You are on page 1of 19

EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹ Y›l: 9 Say›: 24 (Yaz 2005) 33

ÇAĞDAŞ DÜNYADA FETRET EHLİ

Sinan ÖGE (*)

Özet
Bu makalede, yaşadõğõmõz çağda İslam coğrafyasõ dõşõnda yaşayan diğer din men-
suplarõnõn inanç açõsõndan dinî sorumluluğu incelenecektir. İman ve küfür kavramlarõ-
nõn temelini oluşturan “bilinçli tercih” olgusu ve geçmiş ve günümüzdeki İslam/Müslü-
man vizyonunun söz konusu kesimlerin sorumluluğunu belirlemedeki yeri ve önemi vur-
gulanacaktõr.
Anahtar Kelimeler: Fetret Ehli, dinî sorumluluk, İslam/Müslüman imajõ

Ahl al-Fatrah (People of the Interval) in Modern World


Abstract
In this article it will be studied religious responsibility of whom living outside Islam
regions. And it will be emphasized the place of conscious preference in “iman” and
“kufr” and image of Islam/muslim for this religious responsibility.
Key Words: Ahl al-Fatrah (people of the interval), religious responsibility, image of
Islam/muslim

*) Arş. Gör., Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalõ sinanoge@atauni.edu.tr,
(e-posta: sinanoge@hotmail.com)
34 / Sinan ÖGE EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹

Giriş
Dinlerin genel gayesi, din kurucusunun ortaya koyduğu inanç ve davranõşlar çerçe-
vesinde insanlõğõn dünyevî ve/veya uhrevî kurtuluşunu temin etmektir. Aynõ şekilde İs-
lâm dininin de temel hedefi insanlõğõn mutlak kurtuluşunu sağlamaktõr. Nitekim Kur’ân
bir ön kabul ve tasvir olarak insanlõğõn hüsranda olduğunu, kurtuluşun iman ve salih
amele bağlõ kõlõndõğõnõ açõkça ifade eder1. Öyleyse dinin ön gördüğü kurtuluşun en be-
lirgin şartõ “iman”dõr. İnanç semantiği açõsõndan “iman” odak kelime iken, onun karşõtõ
olarak “küfr”ü de menfi anlamda merkezi bir kelime olarak görmek mümkündür2.
Acaba bu iki odak kavram tüm insanlõğõ İslâmõn kurtuluş teorisi bağlamõnda sõnõflan-
dõrmak ve sõnõrlandõrmak için yeterli midir? İnsanlarõn inanmasõnõ(imanõnõ) ya da inkâ-
rõnõ(küfrünü) belirlemenin ilk şartõ olan bilgilenme/bilgilendirme süreci göz önüne alõn-
dõğõnda özellikle inkârõn dolayõsõyla kurtulamamanõn kriterleri neler olacaktõr? İslâ-
mõn/müslümanlarõn ön gördüğü iman ve inkâr ölçütleri bağlamõnda, yaşadõğõmõz çağõn
insanlarõnõn dinî sorumluluğu neleri kapsamaktadõr?
İslâm düşünce tarihinde “fetret ehli” kavramõna, geçerli herhangi bir dinî öğretiden
habersiz olan kişiler, Hz. Peygamberin anne ve babasõ, ergenlik çağõna ulaşmadan ölen
müslüman ve kâfir çocuklarõ dahil edilmiştir3. Zaman, mekân veya haberleşmenin im-
kânsõzlõklarõ sebebiyle İslâm vahyinden tam ya da yeterli düzeyde haberi olmayan kişi
ya da kesimler de dinî sorumluluk açõsõndan tartõşõlmõştõr4. Dolayõsõyla “fetret” kavramõ,
“davetin kendisine ulaşmadõğõ kişi(ler)” anlamõnda sadece geçmiş milletleri değil, Hz.
Muhammed(sav)’den sonra, nübüvvet ve vahiy bilgisinin ulaşmadõğõ insanlarõ da içeri-
sine almalõdõr5. Bu çalõşmada bizim ele alacağõmõz husus da yaşadõğõmõz dünyada, İslâm
vahyinden yeterli düzeyde haberi olmayan kesimlerin durumudur. Kitlesel iletişimin ne-
redeyse sõnõrsõz hale geldiği bir dünyada habersizlikten bahsedilebilir mi? Mevcut haber-
leşme ve iletişim ağõ, dinî sorumluluğu gerektirecek bir tebliğ sayõlabilir mi? Müslüman-
larõn ve İslâmõn, tarihsel ve özellikle modern çağdaki vizyon ve imajõ, İslâmõn muhatap-
larõ için ne anlama gelmektedir? Bu vizyon, dinî sorumluluğu sağlayan bilgilenme ön
şartõ açõsõndan ne tür bir yansõma taşõmaktadõr?
Genel hatlarõnõ belirtmeye çalõştõğõmõz bu tablodan da görüleceği üzere, yaşadõğõmõz
çağda Müslüman olmamõş kişi ya da toplumlarõn dinî sorumluluğunu ve kurtuluş durum-
larõnõ belirlemek için şu hususlarõn göz önüne alõnmasõ zorunludur:
1. “İman” ve “küfr” kavramlarõnõn mahiyeti ve dinî sorumluluğun bilişsel boyutu
2. İslâm ve müslümanlarõn vizyonu.
1) Bkz., Asr, 103/1-3.
2) İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükrim, Lisânu’l-Arab, Beyrut, 1988, “k-f-r”
md., XII, 118.
3) Yurdagür, Metin, İslâm Düşüncesinde Fetret Kavramõ, İstanbul, 1996, s. 38, 39.
4) Bkz., el-Gazzâlî, Ebû Hamid, Faysalu’t-Tefrika beyne’l-İslâm ve’z-Zendeka, Tah. Süleyman Dünya,
Kahire, 1961, s. 206.
5) Krş., Akçay, Mustafa, Çağdaş Dünyada İnsan ve Dinî Sorumluluğu, İstanbul, 2002, s. 45, 46.
ÇAÚDAÞ DÜNYADA FETRET EHL‹ 35

1. Bilinçli bir tercih olarak “iman” ve “küfür”


İslâm inanç sisteminin zõt kutuplu bu iki kavramõyla ilgili yapõlan tanõlamalarda da
görüleceği üzere, her iki kavramda da bulunan ana unsur “tercih”tir. İman, lugat açõsõn-
dan tasdik6, yani haber verenin haberini özümsemek, kabul etmek ve o haberi verenin
sadõk olduğu inancõna varmaktõr7. Istõlahî tanõmlamalarda da aynõ husus geçerlidir. İma-
nõ oluşturan en temel öğe, kalbin fiilidir. Bu da peygamberi, Allah’tan getirdiği kesin ola-
rak bilinen hususlarda kalben tasdik etmektir8.
Tanõmlarda da ifade edildiği gibi, imanõn gerçekleşmesi için, iman edilmesi gereken
bir takõm hususlarõn varlõğõ, bunlarõn bir haber verici tarafõndan tebliğ edilmesi ve niha-
yetinde kişinin aktarõlan unsurlara yönelik tercihini kabul noktasõnda kullanmasõ ve on-
larõ kalben onaylamasõ esastõr. Tasdik, haber vericinin haber vermesinden öğrenilen şe-
ye kalbi bağlamak; doğru olduğunu, konuşana tercihli olarak nispet etmektir9. İmanla
alakalõ olarak düşünüldüğünde, peygamberin, varlõğõnõ haber verdiği şeyin var olduğu-
nu itiraf etmektir10. Dolayõsõyla iman, kesbîdir ve tercihseldir. İmanõn emredilmesi, kar-
şõlõğõnda mükafat verilmesi de tercihsel oluşu nedeniyledir11. Öyleyse iman, bilişsel,
duygusal ve iradî boyutlarõ içeren kompleks bir kavramdõr. Dini öğretilerin doğruluğu-
na inanmayõ gerektirdiği için bilişsel; sevgi, korku, güven ve teslimiyet gibi unsurlarõ
içermesi yönüyle duygusal; bir zorlamayla değil, ihtiyarî bir seçimle gerçekleşmesi ne-
deniyle de iradîdir12. İman edilecek hususlarõ dinleme ve anlama zorunluluğundan dola-
yõ biliş ve anlamanõn bir ön koşul olduğunu söylemek mümkündür13.
Yaşadõğõmõz çağda iman etmemiş(inkâr etmiş anlamõnda değil) toplumlarõ değerlen-
direcek olmamõz nedeniyle bizim için asõl ortaya konmasõ gereken küfrün mahiyetidir.
İmanõn mahiyetliyle ilgili zikredilenlerden yola çõkõlarak, karşõt kavramõ olan küfrün de
özünün ne olduğu ve nasõl bir eylem olduğu genel olarak anlaşõlmaktadõr. İmanõ oluştu-
ran tasdikin zõddõ, küfrü oluşturan inkâr ve tekzîbdir14. Böylece küfr, peygamberi, getir-

6) el-Mâturîdî, Ebû Mansûr, Kitâbu’t-Tevhîd, Nşr. Fethullah Huleyf, Dâru’l-Câmiati’l-Mõsriyyye, tsz.,


s. 380.; er-Râzî, Fahruddîn, el-Muhassal (Kelam’a Giriş), çev. Hüseyin Atay, Ankara, 2002, s.
268.; eş-Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm, Nihâyetü’l-İkdâm fî İlmi’l-Kelâm, Nşr.
Alfred Guõllaume, Kahire, tsz., s. 471.
7) et-Taftâzânî, Sa’duddin Mesûd b. Ömer b. Abdillah, Şerhu’l-Akâid (Kestelî hâşiyesiyle beraber),
İstanbul, tsz., s. 151, a. mlf., Şerhu’l-Mekâsõd, Tah., Abdurrahman Umeyra, Lübnan, 1998, V, 175.
8) en-Nesefî, Ebu’l-Muîn Meymûn b. Muhammed, Tabsõratu’l-Edille, I, Nşr. Hüseyin Atay-Şaban Ali
Düzgün, Ankara, 2003, II, 421; es-Sâbûnî, Nureddin Ahmed b. Mahmud b. Ebî Bekr, el-Bidâye fî
Usûli’d-Dîn, Nşr. Bekir Topaloğlu, Ankara, 1995, s. 87, 88; er-Râzî, el-Muhassal, s. 268.; et-Taftâ-
zânî, Şerhu’l-Mekâsõd,V, 176, 177; Aliyyu’l-Kâri, Şerhu’l-Fõkhi’l-Ekber, Beyrut, 1984, s. 125; İbn
Ebi’l-İ’z, Ali b. Ali b. Muhammed, Şerhu’t-Tahâviyye fî’l-Akîdeti’s-Selefiyye, İstanbul, tsz., s. 210.
9) et-Taftazânî, Şerhu’l-Mekâsõd, V, 184.
10) el-Gazzâlî, Faysalu’t-Tefrika, s. 175.
11) et-Taftazânî, Şerhu’l-Mekâsõd, V, 184, 186.
12) Uslu, Ferit, Felsefî Açõdan İmanõ Temellendirme, Ankara, 2004, s. 73, 80.
13) Yeşilyurt, Temel, “İman, Objektivite ve Yanlõşlanabilirlik”, Günümüz İnanç Problemleri Sempoz-
yumu, ss. 77-95, Erzurum, 7-9 Eylül 2001, s. 79.
14) el-Mâturîdî, s. 380.; en-Nesefî, II, 406, 410.; et-Taftazânî, Şerhu’l-Mekâsõd, V, 184.
36 / Sinan ÖGE EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹

miş olduğu herhangi bir hususta tasdîk etmemek, yalanlamak15, daha genel ifadesiyle,
iman edilmesi gereken hususlara imanõn olmamasõdõr16. Küfürdeki yalanlama durumu-
na “Hayõr, inkâr edenler bir yalanlama(tekzîb) içerisindedirler”17 âyeti de açõkça işaret
etmektedir. Öyleyse tasdîkin(iman) bilinçli bir tercih olmasõ gibi, tekzîb(küfr) de aynõ şe-
kilde bilinçli bir tercihtir. Bu yüzden kendisinde herhangi bir tercih eyleminin bulunma-
yõşõndan dolayõ marifet ve bilgi(ilm) iman sayõlmazken; iman edilecek hususlarõ bilme-
me(cehl) de küfr olarak telakki edilmez18. Tõpkõ imanda olduğu gibi, küfürde de bilişsel,
duygusal ve iradî vechelerin olduğunu söylemek gerekir.
İman ve küfr, insanõn, iradesini kabul ya da red noktasõnda kullanmasõ olduğuna gö-
re, her iki durumun gerçekleşmesi için iman edilmesi istenen hususlarõn muhataba bildi-
rilmesi ve muhatabõn tercih aşamasõna getirilmesi zorunludur. Her ne kadar marifet ve
bilgi imanõn kendisi değilse de, imanõ oluşturan tasdike sevk eden bir sebeptir19. Çünkü
tasdîk, bir iç söz(kelâm-õ nefsî) olduğundan dolayõ ancak bilgi(ilm) ile sâbit olur20.
İmanõn tarifi aktarõlõrken zikredilen “haber vericinin getirdiği şeyler”, “haber verici-
nin haber vermesinden öğrenilen şey”, “peygamberin, varlõğõnõ haber verdiği şey” ifade-
lerinden, imanõn aslî unsurlarõndan birinin bir haber vericinin ve haberin bulunmasõ ol-
duğunu anlamaktayõz. Hitap olmadan muhatap da olamayacağõna göre, hangi çağda
olursa olsun, inanõlmasõ istenen unsurlarõn kendisine haber verilmediği kişi ya da top-
lumlar fiilen muhatap olmamõş demektir. İnsanlarõn, ilahî istekleri öğrenebilmesi için ri-
sâletin şart ve azabõn da buna bağõmlõ olduğunu bilmekteyiz: “Biz, bir peygamber gön-
dermedikçe azap edici değiliz.”21 Allah’õn insanlara bildirilmesini istediği hakikatlerin
ulaştõrõlmamasõ, risâletin dolayõsõyla muhatap kõlmak için gerekli ön şartõn tahakkuk et-
memesi demektir: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yap-
mazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun.”22 Kur’ân’da,
cehennemliklerle Cehennem bekçileri arasõnda geçen şu diyalog ifade etmeye çalõştõğõ-
mõz gerçeği açõk bir şekilde doğrulamaktadõr: “Onlardan her bir grup Cehenneme atõl-
dõğõnda, Cehennem bekçileri onlara: “Size herhangi bir uyarõcõ gelmedi mi?” diye so-
rarlar. Onlar: “Evet, bize uyarõcõ geldi, bizse yalanladõk ve Allah hiçbir şey indirmedi,
siz sadece büyük bir sapõklõk içerisindesiniz dedik” derler.”23
15) Cürcânî, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, Şerhu’l-Mevâkõf, Beyrut, 1997, III, 546; el-Gazzâlî, Fay-
salu’t-Tefrika, s. 113.
16) Tarifin bu şekilde yapõlmasõ, tekzîb haricindeki küfür olasõlõklarõnõ kapsamak içindir. Bkz., et-Taf-
tazânî, Şerhu’l-Mekâsõd, V, 224.
17) Burûc, 85/19.
18) Cehli, bir nevi inkâr(cehd) olarak tefsir edip, böylece küfr olarak telakki edenler olsa da bu anlayõş
kabul görmemektedir. Bkz., et-Taftazânî, Şerhu’l-Mekâsõd, V, 184, 226; el-Mâturîdî, s. 380.
19) el-Mâturîdî, s. 380.
20) el-Cüveynî, İmamu’l-Harameyn Ebu’l-Me’âlî Abdulmelik, el-İrşâd ilâ Kavâtii’l-Edilleti fî Usûli’l-
İ’tikâd, Tah. Es’ad Temîm, Beyrut, 1996, s. 333.
21) İsrâ, 17/15.
22) Mâide, 5/67.
23) Mülk, 67/8,9.
ÇAÚDAÞ DÜNYADA FETRET EHL‹ 37

Kur’ân’õ Kerim’de küfrün, ilahî hakikatler, va’d ve tehditlerin bildiriminden sonraki


yalanlama ve reddiyeler için kullanõldõğõnõ açõkça görmekteyiz. Pek çok ayette inkâr fi-
ili nesnesiyle birlikte zikredilir. Bu da küfr hükmünün verilebilmesi için inkâr edilen
nesnenin bildiriminin bir ön gereklilik olduğunu göstermektedir. Yukarõda değinildiği
üzere küfür, salt bir inanmama değil, iman edilmesi teklif edilen hususlarõ inkâr etme,
kabul etmeme ya da yalanlamadõr. Bu durumdaki bir insana kök anlamõ “örtmek, gizle-
mek” olan24 “küfr”ün fâili olarak kâfir denmesi de, onun kendine verilen nimetleri ört-
mesi ya da Allah’õ bilme ve O’na inanma yollarõnõ kendine kapatmasõ sebebiyledir25.
Dolayõsõyla şayet ilahî çağrõ insanlara ulaşmamõş, yani bilişsel süreç gerçekleşmemişse
azabõn da olmayacağõ ve aksinin bir zulüm olduğu Kur’ân’da belirtilmiştir:
“(Allah şöyle diyecek:) “Hayõr, öyle değil! Âyetlerim sana geldi, sen onlarõ yalanla-
dõn, büyüklük tasladõn ve kâfirlerden oldun.”26
“Andolsun, Allah İsrailoğullarõndan sağlam söz almõştõ. Onlardan on iki temsilci -
başkan- seçmiştik. Allah şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazõ kõlar,
zekatõ verir ve elçilerime inanõr, onlarõ desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardõmda bu-
lunarak) Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andol-
sun sizi, içinden õrmaklar akan cennetlere koyarõm. Ama bundan sonra sizden kim inkâr
ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmõştõr.”27
“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçen-
leri egemen kõldõğõ gibi onlarõ da yeryüzünde mutlaka egemen kõlacağõna, onlar için
hoşnut ve razõ olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadõklarõ korkularõnõn ardõndan
kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağõna dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana
kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artõk bundan sonra kimler inkâr eder-
se, işte onlar fâsõklarõn ta kendileridir.”28
“İnkar edenler var ya, muhakkak onlara: “Allah’õn (size) gazabõ, sizin kendinize
olan gazabõnõzdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağõrõlõrdõnõz da inkâr ederdiniz” di-
ye seslenilir.”29
“Size Allah’õn âyetleri okunup dururken ve Allah’õn Resûlü de aranõzda iken dönüp
nasõl inkâr edersiniz?”30
“Bu(azab)nun sebebi şu idi: Peygamberleri onlara apaçõk mucizeler getiriyorlardõ
da onlar inkâr ediyorlardõ. Bu yüzden Allah da onlarõ yakalayõverdi.”31
24) İbn Manzûr, XII, 118.
25) Uslu, s. 278, 279.
26) Zümer, 39/59.
27) Mâide, 6/12.
28) Nûr, 24/55.
29) Mü’min, 40/10.
30) Al-i İmrân, 3/101.
31) Mü’min, 40/22.
38 / Sinan ÖGE EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹

“Fakat kendilerine Hak gelince, “Bu bir büyüdür, biz onu kesinlikle inkâr ediyoruz”
dediler.”32
“Andolsun, Mûsâ’yõ da, “Kavmini karanlõklardan aydõnlõğa çõkar ve onlara Allah’õn
(geçmiş milletleri cezalandõrdõğõ) günlerini hatõrlat” diye âyetlerimizle gönderdik... Siz-
den önceki Nûh, Âd, ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin -ki onlarõ Allah’tan
başkasõ bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de
onlar (öfkeden parmaklarõnõ õsõrmak için) ellerini ağõzlarõna götürüp, “Biz sizinle gön-
derileni inkâr ediyoruz. Bizi çağõrdõğõnõz şeyden de derin bir şüphe içindeyiz” dedi-
ler.”33
“(O gün Allah şöyle diyecektir:) “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetleri-
mi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağõ hakkõnda sizi uyaran peygamberler gelme-
di mi?” Onlar şöyle diyecekler: “Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatõ
onlarõ aldattõ ve kâfir olduklarõna dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
Bu (peygamberlerin gönderilmesi), Allah’õn, halklarõ habersizken ülkeleri haksõz ye-
re helâk etmeyeceği içindir.”34
Buna göre, inanõlmasõ istenen hususlara yönelik tercih durumuna gelmemiş dolayõ-
sõyla iradesini kabul ya da red noktasõnda kullanmamõş olan insanlar, irade tahsisine gö-
re verilen “mümin” ya da “kâfir” isimlendirmelerinin alanõna girmezler. Öyleyse yaşa-
yan tüm insanlõğõ inancõn iki odak kavramõ olan iman(mü’min) ve küfr (kâfir) kelimele-
rine sõğdõrmak gerçeği yansõtmaz. Bu kavramlar tebliğe fiilen muhatap olan kişiler için
kullanõlabilir. Bu durumu basit bir örnekle ifade edebiliriz: Bir okulun A ve B olmak üze-
re iki sõnõfõnõn mevcut olduğunu kabul edelim. Okulun öğrencileri kendi tercihlerine gö-
re bu iki sõnõftan birine tahsis edilmektedir. Böylece A ve B sõnõflarõna ait olmak, okula
kayõt olma ön şartõna ve öğrencilerin tercihine göre gerçekleşmiş olacaktõr. O okula ka-
yõt olmayan pek çok öğrenci, A ve B sõnõfõna ait olmak gibi bir özelliğin tabii olarak mu-
hatabõ olmamõş, dolayõsõyla o kategoriye dahil edilmemiş olacaktõr. Okul çağõna gelmiş
diğer çocuklar, o okul ve sõnõflarõ için potansiyel birer muhatap olmakla birlikte, fiilen
bir muhataplõktan bahsedilemez. Aynõ şekilde İslâm inanç sisteminin potansiyel muhata-
bõ olan tüm insanlõk, bu hitaba fiilen muhatap olmadan, fiilî muhataplõğõn kavramlarõ
olan iman (mümin) ve küfr (kâfir)ün sõnõflandõrmasõna da girmemiş olur.
Dinî sorumluluk için davet ve tebliğin şart olduğu anlaşõldõktan sonra, konunun çö-
zümlenmesi için irdelenmesi gereken ikinci husus, yaşadõğõmõz çağda İslâm coğrafyasõ
dõşõnda bulunan insanlarõn durumudur. İletişim şartlarõnõn oldukça geliştiği bir süreçte
habersizlikten bahsedilebilir mi? Dünya kamuoyunda Müslümanlarõn sahip olduğu veya
gösterildiği şekliyle oluşan İslâm imajõ dini sorumluluğu gerektirecek bir davet sayõlabi-
lir mi? Bu sorulara verilecek cevap Müslüman coğrafyasõ dõşõndaki insanlarõn durumu-
nu belirleyen kriter olacaktõr.
32) Zuhruf, 43/30.
33) İbrâhîm, 14/5, 9.
34) En’am, 6/130, 131.
ÇAÚDAÞ DÜNYADA FETRET EHL‹ 39

Gazzâlî Faysalu’t-Tefrikasõ’nda, kendi zamanõnda yaşayan ve kendilerine davetin


ulaşmadõğõ Türk ve Rum bölgelerindeki Hõristiyanlarõn da ilahî rahmetin kapsamõ altõna
gireceğine inandõğõnõ belirtmektedir. Bu coğrafyalardaki insanlarõ üç sõnõfa ayõrmaktadõr:
1. Hz. Muhammed’in isminin kendilerine asla ulaşmadõğõ insanlar. Bunlar mazurdur-
lar.
2. İslâm beldelerine komşu olan ve onlara karõşan kişiler. Bunlar peygamberin ismi-
ni, özelliklerini ve göstermiş olduğu mucizeleri öğrendikleri için inkâr etmeleri duru-
munda kâfirdirler.
3. İlk iki derece arasõnda bulunanlar. Bunlara peygamberin ismi ulaşmakla birlikte
onun özelliklerini öğrenememişlerdir. Hatta tõpkõ Müslüman çocuklarõn, İbn Mukaffa
adõnda bir yalancõnõn kendini Allah’õn gönderdiği ve nübüvvet iddiasõnda bulunduğunu
işittikleri gibi, söz konusu kesimler de çocukluklarõndan beri, ismi Muhammed olan ve
peygamberlik iddiasõnda bulunan bir yalancõnõn ortaya çõktõğõna dair haberleri işitmişler-
dir.
Gazzâlî bu son sõnõfõ birinci maddedekiler gibi düşünür. Çünkü onlar Peygamberin
ismini duymuş olsalar bile onun gerçek özelliklerinin aksini de duymuşlardõr. Bu durum
ise, insan zihninin araştõrma güdüsünü harekete geçirmez35.
Yaşadõğõmõz çağdaki çoğu insanõn, Gazzâlî’nin üçüncü maddede nitelediği sõnõfa gi-
receğini söylemek mümkündür. Gazzâlî’nin meseleye bakõş açõsõ ilahî rahmetin tecelli-
sini yansõtma bakõmõndan son derece önemlidir. Bu bakõş açõsõ bizim de meseleyi değer-
lendirmedeki temel paradigmamõzõ oluşturmaktadõr.
2. Müslüman/İslâm İmajõ
Herhangi bir İslâmî tebliğe muhatap olmamõş ya da bir takõm yönlendirmeler sonu-
cu dinler ve hususen İslâm hakkõnda bir araştõrma yapmamõş kişilerin İslâm hakkõndaki
bilgisi, kendi kültürel çevresinde almõş olduğu subjektif bilgi ve de kamuoyunda olu-
şan/oluşturulan Müslüman/İslâm imajõndan ibarettir. İnsan zihninde başka bir kültüre
mensup olan kişilerle tanõştõğõnda, onlardan edindiği izlenimi o kültüre genelleme gibi
bir basmakalõplõk olabilmektedir36. Dolayõsõyla müslüman fertlerin oluşturduğu ya da
onlar hakkõnda oluşturulan imaj, İslâmî kültür hakkõnda genellenmektedir. Bu nedenle
söz konusu subjektif bilginin mahiyeti ve imaj unsuru, ele aldõğõmõz kesimlerin dini so-
rumluluğunu belirlemede ihmal edilmemesi gereken bir belirleyicilik taşõmaktadõr.
Dünya üzerinde önemli bir coğrafyaya sahip olan Hõristiyanlarõn İslâm toplumuyla
ilişkisi sürekli var olagelmiştir. Bu ilişkilerde teolojik mücadelelerin yanõnda siyasi ça-
tõşmalarõn belirleyici bir yoğunluğu olmuştur37. İktidar çatõşmasõ, inanç ve fikir boyutu-
na da sõçramõş olduğundan, dinlerin birbirini tanõmlamasõnda kendi inançlarõndan kay-
35) Gazzâlî, Faysalu’t-Tefrika, s. 206.
36) Köylü, Mustafa, “Dinî İletişimde Hedef Kitle Sorunu”, Değerler Eğitimi Dergisi, I/1, ss. 111-138,
Yõl: 2003, s. 129.
37) Düzgün, Şaban Ali, “Bir Şiddetin Anatomisi: Latin Batõ’nõn Haçlõ Terörü”, Dinî Araştõrmalar, Cilt:
7, Sayõ: 20, 2004, (Din ve Terör Özel Sayõsõ), ss. 73-92, s. 85.
40 / Sinan ÖGE EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹

naklanan bakõş açõsõnõn yanõnda, söz konusu çatõşmalarõn yönlendirmeleri de etkili ol-
muştur. Genel anlamda her din mensubu kendi dininin hak oluşu ve mutlak kurtarõcõlõ-
ğõna inanõr. İslâm coğrafyasõ içerisinde yetişmiş bir insanõn diğer dinleri batõl görmesi gi-
bi, örneğin Hõristiyan kültürü içerisinde yetişmiş bir fert de Hõristiyanlõğõ diğer dinlere
göre gerçeğe daha yakõn olarak kabul edecektir38. Aynõ şekilde bir Yahudi ya da Hindu
açõsõndan tek doğru din, kendi dinidir39.
Hõristiyan din adamlarõ ve özellikle kilise babalarõnõn öğretilerine göre, Hõristiyanlõk
semavi dinlerin sonuncusudur ve ondan sonra hiçbir din gelmeyecektir. İsa’nõn çarmõh-
ta insanlar için ölmesiyle Allah, bütün insanlõkla uzlaşmõş bulunmaktadõr. Dolayõsõyla ar-
tõk yeni bir dine gerek kalmamõştõr. İsa ile din zirveye ulaştõğõndan, daha sonra ortaya çõ-
kan tüm dinler batõldõr40. Hõristiyanlõktan başka herhangi bir dini geçerli saymayan kili-
se, Kartaca piskoposu Aziz Kipriyanus(M.S. 250-258)’un formule ettiği “Kilise dõşõnda
kurtuluş yoktur” öğretisiyle, diğer inançlõlarõn ebedî olarak cehennemle cezalandõrõla-
caklarõ inancõnõ benimsemişlerdir41. Her ne kadar II. Vatikan Konsili42’nden sonra diğer
inançlara karşõ kapsayõcõ teolojiler gelişmişse de bu teorilerde aslolan kurtuluş yine Hõ-
ristiyanlõk eksenlidir. Müslümanlarõn kurtuluşunda ise esas alõnan İslam dini değildir.
Onlar, kapsayõcõ anlayõşla Hõristiyan inancõna çağrõlarak kurtarõlmasõ gereken halklar
arasõna alõnmõş olmaktadõr43.
Gerek inançlarõnõn bu şekilde yönlendirmesi gerekse tarih boyunca vuku bulan çatõş-
malarõn etkisiyle, ortaçağ Hõristiyanlõğõ, İslâm’õ Şeytan’õn dini, Hz. Muhammed’i de
Şeytan’õn elçisi olarak görmüşlerdir44. Başta İslâm olmak üzere Hõristiyanlõk dõşõ tüm
dinler, “şeytani güçlerin ürünü” veya “Tanrõ’nõn orijinal dininden zamanla dejenerasyon-
la kopmuş” olarak kabul edilir45. Bu algõlayõşta, “büyük düşman” olarak görülen müslü-
manlarõn peygamberi Muhammed, karanlõklar prensi şeytan Mahound’a dönüştürülmüş-
tür46. Hakkõnda yapõlan tasvirler O’nu, “eflatun giyinen, dudaklarõ boyalõ, kokulu şey-
lerden ve çiftleşmekten hoşlanan, ele başõ bir tecavüzcü”47, ikiyüzlü, sahtekar, insanla-
rõn saflõğõnõ sömüren, saldõrganlõk ve ahlak dõşõlõk örnekleri sergileyen biri48 olarak gös-
38) Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi, çev. Mehmet S. Aydõn, Ankara, 1982, s. 157.
39) Bkz., Adam, Baki, Yahudilik ve Hõristiyanlõk Açõsõndan Diğer Dinler, İstanbul, 2002, s. 9, 10, 53;
Aydõn, Fuat, Yahudilik, İstanbul, 2004, s. 162.
40) Akdemir, Salih, “Müsteşriklerin Kur’ân’õ Kerîm ve Hz. Muhammed (SAV)’e Yaklaşõmlarõ”, AÜ-
İFD, 1989, cilt:31, ss: 179-210, s. 186.
41) Adam, s. 12, 78.
42) Bkz., Aydõn, Mehmet, Hristiyan Genel Konsilleri ve II. Vatikan Konsili, Konya, 1991, s. 56-62, 84.
43) Adam, s. 158.
44) Akdemir, s. 186.
45) Gökkõr, Bilal, “Başlangõçtan Günümüze Oryantalist Batõ İslâm Araştõrmalarõnda Hõristiyan Polemi-
ği”, Batõ’da İslâm Çalõşmalarõ Sempozyumu, 11-12 Mayõs 2002-Adapazarõ, ss. 391-397, Ankara,
2003, s. 391.
46) Watt, Montgomery, Günümüzde İslam ve Hõristiyanlõk, çev. Turan Koç, İstanbul, 1991, s. 21; Düz-
gün, s. 85; Adam, s. 149.
47) Kabbani, Rana, Avrupa’nõn Doğu İmajõ, çev. Serpil Tuncer, İstanbul, 1993, s. 24.
48) Cuayyõt, Hişam, Avrupa ve İslâm, çev. Kemal Kahraman, İstanbul, 1995, s. 22.
ÇAÚDAÞ DÜNYADA FETRET EHL‹ 41

termekteydi. Latin Katolik Kilisesi’nin ön yargõlõ, kasõtlõ niteleme ve yönlendirmeleri


asõrlar boyunca süregelmiş ve günümüzdeki ders kitaplarõnda yer almaya devam etmiş-
tir49. Neticede Hõristiyanlar Hz Muhammed ve O’nun dininden nefret edecek şekilde ye-
tiştirilmişlerdir50.
İslâm hakkõndaki bilgi çerçevesinin oluşumunda belirleyici faktör olarak Doğu’ya
yönelik ticari seyahatler yapan gezginlerin ve genel anlamda Oryantalistlerin rolü de bü-
yüktür. Doğu toplumlarõnõ durağan ve gelişme özelliğinden yoksun olduklarõ için geri
kalmõş/kalacak, ilkel ve vahşi bir kesit olarak ele alõş teorilerinin51 gereği olarak, onla-
rõn İslâm’õ araştõrmalarõnõn temel sâiki, İslâm’õn ruhî ve kültürel değerlerini inkâr ve on-
larõ küçük düşürmektir. Diğer medeniyetlere göstermiş olduklarõ iyi niyeti İslâm’a karşõ
göstermeyerek, tam ve kolay anlaşõlabilir İsa ve Buda’nõn aksine, İslâm peygamberinin
karõşõk ve muğlak olduğunu ifade etmektedirler52.
Diğer toplumlarõn İslâm’õ algõlayõş ve nitelemelerinde, İslâm’la özdeşleştirdikleri
milletler hakkõndaki nitelemeleri imaj oluşturma açõsõndan son derece önemlidir. İslâ-
m’õn ilk olarak ortaya çõktõğõ ve geliştiği Arap toplumuyla, daha sonra bu dinin en etkin
temsilcileri olan Türkler hakkõnda oluşturulan imajlar aynõ zamanda İslâm hakkõndaki
bakõş açõlarõnõ da yansõtmaktadõr. Örneğin, İslâm’õ Araplaştõrarak anlayan/anlatan Ame-
rikalõlar, yüzleri aşan sayõda yapmõş olduklarõ filmlerde, Araplarõ dolayõsõyla Müslüman-
larõ, çölde yaşayan, develere binen, birbirleri ile savaşan, esir pazarlarõnda kadõn alõp sa-
tan karakterler olarak gösterirler. Son yõllarda bu imaja, ölüm saçan terörist, göbekli,
yağlõ, çengel burunlu, aptal görünüşlü, kaypak, sekso manyak, zengin ve ahlaksõz tiple-
meleri de eklenerek53, bõrakõn örnek alõnmayõ, uzak durulmasõ gereken ve kötü örnek
olarak gösterilebilecek bir müslüman portresi çizilmiştir. İran Devrimi ve sonrasõndaki
bir takõm rehine krizleri, Saddam Hüseyn’in Kuveyt’i işgali sonrasõ gelişmeler, Ameri-
ka’daki bazõ kentlerinde vuku bulan terör eylemleri ve özellikle 1993’de New York’da-
ki Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanmasõndan Müslümanlarõn sorumlu tutulmasõ bu
ülkedeki insanlarõn, Müslümanlara bakõşõnõ iyice olumsuzlaştõrmõştõr. Ortaçağ Müslü-
man tasavvurunun tasvirinde kullanõldõğõ gibi, yaşanan bu olaylarõn psikolojik desteğiy-
le yine pek çok filmde müslümanlar terörist ve insanlõk düşmanõ olarak gösterilmiştir54.
Benzer şekilde çizilen Türk(müslüman) portresi ise, dünyaya halihazõrda dehşet saçan,
terörize eden, zarar veren, şehvete yenik düşmüş, kilisenin vaaz ettiği cinsel edepten
yoksun, zevk düşkünü, kendini dizginlemekten aciz, zalim ve sinsi insan şeklindedir55.
49) Düzgün, s. 85, 86.
50) Deedat, Ahmed, Kitâb-õ Mukaddes Allah Sözü müdür, İstanbul, 1998, s. 92.
51) Şentürk, Recep, “Oryantalizm ve Sosyal Teori”, Batõ’da İslâm Çalõşmalarõ Sempozyumu, 11-12
Mayõs 2002-Adapazarõ, ss. 43-52, Ankara, 2003, s. 45, 49.
52) Schuon, Frithjof, Comprenr de L’İslâm (Gallimord İmprime en France 1961), s. 117. (Cerrahoğlu,
İsmail, “Oryantalizm ve Batõda Kur’an ve Kur’an İlimleri Üzerine Araştõrmalar”, AÜİFD, c. 31,
Ankara, 1989(40. yõl özel sayõsõ), s. 113, 114’den naklen.)
53) Keskin, Abdulbaki, “Amerika’da Müslüman İmajõ”, Müslüman İmajõ (Kutlu Doğum Haftasõ:1995),
Ankara, 1996, ss. 31-48, 33, 34.
54) Keneş, Bülent, Batõ Medyasõnda İslâm İmajõ, İstanbul, 1998, s. 136, 139, 140.
55) Vergin Nur, “Avrupa ve İslâm ya da Avrupa’da İslâm”, Müslüman İmajõ(Kutlu Doğum Hafta-
sõ:1995), Ankara, 1996, ss. 11-19, s. 13.
42 / Sinan ÖGE EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹

18. asra ait olan ve Avrupa’nõn çeşitli milletlerini tasvir eden bir Avusturya halk resmin-
de bir Türk, kurnaz ve şeytani zihinli, dini ise şeytanî olarak tarif edilir56. Pek çok ör-
nekleri görülen portrelerde müslümanlar, canavar bir õrk görüntüsünde; çirkin, kara ve
köpek kafalõdõrlar57. Amerika Birleşik Devletleri’nin Princton Üniversitesinde yaklaşõk
yirmişer yõl arayla yapõlan anketlerde ortak bir sonuç olarak çõkan Türk imajõnda yine
zalim, saldõrgan, tembel ve dindar nitelemeleri yer alõr58.
Ortaçağ boyunca, eli kanlõ ve kõlõçlõ olarak tasavvur edilen müslüman erkeğin kadõ-
nõ ise hareme sõkõşmõş, vücudunu gösteren tül giysiler içerisinde gününü sõkõntõ içerisin-
de geçiren ve erkeğinin şehvetini tatminden başka bir fonksiyonu olmayan bir zavallõ
olarak görülmüştür59. Onlara göre hayvanlar gibi muamele gören milyonlarca müslüman
kadõn, Güney Afrika’da õrk ayõrõmõnõn olduğu dönemlerdeki zencilerden daha az özgür-
dür ve esarete daha yakõndõr60. Şehvet unsuru olmakla birlikte, aynõ zamanda dünyanõn
en fettan kadõnõ, mağrur, kibirli, kalleş, zalim ve iffetsizdir61. Şehvet tutsağõ olarak gös-
terilen Müslümanlarõn ahiret inançlarõnõn da aynõ doğrultuda olduğu ifade edilmiştir. Hõ-
ristiyanlara göre cennet, saf, temiz ve manevi bir haz iken; müslümanlara göre, bayağõ
ve kaba ruhlarõnõn bir yansõmasõ olarak bedensel zevklerin diyarõdõr62. Ortaçağdan nak-
ledilerek devam ettirilen bu perspektif, okul kitaplarõnda da okutularak63 yeni yetişen
nesiller aynõ imajla donatõlmõştõr. Çocukluğundan beri bu şekilde dinî telkin alan birey-
lerin, aldõklarõ eğitimin tesirinden kolay kolay kurtulamayacağõ unutulmamalõdõr.
Bu imajlarõn ilkel duygulara hizmet eden bir inanç olarak gördükleri64 İslâm dinine
nasõl yansõtõldõğõnõ ise, Renan’õn şu ifadeleri gayet açõk bir şekilde ortaya koymaktadõr:
“Herkes, Müslüman ülkelerin halihazõrda içinde bulunduğu aşağõlõk durumundan haber-
dardõr. İslâm tarafõndan yönetilen devletlerin inhitata geçişinden, eğitimini ve kültürünü
bu dinden alan õrklarõn entelektüel nakiseliğinden haberdardõr. Doğu’ya ya da Afrika’ya
giden herkes, müslümanõn ne kadar dar kafalõ olduğunu, kafasõnõn adeta demir bir cen-
dere içinde olduğunu ve bütün bunlarõn onu ne denli bilime kapalõ, yeni bir şey öğren-
mekten aciz, yeni fikirlere duyarlõlõktan yoksun bir hale soktuğunu bilir. On ya da on iki
yaşõna doğru, o saate kadar zeki olan Müslüman çocuk, dinî eğitimden geçtikten sonra
birden bire fanatikleşir, hakikat olduğunu zannettiği bir şeye sahip olmanõn verdiği bu-
dalaca kibrine kapõlõr ve aslõnda onun aşağõlõk olmasõnõ sağlayan bir imtiyazdan mutlu-
luk duyar.”65 Bu bakõş açõsõyla İslâm, “çöl fanatizminin, tiksindirici bir cinselliğin, hu-
56) Ortaylõ, İlber, “Slav Dünyasõnda İslâm ve Müslüman İmajõ”, Müslüman İmajõ(Kutlu Doğum Haf-
tasõ:1995), Ankara, 1996, ss. 21-29, s. 25.
57) Kabbani, s. 23.
58) Sitembölükbaşõ, Şaban, (Müzakere metni), Müslüman İmajõ, s. 102.
59) Baloğlu, A. Bülent, (Müzakere metni), Müslüman İmajõ, s. 93.
60) Keneş, s. 79, 80.
61) Kabbani, s. 38.
62) Kabbani, s. 26.
63) Güngör Veyis, (Müzakere metni), Müslüman İmajõ, s. 69.
64) Kabbani, s. 122.
65) Vergin, s. 16.
ÇAÚDAÞ DÜNYADA FETRET EHL‹ 43

rafelerin ve kaderciliğin berbat bir karõşõmõdõr. Müntesiplerini insanlõğõn daha yüksek


sosyal biçimlerine yönelik faaliyetlerine katõlmaktan alõkoyar.”66 Kur’ân’da yer alan,
müslüman olmayanlara yönelik ilahi tehdit ve azab ifadeleri birer “terör unsuru” olarak
yorumlanmakta, böylece müslüman zihniyetinde varsayõlan terörizm direkt olarak
Kur’ân’la bağdaştõrõlmaktadõr. Neticede İslâm, “Şayet doğruysa, akõllõ bir insanõ çõldõr-
tabilecek olan, büyük ve korkunç ilahi sistemlerdendir”67
Yaşadõğõmõz süreçte de İslâm ve Müslüman imajõ değişmiş ya da değiştirilebilmiş de-
ğildir. Batõ toplumlarõ, tarihten aldõklarõ imaj mirasõnõ devam ettirmekte, hatta bu imaj-
larõna yenilerini eklemektedirler. 19. yüzyõlda bu imajõn pekiştirilme amaçlarõnõn önem-
li bir tanesi, emperyal hedeflerdir. Doğu insanõ ilkel, tembel, seks düşkünü, vahşi, fana-
tik bir şekilde dindar, saldõrgan ve kendini idare etmekten aciz olarak sunulduğunda, üs-
tün(!) Batõlõ’nõn bu ülkelere hakimiyet kurmasõnõn haklõ gerekçesi de “medeniyet proje-
si” sloganõyla hazõrlanmõş olacaktõ68. Müslümanlar hakkõnda yaygõn olarak kullanõlan ve
belki de güncel anlamda en önde gelen imaj, fundamentalizm, köktencilik, fanatizm ve
terördür. Avrupa’nõn İslâm’a adeta isim olarak verdiği nitelik fundamentalizmdir. İslâm-
la birlikte çağrõştõrõlan bu kavram, sosyo-politik bir dehşet programõ ve eylem planõ ola-
rak algõlanmaktadõr. Bu algõlayõş pek çok akademik faaliyetle ve medya gücüyle destek-
lenmektedir69. İslâmõn fundamentalizm ve şiddetle paralel anlamda kullanõldõğõ İngiliz
medyasõnda, İslâm hakkõnda olumlu sayõlabilecek istisnai yazõlara tahammül bile göste-
rilmemektedir70. Medyanõn modern toplumlarõn adeta sinir sistemini oluşturmasõ ve de-
ğişik boyutlarda da olsa her ferdin duygu ve düşüncelerini etkileme ve yönlendirmede
son derece etkin olmasõ71, İslâmõn modern dünyada algõlanõşõnõn mahiyetine yönelik
önemli ipuçlarõ vermektedir. Bunun bir yansõmasõnõ The New York Times’õn 7 Mayõs
1991 tarihli nüshasõndaki bir haberinde bulabiliriz. Riverdale’de Yahudi bir öğretmenin
Hõristiyan ve Yahudilerden oluşan öğrencilerine, İslâm denince akõllarõna ilk gelenin ne
olduğu sorusuna aldõğõ cevaplar hemen hemen aynõdõr: Bir öğrenci “İlk önce savaş ve
şiddet, ardõndan da kara çarşaflõ ve kocalarõnõn 10 fit arkasõndan yürüyen kadõnlar” der-
ken, çoğunluğun cevabõnda şu ifadeler yer alõr: Savaş çõğõrtkanlarõ, dinî fanatikler, hoş-
görüsüzlük, militaristlik, geri kafalõlõk ve cahillik72.
Bülent Keneş’in The New York Times ve The Times gazetelerinin 1990-1995 tarih-
leri arasõnda İslâm ve Müslümanlar hakkõndaki haberlerine yönelik yaptõğõ araştõrmala-
rõn sonucu, medyanõn oluşturduğu imajõ yansõtan önemli örneklerdendir. İlgili haberler-
66) Uyanõk, Mevlüt, “Medya ve Müslüman İmajõ”, Müslüman İmajõ (Kutlu Doğum Haftasõ:1995), An-
kara, 1996, ss.287-295, s. 290.
67) Flew, Antony, “The Terrors of Islam”, Challenges to The Enlightment, Ed. By Paul Kurtz, Promet-
heus Boks, NY, 1994, s. 279.
68) Kabbani, s. 15, 76; Cuayyõt, s. 28.
69) Vergin, s. 18, 19.
70) Keneş, s. 109, 110.
71) Uyanõk, s. 287.
72) Keneş, s. 135, 136.
44 / Sinan ÖGE EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹

de göze çarpan en önemli unsurun İslâm ile “terör”ün sürekli birlikte işlendiğidir. Yine
İslâm ve İslâm ülkeleri ile ilgili haberlerin çoğunluğu, şiddet çağrõşõmõ yapan ya da deh-
şet ve şiddete göndermeler yaparak normal bir insanda nefret uyandõracak bir tarzda olan
olaylardan ibarettir73. “Din” ve “terör” arasõndaki ilişkiye yönelik yapõlan bir literatür
çalõşmasõnda ortaya çõkan listede “İslâm”õn ya da İslâm dünyasõyla alakalõ yer ve kişi
isimlerinin yer alõş sõklõğõ74 da fiilî bir göstergedir.
Batõ ve Doğu’da insanlar dinî ya da en azõndan manevî arayõşlar içerisindedir. Bu
arayõşlar sonucunda ulaşõlabilecek en önemli merkezlerden birisi de İslâmdõr. Toplumla-
rõn İslâm’a olabilecek yönelişlerinin önünü kesmek maksadõyla kullanõlan en etkili yön-
temlerden biri belki de ilk sõrada geleni, yukarõda örneklerini aktardõğõmõz unsurlarõn
kullanõlarak İslâm imajõnõn genel olarak kötülenmesidir. Bunun sağlanmasõ için tüm
dünyayõ tehdit eden “terör” olgusu yoğun bir şekilde işlenmiş, müslüman fert ve kavram-
lar(cihad gibi) bu doğrultuda kullanõlmõş ve neticede “İslâmcõ terör”, “İslâm terörizmi”
gibi klişeler insanlarõn zihni yapõsõnda önemli bir yer işgal etmiştir75. Amerika’da 9
Ocak 2003 tarihinde yürürlüğe giren bir yasada tedbir ve mücadele kapsamõnda belirle-
nen 447 terörist grubun 354 tanesinin(%80) müslümanlardan oluşmasõ76 tesadüfi değil-
dir. Müslümanlarõn çoğunluğunu terörist olarak görmeyenler bile, “ama günümüz terö-
ristlerinin çoğunluğu müslümandõr” yargõsõndadõr77. Neticede oluşturulan bu imajla an-
ti-İslamcõ bir atmosfer oluşturulmuş, böylece İslam’a olan yönelme engellenmeye çalõ-
şõlmõş ve Hõristiyanlarõn dinlerinden cayma olasõlõğõna karşõ zihinlerini koruyabilmeleri
temin edilmiştir. Watt, bu durumun İslâm medeniyetinin Batõ’ya göre üst düzeyde oldu-
ğu dönemde de aynõ olduğunu ifade eder. Aşağõlõk kompleksine giren Hõristiyan bilgin-
ler, çarpõtõlmõş bir İslam imajõ oluşturarak Hõristiyanlõğõn İslam’dan üstün bir din oldu-
ğunu göstermeye çabalamõşlardõr. Bu çarpõtõlmõş imajõn bugün de Batõyõ etkilediğini ifa-
de eden Watt, sözkonusu imajõn ana unsurlarõ olarak şunlarõ saymaktadõr:
1. İslâmî akîde, bünyesinde çok sayõda asõlsõz iddia barõndõrmaktadõr.
2. İslâm kõlõçla yayõlmõş bir şiddet dinidir.
3. İslâm özellikle cinsel konularda bir kendine düşkünlük belirtir.
4. Muhammed ahlâkî zayõflõklarõ yanõnda, bir sahte din kurucusudur; ya şeytanõn bir
temsilcisi ya da âletidir78.
73) Keneş, s. 72.
74) Bkz., Çapcõoğlu, İhsan, “Terör Tipolojileri Üzerine Bir Literatür Taramasõ”, Dinî Araştõrmalar,
Cilt: 7, Sayõ: 20, 2004, (Din ve Terör Özel Sayõsõ), ss. 387-414, s. 398-402.
75) Tosun, Cemal, “Küreselleşme, Din ve (İslamcõ!) Terör”, Dinî Araştõrmalar, Cilt: 7, Sayõ: 20, 2004,
(Din ve Terör Özel Sayõsõ), ss. 13-18, s. 17.
76) Banroff, Greg, “Risk Bölgeleri: Batõnõn Terör Üzerine Görüşleri ve İslâm’õn Yeri”, çev. Şahin Gür-
soy-Hakkõ Karaşahin, Dinî Araştõrmalar, Cilt: 7, Sayõ: 20, 2004, (Din ve Terör Özel Sayõsõ), ss.
377-386, s. 384.
77) Lewis, Bernard, İslam’õn Krizi, çev. Abdullah, Yõlmaz, İstanbul, 2003, s. 119.
78) Watt, Günümüzde İslâm ve Hõristiyanlõk, s. 21.
ÇAÚDAÞ DÜNYADA FETRET EHL‹ 45

Artõk, Naipaul’õn ifadesiyle “Batõ’nõn toplumsal yaşamõna herhangi bir şekilde İslâm
kapsamõnda bir alternatif aramak bir sapmadõr ve üstünlük, beceri kazanma girişiminden
rezilce bir düşüştür.”79 Fundemantalizm ve terörizm göstergeli eleştiriler altõnda İslâm’õ
da usta bir şekilde tehdit unsuru olarak gösteren Bernard Lewis’in şu ifadeleri de İs-
lâm’õn varlõğõnõn onlar için ne anlama geldiğini gayet açõk bir şekilde göstermektedir:
“...Eğer fundamentalistlerin hesabõ doğru çõkar ve savaşlarõnõ kazanõrlarsa, dünyayõ,
özellikle de İslam’õ benimseyen parçalarõnõ80 karanlõk bir gelecek bekliyor demek-
tir.”81
İslâm ve müslümanlar hakkõnda kasõtlõ olarak oluşturulagelen bu imajda tamamen
karşõ tarafõ suçlamak isabetli olmaz. Oluşan/oluşturulan bu imajda bizzat müslüman fert
ve toplumlarõn payõ görmezlikten gelinemez. Yaşadõğõmõz çağda müslümanlar, geri kal-
mõş ya da en iyi ihtimalle gelişmekte olan toplumlar kategorisindedir. Bireysel gelişim
düzeyi, ekonomik seviye, ahlaki yapõ, bilimsel ve teknolojik kalkõnma gibi hayatõn pek
çok alanõnda geri kalmõşlõğõn kõskacõ içerisindedir. 1999 yõlõ itibariyle bütün Arap ülke-
lerinin gayrõ safi milli hasõlasõ(531,2 milyar dolar), sadece İspanya’nõnkinden(595,5 mil-
yar dolar) daha düşüktür. Dünya Bankasõ verilerine göre, 2000 yõlõnda Müslüman ülke-
lerin ortalama yõllõk geliri dünya ortalamasõnõn sadece yarõsõ seviyesindedir. Kitap satõşõ
ve okuma oranlarõnda Müslüman ülkeler, listelere giremeyecek kadar düşük düzeyde-
dir82.
Dünya ve âhiret saadetini va’deden, evrensellik ve nihaîlik iddiasõnda bulunan bir di-
nin müntesiplerinin maddî ve manevî bir çöküntüde oluşu, tabii olarak o dinin de sorgu-
lanmasõna sebep olacaktõr. Bu durumun İslâm’dan kaynaklanmadõğõnõ hatta tam aksine
hayata İslâmî bakõşõn olmayõşõndan neş’et ettiğini söylemek mümkündür. Ancak bu söy-
lem İslâmõn gerçekliğini bilen, yaşayan müslümanla yaşanmayan İslâm’õ eşleştirmeyen-
lere aittir. Tarihsel bir önyargõya sahip diğer insanlarõn, bu durumu İslâm’õn aleyhine kul-
landõğõ ve kullanacağõ açõktõr. Nitekim, Batõ medeniyetinin temelinde İslam’õn olduğu
iddialarõna cevap verirken Bağõmsõz Protestan Kiliseler Birliği Basõn Sözcüsü İsa Kara-
taş’õn yönelttiği şu sorular bunun en somut örneğidir: “İslâm medeniyetinin etkileri Av-
rupa’da aydõnlanma çağõnõ sağlõyor da, İslâm aleminin aydõnlanmasõnõ neden sağlamõ-
yor?... İncil okuyan Batõlõlar aya giderken, Kuran okuyan Müslümanlar neden hala ya-
ya? Batõlõlar Kuran sayesinde ilerledilerse, acaba kafalarõ Müslümanlarõnkinden daha
çok mu çalõşõyor da, Kuran’õ onlardan iyi anlõyor ve kullanabiliyorlar? Ve son bir soru,
bütün bilimsel gelişmelerin, İncil’in Batõ dillerine çevrilmesinden sonra gerçekleştiril-
mesi acaba sadece bir rastlantõ mõ?”83 İslâm ve Müslüman imajõyla ilgili tarihten aldõğõ
sübjektif bilgiyi bugüne taşõyan, müslüman toplumlarõn durumu ve 11 Eylül 2001’de ya-
79) Kabbani, s. 24, 159.
80) Vurgu bize ait.
81) Lewis, s. 139.
82) Lewis, s. 103, 104.
83) Karataş, İsa, Gerçekleri Saptõranlar, İstanbul, 1997, s. 194.
46 / Sinan ÖGE EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹

şanan İkiz Kuleler’e saldõrõ olayõ gibi söz konusu birikimle örtüşen/örtüştürülen yeni ha-
diselerle karşõlaşan toplumlarõn, İslâm’õ kurtarõcõ ve evrensel bir din olarak tasavvur et-
melerini, zihinlerinde bu gaye doğrultusunda araştõrmaya sevk edecek bir yönlenmenin
olabileceğini düşünmek insan ve toplum psikolojisini inkârdan başka bir şey değildir.
Değerlendirme ve Sonuç:
İman ve inkârda ana unsurun kişinin iradesini kabul ya da red doğrultusunda kullan-
masõ olduğunu belirtmiştik. İman ve inkârõn nesnelerinin bilinişi, bizzat dinin kaynağõ ya
da gerçek temsilcileri tarafõndan sağlanmadõğõnda, bu bilişsellik, her kültürün kendi öğ-
retilerine ve ilgili konularõn bölgesel ya da global imajõna göre oluşacaktõr. Aynõ gerçek-
lik İslam dini hakkõnda da geçerliliğini sürdürmektedir. Yaşadõğõmõz süreçte İslam coğ-
rafyasõna yakõn ya da uzak pek çok insan ve toplum büyük oranda bu dairenin içerisin-
dedir. Yukarõda değişik örneklerini vermeye çalõştõğõmõz üzere, büyük bir çoğunluğun İs-
lam hakkõndaki tarihî ve güncel bilgi haritasõ sõnõrlõ ve de yanlõştõr. İletişim unsurlarõnõn
İslam’õ ve müslümanlarõ nasõl bir imajla tanõttõğõna dair örnekleri de göz önüne aldõğõmõz-
da bu yolla da İslam’õn gerçek değer ve öğretilerinin bilinmediğini söylemek güç değil-
dir. Öyleyse İslam dinini kendi kaynaklarõndan öğrenmeyen ya da İslam’õ anlatabilecek
bir müslümanla karşõlaşmayan kişiler hakkõnda, dinî sorumluluğun olmazsa olmaz şart-
larõndan olan “tebliğ”, sorumluluğu gerekli kõlacak şekilde gerçekleşmemiş demektir.
Diğer toplumlarõn dinî sorumluluğunu düşünürken sürekli gündeme getirilen bir hu-
sus, onlarõn en azõndan adõnõ duymuş olduklarõ İslam’õ araştõrmalarõ gerektiğidir. Araş-
tõrma merakõ bir takõm ihtiyaçlardan kaynaklanõr ve kendisine yönelişin gerçekleşmesi
için araştõrma alanlarõnõn da bu ihtiyaca cevap verecek bir görünümde olmasõ gerekir.
Giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi her din mensubu bağlõ bulunduğu dinin hak, diğer-
lerinin ise batõl olduğuna tabii olarak inanõr. Bir Hõristiyan için de son ve evrensel din
Hõristiyanlõk’tõr. Kurtuluşun tek yolu da kendi inancõdõr84. 1960’lara kadar hakim olan
ve bugünde evangelik Hõristiyanlar tarafõndan sürdürülen inanca göre, İsa-Mesih, Tan-
rõ’nõn insanlara vahyettiği tüm hakikati başka bir aracõya gereksinim duymadan kendi-
sinde barõndõran yegane ve nihaî vahyidir. Bu nedenle kurtuluşa ermenin tek yolu İsa’ya
inanmak, onun eşsizliğini kabul etmektir. Son dönemlerde ortaya çõkan Çoğulcu ve Kap-
sayõcõ Kristolojiler diğer dinlere daha olumlu baksalar da bu inanõşlara göre de Hõristi-
yanlõk kendi mensuplarõnõ kurtarmak için yeterlidir85. Böyle bir alt yapõda olan bir in-
san, durup dururken yukarõda zikrettiğimiz tiksindirici ve korkutucu imajõyla İslâm dini-
ni araştõrma ihtiyacõnõ neden hissetsin? Değil İslâm, din olgusunun kendisi hakkõnda bü-
yük bir kayõtsõzlõk ve ilgisizlik içerisinde bulunan; dini, hayatõnõn sadece küçük bir ala-
nõna yansõtan86 bir Avrupalõ Hõristiyan’õn zihninde İslam dinini araştõrmaya yönelik ken-
diliğinden bir saikin oluşmasõ nerdeyse imkânsõzdõr. Gazzâlî de bu hususa dikkat çekmiş
ve Hz. Peygamber hakkõnda yeterli haberlerin alõnmamasõnõn hatta olumsuz istikamette
84) Akdemir, s. 189.
85) Aydõn, Mahumut, Îsâ Tanrõ mõ İnsan mõ?, İstanbul, 2002, s. 19-21, 23 vd., 35 vd.
86) Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi, s. 21.
ÇAÚDAÞ DÜNYADA FETRET EHL‹ 47

bir bilgilendirmeye sahip olmanõn insan zihnini araştõrmaya güdülemeyeceğini ifade et-
miştir87. Öyleyse insan zihninin herhangi bir yönlendirme ve farkõna vardõrõş olmaksõzõn
İslam’õ araştõrma ve akabinde inanmakla mükellef olduğunu söyleyemeyiz. Nitekim
müslümanlar olarak kendimiz ya da herhangi bir yakõnõmõz çocukluğumuzdan beri İs-
lâm’õ hak, diğer dinleri ise batõl olarak öğrenmişizdir. Ve çevremizdeki çoğunluk, kendi
dininin yanlõş, örneğin Hõristiyanlõğõn hak olabileceği ihtimalini düşünüp de o dini araş-
tõrmaya yönelmemiştir. Aynõ durum bir Hõristiyan, bir Yahudi ya da bir Budist için de ge-
çerlidir.
Kendimizi bir Hõristiyan’õn yerine koyup probleme aşağõdaki şekilde empatik olarak
yaklaştõğõmõzda şöyle bir tablonun gerçeğe yakõn olduğunu iddia etmek mümkündür:
Yukarõda aktarmaya çalõştõğõmõz gibi Hõristiyanlõğõn olumluluğu diğer dinlerin ve
hususen İslam’õn teolojik geçersizliğiyle bilgilendirildik. Tarih derslerinde Müslümanla-
rõn ülkemizi nasõl işgal ettiğini ve nasõl bir tipolojiye(yukarõda tasvir edilen Arap ve Türk
tiplemeleri gibi) sahip olduğunu da hayret ve nefretle öğrendik. Teknoloji, hukuk, eğitim,
sağlõk vs. sosyal refahõ sağlayan pek çok alanda gelişen çağdaş ülkemizde huzurla yaşa-
maktayõz. Müslüman ülkeler ise mevcut durumlarõyla, geri kalmõş, bir çoğu açlõk sõnõrõn-
da, temel insan haklarõ açõsõndan eğitilmeye ve kontrole muhtaç, refah seviyesi oldukça
geri bir halde. Bununla da kalmayõp terörist eylemlerle dünyayõ tehdit etmekteler. Bu
tehdidin en sõcak yansõmasõnõ bir akrabamõzõn, komşumuzun ya da yurttaşõmõzõn da öl-
düğü 11 Eylül’de yaşadõk. Durum böyleyken hangimiz, mensuplarõ bu halde olan ve ken-
di dõşõndakilere dehşet ve korkudan başka bir şey vermeyen İslâm’õ, “belki hak dindir ve
bizi saadete ulaştõrabilir” diye araştõrma ihtiyacõnõ hisseder ve o dini araştõrmaya baş-
larõz? Sanõrõm hiçbirimiz...
Kur’ân’õn kimlere hangi şartlar çerçevesinde kâfir dediği, bizlerin bu kavramõ kulla-
nõrken göz önüne almamõz gereken unsurlardandõr. Peygamber tebliğini eksiksiz bir şe-
kilde yerine getiriyor, peyder pey nâzil olan Kur’ân ayetleri insanlara sorumluluklarõnõ
sürekli olarak hatõrlatõyor ve gerek Hz. Peygamber gerekse ashabõ dini ve insanî düşün-
ce ve davranõşlarda örnek şahsiyetler olarak bir temsil gerçekleştiriyorlardõ. Böyle bir or-
tamda kendilerine sürekli olarak hatõrlatõlan ilahî öğretileri kabul etmeyenlere “kâfir”
denmekte idi. Bu insanlarla, ilahî hakikatlerin kendilerine yeterli düzeyde ulaşmadõğõ,
tam aksine ters yönde bilgilendirme ve yönlendirmelere maruz kalan ve müslümanlarõ
çeşitli olumsuzluklar vizyonunda tanõyan bugünün insanlarõnõ, herhangi bir tercih aşa-
masõna gelip irade beyanõnda bulunmamalarõna rağmen “kâfir” diye nitelemek adaletsiz
bir yargõ olacaktõr. Bu tür bir yargõ “ilahî adalet” gerçeğinin de izahõnõ güçleştirecekler-
dir. Zira hiçbir insan dünyada yaşayacağõ coğrafyayõ dolayõsõyla kültürel çevreyi tercih
edemeden var olmaktadõr. Şayet sadece doğduğu ve yönlendirmeleriyle büyüdüğü coğ-
rafyanõn imkânsõzlõklarõndan dolayõ İslam’õ tanõyamama ve bir tercih kullanamamadan
dolayõ bir insan “kâfir” olarak değerlendirilecek dolayõsõyla ebedî hüsrana uğrayacaksa,
bunun izah edilebilecek bir yanõ yoktur. Yaşam alanlarõnõn farklõlõğõna göre insan ve top-
87) Bkz., Gazzâlî, Faysalu’t-Tefrika, s. 206.
48 / Sinan ÖGE EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹

lumlarõn imtihan alanlarõ da farklõdõr. Bu farklõlõğõn nedenlerini, neye göre belirlendiği-


ni, o alanlarda var edilen insanlarõn neye göre seçildiğini izah etmek mevcut bilgi ve ak-
lî kabiliyetlerimizi aşmaktadõr. Ancak aklõn, nasslar bağlamõnda kavrayõp izah edebile-
ceği boyutlarõ, insanõn, kendi ön yargõ ve yanlõş kabulleriyle izah edilemez hale getirip
“ilahî hikmeti” anlamsõzlõklar alanõna dönüştürmemesi gerekir. Konumuz bağlamõnda
düşündüğümüzde, İslam coğrafyasõ dõşõndaki insanlarõn niçin ve neden o bölgelerde var
edildikleri, onlarõn tebliğe muhtaçlõğa bizlerinse tebliğ etmekle sorumluluğa tercih edi-
lişimiz ilahî iradenin henüz bilemediğimiz yönüdür. Ancak bildiğimiz bir husus var ki, o
da Allah’õn kimseye taşõyamayacağõ yükü yüklemeyeceği ve bir takõm insanlarõn hata ve
tembellikleri yüzünden diğer bazõ insanlarõn cezalandõrmayacağõdõr. Dolayõsõyla bugün-
kü müslümanlarõn inandõklarõ dinlerini diğer insanlara ulaştõramamõş olmasõ ve dünya
vizyonunda inandõklarõ dine uygun bir imaj oluşturamamõş olmamalarõnõn faturasõ, mu-
hatap kesimlerin “kâfir”liği şeklinde kesilmemelidir. Netice itibariyle, fizikî imkânsõz-
lõklar, psiko-sosyal engeller yüzünden İslâmî hakikatlerden yeterince haberdar olmayan
insanlarõn inanç noktasõnda sorumlu tutulmayacağõnõ söylemek gerekir88.
Ebedî cezanõn gerektirici sebebi “küfr” olduğu gibi, ebedi kurtuluşun sebebi de
“iman”dõr. Tebliğin yeterli düzeyde ulaşmadõğõ insanlar herhangi bir inkârda bulunma-
dõklarõ için kâfir olmamakla birlikte, aynõ zamanda inanõlmasõ istenen hususlara inanmõş
olmadõklarõ için “mümin” de değildirler. Öyleyse bu kesimlerin dünyevî sorumluluklarõ
neleri kapsar ve buna göre uhrevî durumlarõ ne olur? Bu sorunun cevabõnõ kesinlik öl-
çütleri içerisinde vermek zordur. Fetret ehlinin sorumluluğu bağlamõnda verilen tarihsel
cevaplar da bu zorluğun bir yansõmasõ olarak farklõlõklar taşõmaktadõr. Meseleye yönelik
değerlendirmeler asõl olarak aklen bilinmesi zorunlu olan hususlardaki ihtilafa dayanõr89.
Ancak dinî bilginin ulaşmasõ ile bilinebilecek hususlarda sorumluluğun olmayacağõ hu-
susunda genel bir kanaatin olduğunu söyleyebiliriz. Sadece Haricîler, Peygamberin
bi’seti esnasõnda dünyanõn ücra köşelerinde bulunan ve bu nedenle davetten haberi bu-
lunmayan kişilerin, Peygambere iman ve şeriatõnõ bilmekle mükellef olduklarõnõ, bu hal-
leriyle ölürlerse kâfir ve cehennemlik olacaklarõnõ ifade etmişlerse de bu görüş reddedil-
miştir90. Öncelikli olarak belirtmeliyiz ki bu hususta verilen hükümler tamamen yoruma
dayalõdõr ve tahminlerden ibarettir. Her görüşün lehinde ve aleyhinde gündeme getirile-
bilecek pek çok gösterge vardõr. Bu nedenle bu yorumlarõ sadece bir ihtimal olarak sõra-
lamak ve bizce daha olasõ olanõ yine bir tahmin olarak varsaymaktan öteye geçilmeme-
lidir.
Konuyla ilgili iki temel bakõş açõsõ söz konusudur. Aklõn sorumluluğunu vahye ba-
ğõmlõ kõlan Eş’arîlere göre vahyin kendisine ulaşmadõğõ insanlar hiçbir şeyden sorumlu
tutulmayacaktõr. Zira Allah “Peygamber göndermedikçe azab edici değiliz”91 buyur-
88) Yurdagür, s. 50.
89) Bağdâdî, Abdulkâhir, Usûlu’d-Dîn, İstanbul, 1928, s. 262.
90) Bkz., İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal, Kahira,
tsz., IV, 50, 51.
91) İsrâ, 17/15.
ÇAÚDAÞ DÜNYADA FETRET EHL‹ 49

maktadõr. İlahî uyarõ ancak davetin ulaşmasõyla gerçekleşeceğinden, iman vuku bulma-
mõş olsa da ahirette bu kişiler azaba muhatap olmayacaktõr92. Bu kapsama, davetin ulaş-
madõğõ kişilere ilaveten, yaşamõş olduklarõ ortamda mevcut bulunan ihtilaflardan dolayõ,
daveti anlama imkânõ bulunmayanlar da eklenmektedir93. Bağdâdî’nin aktarõmõndan
Eş’arîlerin görüşünün yukarõda ifade edildiği şekilde mutlak olmadõğõnõ anlamaktayõz.
O, konuyu aktarõrken İslâmî tebliğ ulaşmayan insanlarõ üç kategoride ele alõr. 1. Adl ve
tevhid hususlarõna inanmõş ancak hükümleri ve peygamberleri bilmiyorsa hükmü, müs-
lümanlar hakkõndaki hükümdür ve bilmediği hususlarda mazurdur. 2. Ateizm, inkâr ve
ta’tîl şeklinde inançsõzlõk halinde ise hakkõnda iki ihtimal düşünülür: Herhangi bir pey-
gamberin davetine ulaşmõş ve ona iman etmemişse ebedî cezayõ hak etmiştir. Kendisine
hiçbir davet ulaşmamõşsa, mükellef olmaz ve ahirette sevap ya da azabõ hak etmez. Şa-
yet Allah azaplandõrõrsa bu bir cezalandõrma değil, adalettir; mükafatlandõrõrsa bu taate
karşõlõk olan bir sevap değil, cömertliktir. 3. Bu kişi küfre de tevhide de yönelmemişse
ne mümin ne de kâfirdir. Allah dilerse, adaleti gereği azaplandõrõr; dilerse cömertliği ge-
reği nimetlendirir94. Bu görüşün temelinde aklõn iyiyi ya da kötüyü tespitte belirleyicili-
ğinin olmamasõ, dolayõsõyla herhangi bir sorumluluğun menşei olamayacağõ fikri yer
alõr. Akõl her ne kadar iyiye yapma ve kötüden uzaklaşma temayülünde yaratõlmõşsa da
iyi ve kötünün hakikatlerini belirlemede yeterli değildir. Hakikati bulmada akla engel
olabilecek dahilî ve haricî pek çok faktörün bulunmasõndan dolayõ, onu yönlendirecek
bir yardõmcõya ihtiyacõ vardõr ki o da vahiydir95. Aklõn belirleyebileceği bir takõm iyilik
ya da kötülükler bulunsa bile, bunlarõn vücubiyetini ve teklîfini belirleyemez96. Dolayõ-
sõyla tüm vaciplerin vücûbiyeti sadece din ile bilinebilir97.
Ebû Hanîfe, Mu’tezile ve Maturidiyye mensuplarõ ise iyiyi ve kötüyü belirlemede ak-
lõn belirli bir yetisinin olduğu kabulünden hareketle dini davetten habersiz olanlarõn ba-
zõ sorumluluklarõ taşõdõklarõnõ kabul ederler. Kur’ân’da insan aklõnõ düşünmeye ve ibret
almaya teşvik eden ayetler ve fõtrat olgusu bu bağlamda temel gerekçelerdir98. Bu so-
rumluluklar Allah’õn varlõğõna ve birliğine inanmak, akõl yürütme yoluyla bilinebilecek
iyilikleri yapmak ve yine aklõn belirleyebildiği kötülüklerden kaçõnmaktõr. Ancak aklõn
bu bilme yetisini zorunlu ve iktisâbî olarak kabul etmenin doğurduğu sonuçlar farklõdõr.
Şayet davetin ulaşmadõğõ kişiler zorunlu bir bilgiyle, Allah’õn birliğini, sõfatlarõnõ ve hik-
metini bilirseler müslüman hükmünde olurlar. Nübüvvet ve şer’î hükümleri bilmeme hu-
susunda mazurdurlar99. Bu nedenle davet ulaşmamõş ve iman etmemiş kişiler, aklõn ge-
92) Aliyyu’l-Kârî, s. 208; İbn Hazm, el-Fasl, IV, 50; a.mlf., el-Usûl ve’l-Furû’, Beyrut, 1984, II, 131.
93) Bkz., Ebu’l-Ferec, Abdurrahman b. Ahmed, et-Tahvîf mine’n-Nâr, Dõmaşk, 1399, s. 193.
94) Bağdâdî, Usûl, s. 263, 264.
95) Nesefî, II, 17, 23.
96) Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm, Nihâyetü’l-İkdâm fî İlmi’l-Kelâm, Nşr. Alfred
Guõllaume, London, 1934, s. 371.
97) Bağdâdî, Usûl, s. 263.
98) Aliyyu’l-Kârî, s. 207, 208.
99) Bağdâdî, Usûl, s. 262.
50 / Sinan ÖGE EKEV AKADEM‹ DERG‹S‹

rektirdiği sorumluluğu yerine getirmediği için azap göreceklerdir100. Ancak, zorunlu bir
bilgiyle tevhidi ve yaratõcõnõn adlini bilmemişlerse bu kişiler hakkõnda sorumluluk yok-
tur. Dolayõsõyla ahirette ne sevap ne de azab söz konusudur101. Tevhid ve adlin ölçüsü
ise, kendisi ve diğer varlõklarõn Allah tarafõndan yaratõldõğõ; Allah’õn kadîm, diğer var-
lõklarõn ise hâdis olduğu; O’nun benzeri ve eşinin bulunmadõğõ, adil ve hâkim olup zul-
metmediğinin bilinmesidir102.
Mu’tezile’nin akla güveni tamdõr. Bu nedenle aklõn, şayet bir takõm noksanlõklara
mazur kalmamõşsa, adalet ve tevhid konularõnõ bilme imkânõnõ iktisâbî(zorunlu değil)
görerek, bu bilmeyi tamamen kişinin sorumluluğuna bõrakmõştõr. Bu nedenle kişinin ken-
di kazanõmõyla gerçekleşecek olan bu bilgiyi tahakkuk ettirmesi, onu nübüvvet ve hü-
kümleri bilmemede mazur kõlar. Ancak aklõn tespit edebildiği doğrulara inanmayan kişi-
ler cezaya müstehaktõr103. Aynõ şekilde Kerrâmiye de davetin ulaşmadõğõ kişilerin aklõn
gerekliliklerini yapmak ve Allah’õn insanlara peygamber göndereceği ilkesini kabullen-
mek zorunda olduğu kanaatindedir104.
Her iki yaklaşõm tarzõnda da iki türlü çõkmazsõn sonuçlarõ görülmektedir. Birincisi
davetin ulaşmadõğõ kişilerin düşünce ve inanç dünyasõnda neler olabileceğinin, bu kişi-
lerin salt aklî yetilerle neleri düşünüp kabul ya da reddedeceğinin kesin ve genel surette
tespit edilememesinden kaynaklanan bir çõkmaz. İkincisi bu hususta nasslarda kesin bir
bilginin mevcut olmamasõ nedeniyle uhrevî hayatõn gaybîliğinin doğurduğu çõkmaz. Fet-
ret ehli kişilerin akli seviyeleri, nazar ve istidlal kapasitelerinin farklõlõğõnõ dikkate ala-
rak değişik tasniflere yer veren eş-Şaranî, bir uyarõda bulunarak, tüm fetret ehlini tek bir
kategoride düşünüp buna göre genel bir hüküm vermenin hatalõ olacağõnõ belirtmek-
tedir105.
Aklõn insan davranõşlarõ hakkõnda bir takõm doğrularõ ve yanlõşlarõ belirleyebildiğini
söyleyebiliriz. Dolayõsõyla bu noktada bir sorumluluktan bahsedebileceğinden, davetin
ulaşmadõğõ her insan, aklõn objektif olarak kabullendiği iyilik ya da kötülükleri(sõnõrlarõ
net olarak çizilemese de) tercihine göre bir karşõlõk görecektir. Ancak İslamî kül-
türümüzün yönlendirmesiyle fõtratõn ve aklõn bir inanç doğrultusunda kodlandõğõnõ kabul
etsek bile, bunun tahakkukunun mahiyetini test etme olanağõmõz bulunmamaktadõr.
Dolayõsõyla inanç alanõndaki sorumluluğun mahiyet ve sonuçlarõ hakkõnda tahminlerde
bulunabilsek de kesin bir hükme varamadõğõmõzdan, bunun kesin sonucunun Allah’õn
takdirinde olduğuna inanmaktan başka bir yol kalmamaktadõr.
100) Aliyyu’l-Kârî, s. 208.
101) Bağdâdî, Usûl, s. 262, 263.
102) Yahya b. Hüseyn, Kitâbu’l-Cümle, Tah. Muhammed Ammara, Kahire, tsz. (Resâilu’l-Adl ve’t-
Tevhîd içerisinde), s. 310.
103) Bağdâdî, Usûl, s. 263.
Davet ulaşmayan kişilerin dinî sorumluluğu hakkõnda daha geniş malumat için bkz., Akçay, s.
383-431.
104) Bağdâdî, Abdulkâhir, el-Fark beyne’l-Fõrak, Beyrut, , 1977, s. 210, 211.
105) Bkz., eş-Şa’rânî, Abdulvehhâb, el-Yevâkît ve’l-Cevâhir fî Beyâni Akâidi’l-Ekâbir, Mõsõr, 1959, II,
59.

You might also like