Professional Documents
Culture Documents
1.SAYI
KÜLTÜR-EDEBİYAT DERGİSİ
* Gagauz Türkleri
*Ümit Yaşar Oğuzcan
*Mantıku’t-tayr ve Martı
*Kayıp Gül
*Araf
*Kula
*Özkul Çobanoğlu
Röportajı
SAHİBİ
Fatih Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
DANIŞMANLAR
YAYIN KURULU
e-mail adresi:
fatihcinari@gmail.com
ADRES
Fatih Üniversitesi
Büyükçekmece /İstanbul
Yardım ve desteklerinden dolayı bölüm başkanımız Doç. Dr. Mehmet GÜMÜŞKILIÇ’a; okulumuz
Türk Dili Bölümü okutmanlarından Hüseyin DURU’ya; okulumuz öğrencilerinden
Şahin ELÇİ,Sibel AY,Betül BAĞCI,Mariana BUDU,Mustafa Yasin BAŞÇETİN, Duran Hasan YALÇIN’a
ve İstanbul Kültür Üniversitesi öğrencilerinden Asım ÇAKMAK’a teşekkürü bir borç biliriz.
FİHRİST
FİHRİST
Metin Adı-Yazar Adı Tür/ Kategori Sayfa no
4
ŞİİR
İSTEDİĞİMSİN
Ölmek için bahanemsin
Yaşamak için sebebimsin
Söyle sen benim neyimsin?
HEZÂRIN ZÂRI Ya kaderimsin ya ecelimsin
Tanrıdan tek isteğimsin
Yanmış güle dinmez sesi bülbül-i harâbın
Söyler gönül ol zâra nedendir bu şitâbın Soframda sıcak ekmeğimsin
Hasret dolu çesmiyle bakıp söyledi bülbül Bardakta soğuk suyumsun
Girdâb-ı belâdan tadı kalmadı şarâbın. Söyle sen benim neyimsin
Bir serv-i hırâmâna esîr oldu bu gamgîn Ya aşımsın ya lokmamsın
Üftâde gönül haddini görmedi azâbın Tanrıdan tek iseğimsin
Gönlüm güle söyler kederinden bu firâkın
Hayfâ ki güzel bahtı turâbın Penceremde düşmeyen güneşimsin
Bitmez nâr-ı aşk sûz-ı derûnunda hezârın Bahçemde erimeyen karımsın
Yetmez mi gönül Yâsin’e hâlâ bu cevâbın Söyle sen benim neyimsin?
(Mefûlü mefâîlü mefâîlü faûlün ) Ya şeytanımsın ya meleğimsin
Yâsin Şen Tanrıdan tek isteğimsin
(ŞEYH GÂLİB’E NAZÎRE)
Cehennemde katrandan ateşimsin
Cennette ebedi köşkümsün
Söyle sen benim neyimsin?
Ya şeytanımsın ya meleğimsin
Tanrıdan tek isteğimsin.
Mehmet AYTEMİZ
5
ŞİİR
ÜMİT GÜNEŞİ
Şevkle dönen pervane şem’de aşkı arasa,
Daha vuslat olmadan yakıverir ateşi.
Gece karanlıklarda pervaz eden yarasa,
SAYMADIM Kül olacakmış gibi düşman bilir güneşi.
Uğur KÖSE
6
FIKRA
İLETİŞİM YOKSUNLUĞU
7
FIKRA
konuyla ilgili bir söyleşisinde şöyle bir not almıştım: “Tüm duyuların işlevi göze yüklendi ve duyular işevsiz kaldı.
Sohbet ortamını vizyona taşıyan bir proje başlatılsa da, yani sohbetin görselleştirilmesi de kesmez bu vizyon nesli-
nin görnüş delisi ve görüntü tutkunu çocuklarını. Çünkü bir hareket olması gerekiyor, hatta bu da yetmiyor, hızlı ve
olabildiğince çeşitli olması gerek. Hepimizin bildiği ve kullandığı “can kulağıyla dinleme” deyimine sahip bir toplu-
muz. Bu deyimi üreten bir medeniyet geçmişine sahibiz. Ancak üzülerek belirtmeliyim ki can kulağıyla dinlemekten
çoktan vazgeçmiş görünüyoruz. Böyle giderse baş kulağıyla dinlemek bile bizler için bir meziyet halini alacak.”
Evet, teknolojinin imkanlarından sonuna kadar yararlanıyoruz, müptelası olduğumuz modernizme ulaştık
sayılırız, zevki, eğlenceyi ve anı yaşayarak hazzın doruklarındayız. Ama şöyle bir kendimizle yüzleştiğimiz va-
kit, bir içe dönüş harekatı gerçekleştirdiğimizde orda bir şeylerin eksik olduğunu fark ederiz. Derinden derine
gelen bir acı sarar tüm benliğimizi, ve ne kadar yalnız olduğumuzu anlarız. Müthiş bir yalnızlık sendromu...
İşte modern hayat; oluşturduğu telaş, koşuşturmaca, zevk, anı yaşama, tüketerek hayattan haz alma
aldatmacalarıyla, insanların temel varlık sorularına cevap aramalarını engellemekte, hakiki erdemin yerine
kendi “evrensel eğerler” yutturmacasını koyarak insanın insanla ve toplumla yamuk bir ilişki kurmasına sebe-
biyet vermektedir. Bu konuda hiçbirimiz masum değiliz. En büyük ayırıcı özelliğimiz olan ve bizleri “eşref-i
mahlukat” derecesine ulaştıran bir “akletme” yetisine sahibiz. Mükemmel bir biçim de sahip olduğumuz bu
donanımla, bizler üzerimizde oynanan kirli oyunların, yalnızlaştırıcı, bireyselleştirici projelerin tuzaklarından
kendimizi kurtarıp paklayabiliriz. Batı mühendislerinin bu bireyselleştiren projeleri meyvesini vermişse, bizler-
in sosyalleştirme çabalarımızın/çalışmalarımızın çıkaracağı bir kıvılcım dahi olsa bir gün alevleri yayılacaktır.
Kendi medeniyetimize ait kolektif yaşam biçimini tekrardan oluşturup, hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için
diyebileceğimiz günler hazırlayacağız genç nesillerimize. Ferdilikten uzaklaşıp, farklılıklarımızı bir kenera
bırkarak, tüm insanlık alemine, selamı/barışı yaymaya davet ediyorum ve ilk selamı ben veriyorum. Vesselam...
Semine KAYA
8
DENEME
9
DENEME
11
MAKALE
12
MAKALE
14
MAKALE
15
MAKALE
DOĞU VE BATI’DA KULLANILAN
ORTAK İSİMLER
İlk insandan bu yana insanlar için isim sahibi olmak
bir gerekliliktir. Farklı coğrafyalarda, farklıkültürlerle yetişen
insanlar, çocuklarına da bu ortama uygun isimler verirler.
Peygamber isimlerinden tutun da, gelmiş geçmiş büyük dev-
let adamlarına kadar bir çok isim tercihsebebidir. Doğu’yu
ve Batı’yı kültürelolarak da besleyen din, koyulacak isim
konusunda da çok etkiliolmuştur. Bildirimizde İslam dini-
nin kitabı Kur’an-ı Kerim; Tevrat, İncil ve Zebur’u da içinde
barındıran; Kitab-ı Mukaddes çerçevesinde, geçen isimler
ele alınmış, ortaklıklar belirlenmeye çalışılmıştır. Biz de
bildirimizde Doğu ve Batı’da isimler neye göre seçilmekte,
en çok hangi isimler neden tercih edilmekte sorularına cevap
arayacağız. Kur’an-ı Kerim ve Kitab-ı Mukaddes ışığında,
Doğu ve Batı’da kullanılan ortak isimlere değineceğiz. Farklı
coğrafyalarda ve farklı kültürlerle yetişen insanların, birbir-
inden habersiz aynı isimleri kullanmalannı ortaya koyacağız.
İnsanları birbirinden ayırt etmek, tanımak ve başkasına
tanıtmak için kullanılan sözcüklere “ad” (isim) denir. Yeni
doğan her çocuğa bir ad koymak, bir gelenek olmaktan çok
bir gereksinim, bir zorunluluktur. Bu zorunluluk ilk insanın
yaratılışı ile başlamıştır. İnsanların küçük topluluklar halinde
yaşadığı çağlarda, tek sözcük olarak ve az sayıda kullanılan
adlarda, toplum genişleyip, insanlar arasındaki ilişkiler
çeşitlendikçe birtakım değişiklikler ve eklemeler yapılmak Kitabı’nda, gerek Oğuz Kağan Destanı’nda yiğitliğe
zorunda kalınmıştır. Her toplum kendi ulusal gelenek ve dayanan birçok ad verme olayı yer almaktadır. Tarih
göreneklerine, dini inanış, anlayış ve düşüncelerine uygun boyunca ad koyma biçimleri ve seçimleri de değişiklik
biçimde adlar kullanmıştır. Giderek erkeklere verilen adlar- göstermiştir. Her insan, bağlı olduğu dine, kültüre,
la, kadınlar için kullanılan adlar arasında bir aynm oluşmuş, geleneğe-göreneğe, yaşadığı topluma göre farklı isim-
sözcükler yalnız erkekler, bazı sözcükler ise kadınlar için ad ler seçer. Adlann seçimi, değişik durumlar ve konular
olarak verilmiştir. Ad ile ilgili olarak Türk Nüfus Kanunu’nun göz önünde tutularak yapılır. Bunları örnekleriyle bir-
16. maddesinde şu hüküm yer almaktadır: “çocuğun adını ana likte belirtmek gerekirse şöyle bir sırama yapılabilir:
ve babası kor. Ancak ahlak kurallanna uygun düşmeyen veya
kamuoyunu inciten adlar konulmaz.” Bu durumda çocuğun 1) Dini inançlar doğrultusunda verilen adlar:
adını seçerken, yalnız anne ve babanın isteği değil, toplu- a) Allah’ın Sıfatlarıyla İlgili Adlar:
mun birtakım değer yargıları da göz önünde tutulur. Türk
toplumundaki bugünkü kural, bu olmakta birlikte, konuyu Abdullah, Aburralıman, Abdüssamet, Rahim vb.
tarihi yönden incelemekte yarar vardır. İslamiyet’in kabulün- b) Peygamberler ve onların yakınlarıyla ilgili adlar:
den önce Asya’da yaşayan ve Buda, Zerdüşt ve Hristiyan
dinlerini benimsemiş olan Türkler, çocuklarına ad verirken Muhammed, Bekir, Ömer, Ali, Osman, Hasan, Hüseyin,
bu dinlerde kullanılan adlan değil, Türk adlarını seçmeyi Musa, İsa, Yahya, Fatma, Ayşe,
yeğlemişlerdir. Asya Türkleri doğumlarında çocuklarına Hatice, Emine vb.
geçici adlar verirlerdi. Çocuğun büyümesinden ve yiğitçe bir 2) Tarihten alınan adlar:
davranışta bulunmasından sonra bu geçici ad, kalıcı bir ad ile
değiştirilirdi. Gençliğe adım atan çocuklar yay gerip ok at- Alpaslan, Atilla, Beyazıt, Bilgehan, Enver, Cengiz,
madan, herkesin hayranlık duyacağı bir yiğitlik göstermeden çağrı, Fatih, İsmet, İstemihan, Kutlu,
kalıcı adlarını alamazlardı. Nitekim gerek Dede Korkut Kültigin, Mete, Mustafa Kemal, Oğuzhan, Orhan, Or-
hun, Orkun, Talat, Timuçin, Timur,
Tuğrul, Yavuz vb.
16
MAKALE
17
MAKALE
şimdi, kanatları ise cilalanmış gümüş bir hüd ile diğer kuşlar arasında geçen konuşmalar
levha kadar mükemmel görünüyordu.” ve Martı ile diğerleri arasındaki konuşmalar
Orada kendisi gibi uçmayı seven ve kendile- bize eserlerin olay örgülerini vermektedir.
rini aşarak mükemmelliğe ulaşmayı isteyen bir grup Her iki eserde de kılavuzluk eden kuşlar
martıyla tanışır. Aralarındaki en yaşlı ve bilge martı söz konusudur; hüdhüd ve Martı Chiang...
olan Chiang onlara kılavuzluk etmektedir ve ancak Kuşların, kılavuz eşliğinde yaptıkları yolcu-
öğrenme sonucunda mükemmeliğe erişildiği takdirde luk esnasında sürekli vazgeçmeleri ve sonrasında bir
cennete ulaşılacağını onlara telkin etmektedir. kemik bir tüy kalmış olsalar da yollarına devam et-
Bir gün Chiang, Jonathan’a anlık bir za- meleri; hedefe ulaşmalarındaki gayretleri ve bunun
man dilimi içerisinde çok uzağa gidip geri dön- için bin cefa ile Mankıtu’t-Tayr’daki kuşların istek,
menin sırlarını anlatır ve Jonathan bunu başardığında aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve fakr u fena
kendisini mükemmel bir martı olarak nitelendi- vadilerinden, martıların ise Sarp Kayalıklar, deniz,
rir. Çok geçmeden yaşlı martı Chiang ölmek üz- karanlık gökyüzü gibi çeşitli mekanlardan geçmeleri;
eredir ve ölürken tüyleri aydınlanarak parlaklaşır. Jonathan’ın Yüce Martı’nm oğlu olarak nitelendi-
Chiang’in ölümünden sonra Jonathan, diğer rilmesi ile otuz kuşun Simurg’da fani olmaları gibi
martıların yol göstericisi olur ve onlara mükem- ilgiler, eserlerdeki kahramanların çeşitli yönlerden
mel olmanın sırlarını öğretmeye çalışır. Öğrencileri birbirine benzediği düşüncesini doğurmaktadır.
arasında yuvasından sürgün edilen martılar da vardır. İki eserde de ancak hedefe ulaşmaya çalışan
Fletcher Lynd, Martı Martin, Martı William, Charles ve bu yolda sabreden kuşlar kazanmaktadır. Nasıl
Roland adlı martılar ile diğerleri de sınırsız özgürlük ki Hüdhüd kuşunun peşinden giden binlerce kuştan
düşüncesiyle mükemmeliğe eriştiğinde sürüye geri yalnız otuzu menzil-i maksuda varırsa öyle de bin-
dönmek için karar alırlar. Yurtlarına vardıklarında lerce kuştan yalnız Martı Jonathan’m düşüncelerine
kimse onlarla konuşmaz ve hepsi onları dışlar. Ancak, sahip olanlar asıl hedeflerine varmaktadır.
onlar bitmek bilmeyen bir sabırla öğrendikleri uçuş Her iki eser de kendi içinde öğütler vererek
tekniklerini sergiler ve komitedeki diğer martılara da mükemmel olma yolunda telkinlerde bulunmaktadır.
bu teknikleri öğretmek isterler. Çok geçmeden büyük İki Eser Arasındaki Temel Farklılıklar:
bir martı grubu onlara dahil olur ve Jonathan martılar Mantıku’t-Tayr’da binlerce kuş türü yer
arasında Yüce Martının oğlu olarak nitelendirilir. Artık alırken Martı’da yalnızca martı kuşu ele alınmıştır.
Jonathan için de ölüm vakti gelir ve o, Chiang’dan Bu durum Şark-İslam geleneğinde toplulukta
aldığı bayrağı öğrencisi Flechter’a teslim eder. rahmet olduğu düşüncesinin varlığını akla get-
Görülüyor ki yazar, yem isteği için irirken, Batı kültüründe ise benlik, yani öznellik
yaşayan martıların değil de, sınırsız özgürlüğe düşüncesinin mevcut olduğunu hatırlatmaktadır.
ömrünü adamış martıların serüvenini anlatır. Eserlerdeki sürgün olma durumlarında
Böylelikle o, martı vasıtasıyla insanı ele almak- tamamen tezat söz konusudur: Nitekim Mantıku’t-
ta olup, insanın bu dünyada küçük ve anlamsız Tayr’daki kuşlar toplu halde, Hakikat’ten dünyaya
şeylerin peşinde olmaması gerektiğini ve sürgün edilmişlerdir. Martı’da ise, tek başına sürgün
ulaşamayacağını sandığı hayallerinin ardından az- olma hali söz konusudur. Ayrıca, Mantıku’t-Tayr’daki
imli bir şekilde gitmesi gerektiğini vurgulamaktadır. sürgün olma hali, kuşların Simurg’a yani Vahdet’e
İki Eser Arasındaki Temel varmalarıyla son bulurken, Martı’daki sürgünlük,
Benzerlikler:Tasavvuf felsefesine göre, bu dünya kuşların yuvalarına dönmesi sonucu bitmiş ve sürgün-
bir sürgün yeridir. İnsan bu dünyada yaşadığı sürece lük sonrasında da çeşitli olaylar meydana gelmiştir.
gurbette yaşamaktadır ve her an aslına döneceği Kuşların yola çıkış amaçları da tama-
günü özlemektedir. Mantıku’t-Tayr’daki kuşlar men farklıdır; birinde padişahlarını bulmak
da Hakikat’ten sürgün bir halde yaşadıkları için isteyen, diğerinde ise sınırsız mutluluğa ve
Simurg’a ulaşmak istemektedirler. Bu durum tasav- mükemmelliğe yol alan kuşlar söz konusudur. Öyle
vuf felsefesine göre aslî vatanın arzulanması olarak ki, her martı bu dünyada, kendi sınırları içerisinde
değerlendirilmektedir. Martı Jonathan Livingston’da mükemmelliğe ulaşırken, Mantıku’t-Tayr’daki bin-
ise, sürüsünün kurallarına aykırı hareket eden lerce kuş toplu bir şekilde dünyanın dışına çıkarak,
kuşlar cezalandırılmakta ve sürgüne gönderilme- sınırlarını aşıp mükemmelliğe yol almaktadırlar.
ktedir.Yani, her iki eserde de doğrudan ya da Eserler arasındaki en temel fark, kuşların
dolaylı olarak bir sürgün olma hali söz konusudur. vardıkları son noktadır. Mantıku’t-Tayr’daki kuşlar
Eserler diyaloglardan oluşmaktadır. Hüd- Vahdet’e erişerek yolculuklarını tamamiyle ma-
20
MAKALE
Sonuç olarak;
Tasavvufî açılımlarıyla ve vardığı son nokta
itibariyle ‘manevî’ özelliklere sahip olup, Şark-İslam
kültür ve edebiyatının özünü veren Mantıku’t-Tayr
ile varış noktası tamamen ‘maddî’ olması hasebiyle
Batı kültürünün düşünce sistemini vermede önemli
bir rol oynayan Martı Jonathan Livinston, yaklaşık
800 yıllık bir zaman farkına rağmen aynı semboller-
le ve benzer yolculuk halleri içerisinde ele alınmış,
fakat tamamiyle farklı noktalara ulaşarak Doğu ile
Batı’nın kültür ve yaşayışındaki temel ayrımı or-
taya koyma bakımından değer kesb etmişlerdir.
Zehra ÖKSÜZ
21
KİTAP TANITIMI
22
KİTAP TANITIMI
Elif Şafak’ın Araf’la ilgili söyledikleriyle yazıma son verirken farklı dünyaları keşfetme adına okunması ger-
eken bir kitap olduğunu belirtmek isterim.
“Eşiklere basılmaz bilirsiniz, cinlerin meşveret yeridir orası.Eşikler geçiciliği temsil eder,basmadan geç,sakın
durma o safhada.Ben tersini yaptım bu romanda.Eşiğe bastım,orada durdum soluklandım ve gördüğümü
yazdım.Anladım ki ben ve benim gibiler için araf bir geçici hal değil bir yaşam felsefesi. “
ÖZNUR DİŞCİ
24
TÜRKİYEM
YANIK
YÖRE KULA
KULA’NIN KURULUSU
* Canfes kızı çalamaz çaldığı tefe(şunu bunu * Vehdetine varmak:alışkanlık haline getirmek
aldatanlar) * Leh duzu olmak:mahçup görünmek
* Dede koruk yemiş torununun dişi * Mısranda:oda içindeki yataklık üstündeki raf
ağrımış(büyüklerin işlediği bir hata) * Mehel:uygun
* Ben çıracı olunca ay akşamdan doğar(karlı bir * Meleşge oynamak:etrafı dağıtmak
iş yapmaya kalkınca o işi bir çok kişinin yapmak * Merkerane:gönülsüz iş yapma
istemesi) * Sadeç:arkadaş
* Kulalı pireyi nallar(kulalının yapamayacağı iş * Nokra:hata
yoktur) * Olçum:her şeye olumlu bakan
* Mısmındar üzerinde kalmak(arsızca ısrar etmek) * Örüzgee:rüzgar
* Ne bu gız topuğundan aşmayan çaylar başından * Pençeviş:karaciğer
aştı(bu kadar büyüklenmene sebep ne) * Podye:önlük
* Tarlananın taşlısı,kadının saçlısı,erkeğin saçlısı * Papırdak:çok hızlı konuşan
vefalı olur * Papıl:ayağı sendeleyen
* Sıktım sıyrıldı(soğudum) * Sulf olmak:anlaşma yapmak
* Bir okka pekmezin içinden çıkamamak * Temşiyitini aldı:dersini aldı
* Kelimeler * Temşit:sahur vakti
* Ağu:zehir * Taktuka:tabure
* Alık:şaşkın * Tetir:leke
* Alaf:alev * Terevzin:merdiven korkuluğu
* Alemiyon:alimunyum * Tef gibi gerilmek:çok yiyip midesi şişmek
* Amıgantçı:dedikoducu * Velespit:bisiklet
* Aracı go:yalvar yakar * Irar:uzaklaşır
* Aydeş:zayıf gelişmemiş bebek * Nevale:yiyecek
* Andavallı:boş boş bakan * Üsen:Hüseyin
* Berhay deliği:çatıda bulunan * İbi:şaşkınlık ifadesi
* Beranarı:şöyle böyle * Kıranlar girin:beddua
* Böbe:biber * Mısmılla:döv
* Buva:baba * Çenene ısmaca kayrağı düşsün:beddua
* Badeş:bağdaş kurarak oturmak * Zang ölümü versin:aniden öl
* Buymak:çok üşümek
* Bungun:bunalmış KULA’YA ÖZEL YEMEKLER
* Badılcan.patlıcan
* Bönlük:bugünlük * Börekler: Su böreği(Kıymalı-Peynirli), Ispanak
* Cerb:yemeğin üstündeki sos gibi kısım böreği, Patates böreği, Makarna böreği, Susam
* Çiğnim:omuz böreği(Tatlı), Peynir böreği(Tatlı)
* Dongrak:hayvanlara takılan nazar boncuğu * Pideler: Ispanaklı, Şekerli, Kıymalı, Peynirli,
* Dumağı:nezle Kakırdaklı, Isırganlı, Kabaklı, Peksimet
* Düşdak:beceriksiz * Dolmalar: Kuzu doldurması, Oğlak doldurması,
* Farımak:yıpranmak Hindi doldurması, Tavuk-Horoz doldurması,
* Ebleh:bunak İşkembe Dolması, Kumbar dolması, Ekmek Dolması
* Enişber:çiftçi * Tatlılar: Höşmerim, Ekmek kadayıfı,
* Fit olmak:ödeşmek Helva(Tahan helva, nişasta helvası, un helvası),
* Gırık kızan:çoluk çoçuk Zerde, Sütlaç, Pelte, Höşmerim lokması
* Gabin:ağır * Et yemekleri: Kapama, Kuzu-Oğlak güveci,
* Güre:yabani Sura(Kaburga), Darplı ciğer (Ciğerli pilav)
* Hırtlanba:üst üste giyilen giysi * Bunların dışında; Yuvarlak aşı, Pişirge, Sıyırma,
* Ihmamış:kıvama gelmemiş Erik ve Kayısı pidesi, Döndürme, Pişi gibi gelenek-
* Imık ımık:usul usul sel yemekleri de mevcuttur
* Işmarış:sipariş
* İlikmen:kandil
* Kulalıların boğazı gorludur:belalıdır
Merve KAVAS
27
HİKAYE
İTİRAF
Ön tarafı demir parmaklıklarla örtülmüş pencerelerden içeriye adeta uzun uğraşlar sonucu açılan
gedikten sonra askerlerde oluşan en önce girme telaşıyla güneşin o gözü alan ışığı , rutubet kokan mahkeme
salonuna seti yıkılmış baraj suları gibi doluyordu . Önde yaklaşık bir buçuk metre yükseklikte tek kişilik bir
hakim masası onun yanında sanığa itham yöneltmekle meşgul olan savcının büyük bir titizlikle hazırladığı
ithamnameyi koyduğu portatif masa , arka tarafta eski bir ilköğretim okulundan getirtildiği üzerindeki kalem
izlerinden belli olan sıralara oturmaya mahkum edilmiş edasıyla, gözlerindeki mana ile karışık boş bakışlarla
karşısındakini yaralamayı planlayan eş , dost, düşman ve akraba ,tahta kurularının çıkardığı sesleri gizlemek
istermişçesine yanı üzerine hafif meyilli duran emektar ama bir o kadarda vakar tahta kapı ,kapının arkasında
saldırmak için önceden tertiplenmiş bir eli kapı tokmağında hazır duran , mahkemenin seyrini değiştirmeye
hazır 3 şahıs ve hakimin karşısına savcıya çapraz konumda yerleştirilmiş sanık sırası ile bu mekan, ancak
gözlerin kısılarak bakılınca fark edilebileceği bir mahkemeyi andırıyordu.
İhsan ... Evet adı İhsan’dı ve bunu uzun düşünüşlerden sonra fark edebilmişti. Peki -saatler ,günler
,haftalar, yıllar tam olarak kestiremiyordu – bunca zamandır , ölü yıkamak için tertiplenmiş gibi görünen
bu soğuk mekanda işi neydi? Belki de kendini bu şekilde avutmaya çalışıyordu. Her şeyi biliyordu hem
de savcıdan hem de kapının arkasında kim olduklarını bilmediği her an cenk başlayacakmış gibi bir kulağı
mübaşirin iki dudağı arasında bir kulağı da söyleyeceklerini toparlamakla meşgul kendi iç sesini dinleyen
şahıslardan daha iyi biliyordu. Ama bildiklerini hatırlamaması gerekiyor bunun içinde yeni doğmuş be-
bek şaşkınlığıyla etrafına bakıyor buraya neden çıkarıldığını bilmemezlikten geliyordu. İçten içe düşünce
ağlarını kemiren fikir kurtlarının başlarını, önceki hayatında televizyon olarak hatırladığı garip yaratıktan
öğrendiği cambaz usulleri ile hakime fark ettirmeden ezmeye çalışıyordu. Yapmacıktan kızgınlığının
şiddetinin hakimi de etkileyeceğini düşünüyor bir hakime bir savcıya, içinde, titreşimlerle başlayıp
mırıldanmalar halinde ağzından dökülen yalanın çöp kutusundan çıkartılmış işe yaramaz tarafını gösteri-
yordu. Düşüncelerinde ve konuşmalarında ki yapmacıklıktan öte bir şey, dikkatini çekmiyor değildi. Sanki
İhsan eski ve yeni olarak iki parçaya ayrılmış düşünen eski İhsan iken konuşan yeni İhsan’dı. Sanki kadim
dünyadan tanıdığı , düşünmek ve icat etmekten saçının son telini de şu an düşürmüş bir labaratuvar faresi
ona bir makine sunmuş ve hakimle savcının konuştuğu dilden ancak bu şekilde kendisi de edinebilmişti..
Şaka ile karışık hayalle ciddiyet arasında vuku bulan bu trajedi sahnesinde işi ne olabilirdi ? Hayatı boyunca
özlemini duyduğu , nerden ve nasıl geleceğini bilmediği , adeta susarcasına hasretini çektiği ve hayal ettiği o
şiddetli tokat tam yanağının üzerine gelmeli ve çıkan sesten dolayı delilere bile nasıp olmayan bu karmaşık
28
HİKAYE
rüyadan uyanmalıydı artık. Zaten onca cürmü bu anlayışından aldığı ilhamla işlemişti.Hayatı 8 saniyelik bir
rüyadan ibaret sanan İhsan için geçici bu kısa zamanda işleyeceği her suç makul sayılabilirdi ve kimse de bir
nefes alış bir nefes veriş arası geçirilen bu zamanın hesabını sormazdı.Hem uykudan uyanma hem de tekrar
uyuyabilme tercihini de kaybetmiş gözüküyordu. Seçme hakkı elinden alınan İhsan’ın tutunacağı tek dalı
inkardı. Karıncaların, ufacık bir dalgınlık halini fırsat bilerek her bir zerresini özenle taşıyıp kendisine ilham
gelen bir sanatkar üslubu ile parçaları birleştirmeleri sonrasında vücuda geldiğini; bedenini didik didik eden
karıncaları bırak ,yıllardır beline dolanmış her saniye şiddetini biraz daha artırarak kemiklerini çıtırdatan yılanın
bile farkına varamayan İhsan, nerden bilecekti ki ? Bu sebeple nasıl bir strateji izleyeceğine karar verecek
zamanı da bulamamıştı ve inkar , tüm bu çabaların köküne, bir bataklık gülünden satın aldığı neşteri indiriyordu.
Bir an için hakimin kalın sesi İhsanı, çepeçevre saran bu girift fikirler girdabından alıp realitenin, korkunç
masallardan kiraladığı tozlanmış canavarının karşısına çıkardı.
-İhsan Bey savcının suçlamalarını duydun . Eğer ispat edebilirse, bir hayli kabarık suç dosyasına sahip ol-
man nedeniyle senin hakkında gerekli hükmü vermede zorlanmayacağıma emin olabilirsin. Savcının bu
ithamlarına karşı birde senin savunmanı dinlemek istiyorum .
İhsan için işin en zor tarafı başlıyordu. Saatlerdir savcının kendisine yönelttiği ithamlardan hiçbirine
kulak asmamıştı .Savcıyı, bir nevi annesinden masal dinleyen bir bebeğin duyuş ve anlayış kabiliyetiyle
dinlemişti. Bakışlarını son bir kez savcıya çevirdi . Savcının üzerindeki rahatlık ,adeta sonunu bildiği bir
mahkemede bulunuyormuşçasına, söze başlayacak olan İhsan’ a karşı umarsızlığı gözden kaçmıyor değildi.
İhsan, savcının bu halinden kendisinde oluşan ürpertiye kadar her şeyi zaten saatler önce tatbik etmiş
olduğundan en az savcı kadar rahat ve umarsızdı. Savcı bu haliyle ona , yüksekçe bir yerden süpürgesiyle
atlayan ve ileriyi göreme yetisine sahip ve bu özelliği ile masalların tozlu yapraklarından fırlayabilmiş , peçeli
bir cadıyı andırıyordu. Aklını bir kenara atıp sezgileri ile hareket eden ,bir kaç tecrübeden sonra sezgile-
rine olan güveni artan ve bu sebeple bir pazarcıdan ucuz fiyata aldığı örümcek ağları ile kaplı süpürgesine
güvenerek atlayan, düşerken bir akla sahip olduğunu idrak eden cadının hazin sonunu bilmeyen yoktu.
- Hakim bey benim savcının söyledikleriyle uzaktan yakından alakam yoktur. Beni derin uykumdan bu boş itham-
lar için mi uyandırdınız. Allah aşkına karşımda bir tuğla kalınlığında duran bu acayip dosyanın içerisindeki tüm
suçları 8 saniye gibi kısacık bir uyku sürecinde işlemiş olduğuma nasıl inanabilirsiniz? Bunu idrakiniz alabiliyor
mu ? Hem nerde hayatım boyunca eski Türkmen destanlarındaki deliler gibi, aradığım boyacı. İstirham ediyorum
efendim onu görmeyi çok arzuluyorum , bana rengimi veren boyacımı görmek istemem kadar doğal ne olabilir
hem de özlemini kurduğum ama hüsrana uğradığım uyanışımı yaşarken. İnkar ediyorum benimle ilgili tüm
söylenilenleri. Herhalde bu kadarı sizler için kafi bir neticedir. Hadi artık, boyacımla ne zaman karşılaşacağım?
Aslında bu söylediklerini önceden tasarlamamıştı ancak bir dönüm noktasında olduğunu idrak ederek
aklına, ilk suçunu işlemeden önceki o çılgıncasına boyacı olarak nitelendirdiği hakikatler bütününe ulaşmak
için çabaladığı yıllar geldi ve bu mahkemenin de onun tarafından tertiplenebileceği sonucuna şimşek hızıyla
ulaştı. Bu kısacık rüya ona boyacısını nasıl unutturmuştu.Hayır .... Hayır.... Unutan bizzat kendisiydi. İşlediği
her cürüm boyacının hayatını şekillendirmesi adına kullandığı o kutsi renkleri birbirine kattı ve ortaya kap-
kara bir bileşim çıkardı.Zamk gibi yapışkan ,katran gibi akışkan bir yapıya sahip oluşu ve koklama duyusuna
lanet okutacak bir kokusu ile bu bileşimin farkına nasıl da varamamıştı.Oysa boyacısı ona ne güzel fırsatlar
sunmuştu. Her gün beşer titreşimler halinde tabiatı ruhani bir hüviyete bürüyen , evin bacalarından ahenkle
oluşturduğu salıncaklarla süzülen, kapı deliklerinden akrobat ustalığı ile giren , çift camlı pencereleri adeta
patlatırcasına geçerek beton apartmanlarda kaderine terk edilmiş geleceğinden umutsuz gönüllere bardak-
tan boşanırcasına dolan çıplak hakikat geçeği bile tek başına hakikate ram olma adına bir fırsat olabilirdi.
- Hakim bey , İhsan bey suçlamaları ispat edemeyeceğimi düşünmüş olacak ki böyle ucuzca bir kaçış yol-
29
HİKAYE
unu kullanmaya kalkışmıştır.İsterseniz altı aydır bir sonuca ulaşamamış ve her defasında sanığın inkarıyla
tıkanmış olan mahkemenin seyrini değiştirmek istiyorum.İzin verirseniz yüksek huzurunuzda, İhsan
Bey in suçlarına bizzat tanık olmuş, güvenirliliği ile nam salmış bir şahsın dinlenmesini talep ediyorum.
İhsan içten içe seviniyordu çünkü arkasında hiçbir tanığın olamayacağına suçlarını tek başına gerçekleştirdiğine adı
ölçüsünde emindi.Ancak içinden geçirdiği bu düşüncelerini belli etmemeye çalışıyor , ciddi bir tavır içine giriyordu.
Mübaşirin sesi önce küçük lerzeler halinde etrafa yayıldı ve bütün titreşimler sanki aralarında anlaşmışçasına
bir tek noktaya yöneldi. Henüz mübaşir sözünü tamamlamamıştı ki kapı sert bir biçimde açılarak yere hafif
meyille yana doğru gitti. İçeriye ağır ve küçük adımlarla birinci tanık .... beyefendi girdi. Etrafını hızlı bakışlarla
süzdükten sonra kendisi için ayrılmış küçük bölüme geldi. Üzerindeki binlerce bakışın yönelttiği manasız soruları
hayal ediyordu.Bir an için vücudunun bu soru okları sebebiyle delik deşik oluşunu düşündü.Bir buçuk metre ötes-
inde kahraman bir general edasıyla duran ve kendisine küçümseyici bir nazar yönelten İhsanı hemen tanımıştı.
Hayatını İhsanla geçirmişti bu şahıs. Ancak İhsan kendisinin hiç bir zaman farkına varamamıştı.
İhsan kendi cürümlerini işlerken de yanındaydı ve gördüğü hiç bir olayı ve hiç bir şahsı unutama-
ma gibi bir istidadı vardı. Gördüğü her şeyi beynindeki küçük bölmelerde saklar ve bu sakladıklarını
açıklayacağı günü beklerdi. Ve artık zamanın geldiğini görebiliyordu. İçerdeki sabırsızlığı ve
mübaşirin sesini duyar duymaz içeri girmesi uzun yıllar bu anı beklemiş olmasından kaynaklanıyordu.
Sabırsızlığını o kadar belli ediyordu ki bu haliyle o ,ağzına kadar su ile dolan ve dökülmeyi bekley-
en bir maşrapayı andırıyordu..İnce sesiyle ve kendinden emin tavrıyla hakkimden pası bekliyordu.
- ....... beyefendi ,herhalde savcının uzun ithamnamesini duymuşsunuzdur. Sizden mahkemenin seyrini
değiştirebilecek bilgilerinizi burada mahkeme huzurunda açıklamanızı istiyorum. Her şeyden önce İhsanla
nasıl bir yakınlığınız var?
- Sayın hakim , İhsan beni bilmez ,ona hiçbir zaman görünmedim . Bazen aynaya bakarken İhsanla göz göze
gelmişliğim olmuştur . Ancak hiç bir zaman İhsan beni idrak edebilecek kerteye ulaşamadı. Hatta derecelerin
en aşağısındadır da diyebilirim. O zamanlar konuşma istidadına da sahip değildim . Konuşmayı böceklerden
,çiçeklerden ve parazitlerden öğrendiğimi söyleyebilirim.
Savcının bütün ithamlarını teyid ediyorum ve şunu da diyebilirim ki şu görünen kalın dosyanın içindekil-
er kadardır şuçları. Dosyayı hazırlayanlar iyi çalışmışlar ve zerre adedince de olsa cürümlerini kaydetmişler.
Onun için ekleyecek fazlada bir sözüm yok .Ancak ben huzurunuzda İhsanın işlemiş olduğu büyük suçlardan
bahsetmek istiyorum.
Bir defa yıllarca labaratuvarında geceli gündüzlü çalışarak icat ettiği kimyevi madde aracılığı ile
koskoca okyanusu köşeye sıkıştıran İhsan’dır. Hem de bunu kahve içer rahatlığı ile yapmıştır. Okyanusun
çırpınışları hala gözlerimin önünde hakim bey . Koyları ve körfezleri ip nizamına getiren de kendisidir.
İhsan birden ayağa kalktı ve sanki tanığın söyledikleri ile hiçbir alakası yokmuş gibi kendinden emin
ancak içindeki korkuyu bastırdığı anlaşılan titrek bir ses tonuyla:
- Yalan söylüyor hakim bey benim koskoca okyanusla ne alıp vermediğim olabilir hem ben bu şekilsiz adamı
ilk defa görüyorum. Tekrar söylüyorum hakim bey 8 saniyelik bir rüyaya tanıklık size neyi ispat edebilir ki?
Hakim İhsanın yanındaki askerlere işaret verir vermez askerler İhsanı tekrar yerine oturtabildiler.Hakim
tekrar tanığa dönerek sözlerini devam ettirmesini istedi.
- Sonra dört çocuğun asırlardır oynadığı oyuncaklarını alıp onların yerine yamalı bir noel ağacı verende
kendisidir hakim bey. Ve bunu öyle seri bir biçimde ve şaklabanlıkla yaptı ki çocukların neye uğradıklarını
anlamaları uzun yıllar sonra gerçekleşebildi. Ve tekrar oyuncaklarını almak için gelen çocukları hırpalayan da
kendisidir . Ancak bundan yine kendisi zarar görmüştür . Nitekim güçlerini birleştiren bu çocukların karşısında
30
HİKAYE
hangi güç durabilecektir ki.? Bunu kendiside biliyordu ve bu birleşimi önlemek amacıyla tekrar labaratuvarına
kapanarak nifak denilen icadı gerçekleştirdi ve tohumlarının büyük bir sabırla filizlenmesini bekledi.
İhsanın gözleri fal taşı gibi açılmıştı . Bu nerden geldiği belli olmayan kocaman suratlı iri gözlü adam,
tüm bu yaptıklarını nasıl bilecekti ki? Bu sefer az önceki gibi planlı bir çıkış gerçekleştiremedi. Kendisinde bir
suskunluk peyda olmuştu. Acaba susmasının kabullenmek olduğu gerçeğinin ne zaman farkına varacaktı?
--- Çocukların birbirleriyle kavga etmelerinden de yaralanarak , ellerindeki altın şişenin içindeki hayat suyunu
maymun iştahıyla içen de kendisidir. Şükür ki çocuklar İhsanın farkına varabildiler ve vahdet yumruğunu
tepesine indirdiler.
Çiçeklerin, önceden planladığı pusuya düşürüp çöp haline gelmesine sebep olan da kendisidir.
Zavallı çiçekler ,boyacının büyük bir sanatkarlıkla boyadığı bu çiçekleri basit bir yığın haline getirmekle
kalmadı bunları kullanarak nice ruh sahibinin kanına girdi hakim bey. sadace bu suçu bile malum olan
cezayı almasına kafidir. Çiçeklerin o hayasız tavırları ve simsiyah görünüşleri hala gözlerimin önündedir.
İhsan bu sefer kendini tutamadı , kıpkırmızı kesilmişti , filimlerde gördüğü köşeye sıkışan biçarenin son ham-
lesiyle canavarı öldürmesi gibi bir çıkış yapmak istiyordu. Öyle bir çıkış yapmalıydı ki bütün neticeler lehine
dönmeliydi.İnkarın beyin zarındaki bütün boşlukları doldurduğu İhsan için itiraf, ne de uzak bir mefhumdu.
- Hakim bey, makul olmak gerekiyor. Okyanus ,. çocuklar ve çiçekler ... Bırakın şu karşımda duran kalın dosyanın
içindekileri sadece bu üçünü ,aynı anda yapmam nasıl mümkün olabilir ki? Hem ben boyacımın bin bir renkle
süslediği çiçeklere hangi sebepten dolayı bu kötülüğü yapabilirim ? Her nefes alışımda muayyen bir bütünlük
halinde dilimden gönlüme dökülen boyacının o kutsi renklerine ben nasıl böyle bir saygısızlığı yapabilirim ?
Sen.... Kocaman surata ve bu suratı dahi küçülten büyüklükte gözlere sahip iğrenç mahluk... Kimsin sen?
Hangi büyücünün ,bir parmak hareketiyle , içine zakkum , yarasa kulağı ve asırlardır bekletilmiş şarabı katıp
oluşturduğu pis kokan karışımısın?
İhsan boğazı yırtılırcasına bağırıyor ne yaptığını bilmiyordu ,şuurunu kaybetmişti. Realitenin çelik dişlilerle
ördüğü asırlık duvarının farkına varabilmişti en sonunda. Sanki ilahi bir kudret, yaratılan bütün varlıklar ağırlığınca
bir yükü , hayatı boyunca zerre kadar dahi bir eğilişi olmamış ihsanın, kaçamak planlar tasarlamakla meşgul
ettiği kellesine, bin katlı bir bina üzerinden , en seri katillere rahmet okutacak bir soğukkanlılıkla bırakıyordu.
Askerlerin yatıştırmak için epeyce uğraştığı İhsan, nihayet kendini idrak edebilmişti. Hayatı boyun-
ca sabırsızlıkla beklediği , yanağına bir dağ heybetiyle ineceğini düşündüğü ve çıkan ses ile birlikte her
bir hücresinin mutlakı kavrama adına uykudan uyanacağını tasarladığı hakikat tokadı ,sadece yanağına
değil bütün bedenine inmişti. Ancak İhsan, ense kökünde hissettiği çığlığın kendisine geç ulaşmasından
doğan mahviyet duygusuyla artık bu kurtuluş çaresinin de tükenişini , bataklıktan kurtulmak için el
yordamıyla bir dal arayan şahsın, son nefesini verirken tuttuğunu sandığı ağaç kökünün çamur ve toz
olduğunu anladığında bütün bedenini saran korku ve şaşkınlık hislerine benzer bir halde seyrediyordu.
-Hakim bey mahkeme tıkanma aşamasına gelmiş durumda, isterseniz ikinci tanığın dinlenmesini talep ediyo-
rum. Onun tanıklığından sonra davanın düşeceğine adım ölçüsünde eminim. İzin verirseniz efendim ....... beyi
tanıklık için huzurunuza çıkarmak istiyorum.
Hakim savcıya olur anlamına gelen bir baş hareketiyle cevap verdi ve bir kaç da söz sarf etse de
şaşkınlığını üzerenden atamayan İhsan hakimi duyamayacak kerteye ulaşmıştı . İhsan’ ın kurtulma adına
şaşkınlıkla ördüğü kabuğunu çatlatan bir ses, mahkemeye , cisimlere çarpıp aksederek bir senfoninin en
anlaşılmaz titreşimi oluşundan doğan gururla yayılıyordu. Mahkemeyi önceden tasarlanmış bir oyunun son
provası olarak gören İhsan , mübaşirin sesini hemen tanımıştı.
Mübaşir sözünü bitirdikten sonra birinci tanık ,görevini hakkıyla yerine getirmiş bir oyuncu edasıyla ağır
31
HİKAYE
adımlarla yerine geçti. İkinci tanık mübaşirin sözünü bitirene kadar bekledi beyaz sakallarını sıvazladı , cebin-
den çıkardığı aynasıyla yüzünü bir bilim adamı tavrıyla inceledi. Son derece itiyatlı , yavaş ve titrek hareketler-
le içeriye girdi. Attığı her adım için uzun kombinasyon hesapları yapar gibi bir ifadesi vardı ve bu haliyle
bile insanı çileden çıkarmaya yeterdi.Arka sıralardan homurdananlar bile oldu, bu ihtiyar görünüşlü diri adamı
İhsan da beğenmemişti.Hayatı boyunca yalnızca kendisine vakit ayırabilmiş, en diktatör hükümdarlara bile
rahmet okutacak zorbalıklarla ,suda aksini görüp kendinden iğrenerek hayatına o dakika son veren medeni-
yetsiz bir kızıl dereli vahşetiyle ve kendi kendisini ameliyat ederek içinden, tam olarak karartamadığı cevheri
söküp alan bir cerrah sukutuyla bütün dünyaya karanlık idoolojisini yayan İhsan ; her yaptığı zorbalıktan
sonra ayaklarına kapanırcasına ağlayan , sanki bütün cürümleri kendi işlemişçesine kanatana kadar dizlerini
döven ve söz cevherini harcaya harcaya ağzında yaralar oluşan bu ihtiyarın nasıl farkına varabilirdi ki ?
Ağlamaktan gözaltlarında adeta gözünü kaplarcasına ,mosmor torbalar oluşmuştu. Ellerini sürekli bu
torbaların üzerine getiriyor ve onları saklamak istiyordu.Hakim ihtiyarın bu görünüşünden etkilenmiş olacak
ki kalın sesini tizleştirerek sorusunu ihtiyara yöneltti.
-Sayın .....bey iddianamede sanık İhsan beyin işlediği cürümlere tanık olduğunuz belirtiliyor. Bu hususta bir
de sizin onayınızı alalım..
-Evet hakim bey , İhsanın işlemiş olduğu bütün suçlara tanıklık ettim. Her zaman İhsanı uyarmaya çalıştım
ama beni dinlemedi . En yakın dostunu ezip geçti hakim bey. Ağlamalarım feryatlarım ,yalvarmalarım onun
bir hücresini dahi harekete geçiremedi. Oysa ben ona , bir zamanlar çok sevdiği , yüzünü bile
görmemesine rağmen uğruna hayatını hiçe saydığı boyacıdan bahsediyordum . Ve her çığlığımdan sonra
üzerime daha da büyük bir yük bindirdi , beni adını bilmediğim bir şahısla ortaklaşa hareket ederek rutu-
betli ve zifiri karanlık bir köşeye bağladı hakim bey. Bu da yetmezmiş gibi yine o siyahi arkadaşıyla uzun
tecrübeler sonucu hazırladığı kimyevi bir maddeyi yüzüme gözüme sürdü . Onunla işlediği her cürümden
sonra bu maddenin yoğunluğunu biraz daha artırdı. Artık öyle bir hale geldim ki çığlığım içimde kalmaya
, ağlamalarım mırıldanmalardan öteye geçmemeye başladı. Canlılık emaresi olarak sadece , nefes alırken
boğazımdan çıkan hırıltılar kaldı. O kadar acımasız olmuşlardı ki bu hırıltıyı bile kesmeyi düşündüler hakim bey.
Savcı bu esnada söze karıştı çünkü hesapta olmayan bir ikinci şahıs türemişti. Bu sürpriz karşısında hay-
retini gizlemek istiyormuşçasına sorusunu ......beye yöneltti.
- .......bey , sizinle birebir görüşmemizde bana bu ikinci şahıstan bahsetmemiştiniz. Sizden bu şahısla alakalı
ayrıntılı bilgi istiyorum . İhsanın bu şahısla münasebeti nasıldı?
- Sayın savcım , İhsanla karşılaştığım ilk zamanlardan sonuna kadar bu şahsı onun yanında gördüm.
Pek tekin birine benzemiyordu. İçten pazarlıklıydı. İhsan o gelince beni bırakır ve onunla ilgilenirdi.
Bir süre sonra bu zifiri kara suratlı şahıs İhsanı sanki büyülemişçesine kendisine ram etti. İhsanı günde-
lik hayatından alıp levsiyatın kara kucağına dikey olarak fırlattı. İhsanın bütün bedenini ele geçirmişti
ve sadece ben tek başıma bir varlık göstermeye İhsanı bu durumdan kurtarmaya çalışıyordum. İhsanın
işlediği bütün suçlarda bu şahsın da parmağı vardır. Labaratuvarda birlikte sabahlayarak buldukları kimy-
evi madde ile koskoca okyanusu küçücük bir koya sıkıştırdılar, çocuklara yapacakları zulmü birlikte
tasarladılar , kandırdıkları bütün çiçekleri bataklıklara götürüp insafsızca döktüler ve daha neler neler....
Tanığın son söylediği kelime İhsanın içi boş bedeninde yankılana yankılana kayıplara karıştı. Son,
İhsan için çelikten dişlerini gösteriyordu.Onu kaçıracak yolar bir bir kapanmıştı. . Peki ama kimdi bu
tanıklık edenler , İhsanı nereden tanıyorlardı ? Nasılda işlediği tüm cürümleri önceden yaptıkları kayıtları
anlatıyormuşçasına birebir söylüyorlardı. En önemlisi de kendisinin bile farkına varamadığı bu zi-
firi suratlı herif de kimdi. O yalnız çalışmamış mıydı? Peki İhsan kimdi, evet kendisi gerçekte kimdi. Bu
anlatılanlar kendi tanıdığı İhsana ne kadar da uzaktı. Şu karşısında konuşmasını ağlamaklı bir vaziyette
sürdüren yaşlı yaratıkla işi ne olabilirdi ki? İhsan içinde ürettiği sorular yumağına dolaşmış vaziyettey-
32
HİKAYE
di. Kendinden o kadar emindi ki itiraf kelimesini dahi zihninden silip atmıştı ve bu yüzden de yapacağı
son hamlesini anlamlandıramıyordu. Çaresizlik içinde çare arayan İhsan için itiraf tek çıkış noktasıydı.
İhsan bu düşüncelerle cebelleşe dursun ihtiyar tanıkta son sözlerini söyleyerek ağır fakat büyük bir yük-
ten kurtulmuşçasına rahat adımlarla yerine doğru yöneldi. Hakim sonucu artık kati surette biliyordu ancak
prosedür uygulansın diye son bir defa İhsana savunma hakkı tanıdı.
- İhsan Bey tanıkların ithamlarını işittiniz. Tüm bu mahkeme sürecinin ardından nihayet
Bir sonuca ulaşabildik. Ancak bu suçlamalara karşılık son bir kez sizin savunmanızı dinlemek istiyorum.
Evet, buyurun İhsan Bey.
Çaresizliği hiç bu kadar yakından tecrübe etmemişti. Binlerce yıldır uğraşıp didinerek altın yaldızlarla
süslediği hayalleri, asırlardır içeceği günü bin bir girift sinema yöntemleriyle tasarladığı kıpkızıl şarabı , ken-
disine dünyanın bütün nimetlerini kahve içer rahatlığıyla sunan annesi babası ve akrabaları hiçbiri, İhsanı,
düştüğü bu dipsiz kuyudan çıkarmak için bir ip olamazdı. Ağzını güçlükle açan İhsan ancak birkaç cümle ile
savunmasını yapabildi. Düştüğü bu acınası durumda en aşağılık hayvandan bile medet uman İhsan, itirafın
kendisini kurtaramayacağını nerden bilecekti ki?
- Sekiz saniyelik rüya içerisinde bin bir türlü suça bulaştım, birilerinin benden yaptıklarımın hesabını soracağını
, suçlarımın bir yumak gibi boğazımda düğümleneceğini düşünmeden hayasızca ve umarsızca kendi kendimin
peşinden koşup durdum. Evet! Bu, kim olduklarını bilmediğim şahısların söyledikleri doğrudur. Artık kaçacak bir
deliğim , sığınacak bir kapım yok.Arkamda bana parçalayacakmış gibi bakan akrabalarımın beklediği sona hazırım.
İhsan sözlerini bitirmişti ki hakim kısa bir düşünüşten sonra karar dedi ve tüm mahkeme ayağa
kalktı. Keşke hakim sözünü bitirmese ve mahkeme uzayıp dursa. Hemen hakimin yakasından tutup , el-
lerini boğazından içeri geçirmeli ve ses tellerini en vahşi yerlilerin soğukkanlılığıyla çıkarmalıydı. Ne
kadar zavallıydı. Bu karar anında bile kurtuluş yolları arıyordu. Bu haliyle o, sonu uçurum olan dümdüz
bir yolda yürümeye mahkum edilmiş, duraksadığı anda en vahşi hayvanların üzerine salınması tehdidiyle
koşarcasına ilerleyen kör bir dilenciyi andırıyordu. Nihayet beklediği cezada karar kılındı. Askerler ayak-
ta asılı duran İhsanı hareket ettirmeye ve mahkemeden dışarı çıkarmaya çalıştılar. Ancak İhsan yerine çivi
ile tutturulmuşçasına hareket etmek istemiyor askerlere direniyordu.Tam bu esnada İhsanın gözleri demir
parmaklıkla çevrilmiş pencereden dışarıya takıldı. Bahar yeni gelmişti , çiçekler rengarenk boyanmıştı yine.
Kuşların sesleri en çalımlı müzik aletinin sesini dahi gölgede bırakırcasına ahenkli çıkıyordu. Doğa İhsanın
bıraktığı gibi değildi. Ve İhsan, vida ile tutturulmuşçasına birbirine geçmiş dişlerini çıtırtılar içerisinde aç-
maya çalışıyordu. Bir yandan cezayı uygulamaya götüren askerlerle mücadele eden bir yandan da doğanın
büyüsü altında kalmış İhsanın ağzından dökülen birkaç cümle mahkemenin ortasına bir lav gibi düşmüştü.
Mehmet Furkan ÖZ
33
RÖPORTAJ
Bunlar hakkında kafa yoracağız. Bunlar üzerinde Uğur KÖSE:Halk bilimi kitapları genellikle
uğraşan derinleşebilen birimler yok. “Bu ülkenin tercüme edilirken birebir çevirmeye çalışılan akade-
bilim ve bilgi bakımından ihtiyaçları nelerdir?” diye misyenler tarafından ya yabancı kelimeler kullanılarak
ciddi bir planlamanın yapıldığı kanaatinde değilim. ya da “uyduruk” diye tabir edebileceğimiz kelimeler
Böyle bir planlama yapılıp ona yönelik birim, im- kullanılarak tercüme edildiğinden biz öğrenciler bu
kân ve projelerin geliştirilmesi gerekir. Türkiye’de kitapları anlamakta güçlük çekiyoruz. Hâlbuki bu
varsa da gibi olmaktan öteye geçmiyor diye kavramların günlük konuşma dilindeki karşılıkları
düşünüyorum. Bir kere çok uzun zamanlara kadar kullanılsa veya konular daha kolay kavranacak şekilde
Türkiye’de Ermenice bilen bir akademisyen yoktu. anlatılsa öğrenciler konuları daha rahat kavrayabilirl-
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kanımıza erdi. Bu durum nasıl aşılabilir?
ekmek doğramayı milli kültür haline getiren Erme-
niler karşısında en az onlar kadar gayretli olmamız Özkul ÇOBANOĞLU:Türkiye’de herkes
icap eder. Enstitü ve araştırma merkezlerinin olması Erol Güngör gibi yazamaz ki. Rahmetli Prof. Dr.
gerek. Ana dilleri gibi Ermenice bilen insanlar Erol Güngör Hoca en çetrefilli meseleleri, en zor
gerek. Biz bugün nihayet bir iki tane Ermenice bilen teorileri basit bir Türkçeyle çok güzel ifade ediyor-
akademisyen yetiştirdik. Mesela Bush Birini Kör- du. Dile getirdiğiniz mesele biraz bununla ilgili. Bir
fez savaşında Arap dünyasına onbeş dakikalık bir teoriyi, o teoride geçen bütün kelimeleri bilseniz bile
konuşma yapacaktı. Bu konuşmayı yaklaşık yirmi anlamayabilirsiniz. Bunun için belli bir birikim ger-
Orta Doğu uzmanı on günlük bir hazırlık yaparak ekir. İkinci olarak terimleri ister istemez ya metinde
gerçekleştirdiler. Sıkıntı şuydu: Başkan bir kelimeyi geçtiği gibi orijinal bir şekilde muhafaza edeceksiniz,
kullandığında farklı milletlerden olan Araplar nasıl ya da becerebildiğiniz kadar Türkçeleştireceksiniz.
farklı farklı algılar ve bu kelimeler onlarda neleri Aynen aldığınızda dilinize bir manada ihanet etmiş
çağrıştırır. Başkan hangi kelimeyi kullanmalı ki oluyorsunuz. Hele o kelime daha önce dilinize başka
mesaj tüm Arap dünyasına doğru bir şekilde gitsin. bir nedenle girmişse ilk geldiğinde kazandığı anlama
Bu güç bir şeydir ve önem verilir. Bunu yapmak için rağmen yeni anlamını ifade etmek zorlaşıyor. Me-
tüm kelimelerin derlenip toplanması, fişlenmesi, sela “performans” kelimesi… Yeni bir terim mey-
uzman kişiler tarafından işlenmesi gerektiği ye- dana getirmeye çalıştığınızda ise “uyduruk Türkçe”
rde gerektiği şekilde kullanılması gerekir. Şunu iyi diye nitelenen olay gerçekleşiveriyor. Aslında bu yol
biliyorum ki Türkiye’de başbakanlara başbakanlık yapılması gereken doğru yoldur. Lakin bu problemin
merdivenlerinde gazeteciler ayaküstü soru çok fazla çözümü yok. Aynen aldığınız terim pek de
soruyorlardı: ÖSS hakkında ne düşünüyorsunuz? fazla olmuyor. Mesela “folklor” kelimesi… Pavyon-
Verilen cevap: Soru kaldırıldııı! Bütün öğrenciler da çalışan bir kadın bile kendini folklor programı
heyecanlandı tabi sınav kaldırıldı. Aradan yıllar yapıyor olarak görürken ben bir halk bilimi öğrencisi,
geçti hala böyle bir hamle yok. Çünkü bilgiyi sor- araştırmacısı, akademisyeni olarak böyle biriyle aynı
gulama diye bir şey yok bizde. Tabi başbakan ÖSS işi yapıyor görünmek istemem. “Folklor” daha çok
hakkında danışmanlarından bir bilgi almadığı için halk oyunları tabiriyle örtüşmüştür. Tabii ben folklor
böyle bir cevap vermişti. Hafızası güçlü olmayan kelimesini kullanmamaya gayret ediyorum. Amerikalı
bir milletiz. ‘Bilgi!’ Darbe gelince fikirler susar. halk bilimciler de aynı konudan (folklor konusun-
İnsanlar karşısındakinin fikirlerini sanki kendisi dan) şikâyetçi. Bazı ülkeler de bu tabirlerin yerine
söylüyormuş gibi rahatlıkla çürütebiliyorlar. Bu sosyalistik tabirini kullanıyorlar ki ben de birkaç
ülkede insanlar çok önemli yerleri çok uzun sürede çalışmamda aynen bu tabiri kullandım. Ama aynı an-
işgal edebilirler.Mevcut bilgiyi böyle birkaç sınavla lama gelebilecek kelimeleri kullanırsak kastettiğimiz
ölçmenin ötesinde mühim olan şey, bir insanın daha konuyu anlatmakta zorlanabiliriz. Fakat bu durumu
önceki hayatında neyi nerede nasıl yaptığını, ciddi dilbilimciler kadar da abartmamak lazım çünkü onlar
olarak nerede nasıl hizmet ettiğini dikkate almıyor bütün terminolojiyi aktardılar ve bu terminoloji dil-
oluşumuzdur. Fakat Amerikalıları örnek aldığımızı biliminde apayrı bir jargon oldu. Sadece dilbilimcile-
söylüyoruz. Hâlbuki Amerika’da herhangi bir yere rin anlayabildiği, kullanabildiği bir dil haline geldi.
müracaat edildiğinde sadece malum konuda bilgili Aynı durum halkbilimciler için de geçerli. Mesela
olmanız değil, hayatınızın her safhasında hangi alan- “türkü” kelimesi geniş yığınlar tarafından çok farklı
larda nerede nasıl işler yaptığınız önem arz etmekte- algılanmıştır. Bu konuda çalışma yapan bütün aka-
dir. Nedense biz bu tip şeyleri dikkate almıyoruz. demisyenlerin çalışmaları yanlış ya da eksik kalmış;
zorlamadan öteye geçememiştir. Bu yönüyle “türkü”
36
RÖPORTAJ
apayrı bir türdür. Bir bilimadamı gözüyle dışarıdan ilere ulaşabiliyoruz. Bilindiği gibi Çinliler çekik gö-
algılanıp, verilerle adlandırılıp tahlil edilmesi gereken zlü, orta boyludurlar. Bu kaynaklarda siyah ya da ela
bir kategoridir. Anlam yüklü terimlerle adlandırma gözlü, buğday tenli Türklerin yanı sıra sarışın, mavi
bir ihtiyaçtır. Buna katlanmak gerekir. Bilim zahmet gözlü, uzun boylu Türklerin varlığından da bahsed-
gerekiyorsa sabredip bunun için kafa yormak gerekir. erler. Aynı dili konuştuğu için onlar da Türk’türler.
Anlam yüklü bu terimler tabii ki gündelik hayatta Anlıyoruz ki dünyada gen havuzu en zengin mil-
kullanılmaz; dünyanın hiçbir ülkesinde felsefî ya da letlerden birisi de Türklerdir. Çünkü başlangıçtan
bilimsel eserler sular seller gibi okunup ezberlenmez. itibaren –demir küreselleşmesiyle de birlikte- çok
Ama Erol Güngör Bey’e gıpta ediyorum çünkü güzel büyük güç ve kuvvet kazanmışlardır. Türk kültürü bi-
bir Türkçeyle, hoş bir üslupla bilimsel konuları anlat- raz da bu sebeple büyüdü ve güçlendi. Tarih içindeki
abildi. bazı hadiseler de bu durumu hep destekledi. Kurulan
büyük Türk imparatorluklarından Hun İmparatorluğu
Uğur KÖSE:Bu noktada belki öğrencilerin bunların birincisidir. Bu imparatorluğun en büyük
duygularına tercüman olarak şikâyetlerimi dile ge- hükümdarı Mete Han Türkleri birleştirmek gibi bir
tirdim fakat siz bizim haksız olduğumuzu ispat amacının olmadığını Çin hükümdarına gönderdiği
ederek bu konuda da bizi tatmin ettiniz. Eserlerinizi bir mektupta açıkça belirtmiştir. Mektupta “Kore
incelediğimiz kadarıyla batılı halk bilimcilerin çıkış yarımadasından Macaristan’a kadar olan yerlerde
noktası olarak gösterdikleri “Homer” probleminin ye- yaşayan, yay çeken, ok atan, çadırda yaşayan, yurt-
rine “Korkut Ata” ışığını önermekle beraber “kendi ta yaşayan halkları birleştirdim” diyor. Bu nedenle
başına varoluş” tezini ortaya atıyorsunuz. Bu konuda Türkler yeryüzünde sadece gen havuzu en zengin
bize detaylı bilgi verir misiniz? millet değildir. Yaşadığı tecrübelerle kazandıkları
Özkul ÇOBANOĞLU:Yeryüzünde saf bir açısından ve çok zengin değişik kitlelerle sosyokültürel
ırk olmadığı gibi saf bir kültür de yoktur. Kültürler ilişkilere girmesi açısından oldukça zenginleşmiştir.
birbirleriyle pek çok unsur alış verişinde bulunurlar. Türk tarihini aydınlatmak bu açıdan pek çok kültür
Yani kültürler sentezdir… Sadece yerleşikler kültür tarihini aydınlatmaktan daha kolaydır. Evet, belki eli-
ve medeniyet meydana getirebilirler. Binlerce yıldır mizde yeterince yazılı kaynak yok ama o kadar çok
göçebe olmalarına, kültürlerini korumayı başaran sözlü kaynak ve o denli farklı sosyokültürel sevi-
Türklerin birçok köklü medeniyetle etkileşime yede söylenegelen halk edebiyatı ürünü var ki yer-
girmesine rağmen asimile olmaması en az irtibat hal- inde bulamadığınız, kaybolduğunu zannettiğiniz bir
inde oldukları o kültürler kadar köklü ve karmaşık bir kısmı başka birinde bulabilirsiniz. Bunları bir araya
kültürünün olduğuna, en az onlar kadar teknoloji ve getirirseniz Türk kültür tarihinin en zengin kültür
medeniyet mahsulleri meydana getirdiğini gösterir. tarihlerinden birisi olduğunu görebilirsiniz –ki ben
Türk kültür ve uygarlığının kendi başına oluştuğunu bunu bir halk bilimci olarak rahatlıkla söylüyorum.
düşünemeyiz -ki hakikat budur. Biz Güney Sibirya Dolayısıyla bunları düşünerek ve bunlardan hareke-
Ormanları ve Altay Dağları arasından tüm dünyaya tle kendimizi başkalarına göre dizayn etmek yerine
yayılmış bir milletiz. Bizim uygarlığımızdan bah- nelere sahip olduğumuzu tespit ederek ona göre ken-
sedenler -başta bizim öğretmenlerimiz olmak üzere dimizi tanımlamalı ve ortaya koymalıyız. İşte kendi
ilköğretimde ve orta öğretimde- yeryüzünde metalin başına bağımsız bir varoluşu bu şekilde anlayıp izah
ilk olarak kullanıldığı ilk üç merkezden birisinin Al- etmek bana daha doğru geliyor. Aksi takdirde birtakım
taylar olduğundan bahsetmezler. Biz Türklerin de tarih Batı kaynaklarından yola çıkarak Batılıların iki yüz
sahnesine Altayların eşiğinden geldiğimizden bahset- senedir bize yaptığı dayatmaları bilim zannedebili-
mezler. Yeryüzünde metalin ilk olarak kullanıldığı üç riz. Ve kendimizi onlara göre tanımlarız-ki bu doğru
merkezden birinin Altaylar oluşu Türk uygarlığının değildir. Oryantalizmin basit tuzaklarıdır bunlar. Bu
belki de en önemli dinamiklerinden biridir. Buna tuzaklara düşmemeliyiz. Doğulu Batılı her halkbilim-
bağlı olarak biz bir anda maden devrine geçerken ci her fırsatta epik destanlarla uğraşmasının amacını
komşularımızın hala taş devrinde olduğunu söyleye- “Homer” sorununa bağlar. Batılı bir oryantalistin
biliriz. Bu arada çok büyük bir çağ farkı olduğunu Türk destanlarıyla ilgili yaptığı bir araştırmada da bu
gösterir. Ve daha sonra demir küreselleşmesi bir had- ifadeyi görünce bunun ne kadar yanlış olduğunu bir
ise gerçekleşmiş ve Altay dağlarında yaşayan Türkler kez daha anladım. Ben de bu konuda bir kitap yazınca
bunun sayesinde etraflarındaki pek çok kavmi de “Benim sorunum Homer sorununu çözmek değil.”
Türkleştirmişlerdir. Nitekim birçok Çin kaynağından dedim. –Gerçekten de benim böyle bir sorunum yok.-
da çok erken dönemler itibaren Türklerle ilgili bilg- Mensubu olduğum milletin kültürü içinde, profesy-
37
RÖPORTAJ
onel bir şekilde araştırdığım bu kültürün içinde epik anaerkil bir dönemin yaşanmışlığına bir bilimadamı
destan nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır? Ne tür özel- olarak inanıyorum. Zaten bununla alakalı da bir süre
liklere sahiptir? Bugün hangi destan nerede yaşıyor, önce bir makale yazdım. Türk mitolojisinde bunu
hangileri ortadan kalktı?... Ben bunları merak ediyo- görebiliyorum çünkü. Anaerkil dönem ki bu dönemde
rum. Dolayısıyla tüm bunları aydınlatacak en güzel Tanrıça Umay ön plandadır. Gök Tanrı dini sağlıklı
ışık “Korkut Ata” ışığıdır. Benim meselem Korkut bir erkek egemen yapıdan oluşmuştur.Ben bu ikisinin
Ata ışığında Türk uygarlığını anlamak ve anlatmak- ortasında bir de Ay döneminin olduğunu iddia ediyo-
tan ibarettir. rum. Anaerkil dönemle Ataerkil dönem yeryüzünde
Uğur KÖSE:Yazdığınız kitaplarda bizim üni- bir iki küçük topluluk dışında hemen hemen bütün
versite sıralarında bir destandan hikayeye geçiş ürünü toplulukların yaşadığı bir macera olarak kabul edili-
olarak gördüğümüz “Dede Korkut Hikayeleri”ni yor. Ama ben bu Ay dinini Umay dini ile GökTanrı
destan kategorisinde ele aldığınızı gördük. Bunun te- dini arasında düşünüyorum. Türk kültüründe genel bir
mel nedenleri nelerdir? geçiş olmalı tarih öncesinde. Çünkü bunun da izleri-
Özkul ÇOBANOĞLU:Bunun tabi iki sebebi ni takip edebiliyoruz. Mesela Altay dillerinden olan
var. Bir tanesi Türk kültürünün özelliklerini çok gü- Türkçeye en yakın dil olan Moğolca’da eril ve dişil
zel gösteren bu metinlerin adına Dede Korkut Hi- kavramlardan bahsedilir. Türkçenin titizlikle bunlar-
kayelerini denilen bu metinlerin meydana getirildiği dan temizlendiğini görüyoruz.Bu temizlenme ciddi
milli kültürün dinlendiği ve beslendiği kayıt yoktur çatışmaların sonucunda oluşmuş olabilir. Öte yan-
ortada. Bu büyük bir soru işaretidir. Öyle gözüküyor dan göçebe hayat tarzı ve yerleşiklik arasındaki farkı
ki bu hikayelerin bulunduğu kitaplar oluşan destan- bilmeyenler Türk kadınının durağanlaşmasını başka
lar kitaplaştırılıp çoğaltılarak meydana getirilmiştir. şeylere bağlıyorlar. Göçebe yaşam tarzında kadını mu-
Biz bunun yazılmadan önceki halini düşünmüyoruz. hafaza edemezsiniz. Siz belki de aıtnıza atlayıp 10km,
Acaba bu kitabın müellifi hülasasını mı yaptı?(özetini 20km öteye giderken karınızı çadırda bırakacağınız
mi çıkardı ? ) Bunu düşünmüyoruz.Bu hikayeler için yapacağınız en ufak bir fiziki müdahale ya da
bize çok ciddi bir destan silsilesini çağrıştırıyor. Bu zorlamada kadın binlerce attan bir tanesine atlayıp
kitapların olduğuna dair tarihi kayıtlarda bu tezimizi başını alıp gidebilir. Dolayısıyla zorlayamazsınız. Or-
desteklemiyor. Fakat maalesef elimizde bugün böyle tam buna müsait değil. Öte yandan hayat tarzı... göçe-
bir kitap yok. Öte yandan çok daha küçük hacme be insan yağmur yağmıyorsa dua eder, yine yağmur
sahip “Oğuz Kağan Destanının Uygur varyantına yağmıyorsa hayvanlarını alır daha otu bol olan ye-
destan olarak adlandı. Mukayese bile edemeyecek rlere göç eder, gider. Ama toprağa yerleştiniz mi
kadar ufak birkaç destanın karışımını ihtiva eden şu bunu yapamazsınız. Bir kök saldınız mı yaylada in-
destanı gibi destanlara da destan diyoruz. E müsade atla yağmur yağana kadar inandığınız dinin Tanrısına
edin de (gülüyor) bangır bangır alplerin ortaya çıktığı, dua etmek zorundasınız. İster Yahudi, ister putper-
dövüştüğü, kahramanlıkların ortaya koyulduğu, Dede est.. Hangi dinde olursanız olun, yerleşiğin öncelikli
Korkut Anlatıları’nı da Dede Korkut Destanları ihtiyacıdır dua, o mutlaka dua etmek zorundadır. Ona
olarak adlandıralım. Çünkü biliyorsunuz ki destan, bağlıdır hayatı. Dolasıyla bu yapı içerisinde- bunu
evet uzun metindir;ama ne kadar kısa olacağına dair dindar manasında söylemiyorum- yerleşikler daha
belli bir kaide de yok. muhafazakar olur. Dünyanın her yerinde müslü-
Uğur KÖSE:Madem Dede Korkut’tan man olmayıp başka dinlerden olduğu halde toprağa
başladık konuşmaya Dede Korkutla alakalı bir soru yerleşik olanlar daha muhafazakardırlar. En küçük bir
daha sorayım: bazı araştırmacılar Dede Korkut Hi- şeyi hanımlarıyla ilişkilendirirler. Hanımlarına:”Sen
kayelerindeki destana yakın ve halk hikayesine bunu yaptığın için Tanrı bize bunu vermiyor.” ya
yakın hikayelerden hareketle ve bu anlatılan halk da senin şuran göründüğü için Tanrı bize şunu ver-
hikayeleriyle de mukayese ederek İslamiyetle bir- miyor.” diyebilirler. Bu tip halk inanışları sadece bi-
likte Türk kadınının pasifize olduğu tezini savunuy- zde yok. Bizim türk aydınları çok az okudukları için
orlar. Bu görüşe katılıyor musunuz? Katılıyor ya da bu tip batıl inançları sadece bize ait sanıyorlar. Ye-
katılmıyorsanız neden? ryüzünde bütün kültürlerde var bunlar. Dolayısıyla
Özkul ÇOBANOĞLU:Bu tabi anaerkil bunları İslamiyet’e bağlamak doğru olmaz. En mod-
kadının hakim olduğu dönemler ve daha sonra ern, çağdaş toplumlara baktığınızda onların da böyle
erkeğin hakim olduğu dönemler teziyle ilgili. Aslına halk inanışlarının,batıl inançlarının,memoratlarının
bakarsanız bu konuda bir çarpıtma, daha doğrusu ce- ,efsanelerinin var olduğunu görürsünüz. Ama bizim
haletten kaynaklanan yakıştırma var bugün.Burada aydınlar bu tip halk inanışlarından hareketle bizim
38
RÖPORTAJ
geri kalışımızı,ekonomik gerilemimizi bile bu halk lüman olmalarını şart koştuğunu, ilk ikisinin kabul et-
inanışlarına bağlıyorlar: “İşte onlar Ay’a gitti, biz hala meyip üçüncüsünün kabul etmesi üzerine üçücüsüyle
bunlara inanıyoruz.” diyorlar. Halbuki o Ay’a giden- evlendiğini görürsünüz. Burada hem Oğuz Kağan
lerin de bu tip inanışları var. Ay’a gitme farklı şey, bu değişiyor. Buna bağlı olarak yeni girilen medeniyyet
inanışlar farklı şeydir. Batılı ne kadar çalişıyor? Sen dairesinin birçok unsuru da destana yerleşiyor. Adeta
ne kadar çalışıyorsun? O işinde ne kadar ahlaklı? Sen organ nakillerindeki doku uyuşmazlğı gibi tamamen
işinde ne kadar ahlaklısın? O hela temizlese de bunun- yabancı bir kavramı epik destanlar bir kültüre anlata-
la gurur duyuyor, Ay’a giden uzay aracında görev alsa mazlar. Onu yerli özelliklere bulayarak, yerlileştirerek,
da bununla gurur duyuyor. Uzayda giden bir araçta o geleneksel halk felsefesine uyuşturarak anlatırlar.
görev almışçasına gurur duyuyor yaptığı işten. Bizim İşte bu rolü de bir transformatör,değiştirici,dönüştür
insanımız gerçekten yaptığı işten gurur duyuyor mu? ücü; dolayısıyla yerli felsefeyi, ulusal halk felsefesini
İşe girerken her tütlü rüşveti, torpili,karşılığında kaç düşündüren bir özelliğe sahiptir epik destanlar.
para alacağını biliyor. Ama ertesi gün işe girince -hele Uğur KÖSE: Türk kültür ekolojisine mesup mil-
bu devlet işiyse- bu kadar paraya bu kadar çalışma letlerin destanlarının da incelenmesini savunan
deyip kestirip atıyor. Bu iş ahlakının olmadığını gös- birisiniz. Bunun ne gibi faydaları olabilir?
terir. İşte tam bu bağlamda yerleşikler dünyanın her Özkul ÇOBANOĞLU: Öncelikle bu soruyu
yerinde her dönemde mutaassıp ve muhafazakardırlar. sorduğunuz için teşekkür ederim. Çünkü bu konu
Buna bağlı olarak kadını ikinci plana itme, kadının ısrarla ve inatla benim üstünde durduğum bir konu-
sosyal ve kültürel alanda daha az etkin olması or- dur. İngilizce’de Türk ve Türki olarak tercüme edilen
taya çıkmıştır. Bunu İslamiyet’e veya başka bir dine farklı iki kavram kullanılmaktadır. Benzer ayrımlar
bağlamak doğru değildir. Belki dinler o süeçte bi- birçok Batılı dilde de mevcuttur. Bu, oryantalistler-
raz daha hızlandırıcı olabilirler ama temel, birinci in bize giydirmeye çalıştığı bir deli gömleğidir. Ana
etken, dinamik değildirler. Türk hayatında toprağa dili Türkçe olan herkes Türk’tür. Ama Türk Dünyası
yerleşme ve İslamlaşma biraz da örtüştüğü için bu iki- dediğimiz 20 milyon km²’lik alanda her milletin
sini aynı şey zannediyorlar. Eğer toprağa yerleşirken ana dili Türkçe değil. Ama bununla beraber bu mil-
Hıristiyan da olsaydık aynı şey ortaya çıkacaktı. Ni- letler bu kültürler binlerce yıldır Türk kültüründen
tekim Yunanlılarda da erkek egemendir. Yeryüzünde pek çok aland etkilenmiş, Türk kültürünün etkisi-
birkaç küçük kabile dışında bütün toplumlarda erkek yle adeta formatlanmıştır.Bunları Türk kültüründen
egemendir. Bugün birçok Batılı ülkede hakları için ayrı düşünmek mümkün değildir. Buhara Arapları,
mücadele ediyor. O bir yakıştırmadan ibarettir, doğru Tacikler, Kürtler,Boşnaklar, Yunanlılar, Ruslar... İşte
değildir. binlerce yıldan beri Türk kültürünün etkisi altında ka-
Uğur KÖSE: Epik destanların sadece milli lan milletler de Türki milletlerdir. Buna Türk kültür
olan unsurları yansıtan değil aynı zamanda idhal olan ekolojisi dememin sebebi de bu. Bu ekolojik kültür
unsurları da dönüştürebilen transformatör gibi bir tür yapısı içerisinde asli unsur olarak yer alan bu mil-
olduğunu savunuyorsunuz. Bunun arka planındaki letler hasmımız değil, hısmımızdır. Bu milletlerde-
sebepler nelerdir? ki karşılıklı kültürel alış-verişimiz ve onlardan
Özkul ÇOBANOĞLU: Mitler bir mille- aldığımız veya bizden onlara geçmiş unsurları tespit
tin kendi kendini idrak ettiği zamanların ürünüdür. etmek, bunların bir kısmını büyütmek, daha modern
Epik destanlar mitler kadar kötü değiller. Değişime, ve çağdaş imkanlarla insanımızın ve insanlığın eline
dönüşüme daha açıklar ve dışarıdan gelen birtakım sunmak bizim haklı vazifelerimiz olmalıdır. Bu nok-
fikirleri de o bünyeyle uyuşturarak ifade ederler, tada ırkçılığın bize bir faydası olmaz,zararı olur. Bi-
diye düşünüyorum. Mesela Oğuz Kağan Destanı’nın zim milletimiz yeryüzünde ırkçılığa en uzak millettir.
Türklerin İslamiyet’i kabul etmeden önceki dönemler- Az önce söylediğim gibi demir küreselleşmesine bağlı
inde kaydedilmiş ilk nüshasını veya Uygur varyantını olarak biz başlangıçtan itibaren gen havuzu en zengin
düşünün: Oğuz Kağan’ı orada Gök Tanrı’ya inanan milletlerden biriyiz. Bu büyük bir zenginliğimizdir.
ve hayatını Gök Tanrı’ya hizmet etmek için geçiren, Binlerce yıldan beri bizi var eden, güçlü kılan bu
destanın sonunda da vefat etmeden önce oğullarına özelliğimizden niye vazgeçelim? Tam tersine bunu
Gök Tanrı’ya olan borcunu ödediğini söyleyen bir güçlendirebildiğimiz kadar güçlendirelim. Yaşarken,
Oğuz Kağan görürsünüz. Reşüdüddin aktarmasına dedelerimizin yaptığı gibi, yaşatalım. Büyümenin
baktığınızda ise Oğuz Kağan’ın müslümanlaşmış nin yolu budur. Büyümeyen küçülür. Biz büyüme
olduğunu, amcalarının üç kızına evlenmek için müs- misali olan milletlerdeniz. Hatta daha da ileri gider-
ek size bir kanaatimi söyleyeyim: Biz tarihte demir
39
RÖPORTAJ
küreselleşmesi ve din değiştirme gibi kıta çapında ni araştırmacılarımızın dikkatine sundum. Bir- iki
birkaç küreselleşmeden kârlı çıkan bir kaç milletten araştırmacı da bir şeyler yazdı ama öyle kaldı. Çünkü
biriyiz. Mevcut küreselleşmeyi de başarıyla tamam- bizim bilimadamlarımız bizim ünvanlı insanlarımız
layabilecek 4-5 milletten birisi biziz. Yeter ki sahip kolayın peşindeler. Bütün Türk Dünyası’ndaki
olduğumuz maddi ve manevi potansiyeli akla uygun destanlarımızı toplayıp bir araya getiren bir kahra-
bir şekilde işleyebilelim. Mevcut güç kaynaklarımızı man kalıbı yapmaya hiçbir babayiğit talip olmuyor.
ona göre seferber edelim. Evet milliyetçilik bir En gelişmiş halk bilimi teorisi performans teoridir.
yönüyle kutsal bile sayılabilir. Yeryüzü’nde illa bir Bunu Türk Halk Bilimi’nde ilk uygulayan kişi benim.
küreselleşme olacaksa ve tek bir millet kalacaksa bu- Türkiye’de tanınmasında da önemli katkılarım var.
nun Türk Milleti, tek bir dil kalacaksa bunun Türkçe Ama bugün Türkiye’deki birçok halkbilimci perfor-
olmasını isterim. Dolayısıyla bu yolda yarışan mil- mans teoriye perest oldular. Metin merkezli kuram-
letler arasında biz de yer almalıyız. Biz de hiçbir lara burun kıvırıyorlar. Hatta bunlardan bazıları tere-
zaman teslim olmamalıyız. Bu kadar imkana sahip- ciye tere satmak babında bana performans teorinin
ken teslim olmak çok ayıp bir şey. Bu konuda bu faziletlerinden bahsediyor.Ama ben ısrarla ve inatla
benim öyle çok şoven ifadelerim değil. Düşünün bütün bu kuramların,bakış açılarının Türk Halk Bil-
ki 14-15. yüzyılda Kaygusuz Abdal dedemiz de imcileri tarafından bilinmesi gerektiğini iddia edi-
benden çok farklı düşünmüyordu. Bilirsiniz hikay- yorum.Bunlardan herhangi birinin uzmanı olmaktan
eyi: Tanrı Teala, Cebrail Aleyhisselama git Adem’e uzak durmamız gerektiğini her zaman öğrencilerime
söyle,Cennet’ten çıksın! der. Cebrail Aleyhisselam, anlatıyorum.Bunlar bir sıhhi tesisatçının elindeki alet
Hz. Adem’e Cennet’ten çıkmasını söyler. Hz. Adem çantası gibidir.Yöntemler,modeller,kuramlar düşünce
bunları duymazdan gelir. Cebrail Aleyhisselam tekrar aletleridir.Öyle bir şeyle karşılaşırsınız ki İngliz
Tanrı Teala’nın yanına gittiğinde Tanrı Teala, Cebrail anahtarı kullanmanız gerekir.Bazen de kargaburun
Aleyhisselam’a:”Git O’na Türk Dili’nde söyle!” der. kullanmanız gerekir.Tıpkı bunun gibi bir yerde mo-
Türk Dili’nde söyleyince Hz Adem çıkıp gider... De- tife doğru bir tahlil yapmanız gerekir.Bir başka ye-
mek ki Hz. Adem Türk’tü.(gülüyor) Şaka bir yana rde icraya,performansa göre bir tahlil yapmanız ger-
böyle telakkiler insanlık tarihinde her yerde olageldi. ekir.Bir başka yerde performa,icraciye göre bir tahlil
Bizde niçin olmasın? Bunun neresi ayıp? yapmanız gerekir.Bunların hepsini bileceksiniz,tanıy
acaksınız,yeri geldiğinde kullanacaksınız.Alpler mo-
Uğur KÖSE: Günümüze baktığımızda Batı’da tifinde metin merkezinde ortaya konulmuş çıkarılmış
sinemacılar ya da senaristler en olmadık konu ya da süper bir entellektüel araç-gereçtir.Herhangi bir mo-
hikayelerden devasa filmler ortaya çıkarırken biz bir- tifi merak ediyorsanız araya bakıp bulabilirsiniz.Ama
çok destana sahip olmamıza rağmen başarılı eserler Türkiye Türklerinin bile motifindeki hazırlanmış
ortaya koyamamaktayız. Bu konuda uygulama ko- değil Türkiye Türklerindeki motifi hazırlanacak,bütün
nusunda neler yapılabilir? Türk Dünyasının motifindeki hazırlanacak.Halk Bil-
Özkul ÇOBANOĞLU: Bu konuda ki- imcilerin çok rahatlıkla kullanabileceği bir araç-gereç
tap yazmış, uzman olduğunu düşünen biri olarak haline gelecek.Bundan rahatlıkla yaralanabilirsiniz
Türk Dünyası epik destan geleneğinin dünyanın en artık.ama buna çalşmalarınızda kullanırsanız orda
zengin epik destan geleneği olduğunu söyleyebil- Türk kahraman kalıbının özeliklerini görmek müm-
irim. Yüzlerce derlenmiş destan var. Ama ben da- kün olabilir.Ondan çok rahatlıkla filmler üretmek
hil hiç kimse bu sayıyı tam olarak bilmiyor. Çünkü mümkün olabilr.Türk Dünyasında ortak bir kahra-
hala kaydedilmemiş, yazıya geçmemiş destanlar var. man motifi oluşturulabilirse bu filmler daha çok
Ama bunlardan nasıl istifade etmeliyiz? Bu konu için benimsenip izlenebilir.Ama elimizde böyle derinlik
öncelikle modern ve çağdaş imkaları bilmek gerekli. ölçecek araç gereçten bile mahrumuz.Kimse buna
Şayet bir çizgi film yapacaksak bir tip oluşturup o talip olmuyor.Çünkü bu zor iş.Bu ülkeyi bu milleti
tipin etrafında epizotları, olay örgülerini ona göre yaşatma azminde insanlarsak,yarınlarda daha güçlü
dizmeye dikkat etmeliyiz. Henüz Türk Dünyası Kah- kalma derdinde olan insanlarsak... Önce herşeyin ko-
raman Kalıbı dediğimiz şey yapılmadı. Batı’da bun- lay olmadığını idrak etmeliyiz.Hayatta zor şeylerinde
lar 150-200 yıl önce yapıldı. Değişik kahramanların olduğunu,zor şeylere talip olmanın hayatın gerçekler-
tipolojik özellikleri bir araya getirilerek ortak kah- inden olduğunu bilmeliyiz.Aksi halde Batılıların bizi
raman kalıbı oluşturmak gerekiyor. Bu konuda ci- yönlendirmelerinden hiçbir zaman kurtulamayız.
ddi bir çalışma henüz yapılmadı.Ben bu konuda Böyle zor şeylere talip olursak ve böyle ciddi,derin
birkaç makale yazdım. Böyle bir araştırma çizgisi- eserler verirsek ancak bizim uygarlığımız,bizim kül-
40
RÖPORTAJ
türümüz daha fazla güçlenerek devam eder,yarınlarda letme işinin.Çünkü on küsür yılda bin iki yüz öğrenci
insanlığın içine düşeceği birtakım durumlardan onar kişiyle konuşmuş olsa 12000 kişi... ki bunların
kurtulmasının önünü açabilir.Zor işlere talip olmalıyız. çoğunun 20-25 kişiyle konuştuğunun düşünürseniz
Zor,ciddi,derin eserler vermeliyiz.Şu ana benim eserl- Hakkari’den Edirne’ye Türkiye’nin dört bir tarafından
erim dahi Türkiye’de ve Türk Dünyası’nda halk bilimi ne kadar insana ulaşmışlardır kim bilir?Bir kere mem-
alanında ciddi anlamda bir tane bile eser yoktur.Ben oratlar öyle çok kolay bir şekilde araştırılacak bir tür
Halk Bilimi yöntemleri ve kuramlarıyla ilgili kitabımı değildir biliyorsunuz. Bir genç kızın başından geçen
hazırlarken böyle bir kitap hazırlamaya yönelik Dünya bir olayı anlatması kolay değildir. Toplum ona hemen
Halk Bilimi çalışmaları tarihi atlı bi akademik kitap deli damgası vurur, kızın talipleri eksilir.kızın başına
tasarlarken aslında bu düşünce araç ve gereçler nasıl bir yığın hal gelir.Dolayısıyla kolay anlatılan bir konu
ortaya çıkıyor? ‘’Nasıl gelişiyor?’’u anlatabilmeyi ve değil. Bu nedenle aile dışından birinin bunu öğrenmesi
insanımızın bunu anlayıp benzer araç ve gereçler mey- çok zor. Fakat aile içinden biri olan bir öğrencimiz
dana getirme sürecini başlatmayı hayal etmiştim.Ama gittiğinde ona çok daha rahatlıkla bunu anlatabilir. Bu
henüz bu süreç başlamış değil.Çünkü insanlar bunu cephesiyle düşündüğümüzde o memoratları derletme-
ezberleme derdinde.Ezberleyip nakletmekle bu iş bit- kle müthiş ve muhteşem bir iş yaptım ben aslında. Yani
ti diye düşünülüyor.Ezberleyip nakletmek öğrenmek bunu kendim yapmaya kalksaydım herhalde bin yıl
değildir!Yani halk bilimi hafızları bu işi çözemez.Ni- falan yaşasam ancak o kadar değerli bir kitap yazabil-
tekim fizik hafızları da hiç bir şeyi çözemezler.Yani o irdim. Para olarak da,mübalağa etmiyorum,5-6 tiri-
yaratıcı düşünceyi harekete geçirmek esastır.Ama bu lyon liradan aşağı düşmezdi. Düşünün ben bu memo-
noktada bana yeterli kıpırdanma olmadı gibi geliyor. ratlar sayesinde hem öğrecilere ödev yaptırdım, hem
millete 5-6 tirilyonluk katkıda bulundum hem de bin
Enes İLHAN:Memoratlarla ilgili çalışmalarınız yıllık bir zamanı 10 yıla indirdim. Bu öğrenci ödev-
mevcut.Peki sizce memoratlar hakında bundan sonra lerini önemsiyorum. Diğer akedemisyen arkadaşlar
nasıl çalışmalar yapılabilir?Sizin izlediğiniz yöntem- da böyle davransın istiyorum.Ödevler öğrencilere
ler nelerdir? bir şeyler kazandırsın, aynı zamanda ciddi ve kaliteli
Özkul ÇOBANOĞLU:Ben Hacettepe üni- yapılan öğrenci ödevleriyle de milletimiz bir şeyler
versitesinde asistan olduğum günden beri halk kazansın. Üstadımız,duayenimiz M.Fuat Köprülü de
bilimine giriğ derler veriyorum.Yine çalıştığım böyle söylüyor. ‘’Her Türkiyat talebesi birer kum
Boğaziçi,Kosova’da Piriştina,Kırım devlet tanesi getirsin. Bir muazzam abide ancak böyle or-
üniversitesi,Moğol devlet üniversitesi gibi üni- taya çıkar.’’der. Bu doğrudur. Memoratlar da bunun
versitelerde mutlaka halk bilimine giriş deri ver- bir örneğidir. Neler ortaya çıktı? Öncelikle ben bu
dim.Biliyorsunuz bu dersin gereği halk bilimi alan işe başlarken korkuyordum. Türkiye’de bizim bazı
araştırmasını öğretmek ve uygulatmaktır.Öncelikle aydınlarımızın halk inanışlarına nasıl baktığını bilyor-
bu tür ödevleri derlettirirken pek çok malzeme der- dum. Memoratlara, efsanelere bizim geri kalmamızın
lettim ve derletmeye devam ediyorum.Ben bu ödev- sebepleri olarak bakıyorlardı. Ben bu yüzden yaptığım
leri bazen üç ay,bazen beş ay sorguladım.Benim bütün çalışmalarda Batılı kaynakları göstermeye özen
Amerika’da İndiana üniversitesi’nde öğrendiğim en gösterdim. Bakın bütün dünya bunu yapıyor. Ben de
önemli şeylerden bir tanesi öğrenci ödevlerinin bir ona göre bunları yapıyorum. Ama korktuğum başıma
kıymete haiz olduğudur.O ödevlerin kaldırılıp çöpe gelmedi. Nihayet kıymeti anlaşıldı. Hatta büyük so-
atılmadığını daha orada bulunduğum ilk ay içinde syalpsikologlar bundan istifade etmeye başladılar.
öğrendim.Bunların derlenip,toplanıp,sistematik bir Dolayısıyla attığım okun hedefine ulaşmış olmasından
şekilde arşivlenip arşive konulduğunu öğrenince inanılmaz bir haz ve mutluluk duydum.
küçük dilimi yuttum desem yeridir.Türkiye’de koca Enes İLHAN:Son olarak toparlayıcı bir soru
koca hocaların yaptığımız ödevleri derleyip toplayıp soracak olursak dünyadaki halk ilimi çalışmalarıyla
çöpe attığına çok şahit olmuştum.Biz onlar kadar kıyasladığınızda ülkemizde halk bilimi çalımaları
zendin değiliz,fazla kaynağımız yok.Dolayısıyla bu yeterli düzeyde mi?
öğrenci ödevleri önemli.Öğrencinin ödevlerini kendi- Özkul ÇOBANOĞLU:Kesinlikle yeterli
mize mal etmeden ödevleri kaynak olarak kullanabili- değil!Eğer yeterli olsa,eğer Türkiye’de halk bilimi
riz.Onun tarafından derlendiğini bilimsel etiğe uygun çalışmaları olması gerekenin yarısına varmış olsa
bir şekilde belirterek...Bu yolla yaptığım en doğru Türkiye’nin pek çok sosyal ve kültürel probleminin
işlerden biri olduğunu düşünyorum memoratları der- çözülmüş olması gerekirdi.Türkiye’nin mevcut so-
41
RÖPORTAJ
syal ve kültürel problemlerini çözmek bir yana yeni kurulmuştur.O dernek etrafında toplanan bu bilim
sosyal ve kültürel problemler ortaya çıkıyor.Maalesef dalına ilgi duyanlar çalışarak,yaygınlaştırarak bu
çalışmaların sağlam bir şekilde ilerlediğini söyleye- güne getirdiler.O dernekler hala orada yaygın.Bizde
meyiz.Mesela İstanbul’u düşünün İstanbul’un nü- hiçbir bilim dalına ait böyle 120 yıllık,100 yıllık,80
fusu 15 milyon.Burada kaç kişi halk bilimi derlemesi yıllık dernek yok.Meslektaşlık dernekleri...Yanlış
yapıyor?Neredeyse hiç!Oysa halk bilimciler sadece anlamayın,küçümsemek için söylemiyorum ama
İstanbul’u çalışsa Türkiye ‘deki halk bilimi konusunda İstanbul’da yaşıyan büfecilerin ve kahvecilerin bile
çok ciddi bir fikre sahip olabilirler.Ama Türkiye’nin meslektaşlık odaları var.Fakat İstanbul’da yaşayan
her yerini çalışıp daİstanbul’u çalışmasak Türk Halk Türkologların,Halk bilimcilerin bir derneği yok.
Bilimi çalışmalarında çok büyük bir yedik ve eksik Dernek kurulduğunda da herkes kendi ideolojisine
ortaya çıkar.Ama bizim halk bilimcilerimizin yer göre gruplaşıyor.Onlar meslektaşlık derneği
yüzünde kullanım tarihi çoktan geçmiş telakkisine değildir.Türkiye’de Türkolojiden ekmek yiyen 3
göre İstanbul’da halk yoktur.İstanbul’da halk olur bin akademisyen var.Bunları öğretmenlerle birlikte
mu? Onlar hala halkı okuma yazma bilmeyen,kırsal düşündüğümüzde daha korkunç bir rakam ortaya
kesimde yaşayan,sosyokültürel hayattan olabildiğince çıkıyor.Ama bugün Türk Dili ve Edebiyatı ya da
uzak,ekonomik olarak toplumun düşük bir kesimi Türkoloji derneği yok.Düşünün ki bu ülkede özel üni-
olarak düşünüyorlar.Dolayısıyla halkı Anadolu’da dağ versiteler açılsın orada Türk Dili ve Edebiyatı bölümü
başlarında arıyorlar.Bu toplumun en marjinal olarak olmasın.Fransa’da bir üniverside açıldığını ve orada
düşünülen kesimi kimler? Mankenler.Mankenleri bir Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünün olmadığını
halk bilimci çok kolay bir şekilde inceleyebilir.Skan- düşünebiliyor musunuz? Amerika’da bir üniverside
dallarda klasikleşerek tekrar eden motifler üzerine açıldığını ve orada İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünün
makaleler yazılabilir.İlerisini siz düşünün! Dolayısıyla olmadığını düşünebiliyor musunuz? Düşünemezsiniz.
İstanbul halka kültürünün derlenmesi çok önemlidir. Ama ülkemizde bunun bir sürü örneği var.Çünkü bu
Ve sırf bu derleme üzerine bir enstitü kurulması ger- insanlar bu ülkeden kazandıklarını ülke insanına ver-
ekmektedir.Bu o kadar önemlidir ki... Anadolu’dan mekten uzak insanlardır.
ve Rumeli’den milyonlarca insan buraya geliyor ve
geleneklerini muhafaza etmeye çalışıyor.Ama bunu Uğur KÖSE: Bize bu güzel röportaj
pek de başaramadıkları ve birbirinden etkilendikleri için zaman ayırdığınızdan dolayı teşekkür ederiz.
için yeni formlar ve ara formlar ortaya çıkıyor.Burada Özkul ÇOBANOĞLU: Rica ederim...
yapılması gereken bu hyeni formların derlenerek gü-
zel televizyon dizileriyle topluma yaygınlaştırmaktır.
Bu tarz çözüm yollarının yaygınlığını sağlamaktır.
İşte halk biliminin bunu saf bir dil araştırması akade-
mik anlamda çalışması bir de uygulamalı halk bilimi
olarak toplumun istifadesine sunması gerekir.
Ama biz bunları bugün sadece hayal edebiliyoruz.
Fakat ben ümitliyim.Çok yakın bir gelecekte halk
bilimi gelişme kaydedebilir.Türkiye’de özel üniver-
siteler çoğalyor,rekabet artıyor.Unesco da halk bil-
imini önemli bir maddesi haline getirdi.Son yıllarda
bir kaç tane sözleşme imzalandı.Gayri-maddi,kültürel
usurları muhafaza etme,derleme,aktarma sözleşmeleri
imzalandı.Bu yolla halk bilimi uluslar arası
anlaşmaların konusunu oluşturmaya başladı.Devlet
resmi olan halk bilimine eğilme ihtiyacı hissedecek.
Ama devletten önce aydınlar özellikle de halk bilim-
ciler bunu daha iyi idrak ederek,kendilerini daha iyi
donatarak ve ortak meslektaşlık dernekleri kurarak
bu işe eğilmelidir.Bu önemlidir.Batıda sosyal bilim-
lerinin ileri olduğu bütün ülkelerde,üniversitelerde
bilim dalları yer almasdan önce onula ilgili bir dernek
42