Professional Documents
Culture Documents
Darülfünun ıslahatından bahsolunurken ilk önce akla mektepte izdiham son dereceye gelmiştir. Halbuki
gelmesi icap eden meselelerden biri de Yüksek mektebin doktoru, mektebin yemekhânesînden başka
Muallim Mektebinin alacağı şekil olmalıdır. yerleriyle alâkadar olmadığı için bu gayrı sıhhî vaziyet
hakkında müdüre bir tek söz söylemiş değildir.
***
***
Beyazıt'ta, Zeynep Hanım Konağı'nın bir köşesine
sığınmış olan ve birçok münevver vatandaşlar Mektepte şaşılacak derecede bîr anarşi ve idaresizlik
tarafından bile mevcudiyeti bilinmeyen bu mütevazı hâkimdir. Bugün Yüksek Muallim Mektebi'nin bir
mektebin, maarif sahasında oynaması icap eden müdürüyle üç müdür muavini vardır. Buna rağmen
büyük rol düşünülürse, bugün pek bakımsız kaldığına, ekser geceler mektepte bunlardan kimse yoktur.
âdeta üvey çocuk muamelesi gördüğüne, insan
tereddütsüz hükmeder. ***
*** Gece nöbetçiliğini talebe üzerinde hiç bir idarî
selâhiyeti olmayan kütüphane memuru, eczacı veya
Muallim mektepleri ilkmektep hocası, Ankaradaki ambar memuru yapar. Talebe mekteple olan
orta muallim mektebi orta mektep hocası yetiştirdiği muamelesini yapmak için bazen mektepte hiç kimseyi
gibi Yüksek Muallim Mektebi de lise hocası bulamaz.
yetiştirmekle mükelleftir. Bu itibarla maarif
sahasındaki ehemmiyeti de büyüktür. Fakat buna ***
rağmen kendisine verilen kıymet nedir? Biraz da onu
görelim: Mektepte müdürün hakikî vekili demek olan ve
hakikatte müdürden ve muavinlerden daha fazla rol
*** oynayan bir hademe Şuayip Efendi vardır ki talebe
ekseriya bununla muamele görür. Ara sıra zuhur eden
Bir kere Yüksek Muallim Mektebinin müstakil bir küstahça tavırlarına rağmen mektepte böyle faal bir
binası yoktur. Fen Fakültesinin bir kısmını doldurduğu rol oynadığı ve istihbarat işlerinde de iyi vazife
için âdeta sığıntı vaziyetindedir. Dardır. Mektebin gördüğü için mektep idaresi bu hademeyi tutar.
erkek ve kız talebesi olduğu için bunlara ayrı ayrı Bazen mektepten on beş, yirmi gün gibi
yerler tahsisi icap ettiğinden
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 2
büyük bir zaman için mezuniyet alması icap eden bir sizlik mebzulen mevcut olmakla beraber son dört beş yıl
talebenin ne müdürü, ne de muavinleri vazife başında zarfında cinsî ahlâka daîr en ufak bir vak'a bile zuhur
bulamadığı ve Şuayip efendiye haber vermeyi de nefsine etmemiştir.
yediremediği için kimseye söylemeden kendi kendine
çıkıp gittiği vakidir. Bundan başka mektebi idare edenler aktif adamlar
değildir ki talebe arasında bir hâdise çıktığı zaman karar
Bugün yüksek muallim mektebi, hakikatte yalnız verip tatbik edecek kimse yoktur. Böyle zamanlarda
aşçıbaşısının hikmet‐i mevcudiyeti olan bir oteldir. Bazı müdür ne yapılmasını icap ettiğini
sabahlar
"Atsız"a
Bir buçuk yıl var ki senden öğüt aldık biz,
Senden taşan Türklük aşkı bize verdi hız...
Artık sussan ve beklesen bunun kârını,
Görsen nasıl hazırlıyor gençlik yarını?
"Türk"ü yalnız "Türk"ü örnek etmekti gayen
En ümitsiz varlık için emindi sayen.
Şuursuzca garba akan gençlik taşandı,
Bu sel senden neler aldı, neler kazandı!
Sendin çizen nispetini Bismark'la Türk'ün,
Sen anlattın niçin gitti Napolyon sürgün;
Artık bugün bir mefkure değildir Lenin,
Sihirledi onu çelik iraden senin.
Ektiklerin genç kalplerde vermekte filiz,
Bil ki onun yükselmesi yakındır Atsız ! ..
Bedriye Sabit Atsız
talebe uyandığı zaman yatakların birinde hiç tanımadığı şikâyetçi talebelere sorar. Diğer taraftan talebenin
bir çehreye rast gelir. Bu, talebeden birinin o gece için gıdasına, istirahati esbabına da hiç dikkat olunmaz.
yatmaya getirdiği yataksız kalmış bir ahbabıdır. Ve her Tedrisat müddetince yemekler biraz daha iyidir fakat
kesin gözü önünde olan bu vakadan mektep idaresinin dersler kesilince yemekler azalır ve kötüleşir. Hatta
haberi bile olmaz. dersler keşilince talebeye verilen 250 kuruş gibi azıcık bir
aylık da verilmez olur. Bu hale karşı şikâyette bulunan
Yüksek Muallim Mektebini idare edenler hakikatte talebeye verilen cevap şudur: "Tatil zamanında talebe
idaresizliğin ve iradesizliğin müşahhas timsalleridir. çalışmadığı için daha az gıdalarla da iktifa edebilir.
Talebeyi muayzen saatte mektepte bulunmaya icbar için "Halbuki tatil zamanı, bilhassa son sene talebeleri için en
müteaddit emirler asılır. Fakat talebe bildiğini, okumakta hararetli çalışma zamanıdır.
berdevamdır. Çünkü talebe bu emirlerin yerine
getirilmiyeceğinden o kadar emindir ki bu emirlere karşı Mektepte yatma, kalkma, çalışma zamanlan katiyen belli
yalnız gülümsemekle iktifa eder. değildir. Hakikaten çalışmak isteyen bir talebe sessiz bir
köşe bulamaz. Talebenin biri çalışırken diğerinin canı
Erkek talebeye, kız talebe hususunda, büyük bir radyo veya gramofon çalmak istese idare buna mani
emniyetsizlik gösterilir. Geceleyin sinemaya veya olamaz. Yahut da bir kısım talebe çalışırken diğerleri her
tiyatroya gidecek olan kız talebe erkek arkadaşlarıyla hangi bir oyunla meşguldür; çalışanlar düşünülmez. Ve
değil erkek hademelerle gönderilir. Halbuki mektep yahut da yatakhanede. uyu‐
idaresinin bu çirkin şüphesi çok haksızdır. Mektepte her
türiü münasebet‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 3
yanların yanında birkaç talebenin aklına türkü Ve daha geçenlerde olan ikincisinde, hasta ancak polis
söylemek gelir. Onları menedecek bîr kuvvet yoktur. kuvvetiyle çıkarabilecek hale gelmeden önce mektep
Bu takdirde talebe meseleyi kendi arasında ve yumruk idaresi kendisine düşen vazifelerden hiç birisini
dövüşüyle halleder. Buna karşı da idare bîr şey yapmadı.
yapamaz. Çünkü bir mektep, yetmiş tarakta bezi
olduğu için mektebe uğramaya hiç vakti olmayan ve Yüksek Muallim Mektebinin diğer bir derdi de
talebe tarafından nefret edilen bir müdür tarafından tedrisatıdır. Bu mektepte İngilizce, Almanca,
idare olunur, ve müdür muavinleri alay edilmek veya Fransızca, tedris usulü adında gece dersleri vardır. İki
tahkire uğramak, hatta dayak yemek korkusuyla kadın hocanın muvaffakiyetle idare ettiği İngilizce ve
talebenin arasına çıkamazsa o mektepten daha fazla Almanca derslerini bir tarafa bırakırsak diğerleri tam
bir şey beklemek abes olur. bir orta oyunu ve karagöz mahiyetindedir. Tedris
usulü derslerinde serbest münakaşalı konferans namı
Mektebin facialarından biri de doktorudur. Yüksek altında yapılan maskaralıklar talebeye eğlenceli
Muallim Mektebinin maaşlı bir doktoru vardır, Bu saatler geçirtir. Fransızca derslerinde Fransızca'dan
doktorun en mühim vazifesi her gün öğleyin gelip başka her şey öğrenilir ve konuşulur. Misal olarak bu
viziteye çıkan talebeyi muayene etmektir. Halbuki derslerin birinde Nedim'in şiirleri okunduğunu
doktor, ekseriya 80 basamak merdiveni çıkmaya söylemek, dersin ne kadar ciddiyetle yapıldığını
üşendiği için mektebin üst katında olan revire anlatmaya kâfidir.
çıkamaz. Saat tam on ikide, doğruca aşağı kattaki
yemekhaneye gelir, yemeğini yer ve gider. Bazen de Yüksek Muallim Mektebinin iç yüzünü teşkil eden
daha lûtufkâr davranarak muayene olunmak isteyen facia yazmakla tükenir şey değildir. Bu hususu
talebeyi aşağıya çağırtır. Fakat tatil zamanlarında anlamak için bir Yüksek Muallim talebesiyle
kampa ve saireye gittiği için bu doktor hiç görünmez dertleşmek insana daha pek çok ve pek feci hakikatler
olur. O zaman hasta olan talebeye ya arkadaşları öğretilir. Bu kadar anarşi ve bedhahlık arasında, başka
tarafından belediye doktoru getirilir, yahut da talebe bir muhit olsaydı, her halde birçok ahlâksızlık
kendi parasıyla bir doktor bulur. Vizite parası hâdiseleri de vaki oturdu. Bu olmadığı için Yüksek
bulamayan talebe için yapılacak iş talihe küsmektir. Muallim talebesi tebrike şayandır.
Talebe ekseriya mektep doktoru tarafından baştan Memlekete lise hocası yetiştirecek bir mektebi bu feci
savma bir muayeneye maruz kalmamak ve hatta vaziyetten kurtarmak lâzımdır. Müstakil binası ve
doktorun asık suratını görmemek için hariçte bir muktedir idare adamlarıyla bu mektep hakikaten bir
doktora muayene olunarak aldığı reçeteyi mektebe Yüksek Muallim Mektebi olmalıdır. Yıllardır bu
yaptırmak üzere getirir. Fakat bu reçeteyi yaptırmak mektebin keşmekeşine sebep olan müdürün istifa
ta meseledir. Reçetedeki ilâç Avrupa malı ise mektep edeceğini memnuniyetle işittik. Yeni gelecek
doktorunun milliyetperverliği tutar, bunu kabul müdürün irade sahibi ve vekur bir insan olması, hele
etmez. Fakat dok‐torun alâkasızlığı bu kadar değildir. şimdiki müdür gibi kız talebenin ekseriyette olduğu
Mektebin sıhhî şeraitini anlamak için şimdiye kadar bir mektepte ara sıra kız talebeyi karşısına toplayarak
bir defa bile mektebi gezmemiştir. Keza talebenin erkekler aleyhinde konferans vermek suretiyle erkek
yıllık sıhhî muayenesi diye bir şey yapmak âdeti ve kız talebe arasına tefrika saçacak idaresizlikler
değildir. Son dört yılda, arkadaşlarının gözü önünde, yapmayacak kıratta bulunması lâzımdır. Yeni müdür
iki talebe idarenin ve doktorun kayıtsızlığı yüzünden mektebi muzır anasırdan temizleyecek vatanperver
asabiyetle başlayan hastalıklarını tımarhanede ikmal bir insan ve bir TÜRK olmalıdır.
ettiler.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 4
Bugünün Meseleleri:
Askerlik Aleyhtarlığı
Askerlik mesleklerin en şereflisidir. görmüş bir milletin hasletlerine tevarüs etmek iktiza
Eğer avukat fertlerin mukaddes haklarını müdafaa eder. Türkler bunun için birinci sınıf askerdir. Ve
eden insan demekse, eğer rençber bizi doyuran bir Hindenburg bunun için Amerikalıları telmih ederek:
işçi ise, eğer doktor hastaları iyi eden bir fedakârsa, "Harp sanatı altı ayda öğrenilemez" demiştir. Bu böyle
asker de bir millet için kendi canını feda eden iken on zamanlarda moda olan fikirler arasında bir de
kahraman demektir. "askerlik aleyhtarlığı" başladı.
Akşam ve Çiçekler
Bahçemin renkleriyle günün renkleri eşti;
İçime çiçeklerden renk ve koku boşaldı
ince «hanımelleri» , «fulya»lar pembeleşti,
«Nerkis»lerin uykulu bakışı ufka daldı.
Rüzgârlar saçlarını okşarken «sümbül»lerin
Beyaz yüzü ürperdî «yasemin»le «fül»lerin;
Kimisi açılırken kimi soldu «gül»lerin,
«Şebboy»ların kokusu derinleşti, çoğaldı.
Solan «zambak»larımın yaprakları döküldü,
«Akasya»mın o narin, beyaz boynu büküldü.
«Kahkaha»lar rengârenk dudaklarıyla güldü,
«Karanfil»ler kıp kızıl bir yara şekli aldı.
Beyaz güller yanardı, «lâle»ler kızarırdı,
«Çiğdem»lerin yüzleri gittikçe sararırdı.
«Menekşe» min gölgeli bakışı kararırdı,
«Leylâk»ların mor başı göğsüne düştü kaldı..
Fevziye Abdullah
Hakkı müdafaa vazifesiyle mükellef olan avukat, çok Askerliği gayrı insanî, vahşi, mantıksız, lüzumsuz
para aldığı takdirde haksız bir insanı veya yanlış bir görmek günün işi oldu. Hatta bu moda bazı mühim ve
davayı müdafaa edebilir. Bir doktor kıymetli, fakat yüksek kimselere de sirayet etti. Münevver gençliği
parasız bir hastayı bırakıp kıymetsiz fakat paralı ise yarısından çoğu askerlik düşmanıdır. Onlara göre
olanını tedavi edebilir. Lâkin asker için bu ihtimal askerliği körü körüne itaati bir mantıksızlıktır. Onlar
yoktur. O kayıtsız şartsız olarak, hiç bir karşılık bu kayıtsız itaatteki fazileti idrak etmezler. Talimler,
beklemeden yüksek bir gaye için ölmekle mükelleftir. yürüyüşler yıpratıcıdır. Halbuki onlar sabaha kadar
baloda dans etmekten yorulmazlar.
Askerlik manen olduğu gibi maddeten de çok yüksek
meziyetli insanlar ister. Bu maddî ve manevî Askerlik gayrı insanîdir. Fakat onlar bu gayrı insanî şey
meziyetler birkaç yılda kazanılır şeyler değildir. İyi sayesinde bir insan gibi yaşadıklarını düşünmezler.
asker olmak için asırlarca terbiye Gençliğin bir kısmı komünist ruhlu ol‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 5
duğu için askerliğe düşmandır. Onlara göre beşeriyeti beşeriyeti veya bir prensibi müdafaa ediyor gibi
birbirine düşüren âmillerden biri de askerlerdir. gözükürler. Hakikatte müdafaa ettikleri kendileri ve
Binaenaleyh ilk önce ortadan kaldırılacak unsur kendi menfaatleridir. Dikkat edin: Bir münevver
askerlerdir. askerlik ve harp aleyhtarı mıdır, muhakkak korkaktır.
Komünist midir, muhakkak cepleri boş bir gayrı
Bir kısmı züppe ve kozmopolittir. Bunlar yalnız zevk ve memnundur.
rahatlarını düşündükleri için askerlikten nefret
ederler. Halbuki bu efendilerin çoğu memnun edildikleri
takdirde fikirlerini değiştirebilir ve yeni fikirlerini de
Bir kısmı renksizdir. Renksiz oldukları için askerliğe eskileri kadar kuvvetle müdafaa edebilirler. Çünkü
karşı takındıkları tavır da renksizdir. Bir kısmı da dünyada birbirine zıt olan bir çok şeyler aynı kuvvetle
pasifist, beşeriyetçi veya anarşisttir. Bunun için müdafaa edebilir. Dün eski lisanı ve edebiyatı
askerliği istemez. Fakat işin en garibi gençler arasında müdafaa edenlerin
askerlik aleyhtarı milliyetperverler de vardır.
Burada her dem güneş açmaz, Dedim: ‘‘Dilber! Tavrın yüce.
Bazı olur hava puslu. Etme, konuş akıllıca.
Bugün yine oldu bahar, Gönül benzer bir kılıca,
Geldi bir hoş bülbül sesli. Kanlanmazsa kalır paslı.’’
Üzerinden akıyor naz, Dedi: ‘‘Kılıç kına girsin!
Paylaşacak benimle koz. Ben güneşim, sen de karsın!
Dedim: ‘‘Adın Şirin mi kız?’’ Dayanamazsın, erirsin,
Güldü, dedi: ‘‘Hayır, Aslı.’’ Sevdiklerin kalır yaslı...’’
Dedim ki: ‘‘Hey bre yosma! O güzel kız sattı beni,
Bir sözüm var, ama küsme, Bir hıçkırık tuttu beni,
Bir başlasın, böyle susma, Yalnız koyup gitti beni,
Ya saz yahut cilve faslı...’’ Salınarak nazlı nazlı.
Dedi: ‘‘Sonra için yanar, Gönül orman... Uçtu kuşu.
Bakışımdan gönlün kanar. Bu ormanın bitti işi.
Dudağımdan başın döner, "Atsız" dağdı, geldi kışı
iyisi mi, otur uslu!’’ Başı duman, gözü sisli...
Atsız
Halbuki hakikatte Türkiye'de imhası vacip olan yegâne bugün açık Türkçe taraftarı olduklarını dün hilafetçi ve
unsur münevverlerdir. Bunlar cemiyetin şirazesini islamcı olanların bugün milliyetperverliği kimseye
bozarlar. Ahlâksızlar ve hırsızlar, rüşvet alanlar bu vermediklerini dün padişahçı ve hakancı olanların
sınıftan çıkarlar. İltimas bunlar arasında caridir. bugün cumhuriyetçi kesildiklerini ve dünkü
Muhtelif vesilelerle vatana ihanet eden bunlardır. mesleklerini ne kadar kuvvetle müdafaa etmişlerse
bugünkü mesleklerini de o kadar kuvvetle müdafaa
ettiklerini görüyoruz.
Bunlar biraz okumuş oldukları için filân feylesofa veya
falan âlime, terbiyeciye istinat ederek Türk cemiyeti Memlekette bu zararlı fikre karşı koyması icap eden
için zararlı olan yeni bir takım felsefeleri insanların da askerlik aleyhinde bulunması ise ayrı bir
neşretmekten geri durmazlar. Bu menfaatçi derttir. Bir zamanlar askerî liseler baştan başa sivil
münevverler zahirde hocalarla idare olunurken orada ho‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 6
ca olan bir zat talebesine: "sizi bu kaba elbiselerden eline vermek lâzımdır. Maarif vekâleti ilk tahsil
de kurtaracağız. Siz bu elbise ile insanlık haklarından gençliği ile, bilhassa köylerle meşgul olmalı, fakat orta
istifade edemez, meselâ Tokatlıyan’a gidip ve yüksek mektepler Büyük Erkânı Harbiye’nin elinde
oturamazsınız" demişti. Bu efendi, Tokatlıyan’a olmalıdır.
gitmeyi bir insanlık telâkki edecek kadar basit
düşünüyor ve Tokatlıyan’a gitmenin değil gitmemenin Büyük Erkânı Harbiye bu işi yapamaz diye düşünmeye
daha doğru olabileceğini idrak edemiyordu. hiç lüzum yoktur. Büyük Erkânı Harbiye Türkiye’nin
yegâne muntazam işleyen makinesidir. Büyük Erkânı
Halbuki haricî tehlikelere bizim kadar maruz kalmayan Harbiye bu işi maarif vekâletinden daha iyi yapmaya
memleketlerin askerliği nasıl teşvik ettiklerini hepimiz muktedirdir. Çünkü bugün yalnız, sayısı 100.000'i
biliyoruz. Bugün Rusya, Fransa ve Amerika kanunları geçen bir insan kütlesini idare etmekle kalmıyor,
mucibince bir harp vukuunda devlet, tebaasının birçok askerî liseleri, Harbiye Mektebini, Harp
bütün mal ve canına tasarruf etmeye salâhiyettardır. Akademisini, muazzam fabrikaları, yolları da hiç
şaşmadan idare ediyor. Büyük Erkânı Harbiye’nin ne
Yani harp olduğu takdirde ve devlet arzu ederse muazzam bir makine olduğunu anlamak için yalnız
tebaasının parasını, emlâkini alabilecek, yahut harp askerî neşriyata bakmak kâfidir. Bugün bir yığın telif
müddetince ölmemesi icap eden bir şahsa kan eserlerden başka, ecnebi dilinde çıkan eserlerin lâzım
verilmek icap ettiği takdirde tebaasından diğer birinin olanları da derhal Türkçe’ye tercüme olunarak çok
kanını ona nakledebilecektir. ucuz bir fiyatla zabitlere dağıtılır.
*** ***
Haydi diyelim ki Rusya bir kapitalist Avrupa Talimnameler dil encümenine örnek olacak güzel bir
birliğinden korkuyor ve Fransa Alman heyulası ile Türkçe ile yazılmıştır. Istılahlar hemen kâmilen
muzdariptir de onun için böyle yapıyor. Ya Türkçe’dir. Sivillerin yıllardır bağıra çağıra
120.000.000 nüfusu, İngiltere donanmasına muadil yapamadıkları temiz ve öz Türkçe’yi ordu hiç
donanması, sonsuz servetiyle Amerika kimden gürültüsüz meydana getirmiş, tatbik etmiştir.
korkuyor? Büyük Okyanus ötesindeki Japonya’dan
veya 20.000.000 nüfuslu sükûnetsiz Meksika ***
cumhuriyetinden mi? Görülüyor ki, en emin ve
kuvvetli milletler bile, hatta "insaniyet" propagandası Bugün maarif sahasında bize lâzım olan ilmî ve edebî
uğrunda milyonlar sarf ederken bir yandan da eserlerden, ansiklopedilerden, çocuk terbiyesine ait
askerliğe şevkle gelenler de bizdekinin aksine olarak, kitaplardan yüzde kaçı Türkçe’ye tercüme, edilmiştir?
münevverler, darülfünun talebeleri oluyor. Halbuki bugün Türk Ordusuna lâzım olan ecnebi
eserlerinden yüzde yüzü Türkçe’ye tercüme
Liselerin her yıl yaptıkları on beşer günlük askerî edilmiştir. Yalnız telif neşriyatı bile büyük bir varlıkken
kamp, haftada üç saat talim yapan darülfünun talim ordu en ufak bir şeyi bile ihmal etmiyor. Ordu aynı
taburu başka milletlerin askerî hazırlıklarına karşı zamanda bir mekteptir de... Efrat kışlaya geldiği
koyabilmek için kâfi değildir. Bütün milletin aynı bir zaman ancak yüzde 4 veya 5'i okuma yazma bilir. Bir
millî‐askerî terbiye ile yetişebilmesi için, hiç olmazsa yıl, nihayet bir buçuk yıl sonra terhis olunurken bu
orta ve yüksek tahsil gençliğini maarif vekâletinin miktar yüzde 10'a çıkmıştır. Halbuki Maarif vekâleti,
elinden alarak Büyük Erkânı Harbiye’nin halk evleri, darülfünundu ise bu muvaffakiyeti günde
altı saat talimden sonra kalan
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 7
zamanda yapıyor ki omuz silkinecek ehemmiyetsiz bir Büyük Erkânı Harbiye eline almalıdır dedik. Bu, bütün
mesele değildir. Türkler’i asker yetiştirmek için değil, onlara, her ferde
verilmesi kanunlarımızla tasrih edilen askerî
Bugün yeryüzünde hiç şüphesiz en muntazam, en terbiyenin, mükemmel bir şekilde verilmesi içindir.
örneklik teşekküller, ordulardır. Disiplini çok olan Erkânı Harbiye bugün askerden başka doktor baytar,
cemiyetler daha verimlidir. Eğer bu disiplinli kimyager, haritacı vesaire yetiştiriyor. Ve bunlar her
cemiyette feragat ve fedakârlık da olursa o zaman sahada sivil meslektaşlarından daha mükemmel
kuvvet iki misli artar. Bir askerin, kendisinden daha oluyor.
yüksek rütbeli olana itaati. Mantıksız bir kölelik değil,
mantıklı bir feragattir. Bir askerin kumandanına Memlekette, münevverler arasındaki askerlik
verdiği selâm bir remiz, bir paroladır. Bu parolada aleyhtarlığı zihniyetini kırmak için şiddetli bir
fedakârlık, diğer‐gamlık vardır. Disiplinsiz ve başıboş mücadeleye girişmek lâzımdır. Bunu da bilhassa
yaşamak kolaydır. Bunu herkes ve hatta hayvanlar da hocalardan bekleyeceğiz. Bunlar arasında İstanbul Kız
yapabilir. Fakat kuvvetli bir disiplin içinde birbirine Lisesi sabık felsefe hocası Cemil Sena Beyi hürmet ve
merbut olarak yaşamak için yüksek hasletler ister. Bu takdirle anmak icap eder. Bu muhterem hoca bir
hasletler en çok Türk milletinde vardır. Bunun içindir dersinde kız talebelerine muaşeret hakkında söz
ki bir avuç Türk zaman zaman bütün tarihi söylerken "herhangi bir yerde bir zabit size dans teklif
doldurmuştur. ederse, yorgun bile olsanız onu reddetmeyeceksiniz;
şahsı ne olursa olsun taşıdığı üniformasının şerefi
Sokaklarda, orduya yeni gelmiş bir askerle bir yıllık bir büyüktür. Size belki askerî lise talebelerinden
askere bakınız. Aralarında ne kadar fark bulacaksınız. bazılarının yaptığı münasebetsiz hareketleri
Bu fark gerek maddî gerek manevî cihetten eski göstererek fikrinizi askerler aleyhine çelmek
askerin lehindedir. isteyeceklerdir. Fakat acaba siviller o
münasebetsizliklerin daha büyüğünü yapmıyorlar mı?
Sokaklarda Türk zabitlerinin yüzlerine bakınız: İstiklâl Onlar asker oldukları için yaptıkları en ufak bir
harbine ve umumî harbe iştirak edenlerle, harp hareket bile göze batıyor ve fazla gözüküyor. Berikiler
görmemiş olanlarını ayırmak çok kolaydır. Bunun için sivil oldukları için ne yaparlarsa yapsınlar göze
zabitlerin yakalarına bakmaya lüzum yoktur. Harp batmadan kayboluyor" demiş‐tir. Bu sözler tamamı ile
görmüş zabit daha asker, daha vakur, daha yüksek, doğrudur, insanların kardeş olduğunu veya olacağını,
daha şanlıdır. Bu, yaşın gençliği ve vücudun kuvveti ile büyük ve ebedî barışıklık devri geleceğini
elde edilen bir şey değildir. 30 ağustos geçit söyleyenlerin mânâsız propagandalarını ilmî delillerle
resminde, Beyazıt’ta, kolordu kumandanının önünden çürüterek hayat mevcut oldukça kavganın da
geçen askerlerin en başında olan ak saçlı Türk paşası olacağını anlatmanın ve Türk gençliğini ona göre
bütün Türk zabitlerinden ve çelik tulgalı genç ve dinç hazırlamanın zamanı gelmiştir. Aç kaldığı zaman
Harbiyelilerden daha güzel, daha şanlı ve daha ölmemek için komşusunun elindeki ekmeği almak
askerce yürüyordu. üzere ona saldıracağı muhakkak olan sulhperverlere,
bu saldırışı kendi şahsı için değil, mensup olduğu kütle
Bu, insanın gözlerini yaşartacak bir manzara idi. için yapmanın daha şerefli olduğunu söylemeli ve
Çünkü askerlik bir ruhtur ve bunun içindir ki selâm hakikî sulhperverliğin miskinlik olduğunu anlatmalıdır
veren bir neferin Türk olup olmadığını anlamak, başın bir devler memleketi olmağa doğru giden dünyada
çevrilişini ve gözlerin sert bakışını nazarı dikkate nüfusu az ve tekniği geri olanların ise, yaşamak için
alarak pek kolaydır. Gençliğin talim ve terbiyesini herkesten daha dövüşken olması icap ettiğini onların
sağırlaşmak isteyen kulaklarına hay kırmalıdır...
H. Nihâl
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 8
Basılmamış Halk Şiirleri
Toplayan: M. Şakir
Gö(n)ül gam bahrına daldı ziyâde 18
Şiddet‐i rûzigâr xasımdır xasım
Girdâb‐ı sefine qaldı cezada Şeb tâ seher benim feryâd(ü) zârım
Eğnimde qaralar yasımdır yasım Zülf‐i siyah çeşm‐i fettan elinden
Bahr(ü) sevâhilde ne yaman qaldıq Başı(n) içün ba(n)a rahm eyle yârım
Küşâde yelkeni engine saldıq Derdimi(n) çâresi derman elinden
Sılam(n) xaberi(n) bi(n)de bir aldıq
Ağlar üç qardeş xısımdır xısım Beni mest eyleyen la'l‐i lebidir
Kâkülle oynamaq dost meşrebidir
*** Sad hezâr qul âzâd etmiş gibidir
Can qurtaran yoq mı düşman elinden
Bükülüb qaddîmiz döndi kemana
Tabibler aradım derde dermana Cevr ü cefâ çekmek bize yol oldı
Eyledim niyaz gafur rahmana Helakime sebeb gonce gül oldı
Silinmez yürekde pasımdır pasım Bîçâre «Sefîlî» yandı kül oldı
Çeşmi âhû qaşı keman elinden
Bîçâre «Himmet»i(n) zikri dilinde
Emr‐i şâhî irâdemiz gelende 19
Bi(n) iki yüz yetmiş altı evvelinde
Gözlediğim rûz‐ı qasımdır qasım Tâ'ife i xûbân içre bir eşi(n)
Acab yaratmış mı ol xüdâ güzel
17 Yaqdı gö(n)ül pervanesi âteşi(n)
Yanmış içün yoq mı bir deva güzel
Beni sermest etdi(n) ey perî‐sûret
Rahm eyleyüb gel uyan sevdiğim Nedir bu fettâne göz süzüşcükler
Bîçâre hâlime eyle merhamet Nedir bu tûtî‐veş sözleyişcikler
Etdi(n) beni sen ne yaman sevdiğim Bu qaş çatub perçem gösterişcikler
Canıma qasdı(n) var galiba güzel
Sevda çekenlerin qalmaz mecali
Gö(n)ül sevdiğiyle ister visali Nedir bu nîm baqış bu canım yaqış
Mübtelâ eyledi(n) bülbül misâli Nedir bu qınlış nedir yürüyüş
Leyi ü nihâr sa'y‐i efgân sevdiğim Tıbış tıbış geliş, girişme, gülüş
«Kenzî » qulu{n) qıldı(n) mübtelâ güzel.
«Zîver» derûnunda ateşler yanar
Söyünmez haşredek allı pullı yâr 20
Bim gibi zülfü(n)den verdi(n) yadigâr
O da ben gibi perişan sevdiğim. Nefs‐i emmâreye uyub gezdiğim [1]
____________________
*** [1] Gevheriye ait şiirlerden bazıları Sadettin
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 9
Gençliğim sılası sefâhatimdir «Gevheri»ni(n) gö(n)li mâ'ildir gence
Âxiretîm yıqub dünyam yapdıgım Bir tıfl‐ı nev‐reste miyânı ince
Ben de bildim kendi qabâhatimdir Daxİ qoculmadıq hem daxi bunca
Cevr ü sitem nedir bilmedik olsa
Gavvâs olub ummanlara daldığım
Dolub dürlü cevahirler buldığım 22
Benim bu ilm‐ile âmil oldıgım
Kendi aql ü fikrim ferâsetimdir Muhabbet bağını eyledim seyrân
Gördüm üftâdeler yâra çevrilür
Doğrı yoldan sapan iblise uyan Derdmend âşıqlar hep olmuş hayran
Dünyâya meyl etmez âxretin sayan Her biri Mansûrdur dara çevrilür
Kim ki dünyâda malım çoqdur diyen
Malım rızqım benim qanâ'atimdir Her dem durur bayquş viraneden gitmez
Gül açılmayınca bülbüller ötmez
Farzı terk eyliyüb uyam sünnete Aşıqlar yolunda tanı derîg etmez
Yarin ne yüzle varam âxrete Pervane yanmağa nâra çevrilür
Meğer qazâ ile girem cennete
Haqqa yarar qangı ibâdetimdir Âşıqa etdüğün yanına qalmaz
Yavuzdur bahârı ber‐qarâr olmaz
«Gevheri» der haqdan oldu inayet Şimdiki dilberde haqiqat olmaz
Künâhdan rücû oldı begâyet Qaçar ehl‐i dilden xâra çevrilür
Altı bi(n) altı yüz altmış altı âyet
Şekûr lisânımda qırâ'atimdir. Âşıqjn dâ'imâ sinesin deler
Raqîbe yâr olub yanında yeler
21 Bir şey de alınca yüzüne güler
Zâmâne dilberi kâra çevrilür
Bir dilber isterim bârı xüdâdan
Hiç misli cihâna gelmedik olsa Cevr etme «Gevher»e gamzesi cellâd
Olmasa âlemde bay ü gedâda Bülbüller gülşende qılarlar feryâd
Hiç bir kimse mâlik olmadıq olsa Em eyle derdime gel meded imdâd
Dilimiz bir mürgdür zara çevrilür.
Neylerim dünyâda narı turuncı
Gö(n)lümü(n) eğlencesi dilberi(n) genci 23
İstediğim dürr‐i yekta bir inci
Anı‐da bir hakkak delmedik olsa Hazret‐i mevlâdan dilerim ey cân [1]
Kemâli(n)le var etsün efendim
Pek mâ'ilim xûb cemâle baqmağa Beni mesrur edüb qıldı(n) şâdımân
Pervâne‐veş dertli sînem yaqmağa Felek devr etdikce seni var etsün
Bir gonca isterim alub qoqmağa
Xoyrat eli değib solmadıq olsa Sözümde var ise xatâ afv eyle
Qalmasun arada burûdet böyle
Bir dostum yoğ‐imiş açsam razımı Lutfu(n) elem olmasun lutf eyle söyle
İrfan arasında çalsam sazımı Latif sözleri(n) cana kâr etsün
Bir turna gözliye salsam bâzımı ____________________
Hiç avcı şahini salmadıq alsa [1] Kâtibi'nin Gevheri'ye yazdığı manzum parça da
____________________ evvelce bu sütunlarda, 9 numaralı olarak neşredildi.
Nüzhet Beyin kitabında varsa da büyük farkları
olduğundan burada da neşrediyoruz.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 10
Seni(n) qulu(n)um ey kerîm «Kâtibi» Dermandır her derde xâziq‐i Loqmân
Nasihat tut budur dostluğu(n) şanı Loqmân bildim seni hazret‐i sultân
Haq ta'âlâ sa(n)a kemlik sunanı Sultân‐ı kâinat sâhib‐i burhan
Kem nazar edeni mürde zâr etsün Burhânı(n) serâpâ zâta şayandır
Meyl etme adûya nide uyarsı(n) Şâyân oldı senden bu sırr‐ı xallâq
İşte canım feda cana qıyarsı(n) Xallâq seni xalqa eyledi ilhâq
Sözüm tut xatırcığım sayarsı(n) İlhâq‐ı mutlaqı(n) var ebed...... (?)
Haq ta'âlâ seni ber‐xüdâr etsün .......(?) meskeni bâz‐ı cenandır
Efendim yazdım aşqı(n) kitâbı(n) Cenan seni(n) içün var oldı server
Katırın şâd et ben «Gevherî»ni(n) Server‐i âlemsi(n) haq peygamber
Versün götür bu nâmeni(n) cevâbı(n) Peygambersi(n) sa(n)a «Sâqiyâ» kemter
Hem dest‐i pâkiyle der‐kenâr etsün .........................................
24 26
Nice âh etmesün dîvâne gö(n)ül Deli gö(n)ül melûl olub gam yeme
Siyah zülfü(n) mâh yüzine dökülmüş Elbet ağlamanı(n) gülmesi vardır
Dili bülbül olmuş ruxları ahmer Adûya intiqâm qalur mı böyle
Bilirim gerdana hilâl dizilmiş Herkes etdüğini bulması vardır
Yanağına gonca gülu(n) taqınur Haq içün ibâdet eden sâdıqlar
Sevdiğine gizli gizli baqınur Mertebesin bulur bağrı yanıqlar
Aşıqından kendisini saqınur Bî‐vefâ dilberi seven âşıqlar
O siyah qaşlara sürme çekilmiş Gâhî böyle melûl olması vardır
*** Bu 'aşq dedikleri böyledir anca
Bülbüli zar eder ol gülî gonca
Sen benim bağrımı şimdi taş eyle Dilberleri(n) kendi gö(n)li olunca
Beni aldadub‐da çeşmim yaş eyle Tenhâca odaya gelmesi vardır
Deli gö(n)ül durma dâ'im cûş eyle
Mecnun gibi göze Leylâ görünmüş Bu bir eski sözdür söylenir ezel
Dilber para ister di(n)lemez gazel
Ben durırım iqrârıma sözime Zengince bir âşıq bulsa bir güzel
Hışma gelüb baqma aşıqım yüzime Züğürdi sevdaya salması vardır
......? mâh gorinürgözime
Siyah zülfü(n) ay yüzine şaşılmış [1]. «Kâtibi » der sabır et uzaq yaqın
Hercâ'î gözetmez tuz ekmek haqqın
25 Bî‐vefâ diberlere aldanma saqın
Heman bir yüzü(n)e gülmesi vardır
Müzeyyen olur ki nûr‐ı ruxsârı(n)
Ruxsârı(n) nuruna âlem hayrandır 27
Hayrandır bilinmez sırrı esrârı(n)
Esrârı(n) nümâyân derde dermandır Yâr yoluna yaqa yırıq [1] baş açiq
____________________ Aşq elinden devâyi bîdâd eyledim
[1] Bu koşma cönkte "Necîb"e ait manzumeler altında ____________________
yazılmıştı. Şairi meçhuldür. Cönkte son bendinin eksik [1] Anadolu'nun bazı yerlerinde yarık ve yırtık manasına
geçirilmiş olması muhtemeldir. "yirik" kelimesi vardır. İhtimal ki "yırıq" bunun eski şeklidir.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 11
Yandım hasreti(n)le her gün her gece Asker atı yorgun cenge varalmaz
Cefâ çeküb aşqa bî'at eyledim ............... qarşu duralmaz
Hasmı(n) gâlib bunda dava görülmez
Rızâ rızâ gözlerimden yaş kesdim Mahşerde qo ...... ol Osman‐Oğlı
Feda qoyub yaş yerine baş kesdim
Bir vaqitde Şirin için daş kesdim Haq seni verdi Haccâca hidâyet
Münâsib adımı Ferhâd eyledim Yavaşça beytullaha vardın geldi(n) selâmet
Sancag‐ı resule yüz sür du'â eyle
Zâti şahin qonar şahın qoluna .......... Ali (al‐i) Osman‐Oğlı
Dellallar çağrışur sağdan soluna
Der i Qurbânî » ....... yoluna .......olmuş Şamın yolları
Cefâ gene ömrümi berbâd eyledim .... mış selâmet olmış Mekke yolları
Şimdi ister seni Aydın elleri
28 Âlem . . . .gör bil Osman‐Oğlı
Yârdan aynlalı qam(?) seyrine gö(n)lül? .........................................
Vasfı mümkün değil pek belâ İmiş .........................................
Aqılsızda yoqdur hemde cününı .................... olunmaz ..........
Aşıqı(n) başına bir ceza imiş ......................... ol Osman‐Oğlı
Ne mümkün vaz gelem ol adîl handan Der ki «Alim» sa(n)a hezâr aferin
Arıldım ağlarım qaşı kemandan Sene bi(n) yüz yiğirmi altıda kesildi seri(n)
Damarlar çekildiceğinde(?) candan ....................uçmaqda [3] yerin
Şimdi duydum gö(n)ül mübtelâ imiş ...................... qal Osman‐Oğlı.
Yâr‐ı sâdıq başa bir altun tacdır
Aşıqı(n) qatleden dil elden ucdur ***
Gurbetde aynlıq sevdası gücdür
Andan özge varsa hem sıla imiş II‐ SEMAÎLER
1
Diyâr‐ı gurbetde gülmeyen gelsin
Sîl‐i eşkin desdile silmeyen gelesin Bu gün bilmem ba(n)a noldı
.............bilmeyen gelsin Derûnımda elemim var
«Emînî» mecnûnı Leylâ imiş[1]. Adûlar qarşuma gelsün
Kelâmına kelâmım var
29
Kimsede yoqdur nazarım
Her tarafa ferman oldı üstü(n)e Dîvâne‐meşreb gezerim
Başına bir çâre bul Osman‐Oğlı [2] Hem oqurum hem yazarım
Dört vezir aqın oldı üstü(n)e Qalemine qalemim var
Qırk bin asker ile bil Osman‐Oğlı
____________________ Ben xocamdan aldım dersi
[1] Çankırılı Talât Bey'in "Aşık Dertli" atlı eserinde (s, 40) Oquram âyet ül‐kürsî
Dertli'nin çırağı olarak bir Emin gösteriliyor. Acaba bu Emînî Hem Arabî hem fârisî
o mu? Lisânımda ........? var
[2] Bu Osman‐Oğlu Nasuh Paşa'dır. Aydınlı'dır. 1126'da ____________________
idam olunmuştur. Vaktiyle "Halk Bilgisi Haberleri" [3] Uçmak: Türkçe cennet demektir.
Mecmuasının onuncu sayısında "Qul Âlım" adında bir halk
şairinin bir semaisini neşretmiştİm. Bu "Alim" galiba bu
şairle aynı şahıs olacak.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 12
«Gülzârî» [1] derdini bilsün Bizi ferdalara salma
Gö(n)ül maqsûdına ersün Salub inkisarım alma
Aşıqlar buraya gelsün Bu «Hayfî» quluna gülme
Cümlesine selâmım var. O da qurbân seni(n) Mehmed.
2 4
Bir güzeller serfirâzı Behey elâ gözlü dilber
Baqar aheste aheste İncİleri(n) düzerek gel
Bu dertli gö(n)ül ba'zı Dura dura kâkülleri(n)
Aqar âheste âheste Ağ gerdana çözerek gel
Hilâl qaşı keman yayı Emeydim lebleri(n) qandin
Siyah müjgân çeşmi payı Cennet kevser[1] menendin
Aq gerdana siyah mûyı Güzel göğsünü(n) bendin
Döker âheste âheste Her geldikçe çözerek gel
Boyı selvi saçı sümbül Hilâl qaşı(n) çataraqdan
Lebi mercan yanağı gül Kirpik oqın ataraqdan
Hiç ayrılmaz deli gö(n)ül Nâzı şîve (nâz ü şive) sataraqdan
Çeker aheste aheste Ela gözler süzerek gel
«Hayfî» içün nider bilmem Sensi(n) güzelleri(n) şahı
Bendesi şâd olub gülmem «Gedâyî»ni(n) pâdişâhı
Şu derd bizî nider bilmem Tenezzül eylese(n) gâhî
Yaqar âheste âheste Bize doğrı gezerek gel.
3 5
Salın servi xırâmânım Erişsin qaddi dildârı(n)
Bu gün meydân seni(n) Mehmed Bülend olsun da seyr eyle
Leb‐i dürr la'l‐i mercanım Cemâli Yûsif‐i yârı(n)
Bu gün seyrân seni(n) Mehmed Menend olsun da seyr eyle
Saqınub yüzü(n) herkesden Daxi müddet gerek üç yıl
Dökülür mûyları fesden Bile qadri(n) ola âqil
Güzelsi(n) bezmi elestden Hele meydâna gelsün dil
Bu gün sayvan seni(n) Mehmed Pesend olsun da seyr eyle
Dihânı(n) devri irfânsı(n)? Daxi ol zülfi nevreste
Gören gözlere hayrânsı(n) Uzatsun deste ber deste
Nice âşıq sultânsı(n) Ki her birine bir xaste
Bu gün ferman seni(n) mehmed Fikend olsun da seyr eyle
____________________
[1] Gülzârî, Boyabatlı'dır. O çifte be(n)leri fülfül
Dişdir lebleri mülmül(?)
Dolansun boynuna kâkül
Kemend olsun da seyr eyle
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 13
«Ömer bilmez daxi hâlin «Ömer»im geçdi serinden
Tıfıldır çesm‐i qattâlin Cefâ görmüş dilberinden
Ne qanlar içer ol zâlim Bu güzellik defterinden
Levend olsun da seyr eyle Bir gün sen de silinürsin.
6 8
Salınub seyrân yerine Aceb ey qaşları keman
Çıqan dilber kimi(n)sin sen Qorqmaz m'ola xüdâsından
Siyah zülfü(n) yüzüne Böyle miydi ahd ü aman
Döken dilber kimi(n)sin sen Benimle ihtidasından
Payına yüz süren qullar Raqîblerden öğüt almış
Medhîn eder gören diller Bendesin sevdaya salmış
Al ya(n)aq üstüne güller İşitdim şimdi vaz gelmiş
Soqan dilber kimi(n)sin sen Cenan (cânân?) eski gedâsından
Seyre gidelim bostana Revişi(n) kâr eder cana
Bülbül geldi gülistana Kül oldum ben yana yana
Bize mestâne mestâne Efendim Çıqmış seyrâna
Baqan dilber kimi(n)sin sen Durulmaz xûb sedasından
Baqdım gözine qaşına Bağçenizde biten güldür
Be(n)zetdim tûtî quşına Dalında öten bülbüldür
Beni hicri(n) âteşine «Gevheri» bir ednâ quldur
Yaqan dilber kimi(n)sin sen Atâ et geç günâhından.
«Ömer»der kî meded varma 9
Varub dîvânına durma
Elâ göze siyah sürme Bu gün ben bir güzel gördüm
Çeken dilber kimi(n)sin sen Kâkül dökmüş qaş üstüne
Ben câhilim bir şey bilmem
7 Her ne dersen baş üstüne
Bize nisbet mi sultânım Kirpiği(n) sinemi deldi
Adûlarla salınursın Xayâli(n) qarşuma geldi
Melek nesli misin canım Dağları[n) lâlesi soldı
Yeşil câme bürinürsin Yağar yağmur taş üstüne
Benim yârım melek nesli Kirpiği(n) sineme batmaz
Nedir bu cefânı(n) aslı Xayâli(n) qarşumdan gitmez
Cemâli(n) âfitâb misli Cemâline bahâ yetmez
Kâh doğar kâh dolunursın Zülüf dökmüş piş üstüne
Xancer gevheri belinde Üsküdarı(n) altı yalı
Kelam cevheri dilinde Neylerim dünyâda malı
Destimâli(n)iz elinde Dedim dilber bir şeftali
Nazlı nazlı salınursın Dedi canım baş üstüne
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 14
«Gevheri» der bilmem asdı Xanım der ki Sâdık gelsin
Qorqarım yâr ba(n)a küsdi Xasta gö(n)liim şifâ bulsun
.................[?] Bizi ta'n edenler ölsün
Yaslanalım düş üstüne Qorqma ben ölmem a canım
10 Giderse(n) uğurlar olsun
Derya de(n)iz yolu(n) olsun
Gözüm yaşı taşdı yine Hisarda canım sağ olsun
Kimseler gelmez gözime Qorqma ben ölmem a canım
Düşeni belâ de(n)izine
Himmet ilen himmet ilen Gâfileyin tutdı çuqadar
Elinde bulunduq nâçâr
Coşdı deli gö(n)ül coşdı Ben sanurdum çeker asar
Deryalara vardı düşdi Qorqma ben ölmem a canım
Gam de(n)izi başdan aşdı
Himmet ilen himmet ilen Ne oldıysa ba(n)a oldı
Ba(n)a edenler de buldı
Çıqmışdur bağrımda başlar Bursaya sürmekle noldı
Sel oldı gözdeki yaşlar Qorqma ben ölmem a canım
Engine saldım yoldaşlar
Himmet ilen himmet ilen «Abdî» der biz de varalım
Xanımı anda bulalım
Bir vefasız gö(n)lüm aldı .... ga rica edelim
Dönüben yerlere çaldı Qorqma ben ölmem a canım.
Gö(n)ül mihnetlere qaldı
Himmet ilen himmen ilen 12
Doğrı yoluna varanlar Bulandı aşqımı(n) seli
Haq dîdarını görenler Aceb artuq durulmaz mı
Hey meded gerçek erenler Hüsnü(n) gördüm oldum deli
Himmet ilen himmet ilen Aqıl başa derilmez mi
Hey yediler qırqlar birler Dağa dönmüş gamı(n) varı
Hazır ve gâ'ib olan pirler Qaşı(n) Alî zü l‐fİqârı
Çağırduğum gerçek erler Hiç tenhâ bulmadım yârı
Himmet ilen himmet ilen Engelleri qırılmaz mı
Ayrıldım yârdan «Usûlî» ***
Meded deli oldum deli
Hey gerçek Muhammed Ali Yüzü(n) be(n)zer dolun aya
Himmet ilen himmet ilen. Sensin ömrüme sermâye
Geldim sana Xâkipâye
11 Xatırcığım sorulmaz mı
Ba(n)a Cengi Sâdıq derler Yavrum Alî gözin süzer
Beni nâz‐ile severler Bülbül dili bağrımı ezer
Zindanda âdem‐mi yerler Bir anda yedi iqlim gezer
Qorqma ben ölmem a canım Deti gönül yorulmaz mı
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 15
Ferhâddur dağları delen Bihaqqın leyle‐î qadri
Şîrînin yolunda ölen Olupsun 'âlemi(n) bedri
Der «Kâtibi» mecnûn olan Şefâ'at mülkünü(n) sadrı
Leylâsına sarılmaz mı Şefâ'at yâ habîbullah
13 Bihaqqin leyle‐i mi'râc
Olusun âleme ser‐tâc
Şu benim gül yüzli yâra «Bay Gedâ» sa(n)a muhtâc
Var da benden salam eyle Şefâ'at yâ resûlullah
Şu nâmeyi şîvekâra
Ver de benden selâm eyle Bihaqqin leyle‐î ma'bûd
Olupsun âleme maqsûd
Saçını dökmüş boynuna Adı(n) Ahmed özü(n) mahmûd
Hiç hâlim gelmez aynına Şefâ'at yâ resûlullah
El baglayub dîvânına
Dur da benden selâm eyle 15
Sana derim asilzade Ezel qadîm şu dünyâya
Meyil verme gayrı yâra Quran m'indi hece m'indi
Elinde gülgûnî bade Soralım ehl‐i kâmile
İç de benden selâm eyle Gündüz m'indi gece m'indi
«Kâtibi» de yolun izler Gökden cebrâ'li inince
Nedir sende elâ gözler Hızıra selâm verince
Eşiği taşına yüzler Adem Havvaya uyunca
Sür de benden selâm eyle. Gündüz miydi gece miydi
14 Melekler arşe dizildi
İblisin bağrı üzüldi
Dilerim ki sa(n)a varam Kitâb göğe mi yazıldı
Mübarek ravza(n)ı görem Yoxsa yere xoca m'indi
Eşiğine yüzüm sürem
Şefâ'at yâ resûlullah Meleklerdir haqqı(n) xası
İblis oldı haqqa âsî
Seni(n) yanındadır levlâk Gökden qudret loqması
Çü sensi(n) şâh‐ı erselnâk Toqa m'indi aça m'indi
Seni(n)‐çün oldı bu eflâk
Şefâ'at yâ habîbullah «Fiğânî» der işim zardır
Qoynundaki meyve terdir
Gâhî melâl‐i giryânım Beyt ullahm üsti nurdur
Gâhî melâl‐i isyanım Şama m'indi hacca m'indi
Aceb ben daxi insanım
Şefâ'at yâ nebîyullah
Toplayan
Cihanda çoq günâh etdim M. ŞAKİR
Ki bilmem kime ne etdim
Elim tut yoxsa ben gitdim
Şefâ'at ya şefî'ullah
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 16
Darbımesel Mecmuaları Kitabiyatı
‐ 5 ‐
21‐ Ahmet Nazif Efendi: Ukud üllial fî tercüme tül ‐ rak sıralamıştır. Bu darbımeseller gerek imlâ ve lisan
emsal hususiyetleri ve gerekse eskilikleri itibariyle oldukça
ehemmiyetlidir. Bu kısımda halktaki kanaatların
Köprülü Kütüphanesi'nin Asım Bey kısmında 405 zamanla nasıl altüst olabileceğini gösteren güzel bir
numarada kayıtlı bulunan bu eser fihristte "Tercüme‐i misal var:
durûb‐ı emsal" diye gösterilmiştir. Eser 8x16. 14x22
boyunda 276 varaktan ibarettir. İlk 16 varakta bazı Dost ayağa bakar, düşman başa bakar.
Arapça beyitler şerhedilmiştir. Bu kısmın
başlangıcında mukaddime ve hattâ besmele mevcut Halbuki bu darbımeseli biz bugün:
olmadığı gibi yazı da ikinci kısımdaki yazıdan farklıdır.
Düşman ayağa, dost başa bakar
***
şeklinde kullanıyoruz.
İkinci ve asıl büyük olan kısma gelince; Eserin ismini,
müellifini ve ne zaman yazıldığını buradan 22— Müellifi meçhul: Mecmua türrisail—
öğreniyoruz. Burada muhtelif sayfalarda mevcut
malûmata nazaran eserin müellifi Tosyalı Ahmet Nazif Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde 5001 numara ile
Efendi'dir. Eserin adı da (Ukud ül‐lial fî tercüme kayıtlı bulunan ve muhtelif risalelerden müteşekkil
tülemsal)dir. Kitap 1234'te, İkinci Mahmud Han olan bu eserde de takriben 7‐8 yüz kadar darbımesel
zamanında [1] ikmal ve o sıralarda "Ankara ve tespit edilmiştir. Eser 16‐26. 20‐29 boyunda 273
Kengari'ye saye endâz Esseyit Mehmet Galip Paşa'ya" varaktan müteşekkildir. Darbımeselleri muhtevi olan
takdim edilmiştir. Münderecata gelince; Eserin ikinci risale 206 ilâ 211'inci varakları işgal etmektedir. Bu
kısmını teşkil eden 260 varakta ikiye ayrılmıştır. Birinci kısımdaki darbımeseller Acemce kısa bir mukaddimeyi
kısım 202 varaktan müteşekkildir ki burada müellif müteakip sıvanmışlardır. Fakat alfabe sırasına yalnız
Arapça darbımesel, teşbih ve sair bu mahiyetteki ilk harfler nazarı itibara alınarak riayet edildiği için
sözleri misalleriyle beraber uzun uzun sıralanışta pek intizam gözetilmemiştir. Bundan başka
şerhetmektedir. Bu sözlerin bazıları bizim yazı güç okunuyor, darbımesellerin bazıları pek güç
darbımesellerimizi andırıyor. anlaşılıyor ve arada tefrik işaretleri de mevcut
olmadığı için bunlar bazen birbirine karıştırılıyor.
Eserin asıl bizi alâkadar eden kısmı 55 varaklık son Mamafih iyi okunanları ve bizim bugünkü lehçemize
kısımdır. Müellif burada 72 Türk darbımeselini yakın olanları da var:
mufassalan şerhederek ve nerede zikrolunduklarını
anlata‐ El içim ağlayan gözden olur.
Açuk ağız aç kalmaz.
____________________ Azacık aşum, ağrımaz başum.
[1] Eserin diğer bir yerinde Abdülmecid'e dua ediliyor.
Fakat bu, herhalde Abdülmecit zamanında yaşamış Eserin diğer kısımlarındaki Arapça ve Acemce
olan müstensihîn işidir. risalelerde muhtelif tarihler tespit
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 17
edilmiştir. Fakat darbımeseller kısmında toplanma Atalar sözünü tutmayanı yabana atarlar darbımeseli
tarihine ve toplayanın hüviyetine dair bir kayıt mevcut kaydedilmiştir. Eserdeki darbımesellerin harf sırasıyla
delildir. Buradaki darbımeseller gerek lisan ve gerekse sıralanmamalarına mukabil birbirine benzeyen fikirleri
imlâ noktai nazarından pek ziyade şayanı dikkattirler. muhtevi bazı darbımeseller bir araya getirilmiştir. Bir
misal:
23— Teke zade Mehmet Sait: Durûb‐ı emsâl‐i
Türkiye Çık çık eden nalçadır, iş bitiren akçadır,
Rağbet güzel ile zenginedir,
Mâlî 1312'de Asır Kütüphanesi tarafından neşredilen Parayı veren düdüğü çalar.
bu mühim eserde de altı bine yakın darbımesel
vesaire tespit edilmiştir. Eser 9x14 boyunda 384 25— Ali Emiri Efendi: Durûb‐ı emsal
sayfadan ibarettir ve İstanbul'da Kasbar matbaasında
basılmıştır. Müellif daha ziyade devrin methine tahsis Fatih Millet Kütüphanesi'nde 209, 210, 211
ettiği mukaddimenin sonlarında darbımeseller için numaralarla kayıtlı bulunan bu üç ciltlik yazma eser
şunu söylüyor: Ali Emiri Efendi tarafından son zamanlarda vücuda
getirilmiştir. Uç ciltte de tarih tespit edilmediği için
"Yeknazarda haizi ehemmiyet görülmeyen şu risalenin darbımesellerin hangi senelerde toplandığını kat'î
hâvi olduğu durûb‐ı emsal‐den her biri ahlâkı beşeriye olarak söylemek imkânsızdır. Ali Emiri Efendi
ve rezâili tabiiye noktai nazarından bakılır ise birer toplandığı darbımeselleri üç tane âdi ticarî hesap
düsturu ibrettir." deflerine yazmıştır. Birinci cilt 20x28 boyunda 80.
ikinci cilt 20x14 boyunda 122, üçüncüsü yine
Bu mukaddimenin sonunda (16 Mart 1308) tarihi ikincisinin boyunda 121 sayfadan müteşekkildir.
tespit edilmiştir ki bu tarih darbımesellerin 1308'den
evvel toplandığı kanaatini verdiriyor. (Eserin basılış Darbımeseller harf sırasıyla sıralanmış ve her harfe ait
tarihi: 1312) . olan sözler ayrı ayrı kısımlar halinde
numaralanmışlardır. Bunların arasında muhtelif divan
Kitaptaki darbımeseller muntazam bir alfabe sırasıyla şairlerinin darbımesel mahiyetini haiz veya içinde bir
sıralanmışlardır. Bazı darbı‐meseller beyitlerle izah darbımesel geçen mısraları bulunduğu gibi tek tük
edilmektedir. bazı Arabî ve Farisî beyitlere de tesadüf edilmektedir.
Eser, heyeti umumiyesi itibarıyla darbımesellerle Ali Emiri Efendi bu darbımeselleri toplarken Şinasi'nin
uğraşacaklar için çok mühim ve zengin bir mehazdır. Durûb‐ı emsâl‐i Osmani'sinden de istifade etmiş ve bu
eserden aldığı darbımesellerin yanına bir (ş) işareti
24— İzzet Hamit: Mukayeseli Türkçe ve Fransızca koymuştur.
durûb‐ı emsal
Eser darbımesellerle uğraşacaklar için iyi bir mehazdır
300'e yakın darbımeselle bunların Fransızca [1].
tercümelerini ve bazı mukabillerini ihtiva eden bu ____________________
küçük, eser 1339‐1923'te İkdam matbaasında [1] Aynı kütüphanede 207 numara ile mukayyet
basılmıştır. Kitap 12x18 boyunda 65 sayfadan bulunan bir (Durûb‐ı emsâl‐i Osmaniye; Şinasi‐
müteşekkildir. İçerisinde mukaddime yoktur. Buna Ebüzzİya) kitabının sayfa kenarlarına, kalemle, kitapta
mukabil ilk sayfada Şinasi ve Nabi ile Ziya Paşa'nın mevcut olmayan bir takım darbımeseller ilâve
darbımeseller hakkındaki düşüncelerini ihtiva eden edilmiştir. Yazı, Ali Emiri Efendi'nin yukarda
cümlelerle mevzuubahis eserdeki yazısına çok benziyor.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 18
26 — Mehmet Asım: Darbımesellerimiz; delâlet ve birinde harf sırasına riayet edilmemiştir. Başta 2,5
kıymet‐i tarihiye ve ahlâkiyeleri (makale) sayfalık bir mukaddeme vardır. Müellif burada
darbımesellerimizin ahlâkî mahiyetleri hakkında
Bu makale harbi umumî sonlarında Terbiye encümeni şayanı dikkat mütalâalar yürütmektedir. Bu
tarafından neşredilen ve "matbaai âmire" de basılan mukaddimeden birkaç fikri aynen alıyorum:
"Terbiye" mecmuasında çıkmıştır [1] .
"... Memleketimizin, iki üç asırdan beri giriftar olduğu
Makalenin muharriri Vakit gazetesi sahiplerinden felâketlerde hiç şüphe yok idarî, içtimaî, iktisadî
Mehmet Asım Bey'dir, Asım B. oldukça mesai sarfını âmillerin mühim tesirleri olmakla beraber, milletin
istilzam eden tetkiklerden sonra neşrettiği bu 18 ekseriyetini teşkil eden ve hakikî maariften mahrum
sayfalık yazıda darbımesellerimizin ahlâkî ve içtimaî bulunan sınıfı avamını hatta bir kısım havasını bile
mahiyetlerini misalleriyle izah etmiştir. Şayanı dikkat sevkü idare edegelmiş olması hasebiyle bir takım
fikirleri ihtiva eden bu makalede birçok darbımeseller darbımesellerimizin bu felâketlere giriftar
de tespit edilmiştir ki bunların sayısı 200'e olmaklığımız hususunda pek büyük tesiratı olduğu
yaklaşmaktadır. şimdiye kadar nasılsa nazarı dikkatten uzak kalmış bir
hakikattir.
Yazı, darbımesellerimizle uğraşacaklar için oldukça
istifadelidir. "Efradı millet arasında pek ziyade makbul ve
müstamel öyle darbımeseller vardır ki bunlar cihanın
27— Tahsin Ömer: Darbımesellerimiz hakkında herhangi bir köşesinde düstur‐ı ahlâkî olarak kabul
tahlilî tetkikat edilmiş olsa o memleket ahalisini girivei inhitata seri
hatvelerle sevk ve isal eder."
1337‐1340'ta İstanbul Evkaf matbaasında basılan bu
küçük eserde (14x21 boyunda 16 sayfa) 200'e yakın "... Muhalifi insaniyet olan sözlerimizin son üç asır
darbımesel tespit edilmiştir. Eserin yegâne hususiyeti zarfındaki tedenniyat ve inhitatımız esnasında zuhur
"fenalığı neşr ve terviç eden veya hüsnü ahlâka hadım etmiş olduğu istidlâlen anlaşılır. Meselâ:
bulunan" darbımesellerin ayrı ayrı kısımlarda
toplanmış olmasıdır. Bu kısımlarda da ayrıca talî El için yanma nara, yak çubuğunu bak sefana
taksimler yapılmış ve meselâ fena darbımeseller:
darbımeselindeki (çubuk) kelimesinin
Menfur hotkâmlığa ait olup memleketimizi manen ve mevcudiyetinden bu darbımeselin memleketimizde
maddeten pek ziyade mütezarrir ve perişan etmiş tütün istimalinin başlamasından (yani nihayet 2‐3 asır
sözler ‐ Hayat hakkında ve bahusus müreffehen evvel) sonra şüyu bulduğu anlaşılır."
yaşamak hususunda kayıtsızlığı emreden sözler ‐
irtikâp ve irtişaya meylettiren sözler... ilh. 28— Dr. Frayliç ve Mühendis Ravlig: Türkmen
aşiretleri [1]
Diye 14 kısma ayrıldığı gibi "İyi darbımesellerimiz"de:
1334'te Orhaniye matbaasında basılan
Gayretdişliğe ve yekdiğerimîzi iyi görmeye davet eden ____________________
sözler ‐ Mekânımı ahlâk sa‐hibi olmağa davet eden [1] Bu eseri Enver Behnan=Hâbil Âdem B. yazmıştır.
sözler ‐ Kimseye ve bahusus nâmertlere serfüru Eser tercüme olmadığı gibi yukarıdaki Alman müellif
etmemeyi emreden sözler... ilh. gibi 13 kısıma isimleri de uydurulmuştur. Enver Behnan B.,
ayrılmıştır. Bütün bü kısımlardan hiç Kösemihal zade Ragıp Beye vukubulan bir ifadesinde
____________________ eserin ciddi tetkiklere müstenit olduğunu ve ismini
[1] Terbiye: Yıl 1 ‐ No. 1. Kânunusani 133 satış temin edebilmek için gizlediğini söylemiştir.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 19
bu eser 15x21 boyunda 533 sayfadan müteşekkildir. mütekait Hasan Lütfü Bey toplamıştır.
Eser, "Aşâir ve muhacirin komisyonu
neşriyatından"dır ve Türkiye'deki Türkmenlerin Eser, yeni harflerimizin intikal devresinde halkın az
içtimaî vaziyetiyle iskânları projesinden zamanda yazıp okumasını temin edebilmek için tertip
bahsetmektedir. Kitabın 268 ilâ 392'inci sayfaları edilmiştir. Müellif, mukaddimede diyor ki:
Türkmen halkiyatına tahsis edilmiş, bu meyanda 99
Türkmen darbımeseli ve bu darbımesellere ait bir "... Türkçe'de olduğu gibi Fransızca, İngilizce, Arapça
yığın malûmat ta zikredilmiştir. Fakat bütün bu vesair lisanlarda da bîrçok darbımesel vardır. Fakat
tafsilâtta haizi ehemmiyet hiç bir nokta mevcut şuna kaniim ki bunların Türkçe'deki kadar çok,
değildir. Türkçe'deki kadar ahenki ve manalı olduğunu pek
zannetmiyorum."
29— Ekrem Reşat; Osman Ferit: Nevsâl‐i Osmani
Eserin muhtevasına gelince: kitapta muntazam
Meşrutiyet sıralarında neşredilen bu salnamede de olmayan bir harf sırasıyla sıralanmış 1700'e yakın
birçok darbımeseller tespit edilmiştir. Bu darbımesel mevcuttur.
darbımeseller sayfaların nihayetlerindedir.
31— Hüseyn Kâzım Kadri: Büyük Türk lügati
Eserin 1325 senesinde çıkan ilk cildini — ve eğer
mevcutsa 4'üncü ciltten sonrakilerini — bulmak kabil Bütün Türk dillerinin lügatlerini ihtiva etmek üzere
olamadığı için bizzarure yalnız 2, 3 ve 4'üncü yazılan bu eserde de pek çok darbımesel tespit
ciltlerinden bahsedeceğim: edilmiştir. Lügatin ilk cildi 1927'de, ikincisi de 1928'de
Devlet Matbası tarafından tab ve neşredilmiş, fakat
2'inci cilt (sene 1326.): 16X24 boyunda 248 sayfadan lâtin harflerinin kabulü üzerine bu muazzam eser
müteşekkildir. İçerisinde 248 darbımesel (vesair bu yarıda kalmıştır. (Son kelime: Jiyan].
mahiyetteki sözler) vardır.
Her iki ciltte bulunan darbımeseller gerek kemiyet ve
3'üncü cilt (sene 1327): Aynı boyda 268 sayfa. gerekse keyfiyet itibariyle pek zengindir. Bunların
İçerisinde 191 darbımesel. arasında bizim Anadolu Türkçesi'nden başka diğer
Türk lehçelerine ait darbımesellere de sık sık tesadüf
4'üncü cilt (sene 1328): Aynı boyda 288 sayfa.. edilmektedir.
içerisinde 174 darbımesel. (Bu son cilttekilerin
ekserisini manzum sözler ve darbımesellerle, hikemî 32‐ Kitab‐ı delil ül‐idrak fî lisân ül‐etrak: Moris Vîker
beyitler teşkil ediyor.) Havzer [1]
30— Hasan Lütfü, Muzaffer Lütfü: Türk atalar sözü 13x21 boyunda 328 sayfadan müteşekkil olan ve
(yeni harflerle). "Muharrem 1270"te "Viyana matbaad
imparatoriyesinde" basılan bu eserde de 500'e yakın
1928'de yerli harflerle neşredilen bu eser 14x20 darbımesel tespit edilmiştir.
boyunda 68 sayfadan müteşekkildir. Kitap, Ebüzziya
matbaasında tabedilmiş ve İbrahim Hilmî Kütüphanesi Eser mahiyeti itibarıyla Osmanlıca'yı oldukça ilerleten
tarafından neşredilmiştir. Darbımeselleri tasnif eden ecnebiler için yazılmış bir Türkçe müntehabat
zat muallim Muzaffer Lütfü Beydir. Baştaki iki sayfalık kitabından başka bir şey değildir.
mukaddimede mevcut malûmata nazaran ____________________
darbımeselleri, Muzaffer Beyin babası Ziraat bankası [1] Müellifin ismi eserde Arap karfleriyle tespit
müdürlüğünden edilmiş olduğu için bilmecburiye buraya bu şekilde
nakledildi.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 20
Mukaddimede müellifin de söylediği veçhile eser bımesellerdeki bazı mahallî şive farklarının tespitine
muhtelif Türkçe yazılardan müteşekkildir ve kitabın çalışılmıştır. Darbımeseller kitabın 2 ilâ 68'inci
başında da 500'e yakın darbımesel mevcuttur. Bu sayfalarını işgal etmektedir. Bunlar, harf sırasına göre
darbımeseller aralarına birer yıldız işareti konularak değil mahiyetlerine nazaran tasnif edilmişlerdir
yan yana sıralanmışlardır. (Azarbaycan atalar sözü — H. Zeynallı'da olduğu gibi).
*** Gordlefski'nin tasnif tarzı hakkında fikir vermiş
olabilmek için darbımesellerin toplanmış olduğu
Serlevhasında "Cîddi Osmanî" ismini taşıyan eserin, kısımların serlevhalarını buraya naklediyorum:
tercümeleri muhtevi olan kısmı ayrı bir ciltte olacak.
Fakat bu İkinci kısmı hiç bir yerde bulmak kabil I— Ev hayatında insan
olamadı.
Çocuk — erkek — kadın — azayı vücut — fizyolojik
33— Dr. Charles Welles: Türkçe'nin sarf ve nahvi ihtiyaçlar — mükâleme — âza noksanları — hastalık,
ölüm — ev — ev eşyası — elbise, ayakkabı — tufeylât
İngilizlere Türkçe'yi öğretmek için yazılan bu gramer — mutfak, yemek — açlık —kümes hayvanları —
kitabında da bazı Türkçe metinlerle beraber 120 haşerai — kedi — köpek — eşek — at — koyun, keçi
kadar darbımesel tespit edilmiştir.Müellif, Bahriye — öküz ve inek — deve — bostan — bahçe — ziraat
mektebinin sabık hocalarından Dr. Çarls Vels (Charles — sürü beslemek — av — hamam — eğlence
Vells)tir. Kitap 14x21 boyunda 272 sayfadan sarhoşluk — akrabalık — komşular — misafir — yol —
müteşekkildir ve 1880'de Londra'da Vayman yabancılar — dostlar — düşmanlar.
matbaasında basılmıştır. Darbımeselleri muhtevi olan
kısmı 264 ilâ 271'inci sayfaları işgal ediyor. Bu kısımda II— İçtimaî Hayatta İnsan
Arap harfleriyle yazılmış olan darbımesellerimizle
beraber bunların lâtin harfleriyle telâffuzları ve akıl — seciye — hâkimiyet — kulluk — mahkeme —
İngilizce tercümeleri de mevcuttur. Darbımesellerin zengin, fakir — para, zenginlik — ticarî işler — sanat
sıralanmasında harf sırasına riayet edilmemiştir. — meşgale — zahmet — işsizlik.
*** III — Millî hususiyetlerden bahseden darbımeseller.
34— Gordlefski: Osmanlı Halk Edebiyatı numuneleri Türkler — şehirli ve köylülerin seciyeleri — Türkiye'de
müslüman cemaatları — ismi haslar — çingeneler —
Rus harfleriyle tespit edilen halk edebiyatımıza aît yahudiler — ermeniler — rumlar — ecnebiler — Türk
metinlerle beraber 1495 darbımeseli ve 30 kadar coğrafyası — İstanbul hakkında darbıme‐seller —
bilmeceyi de ihtiva eden bu zengin münderecatlı eser tarihî hâtıralar.
1916'da Moskova'da basılmıştır. Kitap 18x27 boyunda
184 sayfadan müteşekkildir. Müellif, baştaki IV— Dinî hayatta insan
mukaddimede metinleri ve darbımeselleri İstanbul'da
topladığını, fakat bunların Anadolu'nun muhtelif Allah telekkisi — şeytan — akibet — din — hoca —
şehirlerine mensup zeval ağzından nakledildiğini kâfir.
anlatmaktadır. Yine aynı mukaddimede verilen
izahata nazaran darbımeseller için Ahmet Vefik V — insanın tabiatı görüşü. Dünya — astronomi —
Paşa'nın eserinden de kısmen istifade edilmiş ve dar‐ meteoroloji
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 21
hâdiseler — zamanın taksimatı — arzın teşekkülü — Mecmuanın 66 ilâ 83'üncü sayfalarını işgal eden bu
ateş — su — madenlerin hâkimiyeti — nebatların darbımesellerin miktarı 320'ye yaklaşıyor.
hâkimiyeti — hayvanların hâkimiyeti. Darbımeseller harf sırasıyla tasnif edilmişlerdir.
Yanlarında Almanca tercümeleri de vardır. Dr. Kunoş,
35 — Amedee Jaubert: Grammaire Turke (Türk bu darbımesellerin ekserisini Bulgaristan Türkleri
grameri) [1] arasında toplanmıştır.
1833'te Paris'te (Fermin Didot freres) matbaasında Mukaddimeden anlaşıldığına nazaran Dr. Kunoş
basılan ve 15x22 boyunda 377 sayfadan müteşekkil evvelce Aydın ve Bursa havalisinde topladığı
olan bu eserde de Fransızca tercümelerde beraber darbımeselleri de neşretmiştir. Fakat bibliyografi
358 darbımesel tespit edilmiştir. Tasnifle harf sırasına verilmediği için mezkûr darbımeselleri muhtevi eseri
riayet edilmemiştir. Eser, mahiyeti itibarıyla, bulmak ve tetkik etmek kabil olamadı.
ecnebilere mahsus bir gramer kitabıdır. Araya
müptediler için kolayca anlaşılabilecek bazı metinler 38— Toplayan meçhul: Hazih ir‐risaleti min kelimati
ve bu arada mevzuubahis darbımeseller konulmuştur. Oğuzname el‐meşhuru be‐atalar sözü
Darbımeselleri muhtevi olan kısım eserin 336 ilâ.
377'inci sayfalanın İşgal ediyor. Bu yazma eserin biricik nushası Berlin'dedir [3],
Darülfünun Türk lisanı tarihi müderris muavini Cafer
36— Toplayan meçhul: Tabuşmaklar (bilmece) ve oğlu Ahmet B. Berlin'deyken bu eseri istinsah
her türlü halk arasında ayıtula turban makaller etmiştir. 69 varaktan müteşekkil olan bu nushayı
(darbımesel) tetkik ettim. Eser darbımesel noktai nazarından pek
ziyade zengindir (1500kadar darbımesel), bu sözlerin
1880'de Kazan Kököbin matbaasında basılan bu mensup olduğu lehçe hakkında kat'î bir hüküm
bilmece ve darbımesel mecmuasını yalnız Türkiyat vermek doğru olmasa bile bu lehçeyi garp
Enstitüsü'nde bulabildim (Nu: 2766). Eserde 39 şubelerinden birine ithal ve meselâ (Dede Korkut)ta
bilmece ve 300'e ya‐kın darbımesel tespit edilmiştir. geçen Oğuz lehçesinden addetmek mümkündür.
Bu sözlerin en şayanı dikkat ciheti — fonetik
hususiyetlerden sarfınazar — bazı darbımesellerimize Numune olmak üzere bir iki darbımeseli buraya
çok benzemelerindedir. Lehçe garp lehçelerine pek naklediyorum:
ziyade yaklaşıyor.
Danışıklı dağ aşar, danışıksız yolda kalır şaşar.
Kitap fena bir şekilde basılmıştır. 14x21 boyunda 16 Alemde eğer ölüm olmasaydı adem adem eti yerdi.
sayfadan müteşekkildir.
Darbımesellerin toplandığı tarihe dair eserde hiç bir
37— Dr. Ignaz Kunoş: Rumelisch‐ kayıt yok. Müsteşrik Diez bu eserin bir kısmını hatalı
TürkichöSprichwerter olarak neşretmiştir [4].
____________________
Türk halkiyatına ait eserleriyle maruf Dr. Kunoş müellifin ismini muharrer olmaksızın 17‐30'da
1906'da Peşte'de çıkan "Keleti Szemle" mecmuasında, İstanbul'da basılmıştır.
Rumeli'de topladığı darbımeselleri kısa bir [2] Keleti Szemle (VII evfolyam ‐ 1 Szam‐1906)
mukaddimeyle beraber neşretmiştir [2]. [3] Berlin Umumî Kütüphanesi yazmaları Pertsch
____________________ kataloğu‐cilt; 4, Sayfa: 65, 66, 67. (Eserin tavsifi).
[1] Tetkik ettiğim nusha ikinci tabıdır. Eserin [4] H. F. Diez Denkwürdig keiten von A‐
mukaddimesinde verilen malûmata nazaran birinci
tabı (ki Holderman tarafından vücuda getirilmiştir)
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 22
39— St. Mladenov: Ein Beitrag zum Türkischen derrisi Dr. Reşer, 1926'da (Orientalistich II) ismiyle bir
Sprichwürterschatz (Bulgaristan Türkleri'nin eser neşretmişti [2]. Bu eserde muhtelif Türkçe metinler
darbımeselleri‐makale). ve bu arada (Hazihi manazırat) serlevhasını taşıyan
mizahî bir parça vardır. Dr. Reşer bu küçük metni Berlin
Alman Şark cemiyeti mecmuasında [1] çıkan bu Kütüphanesi yazmaları arasında bulmuştur.
makalede Bulgaristan Türkleri'ne ait 83 darbımesel
tercümeleriyle beraber neşredilmiştir. Darbımeseller Fuat Beyin Hayat'ta neşrettiği tetkikatına nazaran bu
68'inci cildin 687 ilâ 694'üncü sayfaların, işgal ediyor, parça Fatih devri ulemasından hicrî 899 yahut 900'de
bunlardaki en mühim hususiyet mahalli şive farklarını ölen "Deli Lütfi" tarafından yazılmıştır ve bu itibarla yazı
tespit etmelerindedir. ve içerisinde bulunan (eşeğe dair darbımeseller"
Anadolu Türkçesi'nin XV'inci asrına aittir. Fuat bey,
40— J. A. Decourdemanche: Mille et un proverbes yazının mevzuunu şu şekilde hülâsa etmiştir:
Turcs
"Uslu Efendi isminde bir müderris Edirne'deki Muradiye
1878'de Paris'te tabi Ernest Leroux tarafından neşredilen Medresesi'nin (Fenari Alisi)ne verileceğini haber alınca
bu eserde 1001 Türk darbımeselinin tercümesi koşup vezirlere geliyor; buranın kendisine
mevcuttur. Bu tercümelerin asılları kitaba verilmediğinden şikâyet ediyor, Onun şikâyetlerine
konulmamıştır. vezirler cevap veriyorlar. Bu müderris (Uslu) diye mâruf
olup (Uslu) kelimesi ise Sırpça eşek manasına
Eser 10x16 boyunda 122 sayfadan müteşekkildir. geldiğinden bu münazara baştan başa eşeğe ait tabirler,
Darbımesel tercümeleri mahiyetlerine nazaran ayrılarak ıstılahlar, latifeler, darbımesellerle o zamanın zevkine
11 kısımda toplanılmıştır. Bu kısımlarda da ayrıca tâli göre cidden zarifâne yazılmıştır."
taksimat yapılmıştır (Gordlefski'nin yukarıda
mevzuubahis eserinde olduğu gibi). ***
Kitabın nihayetine; Latince, Almanca, Fransızca, İngilizce Eserdeki darbımesellerin miktarı 30'a yaklaşıyor.
ve Türkçe yazılmış 14 darbımesel mecmuasından bahis Bunların hemen ekserisinde (eşek) kelimesi mevcuttur.
bir de bibliyografi ilave edilmiştir. Bu bibliyografide
mevcut Türkçe eserler şunlardır: Bu metni ihtiva eden Dr. Reşerin eseri 16x26 boyunda 43
sayfadan müteşekkildir. 1926'da İstanbul'da basılmıştır.
Şinasi ve Vacil Efendiler'le Ahmet Vefik Paşa'nın eserleri, Metin, kitabın 40 ilâ 43'üncü sayfalarını işgal ediyor.
bir de:
42— Abdülhak Hamit: Sabru Sebat (Tiyatro)
Emsali, Proverbes Turcs. Constantinopele imprimerie
impeirale, 1286. Hâmidin bu eserine dair İsmail Habip Beyin "Türk
Teceddüt Edebiyatı Tarihi"nde şöyle bir rivayet var [3]:
İsimli bir eser. (Bu, Ahmet Mithat Efendi'nin Durub‐ı ____________________
Emsâl‐i Türki'si olacak) [2] Bu eser ve bilhaasa bizi alâkadar eden "Uslu Efendi
ile vezirler münazarası" parçası ile muharriri hakkında
41— Deli Lütfi: Hazihi menazırat (Uslu Efendi ile vezirler malûmat almak için bakınız:
münazarası ‐ Eşekname ) Hayat, No: 100 ‐ Deli Lütfi'nin mizahî bir risalesi
(makale): Köprülü zade Mehmet Fuat
İstanbul Darülfünun'u Arap Edebiyat mü‐ [3] Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi. S 223.
____________________
sien‐Berlin uns Halle 1816 (Birinci ve ikinci ciltler)
[1] Zeitsehrift der Deutsehen Morgen Landischen
Gesellsehaft (ZDMG, 68 Band ‐ 1914, Leipzig)
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 23
"...Hâmit "Macerayı aşk"ından sonra "Sabru sebat"ını bolmuştur. Nihayette itmam tarihi şu suretle tespit
neşretti. O zamanın meşâhirinden biri genç Hamid'e bir edilmiştir:
tiyatro eseri yazmasını, fakat eserde münasebet getirerek
kıymetli darbımesellerimizden bazılarını da şuraya buraya Bu kikab yazıldı mübareki tamam oldu
serpiştirmesini tavsiye eylemiş, Bu tavsiye ile sırf Cemazil'aharın dördüncü gün cuma günü
darbımesellerimizi teşhir etmek gayesiyle kaleme aldığı bu 962
eseri Hâmit, sahibi tavsiyeye ibraz ettiği vakit o zat demiş ki:
(Biz sana eserini darbımeselle süsle dedik, halbuki sen 2) Köprülü zade Mehmet Fuat beyin hususî kütüphanesinde
eserini darbımeselle doldurmuşun) bulunan nusha [2]. "Daha büyük kıt'ada 1236'da eksikleri
tamamlanmış"
Hakikaten; "Sabru sebat"ın hemen her sayfasında
darbımesellere rastgelmek mümkündür. Eserden ufak bir Bu nushada eksik yoktur. Nihayetteki itmam tarihi şu
parçayı buraya naklediyorum: şekildedir:
"— Gam çekme oğul, gam çekme!.. Su bulanmayınca Buna zilkadeyi ehli tevarih
durulmaz, kıştan sonra bahar olur.. Dağ yürümezse aptal Dokuz yüz otuz üçte bile tarih.
yürür de de tahammül et, kısmetinde ne varsa kaşığında
çıkar. Sabr ile koruk helva olur, dut yaprağı atlas. Acele işe 3) Fülgel. Viyana Kütüphanesi, Şark yazmaları katalogu,
şeytan karışır. Firkatin sonu vuslattır. Zahmet çeken rahat sayfa: 623. (Bu katalogda Pendnâme hakkında tavsifi
bulur. Mihneti kendüye zevk etmedir âlemde hüner! malûmat da verilmiştir.)
(Saatine bakar) saat dört! seni ben gece bizim eve
götüreyim ilh... 4) Manuscrit Turc de la bibliotheque imperial a Vien Mxt
76. (Bu bibliyografinin nere‐den çıkarıldığını anlamak için
Eserin birinci tabı İstanbul'da Mekteb‐i sanayi matbaasında bakınız: At‐sız. Nu: 15, sayfa 54, 1 Nulu haşiye.)
vücuda getirilmiştir. Bu nusha 12x18 boyunda, 148 sayfadan
müteşekkildir. Kitapta basım tarihi zikredilmemiştir., Bu 4 numaralı nushanın, 3 numaradaki nushanın aynı
olduğunu zannediyorum.
***
5) ve 6) Kastamoni mebusu Velet Çelebi Bey tarafından
43— Güvâhi: Pendname‐i Güvâhi [1] Ankara Maarif Kütüphanesine hediye edilen iki nusha.
(Bunlardan biri Güvahi zamanına aittir.)
Bu eserin şimdiye kadar bilinen nushaları:
Esere gelince: İsminden de anlaşılacağı zere Pendnâme —
1) Sultan Selimde Hamidiye Kütüphanesi, Lala İsmail Efendi mesnevi şeklinde yazılmış — manzum bir nasihat kitabıdır
Vakfı, No. 242. ve şu fasılları ihtiva etmektedir; Münacat, naat, matlaı
destan. Bundan sonra fasıl fasıl arada Arapça meseller
Bu nusha 10,5x15,5 boyunda 72 varaktan müteşekkildir. zikredilerek hikâyeler, fıkralar mev'izeler sıralanmıştır.
Her sayfada 14 beyit vardır. Yalnız eserin 10 ilâ 19'uncu
varakları kay‐ Eser, darbımesel itibarıyla oldukça zengindir (250'den fazla
____________________ darbımesel ve saire). Darbımesellere bilhassa mev'izelerde
[1] Edebiyat fakültesi asistanlarından Pertev Naili Bey tesadüf ediliyor. Fakat bu sözler ‐ vezin zaruretiyle ‐ halk
evvelce bu eseri tetkik etmiş ve içerde geçen darbımeselleri arasında söylenen şekillerinden farklı olarak tespit
de diğer metinlerden tefrik ederek bir araya toplamıştı. edilmiştir. Bir iki misal:
Buradaki bibliyografi için mezkûr tetkikten azamî surette
istifade edilmiştir. Zevâlidur kanatlansa karınca
____________________
[2] Bu nushada Pendnâmeden başka (Gurbet‐nâme) isimini
taşıyan bir mesnevinin 1 sayfalık bir parçası da mevcuttur.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 24
(Karıncanın kanatlanması zevaline alâmettir.) Son zamanlarda (Şirvanşahlar Yurdu) [1] ismiyle bir eser
neşreden Zeynel oğlu Cihangir Bey de birçok Azerbaycan
Yüzün suyunu yüzsüzden satun al (Edebi edepsizden darbımeselleri toplamıştır. Bunların (atalar sözü) ismiyle
öğren) neşredileceği mezkûr eserde ilân edilmiştir.
Bulur kande ise çömlek kapağın (Tencere yuvarlandı, Kastamoni mebusu Velet Çelebi Bey de pek çok
kapağını buldu). darbımesel toplamıştır. Bu darbımeseller Velet
Çelebi'nin henüz tab edilmemiş olan "Türk Dili" atlı
Penduâmenin en mühim hususiyeti sadeliğindedir. büyük lügatinde bulunuyor. Muhterem mebus Vakıt'ta
Halbuki bu eserin yazıldığı 10'uncu asırda dîvan neşrettiği bir makalede Türk münevverlerini darbımesel
edebiyatının tasannulu ve tekellüflü lisanı kendisini ve sair halk sözlerini toplamaya davet etmişti [2]. Bu
bütün edebî eserlerde kuvvetle hissettirmeğe başlamıştı. makalede bilvesile "Türk Dili" lügatine de temas edilmiş
ve bu eser hakkında malûmat verilmiştir. Makalenin bizi
44— Toplayan meçhul: Mecmua‐i min nevadir ül‐üdeba alâkadar eden kısmını buraya naklediyorum:
ve âsâr üz‐zürefa
"Bu sene (Türk dili) atlı lügat kitabımla bütün kış
Takriben 1300'den evvel bu isimle ve cüz cüz neşredilen çalışarak baharda hitama eriştirdim. Tam kırk sene
bir müntahabat kitabında da yalnız (elif) harfine ait çalıştığım tahminen elli bin kadar lügat cevherleriyle
darbımesellerden bir kısmı neşredilmiştir (Bunların beraber onun zımnında atalar sözü, tâbiratı mahsusa,
Ahmet Vefik Paşa'nın eserinden alındığını bazı millî fıkralar tefeül ve teşe'ümler, âdet‐ler... ilh.
zannediyorum). Eserde basım tarihi ve yeri hasılı Türk harsını alâkadar eden bir çok şeyler
zikredilmemiştir. Darbımeseller eserin 178 ilâ 192inci bilmünasebe zikredildi.
sayfalarını işgal ediyor.
"Her lügati müteaddit membadan tahkik, tasdik ve teyit
Muhtelif zevat tarafından toplanmış gayri matbu eyledim. Ekserisine bir atasözü veya şiiri şahit getirdim."
darbımeseller.
En eski Türk darbımeselleri. [3]
Halk Bilgisi Derneği Umumî Kâtibi Mehmet Halit Bey de
Anadolu'nun muhtelif sahalarında toplanmış ve mahallî En eski Türk darbımesellerini ihtiva eden eserler
şive farklarıyla tespit edilmiş üç bine yakın darbımesel şunlardır:
mevcuttur. Bunların (Halk Bilgisi Derneği) tarafından
neşredileceği evvelce ilân edilmişti. (Mehmet Halit Beyin Orhon âbideleri.
Eskişehir civarında topladığı darbımesellerin Halk Bilgisi
Mecmuası'nın ikinci cildinde çıkacağı ilân edilmişti. Fakat Kodeks Komaniküs. (Codex Commanicus
mecmuanın bu cildi henüz neşredilmemişler). ____________________
[1] İstanbul Cumhuriyet Kitaphanesi neşriyatından ‐
Türkiyat Enstitüsü asistanlarından Nihâl Bey'de de 8‐10 1932.
sene evvel İstanbul'da toplanmış bine yakın darbımesel |2] Vakıt: 17 Temmuz 1932, sayı 8. Atalar sözü için bir
mevcuttur. toplama teşebbüsü.
[3] En eski Türk darbımeselleri hakkında şu yazıyı
Keza Edebiyat Fakültesi Edebiyat zümresinden Niyazi okuyunuz:
Tevfik Bey'de de yine Anadolu'nun muhtelif sahalarında Hirth Anniversary Volume. Fritz Hommel: Zu den
(Kayseri, Sivas, Yozgat) toplanmış 1500'den fazla Attürkischen sprichwörter. (Sayfa: 182‐193).
darbımesel mevcuttur.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 25
Kutadgu bilik Başta, müellifin 3 sayfalık şayanı dikkat bir mukaddemesi
Hibe tül ‐ hakayık vardır. Bu mukaddimeden anlaşıldığına göre:
Divan‐ı lügat it‐Türk
Sav, darbımesel demektir. Bu kelime ta eski Türkler'den
Bu eserlerden yalnız Orhon âbidelerinde ve Divan‐ı lügat Osmanlıların mebdeine kadar kullanılmış ve bil'ahara
üt ‐ Türk'te mevcut darbımeseller üzerinde çalışılmıştır. unutulmuştur. Mahmudu Kâşgarî, bu lügati, kitabının
birçok yerlerinde tekrar ile Arapça'daki eser, haber,
Orhun âbidelerinde mevcut darbımeseller hakkındaki mesel mukabili olduğunu tasrih eder.
yegâne Türkçe yazı Darülfünun Türk lisanı tarihî
müderris muavini Cafer Oğlu Ahmet Bey tarafından Esere gelince: "Eski savlar" Mahmudu Kâşgari'nin
yazılmıştır [1]. "Divan‐ı lügat it‐Türk"ünden çıkarılan 290 darbımesel ve
bu mahiyetteki diğer sözlerle bunların şerhlerini ve
Divan‐ı lügat it‐Türk'e gelince: Türk lisanı tarihinin en bazılarının bugünkü mukabillerini ihtiva etmektedir.
kıymetli mehazlarından biri olan bu eser darbımesel "Divan‐ı lügat it‐Türk"ün hicrî 466'da (yani bundan 9 asır
itibarıyla da pek zengindir. Bu atasözleri Darülfünun evvel) yazılmış bir eser olduğu düşünülürse bu savların
sabık Türk lisanı tarihi müderrisi Necip Asım B. eksikliği meydana çıkar. Necip Asım bey bunların ve
tarafından eserdeki diğer metinlerden tefrik edilerek dolayısıyla Türk edebiyatının 20 asırlık bir kıdeme malik
"Eski savlar" ismiyle neşredilmiştir. Şimdi bu eserden olduğunu söylemekte ve bu fikrinin boş bir dava
bahsedeceğim: olamayacağını anlatmaktadır.
45— Necip Asım: Eski savlar Savlar hakkında bir fikir vermiş olabilmek için bir ikisini
buraya naklediyorum:
Edebiyat Fakültesi mecmualarında (yıl:2 sayı: 2,4,5, 6;
1922‐1923) neşrolunduktan sonra ayrıca kitap halinde Endek uma evliğini ağırlar
de çıkan bu eserin muhteviyatı kamilen eski Türk Ahmak misafir ev sahibini ağırlar
darbımesellerinden ibarettir. Halkiyatımızın nasıl bir
tekâmül seyri gösterdiğini bilmek için mutlaka bu Nice tik biçek erse öz sapın yonumas (Ne kadar keskin
eserdeki savlarla bugün kullandığımız darbımeselleri bıçak olsa kendi sapını yontmaz.
karşılaştırmak, lisanî, edebi ve ahlâkî unsurları tetkik
etmek lâzımdır. Bu karşılaştırma neticesinde bugün Bir karga birle kış kelmes
halkın dilinde yaşayan bazı darbımesellerimizin ne kadar Bir karga ile kış gelmem.
uzun bir hayata malik olduğu anlaşılır. Necip Asım Beyin
"Sav" namını verdiği bu darbımeseller kâmilen "Divan‐ı Haşiye: Son günlerde Ahmet Mithat Efendi'nin "Durûb‐ı
lügat it‐Türk"ten alınmıştır. emsâl‐i Türki"sinden matbu kapaklı bir nusha buldum.
Buradaki kayıttan eserin 1288'de (Matbaai âmire)
Eser 15x23 boyunda 59 sayfadan ibarettir. 1343'te basıldığı anlaşılıyor. (Bu eserden bahseden yazı Atsız'ın
İstanbul Evkaf matbaasında basılmıştır. İçerisinde 290 12 numaralı nushasında çıkmıştı (S: 296). Bu yazı tertip
darbımesel ve saire vardır. Bu sözler "Divan‐ı lügat it‐ hatası yüzünden karışmıştır. Ahmet Mithat Efendi'nin
Türk"te bulundukları sayfaların sırasına göre tasnif eseri 1288‐de, bunun Londra‐Davis tab'ı hicrî 1295'te
edildikleri için eserde bittabi hurufu heca sırasına riyaet çıkmıştır. Lütfen tashih ediniz.
edilmemiştir. Bundan başka bu savların imlaları da
"Divan‐ı lügat it‐Türk" tekinden farklıdır. Adnan Cahit
____________________ Edebiyat Zümresi Talebesinden
[1] Halk bilgisi haberleri mecmuası. Yıl: 1, Sayı: 3.
"Orhon âbidelerinde atalar sözü ‐ Caferoğlu Ahmet
(makale).
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 26
SAYIMBİLİK:
TÜRK CUMHURİYETLERİ NÜFUSU
Kırım Cumhuriyeti ki Sakalar neslinden geldiğini gösterse gerektir.
Yakutlar bu ülke ahalisinin % 80'ini teşkil ederler
Kırım 26,140 kilometre murabbaı mesahaya malik Nüfusları 1917 sayımına göre 220.040 kişidir.
olup "Urkapı" berzahı ile şimale bağlı bîr yarım adadır.
Türklerin at oynatıp muntazam devlet kurdukları en Hakas Ülkesi
eski ülkelerden biridir. Gök Türkler'le Bizans Devletî
arasındaki münasebatta, Bizanslılar kalleşlik Abakan nehri havzasındaki Şamani Türklerin
gösterince ceza olmak üzere Türkler burayı bulunduğu saha "Hakas Muhtar Ülkesi" adıyla bir
zaptetmişlerdi. Bugün Kırım Cumhuriyeti'ne 250,000 muhtar vilâyet olarak ilân edilmiştir. Bunlar kendi
kadar Türk vardır. Fakat buranın Türkleri muhtelif ülkelerine "Hakas" (Xaqas) adını Çin membalarında
vesilelerle iç Rusya'ya sürülmekte ve yerlerine birçok zikri geçen "Xaqas" (Kırgız) adını takliden vermişlerdir.
Türk olmayan unsurlar, bilhassa yahudiler Bu ülkedeki Türkler şunlardır:
getirilmektedir.
Tannu‐Tuba Cumhuriyeti Sagaylar 3.019
Kaçlar 11.979
Cihan harbi yıllarına kadar Çin'in Moğolistan kısmına
Bilterler 7.959
dahil olan Uranha ülkesi umumî harp sırasında Rusya
tarafından ilhak edilmişti, Bolşeviklerde çar Koyballar 1.015
hükümetinin mirasını elden çıkarmak istemediler. Hepsi 32.962
Burada Tannu‐Tuba Cumhuriyeti'ni teşkil ederek
Rusya'nın bir kısmı haline ifrag eltiler. Bu
cumhuriyetin ahalisi hep Türklerdir. Yabancı unsur Oyrat Muhtar Ülkesi
olan Ruslar % 1'den daha azdır. Tunnu‐Tuba Türkleri
(Urenha ve Soyutlar) hep Şaman dahilinde olup Altay Türkleri (asıl Altay Dağlarında bulunanlar)
50.000 kadar nüfusdurlar. Şaman dininden olup 19'uncu asırda Rus kilisesinin
tazyiki ile resmen hıristiyan sayılmışlardır. "Katun"
Yakutistan nehrinin havzasında Sovyet hükümetinin
hâkimiyetinden sonra bir millî muhtar ülke teşekkül
Sabık Yakotsk vilâyetinden ibaret olan saha bugün etti. Buradaki Türklerin istiklâl devri Oyrat hâkimiyeti
"Muhtar Yakut Ülkesi" tesmiye olunur. Resmen devri hatıralarıyla karışmış olduğundan muhtar ülkeye
Hıristıyan sayıldıkları halde Şaman dinindedirler. Oyrat Cumhuriyeti adı verildi. An'aneye göre Rus
Yakutlar kendilerinee "Saka" (Saxa) derler ve vaktiyle mezaliminden kurtaracak olan hakanın "Oyrat Han"
cenuptan geldiklerini rivayet ederler. Bu da bunların olacağının söylenmesi de buna sebep olmuştur. Altay
Kunlar'dan önce Türkistan'a hâkim olan es‐ Türkleri Türk kavimlerinin büyük tarihî vukuatına
iştirak etmeden daima kenarda kalan boylardan
teşekkül etmiş olduğundan eski din ve an'analeri
saklamışlar ve
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 27
inkişaf edememişlerdir. Bunlarla beraber Rus çıkmıştılar. Azerbaycan Cumhuriyetinin bütün nüfusu
mezalimine karşı burada daimî bir düşmanlık duygusu ise iki buçuk milyon sayılmaktadır ve milliyetçe şöyle
yaşamıştır. Oyrat Muhtar Ülkesi'nde ekseriyet Şamani taksim olunmaktadır:
Türklerden ibarettir. "Altay Kişi", "Telengit" ve
"Teleüt" (= Tüles)lerle beraber nüfusları 45000
Türk % 70
kadardır.
Ermeni % 20
Tataristan Rus % 10
Tataristan Cumhuriyeti sabık Kazan vilâyetinin üçte
ikisinden, Ufa, Şamara, Sembir ve Vyatka vilâyetlerine Fakat bu hesap 1924 sayımına göredir. O yıllardan
tâbi kazaların birer kısmından teşkil olunmuştur. Baş itibaren müthiş bir surette Ruslaştırılmakta
şehri Kazan şehridir. Mesahası 51.240 kilometre olduğundan Türk unsurunun yüzdesi eksilmektedir.
murabbaıdır. Bütün nüfusu 2.891.799 kişidir.
Cumhuriyetteki ahalinin milliyet itibarıyla taksimi Abdülkadir
şöyledir: Menfi Propagandalar
Kazan Türkleri %51,1 Şu son iki hafta zarfında gazetelerde yapılan kongreler
hakkındaki neşriyatı hakikî ve temiz kanlı bir Türk'ün
Çuvaş Türkleri % 4,7 hayret ve esefle karşılamaması imkânı yoktur.
Ruslar % 40,9
Fin kavimleri % 2,1 Türk'e ve Türklüğe yarayacak her hangi bir bahiste
daima tenkitlere, münakaşalara boğulan matbuat
Avrupalı milletler % 1,2 âlemi, her nedense bu gibi bahislerde ve bilhassa bu
neşriyatta muhalif fikirlere, itiraz ve tenkitlere hedef
Tataristan Cumhuriyeti'nin şehirlerinde ekseriyet bilâ olmak söyle dursun bilâkis tasvip ve takdir alkışı
istisna Ruslara aittir. Cumhu‐riyetin merkezi olan toplamış ve toplamaktadır.
Kazan şehrinde Türk unsuru ahalinin ancak %20'sini
teşkil eder. ***
Çuvaş Muhtar Ülkesi Türk gencini; genç Türk neslini ayrıldığı asil ve öz
Türelerine döndürmek, onları yeni bir Türklük
Eski Bulgar Türklerinin torunları olan Çuvaş Türkleri mefkuresi ile yürütmek için çalışılması lâzım geldiği
öteki Türklerin dillerine pek uzak olan bir lehçe ile yerde yurdun içine ve nüvesine yarın için zehirli filizler
konuşurlar, Çuvaş Cumhuriyeti'nde Çuvaşlar ahalinin verecek olan fesat tohumları karıştırmak moda oluyor
% 40'ını teşkil ederler. Nüfusları 1.117.403 kişidir. ve bütün bunlar Sanki bir hareket, bir yenilik ve bir
ibda telâkki ediliyor.
Azerbaycan Cumhuriyeti
Halbuki: bir "Turan cemiyeti", bir "Türkler mahfili" ,
Azerbaycan Cumhuriyeti Maverayı Kafkas'ın şarkî bir "kızıl elma muhipleri cemiyeti" gibi yapılması
kısmını teşkil eder. Şimalde Dağıstan dağları, cenupta cidden ve muhakkak hayırlı olacak mefkure
Aras Nehri ile Karadağ'ın etekleri ve Lengeran Dağları, yaratışlarına herkes uzaktır. Bunu hatıra getirmezler
garpta Gürcistan ile Gökçe sahilleri, şarkta Hazar ve getirseler bile ya gülünç, ya çocukça, yahut da
deniziyle çevrilidir. Mesahası 92.160 kilometre derhal birkaç katil kalemin acı istihzaları içinde ölüme
murabbaıdır. 1897 nüfus sayımında Azerbaycan mah‐
Türkleri 1.506.540 kişi idiler. 1924 sayımında ise
1.706.570'e
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 28
kûm bir halde bırakılır. İşte teşekkülünü pek ümitle zararlı ve mikroplu propagandalarla menfî fikirlerden
karşıladığımız: "Kitap Sevenler Cemiyeti".. Bu sözlere başka hiç bir şey verilmemiş olmasıdır.
pek feci bir misal olarak daha pek yakın bir mazide
can çekişiyordu. İşte bu aksi ve muhalif hareketlerden biri de bir iki
haftadan beri gazetelerimizde apâşikâr yapılmakta
Biz onu; genç Türk nesline okumak aşkını vererek asıl iken yine hiç bir itirazın vuku bulmadığını görerek
maksadına doğru geniş bir yol açmakta görürken bir Türklük namına azap çekiyoruz.
sürü tenkidat bir sürü muarız münakaşaları karşısında
bir balon gibi söndü. Bin bir müşkülâta maruz Mîllî hudutlar dahilinde memleket menafiine
bırakılan bu çok güzel teşekkül; teşekkülü ile beraber dokunabilecek herhangi bir cemiyetin vücuduna
bir nam bıraktı o kadar. müsaade etmemek kanunlaşmış bir madde halinde
iken (Mason Cemiyeti) namıyla ve muhtelif
Çünkü: bu cemiyet memleket namına hayırlı bir iş memleketlerin, hükümetlerin maşrıkı âzamları
görecekti... Veya görecek mahiyette bulunuyordu. huzuruyla kongreler aktedilmekte olduğunu söyleyen
Böyle bir suça sahip olmak elbette yaşamamak için gazetelerimiz, sanki cumhuriyete pek nafi bir
ölüme müstahak olmak demekti. teşekkülden veya içtimadan bahseder gibi sitayiş ve
poh poh gösteriyorlar.
Fakat diğer taraftan memleketin ve hükümetin
kanunlarına, Türklüğe ve Türk'ün mîllî menafiine İnsaniyetçiliği bir mefkure ittihaz eden bu cemiyet
mugayir olan fikirler; en yasak olduğu bir zamanda tetkik edilirse hakikî mânasıyla bolşevîzm ve
bile; idealize edilmek için çok müsait ve geniş sahalar kommünizmi doğuran asıl yılanın başı bu asırlık
bulmakta hiç güçlük çekmedi ve halâ da teşekkül olduğu anlaşılır. Esasi maddelerinde milliyeti,
çekmemektedir. bir tarafa bırakarak umumî kardeşlik ve tesanüt fikrini
mühim bir düstur edinmiş olan böyle bir cemiyete;
Bir soysuz çıkıp bolşevizmi ve komünizmi memlekette bilhassa bizim gibi; millî varlığı için çalışan, millî bîr
sür'atle neşre başladı. Birçok gencimizi, binlerce Türk gaye için yaşayan milletler arasında nasıl yer
dimağını zehirlemek istedi. Yüzlerce genç bunun verilebilir.
kurbanı ve mahkûmu olarak hapishanelere döküldü.
Buna rağmen yine bîr sürü neşriyat; kitap halinde, Hükümetimizin bu müsaadesini bazı noktalardan
roman halinde, mecmua halinde, tetkik ve müşahade kabul etsek bile; gazetelerin böyle hararetli neşriyat
eseri şeklinde yine aynı propagandayı yapmaktan bir ile; gençlerimizi tecessüse ve alâkaya sevk ederek
an hali kalmıyor. yeni bir akıntının mühlik cerayanına kaptırmak için bu
kadar âmil ve müşevvik olmaları ne dereceye kadar
Çünkü bunlar hiç bir fikrî münakaşaya hiç bir ciddî doğrudur bilemiyoruz.
muhalefete maruz kalmadıkları gibi... yabancı bir fikir;
Avrupa'yı taklit, mikroplu bir ecnebiperestlik olduğu Biz bunun şiddetle muhalifi bulunduğumuz için ve
için de herkese heyecan ve alâka vermektedir. Türklüğe pek acı hâdiselerle zararı dokunacağını
burada söylerken düşüncelerimizde ne gibi noktalar
Her zaman söylediğimiz ve yine de tekrar edeceğimiz bulunduğunu ve en ziyade mühim olanını da
gibi bütün bu alâkayı uyandıran saik — bir göstermek isteriz.
memnuiyetin verdiği garip ihtiraslar olmakla beraber
— en ziyade mefkûreye ve ideale susayan gençliğe Her zaman olduğu gibi; müthiş bir İngiliz casusu
ancak bu gibi tanınan (Lavrens) günün birinde Türkiye'ye gelse.
Muhakkaktır ki zabıtaca hemen takip edilecektir. Ve
bu insaniyet düşmanını yakalatmak; (Mustafa
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 29
Sagir) gibi ipe çekilmesine yardım etmek her Türke'de lar ve sonra bahçedeki beyaz güllerin kan rengi
bir borç olacaktır. Fakat bütün bu gayrete mukabil; karanfillerin ve bıçak gibi keskin kokulu sardunyaların
kendi maddeleri ve mahfil muhadeneti mucibince yaşmaklı bir kadına benzeyen zambakların, ince
"Mason Cemiyeti" de onu himaye edecek, sakları üzerinde alevli bir meş'aleyi hatırlatan lâlelerin
saklayacaktır. Çünkü (Lavrens) masondur. Nasıl ve rengârenk maskeleriyle yunanı kadîm aktörlerini
Entellicens teşkilâtının en mühim bir rüknü ise andıran hercai menekşelerin üstüne konuyorlardı...
masonluğun da en faal bir uzvudur. Tabii böyle bir
adamı himaye etmek cemiyete büyük bir hizmet; lâkin Ve genç şair gülüyordu... Yüzünün hiç bir hattını
Türklüğe ihanettir. Bunun aksi ise memlekete hizmet, değiştirmeyen fakat bir nehir coşkunluğuyla dökülen
masonluğa ihanet olur. bîr gülüş esmer yanaklarına yayılıyordu.
Halbuki her iki ihanetin de cezası ancak "ölüm" ile Çünkü o bugün şaheserini bitirmişti.
mümkün görülüyor.
Siyah meşin ciltli kitabın sayfalarına bakarak haykırdı:
Buna nazarı dikkati celp ederek her Türk'ten
soruyoruz: " Artık hiç kimse benden yüksek değildir... Homer
veya başkası!.. Ben bunlara da tepeden bakıyorum ve
— Böyle bir hadise vukuunda Türk masonları cemiyeti sevgilim benden daha iyi yazanları gösteremeyecek!..
ve maşrıkı âzamı ne yapacaklardır. ancak herkesten yüksek şeyler yaratırsam beni
seveceğini söylemişti. İşte, benden evvel gelenlerin ve
(Lavrens) imi feda edecekler... Vatan‐ benden sonra gelecek olanların yetişemeyecekleri
irtifaa kadar çıktım.. Ve yalnız kendisi için yazdığım bu
Dâniş Remzi kitabı ona verdiğim zaman oda benim için sakladığı
Kurtarılamayan Şaheser kalbini verecek!"
Genç şair siyah meşin ciltli ufak bir kitabı havaya
kaldırarak bağırdı: ***
"Bundan daha yükseğinin mevcut olduğunu Kitabın sayfalarından gözlerini ayırmayarak yürüdü,
söyleyemez, sevgilim benim eserimden daha güzelini ıslak çimenleri çiğneyerek ve ayağının altında ezilen
okuduğunu iddia edemez ya?" menekşelere dikkat etmeyerek iki tarafı mermer
sütunlu bir kapıdan içeri girdi.
Gözlerinde erimiş bir madenin lüzucî parlaklığı ve
yanık yüzünde bir ekmek kabuğunun kırmızımtrak Ve şaheserini ceketinin düğmeleri saf altından,
donukluğu vardı. Zemin ayaklarının altından kunduralarının tokası Seylân incisinden olan bir uşakla
itiyormuş, yahut gök yüzü kendisini çekiyormuş gibi sevgilisine yolladı.
yukarıya uzanıyor, vücudunu insanlıktan tecrit eden
bir buğu, harekâtına semavîlere mahsus sarhoşluğu ***
veriyordu.
Tam sekiz sene evveldi o zaman genç şairin
Çimenler üzerinde uçuşan beyaz kâğıtlar — ki bunlar şakaklarında şimdiki gibi beyaz
elindeki şaheserin müsveddeleri idi — yüzüne sisten
halkedilmiş küçük kuşlar gibi dokunup geçiyor
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 30
teller ve gözlerinin kenarında yorgunluk çizgileri bana sokulmasına kâfi idi. Ben de onu üfleyip
yoktu. Yüzünün derisi beyaz bir güle ve dudakları çoğaltmak, orada bir yangın yapmak ihtiyacını
kırmızı bir güle benzerdi. duymuyordum. Lâkin ey sevgilim, görüyorum ki bu,
kıvılcımlarını senin kalbine sıçratamayacak kadar
Ve memleketin kadınları onun şiirlerini nihayetsiz bir fersizmiş.
baygınlık ve şehvetle okurlardı. Ve bu esnada
gözlerinin önüne mısraları gibi tatlı ve narin endam ile ***
genç şair gelirdi.
Fakat bunu yanar dağ yapacak kudret bile bende var.
Fakat hüsnünün derecesi insan güzelliği hudutlarını Sana, söylediklerini aratmayacak eserleri getireceğim
aşan bîr genç kız vardı ki bunlara istihfafla dudaklarını sevgilim ve o zaman kalbini bana vereceksin."
bükmek garabetinde bulunuyordu.
"Ve o zaman kalbimi sen alacaksın!.."
Ve genç şair, yazıları karşısında kendinden geçmeyen
bu fevkalâde kızı seviyordu. Genç şair bir ay şehrin etrafındaki ormanları dolaştı; ki
orada yerlere kadar uzanan dalların pembe dudaklı
"Sevgilim! diyordu, mısralarım ki Hind'in ipekleri çapkın gelinciklerden, sarışın ve hayalperest
kadar ince dokunmuş ve İran'ın nadide halıları gibi papatyalardan aldığı gürültüsüz öpücüklere yalnız
mahirane renklerle süslenmiştir, niçin senin kalbini sinsi sinsi yürüyen yaban kedileri ile daima koşan
heyecana getiremiyorlar? Geceyi terennüm eden muhteriz karacalar mani oluyorlardı.
şarkılarım sana kendi gözlerini ve tulûu tarif eden
neşidelerim sana dudaklarının rengini hatırlatmıyor Ve bir ay geniş nehirlerin üzerinde kayıkla dolaştı, ki
mu? Dalgalara ait şiirlerimde perişan saçlarının orada boyalı teknelerinde ağlarını temizleyen
tellerine rast gelmiyor musun?" ihtiyarlar, tatlı sesli su perilerinin toy balıkçıları
bataklık sazlarının içine nasıl cezbettiğine dair acıklı
"Belki böyle olabilir, diye genç kız cevap verirdi, belki türküler söylerlerdi ve geceleri küçük balıklar "ay"ın
böyle olabilir genç şair; fakat benim seni sevmem için nehire avuç avuç serptiği gümüş kırıntılarını toplamak
daha başka şeyler yazabilmen lâzımdır. Bana için suyun üstünde sıçrarlardı.
tanımadığım şeylerden, saklı güzellikler ve
hakikatlerden bahsedebilir misin ve bana bunları ***
herkesten daha güzel olarak yazacak kudreti kendinde
buluyor musun? Ve bir ay, geceleri şehrin içerisinde gezerek birbirinin
göğsünde uyuyan çiftleri, sokaklarda bir tek gölge
Güzel yazıyorsun ey şair, derin ve aza‐metlisin, fakat halinde dolaşan sevdalıları gördü. Korulardaki sık
"Fuzûlî" daha derin ve "Göte" daha muazzam değilmİ ağaçların altını ve alçak duvarlı bahçelerde ay
idi? ziyasının giremediği karanlık köşeleri gözetleyerek
nihayetsiz sevda monologlarını veya kıskanç âşıkların
Söyle! ihtiras ve çılgınlıkta "Şekispir"i tehekküm ve yeis dolu şikâyetlerini dinledi.
ıstırapta "Dante" yi geçebilir misin ?"
Ve üç ay sonra gümüş bir kalemle gümüş ciltli bir
Ve genç şair anlıyordu ki bu, büsbütün başka bir deftere kaydettiği şiirleri sevgilisine yolladı.
mahlûktur.. Kadınları hayran eden, çeken şeylerin
buna tesiri yok.. Çünkü bu kızın gözleri baktığı şeyleri Fakat bu defter zehirli dikenlerle yazılmış gibi acı
görüyordu ve sinirlerinde hissetmek, kafasında satırları taşıyan bir cevapla geri geldi. Genç kız:
düşünmek kabiliyeti vardı. Ve genç şair cevap verdi:
"İçimdeki ateş, herkesin ısınmak için
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 31
"Heyhat zavallı şairim!" diyordu, şiirlerin zengin ve olan eşyaya karşı vazıyetlerinden ve — kendilerinin
ihtiyar çiftlik sahibinin kızını ağlatacak, valinin mağrur buldukları— hakikati mutlaka‐ya vusul felsefesinden,
yeğenine önünde diz çöktürecek kadar güzeldir. hayat ezelîı ve felsefînin lezzet ve feragati ile dünyevî
Sokaktan geçtiğin zaman kadınlar pencerelerden hayatın ve zevklerin süfliyetinden — ta belediye
eskisin‐den daha ziyade sarkacaklar, ihtimal mini mini reisinin verdiği mükellef ziyafete geç kalmamak için
ipek mendillerini de —tabiî dalgınlıkla— ayaklarının bu asil mükâlemeyi kesinceye kadar — kemali cuşişle
dibine düşüreceklerdir. Fakat bütün bunlar beni sana bahsettiler.
yaklaştırmağa kâfi değil...
Ve diğer bir şehirde, gür beyaz kaşlı, damarlı elli,
"Gerçi gördüğün ve yazdığın şeyler fevkalâdedir, lâkin meşhur hayatiyat âlimleri genç şaire karıncaların
bende seninle beraber olsaydım onları aynı şekilde öğleden evvelki ve öğleden sonraki yaşayışları
görecek değil mi idim? Hangi şey bana hakkında yeni nazariyeler ve tahminleri ihtiva eden
bilmediklerimden bahsetti?. Belki şiirlerin bizzat hayat yirmi muazzam ciltlik kitaplarını hediye ettiler...
kadar tesirli ve tatlı yazılmıştı, saf ve ipekle dolu idiler,
fakat söyle "Horas" senden kat kat müessir ve tatlı Ve mütevazı bir evde ispartakârî bir masanın başında
değil mi idi? İlâhî Virjil kadar temiz ve hayırhah olmak toplanan beyaz ve nazik elli, ince yüzlü, parlak ve
elinden geliyor mu?" uzun saçlı sihirkâr şairler — muhayyelenin inkişafına
ziyadesile yardım eden — bir kâğıt oyunuyla meşgul
Genç şair nihayetsiz hıçkırıklarla minderlerin üstüne olurlarken şiirden, san'atten ve bilhassa bediden
atıldı, yüzü koyun kapanarak ağlıyor, ağlıyordu. bahsettiler...
Hayatlarında hiç sevmemiş olanların tahayyül
edemeyecekleri bir acı onu boğuyor, sanki gür alevli Ve ona daha fazla alâka göstermek isteyerek
bir meş'ale göğsünün içerisinde dolaşarak önlerindeki küçük meblâğı bitiriveren bu kâmil
kaburgalarını yatıyormuş gibi kıvranıyordu. Kendini ebedîlerden bazıları, odaya hülyalı bir loşluk veren
tutmak isteyerek beyaz dişlerini mor kadife yastıklara sönük kandilin ziyasında derin ve rengârenk şiirlerini
geçirdi. okudular.
Göğsünü sarsan bir sesle kesik kesik: "Yazacağım Ve keskin rayihalı portakal bahçelerinde erguvan
sevgilim, dedi. Sana istediklerini yazacağım!" renkli tüller arasında mehtabın renklerini aksettiren
firuze yüzükler, aynüşşems taşından küpelerle
Ve genç şair altı ay memleketin bütün büyük dolaşan ve küçük bir kuşa benzeyen başlarını şairin
feylesoflarını, şairlerini dolaştı. Şehrin birinde uzun, ipek harmanisi arasına saklayan maşukaları; veya
siyah sakallı ve tepeleri çıplak feylesoflar eskimiş muazzam bir gece şenliğine lâhur şalından sarıkları,
cüppelerinîn geniş kollarını sallayarak ona zebercet saplı asalarıyla gümüş bilezikli zenci köleler
"Aristo"dan, "Epikür" den veya "İbni Rüşt"ten arasında gelen ve Firdevsî'yi gıptaya dÜşürecek ilâhî
bahsettiler. cenk kasidelerini tebessümle dinleyen uzun bıyıklı
heybetli sultanları onun taze muhayyelesinde
Ve gözlerinde başka bir aleme bakmaktan hasıl olan yaşattılar.
şayanı hürmet mahmurlukla — ki genç şair bunu
evvelâ açlıktan zannetmişti — ruhun ebedîliğinden ve Ve genç şair altı ay memleketin velût ve bakir
istihalelerinden, fanî olan eşyanın müebbet olan san'atkârları arasında seyahat etti. Köyün birinde
hayata ve fani olan hayatın müebbet geniş yapraklı çınarların altında, ratıp kokulu hasırlara
oturarak tepelerindeki saçları kazınmış buru‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 32
şuk yüzlü ihtiyat saz şairlerini dinledi. Ve onlar buna öyle cebine beyaz alevli inci salkımları koyan kadınları
kahramanları terennüm ettiler ki, zürafalar gibi koşan gördü...
beyaz atlarıyla bir akbaba sürüsü halinde şehire iniyorlar
ve korkudan ovalara kaçan ahali arasından ince vücutlu, Kardan ve rüzgârdan muhafaza eden bir dükkân kepengi
pembe topuklu kızları beygirlerinin üstüne alarak altında, başını bir köpeğin sırtına dayayarak uyuyanları;
kaçıyorlardı... ve güzel ısınmış odalarda, Çin ipeği örtülü yataklarda
nıkris ağrılarıyla kıvranarak uyuyamayanları gördü...
Ve öyle babayiğitlerden bahsettiler ki ormanlarda bîr
kaplan gibi hüküm sürüyorlar ve kendilerine uykuda bir Aptalların tahakkümüne bigünahların tecziyesine,
baskın veren yirmi tane düşmana hiç bir silâhın tesir faziletin sükûtuna ve ihtirasların gürültüsüne, ehli
etmediği devâsâ vücutlarıyla saldırarak onları sansarın hikmetin tahkir edildiğine ve nadanların alkışlandığına
önündeki civcivler gibi dağıtıyorlardı... şahit oldu.
Ve başka bir köyde deniz kenarındaki isli duvarlı gemici Ve tam bir buçuk sene sonra, altın bir kalemle altın ciltli
kahvesinde küçük boylu, seyrek bıyıklı bir âşık elindeki bir deftere kaydettiği bu şiirleri sevgilisine yolladı.
mini mini kemence ile bin bir türlü korkunç ve hayret
verici deniz maceralarını haykırıyordu... Fakat bu defter, bir Arap hançeri ile yazılmış gibi keskin
satırları taşıyan bir cevapla geri geldi. Genç kız:
Ve genç şairin gözünün önünde tek yelkenli bir taka ile
muazzam kamyonlara hücum eden sahildeki kasabaları "Hayret ey genç şair!" diyordu, "öyle güzel şeyler
dehşet içinde bırakan iri palalı, çıplak kollu kabadayılar; yazıyorsun ki asırlardan beri sahipsiz duran san'atkârlık
veya alçak küpeşteli alamanalar aykırıseren cırnıklarla tacı senin başını süslemek için herhalde acele edecektir.
açık denizlere uzanarak mücevherat ve esir yüklü tüccar
gemilerini soyan gözü yılmaz korsanlar resmi geçit "Ve hükümdarlar sana nihayetsiz şereflerin erguvan
yapıyorlardı. renkli maşlahını giydirmek için saraylarının geniş
bahçelerinde muhteşem ziyafetler tertip edeceklerdir.
Ve o, bu basit çalgıların belki cırıltıdan fark edilemeyecek
olan nağmelerinde herhalde derin bir şeyler bulunması "Halbuki ben yine senden uzak kalacağım.
lâzım geldiğini hissediyordu...
"Felsefelerini, ey şair, en ari dimağları bağlayacak kadar
Ve genç şair altı ay memleketin bütün şehirlerini dolaştı, kuvvetli ve güzel lâflarla dolu olan felsefelerini senden
ve orada ağlayanları ve gülenleri gördü. evel Eflâtun ve daha birçokları kandırıcı bir belâgatle ve
fazlasıyla tekrar etmediler mi?
Büyük bir konağın geniş salonunda raks ve kahkahadan
yorulup terleyenler serin şerbetlere, buzlu meyvelere "Cenk ve hamaset destanların o kadar tesirlidir ki. Çin'in
koşarken, kristal pencerelerden dışarı süzülen ışıkta, bilâ fasıla uyuyan afyon keşlerile Hind'in senelerden beri
soğuktan donan ayaklarını avuç avuç karla ovmaya hareket etmeyen fakirlerini "Priyam"in kahraman milleti
çalışan ihtiyarları gördü... veya "Rüstem"in korkusuz arkadaşları gibi azgın
dövüşlere, şanlı yiğitliklere sevkedebilir.
Kucağında taşıdığı aç çocuğu yaşatmak içîn avare
sarhoşların arkasından koşan kadınları; karnında taşıdığı Fakat bu vadide "Homer"in senden daha coşkun,
günahsız çocuğu öldürmek için vücudu tabiplerin "Firdevsî"nin daha usta olduğunu inkâr edebilir misin?.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 33
"Gezdiğin yabancı yerlerin teshir edici kokusunu Ayrı, her şeyden, herkesten ayrı ve uzak kalmak,
ruhlarımıza emsalsiz bir maharetle üflüyorsun; fakat yalnız kendisini dinlemek, yalnız kendi düşünebileceği
şüphesiz "Bayron" da seyahatlerini anlatırken cazibe gibi düşünmek istiyordu.
ve maharetçe senden aşağı değildi !"
Sakız gibi çiğnenmiş güzelliklerden, bir sabah duası
Ve genç şair ipek minderlere ateş gibi gözyaşları kadar çok tekrar edilmiş yeni fikirlerden eser
dökerek düştü, o kadar çok seviyordu ve şimdi ıstırabı bulunmayan bu çölde hiçlik ve güzellik hüküm
o kadar büyüktü ki artık hiç bir şey onu teskin edemez sürüyordu... Ne canlı kumları güneşin ve ayın
zannedilirdi. Evvelâ iki yumruğunu dişleriyle ısırarak bakışlarından saklayan münasebetsiz bir ağaç, ne
ve ayaklarının burnuyla kadife sedirleri parçalayarak mütemadiyen sızan bir yara gibi etrafı kirleten bir su,
hıçkırıyordu. Fakat biraz sonra birdenbire fırladı. ne de üzerinde şairlerin gevezelik ede‐bilecekleri bir
Susmuştu... gözlerinde yaş yerine alel acaip bir parıltı çiçek görülüyordu.
vardı, yavaş yavaş loş bir karanlığa dalan odaya Ve işte burası güzeldi...
alnından, gerilen ve birdenbire daha genişlemiş görü‐
nen alnından beyazımtırak bir ışık yayılıyordu. Odanın Çünkü burada yalnız güneş, ay ve kum vardı... Bir de
aynı koyu lâcivert tülle örtülmeye başlayan rengârenk rüzgâr...
eşyası ortasında fil dişinden bir Buda heykeline
benzeyen vücudu gittikçe büyüyor ve uzuyor gibiydi... Ve bunlar muhteşem, güzel ve sarihtiler... Evet,
büyüklerine rağmen sarih... Ne bir nebattaki
*** karmakarışık, anlaşılmaz tahavvüller, ne bir
hayvandaki girift ve dehşetli yaşayış hareketleri, ne
Geriye atılmış başından lüle lüle saçlar çıplak bir dimağdaki menşei bilinmez hisler ve düşünceler..
omuzlarına dökülüyor, bir şeyi kucaklamak ister gibi Burada insan ruhunun en çok teşne ve muhtaç olduğu
yumuşak bir hareketle ileriye ve biraz yukarıya uzanan vuzuh vardı ve bunu şairin vücudundan başka hiçbir
kolları bir mayıs gecesindeki hilâli andırıyordu. şey ihlâl etmiyordu.
Gökyüzünün uzak yerindeki birer yıldız gibi kırpışan
gözlerinin önünde kap karanlık bir saha uzanıyordu. Bu vuzuh korkunç bir karışıklığın görmek iktidarından
Siyah, gözleri kamaştıracak kadar siyah bir boşluk. Ve mahrum olan gözlerimizdeki tecellisi de olabilirdi;
bunun ortasında ince bîr hat vardı. Kendi gözlerinden buna rağmen herhangi çelimsiz bir mahlûkun
çıkan ve uzak, görünmez yerleri dolaştıktan sonra yîne kafamızda sıraladığı mızmız sualleri tekrar
oraya gelen ince, adeta bir bıçakla çizilmiş gibi keskin etmiyorlardı.
ve beyaz bir yol, bir çizgi.
Ve o, zihni hiç bir istifham çengeline takılmadan
Anladı ki ihtişam ve büyüklüğe, gizli hakikatlere, düşünebiliyordu... İşte böylece bu mutlak güzelliğin
lâyemut güzelliğe giden yol bu. içinde yıkandı. Geceleri, — ay ziyası altında insana
kımıldıyor hissini veren — kumlara yüzü, koyun
Oraya koşmak ister gibi atılırken üzerlerindeki göz yaşı yatarak başını bu mini mini zerrelere gömüyor ve
halâ kurumayan yastıklara düştü. onlar her nefes alışında ağzına, burnuna dolmak
isterlerken, o gözlerini içine çevirerek kendine
Ve genç şair tam iki sene hiç bir insanın giremediği bakıyordu.. Anlıyordu ki yazacak şeyler, güzel ve
hudutsuz kum çöllerinde dolaştı. hakikî şeyler yalnız orada var...
Fakat o burada maddî elemlerin en acılarını tattı.
Çünkü gündüzün çöl bir
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 34
izabe ocağına dönerdi. Birer kıvılcım olan kumlar derisini Ve bütün bunlar onu manasız bir tecessüse değil
yırtarlar, güneşten mayi halinde akan alevler sırtını yalar, düşünmeğe sevk ederlerdi.
ensesini delerek beynine kadar dökülürlerdi.
Ve sonra buz sahraları...
Ara sıra bir hurma ağacı aramak ve su tulumunu
doldurmak için çölün kimsesizliğinden ayrılırken — ki Beyaz, temiz, günlerce uzanan bu yerlerde iddiasız bir
nihayet o da bir insandı ve yaşamağa mecburdu — zarafet ve incelik vardı.. Sade, şatafatsız fakat güzel ve
ayaklarının altında kımıldayan, kayan ve çöken oynak bir tatlı olmanın sırrını ancak bu şekilsiz kar tepeleri
zemin hissederdi. Ve bazen dizleri dermansızlıktan keşfedebilmişlerdi. Her şeyi hayattan uzaklaştıran, hiç bir
kırılarak bu dikenli yatağa uzanır, aç midesinin dimağına zaman galebe edilemeyen müthiş bir kudrete sahip
kalkıp ilerlemek, azasına böylece uzanıp kalmak için oldukları halde mütevazı ve zariftiler. Ne gururdan
verdiği birbirine zıt emirlerin feci mücadelesine şahit doğan bir tezyinat, ne tefahuru ilân eden bir ses...
olurdu.
Ve işte, genç şair fırtınalı denizlerden, soğuk buz
Fakat o, bunların feryatlarını susturduktan sonra yine sahralarından ayrılırken dünya hudutlarını aşan bir
çöle, azamet ve tenhalık diyarına dönmekte acele genişlik ve derinliği, necip kalplere mahsus olan bir
ederdi... kibarlığı ve esaslı kıymetlerin yegâne elbisesi olan
tevazuu içinde taşıyordu...
Hiç bir zaman sükût etmeyi bilmeyen kalbi hemen her
gün sevgilisini, evini, bütün bıraktığı yerleri yavaş fakat ***
keskin bir sesle fısıldar ve o, göğsünün içinde birbirine
muvazi bir çok bıçakların hep beraber hareket etliklerini Ve genç şair iki sene dünyayı rast gele dolaştı... Bu sefer
hissederdi. gördüğü şeyler onu hayretten hayrete düşürüyordu.
Halbuki değişen hiçbir şey değil sadece kendi görüşüydü.
Fakat iki sene sonra sertleşen ve kararan bir deri,
gözlerinin kenarında derinleşen çizgilerle burayı Evvelce fazilet diye baktığı şeylerin bir merasim ve
terkettiği zaman ihtişam ve güzelliği, acı ve hasreti yüz gösterişten ibaret olduğunu ve asıl iyiliğe yalnız ahlâkî
yüze tanıyordu... münakaşalarda veya âkilâne nasihatlerde tesadüf
edilebildiğini, namuskâr olabilmek için başkalarının
Ve genç şair iki sene engin denizleri ve şimalin buz namusuna dil uzatmanın, kirlenmeden yükselebilmek
sahralarını dolaştı. için temiz adımları basarak çıkmanın kâfi geldiğini ve
daha buna benzer birçok şeyleri gördükçe şaşkınlığı
Deniz... İşte bu da muazzam ve nefis bir şeydi... Kendisini büsbütün artıyordu...
gezdiren vapurun güvertesine uzanarak uzaklara, ta
uzaklara bakar, kesik kesik nefes alan sulardan başka Fakat o bu suretle hamakat ve aciz isimli mahlûklarla
hiçbir şey göremezdi... bunların çocukları riya ve küstahlık adlı iki zavallıyı
tanımış oldu. Ve ayrılırken kalbinde yalnız ufuksuz bir
Çöl ve deniz hemen hemen aynı şeylerdi... Her ikisinde merhamet, yeis veya hiddeti manasız bulan bir rikkat
de aynı azamet, aynı vakur sükût veya aynı muhteşem ve hissetti...
derin sayhalar... Ve denizde de küçük, âciz, sinirlendirici
teferruat yoktu. İnsan orada yalnız renkten renge giren İşte, genç şair şaheserini bilinmeyen nadide kumaşlardan
su damlaları ve devasa bir mahlûkun yavruları gibi dokumak için yaptığı bu seyahatten dönüşte içerisinde
birbirleriyle oynaşan hoyrat dalgalar görebilirdi. Ve sonra Allah'a rakip bir kuvvet kımıldıyordu. Çünkü şimdiye
bitmez, tükenmez bir genişlikle karanlık ve sıkı bir kadar yazanların ancak mevcudi‐
derinlik...
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 35
yetinden haber verdikleri şeye o bizzat erişmişti. ri de bana rakip olamayacaklar. Ebedîliğe senin kolların
arasında süzüleceğim sevgilim ve yüksekte... en yüksekte
Üç ay uğraşarak derin manalı, renkli kelimelerden bir biz uçacağız...
elbise giydirdiği şaheserinin her sayfası onun çölde
kavrulan, kutuplarda gerilen mustarip derisinin bir Ey sevgilim., yalnız benim sevgilim!..
parçasıydı. Ve bir sevinci bağırmak, bir elemi ağlamak
veya bulutlardan yüksek bir fikre uzanmak için Şimdiye kadar yalnız sana koşmak için çırpındığı halde
mütemadiyen hareket eden satırlar coşkun sinirlerinden mağlûp edilmez bir gururun emirlerini dinlemeye
örülmüştü. mecbur olan kalbim, bak, içindekileri anlatmak için acele
ediyor; o gururum ki fanilerden birisine temayülü olduğu
Ve o, mısralarındaki kelimeleri — vakit vakit bir sabah için gönlümü bir ısırgan demeti gibi dalamıştı, şimdi sana
yıldızının belirsiz ışığı gibi ince, felâketin gözleri kadar bunları söylemekte bir haz buluyor.
keskin yalanın dudakları kadar yumuşak ve bîr çocuk
rüyası kadar tatlı sesler veren kelimeleri — gözlerinin Madem ki uzun senelerin hasreti içimizde yaramaz bir
kenarındaki derin çizgilerden işledi.. çocuk gibi tepinmektedir, gel! Birbirimizin olalım... Ve
sen bana, aşkın da ebediyet kadar tatlı ve güzel
Lâzım gelen yüksek ve temiz asaleti eserine tamamıyla olduğunu anlat. Gel, beni kollarının arasında sık!..."
verebilmek için de, onu yazdığı müddetçe insanların
arasına karışmadı. Fakat genç şair onu kollarının arasında sıkmadı.. Çünkü
hiç bir şey duymamıştı...
Ve siyah bir kalemle siyah meşin ciltli bir deftere yazdığı
şiirleri sevgilisine yolladı. Sevgilisinin sedirlerden birinin üzerine bıraktığı şaheseri
parmaklarıyla karıştırırken sihirli satırlar gözlerini gayri
Bu sefer genç kız gözlerinde gurur ve hayretin parıltısı, ihtiyari çekmişler ve o derin bir hayret içinde kendinden
hareketlerinde hasret ve arzunun acelesi olduğu halde geçerek bunları okumaya başlamıştı.
bizzat geldi. Boynuna atılarak onu öptükten sonra böyle
haykırdı: Yarattığı şeyler o kadar güzeldi ve şairi o kadar
cezbediyorlardı ki sevgilisinin "beni işitmedin mi şair?"
"Genç şair! genç şair!.. Ey benim sevgilim! diye bağırdığını bile duymadı. Ve ancak genç kız onu
omuzlarından yakalayınca kendine geldi...
Artık hiç kimse... hiç kimse seni aşamayacak sen
peygamberleri gıptaya düşürecek şeyleri yarattın, sen Kızın gözleri, kafasının içindeki her hangi bir ateşten
insanları yaşamaya veya ölmeye sevkedebilecek şeyleri kaçarak dışarı fırlamak istiyorlarmış gibi yanıyordu.
yazdın... Güneş senden daha sıcak, gökyüzü daha geniş, Dudakları titreyerek tekrar etti:
ilk bahar rüzgârları daha cana yakın değildir. Ve sen
bunları yalnız benim için yaptın!.. "Beni dinlemedin mi şair?.. Sana söylediklerimi işitmedin
mi?"
"Ey genç şair, ey benim sevgilim!..
"Ne söyledin sevgilim?" diye cevap verdi. "Beni affet!..
"Artık hiç bir kadının benimle müsavi olmadığını Biliyorum ki tamiri kabil olmayan bir şey yaptım. Ama
hissediyorum... Artık "Leylâ" benim yanımda mini mini bunun sebebi senin için yazdıklarımın yine sana
ve "Jülyet" pek zavallıdır. Ben "Beatris"e bile gururla benzeyen güzellikleri idi... Aşkın sedasından uzakta kalan
bakıyorum ve bundan sonra "Süleyman"ın sevgilile‐ kalpleri hasretin ne hallere koyduğundan bahseden
satırlarım
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 36
beni sedaların en cana yakınını dinlemekten men etti. Tekrar et benîm için yazdığın bu kitabı yine benim için yok etmekte eminim ki
sevgilim, söylediklerini benim için tekrar et!" tereddüt etmeyeceksin.. Hattâ bunu ben yapacağım..."
Genç kız biraz düşündü. Yüzü beyaz bir kuğunun tüyleri kadar beyaz Ve genç şairin elinden çekip aldığı şaheseri orada, mercandan
olmuştu, başını ağır ağır kaldırarak sordu: alevlerle yanan ocağa fırlattı.
"Hiç. hiç bir şey duymadın mı ?" Ve bir feryat, duvarları sarsan, havayı karıştıran, asırlık ağaçların
"Hiç birşey sevgilim... Fakat tekrar et'... " fırtınada devrildikleri zaman yaptıkları gürültüye, ormana bir
yıldırım düştüğü zaman vahşî hayvanların kopardıkları çığlıklara,
O zaman boğuk ve yesini örtmek isteyen bir sesle tekrar başladı: ateş saçan bir yanar dağın geniş çatlaklarından fırlayan bo‐
"Kitabını okudum genç şair yalnız harikuladeliklerle
Enginde Bir Kaya
Engin denizlerin üstünde bir ada
Yalçın ve parlayan taşlarla yükselir..
Hiddetli dalgalar sahilde taşlara
Heybetle saldırır, çarpar ve can verir.
Tahkire benzeyen dehşet ve heybetin
Mağrurudur bugün yalçın duruşlu taş.
Engin denizlerin üstünde zilletin
Timsalidir bugün pek yükselen o baş.
Üstünde sivrilen vahşi tahakküme
Hiddetli dalyalar çarpar ve çarpılır..
Bazen teker teker, bazen de bir küme
Hâlinde saldırıp göya bir hınç alır.
Kinden köpük saçar, lâkîn bu savletin
Hep cürmü bir vuruş, bir sayha, bir susuş,
En sonra karşıdan yalçın bir heybetin
Altında kahroluş, altında mahvoluş...
Dâniş Remzi
yalnız teşhir edici güzelliklerle doluydu. Ve senin herkes gibi ğuk ve yırtıcı ıslıklara benzeyen bir feryat genç şairin göğsünden
olmadığını haykırıyordu. Senden daha fazla uzak kalmak istemem fırladı.
ey şair..."
Ve o kendisini oraya, mini mini alevlerin kitabın meşin cildini
Burada dudaklarını yakıcı bir gülüşle ısırdı. Gözleri donuk ve ağlayışlı bir çıtırtıyla büktükleri ocağa doğru attı..
karanlık şaire dikildiler, dimdik baktılar; şîmdi o bir kadın, ve baştan
aşağı bir kadındı... Fakat genç kız daha evvel koşarak ocağın önünü vücuduyla
kapatmıştı. Vahşî bir gülüşle "Çekil!.." dedi.
Dişlerini sıktı, onların arasından keskin, ağır bir sesle:
Erkek, ki o zamana kadar gözlerinde nihayetsiz bir tatlılık ve
"Yalnız, dedi, yalnız bu kitap dehanı ve kudretini bana gösterdikten ilahilikten başka bir şey bulunmazdı ve hareketleri devamlı bîr
sonra aramızda lüzumsuz olmaya başlıyor... Ve görüyorum ki o seni feragatin ağırlığını taşırdı, birden bire, buğulanan bakışlar, pençe
hemen hemen benîm kadar alâkadar edecek... haline giren kollarla oraya hücum etti, ve iki ağızdan birden fırladı:
"Hiç buna imkân var mı şair? Senin kafanı ruhunu, hattâ en ufak bir "Çekil!..."
hücreni bile benden başkasının işgal etmesine tahammül Ve hiç birisi çekilmedi..
edebilirmiyim ?
O zaman aralarında öyle cehennemi bîr mücadele başladı ki
"Şu halde tamamıyla senin olmam için bu maniin ortadan kalkması köpüren ağızlardan feci soluklar ve hırıltılar çıkıyor ve duvarlara
lâzım, ve sen şiddetle çarpan kafalar orada kanlı
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 37
saç demetleri bırakıyordu. rak ocağa eğildi, gittikçe hafifleyen alevlerin arasından
meşin kaplı kitabı aldı.
Birdenbire erkek genç kızı — gittikçe artan zaafına ve
erkeğin yüzünü parçalarken dökülen tırnaklarına Kavrulan, şeklini kaybeden bu ateşten cildi açtığı
rağmen vücudunu o‐cağın önünden ayırmayan genç zaman yere ancak bir avuç mavimtrak kül döküldü ve
kızı — boğazından yakaladı. Kendininkilere korkunç bunu gören şair uzun, yürek parçalayıcı bir inilti ile
bir sebatla bakan büyük ve kanlı gözler hareketsiz oraya, boylu boyunca yatan ölünün üstüne — bir
kalıncaya kadar sıktı. kadının elinden kurtaramadığı şaheseri ile beraber —
cansız yıkılıverdi.
Sonra kollarının arasında yavaş yavaş gevşeyen, kanla
bulaşık olmayan yerleri ezik bir sarılık alan vücudu Haziran 1929
yere bıraka‐ Sabahattin Ali
"Mahmûd Kaşgarî"ye Ait Notlar
‐ 1 ‐
Millî lisan ve harsımızın en büyük hazinesi ve âbidesi olan "Dıvan‐ı Lügât it‐Türk"ün müellifi hakkında bugüne
kadar bir tarihî kayıt bulunamadı. Muhammed İbn Şakir Al‐Küt‐bî'nin Teracumiehval kitabı (Favât al‐Vafiyât)nın
hicrî 1283'te Mısır'da basılan nushasında (c. I. s. 251‐252) Bağdat'ta yaşayan Kaşgarlı bir âlim Tugrulşah
Muhammed İbn al‐Husayn İbn Hâşim al ‐ Kâşgarî'nin 408 hicride doğmuş olduğu söylenmiş oldu‐ğundan bu
zatın belki de Mahmûd İbn al‐Husayn al ‐ Kâşgarî, yani bizim müellifimiz olması varidi hatır olabilirse de mezkûr
kitabın diğer nushalarını, bakılırsa bu fikrin yanlış olduğu derhal anlaşılır. Kitabın yine Mısır'da 1299'da basılan
nushalarında bu Tuğrul‐şah'ın 490'da doğmuş ve 560'ta vefat etmiş olduğu; Yâqût Hamavî de ( Mu'cam al ‐
Buldan ‐ "Kâşgar" maddesinde) 490'da doğup 550'de vefat etmiş olduğu tasrih edilmiştir. Demek bu zat bizim
müelliften bir asır sonra yaşayan bir âlimdir. Herhalde İran'da Selçukilerin, Maveraünnehir'de Karahanlılar'ın
hâkimiyeti teessüs ettikten sonra gerek Horasan ve gerek Irak'ta birçok Kaşgarlı zevatın İslâm ilmî ve edebî
hayatında ciddi surette iştirak ettikleri muhakkaktır. Mahmûd Kaşgarî onların biridir.
***
Müellifin babası kendi beyanına göre "Isıq Göl" sahilinde bulunan Barsgan şehrinden neşet etmiştir. Fakat
müellifin buna dair kaydı da izah ister, O Barsgan şehrinden bahsederken, (c. 3, s. 312 ) "Mahmud'un babası
oradandır" diyor. Burada "benim babam" demeden "Mahmud'un babası" dediğinden acaba bu kayıt müellifin
kendine mi yahut da Mahmûd Gaznevî'ye mi aittir? diye bir sual karşısında kalmak mümkündür. Çünkü
Mahmûd Gaznevî'nin babası Sübektegin'de aslında Barsaganlı'dır. Buna ait kayıt Ahmed ibn Ali ibn Babeh'nin
hicrî 501'de telif ettiği "Ra'su Mâl al ‐ Nadîm" nam eserinde bulunuyor, ki nushaları Nuriosmaniye ve Yenicami
kütüphalerinde mevcuttur. Fakat müellif, yani Mahmûd Kaşgarî, burada herhalde kendisinden bahsetmiştir.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 38
Çünkü Mahmûd Gaznavî'den bahsetmiş olaydı "Sultan Mahmûd" derdi, nasıl ki Sultan Mahmud'un oğlu
Mes'ud'un Karahanlılar'dan bir kızla zifaf gecesinde vaki olan bir hadiseyi naklederken (c. I, s. 394) "Mes'ud"
demiyor, "Sultan Mes'ud" diyor. Müellifin diğer kayıtları onun Türkistan'ın eski büyük emîrbeyleri neslinden
olup, kendisinin de belki askerden yetişme olduğunu ve kendisinin Bağdat taraflarına belki de büyüdükten
sonra gelmiş olduğunu göstermektedir. O, (c. I, s. 102)de Türk, (Bilhassa Oğuz) lisanında kelimelerdeki "X "ların
"A"ya ve bilâkis "A"ların "X"ya münkalip olması vaki olduğundan bahsederken şu cümleleri ilâve ediyor:
"Kitabın müellifi Mahmûd diyor: Bunun içindir, ki bizim babalarımız olan emîr'ler ("emîr" denecek yerde)
"xemir tesmiye edilmişlerdir; çünkü oğuzlar "emîr" diyememişler ("emir" diye telâffuz edememişlerdir) ve
"A"yı "X" ya kalbederek "Xemir" demişlerdir. Bizim babamız Türk ülkelerini Samanoğullarından fethetmiş olan
zattır, "Emîr Beherkin" tesmiye olunuyordu, sonra "A"yı "X"ya kalbet‐mişler ("Xemir Beherkin" dediler?).
Türklerin daha ilk İslâm asırlarında Arapların "emîr" istılahını kabul etmiş, fakat o kelimeyi biraz değiştirerek
kullandıkları diğer membalardan da malûmdur. Taşkentle matbu Türkçe "Sayram" şehri tarihinde
Karahanlıların Otrar valisi "Mansur Xemir" tesmiye olunduğu [1] gibi Evliyata (Taraz) rivayetlerinde [2] de böyle
tesmiye edilmektedir. Bence Samani, Bağdat ve Selçuk ordularına mensup Türk ümerası meyanında çok
tesadüf olunan "Xemir", "Xumar", "Xumar tegin" gibi isimleri de Arabî "emîr" kelimesinin Türk telâffuzuna göre
uydurulmuş şekillerinden ibaret olsa gerektir. İran lisanlarından biri olan Xorezmce'de de Arabî ve Farisî "emîr"
kelimesi Türklerde olduğu gibi "Xemir" telâffuz olunmuştur [3]. Burada Mahmûd Kâşgarî'nin babalarımızın
ismini (lâkabını) Oğuzlar ancak böyle telâffuz edebilmişler mealindeki ifadesinden müellifin babaları olan
Karahanlı beylerinin Oğuzlarla temasları anlaşılıyor; acaba bu beyler Oğuzlarla meskûn olan vilâyetleri mî idare
ediyorlardı ve yahut da onların kumanda ettikleri ordular daha ziyade Oğuzlar'dan teşekkül etmiş mi
bulunuyordu? müellif bu hususta maalesef malûmat vermiyor. Müellifin babasının Türk ülkelerini
Samanoğulları elinden istirdat eden zat olması, Samanîlere tâbi Ülkeleri fetheden Karahanlı ordularının başında
olmuş demek olsa gerektir. "Beherkin" bu zatın Türkçe, "Husayn" de islâmca ismi olabilir; bütün Karahanlı
hükümdar, prens ve beylerinin böyle hoş isim taşıdıkları malûmdur.
Müellif daha kitabın başında (s. 2‐3) Türkleri ve lisanlarını nasıl dikkatle öğrendiğinden bahsederken "kendim
de Türklerin lisanca en fasihlerinden, ifadesi en vazıh olanlarından, silâhı en iyi kullananlarından ..... olduğum
halde " demektedir. Gerek bu
____________________
[1] Protoklı Turkentanskago krujka liubit, arxeologiyi I. 14.
[2] Aynı mecmua, IV, 88.
[3] Maxtar al‐Zahîdî. "qunyeh" , Damat İbrahim Paşa nushası. Nu. 722, varak 23a:
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 39
kayıt ve gerek kitabında harbe müteallik kasidelere ve askerî ıstılahata tazla yer vermiş olması müellifin
askerliğine delâlet edebilir. Müellif Karahanlı sülâlesine mensup maruf zevattan bizzat rivayetler naklediyor (c.
I, s. 102), bu Hanedana, "Xâqânîye" ailesine ait âdet ve an'anelere pek vâkıf bulunuyor ve bu hususa ait çok
zengin malûmat veriyor; bu da onun Hakanı hanedanına pek yakın yüksek aristokrasiden olduğunu
gösterebilir. Müellifin kendi ifadesine göre o Türk kabilelerinden Oğuz, Türkmen, Çigil, Yağma, Tuxsı ve
Kırgızların içinde bulunarak lisan ve âdetlerini Öğrenmiş [1] Tarım, İle, Çu ve Sırderya havzalarındaki şehirleri
bizzat görüp bilmiş; kabilelerin, Üç, Küça, Barsagan gibi ayrı şehirlerin lisan ve telâffuz farklarna ait kayıtlarını,
anlaşılan, daha memleketinde iken dikkatle toplamış; Bağdad'a geldikten sonra da Orta Tiyanşan sahasını,
yaylalarını, ufak dağ geçitlerini bile bittafsil göz önünde tutabilecek derecede güzel bilmiştir. Bütün bu gibi
hususat müellifin kendi memleketinde büyümüş ve daha orada tahsili kemalât eylemiş olduğunu gösteriyor. Bu
husus o zamanki Kaşgar ve Barsgan sahalarının medeniyetçe cidden yüksek olduğuna delâlet eder. Kaşgar
ümera ve aristokrasisinden bu gibi fâzıl bir zatın Bağdat taraflarına gelmesi ya birer siyasî hâdise ve yahut da
Selçuk sultanlarıyla Karahanlılar arasında teessüs eden sıhrî münasebat neticesi olabilir. Meselâ Melikşah'a
verilen Karahanlı prenses Türkân Hatun'un maiyetinde pek çok Kaşgarlı'nın Irak'a geçtiği malûmdur. Samanîler
idaresindeki ülkelerin Karahanlılar tarafından fethi milâdî 999'da tamam olmuştur. Bu fütuhatı yapan Emir
«Beherkin» Mahmûd Kaşgarî'nin ceddi olmayıp babası olmuşsa kitabını Bağdat'ta 1077 senesinde ikmal eden
bu müellifin yaşı bu zamanlar çok ilerlemiş olmak icabeder.
Mahmûd'Kaşgarînin kitabını Kâtip Çelebi'den başka Türklerden Ayintaplı Bedreddin Al‐Aynî'de görmüştür. Bu
zat "Al‐"İqd al‐Cumân" tarihinin ikinci cildinde Avrupalılara ve Süryânîlerle Hintlilere tahsis edilen iki babın
arasında bir de "Türk kavimlerinin kıssası" diye Türklere de ayrı bir bâb ayırmıştır. Fakat Al‐Iqd al‐Cumân"ın
bazı nushalarında bu Türklere ait bâb bulunmuyor. Meselâ bu kitabın Topkapı Sarayı'nda Üçüncü Ahmet
Kütüphanesi'ndeki 1/2,2/9 numaralı nüshasında mevcut olduğu halde, aynı numaranın iki mükerrer
nüshasında bu kısım bulunmamaktadır. Bedreddin Aynî kitabının bu babında "Mahmud Al‐ Kaşgarî'nin
Divanında gördüm" diye Divan‐ı Lügat it‐Türk'ün muhtelif yerinden, şimdiki matbu nushasında c. 1, s. 56—57;
c. 3, s. 314—317 sahifelerinde münderec Oğuz kabailine ait malûmatı, c. 1, s. 29‐36 Türk lehçeleri hakkındaki
malûmatı ve c. 1, s. 9'da Uygur hurufatı hakkındaki malûmatı ihtisarla altı sahifede toplamıştır. Divan‐ı Lügat it‐
Türk'ün
____________________
[1] Mahmûd Kaşgarî'nin görüp lîsanlarını öğrendiği "Qırtqiz"lar herhalde Merkezî Tiyanşan mıntıkasında
yaşayan Kırgızlar olsa gerektir. Çünkü bu müellifin Tiyanşan şimalindeki ülkeler hakkında ancak başkalarından
işitip öğrendiği kısa malûmatın nakli ile iktifa ettiği malûmdur. O, Yenisey havzasında yaşayan "Kırgız"ların ve
yahut İrtiş havzasındaki "İmak»ların ülkelerinde elbette bulunmamıştır. Tiyanşan sahasında Yenisey'dekilerden
ayrı bir Kırgız gurubu bulunduğu Arap cografıyacılarının Hindukuş (Penchiz) ‐ Pamir ‐ Tiyanşan dalgalarının
Xırxızlara kadar uzandığına dair kayıtları ve Hudud al‐Alemde Kırgızların şimdiki Kaşgar şimalindeki Aksu
civarında bulunan "Yünçül" mevkiini de geçirdikleri ne ait kaydından malûm olmaktadır.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 40
elimizde mevcut nüshasında yazılan kelime Bedreddin 'Aynî de şeklinde yazılmıştır ve bizim
nushada görülmeyen isminde bir kabile zikrediliyor. Keza matbu nushada "Şuyâb" yazılan kale ismi
Bedreddin 'Aynî'de şeklinde yazılmıştır. Buna nazaran Bedreddin 'Aynî Divan‐ı Lügat it‐Türk'ün
bizimkinden başka bir nushasından istifade etmiştir.
Mısır'da "Xânaqâhu Baybarsiye" şeyhlerinden Âlim İbn Muhammed al‐Kâşgarî de764 hicrîde telif ederek Melik
Eşref Şabân'a taktim ettiği "Tâc al‐Sa'âdat ve Unvan al‐Saâ‐dat" namlı eserinde (Ayasofya nushası, N. 1690. vr,
3a.) Türk sultanlarını medhderken Divan Divan‐ı Lügat it‐Türk'ün mukaddimesindeki ibareleri kullanıyor:
Keza Mabmûd Kâşgarî'nin Husayn İbn Xalaf vasıtasıyla İbn Abİ al‐Dunyâ'dan Türkler hakkında naklettiği hadis
(c. I, s. 293/4) bazen aynen bazen de biraz başka bîr şekilde (o cümleden Zakariyâ Qazvînî. Cosmographie, s,
391) birçok eserlerde görülüyor. İhtimal bu hadîs de Mahmûd Kâşgarî'nin kitabı vasıtasıyla intişar etmiştir. Abu
‐ Hayyan al ‐ Andalusi'nin Kitâb al‐İdrâk'inin Bayazıt Camii'ndeki Veliyettin Efendi Kütüphanesi'nde bulunan
nushasının kenarlarında yine müellifin kendisine yakın zamanda yapılan ilâvelerde Divan‐ı Lügat it‐Türk'ten
istifade edilmiştir, ki eski İstanbul tab'ında da münderec bulunuyor.
Divan‐ı Lügat it‐Türk, c. I, s. 7‐8 Abu‐Hayyan al‐Andulusi, eski tab, s. 126
Şimdiye kadar toplayabildiğimiz bu kayıtlar Mahmûd Kâşgarî'nin eseri, belki de eserleri zannolunduğu kadar
meçhul kalmadığını göstermek için kâfidir.
II
Mahmûd Kaşgarî'deki coğrafî malûmatın bir kısmı Albîrûnî'nin verdiği malûmata tevafuk ediyorsa da ona
nîsbeten daha tafsillî olup isimlerin kayıt ve tespiti de Albîrûnî'deki gibi değildir.
M. Kaşgarî'nin verdiği coğrafî malûmattan uzak şark ve şimale ait olan efsanevî kısımları bilhassa haritasında
İslâm memleketlerine ait bulunan malûmat İslâm edebiyatından alınmış ise de Türk ülkelerinin coğrafyasına ait
malûmat şüphesiz, ki bu zatın kendisi tarafından toplanmıştır. Bununla beraber Türklerin mazisine ait ekserisi
dastî mahiyette olan rivayetler Tunga Alp, Karahanlılar, Türkmenler ve "Şû", İskender ile "Şû" ve Uygurlar
hakkındaki ve saire rivayetler belki de Türkçe yazma kitaplardan alınmış olabilir. Anlaşıldığına göre M.
Kaşgarî'nin naklettiği edebî parçaların da hepsi Brockelmann'ın zannettiği gibi "Volkspoesie" eseri olmayıp
arada yazma edebiyat parçaları da vardır. Bu itibarla meselâ c. 1, s. 294'te Türklerin fazâili hakkında getirilen şu
parça pek şayanı dikkattir:
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 41
Metindeki Şekil Transkripsiyon: Bugünkü Türkçe İle:
Qaçan körse anı Türk budun Ne zaman onu Türk milleti görürse,
Anğa anın aydaçı Ona onu (Türk milletinin) söz
Munar teker uluğlıq söyleyeni (diyecektir) "Uluğluk
Munda(n)naru kesilnür buna yaraşır (bunun hissesidir)
Bundan sonra munkati olur."
Bu parça, hiç şüphe yoktur ki, Arap şairi Farazdak'ın İmam Zeynulâbidin hakkında söylediği
matla'lı şi'rinin [1] dördüncü beyti olan şu parçasının tercüme, yahut naziesinden
ibarettir:
Arabi aslındaki "Qurayş" yerine Türkçesinde "Türk" kelimesi getirilmiştir. Vezin ve ifade itibarıyla pek zaif olan
bu Türkçe parça Türkçesi fasih olan Mahmûd Kaşgarî'nin kendi eseri olmasa gerektir. Müellif burada bence iyi
anlaşılmayan cümlesini "Türk taifeleri derdi" diye tercüme ediyorsa da buradaki "anın
aydaçı" Arapçasındaki nın harfiyen tercümesinden ibaret olsa gerektir, o halde cümle eksik
kalıyor. Bunun gibi İslâm medeniyeti tesiriyle vücuda getirilen Türkçe tercüme edebiyatından bir parça
Mubarekşahı Gûrî'nin eserinde de bulunuyor ("Tarikh", ed. Sir E. Denison Ross, s. 46), ki Farsça'dan tercümedir
ve Türkçe'si de düzgündür:
Farsçası: Türkçesi:
Divan‐ı Lügat it‐Türk'teki şiir parçalarından c. I, s. 52, 86 (sayfa başında), 155 , 358; c. II, s. 22, 286 ; c. 111, s. 8,
19, 50 (satır: 3‐4) , 203, 311'deki parçalar da islâm edebiyatı tesiriyle vücuda getirilmiş eserler olabilir.
Prof. Ahmet ‐ Zeki Valîdî
____________________
[1] Bakın Muhammed Baqir İbn Muhummed Taqi. Bihâr al‐Anvâr. cilt. XI, s. 36.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 42
NAMIK KEMAL UNUTAMADIM
Her gün yeni bir destan katıyor eserine; Gönlümü avutamadım
Uğrunda can verdiğin aşkın masallanıyor. Seni söküp atamadım
Deniliyor ki: Onda bîr kuru baş yerine Ben ahdımı tutamadım
Bükülmeyen bîr arslan yelesi sallanıyor. Yâr seni unutamadım
Ne mutlu sana şair! Uğruna tunç derini Bahtın lûtfuna ermişim
Vakfettiğin mefkûre verdi peygamberini: Gönlümü sana vermişim
Milletin; mefkurenin, aşkın şaheserini Meğer ne çok severmişim
Yine senin adınla Kemal diye anıyor. Yâr seni unutamadım
Ne mutlu ki şi'rinde tunç sesi gürüldeyen Gönül bir acayip deli
Bir milletin yolunu aydınlattı mefkuren. Yârın âzât olmaz kulu
Bir millet ki daha dün adını anamazken Bilmedim neylemeli
Varlığını tanıyor, Türklüğe inanıyor. Yâr seni unutamadım
Her gün daha coşuyor yolunu açtığın sel. Kalksam gönlümü âzâda
Yâdın hür bir vatanda yükselen tunç bir heykel Eski günler gelir yâda
En cılız şairine taklar kuruyorken el Bu niyan dolu dünyada
Gönül yurtta senin de bir taşın var sanıyor. Yâr seni unutamadım
Her gün yeni bîr destan katıyor eserine; Kendimi aldırdım gama
Uğrunda can verdiğin aşkın masallanıyor. Yerleştin kaldın kafama
Deniliyor ki: Onda bir kuru baş yerine Unutmak istedim ama
Bükülmeyen bir arslan yelesi sallanıyor. Yâr seni unutamadım.
NİHAT SÂMİ SABAHATTİN ALİ
GÜL ESKİ SEVGİLİ
İmkân mı var sana leke sürmeye; Bazı günler olur ve birer birer
Yeter ki kalbinde kara olmasın! İçimi sızlatır eski sevgiler..
Kahpe felek değmez gönül vermeye Bir zaman senin için bülbüller çiler!
Gönlünün aynası, yüzün solmasın! Hüsnünün vasfında bin dil olurdu.
Düşersen düş, sürün; kalma yolundan, Bir yılda kaç kişi biz gönül verdik,
İsterse olmasın tutan kolundan. Cânâmmızdın sen, candan severdik.
Bin sitem görsen de sağ ve solundan Hem ağlar, hem sana gülümüz derdik,
Neş'elen, gönlüne keder dolmasın! Gülüm, bize güller mendiL olurdu.
Bu yolda gülen de bir, gülmeyen de; Bakışın kılıçtı, gönlümüz kını;
Gülde neş'e yoksa var ya dikende.. Sevda çekenlerin bizdik taşkını..
Temiz bir vicdanla toprak ol sen de Görseydin her kalpte yanan aşkını,
İsterse kadrini kimse bilmesin! Dereler, tepeler kandil olurdu...
ABDÜLBAKİ HİKMET TUĞRUL
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 43
"Yunus Emre"ye Dair
Yunus Emre ve Sait İki Ayrı Şahsiyettir
İstanbul Vilâyeti mektupçusu Osman Bey "Millî Said'e ait iki manzumenin Fuat Beye ait Yunus
Mecmua"da (c. 13, sayı 129) Yunus Emre ile Sait divanında bazı farklarla Yunus namına yazılması ve
Emre'nin aynı şahsiyet olduğuna dair bir makale nihayet Yunus divanındaki:
neşretti. Osman Beyin bu husustaki fikirlerini geçen
yıl öğrenmiş ve kendisiyle görüşürken "Büyük İlk adım Yunus idi Adımı âsıq taqdım
Vikâletname"ye de dikkatini celbetmiştim. Makalenin
çıktığını, bu tatil, İstanbul'a gelince öğrendim. Dikkatle Sa'd benim Sa'îd benim Yunus benimledir
baştan nihayete kadar okudum.
kayıtları, Osman Beye "Yunus Sa'deddîn'in ta
*** kendisidir" kanaatini veriyor.
Osman Bey, "Sait Emre"nin şimdiye kadar malûm Şimdi intikadımıza başlayabiliriz. Önce kendisinin,
olmayan "Kitâb‐ı şerâ'it‐il faqr i vel‐fuqarâ" adında bir makalesinde münekkitten istediği iki sualin cevabını
eserini de bize haber veriyor. Aynı zamanda verelim:
Köprülüzade Fuat Beyin "Hayat"ta çıkan (sayı 42) "Sait
Emre" makalesindeki "Sait Emrenin manzumeleri 1— Fuat Bey'in söylediği gibi "Yunus asrında ve belki
Yunus'un şiirleri tamamıyla farksız bir şekil ve edada de onunla beraber yaşamış olan ve onun derecesinde
yazılmak istenmiştir. Binaenaleyh elimizdeki şiir söyleyen" bir zatın şimdiye kadar meçhul
parçalarında ne lisan, ne üslûp, ne de efkâr itibarıyla olmaması lâzım gelmez. Malûmdur ki edebiyat
hiç bir bariz hususiyet yak gibidir" sözlerini kaydediyor tarihimize ait tetkikat henüz pek gençtir. Yakın
ve elindeki divanlar üzerinde tetkikatta bulunuyor. Bu zamana kadar, klâsik edebiyatımızda mühim bir yer
sırada bazı nushalardaki Yunus mahlesli alması lâzım gelen ve hatta Yunus ve Sait Emre gibi
manzumelerin diğerlerinde Sait, yahut bazılarında Sait halk arasında değil, Selçuk sultanının sarayında
namına kayıtlı olanların diğerlerinde Yunus namına yaşayan ve bir Selçuk şehnamesi yazan Hoca
yazıldığını görüyor. Prof. Ritter'in Fuat Bey'e verdiği Dehhânî"yi bile bilmiyorduk. Halk edebiyatımızda
cönkten de istifade eden Osman Bey, bu cönkte bir iki mühim bir şahsiyet olan "Kaygusuz Abdal"ın hayatına
manzumenin hem Yunus hem de Sait adıyla iki defa ait bildiğimiz şeyler henüz tamamıyla menkabevî
yazıldığını ve hatta mecmuaya kilisesini koyduğu bu mahiyettedir. Hele Kaygusuz Abdalın mürşidi bulunan
manzumenin Ritter'in nushasında Yunus namına, yine "Abdal Musa" hakkındaki malûmatımız tamamıyla
Ritter'in nüshasında Sait namına kayıtlı dört birbirine zıttır. Antalya'nın Elmalı kasabasında koca bir
manzumenin diğer bir Yunus divanında Yunus namına tekkesi bulunan bu zatın hakikaten orada yattığına
kayıtlı olduğunu söylüyor. Böylece birkaç bile kat'iyetle hükmedemiyoruz. Sonra Osman Bey
manzumenin bazı nushalarda Yunus, bazı nushalarda "Sadeddîn Sait, Sait de Yunus değilse ve aralarında bir
Sait namına kayıtlı bulunması ve hele büyük münasebet yoksa Said'in manzumeleri niçin eski
vilâyetnamedeki Yunus divanlarına alınmştır" diyor. Sadeddınin Sait
olduğunu büyük vilâyetname sarahatle söylüyor. Bu
hususta aşağıda malûmat verece‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 44
ğiz. Sait'le Yunus'un arasında bir münasebet de Ereni yüzi sulu suç Himmeti 'arşdan ulu
bulunabilir. Çünkü her ikisi de aynı tarike mensup ve aynı Kim tadar ise balı Xânma inayettir
asırda yaşamış kimselerdir. Fakat Said'in manzumelerinin İnayetdir anın işi Anlaynmaz değme kişi
eski Yunus divanlarına alınması, daha doğrusu Yunus'la Bilin ki bu hümâ quş Âşqların devletidir [1]
Sa'deddî'nin manzumelerinin birbirine karşışması hiç de. Sai'din yiizine tacı Qamudan gönli kiçi
Sa'deddînin Yunus olduğunu ispat etmez. Zaten Suça sayılma?, Hünkârın mürvetidir
Yunus'un divanına yalnız Said'in değil, daha birçok
kimselerin de şiirleri karışmıştır [1]. Fuat Beyin dediği şimdi bu mecmuada Yunus'a ait bir hayli şiir arasında
gibi Sait namına bir, Kasım namına da birkaç manzume var
diye biz de Sadeddîn Sait ve Kasım, Sait'le Kasım'da
Abdülqadir gibi bir er bulunmaz Yunus değilse niçin bu şiirler birbirine karışmıştır diye bir
sual sorarak Osman Bey'in yaptığı ikiliği üçlüğe çevirmeli
ilâhisi bazı mecmualarda Yunus'a, bazılarında ise daha miyiz?
doğru olarak "Qâdirî" tarikatinden "Eşrefiyye" şubesini
kuran "Eşref oğlu Abdullah‐ı Rûmi" namına kayıtlıdır. Şunu da söyliyelim: "Şaqâyiq‐i Osmâniyye"den itibaren
Sonra Yunus divanındaki şiirlerden bazılarında "Emir "Sarı 'Abdullah" "Semerât ül‐Fu'âd" da, "La'lî zade
Sultan"dan, "Hacı Bayram"dan hatta "Geyikli Baba"dan Abdülbâqî" Sergüzeşt‐i melâmiyye"de, " Müsteqîm zade
bahseden parçalar vardır. Eğer bunların hepsi Yunus'un Sü‐leyman Sa'deddîn" Meâmiyye‐i Şattâriyye"de "Sârbân
olaydı onun en az iki yüz yıl yaşaması lâzım gelirdi. Ahmed"in "Kaygusuz" olduğunu ve bu mahlasla şiirler
Anlaşılıyor ki Yunus divanı çok karışmıştır. Adı "Yunus" söylediğini kaydettikleri ve Üsküdar'da Selim Ağa
olan birçok halk şairlerinin yazılan Yunus'a atfedildiği gibi Kütüphanesi'ndeki Sârbân Ahmed divanında Kaygusuz
Yunus'la münasebeti olan bazı şairlerin şiirleri de bazen mahlası ile yazılmış şiirler de bulunduğu hâlde
asıl şairlerin mahlaslarıyla, bazen da değiştirilerek Yunus Kaygusuz'un "Sârbân Ahmed" değil, onun halifelerinden
adıyla bu şairler arasına girmiştir. Meselâ Nuruosmaniye "Vizeli 'Alâaddîn" olduğu anlaşıldı ve bu suretle aynı
Kütüphanesi'ndeki 4904 numarada kayıtlı 940 hicrîde zannedilen Ahmed‐i Sârbân ve Kaygusuz birbirinden
İstanbul'da tertip edilmiş, gayet güzel bir talikle yazılı, ayrıldı. Halbuki diğer taraftan ayrı sanılan "Dukakin zade
müzehhep bir mecmuada Yunus'un şiirleri arasına Ahmed"le "Sârbân Ahmed"in aynı şahsiyet olduğu
"Kasım" adında bir şairin üç beş şiiri de karışmıştır. Hatta tahakkuk etti [2]. Hülâsa bu gibi meselelerde
bu mecmuada Said'in de şöyle bir şiiri var: aldanmamak lâzımdır.
Can bir ulu kimsedir 2— "Kitâb‐ı şerâ'it il‐faqr i ve l‐fu‐qarâ'da ve küçük
Nice loqma yer isen vilâyetnamede görülen "ol arifler sultânı, ol muhaqqıqlar
Nice ki yer isen çoq aslanı" gibi vasıflarla Ritter'in nushasındaki "qıdvet il‐
Cana hiç assısı yoq vâsılîn" tabiri ancak Yunus derecesinde büyük tanınmış
Bu cân‐ı ni'met qan, bir adam hakkında söylenebilir. Tasavvufta bu derece
Âsâyiş qılalım canı yüksek bir mevki kazanmış olan bu zat şimdiye kadar
Sohbet canı semirdir meçhul kalabilir miydi?"
Haq çalab emr ile Suret anın etidir
Sûretin quvvetidir İlk sualin hemen aynı olan bu ikinci
Ol denlü yürürsün toq ____________________
Sûrel maslahatıdır [1] Bu kıt'ada da değişiyor.
Gelsün bulalım anı [2] Bu hususta "Melâmîlik ve Melâmîler"e bakınız (s.
Ol evliya sohbetidir [2 340‐351), "Kaygusuz Alâaddîn"in hâlini ve şiirlerini
Her demi aşq demidir bastırmaktayım.
Ereninin himmetidir
____________________
[1] Bu hususta bakın: İlk Mutasavvıflar, 321‐326.
[2] Bu beyitte vezin değişiyor.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 45
suale bundan evvel cevap verdiğimizden geçiyoruz. olup bir nevi müsecca nesrile yazıldığı"nı [1] iddia ediyorum.
Osman Bey, bu iki sualden sonra münekkidin ileri süreceği Yunus'un "Tapduk Emre'nin müridi" olduğunu Osman Bey
en kuvvetli itirazlardan birinin divanın baş tarafındaki de reddetmiyor. Yalnız Yunus'u Sa'deddîn olarak kabul ettiği
için bizzarur "Hacı Bektaş‐ı Veli'ye intisaptan sonra Tapduk'a
Tarih dahi yedi yüz yedi idi mülâki olduğunu ve belki de bektaşılığa inanamadığını ve
Yunus canı bu yolda kodu idi bektaşılıktan vazgeçtiğini" söyleyerek Tapduk'a intisabını bu
suretle tevil ediyor. Halbuki Tapduk Emre zaten bektaşıdır.
beytini havi uzun manzume, diğerinin de "Tapduk Emre"ye Hülâsa bu hususta da bize kat'î bir kanaat vermiyor.
bağlılığını gösteren beyitler olacağını tahmin ediyor. Bu
hususta biz de aynı fikirdeyiz. Keza Osman Bey, divanın baş Sa'deddîn, Bektaşi vilâyetnamesine göre Aksaraylı bir
tarafındaki ahlâkî, felsefî manzumelerin ümmîliğinden âlimdir. Kayseri'de bir zatın muhibbidir. Her yıl onu ziyarete
bahsolunan Yunus'a aidiyetine ihtimâl vermiyor ve "bu gider. Bir defasında Kayseri yolundaki "Tuz" köyünde Hacı
manzumelerin ümmîlik iddiası İle bir tezat teşkil ettiğini Bektaş ile konuşur. Ve hatta ilk mülakatında onun bıyık ve
görüyorum. Ne mevzu, ne lisan, ne de tahsil ve meslek tırnaklarına itiraz eder. Fakat Hacı Bektaş, orada Molla
itibarıyla bu manzumelerin Yunus'la alâkası olamaz" diyor. Sadeddîni, gösterdiği kerametlerle teshir eder. Nihayet
Halbuki makalesinin biraz evvelinde Yunus'un ummî Sa'deddîn otuz molla ile Hacı Bektaş'a gidip bende olur.
olmadığını ve "Aksaray şehrinde fetvası yürüyen ve dört yüz Vilâyetnamede bu zatın iki şiiri yazılıdır. Osman Bey bu
danişmende hocalık eden "Sa'deddîn'in ta kendisi şiirleri aynen kaydederek Fuat Bey'e ait Yunus divanında bu
bulunduğunu söyleyip tasavvuftaki ümmîliğin "zahir iki şiirin Yunus namına kayıtlı olduğunu söylüyor.
ilimlerden tecerrüt etmek ve onun yerine vahdeti telkin Vilâyetnamedeki şiirlerden biri şudur:
eden bâtın ilmi ikame etmek"den, ibaret bulunduğunu kayıt
ile "Yunus'un ummî olmadığını, o zaman malûm olan bütün Yine bir ün işittim
ilimleri okumuş, bütün dinî anane ve akidelere tamamıyla Sorgu hesab yağ imiş
vukuf peyda etmiş olduğunu manzumelerinde açıkça Tanrı hazır ardeyüb
görüyoruz" diyor. Buradaki tenakuz pek açıktır: Yunus İncinmeden geçdiler
madem ki ümmî değildir, niçin felsefî mülâhazalar Sıdq ile niyet birle
yürütmesin? Xanımân terkin urub
Adım Sa'id değilken
*** Bir âyet oqumuşum Hüda bilür ününden
Erenlerin canından
Demin söylediğimiz 940'ta İstanbul'da tertip edilen Hazır duran aşklar
mecmuada da matbu divanın başındaki o uzun bent aynen Siyâset meydanından
mevcuttur. Demek oluyor ki daha evvelki nusha ve Meydana gelen tâlib
mecmualarda da mevcutmuş. Osman Beyin aflarına Geçer cümle varından
mağruren ben, o uzun bendin 940'ta İstanbul'da tertip Cümle müskil hâl iken
edilen mecmuada da bulunmasıyla Yunus'a ait olduğunu ve Hünkârın esrarından [2]
hatta Fuat Bey'in dediği gibi "matbu divanda ve ekseri
yazmalarda nazım şeklinde çıkan bu mukaddimenin mensur Fuat Beyin divanındaki manzume de şudur:
____________________
[1] İlk Mutasavvıflar, 328 ‐ not. Fuat Bey bazı iyi ve itinalı
nushalarda bunun mensur olarak yazıldığına rastgeldiğini
söylüyor.
[12] Vilâyetname Nuruosmaniye Kütüpha‐nesi (varak 66).
Osman Bey bu şiiri başka bîr vilâyetnameden bir dörtlük
fazla olarak almıştır. Bizim yazdığımız metinle onun arasında
az bir fark
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 46
Yine bir ün işitdim Xüdâ eyler ününden olarak büyük ve küçük vilâyetnameyî bir‐leştirmiş. Büyük
Soru hesab yoğ imiş Âşıqların canından vilâyetnamenin bir adı "meqâlât" değil, küçük
Haq ta'âla buyurur İsrafil sûr urıcak viiâyetnamenin bir adı "meqalât"tır. Ya'ni "maqâlât"a
Lebbeyk diyüben dura Aşıqlar toprağında küçük vilâyetname denir. Matbu olan meqâlâtın hicrî
Münkirler muhibb ola Sözünden ibret ala 895'te Mısırın "Reşîd" şehrinde vakfe‐dilmiş bir nushası
Zîrâ qudret qılıcın Hâkim çekmiş qınından Beyazıt umumî kütüpha‐nesinde 646 numarada
Ma'rifet mihrabından Tarîqal erkânından kayıtlıdır. Hatta bu nüshanın vakfiyesini gören "Bektaşi
Ol varmış haqîqate Düyuben duran âşıq sırrı" sahib vakfiyeyi mahkeme ilâmı sanarak ki‐tabına o
Tanrı qâdir ve hâzır Siyaset meydanından suretle yazmıştı. Yazılış tarihi belli olmayan bu nüshanın
Tamudan evvel geçmiş Qâl ü qîlden değilim 895'te Mısır'da vakfe‐dildiği düşünülürse mutlaka
Adım Yunus tut öğüd Xâcenin esrârından. VIII'inci asırda yazılmış olduğu anlaşılır. Yazıda "hu‐ruf‐i
Bir âyet oqumuşum imlâ" kullanılmadığı ve kâğadın eskiliği bu asırdan evvele
aidiyetini de tahmin ettire‐bilir. Maqâlât'ın IX'uncu asra
Osman Bey bu iki manzumeyi bir manzumenin muharref ait bir nusha‐sının "Hacı Bektaş meydan evi kütüphane‐
şekilleri sayıyor. Ben ilk ve son bentlerindeki yakınlıkla si"nde bulunduğunu, bundan başka 812'de "Hatiboğlu"
beraber bu iki manzumeyi aynı sayamayacağım. Belki tarafından Arapçadan nazmen Türkçeye terceme edilmiş
bunlar naziredir. Fakat her hale bir değil. Bununla diğer bir nusha‐sının mevcudiyetini de biliyoruz(1).
beraber bir olsa da Yunus'un Sa'deddîn olduğunu Maqâ‐lât'ta Sait Emre'nin yani Sa'deddîn'in iki kü‐çük
ispattan ziyade Sa'deddîn'in Sait Emre olduğunu gösterir. şiiri varki şunlardır:
İkinci manzume, hakikaten bir yerde Yunus, diğer yerde Bu maqâma kim ere İşbu nagdi kim dire
Sait namına yazılmış. Anlaşılıyor ki Sa'dedîn, Sait Varlığın haqqa vere Cümle alem içinde
mahlesiyle şiir yazıyor. Zaten vilâyetname de "andan Kim bu sırra ermedi Kend'özini dirmedi
so(n)ra Sa'îd xoş halete erdi; zevq ve şevq hâsıl olub nice Bu aşqdan esrümedi Ömrü zalâm içinde
dürlü muhaqqiqâne muğlaq nefes söyledi ve hazretİ Varlıq yoqluq birdürür Hem aşq sevi birdürür
hünkârı(n) maqâlâtın Türkçe'ye terceme eyledi. Dünye axret birdürür Aşq‐ı enâm içimde [2]
Bunlardan çoq nice esrar izhâr eyledi" diyor. Yer yüzi etim tenim Aqar sular anım [3]
Tahqiq burcundan doğar Oynamaz benim günüm
Osman Bey, "bir adı da e maqalât‐ı Hacı Bektaş‐ı Velî"
olan büyük vilâyetnatnede Sa'deddîne yirmi sekiz büyük ***
sayfa tahsis olunduğu görülüyor. Bu eserde Sa'deddîn'in
nereden, nasıl gelip Hacı Bektaşı Velî'ye intisap ettiği Her iki manzume Sait Emre'nin diğer manzumelerine
hikâye edilmektedir. Sırası ol‐mamakla beraber şunu da tamamen benzediği gibi büyük vilâyetnamedeki (yani
kaydedelim ki an'aneye göre Vilâyetnameyi Sa'deddîn Hacı Bektaş menkı‐benamesinde ki) iki şiirde de mali‐
terceme etmiştir. Halbuki yine vilâyetnameden, ____________________
Sa'deddîn ile Hacı Bektaş arasında geçen maceradan ‐ [1] Mihrap; yıl 1, sayı 15‐16, Anadolu tarihînde dinî
diğer birçok kimseler gibi‐ üçüncü bir şahıs tarafından ruhiyat müşahedeleri "Hacı Bek‐taş‐ı Velî" ‐ Hilmi Ziya.
bahsedilmiş olduğu anlaşılıyor ve Sadeddîne ait faslın Türk Yurdu; C. 2, nu. 8 Bektaşiliğin menşeleri —
birkaç satır evvelinde mütereccim, Hacı Bektaş tuzundan Köprülüzade Fuat.
ve onun nurundan bahsederken "işbu kâtip ül‐hurûi ben [2] Beyazt Umumî Kütüphanesi'ndeki nusha, varak 9
gö‐zümle ol nuru gördüm" demesi de bu kanaati teyit [3] Bu mısrada vezin yok,
eder" diyor. Osman B. nasılsa burada zühul eseri
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 47
leşlerin Sait olması, Sa'deddînin "Sait" mahlasıyla şiir Sivrihisar qurbünde, mevlidine yaqındır" kaynını da
söyleyen ve Ritter'in cönkünde "min kelâmi qıdvet ilave ediyor. (Varak 55).
ilvâsılîn Sa'îd Emre rahmetullahi aleyh" sernemesi
altın‐daki şiirlerin sahibi Sait Emre olduğu tahakkuk En ziyade Bektaşı vilâyetnamesine istinat eden Osman
ediyor. Büyük vilâyetname ise bu maqalâttan Bey'in bu suretle o kitap tarafından da reddedildiğini
büsbütün ayrı olup Hacı Bektaşi Velî'nin menkıbelerini görüyoruz ve Bektaşı Vilâyetnamesi'nîn verdiği
ihtiva eder ve Osman Bey'in dediği gibi "Sait malûmat her hâlde doğru olsa gerektir. Çünkü Yunus,
tarafından" değil, bir üçüncü şahıs tarafından divanının muhtelif yerlerinde pek çok defalar,
yazılmıştır. Hülasa; Sa'deddîn, Hacı Bektaşın Tapduk'un dervişi olduğunu bildirdiği gibi:
maqalâtını Türkçeye çevirmiş ve bizzat ona intisap
etmiş, sonra Hacı Bektaş halifelerinden "Hacım Vardığımuz ellere şol sefâlı güllere
Sultanca mülâki olup sülûkünü ondan itmam Baba Tapduq mânasın alduq elhamdülillah
eylemiştir[l]. Yunusa gelince: Hicrî 638'de Babaî isyan
neticesinde idam edilen Baba İshak'ın has halifesi diye Tapduk'un Babaîlerden olduğunu da tasrih
"Hacı Bektaş‐ı Velî"den müstahlef "Baba Tapduk"un etmektedir. Şimdi bütün bu mülâhazatımızı hülâsa
dervişidir ve XIV'üncü asrın ilk yarısında öl‐müştür. edelim:
Esasen "Aşık Paşa Zade" de gerek Yunus Emre'yi,
gerek şeyhi Tapduk Emre'yi "Orhan gazi" devri 1— Büyük vilâyetname, yani Hacı Bektaş
meşayihi arasında zikretmektedir[2]. Bektaşi menkıbenamesinde Hacı Bektaş'a intisabı mufassalan
vilâyetnamesi, yani Hacı Bektaşı Velî menkıbenamesi anlatılan ve onun maqâlâtını Arapça'dan Türkçe'ye
Yunus Emre'den ayrı bir fasılda bahseder. nakleden Aksaraylı âlîm Sa'deddîn, "Sait" mahlasıyla
Vilâyetnameye göre Yunus yoksul bir çiftçidir. Bir şiir söyleyen zattır ve bunun iki şüri büyük
kıtlık yılında Hacı Bektaşı Velî'ye müracaat edip vilâyetnamede, iki şiir parçası küçük vilâyetnamede
buğday istiyor. Hacı Bektaş "buğday mı verelim, nefes (yani maqâlâtta) vardır.
mi ?" deyip nefes vermeyi teklif ile evvelâ her ölçek
başına iki, üçüncü seferde her çekirdek başına on 2— Dr. Ritter'in mecmuasında "min kelâmı qıdvet il
nefes vereceğini söylüyorsa da Yunus mutlaka buğday vâsılın Sa'îd Emre rahmetullah" başlığı altındaki
istiyor. Öküzünün götüreceği kadar buğday alıp şiirlerde "Saik, mahlasının mevcudiyeti,
giderken yaptığı yanlışlığı anlayıp geri dönüyor. Bu vilâyetnamedeki şiirlerin de aynı mahlasla yazılması,
sefer himmet ve nefes istiyor. Lâkin Hacı Bektaş: "Ol iş büyük vilâyetnamede "Sa'deddînin birçok nutukları
şimdengerü olmaz. Biz ol quflü(n) miftâhın Tapduq bulunduğunun" mukayyet olması, Sa'deddînin "Sait
Emre'ye sunduq. Varsın nasibin ondan olsun" diyor. Emre" olduğu hakkındaki ihtimali katiyet derecesine
Yunus, Tapduk'a derviş olup kırk yıl hizmet ediyor. getirmektedir.
Nihayet onun himmetiyle manevî mertebelerde
yükseliyor ve şair oluyor. Vilâyetname, bu çok malûm 3— Sa'deddîn, bir şiirinde kendisi söylediği veçhile,
ve meşhur menkıbenin nihayetinde "şimdi merqadi Hacı Bektaş halifelerinden "Hacım Sultan"a intisap
etmiştir. Büyük vilâyetnamede bizzat Hacı Bektaş'a
____________________ mülâki olduğu anlatıldığından Hacı Bektaşın
[1] Sait Emre ‐ Koprülüzade Fuat (Hayat, II, 42). ölümünden sonra da yaşadığı ve Hacım Sultana mürit
[2] İstanbul, Matbaai Âmire tab'ı, s. 199‐200. olduğu meydana çıkıyor.
4— Yunus Emre, Hacı Bektaşın diğer halifesi "Tapduq
baba"ya müntesiptir.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 48
Müteaddit şiirlerinde bu intisabını ve şey‐hine nus olmadığını, ve hele Osman Beyin dediği gibi
kuvvetle merbutiyetîni söylüyor. Büyük "Yunus Peygamber'in kırk yıl balık karnında kaldıktan
vilâyetnamede gerek Tapduk'un Hacı Bektaş'a sonra çıkması" tarzında sülûkünü itmamdan sonra bu
intisabı, gerek Yunus'un menkıbeleri ayrıca yazılmıştır. adı aldığını anlatmaz. Bilâkis sûfiyye akidesince "bu
şehâdet mülküne, anâsır âlemine düşmeden, Yunus
5— Yunus'la Said'in şiirleri, bir asırda yaşamaları, aynı şeklinde zuhur etmeden" manasını ifade eder. Şunu
tarike salık bulunmaları dolayısıyla ‐Sârbân Ahmed'le da ayrıca kaydedelim ki:
Kaygusuz'un şiirleri gibi‐ birbirine karışmıştır. Falt
Yunus namına kayıtlı bulunan bir kaç şiirin bazı S'ad ben'im Sa'ît ben'im Yunus dexi benimledir
mecmualarda Sait namına kayıtlı bulunması ve yine beytinin şu:
bazı mecmualarda Yunus'la Said'in şiirlerinin karışık Sa'd ben'im Sa'ad ben'im Yunus daxi benimledir
yazılması bu iki ayrı şahsiyetin aynı olduğunu ispat
edemez. Çünkü bazı mecmualarda Eşref oğlu namına tarzı bize daha mülayim geldi. Çünkü malûmdur ki
kayıtlı şiirler de diğer mecmualarda Yunus namına eskilerce saatler "nahs ve sa'd" olarak ikiye ayrılır.
yazılıdır. Yine "Kasım" adında bir şairin şiirleri de Şairin "Sa'd" diyince "sa'at"ı hatırlamaması kabil
Yunus'un şiirleriyle karışık yazılmıştır [1]. Şu hâlde Sait değildir. Bununla beraber "Sa'd benim Sa'id ben'im"
Emre ve Yunus'la berber "Eşrefoglu" ve "Kasım"ın da dahi dese, eğer Sait "Sait Emre" ise bu ancak
aynı şahsiyet olduğunu iddia etmek lâzımdır. Yunus'un Said'i tanıdığını bildirir. Sofi şairlerden
birçoğu "devriyelerinde "Adem benim, Havva benim ,
6— Yunusun "miskin, âşık, bîçâre, koca" gibi sıfatlar Ahmed benim, Ali benim. filân benim..." derler. Bu
kullanması zaman zaman isim değiştirdiğine delil söz, bütün bu iddiaların zahirî hakikate uygun olduğu‐
olamaz. nu mu gösterir?
7— "Evvelce adım Yunus değilken" gibi kayıtlar Hülâsa; bizce Sa'deddîn ile Yunus, bir asırda yaşamış
Yunus'un adının evvelce Yu‐ iki ayrı şahsiyettir ve Osman Bey'in delilleri her
____________________ cihetçe kuvvetsiz ve indîdir.
[1] Bu zatın, Yunus'un bir şiirinde: Derviş Yunus bu
sözü eğri büğrü söyleme Seni sîgaya çeker bir monla
Qâsim gelür diye adını zikrettiği zat olması kuvvetle Konya Lisesi Edebiyat Muallimi
muhtemeldir. Abdülbaki
M. T. T. Birliği'nin İçanadolu Seyahatine Ait Notlar
M. T. T. B, yeni sene çalışma şeklini tayin i‐çin Halk hî, içtimaî, bediî, iktisadî vaziyetlerini tetkik ve
evinde bir toplantı yaptı. Bu toplantıya Pr.lerini, T. yardımda bulunmak gayesiyle Anadolu'ya akın
cemiyeti liderlerini ve gençlik muhiplerini istifade için yapılmasını talep etti. Gençlerin idare ve Pr. lerine
davet etti. Birçok davetliler bu mevzudaki görüşlerini karşı beslediği derin hürmet ve muhabbet hislerine
uzun uzadıya anlattılar. Bu meyanda Mühendis talebe mukabil onların gösterdiği şefkat hislerine mukabil
cemiyeti reisi Tevfİk Bey: "Köylerimizin sıh‐ onların gösterdiği şefkat ve irşadın tatminkâr
olmadığından bahsetti;
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 49
koyu bürakrasî zihniyetinin ölmesine yardım etmesi Şehir tozlu olmakla beraber, hastahanesi pek sıhhîdir.
itibarıyla Pr. lerin iştirakini rica etti. "Bu noktayı nazar
toplantıda müsait bir hava yarattı. Bunun üzerine Kütahya;
Birlik idare heyeti İçanadolu seyahatini tertip etti.
Modern kiremit ve tuğla fabrikasına, çini ve halı
Seyahatin gayesi Halk evindeki toplantıda taayyün tezgâhlarına, inhinalı yollara, hareketten uzak
etmişti. Birlik bu gayenin tahakkukundan uzak kadınlara mukabil himasiz canlı bir gençliğe malik
şuursuzca bir İçanadolu gezintisi tertip etti. iptidaî bir şehirdir. Güzel mesireleri, cana yakın bir
halkı vardır.
***
Eskişehir;
Birliğe mensup yalnız dört Talebe cemiyeti bu
seyahata iştirak etti. Birlik kadroyu tamamlamak için Dağınık bir şehir olup cüz'î bir imâra mazhar olmuştur.
şahısların seçilmesinde hiç bir esas tutmadığından bu Şehirde çocuk bahçesi pek enteresandır; şimendifer
sahada hassasiyetlerini izhar etmiş Pr. ve gençler fabrikası her Türk'ün göğsünü kabartacak şekildedir.
ihmal edildi. Bununla beraber şahısların vapura Tohum ıslah müessesesi her ziraî mıntıkada
binerken taayyün etmesi program yapılmasına imkân bulunması şayanı temennidir.
bırakmadı. Seyahata iştirak edenler arasında
yaptığımız ankette herkesin şahsî bir tecessüs Ankara;
saikasıyla geldiği taayyün etti. Mahiyet ve eşhas
itibarıyla cemmî bir gayeyi bais olmayan bu gezinti İnsan zekâ ve kolunun neler yapmaya kadir olduğunu
Türk muhit ve gençliğine pek sathî ve tesadüflerin gösteren canlı bir misaldir
mahsulü bir etüt hediye edebilecektir. Bundan ileriye
varanların mehazları mutlaka hayalleri olacaktır. Çankırı;
*** Medeniyet yolunda dev adımlarla ilerlemek isteyen
bir yerdir. Açtığı mekteplerin, tahsile yolladığı
Bandırma; talebenin adedi oldukça büyük bir rakamdır. Gençlik
himaye ve teşvik edilmektedir. Otel ve eğlence yerleri
Muntazam yolları, geniş caddeleri, yangın yerleri, açmakla uğraşan belediyeler Çankırı'yı numume
umumî helası, mebzul otel ve kahveleri ile nazarı ittihaz etmelidirler. Hayat durgun ve hareketsizdir.
dikkati celp eder.
Kayseri;
Sükûn ve asayişi bozan hadiseler hiç denecek kadar
azdır. Toprak damları, alçılı duvarlarıyla Çankırı'ya benzer.
Kâgir binaları, tarihî asarı, zengin müzesi, mesire
Balıkesir; yerleri, zekî ve kurnaz halkı ile Kayseri diğer
vilâyetlerimizden tefrik edilebilir. Bünyan; şairane
Karışık sokakları, kalabalık yolları, hareketli ticareti, şelâlesi, şehir elektrik üzivi, iplik fabrikalariyle
çalışkan halkı, sefahate pek düşkün olmayan ahalisi, meşhurdur.
oldukça münevver kitlesi ile diğer vilâyetlerimiz
arasında tebarüz eder. Necati Bey Muallim Mektebi Talas'ı tahmin ettiğim kadar güzel bulamadım.
Türkiye'de eşi bulunmayan modern bir mekteptir.
Zenci dere, hava ve su itibarıyla oldukça iyidir.
Buradaki Ermeni kilisesi aynı
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 50
zamanda mektep ve hastahanedir. Duvar içerisinde Yeni hayat ve yeni zihniyet henüz girmemiştir.
olan pavyonları, mahzen ve depoları, muazzam Köylerde kadın, babası tarafından damadına
teşkilâtı itibarıyla mek‐tep, hastahane ve kiliseden satılmaktadır. Erkek kadını çalış‐tırmak için almakta ve
ziyade bir askerî merkez hissini veriyor. Din perdesi imam nikâhı kıymaktadır. Bu yüzden tek karılı hayat
altında Aryanizm fikriyatını aşılamaya uğraşan bu yok gibidir.
müessese Cumhuriyet Türkiyesi'nin şehir yatı
mekteplerinden bir tanesidir. Köylü vatandaştan beklenen samimiyeti izhar
edememektedir. Şehirliye karşı korkak ve çekingen bir
Saf ve temiz birçok Türkler'i Panaryanizm vaziyet almaktadır. Köylü ana'neperest ve hurafelere
nazariyatıyla Türkiye'den ayırmaya çalışanların dahilî inanmaktadır. Hatta birçok mezarlara çaput
merkezi belki burası idi. bağlamaktadır. Hapis mahkûmlarının ekserisi
tarlasının ve kız kaçırma maddesinden yatmaktadır.
Kayseri şehri Selçuk Türkleri'nin çok zengin asarıyla
dolu, hemen her yeri bîr Türk şehri olduğuna şehadet Sarhoşluk vak'aları az değildir. Isıtma tesir itibarıyla az
etmektedir. olmakla beraber frengi vak'aları çoktur.
Sivas; Sular birçok yerlerde sıhhî bir şekilde şehre isale
edilmemektedir. Bu noktadan birçok hastalıklar
İlk Türk Millet Meclisi, Gazi'ye ait hatıraları, Selçuk olmaktadır.
Türkleri'ne ait asarı taşımasına nazaran Türkler için
çok zengin ve kıymetli bir şehirdir. Halk bediiyatına ait kısımlar pek azdır. Bununla
beraber münferit eğlenceler çoktur.
İktisadî vaziyet:
Şehrin sıhhî, bediî, içtimaî hayatının yükselmesinde
Bu seneki zeriyat geçen senekine nazaran sapta çok bilhassa muallim, askerî mahfillerin ve gençlerin çok
tanede azdır. Binaenaleyh masrafları fazladır. tesiri olmaktadır.
Mahsule arzu ve talep fazla olmakla beraber fiyatlar
düşkündür. Arpa için 5,5 kuruşu köylüler bu sene için Bugün vaziyetin terakki ve tekâmülünde mühim vazife
av görüyorlar. Çiftçiler memur ve işçi hayatını ziraî deruhte eden müesseselerin başında her türlü siyasî
hayata tercih etmektedirler. Mahallî sanayide çalışan endişe ve düşüncelerden uzak olarak çalışan Halk
işçilerin yevmiyesi azamî 30, vasati 15'tir; 5 kuruşa evleri gelir.
çalışanlar az değildir.
Bu vasfı haiz Halkevleri muhitinin bariz noksanlarını
Köylü aşarın kalkmasından memnundur. Yol vergisine tesbit ederek M. T. T. Birliği ile mesaisini
çalışma suretiyle iştirak edenler az değildir. Köy birleştirmelidir. Müstakbel seyahatlerde şunlar temin
kanunu tatbik edilmektedir. edilme lidir.
İçtimaî vaziyet: 1— Sıhhî tablo ve seyyar müze ile frengi ve içkinin,
mahalli hastalıkların feci akıbetlerini öğretmek ve
Şehirlerde bile meskenlerin çoğu kerpiçten, kâgir bina tedavi yollarını göstermek;
yok denecek kadar az ve damlar topraktandır.
Köylerde dağa sinmiş izbeler çoktur. 2 — Küçük mikyasta seyyar bir şekilde numune
köyleri göstermek ve mesaj şekillerini izah etmek;
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 51
3— Projeksiyon vasıtasıyla köylüye faydalı şeyleri mak, şarkı söylemek, rakıslarda bulunmak suretiyle
anlatmak; kardeşlik hislerini takviye;
4— Az mikyasta ecza ve aletleri alarak hastaları 8— Spor temasları yapmak suretiyle mütekabil sevgiyi
muayene ve tedavi etmek; tezyit;
5— Koy çocuk ve büyüklerinin — az bir müddet için 9— Köylüye muasır mesken ve aletlerin inşa ve
dahi olsa — okumalarını temin için kütüphane; yapmasını öğretmek;
6— Asrilik, Türkçülük, köycülük propagandasını yapan 10— Konferanslar, konserler tertip etmek gibi birçok
kitap ve mecmuaları dağıtmak; vasıtalarla asrîlik, Türkçülük ve halkçılık fikir ve
ameliyelerini aşılamalıdır.
7— Köylü ile karışık sohbetler yap‐
Nesimî Âbidin
Atsız Mecmua Umum Müdürlüğüne
Gençlik ve matbuat sahifelerinde M. T. T. Birliği'nin etmiş olmasına rağmen bu vadide ilk adım olmak
tertip ettiği Anadolu seyahatini aslından inhiraf etmiş itibariyle memnuniyetle karşıladık.
bir şekilde gördüğümüzden tavzih etmeyi faideli
bulduk. Bu tavzihin gençlik hareketleriyle alâkadar 3— Bu seyahatin şekil itibariyle gayelerimizden olan
olması ve mesleğin icap ettirdiği bitaraflıktan cesaret inhirafının iştirak edecek arkadaşların kuvvetli
alarak 8.8.932 tarihinde Cumhuriyet gazetesine olmalarıyla kapanacağını tahmin etmemize rağmen
yollamayı muvafık bulduk. bu sahada çalışma arzularını muhtelif vesilelerle izhar
etmiş olan Halkevi Köycülük şubesinin yüksek tahsilde
*** bulunan azalarıyla "Atsız Mecmua"da çalışan
edebiyatçı arkadaşlarımızın ihmal edilmiş olmasını
Şimdiye kadar maalesef neşretmediler seyahat büyük bir teessürle karşıladık.
mevzuu etrafında bir vesika olması itibarıyla işbu
tavzihi aynen yollar ve neşrini rica ederiz. ***
1— M. T. T. B. tarafından tertip edilen bu seyahate 4— Bu seyahatten matlûp neticelerin elde
Davülfünunluların seyahti unvanı verilmesini "hüsnü edilemeyeceğine kani olunamamakla beraber yeni
niyete binaen" bir kasitien ziyade hata mahsulü teşekkül etmiş olan birliğin bünyesinde herhangi bir
telâkki ettik. sarsıntıya mahal vermemeyi bir vazife telâkki ederek
iştirak ediyoruz.
2— Bu seyahatin müteaddit vesilelerle ihsas ve
Halkevindeki toplantıda izhar etmiş olduğumuz MÜHENDİS MEKTEBİ TALEBE CEMİYETİ
Anadolu seyahatlerinden mahiyet ve şekil itibariyle
inhiraf
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 52
İki Perdelik Manzum Piyes:
Bugünkü Şiir
Yazan: Fuat Edip
Birinci Perde
(Sahne: Bir mada iki sandalye...
Perde açılırken Recep ve Vedat oturuyorlar.)
Recep — Beğendin mi Şehab'ın son şiir kitabını?
Vedat — Bırak canım o mızmız kız‐kadın ahbabını,
yine tıraş ediyor sevgiden, sevgiliden!
Recep — Her ne hâl ise, fakat bu son kitabını ben,
çok bedendim, hem çocuk çok ateşli yazı‐yor.
Vedat — Güzel yazıyor amma, suratı çok kasıyor,
usturası nedense!...
Recep — Seni boş yere böyle daha söyletmektense, okuyayım çocuğun kitabından parçalar.
"Masadan kitabı çıkarır"
Bak, gurubu anlatan ne güzel bir parça var:
"Okuyarak "
(...
Bu kızıl saçlı genç kız, atkı alıp boynuna,
Girdi sevgilisinin gönül çeken koynuna.
Bu satırlar ne güzel aşkını anlatıyor:
(...
Dinle kalbim ne diyor, dinle ben ne diyorum:
Emret her ne istersen bak nasıl veriyorum!...
Bana)
Vedat — Recep, artık sussana!
Anladık şair beyin çok yüksek maksadını!..
Recep — Vedat, bu hoş yazının kaçırmadan tadını,
Allah aşkına dinle.
Vedat — Hoş yazılar (!) dinleyip bu geceyi seninle
Geçiremem azizim... Başka şey anlatmalı!
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 53
Recep — Ne anlatayım Vedat, bir şeyler mi atmalı?
Vedat — Atma din kardeşiyiz! Demek istedim ki ben,
Okuma sevmediğim kadın şiirlerinden...
Recep — Sevdiğin şiirleri anlayalım bir kere?
Vedat — Şahsî dertlerden başka duygulu şiirlere,
Ezelî bir meylim var.
Recep — Nasıl şahsî dertlerden başka güzel yazılar?
Vedat — Şahsî dertler demekle, demek istiyorum ki,
Gerek bir çok şairler ve gerek bu seninki
Kendilerinden başka hiç bir şey yazmıyorlar!
"Evvelâ can" diyorlar "Sonra cânân" diyor‐lar
Fakat "Sonra cânân"a sıranın geldiği yok;
Çünkü "can"ın duyduğu, sevdiği, çektiği çok!
Her derdini unutup yurdu yazan isteriz,
Ve biz ancak bu gibi şaire şair deriz...
Anladın mı azizim?
Recep — Yurt derdini yazmayan çok şairimiz bizim,
Şair değildir demek?
Vedat — Bence tam mananasıyla şair olmasa gerek!
Çünkü, bizi yaratan, büyüten ve yaşatan,
Her gün derdimiz için derdine dertler katan
Bu aziz yurt değil mi? Şair niçin yazmıyor?
«İlâve ile»
Sonra sîzin gibiler onlara şair diyor.
Şairin, yurda karşı gözü kör olmamalı,
Yurdun derdine gülüp saçını yolmamalı
Kız için, kadın için!
Recep — Bir gün yazacaklardır!..
Vedat — Hangi gün? Yazmak için gelecek gün mü var‐dır?
Yazacaklar yazmalı başlayarak bugünden...
Recep — Doğrusu böyle, fakat bir şey soracağım ben:
Nef'î, fırtınaları hatırlatan bir sesle,
Çok zaman hâkim oldu zamanındaki nesle.
Aşkı en iyi duyan, duyuran Fuzulî'ye,
Bir çok zaman taptıdar aşkın Allah'ı diye.
Ateş sözlü Nedim'in, yarattığı Sâdabâd,
Bir devrin hayatını ne güzel ediyor yâd!
Bunlar ve bir çokları şair değil de nedir?
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 54
Vedat — Bıktık yahu! onların bilmem kaç yüz senedir,
Yazdıkları Divan'da bahsettikleri şeyden..
Bıktık Piri Mugan'dan. Mahbûbeden ve Mey'‐den,
"Devam ile"
Güzel yazanlar vardı, fakat yurduna dair,
Kaç mısr'a yazdı senin üstat dediğin şair?
Onlar, ancak zevkeden gönüllere ağlardı,
Yurtları Sâdabâd'dı düşünceleri Yar'dı!..
Bırak yurdu düşünmek, yurtla alay ettiler,
"Türk'e ilim haramdır, Türk kabadır!" dedi‐ler,
Senin üstat dediğin YURTSUZ'ların hepisi!..
"Masa üzerindeki kitabı gösterir"
Ve ne yazık ki hâlâ, onların kadın sesi,
Duyuluyor olması çok ayıp yazılarda.
Recep — Şairlerde bir olan bir çok duydular var da.
Ondan tekrar ediyor şairler birbirini.
Vedat — Bir olan duygular ne? Yoksa şu sinirini,
Anlatan duydular mı ?
Recep — . . .
Vedat — Cevap versene Recep, başka bir duygu var mı?
Recep — "Bir olan duydular»la demek istedim ki ben
Her şair ilham alır muhakkak güzellikten
Vedat — Onlar "güzellik" diye kadını anlattılar,
Güzelliğin tadını kaçırıncaya kadar..
Hepsi heyecanını harcadı seve seve,
"Güzel, güzellik" deyip kıymeti yok hislere
Yurdun güzelliğini kör gibi görmediler,
Şehvet için ömrünü harcayan serseriler.
"İlâve ederek"
Halbuki ne güzel bir mevzudur Anadolu;
Ne olur tutsalardı serseriler bu yolu!
Recep — Bu yol güzel yol, fakat aşkı anlatanların
Kadın güzelliğinden şiir yaratanların,
Çoğunda derin bir ruh ve derin bir zevk var‐dır.
Vedat — Bu zevk belki de senin söylediğin kadardır.
Fakat ne çok yazık ki bir gayesiz zevk için
Yandılar, tutuştular yıllarca için için...
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 55
Kadından yüz görmeyen şairi dinle de bak,
Nasıl bir Mecnûn gibi aşkını anlatacak!
Yüzüne bir kerecik gülmeyen bir kadına.
Çok şair âşık oldu, Maşuk deyip adına...
Hiç rakı içmeyenler bahseylediler Ab'tan,
Rengi güldün Piyâle, rengi gülgûn Şarab'tan
"Devam ile"
Türedi uzun saçlı, kafasız çok serseri,
Seninkiler "Şairiz!" dediği gündenberi. . .
Şair demek Kalender ve bir Sarhoş demekti
Kadın peşinde gezen bir başı boş demekti!
"Ayağa kalkarak"
Bak, sana onlar için bir yazı getireyim...
Çıkarken perde iner.
Sonunu çıkacak olan kitabımda
FUAT EDİP
ÇANAKKALE SAVAŞI
Her yıl olduğu gibi bu yıl da bir heyet, Gülcemal yapmak istediğimiz halde bu yıl, birçok engeller
vapuru ile Çanakkale’ye gitti. Sahillerden bakarak dolayısıyla, bu işi yapamadık. Fakat ey Türk Gençliği,
güya şehitleri ziyaret etti. Hattâ bu yıl, garip bir sana soruyorum:
tesadüfle İngiliz donanmasına mensup askerler de
karaya çıkarak kendi mezarlarını ve âbidelerini ziyaret Sen Arap Muhammed'in mezarını artık bıraktıktan
ederken bizimkiler yalnız denizden, o kahramanlık sonra senin Kâbe’n Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar
meydanına bakarak hasretli ahlar çekmekle iktifa değil midir? Son, Kâbe’ne, rahat bir geminin içinde
ettiler. cazbant dinleyerek mi, yoksa yalçın yollarda, vaktiyle
Çanakkale’de Türk vatanını korumağa koşanların
Edebiyat Fakültesi tarih zümresi talebesinden bir çektiği zahmeti çekerek, yayan mı gitmek istersin?
hanım, Çanakkale ziyaretinin gemi ile değil, Görüyorsun ki eller kendi şerefsizce yenilen ölülerine
İstanbul’dan yaya olarak yapılmasını ve bizzat harp bile nasıl ihtiram gösteriyor, onların başına ne büyük
sahasının ve şehitliklerin gezilmesini teklif ederek taşlar dikiyor... Sana gelince: Senin ölüme göz
ortaya yepyeni bir düşünce attı. Biz kırpmadan bakan
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 56
şerefli şehitlerinin hâlâ bir âbidesi yok!., Ey Türk Eylül’den itibaren boğaz düşman tarafından abluka
gençliği! Çanakkale senin vatanındır!.. 18 yıl önce edildi. Boğazlar kapanınca Rusya, kendi
orada korkunç ve nispetsiz bir boğuşma oldu. Bir müttefiklerinden ayrılmış oldu. Halbuki Rus
tarafta her türlü vesaitle pusatlanmış soğukkanlı ordusunun teçhizatı kötü, cephanesi azdı. Boğazlar
İngilizler, cesur İrlandalılar, yaygaracı Fransızlar, çevik açılırsa İngiliz ve Fransızların yardımı ile Rusların
Avustralyalılar, sporcu Yeni Zelandalılar; korkunç milyonluk askerleri silâhlandırılacak ve bu büyük
Senegallılar, diğer tarafta da sessiz ve gösterişsiz kuvvetle Almanya ezilecekti. Diğer taraftan 1914'te
Türkler vardı. Bu korkunç boğulmayı harikulade başlayan Türk taarruzu üzerine Rus başkumandanı
kahramanlıkları ile senin kanından olan Türkler İngiltere’ye müracaat ederek Türklerin dikkatini başka
kazandı. Fakat ne korkunç tecellidir ki 18 yıl geçtikten tarafa çekmek için Türkiye aleyhine bir nümayiş
sonra orada yenilen düşmanların âbideleri yapılmasını rica etti. Bu suretle uzun müzakerelerden
yükseliyor... Senin vatanında düşman abideleri... buna sonra Çanakkale’ye taarruza karar verildi.
nasıl tahammül ediyorsun Türk genci? Diyelim ki
paran olmadığı için onlara lâyık bir taş dikemedin! ***
Fakat yılda bir defa oraya gidecek kadar kendinde
kuvvet bulamıyor musun? Düşman 1915 Şubat’ında Çanakkale’ye deniz
hücumları yapmağa başladı. Bir kaç defa yapılan
Türk genci! Yurdunda mekteplerin açılmasını, yolların bombardımanların bazıları oldukça muvaffakiyetli
yapılmasını, fabrika bacalarının tütmesini devletten oldu. Fakat boğaz gerilemedi. Bu sıralarda yalnız deniz
bekleyebilirsin! Fakat büyük ölülerine hürmet kuvvetleriyle bu işin başarılamayacağı anlaşıldığından
merasimini yapmak icap etti mi devlet senin gerinde 60.000 İngiliz ve 17.000 Fransız’dan mürekkep bir de
kalmalıdır, Her yıl muntazam bir kütle halinde ordu hazırlandı. 18 Mart 1915'te katî deniz taarruzu
İstanbul’dan kalkıp yaya olarak Çanakkale’ye gitsen, yapıldı. İngiliz ve Fransızların 316 topuna biz 93 topla
kanlı boğulma sahalarını gezsen ve orada mertlik dersi karşı koyduk. Akşama kadar süren bu çetin
alsan nasıl olur? Türk genci Çanakkale Destanı’nı hiç çarpışmada vaziyet bizim için oldukça buhranlı oldu.
bir kalem bize olduğu kuvvetle anlatamaz. Eğer sen Umumi seferberlik dolayısıyla orduya gelen en ihtiyar
damarlarında temiz Türk kanı taşıyan bir insansan efrat bile hiç olmazsa su taşımak suretiyle vazifelerini
aşağıdaki kısaltılmış satırlarda kendi ırkının yaptılar ve bazıları ezan okuyarak maneviyatı takviye
kahramanlığını oku: ettiler. Harpte düşmanın üç zırhlısı ve iki torpidosu
battı. İki zırhlısı da mühim surette zedelendi.
Atsız Mecmua Düşmanın insan zayiatı da 2000'den çoktu. Buna karşı
biz 3 zabit 22 nefer şehit, 2 zabit 59 nefer yaralı
*** vermiştik. Bu harple Türk ordusunun cephanesi
bitmişti. Eğer ertesi gün düşman yeniden taarruz
Türkiye, Almanya ile ittifak ettikten sonra boğazları etseydi belki kazanabilirdi. Fakat yedikleri tokattan
kapatmağa mecbur olmuştu. 10 Ağustos 1914'le iki maneviyatları o kadar kırılmıştı ki taarruz edemediler.
Alman harp gemisi boğazdan içeri girerek bize iltica Bu darbe düşmanları manen çok sarstı. Büyük bir
etliler (Bu gemiler satın alınarak Yavuz ve Midilli adı şaşkınlık ve kararsızlık içinde kaldılar. Boğazın
konuldu). Bu iki gemiyi kovalayan İngiliz donanması dışındaki 77.000 kişilik kuvvetlerini karaya çıkararak
boğaz topları karşısından döndü. taarruz edecek
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 57
yerde manasız bir hareket olarak bu kuvveti Mısır’a Anadolu tarafından beklemek hakkındaki fikrinin
sevk ettiler. yanlışlığı anlaşılınca Anadolu’daki kolordudan Rumeli
tarafında takviye kıtaları geçirmeğe teşebbüs edildi.
Nisan’da bu kuvvetler yeniden adalarda toplanmağa Fakat bu iş pek güçlükle oluyordu. Çünkü düşman
başladı. İngiliz‐Fransız sefer heyetinin başkumandanı tahtelbahirleri de Marmara’ya girmişlerdi ve şiddetli
General Hamilton 23 Nisan’da ihraç yapmağa karar fâaliyette bulunuyorlardı.
verdi ise de ancak 25 Nisan’da yapılabildi. Düşmanın
plânı şöyle idi: Asıl kuvvet Seddilbahir'e çıkacak ve Düşman takip ettiği plan mucibince Kumkale’ye bir
buradan merkez istihkâmlarının arkasına yürüyecek. Fransız livasını ihraç etti. Burada Fransızlar’la pek
Bu hareketi Kumkale’ye çıkacak olan takviye edilmiş kanlı boğuşmalar taarruz ve mukabil taarruzlardan
bir Fransız alayı seyredecek, takviye edilmiş bir İngiliz sonra 26‐27 Nisan gecesi düşman burayı boşaltarak
fırkası da Kabatepe’ye çıkarak hem asıl kuvveti çekildi. Buradaki iki günlük harplerde Fransızlar 780,
seyredecek, hem de fırsat bulursa en kısa yolla biz ise 1750 zayiat vermiştik.
merkez istihkâmlarının arkasına yürüyerek asıl
kuvvetle hareket edecek. Saros Körfezi’nde ve daha ***
sair bazı yerlerde de Türkler’i aldatmak için
nümayişler yapılacak... Bu plân çok güzeldi. Arıburnu cihetine gelince: Burada o zaman kaymakam
bulunan Gazi’nin kumandasındaki 19. fırkamız ve bir
Bize gelince; düşmanın 18 Mart taarruzundan sonra de 9. fırkamız vardı. Düşman, ihracını, Avustralya ve
Çanakkale’yi oldukça takviye etmiştik. 65 taburdan, Yeni Zelanda efradından mürekkep olan ve kısaca
yani takriben 60.000 kişiden mürekkep bir Türk "Anzak" denilen kolordusu ile yapacaktı. Düşman
ordusu Çanakkale’yi müdafaa edecekti. Ordu donanmasının şiddetli ateşi altında burada 25 Nisan
kumandanı Alman müşir Liman Paşa idi. İki kolordu günü ilk kafile olan 1500 Anzak sabah saat 4.20'de
kumandanı da Alman’dı. Orduda ceman 10‐15 Alman karaya çıktı. Bunu gören 27. Türk alayının ikinci
zabiti vardı. Fakat Alman kumandan yanlış bir taburu derhal mukabeleye başladı. Düşman arkadan
müdafaa sistemi tatbik etti: Bir kere İngiliz ve 2500 kişilik öncüsünü de çıkardı. Üç parti olarak asıl
Fransızlar’ın asıl taarruzunu Anadolu cihetinden kuvvetten 4000 kişi daha ihraç olundu. Bu üstün
bekleyerek birinci orduyu teşkil eden iki kolordudan kuvvet bizim bir tek taburumuzu sürerek ilerlemeğe
birini tamamen Anadolu sahasına geçirmişlerdi. Bu başladı. Halbuki bu sırada Liman Paşa hâlâ Bolayır’a
suretle hakikî ihraç sahasında kuvvetimiz azalmıştı. yapılan gösteriş hareketini hakikî sanarak onunla
Saniyen düşmanın karaya çıkmasına manî olmak usulü meşguldü. İşte bu sırada ihtiyat olarak Bigalı‐Maltepe
yerine, karaya çıktıktan sonra ilerlemesine mani civarında bulunan 19. Türk fırkasının kumandanı
olmak usulünü takip ediyordu. Türk kumandanlar kaymakam Mustafa Kemal Bey kendi kendine bir
bunun mahzurlarını Liman Paşa’ya söyledilerse de karar vermek mecburiyetinde kalarak o beklemeden,
dert anlatamadılar. Sonradan Alman arkasının büyük bir kısmını harekete hazır bir halde
başkumandanının takip ettiği usulün yanlışlığı Bigalıda bırakarak 57. alayla Arıburnu’na yürüdü.
meydana çıktı. Fakat artık yapılacak bir şey Düşman zayıf Türk kıta’larını geriye sürerek
kalmamıştı. Conkbayırı’na doğru ilerliyordu. Kaymakam Mustafa
Kemal Bey Conkbayırı’na düşmandan daha önce geldi.
25 Nisan sabahı düşman gemileri şiddetli bir ateşle Ricat etmekle olan perakende Türk neferlerine siper
tabyalarımızı dövmeğe başladılar. Liman Paşa’nın asıl aldıra‐
taarruzu
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 58
rak mukavemet etti. 57. alay gelinceye kadar vakit saydı, ihtimal ki düşman daha o günden hâkim bir
kazandı. tepeyi tutar ve bizim için elîm bir vaziyet meydana
gelebilirdi. 26 Nisan’da düşmanın buradaki kuvveti en
Takriben 4.500 kişilik bir Türk kuvveti bir cebel yüksek derecesine varmıştı, 26 Nisan’da düşmanın
bataryasının himayesi ile 12.000 kişilik Avustralya taarruz eden 35‐40 taburuna karşı bizim yalnız 9
fırkasına taarruz etti. Vaziyet bizim için buhranlı taburumuz vardı. 27‐28 Nisan günleri düşman
olmak üzere bulunduğu bir sırada düşman geriye taarruzuna devam etti; biraz ilerledi. Düşmanın bugün
atılarak deniz kenarına hapsedildi. Düşman ancak vardığı hat son hattır. Bundan sonra düşman
donanmasının ateşi sayesinde denize dökülmekten Çanakkale’den kaçıncaya kadar hiç ilerleyememiştir. 1
kurtuldu. Bu taarruzlar düşmanı o kadar korkutmuştu Mayıs’ta buradaki kuvvetimiz en çok 13.000 kişilik 19
ki karşılarında ağır topçuya malik 20.000 kişilik bir tabura varmıştı. Bu kuvvetle en aşağı üç misli üstün
Türk ordusu olduğunu vehmediyorlardı. Bu harpte düşmana taarruz yapıldı. Maddî bir netice alamadık.
Türkler büyük bir aşk ve şevkle çarpışmışlardı. Birçok Fakat zatî teşebbüsü düşmandan aldık. 2/3 Mayıs’ta
efrat ayak üzerinde çamaşır değiştirip abdest alarak 23 tabura çıkan, fakat verdiği zayiat dolayısıyla sayısı
temiz elbise ile şehit olmak üzere harbe giriyorlardı. 10.000e düşen kuvvetimizle yeni bir gece taarruzu
Bu suretle seçme ve birkaç mislî faik Avustralya daha yaptık. Fransızların kısmında bazı yerlerde
fırkasını yüz geri ettirmişlerdi. denize kadar gittik. Düşman bu harpte müthiş zayiata
uğradı. Bu taarruzlar sayesinde Seddülbahir cihetinde
Düşmanın asıl hedefi olan Seddilbahir’e gelince: tehlike durduruldu ve vaziyet tespit edildi.
Burası da aynı bir erlik meydanı olmuştu, ihracın ilk
gününde karaya çıkan bir Fransız ve iki İngiliz fırkası 6, 7, 8, 9 Mayıs günlerinde İngiliz ve Fransızlar
yani 40.000 kişi karşısında bizim yalnız 26. alayımızın mütemadiyen sık taarruzlar yaptılar. Fakat kendilerine
iki taburuyla bir istihkâm bölüğümüz, bir jandarma o kadar şiddetle mukabele edildi ki düşman hiç bir
taburumuz ve 24 topumuz (yani en çok 3000 kişi). netice alamadı. 15 Mayıs’ta biz taarruz ederek
Burada makineli tüfeğimiz hiç yoktu. 25 Nisan sabahı düşmanda mühim bir tepeyi geri aldık. 22 Mayıs’a
düşmanın 6 zırhlı, 4 kruvazör ve birçok muhriplerden kadar siper harbi devam etti. Bu sırada gelen Alman
mürekkep donanmasının kuvvetli ateşi altında tahtelbahirleri düşman donanmasını taciz etmeğe
düşman beş noktadan (Zığındere, Tekeburnu, başladıklarından kumandanlık bu fırsattan istifade
Tekekoyu, Ertuğrulkoyu, Murtu limanı) karaya ederek evvelâ Arıburnu’ndaki düşmanı denize
çıkmağa başladı. Bu zayıf sahil kuvvetimiz düşmanının dökerek sonra Cenup gurubuna taarruza karar verdi.
insan yüklü birkaç şalopasını batırdıktan ve Ertuğrul 18/19 Mayıs gecesi yeni gelen İstanbul ikinci fıkrasının
koyuna yapılan ilk ihracı reddettikten sonra, düşman da iştîraki ile şiddetli bir gece taarruzu yapıldı.
nihayet karaya çıkabildi ve birinci hattaki bölüğümüz Düşman iyice yerleşmiş olduğundan ve faik kuvvetlere
ilk ihraç kademesindeki en az 8‐10 taburla saatlerce malik bulunduğundan muvaffak olamadık. Bundan
taarruz, mukabil taarruzlarla boğuştuktan sonra sonra Arıburnu muharebeleri siper harbine inkılap
geriye çekildi. Eğer burada 26. alayın kumandanı etti. 22 Mayıs’la cenup gurubunda yalnız Fransızlar
merhum kaymakam Kadri Bey’le bir avuç askerinin tarafından sol cenahımıza bir taarruz yapıldı. Bu
her türlü hesap ve ihmalin haricindeki harikulade taarruz bizim 43 şehit ve 427 yaralımıza karşı düşma‐
kahramanlıkla dolu dayanışı olma
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 59
nın yaldız 2000'den fazla ölüsü siperlerimiz önünde mülâzımının kumandasındaki 300 Rum gönüllüsü
kalmak şartı ile kırıldı. Saros Körfezi mıntıkasında Sazlıdere civarına çıktı.
Ayın 6 Ağustos gününde de müttefiklerin Cenup
4 Haziranda tekmil İngiliz ve Fransız kuvvetleri kara gurubu cephesîndeki Türk kuvvetlerini Şimal’e,
topçusunun da yardımıyla taarruza kalktı. Bugün Anafartalar mıntıkasına sevk etmelerine mani olmak
Cenup gurubundaki kuvvetimiz 25.000 kişilik 37 için yapacakları taarruz başlamıştı. Saat 14.30'dan
taburdu. Düşman ise takviye edilmiş beş fırka yani 16'ya kadar süren topçu ateşinden sonra sekizinci
65.000 kişiyle taarruza kalkmıştı. Ertesi geceye kadar İngiliz Kolordusu taarruza geçti. Bazı siperleri
süren pek kanlı boğuşmalardan sonra düşmanın zaptettiyse de mukabil saldırışla bu siperler geri
önceden zaptedebildiği bazı siperlerimiz yine geri alındı. Akşamüstü yapılan ikinci bir taarruz da aynı
alınarak bu taarruzda kırıldı. Bu harpler iki taraf için neticeyi verdi.
de müthiş zayiata sebep oldu. Bizim zayiatımız 12.000
kişi idi. Düşman top başına belki 100 mermi attığı Arıburnu mıntıkasındaki İngiliz ordusu da gizlice
halde bizim toplarımız 20‐30 mermi atabilmişti. 17.800 kişiyle takviye edilmişti. Bu cephede İngilizler 6
Çünkü cephanemiz azdı. 21 Haziran’da sol Ağustos’ta şiddetle taarruza geçtiler. "Kanlı sırt'ı
cenahımızda müthiş bir Fransız taarruzu inkişaf etti. Avustralyalılar zaptetti. Türklerin yaptığı mukabil
Fakat büyük zayiatla kırıldı. 28 Haziran’da sağ taarruz da muvaffak olamadı. Geceleyin yapılan yeni
cenahımızda İngiliz taarruzu başladı. Bu da pek çetin mukabil taarruzlarda muvaffak olamadı. 7 Ağustos’la
oldu. 6 Temmuz’a kadar taarruzlar, mukabil taarruzlar düşman ilerlemek istedi Fakat söktüremedi. 8
halinde devam etti ve neticede kırıldı. 12‐13 Temmuz Ağustos’ta düşman, donanmanın da iştiraki ile yeni
günlerinde yine Fransızlar gayet şiddetli ve aralıksız bir taarruz daha yaptı.
taarruzlar yaptılarsa da pek kanlı boğuşmalardan
sonra bu da kırıldı. Bundan sonra düşman buralardan Düşmanın sağ kolu Conkbayırı’na çıktı ve yüz metrelik
geçemeyeceğini anladığı için ya çekilmek yahut başka bir kısmını zaptetti. Düşmanın diğer yerlerdeki
bir yerde talih denemek mecburiyeti karşısında taarruzları püskürtüldü. Fakat Conkbayırı tarafımızdan
kalıyordu. Düşman ikinci şıkkı seçti. Bu suretle yapılan bir kaç mukabil taarruza rağmen geri
Anafartalar Savaşı başladı. alınamadı. Ancak, hattı bâlânın bir kısmını almağa
muvaffak olmuş olan İngilizler bir mukabil saldırışla
Düşman yine doğru düşünmüş, bizim yüksek 15‐20 metre kadar geriye atıldı. 9 Ağustos’ta düşman
kumanda heyetimiz yine yanlış düşünmüş ve tekrar saldırdı. Fakat bir netice alamadı. 9 Ağustos
aldanmıştı. Düşman gayet doğru olarak Anafartalar’a akşamı Anafartalar gurubu kumandanı olan Gazi,
yeni bir kuvvet çıkarmaya ve bunun yardımı ile Conkbayırı’na geldi. Conkbayırı’nı geri almak için
Arıburnu cephesini yıkıp Cenup gurubundaki yapılacak hareketi tertip etti. 10 Ağustos günü sabah
ordumuzu mahsur bırakmaya ve harbi bir hamlede saat 5.30'da topçu is‐tihzaratı olmaksızın, fakat bir
bitirmeye karar vermişken biz yine düşmanın yeni anda ve baskın tarzında yapılan bir süngü hücumu ile
icraatını başlıca Saros Körfezi’nde. Bolayır tarafında oradaki düşman geri atıldı.
bekliyorduk. Hattâ ilk takıldığımız fikir mucibince
Anadolu tarafını bile gözden kaçırmıyorduk. Düşman Epeyce de kovalandı. 6‐10 Ağustos çarpışmalarında
bizim nazarımızı başka yerlere çekmek için bazı biz 18.000, İngilizler 12.000 kişi kaybetti. Düşman bu
yerlerde gösteriş taarruzu da yapacaktı. Bu cümleden surette Cenup’ta şiddetli
olarak Ağustos gecesi bir Yunan
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 60
taarruzlarla bizi oyalarken Anafartalar ihracı da da bu da durduruldu.
başlamıştı. Evvelki ihraçlardan alınan dersle bu sefer
her şey daha mükemmel bir surette hazırlanmıştı. 6 21 Ağustos’ta General Hamilton yeniden aldığı
Ağustos gecesi 13.000 asker ve 24 toptan mürekkep kuvvetlerle yeniden taarruza karar verdi. Bir saat
olan ilk İngiliz kıtası üç noktaya çıkarıldı. İngilizler süren ve donanma ateşiyle takviye edilen topçu
hareketi gayet gizli tutmuşlar ve mükemmel bir hazırlığından sonra İngilizler saat 15.30'da taarruz
muvaffakiyetle sevkulceyş baskını tarzında bu ihracı ettiler. Bir kısım Türk siperlerini zaptettiler. Bu
yapmışlardı. Bu mıntıkadaki kuvvetimiz (buradan siperler mukabil bir saldırışla derhal geri alındı. Bu
ihraç ummadığımız için) iki buçuk tabur kadardı. taarruzda bir İngiliz livası topçu mermilerinden çıkan
Karaya müşkülatsız çıkan İngilizler çabucak bir fundalık yangınından kaçmak için girdiği derede
intizamlarımızı iade ederek karşılarına çıkan ufak bir Türk ateşi altında mahvoldu. Ertesi günü de düşman
müfrezemizi geri attılar. Fakat karanlıkta yolu şiddetle taarruza devam etti. Ve bu sefer aldığı bir iki
şaşırmamak için sabahı beklemek gibi büyük bir siperi tekrar geriye kaptırmadı. Bu taarruz da bu
korkaklık gösterdiler. Daha Şimal’de Suvlada yapılan suretle bitti.
ihraç bu kadar kolay ve muntazam olmadıysa da
umumiyetle 9. İngiliz kolordusu karaya muvaffakiyetle 21‐22 Ağustos harplerinde İngilizler 7.500 Türkler
çıkmıştı. 7 Ağustos günü İngilizler ilerleyebilse idiler 3.300 zayiat vermişlerdi. Bu harpler iki tarafı da fena
kazanacaklardı. Çünkü 26.750 kişilik İngiliz ordusunun halde yorduğundan bundan sonra belli başlı bir harp
karşısında ancak 3.000 Türk vardı. Fakat İngiliz olmadı. Ve düşman bilfiil mağlûbiyeti kabul etti. 12
generali ilerlemek cesaretini gösteremedi. 8 kanûnuevvelde düşman tahliyeye başladı. Anafarta ve
Ağustos’ta da İngiliz kolordusu bir şey yapamadı. şimal guruplarının tahliyesi 19/20 kânunuevvel gecesi
bitti. Havaların iyi gitmesi tahliyeye çok yardım etti.
*** Bu tahliye büyük bir muvaffakiyetle yapıldı.
9 Ağustos’ta Türkler geriden gelen kuvvetlerle takviye Türkler’in hiç haberi olmadı. Fakat düşman bize birçok
edilmiş bulunuyorlardı. Bu suretle hem Türkler hem levazım ve mühimmat bıraktı. 8/9 kânunusani gecesi
İngilizler taarruza hazırdı. de Cenup gurubu boşaltıldı. Burada da bîr çok
mühimmat elimize geçti. Bu suretle Şimal grubunda
Bugün karşılık taarruzlarla geçti. 10 Ağustos’ta 236, Anafartalar gurubunda 136 gün aralıksız süren
İngilizler taarruz etti. Fakat bir netice alamadılar. bu savaş şanlı Türk silâhlarının zaferi ile bitiyordu.
7‐10 Ağustos’ta İngilizlerin zayiatı 400 zabit ve 8000 Fakat bu zafer ucuz kazanılmamıştır. Burada
neferi bulmuştu. harbeden kuvvetlere göre verilen zayiat o kadar
korkunçtur ki, eğer Fransızlar Garp cephesinde bu
11 Ağustos’ta düşman 54. fırkasını da Anafartalar’a nispette zayiat verselerdi bir ayda 6 milyon insan
ihraç etti. Bu suretle 11 Ağustos’ta 20.000 Türk’e karşı kaybederlerdi. Halbuki Fransa 4 senede 3 milyon
30.000 İngiliz bulunuyordu. Bununla beraber vaziyet zayiat vermiştir. Çanakkale savaşında iki tarafın zayiatı
değişmedi. 12 Ağustos’ta, yeni ihraç edilen 54. şudur:
düşman fırkası taarruza sevk edildiyse de taarruz bu
fırkanın birinci alayının Türklere esir olmasıyla Ölü Yaralı Hasta
neticelendi. İngilizler 33.000 120.000 100.000
Fransızlar 3.700 23.000 20.000
15 ve 16 Ağustos düşman Kireçtepe’ye muvaffakiyetli Türkler 55.000 100.000 85.000
bir taarruz yaptıysa
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 61
Hastaların da bir kısmı ölmüştür. Meselâ 85 bin Türk şairin kuvvetli şahsiyetidir. Aşık Keremin şiirlerini
hastasından 21.000'i ölmüştür. Bunlardan başka iki Sadettin Nüzhet beyin topladığını ve neşretmek üzere
tarafın birbirine verdiği esirler ve kayıplar da vardır. olduğunu işitmiştik. Bu mühim külliyatın henüz ortaya
Umumiyet itibariyle Türkler’in zayiatı 250.000, çıkmaması bizi burada bu saz şairinin bir kaç parça
düşmanların 300.000'dir. Harp müddetince şiirini neşre şevketti. Bu vesile ile de Âşık Kerem'e ve
Çanakkale’ye İngilizler 460.000, Fransızlar 80.000 kişi onun hikâyesine ait bir kaç not ilâvesini faydalı
sevk etmişlerdir. Mecmuu 540.000 eden bu kuvvetin gördük.
300.000 zayiat verdiği düşünülürse ne müthiş zayiat
verildiği anlaşılır. Türkler’in en seçme ve değerli "Kerem ile Aslı" ismini taşıyan ve birçok eski
askerlerinden yarım milyonunu Çanakkale’de taşbasmalarıyla ve ikbal kütüphanesi tarafından
kullanmışlardır. Fakat akıtılan kanlar boşa gitmemiş, yapılmış bir matbaa neşri bulunan hikâyede 149 tane
harp iki yıl daha uzayarak Rusya’nın devrilmesine şiir vardır ve hikâyenin münasip yerlerine
sebep olmuştur. Bunun için umumî harbin Garp serpiştirilmiştir. Bolu'nun Çarşamba nahiyesinden
cephesinde değil burada hallolunduğunu kabul etmek Hıfzı beyin bana verdiği cönkten ben Kerem'e ait ve
lâzımdır. Çanakkale müdafaası olmasaydı Rus Çarlığı bazıları 1248 ‐ 1249 tarihlerini taşıyan 28 tane koşma
devrilmeyecek ve İstiklâl Harbi yapılamayacaktı. istinsah ettim. Bir tane de Mudurnulu Hayrettin Beyin
istinsah edip bana yolladığı cönkte buldum. Bunların
Bunu hiçbir zaman unutma Türk genci!... içinden 10 tanesi matbu Kerem nushasında mevcut
değildir. Geri kalan 15 tanesi matbu nushada
"Kerem ile Aslı" Hikâyesi ve Âşık Kerem bulunuyorsa da oradakilerden çok farklıdır. Ben bu
Kerem ile Aslı hikâyesi "destani vasıflarını kaybetmiş, makaleme zeyil olarak yalnız, tamamen yeni olan ilk
masallasmış destanlar" diye tarif ettiğimiz (bakınız: on dört şiiri neşrediyorum; ötekilerin neşrini ise başka
Pertev Naili, Köroğlu Destanı, S. 4‐6) halk bir fırsata bırakıyorum.
hikâyelerimizin belki en güzel ve en orijinalidir, Biz bu
hikâyeyi, Aşık Garip, Aşık Kurbanı, Karacaoğlan. Kerem'in şiirlerinin toplanıp neşredilmesi hem bir halk
Emrah gibi halk şairlerinin etrafında teşekkül etmiş şairinin eserlerini toplamak itibarıyla, hem de bir halk
hikâyeler nevinden addediyoruz ve bu itibarla Kerem hikâyesinin mevzu ve varıyantlarının tesbiti itibarıyla
Dede veya Âşık Kerem isminde bir şairin yaşamış mühimdir. Meselâ Azerbaycan halk şiirlerini toplayan
olmasını çok kuvvetle tahmin ediyoruz. Bu şairin Selman Mümtaz'ın kitabındaki beş şiirden (İl şairleri,
bugün elimize geçen şiirleri, bütün tahrif ve tagyirlere 1, s. 249‐251, 378‐379) biri (s. 250: "Müşkil işe
rağmen aslî bir güzellik muhafaza ediyorlar. Diyebiliriz düşende çağıram seni, Yetiş imdadıma ya İsa menim"
ki, hikâyeye de bu orijinal şeklini veren âmil, ona şiiri) bazı yerlerde Kerem'in Aslı Han uğruna
ismini veren müslüman dinini terkedip Ermeni olduğu rivayetlerini
veriyor. Her ne kadar bizim burada neşrettiğimiz
şiirlerde mevzua ait buna be
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 62
zer bir kazanç elde edilmiyorsa da, başka cönklerde zel Aslı cananım" Sen urdun cismim yaralandı gel" ve
mecmualarda matbu Kerem nushalarında olmayan ve s. 79‐82, "Bir sualim vardır haber ver bana" Sen de bu
hikâyenin mevzuu ile alâkadar olan daha bir çok dünyada varmıydın kafa" şiirleri ile Pir Sultan Abdal, s.
şiirlerin mevcut bulunması çok muhtemeldir. 42, "Gam elinden benim zülfü siyahım" Peykân değdi
sînem yaralandı gel" ve aynı eser, s. 25 ‐ 26, "Hazreti
Kerem ile Aslı hikâyesinin halk edebiyatındaki tesiri Ali gazadan gelirken Mezarlıkta gördü bir kuru kafa"
oldukça büyük olmuştur, Hikâyenin geniş bir sahaya şiirlerini; Kerem, s. 70, "Aslım gitti yaylalara dayandı.
yayılmış olması bunu gösterir. Anadolu'da Kerem'e ve Benim hurda kalışıma ne dersin" şiiri ile "Köroğlu
Aslı'ya izafe edilen birçok yerlerin bulunması Destanı B , s. 209, "Keşke gelmeseydim Çin'in eline.
muhtemeldir. Eski mahalle kahvelerini tasvir eden Bir oğlumun ölüşüne ne dersin" şiirini mukayese
Mahmet Âkif (Safahat, birinci kitap, s. 148) Kerem'in ediniz.
"of" deyip yanmasını gösteren halk resimlerinden
bahsediyor kî bugün bu resimleri göremiyoruz. Birçok Diğer taraftan Kızılbaş ananelerinde Hazreti Ali'ye
halk şiirlerinde Kerem'e ve Aslı'ya telmih vardır: isnat edilen bir vaka, Ali'nin bir kuru kafa ile
Kurbanı (Selman Mümtaz, İl şairleri, II, s. ]131) Dertli muhaveresi (Sadettin Nüzhet, Pir Sultan Abdal, s. 25‐
Mehmet (aynı eser, I. s, 67), Âşık Tahir (Sadettin 26). Kerem hikâyesinde Aşık Kerem'e isnat
Nüzhet, Halk Şairleri, 1'inci kitap. s. 67) gibi. Halk edilmektedir. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Pir
arasında, menşei karanlık ve mânası müphem olan şu Sultan Abdal'ın bu vakayı hikâye eden şiiri Kerem
"Kerem'in arpa tarlası gibi yanmak" tabiri hikâyesinde hemen hemen aynen mevcuttur (Kerem,
kullanılmaktadır. İhtimal bu, Kerem hikâyesinin s. 79 82); bu tedahül, hikâyemizin mahiyetini bir
elimizdeki rivayetlerinde mevcut olmayan herhangi cihetten tenvir etmek, yani hikâyedeki Kızılbaş
bir vakaya telmihtir. an'anelerinin tesirini göstermek itibarıyla çok
mühimdir. Hikâyenin mevzuunu ve motiflerinin tahlili,
Kerem ile Aslı hikâyesi dahilî tahlili ile de mühim islâmî tasavvufi klâsik ve halk edebiyatı eserleriyle
neticeler verecek mahiyettedir. Bu hikâyeyi biz, bütün mukayesesi, bu tahminleri kuvvetlendireceğinden
diğer bu neviden halk hikâyeleri gibi bazı motifleri şüphe etmemelidir.
eski olsa bile halk şiirinin bir tarafları tasavvufî ve
klâsik edebiyatın, diğer tarafları kızılbaş ve bektaşı 15. IX. 1982
an'anelerinin tesiri altında kalmaya başladığı PERTEV NAİLİ
devirlerde. XVII'nci asırdan sonra teşekkül etmiş 1
addediyoruz. Kerem hikâyesi için, XVII'nci asrı kabul
etmek mümkündür. Kerem'in şiirleriyle Köroğlu Turnam ne diyardan gelip, geçersin
destanının, Karacaoğlan'ın, Pir Sultan Abdal'ın bazı Bir haber sorayım durun turnalar
şiirleri arasındaki bariz benzeyişler bu tahmini Benim Han Aslımdan haberdar misin
kuvvetlendiriyor (Kerem, s. 37, " Seyreyledim Bana bir teselli verin turnalar
Gürcistan'ın ilini İlleri var bizim ile benzemez" ile
Köroğlu Destanı, s. 198, "İndim geldim Cirid Aşfar İline Kâküller perişan telleri uğru
İlleri var bizim ile benzemez" şiirini, ve Sadettin Dayanmaz çevrine âşıkın bağrı
Nüzhet, Karacaoğlan.s. 34 "İndîm seyran ettim Azmedip gidersen Bağdada doğru
Firengistan'ı illeri var bizim ile benzemez" şiirini; Çöller salasını sürün turnalar
Kerem s. 78, "Güzellerden gü‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 63
Kılavuzun yanlış yola girerse Kerem eder hilâf var mı sözümde
Şahin tutup tellerini yolarsa Hak nazar kıldı elâ gözünde
Alayların bölük bölük bölerse Kimi gerdanında kimi yüzünde
Ayrılık nic'olur görün turnalar Saçmadır benlerin sıra değildir
Kerem der ki bu sözümü fevtetmeng 4
Vakitli vakitsiz yollara gitmeng
Avcılar duymasın çağrışıp ötmeng Medet medet âlemleri yaradan
Ayrılıktır yakın menzil turnalar Başa bir hal geldi çıkıp giderim
Felek tabancasın çaktı sineme
2 Unudamam belim büküp giderim
İki turnam gelir aklı karalı Henüz şimdi çıkar oldum sılamdan
Avcı vurmuş kanatları yaralı Eşim dostum unutmasın duadan
Seni vuran avcıların nereli Yavru şahin uçurmuşum yuvadan
Yare bizden selâm edin turnalar Avcılar elinden bakıp giderim
İnme turnam inme hava kış olur ***
İnecek yerlerin donar taş olur
Cihan böyle kalmaz bir gün boş olur Aşabilsem şu balkanın ardından
Yare bizden selâm edin turnalar Yıkılaydım vatanımdan yurdumdan
Yedi yıldır Han Aslımın derdinden
İki turnam kanadı yeşil gelir [1] Uğradığım şehri yakıp giderim
Nola ak kolların boynumdan aşır
Sağ olan baş elbet bir gün hoş olur Kerem eder ecelimde düşümde
Yare bizden selam edin turnalar Değirmenler döner çeşmim yaşında
Coşkun sular gibi dağlar başında
Turnam ne yatırsın Çukur Ovada Çağlayıp çağlayıp akıp giderim
Şimdi yavruların çağrışırlar yuvada
Kendim gurbet elde gönül sılada 5
Yare bizden selâm edin turnalar
Behey elâ gözlü dilber
3 Hângi bağın gülüsün sen
Seher vaktında uyanır
Şunda bir dili ere gönül düşürdüm Âşıkın bülbülüsün sen
Alamam gönlümü çare değildir.
Yandı yüreciğim hun oldu bağrım İnce belin sıkmış kemer
Yara onulacak yara değildir Yüzüne de düşmüş kamer
Aşıkların senden umar
Selâm olsun benden o nevcivana Bugün beyler beyisin sen
Alsın kullarını gelsin divana
Bunda ta'nederler güzel olana Hümasın yüksek uçarsın
Sanırsın ezelden âdet değildir Bir bakar gönlüm açarsın
Ben severim sen kaçarsın
Telli turna gibi boyun uzaldır Aklın yoktur delisin sen
Tavus kuşı gîbi zülfün düzeldir
Öpeyim dedikçe gerdan uzadır Severim hakîki yâri
Yavaştır sevdiğim göre değildir Feda kıldım canu teni
____________________ Kerem derki Aslı Hanı
[1] "İki turnam gelir kanadı yeşil" olacak. Cihanın sultanısın sen
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 64
6 Kaşların yay mıdır kirpiğin ok mu
Bir kez ben de sana sarılsam çok mu
Gör ki felek bize neler işledi Hey zalim göğsünde imanın yok mu
Attı tondan tona (?) barelerimiz (?) Sana lâzım değil benden ziyade
Bir kimse bulmadım derdim söyleyim
Gel tabip incitme yarelerimiz Gel ver muradımı ben de bileyim
Çok ağlattın bugün ben de güleyim
Bir haber almadım çeşmi eladan İstersen canım sana kurban olayım
Asla kurtulmadım derdü belâdan Hünerim yok sana bundan ziyade
Beklerim bir haber gelmez sıladan
Dağlar perde çekmiş aralarımız Hercaisin gonca gölün kokulmaz
Cevredersin nice hatır yıkılmaz
Ben bîhudum bir dün benî bürümüş Kerem der ki mah yüzüne bakılmaz
Aradım derdime derman yoğumuş İnsanı yakarsın günden ziyade
Derdü mihnet için ninem doğurmuş
Keşke taş doğuraydı analarımız 9
Ben Kerem'im elbet yarim beklerim Eski sevdiğimden vaz geldim ise
Korkarım ki gurbet elde kalırım Şimdiki sevdiğim andan ziyade
İflah olmam ben bu dertten ölürüm Bilmem hurimisin gökten mi indin
Han Aslı'm giyinsin karalarımız Ben melek görmedim senden ziyade
7 Ben seni severim sakın darılma
Gece gündüz annacımdan ayrılma
Gönül geçmez senden ey yüzü malum Emek sarfeyleyip boşa yorulma
Ölünce severim seni bilmiş ol Yoktur seni sever benden ziyade
Hakkın emri ile Azrail canım
Alınca severim seni bilmiş ol ***
Rahmet kapısına tutmuşum yüzüm Söyle canan ben günahım bileyim
Hak için söylerim ben her bir sözüm Hançer alıp dertli sinem deleyim
Senki musallada halk da namazım Gene kabul eyle kulun olayım
Kılınca severim seni bilmiş ol Yoktur armağanım candan ziyade
Cemâlin görünce aklım oldu çak Kerem dedem eder sözüm haktır
Hûb yaratmış seni ol zâtı pak Sözümün içinde hilafını yoktur
Mezarını içinde gözlerime hâk Sineme urduğun temrenli oktu
Dolunca severim seni bilmiş ol Dahi ne eylersin bundan ziyade [1]
Kerem der seyrettim halkı cihanı 10
Kişi sevdiğine bulur bahani
Yevmi mahşerde Hakkın divanı Şakı bülbül şakı bahar erişti
Olunca severim seni bilmiş ol Şakıyıp ötmenin zamanı geldi
Kırmızı gül budağına erişti
8 Koparıp kokmanın zamanı geldi
____________________
Ne kaçarsın benden ey yüzü mahım [1] 8 numaralı koşma ile aynı redifle olan bu koşma,
Seni sever var mı benden ziyade Mudurnulu arkadaşım Hayreddin beyin istinsah ettiği bir
Ruzu şeb durmayıp alırsın ahım cönkten alınmıştır.
Aşıkın ağlatma bundan ziyade
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 65
Benim sevdiceğim gelir naz ile Kerem der ki beni yakıp yandırma
Bağrımı deliyor sitem söz ile Gonca gülüm yâd ellere derdirme
Kırmızı bade çifte saz ile Ben ölende Ezraili gönderme
Çağırıp içmenin zamanı geldi Yolla yân canım ala Yarabbi
Benim sevdiceğim ince bellidir 13
Gamzesinde siyah çifte benlidir
İçinde aşkı olan bellidir Her kim âşıkına cefa ederse
Âşık aşk kılmanın zamanı geldi İşini gücünü zar et Yarabbi
Eller ile zevk u safa ederse
Öksüz kerem bunu böyle söyledi Cihanı başına dar et Yarabbî
İndi aşkın deryasını boyladı
Bir efendim bizi aptal eyledi Şaşırmasın tedbirini virdini
Sarılıp yatmanın zamanı geldi Hak artırsın yüreğinde derdini
Dilerim ki vatanını yurdunu
11 Olsun viran tarumar et Yarabbi
Bugün seyre çıkmış gördüm bir cıvan Getirmesin Hak yerine yakasın
Yanağına takmış gül gül üstüne Ben ne dedim hatırcığım yıkasın
Benefşe sümbüllü bahçeye girmiş Dilerim ki kapılardan bakasın
Lâleye kondurmuş sümbül üstüne İşini gücünü zar et Yarabbi
Bir kerre görünce oldum divane Eğer mahbup benim kadrim bilirse
Ol hilâl kaşları benzer kemana Çekerim cevrini her ne olursa
Taramış kâhkülün dökmüş her yana Doğrulup da benden yana olursa
Dağılmış gerdana tel tel üstüne Dilerim anı belhudar et Yarabbi
Zatı bir melektir değildir erden 14
Ol beyaz gerdanı seçilmez benden
Uğruna geçmişim can ile serden Ne talihsiz kulum dünya yüzünde
Yaşım döküldü sel sel üstüne Hâlime rahmetmez dağlar yarabbi
Acep ne günahım vardır özümde
Kerem eder sözüm eyledim beyan Eridi yürekte yağlar Yarabbi
Hun ile göz yaşım eyledi revan
Bazı meclislerde ederler devran Bir acep sevdaya düşürdüm seri
Âşıklar söyleşsin gül üstüne ....................... dönmüyor geri
Ol mahbuba gönül verenden beri
12 Bu didemin seli çağlar Yarabbi
Kadir mevlâm senden budur dileğim Kimi konar kimi göçer bu yurdu
Nazlı yâri bana bildir yarabbi Ehl i kâmilin Hudadır virdi
Her kimi sevdimse yâd olur bende Bu dâr ı‐fenâda çektiğim derdi
Ne günahkâr kulun oldum yarabbi Verirsen götürmez dağlar Yarabbi
Ben de elim çektim dünya malından Merd olanın hilâf olmaz sözünde
Âşık uyumazmış aşkın nârından Murad (?) olan seli çağlar gözünde
Bir yiğidi ayırsalar yârinden Kerem kulun gibi dünya yüzünde
Onun halı nice olur yarabbi Acep dahi var mı ağlar Yarabbi.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 66
Bulunmuş Parçalar
‐ Genç Osman ve Köroğlu'ya Ait ‐
I — "Atsız" mecmuanın on dördüncü sayısında türkünün okuyabildiğimiz şeklîni arzediyoruz:
"Yazmalar arasında edebî parçalar" unvanıyla neşrine
başladığımız yazı silsilesinin birincisinde "Samsun Gazi Yârab sen ........... merdler
Kütüphanesi" yazmalarından "Aziz Mahmut Hudî" nin Issız qoma qoc yiğitdi ......
"Necat ül garîk" atlı Türkçe manzum risalesiyle sarftan Ürküb ürküb gelir şahin .....
"Merah" isimli Arapça bir eseri muhtevi bulunan cilt Ardı sıra ... gibi gene Osman
(Nu. 48) içinde "Genç Osman"ın şayanı dikkat bir
türküsünü bulduğumuzu ve bunu, bu sütunlarda, Axşam oldı qaraqollar yürürken
neşredeceğimizi yazmıştık. Binaenaleyh, şu küçük Qara quşun yağmur gibi yağarken
makale ile o vaadi yerine getirmek istiyoruz. Ol yıxılası Bağdadı dÖgerken
.... şehidlere serdâr oldı gene Osman
Şimdiye kadar neşredilenlerden az çok farklı bulunan
bu metni ortaya koyarken bu hususta herhangi bir Eyerlemiş qır atını(n) iğesin
izahattan ziyade karilerin Köprülüzade M . Fuat Bey'in Al eyledi yarenleri(n) hebisin
(Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman hikâyesi — Bir çum'a gününde Bağdad qapısın
Türkiyat Enstitüsü neşriyatından, İstanbul 1930) Xüdânın emriyle acdı gene Osman
unvanlı eseriyle, yine Fuat Bey'in "Atsız"ın onuncu
sayısında intişar eden (Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç ........... tütün gibi tüterdi
Osman hikâ‐yesi hakkında yeni vesikalar) serlevhalı Qara Ahmed mahir mızrag atardı
makalelerine müracaat ederek oradaki metinlerle İmdâd istedi ele girmedi
ortaya koyduğumuz bu metni tetkik ve mukabele Şehidlik diler .... dönmedi
etmelerini kaydetmek‐le iktifa edeceğiz. Baxdı gördi fırsat ele girmedi
Dal qılıc oldı gitdi gene Osman
Bizim burada, yalnız işaret etmek istediğimiz bir nokta
vardır ki o da — mezkûr cilt arasında mahfuz bulunan Arxasın vermişdi bir dağ ...
— bu mühim met‐nin çok ena bîr yazı ve o nispette Askerîn salmışdı sağ sola
bozuk bir imlâ ile yazılı bulunmuş olmasıdır. Bu itibar‐ Ey Sultan Mıırad senden imdâd ola
la, bazı erlerini dürüst okuyup bir mana çıkarabilmek .....durub tenha qı!dı gene 'Osman.
cidden güçtür. Cönkler arasında bir hayli çalışmış
olmamıza rağmen, bu metni bir türlü tam olarak II ‐ Vaktiyle Sinop türkü ve manilerini toplarken bize
okumaya muvaffak olamadık, Hattâ bir aralık kıymetli yardımlarda bulunmuş olan bir hanım kızın
neşrinden bile vazgeçmek istedikse de gerek delâletiyle tetkik ettiğimiz bir cönkte "Köroğlu
vaadetmiş bulunduğumuz ve gerek metnin diğerlerine türküsü" namı altında bir parçaya tesadüf etmiş ve bir
nazaran dikkate şayan bazı farkları ihtiva etmesi suretini almıştık. İşe yarar bir parça olmak ihtimalini
dolayısıyla bunu şimdiki şekliyle de olsun ortaya düşündüğümüz bu türküyü de bu Sahada bilhassa
koymamızın yine bir fayda temin edeceğini düşünerek uğraşmış olan Pertev Naili Bey kardeşimizin nazarı
neşrin‐den endimizi alamadık. Binaenaleyh mezkûr dikkatine koyuyoruz:
Bu gün benin bir keyfim var
Ayvaz mey doldır mey doldır
Arada bir işretim var
Güzel mey doldır mey doldır
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 67
Seni Üsküdardan aldım yerek sizin hakkınızdaki büyük bir hüsnü niyet
Serimi sevdaya saldım göstermeseydi, Atsız’ın bu sayısında sizin aleyhinizde
Çamlı bele yaqın qaldım mühim bir vesika olacak Rusça bazı mektuplarınızın
Ayvaz mey doldır mey doldır klişesini basacaktık. Fakat sizin bir çok hücumlarda
bulunduğunuz ve küfür ettiğiniz Abdülkadir bey yine
Qır ata bindim bahs ile bir yiğitlik göstererek bu mektupların klişelerinin
Seni sevdim heves ile alınmasına müsaade etmedi. Her ne ise bunu geçelim
Altun yaldızlı tas ile ve gelelim
Ayvaz mey doldır mey doldır.
"Sart" meselesine:
M. SAKİR
Ben Atsız Mecmuanın 12. sayısında "Sart" kelimesini
kullandım. Fakat sizin yaygara ile etrafa yaymak
istediğiniz gibi Türkistan halkları arasında ayrılık
Çokayoğlu Mustafa Bey'e Son Cevap sokmak kaygısıyla değil... O yazımda ben "Türk ırkının
Efendim, istikbalini kuracak ve koruyacak olanlar Türkistan’ın
Sart’ı ile Türkiye’nin şehirlileri değil, Türkistan’ın
"Yaş Türkistan" mecmuasında çıkan yazılarınızı göçebeleriyle Türkiye’nin köylüleridir" demiştim. Bu
dikkatle okudum. "Atsız Mecmua" da K.A. imzasıyla fikrim bugün eskisinden daha ziyade kuvvetlenmiştir.
çıkan yazı dolayısıyla ve kullandığımız "Sart" kelimesi Siz benim bu fikrimi siyasî bir körlük sayabilirsiniz.
münasebetiyle yazdıklarınıza Atsız’ın bu sonuncu Nitekim ben de sizin hakkınızda aynı şeyleri
sayısında cevap vermeyi kendime millî borç bildiğim düşünüyorum. Kimin doğru düşündüğünü zaman
için bu satırları yazıyorum: K.A. imzası sizin sandığınız gösterecektir.
gibi Başkurdistanlı Abdülkadir Bey’e değil, bana, yani
pek yakında "Sabık" sıfatını takınacak olan Türkiyat Mustafa bey! Ben size her şeyden evvel şunu
Enstitüsü Asistanlarından Türkiyeli H. Nihâl'e aittir. söylemek isterim ki Türkistan’ın istiklâli Paris’te rahat
Asıl adım yerine niçin K.A. im‐zasını attığımı geçen rahat oturarak Yaş Türkistan’a yazı yazmakla alınmaz,
sayıda başka birisine verdiğim cevapta anlattığım için istiklâl için Türkistan dağlarında yıllarca çarpışmak,
bu sefer yeniden izaha girişmiyorum. Sizin verdiğiniz ölmek lâzımdır. Ölümü göze alamayanların istiklâlden
cevaplar büyük bir telâş ve asabiyetle yazıldığı için bahsetmesi denizdeki balığı pazarlık etmeğe benzer.
oradaki mugalâtalarınıza da cevap vermeyeceğim. Türkistan’da istiklâl için çarpışanlar ve hâlâ da
Çünkü Abdülkadir beyin bana gösterdiği, sizin el çarpışmakta olanlar Sartlar değil hakikî Türkler’dir.
yazınızla yazılı cümleleri inkâr edecek kadar Zeki Velidî Bey’in kitabından her türlü Türklerin ahlâkı
küçüldükten sonra sizinle uzun boylu münakaşayı hakkında az çok bir fikir edinmek kabil olmakla
faydasız buluyorum. beraber ben burada Sart’ı da, Türkmen’i de, Özbek’i
de, Başkurt’u da, Kazak’ı da,
Eğer Abdülkadir Bey sizin hakkınızda "Ne de olsa
Türkistan için bağırıp çağıran bir adamdır. Ona ölüm
darbesi vurmamalı" di‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 68
Tarançı ve Kaşgarlı’yı da gördüm ve hepsi hakkında Türkiye’nin su katılmamış çobanları, yarı göçebe
fikir edindim. Sart, tarihî bakımından Hintli ve Acemle köylüleri, Türkistan’ın Özbekleri, Kazakları,
karışık etnik bir Türk zümresidir. Fakat bana göre Sart Türkmenleri, Kırgızları, Başkurtları dururken ve Türk
Türkistan'ın millî menfaatlerine engel olan mütereddi tarihini bunlar yapmışken ileriki Türkistan’ın başına
bir zümredir. Her yerde olduğu gibi Şartlar arasında harp etmesini bilmeyen korkak Sartlar geçemez.
da kahraman ve iyi insanlar olabilir. Fakat bu, Şart Sartlar ancak Yahudiler üzerinde hâkim olabilir.
denilen zümrenin Türkistan’ın bünyesinde bir çıban
olmasına mani olamaz. Onun için bu çıban Ben sizin anladığınız gibi, Türkistan istiklâline düşman
deşilmedikçe yaranın iyi olmasına ihtimal yoktur değilim. Böyle olmama imkân da yoktur. Fakat ben
diyorum. ayrı bir Türkistan’a, ayrı bir Azerbaycan’a, ayrı bir
Kırım’a muarızım. Kanaatimce Türk milleti 30‐40 yıla
İstanbul’a vaktiyle Türkistanlı diye gelen Sart kadar ya Garbı Trakya’dan Yakutistan’a kadar
talebelerin de pek çoğunu tanırım. Bunlar zeki birleşecek, yahut da yeryüzünden kalkacaktır.
değildir, çalışkan değildir. Üstelik korkak ve Yeryüzünde yüz milyonluk milletler meydana gelirken
seciyesizdir de. Bu Sartlar’dan Yüksek Muallim arasında birçok da yabancı unsurlar olan 14 milyonluk
mektebinde okuyan birisi "Türk milleti yoktur. Türk Türkiye, 13 milyonluk Türkistan hele üç milyonluk
milletleri vardır. Ben Türk değil Özbek’in" derdi. Azerbaycan ve 300 binlik Kırım tek başına yaşayamaz.
Edebiyat zümresinde talebe olan bir diğeri de Ayrı istiklâl, ayrı idare, muhtariyet, federasyon.,
Azerbaycanlı, Başkurdistanlı ve şair Türkler’in de bunlar hep lâftır. Bir büyük Türk ili vardır. Bu il daima
bulunduğu bir mecliste "Türkiye gibi müstakil bir tek merkezden idare olunacaktır. Münakaşa
olmaktansa Rus esaretinde kalmayı tercih ederim" olunacak mesele federasyon mu, ittihat mı meselesi
demek alçaklığında bulundu. Bu sözler üzerine de değil ancak "merkez Anadolu’da mı, Yedisuda mı"
kendisine yaptığım en şiddetli hakaretlere karşı meselesi olabilir.
sustu... Sart budur. Onda ne millî haysiyetine şahsî
gurur vardır. Mustafa bey! Şimdilik ne söylesek aramızdaki
meseleleri halledemeyeceğiz. Müşterek
İşte sizin Türkistan gençliği dediğiniz ve bel düşmanlarımızı yok ettikten sonra sizinle kendi
bağladığınız gençlik! Halbuki Türkistan’ın dağlarında, aramızdaki kozu elbette paylaşırız. Fakat size şu kadar
Bozkırlarında Basmacı Özbeklerle eşkıya Türkmenler söylemekten de kendimi alamayacağım ki benim
hâlâ çarpışıyor. kimseden milliyetperverlik ve Türklük dersi almağa
ihtiyacım yoktur.
Çokayoğlu Mustafa Bey! Türkiye’nin şehirlisi ve
Türkistan’ın Sart’ı birer mütereddi unsurdur. H. NİHÂL
Türklüğün istikbalini bunlara yükletemeyiz.
Türk olduğuna pişman olduğunu söyleyen muallim namzedine
SANA DÜŞEN GÖREV!..
On dört miiyon nüfusun içinde on dört bin meş'alesi celeri feragatinin yastığında mefkuresinin mesut
ile karanlıkta kalanlara ışık vermek için didinen, hülyalar île avunan, azim ve iman kafilesine nasıl oldu
çırpman; gündüzleri vazifesinin başında neş'e ile, ge‐ da hakikî hüviyetini göstermeden seciyenin çirkef
rengini
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 69
belli etmeden girebildin, şaşıyorum!.. Şunu iyi bilmelisiniz ki; tarihten daha eski zamanlarda
Orta Asya'da yaşayan senin asil neslindi.
"Atsız"ın başmakalesinde; "insanın Türk olduğuma
pişmanım diyen bir muallim namzedini gördüğü veya Şunu iyi bil ki; senin milletin, senin neslin tarih içinde
işittiği zaman.... " diyen satırlarını okuduğum zaman teşekkül eden derme çatma ırkların halitası piç bir
derhal gözümün önüne Amerikan mekteplerinin, varlık değil.. İhtiyar tarih bile karanlıklara gömülen asîl
süslü, cilâlı kiliselerinde, solgun ve titrek ışıklı bir mum varlığının heybeti karşısında; küçük bir çocuk
ziyasının aydınlattığı o sarı salanda, Meryem'in, safvetiyle boyun eğmektedir.
Mesihin tasvirleri önünde tanassur için diz çöktürülen,
zayıf iradeli melez çocuklar geldi.. Ve sende de onların Tarihin, ihtiyar sinesinin kaydetmediği karanlıklara,
çirkefleşmiş ruhlarının taaffününe rast geldim. Bu kendinden geçerek, bütün ruhunu, kalbini oraya
zaman da, senin gibi tarihini, tarihî mefahirini verirsen; neslinin o karanlıklarda; ellerinde lâv saçan
bilmeden, mazisini çürük bir yumurta gibi kokmuş meşalelerde, kılıç şakırtılarını, kahramanlık türkülerini
telâkki eden ve hatta onu inkâra yeltenen, garba, işiteceksin!..
garplı olmaya hasret çeken zavallılara rast geliyoruz.
Onlar ki; bulundukları muhitin kozmopolit havasını Meclubu olduğun başka milletlerin destanlarını
Türklük'leriyle ihlâl ederlermiş gibi, mîlletlerini, karıştırırsan onların; terennümlerinde; dedelerinin
milliyetlerini saklayarak, manikürlü tırnaklar ile, maceralarından izler göreceksin.. Yavaş yavaş
yolunmuş kaşlarile, favorilerde ve ala duglas ince sersemleyen kafanın biraz olsun bilgisi varsa,
bıyıklarıyla kendilerine garplı süsü veriyorlar.. taşıdığına pişman olduğun Türk kanının rengine
benzeyen o füsünkâr bayrağının, hiç bir kavgada
Onlar ki öz dillerini, temiz ahengine yüzlerce ecnebi eğilmeyen vekarını düşün.. Düşün ki, tarihte Alp
kelimeyi bir hamlede sokmaktan muzaffer bir Arslan'ların, Kılıç Arslan'ları, Yavuzla'rın, Fatihlerin
kumandan gururu duyuyorlar. var..
Garbın; derin, derin içinizi çekerek hasretini Düşün ki; onların kazandıkları zaferlerin ve bayrağın
duyduğunuz, buğulu şampanya kadehlerine, rengine var... Düşün ki edebiyatında, melali, ıstırabı dehasının
cilasına, kadınına ve sinema perdelerinde seyrettiğiniz alevinde kendisine sedası hazin bir saz yapan
çılgın ve kaygusuz hayatına dönebilirsiniz.. Fuzulîlerin; neşeyi, şiirinde terennüm eden
Nedimlerin; vekarla rintliği beraber yürüten Bakîlerin;
Ah! Ne yazık ki; artık onlarda milletini, milliyetini inkâr hararetli kelimelerle köpürmüş bir nehir gibi uğultulu
eden kozmopolitlerden hakikî bîr seciye bir ahenkle ruhlara haykıran Nef'îlerin var.. Nurlu bir
beklememektedir. Kırılan ve kırılmakta olan bozuk varlık gibi gözleri kamaştıran Hâmitlerin var.. Düşün
seciyenizin mahsulü olan bu heves ve arzularınızı ve tan..
kendinize siper yaptınız.. Sizin bu herzelerinizi işiten
kafaların yumrukları ve düşünceleri uçu‐rumlaşıyor, Utan ki; dedelerinin yarattıkları binlerce san'at
Susun ve savulun!.. eserleri; şampanyasına hayran olduğun garbın
gözlerini kamaştırmaktadır. Ve bugün sana, geniş bir
Türk olduğuna pişman olduğunu söyleyen muallim hürriyet havası içinde böyle herzeler yumurtlamana
namzedi!.. müsaade eden Türk Vatanı ve Türk Milletidir.
Türklüğünü bulunduğu kozmopolit muhitte saklayan Fakat artık; sen ve seninle birlikte Türklüğü bir leke
ruhsuz efendi.. telâkki eden, mazisini inkâra yeltenen, kadın ruhlu
züppeler iyi bilmelidirler ki: artık Türk genç‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 70
leri dikenlerin daha biraz fazla uzamasına zaman rının arasında mesut cıvıltılarla koşan yavruların
bırakmayacaklardır... Kan kusan ağızlarınızın irinlerini, arasında gezemeyecek kadar zavallısın. Ve artık sen
yetişen saf ve masum yavrulara dökmeden, kendi bîr muallimin dar bütçesinin hudutları içinde feragatle
midenize kendi kanınıza gönderin.. Kangren olan çalışacak kadar azimkar ve feragatkâr olamazsın.. Ve
hastalığınızı kimseye bulaştırmadan geberin!.. artık sen şehirde, köyde, kazada bitmek tükenmek
bilmeyen feragatiyle o asîl tevekküliyle, gözlerinde
Ey münkirler! ve ey muallim namzedi! Sizi bu azîm yanan mefkure ışığıyla, imanıyla, asîl vekarıyla çalışan
varlık, bir safra gibi atacaktır. Korkun ve titreyin! on dört bin fertten mürekkep irfan ordusunun safları
arasında bulunamazsın..
Ey muallim namzedi; artık, basık tavanlı tek pencereli
köy mekteplerine bir mezbele diyecek kadar Riyakâr bir libas içinde, bir yılan ruhu ile aramızda
küçülmüş, kulakları küpeli, saçları örgülü, mini mini icrayı mel'anet etmene müsaade edecek kadar gafil
köy kızlarına ve köy yavrularına birer serseri diyecek, değiliz.. Türk olduğuna pişman olduğunu söyleyecek
kadar çürümüş bir seciyesin!.. Ve artık o tek pencereli kadar serbest tavırlı zehir dolusu kafanla sana düşen
kulübede feragatle çalışacak ve mefkûresile yarına, o vazife aramızdan çekilmektir.. Yoksa ruhunu bir
yavrulardan kahraman, ve birer deha yetiştirecek mefkurenin mesut bestesine uyduran bu ordunun;
kadar mefkûreci ve metin bir muallim olamazsın.. Ve ayakları altında ezilirsin..
artık sen köy kahvelerinde göz bebeklerinde
samimiyet ve muhabbet ışıkları titreşen ve etrafını İstimdat için feryat eden sesin, bize bir terane gibi
senden feyiz ve nur almak için saran Türk köylüsüyle gelir... Bırak omuzlarında taşıdığın o mukaddes
konuşamayacak kadar mütereddi bir varlıksın. Artık vazifeyi!.. Onu başka bir arkadaş yüklenir.. Sen kafan
sen, kır papatyala‐ ezilmeden aramızdan çekilmene bak!..
Reşat Oğuz
DARÜLFÜNUNUN KARA, DAHA DOĞRU BİR TABİRLE, YÜZ KIZARTACAK LİSTESİ
Darülfünunun ıslahatının zamanı yaklaştıkça derecesini pek yakından bildiğimiz için bunların
darülfünunun müderrisleri ve muallimleri arasında eserlerinin listesini yapmayı düşündük. Fakat
gittikçe artan telaş ve dedikoduları yakından maalesef bu listeyi bütün darülfünunun fakültelerine
seyretmek, ibretle bakılacak bir levhadır. Memleketin teşmil edemedik. Tıbbiye hocalarının eserleri
ilim ve irfan ordusunun bu başı bozuk erkânı harpleri hakkında malûmat almak için bu müesseseye mensup
yeni yapılacak darülfünunun kadrosunda bir yer bir doktor arkadaşa müracaat ettiğimiz zaman kendi
alabilmek, yahut da arkadaşının ayağını kaydırarak mensup bulunduğu fakültenin cehalet hüccetini kendi
onun yerine geçebilmek için sürekli bir kompas eliyle veremeyeceğini, bununla beraber kendi
halinde bulunuyorlardı. Biz bu heyetin büyük kısmının fakültesinin diğer fakültelerden üstün olduğuna emin
ilminin, daha doğrusu cehaletinin bulunduğunu söyledi.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 71
Hukukçuların eserleri için hukuku bitirmiş üç arkadaşa (3 basım), dört cilt Kanunu Medenî şerhi, İcra Kanunu
müracaat ettik. Birincisi, kendisinden hukuk şerhi (3 basım), eski Ceza kanunu şerhi, hukuk
müderrislerinin eserlerinin listesini istediğimiz zaman, ansiklopedisi, Vatandaşlık kanunu şerhi. Bu
hayretle bakarak "eserleri yok ki listesi olsun" dedi. müderrisin Fransızca makaleleri de Fransız hukuk
"Hiç bir şeyleri de mi yoktur?" diye sorduk. "Bazı mecmualarında neşrolunmaktadır.
öteberileri vardır ama insan onlara eser diyemez"
cevabını verdi. Şu halde kendilerinin nasıl hukuktan Bu listede hukuk müderrisleri tamam olmuyordu.
mezun oldukları ve imtihana hangi kitapları okuyarak Meselâ Muslihiddin Adil Bey’in hangi eserleri
girdikleri hakkındaki sualimize de sadece güldü. olduğunu sorduk. Hukukçu arkadaşlarımız "Alman
Hukuktan mezun olan diğer iki arkadaştan hukuk hayatı irfanı" adındaki eserinden bahsettiler. Bunun
müderrislerinin eserlerini öğrendik. Bu arkadaşlar mevzua temas etmediğini, Köprülüzade Fuat Beyin
dersi sıkıcı, takriri fena olmakla beraber profesör şiirlerini nasıl eserleri arasında saymıyorsak bunu da
denmeye lâyık yegâne hocalarının "hukuk usulü saymayacağımızı söyledik. Hukukçu arkadaşlar bir
muhakemeleri" müderrisi Mustafa Reşit Bey sözümüze karşı, merhum maarif vekili Necati Bey
olduğunu söylediler. Bu müderrisin eserleri istisna zamanında, ders ayları esnasında, bir davanın
edilirse diğerlerinin eseri olarak, talebe tarafından taş avukatlığını yapmak üzere Eskişehir’e giden
basması olarak bastırılan, notlardan başka hemen Muslihiddin Adil Bey’in Necati Bey tarafından: "Bir
hemen bir şeyleri olmadığını ilâve ettiler. müderrise yakışmaz" diye İstanbul’a gönderilmesi
hakkındaki hikâyeyi anlatmakla mukabele ettiler.
Hukuk hocalarının eserleri
Edebiyat hocalarının eserleri
Muammer Raşit B. (Hukuku hususiyeti düvel): Bugün
darülfünunun emini olan bu kıdemli müderrisin Zeki Velidî, Köprülüzade, Ahmet Refik Beyler: Bu
yegâne eseri 16 sayfalık bir hülâsadır. Bir de kendi üçünün eserleri saymakla tükenir gibi olmadığı için
mesuliyeti altında olmaksızın talebesi tarafından burada en mühimlerinin bile zikrine girişemeyeceğiz.
basılmış taş basması notlar. Bunların eserleri muhtelif dillerde çıktığı gibi muhtelif
dillere de tercüme olunmuştur. Eserleri hakkında bir
Mithat B. (Hukuku âmme): Taş basması notlar. fikir vermek için yalnızca şu kadarını söyleyelim ki,
Etem Akif B. (Tıbbı adli): Bir ders kitabı. meselâ Köprülüzade’nin eserleri tartılsa, yüksek tahsil
Etem Akif B. (Tıbbi adlî): Bir ders kitabı. görmediği için baremdeki derecesinin indirilmesi
Ebülülâ B. (Hukuku medeniye): Takrirlerini talebe hakkındaki ilk teklifi yapan İzmirli İsmail Hakkı
bastırmaktadır. Bey’den ağır gelir. Ahmet Refik Bey’in eserleri ise, bu
Samiın B. (Hukuku medeniye): Takrirlerini talebe eserlere kıymet biçmek için darülfünunda içtima
bastırmaktadır. yapan tarih hocalarının boyundan aşkındır.
Hasan Tahsin B. (İlmi mali): Eski yazı ile eski bir kitabı
vardır. Bu listeyi veren hukukçu arkadaşlar bu kitabı Zeki Velidî Beye gelince eski ve yeni bütün Türk
"feci bir kitap‐tır" diye tavsif ettiler. lehçelerinden başka Arapça, Acemce, Rusça ve
Fazıl B. (İktisat): Matbu bir kitabı vardır. Almanca bilen İngilizce ve Fransızca’dan da eser takip
Zühtü B. (Ihsa): Taşbasması notlar. edebilen bu hoca Avrupa ve Amerika’nın her yerinde
Mustafa Reşit B. (Hukuk usulü muhakemeleri: Hukuk
usulü muhakemeleri
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 72
(ilim muhitlerinde) birinci sınıf âlim olarak tanınmıştır. Avram Galanti Efendi: 16 yıllık hocadır. Zeki Velidî ve
Çıkanlardan başka tamamen hazırlanmış olup, çıkmak Ahmet Refik Beyler çıkarıl‐dıktan sonra hiç şüphesiz
için maddî imkân bekleyen en mühim eserleri tarih zümresinin en kıymetli hocası budur. Yahudi
şunlardır: dört ciltlik Türkistan’ın tarihî coğrafyası, olduğu için çok lisan bilir. Fakat diğer lisanları da
Temür ve Temürlüler devri, Yedinci asırda garbî Asya Türkçe kadar biliyorsa zayıf demektir. Makalelerden
vekayii ve Türkler, Türk destanlarının tetkiki, mürekkep bir eserinin adı "Küçük Türk tetebbüler"dir.
Elbîrûnî... Temür oğullarının siyasî tarihine dair Görülüyor ki Galanti efendi Türkçe’yi bilmek
vaktiyle Özbekçe yazılan hülâsa, benimle beraber hususunda "kol düğmeler, kahve fincanlar" diye bağı‐
Türkiyat Enstitüsünün diğer asistanları Kıvameddin, ran Yahudi esnafından farksızdır. Eserlerinin en
Abdülkadir ve Pertev Naili Beyler tarafından Türkiye mühimleri "Üç Sâmî Vâzı Kanun", "Hitit Kanunu",
Türkçe’sine çevrildikten sonra Türk tarih cemiyetine "Hamurabi Kanunu"dur. Bir de Türkiye Yahudilerine
verilmiştir. Yine asistanlar ve talebeler tarafından dair mühim bir eseri vardır. Galanti efendi fırsat
tebyiz edilen Çağatay oğulları tarihi de Zeki Bey düştükçe "Türk" olduğunu öne sürüyorsa da hakikatte
Avrupa’ya gitmeden biraz önce kendisi tarafından kendisi gayri meş'ur bir Yahudi ve Sâmî
vaki olan talep üzeri Riyaseticumhur Başkâtibi Hikmet milliyetperverdir. Türklüğe dair en mühim ve eski
Bey’e verilmiştir. meseleleri Tevrat’la halletmek istemesi de bunun
delilidir.
Hamit Sadi B. : İktisadî coğrafya; İktisadî Türkiye; Beş
kıta coğrafyası; muhtelif makaleler ve duvar haritaları. Fazıl Nazmi Bey: Roma ve Yunan tarihi müderrisi olan
Fazıl Nazmi Bey’in kendisi de hakikî bir yunanlıdır.
Şerif Bey: 16 yıllık hocadır. Eserleri tercümelerdir: Türkçe’yi az bilir ve Atina’dan yeni gelmiş bir Rumun
Edebiyat tarihinde usul; Avrupa edebiyatı muhtasar şivesiyle konuşur. Aynı zamanda Yunanlılığa karşı
tarihi [1], Fransız edebiyatı tarihi. duyduğu hürmet ve rabıtayı ifadeden de çekinmez.
Yunanlı talebe İstanbul’a geldiği gün sevincinden fazla
Ali Ekrem bey: Nazariyatı edebiye; Edebî meslekler; ve heyecana kapılmış ve talebesine "duyduğu sevinç
muhtelif makaleler. ders yapmasına mani olduğu için ders
yapamayacağını" söyleyerek o günü derssiz
Ferit bey: İran edebiyatı tarihi (bu kitap altı Farisî geçirmiştir.
membadan toplanmış malûmatın birbirine
eklenmesinden hasıl olmuştur). ***
Hamit bey: Yegâne eseri lise muallimlerinden Muhsin Yunanlı talebeye Rumca konferans vererek Rumluğa
Beyle müşterek liseler için yazılan "Türkiye tarihi"dir. merbutiyetini gösterdiği gibi Venizelos İstanbul’a
Fakat bu tarihin de asıl Türkiye kısmını Muhsin bey, geldiği zaman da vatandaşlık hislerini ifadeye giden
onun arasına serpiştirilen Avrupa vakayii kısmını da heyetin reisliğinde bulunmuştur. Herşeyi Yunanlılık
Hamit Bey yazmıştır. gözüyle gördüğünden, kız talebesinden birine de bir
____________________ Yunan ilahesinin adını takmıştı.
[1] Şerif Bey, Giritli olmak dolayısıyla vâkıf olduğu
Rumca’dan başka Fransızca’yı bir Fransız kadar bilir. Fazıl Nazmi Bey kendi ifadesine göre çok çalışkandır.
Fakat buna mukabil Türkçe’yi pekiyi bilmediği, bu Bir gün, derse girmeyip de koridorda dolaştığını
kitabın tercümesine koyduğu isimden anlaşılıyor. gördüğü bir kız talebesine: "Kızım! insan daima
çalışmalı. Ben uyurken bile çalışırım" dediğini ben
kendim işittim. Fakat bu günde 24 saatlik
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 73
mesainin verdiği mahsul nedir bilir misiniz? Edebiyat Orhan Sadettin Bey: 3‐4 yıllık müderris muavinidir.
Fakültesi mecmuasında çıkmış iki küçük makale... Almanya’da okumuştur. Karl Furlanderin felsefe
tarihinin bir cildini lisanımıza çevirmiştir. Bu tercüme
Macit bey: 14 yıllık hocadır. Eserleri Avrupa coğrafyası pek muvaffakiyetli bir Türkçe ile çevrilmemiştir. Fakat
(lise için); Umumî coğrafya (İbrahim Hakkı Beyle eserin aslının da ağır olduğunu söylüyorlar.
müşterek) Fakülte mecmuasında muhtelif makaleler.
****
İbrahim Hakkı bey: 10 yıllık hocadır. Eserleri: Tabiî
coğrafya; orta mekteplere mahsus coğrafya serisi, Caferoğlu Ahmet Bey: Türk Lisanı tarihi müderris
muhtelif makaleler ve Mösyö Chaput ile birlikte muavininin en az bildiği şey Türk lisanıdır. Kendisi
hazırlanmış kıymetli risalecikler. çalışkan ise de telâşı ve Türkçe’yi bilmemesi yüzünden
her yaptığı iş yanlış oluyor. Belli başlı eserleri "Ebü
Sekip Bey: 16 yıllık hocadır. Eserlerinin başlıcaları Hayyân lügati", "Tukyu ve Uygurlarda han unvanları"
"terbiye musahabeleri", "terakki fikri", "froydizm"dir. ve "Türk lisanı tarihi notları”dır. Takriben 2500
Muhtelif mecmualarda bir hayli makaleleri çıkmıştır. kelimeden ibaret olan Ebû Hayyan lügatinde, A. Battal
Ribo’nun "hissiyat ruhiyat "mı da, Şerif Bey’in Bey 145 kelimeye yanlış mana verildiğini tespit etmiş
yardımıyla, tercüme etmiştir. Eserleri diğer bazı ve bu tenkit "Azerbaycan Yurt Bilgisi"nde çıkmıştır.
hocalardan çoktur. Fakat bu Sekip Bey’in cahilliğine 2500 kelimeden ibaret bir lügatin 145 kelimesi yanlış
bir mani teşkil etmez. Çünkü Sekip Bey ruhiyat hocası olursa o eser pek feci bir eserdir. "Tukyu ve
olmakla beraber ömründe bir defa dimağın teşrihini Uygurlarda han unvanları" adlı makalesinin başında
yapmamıştır. Dimağı nazarî olarak bilir. Hatta Sekip da fahiş bir tarihî hata var. Caferoğlu Ahmet Bey Gök
Bey derslerinin birinde erkek ve dişi "amip"lerin Türk hükümdarlarının ilki olan "Tumen'i Şimal Türk
"ehdâbı mühtezze"leri vasıtası ile birbirlerini kabileleri müttehidesinin başında olarak "Cücen"lere
cezbettiklerini söyleyerek bir orta mektep karşı isyan etmiş olarak gösteriyor. Hakikatte ise Şimal
talebesinden daha cahil olduğunu ispat etmiştir. Türk kabilelerinin Cücenler’e karşı olan isyanını
Amiplerde erkeklik dişilik olmadığını felsefe tarihi bastıran "Tumen" dir. Tumen'in Cücenler’e isyanı bu
hocası bilmezse ayıp değildir. Fakat ruhiyat müderrisi vakadan sonradır. "Türk lisanı tarihi notları" ise biri
bilmezse bu, ilmî gafların şaheserini teşkil eder. ilim faciasıdır. Bu notlardaki ilmî palavralar saymakla
Bununla beraber Sekip Bey’in kırdığı potlar bu kadar tükenir gibi değildir. Meselâ bu notlarda "İlhanlılar
değildir. "Türkçe yerine başka bir dil kabul etmek", devleti" "Karahanlılar Devleti'nin devamı olarak
"Hıristiyanlık dinine girmek" gibi fikirler de Sekip gösterilmiştir. 13. asırda kurulan İlhanlılar Devletini
Bey’in efkârı felsefiyesi arasında vardır. Her ne kadar 11. asırda siyasî hâkimiyeti biten ve 12. asırda sülâlesi
Sekip Beyin fikirleri arasında eskiden beri "Lâtin ortadan kalkan Karahanlılar'la birleştirmek için
harflerini kabul etmek" gibi memlekete faydalı olanlar insanın kara cahil olması lâzımdır. Kendisinden ders
da varsa da bu Sekip Bey’in memleketten ziyade alan bütün talebe şahittir ki Ahmet Bey her hangi bir
kendisini düşünmesinin neticesidir. Çünkü Sekip eski metni okuyup anlamaktan acizdir. Hele aruzu
Bey’den not alan talebeleri de pekiyi bilirler ki Sekip katiyen bilmez. Türkçe "suna" ile Rusça "sonia" (kadın
Bey’in eski harflerle olan imlâsı bir ilk mektep adı)yı birleştirmek gibi
çocuğundan farksızdır.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 74
yaptığı gülünç iştikakları bir tarafa bırakırsak bile Birinci: Ali Muzaffer Bey
"bilemeyince atmak" düsturu ile bu iş yürümez. İkinci : Fazıl Nazmi
Denilebilir ki Köprülüzade’nin en berbat eseri Üçüncü : Muammer Raşit Bey
Caferoğlu Ahmet Beydir. Bu üç şampiyondan birisinin Edebiyat Fa‐kültesi reisi,
birisinin de darülfünun emini olduğunu gördükten
Reşer Efendi: Arap edebiyatı tarihi müderrisi olan bu sonra darülfünunun nasıl bir "cehelehâne" olduğu
zat bir Alman Yahudisidir. Fakat Ramazanlarda bazen anlaşılmıştır zannederim.
oruç tuttuğuna bakarak kendisinin Müslüman
olduğunu söyleyenler varsa da, bunun Arapça’da Ben bu şampiyonların kalacağı bir darülfü‐nunda
kendisine çok büyük yardımları dokunan Beyazıt yapılacak ıslahatın boşa gideceğine kaniyimm. Bu
kütüphanesi müdürü İsmail Saip Efendinin hocaların yeri olsa olsa akal‐liyet mekteplerinde
teveccühünü kazanmak için yapılmış bir tabiye hocalık olabilir. Onu da başarabilirler mi. Tanrı bilir...
olduğunu temin edenler de vardır. Bu müderrisin
Türkçe eseri yoktur. Çünkü Türkçe’yi Fazıl Nazmi Bey H. NİHÂL
kadar da konuşamıyor. Fakat Almanca neşriyatı
Tanınmamış Halk Şairlerinden
çoktur ve iyidir. Fakat eserlerini yalnız yetmiş nüsha
bastırdığından ve satılığa çıkarmayıp yalnız muayyen Ziğaloğlu Mehmet
kütüphane ve bayilerle mübadele yaptığından bu Yazan: Ali Fethi
eserleri görmek her kula müyesser olmaz. Talebesine Rize'nin Kuraysebe nahiyesinin Haya köyünde
verdiği dersler bir Arap edebiyatı tarihi olmaktan doğmuş, büyümüş Hayalı Ahmet Çavuş ve Mahuralı
ziyade bir "Arap şairleri biyografisi" mahiyetindedir. "Hacı Âmuca» nın verdikleri malûmata göre 1314‐
Reşer Efendinin buradaki bir vazifesi de nadide yazma 1898 de vefat eden şair 55‐60 yaşlanndaymış. Bu
kitapları toplayıp Almanya’ya göndermektir. malûmattan Ziğaloğlu'nun 1254‐1838 senelerinde
Almanca’da "sch" şeklinde üç harfle yazılan "şe" harfi doğduğu anlaşılmaktadır. Çok zeki olan şairi babası
için Türklerin bir tek "ş" harfini kabul etmelerini de köy maktebînde okuttuktan sonra Rize'ye medrese
Türkler’in en büyük muvaffakiyeti saymaktadır. tahsiline de yollamıştır. Arabî, Farisî birçok eser
Ali Muzaffer Bey: 17 yıllık hocadır. Kitap, makale veya okuduğu kadar kitaplarından anlaşıldığı söyleniyor.
makalecik şeklindeki eserlerinin adedi: 000. [2] Bununla beraber şairin takdim ettiğim parçası oldukça
Türkçe söylenmiş bîr yazısıdır.
***
Ziğal Oğlu Mehmet Ef. namını alan şairin ta
Görülüyor ki darülfünunun hocaları arasında Ali gençliğinde türkü, mani ve şiire çok hevesli olduğu
Muzaffer Bey Amerikanvarî bir rekor kırmıştır. Halbuki söyleniyor.
biz öyle zannediyoruz ki bu kürsüye "Zaro Ağa" bile
getirilseydi 17 yılda bir iki eser, hiç olmazsa öteki Ziğal Oğlu tahsilinin sonunda Müderris dahi olup Rize
hocalar gibi bir lise kitabı yazardı. ve Trabzon medreselerinde müderrislik etmiştir.
Şairin deyişleri bir divan halinde toplanmamışla da
Bu neticeye göre şu tasnif kendiliğinden doğuyor: Hayalı Ahmet Çavuş zeki, türkü ve mani meraklısı
____________________ köylülerinin ezberindedir. "Ahir zaman oldu" adlı
[2] "Balkanlarda içtimaî ilimler" diye İngilizce çıkan bir şiirini takdim ettiğim şair Ziğal Oğlu Mehmet Ef.
kitapta kendisine birkaç eser isnat olunuyorsa da aslı hakkında yapacağım daha esaslı ve mühim
yoktur.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 75
tetkikatı, şairin yazılarını Atsız sütunlarına takdim Remzi Kütüphanesi tarafından basılan bu 76 sayfalık
edeceğimi halkiyat meraklısı arkadaşlara kitabın şairi Sarıçalı oğlu Arif Hikmet Beydir. Şiirlerin
vaadediyorum. altındaki tarihlerden şairin, şiire pek de yeni
başlamadığı anlaşılıyor. İyi, güzel, temiz Türkçe ile
"Ziğal Oğlu Mehmet" ten: yazılmış şiirler de yok değil. Fakat bu şair de şairlerin
ezelî derdinden kurtulamamış; kendinden, fazla
— Ahir zaman oldu — bahsediyor.
Gel ey iki gözüm gülme ***
Ki rağbet kalmadı ilme
Bu dünyayı baki bilme Bir cesaret rek'uru: Baha Hulusi Bey tarafından
Zaman ahir zaman oldu. mektepler ve heveskârlar için yazılan bu bir perdelik
komedi de Remzi Kütüphanesi tarafından
Baba oğlun buyuramaz neşrolunmuştur. Fiyatı 15 kuruştur. 39 sayfanın içine
Gece gündüz uyuyamaz toplanan bu hoş piyes mekteplerde temsil
Hiç halini duyuramaz olunabilmek için icap eden bütün Şartları haizdir.
Zaman ahir zaman oldu.
***
Bu dünyada alim çoktur
Tembellerde amel yoktur Maarifimizin mihveri ne olmalıdır:
Zalimlerde zulüm çoktur
Zaman ahır zaman oldu. Bu mühim eser de Remzi Kütüphanesi tarafından
neşredilmiştir. Eser orta kıt'ada 69 sayfadır. Müellifi
Anası kızını öğer muallim Osman Nuri Bey bu kitapta birçok mühim
Evlâdı babaya söğer meselelere temas ediyor. Bize aykırı gelen bir iki
Baba da boynunu eğer nokta istisna edilirse muallim Osman Nuri Bey'in
Zaman ahir zaman oldu. fikirlerine biz de tamamen iştirak ediyoruz. Gönül
Öyle ister ki Osman Nuri Beyin mevzuubahis ettiği
(Haya)lı Ziğal Oğlu Mehmet meseleler, daha büyük bir münevver kütle arasında
Yeni Neşriyat münakaşa olunsun ve iyi, kötü noktalan seçilsin.
Ne derseniz deyin siz: Muharrem Zeki Bey'in şiir Müellifin bahsettiği meselelerden biri olan imlâ
mecmuası olan bu 28 sayfalık kitap Kâinat Kütüphanesi kargaşalığı meselesi belki Dil Kurultayı'ndan sonra
tarafından neşrolunmuştur. kurulacak dil derneği tarafından kat'î olarak
hallolunur. Fakat diğer meseleler de daha az mühim
Güneş ılık bir sudur değildir. Sayfalarımız yetmediği için bu kitaptaki
Onu içmek isterim. fikirleri burada tafsil edemeyeceğiz. Yalnız bütün
Susuzluktan kurtulur münevverlere, bilhassa muallimlere tavsiye etmekle
İçtiğim gün hislerim. iktifa edeceğiz.
gibi temiz bir Türkçe ile yazılan ahenkli satırları az
Bahaullah ve Yeni Devir: Babaîliğin müessisi ile bu
değildir. Hepsi hece vezniyle yazılmış olan bu şiirlerde
mezhep hakkında, mufassal malûmat veren bu kitap
menfur fertçilik yok. Muharrem Zeki Bey, emsali
da Remzi Kütüphanesi tarafından bastırılmıştır.
arasında kuvvetli bir şairdir.
Menekşeler: Bu da bir şiir kitabıdır. Bu son zamanlarda K.A
hayli neşriyat yapan
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 76
KURTULMAMIŞ TÜRKELİ
Türk genci! Yukarki harita taslağına bak. Karaya kadar güç, ne kadar ağır olduğunu sana anlatsın. Daha
boyanmış yerler senin kurtulmamış kardeşlerinin dün denecek kadar yakın olan zamanlarda bir bayrak
yaşadığı yerleri gösteriyor. Yalnız bu kara taslağa altında, bir ordu halinde yaşamış olan ve kanı, dili,
bakmak bile vazifenin ne kadar büyük, ne an'anesi bir olan kardeşlerin "birlik" uranı
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 77
olan "Büyük Türkçülük"e dudak büküp de bütün 6 — Büyük işler ve büyük sermayeler devletin elinde
insanları birleştirmek isteyenlere gül! Ve kurtulmamış olacaktır.
Türkelinden önce yabancıları düşünenleri öz
düşmanın say! Türk genci, sen, damarlarında 7 — İlmin millî gayeleri olacak ve ancak Türklük için
atalarının temiz kanını taşıyorsan mefkûrenin ana çalışan ilimler Türk ilmi olacaktır.
çizgilerini gönlüne yaz, ezberle... Bu kara harita
beynine ve gönlüne kazılsın, bugünkü, yarınki 8 — Serbest doktorluk ve avukatlık kalkacak, bunlar
düşmanlarını iyi belle, uğrunda kanını, canını ancak devlet memuriyeti halini alacaktır.
vereceğin büyük savaşa hazırlan! Senin
damarlarındaki kan irinleşip pıhtılaşarak kuruyacak 9 — Mirasa cemiyette iştirak edecektir.
değildir.
Türk genci! Bu asırda yetmiş diyardan gelen ve yetmiş
*** iki buçuk milletin fikrini taşıyan propagandalar sinsi
bir yılan gibi sana hitap edecektir. Onları
Sen babalarından tevarüs ettiğini büyüklükle, bu bol
bol akmaya alışmış olan temiz kanı, yine yüce dileğin ***
için akıtmakla mükellefsin. Yüce dilek uğurunda hak
yok, vazife vardır, Türk genci! Hatırından çıkarma ki: iyi kolla! Sen eğer sahiden Türk'sen onlara zaten
aldırmayacaksın. Fakat iyi kolla ki dost kim, düşman
1 — Bütün Türkler bir devlet halinde, bir bayrak altına kim öğrenesin. Su uyur düşman uyumaz. Yüzüne en
toplanacaklardır. çok gülenden de, dostluğunu yaygara ile ilân edenden
de daha çok çekin. Hem aklından çıkmasın ki asıl
2— Türk türesine, ilme, tekâmüle mugayir hiç bir düşmanların bunlardır. Şüpheye düşersen tarihe bak,
müessese Türkeli sınırlarının içinde yaşamayacaktır. o sana kimlerin dost olduğunu, yani hiçbir dostun
olmadığını, anlatacaktır. Türk genci! Kalbinde sevgin
3 — Terbiye ilminin müsaade ettiği en küçük yaştan ve kinin yan yana yaşasın. Yalnız sevgiden
itibaren bütün Türk çocukları Türkeli'nin yatı bahsedenlere de inanma, yalandır. Dünyada her şey
mekteplerine girerek millî askerî terbiyeyi alacaktır. zıddıyla birlikte vardır, İsâ'nın yalnız aşk telkin eden
felsefesine gül, geç. İsa ezilmiş esirlerin peygamberi
4 — Sinema ve tiyatrolar halk mektepleri olduğundan idi. Sen hür savaşçıların torunusun. Hayatı bir savaş
mektepler gibi kontorola tâbi olacaktır. olarak Kabul et ve.., Ey Türk genci, erkeksen bir "Kül
Tegin" kızsan bir "Umay" olmaya çalış. Ve "GAZİ"nin
5 — Türklüğün milliyet, hars ve ahlâkına zararlı memleketi idare edenler gaflet ve hıyanet içinde
neşriyat men edilecektir. olsalar bile yine vazifen Türklüğü kurtarmaktır" diyen
büyük vasiyetini unutma!
***
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 78
Arap Şiirinde Türkler [*] Türk Etnografya ve Halkiyatına Dair Kıymetli
Bir Eser
Onun öyle geniş ahlâkı vardır ki, halklar darlaştığı Ali Rıza: Cenupta Türkmen Oymakları 95 sayfa, 28
zaman bile, sahralara dar gelen şeylere dar gelmez. tablo, 75 kuruş, Burhanettin Matbaası, Satış yeri
Taşmış cömertliği vardır; süngü uçlarıyla müdafaa Remzi Kütüphanesi.
edilen ve bundan dolayı kenarlarına el sürmek imkânsız
olan şerefleri vardır. Türklerin köklerinde (= ırklarında) Değerli halkiyatçılarımızdan Ali Rıza Beyin neşrettiği
ne vardır? Ne nehir o kökü yerinden sökebildi, ne de bu mühim eser, üç kısımdan ibaret olacağını
onun kütüğü kırılmaya meyletti. Bana göre bunlar şeref söylediği eserinin birinci kısmıdır.
ve izzet kanadının "Kavâdım"i, diğer insanlar da
"havâfîsidir [**]". Bunlar Öyle bir millettir ki mefahir Eserin başında Köprülüzade Fuat Bey'in kısa bir
ancak bunlara nisbet edilir. Bunların öyle bir takım takrizi vardır. Eserin muhteviyatı ise şunlardır:
gözünü budaktan sakınmaz hücumları vardır ki, bu
hücumlar onların haksızlık görmelerine hiç bir zaman Türkmen oymakları — Türkmen obaları — İlbeyli
meydan vermez. Bu mîllet evvelce mevcut olan aşireti — Ev teşkilâtı — Abdallar — İlbeyli köyleri ve
mefahirini senin mefahirinle tekit etti. Zira oymakları — Doğum, dü‐ğün ve ölüm âdetleri —
büyüklüğünün hiç bir suretle gizli kalmayacak kadar Bozgeyikli ziyareti — Cenupta yaşayan Türkmenlerin
aşikâr olduğunu gördüler. müşterek ananeleri — Türkmen takvimi — Muhtelif
âdet ve ananeler — Düğün ve oyunlar — Yelbaba
Maalî iktisabı için senden başkasına yer kalmadı, Zira ziyareti — Türkmen türküleri ve hikâyeleri —
senin iki elinin kavradığı bir şeye naîl olmak mümkün Müteferrik notlar.
değildir. Maalî iktisabına ehl olmayanlar, ondan
ümitlerini kessinler. Zira Allah seni yarattığı zaman Eser gayet mühimdir. Yalnız halkiyat değil, tarih ve
onun için yaratmıştır. Herkes uyudu. Fakat kimsede lisaniyat bakımından da ehemmiyetlidir. Tarihçiler,
olmayıp yalnız sana has olan yüksek düşünce senin edebiyatçılar, lisaniyatçılar, halkiyatçılar bu eserden
uykularına mâni oldu. Senin mevkiine yükselmek müstağni kalamaz.
isteyenler senin şecaatin gibi şecaat ve senin
cömertliğin gibi cömertlik ile muttasıf olsunlar. Allahın Darülfünunlu arkadaşlarımıza bu kitabı tavsiye
sana verdiklerini, islâm düşmanlarının yardımıyla geri ederiz.
almasını düşündüler. Hüsranda kaldılar. Onlar Allah'ın
yardımından ümitlerini kessinler. Zira, bayrağın altında K.A.
yürüdükçe, senindir. Ve bilsinler ki necabet öyle bir TASHİH
haslettir ki, Allah ona nail olmayı Türklere has kılmıştır.
Atsızın 15'inci sayısında, müderris Şerefeddin Beyin
KIVAMEDDİN "Zemahşerî Divanında Türklere Dair Şiirler" atlı
____________________ makalesinde bazı yanlışlar olmuştur:
[*] harflerden fazla miktarda bulmak kabil
olmadığından evvelki sayılarımızda olduğu gibi bu 65'inci sayfanın ikinci sütunundaki "Alî ibn
şiirlerin Arapça aslını basamadık. Hamza"nın doğrusu "Uley ibn Hamza" olacaktır.
[**] "Kavâdim" kanadın büyük tüyleri, "Ha‐vâfî" onun
altında olanlar. Yine orada, biraz aşağıda bir mana yanlışlığı
olmuştur: "Hâfız‐ı Silfî" Zemahşehrî'ye müracaat
Atsız Mecmua etmiştir, denilecekken bunun ak‐si söylenmiştir.
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 79
AYRILIK
Sevdiğim, kemençede titretiyorken yayı, Sonra kemençe sustu. Yalnız kaldı bağlama
Bülbül sustu, unuttu o eski ağlamayı. Çalkalanarak diyor ki: ‘Boşunadır, ağlama!’
Öyle sandım ki gökte kızıllık sardı ayı, Kemençen bağlamam ve gönüllerimiz kırıktır
Sevdiğim, kemençede inletiyorken yayı... Her tatlı sevişmenin sonu bir ayrılıktır...
*** ***
Ağaçların dalları saygılarla eğildi, Gök onun kadar derin, o gök kadar berraktı
İçimden çarpıntıyı, gözümden yaşı sildi, Biraz sonra nazik ay bizi yalnız bıraktı...
Böceklerin sesleri birdenbire kesildi, Bu ayrılık çağının hicranını bir düşün,
Sevdiğim, kemençede söyletiyorken yayı... Beni hala yakıyor tadı en son öpüşün!?...
*** ***
Ayın on dördü gökte yavaşça yükselince, Hazin hıçkırıkları bırakılmış bir kızın,
Bir bağlama başladı önceden ince ince…Birdenbire Hatırlattı bütün o eski ayrılıkları.
gürleşip kemençeye karıştı, Söndürür neşesini gönlümüzdeki hızın,
Biri coşkun bir öfke, biri bir yalvarıştı. Bırakılmış bir kızın hazin hıçkırıkları...
Birini inletirken bir kadının elleri,
Birinde bir erkeğin kırılmış emelleri... ATSIZ
VÂLÂ NURETTİN BEĞ'DEN BİR SUAL
Vâlâ Nurettin Bey,
Siz vaktiyle dilimizde bugünkünden daha fazla Türkçülük yapılmasına muhaliftiniz. Hattâ daha geçen ay,
dilimize birkaç yeni Türkçe söz sokulmak tecrübesine karşı "Dilimizi tatarcıklar buruyor" diye tezyifkâr bir
feryatla mukabele etmiştiniz. Şimdi ise Dil Kurultayı dolayısıyla yazdığınız yazılarda, Türkçülükte bizi geçtiniz.
İnsan bu yazılarınıza bakarak sizi anadan doğma Turancı sanacak.
Fikirler hürmete lâyıktır derler. Fakat bu kadar çabuk fikir değiştirmeye de "döneklik" derler. Vâlâ Nurettin bey!
Artık eskisi gibi Türkçülükle alay etmeye yeltenmiyorsunuz. Belli ki havanın değiştiğini sezdiniz. Sizi bu
dönekliğe sürükleyen sebebi bize soğukkanlılıkla anlatır mısınız?
H. NİHÂL
www.atsizcilar.com
Sayı: 17 ATSIZ MECMUA Sayfa: 80
YOLLARIN SONU
Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
İtler bile gülecek kimsesizliğimize.
Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların...
Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.
Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların
Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.
Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;
Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağına.
Hâlbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin
Değişilir topu da bir sokak kaltağına
İster düşün... Kendini ister hayale kaptır...
Uzar, uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların.
Bakarsın aldanmışsın, gördüğün bir seraptır
Sevimli bir hayale açılırken kolların.
Ey doğunun alnımı serinleten rüzgârı!
Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!
Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları.
Düştüğü yer uzakta "DİLEK" adlı bir saray.
O sarayda bulunca tanrılaşan erleri
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
Hepsi sussa da "Kür Şad" uzatarak elini:
"Hoş geldin oğlum ATSIZ, kutlu olsun!" diyecek.
ATSIZ
‐ BİTTİ –
Satışa Çıktığı Tarih: 5 Teşrinievvel ARKADAŞ MATBAASI
www.atsizcilar.com