Professional Documents
Culture Documents
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 2
Osmanlı devletini ve o nam altında en son Türk oluyor diye o kadar acımamız ve düşünmemiz
imparatorluğunu batıran sebeplerin birincisi, lazımdır. Hiç bir milletin münevver zümresi, halkının
münevverlerimizin ahlaksızlığı ve hırsızlığı olmuştur. fazilet ve fedakârlığı karşısında bu kadar dejenere
En yakın tarihimize bakınız; halkımız bütün olmamıştır.
mükellefiyetini namuskarane öderken
münevverlerimiz, koyu ve kara bir ahlaksızlık içinde ***
milli tarihimizi lekelemişler ve bugün bizi iğrendiren
hadiseler içinde yuvarlanıp gitmişlerdir. Gençler, en yakın tarihimizin en göze batan iğrenç
hadiseleri üzerinde düşününüz... Türk milletinin halkı
*** içinde kendinize en büyük ve en yüksek fazilet ve
fedakârlık örnekleri bulacaksınız.
Tanzimat devrine bakınız: Reşit Paşa Gülhane hattı
hümayununu okuduktan ve bu memlekette Avrupai ***
inkılâp başladıktan sonra zamanın sadrazamının
rüşvet alırken yakalandığını görürsünüz. Her şeyden önce ahlakımızın ve seciyenizin kuvvetine
istinat ediniz. Her şeyden önce memleketiniz ve
*** milletiniz için çalışınız. Bu yolda yürürken budala,
safdil, aptal diyecek veya o gözle bakacak kurnazlara
Sultan Hamit devri paşalarının henüz hepimizin ve züppelere rast geleceksiniz.
işiteceği kadar yakın zamanlarda dillere destan olan
hırsızlıkları ve sefahatleri hatırımızdadır. Gençler... Aptallığı ve safdilliği, hırsızlık ve ahlaksızlığa
tercih ediniz.
Meşrutiyetteki ve bilhassa büyük harpteki
hırsızlıkların ve hepimizin ekmeğinden çalınan ***
servetlerin iğrenç hikâye ve mevzuları
unutulmamıştır. Osmanlı devletini ve meşrutiyet Türkiye'sini lekeleyen
çirkefleri Cumhuriyet tarihine bulaştırmamak en
Daha dün, Cumhuriyet inkılâbını yapanlardan bir büyük mefkûreniz olsun. En küçük memuriyetlerden
vekilin divana çekilmesi içimizi burkan acı bir en büyük makamlara kadar geçeceğiniz yollarda
hatıradır. Bu yolda kanun pençesine düşenleri dürüst olunuz. Arkanızda karanlık, çamurlu ve çirkefli
görmekle ne kadar sevinirsek, niçin böyle dedikodular yerine berrak, temiz, nurlu ve sitayişli
izler bırakmaya çalışınız.
***
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 3
Birkaç zamandır cemiyetimizi bir panik istilâ etmiştir: olamayacağı gibi, bir fert de ne kadar tembel; ne kadar
mevcut içtimaî nizamlar tehlikededir. Yeni bir içtimaî nizam müsrif olursa olsun asla fakir olmayacak; diğerleri gibi
teşekkül etmektedir. cemiyetin istihsallerinden istifade edecektir.
Karl Mark'sın irşat ve işaretleri tahakkuk edecek; müşterek Bütün bu içtimaî tebeddüller için, bu günkü cemiyet
sosyalistlik son zafer noktasındadır!... nizamları ânî veya tedricî bir şekilde olsun ortadan
kaldırılarak insanları mes'ut ve müreffeh bir hale
Bugün hükümet ve aile esaslarına istinat eden içtimai nizam yükseltmek lazımdır.
tamamen değişerek iştirakçilik ve yahut proleterizm hâkim
olarak aile telakki ve teamülleri yerine cinsî iştiraklere İşte yukarda birkaç satırla ifade ettiğimiz fikirler 1848
inhisar eden bir serbesti şahsi mülkiyet ve şahsî istihsal senesinde, Karl Marks'ın uzun bir tetkikten sonra vardığı
netice ve vasıtaları yerine müşterek istihsal kaim olacaktır. neticedir.
Fertlerin şahsî hürriyeti ortadan kalkarak cemiyet lehine Marksa göre bütün bu neticeler bu günkü cemiyette hâkim
mecburi bir çalışma hâsıl olacak, insanlar arasındaki tabiî olan hâdiselerin tabiî ve mecburî bir neticesidir.
müsavatsızlığı cemiyetin mecburî müsavatı istihlâf
edecektir. Filhakika Kari Marks 1848‐1850 senelerine doğru çok
mühim ve çok meşhur iki kitap neşrederek cemiyeti salâha
kavuşturacak
Şehit Tayyareci Erkânıharp
Yüzbaşı Kâmi'nin Büyük Hâtırasına
Gerilir zorlu bir yay Açılır tallı güller
Oku fırlatmak için; Arılar tatmak için.
Gece gökte doğar ay Göğse çiçek takılır
Yükselip batmak için, Solunca atmak için.
Mecnun inler, kanıın Tanrı kızlar yaratmış
Leylâya kalmak için. Erlere satmak için.
Cilve yapar sevgili İnsan büyür beşikte
Gönül kanatmak için. Mezarda yatmak için.
Şair netten gam çeker? Ve
Şiir yaratmak için. Kahramanlar can verir
Dağda niçin bağırılır? Yurdu yaşatmak için...
Feleğe çatmak için. Atsız
Bu yeni nizama göre; fertler kendi varlıklarına bağlı olan fikirlerini ortaya atmıştır. Bu kitaplardan biri "La misere de
mesai şekilleri; ihtiyarları hilafına fakat ister istemez la philosophie" olup, Prodhun'un "La philosophie de la
cemiyet lehine çalışacaklardır. misere" atlı eserine cevaptır.
*** İkincisi de "La critique de l'economie politique"tir.
Yine bu yeni nizamlara göre, hiçbir fert kendi mesaisinin Karl Marks bu ikinci kitabın mukaddemesinde ilk defa olarak
şeklini, müddetini, mahallini tayin edemeyecek; herkes bir fikir ortaya atıp, buna tarihî maddecilik zihniyeti adını
cemiyet namına hareket ettiklerini iddia eden birkaç şefin vermektedir.
kumandasında bir asker gibi çalışacaktır.
Marks, tarihten insanların âtisini görmektedir. Ona göre bu
Cemiyet; fertlerin mesaisi mukabilinde onlara sarf ve helak günkü bir cemiyet kendi arasında yarınını yaşatmaktadır.
ettikleri kalori nisbetinde değil; mesai şekil ve miktarı ne
olursa olsun bütün efrada aynı miktar, aynı mahiyette eşya Marksa göre insanlar arasındaki adlî münasebetler;
ve yiyecek verecektir. hükümet alâka ve rabıtaları; içtimaî hadiseler ne başlı
Bu yeni cemiyette tam bir adalet fikri hâkim olacak; herkes başlarına ne de yek‐diğeriyle tetkik edilebilirler. Bunlar,
birbirine karşı aynı şekilde müsavi; aynı şekilde bahtiyar ancak mevcut maddi şeraiti tetkik ile anlaşılırlar. Karl Marks
olacaktır. Bir adam ne kadar çalışkan; diyor ki;
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 4
"mevcutlarının istihsali zımnında insanlar hâdiseleri aydınlatır; cemiyet fertlerine gidilecek
yekdiğerleriyle nihayetsiz münasebetlere girerler. Bu yolları gösterir.
münasebetler onların iradelerinden hariçtir. Bu
istihsali münasebetler heyeti umumiyesi ile cemiyetin Hâdiselerin husule gelmesi yeni fikirlere yeni
iktisadî bünyesini teşkil eder. Maddî hayatın zihniyetlere delâlet eder. Yeni fikir ve yeni zihniyetler
istihsalâtı, cemiyetin içtimaî, siyasî ve bilhassa aklî içtimaî değişikliklere âmil olurlar.
hayatlarına bağlıdır, insanların vicdanları" şe'niyeti
değil; bilâkis şe'niyetler insanların vicdanlarını tayin İddiamıza misal olarak bilhassa 1789 Fransız ihtilâlini
eder." zikredebiliriz.
Marksa göre; istihsallerin inkişafı neticesi, Büyük ihtilâl yalnız siyasî bir ihtilâl olmakla kalmayıp
müstahsillerle istihsâl membaları münasebetlerinde içtimaî ve iktisadî hâdiselerinde değişmesini mucip
bazı ihtilâflara düşerler. oldu. Müteamil hâdiseleri bertaraf ederek yerine
yenilerini koydu. Feodal idare yerine kanun
Bugünkü burjuva istihsal men baları ile hâd bir surette muvacenesinde hürriyet, adalet, müsavat
muhasama halindedir. Bu muhasama halinde bilhassa prensiplerini: fikir ve vicdan serbestlîğini, şahsi
fertlerin içtimaî mevcudiyetleri mevzuu bahistir. mülkiyet esaslarını vazetti. Bütün bu içtimaî
hâdiselerin değişmesinde yukarıda işaret ettiğimiz
Filhakika burjuva cemiyetlerdeki istihsal kuvvetleri bu veçhile fikirler; zihniyetler âmil ve rehber olmuşlardır.
muhasamayı bertaraf edebilmek için çareler
aramaktadır. Müşterek sosyalizm; komünizm Fransız ihtilâlinin doğurduğu içtimaî ve iktisadî
bugünkü nizam ve âdetleri değiştirerek son bir içtimaî hâdiseler 17nci ve 18inci asırların büyük ve yüksek
şekil ile insanlara mevcudiyetlerine müteallik maddî felsefesinin, coşkun fikir hayatının en veciz ve en bariz
şeraiti temin edecek ve bugünkü cemiyetin tamamen bir neticesidir.
temin edemediği refah ve saadeti bulacaktır.
Fransız; ihtilâli diğer mesut cemiyetlere ait olan usul
II ve müesseseleri hendesî ve riyazî bir şekilde Fransız
cemiyetine yamamamıştır. Bilâkis Monteskiyö, Volter,
Bu kehaneti Marka, bundan tara seksen yıl yani başta Didro olmak üzere ansiklopedistler ve bilhassa
takriben bir asır evvel yapmıştır. Fakat bilhassa J. J. Ruso bibi büyük fikir ve ilim adamlarının
Marks'ın Fredrich Engels, Wolfgang, Benstein, Heine ilimlerinden, kuvvetli nurlarından istifade edilerek
gibi en yakın talebesi bile onun mutlak olarak maddî vücuda getirilmiştir.
hâdiseler (iktisadî) nazariyesini terkederek cemiyetin
ve ahlâk fikirlerinin inkişafı nazariyesine saplandılar. İktisadî değişiklikler ahlâki ve içtimaî değişikliklerin
tabii bir neticesidir.
Marks'ın tarihî maddecilik nazariyesi
Binaenaleyh iktisadî hâdiselerde salâh ancak ve ancak
Karl Marks'ın tarihî maddecilik nazariyesini tenkide ahlâkî ve içtimaî hâdiselerin salâhıyla mümkündür.
girişmeyeceğiz. Marks'ın nazariyesi bugün ancak onu Yoksa Karl Marks'ın zannettiği gibi cemiyetin salâhı
tamamen anlayamayan, ihata edemeyen kimseler için iktisadî salâhlarla temin edilemez.
mana ve heyecan verebilir.
Esareti kim ilga etti?.. îktisadî ihtiyaçlar mı?..
İktisadî ve içtimaî her hâdisenin önünde bir fikir, bir
zihniyet vardır. Bu fikir, bu zihniyetler Şüphesiz ki, hayır... Bilâkis insanların ahlâkî, ruhî
inkişafları esareti ilgaya saik olmuştur .
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 5
Kadını erkek muvacehesindeki aşağı vaziyetten kim ve kilise, insanlar ve insanların ahlakî ve maddî
kurtardı? İktisadî ihtiyaçlar mı? Hayır... Bilâkis ihtiyaçları üzerinde müessir roller oynadığına şahittir,
insanların "Hak"ka müteallie, ahlâka dair duygularının insanlar muhtelif devirlerde ve muhtelif şekillerde
inkişafı kadını erkekle müsavi bir seviyeye kanun muvacehesinde müsavatı, esaretin
yükseltmiştir. "servage"lığın kibarlara has imtiyazların ılgasını, ferdî
mülkiyetle şahsî hürriyeti istemişler, bunun için
Bütün bu hâdiselerdeki değişiklikler bittabi tedricî ve mücadelelere girişmişlerdir. Fakat hiç bir zaman
tekâmülü bir surette olmuştur, içtimaî ve ahlâkî içtimaî müsavatı, yani fert hürriyetinin şahsî
değişiklikler ilk insandan bugüne kadar devam mülkiyetin, sermaye ve istihsal vasıtalarının ılgasıyla
etmektedir. Bütün bu değişikliklerde fikir ve cemiyet esaretini ve mecburî çalışmayı
zihniyetler en ön safta bulunmaktadırlar. Din istememişlerdir.
tamamen metafizik, tamamen ahlakî bir telakkî
olması itibarıyla insanın ihtiyaçları üzerine hiç bir tesir Çünkü, şahsî mülkiyetin ilgası; cemiyet esareti,
yapmamış midir?... Kim inkâr edebilir? .. mecburi çalışma ve saire insanın tabiatına muhaliftir.
Bu mücerret fikir tarihte zafer kazanamadığı gibi, askı
Tarih, bilhassa eski tarih ve orta devir din telâkkileri bir hakikat haline gelemeyecektir. (Bitmedi)
Türkiye'deki Diller
İstatistik umum müdürlüğü, istatistik yıllığı namı Biz onu ekseriyet sırasıyla yazıyoruz:
altında Üçüncü kitabını da neşretti "1930". Her
şeyden önce, bu kıymetli eseri çıkaranları tebrik Türkçe 11777810
etmek borcumuzdur.
Kürtçe 1184446
Malzeme itibarıyla pek zengin olan bu kitabın her Arapça 134273
bahsi üzerinde ayrı ayrı durmak, düşünmek ve bazı Rumca 119822
neticelere varmak, ilerisi için de ona göre tedbirler Sair, meçhul lisanlar 110469
almak mecburiyetindeyiz. Biz bu sayıdan itibaren
istatistik rakamları Üzerinde düşünerek bu riyazi Çerkesçe 95901
esasların bugünkü ve yarınki neticelerinin neler Yahudice 68900
olabileceğini düşünmeğe ve bazı cihetleri tebarüz Ermenice 64745
ettirerek kıymetlendirmeğe çalışacağız.
Arnavutça 21774
– I – Bulgarca 20544
Tatarca 11465
Umumî heyeti itibarıyla Anadolu'da % 86.42 Türkçe,
Fransızca 8406
%8.69 kürtçe, % 0.70 Çerkesce ve % 4.19 da sair
lisanlar konuşulduğunu anlıyoruz. İstatistik yıllığı İtalyanca 7248
Anadolu'daki muhtelif dillerin müfredatını da tesbit İngilizce 1938
etmiştir. Acemce 1687
Kişi tarafından konuşulmaktadır.
1— Bu İstatistiğin tasnif esasında büyük bir yanlışlık
ilk hamlede göze çarpmaktadır.
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 6
Türkçe'yle Tatarca'yı ayıracak kadar ince bîr tasnif Kısaca tesbit ettiğimiz şu esaslara nazaran, kürtlerle
ölçüsü tutan bu istatistik, kürtçe ile zazacayı tefrik zazalar arasında lisanî, içtimaî dinî, tabiî ve
etmek ihtiyacını bile duymamıştır. Başvekâlete antropolojik farklar vardır. Tarihî esasları henüz her
merbut bir müessese olması dolayısıyla Anadolu'da ikisinin de müsbet denecek şekilde halledilememiştir.
kürt namı altında mütalea edilen zümrenin içinde
ayrıca bir zaza kavmi bulunduğunu bilmek lâzımdır. Şu halde bir milyon küsur telâkki edilen kürtçe, zazaca
zazaların etnografik tetkikleri, bulundukları ile taksim olunmaya ve ondan sonra mutlak bir rakam
mıntıkalar, ayrıca tarihî, içtimaî ve etnografik birer mahiyetini almaya mecburdur. Halbuki bu istatistikte
tetkik mevzuudur. Biz sadece burada onların ayrı bir yukarda kaydettiğimiz rakamlar mutlak olarak ilân
millet olduklarını isbat edecek deliller sıralıyalım. edilmiştir.
A. — Zazaların konuştuğu lisan kürt namını verdiğimiz ***
kırrmançlardan ayrılır. Ne zaza kürdü ve ne de kürt
zazayı anlar. Ancak kürtlerin bir kısmı zaza dilini 2. — İstatistiğin Rumca hanesindeki yekûnu da tetkik
bilirlerse de zazalar kürtçeden hiç bir şey anlamazlar. etmek lâzımdır. Malûmdur ki, son defa mübadele
dolayısıyla Girit'ten muhacir olarak birçok ırkdaşımız
B. — Zazalarla kürtler arasında, ahlak, an'ane, âdet ve gelmiştir. Bunlar bilhassa yeni geldikleri zamanlarda
yaşayış farkı vardır. Zazalar daha atılgan, çevik, ve 1027'de daha ziyade Rumca konuşuyorlardı. Şu
tamamen dağlı, iyi atıcı, müteassıp, dindar, nisbeten halde Rumca meyanında zikrolunan rakamlar içinde,
daha temiz insanlardır. Kendi elbise ve ihtiyaçlarını çok oldukları halde, Rumca konuşan Türkler de dahil
alelekser keçi kılından dokuma kumaşlarla kendileri olmuş‐tur ve binaenaleyh lisanî taksimatı gösteren bu
temin ederler. Kürtler ise daha munis, daha muti daha rakamlar millî taksimatın tam mukabili olarak kabul
tembel, cevvaliyet ve çeviklikleri noksandır. Dinî edilemezler. Ezcümle 1927'de İzmir'de 7531 Rumca
taassupları dahi koyu bir cehalet içindedir. zazalara konuşan gösterilmiştir ki, bu tarihte İzmirde, hatta
nazaran daha geridirler, ihtiyaçlarım hariçten temin ecnebi tab'alı levantenler de ithal edilse yedi bin
ederler. küstür Rum mevcut değildi; Şu halde bu yekûnun
büyük kısmı da Türklere aittir.
C. — Şark vilayetlerimizdeki zaza ve Kırmanç
mıntıkaları tamamen birbirinden ayrılmıştır; hatta 3— Türko‐Tatar lisanlarını her yerde birlikte mütalea
Kırmanç mıntıkasında görülecek tektük zazalara lâkap etmek mutat, ve bu cihet ilim adamları tarafından da
takılır, ve zaza Hüseyin, zaza Ahmet ilh. gibi yadedilir. kabul edilmişken Türkiye'de lisan istatistiği yaparken
ayrıca bir de Tatarca hanesi açmak zannımızca en
D. — Zazalar içinde sarışın mavi gözlü olanlar vardır; hafif manasıyla büyük bir gaflet eseri olabilir.
ve bunlar mütenasip endamlı, elmacıkları mütebariz,
burunları mütevas‐sıt insanlardır. Umumiyetle gözleri 4 — Lisaniyat itibarıyla kürtçenin Türkiye'deki intişarı
eladır, Brakyosefaldirler. kürtler daha esmer, da çok geniş görülmektedir. Hemen Türkiye'nin her
ekseriyetle kara gözlü, boyları daha kısa, bilhassa tarafında az mikdarda. da olsa kürtçe konuşulduğu
vecih tenasüpleri naksan ve burunları fazla anlaşılmaktadır. Bu cihet hakkında da mutlak
mütebarizdir. Kafa teşekkülâfcı da Acemlere rakkamlar söylenirken ihtirazî hiç bir kayıt
yaklaşacak kadar dolikosefaldirler. zikredilmemiştir. Halbuki
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 7
1927 senesinde ve nüfus tahriri esnasında idarî Urfa'da küçük bir farkla kürtçe, Türkçeden fazladır.
sebepler tesiriyle muhtelif şark vilâyetlerimizden Fakat arapça da inzimam edince Türkçe bu dillere
yüzlerce aile garp vilâyelerimizin muhtelif nazaran akalliyette kalmaktadır. Şu halde bu
mıntıkalarına nakledilmiş buluyorlardı. Bu istatistikte saydığımız mıntıkalardaki devlet teşkilâtına, en
görülen rakkamlar o ailelere aittir. Halbuki bilâhare büyüğünden en küçüğüne kadar bütün
bu aileler tamamen eski meskenlerine iade memurlarımıza, muhtelif cemiyetlerimize ve bilhassa
edilmişlerdir. Şu halde bugün Türkiye'nin her halk terbiyesi ile milli kültür işlerini üzerine almış olan
tarafında kürtçe konuşulmamaktadır. Bu cihetin de halk fırkasına düşen vazifeler büyüktür.
istatistikte tasrihi lâzım gelirdi.
***
***
Türk dilinin akalliyette kaldığı veya zayıf bir ekseriyet
5. — Bütün bunlara rağmen Türkiye'de Türkçe'nin teşkil ettiği mıntıka ve vilâyetlerimizde vakit
yine kahir bir ekseriyetle konuşulması tebarüz etmiş geçirmeden teşkilât yapmak ve usullü bir programla
bir neticedir. Ancak bu yakardaki noksanları da nazarı çalışmak mecburiyeti vardır.
dikkate alacak olursak, Türkçeden başka konuşulan
dillerin hiç mesabesinde olduğu anlaşılıyor. Herhangi bir mülâhaza ile bu mücadeleyi geciktirmek
Bunlardan, bugünkü şekli ve ekseriyet sırasıyla yalnız doğru değildir. Millî istikbal millî insicamdan doğar.
kürtçe ve arapça ile mücadele mecburiyeti olduğu Bunu da dil birliği, dilek birliği ve nihayet din birliği
göze çarpmaktadır. temin eder. Bunların içinde en mühimi ve hepsinden
önce geleni hiç şüphesiz dil birliğidir.
***
***
6. — Dillerin muhtelif vilâyetlerimize göre taksimatı
da ayrıca dikkate şayandır. Meselâ Van, Siirt, Hakkâri, Ufak, küçük ve mahdut ta olsa, bu mıntıkalarda
Diyarbekir vilayetlerimizde kürtçenin hâkim, lisan istikbal mücadelesi başlamalıdır Gençler, bu
olduğunu görüyoruz; Mardin'de kürtçe ve sonra mıntıkalarda vazife alan veya alacak olan gençler,
Arapça ekseriyettir. Elâsiz'de kürtce hafif bir hangi meslekten olursanız olunuz, oralardaki ilk işiniz
ekseriyetle daha fazla bulunmakta Malatya'da ve Türk dilinin hakimiyetini temine çalışmak olsun…
Erzincan'da bunun aksine olarak Türk dili zayıf bir
ekseriyetle hâkim vaziyete geçmektedir. Kars'ta Cevat Ekrem
kürtçe, Türkçenin dörtte biri derecesindedir.
Türk Antropolojisine Methal
Türkiye'de antropoloji, 1925'te bir antropoloji kadar olmuş ve Tıp Fakültesinde bir antropoloji
profesörünün İstanbul'u ziyareti sırasında müessesesi açmıştır. Bu müessesenin başında reis,
darülfununda verdiği bir konferansla başlar. âza ilh. diye o vakit ilân edilen Türk profesörler, hiç de
Türkiye'nin bu sahada boş bulunduğunu gören ve bu mevzu ile alâkadar zevat değildiler.
halen Tıp Fakültesinde müderris bulunan Mösyö Bu müessese altı ayda bir Türkçe ve Fransızca
Muşe isminde bir Fransız prosektörü bu konferansta kısımlarını ihtiva etmek üzere nefis bir şekilde
bulunarak antropoloji ile alâ‐ basılmış bir mecmua
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 8
çıkarmış, fakat bilhassa bidayette İstanbul seyahatname neşretmiştir[3]. Bu eserde de antropolojik
mekteplerindeki Rum, Ermeni ve Yahudi çocuklarının izahat vermiş ise de asıl, Ankara'da bir alay efradı
göğüs genişliklerini ve boyalarını ölçmekle işe başlamıştı. arasındaki tetkikatını Türk antropoloji mecmuasında
Bilâhara bir Türk doktoru da bu işle meşgul olarak bastırmıştır.
Avrupa'ya gönderilmiş ve Tıp Fakültesinde halen bir
kürsü dersi vaziyetine getirilmişti. Türk antropolojisi hakkında kendi memleketimizde ve
Türkiye'de bu mevzula kendiliğindim alâkadar olan ilk bilhassa Anadolu'muzda yapılan tetkikatın neticelerini
Türk, doktor Osman Şevki Bey namında bir zattır. Bunu neşretmeden evvel, bu ilim yoluyla tahakkuk ettirilmek
da Hayat mecmuasında intişar eden makalelerinden istenilen bazı ecnebi neşriyatı tetkik ve tahlil etmek
anlıyoruz, Türk olarak bu işe başlamak şerefi o zata aittir. mecburiyetindeyiz.
Memleketimizdeki antropoloji tetkiklerine ait ilk Büyük harpte muhtelif cephelerde ve muhtelif
hareketlerin bu çok kısa icmalini yaptıktan sonra milletlerden müteşekkil Avrupa orduları karşısında ne
mevzuumuza geçebiliriz. şekilde harbettiğimizi gören milletler, bizim hâlâ tarihî ve
ırkî asaletimizi ve ona lâyık şevki tabiilerimizi muhafaza
– I – etmekte olduğumuzu görünce hayrete düşmüşler ve
hatta paylaşmak istedikleri Anadolu'muzu hâlâ müdafaa
Türk antropolojisi hakkında şimdiye kadar neşredilen etmekte olan bir Türk milletinin mevcudiyetine
yerli ve ecnebi eserler pek mahduttur. Bunlardan yerli hiddetlenmişlerdir.
olanlar Türk antropoloji mecmuasıyla doktor Osman
Şevki Beyin yukarda zikrettiğimiz makalelerin‐den Pek alâ malûmdur ki milletleri iki yolla tahrip ve imha
ibarettir. etmek mümkündür; bunlar da ya siyaset veya kuvvettir.
Ecnebi neşriyatı meyanında, Türkler üzerinde ilk Düşmanlarımız büyük harpte millî benliğimizi silâh ve
antropolojik tetkiki bir Rus âliminin yaptığını ve ateş kuvvetiyle öldüremediklerini ve
Anadolu'muzda 63 kadar şahsı ölçtüğünü anlıyoruz. öldüremeyeceklerini anlayınca işi siyasî sahaya intikal
ettirmişlerdir.
Bundan sonra Eugene Pittard Balkanlar ahalisi üzerinde
ve bilhassa Dobruca'da tetkikat yaparak Dobruca Bugünkü mevzuumuza teması İtibarıyla, bize tevcih
müslümanlarından 300 kadar şahsı ölçmüş ve bu edilen siyasî kast cepkesinin Fransızlara ait olan
mesaisini 1920'de neşretmiştîr [1] kısmından bahsedeceğiz.
Bundan başka, meşhur antropolojisi Topinard'ın Suriye'yi istilâ ederek Sivas'a kadar uzanmak gayretiyle
eserinde umumi Türk antropolojisine dair kısa malûmat şimale yükselen Fransız kıt'aları Adana, Maraş, Kilis, Gazi
mevcuttur[2].. Ayntap ve Urfa'da tamamen millî ve umumi bir
mukavemet hareketine maruz kalmışlardır.
Nihayet yine Eugene Pittard 1928'de Türkiye'de uzun bir
seyahat yapmış ve neticede bir Şüphesiz bu hareket, karşısında kuvvetleri yeniden bir
____________________ Türk kalesine çarparak erimiş ve bundan sonra
[1] Eugenıe Pittard; Recherches anthro‐pologiques dans gerilemiştir. Kuvvet yoluyla elimizden alamadıkları
les Balkans, specialement dans la Dobroudja 1920 Tome: ____________________
1. Paris: Editions Leroux 23 Rue Bonaparte. [3] Eugene Pittard; Le visage nouveau de la Turquie
[2]Dr. Paul Topinard L'anthropologie 1922.Paris: Alferd 1931. Societe d'editions geografıques, Maritimes et
Costes, editeur 8.Rue Mon‐sieur‐Le‐Prince. coloniales. 134. Boulevard Saint‐Germa‐in VI.
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 9
Kafkas ‐ Suriye ‐ Sakarya ‐ Dumlupınar ‐Ağrı
Şehit Tayyareci Erkânıharp Yüzbaşı
KÂMİ
söylenirken ihtirazî hiç bir kayıt zikredilmemiştir. Halbuki
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 10
Anadolu yaylasını siyasetle elde etmek yoluna esnasında yazan bu âlim Eugene Pittard hatta daha
koyulmuşlardır, Karsılarında dayanan kuvvet Türk ileriye giderek, ne yazık ki aynı asıldan olan bu iki
Milliyetidir; şu halde evvelâ bu milliyeti parçalamak, millet bugün Anadolu yaylası üzerinde mücadele
ırkî ve tarihi verasetinden alâkalarını keserek halindedir, demeğe kadar nazariyesini ilerletiyor.
maneviyatını yıkmak esası üzerinde yürümeğe
başlamışlardır. O erkânıharple bu âlimin davaları basittir. Biz geçmiş
zamanların tarihini kaplayan Türkler değiliz; sadece
İşte bu tarihten itibaren Fransızlar ilim yoluyla kadim Yunanlıların Anadolu'daki bakayasıyla karışmış,
koynumuza girmek, millî bünyemizi parçalamak ve Rumlaşmış, ırkî ve tarihî verasetini kaybetmiş bir
bizi tarihî ırkımızdan ayrı bir millet olarak kendimize milletiz. Şu halde tarihimizle ve ırkımızla alâkamızı
ve dünyaya kabul ettirmek sevdasına kapılmışlardır. keserek kanımıza kan, medeniyetimize medeniyet
katan bu yeni damızlık ırka yani Yunanlılara
Büyük harpte Türk harbi namludaki eseri yazan yaklaşmalıyız.
Fransız erkânıharp Binbaşısı Larşer [1], eserinin
24'üncü sahnesinde şunları söylüyor: Facia bu kadarla da bitmiyor. Tarihimizle ve ırkımızla
alâkamızı kesmeğe matuf bu caniyane taarruzu yapan
Türkler Anadolu'nun daha Bizans devrindeki Hint‐ adam İstanbul'daki Türk antropoloji cemiyet ve
Avrupalı halkıyla kaynaşmaları neticesi olarak kendi müessesesinin fahri reisi ilân olunuyor. Çünkü o
ırklarından tekâmülât ve âdâtça hayli uzaklaşmışlar ve zaman, o müessesenin başında da bizim
Osmanlı Türkleri namıyla tarihî bir ırkı diğer vücuda karagözlerimize ve sempatimize hayran olarak işgal
getirmişlerdi. ordularıyla beraber İstanbul'a gelip Fakültemize giren
bir Fransız profesörü vardı.
Dikkate şayan olarak aynı fikre bu sefer daha kuvvetli
bir nazariye halinde Eugene Pittard'ın eserinde Türk genci... Ne kadar müteyakkız olmak ne kadar çok
tesadüf ediyoruz. Dobruca müslümanları arasında okumak ve ne kadar çok çalışmak mecburiyetinde
tetkikak yapan bu antropoloji âlimi Dobruca olduğunu anla.
müslümanlarının Rumlara pek çok benzediğini iddia
ile işe başlıyor; hatta antropolojik tetkikler de bu Propaganda, bütün ilimlerin üstünde ayrı bir ilim
davayı isbat yolunda yapılmıştır. Yani Fransız olmuştur. Propaganda, ilimlere, ırklara, tarihlere,
siyasetine uygun bir Fransız ilmi... Eugene Pittard, bu dinlere ve mefkûrelere kadar el atan sinsi bir
eserinin 258'inci sahifesinde "Türk ve Kumların bazı canavardır.
bedenî vasıflarının mukayesesi" namıyla ayrıca bir
bahis açıyor. Burada baştan aşağı indî ve sübjektif Türk genci... Türk antropolojisini. tetkik yoluyla içine
nazariyelerle bizim kadim yunanlıların Anadoluda'ki sokulan bu meşhur âlimlerin maksadını, bu yazıları
bakayası ile ihtilâl etmiş ve onlara imtisal etmiş yeni takip ettikçe daha iyi anlayacaksın.
bir millet olduğumuzu isbata çalışıyor.
Gelecek sayılarda Eugene Pittard'ın
Bu yazıları bizim istiklâl harbimiz memleketimizdeki antropolojik tetkikleri"nin
mahiyeti, gözlerinin önünde daha kuvvetle
_________________ canlanacak ve genişleyecektir.
[1]Büyük harpte Türk harbi Larşer. Çeviren:
Kaymakam Nihat Bey Merhum. Ahmet Rıza
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 11
Eski Tarihte: Mektup
– I –
Bütün şark kavımlarında din, talim ve terbiye üzerinde hâdise muzirdi. Bu itibarla, velevki menfi bir şekilde
kuvvetli bir rol oynamış; Çin’de, Hindistan'da, olsun, Çinliler aratanda mahrem ve sıkı bir ahlâkî
Mısır'da, Yahudiler arasında rahipler terbiyenin nâzım tesanüt vardı, işte bu muhafazakar ve mahrem
ve müdiri olmuşlardır. terbiye neticesidir ki bugün, aradan birkaç bin yıl
geçmesine rağmen, Çin aynı Çin olarak kalmıştır.
***
***
Çin'de terbiye ve tahsil şekilleri tamamen haricî idi.
Çocuk ahlâkî ve afakî bilgilerden mahrum Konfuçiyus Mısır'da ve Hindistan'da terbiye kast üzerine
telekkilerine ananelerine sadık olarak yetiştirilmekte kurulmuştu. Hindistan da brahmanlar, Mısırda
idi. Eski Çin'deki terbiyenin esası çocuğu toprağın rahipler terbiyenin nâzımı idiler. Hindistan'da
âdetlerine sımsıkı bağlı, ecnebi hars ve medeniyete brahmanlar, Mısır'da rahipler gençliğe içtimaî
karşı dayanıklı bir halde hatırlamaya müstenitti. vaziyetleri ile mütenasibe n onların mensup
bulunduklan ahali sınıflarına karşı alâkarını vecibe ve
haklarını
Neslimin Şarkısı
Acep taşan bir nehir neler yapmaz bu hızda?
Asırlara can veren temiz damarımızda
Elem, keder ve hüzün; marazdık ne arar,
Bu mecrada erkekçe taşan, coşan bir kan var.
Böyle bir neslin başı nasıl göklere değmez?
Sorarını hangi âsi baş verip, boyun eğmez?
Görelim hangi hâil yoldan çevirir bizi?
Tutuşan bir imânla yugurduk azmimizi.
Biz hiç bir gün guruptan kalkıp ilham almadık,
Süzgün gözlerimizle hülyalara dalmadık.
Kalbimize ne bir yas, ne bir karadlık doldu,
Mefkûremiz zulmeti parçalayan nur oldu,
Bizim inziva değil cemiyettir yerimiz,
Yalnız bu aşk uğrunda çarpıyor kalplerimiz.
Ne bir baş belâsına, ne de ferde taparız,
"Ortada Ben, Sen, O yok.. Cemiyet var, Biz varız."
Ferit Ragıp
Bu terbiyede hâkim olan ruh; her türlü yeniliğe karşı öğretmekte idiler. Bu itibarla Hindîstan'da ve Mısırda
mücadeleci, mevcut içtimai müessseleri korumakta terbiye ve terbiye şekilleri kastların sayışma,
menfaattardı. Gaye aile arasındaki tesanüdü takviye mahiyetine göre değişirdi. Fakat umumiyet itibarıyla
ve devlet teşkilatındaki kuvveti tarsin etmekti. Çocuk gençlik, hayatta kendisine lâzım o an âdet ve
büyüdüğü zaman aldığı terbiyenin tesiriyle kanaatkâr merasimleri öğrenir, asrının adamı olmağa çalışırdı.
ve muhafazakâr; bulunduğu toprağın en iptidaî
âdetlerine sadık ve hürmetkâr olurdu. Çine, Çinliye ait Yahudiler arasındaki terbiye müesseseleri iki veçhe
olmayan her şey, her yabancı fikir ve arz ederler:
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 12
1—Mukaddes kitaplar devri ki İsa'dan 550 yıl daki çocuklar için mektepler, açmağa başladılar ve bu
öncesine, Babil esaretine kadar uzanır. hususun temini için kanunlar yaptılar. Bu mekteplere
önceleri tahsilce geri, yaşça ileri olan çocukları
2— Rabinler devridir; Babii esaretinden, İsa topladılar. Fakat bu mekteplerle bu talebe devşirme
peygamberin doğuşundan 500 yıl sonraya, yani usulü müspet bir netice vermedi.
"Talmud" un yazılışına kadar sürer.
Müeyyidelî maarif ve mektep teşkilâtına ilk defa
İlk devre terbiyesinin esası, o zamanki Yahudiler için olmak üzere İsa'dan 64 yıl sonra büyün rabin Youse
çok kuvvetli bir mânâ ifade eden aile tesanüdünün ben Gamala zamanında tesadüf ediliyor, Bu adam her
bağlarını sağlamlaştırmaktı. Bu terbiye sisteminde şehirde birer mektep açılmasını emretti. Bu emrin
âmil olan mezhep ve ablak unsurlarıdır. Zihnî ve tatbikinde tekâsül gösterenlerin aforoz edileceğini
bedenî terbiye bu sistemin ikinci plânını teşkil eder. ilan etti. Şehir ve köyler fakir olup ta mektep
Bu ilk devre terbiye telekkilerinin gayesi evvelâ açamayacak vaziyette bulundukları takdirde
Allahtan korkan, dinî telakkilere sadık insanlar: sonra sinagogların mektebe çevrilmeleri de bu mukarrerat
da vatandaşlar temin etmekti. Bu devirde terbiye cümlesindendî. Keza talebesi 25 ten aşağı mektepler
tamamen aile reislerine verilmişti. Hususî veya umumî bir muallimle, 25—40 talebeliler bir muallim ve bir
mahiyette hiç bîr mektep yoktu. Meşhur muallim muaviniyle, 40 tan yukarı mevcutlular ikişer
müsteşriklerden Munk'a göre Yahuudi kurallarından muallimle idare edilecekti. Mektep açmayıp aforoz
Ezechias yüksek tahsil hevesinde bulunanların edilen şehirlerde oturanlar büyük bir günah işlemiş
arzularını tatmin etmek gayretiyle mektepler açmıştır. sayılırdı.
Buralarda şiir, felsefe ve hitabet tedris edilmekte idi.
İlk ve yüksek mekteplerde tedrisat parasızdı.
İkinci devrede Rabinler 70 yıllık bir esaret neticesi Muallimler hayatlarını kazanmak için başka bir işle
imtiyaz ve selâhiyetlerinden birçoğunu uğraşmak mecburiyetinde idiler, ilk tahsil mecburi ve
kaybetmişlerdi. Buna mukabil muharrirler, âlimler, meccanî olduğu için ilk mekteplere kâfi miktarda
müstensihler kuvvet ve şöhret kazanarak, halka, muallim bulunamıyordu. İlk mekteplerin bu ihtiyacını
unutmakta oldukları "bir allahlık"ı (monotheisme) tatmin edebilmek için ilk mektep hocalarına bir
telkine çalıştılar. Sonraları din, edebiyat, millî miktar para verilirdi. Fakat bu para muallimlikten
kanunlar tedris eden mektepler açıldı. Fakat bu ziyade çocuklara nezaret ettikleri için veya gramer
müesseseler ihtiyaca yetişmiyordu. Halkın büyük bir gibi mecburî ol‐mayan dersler mukabilinde verilirdi.
kısmı cehalet ve dinsizlik içindeydi. Bu ilk ve resmî mektepler yanında cemaatler
tarafından idare edilen mekteplerle diğer serbest
Kıraliçe Salomen'in kardeşi ilk defa olarak Kudüs'te mektepler vardı ki resmi mekteplerle aynı hak ve
yoksul çocuklar için resmî bir mektep açtı. Bir milletin vecibelere maliktiler.
kuvvetinin terbiye ile kaim olacağını anlayan rabinler
ruhanî idareleri mıntıkaları dahilinde 16—17 yaşın‐
Safaattin Rıza
İstanbul ve Bükreş
Hukuk Fakültelerinden mezun
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 13
Basılmamış Bektaşi Şiirleri
Toplayan: M. Şakir
– 5 – Kâh bâtın kâh zahirsin
Ervâh‐ı ezelde dîvân‐ı hakda Secde‐i Âdemi etdim de 'Ali billah 'Alî vallah
geldim Hem Âdem balçıkdan yaratıldıkda Çâr 'unsur libâsın 'Aiî şahımdır eyvallah
giydim de geldin
'Alî bâb‐ı penâhımdır
*** "Nİhânî" Kıblegâhımdır
İki 'âlemde şahımdır
Keştî‐i Nûh ile girdim tufana 'Ali billah 'Alî vallah
Bir dem İsmâile geldim Kurbana 'Alî şahımdır eyvallah
Yakub‐veş hayli düşdüm efgana
Yûsuf‐ı Ken'ânı buldum da geldim – 7 –
geldi ol mâh‐ı muharrem ruz‐ı matem mü'minin
*** Aşıqânın durmayub efgan Ederler yâ Hûseyn
Çâkçâk it sineni hasret ile eyle enin
Turda Mûsâ ile divâna durdum Hakkın tecellisin ben anda Çünki düşdü Kerbelâ toprağına ol nazenin
gördüm Ruh ul‐mukaddesden İncil okudum Tıfl‐ı Mesîhâyı Geldi bu dem ki şehîd oldu sultan‐ı din
bildim de geldim Geldi bu dem ki siyeh‐pûş oldu eshâb‐ı dîn
Firkatinle ağlayub âh it ey gönül
*** İnleyüb göz yaşını dâim revân it ey gönül
Hem Hüseynin râhına kendin 'iyân it ey gönül
Mahbûb‐ı Hudâya vahy oldu Kur'ân Hem yazdı okudu ol Canını eyle feda zâtın nihan it ey gönül
şâh‐ı merdin Mi'râca Muhammed gittiği zaman Leyle‐i Geldi bu dem ki şehîd oldu sultân‐ı dîn
mi'râcı gördüm de geldim Geldi bu dem ki siyeh‐pûş oldu eshâb‐ı dîn
Ağla ol şehîd‐i Kerbelânın aşkına
Muhammed 'Alînin çünki fermanı Kırklar meydanında Dağla cismin nûr‐ı çeşm‐i Murtazânın aşkına
gördüm erkânı "Nihânî" böyledir derdimin derman Bu dem Çağla deryalar gibi ol sâhib‐vefânın aşkına
devrânı sürdüm da geldim Nakd‐i canın kıl feda hem ol Rızânın aşkına
Geldi bu dem ki şehîd oldu sultân ı dîn
– 6 – Geldi bu dem ki siyeh‐pûş oldu eshâb‐ı dîn
Evvel adın kulhuvallah Sen sehinşâha çü kasd et di Yezîd‐i bî‐hayâ
Hem ezelsin ezel billah Vah nasıl Kıydı sana hem ol pelîd‐i bî‐vefâ
Cümle derde derman Allah Hasreti Vâveylenâ inler gönül vâfir fena
Alî billah Ali vallah Ey "Nihânî" gözlerinden kanlı yaş dök dâima
'Alî şahımdır eyvallah Geldi bu dem kî şehîd oldn sultan‐ı dîn
Geldi bu dem ki siyeh‐puş oldu eshâb‐ı Bin
. . . . bâde pinhân oldun
Sadıklara 'iyân oldun – 8 –
Münkirlere nihân oldun Ehl‐i diller Kûşe‐i vahdetde iskân oldular
'Alî billah 'Alî vallah El‐virüp bir dilberin Kuyunda mihmân oldular
'Alî şahımdır eyvallah Mâl mülkî dîn ü devlet külli eşyadan geçüb
Hırka‐pûş tâc‐ı 'abâ altında pinhân oldular
. . . . . . . . . . reh‐nümâsın Nefsine kul olmadan geçmiş hudâya yüz tutub
. . . . . . . . . . medârısın Heft İklim şehr‐i dil tahtında sultân oldular
Mü'minlerin penâhısın Ey tozu koz anlayan fehm ehli gör İşte kim
'Alî billah 'Alî vallah Cân ü serden geçdiler hep sanma inşân oldular
'Alî şahımdır eyvallah Pâ bürehme baş açık bu yolda yüz bin sine ki(?)
. . . . bir nûr‐ı bakirsin Senden akdem ey «Perişan* ki perişan oldular
Evvel âhır pâk tâhirsin Bitmedi
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 14
Halk Edebiyatı Örnekleri
Memleket Manileri
Safranbolu Manileri Kerkük Manileri
Toplayan: A. Baha Toplayan: Müderris Zade Salâhattin
Ay doğa alumaz mı Arxa [1] bağlar
Gün doğa bulunmaz mı Su gelir arxa bağlar
Bu derttin ben ölüyom Bülbüle irs qaluptur[2]
Namazım gılunmaz mı Arxaya arxa ağlar
*** ***
Giden dayı beri bâq Suda mar [5] Kimin [4]
Gulağına deri dâq Zİlfa [5] suda mar kimin
Benden sanga mefa yoq Sen meni yandırupsan
Galan [1] garına eyi baq Yağa su damar [6] kimin
*** ***
Ay ışuqdu garânluq Xarâbe [7] gözler
Gamalara dayanduq Bayquş Xarabe gözler
Yâr geliya deyünce Gözüm hûblar göruptür
Dal‐uyqudan uyânduq Baqmaz Xarâba [8] gözler
*** ***
Bostana guzu gedi Bin oqa
Tüyü qımızı gedi At kemandan bin oyu
Anasını arâken Bilene bir söz yeter
Goynuma gızı gedi Bilmeyene bin oqu
Atmayı ata ata Esmere ağ [9] yaraşır
Şefteli sata sata Sineme dağ [10} yaraşır
Bende dağat galmadı Bayquşa Xarâbeler
Yalunguz yata yata Bülbüle bağ yaraşı
____________________
Dengiz dibü tekneli
İçine gul ekmeli [1| "ark"a [6] damlar
Güççücekten yâr seven [2] Kalmıştır [7] Harabe
Biraz zahmat çekmeli [3] Yılan [8] "Harap"a
____________________ [4] gibi [9] ak
[1] "galan" rabıt edatıdır. Çok kullanılır. Her [5] zülfün [10] yara
cümledeki mânâya göre kıymet alır. Burada "git de" Tashih: Geçen sayıdaki Kerkük manilerinde ikinci
mânâsında kullanılmıştır. maninin ilk kelimesi "Bülbülün" olacaktır
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 15
Türkler'de Ailenin Tekâmülü ve Bunda "Kadın"
I‐ Türk Mitolojisinde Erkek ‐ Kadın ve Aile Mefhumları
Türk destanının bütün parçaları meydana çıkarılıp ay ise 6'ncı katta oturur [1].
henüz birbirine bağlanmış değildir. Bununla beraber
bugün elde mevcut olanları da zengin mevat gösterir. Görülüyor ki daha mühim olan güneş kadın telakki
Bugünkü Türk destanı başlıca dürt büyük parçadan ediliyor ve gökteki mevkii de aydan daha yüksek
ibarettir. oluyor..
1 — Dünyanın yaradılış usturesi, 2— Kun = Oğuz Türk destanının ikinci büyük parçası olan Oğuz
destanı, 3—Gök Türk destanı, 4—Dokuz Oğuz "Uygur destanında, destan kahramanı ve Türklerin büyük
destanı" Bu esas destanın etrafında birçok da tâli hükümdarı olan Oğuzun iki güzel kızla evlendiğini
destanlar vardır ki en meşhurları Köroğlu, Manas, görüyoruz[2].
Battal gazi, Danişmend Gazii ve Dede Korkut
destanlarıdır. Hatta bu destanın islâmiyetten sonra tahrif edilen
şekillerinde Oğuzun üç amcasının üç kızıyla
Bugün yalnız Yakut Türklerinde yaşayan Türk evlendiğini görüyoruz. Bunu hiç bir zaman Türklerde
kozmogonisine güre kâinat halk edilmeden evvel âlem kadının mevkiinin küçük olduğu şeklinde
denizden ibaretti. "Tanrı Kara Han" bu denizin anlamamalıdır. Çünkü fütuhat devirlerinde Türk
üzerinde tek başına düşünüyordu. Nihayet Kara Han büyüklerinin birden fazla kadın alması kablelislâm
yalnızlıktan usandı. Ne yapayım diye düşünmeye devirlerde bile âdetti. Dokuz Oğuz destanında da
başladı. O zaman, denizde "Ak Ana" göründü. Kara hükümdar "Buğu Han" yeni dini ve her şeyi semavî bir
Hana "Yarat!" dedi ve kayboldu. Kara Han Ak Anadan kızdan öğrenir [3].
aldığı ilham ile kainatı yarattı [1]
Zaten eski Türklerin içtimai müesseselerinin
*** bakiyelerini hâlâ saklayan Altay Türklerinde kadının
mevkii çok büyüktür. Kahramanlar karısının yahut
Demek Türk maşerî vicdanının yarattığı en esaslı hemşiresinin sadakat ve gayreti sayesinde
efsanede "Kadın" bir ilham menbaı oluyor. Kadına felâketlerden kurtulurlar. Hatta Altay dağlarındaki bir
destanda bu kadar mühim bir mevki veren milletin bu tepenin ismi "Kadın"dır." Bu dağ hakkında birçok
fikri bu tezde daima göz önünde tutulması lâzım bir hikâyeler söylenir [4]
nokta olacaktır.
Kara Kırgızlar arasında söylenen "Manas" destanında
Yine Türk kozmogoni destanına göre gök 17 kadın evin namusunun bekçisidir. Erkek soğuk
tabakadan mürekkeptir. En üst kat olan 17'nci kanlılığını kaybederek fena bir iş yapacağı zaman onu
tabakada Tanrı Kara Han oturur. Kadın olan "Gün kadın kurtarır. Kadının sözünü din‐
Ana" yani güneş 7'nci katta, erkek olan "Ay Ata " yani
____________________
____________________ [1] Ziya Gök Alp; Türk medeniyeti tarihi, S. 69.
[1] Türk Yurdu cilt 4; numara 22; 1926 sayısında [2] Köprülüzade Fuat; Türk edebiyatı tari‐hi, S. 51?.
Abdülkadîr Beyin "Türk Mitoloji‐sinde ve Halk [3] Ziya Gök Alp: Türk medeniyeti tarihi. S. 72 ‐ 73.
Edebiyatında kadın" unvanlı makalesi. S. 305.. [4] Abdülkadir: Aynı makale S. 307.
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 16
lemediği zamanda da kahramanın ölümü gelmiştir [5]. Dede Korkut kitabında kadınlar şöylece dörde ayrılıyor:
Kadının yüksek mevkii İslâmiyetten sonra yazılmış olan Dede ***
Korkut kitabında da pek barizdir. Meselâ: Kahraman fakak deli
bir Türk beyi olan "Deli Dumrul" Azraile meydan okuyor. Fakat II — Sabah leyin kalkar, elini yüzünü yıkamadan tıka basa
mücadelede mağlup oluyor. O zaman Âzraile diyor ki: "Madem yemek yer, elini böğrüne vurur. Bu evi harap olası erkeğe
ki her şeyi yaratan, can veren Allah'tır öyle ise benim de canımı varalıdan beri karnım doymadı, ayağım paşmak, yüzüm yaşmak
o alsın, sen bu işe karışma!" Bu sözler görmedi, diye şikâyet eder. Bu da solduran soydur.
Bir Kibrit Alev Aldı
Ne derlerse desinler, gurup: kıpkızıl kandır.
Benliğimin evinden kopup yanan volkandır.
Guruba baka baka bir kibrit alev aldı.
Bir kibrit cdeu aldı. Ne. derlerse, desinler!
İsterse bana bunun aksini göstersinler,
Parlayıp halka halka bir kibrit alev aldı.
Kızgın bir demir benim dağladı ciğerimi,
Hıçkıran gözyaşları doldurursa yerimi
Türbemin baş ucuna bir kibrit alıp yakın!
İsterseniz koşuşan rüzgârı yara yara,
Benden uzak dizilin karşımdaki dağlara
Yalvarırım sizlere beni yalnız bırakın!.
Celâl Sıtkı
Allah'a hoş geliyor. Azraile diyor ki: "Eğer Deli Dumrul kendi III ‐ Kalkınca elini yüzünü yıkamadan sokağa çıkar, obanın bir
yerine canını verecek birini bulursa onu ölümden affederim." ucundan bir ucuna gezer, öğleyin evine gelince hırsız köpeğin
Azrail bunu Deli Dumrul'a tebliğ ediyor. Deli Dumrul sevinerek evini birbirine kattığını görür. Komşu kadınlara niye evime
babasına: koşuyor, işi anlatıyor.. Babası kabul etmiyor. Anasına bakmadınız diye çatar.
koşuyor. 0 da kabul etmiyor. o zaman Azrail Deli Dumrul'un
canını almak istiyor. Deli Dumrul Azrailden müsade istiyor: "Bîr ***
karımla iki oğlancığım var, onları da bir göreyim de sonra
canımı al!" diyor. Karısına anlatıyor, diyor ki: "Bütün malım IV — Nice söylersen bayağı olanlar: evine misafir gelse erkeği
mülküm senin olsun. Benden sonra, gözün kimi tutarsa göynün evde olsa ve ona ekmek getir yiyelim dese; "Ne yapalım bu
kimi severse ona var, iki oğlan çığımı öksüz bırakma." yıkılası evde un yok elek yok " der. Ne gelirse benim soframa
gelsin diye erîne arkasını çevirir. Sözünü dinlemez.
***
***
Kadın burada büyüklüğünü gösteriyor. "Sen öldükten sonra ben
malı mülkü neylerim, ben göz açıp seni gördüm, gönül verip O Nuh peygamberin eşeği aslındandır [2]. Su tasnif bize
seni sevdim. Korkak anan baban bir canda ne var ki kadınların hürriyetini ve erkeğe müsaviliğini göstermek
vermemişler. Yer gök şahit olsun ben canımı sana verdim" itibarıyla manidardır. Çünkü erkek evde bulunamadığı zaman
diyor... Azrail karısının canını almaya geliyor. Deli Dumrul kadın misafiri ağırlıyor, evine kabul edebiliyor.
Allah'a yalvarıyor. "Alırsan ikimizin canını al. Bırakırsan beraber
bırak." diyor. Allah ta onları affediyor [6]. ____________________
____________________ [1] Kitab‐ı Dede Korkud; S. 37 —95.
[5] Âbdükadir, ayni makale, S. 307. [2] Kitab‐ı Dede Korkud; S. 5 — 6.
[6] Evin dayağı olanlar: eve misafir gelse, erkek evde olmasa o
onu yedîrir. içirir, ağırlar gönderir. İstanbul Kız Lisesi Felsefe Sıtajiyeri
Mehpare Nihâl
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 17
Bizde Koro ve Repertuarı
– I – Şu halde, koro, Türklerin pek eski âşınasıdır. Hammer,
Koro, yani grup halinde şarla söylemek san'atı, tarih bundan asırlarca evveline ait mükemmel İstanbul
kadar eskidir denebilir. Kurunu‐vustaî kilise koroları Türk korosundan bahsediyor, Hora [1] (yani koro)
memleketimizde bugüne kadar eksik olmadı. Elyevm tabiri — ki anasıl Rumcadır —, lûgatlarımızda, ve halk
Orta Asya Türklerinin bir ağızdan şarkı söylemeği arasında, el'an kullanılmakta ise de, bir ağızdan şarkı
bilmediklerine bakılırsa bu san'atın Asyaî menşeine söylemek değil, yalnız topluca raksetmek manasını
inanmak biraz güç olursa da, Burhanı Katı lûgatına saklamıştır. Hammer, acaba, bazı dini merasimimizde
güre hiristiyan korolarının İran topraklarında da tek ses üzerine fakat bir ağızdan okunan âyet, ilâhî
vaktiyle kullanıldığını kabul etmek lâzımgelir (Yani, gibi ahenkleri mi kastetmek istemişti? Esasen
sonradan rağbetten düşmüştür). Mezkûr lügatin memleketimizin yerli kiliselerinde de, koro hey'etleri,
verdiği malûmat şudur: "Bin kadar büyük, küçük son zamanlara kadar tek ses üzerine okuyup, dört ses
eşhasın bir ağızdan şarkı söylemelerine Erganon üzerine armonize edilmiş ilâhiler okunması yepyeni
derler. Diğer bazılarına göre de, yetmiş kızın hep bir harekettir.
birden şarkı söyleyip saz çalmasına Erganon denir"
[1]. Erganonun esas manası maruf musiki aleti ***
olduğuna ve garpta en iptidaî iki sesli kilise musikine
de vaktile Orgamum denildiğine bakılırsa, Iran Ermeni ve Rum kiliselerinde armonize edilmiş
Erganon korosunun hiristiyanî menşeine inanılır. musikiler kullanılması münakaşaları, aşağı yukarı elli
Belçikalı rahip seyyah Rübrükis'in Gürgânç senelik bir meseledir; tatbikat sahasında, garp kilisesi
[Türkmenistan] Nesturi'lerinin Erganon sazımnı ile alâkaları dolayısıyla Ermeniler muvaffak oldular.
çaldıklarından bahsediyor (XIII'üncü asır): o havalide Sinagoglar ise, daha ileri giderek iki seneden beri orgu
el'an iki sesli organum musikilerinin yaşa‐dığı anlaşılıp da merasime iştirak ettirmeğe başlamışlardır [2]. Bu
birçoklarının notaya alınmış olması, hem koro yenilik
şamalının vaktiyle o uzak Türk diyarlarına kadar
girdiğini, hem de Rübrükis'in hakkını ayrıca teslim ***
eder.
____________________
*** [1] Hora tepmek, denir.
[2] Sinagogda "irticai aleti olarak kullanılması" kaydı
____________________ ile Orgun ve "fevkalâde mukaddes saz" sayılan
[1] Garplıların son zamanlarda dikkatini celbeden bu Harpa'nın çalınmağa başlaması ve garp üstatlarından
İranı koro tarifleri, şifahî ve tahrirî hayli münakaşaları Halevy, Yovahim Rossini, M. Bruch ve hatta
mucip oldu. Profesör Margoliouth, koro manasına Beethoven'den bazı musikilerin dinî repertuara
gelen Erganon kelimesinin Ermenice (erk= tegannî) ve alınması, bundan elli sene kadar evvel Paris
(noin=birlikte) kelimelerinden mürekkep olması sinagogunda takarrür ve tatbik olunan bir nevi İntibah
ihtimalini ileri sürmüştür ! hareketinin neticesidir.
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 18
lerin kilise haricinde de tesiri görüleceği tabiî idi; ilâhileri) Eçmiyatzin Kilisesine de geçti[1]. Son
netekim millî bîr koro hey'eti kurmak istediğimiz zamanlarda ise, Komitas Wartabet, Anadolu ezgilerini
zaman bilhassa tecrübe görmüş kilise koristlerinden tervice yol açmıştı; Komitas, Kütahyalı bir kısım
yardım arıyoruz: mükemmel bir fırsat, hiç Ermeniler ise Anadolulu oldukları için, bu yeni üslûp
kaçırmamalıyız. da aralarında çok tutuldu, işte bahsettiğimiz dört sesli
korolar bu Türk ağızları üzerinde yapıldı. Komitas dinî
*** olmayan Eğin ve diğer yerler ağızlarından da korolar
yazdı [2]. Yani, bir kısım kilisehanendeleri, memleket
Bu tarihçe gösteriyor ki, Türkiye'nin koro hayatı, kilise üslûbundaki nağmeleri armonik bir şekilde
dahilinden haricine bir tekâmül seyri takip etmekte okuyabilmek seviyesini kazanıyorlar.
olup, en tabiî cereyandır: çünkü, her asırda ve her
yerdekinin aynıdır; garpta da dinilik safhasından "lâik 2) Yalnız İstanbul Ermeni kiliselerinde sekiz koro
bir müessese" haline istihale etmiştir: meselâ, Büyük heyeti vardır; azaları tabiatıyla Türkçe'de de temiz bir
ihtilâl hadiseleri arasında kapatılan Fransa'daki şekilde taganni edebiliyorlar. Hem adet, hem de
"maîtrise" [3] nam kilise hanendesi mekteplerindeki seviyeleri artmaktadır; kilise haricindeki koroların
koroların ilgası, (orpheon) nam Fransız halk tutunmasına yardım etmeği de istemektedirler.
korolarının moda olması ihtiyacını doğurmuştu....
Bundan şu netice çıkıyor ki, şehir korolarının
Bilhassa İstanbul Ermeni kilisesindeki istihale iki teşekkülünde bu hanendelerin kısmen yardımından
mühim noktadan bizi alâkadar ettiği için ilerlemesi istifade etmek imkânına malikiz. Gerçi ses solistliği
temenni olunur: sahasında teknik yüksek tahsil görmüş olanları yoksa
da, koristlikte hayli tecrübe sahibidirler, içlerinde lise
1) İstanbul Ermeni kilisesinin musikisi XVIII'inci asır tahsili görmüşler de vardır. ''Opera Cemiyeti" kısmen
başlarında Türkleşmeye başlamış, sonlarında ise, bu koristlerin yardımıyla kurduğu koro heyetinde çok
Baba Hamparsum elinde Türk musikisinin — bünye semereli neticeler edinmeye başladı ki, ilk tecrübedir.
itibarıyla — bir şubesi haline gelmiştir, Hamparsum,
Boğos Zenne veya Maskalacı Yaghuthiyon'un talebesi ***
olup, müteakip kilise musikicileri hep onun yolunda
yürüdüler; ala‐turkamsı şarakanlar, (kilise Şehirimiz katolik kiliselerin deki korolarda tecrübe
gören koristlerden de istifade daima mümkündür.
___________________
[3] "Maitrise" kelimesi ile "Medrese', kelimesi Koronun şarktaki mazi ve halini, ve ileri doğru hamle
arasındaki lügat ve tarz müşabeheti dikkatimi celbetti. edebilmesinin, yani "lâik ve millî bir terbiye müessesi"
Endülüs Araplarının Toled, Kordu ve Sevil haline geçebilmesinin şartlarını gösterdik. Fakat,
Medreselerindeki birçok Avrupalılar, hatta rahipler istikbale hazırlık maddesinin bazı şartlan daha vardır.
bile, bu medreselerde tahsile koşuyorlardı. Musiki
(Orga‐num) da tedris olunmakta idi. Devrin İspanyol I.— Koristlikte hiç tecrübe görmemiş, görenekten
muharrirlerinden Virgilius Cordubensis, mahrum musikicileri işe başlamakta ısrar edersek
Philosophia'sında, mezkûr medreselerin ders beyhude yere bîr kaç tecrübe senesi kaybedeceğiz.
plânlanın anlatırken, bunu şu cümle ile tespit etmiştir: Binaen‐
"et duo magistri legebant de masica (de ista arte ___________________
quae dicitur organum...)". Bu vak'aya bakan bazı [1] Bu hususlarda Lavîgnac Musiki Kamu‐suna
Avrupalı müellifler, Kurunuvusta kiliselerinde koro ile bakınız. Cilt, I.
okunan organum san'atının Araplardan geçmiş olması [2] Komitas'ın hayat ve tecrübelerinden (Musiki) de
ihtimali üzerinde düşünmektedirler [H.O, Farmer, bahsedeceğim.
Cleus for the Arabian İnfluence on European Musical
Theory, 1925, London].
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 19
aleyh, yukarıda gösterdiğimiz imkânlar varken, bu gibi yet vermek de o kadar hassas bir maddedir: millî
[ve lâik — hususî — müesseselerde neticesini repervuvar meselesi işte budur.
sabırsızlanıp dağılmadan beklemek güç olacak]
tecrübe devrelerinden kaçınmağa mecburuz. Koro Birinci madde hakkında başkaca sözümüz kalmadı,
san'atında tecrübe sahibi ecnebilerden bile yardım ikinci madde hakkında ise, M. Eugene Borrel,
beklemeliyim. Kuvvetli teşkilât buna bağlıdır [1]. Ankara'nın (Musiki) mecmuasında [VI'ncı
numarasında çıkacaktır] mühim bir yazı
*** neşredeceğinden bize ayrıca söz düşmez: alâkadarlar
oraya baksınlar.[2]. Binaenaleyh, gelecek kısımlarda
II.— Teknik ve usul hususunda ciddî davranmak "Millî koro repertuvarı" meselesine dönmekle iktifa
lâzımdır. edeceğiz.
____________________
III.— Bir koro hey'etinin hazırlayacağı eserler [2] Bartın gazetesinde devam etmekte bulunan
repertuarı kolaydan güce doğru ele almak ne kadar yazımda (bilhassa ağustos nushalarına bakınız]. Küçük
mecburî ise, hitap edilecek halkın cinsiyet ve şehirlerimiz için teklif ettiğim küçük koro teşekkül
seviyeleriyle mütenasip, ve zevkine uygun eserlere terinden bahsediyorum. Burada ise bilhassa İstanbul
fazla ehemmi‐ mevzuubahistir.
____________________
[1] Konservatuvar korosunun teşkilinde bile; Kösemihal Zade
görenekten mahrumiyetin dertler: çekiliyor. Mahmut Ragıp
Seyahat Notları ‐ Hatıra Defterinden
23 Haziran 1931. Düzce: Talebemden Pertevle lerle beraberiz; onlar bu dağlara olan seyahatimizi
beraber Abant ve Karduz yaylalarına, bu dağların hayırlı fal sayıyorlar ve bundan sonra artık
şimalinden doğru gidiyoruz. Dönerken de darülfünunlular ve münevverlerin dağlara her vakit
cenubundan, Mudurnu Çayı üzerinden dönmek geleceklerini ümit ediyorlar. Seyahat marşrutunu
niyetindeyim. Bu dağlar şimdiden o kadar muhteşem tesbit ediyoruz.
görünüyor; tepelerine çıkarsak ne olacak.
***
24 Haziran: Bolu ‐ Mudurnu şosesi üzerinde saat
12:30. 22 ‐ 28'inci kilomet reler arasını yaya geçtik. 25 Haziran: Pertev, ben ve Mudurnulu gençlerden
Yol tamir eden köylülerle biraz hendek temizledik, ve Sıtkı, sandık emininin oğlu Mehmet. Alpagot, Çepni
resimlerini aldık. Sağ tarafımızda yine Aband'ın köylerinden geçerek saat 19:30da Abant Gölü
tepeleri görünüyor. Ben karakolun solundaki tepeye sahilinde, orman bekçisi Ahmet Efendinin evine
çıktım. geldik. Birisi burada balıkçılık ediyor. Ordulu dedikleri
vilâyat‐ı şarkiye muhacirlerindendir, Buradaki
Saat 15:30: Mudurnu'dayız(840 metre) Saat 17 de Ordulular, Çerkeş. Abaza, Laz muhacirlerinden ayrı
kasabanın şimalindeki kalelere, saat 19 da sayılıyorlar, ve Türk'türler. Bu ıstılahın, o zaman
cenubundaki Şeyh Ümran tepesine (1100 metre), hükümet merkezi (Ordu) Şark vilâyetlerinde olduğu
Filibeli Şeyhin mezarına, Evliyalardan Kulaklı Dedeye için Moğollar zamanında çıkmış olması hatıra geliyor.
çıktık. Kasabanın gençleriyle beraber konuştuk. Saat "Nasıl ki o samanlara ait kayıtlarda meselâ Konya'dan
23'te kaymakam Abdurrahman Naili ve Belediye reisi şark vilâyetlerine Tebriz'e gidenler ve oralardan
Sabri Bey‐ gelenler hakkında
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 20
tabirleri kullanılıyordu. Dördüncü Ordu tabiri ise Osmanlı çok güzel. Şarkta karlı "Köroğlu"(2315), garpta "Kardız"
devrindeki ordu taksimatı itibarıyla olsa gerektir. (Leonhardt'a göre 1900), cenupta "nedimenin Başı"
bunların hepsi pek açık görünüyor; ayaklarımızın altında
Akşam çok tatlı balık yedik ve sonra göl üzerinde ay da "Abant gölü"; kendimizi çok yukarılarda hissediyoruz
ışığında kayık gezintisi yaptık. ve seviniyoruz; Pertev, şair Sabahattin'in:
*** İlâhların bası gibi başları diktir,
26 Haziran: Sabahleyin gölde tekrar biraz kürek çektik. Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir;
Saat 10'da Samat yaylasındayız. Burada "gelik" tesmiye Ben de katıp vücudumu bu genişliğe
olunan "alaçuk"lar üzerinde tetkikatta bulunduk. Temür Bakıyorum aşağılarda kalan hiçliğe..
sefernamelerinde, Erzurum Türkmen kalesi "Evnik"in
fethinde " alay edilen alaçuklar işte bunlardır. şiirini okuyor. Burada bir saat kadar kaldık. Burası açık,
Malûmdur ki "alaçuk" Altay, Orta Tiyanşan, Ural gibi etraftaki gür ormanlar arasında güze! Türk yaylaları
dağlık mıntıkalardaki Türklerde bulunur. Ural'daki görülüyor. Ne güzel yerleri var bu Türkiye'nin.
Başkurt alaçukluları da Temür sefernamelerinde
mezkûrdur. Şimdi burada gördüklerimiz de tıpkı Başkurt ***
alaçukları gibidir,; uzunluğu 4‐6 metre, genişliği 4‐5,
yüksekliği 1‐2 metre. Bunlar da Başkurt alaçukları gibi Saat 3:30: Çepni yaylasındayız. Büyük çayırın ortasında,
ayırma dedikleri yanın tomruklardan yapılmıştır. büyük çayırın dibinde tam Başkurt usulünde bir tabii
Üzerlerini örten yarma tahtalar da Başkurtların kinin cami minaresi çınar, duvarı bir avlarları ibaret. Eskiden
aynıdır. Yarma, hardama, öküz tahtası, kısa olursa bütün civar yaylaların ahalisi cuma günü bu camide
bedevre tesmiye olunuyor. Kurut = keş ve bunu kurutma toplanırlarmış. Yanındaki açık dağ "Türkmen Çalı"
vasaiti Başkurtlara nisbetle daha iptidaîdir. Ekser tesmiye ediliyor. Yaylada Ali Efendi isminde birisi,
güneşte kuruturlarmış. Burada yayla hayatı Başkurtlar'a yaylanın önündeki büyük çayırın ortasında bize bin
nisbetle çok basit, iptidaîdir; orada, zenginlerin zahmetle çay pişirip içirdi; bu çay bize çok tatlı geldi.
alaçuklarında görülen ihtişam burada yok. Alaçukların,
Başkurtlar'ınkinden farklı ciheti, ekserisinde hayvanlar ***
için, evlerin altında yer bulunması ve yanında da
abdesthane olmasıdır. Bunlar elbette Türkler garbî Saat 6‐7: "Sarıyer", "Örencik" köylerinin "Erenler
Asya'ya geldikten sonra ilave edilmiştir. Başkurtlar'da Doruğu" na ve "Abant gölü" ne nazır yüksek yaylalarına
hayvan ağıl ve damları alaçuktan çok uzakta bulunur. geldik. Örencik yaylasında geceyi geçirmek Üzere
Alaçuka yakın yerde abdest bozmak mutasavver değildir. kalacağız. Kuzu kestirecektik, sürüler uzakta kaldığından
bulamadık. Akşam "üğre" yedik. Gece saat 12'ye kadar
*** ateş başında yayla sohbetleri ettik. Buraların ahalisi çok
açık göz, zeki insanlar; hatta çobanlan bile.
Samat yaylasında ağıl ve damın ecza ve teferruatına ait
ıstılahlar kaydettik. 27 Haziran: Gedikler, sonra Peldüzü yaylalarından
geçerek Avusturya Alplarındaki ormanlara benzeyen
*** yüksek ve şık karaçam, ıhlamur, meşe ormanlarına
geldik. Bu ormanlar, fevkalâde güzel ve tabiat itibarıyla
Saat 1: "Yağbasan" yaylasındayız. fevkalâde zengin yerler. Yolda Kara Mustafa isminde bir
Yürükle görüştük fakat çadırlarına gidemedik; kadınına,
Saat 2: Erenler Doruğu (doruk = tepe) na çıktık. kendisini çok kibar saydığından "kadın karı"
Erkânıharp binbaşısı Cevat Beyin 1747 metre olarak tayin deniliyormuş: demek ki "kadın" eski "Xatun" yerinde
ettiği "Abant tepesi" bu olsa gerek. Hava kullanılıyor. Saat 12'de Güney köyüne geldik.
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 21
Köyün sakinleri Tingiloğulları, Caqanoğulları deniz Ereğlisi'ne doğru ilerleyen Moğol ordusunun
sülâlelerinden dir. Karşıdaki güzel manzaralı koy harekâtı ile başlamıştır. Mudurnu karşısındaki Abant
"Harman Sekisi" tesmiye ediliyor. Seki (= platform) dağlarında karlık, şimdi bulunduğumuz köyün ismi
Başkurtlar'daki manada kullanılıyor. olan Bektemirler Güney'in bir çayının ismi olan
Pulatçı, sülâle ismi Tingil, köy isimleri: Alpagut, Çepni,
Çadırın etrafına gerilen pala, yani Başkurtça kirege, Taraklı, Mangırlar, Ayman (Nallıhan taraflarında),
burada Mahmut Kaşgarî'de olduğu gibi gergi talâffuz Örencik; yağma (Çarşamba'da) gibi isimler buradaki
olunuyor, öğleden sonra şu köylerden geçiyoruz: Türklerin etnik heyetinin neden ibaret olduğunu
Hacılar, Gökveren (burada mektep var), İğneciler, gösterebilir. Bunlar; Türkmen, Kıpçak ve Moğol
Sofular, Tekirler, Ortaköy (burada cami var; bir de tam devrinde gelen muhtelif şark Türk ve Moğol
Ural dağlarındaki evler usulünde bir ahşap ev gürdük), aşiretlerinden ibarettir. Buralarda pek çok görülen
Çay köy (burada ayran içtik), Sarot (burada ılıcaya Alpağutlar, bir de Bektemirler, Bulatçı, Örgenci,
girdik). Saat 18'de Bektemirler köyüne geldik. Hava Ayman aşiretleri Moğollar ordusunda bulunan
yağmurlu olduğundan 20 Haziran sabahına kadar aşiretler olsa gerek. (bakınız; Alpağut, Reşidüddîn,
burada Nuri Efendinin evinde misafir kaldık. Köy ve 1259; Bektemir, Reşidüddin, 165 ve 242; Bulatçı,
yayla hayatına, civardaki sülâle isimlerine, yemek Tarih‐i Reşidî‐i Haydar Mirza‐İngilizcesi, Örgenci,
envama ait malûmat ve köy, yayla hayatına dair Hanikof, Buhara seyahatnamesi).
ıstılahlar topladık. Bunların geliklerinin altında ahır
bulunmuyor, ve diğerlerine nisbeten temizcedir. ***
Avlanın envaı vardır, kılıç Kazık dedikleri çift kazığın
arasına uzun ağaçlan, bazan aralan ağaç çivilerle Bunların dağ mıntıkalarında yaylayıp geçinenlerinin
ayrılarak dizmek suretiyle yapılan bir avla, ve örme bir kısmı ihtimal daha Türkistan'da iken dağlı yerlerde
avla tamamen Başkurtlar'da ve Altaylarda olduğu alaçuklarda oturmuşlardır. Alaçukun teferruatının
gibidir. Türkistan'da tekâmül eden yayla ve köy hayatı Başkurtlar'ınkine uyması bunu gösterir. Yağına aşireti
buraya olduğu gibi nakledilmiş olduğunda şüphe orta Tiyanşan'ın ormanlık mıntıkasında Tekeş nehri
kalmıyor. havzasında yaşayan bir aşiretti. Diğerleri. Türkmen
aşiretleridir, Bütün gördüğümüz Türk köy ve yayla
*** ahalisinde buradaki eski gayri Türk unsurla karışma
alameti olacak hiç bir hususiyete tesadüf edilmiyor.
Sakarya havzasında Ala Dağ‐Köroğlu dağları
mıntıkasının garbındaki kısımların Türkleşmesi 1298 Prof. Ahmet‐Zeki Validi
senesi kışında Bayıncar ve Sülemiş idaresi altında
Kara‐
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 22
Hikâye
İKİ ONBAŞI
Galiçya… 1917…
Otuz adım aralıkla, iki saatten beri karşı karşıya İki taraf birbirine otuz adım yaklaşınca toplar
duruyorlar. Avusturyalıları silip süpüren, Almanlarla susmuştu. Şimdi gece olunca makinalılar da susuyor.
Macarları kaldırıp geri atan Rus dalgası, Türk Artık söz söylemek sırası yalnız bombalarla
siperlerinin otuz adım önünde bekliyor. süngülerindir... Siperlerden siperlere fırlatılan son
bombalar patlıyor ve iki taraf süngü davranarak
İki hattan birbirine bombalar hediye ediliyor... Ve... birbirine giriyor...
Keskin küfürler.
Bombalar savrulurken küfürler de beraber
Bir taraftan verilen kumanda öbür yandan da işitiliyor. savruluyordu. İki taraf birbirine doğru koşarken savaş
Süngüler takılmış... Bu yıpratıcı durumdan kurtulmak naraları haykırıldı ve şimdi süngü süngüye
lâzım. vuruşuluyor...
*** Şu birinci türlü sesler dürtüş yapan ve çelen
süngülerin birbirine çarparken çıkardığı donuk sestir,
İlk davranış Türklerden oluyor... Karşı bir saldırışla ikinci türlü sesler hedefini bulan süngülerin insan
düşmanı atmak için fırlıyorlar. Fakat karşı taraftan etlerine dalarken çıkardığı matemli sedadır... Üçüncü
keskin bir takırdama. .. Makinalılar cepheyi tarıyor ve sesler yaralananların haykırışı ve dördüncüler
fırlayanlar bir daha kalkmamak üzere yatıyorlar... çarpışanların solumasıdır. Bu soluma bir saatlik
Ruslar cesaretleniyor. Otuz adım ileriye atılabilirlerse uzaktan işitiliyor...
mesele hallolunacak... Ve, ikinci saldırış onlardan
oluyor. Fakat bu sefer işleyenler Türk makinalı ***
tüfekleridir... Ve... Fırlayanlar yere yatmaya mecbur
oluyor. Bu onların son yatışıdır... Asırlık düşmanların karanlıkta boğuşması... Bu,
heybetli bir manzaradır. Süngü süngüye... Göğüs
*** göğüse... Boğaz boğaza...
Tekrar bombalar başlıyor ve arada keskin küfürler... Büyük bir güllenin açtığı büyük bir çukurun başında
Yaralananların iniltileri... Artık akşam da oluyor. Gökte beş altı kişi boğuşuyor. Süngüler... Dürtüşler...
inci bir ay var... Çelişler... Küfürler... Ve sert bir dipçik vuruşu... Biraz
sonra ayakta hiç kimse yok... Düşenlerden iki tanesi
Onun ışığı Rus siperlerinden Türk siperlerine kadar yavaş yavaş gülle çukuruna yuvarlanıyorlar ve kesik
olan bütün alandaki tümseklere gölgeler yapıyor ve kesik inleyerek orada kalıyorlar... Onlar birbirlerine o
siperlerdeki askerlere birer dev görünüşü veriyor... kadar yakın ki ellerini uzat salar birbirlerini tutacaklar.
Ay ışığının girmediği bu kuytu çukurda onlar
Galiçya artık fâtih ve barbar ırkın bayrağına baş eğen birbirlerinin yüzlerini göremiyorlar... Fakat ikisi de
bir ülke değil... Fakat orada yine kahraman biliyor ki yanında yatan yaralı biraz önce gırtlaklaştığı
barbarların ordusu çarpışıyor ve bu ordu tâ düşman ordusundan birisidir...
nerelerden gelerek arkadaşlarına yardım etmek ve
ölmüş bir milleti diriltmek için dövüşüyor... Bir müddet ikisi de baygın yatıyor... Ve artık harp
meydanında hiçbir ses yok...
***
***
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 23
Yalnız ara sıra uzaktan gelen bir yaralı sesi... Er meydanındaki çukurun içinde iki dost onbaşı
Çukurdakiler yavaş yavaş kımıldanıyor. Birisi güçlükle inliyor... Birinin gözlerinde sarışın Marya'nın aksi,
matarasını çıkarıyor. Kurumuş dudaklarına götürerek birinin gözlerinde ceylan bakışlı Ayşe'nin hayali var...
iki yudum içiyor... Sonra ötekine uzatıyor. O da Birbirinin yüzünü görmeyen iki yaralının yattığı
içiyor... çukurdan bir hasret seyyalesi uzanıyor. Bu seyyale
Anadolu'dan Polonya'ya kadar gidiyor. Bu seyyalede
İki yudum suyun hiçbir değeri yoktur. Fakat eğer bu parçalanmış bir ümidin kırıntıları var... Ümit ölmez.
iki yudumu içen insan bir çukura yuvarlanmış bir Ümit en sonra bırakılan şeydir... Fakat iki asker de pek
yaralıysa ve yanında eşi ve hiç kimsesi yoksa o zaman iyi biliyorlar ki kendileriyle ve gözlerindeki akislerle
o iki yudum su ona taze bir hayat verebilir. Çünkü o, beraber, en son ümitleri de bu çukurda gömülü
bilmese bile sezer ki şu dakikada yarasını onaracak kalacak... Ve ihtimal biraz sonra yanı başlarında
şefkatli bir elin gelmesi ihtimali yoktur... Yarasını patlayacak olan yeni bir gülle, toprakta açtığı yeni bir
kendisi sarmaya mecburdur... Ve... ikinci asker elleri çukura karşılık, kendi üzerlerini örterek onlara adsız
titreyerek çantasından sargısını çıkarıyor... Elleri sansız bir mezar yapacak...
titreyerek yarasını sarıyor ve sargının kalanını ötekine
uzatıyor... ***
*** Çukurun içinde iki dost onbaşı inliyor ve onlar biraz
sonra öleceklerini biliyorlar. Burada böylece ölecekleri
Onlar demin yaşamak için boğuşuyorlardı. Şimdi için onlarda bir pişmanlık var mı? Hayır!.. Onlar bir
yaşamak için birbirlerine yardım ediyorlar. görev için, görevden daha yüksek bir düşünce için
öleceklerini biliyorlar...
Onlar iki onbaşıdır. Biri yalçın Anadolu köylerinden
gelmiş, şehitler soyundan bir Türk onbaşısı... Öteki, ***
Polonya'nın yeşil ovalarında büyümüş ve kaderin
şevkiyle Rus ordusunda hizmete mecbur olmuş bir Birbirlerine hiçbir düşmanlıkları olmadığı halde böyle
Lehli onbaşı... süngüleşmelerinde büyük bir sebep olduğunu
anlıyorlar. Ve o fikri apaydın göremedikleri için ona
Onlar şimdi bu karanlık gecede, bu kimselerin daha çok inanıyorlar. En büyük hakları olan hayattan
görmediği çukurda inliyorlar. Yaralarından akan kan ayrılmak fedakârlığını da bunun için yapıyorlar...
toprağın üstünden sızarak çukurun en derin yerinde
birbirine karışıyor... Ve onların gözlerinde bir özleyiş!.. ***
*** Ey savaş!.. Sen acı ve korkunç, kanlı ve berbat, çirkin
ve yıpratıcısın... Fakat sen büyük ve azametlisin...
Birbirinin dilini anlamadan konuşuyorlar... Türk: Bunun içindir ki insanlar sana ebediyen
"Yaran çok sızlıyor mu" diye soruyor. Lehli inliyor ve tapınacaklardır.
metin olmaya çalışarak: "Siz Türkler vaktiyle bizim için
harbettinizdi" diyor. Lehli onbaşı bunu biliyor ve ***
Türkler Lehistan ovalarında yine at oynattıkları için
Lehistan dirilecek diye seviniyor. Fakat Türk İki dost onbaşının nabızları yavaş yavaş ağırlaşıyor ve
onbaşısının bundan hiç haberi yok. O, kendi onlar bu büyük dakikada birbirlerine cesaret vermek
kahramanlığından habersiz olduğu gibi atalarının için birbirlerine yakın olan kollarını uzatarak el ele
yaptığı büyüklüğü de bilmiyor... Yalnız, onun bol bol tutuşuyorlar. Lehli onbaşı gözlerini açınca göğün
akmaya alışmış olan temiz kanı, şimdi şurada da, şu karanlık boşluğunda bir ışık görüyor. Bu ışık bütün
yabancı toprakta da bir yabancının kanına karışarak göğü kaplıyor. Ortasında Marya, elinde billur bir
bol bol akıyor... bardakla su tutuyor.
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 24
Ve Türk onbaşısı "Marya!.. Marya!.." diye bir şeyler Ve sonra: Sonsuz uyku...
sayıklayan arkadaşının Öldüğünü seziyor. Türk
onbaşısının anlayamadığı bu sayıklamalar Lehli Dakikalar geçiyor... İki beklenen artık dönmeyecek...
onbaşının vasiyetidir. Fakat dünyada değişen bir şey yok...
*** ***
Öteki, arkadaşının öldüğünü, kendi korkunç Birdenbire büyük çukurun tâ tepesinde bir aydınlatma
yalnızlığını anlayınca hıçkırıyor. Kendi diliyle, kendi fişeği patlıyor ve ışığını iki dost onbaşının üzerine
lehçe ve kendi şivesiyle: "Hayat! Sen insanları bu serpiyor... Onlar hâlâ el ele tutuşuyorlar... Hâlâ Lehli
kadar güç mü bırakırsın" diye düşünüyor. Ve biraz onbaşının gözlerinde iki damla yaş duruyor... Ve hâlâ
önce boğuştukları çukurun tepesinden kendine Türk onbaşısının dudaklarında bir ümit gülümseyişi
kollarını açan gürbüz çocuğa sevgiyle bakıyor. var...
Kalkmak, onun yanına gitmek, onu kucağına almak
istiyor. Fakat ah!.. Bir üstün kumandası olsa!. Birden Y.D
dünya kararıyor. Onbaşının gözlerinde köye ait son bir
hayal parlayıp sönüyor...
Ziya Gökalp'in Hayatı Ve Malta Mektupları
İkbal Kütüphanesi, İstanbul 1931‐111 sahife, 75 krş.
Bu eseri Ali Nüzhet Bey neşretti. Baş tarafta yazılmıştır. Bunların en dikkate şayan olanları, Saffeti
Köprülüzade Fuat. Beyin bir takrizini görüyoruz. Ziya Beyin Ziya Gökalp ve mefkûre atlı eseriyle,
Bundan sonra merhum Gökalp'in doğduğu tarihî Edebiyat, zümresinden bir talebenin gayrı matbu tezi.
muhit tavsif olunuyor. Ziya Beyin aile muhiti, Ziya Gökalp'in ölümünü müteakip biraderi Nihat
çocukluğu, feraseti, ilk tahsili, gençliği, arkadaşlarının Beyin İstanbul Türk Ocağında verdiği konferans,
ve hocalarının tesiri, ilk yazılarından olan Şaki İbrahim Merhumun eski muavini Necmettin Sadık Beyin
destanı, Ziya Beyin İstanbul'a gidisi, dönüşü, ittihat ve tetkiki ve nihayet Akçora oğlu Yusuf Beyin Türk Yılında
terakkiye intisabıyla Genç Kalemlerdeki neşriyatı, Türk Gökalp'a tahsis ettiği sayfalardır.
Ocağındaki hayatından sonra büyük harp kısaca
geçilerek bilhassa mütarekeden sonra Malta'daki Ali Nüzhet Beyin bu yeni eseri, diğerlerine nazaran
hayatı tafsil edilmekte, merhumun Malta' dan kızları mühim hususiyetleri ihtiva etmektedir. Bu eserde Ziya
Seniha ve Hürriyet Hanımlara yazdığı mektuplar Beyin aile hayatına ait şimdiye kadar bilmediğimiz
aynen neşredildikten sonra Malta dönüşü tafsilât vardır. Eseri süsleyen resimlerden büyük bir
Diyarbekir'deki hayatı ve faaliyetleri tetkik olunmakta kısmı da bu meyandadır. Malta mektupları bize göre
ve nihayet hastalık günleri ve Ulu Türk'ün ölümüne ait eserin en büyük servetini teşkil etmekte ve bu filozof
acı hatıralardan sonra onun umumî tasvirini yapan bir ve idealist Türkün en buhranlı zamanlarda bile
netice ile bağlanmaktadır. kendinden çok, milletini, memleketini, ailesini
düşündüğünü bir defa daha is bat etmektedir. Bu
Ziya Bey hakkında şimdiye kadar müteaddit tetkik mektuplarda büyük bir iman ve istikbal ümidi
eserleri ve makaleleri
www.atsizcilar.com
Sayı: 6 ATSIZ MECMUA Sayfa: 25
içinde nikbin olan Ziya Bey, kızlarını karşısında tutarak Gökalp'in verasetine ve Çermik'ti olan ailesine dair
bütün memleket gençliğine hitap etmektedir. Bilhassa verdiği malûmat en kıymetli haberlerdir.
refikasına hitaben yazdığı satırlarda maddî ihtiyaçların
temini için biricik serveti olan kitaplarının satılmasını Eserin bizce küçük iki noktadaki görüşleri hatalıdır.
tavsiye etmesi ne kadar samimî, ne kadar acı ve ne Ziya Beyin Diyarbekir'de küçük mecmuayı çıkarırken
kadar asildir. tafsil edilen hayatında muhitinin kendisine olan soğuk
muamelesi meskût geçilmiştir. O sıralarda Ziya Bey
*** Diyarbekir'de fena fikirler besleyen insanların
tehditlerine ve soğuk muamelelerine maruz kalmıştı.
Ziya Beyin vefatından sonra Ankara'da bir Gökalp
cemiyeti teessüs etmişti. Bu cemiyet doğdu ve öldü. ***
Bugüne kadar Ziya Bey için bir şey yaptığını işitmedik.
Tabutunu taşımak için yerinden oynayan İstanbul, İkinci nokta da Ali Nüzhet Beyin her nedense Ziya Beyi
ancak bir iki sene sayılı birkaç gencin teşebbüsüyle en buhranlı zamanlarda ziyaret edenlerden ve ailesini
mezarı başında anılmasına bile iştirak etmedi. Ziya soranlardan birinin de M. Zekeriya Bey olduğunu
Beyi doğduğu yerde sevenler ise pek enderdir. Bu tebarüz ettirmek istemesidir. Bu bir kadirşinaslık eseri
büyük ve fedakâr insan niçin bu kadar çabuk olabilir, fakat herhalde Ziya Beyin ruhu bu duyguda
unutuldu? Bunun birçok sebepleri olmakla beraber değildir. Birkaç sene önce ailesini ziyaret edenlerin bir
şark istiklâl mahkemesinde bazı hain mahkûmların müddet sonra komünist propagandası yapmalarını
Gökalp'a sinsi bir kürtçülük izafe etmeleri de amil Ziya Bey hoş görmez ve affetmezdi.
oldu.
Bizim taptığımız en büyük mürşidimiz Ziya Bey
*** hakkında bu kıymetli eseri yazan Ali Nüzhet Beyi
kuvvetle tebrik ve her Türk gencinin bu eserden
Ali Nüzhet Beyin eseri Ziya Beyi pek iyi tetkik etmemiş muhakkak bir tane edinmesini tavsiye eder,
olanların düştükleri bu mantıksız ve insafsız şüpheden Gökalpimiz'e rahmet dileriz.
kurtaracak malûmatı da ihtiva etmektedir. Evvelce
Nihat Beyin verdiği konferans ve nihayet Ali Nüzhet Namık Kemal
Beyin bu eserde
Neşriyat
Terbiye ve Maarif: Osman Uluğ, Eşref Sabît—Yedi veren.(şiir ve nesir
Dr. Victor Panchet — Genç kalımnız, (sıhhî eserler mecmuası) s; İzmir 1931 50 kş.
serisi 1) İstanbul, Ahmet Halit Kütüphanesi. 1931; 168 Haşim Nezihi, Nahit Nafiz, Mustafa Şevket, Kâmran
s., 75 kş. Cezmi, Ferit Ragıp, Cezmi Tahir, A, Adnan. İzmir'den.
Dr. Victor Pauchet — Saadet yolu, (sıhhî eserler serisi Sesler (şiir ve nesir mecmuası) İzmir 1931; 84 s. 30. kş.
2) İstanbul, Ahmet Haliit Kütüphanesi, 1931, 300 s. İzmirli gençlerin şiir ve nesir mecmuası (İzmir gençler
125 kş. birliği neşriyatından); 9 Eylül, İstanbul 1931, 38 s.; 25
Dr. Victor Pauchet — Çocuk hayata nasıl hazırlanmalı kş.
(sıhhî eserler serisi 3) İstanbul Ahmet Halit Peyami Safa, Fatih—Harbiye (Roman) İstanbul,
Kütüphanesi, 1931, 210 s. 100 kş. Suhulet Kütüphanesi, 1931, 149 s. 100 kş.
Çocuk edebiyatı: Asaf Mükrem — Mono‐loglar,
İstanbul, Remzi, Kütüphanesi, 193L, 50 s.. 15 kş. Ali Nüzhet, Ziya Gökalp'in hayatı ve Malta mektupları
Edebiyat: Cenap Şahabeddin— Vil‐em Şekspiver; (Gökalp'in hayatının muhtelif salhalarına ait resimler
İstanbul kanaat kütüpanesi 1S31; 194 s. ile Köprülüzade Mehmet Fuat Beyin ufak bir
Rifat Ahmet, H. Süruri, Süleyman Sıddık, Celal Enver, mukaddimesini havi); İstanbul, ikbal Kütüphanesi,
Mahmut Nedim, 1931, 191 s.; 75 kş.
www.atsizcilar.com