You are on page 1of 9

TDKP’nin Tasfiyesinin Köklerini Nerede Aramalı?

Geçmişte TDKP saflarında mücadele etmiş, hayli uzun zamandır da yollarını komünistlerin birliğini savunanlarla
birleştirmiş devrimciler olarak 2004 Temmuz’unda “Kızım Sana Söylüyorum Gelinim Sen Anla” başlıklı bir yazıyı
kaleme alıp TDKP’nin tasfiye öyküsünü dilimiz döndüğünce aktarmıştık. Ancak attığımız başlıktan da belli olduğu
üzere asıl amacımız bir TDKP muhasebesi yapmak değildi. Tasfiyeci bataklığa TDKP’nin yıllar önce geçtiği yollardan
daha sürüncemeli bir biçimde ilerleyen merkezci akımların militanlarına seslenmek, onları “anlatılan senin hikayendir”
diyerek uyarmak istemiştik. Ancak bir TDKP muhasebesi yapmayı da gereksiz bulmuyor, bilakis kendimizi böyle bir
muhasebeye katkı sunmakla yükümlü görüyorduk:

“Bu yazının sınırları içinde TDKP’nin nasıl tasfiye olduğunu bütün yönleriyle ele almak elbette mümkün değil. Üstelik
bunun nedeni sadece sayfa sorunu değil. Bu bizim gibi birkaç devrimcinin altından kalkabileceği bir iş değil ancak
TDKP’nin tasfiyesini önleyemese de devrimci örgütte ısrar eden tüm devrimcilerin çabasıyla tamamlanabilecek bir
muhasebe olabilir. Bu muhasebeye elimizden gelen katkıyı sunmak boynumuzun borcu olsun.” (Kızım Sana
Söylüyorum Gelinim Sen Anla)

Son iki yılın gelişmeleri TDKP muhasebesi vermeye niyetlenenlerin çoğaldığını, TDKP’yi yeniden diriltme yolunda bir
iradenin tekrar ortaya konduğunu gösteriyor. O halde yükümlülüklerimizi yerine getirmenin tam zamanı.

Yıllardır kendimizi “eski TDKP’liler” olarak değil komünistlerin birliğini savunan devrimciler olarak tarif ediyoruz. Doğal
olarak bu tutumumuz bir önceki yazımızda olduğu kadar bu yazımızda da meseleyi ele alış biçimimizi belirleyecek.
Geçmişe yönelik değerlendirmelerimizi siyasal ve örgütlü mücadelenin dışından, bugünkü kimliğimizi paranteze alarak
yapmayacağız. Aksine TDKP muhasebesinin bu ilk adımında esas olarak üzerinde durduğumuz partileşme
platformunun TDKP’ye ilişkin değerlendirmelerini hatırlatıp, somutlayıp derinleştirerek hem kendimize hem de
TDKP’nin muhasebesini vermek isteyen tüm devrimci güçlere ışık tutacak sonuçlar çıkarmak istiyoruz.

Çökertilen Bir Parti Mi? Başarısız Bir Partileşme Girişimi Mi?

TDKP muhasebesini vermek isteyenler öncelikle neyin muhasebesini vereceklerini netleştirmeli. Evet, muhasebenin
merkezinde TDKP duracak, TDKP’nin EMEP içinde ufalanmasını irdelenecek. Ancak bu muhasebeyi nereden
başlatmalı? 2 Şubat 1980’den mi? Nisan 1981 darbesinden mi? I. Genel Konferanstan’mı? Yoksa daha da gerilere mi
gitmeli? TDKP-İÖ’nün kurulduğu 1978 Konferansı’na ya da THKO Geçici Merkez Komitesi’nin kurulup Yoldaş’ın
çıkarılmaya başlanmasına mı mesela? Ya da THKO’nun kuruluşundan mı başlamalıyız bilançoyu çıkarmaya?

Başlangıç noktasını saptamak için başka bir soruya daha yanıt bulmalı: TDKP’den ve TDKP’nin tasfiyesinden ne
anlamalıyız? Bir zamanlar işçi ve emekçilere önderlik etmiş ancak daha sonra oportünistlerin galebe çalmasıyla
çökertilen bir komünist partiden mi bahsediyoruz? Yoksa aslında başarısız bir partileşme girişimine, doğru ve sağlam
temeller üzerinde kurulamamış, bu yüzden de bir parti niteliğini kazanamamış devrimci bir örgütün adım adım liberal
ve gevşek bir işçi çevresine dönüşmesine mi işaret ediyoruz?

Geçmişimize tarafsız bir akademisyen, bir hakem olarak değil TDKP saflarında mücadele etmiş devrimciler olarak
baktığımız için TDKP’lilerin, GKB’lilerin ve TDKP taraftarlarının devrim ve sosyalizm yolunda döktükleri teri, verdikleri
mücadeleyi aklımızdan çıkarmamız mümkün değil. “Parti bayrağını dik tutmak” için kan ve can pahasına bedeller
ödendiğini unutmak tövbekarlıktır, inkarcılıktır. Ancak geçmişimizin nostaljik duygularla, TDKP romantizmi ya da
hamasetiyle değil militanlıktan taviz vermeyen bir serinkanlılıkla ele alınması gerektiğinin de bilincindeyiz.

TDKP devrimci bir örgüttü. Buna şüphe yok. Ancak TDKP’nin hiçbir zaman komünist bir parti olamadığını da teslim
etmeliyiz. Komünist olmadığını görmek için TDKP’nin programı, işleyişi ve siyasi çizgisi ile Komünist Enternasyonal’in
ilk dört kongresinde çizilen çerçeveyi karşılaştırmak yeterli. Ancak bu yazımızda bu karşılaştırma üzerinde
durmaktansa TDKP’nin bir parti olup olmadığı üzerinde yoğunlaşacağız.

Yaygın kanının aksine, TDKP’nin işçi sınıfına önderlik edebilecek bir parti olmadığını ele veren olgular TDKP’nin
kurulmasıyla dağılmasının bir olması, partinin siyasi faaliyetinin kuruluşundan sekiz ay sonra gerçekleşen askeri
darbeyle kesintiye uğraması değildir. Zira böylesi felaketlerin devrimci bir partinin başına gelmesi, hatta bu partiyi tarih
sahnesinden silmesi de mümkündür. Bu bakımdan TDKP’nin parti olmadığının kanıtları darbelerin yarattığı
tahribatlarda aranamaz. Zaten TDKP’yi bitiren düşmanın darbeleri olsaydı TDKP’nin tasfiyesinden değil fiziksel
imhasından söz etmemiz gerekirdi. Ancak bilindiği gibi üst kademe yöneticilerin tüm teslimiyetine karşın TDKP
militanları cellatların ve sorgucuların önünde diz çökmeyerek imha girişimlerini boşa çıkardılar.
Asıl kanıtlar başka yerde üstelik gözler önündedir. Bizzat TDKP yöneticilerinin kendileri partinin hali hazırdaki
durumundan söz ederken bir yeniden inşa faaliyetinden söz etmekte, başka bir deyişle partinin bulunmadığını kabul
etmektedirler.

TDKP’nin kendi önüne koyduğu görevleri yerine getirebilecek bir parti olmadığının daha “objektif” kanıtları da vardır.
Parti olma iddiasını taşıyan bir güçten en azından programı doğrultusunda hareket etmesi ve tüzüğüne uyması
beklenmelidir. TDKP içinse böyle bir durum söz konusu değildir.

Tüzükte partinin en üst organı kabul edilen kongre kuruluşun üzerinden 26, Nisan darbesinin üzerinden 25 yıl
geçmesine karşın hala toplanmamıştır. İkinci kongrenin toplanamaması, TDKP’nin kuruluşundan hemen sonra
dağıldığının resmi yöneticiler tarafından itirafından başka bir şey olmasa gerekir.

TDKP düzenlediği tek kongrenin kararlarına da uymamıştır. Programı yine kuruluş kongresinden sekiz ay sonra hasır
altı edilmiş, unutturulmaya çalışılmıştır.

Nihayet, parti tüzüğünün kongreyle ilgili olmayan kısımları da uygulanamamıştır. Tüzük tam da Lenin’in “Bir Yoldaşa
Örgütsel Görevlerimiz Üzerine Mektup”ta belirttiği gibi kağıt üzerinde kalmaya yazgılı bir tüzük olmuştur. Ne yönetici
kadroların cezaevi pratiği sorgulanmış ne de il komiteleri tüzükteki yetkilerine dayanarak yıllar boyu ertelenmiş
kongreyi tekrar toplamaya gayret etmiştir.

Besbelli ki karşımızda işçi sınıfına önderlik eden bir parti değil, kendisine parti adını yakıştırmasına rağmen kongresini
toplayamayan, programını hasıraltı eden, tüzüğünü hiç uygulayamamış, kısacası bir partinin yerine getirmesi gereken
asgari yükümlülüklerin bir tanesini bile yerine getirmemiş bir devrimci örgüt durmaktadır.

Tüm bu nedenlerden ötürü TDKP’yi iyi kötü işleyen ancak zaman içerisinde oportünistlerin sızmasıyla, işleyişi sabote
edilerek tasfiye edilmiş bir parti olarak görmemek gerekir. TDKP, başarısız bir partileşme stratejisinin ürünü olan bir
irade beyanıdır. 1971 yılındaki yenilgiden sonra devrimci bir partiye ihtiyaç duyan THKO geleneğinden gelen
kadroların bir kısmının 1974 sonrasındaki örgütsel ve politik çabalarının ürünü olan bir örgütün adıdır TDKP. Bu örgüt
uzun ve dolambaçlı bir yoldan sonra düzenlediği kongrede kendine parti adını vermiştir. Ancak demin sıraladığımız
olguların da açıkça gösterdiği gibi TDKP hiçbir zaman kendine yakıştırdığı niteliklere sahip olmadı. TDKP 12 Eylül
sonrasında 1987’den bir devrimci örgüt olarak toparlanıp ayağa kalksa da, hatta devrimci hareket içinde işçi sınıfıyla
en sıkı bağları kurmuş örgüt sıfatını kazansa da, kendi yöneticilerinin ve muhaliflerinin de zımnen kabul ettikleri gibi bir
parti niteliğine kavuşmamıştır.

Sonuçlarla Nedenleri Karıştırmamalı

TDKP’nin bir parti değil de başarısız bir partileşme girişimi olduğu alalade bir saptama değil, EMEP’te noktalanan
süreci anlamanın ön koşuludur.

Herşeyden önce bu saptama bize piyasadaki TDKP eleştirilerinin geçersizliğini gösterecektir. Bugüne kadar yapılmış
tüm TDKP eleştirileri üç temel noktada toplanabilir: TDKP’nin yaslandığı sınıfsal taban, TDKP’nin programı, TDKP
yöneticilerinin ihaneti. Oysa bu saptamalar TDKP’nin EMEP’e dönüşümü hakkında bize en küçük bir ipucu bile
vermez.

TDKP’nin küçük burjuva katmanlara yaslanması, işçi sınıfıyla ciddi bağlar kuramaması, başka bir deyişle partinin
dayanıksız bir sosyal zemin üzerine inşa edilmesi sıkça başvurulan bir tasfiye açıklamasıdır. Gerçekse bunun tam
tersidir. 12 Eylül öncesinde ve sonrasında sınıfla TDKP’nin kurduğu yaygınlıkta ve sıkılıkta bir ilişki kuran başka bir
akıma rastlamak neredeyse mümkün değildir. Bu alanda TDKP’nin önünde olan iki akım olan TKP ve DEV-YOL’sa
TDKP’den önce dağılıp gitmiştir. Belli ki işçi sınıfı içindeki örgütlülük, işçi sınıfıyla kurulan bağlar herhangi bir akımı
tasfiyeciliğe karşı şerbetli kılmıyor.

Başka bir popüler bir açıklama da TDKP’nin programı nedeniyle tasfiye olduğunu ileri sürer. Bu iddia da doğru değildir.
Kuşkusuz programının başına açık açık Mustafa Suphi’lerin TKP’sini aştığını yazan TDKP’nin bu iddiasının gereklerini
programatik düzeyde yerine getiremediği, TDKP programının Mustafa Suphi’lerin TKP’sinin programının gerisinde
olduğu bir vakadır. Ancak TDKP programının burjuva diktatörlüğünün sınırlarına sığmadığını göstermek için çokça
eleştirilen ancak pek az okunan bu metnin 16. maddesini hatırlamak kafidir: “Türkiye Devrimci Komünist Partisi,
militarist-bürokratik devlet cihazını zor ve şiddete dayanan devrimle yok edecektir. Halkın gericiliğe karşı yürüteceği
genel silahlı ayaklanma süreci içinde doğacak ve Türkiye Devrimci Komünist Partisi tarafından yürütülecek olan işçi
sınıfı ve köylülüğe dayanacak halk ordusu; karşı-devrimci silahlı kuvvetlerin dağıtılmasının, devrimci demokratik halk
iktidarının kurulmasının, onun ülke çapına yayılarak pekiştirilmesinin ve devrimin kazançlarının savunulmasının aracı
olacaktır.” Böyle bir programın liberal bir işçi partisine zemin hazırladığını savunmak ancak saçmalık olabilir. Hele bir
de TDKP programının tasfiyeciler tarafından yürüttükleri operasyonları meşrulaştırılmak için hiçbir zaman
kullanılamadığı, tasfiyecilerin programı kadrolardan köşe bucak kaçırdıkları hatırlanırsa bu açıklamanın çürüklüğü
iyiden iyiye meydana çıkacaktır.

Tasfiyeciliğin kökenlerini TDKP programındaki ulusal burjuvaziyle, “devrimci mücadele verdiği koşullar altında” ittifak
yapmaya kapı aralayan cümlelerde arayanlar da gerçekleri başaşağı çevirmektedirler. Zira TDKP tasfiye sürecinin
hızlandığı doksanların başından itibaren ulusal burjuvaziyle ittifak yapma olasılığından bahsetmek şöyle dursun sürekli
olarak emek-sermaye çelişkisinden söz etmeye başlamıştır. EP-EMEP programları bu yönelimin çarpıcı iki
somutlamasıdır. Tasfiyenin programatik dayanak noktası “ulusal burjuvaziyle” ittifak yapmayı bir ihtimal olarak kabul
eden TDKP programı değil “sermaye mezara emek iktidara” diyen Emek Partisi’nin programı ve Özgürlük Dünyası’nda
bu programın alt yapısını oluşturan makaleler olmuştur.

Zaman içinde TDKP’yle yollarını ayırmış ya da partinin dışına düşmüş kesimlerse tasfiyeyi daha çok içeriden çevirilen
entirikalarla açıklarlar. 2 Şubattan bugüne gelmek için bir çok entirika çevirildiği tarihimize azcık aşina olan herkesin
malumu olsa da tüm olan biteni TDKP’nin yöneticilerinin sırtına yıkmak da yanıltıcı bir tutumdur. Zira bu yöneticiler
gökten zembille inmemiş, aksine 2 Şubat 1980 tarihinde TDKP tüzüğü tarafından partinin en üst organı olarak kabul
edilen kongre tarafından seçilmişlerdir. Bu bakımdan yöneticilerin eylemlerinden bu yöneticiler kadar onları seçen
partililer de sorumludur.

Kaldı ki kongrede onaylanan tüzük MK’yı herşeye kadir yetkilerle donatmıyordu. Aksine tüzük bu konuda son derece
açıktır: “Parti kongresi Merkez Komitesi tarafından toplanır. Merkez komitesinin düşman eline geçmesi veya zaaf
göstermesi durumunda il örgütlerinin üçte iki çoğunluğunun kararı ile olağan üstü toplanır. Örgütün dağıldığı veya MK
veya il örgütlerinin (olağan üstü siyasi durumlar dışında) kongreye gitmemesi durumunda parti üyeleri genel bir
çoğunlukla kongre talep eder ve partiyi kongreye götürürler.” Oysa TDKP üyeleri 12 Eylül sonrasında teslim bayrağını
çeken Merkez Komite üyelerinden hesap soracak ve yeni bir Merkez Komite seçecek bir kongreyi toplama girişiminde
bulunmadılar Dolayısıyla mesele ille de kişilerle açıklanacaksa sadece Merkez Komitesi üyelerini değil tüm üyeleri
sorumlu tutmak gerekir.

Tüm bunlar TDKP’nin işçi sınıfıyla kurduğu ilişkilerdeki, programındaki ya da yönetici kadrolardaki zaaflara işaret
edenlerin bu tespitlerinde yanıldıkları anlamına gelmiyor. Yanlış olan tespitin kendisi değil bir açıklama olarak
kullanılmasıdır. TDKP’nin işçi sınıfıyla kurduğu bağlar komünist bir partinin sınıfla kurduğu bağlara benzememektedir;
keza TDKP’nin programında da önemli açıklar bulmak, TDKP’nin programının sadece Mustafa Suphi TKP’sinin değil,
özellikle Kürt Meselesine ilişkin 71 kopuşunun bir ürünü olan TKP-ML’nin programından da geri olduğunu göstermek
mümkündür. Benzer şekilde TDKP’de yöneticilik yapmış, en üst düzeyde sorumluluk almış unsurlar arasından devrim
ve sosyalizm davasına ihanet edenlerin çıktığını bilmeyen yok gibidir. Ancak TDKP’de varolan bu zaaflar, TDKP’nin
tasfiyenin nedenleri değil TDKP’nin tasfiyesine de yol açan bir başka nedenin sonuçlarıdırlar.

Tasfiyenin asıl nedeni partileşme konusundaki sağlıksız kavrayış ve yönelimlerdir. TDKP’nin kurucuları devrimci bir
partiyi kurmak için gerekli muhasebeyi çıkarmadılar, politik mücadeleyi vermediler. Partileşme yolunda yanlış bir
yöntem izlediler. Programı, sınıfla ilişki kurma tarzı ve yönetici kadrolarıyla TDKP bu yanlış yöntemin bir ürünü oldu.
Başka bir deyişle tasfiyenin zemini 2 Şubat kongresinden çok önce 1975 yılından 1980’e varan zaman diliminde
TDKP’nin kuruluş sürecinde döşendi. Bu yüzden tasfiyenin nedenlerini daha yakından incelemek için TDKP’ye hayat
veren partileşme anlayışının tohumlarının atıldığı 1975 yılını verilecek bir muhasebenin kalkış noktası olarak kabul
etmek gerekir.

THKO’dan TDKP-İÖ’ye

TDKP 71 hareketinin bir ürünüdür. 71 Hareketi’nin temsilcisi olan üç örgüt, THKO, THKP ve TKP-ML hem büyük bir
devrimci kopuşu gerçekleştirdiler hem de büyük bir yenilgiye uğradılar. 1971 yasalcılıktan, parlamenterizmden, sınıf
uzlaşmacılığından ve farklı oranlarda kemalizmden kopuş anlamına geliyordu. Ama aynı zamanda 1971 bir yenilgiydi.
Benimsedikleri devrim stratejisine uygun bir biçimde hareket eden bu üç örgütün gözüpek önder kadrosu, tümüyle
dağıtılmış, devlete karşı öncü savaşı ya da halk savaşını örgütleme niyetinde olan bu üç örgüt de amaçlarına
ulaşamadan darmadağın edilmişlerdi.

Geçmişte biz Deniz’lerin THKO’suyla partimiz arasında hep organik bir ilişki kurmuştuk. Sözünü ettiğimiz ilişki elbette
bizim kendi öznel fikrimizin ve hislerimizin ürünü değildi. Aksine partinin yayınlarında geçmişe ilişkin yapılan
değerlendirmelerde THKO’dan hep “öncel örgütümüz” olarak söz edilirdi. Kendini TDKP’li olarak görenler aynı ilişkiyi
kurmayı bugün de sürdürüyorlar.
TDKPlilerin asıl olarak THKO kadrolarından ve sempatizanlarından oluştuğu doğru olsa da THKO’nun TDKP’nin öncel
örgütü olduğunu söylemek gerçeği yansıtmaz. Herşeyden önce 2 Şubat 1980’deki kuruluş kongresinde iradesi temsil
edilen partililerin önemli bir bölümü fokocu bir örgüt olan THKO’nun üyeleri değildi. Zaten TDKPlilerin daha sonradan
da kabul ettikleri gibi Denizlerin THKO’sunun örgütün içiyle dışını ayırt eden net örgütsel normları mevcut değildi.
Üstelik fokocu bir savaşçılar birliği olan THKO 12 Mart Darbesi ertesinde zaten fiziken ortadan kaldırılmıştı.

Buna karşılık, THKO içinde bizzat savaşmış olanlar da dahil olmak üzere, kendisini THKOlu olarak görenlerin önemli
bir kısmı bizim TDKP’ye varan yolda takip ettiğimiz çizgiyle yollarını daha baştan ayırıp TKEP’e varacak bir yol
izlediler. TDKP’yi THKO’nun ürünü olarak göstermek bu yüzden de yanlıştır.

En önemlisi, birazdan ayrıntılarıyla belirteceğimiz gibi ne 1975-1978 yılında THKO adını kullanan bizlerin ne de
TKEP’e giden yolda THKO Mücadelede Birlik ismini kullanan devrimcilerin kurdukları örgütün programatik, örgütsel ve
mücadele anlayışı olarak Denizlerin, Sinanların THKO’suyla bir benzerliği vardır.

Tüm bu nedenlerden ötürü 1974 sonrasındaki döneme değinirken “THKO” ya da “THKOlular” yerine “TDKP’yi kuracak
olanlar” tanımlamasını tercih edeceğiz. Sözü edilen yanılgıların kimi “TKEP’i kuracak olanları” da kapsasa da biz
sürecin TDKP’yi ilgilendiren ve şekillendiren kısmına odaklanacağız.

1974-1978 arası dönemde TDKP’yi kuracak olanların siyasi pratiklerine çelişkili iki tutum damgasını vurdu. Birinci
tutum 1971’deki yenilgiyi THKO’nun değil, THKP’yi ve TKP-ML’yi kapsayacak şekilde tüm devrimci hareketin yenilgisi
olarak kabul ederek bütünsel bir muhasebe yapmak, önüne 71 kopuşunun sürekliliğini sağlayacak, oportünizmle ayrım
çizgilerini derinleştirecek devrimci bir parti kurma görevini koymaktı. Böyle bir muhasebe de parti de elbette sadece
THKO’luları değil her üç damardan gelen devrimcileri de kapsamalıydı. İkinci tutumsa kolaya kaçarak kendilerini
Sinan’ların, Deniz’lerin silah arkadaşı olarak tanıtmak, THKO’nun uyandırdığı sempatiden faydalanarak örgütlenmekti.

Birinci tutumun izlendiğini göstermek isteyenlerin kanıt bulmaları zor değildi. TDKP’yi kuracak olanlar 71 Hareketini bir
bütün olarak sahiplendiklerini iddia ettiler. Sadece 71 yenilgisini kabul etmekle kalmayıp aynı zamanda bir muhasebe
ihtiyacını da dile getirdiler. Bir makyaj tazeleme olarak nitelenemeyecek muhasebede THKO’nun programatik temelleri
ve eylem çizgisi tümüyle reddedildi. Yoldaş’ın birinci sayısında devrimci maceracılık eleştirildi. İkinci sayısındaysa
Sovyetler Birliği’ni sosyal-emperyalist bir ülke olarak tanımlandı. TDKP’yi kuracak olanlar THKO, THKP ve TKP-ML’nin
önderlerini marksist-leninist öğretmenler olarak değil halk kahramanları olarak sahiplendiler. Böylelikle 71 Hareketiyle
bolşeviklerin narodniklerle kurdukları türden bir ilişki kurmanın, devrimci mirası kapsayarak aşmanın yolunu döşediler.
Nihayet ve belki de en önemlisi 71 Hareketine kendileri gibi devrimci kaygılarla baktıklarını, kendilerininkine benzer
programatik kaygılar taşıdıklarını düşündükleri THKP-C/ML, ve TKP-ML Hareketiyle proleter devrimcilerin birliğini
sağlama amacıyla bir blok oluşturdular.

Ancak TDKP’yi kuracak olanların ikinci yolu seçtiğine ilişkin göstergeler bunlardan az değildi. Ne yazık ki her zaman
bu ikinci eğilim belirleyici oldu. Bunun en açık kanıtı elbette yapılan muhasebelerdi. TDKP’yi kuracak olanlar 71
Hareketini sadece lafta bir bütün olarak sahiplendiler. 71 kopuşunun doruk noktası olan İbrahim Kaypakkaya’nın
mirasını sahiplenmeye yanaşmadılar. 71’i kapsayarak aşma iddiasında olsalar da Kaypakkaya’nın Kürt meselesine ve
Mustafa Suphi TKP’sine ilişkin yaptığı ve devrimci hareket için önemli kazanımlar olarak görülmesi gereken
saptamaları benimsemediler. Tam da bu tutumları nedeniyle kendisini Şefik Hüsnü’nün mirasçısı olarak gören, Kürt
sorununda açıkça sosyal-şoven bir çizgisi olan Aydınlıkçılarla tehlikeli bir yakınlaşma içine girdiler. “İkinci dönem
THKO'nun sağa kaydığı dönemdir. Bu dönemde kısa bir süre için de olsa revizyonist TİİKP de proleter devrimcilerin
birliği içinde değerlendirildi.” (Kongre Belgeleri).

71 Hareketi karşısındaki rekabetçi THKO merkezli tutum kendisini yıllar sonra şöyle belli edecekti: “Partimizin önceli
THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) .... Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil ve arkadaşları
tarafından kurulmuştu. Deniz Gezmiş, 68 hareketinin simgesi olan bir kişilik; arkadaşları o dönemlerin en itibarlı
gençlik liderleri idi. Bu nedenle de, işçi sınıfı ile birlik sürecinde doğmuş olmadığı halde; THKO, ilgili dönemde
kurulmuş olan benzer örgütler arasında ön plana çıktığı gibi; halk içinde bunların en fazla bilineni, ilgi göreni ve
sempati toplayanı da olmuştu...” (Partimizin 19. Yılı ve Deneyimleri Üzerine, Devrimin Sesi Sayı 201). 1971 Hareketi
devrimciydi ama THKO daha devrimciydi. Hareketin liderleri halk önderleriydi ama THKO’lular en iyi önderlik edendi.
THKO’lular geçmişi böyle değerlendiriyorlardı. Mahirlerin, İboların daha az “popüler” olduğunu kim nasıl ölçmüştü
acaba?

TDKP’yi kuracak olanların yüzünü komünizme dönmüş tüm güçleri kucaklayacak devrimci bir parti yaratma iddiasıyla
çelişen bir diğer tutumları da THKO ismini kullanmadaki ısrarlarıydı. 1975-78 döneminde THKO’yu THKO yapan bütün
özellikleri reddetmelerine karşın kendilerini THKO olarak adlandırmakta beis görmediler. Henüz THKO’ya dair bir
belirlemenin yapılmadığı bir dönemde THKO adının kullanılması anlaşılır olabilirdi. Halbuki THKO Geçici Merkez
Komitesinin kuruluşunu ilan ettiğinde THKO’nun eski çizgisiyle en ufak bir benzerliği bile yoktu. Zira GMK’nın ilk
işlerinden biri THKO’nun bütün politik temellerinin reddeden Yoldaş’ın çıkarılması olmuştu.

TDKP’yi kuracak olanların THKO ismini sahiplenmeye devam etmesi aslında bir yönüyle bir örgütün sürekliliğini
sağlayan şeyin savunulan görüşlerin ve izlenen eylem çizgisinin sürekliliği değil o örgütteki kişilerin sürekliliği olduğunu
savunan hakim siyaset anlayışının yansımasıdır. Oysa Hakın Kurtuluşu Mücadelede Birlik bölünmesi böylesi bir
süreklilikten söz etmeyi bile imkansızlaştırır. THKO isminin korunmasında ısrarın bir diğer nedeni de bu isminin
prestijine dayanarak politika yapmanın sağladığı kolaylıklardan vazgeçilememesi olmuştur.

Nihayet, TDKP’yi kuracak olanların proleter devrimcilerin birliği yerine THKO sempatizanlarını örgütleme görevine
önüne koyduğunun en açık kanıtı 1975 yılında kurulan blokun akıbeti olmuştur. Bu blok Halkın Kurtuluşu’nun ve
bloğun grupçulukta Halkın Kurtuluşu’nu aratmayan diğer bileşenlerinin rekabetçi tutumları nedeniyle bir parti birliğine
doğru ilerlemedi. Ancak bu bloğu dağıtan Halkın Kurtuluşu oldu. Blok Halkın Kurtuluşu’nun ilk bakışta ileriye doğru
atılmış bir adım gibi görünen hamlesinin sonucunda dağıldı.

1978 yılında toplanan THKO Konferansı THKO adını terk etmeye karar verdi. Gerekçe örgütün hali hazırdaki siyasi
çizgisiyle THKO arasında uzaktan yakından bir benzerliğin bulunmamasıydı. “Konferansımız, THKO adının, komünist
niteliği ve amaçlarıyla uygun düşmediği ve sınıfın devrimci partisinin kuruluşunun yakın olduğu tespitlerinden
hareketle, örgütümüzün adını TDKP-İÖ (Türkiye Devrimci Komünist Partisi İnşa Örgütü) olarak değiştirdi.” (Devrimin
Sesi 201) Kuşkusuz kendi başına ele alındığında THKO adının örgütün hali hazır çizgisiyle bağdaşmadığının fark
edilmesi olumlu olarak değerlendirmek mümkün. Ancak isim değişikliğine yol açan asıl bu kaygı olsaydı söz konusu
değişikliğin 1975 yılında Yoldaş’ın birincisi sayısı çıkar çıkmaz, hatta çıkmadan evvel yapılması gerekirdi. Benzer
şekilde 1978 yılında Maoizm eleştirisi verildiği ve hareketimizin Çin hakkındaki görüşlerinin aniden değiştği dönemde
örgütün adını bir kez daha değiştirmek gerekirdi.

İsim değişikliğinin nedeleri başka yerde aranmalıdır. TDKP-İÖ’nün ilanı, özü itibariyle, benzer siyasal çizgileri savunan
akımları devre dışı bırakmaya yönelik oportünist bir manevradır.

Konferansla birlikte TDKP’yi kuracak olanlar komünistlerin parti birliğinin nasıl gerçekleşeceğini ilan etmiş
bulunuyorlardı. Tüm komünistleri kendi amatör örgütlerine çağırıyor, bu amatör örgütün kendi iç evrimi yoluyla bir
devrimciler örgütüne dönüşeceğini (daha da vahimi dönüşme arifesinde olduğunu) savunuyorlardı. “Öte yandan
Konferans, proleter devrimcilerin birliği politikasının anlamını değiştirmiş ve birliğin artık TDKP-İÖ ne katılarak
gerçekleşeceğini ilan etmişti. 'Proleter devrimcilerin birliği'nin, gelinen yerde, uluslararası komünist hareketle birlik,
ortaya konulan Marksist-Leninist program ve siyasetlerde birlik ve TDKP-İÖ saflarında birlik demek olduğunun
(Kongre Belgeleri) ilan edilmesi, partimizin saflarında sorumluluk duygusunun güçlenmesine yol açtığı gibi,
örgütlerimizindaha güvenli, daha iddialı, daha olgun ve sorumlu hareket etmeleri anlamına da geldi. “ (Devrimin Sesi
201)

1978 kongresiyle birlikte aslında THKO mirası değil (bu miras 1975’te çoktan reddedilmişti) komünistlerin birliği projesi
reddediliyordu. Devrimci komünist partinin temel siyasal ve örgütsel sorunlarda birbiriyle anlaşmış devrimci güçler
tarafından değil tek bir örgütün iç evriminin ürünü olan bir inşa örgütü tarafından gerçekleştirileceği savunuluyordu. Bu
kavrayış nedeniyle TDKP-İÖ dışında kalan tüm devrimci güçlerse bu amatör örgüte davet ediliyordu.

12 Eylül Yenilgisi Farklı Bir Biçimde Yorumlanmalı

“El çabukluğu marifet” diyerek parti inşa örgütünü kurmak ve tüm komünistleri bu örgütün bayrağı altına çağırmak
elbette kendi sonuçlarını üretti. Diğer örgütlerdeki militanların hiçbiri bu çağrıya kulak vermedi. TDKP-İÖ’nün diğer
örgütleri sekterlik, küçük burjuva rekabetçiliğiyle suçlaması TDKP’yi bu örgütlerin militanları için bir çekim merkezi
yapmak şöyle dursun, onların kendi örgütlerine daha sekter bir biçimde bağlanmasına yol açtı.

2 Şubat 1980’de toplanan kongreyle TDKP-İÖ yerini Türkiye Devrimci Komünist Partisi’ne bıraktı. Ancak parti
olduğunu ilan etmekle parti olmak arasındaki farkın ne olduğunu görmek için çok fazla beklemek gerekmedi. 1981
darbesinin ardından TDKP Merkez Komitesi neredeyse tümüyle çözüldü. Program ve tüzük rafa kaldırıldı. TDKP o
gün bugündür bir daha toparlanamadı.

Cunta karşısında asıl zaafı TDKP’nin yerel ve çevre örgütleri değil, TDKP’nin yönetici kadroları gösterdi. Ancak
TDKP’liler işkencehanelerden alınlarının akıyla çıksalar da partinin programını ve tüzüğünü rafa kaldıran ekiple
hesaplaşamadılar. Ne il komiteleri ne de üyeler tüzüğün kendilerine verdiği hakkı kullanıp kongreyi toplayabildiler.
Ancak bu başarısızlık tek tek kadroların değil bir bütün olarak örgütün eksikliği olarak kabul edilmeli. 2 Şubat 1980’de
bir parti niteliğine sahip olmadığı halde rakip akımların önüne geçmek için partileşme sürecini oldu bittiye getirenbir
örgütün il komiteleri ya da üyeleri de tüzükte belirtilen haklarını kullanamazdılar elbette.

Tüzükteki haklara dayanarak bir kongre örgütlenememesinin temel nedeni elbette TDKP’nin sakat bir partileşme
kavrayışının sonucunda kurulmasıydı. Bu eksiklik TDKP yöneticilerinin grupçu alışkanlıklarını pekiştirdi. Özellikle 1987
sonrasında bizimle birlikte Arnavutlukçu hatta duran akımlara karşı daha hırçın ve kibirli bir çizgi benimsendi.
1970’lerde önlerine koydukları partileşme hedefine 80 sonrasında ulaşmak isteyen TKP/ML-Hareketi ve TKİH tüm
grupçu manevralarına karşın TDKP’yi de partileşme platformuna çağırdı. TDKP yöneticileri bu çağrıyı 80 öncesindeki
yanlışlarının muhasebesini vermek için bir fırsat olarak değil de kendi örgütsel varlığına yönelik bir tehdit olarak
algıladıkları için Devrimin Sesi’nde partileşme platformunun çağrıcıları sık sık parti karşıtı ve tasfiyeci olmakla
suçlandı.

Bu hırçın tutuma paralel olarak örgütü ayakta tutmak için ölçüsüz TDKP güzellemelerine de başvuruldu elbet. Önce
partinin çizgisindeki tüm zaaflar 85’te kendini belli eden “sağcı oportünist” ekibin üzerine yıkıldı, sonra zaten kendisi
devrimcilikten vazgeçmeye hazır olan bu ekibin parti dışına atılması büyük bir zafer olarak sunuldu. Bu efsanelerin
göz boyacı etkisine dayanarak 12 Eylül’de örgütün tümünü felç eden yöneticiler kendilerini partiyi tasfiyeden kurtaran
bir ekip olarak pazarladılar.

TDKP bir parti niteliğini kazanmadan, komünistlerin birliğini sağlamadan işçi sınıfına önderlik etmeyi becerebilseydi,
bu hiç kuşkusuz Leninist parti teorisini çürüten bir gelişme olurdu. Ancak TDKP’nin 12 Eylül sonrasındaki evrimi
komünistlerin birliğinin işçilerin birliğinin olmazsa olmaz koşullarından biri olduğunu savunan leninist parti teorisini
doğruladı. 1987 sonrasında komünist parti inşa etme görevini savsaklayıp, sanki THKO’lular ve TDKP’liler daha önce
başka bir sınıfın içinde çalışma yürütüyormuş gibi, “sınıfa yönelme” perspektifini benimseyen TDKP başlangıçta
yükselen bahar hareketlerinden güç kazanır gibi görünse de aslında kendi tasfiyesinin koşullarını olgunlaştırdı.
Kitlelere yöneldikçe bir yandan kendi devrimci politik hattından adım adım taviz vermeye başladı. Eş zamanlı olarak
partinin çevresinde illegal bir parti içinde örgütlenmesi mümkün olmayan, zaten böyle bir niyet de taşımayan,
çoğunlukla sendika bürokratlarından oluşan reformist unsurlar birikmeye başladı.

Bu durum karşısında yönetici klik bir yandan partinin ve gençlik örgütünün kadroları adım adım yasal alana çıkarıldı.
Öte yandan önce TDKP Röportajıyla sonra da “işçi kitle partisi” broşürüyle sendika bürokratlarının ve eski TKP’nin
artıklarının yasal bir işçi partisinde örgütlenmesinin zemini hazırlandı. Tabii bu süreç içerisinde Perinçek’in ve Dev-
Yol’un tasfiyeci projelerine karşı keskin bir saldırı kampanyası başlatıldı. Bu sırada özellikle biz genç kadrolar partinin
sesini duyurmak için ses getirici dar kadro eylemleri düzenlenmeye yönlendiriliyorduk.

Ancak bir soruyu henüz yanıtlamadık: “Nasıl oldu da cuntaya karşı bu kadar direngen bir tutum takınan TDKP’liler
tasfiyeci şefleri başlarından atamadılar, tasfiyeci şeflere karşı hareket etmede bu kadar geç kaldılar?” Bu sorunun
yanıtını kendi payımıza bir önceki sayımızda şöyle vermiştik. “Biz partiden hemen ayrılamayanlardan çıktık. Ayrılan
arkadaşların gerekçelerine saygı duyuyorduk ama diğer yandan da bizi parti içerisinde bu oportünistlerle başbaşa
bırakmalarından dolayı öfkeleniyorduk. İçeride kalıp savaşmak mücadele etmek lazımdı. Oysa hem arkadaşların
küskün tutumu hem de bizim içeride kalıp mücadele etme azmimiz yanlıştı. Arkadaşların ayrılması doğruydu. Ama
küsmeleri yanlıştı. Bizim mücadele etmemiz doğruydu. Ama içeride kalmamız yanlıştı. Arkadaşlar niye oradasınız diye
sorduğunda “Ne yapalım? Nereye gidelim?” diye cevap veriyorduk. Biz açık partideydik çünkü işçi sınıfı buradaydı.
Rosa Luxemburg genelde troçkistler tarafından bayraklaştırıldığından bizim gelenekten gelenler arasında pek
sevilmez. Ama o zamanlar kullandığımız “en kötü örgüt örgütsüzlükten iyidir” lafının da Rosa Luxemburg’dan
kaynaklandığını bilmiyorduk. Bu lafın devrimci bir parti yaratma iradesinden yoksun olanlar tarafından kullanıldığını
fark etmemiştik. Ölümü düşünüp sıtmaya razı oluyorduk aslında. Oysa yasal parti içerisinde illegal bir partiyi koruma
ya da yaratma mücadele verilmezdi. Ayrılıp dışarıdan müdahale etmek gerekirdi. Zira içeride kaldığımız sürece örgüt
yıkıcılığı yapmama adına parti içindeki diğer devrimcilerle buluşamadık. Böylelikle tasfiyecilerin zemininde tasfiyecilere
karşı mücadele ediyorduk. Elbette kaybedecektik.” (Kızım Sana Söylüyorum)

İki sene önce kendi payımıza yaptığımız değerlendirmeyi bir adım daha ileri götürmek mümkün. Biz TDKP çizgisinde
sadece “en kötü örgüt örgütsüzlükten iyidir” diye düşündüğümüz için kalmamıştık. Aynı zamanda 1975-80 döneminin
partileşme anlayışındaki sakatlıkları üzerimizde taşıdığımız için de kalmıştık. Kendi çizgimizin devrimci akımların
diğerlerinden sadece farklı değil aynı zamanda “daha devrimci” olduğunu düşünüyorduk, kitle çalışması olsun, sınıf
vurgusu olsun parti bilinci olsun tüm bu alanlarda “bizim geleneğimizin” daha ileride olduğuna inanıyorduk. Bu yüzden
de ayrılmadık, ne yapılacaksa TDKP ve çevresinde bulunan güçlerle yapılacağını düşündük. TDKP toparlanırsa diğer
akımlar içindeki samimi güçlerin de bizim çizgimize geleceğine inanıyorduk. Bu yanılgımız yüzünden hem hayli zaman
kaybettik hem de TDKP’nin gevşek bir işçi örgütüne dönüşmesi karşısında bulunmamız gereken müdahalelerde
bulunmadık. Benzer bir durumun TDKP saflarında birlikte mücadele ettiğimiz yoldaşlarımız için de geçerli olduğu
kanısındayız.

EKİM-TKİP Süreci Hepimize Ders Olmalı

12 Mart ertesinde yapılan muhasebenin parti sorununa ilişkin yetersizlikleri ve sakatlıkları hem 12 Eylül’e varan sakat
partileşme anlayışından hem de 12 Eylül ertesindeki tasfiyeci pratikten birinci dereceden sorumludur. Bu bağlantının
tek kanıtı TDKP deneyimi değildir. EKİM’in TKİP’e evrimi de 12 Mart ve 12 Eylül muhasebelerinin nasıl olmaması
gerektiğini gösteren ibretlik bir başka örnektir.

1987’de saflarımızdan ayrılan EKİM görünüşte hareketimize son derece radikal eleştiriler yöneltti. Küçük burjuva
devrimciliğiyle, popülizmle, sosyalist devrimci bir bakış açısına sahip olmamakla suçlandık. Bu değerlendirmelerin ne
derece isabetli olup olmadığının tartışılmasının yeri bu yazı değil. Bizim açımızdan önemli olan EKİM’in 71 kopuşunun
takipçisi olma ve 12 Mart sonrasındaki muhasebeyi derinleştirme arzusu. Aslında EKİM bu arzusuna karşın 12 Mart
ertesinde yapılan muhasebeleri tekrarlamanın ötesine geçemedi. Tıpkı 12 Mart sonrasında olduğu gibi EKİM de 12
Eylül’le birlikte bir dönemin bir anlayışın, küçük burjuva devrimciliğinin, iflas ettiğini ileri sürdü. Yine 12 Mart
sonrasındaki devrimci akımlar gibi EKİM de “proletaryanın ihtilalci partisine” duyulan ihtiyaçtan söz ediyordu. Hatta
daha ileri giderek, EKİM’in teorik mücadele, teorik yenilenme vurgusunun da bir orjinallik olmadığı, 71 yenilgisinin
ardından tüm akımların teorik-ideolojik bir yenilenmeden söz ettiği söylenebilir. Bu bakımdan EKİM’in 12 Eylül TDKP’yi
kuracak olanların 12 Mart muhasebenin tekrarı olduğunun altı çizilmelidir.

EKİM’in 12 Mart’tan TDKP’ye varan süreçten partileşme ilişkin hiçbir ders çıkarmadığının en tipik kanıtılarını başka bir
alanda görmek olanaklı. TDKP’lilerde gördüğü tüm açıkları broşür malzemesi yapmaktan çekinmeyen EKİM 1975-
1980 sürecindeki partileşme anlayışına ilişkin tek bir laf sarf etmemiş, değerlendirme yapmamıştır. Tam da bu yüzden
EKİM’den TKİP’e varan süreç aslında TDKP-İÖ’den TDKP’ye varan sürecin bir tekrarı olmuştur. Zira tıpkı TDKP-İÖ
gibi “her şey proletaryanın ihtilalci partisi için” şiarıyla ileri çıkan EKİM TDKP-İÖ gibi komünistlerin parti birliğinin kendi
örgütsel zemininde gerçekleşeceğini savundu. Bu nedenle tıpkı TDKP-İÖ gibi amaç, ilke ve önceliklerde birleşmiş
komünistlerin birleşmesi yolunda bir platform oluşturmak yerine bu akımlarla çoğu zaman itici ve iğneli polemiklere
girdi. Bu sürecin sonunda ortaya çıkan TKİP ise TDKP’yi aşmak şöyle dursun onun bir karikatürü olmaktan kurtulmadı.
Kendi yayınlarından anlaşıldığı üzere EKİM de bu yolun çıkmaz bir yol olduğunu görüp komünistleri değil de kitleleri
birleştirmeye yöneldi. Bu yönelimin sonucunda bugün TKİP “Bütün Ülkelerin Komünistleri Birleşin!” broşüründe
belirttiğimiz gibi EKİM’den çok EMEP’e benzeyen bir siyasal akıma dönüştü.

Bugün TDKP’yi Yeniden Toplamak Mümkün Mü?

Madem TDKP’yi yeniden inşa etmek yeni bir parti kongresi düzenleyerek tasfiyecilerden hesap sormak isteyenlerin
seslerini yükselttiğini görüyoruz o halde yukarıdaki değerlendirmeyi “TDKP’yi yeniden toparlamak mümkün mü?”
sorusunu yanıtlayarak noktalamalıyız.

Öncelikle TDKP’yi bir kongreyle tekrar ayağa kaldırmanın pratik olarak mümkün olmadığını belirtelim. Eğer partiden,
partililikten metafizik bir duygudaşlık, taraftarlık ya da ruh halini değil de devrimci hücrelerin ve diğer organların
toplamını anlıyorsak TDKP’yi yeniden toplamanın hiçbir koşulu yoktur. Zira TDKP’nin son kongresinin üzerinden 26,
Nisan darbesinin üzerinden 25 yıl geçmiştir. Bugün TDKP’nin politik mücadele yürüten herhangi bir organı olduğunu
tasfiyeci şefler bile ileri sürememektedir. Üstelik o dönemde parti, hatta GKB ile ilişkisi olan önemli sayıda yoldaşın
bugün artık ne partiyle ne de devrimcilikle bir ilişkisi vardır. Partiyle ilişkisini hiçbir zaman kesmemiş, gönül bağını
korumuş unsurların varlığı da yeterli değildir. Zira bu kesimler devrimciliği ya da partiyi açıktan bırakmasalar da
yıllardır organ toplantısı yapmadıkları için, bolşevik örgüt anlayışına göre çoktan partinin dışına düşmüştürler.

Hiçbir zaman bu partiyle üyelik bağıyla bağlanmamış, ama TDKP’nin çevresinde bu akıma şu ya da bu şekilde
sempati beslemiş kesimlerin partiye sahip çıkıp TDKP’yi “yeniden diriltmesi” teorik olarak mümkün olsa da istenir
olmamalıdır. Zira çıkarmaya çalıştığımız muhasebe boyunca TDKP’yi tasfiyeye götüren temel hatanın, TDKP
kurucularının komünistlerin birliği görevini savsaklayarak Denizlerin silah arkadaşı olma vurgusuyla önce örgütsel
olarak toparlanmaya sonra da partileşmeye çalışmaları olduğunu saptadık. Bugün TDKP’yi diriltmeye çalışmak,
TDKP’nin ismine ve geçmişteki birikimine dayanarak örgütsel güç olma hevesine kapılmak aynı hatayı bir kez daha
tekrarlamak anlamına gelecektir.

TDKP’yi dışarıdan takviyeyle yeniden kurmaya çalışmak başarılı olduğu takdirde EKİM-TKİP projesinden daha fazla
istikbal vaad etmeyen bir proje olacaktır. Zira TDKP’yi yeniden kurmak demek proletarya partisini yeniden kurduğunu
ileri sürerek tüm komünistleri tekrar TDKP bayrağı altına çağırmak anlamına gelecektir. Bu ise TDKP-İÖ’nün 1978’de,
EKİM’inse 80 sonrasında yaptığı çağrıdan başka bir şey değildir. Diğer devrimcileri kendi amatör örgütsel zemininde
birleştirme hayalini ifade eder. Yılların birikimine karşın hala amatörlükten yakınan EKİM’in beceremediğini bugün çok
daha olumsuz koşullar altında TDKP’yi yeniden toplamaya çalışan devrimcilerin başaramayacağını görmek için kahin
olmaya da gerek yoktur.

Son olarak TDKP’yi toparlamak, TDKP ismini koruma niyetinde olmak demek 80 öncesindeki partileşme sürecini,
herşeyden önce TDKP-İÖ hamlesini doğru bulup sahiplenmek anlamına gelecektir. Halbuki bugün TDKP muhasebesi
yapmak isteyenlerin hem kalkış noktası hem de asıl reddetmesi gereken miras tam da budur. TDKP’lilerin devrim ve
sosyalizm yolunda verdikleri kahramanca mücadele, gösterdikleri saygı ve gurur duyulması ve genç devrimcilere
aktarılması gereken fedakarlıklar ne olursa olsun TDKP ismi asıl olarak TDKP-İÖ’nün ilan eden oportünist manevrayı
ve sonrasında bu manevraya bağlı olarak şekillenen diğer grupçu tutumları simgelemektedir. TDKP ismini
sahiplenmek bu oportünist tutumları da sahiplenmek anlamına gelecektir.

Tüm bu nedenlerden ötürü TDKP’yi yeniden toparma girişiminin pratikte başarılı olmayan, başarılı olduğu takdirde
TDKP’nin karikatüründen öteye geçmeyecek ve partileşme konusundaki yanlış fikirlerin yaygınlaşmasına hizmet
edecek bir girişim olduğunu daha baştan söylemeli.

Komünist Bir Partinin İnşasına Katkıda Bulunmak İsteyenlerin Görevleri

TDKP’yi yeniden toplama projesinin yanlışlığı, geçmişte TDKP saflarında birlikte mücadele etmiş olduğumuz
yoldaşlarımızın örgütlü durma ve birlikte hareket etme gayretinin önemini azaltmaz. Bilakis bu tutumu daha da kıymetli
hale getirir. Örgüte, örgütlü mücadeleye en çok ihtiyaç duyulan bir dönemden geçiyoruz. Nitekim bugün yanlış olan
örgütlü durmak, devrimci bir partinin ihtiyacını hissetmek değildir. Yanlış olan partileşme konusunda oportünist bir çizgi
izleyen bir örgütün mirasına dayanarak devrimci bir parti kurulabileceği düşüncesidir.

TDKP’deki parti vurgusuna ve iddiasına sahip çıkmak için TDKP muhasebesinde asıl olarak 80 sonrasında
tasfiyecilerin entrikalarına değil 1975 yılından 2 Şubat 1980’e gelinen süreç içerisinde verilen 71 hareketinin
muhasebesi ve bu muhasebeden çıkarılan dersler üzerinde yoğunlaşmak gerekir çünkü 12 Eylül muhasebesinin
açmazlarını belirleyen asıl etmen 71 hareketinin muhasebesinin yetersizlikleri oldu.

Bu bakımdan geçmişte TDKP saflarında mücadele etmiş hala da devrimci bir partinin yaratılmasına ihtiyaç duyan
devrimciler ilk olarak bu sakat partileşme anlayışıyla hesaplaşmalı. TDKP’yi yaratan partileşme anlayışıyla
hesaplaşmadan devrimci bir partiyi yaratma mücadelesine omuz vermek mümkün değil.

Bu hesaplaşmanın ön koşulu ise TDKP örgütsel kimliğinden kurtulup, devrimci bir parti kurma iradesini taşıyan
bağımsız bir örgütsel kimlik elde etmektir. TDKP ismini terk etmeden ya da TDKP’yi öncel örgüt olarak gören
anlayışlardan kurtulmadan TDKP’nin partileşme süreciyle hesaplaşmak mümkün değildir. Zira TDKP’yi bir kez işçi
sınıfına önderlik eden bir parti olarak kabul etmek, oportünist ve grupçu manevralarla da komünist bir parti
kurulabileceği fikrini sessizce kabul etmek anlamına geleceğinden, bu hesaplaşmada daha baştan yanlış tarafta yer
almaya yol açacaktır.

TDKP’nin örgütsel kimliğinden kurtulmak, TDKP saflarında mücadele etmiş olanların bu dönemde kazandıkları
deneyimleri ihmal ya da inkar etmeleri anlamına gelmez. Aksine geçmişimizdeki paha biçilmez kıymetteki bu
deneyimleri geleceğe taşımanın biricik yolu 75-80 arasında benimsenen oportünist partileşme stratejisiyle tavizsiz bir
biçimde hesaplaşmaktan geçer.

Biz kendi payımıza böyle bir yolu seçtik ve bu mücadelemizi komünistlerin birliği savunan bir partileşme platformunda
yürütmeyi tercih ettik. Bugün TDKP’yi yeniden toparlamak isteyen güçler bu yolu tercih ederler ya da etmezler. Bu
tercih tartışılması şart olan ama bugün için öncelik taşımayan konudur. Bugün bize göre öncelikle TDKP örgütsel
kimliği ve TDKP’yi diriltme iddası reddedilmelidir. Bu kopuşu gerçekleştirenler elbette örgütlü durmaya devam etmeli
parti arayışı içinde bulunan hangi güçlerle hangi temellerde birleşeceklerine ve hangi kesimlerden ayrı duracaklarına
kendi başlarına karar vermelidirler. Ancak kopuşu gerçekleştirmeden bu tartışmayı değil yürütmek başlatmak bile
mümkün değildir.

Örgütlü mücadeleden değil fakat TDKP örgütsel kimliğinden bu temelde kopmak bir sorumluluk bilincinin ifadesi
olacaktır çünkü devrimci bir gruba değil de devrimci bir partiye duyulan ihtiyacı dile getirecektir. Diğer devrimci güçlerle
arasını geçmişten kalma duvarlarla ayırmayacak, oportünizme karşı birlikte mücadele çağrısını yükseltecektir. Ancak
söz konusu kopuş aynı zamanda bir cüretin ifadesi de olacaktır. TDKP gibi Türkiye sol hareketine damga vurmuş bir
örgütten gelmenin kolaycılığına kapılmadan, bu örgütün kuruluşuna varan süreçle hesaplaşmayı bu cüreti
göstermeksizin başlatmak ve başarmak mümkün değildir.
Emekçi ve ezilen halkın kurtuluşu yolunda parti bayrağını göndere çekmek için bugün en çok bu sorumluluk bilincine
ve cürete ihtiyaç var.

Devrim İçin Devrimci Parti

Parti İçin Komünistlerin Birliği!

You might also like