You are on page 1of 6

MECUSÎLİK

Mecusî, Mecus dinine mensup olan; Mecusîlik ise Mecus dinine ait inanç ve akidelere dayalı tutum ve

davranışların bütünü; temel akideleri Ateş (ışık)'e tapmak olan Zerdüştîlik, Mithraîlik, Zurvaîlik, Manilik ve

Mazdekîlik gibi çeşitli fırka ve mezheplerin ortak adı. Mecusîler, Ateş'e tapan, nur ile zülmeti iki hayır ve şer

kaynağı olarak kabul eden müşrik bir topluluktur.

Mecus kelimesinin aslı, Pehlivice (eski Farsça)'dan gelmektedir. Lügatçılar, mecus kelimesinin M-C-S kökünden

türediğini ifade ederler. Mecus kelimesi, Pehlevicedeki Minc Kûş kelimesinden elde edilmiştir. Kelime olarak Minc

Kûş, arapça "sağîr el-Uzuneyn" (küçük kulaklı)'in Pehlevice karşılığını teşkil etmektedir. Taberî, Hişam b.

Muhammed el-Kelbî'den rivayetle; Mecuslarca peygamber tanınan Zerdüşt'ün, ehli kitap âlimleri tarafından

Filistinli kabul edilip, İbranî peygamber Eremia'nın ashabından birinin hizmetçisi olduğunu, efendisini aldatınca

lânetlenip cüzzama yakalandığını söyler: Minc Kûş kelimesinin Arapçadaki "sağîr el-Uıuneyn" (mesûs) kelimesine

karşılık oluşturmasından hareketle; muhtemeldir ki, Zerdüşt'ün yakalandığı cüzzam(lepra) hastalığından

kulaklarını kaybederek, küçük kulaklı anlamına gelen "Minc kûş" lakabını almıştır. Zerdüşt bu hastalıktan sonra

Azerbaycan'a gitmiş ve oradan Mecus (Minc Kûş) akidesini yaymaya çalışmıştır. Minc Kûş kelimesi doğu dil

öbekleri arasındaki geçişi esnasında fonetik (lâfzî) değişiklikler geçirerek önce Arâmiceye, oradan da Arapça'ya

"mecus" şeklinde intikal etmiştir. Mecus kelimesi lügatçılar tarafından "yahûd" gibi bir cins isim olarak kabul

edilmiştir. "Mecuslar"ın tâbi oldukları dine "el-Mecusiyya" denilir. Bu dine Mecusîlik denildiği gibi, Zerdüşt'e

isnaden "Zerdüştîlik"'.ve ilâh Ahura Mazda'ya isnaden de "Mazdekîlik" adı verilmiştir.

Mecusîlik dinine ait bilgiler, bu dinin kutsal kitabı olan Avesta'da bulunmaktadır. Avesta, Zerdüşt'ün ilâhileri olan

Gatha'lar bölümü hariç, II. Şahpur zamanında tedvin edilmiştir. Daha sonra İslâm'ın üçüncü yüzyılında yeniden

kaleme alınmıştır. Avesta, zamanla değişik yorumlara tabi tutularak karmaşık ve anlaşılmaz formlarda ortaya

çıktığı için, kimlerin Mecusî olduğu tarihçilerin dahi çözemediği bir muamma durumunu almıştır.[1]

Mecusîlik, İran'a sonradan gelen arya(soylu)lara telkin edildiği için bir soylular dini olarak ortaya çıkmıştır. Bu

anlamda Mecusîlik (Zertüştîlik), aryaların kurduğu Hindnizm, Jainizm ve Sikh(sih) dini ile beraber arî(aryaî).. dinler

kolunun bir üyesidir.

Mecusîlik dini henüz ortaya çıkmadan önce İran'da aryaların kendileri ile beraber buralara getirdikleri animizm-

naturalizm karışımı dinler ve bu dinlere ait ilâhlar bulunmaktaydı. Meselâ Mithra (Mehr) güneşte ikamet ettiğine

inanılan bir Mecusî tanrısı olup, geç dönemlerinde Mecusîliğin bir türevi olarak ortaya çıkmıştır.

İslâm ve ehli kitap kaymaklarında belirtildiği gibi, dini inançlar bakımından oldukça çeşitlilik gösteren Zerdüşt

öncesi İran'da, animizm -natüralizm karışımı inançların yanında, ilâhî bir dinin varlığı da tartışmasızdır. Cassas

Ebu Bekir er-Râzi Ahkâmu'l Kur'an'ında, Feridun'dan itibaren İran Viştaseb dönemine kadar uzunca bir zaman

tevhîd inancına sahip olduğunu söylemektedir. Şehristâni, el-Milel'de; İranlıların Mecus dininden önce, Hz.

İbrahim (a.s)'in Hanif dininden olduklarını zikretmektedir.


Taberî'ye göre, İsrailoğullarından bir peygamber, Keyâniyan hanedanının dördüncü hükümdarı olan Viştasebe

tebliğci olarak gönderildi. Bu peygamber Viştaseb'in sarayında daha önce Filistinde yaşamış olan Zerdüşt'le

karşılaştı. Bu peygamber Viştaseb ve halkına tebliğini İbranice yapıyor, Zerdüşt'de bunu Pehleviceye çeviriyordu.

Hükümdar Viştaseb bu zamana kadar Sabii dinine mensuptu. Ancak, bu peygamber vefat edince Zerdüşt bunu

fırsat bilerek şeytanın vesveselerini yeni bir din olarak tebliğ etmeye başladı. Ebu Davud, İbn-i Abbas'tan rivayetle,

Hz. Peygamber (s.a.s)'in Farslılar'ın nebisi ölünce, şeytan onlara Mecus akidelerini yazdırdı"[2] şeklinde gelen bir

hadis-i şerifine göre, Zerdüşt'ün kurduğu dinden önce İran'da ilâhî bir dinin varlığı kesinlik kazanmaktadır.

Hurrakan'ın oğlu Zerdüşt, M.Ö. VII. ile VI. yüzyıllar arasında yaşamıştır. İran sarayındaki İbranî peygamber vefat

edince Viştaseb, Zerdüşt'ün tebliğine muhatab oldu ve onun geliştirdiği yeni dini kabul ederek, yayılması için

yardım sağladı. Ayrıca tüm İran'da bir çok ateşgede (içinde ateş yanan Mecusî tapınağı) inşa ettirdi. Viştaseb'in

oğlu İsfendiyar ise, zaman zaman baskıya varan yöntemleri) bu dini, İran'dan Anadolu içlerine kadar her yerde

yaygınlaştırdı.

Zerdüşt, ilâh Ahura Mazda tarafından kendisine vahyedildiğini (!) iddia ettiği Gathaları, her biri on bin mısradan

ibaret eserini, on iki bin öküz derisine yazmıştı. Gathalarda Avesta içinde yer alır. Avesta da yorum (zend)u ile

birlikte "Zend Avesta" diye isimlendirilmiştir.

Rivayetlere göre Zerdüşt, bir sabah tanyeri ağarırken kutsal nehir Daiti'nin küçük bir ırmağına inmiş, buradan bir

miktar su içtikten sonra, elinde ışıktan bir asa taşıyan ferişteh (melek) Vah Manah ile karşılaşmıştı. Manah onu

Ahura Mazda'ya götürmüş ve yeni dininin emirlerini oradan almıştır. Böyle bir ruhî tecrübe geçiren Zerdüşt, henüz

Azerbaycan'da bulunmaktaydı ve dinini ilk kez burada tebliğ etmeye başlamıştı. Zerdüşt, tebliğinin ilk

dönemlerinde önemli zorluklarla karşılaştı. Bunun üzerine Azerbaycan'dan ayrılıp Belh'e geldi. Bu arada yol

boyunca düşüncelerini gözden geçirdi, bazı düzeltmeler yaptı. Belh bu yeni dinin yayılma merkezi oldu.

Zerdüşt, yeni dinin şu dört ilkesinin uygulanmasıyla, Ehrimen (zulmet)in ifsadından dünyanın kurtulacağına

inanıyordu:

1. Ahura Mazda'ya ibadet,

2. Feriştehlere saygı;

3. Cin ve şeytanlara lânet;

4. En yakın ile evlilik.[3]

M.Ö. I. bin yıldan itibaren İran'da sosyal hayat tarım ve çiftçiliğe göre teşekkül etmeye başladığından eski dinlerin

ilâh ve ayinleri (kurban kesmek gibi), Zerdüşt tarafından terk edilerek, sadece Ahura Mazda'nın bakışları önünde

çiftçilik ve tarımla uğraşmak gibi bir ibadet şekline dönüştürüldü. Ahura Mazda, insanlardan ibadet olarak sadece
iş (çiftçilik) ve barış istiyordu. En büyük ibadet, kuru bir çöl parçasını ekili bir toprak haline getirip, insanların

yararlanmasına sunmaktır. Bu anlamda Zerdüştlük, tarım kültürüne dayalı sosyal bir ıslah dinidir.

Zerdüşt dininde maddi dünyanın Cennetten daha değerli olduğuna inanılır. Çünkü kötülüğün gücüne karşı

verilecek savaş ancak bu dünyada yapılabilir. Bu anlamda Zerdüştlük (mecusîlik) dünyevî bir dindir.

Gathalarda işlenen ana konu, Ahura Mazda'dır. Gathalarda tam ifadesini bulan Zerdüşt dini, senevî (dualist) ilâh

inancına sahip, birbirlerine karşı kıyasıya bir mücadeleye tutuşan ilâhların ebedî olarak savaştığı bir dindir. Bu

dinde âlem, hayır ve şerrin üstünlük sağlamak için mücadele ettiği bir savaş alanıdır. Bu mücadele ve çatışmanın

bir tarafında iyilerin iyisi "nur ilâhî" Ahura Mazda ve ona yardım eden feriştehler; öte yanda yalan şeytanı, "zulmet

ilâhı" Angra Mainyu ile yardımcıları yer alır. İnsan bu mücadelede tanrılardan birisinin yanında yer alarak iyi ya da

kötülüğünü ortaya koymak zorundadır. Bu savaş, sonunda, Ahura Mazda ve yandaşlarının zaferleri ile sona

erecektir. Hayatın belirleyici aslı Hürmüz (Ahura Mazda) ile Ehrimenî (Angra Mainyiz) güçler arasındaki

mücadeledir.

Ateş, ışık tanrısı olan Ahura Mazdayı sembolize eder ve her tapınakta (ateşgede) bir ateş odası bulunur. Bu

tapınaklardan alınan kutsal ateş, söndürülmemek üzere evlere götürülürdü. Ateşgededeki ateşi yakmakla görevli

rahip, ateşi kirletmemek için eline eldiven giyer, ağzının üstüne de bir peçe takardı.

Aydınlık ilâhı Ahura Mazda'ya inananlar cennete, Angra Mainyu'nun yanını tutanlar da cehenneme gitmeye

mahkumdur. Zerdüşt kendisinden üç bin yıl sonra Ehrimeni gücün sona ereceğine, Hürmüz'ün hukümranlığının

her tarafı kuşatacağına inanmıştı.

Mecusîlik (Zerdüştîlik) sonraki dönemlerde haleflerinin elinde yorumlanarak tahriflere uğradı. Zerdüşt'ün savaş

açtığı Mithra ve Anahita gibi animistik ilâhlar, yeniden Mecusîliğe sokuldu.

Zerdüşt dinine ilk ağır darbeyi Hükümdar Darius döneminde, M.Ö. 331 yılında Doğu seferini yapmakta olan Büyük

İskender vurdu. İskender Avestaları toplatıp Persepoliste yaktırdı ve Mecusîliği yasakladı.

Zerdüştlüğün, Vıştaseb'i takib eden birinci yüzyıl dışında pekbir etkinliği olmamıştı. M.Ö. 260 ile M.S. 224 yılları

arasında Mecusîler karanlık bir dönemden sonra, daha önce eşi görülmemiş bir gücü ellerine geçirdiler. Sâsânîler,

Mecusîlerin yardımı ile İran'da iktidarı ellerine geçirince karşılığında Mecusîlere akidelerini yayma fırsatı tanıdılar.

İran'da Mecusîliğin Sâsânilerce yeniden teyit edilmesi dini siyasî yapılanmada, Sâsâni Mabetler iktidarını ortaya

çıkarmış oldu. Bu yeni dinî-siyasî yapılanma, İran da soylu (aryaî) olmayan aşağı tabakalara ve sınıflara karşı

sistemli bir zulmün yapıldığı yeni bir dönemi başlatmış oldu. Bu yeni zulüm dalgası, gelecek yüzyıllarda geniş halk

kitlelerinin kendi istekleri ile İslâm'a girmelerini kolaylaştıran tarihi şartları oluşturdu.

Milâdî III. yüzyılda Mani, Mecusî dininin esaslarından yararlanarak yeni bir din (Manieheisme) kurdu. Mani'nin asıl

amacı Zerdüştlüğü ıslah etmek ve ondan evrensel bir din meydana getirmekti. Bunun için Mecusîlik, Budhizm ve

Hristiyanlık karışımı bir din kurmaya çalıştı. Kendisinin, Hz. İsa'nın müjdelediği "Faraklit" (Süryanice
Munhamenna, arapça Muhammed) olduğunu iddia ederek peygamberliğini ilân etti. Mani, madde ve karanlığı

kötülüğün yaratıcısı; ışık ve melekût âleminin ise iyiliğin yaratıcısı olduğunu ileri sürerek, Mecusîlik dininin

ilkelerinden yararlandı. Madde ve ışık ezelî ve ebedî bir mücadele içindedir. Kurmuş olduğu kâinat nizamı ve gök

düzenini Sâsânî sarayının sınıfsal hiyerarşisine kıyasla yorumlamıştı. Manişeizm I. Vehram (Behram) döneminde

yasaklandı, Mani de ortodoks Zerdüşt din adamları tarafından idama mahkum edilerek öldürtüldü. Manişeist

kâtifler, İslâmî dönemde halifelerin saraylarına kadar sokularak inançlarını yaymaya çalışmışlardı. Mutezile ve

Eş'arî kelâmcılar bunlara karşı şiddetle mücadele ettiler.

Mazdek, M.S. Beşinci yüzyılın sonlarında Hükümdar Kabad (Kral Kavad)'ın himayesi altında, Zerdüşt dininin bazı

kısımlarının değiştirilmesi ve yeniden yorumlanması neticesinde bazı görüşler ileri sürdü. Mazdek, ortaçağın ilk

dönemlerinin komünizmini kurarak kadının orta malı olarak herkesin istifadesine sunulmasını zorunlu hale getirdi.

Hatta bunu bir müddet uygulamaya koyduğu da bilinmektedir. Fakat bir süre sonra Kabad, Mazdek ve

adamlarının birçoğunu öldürttü, Kabad'da oğlu Anuşirvan tarafından bir darbe ile devrildi. Anuşirvan Mazdekî

inançlara karşı savaş açtı. Ancak orta Asya'da, Anadolu'da ve İran'da gizli bir şekilde teşkilatlandılar.

Mazdekî etkiler, İslâmî döneme sarkarak Bâbekiyye, İbâhiyye, Karmatiyye ve Muhammire gibi isimler altında

Mecusîlik akidelerini yaymaya çalıştılar.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in doğduğu gece meydana gelen büyük mucizelerden birisi de Mecusîliğin ebedi sanılan

ateşinin sönmesi ve Kisranın sarayının on dört sütununun devrilmesiydi. Bu mucize, Mecûsiliğin Sâsânîlerle gelen

müşrik dinî-siyasî etkinliğinin artık yok olacağı anlamını taşıyordu.

İslâmın doğduğu ve yayıldığı sıralarda, Mecusîlik, İran dışında Umman, Bahreyn, Yemen ve Necran bölgelerinde

yaygındı. Asr-ı saadette mecusîlere ehl-i kitap uygulaması yapılmıştır. El-Balâzurî'nin beyanına göre, Hz.

Peygamber (s.a:s), Hicretin yedinci yılının sonuna doğru, Ala' b. Abdullah el-Hadramiyi, Bahreyn halkını İslâma

davet için bölgeye gönderdi. Zerdüştlerin bir kısmı İslâma girdi. İslâmı kabul etmeyenler de Yahudi ve

Hristiyanlarla birlikte "cizye" ödemeyi kabul ettiler.

El-Balâzûri'deki bir başka rivayette de, Hz. Peygamber (s.a.s), Ebu Zeyd'e Umman Mecsîlerinden cizye almasını

emretmiş olduğunu zikredilir. Allah (c.c), Kuran-ı Kerim'de, "Mecus"ları Yahûdi, Sabii ve Hristiyanlardan sonra,

müşrik putperestlerden önce zikretmiştir. el-Hac, 17. Bu ayet doğrultusunda ve Resulullah'ın uygulamaları

ışığında, İslâm hukuku, Mecusîlere ehl-i zimmet statüsü tanımıştır.

Hz. Ebu Bekr (r.a)'ın hilâfeti sırasında Bahreyn Mecusîleri cizye ödemeyi reddettikleri için üzerlerine asker

gönderilmişti. Hz. Ömer (r.a), Caz' b. Ma'ûya'e, Bahreyn Mecusîleri için, "yakın akraba evliliği yapan erkeklerin

karı ve çocuklarından ayrılması, yemeklerde Mecusî âdeti üzere dua yapılmaması ve Mecusî (mani) sihirbazların

katledilmesi emrini göndermiş ve o da bu emri üç gün süreyle uygulamıştır. Bu uygulamanın duyulması üzerine

Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer (r.a)'e Hz. Peygamber (s.a.s)'in, "onlardan yalnız cizye alınacağı, başka bir

mükellefiyetlerinin olmadığı"[4] hakkındaki hadis-i şerifini nakledince, Hz. Ömer (r.a) bu hadis doğrultusunda
uygulama yapmaya başlamıştır. İslâm egemenliği altında, Mecusîlerin yaşadığı her yerde cizye ödemeleri

koşuluyla dini âdet ve ayinlerine müsamaha gösterilmiş, ateşgedeler faaliyetlerine devam etmiştir.

Fethi takip eden yıllar içinde İran'da yaşayan Mecusî halk, İslâm'ın adil düzeni karşısında kitleler halinde İslâm'a

girdiler. Zira Mecusî inanç ve uygulamaları, bütün türevleriyle aristokrat (sınıflı) bir din, bir soyluluk inancı olarak

yerli halk kitlelerini tahkir etmeye ve aşağılamaya devam etmekteydi. Hatta ilginç bir uygulama olarak da İslâm

öncesi dönemlerde, Mecusîliğin fiillerinden olan en yakın akraba ile evliliğin sadece soylular arasında

yapılabileceği, çünkü bu âdetin bir soyluluk alâmeti olduğu ilân edilerek aryai olmayanlara aşağılayıcı bir sınırlama

olarak yakın akraba evliliği yasaklanmıştı. İslâm fethi, Mecusî dininden kaynaklanan sınıf düzenini ortadan

kaldırarak, çarpık aile ilişkilerini ebediyyen ilga etti.

İslâmî dönemde, Mecusî kalıntılar İslâm'a karşı oluşturulan mukavemet gruplarının psikolojik dayanağı olmaya

devam etti. Mecusî inançlarıyla bütünleşen Sâsânî saltanatı, İslâm'ın hükümranlığı karşısında boyun eğdikten

sonra, İranî (Farsî)lik haline dönüştü. Ehl-i Beyt'i Sâsânîlerin varisleri kabul ederek, Hz. Ali (r.a)'nin taraftarları

arasına sızıp Ehl-i Beyt'in hukukunu müdafaa perdesi altında Zerdüşt (Mecusî) inançları ile İslâm akidesini

bozmaya çalıştılar. Şia'nın gulat kesiminde zuhur eden beyaniyye, ilhad ve ibâhilik (her şeyi mubah gören

mazdekî serbestlik) v.b. gibi fırkalar, akidelerini Mecusî ve Mazdekî etkilerle beslemekteydiler.

Hicrî I. yüzyılın başlarında İran asıllı Mecusîler, İran-Azerbaycan arasında kalan bölgede siyasî iktidarı ellerine

geçirince, bölgenin sosyal-siyasî çehresinde hızlı deformasyonlar meydana geldi. Bu bölgede İslâm'a karşı

Mecusî akideleriyle beslenen bir savaş ve mücadele dönemi başlattılar. Bu dönemle Gulât-ı Şiadan olan El-

Babekiye el-Hürremiyye mezhebi, şu dört ilkeyi kabul ederek Mecusî Mazdekî bir misyonu yürüttüklerini ortaya

koydular:

1. Siyasal iktidarı ele geçirmek;

2. Ric'at akidesini yaymak;

3. Mecusîliğin nur ve zulmet ilâhlarına inanmak;

4. Kadının orta malı olduğunu kabul etmek.

Babek, Abbasî halifesi Mu'tasım zamanında ulûhiyyetini ilan ederek isyan etti.

Mecusî etkiler altında ortaya çıkan bir başka gulât-ı Şîa ekolü de Batınîliktir. Bu mezhep, Irak'ta ayrıca Karmatî ve

Mazdekî adını almıştır. Bu mezhebin ilk kurucusu, Ahfaı'lı Mecusî dönmesi Me'mun b. Deysan olup; İran ve Irak'ta

İslâm kisvesi altında Mecusîliği yaymaya çalışmıştır.[5]

Hicri XIII. yüzyılda Mecusîliğin farklı bir yorumu ile ortaya çıkan Bâbilik ve Bahâilik, İran'daki Mecusîliğin bütün

folklorik mirasına sahiptir. Bâbî (Bahâî)ler eski İran hükümdarı Cemşid (ışıklı ulu padişah)'in tahta çıkışı olan 21
Mart (Nev Ruz) gününü bayram kabul ederler. Günümüzde Türkiye'de yaşayan gulat-ı Şia (Alevi) topluluklar

arasında bu âdet ateş , üzerinden atlamak ve etrafında dans etmek şeklinde varlığını sürdürmekte olup Mecusîlik

geleneklerindendir.

Mecusîliğin temel düalizmi olan "nur" ve "zulmet" ilkesi, İslâmî dönemin ikinci yüzyılından itibaren çeşitli felsefî

sistemler üzerinde belirleyici etki yapmaya başladı. Bu anlamda bir etki ışrâkî filozof Sühreverdi'nin kozmoloji

teorisinde açıkça görülmektedir. Sühreverdî'nin kozmolojisinde kâinat, Mecusîlikte yaratıcı ilkeler olan ışık ile

karanlığın derecelerinden oluşmuştur. Işıklar ışığı (Nurul-Envâr, İlâhî Zat), tüm varoluşun kaynağıdır. Işrâkî

felsefenin melekler hiyerarşisi de, Mazdek melekler ilmine dayanır.[6] Sühreverdî'nin fizik (cisim) teorisinde de

ateş, bir ışık formu olarak yüce ışığın (Nurul-A'zam) yeryüzündeki doğrudan vekili kabul edilir. Nitekim Zerdüşt de

ateşi, Ahura Mazda'nın yerdeki sembolü kabul ederek, ona tazimde bulunmuştu.

Kaderiyyeciler, Allah(c.c)'ı hayırların; şeytanı da şerrin yaratıcısı kabul etmekle, Allah (c.c)'ı Hürmüze, şeytanı da

Ehrimen'e karşılık yaratıcı ilke kabul ettiklerinden, Ümmetin Mecusîleri olarak isimlendirilmişlerdir.[7]

XVIII. yüzyılda İran'da meydana gelen karışıklıklar sonucunda Mecusîlerine en yoğun olarak bulunduğu

Kirman'daki Zerdüştî semti tahrip edildi. 1887-1888 yılları arasında Kirman ve Yezd civarında toplam Zerdüştîlerin

sayısının 7000-8000 kişi olduğu sanılmaktadır. Britanica Ansiklopedisinin 1911 yılı baskısında toplam

Zerdüştîlerinin sayısı 9000 olarak verilmiştir. Mecusîlerin Hind kolu olan Parsî'lerin,1941 yılında Hindistan'daki

toplam nüfusları 114890 olarak bilinmektedir. 1951 istatistiklerine göre bütün dünyadaki Zerdüştilerin toplam

sayısı 135000 dir.[8]

----------------------------------------------------------------------

[1] A. Bausani, İslâm Düşünce Tarihi, İstanbul 1990, I, 77.

[2] Ebu Davud, Harac: 31.

[3] Ömer Rıza Doğrul, Dünyadaki Dinler Tarihi, 140.

[4] Ebu Davud, Harac: 31.

[5] İzmirli İ. Hakkı, Yeni İlmi Kelâm, Ankara 1981, 105.

[6] S. Hüseyin Nasr, Üç Müslüman Bilge, İstanbul,1985, 82, 83.

[7] Aliyyü'l-Kâri, Şerhu'l-Fıkhıl Ekber, İstanbul 1979, 140.

[8] İsmail Çebi, Şamil İslam Ansiklopedisi:

You might also like