You are on page 1of 9

SOKAĞIMDAN TARİH YAZIYORUM PROJESİ

–GÖRÜŞME-
10 Kasım 2009 Canan ÇAMURCUOĞLU Sokağımdan Tarih
Yazıyorum Projesi Fatih- İSEGEV Vakfı Necmettin ÜÇYILDIZ

C.Ç.: Bize çocukluğunuzdan itibaren bugüne kadar kendinizi


tanıtır mısınız? N.Ü.: Evet efendim. Teşekkür ederim, sizde
böyle önemli bir günde zahmet edip buraya kadar geldiniz onun için teşekkür ederim. Adım
Necmettin Üçyıldız, baba adım İsmail anne adım Adile. Ben 14. 07.1948 tarihinde Fatih Haseki
Hastanesi’ nde doğmuşum. Oradaki kayıtlarımı almadım ama ablam hemşire idi. Bundan 30 sene
kadar önce kayıtlarını bizzat gördüm demişti. Hastanede burada doğurduktan sonra dedem
fatihliydi, Gelenbevi ortaokulunun oralarda oturuyordu. Ancak o zaman biz burada İstanbul’da
Kadıköy Koşu yolundaki teyzemin yanına gelmişiz. Ancak ben doğduğumdan 1 sene kadar sonra
memleketim olan Kastamonu’ya Bozkurt-Abana, meşhurdur İnebolu sahilleri, İlişli-Yakarhöyün
Köyü’ndenim. Oraya gittik ve tekrar 1 sene sonra İstanbul’ a geldik. 1 sene Koşuyolu’ nda kaldık.
Fatih’te kalıyorum teyzemin yanında. Küçükpazar, eskiden Eminönü şimdi Fatih ilçesi hututları
dâhilinde bildiğiniz gibi çok eski bir semttir burası. Şuan hatta Süleymaniye’ nin alt tarafı. Orada
binalar çok eski yeni binalar da yapılmıyor. Çok eski bir semt olduğundan dolayı. Orası bir mesken
mahallesiydi ancak şuanda tamamen iş yeri oldu. Çocukken oturduğumuz ev şuan otel olmuş. Otel
vaziyetinde gördüm orayı. Halen duruyor, gezdim. Bugünlerde orası pejmürde bir vaziyettedir.
İnşallah oralarda yenilenecek. Orada oturuyorduk. 1995 yılında dedemin evine taşındık. İlkokula
gitmek üzere. Dedemin Gelenbevi ortaokulunun arka sokağında evi vardı. Ev gecekonduydu.
Dedemin bir arsası vardı. Kendisine 2 oda yapmış. Bize de 2 oda yapmış bahçeye. Dolayısı ile biz
burada oturmaya başladık. İlkokula 1955 yılında Fatih Ali Kuşçu İlkokulunda başladım. Halen bu
okul devam ediyor. Ancak şuan aldığım habere göre Şeyhülislam İlkokulu ile birleşmiş. Buraya 3
sene gittim. İlkokula gittim ancak yine babamın işleri bozuldu. Çünkü babam gemiciydi. Belki
duymuşsunuzdur o zamanlar gemiler böyle değildi, ahşaptandı. 100-200 tonluk gemiler ağaçtan
yapılırdı. Bunların iskelesine ‘’ ümmet-i muhariç ‘’ derlerdi. Babam bu gemilerde çalışıyordu.
İşsizlik oldu. Tekrar memlekete gitmek zorunda kaldık. Ben 3 sene burada okudum. Pardon, hatta 2
sene sınıfta kaldım üst üste. Çünkü o zamanlar soru soracak kimse yoktu. Matematiğimde çok
zayıftı. Halen çok zayıftır. Daha ziyade resimde çok başarılıydım, güzel yazı yazardım, coğrafyada
başarılıydım, tarihte de çok iyiydim. Ama matematiği bir türlü yapamazdım. Aileden gelen bir
şeydi herhalde. Halende bu devam ediyor. Benim çocuklarda öyle. Başarılı değildik ve 2 sene
sınıfta kaldım. O zaman sınıfta kalma olayları vardı. Kurslar yok, soru soracak kimse yok,
danışacak kimse yok, dersini soracağın kimse yok. Annem babamda okuma yazma bilmiyor.
Dedemde bilmiyordu. İşin garibi babamda dedemde İstanbul’da oldukları halde okula gitmemişler.
Babam derdi ki ben simit ve gazete satardım. Dedemde gemicilik yapmış sonra inşaat işlerine
yoğunlaşmış. Ve memlekete gidiyoruz.Üç sene memlekette kaldım.Üç ve dördüncü sınıfı orda
okudum.Üçü hem burada hem orda okudum.Beşinci sınıfta ALİ KUŞÇU İLKÖĞRETİM
OKULUNA geri geldim.Tabi o zamanlarda 60 ihtilali vardı.Bizim öğrencilik yıllarımızda çok
önemliydi çünkü o zaman okulda cumhurbaşkanının resmi vardı.Celal Bayar indirildi;yerine Cemal
Gürsel takıldı.Bunun hakkında okulda önemli bir anımız vardı.O zaman ki öğrenciler her şeyden
haberdardı.Şuan ki çocuklar o kadar da fazla ilgilenmiyorlar. Biz çocukken memlekete dair olayları
takip ederdik. Bozkurt’un Yakarhöyün Köyünde 3 sene kaldım. Sonra tekrar İstanbul’a geldim.5.
sınıfı burada okudum. Evimiz Gelenbevi Ortaokuluna karşı olmasına rağmen; gerek dedem, gerek
babam, annem hatta teyzelerimin hepsi İstanbul da olmasına rağmen hiçbiri ‘’seni okula
götüreyim.’’demedi. Akıllarına gelmedi. Bizimde aklımıza gelmedi çünkü o zaman ki şartlar
içerisinde bizim civarın insanları hep zanaatkâr, tornacı, marangoz, inşaat ustası vs. daha ziyade
tornacı ve marangoz üzerinde yoğunlaşıyor. Bize hep ne olacaksın dediklerinde ‘’tornacı olacağız.’’
Derdik. Amcam da tornacıydı. Hasköy de ilkokulu pek iyiyle bitirmiştim. O okulda çekmiş
olduğum bir resim vardı; hatta onu da yakında kendi adıma yapacağım internet sitesine
koyacağım.1958 ler de çektirmiş olduğum fotoğrafı hala saklıyorum. O önemli bir olay çünkü o
dönemlerde şimdiki gibi herkesin elinde bir makine yok. Daha sonra tornacılığa başladım. Yalnız
tornacılığa başlamadan önce okuldayken de teyzelerimden birinin eşi ve oğulları da Eminönü’nde
berberlik yapıyordu. Küçükpazar’ ın karşı tarafındaki yerlerde hep evler dükkânlar falan vardı.
İstanbul’un merkeziydi orası. Yağ kapanı derlerdi. Babamın gemileri de oraya yanaşırdı. Orada
gemici olarak çalışırdı. Bende okul zamanları bir ara limon sattım. Hal vardı orda. Sonra dediler
ki:’’gelsin berberde çıraklık yapsın.’’O zaman ki çıraklıklar şu şekilde idi: Arkalarına ceketlerini
tutuyorduk şimdi hala var. O yüzden ben sakal tıraşına gittiğimde o şekilde yapan kişiye en az bir
lira bahşiş veriyordum çünkü o zaman bizde bahşiş bekliyorduk. Bahşişi o zamandan beri devam
ediyor. Kumbaram vardı bahşişleri oraya atardım. Ancak orada çocukken kültürüm açıldı. Oraya
insanlar gelirdi, gayrimüslimlerde vardı. İlkokulu bitirdikten sonra Has Köy’ de amcamın tanında
tornacılığa başladım. Çok küçük yaşta başladım. Çok zor şartlarda ve ağır koşullarda çalıştık.
Tornacılıkta 2 sene çalıştım. Ancak amcamın kendi işyeri değildi. Tamirhane Mehmet Uyanık
‘ındı. Çok ağır şartlarda çalıştım. İşyerinin orda mimari diye bir şey yoktu sıkış fıkıştı. Bu şartlarda
çalışırken yakın akrabalarımdan birisi bir kuyumcuyla evlendi. ‘’Seni kuyumcu yapalım.’’ Dedi.
Kuyumcular şimdiki gibi her yerde yok sadece Kapalı Çarşı’ da var.’’Tamam.’’ dedim.
Tornacılıktayken 25 lira alıyordum. Burada 15 lira vereceklerini söylediler. Kabul ettim çünkü
haftalık çok kıymetliydi o zaman. Babamda zannediyorum 400 lira maaş alıyordu. 60 ihtilali
yüzünden işler sarpa sardı. Babam işten çıkmak zorunda kaldı. Karada iş aramaya başladı. Meslek
değiştirmek zorunda kaldı. Bu çok önemli idi.. İnsanın elinde 2. bir mesleği olması gerekir. Hatta
geçen bir yazarın imza törenine gittim. Dedi ki : ‘’ Ben yazarım ama bir gün aç kalırım diye
kamyon ehliyeti aldım. ‘’. Bunu şunun için anlattım çünkü babam iş bulamadı. Benim çalışmam
çok katkı sağladı. Ayrıca ben tornacıdayken ayakta çalışıyordum burada oturmaya başladım. Bir
masada 6 kişi çalışıyorduk. Değişik bir hayata başladık. Artık dinlenmek için ayağa kalkıyorduk.
Bu iş benim ufkumu açtı. Mesela daha önce hiç Ermeni görmemiştim. Onları duyunca canavar gibi
şeyler aklıma geliyordu. Burada gördüm. O zamanlar televizyon falan olmadığı için bilmiyorduk.
Anneme bizim gibi olduklarını söylediğimde o da şaşırdı. Bir gün Hürriyet gazetesinin başlığında
çok ilginç bir şey gördüm. ‘’10 sene sonra her evde bir buzdolabı olacak.’’ Yazıyordu. O zaman
kimsede buzdolabı yoktu. Her evde bir kuyu vardı. Yiyecekleri oraya koyuyorduk. Kimse
inanamıyordu. Bir süre sonra başka bir gazete de ‘’ Artık herkesin bir dairesi olacak.’’ Yazıyordu.
O zaman ev alma satma yoktu herkes kirada oturuyordu. Daha sonra kat mülkiyeti kanunu çıktı.
Sonra arsalar müthaitlere verildi ve ev sahibi olunmaya başlandı. Dedem de inşaatta çalışmaya
başladı. Karşımızda bir ev vardı. 3 katlı idi. Dedeme :’’Bu kaç paraya mal olmuştur?’’ dedim. 100
lira olduğunu söyledi.
Askere gidene kadar kuyumculukta çalıştım. Oradayken benim ufkum açıldım. Kafkaslar vardı.
Ülkelerindeki savaştan kaçmışlar. Onların anlattıklarını düşünmeye başladım. Aileden
görmediklerimi öğrendim. Kuyumculuğa giderken ustam bana bir resim yap dedi. Resim dersinde
başarılı olan kuyumculukta da başarılı olur. Mesela benim parmaklarım çarpık. O zamanlar
kuyumculuk çok zor. Şimdi çok kolay bir taraftan döküyorsun diğer taraftan çıkıyor. Eskiden böyle
değildi: altını eritiyorsun, onu istediğin ayarda yapabilmek için içine bakır koyuyor.
1968 senesinde askere gittim. Önce Kütahya’ ya gittim, 6 ay orda kaldım. Elime baktılar:’’ Sen
garson ol dediler.’’ Bende olmak istemediğimi söyledim. Ne olmak istediğimi sordular. Bende
‘’uçaksavar’’dedim. Bir süre sonra imtihan yapacaklarını söylediler. İmtihandan sonra komutan
beni çağırdı. Yazım düzgün olduğu için beni askeri mahkemeye verdi. 4 ay orada kaldım. Orada
biraz daktilo öğrendim. Sonra tekrar kendi bölüğüme geçtim. Sivil hayattaki tüm bilgilerimi
askerlikte öğrendiğimi söyleyebilirim. Netice itibariyle askerliğimi orada bitirdim. Askerden
döndükten sonra aynı kuyumcuya geri girdim.2 sene çalıştım. Kendi kendime bir şeyler yapmam
gerekiyordu. Ama elde avuçta yok. Teyzemin beyi belediyede çalışıyordu. Para istemek için ona
gittim. Hıfzıssıhha Endüstrisi’ nde çalışıyordu( Cumhuriyet bayramlarında oradan geçerdi tanklar.
Vatan Caddesi yoktu. 1995’ ten sonra açıldı. ) . Ona:’’ Ben artık kendimi yetiştirdiğime
inanıyorum. İşi de öğrendim. Bir dükkân açacağım.’’ Dedim. Paramda yoktu. Ben küçük bir çekiç,
ufak bir kıl testeresi ve bir tane amiyap dediğimiz ateşte yanmayan –gemilerde bulunur- bir şey
alacağım. İşe girmememi söyledi. Derken dedemler Haliç’in kenarında gemi parçalıyorlardı.
Gemilerde de bu ateşte yanmayan amiyap var. Bu da kuyumculara lazım ama bilmiyorlar. Dedem
bunu bana söyledi bende onları küçük küçük kesip yahudiye satıyorum. Yahudi:’’Bunu nerden
buluyorsun? Bana mal satıyorsun ama yerini söylemiyorsun.’’ Dedi. Bunlar askerden önce olmuştu.
Bunların yenisi çok pahalıdır. Biz çıkıntı alıyoruz ama onlar da yeni gibi. Dükkân açamadım ama
evde ürettim. Büyük kalın zincirler yapamadım ama çalışırken biriktirdiğim 200 gram altınla ufak
tefek şeyler yaptım. Yaptıklarımı çarşıda millete gösterdim ama kimse almadı. Sonra baktım bir
dükkân var adam dışarıdan çok sert duruyor ama vitrinde de hiç mal yok. Girmekte tereddüt ettim.
İçeri girdim malı gösterdim. Dedim böyle böyle. Aslında ben üretmenin önemli olduğunu
düşünüyordum ama önemli olan ürettiğini satabilmekmiş. Bunu Türklerden sadece ben
yapabiliyorum. Herkes kapış gidecekti. Dükkânları geziyorum elimde bu ‘’Efendim ben bunun
imalatını yapıyorum. ‘’ Kimse almadı. Baktı baktı, aldı şöyle salladı. ‘’Kim yaptı bunu?’’dedi.
‘’Ben yaptım efendim.’’dedim. ‘’Nerde yaptın?’’dedi. ‘’Efendim, işte Sıraduvaran’ da Kapalı Çarşı
Sıraduvaran’ da Dahastanlı Hamza Özkan’ın yanında çalışıyordum. Oradan ayrıldım. Şuan henüz
daha dükkân açamadım. Evimde imal ediyorum. Size gösterdim. Alırsanız imal edeceğim.’’dedim.
‘’Peki sen bunu imal edebilecek misin?’’dedi. ‘’Zaten ben imal ettim, efendim.’’ Otur şöyle dedi,
oturdum. Kasayı açtı. Bir baktım adam altın tartmaya başladı. Tarttı tarttı tarttı…. Yarım kilo altın.
Sardı, paketledi. ‘’Şu altını işleyeceksin ve bana getireceksin’’ dedi. ‘’Aynı zincirden bana
yapacaksın.’’dedi. Hiç tanımıyorum adamı. Dedim ki:’’Efendim, şimdi nüfus cüzdanım yok
yanımda.’’ Hadde git, dedi. ‘’Adresimi veriyim.’’ ‘’Defol, hadde git imal ette gel.’’dedi. ‘’Nüfus
kağıdı mı istiyorum adres mi?’’dedi adam. Şaşırdım. Acaba diyorum çağıracak mı geri dur
bakalım. Bakıyorum geriye çağırmadı adam. ‘’Hemen hemen git.’’diyor. Hemen gittim eve. Yarım
külçe büyük bir olay yani. Şimdi kaç para bilmiyorum ama. Ondan sonra yaptım getirdim. Hemen
bir daha verdi tekrar.Git gel git gel derken herhalde üç ay falan çalıştım.Hemen buralarda bir
dükkan bak (Kapalıçarşı’da)dedi.Ben de dedim ki’’efendim korkuyorum’’.’’Korkma , tut ‘’
dedi.Eniştem vardı o da kuyumcuydu.hani beni işe almıştı ya işte o …Dedim böyle böyle’’Dükkan
kirasından korkuyorum’’dedim.Dedi ki’’Kirayı veremediğin zaman bana gelirsin.’’dedi.Bir daha
gitmedim ama o güç çok önemliydi.yani ‘Sen hiç merak etme evladım aç kalırsan bir gün gel
’demek öyle bir destek veriyor ki insana…İki yüz elli lira aylık dükkan kirası, tavuk pazarının
içerisindeyiz.Orda başladık ve dükkan tuttuk.Böyle kuyumcu tezgahı falan yapıldı.Yanıma dört kişi
aldım faaliyete başladım.Orda 1972 de ticari faaliyete başladık.Ben maliye kayıtları falan defteri
falan hatta şey olsun diye. O zaman daha ortada kimse yok. O zaman yalnız çalıştığım yerlerde-
yani Dahastanlılar için çalıştık ya askere gitmeden önce – patronun yanında kimse konuşamıyor
sadece kalfalar konuşabiliyor. Kalfalar da şunu konuşuyordu o zamanlar. Türkiye’nin bütçesi o
zamanlar 15 milyar. Türkiye’nin en zengini Vehmi Koç ile Sabancı. Başka da zengin pek
yok.Gözükmüyor ortada.Ama Vehmi Koç’un da savaş zamanında bakkalı varmış,peynir
satarmış.Sabancı’nın da hamallık semeri bürosunda asılıymış.Hep bunu konuşurlardı.Tabi bu olayı
bildiğim için ticari faaliyete başladık işte. Yanımda dört beş kişi oldu derken on yedi kişi oldu.Hep
aynı adama satıyoruz ama.Meğerse o adam toplayıcıymış.Vitrinde hiç yok ama çarşıdaki esnafa o
dağıtırmış.Sonradan öğrendim herkes Lez İbrahim den alıyor ,kimse de para ödemiyor ki
gidiyorlar,değiştiriyorlar, müşteriye gösteriyorlar.Sekiz on tane atölye çalışıyor.Ermenisi çalışıyor
onu çalışıyor bunu çalışıyor…Yani herkes ona çalışıyor.Bu şekilde devam ederken tabi ben
birazcık o zamanlar gençlik hareketleri olarak siyasi faaliyetlerin içinde yer aldım.O zamanlar Milli
Türk Talebe birliği vardı.Başbakan Cumhurbaşkanı da orda.Ben oraya yazılmak için gittim tabi
sonra devam ettiremedim.Başbakan falan onlar da oraya geliyorlar.Sonra akıncılar diye bir dernek
vardı.Milli Türk Talebe birliği biraz daha lise ve üniversiteye yönelikti.Toplantılar, konferanslar
yapılıyor ve ben onlara katılıyordum.Kültürel faaliyetlerimi arttırıyordum.O zamanlar pek vakıf
dernek falan yok bu dernek ana şeydi o zamanlar.Daha ziyade liselere yönelik . Ben de öğrenci
faaliyetlerine katıldım ufak tefek. Yurtlara gitmeye başladım askerden sonra. Çeşitli yurtlar vardı.
Fatih camisini etrafında olduğu gibi yurttu hep ıralar. Konya yurdu vardı, şey yurdu vardı….Derken
hatta şeye başladım, işi biraz büyüttüm.Gerçi bunlar sizin tarifin içine girmiyor.O günden bu yana
devem ediyoruz. Beş sene önce ticari faaliyeti bıraktım. Şimdi vakıf faaliyetleriyle uğraşıyorum.
C.Ç:Ailenizin kökeni neresidir?
N.Ü:Aslen ben yedi kuşağa kadar araştırdım. Kastamonu-İnebolu-Bozkurt.
C.Ç:İstanbul’a ilk olarak ne zaman geldiler?
N.Ü:Dedem derdi ki, dedem 1900 doğumluydu.Babasının İstanbul’da Küçükpazar’da olduğunu
söylerdi.Çünkü babaannemin mezarı Eyüp’de mesela.Yerini babam çocukken göstermişti.Dedem
derdi ki ‘’Çanakkale Savaşında gemi olarak karşıdan karşıya cephane taşıdık’’ derdi.Kadıköy –
Sirkeci arasında.’’Biz askerliğimizi hep bu şekilde yaptık cephede çarpışmadık ki, gemici olarak
çalıştık.’’ Derdi.
C.Ç:Nereden geldiler?
N.Ü:Kastamonu Osmanlıya İstanbul’un fethinden sonra katıldı.Orda Çamdaroğlu beyliği vardı.
Herhalde onun da aslı Türktü.Candaroğulları olarak geçiyordu.
C.Ç:İlk yerleştikleri semt neresi?
N.Ü:İlk semt Küçükpazar. Fatih-Küçükpazar.
C.Ç:Neden?
N.Ü:Çünkü orası o zaman için İstanbul’un en merkeziydi.Sur içiydi.O zaman daha İstanbul’a göç
yoktu.Gemilerle ilk gelenler bu bölgeyi tercih etmişler.
C.Ç:Semte ilk yerleştiğinizde siz / aileniz nasıl karşılanmış?
N.Ü:Ben Küçükpazar’daki durumu biliyorum.O zamanki şartlar içerisinde tamamen İnebolu olarak
geçiyordu.Başka bir şey yoktu.Benim anlattığım sene 1955 yılına kadar oldu.Ondan sonra Fatih ‘ e
geldik.Fatih’i daha iyi hatırlıyorum. Yedi yaşındaydım. Orası da tabi Fatih ama semt olarak
diyorum.Fatih caminin hemen arkasında oturduk.O zaman İstanbul2 a göç yoktu tabi İstanbul’un
nüfusu çok azdı.Göç olmadığı için herhangi bir sıkıntı yoktu.
C.Ç:Yerleşik olan tanımadıklarınız yardımcı oldu mu? Nasıl yardımcı oldu?
N.Ü:Maalesef şu anki kadar o zamanlar insanlar birbirine yardım etmiyorlardı.Bana hiç kimse bu
zamana kadar yardım etmedi.Bir okuldan bana bir dolma kalem hediye edilmişti onu
hatırlıyorum.O şartlar içerisinde yardımlaşma duygusu 1970’li yıllarda oldu.O aradaki dönem
içerisinde yardımlaşma biraz kalkmıştı.
C.Ç:Semtte hemşerileriniz var mıydı?
N.Ü:Vardı.
C.Ç:Onlarla nasıl bir ilişkiniz vardı?
N.Ü:Onlarla şöyle bir ilişkimiz vardı:Hemşerilerimizin bir kahvesi vardı.Babam oraya giderdi.Ben
de Küçükpazar’da 1955’li yıllarda babamı aradığım yıllarda dedem vs. herkes oraya giderdi.Yani
kahve kültürü o zaman çok fazlaydı.Dolayısıyla kahve de çok azdı.Şimdiki kadar çok yoktu.Ama
insanlar için kahve insanlar için tamamen oyun oynanan bir mekan değil insanların buluşma
noktasıydı.
C.Ç:Hemşerilerinizle dayanışma içinde misiniz? Hangi alanlarda?
N.Ü:Evet hemşeriler arasında şöyle bir şey vardı o zamandan bu yana kadar sürmüş ve şu anda yine
devam ediyor.Mesela bizim hala o zamandan beri devam eden benim çocukluğumdan bu yana
kadar 1948 doğumlu 62 yaşına girmeme rağmen hala biz o günden bu yana mesela Fatih2 te bizim
köyümüzün bir pazarı açılır.Her Pazar günü Balat’ta İlişli köyünün-eski ismi İlişli yeni ismi
Yakarhöyün köyü- oradaki insanlar ürettiklerini toplar, oradan bir kamyona yükler ve Balat’ta bunu
pazara sunar.Bütün hemşeriler de ordan gidip o köyün pazısını, lahanasını, fasulyesini, salatasını,
domatesini o köyden alırlar.Benim bildiğim 60 seneden beri emanetçi diyorlar ona hala devam
ediyor.Yani Fatih ilçesinde pazar kuran tek köy benim bulunduğum köy şu anda. Ona gitmenizi
tavsiye ederim.Şu anda o Balat’ın içerisinde ve Pazar günleri kuruluyor.
C.Ç:Semtte/mahallede akrabalarınız var mı?
N.Ü:Var.
C.Ç:Onlar ne zaman yerleşti?
N.Ü:Teyzelerim daha eskiden yerleşmiş. Annemler dört kız kardeşmiş. En son biz gelmişiz. Onlar
biz geldiğimizde daha büyük durumdaydı. Mesela bir tanesi Büyükşehir belediyesinde çalışıyordu.
Onlar çok eskiden gelmiş. Dedem ve diğer akrabalar da çok eski. İçlerinde en son biz gelmişiz. Biz
üç sene memlekette bulunduk ama babam buradaymış. Üç senelik köy hayatımda edindiğim çok
bilgiler oldu.
C.Ç:Çocukken oyun alanları neresiydi?
N.Ü:Zaten çok fazla bina yoktu. Benim şuramda bir işaret vardır o oyun oynarken olmuştu. Böyle
parklar falan düzgün alan yoktu. Bir kireç çukuru kazılmıştı. Ben kireç çukurundan karşıdan
karşıya atlama yaparken balıklama çukura düştüm ve urayı teneke kesmişti. Cerrahpaşa Hastanesi’
nde dikiş atılmıştı. O iz hala duruyor. Düzgün park alanları yoktu.
C.Ç:Hangi oyunlar oynanırdı?
N.Ü:O zaman bu seksek çok oynanırdı.Topaç çok vardı.Şu anda pek göremiyorum.Belki bilirdiniz
atıyorsun hızla.O oyun çok oynanırdı.Ondan sonra ip atlama vardı, üç taş vardı.Bu tip oyunlar
vardı.
C.Ç:Başka mahallelere oyun için gidilir miydi?
N.Ü:Ben mesela Küçükpazar’!a oturduğum zaman yedi yaşına girmeden önce Fatih’te dedem
varken bir kızla Fatih camisinin oraya kadar yürüyerek gelmişim.Beni aramışlar, karakola falan
sormuşlar yok.Ben o yaşta evi kendi başıma bulabilmişim.
C.Ç:O mahalleler sizinkinden farklı mıydı?
N.Ü:Tabi. Çünkü çocukken şöyleydi: İstanbul’da daha o zaman doğru dürüst plan yoktu.Biz
gezerdik.Yüksek binalar yoktu.İki katlı ahşap binalar vardı.1950-1960 yılları arasındaydı.1962’den
sonra kat mülkiyeti kanunundan sonra yıkıldı.O zamana kadar evler iki katlı bahçeli
evlerdi.Dolayısıyla saklambaç çok oynanırdı.Saklambaç oynandığı zaman biz mesela bazı evlerin
bahçesine kaçardık.Tabi ev sahibi’’Buraya niye girdiniz?’’ falan derdi.İki katlı binalar vardı taş
binalar yoktu.Ahşap binalar vardı ve park işte evlerin bahçesiydi.Üzümler vardı,küçük çiçekler vs.
İnsanlar o tip yeşilliklere biraz daha önem verirlerdi.
C.Ç:Semtte kültürel etkinliklere katılabildiğiniz bir mekân/kurum var mıydı?
N.Ü:O zaman yoktu. Yalnız şunu hatırlıyorum. Fatih camisine evimizin çok yakın olması sebebiyle
o zamanlar caminin avlusuna sık sık giderdik. Gittiğimizde şunu görürdük; mesela benim
yıllarımda tahminen 1955’te o zamanlar camilerin alanında dahi siyasi faaliyetler orda olabiliyordu.
Zamanın başbakanı Adnan Menderes ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar 1955 yılında Fatih Cami’sinin
avlusuna geldiler. Kürsü kuruldular, orda bir miting yaptılar. O mitingi çok iyi hatırlıyorum. 7
yaşındaydım. Onların arasına girdim, çok kalabalıktı. Orda caminin avlusunda ağaçlar falan yoktu.
Büyük çınar ağaçları haricinde ağaç yoktu. Yeşillik yoktu. Orası miting alanıydı. Orada
konuştuklarını iyi hatırlıyorum. Onun haricinde en fazla kültürel dediğiniz hadiseyi anlatıyorum:
sık sık ne zaman gitsek Fatih camisinin avlusunda bir tane adam oturmuş rastgele bir sandalyeye
oturmuş, önüne de bir şey açmış yağlı boyadan Fatih caminin resmini yapıyordu. Bugün öyle
zannediyorum ki bu insanların yapmış olduğu yağlı boya resimler sağda solda. Devamlı insanlar
kimisi minaresini kimisi tavanını kimisi türbe kısmını… Yep yaparken devamlı ressamlara gelirdi
onu hatırlıyorum. Şuanda hiç öyle bir şey göremiyorum. Şimdi ressamlar çalışırken göremiyorum
bir yerde bir tarihi yerde. Yağlı boya çalışması yapardı.
C.Ç:Gençlik döneminde semtte de yaygınlaşan modalar var mıydı?
N.Ü:Yoktu. Yani şöyle söyliyim: moda olarak sinema çok etkindi. Yazlık sinemalar vardı o zaman.
Moda demiyelimde. Yazlık sinemalar çok önemli. Biz çocukken Haydar Sineması diye bir sinema
vardı. Mesela size çok ilginç gelirdi o zaman telefonlar daha evlerde yok. Cep telefonu zaten yeni
çıktı; 10 sene önce. Evlerde de telefon yok. Hatta benim Fatih’te oturmama rağmen ben okula
giderken evimizde dedemin evinde elektrik yoktu. Biz gaz lambasıyla otururduk Fatih’teki.
Çeşmeler sokağın başında olurdu. Herkes evine oralardan taşırdı. Sonradan su evlere 1955 lerde
boru döşendi. Bütün bu Fatih’teki kanalizasyonların döşendiği zamanı hatırlıyorum. Su borularının
döşendiği zamanı hatırlıyorum. Kültürel etkinlik olarak şöyle bir şey hatırlıyorum. Mesela Fatih
camisine yakınken dediğim gibi çocukken ben annemden izin almadan çıkabildiğim için bir olay
olduğu zaman şu şekilde kültürel bir faaliyet oluyordu: mesela takribi tahminime göre 1955’ li
yıllarda olabilir aşağısında yukarısında olabilir yıl. Üsküdar vapuru battı. Aşağı yukarı 500 kişi
öldü. Üsküdar vapuru karşıdan karşıya geçerken 500 kişi öldü tahmini bu kadar. Biz şeye gittik
Fatih camisinin avlusuna girdik. Orada Kızılay ve devletin birimleri herkese denizde boğulmamak
için yüzmeyi değilde cankurtaran yeleğini takmasını öğretti. Biz tabi çocukuz bütün artık her gün
oraya gidiyoruz. Adam bizim kafamızdan geçiriyor, bağlıyor. Büyük insanlar zaten fuzuli görüyor.
Cankurtaran yeleğini takamadığı için ölmüş bir sürü insan. 500 kişi. Yani o zaman ben hatırlıyorum
her gün oraya bir hafta boyunca gittim.
C.Ç:Semtte/mahallede gençler arasında kız erkek ilişkileri nasıldı?
N.Ü:O zaman ki noktada yoktu gibi bir şey. Yani şöyle söyliyim: mesela benim fazla arkadaşım
yoktu okulda iken. Çünkü 5. sınıftayken 3. sınıftayken mesela 3. sınıftayken bana yardımcı olacak
yoktu. Bir amcam vardı. Hani tornacıydı. Etkinlik deyince onu da söyliyim. Amcam devamlı
teksas-tombiks okurdu. Dolayısıyla bunu okurken beni pek sarmazdı bu iş ben biraz daha ilmi
kitaplar severdim ama kitabı bulamazdık, okuyamazdık. Keşke öyle birisi kitabı verebilseydi. O
devamlı okurdu. Dolayısıyla onu okurdu ve beni zaman zaman Şehzade başı- öyle her yerde sinema
yoktu- yani bu Şehzadebaşı caminden sonra Beyazıt2a kadar olan kısım orada dükkânlar var. Orada
3–4 tane sinema var. Fatih’in tek sineması orasıydı. Dolayısıyla 3 tane sinema vardı. Orası
Osmanlı’dan bu yana gelen eğlence merkezi diyorlar amcam beni sık sık oraya götürürdü.
Çocukken yani ben ilkokuldayken getirirdi. İyi hatırlıyorum amcam beni getirirdi. O zamanlar öyle
numaralama falan yok hemen bizi adam alıyor. Amcam tornacıda çalışıyor. Demek ki parası var.
Hemen bizi adam karşılıyor, amcam onun eline biraz para veriyor. Artık bugünkü paraya göre artık
50 Krş veya 1 TL. Hemen bizi alıyor. Hemen orada 2 kişi var onları kaldırıyor bizi oturtturuyor.
Demek ki onlar planlı oturuyor. Ben onları çok iyi hatırlıyorum. Daha ziyade kovboy filmleri hep o
zamanlarına sık sık giderdik. Bir de yazlık sinemalar çoktu. Haydar sineması, zaten Haydar
sineması aklımda kaldığı kadarıyla telefonların da olmadığı zamanlarda hopörler sisteminin
olmadığı zamanlarda bir tane boru gibi bir şey vardı. Vurna gibi. Adam sokakları böyle gezerdi.
Keşke imkân olsa onun fotoğrafını çekmiş olsaydık. ‘’alo alo… avaramu avaramu… Bu akşam
Haydar sinemasında falanca film oynanacaktır. Ben avaramu. ‘’ Bunu ben hatırlıyorum. Kocaman
böyle ağzı açık boruydu. Oradan o ses çıkıyor. Avaramu diyorduk ona. Avaramu geldi, avaramu
gitti. Yani o zaman ki şeyde her şey teknolojiden uzak, elektrik ancak yeni gelmiş, evlerde telefon
yok, sular işte ancak şey oluyor. Yalnız kültürel etkinlik diyince sinemalar var. Sinemalara insanlar
gelip gidiyor. İşte bir şey olduğu zaman Fatih camisinin avlusunda çadırlar kuruluyor. Millet oraya
davet ediliyor. Bunun haricinde hatırlayabildiğim kadarıyla birde kurban bahanesiyle şuanda
kurban bayramı geliyor. Hatırlayabildiğim o zaman birde şu var yollar yok. Şimdi asfalt oldu
asfalttan önce şu Arnavut kaldırım dediğimiz küçük taşlar vardı parke taşlar. O zaman yollar 1955
yılında yapıldı. O zamanlar yol faaliyeti Fatih’te o zamanlar yapıldı. Su boru döşeme,
kanalizasyonlar 1955 Amerikan yağlama işi olmuş o zaman öyle yapılmış. Yollar o şekilde ancak
en önemli hadise mesela bir kurban bayramında koyunlar sürü ile geziyor. Adam kurban satacak.
15 gün önce başlıyor. Çoban geliyor, köyünden getiriyor. Sokakların içerisinde koyun. İnsanların
ben şunu hatırlıyorum o da bir sosyal etkinlik insanların leğenin içinde o zamanlar plastik yok.
Plastik daha çıkmadı. Sac leğenin içerisine su koyuyorlar. Koyunlara su veriyor insanlar. Acıyorlar
yani. Onu hatırlıyorum. Efendime söyliyim bu şekilde devam ediyor. Birde önemli olan kaltan
olaylardan bir taneside o zaman fabrikasyon değil her şey. Yoğurtlar mesela. Çok yaygın olan şey
vardı birde. Yoğurtçu. İki tarafında tepsi yoğurdu bağırması şu şekilde: ‘’ Silivri yoğurdu, kaymaklı
yoğurt… ‘’ diyor. Bu çok yaygındı. Keşke fotoğrafını alsaydık. Şimdi bilhassa kimsede makine
filan yok. Birde boza o zamandan beri devam ediyor. Oda kışın geceleri: ‘’ Boza…’’ diye bağırınca
bizim memlekette de birde ineğin yavrusuna bozağı derler. Köyden birisi gelmiş bu duyulmuş tabi
adam bağırınca ‘’boza…’’diye adam:’’ Yav! Bu İstanbul’da ne kadar inek satıyorlar.’’demiş.
İneğin yavrusu da bozağıya. İnek yavrusunu satan insan zannetmiş. Şimdi azaldı esasında.
Bilmiyorum duyuyor musunuz? Çok az şimdi. Önceden çok fazla vardı. Şimdi zaten her yerde var.
O zamanlar vefanın bozasını nerde bulacaksın. Bozacı çoktu. Bizim zamanımızda şuda vardı
yalnız: mesela siz öğrencisiniz. Öğretmen kalkıpta size bir tokat atamıyor değil mi? O zamanlar
vardı. Kulağını çekip cetvelle kanatana kadar döverdi vs. falan. Yani bizim zamanımızda onlar çok
fazlaydı. Acımasız oluyor öğretmenler. İnsan hakkı falan, derdini anlatacak kimseyi bulamazdın.
Matematikten oda zayıf almış. Bir gün gelmiş, bacaklarını vura vura morartmış yani. Sonra annem
gitmiş:’’ bu ne ya bu kadar da olur mu?’’
—Görüşmecinin isteği üzerine ara verildi.--
C.Ç:Semtte sadece erkeklerin gittiği yerler nereleriydi?
N.Ü:Yani çocuk noktasında yani daha ziyade benim çocukluğumda langırt vardı. Şimdi tekrar çıktı.
Çok fazla vardı. Maç yapılıyor karşıda. Birde şimdi tekrar gene çıkıyor. Benim mesela şey oyunu
oynardık biz bu 2 tekerlekli var ya hani tek ayakla basılıyor ne demir ona? O zamanlar o baya
yaygındı. Bunlarda daha ziyade bu Şehzadebaşı’nda olduğu gibi bazı yerlerde panayır demiyim de
bazı şeyler kurulurdu o zamanlar. Oyuncak alanları. En önemli hadise benim çocukluğumda
Gülhane Parkı idi. Oyun alanı olarak. 1960 ‘ tan sonra taşındı. Şimdi ki gibi değil o zaman Gülhane
Parkı Osmanlı’ dan bu yana gelen bir eğlence merkeziydi. Mesela ben orada denize kadar da devam
ediyordu. Yol geçmemişti. Sahile kadar devam ediyordu orası. İzmir Fuarına taşındı. O zamana
kadar daha ziyade bütün eğlence şeyleri oradaydı. Çocuklarla ilgili ne varsa akla ne gelirse deveye
binmeden tuta salıncaklar o şeyler vs. akla ne gelirse çarpışan arabalar vs. hep Gülhane Parkı’nda
idi. Onu hatırlıyorum çocukken.
C.Ç:Erkekler eğlencelere, düğünlere, cenazelere vb nasıl katılırlardı?
N.Ü:Anı şekilde olurdu. Bende küçükken cenazelere giderdim. Bu okumalar, ikramlar, pilavlar vs.
falan helvalar önemliydi. Mesela o helva hala aynı şeyini koruyor. Bu helva çok eskilerden beri
devam ettiği gibi hala da devam ediyor.
C.Ç:Semtte parti örgütü, dernek, vakıf, klüp vb. örgütlenmeler var mıydı?
N.Ü:Şimdi o benimde zaten ilgi alanıma giriyor. Eskiden vakıf ve dernek sayısı çok azdı. Ben
mesela ilk dernek hayatım benim 15 yaşında başladı. Milli Türk Talebe Birliği o zaman
Cağaloğlu’nda vardı. Başka da pek dernek yoktu. 1966 yılında Fatih’te bir arkadaş dedi ki:’’ Gel
şurada bir dernek var. O derneğe gidelim. ‘’dedi. Ama ben derneği ismini bile bilmiyordum. Kıs
taşı’ nda dernek. 2 katlı bir bina içeri girdik. Dernek falan yok o zaman. Komünizm ile Mücadele
Derneği derneğin ismi. Baktım içerde insanlar var. Bir 50-60 kişi var. Konuşmalar falan filan
yapılıyor. Aşağı yukarı Türkiye genelinde varmış. Yüzlerce şubesi varmış. Genel merkezi İzmir
dediler. Bizi Fatih şubesine getirdiler dolayısı ile biz bu derneğe 16 yaşından itibaren askere gidene
kadar ben o derneğe gittim. Hatta ben üye olmak istediğimi söyledim. Benim ufkumun açılmasına
vesile oldu. O zaman başka fazla bir dernek yoktu. O zaman daha ziyade benim mesela askerlik
öncesinde yani şöyle söyliyim 67 ila 70 yılları arasında siyasi faaliyetlerde Rusya’nın en katı
zamanı Komünizmin en yaygın zamanıydı. Türkiye’de de onun bir akımı vardı. O zamanlar mesela
İşçi Partisi diye bir parti vardı. Başında da hatta Behice Boran diye bir kadın vardı. Fakat olaylar o
şekildeki, gelişiyor ki benim ailem Demokrat Parti’li. O zaman başka bir şey yok. Fakat benim bir
akrabamda Demokrat Parti’nin sonradan adı değişiyor Adalet Parti oldu 1960’tan sonra. İsmi AT,
simgeside beygirdi mesela. Başka bir akrabam geliyor oda İşçi Parti’li olmuş efendime söyliyim.
Anneme ‘’ya teyze ya bu atı kesip ne yapacaksın? Sucuk mu yapacaksınız? Gel bizim işçi
partisine.’’diyor. Bende o zamanlar onu hatırlıyorum yani. ‘’yok, biz gelmeyiz’’ falan diyor annem
onları hatırlıyorum. Ben o derneğe gittim o zamanları. Orada değişik seminer, konferans gibi şeyler
insanın tabi ufku açılıyor. Ancak demincekte sordunuz ama dernekler arasında şu andaki gibi
insanlar arasında kurban yardımlaşmaları, ramazandaki erzak yardımlaşmaları o zamanlar yoktu.
Osmanlı’nın o çok eski gelenekleri 1970’li yıllardan sonra başladı. Burslar vs. o zamanlar böyle bir
şey yoktu.
C.Ç:Bu tür örgütlerde kimler yer alırdı?
N.Ü:Bu tip örgütlerde mesela şöyle söyliyim ben bu tip örgütlerde dediğiniz gibi biraz daha mesela
benim o gitmiş olduğum Komünizm ile Mücadele Derneği’nde tanıdığım birkaç kişi vardı. Mesela
bir tanesi şu anda Prof. Erman TUNCER. Büyük şehirde danışman ve kendisi Çapa’da yıllarca şey
yaptı. O zaman o üniversitede diş hekimliği birinci sınıfta idi. Şuanda herhalde benden yaşlıdır. 3–4
yaş daha büyüktür o. Profesör şuanda o. Bir öğretmen vardı. İsmi Sedat YEDİGÜN idi. Çok iyi
tanıyorum. Siz duydunuz mu? Sedat Yedigün bir öğretmen idi. Öğretmendi ama Vefa Lisesi’nde
öğrenciydi. Sizde öğrenci olduğunuz için söylüyorum. Ve netice itibariyle bu lise öğrencisi bir
kitabı okuyup her hafta biz orada toplantı yapardık o kitabın özetini çekerdi. Lise öğrencisi, kaçıncı
sınıfta olduğunu hatırlamıyorum. Şuanda profesör dediğim Erman Tuncer çok önemli onun
yorumunu yapardı. O bir kitabı okurdu bir hafta daha ziyade tarihi kitaplar aslında şey yapardık.
Yani bilimde tabi içinde vardı ama tarih üzerinde durulurdu. Türkiye’nin kalkınması vs. her konu
gündeme gelirdi. O zaman ki Sedat Yedigün öğretmendi. Kendisi Edebiyat öğretmeniydi. Prof.
Erman TUNCER o zamanlar üniversite 1 deydi. O yorumu yapardı sonradan. Ben çocuktum ama
insanlar vardı orada her hafta en az 50–60 kişi gelirdi. Orada o insanlar arasında sonradan
yetişenler bir dernekte veya vakıfta yetişenler sonradan dernek kurma noktasına gittiler. Onun için
şuanda dernekleşme hatta şuanda hat safhada haddinden fazla var. Lüzumunda fazla var. Ama o
zamanları dernek cemiyet yoktu. Kimseden bir kalem dahi alamazdın. Yani ben dunu gördüm.
Kimseden bir şey alamazdık. Danışacağın insan dahi şuan sivil toplum noktasında insanlar çok
büyük avantajı var. Öğrencilerin çok büyük avantajı var. İmkânlar çok güzel.
C.Ç:Semtte ne gibi etkinlikleri olurdu?
N.Ü:Semtte her hafta biz onlarla daha ziyade benim çocukluk yıllarımda askere gidene kadar ki
dönem içerisinde yürüyüşler çok olurdu etkinlik olarak. Taksim meydanı halka açıktı. Bütün
toplantılar oradaydı. Biz mesela bir şeyin protesto edilmesi için ben mesela 15 yaşımdan itibaren
hep yürüyüşlere katılırdım. Pankartlarla. Beyazıt meydanında toplantı yapılır 10.000–20.000 kişi.
Taksim’e kadar yürüyüş devam ederdi. Trafik azdı insan az olduğu için. Bu yürüyüşler sık sık
olurdu yalnız. Tabi bu yürüyüşler hem sağ grup hem sol grup. İkiside ayrı zamanlarda olurdu.
Bazen İkiside aynı gün olduğunda yollar değişik olabilirdi ama ben şimdi şunu da görüyorum yani
o zaman çok aleyhte olduğumuz mesela bir Çetin Alta. Biz onu Nemrut gibi görürdük o derece
yani. Komünistlerin başı derdik ama şuan Çetin Alta benim gibi düşünüyor. Yani o zaman ister sağ
olsun 68 kuşağıydık yani. Ama ben şunu görüyorum o zaman ki sağda soluda herkes ülkesini
kalkınması için çalışırdı. Aşağı yukarı fikirler aynı idi. Şimdiki gibi değil. Şimdi biraz daha olaylar
basit şeylere alınıyor. Çok basit kavgalar, ağız dalaşları falan. O zaman biraz daha ülke için yani en
azından siyasi ortamdaki olsun gerek cemiyet bir takım şeylerde olsun o zaman daha ciddi idi.
Fikirler üretilir ortaya sunulurdu. Mesela Asfalt Osman diye birisi vardı. Tırt Osman derlerdi.
TRT’yi çok takar şöyle olması lazım böyle olması lazım, halk ona Tırt lakabını takmıştı. Bir parti
başkanıydı. Bir tanesi bir belediye başkanı adayıydı. Yollarımız çamur şudur falan o adamın ismini
Asfalt Osman takıyorlar mesela. Yani düşünebiliyor musun? Herkese artık neyle uğraşıyorlarsa
yani herkesin bir düşüncesi vardı. Ülkeyi ileri götürmeye yani benim şuanda görebildiğim o zaman
ki solcuları tanıyorum. Ve nitekim geçen gün günlerde bir tanesini gördüm. Adam 68’ler vakfını
kurmuş. Adam geldi burada. Benden birkaç yaş daha büyük. Oturdu ama beni tanımıyor. ‘’hocam
neydi değil mi o günler?’’dedim. ‘’hakikaten ya neydi o günler.’’dedi. O zaman yani 1960’lı
yıllarda pek toplantı yok. Gazete falan da herkesin şeysine göre yok. Fazla fikir şeysi yok yani.
Şuanda çok bölünmüş durumda. Şimdi herkesin bir derneği var. O zamanları yok. Az olduğundan
dolayı. Bir ilim yayma cemiyeti vardı. Böyle bir durum vardı. Çok az dernek vardı. Ama fikirler
vardı. Yürüyüşler vardı, pankartlar açılıyordu. Herkes ayrı semtlerden gelirdi. Beykoz’dan gelen
oradan gelen buradan gelen… Benim çocukluğumda daha eski devirlerde 1955’lerde mahalledeki
insanlar kamyona toplanıyoruz, Belgrat ormanına gidiyoruz mesela. Otobüs falan yok. Herkes
kamyonun içinde çocuklar falan. Bu bölgedeki Pazar gezmelerine kamyonla gidiyoruz. Şimdiki
gibi öyle klimalı araçlar falan yok.
C.Ç:Semti koruma ve güzelleştirme amaçlı örgütlenme var mıydı?
N.Ü:Yoktu. O zamanlar öyle bir şey yoktu. Biraz daha az vardı. Yalnız takribi 1970’li yıllarda
Semiha Ayverdi, belediyeler daha ağaçlandırma faaliyetini yapmadan önce ağaç dikerdi. Bu ağaçlar
Semiha Ayverdi ağaçları dikilmiştir diye ben o zamanlar görürdüm. Ben Semiha Ayverdi ismini o
zamanlar duyardım. Onların şurada bir konağı vardı. Kendisini ziyaret etme imkânı bulamadım
çünkü askere gidene kadar zaten dernek faaliyetlerine sizin gibi fazla şey değildim. O imkânlar
yoktu. Askerde sonrada işte vakıf, dernek, siyaset falan bunların içerisinde olunca biraz daha şey
olmuş oldu. Semiha Ayverdi’yi tanıma imkânımız olmadı ama o zamanları biraz daha edebiyat ile
uğraşan insanlarla ben tanışma imkânı bulamadım. Siyaset ile uğraşan insanları biraz daha tanıma
imkânı buldum. Mesela bir görüş panayırı hatırlıyorum. 1962’de oldu. Ben iş yerime giderken
Şehzadebaşı’nda itfaiyenin ön tarafındaki parkta kürsü kuruldu. 1 hafta önceden hazırlık yaptılar.
Yazdılar ki Pazar günü Ragıp Gümüşpala General, Adalet Partisi’nin başkanı oldu 1967’de. Parti
yeni kuruldu. İhtilal oldu partiler yeni kuruldu. Burada konuşma yapacak diyorlar. Kürsü yapıldı,
Ragıp Gümüşpala öldü mesela. Kürsüye çıkmadan önce öldü mesela. Böyle bir olay oldu
hatırlıyorum. 1962’lerde veya 1963’lerde oldu. Kültürel şeyler ancak sinemalar, kovboy sinemaları
Amerikan filmleri daha ziyade. Böyle Türk filmleri falan yok. Amcam oraya götürürdü beni. 15
yaşıma doğru yazlık sinemaları vardı. Zeki Müren çok önemli idi. Fatih caddesi tramvay caddesi
idi. Hatta Fevzi Paşa Caddesi’ne hep tramvay caddesi derlerdi. O sonradan aşağıya indirildi.
Sokaklar o kadar dardı ki buralar bostandı zaten Fevzi Paşa’da çok binalar yıkıldı tabi tarihi
yerlerde yıkıldı. O cadde genişletildi. 1950 ile 60 arasında Fatih’te muazzam bir yol yapım faaliyeti
yapıldı. Buraya yol açılmasa zaten hiçbir yere hareket edemezdik. Eminönü’ de dâhil bunun
içerisine. Böyle bir etkinlik oldu. Yani o zaman ki şartlar içerisinde 1950 ile 60 yılları arasında
tarihi binalarımızdan da çok yol olarak gidende oldu ama yolların açılması çok oldu.

You might also like