Professional Documents
Culture Documents
DURUŞ YÖNÜ
Y. Özgür
ÖNSÖZ
SOSYO-POLİTİK SÜRECE ŞEÇİM SONUÇLARININ BÜYÜTECİYLE
BAKMAK
Saldırgan şovenist milliyetçiliğin yükselişi ve kutuplaşmanın eksenini oluşturması
Sosyal demokrasi ve Kürt ulusal hareketi yönünden seçim sonuçları
Oyların demografik dağılımı; sosyo-ekonomik, kültürel etmenler
Liberal reformizm ve oportünizmin durumu
Sandığa gitmeme, boykot, boş oy tutumları
REJİM KRİZİ VE KRİZ YÖNETİMİ
Hükümet, Parlamento, rejim krizi...
Boşluğu kim dolduruyor?
Bağımsız sınıf politikasını geliştirmek
Liberal demokratikleşme süreci beklentisi
Sistemi güçlendirmeye yönelik güdük reform tuzakları
SİYASAL ÖZGÜRLÜKLER İÇİN SAVAŞIM DEMOKRATİK VE SOSYALİST GÖREVLER
Çok 'bilinen' bir o kadar da vazgeçilmez önermeler
Siyasal özgürlükler ve devrimci demokrasi için savaşım, sosyalist amaçlarımıza bağlı ve devrimin
kesintisizliği ilişkisi içerisinde yürütülmelidir
Proletaryanın bağımsız çizgisi
ANTİFAŞİST SAVAŞIN BİÇİM VE YÖNTEMLERİ
Faşist MHP'nin Gelişimi ve Rolü
Faşist hareket nasıl kitlesel destek buldu?
Kitlelerin faşist düşmanı tanıyacağı bir mücadele çizgisi
DURUŞ YÖNÜ
Faşist legalitenin yarılması; özgürlük alanları mücadeleyle açılır
Antifaşist savaşımın geliştirilmesi ve genişletilmesi
Darlaşan patikada büyüyen bir güç olmak
Yarın, bugündür...
ÖNSÖZ
Karşıdevrimin attığı her adım, TÜSİAD-MGK eksenli stratejik yeniden yapılanma planının
güncel taktik halkaları olarak şekillenmektedir. Günün hızlandırılmış, anlaşılmaz görünen olgularının
kavranılması bu stratejik ilişkilendirmelerin karşıt yönden, devrim yönünden yapılmasını da
gerektirmektedir. Komünistler, devrimciler ve Kürt ulusal kurtuluşçuları açısından sağlam bir duruşun,
ancak ilkesel politika düzeyinde olanaklı olduğu bir süreçtir bu aynı zamanda. Bunun dışındaki
tutumlar, devrimci duruş netliği gösterememeye, politika düzeyinde bir şekilsizleşmeye
mahkumdurlar.
Dönem değerlendirmemiz seçim sonuçlarının irdelenmesinden çıkışını alarak, sistemdeki sosyo-
politik gelişmeleri dönemsel politika ve stratejileri temelinde ele almakta ve bunlara tam karşıt
eksenden politikaların üretilmesine yönelmektedir. Seçim sonuçlarının gösterdikleri çerçevesinde kısa
tutulabilecek bir değerlendirme süreçteki gelişmelerin zorunlu kıldığı kapsam değişiklikleriyle birlikte
genişledi. Seçimler sadece temeldeki dip akıntılarının yüze vurduğu bir ara kesit olarak yerli yerine
oturtulabilir. Genel planda ise, seçimlerin de bir momenti olduğu sürecin politik dizaynında yeni duruş
ve dengeler, mevzilenme ve ittifaklar ortaya çıkmaktadır. Seçimlere ilişkin geniş ufuklu bir
değerlendirme de ancak bu zemin üzerinde, stratejik ilişkilendirmeler kurularak gerçekleştirilebilirdi.
İlk elde, seçim sonuçlarının siyasal, toplumsal demografik veriler temelinde bir incelemesi
yapılmaktadır. Elde edilen sonuçlara bağlı olarak partilerin ve devrimci bir taktik izleyen örgütlerin
durumları değerlendirilmektedir. Temel bir sonuç olarak, seçimlerin, egemen sınıflar cephesinden
istikrar getirmeyip, hükümet, parlamento, rejim krizlerini derinleştirici olduğuna işaret edilmektedir.
Rejimin içerisinde bulunduğu yönetememe krizinin yapısallaşmış, birbirini besleyen, siyasal, sosyal ve
ekonomik etkenlerinin bir çözümlenmesine girişilmektedir. Süreci temel dinamiklerinden kavrayan
yaklaşım, değerlendirmemizi sadece seçim sonuçlarına bağlı olmaktan, seçimlerde ortaya çıkan
tabloyla kendisini sınırlayan olgucu sığlıktan, dar, eksik ve yanlış çıkarsamalardan uzaklaştırmaktadır.
Faşist diktatörlüğün yöntemli, belirli noktalarda hedeflenmiş, merkezi, planlı saldırılarıyla birlikte,
kaydettiği sonuçlar ve bu sonuçların derinliği ölçüsünde daha da güdükleştirilmiş bazı anayasal reform
adımları atabileceği tespiti yapılmaktadır. Burada özgün ve önemli olan, doğru çözümlenmediğinde
tuzak oluşturan, egemen sınıf politikalarının TÜSİAD/MGK çizgisinde somutlanan politik hedef ve
eksenlere göre, solu ve sağı içeren bir siyasal korporatif yapının geniş bir toplumsal destek sağlama
amacıyla örgütlenişidir. Rejim krizi, hiç de hükümet parlamento krizleriyle sınırlı değildir. Egemen
sınıf açısından, sıkıştırıcı dinamik ve güçler karşısında geniş bir kitlesel destek sağlayarak siyasal-
toplumsal dengeleri bütünden yeniden kurma politikalarını geliştirme ve sonuna kadar götürme
zorunluluğu olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda yeni bir siyasal yapılanma, devlet örgütlenme
modeli adımları olarak da belirmektedir. Her ülkedeki siyasal koşul ve dengelere göre
azımsanmayacak temel önemde farklılıklar taşımakla birlikte, devletin yeniden yapılandırılma modeli
olarak, en üstte alabildiğine merkezileşmiş, tabanda ise esnek ilişkilendirmelerle genişletilmiş
piramitsel bir yapılanıştan sözedebiliriz. Bütün temel, hayati ve hız gerektiren kararların en yukarda
dar bir oligarşik yapı içerisinde alındığı, medya vb.nin bu kararları kitleselleştirmekte kullanıldığı,
yerel yönetimlere tanınan özerkliklerle orta, alt sınıfların sistem içerisinde tutulduğu, esnek bir ilişki
sistemi içerisinde 'sivil toplum örgütleri'nin kapsama ve egemenlik alanı içine alındığı, devletin
geleneksel kurumsal yapılanışının dışına taşan bağlantıları da içeren bir modeldir bu. Başta da
belirttiğimiz gibi, girilen politik sürecin özellikleri doğru çözümlenmediğinde emekçi sınıfları, Kürt
halkını da oportünist reformist partiler ve çeşitli kurumlar aracılığıyla içinde eriterek sisteme
eklemlemeyi de hedefleyen bir tuzak oluşturmaktadır.
Seçimleri kendi dar sonuçlan içerisinde değerlendirmekten çıkartan bir diğer neden, çeşitli
oportünist reformist güçlerin, Kürt yurtseverlerinin sürece ilişkin demokratikleşme beklentileridir.
Kuşkusuz bu doğrudan seçim sonuçlarına indirilerek geliştirilen bir beklenti değildir. Hatta bu yönden
sonuçlar, beklentiyi gerileten bir rol de oynamaktadır. Beklenti, özellikle Kürt ulusal hareketi ve onu
çevreleyen güçlerde ordu, TÜSİAD, MGK eksenlidir. Buna uygun bir politik tutum geliştirilmemekte,
seçim sonuçları da MHP analiz ve çağrılarında olduğu gibi daha derin bir kırılmayla bu yöne
çekilmeye çalışılmaktadır.
Kürt ulusal hareketinde yakalanan halka, gelişen ve yükselen bir devrim mücadelesinin yan
ürünleri olarak kimi reformların elde edilmesi değildir. Devrimci sınıf mücadelesinin geri bir düzeyde
seyrettiği, durgunluğun egemen olduğu, Kürt ulusal mücadelesinin de gerileyen bir süreç yaşadığı,
inisiyatif ve üstünlüğün faşist diktatörlüğün elinde olduğu bir dönemde reformist bir çözüm
beklentisine girilmektedir; ki bu da görüldüğü gibi, muhatabının istediği, çizdiği platformun bütünüyle
kabullenilmesi yönündedir. Özgürlük ve ulusal kurtuluşun, tarihsel ulusal kimliğin ilkesel temelde
yadsınmasıyla, olabilecek en kötü biçimiyle, teslimiyetçi bir tutum biçimlenmektedir. Kürt ulusal
hareketi, A. Öcalan çizgisinde programatik/stratejik bir inkar, parti yapısının ve askeri alanın bu
temelde tasfiyesi sürecine pazarlık bile demlemeyecek bir pazarlıkla sokulmaktadır.
Bu kesitte önem kazanan ve önümüzdeki süreci de belirleyebilecek politik bulantı ve
şekilsizleşme, tasfiyeci sağ dalganın kendi içerisinde daha derin bir kırılmaya uğraması anlamına
gelmektedir. Tasfiyeciliğin günümüzdeki politik kırılma noktasını, demokratikleşme süreci beklentisi
ve bu beklentiye uygun gerici ittifaklara giriş, eski çizginin daha gerisinde bir politik zemine kayılması
oluşturmaktadır. Kuvvetlice bir kez daha vurgulanmalıdır; reformlar ancak devrim mücadelesinin yan
ürünleri olarak, karşıdevrimi köşeye sıkıştıran bir devrimin ilerleyişi, yükselişi içerisinde
gerçekleşirlerse devrimci savaşımın gelişimine güç katar, hız kazandırırlar. Sınıf mücadelesinin, kitle
hareketinin, ulusal hareketin yükseliş değil durgunluk ve gerileme süreçlerinde, inisiyatif ve
üstünlüğün bütünüyle karşıdevrimin elinde olduğu koşullarda da bir biçimde gündeme gelebilecek
reformlar, son derece güdük, mücadelenin görece yükseldiği dönemlerin dahi çok gerisinde olmakla
kalmaz, egemen sınıfların karşıt güçleri sistemin içerisine çekerek güç kazanma politikasına hizmet
eder. Reformculukla devrimcilik arasındaki tarihsel ve ilkesel ayrım eksenini de buradaki duruş farkı
oluşturmaktadır. Alınan darbeler, sınıf mücadelesindeki durgunluk ve gerileyiş, özgüven kaybıyla
birlikte, yaslanılacak farklı iç ve dış etkenler aranmaktadır. Emperyalist politikalara bağlı 'Yeni Dünya
Düzeni' temelli beklentiler de bunların içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Sağ tasfiyeci güçler,
devrim/reform ilişkisinde sınıf mücadelesinin temel bir yasasını ters yüz ederek reformculuk
yönünden kucaklamakta, bugünkü güçler dengesini de gözardı eden oportünist bir hayal peşinde
yürümektedirler.
Yazımızda önemli bir belirleme olarak, günümüz oportünizminin -Liberal reformist hattın-
türeyişi sadece süreçteki siyasal sıkışmalara bağlanmamakta, stratejik politika değişikliklerine yol açan
sürecin daha temel özellikleriyle, üzerinde yükseldiği tarihsel ekonomik, siyasal, sosyal koşullara
işaret edilmektedir. Hiçbir oportünizm rastlantısal değildir. Hele ki, temel çizgi, stratejik politika
değişikliklerine gidiliyorsa, onu anlık ve geçici olgulara bağlı olarak değil, uluslararası ve ulusal
düzeydeki koşullardaki temel önemdeki bazı gelişme ve değişikliklerle ilişkilendirerek açıklamak,
tanımlamak gerekir. Ancak bu bütünsel kavrayış içerisindedir ki, tasfiyeciliğin kırılma noktasını
oluşturan burjuva demokratizmine doğru gerileyişi karşısında, karşıt yönden, devrimci bir antifaşist
mücadele çizgisi, özgürlükler ve devrimci demokrasi sorununa yaklaşım, demokratik ve sosyalist
görevler arasındaki içiçelik ve kesintisizlik ilişkisi şekillendirilebilir. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde
de bu yapılmaktadır.
Bu süreç, stratejik politikaların güne taşınmasına bizim açımızdan özel bir önem
kazandırmaktadır. Siyasal pratiğimiz doğrultusunu ve gücünü süreklileşmiş bir şekilde bu stratejik
temelden almalıdır. İki yönden ilkesel duruş sağlamlığı, keskin bir duruş gereklidir: Faşizmin daha
organize, hedefli, planlı, merkezi olarak örgütlenmiş saldırı biçimlerine, ayrıca semt ve fabrikalarda,
okul ve işletmelerde sivil faşist hareketin kullanılmasıyla geliştirilecek saldırı biçimlerine karşı
kitlesel, militan ve her düzeyde mücadele, bunun işçi sınıfı önderliğinde ve sınıfa karşı sınıf ekseninde
geliştirilmesi. Antifaşist savaşımın, siyasal özgürlükler ve demokrasi için savaşımın devrim ve iktidar
hedefine bağlı olarak yürütülmesi ve bu amaçla Türkiye devrimci hareketinin tarihsel tecrübesinin
eleştirel bir şekilde özümlenmesi. İkincisi, antifaşist savaşımdaki militanlık bize güç kazandıracak
fakat kendi başına kesinlikle yetersiz kalacaktır. Bugünkü süreçte, yoğunlaşan baskılar karşısında
olduğu gibi, rejimin daralan siyasal toplumsal temellerini genişletme amacıyla, esnek bir korporativ
temel yaratma yönünde giriştiği siyasi kombinasyonların görülmesi, güdük reform manevralarını da
içeren politikaları karşısında da sağlam ve ilkeli bir duruşun gerçekleştirilmesi gerekir.
Siyasal süreçteki sıkışmayla birlikte, temeldeki uluslararası ve ülke düzlemindeki kapitalizmin
gelişme düzeyi ve burjuvazinin sistemiçileştirme politikalarının bir sonucu olarak küçük burjuva
demokratizmi ve ulusal kurtuluşçuluğu derin kırılmalar yaşamakta, gelişim alanı sınırlandırılmaktadır.
Güçlü bir komünist devrimci ve işçi hareketinin olmadığı bugünkü tarihsel koşullarda küçük burjuva
devrimciliğinin sistemle reformist bir geçişmeye kaydığı böylesi bir dönemde, reform/devrim
ilişkisinin devrimci bir kuruluşu, özgürlük ve demokrasi savaşımının iktidar hedefli yürütülmesi ve
belirleyici bir ayrım çizgisi olarak, demokratik sosyalist görevlerin içiçeliğinin ve kesintisizlik
ilişkisinin kurulması ayırdedici olmaktadır.
Son olarak, faşizme karşı mücadelede örgütsel ve askeri mevzilenişin kimi sorunlarına,
görevlerine, legal ve illegal alandaki mevzilenmelerin günümüzdeki biçimlenişine geçilmektedir. Ki
bunların her birisi kavrayışın derinleştirilmesiyle birlikte, kesinkes pratik açılım gerektiren konulardır.
Belirleyici değişikliklerin olduğu bir dönemden, bir süreçten geçiyoruz. Hemen her gelişme maddi bir
politik güç olmayı dayatıyor. Ayrıca faşizmin ağır saldırı ve kuşatma ortamında, her türlü politik
kombinasyonu da geliştirerek yürüttüğü tasfiye hareketi karşısında tam da bu koşulları yaracak, güçlü
bir direnç sergileyecek ve alternatif oluşturacak bir hareket yaratma zorunluluğu vardır. Dönüştürücü
bir özne olmak, örs değil çekiç olmak... Geleceği biçimlendirme ve yarını kucaklama perspektifine sıkı
sıkıya bağlanmış olarak görevlerimizi yerine getirmeliyiz.
SOSYO-POLİTİK SÜRECE ŞEÇİM SONUÇLARININ
BÜYÜTECİYLE BAKMAK
Saldırgan şovenist milliyetçiliğin yükselişi ve kutuplaşmanın eksenini
oluşturması
Milletvekili genel seçimleri, burjuva parlamenter sistemin merkezine yakın partilerin gerileyiş
ve çöküşü, şovenist milliyetçi propagandayı açık ve örtük olarak ön plana çıkartıp konjonktürel bir
destek bulan partilerin, MHP ve DSP'nin yükselişiyle sonuçlandı. TÜSİAD ve MGK destekli, önü-
müzdeki dönemin politik dizaynında başrolü oynayacak partilerden birisi olarak DSP'de bir oy artışı
olacağı biliniyor ve bekleniyordu. Faşist MHP'nin yükselişi ise faşistlerin kendilerinin dahi
beklemediği bir düzeyde oldu.
Bu gelişimi ve seçimlerde ortaya çıkan sonuçların hangi gelişmelere yol açabileceğini
değerlendirelim.
Seçimler, şovenist milliyetçi propagandanın en üst düzeye çıkartıldığı bir siyasal toplumsal
konjonktürde, öte yandan kitle hareketinin en alt düzeyde seyrettiği, dibe vurduğu bir dönemde
gerçekleşti. Seçimlerde emekçi kitlelerin ekonomik sınıfsal özlem ve taleplerinin dolaylı biçimlerde de
olsa sonuçlara pek yansımayışı, bir basınç oluşturmayışında bu ikinci durumun bazı diğer etkenlerle
birlikte rolü vardır. Şovenist milliyetçiliğin tercihlerde ön plana çıkmasında bir etkendir. MHP ve
DSP'nin seçimlerin galibi olarak çıkmalarında belirleyici etken ise, şovenist milliyetçiliğin
konjonktürel dalgasal yükselişidir. Kürt ulusunun özgürlük mücadelesinin doğuşundan itibaren
egemen sınıf partileri, şovenizmi giderek artan düzeyde programlarının ve propagandalarının temeline
yerleştirdiler. 15 yılı aşkın bir süredir Kürdistan'da süren savaş, askerlerin kuşak kuşak şovenist
propagandayla sistematik eğitimi ve asker cenazeleri, başta faşist partiler olmak üzere egemen sınıf
partilerinin Türk şovenist milliyetçiliğini baş propaganda malzemesi haline getirmeleriyle birlikte
şovenizm bir toplumsal kutuplaşma ekseni haline getirildi. PKK Genel Başkanı A. Öcalan'ın İtalya
süreciyle birlikte şovenist propaganda ve saldırganlık en üst düzeye çıkartıldı. PKK ve Kürt ulusal
özgürlük hareketine karşı yürütülen saldırgan linç politikası, onu "destekleyen" İtalya ve Yunanistan'a
karşı da kökleşmiş ve kitlelerin çok daha kolay manipüle edilebildiği "dış düşman" psikolojisiyle
birleştirilip genişletildi'. Faşist MHP'nin "Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez" sloganı bu koşullarda
güçlenen bir zemin buldu. A. Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye getirilmesinden sonra ise, faşist
propaganda aslolarak seçimlerde sonuç almaya dönük yeni bir biçime büründürüldü. Faşist MHP
'dava'nın gerçek sahibi olarak etkisini artırdı. Kürt ulusal sorununun varlığını daha başından bu yana
inkar etmiş olan Ecevit ve DSP ise, A. Öcalan'ın kendi başbakanlığı döneminde yakalanmış olmasını
"ince" bir şovenist propagandayla oya dönüştürmeye yöneldi. Ecevit'in "Kıbrıs Fatihliği"yle Öcalan'ın
yakalanması arasında bağ kuruldu ve toplumsal bellek canlandırıldı.
Kürt ulusal hareketinin, PKK Genel Başkanı Türkiye'ye getirildikten sonraki süreçte dar
milliyetçi temelde geliştirdiği, hedef gözetmeyen, amaç ve ideallerimizle çelişen, Türk halkından
sıradan insanların ölümlerine yol açan eylem çizgisi, faşist şoven propagandaya daha fazla demagoji
ve saldırı olanağı yarattığı gibi, bunun etkili olabilmesine de yol açtı. Türk halkı genel olarak egemen
ulus şovenizminin etkisi altındaydı, fakat bu gelişmeler, şovenizmi açık bir propaganda ve saldırgan
bir milliyetçilik çizgisinde uygulayan ve bu konudaki icraatıyla "güven veren", "başarı kazanan"
partilerin desteğini artırdı.
Oyların dağılımı itibarıyla bakıldığında yüzde 60-65 arasındaki geleneksel sağ oyların içerisinde
bir yön değiştirme olmuştur. DYP, ANAP, Fazilet Partisi'nin oylarından MHP'ye doğru kayışta birinci
etken, şovenist milliyetçiliğin bayrağını dalgalandıran ve bu konuda kararlı bir saldırı çizgisi izleyen
parti oluşudur. Keza kısmen bu partilerden de oy almakla birlikte "ortanın solu"ndaki yüzde 30-35
dolayındaki geleneksel oyların sistematik olarak CHP'den DSP'ye doğru kaymasında da, DSP'nin Kürt
sorununda şovenist milliyetçi popülist bir hat izlemesi belirleyici etkendir. Faşist MHP, tüm dünyada
faşist hareketlerin tarihsel yükseliş süreçlerinde yaptıkları gibi, diğer burjuva partilerin arasındaki ve
içlerindeki çekişmeleri, yönetimdeki başarısızlıkları, rüşvet ve yolsuzlukları, ilkesizlik ve
beceriksizlik, kişisel çıkar peşinde koşma biçiminde demagojik bir propaganda malzemesi olarak
kullanmıştır. Abdullah Çatlı gibi kontrgerillacıların bu partinin kitlesindeki imajı bütünüyle farklıdır;
çek/senet vb. türden çeteciliğin ise temizlendiği yönünde bir imaj yaratılmıştır.
Türkiye'deki sosyal demokrasinin gerek tarihsel gelişim çizgisi, gerekse dayanılan toplumsal,
sınıfsal taban itibarıyla geleneksel sosyal demokrat parti yapılarına uzaklığı biliniyor. Ecevit DSP'si
ise, Türkiye'deki sosyal demokrasinin "ortanın solu" hareketi biçimiyle '60'ların ortalarından itibaren
geliştirdiği, özellikle 12 Mart faşizminden çıkış sürecinde emekçi kitlelerin bazı ekonomik demokratik
özlem ve istemlerini popülist bir söylemle kucaklayan çizgisinden de uzaklaşmıştır. Sınıfların varlığını
yadsıyan kaynaştırmacı (korporatist), kitlelerin nabzını elinde tutan devletçi, milliyetçi popülist
Kemalist-Peronist bir söylem ve çizgi temeline oturmuştur. DSP'nin yükselişinde, bu partinin yapısal
özelliği de gözönünde tutulduğunda Ecevit'in kişiliğinde simgeselleştirilen yolsuzluk ve rüşvete uzak,
bireysel çıkar düşünmeyen, kavgacı olmayan, dürüst devlet adamı politikacı imajı da başlı başına bir
etken olarak değerlendirilmelidir. TÜSİAD ve MGK'nın devleti güçlendirme çizgisinde ve sistemin
temel partilerinin liderleri arasındaki kayıkçı dövüşünün yıpratıcılığına karşı yönden geliştirilmiş bir
imajdır bu. Devletin kirli işlere bulaşmasına karşı çıkan politikacı olarak Susurluk'a karşı olan
kitleleri de arkasına almaya çalışan bir tipolojidir. Keza laik, fakat sisteme entegre olan "ılımlı İslam"la
da uzlaşma arayan ve onunla buluşan bir çizgidir.
Özellikle burjuva politikasında lider imajı ya da şef kültü bizzat bu politikanın karakterine
uygun olarak körüklenir. Kitlelerin geri algılama düzeyine buradan doğrusal bir seslenme, uygun
simge ve imajlarla birleştirilerek gerçekleştirilir ve kitlelerin tercihlerinin öncelikle buna göre
kristalize olması sağlanır. Bu yöntem, mesajlarını daha kolay ve doğrusal iletmenin bir yöntemi olduğu
gibi, kitleleri partileri doğrudan programları temelinde değerlendirmekten uzak tutmanın, daha kolay
yanılsama içerisine sokmanın bir yöntemidir de. Güçlü bir örgütsel yapısı olmayan DSP'de ise lidere,
kişisel özellikleriyle birlikte konjonktür ve kitle beklentileri hesap edilerek yüklenen imajla da özel bir
çekim gücü oluşturulmuştur. Yaptığı her işle övünen, pazardaki işportacı gibi bağırıp çağıran Özal ve
Çiller'de simgelenen Amerikancı politika tarzına karşı "sade ve mütevazı" –Baykal türü süslü
gevezelikten de uzak– İsmet Paşa'nın devlet adamı çizgisini bugüne taşıyan Ecevit imajı öne
çıkartılmıştır. Faşist MHP'nin başındaki Devlet Bahçeli için de benzer bir versiyon yaratılmaktadır.
Oyların egemen sınıf partileri arasındaki dağılımı açısından bu iki partinin DSP ve faşist
MHP'nin kazandığı başarı kuşkusuz sadece ve asıl olarak kendi çabalarının ürünü değildir.
TÜSİAD'dan MGK'ya iç ve dış politikada izlenen genel çizginin rolü belirleyici olduğu gibi –medya
vb. desteklerle birlikte– 28 Şubat sürecinin RP/Fazilet çizgisine karşı geliştirdiği yüzde 15'lere doğru
geriletme ve rejime tabi kılma operasyonunun da payı bulunmaktadır. Özellikle yargı kurumları
kullanılarak sürdürülen sistematik baskı, bu partiyi bir kimlik sıkışması içerisine soktu. Kimlik
sıkışması iki yönlü gelişti; rejimin önüne koyduğu 28 Şubat'ın öngördüğü biçimde kendisini
düzenleme ile rejimin laiklik çizgisi ile çelişen siyasal İslamcı söylem ve tutum arasında –türban
konusunda olduğu gibi– direnme ile direnmeme ikilemi oluştu. Keza izlenegelen siyasal hatla ordu ile
bir kutuplaşmaya girip-girmeme ikilemi, kararsızlık, belirsizlik, tavırsızlık ve iki cepheden sıkışmaya
yol açtı. Sisteme daha fazla entegre olarak kimi tarikatların desteği kaybedildi. Demagojik "adil
düzen" söylemi ise terkedileli çok olmakla birlikte, gecekondu bölgelerinde sınıfsal siyasal devrimci
bir alternatif geliştirilemediği için büyük bir kayıpla sonuçlanmadı. Fakat faşist rejim cephesinden
RP/Fazilet çizgisi, hem istenilen oy yüzdesine doğru indirildi, hem de siyasal sisteme entegrasyon
yönünde istenilen yönde geriletildi.
1* Nitekim çok geçmeden, MGK'nın bu kez Fethullah Gülen'in üzerine gitmesi, Fethullahçılar tarikatıyla karmaşık oy-siyasi rant
ilişkisi içerisindeki hükümet partileriyle "hafif bir sürtüşme" çıkmasına neden olmuş, MGK, "ilkesiz ve beceriksiz" politikacılarının kendileri
için hassas olan bu konuda da gönülsüz desteğini almakta pek zorlanmamıştır.
bağlı olarak öncesinde de toplumsal bir temele dayanan siyasal güçlerin bir şekilde parlamentoya ya
da Dernekler Yasası, Sendikalar Yasası, partilerin gençlik örgütlenmeleri kurabilmeleri gibi '82
Anayasası'nda yapılacak değişikliklerle burjuva siyaset zeminine çekilmeleri, seçim barajının yüzde 5,
yüzde 8'e düşürülmesi tartışmaları vardı. Ortaya çıkan sonuçlarla birlikte sorun bu cepheden
kritikleşmiş ve şiddetlenmiştir. Yüzde 15 dolayında oy alan CHP, HADEP vd. partilere parlamentoda
temsil olanağı tanınmamaktadır. Toplam seçmen sayısı içerisinde seçimlere katılmayanlar yüzde 13,
seçimlere katılıp da çeşitli nedenlerle oyları geçersiz, boş oy olan yüzde 5'le birlikte desteklediği
partiye parlamentoda temsil olanağı verilmeyenler yüzde 30'un üzerinde bir toplama ulaşmaktadır.
Bunların bir bölümünün farklı etkenlere bağlı olduğunu düşünsek dahi, sol toplumsal muhalefetin
bütünüyle parlamento dışından gelişmesi gibi bir sonucu, –rejim açısından bir tehdidi– ortaya
çıkartmıştır ki, sistem için bu da bir handikap oluşturmaktadır, MHP'nin güç kazanması ve soldaki
kitlelerde militan antifaşist mücadele deneyim ve duyarlılığının varlığı, emekçi sınıfların
mücadelesinin keskinleşme koşulları vb. egemen sınıfları hem baskı yoluyla, hem de bu dinamikleri
sistem ve parlamento içerisine çekerek reformize etmenin yolları üzerine iki yönden de tedbir almaya,
siyasal yapıda bazı değişiklikler yapmaya yöneltecektir.
Seçim sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkan bir diğer istikrarsızlık etkeni egemen sınıf
partilerinden herhangi birisinin –tekelci sermayenin ana partilerinden birisinin– seçimlerde salt
çoğunluk elde edememesidir; önümüzdeki dönemin de koalisyonlar ve koalisyonu oluşturan partiler
arasındaki iç dengelerin kurulması sorunlarının burjuvazinin acil gündem maddesini oluşturan kimi
konularında yol açacağı geciktiricilik gibi sonuçları olacaktır. Halihazırdaki parlamentonun partiler
bileşimi içerisinde koalisyonun seçenekleri sınırlıdır. Fazilet'in pasifize edilmesi ve
marjinalleştirilmesi, Çiller'in tasfiyesi, sağda güçlü bir merkez partisi oluşturmak için operasyonel
girişimler vb. koalisyon olanaklarını ve ona süreklilik kazandırılmasını güçleştirmektedir. Sonuçta
seçimlerle sağlanamayan parlamento içi operasyonlarla, faşist yargı kılıcının çalıştırılmasıyla elde
edilecektir! Hükümet sorununda seçeneklerin sınırlılığı ve asıl olarak da 'sol'dan bir tamponun
eksikliği özellikle sınıf mücadelesinin gelişmesi koşullarında kriz öğelerini büyütecektir.
Egemen sınıflar mevcudun içerisinde amaçlarına en uygun olanı, her birini diğerinin bekçisi
kılarak, her birinin kendi programlarına en fazla yanıt verebileceği şekilde mevzilendirerek (bakanlık
dağılımları vb.) dizayn ediyorlar. Seçimlerden hedeflenen biçimiyle DSP-ANAP merkezli, duruma
göre CHP'nin ya da MHP'nin üçüncü yedek parti olarak katılacağı bir koalisyon olanağı doğmadı.
Bunlardan ikincisinin yer değişikliğiyle DSP-MHP-ANAP örgütlenmesinin kimi çelişik öğelere karşın
tekelci sermayenin (Koçlar, Sabancılar tarafından da telaffuz edilen) öne çıkan tercihini
oluşturduğunu ve bunun yolunun döşendiğini görüyoruz. DSP-MHP-ANAP hükümeti, faşist
korporatif bir hükümet biçimi olarak ortaya çıkmaktadır ki, sermayenin programının acil gündem
maddesini oluşturan kimi sorunlarının çözümünü hızlandıracak, öte yandan korporotizmine karşın
çelişkileri daha açık hale getirip keskinleştirecektir.
Egemen sınıflar son seçimlerden parlamento ve hükümet krizlerini çözecek bir sonuçla
çıkamamışlardır. Hükümet ve parlamento krizlerinin daha temelde bir rejim krizine bağlı olarak
gelişmesi, rejim krizini devletin yeniden yapılandırılmasından siyasal toplumsal dengelerin yeniden
oturtulmasına kadar uzanan geniş bir zeminde, birçok bağlantıyı içerir niteliği, bu çelişkilerin
çözümünü daha da güçleştirmektedir. Faşist diktatörlüğün yapılanması içerisinde parlamento ve
hükümetlerin rolü sınırlandırılmıştır. İç ve dış politikanın tüm temel sorunlarında olduğu gibi güncel
konularda da inisiyatif MGK, Kriz Yönetim Merkezi'ndedir. TÜSİAD-MGK çizgisinin yeni bir
anayasal çerçevenin biçimlendirilmesi için devreye soktukları 28 Şubat kararları ve süreci işlemeye
devam etmektedir. Çeşitli düzeylerdeki karşı dirence karşın faşist yargı kurumlarının, üniversite
yönetimlerinin, kimi 'sivil toplum' örgütlerinin de desteğini almış olarak süreci belirleyip
biçimlendirmektedir.
Ekonomiye ilişkin temel kararlar da hükümet vb. krizlerden fazla etkilenmeyecek kurumsal
düzenlemelerle alınıp, uygulanmaktadır. Genel olarak iç ve dış politikanın, ekonomik programların
temel hatları belirlenmiştir ve 'devlet politikası' düzlemine çıkartılmıştır. MGK inisiyatifi, politik sü-
reçten bağımsızlaştırılmış ekonomik karar mekanizmalarının oluşturulması, öte yandan egemen sınıf
partilerinin programlarının yakınlaşıp temel konularda aynılaşması, hükümet ve parlamentoda ortaya
çıkan çelişkiler ve krizlerin, sistemde yıkıcı bir tahribata yol açmasını sınırlandırmanın önlemleridir.
Faşist diktatörlüğün işbirlikçi tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda siyasal ve iktisadi
yapılanmada, kararlarda, bu en üst düzeydeki merkezileşmesi, egemen sınıfların cephesinden, kısa-
orta vadede işlerini daha kolaylaştırıcı sonuçlara yol açsa da, birikegelmiş sorunlarla birlikte siyasal
toplumsal çelişkilerin daha büyümesine ve derinleşmesine doğru gidecektir. Bundan duyulan kaygı ve
bu yöndeki gelişimi önleyebilmek için –burjuva demokratik bir siyasal yapılanma ve siyasal toplumsal
dengelerin onun içerisinde oturtulması olamayacağına göre– ülke koşullarına uygun tepedeki
MGK'nın, fiilen uygulamaya sokulmuş yarı başkanlık sisteminin, faşist yargı kurumları, üniversite
yönetimleriyle çevrelenmiş, aynı doğrultudaki siyasal partilerden ESK'ya, şu ya da bu politika
doğrultusunda tercihe yöneltilip yedeklenen irili ufaklı kitle örgütlerine uzanan 'sol' ve sağı esnek bir
korporativizm temelinde birleştirmeyi amaçlayan bir örgütlenme modeli devreye sokulmak
istenmektedir. Mevcut politik koşullar, içteki ve dıştaki durum, MGK inisiyatifli bu tür mekanizma ve
örgütlenmelerin devreye sokulması için etkili bir manipülasyon alanı ve olanağı sağlamaktadır.
Emekçi sınıfların mücadelesinin istikrarlı ve kararlı bir yükselişi bunu aşağıdan yukarıya
parçalayabilir, sadece ve sadece o, hiçbir yanılsamaya yer bırakmayacak, manipülasyon olanaklarını
ortadan kaldıracak şekilde sınıfa karşı sınıf tutumuyla, devrim ve karşıdevrim eksenlerini net bir
biçimde açığa çıkartabilir.
** A. Öcalan'ın İmralı'dan yayınladığı 8 maddelik Açıklama'da MGK'yla buluşma arayışı olarak Kürt kimliğinin tanınması, 'demokratik
cumhuriyet' kavramının içerisine sokulup hapsediliyor! 'Sömürgeci faşizm'in yerine 'demokratik cumhuriyet'in geçirilmesini bir yana
bırakalım, ulusal sorunu sadece genel bir demokrasi sorunu çerçevesinde ele almak, ezen ulus devrimcileri tarafından savunulduğunda en
hafif deyimle sosyal şovenizmdir, peki ezilen ulus devrimcileri tarafından savunuluyorsa ne denecektir?!.
Askeri açıdan 'kontrol edilebilirlik' çerçevesi siyasal açıdan da geçerlilik taşıyan bir ölçüt
oluşturmaktadır. 'Kontrol edilebilirlik' çerçevesi ne kadar genişletilir, hakimiyet artırılırsa siyasal
çerçeve o kadar daraltılmaktadır. Kürt ulusal hareketine karşı uygulanan, çizilen bu çerçeve aslında
genel bir sınıf mücadelesi yasasının ters yönden kuruluşudur. Nasıl reformlar devrimci mücadelelerin
gelişmesinin yan ürünleri olarak ortaya çıkıyorsa, devrimci sınıf mücadelelerinin, ezilen ulus
hareketinin bastırılması, geriletilmesi de reformların güdükleşmesi, hatta bütünüyle ortadan
kaldırılması yönündeki bir gelişime yol açıyor. Egemen sınıflar, stratejik yeniden yapılanma
politikalarına en elverişli zemini oluşturarak, sistemle çelişen her dinamiğe vura vura geriletip,
olabildiğince etkisizleştirerek, sindirerek, mevzi kazandıktan sonra, sınırlı düzenlemelerle uygulamaya
geçirme tutumu izlemektedirler. Faşist rejim, yeniden yapılanma sürecinde kendi çizdiği sınırların
dışına çıkılmasını tümüyle önleyici, bastırıcı bir inisiyatif geliştirmektedir. Kürt ulusal hareketine karşı
askeri bir zafer kazanma politikası da, büyük kentlerde sokağa hakim olma politikası da bunun
sonucudur. Emekçi sınıfların Kürt halkının demokratik istem ve özlemleri doğrultusunda yürüttükleri
mücadelelerde dile gelen reform istemleri, beklentilerin daha gerisine düşürülmeye çalışılmaktadır.
Mücadelelerin az çok süreklilik kazandığı alanların, sürekli saldırı noktaları olması da bu nedenledir.
Bundan dolayı da, hiçbir hayale yer vermeyen etkin bir direniş, sınıf mücadelesini geliştirme,
sokakları, alanları özgürleştirme politikası izlenmelidir.
Faşist rejimin anayasal bazı değişiklikleri de içerecek, atacağı güdük reform adımları bu
çerçevenin içerisine yerleştirilmelidir. Rejimin basınç yapan dinamikleri, gerilim unsurlarını azaltacak
biçimlerle, esnemeyle düzenin içerisine çekmesinden ancak bu koşulların ve sınırların içerisinde söz
edilebilir. Faşist saldırıyla iç içe örülecek bu güdük reformlar, emekçi sınıfların, Kürt halkının
ekonomik, demokratik, ulusal hak ve özlemlerinin bir karşılanması değil, sistemi sağlamlaştırmak,
devleti bir saldırı gücü olarak daha etkin bir şekilde örgütlemek için olacaktır. Komünist ve devrimci
örgütlerin, işçi ve diğer emekçi sınıfların mücadelelerinin, Kürt ulusal direniş hareketinin darbelenip
geriletildiği, siyasal düzeyde kırılmalar yaşanan bir dönemde doğrudan devrimci mücadelenin
yükselişinin yan ürünü olmayan reformlar beklentisi, 'demokratikleşme süreci beklentisi', başta
belirttiğimiz gibi hakim sınıflar arasındaki çelişkilerden medet umma, emperyalistlerin bölgesel
politikalarına bel bağlama siyaseti olarak ortaya çıkar.
Mücadeledeki bu gerileyiş, ortaya çıkan sınıf ve halk güçleri ile karşıdevrim arasındaki bu güç
ilişkileri tablosu, tasfiyecilikte bir derinleşme, siyasal düzeyde yeni kırılmalar demektir. Bunun en açık
ve çarpıcı örneğini, '95'te 'Ateşkes ve siyasal çözüm' sürecine, 'Federasyon' önerisiyle girip bugün
otonomi isteminden dahi vazgeçmiş bir çizgiye gelen Kürt ulusal hareketinde görüyoruz. '80'lerin
başından itibaren antifaşist devrimci çizgiyi tasfiyeye yönelen ÖDP liberal reformizmi ise, sadece
Anayasa Mahkemesi Başkanının demeçlerini alkışlamakla kalmamakta, CHP'nin yerine göz dikmiş
'yeni sol' bir parti olarak adaylığını ilan etmektedir. Devrimci örgütler cephesinden ise, tasfiyecilik,
emekçi sınıfların dağınık öfkesini ve militanlığını taşıyan antifaşist tepkinin en üst düzeye çıktığı '96 1
Mayısı'ndan sonraki süreçteki gerilemesiyle birlikte politikalarda ilkesizleşme, tabi olma ve
sürüklenme biçimlerinde ortaya çıkmış ve bu yönde ilerlemektedir.
18 Nisan genel seçim sonuçlarını egemen sınıfların karşı karşıya olduğu rejim sorunlarıyla
ilişkisi içerisinde değerlendirdik. Değerlendirmemizin bir bölümünü de, seçimlerden çıkan sonuçların
liberal oportünist, reformist güçlerden Kürt ulusal hareketine, devrimci örgütlere uzanan yelpazede bu
güçlerin her birinin politikaları üzerindeki yansımaları oluşturuyor. Devrimin ve karşıdevrimin çeşitli
güçlerinin politik pratik tutumları, yönelimleri ve genel güç ilişkileri açısından bir tablo ortaya
çıkmaktadır. Bu tablo aynı zamanda bizim alternatif politik pratik tutumumuzun ne olmaması
gerektiğini en büyük netlikle ortaya koymaktadır. Öyleyse önümüzdeki yakıcı siyasal ve örgütsel
görevleri açımlayarak ne yapılmalı sorusuyla devam edelim.
SİYASAL ÖZGÜRLÜKLER İÇİN SAVAŞIM DEMOKRATİK
VE SOSYALİST GÖREVLER
Seçimlerde MHP'nin aldığı oylar ve hükümet ortağı olmasıyla birlikte faşizme karşı mücadele
konusu yeniden projeksiyon altına alınmasını gerektirmektedir. Kuşkusuz bu, zaten faşist
diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir ülkede programatik hatta taktiksel yönden bütünüyle bir yeniden ele
alma değildir. Faşizme karşı mücadele deneyimlerinin bir kez daha gözden geçirilerek, eleştirel
irdelenmesi ve bugünün somutluğuna, ortaya çıkan duruma uygun bir mücadele çizgisinin
geliştirilmesidir. Bizim cephemizden faşizmin iktidarda olup olmadığı gibi tartışmalar gerilerde
kalmıştır, bunu faşizmi sadece MHP'yle özdeşleştirenlere, öbür yüzünde de burjuva demokrasisine
övgü düzenlere bırakıyoruz. Üzerinde duracağımız ve durulması gerekenler, faşizme karşı
mücadelenin temel ve güncel sorunları, düğüm noktaları olacaktır. Öne çıkan bu olmakla birlikte
içerisine girilen süreç kaba hat ayrımlarıyla açıklanıp belirlenemeyecek bir giriftliktedir. Önümüzdeki
dönemde daha örgütlü, hedefleri belirlenmiş ve bu hedefler doğrultusunda olabildiğince planlı
yoğunlaştırılmış bir faşist saldırıyla karşılaşacağız. Fakat sadece bununla sınırlı kalmayacak, siyasal
rejimin daralan temellerini bir diğer yönden de güçlendirmeyi amaçlayan kimi reform adımlarının da
atılacağı, birbirini tamamlayan komplike bir saldırı sürecine girilmektedir. Sorun, seçim sonuçlarıyla
sınırlandırılamayacak, onun, genel yön içerisinde sadece bir parçayı oluşturduğu kapsamlılıktadır;
bundan dolayı konuyu genişleterek irdelediğimiz gibi, iç ve dış birçok konjonktürel etmenle de
birleşik olarak, rejim krizi temelinde devletin yeniden yapılandırılması, siyasal toplumsal dengelerin
yeniden biçimlendirilmesi sorunları eksenindedir. Karmaşıklığı ortaya çıkaran bu zeminin kendisi,
çözüme, onun yöntemlerine ve bu konuda geliştirilen karşı yöndeki(!) yaklaşımlara da yansımaktadır.
Ana noktalarıyla ifade edersek, egemen sınıflar kendi programlarını uygulama yönünde ve çizdikleri
çerçevenin dışına çıkılmasını önleyici, sınırlandırıcı saldırgan bir politika uygulamaktadırlar. Faşist
baskı ve terör politikasıyla içice geçmiş ve birbirini tamamlayan, rejimin daralan temellerinin yeniden
güçlendirilmesini sağlamayı amaçlayan anayasal düzeyde değişiklikleri de içeren bazı reformların
yapılması da gündemdedir. Emperyalistlerin 'Yeni Dünya Düzeni' ve 'Üçüncü Yol' politikalarından da
feyz alarak, işte bu ikinci yöne eklemlenen, burjuva liberal bir demokratikleşme süreci beklenti ve
istemi içerisine giren, kendisini buna göre mevzilendiren liberal reformist güçler... Ve alınan örgütsel
darbeler, işçi ve emekçi sınıflar hareketindeki gerileme ve duraksama ile de birleşik olarak devrimci
antifaşist, ulusal devrimci örgütlerde de derinleşmekte olan devrimci özgüven kaybı ve politik
ilkesizleşmeyle daha derin bir tasfiyeci kırılma sürecine girilmesi. (En açık ve sıçramalı bir geriye
gidiş örneği olarak da, Kürt ulusal devrimci hareketinin –bugünkü, özellikle A. Öcalan tarafından
ifade edilen önderlik çizgisi olarak– ulusal reformist bir çizgiye evrilişi.)
Ortaya çıkan bu resim, faşizme karşı savaşımın mücadele araç ve biçimleriyle sınırlı
kalınmadan, siyasal özgürlükler ve demokrasi için savaşımın kapsam ve içeriğini tanımlayıp,
proletaryanın sosyalizm için savaşımıyla olan bağlantıları kurularak ele alınmasını gerektirmektedir.
Su bulandırılmıştır; özellikle PKK'deki siyasal çöküş, derin girdaplar oluşturmaktadır ve devrimci bazı
örgütler de bu girdaba çekilmektedirler. Ve bu süreç bir kez daha oportünizme karşı mücadele
edilmeden faşizme karşı mücadele edilemeyeceğini göstermektedir.
*** Dev-Yol'un 12 Eylül yenilgisiyle başlayıp cezaevinde olgunlaşan ve ÖDP'ye evrilen tasfiyeciliğinin yeni bir örneğini PKK'de görüyoruz.
Bir milat gerekiyorsa '93 Ateşkes ve siyasal çözüm' politikalarıyla dışarıda girilen süreç, A. Öcalan'ın yakalaması ve ifade ettiği son
görüşlerle ulusal devrimci kurtuluşçuluktan ulusal reformizme siyasal ve teorik çerçevede kesin bir geçiş yapılmaktadır. Ulusların kendi
kaderini tayin hakkını neoliberalizmin yaklaşımıyla reddetmekte, çözümü iktisadi, sosyal içeriğinden de arındırılmış liberal demokratik bir
siyasal çerçeveye indirip hapsetmektedir. PKK'nin 'siyasallaşma süreci' olarak ifade edilen görüşleri, militan askeri hattın ARGK'nın ve
bizzat bir yeraltı örgütü olarak PKK'nin tasfiyesini, legalleştirilmesini öngörmektedir. A. Öcalan'ın mahkemedeki duruşu ve ifadeleriyle bu
sürece kafaca ve ruhça, tehlikeli bir geriye gidişle derinlemesine girdiğini görüyoruz. (Söylediklerimiz bugünkü merkezi çizgi ve yönelime
ilişkindir; karşıdevrimin tutumu, ulusal hareketin yapısına uygun olarak farklı potansiyel ve güçlerin varlığı, oluşmuş devrimci birikim,
sürecin nesnel gelişimi, bölgedeki durum ve gelişmeler, sürecin gelişimindeki iniş ve çıkışların, karşı yöndeki dinamiklerin hareket
etkenlerini oluşturacaktır.)
ANTİFAŞİST SAVAŞIN BİÇİM VE YÖNTEMLERİ
Faşist MHP'nin Gelişimi ve Rolü
Faşist MHP'deki yükselişin, zaten faşist diktatörlüğün olduğu, bu nedenle hiçbir şeyi
değiştirmeyeceği biçiminde 'sol' bir yaklaşımla karşılanması tehlikelidir. Böylesi bir yaklaşım
kayıtsızlığa, koşullarda hiçbir değişiklik olmayacakmışçasına bir tutuma yol açacaktır. (Faşist
MHP'nin değiştiği yönündeki liberal teraneleri de buna ekleyebiliriz. Bu da hazırlıksız olmayı ve
tavırsızlığı beslemektedir.) Faşist MHP'nin seçimlerdeki yükselişi, dayanaklarını tarihsel gericilik
birikiminde bulmaktadır; 12 Eylül faşizminin oluşturduğu zemin üzerinde, konjonktürel etmenlerden
de güç alarak gerçekleşmiştir. Faşist diktatörlüğün temel ideoloji ve programından, bunun son
dönemdeki siyasal biçimlenişinden ayrı değildir. Fakat MHP türü faşist bir partinin geniş bir kitle
tabanı sağlayarak hükümette yer almasının, oluşturduğu etkinliğin mücadelemiz açısından yarattığı
tehlikeyi sadece bu sınırlar içerisinde değerlendiremeyiz. Faşist partinin, devlet içerisinde daha etkili
hale gelmesi, komünist ve devrimcilere, emekçi sınıflara karşı daha örgütlü ve saldırgan politikaların
geliştirilmesi olanağının ele geçirilmesi anlamına gelmektedir. Üstelik daha geniş bir kitle tabanına
dayanıyor olmasıyla, faşist saldırılar için daha geniş bir kitlesel meşruiyet oluşturma olanağına
kavuşmuştur faşist güçler.
Bu durum faşizme karşı mücadelenin genel strateji ve politikalarının içerisinde, faşist MHP'ye
karşı mücadelenin içerik ve yöntemleri açısından değerlendirilmelidir. Ki bu, faşist diktatörlüğün bir
bütün olarak kitle desteğini artırması sorunu olarak, sadece MHP ile sınırlı bir sonuç da değildir. MHP
faşizminin bu süreçteki rolü, faşist diktatörlüğün genel saldırısı içerisinde özgül bir rol oynama
biçimiyle olacaktır. Faşist saldırının bugünkü gelişme biçimleri, bütünüyle 12 Eylül öncesindeki gibi,
sivil militer faşist hareketin devrimcilere ve halka karşı saldırısının öne geçmesi, temel biçimi bunun
oluşturması şekliyle olmayacaktır. Devletin faşist örgütlenmesi, saldırı kurumları başta olmak üzere
pekiştirilmiştir; faşist, özellikle MHP temelli bir kadrolaşma da gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle
saldırılarda faşist yasallığa dayanılması, saldırıların devlet içerisindeki geniş mevzilenmede dayanılan
güçlerle yürütülmesi, sivil faşist hareketin ise sokakta tamamlayıcı ve taktik bir saldırı gücü olarak
kullanılması biçimindeki bir politika –devrimin tehdit düzeyinin düşüklüğü, sınıf mücadelesinin bugün
için yükselen bir zeminde olmayışı, egemen sınıfların rejim krizini çözmek için daha geniş bir siyasal
toplumsal konsept oluşturma politikası izlemeleri gibi etmenlerle birlikte– bir dönem için daha tercih
edilir olacaktır. Bu söylediklerimiz, faşizmin iktidarda olmasını, devlet içerisindeki faşist
kadrolaşmayı, en ayrıntı konulara kadar faşist yasaların, işlerlikte olduğunu vb. gözardı edip, MHP'nin
değiştiği üzerine liberal bir cila çekilmesine karşıdır. O, egemen sınıfların bugünkü ihtiyaçlarına uygun
bir biçimleniş ve hareket tarzı içerisine sokulmaktadır, hepsi bu.
Irkçı faşist ideoloji ile donanmış, tüm tarihi boyunca politik özgürlük ve demokrasi için savaşan
güçlere, komünist ve devrimcilere, emekçi halka karşı saldırı gücü olarak örgütlenmiş, varlık nedeni
bu olan sivil faşist hareketin, her durumda, saldırı ve provokasyon gücü olarak kullanılmasının alanları
geniştir. Bugün MHP'nin hükümette de olmasıyla, faşist devlet güçleriyle tümleşik saldırıların bir
parçası olarak kullanılacaklardır. Politik özgürlük ve demokrasi savaşımının, emekçi sınıfların
mücadelesinin, Kürt ulusal hareketinin, genel olarak devrim ve karşıdevrim çatışmasının gelişme
düzeyine ve alacağı biçimlere göre sivil faşist hareketin sokakta nasıl kullanılacağı belirlenecektir.
Sınıf mücadelesinin gelişme gücünün, potansiyelinin olduğu alanlarda, son yıllarda küçük ve orta
işletmelerde, taşeron sisteminin örgütlendiği fabrika ve işletmelerde, Bursa metalde, demokrat, Alevi,
Kürt emekçilerin bulunduğu, devrimcilerin görece etkin olduğu semtlerin kuşatılmasında, emekçi
memur hareketinin karşısında, kimi okullarda olduğu gibi, karşı güç olarak mücadelenin önünün
kesilmesi amacıyla kullanılacaklardır.
Bugünkü dönemde, fonksiyonel olarak sivil faşist hareketin, emekçi sınıfların, Kürt ulusal
hareketinin, bir bütün olarak komünistlerin, devrimci demokrasi güçlerinin düzen dışına çıkması ve
sisteme karşıt yönden hareketi geliştirmelerine karşı, sistem içerisine çekmekte (reformize etmekte) uç
bir saldırı gücü ve basınç unsuru olarak kullanılması ve bu hareketlerin marjinalizasyonunun
sağlanması hedeflenecektir. Buna MHP faşizmi tehdidiyle reformize etme, marjinalize etme politikası
da diyebiliriz. Kürt ulusal hareketinin geldiği durumda içerisine girdiği kıskaç bu politikayla
daraltılmaktadır. Ek olarak, faşist hareketin sadece egemen sınıfların merkezi politikalarına, taktik ve
stratejilerine bağlı olarak gerçekleşmeyeceğini, yerel düzeyde ve alanların içerisinde çelişkilerin yoğun
ve keskin olduğunu ve bunun için sıçramalı gelişme ve çatışmaların ortaya çıkma olasılığının her an
olduğunu görmek ve ona göre hazırlanmak gereklidir. Şu ya da bu bölgede, semtte, ulusal, mezhepsel,
sınıfsal etmenlerin karmaşık yapısı içerisinde provokatif yöntemlerle de ateşlenen çatışmalar bir anda
yaygınlık kazanıp, üst bir biçime sıçrayabilir.
Faşist saldırının gelişebilecek tüm biçimlerine karşı her durumda militan direniş, anlayacakları
devrimci dilden konuşmak, bununla birlikte en geniş kitlesel gücün desteğini alıp harekete geçirerek
mücadelenin örgütlenmesi tutumu benimsenmelidir. Faşist devlet güçlerini ve belli bir kitle desteğini
arkasına alarak geliştirilecek faşist saldırılar karşısında marjinalize olmamak, direnişe kitleler nezdinde
devrimci bir meşruiyet kazandırabilmek zorunludur. Antifaşist mücadelenin kitlesel örgütlenmesi,
buna uygun biçimlerde ısrar, emekçi kitlelerdeki tedirginlik, geri durma, apolitiklik gibi her türlü geri
çekici tutuma karşın ısrarla geliştirilmesi gerekendir. Bu noktada, faşizmin pasifikasyon, kitleleri terör
yoluyla sindirme politikasına karşı, devrimci terörün çekirdek gruplar aracılığıyla gerçekleştirilmesi,
faşizmin terör yoluyla yaratmak istediği sinmenin önüne geçilebilmesi için gereklidir. Faşist terörün
kitleler üzerinde baskı kurarak sağladığı pasifikasyonun kırılması için savaşım ve savaşımın militan
biçimleri önem kazanmaktadır. Bu, pasifikasyonu kırmak ve direnişi örgütlemek için olduğu gibi,
mücadelenin önünü açabilmek, geliştirebilmek için de gereklidir. Faşist diktatörlüğün süreklileştirilmiş
bir baskıyla hareket imkanı bırakmadığı, sürekli faşistlerin saldırıda olduğu, sürekli gerilenen, kabaca
dayak yenilen koşullar genel bir sinmeye yol açmaktadır. Yenik ve teslimiyetçi bir toplumsal psikoloji
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, antifaşist hareketin kitlesel biçimlerdeki gelişimiyle bu biçimler
arasındaki ilişki doğru kurulduğunda, faşizme karşı savaşımın militan devrimci biçimlerinin
çekirdeksel güçlerle de geliştirilmesi dışlanamaz.
Özgül süreçte daha fazla dikkat edilmesi gereken, faşistlerin değiştikleri yönünde geliştirdikleri
demagojik propagandayla kitle desteğini arkalarına alma, liberal güçleri aldatma çabalarıdır. Bugünkü
koşullarda etkili olabilecek –faşistler daha önceki yıllarda kanlı bıçaklı oldukları çeşitli kesimlere dahi
el uzatan taktikler sergileyebilmektedirler– böylesi bir tuzağa düşülmemelidir. Bu durum, faşistlerin
saldırgan ve halk düşmanı karakterinin teşhirine özel boyutlar eklediği gibi, her somut durumda da
gerçekleştirilecek eylemin emekçi kitleler nezdindeki meşruiyeti ve ikna edilmeleri de daha fazla
önem kazanmaktadır. Bundan dolayı yapılacak eylemlerde karşılıklı güçlerin durumu, hedefin doğru
seçimi, zamanlama, kitle psikolojisi gibi etmenlere, keza eylemin tarzına dikkat edilmelidir. Bu tür
eylemler, belirtilen etmenler dikkate alınarak vurucu bir eylem tarzıyla gerçekleştirildiğinde faşizmi
darbeleyip, kitlelere devrimci bir moral gücü de sağlayacaktır.
Faşizme karşı savaşımın salt militan grup eylemi, ya da salt devrimcilerin yürüteceği bir eylem
gibi anlaşılması ve mücadelenin bu çerçeveyle sınırlı kalması ciddi tehlikeleri, tecrit olma tehlikesini
barındırır. Faşizme karşı savaşım kitlelerin savaşımı olmalıdır. Emekçi kitlelerin her düzeydeki sınıfsal
istemlerinin üzerinde yükselmeli ve örgütlenmelidir. Faşizme karşı savaşımın temel önermelerinin
sağlam kavranışı ve pratiğin buna uygun biçimlendirilmesi tam da burada anlam kazanmaktadır.
Emekçi sınıfların antifaşist savaşıma kazanılmasında, kitlelerin ruh hali, savaşımın güçlüklerinden
dolayı uzak durmaları vb. ne olursa olsun mücadeleye çekilmeleri yaşamsaldır.
Yarın, bugündür...
Sorun, her düzeyde örgüt sorunu, parti sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçlerde daha
yakıcılaşan, daha şiddetli duyumsadığımız, maddi güç olma, kökleri işçi sınıfında olan, emekçi
kitlelerle kaynaşmış maddi bir güç yaratma sorunu öncelikle belirmektedir. Böylesi dönemlerde
savaşımın dar ve sınırlı zeminlerde, sınırlı güçlerle, yetersiz araçlarla geliştirilebilmesinin koşul ve
olanakları yoktur. Dönüştürücü özne olmak, örs değil çekiç olmak istiyorsak, hatta ayakta kalmak,
sağlam direniş mevzisi oluşturmak istiyorsak bu sorunu çözmeliyiz.
İkincisi, komünist öncü misyon bilincinin, partileşme düşüncesinin ve pratiğinin çok daha geniş
ölçekte kavranılması ve buna uygun bir duruş geliştirmektir. Gelecek dizayn ediliyor, programlar
çatışıyorsa, burada alternatif olabilecek tek program komünistlerin programıdır. Onun gerçek bir
alternatif oluşturması, sosyalizme/komünizme temelleri itibariyle daha yakınlaşmış olan bugünün
dünyasına yanıt verecek bir canlılık ve dinamizm içerisindeki ifadesiyle olacaktır. Perspektif ve
çabamız bu yöndedir. Fakat bu aynı zamanda, siyasal alandan sosyo-kültürel alana kadar gündelik
yaşamın örülmesinde, tüm eylemimize yön verecek bir misyon bilinciyle hareket edilmesini
gerektirmektedir. Komünist misyonuna uygun bir duruş içerisinde olan, onu siyasal alandan sosyal
alana, kültürden sanata, gündelik yaşamın hücresel hatta sıradan ilişkilerine indirebilen bir parti gerçek
anlamda inandırıcı ve alternatif olabilir. Emperyalist kapitalizmin yarattığı toplumsal erozyon,
yabancılaşmanın ulaştığı boyutlar, çöküş ve çözülmenin süreçler içerisinde devrimci güçlere kadar
yansıyan boyutları, alternatifin sadece politika düzlemine sıkıştırılmadan birçok yön ve boyutu
içerecek tarzda, yaşamın bütün alanlarından geliştirilmesini önümüze koymaktadır. Bu aslında
direnmenin, siyasal varoluşun da geleceğe taşıyıcı biçimidir. Ya da gelecekteki toplum ve ilişkilerin
siyasal savaşım eksenine sıkı sıkıya bağlanmış gündeki biçimlenmesidir. Keza tasfiyeciliğe karşı
direnişin temel biçimlerinden birisidir.
Geleceği bugünden görmek önemlidir! Eğer ona yarını bugünden kurmak gibi bir anlam
kazandırılmışsa...