You are on page 1of 9

İSLAM DÜNYASINDA VE TÜRKLERDE

MENAKIBNAME GELENEĞİ

Emre AYGÜN (*)

A- İSLAM DÜNYASINDA MENAKIBNAMELERİN ORTAYA ÇIKIŞI

Tanım:
Menakıbnameler, iç neden olarak müridi keramet anlatılarıyla tarikata bağlamak, dış neden
olarak da tarikata saygınlık kazandırmak amacıyla bir velinin menkıbelerinin toplandığı
eserlerdir. Ayrıca ulemaya da kendini kabul ettirme amacı vardır. Yazan kişi genellikle
tarikatın içindendir ve metni sözlü ve yazılı kaynakların derleyerek oluşturur. Yazan kişi,
yazım aşamasında kendi hayal gücünü kullanmayıp halk arasında yaygınlık kazanmış
anlatıları derler. Halk da zaten bildiği dışında bir şey okumaya istekli değildir [2].

Menakıbnameler oluşumları bakımından ikiye ayrılırlar:

1) Yazarı belli olanlar


1.1.) tanık olunan
1.2.) sonradan duyulan

2) Yazarı belli olmayan, anonim olarak gelişen ve yine bilinmeyen biri tarafından kaleme
alınan [2].

Masal, efsane, destan gibi türlerden –olağanüstü olayları anlatıyor olmasına karşın- sade
üslubuyla ve konu edindiği kişilerin gerçek olmasıyla ayrılır [1]. Destan ve efsanelerden şu
özellikleriyle ayrım gösterir:

1) Kahramanları gerçektir ve olayların yeri ve zamanı bellidir,


2) Eğlence amacıyla okunmaz. Gerçek olduğuna inanılır ve dogmadan farksızdır,
3) Veli hayatta iken de meydana gelebilir,
4) Anlatım özellikleri itibariyle kısa ve sadedirler [2].

Evliya menkıbeleri gerçek ve hayali olarak ikiye ayrılır:

1) Gerçeklere dayalı menkıbeler: Bu metinlerde abartılar ve olağanüstülükler olsa da tarihi


gerçekler kolaylıkla ayıklanır.

2) Hayali menkıbeler:

2.1.) Ütopik toplum ideallerini yansıtanlar. Bu metinler sosyolojik araştırmalar için


verimli bir kaynak teşkil ederler çünkü toplumun veli etrafına ördüğü ideal toplum
anlayışının izi sürülebilir.
2.2.) Ütopik ahlak ideallerini yansıtanlar. Didaktiktirler ve daha ziyade mürit
davranışları üzerinde kontrol sağlamaya yöneliktir.
2.3.) Tarikatı genişletmek ve benimsetmek amacıyla yazılan propaganda metinleri.
Bektaşi menkıbeleri bu türün tipik örneklerindendir [2].

Metnin yazıldığı zaman itibariyle veli yaşıyor ya da daha yeni ölmüş ise, kaynak velinin
kendisi ya da çevresidir. Çok daha sonraki devirlerde derlenmişse, yazılı, sözlü ve tarihi
kaynaklardan yararlanılır. İki türlü menakıbname vardır:

1) Yaşamöyküsü şeklindekiler: Genelde tarihi gerçekliği vardır. Velinin hayatı anlatılır.

2) Toplama menakıbnameler: Gerçekle hayalin birbirine karıştığı, olağanüstülüklerle


örülü, velinin ölümünden çok daha sonra yazılmış menakıbnamelerdir. Kronolojik ve
tarihi bir hassasiyet gözetilmeden rastgele bir araya getirilmiş olduğu için menkıbeler
mecmuası denilebilir [2].

Tarih:
Evliya menakıbnameleri edebiyatı 11.yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır. Bu, tarikat
örgütlenmesinin de gelişme gösterdiği bir dönemdir. Tarikatın pirine dair yazılan menkıbeler
bu suretle ortaya çıkmıştır [2].

Menakıbname türünü açmadan önce, menakıbnamenin adına yazıldığı veliliğin ve velinin ne


olduğuna bakmak isabetli olacaktır.

Ahmet Yaşar Ocak, bu konuda özetle şu bilgileri vermektedir:

“Velî Arapça ‘velâ’ fiilinden gelir. ‘Ahbap, arkadaş’ gibi anlamları karşılar. Tasavvuf
geleneğinde zamanla Kur’an’a dayandırılarak ‘Allah dostu, O’nda manen yok olan’
anlamlarını kazanmıştır. 9. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar yazılan tasavvuf kuramını işleyen
eserler yoluyla velayet kavramının anlamı ve gerekli şartları olgunluk kazanmıştır. Bu
eserlerde velilik kavramı Sünni tabana oturtulmuştur. Şeriata ve ibadetlere sıkı sıkıya bağlılık
şart görülmüştür. Mümkün olduğunca çok oruç tutan ve nafile ibadetlerini ifa eden kişi Allah
isterse velayet makamına erişir ve keramet sahibi olur. Burada ortaya keramet özelliğinin
veliliği peygamberliğe benzer bir konuma yükseltmesi sorunu ortaya çıkıyor ki tasavvuf
ehlinin de üzerinde en çok kafa yorduğu meselelerden biri budur. Keramet kurumunun
peygamberlik kurumuna eşit mertebeye gelmesi, kerametin Allah’a karşı bir alçakgönüllülük
sınavı olduğu vurgusuyla önlenmeye çalışılmıştır. Velilerin olağanüstülüklerle dolu
hayatlarının ve davranışlarının anlatıldığı bu metinlerdeki kerametler 11. yüzyıldan itibaren
bir tasnife tabi tutulmuştur.

Özellikle keramet kavramının yarattığı sıkıntılar dolayısıyla ilk zamanlarda ulema arasında
tepkiyle karşılanan velilik, 11. yüzyıl sonunda Gazali’nin çabalarıyla benimsenmeye başladı.
13. yüzyılda Muhyiddin el-Arabi ile en gelişmiş şekline erişti.

Velilik 9. yüzyıldan itibaren bir makam silsilesine de tabi tutuldu. Bu silsiledeki on


mertebenin en üstünde ‘Kutb’ vardır. Kutb, kendi devrinin tüm evliyalarının başıdır ve kainatı
yönetir.” [2]
Temeli, zahidlerin, şeyhlerin ve halifelerinin örnek kabul edilen yaşamlarıyla kerametlerinin
yazılı ve sözlü olarak ifade edilmesi olan menakıbnamelerin adı başlangıçta bu ismi
taşımayıp sonradan bu adı almıştır [1].

Menakıbnameler, 9. yüzyılda yaygınlaşan tasavvuf ve mutasavvıflık cereyanı sonucu çeşitli


“tarih”lerin içinde menkıbevi bölümler olarak ortaya çıkmaya başladı. 9. yüzyılda yazılan
Tarihu Bağdad, Tarihu Buhara gibi şehir tarihlerinde, buralardaki sufiler hakkında bilgiler
vardır [2].

“Övünülecek işler”, “örnek alınacak hayatlar” anlamıyla 9. yüzyıldan itibaren görülmeye


başlayan metinler, hadis kitaplarında Hz. Muhammed’in ashabının faziletlerini anlatan
bölümlerin adı olarak ( : Kitabü’l-Menakıb ) kullanılmaya başlamıştır;. Ayrıca dört
halifenin, Ehl-i Beyt’in, dört imamın, Ashab-ı Kiram’ın, kabilelerin, şehirlerin, önemli tarihi
mekanların konu edildiği eserlerde de bu “övülesi özellikler” anlamıyla kullanılmıştır.
Tasavvuf erleri olan sufilerin örnek yaşamlarını ve bilgeliklerini anlatan eserlerin en erken
örnekleri ise Cüneyd-i Bağdadi, Bayezid-i Bistami, Ebu Hafs el-Haddad için yazılmıştır. 10.
yüzyılda bir çeşit yaşamöyküsü kitabı olan tabakat kitapları sufilerle ilgili olarak da
yazılmaya başladı [2]. Sufilerin hayat hikayelerinin de anlatıldığı ve esasen çeşitli
mesleklerden kişilerin hayatlarını anlatan bu kitapların en önemlileri Ebu Nuaym Ahmed el-
İsfahani’nin Hilyetü’l-Evliya’sı ile Herevi’nin Tabakatu’s-Sufiyye’sidir [1].

11. yüzyıldan itibaren menkıbelere şeyhlerin kerametlerinin de girmesiyle, menakıbnameler


kerametle bir anılır olmuştur [1]. Bu, esasen neredeyse zorunlu bir süreçtir de, zira bir kişinin
keramet sahibi şeyh mertebesine ulaşması ve çevresine mürşid toplaması için sadece iki yol
vardır; ya başka bir şeyhten icazet alacaktır ya da inkar edilemeyecek kerametler
sergileyecektir. Kitabî İslam’ı temsil eden tasavvuf çevrelerinde birinci yol kabul edilebilir
iken, halk arasında keramet özellikleri öne çıkmaktadır. Zaten gerek mürşidin gerekse halkın
ürettiği kerametler sadece tarikatın yaygınlaşmasıyla değil toplumsal hayatın içindeki
ihtiyaçlar ve olaylarla da ilgilidir. Menkıbelerdeki sembolleri ve bu çerçevede toplumsal
zorunlulukları da bu açıdan dikkatle çözümlemek gerekir [2].

Şeyhler ve pirler hakkında yazılmış menakıbname türü metinler tezkire (Attar, Tezkiretü’l-
Evliya), reşehat (Safi, Reşehat-ı Aynü’l-Hayat), makamat (Makamat-ı Yusuf Hemedani),
nefehat (Abdurrahman Cami, Nefehatü’l-Üns) gibi farklı isimlerle de anılır [1].

Başlarda tarikat pirleri için yazılmış olan menakıbnameler sonradan halifeler, pirin aile
üyeleri, alt kademedeki şeyhleri kapsayacak şekilde genişlemiştir. Ayrıca sadece tek bir pir
için değil, bir bölgedeki veliler için de menakıbname yazılmıştır. (Menakıb-ı Evliya-i Mısır,
Menakıb-ı Evliya-i Bağdad gibi) [1].

Osmanlı döneminde başta padişah olmak üzere devletin ileri gelenleri için de menakıbnameler
yazılmıştır; Menakıb-ı Sultan Süleyman, Menakıb-ı Mahmut Paşa-yı Veli gibi [1].

16. yüzyılda İran edebiyatında görülen ve Hz. Ali, On İki İmam vb. hakkında yazılmış
menakıbname isimli metinlerin tasavvufi anlamda menakıbname metni olup olmadığı
tartışmalıdır [1].

Sonuç olarak, 11. yüzyılda tarikatların yaygınlaşmasıyla birlikte -hem iç eğitim gereğinin hem
de tarikatlar arası rekabetin sonucu olarak- tarikat pirlerine mahsus olarak yazılan
menakıbnameler de görülmeye başladı [2].Özellikle 12. yüzyıldan sonra tarikatların iyice
yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte menakıbnamelerin de sayısında artış olmuştur [1]. 13.
yüzyıla gelindiğinde artık Fas’tan Maveraünnehr’e kadar uzanan İslam coğrafyasında zengin
bir menakıbname edebiyatı vardı [2].

B- TÜRK MENAKIBNAME GELENEĞİ

Türklerde Velilik:
Türk tasavvufunda velilik, sünni ve gayrisünni kesimlerce farklı anlayışlar çerçevesinde
benimsenmiştir. Bu bağlamda gayrisünni kesimlerde velinin peygambere eş mertebelerde
algılandığını belirtmek gerekir.

Türk veliliğinin kaynağını daha eski tek tanrılı dinlerde, Budizm’de ve en eski kültlerde
aramak gerekir. Tevrat ve Kur’an’daki peygamberler ve ulvi kahramanlar (Yeşu, Danyal,
Yedi Uyurlar, Hızır-İlyas vb..) ile Arap akınlarının Anadolu’da bıraktığı gazi şahsiyetler de
velilik geleneklerinin beslendiği kaynaklardandır.

Bir bölgedeki ata kültü, İslam dönemindeki gerçek ya da hayali bir kişiye bağlanabilmektedir.
Velinin gücü halkın bu şekildeki yaratımına ve sahiplenmesine bağlıdır. Dolayısıyla veliye
ilişkin anlatılagelenler aynı zamanda o toplumun sosyal, psikolojik, tarihi ve dini dokusunu da
ele verir.

Keramet sahibi velinin özellikleri şunlardır; kendisine saygısızlık edenler korkunç bir gazaba
uğrarlar, bu dünyada bereket kaynağı ve kötülükleri uzaklaştıran bir figürdür, öbür dünyada
da yardımcı olması umulur ve memnun edilmeye çalışılır.

Bir velinin kült haline gelmiş olduğu, bazı özellikler taşımasıyla bellidir. Özellikle bir
türbenin varlığı gereklidir. Bu türbe/mezar herkesin gömüldüğü mezarlıkta değil, kavşak
noktası, ulu ağaç altı, tepe gibi özelliği olan yerlerdedir. Adaklık olarak kullanılıyor olmalıdır.
Veli hakkında dua benzeri bazı sözlerin varlığı da aranmalıdır. Velinin kült olarak
değerlendirilmesi için bu özellikler gereklidir ama hepsinin bir arada olması şart değildir.

Türk veli kültü, Türklerin tarih boyunca İslam’a girene kadar dahil oldukları değişik dini
yaşantıların güçlü izlerini taşır. Özellikle Bektaşi menakıbnamelerindeki şaman esinli veli
karakteri bunun çarpıcı örneğini teşkil eder. Dede Korkut, Türk’ün şamanlıktan veliliğe
geçişinin açık örneklerindendir.Keramet ve ona ulaşmanın yolu olarak nefs terbiyesi gibi
ortak özellikler dikkat çekicidir. Atalar kültü de İslami veli figürünü besleyen dini
motiflerdendir.

Budist rahip menkıbeleri de Türk velayet anlayışını şekillendiren başlıca kaynaklardandır.


Türkler İslamiyet’i daha ziyade velilik kavramının gelişme gösterdiği zamanların tasavvufu
kanalıyla tanıdılar ve bunu kendi dini alışkanlıklarıyla ilişkilendirdiler. Horasan tasavvuf
okulu ve Ahmet Yesevi’nin bu konuda esaslı katkılar oldu. Yesevilik vasıtasıyla Türkler
arasında yer bulan velilik kültü, 11. yüzyılda Anadolu’ya yerleşen Oğuzların ve 13. yüzyılda
Moğollardan kaçıp Anadolu’ya gelenlerin etkisiyle yaygınlaştı. Mahalli Hıristiyanlığın
kültlerinin İslam’a katıştırılmasıyla da iyice kökleşti. Bu tür geçişmiş tapınma merkezlerinin
iki dinin mensuplarınca en üst düzeyde saygı görmesi dikkat çekicidir [2].

Velilerin dini figürler olması şart değildir. Sarı Saltuk örneğinde olduğu gibi Gazi
nitelikleriyle bir anlatıya kavuşan kişilikler de vardır. Velilerin bazıları gerçek bir kişilik bile
olmayıp hayalidir. Bu hayali velilerin genelde eski dindeki tabiat kültlerinin İslamileştirilmiş
çeşitlemesi olduğu bellidir [2]. Fakat yüksek yazılı kültürün yaygın olmadığı Türk halk
tabakaları arasında İslam’ın yayılmasında başlıca amilin de bu evliyalar ve onlara ilişkin
anlatılar olduğu vurgulanmalıdır. Şeyhin İslam’la ilişkilendirilmiş olağanüstü hayatı ve
maceraları şer’i kurallardan, başka bir deyişle teorik İslam’dan daha fazla ilgi çekmiştir [4].

Türklerde Menakıbname:
Türk menakıbname geleneğinde yer alan eserler tezkire, keramat ve vilayetname olarak da
adlandırılmıştır. Ahmet Yaşar Ocak gibi bazı araştırmacılar, dini-destani eserler olan
“name”leri de (Battalname, Danişmendname, gibi) bu türün içinde değerlendirmektedir
[1]. Ocak’a göre özellikle Bektaşi menkıbe geleneğinde bu etki çok açık ve yoğun olarak
tespit edilmektedir [2].

Menkıbe türünün Türklerce yaratılan ilk örnekleri İslamiyet’i ilk kabul eden Türk topluluğu
olan Karahanlılar tarafından ortaya konmuştur. Karahanlılar devrinde yazılan Tezkire-i Satuk
Buğra Han ilk Türk menakıbname örneğidir. Bu eserin adında menakıbname kelimesi
geçmemesine rağmen bir menakıbname sayılmalıdır. 11. yüzyılda yazılan bu eser, Satuk
Buğra Han’ın gazi-veli kimliği ve kerametler göstermesiyle menkıbe özellikleri taşımaktadır.
Satuk Buğra Han, kerametleri ve mücadelesinin misyonu ve bu misyonun seyri itibariyle
sonraki yüzyılların Hacı Bektaş, Sarı Saltuk gibi gazi-velilerinin de bir prototipi olmaktadır
[2]. Ayrıca Köprülü’ye göre tarihi ve coğrafi olarak değerli bilgiler içermektedir [5].

Ahmet Yesevi’nin menkıbelerini içeren ve özellikle Yesevilik tarikatının iç kurallarını


anlatması açısından değerli bir kaynak olan Cevahir-i Ebrar min Emvaci’l-Bihar ise, 16.
yüzyılda İstanbul’da Hazinî tarafından derlenmesine karşın yazarının Orta Asya’dan gelmiş
ve o bölgenin menkıbelerini derlemiş olmasından dolayı Anadolu dışındaki örneklerden
sayılmalıdır [2].

Anadolu’da menakıbnamelerin ilk örnekleri 13. yüzyılın Anadolu Selçuklu devri istikrar
ortamında görülmeye başladı. Bu canlanmada Moğol istilasından kaçan tarikat mensuplarının
da etkisi büyüktür. Bu dönemde Mevlana, Sadrettin Konevi, Necmeddin Daye gibi meşhur
mutasavvıflar eserlerini yazdılar. Tarikat hayatının ve faaliyetlerinin canlılık gösterdiği bu
devirde birçok menakıbname yazıldıysa da bunların çok azı günümüze kalabildi [2] .
Mevlana, Celaleddin Rumi, Sadreddin Konevi, Hacı Bektaş Veli gibi mutasavvıflar ve
Rifailik, Mevlevilik, Kalenderilik gibi tarikatların faaliyetleri, menakıbnamelere konu
olmuştur. Mevlana hakında yazılan Risale-i Sipehsalar be Menakıb-i Hazreti Hüdavendigar,
Sadreddin Konevi’nin hayatını anlatan Menakıb-ı Sadreddin Konevi, Ahi Evran’ı anlatan
Keramat-ı Ahi Evran bunların arasında en bilinenleridir. Bu eserler devrin siyasi ve toplumsal
özellikleriyle tarikatların iç işleyişleri hakkında birinci elden bilgiler sağlamaktadır [1].

13. yüzyılın son çeyreği ile 14. yüzyılın ilk yarısına denk gelen beylikler devrinde tasavvufi
hareketler Moğol baskısından kaçarak yerleştikleri uclarda yeni bir hayat buldu. Abdalan-ı
Rum olarak adlandırılan gazi dervişler bu hayat alanlarında yoğun bir etkinlik gösteriyorlardı
[2]. Elvan Çelebi’nin Menakıbu’l-Kudsiyye fi Menasıbi’l-Ünsiyye adlı ederi bu dönemde öne
çıkan örneklerdendir. Bu eserden Moğol istilası dönemindeki Anadolu’nun siyasi, toplumsal
ve dini yaşamı hakkında bilgi alabiliyoruz [2].

Osmanlı devri menakıbname edebiyatının zemini Osmanlı beyliğinin bir uc beyliği olarak
çektiği derviş gazilerin etkinlikleridir. Devletin desteğini alan bu dini önderler, beyliğin
Avrupa’da genişlemeye başlamasıyla daha yoğun bir şekilde Osmanlı hakimiyet sahasına
dahil oldular. İmparatorluk evresinde, Rumeli fetihlerinin canlı olduğu bir dönemde, bu
Menakıbnameler artmaya başladı. 15. yüzyılda Bektaşi menakıbname örnekleri (ya da
“vilayetname”) özellikle son çeyrekte görülür. 14. yüzyılda Anadolu’ya giren Halvetilik
tarikatının da 15. yüzyıl içinde menakıbname örnekleri verdiğini görüyoruz [2]. Bektaşi ve
Kalenderi geleneğini takip eden söz konusu örnekler, resmi eserlerin tersine olayları daha
rahat, daha kısıtsız ve halkın duygu ve isteklerine uygun olarak yansıttıkları için
güvenilirlikleri daha fazladır ve halkın kendi bildiği ve yaşadığı olayları aktarırlar.
Vilayetname-i Otman Baba, bu özelliği en fazla taşıyan menakıbnamelerdendir
Vilayetnamelerin en bilineni Uzun Firdevsi’nin yazdığı tahmin edilen Vilayetname-i Hacı
Bektaş Veli’dir. Bunun yanında Vilayetname-i Hacım Sultan, Vilayetname-i Abdal Musa,
Vilayetname-i Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli) gibi tarikat ulularını anlatan eserler de vardır [1].

16. yüzyıl, tarikat faaliyetlerinin arttığı ve Arap-Fars geleneğinden de çevirilerin yapıldığı bir
dönemdir. Halveti, Bayrami, Bektaşi tarikatlarının menakıbname örnekleri göze çarpmaktadır.

17.-18. yüzyıllarda baş gösteren iktisadi ve siyasi bunalımlara bağlı olarak mistisizm de halk
arasında yayıldığından tarikatların etkinliği iyice arttı. Bu yüzden hakkında menakıbname
yazılan kişilikler 16. yüzyıla kadarkinden farklı olarak daha mahalli şeyhleri de kapsar hale
geldi ve sayıca oldukça arttı. Halveti, Celvetiye, Kadiri, Nakşibendi tarikatlarının ortaya
koyduğu örnekler dikkat çekenleridir. Bu yüzyılda yeni görülen bir menakıbname türü de bir
değil birden fazla velinin hayatını anlatan eserlerdir [2].

19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında da menakıbname yazma geleneği devam etmiştir. Devrin
teknolojisine uyarak bu eserler matbu basılmıştır [1].

Menakıbnamelerin Tarihi Kaynak Olarak Kullanımı:


Evliya menakıbnamelerinin tarih çalışmaları için önemine ilk dikkat çeken kişi Türk
Edebiyatında ilk Mutasavvıflar adlı klasikleşmiş eserindeki Hoca Ahmed Yesevi ile ilgili
bölümü yazarken Fuat Köprülü olmuştur. Daha sonra yazdığı “Anadolu Selçuklu Tarihinin
Yerli Kaynakları” adlı meşhur makalesinde de metodolojik olarak menakıbname metinlerinin
önemini vurgulamıştır. Z. V. Togan, -Vilayetname-i Hacı Bektaş Veli’yi de neşreden- A.
Gölpınarlı, O. Köprülü ve özellikle A. Y. Ocak bu konudaki çalışmalara katkıda bulunmuştur
[1].
Buna karşılık menakıbnameler yine de bir tarihyazımı kaynağı olarak yeterince
değerlendirilememiş ve A.Y. Ocak’a gelinceye kadar menakıbnameleri etraflıca değerlendiren
bir bilim adamı çıkmamıştır. Ara süreçte mevcut malzemeyi değerlendirenler olmuşsa da
genellikle uydurulmuş anlatılar olarak kabul edilmiştir [4]. Halbuki her menakıbname örneği
birbirinin aynı olmadığı gibi, eserlerin kendi içlerinde de gerçek ve gerçek olmayan bilgiler iç
içe olabilmektedir. Elimizdeki bu türden kaynak eserlerin hem kendi türündeki hem de tarihi
gerçekliği daha sahih olan belgelerle çapraz sorgulanması bize tarihi, toplumsal, kültürel
açıdan önem arzeden veriler sunacak ve etnik gruplar, halkın düşünüş tarzı, devlet-halk
ilişkisi, gelenekler, coğrafya, toponimi gibi toplumsal yaşamın asli unsurlarını
aydınlatmamıza yardımcı olacaktır [2]. Sözgelimi Avrupa’da, “Saint” olarak anılan ve
menakıbnamelerin benzeri olarak kabul edilebilecek bu tür metinler, 19. yüzyıldan itibaren
hagiographie adı altında derlenmiş ve kritik edilerek kullanılmıştır [1].

Menakıbnamelerde dönemin toplumsal ve siyasal yaşayışı resmi süzgeçten geçmeden


okuyana ulaşmaktadır. Bu haliyle keramete, olağanüstülüklere dayalı bezeme unsurlarından
arındırıldığında çok değerli kaynaklar olmaktadırlar. Yerleşim, toplulukların birbiriyle
ilişkileri, iktisadi yapı, günlük yaşayış gibi bilgileri içermesiyle menakıbnameler adeta bir
halkbilgisi kitabı olmaktadır. Menakıbü’l-Arifin’de Moğol istilası döneminde Anadolu,
Vilayetname-i Koyun Baba’da Orta Anadolu’daki halkın durumu, Vilayetname-i Otman
Baba’da Fatih ve II. Bayezid döneminin merkezi iktidar-sufi mücadeleleri, Vilayetname-i
Abdal Musa’da Teke yöresi Türkmenlerinin yayışı hakkında orijinal bilgiler
edinilebilmektedir. Ayrıca Türklerin İslam öncesinden taşıdıkları ve yeni dinin içine
gömdükleri eski inançlarına ilişkin veriler de saptanabilmektedir. Daha geç dönemlerden
olmak üzere mesela Menakıb-ı Ömer Rızai Darendevi’den Kabakçı Mustafa isyanı, Alemdar
Mustafa Paşa olayı, Nizam- Cedid’in kaldırılması gibi olaylara ve Osmanlı modernleşmesine
ilişkin bilgi sahibi olunabilmektedir [1].

Somut örnek vermek gerekirse, Seyyid Ali Sultan’ın attığı narayla vuku bulan deprem sonucu
Gelibolu’nun ele geçirildiği bilgisi tek başına masalsı bir uydurmadır. Tarihi bilgileri bilimsel
olarak saptayıp Çimpe Kalesi’nin Süleyman Paşa tarafından, bir depremin surları yıkmasını
fırsat bilerek alındığını bilirsek masalsı bilgi gerçeklerle bütünleştirilebilir. Yine Seyyid Ali
Sultan velayetnamesinde Fatih Sultan Mehmet’in kamulaştırma siyasetiyle kamulaştırmadan
zarar gören tekkelerin, yani merkezi idare ile dini çevrelerin mücadelesi açık olarak
görülmektedir. Bu metinde Balkan fatihleri arasında yer alan savaşçı-evliya figürüne merkezi
idareyi temsil eden padişahtan daha büyük bir önem ve işlev yüklenmektedir. Aslına bakılırsa
bu vurgulamanın, yani erenlerin ordu üzerinde gaza bağlamındaki yönlendiriciliğinin doğru
olduğu kabul edilebilir. Sonuç olarak her halükarda bu etkinin sınırlarını ve niteliğini
belirlemek için ortaçağ zihniyet dünyasına girmek gerekir. Bu içeriden anlama gerekliliği
bizim yine menakıbnamelere yönelmemizi gerektirecektir [4].

Menakıbnameleri bu yönelime uygun bir değerlendirmeye ilişkin olarak dört başlık altında
sınıflayabiliriz [2]:

1) Tarihi olaylara ve kişilere ilişkin


2) Toplumsal, iktisadi, kültürel hayata; adet ve an’anelere ilişkin
3) Anadolu ve Rumeli’nin İslamlaşmasına ve iskanına ilişkin
4) Türk dini hayatına ilişkin
Menakıbnameler, yazarı bilinebileceği gibi anonim de olabilir. En güvenilir menakıbname
grubu yazarı belli olanlar gibi görünüyorsa da bu, ele alınan konunun kişilerin ve olayların
kesin tespitinin amaçlandığı durumlarda doğrudur. Eğer ele alınan konu toplumun ortak
yaşayış ve algılayış formlarıysa, anonim menakıbnameler de kullanışlıdır [4].

Menakıbnamelerin Kaynakları ve İşlenen Motifler:


Destan, efsane ve masal gibi türlerde konu alınan olayların gelişimine etki eden, sık sık
tekrarlanan unsurlara menakıbnamelerde de rastlanır. Motif olarak adlandırılan bu unsurlar
farklı kaynaklardan süzülüp gelir. Bu kaynakları beş başlık altında toplayabiliriz [2]:

1) İslam öncesi
2) İslami
3) Kitab-ı Mukaddes
4) Çeşitli destan ve mitoloji anlatılar ile halk gelenekleri
5) Attar’ın Tezkiretu’l-Evliya’sı

Sayısı belli olmayacak kadar çok olan örnekleri olmasına karşın menakıbnamelerdeki
motiflerin sayısı sınırlıdır. Belli bir motifin birden fazla veli için kullanıldığı vakidir. A. Y.
Ocak, Boratav’ın değerlendirilen metinlerin artmasıyla motif sayısının artacağı tezine
katılmamakta ve şu ana kadarki tasnife bakıldığında sayının gelecekte de fazla
kabarmayacağını tahmin etmektedir. 15. yüzyıl mutasavvıflarından Abdurrahman Cami, on
beş maddelik bir evliya kerametleri (ya da motifleri) listesi çıkartmıştır [2].

Menakıbnamelerin etkilendikleri kaynaklar konusunu Ahmet Yaşar Ocak, bu yazının


kaynakçasında yer alan iki eserinde de etraflı bir şekilde incelemiştir. Ocak’a göre Bektaşî
menakıbnameleri, Türkler'in İslamiyet öncesi dinlerinden izler taşımaktadır. Bu izler
Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli, Vilayetname-i Hacım Sultan, Vilayetname-i Otman Baba,
Vilayetname-i Sultan Şucaud-din ve Vilayetname-i Abdal Musa'da yoğundur. Bektaşi
menakıbnamesi olmamakla birlikte Bektaşiliğin oluşmasından önce yazılan Menakıbu'l
Kudsiye de İslam öncesi inanç izlerini en az Menakıb-ı Hacı Bektaş Veli kadar
taşımaktadır[3].

Kitab-ı Mukaddes motifleri de -özellikle Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli ve Vilayetname-i


Hacım Sultan’da- yoğun olarak tespit edilmektedir. Bu yolla gayrimüslimlerin İslam’a
geçmelerini kolaylaştırmak amaçlanmış olabilir.

Tabiat kültleri ya çok azdır ya da hiç yoktur.

Şamanizm'le ilgili motifler Menakıbul Kudsiye, Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli ve Vilayetna-
me-i Otman Baba'da yoğundur.

Farklı inanç motiflerinin bazı metinlerde mevcut olup bir kısmında olmayışı, faaliyet
gösterilen çevredeki inançların durumuyla ilgili olabilir.
Menâkıbnamelerde mevcut inanç motiflerinin yüzdeleri şu şekildedir:

% 10'u Tabiat kültleri


% 25'i Şamanizm
% 33'ü Uzak Doğu ve İran dinleri
% 32'si Kitab-ı Mukaddes

Uzak Doğu ve İran dinlerinin payına Budizm, Maniheizm, Zerdüştilik, Mazdeizm ve


Mazdekizm dahildir. Ayrıca bu yüzdelerden menakıbnamelerde ağırlık noktasının Şamanizm
değil Uzak Doğu ve İran dinleri grubu olduğu görülüyor.

Kitab-ı Mukaddes motiflerinin bu denli yaygın kullanılmasında İslami inançlarda da mevcut


olması etki olmuş olmalıdır.

Şiiliğe ait motifler yüzde olarak bir ağırlık teşkil etmez. Bu, Anadolu Türk tasavvuf
geleneğine vücut veren ana akımın Şiilik değil, İslam öncesi inançlar olduğunu gösterir.
Bunun nedeninin ise menakıbnamelerin çoğunun yazıldığı XV. yüzyılın ikinci yarısında Şii
propagandasının Anadolu'da henüz bu çevrelere yeterince nüfuz edememesi olduğu
söylenebilir [3].

Kaynakça:

1) Haşim ŞAHİN; “Tarih Kaynağı Olarak Evliya Menakıbnameleri”, Işın Demirkent


Anısına, Dünya Yayınları, İstanbul, 2008, 547-566.

2) Ahmet Yaşar OCAK; Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler: Metodolojik


Bir Yaklaşım, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992

3) Ahmet Yaşar OCAK; Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri: Bektaşi
Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 200

4) Rıza YILDIRIM; Seyyid Ali sultan (Kızıldeli) ve Velayetnamesi: Rumeli'nin Fethinde


ve Türkleşmesinde Öncülük Etmiş Bir Gazi Derviş, AKTDYK, Ankara, 2007

5) Fuad KÖPRÜLÜ; “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları”, Belleten, Cilt


VII, Sayı 27, Temmuz 1943, 379-522.

___________________________________________________________________________
(*) Ege Ünv. TDAE Yüksek Lisans Öğrencisi

You might also like