You are on page 1of 9

NURAY GÜMÜŞTEKİN SULUBOYALARINDA

NESNEDE İNSAN YA DA NESNENİN ESTETİĞİ

Mustafa Durak

Bir resim, ilgilisine konuşur. Bilmediğimiz bir şey, tanımadığımız bir kişi,
varlık olarak olmasa bile, bizde tarih olarak bir boşluktur. Şeyler; algılarmıza,
algılarımızla uzar, uzanır. Bunlar zihnimizde şekillenir, değişir, dönüşür. Varlık
dünyası bizim bakışımızla başka varlıklar edinir. Bakışımız bizi ve evreni
daraltır ya da genişletir. Her resim, bir yandan ressamın dünyasını sunarken, bir
yandan da izleyicilerin dünyalarıyla buluşur. İzleyicilerin; bir resimdeki
yaratıcılıklara ne denli gereksinimi varsa, her resmin de, izleyicilerin dünyasına
gereksinimi vardır. Sanat anlamlandırmalarla, yorumlarla can bulur. Seyirlik
oyunlardaki bir olguyla söylersek: alkışlarla, alkışlarla. Ama alkışlar tek
başlarına hiçbir şeydir. Gülüncün içine devriliverir. Bir sonuç olarak alkış,
nedeniyle vardır. Nedeniyle birlikte görüldüğünde anlamlıdır. Sanat da
algılayıcısıyla sanattır. Algılayıcılar; sanatı yeşerten, büyüten, besleyen
topraktır. Ve ayni zamanda sanat da, algılayıcılar için öyledir. Dahilerin sanata
verdikleri değer, bu ilişkinin başka bir kanıtıdır. Ne var ki her sanatsal, her
zaman hak ettiği ilgiyi bulamayabilir. Bu, bir bakıma, doğru zamanda, doğru
yerde olmakla da ilgilidir. Ve elbette, her ne kadar yaptıklarımızdan,
davranışlarımızdan sorumlu isek de, bu sorumluluğu aşan, dışımızdaki başka
etmenleri de göz önünde bulundurmak gerekir.

Evet resim ilgilisine konuşur, demiştim. Ancak bu ilgilinin de dilinin


açılmasının bir yeri ve zamanı vardır. Bazen anında, karşı karşıya geldiği anda
çözülür dil. Bazen de aradan yıllar geçmesi gerekebilir. Bu yüzden sanatsal olgu
zamanla sınırlı değildir. Anın, günün sınırlarına kapatılamaz sanat.

Sanatla ilgili bir konuyu daha açmak istiyorum. Bilim, benzerliklere yaslanır.
Bilim adamı, benzerliklerin peşinde koşmak zorundadır. Zira benzerlikler
sayesinde kurar kendi dünyasını. Onun derdi; yasalarıyla, ilkeleriyle evrendeki
oluşumları, olguları bir örneğe indirgeyerek kestirmeden bize aktarmaktır. Oysa
sanat bunun tam tersine yönelir. Yaşamla ilgili ayrıntılara, farklılıklara diker
gözünü sanat. Farklılıkların güzelliğini, farklı olmanın vazgeçilmezliğini, farklı
olarak var olma arzusunu, farklı yollardan göze/dile getirir. Bu bakımdan her
sanatsal (resim) bir farklılık sunumudur. Bir yaşam sunumudur. Sunduğu bir ölü
doğa görüntüsü olsa bile.

Genel değerlendirme gibi algılanabilecek bu söylediklerim aslında bana Nuray


Gümüştekin’in 2008-2009 ürünlerinden oluşan suluboya sergisinin
söylettikleridir. Şunu da es geçmemeliyim Susan Sontag; “sanat, anlamın
dışındadır”, diyor, ta simgecilerdeki anlam düşmanlığının izlerini taşıyarak.
Oysa ben her türlü biçimin ve teknik yeniliğin, uygulamanın da anlama dahil
olduğunu düşünüyor ve bunu savunuyorum. Her ne kadar bu yazıda, kendi bilgi
sınırım dışında saydığım için, bunlara değinemeyecek olsam da. Yani benim
savım: anlam, ve anlamın gölgesi olan yorum her yerdedir. İnsan, nereye giderse
gitsin anlamsız ve/ya yorumsuz gidemez.

Nuray Gümüştekin’in sergisindeki suluboya resimlerinin bendeki iz


düşümlerine, konulaşmalarına geleyim.

Eşitlikçi, demokrat bir yapılaştırma: Bir (görsel) sanat yapıtında böyle bir
tema nasıl gerçekleştirilmiş olabilir? Resim içersinde görünen bir ögenin ya da
ögelerden birinin farklılaştırılmasına, yani odaklayıcı (focalisateur), öne çıkarıcı
(mise en relief) işlemlere, toplumsal kavramlarla yaklaştığımızda eşitlikçi/
eşitlikçi olmayan, demokrat /anti demokrat kavramları ortaya çıkabilir.
Eleştiriyi, değerlendirmeyi siyasal bir noktaya çekme derdinde değilim. Nuray
Gümüştekin’in ruhsalını yansıttığını düşündüğüm ve resmine yansımış, önemli
bulduğum bir olguya dikkat çekmeye çalışıyorum. “Yeniden Doğuş”
çalışmasında deniz kabuk(lu)ları arasında bir farklılık, öne çıkmışlık sezilmez.
Ancak şunu da belirtmeliyim. Renk değerleri içinde dengeli bir ilgi noktası
oluşturmaktan da geri durmaz. Dolayısıyla renk bakımından bir çekicilik noktası
gibi görülebilecek renk değerleri vardır onun resminde. Ancak bu da bizi iki
farklı kavrama açar: renksel ilgi noktası ve görüntüsel ögenin öne çıkarılması ya
da bir ögeye odaklaşma. Bunlar ayrı konulardır resimde. Onun çalışmalarında
nesneler, kişiler öne çıkmadığı gibi bir rengin öne çıkarılmasından da söz
edemeyiz. Renklerin dağılımı konusu belki başka bir anlamlandırmaya
iletecektir bizi ama, denge, uygunluk onun gözettiği temel ilkelerdir.

Yeniden doğuş, 46x62 cm. 2009 kağıt üzerine suluboya


Zamansallık: Sergideki sulu boya çalışmalarının tümünde eski zamana
gönderme vardır. Zaten resimlerin adlandırılışına da yansımıştır bu: “Eskiler”,
“Antikacıda” ve “Düşünce”. “Düşünce”de yer alan figürlerde, Rodin’in
“Düşünen Adam”ındaki gibi düşünme kavramına değil, anılara, eski zamana
ileten bir düşünme, bir dalgınlık (hatta bir yenilmişlik duygusu), izlenimi
alıyoruz. Zamansallığı “Sikkeler”de en somut biçimde görüyoruz. Üzerlerindeki
figür ve şekiller; varlığın ebedileşme arzusunu; antikleştirmeyle, renk
değerleriyle eskiyi çağrıştırmasıyla, belirsizleştirmeyle aktarır. “Simgeler 6”da
sikke formlarının yeni bir düzenlenişini dörtgensi sınırların içinde(n) grafik bir
anlatımda dener Gümüştekin. Bu sınırlar, nesnenin kronolojik olmayan bir
zamana aitliği midir? Bu çalışmada, çerçeve içinde çerçeveler, hem “Las
Meninas”taki gibi ayna içinde aynalamalar (yansıtmalar), hem de sınırlar içinde
sınırlılıklar ve sınırsızlıklar olarak da okunabilir. Burada işlenebilecek çok
önemli bir konu da şey(ler)in, zaman ve mekan karşısındaki direnişleridir.
Ancak bu direniş bağırgan değildir. Kendine usul usul çeken bir burgaç (anafor)
gibi işler. Bakış derinliği, dalınç deneyimi ister. Doğrusu Gümüştekin’in;
sanatsal olanın, sıradan bir görselden ayrıldığı noktalardan birisini
bulguladığının, bulgulattığının ayırdına varırsınız. Resme bakmak tinselleşir,
tinselleştirir. Teolojik bir şey değildir bu, teolojiyi aşan bir tinselliktir sözünü
etmeye çalıştığım.

Eskiler 3, 46x62 cm. 2009 kağıt üzerine suluboya


Antikacıda 2, 77x57 cm. 2009 kağıt üzerine suluboya

Düşünce, 50x35cm. 2008 kağıt üzerine karışık teknik


Sikkeler, 46x62 cm. 2009 kağıt üzerine karışık teknik

Simgeler 6, 77x57 cm. 2009 kağıt üzerine suluboya


Mekansallık: Nuray Gümüştekin resimlerinde mekan: su altı (“Yeniden
Doğuş”, “Anforalar”), Dış mekan (“Sandalyeler”, “Pazar”, “Eskiler”,
“Düşünce”), İç mekan (“Simgeler 4”). Kimi resimlerde belirli bir mekan algısına
varamayız, mekan, resmin kendisiyle yaratılır. Yani resim, kendi başına
mekandır; mekansal bir zıtlaşma, farklılaşma ayrı bir anlamlandırmaya itmez
bizi. Mekan, zamanın bir dekoratifidir onun için. Şeylere yansıyan ya da
şeylerden bize yansıyan önemlidir. Onun resmi şeylerin estetikleştirilmesidir.

Anforalar, 70x50 cm. 2008 kağıt üzerine suluboya

Sandalyeler, 70x50 cm. 2008 kağıt üzerine suluboya


Pazar, 35x50 cm. 2008 kağıt üzerine karışık teknik

Simgeler 4, 77x57 cm. 2009 kağıt üzerine karışık teknik


Nesnelerde Bolluk: Dikkatimizi resmedilmiş nesnelere yönelttiğimizde bir
çoğulluk, bolluk karşısında olduğumuz görülür. Bu bolluk bizi bir yandan bir
resmine de ad olan “Bereket” kavramına götürür. Oradan da kim bilir, belki,
onun ruhsalına açılabileceğimiz bir Kybele tanrıçaya sıçrayabiliriz uzak bir
çağrışım olarak. Nesnelerle ilgili aldığımız başka bir izlenim de, bir
‘yaşanmışlıktan arta kalan’ yorgunluk, terk edilmişliktir, bir hüzün belki. Evrene
nostaljik bir bakış. Tarihsel ve güncel yaşanmışlıkların hüznünü toplar onun
resimleri. Her bir nesnede nice yaşanmışlıklara, tarihselliklere göndermek ister
bizi. Her bir nesneyi, resminde göstermese de hep insanla bağlantılandırır.
Nesnede yaşayan insanı nesneden tüttürür. İnsanı nesnede var eder. O nesnenin
estetiğine çalışmaktadır. İnsanı yansıtan nesnenin estetiğine.

Bereket, 70x50 cm. 2008 kağıt üzerine karışık teknik.

Kısaca Nuray Gümüştekin resimlerine “ut pictura poesis”, yani “bunlar resim,
çünkü şiir”, diyorum.

You might also like