You are on page 1of 110

Prof.Dr.

Sami AYDOGAN

ENDOKRIN SISTEM FIZYOLOJISI


1. KIMYASAL HABERCILERIN SINIFLANDIRILMASI

a) Nörotransmitter-Sinir Hücresi-Sinaptik Transmisyon-Asetil kolin


(aktivite süresi kisa) Serotonin- Norepinefrin.

b) Nörohormon-Sinir Hücresi-Endokrin Fonksiyon-Nörohipofiz


Hormonlari ; Dolasimla tasinirlar.

c) Bez Hücresi-Endokrin Doku-Endokrin fonksiyonlar-Insülin-


Tiroksin-Epinefrin-Sex hormonlari dolasimla hedef organlarina
giderler.

d) Feromon-Vücut disina açilan bezler-Bireyler arasi haberlesme-


Bambykol eseysel çekim maddeleri ipek böceginde, kelebeklerde.

e) Cyclic nükleotidler-Çesitli hücreler-Hücre içi haberci, ikinci


haberci-cAMP, cGMP

f) Inorganik iyonlar-Ekstraselülerl ve intraselüler depolar-Enzim


aktivasyonu membran ve enzimler arasinda baglanti ajani-Ca++

2. ÇESITLI HÜCRELERDE SEKRESYON

a) Sinir Hücreleri (Asetil Kolin)

b) Nörosekretorik hücreler (ADH, oksitosin)

c) Endokrin hücreler (Çesitli hormonlar)

3. HORMONLAR

a) Hormon tarifi : Ilk defa 1905’de Starling tarafindan


tanimlanmistir.

Bir hücre veya hücre gruplarindan vücut sivilari (kana) içerisine


salinan ve vücudun diger organ ya da dokularinda çesitli hücreler
üzerine fizyolojik kontrol etki gösteren kimyasal habercilerdir.

1
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

b) Hormonlarin Özellikleri

• Hormonlar özel dokular (bezler) tarafindan sentezlenen


maddelerdir.

• Kan dolasimi yoluyla etki gösterecekleri bölgelere tasinirlar.

• Hedef organ ya da dokularda zenginlesirler (toplanirlar)

• Belli hedef hücrelerdeki özgül reseptör molekülleri ile


reaksiyona girerler.

• Çogunlukla spesifik enzimleri aktive etmek suretiyle katalitik


miktarlarda etki ederler.

• Tek bir hormon tek bir hedef dokuda veya farkli hedef
dokularda çok degisik etkiler meydana getirebilirler.

Örnek :

a) Hormonlar vücutta metabolik olaylarin düzenlenmesinde rol


oynarlar.

b) Belirli enzimler araciligi ile hücrelerdeki kimyasal reaksiyonlari


düzenlerler.

c) Çesitli membranlardan maddelerin geçisini kontrol ederler.

d) Belirli hücrelerdeki salgi faaliyetini, büyüme ve gelisme


olaylarini ayarlayabilirler.

4. HORMONLARIN SINIFLANDIRILMASI

a) Lokal etkili hormonlar : Spesifik lokal etkileri vardir. Örnegin;


Asetil kolin; parasempatik sinirlerin ucundan salinir.

Secretin : Duodenum duvarindan salinir ve kan yoluyla pankreasa


tasinir ve pankreatik sekresyona neden olur.

2
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Kolesistokinin : Ince barsakta salgilanir, safra kesesine tasinarak


kasilmaya neden olur ve pantreatik sekresyona neden olur.

b) Yaygin etkili hormonlar : Vücudun degisik bölgelerinde çesitli


fizyolojik etkiler yaratirlar. Örnegin;

Büyüme hormonu (STH) Organizmanin hemen bütün hücrelerini


etkilerler.
Troid hormonlari (T3 ve T4)

Böbrek üste bezi hormonlari

ACTH ve Ovaryum hormonlari

Fonksiyonel Olarak Hormonlarin Siniflandirilmasi

a) Kinetik etki gösterenler : Epinefrin, oksitosin, malatonin,


secretin, ACTH, TSH, FSH

b) Metabolik etki gösterenler: Thyroxin, insülin, STH, ADH,


Aldosteron, PTH, Calcitonin, glucagon

c) Morfogenetik e tki gösterenler: STH, Thyroxin, FSH, LH, Estrogen


ve Androgenler.

Yapisal Olarak Hormonlarin Siniflandirilmasi

a) Polipeptit Hormon : Insülin, glucagon, TSH, ACTH, Releasing


faktörler, büyüme hormonu, calcitonin, PTH.

b) Steroid Hormon: Östrojen, progesteron, kortizol, aldosteron

c) Aminoasit türevi hormonu: Asetil kolin, tiroid hormonlari,


epinefrin ve norepinefrin (katekolaminler), melatonin.

Hormon Reseptörleri ve Hormonlarin Etki Mekanizmasi

Belirli tipteki bir hormon, ancak özgül oldugu belirli tipteki


hücreler üzerinde etkili olabilmektedir. Bu özgüllük, hücrelerde
hormonlarin özgül olarak baglandiklari reseptörlerden ileri gelir. Bir

3
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

hormonun belli bir hücreyi etkilemesi, o hücrede o hormona özgül


reseptörün bulunmasina baglidir.

a) Reseptörleri hücre yüzeyine olan hormonlar : Polipeptik


hormonlar (Insülin, glucagon, TSH, ACTH, releasing faktörler).

b) Reseptörleri hücrenin içinde (sitoplazma veya çekirdekte)


olanlar: Steroid hormonlar (östrojen, progesteron, kortizol)

c) Reseptörleri plazma membraninda ya da çekirdekte olan


hormonlar: Amino asit türevi hormonu (asetil kolin reseptörleri
veya alfa ve beta adrenerjik reseptörler plazma membraninda, Troid
hormonu reseptörleri ise hücre çekirdeginde yer almislardir).

a) Polipeptit hormonlar kan yoluyla hedef dokularina ulastiklari


zaman hücrelerin içine girmeyip (çünkü büyük moleküllüdürler)
hücre membranindaki özel reseptörlere baglanirlar. Bu reseptörler
glikoprotein yapisindadir. Hormon reseptör etkilesimi, hücre
membranindaki adenil siklazin aktivasyonuna yol açar. Bu enzim
de ATP’den cAMP’nin yapimini katalizler. CAMP’de hücrede çesitli
olaylari baslatir. Bu yüzden cMP’ye ikinci haberci adi verilmistir.
Birinci haberci ise hormonun kendisidir.

Adenil siklazin aktivasyonu da su sekilde olmaktadir.

Reseptörün hormonu baglayan bölgesi hücre membraninin dis


yüzüne bakmaktadir. Adenil siklazin katalitik bölgesi ise hücrenin
iç tarafina yöneliktir. Adenil siklazin, hormon/reseptör baglanmasi
sonucunda aktive edilmesinde bir üçüncü protein ise
karismaktadir. Bu proteine, guanil nükleotidlerini bagladigindan “G
proteini” adi verilmistir. Bu proteinin GDP ve GTP olmak üzere iki
sekli vardir. GTP adenil siklazi aktive ederken, GDP aktivasyon
yaratmaz. Inaktif GDP’nin aktif GTP’ye dönüsümü
hormon/reseptör kompleksi tarafindan kataliz edilir. Gene ayni

4
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

protein tarafindan GTP, GDP’ye hidroliz edilerek aktivasyon


durdurulur. Adenil siklazin aktivasyonu sonucunda olusan cAMP
hücrede protein kinazlari aktive eder. Protein kinazlar ise çesitli
proteinlerin fosforilasyonunu saglayarak bunlarin aktivitelerini
düzenlerler.

Hücre membraninda bu özgül reseptörlerin bulunusu, hormonlarin


etki edecekleri dokular açisindan büyük ölçüde seçici olmalarini
saglar.

Örnegin;

1. TSH, LH ve FSH benzer yapida olmalarina ragmen ve üçü de


adenil siklazin aktivasyonunu saglamalarina ragmen, TSH bu isi
troid dokusunda yaparken gonadlari etkilemez. LH ve FSH ise
troidde hiçbir etki yapmayip gonad hücrelerindeki enzimi aktive
ederler.

2. ADH ve oksitosin sadece 2a.a bakimindan farklidirlar, ancak


etkileri oldukça degisiktir. Bunun nedeni reseptörleri ile olan
özgüllüklerinden gelmektedir.

Bu özgüllük sayesinde bir hormonun farkli dokulardaki etkileri de


farkli olabilmektedir.

ADH, böbreklerde hidroozmotik reseptörlere baglanmasi sonucu


antidiüretik etki yapmaktadir. Kan damarlarindaki daraltici etkisi
ise damar düz kas dokusundaki basinç reseptörlerine baglanmasi
sonucu meydana gelmektedir.

b) Steroid hormonlar, bezlerden salindiktan sonra kan yoluyla


hedeflerine tasinirlar. Bir kismi serum proteinlerine baglanir, bir
kismi da serbest kalir. Hedef doku üzerinde etki gösteren bu
serbest hormondur. Steroid hormonlar hücrelere diffüzyon yoluyla
pasif olarak girerler (küçük moleküllü olduklari için). Bundan

5
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

sonra etki gösterip göstermeyecekleri hücre stoplazmasindaki özgül


reseptörlerin bulunup bulunmamasina baglidir. Hormon reseptörü
ile birlestikten sonra bu kompleks çekirdege girmektedir.
Reseptörün B alt birimi kromatinin histon olmayan kisminda bir alt
fraksiyona (AP3) baglanmaktadir. Bu baglanma sonucu A alt birimi
ayrilarak DNA’ya baglanmaktadir.

Bu kombinasyon ile mRNA sentezi için özgül genleri aktive edecek


aktif faktör olusmus olmaktadir. Daha sonra mRNA stoplazmaya
diffüze olur ve yeni proteinlerin olusumu için ribozomlarda
translasyon olaylarini baslatir. Bu proteinler de daha sonra ya
enzim olarak ya da tasiyici protein olarak rol oynayarak hücrelerin
diger fonksiyonlarini aktive ederler.

Örnegin: Aldosteron, adrenal kortex’den salgilanir, özgül reseptörler


tasiyan böbrek tübül hücrelerinin sitoplazmasina girer ve çesitli
olaylari baslatir. 45 dk. Sonra tübül hücrelerinde proteinler
belirlemeye baslar ki bunlar tübüllerden sodyumun geri emilmesini
saglar ve tübül içerisine potasyum sekresyonunu saglar.

Görüldügü üzere hormonlarin hedef hücreleri etkilemeleri baslica


iki yolla olmaktadir:

1. Hücrenin cAMP sisteminin aktivasyonu yoluyla

2. Hücrelerin genlerinin aktivasyonu (gen aktivatörü) yoluyla.

Bu iki yolun yaninda, bazi hormonlar var ki bunlarin etkili


mekanizmalari tam kesin olarak bilinmemektedir. Bu hormonlar
çesitli hücreler üzerine direkt olarak etki edebilmektedirler.
Örnegin; insülin hücrelerin glukoza geçirgenligini arttirmakta.
Insülin reseptörleri hücre yüzeyinde yer almistir. Bu reseptör alfa
ve beta alt birimlerinden olusmustur. Insülin bu reseptöre sikica
baglanmasi sonucunda hücrede bir biyokimyasal olaylar zinciri

6
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

baslatilmakta ve sonuçta insülin etkisini karakterize eden olaylar


meydana gelmektedir. Bu dizi olaylari baslatan mekanizma henüz
bilinmemektedir. Bir çok çalismada insülinin plazma membranina
bagli insülin reseptörlerinin sayisini kontrol edebilecegi sonucu
ortaya çikmistir. Bu mekanizmanin temelinde insülin-reseptörü
bilesmesinden sonra bu kompleksin endositoz yoluyla hücre için
alinmasi (internalizasyon) yatmaktadir. Bu islem sirasinda insülin-
reseptör kompleksi ayrilmakta, reseptörlerin bir kismi tekrar
membrandaki yerini almaktadir. Hücre içine alinan insülin ise
metabolitlerine yikilmakta, bunlarda daha sonra hücre disina
salinmaktadir.

Örnegin: GH, hücreler içerisine a.a. transportunu arttirmakta,


ayrica bu hücre içi amino asit miktarini arttirmak suretiyle çesitli
yollarla protein sentezini stimüle etmektedir.

Örnegin: Katekolaminler ve asetil kolin gibi hormonlar da iyonlara


karsi geçirgenligi degistirmek suretiyle hücre membranini direkt
olarak etkilemekte ve örnegin kasilmasina neden olmaktadir.

6. ENDOKRIN AKTIVITENIN DÜZENLENMESI

a) Sinirsel yolla

b) Humoral yolla

c) Nörohumoral yollarla ( a ve b beraberce)

a) Endokrin bezlerin, normal olarak fonksiyonel sistemi direkt ya


da indirekt olsun CNS’ne baglidir. Özellikle iki bezin salgisal
faaliyetleri direkt olarak sinirleri yoluyla düzenlenir. Bu yapidaki iki
bez adrenal medulla ve nörohipofizdir .

Adenohipofiz esas bez durumundadir ve çesitli uyaranlarin (nöral


ve humoral) hedefi durumundadir. Bu sinirsel ve humoral
uyaranlar onun aktivitesini stimüle ya da inhibe etmektedirler.

7
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Ayrica, çesitli bezlere giden vazomotor sinirler yoluyla, CNS indirekt


olarak endokrin bezlerin tüm fonksiyonlarini düzenleyebilmektedir.

Bazi araci maddeler vardir ki, Örnegin simpatik aracilar (epinefrin


ve norepinefrin) örnegin troid benzinin TSH’a verecegi cevabi
arttirabilmektedirler. Böylece vazomotor sinir uçlarindan araci
maddelein salinmasi, bez hücrelerinin tropik hormonlara karsi
duyarliligini (liklarini) artirabilmektedir.

Sekil 1. Endokrin sistemin kontrolü

b) Endokrin bezleri integre bir sistem olarak görmek gerekir. Çünkü


verilen bir hormon tek basina, bagimsiz olarak diger endokrin
bezleri etkileyebilir ve onlarin sekresyon oranlarini degistirebilir.
Örnegin estrogen verilmesi, FSH ve LH yapimini inhibe eder. FSH
veya LH verilmesi ovaryumlarda büyümeye neden olur, fakat
ovaryumlar kendilerinden çikan (salinan) östrogenin artmasi
nedeniyle bir cevap vermezler.

Örnegin; insülin ve glucagon kan sekeri üzerinde zit etkilere


sahiptir.

Hipofiz bezi muhtelif hormonlar salgilayarak çesitli endokrin bezler


üzerinde direkt olarak etkili olmaktadir. Örnegin; gonadlar, troid
bezi, adrenal korteks üzerinde. Bu bezler, hipofiz bezinin etkisi
altinda olmadan da az miktarlarda hormonlarini salgilarlar. Fakat
hedef bezin normal fonksiyonlari için hipofizden normal olarak bu
trophic hormonlarin salinmasi gerekir. Trophic hormonun
salinmasindaki artis hedef bezin sekresyon oraninda da artisa
neden olur. Hedef bezden salinan hormonlar, hipofizden salinan
trophic hormonlarin salinmasina karsi koruyucu etki de
olusturabilmekteler, böylece ilk stimülusun kaynagi inhibe edilmis

8
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

olmaktadir. Örnegin; hipofizden TSH salinmasi arttigi zaman


troidden troksin salinmasi da artar. Troksin sekresyonunun
artmasi belli bir orana gelince ise TSH salinimini inhibe etmektedir.
Bu sisteme (-) feed-back sistemi denir. Endokrin dokularin
sekresyon aktivitelerinin düzenlenmesinde (-) feed back
mekanizmasi yaygin bir yer isgal eder. Feed back kontrol uzun ya
da kisa yoldan olabilir.

Çogunlukla (-) feed back olmakla beraber bazi hormonlarda (+)


feed-back olusturur. Halbuki fazla oranda östrojen ise FSH
sekresyonunu inhibe ederek )/) feed back olusturmaktadir. Aylik
cinsel siklusun degisik devrelerinde (-) ve (+) feed back
mekanizmalari görebiliriz.

Bazi hormonlarin sekresyon oranlari ise hipofiz bezinden


bagimsizdir ve kanda hormonal olmayan bazi metabolitlerin
konsantrasyonuyla düzenlenmektedir. Örnegin paratroid bezi
hormonu (PTH) plazmada Ca seviyesinin düsük olmasi, PTH
sekresyonunu uyarir yani PTH artar. Hiperkalsemia ise PTH
salinmasinda azalmaya yol açar. Her iki durumda Ca++ iyonu bez
üzerine direkt olarak etki etmekte ve onun sekresyonunu
degistirebilmektedir. Örnegin insülin bir baska örnektir. Insülin
salinmasini degistirebilen kandaki glukoz konsantrasyonudur.

HIPOFIZ BEZI

ADENOHIPOFIZ

Hipofiz ön lobunda degisik yapida birçok hücre mevcuttur. Hücre


grup ve kolonlari vardir. Bunlar sinüsoidlerle ayrilmis
durumdadirlar. Genel olarak baslica iki tip hücre vardir ;

9
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

a) Kromofob Hücreler : Stoplazmik granül ihtiva etmezler ve ne


asit ne de bazik boyalarla boyanmazlar. Sekresyon özellikleri
pek yoktur ya da degranüle olmus sekresyon hücreleridir.

b) Kromofil Hücreler : Stoplazmik granül ihtiva ederler.

1. Alfa hücreleri (Asidofiller): Asit boyalarla boyanirlar (STH, PRL


salgilarlar).

2. Beta hücreleri (Bazofiller): Bazik boyalarla boyanirlar (LH, FSH,


TSH, ACTH ve ? -LPH salgilarlar).

Daha detayli çalismalar hipofiz ön lobunda, en azindan alti tip


hücre bulundugunu göstermektedir. Ayrica (POMC)
proopiomelanocortin (Beta-lipopotropin+Beta+endorfin+ACTH)
sekrete ederler.

PRL (Prolaktin): Gonadotropik bir hormondur. 198 a.a’lik 3 disülfit


köprüsü içeren protein yapisinda olup, M.W.23.000 civarindadir.
Alfa hücreleri tarafindan salinir. Hamilelik ve laktasyon sirasinda
bu hormonu salgilayan hücrelerin sayisinda artis olmaktadir. PRL,
meme mezlerinin gelismesinde ve sekresyonunda baslica rolü
oynamaktadir (Östrojen ve progesteron ile birlikte). Hamile
olmayanlarda plazmada 10 ng/ml civarindadir. Erkeklerde de ayni
konsantrasyonda bulunur. Ancak hamilelik sirasinda plazmadaki
PRL de az bir artis olur. Süt salgisinin uyarilmasi ve meydana
getirilmesi bu hormonun görevidir. Gebelikle PRL süt salgilatmaya
degil, süt bezlerinin olgunlasmasina yardimci olur. Östrojen,
progesteron, kortizol ve GH’nun da katkilariyla PRL, memelerdeki
süt kanallarinin genislemesini ve çogalmasini stimüle eder.
Hamilelikte, meme bezi dokusunda, alveollerde gelismeyi saglar.
Laktogenez (süt yapimi) için gerekli bir hormondur. Dogumdan
sonra, insülin ve kortizolünde katkilariyla süt sentezi ve
salgilanmasina yardimci olur.

10
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Az sayida bir grup hücre (mamosomatrop hücreler) hem PRL hem


de GH sekrete ederler. PRL sekresyonunun en önemli etkisi;
hamilelik, östrojen ve emzirme kombinasyonudur. Laktasyondaki
elzem rolüne uygun olarak, hamilelik döneminde plazma PRL
seviyesi, normal zamandakinin 20 katina kadar artis gösterir. Bu
muhtemeln östrojen seviyesindeki artisa bagli olarak
gerçeklesmektedir. Çünkü östrojin mammotroplarin hiperplazi
olmasini stimüle ederken ayni zamanda PRL geninin
transkripsiyonunu da stimüle etmektedir. Ancak östrojen PRL
salinmasini direkt olarak uyarmamaktadir, diger stimüluslara karsi
duyarliligini arttirmaktadir. Eger yeni anne bebegini emzirmezse,
plazma PRL seviyesi 6 hafta içerisinde normal zamandaki
seviyesine inmektedir. Emzirme, PRL seviyesinin yüksek düzeyde
sürmesini saglamaktadir. Bu meme uçlarindaki
mekanoreseptörlerden gelen uyarilarin hipotalamusu stimüle
etmesiyle gerçeklesmektedir. PRL sekresyonu ayrica, GH’nunda
oldugu gibi, geceleyin ve büyük streslerde de artis gösterir.

Dogumdan sonra PRL bolca salgilanir ve hazir durumda olan süt


ezlerini uyarir ve süt salgisi artar. Laktasyon döneminde PRL’nin
görevi süt bezlerini uyarmaktadir. FSH ve LH artinca PRL azalmaya
meyleder onlarin az salgilandigi dönemde de artar.

Dogumdan önceki son günlerde, bol prolaktin olmadan süt bezleri


5-10 ml. Kadar süte benzer “Kolostrum” adi verilen yagsiz bir salgi
çikarirlar. Laktasyon baslayinca (dogumdan sonra) PRL’nin de fazla
miktarda artmasiyla 1-1.5 litre süt salgilanabilir. Salgi hizi da çok
fazla artmistir.

PRL olmadan laktasyon olmaz. Laktasyon ve emzirme ise anneligin


bir belirtisidir. Bu yüzden PRL bir annelik hormonudur. Annelik iç

11
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

güdüsününü vücuda yansimasi, fizyolojik fonksiyonlara çevrilmesi


olayinda da PRL’nin rolü büyüktür.

Laktasyon Amenorasi : Hipotalamusta Dopamin (PIH) salinmasi


artarsa, sadece PRL degil ayni zamanda GnRH salinmasi da azalir.
Bu da FSH ve LH salinimini azaltacagindan aylik siklus kesintiye
ugrar. Bromokriptin, depamin etkisi yapar. Asiri PL salgisini
önlemek için ilaç olarak kullanilabilir. Çünkü asiri PRL nedeniyle,
ovulasyon önlenmis hatta infertiliteye neden olmaktadir. LH-PP
sentezi ve salinmasi inhibe olur. Buna bagli olarak da
gonadotropinler salgilanamaz. Bu durumda ovulasyon ve
spermatogenez önlenmis olur. Ayrica gonadlardan cinslik
hormonlarinin sentezi de bozulur.

TSH (Troid Sitimüle Edici Hormon): 28.000 M.W’li bir


glikoproteindir. Adenohipofizin Beta-hücreleri tarafindan salinir.
Troid bezinin çalismasi bu hormon tarafindan kontrol edilir. TSH
geldigi ve çogaldigi zaman troid bezi her bakimdan uyarilmis olur.
Böylece iyot pompasi daha akti çalisir. Tiroglobulin ve proteaz
salgisi artar. Dolayisiyla hem daha çok troksin yapilmis olur, hem
de yapilmis olan troid hormonlarinin foliküller içinde
serbestlesmesi ve kana geçirilmesi artar.

TSH, troid hücrelerinde membran potansiyelini azaltir.


Adenohipofiz çikarilarak TSH salgisi engellenirse bunun tersi olur.
Yani membran potansiyeli yükselir.

Oral yolla TSH verilmesi etkisizdir. Çünkü sindirim kanallarinda


inaktive olur.

TSH, iyotun troid bezi hücreleri tarafindan tutulmasini da büyük


oranda arttirir.

12
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

TSH’nun troid bezinde yarattigi olaylari su sekilde özetlemek


mümkündür :

↑ Iyot pompasi

↑ Iyodun organifikasyonu

↑ TG’nin proteolizisi

↑ T3 ve T4 sekresyonu

↑ Troid büyümesi

Uzun süren uyarmalarda ise TSH’nun etkileri : Troid hücreleri


büyür, kübik sekilden prizmatik sekle dönüsür. Hücreler sayica
çogalir. Folikülleri büyütür. Bolca yapilan troglobulin nedeniyle
foliküllerin içi daha fazla kolloid ile dolar ve burada troksin sentezi
hizlanir.

TSH etkisiyle troid bezi uyarildikça, bezin çalismasi arttigi gibi,


hücrelerini de büyütüp çogalttigi için, bez giderek büyümüs olur.
Troid büyümesine “Guatr” adi verilir. Ancak guatr hali her zaman
kanda troid hormonlarinin çogaldigini göstermez. Örnegin iyot
pompasi iyi çalismayabilir veya vücutta iyot bulunmayabilir. Bu
taktirde troid çok büyümüs, fakat iyotsuzluktan dolayi troksin
sentezi yapilamamis demektir. Bu durum, trodi bezinin troksin
azligini gidermek isteyen bir çabasi sonucudur.

Görüldügü gibi troid bezinin çalismasini TSH yönetmektedir.

TSH’nun sekresyon oraninin düzenlenmesi : Iki faktör ise


karismaktadir :

a) Hipotalamustan TRF salinmasi

b) Dolasimdaki troid hormonunun (-) feed-back etkisi

13
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

TSH sentezini ve salinmasini uyaran madde TRF (TSH’nunu


serbestlestirici faktör)’dür. TRF, hipotalamusun ön kismindaki
nöronlardan salinan tripeptit yapisinda bir maddedir. Hipofizin
portal damarlari içine salinir.

TSH salgisini yöneten hipotalamik merkezin uyarilmasi ve


inhibisyonu, iç organlardaki bir çok metabolik uyaranlara ve sinir
sisteminin çesitli bölümleri ile ilgili refleks etkilere olabildigi gibi
psisik streslere de (korku, heyecan) bagli olabilir. Hipotalamustaki
bu merkezin gene hipotalamustaki termoregülatör merkez ile de
siki iliskisi vardir. Bu merkez, dis ortam sogudugunda ve vücuttan
isi kaybinin arttigini gösteren belirtiler karsisinda, sempatik
emirlerle damarlarin büzülmesi, kanin deriden kismen
uzaklasmasini saglayarak isi kaybini azaltirken, bir taraftan da
TRF-TSH mekanizmasini çalistirir. TSH’da troidi uyaracak ve
troksin hormonu da artacagindan bütün hücrelerde isi üreten
oksidatif olaylarin hizlanmasi ile kaybedilen isi da bu fazla üretimle
karsilanmis olacaktir. Isi üretiminin artmasi gerekiyorsa, bu yolla
troksin salgisi çogaltilir. Tersine isi fazla ise troksin azaltilarak isi
üretimi kisilir.

TSH sekresyonunun düzenlenmesinde etkili olan ikinci faktör ise,


dolasimdaki troid hormonunun adenohipofiz üzerine olan direkt (-)
feed-back etkisidir. Troid bezinden salgilanan troksin hormonu
kanda belirli bir düzeye çikinca ve bu hormon araciligi ile olan isi
üretimi sonucu artan isi hipotalamusu ve adenohipofizi etkileyerek
TSH salinmasi ve buna bagli olarak da tiroksin salinimini azaltir
veya durdurulur (Negatif feed-back mekanizma). Troksin yapiminin
mümkün olmadigi hallerde (örnegin iyot yoklugunda) TSH’nu
engelleyecek (-) feed-back olamayacagindan TSH salgisi normalin
üzerinde oliacak ve troid bezini büyüterek guatr hali meydana
getirecektir.

14
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Soguk Travma Engelleme

+ - -

Anteriör Hipotalamus
(-)
TRF

ADENOHIPOFIZ
(-)
TSH

TROID BEZI
T3 ve T3

Sekil 2. Troid hormonlarinin salgilanmasinin kontrolü

ACTH (Adrenokortikotropik Hormon) : 39 amino asitten olusan


bir polipeptittir. M.W:4500. Adrenal korteksin büyümesini ve
hormon salmasini stimüle etmektedir. ACTH’nun adrenal steroid
hormonlarin sentezini stimüle etkisi muhtemelen cAMP tarafindan
ayarlanmaktadir. ACTH’nun erken etkisiyle kortizol sekresyonu
artmaktadir. CAMP’deki artis fosforilazlari “aktive etmekte ve
glikojen G-1-P ve sonra G-6-P’a dönüsmekte ve bu yolla artan
NADPH steroid sentezi için bir enerji kaynagi olarak
kullanilmaktadir. ACTH’nun geç etkileri ise bezin büyümesi ve
protein sentezi üzerinde olmaktadir. Bu da mRNA sentezinin
artmasi, total RN miktarinin artmasi, polizom sayisinin artmasi ve
mitotik aktivitenin artmasiyla olmaktadir.

15
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Normal veya hipofizi çikarilmis havyanlara ACTH verildigi taktirde;


kortizol, kortikosteron, aldosteron ve adrenal androjenlerin
salinmasinda artisa neden olur. ACTH ayrica adrenal korteksdeki
bazi hücre tabakalarinda hücrelerin büyümesine ve mitotik
aktivitelerinin artmasina neden olur. Adrenaldeki kan akiminda da
artisa yol açar.

ACTH Sekresyonunun Regülasyonu

ACTH sentezi ve sekresyon hizi direkt olarak CRF tarafindan


düzenlenir. CRF ise hipotalamusun bazal kismindaki nöronlar
tarafindan salinir. CRF’de bir polipeptit’dir ve hipofizin portal
dolasimi içerisine salinir. Adrenal bezlerin çikartilmasi veya kortizol
yoklugu, asiri miktarda ACTH sekresyonuna neden olur.

Ön hipofiz (Adenohipofiz), CRF bulunmazsa da çok az miktarda


ACTH salgilayabilir. Fakat yüksek ACTH salgisina sebep olan çogu
kosullar, hipotalamusta baslayan ve sonra CRF araciligiyla ön
hipofiz bezine intikal ettirilen sinyallerle bu salgiyi baslatir.

ACTH salgisi üzerine fizyolojik streslerin etkisi :

Her çesit stres birkaç dakika içerisinde ACTH ve gliko kortikoid


salgisinin çok çok artmasina neden olmaktadir. ACTH salgisini
azaltmak amaciyla hipotalamus ve adenohipofiz üzerine kortizol’ün
inhibitör etkisi vardir.

Kortizol:

a) CRF yapimini azaltmak amaciyla hipotalamus üzerine

b) ACTH yapimini azaltmak amaciyla adenohipofiz üzerine direkt (-


) feed-back etkisine sahiptir.

16
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

CRF, ACTH ve kortizolün salgilanmalari sabahin erken saatlerinde


yüksek, gece düsüktür. Bu kortizol salgilanmasina sebep olan ve
hipotalamustan kalkan uyarilardaki 24 saatteki degisim
sonucudur.

LH (Luteinize Edici Hormon) ve FSH (Folikül Stimüle Edici Hormon)

Bunlar gonadotropik hormonlardir.

LH, erkeklerde testislerdeki intertisyel leydig hücrelerinin


testosteron yapmasini saglar.

FSH, seminifer tübüllerde primer spermatositlorin sekonder


spermatosit haline gelmesini stimüle eder. Eger FSH salgilanmazsa,
spermatogenezis ilerlemez ve durur. Ancak tek basina FSH,
spermin tam olarak yapilabilmesi için yeterli degildir. Bunun için
testosteron da lazimdir. Testosteron salgilanabilmesi için LH
gerektigine göre, spermatogenezis için hem FSH hem LH gereklidir.

LH ve FSH salgilanmasinin kontrolü: Adenohipofizden bu


gonadotropinlerin salgilanisi da hipotalamusun sinirsel aktivitesi
tarafindan kontrol edilmektedir. Hipotalamusu etkileyen bir çok
psikolojik uyarimlar gonadotropin salgilanmasina neden olurlar.
Hipotalamusun, gonadropinlerin salgilanmasini kontrol etmesi ise
hipotalamusun belli bölgelerinden saldigi LRF ve FRF araciligi ile
olmaktadir.

Testis hormonu ‘Testosteron) miktari ise hipotalamus üzerine (-)


feed-back sistemi ile gonadotropik hormon salgilanmasini
engellemektedir.

Erkekte oldugu gibi kandinda da hormonal sistemde etkili olan iki


faktör sözünü ettigimiz

a) FRF ve LRF’ (Hipotalamusun belirli bölgelerinden salinan)

17
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

b) FSH ve LH’dir.

Kadinda cinsel sikluz, tamamen adenohipofiz tarafindan salgilanan


gonadropik hormonlarca düzenlenir. Gonadotropik hormonlarca
uyarilmayan ovaryumlar faaliyet göstermez. Kadinda cinsel siklus
boyunca FSH ve LH miktarlari belirli bir düzen dahilinde artar ve
azalir. Bu azalip çogalmalar ovaryumlardaki gerekli degisikliklerin
meydana gelmesini saglar.

Çocukluk çaginda ovaryumlarin faaliyette bulunmamasi,


gonadotropinlerin salgilanmamasi nedeniyledir. 8 yas civarinda
hipofiz tarafindan giderek artan miktarlarda gonadotropin
salgilanmaya baslar. Aylik cinsel siklus 11-15 yaslarda baslar.

Her iki hormon da bazi hücre membran reseptörleri ile birleserek


adenil siklazin aktivasyonuna neden olurlar. Artan cAMP etkisiyle
de özel ovaryum hücrelerinin büyümesini ve salgi yapmasini temin
ederler.

FSH ve LH her ikisi de yaklasik 30.000 M.W.’li glikoprotein


tabiatindadirlar. Bunlarin belirgin etkileri kadinda ovaryumlar,
erkekte ise testisler üzerindedir.

Ovaryum gelisme devrelerinden olan folikül büyümesi için FSH’na,


folikülün son devredeki gelisimi ve ovulasyonun meydana
gelebilmesi için de mutlaka LH’na ihtiyaç vardir. LH ayni zamanda
progesteron ve östrojen salgilayacak olan luterin hücrelerinin
olusmasini saglar (Folikül hücrelerinin lutein hücreleri haline
gelmesini saglar).

Ovaryumlardan salgilanan östrojenler ve progesteron, (-) feed-back


etkisi ile FSH ve LH salgilarinin azalmasini temin ederler. Ancak
ovulasyondan hemen önce LH miktari oldukça yüksek bir seviyeye
yükselir. FSH’da da bir miktar artis olur. Bu artisin ise östrojen

18
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

tarafindan meydana getirilen (+) feed-back etkiye bagli oldugu


düsünülmektedir. Halbuki cinsel siklusun diger devrelerinde (-)
feed-back etki göstermektedir.

BÜYÜME HORMONU (STH) veya (GH)

191 amino asitlik tek zincirli, 22.000 M.W.’li bir polipeptit


hormondur. Tüm vücut dokularinda büyümeyi, hücrelerin hem
büyümesini hem de çogalmasini etkileyerek saglar. Özellikle
kemikler üzerine etki ederek büyümeyi saglamaktadir. Bu etkisini
karacigerde ve muhtemelen kas ve böbreklerde sentezlettigi
SOMATOMEDIN denilen bir grup küçük protein araciligi ile
gösterir. Somatomedinler kikirdak ve kemik dokusu üzerine direkt
olarak etki ederler. Kemik ve kikirdak dokusunun büyümesi için
gerekli olan kollajen ve chondroitin sülfatin depolanmasi için
somatomedin gereklidir.

Somatomedinler 5.000 – 10.000 M.W.’li olup farkli metabolik


fonksiyonlari stimüle ederler (Insülin-like büyüme faktörü de (IGF)
denir). En az 4 farkli somatomedin izole edilmistir. Ancak güçleri
farklidir. Yapisal ve fonksiyonel olarak insüline benzerler. Bunlarin
kondrosit hepafosit, adiposit ve kas hücrelerinde reseptörlerine
rastlanmistir.

Büyüme hormonunun metabolik etkileri :

1. Tüm vücut hücrelerinde protein sentezini arttirir,

2. Adipoz dokudan yag asitlerinin mobilize olmasini saglar ve yag


asitlerinin enerji için kullanimini arttirir.

3. Vücutta glukoz kullanim oranini azaltir.

1. Proteinlerin depolanmasini saglamada STH’nun rolü :

19
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

a) Hücre membranlarindan aminosait transportunu arttirmakta.


Bu da hem hücre içerisindeki amino asit konsantrasyonunun
artmasina, hem de bu amino asitlerin kullanilmasiyla protein
sentezinin artmasina neden olmaktadir.

b) Ribozomlar tarafindan protein sentezini arttirir. Hücre içerisinde


amino asit miktari artmamis olsa bile direkt ribozomlar üzerine
etki ederek onlarin daha çok sayida protein molekülü yapmasini
saglar.

c) RNA olusumunu arttirir. Çekirdekteki transkripsiyon olaylarini


stimüle eder.

d) Protein ve amino asit katabolizmasini (yikilmasini) azaltir.

e) Dolasimda amino asit ve üre seviyesinde düsmeye neden olur.

2. Adipoz dokudan yag asitlerinin salinmasina neden olur ve bu


yüzden vücut sivilarinda yag asit konsantrasyonu artar. Ayrica,
dokularda yag asitlerinin Asetil CoA’ya dönüsümünü arttirarak
enerji eldesi için kullanilmalarini saglar. Sayet fazla miktardaki
STH’nun etkisiyle yaglar fazla mobilize olursa, karaciger
tarafindan fazla oranda aseto asetik asit ve b-OH bütirik asit
olusturulmus olur ve vücut sivilarina verilir. Bu ketosis’e neden
olur. Ayni zamanda karacigerde yaglanma meydana gelir.

3. STH’nun C.H. metabolizmasina etkisi :

STH’nun glukozun hücresel metabolizmasi üzerine 3 önemli etkisi


vardir.

a) Glukozun enerji için kullanimini azaltir.

b) Hücrelerde glikojen depolanmasini arttirir.

c) Hücreler tarafindan glukoz tutulmasini azaltir.

20
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

a) Bu etki STH’nun yag asitlerinin enerji için kullanimini


arttirmasinin bir sonucu olarak ortaya çikmaktadir. Bol
miktarda meydana gelen asetil CoA ise, glukozun ve glikojenin
glikolitik yoldan yikimini engelleyen bir feed-back etki yaratmis
olur.

b) Glukoz ve glikojen enerji için kullanilamadigindan hücreler


içerisine girmis olan glukoz derhal glikojene çevrilerek
depolanir.

c) Hücreler tarafindan glukoz tutulmasini azaltir ve kan glukoz


konsantrasyonun artmasina neden olur.

Büyüme hormonunun büyümeyi tesvik edici etkisi için CH ve


nisüline gereksinim vardir. Bu ihtiyacin bir nedeni, büyüme
metabolizmasi için gerekli enerjiyi saglamaktir. Örnek: Pankmreasi
bulunmayan hayvanda, GH etkisini gösteremez.

STH’nun diyabetojenik etkisi: Görüldügü gibi STH kan glukoz


konsantrasyonunu arttirici yönde etkili olmaktadir. Bu durum
pankreasin B hücrelerinden insülin salinmasina neden olur. Ayrica
STH’nun bizzat kendisi de Beta hücrelerini etkileyebilmektedir.
Bunu kanda glukoz düzeyi artmasina karsi pankreasi daha duyarli
hale getirerek yapar. Kisacasi STH ile insülin metabolik olaylari
yönetmede is birligi içerisindedirler.

Ancak STH’nun devamli salinmasi durumunda kan glukozu da


devamli artma egilimi göstereceginden bir çesit seker hastaligi olan
hipofizer diyabet olusur. STH’nun bu etkisine diabetogenic (diyabet
yapici) etkisi denir. Aslinda gerek STH’nun etkisi ile gerek
hiperglisemi nedeniyle insülin salinmasinin artmasi diyabeti
düzeltici bir etki saglarsa da, Beta hücrelerinin bu sekilde devamli
uyarilmasi onlarin bozulmasina (fonksiyon yapamamasina) dogru

21
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

iter ve insülin yapamaz hale gelir. Iste böylece vücudun insülinsiz


kalmasiyla “gerçek diyabet” (pankreatik diyabet) ortaya çikabilir.

STH salgisinin düzenlenmesi : Plazmada herhangi bir proteine


baglanmaz. Yarilanma ömrü 20-5/ dakika kadardir. Bu
düzenlemede en önemli rolü hipotalamus oynamaktadir.
Hipotalamustaki belirli nöronlardan, STH salinimi ile ilgili olan iki
faktör yapilip salinmaktadir. Bu faktörler, hipotalamo
hipofizerportal sistem araciligi ile adenohipofize iletilir ve orada alfa
hücrelerine etki ederek STH salinmasi ya da salinmamasi
saglanmis olmaktadir.

Bu faktörler, STH-RF ve STH-IF’dür (somatostatin).


Hipotalamustan STH-RF’in salindigi ventromedial ve acikma
duyusunu uyaran nukleuslar ayni zamanda hipoglisemiye de
duyarlidir. Somatostatin (STH-IF) salinmasi a hipotalamusta bu
bölgeye bitisik bir bölgeden kontrol edilmektedir. Bu yüzden gelen
bin impuls her iki bölgeyi de etkileyebilmektedir. Örnegin, heyecan,
stress, travma gibi etkenler STH sekresyonunu hipotalamustan
kontrolünü etkileyebilmektedir.

Beslenme bozuklugu (özellikle protein yönünden) yani hücrelerin


amino asit gereksinimi oldugu zaman STH sekresyonu artmaktadir.

STH salinmasini engelleyen ya da azaltan ise somatostatin’dir. Bu


ayni zamanda pankreas (delda cells’den), mide gibi organlardan da
salinmaktadir. Ondört amino asitlik bir peptitdir.

Kandaki STH konsantrasyonu yaslanmayla azalir ancak hiçbir


zaman yok olmaz. STH, ihtiyaç oraninda ve zaman zaman kana
dökülür. Bir yasta, boyca büyümenin durmasi, STH salgisinin yok
olmasindan degil, boyca büyümeyi saglayan uzun kemiklerin
ucundaki epifiz kikirdaklarinin tamamen kemiklesmis
olmasindandir.

22
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

STH, sadece vücudun büyüme döneminde salgilanip büyümeye


hizmet eden bir hormon olarak degil, bütün hayat boyunca
kullanilan bir hormondur (hücrelerde amino asit alinimini ve
kullanimini düzenleyen).

Derin uykunun ilk iki saati süresince karakteristik olarak STH


salinmasi artar (nokturnal pik). Ayrica gün boyunca 20-30
dakikalik peryodlar halinde epizodik olarak salinmaktadir.

Uyku (Ilk 1-2 saat), stres, heyecan, açlik, hipoglisemi, kanda yag
asidi konsantrasyonunun artmasi, egzersiz, travma, alfa-adrenerjik
ajanlar (Levodopa, apomorfin), dopaminerjik ajanlar, serotoninerjik
ajanlar GH salinmasini stimüle ederler. Beta adrenerjik ajanlar ise
GH salinmasini inhibe ederler.

Sekil 3. Büyüme hormonu salgilanmasinin düzenlenmesi

STH Sekresyonunda Bozukluklar

Hipofonksiyon Halleri

Panhipopituitarizm: Adenohipofiz tüm hormonlarinin azligini ifade


eder. Bu dogustan olabilecegi gibi sonradan da meydana gelebilir.
Bu durumda baslica su hastalik belirtileri ortaya çikar.

23
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

a) Hipofizer cücelit (Dwarfism): Adenohipofizm dogustan


yetersizligi sonucu olusur. Büyüme geri kalmistir. Puperte
olmaz (1/3 hariç). 10 yasindaki bir çocuk 4-5 yasindaki
çocugun boyunda kalmistir. Tedavi için HGH verilebilir.
Rekombinant DNA teknolojisi ile E.coliden elde edilmektedir.
Hayvan GH, insanlarda etkili degildir. Lorain cüceligi: GH
normal ya da yüksek somatomedin olusumu kalitsal yetersiz.

b) Erginde panhipopituitarizm: Çesitli iltihaplar, tümörler


(kromofob hücre tümörleri, tromboz ile adenohipofizin
harabiyeti sonucu panhipopituitarizm ortaya çikabilir. Hastalik
büyüme çagi geçtikten sonra meydana geldigi için cücelik söz
konusu degildir. Ancak çesitli yetersizlik belirtileri ortaya çikar.
En tipik ya da basit sekli Akromikri'dir. Vücudun el, ayak,
burun, çene, kulak, elmacik çikintilari gibi uç çikintilari
küçülür. Yeter miktarda STH verilirse düzelir. Ergindeki bu
yetersizligin bir baska tipinde ise akromikri ile birlikte yagli bir
sismanlik da görülebilir ki bu (yag mobilizasyonu aksadigi için)
durumda diger bazi hormonlarin yetersizligi de vardir. Örnegin:
Troid yetersizligi, adrenal bezlerden hormon saliniminin
aksamis olmasi gibi.

Genel Görülebilecek Bozukluklar

• Amenorrhoea (adetin zamansiz kesilmesi) : Çünkü tüm


hipofizde fonksiyon bozukluklari vardir. Menstruasyon için
gonadotropinler gerekir.

• Idrar çikisinda artis: ADH azligina bagli olarak

• Soguk havanin tolere edilmesinde yetersizlik

Hiperfonksiyon Halleri: Adenohipofizin Alfa (asidofilik)


hücrelerini, hipotalamustaki devamli bir uyarilma sonucu çok

24
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

çalismasi veya bu hücrelerden devamli bir uyarilma sonucu çok


çalismasi veya bu hücrelerden dogmus bir tümör nedeniyle, STH
salgisi çok artabilir (Pituiter adenom).

a) Bu hiperfonksiyon dogustan ya da çogunlukla çocukluk


döneminde olursa bütün vücut asiri bir büyüme göstererek
GIGANTIZM denen (devlik), 2.40-2.70 m., durumun ortaya
çikmasina neden olur. Bu kisilerde hiperglisemi tablosu da
ortaya çikar. Buna bagli olarak pankreasin Beta hücreleri
(insülin salan) dejenerasyona ugrayacaklarindan vücudun
insülinsiz kalmasi sonucu, bu hipofizer diyabet gerçek diyabete
dönüsür.

b) STH hiperfonksiyonu adölesan dönemden sonra, ergin bir


insanda baslarsa o zaman da akromegali denilen tablo ortaya
çikar. Bu durumda sadece eller, ayaklar, burun, çene gibi uç
çikintilar büyür. Bir dev adamlik olusmaz. Kamburlasma (kifoz)
olur vs. ve yumusak dokular büyür (karaciger, dil, böbrek
dahil).

NÖROHIPOFIZ HORMONLARI

Hipofiz arka lobu (nörohipofiz) pituist adi verilen hücrelerden


olusmustur. Ancak bu hücreler hormon salgilamazlar. Çok
sayidaki sinir uçlarina destek ödevi görürler. Nörohipofiz
hipotalamusun belli sekresyonlari için aslinda bir depo yeridir.
Ancak burada depolanan hormonlarin salinmasinda çok önemli rol
oynar.

Bu sinirsel olusumlar, hipotalamusun N.paraventricularis ve


N.supraopticus çekirdeklerinden mensei alirlar. Bu sinirler hipofiz
sapindan geçerek nörohipofize ulasirlar. Bu terminal sinir
uçlarindan nörohipofizin iki hormonu salgilanir:

25
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

1. ADH (supraopt ik nukleuslardan)

2. Oksitosin (paraventriküler nukleuslardan)

Bu iki hormon sözünü ettigimiz nucleuslar tarafindan sentez edilir.


Bir tasiyici proteine baglanarak (OCT için nörofizin I ve AVP için
nörofizin II) asagidaki nörohipofizdeki sinir uçlarina gönderilir ve
gelen stimulus ile (enzimatik parçalanma ile) salinan bu hormonlar
(egzositozis ile) etraftaki kapiller damarlar tarafindan absorbe
edilerek kana karismis olurlar. Nörohipofiz olmasa, ya da
hipotalamus ile baglantisi kesilse bile hipotalamustan ADH salgisi
devam eder.

Oksitosin Hormonu (OCT)

a) Uterus’a etkisi : Oksitosin, bilhassa hamileligin son


zamanlarinda ve dogum olayi sirasinda uterusun siddetle
kasilmalarina neden olur. Dogum olayinda rol oynadigi kesindir.
Çünkü hipofiz çikarildiginda gebelik süresi uzamaktadir. Ayrica
dogum olayi sirasinda da plazmada oksitosin miktari artmaktadir.
Güç dogumlarda da plazmada oksitosin miktari artmaktadir.Güç
dogumlarda da kullanilabilmektedir (ancak agiz yoluyla verilmez).
Geç gebelikte uterus, oksitosine karsi çok hassaslasir ve iagrilar
esnasinda oksitosin salgisi artar. Oksitosin agrilarin baslamasinda
da rol oynar (ancak bunu agriyi kontrol eden karisik mekanizmalar
vardir). Dogum sirasinda uterustaki kasilmalar ve gerilmelerle
buradaki reseptörlerden kalkan afferent duyu impulslari omurilik
ve hipotalamusa giderler. Bunun üzerine hipotalamus oksitosin
hormonunun nörohipofiz yoluyla kana verilmesini saglar. Oksitosin
uterus kasilmasini arttirarak servixdeki gerimi de artirir. Bu ise
daha çok oksitosin salinmasina ve olayin tekrarina neden olur.
Yani burada (+) feed-back bir mekanizma islemektedir. Böylece
uterus hem hormonal hem de sinirsel yollardan kontraksiyona

26
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

sevkedilmis olmaktadir. Oxytocin, ayni zamanda uterus kasini


prostaglandin sentezlemek üzerede uyarir. Bu da uterus düz
kasinin bir stimülatörüdür.

Oksitosin, ayrica çesitli uyaranlar sonucunda gebe olmayan


uterusta sperm tasinmasini kolaylastirarak ovumun (yumurtanin)
döllenmesinde de yardimci olmaktadir.

Uterus ancak doguma yakin ve dogum sirasinda oksitosine cevap


verir. Diger zamanlarda, progesteron nedeniyle oksitosin salinmasi
inhibe olur ya da azalir. Gebelik sirasinda uterustaki oksitosin
reseptörlerinin sayisi belirgin olarak artmaktadir. Bunda östrojenin
stimülon etkisi rol oynayabilir. Böylece myometriumdaki reseptör
sayisinin artmasi, uterusu oksitosine karsi daha duyarli yapar.

b) Süt salinmasi ve emzirme fonksiyonundaki rolü : Sütün


meme bezinin kanallarina dökülmesini saglayarak emme sirasinda
bebegin süt alabilmesini temin etmis olur. Emme islemi ile meme
uçlarindan (dokunma reseptörlerine) ve hipotalamusun
paraventriküler nukleuslarina iletilerek oksitosinin serbest
birakilmasi saglanmis olur. Oksitosin kan akimi ile meme uçlarina
ulasir. Bunun için 30-60 sn. latent peryod vardir. Kisaca süt
salgilanmasi normal olarak bir nöroendokrin refleks araciligi ile
baslatilmaktadir (Milk let-down ya da Milk ejection reflex).

Kan yolu ile süt bezlerine ulasan oksitosin lobuluslari ve süt


kanallarini saran kontraktil yani kasilabilen yapilari (miyoepiteliyal
hücreleri) kasilmaya sevkeder. Böylece sikistirilan süt kanallari
içlerindeki sütü sikistirip meme uçlarindan kolaylikla akmasini
saglarlar.

Süt salgilanma reflexi emosyonel stres ve psisik faktörler (korku)


gibi etkilerle inhibe olabilir. Ayrica hipotalamusa gelen adrenerjik

27
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

fibrillerin uyarilmasi oksitosin salinmasini inhibe eder. Etanol ve


enkefalinler de oksitosin salinmasini inhibe ederler.

ADH (Antidiüretik Hormon) veya (Vazopressin) (AVP)

ADH, adindan da anlasildigi gbi antidiüretik bir maddedir. Bir


kimseye 2 milimikrogram bile enjekte edilse antidiürez meydana
gelir. Yani böbrekler tarafindan atilan su miktari azalir. M.W.
≅1000 civarinda olan polipeptit bir hormondur. Plazmadaki yari
ömrü 6-10 dk. kadardir.

ADH’nin olmamasi halinde böbrekteki toplayici kanallar (daha az


derecede de distal tübül)’in suya karyi geçirgen olmadiklari için
suyun geri emilimi engellenmis olur ve bu nedenle idrarla çok fazla
miktarda su kaybedilir. ADH bulundugu müddetçe ise; tübüllerin
(top.kanal.) suya karsi geçirgenlikleri asiri derece artar ve suyun
büyük bir kismi geri emilerek vücutta kalmasi saglanir. Etki sekli
ise; hormon tübül epitel hücrelerinde yogunlugu giderek artmakta,
cAMP miktadira artisa neden olmakta, cAMP sayesinde hücre
duvarindaki mevcut porlar açilarak suya karsi geçirgen hale
gelmektedir. Porlar açildiktan sonra ise su, ozmoz yoluyla absorbe
olmaktadir. Idrar ozmolaritesi ile plazma ADH konsantrasyonu
arasinda direkt bir korelasyon vardir. ADH olmadigi zaman, idrarin
ozmolaritesi 100 m Ozm/kg’a düser ve su klirensi 10-15 ml/dk’ya
ulasabilir.

ADH, henle kulpunun çikan kolunun kalin segmentinden


sodyumun medulla dokusuna transportunu da artirir. Böylece
medulladaki ozmotik gradiyentin olusumuna yardimci olur.

ADH saliniminin düzenlenmesi

1. Ozmotik Düzenlenme : Vücut sivilari fazla yogun oldugu zaman,


supra optik nukleuslar anterior (hipotalamustaki)

28
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

ozmoreseptörlerden gelen uyarilarla uyarilmakta, impulslar hipofiz


arka lobuna (nöro hipofize) iletilmekte ve ADH salgilanmaktadir.
Hormon kan yoluyla böbreklere geldiginde, toplama kanallarinin
suya karsi olan geçirgenliklerinin artmasini saglamaktadir.
Sonuçta suyun büyük kismi geri emilmektedir. Bu olay ECF’yi
sulandirarak ozmotik basincin normale dönmesini saglamaktadir.

2. ECF’deki Na iyon konsantrasyonunun kontrolünde de ADH’nin


rolü vardir. Normalde ECF’deki ozmolaritesi ADH tarafindan
düzenlendigi bilindigine göre bu sividaki Na iyon konsantrasyonu
da dolayli olarak ADH tarafindan kontrol edilmektedir diyebiliriz.
Na ve mannitol ADH salinimi için kuvvetli uyaricilardir.
Hiperglisemi ise daha az etkili bir uyaricidir. Üre gibi hücre
membranini kolayca geçebilen maddeler de etkili degildirler.

3. Kan hacminin azalmasina bagli olarak ADH salgisi artar

Orta ve yüksek ADH miktari arteriollerin daralmasina ve arter


basincini yükselmesine neden olur. Ileri derece de kan kaybi ADH
salgilanmasini uyarir. Kan volümünün azalmasiyla (Hipovolemi)
kalp atriumundaki (solatriyum) ve ayni zamanda karotis, aorta ve
akcigerlerdeki (büyük pulmoner venlerdeki) baroreseptörlerin
uyarilmasi sonucu gelecek impulslar ADH salgilanmasini
uyarmaktadir (Henry-Gauer Refleksi).

Hipovolemi beyin içerisinde Renin-Angiotensin mekanizmasini da


stimüle eder. Angiotensin de hem ADH salinmasi hem de susama
lizerinde uyarici etkiye sahiptir.

ADH’nin vazopressör etkisi, vasküler hücrelerdeki farkli bir


resöptürü araciligi ile olur. Bu etkide ikinci haberci olarak fosfotidil
inozitol-proteinkinaz C sistemi yoluyla gerçeklesir.

ADH yapimini etkileyen diger faktörler

29
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

ADH yapimini (salgilanmasini) arttiran nonozmotik stimuluslar :


travmalar, isi, kusma, agri, aci ve morfin, nikotin, bazi anestezik
maddeler gibi ilaçlar (barbitüratlar, asetilkolin, klorpropamid, B
adrenerjik agonistler). Ayrica, pnömoni, tüberküloz, meningitis gibi
hastaliklarda da asiri ADH sekresyonu vardir.

Alkol ise ADH salinmasini engeller. Alkol krizi sirasinda ADH


noksanligi sonucu asiri derecede idrar çikarilir. Ayrica atropin gibi
antikolinerjik ajanlar, lityum, kafein, phentoin gibi ilaçlar da ADH
sekresyonunu inhibe edebilirler.

Diabetes Insipidus (Sekersiz seker hastaligi): ADH salgilanmadigi


zaman ortaya çikan bir durumdur. Suproptik nukleuslarin ve
etrafindaki sinir liflerinin tahrip olmasiyla ortaya çikar. Bu
hastalikta idrarin konsantre edilmesi olanaksizlasir. Suyun idrarla
devamli kaybedilmesi hastada susuzluk hissi yaratir ve hasta bir
yandan su içer (polidipsi) bir yandan da idrara çikar. Hasta su içtigi
sürece tehlike uzak kalir. Ancak su içemezse sivi kaybi ciddi
boyutlara ulasir. Günde 15-20 lt idrar çikarabilirler. Nedeni
nörojenik olabildigi gibi nefrojenik de olabilir.

Hipofiz ve hipotalamus tümörlerinde sik görülen bir hastaliktir.

ADH’nin oksitosin ve ACTH gibi özellikle uzun-süreli bellekte)


ögrenme ve bellek üzerinde de rolleri oldugu veya etkiledigi
görülmektedir, ancak bu konudaki bilgiler henüz açikliga
kavusmamistir.

Uygunsuz ADH sendromu : Hipotalamik nörohipofiz sisteminden


asiri ADH sekresyonu veya çesitli tümörlerden (örnegin akciger
bronkojenik korsinomlarindan) ADH salinmasi sonucu meydana
gelebilir. ECF’de sodyum iyon konsantrasyonu çok azalir. Su
volümündeki artis ise ayni oranda degildir. Bu ADH’nin Na iyon
konsantrasyonunu kontrol etmesi gerçegine dayanmaktadir. Volüm

30
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

artiyi aldosteron sekresyonunu baskilar, idrarla Na kaybi da olur.


Ayrica su intoksikasyonu görülebilir. Tedavide Declomycin
kullanilabilir. Bu ADH’nin böbrekler üzerindeki etkisini bloke eder.
Ayrica lityum karbonat, amphotericine B’de etiyolojik
ajanlardandir.

TROID BEZI HORMONLARI

Troid bezi larinx’in hemen altinda, trake’nin önünde her iki yanda
yerlesmistir. Yaklasik 20 g. kadardir. Troid bezi, içi kolloid adi
verilen bir salgi maddesi ile dolu, çok sayida foliküllerden meydana
gelmistir. Foliküllerin etrafi kübik epiteliyal hücrelerle çevrilidir.
Kolloidin ana maddesi, içinde troid hormonlarini ihtiva eden büyük
moleküllü bir protein, TIROGLOBULIN’dir.

Troid bezinin hormonlari: Tiroksin, Triiyodotronin’dir. Inaktif bir


form da rT3 (reverse T3)’dür. Ayrica Calcitonin de troid bezi
tarafindan salinmaktadir. Triiyodotrinin, tiroksinden yaklasik dört
misli daha fazla etkilidir, ancak tiroksine oranla kandaki miktari
çok daha azdir ve kisa ömürlüdür.

Normal olarak tiroksin sentezi için haftada (ya da günlük 75 µg –


150µg ) 1 mg kadar iyodun besinlerle alinmasi gerekir. Agiz yoluyla
alinan iyodürler sindirim kanallarindan emilerek kana geçmektedir.
Ancak böbrekler tarafindan büyük bir kismi (2/3) atilmaktadir.
Geriye kalan 1/3’lük kismin hemen hemen tamami ise troid bezinin
hücreleri tarafindan kandan alinarak foliküller içerisinde
tiroglobulin (yapisi içinde) seklinde depo edilmekte ve daha sonra
da troid hormonlarinin yapiminda kullanilmaktadir. Genelde diger
endokrin bezler kendi hormonlarini kendi hücreleri içinde depo
ederler.

31
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Troid hormonlarinin olusumunda ilk basamak iyodürlerin ECF’den


troid bezi hücrelerine, buradan da foliküller içerisinde transfer
edilmesidir. Bu hücrelerin membranlarinda bulunan “iyot pompasi”
sayesinde iyodürler aktif sekilde foliküller içerisine tasinmis
olmaktadir. Normal olarak iyot pompasi sayesinde iyot kandaki
miktarindan 40 – 100 misli daha fazla konsantre edilebilmektedir.
Troid bezi max. çalistiginda bu konsantrasyon 350 misline kadar
çikabilmektedir. Insan, iyot eksikliginin etkilerinden iki ay kadar
korunabilmekte ya da fazla etkilenmeden kalabilmektedir.

Troid Hormonlarinin Yapimi

1. Troglobulin’in olusumu: Troid hücreleri, M.W 600.000 olan


tiroglobulin denilen büyük bir glikoprotein molekülünü
sentezleyerek foliküllerin içerisine salgilamaktadir. Her bir TG
molekülü yüzden fazla tirozin amino asidi ihtiva etmektedir ve bu
trozinler troid hormonlarini teskil etmek üzere iyot ile birlesen
baslica maddelerdir. Troid bezi hücreleri tiroglobuline ek olarak
hormon sentezi için gerekli iyodu, enzimleri ve diger maddeleri de
temin etmektedirler.

2. Iyodürlerin oksidasyonu: Trozinlerin iyodinasyonu (iyot


baglanmasi) element halindeki iyot ile gerçeklesebilmektedir. Bu
olayda rol oynayan peroksidaz enzimi ve H2O2 troid bezi
hücrelerinde mevcuttur.

3. Trozinin iyodinasyonu: Trozine bir iyodun eklenmesiyle (iyodinaz


enzimi bunu hizlandirir) Önce “Monoiyodotrozin” sonra ikinci
iyodun eklenmesiyle de “Diiyodotrozin” meydana gelir. Daha sonra
ya iki molekül diiyodotrozin birleserek troksini (T4) veya bir
molekül monoiyodotrozin ile bir molekül diiyodotrozin birleserek
triiyodotronini (T3) meydana getirir.

32
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Bu sekilde yapilan troid hormonlari foliküller içinde depo edilir ve


gerektiginde salinir. Sentez dursa bile bu depolanan miktar aylarca
yetebilir.

4. T3 ve T4’ün salinmasi: Troglobulin molekülünün yapisi


içerisinde bulunan T3 ve T4’ün kana salinmasi sirayla su sekilde
olur.

a) Troid hücrelerinden çikan bazi çikintilar küçük kolloid


parçalarini kuyatirlar.

b) Lizozomlar bu veziküller ile birlesirler.

c) Lizozomlardaki proteinazlar yardimiyla TG parçalanarak T3 ve


T4 serbestlesirler.

d) T3 ve T4 hücre membranindan geçerek, hücrelerin etrafindaki


kapiller damarlara bosalirlar.

Troid bezinden salinan troid hormonlarinin yaklasik % 90’i tiroksin


ve % 10’u triiyodotronin’dir. Ancak kan dolasimindaki T4’ün
büyükçe bir kismi bir iyodunu kaybederek (enzimatik olarak) T3
olusur. Böylece her gün dokulara ulasan iki hormonun miktari,
günde T4 için 90 µg, T3 için 40 µg kadardir.

Bu hormonlar perifer doku hücrelerine girdiklerinde T3’ün etkisi


T4’e nazaran 4 misli daha etkilidir. Fakat T4’ün etki süresi T3’den
daha uzundur.

1. T3 ve t4’ün dokulara tasinmasi: T3 ve t4 çok az bir kismi hariç


hemen hepsi çesitli kan proteinlerine baglanarak kan dolasimi
içerisinde tasinirlar. Örnegin 2/3’si bir globuline (TBP) (T4
baglayici protein) ve daha az olarak da prealbumin (TBPA) ve
albümine baglanirlar. Bu plazma proteinlerinin T4’e olan
affinitesi T3’e olandan 10 misli daha fazladir. T4’ün % 0.1’i
T3’ün ise % 1’i kadari kanda serbest sekilde bulunur.

33
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

2. Plazmanin bu baglayici proteinlerinin troid hormonlarina olan


affinitesinin yüksek olmasi nedeniyle, T3 ve T4 (özellikle T4)
ulastiklari hücrelerde çok yavas bir sekilde serbestlesmektedir.
T4’ün yarisi 7 günde T3’ün yarisi ise 2 günde hücrelerle temas
sonucu serbest kalmaktadir.

3. TBG sayesinde T3 ve T4’ün glommenular filtrasyon ve üriner


ekstresyonla kaybolmalari da önlenmis olmaktadir.

Hücrelere giris sirasinda da bu hormonlar hücre içi sitoplazmik


proteinlere (CBP) baglanmaktadirlar. Bu baglanma ile hormonlar
adeta hücrelerde depo edilmekte ve yavas yavas kullanilmaktadir.

Daha önce de belirttigimiz gibi t3’ün etkisi T4’den 4 misli daha hizli
olmaktadir. Daha kisa sürede etkisini göstermeye baslamaktadir.

Troid hormonlarinin baslica metabolize olduklari yerler ise


karaciger, böbrek ve iskelet kasidir.

Troid Hormonlarinin Fizyolojik Etkileri : Troid bezi vücutta


homeostatik kontrol sisteminin önemli bir parçasi durumundadir.
Organizmanin optimum oksidatif metabolizmasinin
düzenlenmesinde ve isi üretiminde yardimci bir sistemdir. Bu
düzenleme mekanizmasinin diger kisimlari ise CNS, adenohipofiz,
vücut kan dolasimi ve plazma proteinleri ve vücut hücrelerinin
metabolik islevleridir. Troid bezi ayni zamanda, bireyin
büyümesinde, farklilasmasinda ve gelismesinde vital bir rol
oynamaktadir.

1. Vücudun pek çok dokusunun metabolik aktivitelerini


arttirirlar. Enerji saglanmasi için besinlerin kullanilma hizi
büyük ölçüde artmaktadir.

2. Protein sentezini arttirici etkileri vardir.

34
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

3. Hücre içi enzim miktarinin artmasina neden olmaktadirlar.


Örnegin ? -GDP ve NAK-ADP’az mitokondrilerdeki oksidatif
enzimler, elektron transport sisteminin elemanlari. Bu durum
troid hormonlarinin protein sentezinin genel bir artisina neden
olan direkt etkileri sonucudur.

4. Hücrelerin çogunda mitokondrilerin büyüklük ve sayilari


artmaktadir. Metabolizmadaki artisa bagli olarak
mitokondrilerin total membran yüzeyleri de artmaktadir.
Böylece hücrede ATP yapim hizi artmaktadir. Ancak asiri
miktarda troid hormonlari oksidatif fosforilasyonu bozmaktadir.

Troid hormonunun çesitli besin maddelerinin metabolizmalarina


etkisi:

1. Protein metabolizmasi ve büyüme üzerine etkisi: Proteinlerin


hem sentez hem de yikim orani artmaktadir. Dolayisiyla büyüme
için de troid hormonu elzemdir. Troid hormonlari ayrica dokular
üzerinde proteini mobilize edecek etkilere de sahiptir ve bu nedenle
ECF’de amino asitlerin serbestlesmesine neden olmaktadir. Bu etki
glikoneogenez hizini da arttirmaktadir. Fötal ve postnetal dönemde
ilk 1-2 yilinda beynin büyüme ve gelismesinde rolü vardir. Troid
hormonu, GH sekresyonunu da arttirici etkiye sahiptir.

2.Kemik büyümesi ve Ca metabolizmasi üzerine etkisi: Troid


hormonlari kemiklerin büyüme hizini arttirmaktadir. Bu protein
sentezinin artmasi sonucu olabilir. Ancak fazla troid hormonu
kemiklerin epifizlerinin hizla kapanmasini da sagladigindan, genç
kiside, önce hizla büyüme olmakta, ancak normal yasitlarina göre
daha genç yasta büyümesi durmaktadir.

Troid hormonu kemikte osteoklastik aktiviteyi arttirmaktadir. Bu


nedenle kemikler daha gözenekli hale gelmekte ve daha fazla Ca ve
PO4 kemikten ayrilmakla, Ca yükselme egilimi göstermektedir.

35
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Ancak troidden salinan calcitonin ile Ca kemiklere geçmekte ve


troksinin istenmeyen yan etkisi giderilmektedir.

3. C.H.metabolizmasina etkisi: Troid hormonlari, C.H.


metabolizmasindaki tüm reaksiyonlari uyarmaktadir. Yani glukoz
tutulmasi, glikoliz, glikoneogenaz, sindirim kanalindan glikozun
emilmesi ve hatta insülin salgilanmasi artmaktadir.

4. Yag metabolizmasina etkisi: Yag metabolizmasi da


siddetlenmektedir. Yag dokularindan lipidler mobi lize edilmekte ve
plazmada serbest yag asitleri artmaktadir. Troid hormonu serbest
yag asitlerinin hücrelerde oksidasyonunu da arttirir.

5. Kana ve karaciger yaglarina etkisi: Trodi hormonundaki artis,


kanda kolesterol, fosfolipid ve trigliserit miktarini azaltmaktadir.
Troid salgisinin azalmasi ise kolesterol, fosfolipid ve trigliserit
miktarini arttirmakta ve karacigerde yagin asiri birikimine neden
olmaktadir. Arteriyoskleroz eslik eder.

6. Vitamin metabolizmasina etkisi: Troid hormonu vitaminlere


ihtiyaci arttirmaktadir. Yeterli vitamin saglanmazsa vitamin
eksikligi dogar. Yagda çözünen vitaminlerin metabolizmasini
etkilemektedir. Karotenden Vit A sentezi ve Vit A’nin retinen’e
dönüsümü için troid hormonu gereklidir. Hipotroidde serum
karaton miktari yükselerek deri sariya boyanir.

Troid hormonunun çesitli vücut mekanizmalari üzerine etkisi:

1. Troid hormonu (beyin, retina, testis, akciger, dalak hariç) vücut


hücrelerinde bazal metabolizmayi arttirir (% 60 – 100). Troid
hormonu hiç yapilmazsa bazal metabolizma normalin yarisina
kadar inebilmektedir (-30 ile – 45 olabilir).

36
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

2. Asiri troid hormonu vücut agirligini azaltir. Bu her zaman olmaz.


Çünkü hormon açligi (istahi) uyardigi için denge kurulur. Azalmasi
ise kilo artisina neden olabilir.

3. Hipotroid olan çocuklarda büyüme hizi ileri derecede


gerilemektedir. Hipertroidli çocuklarda ise asiri iskelet büyümesi
görülmekte ancak epifizlerin erken kapanmasi nedeniyle eriskinlik
boyalari kisa kalabilmektedir.

4. Kardiyovasküler sisteme etkisi: Katesolaminlere karsi


kardiyovasküler cevabi kuvvetlendirir. Bununla ? -adrenerjik
reseptör sayisini arttirarak yapar (Ör:Kalpte).

a) Kan akiminda (özellikle derideki) ve kalp debisinde artisa neden


olur.

b) Kalp hizinda artisa neden olur, kalp debisine bagli olarak


(klinikte bir kriterdir).

c) Kalbin atim gücü artmaktadir. Myokardin Ca tutmasini ve


adenil siklaz aktivitesini arttirir.

d) Kan hacminde hafif bir artis yaratir (vazodilatasyona bagli


olarak, çünkü dokularda metabolizma hizlanmistir).

e) Kalp debisinin artmasi nedeniyle arter basinci yükselme egilimi


gösterir. Ancak periferdeki damarlarin genislemesi nedeniyle
basinci düsürme egilimi vardir. Bu iki olay dengelenir ve
arteriyel basinç degismez. Ancak nabiz basinci yükselir. Çünkü
sitolik basinç yükselir, diyastolik ise düser.

5. Metabolizma artisina bagli olarak O2 kullanimi ve CO2 yapimi


artar ve böylece solunum hizi ve derinligi artar.

37
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

6. Sindirim özsularinin salgisini ve mide barsak kanalinin


hareketlerini arttirir. Troid hormonu yoklugu kabizliga neden
olabilmektedir.

7. Hormonda hafif artis kaslarin kuvvetini arttirmasina ragmen


fazla miktari asiri protein yikimi nedeniyle güçsüzlesmeye neden
olmaktadir. Hormon eksikligi ise kaslarin tembellesmesine neden
olmaktadir. Hipertroidi’de kaslarda ince bir tremor vardir. Ayrica
fazla troid hormonu, iskelet kaslarinda kreatin fosfat
konsantrasyonunda da azalmaya yol açar.

8. Merkezi sinir sistemine etkileri nedeniyle (uyarilabilirlik artar),


kaslarda titremeler (tremor) yaratabilir. Fazla hormon
salgilanmasinda, asiri sinirlilik, asiri heyecan, endise ve paronaya
görülebilir.

9. Hipotroidizmde asiri uyku hali, hipertroidizmde ise uyumada


zorluk görülür ve yorgunluk belirtileri vardir.

10. Diger bezler üzerine aktivite edici etki yaratir. Glukoz kullanimi
arttiginda insülin salinmasi da artar. Troid hormonu karacigerde
glukokortikoidlerin yikimini (inaktivasyonunu) arttirdigindan,
dolasimdaki glukokortikoid konsantrasyonu düyer. Bu yüzden
hipofizden ACTH salinimi artar. ACTH ise, adrenal kortexden
glukokortikoid salinimini arttirir. Böylece troid hormonuna bagli
olarak olusan glukokortikoid yetersizligi kompanze edilmis olur.

11. Gonadlara etkisi : Normal sexuel fonksiyonlar için, troid


hormonlarinin da normal olmasi gerekir. Troid hormonu yoklugu,
erkekde libidonun kaybina, diside ise asiri ve sik adet
kanamalarina neden olur.

HIPERTROIDIZM (Tirotoxicosis)

38
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

a) Graves (Basedow) Hastaligi : Bez normalden 2-3 misli fazla


büyümüstür. LATS (Uzun süre etkili troid uyaricisi) veya TSI (Troid
Stimulating Immunoglobulin) denilen IgG tipinde immün bir
globulin TSH gibi troid bezi üzerinde uyarici etkiye sahiptir. Bu
yüzden hastalarin çogunda TSH miktari normalin altinda
olmaktadir. Çünkü artan troid hormonlari, TSH salinimini
azaltmaktadir. LATS’in troid bezindeki bazi antijenlere karsi
vücudun immün sisteminde meydana gelmis bir antikor oldugu
sanilmaktadir. Hastaligin olusmasinda bireyin genetik özellikleri rol
oynamaktadir. Soguk iklim ve mevsimlerde daha sik görülmektedir.

b) Troid Adenomu ve Troid Kanseri : Uzun süre ve fazla miktarda


troid hormonu salgilamasi vardir. Bu yüzden TSH salgilamasi
engellenmis olmaktadir. Troid adenomunda troid bezinin bir
bölümü kontrol disina çikarak büyüme egilimindedir. Iste bu
kisimdan çikan fazla troksin feed-back ile TSH salgilanmasini
azaltmaktadir. Bu ise troidin saglam kalmis kisminin giderek
atrofiye (küçülmesi) olmasina neden olur. Adenom antitroid
maddelerle az çok kontrol altina alinabilir. Troid kanseri ise
habislesmis bir troid hücresinin kontrolsüz ve sinirsiz çogalmasi ile
olusur. Metastaz yapabilmesi nedeniyle adenomdan daha
tehlikelidir. Tedavisi ameliyat ve kanser tedavi yöntemleridir.

c) Hipertroidizm belirtileri: Sicaga tahammülsüzlük, asiri


terleme, kilo kaybi, ishal, kas kuvvetsizligi, sinirlilik, ellerde
titreme, uykusuzluk, çarpinti nöbetleridir.

d) Ekzoftalmi (Göz kürelerinin disari firlamasi): Hastalarin


çogunda rastlanan bir durumdur. Optik sinirin gerilemesine neden
oldugu için bazen körlüge bile neden olabilmektedir.

Hipertroidizm esnasinda ekzoftalmin nedeni fazla TSH salinmasi


olabildigi gibi ekzoftalmi yaratici bir faktörden de bahsedilmektedir.

39
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Hipofize yakin bir yerden çiktigi sanilmaktadir. Göz kürelerinin


arkasindaki yag dokusu önce ödemle siser ve sonra fibröz doku
çogalir. Bu da göz kürelerini öne dogru iter. Göz kapaklarinda
kapanma zorlugu vardir. Bu yüzden de göz hasara ugramaktadir.
Gözün epitel tabakasi kuruyarak tahris olur ve iltihaplanir.

Son yillarda ekzoftalminin nedeninin, sitotoksik antikorlarla


ekstraoküler kaslara ve orbital bag dokusuna otoimmun bir atak
oldugu belirtilmektedir. Antikorlar göz kaslari, troid ve bazi diger
dokulardaki ortak antijenlere karsi olusmustur.

HIPOTROIDIZM

Hipotroidizm: Hastalarin çogunda tiroidit görülür. Troid


hormonlarinin az salgilanmasi veya hiç salgilanmamasi bu olaya
neden olur. Bu durumda TSH salinimi çogalip troid bezini büyütür
ve guatr olusur.

a) Endemik (Bölgesel) guatr: Isviçre Alp’lerinde ve Amerika’nin


büyük göller bölgesinde, toprakta iyot miktari yok denecek kadar
azdir. Iyotlu sofra tuzlarinin kullanilmasindan önce bu bölgelerde
insanlarin çogunda endemik guatr denilen çok büyümüs (500-600
gr) troid bezleri olusmaktaydi.

Olus mekanizmasi : Iyot yoklugu troid hormonu yapimini önler ve


troid hormonu eksikligi ile hipofizden TSH salgilanmasi önlenemez.
TSH’de bez hücrelerinden follikül içine TG salinmasina neden
olarak bez gittikçe büyür. Fakat iyot olmadigi için T3 ve T4 sentezi
yapilamaz.

b) Idiyopatik guatr: Bu kisiler besinlerle yeterli miktarda iyot


almis olsalar bile endemik guatrdaki tablo ortaya çikabilmektedir.
Bu tip guatr’in nedenelerinden birisi; bazi besinlerin içerisinde
bulunan “guatrojenik” maddelerdir. Lahanada ve bazi turp

40
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

türlerinde bu tip maddeler tespit edilmistir. Örnegin: Karadeniz


sahillerinde bu sebzeler çok yenir. Bunlar antitroid maddeler gibi
etki ederek troksin sentezini engellemektedir.

Bu tip guatrin bir diger sebebi ise troid hücresinin bozulan enzim
sistemidir. Hücrelerin koloid madde salgilamasina ragmen hücre içi
enzim sisteminin bozulmasi nedeniyle hücreler troid hormonu
yapmamakta ve salgilayamamaktadir. Bu durumda salinan fazla
TSH nedeniyle troid bezi bübüyerek guatr durumu ortaya
çikmaktadir. Kisinin kalitsal özellikleri bu tip guatrdan sorumlu
olabilir.

Bu durumda “Guatrin etiyolojik faktörlerini sayarsak ;

1. Besinsel iyot yetersizligi

2. Iyot pompasinda blokaj (K-iydsiyamat, perklorak)

3. Oksidatif sistemde blokaj (Tiyourasil ve konjenital) olarak


oksidatif enzim bozuklugu

4. Iyot baglamada blokaj (konjenital)

5. Thyrotoxic guatr (Tümör nedeniyle bezin asiri aktivitesine bagli


olarak troksin miktari fazladir).

b) Hipotroidizmin Özellikleri: Troid yetmezliginin her türünde


asiri uyuklama hali, asiri kas tembelligi, kalp hizinrda yavaslama,
kan hacminde ve kalp dedibisinde azalma, kilo artisi, kabizlik, deri
kalinlasmasi, kisik ve boguk ses ve siddetli durumlarda miksödem
görülür.

Miksödem: Troid fonksiyonunun hemen tamamen kayboldugu


hastalarda miksödem olusmaktadir. Göz çevresinde ve yüzde
sislikler görülür. Çok miktarda mukopolisakkaritler dokular
arasinda toplanmakta ve beraberinde suyuda çektiginden total

41
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

interstisiyel sivi miktari artmaktadir. Bu jel benzeri sivi hareketli


degildir. Siskin bölgelere parmakla basildiginda bir iz meydana
gelmez. Bu nedenle, bu özel ödem sekline ve hastaliga “Miksödem”
denir. Vücut isisi düsüktür. Kalp yavaslamistir.

Özellikle miksödemlilere olmak üzere birçok hipotroidli hastada,


troid hormon yoklugu kolesterol artisina neden olmasi dolayisiyla
ateroksleroz olusur. Miksödem, agiz yoluyla troksin verilerek tedavi
edilebilir.

Kreatinizm: Süt çocuklugu ve çocukluk dönemineki


hipotroidizmin neden oldugu bir hastaliktir. Çocuklarin büyüme ve
gelismesinde gerilik vardir. Troid yetersizliginden ileri gelen bu
cücelige Kretinismus adi verilir. Kretinizm troidin konjenital
yoklugundan, bezin genetik bozuklugu sonucu troid hormonu
yapamayisindan veya besinlerdeki iyot yoklugundan ileri
gelebilmektedir.

Troid bezi olmadan yeni dogmus bir bebek dogumdan birkaç hafta
sonra gelismesi gerilemeye baslar. Iskelet gelisiminin daha hizli
inhibe edilmesi nedeniyle bu kisiler kisa ve bodur görünüslü
olmaktadir. Yumusak dokular özellikle dil normalden daha büyük
olur. Iyot ve troksin tedavisine hemen baslanirsa düzelebilirler.
Tedaviye geç baslama merkezi sinir sisteminin baslangicindaki
troksin yoklugu nedeniyle yaratacagi geri zekalilik düzeltilemez.

Troid Fonksiyon Testleri:

1. Bazal metabolizma ölçülmesi: % 40-60 artis hipertroidizmi


gösterir.

2. Radyoaktif iyot tutulmasi: Normalde kanda dolasan radyoaktif


iyotun % 4’Ü bez tarafindan tutulur. I 132 (Y.Ö.=2 saat), I 131 (Y.Ö.=8
gün) kullanilmaktadir.

42
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Hipertroidte bu oran % 20 – 25’dir.

Hipotroidte % 1’dir.

Gerçekte bu test iyot pompasinin norma olup olmadigini ve ne


derece hizli çalistigini gösterir.

1. Kanda proteine bagli iyot testi (PBI)

Normal: Plazmada 4-7 µgr./100 ml proteine bagli iyot

Hipertroidizm: 15 –20 µgr./100 ml olur

Hipotroidizm :2 µgr./100 ml olur.

2. Radyoaktif iyot ile sintigram (troid tarama) yapmak

3. Kanda T4 ve t3, RIS yöntemi ile ölçülür.

Antitroid Maddeler:

1. Thiocyanate veya Perklorat: Iyot pompasini bloke eder. Böylece


T3 ve T4 sentezi için gereken iyot miktari saglanamaz. Bu da bezin
büyümesine neden olabilir.

2. Propilthiouracil : Trozinin iyodinasyonu ve DIT’in (T3 ve T4


olusumu için) girecegi reaksiyonlari durdurur. Peroksidaz enzimini
bloke eder. Troid hiperfonksiyonunda siklikla kullanilir.

3. Yüksek miktarda iyodür: TSH’nin yaptigi etkilerin tamamen


tersini yapar. Bezin büyüklügünü de azaltir. Bu yüzden cerrahi
islemden bir iki gün önce, çikartilara doku miktarini ufaltmak
amaciyla iyodürler verilir.

PARATROID HORMON CALCITONIN ve VIT.D.

Ca Metabolizmasinin Hormonal Kontrolü : Ca ve P


metabolizmasinin düzenlenmesinde çesitli endokrin bezler ve
hormonlarinin etkileri vardir. Kemik üzerine ve extracellüler sivinin
Ca aktivitesi üzerine etkili üç hormondan birisi paratroid bezi

43
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

tarafindan salinan PTH digeri troid bezindeki özel hücrelerden


(bunlar bronsiyal bez kalintilarindan orjin almislardir, yani onlarin
kalintilarini tasiyan hücreler) salinan calcitonin r(CLT) ve aktif Vit
D3 olan Vit D hormonudur.

Anatomik ve Biyokimyasal Özellikleri

Paratiroid bezleri, trodi bezinin oldugu yerde 20-40 mg agirliginda


küçük bezlerdir. Tetal agirligi 180 mg. Kadardir. Bronsiyal
torbalardan kaynaklanan genellikel dört bez vardir. Bezlere kan
inferior troid arterler vasitasiyla gelmektedir. Her bez konnektif
doku kapsülü ile çevrilmistir ve birtakim lobüllere bölünmüslerdir.
Mikroskopik olarak bezler, hiperhlastik troid dokusuna benzerler.
Epiteliyal hücrelerin iki tipi vardir.

Chief hücreleri: Bezin hormon kaynagini teskil ederler. Oxyphil


hücreler ise blug çagina kadar görülmezler.

Bronsiyal bezler memelilerden asagi omurgalilarda ayri yapilar


olarak görünürler ancak memelilerde troid içine gömülmüs
durumdadir. Calcitoninin kaynagi ise troid bezindeki “C”
hücreleridir. Ancak baska yerlerde de (örnegin BOS, hipofiz, timus,
karaciger, barsak vb.) CT tespit edilmistir.

Paratiroid bezinin hormonuna PTH denir. Düz tek zincirli 84 amino


asitlik bir polipeptit olup M.W.:9600’dür. PTH, daha yüksek M.W.’li
(12.000) proteinlerden olusur (pro-PTH=, Chief hücreleri tarafindan
sentezlenir. Dolasima salinmadan önce pro-PTH’daki kopmayla
olusur. Kemik, böbrek ve sindirim sistemi yollarinda (barsaklarda)
etkilidir.

Calcitonin ise 3700 M.W.’li 32 amino asitlik tek zincirli bir


polipeptitdir. PTH’nun etkili oldugu dokularda bu da etkilidir. Troid
bezinin parafolliküler (C hücreleri) hücrelerinden salinir.

44
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

PTH serumdaki konsantrasyonu 200 – 800 pg/ml

Calcitonin serumdaki konsantrasyonu50 – 150 pg/ml (∼10-11 M)

Ca++ konsantrasyonunda ise 9 – 10 ng/ml (% 9-11 mg)

Iyonize Ca++ konsantrasyonu ∼ 5 mg/100 ml’dir.

ECF’de : 2.5 x 10-3 mol/L, ICF’de ise: 10-7 mol/L. (ECF’de 10.000
defa daha fazla)

Ca++ ve P’un fonksiyonlari: Ca tüm vücut dokularinin zaruri


ihtiyaci olan bir mineraldir ve çesitli fizyolojik olaylara istirak
etmektedir;

a) Kanin pihtilasmasi
b) Kalp ritminin korumsasi
c) Membran geçirgenligi
d) Nöromüsküler uyarilma kabiliyeti
e) Sütün olusumu
f) Kemik ve dislerin olusumu
g) Müsküler kontraksiyon
h) Nörotransmitter salinmasi
i) Endokrin ve ekzokrin sekresyonu
j) Hücre içi haberci
Ca’un barsaklardan emilmesini kolaylastiran HCl, vitamin D ve
proteindir. Atilacak kalsiyumun büyük bir kismi diskiyla disari
atilir. Ancak çok az bir kismi böbrekler yoluyla atilir.

Absorbsiyonu takiben kalsiyumun büyük bir kismi (% 99) iskelette


depolanir, vücuttaki tüm kalsiyumun ancak az bir kismi diger
dokularda bulunur. Normalde serumdaki total kalsiyum seviyesi 9-
11 mg/100 ml’dir (4 mEq/L veya 2.5 mmol/L). Bunun % 60 kadari
süzülebilme ve diffüz olabilme izelligine sahiptir. Geriye kalani
proteine bagli olarak (baslica albumine) bulunur. Diffüz olabilen

45
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

kalsiyumun büyük çogunlugu iyonize yani serbest haldedir (%


60’lik kismin % 50’si iyonize ya da serbest kalsiyumdur). Iyonize ve
proteine bagli Ca arasindaki denge kan pH’sina baglidir. Alkolozda
proteine bagli Ca artar, iyonize Ca azalir. Asidozda ise tersi olur.

PO4 konsantrasyonunda’de biyolojik sistemlerde önemli bir role


sahiptir. Çünkü gidalarin ara metabolizmalarinda enerji tranferinde
rol oynamaktadir. Vücut sivilarinin pH’sinin korunmasina yardim
eder ve kemiginde önemli bir yapisal elemanidir.

Sindirim kanalindan P’un emilimi asitler ve yag fazlaliginda


kolaylasir. Yüksek Ca ise bunu azaltir. Vücuttaki total P’un % 80’i
iskelettedir, % 11’i kaslarda geri kalani ise vücut sivilarinda
bulunur veya organik bilesik olarak diger dokulara dagilmis
durumdadir.

P’in baslica atilim yolu böbrektir, fakat az bir miktar diskida


görülebilir. Serumdaki P miktari 5 mg/100 ml’dir (∼1 mmol/L).

Kemik: Kemik genelde hareketsiz bir doku olarak düsünülür.


Ancak izotop çalismalari göstermistir ki, degisebilmekte, yeniden
düzenlenebilmektedir. Kemik temel maddesine ilaveten kollajen,
fibril ve konnektif dokunun organik matrixinden olusmus olup,
üzerinde Ca ve P’un kompleks tuzlari, hidroksiapatit (Ca(OH)2 +
CaPO3) ve CaCO3 depolanmaktadir.

Vücutta Ca’un % 98’inden fazlasi P’un da % 80’i kemikte


bulunmaktadir (esas temel ECF+Proteoglycans (chondroitin sülfat
ve hyaluronik asit) Kemikte, Ca:Fosfor orani yaklasik 1.7’dir.

Kemigin olusumu, büyümesi, gelismesi ve rezorbsiyonu ile ilgili


olarak kemikte üç tip hücre vardir. Osteoblastlar, osteoclastlar ve
osteocyteler. Osteoblastlar kemigin yüzeyinde lokalize olurlar ve en
önemli görevleri protein (kollajen) sentezidir. Osteoblastlarin rolü,

46
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

uygun temel madde içerisinde kalsifiye olabilen kollajen fibrillerin


olusumunda, önemli olduklari görülmektedir. Ayrica yüksek
alkalen fosfataz aktivitesine sahiptirler. ECF içerisinde yeterli
konsantrasyonda Ca++ ve HPO4 bulundugunda, her biri kollajen
fibriller üzerindeki özel bölgelerle reaksiyona girerler ve hidroksi-
apatit kristalleri olusur. Kristal olusumu artarken daha çok su
disarida birikilir. Çünkü kristaller kendi iyonlarini salmaya hazir
degillerdir. Böylece kemik yapisinin bir kismi sabit, solid ve diffüze
olamayan bir kütle haline gelir. Kemik minarellerinin % 99’u bu
durumdadir. Bu yüzden degismeyen kemik olarak isimlendirilir.

Osteoclastlar ise kemik minerallerinin çözünmesi ve kemik


kollajenlerinin tahribiyle ilgili olaylarda rol oynamaktadir. Çok
sayida lizozom içermektedirler. Bu hücreler asit fosfataz ihtiva
ederler. Suna inanilmaktadir ki kemik rezorbsiyonu; artan asit
fosfataz aktivitesi, asit (H+) olusumu, proteolitik aktivite (ECF içine
Ca ve HPO4 salinmasina yardimci olmaktadir) ve kollajenin amino
asitlerine parçalanmasi ile neticelenmektedir. Hidroksiprolin
kollajene özgü amino asitlerden biridir. Idrar içine ekskre edilme
orani, kollajenin parçalanma indeksini verir. Eski (yasli) kemikten
500 mg kalsiyum hergün osteoclastlarin etkisiyle rezorbe
olmaktadir. Denge kuruldugunda, osteoblast aktivitesi altinda, bu
eski kemigin yerine yenisi olusmaktadir. Böylece degisebilen kemik,
ara bölgelerdeki Ca ve HPO4’in konsantrasyonunun kontrol
dilmesinde tamponlayici bir rol oynamaktadir.

Osteocyt’ler ise, kemik metabolizmasinin homeostatik regülasyonu


için gereklidirler. Kemik olusumu ve rezorbsiyonunu arttirici rolleri
vardir ve PTH tarafindan indüklenen Ca’un hizli mobilizasyonunda
da önmeli bir role sahiptir.

47
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Vitamin D: Vitamin D, normal Ca homeostasisi için gereklidir.


Kemik olusumunda görev alir ve ECF’nin Ca seviyesinin
korunmasina yardimci lolur. Ca’un diskiyla kaybini, HPO4 ‘ünde
idrarla kaybini azaltir. Vitamin D yoklugunda Ca ve HPO4
konsantrasyonu azalir, kollajen kalsifikasyonu yavaslar ve kemik
büyümesi durur. Günlük gereksinim 2.5 µg (100 ünite) kadardir.

Barsaklardan kalsiyum emilimini arttiran kuvvetli bir etkiye


sahiptir. Yalniz bu etkisini Vitamin D olarak meydana getirmez.
Önce karaciger ve böbrekte Vitamin D’nin aktif sekli olan 1.25
Dihidroksikolekalsiferole dönüsür. Vitamin D’nin bir baka sekli
Vitamin D3 (kolekalsiferol)’dür. Bu maddenin çogu, günesin
U.V.isinlariyla 7-Dehidrokolesterolün dönüsmesi sonucu deride
meydana gelir. Daha sonra da Vitamin D 3 aktif sekle dönüstürülür.
Vitamin D’nin kalsiyum konsantrasyonunun kontrolündeki rolü su
semayla görülmektedir.

Sekil 4. Vitamin D’nin kalsiyum konsantrasyonunun kontrolündeki rolü

1.25-(OH)2VitD3, vücutta meydana geldigi (yapildigi) için bir


hormon olarak ele alinir. Steroid yapidadir. Plazmada fosfat düzeyi
azalirsa, D-hormon üretimi artar.

D-hormonunun ayrica INT-Leuk 2 etkisini önleyerek bir


immunoregülatör rolü oldugu da ileri sürülmüstür.

PTH’nun Etkileri : Paratroid bezinden salinan bu hormonun etkili


oldugu üç bölge vardir. Kemik, böbrek ve sindirim kanali. PTH’nun
bu üç organ üzerine etkileri, hücre içi cAMP’yiarttiran adenil
siklazin stimüle edilmesiyle olmaktadir.

Kemik üzerine etkileri: PTH verilmesi veya paratroid hiperplasisinde


salinmasindaki artis kemigin demineralize olmasina ve iskelet

48
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

sisteminin yumusamasina neden olur. Kemigin bu demineralize


olmasi veya rezorbsiyonu, PTH’un osteocyt ve osteoclastlar üzerine
olan etkisinden ileri gelmektedir. Osteoclastlarin sayisi, hücmi,
füzyonu, asit fosfataz karbonik anhidraz, artisi ile sitrik A. Ve laktik
A. Bikirimi olur. Kemik pH’si düser.

Kisaca PTH, kemigin rezorbsiyon oranini arttirmaktadir. Osteoclast


ve osteocyletlerde degisikliklere neden olmakta; söyleki sayilarinda
artis, lizozomal aktivitede yükselme, kollajenaz aktivitesinde artma,
organik asit olusumunda artis Bu aktivitelerde kemik matrixinin
çözünmesine neden olmakta ve neticede Ca’un ve fosfatin kemikten
ayrilarak, plazma kalsiyum seviyesini yükseltmektedir. Idrarla da
hidroksiprolin atilmaktadir.

Böbrek Üzerine Etkisi: PTH’nun böbrekle ilgili iki etkisi vardir.


HPO4 atilimini indüklerken (fosfaturia), kalsiyum atilimini
azaltmaktadir.

Fosfat geri emilimini azaltmak için böbrek proksimal tübüller


üzerine etki yapar (Fosfat için renal esik degerini ve Tm’i düsürür).
PTH’un bu etkisi, proksimal tübüllerde Na, K ve HCO3 geri
emiliminin inhibisyonuyla parellik gösterir. Ayrica NH4 ve H
ekskresyonu da azalir. Nitekim hiperparatiroidde metabolik asidoz
görülebilir. PTH tarafindan indüklenen kalsiyum klirensindeki
azalma, muhtemelen hormonun distal nefronlarin son kismi ile
toplama kanallari üzerine olan etkisi sonucudur. Kalsiyum için
renal esik degeri yükseltmis olur.

Paratroid bezinin çikarilmasi, hypocalcemia, hyperhosphatemia ve


hypocalciuria yaratir. Baslangiçta böbrekler tarafindan kalsiyum
atilimi artabilir. Ancak bunu takiben plazma kalsiyumundaki
önemli düsüsten sonra kalsiyumun renal atiliminda azalma olur.

49
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Sindirim Kanallari Üzerine Etkisi : Deneysel çalismalar


göstermistir ki paratroid bezi çikardiktan sonra, operasyonu
takiben dört saat içerisinde barsaklardan isaretli kalsiyumun
emilmesi % 50 oraninda azalmaktadir. PTH, barsaklardan kalsiyum
emilimini stimüle etmektedir. PTH’nun bu etkisi baslangiçta
yavsatir ve vitamin D ile kalsiyum ve HPO4 ‘in diyetle alinimina
baglidir. PTH’un süt olusumunda da rolü vardir.

Calcitonin (CT)’in Etkileri: CT, PTH’in aksine organizmayi


hypercalcemiadan korur ve plazmadaki kalsiyum ve HPO4
konsantrasyonlarini azaltir. Kemik, böbrek ve bagirsaklar üzerine
etkili olmaktadir. ECF’den Ca ve HPO4‘ün uzaklasmasini
arttirmakta ve iyonlarin ECF içerisine giris oranini azaltmaktadir.

CT, osteoclastic ve osteocytic kemik rezorbsiyonunu inhibe


etmektedir. Bu etkilerinin sonucu olarak, kemikten ECF içerisine
kalsiyumun hareketini azaltmakta ve hidroksiprolin amino asidinin
plazma konsantrasyonunu ve idrarla atilimini baskilamaktadir.
Osteoprojenitör hücrelerden yeni osteoklastlarin olusumunu
azaltir.

Kalsitonin osteoblast aktivitesini arttirma etkisi, 1 saat içinde


devreye girer, birkaç gün içinde etki kaybolur. Kalsitonin,
proksimal tübüllerde HPO4 geri emilimini inhibe etmekte ve bu
yüzden idrarla fosfat atilimi artmaktadir.

Kalsitonin, ayrica Na, Cl, Mg ve K gibi iyonlarin böbrek proksimal


tübül hücreleri tarafindan geri emilimlerini de azaltmaktadir. CT
verilmesi, salin diürezisini ve ECF volümü ile vücut agirliginda
kaybi indüklenmektedir. Na ve volümdeki bu kayiplar, plazma
renin ve aldesteron konsantrasyonunda artisa neden olur. Etki
mekanizmalari cAMP araciligiyla olmaktadir.

50
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

PTH ve CT Sekresyonunun Düzenlenmesi : PTH ve CT’nin salinma


oranlari, adenohipofiz ve merkezi sinir sisteminden bagimsizdir.
Sekresyon oranlari, plazmadaki kalsiyum konsantrasyonu
tarafindan kontrol edilir. Bu iki hormonun sekresyon oranlari
birbiriyle zit iliskilidir (Antagonist).

Plazma kalsiyumu ile plazma PTH arasinda basit lineer ve ters bir
iliski oldugu görülmüstür. Kalsiyum konsantrasyonu yükseldigi
zaman, bezler inhibe olmakta ve daha az hormon salmakta. Ca
azaldigi zaman ise bezler daha çok hormon salgilamak için
uyarilmis olmaktadir. Benzer durumda diyetle fazla Ca alindiginda
bezin hypoplasia olmasina, düsük oranda Ca alindiginda ise
hypertrophy hyporplasis olmasina dogru bir egilim olmaktadir.
Böylece, dolasimdaki Ca seviyesi ile paratroid bezi arasinda negatif
bir feed-back sistemi vardir. Ca seviyesinin baskilanmasini takiben
PTH salinmakta ve ince barsak hücrelerini etkileyerek onlarin Ca
emilimini arttirmaktadir. Böbrek tübüllerini etkileyerek de
kalsiyumun geri emilimini ve HPO4 ‘in glomerular filtrattan kaybini
arttirmakta, kemik hücrelerini etkileyerek de osteoclast ve osteocyt
aktivitesini arttirarak kemikten kalsiyumun salinmasina neden
olmaktadir. Hromon ayrica kemikten salinan HPO4 miktarini
(oranini) da arttirmaktadir ki bu da idrarla daha fazla fosfat
atilarak dengelenmektedir.

Neticede plazma kalsiyumu artmakta, HPO4 ise azalmaktadir.


Plazma kalsiyum konsantrasyonu kritik seviyeye kadar
yükseldiginde paratroid bezi inhibe olmakta ve PTH sekresyonu
azalmakta ve olusan degisiklikler geriye dönmektedir.

PTH’nin sindirim kanallarindan CA’un emilimi üzerine etkisi kemik


üzerine olan etkisinden daha hizlidir ve serum Ca seviyesindeki
dalgalanmalari azaltma egilimindedir. Ancak böbrek PTH’a karsi

51
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

çabuk cevap verebilmekte ve dar sinirlar içerisinde serum Ca


seviyesinin korunmasina yardimci olmaktadir. Ayni zamanda HPO4
‘ün tübüller geri emilimini inhibe ederek HPO4 ‘ün atilimini
kolaylastirmaktadir.

Benzer bir iliskide plazma Ca’u ile CT sekresyonu ve plazma CT’si


arasinda vardir. CT, Ca seviyesini 8-20 mg/100 ml arasinda tutar.
Böylece plazma Ca’un 8 mg/100 ml’in üzerine çikmasi CT
sekresyonunun artmasina neden olur ve bu artis plazma Ca’na
indirekt boyuttadir. Bu yüzden negatif feed-back sistemi, CT
sekresyonu ve dolasimdaki Ca seviyesi arasinda etkili olur. Ca
seviyesinin yükselmesini takiben CT salinir ve bu da ECF’den
Ca’un uzaklasmasi yönünde etki yapar veya böbrek ve kemik
üzerine etkileri vasitasiyla kalsiyumun ECF’ye ilave olmasini önler.

Her iki hormonda plazma kalsiyumu üzerine homeostatik kontrol


için güç sarfeder. PTH, organizmayi hipocalcemiadan korumakta,
CT ise hypercalcemiadan korumaktadir.

Diger Hormonlarin Etkileri: PTH ve CT’den baska çesitli


hormonlarda kemik olusumu ve rezorbsiyonu ile kalsiyum-fosfat
metabolizmasi üzerine etkilidirler. GH (büyüme hormonu)’nun en
büyük etkisi kalsifiye olabilen kollajenleri arttirabilmesidir ve
böylece de kemik olusumuna katkmida bulunmaktir. Ayrica renal
fosfat kaybini azaltmakta, renal kalsiyum kaybini ise
arttirmaktadir. GH’nun plazma Ca’una etkisi nedeniyle
hypocalcemia’ya dogru bir egilim vardir ve bu daha fazla PTH
sekresyonuna sebep olarak kemik yenilenmesini arttirir.

Ayrica androjen ve östrojenler kemik olusumunu ve


mineralizasyonunu arttirabilmektedirler. Yetiskinlerin kemiklerinde
normal Na, Ca, HPO4 miktari için de bu hormonlar gereklidir. Troid
hormonlari da normal büyüme ve olgunlasma için gereklidir. Kemik

52
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

turnoverini arttirirlar, plazma kalsiyum seviyesini arttirma


egilimleri vardir (Osteolysisi stimüle eder).

Adrenal korteks hormonlari (cortisol, corticosterone), kemikte


protein parçalanmasini arttirirlar. Kollajen sentezinin hizini
azaltirlar.

PGE2 hem osteolysisi hem de osteoid olusumunu stiküme eder.

Yas : Osteroid olusumunu azaltir.

Hareketsizlik: Kemik üzerine mekanik stimülus azaldigi için


osteolysis artar.

Fluorid : Osteoblastlari stimüle eder.

Vücut Sivilarinda Ca ve PO4 Kosantrasyonlarindaki Degisimlerin


Etkileri

HPO4 ‘den ziyade kalsiyumdaki degisiklikler önemli etkiler yaratir.

- Hipokalsemiya ve hipofosfatemia uzun süre devam edecek


olursa kemik mineralizasyonunda büyük azalma olur.

- ECF’deki kalsiyum normalin altina düserse, sinir sistemi nöron


membraninin permeabilitesinin artmasi nedeniyle daha duyarli,
uyarilabilir hale gelir. Bu uyarilabilirlikteki artis hem merkezi
hem perifer sinirlerde olur. Bu durum iskelet kaslarinda
tetanik kasilmalara (spazm) neden olur. (Hipokalsemik tetani)
Tetani genellikle kalsiyum % 6 mg. Seviyesine indiginde
meydana gelir. % 4 mg’a inerse öldürücü olabilir.

Deney hayvanlarinda kalsiyum seviyesi normalin altina indirilirse;


kalpte dilatasyon, hücresel enzim aktivitelerinde degisiklik, hem
sinir hücrelerinde hem de diger hücrelerde membran
permeabilitesinin artmasi ve kan pihtilasmasinda bozukluk
meydana gelir.

53
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

- Hiper kalsemiya: Ca seviyesi normalin üzerine çikarsa, sinir


sistemi deprese olur, CNS’nin reflex aktivitesi tembellesir,
istahsizlik olur, sindirim kanali duvarindaki kaslarin
kasilabilirligini de deprese edebiyir. Kardiyak aritmiler görülür.
Kabizlik, peptik ülser, abdomanila agri meydana gelir.

Hiperparatroidizm: Kadinlarda daha çok görülür. Tümör nedeniyle


asiri PTH salgilanmasi söz konusudur. Plazma Ca seviyesi bu
nedenle % 20 mg seviyelerine çikar. Bu kalsiyum kemikten mobilize
olmustur ve genellikle vücuttan idrar yoluyla atilir. Bu durum,
kemikleri kolaylikla kirilabilir hale getirir. X isini röntgenleri ile
tespit edilebilir. Ayrica bir kisim hipertroidli hastalarda böbrek
taslari (bilhassa kalsiyum fosfat) da olusur.

Hiperparatroidizm: Bezin aktivitesinin ve PTH salgilanmasinin


azalmasina bagli olarak, plazma Ca’u azalir. Bu durumda;
sinirlerde ve nöromüsküler baglantilarda uyarilabilirlik artar ve
plazma Ca’u % 6 mg’in altina indiginde tetani görülür. El ve
ayaklardaki spasma Carpopedal Spasm denir. Larinx spasmi da
olabilir.

PTH salinmasini arttiran maddeler: Epinefrin isoproterenol,


dopamin, sekretin, PGE2 ve hipokalsemi

PTH salinmasini azaltan maddeler: ? -adrenerjik agonistler, PGF2


vs., 1.25 (OH)2-D

CT salinmasini arttiran etkenler: Hiperkalsemi, ? -adrenerjik


agonistler, dopamin, östrojen, gastrin, sekretin, pentagastrin
(sentetik gastrin) vs.

Osteopatiler:

Osteoporosis : Menapoza, kortizon fazlaliginda görülebilir. Kolay


kirilabilir. Kemik matriksinin azalmasiyla karakterizedir.

54
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Rickets: Vit D eksikliginde çocuklarda görülür. Iskelet büyümesi


geri kalir, deformite vardir.

Osteomalacia: Vit D ve Ca++ eksikliginde görülür. Spontan, çok


sayida kirilmalar olabilir. Agri, deform.

Pagets hastaligi: Kemik turnoveri kontrolsüz hizlanmistir. Yapisal


yönden düzensiz, iri kemikler olusur. Deform ve kiriklar artar. Agri,
hareket güçlügü vardir. Osteoklastik aktivite çok artmistir.
Tedavide CT kullanilabilmektedir.

PANKREAS HORMONLARI:INSÜLIN – GLUCAGON

Pankreas sindirim fonksiyonuna ilaveten, andokrin fonksiyonu


olarak iki hormon salgilar (insülin ve glucagon).

Pankreas bagirsak endoderminden kök alir ve iki kanal yardimiyla


(Wirsung ve Santorini) ince barsaga baglanir. Baslica iki tip
dokudan meydana gelmistir.

a) Acini (Duedenum içine sindirim salgilari salar)

b) Langerhans odaciklari (Kan dolasimina insülin ve glucagon


salar)

Langerhens odaciklarinda baslica 4 tip hücre vardir.

a) Alfa hücreleri : Glucagon salar (Parlak kirmizi boyanirlar)

b) Beta hücreleri : Insülin salar (Portakal-kahverengi boyanirlar)

c) Delta hücreleri : Somatostatin salar (Paraktin etki yapar,


inhisitörik)

d) Delta hücreleri : Pankreatik polipeptit (PP).

Seker hastalarinda da beta hücreleri mevcuttur. Ancak bu hücreler


hiyalinli hale geldiginden sekresyon granülleri ihtiva etmezler ve
dolayisiyla fonksiyonlari bozulmustur.

55
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Insülinin kimyasi : M.W.5808-6000 olan iki polipeptit zincirinden


olusmus küçük bir proteindir. Bu zincirler disülfit baglariyla
baglidir. Bu zincirler ayrilirsa insülin molekülü fonksiyonel
aktivitesini kaybeder. Pro-insülin denilen (M.W.:9000) tek zincirli
bir öncüden meydana gelir.

Insülin etkisi plazma membranindaki reseptörüne baglanmasiyla


baslar. Insülin reseptörü, disülfit baglariyla bagli iki simetrik
üniteden olusan bir glikoproteindir. Reseptörün ? alt ünitesi
membraninin disina dogru, ? alt ünitesi ise hücre içine dogru
uzanmis durumdadir. Insülin reseptör kompleksi membran içinde
mobiliteye sahiptir ve internalizasyon ile hücre içine alinir.

Beta hücrelerini E.R.’lerinde tek polipeptit zinciri halinde


sentezlenir, glogi aygitina gelir ve granüller halinde paketlenir,
proteolitik kopma ile insülin haline gelerek salinir.

Glucagonda (M.W.:3485) pro-glucagondan ayni sekilde alfa


hücreleri tarafindan sentezlenip salinmaktadir. Görevlerini
yaptiktan sonra % 80’i karaciger ve böbrek tarafindan parçalanir.

Insülinin C.H.metabolizmasina 3 temel etkisi vardir:

a)Glukoz metabolizma hizini arttirmak

b) Kan glukozunu azaltmak

c) Dokularda glikojen depolanmasini arttirmak

Bu etkilerini su sekillerde gösterir:

a) Karacigerin Glukoz Tutmasi, Depolamasi ve Kullanmasinda


Insülinin Etkileri: Yemekten sonra geri emilen glukozun büyük
bir kismi karacigerde glikojen halinde depolanir. Açlikta ya da
iki yemek arasinda karacigerdeki glikojenden glukoz meydana
gelir ve dolasima girerek kan glukoz konsantrasyonu korunur.

56
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Insülinin karacigerde glukoz tutulmasi ve depolanmasina etkisi su


sekilde olmaktadir.

1. Insülin fosforilazlari inhibe eder.

Glikojen → Glukoz

2. Karaciger hücreleri tarafindan glukozun kandan alinmasini


arttirir. Bunu da glukokinaz enzimlerinin aktivitesini arttirarak
yapar. Bu enzimler glukozun fosforilasyonunu saglar. Fosforile
olmus glukoz karaciger hücrelerinde tutuklanmis olur. Çünkü
hücre membranindan diffüze olamaz. Karaciger hücrelerinin
serbest glukoza geçirgenligi ise çok fazladir.

3. Glikojen sentezini arttiran enzimlerin aktivitesini arttirir.


Örnegin glikojen sentetaz ve fosfofruktokinaz

Iki yemek arasinda karacigerden glikojenin salinmasi (yikilmasi):


Kan glukoz seviyesi düsmeye ve karacigerden dolasima glukoz
salinmaya baslar. Söyle ki:

a) Kan glukozundaki azalma, insülin salinmasinda da azalmaya


yol açar,

b) Insülindeki azalma onun tüm etkilerini geri çevirmis olur.


Kandan karaciger tarafindan glukoz tutulmasi azalir.

c) Insülinin azalmasi nedeniyle fosforilaz enszimleri üzerindeki


inhibisyon etkisi kaltar ve bu enzimler glikojenin → glukoz –6-
fosfota yikilmasina neden olur.

d) Gluko –6- fosfataz enzimi de glukozdan fosfat gruplarini


kopartir ve serbest glukoz kan dolasimina girer. Böylece
karaciger yemek sonrasi kandan glukozu uzaklastiriyor
azlikta ise glukoz kana geri dönüyor.

B. Insülinin Karacigerde C.H.Metabolizmasina Diger Etkileri:

57
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

1. Karaciger glukozunun yag asitlerine dönüsümünü arttirir.


Bu yag asitleri de adipoz dokuya giderek yag olarak depolanir. Bu
insülinin yag metabolizmasina olan etkisiyle de ilgilidir.

2. Insülin glukoneogenezisi inhibe eder. Bunu da bu olayda


gerekli enzim miktarlarini azaltarak yapar.

3. Kas ve diger ekstrahepatik dokulardan amino asitlerin


salinmasini azaltici etki yapar. Böylece glukoneogenesis için gerekli
öncü maddeleri de azaltmis olur.

Insülinin Kaslarda Glukoz Metabolizmasini Arttirici


Etkenler: Istirahat halindeki kas membrani glukoza pek geçirgen
degildir. Ta ki kas fibreleri insülin ile uyarilana kadar. Yemek
arasinda ise önemli miktar insülin kas hücrelerine girmektedir.

Kaslar ancak iki durumda, enerji için fazla miktarda glukoz


kullanirlar.

1. Egzersiz sirasinda (insüline bagimsiz)

2. Yemegi takip eden birkaç saat süresince (bu sürede kan


glukoz konsantrasyonu yükselir. Pankreastan fazla miktar insülin
salinir. Insülin de glukozun kas hücrelerine hizli transportunu
saglar.

Kaslarda Glikojenin Depolanmasi : Kaslar egzersiz halinde


degilse (yemekten sonra) kaslara alinan glukoz kas glikojeni
halinde depolanir (enerji için kullanilmasi yerine). Bu glikojen daha
sonra kas tarafindan enerji için kullanilabilir (Oksijensiz
solunumda).

Kas glikojeni karaciger glikojeninkinden farklidir. Glikoz


haline çevrilmez. Vücut sivilari içine verilebilir. Bunun sebebi de
kas hücrelerinde glukoz fosfatin ve fosfataz enziminin
bulunmamasidir (karaciger hücrelerinin tersine).

58
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

d) Hücre membranindan (özellikle kas hücreleri) ve yag


dokusundan (bu iki doku vücut agirliginin % 65’ini teskil eder)
glukoz transportunun insülin tarafindan artirilmasi (saglanmasi)

a) Glukoz trannsportu yönünden insülinin kas hücrelerindeki


etkisi, karaciger hücrelerinkinden farklidir.

Karacigerde; glukokinazlarin etkisiyle glukoz fosforile edilerek


hücre içinde tutulmakta idi.

Kasta ise; insülin glukoz transportunu kolaylastirmak için kas


hücresi membranini direkt olarak etkileyebilmektedir.

b) Glukoz normalde membrandaki porlardan geçemez. Ancak


bir tasiyici yardimiyla, lipid kisimlari arasinda tasinabilmektedir.

Glukoz hücre membranindaki bir tasiyici madde ile birlesir ve


sonra membranin iç kismina dogru diffüze oluyor (geçiyor). Bu
tasiyici, membranin dis yüzüne tekrar tekrar gelip daha baska
moleküllerini tasiyabilmektedir.

Glukozun bu transportu, konsantrasyon farkina karsi


olusmaz. Yani içerdeki glukoz miktari yükselince (disa göre) glukoz
içeriye dogru transporte olmaz. Bu yüzden bu olaya kolaylastirilmis
diffüzyon denir. Aktif bir transport olayi degildir.

Bilindigi gibi insülin hücre membraninda bulunan bir


reseptör proteini ile birlesmektedir ki belki de bu protein
yukaridaki tasiyici protein olabilir. Ancak beyin hücrelerine ve
eritrositlere glukozun transportunda insülinin etkisi yoktur. Beyin
hücreleri normalde enerji için sadece glukoz kullanirlar. Kritik
seviyeye (20-50 mg/100 ml) düserse hipoglisemik sok meydana
gelir (Beyinde genellikle basit diffüzyon ile glukoz geçer).

INSÜLININ YAG METABOLIZMASINA ETKISI

59
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Karacigerde ;

1. Insülin glukozun karaciger hücresine transportunu arttirir.


Karaciger glikojeni % 5-6 artinca glikojen sentezi durdurulur ve
glukozun fazlasi yag asitlerine çevrilir.

Glukoz → P.A. → Asetil CoA → Yag asitleri

2. TCA siklusunda olusan sitrat ve izositrat, asetil CoA


karboksilazi aktive eder ki bu enzim de lipogenezi baslatmaktadir.

3. Bol alfa gliserofosfat olusmaktadir.

4. Bu yag asitleri, karacigerden adipoz dokuya tasinarak


burada trigliserid halinde depo edilir. Apidoz dokuda:

1. Insülin pormona duyarli olan lipaz enzimini inhibe eder.


Bunu da fosfodiesteraz enzimini stimüle ederek cAMP’yi azaltarak
yapar. Bu enzim yag hücrelerinde trigliseritlerin parçalanmasini
saglayan enzimdir. Bu sayede yag asitlerinin kan dolasimina
salinmasi önlenmis olmaktadir.

2. Kas hücrelerinde yaptigi gibi burada da glukozun yag


hücrelerine girisini hizlandirir. Glukozun glikolitik yolla yikimi
sirasinda alfa-gliserofosfat meydana gelir ki bu madde gliserolün
kaynagini teskil eder.

Gliserolde + Yag asidi → Trigliserit olusur ki bu da depo edilir.

Insülin Yoklugunda;

1.Hormona duyarli lipaz aktive olur. Depo gliseritler yag


asitlerine ve gliserole yikilir. Plazma yag asit düzeyi yükselir.

2. Bu yag abitleri ve gliserol karacigerde tutulup trigliserid


halinde depolanir ve yagil karaciger meydana gelir.

60
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

3. Karacigerdeki yag asitlerinin bir kismi kolesterol ve


fosfolipidlere dönüsür ve plazma lipid düzeyi yükselir. Bu yükselme
(bilhassa kolesterol düzeyindeki artis) diyabetli sahista
Aterosklerosis’e neden olur.

1. Ketojenik ve asidotik etki meydana gelir.

fazlasi

Yag asitleri → Asetil- CoA → Asetoasetik asit → kana verilir →


periferal dokular tarafindan kullanilamas ve Beta-Hidroksi bütürik
asit ve asetona dönüsür.

Bunlara keton cisimcikleri denir ve bu sekilde vücut


sivilarinda miktarlari yükselince KETOSIS’e neden olurlar. Aseto
asetik asit ve Beta-OH B.A. ayni zamanda muhtelif agir diyabetli
kisilerde ASIDOSIS’e neden olurlar.

Insülinin Protein Metabolizmasina Etkisi:

1. Birçok amino asidin hücrelere aktif transportunu saglar


(valin, lösin, izolösin, tirozin, fenilalanin) (Bu tasinma yogunluk
farkina karsi da meydana gelebilir).

2. Ribozomlar üzerine direkt etki ederek mRNA’nin


translasyonunu arttirir ve böylece yani proteinler olusur.

Transkripsiyon
3. DNA RNA ve ayni zamanda DNA → DNA
olayini arttirir.

Bu etkilerin hepsi daha fazla protein sentezini arttirir.

4. Protein katabolizmasini engeller. Özellikle kas


hücrelerinden amino asitlerin çikisini (salinmasini) önler (azaltir).

61
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

5. Karacigerde glukoneogenesis hizini önler (Bununla ilgili


enzimleri inhibe ederek).

6. Insülin protein sentezini arttirici etkisi nedeniyle, GH ile


beraber canligini büyümesi için de gereklidir. Iki hormon sinerjistik
olarak çalismaktadir (Ayri ayri büyümeye fazla etkili degildir
deneysel olarak).

Insülin Sekresyonunun Rolü :

a) Insülin salinmasi için en büyük fizyolojik uyaran kan glukoz


konsantrasyonudur (Normal degeri 80-90 mg/100 ml).

Kan glukozu aniden yükselirse; önce mevcut insülin hemen salinir


(5 dakika içinde 10 kat artar). Sonra bir düsüs olur, 15 dakikadan
sonra tekrar yükselir ki bu da yeni sentezlenen insülinin salinmasi
nedeniyledir. 1 hafta sonra da da artar ki bu Beta hücrelerinin
hipertrofisi sonucu olur.

b) Amino asitler: Bilhassa kan glukozunda artisla birlikte olursa


bazi amino asitler (özellikle alanin, arjinin ve lizin) de insülin
sekresyonuna neden olurlar. Insülin sekresyonu için glukozun
uyarici etkisini adeta kuvvetlendirirler.

c) Gastrointestinal hormonlar: Gastrin, sekretin, cholecystokinin ve


GIP gibi hormonlar da insülin sekresyonunda artisa neden olurlar.
Yemegi takiben insülin salgisinin artmasini saglarlar.

d) Diger hormonlar : Glukagon, GH, kortizon (bu ikisi hipoglisemiye


cevap olarak salinir) ve daha az olarak da östrojen ve pr ogesteron
gibi hormonlar da insülin sekresyonunda artisa neden olurlar.

e) Akromegali ve gigantizm’li hastalarda fazla büyüme hormonu


nedeniyle diyabet meydana gelebilmektedir. Insülin salinmasini
tesvik etmesi nedeniyle beta-hücrelerinin dejenerasyonuna neden
olabilir. Ayrica glukozun kullanimini azaltmasi, karacigerden

62
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

glukoz salinmasi gibi etkiler yaratarak diyabetik duruma neden


olur.

f) Bu olaylarda rol oynayan baska bir hormonda epinefrindir.


Stress’de adrenal medulla’dan salinan EP, hem kan sekerini hem
de kan yag asidi düzeyini arttirir (yag asidi artisi daha fazla).

GLUCAGON

Pankreasin langerhans adaciklarinda alfa-hücreleri tarafindan


salinir. Insülinin tersi etkiler yapar. Kan glukoz konsantrasyonunu
arttirici yönde etki yapar (hiperglisemik etki). Glukoz metabolizmasi
üzerine iki büyük etkisi vardir.

1. Karacigerde glikojenin yikimini (glikojenolizis) arttirir. Adenil


siklazi aktive ederek, cAMP araciligi ile protein kinazlar (kinaz A)
aktive edilir ve glikojen yikimiyla ilgili enzimlerin aktivasyonu ile;

Fosforilaz-a Fosforilaz-a
Glikojen G I–P Glukoz
Kana salinir.

Glikojen sentetas enzimini ise inhibe eder.

2. Glukoneogenesis’i arttirir (hizlandirir) Olayla ilgili enzim


sistemlerini aktive eder. Örnegin P.A. fosfoenolpirüvat,
pirüvat karboksilaz, fruktoz 1.6 difosfotaz gibi enzimleri arttirir.

Glucagon Sekresyonunu Kontrolü

a) Kan glukozu: Kan glukozu düserse (Örnegin 60-70 mg/100 ml)


Glucagon sekresyonu yükselir ve karacigerden glukoz salinir.
Böylece glucagon vücudu hipoglesimeden korumus olur.

b) Egzersiz : Egzersizde kan glukozu düsmeye baslar, bu da


glucagon sekresyonunu arttirir. Karacigerden glukozu mobilize eder
(kaslarda kullanilmak için).

63
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

c) Açlik : Kan sekeri düstügü için glucagon salinimi artar.

d) Amino asitler : Özellikle fazda proteinli yiyecekler alindiginda


artan amino asit miktari nedeniyle insülin sekresyonu artar ki bu
da kan sekerini düsürmeye meyleder. Bu da glucagon salinmasina
neden olur (yani amino asit yükselir ve glucagon sekresyonu da
yükselir).

Epinefrinin glucagon benzeri etkisi : Karacigerde kuvvetli bir


glikojenik etki yapar, glucagon gibi cAMP’yi arttirarak.

Somatostatin’in Glucagon ve Insülin Sekresyonunu Inhibe Etmesi :


Pankreasin delta hücreleri tarafindan salinir ve bu iik hormonun
alfa ve beta hücrelerinden salinmalarini inhibe etmektedir. Bu
hormonlarin salinmalarini kontrol ettigi ileri sürülmektedir.
Simpatik aktivite, beta-adrenerjik reseptörler yoluyla insülin
sekresyonu inhibe eder. Parasempatik stimülasyon ise insülin
sekresyonunu arttirir. Somatostatin ayrica gastrik, duodenal ve
safra kesesi motilitesini inhibe eder, sindirim enzim ve
hormonlarinin salgilanmalirini azaltir.

Kan Glukozunun Kontrolü : Normal degeri 80-90 mg/100 ml’dir.


Sabah aç karnina ölçülür. Yemekten sonra 120 – 140 mg/100 ml’a
dogru çikma egilimindedir. Fakat feed-back kontrol sistemi ile
derhal normal düzeyine getirilir (2-3 saat içinde).

1. Karacigerin kan glukozunu tamponlayici görevi vardir. Glukoz


ve insülin yükseldiginde söyledigimiz etkileri ile kan glukozu
düser.

2. Kan glukozu düserse glukagon yükselir. Insülinin feed-back


mekanizmasi glukagondan daha önemlidir. Ancak egzersiz gibi
durumlarda fazla glukoz kullanilmasi nedeniyle glukoz düsünce
glucagon mekanizmasi oldukça önem kazanmaktadir.

64
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

3. Ayrica, hipoglisemide kan glukozunun düsmesi hipotalamusun


simpatik sinir sistemini stimüle etmesi üzerine dirket etki
yapmaktadir ve adrenal bezlerden epinefrin salinmakta o da
karacigerden glukozun salinmasini arttirmaktadir. Bu da
hipoglisemiden korunmaya yardimci olan bir sistemdir.

4. Saatler ya da günler sonra, hipoglisemi devam ediyorsa; GH ve


Cortisol salinmaktadir. Bu ikisi de vücut hücrelerinde glukozun
kullanimini azaltirlar ve kan glukozunun normale dönmesine
yardimci olurlar.

Kan Glukozu Kontrolünün Önemi

a) Glukoz, beyin, retina, gonadlarin germinal epitelyum hücreleri


tarafindan kullanilan yegane besin (enerji) kaynagidir. Bu yüzden
belli bir seviyede tutulmasi gerekir. Açlik (yemek arasi) sirasinda
glukoneogenesis yoluyla olusan glukozun çogu, beyinde
metabolizma için kullanilmaktadir.

b) Glukoz yükselirse, ECF’de ozmotik basincin fazla yükselmesine


neden olur ve hücresel dehidrasyona yol açar.

c) Idrarla glukoz kaybi meydana gelebilir. Glukozun Tm degeri:180


mg (esik degeri) Bunu asinca glukoz ... görülür.

d) Vücudun kendi sivilarinin kaybina (ozmotik diürezis) neden olur


ve dolasim bozuklugu meydana gelir.

Seker hastaliginda b, c ve d’ki olaylarin yanisira hastada


görülen diger belirtiler sunlardir:

Polifaji (çok yemek), çok su içmek (polidipsia), poliuria (sik


idrara çikma) kilo kaybi, astenia (enerji kaybi).

Idrarla su kaybinin yaninda Na iyonu da kaybolacagindan


vücut sivilarinin kaybina (tehlikeye) neden olur.

65
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Asidosis sonucu pH=7.0’ye düsmesi diyabet komasina neden


olur. Keto asitlerinin artmasi sonucu Na kaybi artar. ECF’de Na
miktari düser.

Solunum artar. Karbondioksit yaninda aseton gibi keton


cisimleri atilmaya çalisilir. Nefes aseton kokar. Diyabetli hasta
egzersiz yaparsa insülin ihtiyaci azalabilir.

Ates, agir enfeksiyon gibi nedenler insüline olan gereksinmeyi


arttirirlar ve bu durumda gerekli extra-insülin verilmezse diyabet
komasina neden olabilir.

- Aterosikleroz, hipertansiyon, kronik böbrek hastaligi vs.gibi


diyabet komplikasyonlari, kan sekerinin artisindan ziyade kan
lipidlerinin artisi ile ilgili oldugundan, kan lipidleri normale gelecek
sekilde yeterli glikoz ve insülin kullanmak gerekmektedir.

- Insülin salinmasini uyaran ilaçlarla tedavi; sülfonil üre,


tolbutamid. Agir diyabette etkili degillerdir.

- Diyabet komasinin tedavisi: Gerekli günlük insülin (60 – 80


Ü) yerine 1500 – 2000 Ü dozda insülin verilir.

Dehidrasyonu düzeltmek için NaCL çözeltisi kullanilir. Asidoz


ise Na-bikarbonat ve Na-laktat ile tedavi edilir. HCO3 akcigerlerden
CO2 seklinde atilir. Laktat karaciger tarafindan kandan temizlenir.
Böylece asidozu nötralize edecek Na iyonu saglanmis olur.

Diyabetik komada dehidrasyon tedavi edilirken ECF’nin K+


iyonuda normal düzeyde tutmak amaciyla dehidrasyonu düzeltmek
için verilen sivi K ile takviye edilmelidir) Çünkü elektrolit dengesini
düzenlemek için K, ECF’den hücreler içine girmektedir ve ECF’de K
düsmektedir.

Insanda iki tip diyabet vardir.

66
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

a) Juvenil (IDDM) diyabet (Tip I Diyabet) : Insüline bagimlidir.


Beta hücreleri harabiyeti söz konusudur. Nedeni; genetik, viral
enfeksiyonlar, otoimmün hastaliklaridir. Çocukluk ve ergenlik
çaginda görülür.

b) Olgun (NIDDM) Diyabet (Tip II Diyabet) : Insülinden


bagimsizdir. Insülin normal, hatta normalin üzerindedir. Ancak
hücreler insüline cevap vermez. Reseptörlerde bir degisiklik vardir.
Örnegin; Sismanlikta resehtör sayisinin az olmasi gibi.

ADRENAL KORTEX HORMONLARI

Adrenal bezleri farkli iki yapi gösterirler.

a) Adrenal medulla b) Adrenal kortex

Bunlarin embriyolojik kökenleri farkli oldugu gibi, histolojik


ve fizyolojik fonksiyonlari da farklidir.

Adrenal medullanin salgi fonksiyonunu üzerine alan esas


hücreler, kromaffin hücrelerdir. Adrenal medulla simpatik
kollinerjik sinirler alir ve bu sinirlerden gelen uyari ile ADRENALIN
ve NORADRENALIN hormonlarini salar.

Adrenal kortexde ise bu anlamda bir sinirsel uyari söz konusu


degildir. Adrenal kortexi uyaran, adenohipofizden salinan ACTH
hormonudur. ACTH’da hipotalamustan salinan CRF tarafindan
uyarilmaktadir.

Adrenal kortexde hücreler yönünden üç ayri bölge (tabaka)


vardir. Distan içe dogru;

1. Zona glomerulloza (Mineralokortikoidleri. Örnegin


aldosteron salarlar).,

2. Zona fasciculate (Glukokortikoidleri. Örnegin kortizol ve


kortikosteron)

67
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

3. Zona Reticularis (Adrenal Adrogenler. Örnegin Testesteron


salar). Çok az miktarda estradiol salinir.

Ancak daha fazla miktarda steroid öncüleri salinmaktadir ki bunlar


perifer dokularda testosteron ve estradiol’e dönüsmektedir. Bu
öncüler androstenedion ve dehidroepiandrosteron (DHEA)’dur.
Özellikle bayanlardaki androjenik hormon gereksiniminin % 50’sini
adrenal bezlerden salinan bu öncüler saglamaktadir.

Bir çift adrenal normalde agirligi 10 gr. Kadardir. Kortikal


hücrelerin hemen hepsi lipid akümülasyonu, depolanmasi ve
sekresyonu gösterir ki bu lipidlerin basinda kolesterol gelir.
Kolesterol adrenal kortex hormonlarinin öncüsüdür. Adrenal
kortexden salinan bu çesitli steroid yapidaki hormonlar
kolesterolden baslayarak sentezlenir. Ikinci basamakta sentezlenen
kortikosteron, aldosteronun öncüsü durumundadir.

Adrenal androjenler biyolojik olarak oldukça zayiftir, fakat vücudun


bazi dokularinda kuvvetli androjenik steroidlere dönüsebilirler.

Adrenal kortexden salinan steroidler çogunlukla bir proteine


baglanarak kan dolasiminda tasinirlar. Örnegin aldosteron plazma
proteinlerine, kortizol alfa-globuline baglanir (transkortin), bir
kismi ise serbest haldedir. Metabolik olarak aktif olan bu serbest
olanlardir. Kortizol karacigerde inaktif sekline çevrilerek kandaki
seviyesi ayarlanir (düsürülür). Bu hormonlar böbrek tarafindan
ekskre edilmeden önce karacigerde glukuronid ve sülfatlarla
birlestirilerek suda çözünebilir hale getirilir. Bunun % 75’i idrarda,
% 25’i ise safra yoluyla diskida kalir.

MINERALOKORTIKOIDLER

Vücutta çesitli iyonlarin dagilimini, miktarlarini ayarladiklarindan


(özellikle Na, K, Cl iyonlari) mineralokortikoidler adi verilmektedri.

68
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Bu yönde etkili olan hormon Aldosteron’dur. Normal sartlarda


dolasimdaki yarilanma ömrü 30 dakikadir. Oalisimda, çogu
albumine baglanir. Az miktarda da CBG (Corticosteroid-binding
Globulin)’e baglanir. Aldosteron baslica karacigerde metabolize
edilir.

ALDOSTERON

1. Na ve K iyonlari yönünde etkisi

2. Na’un tübüllerden (distal tübül ve toplama kanatlarindan) geri


emilimini yükseltir

Na’un ter bezleriyle kaybini azaltir.

K’un kandan ultrafiltrata verilmesini yükseltir.

Na, ozmotik basinç kazandiran en önemli iyondur. K iyonlari ayni


O.B. saglayamaz. Çünkü vücuttaki membranlar K’a karsi daha
kolay geçirgenlik gösterirler. Na’un geçisi ancak aktif trasport
yoluyla olur.

Na iyonlari beraberinde H 2O’da çeker. Na fazla atilacak olursa ayni


oranda H2O’da kaybedilmis olur. Bu durumda;

H2 O↓ Kan hacmi ↓ Kan basinci ↓ Damar daralmasi

Kalp hizlanir

2. Na iyonlari O.B. saglamanin yaninda baska düzenleme


mekanizmalarinda da görevlidir. Örnegin; Vücudun asit-baz
dengesinin saglanmasinda

NaHCO3 vücudun yedek alkalisidir (tampon sistemlerden birisi)

Normalde : Aldosteron Böbrekten

Na geri emilimi↑ yükselir ve K+ ve H + atilimi ↑

Aldosteron yoksa : Na ↓ için NaHCO3 ve Vücut asidoza kayar.

69
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Aldosteron fazlaligi : Na geri emilimi ↑↑ asiri ve K+ ve H+ atilimi asiri ↑↑

? Vücut alkoloza kayar ? Ayni zamanda hipopotasemi görülür.

Her iki durumda da asit-baz dengesi bozulacagindan tehlikelidir.


Ancak aldosteron yoklugu daha büyük tehlike arz eder.

Hipopotasemi (K+ azligi) da tehlikelidir. Bu durumda kas gibi


dkularda hücre zarindaki elektriksel denge bozulur.
Denge(istirahat) potansiyelinde K içerde, Na disarda fazladir.
Hipopotasemi durumunda hücre içi K’da azalacagindan denge Na
iyonlari lehinde bozulur ve dista pozitiflik daha da artar. Yani
hiperpolarizasyon olur. Bu da sinirin ve kaslarin uyarilmasini
güçlesir, kaslarda zayiflama ve felçler olabilir. Alkoloz nedeniyle de
kramplar görülebilir.

3. Vücutta sivi hacminin ve O.B.’in düzenlenmesinde aldosteronun


rolü: Bu düzenlemede aldosteron ile ADH etkilidir.

ECF’de O.B. ↑ ise ; ADH ↑ H2O geri emilimi ↑


O.B.normale döner
(Daha yogun bir idrar çikarilir)

ALD ↓ Na+ geri emilimi ↓

Hipotalamu sta
Ozmoreseptörler
uyarilir

70
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Susama merkezi
Uyarilir ve kisi
su içer

4. Kan hacmi ve kan basincinin düzenlenmesinde


Aldosteron’un rolü :

Vücuttaki bütün sivi bölmeleri kan ile siki bir alis-veris halindedir.
Homeostatik mekanizmada kanda sabit tutulmasi gerekenlerden
birisi de kan hacmi ve buna bagli olarak da kan basincidir.

Kan hacmindeki degisme, baslangiçta kan basincina yansimasi az


olur. Söyle ki:

Kanin O.B.ise ↑ ADH salgisi ↑ H2O geri emilimi ↑ Kan hacmi ↑

Fazla su interselüler araliga geçirilir.

Yeterli olmazsa Atardamar çapi genisletir (Vazodilatasyon)

Bu önlemler yeterli olmazsa; kalbin atim volümü düser. Bunlarin


tersine kan hacmi düserse, arteriyel kan basinci da düser. Buna
bagli olarak; vazokontriksiyon, kalp hizlanmasi, dokulardan
damarlara su kaydirilmasi, vena sisteminin daraltilmasi ve ADH
saliniminin artmasi söz konusudur.

5. Renin-Angiotensin mekanizmasinda Aldosteronun rolü

Renin böbrekte juxta glomerular aparattan salinan bir hormondur.


Kan basinci fazla düstügünde veya böbrege gelen kan azaldiginda
(yani böbrekteki kan basinci yetersiz) salgilanir.

Angiotensinojen

71
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Renin
(ACE)
Con.E
Angiotensin I Angiotensin II

Antiogensin II’de üç yolla arteriyal kan basincini yükselterek


böbrege yeterli basinçta kan gelmesini saglar.

a) Arterlerde vazokonstrüksiyon yapar.

b) Damarlari simpatik sinirlerin etkisine daha duyarli hale


getirerek bu sinirlerle damarlarin daha da daralmasini
saglar.

c) Böbrek üstü bezini (Z.glomerulozasini) etkileyerek


aldosteron salinimini arttirir.

Aldosteronun Etki Mekanizmasi : Na iyonlarinin geri emilimi,


K iyonlarinin sekresyonu için gerekli enzimlerin yapimini
hizlandiran bir etkiye sahiptir. Aldosteron ilgili hücrelerin
çekirdegine girerek orada bahsedilen enzimlerin yapimi için
mRNA yapacak olan genleri uyarir.

Aldosteron Salgisinin Düzenlenmesi

Bu düzenlemeyi yapan temel mekanizma kandaki Na ve K


iyonlarinin yogunlugudur. Na/K oranina baglidir. Na/K orani
yükselirse (Na↑ K ↓) aldosteron salgisi düser. Tersi olursa
artar. Aldosteron salgilanmasinin düzenlenmesinde ayrica
kanin O.B. kan hacmi, kan basinci da etkilidir.

Aldosteron salgilanmasinda rol oynayan faktörler:

1. ECF’nin K konsantrasyonu (K↑ ALD↑ ve böbrekten K


atilimi↑)

2. Vücut Na miktari (Na ↓ ise ALD ↑)

72
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

3. Renin-angiotensin sistemi (Angiotensin↑ ALD↑)

4. ACTH salinimi düserse kismen ALD salinimi da düser.

GLUCOCORTICOIDLER

Adrenal kortexin Z.fasciculata kismindan salinirlar. Bu


hormonlarin % 95’i kortizoldür. Glukoz düzeyini yükseltecek
sekilde CH. Metabolizmasini etkilediklerinden glukokordikoid adi
verilir (Kortizol, kortikosteron, kortizon gibi). Ayrica sentetik
glukokortikoid analoglari vardir; dexamethasone prednisone gibi.

KORTIZOL (HYDROCORTISONE)

1. c.h.Metabolizmasina etkileri :

a) Glukoneogenez hizlanir

aa) Aminoasitlerin karacigere girisini kolaylastirir ve amino


asitlerden

glukoz yapilir.

bb) Gerekli enzimlerin ve RNA’nin miktarini arttirir.

cc) Diger dokulardan (özellikle kaslarda) amino asit çikisini


arttirir (glukojenik olan alanin gibi amino asitleri) bu amino
asitlerde glukoneogenesise istirak eder ve bu yolla enerji de
saglanmis olur.

b) Hücrelerde glukoz kullanimini azaltir. Bunu da NADH’in


oksidasyonunu önleyerek yapar.

c) Hücrelere glukoz transportunu biraz yavaslatir.

d) A, b, c’deki etkileri nedeniyle kan glukozu düzeyinin


yükselmesine neden olur. Bu olaya Adrenal Diyaset adi verilir
(Hipofizer diyabette benzer).

2. Yag Metabolizmasina Etkileri

73
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

a) Adipoz dokudan yag asitlerinin mobilizasyonunu arttirir.

b) Hücrelerde yag asidi oksidasyonunu arttirir. Uzun vadede, açlik


ve stress durumlarinda yag asitlerinin enerji kaynagi olarak
kullanimlarini saglar.

c) Karacigerde yag asidi sentezini inhibe eder.

d) Besin alimini arttirir ve sismanliga neden olur. Yaglar


karakteristik olarak vücudun santral ekseninde birikir. Yüzdeki
dagilim, ay yüzlü olarak ifade e dilir. Kronik asiri kortizol alimi,
hiperlipemi ve hiperkolesterolemiye yol açar.

4. Protein Metabolizmasina Etkileri

a) Karaciger disindaki diger dokularin protein depolarini azatir


(Özellikle iskelet kaslarinda). Protein sentezini azaltirken, protein
katabolizmasini arttirir. Amino asitlerin mobilize olmasina neden
olur. Büyüme üzerine olumsuz etkilere sahiptir. Kikirdak
büyümesini inhibe edebilir, GH ve somatomedin sekresyonlarinin
azalmasina yol açar.

b) Buna karsin karaciger hücrelerinde protein sentezini arttirir.


Ayni zamanda da karacigerde sentezlenip kana salinan plazma
proteinlerinin miktari da yükselir.

c) Plazma amino asit miktari yükselir. Bu sekilde (yani karaciger,


R.E.S. ve rejenere olacak bazi dokularda protein sentezini
arttirmakla, vücudun hastaliklara ve streslere karsi korunmasini
(dayanikliligini) metabolik anlamda düzenleyen bir hormondur.

5. Diger Etkileri

a) Anti-yahgisal etkisi: Normalde salgilanan kortizol miktari yangi


ve iyilesmeyi etkilemez. Ancak fazla miktar verilirse anti-

74
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

yangisal etki yapmaktadir. Bu etkiyi de su yollarla


göstermektedir.

aa) Lizozom membranini stabilize etmektedir

bb) Yangili dokularda ortaya çikan Bradikinin gibi vazodilator


maddelerin olusumunu azaltir.

cc) Kapiller damarlarin permeabilitesini azaltir.

Böylece eklem romatizmasi, akut böbrek iltihabi gibi hastaliklarda


kortizol verilmesi yangiyi geriletir. Hastaligi tedavi etmez ancak
yangisal olaylarin hasarlarini önler.

Organ nakillerinde de, organi reddetme olaylarina engel olmak için


vücuda yüksek dozda kortizol ve rilir. Bu arada vücudun disaridan
gelecek mikroplara karsi savunmasiz kalmamasi içinde
antibiyotikler verilir ve hastanin herseyi steril edilir. Çünkü kortizol
anti-yangisal etkisiyle vücudun koruyucu görevini engelleyerek,
vücudu dirençsiz ve savunmasiz birakabilecek etkiler yaratmis
olur.

b) Kan hücreleri üzerine etkisi : Kandaki lenfosit ve eosinofil


sayisini azaltir. Kismen monosit ve bazofil sayisi da azalir. Bu
hormonun asiri salgilandigini anlamada bir kriter olarak alinir.
Ayrica alyuvar yapimini da arttirmaktadir. Asiri kortizol salgilanirsa
polisitemia görülebilir. Hiç salgilanmadigi durumda da anemi
ortaya çikabilir.

Dolasimdaki nötrofil sayisinin ise artmasina neden olur. Trombosit


sayisinda da artisa yol açar.

c) Bagisiklik üzerine etkisi : Yüksek dozda kortizol verilirse lenfoid


dokunun atrofi olmasina yol açar ve lenfoid dokudan antikor çikisi
azalir. Böylece humoral bagisiklik zayiflar.

75
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

d) Allerji üzerine etkisi : Allerjik reaksiyonlari önlemektedir. Bazofil


sayisini azaltmasi, histamin seviyesini düsürür.

e) Streslerdeki rolü: Çesitli tip stresler CRF ve ACTH yoluyla


kortizol salinmasina neden olmaktadir. Streslere karsi genel uyum
saglamada kortizolün rolü vardir (ayrica simpatik sistem ve
adrenalin ile noradrenalinde) Adrenal bezin çikartilmasi halinde;
uzun süren agir egzersiz, çesitli travmalar, enfeksiyonlar, asiri
sicak-sogukluk, cerrahi operasyonlar gibi iç ve dis çevrede
meydana gelebilecek degisikliklerin tolere edilmesi azalir. Çevresel
degisikliklere direnç azalir.

f) Kismen aldosteron etkisine de sahiptir. Kortizol salgisindaki artis


nedeniyle, sodyum ve suyun vücutta alikonmasi ödeme yol açar.
Bilhassa yüzde siskinlik vardir (Ay yüzlü, yuvarlak).

g) Böbrekte glomerular filtrasyon hizini arttirir. Kortizol yoklugunda


ADH salgisi artar. Buna bagli olarak su klirensi azalir, idrarin dilüe
edilmesi aksar.

Kortizol Sekresyonunun Düzenlenmesi

Adrenal kortexin Z.fasciculata tabakasi, hipofiz ön lobundan


salinan ACTH tarafindan uyarilir. Adrenal kortex üzerinde direkt
bir sinirsel kontrol yoktur. Ancak adenohipofiz hipotalamusun
kontrolü altinda oldugundan dolayli olarak bir iliski vardir. Kortizol
sekresyonu diurnal bir ritme sahiptir. Gündüz daha fazla salgilanir.
Kortizol salgisi 30 mg/güne çikar.

Adrenal Kortex Salgisindaki Bozukluklar

A. Adrenal kortexin hipofonksiyonu (Addison Hastaligi)

Bezin atrofiye ugramasi ya da tümör nedeniyle bezin fonksiyonunu


yitirmesi bu duruma neden olur. Bu hastalikta mineralokortikoid

76
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

ve glukokortikoid hormonlarinin yetersizligi görülür. Ayni zamanda


adrenal androjenlerde azalir. Adrenal medulla da etkilenebilir.

1. Mineralokortikoid yetersizligi karsisinda; Na kaybi, Cl kaybi H2O


kaybi olur. ECF ve kan hacmi azalir. Hipotansiyon görülür. K+ ve
H+ iyonlarinin alikonmasi nedeniyle hiperkalemia ve asidosis
olusur. Plazma volümünün azalmasiyla alyuvar konsantrasyonu
artar, kalp debisi azalir ve sahis soka girebilir.

2. Glukokortikodi yetersizligi nedeniyle de; Glukoneogenez bozulur.


Bu yolla glukoz yapamadigindan (özellikle yemek arasinda)
hipoglisemik soka girer (Mental degisiklikler ve koma olusabilir).
Ayrica protein ve yag metabolizmasi bozulur (mobilize olmalari
azalir). Kaslarda kuvvet yetersizligi kendini gösterir. Halsizlik,
kusma, ayakta durma güçlügü vardir. 1-2 hafta içinde tedavi
edilmesze ölümle sonuçlanabilir.

Addison hastaliginda ayrica; günes gören bölgeler (özellikle dudak


ve meme baslari gibi ince derilir yerlerde) melanin pigmentasyonu
görülür. Bunun nedeni; kortizol azligi (yoklugu) nedeniyle ACTH
salinimini kontrol eden (-) feed back olmaz ve asiri ACTH salgilanir.
ACTH’nun fazlasi MSH etkisi yaratmaktadir. Böylece
melanositlerdeki melanin olusumu uyarilmaktadir.

Bu hastalari, aldosteron ve kortizol vererek saglikli durumda


tutmak mümkündür.

B. Adrenal Kortexin Hiperfonksiyonu (Cushing Hastaligi)

1. Cushing Hastaligi : Addison hastaliginin tam tersi bir


bozukluktur. Adrenal kortex tümüyle çok fazla çalismaktadir.
Adrenal kortexde hiperplazi (büyüme) vardir. Hastaligin sebebi
çogukez ACTH’nin hiperfonksiyonundan kaynaklanmaktadir.
Bu hastalikta Aldosteron fazlaligindan dolayi Na ve H2O

77
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

tutulmasi artar, kan hacmi artar, hafif ve yaygin bir ödem


(bilhassa yüzde) hipertansiyon, hafif alkoloz ve hipokalemia
görülür.

CH metabolizmasi bozulur. Fazla kortizol nedeniyle asiri


glukoneogenesis olmaktadir. Bu da hiperglisemi yaratarak adrenal
diyabete neden olur. Insüline dirençlidir. Bu zamanla pankreatik
diyabete dönüsebilir. Kortizol hiperfonksiyonunda ayrica yaglarin
mobilizasyonu karakteristiktir ve boyun yikimindaki artis nedeniyle
de kaslarda kuvvet azligi ve kemiklerde osteoporoz meydana gelir.
Immün sistemde de zayiflama görülür ve enfeksiyonlar öldürücü
olabilir.

II. Primer Aldosteronizm (Conn’s Hastaligi): Z.glomeruloza


tabakasindaki bir tümör nedeniyle asiri aldosteron salgisi vardir.
Idrarla K+ ve su kaybi vardir. Bu yüzden susama hissi, polidipsi ve
poliüri görülür.

C. Adrenogenital Sendrom: Adrenal kortex tümörlerinin


bazilarindan ileri gelen esemsel bozukluklarda görülür. Bunlara
adrenogenital sendrom adi verilir. En çok rastlanilani adrenal
androjenlerin fazlaligi (hiperfonksiyonlar)dir. Hastalik erkekte ise
belirtiler gözden kaçabilir. Fakat kadinda çok belirgin olur. Sakal
çikmasi, vücut killanmasi, ses kalinlasmasi, cinsel organlarda
büyüme olur. Erkeklerde ise bazi tip tümörler (östrojen salgilayan)
nedeniyle ses incelmesi, sakal seyreklesmesi, gögüslerin büyümesi
gibi belirtiler görülebilir (nadirdir).

Küçük çocuklarda ise erkek cinsiyet organlarinin çok çabuk


gelistigi dikkati çeker.

Adrenal Medulla: Medullanin sekresyon aktivitesi simpatik sinir


sisteminin kontrolü altindadir. Salgiladigi hormonlar Adrenalin ve
Noradrenalindir.

78
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Stres veya korku durumlarinda beyinin frontal loblari


hipotalamusun bir bölgesini uyarirlar. Hipotalamus medulla
oblongatada bir merkezi uyarir. Bu merkezden çikan impulslar
surrenal medullayi uyarirlar ve buradan kan dolasimina adrenalin
ve noradrenalin salinmasina yol açarlar.

Adrenalin Yaptigi Isler

1. Derideki düz maslarin kasilmasini, dolayisiyla saç ve tüylerin


diklesmesini saglar.

2. Gözün pupillasini gevsetir, böylece göze daha fazla isik girer.

3. Abdominal ve deri alti kan damarlarini daraltir.

4. Koroner damarlari ve iskelet kaslarina giden kan damarlarini


genisletir. Böylece tehlike aninda kana daha fazla ihtiyaci olan
organlara daha fazla kan gider.

5. Kalp atim hizi ve kardiyak debi artar. Kan basinci yükselir.

6. Bronsiyal duvarlarindaki düz kaslari gevsetir. Böylece alveollere


daha fazla girmesini saglar.

7. Solunumu uyarir.

8. Sindirim kanalinin hareketlerini inhibe eder.

9. Kalin bagirsagin sfinkterlerini kastirir.

10. Idrar kesesinin duvarini inhibe eder.

11. Üreterlerin ve idrar kesesi sfinkterinin kasilmasini saglar.

12. Kas ve karacgigerdeki glikojen depolarinin yikilarak kan


glukozunun artmasini saglar.

13. Metabolizmayi hizlandirir.

14. Iskelet kaslarinin kasilmasini kolaylastirir.

79
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

15. Kanin pihtilasma yetenegini arttirir (Bu etkilerin birçogu


simpatik sinir sistemi le de basarilir).

Böbrek üstü medullasi yasam için elzem degildir. Fakat olmamasi


durumunda vücut tehlikelere karsi savunmasiz kalir.

Feokromasitoma : Medulladaki bir tümör nedeniyle, epinefrin


(adrenalin) ve norepinefrinin asiri salgilanmasi durumudur.
Hipertansiyona yol açarak, sol kalp yetmezligine yol açabilir. Ayrica
katesolaminlerin asiri salinmasi durumunda; tasikardi, soguk
terleme, deride soluk renk (vazokontriksiyona bagli) sadece asiri
epinefrin salgisi varsa kalp hizlanir, ancak sadece asiri nor
epinefrin salgisi varsa baroreseptör reflexin harekete geçmesi
nedeniyle kalp hizi yavaslar.

Bunlara ilaveten kronik katesolemin fazlaliginda; metabolik hizin


artmasina bagli olarak agirlik kaybi ve hiperglisemi tablosu ortaya
çikar.

ERKEKTE CINSIYET HORMONLARI

Memelitestisleri seminifer tübüller denilen ve germ hücrelerinin


olusturdugu tübüllerden tesekkül etmistir. FSH’nin
stimülasyonuyla, sexuel olgunlasmadan sonra bu tübüllerde
spermatogenesis meydana gelmektedir.

Tübülleri döseyen hücrelerden biri olan Sertoli hücreleri sunlari


sentezlemekte ve salmaktadir;

1. K+ ve HCO3 bakimindan zengin sulu bir sivi salgilarlar.

2. MIF (Müllerian inhibe edici faktör): Bir glikoproteindir.

3. Östradiol (FSH salgisini önler) ve adivin

4. Androjen baglayici protein (ABP)

5. Fetal testiste H-Y antijeni salgilarlar (Prekürser Sertoli h.’den)

80
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

6. Mayoz-inhibe edici faktör: Germinal hücrelerin spermatogonial


basamaktan önce çogalma ve farklilasma önler.

Bu sayede olgun sperm sayisini arttirarak spermatogonianin


farklilasmasini saglamakta, ayrica spermlere uygun besin de temin
etmektedir. Ayrica, olgunlasmakta olan gametlere mekanik destek
saglarlar. Yüksek glikojen konsantrasyonuna sahiptirler.

Leydig hücreleri (interstital hücreler) seminifer tübüllerin arasini


döserler. Testislerde steroidlerin sentez edildigi baslica yerlerdir ve
LH tarafindan bu fonksiyonlari arttirici yönde etkilenir. Bu hücreler
dogumda vardirlar, ancak postnatal hayatin ilk 6 ayi içerisinde
kaybolurlar. Pubertenin baslamasiyla yeniden ortaya çikarlar.

Testikular androjenlerden testosteron ile dihidrotesteron ve


andostenedione en önemli iki tanesidir. Penisin, vaza deferensin,
seminal vezikülerin, prostat bezinin, epididimisin gelismelerini
saglamak ve sekonder seks karaterlerinin belirmesini saglamak gibi
fonksiyonlari yerine getirirler.

Androjenler ayrica genel büyümeye ve protein sentezine de


yardimci olurlar.

Testislerden çesitli cinsiyet hormonlari salgilanmakla beraber, en


önemlisi ve en bol bulunani testosterondur.

Testosteron, interstisyel Leydig hücreleri tarafinrdan salinir. Bu


hücreler seminifer tübüller arasinda bulunurlar. Yeni dogan
çocuklarda ve ergenlikten sonra bu hücrelerin sayisi artmistir.
Çünkü bu devrelerde bol miktarda testosteron salgilanir.

Vücudun baska bölgelerinden de Androgenler (erkek cinsiyet


hormonlari) salgilanmasi vardir. Örnegin adrenal korteks. Ancak
normalde buradan salgilanan hormonlarin etkisi oldukça azdir.

81
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Ancak adrenal tümörlerde sekonder seks karakterlerin


erkeklestirici yönde etkilerler.

Bütün androgenler steroid yapidadirlar ve kolesterolden veya


dogrudan coenzim-A’dan sentez edilirler. Yapilip salindiktan sonra,
plazma proteinlerine gevsek olarak baglanir (% 38 albumine, % 60
SHBG’e). 15-30 dk kadar kanda kalirlar. Günlük sekresyonu 4-9
mg kadardir.

Dokularda tutulan testosteron, hücrelerin içinde daha aktif olan iki


kat dihidro-testosterona dönüsür. Ancak % 20 kadar testislerde de
sentezlenir. Bu sitoplazmadaki bir reseptör proteine baglanir,
nukleusa girer ve çesitli nüklear proteinlerle birleserek DNA’dan
RNA tesekkülünü stimüle eder ve hücresel proteinlerde bir artis
görülür.

Beyinde bazi bölgelerde testosteron östrojen haline de


dönüsebilmekte ve bu da o hücrelerde kendi östrojen reseptörlerine
baglanarak etkisini göstermektedir.

Dokularda tutulmayan testosteron ise karcigerde glukuronidlere ve


sülfatlara baglanarak (andreson, dehidroepiandrosteron (DHEA)
gibi metabolitlere çevrilerek safra safra ilebarsaga veya böbreklerle
idrara (17 ketosteroidler olarak) atilir.

Erkekte çok az miktarda östrojen de yapilmaktadir (Örnegin


seminifer tübüllerde, interstisyel hücrelerde) Ayrica testosteronun
yikimiyla çok az miktarda östrogende olusmaktadir.

Ayrica prolaktin testosteron etkilerini bazi hedef dokularda


arttirmaktadir. Bu hücrelerde testosteron reseptörlerinin sayisini
arttimaktadir.

Testosteronun Fonksiyonlari : Fetusun gelismesi sirasinda plasenta


tarafindan salgilanan koryonik gonadotropinin etkisiyle testisler

82
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

uyarilarak az miktarta testosteron meydana gelmektedir. Ancak 10-


13 yasina kadar hiç testosteron yapilmaz. Ergenlik baslangicinda
testosteron yapimi süratle artar, hayat boyunca devam eder. 40 –
50 yasindan sonra yavas yavas azalir.

1. Fetal gelisme sirasinda; Embriyonal hayatin ikinci safhasindan


itibaren testosteron bulunup bulunmamasi, erkek veya disi genital
organlari ile cinsiyet karakterlerinin gelisip gelismemesini kontrol
altinda tutmaktadir. Yani embriyonda testosteron salgilanmasi ve
testiszlerin gelismesi erkege ait cinsiyet karakterlerinin (penis ve
skrotumun) gelismesine neden olmakta ve ayni zamanda fetusta
prostat bezi, vesicula seminalislere ve erkege ait genital kanallar
tesekkül etmektedir.

2. Testislerin skrotuma inisi üzerine etkisi ; Testisler genellikle


gebeligin son iki ayinda sktrotuma iner. Bu sirada testosteron
salgilanmasi fazladir. Testisler inmemis durumda çocuk dogarsa
(kriptorsidizm), testosteron veya gonadotropik hormonlar verilerek
inmeleri saglanabilir.

3. Erginde primer ve sekonder seks karakterlerinin gelisimi üzerine


etkisi : Ergenlikten sonra salgilanan testosteran penis, skrotum ve
testislerin büyüme hizlarini arttirir.

Sekonder sexs karakterlerinin ergenlikten saslayarak olgunluk


çagina kadar gelismesini saglar.

Erkek cinsiyet bezi civarinda, göbek civarinda, gögüs kafesi


üzerinde ve vücudun diger bölgelerinde killanmayi artirir.

Testosteron basin tepe kisminda saçlarin büyümesini yavaslatir.


Kellik yaratabilir. Ancak kalitsal faktörün bulunmasi halinde ve bol
androjen saliniyorsa kellik meydana gelir.

83
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

4. Ses üzerine etkisi; Larynx’in genislemesine ve mukozanin


hipertrofisine neden olur. Bu da sesin kalinlasmasina sebep olur.

5. Deri üzerine etkisi; Bütün vücutta derinin kalinlasmasina, deri


alti dokusunun güçlenmesine neden olur. Deride fazla miktarda
melanin toplanmasini saglayarak derinin koyulasmasini da saglar.

Ayrica bir çok yag bezinin sekresyonunu arttirdigindan sivilcelerin


tesekkülüne yol açar. Bu nedenle, bunlar ergenligin belirtisini
teskil ederler. Ilaveten VLDL↑ , LDL↑ ve HDL↓ yol açar ki bu da
erkeklerde koroner arter hastaligi riskinin daha fazla olmasina
neden olabilir.

6. Kas gelisimi üzerine etkileri ; Ergenlik sonrasi görülen adele


gelismesi vücudun diger bölgelerinde bulunan protein artisi ile
birlikte seyreder. Testosteron genel bir protein artisi ile birlikte
seyredre. Testosteron genel bir protein anabolizan etkiye sahiptir.
Androjenlerin kas dokusundaki bu etkilerine myotropik etki denir.

7. Kemik büyümesi üzerine etkileri: Ergenlik sonrasi veya


testosteron enjeksiyonlari sonrasinda kemiklerin kalinligi artar,
kemiklerde Ca tuzlari toplanir. Testosteron kemik matrixini arttirir.
Pelvisin dar, uzun olmasini ve dirençli olmasini saglar. Yasli
kisilerde osteoporozu tedavi gayesiyle testosteron
kullanilabilmektedir.

Büyüme çagindaki çocukta fazla testosteron salgilanacak olursa


kemiklerni büyümesi hizlanir. Ancak testosteron ayni zamanda
epifiz kikirdaklarinin kemiklesmesine neden oldugundan zamanla
boy uzamasi durur.

8. Bazal metabolizma üzerine etkisi ; Fazla testosteron verilmesi ya


da salgilanmasi, bazal metabolik hizi % 15 arttirmaktadir. Bunun

84
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

nedeni, protein (enzim) sentezinin artmasina, bu hücrelerde aktivite


artisina neden olmasidir.

9. Alyuvarlar üzerine etkisi; Testosteron enjeksiyonu alyuvar


sayisini % 20 arttirir. Erkekte alyuvar sayisi kadindan yaklasik
500.000 – 700.000/mm3 fazladir. Bu metabolizmanin artmasina
bagli olabilir.

10. Elektrolit ve su dengesi üzerine etkisi; Mineralokortikoidler gibi


testosteron da pek kuvvetli olmasa bile Na+, K+, nitrojen ve fosfor
tutulmasi yönünde etkili olmaktadir.

Erkeklerde cinsel fonksiyonlarin FSH ve LH tarafindan kontrolü:


Hipofiz ön lobu 2 ayri gonadotropik hormon salgilar; 1. FSH, 2.
LH (ICSH).

1. Testosteron yapimi LH tarafindan düzenlenmektedir.

Hipofiz

LH Leydig hücreleri testosteron yapimina baslar.

2. Hamilelik sirasinda ise;

Plasenta’dan

Koryonik gonadotropin LH Fetus testislerini


etkileyerek interstisyel

85
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

(LH’a benzer)

hücrelerin belirmesine ve testosteron salinmasina neden olur. Fetal


hayatta testosteron salgilanmasi erkek cinsiyet organlarinin
gelisimini saglamak bakimindan önemlidir.

3. FSH spermatogenesisi stimüle eder. Sertoli hücrelerini uyarir.


Primer spermatositlerin sekonder spermatosit haline dönüsmesini
saglar. Ancak tek basina FSH yeterli degildir. Ayni zamanda
testosteron da salgilanmasi gerekir. FSH, spermatogenesisi
baslatan, testosteron ise tam lolarak cereyan etmesini saglayan
hormonlar olarak is görürler. Testosteron salgilanmasi LH’a bagli
oldugundan, spermatogenesis için hem FSH hem de LH
salgilanmasi sarttir.

FSH ve LH salgilanmasinin hipotalamus tarafindan kontrolü:

Hipofiz ön lobundan bu gonadotropinlerin salgilanmasi


hipotalamus sinirsel aktivitesi tarafindan kontrol edilir.
Gonadotropin salgilanmasina neden olan degisik sinirsel
stimuluslar vardir. Örnegin Bazi canlilarda havada mevsime bagli
olarak meydana gelen degismeler, yilin belirli zamanlarinda bu
hormonlarin fazlaca salgilanmasini saglayan stimuluslari
olustururlar.

Hipotalamusu etkileyen birçok psikojenik stimulus da


gonodotropin salgilanmasina ve dolayisiyla döllenme yetenegi
üzerine etkili olmaktadir. Dopamin ve endorfinler, GnRH
salinmasini inhibe edici etki yaparlar.

Hipotalamustan salinan FSH ve LH releasing faktör, FSH ve LH


salgilanmasini kontrol ederler. Gn-RH etkisini Ca-Calmodulin ve
fosfotidil inozitolü ikinci haberci yoluyla gösterir.

86
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Gonadotroplarin salgilanmasi üzerine testislerin feed-back kontrolü


vardir. Bir hayvana testosterno enjeksiyonu gonadotroplarin
salgilanmasini inhibe etmektedir. Bu sayede de testosteron seviyesi
sabit tutulmus olmaktadir. Yani fazla testosteron özellikle LH
salgisini engeller (özellikle hipotalamusa feed-back etki ile) bu da
testosteron seviyesinin normale dönmesini saglar. Ancak FSH
saygisini baskilamadaki etkisi çok azdir. Aksi mekanizmada ters
sekilde etkiler. Ayrica inhibin hormonu da FSH salinimi ve
spermatogenezin feed-back kontrolünden sorumludur.

10 yasina gelinceye kadar hiç gonadotropin salgilanmaz. Buna


bagli olarak da testosteron olusmaz. 10 yasindan itibaren hipofiz
ön lobu giderek artan oranda gonadotropin salgilar ve testis
fonksiyonlari gelisir. 13 yas civarinda erkek çocuk cinsel yetenek ve
özelliklerine kavusmus olur. Buna ergenlik adi verilmektedir.
Çocukluk çaginda, hipotalamus tarafindan releasing faktörler
salgilandigindan ergenlikle ilgili gelismeler olmaz.

Ergenilikten itibaren hipofizden gonadotropin salgilanmasi ömür


boyunca devam eder. Erkeklerin çogu 50 yaslarinda cinsel
fonksiyonlarini kaybetmege baslarlar. Bu fonksiyon azalmasi,
testosteron salgisindaki azalmaya baglidir. Erkeke buna
“Klimakteryum” denir. Bu durumda asiri FSH ve LH salgilanmasi
vardir. Neden: Çünkü bunun yapimini engelleyecek testosteron
artik yoktur.

Erkeklerde Cinsel Fonksiyon Bozukluklari

Prostat bezi ve anormallikleri : Bu bez ergenlik çaginda


testosteronun stimülasyonu ile büyümeye baslar. Bu büyüme 20
yas ortalarinda durur. 4/0 – 50 yasina kadar o büyüklükte kalir.
Bazi erkeklerde testosteron azalmasina bagli olarak küçülebilir.

87
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Prostat kanseri en çok rastlanan ölem nedenlerinden biridir.


Testosteron etkisiyle kanserli hücreler süratle çogalirlar. Bu
nedenle testisler çikartilabilir. Ayni zamanda östrojen tedavisi
uygulanarak prostat kanseri inhibe edilebilir. Prostat kanserli bazi
hastalarda bütün vücut kemiklerinde yaygin metastazlar olusabilir.
Ancak yukaridaki tedavi uygulanarak metastaz geriletilebilir. Fakat
zamanla yeniden meydana gelebilir.

Prostat bezi; nitric asit, fobfataz, çinko ve spermin bilesiklerin


kaynagi durumundadir.

Seminal veziküller ise; prostaglandin, fruktoz, askorbik asit ve


fosforilkolinin kaynagidirlar. Fruktoz metabolizmasi sperm
hareketliligi için enerji saglar. Prostat bezinden ayrica rölaksin
salgilanir ki sperm hareketliligini arttirir.

Erkekte Hipogonadizm: Bunu olusturan çesitli nedenler olabilir.


Fonksiyonsuz testislerle dogum, gonadotropik hormon
salgilanmasina bagli olarak testisler gelismemis olabilir, testisler
keseye inmemis olabilir ya da testislerde dejenerasyon olabilir veya
sahis sonradan kastre edilmis olabilir.

Bir çocuk ergenlikten önce testislerini kaybedecek olursa Enükizm


denen bir durum ortaya çikar ve hayat boyunca çocuk tipte cinsel
karakterler tasir. Eriskinde enükizm olaylarinda ise Harem agasi
tipi ortaya çikar.

Bir kisi ergenlikten önce sonra kastre edilirse bazi sekonder sex
karakterleri gerileyerek bir çogunkini andirabilir. Kastre edilmis
ergin erkekte cinsel (libido) istek azalir, ancak tamamen kaybolmaz.

Adipozo-genital sendrom (Fröhlich sendromu) : Hipotalamusun bazi


bölgelerindeki tahribat nedeniyle hipofiz ön lobundan gonadotropin

88
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

salgilanmasi aksar. Bu ergenlikten önce olursa enükizme neden


olur. Hipotalamustaki tahrip olan bölgeler, beslenme merkezine
yakin oldugundan asiri yemek yeme sonucu hasta çok fazla
sismanlar.

Erkekte Hipergonadizm ve Testis Tümörleri : Testislerde interstisyel


hücre tümörleri enderde olsa görüldügünde normalren 100 misli
testosteron salgilanir. Genç çocuklarda olursa kemiklerde ve
kaslarda büyüme hizlanir. Ancak epefiz bölgesinin kapanmasi
nedeniyle agirligi normale göre daha azdir.

Bu tip hücrelerin tümörleri cinsiyet organlarinin asiri büyümesine


ve seknoder sex karakterlerinin çok gelismesine neden olur.
Idrarda testosteronun son ürünlerine bakilarak teshise gidilebilir.

Germinal epitelyum tümörleri ise daha çok görülür. Böyle


tümörlere “teratoma” denir. Bu tip tümörler genellikle hormon
salgilamazlar. Bazen koryonik gonadotropin bazen de östrojen
salgilarlar. Jinokomasti (gögüs büyümesi) görülebilir.

Spermin Olusumu (Spermatogenezis):

Mitoz
Tip A Spermatogonia Primer speratosit (Diploid)
Sekonder

Spermatosit Spermatid Spermatozoa (Olgun


sperm) (70-75 gün)

DNA bakimindan oldukça zengindir. Yumurtayi dölleyen bas


kismindaki bu çekirdek materyalidir. Bas kisminin ucundaki
akrozom kismi (golginin sekil degistirmesi ile olusmustur).

89
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Hyaluronidaz ve proteaz ihtiava ederler ve spermin yumurtaya


girmesini saglarlar.

Spermler 3 mm/dk yol alabilirler. Semendeki sperm sayisi 100-120


milyon/cm3’tür. Daha asagi olabilir. 20 milyondan az olursa kisi
kisir demektir (35-200) milyon arasi normal olarak kabul edilir. 5-
20 milyon arasi oligospermia, 5 milyon ve azi azoospermia olarak
isimlendirilir.

Kuyrukta bol ATP vardir. Kuyruk hareketleri için gerekli enerjiyi


saglar.

Spermatidler gerekli besleyici maddeleri, hormon ya da enzimleri,


sertoli hücrelerinden saglarlar.

Semminifer tübüllerde

Epididimis’e gelir.

Vazo deferens’e gelir ve bunun ampula kismina (esas depolama yeri


burasidir)

Disari birakildiklari zaman hareketlenirler

Asit ortamlarda hareket yetenegi kisitlidir. Yasam süreleri 2-3


gündür.

Bireyin cinsiyeti iki ayri olayla belirir.

1. Sex tayini 2. Sex farklilasmasi

90
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Sex tayini, döllenme sirasindaki genetik fenomenler ile regüle edilir


(Bireyin genotipi)

Sex farklilasmasi ise, gonadlarin, genital yollarin, sekonder sex


karakterlerinin gelismesi ile olur.

Bu iki gelisme ile gonadlar ovaryum veya testislere dogru


farklilasma gösterirken genital yollar da disilige veya erkeklige
dogru gelismis olur. Bu degisiklikler bireyin fenotipini tayin eder.

Iki tip kromozom vardir.

1. Otozom (somatik)

2. Gonozom (sex kromozomu X ve Y)

Cinsiyetin tayini sex kromozomlari tarafindan olur. Her olgun


yumurta 22 otozom + X kromozomu tasir. Her olgun spermatozoon
22 otozom + Y veya X kromozom tayir. Böylece X ve Y kromozomlari
bireyin cinsiyetini tayin eder.

Erkek zigot X ve Y kromozom çiftine sahiptir (XY)

Disi zigot X ve X kromozom çiftine sahiptir (XX)

Hücrelerinde bir çift X kromozomu olan kisilerde (disilerde) ilave bir


kromatin vardir ki buna sex kromatin denir veya Barr cisimcigi adi
verilir. Nukleusta, nukleus zarina yapisiktir. Cinsiyet tayininde
yardimci olmaktadir.

Kromozomlarin bir hücreden digerine geçisinde bazi anormallikler


olabilmektedir.

1. Örnek: Zigot (döllenmis yumurta) sadece X kromozomu ihtiva


etmekte. Bu bireyin genotihi XO’dir. Kromatin (-) test sonucu verir.
Bunlarin gonadlari ya gelismemistir veya yoktur. Turner’s
sendromu olarak bilinir. Iç ve dis genital organlar disi tipindedir.

91
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

2. Örnek : Pek sik olmasa da XXY tipinde gonotipin ortaya


çikmasidir. Kromatin testi (+)’dir. Erkek genital yapisi vardir.
Seminifer tüpler normal degildir. Zeka geriligi vardir.

3. Örnek : XXX süper disi (karakteristik bir anormallik yoktur)

4. Örnek : YO (Genellikle yasamazlar)

5. Örnek : Zigotun yanlis mitozu sonucu degisik kromozom yapisi


gösteren bireyler ortaya çikabilir. Mozaisizm denir.

XO / XX ve XO / XY

6. Örnek : Pseudohermafrodizm (Hormonal bozukluk ile olusur).


Eger genetik disi, herhangi bir nedenle androgenlerin etkisinde
kalirsa erkek genital yapi gelisebilir.

DISI CINSLIK HORMONLARI

Dis de çogalma ve cinsel fonksiyonlari iki bölüme ayrilir.

a) Gebelige hazirlik safhasi

b) Gebelik devresi

Disi de hormonal sistem, erkekte oldugu gibi üç basamaktan


olusmustur.

1. Hipotalamik releasing faktörler (FRF ve LRF)

2. Hipofizden salinan gonadropinler (FSH ve LH)

3. Ovarium’lardan salgilanan disi cinsiyet hormonlar estrogen ve


progesteron)

Bu hormonlarin salgilanmalari devamli ve sabit bir seviyede


degildir. Disi cinsel siklusunun degisik devrelerinde çesitli
oranlarda salinirlar.

92
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Aylik ovarium siklusu ve gonadotropik hormonlarin etkisi : Disinin


aktif cinsel hayatinda her ay tekrarlanan ritmik degisiklikler vardir
(Buna disi cinsel siklusu denir). Bu siklusun süresi ortalama 28
gündür (20-45 arasinda degisebilir). Ovariumlardan her ay bir
yumurta (ovum) serbest birakilir.

Cinsel siklus, gonadotropit hormonlar tarafindan düzenlenir.


Çocukluk çaginda varyumlarda faaliyet yoktur. Çünkü bu devrede
gonadotropinler salgilanmaz. 8 yaslarinda bu hormonlar
salgilanmaya baslar, giderek artar ve 11-15 yaslarinda aylik cinsel
siklus baslar. Bu çaga, ergenlik (bulug) çagi denir. Ovaryumlarin
tam faaliyet gösterebilmeleri için FSH ve LH her ikissine de
mutlak ihtiyaç vardir. Cinsel siklus süresince (her ay boyunca) bu
iki hormonun miktari bir düzen dahilinde artar ve azalir. Bu azalip
çogalmalar ovaryumdaki degisikliklerin olusmasini saglar. Bu
hormonlarin etki sekli cAMP araciligi ile olmaktadir. Dogumda 750
bin – 1 milyon folükül vardir. Sonra yenileri olusmaz (erkektekinin
tersi) Ancak yaklasik 400 kadari tam olgunluga erisir.

Folikül büyümesi ve FSH’nin fonksiyonu: Primer folikülün


tesekkülü ile baslar (Bunlar çocuklukta büyümezler). Ergenlik
çaginda, FSH salgilanmaya basladigindan ovaryum ve foliküller
büyümeye baslar. Ilk safhada her bir ovum büyür. Etrafindaki
granuloza hücre tabakasi (proliferasyon) artar. Bunun çevresinde
de Theca hücrelerinin olusturdugu tabakalar meydana gelir. Bu
tabakaya Theca interna denir. Estrogen salgilayan bu hücrelerdir.
Bunun da disinda bag dokudan olusan, folikül için kapsül görevi
yapan theca e-xterna tabakasi vardir.

Diside her cinsel siklus ayinin baslangicinda LH ve FSH miktari


artir. Bu artis her ovaryumda 20 kadar folikülde büyüme hizini
arttirir. Theca ve granulaza hücreleri tarafindan salgilanan foliküler

93
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

sivi (estrogen de var)’nin folikül içinde birikmesiyle Antrum adi


verilen bir bosluk meydana gelir. Büyümekte olan her bir folikül
“Veziküler folikül” adini alir. Burada LH ve estrogen, FSH’nin
etkisine yardimci olmaktadir.

Veziküler folikül büyüdükçe theca ve granuloza hücreleri kutup


kisminda kümelesirler ve bu kütle içine ovum yerlesmistir.
Ovuolasyon bir hafta öncesine kadar bu büyüme devam eder. Diger
foliküller küçülür. Büyüyen folikülden salgilanan estrogenin negatif
feed-back etkisi ile FSH salgisi engellenir. Bu nedenle diger
foliküller küçülür. Bu tek folikül 1-1.5 cm. büyüklüga erisebilir.

28 günlük cinsel siklusu olan kisilerde ovulasyon baslangiçtan


sonra 14.günde olur.

LH : Folikülün son devredeki gelisimi ve ovulasyon için mutlaka


LH’a ihtiyaç vardir. Ovulasyondan iki gün önce LH salgisi çok artar.
Ayni zamanda FSH salgisi da artar ve folikülün ovulasyondan
hemen önce iyice sismesini saglarlar. LH theca ve granulaza
hücrelerine etki ederek bol progesteron, biraz da estrogen yapa n
lutein hücreleri haline getirir.

Ovulasyon Mekanizmasi : Ovulasyonu baslatan, bol miktarda LH


salgilanmasidir.

LH

Foliküle asit sterodi hormonlar (Progesteron ↑ )

94
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Folikül kapsülünden Foliküler hiperemi

proteolitik enzimler

Folikül duvari erir ve zayiflar Folikül çeperinde yeni kan


damarlari

Stigma dejenerasyonu Folikül içerisine plazma


girisi

Folikülün sismesi

Folikülün yirtilmasi

Ovumun serbest birakilmasi

Ovum disari atildiktan birkaç saat sonra folikülde kalan theca


hücreleri degisiklige ugrarlar (luteinizasyon), Lutein hücreleri
olusur. Meydana gelen kütleye corpus luteum denir. Corpus
luteum hem estrogen hem de progesteron salgilar. Mükemmel
damarlasma vardir. Ovulasyondan sonra 7-8 gün kadar corpus
luteum büyür. Daha sonra küçülerek, salgi yapma özelligini
kaybeder. Ovulmasyondan 12 gün sonra yerini corpus albicans
daha sonra da bag dokusu alir. LH olmazsa corpus luteumun
yasam süresi 6-8 güne iner. Plasentadan salgilan koryonik

95
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

gonadotropin, corpus luteumun gebelik süresi boyunca kalmasini


temin eder.

Ovaryum siklusunun son safhasinda (luteal devre) fazla miktardaki


estrogen (ayrica progesteron) feed-back etki ile FSH ve LH salgisinin
azalmasini saglarlar. Bu yüzden bu zamanda yeni bir folikül
büyümege baslayamaz.

Ovulasyonun 12. (siklusun 26.günü) corpus luteum dejenere


oldugu zaman, feed-back kalktigi için yeniden bol miktarda FSH ve
Lh salgilanir. Bu FSH ve LH yeni bir folikülün büyümesini
saglayarak ikinci bir ovaryum siklusu baslar. Ayni zamana
estrogen ve progesteron salgisindaki duraklama, uterusta
kanamanin meydana gelmesini saglar (Menstruasyon kanamasi).

Ovaryum Hormonlari

Estrogen : Vücutta (uterus, meme, iskelet gibi hedef organlarda)


hücrelerin büyümesini ve çogalmasini saglar. Disi cinsel
karakterlerinin gelismesini saglar.

Progesteron : Uterusun gebelige hazirlanmasini, memelerin süt


vermek üzere gelismesini saglar.

ESTROGENLER

Normal (gebe olmayan) bir kadinda estrogenler yalnizca ovaryumlar


tarafindan bol miktarda salgilanir. Ayrica az da olsa adrenal
kortexden de salgilanmaktadir. Gebelik süresince ise plasentadan
bol estrogen salgilanir (siklus sirasinda ovaryumdan salgilanan 50
misli). Estrogenler içinde en önemlisi 3 tanesi Beta-Estradiol,
Estrogen ve Estriol’dür. En önemlisi ve etkilisi beta-estradioldür.

Hepsi steroid yapidadir. Sentezleri asetil CoA veya kolesterolden


baslar. Önce progesteron meydana gelir. Bundan da estrogenlere
dönüsüm olur. Çok cüzzi miktarda da olsa testosteron sentezi

96
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

vardir. Dogal estrogenler, tedavi amaciyla agizdan kullanilamazlar.


Ancak sentetik olarak yapilmis olanlar kullanilmaktadir (Örnegin
stilbesterol ve etinil östradiol).

Ovaryumdan salgilandiktan sonra hücrelere girmemis olan


estradiol ve estron, okside olarak estriol haline gelir. Bu karacigrde
yapilir. Karaciger ayni zamanda bunlari glukuronid ve sülfat tuzlari
halmine getirir ve idrar ya da safra yoluyla disari atilir.

Karaciger fonksiyonlarinin bozulmasi, vücuttaki estrogen


aktivitesinin artmasina neden olur.

Estrogenlerin Fonksiyonlari: Baslica fonksiyonlari, cinsiyet


organlarinda ve üreme organlarinda hücrelerin büyümesini ve
çogalmasini saglamaktir.

1. Cinsiyet Organlari Üzerine Etkileri : Çocuklukta salgilanmalari


çok azdir. Ergenlikle birlikte gonadotropinlerin etkisiyle estrogen
salinimi artar ve disi cinsiyet organini olusturan çesitli yapilar
(uterus, ilgili kanallar vs.) büyür. Kanallarda çok katli epitel
olusarak enfeksiyonlara daha dirençli hale gelir. Uterusta estrogen
etkisiyle endometrium karakter degistirir. Progesteron tesiriyle de
çogalmaya baslar ve bazi bezsel yapilar olusur. Vaginada glikojen
depolanmasi, mukozanin kalinlasmasi, epiteliyal kornifikasyon,
mitozun artmasi gibi olaylar meydana gelir.

2. Fallop Borularina Etkisi : Bu borularin mukozasinda da estrogon


etkisiyle degisiklikler olarak bez dokusu prolifere olur. Bu borulari
kaplayan titrek tüylü epitel hücreleri artar. Bu hareketlilik
döllenmis yumurtanin uterusa dogru itilmesine yardimci olur.

3. Memeler üzerine etkisi : Her erkekte hem de diside primer


memeler birbirinin be nzeridir. Estrogneler memelerde yag
birikmesini, stromal dokunun ve kanal sisteminin gelismesini

97
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

saglarlar. Memelerdeki lobüller ve alveollerin esas gelismesi


progesteron ve prolaktin etkisiyle olur. Özetle estrogenler
memelerin büyümesini ve süt yapici sistemin gelismesini saglar.
Ergenlikten önce erkek çocuga östrogen verilecek olursa süt
bezlerinin gelistigi görülür. Süt salgisinin baslamasi prolaktin ile
olur. Sütün fiskirmasini ise oksitosin saglar.

4. Iskelet sistemine etkisi : Estrogenler, osteoblastik aktiviteyi


arttirirlar. Kemik matrixinde artisa neden olur. Bu nedenle ergenlik
çaginda büyüme hizi artar. Uzun kemiklerin epifiz kismi kisa
zamanda kemikleserek bütünlesirler. Testosterona göre estrogenin
bu etkisi daha kuvvetli oldugundan disinin büyümesi erkege oranla
daha önce durur. Estrogen yapimi bozuk olan disilerde boy,
normaldekilere göre daha uzundur. Kadinlarin erkeklerden
genellikle daha kisa olmalarinin nedenlerinden biridir.

5. Pelvis üzerine etkisi : Pelvisi genisletme özelligine sahiptirler. Bu


da bebek dogurmada büyük kolaylik saglar.

6. Ca ve PO4 tutulmasi üzerine etkisi : Ca ve PO4 birikimini


arttirarak kemik matrixinin miktarina da arttirmis olur
(Testosteron gibi).

7. Protein birikimi üzerine etkisi : Total vücut proteininde hafif bi r


artisa neden olurlar. Bu etki testosteronda çok daha kuvvetlidir. Bu
etki daha ziyade hedef organlarda gerekli prolifarasyonu saglamak
içindir.

8. Metabolizma ve yag birikimi üzerine etkisi : Testosteronundaki


kadar kuvvetli olmasa da metabolizmada hafif bir yükselmeye
neden olurlar. Deri alti dokusuda ve memelerde bol miktarda yag
toplanmasina neden olur. Kalça ve baldir kasimlarinda da yag
birikir. Böylece disiye özgü genis kalça yapisi meydana gelir (Deri
alti yag dokusunun fazlaligi nedeniyle deri daha gergindir).

98
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

9. Deri üzerindeki etkileri : Cildin düzgün ve yumusak bir karakter


kazanmasini saglarlar. Derideki vaskülarizasyonun artmasina
neden olurlar. Damarlar üzerinde genisletici bir etkiye sahiptir.
Buna bagli olarak ciltteki sicaklik daha fazladir. Bu nedenle
kadinlarin cildinde isi erkeklere daha yüksektir.

10. Elektrolik dengesi üzerine etkisi : Estrogenler de adrenokortikal


hormonlar gibi böbrek tübüllerinden Na ve H2O’un tutulmasina
neden olur. Ancak sadece gebelik döneminde bu etkileri önem
kazanir.

11. Östrogen hormonlar saçlari gürlestirir.

Estrogenler hedefe varmadan önce kanda birkaç dakika kalirlar.


Estrogen ile testosteronun protein anabolik ettileri arasindaki fark;

Estrogen etkilerini hedef organlarda (uterus, meme, iskelet gibi)


testosteron ise etkilerini tüm vücutta meydana getirir.

PROGESTERON

- Gebelik disinda (normalde) siklusun ikinci devresinde corpus


luteum tarafindan salgilanir.

- Gebelikte ise plasenta tarafindan bol miktarda yapilir (Özellikle


4.aydan sonra).

Progesteron da yapi bakimindan diger steroid hormonlarda görülen


özelliklere sahiptir. Asetil CoA’dan veya kolesteroldan sentez edilir.
Progesteron metabolizmasinda da yine karacigerin rolü büyüktür.
Progesteronun baylica son ürünü pregnanedioldür. Idrarda tayini
yapilarak vücuttaki progesteron miktari tespit edilebilir.

Progesteronun Fonksiyonlari

1. Uterus üzerine : Uterusta endometriumun salgisal aktivitesini


degistirerek onu implantasyona hazirlar.

99
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Uterus kasilmalarinin frekansini azaltir, böylece fetusun disari


atilmasi da önlenmis olur.

2. Fallop borularina etkisi : Follop borularini kaplayan mukozada


salgisal degisiklikler meydana gelir. Bu döllenen ve bölünmekte
olan ovum için çok önemlidir. Ovumun beslenmesinde bu yolla
yardimci lomaktadir.

3. Memeler üzerine etkisi : Memelerdeki lobüllerin ve alveollerin


gelismesini saglar. Bu hücreler çogalir, büyür ve salgi yapici
karakter kazanir. Ancak bütün salgilanmasi için prolaktine ihtiyaç
vardir. Ayrica memelerin sismesine neden olur.

4. Elektrolit dengesine etkisi : Fazla miktarda olursa, böbrek


tübüllerinden Na, H2O ve Cl emilimini etkiler (arttirir). Ancak çogu
zaman aldosteronun etkisini bloke ederek vücuttan su ve tuz
kaybina neden olur.

5. Proteinleri katabolize edici etkisi vardir. Bu gebelikte fetusun


(kortizol gibi) büyümesi için gerekli olan protein mobilizasyonunu
saglar.

Endometrim siklusu : Genital kanal mukozasinda estrogen etkisi 3


faz vardir.

1. Proliferasyon fazi : Estrogenlerin etkisi altinda stroma ve epitel


(ovulasyon öncesi) hücreleri hizla çogalir. Menstruasyondan 3-6
gün sonra endometrimun tekrar epitelize olmasi sonucu ve sonraki
iki hafta boyunca endometrim kalinligi artar. Neovaskülarizasyon
ve damararin spiral arterler haline geldigi görülür.

2. Salgisal faz : Cinsel siklusun ikinci yarisinda carpus luteumdan


hem estrogen hem de progesteron salgilanmasi fazla miktarda
artar. Salinan estrogen endometrimdaki çogalmayi hizlandirir.
Progesteron ise endometriumun sismesine ve salgi yapici karakter

100
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

kazanmasini saglar. Bezler büyür ve sekresyon ürünleri birikir.


Salgisal aktivitenin artisiyla beraber damarlasma da artar.
Endometrium kalinligi iyice artmistir.

Bütün bu degisikliklerin amaci döllenen ovumun beslenmesini


saglayacak, besinsel yönden zengin bir endometrium yaratmaktir.

3. Mensturasyon fazi : Aylik siklusun bitmesine 2 gün kala


estrogen ve progesteron salinimi aniden azalir ve bunun sonucu
olarak menstruasyon görülür. Endometrium % 65 oraninda incelir.
Baslangiçta endometriumu besleyen damarlarda daralma ve
vazospazm meydana gelir. Corpus lut.dan salgilanan PG’lerin
etkisi ile). Bunun sonucu olarak da nekroz olusur ve damar
tabakasinda kanamalar baslar. Netrotik tabaka da kanamayla
birlikte endometriumdan ayrilmaya baslar. Böylece yüzeysel
tabakalar da kanamayla kaybedilmis olur. Baslangiçtan 3-6 gün
sonra kan kaybi durur. Bu devrede endometrium tekrar epitelize
olmus durumdadir.

Kadinlarda aylik ritmin düzenlenmesinde ovaryum hormonlari ile


hipofiz ve hipotalamus arasindaki iliski :

Çesitli uyaranlar,

Stresler, Hipotalamus LRF ve FRF salinir

Psisik olaylar, vs.

101
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Hipofizden

Negatif feed - back LH ve FSH salinir

Ovaryum’a etki ederek

Estrogen ve progesteron salgilanmasi

Ovulasyondan hemen önce hipofizden çok fazla LH salgilanir.


FSH’da artis vardir. Aksi halde ovulasyon meydana gelmez. Burada
estrogenin pozitif feed-back etkisi oldugunu görüyoruz.

1. Ovulaslon sonrasi : Menstruasyon baslangici arasinda corpus


luteum bu devrede bol miktarda estrogen ve progesteron salgilar.
Özellikle estrogenler hipotalamus üzerine (-) feed-back etki ederek
FSH ve LH salgilanmasini engeller.

2. Menstruasyondan birkaç gün önce corpus luteum küçülür,


estrogen ve progesteron salgisi azalir ve estrogenlerin feed-back
etkisi ortadan kalkar ve FSH ile LH salgisi 100 misli artar. Bu olay
yeni foliküllerin büyümesine ve tekrardan estrogen salgisinda
artisa neden olur. Folikül büyümesinin 11-12.günlerinde FSH ve
LH yeniden giderek azalir ancak daha sonra bu iki hormondaki
artis ile yeni bir siklus baslamis olur.

3. Menstruasyondan 11-12.günler arasinda

102
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

FSH ve LH iyice azalir. 12.günde estrogenlerin (+) feed-back


etkisiyle FSH ve LH miktarlari aniden artar ve bunlarin etkisiyle
ovulasyon gerçeklesir ve corpus luteum tesekkül eder.

Ergenlik Çagi : Hipofizden gonadotropin salgilanmasinin artisi ile


baslar (yaklasik 8 yasinda). Hipofiz tüm çocukluk çagi boyunca
baski altinda kalir. 40 – 50 yaslarinda disinin cinsel siklusunde
düzensizlikler görülmege baslar. Birkaç ay ya da yil içerisinde
sikluslar tamamen ortadan kalkar ki buna menapoz denir. Bunun
nedeni ovaryumlarin tükenmesidir. Bütün foliküller kullanilmistir.
Estrogen miktari da giderek azalmistir (sonnuda sifira iner). Negatif
feed-back ortadan kalkmis olacagindan FSH ve LH salgilanmasi çok
artar.

Kadinda Klimakteryum

Estrogenlerin noksanligi sonucu vücutta bazi degisikliklere neden


olur: Derinin fazlaca kizarmasi, psikolojik durumlar, fazla
duyarlilik, bitkinlik, psikolojik dispne (güç solunum) duygusu, vs.

Estrogenler ve testosteron, cinsel organlar ile meme ve prostat bezi


gibi sekonder karakter tasiyan cinsel dokular üzerinde birbirine zit
bir etki gösterirler (antagonizm).

Ovaryum Sekresyonlarindaki Anormal Durumlar

Hipogonadizm : Ovaryum tesekkülü tam olmazsa veya hiç yoksa


ovaryumlardan homon salgilanmasi aksamis olur. Bu duruma
(dogustan ovaryum yok ve fonksiyonlari da yok) disi enukodizmi
denir. Bu durumda sekonder cinsel karakterler olusmaz. Cinsel
organlar çocuksu tipte kalir. Epifizlerin erken kapanmasi
olmayacagindan bu kimselerin boyu, normalden uzundur.

103
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Erginde ovaryumlar çikartildiginda ise, cinsel organlarda ve cinsel


yapi ve yollarda küçülmeler olur. Memelerde atrofi meydana gelir
(Menapoz sonrasi kadinlarda görülen degisikliklerin ayni).

Ovaryumlarin yeterli estrogen yapamadigi hipogonadizm gibi


durumlarda ovaryum siklusu da normal degildir. Kanamalar
tamamen durabilir (Amenore) veya aradaki zaman 2-3 aya çikabilir.
Sikluslarin uzamasi ovulasyonun meydana gelmesini engeller.
Buna sebep ovulasyon için gerekli LH salgisi saglanamamaktadir.

Dismenore : Prostoglandinlerin asiri salinmasi, agrili uterus


kontraksiyonlari kramplari,

PMS (Premenstrul sendrom) Estrogen veya progesteron

Hipergonadizm : Ender rastlanir. Çünkü ayiri estrogen, hipofizde


gonadotropin yapilanmasini engeller. Bu da ovaryum
hormonlarinin yapilmasini azaltir. Bu nedenle bazi özel tümörlerde
görülür. Örnegin ovaryumda granuloza-theca hücrelerinden
kaynaklanan tümörlerde, menapoz sonrasi daha sik görülebilir.
Çogu zaman düzensiz kanamalar görülür.

Androjen salgilayan ovaryum tümörleri ise maskülizan etkiye


neden olur.

Endometriosis

1. Endometrium dokusu periton boslugunda bulunabilir ve burada


gelisme gösterebilir. Bunun nedeni embriyonal gelisme sirasinaki
kalan artiklardan veya menstruasyon sirasindaki uterus
kasilmalarindan olabilir. Bu endometrium dokusu, uterustaki gibi
degisikliklere ugradigindan, periton boslugunda kanamalar olur,
nekrotik veya (fibrosis) maddeler olusur, siddetli karin agrilari
meydana gelir. Disilerde görülen kisirlik nedenlerinden biridir.

104
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Fibrosis, ovumun batin içine birakilmasini engeller veya fallop


borularini tikayabilir.

2. Bir baska kisirlik nedeni salpingitistir. Tubalarin iltihabi sonucu


fibrosis gelisir ve buralar tikanir. Örnegin gonokok enfeksiyonu ile
ancak bugün komplikasyon azalmistir.

3. Kisirlik nedenlerinden birisi de cervix uteriden salgilanan


mukusun akici niteligi çesitli iltihabi nedenlerle kaybolabilir,
yapiskan bir özellik kazanarak spermlerin uterusa iletilmesini
engellemis olur. Böylece döllenme olayi engellenmis olur.

4. Hipofize ait gonadotropik hormonlarin az salgilanmasi nedeniyle


meydana gelebilen ovulasyon noksanligi, koryonik gonadotropin
verilerek tedavi edilebilir. LH hormonunun etkilerini gösterir ve
güçlü bir ovulasyon uyaricisidir. Ancak tedavi maksadiyla
kullanildiginda birkaç ovumun beraberce olgunlasmasina neden
oldugundan 5-6 yavru birden dogurulabilir.

Diside fertilite : Ovum, ovaryumdan atildiktan sonra hayatiyetini ve


dölleneilme yetenegini 24 saat koruyabilir. Bu yüzde ovulasyon olur
olmaz ortamda spermlerin mevcut olmasi gerekir. Spermlerin ömrü
ancak 72 saat kadardir. Çogu 24 saat içerisinde canliliklarini
kaybeder.

Gebelikte Etkili Olan Hormonlar

Gebelik sirasinda plasentadan salinan hormonlar (Trofoblastik


hücreler tarafindan)

1. Koriyonik gonadotropin (HCG)

2. Estrogen

3. Progesteron

4. Plasental laktojen (insan somatomamatropin) (HCS)

105
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Koriyonik gonadotropin :

Ovum, endometriuma ilk yuvalandigi zaman salgilanmaya baslar,


giderek artar. 9-12.haftalar maksimuma erisir. 16.haftada bir
miktar azalarak bir plata degerini sürdürür.

1. Glikoprotein tabi atinda bir hormondur (MW yaklasik 30.000


olan). Bu alt ünitesi yapisal olarak LH’a benzer. Hormonun en
önemli görevi corpus luteumun devamini saglayarak buna ait
hormonlarin (progesteron ve estrogen) fazla miktarda
salgilanmasini saglamaktir. HCG komsu plasental hücrelere
salinan GnRH tarafindan stimüle edilir.

2. Fetal adrenal bezlerden DHEA olusumunu stimüle eder.

3. Erkek fetusta testislerin interstisyel leydig hücrelerini uyararak


testosteron yapiminin baslamasini saglar. Bu az testosteron erkek
cinsel organlarinin gelismesinde yardimci olur. Ayrica testislerin
skrotuma inmesini de saglar.

Estrogenler : Trofoblastik hücreler tarafindan salgilanir. Gebeligin


son devrelerine dogru salgilanmalari giderek artar. Plasenta
tarafindan salgilanan estrogenlerin çogu estriol seklindedir. Bunun
estrojenik gücü bilindigi gibi fazla degildir. Ayrica plasentada
yapilan estrogenler temel maddeler yoluyla sentez edilmez. Fetusun
ve annenin adrenal bezleri tarafindan yapilan dehidro-
epiandrosteron plasentaya tasinir ve burada estriol ve estrona
dönüsür. Gebelik sirasinda fazla miktarda salgilanan estrogenler
su olaylari meydana getirir :

1. Uterus büyümesi (dogum için gerekli büyüklüge ulasmasini


saglar).

2. Memelerin büyümesi ve memedeki bez dokusunun gelismesi

3. Disi dis genital organlarinin büyümesi

106
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

4. Pelvisteki ligamentleri gevseterek, simpisis pubis esneklik


kazanir ve fetusun kanalindan daha kolay geçmesini saglar.

5. Gebelik süresince fetusun gelismesi üzerine de etkileri vardir.

6. Miyometrim ve desiduada oksitosin reseptörlerinin sayisini


arttirir.

Progesteron : Gebeligin baslangicinda corpus luteum tarafindan


salinir. Plasenta tarafindan da bol miktarda salgilanmaktadir (10
kat fazla). Plasentada sentez 6.hafta civarinda baslar.

1, Embriyonun beslenmesini saglayan hücrelerin olusumu (decidal


hücreler) için endometriyumda degisiklikler yapar).

2. Uterusun kasilmasina engel olarak spontan düsükleri önler.

3. Ovumun gelismesine yardimci olur (implantasyondan önce)


(uterus ve follopda besleyici salgilari arttirmak suretiyle).

4. Döllenmis ovumun uterusta implantasyonu (yuvalanmasi) için


sarttir.

5. Memeleri süt verme için hazirlar.

6. Maternal ventilasyonu hizlandirir.

7. Fetal antijenlere karsi annenin immün cevabini baskilayabilme


özelligi vardir.

8. Anneden fetusa geçerek fötal adrenal kortexden kortizol ve


aldosteron sentezi için substrat görevi yapar.

Plasental Laktojen : M.W:yaklasik 38.000 ve protein yapisindadir.


Yapisal olarak büyüme hormonu ve prolaktine benzer.

Gebeligin 4-5.haftasindan itibaren salgilanmaya baslar. Gebelik


sonlarina dogru salgilanmasi gittikçe artar (Trofoblastki hücreler
tarafindan salgilanir).

107
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

1. Büyüme hormonu gibi etki ederek hücresel büyümeyi arttirir.


Pozitif protein balansini saglar.

2. Glikoz metabolizmasini degistirir. Glukozun hücre


membranindan transportu üzerine etkili olan insülinin bu etkisini
engeller. Fetus için gerekli glukoz konsantrasyonunun devamini
saglar. Lipolizisi ise stimüle eder. Maternal serbest yag asidi ve
glukoz seviyesi yükselir. Ayrica azot, potasyum ve kalsiyum
tutulumuna da yol açar.

3. Me melerin büyümesine tesvik eder (prolaktin gibi) ve süt


yapimini saglayabilir (estrogen ve progesteron ile birlikte) (Prolaktin
fonksiyonlarini taklit eder). Enerji için yaglari mobilize eder.

Gebelikte rol oynayan diger hormonal faktörler (Maternal orijinli


hormonlar) :

1. Hipofiz sekresyonu : Hipofiz ön lobu hamilelik sirasinda normal


hacminin yarisi kadar büyür; kortikotropin, tirotropin, prolaktin ve
büyüme hormonu salgilanmasini arttirir.

2. Kortikosteroid salgilanmasi : Adrenallerden salgilanan


glikokortikoid salgisi artar. Bu hormonlarda annedeki proteinlerin
mobilizasyonunu saglayarak bunlarin fetusa ait dokularin
sentezinde kullanilmasina yardimci olur. Aldosteron salgilanmasi
da normalin 3 kati kadardir ve bu sayede bol oranda Na tutulmasi
ve vücutta sivi tutulmasi vardir. Vücutta sivi tutulmasindave
vücutta sivi tutulmasi vardir. Vücutta sivi tutulmasinda renin
aldosteron, ADH ve östrojenin hepsinin böbrekler üzerine etkisinin
rolü vardir. Bazi hamilelerde asiri sivi retansiyonu nedeniyle hem
hipertansiyon hem de idrarda protein görülür ki bu duruma gebelik
toksemisi denir.

108
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

Diger Plasental Hormonlar : Plasenta çesitli hipotalamik ya da


hipofiz benzeri peptidler de salgilamaktadir: GnRH, TRH, CRH,
Somatostatin, ACTH, b-endorfin, b-LPH, TSH, Büyüme hormonu ve
VH-D hormonu, pro-renin gibi.

3. Troid bezi salgisi:Bez hacmi %50 artar.Tiroksin yapimi çogalir


(Adonohipo-fizden salgilanan tirotropik hormondaki artisa bagli
olarak). Metabolik hiz ve istah artar.

4. Paratroidlerin salgisi : Bu bezlerde gebelik sirasinda büyüyebilir.


Fetus anneden devamli Ca aldigindan, annenin kaninda Ca
seviyesini koruyabilmek amaciyla annenin kemiklerinden Ca
mobilize edilir. Emsirme devresinde bu bezlerin salgisi daha da
artabilir (Bebegin Ca ihtiyacini karsilamak bakimindan).

5. Ovaryumlardan Relaxin Salgilanmasi : M.W. (yaklasik) 9.000


olan bir polipeptitdir. Yapisal olarak proinsüline benzer. Corpus
luteum ve plasentadan salgilanir. Uterus motilitezini engeller.
Symphisis pubisin bazi ligamentlerinin gevsemesini saglar (östrojen
ve progesteronda etkili). Dogum sirasinda servix uterinin
yumusamasini saglar. Böylece düyük ya da erken doguma engel
olur, ancak dogum olayi basladiginda fetusun dogum kanalindan
geçisini kolaylastirir. Rölaksin erkeklerde semen içerisinde de
saptanmis olup, muhtemelen prostat tarafindan üretilmektedir.

Implantasyon : Blastosit halinde gelismekte olan zigot fallep


tüpünü 3 günde geçer, bundan sonraki 2-3 gün içinde de uterusta
implantasyon baslar. Daha sonra, zona pellucida eridikten sonra
trofoblast tabaka ayrilir. Endometriyal hücrelerle iliskileri
neticesinde, uterusun stromal hücreleri genisler, glikojen ve lipid
birikimi olur. Bunlara Decidual hücreler denir. Hamilelik sürmezse
bunlarda kaybolur. Ancak gebelik devam ediyorsa, progesteron ve
estrojenin uyarici etkileriyle iç stromadan decidual ve estrojenin

109
Prof.Dr.Sami AYDOGAN

uyarici etkileriyle iç stromadan decidual hücre tabakalari olusur.


Ecidua’nin fonksiyonu, anne ile fetus arasinda vasküler baglantilar
kuruluncaya kadar embriyoya besin kaynagi olarak hizmet
etmektir. Daha sonra bu yapilar uterus duvarinda mekanik ve
immunolojik bir bariyer olarak da hizmet ederler. Decidua ayrica
prolaktin, relaxin ve prostaglandinler de salgilamaktadir.

Plasentanin fonksiyonlari : Gebelik plasenta denilen organin


olusmasiyla karakterizedir. Fetusun beslenmesi, O2 ve CO2 alis-
verisi, atilacak maddelerin gönedrilme yeri olarak görev yapar.
Plasenta ayrica endokrin bir yapi olarak da çesitli protein ve steroid
hormonlar sentezleyerek salgilar. Bu hormonlar hem fotal
plazmada hem de amniyon sivisinda bulunurlar.

110

You might also like