Professional Documents
Culture Documents
www.atsizcilar.com Sayfa 1
MİLLİYETİN TARİFİNDE İHTİLAFLAR V E TÜRK MİLLİYETİNİN TARİFİ
‐ 1 ‐
Yazan: İSMAİL HÂMİ DANİŞMEND
Bir milletin yaşayabilmesi için fertlerinin siyasi biiyet» Cinde «kültür» ve Garbi Asya ile Şimalî Afrika'daki
kanaatlerden üstün bir fikre inanmakta birleşmesi Arap âleminde «dil» miyarının hâkim vaziyette
lâzımdır. Tarihin bütün büyük hareketlerini yapan bulunduğunu görürüz. Tabiî memleketten memlekete ve
milletler hep işte böyle bir müşterek fikre inanmış milletten millete değişen bu mutenakız tefsirlerle
kütlelerdir. Meselâ eski Türk cemiyetinin dünyayı sarsan, tariflerin sebebi, milletlerin teşekkülünde âmil olan tarihî
kuvvet ve kudret membaı her şeyden evvel îmanında şartlarda aranmalıdır. Meselâ Fransız milliyeti muayyen
gösterilebilir. "îman" denilen şey daima dinî mahiyette bir ırk temeline istinat etmeyip muhtelif ırkların birbirine
değildir. İnsan kütlelerini hareket ettirebilecek bir karışmasından hâsıl olduğu için, Fransız milliyetçilerinin
manevî kuvvet haline gelen ve ilmî tabiriyle «ideeforce» ırk esasına dayanmaları kaabil değildir. Tıpkı bunun gibi
denilen her maşerî fikirde bu mahiyet vardır. Hazreti Alman, İtalyan ve Fransız kantonlarında ayrı ayrı diller
Muhammed, zaman ve mekânla kayıtlı olmayan bu konuşulduğundan dolayı resmî birkaç resmî dil kabul
beşerî hakikati şöyle ifade etmiştir: etmek mecburiyetinde kalan İsviçre için de milliyet
prensibinin «dil» mikyasıyla izahına kalkışmak, her
« — Eğer bir taş parçasına bile inanıyorsanız, ondan size şeyden önce konfederasyonun inhilâlini kabul etmek
fayda vardır!» demektir.
Tabiî böyle bir fayda için öyle bir taş parçasına ***
inanmakta birleşmek lâzımdır. Garp milletlerinin
tarihinde dinin yerine geçtiğini gördüğümüz milliyet Bütün dünyada ancak milletler arasında görülen bu
fikrinin, Avrupa haritasını baştan başa değiştirecek bir ihtilâflara, bizde maatteessüf fertler arasında tesadüf
kuvvet rolünü oynaması işte bu mahiyetinden dolayıdır. edilir. Türkçülük tarihinin son tekâmül devresinde tesbit
edilebilecek en acı vaziyet işte budur. Bizde yalnız bir
Avrupa kültür dairesinde milliyet fikrinin siyasî bir âmil Türkçülük değil, birçok Türkçülükler vardır ve hattâ
kuvvetini alabilmesi ancak Napoleon seferlerinden bunlar arasındaki ihtilâflar bazan husumet derecelerine
itibaren tahakkuk etmiş bir vaziyet olduğuna göre, bu kadar dayandığı için, Türkiye'de milliyet fikri henüz
fikrin o kültür dairesinde on dokuzuncu asır başından müşterek bir İman esası olmamış, aksine bir ayrılık âmili
beri ancak bir asırdan fazla bir tarihi var demektir. şeklinde kalmıştır. Herkes milliyetçidir. Fakat milliyetin
Bununla beraber, daha ilk ortaya çıktığı andan itibaren bütün milletçe müşterek ve mukarrer bir mânası
siyasî haritaların tanziminde âmil olacak bir kuvvet olmadığı için, şahsî telâkkilere tâbi muhtelif ve aykırı
mahiyetini alan bu yeni fikir, o kısacık tarihi içinde bütün tariflere tesadüf edilir! İşte bundan dolayı bizde milliyet
dünyayı saracak bir yayılma kabiliyeti göstermekten de ölçüsü bazılarına göre «ırk», bazılarına göre «dil»,
hâlî kalmış değildir. Fakat milliyet prensibinin bütün bazılarına göre «kültür», bazılarına göre «vatan»,
milletler için müşterek bir tarifi yoktur. Her millet onu bazılarına göre «Turancılık», bazılarına göre
kendi bünyesiyle kendi menfaatine göre tefsir ve izah «Anadoluculuk» ye hattâ bazılarına göre de «tâbiiyet»tir.
ettiği için, bütün dünyaya şâmil umumî bir tarifi Bilhassa son yüz yıllık neşriyat içinde bu mütenakız
yapılamamıştır: yani milletin yalnız bir tarifi yoktur; telâkkilerin her birine ait hayli yazılar vardır.
milletten millete değişen birçok tarifleri vardır. Meselâ
Fransızlar «Kültür» ve Almanlar «ırk» esası ile izah Bu ihtilâflarla tenakuzlara resmî vesikalarda bile tesadüf
ettikleri halde, İsviçreliler «vatan», Romanyalılar «dil» ve edilebilir. Bizde milliyetin hususî tarifleri gibi resmî
Alman Protestanlığına karşı mevcudiyetlerini muhafaza tarifleri de rengârenk bir mozaik teşkil edebilecek kadar
için katolikliğe dayanan Avusturya Almanları da çeşitlidir.
«mezhep esasına dayanmışlardır.
Anayasa ile muhtelif devlet dairelerinin milliyet
Gözlerimizi Avrupadan ayırıp başka kıtalara çevirecek telâkkileri arasındaki büyük farkların ne demek olduğunu
olursak Amerika Birleşik Devletlerinde «tâ‐ anlamak için şu resmî vesikalara sırf ilmî bakımdan şöyle
bir göz gezdirmek kâfidir:
www.atsizcilar.com Sayfa 2
1— Tâbiiyet Prensipi: Anayasanın 88'inci maddesinde Türklük Mutedil Turancıların on dokuzuncu asırdan beri müdafaa
şöyle tarif edilir: ettikleri nazariyede işte bundan ibarettir. Bunun müfrit
Turancılar tarafından ileri sürülen daha geniş bir şekli de vardır
«Türkiyede din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından ki, Türk kavimleriyle birlikte eski taksimde «sarı ırk» denilen
herkese Türk denir.» Mongoloit milletleri de içine alır. Bunların birincisine
«pantürkizm», ikincisine «panturanizm» isimleri de verilir.
Bu kanunda tarif yalnız «Vatandaşlık ‐ tâbiiyet» hukukuna
istinat ettiği için, sarahaten zikredilen «ırk» ve «din» den başka 5 — Vatan Prensibi: Gene Maarif Vekâletinin liselerde
«dil», «kültür» vesaire gibi esasların da milliyet tayininde hiçbir okutturduğu Tanzimat edebiyatında devlet sınırı ile mukayyet
kıymeti yok demektir. Anayasanın bu resmî tarifine göre, bir milliyet prensibine tesadüf edilir. Bu kitap, İsmail Habib'in
Türkçe bilmeyen ve Türk ırkından olmayan bir gayrı Türk, sırf uzun yıllar liselerin son sınıflarında okutulan «Edebî
Türkiye tâbiiyetinde bulunduğu için «Türk» olduğu halde, Yeniliğimiz» adlı değerli eseridir. 1937 baskısının 453‐'üncü
Türkçe konuşan ve Türk ırkından olan Rodoslu veya Kerküklü sayfasında başlayan «Türk Milliyetçiliğinin Beyannamesi»
bir Türk sırf ecnebi tâbiiyetinde bulunduğundan «Türk» faslının 454'üncü sayfaya tesadüf eden kısmında Gazinin Meclis
değildir. Tabii bu izah, sırf tâbiiyet esasına dayanan zaruri bir kürsüsünde söylediği nutuktan alınan şu iki fıkra, Türk
tarif mahiyetindedir. milliyetçiliğinin «ilk ve en realist beyannamesi» sayılır:
2— Dil, Kültür ve İdeal Prensipleri: Cumhuriyet Halk Partisinin «Efendiler, büyük hayaller peşinden koşan, yapamayacağımız
programının ikinci maddesinde milliyetin üç miyarı vardır: şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Büyük
ve hayalî şeyleri yapmadık, yapmış gibi görünmek yüzünden
«Millet dil, kültür ve mefkûre birliği ile birbirine bağlı bütün dünyanın husumetini, garazını, kinini bu memleketin ve
vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi ve içtimaî heyettir.» bu milletin üzerine celbettik. Biz Panislâmizm yapmadık,
yapıyoruz, yapacağız dedik. Düşmanlar da yaptırmamak için bir
Bu izaha göre, Türklüğün tarifinde «ırk», «din vesaire gibi an evvel öldürelim dediler. Panturanizm yapmadık, yaparız,
esasların hiç bir kıymeti yoktur ve buna mukabil Türkçe yapıyoruz, yapacağız dedik. Ve yine öldürelim dediler. Bütün
bilmeyen veyahut ana dilleri Türkçe olmayan Türkiye tebaası dava bundan ibarettir.
Türk sayılmıyor demektir.
***
3— Irk Prensibi: Millî Müdafaa Vekâleti askeri liselere alınacak
talebe şartnamesinde milliyeti yalnız «ırk» esasına bağlamış ve Efendiler, bütün cihana havf ve telâş veren mefhum bundan
yıllarca hep bu esası ilân etmiştir. Eski gazetelerin çoğunda ibarettir. Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız mefhumlar
neşrolunan resmî şartnamelerde alınacak talebenin «öz Türk üzerinde koşarak düşmanlarımızın adedini ve üzerimize olan
ırkından olması» kâfi bir esas şeklinde ifade edilmiştir. tazyikatı tezyit etmekten ise hadd‐i tabiiye, hadd‐i meşrua rücu
edelim. Haddimizi bilelim. Binaenaleyh efendiler, biz hayat ve
4— Turancılık Prensibi: Türk Tarih Kurumu tarafından tertip istiklâl isteyen bir milletiz. Yalnız ve ancak bunun için bayatımızı
edilip Maarif Vekâleti tarafından on yıl kadar bütün Türkiye ibzal ederiz.»
liselerinde okutulan dört Ciltlik «Tarih» kitabının birinci cildinde
milliyet mefhumu «ırk» «dil» «hars = kültür» ve «tarih birliği» Yukarıda bahsettiğimiz «Tarih» kitabında Türklüğün «Baykal
esaslarına dayanan geniş bir Turancılık prensibiyle izah edilir. gölünden Tuna boylarına kadar» yayılmış tek bir millet şeklinde
Bu eserin 1932 tarihinde Devlet Matbaasında basılan birinci büyük bir ırk olarak tarif edildiğini gördükten sonra edebiyat
cildinin 15‐16'ncı sayfalarında Türklüğün sınırı şöyle tarif kitabında, aksine, şimdiki siyasî sınırlarımıza münhasır bir
edilmektedir: milliyet tarifi gören genç nesiller, netice itibarıyla tarih dersinde
Turancılık telkinini aldıktan sonra edebiyat dersinde
«Baykal gölü havalisinden başlayarak Altaylar ve Orta Asya'dan Turancılığın sahtekârlık olduğunu hep aynı Maarif Vekâletinin
itibaren Hazar denizi ve Karadeniz havzaları ile Ege Denizi ve işte o resmî kaynaklarından yıllarca dinleyip durmuşlar
Tuna boylarına kadar olan geniş sahalar binlerce ve binlerce demektir.
senelerden beri alelümum beyaz renkli olan Türklerle
meskûndur.» ***
Gene o cildin 20'nci sayfasında da bu geniş sınır içindeki Türk En mühimlerini kısaca gözden geçirdiğimiz bu resmî
milliyeti ırk, dil, kültür ve müşterek tarih esaslarına dayanmakta vesikalardaki mütenakız milliyet tariflerini sıralamaktan
gösterilir: maksadımız bunları tenkit etmek değil, sırf aralarındaki tenakuz
uçurumlarını tamamiyle objektif olarak tesbit etmektir. Şahsî ve
«Tarihte daima göze çarpar bir birlik arz eden Türk ırkı, daima hususî telâkkiler sahasında tesadüf edilen ihtilâfların resmî
hâkim kalan bariz uzvî vasıflarıyla, dimağın en kuvvetti mahsulü tarifler arasında da mevcut olduğu işte bu vesikalarla sabittir.
olan müşterek dilleriyle ve bu dilde nakledilmiş olan harslarıyla,
tarihî ve müşterek hatıralarıyla aynı zamanda bugünkü millet Bizde milliyet fikrinin bir manevî birlikten ziyade ruhî bir tefrika
tarifine de en uygun büyük bir cemiyettir. Bütün tarihte böyle ve ihtilâf âmili mahiyetinde kalması işte bundan dolayıdır. Bu
büyük bir ırkı, bir millet halinde görmek, bilhassa millî derdin devası, bütün milletçe kabul edilebilecek umumî ve
zamanımızdaki insan heyetlerinin pek çoğuna nasip olmayan müşterek bir milliyet tarifi İle temin edilebilir.
büyük bir kuvvet ve büyük bir şereftir.»
www.atsizcilar.com Sayfa 3
EDEBİ KOMÜNİZM
‐ V ‐
Dizdaroğlu Hikmet
5 — Köyü ve Köylüyü Dile Dolama: Bereket versin, komünistlerin köy ve köylü dâvası
Komünist, birçok vasıfları yanında, bilmediğini bilir gözüken konusunda yazdıkları, «edebiyat» olmaktan öteye
insandır. Hangi kapıyı çalarsanız arkasından çıktığını geçemiyor. Çünkü ne köyü, ne de köylüyü yakından
görürsünüz. Sayılı ve belli kelimelerden yapılmış bir tanımaktadırlar. Onların en zayıf tarafı da budur. Köyün ne
vocabulaire'i vardır. Onunla, bir sihirli anahtar misali, her olduğunu, köylünün dertlerini ve isteklerini asla bilmezler.
kapıyı açmaya çalışır. Samimi değildir, fakat sizi inandırmak Beyoğlu kaldırımlarını arşınlayarak köy edebiyatı yapmaya
için türlü şaklabanlıklar Ve lâf ebeliği yapar. Asıl maksadını yeltenirler. O kadar korktukları ve nefret ettikleri
'açıkça söylemez; söyleyemediği ve söyleyemeyeceği konu romantizm, kalemlerinin tek sermayesi olmakta devam
etrafında sizi dolaştırıp durur. ediyor.
Komünistlerin dillerine doladıkları köy ve köylü davasını bu Halk Edebiyatı ve Folklor alanındaki bilgileri de zayıftır.
özellikleri dikkate alarak mütalaa etmek lâzımdır. Yoksa, İnsan, sevdiği şeyi iyi bilmek zorundadır. Bu sokak züppeleri,
aldanmak işten değildir. Halk Edebiyatının tarihî seyrinden tekâmülünden,
yetiştirdiği büyük simalardan habersizdirler. Kulaktan dolma
İşin can alacak tarafı şudur ki, köyün ve köylünün yüzyıllarca belledikleri birkaç şairin adını, yerli yersiz tekrarlamakla,
ihmale uğraması medeniyet ve kültürün köye girmemesi, sadece kendilerini avutmaktadırlar. Halk Edebiyatı ve halk
ekonomik bakımdan çok geri bir durumda olmaları, şairleri, onlarca, işlerine yaradığı müddetçe kendilerinden
komünist yaygaracıların ekmeklerine yağ sürmektedir. bahsedilecek nesnelerdir; yoksa, bir problem olarak, bir
Çünkü savundukları dâvada haklıdırlar: Köyü ve köylüyü araştırma ve bilgi konusu olarak, ne Halk Edebiyatı, ne de
kalkındırmak, meselelerimizin başında gelmektedir. halk inanışı ile ilgilidirler.
Meselâ şu sözlere nasıl hak vermezsiniz: «Köylünün Köy ve köylü, şiirde, romanda, hikâyede hemen her zaman,
kalkınması, onun bugün içinde yaşadığı Ortaçağ hayatından menfi yönden ele alınır. Köylü daima fakir
kurtularak ileri bir yaşayış seviyesine varması demektir ki,
bunun da ilk şartı, bugünkü istihsal tarzının değişmesi ve TÜRK MİLLÎ DESTANI
istihsal araçlarının modern tekniğin icaplarına uygun bir OĞUZLAMA
hale getirilmesidir. Üstünde yaşadığımız topraklardan dan
karasaban veya pullukla ürün almakta devam ettikçe
köylünün kerpiç evlerde barınmasının, tezek yakarak A BRE KARDAŞLAR ÇALIN KILICI!
ısınmasının önüne geçemeyiz. Her istihsal tarzına bağlı bir Şakırtı koparan at ayakları
yaşayış tarzı vardır. Eğer biz köylünün kalkınması deyince, Dağları taşları toza beliyor.
köylünün insanca bir yaşayış seviyesine ulaşmasını, Tolgalar üstüne kargı kümesi
ihtiyaçlarının çoğalmasını, öküzüyle paylaştığı toprak Güneş ışığını pul pul eliyor.
inlerinden çıkıp sıhhî şartlar içinde yaşamasını, gazete, kitap Öyle hızlandık ki: Yele yelinden
okumasını, hulâsa, amorphe bir kütle olmaktan kurtulup Artık üşümeklik bile geliyor.
dinamik, ileri bir topluluk haline gelmesini anlıyorsak,
bunun temelinin 'makine ve büyük isletme ekonomisi Kâfirler korktular, sindiler bizden,
olduğunu bir an unutmamalıyız. "Başından sonuna kadar Yâni ki bir avuç savaş erinden.
doğru fikirler, değil mi? Besbellidir bunun böyle olduğu
Derinden duyulan çan seslerinden..
Ama neylersiniz ki, bunları yazanın gayesi bambaşkadır. Yeri depretiyor naralarımız,
Eğer komünist vocabulaire'ine yabancı iseniz, asıl Ölüler handeyse kalkacak sinden!?
maksatlarını anlamanız imkânsızdır. Komünist taktiği Yeterse yeterdir, kurtulmalıdır
böyledir: Kelimelere başka mânalar vererek okuyucuyu Yürekler, yürekler, yürekler kinden!
aldatırlar. Yukarıya alınan cümlelerin birinde geçen büyük
işletme ekonomisi üzerine dikkati çekmek yerinde olur. Bu, Atılın ileri, çalın çalın kılıcı,
aslında, Sovyet Kolhoz'undan başka bir şey değildir. Yazar, Olalım bir dahi gazi; hey bre!
Kolhoz kelimesini kullanmanın imkânsızlığı karşısında, Çalın kılıcı ki kâfir azgını
düşüncesini büyük işletme ekonomisi deyimi altında Kimmişiz, tanısın bizi; hey bre!
saklamak zorunda kalmıştır. Çünkü, topraksız köylüyü Yıkın kaleleri, haç evlerini
toprağa sahip kılmakla büyük işletme ekonomisi Göklere savrulsun tozu; hey bre!
yapılamayacağı aşikârdır. Bu, ancak, geniş toprak Eksilsek tasa mı, tutsağımızdır
parçalarının bir araya getirilmesiyle mümkündür. Şu halde, Doğurur gelini, kızı; hey bre!
dilini bilenler için yazarın söylediği şeyler açıktır.
BASRİ GOCUL
Sözlük: Sin: Mezar. Haçevi: Kilise.
Not: Bu parça «ORKUN» dergisi için seçilmiştir. Her türlü
iktibas hakkı mahfuzdur.
www.atsizcilar.com Sayfa 4
ve sefildir. Kabadır. Rus köylüsü gibi içki içer ve sarhoştur. Çok DÜNDEN SESLER
bencildir. Ne yurt sevgisi, ne aile ocağı, ne mukaddesat... Yalnız
ve yalnız aç midesini doldurmak: Tek düşüncesi budur. Birçok ülküdaşımızın isteği üzerine bundan, sonra ORKUN'da bu
başlık altında Türkçülüğün dünkü duygu ve mücadele sahasında
«Realizm» ve «gerçek» kelimelerini dillerinden düşürmeyenler, derin izler bırakmış eserlerden parçalar yayınlanacaktır. Bu
kötü niyetlerinin ve bilgisizliklerinin delillerini vermekten başka parçaları bugünü genç ülküdaşlarna da sunmayı faydalı
bir şey yapamıyorlar. Onlar, Halit Ziya'nın kahramanları için bulunuyoruz.
«maskeli baloda köylü kıyafetine giren ve fakat yine prensler
gibi konuşan köylüler» demişlerdir. Her halde bu vasıf, kendi
yarat‐tıkları tiplere daha lâyıktır. Beyoğlu'ndan ötesini
görmeyenlerin yaratacakları ‐yaratacakları ne demek‐ kopya
ettikleri tipler; zaten başka türlü olamazdı.
Sanat kelimesinin onlardan çok uzak bulunduğunu bu serinin ilk
makalesinde belirtmiştik. Şair, romancı, ve hikayeci geçinenler,
eserlerinde, kendilerinin çok sevdikleri bir kelime ile söyleyelim
‐«tahrik» unsurunu ilk plâna alırlar. Tahrik, daima tahrik.
Sefaleti, bayağılığı; alçaklığı, riyakârlığı teşhir ve arkasından
tahrik. Çünkü, roman, hikâye, şiir bir vasıtadır; onlara göre gaye
için her vasıta mübahtır. Bir şiirden ‐ tabiî onların arandıkları
mânada şiirden ‐ alınan su satırlara bakınız:
Yakmasını
Yıkmasını
Boğmasını
Bilir
Bu, bir yurt köşesini anlatan bir şiirden alınmıştır. Tabiî bununla
şairin ne demek istediği açıkça anlaşılıyor.
Bir de «köylü» başlığını taşıyan bir şiirden aldığımız şu satırları
okuyalım. Şiirin altına ismini yazmak cesaretinden mahrum olan
bu tahrikçi şair, ‐ güya ‐ Türk köylüsünün vasıflarını saydıktan YARININ TÜRKÜSÜ
sonra aynen şöyle diyor:
Arkadaşlar, haydi artık saflar dizilsin!
Fakat bir kerre vakterisip: Uzak, yakın ufuklardan koşup gelerek
Belde çelik kılıç, içte çelikten yürek
‐ GAYRİK YETER! Taşıyanlar saflardaki yerini bilsin!
DEMESİNLER
Bir çığ gibi yürüyelim gözler ilerde;
Ve bir kerre der ise bunu bir Keder, elem her ne varsa geride kalsın!
«İsrafil surunu urur. Tehlikeler duman gibi tüterken yerde
Arkadaki her düşünce sönüp ufalsın.
Mahlûkat yerinde durur»
Toprağın nabzı başlar Kahramanlar yürük gider ölüme karşı,
Onun nabızlarında atmaya. Bir sevgili gibi onu basar bağrına!
Bak, uzaktan çalınıyor bir zafer marşı,
«GAYRİK YETER!» sözünü tarafımızdan büyük harflerle yazıldığı Yürüyelim şu doğmakta olan yarına...
sanılmasın; aslında böyle yazılmıştır. Cesaretin ve küstahlığın
derecesini görüyorsunuz. Şair bozuntusu bu eciş‐bücüş Sen ne kadar güzel şeysin, ey şanlı ölüm!
satırlarıyla, komünistlere hâs korkuyu da bir tarafa bırakarak, Bizim bütün talihimiz sende saklıdır.
köylünün, vakti gelince (vakterisip). «Artık Yeter!» diyeceğini, Ey dünyada her yiğide nişanlı ölüm,
toprağın nabzının onun nabzında atmaya başlayacağını, Zevki sende arayanlar elbet haklıdır.
kısacası, isyan ve ihtilâl çıkaracağını çekinmeden söylemektedir.
Köprüköy'den, Plevne'den gelen ses nedir?
Tabiî bunlar, onun ve onların ham hayalleri; özledikleri, alttan Çanakkale şehitleri dirildiler mi?
alta çalıştıkları, fakat gerçekleştirmeleri‐ne bu memleket Çocuklarda yeni doğan bu heves nedir?
toprağının ve insanının imkân vermeyeceği hayaller... Evvelce Kocamışlar bir sır için gençlik diler mi?
de bir vesile ile yazmıştık; komünistler, bazan muzmerlerini
ağızlarından kaçırıverirler. Saflarımız seyrelse de yine ileri!...
Düşenlerin kanlarından doğar bir şafak!
Komünistin, ne yaparsa yapsın, nihayet bîr aptal olduğunu Haydi, sarsın yeri, göğü cenk türküleri;
unutmayalım. Kanımızla burada yarın güller açacak.
— Devam edecek — ATSIZ
1941
www.atsizcilar.com Sayfa 5
MÜCADELELERİN VATANI: BEYAZ ÜLKE
Yazan: ORHAN TÜRKDOĞAN
Kimbilir bilinmeyen hangi zamandan kalmış ulu bir çınar başına bu devre karşı mücadele etmekten çekinmiyor.
kadar hür yaşamak duygusu insanlara bitmeyen bir Yıkmış olduğu zihniyetlerin karşısına, yeni bir nizam kurmak
mücadele ruhu vermiştir. Bu inanış, Sokrata içirilen baldıran gayesiyle çıkıyordu. Bala batmış sinekler gibi kalan bu ölü
zehirine karşı isyan bayrağını açmış. Zalim halife Mansur'un, toplulukları harekete getirmenin ilk şartı kendi içinden
teklif ettiği Bağdat kadılığını kabul etmeyen ve yetmiş kahramanlar yetiştirmek olduğunu kavrayan Niçe, Üstün
yaşında kırbaç darbesiyle hapishanede öldürülen İmam‐ı însan (Sur Homme) teorisini kurdu. Ve devr‐i daim teorisiyle
Âzamın: (Zulme rıza zulümdür.) parolasıyla gerçek‐leşmiş.. ona dinamik bir kuvvet verdi. Niçe diyordu ki: Kâinattaki
Ve Bastil mahkûmlarının dillerinde bir şarkı olmuştur: bütün olaylar bir devr‐i daim içinde vukua gelir. Uzun bir
devir geçtikten sonra hepimiz tekrar dünyaya geleceğiz.
Toprakta yatanları Üstümüzde ayni elbise olacak, ben bu sözleri yine
Yılan, çıyan kemirir. söyleyeceğim. Ve yaşadığımız hayatın aynını yaşayacağız.
Mezarda çürümekten Görülüyor ki, Niçe, fikriyle tevekküle boyun eğmiş,
Havada salanmak iyidir. mücadele azmini kaybetmiş olan toplulukların tekrar
doğuşta aynı hayatı yaşamamaları İçin şimdiden
Böylece, zulmün demir miğferine karşı yalınayak haksızlıklara karşı ayaklanmalarını istemektedir, (Her şey
döğüşenîerde bu ruh, hürriyet mayası haline gelmiş; deri aslına döner.) Âyeti kerimesinin basit bir kopyası olan bu
altında hareket eden adale gibi, in‐san düşüncesine bir felsefe, XX'inci yüzyıl dünyasında büyük fonksiyon adamı
yumruk tesiri yapmıştır. olarak Hitler'i yetiştirmiştir.
İnsanlık düşüncesi, tarihin ilk devirlerinden zamanımıza İkisinden birini tercihe mecbur kalsam, hürriyeti hakikate
kadar bu inanıştan, kendisini kurtaramamış; toplum feda eder, dinimi vatanımın üstünde tutarım) sözleriyle
hayatında, aydın zümrenin fikir tohumu merkezi müşterek mücadelesinin ana hatlarını çizen ve Asya'ın gerçek
istibdat çemberleri altında ezici hücumlara maruz kalmıştır. kurtuluşunu müjdeleyen büyük adam Mahatma Gandi'dir,
Bu doktrin kavgaları bir yıldırım ateşiyle ıstırap çeken esir olmaktan başka hiçbir hakkı olmayan milleti,
kafalarda donmuş beyin hücrelerini harekete getirerek, fikir emperyalistlere karşı (sivü mukavemete) sevketmiştir.
atomunu parçalamış, tarihî çağlar, kanlı ihtilâller ve büyük Yarım yüzyıla yakın devam eden bu pasif mücadele,
inkılâplar meydana getirmiştir. Bütün bu fikir‐kuvvet satyagraha (gerçekçilik) fikrine dayanmaktadır. Bugün
boğuşması gerçek zaferini kahramanlarının zülüm ve şiddet Hindistan'ın bir millet olarak yaşamak hakkını kazanması
potasında, istibdadın kanlı yumruğuyla posası çıkıncaya satyagraha mefkuresinin her Hintlinin kalbinde kök
kadar ezilmesine meydan verirse, o millet ayakları altında salmasıyla mümkün olmuştur.
sürünmeye mahkûmdur. Kendi içinden gerçek kahramanlar
yetiştiren, onları enerji ve ruh gıdası ile besleyen bir millet, Gandi diyordu ki: (Hiçbir kuvvet halkın bağlandığı önderleri
yaşamak hakkına her zaman için sahiptir. Şu halde tevkif ederek halkın ruhu ile çarpışmayı istemez.)
toplulukların köle ve parya hayatından kurtulup uyanış
devrine geçebilmeleri için gerçek kahramanlara, cesur fikir Bugün yeryüzünde öyle ülkeler vardır ki; orada, hürriyet
adamlarına sahip olmaları gerektir. Bu düşünüşümüzü birkaç kişinin arzusuna tâbidir. Toprağın yüzyıllık insanı
dünya tarihindeki çeşitli olaylarla izah edebiliriz. vatanında el gibi dolaşır. Orda, hak kuvvetlinindir.
Et ve tırnağı ile birbirine saldıran ve insanları bellerine kadar (Kuvvetlinin hakka sahip olması kadar tabiî bir şey yoktur.)
kumlara gömen Arap kabileleri ancak îslâmiyetin sözleri yegane geçer akçadır. Orada, ahlâk, fazilet ve şeref
Arabistan'da yayılmasıyla bir kıymet kazanabilmişlerdir. duygusundan yüksek apartmanlar vardır. Orada fikir ada‐
Peygamberimiz, devrinin bütün bu kötülük zincirini çetin mı, sirkesini keskinleştiren bir maya gibidir. Orada
mücadelelerle kopararak fazilet, ahlâk ve insanlık duygusu milyonlarca insan başı omuzları arasına düşmüş
gibi esasları topluluk vicdanına tunçtan bir abide olarak mukadderatını beklemektedir. İşte kara ülke burasıdır. Ve
dikmiştir. Çeşitli putlara tapan bu halk kitleleri kalbinde, bu ülke, Roma'nın son günlerini yaşamaktadır. Fakat
Allah'a itaat etmeyene, itaat olunmaz. Hadisi riyazi bir tesellisini sende bulan, aşk ve ıstıraptan ruhunun atomuna
katiyet ifade etmeye başlamış... Nihayet, «Taçlar ve tahtlar kadar tutuşmuş kahramanlar, senin için ölmesini de
çekirge ile beslenen feragatli, inançlı yalınayaklıların önünde bilecektir.
eğilmeye mahkûm olmuştur. Hazreti Muhammed (A.S.) Nasıl Hallac‐ı Mansurda ateşe atılan ceset yakılıp kül haline
diyordu ki: Meddahların, ikbal sahiplerini alkışlayan getirildikten sonra, külü Şat‐ı Bağdat üzerinde toplanarak
dalkavuk çığırtkanların, yüzlerine toprak saçınız… (Enel Hak) diye haykır‐mışsa, Hak yolunda yalın kılıç
vuruşanların vatanı olan Beyaz ülke; Mansur misali
XIX'uncu yüzyılın ikinci yarısı Avrupa'da burjuvazinin hüküm hücrelerine kadar ayaklanacak olan gerçek mürşitlerini
sürdüğü bir devirdir. Milyonlarca insan, ruh sefaletinin beklemektedir...
vermiş olduğu koyu inançsızlık içerisinde bocalayıp
durmaktadır. İşte Frederik Niçe tek ORHAN TÜRKDOĞAN
www.atsizcilar.com Sayfa 6
ORTAOKUL TÜRKÇE KİTAPLARININ MAHİYETİ
HİKMET TANYU
Aşağıdaki yazı Hikmet Tanyu arkadaşımızın bir öğretmen sıfatıyla Millî Eğitim Bakanlığı'na gönderilmiştir. Çok mühim bir
millî meseleye Ve tehlikeye işaret ettiği için ORKUN'da aynen neşrediyoruz. Bir başka ülküdaşımız ORKUN'un 44'üncü
sayısında aynı konuda bir başyazı yazmış olduğu da hatırlardadır.
Sayın Bakan, çekilen açlık, sefalet, perişanlık tasvir edilmekte.
1950‐1951 yılı talim sicilinde belirttiğim gibi, ortaokullarda Türk ordusunun harekâtı ve hayatı hakkında bu taze ve
okutulmakta olan Türkçe kitaplarının mahiyetini aşağıdaki
körpe dimağlara sinsi telkinler yapılmak istenilmektedir. Bu
muhtasar açıklamaların ortaya koyacağını ümit ediyorum.
parçadan bazı cümleler:
1 — MUAYYEN BİR ZÜMREDEN ADET İTİBARIYLA NİSBETSÎZ
DERECEDE PARÇA SEÇİLMİŞTİR. «Yalnız kumandanın, büyük bir ordu içinden tek bir kişinin,
yüzünü yıkamak için ikinci bir matara su kullanmak hakkı
vardı. Ordu kumandanı kendi karargâhı ümerasından birinin
Falih Rıfkı Atay : 9 yazı haftalardan beri su görmeyen yüzünü yıkmak için yalvararak
Hasan Âli Yücel : 4 " istediği bir matara suyu esirgedi. Her parça su en tehlikeli
Nurullah Ataç : 6 " cephaneliklerden daha fazla itina ile ve kat'î emir almış
16 yazı süngülü neferlerle sakınılmıştır. Bu ufak çukurlar bin bir
çeşit böcek, mikrop ve daha bilmem neler dolu idi. Hatta bir
Aynı gruba mensup bir kaçı: gün ordu kumandanının yaveri pek pis bir çukurdan
matarasının kadehini doldurmuştu. Suyun rengini ve içini
Şevket Aziz Kansu : 1 yazı gören doktor:
Cahit Sıtkı Tarancı : 2 "
Oktay Rifat : 1 " — Sıhhiye Reisi sıfatıyla bu sudan içmenizi men ederim,
Orhan Veli Kanık : 1 dedi. Kadehi dudaklarına kadar götüren zabitin kurumuş ve
24 yazı erimiş gözlerinde hiddet bir ateş gibi yandı; bu kim bilir
hangi ölümü getiren kadehi damla damla, serinliğini
Bu 24 parça yazıya ortaokul Türkçe kitaplarından daha bir sıra adlar ruhunda duyarak içti...
dahil etmek kabildir.
Kıtalar Kanal'a kadar katı peksimetler yedi. Yemleri
2— ECNEBİLERDEN ALINAN YAZILAR:
kalmayan develere, insanlardan artan peksimet kırıntıları
32 adet
verdiler. Tahammül edemeyen develerden birçoğu yollarda
56 parça metin. Şu sayı dahi neticeyi dikkat nazarlarınıza sunabilir. ölüp gitti.»
Edebî şahsiyeti okul kitabına yazısı seçilecek derecede olmayan Edebî değerinin ne seviyede olduğu anlaşılan yazı, acaba
Hüseyin Sezgin v.s. gibiler de ayrıca ele alınmak icabeder. çocuklar üzerinde nasıl bir tesir yapar. Bu cihet dimağları
biraz çalışanlar tarafından vazıh surette anlaşılabilir. Yazının
3— TÜRKİYE TANITILMADAN MEMLE‐KETLER TANITILIYOR: devamında, aç ve perişan askerlerin, hatta develerin
dayanamayıp öldükleri, sıhhiye reisinin emrine itaatsizliği
I. Kitap Pompei S.30 tabiî olarak gösteren
" Frankfurt seyahatnamesi S. 63
" Evereste Doğru S.123
" Çekirgeler (Cezayir'de) S. 134
Bu mu Komünizmle Mücadele
Alp Dağları hakkında
III. Kitap S.23
bir yazı Zonguldak Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı Dt. Halit
" Londra Göründü S. 31 Taşman'ın Kandilliye, Dernek umumî kâtibi İsmail Perk ile
" Hindistan'da İÇ Sokaklar S.105 idare kurulunun faal üyelerinden Telcioglunun da uzak yurt
v.s. köşelerine tayinlerinden sonra, ikinci başkan Nejdet Sançar
ile idare kurulunun diğer faal üyesi Ziya Özkaynak ta başka
4 — ASKERLİK VE HARP ALEYHTARLIĞI: vilâyetlere tayin olunmuşlardır, Nejdet Sançar Edirne lisesi
edebiyat öğretmenliğine Ziya Özkaynak ta Ermenek
I. Kitap— Anamdan Mektup S. 13 Ortaokulu tarih öğretmenliğine nakledilmişlerdir. Zonguldak
Komünizmle Mücadele Derneğinin, bu beş faal üyesinin
Adı geçen yazıdan birkaç cümle: ayni günler içinde başka yerlere tayinleri dikkati çekmiştir.
«Yirmi gün asker olacağım» diyorum, yirmi gibi askerlik mi olurmuş Bilhassa son tayinler Türkçülük düşmanı muhitlerde büyük
hiç? Yoksa temelli askerlik yapacaksın da ben tasalanmayayım diye bir memnunluk uyandırmıştır.
mi yirmi gün diyorsun? İyice anlat da yüreğim rahat etsin..."
II. Kitap — Çöl Destanı S. 163 Bu metinde, henüz ortaokulda ve
çocuk yaşında bulunan öğrencilerin zihninde «Kanal Hezimeti»
dolayısıyla
www.atsizcilar.com Sayfa 7
ordu kumandanının yüzünü yıkamak üzere bir matara suya mış bulunmaktadır. Araştırmaları karşılıklı sorular ve cevaplar
muhtaç olduğu belirtilen, cümlelerden sonra, askerlerin, Türk suretiyle tertiplenmiş metinler dolayısıyla, ortaokul öğrencisi,
askerlerinin bir deve başını kesip bin bir ümit ve hevesle çok uzak bir memleket olarak gösterilen Irak'la Kore'yi
yemeğe hazırlandıkları sırada «aldıkları bir emir üzerine deve mukayese ederek, harp aleyhtarı, askerlik düşmanı sorular
başını, yarı kaynamış sularını kumlar üzerine döktüler» sorarsa böyle bir tedaiyi yaratmak gibi zararlı neticeler doğuran
cümlesinin nasıl bir mâna ifade ettiği, nasıl sinsi bir perde bu gibi yazılar acaba ortaokul kitaplarına hangi maksat ve
arkasında taze çocuk dimağlarına savaş ve askerlik aleyhtarı düşüncelerle alınmış olabilir? Oysa ki bugün Kore'deki Türk
telkinler yapılmak istenildiği teemmül olunabilir. Hele bu kahramanlığı Türkler için birçok faydalar sağlamış bulunmakta
metnin araştırmaları bu yazıdan nasıl faydalanıldığını açıkça ve içeride, dışarıda vatan ve millet, harp sevgisini ve kahraman‐
belli ediyor: lık, cesaret telkini vazifesini yapmış bulunmaktadır. Öğrenci ise
hakikatin tam bir mukayesesini yukarıda alınmış harp ve asker‐
«A — 5. Yaver, pis suyu içmemesini söyleyen doktora niçin lik aleyhtarı yazılarla kavramak için gereken yaş ve görgüden
kızıyor? henüz mahrum bulunmaktadır. Çocukların şuur ve ruhlarına,
daha mütekâmil bir şekilde umacı masalları gibi böyle telkinler
6. Askerler, yolda nasıl besleniyorlar? Deve başını niçin pişirip yapılması, memleketimize nasıl bir fayda sağlayabilir?
yiyemediler?
5— HÜKÜMET DÜŞMANLIĞINI BELİRTEN YAZILAR:
7. Bu gece, niçin askerlerin son gecesi olabilir?
I. Kitap — Anamdan Mektup S. 14
8. Bu yazıdan çıkardığınız sonucu söyleyiniz?» VS. S. 165 «Gözünü doğduğun yere dik. Seni biz hükümet eline
baktırdığımıza bin kere de pişman oluyoruz.»
***
Köy Enstitülerinde; komünizmin en faal bulunduğu bir devrede
III. Kitap Köy Enstitüleri dergisinin 1945 yılında neşredilmiş bir yazısı
ayrıca dikkate değer. Araştırmalar, tertip hakkında
Büyük Ana: S. 11‐13 (Bilhassa 17'inci sayfanın altındaki son düşündürücü olabilir.
paragraf)
«6— Hükümet eline bakmak demek‐ten kastı nedir?»
Hüseyin Rahmi'nin bir sıra, öğrenciler için çok faydalı eserleri ve Adı sanı ve edebî hüviyeti henüz hiç tanınmamış bir kimseden
çeşitli hikâyelerinden faydalanılacağı yerde, binlerce sayfalık yüzbinlerce nüsha basılan, ortaokulun resmi Türkçe kitaplarına,
kitapları arasından ve (İki Hödüğün Seyahati) adlı eserin savaş nasıl, nerden, niçin alındığı düşünülmeye lâyıktır. Mektup
aleyhtarı ve askerlimi korkunç göstermeğe matuf, bir kisveyle nevine sanki başka bir misal bulmak mümkün değil miydi?
Özetleyerek nakledilişi acaba ne maksatla oluyor ve neyi ifade Üstelik askerlik aleyhtarı zihniyeti daha önce belirtilen bu yazı,
ediyor? 13'üncü sayfa, büyük ananın savaşa giden oğlu için Türk köylüsünü ve Türk anasını askerlik düşmanı olarak
çektiği ıstırabı ve harb aleyhtarı, «Türk Gencine mezar olan göstermek isteyen bir garabet taşıyor Türklüğün son hür ve
kızgın ufuklar» ve emsali cümlelerden sonra, yazı su kısaltmayla müstakil kalesini çeviren azılı düşmanları arasında pasif bir
arzu edildiği kalıpla öğrencilerin şuuruna yerleştirilmek zihniyet taşıyan yazı ve telkinlerle İstiklâl ve hayatının müdafaa
isteniliyor: edilemeyeceği bedahattir.
(Irak'ın İstanbul'a çok uzak bir yer olduğunu ve o çöllere giden 6 — YALNIZ İNGİLİZ DÜŞMANLIĞI:
askerlerin hemen hemen hiç dönmediğini öğrenen büyük ana
bir gün çıldırır ve buhranlar içinde ölür. Bir zaman sonra I. Kitap — Yurt Hasreti (Araştırmalar kısmı) S. 19
torununun da Irak'ta şehit olduğu haberi gelir). «Araştırmalar:
3. Türk subayları, İngiliz subaylarından niçin yurt haritası
Sayfa 13. Neden bu kısaltma kitaba alınmış ve niçin yukarısında istiyorlar? İngiliz subayı bu haritayı hangi düşünceyle onlara
nokta nokta işaretlerini müteakip böyle bir hüzünlü askerlikten, vermemiş olabilir?» V. S.
savaştan soğutma hatta korkutma istenilmiştir? Bu yazılar belki
çok ilerideki yaşlarda okunabilirken niçin çocuklar bu gibi II. Kitap — Çöl Destanı S. 163
yazılarla meşgul edilmek ve menfi telkinlere tâbi tutulmak Dördüncü kısımda askerlik ve harp aleyhtarlığı münasebetiyle
istenilmiştir? Üstelik kitabı maksatlarına göre hazırlayanlar aç, susuz, sefil bir perişanlık ve felâket içeri‐sinde kalınarak
14'üncü sayfada bu hususta kendi mülâhazalarını şöyle Ölüm kokusu akıtan yazı da Türk askerlerinin başına gelen
belirtiyorlar. «Yazar, hikâyenin hayatla olan bu yakın ilgisini, felâketin, İngilizlerle yapılan savaşta olduğu belirtilmek
muhakkak ki etrafını iyice gözlemek, olayları incelemekle istenilmektedir.
sağlamıştır.»
III. Kitap — Büyük Ana S. II
Bu savaşların mahiyeti, sevk ve idaresinin tetkiki ve tenkidi Büyük Ana yazısı ile aynı telkinin teksifine hizmet edilmektedir.
herhalde askerlikte ihtisası olan bitaraf kimselerin hükümleriyle Bilhassa, İngilizlerle dost, Rus ve Bulgarlarla düşman olduğumuz
bir ciddiyet ve realite değeri kazanabilir. Yoksa bir müddet zamanlarda sadece İngiliz düşmanlığı telkini üzerinde
sonra çıkacak bir yazarın ve ortaokullarda okutulacak bir kitaba durulmağa değer kanaatindeyim.
şu bu düşünceler gerisinde sistemli bir savaş ve askerlik
düşmanı bir yazının, maksada uygun rötuşla alınması hangi 7 — SİSTEMLİ OLARAK ALLAHSIZLIK TELKİNİ VE DİN
sebebe dayanabilir? Zamanımızda komünist dergilerini, Türkle‐ DÜŞMANLIĞI:
rin Kore'ye asker yollamasını «Kore Nere» yazılarıyla belirtmesi
onları takibata maruz bırakmış ve Kore'ye asker yollanmasına I. Kitap — Namus imtihanı S. 140
engel olmak üzere faaliyete geçen sahte barışseverler de Bu metinden alınmış birkaç cümle: «Zadig: Ben, tabiatüstü
yapılan muhakeme sonunda muhtelif hapis cezalarına çarptırıl‐ şeyleri sevmem, dedi; mucizeden bahseden
www.atsizcilar.com Sayfa 8
kimseler ve kitaplar hiçbir zaman benim hoşuma gitmedi.» Birinci sınıf kitabının araştırmalar faslından birkaç soru cümlesi
Güneş ‐ Sıcaklık S. 165 «4— Hayatı doğuran nedir ve bu şeyin varlıklar üzerindeki etkisi
ne şekillerde görülür? 9 — Güneş olmasaydı nelerden mahrum
Varlıklarla güneşin ilgisi ve münasebeti bakımından objektif bir kalırdık? 10 — Yazının ana fikri nedir?» sayfa. 168
yazı pek tabiidir ki dikkate değer. Nasıl hayatın birçok
meseleleri, davaları ve tahlilleri öğrenci şuuruna yaş, sınıf, gibi Her meseleyi ve her seyi âdeta bir Allah tarzında güneşe
kayıtlarla bağlantılı olarak sunuluyorsa bu Güneş ‐ Sıcaklık yazısı bağlamak kolay olduğu kadar da gariptir. Gene şükretmek lâzım
da haddizatında basit bir tabiat olayının açıklaması olarak gelir ki çocuk dünyaya getiren annenin bu meziyetine bakılarak,
kullanılabilirdi. Fakat maalesef Ortaokul Türkçe kitaplarının kadın, yaratıcı bir tasvire tâbi tutularak Allah olarak kabul
birinci sınıflarına alınan bu metin bambaşka bir istikamette edilmemiştir. Zira, insanın da geldiği, beslendiği, geliştirildiği
kullanılmak istenilmektedir. Önce Rus yazarlarından şöhretli yer bir anne kucağıdır
Tolstoy'u maske yaptıktan ve onun, sıcaklık hareket, mevsimler
hakkında güneşin oynadığı büyük rolü gösteren yazısında, II. Kitap — Kyklops ile Poseidon S. 65
hayat, ruh ve Allah gibi zamanımızın ve geçmiş binlerce yılların
meraklı bahislerine sarih bir teması olmamakla beraber, Bu metin içerisinde, Deniz Tanrısından ve devden
açıklamalar üzerindeki sorularla Allah, ruh, hayatı, güneşe bahsedilmektedir. Görünüşe göre Yunan mitolojisiyle ilgili bir
bağlayıvermek gibi iptidaî bir zihniyete rastlanılıyor. Allaha yazıdır. Eski Yunanlıların bir sürü Tanrı anlayışlarını
inanmış, mümin bir insan olarak hayata veda eden Tolstoy'un belirtmektedir. Pek tabiî ki bu Tanrı'lar acayip birer mahlûk
bu cephesi biyografisinde belirtilmesi gerekirken veya kitaptaki olarak karşımıza çıkarılmaktadır. 67'inci sayfada (B.—) de
metinleri derleyenlerin, güneş ve onun menşe ve mahiyeti hak‐ öğrenciye şu bilgi veriliyor: «Eski Yunanlılar, tabiatı idare eden
kında düşündürücü bir açıklama yapmaları zarurî iken bu birçok tanrılar bulunduğuna inanırlardı. Hatta bu tanrılarla ilgili
noktanın tam tersi bir yol tutulmuştur. Sanki, hakikatin, bir takım masallar da uydurmuşlardı. Okuduğunuz yazının
varlıkların yaratıcısı, kurucusu güneşmiş ve her şey bu maddî konusu bu çeşit masallardan biridir.
ateş yığınından çıkmış gibi bir mâna verilmek isteniliyor. Oysaki,
güneş benzeri ve ondan çok büyük bir sıra güneşlerin mevcut Eski devirlerde insanların tanrıları, yarı‐tanrılar ve kahramanlar
olduğu kâinatımızda, güneşin parçalanması ona mensup bir için uydurdukları masalların bütününle mitoloji derler.
güneş manzumesinin doğma sebebi hakkında muhtelif Mitolojiler eski insanların inanışlarını, düşüncelerini
nazariyeler mevcuttur. Üstelik güneşin nereden geldiği ve bu gösterdiklerinden insanlığın tarihi için önemli vesikalardır.»
sıcaklığı nasıl ve ne şekilde ihtiva ettiği uzun münakaşa
mevzuudur. Güneşin menşe ve mahiyeti astronomi için henüz Türklerle ilgili, yaratılış destanı ve efsanelere dair bilgi
bir tetkik mevzuu iken, Ortaokul Türkçe kitaplarının birinci verilmemesi tenkide değer ayrı bir bahistir. Kyklops ile
sınıfına mahsus kısmında, âdeta kâinatın bütün felsefî Poseidon başlığı altında ne yapılmak istenildiği hakkında
meseleleri ceffelkalem halledilmiş gibi bir tavır takınılmak Araştırmalar. A— 8'inci soru bize daha etraflı müşahede
istenilmesi bir hüsnüniyet eseri kabul edilse bile gülünç bir imkânını veriyor. Araştırmalar şu soru ile neticelendiriliyor: «Bu
cehalet numunesi olmak vasfını kaybedemez. Pek çok şeyler yazıya göre eski insanlar hakkında neler düşünüyorsunuz?»
medyun olduğumuz güneşin kime veya neye pek çok şeyler
medyun olması icabettîğîni ilmi bir kat'iyetle söylemek güçtür. C. H. Partisi iktidarından ve onun lâikliği dinsizlik şeklinde
benimsediği zamandan kalan bu yazı dolayısıyla, bîr
*** öğretmenin, çok tanrı inancının yanlışlığını belirterek, tek tanrı
imanının doğruluğunu ortaya koyacağı sarih değildir. Allah
Tetkik ettiğim batı medeniyetine mensup bir milletin kitabında, inancı, sanki insanların kültürlerine göre değişe değişe türlü
bu konu dolayısıyla Allah'a temayül gösterilerek ona tabî kılıklara girdiği ve müspet anlayışın ise, birinci sınıf kitabında
kılınmaktadır. Bizde ise hiç olmazsa astronomideki kadar öğrenciye telkin edilen Güneş varlığından başka bir şey
ihtiyatları ve araştırıcı bir tavır takınılmalıdır. Ortaokul kitabını olmadığıdır. Bu soru ile eski Yunanlılar, pek tabiî ki
tanzim edenler kadar her şeyin güneş mahsulü olduğu ve zemmedilecek, geri, iptidaî tanıtılacaktır. Halbuki o çağın
güneşin de tek başına malûm bir menşe ve mahiyeti adamlarından ve büyük dehalarından olan, Sokrat, ve emsali
bulunduğu, ruh, Allah, hakikat, ahlâk, fikir vesaire gibi her şeyin filozoflar hâlâ ehemmiyet ve değerini muhafaza etmektedir. O
yaratıcısı olduğu, yani materyalist bir menşei bulunduğu isbat vakitlerde bu çok tanrı görüşünün ve gerçi onların fevkinde
edilmiş olsaydı, felsefe enstitüleri, dinlerin ortadan kalkması gene bir tanrı anlayışından apayrı düşünen insanlar olduğu
icabederdi. Güneşin rolünü mübalâğalandırarak, bambaşka belki de; felsefe ve dinler tarihi üzerinde ihtisası bulunmayan
sahalar üzerinde telkine çalışılması, insan yetiştirmek, gerçeği herhangi bir Öğretmen tarafından hatırlanmayarak, umumî ve
göstermek ve öğretmek bakımından zararlıdır. Bilhassa «Seçme basma‐kalıp bir hüküm vermek gibi bir yanlışlığı önleyici bir
Rus Hikâyelerinden alınacak parçalarla bir astronomiden tedbirin, kitabı hazırlayanlarca alınmadığını da görüyoruz. Bu
yüksek dersler verileceği yerde, meselâ Sir James Jeans'in radyo eski Yunanlılarda trajedi yazarı, Sophokles'in Antigou'undan
konuşmalarını ihtiva eden popüler kitabından faydalanılabilirdi. alınmış parçalar ve Sokrates'Ie Lysis gibi metinler olduğu halde
Üstelik bu kitap güneşe kadar bir seyahat hikâyesi olduğundan «Çok tanrılara, inandıkları için», topyekûn o zamandaki insanlar
öğrenciler için daha alâka çekici olurdu, beğenilmeyecektir. Bununla beraber, her nedense bu çok tanrı
konusu kitabı hazırlayanları pek hoşlandırmaktadır, 151'inci
sayfadaki açıklamalardan bazıları şunlardır;
www.atsizcilar.com Sayfa 9
"— Tanrıların hukuku: Tanrılar, ölülerin gömülmesini esirgemez. Arka sokakta ikisi de birleşirler" S. 106 108 inci
emrederlerdi. Kreon bunun aksini istemekle onların emrini sayfadaki Araştırmalar: B. — a) Fikirleri kaç bölümde
çiğnemiş oluyordu. — Yeraltı Tanrıları: Bunlardan biri Hades'tir. toplayabilirsiniz? b) Aşağıdaki sözleri açıklayınız: Kastın Hindu
Ölüm tanrısı veya öldükten sonra ruhların toplandığı yer halkına işlediğini, taassup, müslüman yığınlarından esirgemez, ‐
demektir. Adalet Tanrısı olan Dike de yeraltında bulunur ve hayat ne büyük hakikattir, ‐ tabiatın hayırlarına ve şerlerine
ölülerin haklarını korurdu. Haimon, babasına, emrinin bu teslim olmak. (Medenî insan tabiata teslim olur mu?) V.S.
tanrılara hoş gelmeyeceğini söylemek istiyor. — Olympos: Bu yazıda kast konusu ele alınmış görünerek, kast usulünün
Yunanistan'da, tanrıların oturduğuna inanılan bir dağ. Yazıda, kötülüğü araştırılırken mesele birdenbire garp proleteryasına
doğrudan doğruya tanrılar kastedimektedir." intikal ettirilerek, proleterya daha kötü bir halde gösteriliyor.
Bu cihete, öğrenciye sınıf şuuru aşılamak bahsinde tekrar
Görülüyor ki Öğretmenin başlıca işi gücü bu tanrılar telkinini geleceğiz. Kast, taassup, ve çeşitli akrep, yılan, fil, inek tanrılar
ortaokuldaki taze ve körpe dimağlı öğrencinin şuuruna ele alınırken, taassup ve müslümanlık kelimeleriyle bu hedefte
yerleştirmek, Allah hakkında gereken şüpheyi, henüz mukayese ihmal edilmiyor. Müslümanlığın taassubu vesilesiyle, taassup,
imkânını verecek bilgiden mahrum çocuğa yüklemektir. Lise 107'inci sayfada şöylece açıklanıyor: "Taassup: Bir inanışa bir
Edebiyat derslerindeki tafsilâttan pek daha hevesle, ortaokul fikre körü körüne bağlanıp ondan başkasını kabul etmemek.
kitaplarını doldurmak acaba nasıl bir "fayda, bilgi temin Darkafalılık." Pakistan'ın istiklâline kavuşmasından önce kaleme
edecektir? Esasen bunlar tarih derslerinde ortaokul Öğrencisi alınan bu yazı, kültür, sanayi ve ahlâk bakımından ileri bir
için gerektiği kadar yapılmaktadır. 152‐inci sayfada Dilbilgisi seviye arzeden, edebiyat ve ilmî faaliyetiyle muvaffakiyet
(Zarflar: tekrar) kısmında bile Tanrılar konusu ihmal edilmiyor. gösteren bu müslüman halkı mı muhatap tutmaktadır? Yoksa
"5. Aşağıdaki cümleleri uygun birer zarfla kullanınız: Babanla mahdut sayıda ve dağınık müslümanlar mı ele alınmaktadır?
çekişiyorsun. —Tanrıların hukukunu çiğnedikten sonra..." "Kastın Hindu halkına işlediğini, taassup, müslüman
yığınlarından esirgemez." cümlesinin ortaokul çocuklarının
Türk milliyetçiliğinin en değerli ve olgun mütefekkirlerinden zihinlerine nasıl bir telkin yapmaya çalışacağını anlamak güç
Ziya Gökalp'in gerek çocuk ve gerek büyükler için yazılmış değildir. Esasen Allahsız bir insan olan, ve "Yeni Rusya" adlı
muhtelif manzumeleri yerine, "Hem Ogan, hem kullarız." kitabında Türklere Sovyet usulünü tavsiye eden ve bir yazısında
mısraını ihtiva eden manzumesi kitabı hazırlayanlara pek cazip açıktan açığa Stalin'i başımızda şef olarak gören bir muharririn
görünmüştür. Daha ileride "Metinlerin yanlış tefsiri" bahsinde çocuk şuurlarına dökülen bu yazısına şaşmadık.
tekrar avdet edeceğimiz bu manzume dolayısıyla burada gene
açıklamalar üzerine dik‐kati çekmek faydalı olacaktır. Materyalist bir taassubu daima müdafaa eden Falih Rıfkı Atay
Açıklamalarda (Ogan: Türk dilinin Çağatay lehçesinde Tanrı ortaokul çocuklarının karşısına 9 adet yazısıyla daima
anlamında kullanılır.) denildikten sonra, 154'üncü sayfadaki çıkarılmıştır. Halbuki bu yazar "Yeni Rusya" adlı eserinde şunları
araştırmalarda, bu manzumenin diğer mısraları numara ile yazmaktadır. Ortaokulda tekrar tekrar yazıları ileri sürülen
soru‐lup izah ettirilmediği halde 10'uncu mısra yani "Hem öğrenciler acaba onun adı gecen kitabını ve şuraya
Tanrı, hem kullarız" manasına gelen mısra hakkında hususî bir naklettiğimiz cümlelerini öğrendikçe nasıl bir intiba sahibi
soru tertip edilmiştir. "6. Onuncu mısraın anlamını açıklayınız." olacaklardır?
Yüzlerce makalesi, şiirleriyle büyük bir değer ifade eden Ziya "Ben bizim kalabalığımıza benzeyen bir kalabalığı
Gökalp öğrenci karşısında, sanki Allahsız bir insanmış gibi garplılaştırmak, geri bir memleketi ileri götürmek için kızıl
gösteriliyor. Üstelik mütefekkirin hakikî maksadı hakkında komşumuzun tecrübelerini ve metotlarını tetkik ettim ve Yeni
öğrencilere bilgi verilmiyor. Onun Allah inancı ve müslümanlığı Rusya'nın nasıl bir yolun üstünde olduğunu göstermek
üzerindeki imanı hiç mevzuu bahsedilmiyor. Böylece bilhassa istedim." "Kaç senedir iki e‐sası müdafaa ediyorum: Şimal
müslümanlık imanının yeniden canlandığı devrede, Gökalp terbiyesi ve ihtilâlci metotlar." "Yeni Rusya iptidaî bir halkı ve
öğrencinin husumetine maruz bırakılmış oluyor. Bu manzume memleketi büyük bir hızla garp seviyesine çıkarmak için
Gökalp'i değerlendirmek için değil bilâkis onu gözden aranmış ve bulunmuş ihtilâlci metotları tez olarak almıştır."
düşürmek, geri kalmış bir yazı tarzının Örneği olmak üzere Sayfa: 4. Başlangıç, Yeni Rusya.
ortaya çıkarılmak isteniliyor. Didaktik tarza örnek olarak
gösterildikten sonra bu çeşit yazıların modasının geçtiği de ilâve Umumiyetle metot, bir neticeye, gayeye vâsıl olmak için
ediliyor. Yani fikir bakımından tutuluyor, yazı çeşidi bakımından kullanılan yolların ve vasıtaların mecmuunu ifade eder. İhtilâlci
düşürülüyor. Bu bahse bilâhare tekrar geleceğiz. metot sınıf mücadelesiyle, cemiyeti parçalamak, kanlı
boğuşmalarla güya proleter sınıfının kazancını temin etmektir.
Hindistan'da İç Sokaklar S. 105 Zamanımızda ise bu tamamen Rus emperyalizmine hizmet
eden bir komünizmin tatbikidir. Diğer unsurları ise, Allah, din,
"Bir mabedi geziyorsunuz: Tanrı‐Akrep, Tanrı‐Yılan, Tanrı‐Fil, hürriyet, şahsiyet, millet, milliyet, aile, ilim düşmanlığı ve insan
Tanrı‐inek'e yiyecek, içecek ve çiçek yetiştiren bu zavallı saygı ve sevgisi, tolerans yerine, mutlak bir kızıl taassupla, köle
insanlar, tabiatın bütün hayırlarına, serlerine ne kadar yığınları vücuda getirmekten ibarettir. Falih Rıfkı bu usulü, garp
gönülden teslim olmuşlarsa, zengine, kuvvetliye, derebeyine, usullerinden pek üstün görüyor.
dağ beyine ve şehir beyine de böyle teslimdirler." "Kastın Hindu
halkına işlediğini, taassup, müslüman yığınlarından (Devamı gelecek sayıda)
www.atsizcilar.com Sayfa 10
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA
DOĞU TÜRKLERİ
Yazan: Cebbar Ertürk
1941 yılında Alman orduları Doğu'ya yürürken Ruslar ilk olarak bu mültecileri istiyordu. Batı'nın zaferlerini Stalin'e
hemen Türk illerindeki münevver, genç, ihtiyar, köylü, hediye ederek Rusları Londra kapılarına kadar getiren,
şehirli herkesi toplayarak Almanların önüne sürdüler. gafletini ancak Potsdamda anlayan Çörçil, Ruzveltle beraber
Okullar, tiyatrolar, sinemalar, ilim müesseseleri kapatıldı. bunları iadeyi taahhüt etti ve o cümleden 500.000 Türk'ü de
Önden Almanlar, arkadan da Ruslar Türkleri imhaya Kızıllara iade ettiler. Kızıllar Karpatlarla Ukrayna'da bunları
kalktılar. Kendinden başka hiçbir milleti tanımayan öldürdüler..
Almanlar, Rus için savaşmak istemeyen Türkleri «Rus'dur»
diye biçerken, Rus da arkadan «Türktür!» diye biçiyordu. ***
Böylece iki kurşun arasında iki milyondan fazla Türk şehid
oldu. Fakat yine fırsat bularak bir buçuk milyon Türk Büyük Savaşta Almanları meftun eden Mehmet'lerin öz
Almanlara iltica ederek Ruslara karşı savaşmak için kardeşleri Doğu Türk mehmetçikleri de Alman milletine
Almanların müsaadelerini istediler. Fakat Almanlar, büyük bir hatıra izi bıraktılar. Avrupa bu Türkleri senelerce
Rusya'da Türk olmadığını söyleyerek esmer ve orta boylu unutamayacaktır. Türklerin İkinci Dünya Savaşı'ndaki
olmasına göre "untermensch = aşağı ırk" diyerek bu fedakâr kayıpları bütün milletlerden fazladır. Kırım ve Kuzey Kafkas
Türk oğullarına dudak büktüler imha kamplarına toplayarak ise Türk'ten bir hamlede temizlenmiştir.
açlık, soğuk ve hastalıkla Rusların istekleri hayrına imha
ettiler. 1942 yılının baharında bir buçuk milyon Türk ***
esirinden ancak 80.000 kaldı. Rahmetli Enver Paşa'nın
kardeşi merhum Nuri Paşa'nın yardımları ile Almanlar, Sözlerimin sonunda bir noktayı da hatırlatmak isterdim.
doğuda Türk olduğunu ve bunların Almanlardan daha fazla Tarihten ibret alalım. Kötü Moskof'tan gelecek her hangi bir
Moskof düşmanı olduklarını anlayarak Ruslardan ayırdılar hareketi doğmadan boğalım. Türk'ün Türk'e hasretini Türk
ve gönüllü ordulara topladılar. Bir yıl içerisinde Kırım ve illerine gelen Anadolu Mehmetçikleri önünde oğlunu
Kuzey Kafkaslardan katılan Türklerle birlikte Alman orduları kurban kesmek isteyen Türk köylüleri ile Türk ordularının
ile birlikte 360 bin Türk gönüllüsü Finlandiya'dan Kafkaslara geçtiği yolları halılarla süsleyerek, atlarının bastığı izleri
kadar doğu cephesinde, ve Fransa, İtalya ve Belçika'da da Hızırdan yadigârmış gibi saklayan Türk annelerinin, Enver
Moskof'ların o zamanki müttefikleri, (hatalarını ancak şimdi Paşa'nın mezarını her türlü yasaklara rağmen ziyaretgâh
anlamış) İngiliz ve Amerikanlara karşı savaşıyor ve Almanları yapan Türk gençlerinin yüksek Türkçülüklerinde gösterelim,
hayrete götürüyorlardı. Türk kahramanlığı karşısında Moskof'un mezar yolculuğu yakındır. Moskofun ölümü ile
naziliğin dik başı da iniyordu. Alman radyolarında Dr. Türklük yeni bir Ergenekon yapacaktır. Fakat Moskof
Göbbels «Doğudan aldığımız Türk esirleri bize, öldükten sonra his ve hırsına kapılarak kendini başkan, han,
müttefiklerimiz italyan ve Romenlerden daha fazla yardım hâkan görmek isteyenler tarihi felâketlerimize sebep
ettiler. Bunların savaşlarından biz Birinci Dünya Savaşının verenlerin eşitleri soysuzların çıkabileceğini unutmayalım.
Galiçya ve Çanakkalelerinin etkisini aldık» diyor, bir taraftan Türk'ü biri diğerine yabancı kesmeye çalışacak böyle
da Himler, bir sıra öz Almanlarını da kabul etmedikleri S. S. ülküsüzlerin susturulmaları da vazifemiz olmalıdır. Vakur
birliklerine Türkleri de kabul ediyordu. Böylelikle Almanlar Türk milleti ile biricik vatanı Türkiye'yi tanımanın Türklüğe
daha dün esir olan Türkler karşısında ne kadar küçük en büyük hizmetimiz olduğunu unutmayalım. 1000 yıl önce
olduklarını görüyorlardı. Silâhlarını bırakıp kaçan Alman beraber yaşayan Türk kabilelerinin milliyetçilik devri olan
bölüklerini esir ederek savaşmaya mecbur eden Türk 20'nci yüzyılda daha sıkı bir bağla biribirine bağlanacağında
birlikleri Almanların kendilerini de hayrete götürüyordu. asla şüphe etmeyelim. Bunu İkinci 'Dünya savaşında
herşeyini bırakarak kaçan ve Türkiye'ye sığınan doğu Türk
Türklerin İkinci Dünya Savaşı'nda yarattıkları bu göçmenlerinin yüksek ülküleri dahî ispat ediyor.
kahramanlıklar Fransa, Polonya ve Çekoslovakya'nın
haklarını tanımayan Almanların Türklerin istiklâllerini ve Türklük var olsun.
millî komitelerinin teşkillerini tanımalarına sebep oldu. Cebbar Ertürk
Daha doğrusu Türk gönüllüleri bu hakkı zorla aldılar. Alman HİCÎV KÖŞESİ:
ordularının büyük çekilişlerinde Rus cehenneminde ACABA NEDEN
yaşamak istemeyerek batıya sığınanlar arasında 18 milyon
da İslâv vardı. Bunlarla birlikte 250 bin kuzey Kafkaslı ve Bolşevik ufkundaki korkunç kızıl renkli güneş
Kırımlı Türk de batıya sığınmıştı. Bu mülteciler Kremlin Kanlı bir meş'ale gibi sarmış bütün gündüzleri...
surlarını uçurarak Moskofun hakikî çehresini herkese Din kızıl, iman kızıl, vicdan kızıl, lâkin neden
tanıttıracak biricik kuvvetti. Fakat Stalin bunu önceden Şeflerin bir kerecik olsun kızarmaz yüzleri?
bildiğinden Tahran, Yalta ve Potsdam anlaşmalarında
Eşref‐i Zaman
www.atsizcilar.com Sayfa 11
1944‐1945
IRKÇILIK ~ TURANCILIK ~ DAVASI
18 Mayıs 1944 Perşembe Gümrükçüoğlu Osman iki yıl muvakkat tard cezası aldılar.
Gümrükçüoğlu'nun cezasının daha ağır olmasının sebebi
Nurullah Barıman'ın Tevkifi: vardı: O, Orhun dergisinin Türkçülük hakkındaki bir anketine
Atsız'ın evi aranırken Atsız'a yazdığı mektupları bulunan ve cevap vermek suçunu da irtikâp etmişti. Tabiî, cezası da ağır
Türkçü dergilerde yazılan çıkmış olan Nurullah Barman'ın olacaktı. Bununla beraber bir müddet sonra onun iki yıllık
tevkif olunması da bekleniyordu. Zaten Türkçü "Bozkurt" tardı da bir yıla indirilmiştir.
dergisinin son sahibi olduğu için de polisçe müsecceldi.
1944 Mayıs'ında yedeksubay olarak Ardahan'da Bu hayasızca kararın verildiği gün, Okul Müdürü Zeki Mesut
bulunuyordu. Bilhassa 14 Mayıs'ta eşyası arandıktan sonra istifa etti. Devletler Hukuku Profesörü olan Zeki Mesut
kendisi de tetikte idi. 18 Mayıs 1944 Perşembe günü askerî Alsan Aydınlı bir Türk oğlu idi. Onun Türk vicdanı bu karara
usul dairesinde tevkif olunarak İstanbul'a doğru yola tahammül edemezdi.
çıkarıldı.
Hükümetin Resmi Tebliği:
Fazıl Hisarcıklılar'ın Ankara'ya Götürülmesi: 18 Mayıs 1944 gününün akşamında Çankaya Hükümeti,
Köprücük kemiği kırılmış olarak 17 Mayıs'ta tevkif edilmiş Türkçüler hakkında artık bir kanaata varmıştı (!). Bu
olan Fazıl Hisarcıklılar, 18 Mayıs 1944 Perşembe günü, kanaatini resmî bir tebliğle umumî efkâra açıklamakta
hiçbir tedavi ve tedbire tâbi tutulmadan, bir üst rütbeli büyük fayda görüyordu. Hakikatte onların kanaati yıllarca
subayın yanında olarak Kara‐Biga‐İstanbul yolu üzerinden önce tebellür etmişti ama fırsat şimdi ellerine geçiyordu. O
Ankara'ya sevk olundu. Hasta veya yaralı oldukları zaman akşam radyo ile ilân olunan ve ertesi günkü gazetelerinde
caniler bile şefkat ve ihtimam gördükleri halde Türkçüler en hepsinde çıkan resmî tebliğ şöyle idi:
basit insanî muameleden mahrum bulunduruluyordu.
Bazen iyi yürekli ve içten milliyetçi memurların gizlice Ankara, 18 A,A. (Resmî tebliğ): Son günlerde hükümetçe
gösterdikleri insanî muamele müstesna, Türkçülere yapılan kapatılan Orhun Mecmuası sahibi Nihâl Atsız'la konserva‐
muamele umumiyetle, o zamanki Türkiye Devleti için yüz tuvar öğretmenlerinden Sabahattin Ali'nin Ankara'da
kızartıcı mahiyette idi. Çünkü şefleri ve idarecileri ile onların görülen muhakemesi sırasında Nihâl Atsız lehine yapılan
ırkî durumu ve zihniyeti ile o zamanki devlet artık bir Türk taşkınlıklar dolayısıyla nezaret altına alınmaları zarureti
devleti olmaktan çıkmıştı. hasıl olan bazı kimseler nezdinde çıkan evrakın verdiği
şüphe üzerine Nihâl Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve Zeki Velidi
Doktor Hasan Ferit Cansever'in Rahata Kavuşması: ile Doktor Hasan Ferit Cansever'in İstanbul'da evlerinde ve
Mayıs'ın 15, 16, 17'nci gecelerini aralıksız iskemlede daha bazı yakın arkadaşları nezdinde İstanbul örfî İdare
geçirerek harap bir hale gelen Doktor Hasan Ferit Cansever, Komutanlığınca aramalar yapılmış ve elde edilen vesikalar
18 Mayıs 1944 perşembe günü rahata (!) kavuştu: tetkik edilmişti.
Dördüncü günü evden, kendisinin nerede olduğunu haber
almışlardı. Bir şilte getirerek Hasan Ferid'e verdirdiler. Bu vesikaların tetkikinden elde edilen netice ve kanaate
Doktor artık bahtiyardı. Odadaki pis şilteyi attırarak göre Teşkilâtı Esasiye kanunuyla müesses bugünkü
kendisininkini toz toprak içindeki yere serdi. Ama ne de olsa rejimimize ve vatandaşların hakikî milliyetçilik telâkkilerine
serde hekimlik vardı. Şiltenin üzerini silme naftalin aykırı umdeleri ve bu umdelere varmak için gizli cemiyetleri,
doldurdu. Pirelerin hücumundan bu şekilde kendisini faaliyet programları, teşkilât ve propaganda organları,
koruyacaktı. O gece bu silme naftalin tabakası üzerinde hattâ muhaberelerini gizli tutmaya matuf şifreleri ve
memnun (!) ve bahtiyar (!) bir uykuya daldı. Zaten beş ay parolaları vardır.
içinde kalacağı bu odaya alışmaktan başka da yapacak bir iş
yoktu. Bunlar memleketin muhtelif mıntıkalarında ve bilhassa her
çeşit terbiye müesseselerinde masum gençlerin temiz
Siyasal Bilgiler Okulu Disiplin Kurulunun Toplantısı Ve milliyetçilik ve vatanseverlik duygularını istismar ederek
Kararı: genç nesil arasında kendilerine taraftar toplamak ve bu
suretle hedeflerine ulaşmak için devamlı ve sistemli bir
O zaman Türkçü gençlerin kaynağı olan Siyasal Bilgiler (= faaliyet sarfetmekte ve memlekete zararlı ideolojilerini
Mülkiye), Millî (!) Şef İsmet İnönü ile Millî Eğitim Bakanı tahakkuk ettirmek yolunda çalışmaktadırlar.
Hasan Âli'nin öfkesini üzerine çekmişti bilhassa tevkif
olunan Türkçü Türk gençlerinin tahliyesi için müteaddit Bu mahiyetteki faaliyet, Teşkilâtı Esasiye Kanunumuz'a
makamlara başvuran Mülkiyelilerden Ali Çankaya ile aykırı ve Türk Ceza Kanunumuza göre suç vasıflarını haiz
Gümrükçüoğlu Osman ve Ziya Çöker mimlenmişlerdi. Hasan olduğundan failleri hakkında salahiyetli adlî merciler tarafı‐
Âli şahsan herkese ve her yere karışıyordu. Bu üç öğrenci, ndan kanunî takibat yapılmak üzere işe el konulmuştur.
Türkçü faaliyette bulundukları için o zamanki hükümetin
millî düşmanları idiler. Bu resmî tebliğ de İsmet İnönü Hükümeti'nin yüz karaların‐
dan biridir. Fakat onun o kadar çok yüz karası vardır ki
Disiplin Kurulu 18 Mayıs 1944 Perşembe günü toplanarak bunlardan birini ortaya dökmekle hiçbir şey olmuyor.
bu üç kişi hakkında kararını verdi: Ali Çan kaya ile Ziya Çoker Esasen bu şebeke 27 yıllık tarihinde yalnız yalan, hile ve yüz
birer yıl, karasıyla yaşadığı için her‐
www.atsizcilar.com Sayfa 12
hangi bir yüz karasını üzüne vurmakla onu utandırmak kabil dernek ki kendilerini Moskofla bir tutuyorlardı, aslında da
değildir. Bunu biliyoruz. Hedefimiz, bu yüzsüzlüğü yeni Moskofdan farkları yoktu.
yetişenlere teşrih ederek hakikati öğrenmelerine yardım
etmektir. Ya hele şu "şifre ve parola" isnadları? Dünya'da bundan
daha ahmakça bir iddia olamayacağı gibi insanlık tarihinde
Resmî tebliğler hükümetlerin şerefidir. Onda yalan de İsmet İnönü hükümetlerinden, daha ahmak bir hükûmet
söylenmez. Söylenmesinde mahzur olan şeyler sükûtla gelmemiştir ve gelmeyecektir.
geçiştirilir. İsmet İnönü hükümetinin resmî tebliğinde ise
baştan başa yalan ve tezvir doludur. Resmî tebliğde şifre ve parola denilen şey, bazı Türkçülerin
birbirlerine yazdıkları mektupların sonunda selâm yerine
Meselâ Türkçülerin birbirleri aleyhindeki mücadeleye son kullandıkları ve bugün de kullanmakta devam ettikleri
vermek için 7 Mart'ta imzaladıkları anlaşma bu resmî "protokol cârîdir" tâbiri idi. Bir evin bütün sakinlerinden
tebliğde öyle bir eda ile anlatılıyor ki bunu okuyan hakikati mektup yazılan evin bütün sakinlerine ayrı ayrı selâm
bilmeyen insanlar mutlaka gizli ve zararlı bir cemiyet yazarak sözü uzatmak külfetinden kurtulmak için icat
karşısında bulunduğuna hüküm verir, Gerçi o zamanki olunan bu "protokol, câridir" tâbiri Cakaya hükümetini
hükümeti devirmek için yapılacak herhangi bir hareket korkutmuştu. Çünkü: "El‐Hainü hâif= Hain korkak olur. Kim
halkın sempatisini mutlaka toplardı. Fakat ne de olsa bu bilir, bu masum kelimelerden neler tevehhüm ediyorlardı.
gayrimeşru bir hareket olurdu. Türkçüler arasındaki
anlaşmanın metni hükümetin elinde olduğu halde bu ***
şekilde ilânı Türkçüleri gözden düşürmek için yapılan bir
taktikti. 7 Mart anlaşmasında Türkçülerin "müşterek Tebliğin öteki tarafları da yalandı. Mekteplerde yapıldığı
düşmana" yani Rus bolşevikleri ne karşı tek cephe halinde söylenen faaliyet, Nejdet Sançar'ın Balıkesir Lisesi'nde,
hareket etmeleri lüzumu yazılıydı. Çankaya Hükümeti ise Atsız'ın İstanbul'daki özel Boğaziçi Lisesi'nde talebelerine
Türkçülerin müşterek düşman olan Moskof'a karşı verdikleri milliyetçilik dersi ile yüksek Öğrenim genci olan
birleşmelerini vatana karşı bir suç gibi gösteriyordu. bazı Türkçülerin "Orhun" dergisini satmaları veya okumaları
Bugünkü ve yarınki nesiller bunu asla unutmamalıdır. ve dünyadaki bütün Türklerin hür ve müstakil olmaları için
Demek ki İnönü yârânı, Moskofa karşı hareketi suç yaptıkları temennilerden ibarettir.
sayıyordu. Moskofa karşı direnmeyi kim suç sayar? Ya
Moskof, ya Moskofçu... İşte o zamanki hükümeti idare Çankaya hükümetinin tepkisi kendisine has şekilde oldu.
edenler bu kafada kimselerdi. Zerre kadar vicdanları ve millî Teşkilâtı Esasiyye ve rejime aykırılık isnadı... Çünkü onlarca
haysiyetleri olmayan midecilerdi. En ufak mertlikten Teşkilâtı Esasiye, kendi keyifleri; rejim ise rahatları ve
mahrum kaltabanlardı. Masum insanları suçlu gibi refahları idi. Buna dokunan en ufak hareketi vatan hainliği
gösterdikleri yetmiyormuş gibi Moskofa karşı hareketi de saymak Çankaya hükümetinin eski âdetiydi.
âdeta milli suç sayıyorlardı
Orkun İKİNCİ YILINA GİRERKEN
Yazan: İSMET TÜMTÜRK
53'üncü sayı ile Orkun ikinci neşriyat yılına giriyor. Orkun'un çıkarmayı düşünmüş, niyetlenmiş, bir hamleye hazırlanmış,
ilk sayısı 4 Ekim 1950'de çıkmıştı, O günden bugüne kadar fakat her seferinde parasızlık engeli yüzünden teşebbüse
Orkun'umuz her Cuma günü aksamadan çıktı, Bu, geçmemiştik. Nihayet 1948de bir ülküdaşımız bir iki
çıkaranların içinde bulundukları şartları ve şimdiye kadar arkadaşı ile birlikte en yakın dostlara ve milliyetçi tanıklara
çıkan Türkçü dergilerin kaderini düşünürsek, gelecek için birer mektup yazarak milliyetçi bir dergi ve milliyetçi eserler
büyük ümitler doğurucu bir durumdur. neşretmek için ayda belirli bir parayı bir ülküdaşın elinde
toplanmak üzere muntazaman vermeye davet etti.
Orkun'u daha önce çıkan bütün dergilerden ayıran büyük
fark ki onu hem bir bakıma bütün diğer dergilerin üstüne Sabırlar taştığı için harekete geçilmişti fakat zaman bu
çıkarır, hem de onun bir‐çok eksik ve zayıf noktalarını izah teşebbüs için en uygunsuz en verimsiz bir zamandı çünkü
eder. mektupları alan Türkçülerin hemen hepsi o sırada ağır para
sıkıntısı içindeydiler, çoğu işsizdi. Buna rağmen paraların
Orkun un hiçbir şahsın malı olmayıp Türkçülüğe armağan toplanmasına başlangıç tarihi olan 1949 başından itibaren
edilmiş bir varlık olmasıdır. Manevî bakımdan böyle olan 10 kişi ayda belirli bir parayı çoğu beş veya on lira vermeye
diğer dergiler de belki vardı fakat Orkun aynı zamanda başladılar.
maddeten ve fiilen de tam olarak böyledir. Bunun mânâsını
biraz daha yakından inceleyelim. Tohum atılmıştı. Bu paralar çok kere büyük sıkıntılara göğüs
gererek verilmek suretiyle Orkun çıkıncaya kadar 21 ay
Orkun'un hikâyesi ilk sayının çıktığı 4 Ekim 1950'den çok damlaya damlaya birikti. Bu aralık bu işe yeniden katılanlar
daha önce başlar. 1948 sonlarında birçok Türkçülerde bütün oldu.
Türkçüleri etrafında toplayan esaslı bir derginin çıkması
isteği ateşli, âdeta ıstıraplı, bu azim hâlini almıştı. Daha Bu teşebbüsten habersizce bir öğretmen gurubu da 1950
Önce de birçok kereler dergi başlarında aralarında aynı gaye için para topla
www.atsizcilar.com Sayfa 13
maya giriştiler. Tanışıldı ve toplanan paralar birleşti. Orkun olması mahkemelerde Orkun adına sanık gitarıyla da
çıkmadan az önce de aynı şekilde fakat bu sefer yurdun bulunmanın arkadaşlarca en fazla ona yakıştırılmasına yol
başka bir yerindeki bir öğrenci topluluğunun kuruş kuruş açmıştır. Bu arkadaşınız aynı zamanda Orkun'un bazı
aralarında toplamış olduğu bir 550 lira da katıldı. Orkun sayılarını tertip etmiş ve derginin başka işlerini yapmış
2.323 lira 75 kuruş‐la yayın hayatına atıldı. olması arızîdir, Bu arada umumileşmiş bir yanlış inancı da
düzeltelim: Orkun'da Türk düşmanlarına karşı sert hücumlar
Çıkmaya başlamadan önce daha kuvvetlenmek ve yazılar yapan imzasız fıkraların başlıca sorumlusu Atsız değildir.
bakımından da daha hazırlıklı olmak gerektiğini düşünenler Bunları yazan ve tertipleyen arkadaşlar arasında belki
vardı. Fakat sabırsızlanan ve dergiyi bir an önce görmek Atsız'ın hissesi en azdır.
isteyen ülküdaşların tazyiki galip geldi. Bu erken çıkış
başlangıçta fazlaca sıkıntı çekilmesine ve bazı sayıların biraz Orkun'u çıkarmaya girişen arkadaşlar bir meçhule doğru
zayıf çıkmasına sebep oldu. adım atıyorlardı. En kötü ihtimalleri bile hesaba katmışlardı.
Şimdi, bir yılın sonunda, elde edilen neticeye "zafer" demek
Orkun Türkçülük tarihinde ve Türkiye'deki basın tarihinde gerekir. Yürünen yolda bazı tatsızlık ve sıkıntılara rastlandı.
benzeri olmayan bir teşebbüstü. Bunun ruhunu kavramakta Orkun ailesinin Anadolu'nun muhtelif yerlerine dağılmış
bazan güçlük çekildiğini gördük. Orkun her şeyden önce bir olması ve İstanbul'da yazı işleri gibi bazı hayatî işlerde
ülkü hareketidir. Kökü, hareket noktası, varlığındaki hikmet devamlı yardımı dokunabilecek bilgi ve tecrübe sahibi
Türkçülük ülküsünü ilerletmek ve muzaffer kılmaktır; bu ülküdaşlardan pek az kim‐senin bulunması Orkun için en
uğurda gereken her feda‐kârlığı yapmak, hiç bir gayreti büyük talihsizlik ve sıkıntı' kaynağı oldu. Bütün yük sayılı bîr
esirgememektîr. Sonra, Orkun şahıslardan sıyrılmış, iki arkadaşın omzunun üzerine yığıldı. Şahsî işlerin çokluğu,
şahısların üzerine yük‐selmiş bir varlıktır. Başlangıçta bazı aksi hastalanmalar bu durumu büsbütün ağırlaştırdı.
aramızda kararlaştırdığımız ve titizlikle riayet ettiğimiz Her şeye rağmen Orkun aksatılmadı. Fakat bazı sayıların
prensibe göre Orkun'a verilen bütün sermayeler, yapılan aceleye gelmesi, gerektiği kadar kuvvetli çıkmaması, ve
bütün yardımlar, ve para yardımından çok daha mühim yapılabilecek olan pek çok şeyin yapılamaması pahasına.
olarak ülküdaşların harcadıkları emekler, ülküye kayıtsız
şartsız bağıştır. Orkun'a yardımı fazla dokunduğundan Orkun'un önündeki asıl büyük bahtsızlık, milletçe büyük
dolayı hiçbir ülküdaş fazla bir hak, hususî bir salâhiyet iddia bahtsızlığımız, en az çeyrek yüzyıl süren, tarihte görülmedik
edemez. Orkun takımıyla Türkçülüğe adaktır, ve onun bu ağırlıkta ve mel'unlukta bir bas ki devrinden milletçe yeni
yolda ilerlemesinden bütün Türkçüler sorumludur. Elbette kurtulmaya başlamış olmamızdı. Bu durum, cemiyette hasta
Orkun'un çıkabilmesi için bir takım resmî şekiller ve bir bünye yaratmıştı. Yer yer derin bir uyuşukluk, milletin
muameleler gerekmiştir ve gerekmektedir, fakat mühim mukadderatına karşı kayıtsızlık, kavrayış ve anlayışlarda
olan bunlar değildir, mühim olan Orkun'un tohumunu ve donukluk, bazı sabit fikirlere körü körüne saplanış, bütün
ruhuna teşkil eden ve müeyyidesini bütün Orkun ailesinin fikir ve neşir subaşlarının millete yabancı ve düşman
gönüllerine ve şerefinde bulan prensip anlaşmasıdr. kuvvetlerin elinde bulunması, ve hepsinin kötüsü, ruhlara
sinmiş bir korku ve ürkeklik havası. Umumî manzara buydu
Tatbikatta "bütün Türkçüler", Orkun'un etrafında toplanmış ve hâlâ budur. Biz bu havanın içinde, bu havanın ağırlığı ve
olan ve Orkun'a karşı ilgi gösterenler, gelip çalışanlar, sağırlığı içinde, yurdun her tarafına dağılmış, ülküsünü
benimseyenler oluyor. Daha da dar olarak, Orkun'un yolunu gönlünde gizleyen, bizim gibi duyan ve bizim gibi düşünen,
çizenler bunlardan tesadüfen o anda yani bir iş yapılacağı, bizim gibi susan ve ümit besleyenler olduğunu tahmin
bir karar verileceği sırada İstanbul'da ve derginin başında ediyorduk. Kaç kişi olduklarını bilmiyorduk; belki beş on
bulunanlar oluyor. Mektupla fikir danışmak ve tavsiyelerde kişiydi, belki yüzler ve belki binler. Fakat her halde tek tük
bulunmak, bazan faydalı oldu; fakat çok kere işi derhal ve her halde bulundukları yerde yalnızdılar. Çoğu Türklük
yapmak gerektiğinden o anda derginin başında kimler varsa sevgisini içinde bir sır gibi saklıyor, belki ancak bazı hayaller
veya hangi tek ülküdaş bulunuyorsa, o işi kendi görüşüne kuruyor, bir gün bir şeyler yapmağı, yahut birinin çıkıp bir
göre ülküye nasıl en faydalı olacaksa Öyle yapıverdi. Esasen şeyler yapmasını ümit ediyordu.
Orkun'da ilk baştan beri şekillere ve resmiyete az
bağlanmak, daha ziyade teşebbüs ve sorumluğu üzerine alıp (Devamı gelecek sayıda)
işi yürütmek ruhu hâkim olmuştur. İDAREHANE
Orkun'un çeşitli işlerinde emeği geçen ve sorumluluk BEŞİKTAŞ, YENİMAHALLE DERESİ SO. NU: 3
taşıyan arkadaşlar bir yıl içinde birçok kere değişmiştir.
Muhtelif sayıların yazı bakımından tertibini de ayrı ayrı İSTANBUL
arkadaşlar yapmıştır. Bazı sayılar birkaç arkadaşın (hattâ
bazan çekişerek) hareketi ile çıkmıştır. Bazı sayıları tek bir IŞIL ‐ MATBAASI
arkadaş yalnız basma çıkarmıştır. Yazı işleri bakımından bu
satırların yazarı bütün sürece derginin imtiyaz sahibi ve
neşriyat müdürü sıfatını, dış âleme karşı, taşımıştır.
Anlaşılan meslekçe avukata
www.atsizcilar.com Sayfa 14