You are on page 1of 164

Erdal Öz

GÜLÜNÜN
SOLDUÐU
AKÞAM
Erdal Öz, 26.3.1935 yýlýnda doðdu. Devlet memuru olan babasýyla
birlikte Türkiye'nin deðiþik yerlerini dolaþtý. Ortaokulu Antalya'da,
liseyi Tokat'ta bitirdi. Ýstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde
baþladýðý hukuk eðitimini Ankara Hukuk Fakültesinde tamamladý.
Ýstanbul'da üniversite çevresindeki arkadaþlarýyla birlikte a dergisi'ni
çýkardý. Ýlk öykü kitabý Yorgunlar'ý (1960),'a dergisi yayýnlarý' arasýnda
yayýnladý. Sonra ilk romaný Odalarda (1960) 'Varlýk Yayýnlarý'
arasýnda çýktý. 12 Mart darbesiyle birlikte Ankara'da iþletmekte olduðu
Sergi Kitabevi kapatýldý, kendisi de siyasal görüþlerinden dolayý
tutuklandý ve sýkýyönetimce yargýlandý. Tutukluluk döneminden
sonra, o dönemin izlerini taþýyan kitaplar yazdý. Yaralýsýn, önce
1973'te Cumhuriyet gazetesinde tefrika edildi, sonra 1974'te kitap
olarak çýktý. Bu roman Macaristan'da Almanya'da, Hollanda'da, Suriye'de
ve Makedonya'da yayýnlandý. 1975 Orhan Kemal Roman
Ödülü'nü aldý. Kanayan (1973) adlý öykü kitabý, Deniz Gezmiþ Anlatýyor
(1976) adlý aný kitabý, ayný konunun geniþletilerek iþlendiði Gülünün
Solduðu Akþam (1986) adlý aný kitabý, Havada Kar Sesi Var
(1987) adlý öykü kitabý, Allý Turnam (1976) adlý gezi izlenimleri ve
Odalarda (1995) adlý yeni romaný çýktý. 1975-1981 yýllarý arasýnda
Arkadaþ Kitaplar adlý 'çocuk edebiyatý dizisi'ni yönetti. 1981 yýlýnda
Can Yayýnlarý'ný kurdu. Çocuklar için de iki kitap yazdý: Kýrmýzý
Balon (1990) ve Alçaktan Kar Yaðar (1982).
:::::::::::::::::
Herkes ne zaman ölür
elbet gülünün solduðu akþam.
TURGUT UYAR
:::::::::::::::::
BU KÝTABI YAZARKEN
O günlerden bende kalanlarý toparlayýp yazarken Pal
Sokaðý Çocuklarý adlý o pek sevdiðim çocuk romanýný yeniden
okuyor gibi oldum.
Bütün inançlarý, olanca sevimlilikleri içinde, ellerini
kana bulamaktan özenle kaçýnan; hele 'kýr gerillasý' serüvenini,
sanki daðda kamp kurmuþ korkusuz bir izci topluluðu
olarak yaþayan bu gözüpek çocuklara karþý büyüklerin
çok acýmasýzca davrandýðýný da öfkeyle belirtmekten
kaçýnmadým.
Bir önceki dönemin asýlan üç büyüðüne karþýlýk, üç
genç insanýn sanki bir ödeþme biçiminde asýlýþlarýný, sonucu
üç-üç biten o korkunç ve uzatýlmýþ maçý, yaþadýðým ve
edinebildiðim bilgilerin ýþýðýnda oldukça ayrýntýlý anlatýþým
da, uygulandýktan sonra bir daha onarýlamayan, bir daha
dönüþü olmayan ölüm cezalarýnýn ne kadar insanlýk dýþý,
ne kadar ilkel bir eylem olduðunu vurgulamak içindir.
Bu kitapta anlatýlanlar, serüven dolu sürükleyici bir
roman gibi de okunabilir. Ama acý ve hüzün yüklü bir kitap
olduðu da bilinmelidir. Birtakým acý gerçekleri daha da
etkili kýlabilmek için, böyle bir biçim kullanmam kaçýnýlmazdý.
Baþka türlüsünü de yapamazdým. Bu da benim yazýþ
biçimim. Ancak, bu yazdýklarýmýn, bir roman gibi
okunsa da, roman olmadýðý gözden uzak tutulmamalýdýr.
Serüvenlerini yazarken, bu gözüpek çocuklarýn kiþiliðinde
birer kahraman yaratmaya çalýþmadým. Okuyunca
görülecektir: onlar gerçekten yiðit kiþilerdi.
Olaya, bir avuç teröristin silahlý eylemi, birkaç anarþistin
düzene karþý ayaklanýþý olarak bakmak, olanlarý bu
gözle görmek, o günlerde olduðu gibi, þimdi de yanlýþ bir
yargýlamaya götürebilir.
Belki bir avuçtular, birkaç kiþiydiler. Görünüþe göre
de silahlý eylemlere giriþmiþler, kurulu düzene baþkaldýrmýþlardý.
Yanýltmamalý bu. Görünüþün ardýnda yatan büyük
ve gizli giriþimi görmezden gelerek bu genç insanlarý
yargýlamaya kalkarsak, 12 Mart sonrasýnda olduðu gibi, yine
onlarý yok edip ortadan kaldýrmak, öldürerek cezalandýrmak
kastýyla yargýlar, birçoðunu yeniden ipte sallandýrýrdýk.
Bir avuçtular, ama bir baþýna deðillerdi.
Oyuna getirildiklerinin, yalnýz býrakýldýklarýnýn acýsýný,
öldürülmekten yakayý sýyýrýp yaþýyor olanlar, sanýrým
hala duyuyorlardýr.
12 Mart'ý gerçekleþtiren karþýt güçlerin sorumlularý,
sonra aradan bunca yýl geçtikten birbirlerini suçlayan, baþarýsýzlýklarý
ve suçluluklarý açýsýndan kendilerini aklatmaya
çalýþan ilginç açýklamalarda bulundular. Hiçbir açýklamada,
nedense bu genç insanlarýn adý bile geçmedi. Sanki
hiç görmemiþler, hiç tanýmamýþlar bu çocuklarý; asker-sivil
bir yönetimin baþarýsýz giriþimcileri bu çocuklarýn sýrtýný
hiç sývazlamamýþlar sanki.
Okuyunca görülecektir: bu çocuklarýn bana gizlice
anlattýklarýnda az da olsa ipuçlarý vardýr.
Aný, belge karýþýmý bu anlatýyý bir roman gibi de okuyabilirsiniz;
yeter ki sizde býrakacaðý hüzün kalýcý, onarýcý
olsun.
Hüzün, gerçek acýlarýn izdüþümüdür bence.
Ýstanbul, Ekim 1986
:::::::::::::::::
ONUNCU BASIM ÝÇÝN
Gülünün Solduðu Akþam, 1971 yýlýnda Ankara Bir
Numaralý Mamak Askeri Cezaevi'nde kaldýðým ilk tutukluluk
dönemimde Deniz Gezmiþ ve arkadaþlarýyla birlikte
olabildiðim bir hafta içinde (11-18 Eylül) onlarla yaptýðým
konuþmalar sýrasýnda hýzla tutmaya çalýþtýðým daðýnýk notlardan,
cezaevi günlüðümden, dýþarýya yazýp yolladýðým
mektuplardan ve o mektuplarýn satýr aralarýna bir gölge gibi
iliþtirdiðim görünmez anýlardan ve belleðimde, yüreðimde
kalanlardan yola çýkýlarak yazýlmýþtýr.
1976 yýlýnda, elimdeki notlarýn bir kýsmýný toparlayarak
günlük bir gazete için bir dizi yazý hazýrlamýþtým. Sonra
gazetenin þaþýrtýcý tutumu yüzünden o yazý dizisini yayýmlatmaktan
vazgeçip Deniz Gezmiþ Anlatýyor adýyla kitap
olarak çýkarmýþtým. O kitap, Gülünün Solduðu Akþam'ýn
bir bölümü, bir öndenemesi sayýlabilir. O kitapta
yalnýzca Deniz Gezmiþ ve Yusuf Arslan'la yaptýðým konuþmalar,
bir de üç gencin asýlýþ sahneleri vardý. O kitap,
kendi içinde de eksik bir kitap olmuþtu. Özellikle Deniz
Gezmiþ'in konuþtuðu bölümde, Deniz'in bazý sözlerini
onun bazý eylem arkadaþlarýnýn isteklerine uyarak yazdýðým
metinden çýkarmak zorunda kalmýþtým. Ayrýca o kitapta
birtakým kurgu yanlýþlarý da yapmýþ olduðumu sonradan
anlamýþtým. Deniz'in düþürüldüðü ilk pusu ile son
pusunun ayrýntýlarý ne yazýk ki birbirine karýþmýþtý.
Gülünün Solduðu Akþam'ý yazmaya kalkýþýnca, elimdeki
bütün yazýlý notlarý yenibaþtan çözümleyip derlemek
zorunda kaldým.
Özellikle Deniz Gezmiþ'le konuþurken tuttuðum kargacýk
burgacýk notlar, haklý bir tedirginliðin, bir garip korkunun
belirtilerini de taþýyordu. Yazdýðým notlar cezaevinde
ele geçebilir, özellikle de onlarýn baþýna yeni dertler
açabilirdi. Öyleyse yazdýklarýmý benden baþka kimse okuyamamalýydý.
Bu yüzden oldukça okunaksýz, çok kýsa
cümlelerden oluþan, pek çok cümlenin özetlenerek kaðýda
geçirildiði, yalnýzca cümlelerin deðil, birtakým sözcüklerin
de sonradan tamamlanmak üzere yarým býrakýldýðý, yer
yer nokta noktalarla geçiþtirilmiþ bir tür steno gibiydi, öylesine
garip bir þeydi elimdeki metin.
Olmaya ki bu konuþmalar önceden tasarlanmýþ birtakým
sorulara düþünülerek verilmiþ yanýtlardan da oluþmuyordu.
Kaçamak bir buluþmanýn þaþkýnlýðý ve gerginliði
içinde, birbirleriyle yeni tanýþmýþ insanlarýn pek de açýk olmayan
tutuk konuþmalarýydý kaðýda geçirmeye çalýþtýklarým.
Ve ister istemez de daðýnýktý, savruktu anlatýlanlar.
Hele Deniz Gezmiþ'le yaptýðým konuþma. Sürekli o'ydu
konuþan ve geç kalmýþ olmaktan korkar gibi konuþuyordu.
Araya girip sorular soruþum, anlattýklarýnýn ayrýntýlarýný
yakalamak, sözde ileride onlarla ilgili yazacaðým romana
gerekli gereçleri saðlayabilmek içindi. Nitekim anlatýlanlar,
böylesi sorularla bu kadar renklenebilmiþtir.
Üstelik birkaç gün sonra salýverileceðimi nereden bilebilirdim.
Öyleyse iþin baþýndaydýk. Bu anlatýlanlar, olayýn
ana çizgilerini kabaca belirleyecek, zamanla, geriye dönüþlerle
romanýn gerçek ayrýntýlarý ortaya çýkabilecekti.
Deniz Gezmiþ Anlatýyor adlý kitabýmda yer alan bölümler,
Gülünün Solduðu Akþam'da yeniden ve daha eksiksiz
toparlanýp biçimlenmiþtir.
Ayrýca, bu kitabý oluþtururken yazmayý tasarladýðým,
ama kitaba koymadýðým, ancak kitap çýktýktan sonra haftalýk
bir dergide açýklamak zorunda kaldýðým önemli bir
bölümü, Deniz'in benden üç kiþilik zehir isteyiþini anlattýðým
bölümü de kitabýn sonunda bulacaksýnýz.
:::::::::::::::::
Bir akþamüstü
oturup
hapisane kapýsýnda
rubailer okuduk Gazali'den:
--Gece:
büyük laciverdi bahçe.
Altýn pýrýltýlarla devraný rakkaselerin.
Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.--
NAZIM HÝKMET
:::::::::::::::::
BÝR AKÞAMÜSTÜ
OTURUP
Ankara, Bir Numaralý Mamak Askeri Cezaevi.
30.6.1971 (Cezaevinde tuttuðum günlükten): --Bugün
görüþ günüydü. Ne güzeldi. Annem, babam, karým, üçü birden
gelmiþlerdi. Çift kat cam bölmeli daracýk görüþme odasýnda
seslerimizi duyurabilmek için baðýra baðýra birþeyler
konuþmaya çalýþtýk.
Döndüðümde Deniz Gezmiþ'i bizim koðuþta buldum.
Nurhak'ta yaralý olarak yakalanan Mustafa Yalçýner'in baþucundaydý.,
Yavaþ sesle konuþuyorlardý. Bu, onu ilk görüþüm.
Yakalandýðýnýn ertesi günü gazetelerde boy boy yayýmlanan
fotoðraflarýndakinden daha süzgün. Uzun süredir güneþsiz
kaldýðý belli. Zayýf ve beyaz. O yeþil parkasýnýn içinde incecikti.
Yakalandýðý gün üzerinde olan yakasý kürklü parkasýný
giymiþti yine. Sonra nöbetçi yüzbaþý girdi içeriye. Yumuþak
bir sesle birþeyler söyledi Deniz'e. Direnmedi Deniz, kalktý;
birlikte koðuþtan çýktýlar. Gardiyanlarýn dýþarýda azarlandýðýný
duydum.
Aradan üç ay geçecek ve Deniz Gezmiþ'le, yine bir
görüþ günü, baþka bir boyutta, baþka bir baðlamda karþýlaþacaktýk:
11.9.1971 (Ayný günlükten): Uykusuz geçen bir gecenin
ertesinde, öðle yemeðinin aðýrlýðý içinde yataðýma uzanmýþtým.
Ýçim geçivermiþ, uyuyakalmýþým. Uyandýðýmda akþamý
çok yakýnýmda buldum; dostlarý da. Yataðýma týrmandýlar,
baðdaþ kurup oturdular. Sevgili konuklarýma çay söylemek
için alttaki yataða basarak indim, çayocaðýna gittim. Birden
orada, çayocaðýnýn içinde Deniz'i görmek þaþýrttý beni. Aylardýr
hiç görünmemiþti ortalarda.
Deniz, iki üç kiþinin güçlükle sýðýþabileceði, çayocaðý olarak
kullanýlan daracýk bölmenin içindeydi. Çayocaðýný iþleten
iki tutuklu erin arkasýnda bir taburede oturuyordu.
--Merhaba, -- dedi.
--Merhaba, -- dedim: --Ýyi misin?--
--Öykünü bir daha okudum,-- dedi. --Ernesto'yu (Bu öykü 'Kanayan' adlý
kitabýmdadýr.) Daha önce bir gazetede de çýkmýþtý. --
--Cumhuriyet'te,-- dedim.
--Memet Fuat'ýn hazýrladýðý. 'Yýllýk' geçti elime. Orada
gördüm. Bir daha okudum. Ýyi belgelemiþsin.--
--Pek öykü sayýlmaz o, -- dedim.
--Yo, yo, olsun. Çok gerekli bir yazý. Eline saðlýk. --
Görüþ günüydü o gün. Cezaevindekilerin yakýnlarý,
beþ dakikacýk da olsa içeridekileri görebilmek için onca
yola, onca eziyete, onca engellemeye katlanýyor, cezaevine
geliyorlardý.
Biz içeridekilerin hazýrlýklarýysa bir gün öncesinden
baþlardý. Týraþlar olunur, en temiz kýlýklar giyilirdi. Amaç,
dýþarýdakilere ezik, yýlgýn görünmemekti. Bu tavýr, dýþarýdakilere
güç verirdi.
O gün Deniz de görüþmecisiyle buluþmak için beþ dakikalýðýna
koðuþundan çýkarýlmýþ, dönüþte nasýl olduysa
yine kendini unutturup çayocaðýna sýðýnmýþtý.
Cezaevinde yatanlar bilir: bir koðuþun içinde yataktan
yataða konukluða gidilir; týpký bir evden bir eve, bir
mahalleden bir mahalleye gidilir gibi.
Benim de yataðýmda konuklarým vardý, beni bekliyorlardý,
çayla birlikte.
11.9.1971 (Günlükten): Hazýrlanan dört bardakla sekizlik
demliði aldým.
--Gitme de konuþalým,--dedi Deniz.
--Yataðýmda arkadaþlar var, -- dedim.
--Boþver, atlat onlarý,--dedi.
--Atlatamam. Çay beklerler þimdi. --
--Caným, ver çaylarýný gel,--dedi.
Gerçekten de on dakika sonra çayocaðýndaydým. Bekliyordu.
Deniz'in yanýna bir tabure uzattýlar, geçip oturdum.
Çayocaðýný iþleten iki tutuklu erden Ahmet, sýcak suyla doldurduðu
deðiþik boylardaki kararmýþ demliklere birer tutam
çay atýp kývýrýp büktüðü kaðýt parçalarýný demliklerin akýtma
yerlerine týkýþtýrýyor, Aziz de yýkadýðý bardaklarý, dolu
demlikleri alýp daðýtmaya gidiyordu. O sýrada üçüncü tutuklu
er Bahattin de geldi. Ahmet'le Bahattin önümüzde dikelip
bizi meraklý gözlerden gizlediler. Ýkisi de Deniz'le aramýzda
geçen konuþmayý, pek anlamasalar da, ilgi ve hayranlýkla
dinlediler. Durmadan bardak yýkadýlar, çay demlediler.
O gün Deniz'le aramýzda geçen konuþmanýn konusu
edebiyattý. Edebiyata bunca yakýn oluþuna sevinmiþtim.
Ummuyordum. 12 Mart'ýn içeri aldýðý nice arkadaþ için
edebiyat, genellikle küçümsenen bir þeydi. Ýçeriye kuramsal
kitaplar da pek sokulamadýðý için, zamanla onlar da
edebiyatla tanýþmak zorunda kaldýlar. Pek çoðu, doðru dürüst
bir romanla, bir öyküyle, bir þiirle orada tanýþtý. Sanýrým
bugün de öyledir. Ve okudukça, edebiyata ýsýndýkça,
önce nasýl þaþýrdýklarýný, sonra nasýl deðiþtiklerini sevinçle
izlemiþimdir.
(Günlükten): Bir ara Deniz, --Bugünleri de yazmak gerek, -- dedi.
--Yazýlacak elbette,-- dedim. --Daha olayýn çok baþýndayýz.
Zamanla yazýlýr.--
--Yarýnýn gerçek edebiyatý bugünün mahpusanelerinden
çýkacak, göreceksin,-- dedi. --Yazarlarýmýz konu sýkýntýsý çekiyorlardý.
Ýþte bir sürü konu onlara. --
Doðru söylüyordu.
--Peki ama neden yazarlarýmýz içeride deðil?--
--Niye?-- dedim, --Fakir Baykurt burada. Dursun Akçam
da burada. Muzaffer Erdost da. Emil Galip de. Mümtaz Soysal da. --
--Ama aramýzda deðiller,-- dedi. --Çoðu Dýþ B'ye attý kapaðý. --
'Dýþ B' denilen yere 'Vitrin' de diyorduk; Mamak Cezaevinin
dýþ kesiminde, idarenin bitiþiðinde, önündeki çiçekli
geniþ bahçeye bakan, uzaktan da olsa bütün Ankara'yý
gören ayrý bir koðuþtu. Orada, genellikle üniversite
öðretim görevlileri, gazeteciler, yazarlar, yani 'seçkinler'
kalýyordu. Beni de bir ara oraya almak istemiþler, yanaþmamýþtým.
O ara içeride kalmak, içeriyi yaþamak bana daha ilginç gelmiþti.
(Günlük'ten): --Cezaevine giren çok az yazar var,-- dedi.
--Býrak da dýþarýda kalanlar, içeri týkýlanlardan çok olsun, --
dedim.
Nazým Hikmet'ten sonra en beðendiði þair Ahmed
Arif'ti.
--Ama onun þiiri, daha çok eþkýyanýn þiiri. Nedense yýllardýr
yeni bir þey yazmýyor. Tek kitabýyla kaldý. Bugünleri
de yazmalý o,-- dedi. Sonra birden sordu: --Bekir Yýldýz'ý nasýl
buluyorsun?--
--Severim, -- dedim.
--Ama kaba gözlem onunki,-- dedi. --Sanatçý yaný þimdilik
pek aðýr basmýyor. Yaþar Kemal'in 'Bu Diyar Baþtanbaþa'sýna
benziyor yazdýklarý. Öykülerinde röportaj ögesi aðýr
basýyor. --
Bilge Karasu'yu okumuþ, pek beðenmemiþ.
--Füruzan diye bir kýz var, okudun mu?-- dedi. --Bir kitabýný
okudum, pek bir þey anlayamadým ondan da. --
O konuþuyordu daha çok. Soruyor, çoðunlukla da kendisi
yanýtlýyordu. Daha bir sürü ad saydý. Ece Ayhan'ý beðenmiyor,
ama ilginç buluyordu. Edip Cansever'i, Turgut Uyar'ý,
Cemal Süreya'yý iyi izlemiþti. Adnan Özyalçýner'i, Kemal
Özer'i, Ülkü Tamer'i biliyordu. Hepsinin de beðendiði, beðenmediði
yanlarý vardý.
Edebiyata bunca yakýn oluþuna gerçekten þaþýyordum.
--Biz edebiyattan geldik reis, -- dedi.
Onunla yalnýz kalmalýydým. Çayocaðýný iþleten erlerin
meraklý bakýþlarý altýnda onunla kesik kesik konuþmak hoþuma
gitmiyordu.
--Sýkýldýn sen burada, kalk avluya çýkalým, -- dedi.
Kafamdan geçenleri sanki anlamýþtý.
--Avluda görürler seni, býrakmazlar,--dedim.
--Boþver, kalk, -- dedi.
Çýktýk beton avluya. Esmer bir akþam koyuluðu vardý
ortalýkta.
Yan yana volta atmaya baþladýk.
Dal gibi upuzundu. Omuzlarý dardý. Yürürken genç bir
kavak gibi sallanýyordu. Meraklý bir sürü göz bizi izliyordu.
Cezaevinde haklarýnda en çok konuþulan, en çok merak
edilen iki ilginç kiþiden biri Deniz, biri de Ýrfan Uçar. Ýrfan,
Ýstanbul'da gördüðü aðýr iþkenceler karþýsýnda gösterdiði olaðanüstü
dirençle herkesin dilinde. Bir direnç anýtý Ýrfan.
Ve her ikisi de öbür arkadaþlarýyla birlikte ayrý bir koðuþtalar,
gözden ýraktalar.
Birden, --Reis, sen iyi belgeliyorsun,-- dedi. --Che Guevara'yý
belgelediðin öykün çok iyiydi. Belgeye dayalý iyi þeyler
yazacaksýn sen. Yazmalýsýn. Bizi de yazmalýsýn. --
Þaþýrmýþtým.
--Bizi sen yazacaksýn,--dedi. --Bizim þu anda tek görgü tanýðýmýz
sensin. Boku bokuna asýlýp gideceðiz. Yanýmýza sokulan
tek yazar sensin. Bizlerden sen sorumlusun reis. Bizleri
iyice incele. Bize sorular sor, gerekli her þeyi öðren, yaz bizi.
Yazar mýsýn?--
--Yazarým tabii. Yazarým ama, konuþamayýz. Konuþturmazlar. --
--Ýstersen konuþuruz,--dedi. --Sana istediðin her þeyi anlatýrým.
Bütün arkadaþlar anlatýr. Ne istersen. --
--Nasýl olacak bu?--
--Bir yolunu bulurum ben. Ýster misin?--
Nasýl istemezdim. Heyecanlanmýþtým.
--Var mýsýn reis? Yazacak mýsýn?--
--Seve seve, -- dedim. --Çok isterim yazmayý. --
Keyifle güldü.
--Nasýl bir þey düþünüyorsun?-- dedi. --Roman mý? Roman
gibi olmalý. Roman olmalý deðil mi?-- .
--Roman olabilir,--dedim.
--En güzeli de o. Roman olmalý. Kuru kuru anlatýlmamalý.
Kalýcý bir þey olmalý. Yarýna kalmalý. Unutulmamalýyýz. --
Bir roman kahramanýyla yan yana volta atýyordum beton
avluda.
--Ne zaman baþlayabiliriz?-- dedim.
--Hemen þimdi. Niye olmasýn? Bir roman için neler gerekliyse,
sen bilirsin onlarý, sor anlatalým. Neler gerekli sana?--
--Genel yapýsýyla konuyu oluþturan olaylar gerekli önce.
Sonra da bol ayrýntý.--
--Hemen baþlayalým öyleyse. Vaktimiz kalmadý. Bu
adamlarýn ne zaman ne yapacaðý belli olmaz. Vakit çok az.
Hemen baþlayalým. --
Aklýma ilk gelen soruyu soruyorum.
Olmuyor. Olamaz. Sorumu yanýtlamaya çalýþýyor, ama
olmuyor. Giremiyor konuya. Sorular da yanýtlar da daðýlýp
gidiyor. Asýl önemlisi, not tutamýyorum.
Avludaki meraklý kalabalýðýn arasýnda ikimizin de dikkati
daðýlýyor. Yalnýz kalmalýyýz, baþ baþa. Deniz, olaylarý
anlatýrken, ben araya girip sorularýmla onu ayrýntýlara çekmeliyim.
Baþ baþa kalmanýn kaçýnýlmazlýðý konusunda sessizce
anlaþýyoruz. Ama nasýl baþ baþa kalacaðýz?
Daha sonra bunun da bir yolunu buluyoruz.
Deniz'lerin koðuþu bizlerden ayrýydý. Bizler, bir koðuþtan
ötekine rahatça geçebiliyorduk. Onlarsa bir ayrý ýssýz
adada gibiydiler. Bizlerle her türlü iliþkileri kesikti. Kesin
ve sýký bir kuþatma altýndaydýlar. Ara sýra, koðuþlarýn
giriþ kapýsýnýn ortasýndaki küçük konuþma deliðinden yüzlerinin
bir parçasýný gördüðümüz oluyordu. Ama o koðuþun
önüne yaklaþmamýz bile yasaktý. Yalnýzca onlarýn duruþma
günlerinde, sabah götürülüp akþamüstü getirilirlerken,
bir de görüþ günlerinde önümüzden geçerlerken görebiliyorduk
onlarý.
Her duruþma dönüþünde, koðuþlarýna girer girmez kýyameti
koparýrlardý. Hiç deðiþmezdi bu. Dönüp koðuþlarýna
sokulduktan kýsa bir süre sonra, içeriden koðuþun büyük
demir kapýsýný yumruklayýp tekmelerler; onlar götürüldükten
sonra koðuþlarýna gizlice yerleþtirilen bir avuç
dinleme aygýtýný elleriyle koymuþ gibi bulup bir bir toplar,
çiðneyip ezdikleri bu küçük canavarlarý kapýnýn gözetleme
deliðinden dýþarý fýrlatýp baðýra çaðýra aðýzlarýna geleni
söylerlerdi. Cezaevi yönetimi de, nedense, bu iþten kesinlikle
vazgeçmez, bu oyun da böylece sürüp giderdi.
Kaldýklarý koðuþ, uzun bir koridorun bir yanýnca sýralanmýþ
bir dizi hücreden oluþuyordu. Gece yoklamasýndan
sonra her biri, birer ikiþer bu hücrelere kapatýlýyor, sabah
olunca kapýlar yeniden açýlýyordu.
Uzun koridorun sonunda, hücrelerin bittiði yerde, iki
uzun yemek masasýnýn bulunduðu geniþçe bir alan vardý.
Masalarýn üzerinde, savunmalar için gerekli kitaplar, dosyalar
yýðýlýydý.
Savcý, iki gün önce iddianameyi okumuþ, hemen hepsinin
idamýný istemiþti. Sýký bir savunma hazýrlýðý içindeydiler.
Savunmanýn hazýrlanýþýnda iþbölümü yapmýþlardý.
Gördüðüm kadarýyla, savunmayý genel olarak tasarlayan
ve geliþtiren, Hüseyin Ýnan'dý. Atilla Keskin de ona yardým
ediyordu.
Koðuþlarýna ilk giriþimde dipteki alanda topluca yemekteydiler.
Hemen hepsi ayaktaydý. Önlerindeki kavun
dilimlerini kaþýklýyorlardý. Bir geç kalmýþlýk duygusu içinde,
bir yere yetiþmek ister gibiydiler.
Deniz, savunma hazýrlýklarýna pek katýlmýyordu. Bu
da, onunla uzun süre baþ baþa kalabilmemize, konuþabilmemize
yaradý.
Tek baþýna kaldýðý hücresine girdik. Yerler, sigara dipleriyle
doluydu. Yataðýn bir köþesinde Orhan Kemal'in
okunmaktan yýpranmýþ bir romaný vardý: 'Bereketli Topraklar
Üzerinde'.
Yataðý oldukça kirli ve daðýnýktý. Deniz, yataðýn dibine
oturdu, sýrtýný duvara dayadý. Ben demir parmaklýklara
dayandým; koridora sýrtýmý dönmüþtüm. Yazdýklarýmý görebilmeme
yetecek kadar bir ýþýk, dizlerimin üstündeki küçük
defterimi aydýnlatýyordu.
O konuþurken, ben sýk sýk araya giriyor, onu ayrýntýlara
çekiyordum. Anlattýklarýnýn asýl renkli bölümleri de
bu ayrýntýlarla ortaya çýkýyordu. Çok yavaþ anlatýyor, ben
de hýzla not alýyordum.
Ýlk günkü konuþmamýzý kaçamak yapmýþtýk. Ertesi
gün, koðuþlarýna girmeme izin verilmesi için cezaevi komutanlýðýna
bir dilekçe hazýrlayýp verdiler. Þaþýlacak þey:
bana izin çýkmýþtý.
Gerekçe olarak da, benden aldýklarý küçücük 'Hermes
Baby' yazý makinemi, klavyesi deðiþik olduðu için kullanamadýklarýný,
savunmalarýný hazýrlamak için önlerinde pek
az günleri kaldýðýný, makineyi ancak benim kullanabileceðimi,
üstelik hukukçu olduðumu belirtip, savunmalarýnýn
hazýrlanmasýnda kendilerine yardýmcý olabilmem için koðuþlarýna
girmeme izin verilmesini istemiþler. Komutanlýktan
bu izin çýkýnca, ertesi gün koðuþlarýna gizlice girmeme
gerek kalmadý. Demir kapý açýlýverdi önümde.
Deniz, anlatmak istediklerini kolayca toparlayamýyordu.
Anlatacak çok þeyi vardý. Anlatmak istemediði þeyler de
çoktu. Duruþmalara zarar verebileceðini düþündüðü
konularda açýklama yapmaktan kaçýnýyordu. Onlarý anlatýlabilir
duruma sokmak için özel bir çaba harcadýðý belli
oluyordu. Gizli kalmasý gereken konularý anlatmamasýný
ben de istemiþtim. Onu rahatlatmýþtý bu sözlerim. Kimi
anlattýklarýný da küçük defterime deðil, yüreðime ya da
belleðime yazýyordum. Ara sýra o da beni uyarýyor, --Yazma
bu anlatacaklarýmý,-- diyordu. Yazmýyordum.
Anlatmadýðý ne kadar çok þey olduðunu yýllar sonra
anlayýp þaþýracaktým.
Aldýðým notlarýn ele geçebileceði düþüncesi benim kadar
onu da tedirgin ediyordu. Bu yazdýklarýmý nasýl dýþarý
çýkarabilecektim? Gerçekten de çok zor oldu, ama oldu sonunda.
12 Mart döneminin ölüm isteðiyle yargýlayýp astýðý bu
üç genç insanýn üçüyle de uzun uzun konuþmuþ olmayý
çok isterdim. Görüþleri, eylemleri ne olursa olsun, bir döneme
damgalarýný vurmuþ, o günlerin en ilginç kiþileriydiler.
Hiç beklemediðim anda salýveriliþim, gerçekten bir
romanýn, hem de büyük bir romanýn gereçleri olabilecek
bu konuþmalarýn yarým kalmasýna neden oldu:
Kýsa da olsa Deniz Gezmiþ'le ve Yusuf Arslan'la konuþabildim.
Ama arkadaþlarý arasýnda 'Dede' diye çaðrýlan
ve hareketin gerçek önderi olduðu söylenen, eski arkadaþým
Hüseyin Ýnan'la görüþme olanaðý bulamadým. Çünkü
o günlerde Hüseyin, yoðun bir biçimde, ortak savunmanýn
çatýsýný kuruyordu. Önlerinde gerçekten pek az günleri
vardý. Onu bu çalýþmalarýndan alýkoyamazdým.
Elimdeki notlardan yola çýkarak bir roman yazmayý
çok düþündüm. Olmadý. Yapamadým. Konuya her giriþimde,
sanki bir emanete hýyanet ediyormuþum duygusuna
kapýlýyordum. Ýþte o ara Yaralýsýn adlý romaným ortaya çýkýverdi.
Bana anlatýlanlarýn yükünü yýllarca taþýdým.
Bir döneme ýþýk tutacaðý düþüncesiyle, þimdi bu notlarý
toparlayýp yeniden yazýyor, romanlaþtýrmadan, belge,
aný, anlatý biçiminde günýþýðýna çýkarýyorum.
:::::::::::::::::
MARE NOSTRUM (Mare Nostrum: Bizim Deniz (Latince).)
En uzun koþuysa elbet Türkiye'de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koþtu
En sekmez lüverin namlusundan fýrlayarak...
En hýzlýsýydý hepimizin,
En önce göðüsledi ipi...
Acýyorsam sana anam avradým olsun,
Ama aþk olsun sana çocuk, AÞK olsun!
CAN YÜCEL
:::::::::::::::::
--ÞARKIÞLA'YA DÜÞÜRMESÝN
ALLAH SEVDÝÐÝ KULUNU--
:::::::::::::::::
DENÝZ GEZMÝÞ
anlatýyor
Ýstanbul'dakilerle ilgimiz yoktur. THKP(THKP: Türkiye Halk
Kuruluþ Partisi.) ve THKC (THKC: Türkiye Halk Kurtuluþ Cephesi.)
bizden sonradýr.
Biz, Dev-Geç'ten koptuktan sonra 'Kýr Gerillasý'na
karar vermiþtik. Eskidir bu hikaye. THKO (THKO: Türkiye Halk Kurtuluþ
Ordusu) bu amaçla kuruldu.
Amacýmýz 'Kýr Gerillasý' olarak eylem yapmaktý.
Gerekli her þey hazýrdý: gereçler, kýlýklar falan.
Çocuklar daðdaydýlar.
Biz þehirde beþ kiþi kalýp 'Þehir Gerillasý' olarak
çalýþacaðýz, silah falan almak için gerekli parayý saðlayacaðýz.
Sonra da gidip daðdaki arkadaþlara katýlacaðýz. Amacýmýz buydu.
Bu beþ kiþiden üçü daðda öldü: Sinan, Alp, bir de
Kadir Manga.
Ýzmir'de ölen Ýbrahim Öztaþ'ý da sayarsak, demek
THKO dört ölü verdi.
Bugünkü kuþak bizden oldukça deðiþik; bambaþka
özellikler taþýyor.
Bakýyorsun, çocuðun doðum tarihi ya 1950 ya
1951. Almýþ eline silahý, eyleme girivermiþ.
Suç bu çocuklarýn mý? Deðil. Hiç deðil. Geçmiþ
kuþaklarýn sorumluluðunu da bu kuþak yüklenmiþ.
Bu yeni arkadaþlarý söylüyorum.
Bak, bizim kuþak baþka türlüydü.
Biz edebiyattan falan geldik buraya.
Beni al iþte: 1966'da üniversiteye girdim, Ýstanbul
Hukuk Fakültesine. Partiye 1964'te girmiþtim, Türkiye
Ýþçi Partisine. Fakülte kantininde edebiyat tartýþýrdýk.
Sonra Yenikapý'ya dadandýk. Bir tür bohemlik iþte.
Bu yeni kuþak, bizler gibi bohemlikten gelmedi.
Edebiyatla bile burada, mahpusanede tanýþtý.
Bu kuþak, bizler gibi öyle uzun boylu düþünce
tartýþmalarý falan da yapmadý, yapamadý; yapmaya
fýrsat bulamadý ki. Üniversite özgürlüklerini yaþamanýn
ne olduðunu bile anlayamadan kendilerini eylemin
içinde buldular.
Sonra, bu yeni kuþak, kültürden de nasibini alamadý.
Örneðin, Beethoven'ý doya doya dinleyemedi.
Eisenstein'ýn, Pudovkin'in filmlerini bile rahatça, tat
alarak izleyemediler.
Düþünsene, bir resim sergisini bile þöyle içlerine
sindire sindire gezip görme olanaðý bulamadýlar.
Büyük eksiklik bunlar. Bu eksikliklerin onlara
çok zararý oldu.
Marksizm-Leninizm, nasýl insanlýðýn bir ürünüyse,
bu dediklerim de insanlýðýn uzun yüzyýllar sonunda
yaratýp biriktirdikleridir, ürünleridir.
Bizden sonra gelen bu kuþak, insan olarak bütün
bunlardan yoksun kaldý. Hiç de iç açýcý bir durum deðil.
Önemli deðil belki ama, yahu bu çocuklar doðru
dürüst aþýk bile olamadýlar. Sevgilileriyle oturup karþýlýklý
birer soðuk bira bile içemediler.
Ýnsanlýðýn büyük kültür mirasýný, en iyi bir devrimci
anlayabilir, en iyi o deðerlendirebilir. Bilime
inananlarýn ötekilere üstünlüðüdür bu.
Sýradan bir burjuva, inan ki, Beethoven'ýn Yedinci
Senfonisini bir devrimci kadar anlayamaz bence,
bir devrimci gibi yaklaþamaz ona. Ne bileyim, bir
Lorca'nýn, bir Neruda'nýn þiirinin tadýna bir devrimci
gibi varamaz. Ýspanya içsavaþýný yaþayan biri, Rodrigo'yu
nasýl bizlerden daha iyi anlarsa, bu da öyledir.
Eylem sýrasýnda neler duyduðumu anlatmakla
baþlayalým istersen. Banka soygunuyla baþlayalým.
Ankara'da Ýþ Bankasý Emek Þubesi soygunu.
Beþ kiþi yaptýk bu iþi. Yusuf arabayý bulup getirdi;
dýþarýda kaldý, arabada bizi bekledi.
Alp dýþarýda kaldý; gözcüydü o.
Biz üç kiþi girdik içeri. Ben, Sinan, Hüseyin.
Bir kere, heyecanlanmamak olanaksýz. Ama bunun
korkuyla hiçbir ilgisi yok. Hani çok hýzlý giden
bir arabada duyulan heyecan gibi. Bir gerilim. Yani,
bilinmedik bir olayda duyulan heyecan gibi.
Bankaya dalýnca, orada çalýþan insanlarýn durumu
çok garip. Özellikle de yüzleri. Yüzleri hiç kýpýrdamýyor.
Gülerken güler kalýyor adamýn yüzü, sonuna
kadar. Bankaya ilk girdiðin anda duyduðu, geçirdiði
þok sýrasýnda yüzünün aldýðý biçim öylece donup kalýyor.
Hani filmlerde vardýr, akýp giden hareket birden
bir karede dondurulur ya, týpký öyle.
Orada duyulan duygu, öðrenci eylemlerine katýlýrkenki
duygu gibi deðil; kitle duygusuna hiç benzemiyor.
Çok deðiþik.
Benim güleceðim gelmiþti adamlarýn o garip hallerini
görünce.
Ankara'dayýz. Silahlýyýz. Tam takým silahlýyýz.
Benim üstümde kalýn bir parka, kazaklar, atkýlar falan.
Yok, yakalandýðým zaman sýrtýmda olan parka
deðil bu. Çok kalýn bir parka. Onunla kutuplara git,
yat buzlarýn üzerine, üþümezsin. Öylesine sýký giyinmiþim.
Aylardan ocak sonu falan. Banka soygunundan
bir hafta sonra Orta Doðu Teknik Üniversitesinin
spor salonundan tünele indik.
Okul dört bir yandan sarýlmýþ.
Ýrfan Uçar'ýn polisten sýyrýlýp kaçtýðý gün oluyor
bu.
Hepimiz kalýn giyinmiþiz. Dedim ya, benimki
tam bir kar kýlýðý.
Tünelde ýsý kaç, biliyor musun? Seksen derece falan.
Kalörifer tüneli. Yerlerde iki üç parmak su birikmiþ.
Karanlýk. Böyle acayip dehlizler. Tünelin geniþliði
bir buçuk metre falan. Bu hücre kadar iþte. Yükseklik
de iki-iki buçuk metre kadar var. Daracýk iç içe
geçmiþ sokaklar vardýr ya, öyle iþte. Böyle birbirine
açýlan bir dehlizler aðý, labirentler.
Elimizde fenerler. Kalorifer aletlerinden 'çat pat'
bir yýðýn acayip ses çýkýyor.
Biz daha önceden biliyoruz oralarý.
Bizden sonra jandarmalar girmiþ, ancak on beþ
metre falan ilerlemiþler, daha öteye gidememiþler,
dönmüþler. Öylesine dehþet verici bir yer. Görsen,
borularýn arasýnda otomobil direksiyonu gibi kocaman
vanalar var.
Kalörifer düzeninde bir aksama olsa, her an biri
o vanalarý kullanmak için tünele inebilir. Hele asýl
tehlike baþka: Tünelde olduðumuzu sezerlerse, içeriye,
üzerimize buhar falan verebilirler; buharlaþýr gideriz
orada. Bu tehlike var. Biliyorsun bunu.
Beþ kilometre kadar yürüyoruz. Ter fýþkýrýyor
her yanýmýzdan. Böyle su gibi ter akýyor yüzümden,
boynumdan aþaðý. Gözlerime akýyor ter, tuzlu, yakýyor.
Yamyaþýz.
Üstümüzden výzýr výzýr arabalar geçiyor. Duyuyoruz.
Tünel, toprak düzeyinin hemen altýnda.
Bir geniþliðe varýyoruz sonunda. Orada çýkýþ kapýsý
var.
Parkayý çýkarýp atýyorum sýrtýmdan. Her þeyimden
soyunuyorum. Bir don bir fanila kalýyor üzerimde.
O geniþlik yerde ýsý biraz daha düþük. Düþük dediysem
elli derece falan yine.
Saat 14-15 arasý falan.
Tam dört saat bekledik orada. Ortalýðýn kararmasýný
bekliyoruz. Saatler geçiyor, bir türlü kararmýyor
ortalýk. Sonradan anladým ki, çýkýþ kapýsýnýn üstünde
bir lamba varmýþ, onun aydýnlýðý yanýltýyormuþ bizi.
'Kanal' filmini gördün mü sen? Týpký öyle bir
yer. O filmdeki kanalda sanýyor insan kendini. Bilmeyen
biri bir kaptýrsa, çýkmak için bir hafta falan
dolanýr durur içinde tünelin.
Giyindim tabii yine. Ortalýðýn iyice karardýðýný
anlayýnca fýrladým araziye, yirmi-otuz metre ötede
yattým yere. Ýþaret verdim arkadaþlara, onlar da çýktýlar.
Yürüdük.
Bir çamlýk var orada. Çam aðaçlarýnýn arasýnda
ilerliyoruz. Çamlarýn arasýndan yolu gözlüyoruz.
Aðaçlarýn arasýna gizlene gizlene yolun kýyýsýna yaklaþtýk.
Yolu geçeceðiz.
Ötede Dýþ Nizamiye görülüyor. Dýþ Nizamiye
kapýsý beþ yüz metre kadar ötede. Orada bir yýðýn asker.
Giriþ-çýkýþlarý denetliyorlar.
Yolu geçtik.
Geçerken ayaðým takýldý, düþtüm.
O kýlýkta þehre ineceðiz. Düþünebiliyor musun?
Kar var. Yollar çamur.
Yürüyerek Ankara'ya geliyoruz o kýlýkla.
Ve geldik. O kýlýkla geldik ODTÜ'den Ankara ya.
Bu da böyle garip bir hikayedir.
Kanalýn kapýsýný tutmuþ olabilirlerdi. Ama müthiþ
bunalmýþtýk içerde.
Ve kýl payý kurtulduk.
Bizden az sonra tutmuþlar o kapýyý da.
Balgat'taki Amerikan üssüne girdik. Oranýn bir
silah deposu olduðunu öðrenmiþtik. Ama ne silah, ne
bir þey, hiçbir þey bulamadýk.
Üssün içindeki alýþveriþ yerinin önünde, bir kamyonetin
içinde, direksiyonun baþýnda gazetesini okuyordu
zenci çavuþ Finley. Yusuf'la ben kamyonetin
iki yanýndan, kapýlardan daldýk içeri, dayadýk silahlarý
göðsüne. Ödü koptu.
--Öldürmeyin!-- diye aðladý.
Bak o koca zenci aðladý, resmen aðladý. Kaçýrdýðýmýz
öbür dört Amerikalýnýn hiçbiri aðlamamýþtý.
Yusuf direksiyona geçti, Finley'in yanýna. Sinan'la
ben kamyonetin arkasýndayýz. Gazladýk. Amerikan
üssünden çýkýyoruz.
Kapýdan çýkarken, nöbetçiler çaktýlar durumu,
ateþe baþladýlar. Atýlan mermiler Sinan'la benim baþýmýzýn
hemen üstünden geçiyor. Otomatiði ateþledim
ben de, korkutmak için. Benim otomatiðin matrak
bir özelliði var: boþalan kovanlarý bir bir fýrlatýyor.
Boþ kovanlardan biri fýrlayýp Sinan'ýn baþýna çarpýyor.
Vurulduðunu sanmýþ Sinan. Bir boþ kovan da benim
ayak bileðime çarpýyor. Ben de ayný duyguya kapýlýyorum.
Herhalde bacaðýma bir kurþun saplandý,
sýcaðýyla pek duymuyorum, diyorum içimden. Dýþarýdan
bizim çocuklar da ateþe baþladýlar: Alp'le Hüseyin.
Hýzla sýyrýlýp çýkýyoruz anakapýdan.
Ýleride bir yerlerde, Fen Lisesinin karþýsýnda duruyoruz.
Finley'i indiriyoruz arabadan. Bir baþka arabaya
bindiriyoruz.
Yusuf'lar da Finley'in arabasýný alýp götürüyorlar.
Bir yere atacaklar arabayý. Giderlerken karþýlarýna
bir toplum polisi arabasý çýkýyor; tam karþýdan geliyor
böyle, üstlerine doðru, Yusuf'gil, kamyoneti
yolun kýyýsýna çekip polis arabasýna yol veriyorlar.
Yol dar. Polis arabasý geçip gidiyor yanlarýndan. Onlar
da götürüp bir yerlere atýyorlar kamyoneti.
Bir ara Alparslan'a soruyorum: --Þu bacaðýma bir
baksana,-- diyorum. --Yaralandým herhalde.--
Bakýyor Alp ayaðýma. Hiçbir þeyim yok. Sinan'ýn da.
Sonra Finley'i Orta Doðu Teknik Üniversitesine
götürdük. 1 numaralý yurtta, 201 numaralý odada bir
gece konuk ettik. Birtakým bilgiler almaya çalýþtýk
ondan. Ertesi gün de salýverdik.
O gün, Yusuf'lar kamyoneti alýp gittikleri gün,
tepeye geldik. ODTÜ'ye gidiyoruz.
Finley'i kolundan ben tuttum çýkardým tepeye.
--Baðlayýn gözlerini,-- dedim.
Baðladýlar.
--Arkasýný çevirin,-- dedim.
Çevirdiler.
Sinan, hemen atýldý, engel oldu bana; niyetimi
anlamýþtý.
--Konuþalým,-- dedi. --Arkadaþlara da danýþalým da
öyle,-- dedi.
Gözleri baðlý zencinin kollarýna girdiler. Onlar
önden gidiyor, ben de arkalarýndan. Ve içimden hala
zenciyi vurup vurmamayý tartýþýyorum kendimle.
Orada onu öldürmenin, daha doðrusu 'öldürme' eyleminin
yanlýþ bir þey olacaðý yargýsýna varýyorum sonunda.
Haklý buluyorum Sinan'ý.
Deniz, konuþmasýna ara vermiþti. Hücrede, yataðýn
yanýnda, yerde, duvara sýrtýný vermiþ oturan Kor Koçalak
söze karýþýyor:
Bu konuda iki küçük olay da ben anlatayým, iki
küçük ayrýntý. O zaman beni çok etkilemiþti.
Bu Finley var ya, nasýl olduysa, dizinin biraz altýný,
kaval kemiðini bir yere çarpmýþtý. Yarasý vardý biraz.
Küçük bir yara. Ben, yarasýna pamukla tentürdiyot
bastým. Tentürdiyotun acýsýyla yüzü kasýldý; caný
yanmýþtý. O anda karþýmýzda, caný yanan, acý duyan
bir insan, bizim gibi bir insan, bir canlý olduðunu anladým.
Bir de Finley'in üstünü baþýný ararken, cebinden
çýkan bir prezervatif beni çok etkilemiþti. Hayata
baðlayan baðlardý bunlar. Bu iki ayrýntý, onun da bizler
gibi bir insan olduðunu kanýtlamaya yetmiþti.
Ve yine Deniz anlatýyor:
Mart'ýn ya 3'ü, ya 5'i.
Orta Doðu Teknik Üniversitesinin karlý sýrtlarýndayýz
yine.
Bir buçuk saattir yol yürümüþüz.
Nasýl dondurucu bir soðuk. Rüzgar da bir türlü
kesilmiyor.
Elimde silahým. Eldivenliyim.
Üç kiþiyiz: Yusuf, Sinan, ben.
Dört Amerikalýnýn bindiði araba geçip gitti. Beþ
on dakika sonra dönecekler. Biliyoruz bunu. Her
gün yaptýklarý þey. O saatlerde baþka bir araba da geçmez
oradan. Geçecek olsa onu da durduracaðýz; baþka
çare yok. Önemli de deðil.
Yattýk. Mevzilendik. Bekliyoruz.
Beton bir direkle, telörgülerle barikatýmýzý kuruvermiþiz
yolun ortasýna. Barikat saðlam.
Barikatýn berisine yatmýþým.
Eldivenimi çýkardým, elim bir an silaha yapýþýverdi.
Öylesine soðuk var.
Amerikalýlarýn arabasý az sonra göründü. Geldiler.
Durdular.
Ben hemen arabanýn önüne fýrladým.
Direksiyonun yanýndaki kapýdan Yusuf girecek
arabaya. Ben öbür kapýdan dalacaðým.
Dediðim gibi yaptýk, girdik arabaya.
Yusuf, þoförü indirdi arabadan, --Don't move
lan!-- (Kýpýrdama lan!) dedi. Bir elinde silahý vardý,
öbür eli vites kolundaydý.
Ben, Ýngilizce, --Türkiye Halk Kurtuluþ Ordusu
adýna tutuklandýnýz. Politik mahkum iþlemi göreceksiniz.
Buyruklara uyun, yoksa kötü olur,-- dedim.
Þaþýrdýlar.
Yusuf'un bulup getirdiði öbür arabayý gizlediðimiz
yerden çýkardýk yola. Tutukladýðýmýz dört Amerikalýyý
kendi arabamýza geçirdik. Arabanýn arkasýna
bindirdik. Yusuf direksiyona geçti. Ben arka kapýnýn
dibindeyim. Sinan, Yusuf'la benim aramda, ortada.
Onlarýn boþ arabasýný Mete aldý götürdü.
Kepekli boðazýndan geçiyoruz.
--Baþlarýnýzý yere eðin, gözlerinizi kapatýn,-- dedik.
Herifleri alýp eve getirdik. Amaç Apartmaný.
Apartmanýn üç numaralý dairesi. Yusuf'la Sinan önceden
kiralamýþlardý bu daireyi. Yusuf, kiralarken üsteðmen
kýlýðýna girmiþti.
Yusuf, Amerikalýlardan birini alýp eve çýkardý.
Ýkisinin gidiþleri görülecek þeydi: Yusuf, Amerikalýnýn
yarýsý kadar, ancak beline geliyor. Dev bir
zenci. Onlar kapýdan girdiler. Biz de üç Amerikalýyý
pencereden soktuk içeri.
Üstlerindeki parkalarý çýkarttýk.
--Ayakkabýlarýnýzý da çýkarýn,-- dedik.
Çýkardýlar.
Orada yatýþtýrmaya çalýþtýk onlarý.
--Herhangi bir yanlýþ davranýþta bulunmazsanýz,
size bir þey yapmayýz,-- dedik. --Yoksa-.--
Yiyecek birþeyler çýkardýk önlerine. Çay demledik.
Hiç öyle iteleme kakalama yok.
Çocuklar telsizin baþýndalar.
Ben, Amerikalýlarýn baþýna dikilmiþ bekliyorum.
Ýkisinin karýsý da gebeymiþ: Baþçavuþ Jimmy Sexton
ile er Larry J. Heavner'in karýlarý. Üçüncüsü edebiyat
bölümündenmiþ, anasý da Ýtalyanmýþ. Richard
Carazci'ydi adý. Dördüncüsü James Gholson da Katolik
lisesini bitirmiþ.
Baþçavuþ Jimmy çok gýrgýr bir adam. Dedesi, Pecos
Bill'i görmüþ, tanýmýþ; uzun uzun anlatýyor bana.
Larry, sürekli düþünüyor, kötü kötü düþünüyor.
Dördü de, beyni yýkanmýþ halk çocuklarý.
Onlara dünyadaki savaþlarý, Amerika'nýn yaptýklarýný
falan anlatýyorum.
Larry öylesine düþünüyor ki, aðýrýmýza gidiyor.
Onu da, öbürlerini de sürekli yatýþtýrmaya çalýþýyoruz.
Ama en çok Larry'yi.
Bir an önce kurtulmalarýný onlardan çok biz istiyor
gibiydik.
Ýþte o ara bildiriyi hazýrladýk. Hüseyin götürdü
bildiriyi. Birkaç yere verdi. Hüseyin'i gönderdik
çünkü o daha deþifre olmamýþtý, adý geçmiyordu gazetelerde.
Yetkili makamlara tam otuz altý saat süre tanýmýþtýk.
Otuz altý saat içinde istediðimiz fidye ödenmezse,
sözde bu dört Amerikalýyý öldürecektik.
Bildiri, bomba etkisi yaptý.
Kimler karýþmadý iþe. Baþkan Nixon bile karýþtý.
--Fidye verilmemeli,-- diyordu. Ýsmet Paþa bile karýþtý:
--Elinizi kana bulamayýn,-- falan gibisinden birþeyler
söyledi.
Yok, öldüremiyorsun. Faþistlere benzemiyoruz
biz. Kolay deðil adam öldürmek.
Üstelik adamlar suçsuz. Adamlar bilinçsiz ve senin
yaþýndalar.
Suçsuzlar. Dördünün de bir suçu yok. Tek suçlarý,
Amerikalý olmalarý belki. Kendi kurulu düzenlerine
karþý çýkmamakla objektif olarak suçlular belki,
ama sübjektif olarak hiçbir suçlarý yok adamlarýn.
Ayrýca silahlarý da yok. Sen silahlýsýn karþýlarýnda.
Yani koþullar eþit deðil.
Sinan son derece duygulu. Amerikalýlarla içli dýþlý
olmamak için elinden geleni yapýyor. Kaçýrýyor
kendini. --Zorunlu olur da öldürmek gerekirse, belki
öldüremem sonra,-- diyor ve hiç konuþmuyor onlarla;
yüzlerine bile bakmýyor.
Zorunlu olarak adamlarý dolaba týkacaðýz, kapatacaðýz
dolabýn kapaklarýný, yüzlerini falan görmeden
boþaltacaðýz kurþunlarý üzerlerine.
Yusuf'un aklýna, hani gazetelerde kocaman fotoðraflarý
çýkmýþtý, Kýbrýs'ta, banyo küvetinde öldürülen
kadýnla çocuklarý geliyor, söylenip duruyor.
Ben cellat durumuna sokulmuþum gibi bir duyguya
kapýlýyorum.
En çok da ben konuþuyordum onlarla.
Ve olmadý. Öldüremedik.
Bu konuyu aramýzda hiç konuþmuyoruz.
Olaydan sonra arkadaþlarýn da benim gibi þeyler
düþündüklerini anladým; sonradan anlattýlar.
Ben açýkça söyledim: --Öldüremem,-- dedim. Oysa
baþta --Öldürürüm,-- diyordum.
Sinan, daha baþlangýçta öldüremeyeceðini anlamýþ.
Hiçbirimiz adam öldürmemiþiz ki o güne kadar.
Hiçbir deneyimimiz yok. O günden sonra da öldürmedik
kimseyi. Biz insan öldürmedik reis.
Edebiyatçý olan Amerikalý Richard, karýsýna yazdýðý
mektupta: --Hayatýmýn bir namlunun ucunda sona
ereceðini hiç düþünmemiþtim,-- diyordu.
Onlarýn yerine koyuyordum kendimi. Anamý,
babamý, kardeþlerimi düþünüyordum da, --Olmaz --
diyordum.
Dört Amerikalý, önceleri, kurtulmaktan umutlarýný
tümüyle kesmiþlerdi. Ama son iki gün, onlar da
öldürmeyeceðimizi anlamýþ gibiydiler.
Üçüncü gün falandý, Larry'nin, karýsýna gizlice
mektup yazdýðýný gördüm. Çektim aldým mektubu
elinden. Oðlan vasiyetini yazýyordu: --Gider babamgilin
evine yerleþirsin,-- diyordu. --Artýk görüþemeyeceðiz,--
falan diyordu.
Dayanamadým, --Ulan göreceksin karýný be!-- dedim.
Hele birisinin anasý taa Amerikalardan kalkýp
gelmiþti Ankara'ya, uçakla.
Çok da iyi besliyorduk adamlarý. Biz kendimiz
doðru dürüst yemiyor, onlara yediriyorduk. Muzla
besledik be herifleri, muzla.
Birimiz geceleri telsizin baþýnda bekliyor, birimiz
de onlarýn yanýnda nöbet tutuyordu. Sýraya koymuþtuk
bu iþi.
Süre doldu. Bildiride açýkladýðýmýz kararý uygulamadýk.
Kýllarýna bile dokunmadýk.
Önce Hüseyin çýktý evden. Kalan üç kiþi daha
sonra çýktýk.
Onlarý orada öylece býraktýk.
Gidiþimizden haberleri bile olmadý.
Motosikletlerle yola çýkýyoruz.
Geceyarýsý. Mart'ýn ortalarý.
Ýki motosiklet. Birinde Sinan'la biri (bu birinin
kim olduðu hiçbir zaman açýklanmadý) var, öbüründe
Yusuf'la ben de varým.
Ayrý yollardan gideceðiz ve ayrý yerlere.
Sinan'ýn altýncý duygusu çok güçlü. Her zaman
tanýk olmuþumdur buna. Yollarýmýz ayrýlýrken vedalaþtýk.
Bir daha görüþemeyeceðimizi bilir gibi sýký sýký
sarýldý öptü bizleri. Daðda da öyle yapmýþ, öyle ayrýlmýþ
arkadaþlarýndan. Nitekim bu sezgisi doðru çýktý,
gerçekten Sinan'ý son görüþüm oldu bu. Nurhak'ta
vuruþarak öldü.
Ankara'dan çýkarken, hayýr, Türkiye dýþýna falan
gitmeyi, sýnýr dýþýna çýkmayý aklýmýza bile getirmedik.
Kararlýydýk. Ankara dýþýna çýkýp bir kýr karargahý
kuracaktýk.
Elazýð yöresinde bir köprüde Sinan'la buluþacaktýk.
Sinan bizi bir köye yerleþtirecekti.
Yerler buz. Yolun iki yanýnda kar yýðýlý. Yozgat
yolundayýz. Bir saatten fazla gidemiyoruz. Korkunç
bir soðuk, insanýn iliðini donduruyor. Bir saat kadar
gidince duruyoruz. Ýniyoruz motosikletten. Koþuyor,
tepiniyor, atlýyor, ýsýnmaya çalýþýyoruz. Biraz kendimize
gelince yine yola koyuluyoruz. Acayip bir soðuk;
anlatýlýr gibi deðil. Her yanýn uyuþuyor, keçeleþiyor.
Donmaya yakýn bir durumdayýz. Açýz da. Yirmi
dört saattir bir lokma bir þey geçmemiþ boðazýmýzdan.
Yerler de nasýl kaygan. Ýkide bir yuvarlanýyoruz,
düþüyoruz. Sekiz on kere düþtük böyle. Soðuktan da
yüzlerimiz çatladý. Kürklü gocuklar var ikimizde de.
Yozgat'ý geçtikten sonra, önümüzde giden bir
kar makinesinin ardýna takýldýk. Açtýðý yoldan, hemen
arkasýndan gidiyorduk. Gelip geçenler oluyor,
meraklý gözlerle bakýyorlardý bize. O soðukta motosikletin
üzerinde iki adam.
Sivas'ýn Yýldýzeli diye bir ilçesi var. Çocukluðum
Sivas'ta geçti. Oralarý iyi bilirim. Yol, eskiden Yýldýzeli'nin
içinden geçerdi, deðiþmiþ. On yýldýr gitmemiþtim oralara.
Yýldýzeli'nin çýkýþýnda bir boðaz var, iki ovayý
birleþtiren bir boðaz. Uff, dünyanýn hiçbir yerinde
yoktur o soðuk.
Gündüz geçtik Yýldýzeli'den.
Sivas'ýn giriþinde aðýrlýk denetimi var; trafik denetimi.
Girmedik Sývas'a. Saða saptýk, Þarkýþla'ya
vurduk. Gördüler bizi, ama kuþkulanmadýlar.
Þarkýþla'ya on beþ kilometre kala benzin bitti.
Oysa yolda sýk sýk durup benzin alýyörduk.
Yola çýkýþýmýzýn üçüncü günüydü. Tam üç gündür
açtýk, uykusuzduk.
O on beþ kilometrelik yol boyunca taþýdýk motosikleti.
Bittik. Üstelik yol da yokuþ. Motosiklet dersen
en az üç yüz kiloluk bir hikaye. Zaman zaman
bayýlacak gibi oluyoruz. Karanlýk da basmýþ. Felaket.
Þarkýþla'ya ölülerimiz giriyor sanki. Soðuktan
uykusuzluktan, açlýktan haþat olmuþuz.
Tek düþüncemiz, amacýmýza ulaþabilmek: Kýr karargahýmýzý
kurabilmek. Yoksa dayanamazdýk. Bize
güç veren inancýmýzdý, amacýmýzdý.
Þarkýþla'da benzin aldýk. Ýþte o sýrada kar baþladý.
Çok kötü oldu bu. O karda, o tipide motosikletle yola
çýkmamýz olacak þey deðil. Yolda kara saplanýp kalacaðýmýz
besbelli.
Bir Jeep bulduk. Sürücüsüyle pazarlýk edip anlaþtýk.
Saat, sabahýn altýsý.falan.
Motosikleti de Jeep'e yükleyeceðiz.
O arada iki jandarma çavuþu, birkaç polis, bir iki
bekçi bitiverdiler baþýmýzda. Kuþkulanmýþlar bizden.
Karakola çaðýrdýlar.
--Peki,-- dedik.
Benim elimde çantam var. Çantamda bir otomatik
tüfek, mermiler, elbombalarý. Koltukaltýmda da
14'lük Browning. Cebimde bir Nagant tabanca daha.
Elim hep cebimde, Nagant'ýmda.
Tam anacaddenin karþý kaldýrýmýna geçtik, Yusuf
da, ben de, ikimiz birden çektik silahlarýmýzý. Arkalarýný
döndürdük.
--Hadi koþun bakalým,-- dedik.
Havaya birkaç el ateþ ettik.
Bir telörgü var, bir metre yükseklikte. Ben, elimde
çanta, atlayýp geçtim telörgünün üzerinden.
Yusuf da atladý.
Kurþunlar yaðmaya baþlamýþtý ardýmýzdan.
Yusuf, iþte orada, telörgünün üzerinden atlarken
yaralanmýþ kasýðýndan. Yýðýlýp kalmýþ oraya.
Köþebaþýna geçtim. Ateþ edilen yere ben de ateþ
ediyorum. Orada Yusuf'un gelmesini bekliyorum.
Bilmiyorum onun vurulduðunu.
Yusuf yok.
Yusuf'tan bir ses çýkmayýnca kuþkulandým.
Bir bahçeye geçtim. Çantamý açtým. Elbombasýný
koydum cebime. Dört paket de mermi aldým. Paketler
elliþerlik. Ýki paketi bir cebime, ikisini de öbür cebime
yerleþtirdim. Otomatiði de aldým. Nagant tabancamý
býraktým orada. Mermisi tükenmiþti çünkü.
Kütüklüðümü astým, yürüdüm.
Bir evin önünde bir araba gördüm. Saat sabahýn
yedisi falan olmuþtu. Gidip evin kapýsýný çaldým. Bir
kadýn açtý kapýyý. Beni öyle silahlý görünce þaþýrdý.
--Kocaný çaðýr,-- dedim.
Geldi kocasý.
--Araba senin mi?--
--Benim.--
--Çabuk kontak anahtarýný al gel,-- dedim.
Pijamalýydý. Arabanýn aýýahtarýný almaya gitti.
Kapýnýn dýþýndaydým. Ýçeri girmiyordum. O yörelerde
önemlidir bu: Namus sorunu.
Adam gidince kadýn ansýzýn kapýyý yüzüme kapatýp
arkasýndan kilitledi, sürgüyü de sürdü içeriden.
Kapýnýn tam kilit yerine bir el ateþ ettim. Allah
kahretsin, nereden bileceksin, kadýncaðýzýn eli de tam
kilidin üzerindeymiþ; elinden geçmiþ mermi.
--Aç!-- diye baðýrdým, tekmeledim kapýyý.
Ýçeriden sürgüyü çekti, kilidi çevirdi. Bir tekmede
açýldý kapý.
Çok þaþkýndý kadýn. Kanlý eline bakýyordu. Çok
boktan bir durum. Kahroluyorsun.
Kocasý da gelmiþti. Pijamasý üstündeydi. O da
çok þaþkýndý.
--Yürü,-- dedim.
Arabasýna bindik.
O sýra mahalle halký da toplanmýþ gürültümüze.
Biri de, elinde silah, üstümüze geliyor.
--At o silahý elinden!.-- dedim gelene.
Attý silahýný yere.
--Daðýlýn!-- dedim kalabalýða.
Kalabalýðýn ayaklarýnýn dibine, yere birkaç el ateþ
edince çil yavrusu gibi daðýldýlar.
Niyetim gidip Yusuf'u bulmak.
Otuz kýrk kadar jandarma, baþlarýnda da bir yüzbaþý,
alanýn aðzýný tutmuþlar. Baþlarýnýn bir karýþ üstünden
taradým havayý; daðýldýlar.
Arabayla bir tur attým alanda. Yusuf görünürlerde yok.
Oysa oracýkta, kaldýrýmýn üzerinde, yaralý, baygýn
yatýyormuþ Yusuf. Duymuþ benim tarakayý, ama
ses çýkaramýyormuþ.
Ben ateþ edince Yusuf'un yanýna uzun süre kimse
yaklaþamamýþ.
Yusuf, orada iki üç saat kadar baygýn kalmýþ.
Neden sonra yanýna yaklaþýyorlar, bakýyorlar ki
yaralý, alýp Saðlýk Ocaðýna götürüyorlar. Sürekli soruyorlar,
kim olduðunu öðrenmek istiyorlar. Beni ele
vermemek, adýmý açýklamamak için kendi adýný söylemiyor
Yusuf.
Vurduk Kayseri yoluna.
Adam soruyor yolda: Kimim? Neyim?
Adýmý söyleyince çok þaþýrdý. Hiç beklemiyordu.
Karýsýnýn eline bilerek ateþ etmediðimi söyledim.
Baktým da, kýzgýn deðildi bana. Ama þaþkýndý.
Astsubaymýþ.
Cebimde 525 liram vardý. 25 lirasýný kendime
ayýrdým, 500 lirayý astsubaya verdim.
Sigaram kalmamýþtý. Sigarasýný aldým.
Kar yine baþlamýþtý.
Þarkýþla-Yeniçubuk arasý kýrk kilometre. Yeniçubuk'un
giriþinde bir dirsek var. Ýþte orada pusuya düþüyoruz.
Saða sola ateþ ederek, --Hýzlý sür!-- diyorum astsubaya.
Önümüzde bir barikat var. Basýyor gaza astsubay,
yarýyoruz barikatý. Dirseði dönüp bir benzin istasyonunun
önünden geçiyoruz. Ýleride bir demiryoluyla
kesiþiyor yol. Bir arabayla kesip kapatmýþlar yolu.
Hem o arabadan, hem de saðýmýzdan solumuzdan
sürekli ateþ ediliyor üzerimize. Önümüzdeki arabaya
ateþ etmeye baþlýyorum. Araba çekiliyor yolumuzdan.
Yol açýlýyor. Sürüp geçiyoruz, aþýyoruz demiryolunu.
Ardýmýzdan atýlan bir kurþun, astsubayýn baþýnýn
üzerinden geçip camýn hemen üstündeki güneþliðe
saplanýnca bir an paniðe kapýlýyor astsubay, araba saða
sola yalpalamaya, silkelenmeye baþlýyor.
--Korkma, bir þey yok,-- diyorum.
Sonunda yatýþýr gibi oldu. Düzelttik arabayý.
Þarjörü yeniledim.
Bir Jeep takýldý aý-dýmýza. Dönüp camýný taradým.
Sýktýðým mermilerden biri sürücünün boynunu sýyýrmýþ.
Yanýndaki komiser de omzundan hafif bir yara
almýþ. Jeep duruyor, vazgeçiyor bizi izlemekten; kurtuluyoruz.
Bizim araba da delik deþik; kalbura dönmüþ kurþunlardan.
Durup arabayý býrakýyoruz orada. Astsubayý da
alýyorum yanýma.
Bir kavaklýktayýz. Kar inmiþ kavaklarýn dibine.
Bir de dere var önümüzde. Suya giriyorum. Su belime
geliyor. Buz gibi su. Karþýya geçiyoruz.
Sudan çýkýnca anlýyorum: arka cebimdeki kýrk elli
merminin hepsi ýslanmýþ.
Astsubayda bir korku, bir telaþ. Derenin suyu da
iyice üþütmüþ olmalý. Titriyor.
Bir kilometre kadar yürüdükten sonra karlarýn
üzerine sýrtüstü uzanýyoruz.
Yattýðým yerden, bir kilometre ötedeki yoldan
geçip giden arabalarýn farlarýný görüyorum.
Ortalýk aðardý aðaracak.
--Bir benzin istasyonu var mý yakýnlarda?--
--Var. Üç dört kilometre ötede.--
Oraya gidip bir araba yakalamayý düþünüyorum.
Kalkýp yine yürümeye baþlýyoruz.
Adam yürüyemiyor. Kolundan tutuyorum, yardým
ediyorum.
Benzin istasyonunun arkasýna sokuluyoruz. Bir
jandarma Jeep'i var istasyonun önünde.
Sokulup esir aldým jandarmalarý. Çok hazýrlýksýzdýlar.
O sýrada yardým geldi.
Ýþte orada salýverdim adamý; gitti astsubay, pijamasýyla.
Çekildim benzin istasyonunun arkasýna. Arka
yaný bir yamaçtý. Ýstasyon, yamacýn eteðindeydi.
Astsubay korkmuþtu tabii. Korkmaz mý. Hele
ateþ altýna girip çýktýktan sonra.
Bir yandan da tam bir otomat durumuna girmiþti
adamcaðýz. Yani adamýn beyni, senin beynine baðlanmýþ
sanki, ne düþünürsen, ne dersen onu yapýyor,
hem de o anda yapýyor.
Þakasý yok, senin elinde silahýn var, hem de otomatik
silah. O silahsýz. Yanýnda durmadan ateþ etmiþsin
saða sola. Yani seni, elindeki otomatik silahý ateþlerken
görmüþ, izlemiþ adam. Kolay mý?
Çatýþma sýrasýnda deðil, ama çatýþma dýþý kalýnca
hep o kadýncaðýzý düþünüyordum arabadayken. Astsubayýn
elini yaraladýðým karýsýný.
Bir de çatýþma sýrasýnda, --Acaba vurulan, ölen oldu mu?--
diye düþünmekten alamýyordum kendimi. Üzülüyor insan.
Orada, yamaçta düþtüðüm pusuyu anlatayým.
Yerler ýslak, çamur. Zifiri karanlýk. Bir yamaçtasýn
orada. Yalnýzsýn. Jandarmalarýn yaktýklarý mermilerin
alevlerini görüyorsun. Ateþ etsen yerin belli olacak;
ateþ edemiyorsun.
O ara bombayý atmak geldi aklýma. Kafan çalýþýyor.
Mantýðýn týkýr týkýr iþliyor. Soðukkanlýsýn. Pimini
çekip bombayý elinde tutuyorsun bir iki saniye.
Bombanýn dört saniye sonra patlamasý gerek. Vakit
geçirmemelisin. Bomba elinde patlayabilir; bunun
korkusu var içinde.
Fýrlatýyorsun bombayý. Sinip bekliyorsun. O
bekleyiþ müthiþ iþte. Müthiþ uzun geliyor o süre, bir
türlü geçmiyor zaman, saniyeler bir türlü dolmuyor.
Bomba, savunma bombasý; bayaðý etkili patlar. Havada
birtakým kollar, bacaklar göreceðini sanýyorsun.
Daha önce de kullandým bu bombadan, eðitim
atýþlarý yaptým, Filistin'de. Ama þimdiki bu, o eðitim
atýþlarýndan çok deðiþik. Patlayýncaya kadar ilk akla
gelen ve hiç akýldan çýkmayan, bombanýn patlamama
olasýlýðý. Bomba bozuk çýkabilir.
Ve bomba patlayýnca isabet almamalýsýn; bu olasýlýða
karþý tam siper, yüzükoyun yerdesin. Çok gariptir,
bir içgüdüyle ellerini ensende kenetliyorsun.
Hiç tanýmadýðýn, bilmediðin, görmediðin birtakým
insanlarýn bu bombayla ölebileceðini düþünüyorsun
bir an, üzülüyorsun.
Ve patlýyor bomba. Kan kokusu duyduðunu;
baðrýþmalar, çýðlýklar duyduðunu sanýyorsun ilk anda.
Sonra derin bir sessizlik oluyor.
Sonra da kaçýþan birtakým insanlarýn ayak sesleri.
Yani, patlamayla birlikte önce bir þok etkisi oluyor
karþýdakilerde, bir þaþkýnlýk; sonra da panik ve
kaçýþma.
Yaðmur ve çamur. Sigaran bitmiþ; yok, tek sigaran
yok. Müthiþ bir sigara özlemi. Dayanýlmaz bir istek.
Yanýnda da bir bardak sýcacýk çay istiyorsun, iyi
mi. Sonra birden, anlatýlmasý güç bir susuzluk. Yerden
kar falan alýp yiyorsun, çamur olmayan yerlerden,
susuzluðunu biraz olsun gideriyor.
Tepeyi aþtým, Gemerek'e girdim. Saat 23 falan.
Hani terk edilmiþ kentler olur; bomboþ sokaklar; insansýz.
Öyleydi Gemerek. Herkes evlerine çekilmiþti,
herkes uykudaydý.
Bir yapý; bahçe içinde.
Sulusepken, karla karýþýk bir yaðmur.
Dönüp yapýnýn üzerindeki tabelada yazýlý yazýyý
okuyorum: 'Ortaokul.' Hemen yanýbaþýnda da 'Lise.'
Dolaþtým çevresinde. Hoþuma gitti.
Sabah olacak, çocuklar gelecekler önlükleriyle,
çantalarýyla. Duyacaklar bütün bu olup bitenleri, öðrenecekler.
--Hepsi de uykularýndadýr þimdi,-- diye düþündüm.
Saða doðru çýktým. Yamaçta Jandarma Karakolu.
Tekbaþýna bir yapý. Yakýnýnda hiçbir yapý yok. Iþýklarý
yanýyor karakolun.
Sokuluyorum. Ýçeride jandarmalar. Konuþuyorlar.
Gülüþüyorlar. Ama heyecanlý olduklarý belli.
Orada on beþ yirmi dakika durup onlarý izledim,
onlarý dinledim.
Karakolun önünde bir Jeep duruyor. Jeep'i almalýyým.
Dokundum tetiðe, karakola ateþ açtým, duvarlarýna.
Ýçeride bir panik, bir kaçýþma.
Atladým Jeep'e, çalýþtýrdým. Beþ metre ötede kara
saplandý araba. Atladým çýktým Jeep'ten. Bir tümseðin
ötesine attým kendimi, yattým.
Jandarmalar tepeye çýkmýþlar. Jeep'in üzerine
kurþun yaðdýrmaya baþladýlar. Beni Jeep'in içinde sanýyorlar.
Durup orada, yattýðým yerden onlarý izliyorum.
Mermilerin kara saplanýþýnýn ayrý bir güzelliði
var. Kara saplanýrken ayrý bir ses çýkarýyor mermiler.
Jeep, atýlan kurþunlarla delik deþik.
Fýrlayýp kaçmaya baþlýyorum. Görüyorlar beni.
Ardýma düþüyorlar.
Gemerek'te evler hep bahçe içinde. Bahçeler, birer
metre yüksekliðinde yýðýlý taþ duvarlarla çevrili.
Ben önde, jandarmalar arkada, koþuyoruz bir
bahçeden bir bahçeye. Bir duvardan atlayýp yere yatýyorum,
ya ayaklarýnýn dibine ateþ ediyorum, ya baþlarýnýn
bir karýþ üstüne. Onlar da yatýyorlar ben ateþe
baþlayýnca. O zaman kalkýp koþuyorum, öbür duvarý
aþýp yine yatýyorum yere, yine ateþe baþlýyorum.
Böylece biraz dinlenmiþ de oluyorum. Böyle iki üç
tur atýyoruz, dönüp duruyoruz Gemerek'in içinde.
Þimdi herkes sokaklarda. Herkes durmuþ beni
seyrediyor. Yanlarýndan geçip atlýyorum duvarý.
Halkta bana karþý hiçbir hareket yok.
Bir kadýn, evinin kapýsindan, az ötede beni seyreden
kocasýna sesleniyor:
--Herif, gel çorbaný iç, soðuyacak; yine gider seyredersin!--
Çocuklar, ben ateþ ettikçe alkýþlýyorlar. Kiminin
elinde ayçiçekleri; hem beni izliyor, hem ayçiçeði yiyorlar.
Bir buçuk saat kadar sürüyor bu kovalamaca.
Bir ara, üstüne hoparlör baðlanmýþ bir taksi çýkýyor
ortaya. Hoparlörden acýmasýz bir ses þunlarý söylüyor
Gemereklilere:
--Ben Belediye Baþkanýnýz! Komünist Deniz Gezmiþ,
Gemerek'te. Silahý olan silahýný alsýn, av tüfeði
olan av tüfeðini. Silahý olmayan da taþla sopayla saldýracak.
Herkes hazýrlansýn! Yakalayacaðýz onu!--
Gidiyor.
Halkta bu uyarýya karþý hiçbir kýpýrtý olmuyor.
Kaçýp izimi kaybediyorum.
Artýk jandarmalar da yok ardýmda. Dolaþýyorum.
Bir elimde otomatik; kayýþýndan omzuma asmýþým.
Gerekirse rahatça kullanacaðým. Bir elim boþta.
Gerekli olabilir bu elim.
Bir çocuða yakýaþýyorum; on sekiz, on dokuz,
yaþlarýnda.
--Bana Belediye Baþkanýnýn evini göster,-- diyorum.
--Peki Deniz Aðabey,-- diyor, --göstereyim.--
Çok rahat. Çok sakin. Üstelik kendisine soru
sormuþ olmamdan da çok hoþnut. Hani, yardým etmiþ
olmanýn sevinci içinde bir yabancýya yol falan
gösterirler ya, bu çocuk da öylesine mutlu bir rahatlýk
içinde davranýyor. Düþüyor önüme, yürüyoruz.
Bir evin önünde duruyoruz.
--Burasý, aðabey,-- diyor.
Gemerek Belediye Baþkanýnýn evi. Az önce beni
halka linç ettirmek için hoparlörle çaðrýda bulunan
acýmasýz baþkanýn evi.
Tanýþacaðýz.
Bir omuz atýyorum kapýya, giriyorum içeri.
Belediye Baþkaný, evinde; sofada, masanýn baþýnda;
birþeyler atýþtýrmakta.
Beni öyle birdenbire evinin içinde, karþýsýnda görünce
yerlere atýyor kendini, ayaklarýma kapanýyor
utanmadan.
--Ben bir þey etmedim, ben bir þey etmedim,-- diye
yalvarýp duruyor.
Bir odadan karýsý, iki küçük çocuðuyla çýkýyor.
Kadýn þaþkýn. Bir yandan da o baþlýyor:
--Bunlara acý, bu yavrulara acý.--
--Allah belanýzý versin!-- deyip atýyorum kendimi
dýþarý.
Karlý yollara düþüyorum yine. Gemerek'in dýþýna
çýkýyorum.
Tarlalardan yürüyorum.
Ondan sonra o çukur hikayesi oldu iþte.
Son düþtüðüm pusu. Yakalandýðým. Tarlada. Bir
çukurun içinde.
Tarla. Výcýk výcýk çamur. Karlý çamur. Aralýksýz
yaðmur yaðýyor. Sulusepken.
Parkamýn baþlýðýný baþýma çekiyorum. Ellerim
üþüyor. Eldivenlerimi, bir yerlerde, silahýmý daha rahat
kullanayým diye atmýþým. Eldiven de yok. Hava
buz gibi.
Bir çukurdayým. Þu içinde bulunduðumuz hücre
kadar bir çukur. Ayaða kalkýnca yüksekliði göðsüme
geliyor.
Çepeçevre sarýlmýþým.
Bütün arabalarýn farlarý çukurun üzerinde. Jeep'lerin
üzerine A-4'leri kurmuþlar. Saðýma soluma
yaðmur gibi mermi yaðýyor. Mermiler, saplandýðý
yerden çamurlarý savuruyor havaya. Farlarýn aydýnlýðýnda,
yaðan sulusepkeni renklendiriyor havaya savrulan
çamurlar. Çukurun dibine arkaüstü çökmüþüm.
Bir torbanýn dibinde gibiyim. U harfi gibiyim:
Ayaða kalksam, baþým çukurun dýþýnda kalacak. Mermilerden
korunmak için ya çömelmek, ya da böyle
çukurun dibine arkaüstü çökmek zorundayým.
Çukurun dibi kar.
Yattýðým yerden yukarýlarý seyrediyorum, çukurun
apaydýnlýk üstünü. Sanki donanma fiþekleri patlýyor
tepemde. Korkunç güzel bir renk cümbüþü.
'Cývvv' diye giriyor çamura mermiler, çamuru
savurup daðýtýyor havaya. Farlarýn aydýnlattýðý sulusepkenle
birlikte üstüme baþýma sanki renk renk koca
bir dünya yaðýyor.
Çok güzel bir görüntüydü.
Yarým saat, bir saat kadar sürdü bu.
Mermim çok az. Bir süre sonra bitecek. Daha önce
düþtüðüm pusularda çok mermi yakmýþtým. Yusuf'u
ararken, düþtüðüm iki pusudan sýyrýlmaya çalýþýrken
mermilerin çoðunu yakmýþtým.
Ara sýra, doðrulup baþýmý yavaþça çýkarýyorum
boþluktan, bir el ateþ ediyorum. Nereye? Boþluða.
Öldürmek için ateþ etmiyorum. Zaten göremiyorum
ki. Her yanda güneþ gibi yanan farlar. Güneþlerin ortasýndayým.
Gecenin içinde, yaðmurun altýnda ve güneþlerin
ortasýndayým; tam ortasýnda. Ve rastgele yakýyorum
mermiyi.
Aklýma ilk gelen, Mayakovski'nin þu dizeleri oluyor:
Susun artýk konuþmacýlar
Siz savdýnýz sýranýzý
Söz sýrasý mavzer arkadaþta
Þimdi o konuþacak.
Bu dizeleri geçiriyorum aklýmdan ve doðrulup
bir mermi daha yakýyorum. Sonra sinip yine bekliyorum
çukurun dibinde.
Neler geçmiyor aklýmdan.
Ýþte orada ölümü de düþündüm. Ölüm pek ürkütücü
gelmiyor insana. Yine de ölümü kabul edemiyorsun.
Kesin bu.
O ara bilimi falan düþünüyorsun. Ýki yüzyýl üç
yüzyýl sonrasýný düþünüyorsun. Bilimin insanlýða getireceði
þeyleri. Ýçinde bulunduðun durum anlamsýz
geliyor sana, saçma geliyor. Ionesco'nun oyunlarý gibi
bir þey. Yaþaman gerektiðini kavrýyorsun. Bilim almýþ
baþýný giderken, karþýndaki bir yýðýn insanýn ne
kadar küçük þeylerle, küçük ve yanlýþ þeylerle uðraþtýðýný
düþünüp acýnýyorsun. Ýçerliyorsun. Hem de ne
adýna? Kim adýna?
Ýnsanlýðýn geleceðini ve senin o günleri göremeyeceðini
düþünüyorsun. Müthiþ hüzün veriyor bu sana.
Bir yanda eþsiz güzellikte bir gelecek, bir yanda bütün
o güzellikleri göremeyeceðin duygusu. Nasýlsa
öleceðim, diye düþünmeye baþlýyorsun.
Oysa mermi vardý yanýmda daha; azalmýþtý ama
vardý.
Birazdan bir bomba savuracaklar üzerime, çukurun
içine; parçalanýp gideceðim, diyordum. Ölüp gideceksin.
Ýlk anda ölmeyi istemiyordum, hiç istemiyordum;
yani birdenbire. Belki yaralanmayý, rahat ve yavaþ
bir ölümü belki.
Sonra, dünyanýn dört bir yanýnda ölen bir sürü
yurtseveri, devrimciyi düþünüyorsun ve bir ara rahat
bir ölümü düþünmüþ olmaktan utanýr gibi oluyorsun.
Bir devrimci nasýl ölmesi gerekiyorsa öyle ölmeli,
diyorsun. Doðrusu da bu.
Ve daha önce hiç aklýma gelmeyen birtakým anýlar
geçiyordu gözlerimin önünden. Bir film gibi ve
çok hýzlý geçiyordu.
Örneðin, çocukluk günlerim geliyor gözlerimin
önüne. Çocukluðum. Bahçeli bir evimiz vardý; çiçeklerle
doluydu bahçemiz. O çiçeklerin arasýnda oynayýþým...
Sonra ansýzýn bir sevgili. Çok buruk bir duyguydu
bu. Sevgili'nin gülüþü, oturuþu, düþünüþü.
Kesin ve çok net görüntüler bunlar. Anlýk ama
kesin ve net görüntüler. Renkli bir film gibi.
Sevgili'nin o anda belki de evinde oluþu, sýcacýk
bir odada oluþu, belki de neþeli oluþu, gülüyor oluþu.
Ve bütün bu hatýrlananlara karþý, yaþayanlara
karþý içinde küçük de olsa bir kýskançlýk.
Daha bir sürü görüntü: Üniversite günleri, Beyazýt
Alaný, Beyazýt'ýn ara sokaklarý, polisle çatýþmalar,
öbür arkadaþlar. Sonra, hani gazetelerde sosyete dedikodularý
çýkar ya, onlar geliyor aklýma, o haberlerdeki kiþiler.
Ve ansýzýn, ölmemek, yaþamak ve savaþmak isteði
yine. Bunlar yeniden kabarýveriyor, büyüyor içinde.
Düþman bildiklerinle savaþmak, onlarla mücadele etmek
isteði.
Sonra ölen arkadaþlarým geldi aklýma. Daha çok
da Taylan'ý hatýrladým orada. Sonra Filistin'deki çocuklarý.
Ansýzýn çok gülünç bir þey de geliyordu aklýma.
Ve en önemlisi, kantinlerde, Siyasal Bilgiler Fakültesi
kantininde filan 'halk savaþý' üzerine tartýþanlarý,
sýcacýk çaylarýný içerek tartýþanlarý, mangalda kül
býrakmayanlarý geçirdim kafamdan o an; garip bir öfkeyle.
Gülünç geliyor bütün bunlar sana; alabildiðýne
hüzünleniyorsun. Müthiþ canýn sýkýlýyor.
Çok kýsa süreler içinde bunlarý geçiriyorsun kafandan
bir bir ve dört bir yanýn sarýlmýþ. Çukurdasýn.
Elli altmýþ metre kadar ötendeler. Tam bir çemberin
ortasýndasýn.
Arada silah sesleri kesiliyor ve --Teslim ol!-- sesi
duyuluyor.
Baþýmý yavaþça çukurdan çýkarýp, sesin geldiði
yöne bir kurþun sýkýyorum, yine siniyorum çukurun
dibine.
Çukurun çeperinde çalýlar var, dibinde kar.
Birkaç mermim kalmýþ.
Son mermiyi kendin için saklamak istiyorsun.
Gerekirse vuracaksýn kendini, son mermiyi kendine
sýkacaksýn; ellerine düþmemek için.
Bunu düþünürken, gariptir ama, ölüm korkusu
yok. En küçük bir çekinme yok. Namluyu çevireceksin
kendine, basacaksýn tetiðe, tamam. Çok rahat bu.
Namluyu þakaðýna dayayacaksýn ya da aðzýna.
Kurþunu yüreðine sýkmak. Ýçin elvermiyor buna.
Yüreðine kýyamýyorsun. Yürek, garip bir deðer kazanýyor
orada.
Kendi kendime orada, namluyu aðzýma sokup
öleceðimi, acý duymayacaðýmý, böylece kurtulacaðýmý
falan da düþünüyordum. Ama bir de bunun, iþin kolayýna
kaçmak olduðu geliyor aklýna. Vazgeçiyorsun.
Ýki mermim kalmýþtý. Mermiler tükenince çukurdan
çýkmayý düþündüm.
Baþým dik çýkacaðým.
Vururlarsa vuracaklar.
Baþým dik gideceðim ölüme.
Ama ya vurmazlarsa?
O zaman yakalayýp iþkence falan yapacaklar sana.
Ýþkence, yine de kolay geliyor. Bir gün boyunca
sürerse dayanabilirsin. Onun acýsý nasýl olsa geçer.
Zaman nasýl olsa akýp geçecek, iþkencenin acýlarý da
nasýl olsa bir süre sonra silinecek, kalmayacak, diye
düþünüyorsun. On beþ gün önce iþkence görseydim,
þimdiye çoktan geçmiþ olacaktý, unutmuþ olacaktým.
Bunlarý düþündüm orada.
Kararlýydým. Dayanacaktým iþkenceye. Konuþturamayacaklardý
beni, çözülmeyecektim. Kesin kararlýydým bu konuda.
Silahýmý attým birden. O ara ateþ de kesilmiþti:
--Çýkýyorum!-- diye baðýrdým.
Çýktým.
Ateþ eden olmadý.
Parkamýn baþlýðýný sýyýrýp geriye attým. Baþým
dik. Bir elim cebimde, boþ tabancamda. Boþ, ama olsun.
Umursamaz bir hava takýndým. Oysa her an bir
mermi bekliyorum, her an bir mermi gelip bir yerime
saplanacak diye bekliyorum; ha geldi ha gelecek
diye.
Elim, cebimdeki tabancayý sýmsýký tutuyor. Halka
teslim edilebilirim. Boþ tabanca o zaman gerekli
olabilir. Linç falan geçiyor aklýmdan. Sýmsýký sarýlmýþým
tabancama.
--Dur!-- falan diyorlar.
Bir yýðýn þey söylüyorlar.
Artýk duymuyorum söylenenleri, anlamýyorum.
Biliyorum, görüyorum, seziyorum: bütün namlular
üzerime çevrili. Her namlunun ucunda ben varým.
Müthiþ ürpertici bir þey, ama müthiþ de gurur
verici bir þey.
Kum gibi asker kaynýyor çevrede.
Tarladan yola iniyorum. Gemerek'e giden yol.
Gemerek yönünde yürüyorum. Hala her an bir kurþun
bekliyor bedenim. Etimle kemiðimle bekliyorum.
--Kayseri Emniyet Amiriyim!-- diyor bir ses. --Seni
teslim alýyorum!--
Tepkim büyük oluyor. Hiç tasarlamadýðým bir
tepki bu. Düþünmediðim, beklenmedik bir tepki. Elimi
cebimden çýkarýr gibi yapýyorum. Uzaklaþýveriyor.
Yürüyorum.
Bir albay çýkýyor yoluma. Yumuþak bir sesle:
--Teslim ol Deniz,-- diyor.
Tatlý bir ses. Belli ki radikal biri. Rahatlýyorum.
Öyleyse yalnýz deðilim. Yanýmda bizlere yakýn biri
var.
Bir arabaya binip yola koyuluyoruz.
Yakalandýðýmda saat gecenin 02.30'u falandý. Beni
alýp doðruca Kayseri'ye götürdüler. Ellerim kelepçeli.
Ýki yanýmdaki iki iri adama kelepçelemiþlerdi beni.
Yolda boyuna soruyorlar.
Konuþmuyorum.
Kayseri'ye varýyoruz.
Geceyarýsý.
Valinin karþýsýna çýkarýlýyorum.
--Yakalandýn mý sonunda?-- dedi Vali, küçümsemeye
çalýþarak.
--Sen bir kulsun, kul kalacaksýn!-- dedim.
Hiç beklemiyordu. Apýþýp kaldý. Sözümün altýndan
kalkamadý. Çekip gitti.
Çay getirdiler.
Polisler dönüp duruyor çevremde. Garip bir saygý
duyuyor gibiler. Hiçbir kaba söz, kaba davranýþ
yok.
--Aðabey ne istersin?--
--Bir isteðin var mý aðabey?--
Bir de þu var: çok duygulanýyorlar.
Hele ilk yakalandýðýmda, Kayseri'ye götürülürken
iki koluma kelepçeyle baðlanan iriyarý o iki polis,
Ankara'ya götürülüþümde yine ayný arabadaydýlar;
aðladýlar yolda. Ýsteyerek yapmadýklarýný söylediler,
üzüntülerini belirttiler.
Ankara'ya jandarma pikabýyla ve konvoy halinde
girdik. Saat, sabahýn sekizi falandý. Yollarda insanlar.
Ýþlerine gidenler. Okullarýna giden öðrenciler.
Yaðmur yaðýyordu. Islak bir Ankara sabahý. Sevdiðim
sabahlardan biri.
Ýçiþleri Bakanlýðýnýn önüne geliyoruz. Ýndiriyorlar
arabadan. Tam Ýçiþleri Bakanlýðýna girecekken, kalabalýktan
biri --Yuh!-- diye baðýrýyor. Yürüyorum
üzerine, iki üç adým atýyorum. Polisler o kadarýna
izin veriyorlar. Kaçýyor --yuh-- çeken. Giriyoruz içeri.
Ýçiþleri Bakanýnýn karþýsýna çýkarýlýyorum.
Çok keyifliydi. Ayaktaydý. Odasý, sabahýn sekizinde
gazetecilerle doluydu.
Ben hep baþýmý dik tutmaya, canlý, dipdiri görünmeye
çalýþýyorum. Nasýl bitkinim oysa, ayaklarýmý
güçlükle sürüklüyorum. Ayakta duracak gücüm yok.
Ama belli etmiyorum.
--Geçmiþ olsun,-- dedi Ýçiþleri Bakaný, gülerek.
Suratýna baktým pis pis. Hiçbir karþýlýk vermedim.
Bakan, gazetecilere döndü:
--Þu pejmürde kýlýklý adam, Halk Kurtuluþ Ordusunun
kahramanýymýþ,-- dedi.
--Beðenemedin mi,-- dedim. --Tabii kahramanýyým.
Türkiye Halk Kurtuluþ Ordusunun savaþçýsýyým.
Ne olduklarýný gösterdiler. Bundan sonra da
gösterecekler,-- dedim.
--Nereye gidiyordun?-- dedi.
--Devrime,-- dedim.
Duvardaki haritayý gösterdi, haritada Sivas'ý gösterdi.
--Buradan mý gidiliyor devrime?-- dedi.
--Senin kafan almaz böyle þeyleri,-- dedim. --Karþýnýza
bir gün dikildiðimiz zaman anlarsýn,-- dedim.
--Türkiye'de bir tek ordu vardýr, o da Türkiye
Cumhuriyeti ordusudur,-- dedi.
--Onun için Demirel ve senin gibi uþaklarý, hemen
istifayý bastýnýz,-- dedim.
Sinirlendi.
Üzerine yürür gibi yaptým, bir adým attým. Geriledi.
Þaþýrdý. Dehþetli bir panik havasý içinde, elini
kolunu sallayarak, kekeleyerek,
--Gö-gö-götürün bunu,-- dedi.
Sürükleyerek çýkardýlar beni odadan.
--Göstereceðiz sana da, senin gibilere de, Amerika'nýn
güvenilir uþaklarý!-- diye baðýrdým kapýdan çýkarýlýrken.
Gördüm: gazetecilerin yüzlerinde büyük bir þaþkýnlýk
vardý.
Odadan çýkarýp beni Emniyet Genel Müdürünün
odasýna soktular.
Emniyet Genel Müdürü, durmadan --Bakanýmýza...
Bakanýmýza... hakaret etti,-- diye söyleniyordu.
--Sen de uþaksýn!-- dedim ona. Sövdüm.
Böyle bir davranýþ beklemedikleri için herkes þaþkýndý,
hepsinde tam bir panik havasý vardý. Bir ben
bu paniðin dýþýndaydým. Gazeteciler de paniðe kapýlmýþ
gibiydiler.
--Ben uþak deðiliýn,-- dedi Emniyet Müdürü.
--Öyle olmasan bugün burada olmazdýn,-- dedim.
Alýp emniyete götürdüler beni.
Emniyette de davranýþlarým ayný. Komiserlere,
polislere, emniyet müdürüne, hepsine tepeden konuþuyorum,
aþaðýlayýcý sözler söylüyorum.
Akþam olacak, saat 17'de herkes çekilip gidecek
ve iþkence baþlayacak, diye düþünüyorum.
Dördüncü güne girmiþim, açlýk, uykusuzluk,
yorgunluk bitirmiþ beni. Son gücümü kullanýyorum,
direniyorum.
Saat 17 oldu ve iþkence baþlamadý.
Ýradeyi sýfýra indirecek bir ilaç verdiler: Ýðne yapacaklardý,
yaptýrmadým. Zor kullanarak yapmak istediler,
direndim; baþaramadýlar. Hapý seçtim. Aldým
hapý. Biraz aðzýmda tutarým, diye düþünüyordum.
Ýkinci Þube Müdürüyle bir komisere de birer hap
içirdim.
--Önce siz için, sonra ben içeyim, yoksa içmem,--
dedim.
Birer hap yutmak zorunda kaldýlar.
Koþullandýrýyorum kendimi ve boyuna baský yapýyorum
kendime: --Söylemeyeceðim. Söylemeyeceðim.
Böyle yaparsan, hap da olsa, söylemek istemediðin
þeyleri söylemiyorsun.
Ýlaç gevþetiyor. Ama kendini koþullamýþ olman
önemli.
Orada da polisler saygý duymaktan kendilerini
alamadýlar.
Direnirsen sonuç hep böyle oluyor.
Birkaç tanesi bozuluyor tabii bana; birkaç tüyübozuk,
müthiþ sinir oluyor yaptýklarýma. Ama oradakilerin
büyük çoðunluðu saygýlý oldular bana.
Asacaklar herhalde.
Bu, o günkü politik ortama baðlý.
Faþizm güçlüyse asar.
Politik bir mücadele veriyoruz.
Sýnýf mücadelesinin arttýðý dönemlerde yasa masa
kalmaz. Hukuk, ancak denge durumlarýnda vardýr ve
iþler. Siyasal iktidar için pek tehlikeli deðilsindir,
onun da pek bir gücü yoktur, hukuk vardýr o zaman.
Gerici sýnýflarýn en güçlü iktidarýdýr faþizm.
Ýyi sordun.
Evet ölüme gidiyor bu yolun sonu, idama gidiyor.
Biliyorsun bunu. Yakalandýðýn andan baþlayarak
bunu hep biliyorsun. Hele hücreye týkýlýp da düþünme
rahatlýðýna erince; yine ayný þey: idam, ölüm.
Ama, biliyor musun, pek de korkunç gelmiyor
bu sana.
Umut mu? Umut her zaman var. Umutsuzluk
diye bir þey yok. En azýndan, 'Kaçabilirim,' 'Kurtulabilirim'
diye düþünüyorsun.
Ama baðýþlanmayý düþünmüyorsun. Çýkarýlacak
bir af'fý düþünmüyorsun. O yok iþte.
Ve bir devrimcinin idama nasýl gideceðini, bir
mitinge, bir eyleme gider gibi gideceðini karþý devrimcilere
ve herkese göstermek gerektiðini düþünüyorsun.
Ýnan, bunda hiçbir çekincem, en küçük bir
tereddütüm yok.
O sahneyi çok iyi somutladým:
Ýdam günü gelip çatýnca, o sevdiðim, alýþtýðým
giysilerimi giyeceðim: postallarýmý, parkamý.
Beyaz ölüm gömleðini giydirmek isteyecekler,
giymeyeceðim. Kesin. Direneceðim ve giymeyeceðim.
Öyle her zamanki eyleme gidiþ tavrýmla gideceðim.
Yok, týraþ falan da olmayacaðým.
Gidip, oturup, önce bir sigara yakacaðým orada.
Sonra demli, sýcak, güzel bir çay içeceðim.
Ha bak, Rodrigo'nun o ünlü gitar konçertosunu
dinlemek isterim orada. Bak, bunu çok isterim. Sanýrým,
asýlacak bir insanýn son isteðini geri çevirmezler.
Bunu isteyeceðim.
Avukatlarýmýn idamda bulunma haklarý var. Onlarýn
orada olmalarýný isteyeceðim; kesin isteyeceðim.
Gelecekler. Gelmeleri gerek. Çünkü bizden sonrakilere
umut verecek bu sahne. Asýlýþýmýz gürültüye gitmemeli.
Ýpe nasýl gittiðimizi, gelecek kuþaklara anlatacak
doðru dürüst, güvenilir görgü tanýklarý bulunmalý orada.
Bir devrimcinin ölümü bile, normal eyleminden,
normal mücadelesinden soyutlanamaz.
Bir de kendim çýkýp urganý kendim geçireceðim
boynuma. Bunu çok istiyorum. Cellat falan sokmayacaðým
yanýma. Ýðrenç bir þey.
Ve dönüp oradaki heriflere diyeceðim ki: --Burada
ölen yalnýzca benim bedenimdir, ki zaten ölümlüydü,
ölecekti. Ama düþüncemi öldüremeyeceksiniz,
ölmeyecek, yaþayacak,-- diyeceðim.
Sonra avukatlarýma döneceðim: --Sizler de, gelecek
kuþaklara bizler adýna tanýklýk edin,-- diyeceðim.
--Görün ve tanýk olun: Bir devrimci ölüme böyle gider
iþte; bayram yerine gider gibi.--
Þunu da söyleyeceðim: --Herhangi bir trafik kazasýnda
ölmekten falan da güzeldir bu.--
Ýmam falan gelirse dua mua etmek için, ...tir edeceðim.
Bak; sana bir þey söyleyeyim: Þurada gördüðün
arkadaþlarýn hiçbirisinde, inan ki, farklý bir düþünce
yok. Hepsi de benim gibi gidecekler ölüme. Çok iyi
biliyorum bunu. Ýþte en iyi örnek Yusuf. Vurulup da
kendine geldiði anda söylediði ilk sözleri bilirsin:
'Kahrolsun Amerikan emperyalizmi. Biz Amerikan
emperyalizmine karþý dövüþtük. Yaþasýn baðýmsýzlýk
savaþý. Yaptýklarýmdan da çok hoþnutum.' Böyle demiþti
Yusuf. Bu böyle olmalýdýr.
Ve soracaklar bana. Vasiyetim þu olacak: --Cesedim
yakýlsýn,-- diyeceðim. Bunu kesin isteyeceðim.
--Cesedim yakýlsýn, küllerim de belirsiz bir yere savrulsun.--
Böylece hem benim isteðimin dýþýnda imam, mezar,
dua gibi þeyler olmayacak; hem de aslolan inancýmdýr,
düþüncemdir, asýl onun önemli olduðunu kanýtlamýþ
olacaðým. Düþüncedir aslolan, önemli olan.
Baðýmsýzlýk savaþý nasýl olsa bitmeyecek, sürecek;
bizden sonra da.
Ölüme karþý bütün bu yürekliliði, sana dünya görüþün
veriyor.
Kazancakis'in o romanýný bilirsin: 'Günaha Son
çaðrý.' O kitabýn son bölümünde bu duyguyu ne güzel
anlatýr Kazancakis; mücadeleyi býrakmamanýn,
mücadeleden kopmamanýn o büyük sevincini ne güzel
anlatýr. Ýþte o sevinci duyuyorsun, o büyük sevinci.
Bu kavganýn ateþi insaný öyle bir sarýyor ki, seni
insanlýktan çýkarýp insanüstü bir yaratýk durumuna
getiriyor.
Bak dostum, þu gördüðün arkadaþlarýn hepsi de
asýlacak belki. Hepsi de idamla yargýlanýyor, biliyorsun.
Bu çocuklarýn yaþ ortalamasý yirmi bir falan.
Gencecik çocuklar. Görüyorsun, þarký söylüyorlar.
Buradan çýkýp kurtulsalar bile bunlarýn büyük çoðunluðu
dýþarýda kesinlikle þurada burada vurulup ölecek
insanlar. Korkularý yok. Ýnançlarý var. Ýnanmýþ adam
güçlüdür, korkmaz.
Bunlar, okullarýnda da kendilerini kabul ettirmiþ
insanlar. Hepsi de okuduklarý okullarýn en baþarýlý
öðrencileri. Sýnýflarýnýn ya birincisi, ya ikincisiydiler.
Bak iþte, þu þimdi önümüzden geçen Semih (Orcan)
fakülteyi onunculukla falan kazanmýþ. Bunlarýn çoðu
lisede iftihara falan geçmiþ. Rastlantý deðil bu. Bütün
devrimcilerde rastlanan ortak özellik. Çok önemli
bir etken; namuslu devrimcilerin kafa yapýlarý bakýmýndan
gerçekten çok önemli bir etken. Hani bu iþe
giriþmeseler, bu kurulu düzene karþý çýkmasalardý,
inan ki bu bozuk düzenin en sivri noktalarýna hýzla
týrmanýr, yükseliverirdi hepsi de. Yani bugünkü bozuk
düzenin içinde bile en yüksek mevkilere kolayca
gelebilecek çapta insanlar hepsi de. Hepsi öyle. Pýrýl
pýrýl zeka yapýsýna sahip insanlar. 1952 doðumlu, on
dokuz yaþýnda çocuklar var aralarýnda.
Ama bak, þarkýlar söyleyerek ölüme karþý savunma
hazýrlýyorlar. Sen de gördün, sen de okudun savunmalarýn
bir bölümünü; ipin ucundayken bile
kimse kendini savunmaya kalkýþmýyor, kimse kendi
baþýný kurtarmaya çalýþmýyor. Devrimci tavýr budur.
Sanki savunma deðil de, Türkiye'nin sorunlarýný inceleyen
bir kitap yazýyor gibiler. Amaçlarý yanýlmamak,
Türkiye'nin sorunlarýna gerçekçi açýdan yaklaþmak,
gerçekçi, somut çözüm yollarý getirmek.
Dedim: On dokuz yaþýnda insanlar var aralarýnda.
Öyle sanýyorum ki, ölüme karþý duyulan bu duygular,
bütün devrimcilerde vardýr.
Bu iþe girdik bir kere. Sonuna kadar da götürecektik.
Hiçbir piþmanlýk duymadýk yaptýklarýmýzdan;
hiçbir zaman.
Yaptýklarýnýn kesin doðru olduðuna inanýyorsun.
Tam bir devrimci gibi davranmaya çalýþýyorsun. Kesin
piþmanlýk yok.
Yanlýþlarýmýz oldu tabii. Ama büyük yanlýþlar
deðildi.
Evet, 12 Mart'ý beklemiyorduk. Beklediðimiz o
deðildi. Radikal bir hareket çok þeyi deðiþtirebilirdi.
Çok yazýk oldu.
Severim ben askerliði. Ankara'da saklandýðým evlerin
bir kýsmý subay arkadaþlarýmýn evleriydi. Hepsi
deðil, ama beni saklayanlarýn çoðu subaydý. Ev deðiþtirirken
o subay arkadaþlarýmýn resmi kýlýklarýný giyerdim.
Kimse kuþkulanmazdý benden. Subay kýlýðýyla
Ankara sokaklarýnda az mý dolaþtým.
Çatýþma.
Normal silahlý çatýþmada, sýk sýk vurulduðunu sanýyorsun.
Aldýðýn yaranýn sýcaklýðýyla vurulduðunu
daha anlamadýðýný sanýyorsun. Gerçekten yaralandým
mý, diye arada bir yokluyorsun kendini.,
Ama çatýþma sýrasýnda yaralanmýþ olmanýn, kesin,
hiç önemi yok.
Çatýþma sýrasýnda þaþkýnlýða kapýlmýyorsun. Eðitimin
büyük yararý var bunda.
Daha önce Filistin'e geçmiþtik. El Fetih'te olmuþtuk.
Orada gördüðümüz eðitimin çok yararý oldu bize.
Yaptýðýný bilerek yapýyorsun.
Hiç paniðe kapýldýðým olmadý çatýþmalarda.
Çatýþýrken ve yakalanýnca, ölçü olarak büyük
devrimcileri düþünüyorsun. Bir devrimci nasýl davranýr,
diye düþünüyorsun. Che Guevara nasýl davranmýþtý
diye geçiriyorsun kafandan. Onu ve onun gibileri
düþünüyorsun. Sen yazdýn iþte Che Guevara'yý
öykünde; nasýl davrandýðýný bilirsin o adamýn. Çatýþmada
iþte onlar gibi davranmak gerektiðini düþünüyorsun,
bunu istiyorsun.
Hep bunu düþünüyordum: çatýþýrken de, yakalanýnca
da onlar gibi davranmak.
Çatýþma sýrasýnda, pusuda beklerken, uðrunda
kavgaya girdiðim insanlara sevgi duyuyordum. Uðrunda
mücadeleye girdiðim köylülere, iþçilere, özellikle de
çocuklara.
Çocuklarý düþünüyordum sýk sýk. Müthiþ bir sevgi,
müthiþ bir özlem duyuyordum onlara.
Refleksler, silahlý olaylarda, çatýþma sýrasýnda,
çok iyi çalýþýyor.
Arabalarýn ön farlarý, ýþýklarý tarýyor bizi. Arabalarýn
yönlerini deðiþtirerek tarýyorlar seni. Sürekli
yer deðiþtiriyorsun, hedef olmamak için.
Yerler ýslak, çamur.
Yorgunsun. Oturduðun yerden hiç kalkmak gelmiyor
içinden. Uykuyu özlüyorsun. Öyle garip, çeliþik
bir durum iþte.
Eskiþehir yolu üzerinde Yusuf arabayý þarampole
yuvarlamýþtý. Bilerek, isteyerek yaptý bunu.
Yirmi otuz araba dolusu polis geldi.
Gece.
Bütün arabalarýn farlarý yanýyor. Polis arabalarýnýn
tepesindeki mor ýþýklý fýrfýrlar durmadan dönüyor.
Bir sirk görüntüsü sanki. Eðlence yerinde gibisin.
Sanki Lunapark'tasýn. Heyecanla olanlarý izliyorsun.
Pusudayken müthiþ bir rahatlýk var. Kesin böyle.
Ama ölüme karþý da buruk bir hüzün var içinde.
Þehir içi olaylarda, arabayla durmadan yer deðiþtirirken
arkana takýlan her arabadan kuþkulanýyorsun.
Ardýndaki her arabaya polis arabasý gözüyle bakýyorsun.
Kaçýnýlmaz bir duygu bu.
Sürekli izleniyorsun. Hep bir avlanma alanýnda
gibisin. Zaman zaman kendini bir av hayvaný falan
gibi hissediyorsun. Sürekli izleniyorsun, sürekli kovalanýyorsun
çünkü.
Ölüm gelip kapýna dayandýðýnda, bu tür bir mücadeleyi
sürdürdüðün için, ortaya koyabileceðin her
þeyi ortaya koymuþsun gibi geliyor sana.
Mutluluk veriyor insana bu.
Ölüm ürkütücü deðil. O tehlikeyle burun buruna
gelmedikçe, ölüm somutlaþmadýkça, hiç aldýrmýyorsun,
hiç takmýyorsun ölümü. Ama ölümle yüz
yüze gelince, iþte o zaman garip bir hüzün baþlýyor.
Bütün bu olaylarýn içinde ilk ölüm korkusunu,
Þarkýþla'da Yusuf'u vurduklarý zaman duydum.
Çok daha önce de duymuþtum bu korkuyu.
Ölüm korkusuyla ilk 1966'da karþýlaþmýþtým. Çok eskidir
o hikaye.
Bir de, bütün bu olaylarý, bu acýlarý, gelecek kuþaklarýn
belki de hatýrlamayacaðýný düþünüyorsun.
Bütün bu acýlarý, sýkýntýlarý onlar için çektiðini çok
iyi biliyorsun oysa.
Ve birden, kendi açýndan bakýnca, bir kiþi olduðunu,
yani biricikliðini, içine girdiðin çatýþmanýn bir
kiþinin çatýþmasý olduðunu, ölürsen bir kiþinin ölümüyle
öleceðini ve bunun, o büyük kavganýn içinde
ne kadar önemsiz kalacaðýný düþünüyorsun bir an.
Ýþte Vietnam. Milyonlarca insan ölmüþ. Her biri,
bir yýðýn acý, bir yýðýn sýkýntý çekmiþ ve ölmüþ. Ölen
bir yýðýn devrimci. Ama her ölen, bir kiþilik ölümünü
ölmüþ.
Ve gelecek kuþaklar, --Beþ yüz kiþi falan öldü,-- diye
bilecekler ve geçip gideceksin o beþ yüz kiþinin
içinde.
Çektiðin acýlarýn gelecek kuþaklarca da bilinmesini
istiyorsun ister istemez.
Silahlý çatýþma sürerken ölüm korkusu yok, hiç yok.
Ama pusuya falan düþüp de düþünme fýrsatý bulunca,
yani beklerken, ölüm geliveriyor insanýn aklýna,
ister istemez. Ateþ ederken, çatýþýrken bu korkuyu
yaþamýyorsun; daha çok da taktik falan düþünüyorsun.
Öyle sanýyorum ki ölüm karþýsýnda duyulan birtakým
duygular bütün devrimcilerde vardýr.
Ama mahpusluk kötü þey. Çok kötü.
Bir devrimciye en çok koyan da, mahpus olmak,
eylemin dýþýnda kalmak. Korkunç bir þey bu. Hiçbir
iþe yaramaz oluyorsun; hiçbir þey yapamaz oluyorsun,
kahroluyorsun. Korkunç bir þey bu.
Fizik iþkence hiç önemli deðil; insaný pek etkilemiyor.
Dayanýyorsun. Önemli olan psikolojik hikaye.
Ýstanbul'da bir keresinde on üç kiþi filandýk. Bizi
sýralamýþlardý karþýlarýna. Makineli tüfek gibi aralýksýz
sorular soruyorlardý, kýsa kýsa. Yanýt vermemek
çok güç oluyor. Ben orada, soru sorulunca, hiç düþünmeden
sövüyordum. Çok iyi oluyor. Biraz düþünmek,
bir an duraksamak bile, yüze o anda vuran ifadeyle,
polise bir ipucu verebiliyor.
Bir de ara sýra gelip alay ederler, yüzünü eller biri,
alay ederek --Þuna bak,-- falan der. Müthiþ sinir bir
þeydir. Yani kiþiliðini yok etmek isterler o anda. Kesinlikle
duracaksýn, aldýrmayacaksýn, sinirlenmeyeceksin.
Çok önemli.
Yakalandýn. Adamlar gelip gelip vururlar sana,
olmadýk hakaretlerde bulunurlar.
Bütün bunlara karþý devrimci taktik þu: Söveceksin.
Elin boþtaysa vuracaksýn. Ellerin baðlýysa tüküreceksin
yüzlerine. Hiç aþaðýdan almak, sinmek yok.
Falakaya falan yatýracaklar belki. Direneceksin.
Falakaya bile güçlükle yatýracaklar seni. Boyun eðmek
yok.
Ve onlardan hiçbir zaman hiçbir þey istemeyeceksin.
Sigara bile.
Böyle yaptýn mý, herifler eziliyorlar karþýnda; hele
iþkenceden sonra büyük saygý duyuyorlar sana. Ýþkenceye
senin onca dayanman ve devrimci tavrýn, heriflerde
böyle bir etki býrakýyor.
Yakalanýnca, karþý devrimcilerin eline düþünce,
çok pis, çok korkunç bir durum oluyor. Yakalayanlarýn
yüzlerindeki o keyifli görünüm. Büyük bir þey
baþarmýþlar sanki. Müthiþ piþman oluyorsun o yüzleri
görünce.
Ýrfan'ý (Ýrfan Uçar'ýn anlattýklarýný kitabýn ileriki
sayfalarýnda okuyacaksýnýz.) dinledin iþte. Ýþkenceyi asýl
o yaþadý. Hem de korkunç yaþadý. Onun gibi direnebilmiþsen,
dayanabilmiþsen, daha sonra ikinci kez ellerine düþsen bile
öyle pek iþkence yapmýyorlar artýk. Yalnýzca kýzgýnlýktan,
öfkeden dövüyorlar seni. Bir bok çuvalý gibi
kaldýrýp bir hücreye atýyorlar. Dayak falan hiç kalýr
iþkencenin yanýnda.
Ýrfan da anlattý: Ýstanbul'da bütün iþkenceleri yöneten
Ilgýz Aykutlu'ydu. Ýstanbul Birinci Þube Müdürüydü.
Faþistlerleydi. Biliyor musun, edebiyat okudu o;
Ýstanbul Edebiyat Fakültesinde okudu. Edebiyatýn
bir insanda iþkence duygusunu yok edemeyiþine
þaþýyor insan. Olmaz öyle þey. Ýyi bir edebiyatýn
olduðu yerde iþkence miþkence olamaz.
Gördün iþte Ýrfan'ýn tabanlarýný. Getirildiði ilk
günlerde et kalmamýþtý tabanlarýnda. Kemikleri çýkmýþtý.
Falakada tabanlardan kan fýþkýrmasýný sormuþtun
Ýrfan'a. Unuttu o anlatmayý. Þöyle oluyor: Sopayý yedikçe
deriyle et ayrýlýyor birbirinden. O boþluða, o
araya kan doluyor. Deri de birkaç yerinden delinince,
sývýyla dolu bir torba düþün, vurdukça o deliklerden
kan dýþarý fýþkýrýyor. Ýrfan'da bu deri de kalmamýþtý.
Sinan'ýn ölümünde, burada, arka hücrelerdeydim.
Ne gazete, ne radyo, hiçbir þey verilmiyordu.
Sinan'ýn ölümünü ancak on beþ yirmi gün sonra
öðrendim.
Mücadeledeyken, kavgadayken, savaþýrken, arkadaþýnýn
vuruluþu, ölüþü pek koymuyor insana, ama
eylemin dýþýna itilmiþken, arkadaþýnýn ölümü çok deðiþik
oluyor.
Sinan'ýn ölümünü duyunca içim kinle doldu. Demir
parmaklýklara sarýldým. O parmaklýklarý parçalayýp
dýþarý fýrlamak isteðiyle doluverdi içim.
Ama aðlamýyor insan yine de. Hiç aðlamadým
ben. Aðlayamýyorsun.
Ýki erkek kardeþim var. Küçüðü sempatizan. Büyüðünün
bu iþlerle ilgisi yok. Babam iyidir bak.
Onun gazetelerde çýkan demecinin çoðu yalandýr.
Dostuzdur onunla. Üzülüyor tabii. Ama biliyor musun,
onlarý pek düþünmüyorum. Dünya görüþümüz
böyle yapýyor bizi herhalde. Öylesi duygulara pek
yer kalmýyor.
:::::::::::::::::
UZUN ÝNCE BÝR YOLDAYIM
:::::::::::::::::
Deniz, konuþmamýzýn noktalandýðý bir yerinde, birden
ayaða kalkmýþ, gerinmiþ,
--Yoruldum ben reis,-- demiþti. --Biraz avluya çýkacaðým.
Sana Yusuf'u göndereyim, biraz da onunla konuþ.--
O gün Deniz'le konuþtuklarýmýz, gerçekten yorucu
konulardý. Gelecek ölümü de, ölümün biçimini de sormuþtum
ona. Yanýtlamýþtý. Ýçimiz yorulmuþtu.
Ve Yusuf Arslan gelmiþti yanýma.
Þimdiye kadar hiç baþ baþa kalmamýþtýk onunla, hiç
oturup konuþmamýþtýk.
Topaç gibi bir çocuktu. Sýký, týknaz, kýsa boylu, oldukça
içine kapanýk biri. Hiç gösteriþi yok.
Yine Deniz'in daðýnýk yataðýna oturduk, karþýlýklý.
Yalnýzýz.
Çocuklar, beton avluda baðýra çaðýra voleybol oynuyorlar.
Yusuf çekingen. Ne anlatacaðýný bilemiyor. Anlatmayý da
gereksiz görüyor sanki. Deniz çok konuþkan oysa.
Ben sorularla açmaya çalýþýyorum Yusuf'u. Ben sordukça
düþünüyor, rahatlýyor, anlatýyor. Hiç süslemeden anlatýyor,
yalýnkat anlatýyor.
Olaylara dýþarýdan bakýyor sanki. Kendini hiç aþýrý
duyarlýða kaptýrmadan, soðukkanlý bir tavýrla yanýtladý sorularýmý.
Olaylarýn inceliklerine inebilmek için sýk sýk kestim
konuþmasýný, aralara girdim, ayrýntýlara indirdim onu.
Çünkü oldukça kýsa ve genel çizgileriyle anlatýyordu yaþadýklarýný.
Anlattýðý konu bitince de susuyor, önüne bakýyordu.
Ayrýntýlarla biraz olsun geliþtirdik konuþmamýzý.
Onun bir gün uzak bir köþeden söylediði bir türküyü
þimdi de duyar gibiyim:
Uzun ince bir yoldayým
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldayým
Gidiyorum gündüz gece
En sevdiði türküymüþ bu. Veysel'in türküsü.
Sonradan anlattýlar: Asýlmadan önce o gün, kapatýldýðý
hücrede, sürekli bu türküyü söylemiþ.
:::::::::::::::::
YUSUF ARSLAN
anlatýyor
:::::::::::::::::
Þarkýþla'dayýz; Deniz'le ben.
Ateþ ediliyor üzerimize.
Yanlýþlýkla tel çitli hükümet konaðnýn bahçesine
girdik.
Deniz atladý çitin üzerinden.
Ben tam bacaðýmý çitin üzerinden atarken, havada
vuruldum; düþtüm yere, kalkamadým, kaldým orada.
Kurþunu yiyince bir sýcaklýk, bir yanma duydum
yalnýzca. Hemen bayýlmýþým.
On beþ dakika kadar tam baygýn kalmýþým. Sonra
biraz kendime geldim. Yarý baygýndým. Hafif kar serpeliyordu,
hatýrlýyorum.
Yarý baygýnken, Deniz'in, elindeki makineliyle
tarayarak uzaklaþtýðýný duydum. Bir de baðýrýþ çaðýrýþlarý.
Ben yüzükoyun düþüp kapaklanmýþým yere, kaldýrýma.
Yarý baygýným ve duyuyorum baðýrýþlarý ve
makinelinin sesini.
Müthiþ bir iþemek isteði. Müthiþ çiþim var. Çiþimi
yapmak istiyorum, yapamýyorum.
Kan dolmuþ mesaneye.
Ve acý baþladý.
Bir buçuk iki saat kadar orada öylece kaldým,
kaldýrýmda, yüzükoyun.
Neden sonra yanýma sokuldular.
Kim olduðumu bilmiyorlar.
Konuþmalarýný duyuyorum, anlamýyorum.
--Þeyin oðlunu mu vurduk yoksa?-- diyorlar.
Telaþla askeri bir Dodge'a koyup Saðlýk Ocaðýna
götürdüler beni.
Deniz'in kasabada tur attýðýný bilmiyorum. Ama
makinelisinin sesini ve baðýrýþlarý çok iyi hatýrlýyorum.
Saðlýk Ocaðýnda bir masaya yatýrdýlar.
Yara çok acý veriyor.
O ara sürekli adýmý soruyorlar, kim olduðumu
öðrenmek istiyorlar. Soranlar polis ve jandarma. Söylemiyorum
adýmý. Hiçbir þey söylemiyorum. Beni tanýyamadýklarýný
anlýyorum. Adýmý söylersem kaçanýn
Deniz olduðunu hemen anlayacaklar. Onun hala
yakalanmadýðýný da konuþmalarýndan anlýyorum. Susuyorum.
Adýmý sorduklarýnda acýdan baðýrýr gibi yapýyorum,
baðýrýyorum ya da bayýlma durumuna giriyorum,
sözde bayýlýyorum.
Saðlýk Ocaðýndayken, bir masanýn üzerine uzatýlmýþým,
kasýðýmdan yaralýyým ve ilgilenen yok. Yalnýzca
kimliðimi çözmeye çalýþýyorlar.
Fotoðraflar getirdiler, baktýlar bir bir. O zaman
tanýdýlar beni.
--Yusuf Arslan bu,-- dediklerini duydum. --Yusuf
Arslan bu,-- dediler ve iþte o zaman soymaya baþladýlar beni.
Çitin üzerinde yaralanýp kaldýrýma düþtüðümde
elimde tabancam vardý. Bakýyorum, tabancam yok
elimde. Almýþ biri, kim almýþsa.
Beni soyuþlarý bile korka korka oluyor.
--Dikkatli olun, kendini de uçurur, bizi de,-- diyor
çekingen, tedirgin bir ses.
Dikkatle, özenle soyuyorlar beni, üstümdekileri
bir bir çýkarýyorlar.
Fanilamýn üstünde, Ankara'da kaçýrýp sonra salýverdiðimiz
dört Amerikalýdan biri olan Baþçavuþ
Jimmy'nin madalyonu vardý. Bir aný olarak almýþtým
Jimmy'den. Kolye gibi boynuma takmýþtým; kurþunun
kalbime girmesini önlesin diye. Madalyonun
üzerindeki 'Police' yazýsýný okudular.
--Ne yaptýk?-- dedi biri. --Gizli polisi vurmuþuz.--
Sonra bunun Amerikalý bir polise ait olduðunu
askeri doktor akýl edip çýkardý.
Sivas valisine telefon ettiler: --Acele hastaneye
kaldýrýlmasý gerekiyor,-- dediler.
Vali de, --Ben araba çýkarýncaya kadar yola çýkarmayýn,--
demiþ.
Bir ara yaralý bir kadýný getirdiler. Bir eli kan
içindeydi.
--Siz de adam mýsýnýz, bir adamý yakalayamadýnýz!--
diye çýkýþtý oradakilere.
Beni gördü, ama bir þey söylemedi.
Elinden yaralý olan bu kadýnýn, Deniz'in yanlýþlýkla
vurduðu kadýn olduðunu çok sonra öðrendim;
astsubayýn karýsýymýþ.
Sonra savcý geldi.
Hala benim Yusuf Arslan olduðum konusunda
kesin bir inançlarý yok. Fotoðraftan beni tanýdýklarý
halde hala bana adýmý sorup duruyorlar. Deniz'in adý
da dolaþýyor aðýzlarda.
Ýþte o ara, --Yeniçubuk'taki barikatý da yarýp geçmiþ,--
diye konuþtuklarýný duydum aralarýnda.
Saðlýk Ocaðýnýn ambulansý olduðu halde göndermediler
beni. Gördüm, hiçbir týbbi önlem alma olanaklarý
yoktu oradakilerin. Ne yazýk. Adý Saðlýk Ocaðý.
Dýþ kanama durmuþtu. Ama iç kanama sürüyormuþ.
O ara, --Adýn ne?--, --Nereye gidiyordun?--, --Yusuf
Arslan mýsýn?-- diye sorup duruyorlar yine.
Deniz'in yakalandýðý haberi gelince, sonunda ben
de konuþtum. Adýmý söyledim.
Çatýþma olduðunda, ben yaralandýðýmda saat altý,
altý buçuk falandý. O saatlerde girmiþtik Gemerek'e.
Oysa Deniz'in yakalandýðý haberi geldiðinde saat gecenin
iki, iki buçuðu falandý; o sýralardaydý iþte.
Polisin biri, Ankara'daki polislerden birini yaralama
olayýný hatýrlatýp yüzüme bir yumruk indirdi.
Aldýrmadým.
Belimden aþaðýsý çýplaktý. Soymuþlardý. Soðuktu.
Donuyordum. Örtmüyorlardý üstümü.
Sonunda ambulans geldi.
Deniz'i yakalayan Sivas Jandarma Komutaný ve
Sivas Emniyet Müdürü de geldiler. Ambulansa attýlar
beni. Sivas'a doðru yola koyulduk.
Yolda hala yarý belimden aþaðýsý çýplak. Tipi.
Kar. Ambulansta soðuktan donabilirim. Diþlerim birbirine
vuruyordu. Yol boyunca yarý baygýnlýk durumundayým,
bayýlýp ayýlýyorum.
--Ölüyor,-- sesleri çalýnýyor kulaðýma. Her þey düþ
gibi geliyor bana o ara. Nasýl olup da yakalandýðýmýza
bir türlü akýl erdiremiyorum, inanamýyorum.
Sivas'a sabahýn beþ buçuðunda falan geldik. Ortalýk
aydýnlanýyordu.
Vali de geldi.
Ameliyat salonuna aldýlar beni.
Sivas Emniyet Müdürü, yaþamamdan umudunu
kesmiþ olmalý ki, ölmeden önce ifademi almaya çalýþtý.
Görevini eksiksiz yapmaya çalýþýyordu. Ameliyat
masasýndaydým ve baþýma dikilmiþ sorular soruyordu:
--Nereye gidiyordunuz?--
--Diyarbakýr dolaylarýna.--
--Ne yapacaktýnýz orada?--
--Sýðýnabileceðimiz bir köy bulabilirsek orada kalacaktýk,
olmazsa dýþarý çýkacaktýk.--
--Komünist bir ülkeye mi sýðýnacaktýnýz?--
--Komünist olmayan bir ülkeye gidecektik:--
Böyle sormuþtu, böyle söylemiþtim. Ýfademde yazýlýdýr
bunlar.
Sonra ameliyat ettiler beni.
Ameliyat eden doktor, demokrat bir insandý, gerçek
bir doktordu. Baþka bir doktorun eline düþseydim
ölebilirdim.
Bir ara Emniyet Müdürü, --Deniz'in ifadesine göre,
yanýnýzda baþkalarý da varmýþ, kaçmýþlar,-- dedi.
Ona baðýrdýðýmý hatýrlýyorum.
Yakalandýðýmýza bir türlü inanamýyordum. Her
þey düþ gibi geliyordu bana, ciddiye alamýyordum.
Ameliyattan çýktýðýmda, ayaðýmdan karyolaya
zincirle baðlanmýþ olduðumu gördüm.
Odada polis vardý.
Doktor sýk sýk geliyordu yanýma. Bir fýrsatýný bulunca
eðiliyor, yavaþ sesle, beni gerçekten rahatlatan,
umutlandýran bir iki güzel söz ediyordu bana; biraz
olsun yatýþýyordum.
Ameliyatýn ertesi günü babam geldi. Ancak bir
iki dakika kadar konuþabildik. Ona neler dediðimi,
neler konuþtuðumuzu hatýrlamýyorum.
Babam gittikten sonra durumu iyice kavradým:
Yakalanmýþtýk. Ýþte o zaman çok üzüldüm, büyük acý
duydum. Ama yakalananlar yalnýzca ikimizdik: Deniz'le
ben. Öbür arkadaþlara güvenim tamdý. Nasýl
olsa çýkabileceðimizi düþündüm.
Hastanede doktor, hemþireler, çalýþan öbür görevliler,
herkes bana gerçekten çok iyi davrandý.
Sivas Belediye Baþkaný, --Elimden bir þey gelmiyor,--
diyordu.
Ankara'dan isteniyordum.
Ameliyatýmý yapan o yürekli doktor diretti, bir
hafta falan vermedi beni.
Ya ikinci, ya üçüncü gündü, zatürree oldum.
Yolda çok üþümüþtüm. Yine komaya girdim.
Sivas'ta dördüncü gündü, Hüseyin'le Nakipoðlu'nun
yakalandýðýný söylediler. Doktor söyledi. Çok
üzüldüm. Ateþim kýrka çýktý üzüntüden.
Bir hafta sonra Ankara'ya getirdiler. Karnýmda
iki hortum vardý, bir hortum da kamýþta. Çok eziyetli
oldu yolculuk.
Numune Hastanesine getirdiler. Hastanenin baþhekimi
AP milletvekilliði filan yapmýþ. Beni kabul etmedi
hastaneye. O durumda Merkez Cezaevine gönderildim.
Cezaevinde o gece sabaha kadar acýdan kývrandým
durdum.
Merkez Cezaevine'getirildiðim günün gecesi yine
komaya girdim. Sabah konsültasyon ve yine Numune
Hastanesi.
Orada bir buçuk iki ay kadar kaldým. Sürekli serum
verildi. Karnýmda iltihaplanma vardý. Yemek yiyemiyordum.
Tuvalete çýkamýyordum. Sonunda iltihap durumu geçti.
Yeniden Merkez Cezaevine götürüldüm.
Numune'de toplum polislerinin odama girmesi
yasaktý. Dýþarýda bekliyorlardý. Yalnýzlýktan bunalýnca
onlarý çaðýrtýyordum. Konuþuyorduk. Tavýrlarý
iyiydi. Bir keresinde içlerinden biriyle aramda bir
atýþma oldu, askerler tuttuklarý gibi alýp dýþarý çýkardýlar
polisi.
Odada bir baþçavuþ, iki üç asker, sürekli bekliyorlardý
baþýmda. Dýþarýda da yirmi yirmi beþ kiþilik
bir asker topluluðu bekliyormuþ. Kapýmýn dýþýnda da
toplum polisleri.
Mahkeme idam kararý verecek. Ama üç, ama
dört kiþiye. Verirler. Kararý yerine getirebilirlerse getirirler.
Yusuf, bu sözleri söylüyor ve yüzünden bir mutsuzluk
rüzgarý geçiyor, derin bir soluk alýyor. Soruyu ben
sormuþtum; güçtü sormak ama sormuþtum. Karþýlýðý bu
kadar kýsa ve kesin oluyor.
Ben cezaevindeyken Ýstanbul'da Elrom kaçýrýldý.
Sinan'lar vuruldu. Cihan'lar yakalandý. Mahir, Cevahir
sýkýþtýrýldý. Üst üste geldi bu acý haberler. Baþka
mahkumlarla birlikte yatýyordum. Dertleþeceðim
kimse yoktu. Radyoda haberleri dinlemekten nefret
ediyordum. Hayatýmýn en büyük acýlarýný yaþattý bana
bu haberler. Mahvoldum. Konuþabileceðim tek kiþi
yoktu. Mahkumlarýn çoðu aða maða. --Oh, iyi olmuþ,--
falan diyecekler ama, ben oradayým diye konuþmuyorlar.
Aslýnda hastanede kalmam gerekiyordu. Tuvalete
bile gidemiyordum; gidersem de bin güçlükle. Bir
elimle karnýma takýlý hortumun tüpünü tutuyor, titreyerek
ve iki kat eðilerek güçlükle gidebiliyordum
ve tutunarak durabiliyordum orada.
Haftada bir doktorlar gelip bakýyorlardý yarama.
Cezaevindeyken dýþarýdan yemek gelmesi müthiþ
sevindiriyordu beni. Babamý yeniden kazanmýþtým.
Sabah, öðlen yemeklerini babam getiriyordu.
Buraya, Mamak Cezaevine gelmeden iki gün önce
babamla konuþtum. Burada görüþ olmadýðýný söyledim.
--Belki bir daha görüþemeyiz baba, bu son görüþmemiz
olabilir,-- dedim.
Çok üzüldü.
--Ben bir adamýný bulurum,-- dedi.
Kalktý. Sendeledi. Düþtü yere. Gözleri bana dikilmiþti.
Çýkardýlar.
Aðzýndan kan gelmiþ dýþarýda; aðlýyormuþ. Üzüntüden
mide kanamasý geçirmiþ. Hastaneye kaldýrmýþlar.
Annem geliyordu ara sýra. Sinan'ý, Alparslan'ý iyi
tanýrdý annem. Görüþ günleri hep onlarý anýp aðlýyordu;
beni býrakmýþtý artýk, onlara aðlýyordu.
:::::::::::::::::
NURHAK SANA GÜNEÞ DOÐMAZ
:::::::::::::::::
Ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diþ deðil, týrnak deðil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
EDÝP CANSEVER
13 Eylül 1971 (Cezaevinde tuttuðum günlükten): Hacý
Tonak, daha önce anlaþtýðýmýz gibi, bir yolunu bulmuþ, çýkabilmiþ
koðuþundan. Bizim koðuþtayýz. Koðuþun dibindeki iki
katlý ranzanýn alt yataðýndayýz. Bir dostun yataðý bu. Görse
de kýzmazdý. Bir ara koðuþa girince gördü bizi, çekinerek,
özür dileyerek sigara paketini aldý yeleðinin cebinden, Çýktý
gitti avluya. Can bir çocuktu. Tuncelili.
Koðuþ bomboþ. Dýþarýda günlisk güneþlik bir hava. Herkes
avluda.
Ýki büklümüz. Üstteki ranzanýn sarkýk yaylarý, kalýn demirleri,
dik oturmamýzý önlüyor.
Hacý, ufak tefek, el kadar bir çocuk. Tam yirmi yaþýnda.
'51 doðumlu. Kaþlarý ortada bitiþiyor. Esmer yanýk yüzünde
kapkara iki göz. Ön diþlerinde çürükler var.
Yataðýn dibinde baðdaþ kurmuþ, duvara vermiþ sýrtýný.
Alçak sesle anlatýyor bana. O anlatýyor, ben yazýyorum. Yazabilmem
için yavaþ anlatýyor.
Bir ara þiirler, öyküler de yazmýþ. Bir gün buralardan çýkarsa
yazdýklarýný getirecek, gösterecek bana.
Bir de roman denemesi varmýþ.
En çok da Yaþar Kemal'e tutkun. Anlatýmýnda Yaþar
Kemal etkisi var gibi geldi bana.
Sýk sýk sorduðum sorularla yine ayrýntýlar istiyorum ondan,
geri dönüþler yapmak zorunda býrakýyorum onu. Rahatlýkla
gerilere dönüyor, istediðim ayrýntýlarý, acýlarla yüklü
belleðinden ayýklayýp çýkarmaya çalýþýyor.
Anlatýrken, o günlerde yaþadýðý yoðun duygularý yeniden
yaþýyor sanki.
Güldüðü, yanaklarýndan süzülen incecik yaþlarý sildiði
oldu anlatýrken.
Nurhak'ý ondan öðrendim. Bir zamanlar yakýn dostum
olan Sinan'ý ondan öðrendim. Sinan'ý, Alp'i, Kadir'i ve ötekileri.
Ve bir öykü gibi yazdým onun anlattýklarýný. Kaç kez
yenibaþtan yazdým. 'Mendilimde Kan Sesleri' sanýrým þimdiye
kadar yazdýðým öykülerin en ilginçlerinden biri oldu.
:::::::::::::::::
MENDÝLÝMDE KAN SESLERÝ
:::::::::::::::::
Üç ay kaldýk daðlarda.
Baþyurt yaylasý. Yaylanýn eteðinde Sinekkorkmaz,
Kartal, Aliþükran daðlarý. Yan yana üç dað. Hemen
karþýsýnda Akçadaðlar. Sonra da Nurhak daðlarý.
Bir sýra daðdýr Nurhak.
Kulvar köyüne, Tatlar köyüne az mý indik.
Bir kýþ geçirdik oralarda.
Hazýrlýklarla geçen aylardý bu aylar. Silah eðitimi,
dað eðitimi, her þey. Tam üç ay sürdü hazýrlanmamýz.
Biz daða çýktýktan iki buçuk ay sonra geldi katýldý
aramýza Sinan. On beþ gün kaldý bizimle daðda.
Göksu vadisinde ikiye ayrýldýk. Bir grup arkadaþ
aþaðýya, Adýyaman yöresine inecekti. Bizse baþka yöreye,
Kürecik bölgesine gidecektik.
Evet, bir Amerikan üssünü havaya uçuracaktýk.
Polaris deniz füzelerini yöneten askeri bir üsmüþ bu.
Ayrýldýk, yola koyulduk.
Çoðumuzun sýrtýnda askeri komando kýlýklarý
vardý. Ýki kiþi sivildik: Ahmet'le ben. Eylem sýrasýnda
sivil olarak ikimize düþecek ayrý görevler olacaktý.
Ahmet'e 'Hemþerim' deriz biz aramýzda.
Günlerdir yollardaydýk. Aþtýðýmýz kum tepeler
çok yormuþtu bizi. Kum tepelerden aþaðýlara iniþ daha
kolay oluyordu, kayarak iniyorduk. Ama týrmanýþ
çok yorucuydu.
Yola çýktýðýmýzýn üçüncü günü varabildik Ýnekli
daðýna. Daðýn doruðuna bin güçlükle týrmandýk. Doruðu
bir uçtan bir uca kesen kuru bir dere yataðý var.
Hani kütür bir karpuza býçaðý saplayýp bir uçtan
öbür uca iki kere çekersin, kayýk gibi bir kocaman dilim
çýkarýrsýn ya, Ýnekli daðýnýn doruðundan da öylesine
bir dilim kesilip çýkarýlmýþtý sanki. Ortasý, çekirdeklerin
biriktiði yer, bizim yürüdüðümüz çakýllý kuru
dere yataðý iþte; iki dik yamacýn ortasýnda uzayýp
gidiyor. Ayaklarýmýzýn altý taþlýk, çakýllýk. Yürümek
çok güç oluyor. Sürükleniyor gibiyiz. Çok yavaþ ilerliyoruz.
Takým düzeninde yürüyoruz. Aramýzda onar
metre uzaklýk býrakarak yürüyoruz.
Sýrt çantalarýmýz da sýrtýmýzda. Ýçlerinde en vazgeçemediðimiz
gereçlerimiz kalmýþ. Yol boyunca bütün
fazlalýklarý bir bir çýkarýp belirli yerlere gömmüþüz.
Nerelere neleri gömdüðümüzü çok iyi biliyoruz.
Baþlarýmýzda, yalnýzca yüzlerimizi açýkta býrakan
örme yün baþlýklar var. Kimi kývýrýp kalpak gibi geçirmiþ
baþýna. Kadir öyle yapmýþtý.
Ara sýra çakýllara takýlýp tökezleyen, düþen oluyor.
Yürürken uyuklamanýn sonucu.
Ay ýþýðýnda gölgelerimiz upuzun.
Sonunda kuru dere yataðý bitiyor. Bir açýklýða çýkýyoruz.
Karþýmýzda hafif bir meþelik. Çok genç meþeler.
Bahar almýþ baþýný gidiyor. Mayýs bitmek üzere.
Dere yataðýndan çýkýnca nedense karþýmda doðacak
günü bulacakmýþým gibi bir duygu vardý içimde.
Oysa geceydi daha. Sabah kendini geciktiriyordu.
Birden, ötemdeki meþeliðin içlerinden gelen bir
hýþýrtý duydum. Bir ayak sesi vardý meþelikte.
Arkamdan gelen arkadaþlara bir uyarý ýslýðý çalýp
kendimi yandaki mor kayalarýn dibine, fundalarýn
arasýna attým. Herkes saðlý sollu bir kuytuya sindi.
Bekledim.
Meþelere sürünerek yaklaþan biriydi.
Sesler yaklaþtý yaklaþtý. Birden, öndeki meþelerin
arasýnda garip bir gölge belirdi, beyaz bir karaltý: Bir
attý. Beyaz bir at. Beyaz bir bulut gibiydi karanlýkta.
Baþý havadaydý, havayý kokluyordu.
Arkasýndan meþeler yine hýþýrdadý. Ýki at daha belirdi
meþelerin önünde. Biri küçükçeydi, koyu renkliydi.
Yeni gelen iki at, baþlarý yerde, birþeyler yiyorlardý.
Arkalarýndan gelen birileri olup olmadýðýný anlamak
için fundalarýn arkasýnda, sindiðim yerde, bir süre
daha kýpýrdamadan bekledim. Baþka gelen giden
olmadý.
Üçü de býrakýlmýþ baþýboþ atlardý.
Bir tehlike olmadýðýna inanýnca gizlendiðim yerden
çýktým.
Ürktü atlar.
Islýk çalýp arkadaþlarýma tehlikenin geçtiðini bildirdim.
Islýk sesi atlarý iyice ürküttü; baþlarý havada, tapýr
tapýr uzaklaþtýlar karanlýkta.
Fundalarýn ötesinde kuytuluk bir yer bulup toplandýk.
Herkes býrakýverdi kendini yere. Islak otlarýn
üzerine uzandýk kaldýk bir süre.
Tepemizde bulutsuz, som çivit mavisi bir gök.
Koskocaman bir buz kitlesi sanki.
Gecenin kýraðýsý giyimlerimizi ýslatmýþtý.
Ay, sakallarý yeni kesilmiþ iriyarý bir adamýn yüzüydü.
Yerdeki karanlýk ýsýrganlarýn daladýðý kollarým sýcak
sýcak kaþýnýyordu.
Birden, yakýnýmýzda, otlarýn arasýna bir þey düþtü.
Ýki üç kiþi sýçrayýp doðrulduk.
Çevreyi dinledik.
Bir þey yoktu.
Çocukluðumun dut aðaçlarý geldi aklýma. Gecenin
ýpýssýzlýðýnda, karanlýk, olmuþ bir dut düþmüþtü
kaba otlarýn arasýna sanki.
Orada oturup durum deðerlendirmesi yaptýk.
Varmamýz gereken yere gün ýþýmadan varamayacaktýk.
Tartýþtýk aramýzda. Arkadaþlarýn çoðu orada kalmaktan
yanaydý.
Elimizde o yöreyle ilgili ne bir harita, ne de pafta
vardý. Bölgeyi hiç tanýmýyorduk. Varmak istediðimiz
yeri biri þöyle kabaca anlatmýþtý bize. Ben de uzaktan
dürbünle gözlemiþtim yöreyi. Keþif görevi bana verilmiþti.
Bu yüzden arkadaþlarýn kýlavuzluðunu ben yapýyordum.
Bana da sordular. Ben de orada kalmamýzýn doðru
olacaðýný söyledim.
Çok kötü bir yere çakýlýp kalmýþtýk. Çok yorgunduk.
Elyordamýyla gelmiþtik buralara. Bundan
ötesine de elyordamýyla gidecektik. Çok gecikmiþtik.
Bu durumda da, yapmak istediðimiz eylemi zamanýnda
yapamayacaktýk.
Arkadaþlarýn sinirleri bozulmuþtu. Herkes bir
ucundan tutup eleþtiriler yaðdýrmaya baþladý.
--Biraz daha yürüyelim,-- dedi Sinan.
O konuþunca herkes susardý. Aramýzda yerleþmiþ
bir kural gibiydi: son sözü Sinan'a býrakýrdýk. Sinan
tartýþmayý baþlatýr, bizleri dinlerdi önce. Ara sýra söze
karýþýr, olasýlýklarý kýsaca belirtir, konuþtururdu bizleri.
Tartýþma uzayýnca döner ona bakardýk. Düþündüklerini
kýsaca özetler, kararýný açýklardý. Son söz
onun olurdu hep. O ne derse o olurdu.
Genel komutanýmýzdý Sinan.
Aramýzda 'Hoca' derdik ona.
Kalktýk, yine takým düzeninde yürümeye baþladýk.
Yaprak kýmýldamýyordu.
Sabaha yaklaþýyorduk.
Günün ilk ýþýklarýyla birlikte daha zorlu saatlerin
bizleri beklediðini seziyor gibiydim. Elimden gelseydi
günün doðuþunu geciktirirdim.
Saðýmýzdaki tepenin üzüm kütükleriyle örtülü
olduðunu seçebiliyorduk artýk.
Sol yanýmýzdaki meþelik, almýþ baþýný gidiyordu.
Birden ince külrengi bir seher yeli yüzümüzü yalayýp
geçti. Sol yanýmýzdaki alacakaranlýk meþelik bir
anda kuþ sesleriyle doldu. Bir kuþ sürüsü baþýmýzýn
üstünden akýp geçti; baþýmý eðmiþim. Sanki geceden
gündüze akýyor gibiydiler.
Tepemizde aðarmaya baþlayan boþluk, belli belirsiz
kuþ karaltýlarýyla noktalandý.
Yukarýlara bakýyordum sýk sýk. Sabah, gökyüzünden
geliyordu yine. Meþelerin tepeleri de aðarýyor
gibiydi. .
Gelen gün neler getirecekti kimbilir. Güzel þeyler
getirmesini ne kadar isterdim.
Ýçimde beliren dirilik þaþýrtmýþtý beni. Onca yorgunluðun
üstüne, gün içime doðuyor gibiydi. Göðsüm
sýkýþýyordu. Adýmlarýmý açtýðýmý, neden sonra
arkamdan gelen ýslýk sesine dönünce anladým. Çok
açýlmýþtým onlardan. Oldukça gerilerde kalmýþlardý.
Sinan'ýn ýslýðýydý. Beklememi iþaret ediyordu.
Oysa koþmak geliyordu içimden.
Onca yol yürümüþtük. Bitkindik. Günün doðmasýna
da pek bir þey kalmamýþtý. Ortalýk ýþýmadan
bu yolu aþmamýzý istiyordum.
Yaklaþmalarýný sabýrsýzca bekledim.
Birer birer geldiler:
--Önden ben gideceðim,-- dedi Sinan. --Onar metreden
fazla açmayýn arayý.-- Bana döndü: --Sen arkamdan gel,--
dedi.
On metre kadar gerisinden onu izlemeye baþladým.
Ýçimden taþýp gelen koþma isteðini artýk bastýrmak
zorundaydým.
Silahýný tutan eli aþaðýdaydý Sinan'ýn. Silahýnýn
kayýþý yerde sürünüyor gibiydi. Silahýnýn aðýrlýðý, bir
omzunu aþaðý çekiyordu.
Toprak yola indik.
Birden Sinan'ýn, kollarýný havaya kaldýrdýðýný
gördüm.
--Ova!-- diye haykýrdý bize dönerek.
Durdu, yanýna gitmemizi bekledi orada. Yüzünde
çocukça bir sevinç vardý. Bir eliyle aþaðýlarý gösteriyordu.
--Ova!-- diye seslenirken, çok yüksek sesle baðýrdýðýný,
üzerine dikilen donuk bakýþlarýmýzdan anladý.
Aþaðýda güzelim ova, buðular içinde alacakaranlýk
açýlýp uzanýyordu.
Gölbaþý ovasýydý karþýmýzdaki. Sonsuzluk gibiydi.
Bütün bu ovayý aþacaktýk.
Dizlerimin aðýrlaþtýðýný o an anladým. Ýçimden
kopup gelen koþma isteði bir anda uçup gitmiþ gibiydi.
Çöktüm oracýða.
--Buralarda bir yerde kalsak iyi olur,-- dedi Kadir.
--Güpegündüz aþamayýz bu ovayý,-- dedi Alp.
--Burada kalmanýn ne demek olacaðýný düþündünüz mü?--
dedi Sinan.
Kimse bir þey diyemedi.
--Düþündüðümüz her þeyi ertelemiþ oluruz,-- dedi
Sinan.
Biliyorduk. Her þeyi ertelemiþ olacaktýk. Baþka
da çaremiz yoktu. Ama bunu kimse söyleyemedi.
--Yürüyeceðiz,-- dedi Sinan ve dönüp yürüdü.
Yine takým düzeninde Sinan'ý izliyorduk. Toprak
bir yolda açýklýkta yürüyorduk þimdi. Arkamdan
gelen arkadaþlarýn sürüklenen ayak seslerini duyuyordum.
Bitkindiler.
Ortalýk aðarýyordu artýk.
Ne kadar yürüdük bilmiyorum, birden önden
gelen ýslýk sesiyle uyarýldýk, kendimizi yolun iki yakasýna
attýk.
Gizlendiðim yerden Sinan'ý görebiliyordum, gri
aydýnlýkta.
Sinan, bizleri göremeyince güvenli adýmlarla yürümesini
sürdürdü. Silahýný býrakmamýþtý. Oysa bir
yere gizleyebilirdi. Islýkla yaptýðý uyarý, tehlike uyarýsýydý.
Silahýný niye atmadýðýný anlayamamýþtým.
Gizlendiðim yerden silahýmý doðrultup bekledim.
Alacakaranlýk yolun baþýnda bir köylü belirdi.
Sinan'ýn köylüyle selamlaþtýðýný gördüm. Köylü þaþkýndý;
olduðu yere çakýlýp kalmýþtý. Yanýna gitti Sinan.
Birþeyler söyledi, birþeyler anlattý ona. Konuþmalarýný
duyacakmýþým gibi kulak kesildim.
Köylü, eliyle koluyla yolun karþý yanýný gösterdi.
Bir iki kere baþýný salladý.
Ayrýldýlar.
Sinan yoluna yürüdü.
Köylü, ardýna baka baka bizden yana geliyordu.
Önümden geçti. Otuzunda ya vardý ya yoktu. Bir
haftalýk sakalýn çevrelediði yüzü de, yüzüne sinmiþ o
aþaðýlýk korku da hiç hoþuma gitmedi. Birileriyle karþýlaþacak
olmaktan çekiniyor gibiydi. Çevresine bakýnýp
aranýyor, arada bir gerilere bakýnýyor, adýmlarýný
da giderek açýyordu. On adým kadar ötede dönüp bir
daha baktý geriye, sonra da vargücüyle koþmaya baþladý.
Bir yerlere yetiþmek istiyor gibiydi. Geç kalmak
istemiyor gibiydi.
Sinan'ýn ýslýðýyla gizlendiðimiz kuytulardan çýktýk.
Yanýna varýnca yolun kýyýsýna çöktük.
--Kimmiþ?--
--Geç fark ettim adamý. Gördüðümde iþ iþten geçmiþti.
Sizleri görmedi, deðil mi?--
--Görmedi.--
--Beni, buralarda dolaþan komando erlerinden biri
sandý. Saðdaki baðlarýn bekçisiymiþ.--
--Yüzü hiç hoþuma gitmedi,-- dedim.
--Oturup konuþalým,-- dedi Sinan. --Þu meþeliðe girelim.
Orada görmezler bizi.--
--Ama gördüler,-- dedi Kadir. --O köylü gördü bizi.
--Koþarak gitti,-- dedim: --Yüzü hiç hoþuma gitmedi.--
--Gelin konuþalým,-- dedi Sinan.
Yandaki yamaca vurduk. Dimdikti yamaç. Çalýlara,
kayalara tutunarak týrmanmaya baþladýk. Yukarýdaki
düzlüðe varýnca uzun uzun soluklandýk. Buradan,
aþaðýlar daha iyi görünüyordu. Ýki yanda tepeler
uzanýyor, uzakta, tepelerin arasýndaki ova belli belirsiz
ayýrdediliyordu.
Eðimi aþýnca bir buðday tarlasý çýktý karþýmýza.
Buðdaylar baþ vermiþti iyice. Ýncecik bir seher yelinde
koyu yeþil bir göl gibiydi buðday tarlasý. Yelin ürpertisi,
dalga dalga bir uçtan baþlýyor öbür uca kadar
gidiyordu. Ürpertili bir fýsýltý geziniyordu baþaklarýn
arasýnda.
Sinan yürüdü tarlaya, baþaklarýn arasýna daldý.
Biz de onu izledik.
Baþaklar belimizi aþýyordu. Yarý belimize kadar
yeþilliðe batmýþ yarým adamlar gibiydik.
--Çabuk olun,-- dedi Sinan.
Tarla bitince önümüze çýkan meþeliðe daldýk. Sýk
bir meþe topluluðunun orta yerinde geniþçe bir çukur
bulmak sevinçlere boðdu bizi.
Sinan'ýn ardýnca birer birer atladýk çukura. Çukurun
dibinde sarý katýrtýrnaklarý vardý.
--Arkadaþlar, burada kalamayýz,-- dedim.
--Niye?--
--O herifi gözüm tutmadý. Tekin bir yer deðil burasý.--
Sinan, silahýný yere, sarý çiçeklerin arasýna yatýrmýþtý.
--Haklýsýn,-- dedi. --Üstelik buðday tarlasýndan geçerken
de bir gören olmuþtur bizi. Yakýnlarda bir köy olmalý.--
--Buðday tarlasý köyden uzak olamaz,-- dedi Metin.
Metin, köylü deðildi, ama doðru söylüyordu.
--Kalk Hacý, seninle çevreyi bir gözden geçirelim,--
dedi Sinan, bana. Silahýný alýp doðruldu. --Bir
gözcü koyun,-- dedi çukurdan çýkarken.
--Gecikmeyin,-- dedi Alp. Sesi tedirgindi.
Sinan'la yürümeye baþladýk.
--Þuraya bak.--
Gösterdiði yere baktým. Meþelerin arasýnda, iki
yüz metre kadar aþaðýda birkaç ev görünüyordu.
--Ýþte köy,-- dedi Sinan.
--Ýnekli köyü olmalý.--
Daha açýklýk bir yer bulana kadar yürüdük. Köy,
önümüze seriliverdi. Kýrk elli hanelik bir köydü.
--Ýnekli köyü.--
Küçük bir tepenin üstündeydi köy. Tepenin ardýna
doðru uzanýyor gibiydi.
--Telefon direðine benzer bir þey görebiliyor musun?--
Görünürde hiçbir telefon direði yoktu.
--Tepenin arkasýnda kalan kesiminde olabilir,-- dedim.
Gerçekten de varmýþ. Telefon varmýþ köyde. Tepenin
ardýnda kaldýðý için görememiþiz. Sonradan anlatmýþlardý:
o karþýlaþtýðýmýz bekçi koþa koþa gidip
muhtara haber verince, muhtar, telefonla iletmiþ haberi
jandarmaya.
Köyün yakýnýnda bataklýða benzer geniþçe bir
yer vardý. Bataklýðýn bittiði yerde de deðiþik yeþillikte
dikdörtgenlerin süslediði yemyeþil ova baþlýyordu.
--Demiryolunu görüyor musun?--
--Hani nerede? Evet, gördüm.--
--Fevzipaþa hattý.--
Kýl gibi ince bir demiryolu, ovanýn ortasýný çizip
gidiyor, çok ötelerde bir tepenin ardýnda yok oluyordu.
Varacaðýmýz istasyon, o uzaktaki tepenin hemen
ardýnda olmalýydý. Yani bir kocaman ovayý daha aþmamýz
gerekiyordu. Önümüz engin bir ova, ardýmýz
yer yer meþelerin ve muhbirlerin süslediði Ýnekli daðý,
Ýnekli köyü.
Ýçimde birþeyler çürüdü.
Demiryolunun hemen bitiþiðinde de bir yol gidiyordu;
asfalt olmalýydý.
--Güpegündüz bu ovayý geçemeyiz,-- dedim.
--Tamam, dönelim,-- dedi Sinan.
Arkadaþlarýn gizlendiði çukura döndük. Beþi de
çukurun dibinde uzanýp kalmýþtý.
--Biz geldik,-- dedi Sinan.
Toparlanýp oturdular.
Sinan ortamýza geçti, ayakta anlattý: köyü, ovayý,
demiryolunu, asfaltý, uzaktaki küçük tepeyi.
--Çok kötü bir yere týkýlýp kaldýk,-- dedi Kadir.
Herkes Sinan'a bakýyor, çözümü ondan bekliyordu.
Bütün tasarýlarýmýz altüst olmuþ gibiydi. Üstelik
çevrenin de çok yabancýsýydýk. Hiç tanýmýyorduk buralarý.
--Bu ovayý güpegündüz geçemeyiz,-- dedim.
--Dönelim,-- dedi Metin. --Geri dönelim.--
--Nereye dönüyorsun?-- dedi Sinan.
--Dönsek iyi olur,-- dedi Alp.
--Bence de,-- dedi Kadir.
Ben de katýldým onlara.
--Saçmalamayýn,-- dedi Sinan.
--Hiç olmazsa içerilerde bir yerlere çekilelim.
Çok açýktayýz,-- dedi Alp.
--Köy büyük mü?-- dedi Mustafa.
--Kýrk elli evlik bir köy iþte.--
--Girip köyü iþgal edelim, yerleþelim köye,-- dedi
Mustafa.
Sinirlice gülenler oldu.
--Baþka çözüm var mý?-- dedi Mustafa.
Kadir de, Alp de birþeyler diyecek gibiydiler, sustular.
Uzunca bir suskunluktan sonra oldukça sinirli
bir tartýþma baþladý.
Gerçekten, kararlaþtýrdýðýmýz ikinci hedefe ulaþmak
çok önemliydi bizim için.
Sonunda iki kiþinin, aþaðýya, ovaya inmesine karar
verildi. Hayýr geriye dönüþ yoktu artýk. Böylece
bu iki kiþi, daha önce görevlendirilmiþ arkadaþla baðlantý
kuracaktý. Ýlk hedefteki olayda bir gecikme olmuþ
olabilirdi. Bunu öðrenmemiz gerekiyordu. O arkadaþla
baðlantý kuramazsak, hiçbir eyleme giriþemezdik.
Bir de araba bulmaya çalýþacaktýk. Ayrýca demiryolunun
da keþfini yapmamýz gerekiyordu. Gerekebilir,
geçecek ilk marþandize atlamak zorunda kalabilirdik.
Marþandize nereden nasýl binileceðini önceden
belirlememiz gerekiyordu.
Ovaya inecek iki kiþiyi belirlemek güç olmadý:
Ahmet'le ben. Çünkü yedi kiþinin arasýnda sivil giyinen
ikimizdik. Bizden kimse kuþkulanmazdý.
Arkadaþlar tartýþýrken, ben çöküp iki Thompson'un
dipçiklerini sökmeye baþladým.
--Ne yapýyorsun sen?-- dedi Sinan.
--Boylarýný kýsaltýyorum.--
--Niye? Kim için hazýrlýyorsun onlarý?-- dedi Ahmet.
--Ýkimiz için,-- dedim.
--Saçmalama. Silahla mý dolaþacaðýz? Olmaz öyle
þey,-- dedi Ahmet.
--Buralarda silahsýz ne yaparýz? Kuþ gibi avlarlar
bizi,-- dedim.
--Silahla dolaþamazsýnýz,-- dedi Sinan.
--Ýkiniz de sivilsiniz,-- dedi Alp. --Hem sivil, hem
silahlý. Ýyi be. Hem de Thompson'larla.--
Ýçimde bir kapana kýstýrýlacaðýmýz duygusu vardý.
Tanýmadýðýmýz bir yere gidip her yerleþmemizde bu
duygu gelir yerleþir içime nedense. Yine o duygunun
telaþý içindeydim. Ne olursa olsun silahsýz kalmayý istemiyordum.
Dinletemedim. Kimse katýlmadý bana.
Ve Hemþerim'le benim silahsýz yola çýkmamýz konusunda
kesin karar verildi. Çaresiz boyun eðdim.
Bu tartýþmalar boyunca hepimiz ayaða kalkmýþýz.
Karar kesinleþince anladým bunu.
Ahmet'le ben yola çýkýnca, geride kalan beþ arkadaþ
çukurdan çýkýp gerilere çekilip meþeliðin içine
gizleneceklerdi.
Dað büyük bir dað deðildi. Ne Göksu vadisiyle,
ne de öbür daðlarla baðlantýsý vardý. Tek baþýna bir
daðdý. Hiç hoþ deðildi bu. Çok kötü bir yerde olduðumuzu
biliyorduk artýk.
--Gizlenin!-- dedi Sinan.
--Gördü bizi,-- dedi Kadir.
Ýçinden geçtiðimiz az ötedeki buðday tarlasýna sokulmaya
çalýþan davarlarýn güdücüsü çoban, görmüþtü bizi.
--Kalkýn, nasýl olsa gördü, gizlenmeyin,-- dedi Sinan.
--Gözcü koymamanýn sonu budur,-- dedi Alp.
--Söylemiþtim,-- dedi Sinan.
Herkes çukurun içinde ayaktaydý yine.
Çoban, üstümüze geliyordu. Çukurun az ötesinde
durdu. Þaþkýn gözlerle süzdü bizi. Anlamsýz kötü
bir yüzdü.
--Merhaba hemþerim,-- dedi Ahmet. Çukurdan
çýktý.
Çoban karþýlýk vermedi. Boþ boþ baktý Ahmet'e.
Ben de çýktým.
--Avcýyýz,-- dedi Ahmet. --Bu arkadaþlarla karþýlaþtýk.
Sohbet ediyorduk.-- Çukurdaki komando kýlýklý
beþ kiþiyi gösterdi. --Avlanýyorduk.--
Adam döndü, davarlarýný haydayýp uzaklaþtý.
--Yuf be!-- dedi Kadir. --Herife bak, kütük gibi.--
--Gidelim buradan,-- dedi Alp.
--Hemen gidiyoruz,-- dedi Sinan. --Hadi toparlanýn.--
Acele etmemiz gerekiyordu.
--Çok oyalandýk,-- dedi Sinan.
Gerçekten çok oyalanmýþtýk. Bir saate yakýndýr
bu çukurdaydýk.
--Durun, ben de sizinle geliyorum,-- dedi Sinan.
--Bizimle mi?--
--Bir buluþma yeri belirlememiz gerek. Dönünce
nerede bulacaksýnýz bizi?-- Çevresine bakýndý. --Nerde
senin Kalaþnikov'un? Onu bana býrak.--
Çukura atlayýp Kalaþnikov'umu aldým, okþadým
öptüm, verdim Sinan'a.
--Biraz bekleyin beni burada. Hemen dönerim:
Birlikte yukarýdaki meþeliðe çekileceðiz.--
--Güle güle gidin arkadaþlar,-- dedi Kadir.
Ahmet'le bana söylemiþti bunu. Belli ki yine panikteydi.
Kadir'in sýk sýk ortaya çýkan bir özelliðiydi
bu. Yiðitti yiðit olmasýna, ama çabuk paniðe kapýlýrdý.
--Gidin. Hiç olmazsa kendinizi kurtarmýþ olursunuz.
Bize yardým etmeniz söz konusu deðil artýk.--
Dargýn, kýrýk bir sesle söylemiþti bu sözleri.
--Yeter, sýzlanmanýn sýrasý deðil,-- dedi Sinan.
--Yolunuz açýk olsun,-- dedi Kadir. Belli ki içi alýp
alýp veriyordu.
Üçümüz, arkamýza baka baka ayrýldýk arkadaþlardan.
Sinan, boynuna asýlý dürbünü gözlerine bastýrýp
ovayý incelemeye koyuldu. Uzanýp giden demiryolunu,
asfaltý, uzaktaki tepeyi...
--Öteden geçen karayolunu da gördüm,-- dedi.
--Biraz daha aþaðýlara insek,-- dedim. --Tepenin
aþaðýsý görünmüyor. Oralarda ne var ne yok, bir görsek.--
--Evet,-- dedi Sinan.
Yürüdük.
Uzaklarda tarlalarýnda çalýþan köylüler vardý.
Köy, kýrmýzý damlarýyla süslüyordu tepenin o yanýný.
Köyün hemen arkasýndaki sýrta yayýlmýþ kuzular,
bembeyaz çocuk diþleri gibiydi yemyeþilin ortasýnda.
Ortada olaðanüstü hiçbir þey yok gibiydi. Her
þey yolunda gibiydi.
Kuzularýn arasýnda koþuþan iki çocuk gördük.
Bir aðaçtan ötekiýýe sekerek ilerliyorduk.
O uzaklarda, tarlalarýnda çalýþýr gibi görünen
köylü kardeþlerimizin hepsinin önceden silahlandýrýlmýþ
kiþiler olduðunu nereden bilebilirdik? Çok kurnazdýlar
doðrusu. Bunu sonradan öðrenecektik. Kahrolacaktýk.
Meþeler giderek seyreliyor, cýlýzlaþýyordu. Aðaçlýk,
bizler için koruyucu bir sýðýnak olmaktan çýkýyordu artýk.
--Bizi görebilirler,-- dedim.
--Çok dikkatle bakmazlarsa göremezler,-- dedi Sinan.
Elinde dürbün, dikkatle çevreyi tarýyordu.
--Herkes iþinde gücünde,-- dedi. --Bu çok iyi.--
Benim silahýmdý omzundaki. Çaprazlama baþ aþaðý
asmýþtý. Namlusu yere dönüktü.
--Biraz daha yürüyelim;-- dedi. --Buralarda buluþamayýz.
Tepenin aþaðýlarýný daha iyi görebilmek için biraz
açýldým arkadaþlardan, biraz daha aþaðýlara inmeye
çalýþtým.
Ansýzýn, az ötedeki çalýlarýn hýþýrdadýðýný duyup
ürperdim. Çalý yýðýnýnýn içinden bir tüfek namlusunun
üzerime çevrildiðini görünce, --Sinan!-- diye baðýrýp
kendimi yere attým. Yere düþerken namludan fýþkýran
ateþin sesini duydum. Kurþunlar sýrtýmýn üzerinden
výnlayýp geçiyordu.
Ateþ kesilince olduðum yerde kývrýlýp gerilere, bizimkilere
baktým. Ahmet de yoktu görünürlerde, o
da benim gibi kendini yere atmýþ olmalýydý.
Ne kötüydü, ikimiz de silahsýzdýk.
Biraz daha dönünce Sinan'ý gördüm. Kýrk elli
metre kadar gerisinde de Kadir'i. Kadir ne zaman çýkýp
gelmiþti? Çukurdan en az beþ yüz metre açýlmýþtýk
çünkü. Silah sesine gelmiþ olamazdý.
Ýkisi de bana nereden ateþ edildiðini kestirmeye
çalýþýyor gibiydiler. Çevreyi kolluyor, ateþin yeniden
baþlamasýný bekliyorlardý.
Sinan'ýn bir elinde dürbün, bir elinde de gözlüðü
vardý. Kalaþnikov, kullanmaya elveriþsizdi. Omzundan
çaprazlama astýðý silahýn namlusu yere dönüktü.
Gözlüksüz pek seçemezdi Sinan. Dürbünü kullanmak
için çýkardýðý gözlüðünü elinde tutuyor, býrakamýyor;
silahýna sarýlamýyordu. Gözlüðünü takýnca
gördü beni.
--Teslim ol!--
Döndüm. Bana ateþ edilen çalýlýktan gelmiþti ses.
Ne yapacaðýmý bilemedim. On metre kadar ötemdeydi
ses. Gizleniyor, ortaya çýkmýyordu.
Birden fýrlayýp kalktým. Sinan'la Kadir'in atýþlarýna
engel olmamak için, belli bir açý býrakarak koþmaya
baþladým. Bir çalýlýðýn ötesine attým kendimi. Ardýmdan
açýlan ateþin beni yakalamasý olanaksýzdý.
Yapýþtýðým yerde baþýmý kaldýrýp çalýlýðý araladým.
Sinan çok açýklýk bir yerdeydi. Namlusuna yapýþýp
Kalaþnikov'u koltuðunun altýndan öne kaydýrdýðýný
gördüm. Ve yere diz çöktüðünü. Ve kendini
gizleyecek bir yer bulmak için çevik adýmlarla geri
çekildiðini.
Çok yoðun bir ateþ baþladý. Ateþ alanýnýn ortasýndaydým.
Yattýðým yerden Sinan'ý görebiliyordum.
Sinan da atýþlarýna baþladý. Benim silahýmdý. Bizim
birliðin ve dünyanýn en iyi piyade silahý. Kalaþnikov'un
sesini hiçbir þeye deðiþmem.
Üst üste on kadar mermi yaktý Sinan. Kalaþnikov'un
sesi bile ürkütücüydü. Karþýdakiler sustular.
Belki onlar da benim gibi Kalaþnikov'un sesini dinlediler.
Görerek ateþ etmiyordu Sinan. Vurmak için de
ateþ etmiyordu bence. Çünkü bu konuda önceden
alýnmýþ kesin kararýmýz vardý.
Ben hala önemli bir pusuya düþürüldüðümüz kanýsýnda
deðildim. Sanýrým Sinan da benim gibi düþünüyor,
durumu pek önemsemiyordu.
Kalaþnikov'un yeniden ateþe baþladýðýný duyunca
gizlendiðim yerden fýrlayýp koþmaya baþladým. Koþarken,
Sinan'ýn da koþmakta olduðunu gördüm. Attým
kendimi yere. Ahmet de koþarak uzaklaþýyordu.
Silahýný almaya gidiyordu belki. Kadir gerilerdeydi.
Onun silahý kýsa menzillidir. Ateþ etmeden uzaklaþmaya
çalýþýyordu.
Sinan'ýn atýþlarý, Kalaþnikov'un sesi, karþýdakileri
þaþkýna çevirmiþti anlaþýlan. Ateþi kesmiþlerdi yine.
Yattýðým yerden fýrlayýp yine koþmaya baþladým.
Arkamdan yoðun bir ateþ baþladý üzerime. Kapaklanýverdim
yere. Sinan'ýn da ateþ ede ede bir çalý yýðýnýnýn
ardýna gizlendiðini gördüm.
Baþýmý kaldýrýnca karþýmda gördüðüm meþelik rahatlattý
beni. Oraya sýðýnabilirsem açýk hedef olmaktan
kurtulacaktým. Sanýrým arkadaþlarým da ateþ çemberinden
sýyrýlmak için uzayýp giden bu fidanlýða atacaklardý
kendilerini. Kurtuluþ meþelikteydi.
Kurþunlar saðýmdan solumdan sekip gidiyordu.
Fidanlýkla aramdaki uzaklýðý kestirnýeye çalýþtým.
Ateþin seyrelmesini bekledim. Bir boþluktan yararlanýp
fýrladýðým gibi meþeliðe doðru koþmaya baþladým.
Zaman kaybetmemek için, koþarken saða sola
þaþýrtmaca yapmýyor, dümdüz koþuyordum. Göze almýþtým
bunu. Kurtuluþ meþelikteydi.
Oldukça yaklaþmýþtým ki, birden karþýmdaki o
meþelikten de ateþ baþladý üzerime. Þaþkýna dönmüþtüm.
Hiç beklemiyordum. Uçarak kapaklandým yere,
otlarýn içine. Yamyassý oldum, yapýþtým otlara.
Yerin yüzeyine indim sanki.
Bu kez arkalý önlü ateþ ediyorlardý. Kurþunlar
saçlarýma deðiyor gibiydi. Her an vurulmayý bekliyor,
daha da gömülüyordum yere.
Baþýmý yana çevirip yanaðýmý otlara yapýþtýrdým.
Böylece kafamý biraz olsun hedef olmaktan korumuþ
oluyordum.
Burnumun dibindeki papatyanýn bir kurþunla
koptuðunu gördüm. Hiç bu kadar yakýndan, bu kadar
dipten gözlememiþtim papatyalarý. Toprak düzeyindeydim
ve otlarýn üzeri beyaz papatyalarla doluydu.
Aðaç gibiydiler. Göz düzeyimin daha üstündeydiler
çünkü. Atýlan kurþunlarla kopuyorlar, eðiliyorlar,
kýrýlýyorlar, daðýlýp parçalanýyorlardý.
Baþýmý bir ara hafifçe kaldýrýnca, bembeyaz papatyalarýn
az ötesindeki kýrmýzýlýðý gördüm. Ateþ
harmaný gibi gelincikler vardý ötede.
Yine yapýþtým yere. Düþtüðümüz pusunun önemini
kavramýþtým artýk. Kurtulma umudum kalmamýþtý.
Meþelerin içinden ateþ edenlerin kalkýp üstüme
gelmelerini bekliyordum. Ama ateþi kesmiyorlardý.
Az sonra ateþi kesecekler, gelip baþýma dikileceklerdi.
Ürperdim. Gelecekler, baþucumda duracaklar, belki
sýrtýmýn ortasýna, ense köküme, kafama dolduracaklardý
kurþunlarý.
Papatyalar giderek seyreliyordu.
Yavaþça baþýmý kaldýrmayý,denedim ve papatyalarýn
gelinciklerin arasýndan Sinan'ý gördüm. Tepedeydi.
Belli ki o da meþeliðe sokulmaya çalýþýyordu. Rahat
niþan alabilmek için Kalaþnikov'un dipçiðini açmýþtý.
Ama çok açýklýk bir yerdeydi Sinan. Seyrek
atýþlarla yürüyordu, ta-ta-ta'larla. Çok sakindi. Birden
sarsýldý. Bacaðýný tutarak yere kapaklandýðýný gördüm.
Fýrlayýp yanýna gitmek geldi içimden, ama burnumun
az ötesinden geçen deli bir kurþunla yine yapýþýverdim
otlara.
Gözlerimi aralayýp baþýmý biraz kaldýrýnca Sinan'ý
yine ayakta gördüm. Sýrtýndaki çantasýný bile
býrakmamýþtý. Yavaþ da olsa aksayarak yürümeye çalýþýyordu.
Ta-ta-ta'larla yürüyordu yine. Çok seyrek
ateþ ediyordu. Mermileri hesaplý harcadýðý belliydi.
O an bir silaha duyduðum kadar hiçbir þeye özlem
duymamýþýmdýr. Yaþamýmda duyduðum en büyük
özlemdi. Ve bütün dünya, bütün yaþam, o an Sinan
olmuþtu benim için. Baþka hiçbir þey düþünemiyor,
ona bakýyordum. Sanki eriyip yok olmuþtum ve
Sinan olarak bulmuþtum kendimi. Yattýðým yerden,
papatyalarýn gelinciklerin arasýndan gördüðüm, yaralý
bacaðýný sürüyerek yürümeye çalýþan o insan bendim
artýk. Sinan'la bütünleþmiþtim. Sanki elim tetiðe dokunuyor
ve akýyordu kurþunlar ta-ta-ta'larla. Ve baldýrýna
yediði kurþunun acýsýný baldýrýmda duyarak,
savrulup giden bacaðýmý býrakmamaya çalýþýyordum.
Kulaðýmý sýyýran bir kurþunla yere yapýþýp gözlerimi
yumdum. Yaðmur gibi aktý üzerimden kurþunlar,
bir kuþ sürüsü gibi.
Gözlerimi aralayýp bakýnca öbür arkadaþlarý da
gördüm. Beþ yüz metre kadar ötedeydiler. Bir çalýdan
ötekine atlayarak, sekerek, sinerek ilerliyorlardý. Önde
Alp vardý. Onun arkasýnda Kadir. Onun ötesinde
de Mustafa. Metin'le Ahmet'i göremedim. Çok sakindiler.
Önemli bir pusuya düþürüldüðümüzün pek
farkýnda deðil gibiydiler.
Yüzüm gözüm, saðýmda solumda topraða saplanan
kurþunlarýn savurduðu otlarla, topraklarla dolmuþtu.
Ter içindeydim. Üþüyor gibiydim. Artýk ne
Sinan'a, ne ötekilere hiçbir yardýmým dokunamayacaðýný
anlayýnca inledim, kývrandým orada. Çaresizdim.
Sinan da sonunda durumun önemini anlamýþ gibiydi.
Bana öyle geldi. Aðaçlýða sýðýnmaktan vazgeçtiðini
gördüm. Yönünü deðiþtirdi birden. Alp'gilin yürüdüðü
yönde yürümeye baþladý.
Ýþte tam o sýrada, vurulmayý da göze alýp fýrladým
yattýðým yerden. Olanca hýzýmla meþeliðe doðru koþmaya
baþladým. Bilinçsizce bir koþuydu bu. Kurþunlarýn
üstüne doðru koþuyordum. O aðaçlýkta kurtuluþ
olmadýðýný çok iyi biliyordum oysa. Çünkü meþelerin
arasýndan üzerime ateþ ediliyordu. Düþe kalka
koþuyordum çalýlarýn otlarýn arasýnda.
Hep ölümü yeþil bir yerde düþünmüþümdür. Eskiden beri.
Belki yine böyle bir istekti beni aðaçlýða çeken.
Oysa yapýþtýðým yerde kalýp bekleyebilirdim.
Yeþil bir yerde ölmek.
Ve kurþunlarýn üstüne üstüne koþtuðum halde
nasýl vurulmadýðýma þaþýyordum.
En korktuðum þey de vurulup ölmemekti. Kafamda,
yüreðimde bekliyordum kurþunlarý. Ama bacaðýmdan,
kalçamdan falan vurulmayý hiç istemiyordum.
Üç yýl kadar önce, bacaðýma bir kurþun yemiþtim.
O günü yeniden yaþamak istemiyordum. Bacak
senin olmuyor o anda, kopup ayrýlýyor senden, savrulup
gidiyor sanki.
Duyarsýz, uçan bir bacakla düþüp kalkmak istemiyorsun.
Acýsýný düþünmüyor insan ilk anda. Uzun süren
bir tedavi ve acý düþünülmüyor. Ýlk anda duyulan o
garip duygu, o þaþkýnlýk geliyor akla. Savruluþ.
Bütün bunlarý düþündüm mü orada, bilemem,
ama bilinçsizce de olsa çok kýsa bir süre içinde yaþadým
bunlarý.
Ve düþe kalka koþuyorum meþelere doðru. Bir
atýyorum kendimi yere, bir kalkýp koþuyorum. Yatýp
kalkýþlarým da bilinçsizce. Aðaçlýða varana kadar kimbilir
kaç kere yatýp kalktým.
Ve vuramadýlar beni.
Yerde yatýyordum. Soluk soluðaydým. Tek kurþun
yoktu etimde. Hiçbir yaným savrulup gitmemiþti.
Yaþýyordum.
Ateþ kesilmiþti.
--Teslim ol!--
Ses çok yakýnýmdaydý.
Yavaþça dönüp gerilere baktým. Onlarý bir daha
görmek istedim.
--Teslim ol!--
--Olmuyorum! Vurun beni!--
Bekledim: Kimse gelmiyordu üstüme.
Uzakta, tepenin ortalarýnda birden yine Alp'le
Sinan'ý gördüm. Ayný yönde yürüyorlar, Alp, Sinan'a
yaklaþmaya çalýþýyordu.
Bulunduðum yerden, saðýmdan solumdan bir sürü
namlu, ateþ kusuyordu onlarýn üzerine.
Alp, Sinan'ýn yaralý olduðunu anlamýþ olmalýydý.
--Teslim ol!--
--Olmuyorum!--
Belli ki, büyük bir þaþkýnlýk vardý adamlarda. Bir
an uzaktakilere ateþ etmeyi kestiler, benimle uðraþmaya
baþladýlar. Koþarak üstlerine gelmemi kavrayamamýþ
olmalýydýlar.
Bir yüz belirdi meþelerin ötesinde. Tüfeðine mermi
sürüyordu. Gözleri büyümüþtü, yuvalarýndan fýrlayacak
gibiydi. Az ötesinde yerde yattýðýmý görüyor,
beni öldürmek için silahýný hazýrlýyordu. Bir yandan
da,
--At silahýný!-- diye baðýrýyordu.
--Silahým yok!-- diye baðýrdým..
Çok açýktaydým. Gizlenecek bir þey yoktu bulunduðum
yerde. Yine de --Teslim ol! Silahýný at!-- diye
baðýrýyordu. Silahýna mermiyi sürüþü bile bilinçsizceydi.
Yüzükoyun yatýyorken birden döndüm olduðum
yerde. Ýþte o sýrada ateþ etti üzerime, tutturamadý.
Döne yuvarlana bir meþeye gidip tutundum. Bir
el daha ateþ etti.
--Ateþ etme! Teslim oluyorum!-- diye baðýrdým sonunda.
Bir sessizlik oldu. Sanýyorum o da öldürmek için
ateþ etmiyordu. Çünkü bir el daha ateþ etti. Durdu.
Çýktý meþenin ötesinden. Göz gözeydik þimdi. Bilincim
daha bir yerine gelmiþ gibiydi. Ateþ etmeyeceðini
anladým. Yavaþça dönüp baþýmý yere koydum, uzaklara
baktým. Görebiliyordum:
Alp'le Sinan yan yana yürüyorlardý þimdi. Sinan'ýn
aksamasý daha azalmýþ gibiydi. O çýplak tepeye
doðru gidiyorlardý.
Birden o tepeden de üstlerine yaylým ateþ baþladý.
Alp, Sinan'a iki adým kala birden sarsýlýp öne
doðru bükülüverdi. Boynunu tutuyor, toparlanmaya
çalýþýyordu. Yarayý boynundan almýþ olmalýydý. Gidip
Sinan'a tutunmayý denedi. Sinan, bir kolunu
Alp'in beline sardý. Alp'in bir kolu da Sinan'ýn omzundaydý.
Birlikte sürükleniyorlardý þimdi, iki yaralý.
Ve birbirlerinden kopup düþtüler yere. Ýkisinin
de, düþtükleri yerden ateþe baþladýklarýný gördüðüm
anda, sýrtýma inen dipçikle son görüntü de siliniverdi.
Bu onlarý son görüþüm oldu: Alp karþýki çýplak
tepeye, Sinan bizden yana ateþ ediyordu.
Ellerindeydim artýk. Bir an, dipçikle vuranýn silahýna
yapýþtým, çekip almaya çalýþtým elinden; sol mememin
altýna, kaburgalarýma ikinci dipçiði yiyince
acýyla yumulup kendimden geçer gibi oldum. O bayýlma,
kendimden geçme anýnda, Sinan'ýn bir sözü
yankýlandý içimde: --Ulan bunlar bizi yakalar, elimize
kolumuza zincir vurur, sokaklarda sürürler,-- derdi.
--Sonumuz bu olabilir,-- derdi. O geldi aklýma. Sinan'ý
düþündüm, Alp'i düþündüm o vurulup öne bükülmüþ
durumuyla. Bunlarý o yarý baygýnlýk, bulanýklýk
içinde düþünüyordum. Sonra birden Kadir'i düþündüm.
Onu son görüþümdü: Baþýnda yün baþlýðý vardý,
yanlardan yukarý doðru kývýrmýþ, kalpaða benzetmiþti;
ateþ ederken yere çömelmiþ, hafif yana kaykýlmýþtý;
aðzýndaki tek altýn diþi de her zamanki gibi sabah
güneþinde ýþýldýyor olmalýydý. Ellerine kollarýna vurulmuþ
zincirlerle Kadir'in sokaklarda sürükleniþini
görür gibiyken, baþýma yediðim yeni bir dipçik darbesiyle
eridim gittim.
Ayýldým. Yatýyordum. Nasýl suyun derininde kalýrsýn,
üste çýkmak ister bir türlü çýkamazsýn, bunalýrsýn,
ya da bir boþluða düþersin de soluk alamazsýn
ayýlýrken öyle oldum. Sonra belli belirsiz kýpýrtýlar,
küçük aydýnlýk noktacýklar...
Kollarýmý arkamdan baðlamýþlardý. Belimdeki lastik
kemeri çýkarýp bileklerimden baðlamýþlardý.
Sinan'la Alp'i son gördüðüm yeri tanýdým uzaktan.
Yoktular artýk. Çekilmiþ olmalýydýlar.
Birden Sinan'ýn ölmüþ olabileceðini düþündüm.
Sinan'ýn da, Alp'in de. Bunu düþünürken, birden Kalaþnikov'un
sesi, Sinan'ýn yaþamakta olduðunu daða
taþa duyuruverdi.
--Gülme lan!--
Gülümsemiþim demek ki.
Bizden yana ateþ ediyorlardý. Kurþunlar yakýnlarýmýza
düþüyordu.
Biri, kafamýn üzerine çöküverdi. Önce, vurulup
üstüme düþtüðünü sandým. Deðilmiþ. Hem kendini
kurþunlardan korumak, hem de beni kaçýrmamak
için böyle yaptýðýný anladým.
Yirmi metre kadar ötede de bir baþkasý, bir meþenin
ardýna diz çökmüþ, ateþ ediyordu uzaklara, bizimkilere.
Birden olanca gücümü toplayýp attým üzerimde
oturaný, kalktým ayaða. Silahý da fýrlamýþtý elinden.
Ayaktaydým iþte. Önlerindeydim. Vursunlar istedim.
Fýrlayýp aldý silahýný yerden, namlusunu bana çevirdi.
Öteki de uzaklara ateþ etmeyi kesmiþ bana çevirmiþti
silahýný. Kesin vuracaklardý þimdi. Arkadaþlarýmýn
ateþi de birden kesilivermiþti. Ayaða kalkýnca beni
görmüþ olmalýydýlar. Yerde dizlerinin üzerinde duran,
karþý ateþin kesilmesinden yararlanýp ayaða kalktý,
ardýma dolandý; kolunu boynuma geçirip sýkmaya
baþladý. Sonra da dizini belime dayayýp arkaya büktü
beni, çökertti yere. Ýkisi de iki yanýma gelip uzandýlar.
Süngülerini iki yandan böðrüme dayadýlar. Kýpýrdatmýyorlardý
bile. Her þeyi kabullenip salýverdim
kendimi, yayýldým kaldým.
Aðaçlarýn kýpýrtýlý yapraklarýnýn ötesinde masmavi,
bulutsuz bir gök vardý. Ýþte o an, beni öldürmeyeceklerini
bir kez daha anladým. Nedense, arkadaþlarýmýn
gelip beni kurtarabilecekleri düþüncesi de yayýldý
içime. Sinan yaralýydý ama yaþýyordu. Kadir'i ateþ
ederken görmüþtüm; yara bile almamýþtý. Alp'in boynundan
aldýðý yaranýn öldürücü olmadýðý belliydi.
Ahmet'le Metin'i hiç ortalarda görmemiþtim. Mustafa'ya
da bir þey olduðunu sanmýyordum.
Þimdi silah sesleri daha uzaklardan, daha seyrek
duyuluyordu. Kurtuluþ umudu, doðduðu gibi bir anda
sönüverdi içimde. Geriye çekiliyor olmalýydýlar.
Çekildiklerine göre de burada yalnýz baþýma kalmýþtým.
Meþeliðin içindeki silahlý kalabalýk da ayýldýðýmdan
beri görünmemiþti. Ýki yanýmda yatan iki kiþiyle
baþ baþa býrakýldýðýmý anladým.
Saðýma dönüp baktým: Ýki ürkek kara göz bana
bakýyordu. Süngünün böðrüme itildiðini anlayýp toparlandým.
Gözlerini kýrpmadan dümdüz bakan bu
iki þaþkýn kara gözden bakýþlarýmý koparýp yavaþça
öbür yanýma döndüm: Kumral, kirli bir yüzdü. Gözleri
çipil. Sað yanaðýnýn ortasýnda eski bir çýban izi.
Beni yakalayýp yere yýkan buydu. Öbüründen daha
iriydi. Bakýþlarý da daha kötüydü. Kendisine daha önce
anlatýlan bizim yüzümüzle, karþýsýnda duran bu
benim yüzüm arasýnda bir benzerlik kurmaya çalýþýyor,
belli ki kararsýz kalýyordu. Beni kafasýnda bir yere
oturtamadýðý belliydi. Geri çekilip dizlerinin üzerinde
doðruldu. Öbürüne de kalkmasýný söyledi.
Kalktýlar. Uzaklara baktýlar. Sonra meþenin dibine
çöküp oturdular.
Silah sesleri çok uzaklardaydý þimdi.
Çipil gözlüsü, göðüs cebinden sigara paketini çýkardý.
--Ýçer misin?--
Ýstemedim.
--Geç otur þuraya.--
Gösterilen yere, öbür aðacýn dibine, bir kertenkele
gibi, dizlerimi ve omuzlarýmý kullanarak, kývrýla
kývrýla gittim. Sýrtýmý aðaca dayadým. Baktým: uzaklarda
artýk kimseler görünmüyordu.
--Nerelisin hemþerim?--
--Malatyalýyým.--
Malatyalý oluþum, ona pek bir þey anlatmamýþtý.
Baþýný salladý. Acýyan gözlerle bana bakarak sigarasýný
tüttürdü.
Sesler duyuldu. Ýkisi de fýrladýlar.
--Bizimkiler,-- dedi kara kuru olan.
Az sonra aðaçlarýn içinden askerler çýkýp geldi.
Baþlarýnda bir yüzbaþý vardý.
--Silahý yoktu bunun, deðil mi?--
--Yoktu komutaným.--
Baþýma geldi dikildi.
--Adýn ne?--
--Hacý.--
--Kalk bakalým Hacý, gidiyoruz.--
Ellerim arkamdan baðlýydý. Güçlükle kalktým.
Dürterek yönümü belirlediler.
Birliðin arasýnda yürüterek arkadaki yüksek yola
çýkardýlar. Askeri araçlar sýralýydý yolda. Buradan bütün
aþaðýsý görünüyordu. Yüzbaþýnýn bindiði aracýn
arkasýndaki Jeep'e soktular beni.
Yola koyulduk,
Hala Kalaþnikov'un sesi duyuluyordu uzaklardan.
Nerede olduklarýný kestirebiliyordum. O uzaktaki
aðaçlýklý yerdeydiler.
Aþaðýdaki tarlalar, seyrek aðaçlýklý yerler kum gibi
asker kaynýyordu. Aralarýnda köylüler de vardý.
Nasýl bir pusuya düþürüldüðümüzü þimdi çok iyi anlýyordum.
Hiçbir þey yapamamýþ olmanýn ezikliði
içinde dayanýlmaz bir hüzünle doluydum.
Arkadaþlarýmýn bulunduðunu düþündüðüm o
aðaçlýklý yer, Jeep'in sarsýntýlarý arasýnda bir görünüyor,
bir kayboluyordu. O yörenin en kötü yeriydi.
Yolun saðýna çekilip durduk. Büyük bir askeri
konvoy yolu tozutarak solumuzdan hýzla geçip gitti.
Kamyonlarýn içleri silahlý erlerle doluydu. Nereye yetiþmek
istediklerini biliyordum artýk. Aðlamak istemedim.
Tuttum kendimi.
Bir süre sönra köye vardýk. Köylüler Jeep'in çevresini
sardýlar. Arabadan inince söverek üzerime yürüdüler.
Beni linç etmek istedikleri belliydi.
--Daðýlýn!-- diye baðýrdý yüzbaþý.
Çevremi saran erlerin arasýnda yürürken, yüzbaþýya
yaranmaya çalýþan köylülerin davranýþlarýnda
ikiyüzlü birþeyler var gibiydi. Ben de köyde büyüdüm,
köyden geldim, ama oldum bittim sevemedim
köylülüðü. Baktým da yüzlerinde erkekçe olmayan
birþeyler vardý.
Bir duvarýn dibine götürdüler. Önce orada beni
kurþuna dizecekler sandým, duvarýn önünde.
--Kimseyi yanaþtýrmayýn yanýna!-- dedi yüzbaþý,
yürüdü gitti.
Köylüler, erlerin ötesinden bana, vahþi bir hayvana
bakar gibi bakýyorlardý. Beni daha yakýndan görebilmek
için itiþip kakýþýyorlardý. Erler beni býrakmýþlar,
þimdi köylülerle uðraþýyorlardý.
Birden gençten bir köylü, erlerin arasýndan sýyrýldý,
üzerime geldi, elindeki sopayý kafama indiriverdi.
Yerden doðrulup kalkýnca, ansýzýn bacaðýna, kaval
kemiðine olanca gücümle bir tekme savurdum,
sonra da tükürdüm suratýna.
Deliye döndü köylü. Çýldýrdý. Yeniden toparlanýp
saldýrdý üzerime. Omuzum kýrýldý sandýný. Sopa
iki parça oldu omzumda. Sonra köylülerin tekmelerine
erlerin de tekmeleri yumruklarý karýþtý; yýðýldým
duvarýn dibine.
--Açýlýn! Açýlýn dedim!--
Bir kadýn sesiydi.
--Batasýcalar! Niye vuruyorsunuz oðluma?--
Býraktýlar dövmeyi, çekildiler.
Baþýmý kaldýrýp baktým: Çok ihtiyar bir köylü
kadýndý. Ýki büklümdü. Geldi sokuldu yanýma. Diz
çöktü, karþýma oturdu. Yarýlan yanaðýma sürdü buruþuk
elini. Yüzümü okþadý. Döndü arkasýndakilere:
--Niye vuruyorsunuz oðluma?-- dedi yeniden.
Yazmasýný çekip sýyýrdý baþýndan, okþar gibi, yanaðýmdaki
kaný sildi yavaþça.
Sanýyorum yüzümde hiçbir kýpýrtý, hiçbir duygulanma
belirtisi olmadý o anda. Etkilemedi beni o kadýn.
Ötede sýralanmýþ yüzlere bakýyordum bir bir. Ýðrençtiler.
On beþ yirmi kiþi kadardýlar. Çoðunun yüzünde
yarým kalmýþ bir isteðin, doymamýþlýðýn izleri
vardý. Çocuklar da vardý aralarýnda. Eli sopalý köylü
öndeydi.
--Aðanýn oðlu, býrak o sopayý elinden;-- dedi ihtiyar kadýn.
Aðanýn oðluymuþ; elindeki kýrýk sopaya daha bir
sarýldý.
Birkaç kiþinin bakýþlarýnda, öyle yapmamalarý gerektiðini
okur gibi oldum. Ya gözlerini kaçýrýyorlar,
ya arkalarýný dönüyorlardý gizlice.
--Köy odasýna getirin onu!--
Komutanýn sesiydi.
Yerden kaldýrýp köy odasýna götürdüler beni. Basýkça
bir odaydý. Bir tahta sýraya oturttular. Baþýma
bir jandarma býrakýp çýktýlar.
Jandarma, elinde silahýyla, küçük masanýn yanýndaki
alçak iskemleye oturdu.
Dýþarýdan köylülerle görevlilerin anlaþýlmaz konuþmalarý
duyuluyordu.
Birden, nicedir silah seslerinin duyulmadýðýný anladým.
--Ben Malatyalýyým,-- dedi jandarma.
Ýki günlük sakalýyla iyi bir yüzdü.
--Sana hiç vurmadým,-- dedi jandarma.
Ne demek istiyordu? Demek hemþeriydik. Ama
benim Malatyalý olduðumu nereden bilecekti ki?
Kapý açýldý. Bir er elinde bir bardak çayla girdi
içeri.
--Al iç.--
Kollarým arkamdan baðlýydý ve bana çay sunuyordu.
--Al.--
--Ýstemem!-- dedim sertçe.
Ellerim baðlý olmasa içerdim.
Er, çayý masaya býrakýp çýktý.
Dýþarýda köylülerin sesleri daha yakýndaydý þimdi.
Pencerenin hemen dibinde konuþuyorlardý. Oturduðum
yerden dýþarýsýný göremiyordum. Konuþtuklarý
þeyler az da olsa duyulabiliyordu. Duyduðum konuþmalar
hiç etkilemiyordu beni. Ama anladýðým kadarýyla,
heriflerdeki o ilk þiþirilmiþ öfkenin yerini yavaþ
yavaþ bir acýma duygusu alýyordu.
--Yazýk yahu.--
--Çok da genç.--
--Daha çocuk be.--
Bu sözler beni daha da duygusuzlaþtýrýyordu.
Bir sessizlik oldu.
--Bizimkiler geliyor!-- diye baðýrdý biri dýþarýdan.
Bir süre sonra gelenlerle bekleyenlerin konuþmalarý
duyuldu.
--Çoðunu geberttik,-- dedi biri.
--Ýkisi kaçýp kurtuldu. Namussuz herifler. Ama
asker yakalar onlarý.--
--Birini ben vurdum,-- dedi biri.
Bir araba sesi duyuldu. Koþuþmalar oldu. Kapý
sertçe açýldý.
--Kalk bakalým, gidiyoruz.--
Þiþmanca bir baþçavuþtu. Kolumdan tutup dýþarýya
doðru itekledi beni. Köy odasýnýn önüne çýktýk.
Biriken köylülerin yüzlerini bile görmek istemiyordum.
Ama geldiðimden daha kalabalýktýlar. Kiminin
elinde av tüfekleri vardý. Ýte kaka Jeep'in içine soktular
beni. Arkaya oturttular.
Birden tanýdým Mustafa'yý. Arkada, yanýmda
kaykýlmýþ yatýyordu. Ýnliyordu. Üstübaþý kan içindeydi.
Kolunda ve pantolonunda kan daha yaygýndý.
Çok biçimsiz oturtmuþlardý. Belli ki oturttuklarý gibi
kalmýþtý. Yatmayla oturma arasý, öylece kaykýlýp kalmýþtý
oracýða.
Baþçavuþ öne geçti. Jeep, köylülerin baðrýþlarý,
sövgüleri arasýnda hýzla yola koyuldu.
Gülünün Solduðu Akþaýýý 129-9
Güçlükle dönüp baktý bana Mustafa. Yüzünden
bir sevinç esintisi geçti. Bakýþtýk. Acý çeken o gözlerde,
yenik düþmüþ olmanýn ezikliði, mutsuzluðu vardý.
Yaralarýnýn çok acý verdiði belliydi. Ýnlemesini
tutmaya çalýþýyor, ama aralýklý olarak acýlý sesler çýkarýyordu.
--Bir þeyin var mý?-- diye sordu fýsýltýyla Mustafa.
--Yok Endi,-- dedim.
Onu aramýzda 'Endi' diye çaðýrýrdýk.
Müthiþ bir suçluluk duygusuyla doldu içim. Ölmüþ
olmalýydým, diye düþündüm.
--Siz iyi kurtardýnýz canýnýzý,-- dedi baþçavuþ.
Hiç hoþuma gitmedi bu sözler.
--Üç arkadaþýnýz öldü,-- dedi baþçavuþ.
Dönüp Endi'ye baktým, yüzü öte yana dönüktü.
Kýpýrdamadý bile. Üç arkadaþýmýz. Üç kiþi. Biri Sinan
mýydý? Ya öteki ikisi?
--Kim o ölenler?-- diye sordu baþçavuþ, Mustafa'ya.
--Bilmiyorum. Görmedim,-- dedi Mustafa.
--Sen onlarla deðil miydin? Onlarlaydýn.--
--Ayrý düþmüþtük. Bilmiyorum,-- dedi Mustafa.
--Görürsünüz az sonra,-- dedi baþçavuþ.
--Neresi burasý?-- diye sordum baþçavuþa.
--Gölbaþý,-- dedi.
Jeep durdu. Ýndirdiler beni.
Mustafa'nýn inmesi çok güç oldu. Belli ki yaralarý
çok acý veriyordu. Yine de dört er, acýsýný arttýrmamak
için ellerinden geleni yaptýlar. Onu alýp bir yerlere
götürdüler.
Ve kapatýldýðým odada sorgular baþladý.
Sorularý soran genç subayýn önünde açýk duran
defteri hemen tanýdým. Endi'nin tuttuðu günlük'tü
bu. o kadar söylemiþtik ona, günlük falan tutma, bir
gün ellerine geçerse kötü olur, demiþtik. Dinlememiþti
bizi. Günlük tuttuðunu görmüyorduk, ama biliyorduk.
Che Guevara'ya tutkundu Endi. Onun 'Küba Günlüðü'ne,
'Bolivya Günlüðü'ne tutkundu. Hepimiz
tutkunduk Che Guevara'ya. Ama Endi'nin
günlüðü o genç subayýn elinde olmamalýydý þimdi.
Önündeki deftere bakýyor, sorular soruyordu.
Kýsa yanýtlarla geçiþtirmeye çalýþýyordum. Ama her
þey öylesine açýktý ki, neyi ne kadar geçiþtirebilirdim?
Arada susmalar oluyordu. Genç subay defteri karýþtýrýyor,
yeni sorular çýkarmaya çalýþýyordu.
O boþluklarda, o susmalarda, aylar süren dað yaþamýmýz
geçiyordu içimden:
Bir kýþ geçirdiðimiz Baþyurt yaylasý. Yan yana üç
dað: Aliþükran daðý, Sinekkorkmaz daðý, Kartal daðý.
Sonra Akçadaðlar. Nurhak. Sonra o uzun yürüyüþ.
Eðin geçidi, Dikme geçidi, Kulvar köyü, Tatlar köyü.
Sonra Meydan daðlarý. O sessiz Helete düzü ve Helete
vadisinden sonra Göksu deresi, Göksu vadisi. Orada
arkadaþlardan ayrýlýþ. O sonu gelmez týrmanýþ ve o
uðursuz Ýnekli daðý, Ýnekli köyü. Hiç daðýn, köyün
uðursuzu olur mu? Bilmem. Niye olmasýn? Ya da niye
olsun? Ya Ýnekli'nin köylüleri? Ya ölenler? Kim
onlar? Gerçekten kimdi onlar? Üç arkadaþýmýz. Biri
Sinan mý? Yani Sinan mý ölen üç kiþiden biri? Ahmet
mi yoksa? 'Hemþerim' Ahmet. Baþka? Baþka kimse
olamaz. Kimse olamaz.
Býrakýp gittiler beni orada. Bilmediðim ölümler,
o üç ölü, daha da yalnýz býrakmýþtý beni.
Birden içimden kopup gelen ýþýklý bir soruya yanýt
aradým: 'Baþçavuþ doðru mu söylemiþti bakalým?'
'Doðru muydu üç ölü olduðu?'
--Doðru deðil! Doðru olamaz!-- diye baðýrarak
dört dönmeye baþladým odada.
Kapý açýldý.
--Yalan!-- diye baðýrdým.
--Hey, ne baðýrýyorsun?--
Bizi getiren þiþman baþçavuþtu.
--Doðru deðil. Ölmedi onlar,-- dedim.
--Az sonra görürsün,-- dedi baþçavuþ.
Birileri girdi içeri. Taþýdýklarý aðýr zincirleri yere
býraktýlar. Arkadan bileklerime baðladýklarý kemerimi
çözdüler, yerine bir zincir sardýlar. Sonra da yerdeki
aðýr zincir yýðýnýný bileklerime doladýklarý zincirle
birleþtirdiler. Omuzlarým aðýrlaþýverdi.
--Yürü!--
Kollarýma yapýþýp çekerek kapýya götürdüler.
--Nereye götürüyorsunuz?--
--Ölülerin yanýna,-- dedi baþçavuþ.
--Burada öldürün beni. Onlarýn yanýna götürmeyin,--
dedim.
--Saçmalama,-- dedi baþçavuþ. --Götürün!--
Sürükleyerek kapýdan çýkardýlar. Direniyordum
ama gücüm yetmiyordu. Ýnerken, kollarýma baðlý o
aðýr zincirin taþ basamaklarý sýyýrýþý sinir etti beni.
Yine nefti bir Jeep vardý dýþarýda. Ýte kaka soktular
beni içine. O aðýr zincirleri de toplayýp içeri aldýlar,
ayaklarýmýn dibine yýðdýlar.
Zincir bileklerimi sýkýyordu. Bileklerim çatlayacakmýþ
gibi sancýyordu.
Yol bitince tarlalarýn içine saptýk. Jeep hoplaya
zýplaya gidiyordu. Sonunda bir yerde durduk.
Ýniþimiz de biniþimiz gibi güç oldu.
Artýk direnmiyordum.
Çevreme bakýnca çatýþma yerini tanýdým. Görünürde
kimseler yoktu. Ölüler de yoktu, öldürenler de.
O an, beni de orada öldüreceklerini düþündüm.
Ama öldürmediler. Yürüttüler. Güçlükle yürüyordum
çalýlýk toprakta. Ardýmca sürüklenen zincir
ara sýra bir çalýya takýlýyor, tam tökezleyip düþecek
gibi olurken iki yandan iki koluma girip tutuyorlardý
beni.
Bir açýklýða çýkýnca birden ilerideki kalabalýðý
gördüm. Nefti bir kalabalýktý.
Yürümeme yardýmcý oldular. Yanlarýna götürdüler.
Ne kadar çok subay vardý.
Kalabalýk açýldý.
Kalabalýðýn ortasýndaki açýklýkta yerde yatan üç
çýplak ölüyü gördüm birden.
Getiren erler, kollarýmdan çýkýp beni ortalýk yerde
öylece býrakýp çekildiler.
Ölüler birkaç metre ötemdeydiler. Üçünün de
üstlerinde yalnýzca donlarý vardý. Çýplak üç ölü.
Çevreme bakýndým. Ne kadar çok subay vardý.
Siviller de gördüm. Biri yerdekilerin resimlerini çekiyordu.
Birkaç subay yanýma yaklaþtý. Biri, kulaðýmýn dibinde
yumuþak bir sesle konuþtu:
--Oðlum, bak görüyorsun, üç arkadaþýn çatýþma
sýrasýnda öldü.--
Öte yanýmda daha sert bir ses:
--Devlete karþý gelmenin sonu budur iþte,-- dedi.
Beni aðlatmak istiyorlar diye düþündüm. Kesinlikle
aðlamayacaktým.
Kulaðýmýn dibindeki yumuþak ses yine konuþtu:
--Albay çok iyi bir insandýr. Ona doðruyu söyle.--
Hangi doðruyu?
--Tanýdýn mý oðlum, kim bunlar?--
O yumuþak ses bu.
--Daha yakýna götürün. Yakýndan görsün.--
O sert ses bu. Albay olmalý.
Kolumdan çekerek yan yana yatmýþ iki ölüden ilkinin
baþucuna götürdüler.
Hemen önümdeydi. Sýrtüstü yatýyordu. Ýlk bakýþta
tanýdým: Sinan'dý. Dudaklarýnda kan vardý. Sað
bacaðýnda, göðsünde ve karnýnda üç yerinde üç kurþun
yarasý. Anlaþýlan kanlarý silip temizlemiþler. Sað
bacaðý hafifçe kývrýlmýþtý. Kasýlýp kalmýþtý. Kollarý iki
yana açýlmýþtý. Baþý hafif geriye düþmüþtü; yastýksýz
arka üstü yatan bir insanýn baþý gibi. Gözleri kapalýydý.
Uyur gibiydi. Çok rahat, çok sakin bir görünüm
vardý yüzünde.
--Kim bu?-- dediler.
--Uyuyan biri,-- dedim, yavaþça.
--Ama kim?--
--Bir ölü belki de.--
--Ölü tabü. Görmüyor musun? Delik deþik.--
--Bir ölü,-- dedim.
--Adý ne?--
Bir ölünün adý ne iþe yarardý ki artýk.
--Bak bakalým þu fotoðraflara. Hangisi bu, göster.--
Biri karþýma geçip sýrayla fotoðraflar göstermeye
baþladý. Ýlk fotoðraf Hüseyin'in fotoðrafýydý, 'Dede'nin.
--Bu mu?--
--Deðil,-- dedim baþýmla.
--Bu mu?--
Alp'in fotoðrafýydý.
Yine salladým baþýmý.
--Bu,-- dedim. Gösterilen üçüncü fotoðrafa eðildim.
--Bu.--
Sinan'dý fotoðraftaki. Ama Sinan'a hiç benzemiyordu.
Çok eski bir fotoðrafý olmalýydý.
--Bu mu dedin?--
--Bu.--
Telaþlandýlar. Yerdeki ölünün baþýnda toplandýlar.
Eðilip bir ölüye, bir fotoðrafa baktýlar. Kararsýz
kaldýlar. Yine kalkýp sordular.
--Bu fotoðraf Sinan Cemgil'in fotoðrafý. Yerdeki
ölünün yüzü bu fotoðraftakine benzemiyor,-- dediler.
--Sinan bu,-- dedim.
--Doðru mu söylüyor?-- dedi biri.
--Doðru mu söylüyorsun?-- dedi bir baþkasý.
--Bak, bizi yanýltmaya kalkma. Doðru söylemiyorsan
sonra çok kötü olur,-- dedi daha önce duyduðum
bir ses.
Yeniden çöktüler ölünün baþýna, yeniden karþýlaþtýrdýlar
iki yüzü, yeniden kalktýlar ayaða.
--Yavrum, uðraþtýrma bizi. Doðru söyle. Bir de þu
fotoðrafa bak.--
Bir fotoðraf daha gösterdiler. Hiç tanýmadýðým
birinin fotoðrafýydý.
Baþýmla Sinan'ýn fotoðrafýný gösterdim.
--Ýkinci ölüye geçelim,-- dedi o sert ses.
Sinan'ýn hemen yanýnda yatan ikinci ölünün baþucuna
götürdüler. Onu da otlarýn üstüne arka üstü
uzatmýþlardý. Hemen tanýdým: Kadir'di. Ah, hiç aklýma
gelmezdi Kadir'in öleceði. Sinan'ý düþünmüþtüm
de, Kadir'in ölebileceðini hiç getirmemiþtim aklýma.
Nasýl da hemencecik paniðe kapýlýrdý.
O tepede onu son görüþüm geldi gözlerimin önüne:
Yün baþlýðýný yanlarýndan kývýrýp kalpaða benzetmiþti.
Ateþ ediyordu. Yere çömelmiþti. Hafifçe yana
kaykýlmýþtý. Aðzýndaki o tek altýn diþi de, güneþ vurdu
mu ýþýldardý.
--Kadir mi bu?-- dediler.
Onun da yüzünde Sinan'ýnki gibi çok rahat, çok
sakin bir görünüm vardý. O da uyur gibiydi. Çýplak
bir uykuda. Sanki kollarýyla Karlo'sunu, o pek sevdiði
silahýný tutuyor gibiydi. Belli ki Karlo'suyla ölmüþtü.
--Kadir,-- diyebildim.
Kollarýmdan tutup yan yana yatan iki ölünün üç
metre kadar açýðýndaki üçüncü ölüye doðru çektiler
beni.
--Bu kim?--
Baktým. Tanýyamadým.
--Kim bu?--
Hiçbirine benzemiyordu.
--Söyle, kim bu?--
--Rahat býrakýn, düþünsün çocuk,-- dedi bir ses.
Rahat býraktýlar.
Bir süre konuþmadýlar.
Neden sonra sordular:
--Kim bu?--
Döndüm: Arkamdaydýlar. Kalabalýktýlar. Az ötede
otlarýn üstünde yatan Sinan'la Kadir'in uyuyuþlarýna
baktým. Sonra yine döndüm önümde yatan genç
ölüye. Kim olabilirdi? Kafamdan bütün arkadaþlarýn
görüntülerini bir bir geçiriyor, adlarýný fýsýldýyordum
bir bir.
Hiçbirine benzemiyordu önümde yatan ölü.
Recep olabilir mi bu? Neden olmasýn? Recep.
Ama Recep nasýl gelebilirdi ki buralara? O þimdi
kimbilir nerelerdeydi? Recep'e benzemiyordu belki
ama, yine de Recep'ti sanki.
--Recep olabilir.--
--Kim? Recep mi dedin?--
Recep'i canlandýrmaya çalýþtým içimde. Recep daha
týknazdý. Önümde yatan ölü incecikti, dal gibiydi.
Çýplak bedeninde mor noktalar vardý. Bir çifteden
çýkan saçmalarýn izleri olmalýydý.
Eðilip daha yakýnýna sokuldum. Yüzüne baktým.
Dudaklarý gerilmiþti. Belli ki ilk ölen oydu. Solmuþtu
yüzü, eskimiþti. Saçlarý alnýna yapýþmýþtý. Sanki bir
kriz anýnda güçlükle solur alýr gibi bir görünüm vardý
yüzünde. Ama hiçbir buruþma yoktu, gergindi yüzü.
Dudaklarýndaki kasýlma, çektiði acýdan gibiydi.
Doðruldum, niye bilmem, yine gökyüzüne baktým.
Akþam koyuluðu dolmuþtu gökyüzüne. Kuþlar
dolanýyordu havada. Üþür gibi oldum. Külrengi bir
serinlik geldi doldu içime. Kollarýmý göðsümde kavuþturmak
istediýn. Ama kollarýmýn arkamdan zincirlerle
baðlý olduðunu anlayýnca, nerede olduðumu
bir kez daha kavradým, bildim. Gerçeðe, önümde
uzanmýþ yatan ölüye döndüm. Yavaþça eðildim. Yüzüne
yaklaþtýrdým yüzümü. Ne kadar da solgundu.
Acý, donup kalmýþtý yüzünde. Aðzýna sinekler konmuþtu,
geziniyorlardý dudaklarýnda. Uzandým, üfledim
sinekleri, kovdum. Havalanýp yine kondular.
Daha hýzlý üfledim. Gözleri yarý aralýktý. Dudaklarýmý
uzattým, öpmek istedim onu. Ve eðilip öptüm soðumuþ
alnýndan. Bir daha öptüm.
Birden boynundaki yýrtýðý gördüm. Ýlk kurþunu
boynundan yiyip çöken kimdi?
Ýçimden yuvarlanýp gelen bir ses, sanki hiç tanýmadýðým
bu genç ölüyle tanýþtýrmak istedi beni:
--Alp bu,-- diyordu içimdeki ses.
Ve taþtý dudaklarýmdan. Baðýrmýþým:
--Alp bu!--
Kendi baðýrýþýmla kendime geldim. Çevreme bakýndým.
Off, ne kadar kalabalýktýlar. Ne kadar yalnýzdým.
Kimdi bu insanlar?
--Alp mi dedin?--
--Alp bu,-- dedim.
--Alp. Hangi Alp? Soyadý ne? O da Orta Doðu'da
mý okuyor?--
Soruyorlar: --Alp diye biri var mý o fotoðraflarýn
arasýnda?--
Yanýtlýyorlar: --Yok komutaným.--
--Kim bu Alp?--
--Alp bu,-- dedim, sustum. Ne demek 'Kim bu
Alp?' Alpaslan iþte.
Artýk hiçbir soruyu yanýtlamak istemiyordum.
Zorladýlar, ama konuþmadým.
--Tamam. Yeter. Götürün.--
Koþuþmalar. Yine itilip kakýlmalar.
Býraksalar yýðýlýp kalacaðým oracýða.
Sürüklenir gibi Jeep'e götürülüþ.
Ardýmca sürüklenen zincirin aðýrlýðý.
Sancýyan bileklerim.
Önde iki er; silahlarýnýn namlularýný bu kez yüzüme
sokacaklar neredeyse. Zaman zaman namlulardan
biri alnýma, biri þakaðýma deðiyor. Arkamda da
biri var bu kez. Ensemde bir baþka namlunun soðukluðundan
biliyorum bunu.
Yola çýkýnca Jeep'in sarsýntýlarý azalýyor. Dönüp
gerilere bir daha bakmak için o anda canýmý verebilirim.
Ama namlular...
Ben de önümde uzayýp giden þoseye bakýyorum.
Kimsesiz, alacakaranlýk bir yol döne kývrýla uzanýp
gidiyor önümüzde.
Nereye bu gidiþ?
Bu yolun sonu nereye varýyor?
Ve birden Sinan'ýn hiç dilinden düþürmediði bir
þiir dökülüyor içimden, o akþam saatinde:
--Ölüm buyruðunu uyguladýlar
Mavi dað dumanýný
Ve uyur uyanýk seher yelini
Kanlara buladýlar
Sonra oracýkta tüfek çattýlar
Koynumuzu usul usul yoklayýp
Aradýlar
Didik didik ettiler
Kirmanþah dokumasý al kuþaðýmý
Tespihimi tabakamý alýp gittiler
Hepsi de armaðandý... --
Nice sonra, bir cezaevi koðuþunda, iki katlý demir
bir ranzanýn alt yataðýnda, yanýk yüzünden incecik
yaþlar akýtarak Hacý Tonak, Ahmed Arif'in bu dizelerini
okuyordu bana. Sözünün sonunu da þöyle baðlamýþtý:
Sinan'ýn gerçekten bir tabakasý vardý; almýþ kim
almýþsa. Bir tesbihi vardý, hiç býrakmazdý elinden;
onu da almýþlar. Aklýma geldi: çakmaðý da hala bendedir.
Ölümü de çok yiðitçe olmuþ. Düþüp kalkýp
ateþ etmiþ, düþüp kalkýp ateþ etmiþ. Bombayý atmaya
çalýþýrken öldürücü yarayý almýþ. Bombanýn pimini
çekemeden vurulmuþ.
'Hemþerim? Ahmet'le Metin mi? Onlar o çatýþmadan
kaçýp kurtulabilen iki kiþi.
Ama hemen ertesi gün yakalanýyorlar. Hem de
pisi pisine.
Yine köylüler.
Kaçýp daðda gezinirlerken köylüler çýkýyor karþýlarýna.
Yakalýyorlar bunlarý, alýp köylerine getiriyorlar.
Yok, Ýnekli köyü deðil, bir baþka köy.
Köylülerle oturup bütün bir gün konuþuyorlar.
Tartýþýyorlar. Köylüler yargýlýyor bunlarý. Sonra akýllarý
yatmýyor. Götürüp askerlere teslim ediyorlar.
Bizden bir gün sonra yakalandýlar.
:::::::::::::::::
KANAYAN BÝRÝ
:::::::::::::::::
Kanayan adlý öyküler kitabýma adýný veren öyküyü
yayýmlandýðý dergide okuyunca Mehmet Asal'ýn çok kýzdýðýný,
bana yine anasýyla babasý anlatmýþlardý üzülerek.
Niðde Cezaevinde okumuþ öykümü ve tanýmýþ kendisini.
Anasýna babasýna oradan yazdýðý bir mektupta, neler yazmýþtý
bilmiyorum, ama --Neden anlattýnýz beni Erdal Aðabeye?--
dediðini biliyorum.
Dünya tatlýsý iki insan. Birinde analýðýn bütün özellikleri,
bütün güzellikleri var. Baba, kendini pek öyle duyarlý
biri deðilmiþ gibi göstermeye çalýþsa da, beceremiyor; dünyanýn
en duyarlý, en güzel babalarýndan biri.
Ne güzel anlatmýþlardý o gece sevgili oðullarýný, Mehmet
Asal'larýný.
Onlar gittikten sonra, hemen oturup yazmýþtým o öyküyü.
Adýný da Kanayan koymuþtum. O gece karþýmda
kanayan iki yürek vardý çünkü. O öyküde anlattýðým,
Mehmet Asal deðildi, hiç deðildi. O ana ile babadan yola
çýkmýþ, o gece tanýdýðým o iki gerçek kiþiyi yeniden yaratmaya
çalýþmýþtým. Belki öylesine gerçektiler ki, öykümde,
onlara ekleyecek sanatsal bir boyut katamadýysam, bu, o
gece o iki insanýn çizdiði iki gerçek kiþiliðin, yeniden çizilemeyecek
kadar gerçek oluþlarýndandý, sanatsal boyutlar
taþýyýþlarýndandý.
Sevdiðim öykülerimden biridir Kanayan. Ýdam cezasýyla
yargýlanan bir oðulun anasýyla babasý konuþurlar o
öyküde. Bir ana konuþur, bir baba. Biri konuþurken, dayanamaz
sözü öbürü alýr.
O gece de öyle olmuþtu. Onlar konuþurken not bile
almamýþtým. Aklýmda ve yüreðimde kalanlarla bütünlemiþtim
o öyküyü.
Mehmet Asal, öykümü Niðde Cezaevinin demir parmaklýklarý
arkasýnda okuyunca, tanýmýþ kendini, kýzmýþ
anasýyla babasýna.
Niye kýzdýðýný anlayamadým.
Anlayamadým, çünkü Mamak Cezaevinin demir parmaklýklarý
arkasýnda bana anlattiklarýndaki o engin hoþgörüsünü
ve giriþtikleri eylemler üzerine yaptýðý özeleþtirisini
düþünüyorum da, gerçekten anlayamýyorum o öfkesini.
Mamak Cezaevinde tanýmýþtým onu. Bir gece geç vakit
bizim koðuþa getirilmiþlerdi topluca. Kayseri'de yakalanmýþtý
Mehmet Asal.
Yanýlmýyorsam, gazetelerde köylü kýlýðýyla çekilmiþ
fotoðraflarý da çýkmýþtý. Öylesine köylülükten uzak, öylesine
kentlinin biriydi ki o fotoðrafta.
Þimdi, bir köylüyü, kentli kýlýðý giydirip, boyunbaðý
falan takýp kentin göbeðinde dolaþtýrmayý düþünüyorum
da, gülmek geliyor içimden. Olmaz bu kadar aykýrý þey.
Týpký bir kentliyi de, köylü kýlýðýna sokup kimseye
yutturamayacaðýmýz gibi.
Ama Sinan'lardan ayrýlan, daðlarda ne yapacaðýný bilemeyen,
çoðu kentli çocuklardan oluþan o topluluðun daðlardaki
o þaþkýnlýklarýný, tutarsýzlýklarýný, çocukçalýklarýný,
Mehmet Asal hem de ne güzel anlatmýþtý bana. Büyük bir
içtenlikle anlatmýþtý o gün, arka hücrelerde, Deniz'le konuþtuðumuz
o günlerde. Büyük bir özeleþtiriydi anlattýklarý.
Çocukça bir oyun çýkýyor ortaya sonuçta.
Bazan çok güzel bir oyunun sonunda çok acý bir gerçekle
karþýlaþabilir insan, ama oyunun çocukça güzelliðini
deðiþtirebilir mi bu?
:::::::::::::::::
MEHMET ASAL
anlatýyor
:::::::::::::::::
Göksu vadisinde Sinan'lar ayrýldý bizden. Onunla
gidemeyenler, niye gidemediklerini oturup düþündüler.
Özeleþtiri yaptýlar içlerinden. Sinan'la gitmeyi
herkes istiyordu. Ama aramýzda seçme yapýldý. Önceden
çatýþma deneyimi geçirmiþ olanlar, iyi silah kullananlar
seçilip ayrýldýlar ve Sinan'la gittiler. Yedi kiþiydiler.
Ýkiye bölünmüþtük. Ýki ayrý yerde iki ayrý eylemimiz
olacaktý. Sinan'la gidenler, Kürecik bölgesinde
Karahan gediðindeki Amerikan radar üssünü havaya
uçuracaktý, biz de Adýyaman'a gönderilen banka paralarýna
el koyacaktýk.
Gidenlerin, ayrýlýrken bizlere sarýlýþlarý çok garipti.
Hepsi de ölüme gittiklerini biliyor gibiydiler.
Onlarýn kurtuluþ umudu olmadýðýný bizler de biliyor
gibiydik.
Sinan, ayrýlýrken, --Keþke bir makinemiz olsaydý
da bir fotoðraf çektirseydik birlikte,-- dedi.
Ayrýlýþ hüzünlü oldu.
Onlarla daha sonra Binboðalarda buluþacaktýk.
Oysa iki topluluðun buluþma umudu kalmamýþ gibiydi.
Birbirinden kopuk iki ayrý topluluk olmuþtuk artýk.
Kendimizi suçladýk.
Gidenler, hem gidecekleri bölgenin yabancýsýydýlar,
hem de baskýn olayýndan sonra olacaklarý pek
kestiremiyorlardý. Biz de öyle. Sonrasýný bilmiyorduk.
Gece ayrýldýlar bizden.
Malatya'nýn Akçadað yöresinde Cibo maðarasýnda
toplanmýþtýk. Banka soygunundan saðlanan paralarla
kaçakçýlardan alýnan silahlarýn maðarada daðýtýldýðý
gün nasýl sevinmiþtik. Artýk herkesin bir silahý
vardý.
Üç ay kadar sürmüþtü daðdaki yaþamýmýz.
Göksu vadisinde Sinan'lardan ayrýlmadan önce
tam yirmi üç kiþiydik.
Sabahla birlikte bulunduðumuz bölgeden hemen
ayrýlmamýz gerektiðini düþündük. Toparlanýp yola
çýktýk. Öðleden sonra Göksu ýrmaðýna indik.
Tuncer, bizim topluluðun baþýydý, ama gecikti.
Bu davranýþý, daha iþin baþýnda, yoldaþlýk iliþkilerini
çürütür gibi oldu. Herkeste bir adamsendecilik tavrý
belirdi.
Göksu ýrmaðýndan karþýya geçecektik. Semih geçti.
Biz (Tuncer Sümer, Semih Orcan, Osman Arkýþ. Azeri:
Metin Yýldýrýmtürk) geçemedik. Çok deli akýyordu Göksu. Gece
de bastýrmýþtý.
Bulunduðumuz yer Helet köyüne yakýn bir yerdi.
bu yakada kalmamalýydýk. Semih çýrýlçýplak soyunup
atmýþtý kendini Göksu'ya. Güçlükle de olsa karþý
kýyýya geçmeyi baþarmýþtý. Geçerken ip kullanmýþtý.
Osman, ben, Azeri, üçümüz ona parka ve silah ulaþtýrdýk.
Kimse yardýýncý olmadý bize. Herkes kendi içine
kapanmýþtý. Bir ateþ yakýp baþýna geçtik. Semih'e
parkasýyla silahýný ulaþtýrmaya çalýþýrken biz de adamakýllý
ýslanmýþtýk. Bizimle kimse ilgilenmedi.
Gece bastýrdý. Hiçbir koruyucu önlem alýnmadý.
Tam bir laçkalýk vardý herkeste.
--Gece nöbet tutalým, Semih'in ötede baþýna bir iþ
gelebilir, hazýrlýklý olalým,-- falan dedik.
Sonunda birimiz nöbete kaldý. Bir kiþiydi nöbet
tutan. Ýlkel, kötü bir nöbetti. Geceyi öyle geçirdik.
Sabah olunca biz de geçtik karþýya. Bir ip fýrlattýk.
Semih ipin ucunu sýkýca baðladý bir aðaca. Önce
senben þakalaþmasý oldu, sonra birer birer geçtik
Göksu ýrmaðýný.
Göksu'nun iki yaný da dik kayalýktý. Derenin öte
yakasýnda kayalýðýn içinde bir büyücek oyuntu bulduk,
bir süre oraya girip bekledik.
Sinan'lardan ayrýldýktan sonra aðýrlýklarýmýzýn
çoðunu atmýþtýk. Yükümüz oldukça azdý. Bir yokuþu
týrmandýk; yorucu oldu. Yüklerimiz yine de fazla geldi.
Çantalarýmýzý yeniden karýþtýrýp atýlacak birþeyler
aradýk; hiçbir þeye kýyamadýk.
Öyle çatýþmadan falan söz edilmiyordu aramýzda,
ama çatýþmanýn yakýn olduðunu seziyorduk.
Göksu'yu geçiþimiz, Sinan'lardan ayrýlýþýmýzýn
ikinci günü olmuþtu. Ertesi gün radyodan, Sinan'larýn
pusuya düþürüldüðünü, üçünün öldüðünü
geri kalanlarýn yakalandýðýný öðrendik. Þaþkýna döndük.
Olamazdý. Önce haberin doðruluðuna inanmak
istemedik. Haberi yorumlamaya çalýþtýk. Haberlerde
açýklanan adlar birbirini tutmuyordu. Aralarýnda olmayan
arkadaþlarýn adlarý da okunuyordu. Anlayamýyorduk.
Aramýzda en yetenekli olanlarýmýzdý onlar;
herhalde bir pusuya düþürüldüler, zorunlu olarak da
bir çatýþmaya girdiler, diyorduk. Ýlk anda içine düþtüðümüz
panik kýsa sürdü.
Haberi duyduðumuzda Osman uyuyordu. Gidip
uyandýrdýk onu, nedense çattýk ona.
--Onlar jandarmayla karþýlaþtýlar, çatýþmaya girdiler,
peki biz ne yapacaðýz?-- diyorduk.
Öc alma duygusu doldurmuþtu içimizi. Her kafadan
bir ses çýkýyordu: --Gidip þurayý yakalým, þurayý
yýkalým,-- gibisinden daðýnýk öneriler geliyordu her
birimizden. Devrimci sorumluluk ikinci plana atýlýr
gibi olmuþtu.
Kentle her türlü baðlantýyý kuranlar da onlardý.
Onlarsýz kalýnca kentle olan baðlantýmýz da kopmuþ
oluyordu.
Daha sonra radyodan Ýsrail Baþkonsolosu Elrom'un
ölümünü, Cevahir'in, Mahir'in ölümünü de
duyduk. Cevahir'e çok üzüldük. Atilla (Atilla Keskin)
Ýstanbul'a Cevahir'i getirmek için gitmiþti oysa.
Kentte de çok þeyin bittiðini anladýk. Cihan da
yakalanmýþtý. Deniz'gil yakalandýktan sonra Ankara'da
da önemli bir giriþim olamayacaðýný seziyorduk.
Bütün bu haberler, her iki büyük kentte çok þeyin
bittiði duygusu uyandýrdý bizde.
Önce Ankara'ya üç kiþi göndermeyi düþündük.
Bu üç arkadaþ, orada yeni arkadaþlar bulsunlar, ya da
yakalanan öbür arkadaþlarý kurtarmanýn yollarýný
arasýnlar, becerebilirlerse onlarý kurtarsýnlar, gerekirse
yeni eylemlere giriþsinler, diyorduk. Bütün bu konularda
daha önceden hiçbir deneyimimiz olmadýðý
için kendimize güvenimiz de yoktu. Bütün bu þaþkýnlýklar
bundandý.
Yatmadýk orada. Bir helikopter dolaþtý üstümüzde.
Yer deðiþtirmek zorundaydýk. Yola çýktýk. Binboðalara
gidiyoruz.
Yirmi dört saat önce atamadýðýmýz, atmaya kýyamadýðýmýz
eþyalarýmýzý orada býraktýk. Tam savaþ kýlýðýna
girdik. Uyku tulumlarýmýzý bile attýk. Yalnýzca
silah, mermi ve yiyecek kaldý üzerimizde.
Birazcýk baþýboþlukta, atamadýðýmýz küçük burjuva
alýþkanlýklarý hemencecik su yüzüne çýkýveriyor.
Kýsa bir süre sonra birkaç kiþide bireyci davranýþlar
beliriverdi. Özellikle yiyecek konusunda. Yemek iþi
bir dert. Aç açýna yürünmüyor. On dört kiþiyiz. Yiyecek,
öteberimiz çok kýsýtlý.
--Bir kapta ikiþer kiþilik piþsin,-- dedik.
Bir arkadaþýmýz, yarým mataralýk pirinç ve yað
koydu kabýna; yani iki kiþilik deðil bir kiþilik yemek
yapmaya kalkýþtý. --Ben yemeðimi fazla yapmam. Beþ
dakika sonra ne olacaðýmýz belli deðil, o zaman aç kalýrým,--
dedi.
Yani herkese paylaþtýrýlan pirinç konusunda bile
aþaðýlýk bir mülkiyet duygusu belirmiþti.
Topluluðun içinde ortaklaþa yaþamaya kendini
alýþtýramayan iki üç arkadaþ vardý. Oysa bizim ortaklaþa
yaþamýmýzda böylesine bireyci tavýrlarýn yeri olamazdý.
Bölüþmeci olmak zorundaydýk.
Bir gün kayalýklardayýz. Suyumuz çok azalmýþ.
Biri, öbüründen su istedi. Vermedi öbürü. --Ýdareli
kullansaydýn. Vermem suyumu. Ancak bana yeter bu
su,-- dedi. Evet, böyle dedi.
Daha hareket, dinamik bir ortamda deðil. Statik
bir ortamdayýz ve arkadaþlarý ortaklaþa yaþamaya alýþtýrmak
çok güç. Oysa sýcak savaþ olsa, bu alýþkanlýklar
kendiliðinden doðacak. Eleþtiri, özeleþtiri de yok
aramýzda daha. O zaman kiþiler arasýnda güvensizlik
doðuyor. Benden suyunu esirgeyen adam, yarýn benim
uðruma canýný nasýl verecek? Artçý olsa nasýl koruyacak
bizleri?
Kente adam göndermeye kalkýþmamýz, Deniz gibi
saðlam, güvenilir arkadaþlara gereksinme duyuþumuzdan
kaynaklanýyor biraz da.
Ve yola çýkýldý.
Bir tepeyi týrmanýyoruz. Köm'e çattýk. Sürü, çoban,
çobanýn evi, köpekler falan. Görülmeden dolaþýlacak
çok az yer var Türkiye'de. Çoban köpeði hemen
koku alýyor ve köpeðin insana mý hayvana mý
havladýðýný çoban hemen anlýyor; merakla sürüsünü
o yana güdüyor. Köpeði vurmaya kalksan, adamýn en
deðerli þeyini yok etmiþ olacaksýn, boþ yere adamla
çatýþacaksýn; köyü, köylüyü karþýna alacaksýn.
--Eþkýyayýz,-- diyoruz.
Olmuyor. Yutmuyor köylü. --Öðrenci eþkýya
solcu eþkýya,-- falan diyor.
Bir keresinde de Tapkýran köyünün yukarýsýnda
kaldýk. Üç delikanlý çýktý geldi yanýmýza.
--Devrimci aðabeylerle konuþmaya geldik,-- dediler.
Tuncer kovaladý çocuklarý. Yanlýþtý bu yaptýðý.
Çocuklar gerçekten devrimciymiþ.
Silahlý adama halkta saygý var. Feodal bir davranýþ
bu. Saygýyla birlikte çekingenlik de var.
--Niçin buralarda dolaþýyorsunuz?-- demiyorlar.
Soru moru sormuyorlar. Korkudan deðil. Korku
yok. Saygý var. Yasalara ve kurulu düzene karþý çýkabilene
duyulan bir saygý bu. Feodal yiðitlik saygýsý.
Öyle bir þey.
Göksu'dan yukarýlara çýkýyorduk. Birden köpekler
havladý. Obaya çatmýþýz.
--Kimdir o? Kimdir o?--
--Biziz amca,-- falan, dedik.
--Kimsiniz?-- dedi adam.
--Dur, geliyoruz,-- dedik.
--Gelmeyin. Evime gelmeyin,-- dedi. Düpedüz
--Evime gelmeyin,-- dedi adam.
--Korkuyorsan gelmeyiz,-- dedik. Yani 'zulaya
yattýk.'
Ve ayný adam, üþenmeden merakla aradý buldu
bizi. Geldi yanýmýza. Ekmek, pekmez, ne varsa elinde
avucunda, getirmiþ. Biz de parasýný verdik getirdiði
þeylerin.
Arkadaþlardan üçü kalkýp obaya gittiler. Yiyecek
birþeyler piþirttiler orada.
Biz de oturup adama birþeyler anlattýk.
Sinan'larý da köylü ihbar etmiþ. Köylü ihbar
eder. Ýhbar etmesinin gerçek nedeni þu: Görüp de ihbar
etmediðini bir baþkasý öðrenir de onu ihbar eder
diye korkuyor köylü. Yani ihbar edilmekten korktuðu
için ihbar ediyor.
Ýhbarcý kim olursa olsun cezalandýrmamýz gerek.
Köy mü basýlacak, basmalýsýn. Ýhbarcýyý yakalayýp
hem de bütün köylüye yargýlatýp cezalandýrmamýz
gerek. Ama bizde yok böyle bir þey. Çünkü devrimci
terörü kurmamýþýz daha. Bunu yapmadýðýmýz için
köylü sýrtýný bize dayamýyor ve çekinmeden bizi ihbar
edebiliyor.
Malatya'dayken de þöyle bir olay olmuþtu:
Bir çoban çýkmýþtý karþýmýza.
--Ne arýyorsunuz hemþerim?-- demiþti.
--Biz Deniz Gezmiþ'in arkadaþlarýyýz,-- demiþtik.
--Deniz Gezen'de çok iþler var, diyorlar. Çok iþler
yapacaktý ama karþýlandý,-- demiþti. --Peki onun arkadaþlarýysanýz,
Amerika'ya karþýsýnýz da, þu tepenin
üstündeki üs ne oluyor?-- demiþti.
Hep sonradan öðreniyoruz. Bizleri arayan askerlerle
karþýlaþýnca, bir keresinde köylünün biri þöyle
demiþ:
--Binbaþým, siz binbaþýsýnýz, onlar yarbay. Sakýn
üstlerine varmayýn. Bir dürbünleri var, nah þöyle.--
Bizleri efsaneleþtiriyorlar. Sayýmýzý da çoðaltýyorlarmýþ
anlatýrken.
Aðaçlarýn altýnda oturuyorduk. Ýki arkadaþ ötede
bir baþka aðacýn altýnda oturuyordu.
--Gelin yanýmýza oturun,-- dedik.
--Hayýr, biz burada oturacaðýz,-- dediler.
Yani yöneticimizin sözü geçmiyordu. Komutanýmýz
yoktu öyleyse.
En kötüsü, üzerimizden, yakýnýmýzdan bir helikopter
geçti.
--Teslim olalým,-- diye bir ses çýktý arkadaþlardan
birinden. Bunu yapabildi. Anlatýyorum bunlarý. Bunlar
bilinsin, bizden sonrakiler bunlardan ders çýkarsýnlar.
Ýyi yoldaþlar seçsinler kendilerine.
--Teslim olalým,-- deyiþi yalnýzca korkaklýktan deðildi,
o zamana kadar yaþanan olaylarýn onda yarattýðý
birikimdendi.
Tuncer, tek baþýna karar verme sorumluluðunu
üzerine almak istemiyor. Sorumluluðu ve yetkiyi daðýtmak,
bölüþtürmek istiyor.
Ekmek yediðimiz yerde, --Oturalým, bu konuyu
tartýþalým,-- dedik.
Çobandan, o yörelere bol komando döküldüðünü
öðrenmiþtik. Çemberin iyice daraldýðýný anlamýþtýk.
Bir an önce o çemberden sýyrýlmamýz, oradan ayrýlmamýz
gerekiyordu. Paramýz da tükenmek üzereydi.
Sinan'lar yok edilmiþti. Kimi ölmüþ, kimi yakalanmýþtý.
Adam yoktu ki elimizde. Kalanlarýn arasýnda da
tam bir dökülme baþlamýþtý. Pilav, su, teslim olmak
tartýþmalarý sürüyor, her kafadan bir ses çýkýyordu.
On dört kiþiyiz ama aralarýnda güvendiðim altý yedi
kiþi. Herkeste bir güvensizlik var.
--Aramýzdan bir kýsmýný gönderelim, az ama saðlam
kalalým,-- diyoruz.
Ama bu öneride bulunacak olan arkadaþýn da,
herkeste güven uyandýracak bir deneyimden geçmiþ
olmasý gerek. Kim olacak bu? Kendinde göremiyorsun
bu hakký.
Ve genel olarak durumun kötüye gittiði anlaþýldý.
Topluluðun ayakta kalmasýný saðlamak gerek.
--Gidelim, yakalanan arkadaþlarýmýzý kurtaralým,
olursak biz de telef olalým,-- dendi.
--Üçe ayrýlalým, üç koldan bu çemberi yarmaya
çalýþalým,-- dendi.
--Bir yanýmýzda Kapýdere-Elbistan karayolu var.
Yol devriye dolu. Öbür yanýmýz düzlük. Ama ortalýkta
silahlý olarak görülemeyiz. Geri de dönemeyiz;
iz tutturmuþlar, geliyorlar ardýmýzdan.
--Öyleyse ne yapýp edip çemberi yaralým, kente
inelim. Deþifre olmamýþ pek çok kiþi var aramýzda,--
dedim.
--Çemberi birlikte mi yaralým, yoksa gruplara mý
ayrýlalým?-- dediler.
Sonunda üç gruba ayrýldýk. Bir grup, Elbistan'a
gidip oradan Ankara'ya gelecek. Otomatik silahlarý
onlara býraktýk.
Bizim grup beþ kiþi; geldiðimiz yönde geri döneceðiz.
Önce Kayseri'ye gideceðiz. Yolun açýk olduðunu
öðreniyoruz. Yollarda kesme yok. Ben oradan
Ankara'ya döneceðim, Ankara'da Semih'leri bulup
onlara katýlacaðým.
Tuncer'in grubu ise Filistin'e geçip oradakilerle
iliþki kuracak.
Geri kalan öbür arkadaþlar da açýða çýkmayacaklar.
Kimse de onlarý bilmeyecek. Daðýlacaklar.
Ve bu yanlýþ kararý uyguladýk.
Sonra silahlarýmýzý öpüp yemin ettik, buluþmak
üzere ayrýldýk. Ayrýlmadan önce, silahlarýmýzý gömdük.
Otomatikleri deðil.
Çoban, Göksu ýrmaðýný en kolay nereden geçebileceðimizi
de söylemiþti. Ama gideceðimiz yönü söylemedik ona.
Kiþi seçimindeki tutum çok önemli.
Malatya'da, Akçadað yöresindeki Cibo maðaralarýnda
yedi kiþilik bir grup varken, biz yedi kiþi daha
gidip katýlmýþtýk onlara. Çok yanlýþtý yaptýðýmýz. Onlar
aylardýr daðdaydýlar; ortaklaþa yaþamaya, dað yaþamýna
alýþmýþlardý. Piþmiþ aþa su kattýk.
Ben bile iki kere sözlü atýþmaya katýldým. Arkadaþýmla
karþýlýklý sövüþtük. Birbirimize silah çekecek
duruma bile geldik bir ara. Kuramsal bir tartýþma, neredeyse
silahlý çatýþmaya dönüþecekti. Sonra gece
olunca, o arkadaþla oturup konuþtuk. Özeleþtiri yaptýk.
Sýcaðý sýcaðýna eleþtiri, özeleþtiri en iyisi. Ve sonuçta
en yakýn iki arkadaþ olduk, yoldaþ olduk birbirimize.
Çatýþtýðýmýz konu da þuydu: Parti, bir süreç
içinde mi oluþur, yoksa lak diye mi kurulur? Ben, süreç
içinde oluþur, diyordum. Üniversite kantinlerinde
alýþtýðýmýz tartýþma biçimi iþte. Yani, 'kent devrimcisi'
gibi konuþma alýþkanlýðý. Bol söz, bol ukalalýk.
Ve bundan býkkýnlýk ve tepki. Eylem yokluðuna
bir tür karþý çýkýþtý belki.
Kimimiz kendini eðitip düzeltmeyi baþardý, kimimiz
baþaramadý. Sanýyorum, ben oldukça düzeltmiþtim
kendimi. Kolay deðil. Doðayla savaþta oldukça
baþarýlý oldum sanýyorum.
--Bu köy ihbarcýdýr.--
--Alevilerin arasýndan daha az muhbir çýkar.--
Böyle birtakým kesin yargýlar. Ama yanlýþ bunlar.
Uðrunda savaþtýðýn insanlarý alevi-sünni diye ayýramazsýn.
--Helete köyü çok ihbarcýdýr,-- dendi.
Köy, yaz gelince boþalýyor, köylüler yaylaya çýkýp
obalar kuruyorlar.
Üç çadýrlý bir Helete obasýna çattýk. Artýk bütün
o yöre ne olduðumuzu biliyordu, duymuþlardý. Köpekler
havladý. On altý on yedi yaþlarýnda bir yeniyetme,
silah sýktý havaya, yakýn obalardan yardým istedi.
Bizi karþýsýnda görünce de þaþýrdý.
--Aðabey, gelin, ben canavar sandým, gelin,-- dedi.
Öyle iyi karþýlanýyorduk ki, duygulanmamak elde
deðildi.
--Kurban, sizin yerinize biz ölek,-- diyen kadýnlar
oldu.
Köylü kadýnlarýmýz, köylü erkeklerimizden daha
yürekli.
Yaþlý bir nine, aðladý, sarýldý, öptü bizleri.
--Siz ölmeseydiniz de ben öleydim,-- dedi.
Kadýn, erkekten kaçmýyordu. Erkeðine danýþmadan
bize yiyecek çýkaran kadýnlar oldu.
O gün obada ne çýktýysa getirip koydular önümüze:
kaymak, süt, falan. Erkekler tütün getirdiler.
Antlar verdiler: --Alýn,-- deye. Silahlarýmýz kucaðýmýzda
aç kurtlar gibi yedik. Dýþarýdan o gün alýp getirdikleri
bütün pekmezi, ekmeði çýkardýlar bize. Silahlarýmýzý
kucaðýmýzdan býrakmayýþýmýzý, onlara güvenmeyiþimize
yordular.
Nine, dizlerine vuruyor, --Korkmayýn kuzularým,
korkmayýn; býrakýn silahlarýnýzý da rahat rahat
yeyin,-- diyordu.
Yumulduk yedik ne bulduksa.
Kadýnlar, neleri var neleri yoksa çýkardýlar önümüze,
gözyaþý döktüler bizim için.
Nine, giderken tek tek sarýlýp öptü bizleri yine.
Kocasý dedeyi çaðýrdýk. --Biraz gel bizimle,-- dedik.
Nine, anladý; koþtu o da geldi yanýmýza. Niyetimiz
para vermekti. Almadýlar. Bozuldular bize. Çok
duygulandýk.
Yine koyulduk yola. Bir yerde konakladýk ve kalan
yiyeceðimizin hepsini yiyip bitirdik.
Biz beþ kiþiyiz. Beþ kiþi de Tuncer'ler. Ýki grup,
birlikte geldiðimiz yöne gidiyoruz. Önümüzde Kulvar
ve Tatlar köyleri var. Ýki köye de çok yakýnýz.
Bildiðimiz köyler.
Karayolunu geçmeden önce Tuncer'lerden ayrýldýk.
Kulvar köyüne girmedik, yürüdük, Nurhak daðlarýna
yollandýk.
Bir adamla karþýlaþtýk. Geceleyin tarlasýna su veriyordu.
--Eðin geçidi hangisi?-- dedik.
--Þu,-- dedi.
Orasýymýþ.
Yalan söylemiyorlar.
Geçide doðru yürüdük. Yanýmýzda 'Ender' zeytin
ezmesi var. Bir o kalmýþ. Bir arkadaþ da obadayken
'Redokson' kutusuna pekmez doldurmuþ. Bütün
yiyeceðimiz bunlar. Beþ kiþiyiz. Azeri, bir köþeye birkaç
sarýmlýk tütün atmýþ; çýkardý zuladan. Çok sevindik.
Uzun yol yürümüþtük; üstelik oldukça da hýzlý
yürümüþtük. Gidiþte bir buçuk ayda aþtýðýmýz yolu
dönüþte üç günde geçmiþtik. Gidiþin uzun sürüþü, bir
kere acemilikten, yükümüzün aðýr oluþundan, bir de
kalabalýk oluþumuzdan.
Oturduk. 'Son Yemek' de yendi. Sigaralarýmýzý
da sarýp tüttürdük. Sonra vurduk geçide.
Orada Pýnarcýklý çobanlar çýktý karþýmýza. Yiyecekleri
kalmamýþ.
Yusuf, Kürtçe konuþuyor çobanlarla. Yusuf Kürt
çünkü. Kürt oluþu, Kürtçe konuþuþu çok iyi.
--Doðruca gidin, obanýn insanlarý iyidir, yiyecek
verirler size,-- dediler.
Doðruca gittik. Ev, çadýr, tarla. Eve hayvanlarý
týkmýþlar, kendileri çadýrda oturuyorlar.
Aslýnda güpegündüz obaya girilmez. Girdik. En
büyük yanlýþýmýzdý bu.
Yaklaþýnca silahlý adamlar çýktý karþýmýza.
--Konuk kabul eder misiniz?-- dedik.
--Gelmiþ bulundunuz. Edelim,-- dediler.
Ýçeride baþka köyden üç oduncu varmýþ. Çadýrýn
içinde ihtiyar adam, orta yaþlý adam, çocuk, kadýn ve
üç oduncu. Çocuðun eli yaraydý. Ýlaçladýk, sardýk.
Tütün verdiler, yemek çýkardýlar.
Kadýn, Kürtçe, --Evimizi yýktýnýz çocuklar,-- deyip
duruyormuþ. Niye olduðunu da söylemiyormuþ.
--Çabuk gidin,-- dediler.
Ayrýldýk çadýrdan.
Obanýn tepesinde bir yere konduk. Yemek sonrasý
rahatlýðý içinde otlara uzandýk.
Orta yaþlý adam çýktý geldi yanýmýza.
--Ýyi yapmadýnýz,-- dedi.
--Neyi?-- dedik.
--Hiç iyi yapmadýnýz. Tarlada çaðýracaktýnýz beni.
Yanýnýza gelecektim. Size yiyecek de getirecektim.
Hiç iyi yapmadýnýz,-- dedi. --Gelmeyecektiniz. Geldiniz.
Sizi buyur etmek zorunda kaldýk. O dýþarlýklý üç
oduncu gördü sizi. Çok kötü oldu. Þimdi biz, sizi haber
vermek zorundayýz, sizi ihbar etmek zorundayýz.
Hemen uzaklaþýn buradan. Varýn gidin. Yakalanmanýzý
istemeyiz.--
Adamýn dediðine uyduk, kalktýk uzaklaþtýk oradan.
Köylü kýlýklarý bulduk. Silahlarýmýzý gömdük.
Rahatça, insan gibi, anayola indik. Yürüyoruz. Malatya-Kayseri
yolu. Azeri, altmýþ beþlik bir ihtiyar
köylü. Paltosu da var sýrtýnda. Ben de onun çýtak oðluyum.
Cemal, tam bir köylüye benzedi.
Arkadaþlardan birini saldýk, gitti; oralýydý. Dört
kiþi kaldýk.
Yürüyoruz.
Kayseri'ye varýnca izlenmekten, kovalanmaktan
da kurtulmuþ olacaðýz. Ýkiþer olup ayrýldýk. Kayseri'de
buluþacaðýz. Ben Azeri'yleyim.
Azeri'yle bir arabaya bindik. Kayseri'ye varýnca
önce karnýmýzý doyurduk. Sonra yeni kýlýklar aldýk,
üstümüzü deðiþtirdik. Köylülükten çýkýp öðrenci gibi
olduk. Bir otele indik. Ortalarda görünmemek için
bir kahveye girip oturduk.
Kayseri'yi hiç bilmiyoruz. Girdiðimiz kahvenin
hemen ilerisi valilik yapýsý. Arkasýnda da karakol varmýþ.
Ýki öðrenci gibiyiz. Çaylarýmýzý içiyoruz. Benim
þebekem de cebimde. O arada masalardaki gazeteleri
aldýk. Okuduk. Endi'nin defterini ele geçirmiþler.
Gazetelerde bizim adlarýmýz da var. Endi'nin 'Günlük'ünden
bütün adlarý bir bir çýkarmýþlar. --Yak o
defteri,-- demiþtik Endi'ye. Yakmamýþ.
Þoförün biri bizden kuþkulanmýþ kahvede. Gidip
sahibine haber vermiþ hemen.
Orada, kahvede yakalandýk.
:::::::::::::::::
BÝR DEMET KIR ÇÝÇEÐÝ
:::::::::::::::::
Sýcak bir geceyarýsý, karasineklerin tavana kümeler halinde
konup uyuduðu geç bir saatte getirildiler bizim koðuþa.
Kiminin üzerinde komando kýlýklarý vardý. Geçirdikleri
þokun þaþkýnlýðýný atamamýþlardý üzerlerinden. Baþlarý
eðikti hepsinin de. Bitkindiler. Konuþmuyorlardý. Birkaçý
Nurhak'ýn oralarda, geri kalaný da Adýyaman yöresinde
yakalanmýþtý. On üç kiþiydiler. Kendi aralarýnda 'Hemþerim'
diye çaðýrdýklarý, adýnýn sonradan Ahmet Erdoðan olduðunu
öðrendiðim biri, bir köþede hala incecik aðlýyordu.
Nurhak'ta Sinan'larýn vurulduðu çatýþmada kaçýp kurtulan,
bir gün sonra yakýn bir köyde yakalanan iki kiþiden
biri Ahmet Erdoðan.
Bir de yaralý getirip býrakmýþlardý koðuþun ortasýna,
sedyeyle. Nurhak'ta yaralanmýþ. Adý Mustafa Yalçýner. Ýki
kurþun yemiþ bedenine; biri kalçasýndan, biri de sol kolundan
girip çýkmýþ. Her iki kurþun da iyi ki kemiðe rastlamamýþ.
Kýpýrdamýyor. Arka üstü yatýyor. Dönemiyor. Acýsý
büyük. Hiç bakýlmamýþ yaralarýna.
Cezaevi doktoru, çizmeli, eli kamçýlý biri. Hem doktor,
hem çizmeli, hem kamçýlý. Tipik bir SS subayý. Ertesi
gün haber ilettik. Deðil ilaç vermek, ilgilenmedi bile.
Mustafa bir iyileþiyor, bir kötüleþiyor. Geceleri uyuyamýyor.
Kývranýyor acýdan.
Koðuþ da alabildiðine sýcak. Haziran ortalarý.
Geldiklerinin dördüncü günüydü, gelenler koðuþta
olay çýkardýlar. O gün cezaevi müdürlüðüne bir dilekçe
yazýp vermiþler. Arka hücrelerde kalan arkadaþlarýnýn
-Deniz'lerin- yanýna verilmelerini istemiþler. Bir ara, gardiyanlardan
biri ana koridora açýlan büyük demir kapýyý
açýp içeri girerken, içlerinden ikisi dýþarý fýrlayýp Deniz'lerin
kaldýðý dipteki arka hücrelerin kapýsýna gitmiþ,
kapý deliðinden Deniz'lerle konuþmaya baþlamýþlar. Engel
olmaya çalýþan görevlilere karþý direnince de olay patlak
vermiþ. Ýkisini yakalayýp döve döve kapý altýna, oradan da
aþaðýya, kalorifer dairesine sürüklemiþler. Bunu gören arkadaþlarý
da, bizim koðuþa giren gardiyaný yakalayýp rehin
almýþlar.
Gürültüyü duyduðumda, beton avluda, güneþ gören
duvarýn dibine oturmuþ bir arkadaþýmla konuþuyordum.
Duvarlarýn ötesi bir anda tank gürültüleriyle dolmuþ, duvarlarýn
tepelerinde bir anda silahlý erler belirmiþti. Cezaevi
dýþýndaki birliklerin alarma geçirildiði belliydi.
Yan koðuþtan gelen Sarp Kuray'la Ruhi Koç, araya
girdiler. Bir yandan içeridekileri yatýþtýrmaya çalýþýrken,
bir yandan cezaevi yöneticileriyle konuþmak istediklerini
söylediler. Cezaevi yönetimi, konuþma isteðini kabul etti.
Sarp'la Ruhi, gidip bir süre konuþtular yönetim bölümünde.
Döndüklerinde iþ tatlýya baðlanmýþtý.
Rehin alýnan gardiyan salýverildi. Bunlar da toparlanýp
sevinç içinde Deniz'lerin koðuþuna götürüldüler.
Bir tek, yaralý olan Mustafa'yý býraktýlar bizim koðuþta.
Ve duvarlarýn üzerinde dolaþan silahlý erler çekildiler;
dýþarýdaki tanklar gürültülerle uzaklaþtýlar.
Geldikleri ilk gece, aralarýndan birini gösterip onu
kendilerinden ayrý tutmamýzý, elimizden geldiðince koðuþun
uzakça bir yerine yatýrmamýzý istemiþlerdi. Dedikleri
gibi yapmýþtýk.
Öbürleri yoðun bir hüzün içinde, baþlarýný eðip kimselerle
konuþmazken, o, gittiði köþesinde, az önce tanýþtýðý
kiþilere birþeyler anlatýp gülüyordu. Malatya bölgesinde,
arkadaþlarýný nasýl býrakýp gittiðini anlatýyor olmalýydý.
Olaylý geçen o dördüncü günün sonunda onu da alýp
götürdüler, ama Deniz'lerin koðuþuna deðil, baþka bir koðuþa
vermiþler. Birlikte kaldýðýmýz dört günün sonunda
koðuþumuzdaki kimsenin hoþlanmadýðýný gördüðüm bu
Malatyalý çocuðun adý Hüseyin Cemal Özdoðan'dý. Bir daha da
görmedim kendisini.
Bizimle kalan Mustafa'yý iyileþtirmek için herkes elinden
geleni yapýyordu. Onunla en çok ilgilenen de Mustafa
Taylan'dý. Dil ve Tarih Coðrafya Fakültesindeki çatýþmada
elinde patlayan bir bombayla sað eli bileðinden kopan
Mustafa Taylan. Ýnce bir deriyle örtülmüþ, buruþuk, kýrmýzý
bileðine, baþkalarý çarpmasýn, canýný yakmasýnlar diye,
mor sabit kalemle kocaman bir 'dikkat' yazmýþtý.
Bomba, savururken patlamýþ elinde. Bayýlmamýþ. Bir an,
kopan elini görmüþ yerde; az ötesindeymiþ el. --Alýp, toplayýp
cebime koymak istedim,-- diye anlatmýþtý bana. Almak
için eðilmiþ. Ýleri uzattýðý kollarýndan birinin ucu boþmuþ,
korkunç kan fýþkýrýyormuþ kopuk bilekten. Ayný elini,
yine ayný biçimde yitiren biri daha var bizim koðuþta:
Yusuf Cacým.
Mustafa Taylan, yaralý adaþýnýn baþýndan bir an bile
ayrýlmýyor. Sol eliyle yüzüne konan sinekleri kovalýyor,
kaþýk kaþýk yemek yediriyor, çiþini yaptýrýyor, altýný temizliyor,
sýk sýk ýslak bir bezle yüzünü siliyor Mustafa
Yalçýner'in. Bir eli kopuktu Taylan'ýn, ama yüreðinde binlerce
yardým eli vardý.
Yýllar sonra Eskiþehir'de, sokak ortasýnda, kalleþçe,
arkadan vurularak öldürüldü Mustafa Taylan.
On gün kadar sonra Mustafa Yalçýner için ýsmarladýðýmýz
koltuk deðnekleri geldi. O gün Mustafa koltuk deðneklerini
kullanarak ilk kez kendi baþýna avluya çýkmýþ;
uyuyordum, göremedim.
Ýdareden verdikleri bir ilaç var. Adý: Kemisetin. Antibiyotikmiþ.
Hiçbir yararý olmuyor. Yükselen ateþini düþürmek
için ýslak havlular koyuyoruz alnýna, boynuna, bileklerine.
Yaralar gittikçe azýyor. Bir aðrý kesici bile vermiyor
çizmeli kamçýlý genç doktor. Kemisetin'i de sayýyla veriyor,
günde dört tane. Ýlaçsýz, hekimsiz, aðýr yaralý bir
Mustafa; atýlmýþ bir koðuþa, acýlarýyla baþ baþa býrakýlmýþ,
kývranýp duruyor yataðýnda. Ölüme terk edilmiþ sanki. Beden
acýlarý, yürek acýlarýna üstün gelince inlediði oluyor.
Öylesine sabýrlý, öylesine soðukkanlý, öylesine suskun ki.
Ýnlemesi bile sabýrlý. Ýnlediðini anlayýnca utanýyor.
Ve on beþ gün kadar sonra, haziran sonuna doðru, istediðim
ilaçlar gizlice ulaþýyor koðuþa. Antibiyotikler ve
aðrý dindirici bir ilaç. Ýçiriyoruz ilaçlarý. O gece ilk kez aðrýsýz,
sakin bir gece geçiriyor, uyuyor Mustafa.
Uykusunda baðýrdý iki kere, ama acýdan deðil.
Ve haziranýn son günü. Görüþ günü. Beþ dakika da olsa
bölmeli odada yakýnlarýmýzla görüþüyoruz. Koðuþa dönünce
birden Deniz Gezmiþ'i buluyorum, Mustafa'nýn baþucunda.
Bu onu ilk görüþümdü. Üstünde, yakalandýðý
gün gazetelerde çýkan fotoðraflarýndaki, yakasý kürklü yeþil
parkasý vardý yine. Fotoðraflarýnda gördüðümden çok
daha zayýftý. O da ailesiyle görüþmüþ, koðuþuna dönerken,
kapýyý açýk bulunca dalmýþ bizim koðuþa. Söz Sinan'a gelince
ikisinin de gözleri doluyor.
Sonra nöbetçi yüzbaþý geldi. Yumuþak bir dille, Deniz'e
koðuþa dönmesi gerektiðini söyledi. Deniz kalktý,
yüzbaþýyla birlikte çýktýlar koðuþtan.
Gardiyanlarýn dýþarýda uzun uzun azarladýðýný duyduk.
2 Temmuz. (Karýma yazdýðým bir mektuptan): --...Yaralý
arkadaþýmýz gece yine kývranmaya baþladý. Çok acý çekiyor.
Baktýk, olacak gibi deðil, gardiyaný uyandýrdýk, nöbetçi
subaya haber vermesini söyledik. Astsubay geldi. Durumu anlattým
kendisine. Beni alýp nöbetçi binbaþýnýn odasýna götürdü.
Ýyi bir insandý binbaþý. Ýlk görüyorum. Yeni biri. Ýlgiyle
dinledi beni. Yarýn, Mustafa'yý hastaneye kaldýrtacaðýný söyledi.
Baþka bir koðuþta da Doktor Uður var. Uður Celasun.
Bilirsin spiker Zafer Celasun'u; Uður, onun kardeþi. Onun
adýný verdim binbaþýya. Hemen koðuþundan alýp getirdiler.
Hapisanenin ecza dolabýný karýþtýrýp bir ilaç buldu Uður, gelip
Mustafa'ya aðrý dindirici bir iðne yaptý. Mustafa þimdi yatýþtý
biraz. Binbaþý, Mustafa'yý Gülhane Hastanesine yatýrtacaðýný
söyledi. Hemen Gülhane'de bir tanýdýk doktor bulmalýsýn.
Bu mektubu alýr almaz Doktor Melahat Hanýmý bul,
onun Gülhane'de tanýdýklarý çoktur; Mustafa'yla ilgilensinler.--
3 Temmuz. (Karýma yazdýðým bir mektuptan): --... Belli
olmaz, hastaneye falan kaldýrmazlar belki Mustafa'yý. Doktor
Uður, bir ilaç adý verdi: 'Iecilyn Vitamine' diye bir ilaç.
Ýlacýn adýný doðru yazdým mý acaba? Mustafa'ya iyi gelirmiþ
bu ilaç. Elimizdeki aðrý kesici de tükendi. Yine bir yolunu
bulup ulaþtýrmaya çalýþ. Mustafa iyi deðil. Kolu çok þiþti. Kendini
toparladý ama aðrýlarý arttý. Koltuk deðnekleriyle de basamýyor
yere.--
7 Temmuz (Karýma yazdýðým bir mektuptan): --... Mustafa'yý
dün akþam bizim koðuþtan aldýlar. Hastaneye götürüyorlar
diye sevindik. Deðilmiþ. Deniz'lerin koðuþuna taþýmýþlar.
Durumunda gözle görülür bir düzelme vardý. Koltuk
deðneklerini kullanarak gitti. --
Sonraki günlerde Mustafa'yý koltuk deðneklerini atmýþ
olarak da görmüþtüm uzaktan; adýmlarýna dikkat ederek
volta atýyordu avluda. Bir süre sonra da, öbür arkadaþlarýyla
birlikte voleybol oynamaya baþladýðýný öðrenip sevinmiþtim.
Ýyileþmiþti Mustafa. Ama Nurhak'ta yaralý olarak yakalandýðý
gün, çantasýnda ele geçirilen not defterinin acýsýný;
sanmam ki o kadar kolay atlatmýþ olsun.
Olayýn temelindeki sevimli çocukçalýðýn bir baþka örneðiydi
bu defter.
Duruþmalarýn baþladýðý günlerdeydi. Böyle bir defterin
varlýðýný bir gazete haberinden öðrenmiþtim ilk. Duruþmada
okunmuþ. Mustafa, daðda geçen günlerini, eli deðdikçe
kýsa notlar halinde yazmýþ bu sevgili defterine, bir
küçük 'Günlük' oluþturmuþ. Bir 'Gerilla Günlüðü.' O gazetede
kýsacýk bir iki bölüm de yayýmlanmýþtý, yanýlmýyorsam.
Çok ilgimi çekmiþti.
Çok çok sonra elde edebildim bu notlarý. Avukat Ýzzet
Kök çok yardýmcý oldu bu konuda. Dað havasý vardý
satýr aralarýnda. Ama öylesine kentli birinin kaleminden
çýkmýþ notlardý ki. Buruk bir acý býraktý içimde.
Olaya biraz daha açýklýk getireceði, renk katacaðý düþüncesiyle
alýyorum buraya bu 'Gerilla Günlüðü'nü.
:::::::::::::::::
MUSTAFA YALÇINER'in
Gerilla Günlüðü
:::::::::::::::::
25 Aralýk 1970. Ankara'dan altý kiþi. Teslim'in getirdiði
yemekleri Hemþerim'le, Kadir'in belirlediði yere
taþýdýk. Taþýma sýrasýnda sinirli durumlar olduysa da
çabuk önlendi. Mustafa gelip katýldý bize. Sonra sinirli
bir bekleme dönemi. Ev durumlarýnda baþarýlý olduk.
Soygunlarla iliþkili olduðumuzu açýklamýyoruz.
Aramýzdaki arkadaþlarýn birinin evinden üstü kapalý
biçimde kovulduk.
16 Mart 1971. Artýk özgürüz. Çünkü daðdayýz.
Sinan geldi. Öbürleri yakalandý. Ben para için Ankara'ya
gittim. Gittiðim gün Elazýðlý arkadaþlar geldi.
Ben para ve altý kiþiyle döndüðümde silahlar da taþýndý.
Artýk her þeyimiz var ve yanýmýzda. Ekmeði Mustafa
Dayý getiriyor. Çekingenliði de yok olmak üzere.
Çok yardýmý dokundu bize. Teslim, mermi iþini
de çözümledi. Filinta baþýna altmýþ kadar mermi düþüyor.
Kendimi artçý olarak düþünüyorum. Ýlk silahlarým:
Filinta, Smith, bir de elbombasý. Üç dört gün
atýþ çalýþmasý dýþýnda genel eðitim yapýldý. Ben askeri
iþlerden sorumluyum. Tuncer keþfe çýkýyor. Þimdi
Çat yaylasýna yakýn bir maðarada kalýyoruz. Harekete
hazýr gibi bir durumdayýz.
Sinan: Yetenekli bir arkadaþ. Her þeyiyle iyi. Grubumuzun
genel sorumlusu. Þimdiye kadar yanlýþý yok.
Tuncer: En güvendiðim arkadaþlardan. Özveriyle çalýþýyor.
Sürekli keþifte. Yanlýþý olmadý.
Ben: Kendimi tartabildiðim kadarýyla fena deðilim.
Her iþe elimden geldiðince koþmak istiyorum. Tek
yanlýþým, Meþeli'de Ato'ya kötü sözler söylemem. Bizi
gören bir çoban yüzünden. Bu iþi nasýl yaptýðýma
þaþýyorum. Demek, eksik bir yaným varmýþ.
Hemþerim: En çok güvendiðim arkadaþlardan. Çok
iyi niyetli. Her iþe koþuyor. Hiçbir aksiliði yok. Altýn
gibi.
Kadir: Ýyi arkadaþ. Yalnýz sinirli; bazan baðýrýp çaðýrýyor.
Çekinmeden her iþe sarýlýyor.
Osman: En sevdiðim, en güvendiðim arkadaþlardan.
Çok iyi niyetli. Yapmaktan kaçýnacaðý, mazeret uydurmaya
çalýþacaðý bir iþ olamaz.
Ato: Pýrlanta. En güvendiðim arkadaþlardan. Her iþe
koþar. Az bulunabilecek bir insan.
Sadýk: Ýyidir. Ustüne düþen görevi yapýyor.
Cengiz: Ýyi niyetli. Yalnýz hala çokbilmiþlik huyunu
býrakmadý.
Semih: Çok düzeldi. Çok çalýþýyor. Ancak, kýzýnca
küfrediyor.
Recep: Tembel. Sürekli ateþin baþýnda oturur. Kavgadan
kaçacaðýný sanmam.
Fevzi: Fena deðil. Yalnýz biraz bencil.
Bahadýr: Daha pek alýþamadý. Þikayetçi. Karar vermek
için beklemek gerek.
Azeri: Fazla yük taþýmak dýþýnda çok iyi Karakter sahibi.
Güvenilir.
Hacý: Aramýza girmesi acayip oldu. Tevkif etme gibi
bir durum var. Düze inip bazý iþlerini çözümlemek
istiyor. Hasta olduðundan yakýnýyor.
Yusuf: Yoldaþlarla konuþmayý pek bilmiyor. Sinirli.
Ama düzelir.
Cemal: Sessiz ve çalýþkan.
Ercan: Ýyi niyetli. Çalýþkan. Ortama uymak için kendini
çok zorluyor. Uyuyor.
Asal: Hiç de Alp'in dediði gibi deðil. Aksi konuþuyor.
Pek iþe gelmiyor. Ve yoldaþlarýn bazan kalbini
kýrýyor.
Adem: Fýtýk gerekçesiyle son zamanlarda iþten kaçýyor.
Tembel. Açlýktan yakýnýyor. Çok küfrediyor.
Hasan: Köylü devrimci. Ýyi niyetli. Kendisi de iyi.
Ýdeolojisi biraz zayýf.
Hüseyin: Yürümesi, yük taþýmasý iyi. Yalnýz, yanýmýzdayken
sürekli yatýyor ve soðuktan yakýnýyor.
Mustafa: Acayip. Bazan iyi, bazan çok kötü. Þakadan,
laftan anlamýyor. Çoðu þeyi tersten alýyor. Romatizma
bahanesiyle köyüne döndü. Yine gelmekten söz
etmiþ, ama zor.
Bunlar, yoldaþlarýn þimdiki durumlarý. Teslim'den
söz etmeye gerek bile yok. Adam bir mucize. Þimdiye
kadar en önemli iþlerimizi gördü.
23 Nisan: Cibo'dan bayaðý aðýr malzemeyi taþýdýktan
sonra beþ kiþiyle Çat'a ekmek ve yiyecek almaya, indik.
Pek yiyecek gelmemiþ. Sabaha karþý nöbetçiler
uyumuþ. Sabahleyin Hüseyin, buyruklara karþý gelerek,
bir sancý bahanesiyle bir saatlik yola gelemeyeceði
konusunda diretti. Sonra at gibi koþarak Çevirme'ye
gitti. Büyük bir disiplinsizlik ve buyruklara
uymama örneði. Döneceðini söyledi ama, dönünce
yargýlanacak, kanýmca. Ya çok aðýr ceza alýr ya da yeniden
aramýza kabul edilmez.
24 Nisan: Önemli bir þey yok. Sinan, üç kiþiyle Cengiz'in
saklayýp çaldýrdýðý silahý almaya gitti.
25 Nisan, Pazar: Malzemeleri pay ettim. Þimdi biraz
düzenlendik. Sayýmýz da tamam olunca harekete hazýrýz.
Tuncer, Osman'la keþfe gitti.
26, Pazartesi: Öðleyin Tuncer'le Osman döndü. Akþam da
Sinan'lar geldi. Tek Ato yok. Ato dýþýnda tam
hazýrýz. Kadir, köye gitmeye gönüllü. Yusuf'la dört
arkadaþ, önceden kararlaþtýrýlan yere ekmek almaya
gittiler. Köyün iki yüz metre dýþýnda beklemesi gereken
adamýmýz orada yokmuþ. Terslik. Haberi Hüseyin'le
yollamýþtýk. Hüseyin'in eþekliði bu. Çünkü ekmek
alacaðýmýz evi o biliyordu. Gidenler çok sinirli
döndüler. Kadir, beni birlikte gelmemekle suçladý.
Benim niyetim, yalnýzca Hüseyin orada ise onunla
karþýlaþmamaktý. Onlar H.'yi yanýmýza getireceklerdi;
yargýlamak için.
27, Salý: Sabah Hacý ile K. geldi. Ato ile Alp gelmiþler.
Köyde saklanýyorlarmýþ. Adem, gitmek istediðini
söyledi. Alp'in hemen dönme olasýlýðý üzerine, biz
beþ kiþi ve Adem, köye gittik. Ato 10.000 getirmiþ.
Ato'nun getirdiði eþyalarýn bir kýsmý ve ekmeklerle
birlikte, Adem hariç, hepimiz döndük.
28, Çarþamba: Gelince ben birþeyler yiyip yattým.
Konuþmalar. Alp, bazý iþleri ayarlamak üzere gidecek
ve yakýnda yine dönecekmiþ. Bugün de devrime karþý
ilan edilen sýkýyönetimin ikinci ya da üçüncü günü.
Ben iþe karýþarak Alp'in yerine Ato'nun gitmesini
saðladým. Terslik olasýlýðý daha az. Akþam ben, beþ kiþi
ve Ato, köye gittik. Ato gitmek üzere orada kaldý.
Biz, malzemelerin kalan kýsmý ve altý yedi kömbeyle
döndük. Ýsmail'den de Berabellum aldým. Tuncer'le
M. Ali de üs bölgesi yönüne keþfe gittiler.
29, Perþembe: Öðlen 2'ye kadar uyudum. Hemþerim
son malzemeyi daðýtmýþ. Kalkýnca iyice toparlanýp
hareket ettik. Savaþ düzeninde olmayan bir örgütlenme
kurduk. En az yük 20 kilogram olduðundan çok
yavaþ yürüyoruz. Bu yüzden, gideceðimiz Sulu Maðara'ya
gitmeyip daha yakýndaki birine gitmeye karar
verdik. Maðaraya yaklaþtýðýmýzda, suyu geçmek için
her yaný ýþýklandýrdýk.(!) Sigara da içtik. Kadir, komutaný
olduðu grubu býrakýp önden gitmiþ. Sonra buluþtular.
Sinan, Osman, Teslim, sabaha karþý Tuncer'le
buluþacaðýmýz Sulu Maðara'ya gittiler. Teslim bir
miktar para aldý. Devredecek. Sinan, at ve katýr almaya
çalýþacak. Bu yüklerle hareket olanaðý sýfýr. Bende
40 bine yakýn para var.
30; Cuma: Bana nöbet 10'da geldi. Tek baþýma tuttum.
Çünkü bir kiþi nöbete kalkmamýþ. Nöbetten
sonra da yattým. Gelenler 150 metre kadar yakýnýmýza
sokuldular, ama varlýðýmdan da haberleri olmadý.
Gece, Sinan'la Osman üç günlük ekmekle döndüler.
Biz bugün kumanyamýzý ekmeksiz idare etmiþtik. Ýþleri
pek ayarlayamamýþlar.
1 Mayýs, Cumartesi: Bugün altýmýzdaki yaylaya elli
altmýþ ilkokul çocuðu, öðretmenleriyle pikniðe geldiler.
Akþam, Osman'la, Tuncer'i karþýlamaya çýktýk.
Gelmedi. 24 saattir uykusuzum.
2, Pazar: Öðlene kadar uyuduk. Sonra yükleri hafiflettik.
Ama bizimki çok az hafifledi. Ýki kiþi ortak
malzemeleri katýra yüklemek üzere gediði aþtýlar.
Tuncer 7'ye doðru geldi. Hasan ve iki kiþi, katýrýn baþýnda
kaldýk. Geri kalan öbürleriyle hepimiz yükümüzle
gedikteki kovuða geldik. Tuncer'in burada olduðunu
söylediði maðarada bir gün kalýp gece yola
devam edeceðiz. Katýr, yükleri taþýmayýnca biz taþýdýk.
Gün altýnda kayalýklara panik içinde kapaðý attýk.
Biraz olaðanüstü bir durumda herkes paniðe kapýlýyor.
Bu biraz da komutanlarýn kararsýzlýk ve yeteneksizliðinden.
Bizden yarým saat sonra bulunduðumuz
kayalýða gelen yaþlý bir anayý Kadir geri döndürdü.
Bugün Hasan adýnda yeni bir katýlýmýmýz var.
3, Pazartesi: Kayalarda iyice güneþlendik. Akþam, ilk
taþýma aracýmýzý güçbela yükledik. Yola çýktýk. Bir
derenin üzerinden atlarken mataram belimden kopup
suya düþtü. Matarýmý ararken grupla artçýlarýn arasý
açýldý. Onlar on beþ dakikalýk uzaklýkta bizi beklerken
ben de onlara yetiþeceðim diye bir bir buçuk saat
yol aldým. Sonra oldukça zaman kaybýyla birleþtik,
ama Sulu Maðara'da gündüzlemek zorunda kaldýk.
Tabii asýl neden, yorgunluk. Çok boktan bir karýþýklýk.
Ben de, ötekiler de hatalýyýz.
4, Salý: Ýçinden su akan bir maðaraya geldik. Gündüzü
aðýllarda geçirdik. Yalnýz bir kiþiyle Hemþerim
konuþtu.
5, Çarþamba: Salý gecesi bir baþka yakýn maðaraya geldik.
Ama içinde yatýlmýyor. Aþaðýya, yaylaya indik.
Dört kiþi kurbaða yakalayýp bir güzel yedik. Hemþerim,
Tuncer, Dalkýlýç, kente ekmek ve erzak getirmeye
gittiler. Ýki üç kiþi de önceki aðýllara gidip Hemþerim'in
konuþtuðu çobanla (Ýbrahim) ekmek getirdiler.
Bu gece iyi uyudum.
6, Perþembe: Öðlene doðru aþaðý dereye, H. Ali'nin
oraya balýk tutmaya gittik. Ýnsan görünce boðazý keþfe
karar verdik. Tam geçitte yemek yerken Çavuþkýr'dan
yedi avcý bastýrdý. Konuþtuk. Pek fena insanlar
deðillerdi. Az ekmek katýk verdiler. Keþfe çýkan
iki kiþiyi, velhasýl hemen herkesi gördüler. Tahminimce
ne olduðumuzu anlayamadýlar. Geçidin ortasýnda
nöbetçisiz yemek yememiz büyük eþeklik. Kanýmca
bu iþ böyle yürümez. Ya doðruyu söyleyeceðiz
ya da hiç görünmeyeceðimiz yerlerde olacaðýz. Yalan
konuþurken ters þeyler söylemek gerekiyor bazan.
7, Cuma: Nöbette bir çoban geldi. Konuþtuk. Bölge,
bayram yeri gibi. Ýbrahim'den ekmek alýyoruz. Burayý
býrakýp gitmemiz gerek, ama Tuncer'leri bekliyoruz.
8, Cumartesi: Sinan, oranýn yerlisi iki genç Keþanlý
avcýyla konuþtu. Yatýp bekliyoruz. Ýbrahim'den ekmekle
yoðurt geldi. Moralim biraz bozuk, ama düzeliyor.
9, Pazar: Sabah Hemþerim, iki hayvan yükü yiyecekle
geldi. Bugün, tarihe geçecek bir gün. Herkes hesapsýzca
doyasýya yemek yedi. Ama sonu kötü oldu.
Tuncer, Darýca'ya gitmiþ. Telekominikasyondan silahlarýn
alýndýðý duyulmuþ Güvercinlik'te. Soruþturmuþ
Hüseyin, jandarma obayý çok sýkýþtýrýyormuþ.
Acele yer deðiþtirmeye karar verdik. Çünkü Ercantepe'de
olduðumuz da duyulmuþ olabilir. Gece üç üç
buçuk saat yol alýp yer deðiþtirdik. Katýrý yüklerle
birlikte geride býraktýk, arkadan gelecek.
10, Pazartesi: Gündüz uyuduk. Akþama doðru Osman'la
yüklü katýr geldi. Bir yana çöktüðü için yükün
yarýsýný indirmiþler. Azeri, yükün baþýnda kalmýþ.
O gece biz 20 dakikalýk bir yer deðiþtirdik. Üç
kiþi yükü almak için döndü.
11, Salý: Sabaha karþý katýr geldi. Gene yükün bir kýsmý
kalmýþ. Sulu Maðara'ya Hemþerim, katýrla hem
yükü hem Tuncer'i almaya giderken biz de Sinan ve
Kadir'le keþfe çýktýk. Sonuna kadar gittik. Geçmeye
elveriþli olmadýðýna karar verdik. Güneyde orman tevatür.
12, Çarþamba: Azeri'yle 'Bitme'yi bulmaya çýktýk.
Ama ters yöne giderek çok vakit kaybettik. Sonunda
uzaktan tanýdým. Çocuklarý oraya, gölün yakýnlarýna
çýkaracaðýz. Alacakaranlýklarda `Bitme' diye acayip
bir yere çýkmýþtýk. Akþama doðru Azeri'yle ben,
Nazmiye'yi ( Nazmiye: Katýra taktýklarý ad.)
alp Gedik'e doðru çýkarken Nazmiye
çöktü. Ben yukardan iki kiþi çaðýrýp, düþüp yuvarlanan
bir yükü almak için aþaðý indiðimde Azeri --Kuþatýldýk!--
diye baðýrarak silahýný alýp koþarak geldi. Hepimiz
bir koþu karþý tepeye týrmanýp hakim yerleri
tuttuk. Ýki komando gördüðünü söyledi Azeri. Çantalar
terk edildi çoðu kimse tarafýndan, içinde gerekli
malzemelerle. Benim çanta da katýrýn yanýnda kalmýþtý.
Kendim için, terk edilenlerden iyi bir çanta hazýrladým.
Üç genç köylü merak içgüdüsüyle aðýllara doðru
geliyorlardý, geri döndürüldüler. Tepeleri tuttuktan
sonra, beþ kiþilik bir grup, katýrý almaya giderken
çantalarýný atanlar da çantalarýný almaya gittiler. Gece
bir çanta dýþýnda hepsi bulundu. Aðýllarýn bir buçuk
saatlik uzaðýna çekildik. Bir tek Ercan'ýn çantasý kayýp.
Çekilme düzenli oldu denilebilir. Artçýlar, yüke
gelen üç kiþi yüzünden oldukça geride kaldýlar: Yalnýz
çok baðýrýþ oldu. Bu kadar gürültüyü elli jandarma
ancak çýkarýrdý. Korkumdan tahmin ediyorum.
13, Perþembe: Öðlene doðru üzerimizde uçaklar dolandý.
Herhalde rastlantý. Sinan'la Hasan, dün çobana
ýsmarlanan tütün için gittiler. Ercan'ýn çantasýna da
bakmýþlar ama görememiþler. Aðýllar, meraklý köylülerle
doluymuþ. Gece üç saat yürüyerek, geçide yakýn
bir yerde tam boðazlarýn kesiþtiði bir yerde kamp
kurduk.
14, Cuma: Öðlene doðru az bir yaðmur yedik. Gece
gene geç vakit iki saat kadar süreceði tahmin edilen
geçide doðru yola çýktýk. Yollarda davarlara rastladýk.
Sinirli bir hava içinde, ortalýk aðarýrken, güçbela kendimizi
pek zula olmayan bir yere attýk.
15, Cumartesi: Azeri, iki komando gördüðü sözünü,
uyuþukluktan kurtulmak için uydurduðunu söyledi.
Sabah, genel konuþma ve eleþtiri yapýldý. Beþ kiþilik
bir disiplin komitesi seçildi. Çevremizde dolanan çobanlardan
ekmek, pekmez, çökelek falan almak için
gittiler. Gece iki üç saatlik bir yürüyüþle ormana varýrýz,
diye düþünüyorduk. Ancak iki üç saat yürümeye
alýþmýþýz. Ovanýn ortasýnda kalmamak için yürüyüþü
Kulvar'ýn hemen üstünde bir boðaz içinde kestik.
Orman da pek ormana benzemiyor.
16, Pazar: Tapkýran'dan söylentiler bizden önce gelmiþ.
Yusuf'la Hasan, kollarý düzenlemek için gittiler.
Dönüþlerinde oldukça sevindik. Gece altý yedi saatlik
bir yürüyüþle Sýrýklý'ya çýktýk. Yaðmur yemeye baþladýk.
Tapkýran'dan bir namussuz, bir katýr çalmýþ, bizim
üstümüze yýkarým düþüncesiyle.
17, Pazartesi: Orman, bizi iyi karþýlamadý. Sürekli
yaðmur ve dolu yedik. Sucuk gibi olduk. Bu sinirlilik
yüzünden terslikler, küfürleþmeler oldu. Akþama
doðru hava açtý. 19 haberlerinde çok neþeliydik. Radyo,
Ýsrail Baþkonsolosunun kaçýrýldýðýný söyledi. Gece
2'de yola çýkarak bir bir buçuk saatlik bir yer deðiþtirdik.
18, Salý: Sabah, Memiþ adlý bir çoban, davarý ile bizim
bulunduðumuz tepeye çýkýnca, konuþup birlikte üç
kiþiyle onun çadýrýna gittik. Güpegündüz. On tane
çadýr yan yanaydý. Ve en az yirmi yirmi beþ çadýr bizi
gördü. Yað, ekmek, süt, çökelek alarak döndük.
Hükümet, ödün vermiyor gibi görünüp palavra sýkýyor;
adam kaçýrmalar için idam cezasý koyacaklarmýþ.
Akýllarýnca korkutacaklar. Bütün Türkiye'de seri tutuklamalar
baþladý. Dergicilerin de hepsi aranýyor.
Koçaþ, 'Devlet ya vardýr, ya yoktur' diye konuþma
yaptý. Devletin temellerinden sarsýldýðýný görecekler.
Gece katýr yüzünden güç koþullar altýnda yer deðiþtirip
çok zor bir yere geldik.
19, Çarþamba: Sabah, Elbistan'ýn bir köyünden (Nakip'in
köyü) üç kiþi bizi görerek Elbistan'a doðru gittiler.
Tuncer, Hasan, Fevzi düze indiler. Silahlý olarak
hazýrlýklar yapýp Ato'yu getirecekler. Bir çadýr
kurduk, ama yaðmur yaðmadý. Bütün günü, keþif filan
diye konuþmamýza raðmen, miskin miskin yatarak
geçirdik. Gece yer deðiþtirmek istedik. Olmadý.
Hiçbir þey görünmüyordu karanlýkta. Gene yerimize
döndük.
20 Mayýs, Perþembe: Sabah Azeri ile ben Kapýdere'ye
doðru; Sinan, Hemþerim, Semih, ormana doðru keþfe
çýktýk. Yorucu oldu ama yararlý da oldu. Dönüþte gene
Memiþler'e uðrayarak yiyeceði katýrla yerimize çýkýlan
derenin aðzýna kadar getirtip yukarý taþýdýk.
Koçaþ yumuþamaya baþladý. Ama sýkýyönetim durmadan
suçlulara uyarý bildirisini tekrarlýyor. Süre,
akþam 17'de sona erdi. Bakalým ne olacak. Bulduðumuz
uygun bir yerde fazla yüklerimizi býrakacaðýz.
21, Cuma: Hala bir haber yok. Çok büyük laflar ettiler.
Altýndan kalkamýyorlar. Yavaþ yavaþ hazýrlýk ve
eðitim dönemi diyebileceðimiz süre sona eriyor. Savaþ
vakti çok yaklaþtý. Ýki üç güne gideriz. Dün gece
Nedim Öztaþ yoldaþý ihbar etmiþler. Vuruþarak ve
dört kiþiyi vurarak öldü. Bu adamlar budala. Þimdi
de sokaða çýkma yasaðý koydular. Bir günlük. Ev ev
arayacaklar herhalde. Yoldaþlarý ( Deniz'i, Yusuf'u,
Hüseyin'i söylemek istiyor.) da geçen akþam
Kayseri'den yeniden Ankara'ya götürdüler. Köylüler,
buralarda asker var, diye Nurhak'ta baþçavuþa
söylemiþler. Bugün Cengiz'in söylediði terslikleri giderebilmek
için Kadir, bir Kulla'lýya komando numarasý
yaptý. Bu da ters tabii. Akþam aðýllara giderken
400 lira kadarlýk erzak aldýk. Aðýldakiler, hükümete
karþý olduðumuzu iyice anladýlar.
22, Cumartesi: Bugün 3 ya da 4 grup halinde dokuz
kiþi keþfe gitti. Öðleyin biraz yaðmur yedik. Bu yakýnlarda
iyi duruyoruz. Bir de barsak solucaný belasý
çýktý baþýma. Ben nöbetteyken Tuncer geldi. Sipiyayla'nýn
ortasýnda þoförün baþýnda Fevzi'yi nöbetçi olarak
býrakmýþ. Biz dört kiþi þoförü ve gelen erzaðý almaya
giderken þoför Jeep'le kaçmýþ. Fevzi arkasýndan
ateþ açmýþ ama vuramamýþ. Jeep'i býrakarak gitmek
zorunda kalacak. K. Dereye bizden önce giden hiç
deðilse gece pusar, diye biz hemen döndük. Silah seslerine
Tuncer ile Kadir gitmiþler. Az sonra onlar da
Fevzi'yle birlikte döndüler. Ýhbar kesin görülüyor.
On beþ kiþi hemen yerimizi deðiþtirdik. Yolda ve nöbette
uyumuþlardý. Ýki kiþi de keþfe giden beþ kiþiyi
beklemek için kaldýlar.
23, Pazar: Çok iyi aðaç altlarý bularak gündüzü geçirdik.
Hiç dýþarý çýkmadýk. Hiçbir arama tarama olmadý.
Gece, hemen arkamýzdaki tepede olan bir çobandan
ekmek aldýk. Sinan'lar bizden yarým saat sonra
gelmiþ ve öbür yere gitmiþler. Öðleyin, Hasan'la, Memiþ'lerden
aldýklarý ekmekleri gönderdiler. Üs iþi hemen
hemen yattý sayýlýr. Þoföre sözünü etmiþler. Sanýrým
Hüseyin'in gevezeliklerinden olacak. Ankara'dan
iki yüz kiþilik özel komando birliði gelmiþ.
Kürecik'i ve Akçadað'ý arýyorlarmýþ. Köyleri basýyorlarmýþ.
Ýstanbul'da dün geceki aramada Ýsrail Konsolosu
ölü olarak bulundu. Yani çocuklar kurtarýlamadý.
Artýk bizim de birþeyler yapmamýz gerek. Ýnsan,
gelen paralarla erzaklardan utanýyor.
24, Pazartesi: Sabaha karþý iki saatlik yürüyüþten sonra
Sinan'larýn yanýna vardýk. Öðleden sonra yargýlamalar
baþladý, akþama kadar sürdü. Sonunda Tuncer'in
sorumluluklarýnýn alýnmasýna, nöbette ve yürüyüþ
sýrasýnda uyuyanlarýn da birer öðün yiyeceklerinin
kesilmesine karar verildi. Fevzi'ninki sürüncemede
kaldý. Tuncer'e çok yüklenildi. Haliyle çocukta
bir kýrýlma, bir moral çöküntüsü oldu. Taþkesen, kötü
çýkmýþ. Arabayý dört beþ jandarma gelip almýþ. Memiþ'in
bile gözünde küçük düþtük. Olmayacak olacaðý
yaparcasýna laflar söylemiþ. Kabahat bizde tabii.
Bir çuval inciri bok edersek böyle küçük düþeriz. Tokat'ýn
bir köyünde Dev-Genç'i örgütlemek istediðini
sandýðýmýz harekete (ya da yalnýz saklanmaya) giderken
ikisi tanýþ beþ kiþi silahlarýyla yakalandý. Öncü
grubun komutaný: 'Hemþerim.'
25, Salý: Komutanlar toplanarak durumu görüþtüler.
Ayrýntýlar yarýn planlanacak, yine de iki gruba ayrýlarak
hem üssü basmaya, hem de Gölbaþý hareketini
yapmaya karar verildi. Büyük bir olasýlýkla üsse gidecek
olanlar yarýn akþam yola çýkacaklar. Bu karar bizi
hem miskinlikten, hem de moral bozukluðundan
kurtaracak. Þöyle bir baktým da, moral bozukIuðu ve
can sýkýntýsýndan bütün günü suspus düþünerek geçiren
güvenilir yoldaþlarýn, bir iþ yapmak aþkýyla yanýp
tutuþan yoldaþlarýn gözlerinin içi güldü. Özellikle de
Osman'ýn. Þimdilik çözümlenmesi gereken en önemli
sorun, iki grubun yeniden birleþebilmesiydi. Bu da
bilinmeyen bir bölgede olacak. Kararýn hemen sonrasýnda
Sinan üç kiþiyle Kulla'nýn aðýllarýna erzak saðlamaya
gitti. Geceyarýsý da çok hakim bir tepeye yer
deðiþtireceðiz.
26, Çarþamba: Sinan'lar sabaha karþý döndü. Yola çýkamadýk.
Yað ve bulgur getirdiler. Kulla'nýn aðýllarýna
jandarma gitmiþ. Söylentilere göre 600 kiþi varmýþ
peþimizde. Nurhak'ý ve Sinekli'yi arayacaklarmýþ.
Çok dikkatli nöbet tuttuk. Ajan olabilecek çoban görünümlü
birkaç kiþi geçti. Akþam yola çýktýk. Fevzi'nin
ayaðý yüzünden düz yoldan gideceðiz derken
yolu kaybettik. Aç ve özellikle susuz olarak Nurhak'ýn
karþýsýnda bir tepede durakladýk. Gece uzun
süre su aradýk ama bulamadýk. Üç gündür uykusuzum.
27, Perþembe: Sabah hemen yanýmýzda su bulduk. Öðlene
doðru batýya, Göksun vadisine doðru yürüyüþe
geçtik. Çünkü sabah Nurhaklý bir çobana görünmüþtük.
Vadiye bir iki saat kala gündüzü geçirdik. Cengiz
keþfe gitti, ama getirdiði verilere göre yapýlan hesaplar
fos çýktý. Bir saat kadar ileride pis bir kayalýkta
bir saat geceyi geçirdik. Gece de soðuk, yaðmur ve
kayalardan uyuyamadýk. Zaman geçiyor. Hala sallanýyoruz.
Ýþlerin kesinlikle yapýlmasý gerek.
28, Cuma: Sabah güneþ altýnda üç dört saat uyudum.
Öncülerden dört kiþi keþfe gitti. Suyu geçiþ yeri arayacaklar.
Bu gece, en geç yarýn gece gideceðimiz yerde
hazýr olmalýyýz. Fevzi'nin ayaðý da büyük dert.
Bugün Sýrýklý üzerinde bir iki uçak dolandý: Oralarý
arýyor olabilir. Ekmek de erzak da bitmek üzere.
Defterin bir baþka sayfasýnda.
Mustafa Yalçýner, Ýzmir, Orta Doðu Teknik Üniversitesi.
Öbür sayfalarda:
Polivitamin. Engren. 5 kutu Ca. Sandoz.
Aspirin, Gripin, Opon, Devaljin, Panaljin, Novaljin,
Optalidon: 3 iðne, 1 hap.
Vermidon, Saridon.
Romatizma: Butalgon.
Soðuk algýnlýðý: Tuliprin.
Deri pomadý.
Bant, 2 tane.
Bir baþka sayfada:
1. Hangi ülke kabul ederse oraya gidilecek.
2. Suriye kabul ederse (Türkiye'ye dönüþ için) Abdüsselam
görülecek. Teslim'in adý A.S. verilecek.
Teslim bizi bulup geçirecek.
3. Irak kabul ederse: Her halükarda A.S. ile iliþki kurulacak.
(Kendiniz ya da Iraklý biri). Teslim'in adý
verilecek. Teslim sizi Irak'tan alacak.
4. Irak, Suriye kabul etmezse, zuladan bir kiþi (Sizden
ya da Arap) A.S. ile iliþki kuracak. Ýllegal Sur. Ya
da gelinecek.
:::::::::::::::::
NERDEN NÝÇÝN MÝ GELDÝM
:::::::::::::::::
Nerden niçin mi geldim
Bilmeden bir þey diyemem, ya siz?
Hem hiç önemli deðil.
Geldim, yer açtýlar, oturdum
Girip çýkanlar vardý
Zaten ben geldiðimde.
BEHÇET NECATÝGÝL
Dört Amerikalý erin kaçýrýldýðý günlerdi. Birleþik
Devletler'in Cumhurbaþkaný Nikson bile iþe karýþýyor, istenen
fidyenin ödenmemesi konusunda demeçler veriyordu
Amerika kýtasýndan.
CHP Genel Baþkaný Ýsmet Ýnönü, --Üç çocuk, devletle
pazarlýk mý edecek?-- diyerek öfkesini belirtiyor, sonra da,
--Elinizi kana bulamayýn,-- diyerek o üç çocuðu uyarýyordu.
Ve gizli örgütün üyelerinden birinin, Mete Ertekin'in
boy boy fotoðraflarý görüldü bir gün gazetelerde.
O sarýþýn, yumuþak yapýlý çocuk. O Ankara'daki kitabevime
her gün uðrayan, kitapsýz yapamayan sevgili çocuk,
arkadaþým Mete. Fotoðraflarda çok kötü görünüyor;
birþeyleri kabullenmiþ, belli. Yorgun, bitkin bir Mete; hýrpalanmýþ.
Kýsa bir süre sonra ben de Mamak Cezaevindeyim.
Mete, Deniz'lerle birlikte, yakýn bir koðuþta. Biliyorum
kaldýðý koðuþu, ama karþýlaþmamýz olanaksýz.
12 Haziran '71 (Cezaevinde tuttuðum günlükten):
--Adýmý ünlediler. Gardiyandý. 'Kapý altýna' dedi. Acele giyindim.
'Çabuk ol.' Koþtum. Açtýlar ana demir kapýyý, dýþ
koridora aldýlar. Duvara yanaþtýrýp beklememi söylediler.
Ana demir kapý yine açýldý; Deniz'in arkadaþlarýndan üç kiþi
çýkarýldý, yanýma getirildiler. Mete Ertekin'di biri. Gözlerimizle
selamlaþtýk. Ýkiþer ikiþer bileklerimizden kelepçelediler
bizleri. Ben Mete'yle eþleþtim. Öbür iki kiþi: Ýbrahim Sayan'la
Necmettin Baca'ydý. Gösterilen yönde yürüdük. Telörgülerle
çevrili büyük bahçeden geçtik. Cezaevi arabasýna bindirildik.
Altý tane silahlý er, makinelilerinin namlularýný otobüsün tavanýna
çevirerek oturdular yanýmýza. Yola koyulduk. Ýþte o
zaman dönüp rahatça bakabildim Mete'ye. Süzülmüþtü, ama
umduðumdan daha iyiydi. Konuþamadýk. Konuþturmadýlar.
Akþam yine birlikte döndük cezaevine.--
Ve Mete'yle buluþmamýz için üç ay daha geçti. Buluþtuk
bir gün. Yaþadýðý iþkenceyi bir daha yaþayarak, bütün
ayrýntýlarýyla anlattý bana. O zamanlar iþkenceler þimdiki
kadar uzun sürmüyordu. Bir günlük aðýr iþkence, demek
ki yetiyordu iþkencecilere. Mete Ertekin, elektrik baðlanarak
iþkence görmüþ biriydi. Anlattýðý günlerde ben daha
bilmiyordum, tanýþmamýþtým o tür iþkenceyle. Ama öylesine
doðru, öylesine abartmadan anlatmýþ ki. Bunu zaman
gösterdi. Yine sorularla ayrýntýlara girerek anlattýrdýðým
bu insanlýk dýþý davranýþý, Mete'nin o çocuksu sesiyle aktarýyorum:
:::::::::::::::::
METE ERTEKÝN
anlatýyor
:::::::::::::::::
Ankara Emniyet Sarayý. Ýkinci Þube.
Hýdýr'ýn pencereden aþaðýya fýrlatýlýp atýldýðý oda.
Masanýn üzerinde bir alet. Manyetoya benziyor.
Kollu. Manyetodan çýkýp duvardaki prize giden bir
kablo. Bir kablo da kutudan çýkýp bana geliyor. Kordonun
yanýmda duran iki ucu da sýyrýlýp hazýrlanmýþ.
Uçlardan birini ayaðýmýn küçük parmaðýna, öbürünü
de kamýþýma sarýyorlar.
Öbür uzaktaki ucu prize soktuklarýný görüyorum.
Yerde de çarmýha benzer tahta bir alet var. Çivilenmiþ
üç santim kadar eninde deri kemerler var üzerinde.
Odada ayrýca falaka ve cop da var. Sopalar, zincirler
falan.
--Soyun!--
Soyunmayýnca üzerine yüklenip zorla soyuyorlar.
Yere, çarmýhýn üzerine yatýrýp deri kemerlerle
kollarýndan bacaklarýndan sýkýca baðlýyorlar. Kollarý
bilekten ve dirsekten, ayaklarý da bileklerden baðlýyorlar.
Kýpýrdaman olanaksýz. Tekmeler iniyor. Ýki
uçlu kabloyu da getirip sarýyorlar; birini kamýþýna,
birini ayak parmaðýna: Biri manyetonun kolunu çeviriyor.
Ýki kere falan çeviriyor. --Týrtt-- diye bir ses.
Uçlarýn baðlý olduðu yerlerinde titreþimler halinde
bir gerilim. Anlatýlmaz bir acý.
Manyetoyu çevirdikçe ibre yükseliyor, görüyorsun;
voltaj artýyor.
--Konuþ. Bu daha hiçbir þey deðil. En hafifi bu.
Yoksa seni hadým ederiz.--
Ýþkenceden sonra tam on beþ gün, hem kan geldi
kamýþýmdan, hem de müthiþ bir yanma oldu dýþarý çýkarken.
Manyetoyu çevirdiklerinde, akým verdiklerinde,
kamýþ çok küçülüyor, mosmor oluyor.
Akýmý yükseltiyorlar.
Dayanýlýr gibi deðil. Gerilip kaskatý oluyorsun.
Oralarýn kopacak gibi oluyor. Bütün beden kasýlýyor.
Ter içindesin. Ve tekmeler. Davranýp kalkmak istiyorsun.
Ama nasýl kalkacaksýn, Kýskývrak baðlýsýn.
Tekmeler iniyor.
Elektrik akýmýyla bütün bedenin kasýlýnca, altýndaki
tahta çarmýh sýrtýný alabildiðine acýtýyor.
Akýmý daha da artýrýyorlar. Bir ara dayanamadým,
--Durun,-- dedim.
Durdular.
Baþka bir alet getirdiler. Metal bir kutu. Ondan
da iki tel çýkýyor. Manyetodan çýkan iki kordon gibi.
Týpký. O iki teli de ayný yerlerime baðladýlar. Iþýðý
söndürdüler. --Konuþacaðýn zaman baðýr, geliriz,-- dediler.
Çýkýp gittiler.
Karanlýk kötü. Aydýnlýkta yine de uðraþacak birþeyler
buluyorsun.
Bir ara iki kadýn polis kapýda durup alay ettiler
benimle:
--Ay, bu muymuþ kahraman?-- dediler.
Sustum.
Ýçeride baþka biri var mýydý, bilmiyorum. Karanlýktý.
Bu yeni aletin titreþimi, manyetodan daha çok.
Manyetodan daha titreþimli. --Zýzzz-- diye bir ses çýkarýyor.
Mil sokuyorlarmýþ gibi bir acýyý yaþýyorsun kamýþýnda.
Yürek atýþlarý anormal: --Plöp! Plöp!-- diye
çýrpýnan yüreðinin sesini duyuyorsun.
Bayýlma durumuna geçerken, 'Ölüyorum' diye
düþündüm.
Aradan ne kadar geçti, bilmiyorum. Ayýldým.
Odanýn ýþýðý yanýktý. Baþýmda insanlar. Ýðne falan
yapýlmýþ; haberim yok.
--Bu kadar çok vermeyin,-- falan gibi sözler.
Kendime gelince kalktým.
--Göstereceðim,-- dedim.
Birlikte arabayla 15-20 ev dolaþtýk. Arkam
sürü polis. Babayiðit ekip arkamda.
Oyaladýðýmý anladýlar,
--Dönünce gösteririz,-- dediler.
Döndüðümde savcý gelmiþti. Kurtuldum sandým.
Yanýlmýþým.
Yine baþladýlar. Hem de ilk aletle, manyetoyla
baþladýlar. 60 volta kadar çýktýlar. Çok uzun sürüyor.
Alýþtým. Müthiþ bir ter, anlatýlmaz bir susayýþ.
Akým altmýþ volta çýkýnca tel uçlarýna su döküyorlar.
Suyun yayýldýðý yerde, sancý dayanýlmaz oluyor,
oradaki bütün kýllar dikilip ayaða kalkýyor. Suyun
yayýldýðý yere akým da yayýlýyor.
Baktýlar durum kötü. Akýmý kestiler.
Büyük bir þiþe getirdiler. Ýçinde sidik gibi bir þey
var. Ucu keçeli bir sopayý o suya batýrýp ayaðýmýn altýna
deðdirdiler. Sanki kýzgýn demir sürüyorlar. Sonradan
ayaðýmýn alt derileri soyuldu, bir iki gün sonra.
Ne olduðunu anlayamadým.
:::::::::::::::::
KIRANLARA SELAM OLSUN
:::::::::::::::::
Kaðýdýmýz çaput bizim
Kefenimiz bulut bizim
Mesleðimiz umut bizim
Kýranlara selam olsun
ÜLKÜ TAMER
Çok kýsa süren savunma hazýrlýklarýndan sonra Deniz'lerin
beklenen duruþmalarý baþlamýþtý. Duruþmalara çýkarýlmayan
tek sanýk Ýrfan Uçar'dý. Arkadaþlarýnýn götürüldüðü
günlerde cezaevinin koðuþlarý arasýnda rahatça dolaþabiliyor,
aramýza sokulabiliyordu. Aðýr iþkencelerden
geçirilmiþ biri olarak, kamuoyundan gizlemek için onu
duruþmalara çýkarmadýklarý anlaþýlýyordu. Belli ki iyileþmesi
bekleniyordu.
Ýstanbul'da ayný günlerde iþkence gören Sarp Kuray
gibi o da ayaklarýna kalýn çoraplar geçiriyor, büyük terliklerle
dolaþýyordu. Gövdesinin aðýrlýðýný tabanlarýna yüklememeye
çalýþarak ve ancak saða sola tutunarak aðýr aðýr
yürüyebiliyor, ayaklarýnýn üzerinde güçlükle durabiliyordu.
Yürürken deðil de, bir dostun kirli yataðý üzerinde,
çevresini saran arkadaþlarýna yavaþ ve sakin bir tavýrla birþeyler
anlatýrken görüyordum onu; seyrek de olsa.
Ýþkenceyi tatmamýþ, iþkenceyle daha tanýþmamýþ kiþilerin
gözünde Ýrfan, çözülmeyiþin, direniþin simgesi olmuþtu.
Pek çok genç tutuklunun korkusu ve özlemiydi o.
Cezaevinin bir tür direnç anýtýydý diyebilirim.
Bir keresinde çoraplarýný çýkarmýþ, falakada patlayan
tabanlarýndan birini göstermiþti. Pembe, dümdüz, hiç kirlenmemiþ,
hiç kullanýlmamýþ, yepyeni bir tabandý. Sanki
falakaya yatýrýp sopalar indirmemiþler de, o tabaný, pütürlü
bir düzeye sürtmüþler sürtmüþler, bütün çýkýntýlarý kabartýlarý
giderip bir mermer yüzeyi gibi dümdüz yapmýþlardý.
O pembe tabanda kemikler görülüyordu. Kemiklerin
üzerinde incecik, taptaze bir deri belirmiþti. Hani ateþin
üzerinde süt ýsýnmýþtýr, kaynamaya daha yeni hazýrlanýyordur
da sütün yüzeyinde beliren ilk zar ince ipek bir
tül gibidir ve kýpýr kýpýrdýr; öylesine incecik bir zar belirmiþti
o dümdüz edilmiþ pembe taban kemiklerinin üzerinde
ve Ýrfan haklý olarak basamýyordu yere, yürüyemiyordu.
Yaþadýðý o korkunç falaka öyküsünü kendi aðzýndan
dinlemeyi çok isterdim. Her karþýlaþmamýzda, olayý bütün
ayrýntýlarýyla yazmakta olduðunu, bitirince yazdýklarýný
bana vereceðini söyler dururdu.
Ve bir gün Deniz'le konuþurken gelmiþti yanýmýza.
Deniz'lerin hücresindeydik. Konuþmaktan yorulmuþtu
Deniz.
Baþucunda görünce hemen yapýþtý Ýrfan'a:
--Ýþkenceyi asýl ona sor,-- dedi çekildi yataðýn köþesine.
Ve Ýrfan anlattý yaþadýðý o korkunç iþkenceyi o gün.
Önce anlatmaktan sýkýlýyor gibiydi, tutuktu, isteksizdi.
Sorularýmla onu ayrýntýlara çektikçe açýldý.
O günü yeniden yaþýyor gibiydi. O soðukkanlý, sakin
görünüþünün altýnda, öfke ve nefret vardý.
Siyah bir gömlek geçirmiþti sýrtýna; altýna da yeþil kadife
bir pantolon giymiþti.
Anlatýrken sarý býyýklarýný çekiþtiriyordu.
Bir ara Deniz, bilmeden ayaklarýna dokundu dirseðiyle;
Ýrfan ürpererek çekti ayaklarýný, ,toparlandý; uyardý Deniz'i.
Bir yerde Deniz de dayanamayýp karýþtý iþe.
Ýkisi de iþkencenin yapýldýðý yerleri ayrý ayrý çizdiler
defterime. Deniz daha öncesini hatýrlýyor, Ýrfan'sa deðiþik
yeni biçimiyle çiziyordu Sansaryan Haný'ndaki o hücreleri,
o odalarý, o merdivenleri.
Ýrfan'ýn anlattýðý daðýnýk ayrýntýlar, Yaralýsýn adlý romanýmýn
özellikle falaka sahnesine büyük ölçüde kaynaklýk
etmiþtir. Yine de o romanýmda anlattýðým iþkence gören
insan, tek baþýna Ýrfan deðildir.
Sonra da, cezaevinden çýkacaðým gün, söz verdiði gibi,
kendi elyazýsýyla yazdýðý iþkence serüvenini tutuþturuvermiþti
elime.
O yazýlý metni temel alarak, sorduðum sorulara verdiði
ayrýntýlý yanýtlarla olayý adamakýllý geliþtirerek yeni bir
metin çýkardým ortaya.
Bilmiyorum sevgili Ýrfan Uçar'ýn deðiþen yeni dünyasýnda
onun tabanlarýný yeniden sancýtacak mýyým? Hiç istemem bunu.
:::::::::::::::::
ÝRFAN UÇAR
anlatýyor
:::::::::::::::::
Gizlenmekte olduðum havacý yüzbaþý Ýlyas Aydýn'ýn
evinde yakalandýk. (27 Mayýs 1971 perþembe, saat 21
sularý.)
Bizi alýp doðruca Ýstanbul Emniyet Müdürlüðüne
götürdüler. Önce kimlik tespiti yaptýlar. Üstümü aradýlar.
Üstünkörü bir sorgudan geçirdiler. Bu ilk sorguda,
þimdiye kadar hangi eylemlere katýldýðým, kimlerle
katýldýðým, Deniz Gezmiþ hücresine ne zaman
ve nasýl girdiðim falan soruldu.
Hiçbir eyleme katýlmadýðýmý, adý geçen kiþileri
tanýmadýðýmý, Türkiye Halk Kurtuluþ Ordusunun ya
da Deniz Gezmiþ hücresinin üyesi olmadýðýmý söyledim.
Nedense Türkiye Halk Kurtuluþ Ordusunun
yaptýðý eylemlere adýmýn karýþtýrýldýðýný, daha önce
Ankara'dayken TRT'ye ve basýna açýkladýðým gibi
ilk duruþma gününe kadar teslim olmayýp saklanmaya
karar verdiðimi, bu yüzden saklandýðýmý falan anlattým.
Bu ilk kýsa sorgulamadan sonra beni Emniyet
Müdürü Muzaffer Çaðlar'ýn odasýna götürdüler. O da
aþaðý yukarý ayný sorularý sordu. Ben de ayný karþýlýklarý
verdim. Ýþte o zaman aðza alýnmayacak sözlerle
bana sövmeye baþladý. Gerçeði söyletmenin kendileri
için çok kolay olduðunu, onlarý boþ yere uðraþtýrmamamý
söyledi. Ben de sorularý eskisi gibi yanýtladým.
Bunun üzerine, yanýmdaki polislere dönerek,
--Bir güzel ýslatýn, bülbül gibi konuþur,-- dedi.
Evinde saklandýðým subayýn sahici bir subay mý,
yoksa sahte bir subay mý olduðunu sordu.
Ýlyas Aydýn'ýn sahici bir subay olduðunu, evin kira
sözleþmesinde de kimliðinin açýkça yazýlý olduðunu
söyledim. Nedense inanmak istemedi.
Beni, Birinci Þubenin 'telefonlu hücre' diye anýlan
tek kiþilik hücrelerinden birine kapattýlar.
Ýstanbul. Sansaryan Haný. Birinci Þube. Hücreler.
Birbirine bitiþik karþýlýklý üçer hücre.
Ýçine týkýldýðým hücrenin eni bir buçuk, boyu iki
buçuk metre. Yüksekliði de iki buçuk metreye yakýn.
Ýçinde hiçbir þey yok. Beton bir odacýk. Kapýsý tahtadan.
Dýþarýdan sürgülü. Kapýnýn ortasýnda el sokulacak
kadar küçücük bir delik. Kapýnýn üst yaný telle
örtülü bir pencere. Yirmiye otuz. Dýþarýda koridorda
yanan lambanýn ýþýðý, buradan içerisini biraz olsun
aydýnlatýyor.
Neden bilmem, bütün polisler geliyor. Gelenlere
tanýtýlýyoruz; üzerimize yýkýlan bütün suçlarla. Meraktan
gece de geliyorlar. Kapýnýn ortasýndaki küçük
deliðin dýþarýdaki sürgüsünü 'trak' diye açýp bakýyorlar.
Deliðin ortasýnda bir çift meraklý göz; polis gözü.
Yine 'trak' diye kapatýyorlar. Trafik polisleri, sivil
polisler, normal polisler, kadýn polisler. Sabaha kadar
sürüyor bu. Sabaha kadar 'trak'lar. Bazan sürgü açýk
kalýyor. Delikten Ýlkay'ýn karþý hücredeki baþýný görüyorum.
Sabaha kadar ne bir damla su, ne bir tek sigara.
Bu yetmiyormuþ gibi sürekli ayakta dikelttiler beni,
bir saniye bile uyumama izin vermediler.
Benimle birlikte ayný evde yakalanan, nicedir sýkýyönetimce
aranan Necmi Demir, Ýlkay Demir ve
Necati Saðýr da, yanýmdaki ve karþýmdaki hücrelere
kapatýlmýþlardý.
Geceyarýsýndan sonra onlarý sýrayla, teker teker
kelepçeleyip bilmediðim bir yerlere götürdüler. Götürüldükten
beþ on dakika sonra, pek uzak olmayan
bir yerden korkunç çýðlýklarý duyulmaya baþlýyordu.
Seslerini tanýdýðým için, kime iþkence yapýlmakta olduðunu
anlýyordum.
Hücremin kapýsýnda nöbet bekleyen polisler, az
sonra benim de onlar gibi götürüleceðimi, falakaya
yatýrýlarak ifademin alýnacaðýný söylüyorlar, hiçbir þeyi
saklamadan, bildiklerimi açýk açýk anlatmamý salýk
veriyorlar, buradaki iþkenceye dayanmanýn mümkün
olmadýðýný, bugüne kadar iþkenceye dayanan kimseye
rastlamadýklarýný söyleyerek sanýrým beni yýldýrmaya
çalýþýyorlardý.
Ýlk Necati'yi götürdüler. Baðýrýyor Necati. Koca
yapý sanki bomboþ. Bir kat aþaðýdan geliyor sesi. Geceyarýsý.
Bütün sesler duyuluyor.
Sabaha kadar arkadaþ çýðlýklarý.
Götürmeye gelenler, alýp götürecekleri kiþinin
adýný yüksek sesle söylüyorlar. Biliyorsun kimin götürüldüðünü.
Ýster istemez kendini onun yerine koyuyorsun.
Dayanýlýr gibi deðil. Hele kendini arkadaþýnýn
yerine koymak, onun çýðlýklarýný duyarak onun
çektiklerine katlanmak çok daha korkunç.
Ve o güne kadar hiç iþkenceden geçmemiþsin. Bilmiyorsun.
Neye nasýl dayanýlacaðýný bilmiyorsun.
Ýlk iþkencem olacaktý bu. Hep, Ankara'dan Ýstanbul'a
nasýl geldiðimi, yüzbaþý Aydýn'ýn evine nasýl gittiðimi
falan hatýrlýyorum. Vereceðim ifadeyi hazýrlamaya
çalýþýyorum kafamda. Düþüncemi, baþka birinin
adýný vermemek, mantýklý yanýtlar vermek konusunda
yoðunlaþtýrýyorum; beynimi buna alýþtýrýyorum.
Sabaha kadar ayakta tutuyorlar, yoruyorlar.
Ve hep götürecekler diye bekliyorsun ayakta.
Sabahleyin hücremin kapýsý açýldý. Girdiler. Bileklerime
kelepçeyi vurup dýþarý çýkardýlar.
Birinci Þube Müdürü Ilgýz Aykutlu'nun odasýna
götürdüler. Aykutlu, beni görür görmez koltuðundan
kalktý, üstüme geldi, --Demek Deniz Gezmiþ hücresindeki
Ýrfan sensin,-- diyerek önce mideme, sonra
yüzüme ve çeneme yumrukla, dizlerime ve kýçýma da
tekmeyle vurmaya baþladý. Dört beþ dakika kadar
aralýksýz vurduktan sonra, ansýzýn, adýný sonradan öðrendiðim,
eli yüzü kanlar içinde, Ziya Yýlmaz adýnda
birini odaya sürükleyerek getirdiklerinde durdu, çekildi.
Odadaki polislere, beni dýþarý çýkarmalarýný
söyledi. Dýþarýya koridora çýkardýlar.
Beni dýþarý sürükleyen polisler, koridorda bekleyen
polislere, --Müdürümüz dövdü. Dövmek serbest.
Ama bayýltýcý yerlerine vurmayýn, çünkü az sonra
sorguya çekilecek,-- dediler.
Orada, dýþarýda duran polislerin hepsi birden vurmaya
baþladýlar. Belki yarým saat süreyle otuz kýrk
kadar polis, bayýltmamaya özen göstererek, teker teker
ve toplu biçimde, týpký müdürleri gibi dövdüler
beni. Döverken tekmelerini ve yumruklarýný özgürce
kullanýyorlardý.
Sonra yine Ilgýz Aykutlu'nun odasýna sokuldum.
Bitkindim dayaktan.
Aykutlu yine birkaç tekme ve yumruk savurduktan
sonra, Muzaffer Çaðlar'ýn daha önce sorduðu sorularý
yineledi.
Ben de ayný karþýlýklarý verdim.
--Sen bunlarý benim külahýma anlat,-- dedi. Sonra
yanýndaki polislere döndü: --Bu kendiliðinden konuþmaz.
Ankara'yla telsizle görüþtüm, bunda çok iþ varmýþ,--
dedi. --Bunu Ýkinci Þubede operasyona alýn. Her
þeyi söyleyene kadar sürsün operasyon:--
Onlarýn da ayrý bir sözlüðü var. Ýþkenceye 'operasyon'
diyorlar. Ýþkenceden sonra yaptýklarý bakýma
da 'ameliyat.' Falakada tabanlarýn derileri yýrtýlýnca
makasla kesiyorlar deriyi. Bu 'ameliyat' oluyor.
Beni bir kat aþaðýya indirdiler. Taþ basamaklardan
inerken benimle birlikte yakalanan arkadaþlarýmýn,
Necmi Demir'le Necati'nin bitkin ve yýkýlmýþ
bir biçimde sürüklenerek yukarý çýkarýldýklarýný gördüm.
Üstleri baþlarý toz toprak içindeydi. Ayaklarýnýn
üzerinde duramýyorlardý, yere basamýyorlardý.
Aþaðýda Ýkinci Þube müdürünün odasýna götürdüler
beni. Bir iskemleye oturttular. Beþ altý polis
çevremi sardý. Ýfademi alacaklarýný, her þeyi olduðu
gibi açýk açýk anlatmamý, yoksa iþkenceye yatýrýlacaðýmý,
arkadaþlarýmýn halini gördüðümü, beni onlardan da
beter edeceklerini söylediler.
Bu arada Selman Kaya adýnda bir Dev-Genç'linin,
hemen iþkence sonrasýnda çekilmiþ bir fotoðrafýný
da göstererek bana gözdaðý vermeye çalýþtýlar.
Biri eline kalemi kaðýdý aldý ve sorgu baþladý.
Muzaffer Çaðlar ve Ilgýz Aykutlu'ya ifade verdiðimi,
baþka bir þey bilmediðimi, onlara anlattýklarýmý
olduðu gibi yeniden anlatacaðýmý, ekleyecek bir þeyim
olmadýðýný söyledim. Bu dediklerimi, o görevli,
yarým yamalak yazýsýyla kaðýda geçirmeye çalýþýyordu.
Söylediklerimi çok iyi hatýrlýyorum. Þöyleydi:
--Dev-Genç üyesiyim. 11 Ocak tarihli bir banka
soygunu olayýna ve 16 Ocak tarihli Sevim Onursal
adýndaki hanýmýn evinde görevli memurlarýn baðlanmasý
olayýna Deniz Gezmiþ ve arkadaþlarýyla birlikte
nedense benim de adým karýþtýrýldý. 19 Ocak tarihinde
hakkýmda gýyabi tutuklama kararý olduðunu Orta
Doðu Teknik Üniversitesi Rektörü Erdal Ýnönü'den
öðrendim. O gün beni yakalayan jandarmalarýn elinden,
öðrencilerle jandarmalar arasýnda tatsýz bir olay
çýkmasýn diye kaçtým. TRT'ye ve basýna, duruþma
günü teslim olacaðýmý, çünkü þimdiye kadar hakkýmda
üç kere tutuklama kararý verilerek hapse atýldýðýmý,
her üçünde de, ilk duruþma gününe kadar boþu
boþuna hapiste yatýrýldýðýmý ve her üçünde de daha
ilk duruþmada suçsuz bulunarak salýverildiðimi; bu
kez de ilk duruþmaya kadar boþ yere hapiste yatmak
istemediðimi, çünkü suçsuz olduðumu belirttim. Sýkýyönetim
ilan edilene kadar Siyasal Bilgiler Fakültesi
yurdunda saklandým. Sýkýyönetim ilan edildikten
sonra on beþ yirmi gün Çankaya'da, Mühye köyü ile
Orta Doðu Teknik Üniversitesi gölü arasýnda metruk
çoban kulübelerinde gizlendim. Arada sýrada Dikmen
ve Çankaya'dan kendim gidip yiyecek öteberi saðladým.
Buralarda barýnmak güçleþince, bir gün Gölbaþý
kasabasýndan bir yük kamyonuna atlayarak Polatlý'ya
geldim. Akþam oradan geçen Ýstanbul ekspresine
atlayýp Ýstanbul'a yollandým. 15 Mayýs cumartesi günü
sabahý Haydarpaþa'ya vardým. Vapurla Sirkeci'ye
geçtim. Buradan, bir pastaneden, daha öncelerden tanýdýðým
ve adresini bildiðim havacý yüzbaþý Ýlyas Aydýn'a,
çalýþtýðý yere, Yeþilözü askeri havaalanýna telefon
ettim. Kendisiyle görüþmek istediðimi söyledim.
Evinin adresini verdi: Feriköy, Konya yurdu karþýsý,
Çaðlayan Apartmaný. Öðleden sonra bu adrese gittim.
Yüzbaþýya durumumu bütün açýklýðýyla anlattým.
Beni evinde saklayabileceðini söyledi. On iki
gündür bu evde saklanmaktaydým. Ben yerleþtikten
dört beþ gün sonra Ýstanbul Dev-Genç'ten, sýkýyönetimce
aranmakta olan Necati Saðýr çýktý geldi eve. Yakalanmadan
dört beþ gün önce de Necmi'yle Ýlkay
geldiler. Onlar da aranýyorlardý. Necati'yi de Ýlkay'ý
da daha önceden tanýmam. Necmi'yle Ankara'da bir
süre birlikte hapis yatmýþtýk, onu oradan tanýrým.
Üçü de evden hiç çýkmazlardý. Ben bazan çýkar dolaþýrdým.
Nitekim, yakalanmadan yarým saat kadar önce,
dýþarýda týraþ olmuþ, yeni gelmiþtim eve. Bu söylediklerimden
baþka kimse gelmedi o eve. Kimsenin
geldiðini görmedim. Ben dýþarý çýktýðýmda ve son gün
berberdeyken bir gelen oldu mu bilemem.--
Sordular: --Yüzbaþýyla nerede tanýþtýnýz?--
Söyledim: --Aralýk ayýnda Siyasal Bilgiler Fakültesinde
Dev-Genç'in bir toplantýsý vardý. Her hafta
olurdu bu toplantý. Herkese açýktý toplantýlar. O gün
o toplantýda ben de bir konuþma yaptým. Konuþmamda,
hapisanelerdeki devrimcilerle gereðince ilgilenilmediðinden
söz ettim ve içeridekilerle daha sýký
ilgilenilmesini istedim. Toplantý daðýldýktan sonra fakülte
lokantasýnda yemek için kuyruða girdim. Kuyrukta
önümde duran sivil biri, bir arkadaþýný aramak
için fakülteye geldiðini, toplantýdaki konuþmalara kulak
misafiri olduðunu, benim konuþmamý da dinlediðini
ve söylediklerimde beni haklý bulduðunu belirterek
kendisinin de devrimci bir havacý subay olduðunu
söyledi. Tanýþmamýz böyle oldu. Kuyrukta yan
yanaydýk. Yemeklerimizi alýnca da ayný masaya oturup
yedik. Yemek boyunca genel olarak Türkiye'nin
sorunlarýný tartýþtýk. Yüzbaþý, ordu içinde de devrimcilerin
bulunduðunu, kuvvet komutanlarýnýn ve ordunun
Demirel'e karþý olduðunu, ancak ordu içindeki
devrimcilerle Dev-Genç'lilerin birbirleriyle iliþkileri
olmadýðýný söyledi. Ben de bunlarýn uzun vadeli
sorunlar olduðunu, zamanla bu iliþkilerin de kurulabileceðini
anlattým. Aramýzda baþka da önemli bir
konuþma geçmedi. Ayrýlýrken bana Ýstanbul'daki adresini
verdi, oralara gelirsem kendisini aramamý söyledi.
Ýstanbul'a saklanmak için geldiðimde, aklýma ilk
gelen, yüzbaþý Ýlyas oldu. Kendisini aradým. Devrimci
bir subaydý. Dev-Genç'lileri seviyordu. Ama Marksist-Leninist
biri deðildi.--
Bu söylediklerimi olduðu gibi yazdýlar. Arada
küçük sorular da soruyorlardý. Sonunda, ifademin
bittiðini, anlatacak baþka bir þeyim olmadýðýný söyledim.
Bunun üzerine, Ýkinci Þube Müdürü, yüzüme
birkaç yumruk yapýþtýrarak, --Ulan sen çocuk mu
kandýrýyorsun. Bize masal deðil iþ gerekli,-- dedi.
Ankara'daki bütün silahlý eylemlere nasýl katýldýðýmý,
üç bin liralýk Belçika malý Browning'imin yerini,
Ankara'da patlayan bombalardan hangilerini benim
attýðýmý, hangilerini kimlerin attýðýný, saklandýðým
evlerin adreslerini, Elbistan daðlarýnda kimlerin
bulunduðunu, örgüt üyelerinin ve yöneticilerinin
kimler olduðunu bütün ayrýntýlarýyla birer birer anlatmamý,
bu suçlamalarý kabul etmeyecek olursam
buradan cenazemin çýkacaðýný, kimsenin de kendilerinden
'Niçin öldürdünüz?' diye hesap falan soramayacaðýný
söyleyerek yanýndaki polislere döndü:
--Operasyona baþlayýn!-- dedi.
Ellerim zaten arkamdan kelepçeliydi. Yere sýrtüstü
yatýrdýlar. Ayaklarýmý uzunca kalýn bir sopaya
baðlayýp havaya kaldýrdýlar. Bacaklarýmý gerdiler. Biri
sað dirseðime biri de soluma, iki kiþi, ayaklarýyla bastýlar.
Birinin ayaðý da kafamdaydý, yere bastýrýyordu kafamý.
Ýkinci Þube Müdürü, --Yeter, konuþacaðým, diyene
kadar dövün!-- dedi. Böyle buyruk verdi.
Bunun üzerine iki kiþi, sýrayla tabanlarýma vurmaya
baþladý. Bir süre baðýrmadan tabanlarýmda yaþadýðým
acýya katlanmaya çalýþtým. Baðýrmanýn, erkekliðe
yakýþmayacaðýný düþünüyordum. Sonra Oktay'ýn
sözü geldi aklýma: Baðýrmanýn insaný rahatlattýðý. 'Militana
Notlar' adlý kitapta da vardý bu. Ve baðýrmaya
baþladým.
Baðýrmadýðýmý gördükçe --Baðýr ulan!-- diyerek
her yanýma tekmeler indiriyorlardý.
Ýþkencede baðýrmazsan iþkenceci de kýzýyor sana.
Onlar da baðýrmaný istiyorlar.
Bir süre sonra ayaklarýmý çözdüler. Beþ on dakika
kadar yürüttüler. Sonra yeniden yatýrýp tabanlarýma
vurmaya koyuldular.
Bu iþkence, beþer onar dakikalýk aralarla ve bu
aralarda da önce kuru, sonra da tuzlu su dökülmüþ ýslak
zemin üzerinde, zorla, ite kaka yürütmelerle öðlene
kadar sürdü.
Dayanabildiðin kadar dayanmak kararýndasýn.
Ondan sonra birþeyler söylesen bile iþkencenin kesilmeyeceðini
anlýyorsun. Ýþkence edilemeyecek bir duruma
girmeye hazýrlýyorsun kendini. Haþat olmayý
bekliyorsun.
Ayaklarýmý tuzlu suya sokunca baþýma falan da
pat küt vuruyorlar bir yandan. Müthiþ seviniyorum
buna. Bir an önce haþat olmayý bekliyorum.
Ve tavýrlarýndan, bu iþe son vermeyi düþünmediklerini
anlýyorsun.
Bayýlmayý umutla bekliyorsun.
Ama hayýr. Ýnsanoðlu ne kadar dayanýklý. Ýnsanýn
niye bu kadar dayanýklý olduðuna kýzýyorsun.
Hem kýzýyor, hem þaþýrýyorsun.
Çözüp kaldýrýyorlar.
Tuzlu suda on dakika kadar yürütüyorlar. Tabanlarýndaki
kabarmalar inmiyor, uyuþmalar gitmiyor.
Az yürürsen o uyuþukluk kalýyor ve yeniden yatýrdýklarýnda
daha az acý duyuyorsun. Bunu kavramýþsýn
artýk. Onlar, daha da yürütmeye, tabanlarýndaki
uyuþukluðu daha çok gidertmeye çalýþýyorlar;
sen daha az yürüyüp o uyuþuklukla kalmaya çalýþýyorsun.
Orada da çeliþiksin o alçaklarla.
Tuzlu su tabanlarýný karýnca ýsýrýklarý gibi nokta
nokta yakýyor.
Öðlen yemeði için iþkenceye bir saat ara veriyorlar.
Bir iskemleye oturtup ayaklarýmý tuzlu su kovasýna
soktular. Kendileri gidip birþeyler týkýndýlar. Aç
býraktýlar beni. Oysa nasýl acýkmýþtým.
Baþýmda iki kiþi bekliyor.
Ne kötü. O bir saat, geçmek bilmiyor.
Sonradan öðrendim: iþkence sýrasýnda kusarmýþ
insan ve iyiymiþ kusmak. Kusunca korkar, iþkenceyi
keserlermiþ.
Kusmadým. Kusamadým. Bilerek aç býraktýlar beni.
Yemekten döndüler. Tokluðun, dinlenmiþliðin
mayýþýklýðý içindeydiler. Biri hala diþlerini karýþtýrýyordu.
Yeniden yatýrdýlar. Yeniden vurmaya baþladýlar
tabanlarýma. Davul gibi þiþmiþti tabanlarým. Kaldýrýp
tuzlu suda yürüttüklerinde de çok caným yanýyordu
artýk.
Anlattýklarýma inanmýyorlarsa, bu iþkenceye ara
vermelerini, hiç olmazsa suçladýklarý konularda bir
iki tanýkla yüzleþtirilmemi, kuþkulu bir ifadeyle karþýlaþacak
olurlarsa iþkenceyi daha korkunç boyutlarda
sürdürmelerini önerdim.
--Bunlara gerek yok, sen az sonra bülbül gibi öteceksin,--
deyip yeniden yatýrdýlar falakaya.
Bu kadarýný beklemiyordum.
Biri indirirken biri kaldýrýyor sopayý. Parmak kalýnlýðýnda
kýzýlcýk sopalarý. Üçüncü kiþi de kanlarý sýyýrýyor.
Bir süre sonra çoraplarým parçalandý. Tabanlarýmdan
dizlerime sýzan kanlarý gördüm.
Yine kaldýrýp bir iskemleye oturttular, ayaklarýmý
tuzlu suyla dolu kovaya soktular.
Yirmi yaþlarýnda iki kiþiyi aldýlar odaya. Yanýma
getirdiler.
--Boþuna direniyorsun. Senden istenen þeyleri kabul
et, sen de kurtul þu iþkenceden, biz de kurtulalým,--
dediler. --Bak bu iki çocuk suçlarýný kabul ettiler,
kurtuldular. Öyle deðil mi Ahmet?--
Ahmet dedikleri genç bana döndü: --Aðabey
ayaklarým kýrk bir numaraydý, þimdi kýrk beþ numara
ayakkabý olmuyor ayaklarýma,-- dedi. Ayaklarýnda
baðlarý çözük, kirli, yazlýk kocaman ayakkabýlar vardý.
--Ýstedikleri ifadeyi imzaladým. Þimdi dövmüyorlar.
Sen de imzala be aðabey, imzala da kurtul bu iþkenceden.--
Bu önceden hazýrlanmýþ, ezberletilmiþ sözleri onlarýn
baskýsýyla söylediði her halinden belliydi. Bu çocuðun,
Ahmet Çoker adýnda; Deniz Harp Okulundan
çýkarýlan bir öðrenci olduðunu sonradan öðrendim.
Öbürü de ayný okuldanmýþ.
Ýlk verdiðim ifademden baþka hiçbir ifadenin altýna
imza atmayacaðýmý, dilerlerse iþkenceyi sürdürebileceklerini
söyleyince deliye döndüler.
Daha bir saat kadar iþkence ettikten sonra, tabanlarýmdaki
derilerin çoraplarýn yýrtýk yerlerinden parça
parça aþaðý sarktýðýný gördüm.
Gene kaldýrýp oturttular, tuzlu su kovasýna soktular
ayaklarýmý.
Daha öncelerden tanýdýðým, arkadaþým, emekli
deniz teðmeni. Sarp Kuray'ý getirdiler odaya. Güçlükle
basýyordu yere Sarp; yürümekte büyük güçlük çekiyordu.
--Sarp Kuray bile dayanamadý da sen mi dayanacaksýn,--
dedi biri. --Ýstediðimiz ifadeyi ver; kurtul.--
Yine ayný karþýlýðý verdim.
Biri ayaklarýmdan parçalanmýþ çoraplarýmý çekip
çýkardý. Ayaða kaldýrýp tuzlu su üzerinde bir süre yürüttüler.
Yürüdüðüm yerler kýpkýrmýzý kana kesiyordu.
Odacý kadýný çaðýrýp paspasla yerleri sildirdiler.
Götürüp yeniden yatýrdýlar falakaya.
Artýk tabanlarýný paramparçaydý.
Herhalde yýldýramamýþ olmanýn, istedikleri ifadeyi
alamamýþ olmanýn hýncýyla olacak, daha acýmasýzca,
daha kudurganca vuruyorlardý. Tabanlarýma inen
her vuruþu artýk kemiklerimde duyuyordum. Acýyla
kývranýyor, sýmsýký bastýrýlmýþ bedenimi, saða sola atýyor,
çýrpýnýyordum.
Sonra durdular. Kaldýrýp yürüttüler. Yine tuzlu
su kovasýnýn baþýna oturttular.
Birden yeni birisi, belki de bu çýrpýnýþlarýmý önlemek
için olacak, elindeki kalýn sopayý makatýma dayayýp
bastýrmaya baþladý. Sopanýn baþýný makatýma
giderek daha da bastýrýyordu.
Ölmek istedim orada.
Ama konuþmadan ölmek.
Kapý açýldý. Ýçeri herkesi getirdiler. Necmi Demir'i
sürükleyerek getirip býraktýlar karþýma. Beni
çözmek, çökertmek için böyle yaptýklarý belliydi.
Necmi Demir'i gösteriyorlar. --Konuþ, bak arkadaþýný
ne hale getirdik,-- diyorlar.
--Aðabey, konuþ,-- diyor biri.
--Elrom'u öldürdüðümü kabul ettim,-- diyor Necmi.
--Ben öldürdüm Elrom'u. Kullandýðým silahý da
denize attým. Anlattým bunlarý. Sen de anlat,-- diyor.
Necmi'nin bu iþi yapmadýðýný çok iyi biliyorum.
Moral veriyor bana. Anlýyorum. Onun da direndiðini,
çözülmediðini anlýyorum. Gözlerindeki pýrýltýdan
anlýyorum.
--Konuþacak bir þeyim yok,-- diyorum. --Ýsterseniz
öldürebilirsiniz beni.--
Polislerin yüzlerinde þaþkýnlýk var. Ýstedikleri ifadeyi
imzalatmaya öylesine alýþmýþlar ki, direnmek þaþýrtýyor
onlarý. Direnince de kýzýyorlar, kuduruyorlar.
Oda boþaltýlýyor. Yere yýkýyorlar beni. Ýzbandut
gibi bir komiser, ekip þefiymiþ, önce dayaða nezaret
ediyordu, ben böyle yine diretince, aranýp kocaman
bir sopa buluyor; altmýþ yetmiþ santim uzunluðunda
sandalye bacaðý gibi bir sopa.
O giriþiyor ve olanca hýzýyla vurmaya baþlýyor.
Zevk alarak ve hýnçla yapýyor. Ölmüþsün, sakat kalmýþsýn,
hiç önemli deðil. Tek istediði, kafasýndaki ifadeyi
senden alabilmek. Bütün bedeniyle, bütün gücüyle
indiriyor sopayý. Ve artýk acýyý aþýyorsun, acýyý
duymaz oluyorsun. Beynin zonkluyor: Tak! Tak! Tak!
Kaldýrýp yürütüyorlar. Sonra yine bir posta dayak
baþlýyor.
Sarp Kuray, --Devrimci olmasaydým intihar ederdim,--
demiþ.
Bir insan olarak, karþýndaki insanýn insanlýktan
bunca uzaklaþmasýný þaþkýnlýkla izliyorsun. Duygu
muygu hiç yok. Kaný gördükçe daha da coþuyor. Hadi
öbürleri buyruklar alarak yapýyorlar, görev gereði
yapýyorlar, özel bir tad almadýklarý belli, insanlýktan
da pek çýktýklarý söylenemez, ama bu herif korkunç.
Ýnsanlýk adýna bir suç iþlendiðine tanýksýn artýk; hem
sanýk, hem tanýk. Ve utanýyorsun.
Yine tuzlu su, yine yürüyüþ, yine dayak.
Aralýksýz sorular ve istedikleri yanýtý alamayýþ.
Artýk yalnýzca tabanlarýma vurmakla da yetinmiyorlar,
her yanýmý tekmeliyorlar, üstüme çýkýp tepiniyorlar,
pis ayakkabýlarýný aðzýma sokuyorlar, makatýmý
tekme ve sopalarla zorluyorlar.
O zamana kadar her vuruþun acýsýyla avazým çýktýðý
kadar baðýrýyordum. Bir ara yine avazým çýktýðý
kadar yüksek sesle iþkencecilere sövdüm. Bunun üzerine
bitiþik odalardaki ve koridordaki bütün polisler
içeriye doluþtular. Kalabalýktan tavaný göremez olmuþtum.
Yirmi otuz kiþiydiler þimdi, leþ kargalarý gibi
tepemdeydiler. Tekmelerle, sopalarla, kafa göz demeden
her yanýma acýmasýzca vuruyorlar, hangi cesaretle
sövdüðümü soruyorlardý.
Bir ses duydum. Ilgýz Aykutlu'ydu gelen. Ýþkencecilerin
dýþýndaki herkesi kovup çýkardý dýþarý. Ýþkencecilere
çýkýþtý:
--Ulan herifi konuþturamadan öldüreceksiniz!--
dedi. --Sabahtan beri yaptýklarýnýz da boþa gidecek.
Siz manyak mýsýnýz be!--
Ve yeniden teknik iþkence baþladý.
Saat on yedi falan olmalýydý.
Görevlilerin üstbaþlarý da sýçrayan kanlarla lekelenmiþti.
Ilgýz Aykutlu yeniden geldi.
--Hala konuþmadý mý?--
--Hayýr,-- dediler.
Aralarýnda alçak sesle birþeyler konuþtular. Sonra
ayaklarýmý falakadan çözüp beni kaldýrdýlar. Bileklerimdeki
kelepçeyi de açtýlar. Bir iskemleye oturtup
ayaklarýmý yine tuzlu su kovasýna soktular. Kova kýpkýrmýzý
kanla doldu sanki. Ayran getirtip içirttiler.
Beklemeye baþladým.
Yanýma bir polis yaklaþtý. Fýsýltýyla: --Bak, Ýrfan,--
dedi, --ben senin küçüklüðünü bilirim. Ananý babaný
çok iyi tanýrým. Ben de Bolu'luyum. Birþeyler söyle.
Arkadaþlarýn hakkýnda az da olsa bilgi ver. Ben seni
bu iþten, tereyaðýndan kýl çeker gibi sýyýrýr kurtarýrým.
Sonra seni dilediðin ülkeye göndeririz. Ama
böyle olmaz ki. Sen hiçbir þey söylemiyorsun. Biraz
önce telsizle Ankara'yla görüþtük. Sen önemli adammýþsýn.
Katýlmadýðýn eylem kalmamýþ. Bir gece içinde
iki bomba patlasa, kesinlikle birini Ýrfan atmýþtýr,
öbürünü de birine attýrmýþtýr, diyorlar. Hem sonra
bu gördüðün iþkence daha hiçbir þey deðil. Sen konuþana
kadar sürecek. Bugün iyi dayandýn, ama yarýn,
öbür gün ne yapacaksýn? Boþuna ezdirme kendini.
Sözümü dinle...
Ben de bunun üzerine, sabah iþkenceye yatýrýlmadan
önce ifademi açýk açýk verdiðimi, ekleyecek ya da
çýkaracak bir þeyim olmadýðýný, diledikleri kadar iþkence
edebileceklerini ve aslýnda ölüme hazýr olduðumu
söyledim.
--Sen bilirsin Ýrfan,-- dedi. --Hemþerimsin diye
söyledim bunlarý, iyiliðini istemiþtim.--
Böyle dedi ve gitti.
Ilgýz Aykutlu geldi yine.
--Bunu hücresine götürün!-- dedi.
Ayaklarýmý bezlerle sardýlar.
Ayakta duramýyordum.
Ýki polis koltukaltlarýma girdiler, üst kata, Birinci
Þubeye çýkarmaya baþladýlar. Ayaklarým yerden kesilmiþti.
Bu polislerin arasýnda ne kadar iyi insanlar da
var, ayaklarýmý yere bile deðdirmiyorlar diye düþünüyordum.
Üst kata gelmiþtik.
--Tuvalete gidebilir miyim?-- dedim.
--Gidersin gidersin,-- dediler.
Ve tam üst kata çýkar çýkmaz da bu iyi insanlar
küt diye yere býraktýlar beni. Deðil ayakta durmak,
ayaklarýmý denetleyemiyordum bile. Yýðýldým. Ýki
polis beni sürüye sürüye götürdüler. Bu arada arkadan
yetiþen polislerle birlikte, beni sürükleyen iki polis
durmadan rastgele vuruyorlardý bana. Ýçeride onlara
sövmüþtüm ya, acýsýný çýkarýyorlardý. Ýþte o zaman,
neden alt katta ayaklarýmý yerden kesip beni hýzla yukarý
kata uçurduklarýný anladým; neden yere bastýrmadýklarýný
anladým: Herhangi bir nedenle þubeye
gelen sivillerin, kanlý bezler sarýlý ayaklarýmý görmelerini
önlemek ve yerlerde kan izleri býrakmamak istiyorlardý.
'Telefonlu hücre'ye gelince, nöbetçi polis, hücrenin
kapýsýný bir süre açamadý. O arada, beni getirenler
tekme yumruk hala dövüyorlardý. Genel nezarethane,
telefonlu hücrenin bitiþiðindeydi. Ýçeride
120-130 kiþi vardý. Onlara görünmemeyi ne kadar isterdim.
Ýçeridekilerin hepsinin devrimci çocuklar olduðunu
sanýyor, morallerinin bozulmasýný istemiyordum.
Hem de beni onlarýn gözleri önünde dövüyorlardý.
Hücrenin kapýsý açýlabildi sonunda. Ýçeriye çýplak
betonun üzerine boþ bir çuval gibi savurup attýlar
beni. Ne kadar bilmiyorum, ama uzun süre atýldýðým
gibi kaldým orada.
Neden sonra hücre nöbetçisi polis içeri girdiðinde,
su istedim. Ýþkence odasýndan çýkmadan önce,
parçalanmýþ ayaklarýmý bezlerle baðlamýþlardý. Hala
kanayan, bezlerin dýþýna sýzan kanlý ayaklarýmýn altýna
koymak için bir gazete parçasý getirmesini istedim.
Gazete ve su getirdi nöbetçi. Ama su bardaðýný
tutamadým elimde. Polis, suyu yavaþ yavaþ döktü aðzýma.
Bir bardak suyu içebilmem, beþ dakika kadar
sürdü. Sabahtan beri baðýrmaktan boðazým þiþmiþti,
su geçmiyordu boðazýmdan.
Bir süre sonra çiþiýn geldi. Deðil kalkýp tuvalete
gitmek, kýmýldamak bile söz konusu deðildi. Pantolonumun
fermuarýný güçlükle indirip yattýðým yerde birazcýk
yana döndüm, iþedim. Betonun üzerine yayýlan
çiþim kýpkýrmýzýydý, sanki kan iþiyordum.
Bunu gören polis, kýzmadý bana, oysa kýzmasýný
bekliyordum; neden kendisine haber vermediðimi,
hiç olmazsa bana boþ bir ayran kutusu getirebileceðini
söyledi. Sonra getirdi de. Gazete de getirdi, ayaklarýmýn
altýna serdi. Sanýrým iyi bir insandý. Hiç kötü
davranmadý bana.
Daha kendimden geçmemiþtim.
Ertesi gün ayný iþkenceye nasýl dayanabileceðimi
düþünüyordum. Ama beni asýl düþündüren, bitiþikteki
genel nezarethanenin içine doldurulmuþ o kalabalýðýn
önünden, dayak yemeden alt kata, iþkence odasýna
nasýl gidebileceðimdi. Ayakta durabilirsem, yürüyebilirsem,
belki de dayak yemezdim. Ayaða kalkmayý
denedim. Ne ayaða kalkmasý, bir yandan öte yana
dönemiyordum.
Kelepçeler bileklerimi kesmiþti, bileklerim kan
içindeydi. Sað dirseðim erimiþti, dirsek kemiðim dýþarýdaydý.
Sað koltuk altýmdan, kaburgalarýmdan, göðüs
kafesimden gelen korkunç aðrýnýn gittikçe yükseliþini
duyuyordum. Makatýmýn çevresi acý veriyordu, sýrtüstü
yatamýyordum.
Bir süre sonra yine çiþim geldi. Bu kez boþ ayran
kutusuna iþemek istedim. Yapamadým. Ellerim kutuyu
tutamýyordu. Gövdemi oynatamadým. Býrakýverdim
kanlý çiþimi yine betonun üzerine.
Sonra kendimden geçmiþim.
Kendime geldiðimde arkadaþým Ýlkay Demir'i baþucumda
buldum. Tanýyabildim onu. Ve çok sevindim.
Hücrede polisler de vardý.
Yardým ettiler, oturtmaya çalýþtýlar beni, ama
oturamýyordum. Yanýmý dayadým duvara, öylece kaldým:
Ýlkay su damlatýyor aðzýma. Ayran içirmeye çalýþýyor.
Sonra kalkýp kendi kaldýðý karþý hücrede çýngar
çýkarýyor: --Öldüreceksiniz çocuðu,-- diyor. --Ýlaçlarý
gelmemiþ. Su bile içemiyor. Üstüne baþýna iþemiþ.--
Polislerle kavga havasýnda. Aslýnda söylediklerini, nezarethanede
bekleyenlere duyurmaya çalýþýyor.
Ýlkay'a izin vermiþler. Týp öðrencisi Ýlkay. Gelmiþ,
bana ilk dýþ tedaviyi yapýyor. Kolonyayla yüzümü
siliyor. Bir sürü ilaç, pamuk, sargý bezi falan istetmiþ.
Yaralarýmý saðaltacaðýný söylüyor.
Ýlkay'a zamaný sordum. Ýlkay'ýn saati yok.
Bir görevli açýklýyor: --Saat 24. Geceyarýsý. Günlerden
cumartesi.--
Demek kendimden geçeli tam 24 saat olmuþ. 24
saat kalmýþým komada.
Üç gün sonra bir doktor geldi. Aslýnda zaman
kavramý yok. Gece gündüz ayrýmý yok. Üç gün olmuþ
komadan çýkalý. Beni kaldýrýp 'Arþiv Odasý'na
götürdüler. Yerde halý var. Halýnýn üzerine yatýrdýlar.
--Ýrfan. Doktorum ben. Nereden aðrýyor, söyle
bana.--
Nerem aðrýyormuþ.
Tansiyonuma bakýyor: Altý buçuk. Doktorla birlikte
odadakiler paniðe kapýldýlar. Tartýþtýlar. --Hastane--
falan sözleri çalýndý kulaðýma.
Doktorun yüzünü seçemiyorum. Bulanýk. Silik.
Bütün aðrý ayaklarýmda. Ve kaburgalarým falan
aðrýyor.
Sonunda, --Ayaklarým,-- diyebildim výzýltýyla.
Þurup, hap falan verdi.
Götürüp hücreme týktýlar yine.
Altýma bir hasýrla bir kontrplak verdiler.
Ýkide bir ayaklarýmdan, koltuk altlarýmdan tutup
'Arþiv Odasý'na götürüyorlar beni. Odada çocuklar
var. Ýþkence için getirilmiþler. Onlara beni gösteriyorlar.
Konuþmazlarsa benim durumuma gireceklerini
söylüyorlar. Benim bile konuþtuðumu söylüyorlar.
Gözlerim görmüyor, kimseyi seçemiyorum: Kim polis,
kim sanýk? Kadýn mý, erkek mi, seçemiyorum;
seslerinden ayýramýyorum. Ve konuþamýyorum. Sesim
çýkmýyor.
Üç dört gün köpek enikleri gibi mýzýldanmýþým.
Tek anlaþýlýr sözüm: --Su.--
Aðzým burnum balon gibi olmuþ dayaktan. Hiçbir
organýma söz geçiremiyorum. Ellerime ayaklarýma
tonlarca aðýrlýk baðlamýþlar sanki. Tek oynatabildiðim
yerim boynum.
Tam on yedi gün kaldým o hücrede, o beton, çýrýlçýplak
hücrede.
On yedi gün sonra Sansaryan Haný'ndan alýnýp
Harbiye'ye götürüldüm. Atýldýðým hücrenin duvarýnda
þunlar yazýlýydý: --Gazete okumak, kendi kendine
konuþmak, ýslýk çalmak, þarký söylemek yasak. Uymayýnca
nöbetçilere 'vur' emri verilmiþtir.--
Harbiye'deki hücreler daha ufak. Tavan da daha
basýk. Tahta bir sedir, üzerinde bir þilte, çarþaf falan.
Emniyette böyle þeyler yoktu.
Orada da on sekiz gün kaldým.
Sonra beni Haydarpaþa Hastanesine götürdüler.
Hastanede sýk sýk savcý geliyor.,
Soruyor.
--Hayýr, bilmiyorum.--
Bildiriler. Cephe. Parti. Sorular, sorular.
--Okudun mu?--
--Okumadým.--
Hemen yataðýmýn baþucunda, yarým metre kadar
ötemde oturuyor.
--Dev-Genç broþürünü?--
--Okumadým.--
Hep olumsuzum. Koþullanmýþým ve elektrik iþkencesi
bekliyorum artýk.
Hastaneden çýkarýlýyorum. Harem'e gidiyoruz.
Tamam, iþkenceye götürüyorlar, diye düþünürken,
birden Gazanfer Bilge otobüslerinden birinde buluyorum
kendimi.
Sonra da burasý iþte. Ankara. Mamak Askeri Cezaevi.
:::::::::::::::::
ASILANLARIN BALADI (Balad: Batýnýn bir þiir türü.)
:::::::::::::::::
Olmayýn bu kadar katý yürekli
Ey dünyada kalan insan kardeþler
FRANCOIS VILLON
:::::::::::::::::
BÝR GÜN ÖNCESÝ
:::::::::::::::::
5 Mayýs 1972.
Ýki avukat, Erþen Þansal ile Mükerrem Erdoðan, o
gün öðleden sonra saat 14'te Mamak Askeri Cezaevine gittiler.
Dýþ nizamiyede binbaþýnýn odasýna alýndýlar. Odada
binbaþýdan baþka bir yüzbaþý, bir de nöbetçi üsteðmen
Burhanettin Poturna vardý. Avukatlar, nöbetçi üsteðmene,
müvekkilleri Deniz Gezmiþ, Yusuf Arslan ve Hüseyin
Ýnan'la görüþmek istediklerini söylediler.
Cezaevindeki baþkaldýrma olayýyla ilgili olarak iki
gün önce yapýlan duruþmada üsteðmen Poturna tanýk olarak
konuþacaktý. Avukat Mükerrem Erdoðan, söz alarak,
bu üsteðmenin, cezaevindeki baþkaldýrý olayýna neden olan
kiþi olduðunu, olayýn gerçek kýþkýrtýcýsý ve yaratýcýsý olan
bu kiþinin bu davada tanýk olarak dinlenmemesi gerektiðini
öne sürmüþtü. Ancak avukatýn bu isteði yerinde bir istek
olarak görülmemiþ ve üsteðmen Poturna o gün duruþmada
tanýk olarak dinlenmiþti. Avukatla üsteðmen arasýnda
sürtüþme buradan kaynaklanýyordu.
5 Mayýs günü cezaevine gittiklerinde karþýlarýna yine
o üsteðmen çýkmýþ, iki avukat, her an asýlmayý bekleyen
müvekkilleriyle görüþmek istediklerini ne yazýk ki yine o
üsteðmene söylemek zorunda kalmýþlardý.
Üsteðmen her zamanki tavrýyla tepeden ve küçümseyerek
bakmýþtý onlara. --Gerçekten onlarla görüþmek mi
istiyorsunuz?-- demiþti.
--Evet, görüþmek istiyoruz,-- demiþti iki avukat.
--Bekleyin,-- demiþti üsteðmen, alaycý bir tavýrla.
Ve beklemiþti iki avukat.
Avukat Mükerrem Erdoðan'ýn bana anlattýklarýna geçiyorum.
Olayýn bundan sonraki geliþmelerini onun aðzýndan aktarýyorum:
:::::::::::::::::
Avukatlarý
MÜKERREM ERDOÐAN
anlatýyor
:::::::::::::::::
Bekledik. Saat 14.30'da görüþme yerine aldýlar bizi.
Yarým saat bekledik orada. Gelen giden olmadý.
Sonunda bir er geldi yanýmýza. --Deniz'ler hamama
girmiþler. Kýrk beþ dakika kalacaklar. Bugün görüþemeyeceksiniz,--
dedi.
--Olsun, bekleriz. Kýsa da olsa görüþmek istiyoruz,-- dedik.
Gitti.
Yarým saat daha bekledik.
Üsteðmen, bir er gönderip bizi yanýna çaðýrttý.
--Bugün sizi onlarla görüþtüremeyiz,-- dedi. --Banyodalar.
Geldiðinizi kendilerine söyledik. Onlar da
yarýn gelmenizi istediler.--
--O halde bir not yazalým, gönderelim, yanýtlasýnlar,--
dedim.
Üsteðmen bir þey demedi.
Bir kaðýda þunlarý yazdým:
'Deniz, Yusuf, Hüseyin. Sizleri görmeye geldik.
Banyodaymýþsýnýz. Ýsteðiniz üzerine yarýn geleceðiz:
Bir dileðiniz varsa bildirin. Tashih-i karar isteðimize
bir yanýt gelmedi, bekliyoruz. Selam.'
Kaðýdý üsteðmene verdim. Okudu. Kendi götürdü içeri.
On beþ dakika kadar orada ayakta bekledik.
Üsteðmen geldi.
--Pusulanýzý veremiyoruz,-- dedi.
--Niçin?--
--Cezaevi müdürü albayýmla baðlantý kurmaya çalýþtým.
Ona danýþmak istedim. Olmadý. Þu anda kendisi
Sýkýyönetim Komutanlýðýnda bir toplantýda. Ýsterseniz
gidip siz konuþun kendisiyle. Ýzin alabilirseniz
pusulanýzý veririm, sizleri de görüþtürürüm,-- dedi.
Yapacak bir þeyimiz kalmamýþtý. Çýktýk. Hemen
bir Jeep'le aþaðýya indik. Halkla Ýliþkiler bölümüne
gittik. Sýkýyönetim Komutanlýðýnda toplantýda bulunan
cezaevi müdürüyle konuþmak istediðimizi söyledik.
Onunla görüþtürülmeyeceðimiz belli olunca Sýkýyönetim
Adli Müþaviriyle görüþmek istedik. Telefonla
baðlantý kuruldu. Adli Müþavire durumu anlattýk.
Çocuklarla görüþmemize hiçbir yasal engel olmadýðýný
belirtmeye çalýþtýk.
Verilen yanýt çok kýsa ve çok kesindi: --Görüþemezsiniz!--
Hemen oracýkta bir dilekçe yazdýk. Ýsteðimizi bu
kez yazýlý olarak verdik. Dilekçemiz hemen Adli Müþavirliðe
gönderildi.
Biz gelecek yanýtý beklerken, Sýkýyönetim Komutanlýðýnda
olduðu söylenen toplantýnýn orada daðýldýðýný
gördük. Demek toplantý Sýkýyönetim Komutanlýðýnda
deðildi, Mamak Askeri Cezaevindeydi. Toplantýya
katýlan kiþilerin nizamiye kapýsýndan arabalarýyla
çýktýðýný görüyorduk. Kalabalýktýlar. Ankara
Valisi, Ankara Savcýsý, Ankara Ýnfaz Savcýsý, Bir Numaralý
Sýkýyönetim Mahkemesi Baþkaný Ali Elverdi,
Ankara Emniyet Müdürü... Demek toplantý daðýlmýþtý.
Bu arada Halkla Ýliþkiler'e Anadolu Ajansý'nýn
iki muhabiri geldi: Zeki'yle Burhan. O gece için özel
'sokaða çýkma izni kartý' istediler.
Bu arada saat 17 olmuþtu.
Yine Adli Müþavirliði aradýk.
--Evet, desek bile artýk görüþemezsiniz, çünkü çalýþma
saati bitmiþtir,-- dediler.
Yapýlacak hiçbir þey kalmamýþtý. Cezaevinden
çýktýk.
Yazýhaneme döndüm.
Ýþ ve dýþ ajanslar, o güne kadar olmadýðý ölçüde
sýký bir iliþki kurdular benimle. Gece alýnýp götürülecek
olursak haber vermemi istiyordu hepsi de.
Hürriyet gazetesinden Oktay Ekþi geldi. Minyatür
bir fotoðraf makinesi vermek istedi bana. Asýlýþlarýn
gizlice fotoðraflarýný çekmemi istedi. Kabul etmedim.
Her þeyi anlamýþtým artýk. Bütün belirtiler, asýlma
olayýnýn o gece gerçekleþeceðini gösteriyordu.
Eve gittim.
Jandarma Genel Komutaný Eken'e suikast giriþimi de
o gün olmuþtu.
Evde kendimi oyalamaya çalýþtým. Ali Sirmen'in
Arthur Koestler ve Albert Camus'den çevirdiði
'Ýdam' adlý kitabý okumaya çalýþtým.
Eþim doktordur. Geceyarýsý alýnýp götürülme olasýlýðýný
düþünerek, bana yatýþtýrýcý ilaç vermesini istedim.
Uyumaya hazýrlanýyordu. Getirdiði Diazem kutusunu
ortaya bir yere býraktý.
Ben kitabý okumayý sürdürdüm.
Daha önceden toplanýp kararlaþtýrmýþtýk: infaz
olursa en az iki avukat orada hazýr olacaktýk: Halit
Çelenk'le ben. Avukat Niyazi Aðýrnaslý, infazda bulunmak
istemediðini söylemiþti; rahatsýzdý, dayanamayabilirdi.
O gece sokaða çýkma yasaðý gece saat 23'e indirilmiþti.
Saat 24'e kadar herhangi bir haber gelmeyince rahatladým.
O geceyi de atlattýðýmýz umuduna kapýlýp soyundum yattým.
:::::::::::::::::
ÖNCE BÝRÝ,
SONRA BÝRÝ,
SONRA BÝRÝ DAHA
:::::::::::::::::
Avukat Mükerrem Erdoðan anlatýyor:
Daha uyumamýþtým. Uyuyamýyordum. Gün bitmiþti,
yeni bir günün ilk saatine girmiþtik.
6 Mayýs 1972.
Saat 00.40'tý, kapý çalýndý.
Kapýnýn çalan zili her þeyi açýklamaya yetmiþti.
Ama küçük de olsa bir umut çiçeklenmiþti içimde:
Eþim doktordu, geceyarýsý apartmanda biri ansýzýn
rahatsýzlanmýþ olabilirdi, karýmý arýyor olabilirlerdi.
Koþup açtým kapýyý: Üç kiþiydiler. Ýkisi üniformalý,
biri sivildi.
Hiçbir þey sormadým onlara. Hiçbir þey söylemelerine
fýrsat vermeden, --Bir dakika. Giyineyim,-- dedim.
Eþimin býraktýðý Diazem kutusundan bir tane
alýp attým aðzýma. Bir tane de alýp cebime koydum.
Acele giyindim. Eþim uyumamýþtý.
--Gidiyorum,-- diyebildim.
Aþaðýda bekleyen bir polis Jeep'ine bindik. Resmi
giyimli iki polis memuru arkaya geçtiler. Ben öne
oturdum. Sivil olan, arabayý kullanýyordu. Telsizle
merkezi aradý.
--Emaneti aldýnýz mý?-- diye sordular merkezden.
--Aldýk, dönüyoruz,-- dedi yanýmdaki.
Üçü de çok sakindi. Gündelik görevlerini yapýyorlardý.
Cemal Gürsel Alanýndaki köprünün altýndan,
yolu kesmiþ olan askerlere polislere ýþýk sinyalleriyle
parolayý vererek geçtik. Dumlupýnar Caddesi boyunca
gittik. Dörtyol'daki sinemanýn önünde yine yolumuz
kesildi.
Merkez yine telsizle aradý bizi: --114. Hala neredesiniz?--
--Gelmek üzereyiz. Yaklaþtýk,-- dedi yanýmdaki.
Ankara Merkez Cezaevinin önü görülecek þeydi.
Baþdöndürücü bir zýrhlý araç ve asker kalabalýðý bütün
cezaevini sarmýþtý. Her yan projektörlerle aydýnlatýlmýþtý.
Arabayý kullanan sivil polis, arabadan atlayýp
amirine geldiðimizi haber verdi.
Arabadan indirildim. O korkunç kalabalýðýn içinde
iki kiþiyi hemen tanýyýverdim: Biri avukat Halit
Çelenk'ti, biri de yakýþýklý üsteðmen Burhanettin Poturna.
Üsteðmenle göz göze geldik. Kaba, yýlýþýk bir
gülümseme vardý yüzünde. Halit Bey ise allak bullaktý.
Þok geçiriyor gibiydi.
Halit Beyle birlikte cezaevinin dýþ giriþ kapýsýndan
girdik. Yanýmýzda bize kýlavuzluk eden bir sivil
polis vardý. Oradaki bir subaya, avukat olduðumuzu,
bizleri içeri götüreceðini söyledi.
Bizi bir kenara çektiler. Üstümüzü baþýmýzý aradýlar.
Bu ilk aramaydý.
Bu sýrada yanýmýza gelen bir subay, içeriye alýnmamýz
konusunda daha izin verilmediðini, dýþarýda
arabanýn içinde beklememizi söyledi.
Dýþarý çýktýk. Beni getiren arabaya bindik. Beklemeye
baþladýk.
Biraz sonra bir haber geldi: Bizi çaðýrýyorlardý.
Yine girdik içeri. Ayný sivil kýlavuzumuz yanýmýzdaydý.
Üstümüzü baþýmýzý aramak istediler yine.
Kýlavuzumuz, daha önce arandýðýmýzý söyleyerek engel
oldu.
Kapýnýn dýþýnda da, içinde de hep subaylar vardý;
gencecik subaylardý; teðmen, üsteðmen falandýlar.
Bu arada, ellerindeki telsizlerle astsubaylar gidip
geliyordu boyuna.
Kapýda erler bekliyordu.
Elindeki telsiziyle bir astsubay yanýmýza katýldý.
Bu arada oradaki bir subayýn buyruðuyla arkamýza
da makineli tüfeðiyle bir er takýldý.
Merkez Cezaevinin görüþme yerine girilirken üst
baþ ararlar. Oradan girdik. O kapýdan girince astsubayla
o ardýmýza takýlan silahlý er bizi býrakýp döndüler.
Görevliyle içeri girdik. Odada on beþe yakýn subay
vardý. Ýçlerinde yalnýzca bir tanesi üsteðmendi;
öbürlerinin hepsi de albaydý. Üç de gardiyan.
Gardiyanlardan biri, --Ceplerinizi boþaltýn,-- dedi.
Tavýrlarýnda, görev yapmanýn da ötesinde, birilerine
yaranmaya çalýþan aþaðýlýk bir hava vardý.
Ceplerimizde ne varsa çýkarýp masanýn üzerine
koyduk.
--Ayakkabýlarýnýzý da çýkarýn,-- dediler.
Çýkardýk.
Çoraplarýmýzý yokladýlar.
Masaya býraktýðýmýz þeyler orada kalacak sanmýþtým.
Bu yüzden ikinci Diazem'i de oracýkta atýverdim
aðzýma. Masanýn üzerindeki öteberimizi bir bir denetlediler.
Dolmakalemleri, çakmaðý falan gözden geçirdiler.
Sigaralarý paketlerinden çýkarýp incelediler.
Para cüzdanlarýmýzý da boþalttýlar, silkelediler, içlerine
baktýlar. Sonra da --Alabilirsiniz,-- dediler.
Halit Beyin Bellargal'ini vermediler. Bunun yatýþtýrýcý
bir ilaç olduðunu söyledi Halit Bey, ama dinlemediler.
Ýçeri girerken bir üsteðmene teslim ettiler bizi. Silahlýydý.
--Silahýný býrak,-- dediler.
Üsteðmen, silahýnýn þarjörünü çýkardý önce, ama
tabancasýný da býrakmasý konusunda direttiler. Üsteðmen,
boþ tabancasýný da býraktý.
Onun eþliðinde, kapý altýndan cezaevinin idare
bölümüne girdik.
Biz hala infaz yerini kestiremiyorduk. Oysa o
geçtiðimiz yer infaz yeriymiþ; avlu yani. Yani görüþme
odalarýndan görünen avlu. Ama karanlýktý. Avludan
geçerken orada daraðacý var mýydý, yok muydu,
farkýnda deðilim.
Ýdarenin olduðu yapýya girince bizi Ankara Ýnfaz
Savcýsý Sami Uður karþýladý. Topaldý. 'Topal Karga'
derler ona, öyle anýlýr. 45 yaþlarýndaydý.
--Sizleri müvekkillerinizle görüþtüreceðiz,-- dedi.
--Biliyorsunuz, tashih-i karar isteðiniz Askeri Yargýtayca
reddedildi.--
Bilmiyorduk. Reddedildiði konusunda bilgimiz
olmadýðýný söyledik.
--Bugün reddedildi,-- dedi.
Red kararýný görmek istedik.
Bu sýrada yukarýdan, cezaevi müdürünün katýndan
Ankara Savcýsý Fazýl Alp indi. Elinde 'Resmi Gazete'
vardý. Bize, infazlar için bütün yasal gereklerin
yerine getirilmiþ olduðunu söyledi.
Tashih-i karar isteðimizin reddedildiðinden haberimiz
olmadýðýný, red kararýný görmediðimizi, görmek
istediðimizi ona da söyledik.
--Kararlar burada, size göstereceðiz,-- dedi.
Bunun üzerine, biz, infazýn yapýlýp yapýlmamasý
konusunda tereddüt olmasý gerektiðine iliþkin ve bunun
nedenlerini açýklayan bir dilekçemizin infaz savcýlýðýna
verilmiþ olduðunu, buna da bir karþýlýk alamadýðýmýzý
söyledik.
--Savcýlýðýmýzca infazlarýn yapýlmasý konusunda
herhangi bir tereddüt yoktur. Dilekçenizde belirtilen
noktalar da tereddüt doðuracak nitelikte deðildir --
dedi infaz savcýsý. Sonra da sözlerine þunu ekledi:
--Buyrun sizi Deniz'le görüþtüreyim.--
Bizden on on beþ dakika önce getirmiþler çocuklarý.
Baþgardiyan odasýnýn kapýsý önünde konuþuyorduk
bunlarý. Odanýn kapýsý açýktý. Çok heyecanlýydým.
Titriyordum. Diþlerim birbirine vuruyordu.
Ama baþgardiyanýn odasýna girip de içeride Deniz'i
görünce bütün heyecaným bir anda geçiverdi.
Kalabalýktý içerisi. Deniz'i göremiyorduk. Ben
üçü de oradadýr sanýyordum. Kalabalýk açýldý. Deniz'i
o zaman görebildim.
Deniz, elleri arkasýndan kelepçeli, ayaklarý bileklerinden
zincirle prangalý olduðu halde, kapýdan girince
saðda, avluya bakan pencerenin karþýsýndaki duvarýn
önünde bir sandalyeye oturtulmuþtu.
Sýrtýnda kavuniçi-kýrmýzý arasý dik yakalý balýkçý
kazaðý vardý. Pantolonu griyle limonküfü arasý kadifedendi.
Saçlarý üç numarayla kesilmiþti. Postallarý
ayaðýndaydý. Sakallarý uzamýþtý.
Gülümseyerek, --Hoþgeldiniz,-- dedi.
Hemen arkasýnda, biri saðýnda, biri solunda iki
gardiyan duruyordu ayakta. Ýkisinin de birer eli Deniz'in
omzundaydý. Sað gerisindeki gardiyan Deniz'e
sigara içiriyordu.
Deniz'in hemen saðýndaki masanýn üzerinde bir
'Samsun' paketi duruyordu. Bir el paketi iyice sýkýp
býrakmýþ gibiydi.
Deniz, gardiyanýn elinde tuttuðu sigaradan derin
bir soluk çekti.
--Ýki gün öncesine kadar 'Birinci' sigarasý içiyorduk,--
dedi. --Sonucun böyle olacaðýný bildiðimizden
hiç olmazsa son iki günümüzde filtreli sigara içelim
dedik.-- Ardýndan da --Gelmekle çok iyi ettiniz,-- dedi.
--Ölüme nasýl gittiðimizi gözlerinizle görüp yarýnki
kuþaklara doðru anlatasýnýz diye sizlerin bu olaya tanýk
olmanýzý istedik. Cezaevlerindeki devrimcileri
benim için tek tek öpün. Bizleri de Taylan'ýn yanýna
gömün.--
Bu sýrada Ýnfaz Savcýsý Topal Karga, Deniz'e dönüp
sessizliði bozdu:
--Deniz, kendini nasýl hissediyorsun?--
Sanki Deniz onun kýrk yýllýk dostuydu; öyle bir
havayla söylemiþti bu sözleri. Sözde, nasýl olduðunu
sorarak, böyle bir yakýnlýk numarasýna girerek Deniz'e
olan yakýn ilgisini göstermek istiyor, bunu Deniz'e
karþý gösterdiði bir lütuf sanýyordu aklýnca. Ve
kendi de, böyle bir yakýnlaþmadan kendince bir tad
çýkarmaya çalýþýyor gibiydi.
Ýnfaz Savcýsý, bunu sorduðunda Deniz'le saðdaki
masanýn arasýndaydý.
Deniz, baþýný kaldýrdý, baktý ona, güldü.
--Mutluyum, rahatým,-- dedi.
--Avukatlarýna söyleyeceðin bir þey var mý?--
--Söyledim söyleyeceðimi. Yok,-- dedi Deniz.
--O halde buyrun Yusuf'la görüþtüreyim sizi,-- dedi
savcý bize.
Arkamýza baka baka çýktýk odadan.
Deniz'in bulunduðu odada çok sayýda albay vardý;
otuz kadar. Ayrýca Ankara Merkez Komutaný
Tevfik Türüng, Deniz'leri yargýlayýp idama mahkum
eden Bir Numaralý Sýkýyönetim Mahkemesi Baþkaný
Ali Elverdi, iki savcý, Emniyet Müdürü olduðunu
sonradan öðrendiðimiz sivil giyimli biri ve gardiyanlar.
Deniz'in bulunduðu odadan çýkýp hemen bitiþikteki
küçük odaya girdik. Oda o kadar kalabalýk deðildi.
Yusuf da týpký Deniz gibi elleri arkasýndan kelepçeli,
ayaklarý bileklerinden zincirle prangalý olduðu
halde bir sandalyeye oturtulmuþtu. Onun da iki yanýnda
iki gardiyan duruyor, omuzlarýndan tutuyorlardý.
Odada birkaç albayla gardiyanlar vardý.
Yusuf bizi görünce, --Hoþgeldiniz,-- dedi.
Sakindi. Yüzünde o her zamanki rahatlýk, dinginlik
vardý.
--Bu saatte sizler de yoruldunuz,-- dedi. --Zaten
bizler için çok çalýþtýnýz. Herþey için teþekkür ederim.
Sonra bana döndü:
--Biliyorsunuz, kardeþim Yücel rahatsýz. Onun
bütün rahatsýzlýðý benim yüzümdendir. Benim durumuma
baðlý olarak hastalýðý ya geçmiþtir ya da kötüleþmiþtir.
Hastalýðýyla ilgilenirseniz, tedavisi için çalýþýrsanýz
sevinirim,-- dedi.
--O bakýmdan hiç kaygýn olmasýn Yusuf,-- dedim.
--Düþündüðünden de çok ilgileneceðim Yücel'le. Zaten
son zamanlarda çok iyileþti.--
--Babam nasýl?--
Babalarýn infazda bulunmaya haklarý yoktu.
--Baban çok iyi. Çok metin,-- dedik.
--Zaten o da kendisini hazýrladý buna,-- dedi Yusuf.
Bir sessizlik oldu.
--Ýnfazdan haberi var mý?--
Haberi olup olmadýðýný bilmiyorduk. Nereden
haberi olacaktý.
--Var,-- dedik.
Böyle demeyi uygun gördük o anda.
Yusuf çok sakindi. Olaðanüstü sakindi. Bütün bu
konuþmalar boyunca da gülümsüyordu. Her zamanki
bülümsemesini býrakmamýþtý. Ýnfaz savcýsýna döndü:
--Arkadaþlarýmla son bir kez daha görüþmek istiyorum.
--Ne gereði var,-- dedi infaz savcýsý.
Dayanamadým, atýldým:
--Ölüme giden bir insanýn son isteðini, hele bu istek
bu kadar alçakgönüllüce ve yerine getirilmesi bu
kadar kolay bir istekse, yerine getirmeyecek, buna
engel olacak savcýnýn varlýðýný bile düþünemiyorum --
dedim.
Halit Bey de dayanamadý, sesini dikleþtirdi:
--Bu isteði yerine getirmek zorundasýnýz. Bu bir
teamüldür,-- dedi.
--Merak etmeyin, birþeyler yaparýz,-- dedi savcý.
Sonra Yusuf'a döndü: --Avukatlarýndan bir isteðin var
mý?--
--Yok,-- dedi Yusuf.
--O halde Hüseyin'le görüþelim,-- dedi savcý bize.
Yusuf'un yanýndan ayrýldýk. .
Merkez cezaevinde avukatlarýn müvekkilleriyle
görüþtüðü bir oda vardýr. Hüseyin Ýnan oradaymýþ.
Giderken önümüze çýkan bir albay, çok alaycý
bir tavýrla,
--Ýmamý kabul etmediler, dini tören istemediler
bunlar Müslüman deðilmiþ,-- dedi.
Halit Bey, --Bu onlarýn kendi bileceði þey,-- dedi.
Albay, bize dokundurmaya çalýþarak, --Tabii tabii,
bunu sizde bilirsiniz,-- dedi.
Yanýndan geçip Hüseyin'in bulunduðu odaya girdik.
Görüþme odasýnda her zaman duran masa alýnmýþtý.
Hüseyin, kapýdan giriþte, kapýyý saðýna almýþ
durumda oturuyordu. Onun da elleri arkadan kelepçeliydi,
ayaklarý prangalýydý. Onun da saðýnda solunda
birer gardiyan. Sigara içiriyordu gardiyanlardan
biri. Samsun'du içtiði. Odada iki gardiyan, bir astsubay,
cezaevi müdürü ve kapýya dayanmýþ iki albay
vardý.
--Hoþgeldiniz,-- dedi Hüseyin.
Az konuþur Hüseyin. Aðýrbaþlýdýr. Ama o gün
Hüseyin'in yüzünde, o aðýrbaþlýlýðýn bile engelleyemediði
bir gülümseme vardý.
Konuþurken, söylediði her sözcükte baþýný kaldýrýr,
indirirdi. --Hoþgeldiniz,-- derken baþýný kaldýrmýþtý.
Yine indirdi baþýný, yine kaldýrdý, --Size çok teþekkür
ederim,-- dedi.
Çocuklarýn vekaletini aldýðýmýzda ilk Hüseyin'le
görüþmüþtüm. O zaman gür býyýklarý vardý. Son görüþtüðüm
kiþi de yine Hüseyin oldu. Býyýksýzdý artýk.
Üçünün de saçlarý dibinden kesilmiþti.
Baþýný kaldýrdý yine:
--Babam Ankara'da mý?--
--Ankara'da.--
--Ýnfaz olayýný biliyor mu?--
--Biliyor.--
--Nasýl babam?--
--Ýyi. Çok metin:--
--Biz inanýyoruz ki, bu kavga bizimle son bulmayacaktýr.--
Bu sözleri soru sorar gibi sormuþtu. Bizden, --Elbette.
Tabii,-- gibi yanýtlar bekleyen bir soru gibi.
Hiçbir karþýlýk vermedik. Halit Bey, ellerini her zamanki
gibi iki yana açmýþ, susup kalmýþtý.
Ýnfaz savcýsý, --Avukatlarýna söyleyeceðin bir þey
var mý?-- diye sordu.
Hüseyin, --Son sözümü sehpada söyleyeceðim --
dedi.
--O halde çýkalým,-- dedi savcý.
Çýktýk.
Koridorda imamla göz göze geldik. Üzgündü.
Dokunsan aðlayacak gibiydi.
Yine Deniz'in yanýna döndük.
Deniz, hemen yanýndaki masaya getirilmiþ bir
yazý makinesiyle babasýna son mektubunu yazdýrýyordu.
Mektubu bir gardiyan yazýyordu. Bitirmesini
bekledik. Ezberlenmiþ bir metni okumuyordu; sözcükler
üzerinde düþünerek yazdýrýyordu mektubunu. (Bu mektubu
ileriki sayfalarda bulacaksýnýz.)
Mektup bitti. Kelepçesini çözdüler. Bir kalem
verdiler. Ýmzaladý mektubunun altýný. Yine kelepçelediler.
Savcýnýn öncülüðünde bir görevli topluluðu Yusuf'u
getirdiler odaya. Gecenin o saatinde Yusuf'un
ayaklarýndaki aðýr pranganýn zinciri büyük bir gürültüyle
sürükleniyordu ardýnca.
Yusuf'un ayak bileklerine vurulmuþ bukaðýlý
pranganýn uzun, aðýr bir zinciri vardý. Zincir, ayaklarýna
çok yakýn bir yerden bir ara-zincirle baðlanmýþ,
daraltýlmýþtý. Yusuf, açýlamayan küçücük adýmlarla
ve güçlükle yürüyordu. Uzun, kalýn zincirin artan
bölümü yerde sürükleniyor, koridorda, çýplak betonun
üzerinde, bomboþ yapýda büyük yankýlar yapýyordu.
Yusuf odaya sokulunca koridordaki albaylar da
odaya doluþtular.
Yusuf'la Deniz son kez konuþtular. Kýsacýk konuþtular.
Öpüþtüler. Konuþtuklarýný duyamadýk.
Yusuf'u alýp yine odasýna götürdüler.
Deniz'i ayaða kaldýrdýlar.
Ceplerinde ne var ne yoksa çýkarýldý.
--Parkam nerde?-- dedi Deniz.
Parkasý, odada kapýnýn arkasýnda asýlýydý. Gösterdiler.
--Parkamý babama teslim edin,-- dedi.
Savcý, --Parkaný da, cebinden çýkanlarý da, mektubunu
da babana teslim edeceðiz,-- dedi.
Deniz'in cebinden birazcýk para da çýkmýþtý. On
beþ lira kadardý.
Savcý, mahkemenin kararýný okudu kýsaca.
--Bu karar sana mý ait?-- diye sordu Deniz'e.
--Bu kararý kabul etmiyorum, reddediyorum!-- dedi Deniz.
--Karar yargýtayca da onaylanýp kesinleþmiþtir,--
dedi savcý.
Doktorlar çaðrýldý. Gelen iki doktor da sivildi.
Savcý, doktorlara, --Ýnfaza engel bir hastalýðý, rahatsýzlýðý
var mý?-- diye sordu.
Doktorlar, uzaktan, olduklarý yerden Deniz'e
baktýlar.
--Hayýr yok,-- dediler.
--Bilinci yerinde mi?-- diye sordu savcý.
--Yerinde,-- dedi doktorlar.
Bunlar böyle konuþulurken Deniz gülümsüyordu.
Savcý iþaret etti. Gardiyanlar, masanýn üzerinde
duran kaðýda sarýlý bir paketi açtýlar; çýkardýklarý beyaz
ölüm gömleðini, baþýndan geçirerek Deniz'e giydirdiler.
Topuklarýna kadar uzanan, kolsuz, dar, patiskadan
dikilmiþ, kýlýf gibi bir þeydi. Deniz'in kollarý
gömleðin içinde kalmýþtý.
Ayaklarýndaki prangayý çözmek istediler. Anahtar
pranganýn asma kilidini açmadý.
Deniz, sessiz, sakin bekliyor, prangasýný açmaya
çalýþanlara bakýyordu.
Baþka anahtarlar bulunup getirildi. Hiçbiri açamadý
kilidi.
Bu arada bir albay,
--Prangayý çözmeden yapalým þu iþi,-- dedi.
Ýnfaz savcýsý,
--Yok caným, bunlar uslu çocuklar, çözelim,-- dedi.
--Kilidi kim kilitledi? Bulun getirin onu.--
Anahtarlarý üzerinde taþýyan bir astsubayý bulup
getirdiler. Hüseyin'in odasýnda gördüðümüz astsubaydý.
Elinde bir anahtar destesi vardý. Desteyi uzattý
gardiyana. Birkaç denemeden sonra anahtar bulundu
pranganýn kilidi açýlabildi. Gardiyan, çözdüðü bilek
kalýnlýðýndaki prangayý odanýn köþesine, betonun
üzerine fýrlattý.
Deniz bize döndü:
--Cezaevinden bizi yangýndan mal kaçýrýr gibi kapýp
havada getirdiler. Ayakkabýlarýmýzýn baðlarýný bile
baðlamamýza fýrsat vermediler. Postallarýmýn baðlarýný
baðlasýnlar; asýlýnca postallarýmýn ayaðýmdan düþmesini
istemem,-- dedi.
Bir görevli, eðilip Deniz'in açýlmýþ baðcýklarýný
baðladý.
Ýki gardiyan iki kolundan kavradý. --Hadi,-- dediler.
Deniz, kalktý, dimdik yürüdü iki gardiyanýn arasýnda.
Çok metin gitti.
Avluya çýktýk.
Daraðacý avlunun karþý duvarýna yakýn bir yerdeydi.
Karanlýkçaydý avlunun o bölgesi; aydýnlatýlmamýþtý;
dýþarýnýn ýþýklarýyla aydýnlanýyordu.
Deniz, gardiyanlarýn yardýmýyla masaya çýktý.
Masa yemek masasý yüksekliðindeydi; hele kollarý
baðlý biri için tek baþýna, yardýmsýz çýkmak kolay de-
ðildi. Deniz'in kollarý baðlýydý arkasýndan, beyaz
ölüm gömleðinin içinde; topuklarýna kadar sarkan
beyaz gömleðin eteði de daracýktý.
Masaya çýkarýldýktan sonra tabureye kendi çýktý.
Basýkça bir tabureydi.
Tepeden sarkan ilmiðe boynunu kendi geçirmek
istedi. Ýlmik sýkýlmýþtý, dardý, kendiliðinden kafasýndan
geçemezdi. Bir gardiyan çýkýp ilmiðin halkasýný
geniþletti, baþýndan geçirip indirdi Deniz'in boynuna.
Aneak, sarkan urgan nedense iki kattý; altta ilmik de
iki kattý. Çift ilmik vardý Deniz'in boðazýnda.
Üçünün içinde sesi en gür olan Deniz'di. Duruþmalarda
da öyleydi.
Ýþte o anda. Deniz son sözlerini söyledi:
--Yaþasýn tam baðýmsýz Türkiye. Yaþasýn Marksizmin
Leninizmin yüce ideolojisi. Yaþasýn Türk ve
Kürt halklarýnýn devrimci baðýmsýzlýk mücadelesi.
Yaþasýn iþçiler, köylüler. Kahrolsun emperyal---izm,
derken, 'izm'i bütünleyemedi, çünkü, infaz savcýsýnýn
--Çek! Çek!--. diye baðýrmasý üzerine, cellat arkadan tabureye
ayaðýyla vuruverdi.
Dört adým ötemdeydi.
Bir infaz olayýnýn tanýðý gibi deðildim, devrimci
bir eylemi izliyor gibiydim. Tepkim olaðandý. Çok
dikkatliydim: Tabure masadan düþtü yere. Deniz'in
ayaklarý masaya deðdi, tabanlarýyla basamadý ama uçlarý
deðdi masaya. Anlaþýlan, Deniz'in uzun boylu
oluþunu hesaplayamamýþlardý.
Bu durum, görevlilerde bir þaþkýnlýk yaratmýþtý.
Ýnfaz savcýsý, --Masayý çekin altýndan!-- diye baðýrdý.
Masayý çektiler.
Gitmiþti Deniz.
O anda yüzü tam karþýmdaydý; yüz yüzeydik.
Gözlerinde anlam yoktu. Ayaklarý masaya deðdiði
anda bakýþlarý bir anda anlamsýzlaþmýþtý.
Masa ayaklarýnýn altýndan çekilince, urganýn
ucunda dönmeye baþladý. Tam 360 derece döndü havada,
sonra aðýr aðýr 180 derece daha döndü ve durdu.
Öylece kaldý havada. Yalnýzca urganýn ucunda yana
düþmüþ baþý ve beyaz ölüm gömleðinin altýnda da artýk
onsuz kalmýþ postallarý gözüküyordu.
Ve bedeninde kasýlmalar baþladý. Sanki kollarýný
çözmek, kelepçeden kurtulmak ister gibiydi. Kollar,
omuzlarda kasýlýyor, ayaklarda bir titreþim görülüyordu.
Saat tam 01.25'ti.
Ýlmik boðazýna oturduktan sonra bunlar 4-5 saniye
içinde olup bitti.
Baktým: orada bulunan, olayý merakla izleyenlerden
Deniz'leri ölüme mahkum eden mahkemenin
baþkaný Ali Elverdi'nin dudaklarýnda sigara vardý; ellerini
arkasýnda kavuþturmuþtu.
Ýnfaz savcýsý, yanýndakilere küçük þakalar yapmaya
çalýþýyordu. Ama yaptýðý þakalara yine kendi gülüyordu
nedense. Gülmesi garip seslerle beliren biriydi.
Ve orada somutlaþan bir þey vardý: Gardiyanlar,
'telkin'i kabul edilmeyen baþý þapkalý imam, iki sivil
doktor, tam bir saygý duruþu içinde infazý izlediler.
Subaylar, küme küme, kapý altýnýn koðuþlara açýlan
kapýsý önünde haki giysileriyle duruyorlardý.
Tevfik Türüng, elleri parkasýnýn ceplerinde, kýsacýk
boyu, kýsýk gözleri, çopur yüzüyle olayý saygýsýzca
izliyordu.
Bu arada Ali Elverdi, nedense üþümüþ olacak ki,
parkasýný getirtti.
Çýt çýkmýyordu avluda.
Birden bir çýrpýnýþ sesi, kalabalýkta þaþkýnlýk yarattý.
Baþlar hýzla sesin geldiði yöne döndü. Yüzlerden
bir ürperti geçti. Duvarýn çýkýntýsýnda düþmemek
için kanat çýrpan bir güvercindi bu. Bir güvercindi
çýrpýnan.
Sonra yüzler yine eski katý görünümüne döndü.
Doktorlar yanýmýzdaydý. Halit Bey, birine döndü:
--Bilinç, ne kadar zamanda kaybolur?-- diye sordu.
--Hemen o anda kaybolur bilinç,-- dedi doktor.
--Ama ölüm 5 ile 7 dakika arasýnda tamamlanýr.--
--Yaftayý asýn boynuna,-- dedi infaz savcýsý.
Bir dosya kaðýdý boyutlarýndaki kartonun üzerinde
büyük harflerle karar yazýlmýþtý. Kartonun iki
ucuna baðlý bir ip vardý. Yafta asýldý Deniz'in boynuna.
Savcý, doktorlara, ölüyü muayene etmelerini söyledi.
Bunu bir emir biçiminde söylemiþti.
Ýki doktor yanaþýp Deniz'in gömleðini sýyýrdýlar
yukarý doðru. Gömleðin altýnda kalan kollar çýktý ortaya.
Nabzýný dinlediler. --Nabýz atýyor,-- dediler.
Oysa infaz gerçekleþeli on dakika olmuþtu.
Bunun nedeni: çift kat ilmik kullanýlmasý, Deniz'in
dik yakalý kazak giymiþ olmasý, bir de güçlü
bir beden yapýsýna sahip olmasýymýþ.
Savcý, cellatlara, --Kelepçeyi çözün!-- dedi.
Kelepçe açýldý. Kollar beyaz gömleðin içinde
sarktý.
Bir on dakika daha bekledik.
Doktorlar yeniden yokladýlar ölüyü. --Biraz daha
bekleyelim,-- dediler.
Nabýz atýþlarý hala dinmemiþ.
Ve 02.15'te doktorlar ölüyü son bir kez daha
gözden geçirdikten sonra baþlarýný salladýlar. Tamamdý.
Sarkan urgan, Deniz'in baþýnýn biraz üzerinden
býçakla kesildi. Ýki üç gardiyan alttan sarýlýp tuttular
ölüyü; sehpanýn hemen yanýndaki yere serili bir bezin
üzerine attýlar, boynundaki kesik urganla. Bezin
dört köþesinden dört kiþi tuttu; kaldýrdýlar götürdüler
ilk öldürüleni, boynundaki urganla.
Baþgardiyan odasýna döndük.
Koridorda Bir Numaralý Sýkýyönetim Mahkemesinin
zabýt katibi Ýsmet'e rastladýk. Gözleri dolu doluydu.
Þoke olmuþ gibiydi.
Ýmam da o anda koridora geldi. Aðlamak üzereydi.
Baþgardiyan odasýnda Deniz'in oturduðu sandalyede
Yusuf oturuyordu þimdi. Deniz asýlýrken Yusuf'u
alýp o odaya getirmiþler.
--Duydum Deniz'in sesini,-- dedi, bize dönerek.
Bunu derken, Deniz'in son sözlerini onayladýðýný;
daraðacýnda arkadaþýnýn gösterdiði soðukkanlýlýktan
son derece kývanç duyduðunu; umduðu, beklediði
yiðitçe davranýþý yaþamaktan mutlu olduðunu anlatmak
ister gibiydi.
Ýnfaz savcýsýna döndü:
--Mektuplarýmý babama verirsiniz, deðil mi?-- dedi.
--Elbette veririz,-- dedi savcý. --Bize güvenin yok mu?--
--Yok tabii,-- dedi Yusuf. --Size niye güveneyim?--
--Veririz, veririz. Merak etme sen,-- dedi savcý.
Ve infaz savcýsý, sözünde durmadý: Yusuf'un yazdýðý
iki mektuptan birini, köylülerine, akrabalarýna
yazdýðý ikinci mektubu yerine iletmedi. (Yusuf Arslan'ýn
babasýna yazdýðý mektubu ileriki sayfalarda bulacaksýnýz)
--Tuvalete gitmek istiyorum,-- dedi Yusuf.
--Peki,-- dedi savcý.
Yusuf'u prangalarýyla götürdüler.
Orada bulunan bir albay,
--Dikkat edin, intihar edebilir,-- dedi, Yusuf'un arkasýndan.
Ama Yusuf duymadý bu sözleri.
--Bunu yapacak insanlar deðil onlar. Merak etmeyin,--
demek zorunda kaldýk.
--Hiç belli olmaz,-- dedi albay.
Az sonra getirdiler Yusuf'u. Ýntihar etmemiþti.
--Yusuf, bir sigara içer misin?-- dedim.
Uzun Maltepe'ydi. Çýkardým.
--Son bir sigara içeyim;-- dedi.
Sýkýþtýrdým dudaklarýna, yaktým.
Gardiyanlar yardýmcý oldular, sigarasýný sonuna
kadar içirdiler.
Son sigarasýný içerken, birden, odadaki kalabalýðýn
içinde birini tanýyýverdi. Tam karþýsýndaydý
adam. Sivil biriydi. Pencerenin yanýnda duruyordu.
--Ýþkenceler nasýl gidiyor?-- dedi Yusuf.--
Adam beklemiyordu böyle bir soruyu. Telaþlandý.
--Bizde öyle þeyler yok,-- dedi.
--Peki elektrik iþkenceleri nasýl gidiyor? Baþarýlý mý?--
--Öyle þeyler yapmayýz biz,-- dedi adam.
--Yaa, öyle mi? Çoluk çocuðun var mý senin?--
--Bir kýzým var.--
--Hangi okula gidiyor?--
--Daha küçük. Okula gitmiyor.--
--Ýyi, iyi,-- dedi Yusuf.
Sonradan öðrendik: Adam, Ankara Emniyet Müdürüymüþ.
Ýnfaz savcýsý, doktorlarý çaðýrdý.
Oda insanlarla dolmuþtu yine.
--Yusuf Arslan'ýn infaza engel bir rahatsýzlýðý var
mý?-- dedi savcý.
--Hiçbir þeyim yok,-- dedi Yusuf. --Sanki komada
olsam asmayacak mýsýnýz?--
Savcý bu soruyu yanýtlamadý. Kararý okudu.
--Bu okuduðum karar sana mý ait?-- dedi.
--Bana ait,-- dedi Yusuf.
--Bir diyeceðin var mý?--
--Yok.--
Savcý, o her zamanki çirkin sesiyle, --Yusuf'u bekletmeyelim,--
dedi.
Ceplerini boþalttýlar. Yusuf'un cebinden de 17.25
lira çýktý. Emanet hesabýna aldýlar.
Kaðýda sarýlý ikinci paketi açtýlar. Çýkardýklarý
ikinci beyaz ölüm gömleðini de Yusuf'a giydirdiler.
--Bu gömleði giydirmeden asamaz mýsýnýz -- dedi
Yusuf.
--Usul böyle,-- dedi savcý.
Ayaklarýndaki prangalarý çözdüler.
--Hadi Yusuf,-- dedi savcý.
Yusuf yerinde doðruldu. Yanýmýzdan geçerken,
--Hoþçakalýn,-- dedi bize.
Sustuk.
Yürüdü iki gardiyanýn ortasýnda.
Avluya, ayný yere çýktýk.
Hüseyin aðýrbaþlýdýr, ciddidir. Gündelik durumlarýnda
bile Hüseyin'in gülmesi olaðandýþýdýr, yapýsýna
aykýrýdýr. Ama Yusuf öyle deðildir, her zaman gülümser,
güler yüzlüdür o.
Kalkýp giderken, bize --Hoþçakalýn,-- derken bile
sesi o kadar olaðan, yüzündeki gülüþ bile öylesine bildik,
öylesine alýþtýðýmýz bir þeydi ki.
Hiç olmazsa olaðanüstü durumlarda bacaklarý titrer
insanýn. Baktým da, üçü de o kadar olaðan yürüyüp
gittiler ki ölüme. Sinirli bile deðillerdi.
Yürüdü sehpaya Yusuf.
Daraðacý hazýrlanmýþ, tazelenmiþti. Tabure masanýn
üzerine yerleþtirilmiþ, tepeye yeni bir urgan baðlanmýþtý.
Yusuf, masaya, oradan da tabureye çýktý.
Geçirdiler ilmiði boynuna. Bu kez tek kattý ilmik.
Yusuf da gür, yürekli bir sesle son sözlerini söyledi:
--Ben ülkemin baðýmsýzlýðý ve halkýmýn mutluluðu
uðrunda þerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi
asanlar þerefsizliðinizle her gün öleceksiniz. Biz halkýmýzýn
hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nýn hizmetindesiniz.
Yaþasýn devrimciler. Kahrolsun faþ---izm.
O da sözünün sonunu, faþizm'in 'izm'ini tamamlayamadý;
yine ayný çatlak sesin --Çek! Çek!-- diye baðýrmasýyla,
eliyle koluyla sehpanýn baþýndaki cellata
verdiði iþaretlerle ve cellatýn tabureyi hýzla itivermesiyle
sallanýverdi boþlukta, urganýn ucunda.
Yarým dönüþ yaptý Yusuf havada ve arkasýný döndü
kalabalýða; öylece kaldý.
Saat 02.25'ti.
Beþ dakika bekledikten sonra kelepçesini çözdüler.
Kollarý iki yana sarktý.
Yaftayý boynundan geçirip göðsüne astýlar.
Deniz'de gördüðümüz kasýlmalar onda da oldu.
Doktorlar yaklaþýp yokladýlar. --Biraz daha bekleyelim,--
dediler.
Saat 02.50'ye kadar beklediler. Sonra görevliler
urganý kesip aldýlar Yusuf'u daraðacýndan, ayný biçimde
yere bir bezin üzerine uzattýlar urganýyla, alýp
götürdüler.
Bu arada, sonradan Ankara Emniyet Müdürü olduðunu
öðrendiðimiz, Yusuf'un orada sorular sorup
sýkýþtýrdýðý sivil giyimli adam yanýma sokuldu.
--Yusuf sizi çok iyi tanýyor. Nerede karþýlaþmýþtýnýz?--
dedim.
--Hayatta karþýlaþmadýk Yusuf'la,-- dedi adam.
--Hiç görmedim kendisini.--
--Size sorduðu sorulardan, sizi çok iyi tanýdýðý anlaþýlýyordu,--
dedim.
Karþýlýk vermedi. Uzaklaþtý yanýmdan.
Yine döndük baþgardiyan odasýna. Hüseyin getirilmemiþti
daha.
Ankara Emniyet Müdürü olduðunu öðrendiðimiz
adam yine odadaydý. Yine yanýmýza düþmüþtü.
--Yusuf'u çok hýrçýn biri olarak anlatmýþlardý.
Hiç de öyle deðilmiþ,-- dedi.
Bunun üzerine odada bulunan, kapý yanýndaki
masanýn önünde oturan bir albay söze karýþtý:
--Bu çocuklarýn günahý yok,-- dedi. --Bunlar suçluysalar
bile yüzde ellidir suçlarý. Bunlara kýyasla
yüzde yüz elli suçlu olan, onlara bu ortamý hazýrlayan
yönetimin kendisidir.--
Beklenmedik bir tepkiydi bu.
Odada bir sessizlik oldu.
Albay yine konuþtu.
--Ben Doðu'da görevliyken, bir kabadayý kasabayý
haraca kesmiþti. Herkes, onun adýný bile aðzýna almaktan
korkar olmuþtu. Düþtüm peþine keratanýn,
yakaladým, aldým getirdim merkeze, yatýrdým falakaya,
canýna okudum. Kuzuya dönmüþtü o kabadayý.--
Anlattýðý bu kýsa öyküye odadakiler güldüler.
Böylece ilk olaðan tepkisini hafifletip unutturmuþ,
düzeltmiþ oldu albay.
Hüseyin'i getirdiler. Bildiðimiz Hüseyin'di. Her
zamanki Hüseyin.
Oturdu.
Bir sigara içip içmeyeceðini sorduk.
--Ýçmeyeyim,-- dedi. Ayaðýndaki lastik ayakkabýlarý
gösterdi. --Söyleyin babama, yarýn ayaðýmda bu
lastik ayakkabýlarý görünce, doðru dürüst bir ayakkabýsý
bile yokmuþ demesin, üzülmesin. Mamak'ta, cezaevinde
ayakkabýlarýmýzý giymemize bile fýrsat vermediler.
Ayakkabýlarým cezaevinde kaldý. Onlara hediyem
olsun.--
Üzerinde kazak vardý.
Hüseyin'in ailesinde Alevi dedesi vardýr. Arkadaþlarý
bu yüzden onu 'Dede' diye çaðýrýrlar.
Dede'nin ayaklarýndaki prangalar çözüldü.
Savcý doktorlarý çaðýrdý. Ayný soruyu sordu.
Hüseyin'in hiçbir tepkisi olmadý.
Doktorlar, --Yok,-- dediler.
Savcý, kararý okudu.
--Bu karar sana mý ait?-- dedi. --Karara bir diyeceðin
var mý?--
Baþýný kaldýrdý Hüseyin, savcýya baktý, gülümsedi,
bir þey demedi.
--Bekletmeyelim Hüseyin'i,-- dedi savcý.
Ayaða kaldýrdýlar. Ceplerini boþalttýlar. Onun
üzerinden de 21.95 lira çýktý.
Sonra kaðýda sarýlý üçüncü paketi açtýlar ve üçüncü
beyaz ölüm gömleðini de Hüseyin'e giydirdiler.
--Hadi Hüseyin,-- dedi savcý.
Hüseyin yanýmýzdan geçerken bize döndü, gülerek,
--Hadi eyvallah,-- dedi.
Yürüdü.
Biz de ardýndan yürüdük. Avluya çýktýk.
Sehpaya doðru ilerledi. Masanýn üzerine çýktý.
Durdu.
--Tabureye çýk!-- diye baðýrdý savcý.
Hüseyin, savcýya döndü, tükürür gibi,
--Sabýrlý ol, çýkacaðým,-- dedi.
Ve tabureye çýkmadan, masanýn üzerinde, yürekli
bir sesle baðýra baðýra son sözlerini söyledi:
--Ben hiçbir kiþisel çýkar gözetmeden ülkemin baðýmsýzlýðý
ve halkýmýn mutluluðu için savaþtým. Bu an'a kadar
bu bayraðý þerefle taþýdým. Bundan böyle
bu bayraðý Türk halkýna emanet ediyorum. Yaþasýn
iþçiler, köylüler. Yaþasýn devrimciler. Kahrolsun faþizm!--
Tabureye çýktý.
Geçirdiler boynuna ilmiði.
Vurdu tekmeyi Hüseyin tabureye. Olmadý. Bir
daha vurdu. Bu kez devirdi tabureyi.
Urganýn ucunda bir kez döndü. Týpký Yusuf gibi
arkasýný döndü oradakilere, öylece kaldý.
Saat 03.00'tü.
Ayný þeyler oldu: Eller çözüldü. Nabýz yoklandý.
Yafta asýldý boynuna.
Saat 03.25'te urganý kestiler, indirdiler, götürdüler
Hüseyin'i de.
Hüseyin'in ölüsü götürüldükten sonra, koridorda,
Emniyet Müdürü olduðunu sonradan öðrendiðimiz
adam, bir 'bayrak' sözüdür tutturmuþ gidiyor.
--Acaba niçin yalnýzca Hüseyin bir 'bayrak'tan
söz etti?-- diyor.
Ortaya, herkese sorup duruyor bunu. Kimseden
bir yanýt alamýyor.
Ama ona --Ýþkenceler nasýl gidiyor?-- diyen Yusuf
da yok artýk, Yusuf'un en yakýn iki sevgili arkadaþý
da.
:::::::::::::::::
ÖLÜMLERDEN SONRA
:::::::::::::::::
BÝR BABA
:::::::::::::::::
Yusuf Arslan'ýn babasý Beþir Beyi çok yakýndan tanýdým.
Asýlma olayýnýn öncesinde de sonrasýnda da pek çok
kez birlikte olduk.
Hiç unutmam, dosya onay için Meclis'e gittikten sonra
bir akþam yine birlikte olmuþ, Cumhurbaþkanýna, Baþbakana,
Meclis Baþkanýna, Senato Baþkanýna ve bütün milletvekillerine
ve senatörlere ulaþtýrýlmak üzere 'Beþir Arslan'
imzasýný taþýyan, uyarýcý bir mektup yazmýþtýk. Aþaðýdan
almamak, çocuklarýn onurlarýný zedelememek için ne
kadar uðraþmýþtýk. Beþir Bey, bu mektubunda, oðlunun ve
arkadaþlarýnýn baðýþlanmalarýný falan istemiyordu. Böylesi
siyasal suçlardan dolayý verilecek ölüm cezalarýnýn ne kadar
insanlýk dýþý bir eylem ve nasýl onarýlamaz, bir daha
düzeltilemez bir yanlýþ uygulama olduðunu vurguluyor,
tarihsel bir yanýlgýya düþülmemesi için, onurlu bir tavýrla
ve alçakgönüllü bir sesle onlarý uyarmaya çalýþýyordu.
O günlerde, Albert Camus ve Arthur Koestler'in,
idam cezalarýný konu alan oldukça etkileyici iki uzunca yazýsý
Türkçeye çevrilip 'Ýdam' adý altýnda bir kitapta toplanmýþtý.
Akþamüzeri, yeterli sayýda kitap, zarf, kaðýt ve posta
pulu alýp, Beþir Amcayla bizim eve gitmiþtik.
Zarflara birer kitap, birer de mektup koyup kapattýk.
Zarflarýn üzerini bir bir yazýp pulladýk. Kuþku uyandýrmamak
için zarflarý paketlemedik, öylece filelere doldurduk,
yürüyerek Kýzýlay'a indik. Gecenin ilerlemiþ saatleriydi.
Ortalýk görevli polis ve askerden geçilmiyordu. Kýzýlay'daki
postanenin önünden ayrý ayrý kaç kez geçtik ve
kimseye belli etmemeye çalýþarak her geçiþimizde zarflardan
üçer beþer tanesini mektup deliðinden içeri attýk.
Beþir Amca'nýn o geceki mutluluðunu unutamam.
Çocuklar gibi sevinmiþti. Gizli bir iþ yapmanýn tadýný da
çýkarmýþtý biraz. Bu iþ biraz olsun umut vermiþti ona. --Biz
de gizli bir örgüt sayýlýrýz artýk,-- demiþti gülerek.
Ama gösterilen bütün çabalar gibi, bu mektup iþinin
de hiçbir yararý olmadý. Herkes bildiðini okudu. Meclis de
Senato da ölüm cezalarýný onayladý ve çocuklar öldürüldüler.
Asýlma olayýndan dört gün sonra Beþir Amca'yý alýp
yine bize getirdim. Çok acýlýydý. Bitkindi. Yaþadýðý olayýn
büyük þokunu hala atlatamamýþtý. Ama gördükleri, yaþadýklarý
bence önemliydi. Anýlar tazeyken anlattýrmalýydým.
Kýrmadý beni, anlattý. Yine ayrýntýlara inen sorularýmla
yaþadýðý acýlarý iyice deþtim, konuþturdum onu.
Sonralarý Beþir Amca'yla hem de kaç kez birlikte olduk.
Bir babalýk anýtýydý Beþir Bey. Belli etmemeye çalýþýrdý
ama çok büyük acýlar çekti. Taþýdýðý acýlarýn o güleryüzlü
güzel adama neler ettiðini gördüm, yaþadým; ama onlarý
anlatmak istemiyorum.
Ýþte emekli polis memuru Beþir Beyin bana anlattýklarý:
:::::::::::::::::
YUSUF ARSLAN'IN BABASI
BEÞÝR ARSLAN
anlatýyor
:::::::::::::::::
5 Mayýs günü haber vermediler.
Ben kýzýmýn evindeydim. Bir yýldýr Ankara'daki
kýzýmla damadýmýn yanýnda kalýyordum. Kýzým öðretmendir.
6 Mayýs sabahý saat 04.30'da polisler geldi eve. Ýki
kiþiydiler. Sivildiler.
Kapýyý ben açtým.
Biri, --Baþýnýz saðolsun,-- dedi.
--Zaten bunu bekliyordum,-- dedim.
--Gideceðiz,-- dediler.
--Peki, hazýrlanayým, çýkalým,-- dedim.
Giyindim. Damat da giyindi.
Deniz'in babasý Cemil Beyle Hüseyin'in babasý
Hýdýr Beyi nerede bulabileceklerini sordular.
Cemil Beyin Konfor Palas'ta kaldýðýný söyledim.
Saat 5'te sokaða çýkma yasaðý bitince biz üç baba orada,
Konfor Palas'ta buluþacaktýk. Akþamdan kararlaþtýrmýþtýk.
Hýdýr Beyin adresini sordular. Akrabasýnýn
evini bildiðimi; ama kendisini orada bulup bulamayacaðýmýzý
kestiremediðimi söyledim.
Kapýda oldu bu konuþmalar.
Ýndik aþaðýya.
Bir polis Jeep'iyle bir araba daha bekliyordu kapýda.
Jeep'in içinde iki resmi polis vardý.
Damat, kendi arabasýna bindi.
Ben de onunla gitmek istedim: --Biz kendi arabamýza
binelim,-- dedim.
Polisler kabul etmediler.
--Siz bizimle geleceksiniz. O bizi izlesin,-- dediler.
Ben Jeep'e deðil, öbür arabaya, arkaya bindim.
Arabada bir önde iki de arkada üç sivil polis vardý.
Ýçaydýnlýk karakoluna geldik.
Bir yere telefon açtýlar: --Biz Konfor Palas'a gidiyoruz,--
dediler.
Resmi giyimli polisler orada, karakolda kaldýlar.
Konfor Palas'a doðru yola koyulduk. Yolda telsizle
konuþtular: --Yusuf'un babasý Beþir Beyle Konfor
Palas'a gidiyoruz,-- dediler.
Cemil Bey otelde 41 numaralý odada kalýyordu.
Otelci yukarý çýkýp haber verdi.
Cemil Bey de benim gibi hazýrmýþ ki, büyük oðlu
Bora ile birlikte giyinik olarak hemen aþaðý indiler.
Gözlerinin yaþlarýný silerek geldi Cemil Bey. Anlamýþtý.
Ona da ayný þeyi söylediler: --Baþýnýz saðolsun --
dediler.
Cemil Beyle ikimiz yine arabanýn arkasýna bindik.
Yanýmýzda yine bir sivil polis vardý. Biri de öne
bindi. Bora, benim damadýn arabasýndaydý.
Ara sýra sessizce aðlýyordum.
Yolda polislere hiçbir þey sormadýk.
Hýdýr Beyin saat 5.10'da Konfor Palas'a geleceðini
söylemiþtik. Telsizle yine bir yerlere haber verdiler:
Yenimahalle mezarlýðýna gitmekte olduðumuzu,
bir polis Jeep'inin de Konfor Palas'ta Hýdýr Beyi beklediðini
bildirdiler.
Yenimahalleyi geçip Karþýyaka mezarlýðýna geldik.
Saat 5 olmuþtu. Gün ýþýmýþtý. Ýnce bir yaðmur çiseliyordu.
Mezarlýk resmi ve sivil polislerle doluydu.
En az otuz otuz beþ polis vardý. Bir de toplum polisi
arabasý duruyordu. Asker olarak da iki jandarma eri,
iki astsubay, bir de jandarma yüzbaþýsý gördüm. Yenimahalle
Jandarma Komutanýymýþ.
Arabadan indik. Mezarlýk müdürünün odasýna
alýndýk. Ankara Emniyet Müdürü, Üçüncü Þube Müdürü de
oradaydý. Ýki tane de, sanýyorum MÝT'ten
-birini öðrenciliðinden tanýrým- þube müdürü vardý.
Oturuyorlardý. Biz gÝrince ayaða kalktýlar.
--Baþýnýz saðolsun,-- dediler.
Cemil Bey: --Ben cenazemi teslim alýr Ýstanbul'a
götürürüm,-- dedi.
Emniyet Müdürü karþý çýktý önce, sonra da,
--Araban hazýrsa hemen al götür,-- dedi.
Cemil Bey: --Arabanýn hazýrlanmasý, cenazenin
taþýnmasý bazý formaliteleri gerektirir. Tamamlayýnca
götürürüm,-- dedi.
--Biz bu formaliteleri tamamlamaný bekleyemeyiz,--
dedi Emniyet Müdürü. --Götüreceksen þimdi
götür, yoksa biz herhangi bir yere gömeriz.--
Böyle söyledi Emniyet Müdürü.
Bu sýrada Bora söze karýþtý: --Hem cenazeyi teslim
ederiz diyorsunuz, hem de taþýnmasýna izin vermiyorsunuz;
iþi oldubittiye getiriyorsunuz. Ne demek bu?
Madem teslim ediyorsunuz, biz cenazemizi,
araba tutar, dilediðimiz zaýnan alýp götürürüz,-- dedi.
Bu arada ben de, izin verecek olurlarsa Yusuf'umu
alýp köyümüze götürmeyi geçiriyordum kafamdan.
Bir yandan da, bunlar bir polis birliðini ardýmýza
takarlar, köyü de köylüyü de tedirgin ederler,
diye düþünüyordum.
Cemil Bey, --Ýnfazda bulunan avukatlarýmýz gelsin,
onlarla da görüþelim, gerekeni yaparýz,-- dedi.
--Avukatlarýn görevi mahkeýnede sona erdi,-- dedi
Emniyet Müdürü. --Artýk avukatlarýnýzýn iþlere karýþmaya
haklarý yoktur. Yani ne yapacaksýnýz? Þu anda
burada ne yapacaksýnýz?-- Sesi çok sinirliydi.
Bu arada Hüseyin'in babasý Hýdýr Bey de geldi.
O da bitkindi.
Cemil Bey, --Çocuklarýmýzýn gömüleceði yeri görelim.
Neresidir? Çocuklarýmýz nerede?-- dedi.
Çocuklarýmýzý görmeye izin verdiler.
Cemil Beyle Bora, kalabalýk bir polis topluluðunun
eþliðinde, çocuklarýn gömüleceði yeri görmeye
gittiler. Az sonra döndüler.
Cemil Bey, --Ýyi,-- dedi.
Böylece onlarýn isteklerine boyuneðmek zorunda
kalmýþ olduk.
Cenazelerin yanýna götürdüler. Gusulhanedeydiler.
Tabutlarýn içindeydiler. Üç ayrý odacýða konmuþtu
tabutlar. Gösterilen odacýða girdim. Tabut, bir masanýn
üzerindeydi. Kapaðý açýktý. Üç tabutun üçü de
kapaksýzdý. Ben yalnýzca Yusuf'umu gördüm. Arka
üstü yatýyordu. Ayaðýnda botlarý vardý. Haki kadife
pantolon. Üzerinde de gri bir hýrka. Yüzü sararmýþtý.
Tutamadým kendimi, aðladým, öptüm, okþadým. Boðazýnda
urganýn siyah izi vardý. Boðazýnýn altý þiþmiþti.
Dokundum: Taþ gibiydi. Gözleri aralýktý.
Öbür babalarýn ne yaptýðýný bilmiyorum. Göremedim.
Gusulhaneden çýktýk.
Cenazelerimizi yýkatýp dini tören yapacaðýmýzý
söyledik.
Ýmam geldi. Zorla geldi. Ýsteksizdi. Çýkarýp elli lira
tutuþturdum eline. Yýkadý.
Biz üç baba, bir de Bora, abdestlerimizi yeniledik.
Yýkayýp kefenlediler. Kefenleri orada mezarlýkta
aldýk.
Tabutlara koydular.
Bir masanýn üzerine üç tabutu yan yana koyduk.
Ben önceden söylemiþtim: Ýmam yanaþmazsa cenaze
namazýný ben kýldýrýrým, demiþtim.
--Cenaze namazý kýlmayacak mýyýz?-- dedim.
--Orada kýlarýz,-- dedi imam.
Atlattý bizi.
Cenaze arabasý geldi. Tabutlarý arabaya koyduk.
Mezarlarýn yanýna götürdük.
Önceden hazýrlanmýþ betondan boþ mezarlar vardý.
Biz seçtik mezarlarý. Daha doðrusu Cemil Bey seçti.
Çocuklarýn yan yana gömülmesi konusunda bir
tartýþma oldu. Biz yan yana gömülmelerini istiyorduk.
Onlar karþý çýkýyordu.
--Yani yan yana gömülürlerse üçü birleþip yeni
bir eyleme mi giriþecekler?-- dedik.
Adamlarýn, bu isteðimizi yerine getirmeyeceðini,
daha ileri gidersek o mezarlarý da vermeyeceðini tavýrlarýndan
anlamýþtým. Cemil Beyi bir kenara çektim.
--Diretirsek burasýný da vermeyecekler, gel evet
diyelim,-- dedim.
O da uygun buldu.
--Evet,-- dedik.
Ýlk, Deniz'i aldýk tabutundan. Mezara indirdik.
Bu arada aklýmýza namaz geldi. Hocaya döndüm:
--Hani cenaze namazýný burada kýldýracaktýn?-- dedim.
--Unuttum,-- dedi.
--Niye?--
--Bilmiyorum.--
--Bu namaz kýlýnacak,-- dedim.
Deniz'i çýkardýk mezarýndan, yeniden tabutuna
koyduk. Tabutu da bir kum yýðýnýnýn üzerine yerleþtirdik.
Önce onun namazýný kýldýk: Ýmam, biz üç baba,
bir de Bora. Beþ kiþi. Öbürleri seyrettiler.
Sonra Yusuf'un tabutuna geçtik. Bir taþ yýðýnýnýn
üzerine koyduk tabutu. Onun namazýný da kýldýk.
En son da Hüseyin'in namazýný.
Namazlar tamamlanýnca geldik Deniz'in baþýna.
Alýp indirdik onu mezarýna.
Önce Deniz'i, sonra Yusuf'u, sonra da Hüseyin'i
indirdik mezarlarýna, sýrayla.
Deniz'in topraðý atýlýrken, imama döndüm:
--Telkin vermeyecek misin?-- dedim.
--Vereceðim.--
--Ne zaman?--
--Sonra.--
--Niye þimdi vermiyorsun?--
--Sýkýyönetim var. Her davranýþýmýzdan bir þey
çýkarýrlar diye çekiniyoruz. Ben sonra bu görevi yerine
getiririm,-- dedi.
--Vebali boynuna. Seni Allaha býrakýyorum,-- dedim.
Bu konuþma ikimiz arasýnda geçti.
Gömülme iþleri tamamlanýnca çýktýk oradan. Damadýn
arabasýna bindik. Saat 8.30 falandý. Yanýmýza
binen bir mezarlýk görevlisiyle Yenimahalle Belediyesine
geldik. Ýþlemleri yaptýrdýk. Masraflarý ödedik.
Yeniden mezarlýða döndük. Belgeleri verdik oradakilere.
Mezarlarýn ada, parsel numaralarýný aldýk. Ayný
kalabalýk duruyordu orada.
Beþir Amca cebinden bir kaðýt çýkarýyor. Üç mezarýn da
blok, ada, parsel numaralarýný yazmýþ. Gözlüklerini
takýp okuyor bana, özenle, dikkatle yazdýrýyor:
--Deniz'in mezarý: L blok, 17 ada, 19 parsel. Yusuf'un
mezarý: L blok, 17 ada, 25 parsel. Hüseyin'in mezarý:
L blok, 17 ada, 29 parsel.--
Dönüþte beþ altý GMC dolusu er, zýrhlý, pencereleri
telle örtülü iki polis arabasý mezarlýða doðru gidiyordu,
gördük.
Evdekilere söylememiþtim ama, o gece infazý
bekliyordum ben. Evde benden baþka haným, oðlum
Yücel, ablasý, bir de damadým vardý. Bir de torunum
Mehtap; beþinin içinde þimdi.
Saat 04.30'da kapý çalýnýnca ben açtým. Herkes
yatmýþtý, uyuyordu. Kapýnýn sesine onlar da kalktýlar.
Anne, þaþkýn bir durumda benimle birlikte kapýyý
açmaya indi. Oturduðumuz kat dördüncü kattaydý.
Hanýmý üçüncü katta durdurdum. Ben aþaðýya inerken,
ikinci kattakiler kapýyý açmýþlardý bile. Demek
onlarýn da ziline basýlmýþ.
--Baþýnýz saðolsun,-- demiþlerdi. Ýlk sözleri bu olmuþtu
gelenlerin. Bu sözü kapýda deðil, merdivenlerde
söylemiþlerdi. Anne duydu bu söylenenleri. Herkes aðladý.
Yücel uyanmamýþtý. Uyandýrmadýk. Ben çýkýp
gittikten sonra uyanmýþ, o zaman haberi olmuþ. Sinirsel
rahatsýzlýk geçirmekte Yücel.
Mezarlýkta foto muhabirleri vardý. Hangi gazeteden
olduklarýný bilmediðimiz için dýþarý çýkmalarýný
istedik. Çýktýlar. Biz arabaya binerken uzaktan birkaç
resim çektiler.
Daha önceden Cebeci mezarlýðýnda, arkadaþlarý
Taylan Özgür'ün mezarýnýn yanýnda alýnmýþ üç mezarý
biz devralacaktýk. Olmadý. Vasiyetleri böyleydi.
Taylan'ýn yanýna gömülmeyi istiyorlardý. Olmadý.
Kýsmet deðilmiþ.
Mezarlýk Müdürü çok efendice davrandý. Çay ýsmarladý
bize, avutmaya çalýþtý bizleri.
Mezarlýk görevlileri de çok düþünceliydiler.
Belediye memurlarýnýn üzüntüleri de yüzlerinden
belliydi.
:::::::::::::::::
BÝLGÝLER
BELGELER
:::::::::::::::::
DENÝZ MAHKEMEYE DÜÞMÜÞ
AVUKATI BEN OLAYDIM
(Malatya'da yakýlan bir türküden)
:::::::::::::::::
9 Ekim 1971.
Ankara Bir Numaralý Sýkýyönetim Askeri Mahkemesi,
bu genç insanlardan 18'i hakkýnda idam cezasý veriyor.
Kararý veren mahkeme üç kiþiden oluþuyor: Baþkan:
Tuðgeneral Ali Elverdi, üye: Hakim Albay Ahmet Tetik
ve üye: Hakim Albay Mehmet Turhan.
Ölüm cezasýna çarptýrýlan bu çocuklarýn eylemleri
bellidir:
Banka soymuþlardýr.
Adam kaçýrmýþlardýr.
Polis kulübesine ateþ etmiþlerdir.
Ýzinsiz silah taþýmýþlardýr.
Evet bunlar yasalarýmýza göre suçtur ve cezalarý vardýr.
Oysa haklarýnda verilen ölüm cezalarýnýn nedeni olan
suçlar bu suçlar deðildir:
--Türkiye Cumhuriyeti Teþkilatý Esasiye Kanununun
tamamýný veya bir kýsmýný taðyir ve tebdil veya ilgaya ve
bu kanunla teþekkül etmiþ olan Büyük Millet Meclisini ýskata
veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teþebbüs-- etmekten
dolayý ölüm cezalarýna çarptýrýlmýþlardýr.
Anlaþýlýr bir dille anlatmak gerekirse:
--Anayasanýn bütününü ya da bir bölümünü bozmaya,
deðiþtirmeye ya da ortadan kaldýrmaya ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ni devirmeye ya da çalýþamaz, görevlerini
yapamaz duruma getirmeye ve bütün bunlarý gerçekleþtirmek
için de zor kullanmaya kalkýþmak--tan dolayý bu
ceza verilmiþtir on sekiz genç insana. Verilen cezalar da,
Türk Ceza Yasasýnýn bu 146'ncý maddesine göre ölümdür.
Sanýk avukatlarý, Askeri Yargýtay Ýkinci Dairesi'ne
baþvurarak bu kararýn bozulmasýný isterler.
Askeri Yargýtay, kararý bozar. Ancak üç kiþinin idamýný
yerinde görür. (10.1,1971).
Ayný üç üyeden oluþan ayný mahkeme, ilk kararýnda
direnir ve 18 sanýðýn idamýna yeniden karar verir.
(9.2.1972).
Sanýk avukatlarý, bu kez Askeri Yargýtay Daireler Kurulu'na
baþvurarak bu kararýn da bozulmasýný isterler.
Kurul bu kararý bozar. Ancak üç kiþinin idamý yine
onaylanmýþtýr. (24.4.1972).
Yine de bu karar oybirliðiyle deðil, oyçokluðuyla
alýnmýþtýr. Çünkü iki üye karþý oy kullanmýþlardýr. Bunlar,
yargýç tuðgeneral Kemal Gökçen ile yargýç albay Nahit
Saçlýoðlu'dur.
Ali Elverdi baþkanlýðýndaki üç kiþiden oluþan Ankara
Bir Nnmaralý Sýkýyönetim Askeri Mahkemesi, yasalar açýsýndan
bu karara uymak zorundadýr. Bu karara uyar ve
böylece olay kesinlik kazanmýþ olur: Üç sanýk idam edilecektir.
Bunlar Deniz Gezmiþ, Yusuf Arslan ve Hüseyin
Ýnan'dýr. Öbür sanýklar hakkýnda da beþ yýldan on beþ yýla
kadar deðiþen hapis cezalarý verilmiþtir. (3.7.1972).
Olay Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelir. Meclis,
konuyu 'ivedilikle görüþme' kararý alýr. Önce Mecliste,
sonra Senatoda konu görüþülür. Adalet Partililerin tam
kadro olarak katýldýklarý oturumda ellerin büyük çoðunluðu,
bu üç gencin bir an önce asýlarak öldürülmeleri için havaya
kalkar. Bir þeyin, bir baþka dönemde asýlan üç kiþinin,
Menderes'in, Zorlu'nun, Polatkan'ýn öcünü almak istiyor
gibidirler. Üç-üç bitmelidir bu maç.
CHP adýna Ýsmet Ýnönü, yasa gücündeki bu meclis
kararýnýn bozulmasý için Anayasa Mahkemesine baþvurur.
Anayasa Mahkemesi, Meclisin bu kararýný, biçim yonünden
Anayasaya ve Meclis Ýçtüzüðüne aykýrý bularak
geçersiz kýlar.
Olay, Meclis'te (10-11 Mart 1972 günü 58'inci birleþimde.)
ve Senato'da (16-17 Mart 1972 günlü 72'inci birleþimde.)
bir hafta arayla yeniden ve ivedilikle görüþülür.
Açýk oylama yapýlýr. Ve üç genç
insanýn asýlarak öldürülmeleri konusunda --Kabul!-- diye
rek havaya kalkan kollar ne yazýk ki çoðunluktadýr.
Adalet Partisi'nin o zamanki genel baþkaný Süleyman
Demirel'e, yýllar sonra Nokta (Nokta Dergisinin 16 Mart 1986
günlü sayýsý.) dergisinin muhabiri þu soruyu yöneltecektir:
--Deniz Gezmiþ o zaman yaptýklarýný þimdi yapmýþ olsaydý
10-15 yýl hüküm giyerdi. Gezmiþ'in idam dosyasý
þimdi önünüze gelse nasýl oy kullanýrdýnýz?--
Süleyman Demirel, bu soruyu þöyle yanýtlayacaktýr:
--Deniz Gezmiþ olayý o günkü þartlar içinde gelmiþ
geçmiþ bir olaydýr. Talihsiz bir olaydýr. Biz o cezanýn infazýna
oy verdik. O günkü þartlar onu gerektiriyordu.--
::::::::::::::::::
ÖLÜMLERDEN HEMEN SONRA
::::::::::::::::::
Görgü tanýðý iki avukat, ölümler tamamlandýktan
sonra cezaevi müdürünün odasýna çaðrýlýrlar.
Ýnfaz savcýsý, tashihi karar isteðinde bulunan avukatlarýn
bu isteðini geri çeviren Yargýtay kararýný yüzlerine karþý okur.
O sýrada odaya giren cellatlardan biri, artýk evlerine
gideceklerini, paralarýnýn ödenmesini ister. Onlara, biraz
daha beklemeleri gerektiði söylenir. Çünkü hazýrlanacak
'Ýnfaz Tutanaðý'nýn altýna onlarýn da imzalarý alýnacaktýr.
Savcý, 'Ýnfaz Tutanaðý'ný yazdýrmaya baþlar.
Ölenlerin daraðacýnda söyledikleri son sözlerini tutanaða
geçirtirken, Yusuf'un kullandýðý 'halkýmýn' sözcüðünü
'milletimin' olarak düzeltmeye kalkýnca, odada bulunan
Ali Elverdi atýlýr:
--Bunlar 'millet' demezler, 'halk' derler. 'Halkýmýn'
demiþtir. Doðrudur,-- der.
Yazdýrýlma iþi tamamlanýnca Ali Elverdi tutanaðýn bir
kopyasýný alýr, büküp cebine koyar. Ýki avukatýn önünden
geçerken durur:
--Sizler avukat olarak görevlerinizi sonuna kadar yaptýnýz.
Ama bu iþ baþka iþ,-- der. --Elinizdeki her imkaný kullandýnýz.
Mukadderat böyle imiþ. Allah taksiratlarýný affetsin.--
Ýnfaz savcýsý coþku içinde atýlýr:
--Görevlerini yaptýlar tabii. Ama biz de yaptýk.--
Ali Elverdi yürür gider.
Avukatlar, infaz tutanaðýnýn bir kopyasýnýn kendilerine
de verilmesini isterler.
--Size yarýn vereceðim,-- der savcý. --Harçlarýný hesaplatacaðým.--
Ve ertesi gün avukatlara verilen infaz tutanaðýnda Deniz
Gezmiþ'le Yusuf Arslan'ýn son sözleri yoktur, tutanaktan
çýkarýlmýþtýr.
:::::::::::::::::
ÖLÜMLERDEN ON GÜN SONRA
:::::::::::::::::
Avukat Mükerrem Erdoðan anlatýyor:
Ýnfazlardan on gün sonraydý. Merkez Cezaevinde
siyasi hükümlü olan müvekkilim Süleyman Kýzýlcabölük'ü
görmeye gittim. Görüþ izni almak için Cezaevi
Müdürü Selahattin Eren'in odasýna çýktým. Müdür,
uzun boylu, doðu þiveli, kýrk beþ yaþlarýnda, esmer
biriydi. Odaya girdiðimde telefonu çaldý; açtý telefonu.
Beni görmemiþti.
Telefondaki ses, infazý sormuþ olmalý ki, Müdür,
--Çok basit oldu. Üç saat içinde iþi tamamladýk,-- dedi.
Karþýsýndaki, son sözlerini sormuþ olmalý ki, Müdür,
her üçünün de --Yaþasýn Marksizm-Leninizm-
Komünizm, kahrolsun faþizm,-- dediðini anlattý.
Telefondaki sesin 'nasýllardý' diye kesimlediðim
sözüne de müdür þu karþýlýðý verdi: --Çok korkmuþlardý.
Her üçü de titreyerek çýktýlar sehpaya.--
Yine bir soruya karþýlýk olarak da, --Yalnýzca Hüseyin
sehpayý tekmelemek istediyse de bacaklarý fazla
titrediðinden yapamadý. Öbürleri bunu da yapamadýlar,
cellatlar itti tabureleri,-- dedi.
Ve normal nezaket sözlerinden sonra telefonu
kapatan müdür, birden beni karþýsýnda görünce afalladý.
Normal olarak uzattýðým görüþ kaðýdýný hemen
imzalamasý gerekirken, kâðýda uzun süre baktý.
--Bu kiþi hükümlüdür. Niçin görüþmek istiyorsunuz?--
dedi.
--Hükümlüyle görüþülemez, diye bir yasa hükmü
olduðunu bilmiyordum,-- dedim.
--Hayýr. Baþka davasý var mý diye sordum,-- dedi.
--Var ya da yok. Bunu size anlatmak zorunda deðilim.--
--Bu çocuk, sýkýyönetimden geldi de, onun için
sordum.--
--Gelebilir.--
--Hayýr, bir tutuklama kararý daha var da.--
--Olabilir.--
--Buraya geldiðinde, üzerinde THKO'nun devrim
stratejisi bildirisi çýktý.--
--Çýkabilir.--
Önünde duran 'giriþ' pusulasýný imzaladý sonunda.
Ben tam kapýdan çýkýyorken,
--Siz infazda bulunmuþtunuz, deðil mi?-- dedi.
--Bulundum. Biraz önceki telefon konuþmanýza
þaþtým,-- dedim.
--Niçin?--
--Ýnsan bu kadar çok laf ederse, söylediklerinin
içinde hiç olmazsa tek bir kelime olsun doðru olurdu,
diye düþündüm.--
--Hangisi yanlýþ?--
--Hangisi doðru?--
--'Yaþasýn Marksizm, Leninizm, Komünizm' demediler mi?--
--Bu telefonlarý yanýtlamak zorundaysanýz, son
sözlerini de iyi hatýrlamýyorsanýz, sizde de infaz tutanaðýnýn
bir sureti var, okuyup öðrenin.--
--Korkmamýþlar mýydý?--
--Halkýmýz arasýnda bir deyim vardýr: 'Yiðidi öldür,
hakkýný yeme' derler. Ýnsan hiç olmazsa bu öðüdü
hatýrlar.--
--Ama Hüseyin çok cesurdu, deðil mi?--
--Hepsi cesurdu.--
--Hayýr, Hüseyin çok cesurdu. Asýlmadan önce
ben uzun süre yanýnda kaldým. Benimle þakalaþtý, güldü.--
--Öbürlerinin de yanýnda otursaydýnýz, onlar da
þakalaþýrdý sizinle.--
--Hayýr, hayýr, Hüseyin çok cesurdu.--
Ayrýldým yanýndan. Görüþme odasýna gittim.
:::::::::::::::::
DENÝZ GEZMÝÞ'ÝN
SON MEKTUBU
:::::::::::::::::
Merkez Cezaevi 6.5.1972
Baba,
Mektup elinize geçmiþ olduðu zaman aranýzdan ayrýlmýþ
bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem
yine de üzüleceðinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle
karþýlamaný istiyorum. Ýnsanlar doðar, büyür,
yaþar, ölürler. Önemli olan çok yaþamak deðil, yaþadýðý
süre içinde fazla þeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben
erken gitmeyi normal karþýlýyorum. Ve kaldý ki benden
evvel giden arkadaþlarým hiçbir zaman ölüm karþýsýnda
tereddüt etmemiþlerdir. Benim de tereddüte düþmeyeceðimden
þüphen olmasýn. Oðlun ölüm karþýsýnda aciz ve
çaresiz kalmýþ deðildir. O bu yola bilerek girdi ve sonunun
da bu olduðunu biliyordu. Seninle düþüncelerimiz
ayrý, ama beni anlayacaðýný tahmin ediyorum. Sadece
senin deðil, Türkiye'de yaþayan Kürt ve Türk halklarýnýn da
anlayacaðýna inanýyorum. Cenazem için avukatlarýma
gerekli talimatý verdim. Ayrýca savcýya da
bildireceðim. Ankara'da 1969'da ölen arkadaþým Taylan
Özgür'ün yanýna gömülmek istiyorum. Onun için
cenazemi Ýstanbul'a götürmeye kalkma. Annemi teselli
etmek sana düþüyor. Kitaplarýmý küçük kardeþime býrakýyorum.
Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamý
olmasýný istiyorum. Bilimle uðraþsýn ve unutmasýn
ki, bilimle uðraþmak da bir yerde insanlýða hizmettir.
Son anda yaptýklarýmdan en ufak bir piþmanlýk duymadýðýmý
belirtir, seni, annemi, aðabeyimi ve kardeþimi
devrimciliðimin olanca ateþiyle kucaklarým.
Oðlun DENÝZ GEZMÝÞ
Ýmza
( Deniz bu son mektubunu, asýlmadan hemen önce, baþgardiyanýn
odasýnda, yazý makinesiyle odaya gelen bir görevliye söyleyerek
yazdýrmýþtýr. Mektuptaki yazým yanlýþlarý, Deniz'in mektubu
okumadan imzaladýðýný gösterir.)
:::::::::::::::::
YUSUF ARSLAN'IN
SON MEKTUBU
:::::::::::::::::
2.5.1972
Salý
Sevgili babacýðým.
Bu mektubu aldýðýn zaman ben ebediyyen bu dünyadan
göç etmiþ olacaðým. Ne kadar sarsýlacaðýný tahmin
ediyorum. Bir buçuk seneden beri, benim yüzümden
nasýl üzüntü içinde olduðunuz malum. Bu son olayý
da metanetle karþýlamanýzý sadece dileyebiliyorum.
Babacýðým, bu olayda da annemin ve Yücel'in senin
tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçlarý çok. Bunun
için ne kadar metin olursan hem senin saðlýðýn için hem
de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yýllarca emek
verip yetiþtirdiðin bir oðulun bir günde öldürülmesi, kolay
göðüslenecek bir olay deðildir. Fakat siz benim ne
için, kimlere karþý mücadele verdiðimi biliyorsunuz.
Ben bu açýdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum.
Sizlerin de bu bakýmdan rahat ve huzur içinde olduðunuzu
ve olacaðýnýzý biliyorum.
Babacýðým, annemin ve Yücel'in, senin desteklerine
muhtaç olduklarýný yukarýda söylemiþtim. Onlarý rahat
ettirmek için bütün gücünü kullanacaðýndan zaten eminim.
Babacýðým, burada þunu ilave edeyim ki, Yücel'in
hastalýðýndan kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel
için her þeyinizi ortaya koyacaðýnýz konusunda da kuþkum
yok. Ablamlar için söyleyeceðim: fazla üzülmesinler,
olayýn sarsýntýlarý geçtikten sonra normal hayatlarýný
devam ettirsinler. Mehtap'a ne diyeyim... Benim için
her zaman bol bol öpün.
Babacýðým, cezaevinde kalan arkadaþlarý ara sýra
yoklarsan, hallerini hatýrlarýný sorarsan çok memnun
olurum. Her birisi oðlun sayýlýr. Dýþarýda bizler için uðraþan
dostlarýmý ve dostlarýný hiçbir zaman unutmayacaðýný
biliyorum.
Mektubum burda biterken sizi, annemi, Yücel'i, ablamý,
Aziz Abiyi, Mehtap'ý hasretle kucaklarým babacýðým...
Saðlýcakla kalýn.
Hoþçakalýn
T. YUSUF ARSLAN
Ýmza
Not: Akrabalara da bir mektup yazdým. Fakat belki
vermeyebilirler.
( Mektup elyazýsýyla yazýlmýþtýr. Akrabalarýna yazdýðý
ikinci mektup babasýna verilmemiþtir. Yusuf'un, her iki
mektubu da, Mamak Cezaevinde üç gece önce yazdýðý anlaþýlýyor.)
:::::::::::::::::
HÜSEYÝN ÝNAN'IN
SON MEKTUBU
:::::::::::::::::
Babama, anneme, kardeþlerime ve yakýn akrabalarýma,
Söyleyecek fazla söz bulamýyorum.
Bir insanýn sonunda karþýlaþacaðý tabii sonuç, bildiðiniz
sebeplerden dolayý erken karþýma çýktý.
Üzüntü ve acýnýzý tahmin ediyorum.
Ýleride durumumu çok daha iyi anlayacaðýnýz inancýndayým.
Metin olunuz.
Üzüntü ve acýlarýnýzý unutmaya çalýþýnýz.
Bütün varlýðýmla hepinize kucak dolusu selamlar
sevgiler!..
Yazýlacak çok þey var; fakat hem mümkün deðil,
hem de sýrasý deðil...
Candan selamlar.
HÜSEYÝN ÝNAN
imza
( Mektup elyazýsýyla yazýlmýþ, bir zarfa konulmuþ ve
postalanacakmýþ gibi üstüne bir liralýk da pul yapýþtýrýlmýþ.
Hüseyin'in, bu mektubu asýlmadan az önce yazdýðý anlaþýlýyr.)
:::::::::::::::::
ZEHÝR OLAYI
:::::::::::::::::
O gün (18 Eylül 1971) mahkeme, hiç beklemezken,
salýverilmeme karar verdi.
Mahkeme dönüþü doðruca Deniz'lerin koðuþuna girip,
hepsi de idamla yargýlanan o arkadaþlara, az sonra cezaevinden
çýkacaðýmý utanarak açýklamak zorunda kaldým.
Yarým saat sonra hepsiyle ayrý ayrý öpüþüp koðuþuma
geçtim. Nöbetçi gardiyan, Deniz'in de benimle birlikte
gelmesine gözyummuþtu.
Bomboþtu bizim koðuþ. Herkes avluda olmalýydý.
Öteberimi toparlayýp çantamý hazýrlamaya baþladým.
Deniz, iþte orada üç kiþilik zehir istedi benden.
--Ben, Yusuf, Hüseyin, üçümüz ipin ucunda sayýlýrýz
artýk. Asacaklar bizi. Ölümümüzün bu adamlarýn elinden
olmasýný istemiyoruz,-- dedi.
Ve anlaþtýk aramýzda: Dýþarýda araþtýrýp en çabuk etkileyen
zehri bulacak, gri renkli üç ilaç kapsülünün içine
dolduracak, kapsülleri kýrmýzý ciltli bir kitabýn kalýn kapak
kartonunun içine ustaca gömüp yerleþtirecek, onlara
ulaþtýracaktým. Deniz'in söylediðine göre üçünün de gri
renkli yüksek yakalý balýkçý kazaklarý varmýþ. Zehir dolu
kapsülleri yakalarýna örüp gizleyecekler, son dakikada, elleri
kollarý baðlý bile olsa uzanýp kapsülü diþleriyle kýracaklar,
zehri emecekler ve yaþamlarýna kendi elleriyle son
verebileceklermiþ.
O gün böylesine aðýr bir görevle yüklü olarak çýktým
cezaevinden.
Araþtýrdým: Siyanür en çabuk etkileyen en güçlü zehirlerden
biriydi: Ancak onun da bir etkileme süresi ve biçimi
vardý. Gerçi daha aðýzdayken kana karýþýyordu, ama
beden 'ihtilaç'lar içinde bir süre çýrpýnýyor, aðýzdan köpükler
falan geliyordu.
Oysa Adli Týp dersinde asý olarak okuduðumuz asýlma,
ölümü en hýzlý getiren öldürme giriþimlerinden biriydi.
Ayaklarýn altýndaki sehpa çekilir çekilmez gövdenin
aðýrlýðýyla boyun omurlarýndan ikisinin arasý hemencecik
açýlýveriyor, bilinç bir anda yok oluyor ve ölüm o anda
gerçekleþiyordu. Ondan sonra görülen titremeler, çýrpýnmalar,
bitkisel tavýrlardý, bir anda ölüme geçen bedenin
doðal ve son tepkileriydi.
Avukatlarýyla haberler gönderiyor, benden sürekli kitap
istiyorlardý. Onlara paket paket kitaplar gönderiyordum.
Ama benden asýl bekledikleri o kalýn ciltli kýrmýzý
kitap bir türlü geçmedi ellerine.
Asýlmamalarý, öldürülmemeleri için dýþarýda pek çok
insan pek çok giriþimde bulundu. Bu arada biz de birþeyler
yapmaya çalýþtýk. Topladýðýýnýz 20 bin imzalý dilekçeyi bir
basýn toplantýsý düzenleyerek kamuoyuna açýklarken, insanlýk
dýþý, çað dýþý bir cezalandýrma biçimi olan idam cezasýnýn
kaldýrýlmasýný istedik. Dýþarýdakilerin her giriþimi, o
arkadaþlarý yaþatmak, asýlmalarýný önlemek içindi. Durum
böyleyken, kendilerini öldürebilmeleri için onlara zehir
bulup göndermek, düþündüklerimizle de, yapmak istediklerimizle
de çeliþiyordu.
Ve sonuçta, istediði üç kiþilik zehri Deniz'e ulaþtýramadým.
Çok düþündüm, çok tartýþtým kendimle, çok acý
çektim, ama yapamadým, beceremedim.
Gülünün Solduðu Akþam'da bu konuyu daha geniþ boyutlarda,
bütün ayrýntýlarýyla anlatacaktým: Bence kitabýn
en ilginç, en önemli bölümlerinden biri olacaktý.
Kitabýmý yazarken, yazýlýp bitmiþ birtakým bölümleri
sevdiðim dostlarýma okuyor, üzerinde tartýþýyorduk. Bu
arada, daha yazmakta olduðum 'zehir olayý'ný da anlatýyor,
tepkilerini öðrenmek istiyordum. Ancak, konuyu kime
açtýmsa, aðýz birliði yapmýþ gibi, hepsi de karþý çýktý;
bu konuyu hiç açýklamamamý istediler. Onlara bir türlü
katýlamadým, ama onlarýn dediðine uydum, yazmadým bu
konuyu.
Keþke yazsaymýþým.
Yazmama karþý çýkan o arkadaþlardan bir kýsmý, yemediler,
içmediler, saðda solda bu konuyu anlattýlar.
Geç kalmýþtým. Olay dedikodu düzeyinde ve asýlarak
öldürülen o üç genç insanýn anýlarýný zedeleyecek biçimlere
sokularak, özünden saptýrýlarak bir anda yaygýnlýk kazanmýþtý.
Bunu önlemek, iþin doðrusunu açýklamak yine
bana düþüyordu. Konuyu Nokta dergisinde açýklamak zorunda
kaldým.
Vay, sen misin açýklayan!
Tepkiler þaþýrtýcý boyutlardaydý.
Ancak, okurlardan gelmiyordu bu tepkiler; birtakým
aydýnlardan geliyordu. Kendilerince Türk solunun en gözdeleri,
en vazgeçilmezleri, en sivriuçlarýydýlar.
Her söze 'ben' ya da 'biz' diye baþlamaya alýþmýþ, alçakgönüllü
olmayý belli ki çoktan unutmuþ, aydýn geçinen
bu kiþilerin bildiði, tanýdýðý Deniz, zehir falan istemezdi.
Çünkü zehir istemek, devrime ters düþen bir eylemdi. Hadi
istedi diyelim, herhalde Deniz'in zehir isteyebileceði
son kiþi Erdal Öz olabilirdi. Onlar ki -ne zaman, nasýl, nerede
olduðu bilinmese de- her an Deniz'in en yakýnýndaydýlar;
onlar dururken Deniz ne diye benden istesindi zehri.
Düpedüz yalandý bu zehir olayý.
Bütün bunlar bir yana, þu bir gerçek ki: Deniz Gezmiþ
benden üç kiþilik zehir istedi.
Ýntihar'ý düþünmüþ olmalarý, umutsuzluk ve korku
belirtisi olarak düþünülmemeli. Paniðe ve korkuya kapýlarak
yapýlmýþ bir seçim deðil bu. --Ölüme hayýr demek yetmez,
yaþam'a evet demek gerekiyor,-- diyor Sergei Moskovici.
Önlerinde yalnýzca ölüm vardý. Ölüme hayýr deme
haklarý bile kalmamýþtý. Yaþam göz göre göre alýnýyordu
ellerinden. Üstelik buna kendileri deðil, baþkalarý karar veriyordu.
Ýntihar etmeyi düþünmüþ olmalarý, bana kalýrsa, özgürce
bir seçimdi. Karþý olduklarý insanlarýn belirlediði biçimde
ve zamanda asýlarak öldürülmek yerine, ölümün biçimini de,
zamanýný da deðiþtirmek, bir tür karþý çýkýþtý,
bir tür baþkaldýrýydý bence.
Asýlarak öldürülme, ölenlerin iradeleri dýþýnda gerçekleþen
bir ölüm biçimidir. Cesaret bile gerektirmeyebilir.
Oysa intihar, ancak ve ancak ölenin kendi iradesiyle gerçekleþebilir
ve kesinlikle cesaret isteyen bir eylemdir. Hiç
de kolay olmayan bir eylem.
Al Alvarez'in, deyiþiyle: --Ýnanýyorum ki gününü bekleyerek
ölmek, intihardan daha çirkin ve kolaycý bir yolu
seçmektir.--
Allende de öyle yapmamýþ mýydý: Pinochet'nin gözü
dönmüþ katillerine karþý Baþkanlýk Sarayýnda sonuna kadar
savaþarak direnmiþ, sonunda onlarýn kurþunlarýna hedef
olmak yerine, silahýnýn namlusunu aðzýna sokup basývermiþti
tetiðe ve bu tavýr onun devrimci kiþiliðine en küçük
bir gölge bile düþürmemiþti.
Sonunda asýlarak öldürülen o üç insan, gerçekten yiðit
kiþilerdi. Ölümleri, dokunaklý, erkekçe söylenmiþ yanýk
bir türkü gibidir.
Benden istenen o üç kiþilik zehri gönderip göndermemek
arasýnda ölesiye bocaladýðým o bunalýmlý günlerimde,
konuyu iyi ki bir iki dostuma açmýþým. Biri, Deniz'lerin
asýlýþlarýnda hazýr bulunan iki avukattan biri ve bence o
trajik olayýn kesinlikle tek ve biricik görgü tanýðý Mükerrem
Erdoðan, biri de hapisane dostum, usta gazeteci, dünya
güzeli bir insan Emil Galip Sandalcý. En sivrilerin, en
hýzlýlarýn açtýðý karaçalma kampanyasýný görünce dayanamayýp
'zehir olayý' konusunda basýna açýklama yapma gereðini
duyan bu iki insanýn sözlerine burada kýsaca yer
vermek istiyorum: Nokta dergisi 5.4.1987 tarihli sayýsýnda
Emil Galip Sandalcý'nýn açýklamasýný þöyle sunuyordu:
... Sandalcý, tahliye oluyor ve kendisinden bir süre önce
tahliye olan Erdal Öz'le buluþuyorlardý. Sandalcý, aralarýndaki
konuþmayý þöyle özetliyordu: --Erdal bana Deniz'in kendisinden
üç kiþilik zehir istediðini ve bunu içeri sokup sokamayacaðýný
sorduðunu söyledi. Bana ne düþündüðümü sordu.
Ben bunun pratikte hemen hemen imkansýz olduðunu, saðlansa
bile çok riskli olduðunu söyledim. Çünkü haklarýnda
henüz kesinleþmiþ bir karar yoktu. Erdal doðru söylüyor, söylemiyor
meselesine gelince, onu en iyi Erdal bilir, ama hiçbir
mecburiyeti yokken, bundan 10 küsur sene önce bana bu
olaydan bahsetmiþti.--
Ayný dergi, ayný sayýsýnda, avukat Mükerrem Erdoðan'ýn da
görüþlerini yayýmlýyordu:
Deniz'in Erdal Öz'den zehir istediðini doðrulayan diðer
kiþi ise bir süre Deniz Gezmiþ ve arkadaþlarýnýn avukatlýðýný
üstlenen Mükerrem Erdoðan'dý. Bir görüþmede Deniz Gezmiþ,
Mükerrem Erdoðan'a, --Erdal bir emanet gönderecekti,
gecikti,-- diyor, bu emanetin ne olduðunu sormak istemeyen
Erdoðan'da, --Peki iletirim,-- demekle yetiniyordu. Mükerrem
Erdoðan olayýn devamýný þöyle anlatýyordu: --Erdal'ýn iþlettiði
kitabevine gittim. Olayýn mahiyetini bilmediðim için 'Bir
emanet gönderecekmiþsin, çocuklar onu sordular,' dedim. Erdal
o zaman beni dýþarý çýkardý ve 'Yahu istedikleri zehir.
Ama ben bunu nasýl göndereyim ya da göndermem doðru
olur mu, bilemiyorum,' dedi. Ben de bu iþi yapmamasýný, olayýn
Yargýtay'dan döneceðini söyledim. Ama onlarýn tahmini
doðru çýktý: Yargýtay üçü hakkýnda onama kararý verdi.--
Bir süre sonra ayný yönetim tarafýndan tutuklanan Erdoðan'ýn
bu konuda unutamadýðý bir þey daha vardý: --Kendilerine
kontrgerilla diyen birtakým kiþiler beni karargahlarýna
götürdüler. Orada kendisine 'albayým' denen birisi bana doðrudan
'Deniz'lerin emanetleri neydi?' diye sordu. Þaþýrmadým
çünkü o gün Deniz'le yaptýðýmýz görüþme boyunca arkamda
not tutuyorlardý. --
Yýllardýr bu olayý kimseye söylemeyen Mükerrem Erdoðan
nedenini þöyle açýklýyordu: --Böyle bir þey fazla önemli
deðil. Gerek duymadým. Çünkü idamla yargýlanan bir insanýn
zehir istemesi ne zaaftýr, ne de küçültücü bir þeydir. Onlar
da her þeyden önce insandýlar. Bir de bu olay doðru deðil
diyenler var. Bunu neye dayandýrýyorlar bilmiyorum. Ancak
kesinlikle doðru. Daha da þüpheci olanlar benim 1972 yýlýnda
kontrgerillada alýnmýþ ifademi bulup bakarlarsa görürler. --
Gülünün Solduðu Akþam, birtakým belgelerden yola
çýkýlarak yazýlmýþ bir 'belgesel' deðildir. Cezaevindeyken
tuttuðum notlarýmdan, günlüklerimden, mektuplarýmdan,
anýlarýmdan yola çýkarak yazdýðým bu kitabýn tek doðrucu
tanýðý yine ben'im. Tanýklýktýr benim yaptýðým, bir yazarýn
tanýklýðý.
Okur, yazdýklarýma inanýp inanmamakta özgürdür.
Anlattýklarýma ya inanacak ya da inanmayacaktýr; üçüncü
bir seçeneði yoktur. Ýnandýrýcýlýk da ancak benim elimdedir;
benim anlatým biçimimde, benim yazarlýk gücümdedir.
Ben bu kitapla doðmadým. Öyleyse inandýrýcýlýk benim
insan ve yazar olarak bütün bir geçmiþimdedir.
:::::::::::::::::
ÝÇÝNDEKÝLER
BU KÝTABI YAZARKEN
ONUNCU BASIM ÝÇÝN
BÝR AKÞAMÜSTÜ OTURUP
ÞARKIÞLA'YA DÜÞÜRMESÝN
Deniz Gezmiþ Anlatýyor
UZUN ÝNCE BÝR YOLDAYIM
Yusuf Arslan Anlatýyor
NURHAK SANA GÜNEÞ DOÐMAZ
Mendilimde Kan Sesleri
KANAYAN BÝRÝ
Mehmet Asal Anlatýyor
BÝR DEMET KIR ÇÝÇEÐÝ
Mustafa Yalçýner'in Gerilla Günlüðü
NERDEN NÝÇÝN MÝ GELDÝM
Mete Ertekin Anlatýyor
KIRANLARA SELAM OLSUN
Ýrfan Uçar Anlatýyor
ASILANLARIN BALADI
Bir Gün Öncesi
Avukatlarý Mükerrem Erdoðan Anlatýyor
Önce Biri, Sonra Biri, Sonra Biri Daha
ÖLÜMLERDEN SONRA
Bir Baba
Yusuf Arslan'ýn Babasý Anlatýyor
BÝLGÝLER BELGELER
Deniz Mahkemeye Düþmüþ
Ölümlerden Hemen Sonra
Ölümlerden On Gün Sonra
Deniz Gezmiþ'in Son Mektubu
Yusuf Arslan'ýn Son Mektubu
Hüseyin Ýnan'ýn Son Mektubu
ZEHÝR OLAYI
:::::::::::::::::

You might also like