You are on page 1of 13

1

Demokrasi demokrasi diye tutturuyoruz; acaba doğru mu


yapıyoruz; yoksa bu sloganı sömürü aracı olarak mı kullanmak
istiyoruz?

Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi

Akıllı olma diye bir tabir vardır; bu, çoğunluk insanlar için
geliştirilmiş bir kavramdır. Aklın temelinde yaratıcılık, karşılaştırma, daha
önceki bilgileri kullanma vs. yatar.
Uygar bir toplum olmak istiyorsak, bilgili, çalışkan, onurlu, ahlaklı,
özverili, saygılı insan sayısını olabildiğince artırmamız gerekiyor. Bunun
başka seçeneği yok. Ahlaksız, bilgisiz, seciyesiz, tembel, çıkarcı,
saygısız insanlarla hiç bir yere gidilemeyeceğini herkes biliyor. Pek ala,
bütün bunlar bilinmesine karşın, demokrasi sloganı altında, bu olumsuz
özellikleri taşıyan insanlar neden teşvik ediliyor. İşte bunun yanıtı,
geleceğimizi şekillendirecek yolun taşlarını döşeyecektir. Hiç kimse,
bilgisiz ve yeteneksiz bir doktora muayene olmak istemez, böyle bir
avukata iş vermez, kötü bir usta çalıştırmak istemez, tembel biri ile bir iş
yapmak istemez, ahlaksız bir adam ile birlikte olmak istemez, çıkarcıdan
nefret eder kaçar. Nasıl işlerimizi ehil olanlara yaptırmak istiyorsak,
geleceğimizi de ehil olanlara danışarak kurmamız gerekmez mi? Ancak
durum söylendiği gibi değil, günümüzde, bilmeyenlerin, anlamayanların,
anlayanları ve bilenleri seçtiği bir komisyon ya da jüri oluşturulmuş
mudur? Oluşturulmuştur. Bunun adı iki yüz yıldır, kaba kuvvetle artık
başka ülkeleri sömüremeyen batılı ülkelerin, siyaset yoluyla “ahmak
2

ülkeleri” hissettirmeden sömürmeleri için kullandıkları yol demokrasi


sloganıdır. Açılımı da insan sevgisi. Norveç, İsveç, İsviçre, Amerika,
İtalya, Fransa, gelişmiş olduğu söylenen ülkelerin çoğu, özellikle ilk üçü
gelirlerinin önemli bir kısmını gelişmekte olan ülkelere sattıkları silahlarla
elde ediyorlar. Göz göre göre, yalan ve yanlış beyanla Irak’a girerek yüz
binlerce insanı öldüren, milyonlarcasını evsiz barksız bırakarak göçe
zorlayan, ırza geçen, talan eden Amerika’ya her gün bağlılıklarını
yeniliyorlar. Vietnam’da da böyleydi, Güney Kore’de de böyleydi,
Angola’da da böyleydi, İsrail’de de böyle; nerede demokrasi, insan
hakları?
Kural basit, bir ülkeyi denetim altında tutmak için üst kurup, asker
göndereceğinize, sanki halk iradesi tecelli ediyor gibi davrandırarak,
demokrasi adı altında belirli bir kesimi yönetime getireceksiniz ve bu yolla
ülkeleri denetim altında tutacaksınız. Bakın petrol çıkarıp da, Amerikancı
olmayan bir Müslüman ülkesi biliyor musunuz? Kaynakları olan her
ülkenin durumu böyle. Diretenler oldu mu? Oldu, örneğin, Şili diretti;
yöneticilerini er ya da geç silahlı ya da iç kargaşalıkla alaşağı ettiler.
Büyük patronlar (emperyalist ülkeler), yönetici sıfatıyla yer alan işbirlikçi
marabalar (gelişmekte olan ülkelerin yöneticileri) ve en sonunda da
demokrasi kavramı ile uyutulan ve sömürülen köleler (gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerin halkı) bu tanımın üç temel unsurunu
oluşturmaktadır.
Bu sistemi nasıl ayakta tutabilirsiniz? Kölelere ulufe dağıtarak.
Hangi adla bu ulufeyi dağıtacaksınız? Tabii ki demokrasi demokrasi ve
insani değerlere hizmet diyerek.
Okuma yazma bilmeyen, hayatı boyunca bir kitabı baştan aşağı
okumamış, yaşamı boyunca artı değer üretmemiş yani hiç vergi
numarası almamış, yeşil kart alarak benim kazandıklarıma ve
3

ürettiklerime ortak olmuş, hiçbir katkıda bulunmadan kaidesine uydurarak


sigortalanmış ya da bağ kur emeklisi olmuş, yine ülkesine hiçbir belgeli
katkıda bulunmadan 60 yaşından sonra maaş almış, gelecek kuşakların
kaderini çizecek en önemli bir toplumsal değerlendirmede, yani seçimde,
oyunu, bir kilo pirince, bir torba kömüre, çeyrek altına, tencereye, lastik
ayakkabıya satmış ahlaksız bir kesime sen bütün haklara sahipsin
diyorsun. Böyle bir mantık, üreten, çalışan ve ülkesine değer kazandıran
kesime haksızlıktır. Esas demokrasinin (bugünkü uyduruk demokrasiye
kast etmiyoruz) çiğnenmesi burada başlıyor. Sadece bu nedenle
gerçekçi demokratların, demokrat olma olgunluğuna ulaşmış insanların,
çiğnene çiğnene çürütülmüş bu günkü demokrasi kavramına karşı
çıkması gerekiyor. Aşiret ve cemaat geleneğinden kurtulamamış,
demokrasinin “D”sini bile kullanamayacak insanların sokaklarda
demokrasi havarisi olarak dolaşması bile demokrasimizin iplerinin
kimlerin elinde olduğunu açıkça göstermektedir. İpleri birilerinin elinde
olan insanlar demokrat değil, olsa olsa palyaço ya da gölge (karanlık)
oyunlarının figürleri olurlar. Bu palyaçoları ardına ya da yanına
(desteğini) almış olan yönetimler de, olsa olsa, sirk yöneticileri olurlar.

Yönlendirilmiş demokrasi
Sık sık gündeme gelen bir tartışma var. Bir profesörün oyu ile bir
çobanın oyu aynı mı olmalıdır (esasında burada obje profesör değil, iyi
eğitilmiş insandır)? Esasında sorunun cevabı bizatihi sorunun içinde
gizlidir. İnsanlar neden bu kadar yükün altına girerek çocuklarını profesör
yapmak isterler (evrensel tanıma uygun atanmış profesör)? Bu unvanı
alanların daha bilgili olduğu, daha analitik düşünme yetisini kazandığı, bir
sorun karşısında daha kolay çıkış yolu bulabildiği, kural olarak daha
ahlaklı, seciyeli, güvenilir, düşüncesini çıkar beklemeden bildiği şekilde
4

söyleyebildiği ve buna benzer nitelikleri nedeniyle isterler. O zaman bunu


geleceğiniz açısından değerlendirmenin ne sakıncası olabilir? Bu
paragrafı daha net bir anlatıma sokmak istersek: Bir sorununuz olduğu
zaman karşınızda bir profesör ve bir de bir eğitilmemiş bir insan varsa
(lafın gelişi çoban denmiş; bu kelimeyi kullandığım için kendini çoban
diye tanımlayan insanlardan özür diliyorum), -kural olarak doğru karar
verebilmek için- sorununuzu kime açarsınız, kimden fikir almaya
kalkışırsınız, kime danışırsınız? Demokrasi birilerine danışmadır. Benim
için hepsi aynı değerde diyorsanız ya armutla elmayı ayıramıyorsunuz ya
da gizli (bu halkı kullanarak ikbal sağlama gibi) niyetleriniz var demektir.
Ancak nitelikli analizlere gidildiğinde (yani demokrasinin kurulması
nitelikli insanların kararlarıyla olduğunda) niteliksiz insanların yönetimi
gelmesi söz konusu olamayacağından, figan-feryat bu nedenle
kopmaktadır. Çünkü niteliksiz adamların yolu –halkın oyu ile-
kapanacaktır. Bunu gizlemenin yolu da: Halkımızı niye
küçümsüyorsunuz? Bu halk doğru yolu bulur? Gibi birkaç klasik cümle
olacaktır. Kimse şunu düşünmüyor: Dünyada eğitim düzeyi düşük olan
hiçbir ülkede demokrasi rayına oturmuyor; sürekli çalkantı içindeler; buna
karşılık eğitim düzeyi yüksek ülkelerde bu sorun pek az yaşanıyor ya da
yaşanmıyor. Bunun tek bir istisnası bulunmamaktadır. O zaman
demokrasi ile eğitilmiş insan arasındaki bağıntıyı daha kolay
kurabilirsiniz. Bütün bu anlatımdan sonra, sis perdesini kaldırırsak,
kavram olarak herkesin tartışmasız kabul etmesi gereken –halkın bilinçli
onayına dayalı- gerçek demokrasi, sömürü güçlerinin dayatması, çıkarcı
kesimlerin ayak oyunları, aydın geçinen kesimin aymazlığı ve işbirliği ile
sömürü düzeninin yasalara uydurulmuş şekline dönüşmüştür. Dünyadaki
demokrasinin büyük bir kısmı –belli ki- dayatma demokrasidir. Kimse bu
yemeği pişirdiğini ileri sürmesin; pişmiş ve önünüze sürülmüş olan
5

yemeği yemek zorunda olduğunuzu anladığınız gün, gerçek demokrasiyi


aramanın peşine düşeceksiniz…
10.02.2010 tarihinde, saat 17.00’de Haber Türk televizyonunda
geçmişe damgasını vurmuş önemli siyasetçilerimizden Korkut Özal ile
yapılan bir söyleşi, özünde demokrasimizin niteliği konusunda önemli
ipuçları vermiştir. Mülakatı yapan, Korkut Özal’a şöyle bir soru soruyor:
Yıllarca önce kurduğunuz Birlik Vakfında, Türkiye’ye dünya
görüşleriniz doğrultusunda lider yetiştirmek üzere sırasıyla, Aydın
Menderes, Cemil Çiçek, Turgut Özal, Korkut Özal, Tayip Erdoğan’ın
yanısıra bugün hemen hemen hepsi işbaşında olan (örneğin Sosyal
Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer) çok sayıda yönetici yetiştirdiniz. Bu
vakfın haddesinden geçmiş hemen herkes parlamentoya taşındı.
Korkut Özal, gerçekten bu Birlik Vakfı’nın çok önemli işler başardığını ve
çok kişiyi yetiştirdiğini onayladı. Doğal olarak hedefe ulaşmak için büyük
bir olasılıkla yurtiçi ve yurtdışı, olabilecek tüm özel ilişkiler de kuruldu. Bu
konuşmayı dinledikten sonra, acaba kim kalkıp da bugünkü siyasileri
halk seçti diyebilir? Halk bu insanları seçmedi; birileri demokrasi
düzmecesi ile bir listeyi halkın eline tutuşturdu. Bugün parlamentoyu
dolduran milletin vekilleri, eğer bakmayı ve görmeyi beceriyorsanız,
benim değil, muhalefetiyle ve iktidarıyla parti başkanlarının seçtikleridir
(bazı partilerin kadrosunun büyük bir kısmının 30 yıllık kemikleşmiş
oyunculardan oluştuğunu görmemezlikten gelemeyiz). Ben sadece
işlemin demokrasiye uyduğu izlenimini vermek için kullanılan aptal bir
oyuncuyum. Hâlbuki demokrasi aptal insanların değil; akıllı, eğitilmiş,
bilgili ve ahlaklı insanların söz sahibi olduğu idare şeklidir. 16.02.2010
tarihinde yapılan bir açıklamada, şu anda yaklaşık 500 milletvekilimizin –
dokunulmazlıktan dolayı dondurulmuş; herhalde belirli bir süre sonra
zaman aşımına uğrayacak- çoğu, yolsuzluk, rüşvet, taciz, sahtecilik,
6

dolandırıcılık, kaçakçılık ve benzer suçlara ilişkin 680 dava dosyası


bulunmaktaymış.

İlk olarak -birey olarak- demokrat olacaksınız


Bir ülkenin insanlarının tümünün beklenen düzeyde demokratik
davranış biçimini özümsemiş insanlardan oluşmasını beklemek hayaldir
ve zordur. Ancak bu yolda atılacak adımlar, gelecekte beklenin gerçek
demokrasinin yerleşmesi için bir ışık olabilir. Bütün bunlar zor işler de
değildir. Eğer ahlaklı bir yönetim anlayışına sahipseniz, örneğin,
öncelikle yeşil kart kullanıp da hacca gidenlere (dinimiz maddi durumu iyi
olmayanların hacca gitmesine izin vermemektedir; hele başkasının alın
terini sömürerek gideceklere asla izin veremez) ya da yurt dışı turistik
gezi turlarına çıkanlara pasaport vermeyiniz. Bu demokratik bir hakkın
önlenmesi değil, bir toplumun ahlaklı olması için devlet tarafından
düzenlenmesi gereken bir uygulama olacaktır. Yönetim tam aksini
yapıyor, alabildiğince yeşil kart uygulamasını genişletiyor, elektrik su
parasından indirim yaparak çocuk yapımını teşvik ediyor, çocuk başına
maaş dağıtıyor (yanılmıyorsam Doğu Anadolu’da çocuk başına 75 YTL);
10 çocuk yapanın çalışmasına gerek kalmıyor. Zaten stratejisi sadece
üremek ve devletten ne koparırsam kardır zihniyeti ile yaşayan böyle bir
kesimin, uygar bir insanın gerek duyduğu nesnelere ayırması gereken bir
bütçesi olmadığı için, yaşam bu kesim için bu ulufe ile kolaylaşmış ve bu
utanç verici uygulama, onuru ile çalışan ve devletine destek veren kesim
için de kâbus olmuştur. Son zamanlarda Alevi açılımı ile başka bir oyun
sahneye kondu. Bu ülkede inancı gereği imam hizmeti almayan
neredeyse 20-30 milyon insan var. Bunlar da bizim birinci sınıf insanımız
ve vatandaşımız. Demokrasiye ya da insan haklarına inanıyorsanız, hele
bu duyguları dini inançlarınız ile pekiştirdiğinizi düşünüyorsanız,
7

yapacağınız en etkili adım, “kim hizmet alıyorsa, bedelini o öder evrensel


yaklaşımından” yola çıkarak, diyanette çalışan 100.000 kişinin ücretlerini
ve belirli bir inanca hizmet götüren tüm harcamaları, sadece bu hizmeti
alan kişilerden karşılama yoluna gitmenizdir. Çünkü bu harcama küçük
bir miktar değil, neredeyse hizmet götüren çok sayıda bakanlığın
bütçelerinin toplamından daha fazla bir rakamdır. Hiçbir tartışmaya bile
girmeden herkesin kabul edebileceği böyle bir durumu –demokrat
anlayışınızla- niye düzeltme yoluna gitmiyorsunuz? Çünkü
demokrasimizin bel kemiği yandaş dediğimiz tuğlalardan örülü de ondan.
Bilmem ne partisinin bel kemiği bölücülerden, bilmem ne partisinin bel
kemiği cemaatlerden, bilmem ne partisinin bel kemiği ırkçılardan, bilmem
ne partisinin bel kemiği bilmem ne eğilimindeki insanlardan oluşmuş ise
ve bu kesimlerin dünya görüşleri gerçek demokrasi tanımı içinde yer
almıyorsa, sizin demokrasiniz kukla demokrasidir.
Pek ala bunu yöneticiler bilmiyor mu? Tabii ki biliyorlar? Ancak,
yandaşlara olanakların sunulması ve köklerinin suya ulaşması için,
silahsız ve nizasız devlet yönetiminin ele geçirilmesi gerekir. Dünyadan
haberi olan gerçek olarak eğitilmiş insanların istekleri de fazladır, ikna
edilmeleri de zordur; çünkü deneyimleri ve eğitimleri gereği, her şeyi
analiz edeceklerdir. Sürü güdümlemesi bu kesimde kolay kolay
gerçekleşememektedir. O zaman sloganınız açık olacaktır, bu niteliksiz
kesimlere daha çok –göstermelik- demokrasi vaat edeceksiniz. Esasında
bu kesimlerin demokrasiden anladıkları çoğunluk, devlet olanaklarından
–çalışmadan- daha çok pay almadır; niteliksiz çocuklarını devlette işe
koymadır, bedel ödemeden sağlık hizmetlerinden yararlanmadır; devlet
arazilerine kurdukları gecekondularına seçim döneminde tapu almadır;
kullandığı kaçak elektrik ve suya karışılmamasıdır; birikmiş banka ve
vergi borçlarının silinmesidir. Türkiye’de daha fazla demokrasi isteği,
Türkiye’nin batısından doğusuna doğru gittikçe artmakta; kaçak su ve
8

elektrik kullanma, devletten parazit gibi geçinme, cemaat ve ırkçılık ne


hikmetse aynı şekilde batıdan doğuya doğru paralel bir yükseliş
göstermektedir. Esasında bizim demokrasimizin profili bu. Politikacılar
yalan söyler; ancak rakamlar yalan söylemez.
Şimdi ülkemizden bir örnek verelim, başörtüsü haricinde, Allah
Aşkına, sivil anayasa diye hazırlanan anayasadaki hangi –demokratik
hak- fazladan bu halk tarafından kullanılacaktır. Hak dediğiniz
maddelerin birçoğu, belki de, batıda tezgâhlanan, bölünmeye,
parçalanmaya götürecek gruplara rahatlık sağlayacak planın birer
parçası olacaktır. Yaşayanlar doğal olarak bu yorumun doğru olup
olmadığını görecekler. Partisinin içinde bile demokratik düzenlemeyi
sağlayamayanların, ülkede demokratik düzenlemeyi
gerçekleştirebileceğine inanıyor musunuz? Türk siyasi partiler tarihi, parti
başkanının düşüncesine körü körüne katılmayanların (karşı koyma çok
daha onurlu bir atılım olduğu için bu davranış kast edilmemiştir) partiden
ihracı ile yazılmıştır. Hâlbuki demokrasi en yetkisiz ve güçsüz insanın
bile temel haklar söz konusu olunca, en güçlü ve yetkili insan ve kurum
karşısında eşit savunma gücünü sahip olmasının sağlanmasıdır.

Demokrasinin vazgeçilmezleri
Demokratik bir idare şekli, halkın oyun nasıl tecelli etmişse etmiş
olsun, önce hukukun üstün olduğu bir idare olmalıdır. Aksi taktirde
çoğunluğun azınlığa baskısı söz konusu olacaktır. Gel gelelim ki,
yönetimin en başında bulunan biri, 18.02.2010 tarihinde, bu ülke
yargıçlar devleti olmuştur gibi garip –kendi mantığı ile aşağılayıcı- bir
ifade kullanmıştır. Yargıç, görevi gereği yasaları bağımsız olarak
kullanan ve bir anlamda uygulayan kişi demektir; yargıçsız yasa
uygulaması olamaz. Demokrat olmak için, önce, aldığınız oy ne olursa
9

olsun, önce, yasalara ve dolayısıyla yargıçların kararına bağlı olmayı


içinize sindireceksiniz. Siyasi partilere göre demokrasi olmaz.
Eflatun (Plato) Devleti (daha sonra bu konuda size bilgi iletilecektir)
hiçbir zaman yürürlüğe konamadı. Çünkü herkesi bağlayan yazılı bir
yasa yapılamadı da ondan. Böyle bir yasa en yetkiliyi de bağlayacaktı.
Ne zaman ki demokratik kuralları kapsayan yazılı yasalar yürürlüğe girdi;
demokratik yönetimler de –eksiğiyle de olsa- gerçekleşmeye başladı.
Demokrasinin arzulanan şekilde gerçekleşmesi için iki önemli olmazsa
olması vardır.
1. Herkesi bağlayan, sınırlayan, hakkını koruyan gerekli yasal

düzenleme. Böyle bir idare şeklinde hiç kimse kalkıp, bu yasaları


görmemezlikten gelemez. Ancak değiştirilmesi için önerilerde
bulunabilir. Bu ülkede yasalar varsa, en yetkililerin kalkıp, bu
ülke yargıçlar devleti olmuştur demeye hakkı olamaz. Eğer
verilen karar gerçekten hukuka aykırı ise uygulama; örneğin
Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun kararını uygulamıyorum
de. Eğer –yasalara aykırı olduğunu bile bile- onların dediğini
uyguluyorsan ya sen yönetimde değilsin ya da halkı
söylemlerinle aldatıyorsun demektir. Bu yetkililerin bir şeyi
demokratik devlet düzeninde öğrenmesi gerekiyor: Bir yasa
yanlış, eksik olsa bile değiştirilinceye kadar herkes uymak
zorundadır. Ayağına basıldığında yasaları kötüleme, en basit bir
tanımla basiretsizliktir. Devletin en başındakiler bile kendilerinin
beğenmediği bir karar çıktığında, sıcağı sıcağına yasaların
değiştirilmesini ya da reformu gündeme getirmelerini doğrusu
gelişmiş bir demokrasi ya da devlet adamlığı ile bağdaştırmak
mümkün değildir. Sonuç olarak demokrasi bir yasalar
yönetimidir; yönetimleri, kişileri ve makamları bağlayan bir dizi
kuralın ayrıcasız uygulandığı sistemin adadır.
10

2. Ancak kuralları koymayla bir demokrasi sisteminin işleyiş


biçimini yasal olarak belirleyebilirsiniz. Ancak, demokrasinin bir
de kalitesi söz konusudur. İşte kaliteyi, bu yasaların yanı sıra, en
çok seçmenin niteliği ve bunun uzantısı olan yönetimin kalitesi
belirler. Birçok ülkede benzer demokratik yasalar olmasına
karşın, uygulamalar ve sonuçlar farklı olmuştur. Niye? Çünkü
seçmenin kalitesi farklı da ondan. Niteliksiz bir seçmenin
belirleyeceği yönetim, seçicinin kalitesi ile ilgili olduğu için, birçok
ülkede demokratik yönetim biçimi zaman zaman çıkmaza
girmektedir. Bu yazının özü, bir önceki paragrafta yer alan yasal
düzenlemeler ile ilgili değil; bu paragrafta yer alan seçmenin
niteliği ile ilgili bir yazıdır. Birincinin kuralları hemen hemen
belirlenmiş, eksiği ve fazlası ile yasal düzenlemeler yapılmış;
ancak demokrasinin niteliğini belirleyecek insan niteliği ile ilgili
düzenlemeye hiçbir ülke ve yönetim yanaşamamıştır. Bu
nedenle de dünyanın hiçbir ülkesinde gerçek demokratik
düzen kurulamamıştır.

Gerçek demokrasi niye kurulamıyor?


Bu ülkenin seçtiği insanların kararı önemlidir derseniz; o zaman
imza attığınız ve ilkelerini kabul ettiğiniz, bizim hukukun üstüne
oturtulmuş uluslararası hukukun yaptırımcı kurallarını nasıl
açıklayacaksınız? Çünkü bu ilkelerin uygulanmasında, dayandığınız oy
yandaşlarınızın hiçbir onayı bulunmamaktadır. Demek ki yasaların
konması ve uygulanması her zaman oy çoğunluğu ve halkın onayı ile
olmuyor.
Demokrasi sloganı ile yukarıda nitelikleri (daha doğru bir terimle
niteliksizlikleri) sayılan kesim, en ucuz, en kestirme ve en etkili şekilde
11

denetim altında tutulmalıdır. Bunun için hedef kesim biraz önce


saydığımız okuma yazma bilmeyen, hayatı boyunca bir kitabı baştan
aşağı okumamış, yaşamı boyunca artı değer üretmemiş yani hiç vergi
numarası almamış, yeşil kart alarak benim kazandıklarıma ve
ürettiklerime ortak olmuş, hiçbir katkıda bulunmadan kitabına uydurarak
sigortalanmış ya da bağ kur emeklisi olmuş, yine hiçbir belgeli katkıda
bulunmadan 60 yaşından sonra maaş almış, ortaya atanların bile tam
tanımlayamadıkları laiklik-dindarlık tartışmasına çekilerek tam bir köle
durumuna sokulmuştur. İşte bu kesim, çocuklarımızın ve bizim
geleceğimizi belirlemektedir, belirleyecektir. Bilmeyenlerin bilenleri
seçtiğine inanılan bir sistem. Biyolojide bir kural vardır: Bir ortamda
olanaklar azalmaya başlayınca, rakip kitleler arasında gerçek yarışma ve
çatışma başlar. Canlılar dünyasında demokrasi yoktur. Hakça paylaşım
da yoktur. Gücü yeten alır; gücünü geliştiren ayakta kalır. Ancak sosyal
evrimleşme demokrasiyi dünya tarihine ilk defa sokmuştur. Yönetim
tarihine baktığımızda, çok yakın zamana kadar –gerçek demokrasi
kavramı tarifleninceye kadar- birileri üretmiş, diğerleri artı değeri
sömürmüştür. Böyle gitmeyeceğini gören bazı ülkeler, nimetlerle
külfetlerin aynı kişilere paylaşılması için yeni bir düzen ortaya
koymuşlardır ve adına da demokrasi demişlerdir. Ahlaki değeri olan
herkesin benimseyeceği bir düzen. Gel gelelim ki, ahlaksız bir kesim bu
kavramı kalkan yaparak, birilerinin alın terini, düzenbaz ve yalaka, hiçbir
insani değeri olmayan kesime peşkeş çekerek yanına çekip, demokrasi
demokrasi sloganları ile uyutup, gemisini yürütme çabasındadır.
Demokrasi elma ile armudu birbirinden ayırabilen insanların rejimidir;
herkesi aynı torbaya koyan bir anlayış, ahlaksızlaştırılmış demokrasidir.

Dış politikasını özgürce belirleyemeyen ülkelerin demokrasileri de


güdümlü olacaktır
12

Dış politikasını özgürce belirleyemeyen bir ülkenin, halkına


demokrasiyi getirdiğini ya da getireceğini söylemesi kadar aptalca bir
yaklaşım olamaz. Bir ülke komşuları ile ilişkisini başka bir ülkenin
yönlendirmeleri ile düzenlemeye kalkışmış ise (söz gelimi Yunanistan,
Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Suriye, Irak ve Rusya), ekonomisine
yön vermeyi bir ülkenin güdümündeki bir kurumun patronajlığına terk
etmiş ise, silahlı kuvvetlerinin en stratejik araçları bir ülkenin teknolojik
gücüne bağlanmış ise, anlaşmalarla eğitiminizden silahlı kuvvetlerinize
kadar birçok önemli kurumunuzun yönlendirilmesi bazı ülkelerin etkisine
anlaşmalarla açık hale getirilmiş ise, birçok parti başkanınızın bu
ülkelerle çok sıkı ilişkileri sürekli gündemde iken, halkın oyu ile
demokrasiyi yaşatacağız sloganının ne anlamı olur? Kafanızı kaldırıp
dünyaya bakın, halkın oyu ile gelen, ancak dünya patronunu dikleşen
çok sayıda hükümet yerle yeksan oldu; emirliklerle, krallıklarla, askeri
darbelerle bir ülkeye egemen olan idareler –büyük patrona biat etmek
kaydıyla- gül gibi yaşatıldılar. Hazırlanmaya çalışılan yeni anayasa
taslağımızın ülkemizden önce Amerika’da tartışmaya açılmasının nedeni
de budur. Pek ala demokrasi bunun neresinde? Belli ki egemen gücün
dudakları arasında.

Demirel, AGİT Zirvesi dolayısıyla, 1975'te imzaladığı Helsinki Nihai Senedi'ni hatırlıyor ve Yalçın
Doğan'a aynen şunları söylüyor: "Helsinki Senedi'nin 7'nci maddesi temel hak ve özgürlüklerle ilgilidir.
Daha sonra Kissinger bana bu maddeyi gösterdi ve 'Biz Sovyetler Birliği'ni bununla yıktık'
dedi." Bugün, Helsinki Senedi'ni imzalayıp da görevde olan hiç kimse kalmadı. Batı amacına böylece
ulaştı.

Dünyada tarım ve yerleşim alanlarının, enerji ve su kaynaklarının


azaldığı bir süreçte, akşam sabah ayet okuyan, elindeki birikmiş birkaç
kuruşu haç ve kurban ile harcayan, hiç düşünmeden çocuk yapan ve
bunun için durmadan devletten yardım talep eden, çok küçük çıkarları
için onurunu (oyunu) satan, toplumun gerçek yapısını görmekten uzak
13

entel ya da aydın diye geçine asalaklara ve kirli çıkarları için bu duyguları


ve kitleleri sürekli istismar eden yöneticilere, satılmış basına ve saltık
yazarlara sahip toplumların, bu çatışmadan ve kavgadan esenlikle
çıkabileceğini düşünüyor musunuz? Cevabınız evet ise: Hiç durmayın
terörizm ve kaba kuvvetle kısa sürelerle nelerin nasıl elde edilebildiğini
öğreten kitapları okumaya başlayın. Gelecekte size gerekli olacak…
Saygılarımla

Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi

Sunuş Yazısı
Sevgili Kardeşlerim
Her gün yükselen demokrasi tartışması ve istekleri acaba neyi
amaçlıyor ve hangi gerçek ihtiyaçtan doğuyor? Demokrasi bir sömürü
aracı olabilir mi? Sömürü aracına dönüştürülebilir mi? Seviyesizleştirilmiş
bir demokrasinin görünümü nasıl anlaşılır?
Yaşadıklarımızı ve yaşayacaklarımızı tarafsız bir gözle incelemeye
zamanınız varsa, buyurun okumaya…
Bundan böyle yazı almak istemezseniz, lütfen bu e-mail adresine
bilgi veriniz (boş bir ileti de olabilir).

You might also like