You are on page 1of 20

Türkiye’de Genç İşsizliği

Prof Dr. Nurhan Yentürk


İstanbul Bilgi Üniversitesi, STK Eğitim ve Araştırma Birimi

Nurhan Yentürk (NY): Türkiye’de genç işsizliğiyle ilgili sorun küresel düzeyde varolan
değişimlerle de ilgili. Bunlardan bir tanesi istihdamın azalıyor ve genel olarak
işsizliğin yükseliyor olması. 1970’lere kadar yüksek sanayileşme hızları ve yüksek
büyüme hızları olan bir dünya konjonktürü var. Böylece yüksek istihdam gerektiren ve
yüksek niteliksiz iş gücü ihtiyacı olan bir sanayileşme dönemi yaşadı bütün dünya.
Daha sonra, teknolojideki gelişmeler hem genel olarak istihdamı azalttı, hem de
ihtiyaç duyulan insanın niteliğinde bir değişiklik yarattı.

Arkadaşımız babasından örnek verdi; bugün yine restoran işletiyor olabilir ama,
orada başka bir nitelik gerekli. Artık eski bildiğimiz adisyon kağıdı yerine basılan
kartların geçirildiği bir sistem var. Gençlerin çalıştığı kafeterya gibi yerlere bakarsanız,
oradaki garsonlar ellerindeki ufak cep bilgisayarlarıyla - başka bir bilgiyle - garsonluk
yapıyor. Sanayide de benzer biçimde niteliksiz iş gücünün çok azaldığını, çünkü buna
olan ihtiyacın çok azaldığını görüyoruz bütün dünyada. İşte bunun doğrudan bir
sonucu olarak sosyal dışlanma ya da %30 a varan oranlarda iş bulma olasılığı
kalmamış insan kitlesinin ortaya çıkması da bütün bu dünya konjonktürü ile ilgili.
Sadece Türkiye ile doğrudan ilgili değil.

İkinci olarak artık ekonomik büyüme de istihdam yaratmıyor. Eğer bugünkü büyüme
1960’larda olsa istihdam hemen artardı, ama artmıyor. Dolayısıyla sadece iktisat
politikasıyla sorun çözemiyorsunuz. Yani şu sanayiye yatırım yapalım, devlet teşvik
versin, oradan bir büyüme ortaya çıksın, o da istihdam yaratsın politikası, eski
konjonktürün argümanı olarak kaldı. Nüfusun toplam %30’luk sosyal politikayla ilişki
kurması gereken bir kesimi, sosyal olarak dıslanmış, eğitimin dışında kalmış olacak
ve bu kesimin iş bulma umudu olmayacak. Bu kesimle Almanya gibi sosyal devletin
güçlü olduğu Kıta Avrupası ülkeleri daha iyi ilgilenebiliyor, kimi ülkelerde - Türkiye gibi
- bu kesimi yok sayabiliyor. Mesela Güney Avrupa modeli ailenin bu sorunları çözmesi
gerektiğini varsayıyor.

Türkiye’de de, bu gibi sorunların çözümü sosyal devletin imkanları doğrultusunda


aileye verilmiş durumda. Sosyal yardım anlamında baktığımızda da, en büyük sorun
bu. Genç 24 yaşında dahi olsa hala aile yanında. İşte ne bileyim anne, baba, iki tane
genç olsa, o gence yönelik para, gencin eline verilmiyor, aileye veriliyor. Dolayısıyla
esas amaç, aileyi ayakta tutmak oluyor. Gençliği özerkleştirmek, onu bir gelir sahibi
yapıp, onu özerk hale getirmek, Türkiye’nin gündeminde olan bir şey değil. Aynı
yaklaşım çocuklar için de geçerli. Çocukların korunmasıyla ilgili incelemeye
çalışıyoruz; SHÇEK çocuğu korumuyor, aileye para vereyim, çocuğu ailenin yanına
göndereyim diyor. Bu tür şeyler, hep ailenin üzerinde. Mesela engellilere çok yüksek
bütçe ayrılıyor biliyorsunuz ama engellilerin özerk yaşamasına yönelik bir çaba yok.
Engelli dostu evler, alt yapı ve ulaşım araçları zaten yok. Ayrıca aileye verilen bir
parayla aile kalkındırılarak sosyal sorununun çözülebileceği var sayılıyor.

Konuya dönmek gerekirse işsizlik bir konjonktür meselesi. İkincisi genç işsizliği her
ülkede normal işsizlikten daha yüksek. Ama Türkiye’de bir fark görüyoruz. Mesela, AB
ülkelerinde genç işsizliğinde bir azalma görüyoruz. Oysa bizdeki genç işsizliği
standart. Yıllardır, normal işsizliğin hep üstünde ve bu hiç azalma göstermiyor. Burada
vahim bir durum var. Bunun bizde çağrıştırdığı şey şu oluyor; gençler için ayrı bir genç
işsizliğiyle mücadele politikası tasarlamak lazım. Normal işsizlik, istihdam
politikasının, arasına girdiği taktirde gençler yararlanamıyor bundan, Böylece genç
işsizliği azalamıyor.

Soru: Şöyle bir şey soracağım. Yaş arttıkça işsizliğin azalıyor olması, insanın süreç
içerisinde iş buluyor olduğu anlamına mı yoksa artık iş aramaktan vazgeçtikleri ve iş
gücünün dışına çıktıkları anlamına mı gelir?
NY: İkisi anlamına da geliyor, yani biz işsizliği hesaplarken, iş arayan insanın, iş
bulamamasından söz ediyoruz. Yani iş gücüne katılmak istiyor ama iş bulamıyor.
Ayrıca bir kesim var ki, iş aramaktan vazgeçiyor. Bu kesime cesareti kırılmış iş gücü
de deniliyor. Bu konuda ne yazık ki dünyada da Türkiye’de de çok fazla araştırma yok.

Yorum: O zaman bu kişiler işsizden sayılmıyor.

NY: İşsizden sayılmıyor, çünkü iş aramıyor. İş aramama nedeninide bilmiyoruz. Belki


ailesinden parası var da aramıyor olabilir. Ama biliyoruz ki esas olarak iş bulma
umudu yok.

Yorum: O zaman, halihazırdaki işsizlik, normalden daha yüksek değil mi?

NY: Evet ama ona işsizlik oranı demiyoruz, İktisat dilinde çalışmayan diyebiliriz. Çünkü
işsizlik dediğimiz şey, iş arayıp da bulamayan oluyor. Mesela kadınlarla ilgili söylenen
%25 iş gücüne katılıyor, %75’i katılmıyor. Katılmıyor ayrıca iş de aramıyor. Biz onu yok
sayıyoruz. O geri kalan %25’in işsizliğinden söz ediyoruz biz, anlatabildim mi? Onun
için o anlamda işsizlik oranıyla, çalışamama farklı şeyler.

Şimdi genç işsizliğiyle ilgili Türkiye’de rakamsal olarak bir düşüş yaşanmıyor
olmasıyla ilgili bir iki şey daha söyleyeceğim.

Türkiye 2006 yılında bir sözleşmeye imza atmış. Bu sözleşme aslında Birleşmiş
Milletler, Dünya Bankası ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, tüm dünya için,
“dünyada genç işsizliği önemli bir sorundur. Bunu çözmek lazım” diye oluşturduğu bir
istihdam ağı. Türkiye buna imza atarak ”ben genç işsizliği ile ilgili politika önereceğim”
diye bir tahhüt altına girmiş. Ayrıca bu politika önermesini, daha önce tartışıldığı gibi,
bütün paydaşların katılımıyla, yapacağım diyor. Yani bir önceki konuşmada Volkan’ın
dediği gibi, kamudaki diğer paydaşların - mesela Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü’nün de - görüşünü alması lazım. STK’lara danışması lazım. Ama bunu bir
türlü gündeme getiremedi Türkiye. Yani makro bir politika olarak düşünürsek, burada
önemli bir eksiklik var.

Soru: Bunun belirli bir zaman içinde mi yapılması gerekiyordu?

NY: 2006 da yapacağım dedi,

Yorum: Ama bununla ilgili herhangi bir çalışma yok.

NY: Yok, ama biliyorsunuz, ondan sonra bir istihdam paketi oluşturdu. Ama bu
istihdam paketinin, tamamen kamu içerisinde, hükümet içerisinde bir politika olarak
oluşturdu. Oradan gençlere olumlu şeyler çıktı, yeri geldikçe söz edeceğim. Ama
burada bu 3 uluslararası kurumun beklediği tüm paydaşlarla birlikte bir gençlik
istihdamı stratejisi geliştirilmesi.

Şimdi bütün bunları konuşuyorken, mutlaka kafamızın bir köşesinde olması gereken
çok önemli bir olgu var. Türkiye’deki işsizlik rakamlarını dünyadaki işsizlik oranlarıyla
karşılaştıramıyoruz. Türkiye’de tarım dışı istihdam diye bir şey var ve tarımda çalışan
nüfus çok yüksek olduğu için bu bizi yanıltıyor. Neden yanıltıyor? Çünkü tarım
kesimine çalışıp çalışmadığını sorduğumuzda çalışıyorum diyor. Dolayısıyla toplumun
yarısı aslında çalışmaz iken, yani verimli bir üretken faaliyet yapamazken, çalışıyorum
diyor. Çünkü köyde yaşayan birisi için, evin dışına çıktığı her türlü faaliyet, çalışma
faaliyeti. Tarlası varsa, sabah anne, 3 gelin, 5 kız ve 2 oğlan tarlaya gidiyorsa
çalışıyorum diyor. Ama birisi gitse aynı ürünü elde edecek aslında. Ama çalışıyorum
dediği için nüfusun yarısı çalışıyormuş gibi duruyor.

Şimdi burada yine çok acı bir şey var çeşitli istatistiklerden gördüğümüz. Köyde
yaşayıp da çalışıyorum diyen kadınlara “peki ne gelir elde ediyorsun?” diye
sorduğumuzda “ücretsiz aile işçisiyim” diyor. Erkekler “kendi hesabıma çalışıyorum”
diyor. Yani bir ayrım var. Ama sonuç olarak hepsi, bir tür ücretsiz çalışan, hayat boyu
ücretsiz çalışan ve hayat boyu o anlamda hiçbir sosyal güvencesi olmayacak bir
kesim. Bu aslında ilginç bir şey, fakat bunlara sosyal dışlanmış da diyemiyoruz. Bakın
biraz önce konuştuklarımızda, verdiğimiz bütün örnekler İstanbul’un göbeğinde
yaşayıp sosyal olarak dışlananlarla ilgiliydi. Ayrıca bu kişiler çalışıyor da olsa sosyal
ilişkiler bağlamında sosyal dışlanmış olabilir. Halbuki köylerde düzenli gelirleri yok
ama sosyal dışlanmış değil çünkü toplumda kabul görmüşler, beraber öyle yaşıyorlar,
çok mutlular. Hatta bir tane köy ağası olabilir, adam fakirlikten ölüyor olabilir, ama
sözü geçiyordur. Böyle bir durum da var.

Dolayısıyla bazen sosyal dışlanmış dediğimizde, ille de nakit para meselesi değil.
Özellikle köyde çok fakir olabilirsiniz ama sosyal olarak dışlanmış kategorisinde
olmayabilirsiniz. Ama nereden dışlanmışsınız? İş hayatından, özerklikten. Şimdi
buradaki kadınları düşünmekte çok büyük yarar var. Hatta erkekler için de bu geçerli,
kendi hesabıma çalışıyorum sanıyor, ama ömür boyu bir bağımlılık var. Burada bir
özerklikten söz edilemez. Fakat istatistiki olarak hiçbir yere girmiyor. Biraz önce
sözünü ettiğimiz %30 sosyal dışlanmışın da içine girmiyor. Bu durum Türkiye gibi
tarım nüfusunun yüksek olduğu ülkelerde söylenebilecek bir şey. Bu gibi şeyler
rakamları karıştırabiliyor. Biz o nedenle işsizlik rakamı verirken, hep Türkiye’de tarım
dışı işsizliği alıp buradan bir analiz çıkarmaya çalışıyoruz. Çünkü tarım dışını
almazsan istihdam çok yüksek çıkıyor.

Soru: Hocam köylerde zaten, kişi sayısı giderek azaldı, herkes şehre göç etmeye
başladı, az toprağı olan bir kişi köylerde geçimini sağlayamıyor. Köyde toprağını
satıyor, şehirden ev alıyor, bu sefer şehre göçüyorlar,

NY: O zaman işte sosyal dışlanmışlık oluyor


Yorum: Şehirde nüfus çoğalıyor, bu sefer şehirde iş bulamıyor, köydeki insanlar
şehire gittiği için, bu sefer, şehirdeki insanda iş bulamıyor.

NY: Tek nedeni o değil tabii, ama genel olarak bu nüfus giderek hem de hızla azalıyor.
Hızla azalmasının en büyük nedeni genç nüfusun köy dışına çıkıyor olması. Yani köyü
terk eden ilk nüfus, genç nüfus. Dolayısıyla genç ve istihdam politikası önerdiğinde
tarımla ilgili bir şey öneremiyorsun, Çünkü artık orada bir azalma var. O nedenle genç
istihdamıyla ilgili bir şey önerdiğimde tarımla ilgili bir şey öneremiyorum. Ama
kadınlar için, orada yaşayan kadınlar için, orada yaşayan erkekler için, ki hala bir
nüfus var, böyle de bir şey olduğunu da biliyor olmak lazım.

Şimdi bu işte sürekli bir genç işsizliğinin, yetişkin işsizliğinden iki misli yüksek
olması, özel politikaların, gençler için özel olarak düşünülmüş politikaların,
gerekliliğine bizi işaret ediyor.

Şimdi bir eğitimle ilgili, bir de büyüme ile ilgili bir şey söyleyelim. Büyüme ile ilgili bir
şey söylediğimizde, eğer ekonomik gelişme, genç istihdamını artıracak bir yapı olsun
istiyorsak, mutlaka o genç iş gücünün niteliğini yükseltebilecek bir takım politikalar -
yani eğitime yönelik politikalar - üretmesi gerekiyor.

Şimdi bunu deyince aklımıza bir şey daha geliyor, o zaman eğitim almış insanların
istihdamı artıyor mu? Mesela biraz önce bunu siz de sordunuz. Şimdi şunu
söyleyebiliriz. Eğitim, uzun vadede iş bulma olasılığını artıran ve işsizliği azaltan bir
unsur olarak karşımıza çıkıyor, Ama kısa dönemee baktığınızda, yeni üniversite
mezunu olmuş gençlerin, hemen iş bulduğunu da söyleyemiyoruz. Dolayısıyla,
deneyim önemli. Sosyal ağlara girmek önemli. Oysa bu da yetişkinlerin becerisi,
onların güçlü olduğu bir yan.
Üniversite mezunu olan gençlerin, işsiz kalması uluslararası kıyaslama yaptığınızda
çok yüksek. Yani Avrupa ülkelerindeki gençlere baktığımızda eğitim, arttıkça işsizlik
azalıyor. Türkiye’de bu çok çıkmıyor. Yüksek eğitim, işsizliği hemen azaltan bir etkiye
sahip olmuyor. Bu uzun dönemde gerçekleşiyor. Bunu da şöyle hesaplıyoruz. 15 - 65
yaş arasında olup da, iş arayan bir kesim var. Bunun işsiz olan kısmı zaten
Türkiye’deki işsizlik oranı. Şimdi bu kesimi hem 15 - 30 yaş, hem de 30 - 65 yaş
olarak gruplayalım. Yetişkinlerde, eğer eğitim sahibiysen işsizlik azalıyor ama
gençlerde böyle çıkmıyor.

Şimdi buradan çok önemli politikalar üretilebiliyor; bir, yüksek eğitimde alınan
nitelikler iş bulmaya yaramıyor. Yani eğitimin verdiğiyle piyasanın istediği tutmuyor.
Mezun oluyorsunuz 5 - 10 sene kafanızı duvarlara vuruyorsunuz, bir takım deneyimler
ediniyorsunuz, o deneyimler size iş bulma olanağı sağlıyor. Eğitim sistemi burada,
dikkatlice gözden geçirilmeli. İkincisi, mezun olduktan sonra yüksek gelir ve maaş
beklentisi var gençlerde. Bunu tabi ki, piyasayı bilmemek, dünyayı bilmemek, ne iş
yapacağını bilmemek gibi şeylerle de açıklayabiliriz. Bu beklentisi karşılanmadığı için
bekleyebiliyor. Bir yandan da evli değil, belki çocuğu yok ve ailesinin yanında kalıyor,
Bir takım araştırmalar gösteriyor ki, sonunda beklediği ikadar yüksek maaş bulmuyor.
Tam tersine, o bekleme süresince beklentisini geri çekiyor. Böylece düşük maaşla iş
bulma olanağına kavuşuyor.

Şimdi bu araştırma bunu gösterdiği zaman şunu söylüyorum. O zaman burada bir
yanlış bilgi nedeniyle genç, bir dönem işsiz kalıyor. Babası gibi yüksek okul mezunu
olduğu için onun kadar maaş alacağını sanıyor. Halbuki esas olan deneyim. Bunu
bilmediği için boşuna bekliyor. Şimdi eğer buradan bir sonuç çıkarırsak şu tür
politikalar önerilebiliyoruz.

Gençlere yönelik sosyal ağları ve bilgileri onlara aktaracak çeşitli iş bulma


kanallarının olması lazım. Münhasıran, gençlere yönelik, İş-Kur var demek değil bu.
Şimdi bunu biz bunu İş-Kur yetkililerine söyleyince, “biz varız” diyorlar. Hepsi iş
bulabilir diyorlar. Oysa 30 yaşında olup 3 çeşit iş değiştirip, belirli niteliklere sahip bir
insanın başvurması sonucu ona yol gösterecek ve ona rehberlik edecek insanın
özellikleriyle genç birisinin ihtiyaçlarına yönelik destek verecek bir personelin
özellikleri farklı olmalıdır gibi geliyor bana.

Dolayısıyla eğer yüksek işsizlik varsa, okuldan işe geçişte uzun süre beklemeler
mevcutsa, önerilen politika, gençlere yönelik bir takım merkezlerdir. Bu merkezler
sadece iş bulma konusunda yol göstermeyip eğitimi erken bırakmış olanlara da bir
takım rehberlik, danışmanlık ve eğitim faaliyetleri yapabilir. İş-Kur da yapıyor bunu
biliyorsunuz, ama İş-Kur ne yapıyor? Yeni mezunu da, 50 yaşındakini de 60
yaşındakini de aynı eğitime koyuyor. Böylece biçki dikiş kursundan bir şey çıkmıyor.
Çünkü gencin sadece desteklenmesi gereken alan bir mesleki bilgi değil. Aksine o
bilgiyi nasıl ve nerede kullanacağı da bilgisi. Nasıl bir sosyal ağ içinde çalışacağı
bilgisi. Dolayısıyla eğer işsizlere bir nitelik kazandırmak gerekiyorsa, gençler için
bubun ayrı olması gerekiyor.

Yorum: Yani yeni bir platform gibi bir şeyden bahsediyoruz.

NY: Evet. Yeni bir alanda, İş Kur’un dışında bir kurumsal yapıdır bunu gerektiren. Bu
gençlerden de oluşan hem de gençlerle çalışmayı bilen bir yapı olmalı. Sadece “sen
şu işe git sen bu işe git” değil. Orada gençleri de sadece iş bulmayla ilgili değil,
değişik alanlarda da güçlendirecek bir yapıya ihtiyaç var. Yani işte haklarını öğretecek,
bir yandan bir takım başka sosyal ağların içine girmesini sağlayacak. Diğer yandan,
eğer gencin başka tür sorunları varsa onları çözebilecek. Yani eğitimden çıkıp bir iş
hayatına geçmekteki başlıca sorunları varsa, bunları çözecek bir yapıdan
bahsediyorum.

Yorum: Bir nevi o gencin kişisel donanımını da arttırmak.


NY: Evet, her şeyiyle güçlendirmek. Sadece o alanda değil, her alanda yaratıcılığını
geliştirmek.

Şimdi bizim okul dediğimiz şey, gençlerin yaratıcılığını geliştirdiğini iddia edeceğimiz
bir yapı değil. Tam tersi standartlaştıran bir şey. Tabi bunun da ayrıca tartışılması
gerekir ama gençlerin bir şeyi yapabilmesi ve kendisine güven duyması için bazı
alanların olması gerekir. Ne yazık ki örgün eğitim bunu vermiyor. Yani işte gençlik
çalışması yapan sivil kurumların biraz yaptığı, bu formel olmayan öğrenme
ortamlarında gençlerin bir şey becerip, o becerdiği şey üzerinden, güveninin yerine
gelmesini sağlamak.

Ama normal İş-Kur a gittiğinizde, orada eğitim gördüğünüzde, becermeniz gereken


şey, piyasada değeri olan şeydir. Halbuki bir gencin bir şeyi beğenip, bir şeyi becerip
kendisine güveninin gelmesi, hiç de piyasada değeri olan bir şeylerle ilgili
olmayabilir. Bir tane oyuncak yapar, kimse kullanmayabilir. Ama onu yapmış olmak
farklı bir başarıdır ve bu yarın farklı bir kazanım olarak gence geri dönecektir. O
nedenle bu iki tür kurumun donanımı farklıdır.

Böyle bir örnek var. İrlanda’da Youthreach denilen. Youth reach; gence ulaşmak,
_

gence köprü gibi bir anlamda kullanır. Bütün İrlanda’da böyle küçük küçük merkezler
kurmuşlar, hem iş bulma konusunda yardımcı, hem eğitimi erken bırakmış olanların
niteliklerine göre, yeni nitelikler kazandırmaya çalışıyor. Ama burada formel olmayan
eğitimler kullanılıyor ve gençler diğer alanlarda da güçlendirilmeye çalışılıyor. Bir
model olarak, bir sivil toplum kuruluşu tarafından üretildiğini, ama sonrasında, Eğitim
Bakanlığı altında yaygınlaştırıldığını da biliyoruz bu modelin.

Soru: Türkiye’de böyle bir model, yöntem var mı?

NY: İş-Kur yetişkinlerle ilgileniyor, bazı sivil toplum örgütleri gençlerle ilgileniyor, ama
onlar da meslek kazandırmayı bazen ikinci plana atıyor, Aslında TOG zaman zaman o
tür projeler yapıyor değil mi? Mikrokredi üzerinden var, istihdamla ilgili bazı projeler
hatırluyorum.

Yorum: Evet ama, bizim de ağırlıklı olarak çalıştığımız ve doğrudan bir alan değil
aslında. Nevi sahsına münasır bir kaç kişi var onunla ilgilenen.

NY: Evet evet aslında bu bir ihtiyaç, mesela ilk yaşayan kütüphanede de bunu
görmüştük. Öğretim üyesi de koyalım demişlerdi, bende gitmiştim, orada 2 - 3 gün
durmuştum. Orada akademisyene sorular sordular. Sohbetler benim beklemediğim
şekilde; “Hangi yüksek lisansı yaparsam nerede iş bulurum?” gibi bir şeye
dönüşmüştü. Yani çok ihtiyaç olduğunu söylemek için bu örneği veriyorum. Başka
örnekler de bulunabilir.

Bahsettiğimiz gibi, eğitim gençlerde hemen işsizlik sorununu çözmüyor. Türkiye’de,


20 - 24 yaş grubundaki işsizlerin %18.5’i üniversite mezunu. Yani üniversite mezunu
olup da, genç işsizliği sınıfına girmek mümkün. Mesela işsizlik fonundan, ne yazık ki
gençler yararlanamıyor, Oysa önemli bir fon birikti orada. Daha önce söylemişti
Volkan’da. Bu haktan yararlanabilmek için belirli bir süre prim ödenmesi lazım,
Halbuki oradan bir kısım fon, mesela genç işsizlere yönelik bir program için
kullanılabilir.

Üniversitelerde çok şey yapılabilir, ama bahsettiğimiz gibi, işsizliği çözmek, özel
sektör ve devletin politikaları, devletin istihdam ve iktisat politikaları ile çözülecek bir
şeymiş gibi düşünmemek lazım.

Şeyi söyledik tarımda istihdam azalıyor, gençler tarım sektöründen uzaklaşıyor. Daha
çok sanayi ve hizmet alanında genç istihdamı yoğunlaşıyor. Böyle bir çalışma da
yapmıştık. Özellikle sanayi alanına baktığımızda marangozluk, mekanik, tamirci çırağı
gibi meslekler gençlerin çokca bulunduğu alanlar. Ama yine de yüksek teknoloji
kullanımı, ulaştırma, haberleşme ve yazılım da hiç de ihmal edilmeyecek sektörler.
Belki genç işsizliğiyle ilgili politikada bu sektörler ön plana çıkarılabilir. Bir başka
konu, Türkiye’de kendi işini kurma ve girişimcilik, yaratıcılıkkonularını desteklemekte
yetersizlik var. Bir gencin kredi almasıyla, bir yetişkinin kredi alması arasında önemli
sorunlar var. Eksik, ya da farklılıklar var. Gençlere yönelik ayrı bir kredilendirme
politikası da mutlaka gerekiyor.

Soru: Böyle bir kredilendirme sistemini sanırım bankalar kullanmıyor. Sadece sivil
toplum kuruluşları ve bireysel çabalarlar bu işler yürüyor. Halbuki bankalarla, devletin
yapacağı bir protokolle, kurumsal bir şey olabilir.

NY: Evet. Şimdi daha önce yine Volkan’ın söz ettiğigibi yetişkinlere göre gençlerin,
kayıt dışı istihdamı çok yüksek. Şimdi bu kayıt dışı istihdamın, çok yüksek olması,
birçok nedenden kaynaklanıyor. Ama esas olarak gençleri bekleyen istihdam
türlerinin yine sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada değişiyor olması. Yarı dönemli
ve mevsimlik işçilik, kadınlar için ev eksenli çalışma, evden çalışma... Bunlar bellli
başlı örnekler.

Bunlar bizim, 70’lerin istihdam politikaları arasında olmayan şeylerdi, şimdiyse


istihdam denildiğinde, yeni kuşak için bunlar birer alternatif aslında. Uzun dönemde
daha belirgin alternatifler haline gelecekler. Fakat şu an büyük oranda kayıt dışı
çalışılan alanlar olarak gözüküyor bu işler.

Dolayısıyla burada yapılması gereken, bu tür yeni iş türlerinin geleceğin iş alanları


olduğunu kabul etmek ve bu alanlarda çalışan insanların, kayıt içerisine alınması için
sosyal güvenlik sistemi tasarlanması. Halbuki dönüp baktığınızda, tartışılan şey yine,
böyle bir tam istihdam hayali. Sanki bu olabilecekmiş ve tam istihdam edilen bir
insanın, sosyal güvenliği mümkün olabilirmiş gibi tartışılıyor. Bunu birazcık, unutmak
ve yeni iş türleri ve bu yeni iş türlerinin nasıl sosyal güvenlik kapsamı içerisinde
alınabileceğini düşünmek lazım. Çünkü gençlerin, uzun vadede başlarına gelecek bu.
Bir işe gireceğiz, 25 yıl orada çalışacağız, ondan sonra da emekli olacağız, diye, böyle
bir gelecek yok. Bunu hem dünya hem Türkiye için söylüyorum. Dolayısıyla politikalar
bu çerçevede tartışılmalı.

Türkiye yeni sosyal güvenlik reformunu tartışıyordu. Önerilen ve önerilene muhalif iki
sosyal güvenlik reformu vardı. Şimdi biraz bunlara değinmek istiyorum.

Tarihsel olarak o herkese ve uzun dönemli istihdam sağlayan döneme baktığımızda,


sosyal güvenliğin kolektif bir sosyal güvenlik olduğunu görüyoruz. Bugün benim için
ödeniyor işveren tarafından. Sonra bu devlette toplanıyor, 10 yıl sonra bir başkası için
bu bir kaynak olabiliyor. Yani bir ortak kurum var. O anlamda sosyal güvenlik kolektif
bir şey. Kuşaktan kuşağa, bu birikmiş paraları aktarma işini devlet yapıyor. Ben bugün
bir emekli maaşı alıyorsam, ya da bir sosyal güvenliğim varsa, bu benim yaşadığım,
ya da çalıştığım sürede ödediğim primlerden değil 10 yıl önce 20 yıl önce, başkasının
ödediği primlerden kaynaklı. Devlet bunu tutuyor, bugün bana kullandırıyor.

Şimdi devletler bunu tutamamaya başladılar, yediler, tükettiler. Türkiye’de de çok


büyük oranda tükettiler. Krizlerde, bu toplanmış birikmiş sosyal güvenlik paraları,
açıkları kapatmaya gitti. Böylece sosyal güvenclik sistemlerinde ne yazık ki çok büyük
açık var. Türkiye’de kamunun en büyük açığı, bu sosyal güvenlik sistemi ve
kaldırılabilir bir boyutta değil.

Ama sistem bütün dünyada da değişti, İşte Margaret Thatcher, başta olmak üzere,
bunu getirdi. Nasıl bir sistem? Kolektif ortaklık ya da kuşaklar arası bir dayanışma yok.
O anlamda bu kuşaklar arası dayanışmayı ayakta tutan, sosyal devlette yok. Bireysel
çalışırsın, primini ödersin. Gidince Sağlık Sigortasına (ki seneye tam olarak devreye
girecek olan şey bu) bakarlar, bilgisayara kayıtlı mısın? Primini ödüyor musun?
Ödemişsen, sağlık hizmetinden yararlanabilirsin, yoksa yararlanamazsın. Tamamen
bireyselleşmiş, risk tamamen bireyin omzunda kalmış, bir yeni sağlık sistemi
başladı.

Şimdi bu başlamadan önce, bir tartışma vardı ve bu tartışmanın en önemli muhalif


aktörü sendikalardı. Ama burada sendikalar sanki 20 yıl önce çalışıldığı gibi tam
istihdam dönemi varmış gibi bir sosyal haklar savunusu yaptı. Oradan hiç geri
gitmeme savunuldu. Bu ne yaptı? Aslında sendikalı işçi olamayan, henüz bunun
dışında kalmış, yeni gençliğin ihtiyacına yönelik bazı hakların istenmesinin önünü
tıkadı. Yani bence oradaki tartışmada eski bir istihdam biçimi eski ekonomik
yasaların sürebileceğini varsayarak savunuldu.

Bunu savunurken de tamamen sendikal bakış açısıyla konuya yaklaşıldı - ki zaten


sendikalar zaten öncelikle kendi üyelerinin çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi
savunurlar. O sendikaların üyeleri de gençler değildi ve o haklar hiç gündeme
gelmedi. Mesela yarı zamanlı çalışan insanın da, bir sosyal sigortası olabilir, evde
çalışan kadının da bir sosyal sigortası olabilir gibi bir hat savunulmadı. Annenin de bir
sosyal güvencesi olması gerekir gibi şeyler savunulmadı ne yazık ki. Savunulsaydı bir
şey değişir miydi, onu söylemek çok mümkün değil tabi. Sonuç olarak o dönem de o
şekilde geçti ve şu an tamamen bireysel risklerle karşı karşıya bir gençlik var.

Şimdi ben işsiz kalsam ve özel bir durumum olsa babamdan bana bir maaş
bağlanabiliyor biliyorsunuz. Şimdi bu da yok, yani bir çoğumuzun ailesi, kendisi bir
sosyal güvencesizlikle geliyorsa eğer çocukları hepten bu döngünün içine girecek. Bu
kuşak, en azından ailesi bir tam istihdam döneminden geçip bir sosyal güvencesi
olmuş olan bir kuşak. Sizden sonraki kuşağı düşünelim. Siz bizim yaşımıza
geldiğinizde, sizden sonraki kuşak tamamen bireyselleşmiş bir sosyal güvenlik
sistemiyle karşı karşıya kalacak.
Soru: Bir şey sorabilir miyim? Bu bireysel emeklilikle ilgili bir şey soracağım. Mesela
ben, sosyal riskli bir gruptanım, mesela HİV +’im. O zaman bir biçimde, siz 3 lira
öderken, benim, sisteme 5 lira koymam mı gerekiyor sistemden tedavi masrafı
olarak 5 lira almak için?

NY: Bunu bilmiyorum. Bu özel sigorta için geçerli. Bunun kamu için geçerli olduğunu
sanmıyorum. Yani orada, oradaki prim bireyin taşıdığı riske göre artıyor gibi bir şey
duymadım. Varsa, bu çok vahim bir durum, sosyal dışlanma yaratır o zaman. Özelde
var onu biliyoruz. Yani ödüyorsunuz, ödüyorsunuz sonra bir gün, hasta oluyorsunuz
atıyor sizi sigortadan ya da artı ödetiyor Ama kamuda bunu bilmiyorum.

Kamu yeşil kart vermeyi de kaldırıyor bir sene sonra. Yani bir şekilde “öldürmüyor
süründürüyor” şeyi hayata geçiren yeşil kart da ortadan kalkıyor. Ama 0 - 18 yaşlar için
bir olumlu yanı var. Ailenizin prim ödemesine bakmaksızın 0-18 yaş grubundaysanız,
gidiyorsunuz sosyal güvenlik kurumuna kayıt ediyorlar sizi. Aileniz bunu
ödeyemeyecek durumdaysa devlet ödüyor, Aileniz ödeyebilecek durumdaysa aile
ödüyor. Bu önemli. Bu arada üniversitelerdeki mediko sosyallerin kapatılmasıyla ilgili
sürecin nasıl sonuçlandığını tam olarak bilemiyorum,

Yorumcu: Üniversitelerde Mediko Sosyallerin kapatılmasına karşı kampanya artık


kalmadı. Zatenyeni sağlık sigorta yasası çerçevesinde, mediko sosyalleri de yavaş
yavaş kapatıyorlar. Zaten öğrenci muhalefeti tam da buna karşı aktif hale gelmişti.

NY: Bu çok sorunlu bir şey çünkü, Mediko Sosyaller eğitimdeki genci desteklemekle
ilgili bir şeydi.

Yorumcu: Yeni sağlık yasasıyla 0 - 18 yaş arası yurttaşlar sağlık hizmetlerinden


ücretsiz yararlanabiliyor, fakat devletin anlayışına göre yaşın 19’sa zaten
“çalışmalısın”. “Annem babam çalışmıyor, üniversite öğrencisiyim” desen bile sosyal
güvenliğin yok demek bu.

NY: Mutlaka öğrenimi sürdüğü sürece, 18 yaşını geçse de sosyal güvenliğin devlet
tarafından karşılanıyor olması gerekiyor. Mediko sosyal bu açıdan çok önemli.

Şimdi bir bu yeni sağlık sigorta sisteminin, gençlerle ilgili olabilecek bir başka yönü
daha var; En çok eleştirilen yanı, herkesin kayıtlı olduğu, aile hekimine gidiyor olması.
Sağlık ocağı kapanıyor. Şimdi eğer bu böyle gerçekleşirse, koruyucu hekimlik çok geri
gidiyor demektir. Çünkü koruyucu hekimliğin anlamı; hastalık ortaya çıkmadan, o
bölgede bir sağlık ocağı olduğu için - işte orada su akıyor, işte o suyun içinde de ne
bileyim civa var, burada bir sağlık sorunu olabilir diye - bunu önleyebilmek. Gençler
açısından baktığımızda uyuşturucu kullanımı ve cinsel sorunlarla ilgili danışmanlık
gibi konuların koruyucu hekimlik kapsamında ortadan kalkıyor olması. Var olan ne
kadar iyiydi onu da tartışmak lazım tabi.

Soru: Peki üreme sağlığı merkezleri?

NY: Onlar mesela gidecek deniliyor. Tam bir geçiş aşamasındayız şu an, bu da
gençlere ilişkin olumsuz sonuçlardan bir tanesi.

Çalışan gençler ve yoksulluk ilişkisi - her iki arkadaşımız da söz etti - ilginç bir şekilde
uluslararası bir sorun, ILO’ nun (Dünya Çalışma Örgütü) 2006 raporunda diyor ki
2005 yılı için dünyada 15 - 24 yaş aralığında bir milyar genç var. Bunun altı yüz milyonu
iş gücüne katılıyor. Fakat buna rağmen işgücüne katılanların yarısı, yoksul
kategorisinde, Yani bu dünya için de geçerli.

Yani çalışan gençlerin yoksulluğuyla ilgili ciddi bir sorun var. Şimdi bu çalışan
gençlerin sorunları meselesi geleneksel politikalarla çözülebilecek gibi de değil.
Çünkü tel sorun yoksulluk değil. Mesela sigortalı bir iş buldunuz, Burada
karşılaşacağınız sorunlar sadece az ücret almakla da kısıtlı değil. Yine bunu ILO çok
vurgulamış. “İnsanca bir iş kavramından en uzak kalanlar” diyor. Bu ne demek?
İnsanca bir iş? Koyduğu standart çok yüksek; öneri getirebilen, sözü dinlenebilen,
insan yerine konulabilen bir ortamdan bahsediyor. Bunun aslında bütün çalışanlar
için de geçerli olması gerekir.

İnsani koşullar, önünün açık olması, yaratıcılığının önünde engel olmaması gibi
konular herkes için sorunludur ama, en çokta gençler için sorunludur. Okuldan çıkıp,
kendini şanslı sayıp, bir iş yerine atanan gençlerin çok büyük kısmının, karşı karşıya
olduğu şey doğrudan budur. Benim söyleyeceklerim bu kadar.

Soru: Hocam Bahçeşehir Üniversite’sinin son yaptığı Co - Op eğitim sisteminin, bir


örnek olarak eğitim anlamındaki sıkıntılara çare olabileceği konusunda bir öngörünüz
var mı?

NY: Tabi bu küçük bir örnek. Okurken işle bağlantı kurmak, önemli bir şeydir. Ama
burada mesele sadece o değil. Türkiye de ki, hepiniz üniversite sınavına girerken
görmüşsünüzdür, bir takım alanlar var. Şimdi bu alanların artık bir anlamı kalmamış.
Jeoloji, Metalurji, inşaat mühendisi... Artık bütün dünyayı inşa etsek elimizde yeterince,
inşaat mühendisi var gibi kıvamlara gelinmiş, Buralarda bir planlama yapılamıyor.
Yetişen insanın niteliğinin piyasa tarafından aranıp aranmaması. Maden
mühendisleri, petrol mühendisleri... Bunlara doymuş durumda Türkiye.

Ama insanlar neden bu bölümleri okuyor? Bedava olduğu için. Şmdi biz bu özel
üniversitede bir maden mühendisliği bölümü koysak bir tane öğrenci gelmez, onun
için de zaten özel üniversiteler böyle bölümler açmıyor. Ama buradaki ayrım çok
önemli. Üniversitenin yapacağı eğitimin tümü, sadece piyasaya yönelik olacak diye bir
şey yok. O zaman tarih güme gider, sosyoloji güme gider, güzel sanatlar gider. Yani
burada bir dengeden söz etmek gerekir. Üniversitedeki eğitim içeriğinde, tek yapmak
istediğimiz şey, gence meslek kazandırmak değil. Sonuç olarak bir aydın
yetiştiriyorsunuz. Bu başka bir şey. YÖK son dönemde mühendislik bölümü olan
üniversitelere yanında bir Meslek Yüksek Okulu aç, gibi bir politika geliştirdi son 10
senedir. Ama bu çok yeni. Dolayısıyla hala kitlesel olarak yapılan eğitim sonucu ortaya
çıkan nitelikle piyasanın ihtiyacı arasında bir gerilim var. Bu bazı üniversitelerin
bireysel girişimleriyle çözülemez.

Bir şey daha var. YÖK dün açıkladı. Türkiye’ de biliyorsunuz üniversiteyi yedi yıl
okursun, yedi yılda bitiremezsen atılırsın. Bunu sonsuz yapacağım dedi, Gerekçe
olarakda iki yıl okusun gitsin çalışsın sonra tekrar gelsin gibi bir şey diyor. Ama bunun
olabilmesi için bölümler arası geçişi de esnekleştirmesi gerekiyor. Oysa Türkiye’ de
bu, ÖSS sınavından dolayı hala çok zor.

Yine hatırlarsınız, Sabancı Üniversitesi’yle YÖK arasında bir gerginlik oldu. Sabancı
Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesine alıyor, öğrenciler daha sonra bölüm
seçiyorlar. YÖK buna engel olmak istedi, Büyük kavgalar çıktı. Sonunda kabul etmek
zorunda kaldı.

Ama bunu eğitim içinde bir sisteme dönüştürmesi lazım. Ama devlette her şey
birbirine gireceği için orada da korkuyorlar. Çünkü, belirli bir sene içinde eğitimi
bitirmek mecbur olunca, “ okuyayım, çalışayım, sonra tekrar döneyim, kendime başka,
merakıma uygun bir alan bulayım” da o ortadan kalkıyor.

Soru: Bu piyasanın ihtiyacı önemli tabiî ki. Yani iş, mesleki beceri kazanma, belli
mesleklerin bir karşılığının olması, ücretlendirilmesi... Ama gençlik konusunda,
gençliğin ilgisi olan alanlarda, mesleki beceri kazandırıyor olmakta en az bu kadar
önemli. Çünkü öbür türlü zaten çok ilgilenilmeyen, merak uyandırmayan, aslında o
genç için çokta önemli olmayan alanlarda da, bir takım mesleki kurallar oluşturulduğu
zaman, bu da ihtiyacı karşılamıyor.
NY: Mesleki eğitim ve gençlerin ilgisi anlamında baktığımızda farklı bir konuya geçmiş
oluyoruz. Ama bir beş dakika bir şey söyleyeyim, bırakayım. Şunu biliyoruz, bizim
zamanımızda böyle değildi. Üniversiteye girdiğimizde bize bir bilgi demeti veriliyordu.
Biz bu bilgiyi edinmiş oluyorduk ve bu bilgiyi bilen insan olarak, ona ihtiyacı olan bir
sanayi vardı. Oraya gidiyorduk. Bunu bilmeyenlerden, bilen olarak, iki üç adım önde,
oluyorduk.

Şimdi burada, bilginin değişim hızıyla ile ilgili ortaya çıkan son tartışmalara
baktığımızda bunun artık bir işe yaramadığını görüyoruz. Üniversiteye girmekle çıkmak
arasında o 4 yılda bilgi değişiyor. Mezun olup çıkıp gittiğinde, bilgi değişmiş oluyor.
Dolayısıyla senin o 4 yılda edindiğin bilgi, meslek, sana verilen şey de değişebiliyor.
Yani sadece sizin son 10 yılda kullandığınız şeylerle ilgili teknolojik değişimleri
düşünürseniz daha kolay aklınızda canlandırabilirsiniz. 10 yıl önce bu eğitimi alsaydı,
şimdi sıfırdı.

Birçok konuda bakarsanız değil mi? Hani ne oldu? “herkes bir şey öğreniyor, kim
daha iyi öğreniyor?”. İşte bunu mesela Amerikalılar becerebiliyor. Üniversitede,
“öğrenmeyi, daha iyi öğretebiliyorsa öğreniyor” Yani üniversite eğitiminin, böyle
efendim bu da bir başka argüman yani, x mesleğini öğreten bir şey olması, seramik
ustalığı falan değil ama, “öğrenmeyi öğreten” Ne demek bu? Bilgi kaynaklarına nasıl
ulaştığını öğrenmek? Rapor yazmayı öğrenmek, ekip çalışması, yani bunları çok
duyuyorsunuzdur. Bu da şimdiki gençliğin riski, dolayısyla okuyacağım öğreneceğim
dediğin her şey, üniversitede öğrendiğin herşey yok olabiliyor.

Soru: Benim aslında kastettiğim, üniversite gençliği değil de daha çok eğitim
sisteminin dışında kalan gençler.

NY: Orada bence daha çok imkan var. Yaratıcılığı geliştirmek, proje yapmak, hayal
gücünü geliştirmek ve onun uygulanmasını sağlamak, Formel eğitim dışında, formel
olmayan eğitimde de daha fazla fırsat var. Aslında alanın gelişmesi için, orası çok
önemli. Çünkü gençleri başka bir dünyaya hazırlamak açısından ayağa takılan taşlar
yok. Devlet üniversitesinde daha zor. Onların değişmesi çok kolay değil, burası
yepyeni bir alan.

Soru: Sanki bilgi işlemeyi öğrenen kişinin yetiştirilmesinden bahsediyorsunuz

NY: Birazcık dünya oraya gidecek herhalde. Yani Amerika bunu hepten beceren bir
ülkeydi. Biz İTÜ’deyken 36 saatti bizim eğitimimiz. Çünkü her yanıyla öğreniyorduk o
konuyu. Aynı bölüm Amerika’ da daha o zaman 14 saat gibiydi. Sonra devlet
üniversiteleri olarak Amerikan sistemine geçtik. En büyük tartışma “ne öğreteceğiz
yarısı gitti bizim derslerin” telaşıydı. Bütün eski hocalar bunun telaşına girdiler, Ama
bizim ders dediğimiz şeyi biz derste öğretiyorduk öğrencilere sonra da çıkıyorduk.
Onun için 36 saatti. Halbuki, iki saat anlat, üç saat gönder kütüphaneye, gönder
bilgisayar laboratuarına. Yani donanımını geliştir. Çünkü o genç mezun olduktan
sonra senin ders notunla iş yapmayacak. Ama kütüphaneyle yapacak, bilgisayarı
kullanacak. O uyum süreci mesela çok komikti gerçekten devlet üniversitelerinde.
Sabancı yeni kurulurken, arama toplantıları yaptı ve böyle bir anlayışla kuruldu.

Soru: Biz temelde zaten, ilköğretim öğrencilerine sorgulamayı, sorgulatmayı


öğretmiyoruz. Formel olmayan eğitimi örgün eğitim içerisinde kullanmayalım diye bir
ara yasak geldi. Yanlış mı hatırlıyorum?

NY: Şimdi çok değişti. İşte müfredatla çok uğraşıyorlar değiştirmek için ama kolay
değil çünkü ellerinde bir öğretmen kitlesi var. Onun dönüştüremiyorlar. Devlet
memuru oldukları için işten de atamıyorlar.

Yorum: Bu sadece liselerde değil üniversitede de öyle. Yani bütün eğitim sistemi
bunun üzerine kuruldu. Bu sistemin içinde doğmuş ve hayatını onu yaparak var olmuş
birinden de başka bir şey beklemek gerçekten zor bence.

NY: Evet. Aslında üniversite hocasının yani kendisini değiştirebilmesine yönelik


ortamlar vardır. Bize bir takım istatistikler verdiler. Var olan işte yüz bin hocanın, mezun
olduktan sonra, emekli olanlarına sormuşlar. Bir meslek içi eğitim aldın mı, mezun
olduktan sonra? Hayır diyor. Düşünün 25 önceki bilgisiyle eğitim vermiş. Şimdi onun
da kabahati değil. Bunun eğitimini vermek devletin görevi. Bütçeler tasarlanıyorken
bunlar yapılmamış. Şimdi bu ekip dönüşecek ve bunlarla ilgili harekete geçecek.
Bunlar kolay şeyler değil. Bambaşka konulara girdik.

Yorum: Ama dediğiniz gibi ihtiyaç değişti, istihdam ihtiyacı değişti. Eskiden fabrika
işçisini arıyordu, eğitim sistemi ona göreydi, emirlere uysun isteniyordu, şimdi
tamamıyla yaratıcı bir şey arıyor. Eğitim sistemi geride kaldı.

NY: Evet orada bir sıkıntı var. Ama bu nasıl istihdamla bağlantılandırılır? Esas soru bu.
Galiba bambaşka bir konuya girdik isterseniz burada keselim.

1
http://www.youthreach.ie/_

You might also like