Professional Documents
Culture Documents
Hazırlayan:
Ahmet Kadri KURŞUN
2502050193
Beyazıt/İstanbul
-Haziran 2006-
Araştırma Hakkında
Araştırma Vatan gazetesinde bir haber ve bir köşe yazısı olmak üzere iki metinde
yansımıştır:
--14.06.2006 tarihinde 450 sözcükten oluşan bir haber hazırlanmış ve “Türk halkı
kendine demokrat” başlığıyla kamuoyuna duyurulmuş. Haberde özetle “Türk
halkının kişisel özgürlüklerine düşkün olduğu, ancak bireysel olarak kendisine çeşitli
ayrıcalıklar tanınmasını istediği” araştırma sonuçlarından verilen detaylı yüzdelerle
birlikte verilerek destekleniyor.
--16.06.2006 tarihinde 1.038 sözcükten oluşan Erol Çevik’in köşe yazısında ise tek
bir paragraftaki 123 kelimede araştırmadan bahsedilmektedir. “Sol, değişimin gücü
olmalıdır” başlıklı metinde Çevik, 1990 -2002 yılları arasında seçmenlerin
eğilimlerini rakamsal yüzdelerle vermiş ve siyasi yelpazenin merkez, sağ ve sol
eğilimli oylarındaki değişmeleri ele almıştır.
Araştırma Hürriyet gazetesinde üç haber ve iki köşe yazısı olmak üzere 5 metinde
yansımıştır:
--11.06.2006 tarihinde Nuran Çakmakçı tarafından kaleme alınan 752 sözcüklü “Sağ
radikal bir ülke olduk” başlıklı haberin giriş metninde Türk insanının, 2002’den bu
yana radikal bir şekilde sağa kaydığından bahsedilerek muhafazakar ve insanları
birbirine güvenmeyen bir ülke durumuna düştüğümüzden bahsedilmiş. Haberde
ayrıca Prof.Dr. Kalaycıoğlu’nun “Siyasi platformdaki değişim demokrasinin
geleceğini riske sokacak durumda” açıklamasına yer verilmiş. Araştırma
sonuçlarından derlenen haberin alt başlıkları ise şunlar:
--14.06.2006 Aslı Sözbilir imzalı “Türkler’in yüzde 9’u şeriatçı” başlıklı 317
kelimelik haberde ise toplumun sadece yüzde 9’luk bir kesiminin şeriat yanlısı
olduğu ve AB’ye katılımın azaldığına ve toplumun yüzde 74’ünün dindarlığa baskı
yapılmadığı görüşünü savunduğu öne çıkarılmış. Haberde öne çıkan diğer alt
başlıklar şunlar:
Işık Üniversitesi Rektörü Prof. Ersin Kalaycıoğlu ile Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Ali Çarkoğlu'nun birlikte yürüttüğü, Açık Toplum Enstitüsü tarafından
desteklenen "Türkiye'de Sosyal Tercihler Araştırması" 1.5 yıl sürdü. Araştırmada 23 ilde,
1.846 kişi ile yüz yüze görüşüldü. Prof. Kalaycıoğlu, "Türk halkının kendisi için demokrasi
istemesi" olduğunu belirterek, yaptıkları araştırmayı şöyle değerlendiriyor:
"Türk insanında bencil bir demokrasi anlayışı mevcut. Kişisel olarak yaşam koşullarına ve
dini özgürlüğüne karışılmasını istemiyor. Baştakilerin ülkeyi iyi yönetmesini istiyor. Ancak
baştaki kişi demokrasi içinde mi yönetiyor yoksa askeri yönetim mi var bunu pek
umursamıyor. 'Muhalif görüşler açıklanmalı' diyor ama muhalif görüşleri dinlemeye
tahammülü yok. Çıkarları söz konusu olduğunda kuralların çiğnenebileceğini düşünüyor.
Ancak aynı kuralların komşusuna uygulanmasından rahatsız olmuyor. Yani vatandaş
muamelesi istemiyor. Ayrıcalıklı olmak onun için çok önemli." Kalaycıoğlu sonuca
varmalarına neden olan verileri şöyle açıkladı:
Aşırı dindarız
* Müslümanlık dışındaki dinleri yaymaya çalışan misyonerlerin çalışması kısıtlanmalıdır...
Katılıyorum: % 65
Kararsızım: % 26
Katılmıyorum: % 8
Namusa düşkünüz
* Namusuna yöneltilen saldırı cezalandırılmalı...
Katılıyorum: % 87
Kararsızım: % 10
Katılmıyorum: % 2
Seçmene göre...
En sol parti:DEHAP
İkinci sol parti:CHP
Merkeze en yakın parti:ANAP
Merkeze ikinci yakın parti:DYP
Merkez parti:Yok
Sağ parti:MHP
En sağ parti:AKP
* Ülkeyi yönetenler güçlü, zeki olmalı ve gerektiğinde ülkeyi güç kullanarak tek başına
yönetebilmelidir...
Katılıyorum:% 50
Kararsızım:% 32
Katılmıyorum:% 17
* Ülkenin çıkarları büyük tehlike altında olduğunda insan hakları ihlal edilebilir...
Katılıyorum:% 51
Kararsızım:% 27
Katılmıyorum:% 21
* Radikal ve aşırı uçlardaki ideolojik gruplara kamu düzenini bozmasa bile gösteri ve
yürüyüş için izin verilmemeli...
Katılıyorum:% 47
Kararsızım:% 31
Katılmıyorum:% 20
Ancak, son yıllarda gelişmiş ülkelerdeki benzerleri gibi ülkemizde de, güncel ve önemli
konularda güvenilir sonuçlar veren araştırma ve anketler yapılmaktadır. İşte, Prof. Dr.
Ersin Kalaycıoğlu ile Doç. Dr. Ali Çarkoğlu'nun 18 ilde 1846 kişi ile görüşülerek
gerçekleştirdikleri "Türkiye'de Sosyal Tercihler" başlıklı son yapılan araştırma bunlardan
biridir. Bu araştırmaya göre, 1990 yılından bu yana kendilerini siyasi yelpazenin
merkezinde görenlerin oranı yüzde 50'den yüzde 40'a; solu destekleyen seçmenlerin
oranı ise, aynı dönemde, yüzde 25'lerden yüzde 20'lerin altına gerilemiş bulunmaktadır.
Araştırmanın ortaya koyduğu bir başka önemli bulgu ise 2002 seçimlerinden bu yana AKP
en az kayıpla oyların yüzde 82'ni korumaktadır. Buna karşılık CHP oyların yüzde 65'ini
korumakta olup 2002 seçimlerinde bu partiye oy veren seçmenlerin yüzde 35'i bugün
başka partilere kaymış veya kendi partisinden ayrılmış gözükmektedir.
Bütün bunları, asıl üzerinde duracağım konulara girebilmek için anımsattım; Bugün
ülkemizin ana sorunları üç ana başlıkta toplanabilir. Diğerleri, bunlarla bağlantılı veya
bunların sonucudur. Birincisi, Türkiye'nin ekonomik açıdan artık dünya ekonomisinin
ayrılamaz bir parçası olması ve dolayısıyla küreselleşmenin yarattığı olanak ve sorunlar
demetidir. Son yirmi yıldaki hızlı değişim ve gelişim sonucu 21. yüzyılın ekonomik yaşamı
bütün boyutları ile dünya ekonomisinin gölgesinde veya koşutunda oluşan bir durum aldı.
Dünyanın bir ucunda satılan bir mal ve artan bir fiyat veya batan bir banka yani gelişen
her ekonomik olay, İstanbul'dan Gaziantep' e kadar yarım gün içinde etkisini
göstermektedir. Tarımdan, teknolojisi en yüksek sanayi dalına kadar aynı şeyi görmek
olası. Bunun sonucu, her ekonomik, mali ve parasal faaliyetin artık sadece yurt içinde
değil, ağırlıklı olarak batı diye adlandırdığımız kısmında dünya ile birlikte yaşanmakta
olduğunu kabul etmemiz gerekir. Böyle olunca, "uluslararası gelirin paylaşımı", ülkeler
arası yarışın, savaşımın, rekabetin ve hatta süren savaşların ana nedeni haline gelmiştir.
Bu yüzden dünya geliri içindeki Türkiye'nin kendi hakkı olan payını en yükseğe çıkarmak,
ülkeyi yönetenlerin birinci sorunudur. Hak edildiği kadarın dışında ulusal gelirin ülkeden
kaçırılmasına kesinlikle izin verilmemelidir. Çünkü kalkınmanın olmazsa olmaz koşulu
yurt içi yatırılabilir kaynakları artırmaktır. Yani, ülkenin ekonomik yönetimin ilk görevi,
uluslararası ekonomik faaliyetten ülkemize düşen payın hızlı bir şekilde artmasını
sağlamaktır.
İkinci temel konu, yukarıda üzerinde durduğum sanayileşme çabalarının sonucu olarak
tehlikeli düzeye çıkan "çevre sorunlarıdır". Birleşmiş Milletler'in son raporlarına göre
çevre konusu yeni tanımı ile fiziksel çevrenin yanı sıra yolsuzluk, kurumsal ahlaksızlık ve
hukuksuzluğu da içermektedir. Bu anlamda çevre sorunu, ülkemizde de kamu
yönetiminin en temel ve en zor konusudur. Bu zorluğuna karşın, ülkemizin genç kuşakları
bu konunun bilinçli ve güçlü destekçisidir. Ayrıca, alınacak her önlem ve çözümlerin
gerektirdiği teknik ve hukuki olanaklar artık yeterince vardır. Üçüncü konu da,
Türkiye'nin bütün dünya ülkeleri arasında en kötü durumunda olan "bölgeler ve hane
halkları arasındaki gelir dağılımı adaletsizliğidir". İstatistik Kurumu'nun resmi verilerine
göre son yıllarda gelir dağılımındaki uçurum dehşet verici boyutlara ulaşmıştır. Buna
karşın, Anadolu toprağının yoksulu aç bırakmayan doğası ve insanımızın hiçbir ülkede
görülmeyen dayanıklılığı sayesinde benzer koşullardaki başka ülkelerde yaşanan
toplumsal patlamalar henüz ülkemizde yaşanmamıştır. Ancak son dönemdeki terör
olaylarının, kentlerdeki kap-kaç, hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarının ve gençler arasındaki
ölümlere varan çatışmaların, bu uçurumdan kaynaklandığını bilimsel raporlar ortaya
koymaktadır.
Ulusal onur konusundaki duyarlılık, gücünü ancak güçlü ekonomik yapıdan alır.
Yukarıdaki temel sorunların çözümü için asıl olan gerekli politik bilinç ve inancın varlığıdır.
Bunlar, batıda olduğu gibi ülkemizde de sosyal demokratların temel konularıdır.
Yukarıdaki araştırmada görülen soldaki düşüşü yeniden çıkışa dönüştürmek için gerekli
"halk desteği bu somutta" aranmalıdır. İşte o zaman sosyal demokrasi ülkemizde de yine
değişimin gücü olacaktır.
11 Haziran 2006 Hürriyet Pazar
ARAŞTIRMA NASIL HAZIRLANDI? İki siyaset bilimci, önce İstanbul, Trabzon, Kayseri,
Diyarbakır’da kadın-erkek, genç-yaşlı vs gibi örnek küçük gruplarla, ankette sorulacak
kavramlar konusunda değerlendirme toplantıları yaptı. Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun
deyişiyle "akademik dili sokağın diline uyarladı." 10-15 kişilik toplantılara ağırlıklı olarak
oy verme çağındaki 18-40 yaş arası kişiler davet edildi. Türkiye İstatistik Kurumu’ndan
yardım alan iki akademisyen, ülke karakteristiğini yansıtan 26 bölgeden, görüşme
yapılacak haneleri tesadüfi yöntemle belirledi.
Seçmenin siyasi partilere bağlılığı sorgulandığında, yüzde 49.8’inin bir partiye gönülden
bağlı olduğu görüldü. Geri kalanı "parti tutmayanlar." Sadece bir seçim geçirmiş, lider
değiştirmemiş, uzun dönemli istikrarlı varlığı henüz oluşmayan bir parti hakkında
seçmenin "Ben AKP’yi tutuyorum" demesi bir siyasetbilimci için çok şaşırtıcı. Bunda,
AKP’nin iktidar partisi olması ve görüş ifade edenlerin anketten çıkar beklentisi de etkili
olmuş olabilir. Parti tutmayanlar, siyasi görüşlerini yelpazenin ortasında değerlendiren
kararsızlar, büyük bir yüzer-gezer oy kitlesi ortaya çıkarıyor. Bu, başlı başına bir siyasal
istikrarsızlık vesilesi. Birçoğu siyasal tutum ve endişeleri göz önüne almadan oy veriyor.
Soğuk Savaş dönemi sonrasında, 1991-95’te başlayan sağa kayış 1996’da zirveye
ulaşmıştı. Bu eğilim devam ediyor. Seçmenin solda konumladığı CHP, DSP ve DTP
birleşse bile alacakları oy oranı yüzde 17-19 arasında. Yani Türkiye’de solun iktidar şansı
yok. Siyasi yelpazenin merkezinde konumlanan seçmenlerin oyunu alırsa belki yüzde 38’e
çıkar. Ancak, sağdaki partilerin de oy oranı yüzde 60 civarında seyreder.
Seçmende müthiş bir kutuplaşma var. Seçmeni sağ radikal bir ülke olduk. Temel sorun
bu kadar kutuplaşmış, bu kadar sağa kaymış ortamda demokrasinin sürdürülüp
sürdürülemeyeceği. Güçlü ve otoriter lider arayan bir yapı oluşuyor. İçinde
bulunduğumuz koşullar, otoriter bir rejimin ortaya çıkması için gayet elverişli. Bu
tablodan milliyetçiliğin yükseldiği sonucunu çıkarmamak gerekir. AKP çizgisiyle barışık,
daha çok gelenekçi bir yaklaşım sözkonusu.
Çoğunluk, Türkiye’deki hızlı değişimden endişeli. Köylerde doğup büyük şehirlere göçen
nüfus, bu konuda çok hassas. "Değişimi durdurun, geri döneyim" diyorlar. Siyasi
düzlemde sağa kayışta, değişimin yarattığı endişenin önemli payı var.
Sağın sahip çıkması gereken değerler sorulduğunda büyüklere saygı, ülkenin temel
kurumlarına ve otoriteye saygı gibi kavramlar sıralanıyor. Sola ithaf edilen değerler
incelendiğinde sosyalizmin geri plana atıldığı, etnisite, aşiret, kan bağı, din, cemaat gibi
kavramların tartışıldığı görülüyor.
Son 15 yılda yaşanan Yugoslavya trajedisi, Körfez Savaşı, Irak’ın işgali, Müslüman
katliamına göz yuman AB izlenimi, Türkiye’deki siyasal atmosferi çok etkiledi. Aşiret ve
cemaat kültürünün de ağırlık kazanmasıyla din ve etnik özelliklerin belirlediği sağ ağırlıklı
bir siyasal atmosfer oluştu. Buna bağlı olarak, tolerans ve başkalarına duyulan güven
azaldı. Türkiye, artık vatandaşları birbirine en az güvenen ülkeler liginde Brezilya’dan
sonra ikinci sırada.
Geçen seçimden bu yana en az eriyen parti AKP. Son seçimde oy verenlerin yüzde 82’si
bir sonraki seçimde tercihini değiştirmeyeceğini söylüyor. Oysa CHP seçmenlerinin sadece
yüzde 65’i aynı fikirde. Yani CHP üçte iki oranında seçmenini kaybetmiş.
14 Haziran 2006 Hürriyet Gündem
NAMUS KONUSU
POLİTİKADA DURUM
DEĞERLENDİRME
Araştırma sonuçlarını değerlendiren Işık Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu,
seçmenin sağa kaymasının yeni bir olay olmadığını, ancak merkezde hiçbir partinin
görülmemesinin ilginç olduğunu belirtti. Kalaycıoğlu, seçim sonuçlarını ortadaki oyların
belirlediğini kaydederek, ayrıca seçmenlerin parti tercihi konusunda da, bir önceki seçimdeki
gibi bir manzara olduğunu sözlerine ekledi.
Araştırmanın benim en çok dikkatimi çeken sonucu şu oldu: Türkiye seçmeni sağa
kayıyor!
Eğer "bunu şimdi mi fark ettin" derseniz haklısınız, bu çıplak gözle de görülebilecek bir
durum. Ancak ciddi bir araştırma tarafından teyit edilmiş olmasını önemsiyorum.
Çok partili yaşama geçtiğimiz dönemden beri çok kısa aralıklar dışında Türkiye hep "sağ"
iktidarlar tarafından yönetildi. Tek parti CHP iktidarının sol bir hükümet olduğunu sanırım
kimse iddia etmeyecektir. Onun dışında DP, AP, ANAP ve şimdi de AKP tek başına
iktidar olabildi, hepsi de siyasi yelpazenin sağındaki partilerdi.
Bir sol partinin tek başına bir çoğunluk hükümeti kurduğunu ise hiç görmedik.
Sol, iktidar olduğu kısa dönemlerde de ya azınlık hükümetiydi ya da sağ partilerle
koalisyon ortağıydı.
Kısacası, çok partili demokratik yaşama geçtiğimizden beri bugün şikáyet ettiğimiz ne
varsa bunu sağ iktidarlara borçluyuz: İşsizlik, düşük büyüme hızı, enflasyon, doğa
şartlarına çok bağlı verimsiz tarım, bölgeler arası eşitsiz gelişme, eğitim ve
sağlık sistemlerindeki arızalar, çözülemeyen dış politika sorunları, çöken sosyal
güvenlik sistemi, yolsuzluklar... Fazlasını saymaya yerim yetmeyeceği için burada
kesiyorum.
Bu tablo ortadayken Türk seçmeninin sağa kaymaya devam etmesini neyle açıklamalıyız?
Benim bulduğum bir neden var. Belki tek neden değil ama önemli nedenlerden biri bu
olmalı: Dinin, siyasete fütursuzca alet ediliyor olması!
17 Haziran 2006 Hürriyet Yazarlar/ Pakize SUDA
Babama mektup
Sevgili Babacığım, Sana bu köşeden sekiz senedir yazmaktayım.
Fakat bu sefer işin içinde bilimsellik de var. Yani Türkiye’nin 2006 yılı itibarıyla tam olarak
nerede durduğunu en hakiki şekliyle iletmiş olacağım sana.
Hakiki, çünkü tespitler benim değil, iki bilim adamının tespiti. Belki de "Halkın kendi kendini
tespiti" demek daha doğru.
Uzatmayayım; iki öğretim üyesi, Işık Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ile
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Ali Çarkoğlu bir araştırma yapmışlar:
Yok, depremden değil. Siyasal olarak. Yani artık sağ partilere oy veriyormuş.
Ancak uzmanlar çöküşten sonra yaşanan çatışmaları kastederken ben daha çok Rus kızlarının
etkili olduğunu düşünüyorum.
Şimdi şöyle:
Türkiye’de çoğunluk, solu illaki komünizm, komünizmi de "Kadın nüfusun eninde sonunda
kendisini komşu ülkelere vurması" şeklinde değerlendirdiğinden... E, kim ister karısının,
kızının bu duruma düşmesini?
Gerçi dip dibe yaşamakta üstümüze yoktur, o başka. Fakat koyun misali. Yoksa beraber bir iş
görme açısından değil.
Çocuklarımızın mürüvveti için iki saatliğine bir araya geldiğimizde bile bakmışsın gelinin
amcasıyla damadın dayısı düğünün gidişatı ile ilgili birbirlerine girmişler.
Bu görüldü demek. Ki zamanında atalarımız "Her koyun kendi bacağından asılır" diye
boşuna dememişler.
"Bir elin nesi var, iki elin sesi var" diyen atamız ise büyük ihtimalle yurtdışında yaşıyordu.
Kısacası, "hamur meselesi" de denebilir.
Haliyle sağa kayacağız. Benim korkum kaya kaya İran’la üst üste binmemiz.
Fakat bize sevinmek haram. Bir yandan da faşizm isteyenlerin çoğaldığı görülüyor zira.
Ki çocuklar hazır "yaş"ken rahat rahat eğilsinler. İleride nasıl olsa icap edecek çünkü!
"Ülkenin çıkarları büyük tehlike altında olduğu zaman insan hakları ihlalleri
yaşanabilir."
Bu da var. Fakat tehlikenin büyük mü küçük mü olduğuna kim nasıl karar verecek, bunu
belirtmemiş halkımız!
Yani "şeriat" olmazsa "faşizm" var. "Kırk katır" olmazsa "kırt satır" olacak illaki.
Araştırmaya katılanların yüzde 87’si "Namusa dil uzatılması hiçbir zaman cezasız
kalmamalı" buyurmuşlar.
Aslında iyi tarafından bakmak lazım. Bu, bir nevi "işsizliğe çare" sayılabilir! Bakmışsın her
evde bir "cellat!"
Türbana evet!
Şimdi bir yandan aşağı çekerken bir yandan da biraz daha sağa doğru çek babacığım!
Nasıl?
Öptüm. Hoşçakal.
9 Haziran 2006 Hürriyet