You are on page 1of 8

Karadeniz Bölgesinde yapımı planlanan Hidroelektrik santrallere dair Eleştirilerimiz ve

Görüşlerimiz.

1-Öncelikle belirtmek gerekir ki, santralin regülatör noktasından mansaba ekolojik yaşam
suyu olarak bırakılması önerilen su miktarları son derece yetersizdir. Çed Yönetmeliğinin
2008 yılı Temmuz ayındaki değişikliğinden önce 10 MW kurulu güçte planlanan hidroelektrik
santrallerin ekolojik yaşam suyu DSİ tarafından belirlenmiştir. DSİ projelerde ekolojik yaşam
suyunun yeterliliğini değil ama en çok elektrik üretme için santralin ne kadar suya ihtiyacı
olduğundan hareketle su miktarlarını saptamıştır. Bu sebeple DSİ tarafından Çed
Yönetmeliği gereğince kurulu gücüne göre çed yönetmeliğinden muaf tutulan hidroelektrik
santrallerine ilişkin belirlenen su miktarları nedeni ile (30lt-50lt/sn gibi) taşlık kayalık vahşi
dere yataklarında dere yatağı adeta susuz kalacaktır. Dere yataklarının dikdörtgen kesit
şeklinde olmadığı dikkate alınmalıdır.

Her bir dere yatağında en az 15-20 cm derinlikte bir su kesitinin dere yatağının tamamında
var olması gerekir. Dünyada uygulanan ve doğal ekolojik yaşamın hangi miktar suda orta-iyi
şekilde devam edeceğine dair tüm yaklaşım ve yöntemlerde kabul edilen dere yatağının
tümünün su altında kalacağı bir miktar suyun yatağa bırakılmasıdır.

Karadeniz’deki derelerde dere yataklarının orta noktası en kayalık olan bölüm olup,DSİ’nin
önerdiği su miktarları bu taşlık kayalık yatağın en derin noktasından akacağından
görülmeyecektir. Diğer yandan balıkların yumurtlama alanları derelerin kenarlarındaki kumluk
çakıllık alan olup,bu alanların su altında kalmaması halinde kısa bir süre içinde balık
populasyonu bu derelerde ya kalkacak ya da son derece azalacaktır.

Bu sebeple öncelikle 2008 Temmuz ayından önce yani Çed Yönetmeliği ile kurulu gücü 0,5
MW ve üzeri olanların Çed Yönetmeliğine tabi tutulduğu yönetmelik değişikliğinden önce DSİ
tarafından belirlenen ekolojik yaşam suyu debileri tümden gözden geçirilmelidir.

Diğer yandan Karadeniz’de açtığımız tüm davalarda ,her platformda; yakın tehlike nedeni ile
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ilkesiz bir yaklaşımla su miktarlarını belirlemesi,yada DSİ’nin
belirlediği yetersiz ekolojik yaşam suyu miktarları nedeni ile tarafımızdan ucuz,hızlı ve masa
başı bir teknik olan,dünyada da yaygın kullanım alanı olan Tennant (Montana)Yöntemi ile su
hakları hesap edilsin,hiç değilse belirlenen su miktarının bir standardı olsun talebimiz,2008
yılından bu yana Çevre ve Orman bakanlığınca kabul görmüş gözükmektedir. Ancak
bakanlık halen Tennant yöntemini uygulayarak ekolojik yaşam suyunu tespit ettiğini bildirdiği
tüm projelerde yıllık ortalama debinin %10’nu civarındaki bir miktarı, can suyu(ekolojik yaşam
suyu) olarak belirleme eğilimine girmiştir. Oysa bakanlığında da benimsediğini bildirdiği
Tennant Yöntemi ekolojik yaşam suyu olarak %10 ve aşağısını hiçbir zaman önermez.%10
gibi oran bu yöntemde kötü-çok kötü ekolojik sınıfı temsil eder ve bu miktar suda canlı yaşam
çok kısa süreli devam eder,denir. Bu yönteme göre yıl su yılı olarak iki kısma ayrılır. Suyun
çok olduğu dönemde yıllık ortalama debinin %40’ı orta-iyi ekosistem sınıfını,suyun az olduğu
kurak dönemlerde ise yıllık ortalama debinin %30’u orta-iyi ekosistem dönemini ifade
eder,denir.Oysa bakanlık metodun önermesini yaz ve kış %10 civarında almakta olup,bu
metodun uygulanmadığı ilk dönemlerdeki uygulamalarından olan örneğin Cevizlik Hes
uygulamasında yıllık ortalama debisi 28 m3/sn olan İyidere’den ortalama 300 lt/sn suyun
ekolojik yaşamın devamı için yeterli olabileceğine karar vermiştir ki bu oran yıllık ortalama
debinin %1 gibi bir oranına isabet etmiştir.Açılan dava neticesinde 2800 lt/sn, yani yıllık
ortalama debinin halen yetersiz de olsa %10’u gibi bir orana çıkartılmışsa bu sivil toplumun
hukuki mücadelesi nedeni iledir. Çevre ve Orman Bakanlığı en başından beri konuya
duyarsız kalmış, kendisinin belirlediği can suyu yada ekolojik yaşam suyu
miktarlarında,ekolojik yaşamı değil ama santralin fizibilite raporlarına göre üretmeyi
planladığı elektriğin üretilmesine yetecek suyu bırakmayı uygulamasına esas almıştır. Çed
sürecinden önce hazırlanan fizibilite raporlarına göre hazırlanan çed raporlarının eleştirisini
ise aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alacağız.

Ancak Cevizlik Hes örneği için bir hesaplama yaparak,hem elektrik üretmenin hem de dere
ekosisteminin mükemmel bir şekilde devamının ne şekilde sağlanabileceğini de göstermek
istiyoruz.

Cevizlik Hes regülatör noktasında yani su yılının sulak dönemi olan Nisan mayıs Haziran ve
temmuz aylarında İyidere’nin debisi ortalama 100m3/sn civarına çıkmaktadır. Bu 4 ay santral
tam kapasite ile çalışsa; (Bununla beraber Cevizlik hes’in tünel kapasitesi 50m3/sn taşıma
kapasiteli olarak planlanmıştır.)

N=Y.Q.Hm.Sabit sayı/102=Yani=N=1000x50x230x0.9/102=103.500kw/h, yani bir saatle


üretilebilecek elektik.

24 saatte; 103.500x24=2.500.000kw

30 günde; 2.500.000x30=75.000.000kw

4ayda ; 75.000.000kwx4=300.000.000kw,yani 300 milyon kilowatt enerji üretilebilir.


Yani sadece 4 ayda 300milyon kw saat elektrik üretilmesi mümkündündür.

Cevizlik santralinde ekosistemin devamı için 4m3/sn su dere yatağına bırakılırsa;

N=Y.Q.Hm.Sabit sayı/102=1000x4x230x0.9/102=8680 kilowatt/saat,

24 saattle, 8680x24=208.320 kw,

Bir ayda, 208.320x30=6.240.000kw’tır.

Yılın 8 ayı 4 m3/sn su dere yatağına bırakılırsa;(geri kalan 4 ay zaten derenin taşkın olduğu
dönemdir ve derenin debisi 100m3/sn civarlarına çıkmaktadır)

6.240.000kwx8=49.920.000kw yani 50 milyon kilowatt daha az enerji üreteceği anlamına


gelir.

Yani yatımcı sadece 4 ayda(taşkın debi dönemi) planladığı üretiminin %75’ni


gerçekleştirebilmekte,geri kalan %25’lik üretim için ise tüm derenin sularını kullanmak
istemektedir.Yıllık 400 milyon kilowatt değil de 350 milyon kw elektrik üretmeye razı
gelinmemektedir. Yatırımcı 50 milyon kw saatten feragat etmemekte,ilgili kurumlar bu miktar
elektrikten feragat etmemekte ama buna karşılık tüm vadileri gözden çıkarmakta her hangi
bir beis görmemektedir. Bunun anlamı bu vadilerin gerek firmaların gözünde,gerek ilgili
kurumların gözünde 50 milyon kw saatlik bir kayıp kadar bile değerli olmadığıdır. Bu
vadilerde yaşayan insanlardan buna rağmen yatırım adına fedakarlık beklenmektedir. Bu
vadilerin insanları hidroelektrik santrallerine değil ama yaşam alanlarının sömürülmesine
karşıdırlar. Bu durumda sivil toplum örgütleri planlanan tüm santrallere karşı yargı yoluna
gitmekten başka çare bulamamaktadır.

Daha da kötüsü, yargı süreci bir şekilde sona erdikten sonra vatandaş ile yatırımcı 49 yıl
boyunca karşı karşıya kalacaktır. Bunun sorumluluğu, vebali ise Karadeniz halkının haklı ve
meşru taleplerini bir türlü görmek istemeyen ilgili bakanlık ile kamu kurum ve kuruluşlarına ait
olacaktır. Suyun ne olduğunu,boşa da akmadığını,suyun bitmesi halinde belki Türk’ün değil
ama bu vadilerin biteceğini bu halk gayet iyi bilmektedir.Can suyu miktarları yönünden durum
budur.

2-10MW ile 50 MW arası olarak belirlenen ve 2003-2008 Temmuz ayı arasında geçerli olan
Çed Yönetmeliğinde seçme eleme kriterleri ek II listesine tabi olan projelerin hemen
tamamında hazırlanan proje tanıtım dosyalarında Çevre ve Orman Bakanlığı, DSİ’nin
belirlediği su miktarlarını aynen kabul ettiğini bildirerek “çed gerekli değildir” kararları
vermiştir.

Yani 10-50 MW kurulu güçteki hidroelektrik santrallerinin çed gerekli değildir kararı
verilenlerinde; ekolojik yaşam suyunun ne kadar olacağını yine DSİ belirlemiştir. DSİ’nin
kuruluş ve görevlerine dair teşkilat kanunda DSİ’nin doğal ekolojik yaşamın devamını
korumak, geliştirmek gibi bir görevinin olmadığı değerlendirildiğinde, bu kurum tarafından
belirlenen ekolojik yaşam suyu miktarlarının “ekolojik amaca hizmet” etmeyeceğinin dikkate
alınması gerekir. DSİ de çeşitli yazılarında kurumlarının çevre koruma gibi bir görevi
olmadığını örneğin Manyas Kuş Gölü’nde yürüttüğü bir sulama projesi nedeni ile kuşların
üreme-yaşama alanlarını su altında bıraktığı eleştirilerine karşın cevap olarak vermiştir.

3-10 MW-50 MW arası kurulu güçteki bir hidroelektrik santralin projesi ile 51 MW kurulu
güçteki bir hidroelektrik santralin projesi arasında çevreye verilebilecek zararlar açısından
her hangi bir fark yoktur. 50 MW ve altı kurulu güçteki hidroelektrik santrallerinin hemen
tamamına “çed gerekli değildir” kararı verilerek son derece yetersiz proje tanıtım dosyası ile
yetinilmesi,buna karşılık 50 MW ve üstü nehir tipi hesler için Çed raporu hazırlatılması
uygulamada anlaşılır bir durum değildir. 2003 tarihli yönetmelik döneminde 9 MW için Çed
Yönetmeliğinden muafiyet verilmesi ile 11 MW için çed yönetmeliğine tabi olma durumu da
aynı şekilde anlaşılır değildir.

Çünkü tüm nehir tipi hidroelektrik santrallerinde projeler bir birinin aynıdır. Kurulu gücün az
yada çok olması, projenin çevreye daha az yada daha çok zarar verdiği anlamına
gelmemektedir. Kurulu güç,proje debisi ile denge bacası arasındaki yükseklik farkı ile ilgilidir.

Yani ister kurulu gücü az, ister çok olsun hemen her nehir tipi hes projesinde, derelerin suyu
yamaçlarda belli bir mesafe ister kanallı,ister tünelli,ister kapalı boru sistemli taşınmaktadır.
Suyun yamaçlarda taşınması için orman kesilmesi,patlatma yapılması,hafriyat
çıkartılması,yol yapılması gereklidir.Yani 51 MW yada 10 MW yada 8 MW hatta 3 MW kurulu
güçteki bir hidroelektrik santralin çevreye vereceği zarar açısından bir fark yoktur.Çünkü
çevresel zararlar zaten öncelikle yatağın yeterli su ile beslenmemesi,yamaçlarda yeni
yollar,tüneller,kanallar açılması ve çıkan hafriyat nedeni ile ve bu faaliyetlerin yürütümü
sırasında tercih edilen inşaat tekniği nedeni ile oluşmaktadır.

Dolayısı ile kurulu güce göre projelerin tasnif edilmesi ve buna göre seçme eleme kriterlerine
ya da doğrudan çed raporuna tabi olması uygulamasından vazgeçilmelidir.

Teorik olarak Çevre ve Orman Bakanlığı her bir projeyi ayrı ayrı değerlendiriyoruz diyorsa da
uygulamada yerel halkın da şu yada bu sebeple tepki göstermemesi durumunda, kurulu
gücüne göre pek çok projede “çed gerekli değildir” kararı verilmekte, bu durumda
proje,teoride dahi olsa daha ayrıntılı ve daha kapsamlı olan çed raporlarının kapsamı
dışında tutulmakta,bunun neticesi olarak da uygulama safhası yatırımcı açısından daha da
keyfi bir şekilde sürdürülmektedir. Buna en güzel örnek Çayeli Uzundere I-II hesler ,Murgul
projeleridir.

Bu tür projelerin kurulu gücüne bakılarak Çed yönetmeliğinin seçme eleme kriterlerine tabi
tutulması uygulamasından ivedilikle vazgeçilmelidir. Tüm nehir tipi hidroelektrik santraller için
Çed raporu istenmelidir.
4-1993 yılından bu yana Çed Yönetmeliklerinin en değişmez maddesi olan 6.maddesi ise ne
DSİ tarafından,ne EPDK tarafından dikkate alınmaktadır. Bu durumun anlaşılır bazı sebepleri
olsa da uygulamada şöyle bir sorun ortaya çıkmaktadır:

Çed Yönetmeliğine tabi bir proje önce DSİ’nin,EİEİ’nin kontolünden geçmekte ve hazırlanan
fizibilite raporları uygun bulunursa DSİ tarafından öncelikle su kullanım hakkı anlaşması
tesis edilmekte ,akabinde EPDK tarafından elektrik üretim lisansı verilmekte,en sonunda da
Çevre ve Orman Bakanlığı’nca Çed süreci yürütülmektedir. Bu işleyiş Çed Yönetmeliğinin
6.maddesine aykırı olduğu gibi Çed Felsefesine de aykırıdır.

Yönetmeliğin 6.maddesi gereği faaliyet yönetmeliğe tabi ise çed süreci en önce
yürütülmelidir. Çed süreci bağımsız olması gerektiği gibi,gerektiğinde çevreye daha az
vereceği kabul edilen proje değişikliklerini de yapabilecek bir hareket alanına sahip
olmalıdır.Ama uygulamada projenin gerek duyduğu mühendislik çalışması ile hazırlanan
fizibilite raporuna göre projeler DSİ’ce uygun bulunup gerekli idari işlem yada sözleşmeler
tesis edilmekte,EPDK sürecinde de aynı fizibilite raporunun teorik kabulü ile lisanslama
yapılmaktadır. Bu durumda Çevre ve Orman Bakanlığı’nın işlettiği Çed süreci, ilgili inşaat
mühendislerinin, ilgili elektrik yada jeoloji mühendislerinin hazırladığı fizibilite raporlarına tabi
olmaktadır.

Bakanlığın çed serbestisi teoride olsa da uygulamada çevresel zarar nedeni ile proje
değişliğini önermesi ya da yer seçimini değiştirmesi olanaklarını ortadan kaldırmaktadır. Çed
sürecine kadar ciddi çalışmalar ve maddi külfete katlanmış olan yatırımcı su kullanım hakkı
anlaşmasını imzalamış, EPDK’dan elektrik üretim lisansını almış ama çed sürecinde yeniden
en başa dönme gibi bir durumla karşılaşmış olacaktır. Özel hukuk açısından da çeşitli zarar
giderim olanaklarına sahip olan ilgili yatımcıların uğradığı ya da uğrayacağı zararlar
gündeme gelebilecektir.

Bu sebeple Çed Yönetmeliğine tabi tüm projelerin öncelikle çed sürecini tamamlamasının
sağlanacağı bir mevzuat değişikliği ya da uygulamasına geçilmelidir. DSİ ve EPDK’nın çed
sürecinden önce yatımcıya kazanılmış hak anlamında her hangi bir idari işlem tesis
etmemesini öngören bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Çed sürecinin özgür,bağımsız ve sürekli
olarak işlemesi temin edilmelidir.Çed süreci, ilgili projeye dair mühendislik çalışmasının
tasdik makamı olmaktan çıkarılmalıdır.

5-Çed süreci, Doğu Karadeniz’de incelediğimiz hiçbir projede sağlıklı bir şekilde işlememiştir.
Tüm Çed raporları ya da Proje tanıtım Dosyaları birbirinin aynı şekilde hazırlanmaktadır.
Konunun uzmanı olan çed raporu hazırlayıcılarının hazırladığı raporlar,bizce bakanlıkta
yeterli titizlikle ve yeterli uzmanla karşılanmamaktadır. Çed raporunu hazırlayan uzmanların
akademik kariyerine denk uzmanların bakanlıkta istihdam edilmesi gerekir. Çed raporunu
hazırlayanın profesör düzeyindeki akademik titrine karşılık lisans düzeyinde bakanlıkta
istihdam edilen uzmanın çed raporunu eleştirmesi,ve karşı argüman geliştirmesi çoğu zaman
mümkün olmasa gerekir. Dolayısı ile çed yapıcıların bakanlıkta izlenimimiz odur ki ciddi bir
etkileri vardır, ve buna karşılık sivil toplum temsilcilerinin bakanlıktaki süreçlere etkili bir
şekilde katılımları mümkün olamamaktadır.

Sivil toplum temsilcilerinin, bağımsız bir uzmanlar heyetinin de çed sürecinde bakanlıkta
hazır olabilmelerinin sağlanacağı bir mevzuat değişikliğine ihtiyaç vardır.

6-Bakanlıktaki çed süreçleri en başından eksik başlamaktadır. Çed süreci bir başvuru
dosyası ile başlamakta,başvuru dosyası ile halkın bilgilendirme toplantısına
çıkılmakta,halkın bilgilendirilmesi henüz çed raporu hazır olmadığından mümkün
olamamaktadır. Sivil Toplum temsilcilerinin, halkın, bilgilenmek amacı ile sorduğu sorulara,
henüz çed raporu hazır olmadığından, başvuru dosyası ile halkın bilgilendirilmesine
gidildiğinden cevap verilmemekte,halkın bilgilendirilmesine dair yapılan toplantılardan hiçbir
yarar elde edilemediği gibi bu durum daha en başta halkta güvensizlik oluşmasına neden
olmaktadır. Diğer yandan halkın bilgilendirme sürecinde toplantı tutanağı hemen her zaman
eksik tutulmakta, çeşitli tartışmalar,ve sorulan sorular tutanağa doğru bir şekilde
yansıtılmamakta,tutanağın sureti de ısrarlı talep olmadığında sivil toplum temsilcilerine
verilmemekte,hatta tutanak toplantı sonrasında Valiliklerde tutulmaktadır.
7-Elektrik Piyasası Düzenleme kanunu’nun(4628 sayılı yasa) 3.maddesi dikkate alınmadan
EPDK tarafından işlem yapılmaktadır. Kanunun 3.maddesi“Piyasa faaliyetleri ile iştigal edecek
tüzel kişiler, faaliyetlerine başlamadan önce, her faaliyet için ve söz konusu faaliyetlerin birden fazla
tesiste yürütülecek olması halinde, her tesis için ayrı ayrı lisans almak zorundadır.” emredici
düzenlemesi olmasına rağmen aynı dere üzerinde birden fazla tesis ile faaliyette bulunacak olan
yatırımcıya tek bir lisans vermektedir.(Örneğin Cüneyt-1-2-3-4 hesler,Sarnıç 1-2 hesler,Rüzgarlı 1-2
hesler)
Her bir tesiste yürütülecek faaliyet nedeni ile ayrı lisanslama ve yine her bir santral için ayrı ayrı ve
fakat bir tek çed raporunda bütüncül olarak çevresel değerlendirme yapılmalıdır. Uygulamada her bir
santralin çevreye olası zararları değil ama bir bütün olarak projenin kendisi çed sürecine tabi
tutulmaktadır.Bu durumda pek çok çevresel değerlendirme unsuru gözden kaçmış olmaktadır.
8-Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesinde hemen her dere üzerinde birden fazla(10 ve üzeri
hatta,ikizdere’de şimdilik 19 adet olduğunu biliyoruz) hidroelektrik projesi olduğu halde vadinin bir
bütün olarak planlanmaması diğer büyük ve ciddi bir eksikliktir.Uygulamada 50-60 km derinliği olan
vadilerin kaynağından denize yakın kotlarına kadar peşi sıra onlarca hidroelektrik planlandığı dikkate
alınmamaktadır.
Gerek DSİ’de gerek EPDK da Gerekse de Çevre ve Orman Bakanlığında hemen tüm
değerlendirmeler o anda somut olarak var olan proje üzerinden yapılmaktadır. Vadinin bütününü
görmeden ve vadininin bütünü için ne gibi çevresel zararların oluşabileceği dikkate alınmadan her bir
projenin tek tek değerlendirilmesi vadilerinin sonunu getirecektir. En yüksek kotta olanın kilometrelerce
suyu yamaçtan taşıdıktan sonra yatağa verdiği noktadan diğerinin suyu alıp yamaçlara taşıdığı ve bu
şekilde kot farkının kalmadığı denize yakın alanlara kadar suyun yamaçlardan taşındığı bir
uygulamanın vadileri başından sonuna tanınmaz hale getireceğinin görülmesi gereklidir. Bu sebeple
de her bir su kaynağının, derenin bütüncül bir şekilde planlanarak,multidisipliner bir çalışma ile vadinin
kaynak değerlerinin bilinmesi ve buna göre planlanması gerektiği çok açık bir ihtiyaçtır.
Her bir projenin kendi sınırları dahilinde değerlendirme yapıldığında az yada çok zararların tolore
edilebileceği bilimsel olarak ortaya konsa bile vadinin bütünündeki onlarca faaliyetin vadiyi ne şekilde
etkileyebileceğinin de ortaya konması gerekir.
Bizim en başından bu yana yaklaşımımız bütüncül bir şekilde havza planlamasının yapılması,buna
göre çevre düzeni planlarının yapılması ve bundan sonra enerji yada diğer sektörler açısından somut
projelerin kabul edilip değerlendirilmesi yönündedir. Bütünün ne olacağının görülmesi gerekir.
Her bir vadinin hangi sektör için ne kadar bir yükü kaldırabileceği, vadinin bir doğal kaynak değeri
olduğu kabul edilerek bu günün ve gelecek kuşakların kalkınmasını sürdürebileceği bir temel planlama
esas alınmalıdır.Mevcut uygulama ile Karadeniz’in tüm vadileri enerji sektörüne teslim edilmiş olacağı
gibi bu sektördeki sömürü düzeyindeki uygulama nedeni ile de diğer sektörlerin bu doğal kaynaklardan
yararlanması mümkün olamayacaktır.
Tüm dünyada hızla azalan kirletilmemiş, bozulmamış alanlar bu vadilerde halen varlığını korumakta
olduğundan,ve bu hali ile bile ciddi bir planlama ile yüz milyonlarca dolarlık turizm geliri elde
edilebilecek doğal güzelliklere,peyzaj bütünlüğüne sahipken ve üstelik de hizmet sektörü ağırlıklı olan
turizm sektörünün gelişmesi halinde on binlerce insanın istihdam sorunu çözülebilecekken,bunun göz
ardı edilmesi ve aile şirketlerinin kalkınmasından başka yöreye bir faydası olmayan bu yaklaşım ciddi
bir kamu kaynağı israfıdır.
Bu sebeple de tüm projelerin olduğu hali ile durdurulması, yada yeni lisanların verilmemesi gibi bir
uygulama ile önce tüm vadilerin bütüncül bir şekilde sivil toplum örgütlerinin de içinde olduğu bir
süreçte akademik çalışmalar yardımı ile bütüncül bir şekilde planlanması, akabinde vadinin kaynak
değerinin dengeli bir şekilde sektörlere göre dağıtılabileceği bir planlamaya acilen geçilmelidir. Aksi
halde Karadeniz dünya güzeli vadilerini, ormanlarını,derelerini kaybetmiş olacaktır. Değil Türkiye’de
dünyada benzerlerinin kalmadığı muhteşem bir doğal kaynağın baştan sona hidroelektrik santrallerle
doldurulmasının mutlaka önüne geçilmelidir.
Çevre ve orman Bakanlığı’nın kuruluş ve Teşkilat Yasasının 9/k maddesi ve diğer ilgili maddelerinde
sözü edilen havza planlamaları yapılmadan,su kaynaklarını oluşturan bu vadilerin plansızca yatımlara
açılması engellenmelidir.
Bu anlamda yasal altlık oluşturabilecek Avrupa Su Çerçeve Direktifi,Stratejik Çed yönetmeliği gibi
mevzuatların acilen oluşturulması gereklidir.
9-Hidroelektrik santrallerin projelerinin Çevre ve Orman Bakanlığında çed sürecinden geçirilmesi
sırasında söz konusu hidroelektrik santrallerinin kurulmasından sonra ulusal şebekeye bağlanacak
elektrik iletim hatlarının bir başka proje konusu yapılması da çed sürecinin ciddiyetsizliğini
göstermektedir.
Yatırımcı firma çed olumlu yada çed gerekli değildir kararı ile proje gereğince santralini
kurduğunda,üreteceği elektriği ulusal şebekeye aktarmak zorunda kalacaktır.Ancak çed raporlarında
enerji iletim hatları bulunmamaktadır.Sorulduğunda ayrı bir çed çalışması yapılacağı
bildirilmektedir.Ayrı bir çed çalışması yapılacağına göre, Çevre Bakanlığı’nın da söz konusu çed
süreci sonucunda çed olumsuz kararı vermesi ihtimal dahilindedir.Gerçekten örneğin Karadeniz
bölgesi için derin ve dik yamaçlar nedeni ile enerji iletim hatlarının vadinin sırt boyunca taşınması
gerekecektir.Bu durumda onlarca kilometre boyunca ormanlık alanda servis yolları açılması ve yüz
binlerce ağaç kesilmesi gündeme gelecektir.Bakanlık santralini yapan firmaya elektrik iletim hattı için
çed olumlu kararı vermezse ne olacaktır? Bu durumda santral ürettiği elektriği ne şekilde
değerlendirecektir. Yatırımcı kendisine her hangi bir garanti sunulmadan neye güvenerek santralini
inşa etmektedir?
İşte bu uygulama dahi yatırımcının kendini nasıl güvende hissettiğini göstermektedir. Aynı uygulama
bakanlığın çed sürecine nasıl ciddiyetsiz yaklaştığını da göstermektedir.Hepimiz biliyoruz ki santral
bittikten sonra,üretilen elektrik ne pahasına olursa olsun bir şekilde ulusal şebekeye bağlanacaktır,ve
bakanlıkta her zaman bu projelere çed gerekli değildir yada çed olumlu kararı verecektir.Bu durumda
çed felsefemizin ne anlama geldiğinin sorgulanması gerekir.Bu durumda çed sürecine bakanlığın nasıl
baktığının da sorgulanması gerekir.
Çed süreci içinde söz konusu projeden kaynaklı ve hemen her türlü muhtemel etki çed kapsamı içinde
değerlendirilmelidir, bu kapsamda elektrik iletim hatları da söz konusu santral projelerinin entegre bir
parçasıdır,ve santralin projesi ile birlikte aynı çed raporu içinde değerlendirilmelidir.
Gerçekten çevre koruma amacı güdülüyorsa ki ciddi olarak bu konuda tereddütlerimiz vardır,bir bütün
olarak projenin etkileri kapsamlı bu şekilde incelenmeli, gerçekten işe yarar çözümler
üretilmeli,gerçekten halkın içinde olduğu bir süreç ile çed süreci devam ettirilmeli,halkın devletine
güven duyması sağlanmalıdır.Uygulamada bunların hiç birisi yapılmamaktadır.Çed olumlu kararı
verilen projelerin ne şekilde vadileri tahrip ettiği her gün yörede görülmekte iken, Çevre ve Orman
Bakanlığı her gün birbirinin aynısı Çed raporlarına Çed olumlu kararları yada çed gerekli değildir
kararları vermeye devam etmektedir.Göre göre,bile bile hatalar tekrarlanmaya devam etmektedir.
10-Çevre ve Orman Bakanlığı’nın görevi çevreyi korumak olmalıdır. Sivil toplum örgütleri bakanlığın
çevre koruma anlayışında yanında yer alabilmelidir. Ancak uygulamada çevreyi korumayan işlemlere
olur veren bakanlık sivil toplum kuruluşlarının açtıkları davalarda davalı sıfatı ile temsil edilmektedir.
Çevreyi bakanlık değil, sivil toplum kuruluşları korur olmuştur.
Çevre ve Orman Bakanlığı, ne Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanlığıdır,ne de Bayındırlık ve İskan
Bakanlığıdır.Çevre ve Orman Bakanlığı adının taşıdığı misyonu yerine getirmelidir.Diğer kurumların ve
bakanlıkların ürettiği projelerin tasdik makamı olmamalıdır,ancak bakanlığın uygulamaları maalesef
bu şekilde algılanır olmuştur.
11-Çevre kanununun kirleten öder mantığından vazgeçilmelidir. Yatırımcı “parası ne ise öderim”
diyememelidir. Bu anlayışla vahşi bir yatırım sürecinin devam ettirilmesinden vazgeçilmelidir.
Ne pahasına olursa olsun anlayışı ülkemizin her tarafında, tarım alanlarımızı,sulak
alanlarımızı,meralarımızı,ormanlarımızı,vadilerimizi,neticede yaşam alanlarımızı yok etmektedir.
12-Hidroelektrik santral projeleri ile vadiler başından sonuna kadar doldurulmamalıdır.Doğu
Karardeniz vadilerinin en derini 72 km ile İkizdere vadisidir. Bu vadilerin su toplama havzaları
genellikle 1500-3500 metre kotları arasındadır. Bu vadilerde orman sınırı da 1800 metreler
civarındadır.1800 metreden sonra alpin çayırlar,meralar,yaylalar vardır.
Bu vadilerde kadimden beri yaşayan insanlar vadilerde genel olarak 700-800 metre yüksekliğe kadar
olan kesimlere yoğun olarak yerleşmişlerdir.Bu yükseklikten sonraki alanlarda yerleşim yerleri az
olduğundan,her hangi bir bozulma,orman tahribatı yada kirlilik bulunmamaktadır.
Bu durum dikkate alınarak 700-800 metre kotlarından daha yukarıdaki kotlar için mutlaka koruma
gereklidir. Karadeniz vadilerinin özgünlüğü zaten bu kotlardan sonra başlar. Bu sebeple 700-800
metre kotlarından daha yüksek kotlara hidroelektrik santral projeleri yapılmamalıdır. Onay verilmiş
projeler mutlaka iptal edilmelidir.Karadeniz’de hesler nedeni ile halkın tepkileri dikkate alınacaksa,bu
yükseklilerden daha üst kesimlere planlanmış tüm hes projelerinin iptali sağlanmalıdır. Karadeniz
vadilerinin özgün yapısının korunabilmesi ancak bu şekilde mümkün olabilecektir.
13-Mevcut projelerde onlarca kilometre yol iyileştirmesi ya da yeni yol yapılması gerektiğinden
bahsedilmekte ama yollara dair ayrıntılı bir proje çed raporlarında bulunmamaktadır. Yol projeleri Çed
raporunda bulunmalı,çevresel etkileri de aynı rapor içinde değerlendirilmelidir. Yol projesi olarak
tarafımıza haritalarda çizilmiş çizgiler gösterilmemelidir. Yollar dozer operatörünün insiyatifine
bırakılmamalıdır. Yollar dağ yolu açma tekniği ile inşa edilmeli, çıkan hafriyatlar asla
yamaçlardan,şevlerden dökülmemelidir.Uygulamada yatırımcılar,yol açarken çıkan hafriyatı şevlerden
dökmekte,binlerce genç ağaç,orman altı bitki örtüsü hafriyatlar altında kalmakta,zamanla bu döküntü
maddeler heyelanlara sebep olmakta,diğer yandan her yağmurda dik yamaçlardan derelere çamur
akışına neden olunmaktadır.
14-Proje alanında 400-500 bin metreküp hafriyat çıkartılmakta,çed raporlarında ise bu hafriyatların ne
şekilde vadiden uzaklaştırılacağına dair ciddi elle tutulur her hangi bir öneri getirilmemektedir.
Hafriyatlardan sözde yeni yol çalışmalarında dolgu yada mevcut yolların iyileştirilmesinde
yararlanılacağı ifade edilmekte ise de,neticede dere yatakları ile dereyi takip eden yolların arasına
depolanmakta,dere yatakları hafriyatlarla doldurulmaktadır.
15-Hafriyatların dere yataklarına depolanması ile dere yatakları daraltılmakta,doğal dere yatağı
daraltılarak,regülatörlerden mansaba bırakılacak ekolojik yaşam suyunun dar alanda daha çok olarak
gözükmesi gibi basit bir amaç hedeflenmektedir.
Ancak dere yataklarının doğal hidrojeolojik ve hidromorfolojik yapılarının bozulduğuna kimse dikkat
etmemektedir. Su kaynakları ile bitkilerin su ekosistemi arasındaki alış verişi,yatakların doldurulması
nedeni ile kesilmektedir.
Hafriyatlar için en uygun çözüm vadi dışına çıkartılmak olsa da,mümkün olmadığında mutlaka uygun
bir alanda ve projesi ile depolanmasının sağlanması gerekir.
Uygun alanlar dere kenarları olmadığı gibi,yatağın oluşturduğu alivyonal düzlüklerde
değildir.Karadeniz vadilerinde tek düzlük alanlar bu alivyonal düzlükler olup,bu alanları da ortadan
kaldıracak olan hafriyat depolamaları kabul edilemez.Hafriyatlar için mutlaka başka alanlar
bulunmalıdır.Çed Sürecinin amacı budur.Çözüm üretmelidir.Ancak çözüm açıkladığımız gibi dere
yatakları,yol kotlarının yükseltilmesi,alivyonal düzlüklere depolama değildir.
16-Diğer yandan ekolojik yaşam suyunun yetersizliği nedeni ile vadi tabanı civarındaki sucul bitkiler ve
dereden kaynaklanan buharlaşma yada esinti nedeni ile gelişen florik yapı çed raporlarında dikkate
alınmamaktadır.Ekosistemin bütünlüğünü kıracak uygulamalardan vazgeçilmelidir.
17-Regülatör yapıları ile derive edilen sular açık yada kapalı kanallara,yada tünellere kapalı boru
sistemlerine yönlendirilmektedir.Söz konusu kanal yada tünellerin açılması sırasında regülatör
yapılarının bulunacağı dere yatağı tabanında,yüzde yetmiş eğimli yamaçlarda yüz binlerce kilo dinamit
kullanımı gerekmekte olup,her bir dinamit atımı nedeni ile sarp yamaçlarda köyler sürekli deprem hissi
yaşamaktadır.Dinamit atımlarından sonra doğal gibi görünen çok sayıda heyelanlar vadilerde
görülmeye başlanmıştır.
18-Açılan kanal ya da tünel boyunca servis yolları da inşa edildiğinden yaban hayatın doğal yaşam
alanları da sürekli bir şekilde parçalanmaktadır. Çevre ve Orman Bakanlığı vahşi yaşam alanlarının
söz konusu projelerle tahrip edildiği iddiamıza, gerek Merkez Av Komisyonu kararları ile gerek uluslar
arası bir sözleşme olan Bern Sözleşmesi gereği ayı, kurt, çakal ve Ceylanların ve diğer koruma
altındaki türlerin kendilerini güvende hissedeceği alanlara göç edeceğini söyleyerek cevap
vermektedir.
Vahşi yaşam bu ülkenin zenginliğidir. Yaşam alanlarının tahrip edilmemesi gerekir. Göç edecekleri ve
kendilerini güvende hissedecekleri hiçbir vadi yoktur ki o vadide hes planlanmamış olsun. Hangi
vadiye göç etseler kaynağından denize kadar hidroelektrik santraller,devasa taş ocakları ile vadiler
tehlike altındadır.
19-Derelerin girişleri kum ve mıcır ocakları ile doldurulmuştur. Çevre ve Orman Bakanlığı bu
durumdan bizzat sorumluluk duyması gerekirken, santralleri savunmaya kalktığında zaten
derenin girişi kum çakıl ocakları ile bozulmuştur, gibi bir yaklaşımla cevap üretmektedir.
Yanlışı yanlış ile savunma anlayışından idare vazgeçmelidir.
20-Tennant Yöntemi ne ise, ve ne öneriyor ise buna göre su hakları belirlenmelidir.%10
Tennant Yönteminde önerilmemektedir. Kurak dönemde %30,sulak dönemde %40 gibi bir
yıllık ortalama debiye göre bir oran ekolojik yaşam suyu olarak belirlenmelidir. Esasında
ekosistem açısından en arzu edilen yöntem IFIM yöntemidir.Ancak uzun vadeli çalışma
yapılmasını gerektirmesi ve pahalı bir yöntem olması nedeni ile ve sorunun aciliyeti nedeni
ile tarafımızdan önerilmemiştir.
21-Çed süreci bakanlıkça etkin bir şekilde denetlenmelidir. Bakanlık,Çed Olumlu kararı yada
Çed gerekli değildir kararı verip, şikayetleri beklememelidir. Halkın pek çoğu mevzuattan
habersizdir, ve nereye kime, ne şekilde başvuracağını bilememektedir.Her bir yatırım
süreci,ve yatırımcının etkin bir şekilde denetlenmesi sağlanmalıdır. Para cezaları yetersiz
olup, tahrip edilen çevrenin eski hale getirilmesi aksi halde bedelinin alınıp, faaliyetten men
gibi kesinlik taşıyan bir uygulamaya geçilmelidir.
22-Projeye uygun olarak inşa aşamasında yada faaliyet sırasında çevreye verilen zararların
mutlaka etkin bir şekilde rehabilite edilmesinin sağlanması gerekmektedir. Eski haline
döndürülebilecek bir yaklaşım esası benimsenmelidir. Sözde rehabilite projelerinin hiç birinin
Karadeniz’de uygulamaya konulduğuna tanık olunulmamıştır. Yatımcı kirletip,yıkıp,parasını
kazanıp gitmiştir. Halen devasa taş ocakları bütün çirkinlik ve güvenlik tehdidi ile tüm
vadilerde beklemektedir.
23-Her bir projenin fayda maliyet analizleri, söz konusu projeler nedeni ile yüklenilen sosyal
maliyetleri de içermelidir.Diğer yandan geleceğe dönük sektörel tahminlere göre de fayda
maliyet analizlerinin yapılması gerekir.
24-İşletme aşamasında taahhüt edilen ve yatağa salınacak ekolojik yaşam suyu debileri
mutlaka anlık olarak internete aktarılmalı, bu şekilde denetimi sağlanmalıdır.
25-Çed raporlarında soyut değil,somut olarak hangi yolun nerden geçeceği,hangi ünitenin
nerde olacağı,hangi ünitenin ne şekilde inşa edileceği,gibi projeye dair her türlü faaliyet
hakkında ayrıntılı bilgiler verilmeli, ve yatırımcıdan net taahhütler alınmalıdır.
26-Çed raporlarında,şu konuda şu yönetmeliğe tabi olunacağı gibi ibareler değil,yönetmeliğin
hangi maddesine göre ne gibi işlemlerin yapılacağının yazılması ve taahhüt edilmesi
gereklidir.
27-Diğer yandan Çed raporlarında diğer ilgili mevzuat gereğince ilgili kurumlardan alınacak
izin ve ruhsatlardan bahsedilmekte, ancak bu izin ve ruhsatların neler olduğu,EPDK,DSİ ve
Çevre ve Orman bakanlığı dışında hangi kurum ve kuruluşlardan, hangi izin ve ruhsatların
alınacağı bildirilmemektedir. Bu konu ile ilgili sorduğumuz bilgi edinmelere dahi idare cevap
verememiştir. İdarenin kendisi dahi bilinen üç kurum dışında(DSİ,EPDK ÇOB) hangi izin ve
ruhsatların alınması gerektiğini bilmemektedir. Çed raporlarının şeffaflığı ve yatırımcının
denetlenebilmesi açısından hangi kurumdan hangi izinlerin alınması gerektiğinin açıklıkla
Çed raporlarında bildirilmesi gerekir.

Saygılarımızla bilgi edinmenizi rica ederiz.


Av.Yakup Şekip Okumuşoğlu

You might also like