Professional Documents
Culture Documents
MENAKIBNAME GELENEĞİ
Tanım:
Menakıbnameler, iç neden olarak müridi keramet anlatılarıyla tarikata bağlamak, dış neden
olarak da tarikata saygınlık kazandırmak amacıyla bir velinin menkıbelerinin toplandığı
eserlerdir. Ayrıca ulemaya da kendini kabul ettirme amacı vardır. Yazan kişi genellikle
tarikatın içindendir ve metni sözlü ve yazılı kaynakların derleyerek oluşturur. Yazan kişi,
yazım aşamasında kendi hayal gücünü kullanmayıp halk arasında yaygınlık kazanmış
anlatıları derler. Halk da zaten bildiği dışında bir şey okumaya istekli değildir [2].
2) Yazarı belli olmayan, anonim olarak gelişen ve yine bilinmeyen biri tarafından kaleme
alınan [2].
Masal, efsane, destan gibi türlerden –olağanüstü olayları anlatıyor olmasına karşın- sade
üslubuyla ve konu edindiği kişilerin gerçek olmasıyla ayrılır [1]. Destan ve efsanelerden şu
özellikleriyle ayrım gösterir:
2) Hayali menkıbeler:
Metnin yazıldığı zaman itibariyle veli yaşıyor ya da daha yeni ölmüş ise, kaynak velinin
kendisi ya da çevresidir. Çok daha sonraki devirlerde derlenmişse, yazılı, sözlü ve tarihi
kaynaklardan yararlanılır. İki türlü menakıbname vardır:
Tarih:
Evliya menakıbnameleri edebiyatı 11.yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır. Bu, tarikat
örgütlenmesinin de gelişme gösterdiği bir dönemdir. Tarikatın pirine dair yazılan menkıbeler
bu suretle ortaya çıkmıştır [2].
“Velî Arapça ‘velâ’ fiilinden gelir. ‘Ahbap, arkadaş’ gibi anlamları karşılar. Tasavvuf
geleneğinde zamanla Kur’an’a dayandırılarak ‘Allah dostu, O’nda manen yok olan’
anlamlarını kazanmıştır. 9. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar yazılan tasavvuf kuramını işleyen
eserler yoluyla velayet kavramının anlamı ve gerekli şartları olgunluk kazanmıştır. Bu
eserlerde velilik kavramı Sünni tabana oturtulmuştur. Şeriata ve ibadetlere sıkı sıkıya bağlılık
şart görülmüştür. Mümkün olduğunca çok oruç tutan ve nafile ibadetlerini ifa eden kişi Allah
isterse velayet makamına erişir ve keramet sahibi olur. Burada ortaya keramet özelliğinin
veliliği peygamberliğe benzer bir konuma yükseltmesi sorunu ortaya çıkıyor ki tasavvuf
ehlinin de üzerinde en çok kafa yorduğu meselelerden biri budur. Keramet kurumunun
peygamberlik kurumuna eşit mertebeye gelmesi, kerametin Allah’a karşı bir alçakgönüllülük
sınavı olduğu vurgusuyla önlenmeye çalışılmıştır. Velilerin olağanüstülüklerle dolu
hayatlarının ve davranışlarının anlatıldığı bu metinlerdeki kerametler 11. yüzyıldan itibaren
bir tasnife tabi tutulmuştur.
Özellikle keramet kavramının yarattığı sıkıntılar dolayısıyla ilk zamanlarda ulema arasında
tepkiyle karşılanan velilik, 11. yüzyıl sonunda Gazali’nin çabalarıyla benimsenmeye başladı.
13. yüzyılda Muhyiddin el-Arabi ile en gelişmiş şekline erişti.
Şeyhler ve pirler hakkında yazılmış menakıbname türü metinler tezkire (Attar, Tezkiretü’l-
Evliya), reşehat (Safi, Reşehat-ı Aynü’l-Hayat), makamat (Makamat-ı Yusuf Hemedani),
nefehat (Abdurrahman Cami, Nefehatü’l-Üns) gibi farklı isimlerle de anılır [1].
Başlarda tarikat pirleri için yazılmış olan menakıbnameler sonradan halifeler, pirin aile
üyeleri, alt kademedeki şeyhleri kapsayacak şekilde genişlemiştir. Ayrıca sadece tek bir pir
için değil, bir bölgedeki veliler için de menakıbname yazılmıştır. (Menakıb-ı Evliya-i Mısır,
Menakıb-ı Evliya-i Bağdad gibi) [1].
Osmanlı döneminde başta padişah olmak üzere devletin ileri gelenleri için de menakıbnameler
yazılmıştır; Menakıb-ı Sultan Süleyman, Menakıb-ı Mahmut Paşa-yı Veli gibi [1].
16. yüzyılda İran edebiyatında görülen ve Hz. Ali, On İki İmam vb. hakkında yazılmış
menakıbname isimli metinlerin tasavvufi anlamda menakıbname metni olup olmadığı
tartışmalıdır [1].
Sonuç olarak, 11. yüzyılda tarikatların yaygınlaşmasıyla birlikte -hem iç eğitim gereğinin hem
de tarikatlar arası rekabetin sonucu olarak- tarikat pirlerine mahsus olarak yazılan
menakıbnameler de görülmeye başladı [2].Özellikle 12. yüzyıldan sonra tarikatların iyice
yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte menakıbnamelerin de sayısında artış olmuştur [1]. 13.
yüzyıla gelindiğinde artık Fas’tan Maveraünnehr’e kadar uzanan İslam coğrafyasında zengin
bir menakıbname edebiyatı vardı [2].
Türklerde Velilik:
Türk tasavvufunda velilik, sünni ve gayrisünni kesimlerce farklı anlayışlar çerçevesinde
benimsenmiştir. Bu bağlamda gayrisünni kesimlerde velinin peygambere eş mertebelerde
algılandığını belirtmek gerekir.
Türk veliliğinin kaynağını daha eski tek tanrılı dinlerde, Budizm’de ve en eski kültlerde
aramak gerekir. Tevrat ve Kur’an’daki peygamberler ve ulvi kahramanlar (Yeşu, Danyal,
Yedi Uyurlar, Hızır-İlyas vb..) ile Arap akınlarının Anadolu’da bıraktığı gazi şahsiyetler de
velilik geleneklerinin beslendiği kaynaklardandır.
Bir bölgedeki ata kültü, İslam dönemindeki gerçek ya da hayali bir kişiye bağlanabilmektedir.
Velinin gücü halkın bu şekildeki yaratımına ve sahiplenmesine bağlıdır. Dolayısıyla veliye
ilişkin anlatılagelenler aynı zamanda o toplumun sosyal, psikolojik, tarihi ve dini dokusunu da
ele verir.
Keramet sahibi velinin özellikleri şunlardır; kendisine saygısızlık edenler korkunç bir gazaba
uğrarlar, bu dünyada bereket kaynağı ve kötülükleri uzaklaştıran bir figürdür, öbür dünyada
da yardımcı olması umulur ve memnun edilmeye çalışılır.
Bir velinin kült haline gelmiş olduğu, bazı özellikler taşımasıyla bellidir. Özellikle bir
türbenin varlığı gereklidir. Bu türbe/mezar herkesin gömüldüğü mezarlıkta değil, kavşak
noktası, ulu ağaç altı, tepe gibi özelliği olan yerlerdedir. Adaklık olarak kullanılıyor olmalıdır.
Veli hakkında dua benzeri bazı sözlerin varlığı da aranmalıdır. Velinin kült olarak
değerlendirilmesi için bu özellikler gereklidir ama hepsinin bir arada olması şart değildir.
Türk veli kültü, Türklerin tarih boyunca İslam’a girene kadar dahil oldukları değişik dini
yaşantıların güçlü izlerini taşır. Özellikle Bektaşi menakıbnamelerindeki şaman esinli veli
karakteri bunun çarpıcı örneğini teşkil eder. Dede Korkut, Türk’ün şamanlıktan veliliğe
geçişinin açık örneklerindendir.Keramet ve ona ulaşmanın yolu olarak nefs terbiyesi gibi
ortak özellikler dikkat çekicidir. Atalar kültü de İslami veli figürünü besleyen dini
motiflerdendir.
Velilerin dini figürler olması şart değildir. Sarı Saltuk örneğinde olduğu gibi Gazi
nitelikleriyle bir anlatıya kavuşan kişilikler de vardır. Velilerin bazıları gerçek bir kişilik bile
olmayıp hayalidir. Bu hayali velilerin genelde eski dindeki tabiat kültlerinin İslamileştirilmiş
çeşitlemesi olduğu bellidir [2]. Fakat yüksek yazılı kültürün yaygın olmadığı Türk halk
tabakaları arasında İslam’ın yayılmasında başlıca amilin de bu evliyalar ve onlara ilişkin
anlatılar olduğu vurgulanmalıdır. Şeyhin İslam’la ilişkilendirilmiş olağanüstü hayatı ve
maceraları şer’i kurallardan, başka bir deyişle teorik İslam’dan daha fazla ilgi çekmiştir [4].
Türklerde Menakıbname:
Türk menakıbname geleneğinde yer alan eserler tezkire, keramat ve vilayetname olarak da
adlandırılmıştır. Ahmet Yaşar Ocak gibi bazı araştırmacılar, dini-destani eserler olan
“name”leri de (Battalname, Danişmendname, gibi) bu türün içinde değerlendirmektedir
[1]. Ocak’a göre özellikle Bektaşi menkıbe geleneğinde bu etki çok açık ve yoğun olarak
tespit edilmektedir [2].
Menkıbe türünün Türklerce yaratılan ilk örnekleri İslamiyet’i ilk kabul eden Türk topluluğu
olan Karahanlılar tarafından ortaya konmuştur. Karahanlılar devrinde yazılan Tezkire-i Satuk
Buğra Han ilk Türk menakıbname örneğidir. Bu eserin adında menakıbname kelimesi
geçmemesine rağmen bir menakıbname sayılmalıdır. 11. yüzyılda yazılan bu eser, Satuk
Buğra Han’ın gazi-veli kimliği ve kerametler göstermesiyle menkıbe özellikleri taşımaktadır.
Satuk Buğra Han, kerametleri ve mücadelesinin misyonu ve bu misyonun seyri itibariyle
sonraki yüzyılların Hacı Bektaş, Sarı Saltuk gibi gazi-velilerinin de bir prototipi olmaktadır
[2]. Ayrıca Köprülü’ye göre tarihi ve coğrafi olarak değerli bilgiler içermektedir [5].
Anadolu’da menakıbnamelerin ilk örnekleri 13. yüzyılın Anadolu Selçuklu devri istikrar
ortamında görülmeye başladı. Bu canlanmada Moğol istilasından kaçan tarikat mensuplarının
da etkisi büyüktür. Bu dönemde Mevlana, Sadrettin Konevi, Necmeddin Daye gibi meşhur
mutasavvıflar eserlerini yazdılar. Tarikat hayatının ve faaliyetlerinin canlılık gösterdiği bu
devirde birçok menakıbname yazıldıysa da bunların çok azı günümüze kalabildi [2] .
Mevlana, Celaleddin Rumi, Sadreddin Konevi, Hacı Bektaş Veli gibi mutasavvıflar ve
Rifailik, Mevlevilik, Kalenderilik gibi tarikatların faaliyetleri, menakıbnamelere konu
olmuştur. Mevlana hakında yazılan Risale-i Sipehsalar be Menakıb-i Hazreti Hüdavendigar,
Sadreddin Konevi’nin hayatını anlatan Menakıb-ı Sadreddin Konevi, Ahi Evran’ı anlatan
Keramat-ı Ahi Evran bunların arasında en bilinenleridir. Bu eserler devrin siyasi ve toplumsal
özellikleriyle tarikatların iç işleyişleri hakkında birinci elden bilgiler sağlamaktadır [1].
13. yüzyılın son çeyreği ile 14. yüzyılın ilk yarısına denk gelen beylikler devrinde tasavvufi
hareketler Moğol baskısından kaçarak yerleştikleri uclarda yeni bir hayat buldu. Abdalan-ı
Rum olarak adlandırılan gazi dervişler bu hayat alanlarında yoğun bir etkinlik gösteriyorlardı
[2]. Elvan Çelebi’nin Menakıbu’l-Kudsiyye fi Menasıbi’l-Ünsiyye adlı ederi bu dönemde öne
çıkan örneklerdendir. Bu eserden Moğol istilası dönemindeki Anadolu’nun siyasi, toplumsal
ve dini yaşamı hakkında bilgi alabiliyoruz [2].
Osmanlı devri menakıbname edebiyatının zemini Osmanlı beyliğinin bir uc beyliği olarak
çektiği derviş gazilerin etkinlikleridir. Devletin desteğini alan bu dini önderler, beyliğin
Avrupa’da genişlemeye başlamasıyla daha yoğun bir şekilde Osmanlı hakimiyet sahasına
dahil oldular. İmparatorluk evresinde, Rumeli fetihlerinin canlı olduğu bir dönemde, bu
Menakıbnameler artmaya başladı. 15. yüzyılda Bektaşi menakıbname örnekleri (ya da
“vilayetname”) özellikle son çeyrekte görülür. 14. yüzyılda Anadolu’ya giren Halvetilik
tarikatının da 15. yüzyıl içinde menakıbname örnekleri verdiğini görüyoruz [2]. Bektaşi ve
Kalenderi geleneğini takip eden söz konusu örnekler, resmi eserlerin tersine olayları daha
rahat, daha kısıtsız ve halkın duygu ve isteklerine uygun olarak yansıttıkları için
güvenilirlikleri daha fazladır ve halkın kendi bildiği ve yaşadığı olayları aktarırlar.
Vilayetname-i Otman Baba, bu özelliği en fazla taşıyan menakıbnamelerdendir
Vilayetnamelerin en bilineni Uzun Firdevsi’nin yazdığı tahmin edilen Vilayetname-i Hacı
Bektaş Veli’dir. Bunun yanında Vilayetname-i Hacım Sultan, Vilayetname-i Abdal Musa,
Vilayetname-i Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli) gibi tarikat ulularını anlatan eserler de vardır [1].
16. yüzyıl, tarikat faaliyetlerinin arttığı ve Arap-Fars geleneğinden de çevirilerin yapıldığı bir
dönemdir. Halveti, Bayrami, Bektaşi tarikatlarının menakıbname örnekleri göze çarpmaktadır.
17.-18. yüzyıllarda baş gösteren iktisadi ve siyasi bunalımlara bağlı olarak mistisizm de halk
arasında yayıldığından tarikatların etkinliği iyice arttı. Bu yüzden hakkında menakıbname
yazılan kişilikler 16. yüzyıla kadarkinden farklı olarak daha mahalli şeyhleri de kapsar hale
geldi ve sayıca oldukça arttı. Halveti, Celvetiye, Kadiri, Nakşibendi tarikatlarının ortaya
koyduğu örnekler dikkat çekenleridir. Bu yüzyılda yeni görülen bir menakıbname türü de bir
değil birden fazla velinin hayatını anlatan eserlerdir [2].
19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında da menakıbname yazma geleneği devam etmiştir. Devrin
teknolojisine uyarak bu eserler matbu basılmıştır [1].
Somut örnek vermek gerekirse, Seyyid Ali Sultan’ın attığı narayla vuku bulan deprem sonucu
Gelibolu’nun ele geçirildiği bilgisi tek başına masalsı bir uydurmadır. Tarihi bilgileri bilimsel
olarak saptayıp Çimpe Kalesi’nin Süleyman Paşa tarafından, bir depremin surları yıkmasını
fırsat bilerek alındığını bilirsek masalsı bilgi gerçeklerle bütünleştirilebilir. Yine Seyyid Ali
Sultan velayetnamesinde Fatih Sultan Mehmet’in kamulaştırma siyasetiyle kamulaştırmadan
zarar gören tekkelerin, yani merkezi idare ile dini çevrelerin mücadelesi açık olarak
görülmektedir. Bu metinde Balkan fatihleri arasında yer alan savaşçı-evliya figürüne merkezi
idareyi temsil eden padişahtan daha büyük bir önem ve işlev yüklenmektedir. Aslına bakılırsa
bu vurgulamanın, yani erenlerin ordu üzerinde gaza bağlamındaki yönlendiriciliğinin doğru
olduğu kabul edilebilir. Sonuç olarak her halükarda bu etkinin sınırlarını ve niteliğini
belirlemek için ortaçağ zihniyet dünyasına girmek gerekir. Bu içeriden anlama gerekliliği
bizim yine menakıbnamelere yönelmemizi gerektirecektir [4].
Menakıbnameleri bu yönelime uygun bir değerlendirmeye ilişkin olarak dört başlık altında
sınıflayabiliriz [2]:
1) İslam öncesi
2) İslami
3) Kitab-ı Mukaddes
4) Çeşitli destan ve mitoloji anlatılar ile halk gelenekleri
5) Attar’ın Tezkiretu’l-Evliya’sı
Sayısı belli olmayacak kadar çok olan örnekleri olmasına karşın menakıbnamelerdeki
motiflerin sayısı sınırlıdır. Belli bir motifin birden fazla veli için kullanıldığı vakidir. A. Y.
Ocak, Boratav’ın değerlendirilen metinlerin artmasıyla motif sayısının artacağı tezine
katılmamakta ve şu ana kadarki tasnife bakıldığında sayının gelecekte de fazla
kabarmayacağını tahmin etmektedir. 15. yüzyıl mutasavvıflarından Abdurrahman Cami, on
beş maddelik bir evliya kerametleri (ya da motifleri) listesi çıkartmıştır [2].
Şamanizm'le ilgili motifler Menakıbul Kudsiye, Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli ve Vilayetna-
me-i Otman Baba'da yoğundur.
Farklı inanç motiflerinin bazı metinlerde mevcut olup bir kısmında olmayışı, faaliyet
gösterilen çevredeki inançların durumuyla ilgili olabilir.
Menâkıbnamelerde mevcut inanç motiflerinin yüzdeleri şu şekildedir:
Şiiliğe ait motifler yüzde olarak bir ağırlık teşkil etmez. Bu, Anadolu Türk tasavvuf
geleneğine vücut veren ana akımın Şiilik değil, İslam öncesi inançlar olduğunu gösterir.
Bunun nedeninin ise menakıbnamelerin çoğunun yazıldığı XV. yüzyılın ikinci yarısında Şii
propagandasının Anadolu'da henüz bu çevrelere yeterince nüfuz edememesi olduğu
söylenebilir [3].
Kaynakça:
3) Ahmet Yaşar OCAK; Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri: Bektaşi
Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 200
___________________________________________________________________________
(*) Ege Ünv. TDAE Yüksek Lisans Öğrencisi