You are on page 1of 37

UYSAL KIZ

Roman: F.M. Dostoyevski

Uyarlayanlar: Ece Sözkesen – Yalın Alpay

© 2010

Uysal Kızlar daima kendileri için


en kötüsünü seçer. Bir öz yıkım
arayışıdır onlarınki…
Ece Sözkesen

1978’de İstanbul’da doğdu. Lisans


eğitimini İstanbul Üniversitesi Eczacılık
Fakültesi’nde Tamamladı. Edebiyata ve
tiyatroya olan ilgisi öğrenim hayatı
boyunca ve sonrasında da hobi olarak
devam etmiştir. Halen Bodrum’da
eczacılık mesleği ile uğraşmaktadır.

2
Yalın Alpay

İstanbul’da, 1980'de doğdu. Okumayı 2,5


yaşında öğrendi. 4 ve 6 yaşları arasında ayrı
ayrı Prof. Dr. Haluk Yavuzer, Prof. Dr. Ümit
Davaslıgil ve Milli Eğitim Gençlik ve Spor
Bakanlığı tarafından yapılan bir dizi zekâ
testleri sonucu dahi olduğu belirlendi. (IQ
test sonuçları sırasıyla 157, 159 ve 171). Okul
hayatına birinci ve ikinci sınıfı okumadan
üçüncü sınıftan başladı. 1982 -1991 yılları
arasında yazılı ve görsel basında sık sık
“Harika Çocuk” olarak yer aldı. Lisans
eğitimini İstanbul, Yüksek Lisans eğitimini
Boğaziçi Üniversitesinde tamamladı.

Yapı Kredi Sanat Merkezi’nde 8


yaşındayken ilk kişisel resim sergisini açtı.
TRT'de 2001 yılında Prof. Dr. Halil İnalcık’la
birlikte danışmanlığını yaptığı “Osmanlı
İmparatorluğu'nun Kuruluşu” belgeseli o
yıl “En İyi Belgesel” ödülünü aldı. Birçok
üniversite ve uluslararası sivil toplum
örgütünde konferanslar verdi. Ekonomi
dergilerinde köşe yazarlığı yaptı, yayın
danışma kurullarında bulundu. Uluslararası
“Afrika Exlibris 2009 Sergisi”nin
küratörlüğünü gerçekleştirdi.

Mayka Mimarlık Yapı’nın Yönetim Kurulu


Başkanı'dır. İstanbul Dostoyevski
Topluluğu Başkanı’dır. Afrika Ekonomi
Enstitüsü Başkan Yardımcısı’dır. Türkiye
İhracatçılar Meclisi (TİM) Afrika Çalışmaları
Koordinatörü'dür. Türk Asya Stratejik
Araştırmalar Merkezi (TASAM) Başkan
Danışmanıdır.

Türkiye Ekonomi Tarihi ve Türkiye'nin


Zenginleşme Projesi: Afrika isimlerini taşıyan
iki kitabı ve yerli ve yabancı dergi ve
kitaplarda yayınlanmış çok sayıda makalesi
bulunmaktadır.

3
Kişiler

Rehinci

Uysal Kız

Lukerya

Subay

Müşteri I

Müşteri II

4
UYSAL KIZ

BİRİNCİ PERDE

Monolog I.

(Sahne ikiye bölünmüş haldedir ve karanlıktır. Sadece oyuncuyu ve


masada yatan merhumu aydınlatan bir prova ışığı görülür. Rehinci
adam odanın ortasında, karısının beyaz bir örtü altında, birleştirilmiş
iki masanın üzerinde duran cansız bedenine bakmaktadır. Bir süre bu
halde karısını süzdükten sonra kendi kendine hesaplaşmaya başlar.)

Rehinci: Beş dakika… Yalnızca beş dakika geciktim… Lanet beş dakika erken
gelebilseydim eğer! Oysa şimdi salonun ortasında birleştirilmiş iki
masanın üzerinde cansız yatıyor. Tabutunu yarın getirecekler. Özel bir
ağaçtan beyaz bir tabut. Ancak asıl konu bu değil.

(Adam karısının yattığı masaya yaklaşır ve örtüyü aralar.)

Rehinci: Henüz o buradayken her şey ne de olsa daha iyi, her dakika yanına
yaklaşıp yüzüne bakabiliyorum. Ama yarın… Onu alıp götürdüklerinde
ben ne yapacağım…

(Bir kaç saniye sessizlik )

Rehinci: Tam altı saat oldu, bu haldeyim. Odada bir aşağı bir yukarı dolanıp
duruyorum. Nasıl bu hale geldi her şey? Kafamı toparlayıp
düşüncelerimi düzene sokabilsem bir! Yaptığım tek şey dolaşmak,
durmadan dolaşmak…

(Adam dolaşmayı bırakır ve odanın ortasında durup seyirciye hitap


eder.)

Rehinci: Olay şöyle başladı… Durun, en iyisi her şeyi sırasıyla anlatmak…

(Adam kendi lafına alaycı bir gülüş ekler.)

Rehinci: Sırasıylaymış? Efendiler, sakın ha, benden bir yazarın düzgün anlatımını
beklemeyin. Durumu siz de görüyorsunuz. Olanları size kendi
anladığım biçimde aktarabilirim ancak. Zaten asıl korkunç olan da bu
ya, her şeyi derinlemesine anlayan biriyim. Belki bilmek istersiniz diye,
ta başından başlamalı anlatmaya…

İlk defa rehinci dükkânıma gelen sıradan bir genç hanım olarak tanıdım
onu. Çok da dikkatimi çekmemişti doğrusu. Bana gelip giden birçokları
gibiydi. İncecik, uzunca, solgun bir kızdı. Oldukça sıkılgan, hatta

5
halinden utanıyor gibiydi tavırları. Parayı alır almaz hemen dönüp
giderdi. Başka müşteriler mallarının karşılığında daha fazlasını
koparmak için tartışır, pazarlık eder hatta yalvarırlar. Oysa bu kızcağız
ne versem razı olup alırdı. Gerçi getirdikleri bir sürü işe yaramaz ıvır
zıvır dan ibaretti. Öte yandan hepsinin onun için manevi değeri
olduğunu yüzünden okuyordum. Dükkânıma sık aralarla yaptığı bu
ziyaretlerin ‘Golos’ gazetesine verdiği ‘ Eğitmen kız iş arıyor’ ilanlarını
karşılamak için olduğunu sonradan öğrendim.

Ancak bir keresinde onu elinde eski püskü bir bluz ile görünce kendimi
tutamayıp bir iki laf söyleyiverdim. Nasıl oldu bilmiyorum, aslında bu
tarz saygısız tavırlara hiç yeltenmem. Az konuşurum. Sürekli ciddiyet
ciddiyet ciddiyet isterim! Ama söyleyiverdim o gün işte… “Paçavra
bunlar!”

Tanrım! Yüzü nasıl da kızardı! O iri gözlerinde utançla karışık öfkeyi çok
net hatırlıyorum. Mavi, düşlerle dolu gözleri bir anda alev alev
yanmaya başladı. Ama tek bir sözcük bile etmedi. “Paçavralarını”
topladı ve gitti. İşte ilk kez o zaman dikkatimi çekti. Beni allak bullak
eden hali bu günmüş gibi aklımda.

Çok geçmeden bir akşamüstü karşımda buldum onu. Birkaç gün


önceki kafa tutuşundan sonra yeniden gelmişti. Biraz sert bir tavrı hak
ediyordu doğrusu. Yanlış anlamayın, benim sertliğim yalnızca soğuk
davranmaktır. Yine de parasını verirken bir iki laf söylemeden
edemedim. Şimdi düşünüyorum da, değer miydi …

SAHNE I
(Prova ışığı söner. Sahne aydınlanır. Rehinci tezgâh arkasında bir
müşteri ile pazarlık halindedir. Dükkânın kapısı açılırken çıngırak sesi
duyulmaktadır. )

Müşteri: Daha neler! Bu saatin akrep ve yelkovanı som altındır! Şu kapıdan çıkıp
bu saati biraz ilerideki Mozer’e götürsem sizin verdiğinizin tam iki
katını alırım.

Rehinci: Siz bilirsiniz Madam. Böylece masamın önünü boşaltırsınız ve ben de


diğer müşterilerimle ilgilenebilirim. Size dediğim gibi, ancak on beş
ruble verebilirim.

Müşteri: Ama nasıl olur, en azından yirmi ruble etmeli bu parça. İşlemeleri
görmüyor musunuz? Tamamen el yapımı. Mecbur kalmasam asla,
asla…

6
( Rehinci kadının lafını keser .)

Rehinci: Anlıyorum Madam, ancak siz de takdir edersiniz ki bizim için işçilik
değil, altın ya da gümüş değeridir esas olan. Üzgünüm, ama
verebileceğim en yüksek fiyatı söyledim size. Dilerseniz götürüp
Mozer’e de gösterin, ama daha iyi bir teklif alacağınızı sanmayın sakın.

Müşteri: Peki ala o halde, dediğiniz gibi olsun.

(Kadının gözleri dolar. Sesi ağlamaklıdır. Rehinci tezgâhın


çekmecesinden çıkardığı paraları sayarak ödeme yapar. )

Rehinci: Beş, on, on beş… İşte! Buyurun.

Müşteri: Teşekkür ederim. Acaba diyorum, satmak için acele etmeseniz, yani,
en geç bir hafta içinde döneceğim, emin olun.

Rehinci: En çok üç gün Madam, üzgünüm ama daha fazlasına garanti veremem.

Müşteri: Yalnızca üç gün…

(Çıngırak sesi işitilir ve dükkânın kapısı açılır. Genç kız sessizce içeri
girip bir köşede beklemeye başlar. Rehinci kızı fark eder. Sesindeki
otoriter tavrı belirginleştirerek diğer müşteriyi lafını keserek
gönderir.)

(Kadın yarım ağız bir tebessümle kapıya doğru yönelir. Dışarı çıktığı
sırada hıçkırıkları duyulur.)

Rehinci: İyi günler Madam.

Müşteri II: Efendim merhaba. Geçen sefer getirdiğim gümüş şamdanlığın diğer
eşini getirdim bugün.

Rehinci: Uzatın şöyle lütfen… Hımm, geçen seferkinde çizikler yoktu. Bu ise
boydan boya çizilmiş.

Müşteri II: Çiziği ya da bir hasarı yoktur Efendim. Tertemizdir.

Rehinci: Ne yazık ki çizik. Bakın, gördünüz mü..

Müşteri II: Ama bu ufacık bir iz, çok dikkatli bakmadıkça görülmez bile.

Rehinci: Anlıyorum, fakat benim alıcılarım çok titiz ve seçicidir. Buna ne yazık ki
geçen seferki kadar vermem mümkün değil.

7
Müşteri II: Ama geçen sefer de, şamdanların takım olarak değerli olduğunu, tek
tek olduğunda ise değerinin düşeceğini ve bunun diğer eşini
getireceğim zaman daha fazlasını vereceğinizi söylemiştiniz.

Rehinci: Öyle söylemiştim. Bununla birlikte geçen zaman içerisinde o şamdan


satıldı. Tek olarak satıldığı için ben ondan neredeyse zarar bile ettim
Madam. Şimdi yeni şamdan da tek başına satılmak zorunda. Üstelik de
bu kez çizik bir şamdan. Bu nedenle geçen seferkinin yarısından fazla
veremem.

Müşteri II: Aman Efendimiz neler söylüyorsunuz! Ben ne yaparım. Çocuklarıma


akşama ne götürürüm? Onların doktor parasını neyle karşılarım!

Rehinci: Üzülerek bildirmek zorundayım ki ancak bu şartları kabul edebilirseniz


alabileceğim şamdanınızı. Aksi takdirde ise sıradaki müşterilerim için
bankoyu kapamamanızı rica edeceğim.

Müşteri II: Ne olur yapmayın Efendimiz.. Ne olur beni böyle bir şekilde
göndermeyin buradan. Birazcık acıyınız bana ve aileme. Biraz
merhamet gösteriniz.

Rehinci: Sıradaki Matmazel lütfen.

Müşteri II: Ah söylediğiniz kadarını şimdi verseniz, yarın da biraz daha veremez
misiniz bana?

Rehinci: Sıradaki Matmazel dedim..

Müşteri II: Peki Efendimiz. Sizin söylediğiniz kadar olsun. Bizi Tanrı terk etmiş. Siz
mi etmeyeceksiniz..

Rehinci: İşte burada. Yine görüşmek üzere.

(Kadın II parasını alıp üzgün bir şekilde dükkândan ayrılır.)

(Rehinci, genç kızı eliyle tezgâhın önüne davet eder. Genç kız,
Rehincinin yüzüne bakmadan yaklaşarak, çantasından çıkardığı
ağızlığı tezgâhın üzerine bırakır. Rehinci ağızlığı alıp inceler gibi
yaparken bir taraftan kızı süzmektedir.)

Uysal Kız: Kehribar taşından.

Rehinci: Görüyorum. Meraklısı için değerli bir parça elbette. Ancak bizim
işimize yarayacak cinsten değil. Yine de Size bunun için on iki ruble
ödeyeceğim, o da sadece Sizin hatırınız için. Mozer’e ya da
Dobronravov’a götürseniz yüzüne bile bakmazlardı.

8
Ne de olsa biz sadece altın ve gümüş kabul ederiz. Bu ağızlık ise
muhtemelen uzunca bir süre rafımda toz tutacak. Yani demin de
söylediğim gibi, sırf hatırınız kırılmasın diye alacağım.

Uysal Kız: Anlıyorum…

(Genç kız çekingen ve tutuk hareketlerle Rehincinin uzattığı parayı


alır ve çıkar. Rehinci ardından seslenecek gibi olur ama vazgeçer.
Elindeki ağızlığa bakarken ışıklar söner, perde kapanır.)

Monolog II.

(Prova ışığı yanar, adam masanın hemen önünde bir iskemlede


oturmaktadır. Başı ellerinin arasında öne doğru eğilmiştir. Işıkla
beraber yavaşça doğrulur ve monolog başlar.)

Rehinci: Kinci davrandığımı kabul ediyorum. “Sizin hatırınız için” sözlerini


duyunca yüzü kızardı, tek söz söylemedi. Ama parayı da reddetmedi.
Yoksulluk budur işte! Canını yakmış, buna karşın galibiyetimin hazzını
gölgeleyen bir vicdan muhasebesiyle kalakalmıştım. Dışarı çıktığında
ona karşı kazandığım zaferin on iki rubleye değip değmediğini sordum
kendime. “Değer miydi, değer miydi?”

Aslında onu incitmek değildi niyetim. Aksine onunla ilgili özel bir takım
tasavvurlar oluşmaya başlamıştı zihnimde. Daha yakından tanımalı,
hakkında daha çok bilgi toplamalıydım. Doğrusunu isterseniz, bunun
için çok da fazla uğraşmam gerekmedi. Evlerinde çalışan kadın,
Lukerya… Merakımı gidermesi için, avucuna sıkıştırdığım birkaç kapik
yeterli olmuştu.

Sonraki gelişlerini sabırsızlıkla bekler olmuştum. Her seferinde oldukça


nazik ve tatlı dilliydim. Ne de olsa iyi eğitimli ve son derece görgülü bir
kişiyim. Uysal, iyi kalpli bir kızcağızdı. Böyle insanları iyi tanırım. Çok
konuşmazlar, ama biraz sabır ve doğru yaklaşımla dilleri çözülüverir
sonunda. Şu ilan meselesini de, kısa sohbetlerimiz sırasında öğrendim.

(Adam sahnenin önüne çıkar, elleriyle görünmeyen gazete


manşetlerini işaret eder. Ardından sahneyi turlayarak devam eder.)

Rehinci: Başlarda vakur bir ifadeyle ‘ Eğitimci bayan, taşrada da görev yapabilir,
lütfen koşullarınızı bildiriniz.’ şeklinde ilanlar verirken, sonraları bu
ilanlar ‘Çocuk eğitimi ev işleri, hasta bakıcılık, dikiş nakış… Kısacası ne
iş olursa, her şarta razı’ haline kadar düşmüştü. En son karın tokluğuna
bile çalışmayı kabul etmiş, ama yine de iş bulamamıştı.

9
Kendimce son bir deneme yapmaya karar verdim. Böylelikle,
kanaatimin üzerindeki son bulutlar da dağılmış olacaktı. Bir gelişinde
lafı döndürüp dolaştırıp ilanlara getirdim. Gazeteden özellikle seçtiğim
bir ilanı gösterip, ‘İşte!’ dedim. ‘İlan dediğin böyle yazılır. Akşamına
kalmaz iş bulacağından kuşkunuz olmasın.’

Hatırımda kaldığı kadar şöyle yazıyordu: ‘Genç, kimsesiz bayan,


çocuklara ders verilir ve özellikle yaşı geçkin dul Erkeklerin ev işlerine
yardım edilir.’

İlanı okur okumaz bana fırlattığı bakışı görmeliydiniz dostlarım.


Gözleri ateş saçıyordu adeta. Öyle bir hışımla çekip gitti ki, şayet
mecbur olmasa, onu bir daha göremeyeceğimden emindim. Ama
sadece üç gün geçmişti ki kapımda belirdi. Beti benzi atmıştı. Halinden,
bir şeylerin ters gittiği açıkça anlaşılıyordu. ‘Tamamdır!’ dedim
içimden. ‘ Senin için en avantajlı an budur!’ Çok saygıdeğer bir yaklaşım
olmadığını kabul ediyorum. Yine de hizmet ettiği amaç
düşünüldüğünde hoş görülebilir bence. Ah! Tanrım! Yine kendimden
bahsetmeye başladım. Konuyu dağıtmamalıyım.

(Adam masada yatan karısına doğru yaklaşır. Örtünün üzerinden


merhuma dokunur ve sözlerine devam eder.)

Rehinci: Aklını topla, aklını topla! Evet, o gün… Belki de ilk gerçek
sohbetimizdi. Bir Meryem Ana Tasviri’ydi getirdiği. Gümüş kaplamalı
bir Meryem Ana tasviri…

Sahne II.

(Prova ışığı söner ve sahne aydınlanır. Yer rehinci dükkânı. Adam


elindeki gümüş bir parçayı parlatmaktadır. Genç kız kapıdan içeri
girer. Sabırsız hareketlerle tezgâha yaklaşır.)

Rehinci: İyi günler Matmazel. Hoş geldiniz.

Uysal Kız: Size de Efendim. Ben şunun için…

(Adam kızı buyur edip sakinleşmesi için iskemleye oturmasını teklif


eder.)

Rehinci: Anlıyorum, oturmaz mısınız, yorgun görünüyorsunuz.

Uysal Kız: Teşekkür ederim.

(Kız gösterilen iskemlenin ucuna eğreti oturur. Adam kızın elindekini


fark eder. Tasviri işaret ederek konuşmaya başlar.)

10
Rehinci: Bakabilir miyim?

Uysal Kız: Ah, affedersiniz, buyurun.

Rehinci: Ama bu bir tasvir. Hem de Meryem Ana’nın. Bunu satmak


istediğinizden emin misiniz?

Uysal Kız: Mecburum.

Rehinci: Şaşkınlığımı bağışlayın, demek istediğim, bu kutsal bir şeydir.

Uysal Kız: Yasak mı, yoksa satamaz mıyım?

Rehinci: Elbette yasak değil. Öte yandan her ev için elzem bir parça. Sonradan
ihtiyaç duyarsınız diye… Sadece kaplamasını da satabilirsiniz.

(Kız bir an duraksar.)

Uysal Kız: Şey, olur, çıkaralım o halde.

(Adam çıkarmaya davranmışken vazgeçer.)

Rehinci: Düşündüm de, böyle kalması daha iyi olacak. Hiç bozmadan şu dolaba,
diğerlerinin yanına kaldıracağım.

(Tasviri dolaba koyup çekmeceden on ruble çıkartır.)

Rehinci: Buyurun on rubleniz.

(Kız paraya uzanan elini son anda geri çeker.)

Uysal Kız: On istemem. Beş ruble verin yeter.

Rehinci: Nasıl !? On ruble istemiyor musunuz? Neden ama? Tasvirinizin ederi


bu.

Uysal Kız: Beş ruble benim işimi görür. En kısa zamanda borcumu ödeyip onu
sizden geri alacağım.

Rehinci: Sizi çok iyi anlıyorum aslında. Vaktiyle ben de büyük sıkıntılara göğüs
germiş bir insanım. Belki de daha kötülerine… Bugün beni bu işin
başında görüyorsanız, bunu geçmişte başımdan geçenlere
borçluyum…

11
(Kız adamın lafını keser. Alaycı bir gülümsemeyle konuşurken bir
yandan da iskemleye, bu defa rahat bir edayla oturur. Ama
davranışları masumdur.)

Uysal Kız: Belli ki herkesten öç alıyorsunuz. Çektiklerinizi ödetiyorsunuz


kendinizce.

(Adam tezgâhın arkasından çıkarak, abartılı bir ses tonuyla karşılık


verir)

Rehinci: Yanılıyorsunuz Matmazel. Ben daha ziyade, ‘Toplumun, kötülük


yapmak arzusunda olup da, iyilik yapan bölümüne dâhilim.’ diyebilirim.

(Kız merak ve heyecanla yerinden fırlar.)

Uysal Kız: Durun bir saniye! Bu sözü nereden hatırlıyorum ben?

Rehinci: Yormayın kendinizi Matmazel. Mephistopheles kendisini Faust’a böyle


tanıtıyor.

Faust’u okumuş muydunuz?

Uysal Kız: Şey… Evet, ama sanırım pek dikkat etmemişim.

Rehinci: Şuna okumadım desenize. Bence okumalısınız. Ancak ben aynı


metodu kullanıp rehinciliği övecek değilim tabi. Gözünüzde kendime
bir yer edinebilmek ve rehincinin rolünü aklamak için Mephistopheles’i
kullandığımı düşünmeyin sakın. Ne olsa, rehinci, her yerde rehincidir.
Bunu biliyoruz.

Uysal Kız: Ne kadar tuhafsınız, böyle düşündüğümü de nereden çıkardınız?

(Adam müstehzi bir şekilde gülümser.)

Rehinci: Öyle mi dersiniz. Bahse girerim ki, benim okumuş, kültür sahibi biri
olabileceğimi bile tahmin etmiyordunuz.

(Kız itiraz etmeye yeltenir, ama adam konuşmasına izin vermeden


lafına devam eder.)

Rehinci: Bence, yine de her meslekte iyilik yapılabilir. Elbette kendimden


bahsetmiyorum. Bu daha çok genel bir saptama. Benim
eylemleriminse kötülükten öte olmadığı bile söylenebilir belki de…

(Kız bir an için tebessüm eder, aniden saatin farkına varır ve gitmesi
gerektiğini hatırlar. )

12
Uysal Kız: Elbette, bir insan nerede olursa olsun iyilik yapabilir. Evet, nerede
olursa olsun. Teşekkür ederim bayım. Yakında geri geleceğimi
umuyorum. Tasvire iyi bakacağınızdan eminim.

(Kız ayağa kalkar ve elini uzatır. Adam kızın elini sıkmak yerine
dudaklarına götürür.)

Rehinci: Şüphesiz Matmazel, iyi günler dilerim.

(Kız sahneden çıkar. Adam halinden memnun, gülümseyerek


seyirciye doğru döner ve kıyafetini düzeltir. Hemen akabinde
yeniden ciddiyetini takınır ve elindeki işe geri döner.)

(Sahne biter, ışıklar söner, perde kapanır.)

Monolog III.

(Prova ışığı adamı aydınlatır. Adam merhumun yanı başındadır.)

Rehinci: Ah benim tatlı küçüğüm! O vaziyette bile ne kadar içten, coşkulu bir
ruha sahipti.

(Adam masadan uzaklaşıp seyirciye hitap ederek konuşur.)

Rehinci: Gençler böyledir işte, her biri yüce gönüllüdür. Akıllıca bir şeyler
söylemek istediklerinde, ilk önce gözlerinden anlarsınız. ‘ Size çok
önemli bir şey söylemek istiyorum!’ diye haykırır bakışları. Bizim gibi
böbürlenmeye, hava atmaya kalkışmazlar. İnançları ve saygıları
sonsuzdur söylediklerine…

Her neyse… Kız gider gitmez kararımı verdim! Aynı gün Lukerya’yı
bulup hakkındaki son ayrıntılara da ulaştım. Öğrendiklerim beni
dehşete düşürmüştü adeta. Tüm yaşadıklarından sonra hala
gülebiliyor olması, Mephistopheles’e ilgi duyabiliyor olması… Dedim
ya, gençler yüce gönüllüdür. Benim küçüğümde de öyle bir yürek ve
içtenlik vardı işte…

Lukerya’dan öğrendiğim kadarıyla, anne babasını üç yıl önce


kaybetmiş, teyzelerinin yanına sığınmıştı. Teyzelerinden biri altı
çocuklu bir dul, diğeriyse hiç evlenmemiş, habis ruhlu bir kocakarıydı.
İkisi de tek kelimeyle uygunsuz -ki bence bu onlar için bir iltifat sayılır-,
birer cadalozdu. Babası memuriyetten emekli ve işinden dolayı soylu
biriydi. Bu burum benim açımdan son derece uygun düşüyordu tabi.
Babasına göre daha yüksek bir sınıfa mensup sayılırdım. Sonuçta
emekli bir yüzbaşıyım. Soylu bir aileden geliyorum. İşime gelince,
teyzelerinin bunu sorun edeceğini hiç sanmıyordum.

13
Tam üç sene teyzelerinin, hatta çocuklarının her işini görmüş,
hakaretlerine, hatta dayağa bile katlanmış. Bir taraftan da kalan sınırlı
vaktini değerlendirip okulunu bitirmiş. Yine de yaranamamış tabi.
Ancak sonunda işi onu satmayı tasarlamaya kadar götürmüşler. Uff!
Çirkin ayrıntıları atlayacağım.

Damat namzedi de ellisini geçmiş, ilk iki karısını cennetlik etmiş, dul ve
çocuklu bir bakkal. Nicedir kızı takip edip zamanını kollayan bir
akbaba! Sonunda teyzelerine konuyu açıp pazarlığa oturmuş tabi. O
koca karıların da işine gelmiş, kızı sıkıştırmaya başlamışlar. Zavallı kız
düşünmek için kısa da olsa bir süre istemiş. Belki de bir çıkış yolu
bulurum umuduyla gazeteye ilan verişi ve dükkânıma yaptığı ziyaretler
aynı döneme rastlıyor.

Aynı akşam bakkal elinde ucuz bir şekerlemeyle ziyaretlerine gitti. Boş
duracak değildim. Ne diyeceğim, nasıl tavır takınacağım, hepsi
planlanmış, hazırdı.

(Adam kafasını işaret ederek seyirciye göz kırpar.)

Kendimden emindim. O bakkal bozuntusu ile aramızdaki mevkii farkı


aşikârdı. Kızın üstündeki etkimden de şüphem yoktu. Kapıdan Lukerya
ile haber gönderip çağırttım. Beni karşısında gördüğü o an…

(Adam tatlı tatlı iç geçirir. Prova ışığı söner.)

Sahne III.

(Perde açılır, sahne aydınlanır. Adam kızın evinin kapısını çalar. Kapıyı
hizmetçi kadın açar.)

Lukerya: Oh! Siz!

Rehinci: İyi akşamlar. Lütfen, küçük hanıma, kendisini kapıda beklediğimi haber
verir misiniz?

Lukerya: Ama, nasıl olur bilmem ki… Küçükhanımın misafiri var.

Rehinci: Farkındayım Lukerya, tam da bu yüzden buradayım. Rica ederim


dediğimi yapın. Seni temin ederim ki, bu hareketim tamamen
hanımının iyiliği içindir.

(Hizmetçi kadın olacakları anlamış gibi gülümser ve telaşla kızı


çağırmaya gider. Adam sabırsız birkaç volta attıktan sonra kız kapıda

14
belirir. Bir yandan sırtına aldığı şalı düzeltmektedir. Şaşkınlığı
yüzünden okunmaktadır.)

Rehinci: Bu saatte rahatsız etme kabalığında bulunduğum için affınıza


sığınıyorum Matmazel. Ancak gelişimin ardındaki hayati sebep, beni
biraz olsun mazur gösterebilir diye umuyorum. Birkaç dakikanızı bana
verirseniz, zihninizdeki bu bilinmezliğe bir son verebilirim.

Uysal Kız: Şaşkınlığımı gizlemeyeceğim Mösyö, ancak rica ederim. Sizi


dinliyorum. İçeri davet etmek isterdim, ancak…

Rehinci: Yo, yo… Böylesi çok daha uygun.

(Adam boğazını temizleyerek konuya girer.)

Rehinci: Yanılmıyorsam, hakkımda bildikleriniz mesleğim ve sınırlı


sohbetlerimizden edinmiş olabileceğiniz bir takım kanaatlerden
oluşuyor. Ayrıca bildiğiniz üzere emekli bir subayım. Buna ek olarak
söyleyeceklerim de pek iç açıcı değil ne yazık ki. Çok yetenekli ya da
akıllı sayılmam. İyi biri olduğumu dahi iddia edemem, hatta bencil bile
sayılabilirim. Kazancıma gelince, size ancak mütevazı bir ev ve sıcak bir
yemek vaat edebilirim. Yeni giysiler, tiyatrolar, gece eğlenceleri… vs.
bunlar bütçemizi aşan faaliyetler olacaktır. En azından amacıma
ulaşıncaya kadar. Oh evet! Elbette ki bu işi bir amaç uğruna
yapmaktayım. Ancak şu an önemli olan bu değil. Bunca açıklamanın
ardından diyeceğim o ki, Matmazel, şayet bu mütevazı adamı
kendinize layık bulursanız, eşim olmanızdan büyük bir onur
duyacağım…

(Hizmetçi kadın son sözlerinin üzerine ufak bir çığlık atar ve hemen
eliyle ağzını kaptır. Kız donakalmış, hayret dolu gözlerle adama
bakmaktadır. Başını öne eğer ve suskunluğunu bozmadan öylece
durur. Sessizlik uzar.)

Lukerya: Yüce Tanrım!

Rehinci: Cevabınız ne yönde olacak acaba?

Uysal Kız: Müsaade edin lütfen, düşünüyorum.

(Adam geriye bir adım atar.)

Rehinci: Elbette. Hemen yanıt vermek zorunda değilsiniz. Ben izninizi istiyorum
şu halde. İyi akşamlar Matmazel. Verdiğim rahatsızlık için tekrar affınızı
diliyorum.

Uysal Kız: Size de Mösyö.

15
(Adam hayal kırıklığına uğramış halde sahneyi terk eder. Kız kapının
önünde hareketsiz durmaktadır. Hizmetçi kadın koluna dokunur.)

Lukerya: Küçük Hanım üşüteceksiniz. Hava oldukça serin. Hem misafiriniz de


epeydir bekliyor. İçeri girseniz iyi olacak sanırım.

Uysal Kız: Haklısın Lukerya. İçeri girsek iyi olacak…

(Kız son sözleri sayıklar gibi söyler. Hizmetçi kadın kızın koluna
girerek onu içeri sokar ve sahne biter. Işıklar söner, perde kapanır.)

Monolog IV.

(Prova ışığı adamı aydınlatır. Adam seyirciye hitaben lafa girer.)

Rehinci: O kapıdan eli boş döndüğümü sanmayın sakın. Daha yeni yola
koyulmuştum ki, Lukerya arkamdan yetişip duymak istediklerimi bir
solukta söyleyiverdi.

(Adam hizmetçi kadını taklit ederek konuşur.)

‘Efendim, durun! Benden duymuş olayın, ama küçük hanım artık size
aittir. Ama lütfen bunu bildiğinizi belli etmeyin, son derece gururludur.
Tanrı sizi korusun efendim.’

Elbette aldığım bu hayır duasında, mükâfat olarak uygun gördüğüm


dolgunca bahşişin de rolü büyüktü.

(Adam kendinden emin bir edayla konuşmayı sürdürür.)

Sonuç benim için şaşırtıcı değildi. Kendinden emindim, hatta onun için
kurtarıcı rolünde olduğum dahi söylenebilirdi. İtiraf etmeliyim ki, teklifi
yaparken bile aklımdan şunlar geçiyordu: ‘Farkındayız, uzun boylu, eli
yüzü düzgün, hatta yakışıklı sayılırsın. İyi tahsil görmüş, kültürlüsün vs.’
Doğal olarak bunları ona hiç aksettirmedim. Aksine bu evliliğin benim
için bir lütuf olacağına inandırmak için abartıya bile kaçmış olabilirim.

(Yeniden temposu düşer ve endişeli bir ifade alır. İskemleye oturur,


derin bir nefes alıp devam eder.)

Yine de cevabın hemen gelmemesi beni biraz endişelendirmişti. Bir an,


beni o bakkal bozuntusuyla karşılaştırdığını bile düşündüm.

Öyle ya, belki de aklından geçmiş olabilirdi. “Eğer her iki yanda da beni
sefillik bekliyorsa, bakkalı seçmek daha iyi değil mi?” Öyle ya, o
şişkonun eve sarhoş geldiği bir akşam, yiyeceği öldüresiye dayak,

16
bütün acılarına son verebilirdi. En akıllıca olanı iki mutsuz seçenekten
daha kötü olanı seçmek Şimdi bu mantığa göre hangimiz daha
kötüydük. Bakkal mı, yoksa ben mi? Bakkal mı yoksa Goethe’den
alıntılar yapan rehinci mi?

Of! Anlayamıyorum bunu. Şimdi bile anlayamıyorum. Anlatabilecek tek


kişi de şu an masaya uzanmış yatıyor.

(Adam oturduğu yerden kalkmadan, omzunun üstünden, kayıtsızca


merhumu işaret eder. Şakaklarını ovar.)

Başım çatlamak üzere. Biraz uyuyabilsem… Hayır, olmaz! Beynimdeki


uğultuyu bastırmanın tek yolu anlatmak… Neredeydik en son? Tabi ya,
evlilik faslı. Bana kalsa İngiliz usulü, sade bir nikâh ve iki şahitle
bitecekti bu iş. Ardından dosdoğru Moskova trenine atlayacaktık.
Zaten orada yapacak bir işim de vardı. Orada bir otelde iki hafta
kalacaktık. Ama yok, itiraz üstüne itiraz! Mademki onu teyzelerinden
alıyormuşum, geleneklere uyup önce onların rızası alınmalıymış. Peh!
Duyan da teyzelerinin umurunda olduğunu sanır. Zavallı küçüğüm…
İstemeyerek razı oldum bu ziyarete. O kart cadalozların rızasını almak
da oldukça pahalıya mal oldu. Bu yaratıkların her birine yüzer ruble
değerinde armağanlar ve daha fazlası için de söz verdim. Tabi ki de
ona bundan hiç bahsetmedim.

Sonunda onu yeni evine getirmeyi başarmıştım. Ev dediğim iki odalı bir
daire. Biri salon – rehin kasası bu odada durur-, diğeri ise yatak odamız.
Fazlaca bir eşya yok, olanlar da eski püskü.

İlk günlerde bana olan aşkı ve bağlılığı gün gibi ortadaydı. Akşamları
beni coşkuyla karşılıyor, heyecanla aklına gelen tüm anılarını
çocukluğunu, eski evini, annesini ve babasını benimle paylaşıyordu.

Ama ben bütün bunların üzerine bir anda buz gibi su döktüm.
Mecburdum böyle davranmaya. Onun bu kontrolsüz heyecanını
dizginlemem şarttı. Her defasında, soğukkanlılığı elden bırakamadan,
tam bir sessizlikle karşılık verdim. Tam bir duvar… Bir muamma
olduğumu göstermek benim için her şeyden daha önemliydi. Belki de
her şey benim bir muamma olma isteğim yüzünden oldu.

(Adam sesini yükselterek seyirciye çıkışır. )

Bakışlarınızda ki kınamayı fark etmedim sanmayın! Ne yani onu


sevmiyor muydum? ? Ben sistem adamıyım! Bir amacım vardı şüphesiz!
Beni; gerçek beni tanımalı, anlamalı ve saygı duymalıydı! Yaşadığı
acılarla güçlenen o mağrur ruhu, o gizli kahramanı görmeliydi!

(Adam sinirli ve hızlı adımlarla sahneyi turlar.)

17
Ama o ne yaptı! Suskunluğumun ardındaki asaleti takdir edeceğine,
ciğeri beş para etmez adamların anlattıklarıyla beni yargılamaya, hatta
küçük görmeye kalktı. Oysa ben ona şöyle demek istiyordum: “Benim
içime bak ve değerimi kendi gözlerinle gör!” Çünkü ona kendimi
açıklamaya kalkışsam, sevgisini ve saygısını kazanmaya uğraşsam, bu
sadaka istemek olurdu.

Ucuz kahramanlık her zaman kolaydır. Yaşamı bir şeye adamak bile
kolaydır. Yalnızca kanın kabarmasına ve enerjiyle dolup taşmasına
bakar. Oysa asıl saygı duyulması gereken, çaba isteyen, kendini
gürültüler ve ışıltılarla sergilemeden gizliden gizliye yapılan
kahramanlıklardır. Böyle kahramanlıklarda kişi herkesin gözünde bir
dolandırıcı olmayı göze alabilir. Oysa belki de dünyanın en dürüst
insanıdır.

Bu türden bir kahramanlığı bir deneyin, hemen vazgeçersiniz! Oysa


ben tüm yaşamım boyunca bu yükü taşıdım.

(Adam sakinleşir ve karısının yanına gider. Önce merhuma daha


sonra seyirciye kakarak devam eder.)

Hâlbuki kısa zaman içinde yumuşamıştım. Dahası dükkanda ona


inisiyatif dahi tanıdım. Ama sakinleşeceğine git gide daha hırçın ve
küstah bir kız olup çıktı. İlk ciddi tartışmamız da iş yüzünden oldu
zaten. Karşımdaki karım değil de, Onun ruhunu esir almış bir canavardı
sanki…

Sahne IV.
(Prova ışığı söner. Sahne aydınlanır. Yer rehincinin evi. Kız bir
koltukta kitap okumaktadır. Adam sahneye girer. Paltosunu çıkartır.
Kız ilgilenmiyormuş gibi istifini bozmadan okumayı sürdürür. )

Rehinci: Bu gün rafları düzenliyordum. Yüzbaşının karısından aldığım


madalyonun yerinde ne buldum dersiniz.

(Adam cebinden çıkardığı bileziği göstererek devam eder. )

Rehinci: Yanlış hatırlamıyorsam, bu, kadının sonradan gelip, otuz ruble sayıp
aldığım madalyonla değiştirmek istediği o değersiz bilezikti. İçimden
bir ses bu konuda beni aydınlatabileceğinizi söylüyor. Yanılıyor
muyum?

(Adam son sözleri daha vurdulu ve azarlar gibi söyler.)

18
Uysal Kız: Doğru. Dün öğleyin tekrar geldi ve tabii ki ben sizin kadar acımasız
olmadığımdan, onu geri çevirmedim. Kadıncağız eşinden kalan son
hatırayı kaybetmekten öylesine bedbahttı ki, acısını görmemek için taş
kalpli olmak gerekir!

Rehinci: Taş kalpli ha! Ah benim zavallı budalam… Bu bilezik en fazla sekiz
ruble eder. Kadının niyetini nasıl olur da anlamazsınız. O pek kıymetli
madalyonu birkaç güne kalmaz Mozer’in vitrininde görürseniz hiç
şaşırmayın derim.

(Kız hışımla ayağa kalkar. Histerik halde bağırıp, tepinmeye başlar.)

Uysal Kız: Her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz, öyle değil mi? Ama yanılıyorsunuz!
Tek yaptığınız zavallı insanların çaresizliklerinden faydalanmak. Bu
alçaklık değil de nedir, sorarım size! Yaptığınız işin adı rehincilik değil,
soygunculuk olmalı.

Rehinci: Hor gördüğünüz, aşağıladığınız iş sayesinde karnınız doyuyor küçük


hanım! İçi boş kahramanlık gösterisi sizinki! Hayat hakkında ne
biliyorsunuz? En baştan bilincindeydiniz mesleğimin. Sizce severek mi
yapıyorum bu işi. Bir amacım var. Sizden yalnızca üç sene dişinizi
sıkmanızı istedim. Sonsuza dek rehinci kalacak değilim. Tek ihtiyacımız
otuz bin ruble.

Uysal Kız: Hep aynı mazeret, dönüp dolaşıp aynı şeyi söylüyorsunuz.

(Kız seyirciden tarafa dönüp alaycı bir tavırla adamı taklit eder.)

Uysal Kız: ‘Üç yılda otuz bin ruble biriktirmeliyiz. Sonra ver elini Bolonya…
Kendimize ait bir çiftlik… Bunun için tutumlu olmak şart.’

(Kız tekrar adama doğru döner.)

Uysal Kız: Hepsi saçmalık! Cimriliğinizi örtmek için sayıkladığınız bir hayalden
ibaret!

Rehinci: Şimdi de cimri oldum öyle mi? Bu ne amansız bir çelişkidir. Önce,
varlığından tiksindiğiniz kazancımı yerden yere vuruyor, sonra da
dilediğinizce harcayamamaktan yakınıyorsunuz.

Uysal Kız: Sizden hiçbir şey istediğim yok. Ben sadece kanını emdiğiniz o zavallı
insanlar için üzülüyorum.

(Adam sesinin ve öfkesinin dozunu arttırarak lafa girer. )

19
Rehinci: Yeter! Daha fazla dilemeyeceğim! Beğenin ya da beğenmeyin,
kazandıklarımın tasarrufu bana aittir. Bundan sonra da dükkânımda
yardımınıza ihtiyaç duyacağımı hiç zannetmiyorum.

(Kız derin derin soluklanır. Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleşir.


Askıdan pardösüsünü alıp tek kelime etmeden çıkıp gider. Adam
elindeki bileziğe bakıp sinirle koltuğa fırlatır. Sahne biter, ışıklar
söner.)

Monolog V.
(Prova ışığı yanar. Adam elindeki içki bardağından son yudumu
almaktadır. Boşalan bardağa bakar. Köşedeki dolaptan çıkardığı
şişeyle yeniden doldurur. İskemleye oturur, içkisine bakıp konuşur)

Rehinci: Grande Champagne XO. Tam on iki yıllık. Vaftiz annemin bana bıraktığı
üç bin rublelik mirasla yaptığım yegâne hovardalık. Bence her
centilmenin evinde, önemli günler için bulunması elzem bir içki.

(Adam ayağa kalkar, seyirciye yaklaşır. Cümlesini bitirip kadeh


kaldırır ve tek yudumda içer.)

Rehinci: Önemli günden kastım bu değildi elbette. Ama sorarım size dostlarım,
içmek için daha uygun bir zaman olabilir mi? Şerefinize!

(Boş bardak elinde dolanmaya başlar.)

Rehinci: Şu düştüğüm duruma bakın! Sen kalk, onu yoksulluktan,


hizmetçilikten, onca eziyetten kurtar. Sonra biraz olsun minnet
beklerken, her fırsatta üzerine savrulan yersiz eleştirilere hedef ol.

Beni anlaması, gerçeği görmesi için çabaladıkça, aksine benden


uzaklaşıyordu sanki. Oysa umudumu yitirmemiştim. Sadece zaman
meselesiydi. Sonunda ne yüce gönüllü biri olduğumu görecek,
karşımda saygıyla eğilecekti. Hemen değilse bile ileride bir gün…

Evlenmeden önce tiyatroya bile gidemeyeceğimizi söylemiştim. Oysa


bu iş için ayrılacak para, bizim çiftlik hayallerimizi ertelememize yol
açsa da gidiyorduk tiyatroya.

Ama sessizlik içinde gidiyor ve sessizlik içinde dönüyorduk. Niçin, ama


niçin en başından böyle bir sessizliğe gömülmüştük ki? Aslında
sessizlikte direten o değil bendim. O kendi payına bir iki kez patlamış,
beni kucaklamaya koşmuştu ama bu patlamalar histerik ve acılıydı.
Oysa benim istediğim şey güvenli bir mutluluk ve onun saygısını
kazanmak olduğundan bunları soğuk bir biçimde karşıladım.

20
Oysa tüm isteğim onunla beraber Kırım’ın güney sahillerinde dağların
ve üzüm bağlarının arasında, o otuz bin rubleyle satın aldığım kendi
topraklarımda yaşamaktı. Gerçek bu. Katıksız gerçek!

( Adam seyirciyi itham ederek konuşur.)

Siz insanlar beni reddettiniz. Küçümseyen sessizliğinizle beni


aranızdan attınız. Sizlere duyduğum tutkulu özlemi tüm yaşamım
boyunca beni küçümseyerek geri çevirdiniz. Şimdi sizlere karşı bir
duvar örmek hakkımdır. Kırım’da hepinizden uzakta, kendi
topraklarımda sizlere kötü duygular beslemeksizin, ruhumda bir
idealle, yanımda da sevdiğim kadınla ve eğer Tanrı verirse
çocuklarımla, çevremdekilere yardım ederek yaşamak…

Elbette şimdi bunları kendi kendime söylememde hiçbir yanlış yok.


Ama bütün bunları ona anlatmaya kalkışmaktan daha aptalca
görünecek bir şey düşünebiliyor musunuz? Benim gururlu sessizliğimin
nedeni buydu işte. Bu yüzden sessizlik içinde oturuyorduk. Anlatsam
ne anlayabilecekti ki? On altı yaş, gençliğin en başı.

O ince yaratık, o uysal ruh, o cennet. O bir tirandı, acımasız bir tirandı
ve ruhuma işkence ediyordu! Eğer bunu söylemezsem, kendime
haksızlık etmiş olurum. Onu sevmediğimi mi sanıyorsunuz? Onu
sevmediğimi kim söyleyebilir?

İleride o da benim kahramanca davrandığımı görecekti. O gün


geldiğinde, bana on kat daha fazla değer verecek, kendini yerlere atıp
önümde diz çökecek, ellerini kaldırarak teslim olacaktı…

Planım buydu işte…

Ah, nerede hata yaptım? Bir şeyler gözümden kaçmış olmalı. Bir şeyleri
beceremedim…

(Sesinin tonu yükselir. Önce kendi kendine, sonra masada yatan


karısını işaret ederek devam eder. )

Yeter artık yeter! Kendine işkence etmekten vazgeç artık! Özrünü


dinleyecek kim kaldı ki? Yürekli ol, gururlu adamsın sen! Suç sende
değil! Evet ya, suçlu odur! Haksız olan odur! Kaçıp giden, kolayı seçen
odur! O!..

(Prova ışığı söner, perde kapanır.)

21
- BİRİNCİ PERDENİN SONU -

İKİNCİ PERDE

Sahne I.

(Sahne aydınlanır. Yer adamın salonu. Adam karısının yanında


durmuş, masaya dirseklerini dayamış, başı ellerinin arasında
durmaktadır. Hizmetçi kadın odaya girip adama yaklaşır.)

Lukerya: Efendim, iyi misiniz? Bir ihtiyacınız var mı?

Rehinci: İyi miyim… Elbette iyiyim. Hiçbir şeye, hiç kimseye ihtiyacım yok!

(Bir an suskunluk olur.)

Rehinci: Kalabalık dağıldı mı?

Lukerya: Herkes gitti efendim.

Rehinci: Belli, sesleri duyulmuyor artık. İlk önce böylelerini gömmeli. Uğursuz
leş kargaları! İnsanların felaketleriyle beslenen kan emiciler!

(Hizmetçi kadın sessizce ağlamaktadır.)

Rehinci: Ne o, ağlıyor musun? Boşuna bu döktüğün gözyaşları. Hanımına hiçbir


faydası yok. Hem bak, o seni bu kadar düşünmemiş.

(Hizmetçi kadın başını kaldırıp, şaşkın halde adama bakar.)

Rehinci: Öyle bakıp durma. Doğruyu söylüyorum. Şu an karakol köşelerinde


sürünmüyorsan, bunu kapı önünde toplanmış o uğursuzların
şahitliğine borçlusun. Karımı, elinde tasviriyle atlarken görmemiş
olsalar, masum olduğuna kimi inandırabilirdin, sorarım sana! Pekâlâ,
senin ittiğini düşünebilir herkes.

Lukerya: Yüce efendimiz! Neler söylüyorsunuz! Tanrı şahidimdir ki…

(Adam hizmetçi kadının lafını keser.)

Rehinci: Tanrını şahitliği mahkemelerde geçmiyor ne yazık ki! En azından geride


bir mektup bırakması gerekmez miydi? Fazla bir şey değil. Yalnızca bir
cümle: ‘Ölümümden hiç kimse sorumlu değildir.’

22
Lukerya: Cenaze yarından sonraki gün olacak sanırım. İzninizle, törenden sonra
gitmek niyetindeyim. Bu evde daha fazla kalamayacağım. Valizim hazır
sayılır.

Ben… Ben çok üzgünüm efendim.

(Hizmetçi kadın ağlayarak odadan çıkar.)

Rehinci: Git! Git hadi, sen de git! Hepiniz gidin!


(Adam bitkin halde iskemleye oturur.)

Monolog I.

Rehinci: Belki sen de beni suçluyorsun. Hatta nefret ediyorsun benden. Tıpkı
hanımın gibi yargılıyorsun içinden. Gerçeği idrak etmek yerine, haksız
yere yaftalıyorsun sen de!

O saygıdeğer üniformama sırtımı dönüşüm de, sizin gibiler yüzünden


değil miydi zaten?

Ordudayken de pek sevilen biri değildim. Ama sonu hazırlayan şey


daha ziyade talihsiz bir tesadüftü. Hayatıma hükmeden bir tesadüf.

(Adam ayağa kalkar. Bir iki saniye sessizlik.)

Rehinci: Bir tiyatro temsilini izlemeye gitmiştim. İlk perdenin ardından ara
verildi. Bekleme salonunda bir subay, arkadaşlarıyla bizim alaydan bir
yüzbaşıyı çekiştiriyordu. Herkesin rahatça duyabileceği bir tonda hem
de. Güya yüzbaşı zil zurna sarhoş olup salonda rezalet çıkartmıştı. Aslı
astarı yoktu tabi anlattıklarının. Konuyu fazla da uzatmadılar zaten.
Ama ertesi gün, olay arkadaşlar arasında duyuldu. Orada bizim alaydan
sadece ben olduğumdan, faturayı bana kesiverdiler. Yok, efendim,
subaylar atıp tutarken neden yüzbaşıyı savunmamışım.

Neden yapacaktım ki böyle bir şeyi? Tamamen kişisel bir meseleydi


bana göre ve ikisi arsında halledilmeliydi. Karışmam son derece
manasız olurdu. Her nedense alaydakiler aynı görüşte değildiler. Bu
tutumum tüm alayı halkın gözünde küçük düşürmüştü. Şayet o subaya
haddini bildirmeye karar verirsem, o vakit her şeyi düzeltebilirmişim.

Saçmalık! Böyle bir şeyi kabul etmem mümkün değildi elbette. Kesin
bir dille reddettim ve akabinde de istifamı istedim. Tıpkı gururlu bir
askerin yapması gerektiği gibi. Ama o aptallar bu hareketimi korkaklık
saydılar.

23
Haksız yere üzerime yapışan bir leke. Sonra, sonrası çorap söküğü gibi
geldi. Her gün artan bir ivmeyle düşmeyi sürdürdüm. Ta ki, vaftiz
annemin imdada yetişen, hazin ölümüne kadar.

(Adam sahnede ileri atılır.)

Kararımı hemen verdim. Yepyeni bir hayatım olacaktı. Başımı sokacak


bir evim ve rehinci dükkânı. Kim suçlayabilir beni bunlar için, kim!? Hem
suçlasalar bile umurumda mıydı sanki?

(Adam karısına yaklaşarak devam eder.)

Bir tek o anlasa yeterdi. Bir tek o görse içimi… Oysa bana, kocasına
cephe almayı marifet bildi! Of! Neden geldi aklıma san ki o gün?
Yüzündeki o küçük gören ifade, dudaklarındaki alaycı tebessüm…

(Işık söner.)

Sahne II.

(Perde açılır. Sahne aydınlanır. Yer rehincinin evi. Adam koltukta


kitap okumaktadır. Kız adamı süzmekte ve alaycı bir ifade ile yatağın
kenarında oturmaktadır. Adam kızın halini fark eder.)

Rehinci: Siz böylesine keyiflendiren nedir bilmek isterdim.

Uysal Kız: Keyif mi, bunu da nereden çıkardınız?

Rehinci: Yemekte dahi yüzünüzden eksilmeyen tebessümden sanırım.

Uysal Kız: Özel bir sebebi yok, güzel bir gündü sadece.

(Adam omuz silkip okumaya döner.)

Uysal Kız: Gerçekten de düellodan korktuğunuz için mi kovuldunuz ordudan?

(Adamın suratı asılır. Yerinde doğrulur.)

Rehinci: Doğru ordudan ayrılmam istendi, ama ben öncesinde istifamı


vermiştim.

Uysal Kız: Yani bir korkak gibi kovuldunuz.

Rehinci: Benim bir korkak olduğumu düşündüler, evet! Ama hakikat şudur ki,
ben onların bu zorbaca dayatmalarına boyun eğip, karşımdakini

24
düelloya çağırmayı reddetmiştim. Ortada düelloyu gerektirecek bir
hadise ya da bana karşı bir hakaret yoktu.

(Kız ayağa kalkar, duvara yaslanıp kollarını kavuşturur. Alaylı tavrı


sürer.)

Uysal Kız: Bu şekilde düşünen tek sizdiniz sanırım.

Rehinci: Olabilir, ancak şunu bilmelisiniz ki benim hareketim, düellodan çok


daha büyük bir cesaret örneğidir. Zorbalığa karşı durarak, ne acıları
göğüslediğimi görüyorsunuz.

Uysal Kız: Tabi ya, ordudan sonra üç sene sokaklarda dilenip, geceleri de bilardo
masalarının altında yatmışsınız yanılmıyorsam.

Rehinci: Dahası da var. Sennaya Sokağı’nın serseri takımıyla düşüp kalktığımı,


Atpazarı’ndaki Vyazemski hanında geçirdiğim geceleri saymayı
unuttunuz! Evet, doğru bunlar. Ordudan ayrıldıktan sonra yaşamımda
çok fazla çöküntü ve düşkünlük yaşadım. Onca zaman içinde irademi
ve aklımı kâfi derecede kullanamamış olabilirim. Ama ahlakımdan
hiçbir şey kaybetmedim. Neyse ki hepsi geride kaldı.

Uysal Kız: Şimdi de maliyecilikle uğraşıyorsunuz. Para sıkıntınız kalmadı ne de


olsa.

Rehinci: Niyetinizi anlıyorum, size cevap verecek değilim.

Uysal Kız: Verilecek bir cevap bulamadığınızdan olsa gerek. Evlenmeden evvel bu
konulardan hiç bahsetmediğinizi hatırlatmak isterim.

(Adam sessiz kalır ve kitabına geri döner. Kız odayı terk eder. Adam
kitabı kapatır. Kalkıp bir iki adım atar ve elini midesine götürüp
yüzünü ekşitir. Çekmeceleri ara ve hizmetçi kadına seslenerek
odadan çıkar.)

Rehinci: Lukerya! Lukerya! Şu lanet mide hapları nerede? Lukerya!

(Işıklar söner Perde kapanır.)

Monolog II.

(Prova ışığı yanar. Adam cebinden çıkardığı hapları gösterir.)

Rehinci: Artık hep cebimde taşıyorum.

25
Geçmişimle ilgili bu çarpıtılmış bilgileri nereden edindiğini bulmam
uzun sürmedi. İlk büyük kavgamızdan sonra, tüm gün dışarılarda
gezip, eve hava kararırken döner olmuştu. Gururlu bir adam olarak bu
konuyu dillendirmem olanaksızdı. Yine tek söz etmeden çıkıp gittiği bir
gün, dükkânı kapatıp teyzelerinin yolunu tuttum. Nikâhtan beri onlarla
görüşmeyi kesmiştim.

Gidişim ve karımı onlardan soruşum, o cadıları neşelendirmeye yetti.


Yüzüme açıkça güldüler, bu beklediğim bir şeydi. Belli ki karım onla
uğramamıştı.

Yaşça küçük olan teyzesinden bir şeyler öğrenebileceğimi sezmiştim.


Ufak bir rüşvet karşılığında istediğim bilgiye ulaştım. Duyduklarım beni
alt üst etmişti.

Yeminoviç! O aşağılık serseri, karımın yakasına yapışmış,


tecrübesizliğinden, saflığından faydalanmak çabasındaydı. Alayda en
nefret ettiklerimin başında geliyordu.

Daha dükkânıma ilk geldiğinde anlamalıydım. Sözde rehine eşya


bırakmak için gelmişti. Karımla karşılıklı gülüşmelerini anımsıyorum.
Gereken sert tavrı gösterip, bir daha dönmemesini açıkça belirtmiştim.
Ama daha ötesi olduğunu düşünemedim.

Görüşmelerini ortak tanıdıkları dul bir kadın ayarlıyordu. Birkaç


seferdir aracılığı ile görüşmüşlerdi.

İki gün içinde öyle bir ayarlama yaptım ki, ilk baş başa görüşmelerini,
yandaki odanın kapı aralığından dinleyebilecektim. Tabii bu
ayarlamalar bana üç yüz rubleye mal oldu. Malum gün geldiğinde,
karımın ardın yola koyuldum.

Belimde, güvenlik için daima dolu bulundurduğum silahım…

(Prova ışığı söner. Perde açılır, sahne aydınlanır.)

Sahne III.

(Yer Otel odası. Subay odada beklemektedir. Kız kapıyı tıklatıp içeri
girer. Tedirgindir. Her zamankinden daha iyi giyinmiştir. Bu sırada
kocası yan odada yerini almıştır.)

26
Subay: Hoş geldiniz. Sizi tekrar görebilmek ne şeref! Nihayet baş başa
kalabildik.

(Subay kızın elini öperek odanın ortasına doğru götürür. Kız sıkılgan
bir tavırla ayakta dikilir.)

Uysal Kız: Teşekkür ederim.

(Subay kızın pardösüsüne davranır.)

Subay: Üzerinizdekini çıkartmaz mıydınız?

Uysal Kız: Şey… Ben… Peki.

Subay: İçinizi ısıtacak bir şeylere ne dersiniz, bir kadeh brendi mesela.

Uysal Kız: Alkol kullanmıyorum.

Subay: Canım içki olarak değil, ısınmak için.

(Subay bir iki saniye bekler)

Subay: Siz bilirsiniz. İzninizle ben bir kadeh alacağım. Belki içersiniz diye oda
servisinden istetmiştim. Şerefinize.

(Subay kadeh kaldırarak bir yudum alır.)

Uysal Kız: Bana anlatacağınız çok özel ve mühim bir konudan bahsetmiştiniz.
Eşimle ilgili sanırım. Geçmişinde atladığınız bir nokta mı hatırladınız?

Subay: Eşiniz mi? Bırakalım artık bu konuyu, yeterince konuşmadık mı sizce


de? Daha fazla telaffuz etmek istemiyorum adını. Çok daha özel bir
sebebi var sizi görmek istememin.

Uysal Kız: Başka ne olabilir ki, anlayamıyorum.

Subay: Hadi ama yapmayın güzel bayan. Hiç mi bir fikriniz yok. Gözlerimden
de mi okumuyorsunuz? Size açılmama izin verin lütfen. İzin verin de,
kalbimde sizin için açan çiçekleri ayaklarınıza sereyim.

Uysal Kız: Kendinize gelin Yeminoviç! Evli bir kadın olduğumu unutuyorsunuz!

Subay: Evliliğiniz buraya gelişinize engel olmadı ama. Hissiyatımın karşılıksız


olduğuna inanmamı beklemeyin.

(Subay kızın ellerini tutar, kız hışımla kendini geri çeker)

27
Uysal Kız: Haklısınız! Davetinizi kabul etmekle ne büyük hata yaptığımı şimdi
anlıyorum.

Subay: Kimin için bu budalaca sadakat! O değersiz rehinci bozuntusu için mi!
Nasıl bir korkak olduğunu dinlerken, kendinizden geçen siz değil
miydiniz? Şimdi ne değişti? Bağlılığınızı hak etmeyen bir zavallı için
vakit kaybetmeyin artık. Size tutku dolu bir aşk vaat ediyorum.

Uysal Kız: Kâfi derece dinledim. Bu tavrınızla benim için derin bir hayal
kırıklığından başka bir şey değilsiniz. İffetli bir kadını baştan çıkarmaya
çalışmanız, bence alçaklıkların en büyüğüdür. Bu sizi son görüşüm.

(Subay hiddetlenir.)

Subay: İffetli kadın öyle mi! Kimi kandırıyorsun! Kendi ayağınla otel odama
kadar gelip, sonra da namus nutukları çekmek de neyin nesi!

(Subay sakinleşir ve sesini yumuşatır.)

Subay: Şayet naz yapmaksa niyetiniz, bilin ki hiç gerek yok. Sizi bundan daha
fazla arzulayamazdım.

(Subay kızın üzerine kapanıp öpmeye yeltenir)

Uysal Kız: Çekin ellerinizi üzerimden!

(Adam elinde silahla odaya dalar. Subay kızı bırakır ve geri çekilir. Kız
şaşkın halde dona kalır. Adam kızın paltosunu alır. Kızı kolundan
tutarak odadan çıkartır. Subay arkalarından seslenir)

Subay: Alın götürün tabii. Evlilik haklarına sözüm yok. Gerçi, kendisine saygısı
olan tek bir kişi bile sizinle düelloya kalkışmaz, ama küçük hanımın
hatırına sizinle dövüşebilirim. Korkmuyorsanız elbette!

(Subay keyiflenip kadehindeki içkiyi kafasına diker. Sahne biter,


ışıklar söner, perde kapanır)

Monolog III.

(Prova ışığı adamı aydınlatır. Adam ayakta durmaktadır.)

28
Rehinci: Duyduklarımdan anlamıştım ki onu bu adamla görüşmeye iten tek şey
bana duyduğu aşırı ve içgüdüsel nefretti. Beni küçük düşürmekti isteği.
Ama kendisini böylesine aşağılık bir şey yapmaya razı etmiş olmasına
karşın bu işin iğrençliğine dayanamamıştı. Onun başka türlü bir insan
olduğunu nasıl düşünebilmiştim ki? Benden nefret ettiğini biliyordum.
Ama günahsız olduğunu da çok iyi biliyordum. Eve varıncaya dek tek
kelime konuşmadık Hatta evde bile. Koltuğa oturup öylece kalakaldı.
Şaşkınlığı ve korkusu açıkça belliydi. Yine de öfkeli bakışlarını üzerime
dikmişti. Onu vuracağımdan emindi sanırım. Silahı masaya bırakıp
öylece yatağa uzandım.

Yaklaşık bir saat boyunca kımıldamadan aynı yerde oturmayı sürdürdü.


Sonra mumu söndürdü ve üzerindekileri çıkarmadan duvara dayalı
kanepeye uzandı. İlk defa bensiz uyuyordu. Buna dikkatinizi çekerim…

Kendime geldiğimde sabah olmuştu. Karım başucumda, silahı


şakağıma dayamış duruyordu. Gözümü açtığım bir saniye için göz göze
geldik. Hemen geri yumdum!

(Adam gözlerini kapatıp kendini taklit eder. Bu şekilde devam eder.)

Tam bir ölüm sessizliği. Uyanık olduğumu anlamıştı. Yine de ölümü


göze almış öylece yatıyordum. Beynimde saniyeler içinde kopan
fırtına, tüm olasılıkları çarpıştırıyordu. Uyanacağımı hesap etmemişti
herhalde. Bu teslimiyetim onu, tetiği çekmekten alıkoyabilirdi.

Benim uyanık olduğumu biliyorsa, ölümü kabul etmeye böylesine


hazırlıklı olmam onu yıkmış olmalıydı. Belki… Belki de son anlarımı
yaşıyordum. Hayatımla kumar halindeydim. Peki, niçin ölümü kabul
ediyordum? Öylesine sevdiğim varlık tarafından bana bir tabanca
çekildikten sonra yaşamın bana ne yararı olacaktı ki? Üstelik tüm
varlığımla hissediyordum ki aramızda bir mücadele sürüyordu,
yaşamak ya da ölmek için dehşet verici bir düello.

Ama yine de bana soracaksınız: Peki niye onun böyle bir kötülük
yapmasını engelleyip korumadın onu? Ah! Ben de o günden bu yana
aynı soruyu binlerce kez sordum kendime. O anda ruhum öyle karanlık
bir umutsuzluğa gömülmüştü ki, yitip gitmiştim ben. Başka birini nasıl
kurtarabilirdim ki?

Bu şekilde ne kadar zaman geçtiğinden emin değilim. Sonra bir anda


beynimde bir ışık çaktı. Gözlerimi açtım.

(Adam gözlerini açar.)

29
Rehinci: Gitmişti. Ben galip gelmiştim. Evet! Karım, sonsuza dek yenilmişti artık.
Aynı günün akşamı demir bir karyola ve paravan satın alarak salonun
köşesine kurdum. Geceleyin her zaman yaptığım gibi tabancamı
masanın üzerine koydum. Yatma vakti geldiğinde tek bir söz etmeden
yeni yatağına gitti. Evlilik bağımız kopmuştu. “Yenilmiş ama
bağışlanmamıştı.”

O gece sabaha kadar sayıklamalarını duydum. Geçirdiği buhran tam


altı hafta sürdü. Hastalanmıştı. Bilmenizi isterim, karımın hasta
yatağının başında beklerken çektiğim ıstırabı kimseler anlayamaz.
Kızgınlığım onu sevmeme engel değildi asla. Evet, kabahatliydi, ama
tam da ona yakışır bir biçimde davranmış, son anda da olsa hatasını
görmüştü. Üstelik bu durum benim açımdan son derece uygun bir
ortam yaratmıştı. İyileştikten sonra da, uzun süre içine kapandı. Evden
dışarı çıkmaz olmuştu. Yemek sonrası çıkarttığım kısa gezintiler
hariç… Ürkek, uysal bir kız oluvermişti. Yüzüme bakmıyordu, belli ki
utanıyordu benden.

Artık yalnızca gündelik işler söz konusu olduğunda konuşuyorduk.


Gerekmedikçe bir şey söylemek zorunda olmadığını fark etmesinin
onu memnun ettiğini sanmıştım. “Çok aşırı yıkıldı, bütünüyle yenilmiş
durumda” diye düşünmüştüm, “şimdi unutmasına ve buna alışmasına
izin vermem gerekiyor”. Böylece ikimiz de sessizliğe gömüldük ama
ben her dakikamı geleceğe hazırlanarak geçiriyordum. Onun da böyle
yaptığını düşünüyordum. Oysa şimdi, onun o zamanlar kendi başına
neler düşündüğünü tahmin etmeye çalışmak beni nasıl da ürkütüyor!

Onu yenip zafer kazanmıştım ve yalnızca bunun bilincinde olmak


yetiyordu bana. Böylece bütün bir kış geçip gitti. Ah! Şimdiye kadar hiç
olmadığım kadar hoşnuttum kendimden ve bu bütün kış boyunca
sürdü.

Öyle ya! Her şeyi ne kadar da kendime yontmuştum. O’nun gözünde


düello olayında yediğim korkaklık damgasını, bana yönelttiği silahı
umursamayarak ortadan kaldırmıştım. Kitaplıktan seçip okuduğu
kitaplar, kitaplığımı beğendiğini gösteriyordu ve bu beni onun
gözünde bir entelektüel kılıyordu. Kimseye duyurmadan yoksul bir
kadına verdiğim para için, yoksul kadın eve kadar gelip teşekkürler
edince, onun gözündeki cimriliğim de bir anda yok olmuş olmalıydı.
Evet, belki konuşmuyorduk uzun uzun. Ama inanıyordum ki,
aramızdaki bu cılız iletişim zamanla, tıpkı bir nehrin gücünü aldığı ince
kolları gibi birleşecek ve sonunda bir çağlayana dönüşüp ruhlarımıza
akacaktı.

Ta ki, o öğleden sonraya kadar. Tanrım, ne kadar körmüşüm!

30
Bir ay kadar önceydi. Oturmuş hesap yapıyordum, birden onun sesini
duydum.

Şarkı söylüyordu, hem de benim yanımda. Evet, bas bayağı


mırıldanıyordu işte. Yüreğimi sıkıştıran bir heyecan, bir telaş… Adını
koyamadığım bir korku kapladı içimi. Varlığımı unutmuştu demek ki.
Soluğum kesildi. Perde açılıyordu, gözlerimin önündeki perde
açılıyordu! Benim önümde şarkı söylediğine göre beni unutmuştu.
Açıkça görebildiğim korkunç şey buydu. Yüreğimde hissediyordum.
Ama ruhum kaynayıp duruyor ve dehşetimin de önüne geçiyordu…

En başından beri bana kendi yaklaşsın diye beklemiştim. Zaman bütün


yaraları saracaktı. Yeterince sabredersem, yine o cıvıl cıvıl ve âşık kız
oluverecekti.

Ne kadar budalaymışım meğer. Gün be gün benden kopuşunu nasıl


oldu da göremedim?

Şarkı söylüyordu…

Sahne IV.

(Perde açılır. Sahne aydınlanır Kız yatak odasında oturmuş dikiş


dikmekte ve mırıldanmaktadır. Adam kızı duyar. Hizmetçi kadın
salonda temizlik yapmaktadır. Adam şaşkınlık içinde hizmetçi kadına
sorar.)

Rehinci: Karım şarkı mı söylüyor?

Lukerya: Evet efendim.

Rehinci: Yani demek istediğim, ilk defa mı söylüyor?

Lukerya: Siz yokken arada sırada söyler. Çay getirmemi ister misiniz?

(Adam eliyle hayır işareti yapar ve hizmetçiyi gönderir. Kalkıp sıkıntı


içinde dolaşır. Kızın şarkısı kesilir. Adam aniden yatak odasına girerek
kızın yanında diz çöker.)

Rehinci: Hadi biraz konuşalım. Bir şeyler anlat bana, ne olursa…

Uysal Kız: İyi misiniz, kendinize gelin ne olur, korkutuyorsunuz beni.

(Rehinci Uysal Kız’ın ayaklarını öpmeye başlar. Kız korkarak geri


çekilince de bu kez kızın ayaklarının biraz önce bastığı yerleri öper.)

31
Rehinci: Kendimdeyim, inanın çok uzun zamandır ilk defa hem de. Her şey ne
kadar açık ve net şu an. Ah sevgili küçüğüm, affet beni. Tüm suç
benim. Seni yalnız bıraktım. Oysa seni ne çok sevdiğimi bilsen!

(Kız bir şey söyleyecek olur ama adam kızın ağzını kapatır. )

Rehinci: Bir şey söyleme, bırak bitireyim. Ben, ben aptalın biriyim. Üstelik
korkak olduğum da doğru. Rehinci dükkânı zaaflarımın ve kibrimin bir
oyunudur. Haklıydın, hep haklıydın. Sonra o düello meselesi. Tam bir
sersem gibi davrandım. Ne yapacağımı bilemedim. Aptal durumuna
düşmekten korktum. Sessiz kaldım, zaten hep sessizliği seçmedim mi?

Uysal Kız: Yapmayın, haksızlık ediyorsunuz kendinize. Üzülmeyin artık.

Rehinci: Hayır, hayır az bile söylediklerim. Ama her şeyi düzeltebilirim. İzin ver
aşkını yeniden kazanayım. En kısa zamanda dükkânı kapatırım. Her
şeyi yoksullara dağıtırız. Vaftiz annemden kalan üç yüz ruble yeter
bize. Birlikte Bolonya’ya gideriz. Dönüşte de sıfırdan başlarız. Yeni bir
iş bulurum. Yaparız değil mi, inanıyorsun bana değil mi? Aşkım benim!
Bastığın yerleri öpmek, eteklerine kapanıp ağlamak, varlığına dua
etmek geliyor içimden.

(Kız ağlamaya başlar. Bilinçsizce şu sözler dökülür ağzından.)

Uysal Kız: Beni kendi halimde yaşayıp gitmeye bırakacağınızı sanmıştım…

Rehinci: Sakın, sakın! Kendini suçlama. Tek suçlu var o da benim. Varlığıma bile
aldırma. Yalnızca köşemde durup seni seyretmeme izin ver. Bana
köpeğinmişim gibi, bir eşyanmışım gibi davran.

(Kız hıçkırarak ağlamaya başlar ve bayılır. Adam kızı yatırır ve


hizmetçi kadına seslenir)

Rehinci: Küçüğüm! Aç gözlerini. Lukerya doktoru çağır, hemen!

(Işıklar söner, perde kapanır.)

Monolog IV.

(Prova ışığı yanar, Adam kızı kucağında tutuyormuş gibi ellerini


kaldırarak konuşur)

32
Rehinci: Ne kadar hafifti kollarımda. Hastalıktan iyice zayıflamış, rengi
solmuştu. Bunca heyecanı kaldıramaması doğaldı. Ne bekliyordum ki?
Bütün kış aynı evde iki yabancı gibi yaşamıştık. Besbelli bu şekilde
kocayacağımıza inandırmıştı kendisini. Ama ben ne yaptım. Aylar sonra
kocası olduğumu hatırlayıp, sevgi talep etmeye kalktım. Koca ahmak!
Kızcağızın ödünü kopardın. Ama tutamazdım kendimi. Kelimeler
benden bağımsız dökülüveriyordu dudaklarımdan.

Doktor güneş ve açık hava sağlık verdi. Her şeyi planlamıştım. Ayağa
kalkar kalkmaz gidecektik buralardan. Bolonya’ya… Çözüm
Bolonya’daydı, inanmıştım buna. Herkesten, her şeyden uzakta, tüm
yaralarını saracaktım.

Söylediğim gibi dükkânı kapattım, Dobronravov’a devrettim. Seyahat


için ayırdığım üç bin ruble hariç tüm paramı yoksullara bağışladım.
Yapacaklarımızı tekrar tekrar anlatıyordum ona. Böyle karar verdik,
çünkü o hiçbir şey söylemedi… Yalnızca gülümsedi. Sanıyorum
yalnızca inceliğinden dolayı, beni düş kırıklığına uğratacağından
korktuğu için gülümsemişti.

Artık ona karşı daha kontrollü olmam gerektiğinin farkındayım. Ama


susmayı en büyük erdem olarak gören ben, kendime hâkim
olamıyordum bir türlü.

“Yataklarımızı ayırmamızın ardından beni kendi halime bırakacağını


sanıyordum” diyiverdi o gün bana. Ah! On yaşındaki bir çocuğun
düşünceleriydi bunlar. Ve biliyor musunuz, buna inanmıştı. Her şeyin
kendi haline bırakılacağına inanıyordu gerçekten. O kendi masasında
oturacaktı, ben kendi masamda ve ikimiz de altmış yaşımıza kadar
böyle sürdürecektik her şeyi. Sonra birden bire ben çıkıvermiştim
ortaya: kocası! Ve koca sevgi istiyordu! Ah, kendimi nasıl da
kandırmışım…

Oysa ben kendimi gerçekten de denetliyordum. Ayaklarını bir daha


öpmemiştim. Bir daha onun kocası olduğumu gösterecek bir şey
yapmadım. Ah, böyle bir düşünce aklımdan bile geçmedi. Ben yalnızca
ona tapıyordum! Ama anlıyorsunuz ya, tam olarak sessiz kalmak da
gelmiyordu elimden.

Asıl büyük hatayı da dün akşam yaptım. Otel odasında kapının ardında
saklanıp onu nasıl izlediğimi; o canavarla cesurca mücadele edişine
nasıl hayran kaldığımı; aslında iffetinden hiçbir zaman şüphe
duymadığımı sayıklayıp durdum. Salaklığıma doymayayım! Gözümün
önünde sarsılmaya başladı, yeni bir ağlama krizine tutulmuştu. O gece
geçirdiği buhranla sabahı sabah ettik.

Oysa sabah öyle sakindi ki, sanki akşam ki kız o değildi.

33
Kahvaltı masasında yanıma geldi. Mahcup, başı yerde özür diledi
benden. Suçunu bildiğini, kış boyu her an acı içinde kıvrandığını, bana
çok değer verdiğini, iyi kalpli bir koca oluşumu nasıl minnetle
karşıladığını anlattı. Bana hep saygı duyacak ve daima bağlı kalacaktı…

Mutluluktan uçuyordum adeta. İşte! Bana dönmüştü sonunda.


Yerimden fırlayıp onu öpmeye başladım. Yüzünü, dudaklarını,
ellerini… Karısına hasret bir adam gibi öpüyordum onu.

Bunun bir merhaba olduğunu sandım. Oysa bana veda ediyormuş.

Tanrım, neden inanmadı bana, neden! Biraz daha vaktimiz olsa,


inandırabilirdim yarınlarımıza.

Altı üstü iki saat yalnız bırakmıştım onu. Pasaportlarımız için.


Dönüşümü bekleseydi…
Sahne V.

(Sahne aydınlanır. Uysal Kız duvardaki tasviri yerinden indirip masaya


koymuştur ve bu tasvirin önünde diz çökmüş dua etmektedir. Duası
biter ve istavroz çıkarıp ayağa kalkar. Hizmetçi kadın odaya girer.
Kızın solgun halini görür. )

Lukerya: Hanımcım, iyisiniz ya, ağrınız mı var yoksa?

Uysal Kız: Yok bir şeyim, iyiyim ben merak etme.

Lukerya: Solgun görünüyorsunuz. Bir bitki karışımı hazırlamamı ister misiniz?


Büyük annemin formülüdür.

Uysal Kız: Hayır Lukerya. Gerek yok, gidebilirsin, işine bak sen.

Lukerya: Mutlu musunuz Hanımım?

Uysal Kız: Evet Lukerya.

(Hizmetçi kadın çıkacakken, kız onu durdurur.)

Uysal Kız: Dur bir saniye!

(Kız hizmetçi kadını öper ve gülümser.)

Uysal Kız: İyi bir dostsun sen.

Lukerya: Ah! Hanımcım, barışmanıza öyle seviniyorum ki. Beyefendi çok daha
önce af dilemeliydi sizden.

34
Uysal Kız: Hadi git artık.

Lukerya: Peki hanımcım, dinlenin siz de.

(Hizmetçi kadın odadan çıkar. Kız tasviri eline alır. Okşayarak


göğsüne bastırır. Pencereye doğru yürür ve camı açar. Hizmetçi kadın
Pencerenin sesini duyarak geri döner.)

Lukerya: Hanımcım, hava soğuk, hastalanacaksınız yine.

(Kız pencerenin dibinde hareketsiz durur.)

Lukerya: Ah! Hanımcım, ne yapıyorsunuz! Durun!

(Uysal Kız, Lukerya’yı duyar, ona doğru dönecekmiş gibi bir hareket
yapar fakat bunun yerine sırtını Lukerya’ya dönerek ileri doğru bir
adım atar. İkonu göğsüne bastırır ve pencereden atlar. Hizmetçi
kadın çığlık atıp pencereye koşar. Işıklar söner.)

Monolog V.

(Sahne aydınlanır. Adam dizleri üstüne çökmüş, başı önde, kolları


sarkmış halde durmaktadır. Yavaşça başını kaldırır.)

Rehinci: Beş dakika… Yalnızca beş dakika geciktim…

Avluya girdiğimde bedeni hala sıcacıktı…


Gerçekten oldu mu bu? Gerçekten bıraktı mı kendini boşluğa? Neden
öldü karım neden! Bu soruyu yanıtlayamıyorum. Soru beynime bir
çekiç gibi vurup duruyor. Biz, biz anlaşabilirdik, yeniden başlayabilirdik.
Böylesi imkânsız mıydı? Hem, istese hiç dokunmazdım ona. Yanımda
olsa yeterdi. Bir köşeden seyrederdim. Başkasını sevse bile gıkım
çıkmazdı. Mutlu olurdum onun için. Buna inanmadı, evet, nedeni bu!
Hayır, hayır saçmalıyorum. Hiç de böyle değil. Bunun nedeni benimle
birlikteyken dürüst olmak zorunda olmasıydı. Eğer beni sevseydi her
şeyimle sevecekti, bakkalı seveceği gibi değil. Ama bakkalın istediği
türden bir sevgiyi kabul etmeyecek kadar saf ve temiz olduğu için beni
aldatmak istemedi. Yarım bir sevgiyle, yalancı bir sevgiyle ya da çeyrek
sevgiyle kandırmak istemiyordu beni. Benim sevgimden korkmuştu,
kendi kendine bunu kabul edip etmeyeceğini sordu, bu soruya
dayanamadı ve ölmeyi yeğledi.

Off! Aklım almıyor! Daha bu sabah bana bağlılık yeminleri etmemiş


miydi? Başka bir sebebi olmalı, başka… Hayır, hayır her şey bir anda

35
olmuş olmalı, yalnızca sorumsuz bir anda. Ani bir dürtü, bir hayal!
İkonun önünde dua etmiş olması neyi gösterir ki? Bunun ardından
ölümle yüzleşeceğini düşünmesi gerekmez ki. Belki de duvarın önünde
durup başını koluna yaslamış gülümserken karar vermiştir her şeye. Bu
düşünce kafasına girivermiş, başını döndürmüş ve… Ve buna
direnememiştir belki.

(Adam pes eder bir tavırla sesinin tonunu alçaltır. Duraksayarak


konuşur. Başını hayır anlamında sallar.)

Rehinci: Onu çok üzdüm. İşte asıl neden bu…

(Dönüp karısının ayaklarına kapanır.)

Rehinci: Ah sevgilim! Kalk hadi ne olur! Aç gözlerini, bir defacık bak bana.

Ne olurdu ölmeseydin? Sevmeseydin beni, hatta nefret etseydin, yine


küçük görseydin, alay etseydin benimle! Her şeye razıydım. Tek
ölmeseydin!

Yine yalnızım işte. Boş odalar ve ben, kimseler yok.

(Seyirciye hitaben konuşur.)

Rehinci: Ah kör kader! Ah, acımasız doğa! İnsan yeryüzünde yapayalnız, asıl
korkutucu olan da bu. “Bu ülkede yaşayan bir insan var mı?” diye
haykırıyorum, sesime kimse cevap vermiyor. Güneşin evrene yaşam
verdiğini söylüyorlar. Güneş yükseliyor ve bakın, o da ölü değil mi? Her
şey ölmüş, her yerde ölüler var. İnsanlar yalnızlar, çevreleri sessizlikle
kaplı, yeryüzü bu işte!

(Adam karısına döner.)

Rehinci: Neden yatıyorsun hala? Belki de uyuyorsun sadece. Bak, iskarpinlerin


kapının yanında duruyor. Sabahı bekliyorlar. Sabah! Sabah olmasın!
Dursun zaman, vurmasın saatin sarkacı artık!

Hala yanımdasın ya, dokunabiliyorum ya sana. Gömmemek mümkün


olsaydı…

Sahi, yarın seni alıp götürdüklerinde, ben ne yapacağım…

( Sahne kararır. Perde kapanır. )

- İKİNCİ PERDE SONU -

36
37

You might also like