You are on page 1of 32

E. P.

Thompson’un Ahlak Ekonomisi


Kavramý Üzerine*

Özgür BALKILIÇ1

Giriþ

“Tanrý hakký için Horatio, üç yýldýr dikkat ediyorum da


öyle bilgiçleþti ki insanlar, köylünün ayaðý saraylýnýn
topuðuna ulaþtý, nasýrýný acýtmaya baþladý.”

William Shakespeare, Hamlet, V. Perde, I. Sahne, s. 193.

Edward Palmer Thompson bütün hayatý boyunca iþçi sýnýfýnýn geleneklerini,


adetlerini, iþçi sýnýfý edimlerinin arkasýnda yatan nedenleri anlamak için tarihin
unutulmuþ ve karanlýk maðaralarýndan kurtarmaya çalýþtý. O, her zaman büyük
salonlarý kazananlarýn ya da egemen sýnýflarýn yazýlý metinleri tarafýndan doldurulmuþ
tarihi alt sýnýflarýn düþüncelerine, zihinlerine girmek üzere kurcaladý. Thompson’a
göre, anlamlý ve insanlara hitap edebilen bir sosyalist strateji iþçi sýnýfýnýn kültürel
öðeleriyle bir rezonans kurularak tanýmlanabilir ve pratiðe geçirilebilirdi. Bu anlamda,
o bu öðeleri kendi tarihsel baðlamlarýna yerleþtirmeye ve iþçi sýnýfýnýn davranýþlarýnýn
tarihsel sürecin sahne arkasýnda yatan mantýðýný ve sebeplerini bulmaya çalýþtý.

Thompson iþçi sýnýfýnýn varlýðýnýn sadece yapýsal koþullarla açýklanmasýna hep


karþý çýktý; bu oluþum endüstriyel kapitalizmin kurulmasýna ya da endüstrinin
*
Bu yazýnýn ortaya çýkmasýnda önerileriyle beni destekleyen Ferdan Ergut’a ve çeviri konusunda
yardýmlarýyla Ferdan Ergut, Nesim Þeker ve Burhanettin Mert Angýlý’ya teþekkürü borç bilirim.
1
Orta Doðu Teknik Üniversitesi, Tarih Bölümü Doktora Öðrencisi.

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 117


geliþtirilmesine indirgenemez bir olguydu. Ýþçi sýnýfýnýn kurulmasýnda kendi
gelenekleri, adetleri, alýþkanlýklarý ya da deneyimleri vazgeçilmez bir role sahipti; bir
baþka deyiþle, bir toplumsal formasyonda iþçi sýnýfýnýn varlýðýný açýklamada öznel
boyutlar göz ardý edilemezdi. Bu sebeple, Thompson’a göre, iþçi sýnýfýnýn kültürel
öðelerini anlamak için tarihçiler endüstri öncesi toplumlara bakmak durumundadýrlar.
Ahlak ekonomisi kavramý böylesi bir çerçevede önem kazanýr; bu kavram, tarihçilere
kýrsal alan ve kilise temelli yerel yönetim birimlerinde (parish)2 vuku bulan soylu ve
avam arasýndaki iliþkinin doðasýný ya da þehirlerde alt ve üst sýnýflar arasýndaki
iliþkiyi açýklama þansý verir. Bu iliþki tarzlarý Thompson için kritiktir zira, O’nun için
endüstri öncesi dönemlerin iþçi sýnýfýnýn endüstriyel toplumlarýn iþçi sýnýfýna miras
olarak kalan gelenekleri, alýþkanlýklarý ve bilinci böylesi iliþki tarzlarýnýn doðasý
tarafýndan çerçevelenir.

Bu çalýþmada ben E. P. Thompson’un ünlü “18. yy’da Ýngiliz Kalabalýklarýnýn


Ahlak Ekonomisi (The Moral Economy of the English Crowd in the Eighteenth
Century)” metnini kullanarak, O’nun ahlak ekonomisi kavramýna bakmaya çalýþtým.
Bu baðlamda, ilk önce Thompson’un ahlak ekonomisi kavramýný kullanmasýnýn
arkasýnda yatan sebepleri anlamak üzere kendisinin sýnýfý tanýmlamasýna baktým.
Daha sonra, ahlak ekonomisi kavramýnýn önemli boyutlarýna ve Thompson’a bu
kavram üzerinden yöneltilen eleþtirileri aktarmaya çalýþtým. Son olarak, bu meþhur
kavramýn J. C. Scott ve ahlak ekonomisi yaklaþýmýnýn E. M. Wolf tarafýndan köylü
toplumlarýný ve bu toplumlarda gerçekleþen ayaklanmalarý anlamak üzere
kullanýþlarýný ve onlara yöneltilen bazý eleþtirilere bir göz attým.

E. P. Thompson’un Sýnýf Tanýmý

“Tarihsel bilginin öznesi, mücadele içindeki ezilen sýnýfýn kendisidir.”


Walter Benjamin, Tarih Kavramý Üzerine in his Son Bakýþta Aþk, s.43.

Þüphesiz, E. P. Thompson’un en büyük kavgalarýndan biri Marksist yapýsalcý


okulu destekleyenlerle ve bu okulun en meþhur figürü olan Althusser’le olmuþtur.
Thompson, Althusser’in çalýþmalarýnda tarihsicilik (historisizm) ve tarihsel
materyalizmin, tarihsel materyalizmin geliþimini çürümüþ, çökmüþ bir epistemolojik
anlayýþa, yani ampirisizme dayandýðýný savunarak ortadan kaldýrmaya çalýþtýðýný söyler
(1994: 37 ve 39). Althusser ile olan tartýþmasýnda, tarihsel gerçekliklerin tarihsel
bilgiden farklý olduðu için, tarihçilerin tarihsel bilgiye ulaþabileceðini savunur ve
Althusser’e karþý tarihsel bilginin sadece teorinin bir üretimi olmadýðýný söyler. O,

2
Bu kavramýn Türkçe’ye doðru çevrilmesinde beni uyardýðý için Metin Özuðurlu’ya buradan teþekkürü
borç bilirim.

118 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


Althusser’i yönteminde kavramlarýn ve kategorilerin toplumsal varlýklar üzerinde
kesin belirleyiciliði olduðunu savunmakla suçlar, buna karþýn Thompson için tarihsel
gerçeklikler veya olgular teorinin sýnýrlarýný dayatýrlar; bir baþka deyiþle, Thompson’un
analojisini kullanacak olursak, bir taraftan keresteci kendi aletlerini, becerilerini vs.
bir aðaçtan masa yapmak üzere kullanýrken, diðer taraftan bir aðaç kendi özelliklerini,
kendi mantýðýný keresteciye dayatýr, kerestecinin ne yapabileceðinin sýnýrlarýný çizer
(1994: 55-65).

Yöntemsel problemler kadar sýnýf tanýmýnda da Althusser ve Thompson


arasýndaki anlaþmazlýk kritiktir. Daha doðrusu, söz konusu anlaþmazlýk tarihsel bilgi
ve gerçeklik arasýndaki iliþkinin doðasý üzerine olan kavgadan beslenir. Thompson’a
göre, Althusser’in yapýsalcýlýðý iþçi sýnýfýnýn oluþumunda öznenin eylemi tarafýndan
doldurulabilecek hiçbir boþluk býrakmaz (1994: 163). Bir baþka, deyiþle, Althusser’in
yönteminde özneler yapýlar tarafýndan kendilerine verilen rolü taþýyanlar olarak
görülür. Althusser için, tarihsel süreçte bireyin rolü yoktur. Dahasý, bu metot sýnýf
oluþumunu sadece özel bir üretim tarzýnýn sonucu olarak görerek bu oluþumu bir
uðrakta dondurur; bir baþka deyiþle, yapýsalcý metot kendi mantýðýný yukarýda
bahsedilenlere paralel bir þekilde tarihsel formasyonlara dayatýr, yapýsalcý teori
tarihsel süreçte toplumsal varlýklar ve sýnýflarýn eylemi için hiçbir alan býrakmaz
(Thompson, 1994: 164-165).

Thompson için, tam anlamýyla yapý tarafýndan belirlenemeyen deneyim kavramý


sýnýf oluþumlarýný anlamak için önemlidir. Ýþçi sýnýfý sadece üretim biçimi tarafýndan
üretilmez; bu sýnýf tarihsel ve gerçekten varolan iliþkiler aracýlýðýyla da kendi kendisini
üretir. O, sýnýfý eylem ve bilincin birleþtiði bir tarihsel fenomen olarak görür. Bu
baðlamda, sýnýf bir yapýya hatta bir kategoriye bile indirgenemez. Dolayýsýyla, sýnýf
kavramý tarihsel iliþkiler kavramýný gerektirir ve bu kavram gerçek baðlamlarda ve
insan iliþkilerinde somutlanmalýdýr. O’nun için, bazý insanlar ortak deneyimlerinin
sonucu olarak kendilerinden farklý ve kendilerine karþýt olanlarýn çýkarlarýna karþý
ortak çýkarlarýný hissetmeye ve dillendirmeye baþladýklarý zaman, biz tam da bu
aþamada sýnýf oluþumundan bahsedebiliriz. Bu anlamda, bilinci ve deneyimi, sýnýf
deneyiminin üretim iliþkileri tarafýndan belirlendiðini, sýnýf bilincinin3 ise geleneklerde,
deðer sistemlerinde, düþüncelerde ve kurumlarda somutlanan bu deneyimlerin kültürel
ifadesi olduðunu söyleyerek ayýrýr (Thompson, 2004: 39-40). Sonuçta, Wood’un
belirttiði gibi, Thompson’un görüþlerinde deneyim kavramý tarihsel özellikleri, üretim
iliþkileri ve sýnýf arasýndaki iliþkilere taþýyan bir roldedir (2001: 108).

3
Bu anlamda Steinberg de sýnýf bilincinin sýnýf mücadelesi içinde yer alan aktörler tarafýndan bizzat
yaratýldýðýný söyler (1991: 176).

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 119


Bir baþka deyiþle, iþçi sýnýfýnýn oluþumunda Thompson için önemli olan nokta, iþ
süreçlerinde sýnýfýn sömürüyü nasýl deneyimlediðidir. Sýkýcý ve basit istatistiki veriler
bu deneyimi anlamak için yeterli deðildir; mesela, istatistiki veriler tek baþlarýna
bize iþçi sýnýfýnýn sömürüyü, endüstrinin geliþmesini veya iþ süreçlerinin kendisini
nasýl deneyimlediðini veremeyeceklerinden, iþçi sýnýfýnýn mutluluðu ya da hayat
koþullarý salt böylesi verilere dayanarak açýklanamaz (Thompson, 2004: 266-267).
Thompson’a göre, Ýngiltere örneðinde 1790 ve 1832 yýllarý arasýnda endüstriyel
kapitalizmin koþullarý altýnda sömürünün yoðunlaþmasý ve endüstriyel hayatýn yeni
formlarý vuku bulmuþtur. Bu faktörler geleneksel emek biçim ciddi þekilde etkilemiþ
ve bunlarý yeni biçimler ile ikame etmiþtir. Wood’un dediði gibi, Thompson, sadece
teknolojik geliþme üzerinde odaklanmaz; O’nun asýl ilgilendiði þey üretim iliþkilerinde
ve sýnýf sömürüsü süreçlerinde gerçekleþen olaylardýr (2001: 103). Bu periyotta,
Ýngiliz iþçi sýnýfýnýn oluþumu iki geliþme sonucu gerçekleþir. Ýlk olarak, bu oluþum
sýnýf bilincinde ortaya çýkar; bu çalýþan insanlar arasýndaki bir özdeþlik kadar diðer
sýnýflarýn çýkarlarýna karþý da bir özdeþliðe iþaret eder. Ýkincisi, Thompson mevzu
bahis periyotta politik ve endüstriyel koþullar altýnda uygun örgütsel biçimlerin ortaya
çýktýðýný savunur. 1832 yýlýna gelindiðinde, Thompson’a göre, kendi bilincine sahip
ve saðlam temellere dayanan iþçi sýnýfý kurumlarý, iþçi sýnýfýnýn entelektüel bir
geleneði, bir iþçi sýnýfý duygu yapýsý ve iþçi sýnýfý eylemlerinin belirli bir çizgisi vardýr
(2004: 249).

Thompson’un Sýnýf Kuramýna Eleþtiriler


“Ýmparator Sezar ölüp de alçýya dönünce,
Týkaç olur belki bir deliðe, rüzgarý kessin diye;
Dünyaya diz çöktüren þu topraða bakýn,
Duvara sývanmýþ harç þimdi poyraza karþý kýþýn.”
William Shakespeare, Hamlet, V. Perde, I. Sahne, s.196.

Yukarýda bahsedildiði gibi, Thompson, statik, donmuþ ve yapýsal sýnýf


tanýmlamalarýna, mesela Cohen’in yaptýðý gibi, karþýdýr. Cohen için, sýnýf neredeyse
matematiksel bir kesinlikle yapýsal koþullara dayanarak tanýmlanabilir (Cohen, 2000:
75). Wood, Cohen’in Thompson’u sýnýfýn yapýsal tanýmlamalarýný ortadan kaldýrmakla
suçladýðýný söyler Benzer þekilde, Perry Anderson’a göre, Thompson’un sýnýf tanýmý
iradecilik ve öznelcilikle yüklüdür (Wood, 2001: 94). Yine ayný minvalde, Stuart Hall
Thompson’un Marx’ýn meþhur kendi için sýnýf ve kendinde sýnýf farklýlaþtýrmasýný
birbirine karýþtýrdýðýný savunur (Hall, 1981: 384). Fakat, Wood’un söylediði gibi,
Thompson’a göre üretim iliþkileri insanlarý nesnel sýnýf pozisyonlarýna koymayý ihmal
etmez ve böylesi nesnel pozisyonlar sadece mücadelenin koþullarýný yaratýrlar ama
kendisini deðil (Wood, 2001: 95-96). Bu baðlamda, Thompson, Raymond Williams’ýn

120 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


yaptýðý gibi, belirleme kavramýný basýnç uygulama, sýnýrlarý koyma anlamýnda kullanýr4.
Thompson’un sözleriyle: “Sýnýf oluþumlarý belirlenmenin ve kendi eylemliliðinin (self-
activity) kesiþmesinden doðar” (akt. Steinberg, 1991: 75). Thompson’a göre insanlar
deneyimledikçe ve sömürü süreçlerinin içinde bulundukça böylesi nesnel
pozisyonlardan sýnýf formasyonlarý doðar. Bu anlamda, sýnýfýn üretim iliþkilerindeki
objektif pozisyonu bir son noktasý deðil, tam tersine bir baþlangýç noktasýdýr.
Dolayýsýyla Thompson’un sýnýf tanýmý bir ana deðil, tarihsel bir sürece iþaret eder.
Wood’a göre, Perry Anderson’un suçlamasýnýn aksine, Thompson’un sýnýf analizinin
önemi þudur ki, bu taným bize, sýnýf bilincinin yokluðunda bile sýnýfýn eylemlerini
belirleme ve açýklama þansýný verir (2001: 94).
Thompson’un sýnýf tanýmýna bir baþka önemli eleþtiri de Eric Hobsbawm
tarafýndan getirilmiþtir. Fakat, Cohen’in, Hall’un ve Anderson’un yöntemsel
eleþtirilerinden farklý olarak, Hobsbawm, Thompson’un Ýngiliz iþçi sýnýfýnýn oluþumunu
açýklamasýnda, periyodik anlamda bir uygunsuzluk görür. Thompson gibi, Hobsbawm
da sömürü iliþkilerinin öznel koþullarýný analiz etmeye çalýþýr ve makine kýrýcýlar5
örneðinde olduðu gibi, kapitalist iþ süreçlerinde iþçi sýnýfý deneyimlerine bakar. O’nun
için bu eylemin arkasýnda yatan neden, iþçi sýnýfýnýn ahlak ve özgürlük gibi bazý
parasal olmayan öðeleri içeren geleneksel hayat tarzýný koruma niyetidir. Dahasý, o
bizim dikkatimizi endüstri devriminin sebep olduðu hýzlý, sert ve kökten deðiþimlere,
yýkýmlara karþý ortaya çýkan 19. yüzyýl bin yýlcý (millenarian6) düþüncelerin iþçi sýnýfý
üzerinde olan etkilerine çekmeye çalýþýr (Hobsbawm, 2002: 21 ve 69). Diðer taraftan,
Thompson’un iþçi sýnýfýnýn 1832 gibi bir tarihte ortaya çýktýðý önermesini kabul etmez.
O’na göre, Ýngiltere’de iþçi sýnýfýnýn tarihi Çartist7 hareketten bile çok sonra
baþlamýþtýr. Hem, Birleþik Krallýk 19. yüzyýl ortasýnda bile bir endüstriyel devlet
4
“ ‘Belirleme’nin ‘sýnýr koymak’ anlamýyla içkin ve önceden bilinebilir geliþmeye baðýmlý olan tüm
bir sürecin ‘yasalarý’ anlamý arasýndaki temel ayrým oldukça kolay anlaþýlýr ama ‘belirlemek’
sözcüðünün deðiþen anlamlarýndan dolayý kolayca gözden kaçabilir. En önemli sorun ‘nesnel’ koþullarýn
ne dereceye kadar dýþsal olarak kabul edildikleridir. Marksizmde taným gereði nesnel koþullar maddi
dünyadaki insan eylemleridir ve ancak bu eylemlerin sonucu olabilirler ve dolayýsýyla içine ‘girdikleri’
‘ulaþýlabilir’ koþullar- ile soyut nesnellik (soyut nesnellikte ‘belirleyici’ süreç insanlarýn ‘istençlerinin
dýþýnda’ geliþir, ancak görüþ bu insanlarýn bu süreci devraldýklarý tarihsel anlamda kullanýlmamýþtýr,
yalnýzca mutlak bir anlamda insanlarýn bu süreci denetleyemediklerini belirtir; insanlar yalnýzca bu
süreci anlamaya ve kendi eylemlerini ona göre düzenlemeye çalýþabilirler) arasýnda gerçek bir ayrým
söz konusu olabilir” (Williams, 1990: 71).
5
Ýngiltere’de özellikle 19. yüzyýl baþlarýnda ortaya çýkan ve yaygýnlaþan bir eylem türü. Bu eylemlerde
iþçiler geleneksel hayat biçimlerine bir düþman ve tehdit olarak gördükleri iþ makinelerini kýrma
yoluna gitmiþlerdir. Hobsbawm bu eylem biçimini ikiye ayýrýr. Ýlkinde geleneksel bir eylem biçimi
olarak ‘makine kýrma’ pratiðinden bahseder ve bu türdeki eylemlerin sadece makinelere deðil,
patronlarýn mülklerine, hammaddeye ve üretilmiþ mallara da yöneldiðini belirtir. Ýkinci kategoride
ise direk olarak makinelere yönelen bir eylem tarzý vardýr (2002: 17 ve 21).
6
Hýristiyan inanýþýna göre, gelecek bin yýllýk ideal bir topluma inanma.
7
Ýngiltere’de 1837’de ortaya çýkan Çartist hareketin temel hedefi genel oy hakkýydý. Hareket bu
tarihten sonra iþçi sýnýfý içerisinde çok etkili olsa da 1850’li yýllara bu etkinliðini kaybetti.

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 121


aþamasýnda deðildi (2002: 81-82). Dolayýsýyla, Thompson’un periyodizasyonunda,
O’nun sýnýf tanýmý iþçi sýnýfýnýn kendisine deðil de, geleneksel artizanlara dayandýðý
için bir nicelik sorunu vardý. Özetle, Hobsbawm iþçi sýnýfýnýn oluþumunu 19. yüzyýlýn
bile sonunda görür (2002: 86). Fakat, Hobsbawm’ýn bu eleþtirisi için, Wood’un
dediði gibi, Thompson’un odak noktasýnýn basitçe endüstrileþme süreci olmadýðýnýn,
O’nun temel vurguladýðý noktanýn üretim iliþkileri ve sömürü sürecinin kendisi
olduðunun hatýrlanmasý yeterlidir. Bu baðlamda, Thompson kapitalist üretim
iliþkilerinin ve sömürünün zaten var olduðunu ve bunlarýn endüstrileþmenin önsel
þartlarý olduðunu söylemesi açýsýndan endüstrileþme süreçlerinin erken aþamalarýnda
iþçi sýnýfýnýn oluþumunu açýklama þansýna sahiptir (Wood, 2001: 105-106).
Özetle, Thompson’a göre, iþçi sýnýfýnýn oluþumu ekonomik olduðu kadar politik
ve kültürel baðlamlara da tekabül eder. Ýþçi sýnýfý üyeleri tamamen bir fabrika
sisteminin ürünü deðildirler. Dahasý, bu üyeler endüstri öncesi mücadelelerin,
geleneklerin, adetlerin ve alýþkanlýklarýn mirasçýsýdýrlar. 18. yüzyýl sýnýf mücadelesini
belirleyen radikal demokratik geleneðin kökenleri 19. yüzyýl sýnýf mücadelelerinde
de bulunabilir. Bu baðlamda, Thomas Paine’in insan haklarý mücadelesi bu geleneðin
önemli bir bileþenidir. Ek olarak, 18. yüzyýl iþçi sýnýfýnýn metodist8 karþý çýkma geleneði
de bu geleneðin içinde bir baþka kritik rolü oynar. Bunun kadar, ‘özgür doðmuþ
Ýngiliz (free born Englishman)’9 ve yasa önünde eþitlik kavramlarý10 endüstri öncesi
8
Ýngiliz alt sýnýflarý arasýnda yaygýn olan bir dinsel yeniden uyanýþ hareketi.
9
“Ýngiltere’de, popüler ideolojide bir baþka aralýksýz devam eden tema Ýngiliz insanlarýnýn ‘doðuþtan
gelen haklarý’ veya ‘özgürlükleridir’. Ýnanç þudur ki, Ýngiliz insaný ‘özgür doðanlardýr’ ve ‘köleler’
deðildirler ve açlýktan ölmemek veya ‘aðaçtan yapýlma ayakkabýlar’ giymemek – genelde yabancýlarýn
ve özelde Katolik yabancýlarýn yaptýðý gibi – derin bir þekilde kökleþmiþtir ve bu inanç onaltýncý ve
onyedinci yüzyýllarýn toplumsal ve dinsel mücadelelerinin önemli bir unsuruydu” (Rude, 1964: 229).
10
Thompson’a göre, hukuk, çoðu Marksistin görüþünün tersine, sadece yönetici sýnýfýn aracý deðildir.
Hukuk bundan daha fazlasýna iþaret eder ve hukuk nosyonu kendi mantýðýna sahiptir. Bu görüþ
özellikle onsekizinci yüzyýl sýnýf mücadeleleri için geçerlidir: “ (…) Tarihte hukukun varolan sýnýf
iliþkilerini dolayýmladýðý ve meþrulaþtýrdýðý doðrudur. Onun formlarý ve prosedürleri böylesi iliþkileri
kristalize edebilir ve daha büyük adaletsizlikleri maskeleyebilir. Fakat, hukukun formlarý üzerinden
gerçekleþen bu dolayýmlama, gücün dolayýmsýz uygulanmasýndan çok farklýdýr. Hukukun söylemi ve
biçimleri zaman zaman iktidarý dizginleyebilen ve güçsüzlere koruma önerebilen farklý bir kimlik
edinebilir. Bir baþka boyutunda, ideolojinin hizmetinde olarak bir hukuk bir dereceye kadar görülebilir.
Dahasý, hukuk, bu iki boyutunda da, formel kurallar ve prosedürler ve ideoloji gibi, bir altyapýdan
farklý olarak bir üstyapýnýn metaforik anlamýnda iþe yarar bir þekilde analiz edilemez. Bu bir taraftan
gerçekliðin büyük ve aþikar bir kýsmýný içerirken, hukukun kurallarý ve kategorileri toplumun tüm
düzeylerine nüfuz eder, insanlarýn haklarýnýn ve statülerinin yatay tanýmlarý kadar dikey tanýmlarýný
da etkiler, ve insanýn kendini tanýmlamasýna ve kimlik duygusuna da katkýda bulunur. Hukukun
sadece insanlara yukarýdan empoze edilemediði gibi: o ayný zamanda içinde diðer toplumsal
mücadelelerinin vuku bulduðu bir aracýydý. Üretici iliþkilerin kendileri, bir ölçüde, sadece kendi
tanýmlarýnýn hukuksallýðý babýnda anlamlýdýr; serf, özgür emekçi; genel haklara sahip olan kýrsal
bölge sakini ve bu haklara sahip olmayan yerleþimci; özgür olmayan proleter, kendi haklarýnýn
nöbetçi bilinci; kendi iþverenine yasa dýþý saldýrý gerekçesiyle dava açabilen topraksýz emekçi. Ve
eðer sýnýflý toplumlarda hukukun iþlemesinin mevcudiyeti, tekrar ve tekrar, kendi eþitli retoriðinin
arkasýna düþerse, o zaman hukuk düzeni nosyonunun kendisi niteliksiz bir mala dönüþür” (Thompson,
1975: 266-267).

122 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


zamanlarýn diðer önemli miraslarýdýr (Thompson, 2004: 249). Tabi ki, ahlak ekonomisi
veya otorite ve insanlar arasýndaki karþýlýklý zorunluluklar hissi, yani paternalizm, bu
popüler ideolojinin diðer etkili öðesi olarak sayýlabilir. Bu eski paternalist anlayýþ,
eski adetler gibi tedrici olarak ortadan kalkmýþ ve kapitalist sömürünün mantýðý
ondokuzuncu yüzyýldan sonra temel belirleyici haline gelmiþtir (2004: 259).
18. yüzyýlda geleneksel bilinç ve geleneksel haklar insanlar tarafýndan þiddetli
bir biçimde savunuluyorlardý, üst sýnýflardan gelen bir baský da vardý; fakat buna
inatçý bir þekilde direniþ de mevcuttu (1993a: 1). Bu yüzyýlda, isyankar bir geleneksel
bir kültür vardý ve bu geleneksel kültür egemen sýnýfýn manipülasyonuna ya da
ideolojik biçimlendirmesine açýk deðildi; üst sýnýflarýn hegemonyasý alt sýnýf kültürünün
sýnýrlarýný çizebilir, fakat onun özelliklerini tamamen belirleyemez. Bu isyankar kültür
esas tehdidin kapitalist iþ süreçlerinden veya serbest pazar nosyonundan, bir baþka
deyiþle, 18. yüzyýlýn yeniliklerinden gelmesi dolayýsýyla geleneðin korunmasýna iþaret
eder. Bu çerçevede, insanlar eylemleri için meþruiyet zemini aramaya baþladýklarýnda,
bu eski paternalist iliþkilere dönerler ve bunlarýn arasýndan kendi çýkarlarýný korumak
için uygun olanlarýný seçerler (1993a: 9-10). Dolayýsýyla, bu isyankar kültürün bir
önemli özelliði de ekonomi dýþý olanýdýr; yani, ahlak ekonomisidir:
“18. yüzyýlýn sosyal tarihinin bir çok kýsmýný alt sýnýflarýn geleneksel ahlak
ekonomisi ve yenilikçi pazar ekonomisi arasýndaki çatýþmanýn sürmesi
olarak okuyabiliriz” (Thompson, 1993a: 12).

E. P. Thompson’un Ahlak Ekonomisi Kavramý

Thompson ahlak ekonomisi kavramýný 18. yüzyýl Ýngiltere’sinin bütününe yayýlan


ekmek-yiyecek ayaklanmalarýný11 açýklamak için kullanýr. Analizine, bu eylemleri
sýradan insanlarýn sadece ekonomik faktörlerin etkisiyle ara sýra ve düzensiz bir
þekilde bu ayaklanmalara katýlmasý þeklinde açýklayan geleneksel tarihçiliðin
görüþlerini eleþtirerek baþlar. Geleneksel tarihçiliðe göre, bu eylemler büyük oranda
açlýk ihtimaline karþý içgüdüseldirler ve sonuçta da birer yaðmadýrlar. Thompson’a
göre, geleneksel tarihçiliðin bu bakýþ açýsý ekonomik indirgemeciliðe iþaret eder ve
insanlarýn bu eylemlerinin gerçek nedenlerini göremez. Bu insanlarýn, yoksullarýn
(paupers) kendi geleneksel haklarýný ve adetlerini bu eylemlerde savunduðunu söyler,
onlar paternalist geleneðin bir sonucu olarak toplumda varolan geniþ bir konsensüsü
kullanmaktadýrlar. Bu anlamda, onlar disiplinli gruplardýr ve amaçlarý nettir.
Ayaklanmalarýn yiyecek fiyatlarýndaki artýþ sonucu, aracýlarýn kötü niyetli pratikleri
11
George Rude Crowds in History –Tarihte Kalabalýklar- adlý kitabýnda ayný periyodu bir geçiþ aþamasý
olarak adlandýrýr ve toplumsal protestonun tipik biçiminin bu yüzyýlda yiyecek ayaklanmasý olduðunu
söyler. Bu popüler kargaþalarda, köylüler bazen eylemlerde bulunur fakat, temel katýlýmcýlar alt
sýnýflardan müteþekkil karmaþýk bir popülasyondur (1964: 5).

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 123


veya kalabalýklarýn açlýk korkusuyla tetiklendiði doðrudur; fakat, kýzgýnlýklar veya
öfke temel kurucusu ahlak ekonomisi olan bir popüler konsensüsün içinde iþler. Bu
kavramla, fýrýncýnýn, deðirmencinin veya satýcýnýn meþru ve gayri meþru pratikleri
kalabalýklar tarafýndan ayýrt edilebilir. Bu kavram sözcüðün geliþmiþ anlamýnda politik
deðildir, bununla birlikte, politik bir göstereni de vardýr, genel refah (common weal)
anlayýþýnýn bir kavramýna iþaret eder (Thompson, 1993b: 185-189). Charlesworth
ve Randall’in dediði gibi, Thompson ayaklanmalarý sadece bir kýtlýk veya fiyat
dalgalanmalarýnýn bir sonucu olarak incelemez. ‘Þüpheli bir fiyat artýþý’ ve ‘piyasada
ekmeðin fiyatýný belirleyecek gücü elinde tutanlarýn meþru olmayan bir pazar
manipülasyonuna eklenen kýtlýðýn sonucu olarak’ bu ayaklanmalar patlar (2000: 4).
Özetle, Thompson ekonomik etkenin kollektif eylem üzerindeki etkisini inkar etmez;
sadece insanlarýn adaletsizliðe karþý içgüdüsel olarak eyleme geçmediðini savunur;
tam tersine, onlarýn eylemlerinin arkasýnda yatan nedenler çok anlamlý ve güçlü bir
arka plana sahip olabilirler. ‘Sýradan insanlar’ böylesi güçlü temel üzerinde eylerler,
neyin adil olup neyin olmadýðýna dair kendilerine ait kavramlar vardýr ve bunlar
otorite tarafýndan da bir dereceye kadar kabul görür.

Geleneksel tarihçiliðin yiyecek ayaklanmalarýna yaklaþýmýný ahlak ekonomisi


kavramýný kullanarak eleþtirdikten sonra, Thompson fiyatlardaki artýþlarýn insanlarýn
eylemlerinin temel bir sebebi olduðunu söyler. 18. yüzyýlda yoksullarýn en temel
yiyeceði ekmekti ve çalýþan insanlar veya Thompson’un deyiþiyle ‘tüketici bilinci’
(consumer-consciousness) ekmek fiyatlarýna karþý oldukça duyarlýydý. Endüstriyel
çaðlardan farklý olarak ücretler deðil, ekmek fiyatlarý insanlarýn hoþnutsuzluðunun
alametiydi (2004: 102). Fiyatlarýn artmasý kadar, beyaz ekmeðin daha siyah
çeþitlemelerine dönüþümü de iþçi sýnýfý için bir statü sorunuydu. Buna ek olarak,
otoriteler tarafýndan alýnan bazý önlemler, Assize of Bread12- Ekmek Yasasý- gibi,
yoksullarýn ekmeði üzerinde fýrýncýlarýn yüksek karlarýný önlemek üzere hayata
geçirilmiþti. Bununla birlikte, otoritelerin önlemleri ve giriþimleri, kýtlýk zamanlarýnda
çoðunlukla deðirmenci ve fýrýncýlardan gelen bir direniþle karþýlaþtý (Thompson, 1993b:
189-191). Yüzyýlýn bitmesiyle, beyaz ekmeðin karýþýmý ve ekmek fiyatlarýnýn
yükselmesinin sonucu olarak, çalýþan insanlarýn muhalefeti, 1795 ve 1800-1 yýllarýnda
olduðu gibi kaçýnýlmazdý. Aralýk 1800’de yemeklik un üretimi dýþýnda kalan ekmek
üretimini hükümet Brown Bread Act- Kahverengi Ekmek Yasasý- olarak bilinen
bir yasa ile yasakladýðý zaman insanlar buna hemen bir tepki gösterdiler. Sonuçta,
yasa iki ayda laðvedildi (Thompson, 1993b: 191-193). Thompson’a göre, bu olaylar
göstermiþtir ki, paternalist model 18. yüzyýl sonunda bile hem otoriteler hem de
insanlar için hala yürürlüktedir.
12
Ekmeðin fiyatýný düzenleyen en eski Ýngiliz yasasý olan Assize of Bread, ilk olarak Henry III
zamanýnda yürürlüðe konmuþtur. Yasa yaklaþýk altý yüz yýl Ýngiltere’de ekmek fiyatlarýný düzenleyen
en temel yasadýr.

124 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


Bu modelde, pazarlama direkt olarak üreticiden tüketiciye olmalýdýr. Vurgunculuk
(forestalling), stokçuluk (engrossing) ve aracýlýk (regrating) pratiðine karþý çok sýký
sýnýrlamalar vardýr (Coles, 1978: 159). Çiftçiler pazar yerinde bekleyerek ürünlerini
satmamalýdýrlar:

“(…) veya çiftçiler fiyatlarýn yükselmesi umuduyla ürünlerini


çekmemelidirler. Pazarlar kontrol edilmelidir; hiçbir satýþ belirlenen
zamandan önce olmamalýdýr; bir çan çaldýðý zaman yoksullar ilk olarak
tahýl, un veya yiyecek alma þansýna sahip olmalýdýr; küçük oranlarda,
kontrol edilmiþ ölçeklerde veya aðýrlýkta. Belirli bir saatte, onlarýn
ihtiyaçlarý tatmin edildiði zaman, ikinci bir çan çalar ve daha büyük
alýcýlar (usulüne uygun olarak lisanslý olanlar), kendi alýþveriþlerini
yapabilirlerdi” (Thompson, 1993b: 193-194).

Market kontrolü kadar, tüketicinin korunmasý da bu modelin önemli bir bileþeniydi.


Bu baðlamda, fýrýncýlar veya deðirmenciler kar edenler olarak deðil, topluma hizmet
edenler olarak görülürdü; onlarýn kontrolleri Assize of Bread’e göre sýký bir þekilde
yapýlýrdý. Coles’in sözleriyle: “ (…) kar etme bir ahlaki ekonomik günah olarak
düþünülürdü; arzdaki bir azalma bile kar hedefi için kabul edilebilir bir özür deðildi”
(1978: 159). Bu çaðda serbest pazar mantýðýnýn yeni tekniði adým adým yerleþti;
mesela, çiftçiler simsar ve illegal ve lisanslý olmayan tacirlerle (interlopers) ile kendi
kapýlarýnda pazarlýk etmeye baþladýlar ve bu tüketiciler tarafýndan ciddi bir tepki
gördü, bununla birlikte, küçük çiftçiler ürünlerini pazarda eskisi gibi satmaya devam
ettiler. Bir baþka deyiþle, eski pazar kurallarý ve düzenlemeleri bir tehditle karþýlaþýnca
popüler hýnç ve öfke sýnýrý geçiyordu. Fakat, peki ya otoriteler? Thompson’a göre
onlar popüler konsensüsün tutsaðý idiler yani, bölgesel alýcýlarýn ve deðirmencilerin
yüreklerine Tanrý korkusu yerleþtirmeleri bekleniyordu13. Mesela, bir Baþ Yargýç
olan Lord Kenyon, yazýlý olmayan bölgesel kanunlara göre istifçilik pratiðinin bir
suç sayýlacaðýný ilan etmiþti (Thompson, 2004: 107). Bununla birlikte, Thompson
paternalist modelin iki çeþidi olduðunu söyler; parçalý bir þekilde gerçek olan ve
ideal olan. Kýtlýk zamanlarýnda paternalizm en azýndan sembolik etkileri bakýmýndan
adalet ve yönetim iþlerini yürüten yerel memurlar (magistrates) tarafýndan
hatýrlanýyordu fakat, iyi hasat zamanlarýnda unutulmuþluðun karanlýðýna düþüyordu
(Thompson, 1993b: 195-200).

1750 yýlýndan sonra, her bir kýtlýk yýlý, serbest ticarete karþý olan ve meþruluklarýný
paternalist modelden alan yoksul insanlarýn çeþitli tepkilerine þahit oldu. Bir çok
toprak sahibi üst sýnýf (gentleman) veya kýrsal adalet ve yönetim memurlarý, simsar

13
Ayný minvalde, Cobb kalabalýklarýn otoritelerden açlýk zamanlarýnda kendileri için hayati önem arz
eden kurumlarý düzenlemelerini ve kontrol etmelerini beklediðini söyler (1972: 216).

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 125


veya satýcýlara ‘tecavüzcüler’ olarak kin duydular. Bu anlamda, bazý otoriteler
tarafýndan insanlarýn simsarlara karþý sert ve gürültücü eylemleri hoþ karþýlandý
(Thompson, 1993b: 208-209). Yani, denilebilir ki, kalabalýklarýn þikayetleri geleneksel
otoriteler tarafýndan da beslendi. Kalabalýklar yeni ekonominin tehditlerine karþýlýk
olarak Kral’a14, parlamentoya veya yerel memurlara adil fiyatlarý belirlemek ve
yiyeceðin arzýný ve daðýtýmýný saðlamak üzere eski yasalarý tekrar düzenleyip tekrar
yürürlüðe koymak için baþvurdular. Bununla birlikte, Thompson yoksullarýn
paternalist anlayýþýnýn; otoriteler ile örtüþtüðünü savunmaz, arada ciddi farklar vardýr:
“Hatta denebilir ki, eðer ayaklanan veya fiyat düzenleyen kalabalýklar
(price-setting crowd) tutarlý bir teorik modele göre hareket ediyorsa, bu
model paternalist olanýn seçici bir þekilde yeniden kurulmasýydý, modelin
yoksullarý en çok destekleyen taraflarý ve ucuz bir mýsýr öneren bölümleri
alýnýyordu. Bu, paternalistlerin bakýþýnýn daha az yerleþmiþ bir haliydi;
yoksullarýn kayýtlarý daha çok tikellik gösteriyordu; tahýlý istifleyen þu
deðirmenci, þu alýcý, þu çiftçi öfkeyi ve eylemi tetikliyordu. Bu tikellik,
bununla birlikte kalabalýðýn eylemi incelendiði zaman en açýk þekilde
ortaya çýktýðý gibi bir genel haklar kavramý ile besleniyordu. Bir anlamda
kalabalýðýn ahlak ekonomisi paternalistlerinkinden kesin olarak bir
kopuþtu, ancak paternalizmi alttan alta destekleyen düzenin deðerleri
bunu yapmadý” (1993b: 212).

Açýk ki, Thompson için otoritelerin ve kalabalýðýn paternalist evrenleri farklý


noktalara iþaret eder. Bu yaklaþým, Thompson’ýn yukarýda bahsedilen soylu ve avam
sýnýflarýn kültürleri arasýndaki farklara olan vurgusu ile de uyumludur. Charlesworth
ve Randall’ýn söylediði gibi, Thompson ahlak ekonomisini ‘statik ve gelenek tarafýndan
sýnýrlarý çizilmiþ’ bir kavram olarak görmez (2000: 4). Dahasý, ahlak ekonomisi 18.
yüzyýlda daha karmaþýk bir hale gelen paternalist deðerlerin seçilen bir yeniden
kurulumudur.
Ahlak Ekonomisi ve “Serbest Ticaret”
Thompson için, Adam Smith’in mýsýr ticaretinin sýnýrsýz bir özgürlüðe kavuþmasý
talebi yeni ekonominin eski ahlak ekonomisi deðerlerine15 bir baþka tehdididir. Bu
14
“ ‘Adalet’ sorunsalý ile çok yakýndan alakalý olarak Kral’a kendi halkýnýn koruyucusu ve ‘baba’sý
olarak bir inanç vardý. Parlamentocu bir monarþi olan Ýngiltere’de, gelenek ince giyiniyordu ve bu
örneklerde yukarýda sýraladýðýmýz gibi, korunmak için yapýlan baþvurular bir kiþi olarak Kral’dan çok
Parlamento’ya veya yasal güçlere yöneliyordu. Bununla birlikte, mutlak monarþi ile yönetilen
ülkelerde Kral adaletin ve yasamanýn hem bir sembolü hem de kaynaðýydý, ve onun paternal
yardýmseverliðine olan inanç Kral’ýn bakanlarýnýn itibarsýzlaþtýðý ve kraliyet iktidarýnýn baþ aþaðý
gittiði devrim ve köylü devrimi yýllarýnda bile devam etti” (Rude, 1964: 228).
15
Hobsbawm ondokuzuncu yüzyýlda yeni politik ekonominin, kapitalizmin, aþamalý olarak artizanlarýn
ahlak ekonomisini yok ettiðini söyleyerek ayný nokta üzerinde vurgu yapar. Bu baðlamda, kapitalistler
artisanlar tarafýndan parazitik ve gereksiz kiþiler olarak görülürler (2002: 109).

126 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


yeni ekonomi16 ticaret teorisini ahlaksýzlaþtýrýlmasýný (de-moralizing) içerir; eski
modelden farklý olarak yeni modelin kurallarýnda ahlaki zorunluluklar için boþ bir
oda yoktur; yeni pazar modeli her türlü kontrolü reddeder, pazar kendi kendini
düzenlemeye býrakýlmalýdýr (Thompson, 1993b: 101-102). Rude’a göre, eski
korumacý yasalar ve düzenlemeler bu yeni ekonomi ile laðvedilir, eski ‘adil’ fiyat ve
ücret kavramlarý özgürce rekabet edebilen pazarýn içindeki ‘doðal’ fiyatlar ve ücretler
ile ikame edilir (1964: 226). Bu yeni modelde, pazarlama prosedürleri dýþarýya daha
kapalýdýr ve bu yüzyýlda fakirlerin talebinin çok inelastik olduðu ürünler, mesela
mýsýr, bir çok kez elden ele geçmiþtir. Dolayýsýyla, bu yüzyýlýn sonunda mýsýrýn fiyatý
öngörülebilen zengin bir hasattan sonra bile çok artmýþtýr ve 1795 Kasým ve Eylül
ayaklanmalarý bu durum tarafýndan tetiklenmiþtir. Bu tüketiciler ve üreticiler
arasýndaki çatýþmanýn önemli bir gösterenidir. Bu ayný zamanda yoksullar için yeni
ekonominin hiç de uygun olmayan koþullarýný gösterir (1993b: 207).

Bu baðlamda, Thompson’a göre, ‘kalabalýðýn ahlak ekonomisi’ bir tür kendine


yeterlilik ekonomisi (subsistence economy) kavrayýþýndan türer ve büyük oranda
bölgesel ve yerel özellikler gösterir. Yani, yiyecek yetiþtirildiði yerde tüketilmelidir.
Dolayýsýyla, açlýk ve kýtlýk zamanlarýnda mýsýr ithali bir çok popüler öfke ve düþmanlýkla
karþýlaþýr. Yerelliklerde yaþayan insanlar kendi tahýllarý diðer bölgelere ithal edildiði
için açlýk korkusu çekerler. Bu duyarlýlýk marjinal ve deniz aþýrý ithalata da yönelmiþtir,
özellikle kömür iþçileri (colliers) bu zamanlarda kitlesel eylemliliðe çok yatkýn bir
gruptular. Böylesi öfkeler toplumun genel çýkarýna aykýrý olarak onursuz kar talep
edenler olarak görüldükleri için özellikle ithalatçýlarý hedef alýrdý. Popüler öfke yerel
topluluk ihtiyaçlarýný tehlikeye atanlar olarak görüldükleri için alýcýlara da yönelebilirdi.
Ýthalata karþýlýk, kalabalýklar yollarý kestiler, mýsýrlarý bölgeleri dýþýna taþýyan vagonlarý
boþalttýlar ya da sözleþmeyi imzaladýklarý için yerel topluluða un arzýný durduran
deðirmencilerin makinelerini yok ettiler (Thompson, 1993b: 212-215). Mesela, 1795
yýlýnda ablukalar yerel pazarlarýn dýþýnda tahýl satýþlarýný önlemek için yükseltildi
(Brown, 1993: 307). Buna ek olarak, Thompson deðirmenlerin popüler eylemlerin
en açýk hedeflerinden birini oluþturduðunu söyler. 1791’de Blackfrist Köprüsü
üzerinde Albion Deðirmeni yakýlýr ve Londralý kalabalýklar deðirmenin etrafýnda
dans ederler ve sokaklarda þarkýlar söylerler (1993b: 221).

16
Booth’un söylediði gibi: “Ahlak ekonomisi yaklaþýmýnýn teorik merkezi iliþtirilmiþ (embedded) ve
iliþtirilmemiþ (disembedded) veya özerk, pazar ekonomisinin tanýmlayýcý dikotomisidir.” Polanyi’nin
tezlerine dayanarak, Booth gömülmüþ olan ekonominin “insanýn doðayla yaptýðý karþýlýklý deðiþimin
toplumsal iliþkilere girdiðinden” bahseder. Bu ekonomide, üretim ve daðýtým insan yaþamýnýn
gereklilikleri üzerinden belirlenir. Buna karþýn, iliþtirilmemiþ ekonomilerde market düzenlemelerine
market yasalarý karar verir (1994: 653 ve 655-656). Bir baþka deyiþle, bu ekonomiler insanoðlunun
kontrolünden çýkmýþlardýr. Bu yeni ekonomi Brown tarafýndan “ahlak ekonomisine karþý olan”
olarak deðerlendirilir (1994: 305).

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 127


Bu eylemlerde kalabalýðýn bir önemli amacý da ekmeðin fiyatýný koymaktý (setting
the price of bread) (1993b: 221). Bu kalkýþmalar ilk olarak bir disiplin ve ikinci
olarak da bir davranýþ kalýbý sergilerlerdi ve bütün bunlarý anlamak için, Thompson’a
göre, araþtýrmacýlar birkaç yüzyýl öncesine dönmek durumundadýrlar. Rude, Crowd
in History –Tarihte Kalabalýklar- adlý kitabýnda ayný nokta üzerinde durur; alt sýnýflar
geçmiþin ütopyalarý adýna bir nostaljinin veya geleneksel haklarýn hatýralarý tarafýndan
ateþlenirlerdi (1964: 6). Thompson tahýl ambarlarýnýn yaðmalanmasýnýn ya da tahýl
ve unun ele geçirilmesinin bu ayaklanmalarýn temel þekli olmadýðýný, temel odak
noktasýnýn fiyatlarýn belirlenmesi olduðunu belirtmiþtir. Bu davranýþ kalýbý açlýk
zamanlarýnda bazý önlemler üretmiþtir ve 1580-1630 yýllarý arasýnda bu önlemler
yürürlüktedir. Dahasý, bunlar Book of Orders –Düzenin Kitabý’nda da yer alýr ve
1630 yýlýnda Charles I tarafýndan bu yasa yürürlüðe konur. Bu kitaba göre, kraliçe
ve onun konsülü mýsýr üreticilerinin aç gözlü isteklerine karþýn yüksek fiyatlarý
tartýþma yetkisine sahipti ve yoksullarýn durumlarýna uygun olarak fiyatlarý
düzenleyebilirlerdi. Bir baþka deyiþle, bu kitap yerel memurlara ve yerel otoritelere
mýsýr pazarýný düzenleme hakkýný veriyordu (Thompson, 1993b: 224-225). Onsekizinci
yüzyýlda otoriteler bu yasayý görmezden gelince kalabalýklar onun uygulanmasýný
zorladýlar. Kalabalýklarýn hareketi pazar yerinden deðirmenlere, çiftliklere yöneliyordu
ve buralarda kalabalýklar stoklarýn var olup olmadýðýný inceliyorlar ve adil fiyat
düzeylerini dikte ediyorlardý. Bu eylemler ilk göründüðünden daha çok hazýrlýk ve
organizasyon gerektiriyordu. Bazý zamanlar kalabalýklar yiyecek fiyatlarýnýn düþmesini
bekleyerek pazar yerini birkaç günlüðüne kontrol ediyordu. Bazý zamanlarda ise
erkekler nehirlerden ve limanlardan hububatlarý alýrken, kadýnlar pazar yerlerini
kontrol ediyorlardý. 1795’de Nothingam’da kadýnlar fýrýncýlarýn dükkanlarýna girdiler
ve ekmeðin fiyatýný belirleyip bu fiyattan ekmeði satýn alarak fýrýnlarý terk ettiler
(Thompson, 2004: 115). Kýtlýk zamanlarýnda fiyatlarýn düzenlenmesi gerektiðine dair
yaygýn bir konsensüs vardý ve herhangi bir þekilde kar yapan insanýn toplum dýþýna
atýlmasý gerektiði inancý yaygýndý (Thompson, 1993b: 228-229). Tehdit mektuplarý
fiyatlarýn düzenlenmesinde bir baþka etkili unsurdu; bunlar otoritelere pazarý
düzenlemeleri ve fiyat kýsýtlamalarý yönünde iþaretlerdi (Thompson, 2001: 398).
Yiyecek ayaklanmalarýyla ilgili olarak Thompson’un geleneksel tarihçilere karþý
olarak yaptýðý bir baþka vurgu da, bu görüþün eylemlerdeki þiddet unsurlarýna
dikkatimizi çekme çabasýydý. Bununla ilgili olarak, Thompson bize fiyat belirleme
edinimlerini, eylemlerin disiplinini, bu kollektif eylemlerin arkasýndaki mantýðý,
yoksullarýn bütün alým ve satýmlarýn bilgisine sahip olduðunu iþaret eder ve þu soruyu
sorar: “Yoksullar gerçekten bu kadar aptal mýdýr?” (1993b: 232).

Yiyecek Ayaklanmalarýnýn Çeþitli Unsurlarý

Thompson’ýn çalýþmasýnda bir baþka önemli vurgu da, bu ayaklanmalar kadýnlarýn

128 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


katýlýmýdýr. O’na göre genellikle eylemlerin baþlatýcýsý kadýnlardýr. Poole bölgesinde
1737 yýlýnda meydana gelen bir ithalat ayaklanmasýna dair þöyle bir rapor vardýr:

“Sayýnýn bir çoðunu kadýnlar ve onlarý destekleyen erkekler oluþturuyordu


ki, bu erkekler eðer eylemde herhangi bir kadýna zarar gelirse bir çok
erkeðin ayaklanacaðýna ve gemilerin ve kargolarýn yok edileceðine dair
yemin ediyorlardý” (akt. Thompson, 1993b: 233).

Thompson’a göre ayaklanmalarda kadýnlarýnýn rolünün önemli bir nedeni onlarýn


pazar yerindeki günlük edimlerinin getirdiði yüz yüze iliþki tarzlarýdýr. Dolayýsýyla,
onlar fiyatlardaki bir dalgalanmaya çok daha duyarlýdýrlar. Kadýnlar daha çok
kendiliðinden eylemliliklerin baþlatýcýsýdýrlar. Bu kendiliðinden eylemlilikler perakende
satýcý dükkanýnýn önündeki ritüel haline gelmiþ bir çeþit inilti ile baþlardý ve ithalat
için kullanýlan vagonlarýn durdurulmasý eylemlerin çok muhtemel bir unsuru olurdu.
Eylemlerde bir tür pazarlýk durumu hýzlýca geliþirdi ve erzak sahibi kalabalýklarýn
koyduðu fiyatý kabul etmeye zorlanýrdý (1993b: 234-235).

Thompson eylemlerin baþarýsý meselesinin bir baþka önemli sorunsal teþkil ettiðini
belirtir. Ayaklanma tehdidinin sadece açlýk zamanlarýnda deðil, ortalama hasat
zamanlarýnda da pazarýn durumunu etkilediðini iddia eder ve bunun sadece
ayaklanmaya geleneksel olarak yatkýn deðil, geleneksel barýþý korumaya yatkýn
þehirlerde de böyle olduðunu söyler (1993b: 239). O’na göre, ayaklanmalarda otoriteler
genellikle paternalizm elbisesini giyerlerdi. Yerel memurlarýn ayaklanmalara silahlý
birliklerle þiddetli bir þekilde müdahale ettiði durumlarda sonrada bu otoriteler ayný
bölgede yaþamaya devam ettiklerinden bir çok nefret dolu yüzle karþýlaþýrlardý, bazen
tehdit mektuplarý bile alabilirlerdi17; hatta kýrýlmýþ bir camýn sahibi bile olabilirlerdi
(1993b: 239). Dolayýsýyla, genelde Book of Orders’a göre davranýyorlardý ve fiyatlarý
kýrýyorlardý; mýsýrý pazara getirtiyorlardý veya kar etmek isteyenleri fiyatlarý düþürmeleri
için zorluyorlardý; hatta, zenginlere yerel yönetim birimlerinde yardým ve hayýrseverlik
mekanizmalarýný devreye sokmalarýný tavsiye ediyorlardý (1993b: 241-242). 1800’ün
ayaklanmalarýnda, hükümet yerelliklere yoksullara yardým olarak arpa, bezelye ve
patates daðýtýlmasý ve hayýrseverlilik kurumlarýnýn reform edilmesi direktifini gönderdi.
Fakat, bu perhizlik reformlara yoksullar ciddi anlamda direndiler (Brown, 1993: 308-
309). Otoritelerin ayaklanmalarý kaçýnýlmasý gereken kargaþalar olarak görmesi
durumunu da göz önüne alýrsak, Thompson’a göre, otoritelerin bu tavýrlarý bize
ayaklanmalarýn baþarýsýný gösterir. Otoriteler açýsýndan artan fiyatlar ve yoksullarýn
geleneksel ahlak noktalarý arasýnda bir ortak nokta bulunmalýydý; bu edim de yine
yerel memurlar ya da paternalistler tarafýndan gerçekleþtirilecekti (1993b: 245-246).
17
Thompson özellikle 1795 ve 1800 yýllarýnda meydana gelen yiyecek ayaklanmalarýnda anonim
tehdit mektuplarýnýn karakteristik bir form olduðunu söyler (2001: 378 ve 394).

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 129


Bütün bunlardan sonra, Thompson yiyecek ayaklanmalarýnýn siyasi boyutlarýný
tartýþýr. Bazý durumlarda þans faktörüne karþý, isyankar aþamalar ve politik niyetler
bu eylemlerde görülür. Bunlarýn bir çoðu zenginleri hedefler ve eþitleme (levelling)18
söylemini taþýr. Bu boyutlar Jakoben ajitasyonun sýklýkla görüldüðü 1795 ve 1800-1
ayaklanmalarýnda artar (1993b: 247-248).

Yeni Ekonomi Politik ve Eylem Biçimlerinde Dönüþüm

Yüzyýlýn sonunda toplumsal protestolarýn biçiminde bir deðiþikliðe þahit oluruz.


Yine de, yeni bir gelenek kendini daha fazla belli etmemiþtir veya tam anlamýyla
eskinin yerini almamýþtýr. Mesela, 1812’de geleneksel yiyecek ayaklanmalarý
Luddism19 ile örtüþür veya bir çok eylemde insanlar fiyat düzenlemelerinin yanýnda
minimum ücret talebinde de bulunurlar. Kýsacasý, 1795 ve 1800-1 ayaklanmalarý20
bizi bir deðiþimin sýnýrýna getirmiþtir. Yeni pazar ekonomisinin kurallarý 18. yüzyýlýn
ortasýndan itibaren kendini hissettirmeye baþlar ama genel hukuk hala etkinliðini
sürdürür. Mesela, Brown 16. yüzyýldan gelen bir yasama ile vurgunculuk ve
stokçuluðun yasaklandýðýný belirtir. Bu yasama 1772 yýlýnda kaldýrýlýr fakat, pratikte
bu tür eylemler hala genel hukuka tabidirler (1993: 309). Buna ek olarak, tikel bir
eþitlik düzeyi paternalist otorite ve kalabalýk arasýnda görülebilir. Ama bu da, savaþ
yýllarýnda21 iki etkenden dolayý kaldýrýlýr: ilki, artýk siyasi otorite tarafýndan müzakere
ve taviz ile deðil de baskýyla karþýlanmaya baþlayan popüler protestolar üst sýnýflarýn
anti-Jakoben söylemiyle birlikte bir korku kaynaðý haline gelmiþtir ve ikincisi, bu
baský yeni politik ekonominin zaferiyle güçlenmiþtir (Thompson, 1993b: 249-250).
Özetle, yeni politik ekonominin kavramlarýyla anti-Jakobenizmin evliliði eski
paternalist anlayýþýn ölümü anlamýna gelir. Buna benzer þekilde, Johnson eski
paternalizmin ölümünün bir örneðinin de 1846’da yerel düzeyde eski geleneklere
ve kalýplara önem vermeyen profesyonel ve formel kýrsal mahkemelerin insanlarýn
taleplerine cevap vermeye daha yatkýn olan amatör mahkemeler ile ikamesi
olduðunu söyler. Bu baðlamda, tarihsel haklarýn yerine daha rasyonel ve formel bir
hukuk sistemini öngören 19. yüzyýlýn hukuk reformu bu minvalde deðerlendirilebilir
(Johnson, 1993: 148-150).

18
Bu söylem Ýngiliz toplumunda geleneðin ne kadar etkili olduðunun bir baþka iþaretidir. Zira, levellerlar
Ýngiliz Parlamentosu’nda 1645-1649 yýllarý arasýnda etkili olmuþ radikal milletvekillerine verilen
addýr. Bu grup genel oy hakký, dinsel hoþgörü ve yazýlý anayasayý savunmuþtur. Ünlü Ýngiliz tarihçi
Christopher Hill 1640 Ýngiliz Devrimi adlý kitabýnda bu grubun taleplerini küçük burjuva talepler
olarak deðerlendirir (2005: 73).
19
Temel hedefi makineler olan 18. yüzyýlýn sonunda ortaya çýkan iþçi hareketi.
20
Brown bu ayaklanmalarda marketi kendi doðal iþleyiþine býrakma niyetlisi Adam Smith taraftarlarýnýn
ve problemleri eski ahlak ekonomisi çerçevesinde çözmeye çalýþanlarýn bir mücadele içerisinde
olduðunu belirtir (1993: 306).
21
Napolyon Savaþlarý.

130 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


Özetle, endüstri öncesi zamanlarýn toplumsal baðlamýnda pazar, endüstriyel
çaðlardakinden farklýydý, bu pazarda ahlak ekonomisinin mantýðý yürürlükteydi:

“ ‘Endüstri öncesi’ bir toplumda pazarýn çatýþmalarý tabi ki, herhangi bir
ulusal deneyimden daha evrenseldir. Ve ‘mantýki fiyat’ýn basit düzeydeki
ahlaki düþünme biçimleri eþit derecede evrenseldir (…). Çok az folk
ritüelleri hasat-evinin ziyafetleri ve akþam yemekleri, festivalleri ve þölenleri
ile beraber alet edavatlarýnda olduðu gibi, bu etkililik ile onsekizinci
yüzyýl sonuna kadar yaþayabilmiþtir. Hatta manüfaktürel bölgelerde yýllar
hala bankalarýn deðil mevsimlerin ritmine uygun olarak iþliyorlardý. Açlýk
bu topluluklara her zaman derin bir ruhsal þok olarak geliyordu. Bu
eþitsizliklerin bilgisine eþlik ettiði zaman, ve manipüle edilmiþ bir kýtlýk
þüphesine, þok çok büyük kýzgýnlýklara dönüþüyordu” (Thompson, 1993b:
257).

Thompson’a göre, yeni ekonomi politiðin etkinliði eski ahlak ekonomisinin ortadan
kalkmasýna iþaret eder. Diðer taraftan, kalabalýðýn ahlak ekonomisi için yok olmasý
daha uzun bir zaman ister; bu miras erken kooperatif un deðirmenleri, Owenci
sosyalistler tarafýndan yerden kaldýrýlýr ve Toptancý Kooperatif Derneði’nin
(Cooperative Wholesale Society) baðrýnda yýllarca ikamet eder (1993b: 258).

Thompson’a Eleþtiriler

Thompson’un Ýngiliz kalabalýklarýnýn ahlak ekonomisi üzerine olan makalesine


bir eleþtiri John Stevenson’un “Food Riots in England, 1792-1818; Ýngiltere’de
Yiyecek Ayaklanmalarý, 1792-1818” adlý makalesinde yapýlýr. Bu makalede,
Stevenson Thompson’la ayaklanmalara katýlan insanlar arasýndaki disiplin, ithalat
yüzünden insanlarýn öfkesi ve fiyat koyma pratiðinin bu ayaklanmalarýn önemli bir
unsuru olduðu görüþlerini paylaþýr. Bunlara ek olarak, O’na göre de sýradan insanýn
mutfaðýnda ekmek en önemli yiyecektir ve ekmeðin fiyatý kadar beyaz ekmeðin
siyah çeþitlerine doðru dönüþümü de yoksul insanlar için 18. yüzyýlda önemli bir
olaydýr (1974: 33-34). Bununla birlikte, Stevenson “E. P. Thompson’un çalýþmasýnýn
bize neden bazý bölgelerin ayaklanmaya daha yatkýn ama diðerlerinin yatkýn olmadýðýný
söylemez” sorusunu sorar. O’na göre, genelleþmiþ ekonomik ve sosyal analizler bu
soruya bir cevap getirmez. Bu baðlamda, bölgesel düzeydeki ekonomik ve sosyal
analizlere ihtiyaç vardýr (1974: 67). Bu eleþtiriye karþýn, Thompson bu problematiðin
kendi metninin bir temasý olmadýðýný söyler. Dahasý, Stevenson’un önerdiði böylesi
bir çalýþmanýn sonuçlarýnýn kendi varsayýmlarý ile zorunlu olarak çeliþmesi
gerekmediðini belirtir (1993c: 261-262).

Dale Edward Williams “ ‘Were Hunger Rioters Really Hungry? Some

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 131


Demographic Evidence -Açlýk’ Ýsyancýlarý Gerçekten Aç mýydý? Bazý
Demografik Kanýtlar” ve “ ‘Morals, Markets and the English Crowd in 1766’
- 1766’da Ýngiliz Yýðýnlarý, Ahlak ve Piyasalar” isimli makalelerinde
Thompson’un çalýþmasýna eleþtiriler yöneltmektedir. Adý geçen ilk makalede, Williams
Thompson’u iktisadi kriz dönemlerinde isyancýlarýn gerçek konumunu göstermekten
ziyade onlarýn eylemelerini meþrulaþtýrmak ve ahlak ekonomisi yaklaþýmýný daha
ekonomik ve niceliksel bir yaklaþýmýn yerine koymakla itham eder. Buna ek olarak,
Thompson sefalet ile popüler þiddet arasýndaki iliþki ile de ilgilenmemektedir (1976:
70). Bunun yaný sýra, isyan eden ve etmeyen bölgelerin demografik yapýlarýný, sefalet
ile isyanlar arasýnda herhangi bir nedensel iliþki olmadýðýný açýkça göstermesine
raðmen isyancýlarýn gerçekten aç olduklarýný ileri sürmektedir. Açlýk, örneðin 1766
isyanlarýný açýklamak için gerekli ama yetersiz bir nedendir. Buna ilaveten Williams
isyan eden ve etmeyen bölgelerin ekonomik olarak ayný durumda olduklarýnýn
gösterildiðini ve dolayýsýyla isyan etmeyenlerin niye isyan etmediklerinin izahýnýn
gerekli olduðunu öne sürer. Ardýndan, 1766 isyanlarýnýn istisnailiðini gözler önüne
seren Cambridge örneðine atýfta bulunur (1976: 74-75). Ýkinci makalede, Williams,
Thompson’un tarihsel süreçte belirleyici deðiþken olarak yapý yerine deneyimi
koyduðunu ve ‘yýðýnýn’ Thompson için ‘hem muhalefetin belirtisi hem de aracýsý
olduðunu’ belirtir. Thompson’un çýkarýmlarý tarihsel baðlam içerisinde dikkatli bir
þekilde deðerlendirilmelidir. Bu anlamda, yýðýnlarýn bu dönemde kýrsal alanda her
zaman hazýr ve nazýr mý olduklarý yoksa isyanlarýnda ahlaki iktisadýn geleneklerini
mi barýndýrdýklarý sorusunu sorar. Ardýndan Thompson’un makalesini bu soru ýþýðýnda
1766 isyanlarý örneðinde eleþtirmeye çabalar (1984: 56-58). Williams öncelikle
isyanlarýn büyük bir kýsmýnýn iki bölgede gerçekleþtiðini ve sorun çýkarmaya meyyal
bölgelerin ortak özelliklerinin iktisadi uzmanlaþma ile ticarete baðýmlýlýk olduðunu
ileri sürer (1984: 58 ve 62). Bu anlamda ahlak ekonomisi yaklaþýmý bu isyanlarý
açýklamada gereksizdir. Ayrýca bu dönemde açlýktan ölümlerden bahseden pek az
gazete vardýr. Sonuç olarak, normal bir müdahale sonucu düzen saðlanmýþ ve kapitalist
sistem yeniden kurulmuþtur (1984: 68-69). Diðer bir ifadeyle Williams’ýn rahatsýzlýðý
eski ahlak ekonomisinin yeni bir ekonomi politik ile tehdit edilmesinden deðil serbest
piyasa ekonomisinin çöküþündendir. Eleþtirisi üç hat üzerinden ilerler:

“(…) ilk olarak, huzursuzluklarýn doðasý, kapsamý ve yeri Thompson’un


18. yüzyýl Ýngiltere’si için çizdiði sosyal çatýþma resminin mantýken
öngörmesi gereken þekilde deðildir; ikincisi, isyanlar ikili bir ‘güç sahasý’
yapýsý oluþturmaktan ziyade üçlü bir yapýya iþaret etmektedir – burjuvazi
(gentry), orta gruplar ve iþçiler; üçüncü olarak, Thompson’un tarihsel
süreçte aracý bir güç olarak ‘deneyim’ üzerindeki vurgusu, Thompson’un
dünya algýsý ile anlaþýlamaz olan ekonomik deðiþim güçleri – temel olarak
pazarlama sistemi – üzerinde yetersiz bir ilgi sonucunu doðurmuþtur.”
(1984: 69)

132 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


Williams’a göre bu isyanlar istisnai idi çünkü, yiyecek isyanlarýnýn sýklýðý ve
yoðunluðu sabit deðildi, ‘isyankar bölgeler nadiren örtüþüyordu’ ve tekil olaylarýn
yekunu da seyrekti. Pazarlama sistemine katýlanlarla isyan edenler de ayný kiþilerdi.
Ayrýca, Thompson’un modeli orta sýnýfý içermediðinden dolayý da yetersizdi (1984:
69-71). Thompson’a benzer eleþtiriler Brown tarafýndan da yapýlýr. Brown’a göre
de Thompson’un modeli orta sýnýfýn motivasyonlarýný görmezden geliyordu. Öte
yandan orta sýnýftan insanlar iþportacýlara ve satýcýlara karþý eski mevzuatý yeniden
iþletmek üzere yerel otoriteleri göreve çaðýrmada önemli rol oynadýlar (1993: 326-
327). Özetle Williams, Thompson’un modelinin yetersiz olduðunu, insanlarýn çoðunu
resmin dýþýnda býraktýðýný ve ayaklanmalarýn kurumsal sebeplerini Thompson’un
analizinde anlayamadýðýný söyler (1984: 73).

Thompson cevabýnda, insanlarýn davranýþlarýnýn nasýl gelenekler, töreler ve kültür


tarafýndan þekillendirildiðini göstermeye çalýþtýðýný belirtir (1993c: 262). Þunu ileri
sürer:

“Gerçek bir kýtlýk (…) genellikle isyaný tetiklemez çünkü isyancýlarýn


rasyonel olarak hedef alabileceði pek az þey vardýr (…) Ýsyan çoklukla
rasyonel bir cevaptýr ve umutsuz veya çaresiz insanlar arasýnda deðil,
fiyatlar artarken ve istihdam bulunamazken varolan azýcýk yiyeceðin de
ihraç edildiðini gören, kendileri için bir þeyler yapmaya pek az güçleri
olduðunu bilenler arasýnda baþ gösterir” (1993c: 264-265).

Thompson, Asya’dan da örnekler verir; bu kýtadaki devasa kýtlýðýn isyana yol


açmadýðýný belirtir. Ayrýca isyan teriminin, açýða çýkardýðýndan fazlasýný gizleyen,
sorunlu bir terim olduðunu, insanlarýn basit bir tepkisi olmadýðýný ve karmaþýk kollektif
bir davranýþ olduðunu ileri sürer (1993c: 266). Williams’ýn eleþtirilerinin aksine
Charlesworth ile Randall Thompson’un duruþunu destekler. Bu iki yazara göre,
Williams isyancýlarýn baþka herhangi bir sistem olmadýðýndan piyasa sistemine karþý
eyleme geçmedikleri görüþünde haklýdýr. Öte yandan, ne zaman ki piyasa sisteminin
gerekleri fakirlerin yaþam standartlarýný tehdit etmeye baþlamýþtýr, bu insanlar eski
ahlak ekonomisinin fikirlerine meyil etmeye baþlamýþlardýr(1987: 201). Buna ek
olarak, Williams’ýn isyanlarýn yaygýnlýðý hakkýndaki fikirlerini tüm isyanlarýn
incelenmesinin zorluðu temelinde eleþtirirler. Ýkinci olarak, Williams’ýn haritasýnýn
boþ alanlarýnda aslýnda olup bitenin gündelik yiyecek pazarlamasý olduðunu belirtirler.
Onlara göre 18. yüzyýl Ýngiltere’sinin sosyal coðrafyasý, ülkeyi yiyecek isyanlarýnýn
çýktýðý ve çýkmadýðý biçiminde basit bir ikircikliliðe ayýrmaya müsaade etmeyecek
denli karmaþýktýr (1987: 202-203). Dahasý, Williams makalesinde otoritelerin eylemleri
ve tavizleri hakkýnda hiçbir þey söylememektedir. Williams’ýn makalesinde
Thompson’un yiyecek isyanlarýnýn alýþýlagelmiþ haklarýn önlenmesinin bir sonucu
olduðu noktasý tamamen göz ardý edilmiþtir (1987: 205). Charlesworth ile Randall

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 133


tarafýndan Williams’a yöneltilen bir baþka eleþtiri de isyanlarýn kapitalist sistemin
restorasyonuyla deðil yýðýnýn harekete geçmesiyle neticelendiðidir: “isyanlar
nihayetinde ahlak ekonomisi modelinin öngördüðü ve yiyecek isyancýlarýnýn beklediði
þekilde taviz ve düzenlemelerle sonlanmýþtýr” (1987: 211-212). Son olarak, Williams
ve Brown’ýn orta sýnýfýn göz ardý edilmesi yönündeki eleþtirilerine karþýlýk
Thompson’un modelinin nihayetinde yýðýn ile burjuvazi (gentry) arasýndaki iliþkiye
dayandýðýný ve böylelikle bu modelde üçüncü bir güce yer olmadýðýný ileri sürerler
(1987: 213). Ancak bir baþka makalede bu eleþtirinin geçerliliðini kabul ederler
(2000: 8).

Williams’ýn eleþtirilerine benzer bir biçimde A. W. Coats “ ‘Contrary Moralities:


Plebs, Paternalists and Political Economists’ - Karþýt Ahlaklar: Plebler,
Paternalistler ve Ekonomi Politikçiler” ve Elizabeth Fox-Genovese “ ‘The Many
Faces of Moral Economy: A Contribution to a Debate’ - Ahlaki Ýktisadýn
Çoklu Yüzü: Tartýþmaya bir Katký” adlý makalelerinde Thompson’u eleþtirmiþlerdir.
Coats hayatýn öncelikli gereðinin Smithçi analizle uyumlu olduðunu ve klasik iktisadýn
aydýnlanmanýn liberal-ahlaki felsefesinde temellendiðini iddia ederek Adam Smith’in
kara ticareti tezini desteklemeyi dener (1972: 131-133). Ancak Thompson bu konuda
“ahlaki zorunluluklardan arýndýrýlmýþ, nesnel bir mekanizma olarak iktisat kavramýnýn”
merkantilist dönemde kendisini gelenekselci iktisattan ayýrdýðýný öne sürer. Bu
durumda Thompson’a göre bu ayrýlma söz konusu eleþtiriyi çürütür (1993c: 270).

Öte yandan Genovese, sanayi öncesi dönemlerde insanlarýn sefil durumundan


bahseder. Böylece Thompson’u geleneksel romantikliðe yatkýnlýk ile itham eder
(1973: 161 ve 166). Tarým süreci özellikle 18. yüzyýlýn ortalarýndan sonra yaþam
seviyesini yükseltmiþtir (1973: 164). Buna ek olarak, Thompson’un paternalist ve
popüler çýkar arasýndaki çatýþmalarý görmezden geldiðini söyler: “… [Thompson]
klasikçi yerine daha uyumlu ve sorumlu bir sosyal düzenin konuþmacýsý olarak
gördüðü paternalisti desteklemeye meyyaldir”. Piyasa ekonomisinin tartýþýlmayacak
felaketlerin yaný sýra seçme özgürlüðü veya kendini daha müreffeh yapabilme hakký
gibi Thompson’un göz ardý ettiði bazý haklar da getirdiðini belirtir. Ayrýca hem
geleneksel hem de klasik iktisatçýlarý ahlaki bir yaklaþým getirebileceklerini ileri sürer
(1973: 166-168). Fakat Thompson Coats ile Genovese’ye cevap olarak Smithçi
doktrinlerin ahlakilik karþýtý yönüne dikkati çeker ve bu doktrinlerin iki önemli eksiði
olduðunu söyler. Ýlk olarak, bunlar ampirik deðil doktrinerdirler ve ikinci olarak da
yokluða karþý yüksek fiyat fikrini desteklemektedirler (1993c: 282-283). Ardýndan
Thompson yüksek fiyatlarýn zenginler için pek önemli olmadýðýný ve orta sýnýflar için
ancak can sýkýcý olabileceðini, fakat fakirlerin hayatta kalabilmelerine karþý gerçek
bir tehdit olduðunu ve bu anlamda yiyecek isyanýnýn yokluða bir çözüm olabileceðini
fakat, yüksek fiyatlara karþý çaresiz kalacaðýný belirtir (1993c: 285).

134 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


John Bohstedt, Thompson’un makalesine yönelik yiyecek isyanlarýna kadýnlarýn
katýlýmý konusunda baþka bir eleþtiri getirir. Ona göre kadýnlar yiyecek isyanlarýnýn
hakim figürü deðildiler ve yiyecek isyanlarý belirgin olarak feminen bir olay deðildi
(1988: 89-90). Bohstedt yiyecek isyanlarýnda kadýnlarýn genellikle temsil
edilmediklerini, bu isyanlara katýlmýþ olabileceklerini ama kesinlikle isyanlara yön
veremediklerini ileri sürer. Ýstatistiklere göre toplam erkek kalabalýðý kadýnlarýnkinden
çok daha fazlaydý, yani feminen yiyecek isyaný mitleri mesnetsizdi. Bu durumda
kadýnlarýn yiyecek pazarýnda hane ekonomisini koruduklarý fikri yanlýþtýr (1988: 92-
93). Bohstedt’e göre, sanayi öncesi çaðlarda kadýnlar hane ekonomisinin önemli bir
parçasýydý ve yiyecek isyanlarýna aktif olarak katýldýlar; alt sýnýflardan kadýnlar eve
ekmek getirenlerdi. Kadýnlarýn yiyecek isyanlarýndaki rolünün aile için alýþveriþ
yapmaktan kaynaklandýðýný söylemek anakronistik bir hatadýr. Kadýnlarýn böyle bir
rolü olduðuna dair net bir kanýt yoktur; onlarýn isyanlardaki rolü ayrýþmamýþ hane
ekonomisinden ve “enformel cemaatsel aðlardan” doðmuþtur (1988: 92, 97 ve 98).
Yiyecek isyanlarýnda kadýnlarýn þiddete baþvurmalarý konusunda Bohstedt iki model
belirler. Ýlk modelde, geleneksel kasabalarda kadýnlar ile yiyecek isyanlarý cemaat
siyasetinin ‘organik’ bir parçasýdýr ve çok az þiddet kullanýlmýþtýr. Ýkinci modeldeyse,
büyük sanayi kentlerinde, yiyecek isyanlarýnýn çokça bayaðý þiddet kullanan
kadýnlarca sürüklendiði belirtilir (1988: 110). Sonuç olarak Bohstedt “… yiyecek
isyanlarý özellikle feminendi denemez. Hane ekonomisi sadece ev kadýnýnca deðil
tüme hane halkýnca savunuldu. Baský toplumsal cinsiyet gözetmedi” (1988: 121).
Bu eleþtiriye karþýlýk olarak Thompson, öncelikle böyle bir mitin olmadýðýný, hiç
kimsenin, hiçbir tarihçinin böyle bir mit ortaya atmadýðýný söyler (1993c: 306).
Ardýndan Thompson Bohstedt’in istatistikleri kullanma biçiminin yanlýþ olduðunu
çünkü erkek ve kadýn katýlýmcýlarýn sayýsýnýn olaylarýn akýþý çerçevesinde dalgalanmýþ
olabileceðini belirtir ve bu argümaný destekleyen bazý örnekler sunar (1993c: 308-
314). Thompson Bohstedt’in alýþveriþleri kimin yaptýðý hakkýndaki argümanlarýna
cevap verir. Thompson’a göre yerel pazarlarda alýþveriþ edenlerin çoðunluðu kadýndý:
“aslýnda meyve-sebze pazarlarý bazen kadýn pazarlarý olarak anýlýrdý” (1993c: 316).
Buna ek olarak, pazar sosyalleþmek için çok uygun bir mekan olduðundan kadýnlar
burada katýlýmlarýný gerçekleþtirmiþ olabilirler. Thompson’a göre, Bohstedt hiç kanýt
göstermeden hem aile gelirinin hem de gerekli alýmlarýn haftalýk olarak erkek
tarafýndan yapýldýðýný söyler. Diðer bir deyiþle, sað duyu bize kadýnlarýn yiyecek
pazarlarýnda olan biten hakkýnda bayaðý bilgili olduklarýný söyler (1993c: 319).
Thompson’a göre hane ekonomisindeki rollerinin yaný sýra kadýnlarýn otorite alaný
onlarýn isyanlara katýlýmýný belirleyen bir diðer etkendir. Yemek piþirip içki
hazýrladýklarýnda yiyecek fiyatlarýndaki dalgalanmalara karþý daha duyarlýydýlar
(1993c: 321-322). Bunun yaný sýra, otoritelerin kadýnlarýn katýlýmýný tatsýz bulduklarýna
dair pek az kanýt vardýr (1993c: 325). Sonuç olarak:

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 135


“Yetki sahibi erkekler kadýn dilinin þiddetinden ve suçlayýcýlýðýndan halen
korkmaktaydýlar ve kadýnlar amaçlarýna bu yollarla ulaþmaktaydý.
Susannah Soons 1767’de Norwich’te birkaç provokatif konuþma
yapmaktan, Leicester’de Mary Watts ise mahkemeye ‘ahlaksýz ve tasvip
edilemez dil ve mimikler’ ile ‘saldýrmaktan’ hüküm giymiþti. 1812’de
Montrose’de Ýsyan Yasasý okunurken ve askerler kalabalýðý daðýtmak için
konuþlandýrýlmýþken Elizabeth Beattie ‘O kaðýdý bu adamýn elinden alacak
hiç kimse yok mu?’ diye baðýrmýþ ve Yasayý almayý denemiþti.” (1993c:
333).

Sonuç olarak Thompson’un 18. yüzyýlda Ýngiliz kalabalýklarýnýn ahlak ekonomisi


hakkýndaki çalýþmasý alt sýnýflar arasýndaki rahatsýzlýklarýn yaygýnlýðýndan, aþaðý
tabakalarýn kafalarýnda böyle bir bilincin olup olmadýðýna, eylemlerin kapitalizmin
restorasyonu ile birlikte son bulduðundan bu eylemlerin Ýngiltere çapýndaki
yaygýnlýðýna kadar birçok eleþtiri ile karþýlaþtý. Thompson’un bu eleþtirilere cevaplarýný
yukarýda elden geldiðince verilmeye çalýþýldý. Bununla birlikte, bu eleþtiriler içerisinde,
orta sýnýfýn Thompson’un modelinde göz ardý edildiði biçimindeki eleþtiri diðerlerine
kýyasla daha makul gözükmektedir. Fakat, yine de þu söylenmelidir ki, Thompson’un
analizi büyük ölçüde üst ve alt sýnýflarýn kültürleri arasýndaki karþýlýklý iliþkisellik
üstüne kurulmuþtur. Diðer bir ifadeyle, böylesi bir eleþtiri, her ne kadar makul görünse
de, Thompson’un modellemesinin ya da argümanlarýnýn ‘dýþýndan’ yapýlmýþ bir eleþtiri
olarak kalýr.

J. C. Scott ve Ahlak Ekonomisi


“Ve Polo: ‘Biz canlýlarýn cehennemi gelecekte var olacak bir þey deðil,
eðer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramýzda; her gün içinde
yaþadýðýmýz, birlikte, yan yana durarak yarattýðýmýz cehennem. Ýki yolu
var acý çekmemenin: Birincisi pek çok kiþiye kolay gelir: cehennemi
kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleþmek. Ýkinci yol
riskli: sürekli bir dikkat ve eðitim istiyor; cehennemin ortasýnda cehennem
olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduðunda tanýmayý bilmek, onu
yaþatmak, ona fýrsat vermek.’ “

Italo Calvino, Görünmez Kentler, s. 204.

Thompson makalesinde fakirlerin ekonomisinin yerel ve bölgesel olduðunu ve


kendine yeterlilik ekonomisinden türetildiðini söyler (1993b: 212). Bu noktada, iki
önemli araþtýrmacý, James C. Scott ile Eric M. Wolf, Thompson’un modeline yakýn
bir çerçeve oluþturmayý denerler. Thompson’dan farklý olarak esasen köylülere,
ekonomilerine ve köylü isyanlarýna odaklanýrlar; ama bu üç araþtýrmacýnýn analiz
ettiði yoksullarýn ekonomisinin temel özelliklerinin birbirine benzediði açýktýr.

136 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


Scott’un araþtýrma alaný Güneydoðu Asya’dýr. Çalýþmalarýnda bu bölgede yaþayan
köylülerin ekonomisini, kollektif eylemlerini ve ‘direniþ sanatlarýný’ anlamaya çalýþýr.
“Yeterlilik ahlakýný (subsistence ethic) köylü siyasetinin merkezine koymayý” dener.
Ona göre köylülerin ahlak ekonomisi üç unsuru kapsar: ekonomik adalet kavramlarý,
sömürü iliþkisini kavrayýþlarý ve kendi üretimlerine yönelik taleplerin hangilerinin
kabul edilebilir hangilerinin ise kabul edilemez olduðuna yönelik fikirleri. Kýtlýk sýnýrýna
yakýn yaþadýklarýndan temel eðilimleri “risk almamaktýr”; yani, onlarýn sözlüðünde
kar maksimizasyonunun bir anlamý yoktur ve “öncelikle güvenlik ilkesi” (safety-
first principle) esas motivasyonlarýdýr. Her ne kadar radikal bir biçimde eþitlikçi
olmasalar da zenginden ve otoritelerden eli açýk olmalarýný beklerler (1976: 3-5).

Scott köylülerin, bu toplumun sosyal deðiþ tokuþ ve iktisadi iliþkilerinde kökü


olan yeterlilik ahlakýnýn iki temel dönüþümden etkilendiðini ileri sürer. Bunlardan biri
Kuzey Atlantik Kapitalizmi’nin empoze edilmesidir; diðeri de sömürge yönetimi
altýnda modern devletin geliþimidir. Bu anlamda devlet sadece piyasa ekonomisini
garanti almak için gerekli yasal mekanizmanýn kurucusu deðildir, ayný zamanda
devlet mekanizmasý köylü kaynaklarý üzerinde bizzat hak iddia etmektedir. Bu
durumda köylülerin bu dönüþüm dönemi esnasýndaki öncelikli sorunlarý, asgari geliri
elde edebilmek olmuþtur. Ayrýca bunun bazý kültürel sonuçlarý da vardýr çünkü,
asgari gelirin altýna düþmek bazý sosyal ve törensel gereklerin ortadan kalkmasýna,
daha da kötüsü sürekli baðýmlýlýk konumuna düþmeye yol açmaktadýr. Scott patronaj
iliþkilerinin geleneksel biçimleri ile karþýlýklýlýk ya da yeniden daðýtým mekanizmalarýnýn
bu perspektiften incelenmesi gerektiðini ileri sürer (1976: 6-9). Aslýnda Scott’un
temel temasý, Thompson’a benzer bir biçimde, kapitalizmin tarýmsal bölgelere giriþiyle
köylü cemaatlerinin bu yerel ve kapalý ekonomilerinin tehdit altýnda kalmalarý ve
yeterlilik ahlaki ile ahlaki ekonomisi anlayýþýndan meþruiyetlerini alan direniþ ve
isyanlardýr. Ýki önemli noktaya dikkat çeker: biri toprak sahiplerinin, tefecilerin veya
devletin köylü gelirleri üzerinde hak iddialarýdýr, diðeri ise yeterliliði saðlamak için
topraðýn daðýtýmýdýr (1976: 10).

Scott’a göre, köylünün karý maksimize etmektense bir felaket olmasý ihtimalini
en aza indirmeyi tercih etmesi anlamýna gelen önce güvenlik ilkesi, köylülerin
bilinçliliðinin, yani yeterlilik ahlakýnýn, ana belirleyicilerinden bir tanesidir (1978: 18).
Diðer bir deyiþle, onlarýn esas kaygýsý yiyecek ihtiyaçlarýný güvence altýna almaktýr.
Bu kavram ayný zamanda ekip biçenin “risklerin potansiyel olarak faciaya yol
açabileceði anlayýþýyla alýnmadýðý yeterlilik rutinleri etrafýnda defansif bir að” örme
çabasýný ifade etmektedir (1976: 24). Baþka bir ifadeyle, köylüler ancak yeterlilik
seviyesinde yaþadýklarý ve ufacýk bir yanlýþ hesabýn hayatlarý açýsýndan bir felaket
anlamýna geleceði için, günlük faaliyetlerinde her zaman risk almaktan kaçýnmýþlardýr.
Bu çerçevede, köylü toplumundaki birçok kiþiler arasý iliþkiyi yöneten karþýlýklýlýk

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 137


normu ile patronaj iliþkileri köylülerin sosyal yaþamýnda çok önemliydi (1975: 493).
Bu iliþki tarzýnda patron, müþterilerine yardým edecek bir pozisyonda tanýmlanýrdý.
Diðer bir ifadeyle, seçkinler köylüleri korumak için kendilerine paternalistik bir sosyal
pozisyon atfettiler (1976: 185). Ancak, bu hiyerarþi içinde devlet köylülere
verdikleriyle deðil onlardan aldýklarýyla ünlendi ve özellikle de sömürge rejiminde
devlet tamamýyla yabancý bir güç olarak görüldü. Patronaj iliþkileri köylülere yokluk
zamanlarýnda sosyal bir güvence saðladý ancak, bu iliþki ayný zamanda patronun
köylülerin kaynaklarý üzerinde hak iddiasýna da yol açtý yani, karþýlýklýlýk ilkesi bu
iliþki tarzýnda hakim unsurdu (1976: 27-29). Bu anlamda, dengeli karþýlýklýlýk ile eþit
deðiþim fikri toprak sahibi ile kiracýsý arasýndaki iliþkiyi þekillendirdi (1975: 497).
Böylesi bir çerçevede, norm fakirin yeterlilik hakký olduðu ve bu yüzden hiçbir
seçkin talebinin bu hakký ihlal etmemesi gerektiði ve ayný zamanda seçkinlerin yokluk
zamanlarýnda fakirlerin temel ihtiyaçlarýný karþýlamalarý gerektiðiydi. Dahasý zengin
köylülerden fakirlerin evlilik törenlerini yapmalarý veya hýsým akrabaya yardým
etmeleri ya da dini faaliyetleri desteklemeleri beklenirdi (1976: 33 ve 41). Bu sosyal
yükümlülükleri yerine getirenler saygýyý, sadakati ve tanýnmayý hak etmiþ olarak
görülürdü22 (1985: 184):

“Burada kritik olan nokta, en baskýcý kýrsal sýnýf iliþkileri sistemleri hariç
bütün sistemlerde bir çeþit karþýlýklýlýk ve haklar kalýplarýnýn mevcut
olmasýdýr; ki bunu köylüler kýt kaynaklarý kontrol edenlerin görevi olarak
görür. Bu tarz normatif gelenekler ‘iyi’ efendi, adil kral ve saygýn toprak
sahibinin nasýl olacaðý hakkýndaki popüler anlayýþa da yansýmýþtýr. Her
türlü statü ve güç hiyerarþisi meþrulaþtýrmasý da bu durumda ahlaki aðýrlýk
taþýyan sorumluluk daðýlýmý yaratýsýný içerir. Bu anlamda statü ve güçte
farklýlaþmanýn kabulü her zaman olumsaldýr ve hiçbir zaman mutlak
deðildir” (1976: 181).

Mesela, kenduri23 zenginlerin sosyal hayatý kontrol etmede ve düzenlemede


kullandýklarý hayýrseverliðin temel unsurlarýndandýr. Hem fakirlerin hem de zenginlerin
bu ziyafeti finanse etmesi beklenirdi ama zenginlerden doðal olarak daha fazla
katký beklenirdi. Bu ziyafet fakirler için et yiyebilme fýrsatýydý (1985: 172-173).
O’na göre köylülerin adalet ve eþitlik fikri bu karþýlýklýlýk normu ile seçkinlerin asgari
geçim seviyesini garanti etme görevleri tarafýndan þekillenirdi. Bu anlamda köylü
22
“Onlardan (zenginlerden, y.n.) daha þüpheli olarak düðünlerdeki müsrif kutlamalara sponsor olmalarý,
yakýnlarýna ve komþularýna daha fazla hayýrseverlik göstermeleri, yerel dinsel aktiviteleri finanse
etmeleri, ve ortalama hane halkýndan daha fazla tabi olanlarý ve iþçileri iþe almalarý bekleniyordu.
Zenginlerden talep edilen cömertlik bedelsiz deðildi. Bu onlarýn artan prestijini baðlýyordu ve sonuçta
topluluk içindeki pozisyonlarýný meþrulaþtýrmaya yardým eden bir müteþekkir müþteriler topluluðu
ile çevrelenmelerine hizmet ediyordu. Dahasý, bu durum, eðer ihtiyaç olursa, mallara ve hizmetlere
dönüþtürülebilecek olan bir toplumsal borçlar kümesini temsil ediyordu.” (Scott, 1975: 502).
23
Hindistan’da yerel bir festivale verilen isim.

138 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


isyanýnýn ana güdülerinden biri bu modeli yeniden kurmaktý (1976: 188). Bu çerçevede
Scott, köy eþitlikçiliðinin radikalliðe deðil muhafazakarlýða dayanmakta olduðunu
öne sürer; bu ahlakýn sosyal kuvveti köylerdeki fakirleri korumuþtur; en zayýflarýn
da yaþamlarýný sürdürmesini saðlamýþtýr ve köylerde sosyal hayatý düzenlemiþtir.
Scott, köylü ayaklanmalarýnýn büyük çoðunluðunun göreneksel haklarý koruma
dürtüsüyle ortaya çýktýðýný düþünür (1977a: 237).
Argümanýnda bir diðer önemli tema ise iki biçim alan yerelciliðin ahlak ekonomisidir.
Bunlardan ilki þudur: kaynaklarýn yeterli olduðu durumlarda her aile yerel cemaat
içinde geçimlerini saðlayacak kadar yiyecek alabilme hakkýna sahip olmalýdýr. Ýkinci
olarak ise, bir sosyal birim olarak köy, geleneksel olarak üyeleri tarafýndan kullanýlagelen
kaynaklar (toprak, ormanlar, vs.) üzerinde hak sahibidir. Topraklarýn yabancýlara
satýlmasýna karþý köylülerin öfkesi bu çerçeve içinde anlamlýdýr (1977b: 214-215).
Scott’a göre yerelciliðin ahlak ekonomisi temel olarak yerel göreneðin korunmasý
anlamýna geliyordu. Güneydoðu Asya’da yerel haklarýn savunusu köylü hareketlerinin
önemli bir parçasýydý. Bu anlamda, devletin hak iddialarý “göreneksel geçim/yeterlilik
haklarý geleneðiyle” çatýþma halinde olduðu zaman yazýlý olmayan kanunun savunulmasý
gözlemlenebilir. Bu küçük geleneðin haklarý devlete ve toprak sahiplerine karþý olduðu
gibi baþka köylere karþý da savunulabilir (1977b: 216-218).
Scott’a göre, sömürge devletinin geliþimi ile kapitalist iliþkilerin yaygýnlaþmasý
yukarýda bahsedilen kalýbý zorladý. Bu geliþmeler köylüleri piyasa merkezli
güvensizliklerin önüne attý. Dahasý, köylü cemaatlerinin korumacý deðerlerini de
erozyona uðrattý. Ayný zamanda toprak sahiplerine yalnýz köylülerden daha fazlasýný
alma imkaný tanýmadý, toprakta çalýþanlarýn gelirleri üzerinde sabit bir vergi de
oluþturdu. Bunlara ek olarak, devlet köylüler aleyhinde sürekli artan oranlarda vergiler
koymaya baþladý (1976: 57). Ýktidarýn el deðiþtirmesinin bir baþka sonucu olarak
Scott, zengin köylülerin yükümlülüklerini bir kenara býraktýklarýný ve köylülerle pazarlýk
süreçlerinde daha güçlü bir konuma geldiklerini ileri sürer (1972: 8 ve 1985: 189 ve
305). Sonuçta, köylülerin geçim olanaklarý sýnýrlandý ve fakir köylüler kapitalist piyasa
ekonomisinin güvenilmez ellerine býrakýldý. Piyasa ekonomisine ek olarak sömürge
idaresi vergileriyle köylülerin hayat koþullarýný daha da zorlaþtýrdý. Devlet, hiçbir
þeyin vergiden muaf olmayacaðý þekilde vergilendirme sistemini geniþletti. Köylülerin
en temel geleneksel haklarý, ormanlar veya balýklar üzerindeki haklarý devlet
tarafýndan ellerinden alýndý (1976: 90 ve 94-95). Toprak sahiplerinin suçlanmalarý
tam olarak devlet tarafýndan desteklenen ticarileþme baskýlarýna yanýt niteliðindeydi:
“Sömürge devleti, yasal sistemi ve zor kullanma gücüyle sözleþmeler empoze
etti, huzursuzluklarý bastýrdý ve toprak sahibinin ekonomik gücünden en
üst seviyede yarar saðlamasýný siyasal olarak mümkün kýldý” (Scott, 1975:
528).

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 139


Sömürge devleti, yerel yetkililer ve toprak sahiplerinin yerel cemaatle olan
baðlarýný da koparacaktý. Bu yetkililer ve toprak sahipleri merkez ile iliþkileri sürdüren
yerel varlýklar olmaktan çýkarak yerellikle ilgilenen merkezin adamlarý halini aldýlar
(1972: 18). Scott’a göre ahlaki iktisadýn ya da köylülerin geçim ahlakýnýn ortadan
kalkmasýnýn bir sonucu olarak isyan ve direniþ Güneydoðu Asya’nýn pek çok
köþesinde görüldü. Diðer bir deyiþle, köylülerin kendilerini ait hissettikleri haklarý
kapitalist tarým veya merkezileþen devlet tarafýndan ihlal edildiðinde huzursuzluklar
baþ gösterdi. Fakat, bu durumun siyasal etkisi bölgeden bölgeye farklýlýk gösteren
ahlaki baðlama baðlýydý. Ýsyan edilmesi örneðinde, ayaklanma ihtimali bu ayaklanmayý
bastýracak olanlarýn zor kullanma kapasitesine baðlýydý (1977a: 237 ve 247). Scott’a
göre isyanýn baðlamý bazý baþka deðiþkenlerden de etkilenmiþti. Örneðin, medyanýn
homojenleþtirici etkilerinin, yüksek toplumsal hareketliliðin ve merkezileþmiþ
piyasalarýn olmadýðý bir ortamda, seçkinlerin zihinsel dünyasýna dahil olmayý reddeden
köylülerin sosyal özerklikleri daha yüksek bir ihtimaldi (1979: 100). Köylüler
isyanlarýnda, yerel yükümlülüklere baðlý olmadýðý düþünülen yabancýlarýn24 toprak
alýmlarýna ve tahýllarýn ihracýna karþý direndiler (1979: 111). Thompson’un anlatýmýna
olan bu yakýnlýða ek bir baþka benzerlik de eþ seviyeye getirme eðilimidir. Scott’a
göre köylülerin nihai amacý gelir ve mülkü eþ seviyeye getirmekti (1979: 122). Ayrýca
yine Thompson’a göre benzer þekilde, köylü hareketlerinde adil fiyat kavramýnýn
önemi de Scott tarafýndan vurgulanýr (1975: 499). Ýsyanlarýn yaný sýra, köylüler
ayakta kalabilmek için çeþitli stratejilere baþ vurdular (1977a: 238). Baþka bir
ifadeyle, Scott sadece köylü isyanlarýna bakmakla kalmayýp isyan dýþý direniþ
biçimlerini de anlamaya çalýþmaktadýr. Bu anlamda ona göre aþaðý kesimlerin zihin
evrenlerini anlamada gündelik taktikler, ritüeller, þarkýlar, söylentiler, popüler hikayeler
(1995: 44) ile çarpýtýlmýþ adetler (profanations) (1977b: 224) önemliydi. Bunlar
Scott’un gizli senaryolar (hidden transcripts) olarak adlandýrdýðý, görünümün
deðiþmesinin siyasetiydiler (1995).
Michael Adas, Scott’u sömürge öncesi ekonomi politiðin seçkin tarafýný
görmezden gelmekle eleþtirir. Adas, seçkin boyutun yokluðunda Scott’un teorisinin
sadece bir totoloji olduðunu söyler. Dahasý, kendine yeterlilik ekonomisine odaklanýþý,
köylülüðün durumunu etkileyen diðer konulara önem vermesini engeller. Scott’un,
köylülerin “üretimlerinden sadece hayatta kalmalarýna yetecek kadarý ile yetindikleri
ve yeni mahsulleri ektikleri” þeklindeki örtük argümaný sorgulanabilirdir (Adas, 1980:
525-526). Adas’a göre köylülerin dinlerini savunmak veya popüler yerel liderleri
desteklemek için de isyanlara katýlmasý bir olasýlýktýr. Ahlaki iktisat konusunda Scott’un
yaklaþýmý sömürge öncesi dönemdeki cemaatsel uyum ile birlikteliði abartmaktadýr.
Adas’a göre, iþbirliðinden ziyade rekabet köylülerin hayatta kalma mücadelesinin
anahtar terimidir (1980: 527-528):
24
Scott’a göre, dýþarlýlýklarý (outsiders) dýþlama eðilimi ahlaki yükümlülüklerinin bir öðesi olan köylü
yerelciliðinin basit bir sonucudur (1977b: 213).

140 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


“Pek çok durumda köylüler ürettikleri mahsullerden ‘asgari geçim’ için
gerekenden fazlasýný istedikleri için; yabancý yöneticileri ritüel ve dini-
siyasi meþruiyete sahip olmadýklarý için veya kendi dini inançlarý ile
göreneksel kalýplarý tehdit edildiði için isyan etmiþlerdir. Köylüler
peygamber kurtarýcýlarý veya milli liderleri adýna, hipotetik ahlaki iktisadý
tekrar kurmak için deðil özgül sosyoekonomik rahatsýzlýklarý ortadan
kaldýrmak, etkin ve gerçekten karþýlýklý olan baðýmlýlýk aðlarýný yeniden
kurmak ve anlamlý sosyal iliþkiler ile kabul edilebilir köy cemaatlerini
restore etmek için hareketlendiler” (Adas, 1980: 540).

Ayný minvalde, Theda Skocpol, Scott’u yaklaþýmýnýn kolonyal dönem öncesi köylü
topluluklarýnýn içsel çeliþkilerini ve yarýþmacý iliþkileri göz ardý ettiðini söyleyerek
eleþtirir. Skocpol’e göre, Scott’un kültürel yaklaþýmý bütün çeþitlemeleri içermez
(1982: 360).
Açýktýr ki, Scott’un köylülerin ahlak ekonomisi üzerine olan tartýþmasý
Thompson’un tartýþmasýyla ortak noktalara sahiptir. Adas’ýn söylediði gibi,
Thompson’a benzer þekilde Scott örtük olarak sosyal bilimcilerden köylü sorunlarýna
karþý bir duyarlýlýk geliþtirmelerini ve onlardan köylü sorunlarýyla bir tür empati
kurmalarýný talep eder. Bununla birlikte, devlet veya hükümet Thompson’un
çalýþmasýnda, Scott’un modeline oranla daha paternalist bir yapýya sahiptir. Scott’un
analizinde paternalizmin aðýrlýðý büyük oranda yerel görevlilerin ve özellikle toprak
sahipleri ile zengin köylülerin omuzlarýndadýr. Thompson’a zýt olarak bu analizde
devlet yabancý bir güç gibi görülür. Bunun en önemli nedenlerinden biri, devletin
kolonyal karakteridir; yabancý ve kolonyal görevliler köylülerin ihtiyaçlarýna,
beklentilerine ve ahlak ekonomilerine duyarsýzdýr. Buna ek olarak, Trimberger, Scott’u
sadece anti-kapitalist sýnýf bilincini motive eden pre-kapitalist kültürün pozitif
taraflarýna bakmakla eleþtirmekte haklý görünür. Trimberger’e göre, Scott, çatýþmalý
kültürel formlar ve yapýsal koþullarýn arasýndaki iliþkiyi analiz etmekte çok da baþarýlý
sayýlmaz (2002: 237).
Köylüler ve Ahlak Ekonomisi
James C. Scott’dan farklý olarak, Eric M. Wolf kýrsal iliþkilerin ilkel formlarýndan
köylülüðün tanýmýna kadar köylülüðün hemen hemen tüm boyutlarýyla ilgilenmiþtir.
Bununla birlikte, O’nun köylülüðün kendine yeterlilik ekonomisinin özelliklerine
deðinen argümanlarý Scott’un kaynaklarýna benzer bir yerden beslenir.
Wolf’un köylülük tanýmýnda, ekili bölgedeki köylü emeðinin üzerindeki toprak
beylerinin taleplerine iþaret eden kira fonunun üretimi önemlidir. Ýlkel çiftçiden
köylüyü ayýrt eden bu fondur. Üst sýnýflara doðru akan bu fonun transfer yöntemleri
farklýlaþabilir fakat, artýðý kontrol eden insanla üretici arasýndaki bu asimetrik iliþki

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 141


bize köylülüðün tanýmýný verir. Bir baþka deyiþle, kýrsal üreticiler kendilerinin toplumsal
yapýsýnýn dýþýndan gelen insanlarýn taleplerine ve yaptýrýmlarýna tabi olunca, yani,
belirli bir devlet yapýsýna sahip bir topluma entegre olunca biz köylülük üzerine
konuþabiliriz (Wolf, 2000: 27-28 ve 30). Bu çerçevede, köylülerin kendi hane
halklarýnýn temel ihtiyaçlarýyla ve üretim sürecindeki sorunlarla ilgilenmesi onlar
için en öncelikli sorunlardýr. Bu baðlamda, tüketim birimi köylü hayatýnýn temel
belirleyenidir. Onlarýn sonsuz problemi, kendi hane halký üyelerinin hayatlarýný
sürdürebilmek adýna ihtiyaçlarýnýn bir dengesini saðlamaktýr. Bu birim hayatlarýnýn
idamesinin araçlarýnýn yaný sýra bazý toplumsal hizmetleri de saðlar (2000: 32 ve
35). Bu baðlamda, köylülük çiftçilikten ayýrt edilmelidir:

“Köylüler bu yüzden pazara tümüyle katýlan ve geniþ bir toplumsal að


içinde kendilerini bir statü kurma oyununa hasreden üreticilere
benzemezler. Toprak üzerindeki sürekliliði ve hanesinin yaþamýný saðlamak
için köylü genellikle pazarý kendinden uzakta tutar, sýnýrsýz bir pazar
katýlýmý kendi yaþamlýk kaynaklarýný tehdit eder. Bu yüzden o, topraða
eriþimini ve akrabalarýnýn ve komþularýnýn emeklerini garanti eden
geleneksel düzenlemelere baðlý kalýr. Dahasý, o geçimlik için garanti edilmiþ
bir üretim baðlamý içinde ürünlerinin satýþýný onaylar. Köylülükten
çiftçiliðe geçiþ, bununla birlikte, sadece psikolojik bir yönelimdeki geçiþ
deðildir, bu insanlarýn kendi tercihlerinin yapabildiði sýnýrlar içindeki
kurumsal baðlamda ciddi bir deðiþikliði içerir” (1973: xiv-xv).

Wolf modelinde üç farklý mülkiyet biçimini birbirinden ayýrýr; patrimonyal,


prebandal ve merkantil. Lordlarýn ve köylülerin arasýndaki geleneksel karþýlýklý iliþki
formlarýný ilk ve ikinci mülkiyet biçimi içinde görür. Wolf’a göre, lordlara sunulan
hizmetler belirli bir törensel boyut içerir ve lordlar çoðunlukla, bunlara ayný ölçüde
cevap verirler. Aslýnda, Wolf’un ahlak iliþkisi kavramý, tam da böylesi bir karþýlýklý
iliþkisellik çerçevesi içine oturur. Bu törensel boyutlarýn köylü toplumlarýnda bir çok
iþlevi vardýr; lordlar ve köylüler arasýndaki asimetrik iliþkileri dengelediði gibi lordlarý
kendi meþruiyetlerini kazandýklarý kutsal bir çember içine de sokar (2000: 88, 91 ve
93). Topluluðun içindeki kaynak daðýtýmý ve patronlarla baðlarýn kurulmasý, köylülerin
riskten uzak durmaya ve kendi düzenlerini sürdürmeye çalýþmalarýyla tekrarlanan
yollardan geçer (1973: 279). Bu karþýlýklý toplumsal yapýda köylüler adil olanýn ne
olup ne olmadýðýna dair derin bir duyguya sahiptirler (1973: xiii). Wolf’un ahlak
ekonomisi kavramýnýn bir baþka boyutu da bu adalet duygusudur. Mesela, köylüler
için toprak doðadaki bir meta deðildir, o satýlmak ya da alýnmak üzere yaratýlmamýþ
olan doðal görünümün bir parçasýdýr, dahasý, toprak bazý toplumsal yükümlülüklere
de iþaret eder. Dolayýsýyla, metalaþtýrýldýðý zaman toplumsal baðlamýný kaybeder.
Kapitalizmin pre-kapitalist formlara girmesi geleneklerin doðal kýlýfýný kaybetmesi
ve insanlarýn kendi akraba ve komþularýna olan önceki toplumsal baðlýlýklarýndan

142 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


azade ekonomik aktörlere dönüþümü saðlamak üzere alýþtýklarý toplumsal matrisden
koparýlmalarý anlamýna gelir. O’na göre, kapitalizm –Kuzey Atlantik Kapitalizmi-
yerel tarýmsal bölgelerde insan acýsýný arttýrmýþtýr ve köylülüðün ormanlara, nehirlere
veya meralara olan geleneksel haklarýna bir tehdit olmuþtur, bu durum köylülüðün
eþitlik düzeyine önemli bir tehdit oluþturur (1973: 277-279 ve 281).
Dolayýsýyla, pre-modern dönemin alt sýnýflarý kapitalizmin kötülüklerine karþý çeþitli
korunma yollarý aramýþlardýr; ya kendi geleneksel kurumlarýný koruma yoluna giderler
ya da kendilerine güvenilir yerler saðlayabilecek olan alternatif biçimler ararlar.
Wolf ikinci seçenekle ilgili olarak köylülerin kendi aralarýnda çeþitli koalisyon türleri
kurduðundan bahseder. Köylülerin toplumsal hareketleri var olandan daha eþitlikçi
ve adil bir yapýdadýr (2000: 133 ve 170). Bu hareketlere karþýlýk olarak, iktidarý
tutan geleneksel sýnýflarýn tepkisi, bazý durumlarda kapitalizmin geliþiminin sonucu
olarak ortaya çýkan yeni iktidar bloðuna katýlmak olur ki, Wolf bu yeni iktidar bloðunun
toplumun tümü için tam bir felaket anlamýna geldiðini belirtir25. Fakat, eski iktidar
formlarý ve iliþkileri kapitalizmle birlikte tümüyle ortadan kalkmaz ve yeni iliþki
biçimleri özellikle kolonyal düzen içinde gerçekleþen bir geçiþ aþamasýnýn kesin
galibi olamaz (1973: 282-283). Bu süreçte, törensel fonlarý ve geleneksel toplumsal
iliþkilerin sürmesini destekleyen köylülere karþý, zengin köylüler geleneksel karþýlýklý
iliþkileri göz ardý ederler (Wolf, 2000: 37-38). Köylülerin zihnindeki devlet anlayýþý
konusunda Scott’un görüþlerine benzer olarak, Wolf da devleti dýþarlýklý bir güç
olarak görür ve sonuçta, bu aygýt köylülerin gözünde kendi toplumsal düzenleri
tarafýndan ikame edilecek bir þeytandýr. Onlarýn devletsiz yapabilecekleri inancý
dolayýsýyla doðal anarþistlerdir (Wolf, 1973: 295).
Özetle, Wolf’un köylü toplumlarýna yaklaþýmý Scott’unkine yakýndýr. Bu iki
araþtýrmacý için de geçimlik ekonominin ihtiyaçlarý ve toplumsal yükümlülükleri
köylülere karþýlýklý sorumluluklarý verir. Bu iliþkiler egemen sýnýflarýn yararýna olabilir,
fakat, bu þu gerçeði deðiþtirmez ki, bu iliþkiler karþýlýklýdýr ve alt sýnýflara bir eþitlik
ve adalet hissiyatý verir. Köylülerin ahlak ekonomisi kavramý bu iliþkilerden türer ve
bu özgül eþit deðiþim kendi dengesini çoðunlukla Scott’un kolonyal devlet ve Wolf’un
Kuzey Atlantik Kapitalizmi olarak adlandýrdýðý dýþarlýklý güçler yüzünden kaybedince,
köylü þikayet ve öfkesi farklý formlar alýr: Ýsyan ve günlük stratejiler ve taktikler
25
Wolf’un bu ‘halk yýðýnlarý için felaket anlamýna gelen koalisyon’ tezi ünlü tarihsel sosyolog Barrington
Moore’un faþizmin yapýsal dayanaklarýný açýklamakta kullandýðý görüþlerine paralellik gösterir.
Moor’a göre, emek baskýcý tarým sistemine dayanan ülkelerde siyasal anlamda güdük kalan ticari
sýnýflar kendilerini krallýk ve aristokrasinin kollarýna atar. Moore’un sözleriyle: “Ýktidarý ele geçirip
bileðinin hakkýyla yönetemeyecek kadar zayýf ve baðýmlý olan ticaret ve endüstri sýnýfý, bu yüzden
para yapma hakkýný yönetme hakkýyla deðiþ tokuþ ederek”, gerici sýnýflarla bir koalisyon kurar. Bu
koalisyon sonradan faþizmin yapýsal koþullarýný oluþturacak olan bir baskýcý siyasal rejim ve ‘tutucu
çaðdaþlaþma’ yolu izler (2003: 507-508). Moore böylesi ülkelere örnek olarak Prusya ve Japonya’yý
gösterir (2003).

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 143


gibi. Fakat, köylülerin tepkileri sadece ekonomik hayatlarýnýn kötüye gidiþine bir
cevap olarak düþünülmemelidir. Kültürel ve sosyal hayatlarýnýn kötüye gitmesi de
dikkate alýnmalýdýr; dolayýsýyla, ahlak ekonomisi kavramýnýn bu iki araþtýrmacý için
köylülerin iktisadi, sosyal ve kültürel hayatlarýna iþaret ettiði söylenebilir.

Sonuç
“Marco Polo, tek tek her taþýyla bir köprüyü anlatýyor.
‘Peki köprüyü taþýyan taþ hangisi?’ diye sorar Kubilay Han.
‘Köprüyü taþýyan þu taþ ya da bu taþ deðil, taþlarýn oluþturduðu kemerin
kavisi,’ der Marco.
Kubilay Han sessiz kalýr bir süre, düþünür. Sonra ekler:
‘Neden taþlarý antýp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek þey var, o da
kemer.’
Marco cevap verir: ‘Taþlar yoksa kemer de yoktur.’ “
Italo Calvino, Görünmez Kentler, s.127

Kaynak: Bir Gün Kitap, Yýl 1, No. 15,


01.05.2006, s. 6.

144 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


1830’lu yýllarda ahlak ekonomisi kavramý ilk defa politik ekonomistlere karþý
olan bir polemikte bir Chartist olan Brontenne O’Brien tarafýndan kullanýldý.
Thompson’a göre bu dolaysýz olarak anti-kapitalist bir kullanýmdýr (1991c: 337). Bu
baðlamda, Thompson ahlak ekonomisi kavramýnýn tanýmýnýn sýnýflar arasýndaki çeþitli
müzakere süreçlerine iþaret ettiðini ve hegemonyanýn toplumda sadece ‘yukarý’dan
empoze edilmeyip sýnýf mücadelelerinin sürekli yeniden kurulan söyleminde tekrar
tekrar eklemlenen bir olgu olduðuna iþaret ettiðini söyler. Yiyecek ayaklanmalarý
adil fiyat taleplerinin yanýnda kapitalizmin serbest pazar ekonomisinin tedrici olarak
dönüþtürdüðü bazý yükümlülükler, görevler veya haklar kavramlarýna dayanýr (1991
c: 344-345 ve 350). Açýktýr ki, bu kavram iþçi sýnýfýnýn oluþumunda geleneklerin ve
adetlerin rolünün izlerini incelediði için, Thompson için çok kullanýþlýdýr. O’nun temel
derdi kapitalizme geçiþ periyodunda iþçi sýnýfýnýn bilincinin öðelerinin ne olabileceði,
nasýl yeni biçimlere evrileceði ve bu yeni biçimlerin sürekliliklerini ve kopuþlarýný
incelemektir. Bu anlamda, ahlak ekonomisi kavramý bize adalet ve eþitlik
nosyonlarýnýn iþçi sýnýfýnýn bilincinde oluþmasýný kavrama þansý verir.

Scott ve Wolf için bazý ekonomik parametrelerin yaný sýra köylülerin kültürel ve
toplumsal rolleri köylü hareketleri ve edinimleri kavramak için önemlidir. Onlarda
analizlerinde, Thompson’a benzer þekilde adalet ve eþitlik nosyonlarýna önem
vermiþlerdir. Bu iki araþtýrmacý da Thompson’un argümanlarýna paralel bir þekilde
geleneksel toplumlarý kapitalizmin dönüþtürmeye baþladýðý süreçlerde, alt sýnýflarýn
bu sürece olan tepkilerini incelemeye çalýþmýþlardýr. Bu minvalde Scott ve Wolf
köylülerin kendi ekonomik mantýklarýnýn, ki bu mantýk ayrýlmaz bir þekilde onlarýn
sosyal ve kültürel hayatý ile de iç içe geçmiþtir, kapitalistleþme süreçlerinde eski
geleneklere, adetlere, karþýlýklý haklar nosyonuna, kýsacasý Thompson’un kullanýmýna
benzer bir þekilde ahlak ekonomisine döndüðünü iþaret etmiþlerdir. Onlar, bizim
dikkatimizi ekonomik sebepler kadar, ahlaki ve kültürel alanlarýn da yaþamlarýný
tahammül edilebilir bir seviyede tutmaya çalýþanlarýn zihin dünyalarýný þekillendirdiðine
çekmeye çalýþmýþlardýr.

E. P. Thompson çalýþmalarýnda alt sýnýflarýn zihniyet dünyasýna girmeye çalýþýr.


O’nun için pre-endüstriyel ve endüstriyel çaðýn insanlarý kendi hayatlarýný bizim için
deðil kendileri için yaþamýþlardýr26. Bu yüzden, iþçi sýnýfýyla ilgilenen herhangi bir
26
Thompson’un bu tavrýný anlamak için Ýngiliz iþçi sýnýfý arasýnda 19. yüzyýl ortasýna kadar bir baþka
yaygýn pratik olan ‘eþ satma’ (sale of wives) edimine bakmak anlamlýdýr. Thompson The Sale of
Wives adlý bir baþka makalesinde bu konuya eðilir ve tarihçilerin bu pratiði ve örnek olaylarý
‘barbarlýk’, ‘ahlaksýzlýk’, ‘iþçi sýnýfýnýn vahþi duygularý ve doðasý’ gibi paradigmalar üzerinden
okuduðunu belirtir ve bu tavrýn tarihçiler arasýnda tipik olduðunu söyler (1993d: 404-407). O’na
göre, iþçi sýnýfýnýn eþ-satma edimine bu tarzda yaklaþmak tam anlamýyla anakronizmdir. Thompson,
218 olayý inceler ve bu pratiðin iþçi sýnýfý arasýnda bir gelenek olarak var olduðunu ve bu sebepten
otoriteler tarafýndan 19. yüzyýl baþýna kadar görmezden gelindiðini söyler (1993d: 409-410).

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 145


araþtýrmacý onlarý içeriden analiz etmeye çalýþmalý ve anakronizm tuzaðýndan her
zaman kaçýnmalýdýr. Yapýsal durumlar kadar alt sýnýflarýn öznel pozisyonlarý da iþçi
sýnýfýnýn oluþumunu anlamak için önemlidir. Sonuçta, Thompson için ahlak ekonomisi
kavramý bize bu görevi baþarmak ve geçmiþin iþçi sýnýfýný gelecek kuþaklarýn
muazzam lütfuna taþýyabilmek için önemli bir fýrsat sunar.

BÝBLÝYOGRAFYA
Adas, Michael. (1980) “ ‘Moral Economy’ or ‘Contest State’?: Elite Demands and the Origins of
Peasant Protest in Southeast Asia.” Journal of Social History, vol. 13, no. 4 (Yaz): 521-546.
Bohstedt, John. (1988) “Gender, Household and Community Politics: Women in English Riots, 1790-
1810.” Past and Present, no. 120 (Aðustos): 88-122.
Booth, William James. (1994) “On the Idea of the Moral Economy.” The American Political Science
Review, vol. 88, no. 3 (Eylül): 653-667.
Brown, Susan E. (1993) “’A Just and Profitable Commerce’: Moral Economy and the Middle Classes in
Eighteenth-Century London.” The Journal of British Studies, vol. 32, no. 4 (Ekim): 305-332.
Charlesworth, Andrew ve Randall, Adrian J. (1987) “Morals, Markets and the English Crowd in 1766.”
Past and Present, no. 114 (Þubat): 200-213.
Charlesworth, Andrew ve Randall, Adrian. (2000) “The Moral Economy: Riots, Markets and Social
Conflict”, Charlesworth, A.ve Randall, A. (der.), Moral Economy and Popular Protest: Crowds,
Conflict and Authority. Edited by. London: Macmillan Press.
Coats, A. W. (1972) “Contrary moralities: Plebs, Paternalists and Political Economists.” Past and
Present, no. 54 (Þubat): 130-133.
Cobb, R. C. (1972) The Police and the People: French Popular Protest 1789-1820. Oxford: Oxford
University Press.
Cohen, G. A. (2000) Karl Marx’s Theory of History: A Defence. Oxford: Clarendon Press.
Coles, Anthony James. (1978) “The Moral Economy of the Crowd: Some Twentieth-Century Food
Riots.” The Journal of British Studies, vol. 18, no. 1 (Güz): 157-176.

19 yüzyýldan sonra otoriteler ve egemen sýnýflar bu geleneði ‘barbarlýk’ olarak deðerlendirmeye


baþlar. Oysa, Thompson’a göre eþ-satma edimi hayli ritüelleþmiþ ve kamusal alanda gerçekleþen bir
edimdir. Bu pratik önceden halka duyurulur ve bir seremoni ile birlikte gerçekleþtirilir. Bu seremoni
kadýnýn da bu edimdeki rýzasýný göstermektedir. Ritüel ayný zamanda bir para transferini de içerir ve
kocanýn eline geçen bu paranýn miktarý çok düþüktür. Bu edim kitlelerin gözünde o denli meþrudur ki
taraflar bu edimlerin karþýlýðý olarak bir avukattan yazýlý resmi bir belge bile talep edebilirler (1993d:
417-427). Sonuçta, Thompson’a göre eþ-satma pratiði önceden düzenlenmiþ, özellikle kadýnýn
rýzasý alýnmýþ, otoritelerin bilgisi ve rýzasý dahilinde olan ve toplumun rýzasý ile olan bir pratiktir. Bu
pratiðin en önemli nedeni ise kilisenin, yasalarýn ve geleneklerin kýsýtlayýcýlýðýna karþýlýk insanlarýn
‘özgür aþk’ ve özerkliklerini talep etmesidir (1993d: 458).

146 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253


Genovese, Elizabeth Fox. (1973) “The Many Faces of Moral Economy: A Contribution to a Debate.”
Past and Present, no. 58 (Þubat): 161-168.
Hall, Stuart. (1981) “In Defence of Theory”, Samuel, R (der.), People’s History and Socialist Theory.
Edited by. London: Routledge.
Hill, Christopher. (2005) 1640 Ýngiliz Devrimi. Çev. N. Kalaycýoðlu. Ýstanbul: Kaynak Yayýnlarý.
Hobsbawm, Eric. (2002) Sýradýþý Ýnsan: Direniþ, Ýsyan ve Caz. Çev. I. Gündüz. Ýstanbul: Bulut.
Johnson, Paul. (1993) “Class Law in Victorian England.” Past and Present, no. 141 (Kasým): 147-
169).
Moore, Barrington JR. (2003) Diktatörlüðün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri: Çaðdaþ Dünyanýn
Yaratýlmasýnda Soylunun ve Köylünün Rolü. Çev. A. Þenel ve Þ. Tekeli. Ankara: Ýmge Kitabevi.
Rude, G. (1964) The Crowd in History: A Study of Popular Disturbances in France and England,
1730-1848. New York: Wiley.
Scott, James C. (1972) “The Erosion of Patron-Client Bonds and Social Change in Rural Southeast
Asia.” The Journal of Asian Studies, vol. 32, no. 1 (Kasým): 5-37.
Scott, James C. (1975) “Exploitation in Rural Class Relations: A Victim’s Perspective.” Comparative
Politics, vol. 7, no. 4 (July): 489-532.
Scott, J. C. (1976) The Moral Economy of the Peasant: Rebellion and Subsistence in Southeast Asia.
New Haven and London: Yale University Press.
Scott, James C. (1977a) “Peasant Revolution: A Dismal Science.” Comparative Politics, vol. 9, no. 2
(Ocak): 231-248.
Scott, James C. (1977b) “Protest and Profanation: Agrarian Revolt and the Little Tradition, Part II.”
Theory and Society, vol. 4, no. 2 (Yaz): 211-246.
Scott, James C. (1979) “Revolution in the Revolution: Peasants and Commissars.” Theory and Society,
vol. 7, no. 1/2 (Ocak-Mart): 97-134.
Scott, J. C. (1985) Weapons of the Week: Everyday Forms of Peasant Resistance. New Haven and
London: Yale University Press.
Scott, J. C. (1995) Tahakküm ve Direniþ Sanatlarý: Gizli Senaryolar. Çev. A. Türker. Ýstanbul: Ayrýntý.
Skocpol, Theda. (1982) “What Makes Peasants Revolutionary?” Comparative Politics, vol. 14, no. 3
(Nisan): 351-375.
Steinberg, Marc W. (1991) “The Re-Making of the English Working Class?” Theory and Society, vol.
20, no. 2 (Nisan): 173-197).
Stevenson, J. (1974) “Food Riots in England, 1792-1818”, Quinault, R. ve Stevenson, J. (der.), Popular
Protest and Public Order: Six Studies in British History. London: George Allen & Unwin Ltd.
Thompson, E. P. (1975) Whigs and Hunters: The Origin of the Black Act. New York: Pantheon Books.
Thompson, E. P. (1993a) “Introduction: Custom and Culture” Thompson, E. P. (der.), Customs in
Common. London: Penguin Books.
Thompson, E. P. (1993b) “The Moral Economy of the English Crowd in the Eighteenth Century”,
Thompson, E. P. (der.), Customs in Common. London: Penguin Books.
Thompson, E. P. (1993c) “The Moral Economy Reviewed”, Thompson, E. P. (der.), Customs in
Common. London: Penguin Books.

mülkiye Cilt: XXX Sayý:253 147


Thompson, E. P. (1993d) “The Sale of Wives”, Thompson, E. P. (der.), Customs in Common.
London: Penguin Books.
Thompson, Edward Palmer. (1994) Teorinin Sefaleti. Çev. A. F. Yýldýrým. Ýstanbul: Alan Yayýncýlýk.
Thompson, Edward Palmer. (2001) “The Crime of Anonymity”, Thompson, D. (der.), The Essential
E. P. Thompson. New York: The New York Press.
Thompson, Edward Palmer. (2004) Ýngiliz Ýþçi Sýnýfýnýn Oluþumu. Çev. U. Kocabaþoðlu. Ýstanbul:
Birikim Yayýnlarý.
Triemberger, Ellen Kay. (2002) “E. P. Thompson: Tarihin Sürecini Ayarlamak”, Skocpol, T. (der.)
Tarihsel Sosyoloji: Bloch’tan Wallerstein’e Görüþler ve Yöntemler. Çev. A. Fethi. Ýstanbul: Tarih
Vakfý Yurt Yayýnlarý.
Williams, Dale Edward (1976) “Were ‘Hunger’ Rioters Really Hungry? Some Demographic Evidence.”
Past and Present no. 71 (Mayýs): 70-75.
Williams, Dale Edward (1984) “Morals, Markets and the English Crowd in 1766.” Past and Present no.
104 (Aðustos): 56-73.
Williams, R. (199) Marksizm ve Edebiyat. Çev. E. Tarým. Ýstanbul Adam Yayýnlarý
Wolf, Eric R. (1973) Peasant Wars of the Twentieth Century. New York: Harper & Row.
Wolf, Eric R. (2000) Köylüler. Çev. A. Sönmez. Ankara: Ýmge Kitabevi.
Wood, Ellen Meiksins. (2001) “Ýliþki ve Süreç Olarak Sýnýf.” Praksis, no. 1 (Kýþ): 92-120.

148 mülkiye Cilt: XXX Sayý:253

You might also like