You are on page 1of 198

KARA DELİK

YAZAR
Tolga Kırkıl

EDİTÖR
Ufuk Gültepe

KAPAK TASARIMI
Kadim Gültekin

YAYIN TARİHİ
Mart 2010

Bu e-kitap Tolga Kirkil tarafından yazılmış, Xasiork


Ölümsüz Öykü Kulübü üyeleri tarafından yayına hazırlanmış
ve www.xasiork.biz adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa
yazılar dışında izin alınmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve
paylaşılamaz.
Orhan Kemal’e
Romanı Okurken Dinlenmesi Tavsiye Edilen Makamların
Listesi:

1.Bölüm: İsfahan
2.-10.Bölüm: Neva
11.-19 Bölüm: Acemaşiran
20.-31 Bölüm: Nihavent
32.-41. Bölüm: Uşak
42.-46. Bölüm: Hüseyni
47.-49. Bölüm: Rehavi
1.
Her şey fötr şapkalı adamın gelişiyle başladı.
Aslında buna bir başlangıç demek zor. Çünkü her şey o kadar fulüydü
ki hatıralar arasından belirgin şeyler seçmek imkânsız. Başlangıçta
birtakım hareketler vardı, bir adamın pencereden bir eve girişi,
pavyonlardan birinde şarkı söyleyen bir kadın, birbirine tıpatıp benzeyen
iki adamın gölgesi, rüzgârda uçuşan bir şapka.
Hikâyeme bunların gösterdiği kapıdan girmek isterdim ama o zaman
sanırım her şey dört bir yana dağılıp giderdi. En iyisi belli belirsiz olan
başka şeyler arasında seçim yapmak, daha sonra bu seçimi hikâyenin
ana gövdesine yedirmek; sonra, sonra bunun gibi şeyler işte.
Her şey fötr şapkalı adamın gelişiyle başladı.
Bunun bir başlangıç olduğuna o zamanlar karar veremezdim, şimdi de
karar vermem zor. Ancak her şey olup bittikten sonra bir başlangıca
benzediğini görebildim. Çünkü o zamanlar yalnızca belli belirsiz bir takım
hareketler vardı sağda solda. Pavyonda şarkı söyleyen bir kadın vardı;
hangi makamda olduğunu hatırlamadığım bir şarkı söylüyordu ve biz
onun peşinden rüyalar âleminin hiç de uzak olmayan bir kısmına dalıp
gidiyorduk. Rüzgârda uçup giden bir fötr şapka vardı. Bu şapkanın
peşinden giden birilerini hatırlamaya çalıştım ama kimse yoktu. Yine de
kendimi zorladığım takdirde başka şeyler de hatırlayabileceğimi
sanıyorum. Bir adam vardı yerde yatan, boylu boyunca, bir çocuk gibi
yere uzanmış; sanki birinin gelip de onu kaldırmasını bekliyordu. Hayır,
kimse gelmedi ve hatırladığım zaman dilimi boyunca adam orada yattı
durdu. O zamanlar yalnızca belirsiz gölgeler halinde hareket eden iki
adam vardı.
www.xasiork.biz

Her şey fötr şapkalı adamın gelişiyle başladı.


O zamanlar başlayabilecek kadar canlı olan bir şeyler var mıydı
hatırlamıyorum. Her şey fötr şapkalı adamın etrafında dönüp duruyordu.
Hiç durmadan dönüp duruyordu hem de. Ondan uzaklaşmak ona
yaklaşmak, ona yaklaşmak ondan uzaklaşmak demekti. Belirgin olan
şeylerin sayısı o kadar azdı ki, bunlar arasında en belirgin olan fötr
şapkalı adama tutunmaktan başka çare yoktu.
Her şey soğuk ve kasvetli bir kış günü başladı ama ılık bir bahar
günündeki gibi yavaşça etrafa yayıldı, belli belirsiz bir takım işaretler
halinde hikâyeyi oluşturan karakterleri şekillendirdi, hikâyenin gidişatına
pek müdahale etmedi ama yine de onu etkiledi.
Her şey fötr şapkalı adamın gelişiyle mi başladı, ondan çok önce de
başlangıca dair bir takım işaretler hâlihazırda bekleşiyor muydu etrafta,
emin olamıyorum bir türlü. Çünkü fötr şapkalı adamla yan yana bulunan
her şey yoğun bir belirsizliğe kapılıp gitmekte gecikmiyordu. Her şeyi, o
soğuk kış gününün çevrelediği salonun penceresinden seyrediyordum
sanki. İçeri birden fötr şapkalı adam giriyor, kapı birden çarpıyor, dışarı
birisi çıkıyor, pavyonda şarkı söyleyen kadının sesi odada yankılanıyordu.
Her şey onun gelişiyle bir anlam kazanıyor, her şey ancak onun gidişiyle
etrafında oluşan anlamsızlığı dağıtmak adına bir şeyler yapabiliyordu.
Buna ben o zaman, kendini kandırmak diyordum ama şu an başka bir şey
demem gerektiğini görebiliyorum.
Her şey fötr şapkalı adamın gelişiyle başladı sanki.
Bir anda her şeyin dağılıp gideceğini ve baştan başlamanın mümkün
olacağını düşünüyorum, fakat olup biten şeylerin artık bir sona ihtiyacı var
bir başlangıçtan daha çok. Her şey sonlanmak için özel bir çaba

7
www.xasiork.biz

gösteriyor; fötr şapkalı adam ve ben bu sonlanma arzusuna irade dışı bir
şekilde karşı koymaya çalışıyoruz.
Peki neden?
Fötr şapkalı adamın aniden çıkıp gitmesini bekledim, doğru, ama bu
her şey başka bir yönde seyretsin diyeydi. Bir sondan bahsetmek için en
erken gündü o gün, çünkü her şey yeni yeni başlamıştı fakat daha o
başlangıç anı, kendi sonunu yaratmayı başarmıştı ve biz, ikimiz, bu
sonun içindeki yerimizi almıştık.
Bir dağılıştan, bir parçalanıştan, bir biçim değiştirmeden bahsetmek o
zamanlar bana mantıksız geliyordu çünkü her şeyin bir başlangıcın
eşiğinde buluştuğu o özel zamanda ben daha çok, yerden, kişilerden,
olayların gidişatını belirleyebilecek diğer etkenlerden söz etmek
istiyordum; ama fötr şapkalı adam bütün bu kişisel arzulara bir son
vermemi istiyordu sanki.
Bir şeylerin başlaması için en uygun gün o gündü çünkü soğuk ve
kasvetli bir kış günüydü. Şehir biraz ıssız, biraz yalnız, biraz da baştan
çıkarıcıydı. Hepsinden daha çok, içindeki olasılık bulutlarıyla dans ediyor,
görüp geçirdiği hikâyelerin neye benzeyebileceği, neye benzemeyeceği
konusunda her yana ipuçları saçıyor, meraklıların gelip bu ipuçlarını
değerlendirmesini bekliyordu. Her şeyi biliyordu, her şeyden haberdardı;
ama yine de olacakları uzaktan seyretmeyi tercih ediyordu. Fötr şapkalı
adamın kentin sokaklarında dolanmasını seyrettim kuş bakışı.
Hareketlerinde bir tuhaflık arıyordum, bir şeyleri yanlış yapmasını
bekliyordum; tam karşıdan karşıya geçerken, Büyük Saat’in altındaki
kahvelerden birinde tanımadığım birileriyle buluşurken heyecan dolu bir

8
www.xasiork.biz

şeylerin olmasını bekledim ama fötr şapkalı adam, şehir onun doğal bir
uzantısıymış gibi hareket ediyordu.
Nişanlım iki haftadan beri kayıptı.
Hatırladığım tam olarak bu mu? Evet, nişanlımın tam olarak iki
haftadır kayıp olduğu gerçeği. Sevgilim, canım, ciğerim. Onu böyle
tanımlamak şimdi bana çok sıra dışı geliyor.
Nişanlım iki haftadan beri kayıptı.
Her yere bakmış, gidebileceği bütün yerleri soruşturmuş, bir sonuç
elde edemeyince de fötr şapkalı adamı aramaya karar vermiştim.
Hikâyenin belirsizliği, bütün bu soru işaretleriyle benzersiz bir uyum
içinde, gecenin ağırlığını birazcık da olsa hafifletiyor.
Şimdi kesin olarak şöyle diyebilirim: Her şey fötr şapkalı adamın
gelişiyle başladı.
2.
Nişanlımın kayboluşunun üzerinden iki hafta geçmişti.
Bunu oldukça net bir biçimde hatırlıyorum. Bu anı bende keskin bir
nokta olarak bulunuyor; ne yandan yaklaşırsam yaklaşayım hep aynı
keskinlikte, acımasız ve biraz da çekingen bir nokta. Nokta olması
dolayısıyla pek çok diğer anıyla onu kaynaştırabiliyorum; ama bu kez de
şeylerin belirsizliği içinde onu anlamlandırmak hiç de kolay olmuyor.
Nişanlım kayboldu ve fötr şapkalı adam ortaya çıktı; nişanlım kayboldu
ve diğer pek çok yabancı şeyin hayatıma girişini çok daha gerçekçi bir
şekilde değerlendirme fırsatı buldum; nişanlım kayboldu ve kimsenin o
güne dek farkına varmadığı şeyler su yüzüne çıkmaya başladı; nişanlım
kayboldu ve o güne dek nişanlımla ilgili olduğunu düşündüğüm şeyleri
çok daha berrak bir şekilde görmeye başladım; nişanlım kayboldu ve

9
www.xasiork.biz

günler daha yavaş akmaya başladı… İşte bunun gibi şeyler. Şimdi bu
cümlelerden hangisini alırsam alayım ortaya çok yoğun bir belirsizlik
koyuyor ve yeni doğan her belirsizlik gibi dikkatin kendi üzerinde
yoğunlaşmasını istiyor. Bu kayboluşu, diğer olaylar içinde sabit bir yere
oturtmaya çalıştıkça kaygan dokusunu ellerimde hissediyorum. Bu
kayboluşu takip eden olaylar silsilesi, ona bir yer bulma çabasının
beyhudeliğini ortaya koymakla kalmıyor, hayatın çokluklarını, bize fazla
gelen yanlarını süzmeye çalışmanın ne kadar anlamsız bir girişim
olduğunu da gün yüzüne çıkarıyor. Bunda bizim ne kadar payımız olduğu
tartışılır bir olgu şüphesiz. Etrafına saldığı dokunaçlarıyla her şeyi ele
geçirmeye çalışan, tatmin olmaz dağınıklığıyla adeta bir ahtapota
benzeyen bu kayboluşun daha ilk andan itibaren çekici bir unsur olarak
içinde yaşadığım ilişki evrenini derinden sarsacağı belliydi. Kimse bunun
üzerinde durmamıştı o zamanlar. Ama ben şimdi kayıp bir kıtayı bulmuş
gibi sevinerek ortaya çıkıyorum ve her şeyin ta başından beri belli olduğu
bu kedi fare oyununu neden oynadığımızı kendimize soruyorum. Buna ne
fötr şapkalı adam cevap verebilir, ne de kaybolan nişanlım.
Hiçbir şeyin cevabı yok.
Bu macera başlamadan evvel hiçbir şeyin cevabı olmadığına dair
içimde küçük mü küçük bir his vardı. Yaşanacak olanlarla bu hissin bir
alakası olabileceğini de düşünmüyordum açıkçası. Çünkü o zamanlar
gizli ve saklı olan şeylere inanmıyordum. Benim için her şey apaçık ve
netti. Sıradan bir çifttik biz, daha ne söyleyebilirim ki? Bu sıradanlıkta
belki de kendimize ait en çekici yanları buluyorduk; ama sıradandık işte.
Kayboluş, benim için o kadar olağanüstü bir şeydi ki o andan sonra artık
eski ben olamayacağımı anlamış bulunuyordum. Bu durum beni çok

10
www.xasiork.biz

tedirgin etmişti. Tutkuyla bağlı olduğumu sandığım şeyin aslında benim


sıradan bir alışkanlığım olduğunu anlamamdı beni şaşırtan şey. Ortada
bir çocuk gibi kalmıştım. Çünkü hayata dair malumatım o kadar azdı ki
nişanlısı kaybolan biri ne yapar bilmiyordum.
Tam bir hafta hiçbir şey yapamadan geçti. Oysa tam o gün ikimiz Mavi
Köşe Pastanesi’nde buluşup geleceğe dair planlarımızı konuşacaktık.
Sonra fötr şapkalı adam çıkageldi. Sanki bütün bunlar onun çıkıp da
gelmesi için düzenlenmiş bir oyundu. Sonradan yaşananları düşününce
bunun hiç de akıl dışı olmadığını görüyorum. Fötr şapkalı adam için bu
vaka sıradan bir vakaydı belki. Adana’nın güneşli havası içinde akıp
gitmeye razı sıradan bir vaka. Oysa onu arayan, telefon rehberinde
bürosunun numarasını bulan bendim. Telefonunda 3 rakamı sanki diğer
rakamlara baskındı, belki de yanlış hatırlıyorum. Küçük Saat, No:125, kat
2 ya da 3.
Telefon ilk çaldığı an, bu anın sonsuza dek hep bu şekilde
yaşanacağını düşünmüştüm. Büroyu hayal etim, bomboş, kimse yok,
karanlığın ortasında yankılanan bir telefon sesi. Tam bu sırada telefonun
diğer ucundaki ses “Efendim.” demişti. Sade, kuru bir erkek sesi, o kadar.
Sıcak cana yakın bir bayan sekreterin sesini beklerken… Oysa fötr
şapkalı adamın her şeyi bildiğini düşünüyordum. Birden telefonu
kapatıverdim.
Telefonla dolu bu anıda eksik olan neydi, bulmaya çalışıyorum, aklıma
bir şeyler gelir gibi oluyor ama bunlar belirsizliği arttırmaktan başka bir işe
yaramayan şeyler. Bu belirsiz anıyı aniden yakın bir arkadaşımın şehir
kulübünün salonunda yapılan nişanı takip ediyor. Üzerimde siyahlı grili bir

11
www.xasiork.biz

takım var. Şimdi düşünüyorum da, ben bu renkleri hiç sevmemişimdir; o


halde üzerimde ne arıyorlar?
Telefonu tekrar kaldırdım.
Bu kez daha içli, daha duygulu bir şekilde çalıyordu sanki telefon.
Karşıdaki adam ki ben onun fötr şapkalı adam olduğunu sanmıştım her
zaman, fötr şapkalı adamın orada olmadığını söylemişti. O kimdi peki?
Teşekkür edip kapatmakla yetinmiştim telefonu.
Nişanlımla, kaybolan nişanlımla aramızdaki bu mahrem şeyi, yani
onun kaybolmasıyla tam göğsümün orta yerinde doğan bu şeyi dünyaya
açmaktan, dünyayla paylaşmaktan çok çekiniyordum. Yeni Adana,
olaydan iki gün sonra bu kayboluşu manşete taşımış, sonraki günlerde de
gelişmeleri ilk sayfasından bütün Adana’ya duyurur olmuştu. Her haberle
birlikte sırrımın bir kez daha ifşa edildiğini acı içinde görüyor,
bahtsızlığıma lanet ediyordum. Bütün bu alenilik benim gibi genç bir
insana ait olan pek çok şeyi sanki azgın bir nehir gibi götürüyor,
Akdeniz’in uçsuz bucaksız mavi düzlüğüne fırlatıp atıyordu.
Ertesi günkü telefon görüşmesi, ilk görüşmeye göre çok daha
sıradandı. Sesini nişanlımın sesine benzettiğim sekreterden randevu
alırken, saati telefonun yanındaki küçük deftere not ederken, kafamda fötr
şapkalı adamın nasıl biri olduğunu canlandırmaya çalışırken, ne gibi bir
serüvenin başında olduğumu merak ederek heyecanlanıyordum.
Randevu saatinden beş dakika önce, büronun zilini çaldım. Sekreter
biraz sonra, beyaz kapının ardında göründü, “Buyurun!” dedi. Bana bir
bardak çay ikram etti, fötr şapkalı adam birazdan beni kabul edecekti.
Çayımı yudumlarken, sigaramdan peş peşe dumanlar alırken;
birazdan başıma gelecekleri düşünmeden edemiyordum. Fötr şapkalı

12
www.xasiork.biz

adamı bana, babası komiser emeklisi olan yakın arkadaşlarımdan Ahmet


tavsiye etmişti. Dediğine bakılırsa, Adana’nın görüp görebileceği belki de
en büyük hafiyeydi. Ama bunlar benim umurumda değildi o zamanlar.
Peki, umurumda olan neydi? Nişanlımın bir an evvel bulunması, ailesinin
ve ailemin eski saadetine geri dönmesi miydi? Hayalini kurduğum
geleceğin bana iade edilmesi mi yoksa?
Sekreter, biraz önce kapıdaki ses tonunun tıpatıp aynısı bir tonda
“Buyurun” dedi yeniden. Elimde şapkam, parke döşemede adeta kayar
gibi ilerledim, kapıyı çalıp açtım.
Tam burada büyük bir boşluk var. Her şeyi gayet net bir şekilde
hatırlıyorum: Fötr şapkalı adamın neredeyse yüzünün hepsini kaplayan
gülümsemesini, kolumdan tutup beni masasının önündeki sandalyeye
oturtuşunu, tedirginliğimin azar azar kayboluşunu. Yine de bu sahneye
büyük bir boşluğun eşlik ettiğini biliyorum. Kocaman bir boşluğun içinde,
birbiri içinde erimeye hazır şeyler. İki şapka, iki gölge, iki şarkı ve bu
şarkıların hiçbir makama ait olmayan musikisi.
Fötr şapkalı adam ilk sorularını sorarken kendimi onlarca kişinin
önünde çırılçıplak bir haldeymiş gibi hissetmiştim. Çekindiğimi anlamış
olacak ki bir süre sustu. Sonra böyle bir kaybın ne kadar büyük bir acı
olduğunu anladığından bahsetti. Elbette Allah’tan ümit kesilmezdi, kendisi
bir an evvel çalışmalara başlayacak, soruşturmayı yürütecek ve inşallah
da nişanlımı bulacaktı.
O bunları anlatırken, göğsümdeki bana yabancı şeyin, korkuyla ve
tedirginlikle dolu olan ama bir yerlerinde birazcık da olsa umut barındıran
şeyin kemikleşmeye, kırılmaz bir noktaya ulaşmaya başladığını anımsar
gibiyim. Söylediği her sözcük, bu sararmış kemiğe çarpıp geri dönüyor,

13
www.xasiork.biz

odanın içindeki boşluğu sessiz darbelerle sarsıyordu. Onunla Mavi


Köşe’de buluşacak, evlilik hayallerimizden, neyi nasıl yapacağımızdan
konuşacaktık; ama nişanlım yarım saatten fazla beklememe rağmen
gelmeyince telaşlanmış, hemen bir taksiye atlayıp evlerine gitmiştim.
Nişanlım evden çıkalı bir saatten fazla oluyordu. Allah Allah, benim
yanımda değil miydi? Sonra evin içini Melahat Hanım’ın feryatları
kaplamıştı. Hala kulaklarımda yankılanan feryatlar.
Fötr şapkalı adam sanki bu anlattıklarımı yüzüncü defa dinliyormuş
gibi soğukkanlı ve bir o kadar da pervasızdı. Bir yandan notlar alıyor, bir
yandan da düşünüyordu. Beni nerede bulabilirdi? Çalıştığım hastaneden
izin almıştım, evde ondan haber bekliyor olacaktım.
3.
Olayların birbirine karışması için belli bir sürenin geçmesi gerekti. Fötr
şapkalı adamdan halen bir haber çıkmamıştı. Üç gündür tek başıma evde
oturuyor, kitap okuyor, belki bir haber gelir de beni bulamazlar diye
telefonun başından ayrılmıyordum.
Siyah nesneye bakarken, kimi zaman korkuyor, kimi zaman tedirgin
oluyor, hepsini de küçük bir teselli duygusuyla savuşturuyordum.
Telefonun dünyayla aramdaki tek bağ olduğunu düşünmek beni
yoruyordu. Başından kalkıp içeri, odama gittim; biraz kestirdim. Rüyamda
uzun bir aradan sonra hiçbir şey görmedim. Uyandığım zaman sanki
bütün yaşananlar çok önceden olmuş gibi hissettim ama telefonun
çalmasıyla kendime geldim, koşa koşa telefona gittim. Ahizeyi kaldırdım,
karşı taraf sanki sesimi duyunca aniden kapattı.
Bu telefonun hiçbir anlamı yok gibi görünüyor. Çalıp çalıp tam
açıldığında kapanan bir telefon. Kendi üzerine çökmeye yakın bir nesne

14
www.xasiork.biz

diye geçirdim içimden. Böylece dış dünyaya uzanan yüzlerce kol kopmuş
oluyordu. Şimdi tekrar yalnızlığa dönebilirdim.
Bu yalnızlık anlarına özel bir önem veriyordum çünkü geçen zaman
zarfında dış dünyayla o kadar çok ilgilenmiştim ki kendimi adeta
unutmuştum. Fötr şapkalı adama gitmeden önce, büyük bir çaresizlik
içinde, ben de bir sürü görüşme yapmış, notlar almış, bir sonuca
ulaşamayınca da hepsini kaldırıp eski bir karton kutuya doldurmuş, onu
da gardırobun en dibine adeta gömmüştüm. Çoğu işe yaramaz bilgilerdi
zaten. Bu arada nişanlımın bilinmeyen yanlarıyla da karşılaşmadım değil.
Ama hiçbiri ilgi çekici şeyler değildi. Bu detaylar onun basit, sıradan
hikâyesini taçlandıran şeyler olmaktan uzaktılar. Yalnızca o hikâyenin bir
devamı gibiydiler. Aralarında eski sevgilisiyle ilgili bir takım bilgiler
olmasına rağmen bunları keşfetmiş olmak beni hiç mi hiç
heyecanlandırmamıştı. Yaşadığım bu büyük hayal kırıklığı, yani
nişanlımın aslında benim tahmin ettiğim kişi gibi olması, beni
soruşturmamın ortasında vahşi bir hayvan gibi yakalayıp ormanın
derinliklerine sürükledi. Orada, ormanın çıplaklığı yüzüme vururken,
nişanlımda sevdiğim şeylerin neler olduğunu kendi kendime bir kez daha
sordum; ama bunları biraz gereksiz bulup ormandan kaçmak zorunda
kaldım. Sonra… İşte kendimi bu eve tıktım.
Telefon bir kez daha çaldı: Tek bir ezgi şeklinde. Kendinden
öncekilere benzeyen, kendinden sonrakilere de benzeyecek olan bir ezgi.
Tam yattığım yerden kalkıp telefona koşmaya hazırlanıyordum ki aniden
susunca, kendimi biraz sersemlemiş buldum. Beş dakika sonra iki kez
çalıp sustu. On dakika sonra ise dört kez çalıp sustu. Bir, iki, üç, dört…
Bir daha da çalmadı. Gece boyu koltukta uzanıp yeniden çalmasını

15
www.xasiork.biz

boşuna bekledim. Sabaha karşı, her şeyin bir sis perdesi arkasında
göründüğü o vakit, sızdığım koltuktan zorlukla kalkıp yatağıma gittim.
Öğlene doğru zar zor uyanabildim.
Her uyanışta olduğu gibi yine kendimi olayların çok dışında hissettim.
Ilık bir duş aldım, kendime sucuklu yumurta, peynir, zeytin ve reçelden
oluşan bir kahvaltı hazırladım. Bu kahvaltıda, sevgilimin kayboluşunu
unutmaya başladığımın izlerini görür gibi olmamak için çok çırpındım.
Bunu başardım da sayılır. İki bardak demli çay içtim, bulaşıkları yıkadım.
Sonraki birkaç gün yaptığım kahvaltılar da buna benziyordu.
Hayatımda uzun bir aradan sonra tekrarlar yine başlamıştı. Bu bana
elimde olmadan bir güven duygusu veriyor, bu güven duygusunun
etkisiyle tekrarladığım şeylerin içimde köklenmesi daha da hızlanıyor ve
kolaylaşıyordu. Fötr şapkalı adam olmadan yaptığım yapabildiğim nadir
şeylerdendi bu kahvaltılar ve onları takip eden okumalar, radyo
dinlemeler. Kendimi her şeyden bu kadar uzakta bulduğum için halimden
memnundum; ama fötr şapkalı adamın uzun ellerinin beni olayların tam
ortasına çekeceğini hissedebiliyordum. Tek bilmediğim bunun ne zaman
olacağıydı.
O sırada telefon çaldı.
4.
Arayan fötr şapkalı adamdı. Benimle acilen Mavi Köşe’de buluşmak
istiyordu, bana anlatacakları vardı. Kendimi bile şaşırtan bir şekilde hiç mi
hiç heyecanlanmadım. Bir müddet hiçbir şey olmamasını, her şeyin aynı
böyle olduğu gibi devam etmesini istiyordum. Fakat tam bu sırada fötr
şapkalı adam ortaya çıkıyor ve bana anlatacağı şeyler olduğunu
söylüyordu.

16
www.xasiork.biz

Pastanede cam kenarındaki masada otururken, pastanenin hemen


önünde Chevrolet marka bir taksi durdu. Fötr şapkalı adam yeni yeni
çiselemeye başlayan yağmurdan kaçarcasına pastaneye sığındı. Beni
görüp yanıma oturdu.
Neler konuştuğumuzu şimdi hatırlamam olanaksız çünkü çok değiştim.
Bana olup biteni anlatırken bana anlattıklarından çok kelimeleri sarf
ederken yüzünün aldığı biçimlere, dudaklarının hareketlerine, bıyığındaki
eğrilere, şapkasını çıkarırken bükülen parmaklarına dikkat ediyordum.
Onun her şeyi başlatan kişi olarak karşımda oturması ve bana bu saçma
sapan şeyleri anlatması tuhafıma gitmişti. Hayır dedim sonra kendi
kendime, bunlar saçma değil, hem de kesinlikle saçma değil.
Bir araba var diyordu fötr şapkalı adam.
Bir araba var. Kırmızı bir Buick.
“Nişanlını en son bu arabaya binerken görmüşler.”
Sessizlikle karşılıyorum. Fötr şapkalı adam bir çay söylüyor. Şimdi
polise haber vermeye gidiyormuş, hemen arabanın peşine
düşeceklermiş. Arabayla ilgili anlattıkları, Adana’da kaç kişide bu
arabadan olduğu ve buna benzer şeyleri ilgi ve alakayla dinlemek
istiyorum, ama bir türlü yapamıyorum.
Pastanede oturmuş sohbet eden iki tane adam.
Kafamda siyaha boyanmış bir imge beliriyor. İkisi de aynı pardösüden
giymiş. Yaşlı ve bıyıklı olanın yanında siyah renkli bir fötr şapka duruyor.
Karşılıklı çay içip çok önemli bir mevzu konuşuyorlar.
Bu sahne başlangıca çok uzak değil, ama başlangıca çok yakın da
değil. Her şeyin soğukkanlılıkla değerlendirilebileceği o zaman aralığına
ait bir sahne bu. Sözcükler daha tam anlamıyla bizim olmamış,

17
www.xasiork.biz

kayboluşun etkisi her an hissedilebiliyor. Bir boşluk gibi yani, düpedüz bir
boşluk. Hiç kimsenin yanından geçmek bile istemeyeceği türden bir
boşluk ve bu boşluğa girip çıkmak isteyen pek çok ayrıntı var, pek çok
hikâye var ve pek çok kişi. Tam o masada oturmuş işte bu ayrıntıları
düşünüyorum. Olaylar bu bulgunun ardından nasıl genişleyecek, nasıl
dallanıp budaklanacak ve sonu nerelere uzanacak? Fötr şapkalı adam,
bu ayrıntıların gelişimini nasıl etkileyecek?
Bir çay daha söyledim, bir sigara daha yaktım. Nişanlımın ortadan
kayboluşuyla doğan boşluk daha şimdiden pek çok yabancı şey
tarafından doldurulmaya başlamıştı. Ama ben, onun yokluğundan sonra
bu kadar yeni şeylerin olmasını beklemediğim için şimdi kendimi çaresiz
hissediyordum. Çayımı bitirmeye yakın yağmur şiddetini iyice arttırdı;
şimdi kaldırıma düşen iri yağmur damlaları parkelerden sekip pastanenin
döşemeden tavana kadar uzanan camekânına sıçrıyorlardı. Bir süre
sonra camın alt kısmında çamurdan bir bant oluştu. Ama daha da
şiddetlenen yağmur bütün bu çamurdan bandı alıp götürdü, sanki daha
önce hiç orada var olmamış gibi. Her şey silinmişti şimdi.
Uzun uzun yağmuru seyrettim.
Odama, kimsenin beni rahatsız etmediği, her şeyden uzak olduğum
odama dönmek için içimde büyük bir arzu duydum. Ama yağmur bütün
bunları silmek ister gibi daha da şiddetleniyordu. Çıkan rüzgârla birlikte
yağmur artık camekâna vurmaya başlamıştı. Damlalar, büyük bir hızla,
camekânın her yerinde patlıyor, patlama sesinin hemen ardından
aşağılara kayıp gidiyor, kayıp giderken de bambaşka damlalarla sorgusuz
sualsiz birleşiyorlardı.
Fötr şapkalı adamla vedalaşıp bir taksiye atladım, eve döndüm.

18
www.xasiork.biz

5.
Dışarıdaki serin ve taze hava beni ferahlatmış, içtiğim çaylar da
zihnimi kuvvetlendirmişti. Yeniden beni dört gözle bekleyen olayların
ortasına dalabileceğimi hissediyordum. Akşama doğru bir banyo
yaptıktan sonra fötr şapkalı adamı arayıp kısa bir görüşme yaptım.
Amacım davaya olan ilgimin halen sürdüğünü göstermekti. Neden böyle
yaptığımı bilmiyordum; ama içimden bir ses yapmam gerektiğini
söylüyordu. Sonra nişanlımın ailesini arayıp onlara son gelişmelerden
bahsettim, kızlarının en son Buick marka kırmızı bir arabaya binerken
görüldüğünü anlattım. Nişanlımın babası Ferit Bey, Adana’da lüks
arabası olan sayılı insanlardandı. Ama arabayı duyunca ses tonunda
hiçbir değişme olmadı. Hatta telefonu açtığı zamanki ses tonu ne kadar
tek düze ise telefonu kapatırkenki ses tonu da aynı şekilde tek düzeydi.
Kapatmadan önce uzun bir süre sustu. Çok kısık, neredeyse
duyamadığım bir sesle bana teşekkür etti. Telefon kapanınca bu teşekkür
yüzünden içimde belli belirsiz bir pişmanlığın doğduğunu seçer gibi
oldum.
Fötr şapkalı adama, kızın ailesiyle direk bağlantı kurmamasını
tembihlemiştim, çünkü… Çünküsü yoktu işte, böyle olmasını istiyordum.
İki ada arasındaki tek bağlantının ben olmam gerektiğine karar vermiştim.
Ne de olsa fötr şapkalı adamı kiralayan bendim ve bunu istemek en tabi
hakkımdı. Elbette demişti fötr şapkalı adam, bu sizin en doğal hakkınız.
Fakat bunu hiç de inandırıcı olmayan bir şekilde söylemişti. Bu
kelimelerin ağzından çıkması gerekiyordu o kadar. İşin ucundaki elli bin
lira belki de onu böyle davranmaya sürüklemişti.

19
www.xasiork.biz

Kendi payıma kendime biçtiğim rolden çok memnundum. Uzun


zamandır kendimi böyle önemli hissetmemiştim. Fötr şapkalı adamın
gelişi her şeyi değiştirdiği gibi beni de değiştirmeye başlamıştı böylelikle.
O zamanlar, bazı şeyleri anlayamayacak kadar genç olduğumu ancak
şimdi görebilmem bir kusur olarak algılanmasın çünkü herkesin hayatında
buna benzer dönüm noktaları olmuştur ve hepimiz böyle zor
dönemeçlerden geçmişizdir. Benimki de bu dönemeçlerden biriydi işte.
Yalnızca biraz hazırlıksız yakalanmıştım o kadar. Belki de fötr şapkalı
adamın gelmesini bekliyordum yalnızca. O evde, her şeyin başındaki o
evde, fötr şapkalı adamın bana gelmesini, bize gelmesini ve her şeyi
değiştirmesini bekliyorduk. Bunları kelimelere dökmek kolay ama
yaşarken her şey farklı olabiliyor.
Gece yarısına doğru fötr şapkalı adamı tekrar aradım.
Kırmızı arabayla ilgili bir gelişme olup olmadığını sordum. Fötr şapkalı
adam, beylik cevaplar verdi, herhangi bir gelişme olmadığını, ama iz
üstünde olduğunu, herhangi bir gelişme olduğu takdirde bana derhal
haber vereceğini söyledi. Sesinde daha önce rastlamadığım esrarengiz
bir şey vardı. Pastanedekine benzer bir edayla eğip büküyordu kelimeleri.
Polis derken, araba derken içindeki bir şey tarafından engelleniyor gibiydi
ve içindeki o şeyin olayları bir arada tutan şeyle alakalı olduğunu tahmin
edebiliyordum. Çünkü olup biten şeylerin gerçekten de onları bir arada
tutacak bir şeye ihtiyaçları vardı. Bunu görmemek için insanın ya kör ya
da aptal olması gerekiyordu. Bir yanda kaybolan nişanlım, bir yanda ben,
bir yanda fötr şapkalı adam, bir yanda nişanlımın ailesi. Bütün bu şeyler
içinde biri hariç hepsi dağılıp gitmeye, birbirini yok etmeye, birbirini
örtmeye o kadar meyilliydi ki en ufak bir hareket hepsini ortadan

20
www.xasiork.biz

kaldırabilir, sonsuza dek yok olmalarını sağlayabilirdi. Fakat içlerinden


yalnızca bir tanesi bu oyunun dışında kalmaya kendini adamıştı: Fötr
şapkalı adam.
Bir banyo yaptım, hafif bir şeyler atıştırdım, sonra kendime bir kadeh
şarap doldurdum. Olup biteni belki yüzüncü defa düşünmeye çalıştım.
Kırmızı araba kime ait olabilirdi? Tekrar telefonun başına geçtim ve
tıbbiyeden arkadaşım Ali’yi aradım. Aynı hastanede çalışıyorduk. Sesimi
duyunca sesine ayrı bir canlılık geldi. Hayır, o da böyle bir arabadan
haberdar değildi. Ona kalırsa zengin zibidilerden birinin işi olabilirdi bu.
Babalarının parasıyla sürekli Amerika’ya gidip gelen bu gençler orada ne
görürlerse buraya getirmeye çalışmıyorlar mıydı? Evet, öyleydi Ali. Bir
haber alırsa beni aramaya söz verdi.
O gece rüyamda kendimi ilk kez dehlizde buldum. Dehlizin bütün
duvarlarında bilmediğim bir dilde bir sürü sözcük vardı. Elimi dehlizin
duvarlarına koyuyor, sözcüklerin soğuk derisini okşuyordum.
Anlamlarından çok şekilleri, biçimleri beni ilgilendiriyordu. Bir tanesi, yani
sözcüklerden bir tanesi kırmızı bir arabaya benziyordu. Jantlarını,
kaportasını yavaşça okşadım. Arabanın içinde nişanlımı görür gibi oldum.
Yüzünün aldığı biçim biraz F’yi, biraz da R’yi andırıyordu; ama bunların
hiçbiri değildi.
Biraz daha ilerleyince, loş bir apliğin ışığı altında aydınlatılmış, duvara
asılı gümüş bir çerçevenin içinde bir fotoğrafa rastladım. Nişanlımla
benim, yakın zamanda çektirdiğimiz bir fotoğrafımızdı bu. Atatürk
Parkı’nda oturmuş muhabbet ederken yanımıza yaklaşan fotoğrafçıyı
kıramamış, güzel, aydınlık bir poz vermiştik. Ne de umutla bakıyorduk
geleceğe. Nişanlıma sıkıca sarılmış, mutluluk içinde gülümsemiştim.

21
www.xasiork.biz

Arkada çam ağaçları, güneşin parlak ışıkları altında dans ediyorlardı.


Sonra birden elim ayağım boşandı ve çerçeve yere düştü, tuzla buz oldu.
6.
Ertesi gün yağmur bütün şiddetiyle yağmaya devam etti. Evden
yalnızca biraz alışveriş yapmak için çıktım. Karşıdaki bakkaldan biraz
kaşar peyniriyle zeytin ve pastırma aldım. Bir şişe de orta halli bir şarap
ve iki karton Boğaziçi.
Eve dönüp güzel bir kahvaltı yaptım, üç bardak çay içtim ve üstüne bir
sigara yakıp telefonu seyrettim uzun uzun. Ahizeden duyulacak birkaç
sözcükle her şey birdenbire değişebilir ya da eskisi gibi devam edebilirdi.
Bütün bu dağınıklığın içinde telefonu fötr şapkalı adamın bir türevi olarak
düşündüm. Olup bitenler arasında bağlantı kuruyor, şeylerin dağılıp
gitmemesi için sanki özel bir çaba harcıyordu. Akşama dek suskunluğunu
bozmadı. Kestirmek için biraz uzanmıştım ki fötr şapkalı adamın hattın
diğer ucundaki sesiyle birazcık ayılır gibi oldum. Arabanın bulunduğunu
söylüyordu.
“Çabuk gelin!” dedi fötr şapkalı adam, beni sokaktaki telefon
kulübesinden arıyordu. Adresi verdi. Şehrin dışındaki atölyelerden birinin
garajında bulunmuştu otomobil.
Yağmur hâlâ son sürat yağmaya devam ediyordu. Neredeyse bütün
vücudum pardösünün içine gömülmüştü ama yine de üşüyordum.
Taksici “Sigara içer misin abi?” deyip bir tane Birinci uzattı.
“Yok sağ ol!” dedim, “Ben buradan yakarım.”
Pardösümün cebinden Boğaziçi paketini çıkarıp bir tane yaktım, sonra
aniden “At o Birinci’yi, al sen de buradan yak!” dedim taksiciye; sağ ol
mağol diye direttiyse de razı oldu, ucu hafifçe yanmış sigarasını geri

22
www.xasiork.biz

pakete koydu. Sigarasını yaktım, derin bir nefes çekti. Sonra nedense
ona sigarasını at dediğim için kendimden utandım. Yan gözle taksiciyi
süzdüm. Üstü başı perişan orta yaşlı bir adamdı. Çok çektiği her halinden
belli oluyordu
Bakışlarımı ondan kaçırıp yola çevirdim. Delik deşik olmuş asfalt
küçük küçük havuzlarla dolmuştu. Araba, arada sırada bu çukurlardan
birine girince hafifçe sarsılıyorduk.
Pardösümün içine iyice gömüldüm ve arabayı, arabadan daha çok o
uğursuz geceyi hayal etmeye çalıştım. Kırmızı rengin baskınlığı,
etrafındaki her şeyi öldürmeye yetiyordu da artıyordu bile. Nişanlımı
neredeyse tanıyamayacaktım. Arabanın etrafında gözü bağlanmış bir
şekilde dönüp duruyordu. Kollarını öylece iki yanına açmış çaresizce
dolanıyor, arabaya dokunarak nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Etrafta başka kimse görünmüyordu; temkinli adımlarla yaklaşıp ona
sarıldım, birden “Bırak beni, bırak beni!” diye çığlıklar atmaya başladı.
Ona hemen kim olduğumu söyledim, sıkıca ağzını kapattım. Gözündeki
siyah bandı yavaşça çıkardım ve sıkı sıkı sarıldım. Tam bu sırada bir
başka çukura girmiş olmalıyız ki araba hafif bir sarsıntı geçirince
nişanlımla kırmızı araba kayboluverdi.
Fötr şapkalı adam neler düşünüyordu acaba?
Arabayı bulmuş olmak onun için şüphesiz büyük bir adımdı. Belki de
sona yaklaştığını düşünüyordu. Bilemiyordum. Aklım fikrim arabadaydı.
Araba, kırmızı rengiyle bu soğuk kış gününe hiç de uymayan bir
nesneydi. O daha çok bir mutluluğun, bir aşkın sembolü olmalıydı ama o
deri koltuklar belki de nişanlımın canlı olduğu son yerdi. Kafamda kentin
kuşbakışı görüntüsünü canlandırdım. Evim biraz daha kuzeyde sayılırdı

23
www.xasiork.biz

olayların geçtiği diğer yerlere göre. Nişanlımın evi daha güneyde, çarşıya
daha yakın olan kesimdeydi. En güneyde ise fötr şapkalı adamın bürosu
vardı. Yukarıdan aşağı gidip geldikten sonra bu araba yolculuğunun
birbirine paralel çizgiler oluşturan bu üç yeri kesip güneybatıda bir yerde
bulunan arabaya doğru hareket ettiğini hayal ettim. Arabanın bulunduğu
noktadan ayrılacak olan iki kişi evlerine dönüp bu çevrimi tamamlayacak,
nişanlım evine dönemeyecek ve çevrimin ucunu açık bırakacaktı.
Arabanın ortaya çıkışı, ilk anda olayların gelişimini büyük ölçüde
etkileyecek gibi görünüyordu. Çünkü her şey tam yerli yerine oturmaya
başlamışken, fötr şapkalı adamla birbirimize alışmaya, nişanlımın ailesi
acı gerçeği kabul etmeye başlamışken arabanın ortaya çıkışı ile her şey
sanki yeniden dallanıp budaklanmaya başlamıştı.
Yıkık dökük atölyelerin olduğu bir yere gelince taksici “Burası olsa
gerek abi.” dedi.
İleride birkaç tane polis arabası görünüyordu.
Beş lira verdim, “Üstü kalsın!” dedim.
Yağmur biraz diner gibi olmuştu.
Çamurlu yolda kendime kuru bir yerler bulmaya çalışarak olay
mahalline vardım. Fötr şapkalı adam, hurdaya dönmüş bir arabanın
yanında durmuş çeşitli notlar alıyordu. Pek samimi olmayan bir
tokalaşmadan sonra bana olup biten hakkında malumat vermeye başladı.
Sözünü kesip şaşırmış bir halde “Arabanın o olduğundan emin misin?”
diye sordum. Çünkü arabanın arabalık hali kalmadığı gibi rengi de
beyazdı. Lastikleri sökülmüş, ön kısım büyük bir darbenin etkisiyle içeri
göçmüştü.

24
www.xasiork.biz

“Büyük ihtimalle bir kaza yapmışlar ve onu bir hurdacıya satmışlar.”


dedi fötr şapkalı adam.
“Peki, nasıl haberiniz oldu?” diye sorunca onun özel sahasına
girmişim gibi biraz geri çekildi,
“Bu bilgi de bana kalsın!” dedi gülümseyerek.
“Elbette!” dedim.
Polislerden bir tanesi eğilmiş kaportayı hafifçe kazıyordu. Önce beyaz
boya tabakasının altında uçuk pembe bir renk belirdi. Kazıma arttıkça bu
pembe kırmızıya dönüştü. Sonunda kıpkırmızı bir yuvarlak beyaz
arabanın ön kaportasında eski, çok eski bir yara gibi beliriverdi.
“Hiç iz yok.” dedi.
Bunu söylemese bile hiçbir iz olmadığını tahmin edebilirdim, çünkü
beklediğim şey tam olarak buydu: Hiç iz olmaması. Şapkamı çıkarıp
yavaşça arabaya yaklaştım, açık camdan şoför mahalline ve arkadaki
koltuğa baktım. Gerçekten de hiçbir iz yoktu. Deri koltuklar ilk günkü gibi
pırıl pırıl duruyorlardı. Nişanlımı arka koltukta, elleri bağlanmış sonu
belirsiz bir yolculuğa çıkarken hayal ettim. Birden bu düşünceleri
kafamdan kovdum, fötr şapkalı adamın yanına gittim. “Araba kimin
üzerine kayıtlıymış?” diye sorunca fötr şapkalı adam pardösüsünün
cebinden not defterini çıkardı.
7.
Araba çalıntıydı.
Bu beklenen bir şeydi. Arabanın sahibi sorguya çekilmişti. Adam,
Adana’nın zenginlerindendi ve oğluna Amerika’dan getirttiği kırmızı Buick,
üç hafta önce, nişanlımın kaybolmasından bir gün önce çalınmıştı. Adam
o sırada bir iş için Paris’te bulunuyordu. Aylak oğlu da babasından

25
www.xasiork.biz

korktuğu için polise haber vermekten çekinmişti. Adam tam polise gitmek
üzereyken polis onu bulmuştu.
Olayların giderek geniş bir alana yayılması bana tuhaf bir zevk
veriyordu. Belki de bu hayatımdaki en büyük maceraydı. Sıkıcı
hayatımdaki en büyük macera…
Fötr şapkalı adamla atölyede yaptığımız konuşmayı düşündüm.
Birbirimize ısındığımız söylenebilir miydi? Birbirimize yardımcı olabilecek
miydik? Notlarını aldığı o defterde daha başka neler yazıyordu acaba? Ya
benim hakkımda yazdıkları. O defteri okumak için neler vermezdim.
Başka bir şey çıkmayınca eve döndüm.
Her ay aldığım edebiyat dergisinin sayfaları arasına gömülmüşken
kendimden geçmişim. Uykuyla uyanıklık arasının gri gölgeleri arasında
dolanırken kendimi o dehlizden çıkarken buldum. Çapraz çakılmış kalın
tahtalarla kapatılmış olan bu girişi açmak için epey uğraşıyordum ve
sonunda gün ışığını görebiliyordum. Fakat kalkıp yürümeye başladıktan
sonra kendimi tekrar dehlizin içinde buluyor, tekrar kaçmayı başarıyor ve
yine kendimi dehlizde hapsedilmiş buluyordum. Sonra ilk kez fötr şapkalı
adamı gördüğümü sandım. Ama hayır, bu sadece onun siyah şapkasıydı
ve asfalt yolun ortasında duruyordu. Şehir dışında, metruk yapıların
olduğu bir yerdi burası. Nerede olduğumu anlar gibi olduktan sonra
yavaşça şapkaya yaklaştım, yaklaştım ve onu kaldırınca simsiyah bir gül
gördüm. Yumuşak bir hareketle gülü sapından tuttum. Tamamen yanmış
küle dönüşmüş, capcanlı, bütün teferruatıyla eşsiz bir güldü bu.
Uyandığımda gün yeni yeni ışımaya başlıyordu.
O kadar susamıştım ki mecalim olmamasına rağmen kalkıp el
yordamıyla mutfağa gittim. Peş peşe dört bardak su içtim. Soğuk su

26
www.xasiork.biz

boğazımdan aşağı kayıp giderken, aniden, belki de tam ortasında


uyandığım için hatırlamadığım rüyam birden gözlerimin önüne geldi. Yine
sabaha karşı böyle susamış ve tere batmış bir şekilde uyanıyor,
karanlıkta el yordamıyla mutfağa giderken masanın yanından geçiyor,
tam bu sırada masanın üstüne bırakılmış bir pakete çarpıyordum. Küçük,
sarı saman kâğıdından, her tarafı bantlanmış bir paketti bu. Bir an paketin
nereden çıktığını anlamaya çalışıyordum uyku sersemliğiyle. Mutfağa
gidip gitmeme arasında kalıyor, sonra oturup paketi açmaya karar
veriyordum çünkü uykulu olmama rağmen paket tuhaf bir şekilde beni
rahatsız ediyordu. Belki de küçük olmasına rağmen ağır olmasıydı beni
rahatsız eden. Her tarafını inceliyordum. Üzerinde herhangi bir not ya da
yazı yoktu. Alnımdan, kollarımdan, sırtımdan her yanımdan ter
boşanıyordu. Sonunda paketi açıyordum ve rüyanın tam burasında
uyanıyordum. Sanki paketin içinde ne olduğunu görüyordum ama
hatırlayamıyordum. Çünkü içimde rüyanın bu kısmıyla ilgili çok kötü bir
his vardı. Paketin içindeki her neyse beni oldukça korkutmuş olmalıydı.
Bu sırada alnımdan bir damla ter akıp yanağımdan aşağı süzüldü. Onu
sağ kolumdan aşağı inen kocaman bir tanesi, onu da sırtımdan aşağı
süzülen bir diğeri takip etti. Bir bardak su içebilir miyim diye düşündüm
ama hayır, salona geçtim ve bir sigara yakmak için ışığı açtığımda
şaşkınlıktan donakaldım; masanın üstünde, sigara paketiyle çakmağın
yanında rüyamdaki paketin aynısı duruyordu.
8.
Hayır, üzerinde ne bir adres vardı ne de başka bir şey. Paket,
boyutlarına göre oldukça ağırdı. Kutuyu yavaşça açtım, bu sefer kalın
kartondan bir kutu çıktı ortaya. Onun da üzerinde hiçbir şey yazmıyordu.

27
www.xasiork.biz

Kutuyu hafifçe salladım fakat içindeki her neyse kıpırdamadı. Onu buraya
getiren kişinin hâlâ evin içinde olabileceği düşüncesi birden kafamda
şimşek gibi çaktı. Koşarak mutfağa gittim, en büyüğünden bir bıçak
kaptım. Her yanı boşu boşuna aradım. Paketi getiren her kimse çoktan
gitmişti. Sonra paketi açmak istemediğim gibi bir sanıya kapıldım.
Masanın etrafında en az on tur attım. Belki de çok önemsiz bir şeydi ama
beni ve olayları sürükleyeceği yerleri düşünmeden edemiyordum. Belki
de çok önemliydi, paketi açtığım an hayatım bambaşka bir yöne kayıp
gidecekti. Bunlar aklımdan hızla geçerken bir an fötr şapkalı adamı
aramayı düşündüm. Saat sabahın dört buçuğuydu. Sonra vazgeçtim.
Paketi alıp koltuğa oturdum, onu kucağıma bıraktım, bacaklarım bu ağır
yükün etkisiyle gerildi. Terlemeye devam ediyordum, içeriden bir havlu
alayım dedimse de üşendim. Gözlerimi kapatıp biraz düşünmeye
çalıştım.
Paketin içinde her ne varsa şimdiye kadar olan her şeyi geri plana
atabilecek kadar güçlü bir şeydi. Nişanlımın kaybolması, bir kaçırma ya
da ortadan kaybolma olayı olsun olmasın sınırları ve etkileri belli olan bir
şeydi. Bütün bu sınırlılığın içinde, olayların gidişatı ve onlardan etkilenen
biz kendi içimizde kapalı bir çember oluşturmuş, giderek de buna
alışmaya başlamıştık. En azından ben böyle düşünüyordum. Anlamlılığı
tartışılır olan bu görüşümün merkezinde ise fötr şapkalı adamdan başkası
yoktu. Çünkü her şey onun gelişiyle başlamıştı. Uykularla uyanıklık
arasındaki anlar, önce kırmızı sonra da beyaz olan araba, dehlizde
duvarda asılı olan fotoğraf... Bütün bu olgulara temkinli yaklaşmakta ısrar
edişimin nedeni, şüphesiz hepsinin bir anlamı olabileceği. Bu
anlamlarınsa diğer pek çok anlam katmanına bölünebileceği ve sonunda

28
www.xasiork.biz

bütün anlam katmanlarının tıpkı pastane camekânına vurup dağılan ama


aşağılarda tekrar birleşerek farklılaşan yağmur damlalarına
dönüşebileceği idi. Elimdeki bu kutu, son sürat camekândan aşağı
süzülen o damlalardan biriydi. Ona belirli bir sınır çizmek, onu sınırların
içinde algılamak isterdim ama bunun imkânsız olduğunu biliyordum.
Olaylar çoktan kontrolden çıkmaya başlamıştı.
Paketi açmaya karar verdiğimde güneş doğmak üzereydi. Müezzinin
sesi alacakaranlığın içinde yankılanırken ikinci kutuyu açtım.
9.
Paketin içinden çıkan, ne olduğunu ilk bakışta kavrayamadığım şeyi
sehpanın üzerine bırakınca, bir müddet sağa sola sallandıktan sonra
durdu. Hayatımda böyle bir şeyi daha önce görmemiştim. Bir kalbi
andıran yumruk büyüklüğündeki ağır madeni kısma alttan ve üstten beşer
onar santim boyunda çeşitli kalınlıklarda hortumlar takılmıştı. Biraz
inceleyip sehpaya bırakınca hortumlardan azar azar yağ akmaya başladı.
Yağlardan bir kısmı siyah bir kısmı ise koyu kahverengiydi. Yavaşça
birbirine karışıp koyu, alacalı bir renge büründüler. Madeni kısım parlak
gümüş rengindeydi; yüzeyi, birer santimlik derin yivlerle kaplanmıştı. Belki
de arabanın motor parçalarından biriydi.
Kim, hangi sebeple bana bu tuhaf, anlamsız şeyi göndermiş olabilirdi?
Düşünmekten bitap düşmüştüm artık.
Kalkıp mutfaktan bir bardak su aldım, koltuğa çöktüm, garip nesneyi
seyretmeye başladım…
Nişanlımı pastanede son gördüğüm o zamanı hatırlamaya çalıştım.
Karşımda oturmasına rağmen yüzünü bir türlü seçemiyordum. Yüzü,
pastanenin içinde olduklarını hissettiğim görünmez şeyler tarafından

29
www.xasiork.biz

perdelenmişti. Önünde bir tabak muhallebi vardı, yanında ise bir tane
çatal. Kaşığı nereye gitmişti? Salonun en arkasındaki masada bir tane
şapka gördüm. Sahibi her kimse onu unutup gitmiş olmalıydı. Tekrar
karşımda oturan nişanlıma döndüm: Yüzü kaybolup gitmişti. Elleri, teninin
rengi, saçları, yüzü hariç her şeyiyle onun nişanlım olduğuna yemin
edebilirdim. Bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi, ama
söylediklerinin tek kelimesini bile anlamıyordum. Ellerinden tutup ona
sakin olmasını söyleyecektim ki birden ellerini geri çekti. Neden böyle
davranıyordu ki bana? Yüzünün kaybolup gitmesinin sebebi ben miydim?
Umutsuzluk içinde camekândan tarafa dönmüştüm ki dışarıda fötr şapkalı
adamı gördüm, ama başında şapkası yoktu. Yavaş, sakin adımlarla
pastaneye girdi, şapka bulunan masaya oturdu. Daha her şey
başlamamışken burada ne arıyordu?
Onun her yerde karşıma çıkmasından sıkılmaya başlamıştım.
Yanına gidip konuşmaya niyetlenmiştim ki yumuşak, sıcak iki el,
ellerimden tutup “Gitme ne olur!” dedi.
“Sen ağlıyor musun?” diye sordum, cevap vermedi, “Neden
ağlıyorsun?”
“Bilmiyorum.” dedi.
Yüzünü, gözlerini göremiyordum ama iki damla yaşın, yüzünü
oluşturan onca şeyin, kırmızı bir arabanın, gizemli paketlerin, sicimlerin,
motor parçalarının, yağmur damlalarının, sigaraların, salonların sıkıcı
havalarının, çiçek desenli koltukların, şarap şişelerinin, hafiyelerin, soğuk
ve kasvetli günlerin arasından kayıp gittiğini hissedebiliyordum. Bütün bu
şeyler onun yüzünü gizliyordu, fakat yüzünü gizlemek için bir araya

30
www.xasiork.biz

geldiklerinde oluşturdukları biçim, nişanlımın yüzünden başkası


olmuyordu.
Araba sağanak yağmurun içinden geçerken fötr şapkalı adamın
pardösüsünün eteklerini havalandırıyor, cebindeki silahı çıkaran fötr
şapkalı adam arabanın arkasından ateş ediyor, arabanın kapısı açılıp
yere onlarca şarap şişesi dökülüyor, bu şişeler paramparça olurken çıkan
sesle salondaki koltukta uyuyan birileri uyanıyor, bu uyanan kişiler
mutfağa su içmeye gidiyor, giderken masanın üzerinde bir paket görüyor,
paketi açmadan önce aralarında konuşuyorlardı.
Bütün bu şeyler onun yüzünde bir yerlerde gizleniyor, ortaya çıkmak
için bir başka şeyin harekete geçmesini bekliyor, o şey harekete geçince
geri kalan her şeyde bir kıpırdanma oluyor, bu kıpırdanmalar belli bir
düzen oluşturmaktan uzakta, kendi küçük varoluşlarını tamamlıyorlardı.
Arabanın kapısının hemen ardında, arka koltukta, belki bu varoluşun çok
ötesinde bir şey vardı, belki bir kelime, belki bir gövde, soğuk ya da sıcak
bir gövde, nefes alan ya da almayan, alıp almadığı belli olmayan bir
gövde.
Ya da tamamen farklı bir şey. Olayların içine dâhil olmasıyla her şeyin
yönünü değiştirebilecek kuvvette bir şey. Bir başka kadın, bir başka ev ya
da bir başka salon. Bir başka paketten çıkabilecek bir başka ağır madeni
cisim, bir başka yüzü saklayabilecek olan başka onlarca şey; bir başka
şapka, bir başka pardösü, bir başka takım elbise. Yine bu pastane, ama
farklı bir zaman, tamamen farklı bir zaman, bir başka çay bardağı, bir
başka adam tam karşımda.

31
www.xasiork.biz

10.
Fötr şapkalı adama paketten bir süre de olsa söz etmemeye karar
verdim.
Yılın bu zamanı, gökyüzü ışıl ışıl ve hava soğukken, bütün zevk
sahiplerinin yapacağı gibi evimde, sobanın başında oturuyor, elimde
sigara ile bir kadeh şarap, dedektif hikâyeleri okuyordum. Arada bir
radyoyu açıyor, haberleri dinliyordum. Memleket darbe söylentileriyle
çalkalanıyor, DP’nin baskıları gün geçtikçe artıyordu.
Eskiden, yani bütün bu serüven başlamadan önce, memleketin hali
beni karamsarlığa sürükler, soluğu hemen arkadaşım DP’li Ali’nin
yanında alır, gidişatın kötü olduğundan bahseder, neler yapılabileceğini
tartışırdık. Hemen her akşam CHP Gençlik Kolu’nun Küçük Saat’teki
bürosuna uğruyor, partililerle birlikte sohbet ediyor, durum
değerlendirmesi yapıyordum. Fakat nişanlımın ortadan kayboluşuyla
bütün bu olup bitene olan ilgimi yitirmiştim. İlgimi çeken tek şey, bu
hengâmenin içinde kendi yolunu bulmaya çalışan, kayıp bir kızın peşinde
dolanıp duran, kendi kendine elindekilerle bir hakikat biçimi, bir hikâye
oluşturmaya çalışan fötr şapkalı adamdan başkası değildi.
Onun en çok bu yönünü seviyordum. Nişanlımın kaybolması ve onun
vakaya el atmasıyla sanki uzun zamandır mağarasında uyuyan dev
uyanmış, kibritin çakmasını bekleyen barut harekete geçmiş, fötr şapkalı
adam, kendini bildi bileli yaptığı şey olan esrarı aydınlatma, hikâyeyi
açığa kavuşturma işine yeniden başlamıştı.
Bir buluşmamızda bana, belirsizliklerden hoşlanmadığını, elinden
gelse dünyadaki bütün belirsizlikleri ortadan kaldıracağını, ancak bu
sayede içine düştüğü susuzluğu dindirebileceğini söylemişti. Herhangi bir

32
www.xasiork.biz

yerde herhangi bir tür esrarın nüksetmesi, fötr şapkalı adamın


varoluşunun anlamını ortaya çıkarıyordu.
Dört sene evvel kaybolan kız çocuğunu ararken, bütün meslek
hayatını sorgulamak durumunda kalmıştı. Sonuçta yaptığı şey işiydi ama
esrarın peşinde Adana’yı arşınlarken, bu işi sırf kendi zevki için yaptığını
düşünüp vicdan azabı duyardı bazen. Kayıp kız çocuğunu boş bir arsada,
papatyaların içinde, öldürüldükten yaklaşık bir hafta sonra bulmuşlardı. O
anı daima hatırlayacaktı. Çocuğun artık kokmaya başlamış bedeni,
tükenmiş esrarın, çözülmemiş gizemin ve belki de her şeyden önemlisi
tamamlanamamış bir hikâyenin kanıtıydı. İki ay sonra yakalanan suçlular,
çocuğu fidye için kaçırdıklarını, çocuğun hiç rahat durmadığını, içlerinden
birinin çocuğa biraz sertçe vurduğunu, yere düşen çocuğun başını yere
çarpınca oracıkta öldüğünü, kendilerinin de korkup çocuğun cesedini boş
arsaya attıklarını itiraf etmişlerdi. Aslında bütün hikâye buydu, diye
devam edecekti fötr şapkalı adam. Bütün hikâye bu. Ne eksik ne fazla.
Ondan sonra işlerin kesat gitmeye başladığını anlatacaktı düşünceli
gözlerle bana bakarken. O da hikâyesini tamamlayamadığı bu olay
üzerine bir müddet hafiyeliğe ara verecek, babadan kalma yayla evine
gidip bir sene biriktirdiği parayla hiçbir şey yapmadan yaşayacaktı. Ta ki
aydınlanamamış esrar onu şehrin sokaklarına geri çağırana dek.
Sokaklara geri dönmüş ve bir kez daha karşısına kayıp bir kız vakası
çıkmıştı. Kızların yaşları farklıydı farklı olmasına ama fötr şapkalı adamın
gözünde her iki vakanın neredeyse eş değer olduğunu tahmin
edebiliyordum. Ve bu kez kızı boş arsada bulmamak için elinden geleni
ardına koymayacağını biliyordum.

33
www.xasiork.biz

Ona paketten bahsetmememin sebebi biraz da tutkusunu, arzusunu


sınamaktı. Kendi hikâyesini kurmak konusundaki heyecanını coşkusunu
biliyordum. Bakalım benimkine nasıl yaklaşacaktı? Kayıp kız vakasını
daha önceki vakalardan nasıl ayrıştıracak, farklı noktalarla onu
zenginleştirip hikâyesinden aldığı keyfi nasıl arttıracaktı?
Öğleden sonra üç gibi fötr şapkalı adamı arayarak bir gelişme olup
olmadığını sordum. Sesinde eskisine nazaran yabancısı olduğum bir
iyimserlik hissediliyordu. Bir an hikâyesini tamamladığını ve beni
ayrıntıları anlatmak için yanına çağıracağını sandım ama öyle olmadı.
Önemli bir şey yoktu. Yalnız tuhaf bir şey olmuştu, arabayı iyice inceleyen
polisler, arabanın parçalarından birinin eksik olduğunu bildirmişlerdi,
kendisi birazdan konuyla ilgili daha detaylı bilgi almak için Eski
İstasyon’daki karakola gidecekti.
11.
Fikriye!
Günlerdir kafamın içinde dönüp duran tek bir sözcük.
Fikriye!
Önceleri varlığıyla zihnimi doldururken şimdilerde yokluğuyla zihnimi
dolduran Fikriye.
Fikriye’nin kaybolması benim için düşünülebilecek en son şeydi.
Gelecekle ilgili güzel hayallerimiz vardı. Bunu kaçıncı kez tekrar
ediyorum?
Bana en fazla iki çocuk yapalım derdi, fazlasını iyi bir şekilde
yetiştirmemiz zor olur, sence de öyle değil mi? Ben bu konularda fazla
düşünmezdim. Şahsiyetimde o kadar uzağa kafa yormak gibi bir şey
yoktu. Ben daha çok günün adamıydım ya da öyle olduğumu

34
www.xasiork.biz

sanıyordum. Bu kayboluş, bildiğim, bildiğimi sandığım her şeyi yerle bir


etmekle kalmadı, bütün bu enkazı benim için anlaşılması güç, içinden
çıkılması zor bir zindana dönüştürdü.
Onunla birlikte olduğumuz anlarda, onun tatlı hayallerini dinlerken,
uzaklara dalar gider, bütün bu anlattığı şeylerin nasıl olacağını
düşünmeye çabalar, fakat bir süre sonra gözümde onun anlattıkları değil
de anlatışı önem kazanırdı. Omuzlarının üzerinde topladığı siyah
saçlarına, sabah ışığının saflığıyla yoğrulmuş beyaz boynuna bakar,
heyecanla kıpırdayan kırmızı dudaklarının küçük çenesi üzerinde
kıvrılışını zevkle seyreder, gözlerinden etrafa yayılan hayat pırıltılarını
içime çekmeye çalışırdım. Bütün bu canlılığına, sadece yanımdayken
ortaya çıkan, başkalarının yanında itinayla içinde hiçbir art niyet olmadan
gizlenen hareketlerine rağmen, benim gözümde daima, bir heykelin o
somut, dokunma hevesi uyandıran dünyasından kopup gelmiş gibiydi.
Karşımda oturmuş bir yandan çay içip bir yandan pastasından yerken,
nehir boyu yaptığımız yürüyüşlerde martıları seyrederken, parkta,
havuzun kenarındaki bankta oturmuş fıskiyeden fışkıran suların çizdiği
eğrileri seyrederken, Asri Sineması’nda fötr şapkalı ve pardösülü
adamların kovaladığı jönü, çok tabi ve masum bir ifadeyle izlerken,
güneşli günlerde taktığı geniş hasır şapkasını ikide bir düzeltirken, ona
aldığım gülleri sapından hafifçe tutup burnuna götürürken sanki birisinin
gelip onu keşfetmesini beklerdi. Çoğu zaman beklediği kişinin ben
olduğumdan emin olurdum ama bazen, saçma sapan bir düşünce onu
keşfedecek, sert ve belirgin hatlarına dokunarak onu rahatlatacak kişinin
ben olmadığımı söylerdi ve ben bu düşünceden aşırı derecede korkar,
onu kafamdan uzaklaştırmak için olağanüstü bir çaba sarf eder, elimde

35
www.xasiork.biz

tuttuğum, daima çeşitli düşüncelerle birlikte kendini ortaya koyan bu


şeklin dağılmaması için elimden geleni yapmaya çalışırdım.
Hatları belirgin bir heykeli andıran Fikriye’nin keşfedilmeyi bu kadar
arzulamasının sebepleri neydi? Onu tamamen anladığımı, bütün olası
yanlarıyla kavradığımı düşünüyordum. Gerçi bir insan için bunu yapmak
neredeyse imkânsızdır; ama içinde bulunduğum ruh hali böyleydi. Fikriye
benim için, içinde sürprize yer olmayan birisiydi. Ailesi Adana’nın ileri
gelenlerindendi, çok zenginlerdi. Terbiyeli, akıllı, okumuş bir kız
yetiştirdikleri için kendileriyle gurur duyuyorlardı. Fikriye’nin kız kardeşi
Ferhunde belki ablası gibi olmak istemediğinden, belki ailesinden ve
Adana’dan sıkıldığından, bir ara Avrupa’da okumaya karar vermiş,
babasından gördüğü tepki üzerine bundan vazgeçmişti. Kardeşinin bu
davranışını Fikriye’nin aklı mantığı almıyordu. Burada, Adana’da her
istediği vardı. Hiçbir şey yapmasa bir babasının parası ona yeterdi. Hem
babası okumasın, üniversiteye gitmesin demiyordu ki! Ne yapacaktı
Avrupa’larda? Kız başına ne işi vardı? Kendi gibi gitsindi İstanbul’a, en
güzel okullarda okuyup Adana’ya dönsündü. Sonra da evlensindi. Fikriye
ile Ferhunde’nin kararını boşuna tartıştık. Bence elinde imkânı olan bir
insan bu imkânları sonuna kadar kullanmalıydı. Belki Ferhunde Avrupa’ya
gidip üniversite okuduğu takdirde sahasında çok meşhur biri olacaktı,
onun hevesini kırmanın bir manası yoktu. Ama Fikriye beni hiç dinlemeyip
Ferhunde’ye karşı babasının yanında yer aldı.
İstanbul günlerimiz de pek farklı değildi.
Gece hayatından artık sıkılmış başka arayışlara girmiştim. Hele o
meşum olaydan sonra yaşadığım korku, ayağımı denk almam gerektiğini
bana hatırlatmıştı. Tıbbiyedeki sevgililerime sevgili demeye bin şahit

36
www.xasiork.biz

isterdi. En uzun ilişkim ya iki ya da üç ay sürmüştü. O zamanlar bununla


gurur duyuyor, okulun en yakışıklısı, en çapkını diye anılıyor olmak ne
yalan söyleyeyim hoşuma gidiyordu. Sevgililerimin hepsi İstanbulluydu;
belki de Adana gibi uzak bir ilden gelen, tavırlarıyla, hareketleriyle
tanıdıkları İstanbullu erkeklere benzemeyen bu genç adamı çok ilginç
buluyorlardı. Kafalarındaki Adanalı imgesiyle karşılarındaki genç adamın
kendisi büyük bir çatışmaya sebep oluyor, onlar da sıkıcı hayatlarındaki
bu ilk çatışmanın peşinden ne pahasına olursa olsun gitmekte bir sakınca
görmüyorlardı.
Fikriye ile ilgilenmeye artık bütün bu amaçsız ilişkilerden sıkıldığımda
başladım. Her şey çok doğal gelişti. Bir gün okulun avlusundaki bankta
arkadaşlarla birlikte otururken Fikriye ile ben nasıl olduğunu anlamadan
yalnız kalıvermiştik. Altıncı sınıftaydık. Her zamanki sessiz haliyle bankta,
yanımda öylece duruyordu. Biraz utangaç olduğunu biliyordum ama beni
onunla eskisinden çok daha farklı bir şekilde konuşmaya iten, Fikriye’nin
daima birisinin gelip onu keşfetmesini bekleyen haliydi. Çok kolay
algılanan duru güzelliği ardında sanki bir şeyler saklıyordu. Sonradan,
bende daima tıbbiyenin avlusundaki bankta oturan o haliyle hayat
bulduğunu, sessizce nefes aldığını fark edecektim. Karataş Yolu
üzerindeki çiftliklerine giderken, birlikte yaptığımız bir İstanbul
seyahatinde, babasının Floransa’dan getirdiği seramik vazoyu sevinç
içinde incelerken aslında banktaki o duruşuyla yaşıyordu.
Sonraki cumartesi günü Taksim’de bir pastanede buluşmak için
sözleştik. Fikriye, Kadıköy’de bir tanıdıklarının evinde kalıyordu. Bense
Beşiktaş’ta Ali isminde Adana’dan tanıdığım bir arkadaşla birlikte
kalıyordum. Pastaneye varmış, oturalı beş on dakika olmamıştı ki Fikriye

37
www.xasiork.biz

kırmızı çiçekli, dizlerinin üstündeki elbisesi ve yüksek topuklu


ayakkabılarıyla kapıda göründüğünde, o zamana dek aşina olmadığım
hisler sanki aniden bütün benliğimi ele geçirdi. Kendi kendime “Oğlum,
âşık mı oluyorsun yoksa?” diye sorduğumu hatırlıyorum. Evet, belki âşık
oluyordum, belki de olmuyordum -Şu an her şey bir sis perdesinin
ardında görünüyor. Fikriye ile geçirdiğimiz zamanlar, birbirinden kopuk
resimler halinde bu sis perdesinin içinden aniden çıkıyor, sonra da
karanlığın içinde kaybolup gidiyor- Onda farklı bir şeyler olduğu kesindi.
Nitekim ilk yarım saat heyecandan ne yapacağımı şaşırmış bir halde
çeşitli konularda muhabbet etmeye çalışmış, ama bir türlü aramızdaki o
sessizliği tam anlamıyla kıramamıştım. Pastaneye gelirken kafamda
eskilerden farklı bir resim yoktu aslına bakılırsa. Fikriye güzeldi,
Adanalı’ydı, Adana’daki tıbbiye öncesi günlerden birbirimize aşinaydık;
ama beni heyecanlandıran başka bir şey vardı. Şimdi, onun karşısına
geçmiş, Fikriye’de olan ama diğer kızlarda olmayan o şeyin ne olduğunu
kendi kendime sorup duruyor, peş peşe sigaralar yakıyor, kadınların
karşısındaki o mağrur halimi kaybetmek üzere olduğumu hissediyordum.
Fikriye her zamanki tabi güzelliği içinde sorularımı cevaplıyor,
hoşlandığı şeylerden, İstanbul’un ne kadar güzel olduğundan bahsediyor,
bir gün Adana’ya dönmek zorunda olduğu için üzgün olduğunu söylüyor,
bir yandan da kirazlı yaş pastasından bir lokma alıyordu. Bahar
mevsimini daima sevmiştim ve işte şimdi İstanbul’daki belki de son
baharımda hayat, karşıma Fikriye’yi çıkarmış, beni şaşkına çevirmişti.
Ona âşık olmamla sonuçlanacak olan süreç işte böyle başladı.
Arkadaşlarım bendeki değişikliğin hemen farkına vardılar, hatta kimileri
de dalga geçmeye başladılar. Oysa ben halimden hoşnuttum. Yanımda

38
www.xasiork.biz

âşık olduğum ve birlikte Adana’ya dönmeye hazırlandığım kızla birlikte


İstanbul’daki son zamanlarım gayet mesut geçti. Böyle hayatımdaki
büyük bir belirsizlik ortadan kalkmış oluyordu.
Ne kadar da cahilmişim o zamanlar!
Bir de kendimle övünürdüm, ortalıkta bilmiş bilmiş gezinir, ona buna
caka satardım; gece kulüplerinde onunla bununla düşüp kalkmayı,
derslere girmeyip Taksim’e, Beyoğlu’na, oradan da Beyazıt’a, sahaflara
kaçmayı, arkadaşlarla edebiyat toplantılarına katılmayı, bohem bir hayat
yaşamayı, sınavlara son gün çalışmayı marifet sayardım. Ne kadar da
cahilmişim!
Fikriye’nin kaybolmasından sonra onun kayboluşunu bir sözcüğün
hayatımdan aniden yok olup gidişi olarak görmeye başladım. Bu, tek
başına kendi durumumu ne tasvir etmek ne de tarif etmek. Belki her ikisi
birden, belki de hiçbiri. O uğursuz günden beri kendimin kendi kafamdaki
imgesi aynen böyleydi işte. Sanki uzun bir metnin içinden bir sözcük
kaybolmuş gitmişti.
Başlarda bu boşluk çok koyuydu, kendimi hayal ettiğim zamanlarda,
tam kafamın üstüne denk geliyordu. Gün geçtikçe, Fikriye’nin
kayboluşunun manası değiştikçe bu boşluk, o güne dek aklıma bile
getirmek istemediğim şeylerle tıka basa doldu; bu dolan şeyler boşluğa
sığmaz olunca boşluk bir şekilde genişledi; içine fötr şapkalı adamı,
Adana’nın hiç bilmediğim yönlerini, karanlığın özüyle yoğrulmuş imgeleri
aldı, ne yöne gideceğini bilemeden bir müddet durakladı, kafamdaki
yerini beğenmemiş olacak, aşağılara doğru indi, boynumu yalayıp
gömleğimi araladıktan sonra göğsüme yerleşti, orada da yaşamaya
başladı.

39
www.xasiork.biz

12.
Fötr şapkalı adama telefon açıp birkaç günlüğüne yayladaki evimize
gideceğimi, kafamı dinlemem gerektiğini söylediğimde bir müddet sustu,
“Evet, bu sizin için iyi olacaktır.” diye ikiyüzlü bulduğum bir yanıt verdi.
Aslında şöyle demek istiyordu: Nişanlın kayıp ve sen bütün her şeyi
geride bırakıp yaylaya, kafa dinlemeye gidiyorsun. Bunları açık
yüreklilikle söyleseydi bile alınmazdım. Çünkü gerçekten küçük de olsa
bir ortam değişikliğine ihtiyacım vardı. Ta en başından beri, onun
bulunabileceğine olan inancımı kaybetmiştim.
O meşum gün, evlerine gittiğimde, nişanlımın kaybolduğuna kanaat
getirdikten sonra hemen polisi aramıştım. Telefonu açan memurun ses
tonunda öyle güven verici bir ifade vardı ki onu duyan, şehirde bu türden
üzücü şeylerin olabileceğine inanamazdı. İnansa bile telefonu açan
memur sanki sihirli bir dokunuşuyla her şeyi eski mutlu düzenine geri
döndürebilirdi. Onun adını soyadını memura verirken, üzerinde en son
hangi kıyafetleri olduğunu anlatırken gözlerim dolu dolu olmuştu. O an,
onu sonsuza dek kaybettiğimi anlamıştım. Memur telefonu kapatırken
gayet kibar bir biçimde nasıl olduğumu sormuştu; ama cevap veremeden
telefonu kapatmak zorunda kalmış, hıçkırıklara boğulmuştum.
Yayla şimdi buz gibi olmalıydı. Kar havası bana daima iyi gelmişti. Fötr
şapkalı adamın ne düşündüğüne aldırmadan yollara düştüm.
İki saatlik bir yolculuktan sonra artık her şeyden tamamen uzaktaydım.
Şehir çok ama çok aşağılarda bir yerde kalmıştı. Eşyalarımı yerleştirip
şömineyi yaktım, hafif hafif yanan ateşin karşısında, uzun zamandan
sonra ilk kez kâbussuz, temiz bir uyku çektim.

40
www.xasiork.biz

Uyandığımda şömine sönmek üzereydi. Battaniyenin altından kalkmak


istemiyordum. Ağır battaniye sanki son üç haftadır olanlarla aramda bir
çeşit engel vazifesi görüyordu. Yavaş yavaş sönen korları seyrettim.
Fötr şapkalı adam şu an ne yapıyordu acaba?
İpucu peşinde hangi karanlık sokağa dalmıştı? Esrarı aydınlatmak
adına kimle, hangi esrarengiz insanla bir görüşme yapmaktaydı? Kahve
köşelerinde hangi gammazcılarla buluşuyordu? Üç beş liraya tav olan
çenesi düşüklerle ne haltlar karıştırıyordu? Neden her şeyi oluruna
bırakmıyordu? En çok bu sorunun cevabını merak ediyordum. Onun
tutkusu tuhaf bir şekilde beni büyülüyordu. İtiraf ediyorum, onun
tutkusunu, esrarı çözme peşindeyken ruhunun her yanını saran o
heyecanı kıskanıyordum. Kim bilir nasıl da farklı, nasıl da bu dünyanın
dışında bir şeydi! Tamamen ateşten meydana gelen, tek bir temasıyla
bile her yanı ateşe verebilecek güçte bir şey. Hiç tanımadığım, belki de
asla tanımayacağım bir şey. Onda olan şey, benim hiçbir zaman sahip
olamadığım bir şeydi. Şimdi hikâye devam ediyorsa bunun tek sebebi fötr
şapkalı adamdı.
13.
Yayladaki ikinci gün, pencereden karı seyrederken, öğlen güneşin
tepeye çıkmasını fırsat bilip çarşıya inerken, öğleden sonra şömineyi
yakıp karşısında çayın yanında sigara üstüne sigara içerken, zihnimi
kaplayan şeyin ne olduğunu düşünüyordum. Cevabı biliyordum ama yine
de kafamda soruların cevaplardan daha fazla olması beni
endişelendiriyordu. Tuhaf olan, sorunun sürekli farklı şekillerde beni
ziyaret etmesiydi. İçimden çıkmak isteyen, bir başka şeye dönüşmek
isteyen şeyin ne olduğunu iyi kötü görebiliyordum artık. Yaşım otuza

41
www.xasiork.biz

dayanmıştı, fakat kafamdaki kendime ait imge, hiç de otuz gibi


durmuyordu. Onun bir yaşı yoktu. İnsanlar bana artık yapmam gereken
şeyleri söylerken şüphesiz yaşımdan hareket ediyorlardı. Ama ben bir
türlü kafamdaki kendime ait imgenin kaç yaşında olduğunu
bulamıyordum. Kafamdaki kendime ait imge, herkesin imgesi gibi
değişkenlik gösteriyordu. Genelde her şeyi küçümseyen, hayatta ne
aradığını daima bilen, kendine güvenen bir adam hayal ederdim. “İşte bu
benim!” derdim. Hayatın zorluklarına aldırmadan yoluna devam ediyor,
kimsenin bilmediği şeyleri bildiğini iddia etmiyor, yine de herkesin yakın
olduğunu zannettiği şeylere onlardan daha yakın.
Bu imgeyi bir anlığına görüyordum; kafamın içinde belirip aniden
kayboluyordu fakat onu takip eden, onun peşinden gitmek isteyen
kelimeler için aynı durum söz konusu değildi. Onlar yavaş yavaş gelirdi.
Saniyenin onda birinde kafamdan silinip giden izleri yeniden inşa etmeye
koyulurlardı. Gençken, çok gençken kelimelerin imgeyi büyük bir
coşkuyla baştan kurmasına izin verirdim çünkü bu her şeyiyle büyük bir
yenilikti. Biraz önce belirip giden o resim şimdi kelimeler vasıtasıyla
yeniden kuruluyordu işte. Ama sonraları, yani yaşım ilerledikçe durumun
aslında düşündüğüm gibi olmadığını anladım. Kelimelerin izler yardımıyla
inşa ettiği o kişinin, imgelediğim ilk kişiyle hiç de alakası olmuyordu.
Kelimeler acıkmış hayvanlar gibi kafamdaki resmin küllerine saldırıyor,
onu kendilerine göre yeni baştan kurmaya çalışıyorlardı. Bunu anlamam
için bu şöminenin karşısında ateşi seyrederek uzun müddet oturmam
gerekmişti. Her seferinde kelimelerin birbirini takip ederek o resmi nasıl
çarpıttığına defalarca şahit oldum. Kendimi imgeleyişim değişmiyordu;
ama bu imgeleyişi takip eden kelimelerin esneyişi, biçimlenişi, kıvrılışı

42
www.xasiork.biz

sürekli değişiyor, her seferinde birbirine yakın imgelerden çok başka


sonuçlara ulaşılıyordu. Bütün bunların benim zihnimde cereyan ettiğine
inanmak çok zordu.
İmgeme kelimeler olmaksızın daha uzun müddet sahip olmaya
çalıştım; ama o daha sahip olmak sözcüğünü işitir işitmez kaybolup gitti.
Kelimelerle yeniden peşine düştüm, çünkü beni bırakmasına
dayanamazdım. O olmadan yapamayacağımı, o olmadan insanların
benim hakkımda yaratığı imgelere karşı koyamayacağımı biliyordum;
ama netice hiçbir zaman benim istediğim gibi olmadı. Kafamda birden
beliren, beni bana bağlayan o ışıklı imgeden giderek uzaklaştığımı
hissediyordum ve giderek sözcüklere yaklaşıyordum. Çoğu zaman yalan
söyleyen, hiçbir şeyi olduğu gibi anlatmayan kelimelere.
Ateşin karşısında bir kez daha o saf, dokunulmamış imgeyi
yakalamaya çalışırken kapı çaldı.
14.
Gelen, yan taraftaki odun deposunda bekçilik yapan Ömer Ağa’ydı.
Selam verip içeri girdi. Dışarısı çok soğuktu, birazdan tipi başlayacaktı.
Ömer Ağa bir süre öylece karşımda dikildi. Ne söyleyeceğini merak
ediyordum. Deponun yanından geçerken daima selam verdiğim, hal hatır
sorduğum bu adamı farklı bir yerde görmek bana tuhaf gelmişti.
Sonunda onu içeri buyur etmek aklıma geldi, “Geç!” dedim Ömer Ağa
“Bir çayımı iç.”
“Sağ olasın!” dedi her zamanki içten ses tonuyla, “Birazdan mal
indirmeye gelecekler, hemen döneceğim. Az evvel bir adam geldi benim
kulübeye, sana bu zarfı vermemi söyledi.” deyip cebinden küçük sarı bir
zarf çıkardı.

43
www.xasiork.biz

Çok şaşırmıştım, yayladayken başıma ilk kez böyle bir şey geliyordu.
“Kimdi?” diye sordum zarfa uzanmadan.
“Bilmiyorum valla, “Bir arkadaşıyım.” dedi. Kapıyı çalmış ama açan
olmamış, o da bana bırakmayı akıl etmiş; ben de aldım, temiz yüzlü bir
adamdı. Sonra arabasına binip gitti.” diye cevap verdi.
“Arabasına mı? Hangi arabaya?” diye sordum hemen.
Ömer Ağa telaşımla telaşlanmıştı, “Sakin ol beyim!” dedi, “Ne olacak,
altı üstü bir zarf!”
Keşke öyle olsaydı, altı üstü bir zarf olsaydı. Ama olmadığı belliydi.
“Kırmızı bir arabaydı.” dedi sonra Ömer Ağa, “Hani şu şehirde
olanlardan; tertemizdi valla beyim, sanki karın çamurun içinde giden o
değildi.”
Kırmızı bir araba olduğunu duyunca aslında bunu duymayı zaten
beklediğimi anladım. Kırmızı bir arabadan başkası olamazdı zaten. Belki
de beyaz bir arabayı alıp kırmızıya boyatmışlardı. Neden olmasındı?
Hemen içeri salona girip pencereden dışarı baktım, ama on metre
ilerisi bile görünmüyordu, tipi çökmeye başlamıştı. Belki de şu an kırmızı
araba hemen dışarıda beni bekliyordu.
Saçmalama, dedim kendi kendime. Nihayet zarfı Ömer Ağa’dan
almayı akıl edebildim. Havaya tutup içini görmeye çalıştım, giriş
kararmıştı, ben de tekrar içeri girip şöminenin yanına gittim, zarfı ateşe
tuttum, evet tam tahmin ettiğim gibiydi, bu bir fotoğraftı.
Ömer Ağa beni meraklı gözlerle takip ediyor, neyden korktuğumu,
niçin korktuğumu öğrenmeye çalışıyordu.
Zarfı koltuğa bırakıp Ömer Ağa’yı geçirmek için yanına gittim.
Adamcağız halime acımış olacak kırk kere sordu “Beyim, iyisin değil mi,

44
www.xasiork.biz

beyim yapacak bir şey var mı, beyim bir daha görürsem ne yapayım o
kırmızı arabayı…” diye. Teşekkür edip önemli bir şey olmadığını
anlatınca Ömer Ağa inanır gibi oldu ama o da bir şeylerin ters gittiğini
anlamıştı.
Gocuğuna sığınıp “Yallah!” dedi, tipinin insanı kendine çeken
karanlığına daldı gitti.
Kapıyı kapatınca yüzümü bıçak gibi kesen soğuk bir anda yok oldu ve
ben yine şömineden yayılan sıcakla baş başa kaldım. Bir an içeri girmeye
tereddüt ettim; çünkü zarfın orada benim onu açmamı beklediğini
biliyordum. Onu yakacak olsam da onu yırtacak olsam da açmak
zorundaydım. Adeta parmaklarımın ucuna basarak içeriye girdim,
oyalanmak istiyor gibi önce bir sigara yakmak için masaya doğru
yürüdüm, ne yapacağımı düşünmek ister gibi perdeyi aralayıp dışarıdaki
tipinin koyu mavi rengine baktım; hayır, zarf sanki arkamdan beni
gözetliyordu.
Sigarayı kül tablasına koyup hızlı hızlı zarfa yürüdüm. O an kafamdan
geçen şeylerin sayısını kimse tahmin edemez. Bir daha Adana’ya
dönemeyeceğimi, bu soğuk ve ıssız yerde, bu zarfla birlikte kaybolup
gideceğimi düşündüm. Kaybolan nişanlımın asla geri gelmeyeceğini, fötr
şapkalı adamın onu bulamayacağını düşündüm. Kırmızı arabayla beni
bulmaya gelen kişinin kim olduğunu asla öğrenemeyeceğimi, kendi
imgemi asla yakalayamayacağımı, onu hep sonradan gelen kelimelerle
bulmaya çalışacağımı düşündüm. Fötr şapkalı adamla başka şartlar
altında tanışsaydık neler olabileceğini düşündüm. Evime bir paket içinde
gelen o esrarengiz motor parçasını, fötr şapkalı adamla karşılıklı

45
www.xasiork.biz

oturacağımız pastanede neler olabileceğini düşündüm. Tıp eğitimim


sırasında âşık olduğum, acımasızca becerdiğim kızları düşündüm.
Bütün bu şeylerin peş peşe gelişi bende o kısacık süre boyunca garip
bir coşkunluğun yükselmesine neden oldu. Duygularım karmakarışık bir
hale bürünmüştü. Hiçbir şeyden korkmadığımı zannediyordum ama alttan
alta çok korktuğumu da biliyordum. Zarfı çabucak koltuktan aldım, alırken
koltuğun kadife kumaşına sürtünen parmağım sessiz bir hazzın içimde
yükselmesine neden oldu. Zarfın kenarını hınçla yırttım ve içindeki
fotoğrafı çıkardım.
15.
Arzu!
Arzu!
Arzu!
Arzu’nun nerede çekildiğini anlayamadığım bir fotoğrafıydı bu.
Fotoğrafın tam merkezinde, sağından ve solundan vuran parlak
ışıkların aydınlattığı, çiçekli desenleri olan parlak bir kâğıtla kaplanmış
duvarın önünde duruyordu. Gözleri ışıl ışıldı. İştahlı, her yöne dağılmaya,
önüne çıkacak olan her neyse ona pençelerini geçirip esir almaya niyet
etmiş bir ışıltıydı bu.
Fotoğrafı iyice inceledim ama bir sonuç elde edemedim. Ne arkasında
ne de önünde bir şey yazmıyordu. Çekileli en az bir on sene geçmiş
olmalıydı çünkü kenardaki beyaz işlemeli çerçeve hafiften sararmaya
başlamıştı.
Arzu, akşam ışıkların altında, düğün salonu gibi bir yerde her zamanki
neşeli haliyle poz vermişti. Fakat üzerindeki kıyafet düğünlerde
giyilebilecek türden değildi. Sanki restoranda yemek yerken aniden

46
www.xasiork.biz

fotoğrafçı çıkagelmiş, Arzu da dayanamayıp geceyi ölümsüz kılmak


istemişti. Sol taraftan vuran ışık sağdan vurana göre biraz daha
kuvvetliydi. Hemen duvarın önünde dizlerini kırmış bir şekilde bekleyen
Arzu, fotoğrafçıya bir yandan da acele et der gibiydi. Duvar bomboştu.
Sağında solunda hiçbir şey yoktu. Yalnızca Arzu; dikdörtgen bir kâğıt
parçasının ortasında, yaldızlarla süslenmiş tuvaleti ve her zamanki
makyajının daha da güzelleştirdiği yüzüyle yalnızca Arzu.
Tuhaflıkların peş peşe gelmesini bekliyordum ama Arzu aklıma
gelebilecek en son isimdi.
İki sene evvel, İstanbul’dan Adana’ya döneli birkaç ay bile olmamıştı ki
hastanede muayenehanemde otururken birden kapı açılmış, karşımda
onu bulunca adeta şok olmuştum. Bana her zamanki gibi çok yakın
davranmıştı, hatta akşam eski günleri yâd etmek için gittiğimiz restoranda
beni aynı yıllar önceki gibi süzmüş, bakışlarımı ondan kaçırmama sebep
olmuştu. Fikriye’nin olan biteni öğrenmemesini istiyordum tabi ki. En kötü
ihtimalle de eski bir arkadaş olduğunu söylerim, diyordum kendi kendime.
Maalesef böyle olmadı. Nişanlım nasıl olduysa bu gizli buluşmayı bir
yerlerden öğrendi, öğrenmekle kalmadı Arzu’nun kim olduğu da ona
fısıldandı.
Aramızda hiçbir şey olmadığını, Arzu’nun beni yalnızca eski bir
arkadaş olarak ziyaret ettiğini boşuna anlatmaya çabaladım. Kayıp
nişanlım beni dinlemedi bile. Arzu’yu bir daha görmeyeceğime yemin
etmeme rağmen onu inandıramadım. Yaklaşık bir ay boyunca Fikriye ile
dargın kaldık. Bu sırada ne yapıp ne etti, hiç bilmiyorum. Ona bir iki kez
çiçek yolladım ama beni affedeceğe benzemiyordu.

47
www.xasiork.biz

Cevap vermeyince ben de sinirlenip Arzu’nun yanına, Kuruköprü’deki


tuhafiyeci dükkânına gittim. Beni her zamanki gibi sıcak karşıladı; ama bir
şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Yine de olayların iç yüzünü hiç sormadı.
Üzerinde durmadım. Ona senin yüzünden oldu demek istemiyordum.
Çünkü bu bana saçma geliyordu. Arzu her şeyi biliyormuşçasına bana
hiçbir şey sormuyor, aksine sözü sık sık eskilere getiriyordu.
Sonraki bir hafta boyunca kendimi büyük bir vicdan azabının tam
ortasında buldum. Arzu her akşam yanıma gelmeyi teklif ediyordu.
Bunlardan birinde onun teklifini kabul ettim ve o gece çok eskilerdeki gibi
beraber olduk.
Gerisinin gelmesi uzun sürmedi. Artık Fikriye’nin yüzünü unutmaktan
korkmaya başlamıştım. Onun güzelim yüzünün yerini Arzu’nun hırs ve
iştahla ışıldayan yüzü alıyordu yavaş yavaş. Buna bir dur demem
gerekiyordu. Çünkü biricik nişanlımın bana herkesten daha fedakârca
sunduğu o ülkeyi kaybetmek istemiyordum. Hayatımda ilk kez beni
böylesine seven birini aldatmak istemiyordum. Kafamdaki imgeyi bana
sunmaya hazır birine bunu yapamazdım.
Arzu’ya cumartesi gecesi her şeyi anlattım. Yüzündeki değişime hala
inanamıyorum. Başlarda beni sevecenlikle dinlemeye başlamış olan o
anlayışlı kız, yavaş yavaş dediklerimin her kelimesiyle dişi bir şeytana
dönüştü. Onu yine mi bırakıp gidecektim, beni ondan daha çok kimse
sevemezdi; o kim oluyordu ki, kendini ne zannediyordu ki, zengin olması
ona bu hakkı verir miydi? Ağladı, sızladı, dövündü; beni pişman edeceğini
söyleyerek kapıyı çarptı gitti. Onu bir daha da görmedim.
Arzu böyle gizli kapaklı oyunlar çevirecek bir insan değildi. Biraz tuhaf
olabilirdi, ama fotoğrafını sarı bir zarfa koyup bana göndermek onun

48
www.xasiork.biz

yapacağı son işti. Birine bir şey yapacaksa bunu dolaysız yollardan
yapardı, acı çektireceği insanın karşısında olup o acıyı görmek isterdi. Bu
fotoğrafı yollayan her kimse benimle oyun oynamak istiyordu besbelli. O
garip madeni şeyden sonra şimdi de bu fotoğraf ortaya çıkmıştı.
Bir çözüm bulamadığım zamanlarda yaptığım gibi yaptım. Fotoğrafı bir
kenara fırlatıp başka bir şeyle meşgul olmaya karar verdim. Ateş sönmek
üzereydi. Hava da iyice karardığından içeri iyice soğumuştu. Dışarı çıkıp
aşağıdan biraz odun getirdim bir koşu, hepsini şömineye attım. Soğuk
hava kendime gelmemi sağlamıştı.
Bir bardak çay koydum, bir sigara yaktım ve yeniden düşünmeye
başladım. Arzu’yla zamanında gittiğimiz yerleri, neler yaptığımızı tek tek
hatırlamaya çabaladım; ama aklıma gelen hiçbir şey bu fotoğrafla
örtüşmüyordu. Demek ki benim bilmediğim bir yerde çektirmişti Arzu bu
fotoğrafı.
Giderek içinde bulunduğum durumdan kopmaya başladığımı fark
ettim. Kendimi bir fotoğraf yüzünden mazinin pençeleri arasında
bulmuştum. Oturmuş bir zamanlar neler yaptığımı hatırlamaya
çalışıyordum. Oysa bunların kaybolan nişanlımla hiç alakası yoktu Peki
neden bu fotoğraf tam da her şeyin esrarengiz bir hal aldığı böyle bir
zamanda bana yollanıyordu?
Fotoğrafı korkarak tekrar elime aldım, Arzu’nun gözlerine, beyaz inci
küpelerine, ince tokasına dakikalarca baktım. Bir süre sonra onu Fikriye
ile karşılaştırmaya başladım. Hangisi daha güzeldi? Hangisi daha
akıllıydı? Hangisiyle daha iyi anlaşıyordum? Hangisini daha çok
seviyordum? Arzu kaybolsa daha mı çok üzülürdüm?

49
www.xasiork.biz

Bunun gibi pek çok soru arasından kendimi sıyırıp saate baktığım
zaman saatin 10’a geldiğini gördüm. Dışarıdaki tipinin sesi insanı
ürkütüyordu. Yatağımı tekrar şöminenin karşısına serdim, parlak alevlerin
bana sessizce sunduğu bir uykuya daldım.
16.
Arzu’nun yanına bu kadar uzun bir zaman sonra gitmek benim için
hayal bile edilemeyecek bir şeydi. Kuruköprü’deki dükkâna giden
adımlarımı hayretle seyrediyor, ona ne diyeceğimi hiç mi hiç bilmiyordum.
Niyetim Arzu’nun ağzını aramak, bir şeyler bilip bilmediğini anlamaktı.
Fotoğraf bütün huzurumu kaçırmıştı. Bir şekilde olayların içine
çekiliyor olduğumu hissediyordum. Nişanlımın kaçırılması ya da
öldürülmesi bana göre olağanüstü derecede acı bir olaydı; ama yaşanıp
bitmişti bir kere. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bir başlangıç ve bir bitiş
vardı. Şimdi ortaya çıkan bu anlamsız fotoğrafsa beni yavaş yavaş bu
tuhaf ve esrarengiz olaylar girdabına çekiyordu. Kırmızı arabanın
nişanlımın kaçırılmasında kullanılan araba olduğundan artık hiçbir
kuşkum kalmamıştı. Gerçi şüphelendikleri arabayı daha önceden polis
bulmuştu ama… Bilemiyordum. Sanki o kırmızı araba ne zaman kötü bir
şey olacak olsa ortaya çıkıyordu.
Tuhafiyeciye vardığımda saat 12’ye doğru geliyordu. Yeni cami’den
okunan ezana doğu yönünden gelen gök gürültüsü, onu bastırmak ister
gibi karıştı. Kapıyı açtığım zaman içerisinin neredeyse gece gibi karanlık
olduğunu fark ettim. Bu sırada bir çıt sesi duyuldu, dükkânın ortasında
zayıf bir ampulün ışığı belirdi. Bu aydınlanmayı aniden bastıran
yağmurun sesi takip etti.

50
www.xasiork.biz

Tezgâhtar kız beyaz ve ışıltılı dişlerini gösteren bir gülümsemeyle


“Buyurun efendim!” dedi.
Orada tezgâhın arkasında, envai çeşit renkte ve desendeki
kumaşların içinde, sanki cennet bahçesindeydi ve bir bülbül gibi oradan,
o cennet bahçesinden bana sesleniyordu.
“Arzu Hanım’la görüşecektim.”
Söylediklerimin bir an kızın güzelliğini, samimiyetini bozabileceği
sanısına kapıldım; fakat o aynı biraz önceki gibi neşeli ve içten bir şekilde
devam etti: “Arzu Hanım arka odada yemek yiyor, isterseniz geldiğinizi
haber vereyim. Kim arıyordu?”
Kim arıyordu? Güzel bir soruydu. Kim arıyordu ki Arzu’yu?
Kendime bile yabancı gelen bir sesle ismimi söyledim, sonra da aile
dostuyum diye ekledim. Kız bir an durur gibi oldu. Bana dönüp onun aile
dostu olmadığınızı biliyorum diyeceğini sandım; ama kız gülümseyerek
tezgâhı dolandıktan sonra masanın arkasındaki kapıyı tıklatıp içeri girdi,
dediklerimi aynen tekrarladı. Aniden dönüp “Buyrun!” dedi, emrivaki bir
sesle.
“Teşekkür ederim.” diyerek kapıya yöneldim.
Birden her yanımın zangır zangır titremeye başladığını fark ettim,
adımlarım sanki başka bir yöne gitmek istiyordu.
Kapıyı tıklatıp yavaşça içeri girdim.
Arzu kapının tam karşısındaki masada oturmuş öğle yemeğini yemeye
hazırlanıyordu. Beni gördüğüne pek şaşırmamıştı nedense. Sarı ampulün
ışığı altında bile hala eskisi gibi güzeldi.
Onda bir türlü eskimeyenin ne olduğunu kendime defalarca sorup
durmuştum. Şimdi yine karşımdaydı ve ben yine kendime o aynı soruyu

51
www.xasiork.biz

soruyordum, yine cevabı bulamıyordum. Cevabı ararken gözlerim önce


güzel gözlerine takılıp kalıyor, oradan ince dudaklarının gölgelediği
ağzına kayıyor, sarıya çalan kumral saçlarının ona nasıl da yakıştığını
kendime sorarken bu kez de boynuna iniyor, oradan diri göğüslerine
uzanıyordum.
“Merhaba Arzu!” diyebildim sonunda.
Biraz bekleyip beni süzdükten sonra “Merhaba!” dedi.
Mesafeli davranmaya çalışıyordu, fakat bizi birbirimize çok doğal bir
şekilde yakınlaştıran o gizemli güç yine harekete geçmişti. Söylemesini
beklemeden masanın önündeki sandalyeye usulca oturdum.
“Çorbanı soğutma istersen.” dedim.
“Yok, önemli değil.” diye cevapladı, “Sen de ister misin?”.
“Yok.” dedim, “Sabah geç kalktım, kahvaltıyı yeni yaptım.”
Hafta içindeki bir gün geç kalkmamı, buraya gelmemi merak etmesini
boşuna bekledim.
“Hangi rüzgâr attı seni buraya?”
Bu sorunun içinde o kadar çok şey vardı ki. Neden beni terk ettin ki?
Neden hala birlikte değiliz? O doktor yüzünden mi? Daha evlenmediniz
mi? Neden evlenmediniz? Bak ben de evlenmedim, babamdan kalan bu
dükkânı işletmeye çalışıyorum. Bir zamanlar biz de varlıklı bir aileydik.
Bak şimdi ne hale düştük?
O hayat dolu Arzu’dan beklenmeyecek derecede soğuk ve kışkırtıcı
bir soru.
“Nişanlından haber var mı?”
Gözlerim fal taşı gibi açıldı.
“Olanlardan haberin var mı?”

52
www.xasiork.biz

“Evet var. Adana küçük bir yer biliyorsun.”


Adana gerçekten de küçük bir yer miydi?
Bilmiyordum. Gerçekten de bilmiyordum. Başıma gelenlerden sonra
bu buluşmayı hatırladığımda, Adana’nın Arzu’nun sandığı gibi hiç de
küçük olmadığını, hatta sanılandan çok ama çok daha büyük ve geniş bir
yer olduğunu, biraz da gülümseyerek hatırlayacaktım.
“Hayır, henüz bir haber yok. Polis araştırıyor, ama pek bir şey
bulacaklarını düşünmüyorum.”
“Neden böyle düşünüyorsun?”
“Bilmiyorum.”
“Bak, nişanlın için çok üzüldüm. Gerçekten. Duyan herkes üzüldü.
Annem bile kaç gece oturdu ağladı.”
“Sağ olun.”
“Çay içer misin? Demlenmiştir, hemen getiririm.”
İşte benim aradığım Arzu buydu. Benimle ilgilenen, bana özen
gösteren Arzu. İçeri ilk girdiğimde neden öyle davranmıştı ki? Biraz sonra
elinde dumanlar çıkan bir çay bardağıyla göründü. Cebimden sigaramı
çıkarıp ikram ettim, hiç düşünmeden bir tane aldı, bir tane de ben yaktım.
En başından olup biteni yavaş yavaş anlattım. Arzu her şeyi
şaşkınlıkla dinledi. Bu bakışlar her şeyi anlatıyordu aslında: Olup
bitenden, fotoğraftan ya da kırmızı arabadan haberi yoktu. Fotoğrafı
sordu, unuttuğumu söyledim. Bir an Arzu’nun “Çıkar fotoğrafı cebinden.”
diyeceğini sandım. Tarif ettim, ama hangi fotoğrafı olduğunu çıkaramadı.
Böyle bir şeyi kim neden yapmak istesindi ki? Aklı almıyordu.
Karşılıklı konuşurken, göz göze geldiğimiz anlarda, ikimizin de eski
günleri düşündüğünü, o eski günlerden çeşitli anlamlar çıkarmaya

53
www.xasiork.biz

çalıştığını, saklamaya çalışsak da sezebiliyordum. Bir yandan da maziye


bu türlü bir dönüşün hiçbir manası olmayacağını biliyorduk. Hele bu
olanlardan sonra mazinin bütün manası da değişmiş, yerine çok yeni,
henüz tam olarak idrak edemediğim bir başka mazi gelip yerleşmişti.
Uzun süren bir suskunluk oldu. Çayımı bitirdiğimi gören Arzu, hemen
kalkıp ikincisini doldurdu. Çorbasını içmemekte ısrar ediyordu.
Üsteleyince “İştah mı bıraktın bende sanki?” dedi.
Gülümser gibi oldu, bu sözlerin maziden kalma bir tatlılık ve yakınlığa
sahip olduğunu fark etmiş gibiydi.
“Akşam neden bize gelmiyorsun? Annem içli köfte yapacaktı.
Normalde her gün buraya gelir, bana yardım etmeye çalışır. Ev,
biliyorsun yakın bu tarafa. Ne dersin? Biraz değişiklik olur hem.”
Bu sözlerin çağrıştırdığı o kadar çok şey vardı ki zihnim birden,
beklenmedik bir şekilde neredeyse dört bir yandan saldıran sözcüklere
karşı koymayı düşünüp savunmaya geçti. Sonra bunun anlamsız
olacağını görerek kendini sözcüklerin çağırdığı imgelerin akışına bıraktı.
İçinde sevinç ve huzur barındıracağını tahmin ettiği şeylerin bir an içinde
koyu bir karanlığa dönüşebileceğini görerek bir kez daha geri çekildi.
“Bilemiyorum. Anneni de üzmeyelim şimdi durduk yere.”
“Annem metanetli kadındır. Sen boş yere tasalanma.”
“Tamam, o halde.”
Vedalaşıp çıktığımda saat bire geliyordu. Yağmur şiddetini biraz
azaltmıştı, dışarıda hala koyu karanlık bir gün vardı. Tezgâhtar kıza
“Allaha ısmarladık.” deyip kapıyı açmamla beraber tanıdık bir çıt sesi
duyuldu, dükkân eski sessiz ve karanlık haline geri döndü.
17.

54
www.xasiork.biz

Akşam 6 gibi Arzular’ın İstiklal Mahallesi’ndeki evlerine doğru


yürürken, kendimi nedense mutlu hissediyordum. Sokaklar ıslaktı,
yağmur yeni durmuştu. Gökyüzü pırıl pırıldı, hilal biçimindeki ay daha da
parlak görünüyordu. Hava buz gibiydi. Pardösümün yakalarını iyice
kaldırdım, adeta pardösümün içine gömüldüm. Bir an sağ elimi cebimden
çıkarıp, iç cebimdeki sarı zarfı kontrol edesim geldi. Ama sonra bundan
vazgeçtim. Onun yerine bir sigara yakıp keyifle tüttürmeye başladım.
Arzu’yu düşünüyordum.
Hayata karşı duyduğu iştah, hiçbir zaman vazgeçemediği o zevk
duygusu daima dikkatimi çekmiş, saydığım özelliklerini tetkik edip
durmuş, hiçbir sonuca varamamıştım. Fakat hiçbir sonuca varamamak
beni ne mutsuz ne de kederli yapmıştı. Arzu’nun bu bilinmeyen tarafı beni
şiddetle kendine çekmiş, onun bedeninde, kimi zaman ölçüsüzlüğe varan
sözlerinde, şu tepedeki ayın ışığına benzeyen bir ışıkla yıkanan ruhunda,
ışıklı kollarında kendimi hiç bilmediğim şekillerde uyuklarken, dünyanın
en tatlı meyvelerini yerken bulmuştum.
Tanıştıktan kısa bir süre sonra gerçek bir kadınla birlikte olduğum için
kendime gurur duymaya başlamıştım. Arzu, bir erkeğin isteyebileceği her
şeyi çok daha güzel bir şekilde sunmasını bilen bir kadındı. Hiçbir şey
yapmasa bile yanındaki erkeği diğerlerinden farklılaştıran bir yanı vardı.
Onun yanında olmanız, diğer erkeklerin sizi kıskanması için yeterliydi.
Onunla babamın bir arkadaşı sayesinde tanışmıştım. Babamın
mesleğini devam ettirmekten vazgeçmiş tıbbiye sınavlarına çalışıyordum,
on sekiz on dokuz yaşlarında olmalıydım. Babamın bu arkadaşı, Arzu’nun
babasını tanıyordu ve bir keresinde, şimdi ne olduğunu hatırlayamadığım
bir sebepten ötürü Arzular’ın evlerine gitmiştik. O zamanlar Reşatbey’de

55
www.xasiork.biz

tek katlı büyük bir evde oturuyorlardı. Evlerine vardığımızda Arzu yoktu,
arkadaşlarıyla birlikte yeni açılan tenis kortuna gitmişti.
Onu ilk kez tenisten geldiği zaman gördüm. Yanakları al al olmuş bu
kumral dilber de kim diye geçirmiştim aklımdan. İnsanın bakışlarını ondan
alması çok zordu. Sanki cennetten gelmiş gibi birden ortaya çıkmış,
bizleri selamlamıştı.
Bu görüşmeden kısa süre sonra babası vefat etti. Onu bu kez
babasının cenazesinde gördüm. Aslında oraya sırf onu görmek için
gitmiştim, bunu kendime şimdi itiraf edebiliyorum. Babasının vefatından
sonra Arzu, üniversite okumamaya karar verdi, işlerin başına geçecekti.
Kimse ona hayır diyemedi; çünkü o kadar güzel ve iştahlıydı ki erkekleri
etkilemesi, onlara istediğini yaptırması çok kolaydı.
Zaten diğer kızlara benzemeyen karakteri babasının ölümünden sonra
daha da ortaya çıktı. Diğer kızları sürekli küçümser, onların hiçbir şeyden
anlamadığını, dünyanın artık çok değiştiğini, tamamen modern olmak
gerektiğini söyler dururdu. Ve dediklerini yapardı da.
Benimle birlikte görülmekten asla çekinmezdi. Her zaman benden bir
adım önde olduğu duygusuna kapılırdım bazen.
Kısa sürede araba kullanmayı öğrenmiş, tenis kortlarından çıkmaz
olmuştu. Babasından kalan miras oldukça yüklüydü. Küçük kız kardeşi ile
annesi ve kendinden oluşan ailesine bu paranın rahat rahat yeteceğini
biliyordu.
Ama onun cesareti bunlardan kaynaklanmıyordu. Onun cesareti
toplumla arasındaki o muhteşem sürtüşmeden kaynaklanıyordu. Bunu
tabi ki o zamanlar anlayamazdım; Arzu beni sürükleyip götüren bir
fırtınaydı.

56
www.xasiork.biz

Mersin’deki evlerinde bana kendini sunar, ben de bu sunuşlar


sırasında ipleri elime geçirdiğimi düşünür, keyiflenirdim. Fakat ipler hiçbir
zaman bende değildi. Ben onun özgürlük dediği o şeye ulaşmak için
kullandığı bir şeydim yalnızca. Sıcak ve terli bedenlerimiz huşu içinde
birbiri üzerinde kayıp giderken Arzu’nun gittiği yön özgürlük, benim
gittiğim yönse o güne dek tatmadığım lezzetlerin, kadın bedeni denen o
gizlerle dolu varlığın keşfedilmesiydi.
Bu kadar güzel bir varlığa sahip olduğum için ne kadar şanslı
olduğumu düşünür durur, içki ve sigaranın dumanları eşliğinde
kaybolmaya kendimi daima hazır hissederdim. Arzu ise daha fazla
özgürlük peşinde bana eşlik etmekten bir an bile geri durmazdı. Dimdik
memeleri, incecik bilekler üzerinde yükselen sütun gibi bacakları ve geniş
kalçaları, pürüzsüz boynu, kırmızı dudakları, yeşil gözleri ve sarıya çalan
kumral saçları ile anne tarafının Balkanlar’dan getirdiği güzelliklerin
hepsine haiz olan bu bedene tapınmamak için önümde hiçbir sebep
yoktu. Sonsuza dek sürecekmiş gibi gelen bu tapınma, tıbbiye sınavlarını
kazanmamla sona erdi. İstanbul’a gitmek istediğimi söyleyince hiç
şaşırmadı, bu benim kararımdı, tamamen özgür biri olduğuma göre buna
saygı duyacaktı.
Arzu ile dolu bir Adana ve geleceğimi bekleyen İstanbul arasında bir
seçim yapmak beni zorlamadı. Arzu’ya asla sahip olamayacağımı, Arzu
ile dolu bir Adana’ya sahip olmanınsa imkânsız olduğunu anlamıştım.
İstanbul’a gitmeden önce vedalaşma isteğimi nazikçe reddetti, belki de
zayıf olmaktan korkuyordu.
Adana’ya döneceğim yaz tatillerinin gelmesini adeta iple çekerdim.
Arzu’da İstanbul’daki kadınlarda olmayan bir şey vardı. Bunun ne

57
www.xasiork.biz

olduğunu hala bulabilmiş değilim. Cesaret mi, özgüven mi, kendini


hayatın içinde konumlandırışı mı; yoksa bunların hepsinin bir araya
gelmesinde oluşan bir şey mi? Arzu hem bunlardı, hem de bunlardan
daha fazla biriydi. Nefes almadan geçen İstanbul günlerinden sonra onun
kucağında soluklanmak, hayatta en çok sevdiğim şeylerden birisiydi.
Yazlık sinemaya gitmek, tenis oynamak, en güzel lokantalarda yemekler
yemek ve sonra bedenlerimizin çağrısına dayanamayıp birbirimize
koşmak.
Hele Adana Şehir Kulübü’nde geçirdiğimiz akşamlar tam anlamıyla
görülmeye değerdi. En güzel, en son moda kıyafetlerimizi giyip büyük bir
heyecanla katıldığımız eğlencelerde en gözde çift hep biz olurduk.
Arzu’nun kullandığı arabamızı park yerine bırakır, mermer merdivenleri
ben önde o arkada yavaş yavaş çıkardık. Kulübün Atatürk Parkı’na
yukarıdan bakan geniş salonuna girdiğimiz zaman bütün gözler bize
çevrilir, yaşıtlarımızın önünden Adana’nın prensi ve prensesi gibi geçer,
daima karanfiller ve papatyalarla dolu bir vazo bulunan beyaz bir örtüyle
örtülmüş masamıza oturur, gecenin sihirli akışına kendimizi bırakırdık.
Arzu, gecenin yıldızının kendisi olduğunu bilir, ama bu hakikati
bilmemezlikten gelerek insanlar üzerinde yaratacağı etkiyi iki misline
çıkarırdı. Şimdi şöyle bir düşünüyorum da, o zamanki kızlar içinde yıldız
olmayı hak eden yalnızca oydu.
Orkestra ilk içkilerin bitmesini bekledikten sonra ça ça ve samba çalar,
herkesi dans etmeye davet ederdi. Hepsinin hali vakti yerinde olan,
Adana’nın en zenginlerinin çocukları; üniversite okumak için İstanbul’a,
Amerika’nın ve Avrupa’nın gözde kentlerinden birine gitmeden evvelki
son günlerinin tadını çıkarır, müziğin sesine güzel kızların şuh kahkaları

58
www.xasiork.biz

ile çapkınlık peşindeki erkeklerin şakaları karışırdı. O zamanlar rock’n roll


daha yeni yeni Adana’ya geliyordu. Bu dansı bilen pek yoktu. Arzu ne
yapmış etmiş, izlediği Amerikan filmlerinden ve yurt dışındaki
arkadaşlarından bu dansı öğrenmiş, sonra bana da öğretmişti. Orkestra
rock’n roll çalmaya başlayacağı zaman bütün gözlerin bir kez daha
kendine çevrileceğini biliyor olmanın şehveti içinde saçlarını düzeltir, yeşil
gözleri daha bir coşkuyla parlardı. Ne kadar içki içmiş olursa olsun aniden
gökyüzündeki o yegâne yıldız olmayı başarırdı.
Bu sıralarda nişanlım ne yapıyordu? Aynı yaşlarda olduğumuza göre o
da bu hafta sonu eğlencelerine katılıyor olmalıydı. Ama ben onun sakin
bir limanı andıran duru güzelliğini pek hatırlamıyordum. Meşhur ailenin
kızının tıbbiye okumak istediği cemiyette çabucak yayılmış, fakat nişanlım
gökyüzündeki sıradan yıldızlardan biri olmayı tercih ettiği için de bu haber
yayılmakla kalmıştı.
Onunla bir kez bu eğlenceler sırasında ayaküstü tanışmıştım.
Güzelliği dediğim gibi hiçbir zaman ışıltılı ve parlak değildi; ama onu
kendine has kılan ve tamamen içten gelen, saf kalmayı başarmış bir
şeyler vardı. Bir erkeğin öyle çabucak fark edeceği şeyler değildi bu
özellikler.
Arzu kendini her şeyiyle karşısındaki erkeğe sunmak, geride gizemli
hiçbir şey bırakmamak isterken nişanlım neredeyse onun tam zıddıydı.
Daima geride durmayı severdi. Karşısındaki erkeğin onu keşfetmesini,
ona emek vermesini tercih ederdi. Bu yüzden de etrafında güzelliğiyle
bütünleşmeye hazır gizemli bir hale oluşturur, bu halenin çiçeklerle
kuşatılmış bahçeleri içinden anlamlı anlamlı size bakardı.

59
www.xasiork.biz

Arzu’ya doğru koşa koşa giderdiniz ve çeşit çeşit çiçekle dolu bir
bahçe bulacağınızı bilirdiniz. Bu bahçenin kısa zamanda kuruyacağını,
dört bir yandan gelen sularının kesileceğini, tabi çiçeklerin yerini madeni
çiçeklerle bezenmiş bir hurdalığın alacağını da bilirdiniz.
Nişanlıma koşa koşa giderseniz bulacağınız tek şey ise bomboş bir
bahçe olurdu, bomboş bir portakal bahçesi. Ona düşünerek, her şeyi
hesap ederek, onun sakınımlı güzelliğinden nasıl etkileneceğinizi
varsayarak gitmeliydiniz. Onda beklenmedik herhangi bir şeye yer yoktu,
olamazdı da. Bütün o gizem duygusunun bile zihninizde belli bir yeri
vardı.
Arzu’ya gitmek onun kollarında yatmak demekken nişanlıma gitmek
onun kollarınızda derin bir uykuya dalışını seyretmek demekti.
18.
Arzular’ın tek katlı bahçeli evi, diğer evlerin içindeki kocaman bir
boşluk gibi, soğuk akşamın içinde uzanıyordu. Reşatbey’deki evlerine
göre bu ev pırlanta yüzüğün yanındaki sıradan gümüş bir yüzüğü
andırıyordu. İşler bozulunca o evi satıp buraya taşınmak zorunda
kalmışlardı. Arzu nerede yanlış yapmıştı acaba?
Zili çaldım, sonraki sessizlik sırasında, oturma odasının perdelerinde
bir gölge hareketlendi, bir kapı sesi geldi. Dış kapının kilidi açıldı,
Arzu’nun güzel yüzü kapının arkasında hiç beklemediğim bir şekilde
belirdi. Hafif bir makyaj yapmış, beyaz yanakları al al olmuştu. Bu
beklenmedik beliriş zihnimde tuhaf bir rahatlama oluşturdu.
“Hoş geldin!”
“Hoş bulduk!”

60
www.xasiork.biz

İçeri girdim, eskiden olduğu gibi pardösümle şapkamı aldı, beni


oturma odasına buyur etti.
Oturma odası sımsıcaktı, soba gürül gürül yanıyordu. Divana geçtim,
tam sobanın yanına kuruldum. Birden, öylesine Halime Teyze’nin nerede
olduğunu sordum. Arzu bu soruyu hiç beklemiyormuş gibi durakladı.
“Sana haber veremedim. Bizim tanıdıklardan biri çok rahatsızmış. İnce
hastalık dediler. Annem de oraya gitti.”
“Geçmiş olsun!”.
Arzu’nun bu çekingen tavırları tuhafıma gitmişti. Bu evde kendini artık
eskisi kadar güçlü ve iştahlı hissedemiyor olmalıydı.
Küçük bir odaydı burası. Duvarlar çivit mavisine boyanmıştı.
Tavandan sarkan çıplak ampulün ışığında eşyalar, üzerlerine soluk bir
pelerin atılmış gibi duruyorlardı. Kenarları işlemeli, tam ortasında
kocaman bir gül işlenmiş olan düz beyaz bir örtünün örttüğü masa, bu
örtünün altında saklanmak istiyor gibiydi. Maziden kalan tek şey karşılıklı
duran iki divanın arasında yüksekçe bir sehpaya konmuş radyoydu.
Üstüne küçük bir dantel yerleştirilmişti.
“İstersen yemeği hemen hazırlayayım.”
“Olur vallahi. İstiyorsan yardım edeyim.”
“Olur mu? Sen misafirimsin, ben iki dakikada hazırlarım şimdi.” deyip
bir koşu mutfağa gitti. Bir iki dakika sonra elinde bir tepsiyle döndü.
Tenceredeki içli köftelerin dumanı tütüyor, marul salatasının ekşi kokusu
iştahımı açıyordu.
Sobanın diğer yanındaki tahta masaya karşılıklı oturduk. Arzu
tenceredeki sıcak içli köftelerden iki tane çıkarıp tabağa koydu, bana

61
www.xasiork.biz

uzattı. Hemen köftelerden birini yarıp limon sıktım, neredeyse yarısını


ağzıma attım.
“Çok güzel olmuş. Annenin ellerine sağlık!”
“Aslında köfteleri ben yaptım.”
Çekingenliği devam ediyordu.
“Sahi mi? Çok güzel, çok lezzetli vallahi. Sen yemek yapmayı bilir
miydin?” diye sordum biraz da takılarak.
“Annem yaşlanıyor; gün geçmiyor ki bir derdi, bir şikâyeti çıkmasın.
Ben de ona yardımcı olmak için yanında dura dura yemek yapmayı
öğrendim. Artık yemekleri ben pişiriyorum, bulaşıkları ben yıkıyorum, evin
temizliğini ben yapıyorum.”
Bunları söylerken sesinde hem bir çekingenlik hem de belli belirsiz bir
gurur vardı.
“Benim tanıdığım Arzu ne kadar da değişmiş böyle.” dedim hafif alaycı
bir ifadeyle.
Ne cevap vereceğini düşünürken o sanki duymamış gibi tencereden
bir köfte aldı, bir bardak ayran doldurdu, biraz da ekmek kopardı.
“Şu fotoğrafı göstermeyecek misin bana?” diye sordu.
“Eyvah” dedim. “Pardösümün cebinde kaldı.”
“Getireyim o zaman.” deyip yerinden fırladı, birkaç saniye sonra elinde
pardösüyle göründü.
Pardösümün iç cebinden sarı zarfı çıkarıp uzattım. Heyecanla
fotoğrafı çıkardı, kocaman güzel gözleriyle incelemeye başladı.
“Ben böyle bir fotoğraf çektirmedim.” dedi.
Tencereden dördüncü köfteyi almış iştahla mideye indirmeye
hazırlanırken duyduğum bu sözlere önce bir anlam veremedim.

62
www.xasiork.biz

Sözcükler, boşalmış zihnimin içinde bir o yana bir bu yana çarparak


dolandı. Sonunda bir anlam yaratıp çökeldiler, sessizce kayboldular.
“Ne demek çektirmedim? İyi ama fotoğraftaki sen değil misin?”
“Evet, benim ama benim asla böyle bir tuvaletim olmadı. Hem burası
neresi?”
“Bilmiyorum Arzu! Bilmiyorum.”
Bir anda bütün iştahım kaçmıştı.
“Ama bu nasıl olur?”
Bir müddet sessiz ve sakince düşünmeye çalıştım ama hiçbir şey
değişmedi.
“Hatırlamaya çalış lütfen. Bu fotoğraf bir ipucu olabilir. Bunu bana
nişanlımı kaçıran ya da öldüren hergelelerin yolladığını düşünüyorum!”
“Böyle söyleme!” diye atıldı Arzu “Öldüğünü nereden biliyorsun!”
Bilmiyordum, yalnızca hissediyordum ya da ne bileyim, ağzımdan öyle
çıkıvermişti işte. Arzu’nun gözleri dolu dolu olmuştu.
“Lütfen ağlama!” deyip yanına oturdum.
Nedense bu güzel gözlerin gözyaşı dökmesi içimi parçalamıştı.
Elindeki fotoğrafı alıp divana, yanıma koydum, sonra gayet tabi bir
şekilde ellerinden tutup onu kendime doğru çektim, sıkıca sarıldım. Bu
sarılışın ne kadarı bir kadına yardım etmek, ne kadarı mazide kalmış bazı
şeyleri uyandırmak amaçlıydı bilmiyorum.
Arzu’nun gözyaşları bir müddet sonra dindi.
“Ağlama artık!”
“Haydi, yemeğimizi bitirelim.” deyip ayağa kalktı.

63
www.xasiork.biz

Onu takip ettim ve biraz öncekinin aksine gayet sakince ve huzur


içinde, hiçbir şey konuşmadan içli köftelerimizi yedik. Arzu ortalığı
topladıktan sonra ikimize bol köpüklü orta şekerli birer kahve yaptı.
O sırada aklına eski fotoğraflara bakmak geldi. Heyecanla ayağa
kalkıp büfeye yöneldi, camsız kapağı açıp bir şeyler arandı, “İşte
buldum.” deyip bir tane albümü çekip çıkarttı.
Albümü bana uzattı.
“Sen de o fotoğrafın bana ait olmadığını anlayacaksın.” dedi.
Bununla neyi kastettiğini hiç düşünmeden albümü aldım. Kapağında
Büyük Saat’in bakırdan kabartması olan, sayfaların kenarı sarı yaldızlı,
geçmeli, orta boy bir albümdü bu. Bir fayton Büyük Saat’e doğru aheste
aheste yol alıyor, güneş tepede pırıl pırıl parlıyordu. Yine de bu bakır
kabartmada garip bir cansızlık vardı.
Albümün sayfalarını yavaş yavaş çevirmeye başladım. Arzu birden
heyecanlanmıştı. Belki o da mazide bir şeyler bulabileceğini
düşünüyordu.
İlk sayfada Tarsus Amerikan Lisesi’nin bahçesinde sınıf arkadaşlarıyla
birlikteydi. “İkinci sınıftaydım burada.” dedi, “Tam bir abla olmuştum”.
Güldü. İkinci fotoğrafta bir Arap atının sırtında, manejin kapısının
hemen yanındaydı. Parlak güneşin ışıkları altında bronzdan bir heykeli
andırıyordu. Yüzünde kendinden emin bir gülümseme vardı. Sonraki
fotoğraflarda ise kâh bir düğünde ailesiyleydi, kâh yayla evindeydi, kâh
yurtdışındaydı.
Beni en çok heyecanlandıran fotoğrafsa Adana Şehir Kulübü’nün
salonunda çekilmiş bir fotoğraftı. Eğlenceye katılan gençler bir araya

64
www.xasiork.biz

toplanmış, objektife gülümsemişlerdi. Hallerine bakılırsa eğlence daha


yeni başlıyordu.
Birden kafamda bir şimşek çaktı. Kendimi o genç insanların arasında
çok doğal bir şekilde bulacağımı düşünürken bulamadım. Arzu’nun
yanında yoktum. Arka sıralarda nişanlımın güzel yüzünü gördüm ama
ben yoktum. Hâlbuki bu fotoğrafı hatırlıyordum, tam Arzu’nun
yanındaydım.
“Ben neden yokum bu fotoğrafta?” diye sorunca Arzu fotoğrafın
üzerine iyice eğildi.
“Tuhaf!” dedi, “Oysa yanımda olduğunu sanıyordum! Hasta falan
mıydın o gece acaba?”
Birden hiddetlendim “Arzu!” dedim, “Bu fotoğrafı iyi hatırlıyorum; orada
tam senin yanındaydım.”
Birlikte çektirdiğimiz diğer fotoğraflara bakarken gözlerimin karardığını,
dizlerimin titrediğini hissedebiliyordum, hiçbirinde ben yoktum. Şeklen
oradaydım; ama benim yerimde, etrafımdaki şeylerin birbiri içine
geçmesinden oluşmuş bir kaynaşma, bir hareketlilik, tuhaf bir silinme
vardı.
Albümü hınçla divanın öbür köşesine fırlattım. Neler olduğunu
anlayamamak beni çılgına çeviriyordu. Arzu iyice yanıma sokuldu.
“Sakin ol hayatım.” diyerek beni teselliye uğraştı.
Önce elimi tuttu, sonra saçlarımı okşadı. Kokusunu tanımıştım şimdi,
beni daima heyecanlandıran o taze kokusunu hatırlamıştım. Ani bir
hareketle onu kendime çekip kırmızı dudaklarından öpmeye başladım,
biraz karşı koyar gibi olsa da kendini bana bırakmakta gecikmedi. Sırt

65
www.xasiork.biz

üstü divana uzanınca üzerine çıkıp onu öpmeye devam ettim. Eskisi gibi
altımda nefesi titreyerek yatıyordu.
Dudaklarından boynuna inerken bir elimle de diri göğüslerini
parçalarcasına okşuyordum. Nefes alıp verişi şimdi iyice sıklaşmıştı.
Bluzunu iyice aşağı indirince göğüsleri saklı birer hazine gibi ortaya çıktı.
Sol elim şimdi bacaklarının arasındaydı. Arzu kısık bir sesle inliyordu, alnı
hafiften terlemeye başlamıştı.
Bu hareketlerinin hepsini maziden bir yerlerden hatırlıyordum.
Nedense bu hatırlayış birden geri çekilmeme sebep oldu.
“Hayır!” dedim, “Yapamam!”
Arzu doğruldu, yüzümü ellerinin arasına alıp “Ne oldu bir tanem?” diye
sordu.
“Yapamam!” dedim tekrar.
“Affedersin!” deyip üstünü başını düzeltirken bir yandan da benden
özür dilemeye çalışıyordu.
“Çok üzgünüm. Böyle bir zamanda bunu sana yapmamalıydım. Lütfen
beni affet!”
Yine ağlamaya başlamıştı. “Affedecek bir şey yok.” dedim.
Çünkü beni geri çekilmeye zorlayan şeyin nişanlımın hatırası mı yoksa
maziden kopup gelen kaybolmaya yüz tutmuş bir şeyin ışıltısı mı
olduğunu bilmiyordum.
19.
Fötr şapkalı adama başıma gelenlerden bahsetmemeye karar
vermemin bir hata olup olmadığını sonradan çok düşünecektim. Ama
önemli olan o zaman bahsetmemiş olmam. Şimdi bunun bir önemi yok.
Fakat o zaman vardı. Eğer bahsetmiş olsaydım olayların bu noktaya

66
www.xasiork.biz

gelmesini belki engellemiş olacaktım. Her şey çok farklı bir yönde
seyredecekti.
Tabi ki bu yalnızca bir his. Olaylar o kadar hızlı cereyan etti ki başka
bir şeyi düşünmeye fırsat bile olmadı. Fötr şapkalı adam yine her şeyin
merkezinde duruyor. Saf bir imge gibi aynı... Her şeyden, bütün
sözcüklerden arınmış, bütün tuzaklardan kendini kurtarmayı başarmış bir
resim gibi kendi halinde ve özgür.
O geliyor ve olaylar değişiyor. O geliyor ve içindeki esrarı açığa
çıkartma arzusu etrafındaki her şeyi küle çeviriyor. Bu ateşin yanında
durmak, ona dayanmak çok zor. Yine de ondan uzaklaşamıyorum
pervane misali. Her şeyden kaçabilirim, ondan asla. Fötr şapkasıyla
karşımda göründüğü zaman içimi büyük bir huzur dolduruyor. Rüzgârda
dalgalanan pardösüsü, elindeki sigarasıyla benim için daima bir imge
olmanın sınırlarını aşıyor ve sınırları aştığı o yerde benim imgemle
karşılaşıyor, hiç yakalayamadığım imgemle, kelimelerin boğduğu
imgemle.
Her şey onun gelişiyle başlıyor ama buna bir başlangıç demek zor.
Her şey çığırından çıkmışken, şekiller, isimler ve yerler birbirine
geçmişken, tanıdık bir ismin arkasından yabancı bir isim çıkarken, tanıdık
yerler artık tanınmaz hale gelmişken, onun gelişiyle, devam eden bu
hengâme bir anlığına duruluyor ve tam bu sırada fötr şapkalı adam olup
bitenin resmini çekmeyi başarıyor. Başarıyor, fakat bu resmin neyin resmi
olduğunu, resimdeki şahısların o beyaz çerçeve içinde ne yaptıklarını bir
türlü anlayamıyor. Tam anlayacağı sırada meydana gelen bir şey bir
önceki varsayımını geçersiz kılıyor. Fötr şapkalı adam yılmıyor. Tuhaf
madeni şeyi elinde evirip çeviriyor, fotoğrafa bakıyor, resmin sağ alt

67
www.xasiork.biz

kısmındaki yayla evini, bacasından çıkan dumanı, terasındaki küçük odun


yığınını dikkatle inceliyor. Bütün bunlardan tam bir anlam çıkaracakken
bir şeyler ters gidiyor, fötr şapkalı adamın avuçlarının içindeki anlam
kayboluyor.
20.
Fötr şapkalı adamla olup biteni konuşmak için Mavi Köşe’de
buluşmaya karar verdik. Güneşli bir ocak günüydü. Birkaç gündür esen
rüzgâr dinmiş, yerini dingin bir bahar havasına bırakmıştı. Atatürk
Caddesi’nin yeni döşenmiş kaldırımları bu bahar gününe eşlik etmek ister
gibi pırıl pırıl parlıyorlardı.
Her zaman yaptığım gibi buluşmamızdan on beş dakika önce
masadaki yerimi aldım. Onu karşımda duran boş sandalyede hayal etmek
bana tuhaf bir haz veriyordu. Demli bir çay söyleyip bir sigara yaktım, o
gelene kadar da kaybolma/kaçırılma olayıyla ilgili hiçbir şey
düşünmemeye karar verdim. Arzu’nun fotoğrafını pardösümün cebine
koymuştum. Fötr şapkalı adama göstermeyecektim; ama yine de
yanımda olmasını istemiştim. Kaldırımdan geçenleri seyrederken fötr
şapkalı adamın taksiden indiğini gördüm. İşte geliyordu. Kendime çeki
düzen verdim, söyleyeceğim kelimeleri, soracağım soruları, takınacağım
tavırları şimşek hızıyla gözden geçirdim.
Onu görünce hemen ayağa kalktım. Bunun hoşuna gittiğini biliyordum.
Esrarın peşine düşmüş her adam gibi bu tür muamelelerden, saygı
görmekten, kendisine iltifat edilmesinden hoşlanıyordu. Kendini bizim
yaşadığımız hayatın dışındaki bir başka hayatın içinde düşünüyordu.
Onun yaşadığı hayatta daima birileri mutsuzluğa mahkûm oluyordu. İşte,

68
www.xasiork.biz

fötr şapkalı adam o mutsuzluğu mutluluğa dönüştürmek için daima orada


olmalıydı.
Acı çekenlerin yanında devam ettirdiği bu hayatın benim için hiçbir
önemi yoktu. Binlerce kişi acı çekerken bunlardan birkaçının hayatını
değiştirmek, birilerini mutlu etmek benim için anlamsızdı. Tıp okumuş
olmam kimseyi yanıltmasın, çünkü doktorluğu bir vazife olarak
görüyordum. Annemi babamı mutlu etmek bana yetmişti.
Fötr şapkalı adamın artık umudunu yitirmeye başladığını
hissedebiliyordum; çünkü hafiyeliğin, esrar peşinde koşmanın insanları
mutlu etmeyi isteyen bir bünyeden çok daha farklı şeyler gerektirdiğini
anlamış olmalıydı. Bu vaka sırasındaki kısa zaman zarfında bile ondaki
değişim açıkça görülebiliyordu. Başlardaki heyecanı kalmamıştı.
Beni görünce dudaklarına o sahte gülümsemesi yayılıverdi, hemen
şapkasını, garson yanına gelene kadar da pardösüsünü çıkardı. Onları
nazikçe garsona verdi, tam bir beyefendi gibi masaya kuruldu. Şapkası
ve pardösüsü olmadığında onun çok değiştiğine hatta başka biri
olduğuna yemin edebilirdim. Onun bu yeni görüntüsüne alışmak için bir
müddet bekledim. Siyah kruvaze ceketi, gri çizgili kravatı, beyaz ipekliden
gömleği, ütülü siyah pantolonu ve yeni boyanmış gıcır gıcır
ayakkabılarıyla bu görüşmeye hazırlıklı gelmişti. Acaba neden böyle bir
şey yapmıştı? Genelde üç dört günlük takım elbisesiyle ortalıkta
dolanırdı; ama durum bu kez farklı olmalıydı. Ya da benimle görüştükten
sonra başka biriyle, belki de özel biriyle bir randevusu vardı.
“Sözü uzatmayacağım.” dedi, ses tonunda ne zamandır görmediğim
bir umut vardı.
“Buyurun!” dedim.

69
www.xasiork.biz

“Bırakıyorum!” dedi kesin bir tavırla.


“Anlamadım.” dedim, “Neyi bırakıyorsunuz?” diye sordum şaşkın
şaşkın.
“Basbayağı bırakıyorum işte!” diye tekrarladı.
Bu arada garsona el etmiş, siparişi alması için yanına çağırmıştı;
koştura koştura yanına gelen garsona iki çay söyledi, sonra dışarıdan
geçen kalabalığı seyretti bir müddet.
“Bırakıyorum.” dedi tekrar, “Bu işi, yani sizin bana verdiğiniz bu işi
bırakıyorum.”
“Ama nasıl olur?” diye sordum, “Daha vaka çözümlenmedi ki!”
“Olsun.” dedi, “Hayatımda ilk kez bir vakayı çözüme kavuşturmadan
bırakıyorum; ama hiç de pişman değilim.” diye devam etti, “Artık yeni bir
hayata başlamak istiyorum!”
Demek suçlulardan, günahlardan, karanlıklardan uzakta bir hayata
başlamak istiyordu.
“Bu kadar kolay olacak mı?” diye sordum.
Bilmiyordu, ama hissediyordu. Ne zamandır böyle mutlu olmamıştı.
“Peki nişanlım ne olacak?” diye sordum, “Ya onun ailesi, ben ne
olacağım?”
Bunları söylerken kendime bir an dışarıdan baktım, ağzımdan çıkan
kelimelerin bana ait olup olmadığını düşündüm; evet bana aitlerdi, ama
yine de bir şeyler eksikti bu sözcüklerde.
“Acınızı anlıyorum.” diye devam etti, “Yalnız, artık devam
edemeyeceğim; çünkü hiçbir yere varamadım. Günlerce uykusuz kaldım,
bütün ipuçlarını değerlendirdim, yine de hiçbir şey bulamadım. Buna
inanabiliyor musunuz? Otuz yıldır bu işin içindeyim; ama şimdiye kadar

70
www.xasiork.biz

böyle bir şeye rastlamadım ben. Eğer bu suçu işleyenle ya da işleyenlerle


karşılaşırsam onların elini sıkacağım.”
Bunları duymak beni çok şaşırtmıştı, bu aşamada vazgeçemezdi.
“Neden vazgeçmeyeyim?” diye sordu.
Biraz durakladım. Gerçekten de bu sorunun bir cevabı yoktu. İstediği
an vazgeçebilirdi. Kimse bunu engelleyemezdi.
“Ben artık başka bir insan olmak istiyorum.” dedi gayet sakin, ondan
beklenmeyecek kadar umursamaz bir tavırla.
“Bunu nasıl yapmayı planlıyorsunuz?” diye sorunca biraz geri çekilme
ihtiyacı hissetti.
Belli ki bu konuda hiçbir fikri yoktu; ama ilk adımı atmanın ona
yeteceğini düşünmüş olmalıydı. Buraya bu kıyafetlerle ve işi bırakma
kararıyla gelerek de bu ilk adımı atmış olacaktı. Belki de atmıştı şu an,
kim bilir? Kim bilir belki de karşımda gördüğüm fötr şapkalı adam değildi,
bu adam da fötr şapkalıydı; ama başka bir fötr şapkalı adamdı.
Bir sigara yakıp bitirene kadar ağzımdan tek kelime çıkmadı. Çünkü
böyle bir gelişmeyi aklımın ucundan bile geçirmiyordum. Buraya ne
umutlarla gelmiştim. Oysa bu fötr şapkalı adamın umurunda bile değildi.
“Tamam o zaman!” deyip ondan önce kalkmak için davrandım.
“Madem öyle, kararınıza saygı duymak zorundayım. Oysa buraya yeni bir
ipucuyla gelmiştim.” dedim yüzüne bakmadan.
O an yüzünün aldığı hali görmek için neler vermezdim; ama bunu
yapamazdım. Yoksa fötr şapkalı adam artık fötr şapkalı adam
olmayacaktı. Vedalaşmak için elimi uzatınca birkaç saniye elimi sıkmasını
bekledim, elini uzatmayınca içimde bir umut belirdi. Süre uzadıkça

71
www.xasiork.biz

içimdeki umut da arttı ve sonunda fötr şapkalı adam, yeniden fötr şapkalı
adam olarak ayağa kalkıp beni yerime oturttu.
“Neden bana şu ipucundan bahsetmiyorsunuz?” diye sordu, “Belki de
yeni hayatıma başlamak için çok erken.”
21.
Fötr şapkalı adam, Arzu’nun resmini görünce çok şaşırmasına rağmen
bu şaşkınlığını bana belli etmemeye çalıştı. İlk anda fal taşı gibi açılan
gözleri hemen eski hallerine geri döndüler. Bir şeylerin ters gittiğini
anlamıştım. Bu olmasını beklemeyeceğim bir başka şeydi: Arzu ile fötr
şapkalı adam arasında bir bağ olması. Belki de başka bir şeydi, belki fötr
şapkalı adam onu başka bir vakadan hatırlıyordu. Yine de bakışları eski
bir tanıdığı görmekten çok daha fazlasına işaret ediyordu.
Uzun müddet ne söyleyeceğini düşündükten sonra “Kim bu?” diye
sordu.
Vakanın tam bu anında, yani her şeyin karmakarışık olmaya başladığı
bir anda açık sözlü olmanın en iyisi olacağına kanaat getirmiştim. Neden
bilmiyorum; ama o an böyle davranmak bana en doğrusu gibi gelmişti.
Çok derinlerde kalmış bir sırrı ifşa ediyor olmanın verdiği heyecan ve
gözü peklikle olanı biteni en ince ayrıntısına kadar anlattım.
Fötr şapkalı adam ceketinin iç cebinde sakladığı gözlüğünü çıkarıp
fotoğrafı daha dikkatli inceledi. Fakat bu inceleyişte bir hafiyenin önündeki
malzemeyi inceleyişinden çok daha fazlası vardı. Bir an ona Arzu’yu
tanıyıp tanımadığını soracak gibi oldum, sonra bu fikirden vazgeçtim.
Çünkü onu köşeye sıkıştırıp elimden kaçırmak istemiyordum.
Fotoğrafa bakışı, onu narin bir mücevher gibi okşayışı, kafasındaki
boşluklardan birine oturtmak için verdiği mücadele; bunların hepsini

72
www.xasiork.biz

hareketlerinden, bakışlarından rahatça anlayabiliyordum. Şu an tamamen


fötr şapkalı adam olmuştu. Bütün vaka kafasının içindeki o geniş
ırmaklardan akıp gidiyor olmalıydı.
“Bırakmanızın sebebi yalnızca başka bir hayata başlamak mıydı yoksa
başka şeyler de var mıydı?” diye sorunca fotoğrafı masaya bırakıp bir
sigara yaktı.
Uzun bir konuşmanın eşiğine gelmiş her insan gibi biraz sessizliği
yokladı, sonra tane tane konuşmaya başladı.
“Aslına bakarsanız tek sebep bu değildi.” Dedi. “Evet, artık
yorulmuştum, belki de emekliliğim gelmişti; ama ben bunu
anlayamıyordum, belki uzun bir dinlenmeye ihtiyacım vardı. Tam olarak
bilemiyorum. Çünkü, çünkü… Bilemiyorum, bu vakaya dahil olduktan
sonra o kadar az şeyden emin oldum ki. Oysa benimle ilk buluşmanızı
hatırlıyorum da. Çok çaresizdiniz. Nişanlınızın ailesi de eminim ki öyleydi.
O halinizi görünce içimde size yardım etme isteği doğdu. Bu durum,
hafiyelik için oldukça tehlikeli bir durumdur. Çünkü hafiye kendisinden
yardım etmesi istendiği için bir vakaya talip olmaz. Hafiye esrarı çözmek
için vakaya talip olur. O an içimdeki yardım etme isteği esrarı çözme
isteğimin önüne geçti. Geçmeseydi yine bu vakaya talip olurdum. Şimdi
bunun bir önemi yok. Olan oldu.” diye devam etti.
“Söylemek istediğim başka bir şey. Bu vakada tuhaf olan, her şeyin
benim kontrolümde olduğu fikrinden hızla uzaklaşmam oldu. Genelde
vakayla ilgili esas noktalara hâkimimdir; vakaya dâhil olup çıkan
herkesten ve her şeyden haberdarımdır. Vakada derinleştikçe işimin
zorlaşacağını düşünebilirsiniz. Fakat size bir sır vereyim mi? Benim
gücüm tam bu noktada etkisini gösterir, yani her şeyin dal budak salıp

73
www.xasiork.biz

dağılmaya başladığı o anda. O anı avucumun içi gibi bilirim, daha


gelmeden tanırım. O an insanların en çaresiz olduğu andır. O ana
dayanmak, getirdikleriyle başa çıkmak için insanüstü bir dayanıklılığa
sahip olmanız gerekir. Bunları övünmek için söylemiyorum. Bunları siz de
kolayca fark etmişsinizdir. Tam insanlar umutsuzluğa kapıldığı zaman
onların göremediklerini gördüm, duymadıklarını duydum, ya da öyle
sandım; ama bir şey, içimdeki tuhaf bir his bana bu kez her şeyin farklı
olduğunu söylüyordu. Ona en başta inanmak istemedim. Gün geçtikçe o
tuhaf his içimde büyüdü durdu. Ve sonunda bana korktuğum o şeyi
söyledi: Kandırılıyordum.”
Sözünün burasında bir müddet durdu. Gerçekten de böyle bir şey
başına ilk kez geliyor olmalıydı.
“Kandırılıyor musunuz? Ama kim tarafından?” diye sorunca bana
duman yüzünden kıstığı gözleriyle baktı.
“Bilmiyorum.” dedi. “Ama kandırılıyordum işte. Ya da kandırıldım.”
“Yani bizim size yalan söylediğimizi mi düşünüyorsunuz?” diye
sorunca bir müddet cevap vermedi.
“Belki de yanılıyorumdur.” diye kestirip attı.
Belki de yanılıyordu. Çünkü onu kim neden kandırsındı ki? Bundan
kimin çıkarı olabilirdi? Üstelemek istemedim. Çünkü fötr şapkalı adamın
her şeyi bırakıp gidebileceğini biliyordum. Ama fotoğraf bir şekilde onu
vakaya yeniden bağlamıştı. Yine de bu fotoğrafın üzerine gitmek tehlikeli
sonuçlar doğurabilirdi. Onu yeniden esrar peşinde görmek, onu karanlık
sokaklarda ipucu peşinde hayal etmek istiyordum. Şimdi gitmesi sonsuza
kadar gitmesi demekti, şimdi kalması sonsuza dek kalması demekti.

74
www.xasiork.biz

“Başlangıçta her şey çok normal, çok sıradan görünüyordu. Hatta ne


zamandır böyle kolay bir vakaya rast gelmediğimi düşünmeye
başlamıştım. Her şey çok açıktı, kaybolan bir kız, onun arkasından ağıt
yakan bir nişanlı ve ailesi. Siz bana bunlarla gelince açıkçası uzun
zamandır böyle kolay para kazanmamış olduğumu düşündüm. Ama şimdi
bana ödediğiniz her kuruşu geri vermeye razıyım. Nişanlınızı son
görenlerle konuştum, onun arabaya nasıl bindirildiğinden üzerinde ne
olduğuna dair pek çok şeyi öğrendim. Nişanlınızın görüştüğü pek çok
insanla görüştüm. Bu kişilerden haberiniz var mı bilmiyorum; ama
öğrenince epey şaşıracağınıza eminim. Onu sizden daha iyi tanıdığımı
söyleyebilirim. İstanbul’a bile gittim bu uğurda. Restoranlarda,
pastanelerde, sinemalarda dolaştım. Onun hayatında siz yokken neler
yaptığını öğrendim, siz varken neler yaptığını öğrendim. Adana’daki
bütün kırmızı arabaları buldum, bu arabalara sahip olabilecek insanları
buldum. Oysa bu vakada harcadığım çabanın yarısını harcayarak çok
daha zor vakaları aydınlattım ben. Halimi düşünsenize. Parçalar önümde
duruyordu. Ama ben bir türlü onları bir araya getiremiyordum. Bütün
olasılıkları denedim, aklınıza hayalinize gelmeyecek senaryolar
düşündüm. Nişanlınız babasının eski bir hasmı tarafından kaçırılıp
öldürülmüş olabilirdi, nişanlınız belki de ailesine sürpriz yapmak istiyordu,
yarın bir gün kucağında bir bebekle ya da kolunda başka bir koca
adayıyla çıkıverecekti. Hayır, bu vakada yanlış olan bir şey vardı; ama
ben bunu düşünmek bile istemiyordum. Tek yapmam gereken parçaları
bir araya getirerek resmi tamamlamaktı.”
Sözün burasında ağzı kurumuş olacak, bir bardak su doldurup kana
kana içti.

75
www.xasiork.biz

“Fakat bir türlü yapamadım. Kaç gece uykusuz kaldım kim bilir? Artık
tükendin oğlum, diyordum kendi kendime. “Yerini gençlere bırakmanın
zamanı geldi de geçiyor bile. Yeter artık bu suçlularla uğraştığın. Bu
meslek yüzünden Mevhibe Hanım seni bırakıp gitmedi mi? Bu meslek
yüzünden şimdi bir dikili ağacın bile yok öyle değil mi? Ne halt etmeye
peki? Ne için?” Bunları sordum kendime. Sonra birden parçaların
birbiriyle alakalı olmadığı ihtimali geldi aklıma. Öyle ya, aralarında hiçbir
bağlantı olmayan şeyleri yan yana getirip koymanın ne gibi bir mantığı
olabilirdi ki? Nişanlım dediğiniz kişi belki nişanlınız bile değildi. Bindiği
kırmızı araba belki aslında mavi renkti. Evinize gelen paketteki şeyin tüm
bu olup bitenle hiçbir ilgisi yoktu belki. Şimdi de bu fotoğraf. Bilemiyorum,
gerçekten bilemiyorum, bu fotoğrafın ortaya çıkması diğer parçalar
arasında bir bağ oluşturacak mı, bilemiyorum. Hatırınızı kırmamak için
göz önünde bulunduracağım.” dedi.
Hatırımı kırmamakmış. Kimi kandırıyordu ki bu adam? Beni ne
zannediyordu? Yardıma muhtaç bir zavallı mı? Ben bunların hiçbiri
değildim. Bayatlamış numaralarıyla nereye kadar gidebilecekti ki? En iyisi
başka birini bulmaktı belki. Ama, ama… Birden yüreğim cız etti. Esrar
peşindeki bu adam giderse sanki onunla birlikte benim de bir parçam
gidecekti; hayata mücadele ederek bağlanmayı seçen o parçam. Onu
kaybetmek istemiyorsam daha makul olmalıydım, onu cesaretlendirmeli,
belki de ona yol göstermeliydim.
“Siz belki bunları zaten öğreneceksiniz; ama ben şimdiden
söyleyeyim.” dedim, “Arzu ile bir ilişkim vardı yıllar önce. Yani İstanbul’a
gitmeden önce.”

76
www.xasiork.biz

Bunu duyunca ne yapacağını merak ediyordum; ama hiçbir tepki


vermedi. Yalnızca bakışlarını masada duran fotoğrafa kaydırdı. Sonra
düşünceli gözlerle bana baktı.
Pardösüsü ve fötr şapkası olmadan da bende aynı etkiyi yarattığını
görmek şaşırtıcı olmuştu. Siyah seyrek saçları alnına düşmüş,
şakaklarındaki beyazlarla tezat oluşturuyordu. Kravatını gevşekçe
bağlamıştı; gömleğin hafifçe aralanmış yakasının tam ortasında kara bir
delik oluşmuş, boğazından göğsüne doğru uzanıyordu sanki. Birden
içimden kravatını çıkarmak, o kara deliği ondan uzaklaştırmak, birazcık
olsun nefes almasını sağlamak geldi.
22.
O gece rüyamda kendimi dehlizin içinde elimde bir şamdan yolumu
bulmaya çalışırken gördüm; bir tane böcek şamdanın etrafında dönüp
duruyor, ateşe dokunur dokunmaz kaçıp gidiyor, sonra tekrar ateşe
yöneliyordu.
Dehliz her zaman gördüğüm dehlizdi. Ama bir fark vardı ve bu
farklılığın ne olduğunu bir türlü bulamıyordum. Duvarlarda yine yabancı
bir dilde yazılmış yazılar devam ediyor, arada sırada besili bir sıçan
yanımdan geçip gidiyordu. Bir tanesine tekme atayım derken ayağımı
dehlizin duvarına vurdum.
Bu sırada üzerimde bir pardösü olduğunu anladım. Sonra elim
kafamdaki şapkaya gitti ister istemez. Şapkayı muma yaklaştırınca bunun
fötr şapkalı adamın şapkası olduğunu gördüm. Hemen ayakkabılarıma,
pantolonuma baktım, elimi sağ cebime soktum. Tam tahmin ettiğim
gibiydi. Fötr şapkalı adamın not defteriydi bu, yanında da her zaman

77
www.xasiork.biz

kullandığı dolma kalem. Niye bu kalemi pardösüsünün cebinde taşıyordu


ki? Niye ceketinin iç cebine koymuyordu.
Yere çömelip şamdanı yere bıraktım, not defterinin kirli sarı
yapraklarını çevirmeye başladım. İlk sayfada kocaman bir A harfi vardı.
İkinci sayfada ise kırmızı Buick’le ilgili çeşitli notlar ve telefon numaraları.
Tek tek telefon numaralarına baktım, hiçbiri tanıdık gelmedi. Sonraki beş
on sayfada kargacıK burgacık bir el yazısıyla yazılmış notlar vardı:
.kimle… ..belki… Mavi Köşe sonradan... akşam saat... .şişman…
olmaz… .Arzu… .direkler arasından... ama… ama… nasıl olabilir…
Okumayı bıraktım. Çünkü hiçbir manaya gelmiyorlardı. Sonraki beş
sayfaya peş peşe büyük harflerle RESİM yazılmıştı. Bu sözcüğü yine pek
çok telefon numarası ve adresle çeşitli isimler takip ediyordu. Hayır,
tanıdık ne bir isim ne de bir adres vardı. Defterin sonraki sayfaları boştu.
O an neden bilmiyorum, kendimi çok çaresiz hissettim. Fötr şapkalı
adamın düşünceli zamanlarında yaptığı gibi sağ elimin işaret ve
başparmağıyla bıyığımı düzelttim, elim tamamen irade dışı bir hareketle
cebimdeki dolma kaleme gitti. Ne yapmak istediğimi ancak kalemin soğuk
gövdesine dokunduğumda fark edebilmiştim. Kalemi yavaşça çıkardım,
kapağını açtım. Mumun ışığında bana çok uzun yıllar öncesinden kalmış
gibi eski ve uzak göründü. Mürekkebin aktığı uç, defterin boş yaprağına
dokununca bir müddet bekledim, yazmaya başladım.
23.
Akşama doğru arayan Ali’ydi.
“Neden bize gelmiyorsun?” diye sordu, “Biraz kafanı dağıtırsın hem.”
“Olur.” dedim, zaten başka bir şey diyecek halde değildim.

78
www.xasiork.biz

Fikriye kaybolduğundan beri çevremdeki insanların bana gösterdiği


ilgiden bayağı hoşnuttum. Ne zamandır aramayan arkadaşlarım bile
aramış, endişelerini bildirmiş, bir ihtiyacım olduğu takdirde bizzat haber
vermemi rica etmişlerdi. Fikriye’nin kayboluşuyla doğan boşluğu bir
müddet, arkadaşlarımın bu iyi niyetli çabaları ve güler yüzleriyle
doldurabileceğimi düşünmüş, kısa süre sonra içinde bulunduğum halin,
bu türden insancıl çabalarla doldurulamayacağını idrak etmiştim. Çünkü
içinde bulunduğum durum tamamen bana aitti ve onunla yüzleşmesi
gereken sadece bendim. Bu zor zamanlarda hayatıma girip çıkan
arkadaşlarım, dostlarım, aslında olayların içine tam manasıyla dalmamı
engelliyor, adeta önümdeki resmi bulandırıyorlardı. Oysa Fikriye’nin
ortadan kayboluşuyla doğan boşluk beni istiyordu. Hedefindeki ne annesi,
ne babası, ne de Ferhunde’ydi; yalnızca bendim. Yine de boşluktan kaçıp
bir arkadaşın evinde birkaç duble atmaktan kendimi alamıyordum.
Ali’yle hemen her hafta buluşur, bir yandan memleketi kurtarmaya
çalışırken, bir yandan da hastanedeki son dedikoduları anlatır
keyiflenirdik. Aynı hastanede çalışmamıza rağmen birbirimizi yemekhane
dışında pek az görürdük. Lisede başlayan arkadaşlığımız üniversite
yıllarında devam etmişti. İki seneye yakındır da aynı hastanede
çalışıyorduk. Birbirimizden gizlimiz saklımız yoktu. Eşi Fatma da beni
sever sayar; bir hafta gitmeye göreyim hemen arar, dargın mıyız yoksa,
diye takılırdı.
Saat yediye doğru Aliler’in İstasyon civarındaki evlerine vardım. Hava
biraz açmasına rağmen Karataş yönünde gökyüzü ayın ışığını yansıtan
kat kat gri bulutlarla kaplıydı.

79
www.xasiork.biz

Kapıyı Fatma açtı. Saçlarını taramış, biraz makyaj yapmıştı. Yüzünde


neredeyse hiç kaybolmayan o gülümsemesi vardı. Yakası beyaz, siyah
ipekli elbisesinin içinde çok sıcak, samimi görünüyordu. İnsan onu ilk kez
görse bile hemen kanı ısınırdı.
“Hoş geldin!”
“Hoş bulduk!”
Yüzümdeki umutsuz ifadeyi görmüş olacak, gülüşü hafif bir tebessüme
dönüştü. Şapkamla pardösümü alıp işlemeli ceviz portmantoya astı.
Salondaki yemek masasında bir tek kuş sütü eksikti. Ali gramofona bir
plak koymakla meşguldü, beni görünce gözleri parladı.
“Hoş geldin aslanım!” dedi.
Az sonra nihavent makamında bir şarkının ezgisi salonu doldurdu. Ali
beni uzun zamandır görmüyor gibi öptü. “Fatma!” deyip bir koşu mutfağa
gitti.
Arkadaşlarımın bu hali, yani sürekli beni teselli etmeye çalışmaları,
benim acımı paylaştıklarını belli etmek istemeleri sinirime dokunuyordu.
Elbette bunu iyi niyetle yapıyorlardı; ama ben o boşluğa çoktan razı
olmuş, fötr şapkalı adamın peşine takılmış, umutsuz da olsa bir arayışa
girişmiştim.
Ali elinde bir şişe Kulüp Rakısı’yla göründü.
“Nasılsın? İyi gördüm seni” deyince içimden “Nasıl görünebilirim Ali?”
diye geçirdim.
“Vallahi nasıl olalım” dedim, “Hala bir haber yok! Bizim hafiye
araştırıyor. Ama bir şey çıkmadı daha!”.
Ali bir yandan masaya son şeklini veriyor bir yandan da dediklerimi
dinliyordu.

80
www.xasiork.biz

“Şu hafiye nasıl biri?”.


Bu soruya nasıl cevap verilir ki? Ben kafamdaki boşluğu unutmak için
buraya gelmişken Ali’nin yaptığına bak!
“İşinin ehli birisi; ama adamcağızın da gücü bir yere kadar yetiyor!”.
“Anlıyorum.” dedi Ali.
Şimdi masanın en başındaki sandalyeye oturmuş, mezelerin yerini
değiştiriyordu. Acaba aklından neler geçiriyordu? Onun zihniyle benim
zihnim arasındaki mesafe geçekten de şu aramızdaki birkaç metre miydi?
Yoksa çok daha fazla mıydı? Yan yana görünüyorduk. Buna rağmen
içinde yaşadığımız gerçeklik birbirine o kadar uzaktı ki? Kimi zaman beni
korkutan da bu değil miydi? Bazen fötr şapkalı adamın bile benden çok
ama çok uzakta olduğunu hissediyor, yağmur yağan karanlık sokaklarda
kendi başıma dolaştıktan sonra tekrar onun yanına dönüyordum.
“Fatma!” diye seslendi mutfağa doğru, “Hayatım, biraz daha buz
getirebilir misin?”
Anlıyoruma ne oldu Ali? Anlıyorum ve sonrasında da buz mu? Bu mu
anlamak? Neden hem o boşlukla kendim hesaplaşmak istiyor, hem de
başkalarının anlamasını bekliyordum ki? Şimdi Fatma kaybolsaydı Ali ne
yapardı? Ali’yi anlayabilir miydim? Şu masada oturmuş, arkada nihavent
makamında bir şarkı odayı tatlı hissedişlerle doldururken ve içeride
Fikriye meze hazırlarken, ben birden ortadan kaybolan Fatma’yı ve onun
kayboluşuyla kafasında kocaman bir boşluk oluşan Ali’yi anlayabilir
miydim?
O sırada Fatma içeri girdi, “Haydi beyler, sofrayı bekletmeyelim.”
diyerek elindeki süzme yoğurt tabağını masaya koydu. “Babamın yanında

81
www.xasiork.biz

çalışan işçilerden biri, her hafta köyünden getiriyor bu yoğurdu. Enfes bir
şey. Öyle değil mi Ali?”
“Evet.” diye cevap verdi Ali, bir yandan buzları bardaklara koyarken.
Kalkıp Ali’nin karşındaki sandalyeye oturdum. Genellikle onun yanına
otururdum, Fatma ile Fikriye de karşımıza otururlardı. Lisenin kantininde,
tıbbiyenin ve hastanenin yemekhanesinde hep onun yanına otururdum.
Oysa bu gece onu izlemek, hareketlerini, yüz ifadelerini seyretmek
istiyordum. Nedenini bilmiyordum; ama böyle istiyordum işte.
Ali’nin fark etmesini bekledim, oralı bile olmadı. Kendini masanın
cazibesine kaptırmıştı. Dayanamayıp pul biber ve zeytinyağıyla
süslenmiş yoğurttan bir lokma aldı.
“Babanın işçilerle arası nasıl?” diye sorunca Fatma bir an afalladı.
“Her zamanki gibi iyi. Babamı pek sevip sayarlar, bilirsin.” dedi.
“Bilmez miyim?” dedim, “En son işçilerden biri kaza geçirmişti de
baban suç adamcağızda diye tutturmuş, tazminatını vermemek için her
gün avukatları yemeğe götürmüştü!”
Ortalık bir anda buz gibi oldu.
Fatma “Babamın böyle bir insan olmadığını sen de biliyorsun. Hem
nerden çıktı bu şimdi canım?” dedi.
Ali şaşkın şaşkın bana bakıyor, niyetimin ne olduğunu anlamaya
çalışıyordu.
“Kusura bakma, öyle demek istemedim!” diye kestirip attım.
Ben bile biraz önce ağzımdan çıkan cümleler yüzünden şaşkınlık
içindeydim.
“Ee rakılar ne oldu Ali?” diye sordum aceleyle.
“İşte geliyor!” deyip su bardağıyla rakı bardağını uzattı.

82
www.xasiork.biz

Fatma’nın o neşeli hali kaybolmuş, yerini o güne dek rastlamadığım


düşünceli bir Fatma almıştı. Fikriye hakkında sorular sormasını bekledim,
sormadı. Belli ki alınmıştı. Ama bunu umursamıyordum.
Hiç konuşmadan yaklaşık bir on dakika sadece yiyip içtik. Arnavut
ciğerinin, haydarinin, babahannuşun eski tadı gitmiş, yerine sanki
bambaşka bir tat gelmişti. Rakının hafif acı tadı bu başkalığı besliyor,
adeta yeni heyecanlarla süslüyordu. Ali iştahım karşısında şaşırmış
olacak, arada sırada lokmalarına ara verip bana bakıyordu. Belki de
Fikriye kaybolmuşken nasıl böyle iştahlı olabildiğime şaşırıyordu.
İştahlıydım işte, olan olmuştu, ne yapabilirdim ki?
Ali “İstanbul’da da zengin bir ailenin kızı ortadan kaybolmuş.” dedi,
ilgileneceğimi düşünüp.
Ben cevap vermeyince Fatma “Allah Allah! Neler oluyor böyle? Hangi
ailenin kızıymış?” diye sordu.
Fatma’nın cümlelerini kafamda tekrar ettim elimde olmadan.
Kimin kızıymış? Neler oluyormuş? Sana ne Fatma! Karşımda durmuş
niye böyle üzülüyormuş gibi yapıyorsun?
Ali, “Şu ünlü tekstilci ailenin kızıymış, Semerciler’in yani.” diye
cevapladı.
Fatma “Zaman çok değişti.” dedi, yine o aynı ses tonuyla.
Sana yakışmıyor Fatma bir şeye üzülmek. Sen üzülmek için
yaratılmamışsın, sen yalnızca gülmek, eğlenmek, neşelenmek için
yaratılmışsın.
Alaycı bir şekilde “Cemiyetimiz giderek modernleşiyor. Bundan sonra
bu tür olayları çok sık duyacağız! Yeni cemiyetimizin şerefine!” deyip

83
www.xasiork.biz

bardağımı kaldırdım, biraz duraksadılarsa da Ali ile Fatma da bardaklarını


kaldırdılar.
“Yüzyıllardır modernleşeceğiz diye önce padişahlarımız, şimdi de
devlet büyüklerimiz yapmadıklarını bırakmadılar. Sonuçlarına
katlanmaksa bizlere düşüyor. Öyle değil mi Ali?” deyip Ali’ye döndüm.
Ali’nin gözleri hafiften kızarmıştı.
“Bence,” dedi, “Toplumumuza bir şey olduğu yok. Böyle adamlar her
zaman vardı. Bence olayı büyütmemek lazım. Bunlar toplumda meydana
gelen iyi şeylerin yanında devede kulak kalır”.
Devede kulakmış. Benim nişanlım kayboldu tabi, senin sevgili karın
yanında, kollarını dolamışsın.
“Neymiş o iyi şeyler Ali? Anlat bari biz de öğrenelim. Yoksa bana şimdi
Menderes’in yaptıklarından mı söz edeceksin?” diye sordum.
Ali ne dersem diyeyim alınmazdı. Eskiden beri o DP’yi, bense CHP’yi
destekler, her içişimizde mutlaka ateşli tartışmalara girerdik; Fatma ile
Fikriye de bizi seyredip eğlenir, lafa pek karışmazdı. Bu gece ise bütün
umudunu yitirmiş bir adamın küstahlığıyla doluydum sanki. İkinci dubleyi
içerken içimdeki nefretin giderek büyüdüğünü ve beni daha önce
hissetmediğim duygularla doldurduğunu görüyordum.
“Politikacıların hepsi aynı. Atatürk’ü hiçbiri anlayamamış. Biz bile onu
anlayamadık. Şu halimize bir bakın. Cumhuriyetin ilanının üstünden ne
kadar geçti? Ama cumhuriyetin coşkusundan eser yok. Onun yerine
elimizde koltuk sevdalısı politikacılar var!” diye devam edip sağ elimde
tuttuğum bardağı bir dikişte boşaltıp Ali’nin önüne koydum.
“Hızlı gidiyorsun bu gece.” dedi Ali.
“Öyle!” diye cevap verip Fatma’ya döndüm.

84
www.xasiork.biz

Önündeki pilakiyi çatalıyla karıştırıyordu.


“Bizde demokrasi geçmişi olmadığını sen de biliyorsun.” dedi Ali, “Bu
konuda anlaştığımızı düşünüyordum”.
Öfkelenmiştim, “İyi de Alicim, bu bir mazeret olamaz ki! Köy
enstitülerine bile sahip çıkamadık. Ama bu fabrikatörlerin işine geldi tabii
ki, babalarımızın işine geldi. Şimdi köylüyü eğitseydik babamın
tarlalarında sabahtan akşama kadar kim çalışacaktı? Ya Fatma’nın
babasının fabrikasında kim ter dökecekti?” diye cevap verdim.
Fatma atıldı: “Babalarımız olmasaydı onlara kim iş verecekti peki?
Cemiyette bir takım insanların bu sorumluluğu üzerine alması gerekmez
mi? Bu bir takım insanların cemiyetin ileri gelenlerinden olmasının nesi
tuhaf anlamıyorum?”
Fatma’nın bu çıkışı beni iyice hiddetlendirmişti:
“Tamam, baban onlara iş veriyor, buna rağmen en ufak bir
yanlışlarında onları kapı önüne koymaktan çekinmiyor. Cemiyetin ileri
gelenleri diyorsun. Benim babam hala fötr şapka takmama anlam
veremez, gâvur icadı der. Senin baban ilkokul mezunu değil mi? Ya
Muhlis Bey? Babalarımız kendilerini düşünmekten başka bir şey
yapmayan insanlar! Haklarını yedikleri onca işçinin hiçbiri umurlarında
bile değil; çünkü biri gider biri gelir nasıl olsa.”
Fatma’nın gözleri dolmuştu, “Neler söylüyorsun sen? Lütfen sus artık!”
dedi.
Ali araya girip modern dünya düzeninin sömürenler ve sömürülenler
üzerine kurulduğunu, bundan yeni yeni kalkınan bir ülke olarak
kaçamayacağımızı, hatta bunun sağlıklı bir kalkınma için gerekli bile

85
www.xasiork.biz

olduğunu söyledi. Bizde burjuva sınıfı olmadığı için yoktan bir burjuva
sınıfı oluşturmak gerekmişti falan filan…
Fatma’nın yaşaran gözlerinin yanında Ali’nin bu soğukkanlı tutumu
beni şaşırtmıştı. Şimdi pür dikkat onu seyrediyordum. Dediklerini
dinlemiyordum, dinliyormuş gibi yapıyordum, ama dinlemiyordum. Daha
önce pek çok defa yaptığım gibi.
Babası Adana’nın en ünlü avukatıydı. Belki bu konuşma adabını,
daima soğukkanlı kalabilmeyi ondan öğrenmişti. O konuşurken, kelimeler
ağzından çıkarken, gözümüzün önündeki Ali bize bir şeyler anlatmaya
uğraşırken başka bir Ali’nin, yine o Ali’nin içinde ama gizli saklı bir yerde,
bizim için çok daha farklı cümleler kurduğunu hayal ediyordum.
“Sen Fatma, o işçiler olmasa iki ayda bir Paris’e gidecek parayı
nerden bulacaktın? İnsanlar karın tokluğuna çalışıyor; ama bir de bizim
şu halimize bakın! Bir masaya oturmuş memleketi kurtarmaya
çalışıyoruz. Bu mu bütün yapabileceğimiz? Bundan bıktım artık Ali! Beni
anlıyor musun? Ben daha bir kez bile tarlalarımıza gitmiş değilim. Çünkü,
çünkü… Sebebini bile bilmiyorum. Belki de insanların o halini görmekten
korktum. Belki de sebep buydu.” deyip arkama yaslandım, bir sigara
yaktım.
Aniden bir ateş basmıştı. Konuştukça, bana yabancı gelen bu
sözcükleri dışarı attıkça rahatladığımı, göğsümü kaplayan o ağır şeyden
yavaş yavaş kurtulmaya başladığımı hissediyordum.
“İnsanlar daima karşılıklı oturup memleketlerinden bahsederler, belki
onu bir oturuşta on defa kurtarırlar ama insan böyledir işte.” dedi Ali.

86
www.xasiork.biz

Belli ki beni kırmak istemiyordu. Çünkü sözcükleri sinirlenmeden tane


tane söylüyordu. Buna karşın ben bir kez de olsa içimdekileri ortaya
dökmek, konuşmak istiyordum:
“O eğlencelerden, sonu gelmeyen tatillerden bıktım artık Ali! Zengin
dostlarımızın düğünlerini konuşmaktan yoruldum. Bilmem kimin karısına
aldığı pırlanta yüzüğün kaç para ettiğinden bana ne! Kimseyi
beğenmiyoruz, fark ettin mi Ali? Kendimizi hapsettiğimiz küçücük bir
dünyada yaşıyoruz, yaşadığımızı sanıyoruz. Her akşam takım
elbiselerimizi giyip o davetten bu davete koşturmayı marifet sanıyoruz.
Ülkemiz geri kalmış! Kimin umurunda? Fikriye’nin umurunda mıydı
sanıyorsun?”
Sözlerimi duyan Fatma atıldı, “Onun hakkında böyle konuşma! Onu
tanımıyorsun.” dedi.
“Evet tanımıyorum.” dedim sandalyede doğrulup, “Tanımıyorum, şu
kadar bile tanımıyorum onu!”
Bu sözler nihavent şarkının artık hükmetmeye başladığı salonda bir
kez daha buz gibi bir hava esmesine neden oldu.
Bu sözcükleri söylemek beni bile şaşırtmıştı. Buraya, Aliler’le çok
güzel zamanlar geçirdiğimiz bu eve gelirken, hiçbir şeyin eskisi gibi
olmayacağını biliyordum. En başta bunun, yanımda Fikriye’nin
olmamasıyla yakından alakalı olduğunu düşünmüştüm; ama şimdi, bu
sözcüklerden sonra, her şeyi bir kasırga gibi tepeleyip geçen şeyin
Fikriye’nin yokluğu olmadığını görebiliyordum. Tarif edemediğim bir şeydi
bu. Bir yandan beni şaşırtırken, bir yandan da beni sevindiriyordu. Ama
ben bu küçük sevinci, kısa süreli bir öğle uykusundan uyandığımızda
hissettiğimiz coşkuya benzeyen bu coşkuyu kimseye göstermek

87
www.xasiork.biz

istemiyor, onu şimdilik kendi benliğimde yaşamayı diliyordum. Çünkü


bana o kadar yabancıydı ki onunla ne yapabileceğimi hiç mi hiç
bilmiyordum.
Fatma sigarasından düşünceli düşünceli dumanlar alırken, Ali yiyip
içmeye devam ediyor, belki de sözcüklerimin yankısının şarkının ezgileri
içinde kaybolmasını bekliyordu. Artık söylenecek bir şey kalmamıştı; nasıl
olduysa Ali bunu anlamıştı, bu yüzden böylesine rahattı. Her zamanki
rahatlığından daha farklı, daha geniş, daha duyarlı ve daha yaratıcı bir
rahatlık.
O masadan kalkmak, kapıyı çarpmak, çekip gitmek için içimde büyük
bir istek duydum. Sağ elimde dumanlar çıkan sigara, sol elimde yarısı
boş rakı bardağı, masadakileri seyrederken o isteğin beni terk etmesini
bekledim çünkü dostların olduğu bir içki sofrasını böyle terk etmenin ne
manaya geleceğini biliyordum. Hoş, Ali bunun üstünde durmazdı.
Fatma’nın da böyle bir şey düşünecek hali kalmamıştı. O an, bunu
düşünecek tek kişinin Fikriye olduğunu anladım. Evet Fikriye! Burada
yanımda değildi; ama bir şekilde bu masayı terk edip gitmemi
engelliyordu işte.
“Kalkma ne olur!” diyordu, “Hatırım için kal! Lütfen, yalvarıyorum sana
hayatım, bir tanem!” Elimi tutuyor, öpüyordu.
Birden ayağa fırladım. Bardak bıraktığım yerde dengesini bulamamış
olacak masaya döküldü; çiçekli masa örtüsü, rakının hiçbir yere gitmesine
izin vermeyip hepsini kısa sürede emdi. Sigarayı kül tablasına fırlattım. Ali
ile Fatma, karşımda duran büfe, büfedeki fotoğraflar, Avrupa’nın çeşitli
kentlerinden alınmış hediyelik eşyalar, masadaki yiyeceklerin hepsi bir

88
www.xasiork.biz

anda gözümün önünden silindi. Onların yerini ağır meşe kapının hafif
aydınlığı aldı. Pardösümle şapkamı giyip kapıyı açtım.
24.
Sonraki birkaç günü fötr şapkalı adamın söylediklerinden dolayı büyük
bir suçluluk duyarak geçirdim. Kandırılıyordum, kandırılıyordum,
kandırılıyordum. Kim onu kandırmak isteyebilirdi ki? Bunun ne mantığı
olabilirdi? Uykusuz gecelerde, dehlizin bu sefer dışında dolanırken
defalarca bu sorulara cevap bulmaya çalıştım. Fötr şapkalı adamın
söylediği şey o kadar dehşet doluydu ki! Onun varlığından doğan
büyünün etkisi altındayken böyle bir suçlamayla karşılaşmak, ta en
başından beri beni vakanın içine büyük bir büyülenme içinde sürükleyen
bu adamdan bu sözleri duymak, beni hem şaşırtmış hem de bende büyük
bir hayal kırıklığı yaratmıştı.
Geceleri hayallerimde, karanlık sokaklarda tek başına yürüyen,
pardösüsünün etekleri rüzgârda dalgalanan, sigarasını yavaş yavaş,
keyfini çıkararak içen, silahını çok nadir zamanlarda kullanan bu hafiyenin
benim için geldiği manayı tekrar tekrar anlatmamın bir faydası olur mu,
bilmiyorum. Fakat o her şeyi başlatan kişi olarak çoktan gönlümdeki yerini
aldı.
Hastanede hasta muayene ederken, akşamları iş çıkışı bekâr evimin
yalnızlığına küçük adımlarla giderken, hafta sonlarını annemleri
kıramayıp çocukluğumun da geçtiği Tepebağ’daki evde geçirirken, akşam
radyo dinleyip rakı içerken, Ankara’dan yükselen darbe seslerini
dinlerken, sevgilimle buluşup nehir kenarındaki çay bahçelerinde
oturmaya giderken, fötr şapkalı adamın büyülediği bir hayatın var
olduğundan bana bahsetseler inanmaz, geçer giderdim. İşimle,

89
www.xasiork.biz

nişanlımla ya da ailemle herhangi bir sorunum yoktu. Herkes gibi biz de


arada sırada ufak sürtüşmeler yaşıyorduk; ama bunlar gelip geçici
şeylerdi. İstanbul’u özlemiyor değildim, bazı geceler burnumda tütüyordu.
Ama İstanbul benim için henüz bir çocukken keşfe çıktığım bir yerdi; bu
keşfi acısıyla tatlısıyla tamamladığıma inanıyordum. Dolayısıyla arkamda
herhangi tamamlanmamış bir şey bırakmamıştım. Bu tamamlanmışlığı da
şimdi Adana’da devam ettirmek istiyordum. Adana sessizdi sakindi.
İstanbul gibi çok çeşitli renklere sahip bir şehir değildi; ama başka pek
çok kentte olmayan kendine has bir rengi vardı.
Fötr şapkalı adam aniden ortaya çıkışıyla bana kentin hiç bilmediğim
bir yönünün var olduğunu hatırlattı. Ondan sonra anladım ki bizler
Adana’nın beyaz yüzünde yaşıyorduk ya da onun karanlık yanını bilerek
görmezden geliyorduk.
Suçluların, hırsızların, korkunun, hilebazlığın kol gezdiği bu tarafta
hiçbir şey göründüğü gibi değildi şüphesiz. Fötr şapkalı adam yıllardır bu
tarafta yaşıyor olmanın kendine kattığı anlamın belki daha farkında
değildi. Ama karşıma çıktığı ilk anda, ben o anlamın zarif bir mücevher
gibi göğüs kafesinde bir yerde ışıldadığını fark etmiştim.
Her hareketi, yüzündeki her kıpırdanma, konuştuğu her kelime bu zarif
mücevherin ışığıyla yıkanıyor, etrafında derin mana çemberleri
oluşturarak varoluşunun ayrılmaz bir parçası haline geliyorlardı. Fötr
şapkalı adam, ister beyaz ister siyah tarafta olsun, bu varoluşunu
korumayı başararak beni kendisine bir kez daha hayran bırakıyordu. Ne
bu taraftayken ne o taraftayken kendi rengârenk çizgilerinin bozulmasına
izin vermiyordu.

90
www.xasiork.biz

Bu davranışı, onu dışarıya karşı biraz korunaklı bir ruh haline


sokmuştu ister istemez. Daima kapalı bir kutu olarak kalmayı
başarıyordu. Ondan çeşitli hikâyeler dinledim; ama bunlar artık mazinin
tozlu raflarında dura dura masala dönüşmüş, her anlatılışta yeni
ayrıntılara kazanarak zenginleşen ve dönüşen önemsiz şeylerdi. Bir
hafiye hikâyesi olarak hem beyaz hem de siyah tarafta geçiyorlardı;
güçlerini, benim hayran olduğum derinliği ise o karanlık taraftan
alıyorlardı.
Bu karanlık tarafın varlığını keşfetmemle beraber rüyalarıma giren
dehlizden daha evvel pek çok yerde söz ettim. Kendimi ucu bucağı
olmayan bu dehlizin içinde bulmam, fötr şapkalı adamla tanışmama
rastlar. İlk başlarda birden rüyama giren bu dehlizle fötr şapkalı adam
arasındaki bağlantıyı kuramamıştım. Hemen her rüyada karşıma farklı bir
şekilde çıkan dehlizde sürekli yürüyor, ilerliyor, koşturuyordum. Ve bunları
yaparken üzerimde sürekli fötr şapkalı adamın kıyafetleri bulunuyordu.
Onun şapkası, onun pardösüsü, onun ayakkabıları ve dudaklarımın
üzerinde onun ince bıyığı. Üzerimde onun kıyafetleri olduğunu iki ya da
üçüncü rüyamda dehlizin evimin salonu gibi döşenmiş olan bir
bölümündeki aynada görmüştüm. O an rüyada olmama rağmen midem
bulanmış, kusacak gibi olmuştum.
Rüyalarım dehlizle sınırlı kaldı, fakat hayallerimde onun kıyafetini
kendi isteğimle üzerime geçirip kentin karanlık sokaklarında dolaşmaya
çıkıyordum. Aynaya bakarken o kadar korkmuyordum. Her gece
uyumadan önce muhakkak bir vakaya dalıyor, elimde buz gibi tabanca ile
karanlığın dokusunu anlamaya çalışıyor, adeta çözümlemeye
uğraşıyordum. Uydurduğum vakayı çözüp çözmediğimin bir önemi yoktu.

91
www.xasiork.biz

Vaka peşinde karanlık sokaklara dalıp gitmek benim için yeterliydi.


Kâh gecenin bir yarısı şehrin dışındaki pavyonlardan birine dalıp hayali
cinayet zanlısının felekten bir gece çalışını seyredip onunla ilgili ipuçları
toplamaya çalışıyor, kâh şehrin dışındaki portakal bahçelerinin arasındaki
tozlu çamurlu yollardan geçip bahçelerden birinin ortasındaki derme
çatma kulübede bir aydan beri saklanan kızı kurtarmaya gidiyordum.
Bütün bu hayallerin bir başlangıcı ya da sonu yoktu. Bir çizgi romandan
alınmış kareler gibi kafamın içinde dönüp duruyor, sonra buharlaşıp yok
oluyorlardı. Hayallerimde bile olsa bir anlığına o karanlık tarafa geçmek
bana büyük bir haz veriyordu.
Babam pamuk tüccarıydı. Dedem de pamuk tüccarıydı. Fakat ben
nedense doktor olmaya karar verdim. Halen neden bu mesleği seçtiğimi
bilmem. Belki de insanlara yardım etme fikrinin cazibesine kendimi
kaptırmıştım, ama sonuca varmayan bir kaptırma. Hovarda geçen gençlik
günlerimden sonra bu fikir bana kurtarıcı bir dal olarak görünmüştü. Hem
biraz da Adana’dan uzaklaşmak, bambaşka bir dünyayı keşfetmek,
kendimi o rengârenk dünyanın nefesine bırakmak istiyordum. İstanbul’da
en uzun süre kalmamın yolu da tıbbiye eğitiminden geçiyordu. Kafamda
bu süreyi daha sınavlara girmeden sekiz yıla çıkarmıştım. Babamın beni
orada en iyi şartlarda okutacak maddi gücü olduğu için rahattım.
Çocukluğum, delikanlılığım hep mutlu bir aile ortamında geçti. Evimiz
Tepebağ’da nehir kıyısındaki konaklardan biriydi. Nehir, evimizin turunç
ağaçları ve yaseminlerle dolu bahçesi daima hafızamda ferah bir ışık
eşliğinde yer almıştır. Kardeşimle oyun oynayarak, Taşköprü’yü ve nehri
seyrederek geçen günlerin anısı hala içime geniş bir ovanın huzurunu
yayar.

92
www.xasiork.biz

Ben hep beyaz taraftaydım. Oğlunun okumasını içten içe isteyen


annem ve babam da, kardeşlerim de hep beyaz taraftaydılar. İstanbul,
tıbbiye, arkadaşlarım, İstanbul’daki pavyonlar, o rengârenk hayat, hepsi
beyaz taraftaydılar, fötr şapkalı adamsa hem beyaz hem de siyah
taraftaydı. Neyin ne olduğunu, kimin kaç kuruş ettiğini biliyor, belki de bu
yüzden fazla konuşmamayı tercih ediyordu.
Benim de herkes gibi o karanlık tarafa hiç bilmeden ayak attığım
zamanlar oldu. Bir keresinde İstanbul’da kafam iyice güzelleştikten sonra
pavyondaki güzel kadınlardan birini evime götürmek için anlaşmıştım.
Kadın çok güzeldi, ne zamandan beridir onunla beraber olmak
istiyordum; ama kodamanlardan fırsat kalmıyordu. Ben ne de olsa daha
gençtim, küçüktüm, zayıftım. Söylediğim parayı duyan kadın hemen
patronun yanına koşmuş, patron da teklifimi kabul etmişti. Taksiyle eve
giderken kolumu boynuna atmış, böyle güzel bir kadına sahip olmanın
keyfini çıkartmıştım.
Eve gelir gelmez soyunup sevişmeye başlamıştık. Fakat ben biraz sert
davranmış olmalıyım ki kadın rahatsız olmuştu. Beni itip kakıyor, ona
sahip olmamı istemiyormuş gibi davranıyordu. Bense ona hiç aldırmıyor,
tamamen hâkim olmak istiyordum. Bir süre daha böyle devam ettikten
sonra kadıncağız çığlık atmaya başladı. Ben de dayanamayıp bir tokat
attım. Tokadı yiyince sakinleşeceğini düşünmüştüm; ama tam tersi oldu.
Kadın beni üstünden atmış “Kurtarın beni, kurtarın beni!” diye odada dört
dönüyordu. İyice zıvanadan çıkmıştım. Peşinden gidip onu
sakinleştirmeye çalıştım, kar etmeyince sinirlenip suratının ortasına
kocaman bir yumruk attım. Önce hafifçe sendeledi, bir iki adım geri gitti.
Yere kapaklanıp ağlamaya devam etti. Zincir boşanmıştı bir kere; üstüne

93
www.xasiork.biz

çöktüm, güzel yüzüne defalarca yumruk attım. Durduğumda ağlaması


kesilmişti. Yüzü kan revan içinde kalmış, iki gözü de morarmıştı. Eski
güzelliğinden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Bir an öldüğünü düşündüm;
ama hala nefes alıyordu. O an ne yapacağımı şimşek hızıyla düşündüm.
Kadını bu hale getirdiğimi öğrenirlerse aynını bana yaparlardı. En iyisi bir
süre adres değiştirip ortadan kaybolmaktı. Öyle de yaptım. Kadını bir
taksiye bindirip taksiciye yüklüce bir para verdim ve onu pavyona
bırakmasını söyledim. Sonra da ortalık biraz durulana kadar tıbbiyeden
arkadaşım Haluk’un evinde kaldım. Her ihtimale karşı başka bir eve
taşındım.
Beni asıl korkutansa nasıl böyle bir şey yapabildiğimdi. Hafızamı
yokluyordum, fakat bütün o beyaz anıların içinde böyle yabani, böyle
alışılmadık, böyle sıra dışı bir şey bulamıyordum. Daha önce de bu tür
kadınlarla beraber olmuştum; fakat hepsi sıradan hikâyelerdi. Sıradan bir
susuzluğu dindirmek içindi. Son vakada ise farklı, öncekilere
benzemeyen bir şey vardı.
Hayır, farklılığı kadının suratını haşat etmemden kaynaklanmıyordu.
Bu davranışa kendini bir anlığına kaybeden herkes sürüklenebilirdi. Beni
kendine çeken şey, bir anlığına da olsa beni çevreleyen bembeyaz
duvarların dışına çıkmak olmuştu. Ne kadının kırılmış burnu, ne morarmış
gözleri, ne de patlamış güzel dolgun dudakları; bunları aniden
unutabiliyordum, ama onun çirkin suratına, eserine bakar gibi bakan
kendimi unutamıyordum. O kendimin ne bahçede koşturan çocukla, ne
nehri huşu içinde seyreden ufaklıkla, ne kız peşinde dolanan lise
talebesiyle, ne de kendini İstanbul’a hazırlayan hiçbir şeyden habersiz
delikanlıyla ilgisi vardı. O bambaşka biriydi ve ben onu doğduğu gibi

94
www.xasiork.biz

toprağın en derin yerlerine gömdüm, gömmek zorunda kaldım. Çünkü


onunla nasıl yaşanabileceğini bilmiyordum.
Adana’ya dönüp de fötr şapkalı adamla tanışana dek bu yanım, onu
gömdüğüm bahçenin derinliklerinde uyumaya devam etti. Bir gece aniden
ortaya çıktı. Turunç ağacının yanındaki toprağı kazdı ve sanki köklerle
sarmaş dolaş olmuş o şeyi ortaya çıkarttı; onu kucağıma verdi. Artık
bununla yaşa dedi; ama ben hemen tiksinip onu tekrar geldiği yere yani
toprağa fırlattım; yerde dev bir solucan gibi kıvrıldı kıvrandı, nemli pembe
derisi ay ışığında ışıl ışıl parladı, adeta onu kabul etmem için küçük bir
bebek gibi yalvardı. Sonra usul usul bacağıma sarılıp yukarı tırmandı,
sanki gömleğimin yakasından girip göğsüme doğru ilerledi, şiddetli bir
kasılmayla da içeri girmeyi başardı.
Hem karanlığı hem de aydınlığı aynı anda istiyordum; tıpkı fötr şapkalı
adam gibi.
25.
Telefon çaldığında saat sabahın beşine geliyordu. Ezan sesi karanlık
kentin üzerinde ağır bir masal gibi süzülürken, fötr şapkalı adamın çok
derinlerden parazitler içinde gelen sesiyle bir an irkildim. Vereceği adrese
çabucak gelmemi istiyordu. Söylediği adresi yazarken bunun kötü bir
kâbus olabileceğini, kalem kâğıdın üzerinde kayıp da şehir dışındaki bir
yerin adresini yavaş yavaş oluştururken, aslında uyuduğumu düşündüm.
Fakat fötr şapkalı adamın sesi çok sahiciydi. Çabucak gelmemi tekrar
tembihledikten sonra telefonu kapattı. Ona neden gelmem gerektiğini
sormamıştım. Fötr şapkalı adam gelmemi istemişti, bu yeterdi. Beni ne
için çağırdığının, beni nereye çağırdığının bir önemi yoktu. Pardösümü
giyerken hiç bilmediğim o karanlık tarafa doğru hareket ettiğimin

95
www.xasiork.biz

farkındaydım. Adımlarım bir çocuğun adımları gibi çabuk çabuk ve


telaşlıydı.
Elli metre ilerdeki taksi durağına koşup uyuklayan taksiciyi
uyandırdıktan sonra adresi verdim. Tam gaz gitmesini söyledim. Uyku
sersemliğiyle “Peki abi!” deyip gaz pedalına kökleyince bütün sokak acı
bir patinaj sesiyle inledi. Araba önce çevre yoluna çıktı, oradan da E-5’e.
Gece yağan yağmur yüzünden kent karanlığın içinde beyaz bir inci tanesi
gibi ışıldıyordu. Hava çok soğuktu. Soğuk sanki bu ışıltıyı cilalıyor, onu
bambaşka bir şeymiş gibi göstermeye uğraşıyordu. Arabanın içindeki
duman çıksın diye pencereyi aralayınca soğuğun beni de değiştirmeye
çalıştığını anladım. Bu gecenin, bu karanlığın, bu soğuğun içinde kim
varsa çoktan değişmeye başlamıştı.
Taksici kendine gelir gibi olunca beni yumuşak yüzlü bulmuş olacak,
gecenin bu saatinde orada ne yapacağımı sordu. Bilmediğimi söyledim.
Bir daha da konuşmadı, gaza iyice bastı.
Fötr şapkalı adamın tarif ettiği yere yaklaşınca polis arabalarının
yanan farlarını gördüm. Burası Mersin yolu üzerindeki terk edilmiş küçük
bir fabrikanın arka bahçesiydi. Arabalar bahçenin giriş kapısı önüne park
edilmişti. Kapının hemen yanında iki polis sigara içip aralarında bir şeyler
konuşuyorlardı. Benim geldiğimi görünce meraklandılar. Arabadan inince
hemen yanlarına gidip fötr şapkalı adamı aradığımı söyledim. Doğal
olarak ne yapacağımı sordular. Tam bu sırada fötr şapkalı adam oraya
buraya atılmış boş varillerin arasında göründü, polis memurlarına
yaklaşıp kısık sesle bir şeyler söyledi, beni yanına çağırdı. Polisler
aralarındaki muhabbete geri dönerken ben hâlâ nelerin döndüğünü, fötr
şapkalı adamın beni neden çağırdığını anlamaya çalışıyordum.

96
www.xasiork.biz

Fötr şapkalı adamın ağzından ilk çıkan, neden geç kaldığımı sormak
oldu.
“Geç mi?” dedim. “Kimse benden daha hızlı gelemezdi. Telefonu
kapattığım gibi taksiye atladım.”
Fötr şapkalı adam söylediklerime aldırmadan önüm sıra yürüyordu.
Yüzü bu açıdan neredeyse görünmüyordu, hiç konuşmasa insan onun
şapkasıyla pardösüsünden oluşan bir hayalet olduğuna inanabilirdi.
Her tarafı hurdayla dolu olan bahçe, yağan yağmurun etkisiyle
kocaman bir bataklığa dönüşmüştü. Variller, borular, dişliler bataklıktaki
bitkiler gibi her yanı sarmıştı. Fötr şapkalı adam önüne çıkan hurdaların
üzerinden atlıyor, kiminin üstüne basıyordu. Nedense içimde onun bastığı
yerlere basmak, onun geçtiği yerden geçmek isteği uyanıyordu. Şapka ve
pardösüden oluşan bir hayaletin peşinde yine şapka ve pardösüden
ibaret bir başka hayalet gibi ilerliyordum.
Acaba beni neden çağırmıştı?
Bu soru uyandığımdan beri bilmem kaçıncı kez zihnimi meşgul
ederken küçük kulübeyi geçip sağa döndük. İleride büyük bir hurda
yığınının dibinde ellerinde fenerlerle birkaç polis bekliyor, birkaç tanesi ise
yerde duran bir şeyi inceliyorlardı. Aklıma ilk gelen olasılıktan kaçmak
istedim, ama bunu yapamadım. Ellerinde fener tutan polisler arada
yerdeki şeyi inceleyen arkadaşlarının isteklerine göre yer değiştiriyorlar,
sanki bahçeyi bir gölge cümbüşüne bırakıyorlardı. Bu yer
değiştirmelerden bir tanesi sırasında polislerden birinin gölgesi fötr
şapkalı adamın tam basacağı yere kadar uzandı, ben oraya varana
kadarsa ışığa karışıp kayboldu.
Böyle ne kadar yürüdük bilmiyorum. O önde ben arkada.

97
www.xasiork.biz

Fötr şapkalı adam elinde fener tutan polisin yanına gelince durdu,
arkasına dönüp beni bekliyormuş gibi bir hareket yaptı, sonra yerde yatan
cesede baktı. Arzu’nun paslanmış borulardan, tellerden, teneke
parçalarından oluşmuş soğuk sunakta yatan cesedine.
26.
Arzu, polislerin ortasında, sanki yüzyıllardır oradaymış gibi uzanmış
uyuyordu. Kollarını yanlara doğru açmış, hafif aralanmış avuçları gri
bulutlarla kaplı gökyüzünü gösteriyordu. İrade dışı bir hareketle
bembeyaz ayalarının işaret ettiği gökyüzüne baktım; ama küme küme
olmuş kocaman bir boşluktan başka hiçbir şey göremedim.
Üzerindeki gece kıyafetinin altında her zamanki neşe dolu o kadının
olduğuna inanmak istemiyordu insan. Sanki birazdan göz kapakları
açılacak, polisleri bir kenara itip ayağa kalkacak, bana sarılacak ve onu
eve götürmem için yalvaracaktı. Bir an gözlerim doldu.
Fötr şapkalı adam tekrar bana döndü, “Büyük ihtimalle zehirlenmiş.”
dedi. “Görünürde hiçbir yara izi yok.”
Sonra cebinden ona verdiğim fotoğrafı çıkardı.
“Ne görüyorsun?” diye garip bir soru sordu.
“Ne demek ne görüyorum?” diye cevap verdim, “Bu fotoğrafı sana ben
vermiştim unuttun mu yoksa?”
Fötr şapkalı adam dediklerimi hiç duymamış gibi emreder bir ses
tonuyla “Fotoğrafa dikkatlice bak!” dedi.
Polisler onun böyle gürlemesi üzerine bize döndüler. Fotoğrafı
neredeyse gözüme sokacaktı. Hınçla elinden aldım, yüzlerce kez
baktığım fotoğrafa bir kez daha fenerlerin soluk ışığı altında bakmayı
denedim.

98
www.xasiork.biz

Acaba ne görmem gerekiyordu?


Fotoğraf bana hiçbir şey çağrıştırmıyordu. Arzu’nun poz verdiği yer
hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.
“Elbise!” dedi sonra fötr şapkalı adam.
Elbise. Elbise. Elbise.
Bu kelime kulaklarımda ağır bir zehir gibi yankılandı, zihnimin her
yanını sardı, onu kaçacak hiçbir yer bırakmamacasına köşeye kıstırdı.
Neden sonra bakışlarımı elbise üzerinde yoğunlaştırabildim. Yerde
yatan Arzu ile fotoğraftaki Arzu’nun üzerinde aynı kıyafet vardı. Emin
olmak için yerde yatan Arzu’ya tekrar bakmak istedim; ama buna cesaret
edemedim. Fötr şapkalı adamın beni dikkatlice süzdüğünü, yüzümde
hareketlerimde küçük de olsa bir işaret aradığını biliyordum.
“Ne olmuş yani?” diye sorunca ona bakma cesaretini bulabildim; ama
o işaret aramaktan vazgeçmiş, fotoğrafı tekrar cebine koymuş, cesedin
başına çömelmek için harekete geçmişti. Peşinden gittim.
Cesede bu kadar yaklaşmak içimi bir hoş etmişti. Orada yatan
bildiğim, seviştiğim, bir zamanlar âşık olduğum Arzu’ydu. Ama bana bir o
kadar da uzak görünüyordu şimdi. O sırada ayakkabılarının olmadığını
fark ettim. Ayaklarının tabanı gayet temizdi.
Fötr şapkalı adamın yanına çömelince aynı soruyu tekrar sordu:
“Elbise hakkında ne düşünüyorsun?”
“Neden bana aynı soruyu sorup duruyorsun?” dedim.
“Bu soruyu ilk kez soruyorum.” dedi.
Bıyık altından gülümseyip bana baktı.
“İkisi de aynı elbise.” dedim, “Ne olmuş ki?”

99
www.xasiork.biz

“Evet.” dedi, beni onaylar gibi başını salladı, “İkisi de aynı elbise, buna
bir şey dediğim yok. Yalnızca senin fikrini öğrenmek istemiştim.”
Yüzü fenerlerin sarı ışığı altında bronzdan bir heykel gibi görünüyordu.
“Onu kim bulmuş?” diye sordum.
Ama ağzımdan çıkan sözcükler bana bile yabancı gelmişti. Fötr
şapkalı adam sorunun cevabını bilmiyormuş gibi uzun uzun düşündü. Eli
pardösüsünün cebine gitti, bir sigara çıkardı, bana ikram etmeden çabuk
çabuk yakıp bir nefes çekti:
“Birisi ihbar etmiş. Buranın adresini verip bir cinayet işlendiğini
söylemiş. Polisler de hemen gelmişler; ama Arzu’nun cesedinden başka
hiçbir şey bulamamışlar. Ne bir ayak izi, ne bir lastik izi, hiçbir şey. Bir
ekibi buranın sahibini bulmak için yolladık. Yine de bir şey çıkacağını
zannetmiyorum.”
Cesedin üzerine biraz daha eğildi.
Uzun bir sessizlik oldu. Nedense bir şeyler söylemem gerektiğini
hissettim. Fötr şapkalı adam söyleyeceğini söylemişti, sıra bendeydi.
Ama ne söyleyebilirdim ki?
“Bunu kim yapmış olabilir, böyle bir cinayeti kim işlemiş olabilir ki?”
Fötr şapkalı adam bu soruyu duymayı bekliyor olacak ki hayal
kırıklığına uğramış gibi bir sesle “Bunu ben de bilmeyi çok isterdim.” dedi.
“Ne söylememi bekliyorsun?” diye biraz da yüksek sesle sorunca
polisler tekrar bize döndüler.
Fötr şapkalı adam cevap vermek için polislerin işine dönmesini
bekledi.
“Hiçbir şey söylemeni beklemiyorum.” dedi, “Ama bunlar sana da tuhaf
gelmiyor mu? Yani yayla evinde dinlenirken birisi seni sorup bu fotoğrafı

100
www.xasiork.biz

getiriyor. Aradan birkaç gün geçmeden fotoğraftaki kadın, üstünde


fotoğraftaki elbise ve yüzünde aynı makyaj bulunduğu halde şehrin
dışındaki böyle izbe bir yerde ölü olarak bulunuyor.”
Sesi hariç her şey, yüzündeki ifade, dudaklarının acımasız bir biçimde
kıvrılışı, sigarayı içine çekerken gözlerinin kısılması, söylemek isteyip de
söyleyemediği o şeyi söylüyordu bana.
“O telefonu benim açmadığımı biliyorsun. Bütün gece yatağımdaydım,
senin telefonunla uyandım. Buraya gelene kadar da ancak uyanabildim.
Fotoğrafla bir ilgimin olmadığını sen de biliyorsun. Yaylada evimde
dinlenirken deponun bekçisi bana getirdi. Sana her şeyi zaten anlattım.
Şimdi böyle bir zamanda bana bunları neden tekrarlattırıyorsun?”
Fötr şapkalı adam dediklerimin hiçbirini kale almıyordu sanki. Gerçi bu
onun genel ruh haliydi, insanlar anlatırdı, o ise bu anlatılanların gerçeğe
ne kadar uyup uymadığını, gerçekle bir alakalarının olup olmadığını tespit
ederdi. Bu yüzden fazla tedirgin olmaya lüzum yoktu. Zaten daha önceki
konuşmalarımızdan fötr şapkalı adamın benden şüphelenmeyeceğini
çıkarmıştım. En azından buna göre hareket etmeliydim.
Bu sırada yağmur atıştırmaya başlamıştı. Fötr şapkalı adamın
pardösüsü küçük siyah noktalarla dolmaya başlayınca kendi pardösüme
baktım. Aynı siyah noktalar benim pardösümde de oluşmaya başlamıştı.
Şapkamı çıkarınca, beni suçüstü yakalamış gibi “Bayağı terlemişsin.”
dedi.
Gayet soğukkanlı bir şekilde “Sayende.” diye cevap verince bıyık
altından gülümsedi.
Bu sırada polisler Arzu’nun cesedini çevirmek için bizden yardım
istediler. Ben geri çekilip bu vazifeden kurtulmak istediysem de fötr

101
www.xasiork.biz

şapkalı adam kolumdan tutup beni öne doğru çekti. Ellerinde fener olan
memurlar yanlara doğru açıldılar. İki polis kollarından tutacak şekilde
cesedin sağına ve soluna geçtiler. Fötr şapkalı adamla bana da ayakları
düştü. “Bir, iki üç…” deyip cesedi yüz üstü çevirerek yavaşça yere
bıraktık.
Şimdi Arzu, yumuşak bir yatakta huzur içinde uyuyordu sanki. Yüzü
sağ omzunungk üzerinde yeni uyanmış, gözleri güneşten kısılmış gibiydi.
Beline kadar açık olan elbisesinin sunduğu sırtı, sabahın taze ışıkları
altında biz erkeklerin asla ulaşamayacağı bir adaya benziyordu. Etrafı
çamurla, madenlerin soğukluğuyla çevrili, kimsenin fethetmeye
kalkışmadığı, benim bir ara denediğim ama başarılı olamadığım, zehirli
bitkilerle, sarp uçurumlarla dolu bir ada.
Hiçbir yerinde ne bir yara izi ne de bir kesik vardı. Yalnızca sırtında
üzerine yatırılmış olduğu dişlinin ve tel yumağının izi çıkmıştı. Bu iz,
Arzu’nun zevklerle baştan aşağı sıvanmış olan tenine o kadar uzaktı ki,
sanki Arzu’nun bedeni sabahın ilk ışıkları altında parıldayan mükemmel
bir resimdi de o çizgiler, o kırmızı biçim, bir şeyin ancak yansıması olan o
şey, bu resmin üstünde her şeyi mahveden bir karalamaydı.
İki polis memuru cesedi baştan aşağı tekrar yoklamaya başladılar. Bir
şey bulamayacakları belliydi. Ben bile bu amatör halimle cesedin temizliği
karşısında şaşkınlığa düşmüştüm. Bu işi her kim yaptıysa baştan aşağı
her şeyi düşünmüş olmalıydı.
Fötr şapkalı adam cebindeki fotoğrafı tekrar çıkarmış, dikkatli dikkatli
inceliyordu. Fenerlerin ışığı etkisini yitirmeye başlamış, yerini güneşin
zayıf beyaz ışığına bırakıyordu.

102
www.xasiork.biz

Fötr şapkalı adam aklına bir şey gelmiş gibi bakışlarını cesede dikti,
fotoğrafı sağ elinin parmaklarının ucunda sallamaya başladı. Sonra
fotoğrafı tekrar cebine koydu. Ağır adımlarla cesede doğru yürüyüp bir
süre bekledi. Ayakuçlarına eğildi. Aradığını bulamamış olacak dizlerine
uzandı, oradan kalçalarına, beline, sırtına ve en son saçlarının gizlediği
başına. Sanki Arzu’nun kulağına bir şeyler fısıldıyor, onun cevap
vermesini bekliyor, sonra tekrar bir şeyler söylüyordu. Yavaşça saçlarını
topladı. Arzu’nun yüzü ilk kez güneş ışığı görüyormuş gibi ışıldadı. Fötr
şapkalı adam, Arzu’nun başını yavaşça tutup kendine doğru çevirdi.
“Çabuk buraya gelin!” dedi.
İki polis hemen fötr şapkalı adamın yanına gitti. Onları fenerleri tutan
polisler izledi. Ben de soluğu cesedin başında aldım. İki polisin omzunun
üzerinden bakınca Arzu’nun dudaklarının arasından siyah bir sıvının ağır
ağır akmakta olduğunu gördüm.
Polislerden biri “Kan mı?” diye sorunca “Hayır!” dedi fötr şapkalı adam,
“Bu kan değil”.
Bir cımbız istedi, Arzu’nun rujlu dudaklarını iyice açtı, çok yavaş bir
şekilde cımbızı ağzına soktu. Cımbız yarısına kadar kaybolduktan sonra
ani bir hareketle o şeyi yakaladı, yavaş yavaş dışarı çekti.
27.
Fötr şapkalı adam, cımbızın ucundaki şeyi özenle tutup cebinden
çıkardığı mendilinin içine bıraktı. Hala ne olduğunu anlayabilmiş değildim.
Tam o sırada fötr şapkalı adamın sesi düşüncelerimi böldü.
“Bu bir kâğıt parçası.” dedi gayet sakin bir ses tonuyla.
“Kâğıt parçası mı? Orada ne işi olabilir ki?” diye sordu polislerden biri.
“Birisi bulmamız için oraya koymuş işte.” dedi bir diğeri.

103
www.xasiork.biz

Fötr şapkalı adam polis memurlarının sözlerine aldırmadan katlanmış


kâğıdı cımbızla açmaya çabalıyordu. Sabırla mücadele ettikten sonra
kâğıdı açmayı başardı.
“Ağzından akan mürekkepmiş.” dedi.
Bu, kâğıdın üzerinde bir şeyler yazdığı manasına geliyordu. Fötr
şapkalı adam herkesin onu beklediğini bildiğinden bu süreyi mümkün
olduğunca uzatmaya çalışıyor, bundan büyük bir keyif alıyordu. Bu sefer
kâğıdı ters çevirip okumaya çalıştı.
Polis memurlarından biri “Ben de bakayım!” deyip yanaşmaya
çalışınca fötr şapkalı adam kâğıdı geri çekip “Müsaade eder misin?” dedi,
memur afallamış bir halde kalakaldı.
“Evet, evet.” dedi fötr şapkalı adam kendi kendine, “Böyle yazıyor
olmalı.” Sonra okumaya başladı: “Bugün saat beşte, Mavi Köşe’de.”
Bu sözleri ilk duyduğum zaman onları herhangi bir söz öbeği olarak
düşündüm. Hepsi bildik kelimelerdi, hemen her zaman karşımıza
çıkabilecek sıradan kelimeler. Dizilişlerinde, peş peşe bu şekilde
sıralanmalarında, küçük bir kâğıt parçasına yazılmış olmalarında, bana
tuhaf şekilde tanıdık gelen bir yan vardı. Fakat bu tanışıklığın nereden
kaynaklandığını bir türlü bulamıyordum. Kafamda dönüp duran
düşünceler tam belirli bir yeri gösterirken, hedefteki o nokta birden
belirsizleşmeye başlıyor, kaybolup gidiyordu. Bugün, saat beş, Mavi
Köşe, saat, köşe, mavi, beş, mavi bir köşe, hangi köşe, neredeki köşe,
hangi bugün…
Fötr şapkalı adama döndüğümde beni izliyor olduğunu gördüm,
görmemle bakışlarımı ondan kaçırmam bir oldu. Bu sırada memurlardan
biri elinde küçük bir torbayla belirdi.

104
www.xasiork.biz

Tam bu sırada ileri atılıp “Nota bakabilir miyim?” deyince fötr şapkalı
adam bunu beklediğini gösteren bir işaret yaptı, notu bana uzattı. Notu
okuyunca çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Çünkü bu benim el
yazımdı, bu kâğıt geçen gece rüyamda üstüne bir şeyler yazdığım kâğıttı.
28.
Arzu’yu kim öldürmek isteyebilirdi? Ve rüyamda bir şeyler karaladığım,
daha doğrusu bir buluşma notu karaladığım o kâğıt parçasının Arzu’nun
ağzında ne işi vardı?
Sonraki birkaç günü kendime bu soruları sormakla geçirdim. Bir
yandan da el yazımı bir şekilde tanımalarından korkuyordum. Fötr şapkalı
adamla herhangi bir şekilde yazışmamıştık, görüşmelerimiz ya telefonda
ya da yüz yüze olmuştu; ama endişelenmeden de edemiyordum.
İlk soru benim vakaya tam anlamıyla karışmamı gerektirmiyordu.
Arzu’nun ölümü beni elbette eski bir dostu ve sevgilisi olarak üzmüştü.
Ama artık karanlık tarafta olduğumu var sayarak olaya yalnızca polisiye
açıdan yaklaşmakta herhangi bir sakınca görmüyordum. Bu yüzden Arzu
benim için bir kurban konumuna indirgenmişti.
İkinci soru ve onun olası cevapları ise beni karanlık tarafın öbür
yanına fırlatıp atıyordu adeta. Karanlıktan da karanlık olan öte taraf,
suçun, öldürmenin, yasa dışı işlerin tarafı.
Her ne kadar o tarafa ait olmadığımı düşünsem de bir anda kendimi
bir şüpheli olarak bulmam, içimde benzerine daha önce rastlamadığım
duyguların uyanmasına yol açmıştı.
İlk anlarda yoğun bir korku ve endişenin eşlik ettiği bu duygular yerini
zamanla daha farklı duygulara bırakarak ortalıktan kayboldu. Suçu hem
işleyen, hem de onu soruşturan hafiye gibi hissediyordum kendimi.

105
www.xasiork.biz

Vakayı kafamda soğukkanlılıkla inceledikten sonra aleyhimde bir şeylerin


çıkması zihnimi karmakarışık ediyordu.
Bana kalırsa o fotoğrafı yollayanlar her kimse bu cinayeti de işlemiş ve
benim Arzu ile olan eski yakınlığımı fırsat bilerek bana resmen tuzak
kurmuşlardı. Bir şekilde benim el yazımı taklit ederek Arzu’yla buluşmayı
başarmış, sonra da onu zehirlemişlerdi. Ama Arzu buluşma yerine
gittiğinde benim gelmediğimi görerek hiçbir şeyden şüphelenmemiş
miydi? Belki de onu evinden çıkarken ya da buluşma yerine giderken
kaçırıp sonra zehirlemişlerdi. Zavallı Arzu! Bir zamanlar benim
sevgilimdin, şimdi şu haline bak! Sana bunu yapanı bir elime geçirsem…
Cesedin bulunduğu günün geri kalanında evde oyalandım. Akşama
dek hiç durmadan içtim, kimi zaman gözyaşlarına boğuldum, kimi zaman
hıçkıra hıçkıra ağladım başıma gelenleri düşünerek. Nice zaman sonra
kâbussuz, rüyasız, deliksiz bir uyku çektim.
29.
Ertesi akşam soluğu şehir dışındaki pavyonlardan birinde aldım. Bu
pis, soysuz, uğursuz yerde ne aradığımı bilmiyordum. Ama Arzu’ya bunu
yapanların, nişanlımı kaçıranların, belki de öldürenlerin bu loş, karanlık
yere geleceklerinden adım gibi emindim.
O tür adamlar, hiç tanımadığım, hiç görmediğim ama yaptıklarından
dolayı büyük acılar çektiğim adamlar böyle yerlere gelmezlerse başka
nereye gidebilirlerdi ki?
Kerhane onlar için çoluk çocuğun uğrak yeriydi. Küçük lokantalarsa
çulsuzların, it kopukların eşelendiği kümeslerdi. Onları ancak böyle bir yer
idare edebilirdi.

106
www.xasiork.biz

Onları, nereden geldiği belli olmayan paralarını bar kadınlarıyla


yerken, gündüz bir silahın tetiğini çeken ellerini geceleri bembeyaz
yataklarda orospuların en mahrem yerlerini usulcacık okşamak için
kullanırken, pis salyalarını kırmızı rujla tamir edilmeye çalışılmış
dudaklara akıtırken hayal ediyordum. Bütün bunları yapmak onlar için o
kadar sıradan şeylerdi ki. Borcunu ödemediği için bir adamın taşaklarını
sıkmakla yaşı geçkin bir orospunun sarkmış göğüslerini sıkmak arasında
onlar için hiçbir fark yoktu, olmamalıydı, olamazdı da.
Taksiden iner inmez soğuk gece havası her yerime işledi. Pardösüme
iyice sarınıp şapkamı iyice indirdim. Sağ elim fötr şapkalı adamdan rica
minnet aldığım silaha dokununca ürperdim. Ağır adımlarla pavyonun yeşil
kırmızı lambalarla süslenmiş kapısına yollandım.
Daha erken olduğundan içeride pek az kişi vardı. Garson hemen bana
iyi masalardan birini gösterdi, fakat girişe yakın bir yer tercih ettim.
Pardösümle şapkamı almaya yeltendiyse de nazikçe bırakmasını
söyledim. Çocukcağız pardösünün ceplerinde kıymetli bir şeyler var diye
düşünmüş olacak pardösümü şöyle bir süzdü; ama şapkamdan neden
ayrılamadığıma bir anlam veremeyince “Nasıl isterseniz.” deyip işine
döndü.
Önden bir büyük açtırdım, yanına da türlü mezeler söyledim. Masamın
o hergelelerin masası gibi zengin, şatafatlı, iştah açıcı görünmesini
istiyordum. Pastırmalı humusun biraz gecikeceğini söyleyen şef garsonla
hafiften ağız dalaşına girdim, ama fazla da büyütmedim. Şef garsonun
benden çekinmesini, hafızasında bana özel bir yer ayırmasını istiyordum.
Bir yandan terbiye edilmiş süzme yoğurdu tırtıklıyor, bir yandan da
azar azar şişeyi boşaltıyor, son bir ayda başıma gelenlerin bir

107
www.xasiork.biz

muhasebesini yapmaya çalışıyordum. Bu gece fötr şapkalı adamdan


uzak durmaya kararlıydım. Olanı biteni onun etkisi altında kalmadan
değerlendirmeye çalıştıysam da o her taşın altından çıkmayı başarıyordu.
Saat dokuza doğru baygın bir müzik ortalığı birazcık da olsa
şenlendirdi. Şişeyi yarılamıştım gerçi, çalan müziğin ne olduğunun artık
bir önemi yoktu. Ama kendimi tutamayıp müzisyenlere oynak bir şeyler
çalmaları için biraz yüksek sesle çıkışınca garsonlar ve müşterilerin hepsi
birkaç saniyeliğine de olsa dönüp bana baktılar. Sonra yanımda duran
yarısı boş şişeyi gördüklerinden olsa gerek işlerine ve eğlencelerine geri
döndüler.
Bir anda böyle göz önüne gelmek, bir anda herkesin dönüp bana
bakması hoşuma gitmişti. Bunu içkiye veremezdim. Çünkü yarım şişe
büyük benim için hiçbir şeydi. Normalde, hele de biraz efkârlıysam bir
büyüğü bitirmem iki-üç saati nadiren aşardı. Geleli iki saat bile olmamıştı.
İçki, zihnimdeki fazlalıkları, gereksiz endişelerin hepsini silmiş süpürmüş,
ortaya çalışmaya müsait işlek bir makine çıkarmıştı.
O sırada çalgıcılardan biri ayağa kalkıp Adana’nın en güzel sesini
takdim etti: Leyla Hanım. Kırmızı perdelerin arkasında mor tuvaleti içinde,
orta boylu, beyaz tenli, bol makyajlı bir kadın belirdi. Bir alkış tufanı koptu,
Leyla Hanım kibarca dinleyicilerini selamladı, alkışlar kesilince güzel bir
nihavent şarkı söylemeye başladı:
Unutturamaz seni hiç bir şey unutulsam da ben
Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem
Saat on bire doğru ben şişenin dibine yaklaşmışken yavaş yavaş
beklediğim misafirler gelmeye başladı. Önce yanında iki iri yarı adamla
lacivert takım elbisesi, bordo kravatıyla esmer mi esmer bir adam girdi

108
www.xasiork.biz

içeri. Kendine ayrıldığı belli olan yerine geçip bir sigara yaktı, tüttürmeye
başladı. Şef garson hemen gelip siparişleri almaya koyuldu. Adamın
yüzünde o kadar ciddi, düşünceli bir ifade vardı ki bir an onun kötü
adamlardan olamayacağı fikrine kapıldım. Yanındaki adamlar ondan
daha da ciddiydiler. Ama patronlarınınki kadar gerçekçi değildi onların
ciddiyeti. Bir arkadaşlarını görünce, havadan sudan konuşmaya
başlayınca dağılıp gidecek cinsten bir ciddiyetti bu. Belki de yalnızca
patronlarına benzemek için böyle yapıyorlardı.
İlk kadehi götürdükten sonra adamları masadan kalktılar, hemen
yandaki masaya geçtiler. Şef garson onlara bir başka servis açtı. Patron
şimdi daha da ciddileşmişti sanki. Çok yukarılardaki bir kartalın aşağıları
süzüşü gibi pavyonu süzüyor, buraları çok iyi bildiği her halinden belli
oluyordu.
Az sonra iki konsomatris, sahnenin hemen yanındaki mavi ipekliden
perdeyle örtülmüş kapıdan çıkınca masalarda bambaşka bir hava esti,
herkesin bakışları bu iki kadına çevrildi.
Kadınların adresi belliydi. Patronun yüzünde ilk kez küçük de olsa bir
gülümseme belirdi, kadınların sarışın olanını esmer olanına göre daha
içten, daha bir arzuyla öptü sanki. İkisi de bu karanlıkta ve bu mesafeden
pek bir şeye benzemiyorlardı; ama buraya gelenlerin de onlarda bir şey
aradığı pek söylenemezdi. Pavyondaki kadınlara âşık olup da helak olan
erkeklerin hikâyelerini çok duymuştum. Belki bu yüzden belki de başka
sebepten pavyondaki kadınları daima hakir görmüştüm. Onlara işim
bitene kadar bir eşya gibi davranmıştım. Patronun bu iki kadını sevgiyle
aşkla kucaklaması bu yüzden çok tuhafıma gitmişti.

109
www.xasiork.biz

Üçü kısa sürede muhabbetin en koyusuna daldılar. Kâh gülüyor, kâh


bağırıp çağırıyor, neredeyse aralarından su sızmıyordu. Patron arada
kadınların yanaklarına küçük birer öpücük konduruyor, göstermeden
avuçlarına birer yirmilik sıkıştırıyordu.
Bir ara onları böyle dikkatli dikkatli izlerken patronun yanındaki
adamlardan biriyle göz göze geldim ve içimde beliren çocuksu bir
cesaretin etkisiyle gözlerimi başka tarafa çevirmedim. Hatta onun hafif
şaşı gözlerine daha da sert baktım. Diğer adam, patronun keyfinin
kaçmasını istemiyor olacak arkadaşı tam sandalyesinden kalkıyordu ki
onu kolundan tutup kulağına bir şeyler fısıldadı. Ben de bıyık altından
gülümseyip kendime bir sek doldurdum, şaşı gözlerine baka baka fondip
yaptım. Herif, sinirden kudurduysa da soğukkanlı olan arkadaşını
dinlemek zorunda kaldı.
On ikiye doğru içeri üç kişi daha daldı. Bu üç kişiden herhangi birinin
patron olduğunu söylemek zordu; hatta imkânsızdı. Fedaiye
benzemiyorlardı, patronluk bir havaları da yoktu. Hatta biraz dikkatli
bakıldığında bunların hiçbir zaman patron olamayacak şu kendine
güvensiz, kaypak tiplerden olduğu anlaşılıyordu. Biraz önceki patron
kılıklının yürüyüşüyle bu üçünün yürüyüşü arasında dağlar kadar fark
vardı.
En öndeki iyice kelleşmiş, orta boylu, kara kuru bir şeydi. Pardösüsü
üzerinde sanki kurumuş bir dala asılı gibi duruyordu. Garsonları içten bir
şekilde selamladı, müzisyenlerin yanına gidip klarnetçinin klarnetine bir
ellilik sıkıştırmaya çalıştı, ama bir türlü beceremedi; arkadaşları onu
gülerek yanlarına çağırınca klarnetçinin cebi aklına geldi, parayı

110
www.xasiork.biz

hemencecik adamın sağ cebine sıkıştırıp çabuk adımlarla arkadaşlarının


ayarladığı masaya çöreklendi.
Üç silahşorların ikincisi, birincisinden biraz daha yapılıydı ve daha
aptal duruyordu. Yüzündeki kocaman gülümsemeyle ortaya çıkan sarı
dişleri, sağ yanına yatırdığı seyrek saçları, yüzündeki şaşkın ifadeyi adeta
besliyordu. Bütün bu aptallığın gerisinde bir yerde, fıldır fıldır dönen
gözlerinin takip ettiği görünmez bir hedefte, idrak etmesi zor bir
acımasızlığın bulunduğuna inanmak zordu. O kaba eller, mor dudakların
üzerindeki ince bıyık, vücudundan pavyonun loş havasına yayılan her
hareket, sanki bu görünmeyen vahşiliğin henüz anlaşılamamış
işaretleriydi.
Üçüncü silahşor, diğer ikisi arasında bir denge unsuru gibi duruyordu.
Hareketleri savruk olanın aksine ölçülü, çocuksu ve acımasız olanın
aksine olgun ve tedbirliydi. İçlerinde patron olmaya en yakın olan benim
gözümde oydu. Fakat çok uzak olduğum bu dünyada kuvvetlerin bizim
dünyamızdaki gibi etki etmediğinin de farkındaydım.
Şef garsonu görünce kel olan, hemen masayı donat gibisinden bir
şeyler söyledi, aptal olan da onun peşinden gitti; ama akıllı olan ikisini de
susturup şef garsona tane tane ne istediklerini anlattı. En son da şefin
avucuna kaç liralık olduğunu anlayamadığım bir banknot sıkıştırıp göz
attı. Bunun manası bize iyisinden üç tane kadın yolla olmalıydı ki az
sonra mavi perde tekrar aralandı. Üçü de birbirinden çirkin üç kadın
masaların arasından geçerek üç silahşorların yanına oturdu. Sonra kırk
yıllık dostlarmış gibi koyu bir muhabbete daldılar.
Tahminimce bu üçü küçük işlere bakan ufakçı tayfadandı. Çünkü
hepsi de ortaya düşen malı bölüşme, maldan pay kapma derdindeki

111
www.xasiork.biz

akbabalara benziyordu. Belki de iyi bir vurgun yapmışlardı, bu akşam da


vurgunun nimetlerinden faydalanmak için kırmızı ışığa boğulmuş bu izbe
yeri tercih etmişlerdi. Belki de nişanlımı kaçıranlar onlardı ya da hesabına
çalıştıkları perdelerin ardındaki o gizemli adamdı. Belki de felekten bir
gece çalmak isteyen gariban üç ahbap çavuşlardı. Bir türlü emin
olamıyordum.
Onları bir kenara bırakıp tam patron kılıklıya dönmek üzereydim ki bu
kez altı kişiden oluşan bir grup girdi içeri. Hepsi pardösülü, hepsi de fötr
şapkalıydı, renk renk pardösüler ve fötr şapkalardan oluşan bir grup. Şef
garson koşa koşa yanlarına gitti, onları beklediği her halinden belliydi.
Hemen adamlarına bir el işareti yaptı, iki garson koşa koşa şefin yanına
gelip adamların pardösüleriyle şapkalarını topladı, başka iki garson da
onlardan sonra gelip şefin talimatlarını dinleyip mutfağa koşturdular. Şef
adeta sevinçten dört köşe olmuştu. Yanında iki kadını görünce bütün
dünyayı unutan patron bile bunların kim olduğunu merak etmiş olacak bir
anlığına kadınları boş verip şefin onlarla ilgilenişi izledi, kendine bir rakı
kadınlara da viski doldurduktan sonra muhabbetine devam etti.
İkinci şişeyi söyleme sırası gelmişti. Küçük mü yoksa büyük mü
olacağına önce karar veremedim. Bir müddet kendimi dinledim, fakat
fazla ileriye de gitmek istemiyordum. Garsonu çağırıp bir ufak açmasını
söyledim.
Pavyon, saatler ilerledikçe, kandaki alkol miktarı arttıkça, sigara
dumanı her yanı kapladıkça giderek erken saatlerdekinden daha berbat,
daha karanlık bir yer haline geliyordu. Tuhaftır, içtiğim rakı algımı
keskinleştirmiş, olanı biteni daha rahat seyretmemi sağlamaya
başlamıştı. Sarhoş değildim, ama ayık da değildim. Tam ikisinin

112
www.xasiork.biz

ortasındaki o bulanık bölgedeydim. Pavyondakiler de ne karanlık


bölgedeydiler ne de aydınlık bölgedeydiler. İstedikleri zaman karanlık ya
da aydınlık bölgeye geçiş yapabilirlerdi. Ama onların istediği bu değildi,
onların istediği her iki bölgeye de eşit uzaklıktan kendilerini seyretmekti,
hem karanlık hem de aydınlık bölgedeki kendilerini. Bu sayede kendi
serüvenlerinin bilincine belki de daha çok varıyor, onun tadını
çıkarabilmek için ayrıca bir şans elde ediyorlardı.
Bir sigara yakıp nişanlımı düşündüm. Birden onu ne kadar çok
özlediğimi fark ettim. Pastanedeki son görüşmemiz aklıma geldi. Her
zamanki gibi beni ne kadar çok sevdiğini söylemiş, yanımda ne kadar
mesut olduğundan söz etmişti. Onun bu sözlerine alışmış olmama
rağmen yine de her seferinde kendimi heyecanlanmaktan
alıkoyamıyordum.
Öyle ne kadar kaldığımı, pavyona kimlerin girip kimlerin çıktığını hiç mi
hiç hatırlamıyorum.
Gözlerimi açtığımda bir elin omzuma dokunup “Beyefendi, beyefendi,
kendinize gelin!” dediğini duydum.
Kendime gelir gibi olduğumda bunun bir kadın sesi olduğunu fark
ettim, tam kendime bir kadın neden omzuma dokunsun ki diye sorarken
pavyonda olduğumu hatırladım ve şöyle bir silkinince karşımda sarı
peruğu, yeşil renkli elbisesiyle güzel mi güzel bir kadın buldum. Çakır
keyif olmama rağmen beni heyecanlandıran bu kadın kim olabilir ki diye
düşünürken onu masama buyur etmek aklıma geldi.
O da bunu bekliyor olacak ki “Oh be!” deyip kendini yanımdaki
sandalyeye attı, garsona seslendi ve bir şişe viski söyledi.

113
www.xasiork.biz

Sonra bana bakıp “Gerçi ne olacağı belli olmaz, ama sen getir gene
de!” deyince “Viski kullanmam, ama sizin güzel hatırınız için bu gece bir
kadeh içeceğim.” dedim.
Kadın şuh bir kahkaha atıp Leyla Hanım’a eşlik etmeye, bir yandan da
koluma girip beni de suçuna ortak etmeye çalıştı, karşılık bulamayınca
“Bu gece de amma şanssızım be!” dedi, “Bütün dertlilerin hepsi burada
toplanmış.”
“Öyle!” dedim, “Dertliyim.”
“Aman boş ver be yakışıklı.” deyip gelen viski şişesini açtı, birer kadeh
doldurup Leyla’ya eşlik etmeye başladı.
Bense hafif kestirmiş olmanın etkisiyle kendime gelmiştim. Şöyle bir
etrafı kolaçan edince bütün masaların dolmuş olduğunu gördüm. Patron,
iki kadınla muhabbetine kaldığımız yerden devam ediyordu. Üç
silahşorlar ise çirkin kadınlardan kurtulmuş, eğlenceye kendi başlarına
devam etme kararı almışlardı. Altı kişilik masada herkes yanındakine bir
şeyler anlatmaya çalışıyor, ama kimse gürültüden bir şey anlayamıyordu.
Hemen yanlarındaki masaya saçı sakalı beyazlamış biri oturmuş kendi
kendine takılıyordu. Tam karşımdaki masayı ise iki tane delikanlı
paylaşmış, kadınları ağızlarının suyu akarak seyrediyorlardı.
Viski göğsümü yakınca uykum iyice dağıldı. Şarkıyı dinleyip viski içen
yanımdaki kadını baştan aşağı süzünce onun gerçekten de güzel bir
kadın olduğunu gördüm.
Böyle bir yerde ne işi vardı ki?
“Affedersiniz ama, ziyanı yoksa isminizi öğrenebilir miyim?” diye
sordum.

114
www.xasiork.biz

“Tabi ki, ismim Fikriye, neden sordun yakışıklı?” diye cevap verip bir
kez daha o kahkahasından patlattı.
İsmimi sormasını boşuna bekledim, sorsa da söyler miydim
bilmiyorum.
“Ne tuhaf!” dedim sonra, “Benim nişanlımın adı da Fikriye.”
“Nişanlı mı? O zaman ne geziyorsun burada yakışıklı?” diye güldü,
kolumu atıp boynuna doladı, yanağıma bir öpücük kondurdu, Fikriye’nin
nerede olduğunu sordu.
Bu soruyu duymak sanki dünyada beklediğim en son şeydi.
Kaybolduğundan beridir onu arıyordum. Evet, ama birisinin onun nerede
olduğunu sorması ilk kez başıma geliyordu. Ne kadar hazırlıksız
olduğumu soruyu duyunca fark edebildim.
“Fikriye mi? Tatilde. İstanbul’da şu an.”
“Beyimiz de ilk fırsatta kendini başka kadınların kucağına atma
derdinde, oh ne ala memleket!”
Bu sözlerini gülümseyerek cevapladım. Nedense Fikriye’den
hoşlanmıştım. Hem güzeldi, hem de espriliydi. Candandı. Birden kendimi
tutamayıp yanağına bu kez ben bir öpücük kondurdum.
“Açılıyoruz bakıyorum.” dedi alay edercesine.
“Fikriye!” dedim bir ara, “Şu karşımızda oturan adamı tanıyor musun?”
Patron kılıklıyı gösterdim bardağı tutan elimin serçe parmağıyla.
“O mu, tanımaz olur muyum, On Parmak Necati derler. Adı üstünde,
on parmağında on marifet.” diye cevap verdi.
“Allah Allah! Neymiş bu marifetleri?”
Fikriye bir an durdu, “Polis falan olmayasın?” diye sordu, “Ama yok
yok değilsin, sen polislere benzemiyorsun.” diye cevabı kendi verdi.

115
www.xasiork.biz

“On Parmak Necati eskiden tam bir beyefendiydi. Buraların hepsi


onundu ama açgözlülük edince punduna getirip elinde ne var ne yoksa
aldılar. Ondan sonra pek suskun oldu Necati, beni bile istemez oldu,
düşünebiliyor musun?”
“Ne yapar ne eder?” dedim bu Necati.
“Ne yapmaz diye sorman gerekirdi.” diye lafa başladı Fikriye.
Anlatırken yalnız ağzıyla değil bütün bedeniyle anlatıyordu; kolları,
bacakları oynuyor, gözleri açılıp açılıp kapanıyor, dudakları tuhaf eğriler
çiziyor, insan onun sözlerini takip etmekte zorlanıyordu.
“Kadın satar, esrar satar, içki kaçırır, sigara kaçırır… Eskiden büyük
adamdı, sonradan ufakçı oldu. Ufakçı dediysem seni beni satın alır; ama
yine de devede kulak kalır ötekilerin yanında. Hep küçük işler
anlayacağın. Ne zamandır büyük bir iş aranıyordu, ama ne yaptı ne etti
bilmem.”
Viskisinden bir yudum aldı. Bardağın kenarında, biri içeride biri
dışarıda, birbirinin simetriği olacak şekilde iki adet ruj lekesi belirdi,
Fikriye içkisini yudumladıkça bu leke giderek daha da belirginleşti.
“Peki, yan masadaki şu ikisi ne ayak?” diye sorunca, bir kahkaha daha
patlattı.
“Kim olacak!” dedi, “Necati’nin ayak parmakları.”
Bunları dinlerken bir yandan da Necati’yi seyrediyordum. İnsan onun
azılı bir haydut olduğuna dünyada inanmazdı. Necati’den aile babası
olabilirdi, kendini öğrencilerine adamış bir öğretmen olabilirdi, bankada
veznedar olabilirdi; ama bir suçlu kesinlikle olamazdı.
Fikriye’nin omzuna bir öpücük kondurdum bu kez. Taksi parasından
artan paralardan bir yirmilik çekip Fikriye’nin sıcak, terli avucuna

116
www.xasiork.biz

sıkıştırdım. Şöyle bir göz ucuyla avucuna baktı, tatmin olmuş olacak,
“Daha ne bilmek istiyorsun?” diye sordu.
“Peki şu üçü,” diye sordum, “Onlar kim?”
“Polis olmadığından eminiz, belki de gazetecisin.” dedi Fikriye.
“Kim olduğumun önemi yok.” diye cevapladım yumuşak bir sesle,
müzisyenlerin vermiş olduğu aradan faydalanıp. “Asıl önemli olan onların
kim olduğu.”
“Onlar işe yaramaz be koçum!” dedi, “Ben sana başkalarından
bahsetsem.”
“Yok, ben onları istiyorum.” dedim.
Avucundaki parayı çeker gibi yaptım, sonra gülümseyip bıraktım.
“Onlar,” dedi Fikriye, “Ortalık malıdır. Çoğunlukla Mersin’de çalışırlar.
Adana da açar onları, rüzgâr nereden eserse o tarafa giderler, bu yüzden
en tehlikelileri onlardır aslında. Sağları solları belli olmaz. Bugün seninle,
yarın benimle. Ama bu yüzden büyük iş de yapamazlar. Çünkü kimse
onlara güvenmez. Ayak bağı olmaktan korkarlar, çekip giderler bir
korkuttun mu? Seni gözüne kestirmişlerse yanlarında senden de bir
şeyler götürürler. Bana asla dokunamazlar, çürüktürler, leş gibi kokarlar.
Geçenlerde nasıl olmuşsa olmuş, büyük bir vurgun vurmuşlar. Hiç
kimsenin cesaret edemeyeceği bir işe kalkışmışlar. Adam kaçırma diye
söylentiler çıktı, ama sonrası gelmedi.”
Adam kaçırma! Bu iki kelime beynimde yankılandı, kafamdaki
duvarlara sayısız kere çarptı durdu.
“Ne zaman olmuş peki?” diye sordum.
“Vallahi ne söylesem yalan olur, üç dört hafta önce.”
“Peki kimin için kaçırmışlar?”

117
www.xasiork.biz

“Orasını kimse bilmez, bilemez. Seneye bu zaman gel, belki kimin


yaptığını öğrenirsin.”
Üstelemek anlamsızdı. Öbür altı adama geçtim. Fikriye gözlerime
bakıp gülümseyince, bir yirmilik daha çıkarıp beyaz, iştah açıcı avucuna
koydum, sonra yanağına küçük bir öpücük kondurdum.
“Üçü misafir, üçü de önemli adamlardan, büyükbaşlardan.”
“Büyükbaşların burada ne işi var?” diye sordum.
“Küçük misafirlerini burada ağırlarlar.” dedi. “Nereden geldiklerini
unutmamak için, nereye gittiklerini unutmamak için belki de. Şişman olan
Kasım Ağa olur. Buranın sahibidir. Harbiden de ağadır, bir sürü köyü
varmış Urfa’da. Sonra Adana’nın ağası olmaya karar vermiş. Ne kadar
muvaffak olmuş bilemem. Hala Urfa’daki gibi yaşar. Dört karısı, onlardan
da on beş tane çocuğu vardır konağında. İçlerinde en çok sayılanı odur.
Diğerleri onu baba gibi görür. Eli kolu uzundur. Belediye başkanı onu çok
sever, çok sayar.
Yanında oturan Kara Yusuf’tur. Kasım Ağa’nın en çok tuttuğu adam.
Bir gün bana bir şey olursa yerime o geçsin dediği rivayet edilir. İçki
kaçırır, sigara kaçırır; ama ufakçı değildir Necati gibi. Daima siyah takım
elbise giyer. Şimdi anladın mı Allah’ın muhacirine niye Kara Yusuf derler!
Anlamışsındır sen.”
Gülümsedi. “Ağzım kurudu.” deyip bir bardak daha doldurdu.
Fikriye tam üçüncü ağanın kim olduğunu anlatmaya başlayacaktı ki,
yanımızda bir gölge belirdi. Önce garson sandım. Ama dönüp bakınca
patronun şaşı fedaisi olduğunu gördüm. Demin göz göze geldiğim o
hergele, Eğilip Fikriye’nin kulağına bir şeyler fısıldadı. Müzik yeniden
başladığı için bir şey duymak imkânsızdı. Fikriye neye uğradığını

118
www.xasiork.biz

şaşırmış halde bana döndü. Neler olduğunu anlamaya çalışırken


patronun pis pis sırıtıp bize baktığını fark ettim; yanındaki kadınlar
ortadan kaybolmuştu.
O an beynimde bir şimşek çaktı ve ben içtiğim içkinin, çalan müziğin,
yediğim yemeklerin, mezelerin, Fikriye’nin anlattıklarının etkisinden
tamamen sıyrıldığımı hissettim. Sanki bütün zihnim aydınlanmış, o ana
kadar ömrümde kendime dert ettiğim ne varsa bir bir içimden çıkıp gitmiş,
karanlık sokaklarda kaybolmuşlardı. Her yanımı saran bu beklenmedik
duygunun etkisiyle etrafımı seyrederken şaşı gözlünün Fikriye’nin
kolundan tutup onu patronun masasına sürüklediğini, Fikriye’nin önce
itiraz edip sonra rıza gösterdiğini orada değilmiş gibi seyrediyordum.
Bütün bunlar meydana gelirken sanki bana ait olmayan bir el
pardösümün cebine uzandı, pusuya yatmış kurbanını bekleyen soğuk
madene dokundu, onu benimseyip onunla bütünleşti, parmaklar, avuç içi
yok oldu ve onun yerini simsiyah bir şey aldı.
Patrona doğru ilerlerken, masaların arasından hedefine kararlılıkla
giden sipsivri bir ok gibi geçerken, adamları onu korumak için
ayaklandıklarında onları silahımı doğrultup tehdit ederken, Fikriye’yi
kolundan tutup oradan uzaklaşmasını söylerken, silahın namlusunu
patronun alnına dayarken hiçbir şey hissetmedim. Her şey bir anda oldu,
müziğin baş ağrıtan sesi durdu, muhabbetler kesildi, kadınların şuh
kahkahaları tükendi gitti.
Patron öylece kalakalmış, alnı, silahın namlusunun altında terden pırıl
pırıl olmuştu. Silah, o ağır şey, elimin çok doğal bir uzantısı gibi geliyordu
bana. Ne yapacağını bilen, her daim benim sözümü dinleyen bir uzantı.

119
www.xasiork.biz

Bir şeyler hissetmeye başladığımda göğsümde biriken kocaman bir


şeyin dışarı çıkmak istediğini fark ettim. Fark eder etmez de patrona
bağırıp çağırmaya başladım.
“Sen kimsin lan? Kimsin sen? Orospu çocuğu! Sen benim masamdaki
kadını nasıl kaldırırsın ha söylesene lan eşşoğuleşşek! Söylesene lan
şerefsiz! Söylesene lan itoğlu it!”
Bunları söylerken namluyu kafasına iyice dayıyor, fal taşı gibi açılmış
gözlerindeki korkuyu görmekten büyük bir zevk alıyordum. Adamlarından
biri elini cebine atar gibi olunca hemen namluyu ona doğrulttum, yerine
oturmasını söyledim. Sonra tekrar patrona döndüm. Daha biraz evvel aile
babasına benzettiğim bu adamın bana böyle bir şey yapmasını aklım
hayalim almıyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Bağırmak da artık beni
tatmin etmiyordu. Çünkü herif korkusundan hiçbir şey diyemiyordu. Onu
böylesine korkutanın silah olmadığını biliyordum. Onu korkutan şey, her
şeyin böylesine ani bir şekilde cereyan etmesi olmalıydı.
Göğsümdeki o patlama tükenince birkaç saniye ne yapacağımı
bilemeden öylece terleyen alnına baktım. Kafamda bir şimşek çaktı, hiç
düşünmeden silahın kabzasını gözünün üstüne gömdüm. Patron, cansız
bir kukla gibi anında bayılıp yere kapaklandı.
Tam o anda, tam ense kökümde beni her şeyden koparan şiddetli bir
ağrı hissettim. Gözlerim karardı, silah elimden boşanıp yere düştü. En
son hatırladığım da bu oldu.
30.
Gözlerimi açtığımda kendimi bir sandalyede elleri bağlanmış bir halde
buldum. Ayrıca bir başka kalın ip, üç sıra halinde göğsümden geçirilip
sandalyeye bağlanmıştı.

120
www.xasiork.biz

Nerede olduğum hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Tam karşımda
birkaç metre ileride bir ahşap kapı vardı. Kapının birleşim yerlerinden loş,
sarımtırak ışıklar sızıyor, hemen önümde kesik kesik çizgiler
oluşturuyordu. Arada bir dışarıdan ayak sesleri duyuluyor, ses iyice
yaklaştığında ışığı perdeliyor, önümdeki ışıklı çizgiler kayboluyordu.
Gözlerim karanlığa alışınca küçük, depo gibi bir yerde olduğumu
anladım. Nemden yamyaş olmuş hemen arkamdaki duvarın önüne içinde
ne olduğunu anlayamadığım bir sürü irili ufaklı karton kutu sıralanmıştı.
Sağ tarafım boştu, sol tarafımda ise kocaman, eski püskü bir dolap vardı.
Kapakları acemice bir şekilde beyaza boyanmıştı. Kapaksız bölmelerden
birine eski gazeteler istif edilmişti.
Durumum hakkında endişelenmemem beni şaşırtmıştı. Böyle bir halde
korkudan çığlık atmak, ipleri söküp bu adi sandalyeden kurtulmak yerine
oturmuş odadaki eşyaların dökümünü yapıyordum. Şöyle bir düşününce
silahı çekip de patronun üzerine yürüdüğüm o an zaten her şeyi göze
aldığımı anlamıştım. Ne olacaksa olacaktı artık. Başıma gelenler, son
zamanlarda yaşadıklarım beni öyle bir noktaya getirmişti ki, o silahı çekip
patronun kafasına dayamaktan başka bir seçeneğim kalmamıştı.
Patronun korkudan şaşkınlıkla dolu çipil çipil gözlerini hatırladım. İçinden
ne geçiriyordu acaba? Biraz düşünse, beni birazcık tanısa o tetiği
çekemeyeceğimi tahmin edebilirdi; ama ben onun için tanımadığı bir
düşmandım, yani en tehlikelisiydim.
Odayı tetkik etmeye devam ettim. Tavanın her tarafı çeşitli ebatlarda
borularla doluydu. Kimi sararmış, kimi yosun tutmuş, kimisi ise kirden
simsiyah olmuştu. Uyuşmaya başlayan ayaklarımı birazcık oynatınca
sandalyenin ayaklarının dibinden başlayan, bir parmak boyu derinliğinde

121
www.xasiork.biz

bir su tabakası olduğunu fark ettim. Belki de burası borçlulara güzelce


ders verilen o uğursuz yerlerden biriydi. Tavana, tam başımın üstüne
bakınca kalın bir kancanın kendini gizlemek, misafirini korkutmamak
istercesine borulardan aşağı sarktığını gördüm.
Acaba burada, bu tahta sandalyenin üstünde benden önce kaç kişi
oturmuştu? Beş, on, elli, altmış yüz, iki yüz... Suçları neydi, buradan sağ
çıkmayı başarabilmişler miydi? Ne kadar olduğunu kestiremediğim bir
süre zarfında bunları hayal etmeye çalıştım. Bir müddet sonra ellerimi
hissetmediğimi acı içinde fark ettim.
Durduk yere dışarı seslendim:
“İçeri gel de ellerimi çöz!”
Boş yere bir yanıt gelmesini umdum. Belki de şu an beni yalnızca
sindirmek istiyorlardı. Burası onların çöplüğüydü, burada onların dediği
olurdu. Ben istediğim zaman değil, onlar istediği zaman ellerim çözülürdü.
Ben istediğim zaman değil, onlar istediği zaman konuşabilirdim.
Tekrar seslendim:
“Gelsene!”
Yine cevap gelmedi. İlginç bir şekilde bu sessizlik cesaretimi kırmıyor,
aksine beni daha çok kışkırtıyordu. Bu sırada ayak sesleri duydum,
önümdeki ışıklı çizgiler yok oldu; adeta her şey kopkoyu bir sessizliğe
bürünmüştü. Kapının açılmasını, içeri iri yarı bir adamın girmesini
bekledim. Ama ne giren oldu, ne çıkan. Sonra tekrar adımlar ve önümde
beliren çizgiler.
Aynı şekilde, öylece saatler boyu bekledim. Ellerimi hareket ettirmeye
çalışmaktan bileklerim soyulmuştu. Bu arada ensemden alnıma doğru
küçük küçük darbeler şeklinde ilerleyen bir baş ağrısı peydahlanmıştı.

122
www.xasiork.biz

Başımın en ufak hareketinde sanki okkalı bir yumruk yemişe


dönüyordum.
İçerisi giderek soğumaya başlamıştı. Demek ki bundan öncesi hep
gündüzdü. Buraya sabaha karşı geldiğime göre bir gün geçmiş oluyordu.
Karnım da yavaş yavaş acıkmaya başlamıştı.
Artık ne yapacağımı bile düşünemez bir haldeyken kapı açılıverdi.
İçeriye öyle güçlü bir ışık doldu ki bir an kör olacağımı sandım. Gözlerim
ışığa alışınca içeriye iki tane orta boylu esmer, takım elbiseli adamın
girdiğini gördüm. Adamlar kapının kenarındaki yerlerini aldılar. Ardından
içeri simsiyah bir gölge girdi. Simsiyah bir elbisenin üzerinde sapsarı
saçlar. Bu Kara Yusuf’tu. Lambayı açınca ortalık gündüz gibi aydınlandı.
Yusuf gayet sakin gözüküyordu.
“Doktor!” dedi, bekledi.
Doktor, doktor… Kim, ben mi? Gülümsedim. “Doktor.” dedim kendi
kendime.
“Okumuş yazmış bir adamın, sizin gibi bir beyefendinin burada ne işi
var?”
Mavi gözlerine, içindeki alaycılığı açığa vuran zayıf bir ışık yayıldı.
Işığa bakmaktan yorulunca başımı aşağı indirdim. Tam bu sırada,
böğrüme bir mermi saplandığını sandım.
Bunu bekliyordum, patronun o olduğunu ispat etmeye yarayacak o
yumruğu bekliyordum. Ama hergele bunu en beklemediğim anda
yapmıştı.
Başım döndü, midem bulandı, kusacak gibi oldum. Dakikalarca
öksürdüm, ancak derin nefesler alarak kendime gelmeyi başarabildim.

123
www.xasiork.biz

Yusuf’un bu konuda tecrübeli olduğu belliydi. Bu sefer sol yumruğunu


böğrümü delmek istercesine salladı. Öyle şiddetli bir ağrı hissettim ki
sandalyeyle birlikte sağ tarafıma, tam su birikintisinin içine devrilmekten
başka bir çare bulamadım.
“Kaldırın şunu!” dedi Yusuf. Kara Yusuf, sarışın Yusuf.
Kimi kaldırsınlar, beni mi, neden? Bir daha mı vuracaksın? Patron
sensin anladık.
“Anlat bakalım! Kimsin, necisin?”
Yanıt alamayınca aniden kapıyı açıp dışarı çıktı.
“Ben gelene kadar dokunmayın.” dedi.
Adamlar hiçbir şey söylemeden, aralarında bile konuşmadan Yusuf’u
beklediler. Beş dakika sonra Yusuf girdi içeri. Elinde silahım vardı, onu
hemen tanımıştım.
“Bunu görüyor musun?” diye sordu önce. Yanıt alamayınca bağıra
bağıra aynı soruyu tekrar etti. Son bir çabayla kafamı yukarı aşağı
oynatabildim.
“Güzel!” dedi ve tam benim patronun gözüne vurduğum yere vurdu
Allahsız. Bu kez de sol tarafıma devrilmiştim. Düşer düşmez tutup
kaldırdılar. Sağ yanağımdan akan sıcak sıvıyı hissettim.
“Kimsin lan sen? Kimsin sen? Kasım Ağanın yerinde silah çekmenin
ne demek olduğunu biliyor musun lan? Söyle lan, biliyor musun?”
Başımı bu kez sağa sola salladım. Kâr etmemiş olacak ki, bu kez sol
gözüme silahı indirdi. Artık olan bitenin farkında değildim. Bu defa beni
kaldırmadılar, düştüğüm yerde bırakarak teker teker çıkıp gittiler.
31.

124
www.xasiork.biz

Kendime geldiğimde suyun içinde yatıyordum. Her tarafım buz


kesmişti. Kafam davul gibi olmuştu. Gözlerimi zar zor açabiliyordum. Öyle
ne kadar kaldığımı bilmiyorum. Her şeyden umudumu kesmiştim.
Fikriye’yi bulmaktan, bu delikten çıkmaktan, fötr şapkalı adamı tekrar
görmekten. Orada, öylece ebediyete kadar yatmak istiyordum.
Biraz sonra kapı tekrar açıldı. Kara Yusuf ve adamları içeri daldılar.
Onları son gördüğümde nasılsalar öylelerdi. Adamları beni doğrulttu.
Yusuf gülümsedi, “Bakalım doktorumuz akıllanmış mı?”
Ben de gülümsedim, bunun üstüne Yusuf var gücüyle bir tokat patlattı
sol yanağıma. Öfkeden kudurmuştu.
“Konuş lan! Konuş kimsin, ne istiyorsun?”
O anda ağzımdan irade dışı bir şekilde Fikriye sözcüğü çıktı.
Yusuf birden dikkat kesildi, ağzıma doğru eğildi, “Bir daha söyle!” dedi.
“Fikriye.” Dedim, bu kez bilerek.
Bir kez ağzımdan çıkmıştı o sözcük, devamını getirmeye karar verdim:
“Onu siz mi kaçırdınız? Arzu’yu siz mi öldürdünüz?”
“Ne Fikriyesi lan! Ne Arzu’su?” diye bağırdı. “Kahpe karının tekine âşık
mı oldun yoksa? Bunun için mi çektin silahını?”
Kocaman bir kahkaha patlattı.
“Ulan şu doktorun yaptığına bakın!” dedi adamlarına dönüp, “Koca
doktor bizim zilli Fikriye’ye âşık olmuş. Ulan sen ölümüne mi susadın?
Kasım Ağa’nın yerinde silah çekilir mi karı için? Hiç mi akıl yok sende?
Tuttum seni ama, mert adammışsın. Dua et Kasım Ağa Necati’yi sevmez,
yoksa şimdiye çoktan mezarın dibini boylamıştın.”
O bunları söylerken hikâyenin aslını anlatmak için güç toplamaya
çalışıyordum.

125
www.xasiork.biz

“O değil.” dedim ancak kısık bir sesle.


Yusuf tekrar eğildi.
“Anlamadım” dedi, “Biraz daha yüksek sesle söyle.”
“O Fikriye değil.” dedim.
“Ulan kaç Fikriye var bizim burada. O değilse hangi Fikriye peki?” diye
sordu.
Adamlarına döndü, adamları başka Fikriye yok der gibisinden
birbirlerine baktılar.
“Ulan sen bizle dalga mı geçiyorsun?”
Bu defa da sağ kulağıma patlattı tokadı.
“Dört hafta önce Fikriye kaçırıldı ya da öldürüldü.”
Hangi Fikriye diye sormasına fırsat vermeden “Nişanlım Fikriye.” diye
ekledim.
“Tamam o zaman.” dedi, yanağımı okşadı yavaşça. “Öyle söylesene
koçum.”
Bu kez çok daha şiddetli bir tokat attı.
“Ulan sen bizi adam kaçırmakla, adam öldürmekle mi suçluyorsun
şerefsiz!” diye gürledi. “Kimsin lan sen?”
Cesaretlenmiştim. “Onu siz kaçırdınız adi herifler. Ne yaptınız, nerede
şimdi o?” diye bir yandan ağlıyor, bir yandan da bağırıyordum.
“Allah’ım sen bana sabır ver!” deyip çıktı gitti Yusuf. Herhalde Kasım
Ağa’ya, böyle bir şey olup olmadığını soracaktı. Beş dakika sonra aşağı
indi. “Sana Kasım Ağa’nın selamı var.” deyip kösele ayakkabısıyla tam
dizimin altına bir tane geçirdi.
Acıdan neye uğradığımı şaşırmışken adamlarına “Ben gidiyorum.”
dedi, “Siz onunla ilgilenin.”

126
www.xasiork.biz

Adamlar beni doğrultup beş on dakika doktorculuk oynadılar, sonra


sıkılıp sigara içmek için dışarı çıktılar.
Şimdi ne olacaktı peki? Hiçbir şey. Muhtemelen beni
öldürmeyeceklerdi, bir köşeye götürüp bırakacaklardı. Ben de bir daha
buralara adımımı atmayacaktım.
Saatlerce o sandalyede beklemiş olmalıyım. İki adam yeniden içeri
girdiklerinde artık hiçbir şey hissetmiyordum. Kollarım, bacaklarım
uyuşmuştu. Kafamın yerinde ise kocaman bir davul vardı sanki.
Adamlardan biri tekrar içeri gidip bana bir bardak su getirdi, şunu iç deyip
bardağı ağzıma tıktı. Suyun tadı bana o kadar yabancı geldi ki, birazını
tükürmek zorunda kaldım. Fakat suyun tadını alınca, ne kadar susamış
olduğumu anlayınca geri kalanını kana kana içtim.
Beni alelacele çözüp gözlerimi bağladılar. Aniden ayağa kalkınca
sanki dizlerimin bağı çözüldü, kendimi yerde buldum. Adamlar “Amma
nazlandın be!” deyip sivri ayakkabılarıyla birer tekme attıktan sonra beni
omuzlayıp önce merdivenlerden çıkardılar. Ardından üç tane kapı açıldı
belli aralıklarla. En sonunda temiz havaya çıktık. Dışarısı buz gibiydi. Bir
arabanın kapısı açıldı. Beni içeri tıktılar. Yaklaşık yarım saat gittikten
sonra araba durdu. Ön kapı açıldı. Kuvvetli bir el beni dışarı çekti, sonra
diz kapağıma inen bir tekmeyle tekrar yere kapaklandım. Adımlar
arabaya yöneldi, sonra tekrar yaklaştı, adam üstüme bir şeyler fırlattı.
Bunlar pardösümle şapkam olmalıydı.
32.
Yaralarımın iyileşmesini beklerken tek yaptığım hiçbir şey
düşünmemek oldu. Sanki üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Böyle
davranmama vesile olan şey, elbette yediğim dayaklar değildi. Kıyısından

127
www.xasiork.biz

da olsa o adamların dünyasına girmek, o dünyayla alış verişte bulunmaktı


beni bunca hafifleten şey. O birkaç gün boyunca bir yandan çoğu kişinin
belki de dayanamayacağı dayakları yiyip işkenceye maruz kalırken,
içimde bir yerlerde bir pencerenin açıldığını, o pencereden giren ışığın,
benim bile bilmediğim odaları aydınlattığını görüyor, için için
seviniyordum.
Aynanın karşısına geçmiş her tarafı morluklarla, şişlerle ve sargı
bezleriyle dolu traşsız yüzüme bakarken, bütün o başımdan geçenleri
biraz da gülümseyerek anımsıyor, fötr şapkalı adamın neler diyeceğini
sabırsızlıkla bekliyor, onun gibi bıyık bıraksam mı diye kendi kendime
soruyordum.
Kendimce büyük bir iş başarmış, övgüleri hak etmiştim. Küçük çaplı
soruşturmam sonucunda, sevgilimin nereye kaybolmuş olabileceğine dair
en ufak bir ipucu bile bulamamıştım; ama en azından Adana’nın yeraltı
dünyasında böyle bir suçun işlenmiş olduğuna dair küçük bir kanıt bile
yoktu. Yüzümdeki yaralar tam iyileşmeden onunla buluşacak, başımdan
geçenleri en ufak ayrıntısına dek anlatacaktım. Hem belki bu sayede fötr
şapkalı adam, beni yardımcısı olarak görmeye bile başlayabilirdi. Hoş,
bunun için acelem yoktu. Otuz yıl beklemiştim, bir müddet daha
bekleyebilirdim. Evde oturup kendime yemek hazırlarken, hastaneye
dönünce hakkımda yapılacak dedikoduları düşünürken; uyumadan evvel,
sabah uyanır uyanmaz, banyo yaparken, pencere kenarında oturmuş
dışarıda yağan yağmuru izleyip sigara tellendirirken; fötr şapkalı adamla
birlikte karanlık sokakları arşınladığımızı, pavyon köşelerinde şüphelilerle
ayaküstü muhabbet ettiğimizi, otellerin restoranlarında biraz soluklanmak
için yemek yediğimizi, arada bir karakola bilgi alışverişinde bulunmak için

128
www.xasiork.biz

gittiğimizi hayal ediyor, yıllardır içimde uyuklayan bir şeyin uyanmakta


olduğunu hissediyordum.
İçimdeki bu şey, tanımadığım, hiç bilmediğim bu karanlık oda hem
merakımı cezp ediyor, hem de beni korkutuyordu. İçeride neler
bulacaktım? Bu karanlık odada başka karanlık odalara açılan kapılara
rastlayacak mıydım? Bu başka karanlık odalar daha başka karanlık
odalara açılacak mıydı? Belki de bütün bu odalar sonunda birleşip, şehrin
merkezinde, üst üste yığılmış odalardan oluşan apartmana benzer garip
bir yapı meydana getireceklerdi. Orasından burasından kolonlar fırlamış,
odalarının duvarları üst ya da alt kattaki odalarının duvarlarını takip
etmeyen, bütün duvarları farklı renkte boyalı, envai çeşit pencereyle
aydınlatılmış, tam ortasında zeminden çatıya kadar dar, karanlık bir
boşluk bulunan bu tuhaf apartmanın belki büyük bir kısmı, taşlaşmış bir
buzdağı gibi toprağa gömülmüş olacaktı. Toprağın derinliklerine inen,
birbirini kesen, korkuluklu korkuluksuz, sahanlıklı sahanlıksız, dairesel, l
ya da u biçimli merdivenler. Ve belki de bu merdivenlerden birinde fötr
şapkalı adamla karşılaşacak, onun çok daha derinlerdeki odasının ya da
odalardan oluşan binasının yüzeye yakın bir yerde benim binamla
kesiştiğini anlayacaktım.
Neredeyse bütün başımı ve yüzümü kaplayan beyaz sargı bezlerini
yavaş yavaş çıkarmaya koyuldum.
33.
Hafta sonu, annemin ısrarlarına dayanamamış, Tepebağ’daki
doğduğum konağa gitmek üzere yollara düşmüştüm. Pavyon
macerasından sonra baba evine dönmenin bana iyi geleceğini
düşünüyordum. Allah’tan yaralarımın çoğu iyileşmişti, yoksa annem

129
www.xasiork.biz

kıyameti koparırdı. Bir iki ufak morluk içinse bir şeyler uydururum
diyordum.
Güneş, gökyüzünde kocaman turuncu bir portakal gibi duruyordu.
Atatürk Caddesi her zamankinden daha kalabalıktı. Milli piyangocular,
simitçiler, tek sigara satanlar, pamuk helvacılar kaldırıma dizilmiş, müşteri
bekliyorlardı. Atatürk Parkı ise yaz gününden kalmış gibi rengârenk ve
capcanlıydı. Havuz sesiyle insanı üşütmesine rağmen yine de
rahatlatıyordu. Banklardan birinde beş dakika oturup bir sigara içeyim
dedim. Parkın müdavimlerinden emekli amcalardan birinin yanına
kuruldum. Yaşlı amca Yeni Adana gazetesinin henüz ilk sayfasındaydı.
Menderes yine esiyor, gürlüyor; vatandaşları Vatan Cephesi’ne katılmaya
çağırıyordu.
Güneş her tarafımı ısıtıyor, içime tatlı bir sıcaklık yayıyordu. Annemin
öğlene burada ol sözünü hatırlayınca istemeden de olsa sıcak bankı terk
ederek yola düştüm. İnönü Parkı’na kadar dümdüz gidip oradan karşıya
geçtim, kebapçının köşesinden dönüp Tepebağ’a daldım.
Kıvrıla kıvrıla yukarı, tepeye tırmanan yolda çocuklar oyun oynuyor,
meraklı bir köpek de yere uzanmış onları seyrediyordu. Yanından
geçerken beni dikkatle süzdü, tehlikeli bulmamış olacak ki çocukların
gürültüsüne geri döndü.
Bile isteye yolu uzattım, cumbaların gölgelediği sokaklardan geçtim,
baba tarafından akrabam olan Cemal Ağa’nın Şehzade Camii’nin oradaki
bakkal dükkânına uğradım, hal hatır sordum. Cemal Ağa bu, beni görür
görmez başladı; yok şuram ağrıyor, yok buram ağrıyor, ne yapayım hangi
ilacı kullanayım... “Aslan gibisin!” dedim, “Hiçbir şeyin yok maşallah!” Pek
inanmadı, “Babana selam söyle!” dedi.

130
www.xasiork.biz

Küçükken duvarını aşıp içeride gözlerden uzak oyunlar oynadığımız


arsa hala boştu. Arsadaki incir ağacı iki katlı ev boyuna gelmiş, dalları
duvardan dışarı sarkmıştı. Bir de bizim zamanımızda orada olmayan bir
turunç ağacı boy atmış, duvarın üzerinden yoldan geçenleri gözetliyordu.
Uzaktan bizim evi görünce içime bir sıcaklık yayıldı. Adımlarım
hızlandı, bir an evvel eve varmak için içimde garip bir istek duydum.
Acele acele kapıyı çaldım. Biraz sonra annem, kalın, gıcırdayarak açılan,
geniş bir kemerin altındaki kapının ardında göründü. Yüzüne yayılan
gülümsemeyi huzur içinde söylenen “Hoş geldin oğlum!” sözü izledi,
hemen beni içeri buyur etti. Ayakkabılarımı çıkarırken adeta bir refleks
gibi babamın nerede olduğunu sordum.
“Yukarıda oğlum.” dedi annem, “Radyo dinliyordu en son. Haydi, sen
yanına çık, ben sana hemen bir kahve yapayım.”
Tam görmedi derken “Aa! Dur bakim! Gözüne ne oldu senin?” diye
sordu.
“Önemli bir şey değil. Geçen akşam içkiyi biraz fazla kaçırmışım. Yere
düşünce başımı çarptım.” diye cevapladım.
“Aman oğlum içme şu zıkkımı! Neyse geçmiş zaten!” deyip koştura
koştura mutfağa gitti.
Yukarı kattan sızan ışık her zaman aynı parlaklıkta, aynı güzellikteydi;
sofayı, tarih öncesinden kalma uhrevi bir mekân gibi aydınlatıyordu.
Cihannümaya büyük bir sevinç içinde çıkarken bu ışık daha da artar, evin
en üst katında, bütün âlemi seyre daldığım anlarda doruk noktasına
varırdı.
Yavaş yavaş, her basışımda farklı sesler çıkaran merdiveni
tırmanmaya başladım. İçeriden çok hafif bir radyo sesi geliyordu. Babam

131
www.xasiork.biz

sevdiği şarkılardan birini bulmuş, pencereden dışarıyı seyre dalmış


olmalıydı. Sofa soğuktu, pardösüme sokuldum, kapıyı çalıp içeri girince,
babamı dizlerini bükmüş divanda oturur bir halde pencereden dışarıyı
seyrederken buldum. Bir yandan da tespih çekiyordu.
Hemen şapkamı çıkardım, yanına gidip elini öptüm, “Tamam tamam!
Gel bakalım!” dedi, beni yanaklarımdan öptü. “Gene mi taktın o gâvur
icadını?” diye sordu ben pardösümü çıkarmış, sobanın yanına kurulmaya
hazırlanırken.
“Baba başlama gene.” dedim gülerek. “Otuz senedir bunu takmak
mecburidir, bilmez misin?”
“Bilmem mi?” dedi, “Mecburiymiş. İnsan mecburen giyinir mi?”
“Öyle deme baba, bizler artık modern insanlarız, eskisi gibi giyinmek
olur mu?”
“Niye olmasın, giyinmekle modern mi olunur?” diye cevap verdi.
Aksiliği gene üstündeydi.
“Baba, bak her şey değişiyor. Eskiden radyo mu vardı, gramofon mu
vardı? Telefon telgraf cabası. İnsan bir bütündür. Hem medeniyetin
nimetlerinden yararlan, hem de eskisi gibi giyin, eskisi gibi davran. Öyle
olmaz.” dedim.
“Ben bilmem!” dedi, “Bir türlü alışamadım gitti şu kıyafetlere; ceket
pantolon tamam, onu biz de giyiyoruz; ama şu şapka yok mu şu şapka.”
“Alışırsın baba, alışırsın.” dedim gülerek, “Bak radyoya ne güzel
söylüyor.”
“Söylüyor da şu haberler olmasa daha güzel olacak.”
“Niye, ne oldu ki gene?” diye sordum merakla.

132
www.xasiork.biz

Düşünceli, biraz da öfkeli bir sesle “Bu Menderes ülkenin başını


yiyecek!” dedi, “Hele o Bayar yok mu?” diye devam etti. “İkisi bir oldu,
İnönü’ye kafa tutuyorlar.”
“Haklısın baba!” dedim, “Artık kimse gazetelerde istediğini yazamıyor.
Hoş, önceden de yazamazdı ama, şimdi çok fena. En ufak bir muhalefete
bile tahammülleri yok.”
“Hep iktidar hırsından oluyor bunlar.” dedi babam, “Öbür dünyayı
düşünen mi var?” diye cevap verdi.
“Demokrasi kültürü yok bizde baba.” dedim, “Çoğunluk her zaman
haklıdır diye düşünüyorlar. Böyle şey olur mu?”
Babam bakışlarını tekrar pencereden dışarı çevirdi, “Hava da
kapanıyor.” dedi.
Güneş birden bulutların ardında kayboldu, babam pencerenin
yanında, yumuşak bir ışık altında bekleyen bir karaltıya dönüştü. Güneş
tekrar çıktı, ışık odanın her tarafına ağır ağır dağılmaya başladı, gölgeler
keskinleşti.
Küçüklüğümden beri oda pek az değişmişti. Sobanın yanından kalkıp,
babamın oturduğu divana geçtim, pencereden aşağı bahçeyi görecek
şekilde oturdum. Artık iyice eskimiş olan kasaların arasından usul usul
soğuk hava sızıyordu içeri.
“Şunları değiştirelim artık baba!” deyince, “Yok, gerek yok, böyle iyi.”
diye cevap verdi.
“Amma inat ediyorsun sen de! Merak etme aynısını yaptıracağım.
Tanıdığım bir marangoz var.”

133
www.xasiork.biz

“Boş ver, senin tanıdığın marangoz ne anlar bizim pencerelerden; o


ancak apartmanlardaki kokona karıların pencerelerinden anlar.” deyince
elimde olmadan kocaman bir kahkaha patlattım.
Babam bana ters ters baktı, “Haber var mı?” diye sordu.
“Neyden haber var mı?” diye cevap verecektim ki kaç zamandır içimi
boğan o sıkıntıyı unuttuğum aklıma geldi, tekrar bahçeye dönüp “Yok.
Polis araştırıyor, ama daha bir şey çıkmadı.”
“Allah sonumuzu hayır etsin!” deyip, tespihini çekmeye devam etti.
Sonra öfkeli bir şekilde “O kadar dedim şu kızı seviyorsan bir an evvel
evlenin. Ama dinleyen kim? Sanki baş çavuşun eşeği… Tövbe tövbe.
Evlenseydin bunların hiçbiri olmazdı. Anca gezin tozun. Kızın babasına
da yazık. Koskoca Ferit Bey’in düştüğü hale bak. Ben olsam seni evime
sokmazdım.” dedi.
Tam karşılık verecektim ki, “Sus!” diye bağırıp beni susturdu.
“Doktorsan doktorsun; ama benim oğlumsun, istediğin kadar
İstanbullar’da oku, burası Adana. Yazık o adama, yazık.”
“Evlenecektim baba, biraz daha beklemek istiyordum yalnızca. Hem
bunda benim ne kabahatim var Allah aşkına. Ben mi söyledim sanki
Fikriye’yi kaçırmalarını.”
“Kim, ne diye kaçırmış ki?” diye sordu babam.
Aslında kaçırılıp kaçırılmadığından emin değildim, ağzımdan öyle
çıkmıştı işte.
“Bilmiyorum. Allah vere de ona bir şey yapmasalar.”
“Allah vere!” diye tekrar etti. Böyle aksi adamdı işte, insanı geldiğine
geleceğine pişman ederdi.
O sırada annem elindeki tepside iki kahveyle içeri girdi.

134
www.xasiork.biz

“Eline sağlık!” deyip kahveyi alırken “Naciye ne yapıyor?” diye sordum.


“Ne yapsın oğlum! İyiler, Ramazan yeni bir iş almış.” diye cevap verdi.
“Maaşallah!”
“Öyle vallahi!”
“Gene apartman mı yapacakmış?” diye sorunca, babam araya girdi:
“Başka ne bilir ki o!” dedi.
Annem “Salih Bey, Salih Bey!” diye çıkışınca sözünü kesmek zorunda
kaldı.
“Neredeymiş yeri?” diye sordum.
“Kuruköprü’de.” dedi.
“Bak sen! Bizim enişte büyük müteahhit oluyor artık desene?” diye
şaşırdım.
“Öyle!” dedi annem, “Ama dört katlı olacakmış, sahibi iş hanı
yapacakmış.”
“Ufaklıklar nasıl? Ne zamandır görmedim.” diye sorunca babam “Bize
soracağına iki adım yer, uğrasana!” diye çıkıştı.
“Baba biliyorsun durumu, bu hadise olalı gözüm hiçbir şey görmüyor
vallahi.” dedim.
Annem destek çıktı hemen: “Salih Bey üstüne gitme çocuğun!”
Babam tekrar bahçeyi seyretmeye koyuldu; dudakları bir şeyler
söylemek ister gibi kıpır kıpırdı.
“Oğlum, akşama sana mumbar pişirdim” dedi annem. “Seversin diye
onu yaptım.”
“Sağ olasın anneciğim!” deyip ellerinden öptüm.
“Yanında da tarhana çorbası var, sıcak sıcak içersin.”

135
www.xasiork.biz

Gülümsedim; ama annem hemen bunun zoraki bir gülümseme


olduğunu anladı.
“Haber yok mu hâlâ?” diye sordu.
“Yok.” Dedim. Babam duymasın diye kısık sesle söylemiştim.
“İnşallah başına kötü bir şey gelmemiştir.” diye ekledi annem.
“İnşallah!” dedim.
“Ne güzel, ne iyi bir kızdı hâlbuki” diye devam etti annem. “Kim ne
ister ki böyle birinden? Allah’ım sen sonumuzu hayreyle!”
Bakışları halının desenlerine dalıp gitti. Sobanın çıtırtılarını dinleyerek
uzun bir süre konuşmadık.
Annem “Ben gideyim de hazırlık yapayım!” diyerek çıktı.
Bahçe portakal, limon, yenidünya, nar ağaçlarıyla ortancaları, gelin
duvakları, renk renk gülleriyle cennetten bir bahçe gibiydi. Gerçi kış
mevsiminde olduğumuz için bu renklerin pek çoğu solup gitmişti; ama
ben bahçeye bakarken hep o canlı halini hatırlıyordum; aynı nişanlımı da
hep gülerken, hep mutluyken hatırladığım gibi.
Radyoda yeni bir şarkı başladı, babam arada eşlik ediyor sonra
susuyordu.
“Hastaneyi ne yaptın?” diye sordu bilmiyormuş gibi.
“İzin aldım. Sağ olsun Baş Hekim Enver Bey yardımcı oldu.”
“Enver Bey hâlâ başhekim mi?” diye sordu bu kez. “Ne zaman
ayrılacakmış?” deyip güldü, “Emekli olsun da yerini gençlere bıraksın
artık.”
“Öyle deme baba!” diye itiraz ettim. “Halden anlayan, gayet bilgili,
görgülü bir adam. Tam bir beyefendi. Ama işte tek eksiği Demokrat Partili
olması.”

136
www.xasiork.biz

Babam yine güldü: “Artık,” dedi, “Partili olmak önemli değil, hangi
partilisin o önemli.”
“Maalesef. Gerçi Enver Bey aydın bir insan, Menderes’in tutumunu o
da eleştiriyor. Bazen oturup uzun uzun siyasetten konuşuyoruz. CHP’li
olduğumu bilmesine rağmen beni çok sever. Geçen gün birkaç doktor
arkadaşla beni evine davet etti. Hem yedik içtik hem de memleket
meseleleri üstüne konuştuk.”
“İyi iyi. Kurtarabildiniz mi bari?” diye sordu dalga geçerek.
Akşama kadar havadan sudan muhabbet ettik. Bir ara bahçeye inip
limonla portakal topladım, gizli gizli de sigara tüttürdüm. Yukarı
çıktığımda annem sofrayı hazırlamaya başlamıştı.
“Otur otur sen.” dedi “Yardım edeyim mi?” diye sorunca.
Birazdan silme dolu bir tepsiyle kapıda belirdi, tarhananın kokusu
odayı doldurdu. Çorbaları bitirince bakır tencerede pişirdiği mumbarı
getirdi. Uzun zamandır mumbar yemediğimden iştahla atıldım. Kim ne
derse desin ev yemeğinin tadı başkaydı.
Yemekten sonra orta şekerli kahvelerimizden içtik. Radyoda Vatan
Cephesi’ne geçenlerin isimleri okunmaya başlayınca babam kalkıp
kapattı, “Yeter be, kafamız şişti.” dedi. Sonra çay demlendi.
Dokuz gibi “Ben kalkayım.” dedim, babamın gözleri kapanmaya
başlamıştı. Tekrar babamın elini öptüm, vedalaştık.
“Tak bakalım o gâvur icadını gene.” diye seslendi arkamdan.
Kapıdan çıkarken annem mutfağın yanındaki odaya girdi, sonra elinde
yeşil bir kılıfla geldi.
“Al, bunu evine götür.” dedi. Bu, yeşil muhafazası içinde bir Kur’an-ı
Kerim’di. “Bunsuz ev olmaz!”.

137
www.xasiork.biz

Kıramadım, koltuğumun altına sıkıştırdım; hızlı adımlarla eve


yollandım.
34.
Fötr şapkalı adam nedense pek şaşırmadı başımdan geçenleri
anlattığımda. Benim böyle bir şey yapmamı bekliyor gibi bir hali vardı.
Oysa ben şaşırmasını, hayret etmesini, bana nasıl yaptığımı sormasını
istiyordum. Ama fötr şapkalı adam oralı bile olmadı. Sadece bu adamların
çok tehlikeli olduğunu, bir daha böyle bir işe kalkışmadan evvel ona
haber vermemi istedi.
Neler bulmuştum? Hiçbir şey bulamamıştım tabi ki. Kimsenin böyle
bir olaydan haberi olmamıştı. Sadece üç kişilik o ufak çetenin böyle bir
işe kalkışmış olabileceği söyleniyordu. Fakat ortada kesin bir şeyler
yoktu. Sigarasından bir duman aldı, o üç kişiyi bundan iki hafta önce
sorguya çektiğini, bundan polislerin de haberi olduğunu, bunun sadece o
çetenin bir uydurması olduğunu söyledi. Muhtemelen onlar da bir
yerlerden bir şeyler duymuşlardı, sırf hava olsun diye böyle bir işe
kalkışmışlardı. Nitekim sorgulamadan hiçbir şey çıkmamıştı. “Onları
ağlayıp sızlarken görmeliydin.” dedi. Sonra bıyık altından gülümsedi,
“Pavyonda nasıllardı?” diye sordu.
“Keyifleri pek bir yerindeydi maşallah. Peki peşlerini bıraktınız mı
hemen?” diye cevap verdim, “Yani bir şeyler çıkmadı mı?”
“Polis peşlerine bir adam gönderdi, yirmi dört saat ne yapıp ne
ettiklerini izlediler ama hiç. Elde var koca bir sıfır. Adamlar üç hafta
boyunca sağda solda dolanıp durdular, akşamları da paşa paşa kaldıkları
eve döndüler.”

138
www.xasiork.biz

“Ama bu adamların böyle bir hayatları olması sence tuhaf değil mi?
Ne bileyim eve gitmek falan.” “Ne bekliyordun ki? Saat başı birini
söğüşleyip bir başkasını da mıhlasınlar mı? Kimse o kadar iş güç sahibi
olamaz.”
Fötr şapkalı adamın anlattıklarını dinlemek istemediğimi fark ettim
birdenbire. Günlerdir evimde kurduğum onca hayal aklıma geldi. Hepsi
boşunaydı demek. O üç hergeleyi üç hafta takip etmenin ne kadar da
sıkıcı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Yine de beni bütün bu
hengâmenin ortasına çekip duran bir şey vardı. Görünmez bir girdap,
kalabalığın içinden çıkıveren ve koluma yapışıveren bir el. Fötr şapkalı
adam şimdi karşımda oturmuş çayını yudumlarken bir yandan girdabın
önünde setler oluşturuyor, bir yandan da kalabalığın içinden çıkıveren
sahibi belirsiz o eli, kolumdan ayırmaya çalışıyordu.
Uzun bir süre sessizce oturduk. Sigaralarımız karşılıklı biterken pek
çok sözcüğün dile getirilmeden unutulduğunu biliyordum. Sessizliği
bölmek için pek çok sözcük aradım. Sonra aklıma Arzu geldi birden.
Birden diyorum, çünkü cinayet gününü takip eden zaman zarfında
Arzu’yu bir kez bile düşünmemiştim. İrade dışı bir biçimde bu
davranışımın çok kötü ve ahlaksızca olduğuna kanaat getirdim. Sonra
bunun o kadar da kötü olmadığını, o pavyona onun katilini bulmaya
gittiğimi kendi kendime söyledim. Arzu’nun gizemli bir cinayete kurban
gitmesi, fotoğraftaki kıyafetiyle çamurlarla kaplı o arka bahçeye
bırakılması benim için bir sonuçtan ziyade bir başlangıcın heyecanına
sahipti. Neden böyle olduğunu bir türlü bulamıyordum. Bütün bu olanlar
dışarıdan bakıldığında dehşet verici şeylerdi. Oysa fötr şapkalı adamın

139
www.xasiork.biz

karşısında otururken, onun sahibi olduğu dünyanın gölgeleri yüzümde


dolanırken, tuhaf olan şeylerin manası çoktan değişmeye başlamıştı.
Sessizliği bozan fötr şapkalı adam oldu. Garsona hesap için işaret
ederken bir yandan da anlatmaya koyuldu.
“Öğleden sonra bir adamla görüşeceğim.”
Anlamamı bekledi, ama ben anlamayınca “Fikriye için.” diye ekledi.
Kim, neden, nerede, ne için, nasıl? Bu soruların artık bir manası
olmadığını biliyordum. Yanına gideceğimiz adam vardı yalnızca. Fötr
şapkalı adam vardı, ben vardım. Bir pardösü, bir şapka, iki adam vardı.
“Saat üç buçukta benim oraya gel, oradan gideriz.” dedi, emrivaki bir
sesle.
35.
Saat üç gibi fötr şapkalı adamın bürosuna vardım.
Banyodaydı, sekreter içeride bekleyebileceğimi söyledi. Ne içerdim?
“Zahmet olmayacaksa demli bir çay.”
Sekreter, gayet nazik ve içten bir şekilde gülümseyip başını olur
anlamında sallarken, bir an için fötr şapkalı adamın bürosunda olup
olmadığımı sordum kendime. Evet, onun bürosundaydım, buraya ikinci
gelişimdi. Bu büronun, ona en çok yaklaşabileceğim yerlerden biri
olmasını bekliyordum. Fakat dışarıdaki güler yüzlü sekreter, büronun bu
aydınlık havası beni açıkçası hayal kırıklığına uğratmıştı.
Tam o sırada telefon çaldı, sekreter yine insanı rahatsız eden o
içtenliği ve ince sesiyle fötr şapkalı adamın öğleden sonra müsait
olmayacağını yavaş yavaş, tane tane anlattı.
İlk ziyaretimden aklımda pek az şey kalmıştı. Oysa şimdi bu gizemli
yer, her ayrıntısıyla beni kendine çekiyordu. Büro gayet sade bir şekilde

140
www.xasiork.biz

döşenmişti. Pek fazla eşya yoktu, sanki her şey olması gerektiği kadardı.
Pahalı olduğu belli bir masa, hemen pencerelerin önüne konmuştu.
Masanın önünde, benim bir tanesinde oturduğum iki sandalye ve bir
sehpa, bir de odadaki tek halı masanın çok tabi birer uzvu gibi duruyordu.
Tam karşımda rengi yer yer solmuş ceviz rengi bir kapı vardı. Fötr şapkalı
adam muhtemelen bu kapının ardındaki bir başka kapının ardındaydı.
Belki onun ardında olduğu daha pek çok başka kapı bulunuyordu.
Kapının altından hafif bir ışık sızıyordu. Güpegündüz böyle bir yerde
lambaları açmak lüzumsuz değil miydi? Biraz daha dikkatlice bakınca
bunun gün ışığı olduğunu anladım.
Kapının hemen yanındaki duvarda, ince bıyıkları, hafifçe arkaya
yatırılmış ince uzun fesiyle yaşlıca bir adam, gururla bana bakıyordu.
Dedesi ya da babası herhalde diye düşündüm. Fotoğrafın yanında
kocaman bir saksının içinde neredeyse tavana kadar uzanan bir
devetabanı vardı. Odanın resmi içinde bu bitki sanki bir başlangıç ve bir
son gibiydi. Her şey gayet sakin bir şekilde gelip ona dayanıyor,
devetabanının parçalı hatları, doğal biçimleri bu sakin havayı yerle bir
etmekte gecikmiyordu. Tavanın beyaz boyasına kadar süren bu yerle bir
ediş aniden kesiliyor, yerini yanındaki büfenin soluğuna bırakıyordu.
Ceviz oymalı büfenin camlarındaki yansımalar yüzünden dışarıdaki
binaların saçaklarını, pencerelerini görebiliyordum yalnızca. Birden,
kendimden beklemediğim bir hareketle kalkıp büfenin içindekileri görmek
için birkaç adım attım. Büfeye yaklaşırken cam yüzeyde adeta
yakamozlar oluşmaya, kapının ardındaki nesneler, ne olduğunu
anlayamadığım şeyler, raflar, yolun karşısındaki binaların hatları, büfenin
içinden bana bakan fotoğraflardaki yüzler birbirine karışmaya başladı.

141
www.xasiork.biz

Büfenin kapısını açınca bütün bu hengâme birden duruldu ve ben, fötr


şapkalı adamın hazinesiyle karşılaşacağını uman ben, yalnızca birkaç
fotoğrafla, Kapadokya’dan alınmış bir bibloyla, emniyet müdürlüğünce
verilmiş bir şiltle ve anlamlarını bilmediğim dört tane mermi kovanıyla
karşılaştım.
En üst raftaki fotoğrafta fötr şapkalı adam, çok genç bir haldeydi.
Şimdiki kıyafetinden farklı olarak bir de atkısı vardı beline kadar uzanan.
Arka tarafta bir binanın merdivenli geniş girişi seçiliyordu. Bu bina
muhtemelen emniyet müdürlüğüydü.
İkinci raftaki fotoğrafta ise bir bayanlaydı. Bu bayan Mevhibe Hanım
olmalıydı; beyaz tenli, oldukça güzel, bakışları derin, alımlı bir kadındı.
Fötr şapkalı adam, yanında onun sahibi gibi değil de sanki onun kölesi
gibi duruyordu; kadın birazdan ona dönecek ve azarlayacaktı. Fötr
şapkalı adam şaşkındı şaşkın olmasına ama o kadının yanında olmaktan
gurur duyduğu da her halinden belli oluyordu.
Bir alt raftaki fotoğrafta, bu kez ilk fotoğrafta olduğu gibi tek başınaydı,
yalnız vakit akşamdı. Sağdan ve soldan kaynakları belli olmayan ışık
huzmeleri fötr şapkalı adama doğru uzanıyorlardı. Fotoğraf sanki aniden,
haber vermeden çekilmişti ve fötr şapkalı adamın, fotoğrafı çeken kişiye
bir şeyler söylemek ister gibi bir hali vardı. Bu fotoğrafı buraya neden
koymuş olduğunu anlayamadım. İlk fotoğraf bir başlangıca işaret
ediyordu, ikincisi ise gençlikte kazanılan, ama tam olarak esrarı
çözülememiş bir zaferdi. Fakat bu üçüncüsü tamamen anlamsızdı.
Mecburiyet vardı bu üçüncüsünde, gerginlik vardı; bitmemiş bir şeylerin
varlığı hissediliyordu. Fotoğrafın yanındaki kovanlara baktım. Yan yana
konmuş dört adet kovan. Hepsi aynı boyda olan dört kovan...

142
www.xasiork.biz

En alt rafta ise dördüncü fotoğraf vardı. Bir masada oturuyordu fötr
şapkalı adam. Püsküllü atkısı geri dönmüştü. Ya kalkmak üzereydi ya da
yeni oturmuştu. Masada bir kül tablası, boş bir çay bardağı, şapkası, bir
de kenarlarına çiçekler işlenmiş boş bir muhallebi tabağı vardı. Burası
Mavi Köşe Pastanesi’ydi. Kafamın içinde birden çakan bu tespit,
sonrasında ayrıntıların keşfiyle başlayan zevkli bir sürece yerini bıraktı.
İşte her zaman, dizimi çarptığım masanın oymalı ayağı, her zaman temiz
olan rengârenk masa örtüsü, yerdeki soluk halı, cadde tarafındaki
pencerelerden içeri giren ışık. Fötr şapkalı adam oldukça neşeli
görünüyordu. Kollarını iki yana salmış, sanki ömrü boyunca bu poz için
beklemişti. Fotoğrafın sol tarafında çocuk yaştaki garsonlardan biri
fotoğrafa girmek için iyice sokulmuş, ama ancak kafasıyla omzunun biri
çıkmıştı. Garsonun bu tuhaf hali pozu bozmuyor, aksine ona oldukça
doğal bir hava katıyordu. Yine de bu fotoğrafta tuhaf, sıra dışı olan bir
şeyler vardı.
Çerçevesinden yavaşça tutup fotoğrafı dışarı çıkardım, yakından
incelemeye koyuldum. Görünürde hiçbir gariplik yoktu. Fötr şapkalı
adamın gölgesi, masadaki nesneler. İyice yakınlaştım. Yüzüne baktım
uzun uzun. Alnındaki kırışıklıklara, kaybolmuş gözlerine, ortaya çıkmış
dişlerine. Onu bu kadar sevindiren, yüzünü hiç bürünmediği bir şekle
büründüren, elmacık kemiklerini, yanaklarını sınırlarının dışına çıkaran
neydi? Sanki yüzünü bir arada tutan bütün o vidalar birazdan yerlerinden
fırlayacak, alnı, kaşları, göz kapakları, bu yerinden boşalmanın
sarhoşluğu içinde birbirine dolanacak, dudakları ters dönecek, her bir
parça korkunç bir sabırsızlık içinde yavaş yavaş yer değiştirecekti.
Bu mutlu hayale dalıp gitmişken ceviz kapı açıldı.

143
www.xasiork.biz

36.
Fötr şapkalı adam kokular sürünmüş bir halde dışarı çıktı. Bir eliyle
saçlarını düzeltirken diğer eliyle de cebinden bir kâğıt çıkarmaya
uğraşıyordu. Büfenin önünde durmuş, fotoğrafları inceliyor olmam onun
ilgisinin çekmişe benzemiyordu. Kâğıdı çıkarınca saçını düzeltmeyi
bıraktı, okumaya başladı:
“Seyfettin Usta. Karasoku. İşte yanına gideceğimiz adam, camcı
Seyfettin Usta.”
“Camcı!” dedim kendi kendime, “Ne hoş! Bu saatte bir camcı ustasıyla
buluşacak olmak ne hoş.”
“Heyecanlı değil misin yoksa?” diye sordu fötr şapkalı adam.
“Yok canım, heyecanlı olmaz mıyım? İçimde tuhaf bir his var ama. Ne
olduğunu bilmiyorum.”
“Olur böyle şeyler!” diye geçiştirdi, masasına yönelip çekmeceden bir
kalem aldı, sandalyesine oturdu, gözlüğünü taktı, masanın üzerindeki
kağıda bir şeyler yazmaya koyuldu.
“Fotoğrafları beğendin mi?” diye sordu ilgisiz bir şekilde.
“Hangisini?” diye sorunca kafasını kaldırıp tuhaf tuhaf baktı.
“En çok şunu beğendim.” dedim, üçüncü raftaki fotoğrafı göstererek.
“Onu beğenmediğini ikimiz de biliyoruz” dedi aksi bir tavırla. “Sadece o
fotoğrafın ardında neler olduğunu merak ediyorsun o kadar.”
“Belki öyle belki de değil.” dedim. “Bu neyi değiştirir ki! Farz edelim en
çok beğendiğim fotoğraf bu.” diye devam ettim.
“Sana o fotoğrafın ardında olup bitenden bahsedeceğimi nereden
biliyorsun?” diye sordu.

144
www.xasiork.biz

“Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Yalnızca en beğendiğim fotoğraf


bu.” diye cevapladım.
Kalemi bıraktı, düşüncelere daldı, sonra gözlüğünü çıkarıp kâğıdın
kenarına koydu.
“O fotoğrafı oraya koyup koymamayı çok düşündüm, ama sonunda
koydum. Neler olup bittiğini ilk soran sensin biliyor musun? O büfeyi
açma cesaretini ilk gösteren de sensin. Benim büromda ayağa kalkıp
dolanma cesaretini gösteren ilk kişi olduğun gibi aynı. Bunlar sence bir
tesadüf mü?” diye sordu.
Bir cevap beklemediği belliydi. Çünkü dediği şeyleri yaparak sorulması
gereken bütün soruları da sormuş oluyordum zaten. Bütün hareketlerim
ister istemez onun zayıf yanlarını yakalamıştı. Fakat bundan şikâyetçi gibi
durmuyordu, tam aksine hoşnut gibiydi.
Fötr şapkalı adam, pencerelerin önündeki masada hareketsiz
dururken kapı açıldı. İçeri güler yüzlü sekreter girdi, elinde iki bardak
vardı.
“Kusura bakmayın, geciktim.” diyerek önce bana sonra da fötr şapkalı
adama baktı. Çaylarımızı bırakıp çabuk adımlarla çıktı.
“Dikkat ettiysen o fotoğrafın yanında dört tane kovan vardır. O
kovanların o fotoğrafla alakası olduğunu anlamışsındır.” dedi.
“Anladım. Ama aralarındaki bağlantıyı açığa kavuşturmak da sana
düşüyor.” diye cevap verince “Açığa kavuşturmak mı?” diye küçümser bir
edayla cevap verdi, “Neyi açığa kavuşturabilirsin ki?”
“Ne demek bu?” diye biraz da sertçe sorunca çayından bir yudum aldı.
Çekmeceden sigarasını çıkarıp bana da ikram ettikten sonra keyifle yaktı.

145
www.xasiork.biz

“Hassas bir durumda olduğunu biliyorum, seni üzmek istemem; ama


bazı şeyleri de görmen gerekir. O fotoğraf işte görmen gereken şeylerden
birisi.”
“Bilmece gibi konuşmayı bırakacak mısın?”
Bu esnada gömleğini soymaya başladı, sonra pantolonunun içindeki
kısmı çıkarttı, atletini sıyırdı. Tam midesinin üstündeki yara izini gösterdi.
“Bu bir!” dedi.
Ardından atletini iyice sıyırdı, bu kez parmakları sağ göğsündeki bir
yarayı gösteriyordu.
“Bu da iki!” dedi. Üçüncü ve dördüncü nerede acaba diye merak
ederken “Başka yok, endişelenme.” dedi.
“Peki diğer ikisi?” diye sorunca hiç beklemediğim bir yanıt verdi:
“Onlar katilden çıkarıldı. Belki vakayı duymuşsundur. Bundan on beş
yıl önceydi. Şehrin ileri gelenlerinden birinin kızı kaybolmuştu. Sen o
zamanlar kaç yaşındaydın?”
“On beş.” dedim kısık bir sesle.
“Ben kırk yaşındaydım.” diye devam etti. “Bir kanun adamının en
verimli olduğu yaş. Hem kas gücün yerindedir, hem de aklın daha yeni
yeni çalışmaya başlamıştır. Olayı soruşturmam için baş komiserden emir
aldım. Onu da vali sıkıştırmış, bu kızı bulun yoksa hepinizin çırasını
yakarım demiş.”
“Kızın babası bayağı nüfuzlu biriymiş o halde.” deyince başıyla
onayladı, “Evet öyleydi.” dedi. “Kim olduğunu öğrendiğimde valinin neden
çıramızı yakmak istediğini anlamıştım. Daha önceki kaybolan kızlarla bu
vakanın bir alakası olduğunu hissediyordum. Vakalar arasında birer ikişer
yıl vardı, kimse bana inanmıyordu; ama ben bir şekilde bunun böyle

146
www.xasiork.biz

olduğunu, böyle olması gerektiğini biliyordum. Vakayı büyük bir


ciddiyetle, her şeyimi ortaya koyarak araştırdım. En olmadık şeyler
arasında bağlantılar kurdum. Arkadaşlarım benimle dalga geçtiler.
Günlerce uyumadığımı bilirim. Sonunda izler beni ona götürdü.”
“Kimmiş peki?” diye sordum sabırsızlıkla.
“Katilin tekiymiş işte. Kızları sırf zevk için kaçırıp işkence ettikten sonra
boğazlayan bir cani, bir hayvan.”
Dudakları titriyordu.
“Onları şehir dışındaki bir çiftlik evinde buldum. Herifin babası çok
zengindi. Tabi ki zavallı adamın olan biten hiçbir şeyden haberi yoktu.
Tek başıma gitmeye karar vermiştim, arkadaşlarıma kimle dalga
geçtiklerini göstermek istiyordum.
Evin arkasından dolanayım derken köpek beni fark etti. Allahtan
bağlıydı ama katil, bir şeylerin ters gittiğini anlamış olmalıydı. Terasa
çıkıp etrafı kolaçan etti, bir şey olmamış gibi içeri girdi. Bu arada ben de
köpeği boğazlamakla meşguldüm. Sonra içeri girmeye karar verdim.
Mutfak penceresinden süzüldüm. Kız salondaydı. Elleri kolları bağlı bir
şekilde koltuğa uzanmıştı. Onu öyle görünce içimde bir şeylerin
koptuğunu hissettim. Öfkeyle doldum. İlk ve son yanlışım da bu oldu. İçeri
daldım, gözlerim hiçbir şey görmüyordu. Fakat adam yaman çıktı. Meğer
salonun öteki tarafına saklanmış beni bekliyormuş. İçeri girer girmez
saydırmaya başladı. İşte mideme isabet eden kurşunu o zaman yedim.
Kendimi hemen koltuklardan birinin arkasına attım. Vurulduğumu o
zamana dek anlamamıştım. Birden başım dönmeye, kulaklarım
uğuldamaya başladı. O sırada iki el silah sesi duyuldu. Bana ateş
etmediği belliydi. Hemen doğrulup bulunduğu yere rastgele sıkmaya

147
www.xasiork.biz

başladım. Bu arada kıza baktım. Tam tahmin ettiğim gibiydi, vurulmuştu.


Göğsü kıpkırmızı olmuştu. Kesik kesik soluk alıp veriyordu. Uzaklardaki
kapılardan biri kapandı. Hemen kızın yanına koştum, korkmamasını, onu
kurtaracağımı söyledim. Bunun kocaman bir yalan olduğunu biliyordum;
ama söyledim işte. Merkezi arayıp takviye istedim, sonra itoğlu itin peşine
düştüm. O halimle onu kovalayıp nasıl yakaladığıma halen aklım ermez.
Köşeye sıkıştırdığımda iki tane mermim kalmıştı.
“İki tane mermin kaldı” demişti o da.
“Senin de bir tane!” dedim ben de. Ardından üç el silah sesi duyuldu,
göğsüme sanki amansız bir pençe geçti.
Kendime geldiğimde hastanedeydim. Odamı bekleyen memur bizim
Hüseyin’di.
“Komiser sana ateş püskürüyor.” dedi. “Vali çıramızı yakacakmış.”
Bense bunları duymuyordum bile.
“Kıza ne oldu?” diye sorunca “Ölünün körü oldu!” dedi Hüseyin. “Kız
vardığımızda çoktan ölmüştü. Ne olacaktı ki başka? Ne olmasını
bekliyordun ki?”
Hüseyin’i yakasından tutup kendime çektim, bağırmaya başladım:
“Ulan bana bak! Öldürürüm ulan seni öldürürüm.”
Kendimi kaybetmişim. Katilin de öldüğünü öğrendim sonra.
Hastaneden çıktığımda memuriyetten kovulmuş işsiz biriydim. Valiye
hoş görünmek isteyen bizim komiser çareyi beni kovmakta bulmuştu.
Hoş, haksız da sayılmazdı. Sonra bu büroyu açmaya karar verdim. Katil
nasıl ölmüş biliyor musun? Kurşunlardan biri sol göğsüne, öbürü de
karaciğerine saplanmış. İşte o iki kurşun, ondan çıkan kurşunlar. O öldü
ama ben ölmedim. O da iki kurşun yedi ben de.”

148
www.xasiork.biz

Yeni bir sigara yakarken önündeki kâğıda bakıyordu düşünceli


düşünceli.
“Sanki aynaya ateş etmişsin.” dedim.
“Efendim?” dedi kendine gelip, “Nasıl yani?”
“Onun sol göğsü senin sağ göğsün. Onun karaciğeri senin miden.
Tıpkı bir aynanın karşısındaki gibi.”
“Evet, doğru.” dedi. “Peki, ama hangimiz aynanın içinde, hangimiz bu
tarafta? Bunu da hiç düşündün mü?”
“Bunu ancak o kız bilebilir.” dedim.
“Hangi kız?” diye sordu şaşırmış bir halde.
“Ölen kız tabi ki. Koltukta göğsünden vurulup ölen kız. Kesik kesik
soluyan kız.”
Bana ters ters baktı. “Olabilir.” dedi, ne kastettiğimi anlamamıştı. Belki
de anlamak istemiyordu.
“Haydi, gidelim artık”.
Atletini düzeltip gömleğini pantolonundan içeri soktu. Ceviz kapıya
doğru ilerlerken “Ayna, evet ayna.” diyordu kendi kendine, “Ayna, ayna!”,
bir yandan da gülüyordu.
37.
Karasoku’ya vardığımızda saat dörde geliyordu. Akşamın
bastırmasıyla kötü bir poyraz çıkmış, hava buz gibi olmuştu. Şimdi ikimiz
de pardösümüzün içine sığınmış, şapkalarımızı iyice indirmiş, iki giyecek
arasındaki boşlukta sanki kaybolmuştuk. Fötr şapkalı adam, bir yandan o
karanlık bölgeden bana seslenip soruşturmayla ilgili son gelişmeleri
aktarıyor, bir yandan da hızlı hızlı yürüyordu.

149
www.xasiork.biz

Arzu’nun vakası tam bir sır perdesiydi. O kadar araştırılmasına


rağmen etrafta herhangi bir ipucu bulunamamıştı. O çamur deryasına
cesedi iz bırakmadan bırakıp gitmek için katilin ya da katillerin kanatları
olması lazımdı. Şöyle bir düşününce bunun gerçekten de imkânsız
olduğu kanaatine vardım.
“Bunlar önemli değil.” dedi fötr şapkalı adam. “Ben şu fotoğrafı
düşünüyorum aslında. Katil neden Arzu’nun tıpkı o fotoğraftaki gibi
görünmesini istemiş olabilir? Buna kafa yoruyorum, ama bir türlü işin
içinden çıkamıyorum.”
Bu sırada ona Arzu’nun ağzından çıkan kâğıdı, rüyamda aynı şekilde
gördüğümü söyleyecek oldum; ama biraz düşününce bunun işleri daha
da karıştırmaktan başka bir işe yaramayacağını anladım. Hem onu ben
öldürmemiştim, gerisinin ne önemi vardı ki? Suçsuz olduğuma kendimi bir
kez daha inandırmanın içimi rahatlatacağını düşünmüştüm. Ama içimdeki
huzursuzluk azalacağına günden güne artıyordu.
Fötr şapkalı adam bizi gördüğü halde durmayan, direksiyonu
üstümüze kırıp köşeyi dönen taksi şoförüne okkalı bir küfür savurduktan
sonra anlatmaya devam etti.
“Sonra Fikriye. Bir şekilde bu iki olayın birbiriyle ilgisi olduğuna
inanıyorum; ama bir türlü bağlantıyı bulamıyorum. Fikriye ile Arzu
arasında tuhaf bir köprü var sanki.”
Köprü mü, diye geçirdim içimden.
“Hâlâ kandırıldığını düşünüyor musun?” diye sorunca sigarasından
derin bir nefes çekip alacakaranlığa doğru üfürdü. Bir şeyler söylemek
istiyordu. Uzun süren bir sessizlik oldu. Söyleyeceklerinin içinden

150
www.xasiork.biz

geçenler olmadığını anlamıştım. Ama ona inanır gibi yapmak


zorundaydım.
“Evet. Bir ara öyle bir kuruntuya kapılmıştım. Kendimi emareler içinde
kaybolmuş gibi hissediyordum. Ama şimdi…” dedi, sonra sustu.
Başımı yere eğmiş ne diyeceğini düşünürken kaldırımı arşınlayan
siyah boyalı ayakkabılarımıza bakıyordum.
“Ama şimdi böyle şeyler düşünmüyorum. Hem birileri beni
kandırıyorsa bile bunu çok iyi bir şekilde yapıyor.”
Güldü, aslında kandırıldığını düşünmek bile istemiyordu. Koskoca fötr
şapkalı adam kimdi, kandırılmak kimdi. Belki de bir sonraki hamlesi için
zemin hazırlamakla meşguldü. Yalnız bu zeminin ne kadar sağlam
olacağını bir türlü kestiremiyordu. Yanından geçip gidenlere dalıp giden
bakışları, söylediği sözcüklerin birinin bile doğru olmadığını bas bas
bağırıyordu.
“Bana inanmadığını biliyorum.” dedi aklımı okumuşçasına, “Ama buna
hiç mi hiç ehemmiyet vermiyorum. Biz, bir vakayı açıklığa kavuşturmak
için kaderin bir araya getirdiği iki insanız. Beni mazur görmeni istiyorum
bu yüzden. Bana inanıp inanmamanın bir ehemmiyeti de yok ayrıca.
Önemli olan nişanlını bulmamız. Arzu öldü. Masum bir insanın daha
ölmesini istemiyorum.”
Utanmıştım. Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Bu arada kendime
hayret ediyordum. Fikriye’yi düşünmeyeli uzun zaman olmuştu. Özellikle
Arzu’nun ölümüyle başlayan süreçte onu ya bir ya da iki defa aklıma
getirmiştim. Bütün bunlar, kendime itiraf etmekten korktuğum bir başka
şeyi ısrarla önüme koyuyordu. Ona olan aşkımın yerini ne olduğunu
anlayamadığım garip bir hissiyat almıştı. Keşke bunu çok daha farklı bir

151
www.xasiork.biz

biçimde keşfetseydim ama olmamıştı. Onu sevmediğimi anlamam için


ortadan yok olması gerekiyormuş.
“Ben de istemiyorum.” dedim, sözcükleri toparlayınca “Bunun için de
sana yardım etmeye hazırım.”
İzmariti yere atıp güldü, “Aferin. Aferin.” dedi. “İşte geldik.” Cebindeki
eliyle ilerideki camcı dükkânını gösterdi, “Gidip Seyfettin Usta’nın bir
çayını içelim.”
38.
İçerisi çok soğuktu. Her şey bu soğuk havanın farkına vardıktan sonra
başlıyordu sanki. Seyfettin Usta’nın küçük ve kirli masasının önündeki iki
sandalyeye oturduk. Seyfettin Usta çırağına hemen üç çay getirmesini
söyledi.
Küçücük dükkânda bir masa, iki sandalye, küçük bir gaz sobası ile
duvarlara dayanmış çeşitli ebatlardaki camlardan başka hiçbir şey yoktu.
Bir de duvardaki yeşil zemin üzerine beyaz Bismillahirrahmanirrahim
yazısı. Seyfettin Usta’nın tam arkasında eski, yağlı boyayla beyaza
boyanmış bir kapı yarı açık duruyor, arada bir hiç ses çıkarmadan hafifçe
sallanıyordu. Seyfettin Usta nereye baktığımı anlamış gibi birden
arkasına dönüp kapıyı sertçe çekti.
Seyfettin Usta, altmış-yetmiş yaşlarında, orta boylu, sakin bir adamdı.
Kalın camlı gözlüğünün arkasındaki gözleri, sağa sola kıpırdadıkça
kocaman oluyorlardı.
Çırak iki dakika sonra elinde çaylarla göründü, kapıyı diziyle ittirdi,
ağzından kocaman bir buhar çıkardı. Kapının açılmasıyla dondurucu bir
ayaz içeriyi doldurdu.
“Amma soğuk bu aralar.” dedi Seyfettin Usta, çayından bir yudum aldı.

152
www.xasiork.biz

Çırak bir emir eri gibi karşımızda hazır ola geçti, sonra “Bir emrin var
mı Seyfettin Usta?” diye yüksek sesle ve biraz da aceleyle sordu.
“Tamam oğlum, sen gidebilirsin, iyi akşamlar.” dedi Seyfettin Usta.
Çırak gocuğunun önünü ilikledi, kafasına kiremit rengi beresini geçirdi,
“İyi akşamlar!” deyip yıldırım hızıyla çıktı gitti.
Sonraki sessizlikte içerisi daha da soğumuştu sanki. Küçücük bir oda
olmasına rağmen bir türlü ısınmak bilmiyordu.
“Amma soğuk!” deyip ellerini ovuşturdu Seyfettin Usta. Bir şeyler
söylemeye hazırlanıyordu ama sanki ne söyleyeceğinden emin değildi.
Önümüze ve arkamıza dayanmış camlar akşamın çökmesiyle birer
ayna haline gelmiş, odayı genişletmişlerdi.
Seyfettin Usta bir masal anlatıyormuş gibi anlatmaya başladı:
“Bundan yaklaşık bir ay önce kahveden çağırdılar beni müşteri geldi
diye. Hayırdır inşallah diye kalktım, dükkâna geldim. Bir baktım, kapının
önünde kırmızı, gelin gibi bir araba. Allah Allah dedim. İçeri girdim, aynı
sizin gibi bir adam sandalyede oturmuş sigarasını tellendiriyor.
“Seyfettin Usta sana işim düştü.” dedi, “Sen beni hatırlamazsın. Ben
küçükken ileride bakkalın yanındaki evde oturmuştuk bir yıl kadar.
“Babanın adı neydi? Kimdi, neciydi?” diye sordum.
“Hatırlamazsın, boş ver” dedi. “Sana ufak bir işim düştü, benim
arabanın arka camını kırmış bizim mahalledeki veletler. Puştun biri almış
kocaman taşı fırlatmış. Sabah bir uyandım ki ne göreyim! Arabanın
arkasında koca bir delik.”
Durdum arabaya baktım, sahiden de arka camın yerinde yeller
esiyordu.

153
www.xasiork.biz

“Oğlum iyi ettin geldin ama ben araba camı takmam ki!” dedim. “Ben
pencere camı, dükkân camı takarım. Bizim camı sen beğenmezsin.”
“Olur mu? Seyfettin Usta, kırma beni ne olur. Acil işim var, İstanbul’a
gideceğim akşam. Servisine sordum ellerinde yokmuş, ancak haftaya
gelir dediler. İdareten bir şey yapsan.”
Ona inanmamıştım, ama madem bizim mahalleliydi bir şeyler yapayım
dedim.
“Bak! Bu camı böyle kesmek marifet ister, sen en iyisi şimdi git
akşama doğru gel.”
“Tamam.” dedi.
Cebinden bir on lira çıkarıp masaya bırakacaktı ki “Koy cebine o
parayı, akşama gelirsin, işi beğenirsin sonra verirsin parayı.” dedim.
“Sağ olasın!” deyip çıktı gitti.
Hemen bizim çırağı çağırdım, marifetli çocuktur, “Oğlum Hasan, şu
arabanın arka camına bir şeyler yapıver, ben kahveye gidiyorum. Elli bir
bensiz kaldı.” diye tembihledim.
Oğlana arabayı emanet edip kahveye döndüm, akşama kadar da elli
bir oynadım. Sonra dükkâna döndüm. Bizim oğlan işini halletmiş, arka
bahçede cam kesiyordu. Geldiğimi işitince hemen yanıma geldi.
“Usta bak, arabada ne buldum!” deyip avucunu açınca sanki odaya bir
ferahlık, bir ışık yayıldı. Bu altın bir küpeydi.
“Oğlum nerede buldun bunu?” diye sordum biraz da azarlayarak.
“Arka koltuğun arasına sıkışmıştı.” dedi çocuk.
Ne işin var ne diye karıştırdın oraları demeye kalmadı, tam bu sırada
arabanın sahibi içeri dalmaz mı? Telaşla yüzüğü masanın çekmecesine
atıverdim. Hasan’ı hemen çay getirmeye yolladım, müşteriyi buyur ettim.

154
www.xasiork.biz

“Elinize sağlık, güzel olmuş.”dedi.


O sırada ne yapacağımı bilemedim. Cüzdanından bir ellilik çıkarıp
uzattı, “Allah razı olsun!” deyip, elimi sıktı, hemen çıktı gitti.”
Seyfettin Usta gömleğinin cebinden bohça gibi katlanmış bir mendil
çıkarıp açtı. Sahiden de içeri bir ferahlık, bir parıltı yayıldı. Bu küpe benim
Fikriye’ye geçen sene hediye ettiğim küpeydi.
39.
Hemen uzanıp Seyfettin Usta’nın elinden küpeyi aldım, emin olmak
ister gibi sağına soluna baktım. Bu oydu. Birden gözlerim sulandı, ama
kendime mukayyet oldum.
“Bunu tam olarak nerede buldunuz?” diye sordum.
“Dediğim gibi oğlan koltuğun arasında bulmuş. Bir ara polise götürüp
verecektim. Çünkü çok pahalı bir şey bu. Adam ne adres ne de başka bir
şey bırakmıştı. Öyle çekip gitmişti. Aslında ondan biraz da
şüphelenmiştim. Koca Adana’da neden arabasının camını gelip bana
yaptırsındı ki? Sonra yüzüğü eve götürdüm, hanıma saklamasını
tembihledim. Ama içimde bir sıkıntı vardı. Bir türlü rahat edemiyordum.
Sonra Yeni Adana gazetesinde Fikriye adında bir kızın kaybolduğunu, bu
sebepten kırmızı bir arabanın arandığını okudum. O araba bu araba
olmalıydı, bunun başka bir açıklaması olamazdı. İçimdeki sıkıntı daha da
arttı. Günler geceler boyu o arka koltukta yaşananları düşündüm,
kâbuslar gördüm. Ama polise gitmeye cesaret edemedim. Uzun müddet
küpeyi geri almak için o adamın geri gelmesinden korktum. İki hafta
dükkânı kapatıp Karaisalı’ya gittim hanımla. Kimseye de bir şey
söylemedim.

155
www.xasiork.biz

Son gece Karaisalı’da bir rüya gördüm. Rüyamda bir kız, kocaman bir
bahçenin içindeki bir ardiyede bağlı tutuluyordu. Tahta kapıyı açıp içeri
giriyordum. Çok güzel bir kızdı bu; kıpkırmızı dudakları, al yanakları,
sırma saçları vardı. Ama üstündeki kıyafetler parça parçaydı. Eteği toza
bulanmış, bluzu yırtılmıştı. Kulaklarına bakınca sol kulağındaki küpenin
eksik olduğunu gördüm. “Bana yardım et! Yardım et!” diye yalvarıyordu;
ama ben bir türlü yanına gidip de onu çözemiyordum, sanki görünmez bir
güç beni durduruyordu. Kız ağlamaya başlıyordu. Sanki saatlerce
ağlıyordu. Buna rağmen gözleri yine aynı güzellikte kalıyordu. Elimdeki
küpeyi ona uzatmaktan başka bir şey yapamıyordum. Sonra o adam
giriyordu içeri. Ama beni görmüyordu. Kıza bir tokat atıyordu. Kızın
gözleri yine aynı güzellikte kalıyordu. Adam biraz duruyor, çıkıp
gidiyordu.”
Seyfettin Usta anlattıklarından hayli etkilenmişti. Bir müddet sustu,
“Küpe dışında size her şeyi polise anlattığım gibi anlattım. Artık bu
küpeden de kurtulmak istiyorum.” deyip ışıl ışıl yanan küpeyi mendiliyle
beraber fötr şapkalı adama uzattı.
Geldiğimizden beri konuşmayan fötr şapkalı adam yine hiçbir şey
söylemedi. Mendili aldı, usulca pardösüsünün cebine koydu. Seyfettin
Usta “Bir şey çıktı mı? Kırmızı arabadan, o kızdan haber var mı?” diye
sorunca “Yok.” dedi fötr şapkalı adam, sanki bu kelimeyi bana bırakmak
istememişti. “Hiçbir şey çıkmadı. Kırmızı arabayı bulduk ama...”
Seyfettin Usta anlıyorum der gibi başını salladı.
İçerisi biraz ısınmış, camların yüzeyinde hafif bir buğu tabakası bile
oluşmuştu.
“Şu adamdan bahsedin bize.” dedi fötr şapkalı adam.

156
www.xasiork.biz

“Yüzünü çok net hatırlayamıyorum ama boyu sizinki kadar ya var ya


yoktu. Esmerdi aynı bu bey gibi. Bıyıklıydı, hafif kiloluydu. Hiç bu
taraklarda bezi var gibi durmuyordu. Aksine tam bir beyefendiydi.
Konuşması düzgündü. Tahsilli olduğu her halinden anlaşılıyordu. Şimdi
görsem bile odur diyemem, öyle sıradan bir yüzü vardı yani.”
“Peki polise küpeden neden bahsetmediniz?” diye sordu fötr şapkalı
adam. Normalde soruşturma sırasında böyle kibar olmazdı, ama
Seyfettin Usta’ya karşı belki yaşından belki de acıdığından oldukça
nazikti. Bu nezaket zaman zaman sırıtıyordu da.
“Bahsetmedim çünkü… çünkü bilmiyorum.” dedi Seyfettin Usta. “Sanki
o kız küpeyi saklamamı istiyordu. Ama size vermemde herhangi bir
sakınca yok.”
“Ya şu rüyanız. Daha önce rüyanızda gördüğünüz o ardiyeyi görmüş
olabilir misiniz?”
Seyfettin Usta bembeyaz kesildi. Arkasına yaslanıp çayından bir
yudum daha aldı. Çay çoktan soğumuş olmalıydı.
“Benimle gelin!” dedi, aniden arkasını dönüp kapıyı açtı ve birkaç
saniye içinde kayboldu.
40.
Kireç badanalı, oldukça dar, basık bir koridordan geçip dükkânın
arkasındaki bahçeye çıktık. Bahçedeki tek ışık on on beş metre ilerideki
sapsarı bir lambaydı. Önce lambanın nerede olduğunu göremedim, elimi
siper edip bakınca lambanın bahçenin dibindeki ardiyenin saçağının
altında olduğunu anladım.
Bulunduğumuz yerden ardiyeye kadar, toprağa hepsi birbirinden farklı
boyutlarda genişçe taşlar konmuştu. Her yan cam parçalarıyla doluydu.

157
www.xasiork.biz

“Beni izleyin!” dedi Seyfettin Usta.


Bir yandan onları takip ederken bir yandan da yavaş yavaş
aydınlanan bahçeyi inceliyordum. Küçük patikanın her iki tarafında turunç
ve limon ağaçları, gökyüzündeki yıldızlar gibi ışıldıyorlardı. Sol tarafta bir
palmiye ağacı vardı; yaprakları karanlığın içinde kaybolup gitmişti. Sağ
tarafta ise tuğlalarla ayrılmış bir kısma çeşitli sebzeler ekilmişti. Bir de
bahçe duvarına tırmanan gelin duvağı.
Seyfettin Usta cebinden bir anahtar çıkardı. Sarı lambanın ışığında
bayağı bir uğraştıktan sonra ardiyenin külüstür kapısını açmayı başardı.
“İşte burası!” dedi sonra. “Rüyamda gördüğüm yer bu ardiyeydi.”
Uzanıp lambaya dokununca içerisi birden tahminimden çok daha fazla
bir şekilde aydınlandı.
Burası tamamen unutulmuş bir yerdi. Oraya buraya atılmış eski püskü
eşyalar, boya kutuları, süpürgeler, üst üste konmuş eski gazeteler,
yakılmayı bekleyen odunlar solgun lambanın ışığında acayip bir çağa ait
tuhaf nesneler gibi görünüyorlardı.
“İşte, kız tam şurada, bu eski koltukta oturuyordu.”
Eliyle koltuğa işaret ederken bir yandan da rüyasını hatırlamaya
çalışıyordu.
“Elleri arkasında olacak şekilde bağlanmıştı. Ayakları da bağlıydı.
Hemen yanında gazeteler buradaki gibi yığılmıştı. Her şey tıpatıp aynıydı.
Görüyorsunuz ya şimdi bir tek o kız eksik burada.”
Seyfettin Usta’nın dediklerinden sonra ardiye gözümde bambaşka bir
yer haline gelmeye başlamıştı. Nişanlımın yeşil kumaş kaplı şu koltukta
oturuyor olduğunu düşününce içimden bir şeylerin kopar gibi olduğunu

158
www.xasiork.biz

hissettim. İrade dışı bir hareketle gidip koltuğa oturdum, şapkamı çıkarıp
düşüncelere daldım.
“Ben kapıya yakın bir yerde duruyordum. Kızcağız bana sesleniyordu
imdat imdat diye, ama ben kıpırdayamıyordum bile.” dedi Seyfettin Usta.
Fötr şapkalı adam hiçbir şey söylemeden etrafı kolaçan etmekle
meşguldü. Arada bir eğilip ilgisini çeken bir şeye bakıyor, kapıya kadar
yürüdükten sonra tekrar yanımıza geliyor, tavandaki ahşap kirişlerin
arasından sarkan örümcek ağlarını, kirişin üstüne sıkıştırılmış eski bir
dergiyi, kerpiç duvardaki gözlere tıkıştırılmış kavanozları, fırçaları dikkatle
inceliyordu. Ama bu çaba bana göre boş bir çabaydı. Seyfettin Usta’nın
rüyasında gördüğü yeri incelemenin bize ne gibi bir faydası olabilirdi ki?
“Sonra o adam geldi.” dedi Seyfettin Usta. “Ama içeri kapıdan girmedi.
Girseydi bilirdim. Çünkü ben zaten kapının yanındaydım. O başka bir
yerden geldi.”
Ardiyeyi hiç bilmiyormuş gibi dikkatle inceledi.
“Nereden girmiş olabilir, nereden girmiş olabilir?”
Ardiyenin kapısı dışında başka girişi yoktu. Seyfettin Usta düşünüyor
düşünüyor, tam bir şey bulacak gibi oluyor, bulamayınca ümitsizliğe
kapılıyordu. Fötr şapkalı adam onun hareketlerini büyük bir titizlikle
inceliyor, fakat çok geçmeden o da Seyfettin Usta’yla birlikte hayal
kırıklığına uğruyordu.
Bense her şeyi dışarıdan izliyordum; orada değildim sanki ve bu iki
adam benden haberleri bile olmadan bu düşsel soruşturmayı
yürütüyorlardı.
Seyfettin Usta şimdi usta bir yönetmen gibi biz sahnedeki oyunculara
direktifler vermeye başlamıştı. Kendi kapının yanına gitti koşa koşa. Ben

159
www.xasiork.biz

koltukta oturduğum için Fikriye olacaktım, fötr şapkalı adamsa kötü adam
olacak, görünmeyen bir pencereden içeri girecek, bana tokat atacak,
sonra da kaybolup gidecekti. Fötr şapkalı adam yanımda, ben koltukta,
Seyfettin Usta’nın bir şeyler hatırlamasını bekledik.
“Bir şeyler eksik.” dedi Seyfettin Usta. “Burada rüyamda olmayan bir
şey var. Ya da bir şey eksik. Tam olarak emin olamıyorum, ikisinden biri.”
Gözlerini kapatıp uzun uzun düşündü, gözlerini açıp ardiyeyi köşe
bucak inceledi.
“Bir şey eksik, bir şey eksik… Fazla olan bir şey yok, ama bir şey
eksik, bir şey eksik. Rüyamda olan, ama burada olmayan bir şey...”
Koşar adım kapının yanına gitti, tekrar bizi seyretmeye başladı.
Bu tiyatrodan sıkılmış bakışlarımı etrafta gezdirirken Seyfettin Usta’nın
“Buldum!” diye bağırmasıyla kendime geldim.
“Şu ayna, evet, şu ayna...”
Seyfettin Usta kazandığı zaferin etkisiyle sarhoşa dönmüştü,
neredeyse bize sarılacaktı.
“Rüyamda bu aynada biri vardı.” dedi heyecanla.
Bu sözler ardiyenin uzak bir çağa ait olan havasını bıçak gibi kesti.
Aniden gelen sessizliği açık kapıdan içeri dalan yağmurun sesi doldurdu.
Sağ tarafıma dönüp aynaya baktım. Ayna kapıyı gösterecek şekilde eski
bir sandalyeye yaslanmıştı. Oval pirinç çerçevesi kararmış, üstünü de bir
parmak kalınlığında bir toz tabakası örtmüştü.
Fötr şapkalı adam mendilini çıkarıp aynanın tozunu alacaktı ki
Seyfettin Usta “Dur, sakın yerinden oynatma.” diye telaşla atıldı, geri
dönüp kapının yanına gitti. Bir süre rüyasına göre yerini bulmaya çalıştı.
“Tamamdır. Rica ediyorum çok nazik bir şekilde siliniz.” dedi.

160
www.xasiork.biz

Fötr şapkalı adam biraz da şaşırmış bir şekilde mendiliyle aynayı


yavaşça temizledi, geri çekilip tekrar rüyadaki kötü adam oldu. Ben de
rolüme geri döndüm. Şimdi ikimiz meraklı gözlerle Seyfettin Usta’yı
seyrediyorduk. Seyfettin Usta adeta yerinde duramıyordu.
“Evet, kesinlikle o aynada biri vardı, ama çok uzak bu mesafe. Tanıdık
biri değil. Hayır değil. Yabancı biri. Kafasında aynı seninki gibi bir şapka
var.” dedi fötr şapkalı adama.
O böyle hatırlamaya çalışırken çaktırmadan fötr şapkalı adama
kalkalım artık gibisinden bir işaret yaptım. Yanıt vermedi. Merakla
Seyfettin Usta’nın ne diyeceğini bekliyordu. Bana kalırsa bunun hiçbir
önemi yoktu.
“Hayır! Yüzünü hatırlayamıyorum; ama adamın elinde bir silah var.
Simsiyah deri eldivenlerinin kavradığı bir silah. Onu kullanmak için gün
sayıyor. Korkarım ki daha fazla hatırlayamayacağım.”
Seyfettin Usta’nın susmasıyla ardiyenin içindeki sessizlik, yağmurun
sesiyle yeniden yer değiştirdi.
Fötr şapkalı adam, gayet nazik bir şekilde Seyfettin Usta’ya teşekkür
etti. Adamcağız belli ki yorgun düşmüştü, buna rağmen bizi kapıya kadar
geçirdi. “İyi akşamlar!” deyip sağanak yağmurun içine daldık.
41.
Bütün olup biten tuhaf ve hatta çocukça olmasına rağmen fötr şapkalı
adamın bu kadar etkilenmesini bir türlü anlayamıyordum. Yağmurun
dinmesini beklemek için yol üstündeki Giritli’nin meyhanesine girip
şarapla peynir söyledik. Meyhanenin bir köşesinde gürül gürül yanan
odun sobası içeriyi fırın gibi yapmıştı. Pardösülerimizi çıkarıp hemen birer
tane sigara yaktık.

161
www.xasiork.biz

Önce fötr şapkalı adam konuştu.


“Biliyor musun sana çok garip gelebilir; ama Seyfettin Usta’nın
rüyasında gördüğü o adamın kim olduğunu çok merak ediyorum.” dedi.
Bakışları şarap kadehinde kaybolup gitmişti, elindeki sigarayı sanki
yüzyıllardır aynı şekilde tutuyordu.
“Buna aklım ermiyor,” dedim. “Elimizde hiçbir şey olmadığı için yaşlı
bir camcının rüyasına mı inanacağız? Bizler gerçek suçluların peşinde
koşan hafiyeler değil miyiz? Rüyadaki adam yerine arabanın sahibini
araştırsak fena olmaz mı?”
“Bilemiyorum.” dedi. “Kafam o kadar karışık ki.”
Şarapla arasında sanki büyük bir mesafe vardı ve sarı lambanın
ışığında parıldayan kadehe uzanan eli asla hedefe varamayacak, camın
ılıklığını hissedemeyecekti.
Bir süre hiçbir şey söylemeden oturduk. Onun Seyfettin Usta’nın
rüyasından bu kadar etkilenmesi, açıkçası canımı sıkmıştı. Belki de fötr
şapkalı adam artık suçluların peşinden gitmeyi bırakmıştı, yalnızca oyun
oynuyordu. Arzu gibi Fikriye de onun için önemsizdi. O masum kız
kanepede vurulduktan sonra kendini affettirmek için bunca yıl çabalamış,
başaramamıştı. Fikriye dışarıda bir yerlerdeydi belki, belki hala nefes
alıyordu; ama fötr şapkalı adam burada şarap içip sigarasını
tellendiriyordu.
“Bana kızıyorsun biliyorum.” dedi aklımı okumuş gibi. “Neden Fikriye’yi
bulamadığımı, neden Arzu’yu kurtaramadığımı soruyor, bir türlü cevap
bulamıyorsun. Zannediyorsun ki bulacağımız ipuçları bizi katillere, adam
kaçıranlara, haydutlara götürecek. Hayır, asla öyle bir şey olmayacak. Ve
biliyor musun, bir kızı, bir kadını asla o halde görmek istemezsin.

162
www.xasiork.biz

Yüzündeki o ifade, çektiği acı, kanla örtülmüş teni günlerce gözünün


önünden gitmez. İçinde gezinip durduğun o dehliz, benim içinde
dolandığım bu koca dehlizin yanında solda sıfır kalır, anlıyor musun
beni?”
Onu anlıyor muydum? Bilmiyordum. Fötr şapkalı adamı anlamak ne
demekti ki?
Bir şişe şarap daha söyledi. Fazla içmemesini öğütlesem de beni
dinlemedi, kısa sürede yeni gelen şişeyi de yarıladı. Kendince bugün
bulması gereken ipucunu bulmuştu: Aynadaki adam. Bu ona yeterdi, bu
yüzden bir ziyafeti hak ettiğini düşünüyordu. Masaya gelen şişeler,
pastırmalar buna işaretti.
“Sence o adam kim?” diye sordum.
Gözleri kızarmış, üstüne beklenmedik bir yorgunluk çökmüştü.
Meyhanenin içindeki saydam duman sanki bütün ağırlığıyla omuzlarına
binmişti. Hangi adam olduğunu bilmesine rağmen “Hangi adam?” diye
sordu. Buna sinirlenip aceleyle bir sigara yakınca “Sakin ol, bilmiyorum
ama elbette öğreneceğim.” Öğrenecekmiş. Bu halde neyi öğrenebilirsin ki
sen? Kadehi bir dikişte gövdeye indirdim.
“Maaşallah maşallah!” dedi, “Yarasın!”.
Bardağını masaya bıraktığım bardağıma dokundurup “Şerefe!” dedi.
Hafiye olma hayallerim daha ilk günden fötr şapkalı adamın şahsi
meselelerinin önüme diktiği engellerle karşılaşmıştı. Başım ağrıyordu,
kendimi bitap hissediyordum. Dışarıdaki sağanak yağmurun sesi,
meyhanedeki kalabalığın sesini aşıp masamıza kadar geliyordu. Eve
gitmeyi düşünmek bile istemiyordum. Meyhanenin bir köşesine bir yatak
atıp uyumayı hayal ettim.

163
www.xasiork.biz

“Ne düşünüyorsun?” Kolumdan tutup hafifçe sarstı.


“Hiç.” dedim.
“Nasıl hiç?”
“Bayağı hiç işte.”
“Hiç olur mu? İnsan hiç hiçi düşünebilir mi?”
“Ben düşünürüm.”
“Düşünemezsin!”
“Düşünürüm!”
“Düşünemezsin!”
“Düşünürüm!” diye bağırdım en son.
“Hadi oradan be sen de çırak!”
“Ne dedin?”
“Çırak dedim! Var mı diyeceğin?”
“Ne dedin?”
“Çırak dedim çırak! Yanımda geldin diye kendini bir şey mi sandın?”
“Lafını bil de konuş, büyüğümsün!”
“Bilmezsem ne olur?”
“Kötü olur bak!” “
“Olsun da görelim bakalım!”
“Bak kötü olur diyorum!”
“Olsun da görelim lan! Senden mi korkacağım!” “
“Sen benden korkmazsan ben senden hiç korkmam.”
Arka masadan biri “Yavaş olun be!” diye çıkıştı.
Fötr şapkalı adam dönüp “Kes lan!” diye bağırınca ortalık bir anda
karıştı.

164
www.xasiork.biz

Giritli hemen olaya müdahil olup fötr şapkalı adamla diğer müşterinin
arasına girdi, “Ayıp oluyor beyler,” dedi, “Kocaman adamlarsınız.”
Kocaman adamlarız. Artık ayakta duracak hali kalmayan fötr şapkalı
adama şöyle bir baktım. Onca haydudun kâbusu olan adam bu muydu?
Alnı kırışmış, avurtları çökmüş, elmacık kemikleri iyice dışarı çıkmış,
sigara içmekten mosmor olan dudakları yüzünde iki tane incecik çizgiye
dönüşmüştü. Artık bardağı bile zor buluyor, bin bir güçlükle ağzına
götürüyor, zırt pırt Giritli’yi çağırıp bir şeyler istiyor, bense o görmeden
Giritli’ye göz atıp alttan almasını söylüyordum. Onu bir süre kendi haline
bırakmaya karar verdim. Durduk yere benim de asabımı bozmuştu.
Fikriye neredeydi acaba? Yaşıyor muydu, ölmüş müydü? Belki de katil
onu öldürdükten sonra gömmüştü. Allah’ım ne korkunç bir ölüm olurdu
bu! Geçen akşam ailesinin yanına gittiğimde… Hatırlamak bile
istemiyordum o hallerini. Ferit Bey dünyayla ilişkisini kesmiş gibiydi.
Annesi ise sanki son bir gayretle kocasını ayakta tutmaya çalışıyordu. Kız
kardeşi Ferhunde, bir zamanlar yeni açmış bir çiçek gibi hayat dolu olan
bu körpecik kız, şimdi ölüler diyarından gelmiş eski bir ruhtu. Pek
konuşmamıştık. Son gelişmeleri biraz da onlara umut vermek adına
abartarak anlatmış, sonra da bundan suçluluk duymuştum. Kendimi
onlara yardım edebilecek dünyadaki son kişi olarak görüyordum.
Arzu’nun ölümünden sonra aşk kelimesini duymak bile istemez
olmuştum. Fikriye benim için giderek mazide uyuklayan bir anıya
dönüşüyordu. Bir zamanlar etim ve kemiğim gibi içimde hissettiğim bir
varlıktan böyle uzak düşmek bir yandan da beni korkutuyordu; çünkü ona
çok alışmıştım. Fakat bu korku, bir sevdanın bitmesinden duyulan
korkudan çok bir alışkanlığın sona ermesinden duyulan korkuya

165
www.xasiork.biz

benziyordu. Kaç yıldır kendimi Fikriyesiz düşünemez olmuştum. Ve şimdi


o gidince kendimi çırılçıplak hissediyordum.
Düşüncelere dalmış sigara tüttürürken fötr şapkalı adam biraz kendine
gelir gibi oldu. Kafasını kaldırıp Giritli’yi arandı; ama bulamayınca biraz
evvel kolunun üstünde başladığı uykusuna geri döndü.
Hastaneden aldığım iznin dolmasına az kalmıştı. Yıllardır izin almaya
almaya işe gitmemenin ne demek olduğunu unutmuştum. Birden gelen
bu uzun boşlukta, burada, Giritli’nin meyhanesinde, bu masada, fötr
şapkalı adamın yanında oturuyor olmak çok tuhafıma gidiyordu.
Hastanenin loş koridorları, küçük muayenehanem; muayenehaneme
gelen yaşlılar, gençler, kızlar, erkekler, sırtını açıp derin nefes alan onca
insan; yazdığım reçeteler, şimdi bana uzak bir geçmişin işaretlerinden
başka bir şey ifade etmiyordu. Fikriye’yi aramak için yollara düşmüştüm,
Arzu’nun katilini bulmak için çabalamıştım, ama şimdi bu iki isim de bana
tanıdık gelmiyordu. Fikriye, sislerin arasından bana seslenen bir hayalet
gibiydi; Arzu ise o sis bulutunun çevresinde dolanıp duran şeffaf bir
esintiydi. İstanbul’da geçirdiğim yıllar sanki başka birisinin anılarıymış
gibiydi. Evet, o anıların sahibi bendim, ben olmasam o anıların bir anlamı
olmayacaktı. Fakat içimde günden güne belirginleşen bir duygu, beni bu
anılardan uzaklaştırıyordu. Konağımızın penceresinden Taşköprü’yü,
nehirde atlarını sulayan arabacıları seyreden, akşam yemeğinde hızla
merdivenleri tırmanan, bahçedeki yaprakları temizleyen, kimi zaman
soğan, kimi zaman maydanoz eken babasını ne yapıyor bu adam diye
izleyen o çocuk ben değildim. Ama orada bir yerdeydim ben de. Çocuğa
ne yakındım, ne uzak; ama orada bir yerdeydim. Tıbbiyede amfide ders
dinleyip not tutan, arada yanında oturan arkadaşına öndeki kızlardan

166
www.xasiork.biz

birini gösterip gülümseyen, hocaya şakayla karışık sorular soran ben


değildim; ama o ben olmayana arkasındaki sırada oturuyor kadar da
yakındım.
Fötr şapkalı adam kollarını kavuşturmuş, başını da kollarının arasına
almış, uyuklamaya devam ediyordu.
Nedense bu anılarım içinde fötr şapkalı adam ayrı bir yer tutuyordu.
Onu hatırladığım her sahne, bütün diğer anılarımı ortadan kaldıracak
kadar kuvvetli ve baskındı. Fikriye’yi hatırlamaya, sislerin arasından onun
simasını seçmeye çalışırken, fötr şapkalı adam varlığıyla bir rüzgâra
dönüşüp bütün bu sisi dağıtıyor, içinde ne var ne yoksa ortaya
döküyordu. Sonra güneş bu sisin üzerinde yavaş yavaş yükseliyor, sisin
içinden fırlayan o nemli ve karanlık yığını ışıl ışıl aydınlatıyordu. Fötr
şapkalı adam, içinde ne oldukları belli olmayan envai çeşit şey barındıran
bu yığını yaklaşıp karıştırıyor, bazılarını kenara koyup diğerlerinden
ayırıyordu. Bense ne ayırdığı şeylerin, ne de gerideki yığının içinde
kalanların ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum.
Giritli’nin çırağına işaret edip biraz daha şarap ve peynir istedim.
Meyhanenin içindeki sigara dumanından oluşan sis, ağır ağır üstümüze
çökerken, içeriye yeni bir müşterinin girmesiyle soğuk bir rüzgâr kapıdan
içeri hevesle dalıp sisi dalgalandırıyordu.
Taş plaktan gelen sese kulak verince, iki saattir burada olmamıza
rağmen şarkıyı daha yeni duyduğumu fark ettim. Yârinin saçlarını,
gözlerini, bakışlarını öven, bir yandan da ona asla kavuşamayacağını
bilen sanatçıyı kendime benzettim bir an. Bu benzetmeyi yapmamı
sağlayan şey Fikriye değildi, Arzu da değildi. Bütün bunların dışında çok
daha gerçek, gerçek olduğu kadar da bana yabancı ve ulaşılmaz bir

167
www.xasiork.biz

şeydi. Sanki biz burada, bu masada, Giritli’nin meyhanesinde ezelden


beridir oturuyorduk da ben bu şarkıyı dinleyerek hiç tanımadığım, hiç
bilmediğim, bakışlarına, endamına, boyuna posuna hayran olduğum o
yâri özlüyordum. İçimde birden bire tutuşuveren bu hasret duygusu beni
de şaşırtmıştı. Nereden gelip nereye gittiği belli olmadığı gibi beni bu izbe
meyhanenin bir köşesinde yakalayıvermiş, yakaladığı yetmiyormuş gibi
aniden kendine esir etmişti. Şarabın da etkisiyle olsa gerek, o şarkı hiç
bitmesin istedim. Sonsuza kadar o masada bir elimde şarap kadehi,
yanımda fötr şapkalı adam, içimde de o tarifsiz hasret duygusuyla
oturmak istedim. Dışarıda yağmur yağsın ve bütün kenti yıkasındı, bu
gece asla bitmesindi.
Karşı masada oturan iki adam iyice kendilerinden geçmiş olacaklar ki
karşılıklı ayağa kalkıp birbirlerini yanaklarından öptüler. Sonra kadehlerini
kaldırıp şerefe diyerek şarkıya eşlik etmeye başladılar.
Onları böyle görünce birden içimde büyüyen hasreti bastırmayan,
yavaş yavaş onu geri plana iten bir coşku belirdi. Şarabı kadehe doldurup
tek dikişte bitirince içimi yakan içkinin önce ferah ferah akan bir nehre,
sonra da azgın bir çağlayana dönüşmekte olduğunu hissettim. Alev alev
yanıyordum, kulaklarım kızarmıştı. Bütün bu emareler beni son derece
rahatlatıyor, o güne dek rastlamadığım bir huzuru da beraberinde
getiriyordu.
Şimdi nehri seyreden o küçük çocuk aşağı inip nehre doğu koşuyor,
bahçeyi ekip diken babasını izlemekten vazgeçip Tepebağ’da sokakta top
oynayan çocukların yanına gidiyor, sıkıcı dersi yarıda bırakıp Taksim’e
uzanıyordu.

168
www.xasiork.biz

Beri yanda Fikriye’nin yüzü korkunç bir ateşin içinde yanarak


tükeniyor, Arzu’nun bedeni cehenneme layık bir alev denizine yelken
açıyor, pavyondaki bütün o adamlar, beni döven Kara Yusuf, alnına silahı
dayadığım On Parmak Necati, Kasım Ağa, pavyonu kasıp kavuran bir
yangının içinde cayır cayır yanıyor, buna rağmen bir türlü ölmek bilmiyor,
beni yanlarına çağırıp duruyorlardı. Yüzlerindeki geniş oyuklarda, benimle
karşılaşmış olmaktan doğan korku, belirsiz gri bir iz gibi geziniyor,
simsiyah olmuş kemikleriyle pavyonun en güzel masasına kuruluyor,
çoktan yanıp bir iskelete dönüşmüş şef garsonu çağıyorlardı. Şef garson
takırdaya takırdaya yanımıza geliyor, kafatasından dumanlar çıkararak
elindeki yarısı yanmış fişe notlar alıyor, aceleyle uzaklaşıyordu. Kasım
Ağa diğerlerine beni gösterip bir şeyler anlatmaya çalışıyor, ama
dudakları, dili çoktan küle döndüğünden hiçbir şey anlatamıyordu.
Garsonlar ellerinde tepsilerde kaynamış rakıları getirip kül dolu siyah
bardaklara dolduruyorlardı. İncecik parmaklarım bardağa değdiğinde tık
diye bir ses çıkarıyor ve ben de çoktan yanıp kül olduğumu, kafama
diktiğim bardaktan dökülen rakı, oturduğum sandalyeye dökülüp de cos
diye bir ses çıkarınca anlıyordum.
Garsonun biri kapaklı tepsilerden birinde bir şey getirip Kasım Ağa’nın
yanına gidiyor, Kasım Ağa ise ince uzun işaret parmağının kemiğiyle beni
gösteriyordu. Başını eğen garson tepsiyi getirip önüme koyuyor, içinde ne
olduğunu merak ederken yavaşça kapağı kaldırıyor ve gördüğüm şey
karşısında irkileceğime onu emsalini görmediğim bir heyecanla
karşılıyordum. Bu, tepsinin içinde küt küt atan, canlı, kıpkırmızı bir kalpti.
Gonca güllerden oluşmuş bir çemberin ortasında, bütün iskeletlerin
arzulu bakışları altında, öylece duruyordu. Onunla ne yapacağımı

169
www.xasiork.biz

bilemiyordum, Kasım Ağa’ya bakıyordum gözlerimin yerindeki iki


kocaman oyuktan. Hadi der gibi elini kaldırınca anlıyordum. İncecik,
duyarsız parmaklarımla atan kalbi alıyor, sıcaklığını her nasılsa
hissediyor, göğüs kafesimin altından olması gereken yere
yerleştiriyordum. O kalpten binlerce kök gibi sımsıcak damarlar fışkırıyor,
bütün iskeletim damarların eşsiz raksıyla sarmalanıyor, sahnede fasıl
yapan iskeletler daha bir coşkuyla çalmaya başlıyorlardı. Kendimi,
pavyonu yavaş yavaş yutmaya başlayan bir girdabın merkezinde
buluyordum. İçimde dışımda ne var ne yoksa, yavaş yavaş, döne döne
bana geliyor, bana katılıyor, etime kemiğime dönüşüyordu. Kasım
Ağa’nın, Kara Yusuf’un, garsonların, çalgıcıların ufalanan kemikleri, kor
haldeki masaların, sandalyelerin parçaları, şişelerde neredeyse
kaynayacak hale gelmiş rakılar, humuslar, ezme salatalar, kıyma
kebaplar, kırılmış tabaklar, dışarıdaki arabaların şaseleri, erimiş lastikleri,
koltukları, yol kenarındaki çakıllar, fötr şapkaların, pardösülerin külleri
içimde bir yerlere karışıyor, hiç bilmediğim sokaklar inşa ediyorlardı.
Kadehi tam yudumlamaya hazırlanırken bir el kolumdan tuttu, fötr
şapkalı adamdı bu. “Eve gitmek istiyorum.” dedi yaya yaya. Meyhane
neredeyse boşalmış, soba sönmeye yüz tutmuştu. Giritli boşalan
masalardan birine oturmuş, uzaklara dalmıştı. Kalkıp pardösümü giydim,
şapkamı taktım. Fötr şapkalı adam Allah’tan biraz da olsa ne yaptığını
biliyordu. Ona da şapkasıyla pardösüsünü giydirdim, Giritli’ye hesabı
ödedim. Fötr şapkalı adamın kolunun altına girdim.
Yağmur durmuştu. Şiddetli bir şekilde esen poyraz, yüzümüzü,
ellerimizi bıçak gibi kesiyordu. Küçüksaate çıkınca hamamın önünde
bekleyen taksiye binip fötr şapkalı adamın evine yollandık.

170
www.xasiork.biz

42.
Bir keresinde beni evine davet etmişti; hem bir şeyler yiyip içer, hem
de son gelişmelerden konuşuruz demişti. Ama ben son anda
vazgeçmiştim. Adresi hayal meyal hatırlıyordum. Atatürk Caddesi’nin
hemen arkasında yeni yapılan apartmanlardan birinin birinci katıydı.
Apartmanın adı neydi? Altınova’ydı,ya da buna benzer bir şeydi. Şoföre
sordum, apartmanın adını bilmiyordu; ama yeni yapılan apartmanları
biliyordu. O tarafa sürdü.
Fötr şapkalı adam arka koltukta mışıl mışıl uyuyordu. Bense hala
meyhanede bütün benliğimi ele geçiren coşkunun etkisi altındaydım.
Bana kalsa hangi sokaktaki hangi apartmana gittiğimizin hiçbir önemi
yoktu. Taksi sonsuza kadar kara asfaltın üzerinde içinde biz olduğumuz
halde gidebilir, fötr şapkalı adam sonsuza dek uyuyabilir, şoför hiç
konuşmadan sonsuza dek böyle direksiyonu bir sağa bir sola çevirerek
durabilirdi.
Dışarıda kent çoktan derin bir sessizliğe gömülmüştü. Kuruköprü
kavşağında bekleyen bir polis otosunu görünce şoför yavaşladı, tam
arabanın yanında geçerken polis memurları bizi dikkatle süzdüler. Şoför
biraz ilerleyince “Ne bakıyorsunuz?” diye söylendi kendi kendine.
Ortalık iyice kızışmıştı; gece dışarı çıkan, geç vakitlerde ortalıkta
dolananlara şüpheli gözüyle bakılıyordu. Bütün bunlar bana çok tuhaf
geliyordu. Çünkü sebepleri bir türlü kavrayamıyordum. Bu soğuk
arabanın içinde olmaktan, fötr şapkalı adamın evine doğru gidiyor
olmaktan başka hiçbir şeyi anlayacak durumda değildim.

171
www.xasiork.biz

Fikriye kaybolduktan sonra daha olayın şokunu atlatamamışken,


şikâyet için gittiğimiz karakoldaki polis memuru önce Fikriye’nin, sonra da
bizlerin hangi partiden olduğunu sormuştu. Fikriye’nin, babasının ve
benim, hepimizin sapına kadar CHP’li olduğumuzu söylemiştim. Polis
memuru bana ters ters bakmış, bu kaybolmanın ardında partizanlığın
olup olamayacağını ima etmişti. Birden öfkelenmiş, ayağa kalkıp polis
memuruna bir genç kızın kaybolduğunu; ama onun hala partilerle
uğraşarak vakit kaybettiğini bağıra çağıra söylemiştim de karakolda kim
var kim yoksa bize bakmış, sonra da bir başka polis memuru gelip
evraklarımızı doldurmuştu.
Tüm bunlar bana çok uzakta kalmış gibi geliyordu. Fötr şapkalı adam
hangi partidendi acaba? Ya Kara Yusuf? Ya Kasım Ağa? Ya Seyfettin
Usta? Ya Seyfettin Usta’nın yanına gelen o adam?
Şoför Dörtyol’dan sola dönerken yeniden yağmur atıştırmaya başladı.
Birkaç yüz metre kadar gidince bu kez sağa döndük, şoföre yavaşla
dedim, apartmanların önünden geçerken isimlerine dikkatle bakıyor, fötr
şapkalı adamın telefonda verdiği ismi hatırlamaya çalışıyordum. Çetinel,
Hayri Nisa, Lütfiye Hanım, Altınel… Sonra birden Altınova. İrade dışı bir
şekilde şoföre “Dur!” dedim “Burası olsa gerek.” Hemen kapıya koşup
zillerde yazan isimlere baktım, tamam burasıydı. Parayı verip fötr şapkalı
adamı uyandırdım.
İkinci kata çıkana kadar akla karayı seçtim. Bir yandan komşuları
uyandırmamak telaşı içindeydim, bir yandan da fötr şapkalı adamı
taşımaya çalışıyordum. O ise arada bir nerede olduğumuzu soruyor,
sonra bir türkü mırıldanmaya başlıyor, “Ben gelmiyorum!” deyip
merdivene çöküyor, anında horlamaya başlıyordu. İkinci kata kadar

172
www.xasiork.biz

çıkmamız herhalde yarım saati bulmuştu. Kapının önüne gelince fötr


şapkalı adamın ceplerini karıştırdım. Anahtarı ararken elime o ünlü not
defteriyle bir dolma kalem, bir sigara paketi, bir tane Zippo çakmak,
birkaç tane kartvizit, bir tane de gözlük geldi. Kapıyı açıp ışığı yaktım, fötr
şapkalı adamı kucakladığım gibi yatak odasına götürüp yatırdım;
pardösüsünü, şapkasını, ceketini, kravatını çıkardım, üstünü örttükten
sonra salona geçtim.
Üstümü çıkarıp elimi yüzümü yıkayınca birazcık kendime gelir gibi
oldum. Mutfağa girip kendime acı bir kahve yapmaya karar verdim. Bütün
bunları giriş holünün lambasının sönük ışığında yaptığımdan evin içi
alacakaranlıktan fırlayıp da gelmiş gibi ürperticiydi. Neden sonra mutfağın
ve salonun ışığını yaktım da fötr şapkalı adamın nice zamandır hayallerini
kurduğum, merak ettiğim eviyle kendimi yüz yüze buldum.
Burası dul bir erkeğin evinden çok, hanımı gayet hamarat ve becerikli
olan bir ailenin evine benziyordu. Her taraf derli topluydu. Hiçbir yerde
dağınıklık yoktu. Kahvemden bir yudum aldım, bir sigara yaktım. Şarabın
etkisi hala geçmemişti. Başım az da olsa dönüyordu; ama her şeyi bütün
açıklığıyla görüyordum.
Salonun biçimi yavaş yavaş gözlerimin önünde belirdi. Ceviz oymalı
koltuk takımı salonun bir yanında, büfe ile yemek masası ise diğer
yanındaydı. Kapı salonu iki eşit parçaya ayırıyor, tavanın tam ortasından
aşağı ışıl ışıl yanan bir avize sarkıyordu. Tekli koltukların arasındaki ceviz
sehpanın üstüne Philco marka radyo konmuştu. Saate baktım, bu saatte
hiçbir şey olmayacağını bilmeme rağmen kalkıp radyonun düğmesini
çevirdim. Derinlerden gelen bir cızırtı dışında hiçbir şey yoktu. Kapattım.
Karşıda bir başka oymalı sehpanın üstünde telefon duruyordu. Fötr

173
www.xasiork.biz

şapkalı adamın telefonun yanındaki koltuğa oturduğunu ve beni aradığını


hayal ettim. Kahvemden bir yudum daha aldım. Yavaş yavaş kendime
geliyordum. İçerisinin soğuk olduğunu o zaman fark ettim. Kalkıp gaz
sobasını tutuşturdum. Yemek masasının sandalyelerinden birini çekip
beş on dakika ısınmaya çalıştım.
Fötr şapkalı adamın bürosunda olmakla evinde olmak arasında ne
olduğunu tam olarak çıkaramadığım bir fark vardı. Onu tam kesin olarak
tanımlamak üzereyken benden kaçıyor, umursamayınca yeniden yanıma
geliyor, dikkatimi ona verdiğim an tekrar uzaklaşıyordu. Bürosundaki
büfede çeşitli fotoğraflar olmasına rağmen, buradaki büfede kristal
şekerlikler, vazolar, şamdanlar, porselen tabaklar dışında hiçbir şey
yoktu. Evin içinde bir eksiklik hissediliyordu; ama ne olduğunu bir türlü
bulamıyordum. Belki de bu benim uydurduğum bir şeydi, o kadar. Yemek
takımının çekmecelerini bir şey bulurum umuduyla karıştırdım ama
çekmecelerde birkaç albüm dışında hiçbir şey yoktu. Albümleri merakla
açınca hepsinin bomboş olduğunu gördüm.
Çalışma odasında pencerenin önünde bir masa, kocaman bir
kütüphane, sağda ve solda çiçekler, bir de okuma koltuğu vardı. Kitaplara
şöyle bir göz attım. Çeşit çeşit ansiklopediler, dünya klasikleri, ne
olduklarını anlayamadığım, muhtemelen fötr şapkalı adamın fotoğrafını
bürosunda gördüğüm babasından ya da dedesinden kalma Osmanlıca
kitaplar, yüzlerce polisiye roman, bir o kadar da casusluk ve macera
romanı ve pek çok siyasi kitap vardı. Bir de en üst rafta yeşil muhafazası
içinde Kur’anı Kerim meali gördüm.
Dedektif romanlarından bir tanesini rast gele çekip karıştırmaya
başladım. Aşinası olduğum cümleleri hızlı hızlı okurken elime bir boşluk

174
www.xasiork.biz

geldi. Sebebini merak ederken kitabın içindeki on sayfanın dibinden


kesilerek çıkarılmış olduğunu fark ettim. Başka bir romanı çektim, bu
romanda bu defa ilki sekiz, ikincisi yedi sayfa olmak üzere iki adet eksik
kısım vardı. Kalan romanları aceleyle gözden geçirince çoğunda bu
türden eksik sayfalar olduğunu irkilerek gördüm. Acaba fötr şapkalı adam
bu sayfaları neden kesip çıkarmıştı?
Rafların altındaki dolapları eksik sayfaları bulma umuduyla
karıştırmaya başladım. En sondaki dolabı açınca süslemeli ahşap bir kutu
gördüm. Heyecandan elim ayağım titremeye başlamıştı. Kutuyu masaya
koyup yavaşça açtım. Tam tahmin ettiğim gibi sayfaları içinde buldum.
Birbirinden farklı renklerde ve ebatta yaklaşık iki yüz tane yaprak. Biraz
inceleyince sayfa numaralarının birbirini takip ettiğini gördüm. En son
yaprağın sonunda büyük harflerle -BİTTİ- yazıyordu. Acaba fötr şapkalı
adam bu sayfaları böyle dizerek ne yapmayı amaçlamıştı? Ortadan bir
yerden okumaya başladım. Birkaç sayfa okumuştum ki midem
bulanmaya, başım dönmeye başladı. Okuduğum hikâye, fötr şapkalı
adamın bana bürosunda anlattığı hikâyenin tıpkısıydı. Hafiye, kaçırılan
kızın peşinde bir çiftlik evine gidiyor, orada katili buluyor, fakat katilin kızı
öldürmesine mani olamıyor, heyecanlı bir kovalamaca sonunda katili iki
kurşunla haklıyor, kendisi de iki kurşun yiyordu: Biri midesinden, biri de
sağ göğsünden.
Bir yandan neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor, bir yandan da hızlı
hızlı hikâyeleri okuyordum. Hikâyelerin hepsini biliyordum. Çünkü onları
bana fötr şapkalı adam anlatmıştı. “Aman Allah’ım!” deyip arkama
yaslandım, derin bir nefes alıp baş dönmemin geçmesini bekledim.

175
www.xasiork.biz

Kitabın sonundaki hikâyeyi okuyup okumamak konusunda tereddüt ettim


ama kendime hâkim olamayıp sayfaları çevirdim…

43.
Evin içinde başka ilginç şeyler bulmak umuduyla her yanı incelemeye
devam ettim.
Muhtemelen hizmetçi bir kadın vardı ve haftada bir gelip evi
temizliyordu. Çünkü evin içinde yaşandığına dair, bir hayat belirtisi
olduğuna dair en ufak bir iz bile yoktu. Mutfak pırıl pırıldı. Fötr şapkalı
adamın yatağı toplanmıştı, küllüklerin hepsi boşaltılmıştı. Bütün eşyalar,
halılar daha yeni alınmış gibi tertemizdi. Lavabodaki sabunu ilk kez ben
kullanmıştım, havlu mis gibi kokuyordu. Bir an unuttuğum buzdolabı
aklıma geldi. Bir koşu gidip baktım, tam tahmin ettiğim gibiydi. İçinde
hiçbir şey yoktu, ama çalışıyordu. Tekrar çalışma odasına döndüm.
Masadaki beyaz kâğıtla yanındaki kurşun kalemi daha önce görmemiş
olmamama şaşırdım. Çekmecelere baktım, ilk çekmece boştu, ikincisinde
ise bir sürü sıfır kurşun kalemle bir tomar beyaz kâğıt vardı. Üçüncü
çekmece yine boştu.
Yatak odasına yöneldim. Fötr şapkalı adam horul horul uyuyordu. Işığı
yakmadım, koridorun ışığı yeterliydi. Ellerim titreyerek gardırobun aynalı
kapağını açınca hafif bir gıcırdama sesi duyuldu. Dolabın içi muntazam
bir şekilde asılmış kıyafetlerle doluydu. Gömlekler, ütülenmiş kumaş
pantolonlar, pardösüler, üstteki rafta da dört beş tane fötr şapka. Hepsini
hatırlıyordum. Şu ceketi Mavi Köşe’deki ilk buluşmamızda giymişti fötr

176
www.xasiork.biz

şapkalı adam. Pardösülerden gri olanı beni Arzu’nun cesedinin


bulunduğu geceye götürdü.
Elimi uzatıp ılık giysilere dokundum. Sonra çekindiğim, ama yapmaya
mani olamadığım şeyi yaptım. Fötr şapkalı adamın Mavi Köşe’deki ilk
buluşmamızda giydiği gömleği, pantolonu, kravatı, pardösüyü ve şapkayı
dolaptan çıkarıp oracıkta yavaş yavaş giyindim. Giysiler ılık olmasına
rağmen içim ürpermişti. Her şey tamam olunca dolabın kapağını kapatıp
koridordan gelen loş ışıkta kendime baktım. Sağa sola döndüm.
Meyhanedeki coşkuya benzer bir coşku içimi doldurmuştu. Onun kadar
keskin değildi. Sanki bir anlık geçici bir şeydi. Yine de bana nerede
olduğumu, ne yaptığımı unutturmuştu. Dönüp fötr şapkalı adama baktım,
nedense onun beni bu halde görmesinden çekiniyordum. Fötr şapkalı
adam, hiçbir şeyden habersiz uyumaya devam ediyordu.
Mavi Köşe’deki ilk buluşmamızı hatırlamaya çalıştım. Fötr şapkalı
adam temkinliydi o zamanlar. Yalnızca benden vakayla ilgili bir şeyler
öğrenmeye çalışıyordu. Hem verdiğim cevapları can kulağıyla dinliyor,
hem de beni tepeden tırnağa süzüyor, hal ve hareketlerimi büyük dikkatle
takip ediyordu.
“Onunla en son ne zaman görüştünüz?”
Sesim yarı aydınlık yatak odasının içinden değil de fevkalade uzak bir
mesafeden gelmişti sanki. Sorularıma devam ettim.
“Peki onunla neler konuştuğunuzu hatırlıyor musunuz?”
Sesimdeki bu yabancılığın kaynağını öğrenmek istemiyordum. Bana
farklı gelmesi hoşuma bile gitmişti.

177
www.xasiork.biz

Üstümdekileri çıkarıp Arzu’nun cesedini bulduğumuz günkü


kıyafetlerini giydim. Arzu’nun sırt üstü uzanmış yıldızları seyreder gibi
uzanışı aklıma geldi, içim ürperdi. Sorular peş peşe geldi.
“Bu kâğıdı hatırlıyorsun değil mi?”
“Onunla pastanede buluşacak olan sen miydin?”
“Fotoğrafın nerede çekildiğini biliyor musun?”
Tam bu sırada fötr şapkalı adam tuhaf sesler çıkararak diğer tarafına
döndü. Karyolanın yayları gıcırdadı, sonra birlikte az önceki sessizliğe
geri döndük.
Kahverengi pardösünün içinde ona ne kadar benzediğimi düşündüm.
Elimi cebime soktum, evet, o not defteri oradaydı. Aynı kalem gibi.
Çıkarıp bir şeyler yazdım: “Arzu’nun fotoğrafı nerede çekilmiş olabilir?”
Acaba memurluktan atıldığı gece giydiği kıyafetleri atmış mıydı?
Dolabı iyice karıştırdım, ama o kadar eski kıyafetlere rastlayamadım.
İçimde küçük bir hayal kırıklığıyla yatağın kenarına çöktüm. Aniden silah
aklıma geldi. Silahı neredeydi acaba? Hemen portmantoya astığım
pardösüsün ceplerini karıştırdım. Evet, işte buradaydı. Çıkarıp ışıl ışıl
yanan gövdesine baktım, elimle şöyle bir tarttım. Hangi cebindeydi? Sağ.
Silahı sağ cebime koyup yatak odasına döndüm.
44.
Tekrar yatağın kenarına çöktüm. Silah yavaş yavaş ısınmaya
başlamıştı. Fötr şapkalı adam hırıltılar çıkararak uyumaya devam
ediyordu. Nasıl böyle sarhoş olabilmişti? Neden beni yalnız bırakmıştı?
Kendimi evin içinde tek başıma hissetmek beni nedense korkutuyordu.
Uzun yıllardır yalnız yaşamama rağmen, şimdi yanımda bir başkası
olmasına rağmen, kendimi ıssız bir sokağın ortasında gibi hissediyordum.

178
www.xasiork.biz

Öyle ne kadar oturdum, hiç bilmiyorum. Ama kendime gelmemi sağlayan


şey birden göğsüme çöken bir sıkıntı oldu. Nefessiz kaldığımı sanıp derin
derin nefes almaya çalıştım. Pardösüyü çıkarıp kravatı gevşettim. Sanki
karanlık bir el tüm gücüyle göğsüme bastırıyordu. Zar zor kendimi
balkona atmayı başardım. Soğuk havayı ciğerlerimin en gizli köşelerine
dek çektim. Ferahlamıştım. İki elimle korkuluklara dayanıp derin derin
nefes almaya devam ettim. Bu sırada sağanak yağmur başlamıştı.
Rüzgârın da etkisiyle yağmur damlaları yüzüme vuruyor, yüzümde
damlaların değdiği yerlerde sanki kocaman ferah bir bahçe bitiyordu.
Soğuk hava iyi gelmiş, göğsümdeki sıkıntının bir kısmını alıp götürmüştü.
Ellerimi korkuluktan çekip yüzüme vuran damlaları sildim.
Yağmur kokusunu hücrelerime kadar çektim. Yağmurla, getirdikleriyle
bütünleşmek istiyordum sanki. İçindeki kömür dumanıyla, odun isiyle,
yanmış yağ dumanıyla, çırçır fabrikalarından fışkıran beyaz bulutlarla
kaynaşmak, her bir parçamda kenti saran havanın bir yansısını bulmak
istiyordum.
Sokaklar, caddeler yavaşça, ses çıkarmadan yaklaşıp bütün benliğimi
saran şeffaf damarlarıma yayıldılar:
İçimde, tarif edemediğim bir yerde, belki ışıklı geniş bir caddede siyah
bir otomobil yolun kenarında bekleyen kızlardan birine yanaştı. Kızla
adam bir şeyler konuştular önce, sonra kız otomobile bindi ve siyah
otomobil uzaklaştı. Bir başka arabaysa asfalt yolun ortasında çıplak
ayaklarıyla koşan ve bir yandan da ağlayan bir kızı kovaladı, kız aniden
yere kapaklanıp küpesini yere düşürdü, araba giderek hızlandı.
Duvarlarını, tuğlalarını, yerdeki karolarını tabi bir uzvum gibi hissettiğim
pavyonlardan birinde kır saçlı, bakışları simsiyah, delici bir adam

179
www.xasiork.biz

yanındaki sarışın, pembe yanaklı kızın saçlarını okşayıp öptü. Tanıdık


gelen bir evde bir el silah patladı, komşular neler oluyor diye hemen silah
sesi gelen eve koşturdular, içlerinden biri polisi aramayı akıl edebildi. Çok
uzakta, Mersin yolu üstündeki bir kebapçıda, on sekizlik bir delikanlı
kerhanede becerdiği otuz beş yaşındaki kadını yanındaki arkadaşına,
uzun uzun, ağzından salyalar aka aka anlattı. Bir meyhanenin kapısı
açıldı, içeri iki adam girdi, köşeye bir yere oturup uzun uzun lafladılar.
İnşaat halindeki apartmanlardan birinin bodrum katında, bir adam bir
başka adamı öldüresiye dövdü. Bir barın alt katında çıkan kavgada
kemikler kırıldı, loş ışıkta aniden parıldayan bir bıçak siyah kumaşa
sarılmış bir bacağa saplandı. Bir adam uykusunun ortasında uyandırıldı,
alnının ortasına asla anlayamayacağı bir sebepten ışıl ışıl bir mermi yedi.
İçimdeki sokakların kördüğüm olduğu yerde, elektrik direğinin sarı
gölgeler saçan lambasının ışığı yüzüne vuran genç bir adam
arkadaşından borç istedi. İşten yeni çıkmış genç bir kız, otobüs
durağında uzun uzun bekledikten sonra yürümeye karar verdi, karşıya
geçip evlerine giden karanlık caddeye daldı. Yazlık sinema girişindeki
kuyrukta bekleyen delikanlılardan biri arkalarda biletini bekleyen
komşunun kızını gözüne kestirdi. Nehir kenarındaki düzlüklerde bira içen
iki adam çok geçmeden uykuya daldı, rüyalarında bir sandala binip nehrin
denize döküldüğü yere kadar gittiklerini gördüler. Genç bir kız akşama
taze fasulye pişirirken İstanbul’daki artistler gibi olmayı, güneş gözlüğü
takmayı düşledi. Sokakların birbirinden ayrıldığı bir yerde, bir araba dışı
beyaza boyalı bir evin önünde durdu. Arabadan pardösülü, fötr şapkalı,
sağ eli cebinde bir adam indi. Lunaparkta, dayılardan biri akşamki âlemi
düşünüp iç geçirdi, sonra önündeki çadıra girdi. Çıkmaz sokakların peş

180
www.xasiork.biz

peşe dizildiği bir yerde, saat kulesini gören evlerden birinde, bir adam bir
kadına çalakalem özlem dolu bir mektup yazıp bir başka kadının koynuna
girdi. Saçları boyalı bir kadın, önündeki demir kapıyı çabucak açıp
yağmurdan ıslanmış sokağa fırladı. Fabrikadan çıkan işçilerden biri,
parke taşlı sokaklardan geçip borçlusunu görmeye İstiklal Mahallesi’ne
gitti. Dışarıda hava buz gibiydi, çabucak yürüdü, derme çatma tahtadan
bir bahçe kapısını açtı, limon çiçeği kokuları içinden geçerek zile uzandı.
Zili duyunca içeride bir bıçak uyandı. Kahvehanenin en ücra köşesindeki
masada elli bir partisinin kırık dişlerle sonuçlanmasına ramak kaldı.
Bilardo salonunu dolduran aşağı mahalleden beş genç, ıstakalarına sıkı
sıkı sarılıp birazdan başlayacak olan hengâmeye hazırlandılar. Okulun
büyük demir kapısına yanaşan üç delikanlı, birazdan kendi okullarından
kızlara takılmanın ne demek olduğunu soracakları rakiplerini hayal etti.
Bütün sokakların kesiştiği yerde, tekel bayiinin arka bahçesinde patatese
vurup uçan zibidilerin arasında nedensiz yere bir kelebek ışıldadı.
Melekgirmez’de bir adam, belki bir tuhafiyeci, yazıhanesini kapatmadan
evvel, çekmeceyi açıp silahını aldı, karısının kendisini aldattığını
öğrenmişti. İçimdeki bir başka yarı karanlık sokakta…
Yağmur şiddetini arttırmıştı. Öyle ki sokağın karşı tarafındaki villaları
görmek neredeyse imkânsız hale gelmişti. İçimdeki sıkıntı yavaş yavaş
azalmaya başlamıştı.
İçeri, salona geçip bir süre oturdum. Sonra kendime güzel bir çay
demledim. Bir sigara yaktım. Bir de müzik olsaydı çok güzel olacaktı.
Kalıp gramofona hüseyni makamında bir şarkı koydum.
İçimdeki sıkıntıyla birlikte sanki daha pek çok şey beni terk etmişti.
Fikriye’nin peşinde buralara kadar geldiğimi belki bir beş dakika sonra

181
www.xasiork.biz

hatırlayabildim. Ya Arzu? Bir koluma Fikriye girdiyse diğerine de Arzu


girmişti. Fakat beni getirip bıraktıkları bu yerde, giderek onların yükünden
kurtulduğumu hissediyordum. Fikriye’nin bir portakal bahçesinin ücra bir
köşesinde gömülü olması ya da Arzu’nun morgda, buz gibi bir sedyenin
üzerinde bembeyaz ve çıplak bedeniyle yatması beni eskisi kadar
dehşete düşürmüyordu. İşin ilginci, dehşete düşmediğim için suçluluk da
duymuyordum.
Bu yeni fikirler ve hislere önce biraz temkinli yaklaşmakta fayda
gördüm; ama bir süre sonra onların içimde çoktan kök salmaya
başladıklarını anladım. Fikriye ile ilgili herhangi bir anımın diğerlerinden
hiçbir farkı yoktu. Onunla ilgili her şey soluk resimlere dönüşmüştü.
Arzu ile alakalı anılarım da aynı şekildeydi. Hatta bazı anılarımın
Arzu’yla mı, yoksa Fikriye’yle mi alakalı olduğunu idrak etmekte güçlük
çekiyordum. Hafızam, pek çok resmin peş peşe geçip gittiği bir film
makarası gibi içimde hiçbir duygu uyandırmadan öylece dönüp duruyor,
bense bu filmi gayet sakin ve sessiz bir şekilde seyretmekle yetiniyordum.
Dünya, dümdüz, sessiz, hiçbir kıpırtının olmadığı huzur dolu bir ovaya
dönüşmüştü. En ufak hareketim, en ufak düşüncem bu ovanın duyarlı
yüzeyi boyunca yayılıp gidiyor, yayıldığı yüzeylerde kendine özgü bir
takım yansımaların doğmasına sebep oluyordu.
Çayımı bitirince, sıcağın da etkisiyle bastıran uykuma mani olamayıp
koltuğa uzandım, derin bir uykuya daldım.
45.
Rüyamda nice zaman sonra kendimi dehlizde buldum. Uçsuz
bucaksız görünen duvarların arasında zifiri karanlığın içinde el
yordamıyla yürümeye çalışıyordum. Çok uzak bir yerden su şırıltısına

182
www.xasiork.biz

benzer bir ses geliyordu. Ceplerimi karıştırdım, belki bir kibrit ya da


çakmak bulurum diye; ama hiçbir şey yoktu. Sadece yarısı boş bir sigara
paketi, bir de küçük bir defterle dolma kalem vardı. Daha önceden
dehlizin duvarlarında lambalar olduğunu anımsıyordum, ama bu kez
böyle bir şey yoktu. Uzun süre aynı karanlığın içinde, su sesine benzeyen
sesi ve kendi nefesimi dinleyerek yürüdüm. Artık ilerleyip
ilerlemediğimden emin değildim. Canım sigara çekince cebimden bir tane
çıkarıp uzun uzun kokladım.
Belki yarım saat daha yürüdükten sonra önümde uzanan karanlığın
ortasında küçücük beyaz bir nokta gördüm. Uzun zaman sonra
yaşadığım bu değişiklik beni heyecanlandırmıştı. Daha hızlı yürümeye
başladım. Fakat ne kadar hızlı gidersem gideyim delik hep aynı
büyüklükte kalıyordu ya da bana öyle geliyordu. Biraz nefes aldıktan
sonra yine aynı tempoda yürümeye devam ettim. Eğer bu bir çıkışsa ve
bu kadar uzaktan görülebiliyorsa, dehliz inanılmaz derecede düz
olmalıydı. Karanlığın içinde cetvelle çizilmiş gibi hiçbir kavsi olmayan
sonsuz bir çizgi. Bunu düşünmek içimdeki korkuyu arttırdı. Daha da hızlı
yürümeye başladım. Hava giderek ısınmaya başlamıştı. Terliyordum.
Noktaysa hala aynı büyüklükteydi. Artık takatim kalmamıştı. Solumdaki
duvarı el yordamıyla bulup dibine çöktüm, alnımdan boşanan terleri
sildim. Noktaya bakmak istemiyordum.
Kendime gelir gelmez tekrar yola düştüm. Nokta bu kez büyümeye
başlamıştı. Hatta ötesindeki bir takım şeyleri seçer gibi bile olmuştum.
Fakat ilk beş dakika giderek büyüyen, elma büyüklüğünde beyaz bir
daireye dönüşen nokta bu kez küçülmeye başladı. İleri doğru
yürüdüğümden emindim, ama daire benden uzaklaşıyordu sanki. Birden

183
www.xasiork.biz

durdum. Bir faydası olmuyordu. Geri dönüp baktım, dairenin etrafını


çevreleyen karanlığın aynısından başka bir şey göremedim.
Orada öylece hareketsiz ne kadar kaldım bilemiyorum. Artık bir daha
kendimi göremeyeceğime inandırmaya başlamıştım. Sonsuza dek böyle
bu karanlığın içinde kalacaktım, kör olmayacaktım ama gözlerim hiçbir
işe yaramayacaktı. Sonra masallarda rastlanan bir şey oldu. Hiç
kıpırdamadığım halde beyaz nokta giderek yaklaştı yaklaştı ve apaydınlık
bir gökyüzüne dönüşene kadar da durmadı. O kadar çok ışık vardı ki
geçici bir süre hiçbir şey göremedim. Gözlerim ışığa alıştığında karşımda
gördüğüm şey dehlizin sonuydu. Duvarlar ışık tarafından adeta kesiliyor
ve sonrasında uçsuz bucaksız kumlardan başka bir şey görünmüyordu.
Tuhaf olan ışığın dehlizin içine girememesiydi. Sanki ışık görünmez bir
şeye çarpıyor, dehlizin ağzında karanlıkla ışığın birleşiminden oluşan
huzursuz bir resim meydana getiriyordu. Dehliz geç de olsa uzun
yürüyüşüme cevap vermişti.
Kayalara basarak yaptığım uzun yürüyüşten sonra yumuşak kumlara
basmak bana çok tuhaf gelmişti. Etrafıma bir göz gezdirdim. Ardımda
bıraktığım dehlizin koyu renkli kemerinden ve taş duvarlarından başka
hiçbir şey yoktu. Fakat nedense bu çöl bana hiç de boşmuş gibi
gelmiyordu. Derinlerde yatan fakat ne olduğunu anlayamadığım
nedenlerden dolayı onun bir çöl olduğuna inanmıyordum. Bu önyargımı
haklı çıkaracak fiziksel nedenler de vardı. Hava öyle çok sıcak değildi,
fakat aşırı nemliydi. Eğilip kumu elli santim kadar kazınca nemlenmiş bir
tabakaya rastladım. Acaba yakınlarda bir yerde deniz ya da büyük bir su
kütlesi mi vardı?

184
www.xasiork.biz

Yürümeye devam ettim. Hava tahmin ettiğim gibi ısınmadı; ama


soğumadı da. Bir süre sonra zamanın da geçmediğini anlayacaktım.
Çünkü gölgem hep aynı boyda kalıyordu. Güneş kumlarla kaplı kocaman
bir daireyle hep aynı açıyı yaparak tepemde öylece dikilip duruyordu.
Sonra rüzgârın yokluğu dikkatimi çekti. Pardösümün eteklerinde hiçbir
kıpırdanma olmadığı gibi yüzümü okşayan en ufak bir hava hareketi bile
yoktu. Yürüyüp yürümediğimden emin olmak için geriye dönünce ufka
doğru çok geniş bir yay çizerek uzanan ayak izlerimi gördüm. Bu biraz
olsun içimi rahatlattı.
Kumların üzerinde daha da geniş yaylar çizerek ne kadar olduğunu
çıkaramadığım bir müddet yürüdükten sonra, uçsuz bucaksız kumlar
dışındaki ilk şeyi gördüm.
Uzaktan, kumsalın üzerindeki koyu bir lekeden farkı yoktu. Fakat
yaklaştıkça büyüdü, uzadı, genişledi; yakınına gelince sanki birden ortaya
çıkmış gibi kesinlik kazandı. Bu saat kulesinin tepesiydi. Yana yatmıştı ve
akreple yelkovan 12’de durmuşlardı. Sanki bu kısım kulenin geri
kalanından koparılıp alınmıştı. Kulenin gövdesini oluşturan ince tuğlalar
kırılmış, sağa sola dağılmışlardı.
Saat kulesinden artanlar arkamda küçücük bir leke oluncaya kadar
yürüdüm, biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyuldum. Zaman belki
geçmiyordu; ama ben yorulmaya başlamıştım artık.
Yine de inatla yürümeye devam ettim. Ufuk karşımda mavimtrak
buharların tüttüğü alevden bir çizgi gibi için için kaynıyordu. Arada bir
hafif pembeye çalan bu renk, kumların toprak rengine çalan grisiyle
uyumsuz bir ikili oluşturuyordu.

185
www.xasiork.biz

Bir süre sonra bu iki renk arasındaki geçişmelerin içinde oldukça


tuhaf, sivri, külaha benzer bir şey belirdi. Bunun bir yanılsama olup
olmadığından emin olmak için gözlerimi kısıp daha da dikkatli baktım.
Hayır, orada, ufkun hemen dibinde bir şey vardı. Adımlarımı hızlandırdım.
Başlangıçtaki tuhaf külah, şimdi beyaz bir çadırın tepesine konmuştu.
Etrafta daha küçük, irili ufaklı siyah lekeler de vardı ama çadır, bütün her
şeyin ortasında, onların hükümdarı gibi duruyordu. Çadırın beyaz gövdesi
kırmızı şeritlerle süslenmişti. Tepesine de kırmızı bir flama asılmıştı.
Çadırdan çadıra girip çıkanlar, belirsiz gölgeler gibi bir oraya bir buraya
koşturup duruyorlardı.
Çadırlara yaklaşınca hareketler daha belirgin, daha net oldu. Hepsi
aynı şekilde giyinmiş adamlar (kafalarında fötr şapka, üzerlerinde kum
rengi bir pardösü, ayaklarında yeni boyanmış simsiyah rugan
ayakkabılar, tıpkı benim üzerimdekiler gibi) bir oraya bir buraya
koşuşuyor, çadırlara girip girip çıkıyor, sanki bir şeyler arıyorlardı.
Bütün bu sahne, hafızamdaki solgun desenlerden birine karşılık
geliyordu. Fakat ben bir türlü bu hatıranın ne olduğunu bulamıyordum.
Biraz daha ilerleyince kendimi hengâmenin tam ortasında buluverdim.
Kimse kimsenin umurunda değildi. En az on kişi benim orada olduğumu
anlamamış gibi bana çarpmış, bir özür bile dilemeden çekip gitmişti.
Farklı ebatlardaki beyaz çadırlar, yılan gibi kıvrılarak giden bir yol
boyunca dizilmişlerdi. Hepsinin girişinde uzaktan bile görülebilecek
büyüklükte numaralanmış levhalar vardı.
Yanımdan geçip gidenlerden birkaçını durdurup çadırda neler olup
bittiğini sordumsa da bana yanıt vermeye tenezzül bile etmediler.
Çadırlara girmekten başka çare kalmamıştı.

186
www.xasiork.biz

Büyük, beyaz çadırın kapısına geldiğimde onun her zamankinden


daha haşmetli göründüğünü fark ettim. Bulunduğum yerden en
tepesindeki flamayı göremiyordum bile. Kırmızı şeritler güneş ışıklarının
altında tutuşmuş gibiydiler. Perdeyi aralayıp içeri girdim.
46.
Herhalde hayatım boyunca bundan daha etkileyici bir şey
görmemiştim. Çadırın içi yukarıdan sarkıtılmış, hepsi farklı yüksekliklerde
bulunan devasa boyutlardaki beyaz, küre biçimli lambalarla
aydınlatılmıştı. Çadırın en tepesinde, kürelerden daha yukarıda küçük
noktacıklar şeklinde sıralanmış daha pek çok lamba vardı. Sanki gündüz
dışarıda kalmıştı ve aniden gece başlamıştı. Zemin çölün devamıydı.
Çadır buraya getirilip bırakılmıştı sanki.
Asıl etkileyici olansa aşağıda, benimle aynı seviyede olup bitenlerdi.
Çadırın içindeki binlerce kişi, karıncalar gibi bir oraya bir buraya hareket
ediyor, etkileyici bir manzara oluşturuyorlardı. Daha dikkatli bakınca
içeridekilerin büyük çoğunluğunun fötr şapkalı, pardösülü adamlar
olduğunu gördüm. Fötr şapkalı adamların dışında her yaştan kadınlar,
çocuklar ve yaşlılar bulunuyordu.
Korkunç bir uğultu kum zeminden havalanıyor, lambalara çarpıp oraya
buraya yankılanıyordu.
Hengâmeye dalmaktan önce çekindimse de önümde cereyan eden ne
olduğu belirsiz hareketliliğin büyüsüne kendimi kaptırmakta gecikmedim.
Hemen önümde fötr şapkalı bir adam bir masada oturmuş bir başka
fötr şapkalı adamla muhabbet edip sigara içiyordu. Arkalarındaki üç
metre boyunda iki metre genişliğindeki camekâna yağmur yağan bir
sokağın fotoğrafı yapıştırılmıştı. Camekân arkasına çakılmış iki payanda

187
www.xasiork.biz

ile ayakta duruyordu. Arada bir fötr şapkalı adamlardan yaşlı olanı dışarı
bakıp hüzünleniyordu. Onları o halde bırakıp bir sonraki sahneye geçtim.
Bu sahnede fötr şapkalı adamlardan biri silahını karşısındaki yaşlı bir
adama doğrultmuş, öfkeyle bir şeyler söylüyordu. Ne demek istediğini
anlamama rağmen söylediği kelimelerden tek bir şey bile anlamıyordum.
Fakat birazdan çok kötü bir şey olacağını hissediyordum ki fötr şapkalı
adam silahını ateşledi ve yaşlı adamı tam kalbinden vurdu. Sonra sırtı
üstü düşen adamın yanına gidip tam göğsüne iki el daha ateş etti. Tuhaf
olan benden başka hiç kimsenin onlara dönüp bakmamasıydı. Fötr
şapkalı adam yaşlı adamın öldüğünden emin olunca solundaki kapıyı
açıp dışarı çıktı. Kapının olduğu duvar yalnızca iki metre olduğu için fötr
şapkalı adamı dışarı çıkmasına rağmen onu görebiliyordum. Yaşlı
adamın birazdan kalkacağını sandım ama; öyle bir şey olmadı. Silahını
sağ cebine koyan fötr şapkalı adam bir başka vakaya karışmak için
yürüyüp kalabalığın içinde kayboldu. Hemen yaşlı adamın yanına
koştum, göğsü kıpkırmızı olmuştu, nefes almıyordu. Yardım istemek için
avazım çıktığı kadar bağırdımsa da kimse oralı bile olmadı.
Yaşlı adamı orda bırakıp yürümeye devam ettim. Zihnim gördüğü
şeylerin etkisiyle karmakarışık olmuştu. Çadırın içine rastgele dağılmış
olan bu sayısız insanın ne yapmaya çalıştığını bir türlü anlayamıyordum.
Dehşet içinde ilerlerken, yatak odası havası verilmiş bir yere denk geldim.
Odanın benden taraftaki iki duvarı yoktu. Var olan iki duvarın çizdiği L’nin
kısa kenarının hemen önünde, kalın, mavi renkli bir yorganın altında bir
adamla bir kadın sevişiyorlardı. Komodinin yanındaki sandalyeye ise bir
pardösüyle bir fötr şapka atılmıştı; kadının kombinezonu halının
üstündeydi. Adam işi bitince, üstünü giydi. Pantolonunun cebinden

188
www.xasiork.biz

cüzdanını çıkarıp komodinin üzerine on lira bıraktı, hiçbir şey söylemeden


kalkıp gitti. Kadın doğrulup parayı aldı, bir sigara yakıp tavanı seyretmeye
koyuldu. Bu dekorun neredeyse aynısını hemen ileride gördüm ve hızlı
adımlarla oraya yürüdüm. Bu kez aynı adam yarı çıplak bir haldeyken
yataktaki kadına tokat attı, kadın ağlamaya başladı; adam giyinip bağıra
çağıra, küfrede ede kapıyı çarpıp dışarı çıktı. Biraz daha ileride bu kez
aynı adamla aynı kadın yan yana uzanmış, hem tavanı yani beyaz
küreler şeklindeki lambaları seyrediyor, hem de muhabbet ediyorlardı. Bir
ara adam kadını alnından öptü, kadın utangaç bir şekilde gülümsedi.
Neler olup bittiğini anlamak imkânsızdı. Her tarafta fötr şapkalı
adamlar bir şeyler yapıyor, konuşuyor, yiyip içiyor, öldürüyor, sevişiyor,
kitap okuyor, kendinden geçiyor, küfrediyor, saçmalıyor, zaman
öldürüyor, irkiliyor, merak ediyorlardı. Bir fötr şapkalı adam, bir diğer fötr
şapkalı adamın yaptıklarına en ufak bir alaka bile göstermiyordu.
Şapkamı çıkarıp bu deli saçması oyunlar arasında yürümeye devam
ettim. Bu sırada kırmızı bir araba hızla gelip önümde durdu. Nereden
çıkmıştı, ne zaman gelmişti, farkına bile varamamıştım. Kendimi hemen
geri attım. Fakat şoförün beni gördüğüne dair en ufak bir belirti bile yoktu.
Kapı açıldı, fötr şapkalı bir adam arabadan indi. Cebinden silahını çıkardı;
arka kapıyı açtı; bir kızı zor da olsa dışarı çekti. Kız yarı baygın haldeydi,
üzerinde kırmızı çiçekli yazlık bir elbise vardı. Kolları, boynu pürüzsüz ve
taptazeydi.
Bir anda öne atılıp fötr şapkalı adama mani olmaya çalıştım. Fakat
adam benden hızlı davrandı. Kızı dizine dayayıp silahı bana doğrulttu.
“Sakın kıpırdama!” diye bağırdı.

189
www.xasiork.biz

“Bırak o kızı!” diye ben bağırdım bu sefer; ama fötr şapkalı adamın hiç
şakası yoktu.
Kız kendine gelir gibi olunca silahının kabzasıyla kızın yüzüne sert bir
darbe indirdi, kız tekrar bayıldı. O darbe sanki benim suratımda patlamış
gibi afalladım. Başka bir fötr şapkalı adam gelip kızcağızı ayaklarından
yakaladı, ikisi kızı taşıyarak kalabalığın içinde kayboldular. Arabanın
üstüne çıkıp nereye gittiklerini görmek istedimse de başaramadım. Başka
mekânların kötü birer taklidi olan dekorlar ve bu dekorlara hareketleriyle
mana veren fötr şapkalı adamlardan, kadınlardan, genç yaşlı çeşit çeşit
insandan ve onların hiç tükenmeyecek gibi duran hareketlerinden başka
bir şey yoktu devasa çadırın içinde.
Hayal kırıklığı içinde aşağı atlayıp tekrar yürümeye başladım.
Fötr şapkalı adamın biri, takım elbiseli, pos bıyıklı bir adamı
kovalarken sendeleyince yere kapaklandı, ayağa kalkıp kaçan adamın
peşinden okkalı bir küfür savurdu. Tam bu sırada aynı takım elbiseli
adam arkasında belirdi, yana kaçamayınca fötr şapkalı adama kocaman
bir kamyon gibi çarptı. Fötr şapkalı adam neler olduğunu anlamadan
kendini tekrar yerde buldu. Küfürler savurarak ayağa kalkarken takım
elbiseli adamı tanıdı ve “İşte şimdi düştün elime.” deyip yakasına yapıştı.
Fötr şapkalı adam hiç şaşırmamıştı. Hatta her şeyi doğal karşılayan bu
halini, yakasına yapıştığı takım elbiseli adamı kovalayan kendisiyle
karşılaşınca da devam ettirdi. İkisi birden takım elbiseli adamı hışını
çıkarana kadar dövdüler. Sonra vedalaşıp ters yönlere gittiler.
Kalabalığın arasında yalpalaya yalpalaya yürürken birden gördüğüm
manzara karşısında küçük dilimi yutacak gibi oldum. Bir yatağın kenarına
oturmuş, elimdeki silahı da uyuyan adama doğrultmuştum. Ben olup

190
www.xasiork.biz

olmadığımdan emin olmak için daha dikkatle baktım. Bu benden başkası


değildi. Yüzümden terler boşanıyordu. Uyumakta olan adamın herhalde
hiçbir şeyden haberi yoktu. Bir an ne yapacağımı bilemeden öylece
kalakaldım. Korkunç bir çığlık atmak üzereyken yatağın kenarındaki ben,
uyuyan adamı uyandırdı; ona bir şeyler söyledi. Neler olup biteceğini
anlayınca onlara doğru koşmaya başladım. Ama her şey için çok geçti
artık. Silahın namlusunda parlak bir alev belirdi, ışıl ışıl bir mermi,
şaşkınlık içindeki adamın alnından girip başının arkasından fırladı, yatağa
saplandı. Her yer kıpkırmızı oldu. Oradaki ben çabucak silahı cebine
koydu ve yatak odasının kapısından çıktı.
Uzaklaşmak üzereydi ki yakasına yapışıp “Ne yaptın sen?” diye
bağırmaya başladım. Neler olup bittiğini anlamamazlıktan geliyordu.
Kendi gözlerimin içine bu kadar yakından ve başka biri olarak bakmak
beni oldukça çok şaşırtmıştı; ama kısa sürede bu şaşkınlığı üstümden
atıp kendime okkalı bir yumruk savurunca yere devrildim. Sonra çenemi
tuta tuta ayağa kalkıp hızla uzaklaştım oradan. Hemen yataktaki adamın
yanına gittim. Lütfen o olmasın diyordum içimden, lütfen o olmasın.
Merminin etkisiyle başı arkaya doğru savrulmuştu. Yavaşça tutup
kendime çektim ve acı manzarayı gördüm. Bu fötr şapkalı adamdı. Hani
nişanlım kaybolunca tuttuğum adam. Hani beraber haydutların peşine
düşeceğimiz adam. Gözlerimden yaşlar boşandı birden, dakikalarca
başında durup ağladım. Bunu yaptığıma inanamıyordum. Her ne kadar
ben yapmamış olsam da yine bir şekilde, bu uğursuz çadırın içinde onu
öldüren bendim.
Onunla yaşadıklarımızı düşünürken çok uzaktan gelen polis sirenlerini
işittim. İlk anda bu sesler bana tuhaf gelmedi. Çünkü çadırın içindeki

191
www.xasiork.biz

keşmekeşin alelade bir parçası olduklarını düşündüm. Fakat sirenler


susmak bilmedikleri gibi daimi olarak bu tarafa yaklaşıyordu. Acaba diye
düşünürken polisler önümden geçip yatak odasının kapısına dayandılar,
“Teslim ol!” diye bağırmaya başladılar.
Ne yapacağımı şaşırmıştım. Onları görmeme rağmen onların beni
görmüyor gibi davranması bunun kötü bir şaka olduğunu
düşündürüyordu. Ama fötr şapkalı adamın yanımda yatan cesedi bunun
hiç de kötü bir şaka olmadığını kanıtlıyordu.
Aceleyle ayağa kalkıp ne yapacağımı düşünmeye başladım. Polisler
içeri girene kadar beni görmeyeceklerdi. Hiç düşünmeden yatak odasının
kapısının yanından geçip son hızla koşmaya başladım.
Biraz koşmuştum ki arkamda bağırışlar işittim: “Dur!”. “Teslim ol!”.
Ama benim ne olduğunu bir türlü anlayamadığım bu çadırın içinde
durmaya, hele hele teslim olmaya hiç niyetim yoktu. Önüme çıkanlara
çarpa çarpa koştum. Beni kaybettiklerini anlayınca bir salonun duvarının
arkasına saklandım. Her tarafımdan terler boşanıyordu.
Bir müddet ortalık durulana kadar orada kaldım. Etrafı kolaçan etmek
için doğruldum, sağa sola baktım; ama sanki çadır eski, bensiz
keşmekeşine geri dönmüştü. Salonun arkadan çakılmış payandalarla
desteklenen duvarını dolanıp, çadırdan çıkmak için içeri güneş ışığı sızan
perdelerin oraya yönelmiştim ki salona şöyle bir bakınca buranın bana
oldukça tanıdık geldiğini fark ettim. Koltukta takım elbisesiyle uzanmış bir
adam uyuyordu, durduğum yerden yüzünü seçmek olanaksızdı. Sonra
kafamda bir şimşek çaktı: Burası fötr şapkalı adamın evindeki salondu.
Ya şu koltukta uyuyan kişi? Yoksa bu da mı bendim? Hemen içeri dalıp
koltukta uyuyan adamın yanına gittim. Yakasından tutup kendime doğru

192
www.xasiork.biz

çevirince hiç de şaşırmadım. Ona yaptığım yetmiyormuş gibi bir de kalkıp


onun salonunda, onun koltuğunda uyuyordum. Yakamdan tutup kendimi
sarsmaya başladım. Gözlerimi zar zor aralayabildim.
“Ne istiyorsun benden?” diye bağırıyordum bir yandan.
“Ne istiyorsun?”
“Ne istiyorsun?”
“Bırak yakamı.”
“Seni ahlaksız herif! Seni pis katil!”
“Ne katili! Ne katili!”

Uyandığımda saat dokuz buçuğa geliyordu. Kalbim gördüğüm rüyanın
etkisiyle küt küt atıyordu. Sanki hala o tuhaf çadırın içindeydim. Kâbusun
etkisi geçince fötr şapkalı adamın meyhanede, bugün bir başkasıyla
görüşeceğimizi söylediğini hatırladım. Dediğine bakılırsa bu kez Seyfettin
Usta’da yaşadığım hayal kırıklığını yaşamayacaktım. Uyandırmak için
yatak odasına yöneldim.
47.
Yatak odasına girdiğimde bomboş, bozulmamış bir yatakla
karşılaştım. Fötr şapkalı adam nereye kaybolmuştu bu saatte? Bana
haber vermeden nereye gitmişti? Gardırobu açtım, dün akşam giydiği
kıyafetler sanki yüzyıllardır orada duruyorlardı. Eksik kıyafet de yoktu.
Peki neredeydi bu adam? Sekreteri aradım, sesi yoğun bir parazitin
ardına gizlenmiş gibiydi. Henüz büroya gelmediğini, istersem evinin
numarasını verebileceğini söyleyince aceleyle kapadım. Üstümde kırışık
takım elbisem, uyku sersemliğiyle salonu arşınlarken bir yandan da
nereye gitmiş olabileceğini düşünüyordum. Emniyeti, fötr şapkalı adamın

193
www.xasiork.biz

birkaç samimi arkadaşını aradım; ama onlardan da bir şey çıkmadı.


Acaba bugün gideceğimizi söylediği yere mi gitmişti? Ama neden böyle
bir şey yapsındı ki? Hem oraya gitse bile ne giymişti? Pijamalarıyla,
ropdöşambrıyla gidecek hali yoktu ya.
Bir sigara yaktım, radyoyu açtım. Hüzünlü bir ezgi, temizliği ve
düzenliliğiyle suniymiş gibi duran salona yayıldı. Geceyi geçirdiğim koltuk
bile dünkü haline dönmüştü sanki. Fötr şapkalı adamın bu yaptığına akıl
sır erdirmek mümkün değildi. Hem ona, hem de kendime kızıp
duruyordum. Şimdi ipuçları peşinde dolaşmak varken, katillere, adam
kaçıranlara yaklaşmak varken fötr şapkalı adam birden ortadan yok
olmuştu. Böylece bekleyemezdim, bir şeyler yapmalıydım.
Gardıroba koşup dün giydiği pardösünün cebinden not defterini
buldum, en arka sayfada, adresi gördüm: Abidin Paşa, no:123.
Bunun dışında ne bir isim, ne de bir telefon vardı. Hemen pardösünün
cebindeki ıvır zıvır ne varsa cebime doldurdum, silahı da unutmadım.
Artık yola düşebilirdim.
Aceleyle ayakkabımı, pardösümü giydim. İçimde bastıramadığım bir
heyecan doğmuş, bir an evvel sokaklara çıkmamı fısıldamaya başlamıştı.
Fakat her şeyin çığırından çıkmasına neden olan şey, kendime çeki
düzen vermek için portmantonun aynasının karşısına geçince oldu.
Tiz bir çığlık her yanı kapladı, elimdeki fötr şapka yavaşça yere düştü,
sanki evin girişi genişledi, genişledi. Tüm dünyayı yutacak kadar büyüdü.
Sonunda eski boyutlarına geri döndü. Midem bulanıyordu, ateşimin hızla
yükseldiğini hissediyordum. Sonra elimi yavaşça kaldırıp dudaklarımın
üstündeki ince bıyığa dokundum.
48.

194
www.xasiork.biz

Fikrime danışmaktan hiçbir zaman çekinmemiş ve gocunmamış olan


komiseri gördüğümde, olay mahallinin hemen yanında durmuş, bir polis
memuruna bir şeyler tarif ediyordu. Gergin olduğu her halinden belliydi.
Beni görünce memura hızlı hızlı ne yapması gerektiğini anlatıp adeta
başından savdı. Memur “Baş üstüne komiserim!” diyerek koştura koştura
gözden kayboldu.
“Gözümüz yollarda kalmıştı.” dedi şakayla karışık, “Nerelerdesin
hemşerim ya, sensiz buraların tadı mı olur?”
“Geldim geldim.” dedim, “Biraz işim vardı, ama arayan sen olunca
kırabilir miyim? Yine başınız belada herhalde!”
“Olmaz mı? Buranın pisliği biter mi? Şuna bir baksana.” diyerek
ileride, polis memurlarının başına üşüştüğü yeri gösterdi.
“Nedir vaka?” diye sordum.
“Kızcağızın birini öldürüp gömmüşler!” diye cevap verdi. “Ceset en az
bir aydır oradaymış ki bu hale gelmiş.”
“Adamlar bir açılsınlar da bakalım.”
“Çocuklar emminiz geldi.” deyince memurlar dönüp bana baktılar.
İçlerinden biri, yüzü bana tanıdık gelen biri, “Vay! Nerelerdeydin, biz
de seni bekliyorduk!” dedi.
Yavaş adımlarla çukura doğru yürüdüm. İçimde tuhaf bir his vardı. Ne
göreceğimi biliyor gibiydim. Fakat bu his bir şimşek gibi aklıma düşüp
sonra aynı hızla, geride lacivert, loş bir ışık bırakarak kayboldu. Memurlar
yana çekilince ağacın hemen yanındaki çukurun ne kadar düzgün açılmış
olduğunu görerek şaşırdım. Çukurun içinde uzun saçlarıyla, neredeyse
siyaha dönüşmüş elbisesiyle bir kadın cesedi yatıyordu. Elbisesi deriyle
kaplı kemiklerin üzerine yapışmıştı sanki.

195
www.xasiork.biz

Biraz sonra yağmur yağmaya başlayınca memurlar, cesedin üzerini


naylonla örtmek istediler. Ama ben mani oldum, biraz daha incelemek
istediğimi söyledim. “Sen bilirsin.” deyip bahçenin kenarına park ettikleri
arabalarına koşturdular.
Komiser peşlerinden giderken “Aman dikkat et, hastalanma!” diye
takıldı, dönüp el salladım.
Portakal bahçesi, yağmurun da çökmesiyle ölümün kol gezdiği
karanlık bir mabede dönüşmekte gecikmedi.
49.
Genç adamla buluşmamıza daha çok vardı. Bir banyo yaptım, bir
şeyler atıştırdım. Hava yine soğuktu, geceden kalma ayaz ara ara
esiyordu.
Genç adamın telefondaki sesini hatırlamaya çalıştım. Korkmuş olduğu
her halinden belliydi. Kelimeleri daha önceden hazırladığı anlaşılıyordu.
Yine de arada kekelemiş, ne diyeceğini bilememişti. Onu daha fazla
sıkıntıya sokmamak için buluşma yerimizi söyleyip kapatmıştım telefonu.
Sesinin bir yerlerden tanıdık geldiğini telefonu kapatmış, çalışma odama
giderken fark etmiştim. “Ama,” demiştim kendi kendime, “Telefonda
hepimizin sesi birbirine benzemiyor mu zaten?”
Hava açmıştı; güneş, gri bulutların yer yer kapladığı gökyüzünde
kocaman, parlak bir leke gibi duruyordu. Atatürk Caddesi’ne çıkınca
rüzgâr da şiddetlendi. Yine de pastaneye giderken acele etmek
istemiyordum. Her şey yavaş yavaş gerçekleşsin istiyordum. Sağ elimle
silahımı, sol elimle de kalemimle not defterimi yokladım. Yeniden genç
adamın sesini hatırlamaya çalıştım. Biraz daha düşünürsem, yüz
hatlarını, çenesinin dudaklarının altında nasıl büküldüğünü, gözlerinin

196
www.xasiork.biz

heyecanla bir sağa sola nasıl dönüp durduğunu, ellerinin sürekli bir şeyi
bekler gibi nasıl kıpır kıpır olduğunu çıkaracaktım.
Pastaneden içeri girdiğimde, genç adamın hiç de düşündüğüm gibi biri
olmadığını gördüm. Bomboş masaların ortasında çok yalnız görünüyordu.
Tahminimden daha kısaydı, hafif kiloluydu. Nedense terlemişti. Beni
görünce hemen ayağa kalktı. Garsonu çağırıp iki çay söyledi. Kendinden
emin, sakin bir hali vardı. Acaba telefonda neden heyecanlanmıştı? Belki
de olanları yavaş yavaş kabullenmeye başlamıştı. Sigara çıkardım, ikram
ettim, kullanmadığını söyledi. Akıllı çocuk, diye geçirdim içimden. Bu
genç yaşta sigarayla ne işi olacak ki? Fakat yanındaki sandalyeye attığı
pardösüsüyle fötr şapkasının renklerini ona hiç yakıştıramadım. Biraz
fazla koyuydular.
Çayını yavaş yavaş yudumladı. Belki de benim söze girmemi
bekliyordu. Ama buraya ona yardım etmek için gelmiştim. Sözü bana
bırakmasını biraz çocukça buldum.
Birden, olayları ta en başından anlatmaya başladı. Sanki sihirli bir
değnek dokunmuştu dudaklarına. Sözcükleri seçerken oldukça itinalı
davranıyordu. Nişanlısının ortadan kayboluşunu, iki haftaya yakın süredir
ailecek neler çektiklerini, çok sevdiği nişanlısını bulmak için her çareye
başvurduğunu, ama bir sonuç alamadığını, ağlamaklı gözlerle
anlatıyordu.
Sözünü bitirdiğinde camekândan dışarı baktım, yağmur çiselemeye
başlamıştı. Kaldırım simsiyah, küçük noktalarla boyanmıştı. Yayalar acele
acele yürüyorlardı.
Birer çay daha istedim, genç adam önce hayır dese de ısrar edince
kabul etti. Az sonra yağmur şiddetlendi. Güneş bir ara görünür gibi oldu,

197
www.xasiork.biz

yağmur damlalarını gökyüzünden düşen elmaslara dönüştürdü, sonra


yeniden kayboldu. Her yanı gri bir sessizlik kapladı. Genç adam,
üzerindeki yükü boşaltmış olmanın hafifliğiyle dışarıyı seyretmeye
başladı. Şimdi söylediklerini ve onların manasını düşünüyor olmalıydı.
“Yağmur ne güzel yağıyor!” dedi.
“Evet. Bu pastanede yağmuru seyretmeyi her zaman sevmişimdir.”
diye cevap verdim.
Yaşlıca bir adam pastanenin tentesinin altında bir süre durup üstünü
başını silkeledikten sonra sağanak yağmurun içine daldı.
Garsonu çağırıp hesabı istedim. Genç adamdan telefonunu aldım,
ona küçük büromun adresini verdim; istediği zaman uğrayabilirdi.
“Yağmurun durmasını beklese miydik?” diye sordu genç adam kısık,
titreyen bir sesle.
“Haydi!” dedim, “Hemen şuradan taksiye bineriz.”
Genç adamı evine bırakırken onun yüzünü bir yerlerden hatırlayıp
hatırlamadığımı sordum kendime. Yağmur altında apartmanın saçağına
kadar hızlı hızlı koşması, pardösüsünün içine gömülmesi bana bir
yerlerden tanıdık geliyordu. Şoför “Nereye abi?” diye sorunca kendime
geldim. “Küçüksaat’e!” deyip bir sigara yaktım.
-BİTTİ-

198

You might also like