Professional Documents
Culture Documents
öbür ışıkları getir hadi süleyman işte sımsıcak lejyoner sakalları içinde
bulvarın ortasında dur bağırma margot'nun sigarillosuna ateş tutuyor
senin için bir yağmur hazırladım tersine dönük gözkapakları uykusuzluktan
hadi ışıkları getir yağdıracağım kirli sarı bir gök birikmiş kadehinde
hiçbir kibriti bir seferde yakamıyor
al bu nisan akşamını benimkini ver
sual sorup durma sevmiyorum asıl bu ödlek flüt onu böyle yıkan
öbür ışıkları getir hadi getir uykusuzluktan çok bu ödlek flüt margot'nun
karanlıkta korkuyorum karnım ağrıyor çıplak gözlerindeki rom lekesi dişlerindeki
o kadını da getirsene portakal yiyen tebeşir beyazı açlık paletindeki karanlık
porselen dişli kadını hani pantolon giymiş rimelindeki is ve dudak rujundaki kan
dur dolmabahçe saatini dinleyeceğim je hais les dimanches şarkısı juliette greco'nun
on ikiyi çalsın öyle getir hadi getir
büyük yolların haydudu işte dudaklarını konyağa vermiş dinlendiriyor
tersine dönük gözkapakları uykusuzluktan
deniz fenerinden mi çalarsın işte çal bir yatak biliyor musunuz ah biliyor musunuz
kibrit mi tutarsın bilmem işte tut
öbür ışıkları getir hadi süleyman göğsüne yeşil mürekkeple margot'nun gözleri oyulmuş
sana yağmur hazırladım yağdıracağım her gittiği yere bir tutam sigarillo dumanı götürecek
margot'nun paletinden bir siyah götürecek kusuk siyah
sen kimsin süleyman bir de bu var kendine geceler boyamak için izmir'de istanbul'da
ayın yirmi dördünde nairobi'de ol korkacak bir şey yok hesap tamam
ilk yağmurlarla birlikte geleceğim sıram geldi mi hatta güleceğim
eğer ben gelemezsem yağmurlar gelecek kendimi hazırladım biliyorum
otelin penceresinden duyabilirsin önce turgut arkasından ömer haybo
daha sonra varujan sonra nureddin
akdeniz polisi telsizci hamdi'yi arıyor sonra ben değilsem demokrat toni
dün gece şu masada beraber içmiştiniz sonra o değilse mutlaka benim
hani cebinde hiç büyük para taşımayan
boynunun üstünde başı fevkalâde eğreti kendimi hazırladım biliyorum
hani gözlükleri lüzumundan fazla temiz
tek kelime ispanyolca bilmediği halde aysel'in gölgesine saklandım
antonio machado'dan şiir okuyan adam hep susamışım su içiyorum
cebinde üçüncü mevki bir vapur bileti geceler bitmiyor neden bitmiyor
uykumun arasında bekliyorum
işte yirmi sekizinci defa luna lunera aysel bütün gece gözünü kırpmıyor
bir bardak madensuyu soğutulmuş el yordamıyle yokluyorum
yirmi sekizinci defa yalnızım otelde kapıları karanlığa açılmış
nedense muslukları hep açık bırakıyorlar avcunda diken diken şiirlerim
nedense artık ölmek istemiyorum
korkacak bir şey yok hesap tamam
sıram geldi mi hatta güleceğim
kendimi hazırladım biliyorum
gözleri dağılmış adamlar sanki biz ıslak bir otomobil sabah karanlığında
demokrat toni sanki ben ve ömer haybo seni kaybedilmiş bir oyuna iletirken
tabanca ağızlarında rezil aydınlığımız inadın nagant gibi koltuğunun altında
üç çarpı ölüm koştuk rüzgâra doğru oynamakta direnmek ne demek düşündün mü
aysel'in karanlığını silmek için üçümüz en hızlı manşetlerin en gergin saatında
tırmandığın ipin nerden çürüdüğünü
gedikpaşa'da şubat eksi beş buçuk ne gün kopacağını kestiremeden
son cıgaraların köşebaşında yine o inadın nagant gibi koltuğunun altında
yine ağzından öpen tanımadığı karanlık tırmanmakta direnmek ne demek düşündün mü
çift sesli bir iç bulantısı re bemol do
avuçları sıyrılmış ölüler kalabalık ya sırtlan dişleri kontes ağızlarında
en kral öpüşmeyle gelen ya çakal salyası
yine kendisini bir başkası sanıyor bulaştığın her kadın ayrıca kirletirken
artık ne ben varım ne toni ne ömer haybo sevişmekte direnmek ne demek düşündün mü
bütün aynalardan yapayalnız dönüyor bu çabuk değişen deliler borsasında
dünyadaki yerini eskitmiş gibi tanrının simsiyah yeryüzüne tükürdüğü
bulutlu uykulardan uyanamıyor karşılıksız adamlar her gece yarısı
deprem gürültüleriyle ansızın yıkılırken
lavabonun beyaz dişlerinde üç mavi jilet inadın nagant gibi koltuğunun altında
simsiyah bir almanca plak domingo yaşamakta direnmek ne demek düşündün mü
sıfır bir sıfır bir buluşacağımız saat
demokrat toni ben aysel ve ömer haybo
dördümüz için cehenneme dört bilet
tension â smyrne yirmi beşinci saat
utanıyorum
— 2 demir kuşaklı halkımız — 3 923’de demiş
afyon
gizli gizli yağmur dokur
bir süvari ıslanır
karanlıkta
ıslıklar sıyrılır izmir'den
kuvayı milliye tutmuş kapıları
geceyarıları
üç telgraf gelir
redd-i ilhak uyanır
maşatlık'ta
uf içi kalabalık büyük allah
— 5 üç köylü
bir telgraf gelir
sıvas uzaklarından bir ağaç dalına asılı lüks lambasının
bir çift mavi kan damlamış üç köylü
imzasına su gibi dökünerek çıplak aydınlığını
belki mustafa kemal ağız ağıza yüklü bir traktör römorkundan
heyet-i temsiliye namına karanlığa karpuz taşıyorlar
ışık damlıyor tuzlu bir ter halinde burunlarından
saklı mavzerleriyle büsbütün başka türkler üçü de bıyıklı
dökülüp tek tek keçi yollarından üçü de genç
silâh çatmış salihli ovasına çalışmanın yüceltici hızına kapılmış üçü de
kurulu yumrukları sarp kayalar gibi yakışıklı
patladı patlayacak karanlığa karpuz taşıyorlar
uf içi kalabalık ölmemek bilir en yeşil küfürlerle kendi kendilerini kırbaçlayarak
gözlerinin akına kan işlemiş rüzgârlı söğüt dalları gibi esnek oynak
solukları hızlı avuçları sıcak boğazlarına kadar yaşama sevinciyle yüklü
kemal paşa'nın atlıları üç köylü
çalışıyorlar
— 6 neden kızkardeşlerim
neden kızkardeşlerim
niçin saklanıyorsunuz
niçin peçelerin peştamalların arkasına gizliyorsunuz yırtıcı üstelik
nur yüzünüzü çocuk doğururken
sık ve sert sıhhatli siyah saçlarınızı
cömert ağzınızı hem gözlerinizi de görmek isterim
neden kızkardeşlerim ne zararı var
hep böyle bir şeyden korkmuş gibi huzursuz bütün kirpikleriyle üzerime açılsınlar
hep böyle bir şeye kızmış gibi öfkeli hem tüyleri yaldızlı boyunlarınızı
acı ve alaca gözleriniz herhangi bir sokağı ilkbahar gibi bir anda şenlendiren
daima gölgeli tepeden tırnağa çiçekli giyimlerinizi
alnınızdaki mavi damarcıkları da görmek isterim
niçin kızkardeşlerim her şeyinizi
kim geçerse geçsin yanınızdan
ışığı kendinize haram ediyorsunuz
bir vücut noksanını saklar gibisiniz
utanıyorum utancınızdan
neden kızkardeşlerim
niçin saklanıyorsunuz
görmek istemez miyim hünerli ellerinizi
yastık örtülerine çitlembik gözlü kuşlar işleyen
çay takımlarına mor menekşeler
hercaî menekşeler dizi dizi
kızkardeşlerim
görmek istemez miyim ellerinizi
buğday sularına batmış ölesiye ırgat
hızlı ve çabuk teknede hamur yuğururken
çamaşır günleri bambaşka hamarat
bir erkek eli kadar yiğit ve kararlı
dağ kuşlarının pençesi gibi çevik
— 7 çarşı içi — 8 fabrika
hey allahım
nasıl dağlara vurup geliyor fabrikanın gürültüsü
— 9 kürtler — 10 ya bereket deyip ıslanıyoruz
usul usul karanlıkta kürtçe konuştular burnu eğik adımları tüy gibi kalleş
ağaç suratlı iki adam bir çoban köpeği solumasıyla ansızın bastırdı yağmur
kürt olduklarını bilmiyordum akşamın iki parmak berisinde ıslanıyoruz
ne dediklerini anlamadım gönül ferahıyla kardeş kardeş
birdenbire konuştular yabanî nar fidanları
dağların umum susmuşluğunda dinlenip dururken sonbahar biçilmiş tarlalarda sıçrayan çekirgeler
belki bir dilekte bulundular hozonsu köyü'ndeki telâşçı horoz
bir tutam mutluluk dilediler gönüllerince ya bereket deyip ıslanıyoruz
saçları topuklarını döven çatık bir dağ kadını
sekiz on kadar koyun ahmediye rampasında
biraz kilim ve keçe soluk soluğa pancar kamyonları
gurbetçi kirvelerini andılar belki usanıp nadasa dökülmüş
üzerlerine mezar toprağı gibi serpilen yalnızlıktan çatık boynuzlu öküzler
istanbul uzağında kaybolmuş akranlarını ovanın güney batısında
çukurova düzündeki dersim çobanlarını boylu boyunca ezik bir sarı
o fena halde bıyık ve burun kirli bir gümüş
divit kalem tertibi ince ve dorukları dağıtan bir yağmur dumanı bütün
belki dua ettiler ateş tutmasına bağlarda kurşun gibi ıslıkla büyüyen siyah üzümler
çaldıkları her kibritin
görünmez suların sedasını duyup okuyup üflediler asmaların ortasında
birini vurmak geçiyordu belki akıllarından kadınla çocuk arası bir genç kız
belki zehir zemberek açtılar yalnızca başı örtülü
belki bir yola gideceklerdi geceleyin ehramsız
usul usul karanlıkta kürtçe konuştular yağmurun çalışkanlığına aldırmadan
ne dediklerini anlamadım akşam namazına çökmüş
kürt olduklarını bilmiyordum tertemiz bir hüzün
sonra bir vakit sustular ıslak kirpiklerinde parlayan
yere çözüldüler ansızın
besbelli bu gece yıldızlar görünmeyecek
—11 kalpaklı süvari
yağmur aralandı mı
dumanlı boğazı'na geyikler gelirmiş gecenin arkasında bir yerde
tahta gibi dağ köylüleri fırat'ın arkasından ufaldıkça gaz lambaları
bazı bazı türkmenler hiç umulmadık nehrin omuzlarına yaslanıp yaslı ve dindar
uzun yeleli bal rengi atlarıyla
yemeni yorganları ve yün yataklarıyla yalnızlıktan soğumuş dağlar
ve çıtırtılı ateşleriyle böcek böcek kalpaklı bir süvari dolaşırmış gizlilerde
köylüler böyle diyorlar
besbelli yatsıları
bu gece yıldızlar görünmeyecek
nal sesleri duyulur mu yağmur olursa
ne mümkün en usul havalarda duyulacak
erzurum'a doğru şahdamarın oynar gibi
gören eden yok her nasılsa
kalpaklı olduğunu biliyorlar
bir elinde kılıç bir elinde sancak
kemah köylüğünde fakir fukaraya azık dağıtasıymış
üçer arşın kefenlik
içlik ve mintan
birer kese sarı lira cep harçlığı
olur mu olmaz mı orası bilinmiyor
uzak bir şahin birdenbire hışım gibi alçalıyor yeryüzüne başka bir yıldızdan inmiş gibi yabancılar
bir vakit süzüldükten sonra nazlı nazlı havada meşin ceketleriyle çarşıda
fırat rüzgâra karşı aktığı zaman konuşmaları başka türlü
batık bir umut türküsü halinde ölüm cıgara içmeleri değişik
köpeküzümlerinde ıslık çalıyor gülüşleri ve bakışları da
atmaca kayalıklarında iki yatak peylemişler bir otelde şimdilik
ve devedikenlerinde yeryüzüne başka bir yıldızdan inmiş gibi yabancılar
meşin ceketleriyle çarşıda
sendikacılar
damarlarından emziriyorlar
külrengi benizlerini çoluk çocuğun
cam yoksa derilerini geçirmişler kırık pencerelere
bir şey okudular mı susuyor gibiler adamakıllı yorgun
susmaları ıslıklı su buharıyla yüklü
bir lokomotif gibi gürültülü
büyük kapılar halinde açılıyorlar işçilere
uzak kamyonlar uğulduyor kar karanlığında dört atlı sarıgöl boğazı'na devrildiler
rüzgârı burunlarıyla biçip
sarı tüyleri kanlı heybetli bir it arkalarına dökerek
kendini yola vurmuş gururlu ve ıslak kara sular gibi boşandı gecenin boşluklarından
en sivri köpek havlamaları
en küstah dişleri çakılı ağzında dört atlı sarıgöl boğazı'na devrildiler
bir tamam omuzlarında çapraz tüfek
gözleri soğukta çırılçıplak kalpaklı ve siyah çizmeliler
soluğu duman duman yıldız yıldız sıyrılıp akıyor
burun deliklerinde bir vakit padişah karanlığında mahmuzları
bildik bir samanlık kokusu hafız ahmed'in değirmeninde
bir vakit kar isi ateşin başına oturdular
kurt kokusu önce bir soğan kırdılar
tanıdık havlamalar kesik kulaklarında dut pekmezi ve yoğurt sordular
bıyıkları tekmil ayaktaydı
bir başına yol tüküren bir garip yolcu it müslüman ve hilâl biçiminde
kar karanlığında sonra erkekçe yatsıyı kıldılar
çakal gözleri saattaydı
kulakları köpek seslerinde
acı tütünler içilip
sonra bir vakit konuşuldu
cezveler sürülmüş ocaktaydı
atının dizginlerine olduğu kadar
her birisi kendi ölümüne sahip acılar gördük
bir ordu gibi savaşmak kudretinde bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımızdır
bir umutları kemal paşa'daydı fikrimiz zihniyetimiz medenî olacaktır
öbürü ankara hükümeti'nde şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz
medenî olacağız
hızlı solumalarla kımıldanıyordu karaağaçlar bununla iftihar edeceğiz»
ahırda bir beygir aksırdı
munzur dağlarının üstünü bir tamam tutmuş gözleri iyice birbirinden ayrık
yıldızın neyin kalabalığı kaşları düz kirpikleri insafsızca kalabalık
yukarılarda kar altındaki köylerde kısa boyları ve yaylı ayaklarıyla adamakıllı türk
ihtimal öfkeli kurtlar dolaşıyor bakırcı hasan
«-kemal paşa'dır çağırdı demirhanoğlu sadık
demirhan oğlu gitmemiş olmaz paşoların Süleyman
sakarya toprağında erkekler sofrası kurulmuş ve hacı yörük
ahkâmlı köşkemli savaşılıyor silâhlı dört besmele halinde göğe baktılar
yazılmışsa biz dahi sabahın ilk horozları çırpınıyordu
azrailin ekmeğinden tadacağız besbelli sabahın ayazından
şehitlik mertebesini ufarak yıldızlar
yaşamak cihetine makbul tutacağız» tevatür kırılıyordu
bir kuvayı milliye sabahının kapısını açtılar
«-…ankara hükümeti ne demek karadeniz'deki en son limanımız kadar
maraş'ta üzümler parmaklarımızdan damlamıyor mu rüzgârlı kızgın ve açıktılar
gümüşâne üzerinde elmalar amasya'da sonu yoktu hiddetlerinin ve ümitlerinin
adam bir millet olarak çıktılar sarıgöl boğazı'ndan
tarafımızdan yenilecek kendinden
ayrıca zeytinin yağı ineğin yoğurdu ve hürriyetinden emin
tokad'ın ceviz sucukları
anteb'in bulaması da
adam
hünkâr kullarının sabanına koşulmayacağız»
«-…biz her nokta-i nazardan insan olmalıyız
— 16 mustafa kemal’in sofrası
hani geceleyin şarabını içtiğimiz
yarın akşam gelin dedim ya osman değil mi yanlışım mı var
yırtık pırtık gelin zarar yok öyleyse dur sebat matbaasından ibrahim
üç işimin biri barış gözü daima tok karnı daima aç
biri dünya gördün mü nasıl bildim
biri de sizsiniz dedim ya ibrahim gel ellerini silmeden gel
yarın akşam gelin bu cıgara senin bu minder senin
ama mutlaka gelin ibrahim gel buyur sofraya
buğday konuşacağız gel dedim ya
buğday konuşacağız
siz yukarı çiğli'den misiniz
o nasıl şey ragıp saatin kaç saatin
demek gözleriniz ışık tutmuyor unutma dokuzda ajans dinleyeceğiz
ellerinizi bir sattınız bulamıyorsunuz demek yine kitapların ellerinden tutuyorsun
bu evleri böyle tutan siz misiniz şiir deyip daldığın oluyor roman deyip daldığın
o nasıl şey yine çocuk bahçesinde mor salkımlar uyanıyor
insan gözlerine inanamıyor üniversite kitaplığında büyük kitapların
bu sabah haydi hegel'i okuyorsun
sofraya buyurun sofraya st-simon'u yarın
belli yorgunsunuz ragıp saatin kaç saatin
peynir kestim sucuk doğradım beyazıt meydanında fıskiyeler davrandı mı
günbalı erittim bakın ya haydi gel sahaflar çarşısına uğra da gel
içinizi ısıtırsınız unutma bir tutam ışık getir sofraya
su içersiniz bir avuç fikret getir bir yürek dolusu mustafa kemal
sofraya buyurun sofraya kalpakları tozlu paşaların çığlıklı gözlerinden
buğday konuşacağız bir tutam kuvayı milliye mavisi
benim sizi bir görmüşlüğüm var bir avuç umut getir dedim ya
dur dur nereden bileceğim en iyisi
ayvansaray'da dokumacı osman mı sofraya buyur sofraya
buğday konuşacağız
akşama yarın akşama gelin
işte gelin hepinizi bekliyorum imkânsız aşk
siz de gelin pamuk halkı tütün milleti
hemen öylece gelin yabancı mıyız
ağrı çobanları sizi de beklerim Quand je parle d’amour
raman sen de gel çocuklarını da getir mon amour vous irrite
soframda şenlik olsun içim açılsın
siz olmadınız mı yalnızım yadsıyım yabancıyım aragon
siz yok musunuz varlığım ne kelime
yarın akşama gelin
ama mutlaka gelin
buğday konuşacağız
geceyarıları
gece bir'den sonra uykularda yer bulmak zor yanlış bir bulut çoğalıyor
eski karakollarda korkuların gürültüsü akşamları yanılmış içlerime
cebimizden çıkarmıyoruz ellerimiz titriyor ağzımda bozuk bir pil tadı
eylül çakallarından kaçıp gizlenerek o korku değil artık bu yaşadığım
birbirimizi eskittik işin kötüsü telefon zillerine dolaşarak
bak ne ben leipzig'deyim
üç sonbahar sürgünü üç tenha köpek ne de sen istanbul'da
kaç nefes daha noksan sabahtan sabaha ne depart kahvesi'nde çay içiyoruz
kaç karış daha yorgun her akşam üstü ne tiryaki köpek'te şarap
çoktan yıkılırdık öfke ayakta tutmasa
en çetrefil yanımızla böyle direnmesek seni görmeden öleceğim
bir ben bir yağmur hazırlığı bir de sabiha bir daha görmeden
bulutlara havlayan üç tenha köpek inge bruckhart
zaten kaç yıldır yaşamıyorum
hep yanıldık mı kimbilir yorgun bir ermeni pangaltı'nın
inanmak gelmiyor içimden güvercin topuklarıyla gregoryen
o yanlış tren bindiğimiz midir yağmurlarda çoğalır nedense
azala azala unutulduğumuz incecik sürahiler gibi bir kadın
hani leipzig garı'nda biten gökyüzü sanırsın gülümserken
yine yanlış mı yaşıyoruz
karanlığımızı avuçlarımıza öksürerek kilise çanlarından eski kafkasya'nın
sen bir kadın ıssızlığına koşulmuş yaprak titreşimleri sokak içlerinden
yarıdan fazla mavi gözlü sanki saçlarını değiştirmese
eylülden eylüle gülümseyen bir sonbahar parkında erivan'ın
ben görünmez raylara düğümlü yapayalnız bir mısra puşkin'den
garlarda yankılanan bir erkek
değerinden eksiğine bozulmuş kayısı tadında mı sarışın
gözleri çevrilmemiş filmlerden
ölüversek mi ne uzaktan onu sevdiğimi bilse
en büyük yanlışlığı benimseyerek karanlık günlerinde haylayf'ın
gizli bir nem sinmemiş mi ellerine biralar şafak sökerken
ya saçların fena halde sonbahar
yanlışlar prensesi inge bruckhart
yine marne üzerine kar yağıyor
geceleyin bembeyaz ıhlamur ağaçları
yanıldıkça lüzumsuzluğunu anlayıp
insan yaşadığından utanıyor
uykularımızda yalnızlık korkuları
dışımız en küstah yanlışlıklar
içimiz en başka türlü ayıp
cehennem dairesi viyolonsel yalnızlığı
—1
mor salkımlar havladıkça karanlıkta
dispanserin balkonundan geceye çıkarılmış neden hep böyle gözümü yumsam akşam
birkaç rüzgâr daha yalnız bırakılmış madrid kapısında yeniden
ölü denizleri duymak özgür olmamakta nöbet tutmaya dönüyorum
sonra bir çığlık edinmek eski ankara'dan dudağımda yepyeni ıslıklar bileniyor
yalın bir kılıç gibi masmavi uzatılmış neden hep böyle resmine baksam akşam
türkiye üstlerine özgürlüğe susamış üç dakika geçiyor geçmiyor
kozmos boşluklarında hâlâ yankılanan maria pilar'ı yeniden kurşuna dizmeye götürüyorlar
bıyıkları dumanlı üç adam
neden hep böyle karanlıkta kalsam akşam
kulaklarımda hep ricardo'nun sesi
yürek deviren şarkısı
her şehrin garında karen seni hatırlamasam kadınsa kadın doktor spiedell
her otelin bir aynasında görünmesen karen dudakları kalın
bilenmiş bir yıldız gibi otuz sekiz senesinden buğulu
münih treninden üstüne yoktur linda'nın doktor spiedell
benim linda'nın
ayışığı dal dal kulaklarımda uğuldamıyor mu (bir içim su)
yalnızım karanlıkta cıgara içiyor doktor spiedell
böceklerin gökyüzüne savrulduğunu görmüyor muyum şehvetli
baharın ayaklanmak üzere olduğunu anlıyorum tembel
mektupların bir türlü gelmiyor karen yalnızım uykulu
münih'ten
ah doktor spiedell siz yok musunuz
kurşuna diziyoruz karen ölmüyorlar neden durumu anlamıyorsunuz
biz ölüyoruz karen dağlarda orta doğu'dan vazgeçin diyorum size
yeni bir maya tutmuş köylüler korkarsın zaten alışverişi nedir ortadoğu'nun
bulutlardan ekmek yuğuruyorlar güneydoğu asya'yı alsanız elinize
yalnızım ah doktor spiedell ne işler çevrilir
delikanlı elleriyle baharda boğazımıza sarılacaklar haksızlık neresinde bunun
yağmursuz rüzgârlar gibi kör kör boğulacağız
dağlarda müzikse müzik doktor spiedell
artık hiç birimiz radyoları dinlemiyoruz işte bakın
yenildiğimizi biliyoruz karen duyuyoruz bunlar orlean cazcıları tek tek
kimi tutsam çevirsem gözlerime tükürüyor işte doc smithy
karen crazzy pat işte
ben yenik s.s. subayı arthur kröger yalnızım işte dikenli trompetler kavgacı kontrbaslar
ölebilsem öyle mi wagner'i seversiniz demek
karen (ah doktor spiedell siz avrupalılar)
demek çelik miğferli profili bismarck'ın
gözlerinizi doldurur her dinleyişte
bırakın doktor spiedell
bırakın
bırakın eski prusya'nın köhne uğultusunu
işte king barnett
georgia blues işte
ortadoğu'dan gece telgrafları
yanlışınız var doktor spiedell
yanlışınız —1
canım sir cunningham'ı tanımaz mısınız
- …londra'da nasıl konuşmuştuk diyecek ebû şükr'ün saat bir buçuğu
londra'da diyecek her zaman sonbahar
i. g. farben için tek tek bütün kapıların ardında
(yani sizin için doktor spiedell) şüpheli yabancılar
orta doğu diyecek hesapta var mıydı telefon çaldı mı cevap verse de kimse konuşmuyor
siz de bilirsiniz ki doktor spiedell 7.000 liraya bozdursa da namusunu
imperial chemical industries demek yine meteliksiz
beş aşağı beş yukarı gergedan uykularında
sir cunningham demek ingilizce konuşan nasyonal sosyalist almanlar
orta doğu zaten bir ingiliz pazarıydı kıvılcım ve petrol sarhoşluğu
sizin için hesapta var mıydı doktor spiedell ensesi tıraşlı bir kadın yalnızlığım kusuyor
ama doğru söyleyin cıgara dumanlanyla birlikte
hesapta var mıydı 150 kasa winchester bilmem kaç
20.000 sterling döviz
viskiyse viski doktor spiedell ‘namına muharrer’ çekte
hem de sevdiğiniz
black and white geceleri ince yağmurlar halinde uzak limanlar
gönüller şen olsun doktor spiedell
nasılsa içebiliriz
henüz saat
o kadar -geç değil ki
prosit doktor spiedell
prosit
yarı geceden sonra başlar
newyork'ta hayat
—2