Professional Documents
Culture Documents
© 2010
2
Yalın Alpay
3
Kişiler
Rehinci
Uysal Kız
Lukerya
Subay
Müşteri I
Müşteri II
4
UYSAL KIZ
BİRİNCİ PERDE
Monolog I.
Rehinci: Beş dakika… Yalnızca beş dakika geciktim… Lanet beş dakika erken
gelebilseydim eğer! Oysa şimdi salonun ortasında birleştirilmiş iki
masanın üzerinde cansız yatıyor. Tabutunu yarın getirecekler. Özel bir
ağaçtan beyaz bir tabut. Ancak asıl konu bu değil.
Rehinci: Henüz o buradayken her şey ne de olsa daha iyi, her dakika yanına
yaklaşıp yüzüne bakabiliyorum. Ama yarın… Onu alıp götürdüklerinde
ben ne yapacağım…
Rehinci: Tam altı saat oldu, bu haldeyim. Odada bir aşağı bir yukarı dolanıp
duruyorum. Nasıl bu hale geldi her şey? Kafamı toparlayıp
düşüncelerimi düzene sokabilsem bir! Yaptığım tek şey dolaşmak,
durmadan dolaşmak…
Rehinci: Olay şöyle başladı… Durun, en iyisi her şeyi sırasıyla anlatmak…
Rehinci: Sırasıylaymış? Efendiler, sakın ha, benden bir yazarın düzgün anlatımını
beklemeyin. Durumu siz de görüyorsunuz. Olanları size kendi
anladığım biçimde aktarabilirim ancak. Zaten asıl korkunç olan da bu
ya, her şeyi derinlemesine anlayan biriyim. Belki bilmek istersiniz diye,
ta başından başlamalı anlatmaya…
İlk defa rehinci dükkânıma gelen sıradan bir genç hanım olarak tanıdım
onu. Çok da dikkatimi çekmemişti doğrusu. Bana gelip giden birçokları
gibiydi. İncecik, uzunca, solgun bir kızdı. Oldukça sıkılgan, hatta
5
halinden utanıyor gibiydi tavırları. Parayı alır almaz hemen dönüp
giderdi. Başka müşteriler mallarının karşılığında daha fazlasını
koparmak için tartışır, pazarlık eder hatta yalvarırlar. Oysa bu kızcağız
ne versem razı olup alırdı. Gerçi getirdikleri bir sürü işe yaramaz ıvır
zıvır dan ibaretti. Öte yandan hepsinin onun için manevi değeri
olduğunu yüzünden okuyordum. Dükkânıma sık aralarla yaptığı bu
ziyaretlerin ‘Golos’ gazetesine verdiği ‘ Eğitmen kız iş arıyor’ ilanlarını
karşılamak için olduğunu sonradan öğrendim.
Ancak bir keresinde onu elinde eski püskü bir bluz ile görünce kendimi
tutamayıp bir iki laf söyleyiverdim. Nasıl oldu bilmiyorum, aslında bu
tarz saygısız tavırlara hiç yeltenmem. Az konuşurum. Sürekli ciddiyet
ciddiyet ciddiyet isterim! Ama söyleyiverdim o gün işte… “Paçavra
bunlar!”
Tanrım! Yüzü nasıl da kızardı! O iri gözlerinde utançla karışık öfkeyi çok
net hatırlıyorum. Mavi, düşlerle dolu gözleri bir anda alev alev
yanmaya başladı. Ama tek bir sözcük bile etmedi. “Paçavralarını”
topladı ve gitti. İşte ilk kez o zaman dikkatimi çekti. Beni allak bullak
eden hali bu günmüş gibi aklımda.
SAHNE I
(Prova ışığı söner. Sahne aydınlanır. Rehinci tezgâh arkasında bir
müşteri ile pazarlık halindedir. Dükkânın kapısı açılırken çıngırak sesi
duyulmaktadır. )
Müşteri: Daha neler! Bu saatin akrep ve yelkovanı som altındır! Şu kapıdan çıkıp
bu saati biraz ilerideki Mozer’e götürsem sizin verdiğinizin tam iki
katını alırım.
Müşteri: Ama nasıl olur, en azından yirmi ruble etmeli bu parça. İşlemeleri
görmüyor musunuz? Tamamen el yapımı. Mecbur kalmasam asla,
asla…
6
( Rehinci kadının lafını keser .)
Rehinci: Anlıyorum Madam, ancak siz de takdir edersiniz ki bizim için işçilik
değil, altın ya da gümüş değeridir esas olan. Üzgünüm, ama
verebileceğim en yüksek fiyatı söyledim size. Dilerseniz götürüp
Mozer’e de gösterin, ama daha iyi bir teklif alacağınızı sanmayın sakın.
Müşteri: Teşekkür ederim. Acaba diyorum, satmak için acele etmeseniz, yani,
en geç bir hafta içinde döneceğim, emin olun.
Rehinci: En çok üç gün Madam, üzgünüm ama daha fazlasına garanti veremem.
(Çıngırak sesi işitilir ve dükkânın kapısı açılır. Genç kız sessizce içeri
girip bir köşede beklemeye başlar. Rehinci kızı fark eder. Sesindeki
otoriter tavrı belirginleştirerek diğer müşteriyi lafını keserek
gönderir.)
(Kadın yarım ağız bir tebessümle kapıya doğru yönelir. Dışarı çıktığı
sırada hıçkırıkları duyulur.)
Müşteri II: Efendim merhaba. Geçen sefer getirdiğim gümüş şamdanlığın diğer
eşini getirdim bugün.
Rehinci: Uzatın şöyle lütfen… Hımm, geçen seferkinde çizikler yoktu. Bu ise
boydan boya çizilmiş.
Müşteri II: Ama bu ufacık bir iz, çok dikkatli bakmadıkça görülmez bile.
Rehinci: Anlıyorum, fakat benim alıcılarım çok titiz ve seçicidir. Buna ne yazık ki
geçen seferki kadar vermem mümkün değil.
7
Müşteri II: Ama geçen sefer de, şamdanların takım olarak değerli olduğunu, tek
tek olduğunda ise değerinin düşeceğini ve bunun diğer eşini
getireceğim zaman daha fazlasını vereceğinizi söylemiştiniz.
Müşteri II: Ne olur yapmayın Efendimiz.. Ne olur beni böyle bir şekilde
göndermeyin buradan. Birazcık acıyınız bana ve aileme. Biraz
merhamet gösteriniz.
Müşteri II: Ah söylediğiniz kadarını şimdi verseniz, yarın da biraz daha veremez
misiniz bana?
Müşteri II: Peki Efendimiz. Sizin söylediğiniz kadar olsun. Bizi Tanrı terk etmiş. Siz
mi etmeyeceksiniz..
(Rehinci, genç kızı eliyle tezgâhın önüne davet eder. Genç kız,
Rehincinin yüzüne bakmadan yaklaşarak, çantasından çıkardığı
ağızlığı tezgâhın üzerine bırakır. Rehinci ağızlığı alıp inceler gibi
yaparken bir taraftan kızı süzmektedir.)
Rehinci: Görüyorum. Meraklısı için değerli bir parça elbette. Ancak bizim
işimize yarayacak cinsten değil. Yine de Size bunun için on iki ruble
ödeyeceğim, o da sadece Sizin hatırınız için. Mozer’e ya da
Dobronravov’a götürseniz yüzüne bile bakmazlardı.
8
Ne de olsa biz sadece altın ve gümüş kabul ederiz. Bu ağızlık ise
muhtemelen uzunca bir süre rafımda toz tutacak. Yani demin de
söylediğim gibi, sırf hatırınız kırılmasın diye alacağım.
Monolog II.
Aslında onu incitmek değildi niyetim. Aksine onunla ilgili özel bir takım
tasavvurlar oluşmaya başlamıştı zihnimde. Daha yakından tanımalı,
hakkında daha çok bilgi toplamalıydım. Doğrusunu isterseniz, bunun
için çok da fazla uğraşmam gerekmedi. Evlerinde çalışan kadın,
Lukerya… Merakımı gidermesi için, avucuna sıkıştırdığım birkaç kapik
yeterli olmuştu.
Rehinci: Başlarda vakur bir ifadeyle ‘ Eğitimci bayan, taşrada da görev yapabilir,
lütfen koşullarınızı bildiriniz.’ şeklinde ilanlar verirken, sonraları bu
ilanlar ‘Çocuk eğitimi ev işleri, hasta bakıcılık, dikiş nakış… Kısacası ne
iş olursa, her şarta razı’ haline kadar düşmüştü. En son karın tokluğuna
bile çalışmayı kabul etmiş, ama yine de iş bulamamıştı.
9
Kendimce son bir deneme yapmaya karar verdim. Böylelikle,
kanaatimin üzerindeki son bulutlar da dağılmış olacaktı. Bir gelişinde
lafı döndürüp dolaştırıp ilanlara getirdim. Gazeteden özellikle seçtiğim
bir ilanı gösterip, ‘İşte!’ dedim. ‘İlan dediğin böyle yazılır. Akşamına
kalmaz iş bulacağından kuşkunuz olmasın.’
Rehinci: Aklını topla, aklını topla! Evet, o gün… Belki de ilk gerçek
sohbetimizdi. Bir Meryem Ana Tasviri’ydi getirdiği. Gümüş kaplamalı
bir Meryem Ana tasviri…
Sahne II.
10
Rehinci: Bakabilir miyim?
Rehinci: Elbette yasak değil. Öte yandan her ev için elzem bir parça. Sonradan
ihtiyaç duyarsınız diye… Sadece kaplamasını da satabilirsiniz.
Rehinci: Düşündüm de, böyle kalması daha iyi olacak. Hiç bozmadan şu dolaba,
diğerlerinin yanına kaldıracağım.
Uysal Kız: Beş ruble benim işimi görür. En kısa zamanda borcumu ödeyip onu
sizden geri alacağım.
Rehinci: Sizi çok iyi anlıyorum aslında. Vaktiyle ben de büyük sıkıntılara göğüs
germiş bir insanım. Belki de daha kötülerine… Bugün beni bu işin
başında görüyorsanız, bunu geçmişte başımdan geçenlere
borçluyum…
11
(Kız adamın lafını keser. Alaycı bir gülümsemeyle konuşurken bir
yandan da iskemleye, bu defa rahat bir edayla oturur. Ama
davranışları masumdur.)
Rehinci: Öyle mi dersiniz. Bahse girerim ki, benim okumuş, kültür sahibi biri
olabileceğimi bile tahmin etmiyordunuz.
(Kız bir an için tebessüm eder, aniden saatin farkına varır ve gitmesi
gerektiğini hatırlar. )
12
Uysal Kız: Elbette, bir insan nerede olursa olsun iyilik yapabilir. Evet, nerede
olursa olsun. Teşekkür ederim bayım. Yakında geri geleceğimi
umuyorum. Tasvire iyi bakacağınızdan eminim.
(Kız ayağa kalkar ve elini uzatır. Adam kızın elini sıkmak yerine
dudaklarına götürür.)
Monolog III.
Rehinci: Ah benim tatlı küçüğüm! O vaziyette bile ne kadar içten, coşkulu bir
ruha sahipti.
Rehinci: Gençler böyledir işte, her biri yüce gönüllüdür. Akıllıca bir şeyler
söylemek istediklerinde, ilk önce gözlerinden anlarsınız. ‘ Size çok
önemli bir şey söylemek istiyorum!’ diye haykırır bakışları. Bizim gibi
böbürlenmeye, hava atmaya kalkışmazlar. İnançları ve saygıları
sonsuzdur söylediklerine…
Her neyse… Kız gider gitmez kararımı verdim! Aynı gün Lukerya’yı
bulup hakkındaki son ayrıntılara da ulaştım. Öğrendiklerim beni
dehşete düşürmüştü adeta. Tüm yaşadıklarından sonra hala
gülebiliyor olması, Mephistopheles’e ilgi duyabiliyor olması… Dedim
ya, gençler yüce gönüllüdür. Benim küçüğümde de öyle bir yürek ve
içtenlik vardı işte…
13
Tam üç sene teyzelerinin, hatta çocuklarının her işini görmüş,
hakaretlerine, hatta dayağa bile katlanmış. Bir taraftan da kalan sınırlı
vaktini değerlendirip okulunu bitirmiş. Yine de yaranamamış tabi.
Ancak sonunda işi onu satmayı tasarlamaya kadar götürmüşler. Uff!
Çirkin ayrıntıları atlayacağım.
Damat namzedi de ellisini geçmiş, ilk iki karısını cennetlik etmiş, dul ve
çocuklu bir bakkal. Nicedir kızı takip edip zamanını kollayan bir
akbaba! Sonunda teyzelerine konuyu açıp pazarlığa oturmuş tabi. O
koca karıların da işine gelmiş, kızı sıkıştırmaya başlamışlar. Zavallı kız
düşünmek için kısa da olsa bir süre istemiş. Belki de bir çıkış yolu
bulurum umuduyla gazeteye ilan verişi ve dükkânıma yaptığı ziyaretler
aynı döneme rastlıyor.
Aynı akşam bakkal elinde ucuz bir şekerlemeyle ziyaretlerine gitti. Boş
duracak değildim. Ne diyeceğim, nasıl tavır takınacağım, hepsi
planlanmış, hazırdı.
Sahne III.
(Perde açılır, sahne aydınlanır. Adam kızın evinin kapısını çalar. Kapıyı
hizmetçi kadın açar.)
Rehinci: İyi akşamlar. Lütfen, küçük hanıma, kendisini kapıda beklediğimi haber
verir misiniz?
14
belirir. Bir yandan sırtına aldığı şalı düzeltmektedir. Şaşkınlığı
yüzünden okunmaktadır.)
(Hizmetçi kadın son sözlerinin üzerine ufak bir çığlık atar ve hemen
eliyle ağzını kaptır. Kız donakalmış, hayret dolu gözlerle adama
bakmaktadır. Başını öne eğer ve suskunluğunu bozmadan öylece
durur. Sessizlik uzar.)
Rehinci: Elbette. Hemen yanıt vermek zorunda değilsiniz. Ben izninizi istiyorum
şu halde. İyi akşamlar Matmazel. Verdiğim rahatsızlık için tekrar affınızı
diliyorum.
15
(Adam hayal kırıklığına uğramış halde sahneyi terk eder. Kız kapının
önünde hareketsiz durmaktadır. Hizmetçi kadın koluna dokunur.)
(Kız son sözleri sayıklar gibi söyler. Hizmetçi kadın kızın koluna
girerek onu içeri sokar ve sahne biter. Işıklar söner, perde kapanır.)
Monolog IV.
Rehinci: O kapıdan eli boş döndüğümü sanmayın sakın. Daha yeni yola
koyulmuştum ki, Lukerya arkamdan yetişip duymak istediklerimi bir
solukta söyleyiverdi.
‘Efendim, durun! Benden duymuş olayın, ama küçük hanım artık size
aittir. Ama lütfen bunu bildiğinizi belli etmeyin, son derece gururludur.
Tanrı sizi korusun efendim.’
Sonuç benim için şaşırtıcı değildi. Kendinden emindim, hatta onun için
kurtarıcı rolünde olduğum dahi söylenebilirdi. İtiraf etmeliyim ki, teklifi
yaparken bile aklımdan şunlar geçiyordu: ‘Farkındayız, uzun boylu, eli
yüzü düzgün, hatta yakışıklı sayılırsın. İyi tahsil görmüş, kültürlüsün vs.’
Doğal olarak bunları ona hiç aksettirmedim. Aksine bu evliliğin benim
için bir lütuf olacağına inandırmak için abartıya bile kaçmış olabilirim.
Öyle ya, belki de aklından geçmiş olabilirdi. “Eğer her iki yanda da beni
sefillik bekliyorsa, bakkalı seçmek daha iyi değil mi?” Öyle ya, o
şişkonun eve sarhoş geldiği bir akşam, yiyeceği öldüresiye dayak,
16
bütün acılarına son verebilirdi. En akıllıca olanı iki mutsuz seçenekten
daha kötü olanı seçmek Şimdi bu mantığa göre hangimiz daha
kötüydük. Bakkal mı, yoksa ben mi? Bakkal mı yoksa Goethe’den
alıntılar yapan rehinci mi?
Sonunda onu yeni evine getirmeyi başarmıştım. Ev dediğim iki odalı bir
daire. Biri salon – rehin kasası bu odada durur-, diğeri ise yatak odamız.
Fazlaca bir eşya yok, olanlar da eski püskü.
İlk günlerde bana olan aşkı ve bağlılığı gün gibi ortadaydı. Akşamları
beni coşkuyla karşılıyor, heyecanla aklına gelen tüm anılarını
çocukluğunu, eski evini, annesini ve babasını benimle paylaşıyordu.
Ama ben bütün bunların üzerine bir anda buz gibi su döktüm.
Mecburdum böyle davranmaya. Onun bu kontrolsüz heyecanını
dizginlemem şarttı. Her defasında, soğukkanlılığı elden bırakamadan,
tam bir sessizlikle karşılık verdim. Tam bir duvar… Bir muamma
olduğumu göstermek benim için her şeyden daha önemliydi. Belki de
her şey benim bir muamma olma isteğim yüzünden oldu.
17
Ama o ne yaptı! Suskunluğumun ardındaki asaleti takdir edeceğine,
ciğeri beş para etmez adamların anlattıklarıyla beni yargılamaya, hatta
küçük görmeye kalktı. Oysa ben ona şöyle demek istiyordum: “Benim
içime bak ve değerimi kendi gözlerinle gör!” Çünkü ona kendimi
açıklamaya kalkışsam, sevgisini ve saygısını kazanmaya uğraşsam, bu
sadaka istemek olurdu.
Ucuz kahramanlık her zaman kolaydır. Yaşamı bir şeye adamak bile
kolaydır. Yalnızca kanın kabarmasına ve enerjiyle dolup taşmasına
bakar. Oysa asıl saygı duyulması gereken, çaba isteyen, kendini
gürültüler ve ışıltılarla sergilemeden gizliden gizliye yapılan
kahramanlıklardır. Böyle kahramanlıklarda kişi herkesin gözünde bir
dolandırıcı olmayı göze alabilir. Oysa belki de dünyanın en dürüst
insanıdır.
Sahne IV.
(Prova ışığı söner. Sahne aydınlanır. Yer rehincinin evi. Kız bir
koltukta kitap okumaktadır. Adam sahneye girer. Paltosunu çıkartır.
Kız ilgilenmiyormuş gibi istifini bozmadan okumayı sürdürür. )
Rehinci: Yanlış hatırlamıyorsam, bu, kadının sonradan gelip, otuz ruble sayıp
aldığım madalyonla değiştirmek istediği o değersiz bilezikti. İçimden
bir ses bu konuda beni aydınlatabileceğinizi söylüyor. Yanılıyor
muyum?
18
Uysal Kız: Doğru. Dün öğleyin tekrar geldi ve tabii ki ben sizin kadar acımasız
olmadığımdan, onu geri çevirmedim. Kadıncağız eşinden kalan son
hatırayı kaybetmekten öylesine bedbahttı ki, acısını görmemek için taş
kalpli olmak gerekir!
Rehinci: Taş kalpli ha! Ah benim zavallı budalam… Bu bilezik en fazla sekiz
ruble eder. Kadının niyetini nasıl olur da anlamazsınız. O pek kıymetli
madalyonu birkaç güne kalmaz Mozer’in vitrininde görürseniz hiç
şaşırmayın derim.
Uysal Kız: Her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz, öyle değil mi? Ama yanılıyorsunuz!
Tek yaptığınız zavallı insanların çaresizliklerinden faydalanmak. Bu
alçaklık değil de nedir, sorarım size! Yaptığınız işin adı rehincilik değil,
soygunculuk olmalı.
Uysal Kız: Hep aynı mazeret, dönüp dolaşıp aynı şeyi söylüyorsunuz.
(Kız seyirciden tarafa dönüp alaycı bir tavırla adamı taklit eder.)
Uysal Kız: ‘Üç yılda otuz bin ruble biriktirmeliyiz. Sonra ver elini Bolonya…
Kendimize ait bir çiftlik… Bunun için tutumlu olmak şart.’
Uysal Kız: Hepsi saçmalık! Cimriliğinizi örtmek için sayıkladığınız bir hayalden
ibaret!
Rehinci: Şimdi de cimri oldum öyle mi? Bu ne amansız bir çelişkidir. Önce,
varlığından tiksindiğiniz kazancımı yerden yere vuruyor, sonra da
dilediğinizce harcayamamaktan yakınıyorsunuz.
Uysal Kız: Sizden hiçbir şey istediğim yok. Ben sadece kanını emdiğiniz o zavallı
insanlar için üzülüyorum.
19
Rehinci: Yeter! Daha fazla dilemeyeceğim! Beğenin ya da beğenmeyin,
kazandıklarımın tasarrufu bana aittir. Bundan sonra da dükkânımda
yardımınıza ihtiyaç duyacağımı hiç zannetmiyorum.
Monolog V.
(Prova ışığı yanar. Adam elindeki içki bardağından son yudumu
almaktadır. Boşalan bardağa bakar. Köşedeki dolaptan çıkardığı
şişeyle yeniden doldurur. İskemleye oturur, içkisine bakıp konuşur)
Rehinci: Grande Champagne XO. Tam on iki yıllık. Vaftiz annemin bana bıraktığı
üç bin rublelik mirasla yaptığım yegâne hovardalık. Bence her
centilmenin evinde, önemli günler için bulunması elzem bir içki.
Rehinci: Önemli günden kastım bu değildi elbette. Ama sorarım size dostlarım,
içmek için daha uygun bir zaman olabilir mi? Şerefinize!
20
Oysa tüm isteğim onunla beraber Kırım’ın güney sahillerinde dağların
ve üzüm bağlarının arasında, o otuz bin rubleyle satın aldığım kendi
topraklarımda yaşamaktı. Gerçek bu. Katıksız gerçek!
O ince yaratık, o uysal ruh, o cennet. O bir tirandı, acımasız bir tirandı
ve ruhuma işkence ediyordu! Eğer bunu söylemezsem, kendime
haksızlık etmiş olurum. Onu sevmediğimi mi sanıyorsunuz? Onu
sevmediğimi kim söyleyebilir?
Ah, nerede hata yaptım? Bir şeyler gözümden kaçmış olmalı. Bir şeyleri
beceremedim…
21
- BİRİNCİ PERDENİN SONU -
İKİNCİ PERDE
Sahne I.
Rehinci: İyi miyim… Elbette iyiyim. Hiçbir şeye, hiç kimseye ihtiyacım yok!
Rehinci: Belli, sesleri duyulmuyor artık. İlk önce böylelerini gömmeli. Uğursuz
leş kargaları! İnsanların felaketleriyle beslenen kan emiciler!
22
Lukerya: Cenaze yarından sonraki gün olacak sanırım. İzninizle, törenden sonra
gitmek niyetindeyim. Bu evde daha fazla kalamayacağım. Valizim hazır
sayılır.
Monolog I.
Rehinci: Belki sen de beni suçluyorsun. Hatta nefret ediyorsun benden. Tıpkı
hanımın gibi yargılıyorsun içinden. Gerçeği idrak etmek yerine, haksız
yere yaftalıyorsun sen de!
Rehinci: Bir tiyatro temsilini izlemeye gitmiştim. İlk perdenin ardından ara
verildi. Bekleme salonunda bir subay, arkadaşlarıyla bizim alaydan bir
yüzbaşıyı çekiştiriyordu. Herkesin rahatça duyabileceği bir tonda hem
de. Güya yüzbaşı zil zurna sarhoş olup salonda rezalet çıkartmıştı. Aslı
astarı yoktu tabi anlattıklarının. Konuyu fazla da uzatmadılar zaten.
Ama ertesi gün, olay arkadaşlar arasında duyuldu. Orada bizim alaydan
sadece ben olduğumdan, faturayı bana kesiverdiler. Yok, efendim,
subaylar atıp tutarken neden yüzbaşıyı savunmamışım.
Saçmalık! Böyle bir şeyi kabul etmem mümkün değildi elbette. Kesin
bir dille reddettim ve akabinde de istifamı istedim. Tıpkı gururlu bir
askerin yapması gerektiği gibi. Ama o aptallar bu hareketimi korkaklık
saydılar.
23
Haksız yere üzerime yapışan bir leke. Sonra, sonrası çorap söküğü gibi
geldi. Her gün artan bir ivmeyle düşmeyi sürdürdüm. Ta ki, vaftiz
annemin imdada yetişen, hazin ölümüne kadar.
Bir tek o anlasa yeterdi. Bir tek o görse içimi… Oysa bana, kocasına
cephe almayı marifet bildi! Of! Neden geldi aklıma san ki o gün?
Yüzündeki o küçük gören ifade, dudaklarındaki alaycı tebessüm…
(Işık söner.)
Sahne II.
Uysal Kız: Özel bir sebebi yok, güzel bir gündü sadece.
Rehinci: Benim bir korkak olduğumu düşündüler, evet! Ama hakikat şudur ki,
ben onların bu zorbaca dayatmalarına boyun eğip, karşımdakini
24
düelloya çağırmayı reddetmiştim. Ortada düelloyu gerektirecek bir
hadise ya da bana karşı bir hakaret yoktu.
Uysal Kız: Tabi ya, ordudan sonra üç sene sokaklarda dilenip, geceleri de bilardo
masalarının altında yatmışsınız yanılmıyorsam.
Uysal Kız: Verilecek bir cevap bulamadığınızdan olsa gerek. Evlenmeden evvel bu
konulardan hiç bahsetmediğinizi hatırlatmak isterim.
(Adam sessiz kalır ve kitabına geri döner. Kız odayı terk eder. Adam
kitabı kapatır. Kalkıp bir iki adım atar ve elini midesine götürüp
yüzünü ekşitir. Çekmeceleri ara ve hizmetçi kadına seslenerek
odadan çıkar.)
Monolog II.
25
Geçmişimle ilgili bu çarpıtılmış bilgileri nereden edindiğini bulmam
uzun sürmedi. İlk büyük kavgamızdan sonra, tüm gün dışarılarda
gezip, eve hava kararırken döner olmuştu. Gururlu bir adam olarak bu
konuyu dillendirmem olanaksızdı. Yine tek söz etmeden çıkıp gittiği bir
gün, dükkânı kapatıp teyzelerinin yolunu tuttum. Nikâhtan beri onlarla
görüşmeyi kesmiştim.
İki gün içinde öyle bir ayarlama yaptım ki, ilk baş başa görüşmelerini,
yandaki odanın kapı aralığından dinleyebilecektim. Tabii bu
ayarlamalar bana üç yüz rubleye mal oldu. Malum gün geldiğinde,
karımın ardın yola koyuldum.
Sahne III.
(Yer Otel odası. Subay odada beklemektedir. Kız kapıyı tıklatıp içeri
girer. Tedirgindir. Her zamankinden daha iyi giyinmiştir. Bu sırada
kocası yan odada yerini almıştır.)
26
Subay: Hoş geldiniz. Sizi tekrar görebilmek ne şeref! Nihayet baş başa
kalabildik.
(Subay kızın elini öperek odanın ortasına doğru götürür. Kız sıkılgan
bir tavırla ayakta dikilir.)
Subay: İçinizi ısıtacak bir şeylere ne dersiniz, bir kadeh brendi mesela.
Subay: Siz bilirsiniz. İzninizle ben bir kadeh alacağım. Belki içersiniz diye oda
servisinden istetmiştim. Şerefinize.
Uysal Kız: Bana anlatacağınız çok özel ve mühim bir konudan bahsetmiştiniz.
Eşimle ilgili sanırım. Geçmişinde atladığınız bir nokta mı hatırladınız?
Subay: Hadi ama yapmayın güzel bayan. Hiç mi bir fikriniz yok. Gözlerimden
de mi okumuyorsunuz? Size açılmama izin verin lütfen. İzin verin de,
kalbimde sizin için açan çiçekleri ayaklarınıza sereyim.
Uysal Kız: Kendinize gelin Yeminoviç! Evli bir kadın olduğumu unutuyorsunuz!
27
Uysal Kız: Haklısınız! Davetinizi kabul etmekle ne büyük hata yaptığımı şimdi
anlıyorum.
Subay: Kimin için bu budalaca sadakat! O değersiz rehinci bozuntusu için mi!
Nasıl bir korkak olduğunu dinlerken, kendinizden geçen siz değil
miydiniz? Şimdi ne değişti? Bağlılığınızı hak etmeyen bir zavallı için
vakit kaybetmeyin artık. Size tutku dolu bir aşk vaat ediyorum.
Uysal Kız: Kâfi derece dinledim. Bu tavrınızla benim için derin bir hayal
kırıklığından başka bir şey değilsiniz. İffetli bir kadını baştan çıkarmaya
çalışmanız, bence alçaklıkların en büyüğüdür. Bu sizi son görüşüm.
(Subay hiddetlenir.)
Subay: İffetli kadın öyle mi! Kimi kandırıyorsun! Kendi ayağınla otel odama
kadar gelip, sonra da namus nutukları çekmek de neyin nesi!
Subay: Şayet naz yapmaksa niyetiniz, bilin ki hiç gerek yok. Sizi bundan daha
fazla arzulayamazdım.
(Adam elinde silahla odaya dalar. Subay kızı bırakır ve geri çekilir. Kız
şaşkın halde dona kalır. Adam kızın paltosunu alır. Kızı kolundan
tutarak odadan çıkartır. Subay arkalarından seslenir)
Subay: Alın götürün tabii. Evlilik haklarına sözüm yok. Gerçi, kendisine saygısı
olan tek bir kişi bile sizinle düelloya kalkışmaz, ama küçük hanımın
hatırına sizinle dövüşebilirim. Korkmuyorsanız elbette!
Monolog III.
28
Rehinci: Duyduklarımdan anlamıştım ki onu bu adamla görüşmeye iten tek şey
bana duyduğu aşırı ve içgüdüsel nefretti. Beni küçük düşürmekti isteği.
Ama kendisini böylesine aşağılık bir şey yapmaya razı etmiş olmasına
karşın bu işin iğrençliğine dayanamamıştı. Onun başka türlü bir insan
olduğunu nasıl düşünebilmiştim ki? Benden nefret ettiğini biliyordum.
Ama günahsız olduğunu da çok iyi biliyordum. Eve varıncaya dek tek
kelime konuşmadık Hatta evde bile. Koltuğa oturup öylece kalakaldı.
Şaşkınlığı ve korkusu açıkça belliydi. Yine de öfkeli bakışlarını üzerime
dikmişti. Onu vuracağımdan emindi sanırım. Silahı masaya bırakıp
öylece yatağa uzandım.
Ama yine de bana soracaksınız: Peki niye onun böyle bir kötülük
yapmasını engelleyip korumadın onu? Ah! Ben de o günden bu yana
aynı soruyu binlerce kez sordum kendime. O anda ruhum öyle karanlık
bir umutsuzluğa gömülmüştü ki, yitip gitmiştim ben. Başka birini nasıl
kurtarabilirdim ki?
29
Rehinci: Gitmişti. Ben galip gelmiştim. Evet! Karım, sonsuza dek yenilmişti artık.
Aynı günün akşamı demir bir karyola ve paravan satın alarak salonun
köşesine kurdum. Geceleyin her zaman yaptığım gibi tabancamı
masanın üzerine koydum. Yatma vakti geldiğinde tek bir söz etmeden
yeni yatağına gitti. Evlilik bağımız kopmuştu. “Yenilmiş ama
bağışlanmamıştı.”
30
Bir ay kadar önceydi. Oturmuş hesap yapıyordum, birden onun sesini
duydum.
Şarkı söylüyordu…
Sahne IV.
Lukerya: Siz yokken arada sırada söyler. Çay getirmemi ister misiniz?
31
Rehinci: Kendimdeyim, inanın çok uzun zamandır ilk defa hem de. Her şey ne
kadar açık ve net şu an. Ah sevgili küçüğüm, affet beni. Tüm suç
benim. Seni yalnız bıraktım. Oysa seni ne çok sevdiğimi bilsen!
(Kız bir şey söyleyecek olur ama adam kızın ağzını kapatır. )
Rehinci: Bir şey söyleme, bırak bitireyim. Ben, ben aptalın biriyim. Üstelik
korkak olduğum da doğru. Rehinci dükkânı zaaflarımın ve kibrimin bir
oyunudur. Haklıydın, hep haklıydın. Sonra o düello meselesi. Tam bir
sersem gibi davrandım. Ne yapacağımı bilemedim. Aptal durumuna
düşmekten korktum. Sessiz kaldım, zaten hep sessizliği seçmedim mi?
Rehinci: Hayır, hayır az bile söylediklerim. Ama her şeyi düzeltebilirim. İzin ver
aşkını yeniden kazanayım. En kısa zamanda dükkânı kapatırım. Her
şeyi yoksullara dağıtırız. Vaftiz annemden kalan üç yüz ruble yeter
bize. Birlikte Bolonya’ya gideriz. Dönüşte de sıfırdan başlarız. Yeni bir
iş bulurum. Yaparız değil mi, inanıyorsun bana değil mi? Aşkım benim!
Bastığın yerleri öpmek, eteklerine kapanıp ağlamak, varlığına dua
etmek geliyor içimden.
Rehinci: Sakın, sakın! Kendini suçlama. Tek suçlu var o da benim. Varlığıma bile
aldırma. Yalnızca köşemde durup seni seyretmeme izin ver. Bana
köpeğinmişim gibi, bir eşyanmışım gibi davran.
Monolog IV.
32
Rehinci: Ne kadar hafifti kollarımda. Hastalıktan iyice zayıflamış, rengi
solmuştu. Bunca heyecanı kaldıramaması doğaldı. Ne bekliyordum ki?
Bütün kış aynı evde iki yabancı gibi yaşamıştık. Besbelli bu şekilde
kocayacağımıza inandırmıştı kendisini. Ama ben ne yaptım. Aylar sonra
kocası olduğumu hatırlayıp, sevgi talep etmeye kalktım. Koca ahmak!
Kızcağızın ödünü kopardın. Ama tutamazdım kendimi. Kelimeler
benden bağımsız dökülüveriyordu dudaklarımdan.
Doktor güneş ve açık hava sağlık verdi. Her şeyi planlamıştım. Ayağa
kalkar kalkmaz gidecektik buralardan. Bolonya’ya… Çözüm
Bolonya’daydı, inanmıştım buna. Herkesten, her şeyden uzakta, tüm
yaralarını saracaktım.
Asıl büyük hatayı da dün akşam yaptım. Otel odasında kapının ardında
saklanıp onu nasıl izlediğimi; o canavarla cesurca mücadele edişine
nasıl hayran kaldığımı; aslında iffetinden hiçbir zaman şüphe
duymadığımı sayıklayıp durdum. Salaklığıma doymayayım! Gözümün
önünde sarsılmaya başladı, yeni bir ağlama krizine tutulmuştu. O gece
geçirdiği buhranla sabahı sabah ettik.
33
Kahvaltı masasında yanıma geldi. Mahcup, başı yerde özür diledi
benden. Suçunu bildiğini, kış boyu her an acı içinde kıvrandığını, bana
çok değer verdiğini, iyi kalpli bir koca oluşumu nasıl minnetle
karşıladığını anlattı. Bana hep saygı duyacak ve daima bağlı kalacaktı…
Uysal Kız: Hayır Lukerya. Gerek yok, gidebilirsin, işine bak sen.
Lukerya: Ah! Hanımcım, barışmanıza öyle seviniyorum ki. Beyefendi çok daha
önce af dilemeliydi sizden.
34
Uysal Kız: Hadi git artık.
(Uysal Kız, Lukerya’yı duyar, ona doğru dönecekmiş gibi bir hareket
yapar fakat bunun yerine sırtını Lukerya’ya dönerek ileri doğru bir
adım atar. İkonu göğsüne bastırır ve pencereden atlar. Hizmetçi
kadın çığlık atıp pencereye koşar. Işıklar söner.)
Monolog V.
35
olmuş olmalı, yalnızca sorumsuz bir anda. Ani bir dürtü, bir hayal!
İkonun önünde dua etmiş olması neyi gösterir ki? Bunun ardından
ölümle yüzleşeceğini düşünmesi gerekmez ki. Belki de duvarın önünde
durup başını koluna yaslamış gülümserken karar vermiştir her şeye. Bu
düşünce kafasına girivermiş, başını döndürmüş ve… Ve buna
direnememiştir belki.
Rehinci: Ah sevgilim! Kalk hadi ne olur! Aç gözlerini, bir defacık bak bana.
Rehinci: Ah kör kader! Ah, acımasız doğa! İnsan yeryüzünde yapayalnız, asıl
korkutucu olan da bu. “Bu ülkede yaşayan bir insan var mı?” diye
haykırıyorum, sesime kimse cevap vermiyor. Güneşin evrene yaşam
verdiğini söylüyorlar. Güneş yükseliyor ve bakın, o da ölü değil mi? Her
şey ölmüş, her yerde ölüler var. İnsanlar yalnızlar, çevreleri sessizlikle
kaplı, yeryüzü bu işte!
36
37