-
me ediyor. İstanbul’da 80’lerin sonunda yaşayan bir yabancı
gazeteci vardı. İstanbul öyküleri yazıyordu. İstanbul ile ilgili
hafiye hikâyesi casusluk karışımı bir şey. Bir yabancıydı ama
Türkiye’yi çok seven bir yabancıydı. Onun anlattığı İstanbul ile
benim gördüğüm İstanbul çok farklıydı. O gökdelenler, içinden
sürat motorları geçen, helikopterlerin dolaştığı, gri metalik bir
İstanbul’dan bahsediyordu. Benim tülleri kaldırıp baktığınız za-
142 İstanbul, Kent ve Medeniyet İstanbul’un Son 50 Yılı: Değişim ve Dönüşüm 143
Tarihi Süreçte
Göç ve İstanbul
Ahmet İçduygu*01
Sadettin Ökten*21
Giriş
*
Prof. Dr. Mimar Sinan Üniversitesi, Emekli Öğretim Üyesi.
176 İstanbul, Kent ve Medeniyet Tarih ve Medeniyet Perspektifinden İstanbul Estetiği 177
hatıratta kaldılar. Nostalji, güzel bir şeydir, fakat bu konularda Ama eşyalar ve sanatlar bir şekilde var. Bana sorarsanız, Os-
tehlikelidir. İnsanı çok rahatlatır ama realiteden bir kaçış oldu- manlı üzerinde durmak gerekiyor. Osmanlı, beğenelim ya da
ğundan tehlikelidir. Zamanı ve çağı yaşamak lazım. O insanlar beğenmeyelim, kabul edelim ya da etmeyelim, çok ciddi etkile-
artık yoklar. Yani o insanları artık görmemiz mümkün değil. ri olan bir yapılanma oluşturmuş. Belli bir tarihi süreci var. O
Nasıl davranıyorlardı, nasıl konuşuyorlardı? Günlük hayatta süreçte elinde siyasal erk var. İktidarı var, iradesi var ve bunla-
neye önem veriyorlardı? Neyi ön plana alıyorlardı? İşte söz ko- rın yansımaları bugün hâlâ devam ediyor. Dilleri de ciddi bir dil
nusu bu mekânları üreten ve ortaya çıkaran da onların zevki olarak dünya literatüründe yer ediniyor. Kesinlikle Türkiye’den
ve estetik algılarıdır. Onların eşyaları var. İnsanlar ölünce bu görüldüğü gibi değil. Çünkü Osmanlıca eserler yazılmış ve bu
eşyalar haraç mezat satılıyor ve yeni kuşaklar bu eşyaları nasıl dil bir iletişim dili, bir duygusallığın dili olmuştur. Kesinlikle
kullanacaklarını bilmiyorlar. Sanatlar da öyle. Her lafın sonuna arkaik bir dil değil. İstanbul zevki dediğimiz hadise bu dil ile be-
hep aynı eki ekleyen çok ünlü bir yatırımcı, bir işadamı varmış. raber mekânlar, sanatlar ve eşya üzerinden devam etmektedir.
Bir dostumuz, sanat zevki ve hassasiyetiyle pek önde olan bir Bu İstanbul zevkinin arkasında bir dünya görüşü var. O dünya
arkadaşımız gümüşten, sedeften kesme yapıyor ve onu nadide görüşünün ekonomide, siyasette, eğitimde, sosyal hayatta söy-
ağaçlara hâkkediyordu. Bu sanatkâr yaptığı çalışmayı o önemli ledikleri var, bir de estetik sahasında söyledikleri var.
zata götürüyor. O kimse “yahu” diyor, “Bu çok küçük olmuş,
biraz daha büyük yapsaydın da merdiven başına assaydım.”
Ama para onda, imkân onda. Dünyanın her yerinde bu böyle Medeniyet, Simge Şehirler ve İstanbul
olmuş. Önce saray daha sonraki devirlerde de kapitalist sınıf
sanatları desteklemeye başlamış. Ama kapitalist sınıf Batı’da İşte o dünya görüşünü algılayabilirsek, onun izdüşümünü
da Türkiye’deki gibi miymiş? Başlangıçta öyleymiş ama sonra yakalayabiliriz. Tabii dünya görüşü dediğimiz zaman belli bir
süratli bir şekilde kendini rafine etmiş. Önceki devirlerde saray sistemi kastediyoruz, onun boyutlarına daha sonra yer vere-
güçlüymüş, asiller varmış sonra burjuva veya kentsoylular or- ceğiz. Niye İstanbul’un üzerinde bu kadar duruyoruz. Bildi-
taya çıkmış. Ve bunlar zamanla rafine olmuşlar. Biz de şimdi o ğiniz gibi her uygarlığın simge şehirleri vardır. Antik Yunan
rafine olma sürecini bekliyoruz. Mezopotamya’nın, Babil’in ve Mısır’ın yani kadim dünyanın
İstanbul zevkini mekânlarda hâlâ görmek mümkündür. bilgeliğini ve bilgisini toplamış, eski tabirle tedvin etmiş, yani
Ama o insanlar artık yoklar. Fakat doktorasını Amerika’da bilimsel birikim ve felsefi düşünce haline getirmiş bir uygarlık-
yapmış ve uzun yıllar orada kalmış genç bir arkadaş ki ciddi tır. Bu uygarlığın simge şehri Atina’dır. Roma İmparatorluğu
bir kültür adamıdır, diyor ki: “Osmanlıca konuşmak bir sanat- Akdeniz, Kuzey Avrupa ve İngiltere’ye kadar uzanan coğraf-
tır, bu sanatı tekrar diriltmemiz lazım.” Neden diye soruyorum. yada hukukuyla, ekonomisiyle ve askeri düzeniyle hâkim ol-
“Çünkü özgün bir musikidir, Osmanlıca şiir okumayı da tekrar muştur. Bu uygarlığın simge şehri, Roma’dır. Sanayi devrimi
diriltmemiz lazım. Çünkü hikmet ve coşkudur.” diyor. Evet, başlamış batı dünyasında bu kez simge şehir, Londra’dır. Sa-
insanlar artık yoklar. O insanların davranışlarını görmüyoruz. nayi devriminin sosyal sahaya yansıması, gerilimler, gürültüler,
178 İstanbul, Kent ve Medeniyet Tarih ve Medeniyet Perspektifinden İstanbul Estetiği 179
ihtilaller, simge şehir Paris olmuştur. Ve yenidünyanın simge görüşünün bir değerler sistemi vardır. Bizim değerler sistemi-
şehri New York’tur. İslam uygarlığının, simge şehri önce Bağ- miz hem zihinlerde hem de gönüllerdedir. Bir değerler sistemi-
dat, sonra İstanbul’dur. Ortaçağ İslam medeniyetine baktığınız ni size mesela okulda yahut ailede verirler veya hiçbiri vermez
zaman bilimiyle, felsefesiyle, daha arkadan gelen sanatlarıyla, toplum bunu size verir. Yahut Türkiye’de olduğu gibi çatışma-
bütün mistik hayatıyla, hukuksal düzenlemeleriyle, ticaretiyle cı bir değerler sistemi ortaya çıkar. Çocukluğumda bir tarafta
bu medeniyetin simge şehri Bağdat’tır. Yeni ve yakın çağların, merhum Hasan Ali Bey ,”Eskiyi unut, yeni yolu tut” derken di-
ben ona yakın zamanların diyeyim isterseniz, simge şehri de İs- ğer yandan ‘kökü mazide olan atiyim’ diye bir şey duyduğumda
tanbul. Yani İslam medeniyetinin Osmanlı yorumunun bir kül- şaşırır ve zihnim karışırdı. Ne olacağım ben kardeşim, şaşırmış
tür olarak ortaya çıktığı, eski tabirle tecelli ve temerküz ettiği vaziyetteyim yani, hâlâ da şaşkınlığım sürüyor. Bu çatışmacı bir
şehir, İstanbul. Bu medeniyetin temel değerleri, batı medeni- dünya görüşüdür.
yetinin temel değerlerinden farklıdır. Dolayısı ile bu değerlerin Bir dünya görüşü kitleye mal olduğu zaman maşeri bir bütün-
ürettiği insan tipi de farklıdır. Bu farkı herhalde sizler de bu- lük kazanır. Biz ona sosyal mutabakat diyoruz. Sonra bu dünya
gün rahatlıkla görüyorsunuz. Her ne kadar modern dünyada bu görüşü, bir sosyal iradeye dönüşür. Toplum, bu dünya görüşü-
farklar azaldı, modern dünya bir köy oldu deniyorsa da kimlik nü hayata geçirmeliyim der ve bu bir iktidara dönüşür. Ortaçağ
ve kişilik problemleri o kadar da kolay izale olmuyor, kaybol- Avrupa’sında monarklar hâkim. Sonra bir yerden boşluk bula-
muyor. Bu farkı görüyorsunuz. rak yavaş yavaş tüccarlar gündeme gelmeye başlıyor. Ve mo-
narkların iktidarının erişemediği yerlerde yeni bir hayat kuru-
yorlar ve bu hayat yavaş yavaş toplumu dönüştürmeye başlıyor.
Medeniyet Tasavvuru Kavramı İşte bunlar, kent soyluların temelidirler. Yoksa monarkın aklı
erse, gücü yetse bunlara imkân verir mi? Bu mümkün mü? Ama
Dünya görüşü, medeniyet tasavvuru, yani “Ben bu hayatı bir boşluk buluyor oradan yürüyor insanlar. Sonunda diyorlar
niçin yaşıyorum?” sorusu önem kazanıyor. Hayatta benim için ki, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” Eğer kapitalistsen
önemli şeyler var mıdır? Bu önemli şeyler nelerdir? Zihnimde bu işi sonuna kadar böyle yapacaksın. Bu iş böyle olur diyor. Bu
midir, gönlümde midir yoksa hemen elimin altında mı olma- bir kabuldür. Mesela Machiavelli’yi bilmezseniz, Adam Smith’i
lıdır? Zamanı niçin yaşıyorum? Zaman benim için ne anlama anlamak mümkün değildir. Bunlar birbirinin peşine gelirler. Bu
gelir? Tarzında soruları sorulmuyorsa, o zaman insan hayatı bir anlayış meselesidir. Yoksa St.Augustin’i okuduğunuz zaman
içgüdülerin emrinde olan bir hayattır. Bu da bir dünya görü- bu mümkün değil gibidir, bu ortamdan böyle bir anlayış çıkmaz
şüdür. İçgüdülerim vardır, bunlar benim en reel varlıklarımdır. diyorsunuz ama zamanla çıkıyor. Hayat böyle bir şey ve bu dün-
Dolayısı ile ben bu içgüdülerim emrinde yaşarım ve onlar bittiği ya görüşü giderek bir iktidara dönüşüyor. İşte Fransız İhtilali
zaman da ben biter yok olurum, şeklinde bir görüş. Bunun dı- o iktidarın el değiştirmesidir. İngiltere bunu Magna Carta ile
şında, hayatta öne çıkan farklı dünya görüşleri, farklı ideoloji- daha yumuşak gerçekleştirdi. Almanlar, garipler hiç yapamı-
ler de vardır. Bizimki de farklı bir dünya görüşüdür. Bu dünya
180 İstanbul, Kent ve Medeniyet Tarih ve Medeniyet Perspektifinden İstanbul Estetiği 181
yorlar. Onun için iki tane topuz yediler. İki dünya savaşı, ikti- bilgisi adını veriyorlar. Estetik özne, bütün medeniyetlerde,
dar dönüşümünün çok net ifadelerini yansıtır. bütün medeniyet anlayışlarında aynıdır. Ama iş estetik nes-
Osmanlı da iktidara dönüşmüş, minicik Osmanlı Beyliği, bir neye gelince fark ediyor. Modern estetik yani rasyonalitenin
uç beyliğidir. Çağın rüzgârını iyi yakalamak lazım. Osmanlı’ya ortaya koyduğu estetik hümanist hayat anlayışı ile örülüdür.
bu nasip olmuştur. Maşeri irade iktidara döndüğü zaman, bir Yani, insan bu âlemde en üst varlıktır ve akıl bütün problem-
medeniyet tasavvuru hayatın her sahasında söz sahibidir. Bu da leri çözebilir. Bu bir kabuldür. Hümanite işte budur. Mevla-
bütünlük içerisinde bir söz sahipliğidir. Siyasette ne söylüyorsa na hümanist idi derseniz, insanları kendinize güldürürsünüz.
ekonomide de aynı perspektiften bir şeyler söyler. Bu sanatlara Hümanite insan sevgisi filan değildir. Bu bir kabuldür. Batı
da yansır ama bunun ortaya çıkması için filozofların sözü yet- uygarlığında Rönesans’la başlayan ciddi bir kabuldür. Orta-
mez. Toplumun iş yapabilir bir kesiminin bunu içselleştirip be- çağ Hıristiyanlığında ciddi bir kırılma ile ortaya çıkan, ciddi
nimsemesi, belli bir iradeyi ve iktidarı ortaya koyması lazımdır. bir kabuldür. İlk başlarda papazlara karşı çıkan sanatkârlar ve
Osmanlı dediğimiz topluluk bunu yapmıştır. Batı uygarlığının kentsoylular daha sonra açık bir meydan okumayla dediler ki
Rönesans’la başlayan büyük macerasının karşısına, bana sorar- insan tanrıya karşı en azından eşittir, güçlüdür, akıllıdır. Bu
sanız hâlâ var olan bir ahlak, madde, eğitim ve estetik anlayışı açıdan bakarsanız estetik nesne olarak sadece insanın ürettiği
ile çıkıyor ve devam ediyor. İstanbul ve diğer şehirler ama özel- olguları ele alabilirsiniz. Modern estetik açısından baktığınız
likle İstanbul bu anlayışın ortaya çıktığı şehirlerdendir. Bunun zaman, insanın yapmadığı bir olguya siz bir estetik değer izafe
sanatlara yansıması söz konusu. Başta musikiye, şiire, mima- edemezsiniz. Bu bir kabuldür. Ama bir başka açıdan baktığınız
riye, plastik sanatlara yansıyor. O açıdan, bütün bunlarda bir zaman, henüz yazılmayan ama icra edilen İslam estetiği açı-
farklı zevk, bir farklı biçim, bir farklı algılayış ortaya çıkıyor. sından baktığınız zaman eğer bu olgu sizin üzerinizde bir haz,
Şimdi biraz da kuramsal estetikten bahsedelim. bir estetik duygu uyandırıyorsa, Tanrıdan da gelse, doğadan
da gelse, insandan da gelse bu bir estetik nesnedir. Medeniyet
anlayışının farkı burada yani estetik nesnede ortaya çıkıyor.
Kuramsal Estetik Üzerine Sonbahar akşamları İstanbul ufkuna baktığınız zaman bir baş-
Mukayeseli Bir Değerlendirme ka duygulanma, bir hüzün hissediyorsunuz. O da bir estetik
hazdır. Dolayısı ile estetik nesnede rasyonel batı uygarlığı fark-
Estetik, ne güzeldir, niçin güzeldir, güzellik niçin vardır lı bir alan, İslam uygarlığı farklı bir alan tanımlıyor. Estetik
gibi sorulara cevap arayan bir felsefi disiplindir. Yani ne, ni- nesneye gelince, insan estetik nesneye bakıyor. Düşünce ve
çin, nasıl güzeldir? Güzel nedir? Gibi soruların cevabını arı- duygulanmalar devam ediyor. Adeta zihin veya gönül mevcu-
yor. Modern estetiğin 4 unsuru vardır. Bunun bir tanesi, es- du tarıyor. Komik mi, trajik mi, güzel mi, hüzünlü mü? Yoksa
tetik öznedir. O da insandır. Tabii bu soruların cevabını da tecessüs uyandıran hafif heyecanlandırıcı mı? Ve buradan bir
aradığı zaman, burada bilim ve akıl var ama çok önde değil, değer seçip alıyorsunuz ve diyorsunuz ki, “trajikomik, hüzünlü,
çünkü bu duygusal bir şey. Estetiğe bir anlamda, duyguların rüya gibi” vb. birkaç değerle o olguyu ifade ediyorsunuz. Bir
182 İstanbul, Kent ve Medeniyet Tarih ve Medeniyet Perspektifinden İstanbul Estetiği 183
Van Gogh resmine baktığınız zaman, iri ayçiçeklerine baktığı- Neylersin ölüm herkesin başında
nız zaman, çiçekler çok güzel ama bu çiçekler böyle ifade edil- Uyudun uyanmadın olacak
memelidir, neden? Çünkü bu bana bir melankoliyi anlatıyor. Kim bilir nerede nasıl kaç yaşında
Hatta melankoli de hafif kalır. Bir ruhi açmazı, bir girdabı ha- Bir namazlık saltanatın olacak
tırlatıyor. Ben o girdaptan korkuyorum. O girdaba düşmekten Taht misali o musalla taşında
endişe ediyorum, eski tabirle havf ediyorum. Bu o resme çok
fazla bakmıyorsunuz. İşte bu da estetik bir değerlendirmedir. İşte bizim sanatkârımız bu. Her ne kadar kendini batılıyım
Yani her baktığımız sanat objesinde bir mutluluk duymamız diye tanıtsa, Fransa’da okudum dese de Diyarbakırlı Cahit
gerekmez. Vincent Van Gogh’un öyle resimleri vardır ki, si- Sıtkı’nın yazdığı şiir budur. Dante gibi ortasındayız ömrün/ De-
gara kutusunun arkasına yapmış. Düşkünler evine gitmiş ve likanlılık çağımızdaki cevher/ Yalvarmak yakarmak nafile bu-
orada umutsuz ihtiyarların yüzünü çizmiş. Hüzün, ümitsizlik, gün/ Gözünün yaşına bakmadan gider, diyor. Burada az çok bir
keder, hüzün hafif kalıyor. Bir iki çizgi ile hayatın karşısındaki sitem var. Ben bu şiiri okurken Şeyhülislam Yahya’yı hatırla-
büyük açmazı ifade ediyor. Evet, bunların hepsi birer değer. rım. Diyor ki, “Neler çeker bu gönül, söylesem şikâyet olur.”
Ancak size şunu söylemeliyim ki batı ve İslam uygarlığı ara- Bunlar teslimiyetin sanatkârlarıdır. Bizden bir Beethoven çık-
sındaki estetik değerlendirme arasındaki en büyük fark şudur: maz, çünkü o umutsuzluğu halen yaşamadık, o umarsızlığı ha-
Batı uygarlığının sanatçısı, hayata, hayatın realitesine isyan len yaşamadık. Hala annelerimiz babalarımız, çocuklarımız,
etmek mecburiyetindedir. Çünkü hümanist sanatın sığınacak eşlerimiz ile biz çok mutlu bir ortaçağ hayatı yaşıyoruz. Toplu-
bir tanrısı yoktur. İslam uygarlığında ise ne kadar şikâyet ve mumuzda sadakat var, merhamet var. Kime bakarsanız bakın.
sitem sahibi olursa olsun, sanatçının sığınabileceği bir mecra En batıcıyım diyene bakın, bu değerleri en fazla reddediyorum
hala vardır. Kısacası batı uygarlığının sanatı isyan, başkaldırı diyene bakın o da merhamet ve sadakat sahibi, bu toplumun
İslam medeniyetinin sanatı ise bütün gerilimlerin sonunda va- özü bu. Temel olarak estetik bir değerlendirme ile bizim sanatı-
rılan teslimiyettir. Ama keşke içimizden birileri ciddi anlamda mızın güzel olması için, bize güzel görünmesi için teslimiyetin
hayatla kavgalı olabilseler ki o bizim sanatımız olacak büyük ve belki en fazla sitemin, batı sanatının ise “pure” ve çok cü-
sanatın ilk aşamaları ortaya çıksın. Keşke birileri büyük şehir- retkâr bir isyanın sanatı olması lazımdır. Aksi halde olmaz. Ol-
lerin çevresinde yer alan varoşların mutsuzluğunu yaşayarak muyor. Çünkü onun hakikaten büyük bir gerilimi var. Geçen
dile getirebilseydi. Keşke varoşların mutsuzluğu ve umarsızlığı gün bir edebiyatçı arkadaş makale yazmış, Kafka’yla Ahmet
ranta dönüştürülmeseydi. İşte o zaman belki ciddi büyük bir Haşim’i ve Dostoyevski’yi değerlendiriyor. Tabii genç bir arka-
sanatçı çıkardı diye düşünüyorum. Ben bunu söyleyince, başka daş. “Ahmet Haşim Galatasaray Lisesi’ne geldi, Arap olduğu
bir arkadaş, “Belki o zaman bize ait bir caz ortaya çıkabilir- için onu yadsıdılar, ittiler” diyor. “O da onun üzerine hüzün
di” dedi. İşte orada tartışma kesildi. Bizim sanatkârımız, İslam şiirleri yazdı” diyor. Kafka da Çek Yahudi’si idi diyor. Alman
medeniyetinin sanatkârı gerilimden sonra varılan teslimiyetin toplumu da Yahudi olduğu için onu dışladı. İçimden, kardeşim
sanatkârıdır. Kafka’ya bu kadar haksızlık etme dedim Batı insanının yalnızlı-
184 İstanbul, Kent ve Medeniyet Tarih ve Medeniyet Perspektifinden İstanbul Estetiği 185
ğını sırf Kafka söylemiyor ki, umutsuzluğunu, çaresizliğini, bü- nebze zorlaşıyor. Çünkü şu anda Türkiye’nin içinde bir başka
tün büyük insanları söylüyorlar. Başta kim söylüyor, ressam kaos hakim. Ama diyelim ki entelektüel bir boyutta
Edvard Munch söylüyor. Çığlık adlı tablosuna bakın, “köprü”, Amerika’dasınız veya İngiltere’desiniz, Almanya’dasınız, hatta
“die Brücke”, 1893, yalnız yapayalnız. Niye? Çünkü sanayi dev- Avusturya’dasınız Türkiye’ye bakıyorsunuz. Hayatın akışında
riminin ve ondan önceki bireyselleşmenin sonucunu yaşıyor ve bir inkıta yok. Yukarıda söylüyorduk 29 Ekim 1923 ya da 30
anlatıyor. Roma uygarlığı zevkler ve renkler tartışılmaz diyor. Ekim 2008 sosyal yapı sürekli olarak akıyor. Ama biz belli za-
Size mazisini söylesem daha entelektüel bir şey olacaktı. Çünkü manlarda hayatımızda bir inkıta, bir duraklama, bir değişme
Roma batıda dünyadaki tek hâkim devlet. Doğuda Hint var, olduğunu varsayıyoruz. Hayat böyle kesitli bir şey değil, de-
Çin var. Onları zaten batılılar şu ana kadar hiç ciddiye almadı- vamlı akıyor. Hayatta süreklilik var. Değişim tabii oluyor, ted-
lar. Onlar da niye kaale alınmıyoruz diye bir endişe göstermez- rici küçük değişiklikler oluyor hayatta. Ama yargılar çok kolay
ler. Niye? Çünkü Roma bütün insanları tek bir eğitim altında değişmiyor ki biz bugün bu temel yargılarla beraber varız. Bun-
toplamış. Kendi medeniyet tasavvurunu ortaya koymuş, herkes lar Türkiye için muhataralı konular. ‘Hezar gıpta o devri kadim
de ona, eski tabirle, intiba etmiş, uymuş. Kant diyor ki: ‘Hayır, efendisine’ diyor. ‘Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisi-
estetik yargılar çok rahat tartışılabilir. Bu bir eğitim meselesi- ne’. Bu efendi bizim insan tipimizdir. Hanımefendi veya beye-
dir”. Medeniyet tasavvuru toplumda yayıldığı zaman, onun ge- fendi olabilir. Özgün bir insan tipimiz vardı ve hala var, şöyle
tirdiği zaman idraki, onun getirdiği renk, çizgi, algılama, işte o veya böyle var ve bu insan tipini oluşturan alt öğeler mevcut.
eğitimdir. “İşte o eğitimdir ki, toplumu o biçimlendirir”, diyor. Bu hala devam ediyor. İşte İstanbul estetiği dediğimiz olgu, bu
Dolayısı ile bir toplum için güzel olan, bir başka toplum için özgün insan tipinin ortaya koyduğu olgudur. Zaman itibarı ile
güzel olmayabilir. Kant: “Çünkü bunların medeniyet tasavvur- 15. yüzyıl’dan başlar ve bu güne kadar gelir. Tarihi perspektifi
ları farklıdır” diyor. İki farklı anlayış var. Onun güzel anlayışı ile budur. Bu zaman içerisinde yaşadığı bütün dramlar, komediler,
benimki farklı. Batı musikisi evrenseldir diyorlar. Ne demek tragedyalar bu insan hayatında vardır, olmuştur ve olacaktır.
“evrensel”. Evet, işte, evrensel Avrupa musikisidir. Yani estetik Bir Rumeli macerası vardır. Rumeli macerası bir Orta Avrupa
değerlerin arka planında, medeniyet tasavvurunuz vardır ve medeniyet seferidir. Gidilmiş ve gelinmiş, geriye Rumeli türkü-
farklı medeniyet tasavvurlarına göre zevkler ve renkler pekâlâ leri kalmıştır. Bir Estergon Kalesi türküsü var. Medeniyette
tartışılır. Bizim maceramıza gelince ne güzel, niçin güzel, güzel- musiki çok önemli bir göstergedir. O türküye baktığınız zaman,
lik nedir? gibi bu tanımları biz kendimize göre yapmak mecbu- oradan bir başka dünya ortaya çıkıyor. Şiirleri var. Belki en ba-
riyetindeyiz. Biz dediğimiz zaman henüz üzerinde bir sosyal mu- siti mimarisi. Bu perspektifte baktığınız zaman bu birikimler bu
tabakat olmayan bir değerler sisteminden bahsediyorum. Eğer çağa kadar geliyor. Bu çağda şu İstanbul’a bakıldığında ise bi-
yurtdışında belli bir eğitim almış, belli bir sosyal çevrede bulun- zim teknik tabirle “Bauhaus” dediğimiz, rasyonel mimarlığın
muş iseniz. Bu “Biz”i, bizim dışımızdan, tercihleri ile insan tipi olguları, eserleri ile karşı karşıyayız. Apartman ve dikey yapılaş-
ile zevkleriyle, yaşama biçimiyle çok daha net ifade edebiliyor- ma olgusu karşımızda duruyor. Ben apartmanı çocuk yaşlarım-
sunuz. Ama Türkiye’nin içindeyseniz bu “Biz”i tarif etmek bir da Nişantaşı’nda gördüm. Çok enteresan. O Frenk bir
186 İstanbul, Kent ve Medeniyet Tarih ve Medeniyet Perspektifinden İstanbul Estetiği 187
İstanbul’dur. Sultan Abdülmecit’in kurduğu bir İstanbul’dur. ezer geçer, taş gibi midenize oturur. Bütün bunlar bir medeni-
Frenk İstanbullular, Frenk eğilimli İstanbullular oradadır. Bu yet anlayışının iktidara dönüşmesi sürecini yansıtır. Yoldan ge-
şehrin varlığında bir renktir. Hiçbir surette nakîsa filan değil- lirken, genç bir arkadaş, trafikten yakınıyor. Ben dedim ki eğer
dir. Sonra apartmanın ne olduğunu batıda gördükten sonra, şu insanlar yolları kullanmasını bilseler, trafik problemi % 20 çö-
noktada bir şey söyleyeceğim. Apartman Fransızların doğurdu- zülebilir. Belki % 30 çözülür. Niye? Çünkü yol kullanmasını
ğu bir çocuktur. İngiliz apartman sevmez. O, evde oturur. Sa- bilmiyoruz. O da bir eğitimdir, o da bir görgüdür. O da bir me-
nayi devrimi, kırsaldan kente göç, zorlaşan ekonomik şartlar ve deniyet anlayışının iktidara dönüşmesi sürecinde kendine yer
Fransa’da apartman doğuyor. Daha geniş anlamda sanayii batı- edinir. Bütün bunlar üst üste birikince, İstanbul bugün, biraz
nın doğurduğu gibi. Şehirlerde saat kuleleri yapıyorlar çünkü önce de söylemeye çalıştığım gibi kalın ve sıcak bir kül tabaka-
sanayi için saat çok önemli. İşçi ücretleri, işçi hareketleri bütün sının altında kalmış. Belki siz de soracaksınız, ümit yok mu?
bunlar, batının çocukları, bu çocukları biz doğurmadık. Evlat Ben hayatta hiçbir zaman ümitsiz olmadım. Yaşamak için ümit-
edinmeye çalışıyoruz, ama çocuk biraz asi. Biz biraz onun dilin- li olmak lazım. Ve ben şunu söyleyerek isterseniz sözümü son-
den anlamıyoruz. İşte şehirde bugün var olan apartmanları da landırayım. Serde mühendislik var ya, ben mukayese yaparım.
bu gözle değerlendirmemiz lazım. Yine sağdan soldan belediye- Derim ki mesela 20 sene evvel hangi konuları konuşuyorduk?
lerde bazı entelektüeller, efendim İstanbul taş yığını haline gel- Ne giyiyorduk? Görgümüz ne kadardı? Nerelere gidebiliyor-
di diyorlar. Adını doğru koyalım. Taş değil o. Beton yığını hali- duk? Paramızı nasıl harcıyorduk? Babam derdi ki: “Para kazan-
ne geldi. Diyorum ki beton, betonarme, çok muti bir malzeme. mak kolaydır, sarf etmek zordur”. “Niye baba?” diye sorardım.
Hangi biçimi verirseniz o biçime girmekte bir itirazı olmaz. ‘Oğlum’ derdi, “rızk Allah’tandır, ama sarf ederken görgü la-
Ama niye bize karşı bir yığın, yani bizi ezen bir yapıda var olu- zımdır”. Şimdi bizim görgümüz eksik. Gezmiyoruz, görmüyoruz.
yor? Çünkü biz ona biçim verecek iktidara sahip değiliz. Batı- Parayı nereye sarf ediyoruz bilmiyorum. Okumuyoruz. Okumak
daki ilk apartmanları gördüğümüz zaman evet apartman böyle deyince, bilme falan değil, amatör bir merak sahibi olmak la-
bir şey dersiniz. Bize uyar, uymaz o farklı bir şey ama kendi için- zım. Okumak, gezmek, görmek bütün bunları yaptığınız zaman
de bir estetiği var. Batıdaki betonarme inşaatı gördüğünüzde, damla damla bir birikim oluyor. Sonra onlar dost sohbetlerin-
“Betonarme bu kadar güzel olur mu?” diyorsunuz. Evet oluyor. de, arkadaş muhitlerinde tartışılıyor ve eleniyor. Size bir tortu
Çünkü Fransızların çocuğudur betonarme, onlar terbiye etmiş- kalıyor. Şimdi ben size o tortuyu satıyorum. Ama diyorum ki
ler, dilinden anlıyorlar. Daha doğrusu doğmadan terbiye edi- şehirde yaşayan her insan kendisine ciddi zaman ayırmalıdır.
yorlar. Bu bir zihin ve iktidar meselesidir. Bahsettiğim zihin ve Salim zamanda okumak, salim zamanda gezmek lazım ki bir
iktidar teknolojiyi o şekilde terbiye ediyor. Taş diyoruz değil birikim oluşsun. Bu birikim oluştuktan sonra bir tercihler man-
mi? Taştan niçin korkuyorsunuz. Dünyadaki büyük katedral- zumesi ortaya çıkmaya başlar. Kentli olmak, kent estetiği, kent
ler, büyük Domlar taş değil mi? Hadi onu geçeyim, Müslüman- zevkine sahip olmak için böyle bir süreç gerekli görünüyor. Bu
ca konuşalım. Bütün büyük camiler taş değil mi? Taş kötü mü? sadece bilgi meselesi değil, aynı zamanda bir görgü meselesidir.
Ama siz eğer taşa biçim verecek iktidarda değilseniz? Taş sizi Bir haz, bir tat meselesidir. Mesela bu bina bu semte veya bu
188 İstanbul, Kent ve Medeniyet Tarih ve Medeniyet Perspektifinden İstanbul Estetiği 189
perspektife yakışmıyor demeye başlıyorsunuz. Belli yerlerde et-
kin olmaya başlıyorsunuz. Ben bu sözleri 40 yaş civarında söyler
dururdum. 40 yaşında Türkiye’de insanı kimse ciddiye almaz.
Sen daha küçüksün derler, çünkü büyükler vardır. Bu da yanlış
bir zihniyettir. Tarım toplumunda bilgi, paranın ve gücün ege-
menliğine ait bir gerçeklikten beslenir. Ama modern toplumda
işler değişti. Bilgi edinmenin ve tecrübenin yaşını bireyler ken-
dileri belirliyor.
Kendi hayatımdan bir örnekle devam etmek ve sonuçlan-
dırmak istiyorum. Kendinize belli bir yatırım yaparsanız vakit
ve birikim olarak toplumda dinlenir hale geliyorsunuz. Bu vakti
Türk çocukları kendilerine ayırmıyor ve bu birikimi yapmıyor-
lar. Yabancı çocukları yapıyor. Giyim kuşamına önem vermi-
yor ama entelektüel yatırımını yapıyor. Biz hâlâ evimize koltuk
alalım, perde alalım, el gün ne der, çizgisindeyiz. Ama genç in-
sanların kendilerine yatırım yaptığını görerek mutlu oluyorum.
Bu çağ kentlerin ve kentler üzerinden kültürlerin öne çıktığı
bir çağdır. Bu kültürün arkasında sizin özgün medeniyet an-
layışınız vardır. Ve artık dünyada ideolojiler bitmiştir. Özgün
olan her şey ne varsa, başta varlığınız şahsiyetiniz olmak üzere
bunu çağın dili ile ifade ettiğiniz zaman, siz ciddi anlamda bir
kentlisiniz. Bir medeniyetin temsilcisisiniz. Onu yaşıyorsunuz
ve yaşatıyorsunuz. Sözlerim burada bitiyor. Teşekkür ederim.