You are on page 1of 23

Aylık Fikir Mecmuası 

 
Yıl: 1, Sayı: 2  Sahibi ve Müdürü: H. Nihâl  15 Haziran 1931 
 
 
Gençlik ve Mefkûre 
Bundan beş yıl önce idi. Bütün yaşlı insanlar ve bütün  istiyordu. İtalyan devletinin başındaki adam kendi 
dünkü nesiller adeta hep bir ağızdan dile gelmişler,  milletinin ve gençliğinin ruhunda ve imanındaki 
gençlikten şikâyete başlamışlardı. Bir heykel sükûneti  zaafları yakından görerek onlara karşı tedbirler alır ve 
ve sessizliği ile karşıladığımız bir sürü hücumlarda  maneviyat aşıları yaparken, bizim büyüklerimizin bu 
bulunuyorlar ve nasihat dolu konferanslar  yufka yürekli gençliği örnek göstermesi ne kadar acı 
veriyorlardı. Bilmeyiz ne oldu? Bu büyük davalı ve  idi. Her hayat gibi Hayat mecmuası da öldü. Bize 
büyük tavırlı insanlar artık sustular. Her biri bir derde  mefkûre telkin eden bu mecmuada mefkûreden 
veya keyfe daldı. Daha mühim işlerle uğraşmaya  başka her şey vardı. Fakat bugün yine biz onu hayırla 
başladılar; anlaşılan ateşli hitaplarla haykırdıkları  ve hürmetle yad ediyor ve Allah rahmet eylesin 
gençliğe nasihat etmekten vazgeçtiler.   diyoruz.  
   
***  *** 
   
Hiç unutmuyoruz ve unutmayacağız...   Yine o sıralarda ve yine o mecmuada idi. Merhum Gök 
  Alpın boş ve ıssız bıraktığı kürsüye tırmanan bir 
Merhum "Hayat" mecmuası yeni çıkmaya başlamıştı.  Fransız lise hocası, Türk gençliğine mefkûreden ve 
Daha ilk musahabelerini yazan muhterem bir sabık  mefkûrecilikten bahsediyordu. Sessiz ve yaygarasız 
müderris bize İtalyan gençliğinin idealizmini örnek  sükûnetin kuvvetini göremeyen, bizi bizden çok sever 
olarak gösteriyordu. Bu, dünkü nesilden olan zat,  görünen bu yabancının yaveli nasihatlerine de 
şüphesiz duygusunda samimi idi. Fakat nedense  gülümsemiştik. Türk yavrusu bu kadar duygusuz, bu 
bizim, harikalar yaratan bir milletin çocuğu  kadar görgüsüz ve bu kadar kimsesiz mi idi? 
olduğumuzu unutuyor, bizim büyük birer fedakârlık   
örneği olan şehit ağalarımızı unutuyor, sessiz ve adsız  *** 
halk kahramanlarımızın delik deşik olmuş göğüslerini   
ve vatan için bol bol dökülen kanlarını unutuyordu.  Bize yüksek duyguları ve yalnız bizim milletimize 
Bize asil ve yüce örnek olacak kahramanlar onlardı.  mahsus olan mefkûre uğrunda ölmek aşkını öğretecek 
Bize destanlar dolduracak büyük örnekleri  insanlar Fransızlar mı idi. O Fransızlar ki, beşeri 
göstermesini unutarak, İzonzodan kaçan ve o  hukukta müsavatı ilan ettikleri günden itibaren 
sıralarda Anadolumuz için hülyalar kuran İtalyan  istilaya başlamışlar ve daha dün demokrat ve sosyalist 
gençliğini örnek yapmak  Fransa namına Suriye'deki mirasımıza 
 
 
   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 2 
 
 

Yakın tarih ve geçen kanlı sahneler bize en büyük  okumalı ve bu çeşit kitaplardaki tatlı seraplara ve 
birer derstir. Herkese gönül verir, herkesle sevişir ve  pembe renkli hülyalara dalmalıyız. Bakınız ne zavallı 
herkesin sözünü dinleyebiliriz. Fakat bu herkes  gençlerdik. Kafamızda bir şey mevcut olmadığına 
hudutlarımızda bekleyen ve kara gözlerimize âşık  inananlar bulunduğu gibi, böyle abur cubur 
olmuş görünen milletlerin adamlarından biri olmamak  doldurmak isteyenler de çıkıyordu.  
şartıyla. Bu genç müderris de telkinlerini kâfi gördü   
veya körlüğümüze kani oldu ki, nedense artık sustu.  Nihayet, bizi çok düşünen bir edibimiz vardır. Rahmeti 
Şu Türkçe atalar sözünü şimdi bile ona hatırlatabiliriz:  yazdığı için, biz ona rahmet okuruz. Fakat o bizi hiç 
Yaranı yabana sardırma. Ve mutlak nasihat vermek ve  sevmez. Büyük harp senelerinde tam bir fizyolojik 
telkin yapmak isterse Suriye'deki zavallı Arap yavruları  sefalet içinde süpürge tohumu yiyen ve kuru bakla ile 
bunlara bizden çok muhtaçtır. Bunları onlara  beslenen bizim neslimize düşmandır. Kısa boyuna 
duyurmak ve onları yükseltmek ne kadar büyük bir  rağmen, başı yüksek dağlar gibi dumanlı ve 
insanlıktır.   rüzgârlıdır. Aklına estikçe bize çatar, Onunla da 
  kalmaz Türk tarihinin "ziyneti" olan İstanbul'a 
***  küfreder. Hatta o kadar büyük ve şehadetnamesiz bir 
  ruh hastalıkları mütehassısıdır ki, dejenere bir nesil 
Yine o sıralarda idi İzmir'de yeni bir mecmua çıkmaya  olduğumuza bile çoktan hükmetmiştir. Bereket versin 
başlamıştı. Bu mevkutenin baş sayfasını dolduran bir  ki biz onun bunları ciddi olarak söyleyeceğine 
lise müdürü, bizi yani bugünün: gençliğini  inanmaz ve gülümseriz ve biliriz ki herkes ihtisası 
mefkûresizlikle itham ediyordu. Hayret ediyorduk, bu  haricine çıkınca sudan çıkmış balıklara benzer. 
samimi ve ateşli insanlar neden bu kadar geç  Çırpınır, çırpınır ölür, yalnız hatırlatmak isteriz ki 
kalmışlar? Yangından sonra gelen itfaiye gibi gösterişe  gazete sütunlarındaki makalelerle halka telkin yapılsa 
dalmışlardı. Bu kadar mefkûreci ve bu kadar ateşli bir  da gençliğe mürşitlik olmaz.  
nesil nasıl ol‐muş da Abdülhamit’in istibdadı ile   
zehirlenmiş bir vatan havasını teneffüse razı olmuş ve  Beş yıldan beri, bu belli başlıları ve bunlardan sonra 
nasıl olmuş da on yıl içinde büyük bir Türk  birçokları, gençlikten ümidi kesilmiş görünen insanlar 
imparatorluğunun yıkılmasına göz yummuştu? Genç  acaba haklı mıdırlar? Bunu zaman ispat edecek ve 
yaşlarında kendilerinde mevcut olmayan şeyi bizde de  bilhassa sağ kalmalarını dileriz, ihtiyarlıklarında çok 
yok zannediyorlardı.  şey göreceklerdir. Her şeyi bir tarafa bırakarak onlara 
  yalnız şu kadar söylemek isteriz ki: gençliği kafasızlık 
  ve mefkûresizlikle itham etmelerinin bir zararı olmuş 
  Yine o yıllar içinde idi. Senelerden beri insaniyet aşkı  ve bazı gençler daha çocukken bazı şeyler duymak, 
ile tutuşan ihtiyar bir doktorumuz, "Harp ve sözde  öğrenmek ve gaye edinmek hevesine kapılmışlar, 
iyilikleri" adlı bir ki‐tap neşretmişti. Bilmeyerek bize  ayaklarına ve kulaklarının dibine kadar gelen 
en büyük fenalığı yapıyor, samimiyetine kurban  propagandaları bir şey sanmışlardır. Bir fikre kulluğun 
oluyor, bizi yeryüzünde tutan en büyük  ve mefkûreciliğin herkes tarafından tavsiye edilen bir 
mesnedimizden yani harptan soğutmaya ve savaş  yeni moda olduğunu gören bazı gençler, daha mektep 
kabiliyetimizi düşürmeğe uğraşıyordu. Evet, bize  sıralarında iken kızıl seraplı rüyalara dalmışlardı; 
böyle kitaplar da lazımdı. Biz böyle kitapları da  zamanı ve sırası gelince bu yeni modanın tarihçesine 
okumalıyız. Fakat ancak İngiliz imparatorluğu  de bir kuş bakışı ile göz gezdireceğiz. Bugün yalnız şu 
yıkılmalı, üzerinden iki yüzyıl geçmeli; yeni bir  kadar söyleyelim 
emperyalist doğmazsa o vakit 
 
 

www.atsizcilar.com 
 
 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 3 

bu ihtiyaçların tedavisi için tam bir iman, tam bir  yecektir. Kafamızda ve kalbimizde bir şey olmadığını 
kültür ve tam bir teknik ile çalışmaya and içmiş ve  ve olamayacağını zannedenler müsterih olsunlar. 
umumi harpte yetişmiş bir nesil vardır. Bu nesil icap  Henüz Namık Kemal unutulmamış ve Gök Alp'in 
ettiği zaman, bu uğurda kanını dökmekten de  kemikleri çürümemiştir. 
çekinme‐   
Boz Kurt 

Türk Destanının Tasnifi II
Umumiyetle Türklerde destan devri yani hayata  O Avrupa'da sanayiin inkişaf ve buhranları esasında 
destanı devirlerde yaşayan milletlerin gözüyle  zuhur edeceği muhakkak olan çarpışmaları daha fazla 
bakmak ve muasır büyük hadiseleri destan şekline  alevlendirecek ve güçleştirecektir. Onun ileriki rolü 
çevirerek yaşatmak zamanı, tabiîdir ki geçmiştir.  yalnız budur.  
Başka milletler gibi Türk milleti de asri içtimaî ve siyasî   
umdelere tapmaktadır.   *** 
   
***  Üç cereyanı temsil eden Briand, Stalin ve Musolini gibi 
  tipler zahiren millî gürünmekle beraber şüphesiz 
Bütün cihanın efkâr‐ı umumiyesinde ise iktisadî ve  internasyonal kuvvetler ve zümrelere istinat 
içtimaî umdeler artık tamamıyla hâkim olmuştur.  etmektedir. Bir millî destan kahramanı "Demâvend" 
Bugün dünyada akıl ve mantığı bütün sınıfların ve  tepesine çıkıp ta milletine "ben bugün atımı nallattım; 
zümrelerin hürriyetini hâkim bulundurmak isteyen  üzerinde seğirtip kılıcımı kanla lâl yapacağım" [1] 
"demokrasi" ile amele sınıfı namına yapılan terörle  dediği zaman o milletin. Bütün efradı, sınıfları, 
bütün diğer sınıfları imha ederek sınıf diktatörlüğü  aristokrasisi ve proleteryası ona taparak heyecanla 
yerleştirmek ve bütün insanların iktisadî ve içtimaî  "evet" sen cihan kahramanısın ve biz de köleleriniziz 
hayatım bu sınıfın (zümrenin) kurduğu veya kuracağı  Sana inanıyoruz; hayatımız sana merbuttur." [2] diye 
disipline ateş ve demirle icbar etmek isteyen  bir ağızdan bağırmak zamanı Avrupa için geçmişse 
"komünizm," mücadele halindedir.   bizim için de geçmiştir. Bizde de zamanın 
  kahramanları, medeniyet âleminde hâkim içtimaî 
***  umdelerden birinin müntesibi bulunmak lüzumunu 
  duyuyorlar. Fakat Avrupa'da sınıflar çok uzun sürecek 
Komünizm tehlikesine karşı mücadelede  olan mücadelelerine tutuşurlarsa, kim bilir belki "eski 
demokrasinin zayıflığını bahane edinerek meydana  millî destanlar" Türk ve Çin gibi milletlerin ' İşine 
atılan "Faşizm"in alacağı yol karanlık ve şüphelidir.  yarayabilir. 
Cihanşümul bir şekil almak için bugün daha' çok   
demokrasi sistemine düşman kesilen ve onu ezmek  Bugünkü ahval ve şerait eski Türk 
için müstakbel bîaman düşmanı komünizmle ittifaka   
hazır olduğunu gösteren Faşizm mektebi müthiş     ____________________ 
ihtiras ve müfrit şovenîzmden mülhem olmaktadır.    [1] Firdevsî'nin Şehnamesinden.  
Fakat bu hareket de millî değildir. Bu da bir    [2] Aynı eserden. 
"İnternasyonal" şovenizm'dir. 
 
   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 4 
 
 

destanlarını tasnif etmeğe ve bunları millî terbiyeye  Milletimizin münevverine mazisini oldukça muntazam 
esas edinmeğe birçok cihetten müsaittir. Fakat müsait  bir şekil vererek anlatmak yolunda hizmeti dokunan 
olmayan bazı enfüsî cihetleri de vardır. Onun en  bir zat Fransız Yahudisi Leon Cahun'dur. Gerek "Asya 
mühimi de millî benliğimizi, mazimizi anlayış hususun‐ tarihine methal" inde ve gerek Lav isse ve Rambaud 
da bir istikrarın daha husule gelmemiş olmasıdır. Biz  tarihindeki hülâsasında bu zat Türkleri medenî 
biliyoruz ki Homer, Firdevsî, Lönnort eserlerini tertip  teşebbüsten mahrum bilmekle beraber kahraman 
ettikleri zaman Yunan, İran, Fin milletlerinin mazileri  gösterdiğinden fikirleri herkesin hoşuna gitmiştir. 
hakkında, doğru veya yanlış olmakla beraber, bütün  Türkçe tercümesiyle garp Türklerinden Necibasım Bey 
millet efradının inandığı bir tasavvur, taslak vardı,  meşgul olduğu gibî, Ufa'da da aslen şimalî Kafkasya 
hele İranlıların tarihi yalnız kendileri için değil diğer  Türklerinden olan Ceneral Şeyh Alinin kızı Meryem ve 
komşu milletler, meselâ Araplar ve Türkler için bile  oğlu Davut meşgul olmuşlardır. Ve el yazısı halinde 
hatları malûm ve muayyen bir manzume şeklini  birçok adamlar tarafından okunmuşur. Leon Cahun'un 
almıştı. O tarihin esas hatları Tabari, Sa'âlebî, Hamze'î  eserinden ilham alan münevverlerden Ziya Göalp 
İsfahanı, Deyneverî, Kuteybe, Firdevsî, El‐Bîrûnî ile  muhtelif ilk makalelerinde, Akçura oğlu Yusuf Çingiz 
Moğol zamanındaki Türk ve İranlı müverrihler ve  tarihine ait Türk Yurdu mecmuasında neşrettiği 
Neva: gibiler İçin hep birdi. Evet bütün Asya'ya hâkim  konfranslarında, şimdiki Londra sefiri Ferit Bey umumî 
bulunup bütün şark millelleri bize benzemeğe  Türk ideolojisine ait, müstear atla neşrettiği risalede 
çalıştıkları bir devirde, yani başkaları İçin moda  ve daha diğer birçok zevat oldukça doğru bir nazar 
olduğumuz zamanlarda bizde de tessüs etmiş bir mîllî  telkini yolunda çalışmışlardı. Fakat bu nazar da 
tarih taslağı vardı. O Türk tarihi Oğuz Handan başlıyor,  taamüm edip yerleşmemiştir. Hatta Leon Cahun'ü 
doğru Çingîz'e ve oğullarına ve sonra Aksak Temür'e  Türklere ilk tanıtan Necibasım bey sonradan 
geliyordu. Reşîdüddîn, Hafız Ebru, Uluğ Bey, Mîrhond,  tamamen başka fikirler söylemiştir. Meselâ Türk 
Hondmîr, Şeref eddîn Yezdî, Nasrullâhi, Muhammed  Yurdu mecmuasında (1340 sayı 2) "Anadolu'da Türk 
ibn Velî, Ebülgazi gibi müelliflerin kabul ettikleri bu  satvetini kıran Moğollar'dır. Moğol istilâsı Anadolu'yu 
taslak Şems‐i Gâşanî'nin yazma destanına esas olmuş  maddeten ve manen geri gütürdü. Türkler hâlâ âli 
ve halk içindeki Şifahî destanlara da tevafuk etmiştir.  Cengiz oyununu unutmamışlardır. Yıldırım Bayazıt 
  Anadolu'nun birliği lüzumunu anladı. Demirleng 
Benim küçük kütüphanemde "Türklerde milli tarih  çıkmasaydı Anadolu birliği ve İstanbul fethi yarım asır 
telekkisi" dosyası vardır. Türklerde millî tarih yazan  evvel olacaktı" diyor. Keza yine aynı yıl Türk yurdu 
yahut o yolda düşünen fikir sistemlerini toplamaya  mecmuasında (sayı 4‐5} Sadri Maksudi Bey dîyor ki: 
çalışıyorum. Bugüne kadar topladığım mevat pek de  "Temür Kıpçak Türklerini, Toktamış'ı ve Türkiye 
memnuniyet verici değildir. Hatta bu evraka bakılırsa  sultanı Bayazıd'ı mağlûp etti; Türklük bundan pek çok 
mîlletimizin edebiyatını, fikrî hayatını yaşatan  kaybetti. Temür'ün galebeleri Türklük için bir tahribat 
münevverlerin arasında milletin mazisi hakkında  oldu. Kıpçak Türkleri'ni istiklâline mezar hazırlayan 
tebellür etmiş bir fikir yoktur denilebilir.  Temür olduğu gibi küçük Asya Türklerini de tehlikeye 
düşüren bu Türk'tü". 
 
Acaba Osmanlılar elli yıl önce yürü‐ 
 
 
   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 5 
 
 

yüp, Avrupa'nın o zamanki uzun harplerle meşgul  zumesini kıran Suriye ve Mısır ülemasıdır, Fatih 
olmasından istifade ederek, hatta bütün Avrupa'yı  devrinde bile Çağatay medeniyeti âşıkı olan 
fethetseler ne kazanırlardı. Rönesans yine olurdu.  Osmanlıları yoldan çıkaran hattâ Kazan Türklerine bile 
Böyle istilâlar Ba‐yazıt'tan birkaç asır önce birkaç defa  tesir eden onlardır. Çingizi "cehennemi" , Temürü 
yapılmıştı, onlardan birşey kazanmamış, kaybetmiştik.  "fâsık hatta kâfir" diye Türk tarihinden sümek isteyen 
Vaktiyle Hun ve Avarların, Peçeneklerin  Kazanlı müverrih "Şahabeddin Mercanı" halk içinde 
hareketlerinde olduğu gibi Bayazıt da muvaffak olup  yaşayan Çingiz ve Temür des‐tanlarına isyan ediyor, 
Atilânın alamadığı Paris'i fethetse bile oraya  ve bunlara istinat edip tarih yazanları tel'in ediyor. 
götürdüğü Türkler merkezî Avrupa kavimleri arasında  Ona göre "Temür" "kesmek ve kırmaktan, zulüm ve 
kaybolup giderdi. Rusların kuvvetlenmesi Temür'den  gadirden başka bir şey bilmeyen hunhar, zalim ve 
değil, Avrupa deniz ticaretinin şarkî Avrupa'ya  fasiktir. O Padişahı İslâm olan Bayazıd'ı mağlup etti. 
istilâsından, Novgorot ve Moskova gibi Rus  Onun hiç bir amelînde kâr‐ı hayrı yok. Bütün hayatını 
şehirlerinin ticaret merkezleri halini almasından ileri  sefk‐i de‐ma', gareti emvali nâs, ihlâk‐i hars ve nesil 
gelmiştir. Mademki Türkçülük dava ediliyor, ne için  île geçirmiş ve kendi fisku fücurunu kâ‐seleyslere 
Çin hududundan Akdeniz'e, Pişaver'den Moskova'ya  methettirmiştir. Bu sözlere inanmayanlar Bedreddin 
kadar bütün Türk Ellerini birleştiren Temür için değil  al Aynî, Şeyh Şahabeddîn İbn Haşer al "Asklânî, 
de Temür'ün istihlâf ettiği İlhanlı devletinin  Şemseddîn Secavî, ve İbn Şalına emsali huffaz ve 
vilâyetlerine (Sivas ve Malatya'ya) tecavüz eden bir  ulemayı nizam ı Harameyn ve Mısır ve Şam ve Rum ve 
Anadolu Beyi için ağlanıyor? niçin Bayazıt,  Irak tesanif‐i muteberlerinden görsünler, buna da 
Anadolu'nun o zaman Temüre iltica ve iltihak eden  kanaat etmezlerse Ah‐med İbn Arabşahın kitabını 
diğer beyliklerine tercih ediliyor? Temür ve oğulları  mütalâa etsinler". "Hafızüddin bezzazı Timur‐i a'recîn 
garbı Türkistan'ı Kıpçak'tan ve diğer yerlerden  küfrüne fetva vermiştir." 
getirdikleri Türkler'le iskân ettiler. Yalnız Semerkant'la   
Cızah arasında 49‐000 kilometre yeri İskân edip  Türklerin millî tarih telekkisini ve millî destanını 
Türkleri zira‐ata alıştırdılar. O güne kadar Farisî konu‐ kıranlardan biri de Safevîlerdir. Bunlardan Türk 
şan garbî Türkistan şehirlerini Türkleştirdiler. Güzel  destanı yerine Türkler arasına Şi'a ve İran destanını 
Türk mimarîsini semalara çıkardılar. Türk edebiyatını  sokmuşlar, Çengizîlere düşman olduklarından onlara 
yükselttiler. Türk mimarîsi ve minyatürcülüğü  ait menkıbelere karşı (meselâ Horasan'da) ilânı harp 
İstanbul'dan başlayıp bütün Asya İslâm âlemi için  etmişlerdir. Neticede İran Türklerinde millî Türk tarihi 
numune oldu. Bunlar mademki Türkçüdürler, niçin bu  telekkisi namına bir şey kalmamış denilebilir. 
zatın Sivas'ta boğdurduğu 4000  Ermeni için matem   
tutuyorlar(1) ve neden Osmanlı vakanüvislerinin ve   ____________________ 
saray dalkavuklarının ahiren neşrettikleri "Ali Cengiz    (1) Mehmet Ata Bey, Hammer tarihi tercümesinde 
oyunu"na ve Tîmurlenk'le alay eden anekdotlarına  (c. 2. s. 44) Sivas'ta öldürülen Ermeniler hakkında bu 
kıymet veriyorlar? Niçin Anadolu'da ve bilhassa  dört bin Ermeninin Sivası ehl‐i islâmla birlikte 
Azerbaycan'da Çingiz ve Temür'ün yaşayan  müdafaaları bu milletin daha o zaman muhabbet ve 
ananelerine ehemmiyet verilmiyor?  vazife‐i vataniyye hissinde iştirak Itrini isbat eder" 
  diyor ve bunu "ittihad‐ı Osmaniyyenin kemal‐i husulü 
***  için bir vesika‐i cedide add" ediyor, Bu müellife göre 
  Sivas'ın nüfusunun az olması da o Temür katl‐i amının 
Türk destanı yaşadığı zaman Türklerin kafasında  halbuki katl‐i âm filân burada kat'iyyen vaki olmuş 
yerleşmiş olan mîllî tarih man‐  değildir) neticesi imiş.
 
   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 6 
 
 

Türk destanının bel kemiği Oğuz ve Moğol  lerini bugün Avrupa ve Çin menbalarından 
ananeleridir. Yaşayan destanın en kuvvetlisi ve  öğrenmekte olduğumuz Hım, Gök‐Türk ve 
zengini Moğollar devrine aittir. Moğollara, Çingiz,  Karahanlılara aittir. Halbuki bunlar bizim 
Temür, Toktamış ve Bayazıda karşı noktayı nazarları,  kafalarımızda daha muntazam bir silsile halinde 
eski Türk destan telakkilerine göre doğrulmadıkça  yerleşmemiştir. Maamafi ben, destanın bugün kabil 
millî destan enkazını umumî Türk mikyasında tasnif  olan tasnif şekilleri hakkında mutalealarda 
müşkül olacaktır. Yalnız bu mu? Destanlardaki bazı  bulunmanın zamanı olduğunu zannediyorum. 
tafsilât, tarih‐   
  Prof. Ahmet‐Zeki Valîdî 
*** 
Yazan:  Özbek Musikisi  Türkçe'ye çeviren: 
Viktor Belayef  Abdülkadir 
"M. Viktor Belayef" orta Asya Türk musikileri  Uspenski tarafından 1923'te keşfolunarak halledilmiş 
hakkındaki neşriyatını göndermekte devam lütfünde  ve okunmuştur. 
bulunduğu için, tercümelerini bildirmekte istical   
ediyoruz. "Türk yurdu"nun Mart ve Eylül 1930  *** 
nushalarında çıkan iki makalesi malûmdur. Türkiyat   
Enstitüsü asis tanlarından Abdülkadir B. tarafından  Harzem notasyonu bir nevi hususî aletî tabulatura, 
Rusçadan tercüme edilen atideki makale, "Sovyetski  yani amelî nota yazısıdır, muhterii tarafından, klâsik 
Teatr" [No.7, 1930 Moskva] mecmuasında çıkmıştır.   Özbek musikisinin "Şeş makam" denilen, büyük, altı 
  adet ve aletî ‐ savtî ( suite ) lerini tespit maksadı ile 
Kösemihal zade  meydana getirilmişti. "Şeşmakam"ın menşeî meselesi 
Mahmut Ragıp  şimdiye kadar izah olunmamıştır. Mamafih, bazı 
  emarelere göre, (ki, en başta, üç telli Özbek 
***  tanburasının ses dizisindeki "bitaraf tertsia" gelip 
  Harzem notası buna göre icat olunmuştur) Özbek 
Bugünkü Özbekistan, orta devir büyük şark  klasik musikisinin VIII'inci asırda Bağdat'ta meşhur 
medeniyetinin inkişaf bulduğu sahayı tutmaktadır.  halife Hârûn el'Reşîd sarayında kullanılan Arap‐Acem 
Merkezi Hıyva (eski harzem), Buhara ve Semerkant  musikisi ile aynı kökten geldiğini sanabiliriz. Hârûn 
idi. İlk yüksek islâm medreseleri bu medeniyet  Reşîd tarafından zindana atılan meşhur musiki 
sahasında meydana gelmiş ve İbn Sînâ (930‐ 1037),  nazariyatçısı acem Zalzal (vefatı 791), telli aletlere ilk 
Farâbî ve diğer birçok islâm uleması bu hittadan  defa "bitaraf tersiâ" ve "sekstâ fasılalarını (ki, büyük 
çıkmışlardır. Alelûmum fikrî hayatın inkişafı sırasında  ve küçük tersiâ ve sikstalar meyanmdadırlar) idhal 
musiîki san'atı da yükselmişti. Bu ilerlemiş san'atın  etmişti. Asıl "şeş makam" sistemine gelince, bunun 
izleri, bugünkü Özbekistan'da yalnız ağızdan ağıza  nazarî cihetten izahını, Azerbaycan'daki Urmiye'den 
intikal suretiyle değil, birçok mecmualarda "Harzem  neşet edip Bağdat'ta yaşayan XIII'üncü asırdan 
notası" denilen nota ile vazıh olarak da saklı  meşhur Safîyeddîn'in nazari eserlerinde aramalıdır. 
kal"mıştır. Harzem notası, orta Asya musikisinin   
müdekkiki meşhur V. A.   *** 
 
*** 
 
   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 7 
 
 

Orta devir orta Asya'sının en kıymetli musiki kültür  az ehemmiyet verilmemektedir. Musikişinaslar, 
abidesi sayılan "şeş makam" hakkında biraz izahat  ekseriya, "usul" müelliflerinin hatıralarım melodi ve 
vermemiş faydalı olur. Yukarda kaydettiğimiz veçhile,  piyes müelliflerinin hatıraları yanında 
bu e‐ser, altı büyük "Suite"in heyeti mecmuasıdır. Bu  saklamaktadırlar. 
süitlerin her biri hususî melodi tarzına göre yazılmış   
olup, "şeş makam" adı bundan ileri gelir; farisî isimleri  Özbek musikisindeki şekil [forme] hususiyetlerine 
şunlardır: Büzürk, Rast, Neva, Irak‐Dügâh ve Sigâh..  gelince: Bu da, mezkûr musikinin tek sesli [unisson] 
Klâsik Özbek musikisinin yalnız bu "şeş makam"a  haline, ve melodisinin ritim fonu ile iktifa etmesine 
münhasır kaldığını sanırsak yanılırız, 1923 senesinde  rağmen, çok zengin bir şekilde işlenmiştir. Buhara 
V. A. Uspenski tarafından eski Buhara'da tespit ve  rivayeti olan "şeş makam"ın her makamında yirmiden 
Buhara maarif vekâleti tarafından neşredilen "şeş  otuz sekize kadar parça sayılıyor. Harzem rivayetinde 
makam" ile onun dallarını dikkatle tetkik neticesinde  ise daha çoktur. Bu kıtaların bazısı esas olup, 
görüyoruz ki, "şeş makam" in tonalite sistemi, birçok  bazılarına da lâhik kısım [ episode ] halinde rastgelinir.
Arap‐Acem makamlarının karışmış bir mecmuasıdır;   
esas altı makamdan başka, Uşak, Bayat, Çargâh,  "Şeş makam"ın bütün bu teşekkülâtı gösteriyor ki, 
Acem, Pençgâh, Hüseynî, Azal, Muhayyer, Hara, Evç,  devri [ cyclique ] haldeki mezkûr makam teşekkülü, 
Sabâ ve diğerleri de bu şeş makama nisbet  Bab ve Hendel'in eserlerinde inkişaf kemalini bulan 
edilmektedirler. Harzem rivayetinde ise, ayrıca  Avrupa (Sui‐tes) lerinin aslı [Prototype'i] dır. Avrupa 
Mahürân, Hicaz, ve Nevruz Hara mekamları da "şeş  musikî kültürünün Arap‐Acem musikisinin yükselmişi, 
makam" dan sayılıyorlar. Bundan başka, Harzem  bu sonuncuların ise eski Yunan musiki kültürünün 
rivayetine göre, "şeş makam" ıstılahı da Buhara  inkişaf bulmuş safhafarından ibaret olduklarına "Şeş 
rivayetinden başkacadır. Özbek klasik musikisinin bu  makam" meselesi yeni bir delil teşkil etmektedir [*]. 
pek karışık ve mudil makamlar sistemini izah maddesi  Şark musikisine ve onun en eski kültürü olan Özbek 
müdekkik için gayetle cazip bir iştir. Fakat  klasik musikisine işte bu noktadan bakılacak olursa, 
hallolunabilmesi de bir o kadar güçtür. "Şeş  musiki kültürünün mühim abidesi olan "şeş makam" 
makam"ın ritim sistemi de makam sistemi kadar  tetkikatı‐nın bizim için ne kadar meraklı bîr mesele 
karışıktır. Altı madam her biri kendine mahsus bîr  olduğu anlaşılır. Musiki tarihi noktasından 
ritim formülü üzerine tasnif edilmiş bulunup bu  ehemmiyeti pek büyüktür. Çünkü, şifahen nesilden 
formüller "usul" sistemini alır. Uspenski'nin tespit  nesile geçmek suretiyle Özbekistan'da saklı kalan "şeş 
ettiği Buhara rivayetince, "usul"ler yirmi sekiz tanedir;  makam"ın notaya alınmasıyla, eski arap ve acem 
bazılarının isimleri bu‐gün unutulmuştur.   musikî nazariyatçılarının notaya tespit etmedikleri 
  eserlerini ele geçirmiş olacağız. 
***   
  *** 
Özbek vurgu sazında ( daire ), usul, bir rîtim   
çizgisinden başka bir şey değildir; asrı notada (1) ilâ  İlim ve kültür tarihi noktainazarından ehemmiyeti 
(16) ölçülük yer tutar. Özbek musikisindeki usullerin  anlaşılan "Özbek klasik musi‐ 
miktarı hakikatta yalnız 28 tane olamazdı; netekim   
fazlaları vardır. Üç basit usulden müteşekkil mürekkep  ________________ 
usuller de vardır. Meselâ, "Seh usul", Muhammes,  (*) Bu hakikatisin ben de öteden beri yazıp son defa 
Zerifşan ve Nimsakilgibi üç basit usulden mürekkeptir.  "Anadolu türküleri" ve = "Şarkî Anadolu türkü ve 
Şark musikisinde umumiyetle olduğu gibi, Özbek  oyunları" atlı kitaplarımda da müdafaa etmeni 
musikisinde de, ritmik icatlara melodi icatlarından  üzerine bir haylı itirazlara uğradığım malûmdur. 
daha  (Mahmut Ragıp).
 

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 8 
 
 

kisî" son derecedeki muhafazakârlığı ile de temeyyüz  Eichhorn'dan sonra, ta  "teşrinievvel inkılâbı" 
ediyor. Birçok noktalar onu bu inkılâp asrından  zamanına kadar, Özbek halk musikisine dair hiç bir 
ayırmaktadır. Bu pek tabiidir de Çünkü, orta Asya  mesaî bulamıyoruz. İnkılâptan sonra Özbek halk 
müstebitlerinîn saraylarında inkişaf bulmuş, eski dinî  musikisiyle uğraşan Uspenski ile Mironof'un mesaileri 
merasimle alâkasını ve kâinata karşı olan mistik  ise bugüne kadar neşrolunmamıştır. Yakın günlerde 
nazarını kaybetmemiştir. Özbek (halk musikisi) ise, bu  Mironof tarafından çıkarılan "Özbek Musikisi" nam 
dinî ve tasavvufî hususiyetlerinden arîdir.  eserde yalnız klâsik Özbek musikisi numuneleri 
  gösterilerek halk musikisine hiç yer verilmemiştir. 
Halk musikisi de epeyce inkişaf kazanmış bir san'attır.  Şüphe yoktur ki, Özbekistan müdekkikleri ve musiki 
Menşei itibarıyla göçebe hayatına varırsa da,  müesseseleri musiki tetkikatı sahasındaki bu boşluğu 
tekâmülü, şark şehirinde olmuştur; halk musikisinde  yakın bir istikbalde dolduracaklar, klâsik musikî 
inkişafın evç merhalesini görmekteyiz. Nevilerinden  tetkikleriyle birlikte halk musikisine dair de mühim ve 
biri Özbek "vokal lyrik" tarzıdır ki, orta Asya göçebe  cîddi eserler meydana getireceklerdir. 
kültürü ile birçok rabıtalarını görüyoruz.   
  Özbek halk musikisinin bizce malûm numuneleri, 
İkinci merhalenin Özbek feodalite devri ile rabıtası  san'atkârane İşlenmiş ve mühim mevat teşkil 
vardır. Bu devirde, karakteristik olarak, cengâverane  etmektedirler. Yeni Soviyet musiki kültürü ki şeklen 
(askerî) motifler, ve marşlara benzeyen melodiler  millî, mündericat itibarıyla ise beynelmilel olması 
inkişaf bul‐muştur. Bu nevi melodilerden biri, ki N. N.  lâzımdır için de bunlardan istifade olunmalıdır; 
Mironof'un mecmuasında " bozalandı" ismiyle bahsi  içindeki tenevvü ve güzellik o kadar mebzuldür ki, 
geçer Johann Strâuss'ın "İran Marşı" nam eserinde  yalnız dosya içinde saklanılamazlar. Bilhassa 
istifade edilmesiyle bütün Avrupa'da meşhur  Özbeklerde, yalnız kapalı evlerde değil, sokak ve 
olmuştur. Üçüncü merhale ise, Özbek san'atkârlarının  meydan yerlerinde bile musikinin inkişaf ettiği musiki 
temsil ettikleri oyunlarda çalınan kısım olup, orta  kültürü sahasında çalışanların gözünden kaçmaması 
Asya'da seyahat eden muhtelif seyyahlar tarafından  lâzımdır. 
"temaşa" namı altında tasvir edilmiştir. Bu musiki,   
açık bir surette raksın ifadesidir; vazıh ritîmli, parlak  Özbekistan musikisinin zenginliği nisbetinde musiki 
ve güzel ifadeli melodidir.  aletleri de birçoktur; pek muhtelif ve ayrı ayrı 
  devirlere aittirler. Klâsik Özbek musikisi "tanbura" ile 
Özbeklerin halk musikisi, kesif halk kütlesinin san'atı,  çalınmaya tahsis edilmiştir. "Tanbura", Arap‐Acem 
ve saray musikisine karşı halkın musikisi olmakla,  musiki kültürünün çalgısıdır. [Arap‐Acem klasik 
müdekkiklerin daha fazla dikkatlerini celbetmesi  nazariyatçılârı bunu "tanbürül‐Horasanı" ve 
lâzımdı. Halbuki, büsbütün ihmal görmüş, hatta  "tanburül‐Bağdadî" ismiyle anarlar], "Tanbura" Rusya 
notaya alınmamış, fonografla da tesbit olunmamıştır.  dahilinde yalnız Özbekistan ile Azerbaycan'da 
Özbek halk musikîsinin ilk müdekkiki sıfatıyla  kalmıştır. 17 perdeli "tar", onun yerine kaim 
kapelmayester August Eichhorn zikre şayandır.  olmuştur. 
Bıraktığı el yazılarında Özbek halk musikisine ait bir   
çok mevat vardır. Topladığı mevadda haşiyeler  Tanbura, diyatonik bir alettir. Pek hususî bir gam 
yazmağa ve tanzimlerine de çalışmış olup, bunlar,  verip, bu gamın fennî bir şekilde ve katiyetle tahlil ve 
mesaisine ayrı bir kıymet verdirmiştir.  tayini sayesinde' Özbek klâsik musikisi tonalite 
teşkilâtının ve perde sisteminin halli ancak mümkün 
olabilecektir. Târihî malûmata göre, tanburun esas‐
 

   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 9 
 
 

gamı galiba Zalzal'ın bitaraf tersiaları ile sekstalarını  ile ahiliye oyun olduğa ilân edilir. Şu suretle, Özbek 
vücuda getirir. Mümkündür ki, aşağı ses sıralarındaki  orkestrasında, Avrupa orkestrası aletlerinin hepsi var 
oktavda 6'ncı perdeye hareket sebebiyle, küçük,  demektir. Yalnız, bunlar daha iptidaî, ve Avrupalılar'ın 
bitaraf ve büyük setiem de mevcut olsun. Bu ise  kullandıklarının prototyplerîdir. Bu da Özbek musiki 
çalınan parçanın melodik seyrine tâbidir.   kültürünün parlak istikbaline delildir. 
   
Eski Buhara'da, klasik musiki ahengine (tanbür) ile  Özbek musikisinin şimdiki vaziyetine ait kısa 
"doyra" (daire) den başka, (ney) (dutar), (rebab),  taslağımızı bitirirken hakkında başkalarının yaptığı 
(hicaz), "kvuz" (kopuz), hatta Acem yahut Azerbaycan  tetkikleri de hatırlatmak lâzım gelmektedir. 
"tar"ı da iştirak eder. Bu aletlerden her birinin ayrı   
ayrı dikkate şayan tarihleri vardır.  Cümlesi inkılâptan sonra yazılmışlardır. Yukarda zikri 
  geçen Uspenskî ve Mironof'un eserlerinden başka 
Şimdilik bu cihetten bahsetmeyeceğiz, "dutar"ın en  şunlar da vardır: Uspenskî, "Özbek klasik musikisi" ( 
eski musiki aleti olduğunu işaretlemekle iktifa edelim  (Soviyetski Özbekistan) mecmuası 1927). Fıtret, 
(iki telli dutara benzeyen alet, Sümerler ile eski  "Özbek klasik musikisi tarih;" (1927J.. Molla Bigcan 
Mısırlılara ait kabartma resimler de vardır). Dutar  Rahmet oğlu ve Mahmut Yusuf Divan zade, 
Özbekler'de pek çok yayılmış bir alettir: komşu  "Muhtasar Hıyva musiki tarihi" (1927).. Bu eserlerde 
göçebe kültürle yani, Kazak ve Türkmen ile Özbekler'i  Özbek musikisine ait kıymetli malûmat vardır. 
birbirine bağlar.  Mustakbel müdekkikier istifade etmelidir' Fıtret, bu 
  eserde, "Türk millî musikisi meslesi"ni ortaya 
Özbek askerî musikisi başka aletlerle çalınır:  atmıktadır kî, çok mühimdir. 
(Gerünnay), büyük işaret borusudur; (Surnay), büyük   
şark obuasıdır. (Nakkare)(XV'inci asır Rus saraylarında  Arap‐Acem musiki muharrirleri bu meseleyi ihmal 
kullanılan orkestranın takriben aynıdır. Hatta  etmişlerdir Müstakbel neşriyat arasında, ilk Özbek 
musikişinaslarına da, Rus saraylarında Türkçe olarak  halk musikisi ümüdekkiki Eichhorn'un eseri de tenkidi 
"gerünnaycı" ve "surnaycı" derlerdi). "Temaşa" larda  bir şekilde neşrolunmalıdır. 
da bu aletler kullanılır. "Gerünay” 
KOŞMA
                                                                                   Dumanlı gözlerim bir hayal arar  
                                                                                   Tan vakti ufukta güneş yanmadan. 
                                                                                   Her güzel dakikam geçer çabucak,  
                                                                                   Tadını içip de gönül kanmadan. 
 
                                                                                   Benim de çok tatlı bir dünüm vardı,  
                                                                                   Bir elâ gözleri süzgünüm vardı,  
                                                                                   Ömrümde bir gecem, bîr günüm vardı,  
                                                                                   Onu da usandım artık anmadan. 
 
                                                                                   Gün olur ufuklar göynümü sıkar,  
                                                                                   Gün olur ki göynüm ahımdan bıkar. 
                                                                                   Şu yollar hep aynı gurbete çıkar,  
                                                                                   Bir pınar başında durup konmadan. 
 
                                                                                   Ömründe gülmedin, rahat bulmadın.  
                                                                                   Ölsen de nola ki anılmaz adın..  
                                                                                   Hey Atsız yirmi beş yılda kocadan  
                                                                                   Başında saçların beyazlanmadan…

www.atsizcilar.com 
 
 

Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 10 


 
 

Geçen sayımızda Sovyetlerin idaresi altında bulunan  menistan'a ilhak  edilmiştir). 
Türk kavimlerinin nüfusuna dair umumî malûmat   
vermiştik. Sovyet istatistik neşriyatı dikkatle takip  2) Merv; 3) Aşkabad; 4) Taşauz (sabık Hıyva 
edilirse bir‐birini tutmayan rakkamlar verildiği  Hanlığından); 5) Çarcuy (sabık Buhara Hanlığından). 
görülmektedir. Bununla beraber merkez istatistik   
müdürlüğünün de itiraf ettiği veçhile (bakınız: "1926  1926'da yapılan nüfus sayımına göre Türkmenistan 
da bütün ittihadın umumî nüfus tarihi", cilt XVI  ahalisi 1,001,579 kişidir. Bu nüfus sayımının 
mukaddeme; Moskova 1928), bozkır ve kum  neticelerini ihtiva eden eser (Vsesyuznaya perepîs 
sahralarında yaşayan Türklerin nüfus sayımından  naseleniya 1926 goda tom XVI ot. 1) 190 kadar millet 
hariç kaldıkları nazar‐ı dikkate alınmalıdır. Şehirli ve  gösteri‐yorsa da bütün bu milletler başlıca dört kısma 
köylü Türklerin de "Rus Hükümeti" tarafından yapılan  ayırabiliriz: 
nüfus sayımına şüphe ile baktıkları da malûmdur.   
Bunun içindir ki "Sovyetler ittihadı merkez istatistik   1‐ Türkler: 856,546 (bunlardan Türkmenler 
müdürlüğü" nün Türk kavımlarına dair neşrettiği  631.920;Özbekler 104,971 kişidir). 
rakam ve malûmat ihtiyatla telâkki edilmelidir. Bunun   
içindir ki makalemizde birbirini tutmayan rakamlara   2‐ Yerli ve ecnebi Iran unsurları: 24,970. 
tesadüf olu‐nursa bu kusur tamamiyle istifade   
ettiğimiz mehazlara aittir. Malûmdur ki BÜYÜK   3‐ Rus, Ukraynalı ve beyaz Ruslar; 81,801, 
TÜRKİSTAN 1924'ten başlayarak, Moskova   
hükümetinin fermanıyla Türkmenistan, Özbekistan,   4 ‐ Moskova hükümeti tarafından getirilen 
Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan adıyla beş  Avrupalılar ve Ermeniler: 38,262 
cumhuriyete ayrılarak idare edilmektedir. Bunların   
hepsine birden Ruslar "Türkistan Cumhuriyetleri"  Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar kendi ülkelerinde 
değil, "Orta Asya Cumhuriyetleri" derler.  Ruslardan ayrı millet olduklarını ileri sürüyorsa da 
  Orta Asya'da kendilerini Rus saymak 
1‐ TÜRKMENİSTAN   mecburiyetindedirler. 
   
Türkmenistan İran ve Efganistan devletleriyle  Avrupalı ve Ermeni muhacirler de ekseriya Bolşevik 
Özbekistan ve Kazakistan cumhuriyetleri arasındaki  fırkasının müstemleke siyaseti bakımından mühim bir 
ülkedir. Eski haritalarda Zakaspi (Mâverâ‐i Hazer)  unsur olarak getirilmiş olduklarından bunları da hâkim 
vilâyeti adını taşıyan ülkenin sabık Buhara ve Hıyva  milletin istinatgahı saymalıyız. Binaenaleyh, 
Hanlıkları aleyhine biraz büyümüş olanıdır.  Türkmenistan'da Ruslarla beraber yabancı Avrupalı 
  unsur 120,063 kişi olup aşağı yukarı nüfusun %12 sini 
***  teşkil ederler. 
   
İdare merkezi "Aşkabâd" (Rus haritalarında Ashabad)  Bu hesaba göre Türkmenistan'da Rusların ve sair 
şehridir.  yabancı muhacirlerin sayısı 1910 yılındakinden fazla 
  olmadığı görülüyor. O zaman bu muhacir ve hâkim 
Türkmenistan Cumhuriyeti idarî cihetten beş vilâyete  milletin nüfusu "Zakaspi" vilâyetinde % 12,2 idi 
taksim olunur:   (Masalski, "Türkistan" S. 359). Fakat bu doğru bîr fikir 
  değildir. Çünkü o vakîtki Zakaspî vilâyetine Buhara 
1) Kerki: (sabık Buhara Hanlığından Türk‐  Hanlığın‐
 

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 11 
 
 

dan "Kerki" ve "Çarcuy" ve Hıyva'dan da Taşauz  1910 yılındaki %12,2'nin %6‐7'ye kadar inmesi 
ayaletlerî ilhak edilerek Türkmenistan Cumhuriyeti  lâzımdı. Demek ki çar hükümetinin otuz yılda iskân 
teşkil edilmiştir Bu Kerki, "Çarcuy" ve "Taşauz"  edebildiği yabancı muhacirleri bolşevîk hükümeti beş 
eyaletleinde (Kerkideki Rus garnîzonu ve 200 kadar  yıl zarfında iskân edebilmiştir. 1910 hesabına göre 
tüccar ve Çarçuyun istasyonu müstesna) tek bir Rus  Zakaspi'de Ruslar 41,02! kişiydi. Cihan harbi arifesinde 
yoktu. Bu eyaletlerin Türkmenistan'a iltihakıyla  ve harp esnasında ve ihtilâl zamanlarında 
Zakaspide Türk unsuru 300,000 den fazla nüfus  Türkmenistan'a muhacir gelmemiştir. Türkmenistan'a 
kazanmış oldu ki eğer bolşevik devrinde kuvvetli Rus  Rus muhaceretini göstermek için şu rakamları 
muhacereti olmasaydı  mukayese edelim:
 
 
Eyalet  1910’da  1924’te  1926’da
  Yok  Yok  1067
Kerki  Rus asker taburuyla beraber     
  645  743  4922
  Tatarlar ve sair Türk unsurları da dahil olduğu halde bütün     
muhacirler(Rusyalılar) 
Çarçuy  8526  8711  11.261
 
 
Türkmestan'ın nüfusca en kesif olan mıntıkaları  yahut bir bahane ile imha etmekten başka çare yoktur 
vahalardan ibarettir Buralarda yerli ahaliyi kum  Türkmenistan'a sevk edilen muhacirlerin fabrikada 
sahralarına atmadan bir tek muhacir yerleştirmek  amelelik yapması yahut ticaretle iştigali mevzubahis 
kabil değildir.  olamaz. Çünkü Türkmenistan'da fabrika yoktur. 
  Ticaret işe hükümet inhisarcıdadır. 
***   
  *** 
Türkmenistan'a bir Avrupalı gelip de göçebelik   
edemez.   ____________________ 
  (*) 1924 yılına ait rakam "Materialî po rayonirov Sr.‐ 
***  Azii" nam eserden alınmıştır.  
  (Taşkent. 1926; I, 165; II, 102)    
Binaenaleyh bunu yerleştirmek için köylü yerlilerin su   
ve toprağını alıp kendisini kum çölüne sürmek  Abdülkadir 
 

   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 12 
 
 
Bugünün Silahlarından: Radyo 
20'nci asrın en büyük buluşlarından biri olan radyo,  Nihayet bu işlere de bir düzen vermek için devlet 
bugün göstermekte olduğu ehemmiyet dolayısıyla  araya girdi. Az bir zaman içinde Paris'te (Eyfel 
başta bulunan ve düşünen bütün Türklerin  Kulesinde), Berlin'de, Londra'da, Viyana'da büyük 
uğrasmaları lâzım olan bir iştir.  istasyonlar 

Asker Kardeşlerime 
 
                                                                       Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,  
                                                                       Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.  
                                                                       Savaş... Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın,  
                                                                       Ne sevgili yanında, ne baba ocağında… 
 
                                                                       Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara, 
                                                                       Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...  
                                                                       Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara  
                                                                       “Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.  
 
                                                                       Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra...  
                                                                       Doğru sözü “Kül Tegin” kitabesinde ara...  
                                                                       Lenin’den bahsederse karşında bir maskara, 
                                                                       Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.  
 
                                                                       Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!  
                                                                       Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...  
                                                                       Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?  
                                                                       Ruhlarımız buluşur elbet Tanrıdağı’nda...  
 
                                                                                                                                    Atsız 
Branly adındaki Fransızın buluşuyla başlayarak İtalyan  Düzen verirken günün muayyen saatlarında bu 
Marconi'nin sürekli çalışmaları sayesinde bugünkü  istasyonlar musiki ve fikir neşriyatına başladılar. 
halini alan radyonun ehemmiyeti önce 1904 yılında   
Rus‐Japon harbinde denizlerde anlaşıldı. Fakat bu  Geçen her gün heveslilerin sayısını arttırırken bazen 
sıralarda bununla olan konuşmalar kesik telgraf  en umulmadık adamlar en umulmadık yenilikler 
alfabesinin hudutlarından dışarı çıkmıyordu. Sonra  buluyordu. Tauleîgne adında bir Fransız papası bir ses 
verici ve alıcı makinelerin ulaştırma takatleri çok çok  kuvvetlendirici buluyordu. İşte bu buluş sayesindedir 
birkaç yüz kilometre içindeydi  ki evvelce kulaklıkla dinlenen seslerin bugün bir salon 
  halk tarafından kolaylıkla dinlenmesi kabildir. Bütün 
Bundan sonra çalışmalar sıklaştı. Telefon esasları  bu işler gayet çabuk oldu. Hevesliler de makinelerin 
buna da sokuldu. Uzaklık kaygusu kalmadı. Avrupa  sayısı arttıkça arttı. Devlet bu işe emniyet ve düzen 
âlimleri bu ihtiraı orduların kulağı haline getirdiler. Bir  vermeye mecbur oldu. Önce Fransa'da heveskârların 
taraftan da halk arasında radyo merakı çoğaldı ve  yapıp kuracakları istasyonlar hakkında kayıtlar 
makineler ucuzladı. 
 

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 13 
 
 

koymaya lüzum görüldü. Bu işlerde, harp olduğu  meclisi kürsüsünden farksız bir hale gelmiştir. Her 
takdirde casusluğun ne kadar büyük işler yapacağı göz  gece bir romen devlet adamının veya âliminin 10 
önüne getirilerek bir takım kayıtlar konuldu. Sonra  dakikalık konferanslarını dinlemek kabildir. 
devlet yayıcı istasyonların masrafına karşılık olarak   
ufak bir para almaya başladı. Fransa'da hevesli sayısı  Gözümüze çarpan en büyük çalışma merkezlerin biri 
çok fazla arttığından verici makineler devlet  de Rus istasyonlarıdır. Bu istasyonlar çocuklara bin bir 
konuşmalarım bozmaya başlamıştı. Bundan dolayı  kızıl hikâye anlatır, Kari Marks'ın, Engels'in fikirlerini 
millet meclisinde uzun münakaşalardan sonra verici  neşreder, beş yıllık programdan bahseder. Nihayet 
makinelerin yasağı mümkün kılındı. Serbest olmasını  Rus mîllî havalan herç dalgalarına bürünerek büyük 
iste‐yenler Amerika, Almanya, İngiltere'yi örnek  takatli makineler sayesînde göklere çıkar.  
gösteriyordu. Fakat karşı fikir galebe çaldı.   
  Enternasyonalizmi Rus millî havalarıyla karşılaştırarak 
Bu işin bu yolda gitmesini beğenen birkaç devlet  ne kuvvetli emperyalizm hazırlandığını bir Türkün o 
Fransa'nın yolunu unuttular. Bu sırada yalnız  anda duymaması kabil değildir. Sonra mı istasyonlar o 
Fransa'da 120.060 alıcı makine vardı. Bunlardan bir  kadar kuvvetlidir ki, her taraftan kolaylıkla duyular. O 
kısmı belediyeler tarafından büyük meydanlarda  halde!...  Garbin gökleri fırtına ve bora dinlemeyem 
salonlarda çalıştırılıyordu.  hudutları aşan, yüreklere damla damla süzülen 
  fikirlerle altüst olurken biz ne yaptık ve yapıyoruz? 
Garp devletleri verici istasyonları arttırırken işe başka   
bir renk vermeye başladılar. Kitap ve gazetelerin  Türk havalarına o dakikada kulak verirseniz ya bir 
giremeyeceği yerlere Herç dalgacıkları sayesinde millî  Acem, ya bir Arap türküsünün çalındığını, yahut boş 
şarkılar, mîllî öğütler ve yeni düşünceler sokmak  bîr leylek gagası gibi takırdıyan on beş dakikalık 
kadar kolay bir şey yoktu. İşte bu yüzden komşu iki  dinlenme gösteren metronomu duyarsınız. Halbuki 
ufak devletten başka, bütün dünya göklerinde şu  elimizde dünyanın en kuvvetli iki istasyonu varken 
dakikada sessiz bir boğuşma devam etmektedir.  böyle boş vakit geçirmek yazık değil midir? Halbuki 
Boğuşma dedim; anlatayım: Avrupa devletleriyle  bizde radyo hakkında çok yanlış telekkiler hüküm 
Rusya'nın gerek siyasî gerek içtimaî mefkure ve  sürüyor. Polis bu işin altında sadece bir "casus" 
menfaatlerinin birbirine zıt olduğunu hep biliyoruz.  başkaları da sadece bir "eğlence" bir "çalgı" görüyor; 
Tabii bunlardan hiç bîri karşı fikrin kendi  ve hâlâ gümrükler radyo parçalarına "lüks" damgası 
memleketinde en açık yollarla nüfuz etmek  vuruyor ve kilo başına 5 lira gümrük alıyor. Halbuki 
istemesine müsaade etmez. O zaman öteki taraf  bugünkü görüşte radyonun lüks anlaşılmasının yeri 
propagandasını radyo ile yapmaya kalkar. Diğer taraf  yoktur. Radyoyu gramofon" dan farksız sayan bir 
ta buna aynı silâhla karşı koyar. Gizli boğuşma da  tarifenin, halkı uyandırmak isteyen, fikir yenilikleri 
bundan doğar. Ve buna cazip bir şekil vermek içinde  güden bir devlette yeri olamaz. Zorluk çıkarmasının 
musikiden istifâde olunur. Bu dinleyenleri sıkmamak  sebeplerinden biri de radyonun bir casusluk aleti 
içindir. Meselâ 10 dakika musiki çalınır. 10 dakika da  olabileceği düşüncesidir. Bunun için sürü sürü 
güzel söz söyleyenler tarafından aşılanması icap eden  kaideler bulunmakta, halk bu işten zorla 
fikirler aşılanır. Daha dün başlayan Romen radyosunu  soğutulmaktadır. Bunların böyle sakat olarak düşünen 
göz önüne getirince şaşmamak kabil değildir. Bükreş  makama buradan açıkça söyleyebîlirim: aldıkları 
verici istasyonu bugün bir darülfünun veya mîllet  tedbirler bir kelime, ile gülünçtür. Antenin eni boyu 
ve mahalle ilmuhaberiyle uğra‐ 
 

   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 14 
 
 

şılacağına işler daha kolaylaştırılmalı ve bu emniyet  Yine o dakikada Moskova'da bir Rus âlîminin Türk 
tedbirleri hüviyetler üzerimde biriktirilmelidir. Bugün  diliyle bazan birçok şeylerden bahsettiğini işitir, 
tavanın gizli bir yerine çekilecek birkaç metrelik telle,  yüreğinizin parçalandığını duyarsınız. Geceleri 
yahut daha ufak bir çerçeve sayesinde kısa dalgalı bîr  makinemin başında bunları düşünürken Türk 
makine sayesinde Çin‐Maçinle bile konuşmak kabildir.  dünyasının yalnız 13 milyondan ibaret olmadığını 
Halbuki alıcı makineler fazlalaşır ve meraklıların sayısı  hatırlar ve uzaklardaki öz kardeşlerin dinleyenleri 
çoğalırsa memleketin üzerine çevrilecek bu gibi silâhı  arasında, "15 dakika istirahat" sesini, yahut Şopenin 
ilk önce yine o meraklılar bulacaklardır. Fransa'da  bilmem kaçıncı senfonisinin taklidini işittikleri zaman 
böyle düşünüldüğü için makine kurmalarında güçlük  nasıl boyun büktüklerini, nasıl iç çektiklerini görür gibi 
çıkarılmaz.  olurum. 
   
***  *** 
   
İkinci nokta da şudur: radyoyu basit bîr çalgı saymak  İstanbul'un çalışmasına gelince: burada saat 18'den 
bana göre bir kitabı yelpaze gibi kullanmaktan  20'ye kadar gramofon çalınır. Sonra Bizans – Osmanlı 
farksızdır. Bunu devletçilik, milliyetçilik adesesinden  kırması bir musiki devam eder: Musahabeler, 
bakarak söylüyorum. İşin en mühim ciheti de  propagandalar hemen yok gibidir. Bununla beraber 
yaymaları devlet eline almaktır. Bu, her yerde  burası Ankara radyosuna nispetle iyidir. Her iki 
böyledir. Belki makineleri işletmek işi şirkete  merkezi de bir Frenk şirketi işletir. Halbuki 
verilebilir. Fakat yayma işi, asla! Şirketin bütün derdi  memlekette yapılan birçok yenilikleri halka kadar 
para kazanmak olduğuna göre bundan fazla bîr şey  götürecek vasıtalardan en mühimi radyodur. Onun 
beklemek saflıktır; ve maarif vekâletini ecnebi bir  için bu işi devlet eline almalı ve çok mükemmel olan 
şirkete vermekle bu işi vermek arasında hiç bir fark  bugünkü makineleri öğütlerle birlikte Türkiye'ye 
yoktur. Halbuki Ankara'dakî istasyon günde bir iki saat  yaymalıdır. Ondan sonra muntazam bir plânla halka 
garp memleketlerinin taklit havalarıyla çalışır. Bu işte  fikirler aşılamaya başlamalıdır işte böylece iç yurtta 
o kadar kötü yapılır ki, boğulan bîr tavuk sesiyle  uzun sürmeyecek bir çalışmadan sonra kendi varlığını 
söyleyîci kız 10 dakika istirahat der; ve 10 dakika  tanıyan duygulu bir gençlik; dış yurttaki Türklük'te de 
yerine bir çeyrek sonra makineyi açarken siz yanılıp  güçlü uyanışlar görülecektir. Türk gücünün gök 
da bir kere düğmenizi Bükreş'in üzerine getirirseniz  gürültülerini andırırcasına çelikten adımlarla yeniden 
çok aydınlık bir sesin yarım saatte bir yalnız bir dakika  tarihin ün meydanına çıkacağına inanmış olduğumdan 
istirahat dediğini duyarsınız.   bunları yazmak için kendimde bir hak gördüm. 
 
D. Dumrul
 

   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 15 
Tuna Boyunda Saz Şairlerimiz 
 
– I – 
14'üncü asırdan beri, yakın zamanlara kadar Osmanlı  veçhile 16'ncı asırdan daha muahhar asırlarda 
İmparatorluğunun Balkan yarımadasında kâh tabiî  yaşamış bir başka "Kul Mehmet"in mevcudiyetine 
hududu olan kâh geniş arazisi dahilinde akan güzel  inanmak lâzım gelir. 
Tuna'nın Saz şairlerimiz için bir heyecan ve ilham   
membaı olmaması imkânsızdı.  Mamafih, Öksüz Aşığa ait bulunan bu şiirin 
  müstensihler edinçle Kul Mehmed'e atfedilmesi de 
Daha 14'üncü, 15'inci asırlarda, askerî alaylarda,  mümkündür. 
Yeniçeri, Sipahî ocaklarında ve serhatlerdeki   
mevcudiyetleri kuvvetle tahmin edilebilen saz  Türkülerin mısraları arasındaki bazı değişiklikler, hatta 
şairlerimizin[1] Tuna boylarında da uzun zamanlar  Kul Mehmed'e ait olarak yazıların, "sülemez", 
telli sazlarıyla hemâhenk olarak şiirler terennüm  "ileşlen" gibi Rumeli şivesini taşıması, yani konuşma 
ettikleri muhakkaktır.  lisanı ile ve ağızdan kapma yazıldığını göstermesi bu 
  tahmini kuvvetlendirir. 
Bu asırlara ait halk eserlerinin elimize henüz   
geçmemiş bulanması bize meselâ ilk defa Tuna  Biz, burada Kul Mehmet İmzasını taşıyan Türküyü 
kıyılarında görünen akıncılarımızın heyecanlarını  zaten harekeli olan imlâsındaki şiveyi muhafaza 
duymak imkânını bırakmıyor.  ederek tekrar ediyoruz: 
   
Tuna hakkında ilk yazık halk şiirine 16‐17'nci asırlarda  Cennet misalidir evvelbaharı 
yaşamış saz şairlerimizden "Öksüz Aşık"a veya"Kul  Açılır kırmızı gülü Tuna'nun 
Mehmet"e ait olması lâzımgelen bir türküde tesadüf  Uçar bülbülleri leyli nehan 
Eser badı serhatleri Tuna'nun 
ediyoruz. 
 
 
Kuma garkolup gelür yerdedir yüzü  
Büyük üstat Köprülüzade Mehmet Fuat Beğin "16'ncı  Gökten iner cemre sökülür buzu  
asır sonuna kadar Türk saz şairlerî" isimli eserinde bu  Arzulayup gider Karadeniz'i  
türkü, "Öksüz Aşık" namına kaydedilmiştir [2]  Çok gadalar alur seli Tuna'nun 
   
Benim, Edirne'de elime geçen eski bir mecmuada aynı  Enginler dağından yollar açmıştır  
türkü bazı farklarla "Kul Mehmet" imzasını taşıyor. Şu  Çok analar ağlayup kanlar içmiştir  
halde eğer şiirin sahibi hakikaten "Öksüz Aşık" değilse  Alaman dağından yollar açmıştır  
Yoktur dili sülemez dili Tuna'nun 
bu "Kul Mehmet"in de "Üveyspaşazade Mehmet 
  
paşa" olmadığı; üstadın "Kul Mehmet"e ait 
Kimse bilmez anun kandadur başı  
salâhiyettar tafsilatıyla tahmin edilebilir, ki bu taktirde  Dalgalanur gelür yüğündür cuşu  
gene ustadın da kaydettiği  Eksik değil yaylaların savaşı  
_________________  İleşilen dolu golü Tuna'nun 
  [1] Bu hususta tafsilât için bakınız: Prof. Dr.   
Köprülüzade Mehmet Fuat: 16'ncı asır sonuna kadar  Kul Muhammed ounu böylemi dedi  
Türk saz şairlerî; S: II ve Fu‐at beyin Halk  Selâmlamış Belgırat'ı Budemî [1]  
edebiyatımıza ait diğer eser‐leri.  Almış bir ovayı akar kademi  
Serhatlere ürer yolu Tuna'nun 
  [2] Aynı eser. s: 37 
 _________________ 
 [1] Budin

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 16 
 
 

Bu türkünün Rumeli'de çok meşhur olduğu, uzun  Herhalde yeşil ovalar ortasında bîr deniz genişliğiyle 
asırlar dillerde çalkalandığı muhakkak gibidir.  kah coşkun, kâh sakin akan sevimli Tunanın; tirşe 
  sularına Türk kanının da karıştığı zamanlar da bilhassa 
Gene Rumeli'ye ait bir cönkte tesadüf ettiğim 19'uncu  Rumeli halk şairleri için büyük bir heyecan ve ilham 
asır halk şairlerinden "Sürurî"nin 1270 Rus harbine ait  membağı olduğu muhakkaktır. 
yazdığı uzun bir destanın bazı kıt'alar tamamiyle bu   
türküden mülhem olmuştur ki bu hadise türkünün  O kadar ki bu taraflarda cönklerde tesadüf edilen 
şöhretiyle beraber şairinin 16'ncı asırdan ziyade  meşhur "Kerem ile Aslı" hikâyesinin bazı mısralarına 
muahhar asırlarda yaşamış bulunması ihtimalini de  bile Tuna'nın karıştığı görülmektedir: 
kuvvetlendirir.   
  Tuna kenarında avcılar gezer  
Sururi'ye ait bu mısraları da aynen yazıyorum:  Derîndir gölleri mahiler yüzer  
  Sıvamış kolların salınır gezer  
Vasfın edem dinle deli Tunanın   Aslımdan bir haber ver be kahveci 
Bir muhalif eser yeli Tunanın     
Daim coşkun akar seli Tunanın    Şiirlerinde çıplak tabiatı emsalsiz bir güzellikle 
Mevç mevç üstüne umman yürüdü  yaşatan halk şairlerimiz îçin nasıl Sakaryalar, 
  Kızılırmaklar, Fıratlar, Murat suları bir ilham menbaı 
Kimse idrak etmez kandedir başı   olmuşsa Tuna da Rumeli saz şairlerimiz için öyledir. 
Kan ile yoğrulmuş toprağı taşı   Mamafih harpler vesaîr sebeplerle Rumeli'den Ana‐
Nice analar gözünden akıttı yaşı   dolu'ya ve Anadolu'dan Rumeli'ye geçen şairlerimizle 
Bu hali gören seyran yürüdü  bu şiirlerin her iki sahada da intişarı tabiîdir. 
   
Bîr Cuma gün saat dört kararları   Nihat Sami 
Geçtiler karşıya lütfetti Bari   Edirne Erkek Muallim Mektebi 
Aşkile çaldılar seyfi gaddarı   Edebiyat muallimi 
Tuna seli gibi al kan yürüdü 
 
Hikâye
Dönüş 
Dört yıllık savaş bitiyor... Cephedeki asker köye  elinden, tutunca yola çıkıyor. İçlerinde acı bir sevinç 
dönecek; ihtiyar babasıyla küçük kızını görerek... O,  var. Seviniyorlar: çünkü bekledikleri geliyor... Fakat 
bu dört yılda anasının ihtiyarlıktan, karısının da  gamlıdırlar da: çünkü gelmeyenler de var; ve onlar 
yoksulluktan öldüğünü biliyor. Büyük kardeşinin  artık biç, hiç dönmeyecek. İçlerinde sevinç ve keder... 
Hicaz'da küçüğünün Galiçya'da düştüğünden de  Üstlerinde soğuk ve fırtına... 
haberi var... Fakat köye dönecek, ve artık kendi   
derdine kana kana ağlayabilecek...  *** 
   
Köyde bir haber çalkanıyor... Askerler dönüyormuş.  Kafile kasabaya varıyor... Cepheden dönenler orada 
Köylüler oğullarını karşılamak için yola düşüyorlar.  son muamelelerinin yapılmasını bekliyorlar... Son 
Hava dondurucudur ve kar diz boyu. Fakat hasret  muamele yapılıyor ve askerler kendilerini 
yanıkları buna aldırmıyor... Ve.. İhtiyar baba da  bekleyenlerin 
torununun‐ 
 

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 17 
 
 

kucağına atılıyorlar... Atılacak kucak bulamayanlar da  İhtiyarın durgun kalbi sevinçle çarpıyor. Bir müddet 
var...  İkisi de onun asırlara göğüs germiş kalın gövdesinin 
  arasına saklanıyorlar. Soluk alıp dinleniyorlar. Sonra, 
İhtiyar baba etrafına bakıyor. Kendisininki yok...  artık en son kuvvet, en son gayretle yola koyuluyorlar. 
Şaşırıyor ve bekliyor." Kafile cepheden arta kalanları  Fırtına çileden çıkıyor. Asırlara göğüs germiş olan ulu 
almış köye dönüyor, ve... Fırtına hiddetleniyor...  çınarın dalları bile korkunç gürültülerle çatırdıyor. Ve 
  karlar... 
İhtiyar baba bakıyor: karşıda, karşılamaya geleni   
olmayan boynu bükük bir nefer... Bakışıyorlar ve  *** 
anlaşıyorlar. Dertli gönüller çabuk anlaşır. Baba   
soruyor: "Evlât! benim oğlum acaba neye gelmiyor?"  Asker ertesi güne, ikinci postaya kalmıştır. İki 
Beriki acı acı gülümsüyor: "Orda kalmıştır baba!"...  arkadaşıyla beraber kasabada onun da son muamelesi 
"Orası neresi oğul?"... Asker soluyor ve mırıldanıyor.  yapılıyor... Ve onlar da yola koyuluyor... Dünkü fırtına 
  yok... Güneş karları eritiyor... Ve üç arkadasın biri, 
***  kolu sargılı bir nefer, hafif bir sesle şu dağlarla 
  ovaların macerasını anlatan bir türkü söylüyor. Ve... 
"Er meydanı!  İhtiyarın yüzünde ne bir çizgi,  Yollar uzuyor. Çünkü yollar kahpedir. Yollar elemle 
gözlerinde ne bir gayz, yalnız iki damla gözyaşı... ve  uzar ve sevinçle kısalır... 
torununun elinden tutuyor: "Haydi kızım gidelim"   
diyor: Sonra askere soruyor: "sen gelmeyecek  *** 
misin?"... O yine gülüyor: "Nereye gelecekmişim?   
Bekleyenim yok ki"... İhtiyar baba ve küçük kız torun  Pek az konuşuyorlar. Köye yaklaştıkça bu sessizlik bir 
el ele tutuşuyorlar ve fırtına azıyor...  mezar sessizliğini andırıyor. Yorgunluk yakalarına 
  yapışıyor. Kolu kargılı olan ötekilerden ileri gidiyor. 
Ebedî bir beyazlık ve uğulduyan fırtına... İhtiyar baba  Birdenbire üçü de duruyorlar ve acıyarak ileriye 
ve küçük kız gidiyorlar. Yollar uzuyor, çünkü yollar  bakıyorlar; Ulu Çınar devrilmiş. Demek artık yazın 
kahpedir. Yollar elemle uzar ve sevinçle kısalır...  köye dönerken sıcaktan bunalanlar bir gölgelik 
Soğuk... Fırtına... Ümitsizlik ve.. Uzayan yollar...  bulamayacak.. Kolu sargılı nefer seğirtiyor. Ve Ulu 
İhtiyar, küçük kızın elini daha sıkı tutuyor "Haydi kızım  Çınardan bir dal koparıyor. Bu dalla karları eşmeğe 
diyor, gece basmadan köye varalım" ve fırtına  başlıyor. Ötekilerini de çağırıyor. İlk olarak gelen 
kuduruyor...  bakıyor ve yazık diye söyleniyor. En son gelen asker 
  diz çöküyor ve arkadaşının eştiği yerde babasıyla 
Nihayet, işte ümit: ihtiyar baba ve küçük kız köyün  kızının cesetlerini tanıyor… 
ilerisindeki Ulu çınarı görüyorlar.   
   Y.D

   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 18 
 
 
Rüzgâr 
Arzularım muayyen bir haddi aşınca  Kimi coşar din uğruna geberir, yalan;  
Ve kulaklar sözlerime sağırlaşınca  Kimi gider şeref için can verir, yalan! 
   
Bir ihtiras duyup vahşi maceralara   Bir filezof yetmiş eser yazar, yalandır; 
Çıkıyorum bulutları aşan dağlara.  Bir kahraman istipdadı ezer, yalandır. 
   
İlâhların başı gibi başları diktir,  Şairlerin büyük aşkı fânî bir kızdır.  
Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir.  Bu dünyada herkes sinsi, herkes cılızdır. 
   
Ben de katıp vücudumu bu genişliğe   Ne hakikî aşktan Burada bir çakan vardır, 
Bakıyorum aşağlarde kalan hiçliğe.  Ne de onu görse dönüp bir bakan vardır... 
   
Bu dağların bîr rakibi varsa rüzgârdır.  Her büyüklük cüzzam gibi dökülür Burada,  
Rüzgâr burada tek başına bir hükümdardır.  En muazzam ölüm bile küçülür Burada. 
   
Burada insan duman gibi genişler, büyür;   Benim kafam acaip bir dimağ taşıyor, 
Bu dağlarda ıstıraplar, sevinçler büyür  Her dakika insanlardan uzaklaşıyor. 
   
Buralarda her düşünce sona yakındır,  Zaman zaman mağlup olsam bile etime  
Burada her şey bizden uzak, "0"na yakındır  İnsan olmak dokunuyor haysiyetime. 
   
Burada yoktur insanların düşündükleri,   Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum, 
Rüzgâr siler kafalardan küçüklükleri.  İşte rüzgâr, şimdi sana sığmıyorum! 
   
Yanağıma çarpar geniş kanatlarını  Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta,  
Ve anlatır mabutların hayatlarını.  En asil şey seni buldum bu kâinatta. 
   
Ara sıra kulağını bana verdi mi  Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır, 
Ben de ona anlatırım kendi derdimi  Ne de süse, gösterişe baktığın vardır. 
   
"Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgâr,  Deniz gibi muamma yok derinliğinde,  
Benim artık yalnız sana itimadım var!  Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde, 
   
Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden   Bir dev gibi küçük, mızmız sesleri yersin, 
Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben.  Allah gibi görünmeden hüküm sürersin. 
   
Etrafımın sözlerine aklım ermedi,  Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin, 
Etrafım da bana asla kulak vermedi.  Rüzgâr! Bu dağ başlarında çırpman serin 
   
Senelerden beri hâlâ anlaşamadık,   Kanatlarım gök yüzünden akan bir seldir,  
Ben de kestim anlaşmaktan ümidi artık.  Bana kudret ve cesaret veren bir eldir. 
   
Gözlerimde hakikati sezen bir nurla  Beşerlikten uzaktayım senin ülkende, 
Etrafımı süzüyorum biraz gururla.  Senin gibi azemete âşıkım ben de, 
   
  İşte rüzgâr senin gibi ben de deliyim. 
Bir dürbünün ters tarafı gibi bu dünya  Islıklarım senin gibi inlemelidir,  
En büyük şey, en asil şey küçülür Burada.    
  Herkes beni ürpererek dinlemelidir.  
Burada yalan para eden yegâne iştir;  Rüzgâr, sana, yalnız sana benzemeliyim. 
Burada her şey bir yapmacık bir gösteriştir.   
                                                 Sabahattin Ali 

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 19 
Pasifizm (Barışçılık) 
 
Yazan: Ferik Von Zeekt
Harbin ne olduğunu, onun zaruretlerini, taleplerini ve ceneral timsali, her şeyi mübah gören zehirli politika 
akıbetlerini sarahatle bilen adam, yani asker harp  mücadelesinin icabıdır, fikirsiz mizah gazetelerinin 
imkânları hakkında, fayda ve mahzurları itidal ile  hoş geldi bir mevzuudur, teşahhus ettirilmiş bir 
tartan siyaset veya ticaret adamından çok daim  manasız şekildir. Askerin harbe karşı olan bu 
ciddiyette düşünür. Nihayetünnihaye insanın kendi  vaziyetine Pasifizim denilmek istenirse, pekâla öyle 
hayatını feda etmesi belki o kadar güç değildir; lâkin  olsun, fakat bu öyle bir Pasifinimdir ki bilgiye 
meslek ve san'at iktizasıyla başkalarının hayatını  müstenittir ve mes'uliyet hissinden doğmuştur. Millî 
ortaya koymak keyfiyeti vicdan için pek ağır bir  vakarsızlık ve beynelmilel dalgacılık Pasifizmi değildir. 
yüktür.  Asıl askerdir ki harp imkânlarını azaltacak her türlü 
  emelleri ve çalışmaları herkesten ziyade 
Kim ki harbîn kanlı gözlerinin içini derin derin  memnuniyetle telakki eder. 
görmüştür, kim ki müsait bir rasat yerinden umumî   
harbin savaş meydanlarını seyretmiştir, kim ki  Fakat asker bir daha harp yok gibi beylik bir sözle 
milletlerin ıstıraplarını yakından bilmiştir, kimin ki  sokakta yaygara etmez. Çünkü, bilir ki harp ve sulhu 
yanan bunca hanümanın külü ile saçları ağarmıştır,  veren ne hükümdarlar, ne devlet adamları, ne 
kim ki birçoklarının hayat ve mematları mes'uliyetini  parlamentolar, ne muahedeler ve ne de ittifaklardır, 
taşımıştır, o kimse yani tecrübeli ve bilgili asker,  harp ve sulhu veren, onlardan daha yüksek 
harbin ne olduğunu bilmeksizin sulhten bahseden bir  kuvvetlerdir, yani mîlletlerin olma ve ölmesinin ezelî 
hayalperverden çok daha ziyade harpten korkar. Kılıç  kanunlarıdır. 
şakırdatıcı, harp kışkırtıcı   
                                                 "Bir askerin düşünümleri:  
                                                      Mütekait Ferik Naci"
İç Sıkıntı  Amerikan Edebiyatı Örneği: Mistisizm 
SON SÖZ                                                            G. Talbott
İcim karma karışık, saçlarım darma dağın,   Son konuşmamızdaki son sözüm, senin 
Kalbimi burgulayıp iğneliyen bir ağın  duymayacağın, fakat bana cennetten gelen ve 
Ateşten çemberinde birden uyanıyorum. 
sevindiren davet fısıltısını dinlemek ve cevap 
 
Saçlarım ellerimde, dudaklarım morarmış.   vermektir. 
Varsın desinler: gençlik tükenmez bir baharmış!    
Tükenen bu ömrümde baharı anıyorum.  *** 
   
Havası küf kokuyor, rutubetli duvarlar;   Ben mezarımın başında bu hazin mersiyeyi dinlerken 
Pencereden yol alıp. uzıyan bir ziya var.  
Kapıda bir süngülü: heyula sanıyorum; 
cesur olacak ve müsterih dualar edeceğim. 
   
Organla germiş gibi hasret sinirlerimi;   *** 
Yanıp yanıp tutuşan bu kıp kızıl derimi    
Hırsla kırbaçlayarak neden kıvranıyorum?  Vücudum toprak altına gömüldüğü ve sîz son 
 
sözlerinizi söylediğiniz zaman diyeceğim: "ben 
Kudurup şaha kalkan bir tay gibi deliyim;  
Bunalan ruhumla ben engine gitmeliyim,   ebediyette yaşıyorum, Yalnız vücudum ölüdür." 
İçin için tükenen mum gibi yanıyorum.   
  Cesedim sizin ve toprakların. Ruhum benim ve 
Istıraba yan baktım olunca ben soytarı;   Allahın... 
Deli diye taktılar boynama halkaları    
Demir ziincir içinde yerde uzanıyorum. 
Ayşe Ferhunde 
                                                   Celâl Sıtkı 

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 20 
 
 
Fikir Hayatı 
Konferanslar: Edebiyat fakültesi talebe cemiyeti  son tekâmül safhaları da medeniyet lisan olmalarıdır. 
konferansları geçen ay da devam etti. Mayıs ayında iki  Medeniyet lisanları ise pek mahduttur, ve az çok, 
mühim konferans vardı. Birinci konferans, coğrafya  intişar eden alfabeler veren lisanlara inhisar eder bu 
müderrisi Mösyö Chaput'nün "Orta Asya'nın kuruması  alfabeler de: Mısır, Çin, Hint, Yunan ve Sami 
meselesi" idi. Profesör bu meseleyi, kablettarihi  alfabeleridir, İslâm medeniyeti Samî alfabesinin ve 
devirler için, bilhassa sair kıtaların kuruması  Arapça'nın intişar sahasına tekabül ettiği gibi, Avrupa 
safhalarından istidlâlen, ve tarihî devirler için  medeniyeti de Yunan ve onun devamı olan lâtin 
doğrudan doğruya Asya üzerinde mutalealar  alfabesine tekabül eder. Şu halde, Yunan medeniyet 
yürüterek şu neticeye varıyor: Orta Asya gittikçe  lisanı lâtin medeniyet lisanı şeklinde devam ettiği gibi, 
kurumuyor. Orta Asya'dan taşan kavimlerin  bu ikincisi de, Rönesanstan sonra Fransız, İtalyan, 
muhaceretlerini coğrafî sebeplerden ziyade iktisadî ve  Alman, İngiliz, İspanya lisanlarında aynı mücerret 
siyasî amîllerde aramalıdır.  ifade kudretin bırakmak suretiyle devam etmiştir. Bu 
  itibarla, alfabe değiştirmenin medeniyet değiştirmeyi 
Mösyö Gabriel'in konferansı Türkiye'deki eski mimarî  gösterdiği anlaşılıyor: Türkler buna iyi bir misal teşkil 
eserleri hakkında idi. Mösyö Gabriel her yıl birkaç ay  ederler; esasen alfabelerin intişar sahalarıyla 
Türkiye'de tetkikatta bulunuyor, ve tetkikatın  medeniyetlerin intişar sabalarının birbirine tekabül 
neticesini Darülfünunuda tedris ediyor. Onun vardığı  etmesi de bunu gösterir. 
neticelerden en mühimi, şimdiye kadar Avrupa'da   
hâkim olan ve, Bursa, İstanbul gibi en güzel mimarî  *** 
eserlerini ihtiva eden şehirlerin bu mimarî   
âbidelerinin Bizans sanatı mahsulleri olduğu  İkinci konferansta Mösyö Meillet daha hususî lisanivat 
nazariyesini cürütmesîdir Profesöre göre: Türler gerek  meşelerini mevzubahsetti; "En eski hindo‐avrupaî 
Bursa'yı, gerek Bizansı aldıkları zaman kuvvetli bir  lisanları". Profesör evvelâ bu "Hindo‐Avrupaî 
mimarîye sahip bulunuyorlardı; halbuki o zaman,  mefhumunu tarif etti. Umumî manasıyla bir lisan filân 
Bizans, Ayasofya'yı vereli 9 asır geçmiş bulunuyordu;  ailedendir demek, o lisanı haricî görünüşü itibarıyla 
ve mimarî sanatı, muazzam eserleri yaratmış olan  bir sınıfa dahil etmek, vasıflarını ayırmak değildir; 
Türk mimarîsine tesir edecek halde değil, belki Kariye  belki ö lisanın tarihî mevkiini tesbit etmektir. Yoksa, 
gibi cılız eserler verecek halde idi.  asırların yaptığı tesirler öyle tahavvüller gösterir ki, 
  akraba lisanlarda birbirine benzer taraflar bulmak çok 
Profesör Meillet'nin konferansları:  defa imkansız olur. İste bunun için ana Hindo‐Avupaî 
  lisanını restore etmek için en eski Hindo‐Avıupaî 
Hindo‐Avrupaî lisaniyatçısı profesör Meillet, yine  lisanları ele almak lâzımdır. 
Edebiyat Fakültesinde iki konferans verdi. Birinci   
konferans "Lisan ve medeniyet" isminde idi. Profesör  1917 senesine kadar, tarih taşıyan en eski Hindo‐
evvelâ, konuşma lehçeleriyle edebî lisanların farkını  Avrupaî metinleri, milâttan evvel 7nci asırdan geriye 
gösterdi: lehçeler köyden köye bile değişir: bu  gitmiyordu. Buğazköy hafriyatından sonra elde edilen 
hususta, Türk lisanının, büyük intişar sahasına ve  Hitit kitabelerinin, Hrozny ve onu takip eden Alman 
eskiliğine rağmen, zamanda ve mekânda tecanüsü ve  âlimlerinin mesaileri sayesinde halldilenlerinin Hindo‐
nisbi vahdeti dikkata şayandır. Lisanların  Avrupaî bir lisanın mahsulleri oldu‐ 
 

   

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 21 
 
 
Bugünün Silahlarından: Radyo 
ğu anlaşıldı. Bunlar milâttan 1900‐1200 sene evveline  Hititçe hakkında yapılmış filoloji tetkikatına istinaden 
aittir. Binaenaleyh, Hindo‐Avrupaî lisaniyatı 1000 yıl  son hükmünü söylemiştir; ve bir lisaniyatçıya 
birden kazanıyor demektir. Bu gösteriyor ki, Hindo‐ yakışacak ihtiyatla hareket ettiği de, Hititçenin Hindo‐
Avrupaî dili konuşan kavimler, milâttan önce ikinci bin  Avrupai lisanı olması nazariyesi ileri sürüldüğü ilk 
yıldan itibaren, bilâhara gördüğümüz istilâlara  zamanlarda, buna birdenbire bir türlü kani olmadığını 
başlamış bulunuyordu.  itiraf etmek suretiyle kendisi söylüyor. Hız gazetesinin 
  yeni bir nazariye dediği bu hüküm görülüyor ki, 
Profesör Meillet''in konferansı, Darülfünunda alâka ile  oldukça uzun senelerin neticesidir. Biz, delillerini canlı 
dinlendikten sonra, birçok dedikoduları da mucip  misallerle verdiği için lisaniyyatta otorite sahibi olan 
oldu. Yunus Nadi ve Reşit Galip Beyler izah edilmeyen  Profesörün bu hükmüne inanıyoruz. Yoksa bu mesele 
bir has‐sasiyetle, Profesöre salâhiyetlerinin fevkinde  üzerinde münakaşa etmek için her şeyden evvel, Reşit 
İddialı, cevaplar verdiler. "Hız" profesörü —az da  Galip Beyin, Profesöre birçok usuller öğretirken 
olsa— tenkit mahiyetinde bir haber neşretti.  unuttuğu en mühim usulle hareket etmek icap ettiğini 
  teslim ederiz; yani. Hindo‐Avrupai veya Türk‐Moğol 
Yunus Nadi ve Reşit Galip Beyler, Profesöre, Yunan  lisanları hakkında söz söylemek için, her şevden evvel 
medeniyetinden evvel bir medeniyetin mevcudiyetini  o lisanları bilmek, onların filoloji ve lisaniyatıyla 
inkâr ediyor diye hücum ettiler: Profesör böyle bir  uğraşmak, velhasıl onları mukayese edebilecek 
iddiada bulunmadı, belki Yunan medeniyetinin,  kudrette olmak lâzımdır, yoksa ikinci elden 
herkesçe teslim edilmiş olan orijinalite ve kudretine  mehazlarla, ve bunları tenkit etmek salâhiyetini haiz 
temas etti. Bundan başka makale sahipleri, Hititçenin  olmadan hükümler vermek en büyük usulsüzlük olur. 
Türkçe olmasına da tahammül edemiyorlar. Hindo‐  
Avrupa lisaniyatçısı olan Meillet, senelerden beri   A. K.
 
Kitaplar 
I— Çocuk Kitapları  oldukları gibi dahi lâyemut eserler sayılan ve sadeliği, 
  canlılığı itibarıyla eşsiz olan destanlarımızı, bilhassa, 
Tahsin Demiray ve Aptullah Ziya Türkün Altın  en güzel bir şekilde tespit edilmiş olup edebî kıymeti 
dağından:   itibarıyla da mümtaz bir mevkii olan Dede Korkut 
  1‐ Kara Çoban  hikâyelerini onlara okutmamız lâzımdır. Bu ihtiyacı 
  2‐ Kanlıoğlu Kanturalı   duyduklarını ilk kitabın mukaddemesinde az çok 
  3‐ Boz Aygırlı   anlatan muharrirlere bunun için teşekkür etmeliyiz. 
   
  (Mektep neşriyat yurdu)   Ben bu üç kitabın, çocukların kitap yoksulluğunda ne 
  kadar büyük bir ihtiyaca tekabül ettiğini, bilhassa, 
Ziya Gökalp'tan beri zengin Türk destanları ve  küçük dostlarıma bu kitapları verdiğim zaman 
masalları çocuk edebiyatında görülmüyordu.  gördüm; bunları öyle zevkle ve öyle sevinçle okudular 
Hayatiyeti itibarıyla hiç bir millette eşi olmayan Dede  ki Türk destanlarının canlı mevzularını bu kadar 
Korkut destanlarını, Gök Alp'tan sonra tekrar çocuk  alâkalarını gördükten sonra, çocukları bu nevi 
edebi‐yatında görmek bize yeni ümitler veriyor.  kitaplardan mahrum etmek doğrusu çok büyük bir 
Çocuklarımıza kuvvetli bir seciye vermek için, hiç  günah olur. 
şüphe yok ki, her zaman güzelliklerini muhafaza eden 
masalları ve 
 

www.atsizcilar.com 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 22 
 
 

Bu üç küçük kitaba, bazı noktalarda itirazlarım da var:  neşredilmiştir. Bilhassa psikopat ve anormal 
Dede Korkut hikâyelerinde bazı isimler vardır ki, millî  çocukların cemiyete faydalı olmaları için icabeden 
mazimize hürmet edersek, bunları değiştiremeyiz;  esaslardan bahseden bu eseri tavsiye ederiz. 
yoksa Süleyman'a " Soliman", Salâhaddin'e Saladen"   
Murad'a "Amurat" diyen eski frenk muharrirlerinden,   Gazeteler ve mecmualar 
müverrihlerinden ne farkımız kalır? Onun için Kazan'ın   
Kızan, Salur'un Salor, Bayandır'ın Bayendir, şekillerine  Hız: On beş günlük bir gazete şeklinde, Ankara'da, 
girmiş olması hiç hoşa gitmiyor. Bu tahrifler, şüphesiz  mecmuamızla aynı günde intişara başladı. 
ki, çocukların bu kitapları zevkle okumalarına mâni   
olmayacaktır; fakat bu isimlerin aynen kalması, hem  Mayıs sayılarının her ikisinde de, günün çok mühim 
onlara lakayt olmadığımızı gösterir, hem de çocuklara,  bir melesine temas eden makaleler: "Bolşevizm ve 
bu hikâyelerin sade efsaneden ibaret olmadığını,  şaşkın gençlik" ile,  Bolşevizm ve Türk 
bunlarda bahsi geçen adamların, boyların,  münevverleri!"dir. Halil Fikret Bey evvelâ bugün 
büyüdükleri zaman, tarihlerini de okumağa,  gençliğin yeni komünizm ideali karşısında aldığı 
öğrenmeye heveslendirir. Keza eğer kelimelerin de  vaziyeti tevhit ediyor; sonra da gençlerin bu cereyana 
lisanda bir kıymeti varsa, olduğu gibi bırakılmaları, asıl  kapılmalarındaki sebepleri arıyor; ve en kuvvetli 
mânalarında kullanılmaları lâzımdır. Kitaplarına birer  sebep olarak, idealsizlik ve ideal ihtiyacını buluyor. 
de lügatçe yapmış olan muharrirlerin buna da dikkat  Filhakika, komünizm cereyanı bizim memlekette, tabii 
etmeleri, " Tutsak " ı "Totsak" , "Yağı yı, "Yağın",  ihtiyaçlardan doğmuş bir fikir cereyanı değil, manevî 
"Konur "u, " Koker " yazmamaları lâzımdı.  istinatlardan mahrum insanların kendilerine istinat 
  aradıkları zaman sarıldıkları bir din halindedir. Bugün 
Kitaplarda, şüphesiz zarurî ihtisarlar olmakla beraber,  komünistleri mahkeme huzuruna çıkarmak, nihayet 
bazen, Dede Korkut hikâyelerinin "dehası"  onlara propaganda fırsatı vermek, ve bir fikir uğrunda 
diyebileceğiniz esas noktaların, Oğuz Beylerinden  mücadeleye girişenlere karşı her zaman bir sempatisi 
bazılarının o babacan ve saf karakterlerini gösteren  olan gençlerde onlara daha büyük bir sempati 
epizotlarının, gürültülü vs maceralı taraflar lehine  uyandırmaktan fazla bir şey yapmıyor. Komünist 
hazfedildiğini görüyoruz. Halbuki, bu hikâyelerin belki  cereyanına karşı aynı silâhla, yani fikir propagandası 
lâyemut parçalarını, onu toplayan eski destancının  silahıyla mukabele etmek lâzımdır. Gençliğe 
deha lem'alarını buralar teşkil eder. Bu parçaları  öğretmelidir ki, hayatî kıymeti olmayan bu uzak 
çocuğun anlamamasından, onlara lakayt kalmasından  mefkurenin vücuda getireceğini sandığımız maddî ve 
da korkmamalıdır. Çocuk ulvî, güzel şeyleri gayet iyi  manevî inkılâpları, Türkiye'de millî ideal de temin 
anlar Ona, fazla bir şey anlamayacak diye alelade  edebilir. Bunu Halil Fikret Bey ikinci makalesinde, 
şeyler vermekten, basitlerle onu kandırmaya  komünizmin Karl Marks'a göre mahiyetini ve 
çalışmaktan sakınmalıdır. Çocuklar için "kitap  Rusya'da, beşeriyet için bir felâket olacak şekilde 
hazırlayanlar, eğer onların hislerini, zevklerini terbiye  tatbikini şerbetlikten sonra, daha teferruata girerek 
maksadı gözetiyorlarsa, bilhassa bu noktaya çok  izah ediyor; ve bu meseleye avdet edeceğini 
dikkat etmeleri lâzımdır.  vaadediyor. işte, böyle ciddî ve samimî bir fikir 
  mücadelesine yol açan ilk makale olduğu için Halil 
***  Fikret Beyin yazısı çok değerlidir. 
   
II. Neşriyat haberleri  Birinci sayıda Bangu Oğlu Tahsin Beyin "Büyük Türk 
  edebiyatı tarihi" atlı makalesi, istikbalin Türk 
Ankara'da Hilmi Malik Bey tarafından Demokrasi ve  edebiyatı müdekkik‐ 
mücrimlerimiz atlı bir eser 
 

www.atsizcilar.com 
 
 
 
Sayı: 2  ATSIZ MECMUA  Sayfa: 23 

lerinin omuzlarına yüklenen yükü göstermek itibarıyla  matı yine gazetelerden okuduk: Adana maarif 
okunması icap edan bir yazıdır. Alelûmum tarih  müdürünün, ismini "Ziya Paşa Mektebi" ne çevirdiği 
tetkiklerinde terkibi eserlere daha ne kadar çok  "Seyhan Mektebi"nde Ziya Paşa her gün bir buçuk 
zaman ister! zira, özelinde bıkmadan, sabırla  saat ders verirmiş. " 
çalışacak, ömür tüketecek ve istikbalin terkipçilerine   
bırakacak o kadar çok işlerimiz var ki... Bugünden  *** 
büyük meseleler peşinde koşmamız kuvvetlerimizi   
israf etmek olur.  Büyük adamlarımızı, her sene olmazsa beş senede bir, 
  fakat ısmarlama merasimle değil içimizden gelen bir 
***  muhabbetin şevkiyle hatırlayalım! Bu içten gelme 
  sevgi de durup dururken olmaz: gençlere evvelâ 
Tahsin Bey ikinci sayıda, genç okuyuculara, ölümünün  onları tanıtıp sevdirmek lâzımdır. Büyük adam 
elli birinci yıl dönümü münasebetiyle Ziya Paşa'yı  hırımızın hatıraları, bize hayat ve heyecan verdiği için 
hatırlatıyor, ve onun Türk edebiyat ve fikriyatında  kıymetlidir. 
oynamış olduğu mühim rolü hülâsa ediyor. 1880'de   
Adana valisi iken ölen Ziya Paşa namına Adana'da,  "Hız"da bunlardan başka, "Mahmut Sadi Beyin içtimaî 
Mayısın 17'sinde bir ihtifal yapıldığını gazeteler yazdı.  darvinizm tenkidi" isminde ve daha devam edecek 
Namık Kemal'in bu ateşli ve mücadeleci ağabeyisi,  olan bîr makale sırası, İsmail Hüsrev Beyin Haricî 
ihtiyarlığında genç mülkiye memurlarımıza en büyük  ticarette kooperatif ismindeki iktisadî bahsi gibi, 
dersini vermiş: hangi hayır sahiplerinin meydana  mühim meselelere temas eden birçok kıymetli yazılar 
koyduğunu öğrenemediğimiz şu malû‐  var. 

K.A
 
 

 
 
 
 
 
 
İmtiyaz Sahibi Ve Mes'ul Müdürü
H. Nihâl 
Sinan Matbaası 
 
 
 

www.atsizcilar.com 
 

You might also like