Professional Documents
Culture Documents
Mahmut Toptaş
Cantaş Yayınları
8 cilt
Sunarken
4[4]
ibni Ebi Şeybe 10/483. Abdürrezzak Musannef 3/3J5 Darımi Sünen 1/423. Hakim 1/555 Ravi Ebû
Mûaviye el-Hecrinin Ebu'l Ahvastan çok hadis nekletmesini bazı münekkitler tenkid edersede onun
rivayeti genellikle sağlamdır.
bulunuyor. Tabi bunların temel kaideleride geçmiş tefsir
metodlarına uygunluk arzediyor.
Bu gün "Cantaş" yayınevi olarak size takdim etmek şerefine
erdiğimiz Mahmut Toptaş hocanın "Kur'an tefsiri" şimdiye
kadar alışık olduğumuz klasik tefsirlerden değildir.
Hocamızın bu tefsiri, Cağaloğlunda Cezeri Kasımpaşa
camiinin konferans salonunda, Cemaat talebelerinin dört
yıldan beri metodik olarak ta'kib ettiği Kur'amn çağımızın
meselelerine dönük izahlarının kaleme alınmış şeklidir.
Böylece günümüz Türki-yesinde metod bakımından ilk
orjinaliteyi teşkil etmektedir. Tefsirinde geçmiş
müfessirlerin mütalaaları gözönünde tutulduğu gibi,
Kur'amn devrimize dönük yönü çok usta bir üslupla ele
alınmış, yıllardır çok canlı bir alakayla takib eden cemaatin
bereketide tefsirin yazılmasında ayrı bir feyiz kaynağı
olmuştur.
Böylece Muhammed Abduh'tan sonra vaaz şekli ile Tefsir
etmenin ikincisine şahit oluyoruz. Ancak Usul Abduh'tan
tamamen ayrıdır.
Sözlerimi bitirirken gençlik devrelerimizde beraberce
okuduğumuz, İslama hizmet hayallerinden birini daha gün
yüzüne çıkmış görmenin bahtiyarlığı ile Allah'a hamd
ediyorum. Kur'amn Önemini daha uzun tutmak gerekirdi
Ancak ben bu hususu yine bu günlerde yayma girmiş bulu-
nan "Kur'an Kültürü" adlı eserimde ele aldım.
Cantaş yayınları olarak okuyucunun büyük desteğine
mazhar olmanın sururunu yaşıyoruz. İlim talihlerine dönük
Arabca eğitim metodu ile başlayan ilmî eserlerimize
Mahmut hocamızın hayatının tamamını adadığı Tefsir ile
devam ediyoruz. Eser daha baskıya girmeden büyük bir
beklenti içine girdi. "Ne zaman?" diye soran
okuyucularımıza "işte şimdi, bir mübarek Ramazanda!"
diyor ve candan alakalarına teşekkür ederken, Mahmut
Toptaş hocamızın mesailerine yeni eserler katmasını diler ve
kendisine bu çalışmalarından dolayı yayınevi adına teşekkür
ederiz.
Ayrıca böylesine kıymetli bir eserin hazırlanmasında ve
yayınlanmasında bizlere yardımcı olan başta Cezeri
Kasım'daki tefsir dersleri müdavimlerine, dizgi, tashih,
pikaj, montajda gayret gösteren "Toptaş Ajans"
çalışanlarına, baskı ve ciltte itina göstererek zamanında
çıkması için gayret eden Cansan Matbaacılık çalışanlarına
ve siz sayın Cantaş yayınlarının kitap, ilim dostu
okuyucularına teşekkür ederiz.
Muzaffer Can
Ramazan - 14135[5]
Önsöz
5[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/7-9.
Muhaddislere, yine Kur'anda geçen kelimelerin ili nazil
olduğunda ne manaya geldiğini zabdetmek için kelimelerin
mana larını çöllerde dolaşarak kaydeden lügatçilara
Allah'dan rahmet dilerim.
Soyut bir kavram olan mutluluğun elle tutulur, gözle görülür
halı geldiği zamanlar olur. Mehtaplı bir gecede, deniz
kenarında, ay ışığmdaı dokunmuş elbiseleri giydiğimizde
imbat rüzgarının bütün vücudumu ve ruhumu okşadığı bir
anda eşim ve çocuklarıma "işte mutluluğu yakaladıl
salıvermeyelim" demiştim.
O günden sonra "Mutluluk" kelimesini her okuyuşumda ve
duyuşum da o geceyi hatırlardım.
Ancak 7 Eylül 1989 yılında basının merkezi olan Babıalide
Cezeı Kasım paşa camiinin altındaki güzel bir salonda
yediden yetmişe herke simden insana Allah'ın kitabı Kur'am
kerimi tefsir etmeye başlayınca mutluluğu yeniden
yakaladım.
Mehtabı, eşimi ve çocuklarımı yaratan, imbat rüzgarını
estiren Al-lah'dır. Kur'anı indirende Allah'dır.
Mehtaplı geceler karanlığa dönüşebiliyor. Dolunay hilal
oluyor. Güller soluyor. Sevdiklerimiz ölüyor.
Ama Allah Baki olduğu için kelamının insana verdiği
mutluluk da ona bağlı kalındıkça devam ediyor.
Efendimiz buyurmuş "Allah'ım, Kur'anı, göğsümün nuru
kalbimin bahan, hüznümün cilası, kederimin gidericisi
kılmanı istiyorum" 6[6]
Üç yıldır ayetleri okuyup, anlamaya ve anlatmaya çalışırken
mutluluğu elle tutulur şekilde tattım. Ya birde bu ayetler
toplum hayatına hakim olursa nasıl olur acaba?
Tatmadığımız için bilemiyoruz ama sahabe hayatına
bakarak tahmin edebiliyoruz. 7[7]
6[6]
El-Ezkar, Nevevi. ibni sünniden
7[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/11-12.
Tefsir İçin Ön Hazırlık
Mahmut Toptaş
EyIül-1992 8[8]
Takriz
İstanbul!..
"Feth-i Mübini Gören" kutlu şehir!...
"Şehri Şehrayin"!....
"Belde-iTayyibe"!.,.
Osmanlı'ya ve İslam'a yüzyıllarca Payi Taht'lık (Başkentlik)
etmiş, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa
(s.a.v.) Efendimizin müjdesine mazhar olmuş, İslâmı bol,
insanı bol beldemiz...
Fatih Sultan Mehmet Han'ın İslam'a ve İnsanlığa Muhteşem
Fetih armağanı!....
Ayasofya'da okunan Ezanı Muhammedi, kılınan ilk Cuma
namazı ile açılan yepyeni bir çağ kapanan karanlık kapılar
ve yıllar...
Hepsinin anahtarı, remzi olan İstanbul:
Cenab-ı Hakk'ın Rahmetini, lanetlenmiş Şeytan'm vesvese
ve iğvası-nın insanımızı çokça .(mebzulen) kuşattığı
tezatları ile de güzel olan renkli olan İstanbul?
Ve elif misali minarelerle, Kubbeleri ile İslamı içine
sindirmiş, siluetine (meczetmiş) Aziz İstanbul:
Bu İstanbul şehrinde Allah-u Teala'nın (c.c.) lütuf ve nimeti
8[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/12-17.
ile Rahmetine talip olanlara üç yıldır sanki çağlayan'dan
boşalan bir Rahmet Pınarı nasib olmaktadır.
İstanbulumuzun Tarihi Yönetim Merkezi Bab-ı Ali'de
Cağaloğlu Meydanında "Hak Kelamı", "Kitabullah" Yüce
Kur-an'ı Kerim tüm hayatı Cenabı Hakk'ın c.c. lütfü keremi
ile sanki bu görev için hazırlanmış -programlanmış- bir ER
kişi, bir Alim kişi (Muhterem -Karamani- Mahmut Toptaş
Hoca'mîz) tarafından gürül gürül tefsir ediliyor, salonu
lebaleb dolduran her yaş, her meslek ve her yöremizden du-
yup gelen, koşup gelen yüzlerce mümin kişi tarafından
"benzetmek gerekirse"Asr-ı Saadet'deki Sahabe-i Kiram'm
ilgi hürmet ve edebi ile haftada iki gün bir buçuk saat
(19.00- 20.30) çıt çıkmadan dinleniyor, izleniyor, ses ve
görüntülerle teyp kasetleri ve videolara kaydediliyordu.
Fakîr'de bu derslerin ilk günkü öğrencilerinden ve
müdavimlerindendir. Bu nimeti bana nasib ettiği için
Alemlerin Rabbı olan Yüce Allahı-mız'a daima Hamd ve
Şükrederim.
Bu derslere katılan izleyen, Rahmet pınarından aldığı
nasible günün yorgunluğunu Hak Kelamı ile dindirip, zinde
ve Huşu içinde Salön'dan ayrılan bütün kardeşlerim de aynı
duygu ve düşüncelerini hamd ü senalarını sürekli ifade
etmektedirler.
Bu kardeşlerimden biri (Abdurrahman Bey) bir Ders sonrası
Eminönü-Üsküdar 21.05 Vapuruna yetişmek için Bab-ı
Ali'den inerken "Aziz Kardeşim, Mahmut Toptaş Hoca
Efendi'nin derslerini izlemeyi bana nasib eden Rabbımıza
şükürler olsun. Ne kadar bahtiyarım bilemezsiniz. Allah
bağışlasın çok çocuklu bir babayım. Bugüne kadar,
çocuklarıma benden sonra (Tüketemiyecekleri, elden
çıkaramayacakları -Kalıcı- onları Hakkın nzasına eriştirici,
benim içinde Hasenat-ı Cariye olarak idame-i Hayat
etmelerini temin edecek bir Miras bırakmak istiyordum.
Düşünüyordum, arıyordum, bulamıyordum. İşte Mahmut
Hoca'mızın Derslerinde ben bunu buldum. İnşaallah bu
dersler tamamlanır. Teyp kasetlerinden kitaplara dökülür,
yayınlanır bende çocuklarıma, torunlarıma birer takım
hediye ederim.. Bıraktığım tek mirasda o olur.
Onlara: "İşte size Hakk'ın Kelâmı... Bilemiyordum,
anlayamıyordum. Sakın ha demiyesiniz.. İşte bununla amel
ederseniz dünyanız da ahireti-nizde mamur olur. Etmezseniz
bilinizki sonunuz uçurumdur, Cehennemdir" derim artık.,
diye hissiyatını anlatmıştı. Bu samimi duygu ve düşünceler
hepimizin ortak arzusu ve gerçekleşmesi için Yüce
Mevlamıza arz ettiğimiz müşterek dua ve niyazımız idi.
Tefsir dersleri önce haftada bir gün (Perşembe günleri)
başladı. Salon izdihama cevap vermeyince haftada iki gün
(Salı, Perşembe) klasik ders takrirlerinden ziyade samimi bir
konferans üslubu içinde başladı ve öylece devam
etmektedir.
Allah (c.c) razı olsun (Karamani) Mahmut Toptaş Hoca'mız
hizmet yıllan içinde üslûbunda şekillenen her yaş, her
meslekten ve her yöreden gelen insanımızın rahatlıkla
anlamasına ve kavramasına imkân veren duru ve yaşayan
"HAS" Türkçesi ile, dersleri izleyen öğrencilerle ilk günden
itibaren kurduğu sımsicak samimi ve yumuşak ilgi ve irtibad
(diyalog) sayesinde akıcı ve yumuşak bir uslubla anlatması,
Ayetleri tefsir ederken günümüzden verilen örneklerle
(zengin misallerle) süslemiş olması bu derslerin hiç
değişmeksizin pür dikkat takip etmemize sebep olmuştur.
Mahmut Toptaş Hocamızın konuya olan vukufu, Kur-an'ı
Kerimi Tefsir Metodunda öncelikle Ayeti, Ayeti Celilelerle,
Ayetleri Hadisi Şeriflerle anlatması ve bunu prensib
edinmesi özellikle şahsi kanaatlerini açıklamaktan -bana
göre- demekten sürekli ve ısrarla sakınmış olması,
gerektiğinde ve zaruret hasıl olduğunda bilinen Tefsir
Ulemasının (Müfessirlerin) görüş ve eserlerine atıfta
bulunması Mahmut Hocamızın Derslerine olan yoğun
ilginin diğer haklı sebepleridir.
Konferanslarda anlatılan Tefsirlerin kaydedildiği ses ve
görüntü kasetlerinin çözülerek yazılı sahifeler halinde
dönüştürülmesi ve Hoca Efendi'nin yayın öncesi son
kontrollerini yapabilecek konuma getirilmesi ve aşılan bu
safhaların her biri bizler için büyük nimet ve bahtiyarlıktır.
Hele bu gayretlerin tefsirlerin bir kitap olarak ciltler halinde
bir kül ve takım olarak yayınlanmasına yönelik oluşunu
düşünmek ve bu düşüncenin ilk damlası (numunesi) -
tadımlık örneği- olarak 1412 Ramazan'ı Şerifinde Fatiha
Suresi'nin ilk formayı teşkil edecek şekilde basılı olarak
elimize ulaşmış olması şükürler olsun Cenab-ı Hakk'ın
duamızı kabul buyurduğunun güzel alametlerin dendir.
Tefsirin yayınlanmış ilk formasında yer alan Fatiha
Suresİ'ni okuduğumuzda yazılı metnin konferans
salonundaki Hocamızın o güzel üslûbunu (Özellikle her yaş,
her meslek ve her yöre insanımızı sarıp sarmalayan
kendisine has duru ve yaşayan Türkçesini) aynen
yansıttığını görmekteyiz. Bu da kayıtların çözüm, yayına
hazırlık, redaksiyon, ve kontrol merhalelerinin her birinin
ayrı ayrı başarılı ve uyum içinde olduğunu açıkça
göstermektedir.
Bab-ı Ali'den yükselen Kur-an Sedası ve bu sedadan
kaynaklanarak yazılı metinler halinde elimize ulaşan Şifa
Tefsiri Kur-an'ı Ke-rim'in vermek istediği ilahi mesajı
Öğrenmek, manasına nüfuz edebilmek, yaşayışımızı ve
ahlakımızı Kur-an çizgisi doğrultusunda yeniden
şekillendirmek güzelleştirmek isteyecek kardeşlerimiz için
1400 yıl öncesinden günümüze aralanan Muhteşem Bir
Kapı ve Daima Başvurulacak Bir Rehber Ve Kaynak
olacaktır. Olacaktır İnşaallah! Konferans salonu ne kadar
büyük olsada, her salonun belli bir istiab haddi vardır. Bu
sebeple konferansları belli sayıdaki izleyiciler takib ede-
bilmiş ve bu Rahmet pınarından nasiplerini alabilmişlerdir.
Şimdi yazılı metinlerle sahifelere, Sahifelerle formalara,
formalar ciltlere ciltler kül ve takımlara dönüştükçe
Türkiyedeki ve Türk dünyasındaki kardeşlerimizle
doğrudan, diğer kardeşlerimizin himmet ve gayretleri ile
diğer başka yabancı dillere çevrilirse (inşaallah) geniş insan
topluluklarının ve müminlerin bu değerli Eser'den
istifadeleri imkanı ve zemini hazırlanmış olacaktır.
En büyük dua ve niyazımız Cenab-ı Hakk'ın (c.c.) Fadlı ve
Keremi ile içinde bulunduğumuz feyizli ve bereketli
Ramazanı Şerif hürmetine İnşaallah "Şifa" Tefsiri'nin:
1. Yazılı bir Kül ve Tam Takım olarak kitap halinde
basımının kısa süre içinde tamamlanmasını,
2. Video ve teyp kasetleri ile gene takım olarak baştan sona
sesli ve sesli görüntülü olarak takım halinde yayınlanması.
Hocamızın anlattığının Hak Kelamı (Kelamullah) olması,
nev'i şahsına has anadolu insanımızın hiç bozulmamış
saffeti ile birleşince Mahmut
Hoca uslubta tadına doyulmaz bir lezzet ve rayiha oluyor.
Tefsirle ilgili intibaları öncelikle öğrencilerden (bizlerden)
talep etmiş olması onun tevazuunun derinliğini ve yukarıda
izaha çalıştığımız güzel hasletlerine bilhassa öğrenmek
isteyenlere olan düşkünlüğüne somut bir örnek olmaktadır.
Muhterem Hocamız bugüne kolayca gelmemiştir. Cenabı
Hakk'ın Oku! emrine uyduğu ilk günden Müellifi bulunduğu
"Şifa Tefsiri" nin yayınlanmaya başladığı bugüne (1992'ye)
gelene kadar (Hocamız 1947 doğumludur) tüm yaşantısı
sanki bu büyük eseri hazırlamak için ilahi bir irade ile
programlanmış gibidir. Mücadeleli ve başarılarla dolu
hayatı ve daha önce yayınlanmış eserleri ve yurt sathındaki
ilgi ile izlenen konferansları dergilerde yayınlanan Makale
ve Araştırmaları bunu teyid etmektedir.
Vesileler insan hayatında çok önemlidir. Bizleri 1989
yılında Mahmut Hoca ile Gazi Atik Ali Paşa Camii İmam
Hatibi Değerli Hocamız Ahmet Çakır Hoca Efendi
tanıştırdı. Cenabı Hak ondan da razı olsun.
Bab-ı Ali'den yükselen Ulvi Seda ve Takrir olunan Tefsir
dersleri ile bir tek gün aksatmadan (1989 Eylül'ünden
bugüne kadar) üç yıl -zaman zaman hasta halinde bile-
bizleri Kur'an Nuru ile aydınlatan Hak Kelamı ile
buluşturup, kaynaştıran, manasına inmemizi kolaylaştıran
tefsiri ile milletimize ve bütün insanlığa çok değerli paha
biçilmez bir eser kazandırmış, Kendi Hasenat-ı Cariyesinede
müstesna bir halka ve boyut kazandırmış bulunan Muhterem
(Karamanı) Mahmut Toptaş Hocamız'dan Yüce Mevlamız
c.c. Razı Ve Hoşnud Olsun:
Mevla cümle hayırlı hizmetlerde onu daimi muvaffak etsin.
Bizlerede öğrettikleri ile amel etmeyi nasib eylesin.
Dualarımızı kabul buyursun. AMİN. (1412 ramazan l8,23
Mart 1992)
Tefsir derslerinin ilk müdavimlerinden (öğrencilerinden)
Bismillahirrahmanirrahim
9[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/18-22.
dinime karşı ilgi duymaya başladım. Gerek arkadaşlarımdan
gerekse yazılı eserlerden dinimi öğrenmeye gayret ettim.
Bunlar tali eserler idi. Daha sonraları Allah'ın Kitabı Kur-
an'ı Kerimi öğrenmek, onun içinde neler olduğunu merak
etmeye başladım. Tefsir kitaplarına ilgi duydum; işte o
zaman Önemli bir problemle karşılaştım. Bizim alimlerimiz
tarafından yaklaşık elli sene önce yazılmış tefsirleri
anlamakda güçlük çektim veya hiç anlayamadım Tercüme
tefsirlerden faydalanmaya gayret ettim. Arna şunu arzu
etmekteydim. Şu anda bizim anlıyacağımız bir üslup ve
dille yazılmış ve herkesin okuyabileceği ve okuduğunda ne
söylenmek istediğini rahatlıkla anlıyabileceği, ülkemiz din
bilginleri tarafından yazılmış bir tefsirimiz olsun. Ve bize
Allah'ın dinini; Peygamber (s.a.v.)in sahabeye anlattığı gibi
anlatsın. Bu eserin müellifi hocamızın Salı ve Perşembe
günleri tefsir dersi verdiğini Öğrendim. Derslere devamlı
olmasada uzun süre devam ettim. Şunu samimi olarak
söyliyeyim sürekli tenkit gözüyle dinledim. Çünkü hocamla
konuşma imkanım var idi. Hoşuma gitmeyen bir yanı olsada
hocama söylesem dedim. Fakat derslerin çok güzel bir halk
Türkçesi ile işlendiğini, özellikle menkıbe ve İsrailiyat türü
söylentilere yer vermeme, müsbet ilim ve keşiflere Allah'ın
ayetlerini delil göstermeme konusundaki hassasiyetini takdir
ettiğimi belirtmek isterim. Çünkü bu hususlar ilk bakışda
faydalı gibi görünsede Dinimizin aleyhine olmaktadır. Bu
Önsözü yazmadan önce Fatiha Suresinin tefsirini okudum.
Hocamın anlattıklarını daha güzel bir üslup ile sözü fazla
uzatmadan Öncelikle ayeti ayetle tefsir edip daha sonrada
sünnete başvurup, Peygamber efendimizin kendi yorumlan
ile genişletmesi ayrıca sebeplerine gidip normal halkın
anlıyacağı misallere dayandırarak yazıya aktardığını
gördüm.
Allah c.c. elinizdeki bu eseri okuyup anlama hususunda size
gayret gözlerinize kuvvet versin.
Salim Dereli
(Bankacı) 10[10]
Bismillahirrahmanirrahim
10[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/23-24.
kolay öğrenebilinir. Ben bu yaşlarda akşam Kuran
Kurslarında hamdolsun yüzünden okumayı öğrendim. Sizin
meal, tefsir derslerindende Türkçeyle pek güzel anlatılır
olduğunu gördüm.
Bu derslerden Allah'ı, Peygamberleri, Kitapları, Melekleri,
Ahireti, ölümden sonrasını öğrendim. Bu dünya hayatımda
nefsime, öfkeme, hıncıma, kinime, hakim olmayı, varlığa,
yokluğa sabretmeyi, fazlaca mala ve eşyaya bağlanmamayı,
başkalarımda düşünmeyi ve eldekileri onlarla da
paylaşmayı. Rızık korkusuyla yanlış işler yapmamayı ve
düşünmeyi, Abdestin, namazın, orucun, zekatın, faydalarını
öğrendim. Anne babamıza iyilikte bulunmayı, çevremize,
çoluk çocuklarımıza davranış şeklini öğrendim. Faydalarım
görmekteyim. Beni Yaratan, yaşatan, her türlü rızıkla
rızıklandıran Rabbimize karşı görev ve ibadetlerimi
öğrendim. Hatta insanın, mü'minini, fasılanı, münafıkını,
kafirini ve onların vasıflarını, miras ve evlilik hükümlerine
kadar. Allah'ın mülkünde Allah'ın kanunlarının geçerliliğine
kadar herşeyin Kur-an'da yazılı olduğunu öğrendim.
İsterimki bütün insanlarda öğrensin, benim kadar mutlu
olsunlar. Allah sizden ve bütün hocalarımızdan razı olsun.
Nazım Önüt
Giriş
11[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/24-25.
tekelinde değildir. Allah'ın Rasulü Onu Cebrailden aldığı
gibi insanlara arzediyor, kapalı yerlerini açıklıyordu. O
Kur'an ayetlerini Ebu Cehil de anlıyordu, Ebu Leheb de
anlıyordu ve inkara devam ediyordu.
Ebu Bekir de (r.a.) anlıyordu, Bilali Habeşi (r.a.) de anlıyor
ve onunla amel ediyordu. Onlar fasih arap dilini biliyorlardı.
Kur'anı Kerim ogün konuşulmakta olan arap dili üzerine
naziî olmuştu.
Hz. Ebu Bekir veya Ebu Cehil bugün bizim edebiyat
kitaplarındaki edebi sanatların isimlerini ve kısımlarını
bilmiyorlardı ama o edebi sanatları en güzel bir şekilde
kullanıyorlardı. Kısa zamanda İranlıların, Türklerin,
Habeşlilerin, Rumların Müslüman olması nedeniyle birçok
arapça kelimeler bunlara geçerken yeni manalar yüklenerek
geçti. Cümlenin yapısında değişmeler meydana geldi.
Kuranı bile yanlış okumalar başladı.Bunun üzerine
Sibeveyh, Kisai, Ebul-Esved-ed-Düeli gibi zatlar gramerle
ilgili kitaplar hazırladı. Halil b. Ahmed, Kisai gibi zatlarda
lügat kitapları hazırladılar.
Bir kısmı fıkhi eserler meydana getirirken, bir kismıda
Kur'an ve sünnetin nasıl anlaşılacağını açıklayan usulleri
koydular. Bu usulcüler bu kaideleri kendilerinden
koymadılar.
Kur'anı Kerimdeki "Namazı dosdoğru kılınız" veya "Haksız
yere adam öldürmeyiniz" 12[12] ayetlerindeki emir ve
yasakların vu-cup ifade ettiğini yani mutlaka namazın
kılınması gerektiğini, haksız yere adam öldürülmemesi
gerektiğim anladılar. Yine Kur'anı Kerimde "İhramdan
çıktığınız zaman avlanınız" 13[13] emri vardır. Bu ayete göre
hacca giderken yiyecek giyeceklerimizin yanında birer silah
götürüp ihramdan çıkınca insandan başka canlının olmadığı
"Mina'da avlanmamız gerekecek. Veya "Cuma namazı
12[12]
En'am 6/151.
13[13]
Maide 5/2.
bitince yeryüzüne dağıhn" 14[14] ayetine göre Cuma
namazının farzının selamını verince hemen camiden
çıkmamız gerekecek.
İşte usulcülerimiz bütün bu ayetlerin uygulamasını yapan
Efendimizin hayatına bakarak bir kısım emirlerin vucup
ifade ettiğini bir kısmınmdaibaha ifade ettiğini yani
ihramdan çıkınca hemen silaha sarılmanın farz olmadığını
izin olduğunu bize bildirmişlerdir.
Yine usulcülerimiz her ayet veya Hadisi şerifle dört yönden,
her dört yönünde dörder yönünden bakma melekesini
geliştirerek bizim ufkumuzu genişletmişlerdir.
Mesela: "iş hakkında onlarla müşavere et" 15[15] ayetinin
ibaresi bize istişareyi emrediyor. Bir iş yapacağımızda o işin
uzmanına danışacağız. Bu ayetin bir de işaret ettiği şey var:
O da kendileriyle istişare edilecek uzman kişilerin
yetiştirilmesidir. Ayet bize bunu da emretmektedir.
Ayetlerin genel bir manâmı ifade ettiğini, yoksa özel bir
manâyamı delâlet ettiği, genel manâyı özelleştiren bir ayet
olup olmadığını araştırıp bize bildirmişler. Meselâ:
"içinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşleri kendi kendilerine
dört ay on gün beklerler" 16[16] ayetine göre kocası ölen bütün
kadınlar dört ay on gün iddet beklemesi gerekir. Ayetin
hükmü umumidir. Ancak "gebe olanların iddeti doğumla-
rıyla tamamlanır." 17[17] ayetine göre kocası ölen hamile
kadın kocası öldükten hemen sonra doğum yapsa doğumun
akabinde başka bir erkekle evlenebildiği gibi, kocası
öldüğünde hamile olan bu kadın sekiz ay sonra doğum
yaparsa sekiz ay beklemiş olacak. Birinci ayetin hükmü
genel iken bu ayet tahsis etmiştir.
Bunlardan anlıyoruzki Mealini okuduğumuz bu ayetin
hükmü genel midir, özelmidir? Geneldirde bir başka ayet
14[14]
Cuma 62/10.
15[15]
Ali îmran 3/159.
16[16]
Bakara 2/234.
17[17]
Talak 65/4.
tahsisini etmiştir? Bütün bunları usulcülerimiz ele almışlar.
Bütün ayetleri, kelimelerini hatta manâya etki eden
harflerini araştırmışlar ve bizlere hazır lokma halinde
sunmuşlar demiyeyim. Çünkü"hazır lokma" tabiri pek hoş
değil ve İslâmın ruhunada aykırı. Ama Kur'anı anlamada
bizim ufkumuzu genişletmiş ve aydınlatmışlar. 18[18]
18[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/26-27.
"Ey insanlar" diye başlar. Peygamberimiz içinde "Seni
ancak bütün insanlara elçi olarak gönderdik." 19[19] buyurur.
Bütün insanlara gönderilen bütün insanlar tarafından
anlaşılabilecek durumda olmalıdır. Daha iyi anlaşılabilmesi
için Arapça olarak indirilen Kur'anı Kerim'i anlamak her
insanın hakkı ve görevidir. Ancak onu anlamak için fasih bir
Arapça bilinmelidir. Kelimeler, bugünkü yüklendiği manâ
ile değil, Kur'an nazil olduğunda yüklendiği manâlarıyla
bilinmelidir.
Çağımızda edindiğimiz bilgiler bizi herhangi bir konuda
taraf yapmamalıdır. Günümüzde komünizmi benimseyen bir
kısım bilginler taraflı bir gözle Kur'anı araştırarak "İslam
sosyalismi" dedi. Bir kısım batı iktisadını öğrendikten ve bir
akımı benimsedikten sonra İslam iktisadını o akımın ana
başlıkları altında verdi. Bir kısmı keşifleri izledi ve Batının
henüz üzerinde araştırma yaptığı faraziyelere ayetlerden
destek vermeye çalıştı.
Bütün bunları gördükten sonra yeni doğan çocuğun kulağına
ezan okumanın sünnet oluşunun önemini daha iyi anlamaya
başladım Kur'anî bir yaşantıya sahip olması istenen bu
çocuğun gönlüne yapılacak ilk kayıtlar onun ilerde eşyayı
yorumlamasını yönlendirecektir.
Bülbülü bir yudumluk et gören komünist de bülbülü yüzbin
liraya satabileceğini hesap ederek hapseden kapitalist de,
bülbülün minnacık göğsünden binlerce nağmenin çıkışını
görüp secdeye kapanan; senin yerin bir su kenarında nazlı
nazlı sallanan çitlenbik ağacıdır diyen Müslüman-da
insandır. Ama onların bakışını yönlendiren kültürlerdir.
Çağımızda edindiğimiz kültürleri kesin doğrular olarak
kabul ederek Kur'ana bakarsak, kendi görüşümüze Kur'anı
uymaya zorlamış oluruz. Bütün bu Öğrendiklerim doğru da
olabilir, yanlış da olabilir. Bakalım Kur'an bu konularda ne
19[19]
Enbiya 107.
buyuruyor demeli.
Kur'anın tefsiri için yine Kur'ana müracaat etmeli. Meselâ
Bakara suresinde size biraz kapalı gelen bir ayet, bir başka
surede açıklanmıştır. Sonra Kur'an sünnetle tefsir
edilmelidir. Efendimiz bu ayeti nasıl tefsir etmiş veya bu
ayeti hayatında nasıl tatbik etmiş, ona bakılmalıdır.
Daha sonra canları ve mallarıyla Efendimize yardımcı
olmuş Ashabın görüşlerine müracaat edilir. Çeşitli görüşleri
bilmek bütün ihtimalleri değerlendirmek demektir. Binlerce
alimin görüşleriyle insan ufkunun aydınlanması demektir.
Usul kitapları Kur'an ve sünneti anlamada takip edilecek
yolları göstermekte ve Kur'an ve sünnete birçok açıdan
bakmamızı sağlamaktadır.
Mezhep imamlarımızın ayrılık sebeplerine kızan ve "Bir
ayetin bir manâsı vardır" diyen ve kendi verdiği manâyı
kabul etmeye zorlayan, bundan başkası yoktur diyen
kardeşlerimiz kendisini imam kabul edip diğerlerini
kendisine tabii kılmaya zorlamıyor mu acaba? "Yok ben
böyle anladım herkes istediği gibi anlayabilir" derse bugün
binlerce milyonlarca mezhebe ayrılıp, küfür yerine
birbirimizle mücadeleyle vakit kurşunla-mazmayız acaba?
Herne ise Kur'anı Kerimi okumaya başlarken çağının
hastalıklarını ta yüreğinde hissederse insan, Kur'anı daha iyi
anlar ve hastalıklara şifa bulur.
Kum yemeye başlayan çocuğu babası veya annesi ne kadar
azarlarsa azarlasın kumdan vazgeçiremez. Çocuğu doktora
götürür ve ona demir ihtiva eden ilaçlan içirirse çocuk
kendiliğinden vazgeçer. Çocuğun bünyesinde demir
eksikliği olunca gözü veya burnu kumdaki demiri görüyor
ve kokluyor.
Mümin olarak bizler bir fahişenin, politikacının, ateistin,
koministin, kapitalistin, din tacirinin hastalığının acısını ta
yüreğimizde hisseder, "Ya Rabbi. bunlar kulun ve
peygamberin Hazret! Ademin hasta düşmüş çocuklarıdır.
Kur'an eczahanesinden ilaç almaya geldim, her çağın
alimine kelamıyın sırlarını açtığın gibi bana da çağımın
hastalıklarına Kur'an eczahanesinden şifa verici ilaçlarını
göster" diyerek Kur'anı Kerimi açmalıdır. 20[20]
40[40]
Nahl 16/44-64.
göre Kur'anı anlamaya çalışsınlar. Karşılarına islamın
dışında başka bir şey çıkacaktır.
Onun içindirki Rabbimiz tarafından arapça indirildiği ifade
edilen Kur'anı kerimin indiği günlerde o kelimelerin ne
manada kullanıldığını açıklayan hadisler, şiirler ve ilk
dönemde hazırlanan lügat kitapları bizi kaynağa götüren
yollar, hazineyi açan anahtarlardır.
Cahiliye döneminde bir kaç manaya gelebilen kelimelerin
manalarından birini tercih etmekde mezhepler arasında
ihtilaflara vesile olmuştur.
Mesela: K-R-E- harflerinden meydana gelen Kuru' kelimesi
hanefilere göre hayız manasınadır, Şafiilere göre temizlik
manasınadır.
Kelimenin asıl manasında toplamak vardır. Aynı kökten
gelen "Kur'an" kendisinde sure ve ayetleri topladığından
Kur'an denmiştir. Aynı kökten gelen köy veya şehir
manasına gelen "Karye" insanları kendinde topladığı için
Karye denmiştir. Aynı kökten gelen ve ziyafet manasına
gelen "Kıra" insanları sofrada topladığı için Kıra denmiştir.
Kuru' kelimeside hayız günlerinde kan rahimde toplanıp
dışarı aktığı için Hanefilere göre Hayız manasınadır.
Şafiilere göre ise kanın akmayıp vücudda toplandığı için
temizlik manasına alınmıştır. Böyle birkaç manayı
kendisinde bulunduran kelimelerden hareketle ayrı ayrı
görüşlere sahip olanlara Alimlerimiz müsamahalı
bakmışlardır. Üstün bir cehd iyi bir niyet neticesinde varılan
farklı neticelerden dolayı mezhepler birbirlerini tekfir
etmemişlerdir.
Bir mezhebe bağlı değilim diyen kardeşlerimiz lügat
kitaplarına bakarak bu manalardan hangisini seçerlerse
seçsinler bir mezhebin görüşüne katılmış olurlar. Hayırlı
olsun.41[41]
41[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/35-37.
Kur'anın Tarifi
Birçok ayeti kerime bir soru veya bir olay üzerine nazil
olmuştur. Ayeti kerimelerin anlaşılmasını kolaylaştıran bu
esbabı nüzul o ayetin yalnız o olaya tahsis edilemeyeceğini
ifade etmiş usulcülerimiz.
Mesela bir sahabi hakkında nazil olan bir ayet bizi
ilgilendirmemiş olsa idi biz bindörtyüz sene sonra
geldiğimiz için bizi ilgilendiren ayet olmaması
gerekirdi.61[61]
64[64]
Ali îmran 95.
65[65]
En'am 146 ayetinde olduğu gibi.
66[66]
Enbiya 107.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/41-42.
Ayetlerin İbaresi, İşare'ti, Delaleti, İktizası
67[67]
A'raf 204, Nahl 97, İsra 45, ayetlerinde okunan ayetlere Kur'an dendiğim görüyoruz.
68[68]
Zümer 23.
69[69]
Nisa 122.
70[70]
Bakara 275.
71[71]
Şura 38.
ibaresi bize işlerimizi istişare ile yapmamızı, devlet
yönetiminin şura ehliyle istişare edilerek yapılması
gerektiğini öğretirken, işaretiyle şura ehlinin yetiştirilmesini
onların yetişeceği okulların açılmasını emretmektedir.
Misal "Eğer anne ve babandan biri veya her ikisi, senin
yanında ihtiyarlayacak olursa, Onlara karşı "Öf
deme" 72[72]ayetinin ibaresinden anne ve babaya "öf demenin
yasak olduğunu öğreniyoruz. Ayette dövmek
yasaklanmıyor. Ama ibaresi "öf demeyi yasaklayınca
Delaletiyle biz dövmeninde yasak olduğunu anlıyoruz.
Misal "Anneleriniz, kızlarınız, kızkardeşleriniz........haram
kılındı" 73[73] ayetine göre neleri haram kılındı, bilinemiyor.
Onlarla görüşmek, konuşmak, ellerinden tutmak mı haram
kılındı?, İşte burada bir kelime iktiza ediyorki
oda."Nikahlamak" lafzıdır. Ayetin ibaresinden, bunların
haram kılındığını, iktizasmdanda Nikahlanmamn haram
kılındığını öğreniyoruz.
Misal "Leş, kan, domuz eti, Allah'dan başkasına kesilenler,
boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp
yuvarlanmış, bir başka hayvan tarafından susulmuş, yırtıcı
hayvanlar tarafından yenmiş olanlar, dikili taşlar üzerinde
boğazlananlar ile fal oklanyla kısmet aramanız size haram
kılındı" 74[74] ayetinde leşin, kanın ve diğerlerinin haram
kılındığı bildirilmekte. Peki neyi haram kılındı? Yenmesi mi
derisi mi, kemiği mi, boynuzunu kullanmak mı? İşte burada
"yenmesi" kelimesi iktizasıdır.
Domuzun dışındakilerin kemiğinden, derisinden,
boynuzundan, yararlanabilirsiniz. Bize yenmesi
yasaklanmıştır. Ayetlerin vecihlerini (Nazm, beyan, isti'mal
ve vukufunu), Beyan yönlerini (Takrir, tefsir, tağyir, tebdil,
zaruretini) Hakikat, mecaz ve kinayesini bilmeyenler "Kim
72[72]
Isra 23.
73[73]
Nisa 23.
74[74]
Maide 3.
bu dünyada kör olursa ahirette de kör ve daha şaşkın
olacaktır." 75[75] ayetine bakarak körlerin kötü durumunun iki
dünyadada devam edeceğini söyleyeceklerdir. Halbuki
ayette kalbi kapalı kafirler kasdedilmiştir. 76[76]
Emir Ve Yasaklar
81[81]
Maide 2.
82[82]
Cuma 10.
83[83]
Tevbe 5.
84[84]
Fussilet 40.
85[85]
İbrahim30.
86[86]
Bakara 22.
87[87]
En'am 99.
88[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/44-45.
Buna binaen bir defa namaz kılanda emri yerine getirmiş
olur denemez. Kur'anı kerimde emirler bir sebebe dayah
olarak emredilmiştir. Mesela namazın farz olması için vakit
bir sebep kılınmıştır. Ramazan orucu için ramazan ayı, Hac
için Mescidi haram sebep kılınmıştır.
Sebebin tekrar etmesiyle biz emirlerin gereğini yerine
getiriyoruz. Namaz vakitleri ile ramazan ayı tekrar tekrar
yeniden gelmektedir. Mescidi haram tekerrür etmediği için
gücü yetenlere her sene hac farz değildir.
Her emrin vucubu için bir sebep vardır. Birde o emrin edası
için sebep vardır. Mesela namazın vucubu için sebep
vakittir. Edası için sebep Allah'ın emridir. Bazan kutuplarda
olduğu gibi vakit olmayabilir. Ama Allah'ın emri ise
heryerde vardır. Vaktin olmadığı yerde emir vardır. Vakitler
takdir edilerek emir yerine getirilir. Bazı emirler vardır ki
hemen yapılması gerekir. Bazı emirler vardırki daha sonra
yapılmasınada müsaade edilmiştir. Mezhepler arasında
ihtilaf olmasına rağmen mutlak olan, belirli bir zamanla
kayıtlı olmayan emirler Ömri dir. Yani farz olduğu an
yerine getirilmesi gerekmez. Hac gibi daha sonrada yerine
getirilebilir. 89[89]
Nehiy-Yasak
91[91]
İsra 32.
92[92]
Hac 30.
93[93]
Nahl 90.
94[94]
Nisa 23.
95[95]
Bakara 229.
96[96]
Cuma, 9.
97[97]
Maide 2.
Genellikle yasaklar haramı ifade eder. Ama karine ile
kerahetinede hükmedilir. 98[98]
Has Ve Âmm
Âm'mın Hükmü
98[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/46-47.
99[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/47.
100[100]
Bakara 275.
101[101]
Bakara 185
102[102]
Bakara 275
kelimeleri: "Her nefis ölümü tadacaktır 103[103] ayetindeki
"her" manasına gelen Küllü kelimesi elfazıâm'dandır.
5- Nefihden sonra gelen nekre: "Dinde hiç bir zorlama
yoktur." 104[104] ayetinde lâ'dan sonra gelen İkrahe kelimesi
onu ifade eder.
Âm olan ayetlerin hükmünü tahsis eden başka bir delil
olmadıkça katiyyet ifade eder.
Mesela: "Yeryüzünde hiçbir canlı yokturki rızkı Allah'a ait
olmasın" 105[105] ayetinde Allah'ın rızkının bütün canlılara
şamil olduğunu hiçbir canlıyı istisna etmediğini haber verir.
Âm olan ayetlerin tahsisi:
1-Ayetle ayet tahsis edilir.
Mesela: Kocası ölmüş kadınların dört ay on gün iddet
beklemelerini emreden ayet 106[106] bütün kocası ölmüş
kadınları içerir.Kocası ölmüş hamile kadınların iddetinin
doğuma kadar olduğunu bildiren ayet 107[107] ise yukardaki
bütün kocası ölmüş kadınlardan hamile kadını istisna
etmiştir.
2- Mütevatir veya meşhur hadisle umum ifade eden ayetin
tahsisi:
Mesela: Evlatlara kalan malın taksimini bildiren
ayetde 108[108] yalnız "evlatlar" kelimesini kullanmış. Bu
ayete göre babasının malına göz dikerek babasını öldüren
evladda varis olması lazım. Ancak peygamber efendimiz
"Katil hiçbir şekilde öldürdüğüne varis olamaz. (Ebu Davut-
Diyat) hadisiyle ayeti tahsis etmiştir.
Ayette "Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadının
ellerini kesin" buyurur. 109[109] ayetin genel anlamına göre bir
yumurta çalanında eli kesilmesi gerekir. Ancak efendimiz
103[103]
Ali İmran 185
104[104]
Bakara 256
105[105]
Hud 6
106[106]
Bakara 234
107[107]
Talak 4
108[108]
Nisa 11
109[109]
Maide 33
"Dinarın dörtte birinden aşağısında el kesilmez" hadisi ayeti
tahsis etmiştir. (Müslim hadis no 1684)
Allah'ın ismi anılmadan (besmele çekilmeden) kesilen
hayvanın yenmeyeceğini bildiren ayet 110[110] kesenin
Müslüman mı, hristiyan mı, mecusi mi olduğunu bildirmez.
Müslümansa unutarakmı yoksa kasden terkederekmi
kestiğini de bildirmez. Bu ayete göre bir Müslüman
besmeleyi unutarak koyun kesse veya besmeleyi bilmeyen
bir Hristiyan kesse o koyun yenmez. Hadisi şerife göre ise
besmele çekilip çekilmediği bilinmeyen bir eti besmeleyle
yemek helaldir.
"Müslüman besmele çeksede çekmesede kestiği helaldir"
buyurmuş Efendimiz. 111[111]
Mutlak Ve Mukayyed
110[110]
En'am 321
111[111]
Nasb-r-Raye 4/183
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/47-49.
Misal: 1- Evlenilmesi haram kılınan kadınları sayarken ayeti
kerime 112[112] süt anneleri ve süt kız kardeşlerimde zikreder,
ne kadar emdiğini zikretmediğinden ayet Mutlaktır. "Ayrı
ayrı iki defa veya beş defa emmek haramdır" diye rivayet
eden hadislerle Mutlak olan ayet Mukayyede hamledilmez
ve Hanefilere göre bir yudumluk sütle süt kardeşi veya süt
annesi olunur.
Misal: 2- Keffareti zıhar için bir köle azadını emreden
ayette 113[113] kölenin mümin veya kafir olacağını
açıklamadan Mutlak olarak bahsetmiş. Hata ile bir mümini
öldürenin, mümin bir köle azat etmesini emreden ayet 114[114]
ise azat edilecek kölenin mümin olması gerektiğini
söylemiş.
Şimdi Hanefilerin "Mutlak, Mukayyede hamlolunmaz"
kaidesine göre keffareti zıhar için mümin veya kafir her
hangi bir köle azad edilirken, hata ile öldürmede ise azad
edilenin mümin olması gerekir.
Şafiilere göre ise Mutlak Mukayyede hamledildiğînden her
iki halde-de mümin köle azad edilir.115[115]
118[118]
El İbane, Mekki b. Ebi Talip s: 52-54
119[119]
Buhari K. Ahkam babu yüstehabbü lilkatıp hadis 6753
120[120]
Buharı K. Fezailüî Kur'an Babu Ünzilel Kur'ana Ala sebati Ahrafin hadis 4671
lehçesine göre yazmaları çünkü Kur'anın onların dili üzerine
nazil olduğunu bildirdi. Bir kaç nüsha yazıldı ve dışarıya
gönderildi. Hafsanın Mushafı kendisine geri verildi ve diğer
farklı nüshaların yakılması emredildi. 121[121]
Cephedeki Kur'an okuyucular arasındaki bir kısım ihtilaf,
mana ayrılığı meydana getirmiyordu. Ancak aynı manayı
ifade eden lafzın okunuşunda ihtilaf vardı. Mesela "cezve"
kelimesini 122[122] cizve veya cüzve diye okuyanlar vardı.
Bir kısmı takdim ve tehirde, hareket değişikliklerin de ve
harf değişikliklerinde de ihtilaf yapıyorlardı. Bütün bu
ihtilafları kesmek için devlet başkanının tedbir almasını
Huzeyfe, Hz. Osmandan ister.
O da gerekli tedbiri alır. Komüsyon tarafından yazılan yedi
adet Mushaf şehirlere gönderildi. Halkın elindekilerde bir
kısmı yakıldı bir kısmida tekrar yazıda kullanılmak üzere
suda yıkanarak imha edildi. Bunların yakılmasına sebep:
Birçok sahabe kendisi için yazdığı Mushafa tefsir
kabilinden kelimelerde yazmıştı. Efendimizden duyduğu
duaları şerhleride yazmışlardı. Zamanla ihtilafa sebep
olmasın diye yakıldı veya yazılan yıkanıp yeniden
malzemeleri kullanıldı.
Şii kaynaklara göre; Bütün bu olaylara yakinen şahid olan
Hz. Ali r.a. "Osmanm yerinde ben olsa idim aynısını
yapardım" 123[123] diyerek onun icraatını onaylamıştır.
"Hz. Alinin de bir Mushafı vardı. Onda başka sureler vardı.
Hz. Osman onları bu Mushafa almadı" gibi zihin karıştırıcı
sözler hiçbir şii kaynağında yoktur. 1400 senelik tarih içinde
şiilerle sünnilerin Mushafı aynı olmuştur. Ayn bir Mushafın
basıldığı görülmemiştir.
Bu tür sözler arabozucu batılı müsteşrikler ve Kazanlı
Kâzım beyin işbirliğiyle ortaya atılmıştır. Ama şii ve sünni
121[121]
Buhari K. Fezaiîül Kur'an babu Cem-il-Kur'an Hadis 4668
122[122]
Kasas 28/29
123[123]
Ükzübetü Tahrif-il-Kur'an s: 51 Şeyh Rasul Caferayn Tahran 1985, Elmukni' Li Ebi Amr-ed-dani s:
18
çevrelerden ilgi görmemiştir. Ancak şii- sünni
çatışmasından çıkar sağlayan çevreler müsteşrikler
tarafından ortaya atılan iğrenç iftirayı gündeme getirmekle
İsrar etmektedirler.
Şiilerin el-kafi isimli eserinde Kur'anin eksikliği
konusundaki iddialar yine şiiler tarafından reddedilmiş ve
her mezhepde hadis uydurucuları olduğu gibi şiilerdede bu
tür şeyler uydurulmuştur diye el-kafi savunulmuştur. 124[124]
Bir sure veya ayetin Kur'andan olduğunu isbat etmek için üç
şart gerekiyor:
1- Peygamber efendimizden tevatür yoluyla bize
nakledilmiş olması gerekir. Allah'a hamdolsunki ondört asır
içinde birgün dahi o tevatürü zedeleyecek bir durum
olmamıştır. Binlerce hafızımız gönülden gönüle dil
kanalıyla Kur'anı Kerimi nakletmişlerdir.
Peygamber efendimizin zamanından ondört asır sonra
dünyaya teşrif eden Abdürrahman Gürses hoca efendinin
icazetnamesinde kırk kadar ra-vinin isimleri zikredilerek
Efendimize ulaşmaktadır.bu kıraat senedinin silsilesir...
Tarihde hiçbir kitabın veya hikayenin veya destanın
rivayetinde böyle bir senet,silsilesi tutulmamıştır.
2- Hattı-Osmaniye'ye (yani hazreti Osman yazdırdığı hatta)
uygun olması gerekir. Bugün henüz Hz. Osmanın yazdırdığı
Mushafların herhangi birine sahip değiliz. Ancak birçok
kıraat kitaplarında Fatihadan, Nas suresine kadar baştan
sona Kur'andaki her kelimenin nasıl yazıldığını ve
okunduğunu tarif eder kitaplarımız vardır. Bu
tariflere.uygun olarak Hattı Osmani üzerine Mushaflar
basılmıştır.
Ebu Amr Osman b. Said-ed-Dani (Ö:444)"Elmukni'fi Resmi
Mesa-hıf-il-Emsar" isimli eserinde Şam, Basra ve Küfeye
gönderilen, Medinede kalan Mushaflara bakarak kelimelerin
124[124]
Bak Ükzübetü tahrif-il Kur'an Şeyh Rasul Ca'ferayn 1985
nasıl yazıldığını bize tarif edivermiş ve bu eser günümüze
kadar gelmiştir.
3- Arap dil. kaidelerine uygun olması gerekir.
Bu üç şarttan asıl olanı birincisidir. Yani tevatür şartıdır.
Tevatürle bize gelen bir ayette dil kaideleri yönünden bir
uyumsuzluk olsa tevatürü esas alırız. Çünkü her dilde
olduğu gibi arap dilindede dilciler arasında ihtilaf vardır.
Sibeveyhle-Kisai, Basra mektebiyle Küfe mektebi arasında-
ki ihtilaflar ciltler doluşudur.
Türk dili yapısında birçok değişmeler olduğu gibi Arap
dilindede olmuştur. Bugün müsteşrik tipi araştırma yapan
bir kısım arap bilgini kendi kullandığı gramer bilgisine
kıyas ederek Kur'anda yanlışlar aramaya kalkmıştır. Ancak
kendi eksikliğini açıklamaktan başka birşeyede yara-
mamıştır.
Biz Allah'ın iki çeşit ayetinin olduğuna inanırız.
1- Okunan ve amel edilen Kur'anı kerim ayetleri
2- Tabiattaki ayetleri 125[125] yani tabiat kanunları.
Tabiat konunîarı yaratılalı kaç bin, milyon veya milyar sene
olduğunu kesin olarak bilemiyoruz. Ancak bugüne kadar
tabiat kanunları üzerinde araştırma yapan fizik, kimya,
biyoloji vs. uzmanlarından bir tanesinin tabiat kanunlarında
bir düzensizliğe, eksikliğe veya fazlalığa rastladığını
söyleyen olmamıştır.
Allah (c.c.) milyon veya milyar sene önce koyduğu
milyonlarca tabiat kanununda hata etmiyecek her çağa
uygun olacakda bindöryüz sene önce indirilen altıbin küsur
ayette mi kusur edecek ve bu çağa yeterli olmayacak?
Bu tür iddiayı ortaya atanlar somut bir örnek veremiyorlar.
"Mesela Kur'anm şu emri veya yasağı çağımıza uygun
değildir" diyemiyorlar. Ancak papağan gibi öğretileni tekrar
ediyorlar.
125[125]
Yasin 36/33, Isra 17/12, Yusuf 12/105
İslam hukukunun ana kaynağı olan Kur'anı Kerimde itikada,
ibadete, güzel ahlaka dair ayetler olduğu gibi Aile
hukukuna, 126[126] Medeni hukuka 127[127] Ceza
128[128] 129[129]
hukukuna Muhakeme usulüne Uluslararası
130[130]
hukuka Devlet bütçesinin girdisi çıktısıyla ilgili 131[131]
ayetlerde vardır. 132[132] Hulasa Kur'an insanlara
gönderildiğinden hükümleri her çağda her sorunu çözecek
şekilde indirilmiştir.
Zamanın değişmesiyle Kurallarında değişeceğini, Kuranın
bindörtyüz sene önce nazil olması nedeniyle şartların çok
değiştiğini, ziraat toplumundan sanayi toplumuna
geçildiğini, ziraat toplumunda kapalı aile hayatı olduğunu
sınırlı mekan üzerinde sınırları istekleri olduğunu, günü-
müzde ulaşım ve iletişim vasıtalarının hızıyla dünyanın tek
aileye dönüştüğünü onun için bindörtyüz sene öncesinin
kurallarının bugün geçerli olmayacağını söyleyenler 1)
Kur'anı dikkatli okumayanlar
2) Yarının ne getireceğini bilemeyen insanın yaptığı
kanunlarla yarını yaratan Allah'ın kanunlarını yargılamaya
kalkanlardır. 133[133]
139[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/55-56.
140[140]
Tergip ve Terhib 2/345
141[141]
Et-Tibyan fi Adabı Hamelet-il-Kur'an 26. Nevevi
Kur'anın gölgesinde insanları adalet ve ihsan sınırları
içerisinde mutlu kılarken kalbinde Kur'an olmayanların
halini Efendimiz "İçinde Kur'an olmayan kişi harab olmuş
ev gibidir" 142[142] buyurarak imanın olmadığı yerde küfrün,
aydınlığın olmadığı yerde karanlığın, temizliğin olmadığı
yerde, yılanların akreplerin olacağını, insanları ve toplumu
zehirleyeceğini haber vermiştir. Kur'anla yüreğini, ailesini
toplumu ve topyekün insanlığı aydınlatan insan, kalbinde
taşıdığı O Kur'an onda kaldıkça onun iki dünyanın
acılarından korunacağını Efendimiz şöyle haber vermiştir:
"Kur'an okuyunuz. Allah, kalbinde Kur'an olan kişiye azap
etmez."
iki dünyadada yanmamak için Kur'ana dönelim ve bu
girişimizin son sözünü Hz. Ömer'e bırakalım:
"Ey Kurra topluluğu!. Başınızı dik tutunuz. Kur'anla
yolunuz apaçık olmuştur. Hayırda yarış ediniz. İnsanlara
yük olmayınız". 143[143]
142[142]
Fezailüî-Kur'an 55. ibni kesir
143[143]
Et Tibyan fi Adabı Hameleti-1-Kur'an 26
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/56.
mebni meâni'i Lafzı vecize içinde vardık yerdeki halk
mâbeynindeki taze ve mâhâza misaller ve temsillerle halkın
fehm edebileceği bir tarz ve üslûbda yazmış ve (âsâri
müteahhirîn, mesrûkatı mütekaddimîn) mesleğine sülûkden
de kendini tevakki kılmıştır.
Kur'anı Kerimin en yüce müfessiri olan sultânül enbiyâ
efendimiz olduğuna göre bir müfessir dahi evvelâ Sünen'i
Seniyye ve ahâdisi nebeviyyeye bihakkın vâkıf olmalıdır.
Zira Ashabı kiram bir ayet nazil olunca evvelâ
Efendimizden muradı ilâhisini suâl ederlerdi, Mahmud hoca
dahi bildiğimiz kadarı ile müddeti medîdedir, zâten sünen
ile iştigâlini yakînen müdrikiz.
Hem evvelâ kitabı mükerremi İstanbul camilerinde
alâmeleinnâs rûberû cemaat huzurunda bittefsir takrirle
hatmi kelâm ettikten bade mâhu bu va'z ve sohbeti içeren
takrir dersini bittahrir tefsir kitabı olarak vücûda getirme
zamanı gayri gelmiş olub, Hakteâlânın Kur'ana o bir
mev'ıza, bir va'z kitabıdır buyruğuna mutabık, adı aslına
muvafık, ismi cismine tevâfuk va'z tarzında anhâsîla,
minhâsîla nâsa erfak, zemâna evfak sözleri seçerek, saçarak,
kemâkân makbulü âmmeye mazhar, nâdîde bir tefsir
meydâna gelmiştir.
Bâlâdaki îzâhâtı mesrûdeden anlaşılacağı veçhile, o güzel
şeylerin güzellerinden güzellerini ala ala yazmış. Çünkü
Kelâmı kerim, kelâmı kibar ile anlatılınca elbette başlara
tâc, kalblere inanç, derdlere ilâç, ruhlara mi'râc olduğu
tahakkuk eder. Öyle ise anlatan ile anlayan fıtrî bir zekâya
mâlik, ahlâkı hamide ile mütehallık olmalıdır. Kaldıki bu
devrin insanları kalbden çok akılla yol aldığından sözler
ilmî olmalı ve ilmî yönden aklı feth etmelidir.
İlmi tefsir kitabının makbul ve müessir olması için birçok
şartlardan birincisi bunu veren ve alan onların lisanları ve
musammimlerinin sureti tarzında icra edilebileceğinden,
veren zâtın cemâatin ahvâli ruhiyyesini iyice anlamış
vaziyetde, onları gözönünde bulundurmasıdir. Müfessirin
bununda ehli olduğuna kaniiz.
Yazan ve okuyandan hak razı olsun. Zîrâ yer yüzünde
insanlığı ilme yönelten ve onu ibâdetden bile üstün tutan tek
din İslâm dînidir. Onun için ilim dîni denmektedir. Ba'de
edayı mavecebe aleynâ.
Ömrünüz medîd, İlminiz mezîd olsun efendim.
Bismillahirrahmanirrahiym
144[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/7-8.
efendim doktora gittim ilaç aldım ama, aksi tesir yaptı diye.
Kardeşim doktora gittin muayene oldun, ilaç aldın, ama
yanlış doktora gittin, yanlış ilaç aldın. Kendi hastalığına
uygun ilaçları almadın oda aksi tesir yaptı. İnsan maddi
hastalığından dolayı yanlış tedavi uygulasa en kötü şartlarla
eceli gelmiş ise ölür kurtulur. Amma manevi hastalıklarda
yanlış tedavinin neticesi hüsrandır Allah (c.c.) korusun.
Maddi ve manevi hastalıklarımızın tedavisi için başka
yerlerde doktor aramayalım, ilaç aramayalım. Kur'an ve
sünnet şifahanesinde tedavi olmaya çalışalım.
Allah (c.c.) kendilerinden ve tüm müslümanlardan razı
olsun. Ben Mahmut Toptaş hoca efendiyi 1985 senesinde
hacı arkadaşlarımın Etilerdeki bir evde sohbet toplantısında
tanıdım. Orada kısa bir sohbet yapmak imkanı oldu. Bu kısa
sohbette benim hastalığıma şifa olacak ilaçlan verebilecek
doktor budur kanaati bende hasıl oldu. Kendileri ile kurmuş
olduğum irtibatımı devam ettirdim.
Sonradan Çemberlitaş Gazi Atik Ali Paşa Camiinde cuma
günleri namazdan önce sohbetlere başladı. Tabiri caiz ise o
günden sonra cuma günlerini iple çekmeye başladım. Kur'an
sohbetlerinden son derece haz duyuyordum.
1989 senesinde cağaloğlunda Cezeri Kasım Paşa
Camiindeki konferans salonunda Kur'am Kerimin
açıklamalarına başlıyorum dediğinde ne kadar sevinmiştim
tarif edemem.
Çünkü dinimi direkt kaynağından ve ehil bir ağızdan
öğrenmeye ve anlamaya başlıyordum.
Allah (c.c.) nasip etti. Dört seneye yakın bir zaman Kur'am
Kerimin tefsirini dinledim. Anlaşılması güç ve zor olan
ayeti kerimeleri bile yediden yetmişe herkesin
anlayabileceği ve sade bir dille anlattığı için dersi takip eden
hepimiz arılayabiliyorduk. Onun için konferans salonu her
sınıftan insanımızın dersleri takip etmesi ile dolup taştı.
Hocamızın arada bir yapttği espirilerde bu derslere renk
katıyor, yorgun gelen dinleyici kardeşlerimin uykusunu
dağıtıyordu. Ben şahsen bu derslerden almış olduğum enerji
ile bir hafta boyu kalbimi canlı tutmaya gayret gösterdim.
Derslerden, Kur'andan almış olduğum ruhla mutluluğu
yakalamaya çalıştım.
Eş ve dostlarıma derslere gelmelerini tavsiye ettim, bir kerre
gelen zaten terk edemiyordu. Hatta bir dostum "sen benî
zehirledin bir başladım bir daha bırakamıyorum" diye latife
yaptı.
Velhasıl dinimizi kaynağından duydum, duyduklarımı
hayatımda, ailemde ve arkadaşlarım arasında uyguladığım
zaman yüzde yüz isabet kaydeden neticeler aldım. Mutlu
oldum, huzurlu oldum. Allah (c.c.) öğrendiklerimizle amel
etmek, hayatımızın her safhasına geçirmek nasip eylesin.
İşte elimizdeki bu tefsir, şifa tefsiri; kıymetli hocamızın
ihlaslı olarak yorgunluk, soğuk, sıcak, hastalık demeden
dört yıl boyunca Cezeri Kasım Paşa Camii konferans
salonunda anlatmış olduklarının yazıya dökülmüş ve
bilgilerin devamlılığı, kalıcılığı sağlanmış şeklidir.
Allah (c.c.) Mahmut Toptaş hocamızdan razı olsun ve
hayırlı, bereketli ömürler nasip eylesin de şifa tefsirinin
diğer ciltlerini tamamlasın.
Şifa tefsiri şimdiye kadar yazılmış olan tefsirlerden çok
farklı bir üslup ve dille yazılmış. Herkesin ve her kesimden
insanın kolayca anlayıp kavrayabileceği bir dozda
okuyucuya sunulmuştur.
Şifa tefsirinin en önemli özelliğinden biriside Ayeti
kerimelerin mealleri ve tefsirlerini vermekle kalmamış her
okuyucu müslümana günümüzde bu ayeti kerimeler ne
demek istiyor, nasıl davranması gerekiyor onlar
açıklanmıştır.
Tefsirde Kur'an ayetleri, Kur'anı Kerimin diğer ayetleri ile
ve peygamber (s.a.v.) efendimizin hadisi şerifleri ile
açıklamış, tefsir edilmiş, lüzumsuz yorum ve hikayelerden
kaçınılmıştır.'
Ayrıca kelime ve kavramlar üzerinde durularak köşe taşı
durumunda olan kelimelerin İslama göre nasıl anlaşılması
ve kavranması gerekiyor sıkça vurgulanmıştır.
Şifa tefsiri okumaya değer, okuyanların zevkle, usanmadan
okuyabileceği ve anlayabileceği ihlaslı ve değerli
çalışmanın bir ürünüdür. Ben bir eserin kendimde tesirini
görüyorsam onun samimi bir kalple yazılmış olduğuna
hükmediyorum. Bu eserede o gözle bakıyorum.
Bindöıtyüz küsur sene önce rahmet peygamberi Muhammed
Mustafa (s.a.v.) efendimize inen, dolayısıyle bizlere inen
Kur'anı Kerimin, kendisine uyulduğu zaman müslümanlara
dünyada devlet, ahirette cennet ve Allah (c.c.)'ın Rızasını
vadettiğini bu elimizdeki şifa tefsirinden herkes okusun
görsün.
Allah (c.c.) Kur'anı Kerimin şifa tefsirini baştan sona
hepimize okumak ve hayatımıza tatbik edip dünyada devlet
kurmayı, ahirette cennete girmeyi nasip eylesin AMİN
Esselamü Aleküm Ve Rahmetullahi Ve Berakatüh. 145[145]
Bismillahirrahmanirrahim
145[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/9-11.
Tefsiri 1. cildini okurken kendimi 1989 yılının Eylül ayının
7 si perşembe gününde buldum. Çünkü taa o günlerde
Kur'an-ı Kerim'i hocamızın dilinden dinledikçe gözlerimiz,
tabiri caizse faltaşı gibi açılıyor, "İşte Müttekilere yol
gösteren gerçek kitap budur. Bunda şüphe yoktur" 146[146]
ayeti kerimesinin güzelliğini farkediyorduk ve yaklaşık dört
yıldan bu yana takip ettiğim Kurran-ı Kerim'in tefsirinde
"Bütün Ayetleri indiren Allah (c.c.) olduğu için ayetler
arasında çelişki bulunmaz" 147[147] hakikatini gördük ve ben
bu önsözü yazdığım günlerde (30-5-1993) Bir televizyon
yorumcusunun mecliste anayasanın 133. maddesi (Radyo
Tv) ile ilgili yapılacak görüşmeler hakkındaki
açıklamalarını dinlediğim zaman bu ayeti kerimenin
güzelliğine bir kez daha şahit oldum. Yorumcu şöyle
diyordu. "1982 anayasasının bir çok yanlışının içinden birisi
olan 133. maddenin, görüşülmek üzere hazırlanan yeni
metnin kabul edilmesinin çok sakıncalı olduğunu meclisteki
450 kişi (Milletvekilleri), ya anayasa ne demek onu
bilmiyorlar, yada bu maddenin ne getireceğini tahmin
edemiyorlar. Çünkü bu madde böylece geçerse çok
geçmeden tekrar tartışmalara neden olacaktır" Yani
önümüzde eski bir anayasa maddesi, değiştirilmek üzere
hazırlanmış yenisi ve daha kanunlaşmadan yerine bir başka
yenisi, yani çelişki içinde çelişki. Halbuki yukarıda geçtiği
gibi "Ayetler arasında çelişki bulunmaz" (Yani Allah
(c.c.)'ın kanunları arasında çelişki bulunmaz.)
Şifa Tefsiri'nin bir başka güzelliği gayet sade ve akıcı bir
dille herkesin anlayacağı şekilde yazılmış olması ve
okuyanları her insanda olduğu gibi bizim yaratılışımızda da
bulunan "Mevcut iyiye, güzele ve kemale olan meyli" mizi
ortaya çıkarmakta ve bizleri o yöne doğru sevk etmektedir.
Şahsen ben ve bazı tanıdığım arkadaşlarımda hocamı
146[146]
Bakara/2
147[147]
Nisa 4/82
dinlemeye başladıktan sonra gittikçe temposunu artıran bir
kıpırdanma başlamış, bunun sonucu olarak Bozkırlılar İlim
Kültür ve Yardımlaşma Vakfı'nın kuruluş çalışmalarında
üstün bir gayret, kurulduktan sonra vakfın yapacağı
hizmetler doğrultusunda bıkmadan, usanmadan, bir çalışma
başlamıştır. Buda yetmiyor, Yani Kur'an-ı Kerim'den
aldığımız güçle bizlerde mevcut olan iyiye, güzele ve
kemale olan meylimizi birleştirince ortaya Allah (c.c.)
yolunda malını, canını feda edecek bir insan çıkıyor.
İçinde bulunduğumuz bu kargaşa ortamında bunalıp
elimizden birşey gelmez diye oturup her şeyi bir kenara
atmak çözüm değildir. Cenab-ı hak ayeti kerimesinde "İşte
kitap, O'nda hiç şüphe yoktur. Müttekiler için doğru yolu
gösterendir" buyurur. 148[148]
Allah (c.c.)'ın Peygamber efendimiz (s.a.v.) aracılığı ile
bizlere ulaştırdığı ilk emri "Oku" ya uygun olarak Mahmut
Toptaş Hocamızın kaleminden takdim edilen Kür'an-I
Kerim, Şifa Tefsiri'nden çok istifade edeceğimiz umudu ile
"Oku" mamızı ve bu çalışmaların Rıza-i ilahiye muvafık
olmasını yüce Allah (c.c.)'den dilerim.
Serdar Gül
(Tüccardan)İstanbul. 149[149]
Önsoz
M.Yılmaz Pekkaya
Emekli Hava Pilot Kurmay Yarbay 152[152]
Bismillahirrahmanirrahim
152[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/5.
Allah'ın rızasına uygun, Kur'anı anlayarak ve yaşayarak
yazanlara, okuyanlara, tercüme ve telif olarak tefsir
edenlere, çoğaltanlara, hediye edip dağıtanlara ne mutlu!..
Selâm olsun onlara!
Muhterem Hocam'ızm, İstanbul Cağaloğiunda Gezeri
Kasımpaşa camiinde başlatmış olduğu tefsir derslerine beş
sene ara vermeden devam ettim ve Fatiha suresinden Nas
suresine kadar.dinledimve teyp kasetınede
aldım.Mutluyum,umutluyum. Allah cümlemize Kur'ana
göre yaşamak nasip etsin. Amin.
Şifa Niyetine
155[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/5-6.
hükmündedir. Allah-u Alem. Öyleyse, bu din kaim olduğu
müddetçe nasihat devam edecek, yani tefsirler, hadis
şerhleri vesaire yazılacaktır.
Bazen insanın aklına geliyor: Neden bu kadar fazla tefsir
var? Neden bu kadar fazla tefsir yazılıyor? Gerekli mi
acaba? Bu sorunun cevabı ancak birden fazla (en az üç-dört)
tefsirin aynı anda okunması halinde verilebilir. O zaman
görülecek ki okunan bu üç-dört eserin hepsi de tefsir
olmasına, Allah'ın kelamını insanlara izah sadedinde
yazılmış olmasına rağmen -ilginç ve ilginç olduğu kadar
güzeldir de- her birinde ayrı bir koku vardır. Yani çiçek
gibidir tefsirler. Her çiçeğin nasıl ki kendine has bir kokusu
ve rengi, şekli şemali vardır. Tefsirler de aynen öyledir.
İşte 3-4 sene önce bir çiçek daha açtı gönül bahçemizde, bir
tefsir daha yazıldı. Ancak bu tefsirin diğer tefsirlerden ayrı
bazı özellikleri vardı: Öncelikle yazarını (Mahmut Toptaş
Hocam'ı)ben hukuk fakültesi öğrencisi iken bize,elli kadar
arkadaşa islam hukuku dersleri verirken tanımam,
kendisiyle hemhal olmam hasebiyle elbette ki tefsirin bu
açıdan bana göre ayrı bir özellik taşıyor olması hariç, bir de
genel manada, umum içinde taşıdığı farklı özelliklerinden
bahsetmek gerekiyor.
Yaklaşık 6 yıla yakın bir zamandır (semtimizde yapılan bir
çalışma münasebetiyle) belli bir sistematik dahilinde en az
9-10 tefsiri tetkik etme durumundayım. Şifa tefsirini
bunlardan ayıran en önemli fark işbu tefsirin anlatılmış,
yapılmış ders notları şeklinde olmasından kaynaklanıyor.
Aynı özelliği taşıyan ve Türkçeye de terceme edilen "Min
Vahy'il Kur'an da bu tefsirdeki sadelik ve sıcaklığı
bulamıyoruz, Şifa tefsiri daha sıcak ve bizim insanımıza
daha yakın.
Sonra kitapta verilen (dolayısıyla derslerde anlatılmış olan)
örneklere bakınız ve kendinizi bu örneklerle kıyaslayınız; ya
bu örnekler sanki bizzat sizin hayatınızdan verilmiştir veya
çok yakınınızın başından geçen bir hadise anlatılmıştır.
Bakıyorsunuz ki tefsirin yazarı olan hocamızla sizin
dertleriniz, sıkıntılarınız hep aynı, aynı dilden konuşuyor,
aynı kurum ve kuruluşlara kızıyor, aynılarını seviyor veya
destekliyorsunuz. Yukarıda beyan ettiğim üzere okumuş
olduğum (ve halen okuyor olduğum) tefsirlerin içinde bana
(ve size) en yakını Şifa tefsiridir.
Ama hayal kırıklığına uğramamanız için bazı noktalara da
temas etmek gerekiyor.: Meselâ Şifa tefsirinde alimler
arasındaki ihtilaflardan ve, veya görüş farklarından
bahsedilmemiş, fıkhi meseleleri ilgilendiren ayetlerde
(Ahkâm ayetlerinde) fıkhi düsturlar, kaideler
serdedilmemiş...
Meselâ bir "nesh" olayından hoca hiç bahsetmemiş, bunun
tartışmasına girmemiş.... Veya meselâ hoca, hemen hemen
hiçbir ayetin nüzul sebebinden bahsetmemiş, ama hocam
tefsirini yaptığı ayetin bugün nasıl uygulanacağından
bahsetmiş, hayatımıza nasıl yansıyabileceğinden bahsetmiş,
bilgiler vermiş, espriler yapmış ve bunu kitabına aynen
geçirmiş. Bizlere lazım olan da bu değil mi zaten? Yani
bizler için tam bir Şifa bu tefsir. Sahi adı da Şifa tefsiri idi
değil mi?
Bu vesileyle Rabbimden, hocama ilminde kudret, sıhhat,
afiyet vermesini temenni ederken, tefsirin de bizler ve 1,5
milyarlık İslam alemi için şifa olmasını temenni ediyorum.
Haydi öyleyse Şifa niyetine....
Takriz
156[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/7-8.
Bismillahirrahmanirrahim,
Ramazan Işık
Eyüp İ.H.L. Tefsir Öğretmeni 157[157]
157[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/5-6.
kadar girdi. Evlerimize giren dünyaya baktığımızda mutsuz,
huzursuz, ruhi bunalımlar geçiren milyarlarca insan
karşımızda duruyor ve soruyorlar:
"Bu dünyaya ne zaman huzur gelecek? ve bu insanlar ne
zaman gülecek?" Sorular peş peşe gelmekte, cevab ise bir
türlü tatmin edici bir şekilde verilememekte. Aslında cevap
çoktan verilmiş. Taa ondört asır öncesinden.
Tefsir dalında Mastırımı tamamlarken gördümki, her
müfessir kendi çağının hekimi olmuş.
İşte bu cevabın; iki bine çok az bir zaman kala İstanbul'dan,
Cağaloğlu'dan Bab-ı Âli'den hoş bir sâdâ halinde yükselişi
ve bu hoş sadanın sahibi: Şifa Tefsiri Ve Mahmut Toptaş
hocamız.
Şifa tefsirinin 6. cildi çıkarken değerli hocam Mahmut
Toptaş'ın bu takrizi yazmayı benden istemesi, hayatımın
geçen 29 yılında bana verilen en büyük bir armağandır.
Hocamız tefsirini yaparken Kur'an-i bir eczaneye, ayetleri
de raflardaki ilaçlara benzetmektedir. İşte bu ilaçların
prospektüsü Şifa tefsiri, hekimi ise Mahmut Toptaş
hocamızdır.
Çağımızın imansızlık propagandası altında kararan gönüller,
harab olan hayatlar deva bulmak istiyorlarsa, Şifa Tefsirinin
sayfalarından gürleyen ab-ı hayat suyunu mutlaka
içmelidirler.
Günümüz insanını meşgul eden, kafasını olur olmaz şeylerle
dolduran çok şey vardır. Bu meşguliyetler arasında
insanımız uzun uzun okumak ve düşünmek için ne vakit
bulabilmekte, nede zaman ayırabilmektedir. İnsanımız kısa,
öz, ve pratik bilgiler arzu etmekle birlikte, aynı zamanda
okuduklarını ve duyduklarını evinde, sokağında ve yaşadığı
her yerde görmek istemektedir. Elinizdeki Şifa tefsiri bütün
bu özelliklere sahiptir.
tefsir hakkında
Çıkan beş cildi okuyanlar, tefsirin şu özelliklerini hemencik
fark edeceklerdir:
1- Anlaşılır ve sade bir dil.
2- Lüzumsuz uzatmalardan kaçınmakla birlikte
söylenmesi gerekenlerin tamamı.
3- Ayetlerin anlaşılmasında; önce konuyla ilgili diğer
ayetler, ardından Hz. Peygamberin (S.A.V) sünneti ve
sahabenin uygulamaları.
4- Konunun daha iyi anlaşılabilmesi ve akıllarda kalıcı
olabilmesi için enfes misaller.
5- Ayetlerin günümüzdeki yansımasını ve uygulamasını
gösteren yorumlar.
6- Tarih boyunca sorulmuş ve sorulabilecek sorulara ve
itirazlara, mantıki ve akli cevaplar.
7- Sureler ve ayetler arasındaki insicamın, yani konu
bütünlüğünün ortaya çıkarılması.
8- Özellikle geçmiş peygamberlerin hayatlarının anlatıldığı
ayetlerin tefsirlerinde, israliyata hiçbir zaman yer
verilmemesi.
9- İslam dünyasında tartışılan ve bir neticeye varılamayan
konulara -sanıyorum okuyanlar açısından bilinmediği
takdirde kaybedilecek pek fazla birşey olmadığından-
neredeyse hiç temas edilmemesi.
10- Ahkam ayetlerinin tefsirinde ise; Alimlerin görüşlerini
teker teker sıralamak yerine net, kısa ve akılda kalabilecek
cevaplar verilerek, daralan gönüllere şifalar sunulduğunu,
okuyanlar hemencecik müşahede edeceklerdir.
İnsanlık tarihi boyunca söylenen, yazılan, çizilen
milyarlarca söz, kitap ve resimler vardır. Ancak bu
milyarların içerisinden çağlan delip günümüze kadar gelen
ve günümüzden de kıyamete kadar ulaşacak olanlar çok az
olacaktır. Kanaati acizaneme göre bu "azlar" içerisinde
Mahmut Toptaş hocam ve onun "Kur'an'ı Kerim Şifa
Tefsiri'de" bulunacaktır. Nasılki hastalıklar devam ettiği
sürece, ilaçlar da deva olmaya devam ediyorsa, toplumsal ve
ruhi hastalıklar da devam ettiği sürece, tedavisi için baş vuru
kaynaklarından biri olarak "Şifa tefsin" de devam edecektir.
Yüce Rabbim den niyazım; hocama uzun ömürler vermesi
ve daha nice nice faydalı eserleri meydana getirebilmesi
için, ona yardımını ve lûtfûnu esirgememesidir. 01- 01-
1998
Mehmet Çelik
(Meslek Dersleri Öğretmeni) 158[158]
Bismillahirrahmanirrahiym
158[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/5-6.
faydalandıra-bilmek için teyp kasetlerine kaydediyordum.
Derslere her gittiğimde yeni yeni şeyler öğreniyordum.
Etrafımızdaki arkadaşlarımızı da bu derslere davet edip,
onlara "da bu manevi hazzı tattırmak istiyordum. Birgün
Hilmi isminde bir arkadaşımı davet ettim. O da icabet etti,
çok memnun oldu, bu dersleri teybe değil de, videoya kayıt
yapmamı önerdi. O anki imkansızlıklarım içinde,
Rabbimizin lütfuyla, böyle bir imkana kavuştum.
Elhamdülillah. Şimdilik videoya kayıt yaptığım tefsir ve
Hadis-i Şerif kasetlerini ancak arşivliyorum. İnşallah rabbim
bu tefsir kasetlerini daha geniş bir kitleye ulaştırmada bizi
muvaffak eylesin.
Derslerin arasında kafamıza takılan sorulan, münasip
biranda hocamıza soruyor, ya anında cevap alıyor veya daha
sonraki derslerde aydınlatılıyorduk. Hatta bir keresinde,
hocamız bir Ayet-i Kerime'yi, Hadis-i Şerifle açıklarken,
Hadis-i Şerifte Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Sahabe-i
Kiram'a îslâmı'da anlattıktan sonra, işte din budur diyordu.
Bunun üzerine benim kafamda sorular canlandı. Bir fırsatını
bulup, hocama sordum. Gayrisi din değilmidir? Hocam,
önce değildir, dedi, irkildi, ve dindir ama, batıl dindir dedi.
O günlerde "din nedir?" sorusunu, önüme gelen herkese
soruyordum. Farklı, farklı cevaplar alıyordum. (Bu
soruşumun sebebi de, bu konuların TV ekranlarında
çarpıtılarak işlenmesi idi.)
Çağımızda, her seviyedeki insanların anlayabileceği bir
şekilde, dinin genel tarifi yapılmalı ve de dinlerin şablonu
çıkarılmalıdır. Din genel bir manadır. Bütün dinleri kapsar.
Yaşanılan yerde, bütün düsturlarıyla, sulh içinde yaşamak
için konulan kurallara din denilir. Bu kuralları kim
koyuyorsa, o din, o kuralları koyanın dinidir. Kim de dili ile
ikrar, kalbiyle de tasdik ediyorsa, o dinin mensubudur.
Dinlerin şablonunu çıkarmaya gelince dinler ikiye ayrılırlar:
Batıl dinler: Totemizm, budizm, ateizm vs.
Semavi dinler: 2'ye ayrılır:
a)- Hak din: İslâm,
b)- Muharref (tahrif edilmiş) dinler: Hristiyanlik ve
yahudilik. Allah indinde kabul edilen din, İslâm'dır. 159[159]
Diğerleri (İslâm'dan başka aranan dinler) kabul
edilmeyecektir. 160[160]
Tefsirlerin anlaşılmasında, anlatanın gayreti, mahareti
önemli bir yer işgal eder. Allah (c.c) bu mahareti hocamıza
lütfedip, bahsetmiştir. Her kültür seviyesindeki insanların bu
şifa tefsirinden istifade etmelerini Cenab-ı Haktan niyaz
ederim.
Tefsir derslerini 8. yılında ulaştığımız şifa tefsirinin 7.
cildine layık olmadığım halde, benden intihalarımı yazmamı
isteyen ve bu suretle bana hüsn-ü teveccühte bulunan pek
kıymetli hocam, Mahmut Toptaş'a sonsuz kalbi saygı ve
hürmetlerimi arzeder, Cenab-ı Hak'tan hayırlı, bereketli
ömür ihsan etmesini ve hocamın hayırlı hizmetlerinin,
muvaffakiyetle devamını niyaz ederim. 17.7.1998.
Hasan Şahin
(Hocamızm talebelerinden)161[161]
Yayıncıdan
Sevgili Okuyucu...
Allaha(cc) hamd-ü senalar ve Rasulüne salatü selam
olsunki, uzun bir süreden sonra, elinizdeki "Kur'anı Kerim
Şifa Tefsiri"nin 8. cildi ile birlikte bu kıymetli eseri
tamamlamak nasip oldu.
Yaratılış gayesi, "Allah'ı tanımak ve O'nun dinini yeryüzüne
yaymak" olan insanların, bu gayesine hizmet olur
159[159]
Al-i Imran 19
160[160]
Al-i İmran 85
161[161]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/5-6.
düşüncesiyle, yayınlamış olduğumuz bu kıymetli eserle,
yaşadığımız çağın insanına bir nefesde biz vere-bilmişsek,
zaten bu gayeye hizmet etmek amacıyla kurulan
yayınevimizin, en çok sevinebileceği bir hedeftir.
Cantaş Yayınları bu anlayışımıza uygun olarak, ilk önce
Kur'anın dili olan Arapcanın öğretimi ile ilgili yayınlarla işe
başladı. Daha sonra, "Efendimizin İs lamı kendi hayatında
uygulayışı" diye özetleyebileceğimiz "Zad'ul-Meâd'ın"
tercümesini yayınlamıştır. Bunun arkasındanda baskıları
devam eden imam Zehebi'nin "Tarihü'l islam" isimli
şaheserinin terceme-sini de İnşaallah Türk okuyucusuna
kazandıracağız.
Son olarakta dinimizin birinci derecede kaynağı olan
"Kur'anı Kerim'in" Tefsirini tamamlamış oluyoruz. Tefsiri
yayınlamaya, Mahmut Toptaş hocanın yaptığı tefsir
derslerinden ilham alarak başladık.
Yaklaşık on yıl önceden beri bizzat katılıp dinlediğim,
Mahmut Toptaş hocanın Kur'anı Kerim Tefsiri derslerini,
sonra yayıncı olarak, kitaplaşması esnasında da okumak
nasip oldu. Şunu ifade etmek gerekir ki, şimdiye kadar
türkçe yazılan diğer pek çok kıymetli tefsirlerden -bu son
cilde kadar okuyanlarında anladığını tahmin ettiğim- birçok
farklı yönleri vardır.
Ancak en önemli ve birinci derecede farkı; "Şifa Tefsirinin"
şu anda yaşayan insanlarımız tarafından daha net, daha
kolay ve daha çabuk anlaşılır olmasıdır. Bunu birde,
Mahmut hocanın yaşadığımız hayattan, çok akılda kalıcı,
nükteli örnekleriyle kafanızda birleştirdiğiniz zaman, Güller
bahçesinde gül dermeyi zevkli bir hale getirdiğini
görüyorsunuz. Bunları şuradanda anlıyoruzki, daha önce
çıkan ciltleri alıp okuyan, her yaşta ve her kültür
düzeyindeki insanımızdan aldığımız tepki; "Tefsiri
rahatlıkla anlayabildikleri ve çok faydalandıkları" şeklindeki
ifadeleridir. Zaten amaç da Kur'an'ımızı anlamak değil mi?
Hoca efendinin tefsirine başlarken; "Ben, Islamı ve Kur'anı
kendi çağımın insanına, anlayabildiğim kadarıyla
anlatmalıyım" sözü, Tefsirin birinci ilkesi olmuştur. Kısaca
"ikibinli yıllara merhaba" diyen bizim insanımız, bundan
sonra Kur'anı bu kaynaktan içecektir.
Tefsirinizden daha çok, daha çabuk ve daha kolay
yararlanabilmeniz amacıyla, bu cildin sonuna, çok genel bir
fihrist hazırlanmıştır, öncelikle hangi sure hangi ciltte?
sorusuna cevap bulmanız için sureler fihristi, yine her cildin
sonuna koyduğumuz alfabetik konular fihristi bütün olarak
veriliyor. Ayrıca tefsirde geçen; Hadisler, yer isimleri, şahıs
isimleri, ata sözleri, kitap isimleri, şiirler gibi maddeler
verilmiştir.
Yayınevimiz adına; başta sabırla tefsiri bitirmek için
uğraşan Mahmut. Toptaş Hocaya, Tabidirki senelerdir
sabırla tefsirin tamamlanmasını bekleyen siz okuyuculara,
derslerin bantlardan çözümüne yardımcı olan
kardeşlerimize, değişik ciltlerde emeği geçen dizgi
çalışanlarına ve tashih yapan hocalara, Matbaa ve cilt evi
çalışanları ile yayınevi çalışanlarımıza teşekkür ederiz.
Ayrıca elimizden gelen azami dikkati gösterdiğimiz halde
meydana gelen tashih hatalarından özür diler, bunları
işaretleyip bizlere bildiren okuyucularımıza teşekkür ederek,
bütün okuyucularımıza "Okuduklarını anlamayı,
anladıklarını da yaşamayı Rabbimiz nasip etsin"
dileklerimle...
Yeni yayınlarda buluşmak üzere Allaha emanet olunuz.
Nebi Can
Yayıncı 162[162]
162[162]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/5-6.
Besmele
165[3]
Yusuf 23
166[4]
Yusuf 79
167[5]
A'raf 200, Mü'minun 97,98
Allah için cihad faaliyetine girseniz çoluk çocuk, gelecek
endişesi, ve bir çok korkunç olaylar gözünün önüne
getiriverir şeytan ve şeytanın oyuncağı olan insanlar. İşte
bunlar vazgeçirme çabalarına karşı euzu-bes-mele çekerek
Allah'a sığınacağız. Ayetlere mana verirken Allah'ın murad
ettiği manadan başkasını anlamaktan Allah'a sığınacağız.
Rasulüne ters düşmekten Allah'a sığınacağız.
Kendi yanlış bilgilerimiz doğrultusunda ayetleri
yorumlamaktan Allah'a sığınacak ve euzu-besmele
çekeceğiz.
Önce demokrasiye sonra Kur'ana iman edenler Kur'andan
bazı ayetleri alıp kedine göre yorumlayarak "İslam ve
demokrasi1' adıyla kitaplar yazdılar. Aynı yoldan yürüyerek
"İslam ve laiklik" "İslam ve Hümanizm", "İslam ve
Kapitalizm" gibi kitaplar makaleler aynı yanlış yolun
ürünleridir. Biz Euzübillahimineş-şeytanirracim
Bismillahirrahma-nirrahiym diyerek Allah'a sığınıp
tefsirimize başlıyoruz.
Bu Kur'andan bir ayet değildir. Nahl suresinin 98nci
ayetinde Allah'a sığınmamız istenince peygamber
efendimizde Euzü Billahimin-Eş-Şeytanir-Racim diye
söylememizi öğretmiştir.
"Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla" veya "Esirgeyen ve
bağışlayan Allah'ın adıyla" diye terceme ettiğimiz
Besmeleyle başlarım tefsirimize.
Allah'ın zikriyle, hamdiyle başlamayan, her Önemli iş ve
sözün sonunun kesik (bereketsiz, sevapsız) olduğunu bildirir
Peygamber efendimiz ve buyurur.168[6] İbni Mace ile Ebi
Davud da "Allah'ın hamdiyle" diye rivayet edilmiştir.
Besmelede Allah (c.c.)'ın güzel isimlerinden üç tanesiyle
dilimizi tatlandırarak işimize, sözümüze başlıyoruz.
İnsanın ilk duyduğu, ilk gördüğü, ilk söylediği çok
168[6]
Ahmed b. Hanbel 2/359, İbni Mace k. Nikah hadis 1894, Ebu Davud k. Edeb hadis 4840.
önemlidir. Allah (c.c.)'ın Peygamber efendimize indirdiği
altı bin*küsur ayet içinden ilk önce indirdiği hepsini
kuşatacak bir emirdir, "Oku" Ünlü konuşmacılar halkın
dikkatim üzerine çekecek ve de bütün konuşmasını
Özetleyecek cümlelerini başlangıçta söylerler.
Biz bu dünya yolculuğunda yürürken
Bismillahirrahmanirrahim der ve yürürüz. Kralı, şahı,
padişahı, devleti temsil eden yazı,sembol, veya unvanla
yürüyenlere yolda kimse zarar vermediği gibi zarar verenler
cezalandırıldığı gibi bu dünya mülkünde biz mülkün
sahibinin adıyla yürürüz. Mülkün sahibi Allah'ı tanıyanlar
mümine zarar vermezler. Tanımayanlar zarar vermeye
kalkarlarsa bu dünyada cezasını çekmezse ahirette mutlaka
çeker.
Rabbimiz "herşey Allah'ı teşbih ederde siz onların
teşbihinden anlayamazsınız" buyurur.169[7]
Bismillahirrahmanirrahim deyip yürüyen insan "dağlar ile.
taşlar ile, seherdeki kuşlar ile" Allah'ı zikretmeye başlayan
müslümandrr. Herşeyin Allah'ı zikrettiğini düşünmek, ona
inanmak onlar gibi zikre katılmak eşya ile dost olmaktır.
Biz besmeleyle Kur'anı okumaya başlarız. Allah'ın kelamını
yine Allah kelamryla açarız. Allah'ın kelamını anlamada
Allah dan yardım isteriz.
Rahman ve Rahim isimleri Rahmet kelimesinden türemiştir.
"Fazla harf fazla manayı gerektirir" kaidesine göre,
Rahman: bu dünyada mümin kafir ayırımı yapmadan
nimetler veren, hepsine peygamberler göndererek yol
gösteren, kitaplar indirerek, akıl vererek iyiyle kötüyü,
helalle haramı, açıklayan manasınadır.
Besmelede Rahmanı zikreden müminde bu dünyada mümin
kafir ayırımı yapmadan, hepsini Hz. Adem'in çocuğu
peygamber çocuğu olarak kabul eder ve onlara yardım elini
169[7]
İsra 44
uzatır. Haramlardan helallara, kötülüklerden iyiliklere
rahmetle ince bir kalbin yanan sesi ve nefesiyle taşımaya
çalışır.
Rahıym: Ahirette müminlere rahmetiyle muamele edip az
amellerini çok kabul edip, günahlarını afvedip cennetine
koyarak rahmetini gösterendir. Ahzap suresinin 43ncü
ayetinde "Mü'minlere çok Rahimdir" buyurur. 170[8]
Besmelenin Ahkamı:
170[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/57-60.
171[9]
Bu konuda tarafların delillerini görmek için bak: Nasbur-Raye 1/327, Ahkamül Kur'ancessas 1/5-10.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/60-61.
Kur'ân'dan bu sûreyle başladığımızdan Fatiha Sûresi
denmiştir.
Kur'ân-ı kerîm'in kısa bir Özeti durumunda olduğundan bazı
âlimler tarafından "Kur'ân'ın aslı, esası" mânâsına gelen
"Ümmü'l-Kur'ân" diye isimlendirilmiştir.
Fertlerin ve toplumların maddî ve manevi sorunlarını
çözmeye yeterli olduğundan, diğer sûrelerin yerini
tuttuğundan "el-Kafi" diye de isimlendirilmiştir.
"Şükür, safi, Salat, Sual, Dûa, Esas, Vafi, Seb'ul Mesani"
şeklinde adlarıda vardır. Sevilenlerin özellik ve güzellikleri
çok olduğundan sevenleri onlara kendince bir çok güzel
isim verir. Fatiha Sûresi'nin isimlerinin çok olması da
bundan olsa gerektir. 172[10]
172[10]
Bak Tefsir-i Kebir, Fahreddinî Razı. Fatiha Sûresi tefsiri
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/62.
173[11]
İbn-ül-Esir, el-Kamil Fit-tarih 1/629.
174[12]
Kur'ân-ı Kerîm, Yunus 10/10
175[13]
Kasas 70
ölürken yavrularına Fatiha göndermeleri için vasiyet eder.
Varisleri de mezar taşma "Ruhuna Fatiha" yazdırarak gelip
geçenden Fatiha isterler.
Biz mezar taşıyla Fatiha ismernemliyiz, Fatiha okutacak iş
yapmalıyız.
Çünkü Nesâi'nin Süneninde rivayet ettiği bir hadis-i şerîfde
Peygamber efendimiz ölüler üzerine türbeler yapılmasını,
yazılar yazılmasını yasaklamıştır. 176[14]
Osman b. Ma'zun (r.a) vefat edince, Efendimiz Osman'ın
baş tarafına sadece bir taş dikmekle yetinmiştir.
Bugün sünnete uymamız nedeniyle mezarlıklara trilyonlar
gömülmüştür. Kabir taşlarıyla Fatiha beklemeyelim.
Sadakai cariye dediğimiz topluma fayda veren işler yaparak
Fatiha okutalım.
Efendimiz:
"İnsanların hepsi Allah'ın a ile sindendir. Onların en
hayırlısı insanlara en hayırlı olanıdır" buyurur. 177[15]
En fazla hizmet edenin en hayırlı olması için ise ilâhi vahy
ölçülerine göre iman etmesi şarttır. Günümüzde iman
etmediği halde milyarlarını fakirlere, ilmî müesseselere
vakfedenler var ama iyi bilinmelidir ki, yaratıcıyı tanımayan
ve O'na gerçekten kul olmayan ve O'nu sevmeyenin
O'ndan hayrı ve Cenneti beklemesi doğru olmaz.
İnsanlar için şan ve şöhret için sosyal tesisler kuranlar,
yaptıklarının karşılığını bu dünyada "Aferin!" le şan ve
şöhrete kavuşmakla alırlar. Ya-rata'nın rızası için yaratıklara
hizmet edenler ise iki dünyada da mutlu olurlar.
Biz Allah'dan başkasına hamd etmeyiz. Peygamber
efendimİz'e sala-tü selam getiririz fakat hamd etmeyiz.
Çünkü Peygamber Efendimiz de bu âlemdendir. Yaratılmış,
yaşatılmış ve Rabbine döndürülmüştür.
Âlem: Allah'ın dışındaki herşeye denir. Âlem: Bir şeyin
176[14]
Nisai. Cenaiz, bab ez-Ziyadatü ale-l Kabr 4/86
177[15]
Tefsir-ül Kayyım li-bni-l-Kayyım S: 77 Ravahü Ebu Ya'la
varlığına işaret edene denir.
Yaratılmışların tamamı Allah'ın varlığına ve birliğine işaret
ettiği için "Âlem" adı verilmiştir. 178[16]
Her yaratık.kendi başına bir âlem olduğu gibi, her gurup da
bir âlemdir.
Türkçe'de bir kelimeyi çoğul yapmak için kelimenin sonuna
"ler, lar" eki getirilir: Çiçek çiçekler, çocuk-çocuklar gibi.
Arapça'da ise bu olay kelimenin durumuna göre değişir.
Akıl sahibi olan, yani düşünen varlıkları ifade eden
kelimeler çoğul yapılırken sonuna "uun ve iyn" getirilir.
Burada "Alemin" denmiş bundan âlimlerimiz yaratılan
herşeyin kendine Özel anlayışı olduğu hükmünü
çıkarmışlardır.
"Yedi gök ve yeryüzü ve bunlarda bulunanlar O'nu teşbih
eder. O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Fakat
siz onlann teşbihlerini anlamazsınız. O halim olandır.
Bağışlayandır."179[17]
"Yerde debelenen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da
sizler gibi ümmetlerdir." 180[18]
Bu âyetler ışığında yedi kat göklerde ve yedikat yerlerde
olan her şey, havada uçanların, yerde hareket edenlerin
hepsi Allah'ı teşbih ettiğine göre hepsinin kedine göre bir
canlılığı vardır.
Demek ki, bundan sonra taşı da kuşu da cansız ve ruhsuz
kabul etmeyeceğiz.
"Onsekiz bin âlem var" sözü Vehb İbni Münebbih'e
aittir. 181[19] Yani âyet veya hadis değildir. O zat da âlemlerin
çokluğunu anlatmak için bu ifadeyi kullanmıştır. 182[20]
178[16]
Müfredat, li-r Rağıb
179[17]
Kur'ân-ı Kerîm, îsra 17/44
180[18]
K.Kerîm En 'am 6/38
181[19]
Tefsir'ul-Kur'anil-Azim, İbni Kesir
182[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/62-65.
mânâlarına gelir.
Firavun da devlet başkanı olarak kendisini yöneten, terbiye
eden, besleyip büyüten olarak görmüş ve "Sizin en yüze
Rabbiniz benim" demiştir. 183[21]
Biz, günde kırk defa namazımızda Allah'ın âlemlerin Rabbi
olduğunu tekrarlayarak, Allah'dan başka yaratan, yaşatan ve
yöneten olmadığını önce kendimze sonra bütün insanlara
ilan ediyoruz. 184[22]
185[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/65-67.
Akıllar Denk Olsaydı
Rahim:
186[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/67.
karşı çırpmır ve bir çıkış yolu buluruz.
Yaratılmışlara rahmet nazarıyla bakacağız. Rahman'ın
rahmetinden ümit kesmeyeceğiz.
Rahim'dir diyerek tebelliğe de düşmeyeceğiz. Çünkü O din
gününün sahibidir.187[25]
189[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/68-69.
"Yalnız Sana ibadet ederiz" diyerek Huzur'da olduğunu,
kendisi Allah'ı görmese de Allah'ın kendisini gördüğünü
bilerek ibadet ederse Mevla'sına kavuşan Mecnun gibi olur.
"Yalnız Senden yardım isteriz" derken Allah'dan başka
herşeyi elinin tersiyle itip ondan başka dilek kapısı
olmadığını söylemekle "Fena Fillah" mertebesine varır.190[28]
İbadet:
190[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/69-70.
191[29]
Kur'ân-ı Kerim, Meryem 19/93
192[30]
Müfredatı Rağıb
dense çoğunlukla cevap, "namazım kılan İnsan" olacaktır.
Bizim işimiz zor! Dînî ıstılahları yeniden bu insanlara
tanıtmalıyız. İslâm'ın kastettiği mâna ayrı, o ıstılahdan adı
Osmanlı ruhu Yunanlı imansızın anladığı mana ayrı.
Biz bu âyeti okuruz ve Allah'ın çizdiği sınırlar, koyduğu
kanunlar doğrultusunda sosyal, kültürel, iktisadî, siyasî,
askerî, hukukî faaliyetlerimizi düzenleriz.
Zaten bütün peygamberlerin gönderiliş gayesinin bu
olduğunu Allah (c.c.) şöyle haber verir. "Senden önce
gönderdiğimiz her peygambere: Benden başka ilah yotur.
Yalnız Bana kulluk ediniz diye vahyettik." 193[31]
Yunus Emrede bu âyeti "Dört kitabın mânâsı lailahe
illallah" mısralarıyla terceme etmiştir.
"Yalnız Sana kulluk ederiz" âyetiyle gösteriş için yapılan
ibadetten uzaklaşmış oluyoruz. İnsanlar desin için, görsün
için, ibadet etmediğini ilah ediyoruz. Riyanın ilacı bu âyeti
çok okumaktır.
Bu âyet kibir hastalığına da şifadır. "Yalnız Senden yardım
isteriz." Bir şey isteyen istenenden daima aşağıdadır. Kendi
gücümüzün, aklımızın, ilmimizin bir çok şeye yetmediğini
biliyor ve görüyor sonra Rabb'ın sonsuz gücü, ilmi sanatı
karşısında hayran kalıyor ve O'ndan, yalnız O'ndan yardım
istiyoruz.
"Sana ibadet eder Senden yardım dileriz" derken senli benli
gibiyiz. O bize şah damarımızdan daha yakın 194[32]. Nerede
olursak olalım O bizimle beraberdir. 195[33] Aynı zamanda bu
iman bizdeki yersiz korkuların tamamını silip götürür.
Çağımızda cumhur başkanı, başbakan, genelkurmay
başkanının kartını özel telefonunu taşıyan ve her an telefon
edebilenlerin önünde bütün kapılar açılıyor ve onların hiç
birşeyden korkuları da olmuyor. Çünkü bu insanlar onların
193[31]
K.Kerîm, Enbiya 21/25
194[32]
K. Kerim, Kaf 50/16
195[33]
K.Kerim, Hadid 57/4
yakını olmuştur.
Size de bu dokunulmazlığı olanlardan bir kart gelse ve
kartta şöyle yazsa "ne konuşursan konuş, ne yaparsan yap,
işte özel telefonum bir. Şey olursa beni ara" bu yazıyı alanın
korkusu olmaz. Karakola gitse bir telefonla haber verdiği
zaman her şey düzelir.
Allah (c.c.) bize bir kitap göndermiş ve orada "Nerede
olursanız olun O sizinle beraberdir"196[34] buyurmuş,
diğerleri gibi telefon etmeniz geremez. Diğerlerine telefon
etmek isteseniz bile o anda telefon etme imkanınız
olmayabilir. Dolayısıyla o kişileri haberdar edemezsiniz.
Ama Allah (c.c.) her yerde hazır ve nazırdır. Telefona gerek
kalmadan haberinizi alır sizin.
Allah'ın bu garantisine rağmen başkalarından çekinmemiz
imanımızın zayıflığının işaretidir.
İmanımızı kuvvetlendirmek için günde beş vakit
amazımızda kırk defa "İyyakena'büdü Ve İyyakenestaın"
yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Sana ibadet eder ve yalnız
Senden yardım isteriz" diyelim.
Ancak biz dua ederken, evlenmeden çocuk isteyen, tohum
atmadan ürün İsteyen deli adam durumuna düşmeyelim.
Musa (s.a.v.) çölde Rabbinden su ister. Rabbimde Musa'dan
asasını taşa vurmasını ister ve vurunca taştan sular
fışkırır. 197[35]
Nuh (s.a.v.) Rabbinden düşmanlara karşı yardım ister ve
kâfirlere galip gelir. 198[36]
Yani diller dua ederken eller armut devşirmeyecek. Eller de
kendine düşen görevi yerine getirecek. Evlenecek tarlaya
tohum aacak, uçak gemi, füze ve diğerlerini yaparak
güçlenecek.
Hastanın ilaç kullanması yardımı ilaçdan istemesi anlamına
196[34]
K.Kerim, Hadid 57/4
197[35]
K.Kerim, Bakara 2/60
198[36]
K.Kerim Hud 11/36
gelmez. Çünkü ilacı yaratan Allah (c.c.)’dir.
Kardeşinden yardım istemesi de şirk değildir, çünkü Allah
(c.c.) yarattıklarını yardımına sebep kılmıştır.
Alimlerimiz fıkıh kitaplarında "Müşriklerden yardım istenir
mi?" diye başlıklarla bu konuyu ar aştırmış lar.
"Ey iman edenler kendinizin dışındakileri sırdaş
edinmeyiniz" âyetini 199[37] ve; "Allah hiç bir zaman kâfirler
için müminlerin aleyhine bir yol kılmayacaktır" 200[38]
âyetlerine dayanarak Cessas, Ahkam-ül-Kur'ân'ında (3/37-
290) harbde kâfirlerden yardım istenemeyeceğini söyler.
Müslim'in Kitab-ül-Cihad'da 201[39] Hz.Aişe'den rivayet ettiği
bir hadise göre, Peygamber Efendimiz kendisine gelip harbe
katılmak isteyen birine "Bir müşrike karşı diğer bir
müşrikten yardım istemeyiz" buyurmuş.
İmamı Safı "el-Ümm" isimli eserinde (4/177) bu olayı
belirtir ve ama Efendimiz'in Beni Kaynuka yahudilerinden
yardım aldığını haber verir.
İbni Kudame el-Muğni'sinde müşriklere karşı müşrikten
yardım istenmeyeceğinin daha kuvvetli olduğunu bildirir.
(10/446)
İmamı Malik de "El-Müdevvenetül Kübra'da (2/40-41) aynı
görüşü belirtir. Müşriklere karşı müşriklerden yardım
istenmesi yasak olunca Müslümana karşı müşrikten yardım
haydi haydi istenmez.
Efendimizin hayatında kafirlerden yararlandığını görüyoruz.
Buradan Komuta müslümanlarda oldukça kafirin gücünden
yararlanılır anlamı çıkar.
"Yalnız Senden yardım isteriz" diyoruz ama isteklerimizi
bildirmiyoruz. Ancak 202[40]
205[43]
Maide 32
millet devam eder. Elimizde çeşitli ajansların araştırması
var. Avrupa'daki üç milyon Türk'ün yüzde doksanı bayram
namazı kılıyor. Yüzde yetmişbeşi cuma namazı kılıyor.
Bunlar bir araya geldiklerinde imam önde:
"Şu Allah'ın gazabına uğrayan Yahudilerle, sapık
Hıristiyanların yolunu istemeyiz, bize peygamberlerin
yolunu ver Ya Rabbi1' dediğinde hepsi amin diyor. Yani;
biz de imamı destekliyoruz, duamızı kabul et diyorlar ve
avrupah devam ediyor: "Seni şimdilik kapının önünde
tutalım şimdi sen git bu halkın dilinden bu duayı al sonra
gel bir düşünelim. Televizyonun tercenıesiyle "Kültür
seviyesini bize uydur gel" diyorlar. Yetkili yurda dönünce
belirli mihraklara işaret veriyor ve hep birden yüzde bir
olanlar yüzde 98 olan müslümanlara saldırıya geçiyor.
Şunu herkes bilsin bu âyetlerin 1400 seneden beri devam
etmesi, bu Allah kelamının bundan sonra da devam
edeceğinin garanti belgesidir.
Gazaba uğrayan Yahudilerin yaptıkları Allah'a isyan,
Allah'a iftira, peygambere ihanet, fuhuş, hırsızlık, hakkı
gizleme, ateşle insanları yakarak işkence etme gibi suçları
çağdaş metodlarla tekrarlayanların yolunu bize verme Ya
Rabb!
İman, İslâm, kitap, peygamber, iffet, namus, izzet, adalet,
doğruluk, sadakat gibi kelimeleri hayatından çıkaran ve
yerine bunların zıddını koyarak insanları sapıtanlarm yolunu
da bize verme Ya Rabbi diyoruz.
Bu sûre bize ayrıca İslâmda tebliğ metodunun nasıl
olacağını da öğretir.
Biz tağuttan önce Allah'ı, küfürden Önce İslâm'ı tanımalı ve
tanıtmalıyız. Sonra da tağutun ve küfrün mantığını ve nasıl
yıkılacağını yine Kufân'dan öğrenmeliyiz.
Rabbimiz altubuçuk âyette kendisini ve kendi rızasına giden
yolu bize tanıttıktan sonra bu yoldan sapanlardan
olmamamız konusunda bizi uyarıyor.
Dünyada devlete, ahirette Cennete çıkan bu Srrat-ı
Müstakıym'i Rabbimiz'den istiyoruz. Gazaba uğrayanlarla
sapıkların yolunu istemiyoruz. Ya Rabbi diye milyonlarca
kerre dua ediyor, âmin diyoruz. Acaba Allah dualarımızı
kabul etmiyor mu? diye hatırımıza geliyor.
Dua için Rabbimiz'in huzuruna gelişimiz dualarımızın kabul
edildiğinin işaretidir.
Mekke'ye, Kudüs'e gidecek olursanız Önce araştırırsınız:
Hangi şirket, hangi yoldan, kaç liraya, kaç günde getirip
götürür diye bilgi ve broşür edinirsiniz.
Allah (c.c.) da; siz şimdi doğru yolu, dünyada devlete
ahirette Cennete götürecek Sırat-ı Müstakıym'i mi
istiyorsunuz?
Buyurun: "İşte kitap, O'nda hiç şüphe yoktur. Müttakıler
için doğru yolu gösterendir" buyurur.206[44]
Doğru yolu öğrenmek için Bakara suresinden devam ederek
sonuna kadar okuyalım. 207[45]
206[44]
Bakara 1
207[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/73-78.
BAKARA SURESİ TEFSİRİ
208[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/79.
gelmiş, ana malzemesi elinizde, siz de bir sûre getirin"
anlamınadır.
Bu sûrenin üçüncü âyetinde bu meydan okuyuş apaçık
yapılmaktadır.
Tabiat kanunlarının her biri Rabbimizin âyetleridir. Bunlara
tekvini kanunlar diyoruz. Bir çiçeğin açmasında, bir böceğin
uçmasında bir çok kanunu ilahi çalışmaktadır, İnsanoğlu bu
kanunları keşfeder, elementleri bulur ama bir çiçeği yoktan
var edemez.
Rabbimizin teşrii kanunu olan bu Kur'ân âyetlerinin lafızları
da bize 29 harfin bir araya gelmesiyle ulaştırılmış.
İnsanoğlu bu harflerin hepsini sayar, yazı kanun ve
kurallarını da bilir ama, elementlerden bir çiçek ya-
ratamadığı gibi bu harflerden de bir âyetin benzerini
getiremez. 209[2]
209[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/79-80.
uymayanların zanna uyduklarını zannın da gerçeğe
ulaştırmadığını haber verir. 210[3]
Günümüzün yazarlarından bir kısmı kendi açısından haklı
olarak "Ben her fikre saygı duyarım" demektedir. Kendi
fikrinin zamanla tutarsızlığını anlayınca bu sözü söyleme
mecburiyetinde kalıyorlar. Bu tip insanlar bir tek Allah
kelamının haklılığını inkar edebilmek için, beş milyar
insanın haklılığını kabul etme zorluğuna katlanıyor ve ama
beşmilyar insana da saygısız oluyorlar.
Biz doğruluğunda şüphe olmayan bu kitaba iman ettikten
sonra bu kitaba ters düşen hiçbir fikre, görüşe, kanuna saygı
göstermeyiz. İnsana saygımız vardır ama insanın ürettiği
imansızlığa ve isyana saygımız yoktur. 211[4]
216[9]
Enfal 29.
217[10]
Talak 4.
218[11]
Talak 2.
219[12]
A'ra f25.
220[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/81-82.
Değerli dostlar ise dostunu yokluğunda savunur, yüzyüze
geldiğinde ise münasip bir dille hatalarını söyler.
Muttaki insanlar Allah'ı, melekleri, cenneti cahennemi
görmeden inanırlar. Bugün müslümanlar Peygamber
Efendimizi de görmeden inanıyorlar. Onun içindir ki,
Efendimiz: "Beni görüp bana iman edene müjdeler olsun.
Beni görmediği halde bana iman edene yedi kere müjdeler
olsun" buyurmuştur." 221[14]
Kendisi Allah'ı görmese de Allah'ın kendisini gördüğüne
inandığından bütün hareketlerim kontrol eder.
Şoför uzun yolda radara yakalanıp ceza vermeyeyim diye
sür'at sınırını aşmadığı gibi, muttaki müslüman da ahirette
cezalandırılmayayım diye Allah'ın haram sınırlarına
yaklaşmaz.
Günümüzde "Ben görmediğime, labaratuarda
incelemediğime inanmam" diyenler yeni bir söz söylemiş
sayılmazlar. Çünkü "Bu güneşin altında söylenmedik söz
kalmadı" biz bu tefsirimizde yeri geldikçe imansızların kötü
sözlerinin yeni olmadığını, daha önce başka imansızlar tara-
fından söylendiğini Kur'ân-ı Kerîm'den naklederek isbat
edeceğiz. "Küfür cephesinde yeni bir şey yok" adı altında
bir kitabımda günümüz kâfirlerinin çağdaş düşüncelerinin
çağlar öncesine ait olduğunu gösterdim.
Günümüzde yaşayan bir düşünürün düşüncelerinin
Kur'ân'da daha önce haber verildiğini göstereceğiz.
Çağdaş imansızlar gibi, Musa (s.a.v.)'nın kavminden bir
kısmı "Musa, biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana
inanmayacağız" demişlerdi. 222[15] Çölde söylenen bu sözü
bugünkü kâfir labaratuardan söylüyor. Gözümüzün bir sınırı
var. Bu göz Allah'ı görseydi, Allah'ın gücü ve büyüklüğü
sınırlı olurdu.
Bu gözler gördüğünü emri altına alıyor. Yüce dağları
221[14]
Ahmedb. HanbelMüsned5/248.
222[15]
Bakara 55.
deliyor. Denizin derinliklerinden en değerli inci
mercanlarını çıkarıyor.
Gözlerimiz Allah'ı görecek şekilde yaratılmamıştır. O'nun
yarattıklarından ilmini, kudretini, san'atım, rahmetini
görüyor ve O'na iman ediyoruz.
"Namazı dosdoğru kılarlar."
Cennetin anahtarı 223[16] gözlerin nuru 224[17] müslümanlann
can ve tenlerinin huzur bulup rahatlama yeri olan 225[18]
Kur'ân ve sünnetin tarif ettiği şekliyle dosdoğru kılarlar.
Kötülüklerden alıkoyan K. Kerim, 226[19] kalp ve kalıpları bir
araya getiren müminlerin mi'raci olan, Hak huzurunda
halkla beraber, halk içinde Hakla beraber olunan namazı
kılarlar. Günde beş defa elbisemize, namaz kılacağımız
yere, eller yüzler baş, ve ayaklara dikkatimizi çeken ve bizi
temiz olmaya sevkeden namazı kılarlar.
Rabbimiz göktekilerin, yerdekilerin, güneşin, ayın,
yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların, secde ettiğini
haber verir. 227[20] Mümin bütün yaratıkların ibadetini
toplamak için namazını kıyam, rüku, sucud ve kaide ile
tamamlar.
Buhari'nin Kitabü-t-Tevhid'de rivayet ettiği bir hadiste
Yemen'e gönderilen tebliğciye Efendimiz: Önce Allah'ı
tanıtmasını ister, Allah'ın varlığını ve birliğini kabul
edenlere namaz kılmalarını ondan sonra zekat vermelerini
emreder.
İnanmış insanların bir araya gelebileceği en güzel yerler
camilerdir. Dernekler, cemiyetler ve vakıflara yalnız üye
olanlar girebilirken camilere her mümin girebilir.
Yunus Sûresi'nin 87. âyetinde Musa ve Harun (s.a.v.)'un
Mısır'a yerleşince ilk işlerinin mescid edinip namaz
223[16]
Nesai K. İşretün-Nisa 7/61.
224[17]
Müsned, Ahmed b. Hanbel 3/340.
225[18]
Ebu Davud K. Edeb Hadis No: 4985 namazı.
226[19]
Ankebut 45.
227[20]
K. Kerim, Hac 18.
kılmakla emrolunduklarını haber verir Rabbimiz.
Peygamber Efendimiz Medine'ye hicret edince ilk işi
mescid yapmak olmuştur. Mekke'yi fethedince de fetih
namazı kılmıştır. Sa'd b. Ebi Vakkas Iran Kisra'smın
sarayını fethedince altın, yakut, zümrüt, inci, mercanlara
bakmadan bütün bunları yaratana yönelmiş ve fetih namazı
kılarak Rabbine şükretmiştir.
Namaz sıkıntılı zamanlarda sığınak 228[21] sevinçli zamanlar-
da şükür makamıdır.
Rabbin mülkünde onun yarattığı bedenle O'nun huzurunda
O'nun öğrettiği kelimelerle O'na yönelmek halkdan. alakayı
kesip Hakla beraber olup selamla tekrar halka dönme
halidir, namaz. İbrahim aleyhisselam Rabbine dua ederken
kendisinin ve neslinin namaz kılanlardan olmasını
ister, 229[22] Rabbimiz, Efendimize ve ailesine namazı
emreder ve senden rızık istemeyiz rızkı veren biziz diyerek
namaz ister. 230[23]
Namaz cimrilik hastalığının da ilacıdır. 231[24] Günümüzde
dilencilerin kahvehane, sinema, tiyatro, futbol sahası
önünde değil de camilerin önünde durmaları bunun
göstergesidir.
Aynı inancı paylaşan ve camilerde bir araya gelen cemaatın
içinde zengini vardır, fakiri vardır. Yerlisi vardır, yolcusu
vardır, duİ'u vardır, yetimi vardır. Devletin elinin
uzanmadığı veya haberinin olmadığı haller olabilir. Bu
durumlarda,
"Onlara nzık olarak verdiklerimizden infak ederler."
Müminler Karun gibi toplayıcı değil, Harun gibi
dağıtıcıdırlar. Dağıtmak için kazanırlar, verirken
tükeneceğinden korkmazlar. Çünkü veren Allah'dır, "ver"
228[21]
Bakara 153.
229[22]
ibrahim 40.
230[23]
Taha 132.
231[24]
Mearic 21-22
diyende Allah'dır. "Siz Allah için bir şey verdiğinizde Allah
onun daha iyisini verir, O nzık verenlerin en
hayırlısıdır. 232[25]
İblis gibi fakirlikten korkutup cimriliği emretmez 233[26] İdris
gibi cömertliği emreder.
Ne kadar verelim sorusuna Bakara 219. âyette ihtiyaç
fazlasının verilmesi gerektiği nereye verelim sorusuna 215.
âyette anne-babaya , yakınlara, yetimlere, fakirlere, yolda
kalmışlara diye cevap verirken bunların müslüman veya
kâfir oldukları bildirilmemiştir, Hatta Bakara 26. âyeti
"kâfirlere hidayet vermek sana düşmez. Sana infak etmek
düşer anlamındadır.
Allah yolunda infakda oran yoktur. Zekatta sınır vardır,
sadakada sınır yoktur. Sadaka intakıma sınırını İsra
Sûresi'nin 29. âyeti göstermiş ve eliboş kalacak şekilde
saçıp savurmayı da yasaklamıştır.234[27]
232[25]
Sebe 39.
233[26]
Bakara 268.
234[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/82-85.
235[28]
Münafikun 10.
236[29]
Hadid 10.
Günümüzde iyi niyetli bir kısım müslümanlarımız bir araya
gelerek kendi işyerlerinden ayrı olarak ortak bir işyeri
açarak gelirini Allah yolunda harcamaya karar verirler.
Bazan üç kişi ortak bir işyeri açarlar ve yüzde doksanını
aralarında bölüşürler, yüzde on'unu da Allah yolunda
harcamaya karar verirler.
Bu laiklik anlayışının bizdeki görüntüsüdür.
Bu Mekkeli müşriklerin "Bu Allah içindir. Bu da putlarımız
içindir."237[30] diyerek gelirlerini ikiye ayırması gibidir.
Mümin, canını yaratanın Allah olduğunu, malını verenin
Allah olduğunu bilir ve O'nun yolunda mal ve canıyla cihad
eder.
"Onlara verdiğimiz nzıktan infak ederler" âyetini okuyunca
biz verdiğimizi kendi malımızdan değil, Allah'ın bize
emaneten verdiğinden infak ettiğimizi anlıyoruz.
Düğün evinde yemek kazanının başındaki aşçı yemek
dağıtırken kimseyi minnet altına alamadığı gibi, kimsenin
başına kakamadığı gibi, "Ben malımdan dağıtıyorum"
diyerek övünemediği gibi infakda bulunan kişide haddini
bilir. 238[31]
239[32]
En'am 29, Müminun 39, Casiye 24.
Kerîm'de Yasin Sûresi vardır. O sûrenin yetmiş dokuzuncu
âyetinde soruyun kısa bir cevabı vardır. Müşriklerden birisi
mezarlıklardan çürümüş bir kemik getirip Efendimiz'in
önünde ufalayarak "bu çürümüş kemiği kim diriltecek" diye
sorar. Rabbimizde "Onu ilk Önce kim yaratmışsa o
diriltecek" diye cevap verir.
Sen bana denize düşenin dağılışını anlattın. Ben de sana
senin toplanışını anlatayım: Bir zamanlar sen yoktun,
annenle baban evlendi. Meninin altmış milyonda biri kadar
küçükdün dokuz ay sonra dünyaya geldin. Anne sütünden
sonra Adana'nın domatesi, Erzurum'un yağı, Ayvalık'ın
zeytinyağı, Trakya'nın peyniri, Rize'nin çayı, Konya'nın
buğdayı sana doğru geldi ve sen seksen kiloluk bir adam
oldun. Bu saydıklarımın ekilip büyümesi için Avrupa'dan,
Amerika'dan, Afrika'dan gelen âletleri, ilaçları, havayı
saymıyorum. Senin dağıttığın yerlerden toplamış Allah seni.
Seni buralardan toplayan Allah o senin dağıttığını da toplar"
deyince "inandım ahirete" demişti.
Ateist (kâfirler) arasında düşünen insanlar bazan
bulunabiliyor. Bu kadar zulmeden zalim insanlar ölüyor. Bu
mazlumun hakkı burada alınamadı. Bu mazlumda ah
çekerek ölüyor. Bu ikisi de aynı toprağa gömülüp yok olup
gidiyor. Öyleyse iyiliğin, güzelin, erdemin, adaletin ne
önemi var? diyor ve Allah'a ve ahirete imana yol ararken
uluslararası insanları imansızlaştırma Örgütü onun Önüne
çıkararak "İnsanlar iyilik ve kötülüklerinin karşılığını
yeniden dünyaya gelirken akrep olarak, yılan olarak, iyi
insan da daha iyi şekilde dünyaya gelecek" diyor. Bunlardan
birine ben "O takdirde dünyada insan ve hayvanların sayısı
artmamalıydı" deyince "Merkezimize bir sorayım dedi ve
bir hafta sonra "Uzaydan dünyamıza gelenler ve gidenler
varmış nüfus artışı oradanmış" diye cevap vermişti.
Bir defa yalan söylediniz mi ardından yumak söker gibi
yalanlan çoğaltmak mecburiyetinde kalırsınız.
Müttekiler görmedikleri halde Allah'a, meleklere, cinlere,
cennete, cehenneme vs. iman ederler. Namazlarım dosdoğru
kılarlar kendilerini kötülüklerden cimrilikten korurlar,
Allah'ın verdiği azıktan dağıtırlar, Hz. Peygamber'e ve diğer
peygamberlere indirilenlere iman ederler, ahirete seksiz
şüphesiz inanırlar. 240[33]
240[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/86-89.
241[34]
Taha 64.
242[35]
Taha 65.
243[36]
Kamer 54.
diyen imansız insandan üstün ve hayırlı görecektir. 244[37]
Bu haleti ruhiye içinde olan mümin insan, kâfirleri insanlık
derecesinden hayvanlık derekesinin aşağısına düştüğünü
görür ve onun tekrar yükselmesi için Allah'ın ipi olan
Kur'ân'ı ona doğru uzatır.
İmansızın makamı, mevkii, rütbesi ne olursa olsun ona
İslâm'ı tebliğ için gittiğinizde endişeye ve heyecana
kapılmayın. Rabbimiz imansızların hayvandan daha aşağı
olduğunu haber veriyor. 245[38] Korkmayın ama acıyın ve
kulaklarından değil gönüllerinden tutarak yardım edin ve
kardeş olun.
Yukarıda vasıfları bildirilenler felaha erenlerdir. Kur'ân-ı
Kerîm felaha erenleri şöylece haber verir.
Nur'a uyanlar (Kur'ân'a), 246[39] Kur'an-ı işitip itaat
247[40]
edenler iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar (Ali
İmran 104); anne ve babaları da olsa Allah ve Rasûiü ile
harbedenleri sevmeyen ve Allah'dan yana (Hizbullah'dan)
olanlar (Mücadele 22) Allah için hicret edenleri kendilerine
tercih edip nefsini cimrilikten koruyanlar (Haşr 9) kurtuluşa
erenlerdir. 248[41]
244[37]
Bakara 221.
245[38]
Araf 179.
246[39]
Araf 157.
247[40]
Nur 51.
248[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/89-90.
"Senin korkutmanla korkutmaman birdir" denmiyor.
Sen insanların yollarının cehennem çukuruna doğru
gittiğini, düşerlerse çıkamayacaklarım onlara söyle o yoldan
onları çevir cennete giden yola gitsinler.
Bu küfür yolunda yürürlerse ailelerde iffet, insanlarda
merhamet, mahkemelerde adalet kalmaz. İnsanlar birbirini
parası için sever. Kalbine göre değil kasasına, kesesine göre
değer verir. Güçlüleri sevilir güçsüzler ezilir.
Böyle bir toplum olmaktan onları sakındır. Varacakları
yerin kötülü günü anlatarak onlan korkut.
Senin bu korkutmalarına rağmen ateş çukuruna doğru
koşuyorlarsa bu onların yaptıkları kötülükler nedeniyle
Allah'ın onların akıllarını, kulaklarını, gözlerini
kapatmasındandır.
Allah (c.c.) Yasin Sûresi'nin 10, âyetinde bu âyetin bir
kısmını tekrarladıktan sonra 11. âyette Kur'ân'a uyan
Rahman'a iman eden kişilerin uyarıya kulak vereceklerini
haber verir.
Günümüzde "Ben Allah'dan korkmam, Allah varsa beni
çarpsın" diyen kâfirler, ormanlar kralı aslan'ııı yelesine
konup sonra da "Hani aslan neredeyse karşıma çıksın, ben
aslandan korkmam" diyen, sinek gibidirler. Aslandan
korkmak için ceylan olmak lazım. Aslan hakkında bilgisi
olmayan ondan korkmaz. İki yaşındaki çocuk korkmadan
elektirik cereyanına elini uzatırsa bu onun cesaretine işaret
etmez, cehaletine işaret eder.
"Allah'dan ancak âlim kulları korkar." 249[42]
249[42]
Fatır 28
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/90-91.
250[43]
Bak. Hadid 20.
örttüğü için buluta da kâfir derler.
Kâfir kişide Allah'ın varlığını görmezlikten, bilmezlikten
gelip inkara gittiğinden bu ismi almıştır.
Kâfirler de kendi aralarında kısımlara ayrılırlar.
1- Allah (c.c.) hakkında hiç bir bilgisi olmayan
bildirildiğinde de kabul etmeyen Firavun bunlardandır.
Musa aleyhisselam ona İslâm'ı tebliğ ettiğinde, Firavun "Ey
ileri gelenler! Sizin için benden başka ilah bilmi-
yorum" 251[44] demişti. Yani kanunu ben koyarım, sizi ben
yönetirim diyor.
2- Allah'a ve Rasûlü'ne inanır, inandığını Ebu Talip gibi
ikrar da eder ama makamı, şanı, şöhreti, rütbesi uğruna
İslâm'ı kabul edemez.
3- Diliyle inandığını söyler ama kalbinden iman etmez,
münafıklar gibi. 252[45]
251[44]
Kasas 38.
252[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/91-92.
253[46]
K.Kerim., Ankebut 29/25.
veremeyeceğini, başına konan bir sineği kovamayacağını
biliyorlardı.
"Ben ateistim hiç bir tanrıya inanmam" diyen insanın
kendine tapındığını haber verir Rabbimiz. 254[47] Kendine
tapınan bu insan birgün kendinin de öleceğini, kendisini bu
dünyaya getiren gücün mutlaka bir gün onu götüreceğini
görünce, kendinden daha güçlü birine inanma ihtiyacım
hissetti. Nuh aleyhisselarmn oğlu gibi koca koca dağlara
sığınmaya İT. Kerim, 255[48] tabiata iman etmeye başladı. K.
Kerim, 256[49]
Karıncanın incecik belindeki çelik kuvvet, bülbülün
minnacık göğsünden şakıyan ve hiç tekrarı olmayan musiki,
aynı toprakta biten mor menekşe, kırmızı lale, beyaz gül,
şeker kamışı, acı biber, bir damla kanda milyonlarca canlı
ve her canlıya verilen rızık, kendi iç dünyasında meydana
gelen değişimler, bütün bunları evirip çeviren birinin ilmini
ve kudretini gösteriyor.
Fizik, kimya, biyoloji, astronomi, tıp gibi ilim dallarında
araştırma yaparak ün kazanan insanlardan inançsız biri
çıkmamıştır. "Ben ateistim hiç bir tanrıya inanmam"
diyenler daha ziyade, Mehmet Akif Merhumun;
Serseri: Hiçbirinin mesleği yok meşrebi yok
Feylozof hepsi fakat pek çoğunun mektebi yok. Şimdi
Allah'a söver sonra biraz bol para ver. Hiç utanmaz,
protestanlara zongoçluk eder.
dediği gibi mesleği, meşrebi, mektebi olmayan ve
şaklabanlığı sanat zanneden zümredir.
Bunlar fikrî yönden azgelişmiş insanlanmızdır. Bunları
kendi hallerine bırakmak ekonomik yönden az gelişmişleri
kendi hallerine bırakarak ölüme terketmek kadar günahdır.
Zafiyet hastalığına tutulan insanın yediğini, kustuğu gibi, en
254[47]
K. Kerim, Furkan 25/43.
255[48]
Hud 11/43.
256[49]
Casiye 45/14.
değerli besinleri beğenmediği gibi, canın ve teninin gıdası
olan dini de kabul etmeyebilir. Serum verir gibi gönlüne
girmek ve gönlündeki kara perdeyi aralamak bizim
görevimiz.
Batı'da yapılan araştırmalar insanları Rabbine biraz daha
yaklaştırdı. Deniz altında yaşayan binlerce canlının,
doğumu, yaşamı ve ölümünde tesadüfe yer olmadığı, aynı
topraktan meydana gelen şeker pancarıyla bir kazanı
acıtacak acı biberin şekerli çıkamadığı görülünce bütün bu
elementleri birleştiren fotosentezi oluşturan ve keşfedilen bu
kanunları koyan biri arandı ve neticede Allah inancına
dönüldü.
Böylece bir dönüş kişiyi müslüman yapar mı?
Bundan 15 sene önce batılı bir bilim adamının "Beni Allah'a
inanmaya götüren sekiz olay" başlığı altında bir bildirisi
yayınlanmıştı. O bildiride hayvanların yaşantıları anlatılıyor
ve tesadüfün yeri olmadığı söyleniyordu.
O günlerde kendi kendime sormuştum "bu itirafıyla bu insan
müslüman olur mu?" diye, Rabbimiz K.Kerîm'inde buna da
cevap vermiş. "And olsun ki, eğer onlara" Gökleri ve yeri
yaratan, Güneş'i ve Ay'ı buyruğu altında tutan... Gökten su
indirip onunla öldükten sonra yeri dirilten kimdir" diye
sorarsan şüphesiz Allah'tır derler. K. Kerim, 257[50] Mekke
müşriği Ka'be'de puta taparken yeri göğü yaratanın,
gökyüzünü Ay ve Güneş'le donatanın, gökyüzünden yağmur
indirip yeryüzünü diriltenin Allah olduğunu kabul ediyordu
da mümin olamıyordu.
Puta tapan bir inkarcının bir itirafı zaruri bir itiraf oluyor.
Rabbimîzin iki kanunu veya iki âyeti vardır. Birincisi
Kur'ân-ı Kerîm'deki okunan âyetleridir. Diğeri Rabbimizin
varlığını ve birliğini anlatan tabiatta gördüğümüz ve
göremediğimiz âyetlerdir. İnsaflı bilim adamları gözle görü-
257[50]
Ankebut 29/61-63.
lemeyen atomun içindeki enerjiyi, incir çekirdeğinin
içindeki incir ağacının dallarını ve yapraklarını, birbirine
benzemeyen milyarlarca parmak çizgisini görünce bunu bu
kara toprak yapamaz. Bizim yapamadığımızı bu kara toprak
yapabilecek ince zekaya sahip olsa idi, bizi üzerinde do-
laştırmazdı. "Bütün bunları yapan üstün bir güç vardır"
dediler. Tabiat kanunlarında hiç bir eksiklik veya fazlalık
olmadığını, tabiattaki hiç bir kanunun zaman aşımına
uğramadığını gördüler.
Bütün bunları bilen ve görenler bunları yaratan üstün güce
inanmak mecburiyetinde kaldılar. Çünkü kendileri dahi o
kanuna uygun olarak doğup büyüyüp ölüyorlar.
Tabiattaki âyetlerin yaratıcısının Allah olduğuna inananlar
Kur'ân âyetlerine inanmak istemediler. Çünkü Kur'ân
âyetlerine inanmak çıkarlarını zedeliyordu. Monarşik bir
idare olan Mekke yönetimine son veriyor, insanın insana
hakimiyetini ortadan kaldırıyordu.
Kumara, faize, rüşvete, karaborsaya, aldatmaya dayalı
haksız kazancı yasaklıyordu.
Kadının şehvet metaı gibi alınıp satılmasını engelliyordu.
Aklı perdeleyen, ailelerin sönmesine sebep olan
uyuşturucuyu yasaklıyordu.
Bütün bunlardan çıkar sağlayanlar inkar ettiler. Biz tanrı
tanımayız dediler. Bir kısmı ise "âyetlerin bir kısmına
inanırız bir kısmına inanmayız" dediler. Bir kısmı ise
"Kur'ân âyetleri devrini tamamlamıştır. 1400 sene önce
güzelmiş ama çağımıza uygun değildir dediler. Dediler de
kendi içlerinde çelişkiye düştüler.
Hz. Adem'den bugüne kadar devam edegelen tabiat
kanununda düzensizlik olmadığını ve bu tabiat kanunlarının
çağımıza uygun olduğunu söyledikleri halde tabiatın
yaratıcısı olan Allah'ın Kur'ân'daki âyetlerinde hata aramaya
başladılar.
Halbuki Kur'ân'da hata eden tabiat kanununda da hata eder.
Tabiat kanununda hata olmadığına göre Kur'ân
hükümlerinde de hata olmayacağını akıl edemezler.
Akıl edemezler; çünkü vücudları faizden, rüşvetten,
soygundan, karaborsadan gelen haksız kazançla beslenmiş,
akılları da uyuşturucu maddelerle perdelenmiş, gözleri para,
makam, mevki ve şöhretten başka birşey görmemekte.
Kişinin Allah'a olan imanının Allah katında kabul
edilebilmesi için tabiatı eksiksiz yaratan Allah'ın indirdiği
Kur'ân'ında eksiksiz olduğuna, ahirete, meleklere,
peygamberlere, kitaplara ve kadere inanması gerekir.
İnsanlar arasında bir ihtilaf çıktığında o ihtilafını Kur'ân
âyetlerine göre çözmesi, 258[51] âyetler arasında ayırım
yapmaması gerekir. 259[52]
Cahiliye dönemi şairlerinden Züheyr bir şiirinde "kişi
Allah'dan korkar ailesine de yük olmazsa o tam bir yiğittir
Divani fmriül Kays S. 366 sözüyle Allah'a inandığını, ifade
ediyor ama Allah katında mümin sayılmıyor. Müşrikler
herşeyin Allah'ın dilemesiyle olacağını 260[53] bütün işleri
Allah'ın düzenlediğini K. Kerim 10/31 biliyorlardı da yine
de mümin olamıyorlardı "Bize melek indirilmeli
değilmiydi" K. Kerim 25/21 diyen müşriklerin meleğe
inandıklarını da öğreniyoruz âyet-i kerîmeden.
Allah'ın Rasûlüne bir âyet geldikten sonra müşrikler
"Allah'ın peygamberlerine getirilen bize de getirilmedikçe
(peygambere) inanmayız" K. Kerim, 261[54] sözleriyle geçmiş
peygamberlere de inandıklarını itiraf ediyorlardı.
Cahiliye dönemi şairlerinden Züheyr bir şiirinde "Kişinin
işlediği suç ya kitaba yazılır cezası hesap gününe geciktirilir
veya acele edilir bu dünyada intikamı alınır" Şerhu Divanı
Züheyr S. 102 ifadesiyle müşrik insanların ahirete
inandığını görüyoruz. Günümüzde müslüman olmadığı
258[51]
Nisa 4/105.
259[52]
Bakara 2/85.
260[53]
En’am 6/148, 43/20.
261[54]
En'am 6/124.
halde çok hayır hasenat yapan insanlar görürüz de hayretler
içinde kalırız. Mekke müşriği de sebze, meyve ve
hayvanlardan kazandığının yarısını Allah için ayırırdı,
yansını putları için ayırırdı da K. Kerim 6/136 yine
müslüman olmazdı.
Öyle ise müslüman olmalarını engelleyen kara perde nedir?
Gönül cevherini kapatan kara pas nedir?
O benlik pisliğinin kaîblerine attığı pastır. Rabbimiz "Hayır
onların kazandıkları kalblerini paslandırdı"262[55]
buyurmuştur. Allah'ın varlığına inandılar ancak O'nun
adaleti kendilerinin zulme dayalı çıkarlarını engellediği için
dedelerininkoyduğu cahiliye dönemi kanunlarının
yürürlükte olmasını.istediler de Rabbimiz "Cahiliye devri
hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için
Allah'dan daha iyi hüküm veren kim vardır?" K. Kerim.
5/50 âyetiyle Allah'dan daha güzel hüküm koyacak birinin
olmadığını ilan ederken bir kısım insanlar Rasûlüne ve daha
Önceki peygamberlere iman ettiklerini iddia ederken
Allah'ın dışında tağutlar huzurunda yargılanmak istedikleri,
Allah'ın indirdiği Kur'ân'a ve O'nun Rasûlüne geliniz
dendiğinde O'ndan yüz çevirdikleri için kâfir oldular.
Tapındıkları putlara kendilerini Allah'a yaklaştırması için
tapındıklarını söyleyen müşrikler, dikdikleri putlarla gönül
ufuklarım kapatmışlar.
Allah'a iman onun sıfatlarını bilmekle olur. Eski filozofların
yaratılış konusunda akılla açıklayanıadıklan yerleri Alîaha
havale edip akıllarının erdiğini zannettikleri yerlerde
Allanın bu işlerde etkisi yoktur dedikleri gibi bir imana
sahip olanın, imanının kabul olmayacağını, Allaha sıfatla-
rıyla beraber iman edilmesi gerektiğini, sıfatlarından birini
inkâr edenin mümin olamıyacağını görüyoruz. 263[56]
262[55]
Mutaffifin 14.
263[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/92-96.
(7) "Allah onların kaillerini ve kulağım müh ürl emiş tir.
Gözlerinde de perde vardır. Ve büyük azap onlaradır."
Kafirlerin kalbini Allah mühürlemişse kafirin müslüman
olmamasında kabahati nedir? sorusu hatıra geliyor.
Allah (c.c.) Rum suresi âyet 30'da "Sen yüzünü hanif olarak
dine çevir. Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o
fıtrata çevir" buyurur. Bu âyete göre Allah bütün insanları
İslâm fıtratı üzerine yaratmıştır. Peygamber efendimiz "Her
doğan İslâm, fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu ya
Yahudi, ya Hıristiyan veya Mecusi (günümüzde kominist)
yapar" buyurur. 264[57]
Tertemiz pırıl pırıl yaratılan insan zamanla çevrenin
etkisiyle kirlenmeye başlıyor. Aynanın Üzerindeki -tozlar
silinmeyince zamanla aynayı kapattığı gibi günahlarda kalbi
kapatıyor ve küfür ise kilitlenip mühürlenmesine sebeb
oluyor.
Efendimiz: "İnsan bir günah işlediğinde gönlünde siyah bir
nokta belirir. Eğer kişi günahına tevbe eder pişman olursa o
siyahlık gider yeri yeniden parlar" buyurur. 265[58]
Allah (c.c.) kulların kazandıkları kötülükler nedeniyle
kalplerinin küf bağladığını haber verir. 266[59]
Bu, ömrü deri dibağatıyla geçen kişinin gül kokusundan
nefret etmesi gibi, zafiyet hastalığına uğrayan kişinin
kendisine yararlı yağlı yiyeceklerden nefret etmesi ve
kusması gibi kafirlerde küfürle öylesine içli dışlı olurlar ki
gül gibi İslâm'dan kaçarlar. Gözleri güzellikleri görmez.
Görse de kedinin bülbülü bir yudumluk et görmesi gibi
görür. Herşeyin değerini paraya göre ölçer.
Kulağı para sözünden başka konuşmalara kapalıdır. O öyle
isteyince Allah da onun kalbini mühürler gözünü perdeler.
"Ve onlara büyük azap vardır."
264[57]
Buhari K. Cenaiz 80, Müslim K. Kader 25.
265[58]
İbni Mace Zühd 29, Müsnedi Ahmed b. Hanbel 2/297.
266[59]
Mutaffifin 14.
Bu dünyada küfür devletinin yıkılması, zulme dayanan
saltanatlarının yerle bir olması onlara büyük azap olduğu
gibi Ahirette büyük azap vardır.
Bu âyetteki azabın yalnız ahirette olacağı manasına gelmez.
Ayetlerin bir kısmına inanıp bir kısmını inkar edenlere
dünyada rusvaylık ahirettede büyük azab vardır. 267[60]
Mescidlerde Allanın adının anılmasını engelleyenlere, o
mescidlerin harap olmasına çalışanlara dünyada rezillik
ahirette büyük azab vardır. 268[61]
Allah ve Rasûlüne karşı savaşanların yeryüzünde
bozgunculuk yapanların cezası dünyada rezillik ahirette de
büyük azab vardır.(Maide 33) 269[62]
267[60]
Bakara 85.
268[61]
Bakara 114.
269[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/96-97.
270[63]
Münafikun 1.
271[64]
Muhammed 30.
Münafıklar, müslümanlara zarar vermek, ayrılık tohumları
ekmek, Allah ve Rasûlüne harp açanlara yardım etmek için
müslümanların arasında kalırlar. Tanınmamak için de
şehadet kelimesi getirirler.272[65]
Müslümanların yanında olmak onlara fayda veriyorsa onlara
uyarlar. 273[66]
Sanki Allah (c.c.) günümüz münafıklarını bize tanıtıyor.
"Sankisi" fazladan. Allah her çağın münafıklarının ortak
taraflarım açıklıyor. 274[67]
272[65]
Tevbe 107.
273[66]
Tevbe 42.
274[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/98.
275[68]
Nahl 23.
276[69]
Feth 10.
çalkalanıp dururlar. Ne onlar taraf nidadırlar, ne bunlar
tarafındadırlar." (Nisa 143) Yani cami ile kilise arasında
kalmış insanlar.
Üstü açık kilisedeki heykelin üstüne bir kuş hergün
pislermiş. Papaz bundan rahatsız olmuş. Birgün heykelin
yanma şarap koymuş. Kuş gelmiş heykele pislemiş,
şarapdan içmiş ve sarhoş olmuş, sızmış. Papaz kuşu eline
almış ve şöyle söylemiş: "Madem müslümandın niçin şarap
içtin. Madem Hıristiyan'dın niçin heykele pisledin. Senin
hakkın ölüm" deyip başını koparıvermiş.
Allah rasûlü kendi devletindeki münafıkları öldürmemiş.
Bildiğini onlara bildirmemiş. Yeminlerine ve şehadet
kelimelerine inanır görünmüş ama onlara karşı dikkatli
olmuş.
Kendisi vefat ederken münafıkların isimlerini Huzeyfe
(r.a.)'ye bildirmiş. Böylece devletin bunlardan zarar görmesi
önlenmiş.
Günümüzde kafirlerin localarında viski, votka içen cuma
veya bayramlarda bizimle görünen çıkarcılar bilsinler ki, iki
tarafda da bir köpek kadar değerleri yoktur.
Peki bunu, bu iki yüzlülüğü neden yaparlar? Kendinden
önceki münafıkların kötü sonucunu gördüğü halde niye aynı
nifak yolunda devam ederler? 277[70]
277[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/98-99.
Bu bir hastalıktır. Tedavisi için Rasûlullaha ve onun
yolunda olanlara müracaat etmedikleri için Allah onlann
hastalığını artırdı.
Yedinci âyette "Allah onların kalblerini ve kulaklarını
mühürledi" buyuruyor.
Görünüşe göre cebrilik var gibidir. Yani Allah dilediğinin
kalbini mühürlüyor. Dilediğinin münafıklığını artırıyor.
Ancak Allah (c.c.) bunların yapılmasına sebeb olarak yine
kişilerin yaptıkları kötülükleri gösteriyor.
Yani kul kötülüğü istiyor, rabbimizde yaratıyor. Eski batıl
dinlerden bir kısım iyi niyetli bilginler şerri, kötülüğü Allah
yaratmaz, O'nun sanma . yakışmaz mantığından hareket
ederek hayır tanrısı ve şer tanrısı diye ilahlar türetmeye
gitmişlerdir. Biz hayrı da şerri de Allah yaratır diyerek
tevhide inanırız.
Bugün müslümanlara en büyük zarar müslümanlığı tam
atamamış, batı standartlarını tam tutamamış ikisi arasında
bocalayan hasta tiplerden gelmektedir.
Geçenlerde kızlık bekaretini evlenmeden önce kaybeden
fahişeler "Kızlık bekareti" üzerine açık oturum yapmışlar ve
bu bekareti önemsemede gericiliktir neticesine varmışlar.
Fahişe, iffetli kadına, hırsız, dürüst adama, düşman olurmuş.
Çünkü o olmasa buna fahişe denmeyecekmiş. Yaptığı işin
kötü olduğunu bilirmiş ama herkesin kendisi gibi olmasını
istermiş. 278[71]
278[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/100.
sayarak kendilerini ilahiaştirdilar. Ondan sonra tabiatada
müdahale ederek gönüllerindeki pisliği tabiatada akıtmaya
başladılar. Rabbimiz: "Ey iman edenler! Müşrikler ancak
pisliktir" buyurur 279[72]. O tertemiz elbiselerinin içinde kara
gözlüklerinin gerisinde tabiatı kirletmek, dünyanın her ta-
rafında anarşi çıkartıp insanların kanını paraya çevirmek,
kimyasal silahlar satarak midesini patlatmak için koşan bu
hasta adamlar: "Yahu etmeğin, eylemeyin yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmayın" deseniz, onlar "biz Yalta
zırvasında, Malta zırvasında, Londra zirvesinde insanları
ıslah için bir araya geliyoruz" diyorlar. Peki ama her
zirvenizin sonunda Hamada, Halepçe'de, Afganistan'da
İran'da, Grenada'da, Azerbaycan'da yüzbinlerce insan
öldürülüyor.
Rabbimiz bizi bu ikibinli (bin dörtyüzlü) yıllarda bizi
uyarıyor:280[73]
281[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/101-102.
Münafıkların putu olan parayı, parlamenterliği, babalığı
yere çaldı ve İslâm'ı aldı.
Sonunda kazanan müslümanlardır. Sefih olan kendileridir.
Münafık müşrikler dünya çıkarlarını da bilmezler.
Hz. Ömer müşrik iken elde ettiği imkânları yere çaldı,
İslâm'ı aldı ama ilerde devlet başkanlığına getirildi. Dünya
adalet tarihin en ön sıralarında yer aldı ve dört halifeyle
beraber cennetle müjdelenen on kişinin arasına girdi.
Ömer'e sefih diyen Ebu Cehil ancak lanetle anılıyor.
Bugün dünyanın en sefih, en akılsız milleti Yahudilerdir.
Siyaseti hiç bilmeyen, ticaretten anlamayan bir
toplumdurlar.
Olurmu öyle hocam? dünya siyasetini ve ticaretini onlar
yönetiyorlar diyorsunuz.
Peki dünyanın en eski milletlerinden olan bu Yahudiler şu
anda nüfus olarak en çok nüfusa sahip olmaları gerekirdi.
Ancak aç gözlüklerinden, siyaset bilmemelerinden tarih
boyunca katliamlarla yok edilmişler. En son Almanlar'm
katliamı.
Siyaset Efendimizin yaptığıdır. Vahşi bir toplumu medeni
yapmak. Siyaset Osman Bey'in yaptığıdır. Aşiretten devlet
meydana getirmektir.
Yoksa dünyanın en eski milletinin nüfusunu İspanyol
çingenelerinin nüfusundan aşağıda tutmak, ürettiği çocukları
kırdırmak siyaset değildir. Asıl sefih onlardır.
Çünkü dünyada rahat durmuyorlar. Rahat yüzü
görmüyorlar. Ahiretteki ateşlerini de beraberlerinde
götürüyorlar. 282[75]
282[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/102-103.
Münafıkların röntgen filmini bize sunuyor Rabbimiz.
Bindörtyüz sene öncesininmünafığı ile bugünün münafığı
arasında hiçbir fark yok. Müslümanların mescidinde namaz
kılar. Zikir meclislerine katılır. Onlar gibi giyinir.
Meydanlarda Kur'an-ı Kerîm'i öper, ama akşam imansız ku-
lüp ve localarda şeytan heriflerle başbaşa kaldıklarında, "biz
onlarla alay ediyoruz, biz sizinle beraberiz" derler. 283[76]
283[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/103-104.
284[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/104.
285[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/104.
Allah onların (gözlerinin) nurunu giderdi ve karanlıklar
içinde görmez bir halde bıraktı.
(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık onlar
dönmezler.
Aydınlanmak için ateş yaktığı halde, sonra gözlerini
kapayan kişinin budalalığı nasılsa aydınlanmak için iman
edip sonra kafirlerin yanında İslâm'a göz kapayanlarda
aynıdır. 286[79]
290[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/106-107.
Yirmi sene önce yazılmış teknikle ilgili kitaplar bugün
değerini yitirdi.
Filozofların peygamberlerden aldıkları hikmetin dışında
bütün fikirleri düşüncesizliklerinin belgesi oldu.
Kur'an-ı Kerîm bindörtyüz seneden beri her çağa her kesime
kültür seviyelerine göre bir şeyler vermeye ve her çağda
yepyeniliği ortaya çıkmakta.
İşte böyle bir kitabı yazmanızı istemiyoruz ey kafirler. Bu
kitabın en kısa sûresine benzer bir sûre getirin. 291[84]
295[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/111.
kendileri hazırlamış olur.
Müminler herşeyi Allah yarattığına inandıkları için Allah
yaptığından sorumlu tutulamaz bilirler. Allah ne ile misal
getirirse onun doğru ve gerçek olduğunu kabul ederler.
Kafirler ise buna itiraz ederler. Böylece müminle kâfir ayırt
edilir. İtaattan isyana çıkanlar ortaya çıkarılır.
O itaattan çıkanlar Allah'a olan sözlerinden dönerler,
Allah'ın emrettiği ilişkileri koparırlar. Tabiata dost değil
düşman olurlar. Onu kirletirler bozarlar. Allah'la olan bağı
koparırlar, insanlarla olan bağı koparırlar. İnsanları siyah,
beyaz, kızılderili, güneyli, kuzeyli gibi sınıflara ayırırlar ve
birbirlerine düşman ederler. Sebeb ile müsebbib arasını
koparırlar. Tabiatın kanunlarını ilahi aştır ırlar da o kanunu
koyanı tanımazlar. "Doğa yarattı" derler de Allah yarattı
diyemezler.
Allah (c.c.) bu tür kâfirler hakkında: Tevbe 28'nci âyette
"Müşrikler ancak pislikdirler" buyurur. "Aman 'hocam bu
müşrikler televizyonda görüyoruz hava alanına iniyor.
Elbisesi, çantası elleri yüzü pırıl pırıl" demeyin.
Keşke elleri yüzleri kirli olsaydı. Pis koksaydı. O zaman
yalnız ya-nındakine zarar verirlerdi. Müşrikîiğin verdiği
pislik ise müşriğin bastığı yerdeki yeşili kurutuyor. Anaları
yavrusuz bırakıyor. Yavruları anasız bırakıyor. Filistin'de
gencecik fidan gibi delikanlıların kolunu, kafasını kırıyor.
Afrika'nın yeşil ormanlarını çöl haline çeviriyor.
İslâm alemindeki başsız başsız ümmetleri birbirine düşman
ediveren, ikisinin de ürettiği malları ellerinden alıp
karşılığında öldürücü silahlar veren bu müşriklerden daha
pis kim olabilir?296[89]
296[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/111-113.
O'na döndürüleceksiniz.
" Allah ve ahirete iman İslâm inancının aslı esasıdır. Kur'an-
ı Kerîm'de en çok bahsedilen Allah'a imandır.
İkinci'derecede ahirete imandır. Efendimiz "Kim Allah'a ve
ahirete iman ederse şöyle şöyle yapsın" diye birçok hadis
i'rad etmiştir.
Allah'a imanda niçinzorluk çekersiniz ki? Sizi yoktan
yaratan O. Meni denen suya çekil veren O. Hepsini de farklı
kılan O. Saçı, başı, kaşı, gözü yaratan O. Sinir sistemiyle
donatan O. Öldüren ve dirilten O.
İnkarcı, yaratan Allah'dir diyemiyor. "Tabiattır" "Doğadır"
diyor. Eğer bu tabiat kara topraktan beyaz gülü, acı biberi,
tatlı elmayı çıkarabilecek ince zekaya ve ilme sahip olsaydı
bu insanı omuzlarında taşımaz ve kendisim kirîettirmezdi.
Ahirette inanmada da zorluk çekmeyin. Siz hiç yoktunuz
sizi yarattı. Öyle ise Öldükten sonrada o diriltir.
Çekirdek toprakda ölüyor. Baharda İsrafil'in suru gibi ılık
rüzgarlar-la tekrar çekirdek çiçeğe dönüşüyor.
Bütün bunlar bize Allah'ın var ve bir olduğunu, ahiretin
mutlaka geleceğini haber veriyor.
Günümüzde zalim otorite sahipleri insanların kendilerine
kayıtsız şartsız itaat etmeleri için dinden, imandan
uzaklaştırdıkları insanlara "Gâvur=Kâfır" kelimesi ağır gelir
diye aynı mânâya gelen "Ateist" adını koyuverdi.
Bunlar için düşünen beyinler "makam, mevki servet sahibi
insanlar bu ateist sistem içinde yaptığı yanına kâr kalıyor.
Mazlumun hakkını alabileceği bir yer olmalı" diye
düşünmeye başladığı anda yine o zalim otorite sahiplerinin
bütün dünyada kurdurdukları ahireti inkâr kurumları
devreye giriyor ve "Hayır yaptığı yanma kâr kalmaz.
Kötüler yeniden dünyaya gelirken akrep olarak, yılan olarak
gelir. İşler daha iyi olarak gelir" derler. Bu kurumun
üyelerinden birine "O zaman yeryüzünde insan ve
hayvanların sayısı sabit kalması gerekirdi ilk insan iki kişi
ölünce iki hayvan olurlar. Sonra iki insan olurlar ve böylece
devam ederdi" dediğimde "kurumumuza bir sorayım" dedi
ve bir hafta sonra "uzaydan gelip insan veya hayvan halinde
dünyalı olanlarla çoğalıyoruz" diye cevaplamıştı.
İnsanın yolu hak yoldan küçük bir derecelik açı halinde
ayrılırsa sonu gelmez derecede açılır uzaklaşır. Bir yalan bin
yalanı ardından çeker. 297[90]
Ruhcular
297[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/113-114.
götürdük. Kadını ve çocukları hemen tanıdı.
Çocuk "beni bahçede başıma keser vurarak öldürdüler"
dedi. Kadına "Eşinin nerede olduğunu" sorduğumuzda
kadın, eşinin sekiz sene önce bahçede başına keser
vurularak öldürüldüğünü söyledi. Kadının kocasının 8
Kasım 1962'de öldüğünü, çocuğundan aynı gün dünyaya
geldiğini Öğrendik. İşte o adam öldürüldüğü an ruhu yeni
doğan bir çocuğa geçmiştir der.
Dinleyicilerden birisi: "Afedersiniz ama herkes bilirki,
çocuk ana rahminde dört aylıkken ruh verilir. O adam
öldüğünde çocuk ana rahminde beş aydır canlı idi" deyince
konferansçımız bir müddet sustu ve tarihini yeniden
araştıralım efendim dedi ve konferansı kesti.
Tenasüh inancını kuvvetlendirmek için Avrupa'dan da bazı
örnekler verilir. Meselâ: Paris'de oturan bir aile yaz tatilini
Marsilya'da geçirmek için yola çıkar. Marsilya'ya vardıktan
sonra oraları daha önce hiç görmeyen yedi yaşındaki kızları
gezecekleri yerleri ve yolları tarif eder. Adım adım o muhiti
bildiği görülür. Neticede o kız da daha önce orada yaşamış
bir prensesin ruhunun yaşadığına karar verilir.
Böyle bir olayın olup olmadığını bilmiyoruz. Yukarıda
Adana'da yaşanan olay gibi uydurma olabilir. Eğer uydurma
değilse o kız rüyasında oraları görmüş olabilir. Benim İslâm
Enstitüsü'nden sonra iki sene devam ettiğim kursa beni
ziyaret için gelen bir dostum kapıdan içeri girdikten sonra o
tarihî binanın her tarafını görmeden bana tarif ediverdi.
Dersane, banyo, mutfak, tuvalet, bahçe ve mescidin
nerelerde olduğunu otururken söyleyiverdi. Peki nasıl
biliyorum? deyince akşamdan yatarken burayı düşündüm
sana gelecektim gece burasını rüyamda gördüm dedi.
Rüyada' gördüğümüz bazı şeyleri uyanıkken
gördüklerimizdir. Bu doğrudur. Ama görmediğimiz şeyleri
de görüyoruz. Hatta bazı kişiler hiç gitmediği bir yere ilk
defa vardığında "ben burayı biliyorum diyor ve görmediği
yerleri de tarif ediyor." O orayı daha önce rüyada görmüş,
hayali-hafızaya depo edilmiştir. Bu gerçeği bilmeyen bir
kısım insanlar günümüzde ilim adına altı bin senelik Hind
dininin tenasüh inancını diriltme-yeve mü'minin cennete
giden yolunu cehenneme yöneltmeye çalışıyorlar.
Her ne ise gördüğümüz iyi rüyalar için Allah'a hamdedip
dostlarımıza rüyayı anlatacağız. Kötü rüyalar için de Allah'a
sığınacağız. Euzü besmele çekeceğiz. 298[91]
298[91]
Buhari, bab-u ta'biri rüya
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/114-115.
vermiş. 299[92] özel mülkiyette toplum çıkarlarına hizmet
etmeli. Yoksa İslâm'a uygun olmayan şekilde saçıp savuran
sefihin malına devletin el koyabileceğini haber verir
Rabbimiz 300[93] "Herşeyi sizin için yarattı" âyetinden
anlıyoruzki yaratılan herşey bizim içindir, penizden yıldıza,
çiçekden böceğe, karıncadan domuza kadar yaratılan
herşeyde bizim için faydalar vardır. Al-i İmran sûresi
191'nci âyette "Rabbimiz sen bunları boşuna (gayesiz,
hikmetsiz) yaratmadın" diyoruz.
Domuzun eti, kanı, derisi, kılı herşeyi bize haram ama
mademki Rabbimiz yaratmıştır. O'nun da tabiatta bizim için
yerine getirdiği bir görevi vardır.
Anlatırlar. Afedersiniz. Adamın biri hayvan pisliklerini
yuvarlayan böceği görünce "yarabbi bunu niye yarattın"
demiş. Sonra adam hastalanmış Calinus'a gitmiş O'da
hastasını muayene ettikten sonra "bok böcü-sünden birkaç
tanesini bulup suda kaynatıp içeceksin" demiş. Zorunlu
olarak dediğini yapmış ve iyileşmiş.
Biz gülünde dikeninde, bülbülünde akrebinde yaratılışında
bir veya birçok faydanın olacağına inanır ye o faydaları
araştırırız. 301[94]
309[102]
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, El-Emval 13
310[103]
Bak: Maverdi Ahkam-üs-Sultaniye s: 6, Ebu Yala Akam-üs-Sultaniye s: 20
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/119-123.
İblis inceliği kavrayamadı. Kalıba aldandı ve secde
etmekten kaçındı. Ebedi lanete uğradı.
Bu ebedi lanete uğraması bir tek secdeyi yapmamaktan
değildir. Eğer öyle olsaydı vay bu müslümanların haline.
Onun ebedi lanete uğraması "Ben ondan hayırlıyım. Beni
ateşden yarattın onu çamurdan yarattın" 311[104] diyerek
kendisinin haklı, Allah'ın haksızlığını iddia etmesinden
kendi mantığını Allah'ın emri ve ilminden üstün
görmesinden kaynaklanmaktadır.
Bu iblis denilen şeytanın meleklerden olduğunu söyleyenler
yanılmışlardır. Rabbimiz: "İblis cinlerden idi"
312[105]
buyurur. İnsanın insana secde etmesi
yasaklanmıştır.Yusuf sûresinin yüzüncü âyetinde Yusufun
kardeşlerinin Yusuf aleyhi s selama secdeleri o günün
insanının saygı âdeti olduğu için yasak-
lanmamıştır.Namazını geçirdiği için af isteyen kaza yapan
müslüman, insan Ka'be'ye doğru secde mi edermiş, Adem
Ka'be'den değerlidir diyen kâfirden değerlidir.Biz Ka'be'ye
secde etmeyiz. Rabbimizin emrine uyar, O'na secde
ederiz.İslâm devletinin hürriyetini sembolize eden bayrak
bir metrelik bezdir. Bir metrelik bez için ölünmez ama o bir
metrelik bezin temsil ettiği dava uğruna ölündüğü gibi
Ka'be'ye değil Allah'a secde edilir. 313[106]
315[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/125.
dediler. 316[109]
Rahman ve Rahim olan Rabbimiz rahmetinden afvetmesi
için kendisine nasü yalvaracağımızı da öğretiyor.
Tevbe: Pişmanlık ateşiyle gönüle konan günahı yakmaktır.
Bir daha aynı günahı işîememeye karar vermektir.
Tevbe günahın cinsinden olduğundan yıktığını yapmaktık.
Hz. Adem ile Hz. Havva' yeryüzüne indirilir, fakat nereye
indirildiği bildirilmiyor. Tefsir kitaplarında Adem (s.a.v.)'in
serendip adasını, Hz. Havva için Cidde'yi iniş yeri olarak
açıklarlar ama bu konuda Kur'ân ve sünnetten bize bir
açıklama olmadıkça kesinlik ifade etmez.
Hz. Adem, Hz. Havva, şeytan, yılan, Tavus kuşu ile birlikte
birçok uydurma hikayeler anlatılmıştır. Biz bu uydurmalara
inanmayacağız. 317[110]
316[109]
A'raf 23.
317[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/125-126.
318[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/126.
319[112]
Taha 122.
320[113]
Bak: İbni Kesir, Nisa 164'nci âyetin tefsiri.
Çünkü kâfirler tabiattan herşey Allah'ı zikrederken bunlar
inkâr edince yaratıcıya karşı isyanla yaratılmışa karşı
saygısızlık yapıyorlar.
Herşey rabbini zikrederken bunlar inkarla tabiattaki teşbih
ve hamd velvelesini zevkini safasını bozuyor ve pis, kokulu
görültüye çeviriyorlar. 321[114]
323[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/127-128.
(41) Beraberinizdeki (Tevrat'ı) doğrulayıcı olarak
indirdiğim (Kur'ân)'a iman edin. O (Kur'ân)'ı inkâr edenlerin
ilki siz olmayın ve benim âyetlerimi az bir para karşılığında
satmayın ve ancak benden sakının.
Şu günlerde birileri çıkmış ve "Yahudiler'in Kur'ân'a iman
mecburiyeti yoktur, onlar da bu halleriyle cennete
gidecektir" diye broşür dağıtıyor.
Rabbimiz ise Yahudiler'e "Şu elinizdeki Tevrat'ı doğrulayan
Kur'ân'a iman edin, ilk inkâr eden siz olmayın" diyor.
Küfürde öncülük yapmayın. Çünkü siz kitap hakkında
bilgisi olan bir toplumsunuz. Müşriklerden daha yakınsınız
kitaba.
Küfürde, yalanda, haram yemede, faizde, meyhane açmada,
kumarhane yapmada ve diğer kötülüklerde Öncülük
yapmayın.
"Âyetlerimi az para karşılığında satmayın."
Az para karşılığında satılmazsa çok para karşılığında
satılabilir mi? Dünya ve içindeki altın, gümüş dolar, riyal,
mark, lira, ruble, yen hepsi terazinin bir kefesine konsa,
öbür kefesine de Allah'ın bir tek âyeti konulsa ve satılsa
yine de az para karşılığında satılmış demektir.
Zamanla papazlar ve hahamlar krallardan aldıkları para
karşılığında İncil ve Tevrat'ın içine krallara itaatla ilgili
sözler sokulmuş bir kısım âyetler de kaldırılmıştır.
Günümüzde Allah'a çok şükür ki, âyetleri yok etmek imkânı
kaldırılmış ama az para, mekam, mevki karşılığında
âyetlerin mânâsını açıklamama yolu denenmiş. Yıllarca
ahkâma ait âyetler gündemden kaldırılmış. Son zamanlar da
bir kısım gayretli müslümanlar bu ahkâma dair âyetleri de
açıklamaya başlayınca bir kısım satılık kalemler "O âyet
Ya-hudiler'le ilgilidir, bu âyet Hıristiyanlarca ilgilidir,
bunlar ise Mekkeli müşrikler hakkında nazil olmuştur"
diyerek bizi ilgilendirmediğini söylemeye başladılar.
"Sebebi nüzul, âyeti tahsis etmez" kaidesini görmezlikten
geldiler. Yani Kur'an'daki âyetlerin bir kısmı Yahudiler'e bir
kısmı Hıristiyanlar'a diğerleri de Efendimiz zamanındaki
Mekkeli ve Medineli insanlara hitap ediyor, bizi
ilgilendirmez denirse Kur'an bize hitap etmez mânâsı çıkar
ki, Neuzübillah.
Hak yolda yürür, paraya makama boyun eğmezsen boynunu
eğmek için üzerine gelirler. Sakın onlardan değil yalnız
benden sakınınız. 324[117]
326[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/130.
327[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/130-131.
328[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/131.
kavuşacaklarını ve ona döneceklerini bilirler. Sabır ve
namazla yardım isteyiniz. Peygamber Efendimiz Hz. Bilale
"Bizi rahatlat ya Bilal" diyor. Bilâlde (r.a.) ezan okuyor ve
müsîümanlar namazla huzura kavuşuyor ve dinleniyor ve
güçleniyor. Sabır, düşmanlar dinime karşı harp açıp
meydanları tuttuklarında kapıları kapatıp içerde "ya sabır"
çekmek değildir. Sabır ateş hattında yapılan sabırdır.
Hz. Ömer'e Küfeden mektup yazmışlar ve sormuşlar: Bizim
burada gücü yettiği halde zina etmeyenler var. Birde gücü
yetmediği için yapmayanlar var. Bunların durumu eşit
midir?
Hz. Ömer "Gücü yettiği halde yapmayan sevaba girer.
Öbürüne ise sevap da yoktur, günah da yoktur" buyurur.
Emredilenleri yerine getirmede sabır, yasaklananlara
uymada sabır.
1402 yılında Ankara'da Yıldırım Beyazid'i döven Timur'a
"Başanyın sırrı nedir" demişler. Timur, soruyu soranın
ağzına kendi parmağım, onun parmağını da Timur kendi
ağzına almış karşılıklı ısırmaya başlamışlar.
Karşılıklı ısırırlarken adam aaaaaaaa diye ağzını açarak
bağırmış. Timur kendi parmağını çekmiş ama adamın
parmağını ısırmaya devam etmiş. Sonra bırakmış ve "Bak
harplerde böyledir. Sen aaaaaaa diye ağzını açarak bağırınca
benim işime yaradı, parmağımı kurtardım ama bu bağırma
senin parmağına fayda vermedi.
Sıcak su kaplıcalarından birinde insanlar ayaklarını suya
sokuyorlar ve kaç saniye tutacağız diye yarışıyorlar. Birinci
gelen bir saniye daha fazla duruyor o kadar. Yani bir saniye
fazladan sabırla birincilik kazanılır.
Harplerde de bu böyleymiş. İki tarafda geri çekilmeyi
planlarken önce çekilmeye başlayana öbürü saldırıyor ve
kazanıyor.
Bu namaz ve sabır Allah'dan korkanlara ağır gelmez.
Allah'dan korkmakda Allah hakkında bilgi edinmekle olur.
"Allah varsa beni çarpsın" diyen imansız aslanın başına
konup da "hani aslan neredeyse karşıma çıksın" diyen sinek
gibidir. "Bire sinek, aslandan korkmak için ceylan olmak
gerekir."
"Allah'dan ancak âlim kulları korkar." 329[122]
(48) Öyle bir günden korkun ki, o günde kimse bir diğeri
adına
bir şey ödeyemez. Kimseden (izinsiz) şefaat kabul olunmaz,
ondan bedel alınmaz ve onlara yardım da yapılmaz.
Kırkıncı âyette hatırlatılan nimet bu âyette de hatırlatılmakta
ve Nimet'in ne olduğu açıklanmakta.
Nimet bu âyette o günün insanları arasında en üstün makam
ve mevkiyi almak, firavunu ve zulmünü devirip yerine adil
bir devlet kurmak, köle iken İslâm nimetiyle hürriyete
kavuşmak en büyük nimettir.
Yahudilere ve bize şöyle denmektedir: Eğer bu peygambere
ve getirdiği kitaba iman eder ve onun emir ve yasaklarına
uyarsanız yine aynı devlete ulaşırsınız.
İslâm nimetine sanlınız, o sizi iki dünyada da kurtarır.
Yoksa kimse diğerinin yerine ceza çekmeyeceği bir günden
sakının. Bu dünyada baba oğlunun yerine hapisde yatabilir.
Onun cezasını çekebilir. Suçunu üstlenebilir. Ama ahiretin
azabının dehşeti karşısında kişi kardeşinden, annesinden,
babasından, arkadaşından, oğlundan kaçar. Herkes kendi
derdiyle meşgul olur. 331[124]
Maymunu yavrusuyla beraber boş bir kazanın içine
koymuşlar altından ateşi yakmışlar. Ayaklan yanmaya
329[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/131-132.
330[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/132.
331[124]
Abese 34-37.
başlayınca yavrusunu kucağına almış. Ateş şiddetlenince
ayaklarını kaldırıp indirmeye başlamış. Daha da
şiddetleniverince yavrusunu altına koymuş ve yavrusunun
üstüne çıkmış.
İnsanın merhameti daha fazladır; Bu dünyada sen yanma
ben yanayım diyen fedakâr insan çıkmıştır. Ancak ahiretin
azabının şiddetini bilecek durumda değiliz.
Bizi yaratan, bizi bizden iyi bilen Allah (c.c.) birbirimizden
kaçacağımızı haber veriyor.
Şefaat ta kabul edilmez. Bu dünyada işlerini aracılar ile
yürütenler orada aracı bulamayacaklardır.
Müminler Allah (c.c.) iman edip emirlerine ve yasaklarına
güçleri oranında uydukları için bazı günahları için Allah'ın
şefaat izni verdiği zatlar şefaat edeceklerdir.
Ayet-el-kürsi 332[125] Allah'ın izin verdiklerinin şefaat edece-
ğini haber verir.
"Şefaat edenlerin şefaati onlara fayda vermez." 333[126] Ayeti
şefaat edenlerin olacağını haber verdikten sonra kâfirlere bu
şefaat edenlerden fayda olmadığını bildirir.
Dinime değerli hizmetlerde bulunanların da şefaat edeceğini
hadis-i şerifler haber verir. Ancak Mahmut Toptaş hoca
şefaat edecektir diye şahıs ismi vererek konuşmayın.
Peygamberler müstesna.
Biz şöyle dûa edelim: Yarabbi şefaat izni verdiğin
şefaatcılann şefaatından bizi mahrum etme.
Ahirette yapılan kötülükler karşılığında fidyede kabul
edilmez. Bu dünyada parayla, malla, makamla işlerini
görenlere öbür dünyada paraları, unvanları fayda
vermeyecektir.
idi arabın dilinde hayvanın yükünün bir tarafındakine denir.
Türkçe karşılığı denkdir. Adi de aynı kökdendir idi maddî
olan denke denir. Adi ise manevî, süpjektif olana denir.
332[125]
Bakara 255.
333[126]
Müddessir 48.
Şefaat çift mânâsına gelir. Şefaat eden aracı suçluya destek
olarak ikileştikleri için bu ismi alır. 334[127]
334[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/132-134.
çocuklarının öldürülmesin teklif ederler. Kız çocuklarını
Öldürmüyorlar. Çünkü İsrailli kadınlarla kiptiler evlenerek
kıptıla-nn soyunu çoğaltıyorlardı.
Günümüzde firavunun görevini üstlenen kâfirler genellikle
halkı müslüman olan ülkelerde doğum kontrolüne hız
veriyorlar. Firavun yalnız erkekleri öldürüyordu.
Günümüzde ise hem erkekler hem kadınlar öldürülüyor.
Kâfir Batı'da endişesi müslümanlar tarafından ülkesinin ele
geçirilmesidir. Çünkü kendi kadınları güzelliğim
bozulmanın diye doğum yapmıyor.
Tarihde zengin ve güçlü Galyalılar'ın doğum kontrolü yapıp
fakir frankların doğum kontrolü yapmamaları sonucunda
birgün gelmiş fakir franklar zengin Galgalılar'ı işgal edip
tarihden silmişlerdir.
Bugün Fransız, Alman, Hollanda siyasileri, yazar çizer
takımları arasında "Eğer bu nıüslümanların artışı
Önlenemezse ikibin yirmi yılında cumhurbaşkanı
Mitterrand'ın yerinde Muhammet isimli birini, Kohl'un
yerinde Ali isimli birini görebiliriz" tartışması var.
Alman kadınlarını doğum yapmaya teşvik etmek için çocuk
sayısı arttıkça çocuk parasını da artırmışlar ama bu kanun
müslüman Türk işçilerinin işine yaramış.
Anne açı çekmeyince yavrusunu kokiayamaz. Çekirdek
çatlamayınca çiçeğe dönüşemez. Belâların ardından devlet
ve cennet geliyor. 335[128]
335[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/134-135.
balda yaşarken sarayda nimetler içinde köle olarak
yaşamaktansa çölde Allah'a ibadet ederek hür yaşamayı
tercih etti.
Günrümüzde bir kısım insanlarımız Musa aleyhisselâma
akıl verirler. "Sarayda kalsaydı. Çaktirmasaydı. Oradan
içten oysaydı" derler. Aslında bu Musa aleyhisselâma akıî
vermek değil, haşa Allah'a akıl vermektir. Çünkü Beni
İsrail'i Mısır'dan çıkarma emri Allah'dan "gelmiş ve Musa
aleyhisselâm da o emir üzerine çıkarmıştır.
Düşmanın gücünü gözünüzde büyüterek cihaddan geri
durmayınız. Rabbim hesap etmediğiniz yerden yardımını
gönderir.336[129]
340[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/137-138.
onun yaptığı her hata seçeni de sorumlu tutar.
Günümüzde yönetenlerin yaptığı hatanın cezasını millet
çektiği gibi.
Enfaî sûresinin yirmibeşinçi âyetinde
"Şol fitneden sakının ki, o yalnız zâlimlere dokunmakla
kalmaz (mazlumlara da dokunur)" buyurur.
Bulaşıcı hastalıklar bir şehre girdiklerinde yalnız hastalara
bulaşmazlar. Sıhhatli olanlara da bulaşırlar. 341[134]
347[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/142.
gireceğini haber vermektedir.
Mevlana Celaleddin'i Rumi'nin "Her ne isen gel. İster
Yahudi, ister Hıristiyan, ister Mecusi, ister putperest ol yine
de gel. Bu kapı ümitsizlik kapısı değildir. "Bu kapı"dan
kasdı, türbesinin kapısı değildir. O kapı ağaçdan yapılmıştır.
"Bu kapı"dan kasdı İslâm'dır.
İslâm'a giren kişi hangi dinden olursa olsun ırkı, rengi, dili
İslâm'ın boyasıyla boyanınca o cennete gidecektir.
Geçmişte Musa aleyhisselâma, İsa aleyhisselâma, ibrahim
aleyhisselâm ve diğer peygamberlere ve onlara inen
kitaplara inananlar da bizim kardeşlerimizdir. Onlarda
cennete girecektir.
Bu âyet-i kerîme Maide sûresinin 69-ncu âyetinde biraz
değişiklikle tekarrlanmaktadır. Elmalı Hamdi Yazır_
merhum Maide sûresinde bu âyetin tefsirini otuziki sayfa
uzatmış. Çünkü Fransızlar, Cezayir'i işgal edip iki milyon
insanı çoluk çocuk, kadın ihtiyar demeden öldürdükten
sonra Cezayirliler1 in evlerine hakim olup gönüllerine
hakim olamadıklarını görünce, "Analiz Kur'ân" adı altında
bir kitap bastırıp Cezayir'de dağıtırlar. Kitabın özünü bu
âyet oluşturmakta. Yani "Kur'ân'ımz bizim de cennete
gideceğimizi yazıyor. Madem ki cennette beraber olacağız.
Şu iki günlük dünyada bize karşı gelmeye ne gerek var"
anlamında.
Aym kitabın kötü bir tercemesi "cennet kimsenin tekelinde
değil" başlığı altında Türkiye'ye bir asır sonra geldi. Geldi
ama bir elin parmaklarının yarısı kadar kişi "hoşgeldin, geç
geldin" dedi.
Âyetteki "Allah'a ve ahîrete iman edenler ve amel-i salih
işleyenler" kaydını koymuş Rabbimiz. Allah'a iman,
Allah'ın kitabında tarif ettiği şekliyle olur.
"Amel-i salih"in tarifini kim yapacak? Yahudi olmayan
birini iğneli fıçıya koyup kanının son damlasına kadar
akıtıp, onunla hamur yoğurmak ve o ekmeği mukaddes
günlerinde yemek, salih ameldir. Filistinli birinin üzerine
benzin döküp yakmak salih ameldir. Filistinliler'den öl-
dürdükleri adam sayısınca derecesi yükselmektedir bir
Yahudi'nin.
Amel-i salihi kim belirleyecek? Hind devlet başkanı, annesi
Gan-dİ'nin cesedini kendi elleriyle yakarken, amel-i salih
işlediğine inanıyordu.
Amerikalı Hıristiyanlar Irak Devlet Başkanı Saddam'ı
bahane ederek, Irak'a beşyüz milyon ton bomba atarak
tahmini dörtyüzbin sivil savunmasız insanı Öldürürken
dünya barışı için amel-i salih yapıyordu.
Amel-i salih hakiki Tevrat'ın, hakiki İncil'in ve Kur'ân'm
bildirdiğidir.
Cenneti ve cehennemi yaratan Allah (c.c.)'dır. İnsanları
yaratan Allah'dır. "Allah katında din İslâm'dır" 348[141] diyen
Allah'dır. Öyle ise cennete veya cehenneme kimlerin
gideceğini belirleme hakkı da Allah (c.c.)'ındır. 349[142]
348[141]
Al-i İmran 19.
349[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/143-144.
350[143]
Bakara 256.
tabancayı adamın şakağına dayayıp İslâm'a gir demenin
faydasının olmayacağını anlatır. Korkudan "iman ettim" der.
Sonra da "inkâr ettim" deyiverir.
İman gönül işidir. Amel ise imanın görünen çiçeği
meyvesidir. 351[144]
351[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/144-145.
352[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/145.
353[146]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/145.
A'raf sûresinin 163'ncü âyetinin açıklamasına göre
Yahudiler deniz kenarında yaşıyorlar. Cumartesi günleri
balıklar daha çok geliyor. Cumartesi günü de avlanmak
yasak. Balıklan cumartesi günü denizden özel havuzlara
alıyorlar pazar günü de o havuzdan yakalıyorlar. Böylece in-
sanlara yaptıkları hileyi Allah'a da yapmaya kalkıyorlar ama
o cumartesi gününün önemini kavrayamamanın cezasını,
çekiyorlar. Tarihin en eski milleti olmalarına rağmen
nüfusları İspanyol çingenelerinin nüfusuna ulaşamıyor.
Bu insanlar siyaset bilmiyorlar. Siyaset yapacağız derlerken
bütün insanların kinini üzerlerine çekiyorlar ve ara ara
topyekün imha ediliyor.
Siyaset, Peygamber Efendimiz'in yaptığı gibi bedeviyi
medeni yapmak ve dünyaya adalet dağıtmaktır.
Siyaset Osman Bey'in yaptığı gibi aşiretten devlet meydana
getirmek ve dört kıtaya İslâm'ı yaymaktır.
Bizde ne zaman cumanın değerim yitirdik, bugünkü
durumlara düştük ve Batı'nm kötü bir taklitçisi olduk çaktık.
Halbuki Yahudiler'in durumu bizim için iyi bir nasihat
olmalıydı. Allah'ın günleriyle oynamanın, Allah'ın kullarıyla
oynamanın, Allah'ın âyetîeriyle oynamanın cezası bazan bu
dünyada acele veriliyor, bazan acıklı azabı ahirete
bırakılıyor.
Bu dünyada verilmesi başkalarını caydırmak mütteki
insanlara da nasihat olmak içindir. 354[147]
354[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/145-146.
isimlendirdiği bu sûre, ismini bu âyet-i kerîmelerden
almıştır. Bu âyet-i kerîmelerde yani 67, 68, 69,70, 71, 72, ve
73 âyet-i kerîmelerde bir olayı bize naklediyor.
Olay şöyle: Bir adam öldürülmüş, tefsir kitaplarının
ifadesine göre faili meçhul, kimin Öldürdüğü belli değil.
Yani ölümü kendiliğinden değil, Öldürüldüğü belli. Tefsir
kitaplarının ifadesine göre Kur'ân'da böyle bir açıklık yok.
Tefsir kitapları sahabeden bazılarına dayanarak diyorlar ki,
bir adam zengindi, bir tane de oğlu vardı. O adamın
kardeşlen ve kardeşinin çocukları vardı. Şimdi amcamız
ölünce malı oğluna kalacak. Eğer oğlunu öldürürsek malı
bize kalacak diye o zengin amcalarının bir tek oğlunu
gizlice öldürürler. Bunun öldürülmüş olduğu o devlet
tarafından,-millet tarafından bilinince, kimin öldürdüğünü
araştırmaya başlıyorlar. .
Tabiîki kendilerine inandıkları, güvendikleri peygamber
Musa (a.s.)'a durumu arz ederler. Musa (a.s.)'da onlara der
ki, Allah size bir sığırı kesmenizi emrediyor. Yanı siz bu
adamın bulunmasını, katilin bulunmasını istiyor musunuz?
Evet istiyoruz. Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor
diyor Musa (a.s.).
Bunun üzerine adamlar diyorlar ki, yahu sen bizimle
dalgamı geçiyorsun? Musa (a.s.) da diyor ki, "Cahillerden
olmaktan Allah'a sığınırım. Yani böylesine ciddi bir olayda
dalga geçmekten Allah'a sığınırım diyor. Musa (a.s.) önemli
olayların, ciddi olayların şakası olmaz demek istiyor. Tabiî
bize de bunu söylemiş oluyor.
Çok önemli olaylarda dalga geçilmez. O iş şakaya alınmaz.
Ancak çok önemli olayları önemsemiyenler cahillerdir. O
olayları anlatırken dalga geçen, alaya alan, hafife alanlar da
yine cahillerdir. Hani delinin başına en büyük bela gelse bile
yine de gülermiş. Yani deliliğinden bu işi yapıyor. Aklı
başında olsa o gelen belanın neler getireaceğini bildiğinden
üzülmesi gerekiyor. Onun için cahillerde önemli olayları
dahi önemsizmiş gibi şakaya, alaya ahveriyorlar. Musa (a.s.)
böyle olmaktan Allah'a sığınırım diyor.
Şimdi adamlar Musa (a.s.)'a danışıyorlar. Ama emrini yerine
getirmiyorlar. Allah'ın emrini de yerine getirmiyorlar. Bu
sefer peygamberin emrini tevile uğraşıyorlar. Hani kırk
dereden kırk su getirmek diye tabir ettiğimiz şey. 355[148]
361[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/149-154.
olduğunu ifade ediyor.
"Yerde ve gökte her ne var ise AUah'a secde eder"
buyuruyorAllah (c.c).
Er-Rahman sûresi, âyetö'da ise:
"Ağaçlar da, otlar da Allah'a secde ederler" diyor. Allah
(c.c.
En'âm sûresi, âyet 38
"Yerde kıpırdayan her canlı, gökyüzünde uçan her kuş, sizin
gibi bir ümmettir" diyor.
Çok enteresan. "Sizin gibi bir ümmettir" diyor Allah (c.c).
Kehf sûresinde de Musa (a.s.)!ın salih bir insanla yolculuğu
vardır. O anlatılır. Orada bİT yere de varıyorlar. Kehf sûresi,
âyet 77
Musa (a.s.) ile o salih kimse bir köye vardılar. Ve orada
yıkılmaya azmetmiş yıkılmak üzere olan bir duvarı buldular
da onu tamir ediverdiler. Düzeltiverdi o salih adam diyor.
Şimdi burada ifade edilen Allah (c.c)'nün bize haber
verirken kullandığı kelime önemli. Dağ ve taşın Allah
korkusundan parçalanacak hale geldiğini, yerde ve gökte her
ne var ise Allah'a secde ettiğini, otların ve ağaçların Allah'a
secde ettiğini ve yer yüzündekilerin ve gök yüzündekilerin
bizim gibi bir ümmet olduğunu, yıkılmakta olan duvardan
bahsederken, yıkılmayı murad eden bir duvar buldular
diyor. Yani duvarın da yıkılma isteği olduğu konusunda
irade kelimesini kullanmış. Allah (c.c).
Bütün bunlardan yaratılmış her şeyin kendine has bir dilinin
olduğunu anlıyoruz biz. Herşeyin kendine has bir dili vardır.
Bunu Allah (c.c.) bindörtyüz sene önce indirmiş. Bizim
âlimlerimiz de bunları tefsir ederken her şeyin kendine has
dili vardır cümlesini de kullanmışlar. Ama günümüzde Batı
âlemi bunu biraz isbata doğru yöneldi. Hani televizyonda
belgesel adı altında, karıncaların konuşmasını, deniz
altındaki balıkların konuşmasını kuşların kendileriyle
haberleşmelerini, maddenin kendi içerisinde birbirleriyle
olan irtibatını yani atomunu, moleküllerini bize gösteri
veriyorlar. Böylelikle Allah (cc.) bize haber verdiklerini
doğrulamaya yönelmiş oluyorlar.
Allah (c.c.) niye taşı zikretmiş de, demiri zikretmerniş diye
tefsircimizin birine Sorulmuş. Merağr tefsirinin sahibi
diyorki:
Yani "onların kalpleri taşlar gibidir. Taştan da katıdır"
demişte, demirden de katıdır dememiş. Sorusuna cevap
olarak, o üniversitede öğretim görevlisi iken sorulmuş,
Demişki: "Demir ateşte erir, su halinde akar, yani
yumuşaması daha fazladır onun. Ama taş eriyipte akmaz.
Toz haline getirilebilir ama akma kabiliyeti yoktur onun"
onun için taş katılıkta demirden biraz daha devamlılığını
sürdürüyor. Kâfirin katıhğı ise taştan daha fazladır diyor. El-
Hak görüyoruz.
Taş kendiliğinden insana bir şey yapmıyor. Ama o katı
kalpli Yahudi eline taşı alıyor ve bütün dünyanın gözü
önünde televizyonda gösterdiler. Oradaki müslüman
delikanlıların kolunu vurarak kırıyor. Ve vuran adamında
yüreğinde ve yüzünde hiç merhamet izi görülmüyor. Belki
taş üzülüyordur. Yani bir gün gelirde o da hani filme alınıp
onun da dili insanlara gösterilebilir, taşın merhameti
görüntülenebilir ama Yahudi'nin yüreği hiç yumuşamıyor.
Onun Allah (c.c.) onların kalplerini taşlardan daha katı
olduğunu ifade ediyor. Kalplerin katılaşmasının zaman
içerisinde olduğunu Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir
hadis-i şerifiyle şöyle açıklamış. "Allah'ın zikri olmayan çok
konuşma insanın kalbini katılaştırır."
Yani insanlar konuşuyorlar. Allah iki dudak bir dil vermiş
mecburen konuşacağız. Fakat konuşmalanrmza dikkat
edelim. Yani akşama kadar konuştuklarımızın yüzde elli bir
hissesi Allah (c.c.) emri doğrultusunda onun dininin
tanıtılması konusunda olsun. Bu yalnız Allah Allah. La ilahe
illallah değildir. Meselâ tüccarsınız. Ticaretle ilgili
kardeşinize İslâm'ın ticaret ahkamıyla ilgili bilgiler
verirsiniz. Ziraatçısınız, o konudaki İslâm'ın Öngördüğü
teklifleri onlara duyurursunuz. Yani bulunduğunuz sahada
İslâm'ın ahkamını diğer insanlara duyurmak yine Allah'ı an-
mak gibidir. Çünkü Kur'ân'dan ve sünnetten bir hükmün
diğer insana duyurulması, öğretilmesi de Allah'ı anmak
gibidir. Çok konuşmada Allah zikri yoksa, çok konuşma
insanın kalbini katılaştınr diyor. Bugün günümüzde işçiler
ellerine almışlar oraklarını, çekiçlerini efendim fabrikada
kullandığı malzemesini, metresini yaptığı iş ne ise
patronuna karşı yöneliyor Türkiye'nin üç veya dört tane
toplasan on tane zengini ve arkalarında da genelde
gazetelerden okuduğumuz kadarıyla Yahudiler var. Sermaye
olarak "Haklarımızı isteriz. Merhametsiz adamlar. Bu
ücretle bu insan İstanbul şehrinde geçinir rni? Siz ne biçim
adamsınız?" diye bas bas bağı-' nyorlar. Öbür adamlarda bu
tür konuşmalardan hiç tınmıyor. Sadece devletin güvenlik
güçlerine telefon ediyor. "Fabrikamda, evimde, iş yerimde
tehlike söz konusudur. Beni garanti altına alın. Güvenlik
içerisinde olayım" diyor derken yine aynı maaşından
şikayetçi olan güvenlik güçleri bunlarda aslında bas bas
bağırıyorlar. Onlarda diğer kardeşlerine karşı Öbürünü
korumakla görevlerini yerine getirmiş oluyorlar. Peki
burada katı kalpli olan o imansız Yahudi ve onun
sermayesidir. Katı kalpli olan, bu adam üç yüz bin lira ile
dört yüz bin lira ile beş yüz bin lira ile bu memlekette
geçinir mi, geçinemez mi? diye hiç hesap yapmıyor o adam.
Katı kalplilik oradan kaynaklanıyor. Fakat iki tane mağdur
birbirlerine giriyorlar. Öbürünün katı kalpliliğini korumak
üzere, "Taş olsaydım erirdim toprak idim dayandım" diye
bir söz vardır. "Taş olsaydım erirdim, insan idim dayandım"
bu türkümü, şarkımı bilmiyorum ama güzel bir söz, şiirdir.
"Taş olsaydım erirdim, insan idim dayandım", yani bu âyet-i
kerîmenin ruhuna uygun bir ifadedir bu. Belkide burdan
mülhemdir. Bazı doktora tezi yapan arkadaşlara bunu çok
diyorum ama bir tanesi yapmış. Daha elde edemedim. "Türk
şiirinde işlenmiş âyet ve hadisler" bunu doktora tezi olarak
alın diyorum. Yani çeşitli şairlerimiz tarafından divanla-
rında, şiirlerinde âyetler nasıl oraya geçmiş. Hangi ata
sözlerimiz âyet ve hadisten alınmış. Çok ata sözlerimiz var
âyet ve hadisten geçme. Doğrudan âyet. Hani "İslinin
yanında oturan da is, mislinin yanında oturan da mis" kokar.
Bu bir hadisi şerifin türkçe tercemesidir aslında. Bir çok ata
sözümüz vardır ki, hadisin türkçeleşmiş şeklidir. Veya
âyetin türkçeleşmiş şeklidir.362[155]
362[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/154-157.
duymuşlar ki, Mekke'de peygamberim diyen bir insan var.
Hemen hatırlarına gelmiş. Yahudiler de bir peygamber
bekliyorlardı. Kendî aralarında istişare etmişler ve demişler
ki, Yahudiler'den evvel biz müslüman olalım. Bu
peygamberi kabul edelim. Onların elinden alalım demişler.
Ve Akabe'de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile görüşmüşler.
Ve müslüman olmuşlar. Çok da güzel hizmet etmişler.
Şimdi bu insanlar, Medine'deki Yahudilerin müslüman
olmasını bekliyorlar. Zaten Yahudiler bir peygamberin
geleceğini bekliyorlardı ya, -işte, geldi buyurun diye onları
davet ediyorlar. "Yahu siz bize haber vermiştiniz. Bir
peygamber gelecekmiş, işte geldi. Biz o peygambere iman
ettik, sizde buyurun iman edin" diyorlar. Ve çok bir ümitle
bugün olmazsa yarın iman edecekler diyorlar ama; yani
Medineli müslümanlar varacaklar, diyecekler bak
peygamber bekliyordunuz geldi. O kitap okuyanlar
diyecekler ki, yok canım her ne kadar biz öyle demişsek de
bu sefer de Yahudi ırkından gelecek diyorlar. Peki Tevrat'ta
Yahudi ırkından gelecek diye bir kayıt söylememiştiniz
daha önce. Yazarız elimizle deyivermişler ve yazmışlar.
Yahudi ırkından gelecekmiş. Yani buna benzer birçok
tahrifat böylesi işlerden kaynaklanmış.
Pekiyi bize bakan tarafı bizimde elimizde Kur'ân-ı
Kerîmimiz var. Bize de diyorlarki, günümüzde bak bakalım
Kur'ân-ı Kerim'de yirminci asırla ilgili neler söylüyor.
Günümüzde müslümanlarımız özellikle Kur'ân-ı Kerimle
ilgisi olan insanlarımız üçe ayrılıyorlar: 1- Baktım Kur'ân-ı
Kerîm'e genelde ahlâkî kurallarla ilgili bilgiler vardır. Yani
hırsızlık yapmayacaksınız, yalan söylemiyeceksiniz. Ne
emredilirse yerine getireceksiniz. Verileni yutacaksınız,
söyleneni tutacaksınız diyor. Namazınızda kusur etmeyin.
Gece gündüz namaz kılın. Orucu Ramazan'da tutun, Nafile
oruçlara da devam edin. Çünkü ekonomiye katkınız olur.
Yani öğle yemeğini yemiyecek olursanız topyekün
Türkiye'de orucunu tutan müslümanlar, milyonlarca
müslüman birer öğle yemeği yememiş olsa şu kadar ihracata
katkıda bulunur. Gerisine karışmayın. Kur'ân'da zaten bun-
lardan bahsediyor diyen bir grup. Bunlar yalnız orta halli
olanlardır. 2-Şerlisi vardır. Bundan da beteri vardır. Beteri
de mevcut âyetî kerîmeleri tahrif eder. 363[156]
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, kâfirlerin tâ
kendisidir."
Âyet-i kerîmesi bizi ilgilendirmez. O Yahudiler'!
ilgilendirir. Onlar hakkında nazil olmuştur. Müslümanlar
hakkında değildir.
Bu Yahudi hahamlarının, Tevrat'ı tahrif etmeleri gibi bir
şeydir. Onlar mânâda tahrif yapıyor.ar Tahrif iki türlüdür.
Mânâda tahrif, diğeri de lafzın kendisinde tahrif yapılır ki,
ilaveler yapmak suretiyledir. Allah'û Teâla'ya hamdü senalar
olsun ki, Kur'ân-ı Kerîm'de lafızda tahrif olmamıştır. Yani
olduğu gibi bize kadar gelmiştir. Mânâda tahrif bin dörtyüz
senelik zaman içerisinde yapılmıştır. Tâ sahabe döneminde,
sahabe tarafından değil, imansız kesimden yapılmıştır.
Tabiin döneminde yine imansız kesimden mânâlar tahrif
edilme tarafına gidilmiştir. Bu konuda tefsir kitapları
yazmak, bu konuda lügat yazarak milletin inancını
sakatlamıya yönelik çalışmalar olmuştur. Lügatçilik çok
önemli. Çünkü bir milletin kültürünü yönlendiren lügat
kitaplarıdır. Onun için Türkiye'de lügat kitapları genelde
Türk lugatıyia ilgili felsefî lügat, mantıkî lügat, coğrafya
lügati, tıbbî lügat vs. lugatlarla ilgili en fazla çalışmayı
yapan bir Ermeni'dir. Yirminin üzerinde kitap yazdım bu
memlekette diyor.
Evet niye onlar yazar. Onların kitabı lügati bütün yazarların
kütüphanesinde bulunur. Bir kelimenin mânâsını
bilemediler mi hemen oraya bakıverirler. Ve yazısını da
363[156]
Maide: 44
ondan kaynaklanarak yazar. Orada da o kelimeyi
yönlendiriverdi mi adam gayesine ulaşmış olur. Yani
binlerce kalem onun dediği doğrultuda yazıp çizmeye
başlar. Onun içindir ki, İslâm Ta-rihi'nin ilk dönemlerinde-
de bu tür tahrif hareketi başlamış ama, Allah (c.c.) bu dinini
koruyacak ya kendi üzerine almış, bu dini koruyacak
âlimleri de her asırda getirmiştir. Yâni ilk hicretin birinci
asrında o tabiinin büyüklerinden onu takip eden dönemlerde
de yine çok değerli dil bilimcileri, tefsirciler, hadisciler ve
fakihler göndermek suretiyle Allah (c.c.) bu dini, Kur'ân'mı
hem lafzını korutmuş hem de mânâsını korutmuş.
Günümüzde de yine mânâyı yönlendirme yolunda
çalışmalar var. Yani tahrif etme yolunda çalışmalar var.
Fakat onların sesleri zayıf, kokar ağızlarla Allah'ın nurunu
söndürmek için uğraşanlar hakkında Rabbim; 364[157]
"Onlar ağızlarıyle Allah'ın nurunu söndürmek isterler ama,
kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır."
Hahamlar tahrif etmişler, bizim içimizde de mânâ yönünden
tahrif eden insanlar vardır.
3. grup ise, gücü oranında Allah'ın kelâmını anlatmaya
çalışanlardır. Yani hem lafzını, hem mânâsını tahrif
yapmadan doğrudan anlatmaya çalışan insanlarımız vardır.
Yeterlimi bu yirminci asırda 1990 yılında. Yetersiz. Bende
diğer saygı duyduğum hoca efendilerde yetersiziz. Niye? -
yetişmemiz için gerekli zemin hazırlanmamış. Sel suyunun
bir yatak bulması vardır. Yaz gününde yağmur yağar. Ve
derken çok şiddetli yağmur yağarsa sular bir yerde
birleşirler. Normal suların aktığı gibi bir yatak yok.
Toplanırlar bir yere varırlar. Önünde bir taş var olmadı bu
tarafa gidemeyiz, öbür tarafa döner o su. Yani önüne gelen
engel büyükse oradan dönüş yaparlar. Yıkabileceğini
yıkarlar, yakamadiğı zaman oradan dönüş yaparlar. Böylece
364[157]
Saf: 8.
bir yatak aramaya çalışırlar. Yatak ararken ya bir ırmağa
ulaşırlar, faydalı olurlar. Veyanutta bir ovada kaybolup
giderler.
Günümüzdeki İslâm âlimlerinin ve dünyanın her tarafındaki
âlimlerin yetişme tarzı da böylesine yatak arayan su
gibidirler Ha şu hocadan olur, ha bu kitaptan olur. Ha
surdan mı olur ha burda rnı olur. Çalışma neticesi elde
edilen şeyler. Niyetler iyi olunca inşaallah hedeflerde,
hedeflere varışta bereketli olacaktır, iyi olacaktır.365[158]
365[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/157-161.
Akif in tabiriyle "adı Osmanlı, ruhu Yunanlı" tipler çıkmış.
Onlar müslümanın yanına gelince, "biz de iman ettik.
Babam müslümandı. Rahmetli üç defa hacca gitmişte"
diyorlar. Ama kendi aralarında kaldıklarında ya bu adamlara
siz niye imkânlar veriyorsunuz, niye bu adamları belirli
yerlere getirdiniz, haydi bakalım yeni alınacak bir kararla
şöyle diyelim. Meselâ yıllarca imamhatip okulu mezunları
üniversiteye alınmasın kararı alınmıştır. Kuruluşundan tâ
1970'li yılların sonuna kadar imamhatip okulu mezunları
üniversiteye alınmamıştır. Aynı okulları okuyanlar hatta bir
senede fazla okuyan bu gençler, üniversiteye alınmamıştır.
Kendi aralarında bir araya geldiklerinde almayalım bunları,
aramıza adam mı yerleştireceğiz diyorlar. Dışarıya çıkınca
da bizde inandık diyorlar.
Allah (c.c.) Yahudi'nin karekterini bize anlatıyor. Bu
adamlarmkini değil. Niye bu adamlarmkini değil?
Yahudi'nin karakteriyle karekterlenen, onun huyunu alan
adamların binlercesini anlatmak yerine, Rabbim pisliğin
kaynağını anlatıveriyor. Ona göre sizler anlayın. Kimde bu
pislik vardır. O Yahudi'nin doğrultusunda hareket ediyor
demektir. Ama bu da Yahudi'den bizim gözümüzü
korkutmam alıdır. Dünyanın siyaset bilmeyen bir milleti
varsa o da Yahudiler'dir. Ticaret bilmeyen milleti yine Ya-
hudiler'dir. Olurmu böylesi canım. Bak olmaması lazım
diyor. Pekiyi siyaset bilmek ne demektir:
Siyaset bilmek, kişinin; kendi devletini, kendi milletini en
müreffeh bir şekilde yaşatması ve yayılması, kendi
fikriyatının, kendi politikasının, siyasetinin diğer insanlar
tarafından kabul edilmesini sağlanmasıdır.
Bunun benzerini Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yapmıştır.
Tek başına Mekke'de peygamber olarak görevlendirilmiş.
Ve onüç senelik zaman içerisinde devlet kurmuş. Bu bir
siyasettir. Risaletin getirdiği bir siyasettir. Yani
peygamberin getirdiği bir siyasettir. Vefatına kadar da yani
yirmi üç senelik peygamberlik süresince Türkiye
topraklarının tam üç katı olarak feth edilmiştir. Toprağın
üzerindeki insanların gönülleri feth edilmiştir. Türkiye'nin
üç katı. Yirmi üç senede sağlanandır bu. İşte bu bir si-
yasettir. Bu kadarla kalmamış öylesine güçlü bir cereyan
verilmiş ki insanlara, otuz senelik zaman içerisinde bir taraf
Endülüs'e dayanmış diğer taraftan Azerbaycan
fethedilmiştir. O hızla yayılma bir siyasettir. O hızla devam
eden bu yayılmada Kanuni tâ Sumatra'ya yani Filipinler'in
oraya, oradaki müslümanîarı korumak üzere gemiler
göndermiştir. Bir tarafta Viyana, bir tarafta efendim Fas,
yani Atlas Okyanusu, bir tarafta Çin. Buralara kadar da
siyaset devam etmiştir.
Osmanbey bir aşiretten büyük bir devlet meydana
getirmiştir. Bu bir siyasettir. Ama bu adamlar dünyanın en
eski milleti olmalarına rağmen, dünyadaki nüfusları,
İspanyol çingenelerinin nüfusları kadar bile yoktur. Eğer
siyaset bilmiş olsalardı, şu anda bunların Çin kadar nüfusları
olması gerekirdi. Devamlı üreyecek üreyecek Çin kadar
nüfusları olacaktı bunların. Ama olmamış. Çünkü siyaset
bilmiyorlar. Siyaseti biliyoruz zannediyorlar. İlerliyorlar
ilerliyorlar bütün dünya devletlerinde sözü geçiriyorlar ama
âyet-i kerîmede; 366[159]
Dünya metaına karşı öylesine hırslılar ki, farenin hırsı gibi
bir hırs.
Mevlânâ farenin hırsını anlatıyor. Fare çayırlıkta
dolaşıyormuş, bakmış ki bir deve. Tamam demiş. Onu bir
götürür gidersem. Şöyle yularından bir tutmuş. Yumşakmış
onun başı. Yani hayvanlardan en yumuşak başlısı deve imiş.
Bunu bir götürsem demiş, daha yedi ceddimin, silsilemin
çalışmasına gerek yok. Fare gitmiş deve gitmiş, fare gitmiş
deve gitmiş derken, fare yuvasına girmiş, girmiş ama bu
366[159]
Bakara: 96.
sefer deve gelmemiş. Asılıyor gelmiyor. Asılıyor gelmiyor.
Çıkmış geriye deve duruyor. Tekrar girmiş. Bu hali üç defa
tekrarlamış. Sonunda fare deveye oğlum niye geliniyorsun
demiş. Buraya kadar geldin de niye içeri geliniyorsun de-
miş. Deve fareye nasıl geleyim demiş. O da geldiğin gibi gel
demiş. Bunun üzerine deve fareye, bana bak boyuna göre
kendine rızık ara demiş. Fare deveyi tekrar oraya asılınca,
deve ayağıyla fareye şöyle bir dokunuvermiş. Birde bakmış
ki, fare ezilivermiş. Yani hırsından dolayı, kendisinin
arkasından gelen birisi tarafından Öldürülmüştür.
Onun için Yahudi de tarih boyunca, fare gibi, çok büyük
gördüğü nimetlere doğru yönelmiş, onlar da buna itaat eder
gibi olmuşlar fakat yine aynı insanlar tarafından
öldürülmüşler. En fazla Almanya'da toplanmışlar. Adamlara
her dediklerini tutturmuşlar ve adamların kan damarlarını
tutmuşlar, fakat öbür adam silkiniverince üç milyonunu
cayır cayır yakmış.
Onun için hani müslümanlardan pek fayda gelmedi ama,
tahmin ederim İsrail'in şu anda yine en korkulu rüyası
Almanlar'dır. Almanlar bu intikamı alacaklar. Çünkü
televizyonunuzu ne zaman açsanız Alman aleyhtarı filim
vardır. Ve adamlar da Yahudi kiniyle dopdoiudur. Geçen
sene meclis başkanları Alman parlamentosunun başkanı,
Hitler'in ruhu hepimizde dopdoiudur dedi, aynı gün adamı
istifa ettirdiler. Aslında o bütün parlamenterlerinin
tercümanı gibiydi.
Allah (c.c.) onlar hakkında: 367[160]
"Yeryüzünde hep bozgunculuk için koştururlar dururlar."
Bakara sûresinin 96. âyet-i kerîmesinde de, dünyada en
hırslı adamlar olduğunu söyler.
Maide sûresinin 42. âyet-i kerîmesinde;
Hep yediklerinin haram olduğunu, haram yemeğe aşık
367[160]
Maide: 64.
olduklarını ifade eder. Ve yeryüzünde param parça
olduklarını. 368[161]
Yeryüzünde bölük pörçük yaptığını ifade ediyor Allah (c.c).
Gerçekten de yeryüzünde en bölük pörçük millet onlardır.
Türkiye'de var, Rusya'da var, Japonya'da var, Amerika'da
var. Amerikadakiler gelmiyor. Amerikadakilerin nüfusu
İsraildekilerden fazla imiş. Rahatlarını bozup gelmek
istemiyorlar. Rusyadakileri taşımak istiyorlar. Çünkü Rus-
ya'da da çok sefil bir hayat yaşadıkları için toplanmaya
çalışıyorlar.
Mehmed Vehbi'nin, İsrail'in Ankara büyükelçisine söylediği
bir sözü anlatayım, ilk defa elçi buraya geliyor. İsrail
elçiliğinin Ankara'da açılması için Türkiye devlet müsade
ediyor. Zaten ilk tanıyanlardandır. İsrail devletinin
kuruluşunu tanıyanlardandır. Dışişlerine gelince hava atacak
fabi, en iyi hocanız kim demiş. Dışişleri de Mehmed
Vehbi'yi gösteriver-miş. Mehmed Vehbi hem 36 ciltlik
Hulasat'ül-Beyan tefsirini yazmış bir zattır. Hemde şer'iyye
vekilliği yani bakanlık yapmış bir insandır.
Görüştürmüşler, hani peygamberin Buhari'de anlatılan bir
hadis-i şerifine göre, yeryüzünde Yahudi kalmıyacak diyor.
Yeryüzünde bir tek Yahudi kaimıyacak. Hatta bir taşın
arkasına bile gizlense, taş dilegelip söyliyecek diyordu. Bak
biz devlet kurduk demiş. Peygamberin yalan söylüyor
demiş. Mehmed Vehbi demiş ki, ben Buhari'yi terceme
ettim ve bastırdım. Gerçekten de Mehmed Vehbi4nin
Buharı Tercemesi basıldı. O zaman o hadisi terceme
ederken epeyce düşündüm. Ya Rasûlallah, böyle böyle
diyorsun. Yani yeryüzünde Yahudi kalmıyacak diyorsun.
Ya Rasûlallah biz bir Yahudi avına çıksak nerede bulalım
biz bunları. Birisi Alaska'da, birisi Afrika'da, birisi
Amerika'da, birisi Japonya'da. Millet bunları avlamakla
368[161]
A'raf: 168.
bitiremez Ya Rasûlallah diye çok düşündüm. Ne zaman ki,
siz İsrail'de devlet kurdunuz. Onu radyodan haber olarak
dinleyince seviniverdim.
Yâ Rasûlaliah dediğin çıkıyor. Bunlar dünyanın her
tarafındaki Ya-hudiler'i oraya toplayacaklar. Bizim
Hadimde demiş, keklik avı yapılır. Özellikle bu eylül, ekim,
kasım aylarında olur. Aynı av bizim köyde de yapılır. Dağın
her tarafında keklikler sabahleyin uyanınca, kuşluk vaktine
kadar karınlarını doyururlar. Zaten bütün nebatatda daneye
dönüşmüştür. Çok susarlar. Ve dağların belirli yerlerinde su
birikintileri var. Oralara koşuşurlar. Avcı da bir gün evvel
suyun başına küme kurar. Yani ağaç dallarından meydana
gelen gizlenecek bir yer kurar. Oraya geceden gelir oturur;
Ve keklikler kuşluk vakti suyun başında toplanırlar. Bir
tetik çek-timi en az beş tane altı tane düşer. Siz dünyanın
her tarafından İsrail'e bir toplanın bakalım demiş. Biz de
silahlarımızı alıp yallah deyip yürüdük mü sizleri hazır
bulalım. Dünyayı dolaşmıyalım demiş. Bu adamın pek
hoşuna gitmemiş tabiki. Ve Allah (c.c); 369[162]
Müslümanlara karşı, düşmanlıkta en şiddetli insanın
Yahudiler olduğunu haber veriyor. Müslümanlara en
amansız düşman Yahudiler'dir diyor.
İnsanlar içerisinde müslümanlara, iman edenlere en şiddetli
düşman Yahudiler, bir de müşrik putpereslerdir. Yani bu
günkü ifade ile komünistler Ateistlerdir.
İnsanlar içerisinde müslümanlara sevgi bakımından en yakın
olanları da, biz nasârâyız yani Hıristiyamz diyenlerdir. Niye
çünkü onlar arasında kibirlenmeyen ilim adamları yani
Hıristiyan ilim adamları ve papazlar vardır. 370[163]
Peygambere indirileni işittiklerinde, Kur'ân âyetlerini
işittiklerinde, gözlerinden yaşların boşandığını görüverirsin.
Hak konusunda bildiklerinden dolayı onların gözlerinden
369[162]
Maide: 82.
370[163]
Maide: 83.
yaşların boşandığını görüverirsin. Ya Rabbi bizde iman
ettik, bizide şahitlerle beraber yaz Ya rabbi diye de dua
ederler diyor.
Pekiyi bu âyet-i kerîme bugünkü Hıristiyanlar
hakkmdamıdır? Bugünkü Hıristiyanlar içerisinde bu türden
insanlar olabilir. Arna Batı'ya gidip gelen arkadaşlarımız
şunu bilir ki, Avrupa çoğunlukla Hıristiyan değildir. Ateist
olmuşlardır. Avrupa'ya gidip gelenler Almanya'ya, Belçi-
ka'ya, Hollanda da kalanlarımız, gerek eğitim, gerekse iş
nedeniyle kalanlarımız Batı'nm sistem olarak, devlet olarak
Hıristiyanlığa önem verdiğini, ama yönetici kadroda dahil
Hıristiyanlığa inanmadığını bildirirler. Yani ateisttirler.
Onun için bu âyet-i kerîmenin içine girmezler. Bu âyet-i
kerîmenin içerisine gerçekten samimiyetle İncil'e bağlı olan
insanlar girer. O insanlara bizim derdimizi anlatmamız biraz
daha kolaydır. Burada doktorasını yapan ve müsîüman
olmuş Koreli Cemil Lî diye isim almış. Üç dört sene burada
kaldı, doktorasını yaptı ve memleketine döndü. Müslüman
olan bu delikanlıyla ben görüşmüştüm. Kore'de, başkentte
mü si umanların camileri var, dernekleri var dedi. Peki
orada müsîüman olanlar hangi keşimden dedim. Dedi ki,
Hıristiyanlardandır. Birde putperest Budistler vardır.
Budistler'den müsîüman olanlar azdır. Benim anam
Hıristiyan, babam ise Budist'tir diyor. Ve ben müsîüman
olduğumda anamı ikna ettim de, babam benimle yıllarca
konuşmadı diyor. Halbuki profösördür. Asıl beni anlaması
gereken babam olması lazım çünkü ilim adamıdır. Üniver-
sitede profösördür. Bir gün yatsıdan sonra anlattım.
Müslüman olduğumu duyunca tek kelime "çık dışarı bir
daha gelme" dedi. Yani tek kelime konuştu diyor. Yani
müşrikleri, Yahudiler'in müslümanlığa karşı amansız
düşman olduklarını, Hıristiyanlar'dan gerçekten İncil'e bağlı
olanların bize yakın olacağını Allah (c.c.) bize haber
veriyor. Yalnız biraz önce de dediğim gibi Hıristiyan'ım
diye geçinen ama aslında ateist olanlar müşriklerin
içerisinde sayılırlar. Batı'da bir çok insan da ateisttir. Allah
(c.c); 371[164]
371[164]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/161-167.
372[165]
Bakara: 14.
373[166]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/167.
Ermeni'nin müslüman olmasına sebep oldu. Ve bana da
getirdi görüştük. Eski Serkis yeni Selim diyor. Çocuğa nasıl
müslüman oldun? dedim. Aslında rnüslü-man olmasında
noterin emeği fazla değil. Müslüman olduktan sonra daha
ziyade yardımcı olmaya çalıştı. Diyor ki, hocam ben
yirmibir yirmiiki sene Hıristiyan olarak yaşadım. Anam
dinine çok bağlıydı. Her pazar beni kiliseye götürürdü.
Babam küçük yaşta Ölmüş. Askerden geldim yine kiliseye
gittik. Bir gün kiliseden çıkarken pekiyi ben Hıristiyanlık
hakkında ne biliyorum diye kendime sordum. Papaz bize
yabancı dilden bir şeyler anlatıyor. Ben bilmiyorum
ezberlememişim. Anam da ezberletmemiş. Yahudilikten de
bir şey bilmiyorum.
Kendi kendime yahu müslümanlıktan ne biliyorsun? dedim.
Her gün dükkânımdan ezan sesi duyuyorum. Ben onu
ezberlemişim. Yani hiç kulak vermediğim halde ben ezanı
ezberlemişim diyor. Günde beş defa okuna okuna ben onu
ezberlemişim diyor. Kendi kendime ezanı baştan sona
okudum diyor.
Demiş ki, papaza yirmi iki sene gittim. Sana birşey
öğretmedi. Şu kulak vermediğim müezzin sana bir şeyler
öğretmiş. Geç bunun tarafına dedim ve geçtim diyor.
Saoğlsun noterde benden yardımlarım esirgemedi diyor.
Şimdi hâlâ bunların içerisinde, bu türden ümmî denecek
insanlar vardır. Zaten ümmîyi bir yerde tarif etmiş Allah
(c.c); "Kitabı bilmiyorlar" kitaptan kasıt Tevrat'ı
bilmiyorlar.-Yani Yahudiler içerisinde Tevrat'ı bilmıyen
ümmî insanlar var. Pekiyi insan hiç bir şey bilmezse böyle
hep ağzı kapalı hiç konuşmadan mı durur. Bir şey
düşünmeden mi durur? Hayır değil, Rabbim bize bir
düşünme mekanizması vermiş. Bu defa insanlar ütopya
üretirler. Hayaller, kuruntular ve idealler meydana getirirler.
Kitabı bilmiyor ama kendi hayalinden yeni kuruntular
üretiyor. "Hani kul daralmaymca hızır yetişmezmiş" diye
atasözümüz vardır. Hızır da insana dar yerlerde, zor yerlerde
yetişirmiş derler. Adamın biri de Hızır'ı çok görmeyi
arzulamış. Yahu Hızır herkese gelir de acaba bana niye
gelmez demiş. Daralınca gelirmiş diyorlar. Pekiyi ben çöle
yanıma hiç ekmek su almadan bir gireyim bakalım demiş.
Nasıl olsa ben ölüm tehlikesiyle karşı karşıya gelince Hızır
beni kurtarır demiş. Gitmiş gitmiş gitmiş, giderken insan
neyi arzu ederse onu hayallermiş. Hayalde etmiş. Yani Hızır
nasıl olur? Uzun boylu, bembeyaz yüzlü, göbeğine kadar
bembeyaz sakalı olan, bembeyaz elbiseli mübarek bir zattır,
diyerek hayal etmiş gitmiş. Derken böyle iki gün gittikten
sonra, neredeyse baygınlık geçirecek. Karşıdan bir adam
gelmeye başlamış. Tam karşılaşmışlar. Bakmış kambur,
kara, kuru bir adam. Selamlaşmışlar. Nereden gelip nerey
gidersin? Demişki ben Hızır'ı aramaya gidiyorum. Adam
demişki, ayağına geldi senin Hızır. Ben Hızının. Demişki,
haydi böyle Hızır mı olur? Böyle kambur, kara, kuru Hızır
mı olur demiş. Yürümüş yoluna ama, biraz gittikten sonra
acaba olur mu ki demiş ve geriye bir bakmış adam yok.
Yani o Hızırmış. Bu bir hikâyedir olmuş değil. Ama benim
için önemli olan şurası. Anlatım kolaylığı getiriyor.
Günümüzde müslümanların bir araya gelemeyişlerinin
yegane sebebi, herkesin hayalinde kendine has müslümânlık
vardır. Kur'ân'daki ve sünnetteki değil. Kur'ân ve sünnetten
herkesin kendi anlayışı hızın vardır. Müslümanlık bana göre
şöyle. Şöyle şöyle yollarla gidilmesi lâzım efendim.
Kardeşim bu iş sana göre olmaz. Kur'ân ve sünnete göre
olur. Yeniden oku. Sana göre olursa, Türkiye'deki elli
milyon insanın, elli milyon İslâm anlayışı olması lazım.
Doğruluk anlayışına gelince beş milyar insan var. Beş
milyar doğruluk anlayışı olması gerekir. Bu iş olmaz.
Öyleyse bir yerde birleşilmesi gerekiyor. O da Allah'ın
kelamı etrafında birle-şilmesi gerekiyor. Kitabı atarsanız
boş kalmıyorsunuz. Rabbim ona işaret ediyor. "Kitabı
bilmiyorlar ama ancak adamların kuruntuları var,"
Yani adamların ütopik hayalleri var. Erişilmeyen, elde
edilemeyen, tutulamiyan, yapılanmıyan hayaller vardır.
Yeni evlenecek delikanlının, hayalinde kadın portresi
çizdiği gibi. Şöyle güzel olacak. Şöyle zengin olacak vs.
gibi. O yok. Yani onun hayalindeki yeryüzünde yok. Günün
birinde biriyle evleniyor. Hayalindeki bulamayınca bu defa
da şikâyete başlıyor. O senin aradığın senin putun gibi bir
şeydir. Zaten öyle bir insan olmaz. Öyle birisi olmuş olsa
rahat edemezsin. Çünkü o senin çizdiğindir. Onun için onlar
kuruntulara tabi olurlar. "Onlar zann üzeredirler." Hakikat
üzere değildirler. Yani kuruntuları da doğruluk ifade etmi-
yor. Yüzde yüz doğru değildir. Onun içindir ki, günümüzde
yazarlar biz her fikre saygılıyız diyorlar. Aslında bu söz
kendi mantığı içinde doğrudur. Adam kendi düşüncelerinin
yüzde yüz doğruluğuna inanmadığı için, başkasının ki,
doğru olabilir diyor. Onun için ona saygı duymam lazım
diyor. O zaman beş milyar insanın, beş milyar düşüncesine
saygı duyuyor. Bu sefer de doğruyu bulmak mümkün
olmuyor. Bu sefer doğru ki-minki olmuyor. Birinin hâkim
olması lâzım. O zaman kılına, silahı elinde tutan adam
doğru olarak kabul ediliyor. Onun içindir ki, darbeler ge-
nelde, binlerce doğru olduğunu söyleyen insanlar arasından
birisi çıkıyor diyor ki, yeter be, benim söylediğim doğrudur
işte. Ve aşağıdakiler içinden homurdanıyor. Başka bir şey
yapamıyorlar. Ve bu devam edip gidecektir. Tâki gerçek
doğruyu buluncaya kadar. Gerçek doğruda insanların
ürettiği değildir. Çünkü insanların ki, zanna dayanıyor.
Olabilir de olmayabilir de. "Onlarınki ancak zann üzer
inedir ler." Gerçek hakikat üzerine değildirler. Çünkü
insanoğlu bu gün çok doğru bilginden yarın dönüyor,
öbürüsü gün dönüyor. Öyleyse biliyor ki, bu kesinlik ifade
etmiyor. Kesinlik ifade eden yeri ve göğü ve insanı yaratan
Allah (c.c.)'ünün buyurduklar ıdır. O da kitaptır. Bir de
kitabı bilenler var. Onu yönlendirenler var. 374[167]
374[167]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/167-170.
edenleredir O veyl deresi, cehennemdeki o vadi. Ve
yaptıkları bu kötülüklerden dolayı kazandıkları günah
sebebiyle de yine o veyl deresi onlaradır diyor Allah (c.c).
Bu sefer Yahudiler buna itiraz ediyorlar ve diyorlarki, 375[168]
375[168]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/170-171.
göre değerlendirilir."
Peki kardeşim, bir adam yetmiş sene küfür içinde kalmış mı
kalmış. İmana dönme niyeti var mıydı? yoktu. Dönme niyeti
olsa müslüman olur. Bu adam kâfir olarak yetmiş bin sene
yaşamış olsaydı, kâfir olarak kalma niyetinde miydi?
Niyetindeydi, Öyleyse o cezasını ebedi çekecektir.
Peki mü'min kişi de yetmiş sene yaşadı. O zaman da ona şu
söylenir. Yetmiş sene müslüman olarak yaşadın. Cennette
yetmiş sene kalacaksın. Sonra da oradan çıkartılacaksın.
Nereye gidersen git Olmaz. Ona da demişler ki, bu adam
dünyada müslüman olarak yetmiş sene yaşamış. Peki
dünyada müslüman olarak yetmiş bin sene yaşasaydı yine
müslümanlı-ğından razı mıydı? Hatta yedi milyon senede
razıydı. Yetmiş milyon sene de razıydı niyeti oydu. Öyleyse
Allah o kişinin, o niyetini de mükâfatlandırıyor.
Onun için Yahudiler'in, bizi belirli günlerde ateş tutacaktır.
Yani Cehenneme biz sayılı günler için gireceğiz, demeleri
günümüzde de bir kısım imansızlar tarafından devam
ettiriliyor. Allah (c.c.) bunun yanlış olduğunu ifade
ediyor. 376[169]
376[169]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/171-172.
kuşatınca, kişinin kalbi kapanır.
Tabiînden bir tanesi, "kalp dünyaya geldiğinde açık
tertemizdir. Bir büyük günah işledimi Bir köşesi, yani bir
tarafı kapanır, İkinci günah işledi, diğer tarafı kapanır.
Üçüncü günah işledi. Yine kapandı. Yani günahlar işlene
işlene kişinin kalbi kapanır -kalır" diyor.
Kapanıp kalınca imansızlık orada başlıyor. Yani tamamım
imansızlık kuşatıyor. Hataları onu kuşatınca büyük günah
tamamen kuşatamıyor. İmansızlık hepsini içine alıyor. Onun
için fakihlerimiz, kâfire namaz kılmak farz değildir derler.
Kâfir bir insana namaz kılmak farz değildir. Birine
sormuşlar. Namaz kılmayan adam gavur olur mu? demişler.
Güzel bir cevap vermiş. Gavur olur dememiş. Kâfirler
namaz kılmazlar demiş. 377[170]
379[172]
Maide: 44.
da, bu âyet müslüman-ları ilgilendirmez, Yahudilerle
ilgilidir denmiştir.
Peki bu âyet te aynen Yahudilerle ilgilidir.
Biz İsrail oğullarından yani Beni İsrail'den, Allah'tan
başkasına ibadet etmemeleri, anne-babaya, yakın akrabaya,
yetimlere, miskinlere iyilikte bulunmaları ve insanlara güzel
söylemeleri, namazlarını kılıp zekâtlarını vermeleri
konusunda söz almıştık diyor. Bu âyet-i kerîme, Beni
İsraille ilgilidir diye Allah (c.c.)'a ibadeti bırakacakmıyiz?
Anne-babaya mı iyiliği bir akı vereceğiz. Namazınızı
kılınız, zekâtınızı veriniz âyet-i kerîmesi Yahudilerle
ilgilidir. Bizi ilgilendirmez demiyoruz. Allah (c.c.) onlar
hakkında bilgi veriyor. Ama bize de emrediyor. Bir başka
âyet-i kerîmede,
"Senden evvel gönderdiğimiz Rasûllere biz ancak şunu
vahyettik ki o da, benden başka ilah yoktur. Ve yalnız bana
ibadet ediniz" 380[173] diyor Allah (c.c).
Bütün peygamberlere vahyedilen bu. Bunu da Yunus Emre,
"dört kitabın manası LAİLAHE İLLALLAH" diye terceme
etmiş. Bu âyet-i kerîmeyi böyle terceme etmiş bize.
Allah'dan başkasına ibadet yapmıyacağız. Allah'a çok şükür
yapmıyoruz biz. Fakat ibadet anlayışımızda bir çarpıklık
var. Onu çarpıtmışlar bize. Yani günümüzde müslümanların
durumu biraz daha zor. Bir çok İslârnî ıstılahları yani
terimleri, bazı insanlar bizden önce acele etmişler ve
insanlara terceme ve şerh edivermişler. Bu adam ibadetine
çok düşkün denilse, Türkiye'de yüzde seksen sekiz, doksan
dokuz, insanların hatırına şu gelir: Namazını kılar, zekâtını
verir, orucunu tutar, haccına gider. Yani ibadetine çok
düşkün denilen insan bunları yapar. Bu hatırımıza gelir.
Bunlar ibadetin içerisindedir, bunlar ibadetten sayılıyor.
Ancak buna ilaveten, Kur'ân-ı Kerîm'de emredilen bütün
380[173]
Enbiya: 25.
emirleri yerine getirmek, yasaklardan kaçınmaktır, ibadet
etmek. Yani Allah'a kul olmaktır, abîd olmaktır ki, kul da,
efendisinin emrettiğini yerine getiren, yasaklarından kaçınan
ve efendisinden gibi başkasını sevmeyen ona itaat etmeyen
demektir.
Onun için biz Allah (c.c)'den başka bir kanun koyucu kabul
etmiye-ceğiz. Rabbimin emirlerine zıd bir emir koyanı
tanımayacağız. Hani Peygamberimiz (s.a.v.):
"Halik'aisyan olan yerde, mahluka itaat olmaz"
buyurmuştur.
İbadeti böyle anlıyacağız. Allah'a itaatin olduğu yerde,
Allah'ın emrine muhalif bir emir veren kişiye itaat
edilmeyecektir.
Anne-babaya iyilikte'bulunacağız. Bu konuda İsra
Sûresin'de çokça duyduğumuz, hutbelerden de dinlediğimiz
güzel bir âyet-i kerîme vardır.
İsrâ: 23
"Rabbimiz, kendisinden başkasına ibadet etmememizi,
yalnız kendisine ibadet etmemizi emretti. Anne ve babaya
da iyilikte bulunmayı emretti, hükmetti" diyoruz.
Dikkat edersek Allah'a itaatin hemen ardından, burada da
Allah'dan başkasına ibadet etmemekle emrolunduğumuzu
ve anne-babaya iyilik yapmamızı Allah (c.c.) emrettiğini,
hükmettiğini haber veriyor.Bir başka âyet-i kerîmede de:
"Bana ve anne-babanıza şükretmekle" Lokman:14
emrolunduğumuzu Allah (c.c.) haber veriyor.Böyle olunca,
anneye itaat babaya itaat, Allah'a itaat olarak değerlen-
dirilmiştir. Niye anne-babaya itaat ediyoruz? Rabbimiz
emrettiğinden dolayı. Öyleyse Allah'ın bir emri yerine
gelmiş oluyor, anne ve babamıza itaattan.
Kur'ân-ı Kerîm'de, anne-babaya iyilik, anne-babaya itaatla
ilgili emirler vardır. Yukarıda geçen İsrâ sûresinin 23. âyet-i
kerîmesinde;
"Onlara öf bile deme" âyet-i kerîmesi vardır da,
çocuklarınıza şefkatle, merhametle davranın diye bir âyet-i
kerîme yokmudur? Yani anne-babalarla ilgili âyet-i
kerîmeler var, ama doğrudan çocuklarla ilgili âyet-i
kerîmeler yokmu? Dolaylı olarak var. Yani çocukların
eğitimiyle, terbiyesiyle ilgili dolaylı âyet-i kerîmeler var.
Fakat doğrudan evlatlarınıza karşı merhametli olunuz.
Evlatlarınıza karşı şefkatli olunuz. Evlatlarınıza öf bile
demeyiniz diye bir âyet-i kerîme yok.
Benim hatırıma şu geldi. Adem (a.s.)'ın anne ve babası
yoktur. Onun anne-babası topraktır.
Hani "Sordum sarı çiçeğe annen-baban var mıdır? Çiçek
eydür derviş baba annem-babam topraktır" diye Yunus'un
şiirinde çiçeğin de anne ve babası topraktır. Hz. Adem'in de,
Hz. Havva validemizin de anne ve babası topraktır, ama
onların çocukları vardır.
İnsanlardan ilk insan babamız ve peygamberimiz olan Hz.
Adem'de, anne ve baba sevgisi fıtratta gelişmemiştir. Ama
çocuk sevgisi gelişmiştir. Fıtratta çocuk sevgisi vardır.
Onun için size çocuklarınıza,iyi bakın, çocuklarınızı sevin
demeye gerek yok. Bütün canınızı parçalayarak çalı-
şıyorsunuz. Çocuklarımıza mal bırakalım diye, ev bırakalım
diye, tarla bırakalım diye, dükkân bırakalım diye, makam ve
mevki verelim diye. Zaten demeye gerek yok. Fıtratta bu
var. Ama anne-babaya iyilikte bulunulması konusunda
Allah (c,c.) emrediyor. Bu emir gereği onlara iyilikte
bulunmaya devam edeceğiz. Ve
"İnsanlara güzel söyleyiniz, güzel konuşunuz" diyor Allah
(c.c.).Müslümanlara mü'minlere iyilikte bulunun, güzel
söyleyin dememiş Rabbim. Ya ne demiş ?
"İnsanlara güzel söyleyin" demiş. Müslümanlara güzel
söyleyin demiyor. İnsanlara güzel söyleyin diyor. Yani bir
insan, anasından-babasından insan olarak doğmuşsa,
dünyaya gelmişse velevki putperest olsun, velevki ineğe
tapınsın, velevki Yahudi, Hıristiyan, Ermeni, Rum her ne
dilden ve dinden olursa olsun, o insana karşı güler yüzlü ve
de tatlı dilli olacağız.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ı tarif ederlerken o hep
gülümserdi derler. Yani insanlar bakınca rahat ederdi ve
emniyet içerisinde olurdu, diyorlar. Peygamber Efendimiz'in
siretini anlatan yazarlarımız, yani sahabelerimiz böyle
rivayet etmişler. Onun için insanlara güzel söz söyliyece-
ğiz.
Sözlerin en güzeli için de:
"Allah'a davet edenden daha güzel sözlü kim vardır" 381[174]
diyor Rabbim.
Yani burada istifham, istifhamı inkârıdır der, eski
kitaplarımızda. Yani yoktur anlamında. Allah'dan, Allah'a
davet edenden daha güzel sözlü bir insan yoktur anlamında.
Bazı insanlarımız düğüne davet edilir, düğün merasimine
davet edilir, sünnet merasimine davet edilir, bir dükkânın
açılışına davet edilir, diploma merasimine davet edilir. Ama
bunların hepsi belirli bir zaman sonra geçip gidiyor. Fakat
Allah'a davet etmek, insanı dünya da izzete kavuşturuyor.
Ahirette cennete kavuşturuyor. Dünyada devlete
kavuşturuyor.
Onun için en güzel söz, Allah-'ın kelâmına uygun söylenmiş
sözdür. Bizim sözlerimizin en güzeli, Allah'ın kelâmına
uygun olan sözdür. Bazen şöyle bir şey diyoruz:
Efendim söylediğin doğru olsun da istersen odun gibi olsun.
Bu yanlış bix şeydir. Hem söylediğimiz doğru olacak, hem
de çiçek gibi olmalıdır. Odun gibi olmamalıdır.
Allah (c.c.) dilemiş olsaydı bize sebzeyi ve meyveleri bir
ağacın bağrından çıkarırdı. Nasıl ki, toprağın derinliklerinde
toprak patatese dönüşüyor. Ağacın bağrında da, hani ağaçta
kav çıktığı gibi elma da ağaçtan çıkardı, olabilirdi. Ama
Allah (c.c.) önce bembeyaz bir çiçek veriyor. Gözler ve
381[174]
Fussilet 33.
burunlar zevkini alsın diye. Yemyeşil yaprak veriyor,
yeşilin zevkini alsınlar diye. Sonra da koruk haline
dönüştürüyor, koruk zevkini alsınlar diye. Ekşi yapsınlar
diye. Ondan sonrada tatlandırıyor ve tatlı şekilde yesinler
diye. Hem kulağımız yaprakların hışırtısından yaprak zev-
kini alıyor, hem gözlerimiz renkten, hem de burnumuz
kokudan zevkini alıyor. Hem de dilimiz tadıyor. Kanımız
gözümüz de kendi gıdasını ondan alıyor.
Yani Rabbim, tabiatta verdiklerini güzel bir şekilde sunuyor
bize. Öyle ise biz de bir faydalı bilgiyi karşı tarafa sunarken
en güzel şekilde sunmalıyız, insanlara güzel konuşun
güzellikle söyleyin diyor Allah (c.c).
Hani Karacaoğlan sabahleyin Karacakız'la görüşecekmiş.
Ne desin? Sabaha kadar düşünürmüş. Bütün lügat
kitabındaki kelimeleri gözden ge-çirirmiş. Ve neticede
bulurmuş. Hani saçının kılına kurban olduğum dese olmaz.
Saç kelimesi ile kıl kelimesi söylenmez. Ama "Zülfünün
teline kurban olduğum" demiş. Saçla zülüf aynı şey. Kılla
tel de aynı şey. Zülfünün teli ile saçının kılı aynı şey ama
ifade farklılaşmca biri muhabbet meydana getiriyor. Saçının
kılı dese yemek yiyen bir adam bazan kusar, ama zülfünün
teli dese aşık olur. Onun için her şeyin bir güzel tarafı var-
dır. Ve güzel tarafını söylememizi Allah (c.c.) burada,
insanlara güzel konuşun, güzel şeyler söyleyin diye
emrediyor.
Tabiînden bir zat diyor ki, bu âyet ten kasıt; şu mânâya
girer; "İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak" emri vardır,
burada bize. Çünkü sözlerin en güzeli Allah kelâmıdır.
Öyleyse onun da emir ve yasaklarını duyurmak, güzel
konuşmak demektir diyor.
Yakın akrabalara, yetimlere ve miskinlere de iyilik
yapmamızı Allah (c.c.) emrediyor. Onlara iyilik yaparsanız,
kendinize iyilik yapmış olursunuz.
"iyilik yaparsanız, kendinize iyilik yapmış olursunuz." 382[175]
"Allah sana nasıl iyilikte bulunmuşsa, sen de insanlara
öylece iyilikte bulun" (Kasas: 77) diyor. Rabbim;'
"Kötülükle iyilik bir değildir. Kötülüğü iyilikle gider"
(Fussilet 34) diyor Rabbim.
Türkçe bunu "taş atana ekmek at" diye terceme etmişler.
Kötülüğü iyilikle gider diyor Rabbim. Eğer kötülüğü iyilikle
giderirsen;
"Seninle onun arasında düşmanlık vardiya, o adam bir de
bakı-vermişsin ki, sıcacık dost oluvermiş" Fussilet: 34 diyor
Rabbim.
Adam sana kötülük yapdı, sen de ona iyilik yaptın. Neticede
bir de bakmışsın ki, o sana kötülük yapan adamla sıcacık
dost oluvermişsin diyor Allah (c.c.)
Onun dostluğundan biz kazanıyoruz. Öyleyse yaptığımız
iyilik bizim kendi lehimizedir.
"Namazınızı dosdoğru kılınız ve de zekâtlarınızı veriniz"
diye söz aldık, Benî İsrail'den, İsrail oğullarından ama:
"Sonra siz sırt çevirdiniz, ancak sizden bir kısmı müstesna,
siz yüz çevirici oldunuz" diyor Allah (c.c).
Yani çok azı müstesna, diğerlerinin Allah'a verdikleri
sözden döndüklerini, sırt çevirdiklerini haber veriyor. Yine
Rabbim onlardan aldığı söze devam ediyor. 383[176]
384[177]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/180-181.
aldıklarını fidye karşılığında serbest bırakmışlar. Bunu da
kitabına uydurmaya çalışmışlar. Demişler ki, Tevrat'ta buna
müsade ediliyor,
Allah (c.c.) da bunlara siz kitabın bir kısmına iman ediyor
da bir kısmını da inkâr mı ediyorsunuz diyor.
Tefsircilerimiz şöyle haber veriyorlar Mekke'nin etrafında
Beni Ku-rayza, Beni Kaynuka ve Beni Nadr Yahudileri
vardı. Medine'de ise Evs ve Hazrec kabileleri vardı. Evs ve
Hazreç putperest, diğer üç kabile ise Yahudi. Evs ve Hazreç
birbirleriyle hep kavgalı. Beni Kurazya Evs kabilesini
tutmuş. Beni Nadr'la, BenlKaynuka Yahudileri de Hazreç
kabilesini tutmuşlar. Bunlar birbirleriyle harbe tutuşunca
Yahudiler de bunlara destek veriyorlar. Bu sefer hem
putperesîerle hem de Yahudiler birbiriyle harp ediyorlar.
Öldürüyorlar, sürgün ediyorlar ve karşı taraftan
Yahudiler'den bile esir alındığı takdirde fidye karşılığında
satın alıyorlar. Ve, fidye karşılığında serbest bırakıyorlar.
Allah (c.c.) bu yaptığınız Tevrat'a uymuyor, zamanla
ecdadınızın verdiği söze de uymuyor. Peki zamanla ecdadı
söz vermişse, 385[178] Medineli Yahudiler'in günahı ne
denmez. Mademki Tevrat'a iman ediyorlar. Tevrat'ta da bu
emirler var. Yani Tevrat'ta kendi ırkınızdan ve dininizden
olanları öldürmeyeceksiniz, kendi ırkınız ve dininizden
olanları sürgün etmeyeceksiniz, kendi ırkınız ye dininizden
olanları esir etmeyeceksiniz yasağı var, yani emri var.
Bunlar Tevrat'ta var. Tevrat'a iman eden adam bunları da
kabul etmiş oluyor. Ama pratik hayatta'ise bunları inkâr
etmiş oluyorlar.
Allah (c.c.) da '"siz kitabın bir kısmına iman edip te bir
kısmını da inkâr mı edersiniz ?"der. Kim bunu yaparsa, yani
kitabın bir kısmına iman eder, bir kısmını da inkâr edecek
olursa ona dünyada rüsvaylık vardır, Ahirette de azabın en
385[178]
Bucurat: 10.
çetini vardır diyor. Gelelim bize. Allah (c.c.) mü'minler için;
"Mü'minler birbirleriyle kardeştirler." "Ancak mü'minler
kardeş-tirler."veya diğer bir ifadeyle "mü'minler ancak
kardeştirler" 386[179] buyuruyor Rabbim.
Hani babamızdan ve annemizden dünyaya gelen oğlan veya
kız kardeşimizde olan kardeşliğimizi belgeleme
mecburiyetinde kalırsak, nüfus dairesine gideriz. Nüfus
dairesi oradaki defteri açar ve oradan bakarak yazar, elimize
de bir belge verir. Filan şahıs filanın oğlan kardeşidir veya
kız kardeşidir. Annesi şudur, babası şudur der. Yani
kardeşliğimizi nüfus memuru onaylar, ama yanlış olabilir.
Meselâ babamız kardeşimizi kendi üzerine sonradan
kaydettirmiş olabilir. Anne-babamızm üzerine bir başka
çocuk-evîat edinme gibi-kaydedilmiş olabilir, ama nüfus
memuru evet bu bunun kardeşidir demek mecburiyetindedir.
Fakat Allah (c.c.)'nün kaydında yani kitabında, mü'minler
arasındaki kardeşliği onaylıyor. "Mü'minler kardeştir"
buyuruyor. Öyle ise mü'minler kardeşse, kardeş kardeşi
öldürmez, kardeş kardeşi sürgün etmez, kardeş kardeşi esir
olarak almaz. Kavga edebilirler mi? Orada zaten;
"Eğer iki mü'min grup birbirleriyle harp edecek olursa,
aralarını bulunuz. İslah ediniz" 387[180] buyuruyor Allah (c.c).
Peygamber Efendimiz de "Mü'minler kendi aralarında bir
vücudun azaları gibidirler. Vücudun herhangi' bir yeri
acıyacak olursa, hastalanacak olursa, bütün vücut acıyı
hisseder" diyor.
Yani bırakın kesmek, öldürmek, işkence yapmak, esir alma
olayını yasaklıyor. Nasıl ki elimizi esir, almamız, elimizi
dövmemiz, elimizi kesip atmamız, elimizi sürgün etmemiz
mümkün değil ise, müslümaıt kardeşimizi de dövmemiz,
veyahut ta sürgün etmemiz, kesip atmamız mümkün
değildir.
386[179]
Bucurat: 10.
387[180]
Hucurat: 9.
Allah (c.c.) Yahudiler hakkında indirmiş olduğu bu âyet-i
kerîme ile bizi de uyarmış oluyor. Hani; "Siz kitabın bir
kısmına iman edip te, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?"
diyor Rabbim.
Günümüzdeki bir kısım insanlara yöneliktir bu âyet-i
kerîme. Bu insanlar; "Kur'ân-ı Kerîm'e iman ediyoruz.
Peygamberimize nazil olmuştur. Peygamberimize gelmiştir.
Kitabımız kitapların en güzelidir" diyor. Ama arkasından
ilave ediyorlar; "Fakat 1400 sene evvel nazil olmuştur. 1400
sene önce nazil olduğundan o günün şartlarına uygun olarak
indirilmiştir. Şartlar değişti. Ziraat toplumundan, sanayi
toplumuna, sanayi toplumundan da teknoloji çağma
giriyoruz. Öyle olunca, şartlar değişince ahkam da değişir.
Bir kısım âyet-i kerîmelerin uygulanmamasında fayda var.
Veya bir kısım âyet-i kerîmelerin bazı insanların sözleriyle
değiştirilmesinde fayda vardır" gibi tenkitler getiriyorlar. Bu
tenkidi getiren adam bu âyet-i kerîmeye göre imansız
oluyor. Yani âyetin bir kısmına iman edip te bir kısmını
inkâr eden kişi hiç katıksız kâfir olur. Zorlamaya gerek yok.
Yani bazı arkadaşlarımız "efendim işte cümlesinin başında
"Kitab-ı kerîmimiz, Kur'ânımız" dedi ya, Kur'ân'a iman
ettiğini söyledi." Arkasında söylediği ne olacak peki? Hani
adama demişler niye namaz kılmazsın. Hepimizin bildiği
Kurân-ı Kerîm'de;
"Namaza yaklaşmayın" 388[181] diyor Allah (c.c). Onun için
ben de kılmıyorum diyor. Peki âyet-i kerîmenin
devamını'oku demişler. Valla ben hafız değilim demiş.
Ayet-i kerîmenin devamında Sarhoşken namaza
yaklaşmayın" buyuruyor Rabbim. Sarhoşken namaz
kılmayın diyor Rabbim. Adam da İlerisini bilmiyorum
diyor.
Aynen günümüzde de Kur'ân'ın bir âyetini inkâr küfrü
388[181]
Nisa: 43.
gerektirir. Adamın kâfir olmasına sebep olur. Hani bu kendi
hayatımızda vardır.
Meselâ bir adam size diyor ki; senin bu vücudunun her
tarafı sana fazla geliyor. Şöyle parmağının ucundan birini
alayım ben, aslında ada-nim hiçbir ihtiyacı yok, sizde de bir
hastalık yok, ama kesmek istiyor. Bu adam sizin kanınıza
kasdediyor aslında. Yani ha vücudunuzun tamamını
kesmeğe kasdetmiş, ha parmağınızı kesmeğe kasdetmiştir.
Yani siz bu işten acı duyacaksınız. Onun için .vücudumuzun
herhangi bir parçası, vücudumuzun tamamını temsil ettiği
gibi. Allah'ın (c.c.) bir âyeti de Kur'ân'm tamamını temsil
ettiğinden birini inkâr tamamını inkâr gibidir.
Şimdi Rabbim bu tür insanları tarif ediyor. Yani Kur'ân'm
bir kısım yahutta Tevrat'ın bir kısım âyetlerine iman edip te,
bir kısmına inanmayan, inkâr eden bu insanlar dünyada
rüsvay olacaklar ki, rüsvay olmuşlar. Yahudiler rüsvay
olmuşlar. Tâ o günden bu güne kadar dünyanın en eski
milleti olmalarına rağmen İspanyol çingeneleri kadar sayıya
erişememişler. Hep korku içerisinde yaşamışlar. Hâlâ da
korku içerisinde yaşamaya devam ediyorlar. İmkânları ne
kadar bol olursa olsun, Hani adam kuş tüyü yatağın içinde
yatsa, kuş sütüyle de beslense her an camından bir
namlunun uzanabileceğini hissetse, o kuş tüyü yatak ona
akrep iğnesiyle dikilmiş yılan derisinden bir yatak gibi gelir,
ve adam rahat edemez.
Onun için dünyada rüsvaylık var, ahirette de azabın en
şiddetlisi var onlara.389[182]
389[182]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/181-185.
insanlardır diyor Rabbim. Onların azabı hafifletilmez ve
onlara yardım da olunmaz diyor Allah (c.c).
'
Ahireîi verip dünyayı satın almayla ilgili bir çok âyet-i
kerîme vardır.Müfessirler Tevbe Sûresinin son âyet-i
kerîmelerinde, Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'dan bir hadis
zikretmiş. Hadisin serbest tercemesi şöyledir: İbn-i Kesir;
"Benim ve sizin haliniz şuna benzer diyor. Çölde su-
suzluktan baygınlık derecesine gelmiş insanlar nerdeyse
bayılmak üzereyken güzel elbiseli, üzerinde yorgunluk
işareti de olmayan, suyunu daha yeni içmiş, gözlerinden
susuz olmadığı da belli olan bir insan geliyor ve diyorki:
Susuz musunuz? Hepsi birden, "susuşuz" diye bağırıyorlar.
Ve her tarafta su aramışlar da bulamamışlar. Demiş ki, beni
takip ederseniz şu tepenin arkasında bir bahçe var. Ve orada
çeşmeler var, havuz var, yeşillikler vardır. Onların
inanmaktan başka çareleri yok zaten. Çünkü ümitleri
kesilmiş. Gidiyorlar hakikaten adamın dediği yere
varıyorlar. Bağ var, bahçe var, sular var, havuzlar var,
yiyecekler var, elbiseler var. Yemişler içmişler, giymişler
kuşanmışlar. Kendilerine gelmişler.
Adam demişki "bu bahçenin gülleri solar. Bu bahçenin
suları kurur. Gelin benimle şu dağın da arkasına giderseniz,
orada gülleri solmayan, suları kurumayan bir bahçe daha
var. Ve orada hepinize ayrı ayrı tapusu verilecektir,"
dediğinde "yahu bu adam yalan söylemedi. Çöldeyken bizi
aldı buraya getirdi. Yalan söylemediğini gözümüzle gördük.
Bu adamın peşinden gidelim. Gülleri solmayan, çiçekleri
kurumayan ve suları kesilmeyen yere gidelim" dediler ama
bir kısmı dedi ki, vallahi biz elimizle tuttuğumuzu
bırakmayız. Belki orada olmayıverir "dediler.
İşte dünya nimetlerine kavuşan kâfirlerin, dhireti
bırakmaları bu adamların hali gibidir" diyor Peygamber
(a.s.v.) 390[183] Hadisin tercemesi şerhli bir tercemedir.
Peygamber Efendimiz vadettiklerini vermiş, Allah (c.c.)
neyi vadet-tiyse vermiş. Peygamber Efendimiz'e Mekke'nin
fethini vadetmiş, dünyada devleti vadetmiş gerçekleşmiş.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) İstanbul'un fethedileceğini
müjdelemiş ve o da gerçekleşmiş.
Öyle ise Allah'ın kitabına sarıhndığı takdirde dünyayı
Cennet eyleriz ve ayrıca ahiret Cennetini de ayrıca
kazanırız. Biz ahireti verip dünyayı alanlardan değiliz.
Dünyayı ma'mur edip Cennete döndürüp, ahireti de
kazanmaya çalışan insanlardan olmalıyız.
Niye dünyayı elde etmeye çalışalım. Çünkü "Dünya ahiretin
tarla-sıdır" demiş Peygamber Efendimiz.
Bu dünya ile meşgul oluşumuz, oradaki ekip biçtiğimizle
ilgilidir. Yani hepimiz toprağı niye severiz? Ondan buğday
yetiştirdiğimiz, elma yetiştirdiğimiz, sebze-meyve
yetiştirdiğimiz için severiz. Onlar yetişmemiş olsa
sevmeyiz.
Öyle ise dünyayı niye severiz? Cennete bir ekenek olduğu,
tarla olduğu için sahip çıkarız. Ve kâfire de buranın
hakimiyetini hayatta ver meyiz. Vermemekle
391[184]
görevliyiz.
392[185]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/187-188.
Bizim kalplerimiz kılıflıdır. Yani dışardan sizden gelecek
mesaja karşı kalplerimiz kapalıdır diyorlar. Bunu ileri
gelenleri diyorlar. O ileri gelen kâfirler, yandaşlarım da
böylece kendi elleriyle kapatıyorlar. Hani Türkiye'de
imansız kesimin kendi tabilerine, kendi okurlarına, kendi
yandaşlarına söyledikleri söz vardır: "Sakın ha
müslümanlarla görüşmeyin. Kitaplarını okumayın.
Gazetelerini almayın. Dergilerim evlerinizde
bulundurmayın. Şairlerinin şiirlerini sakın ha dinlemeyin.
Ve onların yapmış oldukları konferansa, seminere
katılmayın."
Niye? Katılırsa, belki okursa, dinlerse onun kılıfı parçalanır,
iman: sizliği gider endişesini duyduklarından dolayıdır ki,
dinlemelerini engelliyorlar. Ve kendileri de kulaklarını
kapatıyorlar. Türkiye genelinde öyle kesim var ki, bazı
semtlerde çocuk bir ezanın ne olduğunu bilmiyor. Tür-
kiye'de bu. Ben asker arkadaşıma "Eşhedü en la ilahe
illallah'ı hiç duymadın mı" dedim. Duymadım diyor. Oğlum
senin memleketinde minare var mıydı? Valla minare
görürdüm diyor şehirde. Fakat bunu duymamışım diyor. Bu
müslürnan. Yani Yahudi, Ermeni veya Rum değil. Anası
Ayşe, Fatma, babası Ali, Veli yani bizim'adımızı taşıyan
bizim anne-babamızın adını taşıyan bir delikanlı. Sahil
şeridinde Antalya'nın oralarda bir şehirde yaşamış bir
arkadaş. İyi niyetli çok da candan birisi. O belki bir tesadüf
olmuş ama, bazı yerlerde çok bilinçli hareket ediyorlar.
Daha okula çocuğu gönderirken dikkat ediyorlar. Hangi
öğretmen ateisttir diye. Arıyor tarıyor ve onu buluyor.
Hani bugün bazen televizyonda bilgi yarışmalarında
görüyoruz bir kaç yerde gördüm. Yunan'ın kilisesindeki
sütun başlığının latince adını sordular. Sütun başlığını film
halinde gösterdiler. Onun adı nedir? denildi, bildiler.
Camide imam efendini cuma günü hutbe okuduğu mimberi
dördü de bilemediler. Yani bu memlekette özel yetiştirilen
insanlar var. Özel yetiştiriliyorlar. Özellikle gayret ediyor
yani. Şimdi bu insanların hali aslında bizim akaid
kitaplarımızda tartışılan insanların hali gibidir. Efendim bir
çocuk annesi Afrika'dan giderken ormanın içerisinde doğum
yapsa oraya da taşıma zahmetine katlanmayip, "Zaten sekiz
on tane çocuğum var. Bu çocuk da nerden geldi" diye oraya
bırakıverse gitse. Derken bir arslan gelse, onu beslese,
emzirse, büyütse. Ve buluğ çağma da gelse. Bu çocuğun
durumu ne olacaktır diye bizim akaid kitaplarında tartışırlar.
Günümüzde de böyle bir tartışma var. Bazı yerler var ki,
orada müs-lümanlık hakkında hiç bir şey bilmiyorlar. Yani
müslümanlık oraya ulaşmamış. Burada dünyaya gelen ve
burada ölen insanların durumu ne olacaktır? diye soru
sorarlar. Aynı şekilde bizim Akâid kitaplarımız Afrika
ormanlarından misal vermişler. Hiç insan yüzü görmeden
ölüyor. Bu insan nereye gidecektir? Eş'ari ve Matüridi
arasında ihtilaf edilmiş, ikisi de aynı neticeye varıyor:
Eş'ariler diyor ki: Bu adam sorgusuz sualsiz cennete
gidecektir.
Matüridi diyor ki: Bu insan şunu içinden geçirmelidir: Yahu
bu Güneşi şöyle iten, yuvarlayan birisi var. Bu Ay'ı böyle
idare eden biri var. Bu topraktan bu çiçeği çıkaran birisi var.
Bu aslanı öldüren birisi var. Bunu dedimi Allah falan
demesine gerek yok, bunu böyle düşündümü bu diyor
Cennete gider. Yani neticede ikisi de Cennete gönderiyorlar
bunu.
Peki günümüzde böyle Ankara'nın ve İstanbul'un en zengin
bir mahallesinde dünyaya gelen bir çocuk, Çankaya'da
dünyaya gelen bir çocuğu düşünün. Özellikle öğretmeni
seçilmişse, ateist birinin önüne verilmişse ve oradan da
Türkiye'de İslâm kültürüne harp ilan eden okullardan birine
verilmişse, ortaokul ve lise olarak, kolej olarak ve oradan da
bir üniversiteye gönderilmişse ve orada da başörtüsüne ve
Allah'a harp ilan edilmişse ve orada okumuşsa bu çocuğun
durumu ne olur?
Şu sorulabilir. "İstanbul şehrinde, Ankara şehrinde ezan
duymadımı bu?" Bu çocuğun kalbini kılıflamışlar, kulağını
kapatmışlar. Kulak duyuyor da, İnanmayan bir insan için
Eşhedü en Lâ İlahe İllallah ile Çince çalınan bir müzik
arasında fark yoktur. Ona göre müezzin efendi çan çun, fan
fun diye bir şeyler diyor. Geldi merak etti. Müezzin
efendiye sordu.. Yahu ne diyorsun? Müezzin şöyle bir bakar
on sekizine, yirmisine gelmiş. Ulan eşek kadar adam
olmuşsun daha onuda mı öğrenmedin? diyor ve gönderiyor.
Ne yapsın? Yani bu insanlar üzerinde bunların kalplerin-
deki kılıfı kaldırıcı ve yırtıcı bir hareketin içine mutlaka
girmemiz gerekiyor.393[186]
395[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/190-192.
sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için hor
ve hakir edici bir azab vardır.
Nefislerine ne kadar kötü bir şeyi satın alıyorlar. Allah'ın
indirdiği Kur'ân-ı Kerîm'i veya peygamberi inkâr etmekle ne
kötü bir şeyi satın alıyorlar kendilerine. Allah'ın indirmesine
isyan ederek, kullarından dilediğine Allah'ın
peygamberliğini vermesine karşı isyan ederek, Allah'ın
indirdiğini inkâr etmekle ne kötü şeyi satın alıyorlar. Yani
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'m peygamberliğini kabule
yaklaşmıyorlar. Allah o'nu mu göndermiş diyorlar. Allah'ın
dilediği O, kulları içerisinde. Sanki Allah kendi dilediği
değil de, Yahudiler'in dilediği doğrultuda hareket etmesi
gerekiyormuş gibi bir kanaatin içerisine giriyorlar.
Böylelikle de kendilerine dünyada rüsvaylığı, ahirette de
Cehennemi satın almış oluyorlar. Gazab üstüne Allah'ın
gazabına uğruyorlar. Kâfirlere insanı alçaltıcı, yakıcı azap
vardır diyor Allah (c.c).
Günümüzde de kâfirlerin yani Yahudiler'in bu söylediğini
Türkiye'de de söyliyen insanlar şöyle derler; " Efendim
genelde halkımız Türk, Türk ırkından. Allah Arap'tan
peygamber göndermiş. Yani Türkler'den de bir peygamber
göndermeli değil miydi? Veya peygamber Türk ırkından ol-
malı değil miydi? " Kur'ân-ı Kerîm'de Rabbim bu âyet-i
kerîmede cevap verdiği gibi;
"Allah dilediğini yaratır, dilediğini seçer" 396[189]
Bir zaman İsa (a.s.)'ı seçmiş. Bir zaman Musa (a.s.)'ı seçmiş.
Bir zaman Davud (a.s.)'ı. Bir zaman da İbrahim (a.s.), ve
Nuh (a.s.)'ı. Yani peygamberleri insanlar arasından' seçmiş.
Kimseye karşı sorumlu değildir. Yaptığından sorumlu
değildir Allah (c.c).
Eğer insanların İradesine göre hareket etmiş olsaydı, her
millet peygamberlerin kendisinden olmasını isterdi. 397[190]
396[189]
Kâsas: 68.
397[190]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/192-193.
(91) Bir de onlara "Allah ne indirdiyse ona iman edin"
denildiği
zaman onlar: "Biz bize indirilene iman ederiz" derler de
diğerine
küfrederler. Halbuki O, yanlarındakini doğrulayıcı bir
gerçektir.
Deki: "Madem iman ediyordunuz da daha önce
peygamberleri niçin öldürüyordunuz?"
Onlara "gelin Allah'ın indirdiklerine iman edin
"denildiğinde, "biz bize indirilene iman ederiz. Onun
dışmdakileri inkâr ederiz." Böyle derler. Ve kendilerine
indirilenin dışmdakileri inkâr ederler. Halbuki O gerçektir.
Yani O kitap bir haktır. Onların yanında olanı da tasdik
etmek üzere indirilmiştir. Madem ki, mü'mindiniz. Daha
Önce niye Allah'ın peygamberlerini öldürdünüz, de onlara.
Yani şimdi diyorlar ki, biz Kur'ân'a iman etmeyiz.
Peygambere de iman etmeyiz. Biz bize indirilene iman
ederiz. Madem ki Öyle. Daha önce Allah size sizin
ırkınızdan peygamberler gönderdi. Musa (a.s.)'dan sonra,
peygamberler gönderdi. Madem siz o peygamberleri niye
öldürdünüz buyuruyor.
Hani günümüzde de Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a, kendi
ırkından olmadığı için veya Arap ırkından olduğu için
imana yanaşmayan insanlar var. Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) çölde yaşamış, Arap'mış ondan dolayı iman
etmediğini ifade eden Türkçe olarak inkarını ilan eden
kâfirler var. Fakat insanlar peygambersiz kalmıyor hiç. Biri
hak peygamberi inkâr ederse, hemen yerine sahte
peygamberi buluyor. İnsanlar kitabı eğer elleriyle atarlarsa
âyet-i kerîme ilerde gelecek.
Elleriyle o kitabı arkalarına attılar. 398[191] Peki kitapsız mı
398[191]
Bakara: 101.
kaldılar? hayır. Bu sefer;
Bu sefer Şeytanın uydurduklarına tabi oluverdiler. Şeytanın
uydurduğu kitaplara tabi oluverdiler. 399[192]
Onun içindir ki, Allah'a imanı yitiren ,yeryüzünde bir insana
iman eder. Kitabı inkâr eden adamın eline bir kitap
veriverirler. Bu sefer o kitaba göre amel etmek, ona göre
hayatını yönlendirmek mecburiyetinde kalır. Bu insanlar da
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ı Arap'tan geldi diye inkâra
kalkarlar ama, kendileri sahte peygamberler üretirler. 400[193]
399[192]
Bakara 102.
400[193]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/193-195.
401[194]
Hac suresi: 73.
402[195]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/195.
(93) Hani "Size verdiğimiz (Tevrat)'ı kuvvetle tutun ve onu
dinleyin" diye Tur'u tepenizin üzerine kaldırıp sizden kesin
söz almıştık. "Dinledik isyan ettik" dediler. Ve küfürleri
nedeniyle buzağı kalplerine içirilmişti dedi: "Eğer mü'min
iseniz imanınız size ne kötü şey emrediyor."
Hani sizden söz almıştık. Başınızın üzerine Tur'u
kaldırmıştık. Tur Dağı'm başlarının üzerine kaldırıyor Allah
(c.c.) ve size verdiklerimizi sımsıkı tutun ve de işitin,bu
Tevrat'a sımsıkı sanlın ve iyi dinleyin diye. Tur dağını Allah
(c.c.) şöyle bir kaldırıyor. Bu bir mucize. Yahudi ırkını bir
meydanda topluyor Allah (c.c.) üzerlerine Tur Dağını
kaldırıyor. Tevrat'a sımsıkı sanlın ve iyi dinleyin diyor
Allah (c.c.)
Eğer dinlemez ve iman etmezlerse tepelerine iniverecek.
Böyle bir hal. işittik Yâ Rabbi diyorlar ve isyan ediyorlar.
Dağ geriye çekilince isyan ettik diyorlar. Sebep, küfürleri
sebebiyle gönüllerine buzağı sevgisi içirilmişti diyor.
Gönüllerine buzağı sevgisi verildiğinden dolayı ki, bu
küfürleri sebebiyle olur. Onun içindir ki, Tevrat'ı işittik
diyorlar ama hemen ardından "isyan ettik "diyorlar.
Günümüzde bizim gönüllerimizde Allah'a şükür buzağı
sevgisi yok. Yani bir put sevgisi mü'minlerimizde,
Müslümanlarımızda yoktur. Fakat nerdeyse put yerini
alacak olan mal sevgisi vardır. Yani bir çok ibadetimizi, bir
çok gayret-i diniyyemizi yok eden mal sevgisidir. İnsanların
yirmidört saatinin çoğunluğunu alan mal sevgisidir. Onun
için mal üzerine çok âyet-i kerîme vardır.
"Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir fitnedir, bir
imtihandır 403[196] diyor Allah (c.c).
O imtihanda başarılı olmamız gerekiyor. Hani imtihanda
sorular vardır. Beş tane, on tane, yüz tane soru vardır.
Sorunun cevabını verirse ba-şanlı olur. Bizim de imtihan
403[196]
Enfal: 28.
sorumuz iki tanedir. Evlatlarımız ve de mallanmızdır. Eğer
bu iki imtihandan başarılı çıkacak olursak Cenneti ve devleti
kazanıyoruz. Şayet iki imtihanı kaybedecek olursak o zaman
iki dünyada da kaybediveriyoruz.
Hocanın bir tanesi şöyle diyor: Arkadaş diyor insanlar
kurbağa gibidir. Kurbağayı sudan eline alıyorsun.
Besliyorsun, büyütüyorsun suyu unutturmuş oluyorsun .
Elinde beslerken, okşarken, severken suyu untturuyorsun
diyor. Bir gün böyle göl kenarından giderken pır uçuveriyor
.Benim de sohbetime bazı arkadaşlar geliyorlar. Böyle
Cenneti görür gibi anlatıyorum kendilerinden geçiyorlar .
Tamam bunlann dünya ile olan ilgisini kestim diyorum .
Fakat dışarı çıkınca dükkânı görüverdi mi çek, senet, avrat
aklına geliyor. Pır gidiveriyor "diyor.
Leylek yumurtasını adamın biri almış, tavuğun altında
kuluçkaya koymuş. Yirmibir gün sonra tavuk civcivleriyle
beraber leylek de çıkmış. Ama bir kaç gün sonra leylek pır
uçmuş gitmiş. Kendi yerine gitmiş.
Onun için dünya sevgisi nerdeyse buzağı sevgisi gibi. Yani
Benî İsrail'in buzağı sevgisi gibi olmuş. Rabbim "kalplerine
içirildi" diyor. "Küfürleri sebebiyle o buzağı kalplerine
içirildi" diyor Rabbim. Ama küfürleri sebebiyle. Yani Allah
(c.c.) insanları kâfir yapmıyor. Onlar kâfirliği arzu ediyorlar,
bu sefer de put onlara sevimli gelmeye başlıyor diyor.
Ne kötü bir şeyi emrediyorsunuz de onlara. Eğer
mü'minseniz. Şu imanınız size ne kötü şeyi emrediyor.404[197]
404[197]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/195-197.
Cennet yalnız Yahudi ırkına aitse öyleyse ölümü arzu edin.
Eğer doğru söylüyorsanız ölümü isteyin.
Hani köhne bir eviniz vardır. Allah mal, mülk verdi.
Artırdınız çok güzel bir ev yaptınız. Manzarası güzel, evin
kendisi güzel. Bir an evvel yeni ve güzel eve taşınalım
diyorsunuz. Yahudiler diyorlar ki, ahiret hayatı da bizimdir.
Bize aittir. Rabbim diyorki, Öyleyse cennet sizinse buyurun
intihar edin ve hemen ahirete gidin. Yani bu işin garantisi
yok. Âyet-i kerîmenin bize bakan tarafı hiç kimse kendisi
hakkında ben Cennetliğim demesin. Benim şıhım da
Cennetlik "demesin. Yani Cennetle müjdelenen
peygamberler ve Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'m
müjdelediği sahabenin dışında, filan şahıs Cennete gider
garantisi yok. Eğer Cennete gitme garantisi varsa, buyursun
köhne evden yeni eve taşındığı gibi, bu dünyadan çeksin
gitsin. Onun için kesinlikle Cennet bizimdir diyemeyiz.
Ama kesinlikle cennet Allah'a iman edenlerin ve amel-i
salih işleyenlerindir deriz. O kim bilemeyiz. Biz Öyle olmak
için gayret ederiz. Yani imanı kamille ölmek, amel-i salih
üzere ölmek için Rabbimize dua eder vp. de o doğrultuda
çalışırız. 405[198]
405[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/197-198.
406[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/198.
(96) "Andolsun sen onları insanlardan (hatta) müşriklerden
de hayata düşkün bulacaksın. Onlardan her biri bin yıl
yaşamayı ister. Halbuki onun çok yaşatılması onu azaptan
uzaklaştırıcı değildir. Allah onların ne yaptığını görüyor."
Onları insanların hayata en hırslısı olarak bulacaksın. Yani
insanlar içerisinde bu dünya hayatına en hırslı olan milletin
Yahudiler olduğunu ifade ediyor Allah (c.c.)Hatta,
putperestlerden daha şiddedlidir, dünyaya hırslılıkta.
Allah (c.c.) her insana hırs vermiştir. Hırs bir nimettir. Yani
hırs kötü bir şey değildir. Allah bize ne vermişse o güzeldir
dedik. Allah bize inkâr kabiliyetini de vermiş o da güzeldir.
Ama bu inkâr kabiliyetini Allah'a karşı
kullanmıyacağız.Ancak!
"Kim tağutu inkâr ederse" 407[200] yani Allah'tan başka, kanun
koyucu benim diyen bir adamı inkâr eder, Allah'a iman
ederse, kopmayan Allah'ın sağlam ipine sarılmıştır diyor
Allah (c.c.) bu insan için.
Yani kâfirin, tağutun inkâr edilmesi gerekiyor tarafımızdan.
Onun olabilmesi için insanın inkâr kabiliyeti de olması
lazım. Rabbim bunu vermiş. Her insana vermiş. Kâfir bu
özelliği Allah'a karşı kullanıyor. Mü'min de Allah'a baş
kaldıranlara karşı kullanıyor . Hırs Allah (c.c.)'ın bize
verdiği bir kabiliyettir, her insana verilmiştir. Mü'minine de,
kâfirine de vermiştir. Ama bize;
"Sizin üzerinize gayet hırslı" 408[201] diyor Allah (c.c.)
Yani sizin Cehenneme gitmemeniz ve Cennete gitmeniz,
mü'min olmanız için çok hırslı bir peygamberden
bahsediyor.
Peygamber Efendimiz de hırslı ama, şöyle hırslı: Bütün
insanlar müslüman olsa Ya Rabbi diye, Rabbi'ne dûa ediyor
ve de çok çalışıyor.
Bunu ben bir hoca efendiye anlattım. Hocam bu konuda
407[200]
Bakara: 256.
408[201]
Tevbe: 128.
nasıl bir kolaylık getirelim, anlatım kolaylığı getirelim
dedim. Dedi ki "çocukluğumda hırsım vardı. Yüce bir dağın
tepesinde meselâ Toros dağlarında, böyle yüksek bir dağın
uzun yolunu görsem acaba bu yol Mekke'ye mi gider
derdim. Yolda iki adam görsem, şu adamlar gelse de cemaat
olup öğle namazını kılsam derdim. Karşıda bir taş, kaya
görsem AHah'û Ekber diye bağırırdım. Oradan gelen
yankıyı dinlerdim. Yani gördüğüm her şeyi İslâm'a göre
yorumlamaya çalışırdım." İşte hırs bu.
Çıktınız Cağaloğlu'nda bir adam gördünüz, aman Ya Rabbi
şu ne müslüman olur ya dediniz. Bir general gördünüz.
Aman Ya Rabbi, şu müslüman olsa ne mücahit olur ya.
Alparslan gibi olur, Fatih gibi olur. Hz. Ali gibi olur bu
adam dediniz. Yani hep böyle onun bu tarafta olması yani
müslüman olması için hırslı olmamız gerekiyor.
Yahudiler de hırslı, her insanda hırs var. Ama Yahu di
ler'deki hırs dünya hırsı. Daha önce de izaha çalışmıştık.
Yahudi'nin hırsı farenin hırsı gibidir. 409[202]
Fare şöyle deveyi bir görmüş aha demiş, Bunu yuvama bir
götürürsem daha yedi sülâlemin çalışmasına gerek yok.
Yularından şöyle bir tut-rhuş. Deve yumuşak başlı olurmuş.
Fare gitmiş arkasından deve gitmiş, derken fare deliğine
girmiş deve girememiş. Asılıyor gelmiyor, asılıyor
gelmiyor. Geri çıkmış yavrum niye geliniyorsun demiş.
Deve nasıl geleyim demiş. Fare buraya kadar benimle nasıl
geldiysen yine öyle gel demiş. Bunun üzerine deve fareye
bana bak, bundan sonra kendine göre rizık ara demiş ve
şöyle başını bir sallamış fareyi duvara bir çarpmış
parçalayıvermiş. Fare ölmüş.
Yahudi de şu anda dünyanın altununu kendine toplamak için
bütün gücüyle sarılıyor. Bütün dünya devletleri de aslında
bu işten rahatsız. Başta Amerika rahatsız. Hep kınayıp
409[202]
Bak; Bakara, âyet 64 ve 76'ncı âyetlerin tefsiri.
duruyor. Şu anda yalnız deve gibi arkasından gidiyor da bir
gün gelecek yeter be yeter der, Şöyle bir çarparsa perişan
olur. Bir zamanlar Almanya'da bütün imkânlar onların eline
verilmiş. Yani deve gibi Almanlar'ı arkasından çekmiş
çekmiş derken baş deve bir çırpmış tam üç milyonunu cayır
cayır yakmış. Yine o günleri bekliyorlar. Öyle bir şey
bekliyorlar. Onun için aklı başında olan Yahudiler
Telaviv'de bazen yürüyüş yaparlar. Bu zulümler bizim
başımıza bir belâ getirecek diye yürüyüş yapıyorlar. Yani
tarih boyunca ne zamanki zulüm etmişiz. Zulüm hat safhaya
varınca başımıza bir bela gelmiş, top yekûn imha edilmişiz,
yine de imha günleri bekliyor diyorlar.
Türkiye'de bazı arkadaşlarımız efendim ehli kitapla ilgili
âyet-i kerîme var diyorlar. Var doğru. Maide Sûresinde ehli
kitapla ilgili âyet-i kerimelerde, onların yediğinden
yiyebileceğimizi, yani yemeklerini yiyebileceğimizi,
kızlarını alabileceğimiz konusunda âyet-i kerîme var.
Gerçekten İncil'e ve Tevrat'a iman ediyorlarsa, yoksa öyle
sıradan bir Alman'm kızını almak olmaz. Soracağız,
Hıristiyan mı değil mi? Çünkü bir Alman, bir Hollandalı, bir
Belçikalı falan şu anda çoğunluğu ateist. İncil'e ve Tevrat'a
ve Hz. İsa'ya ve Hz. Musa'ya inanmıyorlar. Ama gerçekten
iman ediyoruz diyorlarsa evlenilebilir. Bu münâsebetleri
tamamına şamil kılamayız.
Rabbim bir başka âyet-i kerîmede 410[203] insanlar arasında
mü'minlere en fazla düşman Yahudiler'dir diyor. Burada da
dünya hayatına en hırslı olanı, müşriklerden de hırslı olanı
Yahudiler'dir.
Bir kısım kardeşlerimiz efendim işte komünistlere karşı
Amerika'yı tutmamız gerekir diye çok yazı yayınladılar. Ve
ondan sonra da hani Şah döneminde hiç yazı yaymlamazdı
İran aleyhinde. Şah döneminde hiç aleyhinde de yazı
410[203]
Maide 82.
yazılmazdı. Şah da Amerika'nın bir uşağıydı. Aleviyse yine
aleviydi. O zaman İran yine alevi'ydi, şii'ydi. Fakat
aleyhinde yazılmazdı. Ama ne zaman ki, Amerika'nın
köpeği öldürüldü. Vay siz misiniz Amerika'nın köpeğine taş
atan diye bizim sağcı yazarlar hâlâ bas bas bağırırlar.
Bundan sonra Cebrail'e karşı düşmanlıklarıyla ilgili yeni bir
bölüm başlıyor.411[204]
411[204]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/198-201.
ile senin kalbine kitabı O indirdi buyuruyor. Ve devam
ediyor. 412[205]
412[205]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/201-202.
"Allah'a hiç bir şekilde isyan etmezler. Ve emrolunanı
yaparlar." 413[206]
Emredilen bir işi yapan bir adama düşmanlık yapmak,
emredene yapmak demektir. Hani bugünkü insanların
kurduğu kanunlarda bile bu uygulanmaktadır. Yani
Kur'ân'm ve sünnetin bu metodu uygulanmaktadır. Amirin
emrini yerine getiren kişiye karşı gelmek, amire karşı
gelmek olarak değerlendirilir.
Cebrail'in getirdiğine karşı gelmek, Cebrail'le o emri
gönderen Allah (c.c.)'ya karşı gelmek gibidir.
Günümüzde bunun, yani bu Yahudilerin yaptığını bir kısım
insanlarımız şöyle yaparlar. "Efendim işte filan yerdeki
insanlara revamı idi bu. Bu deprem, bu bela, bu musibet, yer
kayması veya ateşin fışkırması, lavların oradan kaynaması,
Allah kahretsin bunu yapanı" gibi sözler Yahudiler'in
Cebrail'e düşman olmasından farksız bir şeydir. Ona gerekli
olan tedbir almaktır. Yani onun görevi tedbirini almaktır.
Orada lav'ın patlıya-cağını ilmî araştırmalarla bilmelidir. Ve
ona göre tedbirini almalıdır.
Kaygan yerlerde kurulacak evlerin nasıl yapılacağını
ayarlamalı ona göre hesabım yapmalı ve öylece yerleşim
yerlerini tesbit etmelidir. Yoksa Allah (c.c.)'nün tabiata
koyduğu kanunlar vardır. Ve o kanunları da icra eden
görevli melekleri vardır. O melekler de emredileni yaparlar.
O emredileni yapan meleklere düşmanlık yapmak, emri
veren Allah (c.c.)'e düşmanlık yapmaktır ki, o takdirde
Allah (c.c.) de onlar için düşmandır. Tarih boyunca Allah'a
düşmanlık yapanların hepsi helak olmuş gitmiş. Allah (c.c.)
ise bakidir. İlâ nihaye baki olarak da kalacaktır. 414[207]
415[208]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/204-205.
etmezler." 416[209]
416[209]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/205.
bir kısım insanlar da fareye tapınışlardır. Amerika'da her
şeyi inkâr ediyoruz diyen bu günlerde gazetelerde de
gündeme gelenler şeytana tapmaya başlamışlardır. Hatta
şeytana tapanların Türkiye'de de bir grup oluşturdukları
gazetelerde haber olarak veriliyor.
İnsanlar ibadet ettikleri bir yeri mutlak surette buluyorlar.
Okuyacakları kitabı da mutlak surette buluyorlar. Yani
Allah'ın kitabını okuyamaz-larsa onu elleriyle arkaya
atarlarsa, elleriyle önlerine alacakları bir kitabı ya
buluyorlar veya kendilerine veriliyor. Allah (c.c.) da buna
işareten diyor ki, Onlar Allah'ın kitabını arkalarına
417[210]
atıverdiler de;
417[210]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/205-206.
İnsanların Şeytanlarının da Süleyman (a.s.)'a izafe ederek
uydurdukları bir kitap var. Bu sefer ona uyuverdiler diyor.
Allah'ın kitabı Tevrat'ı attılar. Bu sefer insan ve Şeytanların
uydurmuş oldukları kitaba tabi oldular diyor Allah (c.c)
günümüzde de Allah'ın kitabı olan Kurân-ı Kerîm
atılıverince, insanların ellerine başka kitaplar, Batı'dan
terceme edilerek ellerine sunulu verdi. Bundan sonra
hayatınızı buna göre tanzim edeceksiniz, buna uyacaksınız.
Buna uymayan insanlar cezalandırılacaktır. Kur'ân'ı
okuyanlar da yine aynen cezalandırılacaktır diye de bazı
kanunlar getiriverdiler.
Halbuki Süleyman kâfir değildi. Yani getirilen kanunlar
getirilen kitaplar kâfirce Süleyman adına uydurulmuş
kitaplar. hatta Süleyman (a.s.) da böyle yapıyor idi denilen
kitaplar küfrü gerektiriyor. Halbuki Süleyman kâfir değildi
diyor Allah (c.c.) Süleyman (a.s.) çeşitli âyet-i kerîmelerde
özellikle Nemi Sûresinde de bildirildiğine göre, bir
peygamberdir. Ve peygamberin vefatından sonra o kitap
ellerinden atılıyor've insanların ve Şeytanların uydurduğuna
tabi olmaya başlıyorlar. Fakat kendilerinin bir kökleri
olmayınca, dayanakları olmayınca, dayanak olarak yine bir
peygamberi arıyorlar dikkat edin.
Hani günümüzde de öyledir. Günümüzde de kökü olmayan
insanlar, tarihten kendilerine bîr kök arama tarafına
gidiyorlar. Efendim bu tür kanunları Osmanlı sultanları da
yapmıştı diyorlar. Yani Kur'ân'a muhalif, sünnete muhalif
kanunları Osmanlı sultanları da yapmıştı. Osmanlı sulta-
nının böyle yapmış olması bir işin meşruluğunu göstermez.
Kaldı ki, bu iddia da sağlam bir iddia değil. Yani onların
böyle yaptığı konusunda getirilen deliller de sağlam değil
yani. Ben de derim ki, Osmanlı sultanları böyle yapmamıştı.
Günümüzdeki insanlar kendi yaptıklarının bir dayanağını
geçmişten arama ihtiyacmdaiar.
Günümüzde de bu konuda epeyce kitap yazılmıştır. O gün
içinde Allah'ın kitabım atan ve Şeytan gibi insanların
yaptığına tabi olanlar da bu Süleyman'ın yaptığı şeylerdir.
Hani biz kendiliğimizden uydurmadık, Süleyman (a.s.)
böyle yapıyordu diyorlar. Diyorlar ama Rabbirri bunu red-
dediyor.
Süleyman kâfir değildi ama Şeytanlar onu inkâr ettiler, kâfir
oldular. O Şeytanlar, insanlara sihri öğretiyorlar.
Bu âyet-i kerîme ile âlimlerimiz çok meşgul olmuşlar.
Sihirle ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de en teferruatlı âyet budur. Bu
Bakara sûresinin 101. âyet-i kerîmesidir. Ve sihirle ilgili
bilgileri ancak bu âyet-i kerîmenin tefsirinde bulursunuz.
Türkçe yazılmış tefsirlerde en geniş bilgiyi veren de Elmahlı
merhumdur. Elmalık merhum da kendiliğinden vermemiş
onu. Fahreddîni Razi'nin Tefsir-i Kebîrinden aynen terceme
etmiş. Zaten bu konuda geniş biîgi vermede öncülüğü yapan
Fahreddîni Razi'dir. Hepsinden Önce bu eserini yazmış
olması nedeniyle kendisinden sonra gelenlere öncülük
yapmış. İbn-i Kesir fde ondan nakiller vermiş, Elmahlı
merhum da ondan nakiller vermiş. Bütün tefsir kitapları
ondan nakiller vermiş. Tabiî bunların içerisinde bir kısmı da
İsrail oğullarının uydurduklarını da nakletmişlerdir. Fakat
halkımız genelde nedense uydurma olanlara fazla rağbet
ettiğinden, halkımızın dilinde bu Harutla Mârut diyebilinen
iki meleğin hikayesi ki uydurma bir hikayedir,yaygındır.
Uydurma hikaye olduğu için ben burada anlatmıyacağım.
Çünkü zihinlerinize uydurması da olsa yerleşmesini
istemiyorum.
Fakat âyet-i kerîmeleri dil açısından değerlendirerek şöyle
mânâ vermişler bir kısmı.
"Süleyman'ın mülkü üzerine Şeytanların uydurduklarına tabi
oldular. Daha Babil'de Barut ile Marut üzerine indirilenlere
de tabi oldular" diyerek yukarıya atıf yapmışlar. Ona göre
bir şeytanların uydurduklarına tabi oluyorlar, bir de Harut
ile Marut isimli iki meleğe indirilene tabi oldular mânâsı
çıkar.
Onlar da yani Harut ile Marut "bu'bizim size Öğrettiğimiz
şey bir imtihandır. Sakın bunlar sebebiyle kâfir olmayın"
demedikçe onlara o sihri öğretmiyorlardı.
.
Yani bu âyetten anladığımıza göre Harut ile Marut isimli iki
melek, o Benî İsrail'den insanlara sihir öğretiyorlardı. Ama
diyorlardı ki, bu sihir insanları küfre götürür. Bu bir
imtihandır. Sakin ha bunu yapmayın diyorlardı. Karate
hocasının "Bu bir spordur. Bununla adam da öldürülür ama
size adarn öldürmek için değil, savunma ve spor için
öğretiyorum" dediği gibi.
Bu iki melekten kişi ile hanımının arasını açmanın yollarını
öğreniyorlardı.
Ama Rabbim diyorki, Onunla Allah'ın izni olmadan hiçbir
kimseye onlar zarar veremezler.
Buradan anladığımıza göre 1. sihirle meşgul olanlar genelde
Şeytanlar. Ve sihri mubah görenler kâfirlerdir. Bizim
mezhep imamlarımız Ahmet b. Hanbel, İmam-ı Malik,
İmam Ebu Hanife ve İmam-ı Safı hazretleri de ittifakla Sihri
öğrenmek gayesiyle yani şerrinden emin olayım diye
öğrenmek için okuyan kâfir olmaz. Ancak bu sihri yapayım,
kullanayım diye sihiri öğrenen kişi ve yapan kişi kâfir olur
demişler. Ve hemen hemen dördü de ittifakla sihirbazın,
sihirbaz deyince şu meydanlarda, sahnelerde oyun gösteren
insan değil. Böyle kankocanın arasını açmak isteyen,
insanları öldürmeye yönelten, insanları hasta yapmak için
uğraşan kişilerin öldürülmesine fetva vermişlerdir. Yani
İslâmî bir devlet olsa böylesine sihir yaparak insanlara zarar
vermek için uğraşan insanlara evvela tevbeyi teklif eder, bu
işten vazgeçmesini teklif eder. Eğer bundan vazgeçmeyip
yolunda devam etmeğe ısrar edecek olursa nerede ise dört
mezhep imamıda ittifakla derler ki, bu adam kâfirdir. Çünkü
âyet-i kerîmede yani bu 101. âyet-i kerîmede geçer.
Bir de; Ayet-i kerîmeden bu işi yapanların kâfir olduklarına
hükmetmişler, mü'minken kâfir olan kişi mürted
olacağından bu kişinin öldürülmesine de dört imanı ittifakla
karar vermişlerdir.
Bu âyet-i kerîmelerin tefsirinde biraz önce de dediğim gibi
Fahreddi-ni Razı diyor ki, sihrin çeşitleri vardır.
1) Göz bağcılığı. Göz bağcılığı ki, günümüzdeki
sihirbazların yaptığıdır. Bir oyun için eğlendirmek için
yapılacak olursa bu günah değildir. Hani çıkıyorlar belirli
işler yapıyorlar. Milleti eğlendirmek için, kimseye zarar
vermiyorlar ama el çabukluğu marifet deyip bazı şeyler
beceriyor. El çabukluğuyla doğruyu yanlış, yanlışı doğru
gösterme hareketi. Bu bir sihirdir. Bunu yapana sihirbaz
diyoruz. Bu hakikatte öyle değil ama bu adam bizim
dikkatimizi bu tarafa çekiyor da, bu tarafta iş yapıyor. El ça-
bukluğuyla bu işi yapıyor, beceriyor. Onunki aslında beyazı
siyah, siyahı beyaz yapma olayı değil, gösterme olayıdır.
Bunun hakikati yok. ancak aldatmaca var. Göz aldatmacası
var.
2) Yiyecek ye içecek maddeleri vermek suretiyle insan
vücudu üzerinde meydana getirilen etki. Mesela afyonu
veriyorsunuz. Şuurunu uyuf-turduktan sonra insan hayal
görüyor. Olmayan'şeyleri görüyor. Kendine göre bir Cennet
meydana getiriyor. Onun içinde geziniyor. Yani kendine
göre bir Cennetin içerisinde dolaşıp duruyor. Böylesine
insan şuurunun etkilenmesi söz konusu.
Hani Peygamber Efendimiz (a.s.v.) göz' haktır demiş. Yani
nazar haktır demiş. Bu da aslında insan vücudundaki
enerjinin karşı taraf üzerinde meydana getirdiği etkidir. İşte
yasaklanan sihire burası giriyor. Kişinin kendi vücudunda
mevcut olan enerjiyle karşı taraf üzerinde zarar meydana
getirmesi bu da sihirlerden bir sihirdir. Efendimiz (a.s.v.):
Sözde de sihir vardır diyor. Hani bir insan geliyor.
İnsanların karşısına geçiyor. Öyle bir hararetli konuşma
yapıyor ki, babayı kendisine çekiyor, oğlu başka tarafta
kalıyor.
Türkiye'deki siyasilerin yaptığı bu. Söz sihri ile karı ile
kocanın arasını açabiliyorlar. Oğulla babanın arasını
açabiliyorlar Birisi bir partiye gidiyor. Birisi bir partiye
gidiyor. Bu sefer evde de çıngar çıkıyor. Bunu sağlayan
nedir? Onların dillerindeki sihirdir. O insanların gönüllerini
kendilerine doğru çekebilmişlerdir.
Göz de insanlar üzerinde etkilidir. Hatta Batı'da denemeler
olmuştur. Büyük bir yılanı aç bırakıyorlar. Yılanın açlık
derecesine göre de tesir sahası azalıp çoğalıyormuş. Karnı
tokken beş metreden ileriyi pek tutamıyor. Normal bir
açlığa geldimi yirmi metreden tavşanı tutabiiiyor. Yani
şöyle baktımı tavşan hareket edemez hale geliyor. Ama
iyice aç bırakıyorlar. Bu defa dermansız kalınca yine beş
metrenin içerisinde tutabiliyor. Yani çok tokken de
tutamıyor. Çok açken de tutamıyor. Ama normal açlığında
belirli mesafe içinde onu tutuyor.
Aynen Öyle insanoğlu da kendi bünyesi içindeki mevcut
enerjisiyle karşı taraf üzerinde etki meydana getiriyor. Onun
için Peygamber Efendimiz "Nazar haktır" demiş. Gerçekten
nazarın hak olduğunu kendi hayatımızda da görürüz bazen.
Hani genelde insanlar eşlerini gözleriyle gördükten sonra
severler. Gözler bakışır. Daha sonra gönüllerinde birşeyler
meydana gelir. Arada hiçbir şey yok. Uzak bir mesafeden
hanımınıza baktınız. O da size baktı ve evlenmeye karar
verdiniz,, dünürcüler gönderdiniz. Böylelikle bir sevgi
meydana geliverdi. Yani bakışlar, gönüllere sevginin
yerleşmesine sebep oluyor. Bir göz tâ uzaktaki bir göze
bakıyor. Ve gönlüne sevgisini yerleştiriyor.. İşte bu insanın
öbür insanın gönlünde etki meydana getirmesi de bunlardan
biridir.
3) Bir de insanın kendi dışında bazı ruhani yaratıklardan da
yararlanarak sihir yapmasıdır demişler ki, cinler ve
Şeytanlarla temas kurarak, insanlar üzerinde bir etki
meydana getirmesi olabilir denilmiş. Yani bizim bu âyet-i
kerîmenin tefsirini yapan âlimlerimiz genellikle sünni
âlimlerimiz, insanın cinler ve şeytanlarla temas kurarak bîr
başkası üzerinde bir zarar meydana getirmesi mümkündür
diyorlar. Allah'ın izni dahilinde yalnız. Çünkü âyet-i kerîme;
Allah'ın izni olmadan onlar hiçbir kimseye zarar vermezler.
Allah'ın izni olduğu takdirde onlar sebep olurlar. Nasıl ki
biz normalinde yemeğimizi yerken vücudumuza zarar
vermezler. Ama uyutucu bir ilaç alacak olursak o bizim
vücudumuza girince o bizi uyutuyor. Aynı şekilde hani
burada ne yapıyor insan? Allah'ın yarattığı bir ottan
yararlanıyor. Ve insanı uyutuyor. Öbür tarafta da yine
Allah'ın yarattığı bir cinden veya Şeytandan yararlanıyor.
Ve insan üzerinde etki meydana getiriyor. Yani afyonun,
esrarın insan üzerindeki etkisine inanıyoruz. Bir. insan
alıyor, yutturuyor, tesir meydana geliyor. Öbür tarafta da
cinden veya Şeytandan yararlanmak suretiyle etki meydana
gelir. Bir de kendisinden çıkardığı bir enerjiyle karşı tarafa
etki meydana getirebilir demiş sünni âlimlerimiz.
Ama Mutezile'den bir kısım insan sihrin insan üzerinde
zararı olmayacağını iddia etmişler. Felak ve Nas surelerinin
tefsirinde de Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a sahih
senetlerle, yani Buhari ve Müslim'in verdiği haberle sihir
yaptıkları haber veriliyor bize. Mutezile bu hadisleri de
inkâr ediyor. Bu hadisler uydurmadır. Sonradan
uydurulmuştur. Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a sihir
yapılmamıştır. Ve insanlar da insanlara sihir yaparak onların
bedenlerine zarar veremezler diyorlar.
Ama âlimlerimiz hem bu âyet-i kerîmeyi delil getirerek,
hem de Felâk ve Nas sûrelerinin tefsirinde verilen sahih
hadisleri delil getirerek zarar verilebileceğini ve tabiî
olaylardan da misaller getirerek, nasıl ki, afyon Allah'ın
yarattığıdır insana zarar veriyor. Esrar Allah'ın yarattığıdır
insana zarar veriyor. Allah'ın yarattığı diğer yaratıklar da
Rabbimin izni dahilin de manevî güçleriyle insana zarar
verebilirler. Rabbimin izni olmayınca onlar da zarar
veremiyorlar. Peygamber Efendimiz'e de Hayber seferinde
zehirli koyun yedirmişlerdir ama, Peygamber Efendimiz
(a.s.v.)'a zarar vermemiştir. Bir defasında Halit b. Velid
yutmuştur verdikleri zehiri. Ve şiddetli bir terleme ile
çıkarıv ermiş tir. Yani zarar vermediği olur. Fakat genellikle
zarar verdiğinden Allah'ın izni varsa ölürüm yoksa ölmem
deyipte yutacak olursa intihar etmiş olur. Yani biz böyle bir
denemeye girersek intihar etmiş günahını almış oluruz.
4- Bir de teknikten yararlanarak yapılan sihirler vardır.
Günümüzdeki sihirbazların çoğu bu tekniklerden
yararlanıveriyor. Hani yarısına kadar su dolu bir bardağa
düz bir çubuğu soksanız, tam suyla boşluğun birleştiği yerde
çubuk kırık görülür. Bu olayı hiç bilmeyen bir adamın önü-
ne sihirbaz çıksa da dese ki bak bu düz olan çubuğu bu
suyun içerisinde kıracağım ve gerçekten bakarsınız o
boşlukla suyun kesiştiği yerde çubuk kırık görülür.
Çıkarırsınız düz, içeri sokarsınız kırık görülür. Bu tür teknik
olaylardan yararlanarak sihirbazlık da yapılmıştır. Geçmişte
yapılmış. Günümüzde elektronikten yararlanarak daha cazip
şeyler yapılıyor.
Harun Reşit zamanında birisi demiş ki, ben peygamberim.
Mucize göster demişler. Bak şu taşı suyun içine atarsam
orayı kaynatır demiş. Atmış ve kaynatmış. Kireç taşını
bilmiyorlardı o gün için oradaki insanlar.
Kireç taşını suya atarsan orayı kaynatır ya. Onun elindeki de
kireç ta-şıymış o kireç taşıyla da suyu kaynatmış.
Günümüzde kan-koca arasını açmaya çalışan sihirle meşgul
olan insanlara bir kere iyi gözle bakmıyacağız. Ve hiç biri
hoca değildir. Ben mümkün mertebe İstanbul içinde, dışında
yolumun uğradığı varabildiğim yerdeki bu tür insanlarla
hemen hemen tanıştım, hiç biri hoca değildi. Bir çoğu yeni
yazıyla latin alfabesini de bilmez. Bir çoğu da Kur'ân
okumasını bilmez. Rasgele çizgilerle insanları aldatıyor.
5- Fahreddîni Razi: "Sihrin bir çeşidi de daha ziyade geri
zekalı insanlar üzerinde etkili olur" diyor. Derler ki, "İsm-i
Azam'ı yazacağım buraya. Ve bu İsm-i Âzam'ı-ancak
üzerinde taşıdığın müddetçe şöyle şöyle olacak, böyle böyle
olacak. Ve sen de şunları yapacaksın. Yapmazsan
çarpılırsın" der. Bu sefer adam onun etkisinde kalarak o
işleri yapar. Yani biraz daha geri zekalı insanlar üzerinde
etkisi olur mu? olur. Günlük hayatımızda da bunların
benzeri görülüyor. Halkımız buna güzel bir kelime bulmuş.
Veren de değil, alanda derler. Yani sihrini yazılıp kendisine
alanda, asıl mesele verende değil derler. Hani adam çok
etkili ve yetkili bir sihirbaza gitmiş muska yazdırmış.
"Sıtma bu iti tutma, tutarsan da titretme demiş." Ve
hakikaten de adama faydası olmuş. Yani doktorların da
insana moral vererek tedavi etme yönü vardır. Bir taraftan
ilaçla tedavi ediyorlar. Bir taraftanda moral veriyorlar. İyi
oldun diyorlar. İyi olacaksın diyorlar. Hemen yarın seni
taburcu edeceğiz, biraz yemen lazım filan diyorlar.
Böylelikle kişide iyi olacağı kanaati hasıl olursa bütün hüc-
releri faliyete geçiyor. Zaten doktorun istediği de o. Bütün
hücreler falıyete geçince de hastanın tedavi olmasına
yardımcı oluyor. Ben iyi olmam artık. Ben gittim artık derse
boynuyla beraber bütün hücreler de boynunu bükermiş.
Aktif duruma geçmiyor. Bu sefer hastalık galip geliyor. Bu
adamın da yaptığı o. Yani bu nüsha ile seni sıtmaya karşı
koruyacağım. Çok tesirli bir dua yazdım. İsm-i Âzam duası
yazdım diyor. Ve adam da onun etkisi altında kalarak ona
güveniyor. Faydası olur mu? Böylelikle faydası olur.
Aslında Müslüman kendi kendisine moral vermiş olsa Al-
lah'ın verdiği bu hastalığı yeneceğim ben dese ve gerekli
ilaçlarını da kullanmış olsa, bu adam bu hastalığından
kurtulur. Ve Rabbim de bize sığınılacak en güzel Felak ve
Nas sûrelerini indirmiştir.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) da, bunları okuyarak
kurtulmuştur. Onun için hiç bir insan size "Felak ve Nâs"
sûrelerinden daha etkili bir nüsha yazamaz, bunu biliniz.
Filan hoca çok derin!!!. Bir hoca efendi; bu derin hocaların
hepsini gezdim diyor. Sordum, adamların bütün derinliği
surdan geliyor: Gencin biri gidiyor yâ hocam cünüp
olmuşum yıkanamadım. Bir gün üzerinden geçti. Vay dedi
diyor. Bastonunu çekti. Üzerine yürüdü. Halbuki derin hoca
çaresini söyleyen hocadır. Değnek çeken hoca değil.
Genelde değnek çeken hocalardır, derin olarak kabul
edilenler. Çaresini söyliyen hocalar değil.
Onlar kesinlikle bildiler ki, muhakkak Midiler ki, onu satın
alanların ahirette hiç bir nasibi yoktur. Kendilerine ne kötü
şeyi satın almışlar. Eğer bilmiş olsalar.
Yani Kur"ân,ı, Tevrat'ı, İncil'i veriyorlar, atıyorlar. Onun
karşılığında insanların ve şeytanların uydurduğunu alıyorlar.
Allah (c.c.) diyor ki, onların o satın aldıklarından ahirette
hiçbir nasipleri yoktur. Yani Allah'ın kitabını verip
karşılığında insanın ve Şeytanın uydurduklarını almaların-
dan ahirette bir nasipleri, paylan yok. Onlar ne kötü şeyi
değiştirdiler satın aldılar. Yahudiler ve Hıristiyanlar için
söylenen bu âyet-i kerîme günümüzde de aynen geçerlidir.
Yani Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerîm'i arkaya atıp, onun
yerine başka kitap almakla ne kötü şeyi satiri'aldıklarını bir
bilselerdi. Keşke onu bilselerdi diyor Allah (c.c).
Biz bunları okuduktan sonra bilmeye çalışıyoruz. Bilmeye
çalışmak demek, bilgi olarak hafızada tutmak demek değil.
Birşey biliyoruz; kitabı arkaya atmışız, elimize başka kitap
vermişler. Yapılacak iş, arkadan kitabı alıp Öne koymak,
elimize verileni de arkaya atıvermek. Kurtuluş ta burdan
oluyor. Yani "bilmek amel etmek demektir" demişler. Yani
biz bileceğiz. Rabbim keşke bilselerdi diyor. Peki bildik Yâ
Rabbi, Öyleyse ne yapacağız? Kur'ân'ı Önümüze alacağız!
Kur'ân yerine bize verilen kitabı arka tarafa
atıvereceğiz. 418[211]
420[213]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/215-218.
kitap ehlinden olan kâfirler, müşrikler istemezler. Allah ise
rahmetini dilediğine verir. Allah büyük fazi sahibidir."
Yani bir harbi kazanmanızı, bir âyetin inmesini, bir nimetin
size verilmesini hiçbir vakit istemezler. Sizin devlet
kurmanızı istemezler. Hayrın içerisine hepsi giriyor.
Rabbinizden bir hayrın size indirilmesini, ehli kitabın
kâfirleri de, müşrikler de istemezler buyuruyor Allah (c.c).
Yani günümüzde efendim şöyle şöyle yaparsak, böyle böyle
yaparsak Alman gavuruyla işbirliği kurarsak, Amerikalı'ya
şirin görünürsek veya Rumla ikili anlaşmaya girersek veya
Japonlar'a şu tavizleri verirsek bize ileride yardım ederler
deniliyor.
Allah (c.c.) diyor ki, bu müşrikler de, puta tapanlar da, ehli
kitab da, ehli kitaptan bir çoğu da size bir hayrın
indirilmesini hiçbir vakit istemezler. Yani bunlar sizin
hayrınıza iş yapmazlar. Onun için bunlardan bir hayır
geleceği ümidini kesiniz. Allah rahmetini dilediklerine
tahsis eder. Allah (c.c.) büyük fazl sahibidir, büyük nimet
sahibidir buyuruyor Allah 421[214]
425[218]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/220-222.
kadar onları bırakın ve af-vedin. Şüphesiz Allah herşeye
kadirdir."
Hak, yani gerçek apaçık ortaya çıktıktan sonra, yani
kendilerine Tevrat veya İncil verildikten sonra onu
kaybetmenin bir üzüntüsü var, ve Müslümanlara da Kur'ân-ı
Kerîmin gelmesinden dolayı bir hasetleri var. Bu
hasetlerinden dolayı imandan sonra sizin de küfre düşmenizi
ister, Ehli kitaptan bir çoğu. Yahudiler ve Hıristiyanlar'dan
bir çoğu imanınızdan sonra küfre girmenizi arzu ederler. Bu
konuda çalışma yaparlar. Niye? Hasetlerinden dolayı.
Günümüzde de öyle. Adamların kendi dinlerine itimatları,
güvenleri yok. Batı'ya işçi olarak veya görevli olarak gidip
gelenlerimiz bilirler ki, Avrupalının % 90'ı ateisttirler,
inanmazlar. Ama yöneticiler siyaset gereği inanmış
görünürler. Bazı hocalarımızın çıkıp ta Hıristiyanlar
dinlerine şöyle bağlı böyle bağlı demeleri laf. Dinlerine
bağlı adam yok orada. Bizim işçilerimiz bastırıyor parayı
kiliselerini satın alıyor. Bir çok cami kiliseden dönmedir. Bu
konuda hiç de hassasiyetleri yok. Siyasî sahada varlar. Yani
yöneticiler dine İnanmadıkları halde, siyasî birliği sağlama-
nın unsurlarından bir tanesi de din unsuru olduğundan
dolayı onu tutma gereğini duyuyorlar. Dinlerinin
çürüklüğünü bildiklerinden Yahudiler ve Hıristiyanlar,
Müslümamn elindeki sağlam dine karşı da haset ediyorlar
diyor Rabbim. Hasetlerinden dolayı bu sefer sizin
imansızlığınızı istiyorlar.
Hakikaten de kendilerinin bir toplantılarında,
"Müslümanları Hıristiyan yapmamız mümkün değildir.
Nitekim bugüne kadar da olmamıştır.İslâm ülkelerinde
sakın ha Yahudilik ve Hıristiyanlık propogandası yap-
mayınız. İmansızlık propogandası yapınız diyorlar." Yani
"Ateisttik propogandası yapın" diyorlar. Rabbim bunu bize
haber veriyor. En büyük tehlikeyi haber veriyor. Yani
Rabbim bizim Hıristiyan ve Yahudi olmayacağımızı biliyor.
Çünkü sağlam bir yerden çürük bir yere geçilmez. Fakat
imansızlaşmayani zehirlenme meydana gelebilir. Adamlar
da böylece zehirleme tarafına gidiyorlar. Yani Yahudi,
Hıristiyan yapmıyorlar, yapamıyorlar fakat imansızlaştırma
tarafına gidiyorlar, genelde de eğitim vasıtasıyla.
Allah'ın emri gelinceye kadar onlardan vaz geçin, yüz
çevirin yani onlarla didişmeyi bırakınız. Onlarla
uğraşmayınız, Allah'ın emri gelinceye kadar. Allah'ın
emrinden kasıt muharebe emri yani harp emridir. Allah her
şeye kadirdir. Peki vazgeçipte ne yapalım? Yani bu adamlar
bu imansızlık faliyetlerine devam ediyorlar, Müslümanları
imansızl aştırmaya devam ediyorlar. Fakat bu kıtal emri
nazil olmadan önceki âyettir. Yani onlarla harp ediniz emri
nazil olmadan önce gelen bir âyettir demişler. Öyle bir
zamanda; 426[219]
426[219]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/223-224.
sağlıyalım, birlik olalım. Millî birlik ve beraberlik
kelimelerine çok yer verilir. Peki ben size birleşelim desem
sorarsınız Nerede birleşelim? SultanAhmet Camii'nde pazar
günü öğle namazında birleşelim dersem adres vermiş
olurum. Yani birleşelim deyince adres vermek gerekir.
Birlik için adres verilmesi gerekir. Eğer adres verilemezse
birlik olmaz.Bu insanlar da adres veriyorlar. Filanın yanında
birleşelim diyorlar. Halbuki, o adam benim gibi bir adam.
Bir adamın yanında birleşilmez. Çünkü adam oluverir.
Ağacın yanında birle-şilmez, kuruyuverir ve çürüyüverir
ondan sonra dağılır.
1400 sene öncesinden kıyamete kadar kalmakla
görevlendirilmiş bir toplumuz biz. Beş yüz sene sonra gelen
neslimizde aynı adreste birleşe-bilmeli. Ağaç adresi
verirseniz çürüyor. İnsan adresi verirseniz Ölüyor. Öyle ise
ağaç olmasın, taş olmasın, insan olmasını toprak olmasın.
Öyleyse Allah (c.c.)'min emirleri etrafında birleşmemiz
gerekiyor. İşaret; Namazlarınızı dosdoğru kılınız. Nerde
kılınız? Almanya'da iseniz Almanya'nın merkezinde bir yer
kurunuz orada kılınız, bir araya geliniz. . Amerika'da iseniz
New York'tın ortasında bir yer bulunuz, alınız veya ki-
ralayınız ama orada birliğinizi koruyunuz. Ki orada olanlar
daha iyi biliyorlar; Müslümanların namazının önemini
yurtdışında olanlar daha iyi biliyorlar. Amerika'dan öğretim
görevlisi olan bir arkadaş mektup yazmış da, "hocam
caminin Önemini burda daha iyi anlıyoruz" diyor.
"Pakistanlısı, Amerikalısı,Türk'ü, Malezyalısı ve Afrikalısı
bir araya geliyoruz. Neler yapalım neler edelim diye burada
karar alıyoruz. Cami olmasaydı biz nerde
buluşacaktık?diyor. Nereden birbirimizi tanıyacaktık diyor,
200 milyonluk nüfusun içerisinde.
Onun için yani birliği sağlayabilmek için "Namazı dosdoğru
kılınız", tek başına kıl demiyor Rabbim kılınız diyor.
Peki bir araya geldiniz. Zengin insanınız var! Fakir
insanınız var. Öyleyse zekâtlarınızı veriniz. Çünkü
imansızlar bir kısmınızı para yönüyle satın alıyor. Öyleyse
onun hiç değilse nisap miktarına malik bir hale gelebilmesi
için, orta bir seviyeye ulaşabilmesi için o kardeşinize de
zekâtlarınızı veriniz. Bir, manevî yönden güçlendiriyor. Bir
de, maddî yönden güçlendirmeye Allah (c.c.) bizi teşvik
ediyor değil emrediyor. Kendiniz için hayırdan neyi takdim
ederseniz, Allah katında onu bulacaksınız diyor Allah (c.c.).
Amelleriniz güzel olsun onunla karşılacaksınız. Hani bazı
insanların namaz kılışını görüyoruz tuhaf oluyoruz: Camide
yanımda bir adam durdu, kim olduğunu bilmiyorum. Ben
bir rekat kılıncaya kadar, üç rekatlı vitiri kıhverdi. Ben de
süratli okuyorum yani. Daha rükua vardığı an Sübhânc
Rabbiyel Azîm demesi mümkün değil,hemen geriye
kalkıyor. Ne yapıyor ne ediyor onu bilemiyorum. Yani
bunlarla karşı karşıya kalacaksınız. Amellerinizle karşı
karşıya kalacaksınız. Bir manevî olanlarla karşılacaksımz.
Bir de zekâtlarınızla, sadakalarınızla karşı karşıya kala-
caksınız. Adam satılamamış kumaşları filan yerdeki Kur'ân
Kursu'na talebelere gönderiyor. Öbür dünyada gösterirler o
malları, o satılamamış kumaşları önüne çıkarırlar. Bir başka
âyet-i kerîmede;
Yani yüzünüzü ekşitmeden alamiyacağınız bu malları
başkalarına vermeyin (Bakara: 267) diyor Rabbim.
Yani kendi evinizde kendiniz kullanamayacaksanız,
kullanmaktan kaçınacaksanız onları verme tarafına
gitmeyin. Bu şu anlamda değil yalnız, mesela eski
elbiselerim var yakayım mı? Bunu karşılığında hayrr
beklemeden verin gitsin.
Ama gerçekten Allah rızası için sadaka vereceğinizde böyle
gönlünüzün pek hoşlandığı şeylerden verin,
Ayet-i kerîmede Rabbim; "En sevdiğiniz şeyleri Allah
yolunda vermedikçe takvaya erişemezsiniz" 427[220] diyor. En
sevdiğiniz şeyi. Bu âyet-i kerîme nazil olunca, sahabeden
birisi gelmiş demiş ki, Yâ Rasûlallah en sevdiğim varlığım,
Medine'nin kenarında şu kadar hurma ağacı olan bahçemdir.
Ben bunu vereceğim diyor. "Peygamber Efendimiz de
öyleyse akrabalarının fakir olanlarına ver" diyor. Biri de
geliyor Yâ Rasûlellah cok sevdiğim atımdır diyor.
Peygamber Efendimiz de "o atın hakkından gelecek olan
Üsame'dir. Onun da atı yok ona ver" diyor. Yani en
sevdiğimiz şeyi verebilme erdemine ermemiz gerekiyor.
Çünkü Allah (c.c.) buyuruyor ki verdiğinizle
karşılaşacaksınız, yani Cennette o verdiğiniz elbiseyi
giyeceksiniz. En güzel elbiseler yapın Cennette karşılığı
olacaktır. Eski veriyorsan eski olacak. Yeni veriyorsan en
yenisinden verecekler. Kokmuş yemekler ye-diriyorsan
kokmuş yiyecekleri verecekler. Ama iyilerinden
yediriyorsan iyileri verilecektir. "Allah yapmakta
olduklarınızı görmektedir" Yahudiler bencil insanlar.
Hıristiyanlar da öyle. Diyorlar ki; 428[221]
429[222]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/227.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a Cebrail (a.s.) gelerek İhsan
nedir? diyor. İhsan:
"Allah'ı görür gibi ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen
Allah'ı görmüyor isen de, Allah seni görmektedir"
buyuruyor Allah Rasûlü(s.a.v.). yani caddede gidiyorsunuz.
Allah (c.c.) beni görüyor diye gözüne sahip olacaksın.
Konuşurken Allah (c.c.) benim konuştuklarımı duyuyor ve
işitiyor diyecek ve diline sahip olacaksın. Mesela uzun
yolda giderken radara yakalanmamak için radarın olduğu
yerlerde arabanın hızını 90km. hz. nın üzerine
çıkartmıyorsunuz; radar burada tesbit eder ilerde polis ceza
keser diye.
Bu dünyada da bizim radarlarımız meleklerdir. Allah (c.c.)
kendisi görüyor. Melekler de her yaptığımızı kaydediyor,
radar gibi ilerde mahşer günündeki meleğe teslim ediyor.
Orada cezalar biçilecektir. Öyle ise Allah (c.c.)'nün sınırını
yaşantımızda aşmamaya dikkat etmemiz gerekiyor.430[223]
430[223]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/227-229.
birşey değil, Hıristiyanlar da birşey değil, sahtekârlık
bunlannki" diyorlar.
Rabbim ne güzel ifade etmiş. Günümüzde de bir müşrik,
yani Yahudiliği de, Hıristiyanlığı da inkâr eden,
müslümanlığı hiç kabul etmeyen bir adam, diyorki; "Din
insanları uyutmak için insanların icat ettiği bir afyondur."
Rabbim de aynen bunu veriyor; Dinler hakkında hiçbir
bilgisi olmayan müşrikler de Yahudi ve Hıristiyanlar'in
birbirleri için söyledikleri şeyin aynısını söylüyorlar.
Bunların ikisi de boş şeylerdir. İnsanları uyutmak için icat
edilmiş afyondurlar diyor.
Ama bizim özelliğimiz ye güzelliğimiz surdan geliyor:
Aslında Musa (a.s.) Allah'ın peygamberidir. Peygamberimiz
gibi peygamberdir. İsa (a.s.) Allah'ın peygamberidir, ve
Peygamber Efendimiz gibi bir peygamberdir. Onların
getirdiği Tevrat ve İncil, Allah'ın kelâmı olması bakımından
Kur'ân'dan hiçbir farkı yoktur. İkisi de Allah (c.c.)'nün
kelâm sıfatıdır. Öyleyse hiçbir ayrım yapmayız.
"Peygamberleri arasında hiç ayırım yapmayız" 431[224] diye
yatsı namazının sonunda Bakara sûresinin bu en son âyet-i
kerîmesini de okuyoruz.
Yani böylelikle biz orta bir ümmetiz. Allah (c.c.)"Sizi orta
ümmet kıldık" 432[225] diyor.
Ne ifratta olmalıyız, ne de tefritte olmalıyız. Allah kıyamet
gününde onların ihtilaf ettikleri konularda hükmünü
verecektir. Yani hangisi boşmuş, Yahudi mi, Hıristiyan mı
yoksa her ikisi mi, yoksa müşrikler mi daha boşmuş Allah
(c.c.) hükmünü o gün verecektir.433[226]
431[224]
Bakara: 285.
432[225]
Bakara: 143.
433[226]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/229-230.
vardır. Onlar oraya ancak korkarak girerler. Onlar için
dünyada rüsvaylık, ahi-rette de büyük bir azap
vardır."Allah'ın mescitlerinde Allah'ın ismini anmaktan
insanları alıkoyan kişiden daha zalim kim vardır? Yani
yoktur demek isteniyor. Allah'ın mescitleri camilerdir.
Sultan Ahmet Camii, Süleymaniye Camii, Gazi Atik Ali
Paşa Camii, Yeni Cami, Ayasofya Camii yani bu camilerde
Allah'ın ismini anmaktan alıkoyandan daha zâlim kimse
yoktur.
Onları tahrif etme konusunda da yarış yapan, koşan kişiden
daha zalimi yoktur diyor. Allah Mescid deyince bir bunları
anlıyoruz, bir de mescid Peygamber Efendimiz (s.a.y.)bir
hadis-i şerifinde; "Yeryüzü bana mescit kılındı" diyor. Yani
yeryüzünde Allah'ın adının anılmasını engelleyen ve
yeryüzünde bozgunculuk çıkaran kişiden daha zalim kişi
yoktur mânâsı da vardır. Ancak asıl gaye camilerdir. Yani
Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa,.Mescid-i Nebi, Mescid-i
Ayasofya, Mescid-i Sultan Ahmet gibi mescitler.
Bu kişiler oraya girerlerse bile ancak korkarak girmelidirler,
titreyerek girmelidirler. Yani Müslümanlar yönetimi almalı
ve bu zalimler oraya illa girecekîerse bir korku içinde
girmelidirler. Dünyada onlar için rüsvaylık vardır. Ahirette
de büyük azap vardır diyor Allah (c.c.) Bu Allah'ın
mescidinde, yeryüzünde Allah'ın isminin anılmasını en-
gelleme konusunda dünyada bütün kâfirler el birliği
yapıyorlar. Mescitlerde de Allah'ın ismini engelleme
faaliyeti hâlâ devam etmektedir. Mânâsını anlamadan
Allanın adını veya Kur'an'ı zikrederseniz kimse karışmaz
size.
Gelin bunu bir de mânâsını anlıyarak söyliyelim derseniz,
karşınıza biri çıkar. Mesela hacca gidenler.
"Yarabbi senin davetine icabet ediyorum. Senden başkasının
davetine icabet etmiyorum. Senin bir ortağın yok mülkünde.
Bazıları mülkünde ortaklık iddiasında bulunuyorlar. Onları
da reddederek gidiyorum. Sen varsın, teksin, birsin. Öyleyse
Senin davetine icabet ediyorum.
Beni aslında Amerika da davet ediyor. Rusya da davet
ediyor. Yarabbi Senin davetine geliyorum" diye açıktan
mânâ vererek biri bağıracak olursa vay sen yürüyüş
yapıyorsun diyerek Önüne silahlı adamlar çıkar.
Harem-i Şerif de de çıkar, burada da çıkar, her tarafta çıkar.
Mânâsını anlamadan söyliyeceksiniz demek isterler.
Halbuki; 434[227]
434[227]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/230-232.
keman getirin diye emretmiş ve, getirmişler. Bu aletler
çalmaya başlayınca, Said ağlama'ya başlamış. Adam onu
güldürmek için getirtmiş mi ş onları. "Niye ağladın" demiş.
Cübeyr "Bu kemanrn yayları diyorlar ki, biz bunun için
yaratılmamıştık, bir zalimi eğlendirmek için yaratılmamıştık
ama bizi gayemizin dışında kullanıyorlar diye inliyor da ben
ona ağladım" demiş. Haccac demişki "senin boynunu vurup
Cehenneme atacağım".Bu-nun üzerine Said demiş ki: Eğer
Cehenneme atmak senin elinde olsaydı, sana ibadet
ederdim. Cehenneme atmak Allah'ın elinde olduğu için O'na
ibadet ediyorum. Sen beni Cehenneme atamazsın vurun
demiş, yönünü kıbleye dönmüş."Ben yönümü yeri göğü
yaratan Rabbime yönelttim"435[228] âyetini okumuş.
. Bu defa Haccac, bunun sırtını kıbleye getirin demiş. Sırtı
kıbleye yönü kuzey tarafa gelmiş. O zaman da Bakara
sûresinin 115. âyetini okumuş.
"Nereye yönelirseniz yÖneliniz Allah o taraftadır."
Demişki yüz üstü yere yatırın. Yüz üstü yatınhnca da şu
âyet-i kerîmeyi okumuş; Sizi topraktan yarattık, yine oraya
döndürecek ve sizi tekrar oradan çıkaracağız. (Taha: 55) Ve
o esnada da boynunu koparmışlar. O anda kanı fışkırmış ve
fışkıran kanı Haccacın üzerine gelmiş. Öyle bir korkmuşki
altı ay yatakta yatmış ve ölmüş. İstiska hastalığına yakalandı
deniliyor. Yani suyu çok içme hastalığı Suyu o kadar
içiyorda yine doymuyor, içe içe içe karnı patladı ve yarıldı.
Geberdi gitti.diyor tarihçiler.
Ne tarafa yönelirsek Allah'ı o tarafta buluruz biz. Fıkıh
kitaplarımızda şöyle der. Karanlık bir gecedesiniz veya
bilmediğiniz bir vadidesiniz. Güneş yok yıldızlar yok.
Kıbleyi tayin edemiyorsunuz. Ne tarafa namaz kılacaksınız?
Kalbiniz hangi tarafa fazlaca kanaat getirmişse o tarafa kılı-
yorsunuz. Sabahleyin bir de baktınız ki, tam aksi istikamete
435[228]
En'am: 79.
kılmışsınız. Namazınız caizdir. 436[229]
436[229]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/232-233.
çalışmışlar. Allah'ın oğludur demişler, veya arkadaşıdır
demişler, veya bilmem başka bir şey söylemek suretiyle Al-
lah'a şirk koşmaya kalkmışlardır.
Batı'da yüksek tahsilini bitirmiş, Türkiye'de Türkçe
öğrenmek üzere gelmiş ve İstanbul Üniversitesinde Yabancı
Diller Enstitüsü'nde veya Türkiyat Enstitüsü'nde Türkçe
Öğrenmekte olan sekiz veya dokuz bayan, SultanAhmed'i
gezmek istemişler. 0 arada Sultan Ahmet'te Emrullah hoca
efendiyle görüşmek isterler. Emrullah hoca efendi de sen de
hazır bulun diye rica etti. Beraber bulunduk. Alman
mühendis bir bayan "hepimiz bir Allah'a inanıyoruz" dedi.
Ben de: "Siz üç Allah'a inanıyorsunuz" dedim. "Hâşâ hâşa
estağfirullah" diyor bana. Bizde bir tek Allah'a inanıyoruz.
"Ama okuduğunuz İncil'de İsa (a.s.) için Allah'ın oğludur
diyor. Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğuna sen inanmıyor
musun yoksa? dedim. İnanıyonım. İsa Allah'ın oğludur dedi.
Oğullar da bir gün büyüye büyüye baba olurlar. Yani ilah
olurlar. Olur mu öyle şey? O günden bugüne kadar Allah
niye bir tane daha oğul edinmemiş te yalnız İsa ile yetinmiş.
Olur mu bu, mantıken olmaması gerekir dedik. Anlatması
güç, anlatması güç dedi geçti.
Tarih boyunca niye oğul edindiler? Çünkü oğul babaya
biraz daha yakın olması hasebiyle, kendi ilahlarının
yüceltilmesi için böyle söyledikleri ifade edilir. Yani
kendileri İsa (a.s.)'ı, Yahudiler de Uzeyir (a.s.)'ı yüceltmek
için, ilahlaştırmak için Allah'ın oğlu demek yoluna
gitmişlerdir. Ama biz, hergün namazımızda özellikle
"Ettehiyyâtü"nün sonunda namazın dışında da Eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve Rasulühü diyoruz. "Biz şahitlik
ederiz ki, Muhammed Allah'ın kuludur ve de Rasûîüdür".
Yani iîahlaştırmıyoruz. Bilakis o da bir kuldur diyoruz.
"Deki, onlara Ben de sizin gibi bir insanım." 437[230]
437[230]
Kehf: 110.
Yani Peygamber Efendimiz (a.s.v.) o günün Mekke'li ve
Medine'li müşriklerine ve Müslümanlarına, bu günün
Müslüman ve müşriklerine diyor ki, Ben de sizin gibi bir
insanım. Ancak sizden farklı olan tarafım, "Bana
vahyolunuyor." Yani Allah'tan Bana vahiy geliyor. Yoksa
Ben de sizin gibi bir insanım. Yine Ben sizin aranızda
yaşadım, Benim geçmişimi biliyorsunuz. Allah Beni
peygamber olarak seçmiş bu âyetleri vahyediyor diyor.
Allah (c.c.):
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a Allah (c.c.) öyle demesini
istiyor. Ve biz de Allah'ı evlat edinmekten tenzih ederiz.
Buna ihtiyaç yok. Çünkü yerde ve gökte ne varsa Onundur.
Ve her şey O'na itaat etmektedir. O Allah (c.c.) 438[231]
440[233]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/235-236.
önce geçen insanlar da buna benzer söz söylemişler. Mesela
yukarıda Bakara sûresinin 55. âyet-i kerîmesinde geçmişti.
Tefsirini yapmıştık. Allah'ı apaçık şöyle şu gözlerimizle
görmeden biz Allah'a iman etmeyiz veya Hz. Musa'ya
Allah'ı bize göster diye ısrar etmişlerdi veya bir başkası çık-
mış;
"Şöyle yeryüzünden ırmaklar akıtmadığın müddetçe biz
sana iman etmeyiz." 441[234] Yani şu kuru vadiden ırmak akıt
öyle iman edelim demişler. Bir başka grupta yukarda geçti.
Hz. Musa (a.s.) ile Tih Sahrasına gittikleri halde orada
susuzluktan yanarken Musa (a.s.)'ın onlara kayadan su
çıkardığını gördükleri halde, yine de iman etmiyenlerdi.
Hıristiyanlar da Hz. İsa'ya şöyle diyorlardı.
"Allah'ın, bize gök yüzünden spfra indirmeye acaba gücü
yeter mi?" (Maide:112)
Allah yeryüzünde sofra verirken onu görmeyen insan,
gökyüzünden inince görecek mi acaba? Bu kara topraktan
sari buğdayı çıkaran ve bize ekmek yapıveren Allah (c.c.)
o,kara topraktan beyaz çiçeği yaratan ve bize veren Allah
(c.c.) bu tabiat sofrasını öküz gözüyleki aslında bu söz
öküze hakaret olur-görenlere gökyüzünden sofra inse bile,
iman etmiyecek olanlar yine iman etmezler.
Yukarıda bir söz söylemiştik. Bu günün kâfiri yani şu anda
1990 yılında Batı'da veya doğuda bir feylesof yetişmiş şöyle
şöyle diyormuş. Bir felsefî akım geliştiriyormuş, deseler
diyorum, adamın söyledikleri de bir kitap haline getirilse,
güzel söyledikleri olabilir, her kâfir illâ kötü söz soyliyecek,
söyledikleri hep yanlış olacak diye bir kaide yok.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.), cahiliyye dönemi
şairlerinden bir şairin şiirini dinlemiş. "Allah'dan başka her
şey batıldır yani yok olup gidecektir" diye bir şiir. Bunu
duyunca Peygamber Efendimiz (a.s.v.) demiş ki, bu söz her
441[234]
İsra:90.
ne kadar bu şairin şiirinde söylenmiş söz ise de, geçmiş
peygamberlerden bir peygamber sözüdür. Yani kâfirin
ağzından çıkmış ama bir peygamberin sözü ona kadar
gelmiş, o da onu nakletmektedir diyor Efendimiz (a.s.v.)
Şimdi bir kâfir de çok güzel bir söz söylese biz onun yerini
Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın kelâmı olarak veya bir
peygamberin sözü olarak yerini bulabiliriz. Eğer söylediği
kötü bir söz ise onun da yerini bulabiliriz. Ya firavun
söylemiştir, ya şeytan söylemiştir, ya Nemrut söylemiştir
veya öylesine bir kâfir, ya Yahudiler veya hatta Hıristiyanlar
söylemişlerdir. "Yani söylenmedik söz kalmadı" derler ya
işte öyle bir şey,
Allah (c.c.) da burada bunların durumuna dikkat çekiyor.
Bunların söyledikleri yeni değil. Daha öncekiler de böyle
söz söylemişti. Bunların kalpleri birbirine benzer diyor.
Yani bin sene evvel yaşayan bir kâfirin kalbiyle, bin sene
sonra gelmiş, aynı sözleri söyliyen kâfirin kalbi birbirine
benzer diyor. Hani Allah'ı görmeden iman etmeyiz diyen.
Yahudi kâfirinin kalbiyle, günümüzde ben laboratuvarda
inceleyemediğim şeye iman etmem diyen kâfirin kalbi
aynıdır.
"işte ağızlarıyla söyledikleri söz bu" 442[235] Bu Yahudi ve
Hı-ristiyanlar'ın şirk kokusu olan mahza şirk olan bu sözleri
daha önceki kâfirlerin sözlerine benziyor diyor. Yani
Yahudiler'den önce de kâfir olanların söylediği sözü
Yahudiler tekrarlamış, Yahudiler'in tekrarladığı bu sözü de
günümüzde bir iki kâfir, ben görmediğime inanmam demek
suretiyle tekrarlanmasına devam ediyor. Allah (c.c.) de
onların kalpleri birbirine benzer diyor.
Buradan şunu anliyoruz: Bize çocukluğumuzdan beri bazı
büyüklerimiz, aman ha filan kâfirle mücadele verebilmek
için onların kitaplarını okuyun derlerdi. Hiç Kur'ân
442[235]
Tevbe: 30.
okumaya sıra gelmezdi. Kur'ân veya Hadis-i .Şerif okumaya
sıra gelmezdi de, o günlerde Türkiye'de Türkçe yayınlanmış
bütün' imansız kitapları gözden geçirdik, okuduk. Ne kadar
varsa, belki imansız kesim bu kadar okumadı. Biz onların
kitaplarını okuduk. Ama Kur'ân ve sünnete sıra gelmemişti.
Halbuki şimdi anlıyorum ki, Kur'ân-ı Kerîmi okusaydık, çok
iyi de anlamış olsaydık, onların ne söyleyebileceğini tahmin
ederdik. Kâfirin söyleyebileceği şunlardır. Çünkü onların
kalpleri birbirine benzer. Dilleriyle söyledikleri de
kalplerinin tercümanıdır zaten. Kalplerinde olanı dilleri
tercüman olarak söyliyecektir, ve şunları söyleyecektir
diyebilirdik. Yakın sahibi olan yani bütün edindiği ilimleri,
bilgileri bir delille elde eden kişiler için âyetlerimizi böylece
açıkladık diyor Allah (c.c).
Her konuştuğu, her söylediği, her iman ettiği konuda bir
delili olan kişilere yakin sahibi deniliyor. O tür kişilere de
biz âyetlerimizi açıkladık diyor Allah (c.c). Yani iyi
insanların söylediklerini ve davranışlarını öğrenmek
isteyenlere Allah'ın âyetleriyle açıklanmıştır onların
durumu. Kötü insanların düşünceleri, davranışlarını
öğrenmek istiyorsanız buyurun yine Kur'ân-i Kerîm'de o tür
insanların sözleri ve davranışları, düşünceleri
443[236]
açıklanmıştır.
443[236]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/236-239.
hukuk fakültesi diyoruz. Hak kelimesinin çoğuludur Hukuk.
Hak, Hak olan Cenab-ı Allah'dan gelirse hak olur, hukuk
olur. Yoksa bunu insan belirlemeye kalkarsa o, hak veya
hukuk olmaz. Çünkü insanın kendisi hak değildir. Kendisi
hak olmayandan, hak türemez, gelmez. İnsanoğlunun
geçmişi ve sonu vardır. Evveli ve Sonu vardır. Belirli zaman
içerisinde yaşar, belirli düşüncelerin etkisi altında kalır. Her
an da düşüncesini değiştirebilir. Onun içindir ki, kendisi hak
olmayanın söylediği hak ve hukuk olamaz. İnsanları
bağlamaz, ama Hak olan Allah (c.c.) indirdiği kitap, Haktır,
Hukuktur. Peygamber Efendimiz'e (a.s.v.) de "Biz seni Hak
ile gönderdik, mü'minleri Cennetle müjdelemek, kâfirleri de
sakındırmak, Cehennemden sakındırmak üzere. Sen
cehennem halkından sorumlu değilsin."
Yani bu insanlar niye Cehenneme gittiler diye yarın öbür
dünyada Sana sormıyacağız. Ama Sen görevini yerine
getireceksin.Mü'minlere hep müjde vereceksin; Ve aynı
zamanda nezirsin de, Cehennemden sakındıracaksın.
Mü'minine, kâfirine Cenneti göstereceksin, o tarafa yönel-
teceksin. Ama geriye kaldıkları takdirde Cehenneme de
düşürülü verillceklerini haber vereceksin.
Yani Allah'ın koyduğu sınırlar içinde yaşandığı takdirde
Cennete gidileceğini, dünyada devlete, ankette Cennete
varılacağını, bu sınırlara riayet etmeyip telaşlananların
Cehenneme yuvarlanacaklarını duyurmakla görevlisin.
Yoksa; onlar üzerine musallat biri değilsin, 444[237]
Onlar üzerinde dine zorlayıcı da de$ilsin.Dinde zorlama
yoktur. 445[238]
Yani tabancayı alıp insanların kafasına tutup iman et demek
yoktur. Çünkü iman denen şey gönül işidir. İnsan
tabancanın altında iman ettim diyebilir. Ama tabanca
üzerinden çekilince, evine gidince, yalnız kalınca iman
444[237]
Gaşiye: 22.
445[238]
Bakara: 256.
etmedim der. Onun için imansızı tabancayla imanlı yapmak
zordur. Zor değil imkânsızdır. İmanlıyı imansız yapmak,
imansızı da imanlı yapmak mümkün değildir.
Bilindiği gibi Ammar b. Yaser'i, anası ile babasını, gözünün
önünde işkence ederek şehit etmişler. Ammar b. Yaserde
kafirlere pekiyi sizin dediğiniz gibi olsun demiş. Peygamber
Efendimiz'in yanma ağlıyarak gelmiş ve Peygamber
Efendimiz "O sözü söylediğinde kalbin nasıldı" diye
sormuş. "Kalbim imanla dopdoluydu Ya Resûîellah"
demiştir. Peygamber Efendimiz de tekrar sana aynı şeyi,
işkenceyi yaparlarsa sen de o sözü söyleyiver demiştir.
Yani zorla imana getirilmez. Zorla da küfre döndürülmez. O
bir gönül işidir. Sevgi de Öyledir. Zorla bir insanı
sevemezsin. Kendinizi zorlaşanız da yapamazsınız. Başkası
zoriasa da yapılmaz bu iş. O bir gönül işidir.
Burada Sen Cehennem halkından sorumlu değilsin diyor
Peygamber Efendimiz'e Biz de; bu insanlardan sorumlu
değiliz diyemeyiz. Beşîr ve Nezirlık görevini yaparsak o
zaman diyebiliriz. Yani biz dilimizin ve gücümüzün yettiği
kadar görevimizi yerine getirirsek, bu insanların en yet-
kilisinden en yetkisizine kadar herkesin evine, dairesine,
bürosuna, dükkânına, iş yerine, kışlasına kadar gidip
Beşirlik görevini yani Allah (c.c.)'nün dünyada devlet
vadettiğini, ahirette Cennet vadettiğini, iman edildiği
takdirde bunları vereceğini bu insanlara duyurursak...
Yok eğer Allah'a iman etmediğimiz takdirde hem bu
dünyada zillet hem de ahirette Cehennem olduğunu
söylersek, münasip bir dille Allah'ın kelâmım anlatırsak "ya
Rabbi benim gücüm bu kadar. Bana verdiğin gücü ben
yerine getirdim, kullandım" diyebilirsek, o zaman bu
insanların isyanda diretmeleri ve inat etmelerinden dolayı da
hesaba çekilmeyiz. Ama canım bilmiyorlar mı diyorlar.
Evet bazı arkadaşlarımız diyor ki, canım bilmiyor mu?
Arkadaşlar! Biz de bir çok bildiğimizi başkalarının
teşvikiyle yaparız. Başkası teşvik etmezse yapmayız.
Biliyoruz ama yapmıyoruz. Fakat bir başkası hadi
Ahmed'im, Mehmed'irn, Velim, Ali'rn şöyle yapalım de-
yince yapıyoruz. O demezse yapmıyoruz. Ama yapılması
gerektiğini biliyoruz. Yani insanlar mutlak surette bir
başkası tarafından, bir yakım tarafından teşvik edilmeyi
beklerler. Onun için biz de bu dini başka insanlara
duyuracağız. Onların yanına kadar gideceğiz ve meseleyi
tekrar, yeniden anlatacağız. Bildiği meseleyi bir başka
yönüyle anlatma tarafına gideceğiz.446[239]
446[239]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/239-241.
Yahudiler ve Hıristiyanların dinlerine girmediğiniz
müddetçe onlar sizden hoşnut olmayacaklardır. Razı
olmayacaklardır. Biz bir yol arıyoruz. Daha önce NATO'ya
girmişiz. Topyekün Müslümanlar girmedi de yukardaki
adamlar girmişler. Yani kendi kendilerine gelin güvey
olmuşlar. Yoksa bu halka hiç sorulmamış girelim mi diye.
Bir yol aranıyor. NATO yolu denmiş. Birleşmiş Milletler
denmiş. Şimdi de AT yolu deniliyor. Yani buraya girerseniz
kurtulursunuz diyorlar.
Allah (c.c.) de diyor ki, Yahudiler ve Hıristiyanların dinine
girmezseniz onlar sizden razı olmazlar. Deki gerçek yol
Allah'ın yoludur. Yani AT'ın yolu değil, putun yolu değil,
Allah'ın yoludur. Kendinize yol mu arıyorsunuz? Buyurun
gerçek yol Allah'ın yoludur. Sana bu ilim geldikten sonra da
Sen onların nevasına uyarsan yani kendi akıllarından yaz-
dıkları kanunlara tabi olursan, Allah tarafından Sana bir dost
da yoktur, bir yardımcı da.yoktur diyor. Ahiret için
söylenmiş âyetler değil bunlar. Bu dünya içinde geçerli
âyetlerdir. Ahiret için de geçerlidir. Allah'ın yolu bu tarafta
dururken, Allah'ın yolu işte burda. Öbür tarafta da AT'ın
veya putun yolu var. Eğer sen o ATın veya putun yoluna
tabi olursan, bu ilim de yani Kur'ân'da sana verildikten
sonra uyarsan, o zaman Allah'ın yardımı senin üzerinden
kalkar. Ve öyle de olmuş. Biz Allah'ın Kitabına tabi olmayı
bırakıp, başkalarının kitabına tabi olmaya başladığımızdan
bugüne kadar hâlâ belimizi doğrultamarnışız. Değil öyle
gelişmiş ülkeler arasında sayılmak, "gelişmekte olan
ülkelerde de hatır için söylüyorlar. Onurumuzu kırmamak
için söylüyorlar. Daha da bu yolda belimizi doğrultmamız
mümkün değil. Hani birisi önde gider, birisi de onu taklit
ederse, takip ederse, takip etmeyi Türkçe'kullamyoruz.Takip
aslında Arapça bir kelimedir. Takip, adamın ökçesinin
bastığı yere basarak gitmektir. Eğer takip edecek olursanız o
adamı hayat boyu geçmeniz mümkün değildir. Yani
önünüzdeki birinin izini takip edeceksiniz, o adamı
geçmeniz mümkün değildir. Çünkü adamın izine gözünü
alıştırmışsın, o iz olduğu müddetçe gideceksin. Baktın ki,
adam durmuş, sen de duruyorsun. Vardır bir hikmeti diyor.
O duruyor sen duruyorsun, o yürüyor sen de yürüyorsun.
Hani buna misal olarak şunu verirler. Bir zamanlar
denizlerde hakim olan Portekizlilermiş. Adamların
kalyonlanyla önlerine çıkanları ezip gidiyorlarmış
denizlerde.
O gün için Osmanlı'nın sultanına da efendim biz de kalyon
yapalım demişler. Demiş ki, kalyonu yaparsak onları takip
etmiş oluruz. Ve onları hayatta geçemeyiz. Biz de
kendimize has gemi icat edelim, demişler. Kadırgaları icat
etmişler. Ve kadırgalarla kalyonlar Akdeniz'de çarpışınca
kadırgalar, kalyonlara galip gelmiş. Ondan sonra da
gemicilik sanayiinde de birinci sırayı almışlar. Eğer bir
kalyon yapmaya kalksalardı bitmişti. Portekizliler bir başka
modelini yapacaklardı, bunlar da o modeli alacaklardı.
Ondan sonra onlar bir modele gideceklerdi, bunlar onu takip
edeceklerdi ve ömür böylece zillet içerisinde geçmiş
olacaktı.
Koşuda adamlar rekor kırmaya koşarken birbirlerini takip
etmiyorlar. Hepsi ben öne geçeyim diye çalışıyor ve
içlerinden bir tanesi de kazanıyor tabiki.
Allah (c.c.) burada takip etmeyi tabi olmak kelimesiyle
ifade ediyor. Eğer onlara tâbi olmuş olsaydın o zaman Allah
da senden yardımını, kesiverirdi, diyor. Yol arıyorsan
Allah'ın yoludur. 447[240]
447[240]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/242-244.
Bunun tefsirinde İbni Abbas (r.a.) diyorki: "Maharici Hurafa
riayet ederek" yani harflerin hakkını vererek, mânâsını
anlayarak, anladığı mânâ ile amel ederek" diye anlatmışlar.
Yani hakkıyla Kur'ân okumak denilince hatıra bu
gelmelidir. Hani bazı arkadaşlarımız okuyorlar, hakikaten
güzel de okuyorlar, hayran da oluyoruz. Belki biz sesinin
güzelliğine hayran oluyoruz. Ne güzel okudu yahu filan
diyoruz. Benim çok sevdiğim bir arkadaşım Kur'ân
okumaya yeni başlamıştı. Elif-Ba'dan başlamıştı. Şimdi
Kur'ân'ı baştan sona her hangi bir âyetini okusanız şunu kas-
dediyor diyebiliyor. Arapça bilmiyor da, bu âyette şu
anlatılıyor diyor. Yani tefsirinden ve mealinden o kadar
çalışmış ki, bu âyet şunu kasdediyor diyebiliyor.
O arkadaş diyor ki; Camide cemaatla namaz kılıyoruz.
İmam efendi namazda yani cehri olan namazlarda akşam,
yatsı ve sabah namazlarında okuduktan sonra yani namaz
kılındıktan sonra diyordum ki, hocam teşekkür ederim.
Bugün şöyle bir mesaj verdiniz cemaata diyorum. Hoca val-
lahi ben okuduğumun anlamını bilmiyorum diyormuş. Bu
okumak değildir. Yani hakkıyla okumak değildir.
Okumaktır da hakkıyla okumak değildir. Hakkıyla okumak
biraz önce dediğimiz gibi harflerinin hakkını vererek,
mânâsını bilerek bildiği mânâ ile amel ederek okumaktır.
Bildiği mânâ ile amel etmeyen adamın hali çok afedersiniz,
benzetmesi belki biraz hoş değil ama, çocuğa evlilik
hakkında bilgi veriyorsunuz, kitap okutuyorsunuz, bilgi
veriyorsunuz, sonra da dünyanın en güzel kızıyla çikolatayı
yanyana koydunuzmu, çocuk 7-8 yaşında olduğu için
çikolatayı alıp geçip gidiyor. Oğlum gelini al kızı al, hayır
çikolatayı alıyor. Çünkü anlamıyor, yani öğrendiğini tatbik
edecek kıvama gelmemiş çocuk. Burada da adam mânâsını
bilir. Âyet-i kerîmeyi baştan sona kadar anlar, ama amel
etmemişse bu adam baliğ olmamış demektir. Şeyh Sadiyi
Şirazi'ye sormuşlar, "Efendim insanın baliğ olma yaşı
kaçtır?" demişler, "Fakihlere sorarsanız fıkıh kitaplarında
erkek ihtilam olursa, kadın da âdet görürse akıl baliğ olmuş
diye yazar. Ama bana göre bir adam kârıyla zararını
bilemezse, küfürle imanın arasım fark edemezse kırkına da
gelse o adam akıl baliğ olmamış demektir" diyor.
Akıl baliğ olmamış bu insanlara mânâsını anlamadan
okuyanlar, mânâsını bilip te amel etmeyenler, bir yerde akıl
baliğ olmamış insanlardır. Yani o zevkten tatmamış
insanlardır. Hakkıyla okuyanlar, işte onlardır iman edenler.
Hakkıyla okuyanlardır gerçekten iman edenler. Kim de onu
inkâr ederse, küfrederse, hüsrana uğrayanlar da işte onlardır,
zarara girenler işte onlardır diyor Allah (c.c).
Bu konuda başka âyet-i kerîmeler de var. Yani hakkıyla
okuyanlar, okumayanlar konusunda. Ehli kitaptan Allah'ın
Kitabı olan Tevrat'ı, Allah'ın Kitabı İncil'i hakkıyla okuyan
insanlar vardır.Kasas: 52, 53,54 448[241]
450[243]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/246.
Yani Allah (c.c.)ın tam yönlendirdiği bir insan oluyor. Ve
Allah (c.c.) de Onu imam kılıyor. Öyle deyince, İbrahim
(a.s.) da, Ya Rabbi Benim neslimden gelenleri de imam kıl,
devlet başkanı ve peygamber kıl diye dua ediyor. Allah
(c.c.) de buyuruyor ki, Benim bu ahdim bu sözüm zalimlere
ulaşmaz. Yani bu imamlık makamına zalimler geçemez.
Peygamberlik makamına zaten zalim insan geçemez. Ama
biz imam kelimesini devlet başkanlığı olarak alacak olursak
yine aynı şekilde "zalimler bu makama nail olamazlar"
deyince o zaman şu hatıra gelir: Bugün yeryüzündeki bütün
devlet başkanları acaba adiller de, biz mi farkında değiliz?
Adamlar devlet başkanı olmuşlar...! Tarih hiç şunu
yazmamış: Adil bir topluluğun başına tarih boyunca zalim
bir devlet başkam hiç gelmemiş. Tarih kaydetmemiş. Zorla
da gelmemiş yani zorla dahi olsa adil bir topluluğun başına
zalim bir devlet başkan gelememiş. Gelemezki. Eğer biz
topyekün adil, dürüst insanlar olsak, birbirimize de tutkun
olsak, şurada bir insan ne kadar güçlü olursa olsun, bize
hakim olamaz. Ama biz birbirimizle bağmtısız olacak
olursak, bağlantısız olacak olursak, bana değmesin de ne
yaparsa yapsın diyecek olursanız güçlü kuvvetli bir adam,
yumruğu yerinde bileği yerinde bir adam, teker teker
buradaki 300 kişiyi döver. Bin insan"Beni sokmayan yılan
1000 yıl yaşasın" diyorsa, belki en sonuncu olarak o
sokulabilir ama sokulacaktır. Madem ki, bur-dadir, o da
sokulacaktır. Fakat sıradan gidecektir. Bana değmiyor, bana
değmiyor derken bir gün kendisine değecektir, âyeti
kerîmede; Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o
toplumu değiştirmiyor. 451[244]
Evvela insanlar kendi kendilerini değiştiriyorlar. Sonra da
Allah onları değiştiriyor. Yani insanlar içerisinde bozulma
meydana gelince onların başına da bozulmuş bir insan
451[244]
Ra'd: 11.
çıkıveriyor.
Bir hadis-i şerifte de; "Nasılsanız Öyle idare olunursunuz"
buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.v.) (Keşfül-Hafa,
Hakimden naklen).
Bir başka hadis-i şerifte de; "Sizin devlet başkanlarınız sizin
amellerinizdir" diyor. (Keşfül-Hafa, Taberaniden naklen)
Amelleriniz toplanmış toplanmış şekillenmiş bir adam
şekline bürünü vermiş diyor.452[245]
452[245]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/246-248.
tavafım bitiren insanlar, yani Kabe'yi 7 defa tavaf ettikten
sonra Makam-ı İbrahim'in arka tarafında iki rekat namaz
kılarlar.
Bu âyet-i kerîmeden bizim anladığımız şu', kabirlere,
peygamberlerin izlerinin olduğu yerlere tapınmamak
kaydıyla, peygamberlerin ve salih insanların oturduğu,
kalktığı, tuttuğu yerler diğer yerlerden daha değerli kabul
edilebilir. Ama tapınmamak kaydıyla. Bazıları tapınma
durumuna getirmiştir. Eski kabirleri şunları bunları. Hatta
hani dağda bir eşkıya bir eşkiyayı öldürmüş, üstüne de bir
iki taş yığıvermiş, aradan yüz sene geçmiş o eşkıya halkın
dilinde mübarek zat olmuş çıkmış. Ondan sonra çocuğu
olmayanlar, köpeği yaşamayanlar bilmem ne etmiyenler.
oraya gidiyorlar, çaput bağlıyorlar, kurban adıyorlar. Bunlar
yanlış şeylerdir. Olmayacak şeylerdir. Ama bir peygamber
diyelim ki, şuraya uğramıştır, oraya uğramak günah
değildir. Buna misal olarak İbrahim (a.s.)'ın makamını
kendinize namazgah edininiz âyet-i kerîmesi var. Hz. Aişe
Validemizin evinde Peygamberimiz vefat etmiş ve oraya
defnedilmiş, defnedildikten sonra da Hz. Aişe Validemiz
aynı evde namazını kılmaya devam etmiş.
Türkiye dışında bir kısım insanlar " kabrin olduğu yerde
namaz kılınmaz" diyorlar. Peygamber Efendimiz'in
bulunduğu mescidde namaz kılıyoruz biz. Mescid-i
Nebevi'de namaz kılıyoruz. Hz. Aişe Validemizin evine
defnedilmiş ve Hz. Aişe Validemiz de o evde Efendimiz
vefat ettikten sonra da namaz kılmıştır.
Sahabeden îtban b. Mâlik, bir gün Peygamber Efendimize
gelmiş. Yâ Resûlellah, ne olur benim evime kadar gelsen,
evimde bir namaz kıl-san da daha sonra ben namazımı orada
kılsam. Yani senin namaz kıldığın yerde kılsam, diye ricada
bulunmuş. Peygamber Efendimiz de onun evine kadar
gitmiş, iki rekat namaz kılmış. Ondan sonra Itban b.
Mâlik'te evinde nafile namaz kıldığında Efendimiz'in o
oturduğu, namazını kıldığı yerde kılmaya devam etmiş.
Bunu bize Buhari Kitabu't-Tatavvu yani nafile bölümünde,
Müslim Mesacid bölümünde, İmam Ahmed b. Hanbel'in
Müsnedin 5. cildin 449. sahifesinde, İbnü Mace de 754 nolu
hadisinde bir çok hadiscimiz bu olayı bize haber vermiştir.
Buradan da anlıyoruz ki, salih insanların tuttuğu, yaptığı
şeyler bazı insanların yaptığından değerli olur. Ancak
onların zatından kaynaklanmıyor bu iş. Bu salih bir zattır,
iyi bir insandır yaptığı iş Kur'ân ve Sünnet'e uygundur,
uygun olması gerekir. Öyle ise ben de onu yapayım demek,
sıradan bir insanın yaptığını yapmaktan iyidir. Ama burada
da gaye Kur'ân ve Sünnet'tir.
Hani son zamanlarda eser yazanlardan bir tanesi diyor ki,
benim kitaplarım sizi Kur'ân ve Sünnet'e yönelttiği gün,
benim kitaplarımı okumayı bırakın. Yani benim kitaplarım
Kur'ân ve Sünnet'e yöneltmek için yazılmış bir kitaptır. Onu
s ağlayabilmiş sem benim kitaplarımı bırakın.
Yani insanlara değer verişimiz, Kur'ân ve Sünnet'e olan
bağlılıkları ve hizmetleri oranındadır.
ibrahim ve ismail'e (a.s.) - İbrahim ve İsmail ki, baba
oğuldurlar-. Şöyle emrettik, vasiyet ettik. Tavaf edenler ve
daima ibadet edenler çokça rüku ve secde edenler için evimi
temizleyin diye emrettik. İbrahim (a.s.) ile İsmail (a.s.)'a
görev veriliyor. Kâbe-i Muazzama'yı önce putlardan
temizlemekle, sonra kötü insanlardan temizlemekle, her
türlü şirke giden yolları kapatmakla, bir de maddi
pisliklerden yani insanların meydana getirdiği pisliklerden
de temizlemekle görevlendirdiğini Allah (c.c.) bize haber
veriyor. Yani her gün namazda yöneldiğimiz, hacda bizzat
gördüğümüz Kâbe-i Muazzama, İbrahim ve İsmail (a.s.)
tarafından ilk temizliği yapılmış, ibadet eden, tavaf eden,
rüku ve secde edenler için temizlenmiştir. 453[246]
453[246]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/248-250.
(126) Hani ibrahim: "Rabbim, burasını güvenli bir belde
kıl. Ve halkından Allah'a ve Ahiret gününe inananları çeşitli
ürünlerle rızadandır" demişti. (Allah'da) "Küfredeni dahi az
bir zaman faydalandıracağım, sonra onu ateşin azabına
uğramak zorunda bırakacağım. O ne kötü bir dönüştür"
demişti.
Hani İbrahim şöyle dua etmişti. Ya Rabbi şurayı bir belde
yap, yani burası bir yurt olsun. Sonra da bu yurdu her türlü
bela ve musibetten emin kıl Ya Rabbi. Burayı her türlü tabii
olan belâlardan hani gök yüzünden taşın yağması,
kurbağanın yağması veya altından zelzelelerin olmasından
emin kıl. Bir de düşman saldırılarından emin kıl Ya Rabbi
diyor İbrahim (a.s.)- Allah'a ve Ahirete iman edenlere
mıhlarını da bolca ver Ya Rabbi İbrahim (a.s.) bu cesareti
nerden alıyor. Yukarda Rabbim "Benim bu ahdim, yani
devlet başkanlığı, imamlık zalimlere verilmez" demişti.
İbrahim (a.s.) da duasında Ya Rabbi şurayı bir yurt yap.
Evvela burası vatan olsun. Sonra burayı emniyette kıl. Sonra
da Allah'a ve Ahirete iman eden vatandaşlarımı bol
rızıklarla rızıklandır diyor. Rabbim de di-yorki: Ya şu iman
etmiyen kâfirler, onları biz bu dünyada faydalandırırız.
Sonra Cehenneme zorunlu olarak tıkarız. Orası ne kötü bir
dönüştür. Yani bu dünyada rızık konusunda tnü'minle kâfir
ayırımı yok Rabbim onlara da bir ağız yaratmışsa onlara da
bu rızkı verecek, burun yaratmışsa bu havayı verecek.
Peki bu Kâbe-i Muazzama emniyette midir? Emin midir?
Hz. Adem'den bu güne kadar, silah zoruyla Mekke talan
edilememiştir. Hani en son olarak Peygamber Efendimiz'in
dünyaya geldiği sene, Ebrehe o gün için Habeş
İmparatorluğu'nun Yemen komutanı, en güçlü askerleriyle
gelmiş ki, bugünün tankları yerine kullanılan fillerle gelmiş,
ipleri bağlayıp bağlayıp Kâbe-i Muazzama'yı tahrip
edecekler, taşlarını yerlerinden
oynatacaklar, bunun için gelmişler ama, Fil Sûresinde
okuduğumuz gibi onlar da mağlup olmuşlardır.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.), Mekke'yi feth ettiği gün,
"Allah (c.c.) bir günün bir anında burayı benim için helal
kıldı11 diyor. Yani geçici bir süre orada harbe müsade
edilmiştir. Gerçi harpte olmamıştır. Zira Peygamber
Efendimiz (s.a.v) Mekke'ye girmişler karşısındakiler
mukavemet etmemişler, kan akmadan da Mekke'yi
Mükerreme feth edilmiştir.
Peki bu şeytan taşlamada tünel faciasında ölenler; oradaki
insanların özellikle yöneticilerinin gayret-i diniyyelerinin
olmayışı birinci puandadır. Hacılarımız oraya giderler
"aman ne emek verilmiş" filan derler ama başka şehirleri hiç
görmezler, çünkü yöneticiler görmeye müsade etmezler.
Hacca gidenlerimiz bilirler: Mekke ve Medine'nin dışında
bir tek şehir göstermezler. Kat'iyyetle gidemezsiniz.
Arabanızı sürseniz her şehrin çıkışında polis vardır. O ana
yolun dışında başka hiç bir yola giremezsiniz. Ancak ticarî
bir pasaportla buradan Riyad'a vize alabilirseniz o zaman
gidersiniz. Ama görürsünüz ki, Riyad'a yapılan masrafın
binde biri Mekke'ye yapılmamıştır. Harem-i Şerifin beş yüz
metre etrafındaki evlerin mezbeleliğine, pisliğine,
İstanbul'un bir çok mahallesinde rastlanmaz. Onun için
orada çok büyük ihmal vardır. İhmalin neticesinde tünel
faciasında beşbin müslüman birbirini kırmıştır. (Resmi
rakam bin altıyüz idi). Bizzat içinde olan arkadaşım anlattı.
Otuz otuziki senelik canciğer arkadaşım anlattı. "Olayın
içinde beş saat kaldım diyor. Beş saat şu kolumu aşağıdan
yukarıya çıkaramadım. Kimse gelmedi diyor. Hani
kıyamette bin ayak bir ayak üzerinde olacak ya, orada oldu.
Bin ayak bir ayağın üzerinde. Ayakta ölündü ve böyle
kalındı. Adam düşemedi de öldü. Beş saat böyle ayakta
durdu öldü diyor. Düşemez mümkün değil diyor. Bir tane
zenci gördüm diyor. Milletin üzerine çıkmayı başarmış nasıl
başardıysa, kafamızın üzerinden geçti gitti diyor. Ama o
kötü bir iş yapmıyor yani çıkmayı nasıl baş.armışşa
başarmış. Ayağı yere değmeden yürüyüp gitti adam.
Sıkışıklığı anlatmak için söylüyorum dedi. Ter
göğsümüzden aşağı sıkışık olduğu için akamadı da yığıldı
yığıldı, omuzumuzun üzerinden aşdı. Bir kısmı da terden
boğuldu diyor. Terin buharı havayı bitirdi. Böyle bir şey.
Adamlar ne yapamazlardı ki? Devletin tedbir alması
gerekirdi. Devletin hatırına çok şey gelebilirdi. Üstten
üzerimize buz gibi su atıverse yine rahatlıyacaktık diyor.
Üzerimizde uçak duruyor. Filmimizi çekiyor. Adam
durmadan beş saat filmimizi çekti diyor. Üstümüzden soğuk
su dökse milletin aklı başına gelecek. Geriye dönmeyi
düşünmüyor millet diyor. Evet adet olarak kendi ifadelerine
göre ölenler beş bin diyor. Hastahanedeki ifade beş bin.
Oradaki hastahane doktorunun ifadesi, "bin kişilik
morkumuz var. Bize yetkililer sekiz bin cenaze geliyor dedi-
ler. Ve biz geleni defnediyoruz, geleni defnediyoruz.
Filmini çektiğimizi götürüp defnediyoruz." Yani kendi
yetkilileri tarafından sekiz bin cenaze geliyor diye bilgi
verilmiş.
Orada çok iyi olan bir taraf kimse kimsenin parasını
almamıştır. O arkadaşım diyor ki hastahaneye gittiğimde,
onların da hacıları vardı, bizim hacıların paraları tamamen
tutulmuş bir kesenin içine koyulmuş. Sahibine verilmek
üzere hazırlanmış. Herkes o kadar feragat gösterdiki, mesela
çocuklar, çocuk Ölüsü çok az diyor Yani millet can
derdindeyken bile başkasını kurtarmaya çalışıyor. Böylece
yüzün üzerinde çocuğu elden ele, elden ele dışarı çıkarmayı
başardık".
Yani o halde iken bir başkasını tercih eden, müslüman
kardeşinin kurtulması için gayret eden çok insan
görülmüştür. Yani insanımız maya olarak sağlamdır. İster
Suud'lu olsun, ister Türk olsun, ister Maîezya'h olsun. Bu
insanları sevkeden insanlar, bu insanların İnancını
paylaşmadıklarından dolayıdır ki, bu kötü neticeler elde
ediliyor. 454[247]
454[247]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/250-253.
455[248]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/253.
456[249]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/253-254.
(c.c.)'ün emrini yerine getirmek için gidilir. Ama şu
bilinmelidir ki, günde beş defa yöneldiğimiz o Kâbe-i
Muazzama, iki tane peygamberin eliyle yapılmıştır: İbrahim
(a.s.) ve İsmail (a.s.). yani köle kanı, insan kanı, yani
zulmedilmiş insanların kanı veya alın teri yoktur orada.
Ama bugün Romalılar'dan kalma taşlar, sanat eseridir diye
gösterilir. Sultanahmed'in kuzey tarafındaki o meydandaki
taşlar, Mısır'dan buraya getirilinceye kadar binlerce kölenin
kanına mal olmuştur. Bir tek taş ve ondan sonra da sanat
abidesi olarak oraya dikilmiştir.
Çeşitli yerlerde Romalılar'dan kalan ve Romalılar'ı takip
eden insanların yaptığı bütün eserler de yine binlerce,
milyonlarca insanın kanma mal olmuştur.
Dinimiz zulüm üzerine değil, adalet üzerine kurulmuştur.
Onun içindir ki, yöneldiğimiz o Kâbe-i Muazzama'yı
İbrahim ve İsmail (a.s.)'lar yapmış, Onlar da gönül rızasıyla
yapmışlar, yaparken de Rabbim'den af talebinde
bulunmuşlar. Kusur etmişsek af et Ya Rabbi. Bizden bunu
kabul buyur Ya Rabbi diye dua etmişlerdir.
Yani hayatımızda, tarihimizde, geçmişimizde zulüm yoktur
bizim. Onun için alnımız açıktır. 457[250]
457[250]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/254-255.
vasidir. O yönetir. Taki aklı başına gelinceye kadar. Ancak
bu tür kârını zararından ayırd edemeyen kişiler ibrahim'in
dininden yüz çevirirler diyor Allah (c.c.) Ama şu hatıra
gelebilir. "Ben bazı insanlar tanıyorum. Adamlar cin gibi.
Dünyanın parasını da toplamışlar, onlara geri zekâlı demek
mümkün değil ama Allah'a da iman etmiyor." gazetenin bir
tanesinde Türkiye'nin büyük diye kabul edilen
şirketlerinden,f.iki ortaktan birisi, ben Allah'a
inanmıyorum, Kitaba inanmıyorum gibi laflar etti. Parasına
bakıyorsun, bankalar onun parasıyla dopdolu. Müesseseler
onun, her tarafta reklâmlarını görüp duruyoruz. Bu adam
geri zekâlı mı acaba?
Kur'ân-ı Kerîm'den bazı örneklerle bunu açıklayalım. Bir
adama denilse ki, bak şurada bir bahçe var veya çiçekler
var. Bu çiçekler şu anda sana verilecektir. Ama bu
çiçeklerin ömrü altmış veya yetmiş günlüktür. Bu çiçekler
yetmiş gün kokarlar, yetmiş gün sonra solarlar ve bir daha
açmazlar. Ancak, bu çiçeğin sahibi diyor ki, o çiçeği kabul
etmez de bana yönelirse, benim dediklerimi tutarsa, ona ben
bir başka bahçe vereceğim. O bahçenin çiçekleri solmaz.
Gölgeleri dondurmaz, güneşi yandırmaz. Oraya ihtiyarlık
uğramaz. Dert, gam, kasavet denen bir şey de yoktur.
Köşkler vardır. Altından, gümüştendir. Altından da ırmaklar
akmaktadır. Burayı mı istersiniz, orayı mı istersiniz dese?
Bu adam da tutsa altmış gün kokan çiçeklerin bulunduğu
bahçeyi alsa, bu adama ne deriz biz. Vay geri zekâlı vay.
Oğlum altmış gün sabrediver bakalım işte. Öbür dünyada
veya ilerde ebedisi var denilir. Aynı şekilde bu adamlar da
bazı şeyleri elde etmişler ama ebedi hayatı terketmişler.
Onlar bu dünyada da bizimle beraber aynı zilletin
içerisindeler. Madem ki, İslâm'dan dönmüştür. Hıristiyan,
Yahudi de olamamıştır. Sen o geri kalmış ülkenin
insanlarından değil misin? Avrupalı; benim dediğimi biraz
fazla tutan uşaklardansın diye muamele ediyor. Yani onlar
da rahatsız. Batı'ya gittiklerinde insanca muamele
görmüyorlar. Hem dünyada zillet hem de öbür tarafta
Cehennem! Bunlar geri zekâlıdır.
Biz onları dünyada iken seçtik. Yani İbrahim (a.s.)'ı, İsmail
(a.s.)'ı. O ahireîte sahillerdendir, salihlerle beraberdir. Ve
Cennete salihlerle beraber gidecektir.
Peki bu İbrahim (a.s.)'ın özelliği nedir? 458[251]
460[253]
Âl-i İmran: 102.
461[254]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/257-258.
462[255]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/258.
İbrahim (a.s.)'ı ve çocuklarından bahsediyor da sonunda da,
işte bunlar geçmiş bir ümmettirler. Onların yaptığı iyilikler
onlaradır. Sizin yaptıklarınız da sizedir. Onların
yaptıklarından siz sorumlu tutulmazsınız diyor Allah (cc.)
. .
"Benim ecdadım şöyle büyükmüş, böyle uçarmış, böyle
kaçarmış" demeyin. Bu âyetin mânâsı o. Size ne faydası
var? İbrahim (a.s.)'ın büyüklüğünün bize faydası yok! Bize
şurada faydası olur: O'nun dini üzerine olursak, O bizim
önderimiz olursa o zaman faydası olur. O'nun yaptığını
yapar, kaçındığından kaçınacak olursak o zaman faydası
olur.Mesela futbolcular futbol oynarken heran aklı, beyni,
pazusu, ayakları bütün sinirleri gerilim halinde. Bir şeyi
yapmaya hazır. Top tam kendisine gelirken filan zaman,
filan futbolcu böyle bir durumda şöyle vururdu diye düşünse
o zaman top geçer gider.
Hayaldeki futbolcunun vurmasının sana faydası yok. Şu
anda vura-bilirsen vurursun. Yani geçmişteki insanların
yaptıklarım tekrar etmenin faydası yok. Yapmanın faydası
var. Onların yaptığı iyiliklerin tekrarında fayda var. Onlar
döneminde kötülük yapan insanların kötülüklerini bilip,
onlardan uzaklaşmanın bize faydası vardır. Yoksa dilde
tekrarından fayda yoktur.
Hani Fatih büyük insanmış. Allah rahmet eylesin. Hep Fatih
büyük insan, Fatih büyük insan, Fatih büyük insan demiş
olsak, biz küçülür gideriz. O'nun dediğini, yaptığını
yapmıyacak olursak. Ama O'nun dediğini ve yaptığını
yapacak olursak büyük insanların dediğini yapacak olursak
onların derecesine yükseliriz. Onun için Allah (c.c.)
buyururki,"Geçmiş toplumların yaptıkları onlara, bizim
yaptıklarımız da bize."
İki tane delikanlı gelmiş, Muhiddîni Arabii Müslüman
mıydı gavur muydu, evliya mıydı? Onlara size ne dedim.
Evliya ise sana ne faydası var. Gavursa sana ne zararı var.
Adam 700 sene önce yaşamış ve vefat, etmiş. Gavur ise
sana ne zararı var dedim. 700 sene evvel yaşamış ve ve-, fat
etmiş.
Günümüzün gavurları sana zarar veriyor. Sen onlardan
sorumlusun. Yani şu anda biz günümüzün gavurundan
sorumluyuz. Ve biz şu anda günümüzün velisinden
sorumluyuz. Varsa onları dost bilebilmişsek,
tanıyabilmişsek, onların dostluğu bize fayda verir. Kâfirlerin
karşısına dikilmek bizim görevimiz. Onların karşısına
dikilip onları mağlup edecek olursak o da bize aynca fayda
verir. Ama bazıları oturur, fazla işlere karışmaz, gelmez
gitmez. Dedikoduyla ömrünü tüketir. Bizim çevremizde.
Karşı çevreden de bazı insanlar yardır. İyilik severdirler.
İman etmezler, amel etmezler. Günümüzde tabi ki bu. Fakat
yaşantı olarak bazen böyle hayır severlikleri, cömertlikleri
vardır. İyi kalplilikleri de vardır. Allah'a ve peygambere de
iman etmezler. İyi kalpliyim ben derler.
Bozulma döneminde, İslâm'dan ayrılma döneminde
Konya'nın oralarda da avrat oynatırîarmış. Biri demiş ki,
oynayan çingeneye sen de Cennete gidermişin ki ? O da,
bugüne kadar hep oynadıklarımın gönlünü aldım. Ben
gitmeyeceğim de kimler gitsin demiş. Milletin gönlünü
alıyorum, gönül yapıyorum. Yani memlekette gönül yaptın
mı Cennete gidersin, şeklinde bir inanç var. Gönül yapmak
meşru zeminde gönül yapmaktır. Meşru zeminde gönül
yapılırsa, onun mükâfatı görülecektir. Gayri meşru yolda
yapılan gönül almalar da ayrıca insanlara günah kazandıra-
caktır.
Daha önce Bakara sûresinin 120. âyet-i kerîmesinde
geçmişti. "Yahudiler ve Hıristiyanlar sen onların dinine tabi
olmadıkça, onlar senden hoşlanmaz, hoşnut olmazlar" diyor
Allah (c.c).
Onu açıklayan bir başka âyet-i kerîme: 463[256]
463[256]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/258-260.
uyalım, ibrahim'i siz.de seviyorsunuz biz de seviyoruz;
Yahudiler'e İbrahim'i siz de seviyorsunuz biz de seviyoruz.
Öyle ise İbrahim'e, İbrahim'in dinine uyalım deyin diyor
Allah (c.c). .
Bunun tefsirinde âlimlerimizden bir kısmı şöyle demiş. Niye
İbrahim? Halbuki biz peygamberler arasında ayırım
yapmayız. Yani Adem (a.s.)'dan, Peygamber Efendimiz
(a.s,)'a kadar hiç bir peygamber arasında ayırım yapmayız.
Şöyle denebilirdi "Muhammed'in dinine tabi olalım". İslâm
dinine tabi olalım denebilirdi ama, Allah (c.c.) "İbrahim'in
dinine tabi olalım" diyor.
Bunun sebebi şudur, demişler: Yahudiler de İbrahim'i
tanıyor ve seviyor ve iman ediyorlar. Hıristiyanlar da
İbrahim'i tanıyor, seviyor ve iman ediyorlar. Öyle olunca
günümüzde bir insana müslümanlığı anlatmak için
gittiğinizde, onun da sizin de sevdiğiniz bir insanın
aracılığıyla giderseniz daha etkili olursunuz. Onun da
sevdiği bir adam sizin de sevdiğiniz olursa müşterek tanıyıp
sevdiğiniz bir adam olursa, oriun aracılığının sizin o
tebliğinize yardımı olacaktır.
Onlar Yahudi olun diyorlar. Öbürleri Hıristiyan plun
diyorlar. Sen de bir üçüncü ama onlara zıt bir. şeyle çıkma.
Onların da kabul edebileceği, senin de kabul ettiğin ve iman
ettiğin bir şeyle onlara teklifi götür. Ki o da İbrahim
(a.s.)'dır deniliyor.
Bir âyet-i kerîmede Allah (c.c); Gelin hep beraber
aranızdaki müşterek bir kelimede bir araya gelelim. O da
Allah'dan başka ilah kabul etmeyelim. 464[257] Bu papazları,
rahipleri din önderlerini kendimize ilah kabul etmîyelim,
onları Rab kabul etmiyelim diyor.
Orada da âyette sizinle bizim aramızdaki benzer müşterek
bir kelimeye gelin diyor. Yani Yahudiler'e ve Hıristiyanlar'a
464[257]
Al-i îmran: 64.
Allah (c.c.) diyor ki, aslında biribirinize itikadi konuda çok
yakınsınız. Sapma çok hassas bir noktada. Orayı bu tarafa
geçirseniz mü'miîi olacaksınız.
İman denen şey, insanın kıl gibi bir tel üzerinden yürümesi
gibi bir şey. Cambazlık yapma gibi bir şeydir. Bir anda
insan küfür tarafına düşebilir. Onun için imanı konuda
dengeyi çok iyi tutması gerekiyor. Amelî konularda insan
biraz daha rahat davranabilir ama, imanı konularda rahat
davranmak, gevşek durmak insanı her an aşağıya, küfür
vadisine düşürebilir. Onun için çok hassas davranmak
gerekiyor. İnsanları da İslâm'a, imana davet ederken onların
da sevdiği, bildiği, iman ettiği, bizim de sevdiğimiz,
bildiğimiz, iman ettiğimiz İbrahim (a.s.)'a davet etmemizi
Allah (c.c;) emrediyor. Ve İbrahim müşriklerden değildi
diyor.
Müşrik şirket kelimesinden şerike kelimesinden türetilmiş
bir kelimedir.
Şirket iki veya daha fazla kişilerin aynı işi yönetmede ortak
haklara sahip olmalarıdır. Hani iki kişi bir araya gelip bir
dükkân açıyorlar veya beş kişi bir araya geliyorlar, fabrika
kuruyorlar. Herkes hissesi oranında orada söz sahibi.
Müşrik de, yeryüzünün, gökyüzünün ve insanların yönetimi
konusunda, yaratılmışların yönetimi konusunda, Allah
(c.c.)'dan başka birine de yetki veren kişiye denir. Yapılan
bu işe şirk deniliyor. O yönetimi elde ettiği kabul edilen
kişiye de put deniliyor. Yani bu insanların yönetimi Allah
(c.c.)'a aittir. Çünkü yaratanı O. Onların ayağının altındaki
toprağı vatanı O yaratmış, vatanın üzerindeki insanı O
yaratmış, bu insanın da nasıl yönetileceği konusundaki
kanunu da O indirmiştir. Allah'ın dışında bir başkasına da
bu yetkiyi verirsek, müşrik oluyoruz! Yani yönetimde,
Allah'ın yönetiminde bir başka insana yetki vermek oluyor
ki, oda ilahlaştırılmış oluyor ve ilahlaştıran da müşrik
oluyor.
İbrahim (a.s.).müşriklerden değildi diyor Allah (c.c). 465[258]
465[258]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/260-263.
eğecektir.
Hıristiyanlar da İncil ve Hz. İsa da İsrar ediyorlar.
Biz diyoruz ki, İsa'ya İncil'i indiren Allah, Musa'ya Tevrat'ı
indiren Allah, Onlar'ı peygamber seçen Allah, Hz. İbrahim'i
peygamber seçen ve Ona sahifeleri gönderen Allah ve
kullarından Hz. Muhammed'i de peygamber seçen ve
O'nada Kitabı indiren Allah. Başta Allah'a iman ettik
demişsek, Allah kimi peygamber seçmişse ona da iman
etmekle zorunluyuz biz. Hangi kitabı kime indirmişse onlara
da iman etmekte zorunluyuz. Bunların hepsine biz iman
ediyoruz. Böylelikle biz dinde ırkçılık yapmıyoruz. Yani
yalnız Muhammed'e indirilene iman ediyoruz, peygamber
olarak da yalnız Muhammed'i kabul ediyoruz. Onun dışında
peygamber yoktur diye bir iddiamız yok. Salavatüllahi
Aleyhim.
Peki bu kadar mı? yani bu peygamberlere iman ediyorsunuz
da aralarında fark gözetme tarafına gidiyor musunuz diye
bir soru sorulursa. Cevap olarak diyoruz ki: "Onlar
arasından hiç birini de tefrik etmiyoruz, ayırım yapmıyoruz.
Onu her gün yatsı namazından sonra "Amentü" diye
başlayan Bakara suresinin son ayetlerinde de okuyoruz.
Allah'ın peygamberleri arasından ayırım yapmayız 466[259]
diyoruz. Yani Hz. Nuh (a.s.) nasıl peygamberse, Peygamber
Efendimiz Mühammed (a.s.v.)' da öyle peygamberdir.
İsa (a.s.), Musa (a.s.), İbrahim (a.s.), Yahya (a.s.), Zekeriya
(a.s.), Harun (a.s.) hepsi Allah (c.c.)'nün
peygamberleridirler.
Mevlana bunu şöyle ifade ediyor. Hani bir su vardır diyor.
Güzel bir su. O suyu alıyorsunuz bir sürahinin içine
koyuyorsunuz. O suyu alıyorsunuz bir başka şekilde
yapılmış sürahi içine koyuyorsunuz. O suyu alıyorsunuz bir
bardağın içine koyuyorsunuz. O sudan alıyorsunuz bir başka
466[259]
Bakara: 285.
büyük sürahinin içine koyuyorsunuz. Ama hepsine de
koyulan Allah'ın aynı karakterde aynı vasıfta olan suyudur.
Değişen kaplardır diyor. Yani değişenler peygamberlerdir.
Yoksa onlara verilen Allah {c.c.)Tün sıfatlarını sayarken bir
de kelam sıfatı varki, o sıfatta ayırım yoktur hiç.
Peygamber Efendimiz'e indirilen kelam güzeldir de, Musa
(a.s.)'a indirilen kelam şöyledir dememiz mümkün değildir,
aynıdır. Ancak kaplar değişmiştir. Ve bu kaplara
döktüğümüz dökülme çağları değişmiştir. İlk defa Hz.
Adem, son defa da Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın gönlüne
indirilmiştir, Allah (c.c.)'ün bu diriltici âyet-i kerîmeleri.
Onun için biz bunların kaynağı aynı olduğundan dolayıdır
ki, ayırım yapmıyoruz. Bir de şöyle ifâde ediyor. Bütün
bunlar aynı ağacın meyvaları gibidirler. Kökleri aynı,
zamanlar olarak dallara ayrılmış. Ve dallarda meyvalar ola-
rak peygamberleri görüyor. Onlarda aynı kokuyu, aynı tadı
taşırlar diyor. Aynı özelliği taşırlar hepsi de aynı kökten
geldiği için. Yani Rabbi'nden geldiği için aralarında ayırım
yapmıyoruz. Ve biz ona teslim olmuşuz. Yani Allah (c.c.)'e
teslim olmuşuz. Yani biz Müslümanız diyoruz Allah'a iman
ettik deyin. Biz o Allah'a teslim olmuşuz, İslâm'a girmişiz
deyiniz diyor Allah (c.c). 467[260]
467[260]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/263-265.
ayrılmış oluyorlar. Ayrıcalığı onlar yapıyorlar.
Günümüzde bir kısım insanlarımız, belirli yerlerde bir
dairede, bir kışlada, bir karakolda, bir iş yerinde, bir
fabrikada îslâmî olan görevlerini, dini görevlerini yapsa
veya. söylemeye kalksa "ayrıcalık yapıyorsun" diye o
adama, Müslümana karşı çıkıyorlar.
Allah (c.c.)da diyor ki, asıl ayrıcalığı yapanlar onlar. Asıl
olan dindir. İslâm dinidir hern de. Allah (c.c.)'ün belirlediği
dindir asıl olan. Hani biz şurada toplu halde oturuyorsak biri
kızipta çıkıp giderse ayrıcalığı o yapmış olur. Yoksa o
yerinde kalsa da hepimiz biz buradan çıkıp gitsek ayrıcalığı
biz yapmamış oluruz.
Hakdan kopandır, ayrıcalık yapan. Çoğunluk ta esas değildir
burada. Kim bir hakdari kopuyorsa o ayrıcalık yapmış olur
diyor Allah (c.c.).
Onlar ayrıcalığın içerisindedirler. Yani ayrılık tohumlarını
onlar ekiyorlar. İslâm'dan yüz çevirenler ayrılık tohumları
ekiyorlar. Fakat bazı egemen güçler öylesine kendilerini asıl
kabul ediyorlar ki, % 99, % 98 Müslüman İslâmî hayatım
yaşayacak olursa ayrıcalık yapmış oluyor bunlar, ayrılık
tohumu ekiyorlar efendim diye de bas bas bağırıyorlar
üstelik, yazarlardan bir tanesi şöyle yazıyor du: Bu milletin
% 98'i Müslüman; bunların hepsi bir araya gelseler, İslâm'ı
ve Kur'ân'ı istiyoruz derlerse ne yaparsın, diye soruyorlar ve
cevap veriyor: Yine de bu hak onlara verilmez. Bu
çoğunluğun despotizmidir. Biz despotluğa karşıyız. Bu
çoğunluğun despotluğudur diyor adam. Yani bizim
dışımızdaki kimseye bu hakkı veremeyiz diye ifade ediyor.
Yani kendilerini asıl kabul ediyorlar % İ'liği. Geri kalan %
99 onların inancında olmadığından dolayı ayrıcalığı ayrılık
tohumlarım onlar eki-yorlarmış.
Allah (c.c.) ise İslâm'a yüz çevirenler ayrılık içindedir diyor.
Mekke de Peygamber Efendimiz azınlıkta. Bir kaç kişiler.
Yani dünya genelindeki nüfusa göre azınlıktalar. Gerçi
Medine'de devletini kurmuş Peygamberimiz (a.s.v.) ama
devlet dediğimiz neki, bugünün şartları içerisinde çok
küçük. Meselâ devletini kurduktan sonra Bedir Harbine
gelebilen eli kılıç tutan 313 kişi. Yani adet olarak çok az.
1500 kişi ile Hudeybiye Mus alalı ası'na gelmişler.
Mekke'nin fethine on bin kişi ile çıkabilmiş, Peygamber
Efendimiz (a.s.v.).
O gün dünyanın en güçlü ordularına sahip bir tarafta Bizans,
diğer tarafta İran İmparatorlukları var. Bütün bunların gücü
karşılığında. Peygamber Efendim (a.s.v.)'ın gücü az. Az ama
Allah (c.c.) diyor ki, onlar yüz çevirip giderlerse gitsinler,
her türlü planlarını kurarlarsa kursunlar. Onlara karşı Allah
Sana yeterli olacaktır. Allah Sana yeter diyor Allah (c.c). bu
garantiyi kendisi verdikten sonra, Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) hayatında hiç endişe duymamış. Kâfirlerden endişe
duymamış hiç. Üzüldüğü şu olmuş: Bu bana iman eden
insanlara işkence yapılıyor, azap tattırılıyor. Onların haline
çok üzülmüş. Ve onların yüreklerini serinletmek için de,
sabredin Allah sizi Cennetle müjdeliyor, Allah sizi Cennetle
mükâfatlandıracaktır diye Mekke'de iken özellikle onların
yüreklerine su serpmiştir. Cennetten bir müjde suyu
serpmekle ancak teselli etme tarafına gitmiş ama, Medine'de
ise kendi ashabının kılma dokunanların cezalandırılmasını
da yapmıştır.
Yani bu dünyada ashabının tüyüne dokunanların cezasını,
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) yermiştir. Yani bir devlet
kurulmuş Medine'de, derken Hudeybiye'ye geliyorlar Hz.
Osman (r.a.) Mekke'ye gönderiliyor. Derken Osman'ın
Öldüğü haberi geliyor. Öldürüldüğü haberi gelince orada
1500 tane sahabe yalınkılıç Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın
yanma geliyorlar. Ya Rasûlelîah kanımızın son damlasına
kadar senin yanındayız. Mekke'ye karşı harbet diyorlar.
Yani bir devlet bir tek insanının kanını korumak için harp
kararı ala-büirki bugünkü devletler de bunu kabul ediyorlar.
Eğer başka çıkar yolu yoksa. Ki orada başka çıkar yol
bulunmuştur. Hz. Osman (r.a.)'ın şehit edilmediği ortaya
çıkmış ve orada da bir anlaşma yapılmıştır.
Onlara karşı Allah Sana yeter. Bugün için bu âyet-i kerîme
aynen bize de hitap ediyor. Eğer Efendim (a.s.v.)'ın
çizgisinde yürüyorsak, hepimize teker teker, onlara karşı
Allah bize yeter. Peygamber Efendimiz'e söylenen bu âyet
hepimizin şahsına teker teker "sana Allah yeter onlara karşı"
diyor.
Hani hatıra şu gelebilir. Benim burada işkenceye uğradığımı
şu kadar da haklarımın yendiğini Allah nasıl bilecek? O her
şeyi işitendir. Denizin en derin yerinde bir olay olsa onu
işitiyor. Gökyüzünün neresinde olursa olsun bir olay, onu
işitiyor. Hatta gönüllerden geçeni biliyor. Değil öyle
konuşulanı gönüllerden geçeni biliyor. O her şeyi bilendir
diyor.468[261]
468[261]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/265-268.
Allah (c.c.) de diyor ki, Allah'ın boyasıyle boyanınız.
Allah'ın boyasından daha güzel boya kimindir?
İnsan Allah'ın boyasıyla nasıl boyanır? Yürüyüşünü,
oturuşunu, kalkışını, eşiyle, çocuklarıyla, komşularıyla,
tanıdıklanyla, dostlarıyla, arkadaşlarıyla, tanımadıklarıyla
ve bütün tabiattaki yaratıklarla olan münasebetlerini Allah'ın
Kitabına göre yönlendirecek olursa, Allah'ın boyasiyle
boyanmış demektir.
Bu âyet-i kerîme nazil olunca birisi sormuş: Allah'ın boyası
nasıl olur? Allah, boya da yapar mı demiş.
Evet, tabiattaki kırmızı renkleri, yeşil renkleri, sarı renkleri,
turuncu renkleri bütün renkleri yaratan O'dur denmiş. Yani
buradaki boya aslında bizim hayatımızın aldığı istikamettir.
İslâmî çizgide yürümekten daha güzel bir yolun olmadığım
ifade ediyor Allah (c.c). Ama tabiattaki renkleri de Allah
(c.c.)'ün yarattığı bir hadisi şerifte ifade edilmiş. Ve Haşr
suresinin son ayetin de okuduğumuz (El Musavvir) ismi
cemali de bunu ifade etmektedir.
Allahü Teala "Musavir'"dir. Yani eşyaya şekil veren, desen
veren, renk veren Allah (c.c.)'dür. Bakıyoruz da, dünyanın
en ünlü ressamının yaptığı bir resim bir milyar, beş milyar
dolara veya marka satılıyor. Bir ressamın aya bakan
çiçekleri, bir kaç milyara satılmış. Hakikaten güzel
yapmıştır. Ama adamın kendisi bile yaptığından memnun
değilmiş. "Ben bu aya bakan veya güne bakan çiçeğinin bin
halinden bir halini, kokusuz, cansız ve o tazeliğini de
veremeden donduruyorum" diyor. Dışarda gördüğünüz
ayçiçeği (veya güne bakan çiçeği diyorlar.) O çiçeğin
yaşarken, canlı tazeliği var, kokusu var, gıdası var içinde.
Ama bir ressam veya bir fotoğraf makinası o çiçeğin bin
halinden bir halini donduruveriyor. Ondan sonra da bize
sanat diye veriliyor. Sanattır, yani bu ressamın yaptığı
sanattır ama, asıl ressam Allah (c.c.)'dür. Musavvir olan
O'dur. Onun renginden daha güzel bir renk vermek te
mümkün değil. Hani Sultanahmet'te Ercail çiçeklerini
görüyorsunuz, aynı yaprağın üzerinde görüyorsunuz moru
var, kırmızısı var, yeşili var, sarısı var. Ressamlar onu takdir
eder, ressama tapan insanlar onu takdir edemez yalnız.
Çünkü ressam onun değerini bilir. Hatta tabiat bizim ilham
kaynağımız dır der ressamlar. Ressam doğru söylüyor.
Tabiat bizim ilham kaynağımız. Ama tabiatı yaratanı da bir
tanıyıyerseler ki, bunu yapan vardır mutlak surette bir de
tabiatı yaratanı tanımak lazım.
Biz o tabiatı boyayana ibadet yaparız diyoruz. Ne güzel
sanat galerisini geziyorsunuz. Ondan sonra da oraya bir
defter bırakmışlar, yazıyorsunuz çok hoşuma gitti.
Renkleriniz fena değil veya çizginiz fena değil." Efendim
bir sürü şeyler yazılıyor. Yazılsın, biz de yazıyoruz. Yalnız,
Allah (c.c.)'ün galerisinde dolaştıktan sonra, Allah'ın
ahkâmına göre yaşadıktan sonra diyoruz ve yazıyoruz: "Biz
bu tabiatı yaratan ve bu tabiatı yöneten ve bu tabiatta renk
cümbüşünü, ses cümbüşünü meydana getiren Allah (c.c.)'e
ibadet ediyoruz O'nun yarattıklarına ibadet etmiyoruz."
O'nun yarattıklarına, Allah'ın hakimiyetine karşı duracak bir
yönetim hakkını da vermiyoruz diyoruz. Allah (c.c. 139.
âyet-i kerîmede de şöyle diyor.469[262]
469[262]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/268-270.
hepsi biliyorlar ki, Allah (c.c.)'dür onları yaratan.
Yaratmada inkâr eden yok hiç. Yukarıdaki âyet-i
kerîmelerde gördük: Yeri ve göğü kim yarattı denilse derler
ki, Allah'dır. Yaratan Allah'dır!
Peki ayrılık nereden geliyor. Yönetimden geliyor. Diyorlar
ki, Allah yeri göğü yaratmıştır, çiçeklerle donatmıştır ama
yönetimi bizlere bırakmıştır. Biz de kendi çıkarlarımız
doğrultusunda bu işi yaparız. Peygamber Efendimiz
(a.s.v.)'ia çekişiyorlar. Peygamber Efendimiz'e emir veriyor
Allah: "Allah sizin de Rabbiniz, Benim de Rabbim olduğu
halde niye siz Allah konusunda Benimle çekişiyorsunuz.
O'nun huzuruna da döneceksiniz. Öyleyse O'nun dediklerini
yapın. Benim karşıma geçipte çekişmeyin," de onlara. Eğer
çekişmeye devam ederlerse, "Bizim yaptıklarımız bize, sizin
yaptıklarınız size. Biz O Allah (c.c.)'e ihlasla amel edeceğiz,
ihlasla iman edeceğiz, de.İhlas, bunun benzeri Türkçe'de
kullanılıyor. Halis altun deriz. Yani som altun diyoruz.
Halis kelimesini kullanıyoruz. Yani halis altun, içinde
gümüş karışımı ve bakır karışımı olmayan. Mahza altun.
999 milyem-lik bir altun bu veya 1000 milyemlik altun.
Bu ihlas kelimesi de, İhlas Sûresinde bütün kelimeler orada
Allah'ın varlığını, birliğini, herkesin O'na muhtaç olduğunu,
Allah'ın kimseye muhtaç olmadığını, hiçbir kimsenin
Allah'a benzemediğini, Allah'ın doğmadığını ve de
doğurmadığını ifade eden yani o âyet bütün kelime ve
harfleriyle yalnız Allah'ı anlattığından dolayı İhlas sûresi
denilmiş.
Ticaretle ilgili, çekle ilgili, çapla ilgili hiç bir ifade yok İhlas
Sûresinde. Onun içindir ki, İhlas denilmiş. Biz O'na
imanımızda ve amelimizde ihlasla ibadet, ihlasla iman
ediyoruz. Yani karışıklık yok. Netlik var. Yani % 99
Allah'ın emirlerini yerine getirelim de, bir de şu arkadaş bizi
kurtarmış şöyle etmiş, böyle etmiş onun dediğini de
yapsak... Allah'ın emrine karşı ama, varsın pis herifin dediği
de olsun, dersek herhangi bir adamın yaptığını, tuttuğunu
Allah'ın emriyle beraber denk kabul edecek olursak, bu
sefer % 99 Allah'ın emri % l'de onun yani herhangi birinin
emri olunca ne oluyor? Bin gramlık tatlı suya bir gram zehir
konmuş gibi oluyor. 470[263]
470[263]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/270-271.
Çok iyi bir âlimdi. Allah rahmet eylesin. Türkiye'de çok
gayretli Müslüman kardeşlerimizden biri hoca efendiyi
evine davet etmiş. Bir kaç tane de kendi arkadaşlarından
davet etmiş. Bağlı oldukları hoca efendinin bir kitabını
okumuşlar. Bu arada bizim hocaya sormuşlar. Sen bu
kitaptan okudun mu hiç. Yok demiş, Türkiye'ye yeni geldim
daha. Adam şaşmış "yahu sen nasıl hoca oldun?" demiş. Bu
kitapları okumadın da. Hocam Allah rahmet eylesin çok
zekiydi. Aynı mantığı kullanmış, "Şimdi bu efendi bu
kitapları hoca olduktan sonra mı yazmış? Hoca olmadan
Önce mi yazmış?" Hoca olduktan sonra yazmış demişler.
"Pekiyi o nasıl hoca olmuş bu kitapları okumadan" demiş.
Ve devam etmiş. "Bu hocanın okuyup kendini yetiştirdiği
alim olduğu kitaplar insanı âlim yapar, ama kendi kitaplarını
okuyan siz talebeleri sadece bu kitapları okuyarak âlim
olamazsınız.." Ama o hoca efendinin yazdığı eserler iyi
insan yetiştirir de hoca yetiştirmez. Mümkün değil.
Yani o yukarıda saydığımız peygamberler Yahudi miydi?
Hıristiyan mıydı? değildi ikisi' de değildi. Çünkü daha
önceydiler. Yani Yahudilik'ten de önceydiler,
Hıristiyanlık'tan da önceydiler. Öyleyse bunların
peygamberliğine inanıyor, Cennete gittiğine inanıyorsanız
demek ki, Yahudi ve Hıristiyan olmayan, ama Allah'a teslim
olan insanlar cennete gideceklerdir.
De ki onlara, siz mi daha iyi bilirsiniz? Allah mı daha iyi
bilir. " Bu adam Cennet yüzü görmez, Cehennemden
çıkmaz" diye çok adamlar hakkında biz kendi kendimize
hüküm veririz. Allah (c.c.) de Allah mı daha iyi bilir? yoksa
siz mi daha iyi bilirsiniz? diye sorar Her şeyi Allah (c.c.)
bilir. O'nun yanında şahitliği gizleyenden daha zalim kim
vardır? Şahitliği gizlemek. Bu iki anlama gelir. Şahitliği
gizlemenin en büyük zulüm olduğunu ifade eden birinci
durum şu: Bugünkü hayatımızda gördüğümüz olayları ters
yüz etmek. Adam sizi şahit olarak çağırmış, borç nedeniyle
herhangi bir kavga nedeniyle veya herhangi bir söz verilmiş,
akitler yapılmış bu konuda siz şahitsiniz ve bir gün
şahadetinize baş vuruluyor. Siz de bu şahitliğinizi
gizliyorsunuz. Ben duymadım efendim. Ben bunu
görmedim efendim. Hatırlamıyorum efendim gibi
reddiyelerde bulunacak olursanız şahitlikten dönmüş
oluyorsunuz. Şahitliği gizliyorsunuz. Böylelikle zalim
oluyorsunuz. Hem de zalimlerin en zalimi oluyorsunuz bu
hukukî sahada, amelî sahada şahitliği gizlemedir.
Bir de Allah (c.c.)'a iman ettiği halde, şehadet getirmeyen
kişiler. Allah'ın tabiattaki âyetlerini gördüğü halde, bu
çiçeği yaratan Allah'tır, ben yaratmadığıma göre Allah'tır.
Bu denizi ben yapmadığım halde bu suyu burada, ben
biriktirmediğime Hanımlarımızla, çocuklarımızla su getirip
denizi kovalarla biz doldurmadık. Ve böyle yapacak
olsaydık kendi evlerimizde su sıkıntısı çekmezdik. Bunları
biz yapmadığımıza göre bir yapan var. Bu da Allah
(c.c.)'dür diyoruz. Biz Eşhedü en la ilahe illalah derken bu
şahitlikte bulunuyoruz.
Bir şeyi gören, duyan kişinin onu bir yerde, yetkili bir
makam önünde ifade etmesine şahitlik diyoruz. Biz
gördüğümüze, tabiatta gördüklerimize, duyduğumuza,
Kur'ân âyetlerinden duyduklarımıza şahitlik yapıyoruz.
Mecliste, camide, kışlada, karakolda, çarşıda her yerde
şahitlik yaparsak şahitliğimizi gizlememiş kişilerden oluruz.
Eğer bunu gizleyecek olsak yanımızda dinime hakaret
edilirken sessiz kalacak olursak orada şahitliğimizi gizlemiş
oluyoruz. Ve böylece zalimler arasına giriveriyoruz.
Yahudiler de biliyorlar ki, İbrahim (a.s.) Allah'ın
Peygamberidir. Yahudi değildir. İsmail (a.s.) bilirler ki,
Allah'ın peygamberidir. Yahudi değildir. İshak, Yakup ve
onun torunları peygamberdirler. Ama Yahudi değildirler.
Fakat bunu gizleme tarafına gidiverirîer. Allah Teâlâ da
bunu yapanların zalim olduklarını ifade ediyor. Onlar ne
kadar gizlerlerse gizlesinler, Allah sizlerin yaptığınızdan
gafil değildir. En gizli yerde karanlık bir gecede, karanlık
bir odada, kara taşın üzerindeki, kara karıncanın ayağının
hareketini bilir diye tarif etmişler. Karanlık gecede, karanlık
bir odadaki, kara taşın üzerindeki, kara karıncanın ayağının
hareketini dahi Allah (c.c.) bilir. Ayağının sesini dahi bilir
ve işitir. Öyleyse gizli bir yerde gizli bir hareket yapmamıza
imkân yoktur. Gizli bir kötülük yapmamıza imkân yoktur.
Peki ne yapalım? Bu adamlar böyle zaman içerisinde
mücadele vermişler peygamberime karşı.
Allah (c.c.) diyorki;471[264]
471[264]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/271-274.
Veya Akif in tabiriyle "adı Osmanlı, ruhu Yunanlı" olan
adamlar yapıyor. Yani bu memlekette bu toprakta doğmuş.
Anası müslüman babası müslüman. Adı Ali, Veli olan bizim
adımızdan ama iç dünyası onların casusluğunu yapıyor. Biz
bu kişilere karşı mücadele vermekle sorumluyuz. Yani
kendi çağımızdan sorumluyuz. Bu âyet-i kerîme bunu ifade
ediyor. Onlara karşı geçmiş toplumlara lanet okumak
yerine, kendi çağımızdaki kâfire karşı mücadele vermemizi
bize işaret ediyor âyet-i kerîme.
Bir de o Yahudi ve Hıristiyanlar'a karşı mücadeleyi veren o
sahabe geçmiş bir toplumdur. Onların yaptıkları iyi ameller
kendilerinedir. Sizin yaptığınız iyi amellerinizde
kendinizedir. Onlardan sorulmayacaksınız diye de
anhyabÜiriz bu âyet-i kerîmeyi.
Yani benim ecdadımdan Fatih Sultan Mehmet Han cennet
mekân. Allah rahmet eylesin o güzel hizmet etmiş. O kendi
mesuliyetini gidermeye çalışmış. Sen de O'nun gibi olursan
görevini yerine getirmiş olursun. Yoksa O'nun adını ağzında
teşbih gibi devamlı zikredecek olursan sana hiç bir faydası
yok. Esas olan O'nu örnek almaktır. Yoksa O'nun adını
anmak değil.
Futbol maçı seyredenleriniz vardır. Futbolcunun bir tanesi
top tam kendisine doğru gelirken "Yahu böyle bir top
bundan on sene evvel filan maçta Pele'ye gelmişti de Pele
şöyle vurmuştu diye düşünürse top o zamana kadar
ayağından geçer gider. On sene evvel filan adamın topa öyle
vurduğunun hiç bir faydası yok. Onu düşünmeyeceksin. O
anda sen tavrını kendi hareketlerini kendin belirleyeceksin.
Geçmişin güzel oynayanları sana fayda vermez. O ancak
antireman esnasında fayda verir. Örnek almada fayda verir.
Geçmiş sahabeleri biz okuruz. Hayatımızı onların hayatına
benzetmeye çalışırız. "Ama Ebu Bekir'i Sıddık (r.a.) çok
mübarek bir zattı. Çok iyi idi. Çok dürüst idi. Çok doğru idi.
Edepli idi, hayalı idi" deyip de kendisi edepsiz olursa, bunu
söylemenin bir faydası yokki. Onun hayatını kendi hayatına
nakşederse faydası var. Yoksa onları övmenin adama
faydası yoktur. Onlar geçmiş bir toplumdurlar. (Bak. Bakara
134) 472[265]
472[265]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/274-276.
Büyük ticareti bilmiyorlar. Büyük ticaret için yukarıda bir
misal vermiştik. Onun benzeri bir misal verelim:
Geçici olarak bir insana şu nimeti alacaksın ama bu nimet
senin elinde veya bu köşkte senin elinde. Bu köşkte sen bir
ay kalacaksın. Bir ay sonra bu senin elinden alınacak. Bir
aylığına burada kalacaksın deniliyor. Köşkün içinde içecek
te vardır. Günah ta vardır. Her türlü pislik te vardır. Ama bir
ay burada kalmazsan ilerisindeki köşke geçeceğiz. Orada
ömür boyu kalacaksın denilse, adamın aklı başında ise bir
aylığına olan yeri terk edip, Öbür tarafı tercih eder.
Allah (c.c.) de bu dünya hayatı 60, 70 seneliktir. Bu dünya
hayatında isteyin ama güzellikle isteyin. Haram olmadan,
harama bulaşmadan. Dünyanın güzelliklerini isteyin.
Haramlarını değil. Ahiretin güzelliklerine ulaşacaksınız
diyor.
Bu geri zekâlılar da biz bu dünyada vur patlasın, çal oynasın
deriz. Öbür taraf ya olur, ya olmaz. Öyleyse biz bu dünyada
muradımıza erelim diyorlar ve bundan dolayı sefih kabul
ediliyorlar. Yani kâr ve zararını hesap edememelerinden
dolayı, diyorlar ki, yahu "bunları yönelmekte oldukları
kıblelerinden kim döndürdü?"
Deki onlara: Doğu da Allah'ındır. Batı da Allah'ındır.
Dilediğini doğru yola O iletir.
Yani bir zamanlar kuzeye dönüyorlarsa, şimdide bir emir
üzerine güneye dönüyorlarsa emri veren Allah, doğuyu
yaratan Allah, batıyı yaratan Allah, dilediği gibi mülkünde
tasarruf eden Allah. Mülkün sahibi de O'dur.
Mülkün sahibi Allah'dır. Mülkünde dilediği gibi yine
tasarruf eden de O'dur. (Al-i İmran: 26)
Buradan bizim için şöyle bir savunma da çıkıyor. Hani bu
günün imansızları Hindistanı ve Budistleri örnek vererek;
Hindistan'daki puta tapanların haclarının nasıl olduğunu,
filme almışlar. Efendim ineklerine tapınıyorlar. Belirli bir
yere kadar gidiyorlar. Orada belirli bir yerde tavaf ediyorlar.
Efendim Ganj nehrinden su alıyorlar. Memleketlerine getiri-
yorlar filan. Burada bize şu çağrışımı yaptırıyorlar.
"Müslümanlıkla Hint dininin arasında bir fark yok. Onlar da
bir yere kadar gidiyorlar. Bir su getiriyorlar. Müslümanlar
da bir yere kadar gidiyorlar, bir taşın etrafında dönüyorlar.
Ve oradan bir su getiriyorlar. Zemzem getiriyorlar." Bu
imajı kendi kesimlerinden bazı insanlara vermek için bunu
söylüyorlar, anlatıyor, yazıyorlar.
Bilseler ki, biz bir zamanlar Kudüs'e yönelmişiz. Ondan
sonra emredilmiş Kabe'ye yönelmişiz. Yani yöneldiğimiz
yere tapınmıyoruz. Hz. Ömer (r.a.) demiş ki, Ey kara taş,
vallahi seni kırarım. Ancak Allah Rasûlü'nü sana istilam
ederken gördüm. Yani elini değerken gördüm. Ben de onun
sünnetine uyarak seni istilam ediyorum. Elimle değiyorum
diyor. Yoksa senin şu Medine'deki diğer kara taşlardan bir
farkın yok diyor.
Bunu ifade ederken bizim mesnevi şairi Tahini11-Mevlevi
diyor ki, oraya yönelmemiz bizim birliğimizi sağlamaktadır.
Nasıl ki müslüman bir devletin bayrağının yere düşmemesi
için -müslüman bir devlette hakimiyetin sembolü bayraktır
binlerce insan can verir. Burada gaye o 500 liralık bezin
yere düşmemesi değildir. Metresi 500 liralık bezden, 5000
liralık bezden veya elli bin liralık bezden çok güzel bir
bayrak yaparsınız. İpekten yaparsınız. Ama elli bin lira. bir
damla kanın akmasına değmez. Ama bir milletin tamamı
onun yolunda, onun yolu değil Allah'ın yoludur aslında bu
Allah'ın hakimiyetinin sembolü olarak Peygamber
Efendimiz (a.s.v.) da bayrak kullanmış. Onun düşmemesi
için can verilmiş halbuki onun maddî olarak değeri 50
liradır, 500 liradır, ellibin liradır. Yani bu kadarlık bir bez
parçasıdır. Ama ifade ettiği mânâ büyüktür.
Kâbe-i Muazzama'daki Haceru'l-Esved'in de ifade ettiği
mânâ büyüktür. Rabbimin emrine yöneliyoruz biz. Hacerü'l-
Esved'e değil. Biz Rabbimin "Yüzünü Mescid-i Haram1 a
çevir" emrine yöneliyoruz. Emri yerine getiriyoruz. Kâbe-i
Muazzama'ya yönelin demiş. Biz o emri yerine getiriyoruz.
Allah (c.c.) bir başka adres gösterseydi oraya yönelirdik.
Çünkü doğu da batı da Allah'ındır. 473[266]
473[266]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/276-278.
babalarımızın evi iki katlı değil miydi? diyor. Altı ahır üstü
de evdi. Babasının adeti sünnet oluvermiş. Evet babaları
kötü bir şey yapmıyordu. O günün şartları içerisinde
babalarının da bulduğu güzel bir buluştur. O hayvanlarının
ısıtma enerjisinden de yararlanıyorlardı onlar. Ama
babasından gördüğünü din kabul ediyor. Biz öyle değiliz.
Biz vasat ümmetiz. Biz geride kalanı beriye çekiyoruz.
Ahlâksızlıkta ileri gideni de alıp kendimize çekiyoruz.
Yani topluca devlete, topluca Cennete gidiyoruz.
Ahlâksızlığa gidip-te berbat olup, perişan olanlarını da
engelliyoruz. Geride kalıp sefil olmalarını da engelliyoruz.
Biz sizi böylece orta bir ümmet kıldık. Bir tarafta zulmeden
insanlar var. Bir tarafta da kaderimiz buymuş diyen insanlar
var bugün. Ben Fransa'da bir buçuk sene filan kaldım. İşçi
olarak kaldım. Fabrikada Cezayirliler vardı. İşçi olarak.
Altmışdan sonra dünyaya gelenler epeyce diriler, iyiler.
Ama ellide, kırklarda dünyaya gelenlere hiç iş yaptırmak
mümkün değil. Gelin şöyle şöyle yapalım. Böyle yapalım
desen Fransız ne dese iyidir. Fransız ne yaparsa güzeldir
diyor. Ama altmıştan sonra dünyaya gelenler ise
dediklerimize katılıyorlar. Şöyle yapalım. Böyle yapalım
dedik mi, onları yapıyorlardı. Yani bir tarafta zalimler var.
Bir tarafta da zalimlerin gösterdiği her şeye kabul, bunlar
bizim için de düşünürler. Kendileri için de düşünürler. Sağ
olsunlar bizim için gecelerini dahi harcarlar. Bizim
işlerimizi de onlar idare ediverirler, deyip boyun eğenler
var.
Biz öyle değiliz. Biz mazlumlara diyoruz ki, haklarınızı
alınız. Zalimlere de yardım ediyoruz. Efendimiz (a.s.v.);
demiş ki zalim kardeşine de, mazlum kardeşine de yardım
et.
Sormuşlar "Ya Rasûlellah, mazluma yardım edelim de,
zalime nasıl yardım edelim?" "Zalimi de zulmünden
vazgeçirerek yardım edin." buyurmuş. Zalimi zulmünden
vazgeçirmeli. Bir tarafta zalim bir tarafta mazlum. Biz de
ümmeti vasatız. Zalimi de çekiyoruz, mazlumu da çekiyoruz
ve ikisini kardeş yapıyoruz. İşte orta ümmet bu. Yoksa
zalimin yanında yer alıp, mazlumu ezmek veya mazlumun
yanında kalıp boyun eğmek bize yaraşmaz.
Niçin, insanlara şahit olasınız diye. Yani ümmeti vasat
kılması insanlara şahit olasınız için. Şahit olan ne yapar?
kulağını açar, gözünü açar. Ne oluyor? Ne tür dalavereler
dönüyor bu memlekette? Bu âyet-i kerîmeye göre şu
İstanbul şehrinde hangi taşın altında bir karınca hareket
ediyorsa, bir solucan hareket ediyorsa Müslüman bilmelidir.
Hangi imansız hangi mahfelde ne çeviriyorsa onu
bilmelidir. Hangi Allah'ın velisi hangi yerde bir iş yapıyorsa
onu da bilmelidir. Yani ikisinin de şahidi oluvereceğiz biz.
Ve Allah'ın Rasûlü de sizin üzerinize şahit olsun için.
Allah'ın Rasûlü kendine nazil olan âyet-i kerimeleri sonuna
kadar mü'minlere duyurmuş. En sonunda sahabeyi Arafat'ta
bir araya getirmiş. Orada bazı şeyleri yine duyurmuş. Ve
sormuşda: Allah'dan getirdiklerimi size ulaştırdım mı?
Tebliğ edebildim mi? Hepsi bir ağızdan bağırmışlar: Tebliğ
ettin Yâ Rasûlellah!!! O da şahit ol Yâ Rab, şahit ol Ya Rab
diye Allah'ı, Rabbini şahit yapmış. Ya Rabbi ben tebligatımı
yaptım. Yarın kıyamet gününde "ben duymadım, ben
gelmedim, ben görmedim" diyenlere Allah'ın Rasûlü
diyecek ki, Ben bu insanlara bu Kur'ân'ı eksiksiz verdim.
Bu dünyada, sorumluluğu yerine getirmek önemlidir. Ya
Rabbi 1990 yılında İstanbul şehrinde Cağaloğlu'nda, Cezeri
Kasımpaşa Camii'nin alt tarafında ben tebligatımı yaptım
desem melekler dinlemezler ve şöyle derler; İstanbul şu
kadar metre kare idi. O kadar metre karenin içerisinde sen
yüz metre karelik veya yüz elli metre karelik bir alanda mı
anlattın? Geri kalanlar ne olacak? Şurada 300 tane adama
anlattın da, 8 milyon nüfus ne olacak? Onun için
şahitliğimizi biz doğru yapamıyoruz. Öbür dünyada ayrıca
hesaba çekileceğiz.
Onun için oraya buraya koşturuyoruz. Şurada da konuşalım,
burada da konuşalım, diyoruz Gazetenin biri demiş ki, fazla
konuşuyor. Ama konuştuğumuzu yazmış. Bak o arkadaşın
kulağına da erişmiş. Oradakiler de Müslüman çocukları
genelde. Yani onların da kulağına erişmiş. De-mekki
faydası var. Aleyhime konuşmuş, konuşsun varsın. Ama
erişmiş bir şey iyidir.
Tefsire devam edelim: Daha önce Kudüs'e dönüyorlar. Daha
sonra Mekke'ye dönüyorlar Bir kısım Araplar orada Kabe
dururken niye biz Kudüs'e dönüyoruz demişler. Onlar
burdan kaybetmişler. Şimdi ilk defa Kudüs'e dönülüyor ya.
Ama Mekke'deki bir kısım imansızlar var ya itirazlarını
yapmışlar. Yahu şurada Hz. İbrahim'den beri yıllardır
Kabe'ye dönülüyordu. Şimdi Kudüs'e dönülüyor. Şimdi niye
Kudüs'e dönülüyor? Damarları kabarmış adamların. Arab'ın
ırkçılık damarları kabarmış. Olmaz böyle şey demişler.
Dikkat ederseniz günümüzde Türkiye'de de aynen cahiliye
dönemi insanlarının yaşadığı haleti ruhiyye vardır. Ebu
Cehil gelmiş bir gün Peygamber Efendimiz'e demiş ki, bu
Bilal'a söyle bir daha eşhedü, meşhedü demesin. Niye? O
Habeşli olduğundan eshedü diyemiyormuş da, eshedü
diyormuş. Yani şını güzel güzel söyliyemiyormuş.
Peygamberimiz demiş ki, Bilal'in senin şınmdan hayırlıdır.
Şimdi Ebu Cehil Arab dilciliğini, ırkçılığını yapıyor.
Günümüzde televizyonda biri çıkıyor, dinime sövüyor ama
dinime söverken olanak olasılık gibi kelimeler
kullanıyor.Sağcı bazı yazarlar,alıyor elîne kalemi yazıyor
aklına geleni. Vay efendim devletin televizyonunda sen
olanak, olasılık, ulusallı, mulusalh kelimeleri nasıl
kullanırsın diyor. Asıl çatılacak yer adam dinine sövüyordu.
Oradan gitmesi gerekirken yine sövmesine laf etmiyor da,
Türk dili bozuluyor diye çatıyor. Bu aynen Ebu Cehil
mantığıdır.
Hem dinime çattığından dolayı hem Türk dilini
bozduğundan dolayı müdahale etmek gerekiyor. Önce din
sonra dil müdafaa edilmelidir.
Mekke'de de bir kısım insanlar efendim burada Kabe
dururken niye biz Kudüs'e dönüyormuşuz, itirazında
bulunuyorlar. Rabbim de, peygambere tabi olanlarla,
peygamberin çizgisinden Ökçeyi döndürüverip gidenleri
ortaya çıkarmak için diyor. Allah (c.c.) orada Efendimize
emret-mişki Kudüs'e doğru döneceksin! Müslüman
sahabiler derhal ve itirazsız gönüllerinde şüphe olmadan
dönüvermişler. Derken Medine'ye hicret etmişler ve
Medine'de Kudüs'e doğru yönelirken bir emir gelmiş ve
emri aldıkları an Peygamberimiz namazda iken dönmüş,
ama öbür sahabelere de ilan edilmiş ey ahali duyduk
duymadık demeyin dünden itibaren yani dün öğle
namazından itibaren Allah Rasûlüne âyet nazil oldu.
Bundan sonra Kabe'ye yöneleceğiz denilmiş. Ve Kabe'ye
yöneli vermişler. Cemaatin içinde Yahudi olan da var.
Yalnız müslüman olmuş Yahudi. Kudüs'e dönüyordu.
Eskiden beri döndüğü yer. Müslüman olan bu Yahudi, emir
geliyor Mekke'ye dönün ve Mekke'ye gönlünde bir şek ve
şüphesi olmadan yine dönüveriyor. Ama bir kısım
Yahudiler bu sefer yahu anlıyama-dık bu da ne demektir?
Dün o tarafa dönüyorlardı. Bugün bu tarafa dönüyorlar, diye
mırın girin ediyorlar. Bunları yani bu gönlünde hastalık
olanları ortaya çıkarıvermek için Allah (c.c.) bunu
yapıverdiğini söylüyorlar. îşte bu bir kısım insanlara gayet
ağır geliyor. Ama Allah'ın kendilerine hidayet verdiği
kişilere bu ağır ve zor geliniyor.
Şimdi Yahudiler ve bir kısım Müslümanlar şöyle bir şey
soruyorlar. Kudüs'e doğru namaz kılan bu insanlar, bu
döneme erişemiyen yani hep Kudüs'e doğru namaz kılmış
ve ölmüş sahabeler var bunlar ne olacak? Yahudiler bu lafı
yayıvermişler, sahabeler arasında. Bu güne kadar yap-
tıklarınız boşa mı gitti? Peygamberiniz bu tarafa döndü.
Geçmişte Ölenleriniz ne olacak? Allah (c.c.) hiç bir boşluk
bırakmıyor:
Allah sizin imanlarınızı zayi edecek değildir. O gün için
Kudüs'e yönelmek iman idi. Ve o iman üzere amel ettiler.
Onların o imanları zayi ol-mıyacaktır. Allah insanlara karsı
gayet merhametlidir, gayet şefkatlidir.
Aslında Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Kudüs'e dönerken de
gönlünde hep şunu arzu edermiş. Ne olurdu Ya Rabbi
kıblemiz olarak Kabe olsaydı?! Temenni edermiş. Allah
(c.c.) diyorki: 474[267]
474[267]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/278-283.
O tür şeylere fırsat vermeyin. Gerçekten ölçtürseniz 5
derece eğik de olsa yine fırsat vermeyin, kıble cihetidir
önemli olan. Cihettir kıble.
Hani bu konuda İbn-i Abidin'in bir izahı var. Diyor ki,
beynimizin ortasını üçgenin tepesi kabul edin. İkiz kenar
veya eşkenar üçgen diyelim. Bazı yerde herhalde ikizkenar
üçgen olur. Beynimizin içinde üçgenin üst tarafı,
gözlerimizde alt tarafı. O üçgenin üst tarafından çıkan çiz-
giler gözlerinizden çıktığında o açının içerisinde Kabe
kalıyorsa namaz sahihtir. Öyle ise kolaylık var demektir.
Öyleyse bu milletin işini zorlaştırmayın. Bir cami
yapıyorsanız bu işi kılı kılma ayarlayın. Yani pusulanızı
alın. Bu sahada teknolojinin imkânları ne ise onu kullanın.
Nerede olursanız olun yüzlerinizi Mescid-i Haram'a doğru
çeviriniz. O kendilerine kitap verilen bilirler ki, bu Rableri
katından doğrudury gerçektir.
Ehli kitabın da bu Kabe'nin kıble olduğu konusunda
gerçekten bilgileri var. Çünkü onlar da diyorlar ki, Kabe'yi
İbrahim yaptı. Onlar da biliyor ki, İbrahim oraya yöneldi.
İshak oraya yöneldi, İsmail oraya yöneldi, Yakup oraya
yöneldi. Bunu biliyorlar. Onun için Allah (c.c.) de onlarda
bunu biliyorlar diyor. Allah onların yaptıklarından gafil
değildir.Ama onlar öyle imansız, ki. 475[268]
475[268]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/283-285.
malını mülkünü verseniz Cey-hamnı ve Seyhanını İsraile
akıtıverseniz adam suyunu alır yer içer de yine de kanma
kasdeder. Kıblene tabi olmaz yani.
Allah (c.c.) her türlü âyetleri ona gösterse, getirse Sen'in
kıblene onlar tabi olmazlar. Öyleyse Sen de onların
kıblesine tabi değilsin. Tabi olmazsın. Onlardan bir kısmı
diğerinin kıblesine tabi olmazlar. Eğer bu ilim yanı şu
Kur'ân-ı Kerîm Sana geldikten sonra da onların hevasına,
kanunlarına tabi olacak olursan, onların isteklerine uyacak
olursan işte o zaman Sen zalimlerden olursun diyor Allah
(c.c).
Yani bu Kur'ân nazil olduktan sonra ehl-i kitabın, Yahudi ve
Hristiyanlar'in arzularına, uydurduklarına, kanunlarına
uyarsan o zaman Sen zalimlerden olursun diyor.476[269]
476[269]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/285.
Kendi yavrularını bildikleri gibi bu işin hak olduğunu
biliyorlardı. Ama bile bile gizliyorlar.
Günümüzde de bir çok insan vardır ki, Müslümanım diyor.
Allah'ın âyetlerini, Rabbim tarafından olduğunu ve ona
uyulmasının da farz olduğunu bildiği halde, makam,
maaşım, rütbem, mevkiin, sosyal çevrem değişir veya bazı
mahrumiyetlere düşerim diye hakkı gizleme tarafına gidi-
yorlar. Aynen o Yahudi'nin karakterini, vasfını kendi
üzerlerine alıveri-yorlar.
Yanında Rabbim'in Dinine muhalif, onu yıkıcı kanunlara
imza atılırken der ki; "vallahi ben bir şey diyemedim. Zaten
deseydim de tek kişiydim." Mazaret değil bu. Deseydim de
etkili olamazdım gibi ifadeler mazeret değildir. Sen söyle
varsın etkili olmasın. Sen söyleseydin derdin ki, Ya Rabbi
ben görevimi yaptım. Bedeni olarak yapılması gerekeni,
dille söylenmesi gerekeni, elle yapılması gerekeni yaptım.
Ama gücüm bu kadarmış Ya Rabbi dedin mi Allah (c.c.)'ın
şu ayetine muhatab olurdun:
Kişilere güçlerinin üzerinde bir yükü yüklemez Rabbim.
Bakara: 286 477[270]
477[270]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/285-286.
Öyleyse O'nun hukukunun insanlara vereceği saadet
konusunda şüphede olma.
Peki biz kıbleye yöneliyoruz da, kıbleye yönelmeyenlerin
acaba kıblesi var mı? Allah (c.c), herkesin bir kıblesi vardır,
oraya yönelir diyor. Bir zamanlar biz bu Arabın kıblesine mi
yöneleceğiz? Niye yönelelim? Kabe Arabın olsun demişler.
İnsan mutlak surette bir yere dönüyor. Derken Kabe'ye
yönelemeyen adam, Moskova'ya yöneliyor. Onun kıblesi de
orası. Oraya yönelemiyen adam Washington'a yöneliyor.
Oraya da yönelemiyen adam-başka yere yöneliyor. Yani bir
tarafa mutlaka insanlar yönelecektir. Bu bir ihtiyaçta.
Peygamberini inkâr eden adam kendisine bir peygamber
seçiyor. Uyacağı bir adam buluyor. Kitabımı kabul etmeyen
bir adam kendisine bir kitap seçiyor. O kitabın
doğrultusunda hareket ediyor. Kendisi gibi ölümlü bir
adamın kitabını okuyor. Hani Marks'ın yazdığı kitap şimdi
satılmaz oldu. Türkiye'deki yayıncılar şikayetçiler: Niye
yazdiydın bu kitapları. Bütün yatırımımızı bunun üstüne
yaptık" diyorlar. Gorbaçov'a adamlar kızıp kızıp
köpürüyorlar. Bütün paramızı buraya yatırdıydık ne oldu
şimdi alan yok satan yok diyorlar. Milyonlarımız gitti
diyorlar. İnsana dayanırsan böyle olur işte. İnsan ölür, ağaç
kurur. Hak olan Rabbi'mdendir. 478[271]
478[271]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/287.
dağılın, bir gün bunların hepsini bir araya getirecek. O her
şeye gücü yetendir. 479[272]
481[274]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/288-290.
(151) Nitekim size, sizin aranızdan âyetlerimizi okuyacak,
sizi arıtacak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve size
bilmediklerinizi öğretecek bir peygamber gönderdik. Sizden
sizin aranızdan size elçi gönderdiğim gibi o peygamber ki,
yani sizin aranızdan size elçi olarak peygamber olarak
gönderilen peygamber, size âyetlerimizi okur, sizi temizler,
size Kitabı öğretir, sünneti öğretir ve Kitabın içerisindeki
ahkâmı öğretir. Ve size sizin bilmediklerinizi öğretir. Size
sizin bilmediklerinizi öğreten, size sünneti ve ahkâmı
öğreten ve size kitabı öğreten ve sizi temizleyen, tertemiz
yapan, size âyetlerimizi okuyan bir peygamber
gönderdiğimiz gibi nimetimizi de ta-mamhyacağız
buyuruyor Allah (c.c.).
Ayetlerden kasıt, Kur'ân-ı Kerîm âyetleridir,
Bismillahirrahmanirra-himin B sinden, "Nas" suresinin sın
Sinine kadar olan iki harfin arasındaki bütün'âyetleri içine
almaktadır. Bunları da bize Allah (c.c.)'ün Rasûlü, Allah'dan
aldığı şekliyle okumuştur. Biz buna şahitlik yaparız. Çünkü
elimizdeki Kur'ân-ı Kerîm eksiksiz ve fazlasız bize kadar
gelmiştir. Sizi temizler diyor.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.), birinci derecede Kelime-i
Tevhid'i yani Lâ ilahe illallah bütün mü'minlerin gönüllerine
yerleştirmekle bir kerre pisliklerin en pisi olan şirkten
temizlemiştir. Ve temizliğin en güzeli, en değerlisi de
budur.
Çünkü insanoğlunun bu dünyada maddî pisliklerden
temizlenmesi de insana rahatlık veriyor. Elimiz kirlense
elimiz sanki vücudumuza bir ağırhkmış gibi oluyor.
Arkadaşımıza değemiyoruz. Başka yere değemiyoruz.
Üzerindeki kir ise bir gram gelmez, iki gram gelmez ama o
bir veya iki gram gelmeyen pislik elimizi tonlarca kilo
ağırmış gibi ağırlaştırıyor. Peki yıkamadığımız takdirde ne
olur? Hastalanabilir veya hastalanmayabiliriz. Sonunda bir
gün gelir ölürüz. Ve iş biter. Ama şirkten tem'iz-
lenmeyenlerin işi bitmiyor. Şirkten temizlenmeyenlerin bu
dünyadaki sıkıntısının on katı, yüz katı veya milyonlarca
katı öbür dünyada da devam ediyor. Onun için Allah (c.c);
En büyük zulüm, şirkin bizzat kendisidir 482[275] buyurmuş.
Yine Müşrikler pistir 483[276] buyurmuş.
Buradaki pistir den kasdı, maddî pislik değil. Çünkü müşrik
olduğunu bildiğimiz bazı insanlar Türkiye'ye geliyor,
görüyoruz:. Havaalanında karşılıyorlar. Bembeyaz elbiseli
veya tertemiz elbiseli, Türkiye'de bizlerin giremediği
otellere gidiyor ve orada tertemiz banyosunu da alıyor.
Sonra görüşmelere başlıyor. Maddî olarak o adama pis
demek mümkün değil ama, içi pislik kusuyor üzerimize. Şu
memlekette şu kadar kadın fahişe olmuşsa, bu kadar erkek
bunların peşinden koşmuşsa, bu kadar insan açlığın ve
sefaletin içinde kıvranıyorsa, bu kadar insan rüşvetçi, faizci
olmuş ise, şu kadar insan namusunu satıyor hale gelmişse,
onların yıllardan beri o kara çanta, kara gözlükleriyle gelip
bize akıl vermelerinin neticesinde olmuştur. Pislik saçarak
gidiyor adam gittiği yere.
Onun için Allah (c.c.) uyarıyor: Onlar pistirler, onları
mescide yaklaştırmayın.Peygamber Efendimiz (a.s.v.) bizi
önce iç temizliğiyle etkilemiş. Yani içimizi şirkten imana,
yalandan doğruluğa, gıybetten güzel sözler söylemeye,
cimrilikten cömertliğe ve hasetten insanlara karşı yani diğer
varlığa şevke trniş tir.
Bunun yanında dış dünyamızı da temizlemiştir. Ebu
Davud'un rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) için sahabe şöyle söylüyor.:
Peygamber efendimiz bize her şeyi öğretti. Babamız ve
anamız gibi. Evet bir hadis-i şerifte, babamız gibi diyor.
Hatta tuvalette nasıl temizleneceğimizi öğretti. Nasıl
oturacağımızı öğretti. İstinca ve istibrayı nasıl, yapacağımızı
482[275]
Lokman: 13.
483[276]
Tevbe: 28.
öğretti. Elimizi, yüzümüzü ve ayaklarımızı günde beş defa
nasıl yıkayacağımızı öğretti. Guslü nasıl yapacağımızı
öğretti. Namaz kılacağımız yeri nasıl temizleyeceğimizi
öğretti. Namaz yerimizi zaten temizleyiverdik mi ne olur?
Mescid de temiz olur, evler de temiz olur, giydiğimiz
kuşandığımız her şey temiz olur. Ve o peygamber bize
Kitabı öğretti. Ve de hikmeti öğretti. Hikmeti tefsir ederken
âlimlerimiz sünnettir diyorlar. Bir kısım âlimlerimiz de
Kur'ân'ın içerisindeki ahkâmdır diyorlar. Ve bize
bilmediklerimizi öğretti. Hani o günün insanları ki, o gün
bugüne nisbetle biraz daha hiç bir şeyin olmaması,
teknolojinin olmaması, insanlar arasındaki iletişimin
olmaması, basm-yayın organlarının olmaması nedeniyle
insanlar daha bir kör hayat yaşıyorlardı. Böyle bir ortamda
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) onlara 1453 yılı diye tarih
vermemiş ama İstanbul'un fethedileceğini Roma'nın
fethedileceğini haber vermiş. Bizans'ın yıkılacağını haber
vermiş, İran'ın yıkılacağını ve hazinelerinin Müslümanların
eline geçeceğini haber vermiş. Dünyanın geleceği hakkında
bilgiler vermiş, bir de geçmişi hakkında bilgiler vermiş.
Firavunun akıbetini onlara göstermiş, Musa'nın kurtuluşunu,
İbrahim (a.s.)'m işkenceciler tarafından ateşe atıldığını, ateşi
yaratan Allah'ın ateşi gülistana çevirdiğini, yakmayan suyun
Firavun'u boğduğunu, Allah ateşin azabını suyun içerisinde,
Firavun'a, tattırıyor onları tattırdığını haber vermiş: Yani
bilmediklerini onlara öğretmiş.
Hukukî sahada da insanoğlu tarih boyunca Allah'ın
emirlerine, yasaklarına karşı gelmeleri neticesinde yoldan
sapmış. Sapınca da kendileri yol bulamayıvermişler.
Hırsızlık yapan bir adamın bir zamanlar derisini yüzmüşler
canlı canlı. Devletin biri ceza olarak onu uygulamış.
Derisinin içine de saman basıp aleme ibret olsun için
gösterilmiş. Ama bir zaman gelmişki hırsızlık yapan
adamlar en kahraman insanlar olmuşlar. Hani "Merdi kıptı
yiğitliğini anlatırken sirkatından bahseder" diye bir atasözü
var. Adam yiğitliğini anlatırken hırsızlığından bahsedermiş.
Şu kadar çaldım, şu kadar vuruverdim gibi.
Şimdi aynısı var tabii. Şu arkadaş köşeyi dönmüş diyorlar.
Nasıl dönmüş? Şöyle çarpmış böyle çalmış ve şu hale
gelivermiş. Veya kendisi de onu zevkle anlatır hale
gelmiştir.
Bir zamanlar zina eden erkek ve kadına çok ağır cezalar
verilirmiş. Ama bir zaman gelmiş Yunan'da fahişeler tanrıça
haline getirilmiş. Yani insanlar sevmede veya nefrette
cezada ve mükâfatta hep aşırı gitmekten zarar görmüşlerdir.
Ama Allah (c.c.) zaman içerisinde gönderdiği peygamberler
ile doğru yolu göstermiş insanlara sırat-ı müstakimi
göstermiş. Allah: Bilmediklerinizi Allah (c.c.)'ün
peygamberi, size öğretir . buyuruyor. Mesela bir konuda
bilginiz yok, ticaret yapıyorsunuz o sahada neyi, ne zaman,
nasıl alacaksınız. Kimler dürüst,-kimler dürüst değil. Kimler
çekine sahip, kimler çekine sahip değiller. Kimlerin sözü
geçerli veya geçersiz. Bu gibi konularda bilgi veren bir
adama teşekkür ediyorsunuz. Bilmediğinizi öğretti size. Bir
de sermaye verecek olsa o zaman haydi haydi tapınır hale
gelir insan. Ona izzeti ikramda kusur etmez.
Allah (c.c.)da size bir peygamber göndermiş, sizin
gönlünüzü de, , içinizi de, dışınızı da temizlemiş. Bu
dünyada neyi nasıl yapacağınızı âyetleriyle öğretmiş.
Bilmediklerinizi size bildirmiş. Öyleyse; 484[277]
484[277]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/290-293.
buyuruyor. Bana şükredeniz ve bana küfrani nimette
bulunmayınız, yani nankörlük yapmayınız. Şükrediniz,
nankörlük yapmayınız buyuruyor Allah (c.c).
Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli yerlerde zikirden bahsediliyor. Ey
iman edenler, Allah'ı çok zikrediniz.(Ahzab: 42)
Nasıl zikredelim? elimize aldık teşbihi. Allah, Allah.... veya
lâ ilahe illallah, lâ ilahe illallah bir ömür böyle geçse acaba
Allah katında makbul olur mu?
Alimlerimiz zikir için demişler ki, dille yapılan zikir vardır.
Elinize aldınız teşbihinizi yolda giderken boş gideceğinize,
türkü söyliyeceğinize, lâ ilahe illallah, lâ ilahe illallah
diyerek gidiyorsunuz. Bu bir zikirdir. Dille yapılan bir
zikirdir.
Kalble yapılan zikir, kişinin yüreğinde Allah (c.c.)'ü
sevgisini ve. haşyetini hiç çıkarmaması da zikirdir. Hani
dille bir şey söylemiyor ama, gönlünde Allah (c.c.)'ü bir
nimet görüyor. Fe sübhanallah, aman Yâ Rab-bi ne güzel
yaratmış? Bunu dille söylememiş olsanız bile, gönlünüzden
geçirmeniz bir zikirdir.
Bedenle yapılan zikir ise, Allah (c.c.)'ün vermiş olduğu
bedenle Allah'ın vermiş olduğu emirleri yerine getirmek,
O'na bedenle yapılan bir zikirdir. Namaz hem dille yapılan
bir zikirdir; (Fatiha sûresini ve diğer zammı sûreleri
okuyoruz,) hem de bedenle yapılan bir zikirdir. Bütün
âzâmız bu zikre katılmış oluyor. Aynı zamanda kalple de
yapılan zikirdir. Allahü Ekber deyip elinizi bağladıktan
sonra, mümkün mertebe dışarıyla ilişkiyi kestiğiniz takdirde
hem dilimiz, hem kalbimiz, hem de bedenimiz Allah
(c.c.)'ün zikri ile meşgul olmuş oluyor.
Allah (c.c.) üzkûruni diyor Yani bu bize, Ümmet-i
Muhammed'e deniliyor. Beni zikrediniz diyor.
Hatırlayacaksınız. Bakara sûresinin 40. âyet-i kerîmesinde.
Ey Beni İsrail, size olan nimetimi hatırlayınız.
Bize, Ümmetti Muhammed'e üzkûruni diyor Rabbim.Beni
hatırlayamaz diyor.
Ama Yahudiler'e ise Bakara 40âyet-i kerîmesi ile nimetimi
hatırlayın diyor. Burada âlimlerimiz demişler ki, Ümmet-i
Muhammed'in Allah (c.c.) kelâmıyla, diğer ümmetler
üzerine üstünlüğünü de ifade ediyor bu âyet-i kerîme.
Mü'minler ise doğrudan Allah (c.c.)'ii zikrediyorlar. Allah
(c.c.)'ün varlığını ve birliğini kabul ediyor, O'na itaat ve
ibadet etmeğe devam ediyorlar. Sonra da Rabb'imin
sofrasına buyuruyorlar.
Hani şuna benzer, iki tip insan vardır. İkisi de bir yemek
ziyafetine davet edilmişlerdir. İkisi de bu davet eden kişi
hakkında yanına varınca saygı gösterecekler. Hoş geldiniz
denildiğinde, hoş bulduk denilecek. Hani düğünü varsa
hayırlı olsun denilecek. Mübarek olsun gibi ifadeler kul-
lanılacak. Adamın biri geliyor evvela sofraya şöyle bir
bakıyor. Yağlı ballıysa, izzeti ikramını ona göre yapacak.
Birisi ise davet edenin bizzat kendisini seviyor. Bizzat
kendisini sevdiği için yanına varıyor. Hayırlı uğurlu ölsün
diyor. Gönlünü alıyor. Ondan sonra da sofraya geçiyor. So-
ğan, tuz ve ekmek gelse de aynı sevgisini devam ettiriyor,
kuş sütüyle beslense de yine aynı sevgi ve muhabbetini
devam ettiriyor. Bizim farkımız bu. Biz bu âyet-i kerîmenin
işaretine göre doğrudan doğruya bizi yaratan Allah (c.c.)'e
ibadet ve itaatımıza devam ediyoruz. Bağlılığımızı
bildiriyoruz. Ondan sonra da Rabb'imin bu yer
yüzünde.yaratmış olduğu nimetlere geçiyoruz. Bu
Rabb'imin nimetleridir. Bu nimetlerinden Rabb'imin yeyin
dediği yenir. Yemeyin dediği yenmez. Mülk onun olunca,
otorite de onun olması gerekir. Öyleyse bu otoriteyi
sağlamak üzere de bizi görevlendirmiştir. Zikrin bir mânâsı
da bu. Allah'ı zikrediyoruz. Ve insanlara da hatırlatıyoruz.
Bu mülkün sahibi olunca helal ve haram koyma hakkı da
O'nundur. Öyleyse O'nun ye dediğinden yenilecek, yemeyin
dediğinden yenilmeyecek. Kâfirlerden bir kısmı çıkar da
"Olmaz öyle. Biz kuralımızı kendimiz koyarız" diyecek
olursa, o zaman "Dur, senin dilini de yaratan, gönlünü de
yaratan, elini de yaratan Allah (c.c.)'dür. Allah'ın mülkünde
sana ben bu Allah'ın âyetlerini çiğnettirmem" diyerek,
Müslüman onun karşısına geçecektir. Allah "(cc.) Ankebut
sûresinin 45. âyeî-i kerîmesinde /Allah'ın zikri gayet
büyüktür diyor.
Bir kısım âlimlerimiz buna şöyle mânâ vermişler: Kulun
Allah'ı zikretmesi söz konusu burda............Beni zikrediniz.
Kul Allah'ı zikredecek. Peki kul Allah'ı zikredince Allah
(c.c.)da............Ben de sizi zikredeceğim. Yani rahmetimle
sizi zikredeceğim buyuruyor.
Alimler de bu Ankebût sûresinin 45. âyet-i kerîmesinde
kulun Allah'ı zikretmesinden, Allah'ın kulunu zikretmesi
daha büyüktür mânâsını almışlar. Yani bizim bir zikrimizin,
Allah katında çok büyük mükafatlara, rahmete vesile
olacağını bu âyet-i kerîme ifade etmiş oluyor! Pekala .
zikretmezsek ne olur?
O zaman da Zuhrif sûresinin 5. âyet-i kerimesinde ifade
edildiği gibi; Rahman'ın zikrinden yüz çeviren kişi şeytanın
kardeşi olur. Şeytanın arkadaşı olur. Rahman'dan yüz
çevirirse kişi arkadaşsız kalmıyor, dostsuz kalmıyor. Bu
âyet-i kerîmenin ifade ettiğine göre bu sefer de şeytan onun
yakını, dostu, yönlendiricisi oluveriyor.
Kamer sûresinin 22. âyet-i kerimesinde.Zikir için biz
Kur'ân'i kolaylaştırdık buyuruyor.
Bazı âlimlerimiz demişlerki, bir kişi eline bir teşbih alıp lâ
ilahe illallah lâ ilahe illallah dese mi daha fazla sevap alır,
yoksa Kur'ân-ı Kerîm'i eline alsa onu okusa mı daha fazla
sevap alır? Hepsinin kendine göre güzel yönleri var, güzel
izahları var ama Kur'ân-ı Kerîm'in bir ismi de zikir olması
nedeniyle, Kur'ân-ı Kerîm'i okumak diğerlerinden üstün
kabul edilmiş. Ancak, namaz kılmak daha efdaldir. Niye?
Çünkü namazın içinde de Kur'ân okunacaktır. Erzurum'dan
bir hoca efendi, anlatmıştı: Soğuk bir kış gecesi gecenin en
uzun olduğu dönemlerde yatsı namazından geldim, iki rekat
bir namaz kılayım dedim. Bakara sûresinden başladım, yahu
şu sayfayı da okuyuvereyim, bu sayfayı da okuyuvereyim
derken Kehf sûresini geçivermişim diyor. Yani Kur'ân'ın
yarısını tamamlamış. Yahu madem yansını okudum
bitireyim demiş sabah namazına kadar tamamını
bitirivermiş. Yani iki rekatta Kur'ân-ı Kerîm'i bitiren bir
adamı ben gördüm. Bu adam ne yapmış oldu? Hem
namazını kılmış oldu. Hem de Kur'ân-ı Kerîm'ini okumuş
oldu. Bizim uzun uzun Kur'ân-ı Kerîm'den ezberimizde
olmazsa, namazımızın dışında en güzel zikrimiz Kur'ân-ı
Kerîm okumaktır. Tabiki daha önce de ifade ettiğim gibi
hem lafzını okuyacağız, hem de mânâsını anlıyacağız.
Yoksa mânâsını anlamadan okumak fayda vermez demek
mümkün değil ama, faydası çok fazla olmaz. Tıpkı ilacı
satın alıp ta ilacın adını söyliyerek tedavi olmaya kalkan
insan gibi oluveririz. Peki kimi zikredelim. Allah (c.c.) bu
âyet-i kerîmede kimi zikredeceğimizi bildirmiş, üzkûruni
"Beni zikredin" demiş. Nasıl zikredelim? Yine Bakara
sûresinin 200. âyet-i kerîmesinde;
Nasıl ana ve babalarınızı, ecdadınızı anıyorsunuz,
zikrediyorsunuz. Öylece zikrediniz. Hatta ondan daha iyi ve
daha fazla zikredin buyuruyor. Allah (c.c).
Hani babası ölmüş, köşk bırakmış, tarla bırakmış, bağ-bahçe
bırakmış, dükkân bırakmış, milyarlar bırakmış o ikide bir
"babam rahmetli,-babam rahmetli ne adamdı" filan diyor.
Allah (c.c.) diyor ki, babanızı veren O, babanıza mülkü
veren O. Tarlayı tapanı yaratan, Eli kolu, gözü gönlü
yaratan Allah (c.c). Nasıl anne ve babanızı zikrediyorsanız,
Allah'ı ondan daha fazla zikrediniz.
Pek iyi nerede ne zaman zikredelim? Allah (cc) onu'da ifade
etmiş. Nisa sûresinin 103. âyet-i kerîmesinde; Ayakta,
oturarak, yatarken Allah'ı zikrediniz buyuruyor Allah (c.c).
Yatarken olur mu? Olur. Türkler'in kendine has bir örfü
vardır. Kur'ân-ı Kerîm'i göbekten aşağıya düşürmeme. İyi
bir şeydir ama aslında dinen böyle bir emir yoktur.
Efendimizin hayatında böyle bir hadis-i şerif yoktur,
sahabede yoktur ancak, Kur'ân'a saygı olsun diye göbekten
aşağıya düşürmeme geleneğini meydana getirmişler. Buna
biz de dikkat edelim. Ancak bu şart değildir. Onun içindir
ki, hacılarımız hacca gittiklerinde görmüştür; Araplar Kâbe-
i Muazzama'nın kenarında alır Kur'ân-ı Kerîm'i okur okur,
yatmış yüz üstü onu mermerin üstüne koymuş okuyor
okuyor, yoruldumu da kapatıyor, kafasının altına koyup
uyuyor. Bizimki geliyor buraya "yahu müslümanlık bizim
burada. Adam yatarken Kur'ân okuyor" diyor. Rabbim
müsade ettikten sonra!!? Yatarak Allah'ı zikrediniz.
Oturarak Allah'ı zikrediniz, ayakta iken Allah'ı zikrediniz
buyuruyor Allah (c.c.).
Furkan sûresinin 62. âyet-i kerîmesinde buyuruyor Rabbim;
O Allah (c.c.) gece ve gündüzü arka arkaya vermiş. Niçin?
Allah'ı zikretmek, Allah'a şükretmek isteyenler için. Gece
ve gündüzü arka arkaya vermiş. Gecenin kendine has ibadeti
taatı, gündüzün kendine has ibadeti ve taatı vardır. Gecede
ve gündüzde ayakta, oturarak ve yatarak ana ve babamızı
anığımızdan daha fazla Allah (c.c.)'ü zikretmeye devam
edeceğiz. Çünkü, Allah'ı zikretmek, O'nun nimetlerine
şükretmek. Allah'ın nimetlerinin artmasına sebep olur.
ibrahim sûresinin 7. âyet-i kerîmesinde;
Eğer siz şükredecek olursanız, biz de size artırırız diyor.
Neden dolayı şükretmişsek ondan dolayı Allah (c.c.) o
verdiği nimetini bize artırıyor. Eğer nankörlük yapacak
olursanız, nimeti elinizden alırım demiyor. Azabım gayet
şiddetlidir diyor. Yani Öbür dünyada hesaba çekileceğinizi
hiç unutmayın diyor Allah. (c.c). 485[278]
485[278]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/293-298.
(153) Ey iman edenler, sabır ve namazla yardım isteyin.
Şüphesiz AHah, sabredenlerle beraberdir.
Ey iman edenler, sabır ve namazla Allah (c.c.)'deh yardım
talebinde bulununuz buyuruluyor. Böyle bir âyet-i kerîme
daha önce de geçti. Bakara sûresi 45. âyet-i kerimede
buyuruyor Allah (c.c); Benî İsrail'e vermiş olduğu nimetleri
hatırlatıyor Rabbim. Nimete nankörlük yaptıklarını da
hatırlatıyor Rabbim. Sonra da bize, sabır ve namazla Allah
(c.c.)'dan yardım talebinde bulununuz buyuruyor.
Peygamber Efendimiz (a:s.v.) sıkıntılı günlerde, sıkıntılı
olaylarda rahatlamak için hemen abdestini alır, namaza
dururmuş. Hatta bazen Hz. Bilal-i Habeşi (r.a.)'e dermiş ki,
Bilal kalk ezan oku da rahatlıyalım veya bizi rahatlat
buyururmuş. Ezan okununca namaza geçecekler ve namazda
huzura kavuşacaklar. Peygamber Efendimiz huzura
kavuşma yeri olarak namaza yönelirmiş. Allah (c.c.) de,
sabır ve namazla Allah (c.c.)'den yardım talebinde
bulununuz buyurmaktadır.
İnsanoğlunun dünyasıyla ilgili müracaat edebileceği en
güçlü yeri sabrıdır. Dış dünyaya karşı da müracaat
edebileceği yani fiili olarak yapabileceği şey de namazdır.
Günümüzde namaz kılamayan, Rabbime inanamıyan,
ahirete inana-mıyan insanlar da Sitreslerini atabilmek için
yol arıyorlar. Hani Batı'nın sitresi var da, doğunun da sitresi
var kendine göre. Meselâ Japonya'da, ayakta uyuyan
adamlar var. Teknolojide fevkalade iyi gelişme var ama,
adamlar uyumaya, ekmek yemeğe ve de yatmaya zaman
bulamıyorlar, yer de bulamıyorlar. 50 santim genişliğinde,
70 santim yüksekliğinde, 190 santim uzunluğunda otellerde,
çekmece usulü yataklar yapıvermişler. Yatacak sabahleyin
işine oradan gidecek. Bir kısım sömürgecilerin çıkarlarına
daha fazla hizmet edebilmek için adamlara uyuyacak,
evlenecek, gülecek, eğlenecek zaman bırakmamışlar. Ve bu
adam bir gün geliyor yeter be yeter demiye başlıyor. O anda
da tam sibobun patlıyacağı sırada, sizin bu sitreslerinizi
gidermek için Hindistan'dan getirdiğimiz bilmem ne
metodlan vardır diyorlar. Türkiye'de de var bu türden
oyunlar. Köpeğinin 1 açlığından veya köpeğinin mama
yememesinden şikayetçi olan, bundan dolayı da sinir
krizleri geçiren kadın veya erkeklerin de sinirlerini, sıtma-
larını atabilecekleri yerler icat edilmiş durumda Türkiye'de
de. Bunlardan biri benim yakın tanıdıklarımdandır. İlk
kurucularından bir adam. Evime ziyarete geldi. Dedim ki,
neden ihtiyaç hissettiniz? Şöyle dedi: bu insanların bu
sitresinin içerisine bu sanayi ve bu teknolojiyle
girebileceğini batılı dostlarımız daha önceden keşfetmişler.
Buna çıkış yolları aranmış. Çıkış yolu olarak da Hint
yogizminin bütün dünyaya tanıtılması istenmiş. Biz de
benimsedik, gittik gördük. Altı ay orada kaldım. Türkiye'de
de bu işin okulunu kurduk. Ve çalışmalarımız devam ediyor.
Hastalarından dinledim bazı şeyleri; "Gözlerimizi
yumduruyor" diyor bir bayan. Gözlerimizi yumduruyor ve
işte şöyle havalardan geçiyorsunuz, şöyle rüzgârlar esiyor,
şöyle bir beyaz buluta rastladınız. Ve böylece dünyayı
unutturuyormuş. Ve tam o esnada rasgele bir kelime verili-
yormuş bu kelimeyi de günde 100 defa söyliyeceksin
diyormuş. Böylece eli teşbihte, dili de, zihni de o kelimeyle
meşgul olduğundan, dünya ile meşgul olduğu o pisliklerden
arınma dönemi oluyor. Ne kadar? Beş dakika. Günde beş
dakika veya on dakika. Bunu yapıyorlar.
Dedim ki, yahu bunu böyle yapacağınıza keşke insanlara
namazı tarif etseydiniz. Yani günde on dakika Öğlede, yine
on dakika ikindide gelseler belirli bir mekanda ki, sizin
bulduğunuz, beğendiğiniz mekanlar ki, sesten uzak olsun
diyorsunuz. Camilerimiz de bu şehrin sesten en uzak
yerleridir. Hatta ecdadımız caminin dışına da genişçe bir
duvar yapmış, yani gürültü duvardan içeriye avluya girmez.
Bir de iç mekan var orasıda camidir. Oraya geliyor ondan
sonra da dünyayı arkaya atıyor. Ve bu adam zikrine devam
ediyor. Bedenî ibadetle meşgul. Dili Rabbimin kelimeleriyle
meşgul, (sen uydurma bir kelime veriyorsun.) Ve kalbi de
Rab-bine bağlılıkla meşgul. Böylelikle mümkün mertebe
kötülüklerden, şifresinden, sıtmasından bu adam arınmış
oluyor deyince keşke bunu yirmi sene önce tavsiye etseydin
dedi o bey. Adam da haklı bir yerde. Yani imansızın
haklılığı olmaz ama, öyle çevreler var ki, çocuğun dünyaya
geldiği aile ateist, öğretmeni ateist, bulunduğu semt ateist.
Ateist demiyelim, yani gavur. Gavurluğun da kendine göre
bir mantığı var. Bu adamlar öylesine o mantığı,
benimsemişler ki, onların içinde de iyi kalpler bize acıyor.
Yazık yahu 1400 sene evvelin inancıyla hâlâ meşgul
oluyorlar. Yani bunu çok iyi niyetlerle yapıyor. Şeytan
rızası için yapıyor adam.
Nasıl ki, siz Allah rızası için yapıyorsunuz bir işinizi, aynı
şekilde adam şeytan rızası için bunu düşünüyor. Çok iyi
niyetlileri size yakınlık göstermek ve sizi bu işinizden
kurtarmak için, şeytan rızası için gayret edenler de var.
Bunlar kendi mantıkları içinde kendileri haklılar. Yani biz
onlara İslam'ı götüremedik, sabırla yürüyemedik onların
üzerine. İçimizi kuvvetlendirecek olan sabır. Tabiî bu sabır,
kapıları kapatıp, perdeleri kapatıp ondan sonra da ya sabır
çekme değildir. O kabirdir. Bunun sabırla ilgisi yoktur.
Ragib'in Müfredatında, Ragıb-ı İsfahanî diyor ki, sabır,
kişinin kendi nefsini tutması yani kötü isteklere karşı
alıkoyması. Sabır budur. Allah'ın emirlerini yerine
getirmede, eğer nefsin yapmamak isterse yine nefsine hakim
olup emirlerini yerine getirmesi, yasaklara karşı nefsi böyle
sineğin bala düşüşü gibi veya sineğin pisliğe düşüşü gibi
nefsi düşüyorsa, yine nefsini düşmekten alıkoymasına sabır
deniliyor.
Bir de, Bakara sûresinin 175. âyet-i kerîmesinde belirtildiği
gibi; Ateşe karşı ne kadar da cür'eüiler buyuruyor Rabbim.
Yani Allah (c.c.) burada sabrı: tutmak mânâ-sında alacak
olursak, Allah'ın emirlerini tutunuz, yasaklarına karşı
nefsiniz hücum ederse yine nefsinizi de tutunuz ve bir de
cesur olunuz. Cesaretinizle Allah'tan yardım isteyiniz. Yani
kâfire karşı sabrediniz, cesur olunuz ve Allah (c.c.)'dan sabır
talebinde bulununuz.
İbadetlere karşı sabır da Meryem sûresinin 65. âyet-i
kerimesinde;
Allah'a ibadette sabretmemizi istiyor. Zor bir iş aslında.
Yukarda, Bakara sûresinin 45. âyet-i kerimesinde: Bu sabır
veya bu namaz, bu büyük bir şeydir, büyük bir meseledir
diyor Allah (c.c.) ...Ama Allah'tan korkanlar için de zor bir
mesele değildir.
Bazı şeylerin zorluğu kişinin kendisini şartlandırmasıyla
ilgilidir. Mesela üç yaşında ve dört yaşında oğlunuz, kızınız
var. Mahallede oynayacakları bir yer var. Kendi yaşlarında
çocuklarda var. Akşama kadar oynarlar. Bilemiyorum bir
çocuk akşama kadar oynarsa kaç kilometrelik yol yapmış
olur. Ama oyunda yorulmaz, yorulduğunu akşam gelip
yatarken anlarız biz onun, oyun esnasında yorulmaz. Fakat
annesi onu, sevmediği bir yere götürmeye kalkarsa yolda 2
km.lik falan olursa, yolun yarısında yorulur. "Anne
yoruldum, anne yoruldum" demeye başlar. Kendi oyununda
olsa 2 km.'yi değil 20 km.'yi koşacak ve yorulmayacak.
Ama kendi istemediği yerde çocuğu koşturacak olursanız bu
sefer o yorulacaktır. Gerçekten yorulur.
Mesela sizin kendi hayatınızda da olur. Bir yola
gidiyorsunuz veya bir iş yapacaksınız. Kendinizi
şartlandınrsanız mesela 10 km. yürüdükten sonra arkadaşın
evine varacağım dediniz, on km.'yi normal yürürsünüz. Tam
vardınız bir sordunuz ki, daha 5 km. var. Ayaklarınızın her
tarafı yorulur. Halbuki başlangıçta kendinizi 15 km.'ye
ayarlamış olsaydınız normal giderdiniz aslında.Yani kişinin
kendisini kurması diye bir şey var. Mutlaka fizikî yorgunluk
var, etki var. Fakat fizikî yorgunluk veya etkilerden ziyade
kişilerin hissî yorgunlukları etkileri vardır.
Onun için bu namaz veya sabır, insanlara ağır gelir ama,
Allah'tan korkan insanlara ağır gelmez diyor Allah-(cc).
Eğer bunu yapacak olurlarsa, Allah da onlara yardım eder.
İlk nazil olan âyet-i kerîmelerde, Müzzemmil sûresi âyet 1,
2 nci ayetlerde, Geceleri Peygamberimizin kalkmasını
emrediyor Rabbim. Namaz için geceleri kalkmasını.
Peygamberimiz Mekke'de, peygamberlikle gö-
revlendiriliyor. Ve insanların İslâm'a davetine başlıyor.
Mekke insanı, Medine insanı, o günün İran'ı, o günün
Bizans'ı da bu emre bu dine muhatap. Peygamber bunları
başaracak. Nasıl başaracak? Geceleri ibadet yapmak ve
Kur'ân okumakla. Kur'ân ona yol gösterecek. Tebliğ için
belli bir şekilde davranmış peygamberler. Sen de o
peygamberlerin davrandığı gibi davranacak olursan o
peygamberlerin vardığı yere varırsın. Peki bu taktik nereden
alınacak? Kur'ân-ı Kerîm'den taktik alıyorsunuz.
Demekki, insanın iç dünyasının güçlü olması lâzım. O gücü
de sağlı-yabileceği yani aküsünü en iyi şekilde
doldurabileceği yer namazıdır. Ona biraz ağırlık verelim. Bu
günden itibaren biraz daha bu gücü almağa çalışalım Ben
kıldımda hiç bir şey alamadım demeyin. Hani akünüzü
götürdünüz adama doldur bunu dediniz, Boş
götürdüğünüzde tarttınız şu kadar kilo ve gram. Onu
doldurdunuz tarttınız yine aynı kilo ve gram. Değişen bir
şey yok. Şimdi adama dermişiniz ki, bunu doldurmamışsın.
Adam der ki, doldurmamışsam koy bakalım arabana çalıştır,
bak nasıl çalışacak. Hakikaten arabaya koyuyorsunuz
arabanız çalışıyor. Bir enerji: koyulmuş demekki:
Günümüzde bir kısım insanlar da hocam biz namaz
kılmıyoruz ama sporumuzu yapıyoruz diyor. Yani
müslümanlar spor yerine namaz kılıyorlarsa biz de
sporumuzu yapıyoruz. Bu da onun yerine sayılmaz mı?
Bazıları derki; Dinimiz güzelmişte maşallah 1400 sene
evvel insanları hareketsiz halde bırakmamak için jimnastik
yerine namazı koymuş. Bizim de hareketlerimiz, sporumuz
namaz yerine geçmez mi? Buna şöyle cevap verelim, sizi
askere çağırıyorlar, iki sene veya 18 ay askerlik yapacaksın
diyorlar. Peki gitsenizde orada askerlik yapmasanız kışlanın
önünde iki sene değil de, dört sene kendi kendinize talim
yapsanız, komutan; «sen dört senedir burada talim
yapıyorsun gel seni terhis edelim» der mi? Demez. Onun
kuralına uygun iş yapacaksın.
Allah (c.c.)'ün kuralına göre iş yaparsanız makbuldür.
Yoksa Allah'ın kuralına göre iş yapmadığınız takdirde kendi
halinize ne yaparsanız yapın o makbul değildir. Yani sporu
ayrıca namazını kıldıktan sonra bedenini güçlendirmek için
yapacak olursan ayrıca sevabını alırsınız. Ya Rabbi güçlü
bir bedene sahip olmalıyım. Bu güçlü bedenle senin dinine
hizmet etmeliyim derseniz onun da sevabını alırsınız.
O Musa'nın sabrettiği gibi sabret. O ki, Allah (cc.) O'nun
önüne denizi çıkanverdiği halde, Rabbimin yolunda
yürümek, O'nun çölünde Rabbime itaat ve ibadet etmek için
denize atını sürmüş bir peygamberdir.
O Firavunun zulmüne sabretti. Firavunun sarayında bir eli
yağda bir eli balda yaşıyordu Peygamber olmadan önce
peygamberlik verilince o nimetleri terketmek bir sabırdır o
ayrı. Onlara sabretti. Onun işkencesine sabretmek ayn bir
sabırdır, onlara da sabretti. Denize at sürmekte ayrı bir
sabirdır. O'nun sabrından siz de sabredin diyor Rabim.
İbrahim ki, Nemrud'a boyun eğmemişti. O da put bakanının
oğlu idi. Put bakanlığını yapan bakanın oğlu Yani devletin
bütün imkânlarından yararlanan bir delikanlı iken, ona itaat
etmemek üzere orayı terkediyor.
Allah (cc.) da, o peygamberlerin sabrettiği gibi sabrediniz
buyuruyor. Sabredince ne olur? İbrahim (a.s.)'ın devleti gibi
bir devlet, Musa (a.s.)'ın devleti gibi bir devlet kurulur.
Arkasından da o ulül-azm peygamberlerinin gittiği cennete
mü'minler de varırlar.
Hz. Ömer (r.a.) diyor ki, zorluklara sabretmeyi bildik ama
bolluğa sabredemedik. Allah (cc), insanları bollukla da
imtihan ediyor, zorlukla da imtihan ediyor.
Timura sormuşlar: " Başarılarıyın kaynağı nedir? Timur,
soruyu soranın parmağını kendi ağzına almış. Kendi
parmağımda soranın ağzına vermiş ve ikimizde ısıracağız.
Başla" demiş . Karşılıklı ısırmaya başIamışlar. Biraz sonra
soran adamın Aaaa diye bağırarak ağzını açar. Timur elini
kurtarır ama Timur ısırmaya devam eder. Az sonra Timur
adamın parmağını bırakıverir. ve «Aaaa diye bağırmak sana
fayda vermez karşı tarafa fayda verir. sana.ancak sabır fayda
verir» der. 486[279]
486[279]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/298-304.
Bu âyette bahsedilen bizim dilimizde çokça kullandığımız
şehitlerdir.
Şehit: müşriklerin doğrudan veya dolaylı olarak öldürdüğü
müslü-mandır. Doğrudan öldürdüğü mesela kurşunla
öldürüyor. Dolaylı Öldürüyor: Zaman içerisinde verdiği
çeşitli ilaçlarla öldürüyor. Bir Müslümanı yok etmek
istiyorlar. Öldürseler ortaya çıkacak bütün oyunları. Mesela
hastahaneye alıyorlar. Gram gram ilaç veriyorlar. Ve derken
adamı belirli bir hastalığa tutturuyorlar. O Müslüman üç
sene sonra yok olup gidiyor. Bu insan da şehittir. Bir insan
İslâmî hizmetlerini cesaretle, metanetle ve ilmî dirayetle
yürütürken, karşı güçler onu alıp bizim anladığımız yollar-
dan değil de, anlamadığımız yollardan öldürmeye kasdedip
neticede de
Öldürmeyi başaracak olursa, buna da şehit diyoruz. Yani
dolaylı yoldan öldürme, ama yine öldürülmüş.
Bir de Müslüman olup harp meydanında yaralanmış, yara
alarak öldürülmüş insanlar ki, bunlara da şehit diyoruz.
Bir de Müslümanlar tarafından zulmedilerek Öldürülene de
şehit deniliyor. Bir Müslüman tarafından ama zulmedilerek
öldürülüyor. Bunlara da şehit deniliyor.
Peygamber Efendimiz (a.s:v.), bir gün ashabına sormuş. Siz
şehit deyince ne anlıyorsunuz? .
Onlar da Ya Rasulellah, Allah yolunda Öldürülen şehittir
demişler. Efendimiz demiş ki, o zaman benim ümmetimin
şehitleri az olur. Sahabiler sormuşlar: Peki öyleyse sizin
kasdettiğiniz nedir Ya Rasulellah deyince; O da demiş ki,
Allah yolunda Öldürülenler şehit, Aüah yolunda ölenler de
şehit.
Yani siz de şu 20, asırda O, Allah'ın ahkamı Kur'ân-ı
Kerîm'in hakimiyetini sağlama yolunda adım atarsanız,
gayret gösterirseniz bu yolda, düşünürseniz, yolda giderken
bunun hesabını yaparsanız, bu hesabı yapanlara yardım
ederseniz ve böyle bir halde iken yatağınızda ölürseniz dahi
şehit sevabı alıyorsunuz.
Efendimiz (a.s.v.);
- " Siz şehid'i nasıl biliyorsunuz? deyince sahabe "Ya
Rasülellah Allah yolunda öldürülenlerdir şehid" dediler.
- Peygamber efendimiz de "o takdirde benim ümmetimin
şehidi az olur" dedi.
- Sahabe peki kim şehirdir? Ya Rasülellah deyince
- Peygamber efendimiz "Allah yolunda öldürülen şehittir.
Allah yolunda ölen şehittir. Vebadan ölen, iç hastalığından
ölen şehittir." buyurmuştur. 487[280] Buna benzer hadis-i
şerifler çok. Orada çeşitli şekilde yanarak ölen mü'min,
denizde boğularak ölen mü'min, şifası henüz mevcut
olmayan hastalıktan ölen mü'nıin şehittir. Çünkü şifasız
hastalık olmadığı konusunda hadis-i şerif var. Peygamber
Efendimiz'in yanarak ölen, boğularak ölen şehittir. Doğum
üzerine ölen şehittir. Karın ağrısından ölen şehittir gibi
hadis-i şeriflerine göre, o gün için karm ağrısı dediğimiz şey
nasıl bir hastalıktır bilmiyoruz ama o gün şifası yokmuş.
Bunlar şehit sevabı alırlar. Şehit muamelesi görmezler. Yani
elbiseleri kefen olur denmez. Yıkanıyor, namazları
kılınıyor, defnediliyor ama Allah katında bunlar şehit
sevabını alırlar diyor Peygamber Efendimiz (a.s.v.).
Bir hadis-i şerifte de, insanların fesada uğradığı bir zamanda
sünnetime sarılan kişi de yüz şehit sevabı alır deniliyor.
Pekiyi şehit niçin şehit oluyor? Sünneti seniyyenin ayakta
durması için yani asıl olan şehit olmak değil, gaye şehit
olmak değil, gaye Allah'ın ve Rasûlü'nün ahkamının ayakta
kalmasını sağlamaktır. Bunu sağladımı bir kişi şehit olmasa
da sevabını alıyor. Şehit olursa da sevabını alıyor. Yani
gaye Allah'ın ahkamının hakimiyetini sağlamaktır.
Mişkat'ın şerhi Mirkat'ta rivayet edilmiş 2. cildin 303.
sahifesinde Hz. Ali (r.a.) diyor ki: Bir devlet başkanı bir
487[280]
Müslim, İmara Bab 15 Hadis 1915, İbni Mace Cihad Bab 17 Hadis 2803.
kişiyi hapseder ve ona zulmederse hapishanede iken o da
ölürse o da şehittir .
Allah yolunda hicret eder ve sonra da öldürülür veya ölürse,
Allah onları güzel azıklarla rızıklandırır. 488[281] Ayet-i
kerîmesinden yola çıkarak Hz. Ali (r.a.) bu sözünü
söylemiştir.
Ve zalim sultanlara karşı da hakkı söylerken öldürülenlerin
şehit olduğunu da ayrıca Peygamber Efendimiz (a.s.v.) bize
bildirmiştir. 489[282]
Allah (c.c.) Muhammed sûresinin 4, 5, 6. âyet-i
kerimelerinde; şöyle buyurur: Allah yolunda öldürülenlerin
yaptıkları katiyen boşa gitmez. Allah onlara hidayet verir,
işlerini düzeltir ve onlara tarif ettiği cennete kor.
Şöyle bir soru sorulabilir. Allah (c.c.) kendi dinini kendisi
korusa ya! Allah (c.c.) diyor ki, doğru Ben dileseydim
kendim kâfirlere galip gelirdim. Kâfirleri yaratmazdım.
Kâfirleri dileseydi Allah (c.c.) tamamını imana sokuverirdi.
O zamanda imtihan denen şey ortadan kalkıverirdi.
Ancak, bir kısmınızı diğerinizde imtihan etmek için diyor
Allah, (c.c.) Yoksa kendisi de galip gelirdi, mülkünde kullan
üzerine.
Allah yolunda öldürülenler için, Allah sizin amellerinizi
boşa çıkarmaz. Onları doğru yola iletir ve işlerini de
düzeltir. Ve onları Cennete kor. Nasıl bir Cennet? Onlara
tarif ettiği Cennete kor. Mânâsı da verilmiş.
Arfe: arabın dilinde en güzel kokunun adı arfe imiş. Onlara
koklattığı Cennetine kor mânâsı da verilmiş.
Hani sahabe Bedir'de, Uhud'ta bazı müslüman şehitleri
anlatıyor: "Sanki Cennetin kokusunu almışta o tarafa
koşarmış gibi koşarken gördüm, sonra da şehit edildiğini
gördüm" diyor. :
Yani insan bir şeyde sağlam bir bilgi elde edinecek olursa o
488[281]
Hac: 58.
489[282]
Ebu Davud, melahım 17 Tirmizi, fiten 13.
bilgi edindiği şeye doğru yürür, koşar ve onu elde etmek
için gayret eder. Sanki kokuşunu almış gibidir. Günümüzde
de deriz; bu paranın kokusunu almış. Bu o tarafa gidiyor
paranın kokusunu almış diyorlar. Ne olur paranın kokusunu
aldıktan sonra varır elde eder. Ne yapar para? Belirli şeyleri
sağlamada yardımcı olur. Ama günümüzde bir kısım
insanlar var ki, para bitmiş adamlar için. Adamın harcıyacak
yeri kalmamış. Para bol ama parayı harcıyacak yeri
kalmamış. Bu sefer paradan geçmişler, başka şeylerin
peşindeler. İnsanın iç dünyası para ile doyurulmuyor. O
doyumsuz yaratılmış, o ancak Rabbin Cennetine, Rabbin
rızasına varınca doyum sağlar.
Onun için günümüzdeki insanlar doyumlarını sağlamak için
paraya doğru koşmuşlar ama, para da onlara doyum
sağlamamış bu sefer başka yollar aramaya koyulmuşlardır.
Şehit, bir hadis-i şerifte de ifade edilmiş Peygamber
Efendimiz tarafından, karıncanın insanı ısırdığında ne kadar
acı duyarsa bir insan, şehit olan insanda o acıyı duyar. 490[283]
Biz, Filistin'de oğlunun ölmüş cesedi yedirilen kadının sonra
da işkence edilerek öldüğünü duyunca tüylerimiz ürperiyor.
Veya önce kolları kırılan, sonra ayaklan kınlan, sonra burnu
kesilen insanları duyunca yüreklerimiz hopluyor bize acı
veriyor. Zannetmiyorum bize verdiği acı kadar o şehidimiz
acı duysun. Zannetmiyorum değil, Peygamber Efendimiz
(a.s.v.), bir karıncanın ısırması esnasında acı duyulduğu
kadar ancak acı duyar diyor şehidimiz. Yusuf Aleyhisselam
in güzelliğine bakarken ellerini kesen kadınların acısını
hissetmedikleri gibi şehidler de ölürken acı hissetmezler.
Onun için biz şehitlerimize acımıyoruz. Onlara rahmet
okuyoruz; Şehit olmak da gaye değil diyoruz. Allah'ın
ahkamının hakim olması gaye diyoruz. Hazineyi elde etmek
için harabeyi yıktıkları gibi, iki dünyam güzelleştirmek için
490[283]
Nesai 6/36, İbn-i Mace 2/937.
şehid olmak gerekirse severek gidilir. Ama o gayeye
yürünürken önümüze yol çıkmış veya deniz çıkmış veya
İbrahim'in ateşi gibi bir ateş çıkmış veya Yusuf (a.s.)'ın
hapishanesi gibi bir hapishane çıkmış hiç önemli değil. Ya
geçeriz veya geçeriz. 491[284]
491[284]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/304-308.
göredir. Bir adamı korkuturken sakın ha ne yapacağınızı
söylemeyin. "Sana yapacağımı bilirim" deyin yeter. Çünkü
o zaman o, en fazla korktuğu şeyi aklına getirir. "Yahu bu
bunu yapar mı yapar" der. Halbuki siz ona şunu yaparını"
derseniz belki o konuda korkusu yoktur adamın. Sizce
büyüktür o. Sizin söylediğiniz aslında O sizin korktuğunuz
şeydir. "Sana şunu yaparım" dediniz mi o sizin kendi
korktuğunuz şeydir. O ise ondan korkmuyor.
Onun için Yusuf sûresinin tefsirinde Peygamber Efendimiz
(a.s.v.), düşmanın hatırına -geimiyen şeyi hatırlatmayın
diyor.492[285]
Yakub'un oğulları da Yusuf a ne yapacaklarım
bilmiyorlardı. Ama onlar giderken "Yusufu kurdun
yemesinden korkarım" dedi. Bu sefer oğullarmmda aklına o
geldi. Böyle böyle yapalım dediler.
Öyleyse konuşurken, basında çeşitli yerlerde yazılar
yazarken, konferanslar ve seminerler verirken "Vay şu
imansızlar, Yahudiler, komünistler, masonlar şunu şunu
yapacaklar bize" diye yazı yazmayın. Adamın aklına
geimiyen şeyi aklına getiriyorsunuz. Yaptıkları teşhir edilir
ayrı. Yapmadıkları konusunda bunlar şunu da yapar, bunu
da yapar dediniz mi adama en korktuğunuz tarafları
göstermiş olursunuz. Ve o adam onun üzerine yürür.
Allah'dan başka kimseden korkmayacağımız konusunda
zaten hemen biraz yukarda 150. âyet-i kerîmesinde onlardan
korkmayınız, Ben'den korkunuz buyuruyor Allah (c.c).
Korku ile imtihan edeceğiz, açlıkla imtihan edeceğiz,
mallardan eksiltmekle, canlardan eksiltmekle, meyvalardan
eksiltmekle sizi imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdeler
olsun diyor Allah (c.c).
Şimdi imtihan edeceğiz derken bizim bildiğimiz imtihan şu.
İmtihan eden, imtihan ettiklerinin durumunu bilmediği için
492[285]
Daremi.
imtihan eder, Allah (c.c.) için böyle bir şey söz konusu
değildir.
Bu şuna benzer demişler âlimlerimiz; Benim bir oğlum var
altı yaşında, yedi yaşında. Merdivenleri çıkarken diyor ki,
Ben senden çabuk çıkarım baba. Ben de çıkamazsın
diyorum, o da çıkarım diyor. Merdiveni çıkarken bir yarış
ediyoruz. Aslında çıkamıyacağını biliyorum ben onun. Ama
onunla imtihana giriyorum ben yine. Koşuyoruz. Neticede
onun çıkamadığını gösteriyorum ama arada bir de onu
çıkarıyorum yani ben geride kalmış oluyorum.
Rabbim dese ki bize, bu nimetleri yiyorsunuz, şükür de
ediyorsunuz. Pekiyi vermesem ne yaparsınız? Ya Rabbi
vermesen de şükrederiz Sana biz. Versen de şükrederiz.
Rabbim dese ki; "Vermesem biraz yan çizer gibisiniz."
"Çizmeyiz ya Rabbi." Olur mu öyle şey! Sen bizi
yaratıyorsun, Sen bizi yönetiyorsun, bize her şeyi veren
Sen'sin. Darlıkta da bollukta da Sana ibadetimizi yaparız ya
Rabbi demeliyiz aslında.
Allah (c.c.) diyor ki, Ben sizin ne yapacağınızı biliyorum
ama, sizin hakkınızdaki bilgimi size göstermek üzere
imtihan ediyorum.
Bugün inkarcılar şöyle der. "Efendim Allah (c.c.) madem
biliyordu, imtihana gerek yoktu. Dünyaya getirmesine gerek
yoktu. Bu adam gavur olacaktır. Şu adam Müslüman
olacaktır. Ben biliyorum bunu haydin ahi-rete ordan
Cennete veya Cehenneme deseydi." Öğretmen deseki sene
sonunda haziran ayında ''çocuklar bakın, hepinizi sekiz ay
okuttum. Sekiz ay neticesinde kimin sınıfı geçeceğini, kimin
geçemiyeceğini biliyorum. İsterseniz şu haziran sıcağında
imtihan zahmetine girmenize gerek yok. Şunlar şunlar
geçecek, şu dört arkadaşınız kalacak" dese. Geçenler razı
olurda, geçemeyenler "yahu hocam sen imtihanını yap
derler. Biz çalışırız sabaha kadar uyumayız. Yinede
imtihana gireceğiz" derler. Ve giriyorlar hakikaten o dört
kişi kalıyor. Ama itiraz hakları var. Hocam bizi niye
bıraktın derse kâğıdını karşısına çıkarıyor bak, beş soru
sordum beşi de cevapsız kalmış veya dördü cevapsız kalmış.
Allah (c.c.) de bu dünyadan, öbür dünyada bizim
itirazlarımızı kesmek için imtihan ediyor. Mesela bizi hiç
dünyaya getirmeden ben sizi biliyorum, şunlar iyi olacaktı,
şunlar kötü olacaktı, dese öbür dünyada kâfirler, bizi
dünyaya getirseydiri biz de aynen onlar gibi yapardık diye-
bilirlerdi.
Şimdi dünyaya getirdi. Herkesin imtihan defterleri de
yazılıyor. İmtihan sahası da dünya, imtihanın sahası altıyla
üstüyle dünya. İmtihan konuları sorularımız, Ailemiz,
çocuklarımız, paralarımız, mallarımız, mülklerimiz,
canlarımız ve kazançlarımız ve çevremiz bunlarda imtihan
soruları olarak verilmiş.
Enfal suresi: 28. ayetinde Bunlar imtihandır buyuruyor
Allah (c.c.)
Mallarınız ve canlarınız, burada da korkularınız,
'açlıklarınız, mallarınız, canlarınız, meyveleriniz sabır
konusunda imtihan sorularıdır. Bolluk verir şükredesiniz,
zorluk verir sâbredesiniz diye. Sabredenleri müjdele diyor
Allah (c.c).
Onlar öylesine sabredenler ki; 493[286]
493[286]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/308-311.
Çok sevdiğiniz çocuğunuz, babanız veya anneniz vefat
etmiş hani nerde ise beyniniz çatlıyacak, kafatasımz atacak
öyle bir durumda bir adamın gelip inna lillah demesi
kaynamakta olan bir suyun üzerine bir bardak soğuk suyun
dökülmesi gibi bir şeydir. Adamı huzura kavuşturur. Onun
için Allah (c.c.) buyuruyor;
Allah'ın zikriyle kalbîer huzura erer." 494[287]
Sizin içinizden mücahit olanları ve sabredenleri ortaya
çıkarmamız için biz sizi imtihan edeceğiz diyor Allah
(c.c.) 495[288]
Bütün bu harplerin, gaspların, şehitliklerin;
Enfal suresi 37. ayetinde İyi ile kötüyü,, temiz ile pisi
biribirinden ayırt etmek için olduğunu ifade ediyor. Nasıl ki
ateşin içerisine demir atılıyor ve orada demirin pisliği
yanıyor da., saf demir ortada kalıyorsa, bazen belâ ve
musibetler de iyi dostlarla, kötü dostları birbirinden
ayırıyor. Hani "iyi dost kötü günde belli olur" diyoruz ya,
iyi mü'minde zor günlerde belli olur.
Allah (c,c.) iyi mü'minleri ortaya çıkarmak için bazen
mü'minlerin de başına belâ ve musibetler veriyor. Şu son
yüz seneden beri Müslümanların belâ ve musibetlerden
kurtuiamayışınm sebebi için beri Allahû A'îem bizi Allah
(c.c.) yine rahmetiyle, keremiyle ve lutfuyla bizi temizliyor
diyorum. İçimizdeki pislikleri temizliyor Rabbim. O
pisliklerimiz de temizlendikten sonra belki belâ ateşinde,
zillet ateşinde temizlendikten sonra izzete doğru tekrar
yöneltecektir. Yöneltme konusunda da bizim gayretimizin
çok üstünde Rabbimin lutfu görülmeye başlamıştır.
Bu günlerde gazete okuyacak olursanız, Bir yazar şöyle
yazıyor;
"Düne kadar bir çok adam tanıyorduk (.............) "Amerika
evine git diye"
494[287]
Ra'd 28.
495[288]
Muhammed: 31.
bağırıyordu. Aynı adamlar şimdi köşelerinde yazı yazarken
veya salonlarda konferanslar verirken "aman Amerika
gitme" diye bağırıyorlar. Niye eskiden git diyorlardı?
Gidersen komünistlik gelecek git diyorlardı. Şimdi
komünistlik geîmiyecek bitti. Bunu da yine imansızlardan
birisi diyor. Onun insaflılarından biri. Amerika'ya ne olur
gitme diyormuş. Niye? gidersen şeriatçılar gelecek. O yazar
devam ederek "Amerika'nın bitişiğinde Küba, komünistliği
övüyor gidiyor ama yanıbaş;nda Trinidad da müslümanlar
yerlerini almaya başladılar. Amerika'nın arkasından vurmak
üzere müslümanîar yönetime el koydular" diyor. "Trinidad
da % 6lık müslüman nüfus devlete hakim olacak olursa
Allah korusun böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyorum,
düşünmek istemiyorum" diyor. Düşünürse adam kara kara
rüyalar görecek sabaha kadar. Ama biz onlara ak günler
göstereceğiz İnşallah. Yani umduklarının da ötesinde çok
şeyler göstereceğiz.
Onlar sabredenler musibet geldiğinde «inna Hilalli ve inna
ileyhi raciun» derler. Rabbine yönelirler ve ondan gelip
O'na döneceğini hatırlayınca musibetin ağırlığı giderilmiş
oluyor. Musibetin ağırlığı giderilince de hani insan yükünü
atınca yola daha süratle gittiği gibi o musibet onu alıkoymak
yerine ona kamçı vazifesi veya demirin kirini götüren bir te-
mizleme ameliyesi oluyor.496[289]
496[289]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/311-313.
vardır. İşte doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır. Hidayete
erenlerde onlardır diyor Allah (c.c). 497[290]
497[290]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/313.
geliyormuş Arab'ın dilinde. Burada cünaha meyletmek
yoktur. Cünah aynen bizim Türkçe'ye geçmiş, günah olarak
geçmiş. C harfiyle Cünah, Türkçe'ye geçerken de günah
olarak geçmiş. Arab'ın dilinde Cünah meyletmek mânâsına
gelir.
Onlar eğer barışa meylederlerse sen de barışa meylet Enfal:
61 mânâsmdaki âyet-i kerîmede de ifade edilmiş.
Burada...O günaha meyletmek yoktur. Yani günah değildir.
Buradaki anlam tavaf etmeleridir.
Kim hayırda nafileyi fazlaca yapacak olursa Allah onların
şükrünü kabul eder, yaptıkları her şeyi bilendir buyuruyor
Allah (c.c).
Malum Kâbe-i Muazzama'da Müslümanların hepsi Kâbe-i
Muazzama'nın etrafında tavaf ederken. Hacerü'l-Esved'e de
sünnet olduğu için değer istilam ederler. Değmede yarış
ederler. Değmek belki bu günlerde çok sıkışık olduğu için
mahzurlu olabilir. Ama efendimiz geriden de istilam etmiş,
yani elini işaret yapmak suretiyle değmiş gibi olmuş. Bize
Kâbe-i Muazzama'da bütün müslümanların tutacağı yerin
tek olduğu fiili tatbiki olarak öğretiliyor. O da Allah'ın
kitabı Kur'ân-ı Kerîm ki; Allah'ın ipi olan Kur'ân-ı Kerîm'e
sımsıkı sarılmamızı emretmiş. 498[291] Tutulacak yer tek.
Bütün maddi ve bedenî gücü yerinde olan müslümanlar
orada eğitimden geçiriliyor. Tutacağınız yer tektir. Allah'ın
ipine sanlın deniliyor.
Sonra atılacaksa, eğer kurşun sıkılacaksa o da bir tek yerde
yapılır: Cemaatla şeytan taşlanan yerde bu tatbiki olarak
öğretilmiş oluyor. Orada miskinlik yok. Orada ibadetiniz
koşarak yapılan ibadettir. Yani koşmak ibadettir. Safa ile
Merve arasında belirli yerlerde yürünüyor, belirli yere
gelince de koşuluyor ki, buna hervele deniliyor. Orada
hervele yapmak yani biraz koşar gibi yapmak da
498[291]
Ali İmran: 103.
ibadetimizden sayılıyor. Yani miskinlik yok. Koşarak,
yürüyerek, tavaf ederek yatarak, uyuyarak ve yan üstü du-
rarak veya oturarak Allah (c.c)'ü her halükarda zikretmek
isteniyor bizden. 499[292]
499[292]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/313-315.
verilir. Almanca; Fransızca kurs açarsanız müsade derhal
verilir. Arapça kurs açmaya kalkarsanız müsade almanız
mümkün değildir. Kesin biliyorum bunu. Çünkü uğraşan
arkadaşlarım oldu. Kesinlikle; resmî müsade etmiyorlar.
Göz yumuyorlar ayrı. Göz yumuyorlar fakat resmen eline
bir belge verip İngilizce kurs gibi o kursta aranan şartlan
yerine getirdim. Müfettişleriniz gelsin teftiş etsin ve bana
ruhsat verin denildiğinde bu ruhsat verilemiyor. Kanunî
engel var.
Ama, Arapça konuşan insanlar var. Arap ülkeleriyle ticarî
münasebetler var. Yani bu dile de ihtiyaç var. Olsun onlar
Kur'ân'ın anlaşılmasından endişe ediyorlar. Onun için
engelliyoruz diyorlar. Gizlemenin bir yolu bu. 2.si bilenler
var. Yani çeşitli vesilelerle Kur'ân-ı Kerîm'in dilini
öğrenmiştir, anlamıştır, ama söylediği takdirde bazı çıkarları
zedelenecektir. Allah'a sığınıyor. Ya Rabbi benim gücümün
içinde değil bu diyor. Sen de:
Kişileri gücünün tahammül edemiyeceği şeyden sorumlu
tutmayacağım demişsin. Benim gücüm zayıf onun için
söyliyemi-yorum filan diyor. Ama adam kendi çıkarları için
dağlan deviriyor En olmazları olur yapıyor. Bif çok adamı
aracı yapıyor. Bakanlık seviyesinde işleri bitirtiyor. Orada
gücünü gösteriyor, ama Allah'ın âyetlerinin insana
duyurulmasında gücünün yetmediğini ileri sürerek, Allah'ı
kandırma tarafına gidiyor.
Bir kısmı da diyor ki," şimdi söylemiyeyim. Şimdi
asistanım, doktor olunca söylerim". Doktor oluyor. "Doktor
olunca söylersem doçent yapmazlar" diyor. Doçent oluyor.
Yahu kardeşim hadi bir şeyler söyle bak talebeler de
vermişler. Hocam' profesör olunca diyor. Profesör oluyor
dekan olayım fakültenin tam yönetimini elime alıverdin mi
o zaman istediğimi yaparım diyor. Dekan oluyor adam "hadi
kardeşim" "Hocam rektörlük" tam üniversiteye hakim
olabilmen için rektör olmak lazım. Rektör olabilmek için de
müslüman olduğunu çaktırmamam lazım derken Azrail
geliyor ve diyor ki yaşım aldın, alacağın vereceğin nefes de
bitti. Yiyeceğin ekmek de bitti. Cehenneme odun lâzım hadi
bakalım. Firavun'un altındaki suyu biraz soğumaya yüz
tutmuş diyerek gönderi veri yor Öbür tarafa.
Onun için gizlemenin yolları çeşitli olmuş tarih boyunca.
Bildiğimizi her yerde, her türlü insanın huzurunda
söyleyeceğiz, yani her makamın kendine göre sözü vardır
derler ya, o makama uygun söz içersinde münasip bir dille
hakkı söylemekten geri durmıyacağız.
Efendimiz, Hakkı söylemiyen kişileri dilsiz şeytan olarak
tarif etmiş.
Ben bu güne kadar yapamadıydım. Benim yanımda dinime
şöyle, bir sataşma oldu da sesimi çıkaramadıydım.
Doğrusunu benden sordular da renk vermiyeyim diye
geçiştirdiydim. Şimdi tevbe ettim ne yapayım derseniz, yani
yaptığıma geçmişime pişman oldum, dersek Rabbim bir
kapı kapatır, on kapıyı açar. Onun için tövbe edelim. 500[293]
502[295]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/318-319.
Peki başkası onlara yardım edebilir mi? Mümkün
değil. 503[296]
(163) Sizin ilahınız tek bir ilahdır. Ondan başka ilah yoktur.
Esirgeyendir. Bağışlayandır.
Sizin ilâhınız bir tek ilahdır. O gün mülkün sahibi kimdir?
Mülkiyet kime aittir? Tek olan ve herşeyi otoritesi altında
tutan Allah (cc)'e aittir diyor. Allah (cc) şu 504[297]
Sizin ilahınız bir tek ilahdır. Yani sizi yaratan,vsizi yaşatan
ve sizi yöneten birdir. AJlah'dan başka ilah yoktur. Ondan
başka ilah yoktur. O Rahmandır. Yeryüzünde mü'minle
kâfir.ayırımı yapmadan havayı, suyu, kam, teni, bedeni,
tırnağı, saçı, başı, kolu verir. Evlat verir, mal verir. Ama
Rahimdir. Ahirette mü'minle kâfiri birbirinden ayırt eder.
Suçlu ile suçsuzu, zalimle mazlumu ayırd eder. Herkesin
durumuna göre orada muamele eder.
Lâ ile nefyi vücud etse eğer bir münkir
Yine Mevîâya döner kurtulamaz illadan
Bunun tefsirini daha Fatiha'mn başında açıklamıştık. 505[298]
503[296]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/319-320.
504[297]
Mü'min: 16 'ncı ayette.
505[298]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/320.
görüyoruz. Onlar Allah'ın âyetleridir. Bulutlar
görüyorsunuz, Allah'ın âyetleridir.
Burada ifade edilenleri sayayım. Yerin ve göğün yaratılışı
Allahfm âyetleridir. Gece ile gündüzün ardarda gelişi
Allah'ın âyetleridir. Âyet, bir şeyin varlığına işaret eden şey.
Delil yani yol gösterici manasında; Gece ile gündüzün
ardarda gelişi bir yaratıcının varlığına delildir, âyettir. Öyle
bir gece ile gündüz ki, devamlı gidiyor geliyor. Ayet-i
kerimede;,.
Geceyi gündüze kotan Sen'sin. Gündüzü geceye katan
Sen'sin. 506[299]
Öyle bir ayarlı ki bizim saatlerimizin hepsi kendine göre.
Kendi başına hareket eder. Birbirine uymaz.
Ama Allah (cc), kâinatı yarattığından bugüne kadar bu saat
düzenli işliyor. Bir saniye ileri gitmiyor, bir saniye geri
kalmıyor Öylesine düzenli hareket etmesi için her şeyi bilen
ve onu ayarlayan âlim ve müdebbir birine ihtiyaç var ki o da
Allah (cc) dür.
Yerin ve göğün yaratılışı diyor ki "beii Allah'ın varlığına ve
birliğine şahitim." Denizlerde gemilerin yüzmesi Allah'ın
varlığına ve birliğine şahitiir. Çünkü o denizde o suyun onu
kaldırma kanununu yaratan Allah (cc) dür.
İlim adamlarının bulduğu ise mevcut bir kanunu
keşfetmektir. Nasıl ki ben şu âyeti okuyup mânâsını size
tefsir ediyorum. Bir tabiat bilimcisi de tabiat âyetlerine
bakıyor. O kanunu bize keşfediveriyor. Keşif açmak
manasına. Yani orada var olan bir şeyi bize açıveriyor.
Onun içindir ki onu da yaratan denizlerde o gemiyi yürüten
Allah (cc) dür. Çünkü kanunu koyan O.
Mesela terzilerin pîri kimdir? İşte İdris (as) dır. Silah
sanayiinin pîri kimdir? İşte Davud (as) dır, derler. Peki
gemiciliğin pîri kimdir? Nuh (as) dur.
506[299]
Al-i İmran:27.
Dikkat ederseniz bütün meslek dallarının yani toplum için
yararlı olan şeylerin öncüleri peygamberlerdir. Bu gerici,
yobaz, din bilmez, diyanet tanımaz, Allah'a inanmaz grup,
dinime sataşırken bunları bilmediklerinden sataşırlar yani.
Şu anda giydiği ayakkabıyı, giydiği elbiseyi, bindiği gemiyi,
gemi insanların arabadaki ufkunu da açıvermiştir, bütün
bunların öncülüğünü yapıveren yine peygamberlerdir.
Teknolojinin öncülüğünü yapanlar peygamberlerdir.
;
Gökyüzünden yağmurun yağması, yeryüzünde yağmurun
yağmasıyla nebatatın dirilmesi otların, çiçeklerin dirilmesi
de Allah'ın bu âyetlerindendir.
Suyun kanunu, yağmurun yağışının hesabını yapanlar
diyorlar ki, yağmurun yağması taşın düşmesi gibi değildir.
Yani eşyanın düşme kanununa tabi değildir suyun düşmesi
diyorlar. Bize hesap ettirmişlerdi, ortaokul, lisede iken. Şu
kadar yükseklikten, şu kadar hacimde, şu kadar ağırlıkta bir
madde düşerse, yeryüzünde ne kadar etki yapar? Ne kadar
zamanda düşer? Hacmi ile özgül ağırlığını hesap ettiriyorlar.
Şu kadar zamanda düşer gibi hesaplar yaptırırlardı. Fakat bu
kanuna tabi değildir diyorlar yağmurun düşmesi. Eğer
yağmur o kanuna bağlı olsaydı adamın tepesine vurdu mu
bayıltırdı diyorlar. Ama rahmet melekleri indirdiği için
yumuşacık iniyor insanın üzerine okşar gibi yağmur
yağıyor. Dolu hariç.
Ve o tabiat üzerinde hareket edene .Dabbe diyor. Şöyle
kıpırdayan canlıya Dabbe diyor Arap. Kıpırdamasından
dolayı. Canlı varlıkları da yeryüzüne saçıveren Allah (cc)
dür. Bu varlıklar Allah'ın âyetleridir. Denizin
derinliklerindeki, dağların tepesindeki, karın içindekiler
Allah'ın âyetleridir. Hani kar'ı çok yağan yaza kadar karların
kalkmadığı, kar'ı bir iki sene duran yerde yaşıyan
arkadaşlarımız bilirler ki, kar'ın içinde kurt olur. Kar için
soğuktan içinde bir şey yaşamaz dersiniz ya. Kar'ın içinde
kar kurdu olur, bembeyaz olur. Kar renginde olur. Kar'ın
içinde Allah (cc) kurdu yaratıyor. Ateşin içerisinde de
semenderi yaratıyor. O volkanların içersindeki lavların
içinde semenderi yaratıyor.
Eskiden bizde tasavvuf edebiyatında kullanılırdı semender
kelimesi. Yani aşk ateşinin içinden geçtim semender gibi
filan derlerdi.
Bir gün televizyonda, bir belgeselde volkanı anlatırken işte
bu lavların içerisinde de semender diye bir kuş yaşar diyor
Spiker. Ve onun da hareketini göstermeye çalışıyor.
Kar'ın içerisinde kurdu görüyoruz. Semerden bizzat
görmedim. Televizyondaki hariç, ateşin içindekini
görmedik. Yani böyle uzun müddet yanan bir ateşi
görmediğimiz için görmedik. Fakat edebiyatımızda var
semender. Nasıl ki suyun içerisindekine inanıyoruz önada
inanıyoruz. Hiç deniz görmiyen bir adama suyun içinde
canlı yaşar deseniz adam der ki gel senin kafanı suyun içine
sokalım 5 dakika durabilirsen ben de inanayım. Ama deniz
kenarındakiler buna rahat inanırlar. Suyun içerisinde balık
veya binlerce yaratık, karın içindeki kar kurdu, ateşin
içindeki semender ve tabiatta rengiyle, kokusuyla, sesiyle
birbirinden tamamen ayrı yapılarıyla ayrı olan Dabbe nin
yaratılması ve yayılması da Allah'ın âyetlerindendir.
Bundan sonra canlılara bakarken Kur'ân âyetine bakar gibi
bakacağız. Nasıl ki Kur'ân âyetlerine bakınca tefsir etmeye
çalışıyoruz. Tabiat âyetlerine bakarken de ya Rabbi bunu.
acaba hangi hikmete binâen, insanın hangi derdine deva
olsun diye, ne için yarattığının araştırılması yönünde ibretle
bakılması gerekir. Bunlar çünkü Allah'ın âyetleridir. Ama
kime göre? Aklı olan toplumlar için Allah'ın âyetleridir
bunlar.
Zamanla âlimlerimiz ikisini de yani Kur'ân âyetlerim tefsirle
meşgullerken, tabiat âyetlerini de keşifle meşgullerdi. Şimdi
onların çocukları Kur'ân'ı kapatınca beraber tabiata da
gözlerimizi kapattık. Dergilerde, gazetelerde, surda burda
efendim cebiri Cabir b. Hayyam bulmuştu. Efendim tıpla
ilgili İbni Sina şöyle yapmıştı diye onlarla Öğünmeye
gidiyoruz. Bu öğünmeler bize fayda vermez ve bizi
kurtarmaz. 507[300]
507[300]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/320-324.
daha şiddetlidir. Neden yine iki türlü mâna. Onların
putlarını sevdiklerinden daha fazla severler Müslümanlar
Allah'ı.
Günümüzde "yahu şu adamın batıl yolda mücadelesini
Müslümanlar yapıverse" diyoruz. Seviyemiz o kadar
düşükki kendi aramızda. Adam kendisi gibi bir insanın
koymuş olduğu kuralların insanlar üzerinde hakim olması
için malını veriyor, canını veriyor. Müslüman da beri
taraftan diyor ki, "Yahu bizim de imanımız, bizim de
gayretimiz şu imansizınki kadar olsaydı."
Rabbim öyle demiyor. Sizin Allah'a olan sevginiz, onların
putlarına olan sevgisinden daha şiddetlidir diyor. Eğer
şiddetli değilse imanımızdan şüphe etmemiz gerekiyor.
Veya zayıf olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Tabiatta sevgi hakimdir diye bir söz vardır, doğrudur.
Çocuğumuzu sevdiğimiz için bağrımıza basıyoruz. Annemiz
ve babamız yatalak hale gelseler, sevdiğimiz için onların her
türlü zahmetini rahmet biliyoruz. Onlar da bizi çocukken
aynı şekilde yemezken yediriyorlar, giyemezken
giydiriyorlar, temizliğimize dikkat edemezken bizi
temizliyorlar. Bir gün tam tersine dönüyor. Onlar
yiyemezken biz yediriyoruz, giyemezken biz giydiriyoruz,
onlar temizliğine dikkat edemezken biz dikkat ediyoruz.
Burada bu işe bizi teşvik eden onlara olan sevgimizdir.
Eşlerimize olan sevgimiz, dostlarımıza olan sevgimiz bizi
bir araya getiriveriyor. Birbirimizin işini gördürüyor.
Şimdi burada insan annesini sever, babasını sever. Bu
dinidir ve sevmesi gerekir. Ancak anneyi, babayı, eşi ve
çocukları yaratan Allah'dır. Öyleyse Yaratanı daha fazla
sevmek gerekiyor. O yaratmamış olsaydı olmayacaktı
bunlar.
Ondan sonra Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'i sevmemiz
gerekiyor ki, bir hadis-i şerifte: Bir kişi beni anne ve
babasından daha fazla sevmedikçe iman etmiş olmaz
diyor.508[301] Alimlerimiz bir parantez arası yapar
orada/gerçekten imanı kâmille kemâl bir imanla iman etmiş
olmaz. Hadisin metninde bu yok aslında. Yani kâmil bir
imania iman etmiş olmaz diye bizi kurtarmak için terceme
yapanlarımız bir ilave koyuyorlar orada.
Birinci derece Allah (c.c.)'ü, ikinci derecede Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)'i seveceğiz.
Allah yarattı diyelim anamızı, babamızı, eşimizi,
çocuğumuzu. Peki peygamberi niye sevelim? Çünkü anaya
itaati da o öğretti. Eşe olan saygıyı ve sevgiyi de o öğretti.
Ve şu anda halkı müslüman olan ülkelerde, müslüman
insanların hanımlarının temiz kalması fuhşa bulaşmaması,
erkeklerinin temiz kalıp zinaya bulaşmaması, o
peygamberin sünnetine biraz olsun sarılmamızdan
kaynaklanmaktadır. Yoksa bizim kan olarak, can olarak, ten
olarak bir Aîman'dan veya bir İngiliz'den veya Amerika-
lı'dan farkımı^ yok. Bu imana sahip olmamış olsaydık
Almanya'da bir Hıristiyan olarak dünyaya gelmiş olsaydık
eşlerimizin ve çocuklarımızın başkalarıyla gezmesinden
zevk alır hale gelebilirdik maazallah.
Onun için Peygamberi seveceğiz. Yani bize 1400 sene
evvelinden vermiş olduğu talimatla çocuklarımızı tuttuğu
için, temiz kalmasını sağladığı için O'nu da seveceğiz.
Rabbimden sonra seveceğiz yalınız. Kul olduğunu da hiç
unutmayacağız.
Hıristiyanların Hz. İsa'yı sevdiği gibi sevmiyeceğiz. Kul
olduğunu fakat Allah (c.c.)'ün rasûlü olduğunu ve bize her
şeyimizi öğrettiğini bilerek seveceğiz Efendimiz (a.s.v.)'i.
Muhabbet kelimesini çok kullanırız. Muhabbet kelimesi
Arapça bir kelime. Türkçe karşılığı sevgi olarak terceme
edilmiş güzel bir kelime yani Türkçe'si de güzel.
Arabın dilinde Hubab demişler. Yağmur yağıp seller
508[301]
Buhari iman 8, Müslim iman 69.
aktığında o yağmur suyunun üzerindeki kabarcıklara Arap
diyor.
İnsan da sevince diyor kalbi kabarrr. Bir yere doğru
meyleder ya. İşte ondan dolayı muhabbet demişler buna.
Muhabbet kelimesini kullanmışlardır. Yani kalbim kabardı.
Ona doğru meyletti kelimesini ifade etmek için muhabbet
kelimesi kullanılmış.
Veya suların en derin yerine Habab der Arap. İnsanın da
sevgisi gönlünün en derin yerinde olmasından dolayı o
kelimeden türeterek muhabbet kelimesini söylemişler.
Veya Türkçe'de de kullanırız bunu. Habbe kelimesi dane
mânâsına geliyor. Dane, yani buğday danesi, arpa danesi
veyahutta herhangi bir bitkinin tohumu dediğimiz şeye bir
tanesine habbe diyoruz. O habbe toprağa düşüyor ve orada
yeşeriyor. Meyve veriyor, sebze veriyor, çiçek veriyor.
Habbe toprağın derinliklerine düşünce çiçeğe dönüşüyor.
Sevgi de insanın yüreğine düşünce, dışarıya çiçekleniyor.
Eli merhametle, gözü şefkatle ve bütün davranışları iffetle
çiçekieniveriyor. Ondan dolayı Allah (c.c.)'ü birinci
derecede her şeyden şiddetli olarak sevmemiz isteniyor.
Diğerlerini ise babalara merhametle, rahmetle, çocuklara
şefkatle hanımlara şehvetle sevgi, yani eşimize şehvetle
sevgi haram değildir. Ayıp ta değildir ve Rabbimin çizdiği
kurallar içerisinde olduğu müddetçe bu sevgiden dolayı da
insanlara ayrıca sevap vardır.
Bu âyet-i kerîmeye uygun olarak, kâfirlerin kendi liderleri
kendi yöneticileri, kendi kanun koyucuları yolunda
verdikleri mücadeleye denk mücadele vermiyeceğiz.
Onların verdiği mücadeleden üstün bir mücadele verirsek
Müslüman olduğumuzu ortaya koyuyoruz biz. Yoksa denk
olmak bile bizim için derecenin düşmesine sebep oluyor.
"Keşke o zalimler azabı gördüklerinde yani Cehennem
azabım gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu
anladıklarında yani zalimler o günün Allah'a ait olduğunu,
bütün gücün Allah'a ait olduğunu, herkesin onun huz urunda
toplanacağını, Cehenneme atılacaklarım bilmiş olsalardı bu
dünyada bilir gibi görmüş olsalardı ve Allah'ın azabının
mutlaka daha şiddetli olduğunu bir biliverselerdi bu
dünyada iken" diyor Allah (c.c).
Ben ilah derken genelde insan kelimesini kullanıyorum.
Yani insana tapınmaya Kur'an'da çokça yer veriliyor. Ayrıca
putlara tapınılmış. Ancak o putları gerçek put diye diktikleri
adamlar ortaya dikmişler. Asıl Kufân'in vermek istediği
putlar canlı insanlar. Yani Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi
insanlardır. Yani Rabbimiri kanununa karşı kanun koyan
insanlardır. Bu âyet-i kerîme onu daha açık veriyor bize.
Yukarda onlar Allah'ı sever gibi ilahlarını da severler
deniliyordu.
Şimdi bunu bir kısım insanımız şöyle açıkîayıveriyor:
Efendim putları, taşlan dikerlerdi. O taşlara olan sevgileri,
Allah'a olan sevgileri gibiydi. Ama bakınız şu âyet ne
diyor; 509[302]
509[302]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/234-328.
de makârri, rnevki, para, rüşvet, şan, şöhret gibi şeyler de
kopuvermiş. O zaman bp hale düşüverdiklerirıde. 510[303]
510[303]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/328.
kırallar, şahlar, padişahlar. Padişahlar deyince Osmanlı
padişahlarını hatıra getirmiyelim. Dinime muhalif hareket
edenler, kendisini kanun koyucu yerine koyanlar, Rabbi-min
varlığını birliğini ve dünya hakimiyetini kabul etmeyenler
Cehennemin odunudurlar onlar kendilerine uyanlarla
beraber. Burada Rabbim açıklıkla Allah'dan başka
tapınılanların insanlardan olduğunu haber vermiş oluyor.
En'am suresi 56. ayetinde
Deki o insanlara: sizin kanunlarınıza ben uymam. Sizin
nevanıza ben uymam açıkça bunu söyle diyor:
"Sizin koyduğunuz kurallara uyarsam O takdirdeben
yolumu sapıtırım" diyor. "Sizin koyduğunuz kurallara
uyarsam" Peygamber Efendimiz bunu Mekkeli insanlara,
Medine'li insanlara ve bu dünya insanlarına söylüyor.
Sizin koyduğunuz kanunlara ben uymam. Eğer uyarsam
yolumu sapıtırım. Devlete giden yola da varamam. Cennete
giden yoldan da saparım. Sapınca ne yapar? Yol iki tane
zaten. Biri Cennete gidiyor, biri Cehenneme gidiyor.
Cennetten yol saptığı takdirde insan Cehenneme gidiyor. Ve
bende doğru yolu bulamam. Hidayete ermiş kişilerden
olamam diyor. Eğer sizin kanunlarınıza uyarsam.
Yani uymam de onlara. Ayet-i kerîme emir niteliğinde. Deki
onlara ben sizin hevanıza yani kendiliğinizden
uydurduğunuz şeylere uymam de onlara.
Muhammed sûresinin 3. âyet-i kerîmesinde Kâfirler batıla
uyarlar, mü'minler ise hakka uyarlar diyor.
Al-i İmran sûresinin 55. âyet-i kerîmesinde de;
Sana uyanları kıyamete kadar, kâfirlerin üstünde kılacağız
diyor Allah (c.c).
Peygambere uyanlardan burada kasdedilen İsa (a.s.)'dır ama
bütün peygamberlere uyanlar için verilmiş bir müjdedir bu.
Sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerin üstünde kılacağız.
Diyeceksiniz ki:günümüzde biz peygambere uyuyor gibiyiz
ama Amerika'sı ve Rusya'sı bizim üzerimizde diyoruz.
Biz Kur'ân'a ve sünnete uyduğumuz müddetçe onların çok
üzerinde idik. Kırallarını hapishaneden kurtarıyorduk.
Mehmet Akif in tabiriyle;
Kahraman ordu yürürken muzafferen ileri, Özcngi öpmeye
hasretti garbın elçileri.
Amerikan elçisi, Rus elçisiyle veya Fransız elçisi, Alman
elçisiyle aynı mecliste oturacaksa; Fransız elçisi diyormuş
ki, Alman elçisine "Sen benim biraz gerimde oturacaksın
sandalyeni geriye çek diyormuş." Niye?.. "Ben Osmanlı
yeniçerili bir askerin ayağından öptüm". Yani şeref oluyor
onun için. Öyle bir şey.
Şimdi bunun tam aksi, bizim başımızdakiler, Amerikalı
için"Beni telefonla aradı" diyor. Olmaz böyle şey. Öğünme
vesilesi olmaz bu. İnsan böyle çeker gider kendini vurur.
Doğu Almanya bakanlarından birine Ruslar geliyorlar
şunları şunları yapacaksınız diyorlar adam pekiyi demiş,
Öbür tarafa geçmiş çekmiş tabancayı kendisim vurmuş.
Böyle bir şeye ben tahammül edemem, kabul edemem
diye.511[304]
511[304]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/328-331.
kelime. Şeytanın adımlarını izlemeyiniz. Ne demektir?
İzleyen izleneni hiçbir zaman geçemez. Mesela karda bir
adam önünüzde gidiyor, siz onu takip ediyorsunuz, hayat
boyu onun arkasından gideceksiniz, geçmeniz mümkün
değildir.
Onun içindir ki, taklide karşı çıkmıştır dinim. Taklitçiliği
sona erdirmiştir. Ancak peygamberin yaptıklarını yani
Rabbimin onayından geçmiş şeyleri taklit etmek güzeldir.
Yoksa insanların yaptıklarını taklit kî, "gerçek olduğu da
ispatlanmamış şeyleri de taklit doğru bir şey değildir. Hele
hele Şeytana tâbi olmayınız. Onun izini takip etmeyiniz,
izlemeyiniz. Çünkü, O sizin için apaçık bir düşmandır.
Apaçık düşmandır diyor. Yani gizli değil. Şeytan ne
yapacağını Kur'ân-ı Kerîm'de bize bildirmiş çeşitli
şekillerde. Onların yolları üzerinde duracağım. Onların
yollarında tuzaklar kuracağım. Onların yolunu Cennetten
Cehenneme çevireceğim. Onlara yer yüzünde fesat
çıkaracağım, bozgunculuk yaptıracağım. İmandan küfre
doğru geçmelerini sağlıyacağım diye söylediği kelimeler,
âyet-i kerîmelerle Rabbimiz tarafından bildirilmiş bize.
Yani düşmanlığı açık olduğu için, mübîn apaçık düşman
diye bildirilmiş. Ama gizli düşmanlar da vardır. Musa
görünüp., Firavun gibi çıkan insanlar vardır. Tehlikeli
olanlar da bunlardır. Şeytan yine açıktan geliyor.
Cevzi ve aynı zamanda İbnî Kayyım el Cevzi'nin iki eseri
var. iki Cevziler iki ayrı kitap yazmışlar. Birisi Telbis-i
İblis, diğeri İğasetü'l-Lehfan, an Mesayi'üş şeytan diye birer
kitap yazmışlar.
Şeytanın tuzaklanndan.insanları korumak için biri bir kitap
yazmış.
Öbürü de şeytanın insanı kandırma yollarını belirtmiş. İkisi
de.aynı konuyu işlemiş. Güzel kitaplar. Daha henüz terceme
edilmediler.
Tasavvuf erbabına şeytan nasıl musallat olur? Tefsirciye
nasıl musallat olur? Hadisciye nasıl musallat olur? Şeytan
öyle güzel akıllar veriyor ki, bak şunları şunları yaparsan
âlemin en iyi müfessiri sen olursun. Gösterdiği yol da aklı
başında mantıklı. Tasavvuf erbabına nasıl veli olacağının
yollarını gösteriyor.Şurada, şu yerde bir sene dışarı
çıkmadan Allah Allah dersen, sabahlara kadar nafile
namazlar kılarsan, akşama kadar farz namazlarını kılarsan,
orucunu tam tutarsan Allah'ın has, seçmiş kullarından
olursun diyor. Ve adamı bir sene oradan çıkartmıyor. Bu bir
sene içerisinde de insanlarla olan temasını kesiyor. Bu sefer
o insanları saptırıyor. Veli bir gün evinden çıkıyor. Gerçi
veli olmaya yaklaşmış gibi ama dışarda kendisine
bağlıyacak adam bulamıyor, hepsi şeytanlaşmış. Şeytan da
başarıya ulaşmış.
Abdülkadiri Geylani Hz.leri için söylenilir: Bir gün camiden
çıkiverdi, gökyüzünde bir şekil gördü. Nur gibi parlıyor.
Sen kimsin dedi Allah'ınım ben. Dedi ki, sen kör Şeytansın.
Şeytanı Nereden bildin ded Bir kere yeryüzünde Allah
görülmeyecek diye inanıyoruz biz. ikincisi bi cihetden
görülmeyecek. Gibi bir kaç tane delilini ortaya koyuveriyor.
Yani âlim, dinini bilen kişi Şeytanın aldatmasına aldanmaz.
Onuı için Şeytanın hayır gibi gösterdiği şeyler dahi serdir.
Onun vesvesesini hiçbir zaman aldanmamaya gayret
sarfedeceğiz. Bunu günlük hayatımız da da görürüz. "Bizim
komşu var Yahudi. Dinine lanet ama adam ban; çok faydalı
oluyor gibi laflar" Nasıl faydalı oluyor? Cemaatimden bir ha
cinin- başına böyle bir olay gelmişti: Gaziatikalipaşa
Camii'ne gelir. Deri cilik yapar. Dedi ki; "Hocam valla 100
milyonluk rnal alırım, daha hiç bi] senedimiz sepetimiz
olmadı. Ne zaman verirsiniz filan zaman. Dinine lanet,
adam müslüman gibi muamele yapıyor." Kaç senedir
çalışıyorsun' dedim On senedir çalışıyorum dedi. Ne zaman
mal istesem gönderiyor Ben istediğim zaman parayı
gönderiyorum. Senet sepet yapmıyoruz.Ondan sonra bir
duydum bizim hacı hastahaneye kaldırılmış. Niye? Tâbi bu
arada o yahudi borç para da istermiş bu hacıdan. Bana
ikiyüz milyon getirin, şu kadar mal alacağım. Üç yüz
milyon getirin, şu kadar mal alacağım demiş hacının bütün
parasını istemiş, on sene sonra Yeşilköy'den uçağa bindiği
gibi gitmiş. Hacıyı da kalp sektesinden hastahaneye kaldır-
mışlar. Bitti hacının işi.
Dinine lanet, adam yirmi sene bunlara müslüman muamelesi
yapmış. Yirmibirinci senede bütün verdiklerini
burunlarından fitil fitil değil bütün hücrelerinden geriye
almış ve.gitmiş, Allah'dan ki adamın daha ömrü varmış,
yoksa kalpten gidecekti.
Yani bu insanların yaptıkları iyiliklerin sonunda dahi şer
vardır.512[305]
512[305]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/331-333.
olarak, Allah'ın âyetlerini hadis-i şerif olarak veya gazetede
veyahut ta takvim yaprağında okuduğu, duyduğu atasözünü
Cenab-ı Allah buyuruyor ki şeklinde söyler.
Onun için mesela ben âyet olanı âyet diye vermeye, hadis
olanı hadis diye vermeye çalışıyorum. Bazı güzel sözler var
ki, hadis midir değil midir bilemiyorum ama bu arada
hatırıma da geliyor. Bir güzel söz var diyerek söylüyorum.
Hadis ise zaten güzel sözdür. Değil ise günaha girmemek
için bunu söylüyorum. Yani dikkat edin. "Kur'ân-ı Kerîm'de
de hocam böyle değil miydi?" diyorlar. Halbuki hiç ilgisi
yok onun söylediğinin Kur'ân-ı Kerîmle. Bunlardan sakının.
Kendi sözünüz olarak söyleyin. Ayet midir, hadis midir
bilmiyorum ama şöyle duydum deyin. Yani âyet olmıyan bir
şeyi âyet gibi göstermek çok büyük günahtır. Hani
efendimiz kendisi için, benim söylemediğimi bana nisbet
eden Cehennemden yerine hazırlasın diyor.
Yani hadis olmadığı halde bir şeyi hadis gibi rivayet eden
kişinin Cehennemlik olacağını ifade ediyor.
Peygamber Efendimiz'e bunu isnat eden Cehennemlik
olunca, Allah'a isnat ederse daha derinine gider. Onun için
Allah'a ait olmayan bir sözü Allah'a isnat etmemeye dikkat
edeceğiz. 513[306]
513[306]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/333-334.
nalıyla Kur'ân-ı Kerîm'ini indirmiş, Allah kainatı
yaratmışsa, bizi de o yaratmışsa bizim neyi nasıl
yapacağımızı en iyi bilen O, ben senin hakkında bir kanaat
beyan edemiyorum, sen benim hakkımda bir kanaat beyan
edemiyorsun, ben yaratmadımki seni, sen de beni
yaratmadığın için benim nerede, nasıl davranacağımı
bilemezsin. Ama seni ve beni yaratan Allah (c.c.) nerede,
neyi, nasıl yapacağımı öğretmek üzere kitap indirmiş, gelin
ona uyalım" dediğimizde, hep bir ağızdan diyorlar ki, "Biz
babalarımızı ne üzerinde bulmuşsak ona uyarız". Yani
babalarımızın yolundan, atalarımızın yolundan gideriz
diyorlar, adamlar. Allah'ın yolundan değil, atalarımızın
yolundan gideriz diyorlar. Ya babalan bir şey bilmiyorsa, ya
doğru yolu bulamamışsa ne olacak. Babaları bir yoldan
gitmiş ama kabre kadar varmış. Kabirden sonrasını
bilemedik biz. Nereye gitti? Cehenneme mi düştü, Cennete
mi düştü bilemiyoruz. Biz bilemiyoruz. Ama Rab-bim
kesinlikle ve açıklıkla diyor ki, Ben'im yolumdan giden
Cennete gider. Ben inanmıyorum senin dediğine diyor
Allah'a. Peki Öyleyse sen de bilmiyorsun babanın ve atanın
nereye gittiğini. Atan Cehennemde yanıp duruyorsa şimdi?
Yani zan ifade eden kelimelerle değil, gerçek hak ifade eden
âyetlerle amel etmemizi Allah (c.c.) bize haber veriyor.
Şimdi insanların günümüzde yaptıkları bu. Bu âyet-i kerîme
günümüz insanının filmini bize veriyor. Efendim, bizim
babalarımız bu kanunlara göre yönetildiler ve böylece
gittiler. Daha ziyade bunlar yönetimde ağırlığı olan kişiler.
Çünkü onlar aşağıdaki insanların sefaletini gör-
memektedirler, bilmemektedirler. Görmezlikten
gelmekteler. Babalan saltanat içinde yaşamış, nimetlerinden
yararlanmış, onun çocukları da babasının yolundan giderse
aynı şekilde dünya nimetlerinden yararlanacağını biliyor.
Onun için sahip çıkıyor. Eğer ondan vazgeçiverecek olursa,
bizimle aynı seviyeye gelecek. Yani babasının ve atasının
koyduğu kuralları bırakırsa bizimle aynı seviyeye gelecek.
Bu insanlarla aynı seviyeye gelecek. Efendimiz, bütün
insanlar Allah katında bir tarağın dişleri gibi eşittirler diyor.
Herkes aynı mideye, aynı kulağa, aynı göze sahiptir. Hukuk
karşısında da denklikleri vardır herkesin.
Bu adamlar bizimle denk olmamak, kendileri kalbur üstü bir
hayat yaşayabilmek için diyorlar ki, biz atalarımızın
yolundan gideriz. Çünkü ataları o günün rejimine destek
vermek suretiyle bu memleketin kaymağını yemişlerdir.
Mekke döneminin kâfiri de aynı, günümüz döneminin kâfiri
de aynı düşünceyi paylaşıyorlar. Aynı kelimeleri de
söylüyorlar. Bunların durumunu; 514[307]
514[307]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/335-336.
değil de Hakka karşı sağırdırlar. Dilsizdirler, hakkı
söylemekten kaçınırlar. Kördürler ve hakkı görmezler,
görmek istemezler. Onlar akıl etmezler, akıllarını
kullanmazlar diyor Allah (c.c.).
Bu âyet-i kerîmeleri okuyup o insanların filmine her gün
bakmamız gerekiyor. Yani, düşmanımızın gücünü bilmek
için vay Amerika ajanları, Türkiye'deki ve dünyadaki
müslümanlar hakkında şöyle şöyle diyor. Vay efendim filan
yerdeki filan kuruluş müslümanlann gücü veya kâfirlerin
gücü hakkında böyle böyle rapor veriyor. Bunlara pek kulak
asmayın. Çünkü bunlar yanıltmak için de verilir.
Hani Abdülhamit için söylenir. Allah rahmet eylesin. Allah
hatalarını affetsin. Rus elçisini çağırırmış. Yahu bu günlerde
şöyle şöyle oluyor. Böyle böyle oluyor. Ne diyorsun senin
görüşün ne? dermiş. Veya Fransız elçisi ne söylerse onun
tersini yaparmış. Çünkü düşman yapmak istediğini
söylemiyor sana. Sen de onun aksini yaptın mı doğru
çıkıyor. Fakat düşman bunun farkına varırsa bu sefer seni
oyuna getirebilir yalnız. Yani doğruyu söylerse sen de onun
aksini yaparsın, bu sefer yanlışa düşersin. .
Yani kendi tavrınızı karşınızdakinin sözlerine göre
ayarlamayın. Kâfirin karakterini, kâfirin portresini Allah
(c.c.) Kur'ân-ı Kerîm'inde çiziveriyor.
Mesela ben Avrupa'ya gidecek oldum. Bir buçuk sene falan
da kaldım. Fransa'da kalmıştım işçi olarak. Giderken dedim
ki, bu adamlar nasıl ki acaba diye Kur'ân-ı Kerîm okuyayım
dedim. Baştan sona bir hatim değil de? Okuyuş gayem, asıl
bu Avrupalılar aslında. Yani Hıristiyanlığın kültürü,
insanlığı nasıldır diye bu konudaki âyet-i kerîmeleri
çıkardım. Ve ondan sonra gittim. Gördümki bu insanlar aynı
Kur'ân-ı Kerîm'de bildirildiği gibi. Âyet-i kerîmede; 515[308]
İşlerinde öyleleri var ki, bir ev dolusu altunu emaneten
515[308]
Al-i İmran: 75.
versen, sonra vardığında geriye iade eder diyor. Yani dürüst
insanları var. İşlerinde öyleleri de var ki, bir tek dinan
emaneten versen ayağını diretmeden, mahkemelik olmadan
alamazsın diyor âyet-i kerîmede.
Yani adamların iyisinin de, kötüsünün de olabileceğini,
zalimininde, zulümden nefret edeninin de olabileceğini âyet-
i kerîmelerde çeşitli vesilelerle bildiriveriyor.
Günümüzde bugünkü kâfirleri, Türkiye'deki kâfirlerin de iç
dünyasını öğrenebilmek için tekrar âyet-i kerîmelere
bakacağız. 516[309]
518[311]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/339-342.
ise doğrudan kim yaparsa yapsın Allah'ın âyetlerini, kitapta
indirdiklerini gizleyen kişiler ve bir de bunu para
karşılığında az para karşılığında satanlar, bu kelime- nin
mefhumu muhalifi olarak sanki çok para karşılığında
satılırsa caizmiş gibi bir hava oluşmasın. Âlimlerimiz bunun
izahını yaparken bütün dünya Allah'ın bir âyeti karşılığında
verilmiş olsa az diyorlar. Yani dünyadan kasıt yeryüzüyle,
gökyüzü yani yaratılmışların tamamı, Allah'ın bir âyetinin
karşılığında verilmiş olsa yine de Allah'ın âyeti ucuza gitmiş
demektir. Çünkü Allah (c.c.)'ün dünya metâının çok az
olduğunu ifade eden başka âyet-i kerîmeleri vardır.
"Dünya metâı gayet azdır" 519[312] diyor bir âyet-i kerîmede.
Öyle olunca burada az para karşılığında satmayın derken,
dünyalık elde etmek için dünyamızı ma'mur etmek için,
onun karşılığında Allah (c.c.)'ün âyetlerini satmayın, bir...
Bir de gizlemeyin. Bazı insanlar satmazlar. Ben para için
dinimi değişmem diyen insanlar vardır. Fakat bildiğini de
konuşmaz. İçinde tutar, gizli tutar. Konuşması gereken
yerde konuşmaz, susar. Ve bu insanlar da Allah'ın âyetlerini
gizleyenler arasında zikredilir.
Suç itibariyle âyet-i kerîmelerde diziliş sırasında önce
alınanların daha önemli olduğunu dikkat çeker
usulcülerimiz. Burada Allah'ın âyetlerini gizleyenler
dedikten sonra az para karşılığında satanlar diyor. Yani
Allah'ın âyetlerini gizleyenlerin, az para ile satanlardan
suçunun daha ağır olduğuna işaret de var demektir.
Yani bir kısım insanlar ben satmıyorum, para karşılığında
bu işi yapmıyorum diyebilirler ama söylemiyorsun
denildiğinde de söyliyemiyo-rum diyen kişinin de cürmü,
satanın cürmü kadar var, hatta bu sıralamaya göre âyet-i
kerîmenin işaret ettiği mânâda onun suçunun biraz daha ağır
olduğunu görüyoruz.
519[312]
Nisa 77
Demekki, bu bilgi karınlarında kalırsa ateşe dönüşüyor.
Veya dünyayı alıyorlar. Veya dünyalık alıyorlar, yiyorlar,
karşılığında Allah'ın âyetlerini satıyorlar. Bu yedikleri de
yine karınlarına ateş oluyor. Kur'ân-ı Kerîm'de iki yerde
böyle bahsedilir. 1- Nisa sûresinin 10. âyet-i kerîmesinde;
Bu âyet-i kerîmeye göre: Yetim mallarını zulüm üzere yiyen
kişiler de yine bu yedikleriyle karınlarına ateşi
doldurduklarını Allah (c.c.) bize haber veriyor.
Yunus Emre'nin bir sözü, Ahirette herkes kendi yakıtını bu
dünyadan kendisi götürür anlamında bir şiiri vardır.
Bu âyet-i kerîmelerden yola çıkarak bu şiirler söylenmiştir.
- Yetim malını zulüm üzere yiyen... Yetim malı yenmez
diye bir şey yok, onun malî işlerini yönlendiren kişinin
münasip bir şekilde yemesini yine Nisa sûresinde Allah
(c.c.) haber veriyor.
Yani onu işletiyor, onun adına çok iyi niyetlerle çalıştırıyor,
bu arada kendi çalıştığı kadarıyla da oradan ücret alıyorsa o
ayrı. Yani yetimin evine gidildiğinde bir çay veriyorsa
içilmez diye bir şey yok. Ayet-i kerîme zulümle kaydetmiş.
Yani sınırı aşarak, haddi aşarak yetimin malından yiyen
kişilerin o yedikleriyle karınlarına ateşi doldurmuş oluyor-
lar.Bu âyet-i kerîmede de Allah'ın âyetlerini gizlemekle
karınlarını ateşle doldurmuş oluyorlar. Bir de Allah'ın
âyetlerini para karşılığında satmakla Allah'ın âyetlerini ateşe
döndürmüş oluyorlar. Yani kendi bilgileri onların ateşi
oluyor. Âhiretteki ateşlerini bu dünyadan kendileri beraber-
lerinde götürmüş oluyorlar. Burada şu mânâ çıkmasın
yalnız: Hemen hatırınıza efendim mahallemizde bizim hoca
efendi hatim karşılığında bizden şu kadar hediye ettiğimizi
de aldı. Veya mahallemizde çocuklarımıza Kur'ân-ı Kerîm
okutuyor. Biz ona ücret veriyoruz. Böylelikle devam edi-
yoruz, gibi...
Alimlerimiz bu tür şeylere fetva vermişlerdir. Çünkü son
zamanlarda geçimin zorlaşması nedeniyle bir insan ya talebe
okutacaktır, geçimini ordan temin edecektir veya
çalışacaktır. Çalıştığı takdirde talebe okuta-miyacaktir.
Böylelikle de ilim ortadan kalkacaktır. Yani zarurete binaen
daha sonra gelen âlimlerimiz Kur'ân öğretme karşılığında
verilen ücretin helal olduğu konusunda fetva vermişlerdir.
Zarurete binâen. Yoksa aslında Kur'ân öğretmekten dolayı
yani İslâmî hizmetlerden dolayı ücret alınmaması gerekir.
Fakat biraz önce dediğim gibi zaruret nedeniyle oradan
ücret alınmasına müsade edilmiştir ama yine de bu
memlekette İslâmî hizmetlerde Rabbim katında hoşnut
olacağı bir hizmet yapayım diyen insanlar mümkün mertebe
ücretten kaçınmalıdırlar. Daha iyi olur bir başka âyet-i
kerîmede Allah onların yüzüne bakmaz diyor.
Burada da Allah onlarla konuşmaz kıyamet gününde diyor.
Bu dünyada, herkesin kendine göre sevdiği bir insan vardır.
Bazısı annesini çok sever; bazısı babasını çok sever. Bu
elimizde olmayan bir şeydir. Bundan dolayı günaha
girmezsiniz. Yani babanızla anneniz arasında sevgide fark-
lılık varsa gönlünüzde bundan dolayı günaha girmezsiniz.
Fakat muamelede farklılık yaparsanız günaha orada
girersiniz. Yani annenizi çok sevdiniz veya babanızı çok
seviyorsunuz fakat ikisi sizin evinize geldiğinde farklı
derecede muameleyi ortaya koyuyorsanız günaha girersiniz.
Dış görüntüde farklı muamele yapmıyacağız. Annemize
ayakkabı almışsak, babamızın da gönlünü alacak bir hediye
alınacak. Hani bir sakız da alınsa, tarak da alınsa gönlü
alınacaktır. Yani eşit muamele yapılacaktır. Fakat gönle
hakim olmak bizim elimizde değildir. İnsan evlatlarından
birini fazla sevebilir. Ama bunlara karşı yapılacak
iyiliklerde ayrım yapmamaya dikkat etmelidir.
Hani bu konuda âyet-i kerîmede iki evlilik konusunda, iki
hanıma da sevgi beslemek aynı derecede mümkün değil. O
senin elinde değil anlamında bir âyet-i kerîme var. (Nisa
129)
Ama muamelede eşit davranmaya gayret sarfedeceğiz.
En sevdiğimiz bir insanın bir gün yanına varıyoruz, bizimle
konuşmuyor. Ona çok üzülüyoruz. En sevdiğimiz ama, yani
sıradan biri değil.
Allah (c.c.) bizi yaratıyor, sevdiklerimizi yaratıyor,
yediklerimizi yaratıyor, giydiklerimizi yaratıyor. Ve ahirette
kesinlikle O'nun huzuruna varacağımızı biliyoruz. Öyle bir
ortamda gülen bir yüz arıyoruz biz. Bizimle konuşacak
birini arıyoruz. Hani kimselerin tanımadığı bir yerde ba-
şımız büyük bir derde girmiş, tanıdık bir adam arıyorsunuz
derken işinizi yapacak, mahkemede veya herhangi bir
dairede bir tanesi; Gel bu tarafa dedi. İşte dünyalar sizin
oldu. İş olsun veya olmasın. Dünyalar sizin oldu.Yani
kıyametin o dehşeti içerisinde Allah (c.c.)'ün Rahmetinin
bize ulaşmasından, rızasının bize kavuşmasından daha
sevimli sevindirici bir şeyi düşünmek mümkün değildir.
Allah (c.c.) de kıyamet gününde bu Allah'ın âyetlerini
gizleyenlerle, âyetleri para karşılığında satanlarla
konuşmıyacağmı ve onları temize çı-karmıyacağvnı ve onlar
için acıklı azap olduğunu ifade ediyor.
Daha önce geçen âyet-i kerîmelerde bu gizlemenin
çeşitlerini anlatmaya çalışmıştık. Hani günümüzde bir kısım
âyet-i kerîmeleri bildiği halde hoca efendilerimiz gündeme
getirmezler. Çünkü getirecek olursa bazı sakıncaları
doğacaktır. Maddi sakıncalar olacaktır.
Bunu yani gizlemeyi bazen otorite temin eder. Mesela
Kur'ân serbesttir denilir. Fakat Kur'ân'ı anlayacağımız dil
olan Arapça'nın okunması ve okutulması yıllarca yasaklanır.
Derken bir gün imam-hatip ve ilahiyat fakültelerinde
okuyabilirsiniz denilir ama oralarda da öyle bir program
hazırlanır ki, özel gayretiniz ve özel hocalardan
çalışmazsanız Arapça öğrenemezsiniz, çünkü program ona
göre hazırlanmış. Yani siz altı, yedi sene imam-hatip okulu,
dört sene de ilahiyat fakültesinde toplam on bir sene
okursunuz Arapça'yı liseye giden ve İngilizce okuyan bir
çocuğun seviyesine getirmezsiniz. Program öyle yapılır.
Onbir sene okursunuz anlamazsınız. Bu gizlemedir. Yani
gizlemenin bugünkü Türkçe'sidir.
Allah'ın ayetlerini satanlarda bolca kitap yazarak Allah
(c.c.)'ün bu âyetten kasdi şudur, diyorlar. Meselâ
günümüzde çokça okunan, gazetelerde konu edilen,
dergilerde tefsiri yapılan Maide süresindeki; "Kim Allah'ın
indirdiği ile hükmetmezse kâfirlerin tâ kendisidir, zalimlerin
tâ kendisidir veya fasıkların tâ kendisidir" diye üç tane âyet-
i kerîme ardar-da gelir. Bu âyet-i kerîmeler konusunda bir
tanesi çıkar derki, bu âyetin bu İslâm ümmetiyle uzaktan
yakından ilgisi yoktur. Bu âyet-i kerîme Benî İsrail için
geçerlidir. Muhatabı Yahudiler'dir. Bizimle ilgisi yoktur.
Onun için Allah'ın indirdiğiyile hükmetmezseniz, gavur da
olmazsınız, zalim de olmazsınız, fasık ta olmazsınız diye bir
kitap yazılır ve bol miktarda da satılır. Bu da Allah'ın
âyetlerini satmanın bir çeşididir.
Bunlardan, bunların şerrinden Allah'a sığınmak gerekiyor.
Allah (c.c.) onları bize tarif ediveriyor. Onlar da bir tüccar
aslında. Biz de bir ticaretle meşgulüz. Onlar da bir ticaretle
meşguller. Bizim ticaretimiz yani mü'minlerin ticareti
dalâlet karşılığında hidâyet almak, dünyayı verip Cenneti
kazanmak, kötülükleri atıp iyiliklerle süslenmek, küfrü verip
imanı almak, yalanı bırakıp doğruyu almak. Bizim
ticaretimiz bu. 520[313]
520[313]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/342-347.
(175) Onlar doğruluk yerine sapıklığı, bağışlanma yerine
azabı satın aldılar. Onlar ateşe ne kadar dayanıklıdır.
Onların ticareti ise, işte onlar yani Allah'ın âyetlerini
gizleyenler, Allah'ın âyetlerini para karşılığında satanlar,
onlar hidayeti verip sapıklığı satın alanlardır. Allah'ın
mağfiretini affını verip, azabı satın alan kişilerdir onlar. Ne
kadar da ateşe karşı sabırlıdırlar. Veya ateşe karşı ne kadar
cüretkârdırlar. Yani Cehenneme doğru bir gidiş var onlar bu
gidiş esnasında da pazarlıktalar. Alış veriş yapıyorlar.
Hidayet verip dalalet satın alıyorlar, mağfireti
ALİ İMRAN SURESİ
(1) Elif-Lam-Mim.
Bu harfler hakkında bilgiyi Bakara suresinin birinci
ayetinde vermiştik. Bu tür harflerle başlayan sûrelerin ilk a1
etleri Kur'an-ı Kerimden bahseder.
Bu harflerle başlamakla sanki müşriklere: «Kur'ani
Muhammed'in kendisi uyuduruyorsa haydin bakalım bu
harfleri tanıyorsunuz, sizin harfleriniz. Bu harflerden
meydana gelen kelimeler sizin kelimeleriniz. Bu dil sizin
diliniz. Buyurun bu Kur'an'ın bir benzerini de siz getirin
anlamında bir meydan okumadır. 523[3] Biz bu harfleri ve
ayetleri okurken Arabın kelimeleri ve harflerinden meydana
gelen bu söz ve mananın Allah tarafından olduğunu,
benzerinin getirilemiyeceğini kabul ediyor ve okuyoruz. 524[4]
521[1]
Müsnedi Ahmed 51249, Müslim 11222, Hakim Müstedrek 11564
522[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/15.
523[3]
Bakara 23
524[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/15-16.
(2) Allah, Ondan başka ilah yoktur. Hayy'dır. Kayyum'dur.
Bu ayetin tefsirini Bakara suresinin 255 nci ayetinin tefsirini
yaparken vermiştik. "Ayet-el- Kûrsi" diye bilinen o ayeti
kerimeyi uzunca açıklamıştık.
Allah'dan başka yaratan, yaşatan ve yöneten yoktur. Bütün
canlıları yaratanın canlı olması gerekir. İşte o Allah
Hayy'dır. Diridir.525[5]
533[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/18-19.
Zamanla Allah'dan gizlemek için ateşle insanın yakılıp
dumanının havaya savrulması mantıksızlığının bir benzerini
de ateistin biri «peki denize bir adam düşse, adamı balina
yutsa, balıkçılar onu tutup binlerce parçaya ayırsa, binlerce
adam o balığı yese, binlerce adamdan biri yanarak, biri
donarak ölse, bu denize düşeni Allah nasıl toplayacak?»
demişti. Bende ona:
«Sen insanı dağıttın. Ben de senin toplandığın yerleri
söyîeyivereyim. Sen ana rahmine düştüğünde gözle
gürülemeyecek kadar küçüktün. Ada-na'nın domatesi,
Ayvalığ'ın zeytini, Rize'nin çayı, Trakya'nın ayçiçeği,
Karaman'ın bulguru, Afrika'nın lodos rüzgarı, Kafkas'ların
poyrazı sende toplandı bu hale geldin. İnsan oğlu
Ankara'dan verdiği ses ve görüntüyü en uzak yerden alıcının
düğmesine basmakla havadan nasıl toplarsa, Allah (c.c.)
daha iyi toplar» dediğimde «toplar hocam» demişti.
- «Hocam Allah'ın herşeyi bildiğini gözümüzle görmüş gibi
anlat bize » derseniz, derimki: Hiçbiriniz başınızdaki
saçların sayısını bilemez. Saymaya kalkışmayın akıl
hastanesine gönderirler. Siz bilmezsiniz ama Allah (c.c.)
bilir. Bildiğini nereden bilelim? derseniz, derimki saçınız
büyüyorsa onların gıdasını veren biri var. Saçlarınız
ağarıyorsa ağarana ak, karasına siyah boya gönderen biri var
ve o hangisi beyaz boya, hangisi siyah boya istiyor onu bilir
ve ona göre gönderir. 534[14]
534[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/19-20.
milyonda biri rahime giriyor, yer tutuyor, gelişiyor. Babanın
ve ananın Özelliklerini taşıyor. Buna (yüsavviru) kelimesi
işaret ediyor. Bütün bunları yapan Onu gören bilen
"Kayyum" dur.
Yerde ve göktekileri bilen, Rahimierdekine şekil veren
Allah'a iman, islam ümmetinden cinayeti, hıyaneti isyanı
ortadan kaldırır.
Şoförler yollarda radar'a yakalanmamak için sür'at sınırına
dikkat ettikleri gibi müminler de ileride cezalandırılmamak
için Allah'ın sınırlarını aşmazlar.
Bu gün dünyanın en medeni devleti diye takdim edilen
Amerika'da her dört dakikada bir adam öldürüldüğü
gözleniyor. Gece onikiden sonra sokakta polis bile
korkusundan gezemiyor. "Sanfiransisco Sokakları" diye
cinayet filimleri çevirerek zulümlerini de dolara
çeviriyorlar.
(yüsavviru) kelimesinde çocuğun anne ve babaya benzer
şekilde yaratıldığına da işaret vardır. Onun içindirki ilk
insandan bu güne kadar insan türünde şekil değişikliği
olmamıştır.
Bülbülden bülbül yavrusu, insandan insan yavrusu doğmuş
ve son doğan çocuk ilk babası Adem'in Özelliklerini
taşımaktadır. Ama aynısı değildir. 535[15]
535[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/20-21.
düşünmezler.
Bu ayet müfessirler arasında üzerinde çok konuşulan bir
ayettir. Muhkem nedir? Müteşabih nedir? Müteşabih
ayetleri ilimde derinleşenler bilebilir mi bilemez mi? gibi
sorulara cevap aramışlar.
Bu cevaplar doğrultusunda doğru yolu bulmuşlar veya
sapıtmışlar.
Sahabe, tabiin ve mezhep imamları müteşabih ayetlerin
manasını Allah'a havale ettikleri için biz de aynı şeyi
yapıyoruz.
Bize emirler veren yasaklar koyan, ibret alsınlar diye
geçmişden kıssalar anlatan, öğütler veren ayetler muhkem
ayetlerdir ve biz onlara uyarız.
Allah'ın arşından, kürsisinden, yed'inden cennetinden
cehenneminden, ahiret terazisinden (v.s.) bahseden ayetler,
müteşabihdirler. İnanır ve öyle kabul ederiz.
Bir alemki alemimize benzemez. O Ahiret alemini bu
dünyadaki terimlerle anlatıyor ama o değildir.
Allah'ın herşeyi gördüğü, herşeyi işittiği, herşeyden güçlü
olduğu bize bildiriliyor ama görmesi, işitmesi tutması
bizimkiler gibi değildir. O yarattığına benzemez. Ama
kendisini bize tanıtırken bizim bildiğimiz ke-
limelerle tanıtıyor.
Cehennem üzerindeki sırat köprüsü, Mimar Sinanın
köprüsüne de benzemez. İstanbul boğazındaki Fatih
köprüsüne de benzemez. Ama biz bir köprü hayal ederiz.
Hayallerimiz kültürümüz doğrultusundadır.
Şunu iyi bilelimki Allah (c.c.) zatım ve sıfatlarım bize
tanıtırken bizim bildiğimiz kelimelerle anlatıyor. Biz
gözümüzün görme sınırı olduğunu biliyoruz. Her duyu
organımızın bir sınırı vardır. Allah (c.c.) bu sınır içerisine
girmez. Öyle olunca bu tür ayetler müîeşabih ayetlerdir.
Kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak, manasını
tahrif etmek için bu müteşabih ayetlerin teviline çalışırlar.
İlk nazil olan İncil'de ve ilk hristiyanlarda eb (baba)
kelimesi yaratan, icad eden manasına kullanılmış. (Ebul
Beka Külliyat Eb maddesi)
Fakat kalbi eğriler bu kelimenin manasını tahrif ederek baba
- oğul münasebeti kurarak küfre girmişler.
Durup dururken Rabhimiz kimsenin kalbini eğmez. 536[16]
Onlar eğritince Allah da onların kalblerini eğer. 537[17] Her
günahın gönülde bir nokta gibi karanlık meydana
getirdiğini, o karanlığın ancak tevbe ile parlatılabileceğini
peygamber efendimiz haber verir. 538[18]
Gönüllerindeki eğri düşüncelere Kur'anı Kerimden dayanak
arayanlar, tarih boyunca ayetlerin ve kelimelerin manalarını
tahrif etmişler.
Günümüzde hümanist olan bir müslüman Kur'anı Kerimden
bir kısım ayetleri alarak «İslam hümanizmi» adı altında
kitap yayınladı. Bunlar önce bir fikre sahip olup sonra
Kur'anı o fikrin tasdikcisi yaparak yamldılar.
Efendimiz (S.A.V.): «Kim kendi görüşü doğrultusunda
Kur1 anı tefsir ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın»
buyuruyor. 539[19] Yani önce liberalizmi, kapitalizmi veya
kominizmi benimsedikten sonra Kur'anı o düşünce doğrultu-
sunda tefsir ederse cehennemlik olur.
Yoksa çok iyi niyetlerle Allah (c.c.)'in kelamını anlamak
için bütün melekelerini harekete geçirerek Kur'am anlamaya
çalışırken yanılacak olursa (Carullah Zamahşeri gibi) hata
etmiş olur. Ama kâfir olmaz.
Müteşabih ayetlerin manasını Allah'dan başka kimse
bilemez. İslami ilimlerde derinleşenler de bunun böyle
olduğunu kabul ederler. Bir kısım alimler özellikle tasavvuf
tarafı ağır basanlar (illallah) da durmazlar ve (verrasihun) de
dururlar ve buna göre mana Allah ve ilimde derinleşen-
536[16]
Bakara ayet 7
537[17]
K.Kerim Saff 5
538[18]
Müsned, Ahmed 2/297, îbni Mace K. Zühd 29
539[19]
Tirmiz, Tefsir bab 1 Hadis 2952, Ebu Davud, K. İlim hadis 3652
lerden başkası müteşabih ayetlerin manasını bilemez
olur. 540[20]
540[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/21-24.
541[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/24.
542[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/24-25.
(10) Kafirlerin malları ve evlatları Allah'a karşı hiçbir
şekilde fayda vermez. İşte onlar ateşin yakıtıdırlar. 543[23]
545[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/26.
normal bir aynadır ve sizi olduğunu gibi gösterir.
Gözlerimizi kahkahah aynalar haline getirmeyelim. Eşyayı
olduğ gibi görmeye çalışalım.
Askerlik muayenesi için şehre gelen bir delikanlı ilk defa
aynayı görmüş. Bakmışki kendisi aynanın içinde.
- Ben askere gidince Ayşem bana baksın diye, boy aynasını
almış kc ye getirmiş. Eve gelince Ayşe bir bakmış içinde
tanımadığı bir kadın vacayın validesini çağırmış -Anne gel
oğlun şehirden kadın getirmiş demiş. Kayınvalide gelmiş
aynaya bakmış ve oğluna - Madem kadın getirecektin
seksenlik moruğu niye getirdin demiş.
Biz önce kendimizi tanıyalım. Sabırlı on mümin'in, ikiyüz
kişiye galip geleceğini haber verir Rabbimiz. Eğer
müminlerde zayıflık varsa yüz kişinin ikiyüz kişiye galip
geleceğini bildirir. 546[26] Gülümüzün'iki katından yirmi
katına kadar olan düşmandan korkulmaz. Bu çatları
belirlemek için önce kendi iman, amel, ilim, ekonomik ve
askeri gücümüzü bilmemiz gerekir. 547[27]
550[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/28-29.
551[31]
Müslim 1/420, Nesai l72, İbni Mace Hadis no: 1855
552[32]
Buhfethulbari 9/99, Hakim 2/160
dünyaya kazık çakacağını zannedenler de öldü gitti. 553[33]
557[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/32.
558[38]
Müslüm 1/210, Buharı Fethulbari 3/25
559[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/32.
Allah (c.c.) ise kendi varlığına kendisi şahiddir.
Hz. Musa'ya indirdiği Tevratı, Hz. Davud'a indirdiği
Zebur'u, Hz. İsa'ya indirdiği İncil'i Hz. Muhammed'e
indirdiği Kur'an ayetleri ve diğer sahifelerle şahidlik yapar.
(Allah'ın selamı bütün peygamberlerin üzerine olsun)
Kur'an inmeye başladığında o devrin ünlü şair ve edipleri
hayretler içinde kalırlar. "Muhammed'i ve edebi
üstünlüğünü biliriz ama, bu sözleri söyleyebilecek güçte
değildir." derler.
Tabiat ayetleri de Allah'a şahittir. Elinizi kaldırın ve ona
dikkatle bakın. Seven, okşayan, ele bakın. Döven acıtan ele
bakın.Allah'ın varlığını inkar edene delil olarak herhangi
birşeyi söyleyive-rin. O anda ilk gördüğünüzü delil olarak
hatırlatıverin.Bu dünya galerisinde gezerken gördüğünüz
her şaheseri gördüğünüzde fe Sübhanellah diyerek
yaratıcısına teşbih ediniz. Galerilerde ressamın defterine
takdirkar sözler yazdığınız gibi bu galeride de Allah'a
yönelerek: Anladık iman ettik varsın, birsin ya Rabbi
diyelim.
Şahid: bildiğini hakim önünde ifade edendir dedik. Allah'ın
varlığına ve birliğine camide, yolda, otobüsde, uçakda,
dairede, askeriyede, okulda heryerde şahidlik yapılmalıdır.
Allah'a inandığı halde hiçbir kimseye bildirmeden ölenlere
biz gayri müslim muamelesi yaparız.
Şehadet kelimesi diye bildiğimiz:
«Eşhedü Enlâ-İlahe İllallah. Ve Eşhedü enne Muhammeden
abdü-hü ve Rasülüh» kelimei tayyibesinin manasını
bilmeliyiz.
Kâfir bir insan bu kelimeyi söyleyerek müslüman olur ancak
manasını bilmesi şarttır.
Alman veya Amerikan kâfirine bu kelimeyi manasını
bilmeden söy-letseniz müslüman olmaz. 560[40]
560[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/33-34.
(19) Allah katında din şüphesiz islamdir. Kitap verilenler
kendilerine ilim verildikten sonra aralarındaki ihtiras
yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar
ederse şüphesiz Allah hesabı çok çabuk görendir.
Kendisine teslim olunacak din islam dinidir. Onun dışındaki
düşünce, görüş, din, itikat tamamı senin gibi bir insanın
düşüncesinin ürünüdür.
Senin aklın o insanın aklından daha ileri olabilir. Akıl
akıldan üstündür.
Her akıl müstakil düşünme hakkına sahiptir. Birinin
diğerine hakim olma hakkı yoktur. İslama inanmayan herkes
kendi görüşünü hakim kılmaya kalkar, fert ve devlet terörü
orada başlar.
Ehli kitap, peygamber efendimiz gelmeden önce, kitapları
etrafında birlik halinde iken, islam gelince bu peygamber
bizden gelmeliydi deyip iman etmeyenlerin yanında yer
aldılar.
«Ben her fikre saygılıyım» diyen insan kendi fikrinin kesin
doğru olduğuna inanmayan insandır. Biz İslama zıt olan
herşeyin yanlış olduğuna inanırız. Çünkü sözlerin en
doğrusu Allah'ın sözüdür. Ama her insana saygımız vardır.
İslamdan başka din Allah katında kabul değildir. 561[41] Bazı
batı hayranlarımız bu ayeti görmezlikten gelerek, bugünkü
ehli kitabın cennetlik olduğunu iddia etme gafletini gösterdi.
Ama batılı insan kendisinin kara kalbliliğini bildiği için bu
yağcılığa iltifat etmedi. 562[42]
563[43]
En'am 79
Burada "Müslüman oldunuz mu?" ifadesi kalın kafalı
birisine uzunca anlattıktan sonra "Anladın mı şimdi" dendiği
gibidir. Eğer İslama girer-erse doğru yolu bulmuş olurlar, O
yoîla dünyada devlete, ahirette cennete ulaşırlar. 564[44]
564[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/34-36.
565[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/37.
yardımcısız olarak cehennemi boylarlar. 566[46]
566[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/37-38.
567[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/38.
568[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/38.
569[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/38-39.
570[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/39.
ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine
hesapsız rı-zık verirsin.
Allahm yarattığı toprak üzerinde, Allanın yarattığı ayaklarla
yürüyor, onun mülkünü onun verdiği gözlerle görüyor, onun
verdiği dillerle onu
öğüyoruz. Biz hakkıyla onu öğecek kelime
bulamayacağımızdan, onu öğecek kelimeleri de bize o
veriyor.
Mehmet Akif merhum bu ayeti ne güzel şiirleştirmiş: İlahi,
"Malik-el- Mülküm" diyorsun doğru Amenna, Hakiki bir
tasarruf varmıdır insanlara? Asla! Eğer almışsa bir millet
edip bir mülkü isti'la, alan sensin, veren sensin, senin
mülkündedir dünya.
istanbul şehrinin tapusu Konstantine aitken Fatih Sultan
Muhammed geldi ve onun elinden aldı. Ama bu dünya
Fatihe de kalmadı, Sultan Süleymana da. Allahdan başka
kimseye kalmayacaktır.
Öyle olunca onun mülkünde onun verdiği akılla onun
verdiği dille ona başkaldırmaktan daha tehlikeli bir delilik
yoktur.
O Allah gündüzlere geceleri katıyor, geceler uzuyor, bazan
da gecelere gündüzleri katıyor, gündüzler uzuyor,
kolumuzdaki binlerce saatin ayarı birbirine uymuyor.
İnsanın yaptığı ayarsız oluyor. Ama dünya yara-tılalıdan
beri çalışan bu gece gündüz saatinde bir saniye değil bir
saliselik ayarsızlık yoktur. İşte Allahm kanunları ile
insanların kanunları arasındaki farkda böyledir.
Kıyamete kadar gelecek insanların hukukunu düzenlemek
üzere Allah tarafından ayarlanmış ilahi kanunları
reddedenler, her onsene de bir kalemle değil süngünün
ucuyla kendi kurdukları kanunları ayarlama mecburiyetinde
kalmışlardır. Binlerce insanın kanı akıtılarak, beyni ezilerek
gerçekleştiriyorlar bu ayarlamayı.
Ümidinizi kesmeyin. Allah ölüden diriyi çıkarır. Firavunun
sarayında Musa'yı yetiştiren Allah, (c.c.) kâfirin karanlık
dünyasında adalet güneşini ısıtır.
Yeterki biz kâfirleri dost ve yönetici etmeyelim. 571[51]
571[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/39-40.
Hırsızlık yapmayacak, başkasına zina iftirasında
bulunmayacaktır.
Yalnız Allah'dan sakınacaktır. Ayetin sonu tekıyyenm
ruhsat olduğuna, Allah'dan sakınmanın ise azimet olduğuna
işaret eder. Biz Allah'dan sakınacağız. Allah'ın
yarattıklarından değil. Çünkü dönüş Allah'adır. 572[52]
572[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/41-42.
573[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/42.
574[54]
Nisa 10
solmayan güller dikmeye gider gibi yürüsün.575[55]
(37) Rabbi de onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel
bir bitki gibi büyüttü. Zekeriyya'yı da ona karşı sorumlu
kıldı. Zekeriy-ya mihraba her girişinde onun yanında bir
581[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/45-46.
yiyecek buldu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" deyince O,
Bu Allah katındandır" dedi Şüphesiz
Allahdilediğinihesapsız rızıklandırır.
Meryem validemizleyzesininkocası Zekeriyya
aleyhisselâmm yanında güzel bir çiçek gibi yetiştirildi.
Bahçesindeki meyvelerin toprağına, gübresine, ilacına,
budanmasına dikkat eden aileler dünyanın bütün
ağaçlarından daha değerli olan yavrularının yetişmesine,
gıdasının helal ve temiz olmasına, beynine giren söz ve
görüntülerin güzelliğine dikkat etsinler.
Zekeriyya (S.A.V.) Meryem validemizin yanına her varışda
onun yanında nzık buluyordu. Bu haber evliyanın
kerametinin hak olduğunu göstermektedir.
"Allah dilediğine hesapsız nzık verir" İslama hizmet ederek
rızka kavuşmak, paraya hizmet ederek İslama hizmet
ediyorum diye kendini kandırmaktan hayırlıdır.
Efendimiz İslama hizmet ederek Mekke'li müşrik
yöneticilerin malla-rınada varis oldu. 582[62]
582[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/46-47.
müjdeler. 583[63]
583[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/47.
584[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/48.
585[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/48-49.
üçgün konuşamaman-dır. Rabbini çokça zikret, akşam sabah
teşbih et» dedi.
Meninin milyonlarca hücresinin birinden boylu poslu insanı
yaratan, kireçle kaplanmış yumurtanın içinden civcivi
çıkaran, küçücük haşhaş tanesinden beyaz, mor çiçekler
açtıran, kara topraktan karanfiller koklatan Allah (c.c),
ihtiyar bir erkekle kısır bir kadından çocuk olacağını müjde-
ler. Zekeriyya aleyhisselâm çocuğumun olacağının işareti
nedir? deyince «üçgün konuşamaman» diye cevap verilir.
Zekeriyya Aleyhisselâm daha önce konuşurken bir anda
konuşamaz hale gelir. Diliyle Allahi zikrediyor, akşam
sabah teşbih ediyor ama konuşamıyor. Ancak işaretle
meramını anlatıyor.
Zekeriyya Aleyhisselâm anlıyorki, yıllarca konuşan dilim
Rabbim dilemeyince konuşmadığı gibi, yıllarca doğurmayan
kısır hanımım da Allah dileyince doğurur ve Yahya dünyaya
gelir. 586[66]
588[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/50.
589[69]
Hadid 2
590[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/50-51.
kullandığımız bir ifade vardır. Seyahat kelimesi. Seyahat
nedir? Birinin gezip tozmasına seyahate çıkması diyoruz.
Mesih "dinini yayma konusunda gezen dolaşan seyahat eden
insan" manasına geliyor veya meseha kökündendir diyorlar.
Bazıları hastaların tedavisi için eliyle mesh ettiğinden dolayı
mesih denilmiştir diyorlar.
Ama birinci planda seyahat kelimesinden türetilmiş, Mesih
dinini yayma konusunda gezen, seyahat eden insan
manasındadır.
Biz o Mesih'e iman ettiğimize göre bizim de gezip,
dolaşmamız gerekiyor. Nereleri dolaşalım hocam? Canım
arada bir arkadaşları geziverin, dükkanları dolaşiverin.
Yalnız çay içmek için değil, bir şey anlatmak için o günün
konularını İslami yoldan çözümünü bildiğiniz kadarıyla
anlatıverin.
Ve dünyada saygın, vecih, yani insanların değer verdiği,
itibar ettiği, Rabbimin de değer verdiği bir insan olacaktır o.
Ahirette de Rabbim tarafından itibar görecektir. Ve Allah'ın
yakın kullan arasında olacaktır" diyor. 591[71]
591[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/51-52.
Hocam nasıl konuşur diyecek olursanız. Öyle bir olur ki.
İnsanlar plağı konuşturursa, teybi konuşturursa Allah
çocuğu niye konuşturmasın. Dünyaya gelince viyaklıyor. Ha
o nedir? Biraz daha anlaşılır hale getiriyor. Elin oğlu bugün
hani çiçekleri konuşturuyor diyorlar. Çiçeğin yanında bir
olay olsa belirli aletleri getirip onun yanındaki olayı
çiçekten dinleme ilmi de gelişmiş diyorlar. Allah'ın yarattığı
insan bunu başarırsa Allah (c.c.) haydi haydi
konuşturur. 592[72]
592[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/52.
Peygamberiyim ve insanlara Allah'ın kitabını açıklamak
üzere gönderildim" diyor. Onun için babasız bir çocuk
dünyaya getiren bir kadın bugün bunu yapsa ona deriz ki
"çocuğunu konuştur, biz de sana inanalım." Meryem
validemizi Allah (c.c.) temize çıkarırken hakim huzurunda
çocuğu konuşturdu." deriz. 593[73]
593[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/52-53.
594[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/53.
595[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/54.
ğiştirdiler. Helal olan şeyleri haram, haram olanları da helal
kılmaya kalktılar. İnsanlara kendi nefislerinden haram
kıldıklarını helal kılmak üzere. Hocam günümüzde böyle
birşey yok demeyin, günümüzde Allah (c.c.)'nun haram
kıldıklarım helal kabul ediyorlar. İçki haramdır diyoruz.
Ama içki fabrikası açılır. İçkinin nasıl imal edileceği,
işçilerin nasıl çalışacağı, ücretlerinin nasıl verileceği
kanunu, bakanlar kurulu kararları veya bakanın tamimleri
ile yapılmakta, satışı, alışı belirli bir statüye tabi tutulmakta
ve onun satışı için kim izin alır, nasıl izin alır, ne şartlara
bağlıdır. Bütün bunlar kanunlaştınlmış veya
kararlaştırılmıştır.
Faiz haram kılınmış, en şiddetli şekliyle kötülenmiş ama,
belirli bir zaman vardı ki aleyhde konuşmak suç olurdu.
Onlar da (hahamlar da) aynısını yapmışlar da İsa (Aley his
selam) düzeltmek için geliyor.
Size Rabbinizden ayetler getirdim. Veya kendim ayetlerle
geldim. Allah'tan sakının. (Allah'a inanıyor musunuz? Evet)
Bana da itaat edin.
Yahu siz Musa'ya niçin inanıyordunuz niye itaat
ediyordunuz? "Allah gönderdi diye" Onu gönderen Allah
(c.c.) beni de gönderiyor. Onun Tev-ratını aynen
uygulamayı zaman içerisinde sizin değiştirdiklerinizi düzelt-
meyi ve size yepyeni bir İncil'le gelmek üzere Allah (c.c.)
beni size gönderdi" diyor. 596[76]
596[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/54-55.
herkes sizin ineğinizdir. Onun sütünü iyi sağacaksınız. Süt
vermez inekleri ise öldüreceksiniz. Çünkü "yeryüzünde
otlayıp da sizin altınınızı, gümüşünüzü, madeninizi,
fıstığınızı, fındığınızı da yiyip bi-tirmesinler diye
öldüreceksiniz. Süt verdiği takdirde sağacaksınız, süt
vermedi mi de işini bitireceksiniz diyorlar.
İsa (Aleyhisselam) ki İsa (Aleyhisselam)'ın burada
söylediklerini bizim söylememiz gerektiği için Rabbim
haber veriyor. «Sizin Rabbiniz bizim de Rabbimizdir. Öyle
ise ona itaat edin.» Peki bunlar Rab diye itat
ettiklerine gerçekten itaat etmiş olsalar, O Rab Teâlâ Hz.
Peygamberimiz (S.A.V.)'i göndermiş ve de Kur'an-ı Kerim'i
göndermiş, ona itat etmeleri gerekiyor. İnanmamakla Allahü
Teala'ya da itat etmiyor bunlar:
İşte dosdoğru yol da budur. Dosdoğru yol Rabbi tanımak
ona ve Peygamberine itaat etmektir. 597[77]
597[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/55-56.
dediğini diyoruz. 598[78]
(55) Hani Allah: "Ey İsa, şüphesiz seni ben vefat ettireceğim
ve seni kendime yükselteceğim. İnkarcılardan seni tertemiz
çıkaracan ğim ve sana uyanları kıyamet gününe kadar
inkarcıların üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz yalnız
bana olacaktır. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerde ben
hükmedeceğim."
Hz. İsa'nın söyledikleri yahudilerin çıkarlarını zedelediği
için, zulümlerine engel olduğu için yahudiler Hz. İsa'yı
öldürmeye karar verirler. Hz. İsa'nın yakın arkadaşları
600[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/57-58.
arasında yahudilerin casusu da var.
Birgün ani bir baskınla öldürmek için geldiklerinde Allah
(c.c.) Hz. İsayı göğe kaldırır. Yahudiler de Hz. İsaya
benzetilen birini çarmıha gererek Öldürürler.
Tefsirlerde bu ayetin açıklamasında birçok ihtilaflı
açıklamalar var. Yahudiler öldürdüklerini söylüyorlar.
Yahudilerin bu sözünü benimseyenler ayetteki
"Müteveffike" kelimesini "öldüreceğiz" manasına alıyorlar
ve Hz. İsa öldükten sonra kaldırılmıştır diyorlar.
Hz. İsa öldürülmeden kaldırılmıştır diyenler aynı kelimeyi
"Öldüreceğiz" manasına alsak bile o zaman öldürüldüğüne
işaret etmez. İleride kıyamete yakın zamanda yere indirilip
görevini tamamladıktan sonra öldüreceğiz demektir. Bu
durum "her nefis Ölümü tadacaktır" ayetine de ters düşmez.
Çünkü Hz. İsa da ölecektir. Ayrıca "Müteveffike" kelimesi
seni uyutacağız manasına da gelebilir. Zümer suresi 42 nci
ayetle En'am 60 ncı ayetlerde uyumak manasına
gelmektedir.
Meryem suresinin 33 ncü ayetindeki doğduğum gün de
öldüğüm gün de ve diri olarak kaldırılacağım gün de
Allah'ın selamı benim üzerime olsun" sözü Hz. İsa'ya aittir.
Buradaki "öleceğim gün Allah'ın selamı benim üzerime
olsun" cümlesi öldüğünü göstermez. Öleceğine işaret eder.
Nisa suresinin 159 ncu ayetinde "O (İsa) ölmeden önce
bütün ehli kitap ona (İsa'ya) muhakkak iman edecektir."
diye haber verilmekte.
Şimdi sorarım Hz. İsa göğe kaldırılmadan önce bütün
yahudiler Ona inanmış mı idi. inansalardı zaten öldürmeye
teşebbüs etmezlerdi. Sonra "ehli kitab" ta'biri yahudi ve
hristiyanları içerir. Bu günkü yahudiler hala Hz. İsayı kabul
etmemekte diretiyorlar. Ama iman edecekleri gün mutlaka
gelecektir.
Nisa suresinin bu 159 ncu ayeti Hz. İsa'nın tekrar dünyaya
geleceğine de işaret etmektedir. Hz. peygamber'in (S.A.V.)
sahih hadisîeriyle habei verdiği Hz. İsa'nın inişi haberi o
kadar çok sahabeden nekledilmişki, hadisler manaları
yönünden mütevatir haber olmuştur. Bu konuda Keşmirli
Muhammed Enver Şah'ın yazdığı, Abdülfettah Ebu
Guddenin tahkik etti-
ği Matbuat-ül İslamiyyenin Halebde bastığı 350 sahifelik
kitap bütün hadisleri topladığı gibi bütün şüpheleri de
dağıtmaktadır.
Günümüzde çok değerli yazarlarımızdan bir kaçı "Hz. İsa
önce öldü sonra kaldırıldı" diyorlar. Böyle söyleyenleri de
tekfirden kaçının.
Bu ayeti kerimede Allah'ın Rasulüne hakkıyla uyanların
kıyamete kadar kafirlerin üstünde tutulacağını haber verir.
Beni İsrailin tarihi bunu onaylamaktadır. Hz. Musa'ya
uyanlar o günün dünyasında en güçlü devlet başkanı,
Firavun'un zulüm üzerine kurduğu saltanata son vermişler
ve Bakara suresinin 45 nci ayetinde bildirildiği gibi o günün
bütün insanlarına üstün tutulmuşlar.
Hristiyanlık tarihide Öyle sapma ve sapıtma devirlerinden
önce Hz. İsa'ya inanan havariler zamanında Hz. İsa'nın
getirdiği hak din önünde hiçbir engel duramamıştır.
İslam dini de bir yetimin nurlu dilinden insanlar üzerine
hayat pınarı gibi akmaya başlayınca 40 senelik bir zaman
içinde Bizans imparatorluğu ile İran - pers
imparatorluğunun zulmüne son vermişler.
Arkadaşlar sayımıza ve silahlarımıza bakmadan Allanın
dinine sımsıkı sarılır ve bu insanlık alemine Kur'anın
mesajını duyurabilirsek insanlar aradıklarını Kur'an da
bulacaklar ve guruplar halinde İslama gireceklerdir.601[81]
601[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/58-60.
yoktur.
Peygambere inanmayan, getirdiği kitabı kabul etmeyen
kafirlerin azabı yalnız ahirette olmayacak. Eğer gerçekten
güçlü imana sahip müminler islamın hakimiyetini
sağlarlarsa bu kafirler için en büyük azaptır.
Sineğin gülden hoşlanmadığı gibi kafirler de İslami bir
yönetimin gelmesindense mağaralarda, inlerde yaşamayı
arzu eder hale gelirler. 602[82]
606[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/62.
tutuyorlar.
Ferd olarak düşünürsek, çoğunluğu hristiyanlığı
savunmuyor. Papazların İncil'e sonradan kattıkları şeyler
haklı olarak ferdîerin aklını karıştırıyor.
Bu gün bizler meclislerde, salonlarda, meydanlarda insanın
olduğu her yerde İslam kültürü ve onun hayata yansıyan
medeniyeti ile buyurun işte çocuklarımız, işte çocuklarınız,
işte ailemiz, işte aileniz, işte medeniyetimiz işte
medeniyetiniz gelin yarıştıralım diyebilmeliyiz.
Hicri sekizinci asrın başlarında batınüerin yaymaya
başladığı batıl bir tarikat şeyhinin ateş gösterileri binlerce
insanı peşine takdiğında, o devrin alimi, durumu devrin
devlet başkanına arzeder. Başkan da onların huzurda
yarışmalarını ister. Bu değerli alim; "Allah'dan istiharede
bulundum. Gönlümde Hz. İbrahim'e uyarak o sapık şeyhle
beraber halkın huzurunda ateşe girmek fikri geldi. Durumu
devlet başkanına arzettim kabul etti. Ancak şeyhle beraber
ateşe girmeden önce vücudumuzu sirke ve sıcak su ile
yıkamamızı istedim. Bunun üzerine şeyh ateşe girmekten
kaçındı, çünkü o vücuduna ateşin geçici bir zaman
yakmayacağı bir yağ sürüyordu. Eğer o girseydi ben de
girecektim" diyor. 607[87]
607[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/62-63.
Kitab-ür-Resail vel-Mesail, İbni Teymiyye 1/130 -140
608[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/64.
defa kırılmaya, eğilip bükülmeye uğrar.
Allanın bildirdikleri ise doğrunun ta kendisidir. Çünkü
olayın kahramanlarını yaratan Allandır. Zamanı mekanı
yaratan, insanın iç yüzünü bilen Allah'ın verdiği bilgi
kesindir. Bu kadar kesin bilgilere sırt çevirenler
bozguncudurlar. Doğru diye yaptıkları şeyler insanlara zarar
vermektedir.
Bu havayı kirleten, denizi pisleyen, ilk okuluna kadar
uyuşturucuyu yaygınlaştıran, müslüman milletlere kan
kusturan bütün bu yaptıklarını da barış, özgürlük, demokrasi
adma yapan yahudi ve hristiyanları şöyle çağıracağız. 609[89]
609[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/64.
boynunda haçı ile Efendimizin huzuruna girer ve «Ama
hristiyanlar papazlarına tapmazlar» deyince peygamber
efendimiz "Ama o papazlar bir haramı helal kıldıklarında
helal kabul ediyorlar. Helal birşeyi haram kıldıklarında
haram kabul ediyorlar. İşte bu da onların papazlara
ibadetidir" buyurmuş. 610[90]
Bu ayet bütün insanlığa bir çağrıdır. Dünya insanının
rahatsız olduğu terörün, kanın, gözyaşının temelinde benim
görüşlerim, benim kanunlarım hakim olsun fikri
yatmaktadır. Müslümanlar olarak bizler "Gelin hiçbir devlet
veya şahsın fikrine, kanununa değil bütün insanları yaratan
Allah'ın kanunlarına uyalım diyoruz. 611[91]
610[90]
Buharı Tarihi Kebir 7/1061, Taberani, Mu'cemü kebir 17/92
611[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/64-65.
612[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66.
613[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66.
614[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66.
aleyhisselam Musa (S.A.V.)'dan da öncedir. İsa
(S.A.V.)'dan da öncedir. Bilmedikleri konuda birbirleriyle
çekişiyorlar.
Siz de bilmediğiniz herhangi bir konuda münakaşaya
girmeyin. "Ben bu konuyu bilmiyorum" deyin.
Allah (c.c.) İbrahim'e en yakın olanın ona uyan olduğunu
söylüyor. Biz İbrahim (S.A.V.)'in Hz. Muhammed'in
(S.A.V.) yolunda gidebiliyor-sak, onlara yakın oluruz.
Fatih'in nesliyiz diyenler, Fatih'in İstanbul'u ellerinden
aldığı sapık hristiyanlara uymasınlarki sözleri doğru
olsun.615[95]
(69) Kitap ehlinden bir grup sizi sapıtmak ister. Onlar ancak
kendilerini sapıtırlar da farkına varamazlar.
Tarih boyunca müslümanları dinden döndürme faaliyetleri
olmuştur. Bazan ordularla gelmişler yenmişler, yenilmişler
ama birtek insanı dinden döndürememişler. Çoğu zaman
kendilerinden müslüman olanlar olmuştur.
En son olarak körfez harbine gelen birçok Amerikalı asker
müslüman olarak Amerika'ya dönmüştür. Bunlardan
müslüman olan Amerikalı bir bayan subayla Filistinli bir
mücahidin dini nikahına İstanbul'da ben şahit oldum. Bayan
benim yanımda şehadet kelimesini getirdi.
Ordularla başarı sağlayamayan bu yahudi ve hristiyanlar,
İslam üzerine araştırma yaptırıp o yoldan sapıtmak için
"müsteşrik" enstitüleri açtı.
Ama başarılı olamadı.Bataklığa saplananın debelendikce
battığı gibi iyice sapıttılar.
İngiliz müsteşrikinin biri yazdığı hatıratta; İslam alemine
misyoner olarak giden birçok papazın gittiği yerde İslam
dinine girdiğini söylüyor. İslam dinine girmeyen de
Vatikan'a yar olmuyor. Çünkü birçok gerçeği gömü.
615[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66-67.
Sapıtırken sapanlar ve saptığının farkına varmayanlar.
Taklamakan çölünde gideceği yönü bilmeyen bir insan için
her taraf aynı derecede yanlıştır. Bilen biri gelir de en yakın
yerdeki suya onları götürürse kurtulurlar. Birde o gelene
inanmak sözkonusu. O gelene inanmaz da o yoldan başka
hangi yola giderse gitsin sonu serapdır, harapdır.
İşte insanları cennete davet eden son peygambere inanmayıp
onun yolundan gitmeyenler hangi yoldan giderlerse gitsinler
sapıklıktır. İşte sosyalizm yolu, kominizm yolu, kapitalizm
yolu denendi ve çıkmazı görüldü. 616[96]
620[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/70-71.
Peygamberlik yahudilerin tekelinde değildir. Peygamberi
gönderen Allah olduğuna göre dilediği milletten dilediğini
seçer.
Dünyaya birçok ahlaksızlığı Öğreten yatvudiler olduğu gibi
ırkçılık hastalığını da bulaştıran onlardır. Bu ırkçılık
hastalığı onlara çok pahalıya malolmuş, milyonlarca
insanını yemiş ama, hala hastalığından memnun görünüyor.
Biz ise izzetin Allah'a, Rasulüne ve onlara iman edenlere ait
olduğu na inanırız. İmanını yitiren hangi ırkdan olursa olsun
izzetini yitirir. 621[101]
(75) Ehlî kitap arasında öylesi vardirki ona bir kınlan (bir
yığın altını) emanet bıraksan onu sana öder. Yine onlardan
öylesi vardırki, bir dinar (altın para birimi) emanet etsen onu
ayak diretmeden sana ödemez. Bu onların: "ümmilere karşı)
bizim üzerimizde yol yoktur." demelerindendir. Bilebile
Allah'a karşı yalan söylerler.
1973 yılında Fransa'ya gitmeye karar verdiğimde, Avrupa
ve hristi-yanlar hakkında bilgi edinmek istediğimde, kitap
olarak elime Kur'anı Kerimi aldım ve okudum. Baktım ki
batı insanının içini, filmini sunuyor Kur'an-ı Kerim.
Rabbimiz bu ayette ehli kitap içinden de dürüst insanların
olabileceğini, tonlarca altım emanet etsen el sürmeyeceğini
haber veriyor. Ama bir dinar içinde uğraştıracak insanlar
vardır.
Kâfirler arasında güvenilebilecek insan çıkabilir.
Müslümanlar arasından hain'in çıkabildiği gibi
İstanbul'da Fatih camiine yolunuz uğrarsa, kapının girişinde
para konacak yer vardır. İslamın hakim olduğu dönemlerde
zenginler, camiye girerken oraya sadaka olarak para bırakır,
ihtiyacı olanda oradan ihtiyacı kadar para alırmış, Zengin
kime verdiğini, fakir de kimden aldığını bilmezmiş.
621[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/71.
Ticaret hukuku hristiyanlardan terceme edileliden buyana
bu sistemin bakanlarından bile yolsuzluktan hesaba çekileni,
olmuştur. 622[102]
622[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/71-72.
623[103]
Araf 172
624[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/72-73.
kısım insanlar kafirlere şirin görünmek için cihadla ilgili
ayetleri Allah'ın hakimiyeti ile ilgili ayetleri yanlış
yorumlamaya başladılar.
Geçici makam, mevki, para, şan ve şöhret için Allah'ın
ahdini gözetmeyenler, çıkar çevrelerinin hoşuna gidecek
şekilde ayetleri tahrif edenlere Allah ahirette rahmet
nazarıyla bakamaz ve onları dünyada benzeri olmayan
azapla cezalandırır. 625[105]
627[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/75.
tapanlar bir araya gelirler, merasimlerini icra ederler. Dünya
genelinde de yayılma için gayret gösterirler. Devlet de ona
imkan sağlar. Ülkesi müsade ediyor, imkan sağlaması
budur. Ama birçok müslüman yiğit delikanlılarımıza Türk,
İran, Malezya ve Arap aleminden gelen müslümanlara
İslami faaliyet için izin vermez. Mesela Mısır dan iki sene
önce bir zat gitmişti, doktorasını yapmış mücahit bir insan.
Amerika'daki müslümanîan şöyle İslami ilimlerde
teşkilatlandırmak için oraya varmasından birkaç ay sonra
evinde bir patlama ile çoluğu çocuğu tamamı öldü, şehit
ettiler. Yani o güya laik demokratik hür bir ülke olan
Amerika'da şeytana tapanlara dernek kurma hakkı vardır.
Ama Allah'a şuurlu ibadet edenlere yaşama hakkım vermez-
ler. Hocam "bizim tanıdığımız biri var, çok sağlam
müslüman, beş vakit namazını kılıyor. Amerika'da ticaret
yapıyor ona birşey demiyorlar" diyorlar. Evet "Beş vakit
namazını kıl, bana da zarar verme, parada kazan" diyorlar.
Ona bir şey demiyor ama, bir adam gelmiş veya kendi
içinden bir adam, mesela Malcom X sonradan müslüman
olunca Şahbaz ismini almış şu andaki onmilyon
müslümanın müslüman olmasına sebeb olan adam. Mafya
lideri olduğu zamanlarda çok saygı değer bir adamken,
müslüman olduktan sonra 16 kurşunla şehid edilir. Hem de
bir konuşma esnasında, vaazında şehit edilir ve faili meçhul
cinayetler arasına girer, insanların sapkınlığı çeşit çeşit.
Meleklere ibadet edenler var. Yıldıza ta-pinanlar var.
Zamanla Sabiin denen takım yıldıza tapınırlarmış, onların
günümüze kadar kalıntısı varmı? Evet İstanbul şehrinde
birkaç kişi vardır, bir araya gelirler. Yıldız falı ile uğraşırlar.
Bir tane adamı tanımıştım,
gündüz hayatlarını ve senelik hayatlarım yıldız falına göre
ayarlarlar. Ne kadarsınız dedim. " Biz azız, yüz kadarız"
dedi. Bu yıldız falı, yıldıza tapanlardan kalmadır.
Yıldız falına bakanlar yıldıza tapmıyorlar. Hani eski
çağlarda mezarlara çaput bağlama adeti vardır.
Müslümanlıktan değildir. Eski Türklerin Şaman dininden
kalmadır. Bin yıldır müslüman olmuşuz ama o gelenek
nasılsa devam ettiği gibi, yıldıza tapanların da dininden
günümüze devam eden, yıldıza bakma, yıldız falını okuma,
yıldızname gibi kitaplarla insanların geleceği hakkında bilgi
verme, günümüzde televizyona da sıçradı. 628[108]
628[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/75-77.
Bizden sonra gelen peygamberi kabul ediyoruz ve ona da
yardım edeceğiz. Peki İsa Aleyhisselam ile peygamber
efendimiz arasında 600 yıllık gibi bir zaman var. Peygamber
efendimize İsa Aleyhisselam nasıl yardım etsinki. İsa
Aleyhisselam havarilerini toplamış, benden sonra dinin
bozulan taraflarını düzeltmek üzere bir müjdeci gelecek
demiş. Bu ifade şu anda okumakta oldukları kitabın
içerisinde de var. Ama ehli kitabın ilim adamları ayetleri
yorumlarken yanıltıyorlar diye yukarıda geçmişti.
O demişler, işte felan Pavlos demişler veya Janpol bilmem
ne demişler. Zaman içerisinde geçmiş kendi papalarından
veya papazlarından birisi için yorumlayıvermişler
geçmişler.
Fakat zaman içerisinde temiz insanlar da Peygamber
efendimiz (A.S.V.)'ın çıktığını görünce Aaa!.. Beklediğimiz
peygamber işte bu demişler, gelmiş müslüman olmuşlar.
Yani yoruma katılmayanlar var. Ama hala bugün ısrar
edenler, o yorumu kabul eden insanlar var. Şimdi bu ayeti
kerimeden hareketle Amerika geçenlerde bir peygamber
gönderdi, yani resmen dünyaya ilan etti ve yeni peygamber
çıktı, o adam "Ben peygamberim" dedi ve dünyaya da
mesajlar gönderdi. Türkiye'ye de gönderdi, Mısır'a da
gönderdi, Mekke'ye de gönderdi çeşitli yerlere gönderdi.
"Gelin yeni peygamber olarak bana tabi olun" dedi. Onun
ümmetinden bir tanesi de bana geldi ve bu ayeti kerimeyi de
benim önüme delil olarak getirdi. Peygamberliğini ilan eden
bu adamı 1990 yılında boğarak öldürdüler. Faili meçhul
cinayetler arasına o da girdi. Ya ümmetlerinden biri öldürdü
veya saf tertemiz müslümanlardan biri gitti o öldürdü. Belki
ilk
defa ona peygamber diye kanan, sonra da aklı başına gelen
ve benim imanımı çaldın, seni imansız diye odasında
boğmuş öldürmüş olabilir. Gazetelerde "sahte peygamber
Öldürüldü" diye yazdı. Şimdi o bana gelen sahte
peygamberin sahte ümmetinin söylediği şu:
«Allah peygamberlerden söz aldı, Burada Hz. Muhammed
istisna edilmiyor, o da peygamber olduğuna göre hepsinden
söz aldı manası» vardır «ne manada söz aldı, kendisinden
sonra gelen peygambere yardım edeceği konusunda söz
aldı» diyor. Yani peygamberden sonra peygamber
geleceğini peygamberimizden söz aldı diyor. Peki dedim
eğer peygamber efendimizden söz almışsa, hadisi şeriflerde
olması lazım, şimdi ayet-i kerimede ona yardım edeceği
konusunda da söz aldı. İsa Aleyhisselam de-mişki, evet
yarabbi benden sonra gelen peygambere yardım edeceğim.
Nasıl yardım etmiş? Havarilerini toplamış demişki, "benden
sonra benim gibi bir peygamber gelecek, o geldiğinde ona
uyunuz, bu bir yardımdır." Hani ayet-i kerimede geçer bu:
«Benden sonra Adı Ahmet olan ve müjdeci biri gelecektir»
(Saf 6) diyor. Bu yardım etmesidir ve İsa Aleyhisselam
sözünü yerine getirmiştir. Peki peygamber efendimizin bir
tek hadisi şerifi var mı bir zaman gelecek, 1989 yılında
Amerika'da şu isimli bir peygamber çıkacak, ona iman edin
diye bir sözü varmı? yok. Söylememişse zaten siz
sakatsınız.
Ayet-i Kerimede:«Muhammed sizden herhangi birinizin
babası değildir. Allah'ın Resulüdür ve peygamberlerin
sonuncusudur»diyor 629[109] Yani böyle zirzopların çıkacağını
Allah (c.c.) biliyor. Bildiği için de tevile imkan bırakmıyor.
O peygamberlerin sonuncusudur. Sonuncu manasına gelir.
Mühür manasına da gelir. İş bitmiş mühür ne yapılır? Yazı
yazılır yazılır yazılır ve sonu mühürlenir. Bitti bu işin
bundan sonrası yok manasınadır. Hani mühür basılsa da alt
tarafına yeniden ilave etseniz mahkemede ne derler buna?
Kendi kendine ilave etmişsin derler. İlave edilebilir ama
yeniden mühür vurulur, yani mühür o işi sona erdirmektir.
629[109]
Ahzab 40
Peygamber efendimiz peygamberlik mührüdür ve
peygamber efendimiz peygamberlerin en sonuncusudur.
Allah (c.c.) bunu böylece bize bildiriveriyor.
İşin enteresan tarafı şu: tarih boyunca öyle peygamberler gel
miski bir tek ümmeti olmadan bu dünyadan gitmişler. Yani
kendisine hiçbir insan iman etmemiş, Efendimiz bunu haber
veriyor. Fakat işin acı bir cilvesiki sahte peygamber çıkıpta
kendine ümmet bulamamış hiç peygamber yok bu güne
kadar. Evet Müseylemetül Kezzap bile peygamber
efendimiz zamanında çıkmış. Hz. Ebu Bekir zamanında
öldürüldü. Bu adam bir harp esnasında muslinnan ordularla
harp edebilecek kadar etrafına adam toplamış. Günümüzde
de bu adam epeyce kendi etrafında adam bulabildi yani.
Batıl bir iş yaparsanız, sapık bir iş yaparsanız, etrafınızda
epeyce insan bulunabilir. Doğruyu insanın nefsi istemiyor.
Ruhu isterken nefsi istemiyor. Öyle olunca bazı insanlar bir
yerde çok olarak bulunabiliyorsa. çokluğa aldandır diyor,
doğru ne ise odur. Güzel ne ise odur, yeterki aaa bu güzel bu
doğru diyen bir tek kişi bile olsa, o doğrunun etrafında yer
almak gerekiyor.630[110]
632[112]
Bakara 201
Allah'a secde eder." Yalnız insanlar değil secde edenler.
Rabbim Rad suresinin 15 ci ayeti kerimesinde yerde ve
göktekiler Rabbime secde ederler. Yalnız ağaçlar değil,
yalnız hayvanlar değil, ağaçların, hayvanların, dağların göl-
gesi dahi secde eder diyor. Öğlede ve akşamda yani ikindi
üzeri secde eder, hani ağaç gölgesi aşağıda toprağa,
müminin secdeye kapanışı gibi kapanır, ikindi secdesi var,
kuşluk secdesi var ve öğle secdesi var.
Bakara suresinin tefsirinde geçti «Kafirlerin kalbinin
taşlardan katı olduğunu anlatıyor Rabbim.» 633[113] Onların
kalpleri kayalar gibidir. Hatta kayalardan da katıdır. Çünkü
taşlardan öyleleri varki Allah'ın haşyetinden yukarlardan
aşağılara doğru yuvarlanırlar diyor. Bunlar biraz aklımıza
yatmıyor gibi gelebilir, yani taşın yuvarlanması, bu tabii bir
kanundur. Yani güneş vuracak, efendim yağmur yağacak,
taşta çatlama meydana gelecek, birgün kopacak, taşın da
ağırlığına göre, meyline göre düşme kanunu vardır, ona göre
yuvarlanacak. Bunların hepsi kanun mu kanun. Batılı bunu
keşfetmiş, peki yazılan her kanunun bir koyuyucusu var mı?
Var. Hani bu günkü anayasanın koruyucusu, yazıcısı
biliyoruzki filan profesördür. Bu kanunun yazıcısını
arıyoruz da, öylesine düzenli tabiattaki kanunun
koyucusunu aramıyoruz. Güneş doğacak, yağmur yağacak,
taş çatlıyacak ve aşağıya doğru yuvarlanacak, bu bir kanuna
tabi, bu kanunu koyan Allah (c.c.) ve Rabbim bizim her
olayı yorumlamamıza da ışık tutuveriyor, bir taş
yuvarlanıyorsa Rabbimin haşyetinden yuvarlanıyor. Bir
ağacın gölgesi yerde, aman yarabbi bu ağacın gölgesi
secdeye kapanmış diyeceğiz. Rad suresine bakarsanız, O
bizi de secdeye kapanmaya çağırır.
Errahman suresi ayet altıda «Otlar da ağaçlar da Allah'a
secde ederler» diyor. Peki bunları böyle kabul etmenin ne
633[113]
Bakara 74
faydası olur? Faydası olur. Arabanıza attınız çoluğunuzu
çocuğunuzu pazar günü, bir ormanın kenarına gittiniz.
Baktınız ki yaz mevsiminde ağaç güzel, gölge güzel, hanım
güzel, çocuklar güzel, siz de güzelsiniz. Güzel güzel
oturacaksınız. Oturdunuz, bazı kimseler zıkkımlanmayı da
aklından geçirmiş, şehrin havasını kirlettiği yetmediği gibi,
dışarımnda havasını kirletelim diyerek oraya içkisini
götürmüş, ama hoca efendisinden duymuş «Gölgelerde
Rabbime secde eder», secde edenin üzerinde insan içki
içebilir mi? Mesela bir adam namazda secdeye varmış, siz
de adamın omuzuna oturmuş içiyorsunuz, olurmu bu?
Olmaz. Allah (c.c.) diyorki «gölge secde eder diyor öyle ise
o secde eden gölgede çocukların gönlünü almak, insanların
gönlünü almak, hanımının gönlünü almak gerekir. Öğle
vakti geldiğinde çocuklarla beraber alnı secdeye koymak
yaraşır. Camide kimsenin hakkı yenmez. Kimsenin omzu
çiğnenmez. Kimsenin cebinden birşey alınmaz, öyleyse
"yeryüzü bana mescit kılınmıştır" diyor Efendimiz. 634[114]
Yeryüzünde kimsenin hakkı yenilmemeli, kimseye zulüm
edilmemeli, kimsenin kanı emilmemeli, kimsenin cebindeki
paraya göz dikilmemeli. Birlikte bu toprak üzerinde secde
edilmelidir. Allah c.c. «kuşlar da sizin gibi ümmettir»
diyor.635[115] yani onların da kendilerine göre ibadetleri var.
Böyle inanç içerisinde olan bir adam çıkıyor dağa, ağaç
secde ediyor, gölgesi secde ediyor. Kuşlar da yukardan
secde ediyor. Hani Mevlana leyleği dinlemiş, kendinden
geçivermiş Lek Lek diyor ya Leylek. "Lek" Arabın dilinde
herşey senin için demektir. Lek lek lek deyince Aman
yarabbi bu leylek benden iyi zikreyliyor demiş bayilı
vermiş. 636[116]
634[114]
Buharı K. Teyemmüm
635[115]
En'am 38
636[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/80-83.
(84) Deki: «Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e,
İshak'a, Ya'kub'a ve torunlarına indirilene, Rableri
tarafından Musa, İsa ve peygamberlere verilene iman ettik,
onlar arasından hiçbirini ayırt etmeyiz. Biz ona teslim
olanlarız.»
Peygamberimize olan bu emir şu anda bize emirdir. Deki;
Biz Allah'a iman ettik, bize indirilene' iman ettik. Yani
Kur'an-ı Kerim'e iman ettik. İbrahim'e indirilene iman ettik.
İsmail'e iman ettik. İshak'a iman ettik. Ya'kub'a iman ettik,
Ya'kub'un torunlarından gelen peygamberlere iman ettik.
Musa'ya verilen Tevrat'a iman ettik. İsa'ya verilen İncil'e
iman ettik, ve Rabbimden gönderilen peygamberlerin
tamamına iman ettik ve onlar arasında da hiç ayrım
yapmayız. Biz ona teslim olmuşuz.
Bu öyle bir ifadeki "Oğluna benimle uğraşma. Ben Allaha
teslim olmuşum, müslüman olmuşum. Bunu bil. Tarafıma
geçersen kardeşim olursun. Gönlüm bunu arzu ediyor.
Benim bu imanım peygamberlerin
getirdikleridir. Taa ilk peygamberden itibaren İbrahim'den
itibaren, İsmail'den itibaren, İshak'tan Yakup'tan,
torunlarından, Musa'dan, İsa'dan, peygamber efendimiz
(A.S.V.)'a kadar gelmiş peygamberlerin hepsine iman
ediyorum." Bu "îman ediyorum" kelimesi de yalnız bu
kadar değil. Allah (c.c.) bu iman ettiğimiz peygamberlerin
hayatlarını da bize haber veriyor. O hayatı yaşamak ancak o
peygamberlerin mücadelesini vermekle ancak mümkün olur.
Peygamberlerin yaptığının tam aksini yaparak "yok canım
onlar biraz aşın gitmiş" diyecek olursanız iman etmiş
olmazsınız. O peygamberlerin vermiş olduğu bilgileri
öğrenmek gerekir. Hz. Adem'e kadar varan peygamberlerin
hayatını Kur'an kanalıyla öğrenmek lazım. Bizim kültür
hazinenizin temelleri çok eskilere dayanır. Dünyada
müesseseler birbirlerine hava atarlar: "Müessesemizin 157
nci yılını kutluyoruz" derler. Biriside nasılsa tahkik edilecek
değil ya, aynı işi yapıyorsa "163 ncü yılını kutluyoruz"
diyor. Bazı müesseselerin üzerinde işte kuruluş yılı, 1850
dedesinin dedesi de o işi yapıyormuş 1850 yılından beri
yani biz çok köklü bir müesseseyiz, bizden alın manası
vardır. Bu işi sağlam yaparız, sağlam yapmamış olsaydık
babamızın başlattığı bu müessese bu güne kadar gelemezdi.
Bu siyası kuruluşlarda da öyle devlet kuruluşlarında da
öyledir. Müslümanlarda da öyledir. Batıda da bu vardır.
Yani İngiltere kraliçesinin oturduğu yer dedesinin,
dedesinin, dedesinin, dedesinin oturduğu yer. Bunun
faydaları vardır, yalnız siyasi yönden faydaları, yeri
değiştirmemenin devlet geleneğinde ayn bir faydası vardır.
Biz ise zalim insanların kanları ile övünen insanlardan
değiliz. Biz insanların kanının akmaması ve insanların
başkalarına tapmaması için gönderilmiş Rahmet peygam-
berlerine iman etdğimizi söylüyoruz. Biz İbrahime de iman
ediyoruz. O ibrahim o gün zamanın zalim sultanı ki
insanların hayatlarına ve insanların düşüncelerine değer
vermiyor. Kendi düşüncesi ile despotça idare ederken
karşısına İbrahim çıkmıştı biz ona iman ediyoruz. İman
ediyoruz demek onun yolundan gidiyoruz. İsmailin
yolundan gidiyoruz. Allah için Kurban olmaya razı olmuş
Allah da onunla bu insanların başkalarının önünde kurban
olmasını engellemiştir.
Daima «Ve selamün alel mürselin» diyorsunuz. Hz.
Peygamberlerden Hz. Ademe kadar bütün peygamberlere
selam olsun diyorsunuz. Yani selam olsun, yolunuzdan
devam ediyoruz demektir. 637[117]
637[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/83-85.
O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. "Bu günkü Yahudi ve
Hristiyanlar da cennete gidecektir" diyenler cennetin sahibi
olan Allah'ın sözüne karşı gelmiş olmuyorlar mı? 638[118]
638[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/85.
söylemedi. Söz doğru mu yani İslama gel diyor mu?, söz
doğru, öyle ise biz de yorumu öyle yapıyoruz. Çünki
Mevlananın diğer beyitleri buna şahittir.
Yani burada Allah zalim toplumlara hidayet vermez derken
bu adamlar katiyyen müslüman olamaz anlamında değil.
Zalim insan, hem zalim kafir, hem de müslüman, bu olmaz.
Ya küfründen, zulmünden vazgeçer, arınır, tertemiz
müslüman olur, ve Allah (c.c.) ona İslamı lütfeder hidayete
girer. Hani daha önce Bakara suresinde geçmişti Allah (c.c.)
İbrahim Aleyhisselama, diyorki «Ben seni insanlara önder
yapacağım», yani bu insanların yöneticisi, imamı sensin,
peygambersin ve devlet başkanısın. İbrahim Aleyhisselam
duasına devam ediyor. «Yarabbi çocuklarımda da devam
etsin bu yönetim ve peygamberlik» Allah (c.c.) «Benim bu
ahdim yani devlet başkanlığı, adaletle olan devlet
başkanlığım zalimlere ulaşmaz» diyor. Zalimler o makama
gelemezler diyor Allah (c.c). Peki Hocam ama, zalimlerden
bir çoğu devlet başkanı olmuş. Dünyada ki araştıracak
olursak, adil toplumların başına tarih boyunca hiç
zalimlerden devlet başkanı olamamış. Yani adil bir
toplumun başına zalim bir adam, devlet başkanı olmamış.
Millette bir bozulma olur, zulme karşı bir meyil olur derken
onların meylettiği tipten bir adam başlarına kendi
aralarından elleriyle kaldırarak onu getirirler.
Onun için şöyle denilmiş, ağaç hani yapraklar yemyeşilken,
güz mevsiminde sararmaya başlayacak en tepedeki bir
yaprak sararır, yani ilk önce bir yaprak sararacak. Aşağıdaki
yapraklar ayiplayamazlar onu. Aaa biz yemyeşildik o
sarardı diyemezler, niye? Ağacın topyekün bünyesinin izni
olmadan o yaprak sararamazmış. Topyekün ağacın
bünyesinden sararmaya bir meyil başlamıştır derken üsteki
bu işi belirtmişti, onuri için toplumdaki kötü davranışları
gördüğünüzde kabahatin tamamını, o fahişeye, o hırsıza
veya soyguncuya yüklemeyelim, toplumun genel
bünyesinden bunlara bir izin çıkmıştır. Öyleyse Allah (c.c.)
bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu
değiştirmez diyor. 639[119]
644[124]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/88-90.
vazgeçiverdiklerini, aşırı gidip dini sapıttıklarını Alah (c.c.)
haber veriyor. Onların bu kötü huylarına karşı bizim de
sevdiklerimiz vardır. Yani insan olmamız nedeni ile
hepimizin sevdiği şeyler vardır. Allah (c.c.) bu ayeti
kerimesinde «en sevdiğinizi infak etmedikçe iyiliğe, cennete
kavuşamazsınız» diyor. "Birr" kelimesini iyilik olarak tefsir
etmişler, Cennet olarak tefsir etmişler. Siz bunu daha önce
geçen bir ayeti kerime ile daha iyi anlıyacaksmız. Çünkü
Bakara suresinde 177 nci ayeti kerimeside "Birr"'i tarif
etmişti bize.
"Birr'i" tarif ediyor Rabbim: Allaha iman etmektir. Ahirete
iman etmektir. Meleklere iman etmektir. Kitaplara iman
etmektir. Peygamberlere iman etmektir. Çok yakınlarına,
yetimlere, fakirlere, yolda kalmışlara, dilenenlere ve
kölelikten kurtulmak isteyenlere verendir. Namazını
dosdoğru kılan, zekatını veren, sözünde duran, iyi ve kötü
hallerinde sabreden diye tarif etmişti. Bir kişi buna erişecek
olursa, o kişi o muttaki insanlar-
dan olur. Muttaki insanlar da cennette olacaklarına göre
"Birri" iyilikle tefsir edenler doğru söylemişler. Cennet diye
de tefsir edenler doğru söylemişlerdir. Cennete kavuşmak,
iyiliğe erişmek, en sevdiğiniz malı Allah yolunda infak
etmekle mümkündür.
Ehli kitabta böyle, manastıra çekilenler, dünya nimetlerini
kendilerine haram sayanlar, kendileri yemiyor başkalarına
da yedirmiyorlar. Ama bizde ise helal olan nimetlerden
yararlanmak vardır. "Eşyada asıl olan ibahadır" kaidesi
vardır. Yani Allah'ın yarattığı herşey halaldır. Ancak Kur'an
ve sünnetin yasakladıkları müstesna. Onun için yasaklar
bildirilmiş halallar sayılmamıştır. Halallar sayılamaz çünki
o zaman hepsi helaldir. Elma helaldir, armut helaldir diye
yüryüzündeki binlerce, onbinlerce milyonlarca nimetler
ayrıca sayılması gerekirdi. Sayılmasına da gerek yok.
Haram kılınmayan şeyleri helaldir kaidesi ile bu iş
halledilmiştir. Bu halal kılınanların hepsinden yararlanmak
için gayret etmek de üzerimize düşen bir görevdir.
Yani insanlar bunlardan yararlanabilirler, kimse de bunu
engelleyemez, ama yararlandığımız bu halal ve temiz olan
şeyleri, sevdiğimiz malları Allah için bir başkasına
verebiliyorsak, işte gerçek yiğitlik odur. Hani Hz. Ömer
(r.a.) bu ayet nazil olunca dernişki "Ya rasulallah en
sevdiğim mal Hayberdeki bahçemdir. Bu güne kadar fazla
bir mal kazanmadım. Hele hele müslüman olduktan sonra
hep cihatla meşgul olduk, geçimimizi temin ettik, fakat
Hayberdeki hisseme düşen araziyi pek seviyorum. Ben bunu
dağıtmak istiyorum" diyor. Peygamber efendimiz de; "Aslı
sana ait olmak üzere gelirini insanlara vakfet" diyor.645[125]
Ve ilk defa Hz. Ömerin orayı vakfettiği rivayet edilir. Bu
ayeti kerimenin tefsirinde Ebu Talha isimli bir sahabe bu
ayet nazil olunca gelmiş: Ya Rasulallah, hani gördüğün şu
bahçe var ya Peygamber Efendimiz o bahçeyi biliyor, Ebu
Talha'nın o bahçesine gidiyor. Hurma ağaçlarının
gölgesinde, serin sularında, ayağını serinletiyor ve o soğuk
sulardan içiyordu. Hayatta en iyi sevdiğim malım burasıdır
ve ben burayı Allah için dağıtmak istiyorum demiş.
Peygamber Efendimiz de "Git akrabalarından fakir olanlara
dağıt" demiş ve o da yakın akrabalarına amca oğullarına ve
kızlarına orayı dağıtmış.
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah için anlatılır. Hastalık anında
canı taze üzüm istemiş ve onu da hanımı satın almış, tam
yiyeceği zaman kapıya biri gelmiş, benim de canım ondan
istedi demiş ve kaldırmış onu ona vermiş.
İşte bu durumda vermek zordur. Eski elbiselerimizi vermek
kolay. Eski mallarımızı dağıtmak kolay. Yeni koltuk
aldığımızda eski koltukları talebelere vermek, o da kolay
veya mahalledeki fakirlere de vermek kolay. Ama-
645[125]
Ahmed B. Hanbel, Müsnet 21114 -157
koltukcudan yenice aldınız geldiniz, tam eve koyacaksınız,
öbürünü atacaksınız, o arada "yahu bu eskiyi biz kullanalım
da o yenileri verelim o komşuya" işte bunu demek çok
zordur. Allah da (c.c.) buna bizi teşvik ediyor. "Kendiniz
için istediğinizi başkaları içinde istemedikçe gerçekten iman
etmiş olmazsınız (Buharı, Müslim K. İman) diyor pey-
gamber efendimiz. Kendimiz için istediklerimizi diğer
kardeşlerimiz için de aynen istememiz gerekiyor. "Siz neyi
infak ederseniz, Allah onu bilir" "Minşey'in" derken burada
çok az şeye dikkat çekmiş diyorlar. Yani "Hocam benim
verecek hiçbir şeyim yok" demeyin, "küçücük birşey dahi
verseniz Allah onu bilir" diyor. Sahabeden birtanesi elinde
hurma yiyormuş da hurmanın yarısını vermiş ve öylelikle
cenneti hakedenlerden olmuş. O var olan sermayesenin
yansım vermiş, dinimizdeki sevaplar bizim bu günkü
muhasebecilerin yaptığı hesaba benzemez. Şair de öyle de-
miş zaten: "Benzemez hesabı hesabımıza" Allah (c.c.)'un
hesabı hesabımıza benzemiyor. Hani yüz milyar lirası olan
bir insan 10 milyarlık hayır yapsa, birininde 100 lirası var
elli lirasını verdi birine hayır olarak, elli lira verenin sevabı
öbürününkinden fazla oluyor. Çünkü mevcut sermayenin
yarısını verdi öbürüsü mevcut sermayesinin 10'da birini
verdi. Beriki mevcut sermayesinin yarısını verdi. 646[126]
Onun için biz, benim bir şeyim yok demiyelim, veya
verdiğim az demiyelim sermayemize göre gücümüze göre
verelim, Allah (c.c.) bizi gücümüze göre sorumlu
tutacak. 647[127]
648[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/92-93.
kılmıştır diye Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını
helal yapacak şeyler söyliyecek olursa onlar zalimlerin ta
kendileridir diyor. Allah (c.c.) o günün olayını bize haber
veriyor gibidir ama günümüz içinde aynı ayetler geçerli.
Günümüzde de helal olan bir çok şeyi haram kılıvermiştir
insanlar. Dinin helal kılıdığını haram kılmışlardır. Dinin ha-
ram kıldığı seyide helal kılmışlardır ve bunlarıda bu
haramın helalliği kanunlarlada korunur hale
getirilivermiştir. Allah (c.c.) onlar için işte zalimler onların
taa kendileridir diyor.649[129]
651[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/94-95.
zalim oluyorlar. Kendi nefislerine veya başkalarına zulm
ettiklerinden dolayı zalim-oluıyorlar. O zalimlerde
varıyorlar. Mekkede Rabbimin huzurunda boyun eğiyorlar
onun için Bekke denilmiştir diyorlar. 652[132]
652[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/95-96.
elimizde sapasağlam. Yani Kur'an-ı Kerim elimizde olduğu
için kendimizi ona göre ayarlıyoruz, bileniyoruz. Hani
insanın bıçağı kesmez olur, sonra bileyleriz ama bizde
amelimizle bazı bozukluklar yaparız, düşüncelerimizle bazı
şeyler sokmaya çalışırız ama Kur'an-ı Kerim elde sünneti
seniye elde bu bozulmaları bir gün Allah'ın yiğit kullarından
biri çıkar ki onlara müceddid diyorlar, onlar çıkar ve "Ey
müslümanlar sizin şu yaptıklarınız kitaba ve sünnete uygun
değildir. Bunları bırakacaksınız" diyor ve onlarda o zata iti-
mat ediyorlar. Hani İmamı Rabbani Hazretleri bu konuda
örnek görülen insanlardan bir tanesi müceddidi elfisanı
İmamı Rabbani diye ismi geçen kendi çağındaki insanların
bozulmasını önleyen bir insandır. Allah (c.c.) her çağda
bunları göndereceğini peygamber efendemiz (A.S.V.)'a
Hadisi şerifiyle bunları bize bildirivermiş. Onları neye göre
düzeltiyorlar? Kur'an ve sünnete göre düzeltiyorlar. Zaten
ehli kitabın kaybedişi bundandır. Kitabıda oynadılar kendi
yaşantılarıyla oynadıkları gibi kitabida oynadılar. Kitap
bozulunca herşey bozuluveriyor. Onun için bizim de fazla
üzerinde duracağımız konu, Allah'ın kitabına olan hizmettir.
Birinci derecede Allah'ın kitabına hizmet edeceğiz. Onun
sapa sağlam bizden sonrakilere kalması için çalışacağız.
"Hocam onu Allah koruyacak" Evet Allah koruyacak ama
Allah kulları ile koruyacak Onu. O şerefli kul bizler olalım.
Hepimiz olmaya çalışalım.
Kim oraya girerse emin olur. Bu ayeti kerimede
alimlerimizden İmamı Ebu Hanife Hazretleri ve diğer
mezhep imamları pek az farklılıkla bazı görüş ayrılıkları
var.
İnsanların mikat mahalli denilen yerlerden içeriye ihramsız
girmesi yasaktır. Yani şu anda Mekke'ye gitmek isteseniz
orada harem sınırları vardır. Mikat mahalleri vardır. O
mahallerde polis beklemektedir. O mahalden içeriye
ihramsız adamı salmazlar. İşte o mahaller ta peygamber
efendimiz zamanında belirlenmiş daha öncedende
biliniyordu. Bu harem mıntıkasında adam öldürülmez. Haklı
veya haksız adam öldürülmez. Ot yolunmaz ağaç kesilmez
denilir. Harem mıntıkası dışında bir adamı haksız yere
öldürse ve hareme sığmsa orada müslüman bir devlet onu
yakalayip cezalandıramaz. Ama onun ordan çıkması için
tedbir alır. Mesela su vermez ona yiyecek vermez insanlarla
olan münasebetini keser ve o ister istemez çıkmak
mecburiyetinde kalır. O zaman çıkıncada cezası haremi şerif
dışında verilir. Bizim hanefi fıkhında müçtehidlerin
söylediği bu haram mıntıkasının dışında suç işleyen adamın
cezası harem içinde verilmez ve hele Kabe-i muazzamaya
girdimi adamı zorla çıkartamıyorsunuz. O orada kalır ama
yemeği ve suyu verilmeyince çıkmak mecburiyetinde kalır.
Ve de cezalandırılır demiş bizim hanefi fukahası. Hani
harem mıntıkasında işlenen suçun cezası yine harem
mıntıkasında verilir diyor Hanefi fukahası, bu ayeti
kerimeye dayanarak "Kim oraya girerse" ifadesinde de
ihtilaf vardır. Kabenin içine girersemi yoksa harem
mıntıkasına girersemi ihtilafıda var. Herkesin kendine göre
dayanağı var. Ayet ikisinide anlamaya müsait. Çünkü Ayeti
kerimede orada yani Mekkede apaçık Allah'ın ayetleri
vardır, ve makamı İbrahim vardır. Kim oraya girerse emin
olur diyor. Yani o beyte girersemi yoksa haram mıntıkasına
girersemi derken alimlerimiz yani müctehit imamlarımız,
kendi aralarında ihtilaf etmişler. «Yeryüzünde herne varsa
sizin için yaratıldı» 653[133] diyor. Yani insanın dışında herşey
insan için yaratılmıştır. Öyle olunca yaratılmışlar içerisinde
en değerlisi insandır, bu insanın canına, kanına, haksız yere
el uzatılmayacaktır. Bir damla kan akıtılın ayacaktır. Hadisi
şerifte peygamber efendimiz «Haksız yere bir müslümamn
öldürülmesinden insansız bir dünyanın yok edilmesi daha
653[133]
Bakara 29
hafiftir» diyor. 654[134] Yani bu yeryüzü terazinin bir kefesine
koyuluyor bir tarafınada iman etmiş bir mümin koyuluyor.
Mümin ağır gelir buyuruyor. Siz elinize bir bomba
alıyorsunuz şu adamı mı öldüreyim yoksa şu insansız
dünyayı mı imha edeyim diyorsunuz. İnsansız dünyayı imha
etmeniz haksız yere bir adamı öldürmenizden daha hafifdir.
İnsan öldürmek daha ağır basar böyle değer vermiş dinim
insana ve o Kabe-i muazzamanın otu ve ağaçlarıda haram
kılınmıştır. Onun için hacca gidenler ihram giydikten sonra
bir yaprak koparamazlar. Bir otu söke-mezler. sökerlerse
ceza olarak sadaka öderler. Para öderler. Hani çevreciler
yeşili korumak için gayret ederler. Aslında çevrecilerin
yapacakları bu sene ve her sene bütün insanları Hacca
götürmek, orada tatbiki eğitim yaptırmakdır. Yeşili koruma
konusunda tatbiki bir eğitim yapılamıyor.
Ancak basın yoluyla, televizyon yoluyla, yayın organları
yoluyla, "aman yeşili koruyalım" diyorlar. Ama yılbaşında
nasıl çam devirdiklerini görüyoruz. O yeşili koruyalım
diyenlerinde nasıl çam devireceklerini ve yeşili imha
edeceklerini ilerdede görmeye devam edeceğiz.
Bizzat tatbiki olarak yeşilin nasıl koparılacağmı bütün
insanlara gösterecekler. Biz ise 1400 seneden buyana, bir
toplum içeresinde mali gücü yerinde, dini bilgisi yerinde,
yaşı orta yaşlarda olan genelde orta yaşlarda olan insanların
ki bunlar toplum üzerinde etkili olan insanlar adaletli
emaneti imanı herşeyi güzel olan bu insanlar eğitimden
geçerler. Hacca gitmek suretiyle yeşili koparmama ağacı
kırmama ve canlıyı öldürmeme eğitiminden geçerler.
İnsanlar üzerinde Allanın hakkı vardır. Oda gücü yetenlerin
oraya yol bulabilenlerin kabeyi muazzamayı ziyaret
etmesidir buyuruyor.
Peygamber efendimize sormuşlar; Ya Rasulallah bu gücü
654[134]
Tirmizi Ebu Davud - Diyat Bab 7 Hadis l395
yetmekten kasıt yani gücü yetenin kabei-muazzamayı
haccetmesi buyuruyor. Ayette bundan kasıt nedir demişler,
efendimizde "Binek ve azık" buyurmuş. Gidip gelecek
kadar azığı ve kendisini götürüp getirecek kadar bineği olan
kişi üzerine hac farzdır. Bu ayet-i kerimeye göre hanefiler
binek ve azık olursa farz olur. Maliki mezhebi ise azık veya
binek gerekmez kişinin bedeni gücü yerinde ise, yayada
yürüyebilecekse o adam üzerinede hac farzdır demişler,
onun için Kabei muazzamada çok fakir insanların hac
yaptığını görürsünüz. Yahu bunlar niye geldiler dersiniz.
Onların mezhepleri bize göre ayrı gücü yetiyorsa geliyor,
gücü yetmiştir yürüyebilecek gücü vardır. Oraya kadar
yürümüş gelmiştir ve haccınıda yapmış geriye dönmüş
gitmiştir.
Bunlar niye geliyorlar? demeyin. İnsan sevdiğinin yolunda
yürüyünce yorulmaz. Nişanlısınız biri sözvermiş bir
münasebet düşürüp oraya gidiyorsunuz, giderken
yorulmuyorsunuz, da, Niye gidiyorsunuz? sevdiğiniz varda
onun için. Bu insanlarda ta Afrikanın ortalarından oraya
doğru geliyorlarsa, "be adam sen niye geldin" demeyin.
Mademki gelmiştir, Allah onu kabul etmiştir ve onu misafir
etmektedir. Zaten oradada birkaç yerde hacılar için
"Rahmanın misafirleri" diye yazılar vardır. Kimsede aç
kalmaz. İstanbul şehrine 2 milyon insan gelsin dışardan
kıtlık başlar. Orada kimse aç kalmaz. Her taraftada ekmek
ve su boldur. İstanbulda susuzluk çekersiniz. Çölün
ortasında susuzluk çekmezsiniz. Bu bolluk petrol
olduğundan dolayı değil. Dünyanın dolarları oraya aktığı
için değil. Suud hükümetinin tedbiride değil. İbrahim
aleyhisselamın duası vardır. 655[135] Rabbimiz herçeşit
ürününün oraya toplanacağını vadediyor. 656[136]
Eskiden nasıl gelirdi? Eskiden güçlü bir Osmanlı devleti
655[135]
Bak İbrahim 37
656[136]
Kasas 57
vardı, o güçlü Osmanlı devleti surra alayları çıkarırdı.
İstanbuldan keselerle değil sandıklarla altın buradan gider
ve hacdan önce oraya varırlar ve oranın bütün ihtiyaçları
ondan karşılanırdı. Yani Allah (c.c.) her dönemde bir vesile
halk etmişti. Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ali
(r.a.) dönemlerinde bir tarafta Kudüs feth edilmiş, bir tarafta
Azerbeycana kadar ordular gelmiş. Güçlü bir devlet var.
Onların imkanlarıyla orası yine bütün nimetlerin toplandığı
yer olmuş. «Allah'ın orada apaçık ayetleri var» ne ayeti
yahu? nasıl ayetmiş? ben gittim, gördüm. Hocam vallahi
kupkuru dağlar var. Doğru kupkuru dağlar var. Öyle ise
niye geldin hem-serim? bu kupkuru dağlan görmeye niçin
geldin? Amerika'ya gitmedin şelaleleri var. Oraya gitseydin
ya oraların ağaçlarının gölgesinde otursay-din şelalenin
şırıltisiyla gönül eğleseydinya. Oraya gitmeyip bu kurak ye-
re gelmeniz de Allah'ın ayetlerindendir. Bu Türkiyenin Reisi
Cumhurlarından iki tanesi oraya gitti, niye Niyagara
şelalesini görmemiştir ama oraya gitti. Niye gider? İşte
Allah'ın ayetlerindendir. 1400 senelik zaman içerisinde bir
zamanlar 4 halife döneminde, Abbasiler döneminde, Emevi
hükümdarları zamanında hertürlü nimet bulundurulmuş.
Zaten Selçuklular gelmiş onlarda güzel hizmetler etmişler
ve en güzel hizmeti son olarak Osmanlılar yapmıştır. Şimdi;
Allah (c.c.) öyle güçlü devletler ortadan gidince toprağın
altından petrol çıkarıvermiş o petrol sebebiyle bütün yollar
oraya doğru çevrilmiş, ve 4 mevsimin nimetide orada
toplanıyor. Yani bir Japon kendi ülkesinde kendi malını
görmeden oraya gelir. Para için gelir öyle diyelim, orada
kim yararlanıyor? Orada müslümanlar yararlanıyor. Gönül
isterki müslümanlar kendileri yapsın.
"Kimde inkar ederse" Yahu ne işiniz var Arabın orada ne
yapacaksiniz çölün ortasında. Allah bunu farz kılmamış
canım, gibi sözlerle inkara yönelecek olursa Allah bütün
alemlerden müstağnidir. Yani Allah'ın onun ibadetinede
ihtiyacı yok. Müminin ibadetinede ihtiyacı yok. Size hac
yapın demişse sizin menfaatinizedir. Yoksa Allah'ın
menfaatine değildir derken.
Alem: mümin kâfir hepsini içine alır. Allah müminden de
müstağnidir, kâfirden de müstağnidir. Müminin ibadetine de
ihtiyacı yok kâfirin ibadetine de ihtiyacı yoktur. "Kim
sapıtırsa sapıklığı kendi zaranna-dır". Günümüzde Kabei-
muazzamanın büyük hizmetleri var. Türkiye de bir araya
gelemiyenler, Cezayir de bir araya gelemiyenler, Pakistan
da, Hindistan da bir araya gelemeyenler, Hacda bir araya
geliyorlar. Şu anda basın yayın özellikle haber ajansları
genelde gayri müslimlerin, gayri müslimler içerisindede
yahudilerin tekelinde. Bizim haber alma organlarımız dahi
onlardan haber alıyor. Ama hac nedeniyle hiç değilse orada
15 gün dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş müslüman
mücahit liderlerle bir araya gelip doğrudan görüşme
doğrudan bir plan proje çizme imkanına sahip oluyorlar.
Onun için Allah'ın ayetlerinden bir ayettir. Bu ayette
Rabbim "Orada apaçık ayetler vardır" demişte saymaya
girmemiş. Su kıtlığı yok, nimet kıtlığı yok. İnsan kıtlığı yok
ve çeşitli vesilelerle mücahitlerin, müslümanlarm oraya
gelip orada birbirleriyle konuşma tanışma imkanları var. Bu
da Allah'ın ayetlerindendir.657[137]
661[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/103-106.
olarak gelin gerisine karışmayın" diyor dedi ve çok hoşuma
gitti benim.
Müslüman olarak bu can, bu tenden ayrılabilmişse, o bana
yeter. Gerçekten de bu dünyadan mü'min olarak Rabbimin
huzuruna varmayı başaracak olursa, günahlarının çokluğuna
hiç aldırmasın. Rabbim onları af edecektir. Ama günahları
işlemeye devam etmesin. Çünkü günahlar mü'min olarak
ölmeyi engeller. Yani burada ne kadar günah işlersen işle
anlamında değil. Çünkü günahları azaltıp iyilikleri
çoğaltmak suretiyle mü'min olarak ölmeye gayret etmemiz
gerekiyor. Sizinle beraber gidecek olanda amelinizdir.
Yoksa ürettiğiniz, biriktirdiğiniz mallarınız bazan çok
hayırlı evlatlarınıza kalabilir. Bazanda çok şerli evlatlarınıza
kalabilir ve eyvah dersiniz, keşke o malları bırakmasaydım.
Çünkü malımızın üzerinde ki faiz, fuhuş, rüşvet, şarap,
bütün yapılanlardan sizinde amel defteriniz kapanmıyor.
İyiliklerde kapanmıyor, kötülüklerle arkadan devam ediyor.
Birinin yaptığından öbürü sorumlu tutulmaz, ayeti kerime
var. 662[142] Ama kişi malı bırakırken biliyordu nerede
kullanılacağını ve çocuğuda öyle yetiştirmiş. Oğlum yiyiver,
oğlum içiver, oğlum geziver, oğlum hertürlü menhiyyatı
yapıver diye yetiştirivermişse onunda yaptıkları devam
ediyor. Çünkü Peygamber efendimiz "Kim bir kötülük icat
edecek olursa o kötülük devam ettiği müddetçe onunda
günah hanesine işlenir" diyor. Tabi bunun akside var.
"Kimde iyi bir âdet ortaya koyacak olursa o adet devam
ettiği müddetçe onunda amel deferi devam eder" 663[143]
Mesela bu İstanbul şehrine ilk medreseyi yapan kişinin
kıyamete kadar sevabı devam eder. İstanbul şehrinde ilk
meyhaneyi kuran adamında amel defteri kapanmamıştır
devam ediyor. 664[144]
662[142]
En'am 164
663[143]
Ebu Davud Mukaddime 44, İbni Mace Mukaddime 14
664[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/106-107.
(103) Hepiniz topluca AHahın ipine (Kur'ana) sımsıkı
sarılın, parçalanmayın. Allanın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman idinizde o kalblerinizi birleştirdi
ve onun nimetiyle siz kardeş oldunuz. Ve siz ateş çukurunun
kenarında idinizde o sizi kurtardı. Allah doğru yola
gelesiniz diye ayetlerini işte böyle açıklar.
«Topluca Allanın ipine sarılınız» Bu ifade güzeller güzeli
bir ifadedir. Hepiniz Allanın ipine sarılınız manasıda vardır.
«Siz Allanın ipi olan Kur'anın bütün ayetlerine sanlınız»
manasıda vardır.
Tefsirdeki metodumu biliyorsunuz. Burada dilbilgisi, sarf,
nahiv ilmi öğretmiyorum. Bazı arkadaşlar medreselerde
okutulan Kadı Beydavi, Ce-laleyn gibi tefsirlere benzer
yüklem, özne, tümleç, zarf, sıfat, hallerden bahsetmediğimiz
için "bu nasıl tefsir dersi?" diyor.
Ben bu sarf, nahiv dilbilgisi ilmini öğrendim. Tefsir dersime
hazırlanırken onlardan yararlanıyorum. Ancak buraya derse
devam edenler Anayasa mahkemesi üyelerinden, üniversite
hocalarından, askeriyeden, basından, eğitimden, sarrafından,
terzisinden avutakından, manifaturacısına, yayıncısından,
oyuncusuna kadar herkesimin devam ettiği yer öldüğünden
dilbilgisi dersi değil tefsir dersi veriyoruz. Dikkat edenler
ayetlere manâ verirken dilbilgisi kurallarını gözettiğimi
görürler.
Medreselerimizde son zamanlarda bu ayetlerin manası
üzerinde durmak yerine kelimeler ve cümle yapıları
üzerinde durulmaya devam edilmiştir. Doğu medreselerinde
yirmibeş sene ders okuyan ve okutan değerli bir hoca efendi
"Ben Kur'anın manasıyla İstanbula geldikten sonra ilgi-
lendim" diyor.
n Mehmet Akif merhumda aynı şeyden şikayetçi:
"Bilirmisin bu garib ümmetin nedir hali? "Yehafü"
sıygasının çıngıraklı i'lali!
Akif merhum hem durumumuzu anlatıyor, örnek verdiği
kelime olan"Yehafü" "Korkar" manasınadır.
Yani Kur'anın manasını anlatmanın suç olduğu dönemlerde
Kur'andaki kelimelerin yapılışı, fiillerin çekilişiyle
ilgilenilmiş.Kendisinden yararlandığım Türkistanlı
Celaleddin hoca efendi (Allah sevdiği kullardan eylesin)
"Sarf ve Nahiv dilbilgisi ilmi yemeğin içindeki tuz gibidir.
Fazla olursada hiç oîmazsada tadı olmaz. Kur'anı anlayacak
kadar öğreneceksin." demişti."Hepiniz Allanın ipine
sarılınız"Askeri tatbikatlarda gecenin zifiri karanlığında
bilinmeyen bir vadide bir bölüğü nehrin öbür tarafına
geçirmek için yüzme bilenler karşı tarafa geçip bir ağaca ipi
bağlarlar. İpin öbür ucunu da öbür tarafa bağlarlar. Yüzme
bilen, bilmeyen bu ipe sarılarak kurtuluşa erebilir.
Okyanusta batan gemiden geride kalanlara ilk yetişen
helikopter onlara ip uzatır. O ipe tutunan kurtulur.
Nefsimizin, şeytanımızın, şeytanlaşmış insanlarımızın
zehirlenmeye çalıştığı günah bataklığından Allanın ipi olan
Kur'ana sarılarak kurtulabiliriz.
Rabbimiz "Sakın dağılmayın" buyuruyor. "Sürüden ayrılanı
kurt kapar" İslâm toplumundan aynlanıda günah bataklığı
kendine çeker."Allanın ipi olan Kur'anın bütün ayetlerine
sanlınız"Ayetler arasında ayırım yapmayın. "Şu ayet
çağımıza uygun bu ayet uygun değildir" demeyin.Lâle,
çağımızın estetik anlayışına uygun ama, sümbül uygun değil
diyormusunuz?Bir hukuk profesörü "Kur'ana inanırım ama
bazı ayetleri çağımıza uygun değildir. B indörtyüz sene
öncesine aittir" dediğinde "uygun olmayan bir ayet oku"
dediğimde okuyamamıştı.
"Milyonlarca sene önce tabiatı yaratan Allahin
yarattıklarından çağı-
miza uymayan bir çiçek veya böcek varmı? İlim adamları
fizikçi, kimyacı, bioloji alimleri böyle birşey söylüyorlarmı?
söylemediklerine göre milyonlarca sene önce yarattığında
hata etmeyen Allah bindörtyüz sene öncesinde
peygamberine vahyettiği sözünde mi hata edecek"
dediğimde "bu fikrin, bütün dünya hukukçularına
duyurulması gerekir" demişti.
"Allah'ın tabiat ayetlerinden olan güneşi kabul ediyoruz ama
havayı kabul etmiyoruz" demiyoruz.
Bizde Allanın teşrii kanunu olan Kur'anm ayetlerinin
hepsine birden inanıyor ve onu hayatımızda yaşamaya
çalışıyoruz.
"Allanın ipi olan Kur'ana hepiniz sarılınız"
Biriniz sarılıpda diğerleriniz seyretmesin. Herkes kendisi
sarılarak kurtulmaya çalışsın.
Bazıları şeyh efendilerin eline sarılmanın yeterli olacağına
inanır. Bazılarıda şeyhin eline sarılan halifesinin eline
sarılmayı yeterli görür.Hayır, herkes bizzat kendi eliyle
Kur'ana sarılacak. Şeyh efendilerin eli, bizi toplum içinde
kaybolmuş halde iken bulup, elimizden tutup Kur'ana
götüren eldir.
Çağımızda bazı sapık cereyanlar tasavvuf maskesi altında
hareket ediyorlar. Kur'anın tefsirini okumayı yasaklayıp
kendi kitaplarının okunmasını emreden, Kur'ana değil
kendisine sımsıkı sarılmayı emreden insanlar var.
Şerlerinden Aîlaha sığınırız.
Allahin size olan nimetini hatırlayın. Hani siz düşmandınız.
Allah sizin kalplerinizi birbirinize sevdirdi ülfet ettirdi.
"Kitap telif etti" deriz. Telif etmek ne demek? Kitap telif
eden adam roman yazıyorsa, bilimsel bir kitap yazıyorsa,
dini bir kitap yazıyorsa, ne ise yazdığı kitapta o konu ile
ilgili bütün delilleri, bütün malzemeyi bir araya getiriyor.
Yani birbirlerine uygun olan yerlere koyuyor. Buna telif
diyoruz. İnsanların gönüllerini telif etmekte insanların
mizaçlarına uygun bir şekilde birbirleriyle kaynaştırmadır.
Allah (c.c.) diyorki: "Siz birbirinize düşmandmızda, Allah
birbirinizin gönüllerini kaynaştırdı. O Allanın nimetiyle ki o
nimetten
kasıt islâmdır. O islâm nimetiyle sizi dost yaptı, kardeş
yaptı. Bir ateş uçurumunun ağzına kadar gelmiştinizde
Allah sizi oradan kurtardı. Hani Medinei Münevvere'de Evs
ve Hazreç kabileleri birbirlerine gayet has-mane
münasebetleri sürdürüyor. Yıllardır birbirlerini öldürüp
duruyorlardı. Derken Peygamber efendimiz oraya geliyor,
bir taraftanda müslüman oluyorlar ve derken Evs ve Hazreç
kabilelerinin tamamı müslüman oluyor. Peygamber
efendimizde devletini o iki kabile ve birde Mekkeden hicret
eden insanlarla Ensar ve Muhacir dediğimiz bu insanlarla
kurdu. Yıllardır birbirlerine düşman olan bu insanların
arasını parayla deveyle bulmak mümkün olmamıştı. Ama
parasız ve pulsuz islâm nimetiyle insanların gönülleri bir
araya getirilivermiştir. Allah (c.c.) bunu Enfal suresinin 63
cü ayeti kerimesinde "Allah seni kendi yardımı ve
müminlerle kuvvetlendirdi. Ve onların kalplerini birbirine
ısındırdı." buyrulur. Peygamber efendimize diyorki:
"yeryüzünün bütün nimetleri senin olsaydı ve onu o
insanlara dağıtsaydm onları kendine ısındıramaz,
birbirierinede dost yapamazdın." Onları yani iki düşman
kabileyi veya iki düşman devleti barıştırmak istersiniz.
Rabbim diyorki "Yeryüzünün hazinelerini bunlara
dağıtsanız aralarını bulmanız mümkün değildi." Ama islâm
nimetiyle araları bulunmuş. Ne kadar güzel ifadelerdir.
Günümüzde biz birbirimizi sevdik diyoruz. Şimdi burada
cemaat olarak birbirimizi seviyoruz. Ben size hepinize her
perşembe akşamı birer altın vererek bir yerde toplausaydık
bu kadar sevemezdik birbirimizi. O zaman içimizden bir
kısmı derdi-ki 'beni filan ile denk tuttun.
Mesela dersimize iş yerinden gelenler var. Dükkanın sahibi
ile dükkanda çalışan delikanlı beraber geliyorlar. Amiri ile
memur buraya beraber geliyorlar. Amir derki beni öbürü ile
niye bir tuttun? Veya dükkanın sahibi derki yahu bu
yanımda çalışan çocuğu benimle beraber tutuyor buda
olmazki canım buda yapilmazki diyor. İnsanın hatırına bu
gelir. Para ile insanları gönüllemeniz zordur. Para ile
insanlara takla attırmak kolay gönlünü kazanmak zordur.
Adam senin önünde takla atarda seni sevmez. O ayrı bir şey.
Senden yararlandığı oranda takla atar. Yararlanmadığı za-
man sırtını dönerken hançerleyebilir. Sevmek ayrı birşeydir.
O parayla olmuyor işte. Onun için değil öyle 5-10 altına
"yeryüzü senin olsaydıda
dağıtsaydın bu insanların gönüllerini böylece
ısmdiramazdın" diyor. Ne güzel söylüyor rabbimiz. "İşte
Allah size ayetlerini böylece açıklar olaki bu ayetleri
okursunuzda doğru yolu bulursunuz diye" günümüzde de
"parayla saadet olmaz" diye şarkıya bile geçmiş parayla
gönül almak olmuyor. İnsanı belki geçici bir müddet satın
alma oluyorda gönlünü satın almak, o olmuyor, onun için
insanların gönlünü kazanabilmenin yolu, o insanların
gönlünü yaratan Allah'ın dediğini tutun yasakladığından
kaçının ve hayatınızı ona göre ayarlayın. Dostda düşmanda
derki "yahu bu adam dürüst bir insan" yani size karşı
düşmanda olsa bir itimadı olur. Bir güveni olur. 665[145]
665[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/07-112.
kerime vardır. Bir başka ayeti kerimede "İyiliği emretmek
ve kötülükten menetmek için çıkarılan en hayırlı
ümmetsiniz" diyor Allah (c.c.) 666[146] Buna benzer Yahudiler
hakkında da ayet nazil olmuştur. Bakara suresinin tefsirinde
geçmişti. 667[147] Ey beni İsraiübenim size olan nimetimi
hatırlayın. Ben size nimetlerimi verdim ve sizi alemler
üzerine üstün kıldım" diyor. Üstünlükleri nereden? yahudi
ırkından olmaları nedeniyle değil. Hz. Musaya iman
etmeleri, Tevrata göre hareket etmeleri nedeniyle üstün
kılınmıştır. Hristiyanlar hakkında da Ali imran 55 nci
ayetinde de Hz. İsanın talimatı doğrultusunda hareket
edenleri kıyamete kadar üstün kılacağını zikrediyor Allah
(c.c). Ama o İncile, o Tevrata, O Musaya ve O İsa
aleyhisselama karşı gelmeleri; sen bunu bilmiyorsun, biz
daha iyi biliriz, diyerek dine bidatları sokmaları neticesinde,
onlar değerlerini kendileri kaybettiler. Allah (c.c.) bizim
içinde en hayırlı ümmet olduğumuzu ifade ediyor. Ama eğer
Kur'ana sımsıkı sarılıp, Resulünün yolundan gidersek.
Yoksa ben müslümanim deyipte bütün menhiyyatı yaparsak
bu hayırlı ümmet olamayız. Çünkü hayırlı ümmetin
vasıflarını sayıyor Rabbimiz; Bütün insanları hayra davet
edecek. Hayırdan kasıt islamdır. Hayırlı bir ümmet olmak
için iyiliği emredecek, iyilikten kasıt nedir? Allah (c.c.)'un
helal kıldığı ve emrettiği şeyler. Münkerden kasıt Allah'ın
yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. Bu üç görevi yerine
getirecek olursa "İşte onlar kurtuluşa erenler onlardır" diyor.
Bazı hadisi şeriflerde, özellikle veda haccında okumuş
olduğu veda hutbesinde kadınlar mizada iyi davranın derken
"bi-1-ma'rufi" ifadesiyle kullanılmış. Kadınlarınıza güzel
davranın, onları maruf olan şekilde yedi-riniz, giydiriniz ve
meskenini temin ediniz diyor. Şimdi bu "marufu" arkadaşın
biri "Örfe uygun" olacak diye terceme etmiş ve buda
666[146]
Ali İmran 110
yaygınlaşmış. Aslında yanlış bir ifadedir bu. Ma'ruf: Allah
(c.c.) emrettiğidir. Sağlam aklın güzel gördüğüdür. Münker:
Allah (c.c.)'un yasakladığıdır. Orada "örfe uygun" diye
terceme edilecek olursa feminist toplumun örfü ile
magandaların, kazak erkek toplumlarının örfü ayrı ayrı olur.
Rabbimiz neyin meşru hukuki, neyin meşru olmadığını
belirleme hakkını erkek veya kadına bırakmamıştır.
Eşler arasında hakkı ve haklıyı taraflardan biri belirlemez.
Hakları Cenabu Hak belirler.
Aralarındaki ihtilafda hakemlik yaptığım bir ailenin her
ikiside "Bu evde benim dediğim olmuyor" diye şikayet
ettiklerinde bende evlerde levha halinde asılan ve
Efendimizin hadisi şerifinden alınan «Allah'ın dediği olur»
sözüyle orta yolu bulmuştum. "Bu levhadan duvarınıza
birtane asacaksınız her ihtilaflı konunuzda Allah'ın dediğine
müracaat edeceksiniz" demiştim.
Uluslararası anlaşmazlıkların, harplerin, terörün temelinde
de. "Benim dediğim dedik, çaldığım düdük" mantığı yatar.
Yönetim müslümanların eline geçerse söz müslümanların
olmaz. Bütün insanlar tarağın dişleri gibi eşittirler ve
Allah'ın sözüne muhatapdır-lar. Kim daha fazla Allah'ın
kelamına bağlılık gösterirse o Allah'a daha fazla
yaklaşır.Ma'ruf ile münker'i iyiyle - kötüyü, meşru olanla
meşru olmayanı insanlar belirlemeye kalkarsa beş milyar
insan sayısınca iyi veya kötü tarifi ortaya çıkar.
Bu günkü kanunlara göre, polisin vesika verdiği kadın zina
yaparsa meşru, vesikasız yaparsa fuhuş yapmış olur.
Birisi birinin cebinden bin lira çalarsa hırsız olur, başka
birisi devletin cebinden milyarları götürürse işbilen,
işbitiren adam olur.
İyi ile kötüyü belirleme hakkını insanlara verirseniz iş
karışır. Müslümanlar dünyadaki hukuki, siyasi, ahlaki
karışıklıkları önlemek için Allah'ın emrettiklerini insanlara
duyurup yapılmasını isteyecekler. Allah'ın
yasakladıklarımda öğretip yapılmasını
engelleyecekler. 668[148]
668[148]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/112-114.
bunu hoş görüyle karşılayın. 669[149]
672[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/116-117.
tekrarlanır. "Yerde ve gökte her ne varsa Allah'a aittir.
Bütün işler ona döndürülür." Bu surede ve özellikle
okuduğumuz ayeti kerimelerde müslümanların Allah'a
sımsıkı sarılması gerektiğini, müslümanların arasından
Hayra davet eden, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir
topluluğun olması gerektiğini anlatır ve ondan sonrada
ifrada düşen insanlar gibi olmayın diye uyarır.
Daha sonrada yerde gökte her ne varsa Allah (c.c.)'e aittir,
kâfirlerde onundur, müminlerde onundur, dağlarda, taşlarda,
kuşlarda, yıldızlarda, denizlerde herşey ona aittir. Yani
Allah'ın mülkünde Allah'ın sahip olduğu mülk üzerinde
duruyorsunuz. Bastığınız yere baktığınız yere dikkat edin.
Bunlar Allah'ın mülküdür. Bu Allah'ın mülkünede Hıyanet
etmeyin anlamıda vardır. Hani kendi mülkünüzü gözünüz
gibi koruyorsunuz. Evinizi barkınızı koruyorsunuz.
Özellikle kendinize aitse. Kiraliksa, biraz es geçiyorsunuz
Kiracı olduğunuz yerlerede özen gösterin. Kendimize ait
mülkümüze babamıza ve anamıza aid mülkümüzede
gözümüz gibi bakıyoruz niye? bize kalacak diye Halbuki
Alah (c.c.) diyorki "Yerin ve göğün mülkiyeti Allah'a aittir.
Bizi anamızı ve babamızı yaratan O, canımızı yaratan O,
anamızın babamızın mülkü neki geçici bir mülkiyettir. Bun-
lara değer veriyoruzda, anamızı ve babamızı ve elimizde
geçici mülkiyet olarak tuttuğumuz mallan yaratan Allah
(c.c.)'ün mülkünede daha fazla değer vermemiz gerekiyor.
Yani tabiatta herşeyi gediğine koymak gerekiyor. Tabiatta
israf etmemeye tabiat üzerinde Allah (c.c.)'e isyan etme-
meye dikkat etmemiz gerekiyor. Rabbim şöyle devam
ediyor. 673[153]
673[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/117-118.
Kitaplılarda
iman etse idi onlar için daha hayırlı olurdu. İçlerinden iman
edenler vardır. Çoğunluk fasıktir.
Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz diyor
Allah (c.c.) yani topyekûn müslüman ülkesine söylüyor
bunu ilk nazil olduğunda peygamber efendimiz ve
arkadaşlarına bu ayeti kerime bu müjdeyi veriyor. İnsanlar
için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz diyor. Sonra tabiin
de aynı hitabı buyuruyor ve şimdide bize "İnsani ar için
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten
alıkoyarsımz ve Allah'a iman edersiniz" diyor. Yani hayırlı
ümmet olmanın şartları bunlar hani "Ben müsîüman oldum.
Kelimei şahadet getirdim. Rabbimde benim hakkımda,
müslümanlar hakkında en hayırlı ümmetsiniz demiş.
Yeryüzünün en hayırlı insanı biziz" demek doğru değildir.
Çünkü Rabbim "iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsımz ve
Allah 'c.c.)'e iman edersiniz" diyor. Allah'a iman ediyoruz
ama iyiliği emretmiyor, kötülüktende alıkoymuyorsak üç
şartdan birini yerine getirmiş oluyoruz. Böylelikle en hayırlı
ümmet olma vasfını da kaybedebiliriz. Üçünüde yerine
getirmemiz gerekiyor. Nasıl? iyiliği emrederiz. (Önce
kendimize) Hiç değilse kendimize sözümüz geçmelidir.
Çocuklarımıza eşimize anne ve babamıza en yakın-
larımızdan başlamak suretiyle komşularımıza, ve onların
yaptığı kötü şeyleri onlara yanlışlığını bildirmek suretiyle
mani olmak tarafına gidebiliriz. Hani islâm hukukunda
ihkakı hak yoktur. Yani bir insanın bir müslümanın suç
işleyen bir adamı bulduğu yerde cezalandırma hakkı yoktur,
Bunu devlet yapar. Ama müslüman toplumda herkes dinin
ayakta durması için kendisini görevli bilir. Çünkü Bakara
suresinin daha ilk; ayetlerinde "işte size doğru yolu
gösterecek olan kitap bu. Bunda hiç şüphe yok ve bu
muttaki insanlara yol gösteren kitaptır" diyor Allah (c.c.)
Muttaki de: Emirleri yerine getiren, yasaklardan kaçınan,
emirleri yerine getirmek için gayret sarf eden ve
yasaklardan da kaçınılması için gayret eden. Yani yalnız
kendisi yerine getirmekle görevini yerine getirmemiş
oluyor. îslârni bir devletin yürürlükte olması için üzerine
düşen görevi yapıyor. Ondan sonra başkalarmında aynı şeyi
yapması için gayret sarfediyor. Onun için Allah (c.c.)
"Kuntum" demiş. Hani davul sesi gibi geldi bana. Ben ayeti
okurken cihad davulunun sesini duyar gibiyim. Sahabei
kiramın bir çoğu arab yarımadasının dışına çıkmamıştı.
Mutlaka ticaret kervanlarıyla çıkanlar var ama onlar
azınlıktadır. Mekke ve çevresinde deve çobanlığı koyun
çobanlığı ile ömrünü geçiren insanlar müslü-man olduktan
sonra bu ayeti kerimede kendilerine indikten sonra kalple-
rinde bu ayet davul gibi ötmeye başlamış ve taa
Azerbeycari'a ve taa güney Afrikaya kadar ve Kuzey
Afrikaya kadar gidivermişler. Allah'ın emirlerini ve
yasaklarım, ve Allah'a imanın oralara kadar ulaşmasına se-
bep olmuşlardır. Bu içten olan bir davuldur.
Mutlak surette bu dıştan olan cenk davullarıda etkiliyor.
Osmanlının mehteran takımı günümüzde bazı merasim
geçitlerinde vuruyor. Bazıları diyorki "Hocam orada mehter
takımını gördüm tüylerim diken diken oldu" diyor. "Allah
yoluna cenk edelim" diyerek yürüyorlardı diyor. Kim
söylüyor? gayreti diniyeside yerinde olmayan arkadaşlar
vurarak gidiyorlar ama bu bile insana dıştan ürperti veriyor.
Fakat atalarımızın sözü vardır. "Dökme su ile değirmen
dönmez" derler. Yani dışardan etkilenme ile bu iş olmaz.
İçten coşması gerekiyor. Kişinin içten coşması içinde bu Ali
imran suresinin 160. Ayet'i kerimesini iyi bilmeli, en hayırlı
ümmet olduğuna inanmalı, ama onunda üç şartı var. Allah'a
iman edecek, tabi Allah'a imanın içerisinde imanın şartları
var. İyiliği emredecek ve kötülüklerden alıkoyacak.
"Eğer kitap ehli - yani yahudi ve hristiy ani arda müslüman
olsalardı onlar için daha hayırlı olurdu" diyor. Geçmişte İsa
aleyhisselama inen kitaba, Musa'ya (a.s.) inen kitaba inanan
insanlar birde, Efendimize (a.s.v.)'a inen kitaba inanmış
olsalardı onlar için daha hayırlı olurdu diyor. "Onlar
içerisinde bir kısım mümin olanlar vardır. Yani Yahudiler-
dende hristiy anlardan da bir kısım müslüman olanlar vardır.
Ama çoğunluğu ise fasıktır" diyor. Fasık itaattan çıkan
manasına gelir. Hani müslümana da günah işlediği zaman
fasık kelimesi kullanılır. Allah'ın yasaklarını çiğneyen bir
adamada "Fasık" denilebilir ama burada kasdedilen yan-hz
yasakları çiğneyen değil imanımda reddeden kişilerin yani
burada kâfirler kasdedilmiş. Çoğunluğunun fasık kalacağını
Allah (c.c.) haber veriyor. Günümüzde biz şuna kesin
inanıyoruz hepiniz inanıyorsunuz. Bende inanıyorum
mutlak surette Allah (c.c.) Ayet'i kerimesinde "Tamamen
din Allah'ın dini oluncaya kadar, yeryüzünden fitne, dinden
döndürme, işkence zulüm kalkıncaya kadar Allah yolunda
harp ediniz" diyor. Olmayacak şeyi Allah emretmiyeceğine
göre bu olacaktır. Bunun anlamı bütün dünya insanı
müslüman olacak anlamında değildir. Yalnız yeryüzünde
islâmm hakimiyeti sağlanacak. Ehli kitapda zimmi vatandaş
olarak, yani o müslüman devletin gayri müslim vatandaşı
olarak, o devlet içerisinde islâmmda kanunlarına riayet
etmek kaydı ile yaşıyacaklardır. Yani müslümanlar
hakimiyeti elde ederler ama bu hakimiyet altında onlarda
yaşarlar. Rabbimiz buyurur..674[154]
674[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/118-121.
Yam gayri müslimlerin, ehli kitabın, yahudinin ve
hristiyanın müslümana eziyet etmesi olabilir ama tamamıyla
müslümanlara uzun müddet zarar vermesi söz konusu
değildir. Eziyet niçin? Eziyette insanlar arasında iyi ile
kötüyü birbirinden ayırt etmek için hani saf altınında
içerisinde karışık olduğundan eritiyorlar. Ateşde
yakıyorlarda arıtıyorlar. Posasından ayırıyorlar. Yazık
değilmi yahu altını ateşe atıyorsunuz denilebilir. Ama
posasından arınması için ateşe girmesi gerekiyor.
Müslümanlarmda içindeki pisliklerden münafıklardan
temizlenmesi gerekir. Müslümanlarda bir ikbal
gördüklerinde müslüman görünen yani müslümanların eline
imkan geçtiğinde müslümanların yanında olan ama
müslümanların elinden imkan gidince onların yanından
uzaklaşan münafıkların ayırt edilmesi için bazen eziyetler
olabiliyor. "Eğer onlar sizinle harp ederlerse size sırt dönüp
kaçarlar. Sonra onlara
yardımda olunmaz"
İman etmediği halde islâm devletinin nimetlerinden
yararlananlar devletin küçücük sarsıntısında hemen saf
değiştirirler. İslâm devletinin tökezlemesi aramızdaki
münafıkların ortaya çıkması içindir. Medinede efendimiz
Mekkelilerle Hendek harbine başlayınca münafıklarla
çevredeki yahudiler hemen anlaşmayı bozmuşlar ve
kâfirlerin safına geçmişler. Ama onlardanda yardım
görememişler. Efendimiz o yahudileri cezalan-
675[155]
dırmıştır.
675[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/121-122.
ayetlerini inkar ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri
sebebiyledir. Ve yine bu isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri
sebebiyledir.
Nerede bulunurlarsa bulunsunlar onlara zillet damgası
vururuz diyor Allah (c.c.) Bu zillet özellikle yahudilere
vurulmuştur. "Ama hocam bunlar devletlerini kurdular.
Dünyaya hükmediyorlar" denebilir.
Kapalı çarşıdan bir yahudi delikanlısı İsrail'e gider orada
evlenir.
Gerdeğe girer bir bakarki gelin odasında iki otamatik silah.
Yemek salonunda iki silah. Oturma odasında birkaçtane.
Tuvalette bir tane silah. Geline bunun sebebini sormuş,
gelin "Bu kara çocukların ne zaman nereden saldıracağı
belli olmaz" demiş.
Her an evinin içine bir silah namlusunun uzanacağını
düşünerek Amerikanın çıkarlarını korumak için bekçilik
yapmakdan daha zelil birşey olmasa gerek.
Dünyanın en eski milleti olan bu yahudiler dürüst ve doğru
bir siyaset yapabilselerdi bu gün dünyanın en kalabalık
milleti olurlardı. Ancak kötü siyasetleri nedeniyle hep
kendilerinin katliamına sebep olmuşlar ve ispanyol
çingenelerinin nüfusuna erişememişler.
Yahudilerin bu zilletten kurtulmalarının iki şekilde olacağını
Allah (c.c.) bu ayetinde haber verir. Ya Allah'ın ipine sarılır
kurtulurlar. Yani müslüman olurlar. Veya müslüman bir
devletin himayesine girerler.
1992 yılında yahudilerin İspanya da hristiyanlar tarafından
topluca öldürülmelerinden kurtarılarak Osmanlılar
tarafından İstanbula taşınmalarının 500 ncü yılını kutladılar.
Onları hristiy ani arın öldürme yok etme faaliyetinden
Osmanlı kurtan vermiş tir.Şimdi ise Amerika kuruyuveriyor.
"Osmanlı, yahudileri kurtarmış ama İspanya daki
müslümanlara yardım elini uzatmamış" diyenler Barbaros
Hayreddin paşanın hatıratını okusunlar. Hayreddin paşa
hatıratında seksenbin müslümam gemilerle Kuzey Afrikaya
taşıyıp yerleştirdiğini söyler.
O müslümanlan İstanbula getirmenin hiçbir faydası yoktu.
Kuzey Afrikada islâmın güçlenmesi, yeniden Avrupaya
yürümesi için oraya yerleştirmiş.
Yürüyüş başlamıştır, Cezayir'den İslâmın gür sesi geliyor. O
ses Pa-ris'de yankılanıyor. Üçmilyon müslüman Fransa'nın
içinde faaliyet gösteriyor.
"Osmanlı bu yahudi mikrobunu İstanbul'a taşıyarak içimize
niçin aldı" diyenler bilsinlerki önce islâmi ve insani
görevimiz mağdura, mazluma yardım etmektir. Sonra
doktorların dediğine göre vücudda zararlı mikrop olmazsa
hastalanırmışız. Faydalı mikropların çalışması zararlı
mikroplar olduğu içinmiş. Yani sağlam bir vücudda zararlı
mikroplarda fayda veriyor, insanı uyanık tutuyor çalışkan
yapıyor.
Devlet bünyesinde iyi insanlar tasfiye edilince zararlılar
faaliyete geçtiler.
Hz. Musaya önce iman edip sonra ihanet ettiklerinden bu
yana devlet kurup izzetlerini koruyamamışîar. Bu gün devi
etçikleri yle çölü yeşerttiler deniyor ama Amerika bir sene
para yardımı yapmasa yeşeren o çöl kavrulur. Dolarla
sulanıyor. Bekçilik ücreti alıyorlar.
Bu aşağılık damgasının vurulmasına sebep Allah'ın
ayetlerini inkar etmeleri ve kendilerine gönderilen
peygamberlerini öldürmeleri, isyan edip haddi aşmalarıdır.
Biz bu ayetleri bu günkü yahudilere okuduğumuzda onlar
bize "şimdi biz peygamberini öldürüyoruzda bu ayeti bize
karşı okuyorsunuz" derlerse biz derizki "Atalarınızın
öldürdüğü, Öldürmeye teşebbüs ettiği suçları var. Siz
öldürmediniz ama Tevrat'ınızda nakledilen bu öldürme
olaylarını havralarınızda okumakla tasvip ediyorsunuz.
Katili tasvip edip alkışlamak suça ruhen iştirak etmekdir.
Hırsıza köşe dönücüye hayranlık duymak aynı suçu ruhen
paylaşmaktır" diye cevap veririz.
"Bazı insanlar biz sizin yaşınızda iken şöyle kaçardık böyle
içerdik" deyip yalanlan ve günahları anlatırlar. Ne demektir
bu? Yani şimdi yapa-mıyorsam ihtiyarlığımdan dolayı
yapamıyorum. Midem rahatsız olduğu için içemiyorum
derler. Yani aynı şeyi tasvip ediyorlar. Aynı günahı yap-
tığından dolayı işlememiştir ama tasvipten dolayı günaha
girmektedir. O-nun için dünyanın öbür tarafında yapılan bir
işkenceyi tasvip etmiyece-ğiz. Haberi duyunca üzülmemiz
gerekiyor. Kim olursa olsun. Bir gayri müslimde olsa
zulmedilmişse o adama o adamın tarafından mazlumun
yanında yerimizi almamız gerekiyor, İster müslüman olsun,
ister komi-
nist olsun, ister ehli kitaptan, olsun ister Çinli olsun, ister
Japon olsun. "Hocam bizimle ne ilgisi var? Bu adamlar
Allah'ın ayetlerini inkar etmişler, peygamberleri
öldürmüşler ve onlara isyan etmişler, haddi aşmışlar.
Rabbimde bunlara zillet damgası vurmuş. Vurduysa vurdu,
bizimle ne ilgisi var?" Sizde Allah'ın ayetlerini inkar
ederseniz sizde peygamberlerin öldürülmesine geçmişteki
öldürülmelerine gönülden razı olursanız am-mada iyi
etmişler yahu, peygamberler insanların yolunu engellemişler
gibi tasvipkar bir tavır içerisine girerseniz Sizde Allah'a
isyan eder Haddi aşarsanız aynı damga sizede vuruluverir.
Hani çok anlatılır çeşitli gazetelerde İngiliz lordlar
kabinesinde lord'un biri kürsüye gelmiş ve demişki
"müslümanları mağlup edebilmenin bir yolu şu ellerindeki
Kur'an-ı almaktır" demiş. Türkiyede de Abdullah Cevdet
içtihad dergisi çıkarmış. Osmanlıyı çökertmek için neler
yapalım diye anket düzenlemiş ve Paris'ten gelen bir cevap
"Kur'an-ı kapa kadını aç" demiş ve o uygulanmış yıllardır.
Bu Kur'an kapanıverince rabbimde bizim üzerimize zilleti
vuru-vermiştir, Yani bu yeni değil. Kur'an dan uzaklaşmak
hareketi eski tarihlerde başlamış. Sünneti seniyyeden
uzaklaşma hareketleri başlamış ve Rabbimde zillet
damgasını vurmuş. 676[156]
676[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/122-125.
bozduğumuzu düzeltmekle görevliyiz bu günlerde. İnşallah
Allah'ta bizi başarılı kılar. 677[157]
681[161]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/129-130.
diyor.
Bundan sekiz sene önce Afganistana giren Rusya'ya
yıkılacaksın deseydiniz inanmazdı. Müslümanlar bunu
diyorlardı. Bazı müslümanlar Rusyanın sonu olacaktır bu"
dediler. Ama o günün bazı büyük başları ve kalbur üstü
insanları inanmadılar. "Rusya haa, üç gün içinde
Afganistanın işini halleder yazık olacak ordaki müslüman
soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza" diyorlardı. Onlarda
diyorki size yazık olacak böyle düşünmenizden dolayı size
yazık olacaktır. Geldiler inşallah çok hayırlı şeyler göre-
ceğiz. Evlatları gibi orduları olsa, malları gibi ekonomileri
olsa ki mallan gibi değildir. Bir tasarrufta bulunması için
parlementerlerin izni çıkması lazım. Rayından çıkması
lazım bu kadar olsa bile Allah katında onlara fayda
vermiyecek.
Onlar cehennem odunudurlar cehennem yaranıdırlar. Orada
ebedi kalıcıdırlar. 682[162]
682[162]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/130-131.
onlarında dünyada infak ettikleri mal öyledir. Çiçek açar
gibidir. Yani imansızlıkları yolunda yaptıkları tasarruf, yani
verdikleri mallar onlara çiçek açar gibi görünür. Gece
verecek gibi görünür ama sonu hüsrandır.
Amellerinin boşa gitmesiyle Allah onlara zulmetmez.
"Ancak onlar kendilerine zulmetti" diyor Ali imran
suresinin bu 117 ci ayeti kerimesi çok önemli "Ancak onlar
kendilerine zulmetti" diyor. "Efendim Allah bana zulmetti,
Allah beni cezalandırdı, Allah bana şöyle yaptı böyle yaptı"
değil. Onlara bu ayeti kerimeyi cevap olarak vereceğiz.
"Allah kuluna zulmetmez kişiler kendilerine zulmederler"
bizim köye bir hoca gelmişti. Ben ilk okula gidiyorum.
Nasıl bir hoca idi bilmiyorum. Yalnız vaaz etti gitti. Fakat
birşey ezberimde kalmış. Bir adam Kıbnsa gitmiş. Orada
çok ezalar cefalar çekmiş ve orda ölmüş. Ölürkende ağacın
kabuğuna yazmış. "Kuluna zulmederse mevlası kuluda,
boylar Kıbrıs Adası" Sonradan oraya gelen bir adam altına
yazmış. "Kuluna asla zulmetmez mevlası, kulunun çektiği
kendi cezası". Peki hocam tüm insanların başına gelenler
mutlaka kendi yaptığımıdır? oda değil, Peygamber
efendimizin bir müjdesi var müslümanlarm başına gelen
bela ve musibetler rahmettir. Bir çok günahına keffaret
olurda ondan. Yani ahirette o günahların cezasını çektirmez
Rabbim. Bu dünyada o bela ve musibete sabrederse ki, onun
için vermiştir. Kuluma bunu veririm, o da sabreder,
kıyamette, cehennemde azap etmeden cennete gönderir.
Ama kâfirin başına gelenler ise bela ve musibet ona azaptır.
Ahirettekini hiç hafifletmiyor. Birde bu dünyada çekiyor, iki
taraflı azaptır diyor peygamber efendimiz (A.S.V.) 683[163]
683[163]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/131-132.
Sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların (size olan) kinleri
ağızlarından taşmaktadır. Göğüslerinin gizlediği ise daha
büyüktür. Size ayetleri açıkladık eğer akıl ederseniz.
Ey iman edenler, yani şu anda bizleriz; sizden olmayanları
kendinize sırdaş edinmeyin, "bitane" batın kelimesinden
türemiş, türkçedeki "kardeş" kelimesi karındaş kelimesinden
türetilmiş bir kelime derler. Karındaş kelimesinden kardeşe
dönüşmüş. Ağabeyinize ve küçüğünüze kardeş diyorsunuz.
Niçin? aynı karından geldiğiniz için karındaşsınız. Bu keli-
mede yani "batın" arap dilinde karın manasına geliyor.
Sizden olmayanı, mümin kardeşleriniz gibi kendinize kardeş
ve sırdaş edinmeyin. "Onlar size düşmanlıkta hiç kusur
etmez" diyor. Ne güzel ifade. Sizi zayıflatmakta, size
düşmanca münasebetlerde, kusurları olmaz. Ellerinden
gelen her şeyi yaparlar, "sizin sıkıntıya düşmenizi severler"
Yani bir müslüma-nın sıkıntıya düşmesini isterler. Severler
ve sevdiklerinden dolayı isterler. Bunları nasıl tanıyalım?
Bize düşmanlıkta kusur etmeyen, ve bizim sıkıntıya
düşmemizi isteyen, bu insanları sırdaş edinmeyelim de peki
nasıl tanıyalım. Rabbim onu tarif ediyor bize "onların
düşmanlıkları, dudaklarından dökülüverir" Hani "kişinin
kimliği dilinin altındadır" diye bir söz vardır. Hani derler ya
"Ağzındaki baklayı çıkar bakayım" yani o bakla çıktımı
kimliğini tanıyorsunuz. Onun için imansız kesimin bir aleni
konuşmaları vardır, ona dikkat edin. Birde özel konuşmaları
vardır onlara da dikkat etmek gerekir. İkisi bir araya geldiği
takdirde ortaya çıkar kimlikleri. Bakara suresinin başında
ondördüncü ayette «Müslümanlarla karşılaştıkları zaman
bizde iman ettik bizde sizin gibiyiz» derler. Şimdi bunu
aldık bir tarafa koyduk, Ama kendisi gibi şeytan heriflerin
yanma vardığında onunla başbaşa kaldığında gizli
toplantılarında valla biz sizinle beraberiz" derler. Peki orda
ne demişdin diye sorarlarsa "biz müslümanlarla alay
ediyorduk, dalga geçiyorduk, oylarım alıyorduk gibi şeyler
söylerler. Ağızlarından çıkan kelimelerden onların kişiliğini
ortaya çıkarıyor Rabbim ama «Gönüllerindeki taşıdıkları kin
ise daha büyüktür» yani dillerindeki gönüllerindekini ifade
edebilmiş durumda değil. Biz size ayetleri açıkladık. Eğer
aklınız başınızda ise" diyor Rabbim. Eğer aklınız başınızda
ise yani dostun kim, düşmanın kim, düşmanın gücü nedir,
düşmanın taktiği nedir, ağzındaki nedir, gönlündeki nedir?
onları bildirdik size aklınız varsa diyor Rabbim. Yani bir
ayette anlattık gerçi bunu, hani 3 - 4 satırlık bir ayeti
kerimede ama, sizin aklınız varsa anlayıverin
manasınadır. 684[164]
684[164]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/132-134.
Yani başbaşa kaldığınızda gizli gizli konuştuğunuzda size
çıkar yolu yok. Dışta mümin görülüp, içte gavurluk
yapmanın size faydası yok. Allah dişınızıda bilir,
gönlünüzden geçenide bilir. Yine onları tarif ediyor
bize. 685[165]
685[165]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/134.
içerisinde yapıyorlar bu işi. Bize yürü diyen O, bize destek
vereceğinide söyleyen O, öyleyse onların yaptıkları size
zarar vermez. Onun mülkünde onun bilgisi dahilindedir.
Ama bize iki şart var. Biri sabretmek, biride Allahtan
sakınmak.. Sabretmek eve çekilip, kapıları kilitleyip,
pencereleri örtüp, Hatta pencerelere demirden kapaklar
yaptırıp içerde «ya sabır» «ya sabır» demek sabır değildir.
Bu kabirdir bu evi kabir yapmaktır. Sabır; bir yüke
tahammül etmektir. Şöyle düşünün; At arabasıyla cephane
taşıyan bir insanın atma yükü taşımak için omuz veriyor. O
anda düşmana karşı hamle yapılacak öyle bir hal gelirki,
atında bir dayanma noktası var, çekim gücü vardır. O
bitmek üzere. Ama adam da bitmek üzere fakat cepheyede
varmaya çok az kalmış işte orada «bittim öldüm» derseniz
yıllarca çektiğiniz emek boşa gider arabada tekeriyle
beraber başladığımız yere döner. 50 senenin gerisine tekrar
gidiyorsunuz. Fakat o esnada Allah deyip bir daha hamle
yapacak olursanız zaten tümseği aşıverdimi inişe geçiyor.
Her yokuşun bir inişi vardır. Ayeti kerimenin aslı «Her
zorluğun bir kolaylığı vardır. Ama tefsircilerimiz her
zorluğun iki kolaylığı vardır. Çünkü iki kere zorlanmış •iki
defa tekrar edilmiş derler. 686[166]
686[166]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/135-136.
uygun olarak erkenden yerleştirmeliyiz. Yarın çok geç
olur. 687[167]
687[167]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/136.
688[168]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/136-137.
689[169]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/137.
açıklamıyor.
Bir kısım alimlerimiz meleklerinde harbettiğini yazarlarken,
bir kısmı Meleklerin harbetmediğini ancak belirli
işaretleriyle görünerek müminleri yüreklendirdiklerini,
kâfirleride korkuttuklarını yazarlar. Bu ikinci görüş ayetin
ruhuna daha uygundur.
Bir çok harpde birmüslümanm elli kadar kâfiri esir alıp
getirdiğinde «Bir kişiye niçin esir oldunuz» diye
sorulduklarında «Bir kişi değildi yanında beyaz elbiseli çok
insan vardı» diye anlatılan olaylarda bu ikinciyi doğrular.
Meleklerin yardıma geleceğine, yardımın Allah'dan
olduğuna imanımız vardır. 690[170]
690[170]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/137-138.
691[171]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/138-139.
692[172]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/139.
kavuşamadan dönüp gitsinler diye (yaptı).
Allah'ın emriyle Meleklerin yardımı, müminlere
müjdelemek, onları yüreklendirmek, kâfirlerin sonunu
getirmek eli boş döndürmek içindir.
Uhud harbinde Efendimizin mübarek dişi kırılınca
Buharinin sahihinde bildirdiğine göre Efendimiz sabah
namazı farzının ikinci rekatında rükudan kalkınca "Allahım
filana, filana la'net et" diye dua edermiş bunun üzerine şu
ayet nazil olmuş. 693[173]
693[173]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/139.
694[174]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/139.
695[175]
Meğazi 21
696[176]
Cihad 103
697[177]
Ahmed h. Hanhel Müsned-i 166
698[178]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/140.
(130) Ey iman edenler faizi kat kat olarak yemeyin.
Allah'dan sakının. Umulurki kurtulursunuz.
Uhud harbini anlatan ayetlerin hemen ardından faizi
yasaklayan ayet geliyor.
Müşrikler ve münafıklar Uhud harbinde Allah'ın dinine
karşı harbe-diyor, onun insan hayatına ve gönlüne hakim
olmasını engellemek için Allah'a ve Rasülüne karşı harp
etmişlerdi.
Uhud harbini anlatan ayetlerin hemen ardından faizin
yasaklanması, faiz yiyenlerinde Allah'a ve rasülüne harp
etmiş olduklarına işaret eder.
Bakara suresinin 276 ncı ayetinde mümin olduğu halde faize
devam edenlerin Allah'a ve rasülüne harp ilan ettiklerini
haber veriyor.
Zina eden, hırsızlık yapan, içki içen kişilerin yaptıklarının
büyük günah olduğu afvedilmediği takdirde cehennemde
azabı tadacağı bildirilir ama Allah'a harp açmak olduğu
söylenmez.
Bunlar bireysel suçlardır. Ama faiz bütün bir milleti
ilgilendiren, paranın değerini düşüren, enflasyonu artıran
zenginle fakir arasındaki mesafeyi açan toplumsal günahtır.
Ayetteki "faizi kat kat yemeyin" ifadesi Türkçedeki "bıçağı
sağa sola fazla sallama" ifadesinde olduğu gibi bu işi yapma
manasmdadır. Yoksa az olursa ye manasında değildir.
Riba: Arabın dilinde fazlalık, yükseklik manasınadır. Düz
arazi üzerindeki tepeyede arap Ruba der. Dağın en yüksek
yerine denir.
Yüz altın verip yüz altın alabilirsiniz. Yüzbir altın alırsanız
bir fazlalıktır. Yüz altın yüz altının dengidir. Bir altın o
düzlük üzerine fazlalıktır.
Faizin faydalarını anlatan proflarımiz var. Doğru devletin ve
milletin zararına olarak faizli kredilerden yararlanarak
altmış milyon insan içinden altmış zengin faydalanmaktadır.
Proflanmiz onların danışmanlığını yaparak ek ücret
almaktadırlar.
Dünyada ve ahirette kurtuluşa ermenin yolu faizi bırakıp
takva üzere bir hayat sürmektir.
Faizli para dünyada bana hertürlü nimeti sağlıyor
diyenlere: 699[179]
707[187]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/146-148.
708[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/148.
709[189]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/148.
bu taraflarına bakın. Sultan Ahmed meydanına
çıkıverirseniz orada bir tane taş dikili. Kocaman bir taş kaç
ton geldiğini onun ehli tahmini hesap yapabilir. Ama birkaç
tır ancak taşır. Romalılar tarafından, Mısırdan buraya kadar
getirilmiş oradan buraya gelinceye kadar binlerce kölenin
kanma mal olmuş. O sanat eseridir diye dikilmiş. Ama sanat
eseri insan kanına bu-lanmamalı. Ama zalimler ordusu
dikecek olursa bunu bin tane değil on-bin tane kölenin kanı
akıtılır.
Romanın haşmetini ortaya koymak için o oraya dikiliverir.
Bizimde abidelerimiz var Süleymaniye gibi Sultan Ahmet
gibi ama bu günün profesörleri doktora tezi, doçentlik tezi
olarak yayınlamışlar, ustanın ve amelelerin aldığı maaş
üniversitedeki profesörün aldığı maaştan fazla yani
Süleymaniyede çalışan işçinin aldığı maaş profesörün aldığı
maaştan fazla.
Herkesin gönlü alınmış gönülsüz bir taş koyulmamaya
dikkat edilmiştir ve birde bunlar yalnız dikilmiyorlar hizmet
görüyorlar. Ecdadım hizmetle sanatı bir araya getirmiş.
Topkapı sarayının önünde çeşme var. Harika birşey. Yazısı,
hat sanatı harika, yapılışı harika, mimarisi harika, bunları
harika olsun diye yapmıyorlar, yanan yüreklere su serpsin
diye yapmışlar.
Yani bir çok faydayı bir araya getiriyorlar. Ama bir kaç yıl
önce be-yazıtın oraya dikmişler şöyle dikenli mikenli bir taş
bakarken insanın yüzünü rahatsız ediyor taş insana batıyor,
gözümüze batıyor. Bir defa ruhumuza batıyor ve birde
durup dururken orda çayır çimen bitecekken onu dahi
öldürüyor. Çayır çimenin bitmesine bile bir metrekarede
engel oluyor. Onun için gezerken birazda ibretle bakmalı.
Kimler neler yapmışlar bu yapmanın neticesinde ne
olmuşlar? Helak olup gitmişler. O güçlü Romanın devamı"
olan Bizans müslüman Fatih ve onun imanlı askerlerine,
kaleye sığınıp her tarafı surla çevirmelerine rağmen teslim
olmuşlar.
Dinimizi yalanlayanlatın akibetlerini görmek üzere
dolaşmamızı emrediyor Allah (c.c.) Yaz tatilinde
Antalya'ya, Muğlaya gidenleriniz varsa veyahutta
Erzuruma, nereye giderseniz gidin oralarda geçmişlerin
yaptıklarına bu günde bakmak gerekiyor. Bu insanlara bir
açıklamadır, beyandır yol göstermektir. Muttaki insanlarada
nasihattir diyor Allah (c.c.) Elektrik direklerinde asılı olan
ölmüş insan başının resmi vardır. Bu direğe çıkan öldü,
sizde çıkarsanız ölürsünüz demektir. İşte Ad, Semud
kavminin harabeleri, firavunun piramitleri, Romanın
tiyatroları zalimlerin de sonu olduğunu Hatırlatan, sizde
zalim olmayın diyen açık beyanlardır. Sessiz
710[190]
vaizlerdir.
710[190]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/148-150.
kötülükten alıkonacak. Yani yasaklanacak, Ne ile? el ile, dil
ile yasaklanmaya devam edilecek. Bunu yapacak olursak
bizim hayırlı ümmet olduğumuzu haber veriyor. Buradaki
ayeti kerimede "en yüce sizsiniz eğer müminseniz" tabiki
müminliğin şartları yerine getirildiği takdirde yüce olanın
biz olduğumuzu, yüce oluncada "üzülmeyinizde
gevşemeyiniz de" diyor Allah (c.c.) A'raf 179 nen ayetinde
kâfirleri tanıtırken "Onlar hayvanlar gibidirler. Hayır
hayvanlardanda aşağıdırlar" diyor.
Kâfirlerin hayvanlardan aşağı olduğunu haber veriyor.
Niye? Sivrisinek insanın kanını emiyor, sömürücüdür, ne
kadar emer, patlaymcaya kadar emiyor. Ama kâfir bir
sömürücü ise, kendi karnını şişiriyor, yakınlarının karnını
şişiriyor. 7 nesli sonra gelecek olan torunun ada birşeyler bı-
rakabilmek için bütün dünya insanının sömürüyor. Hayvan
kendi cinsinden bir hayvanı öldürür arna o kadar. Hani Kurt
acıkınca sürüye girer karnı doyuncaya kadar parçalar 1, 2, 3,
5 sürünün tamamına gücü yetmez, yapamazda. Ama insan
imansız olacak olursa düğmeye basıvermek-le Japonyada
180 bin insanı yok ediveriyor. Afrika insanları açlığa terk
ediliyor.
Ellerindeki bütün yer altı ve yerüstü madenlerini sömürüp
bitirdikten sonra onları açlığa terk ediverebiliyor. Onun için
"Hayvanlardan aşağıdır" diyor Allah (c.c.) Mümin ise en
yüce insandır. Kendimiz değerimizi bileceğiz. Kafirleride
kuyuya düşmüş hayvanlar gibi görüp onları kurtarma yoluna
gideceğiz. Aman yarabbi, bu insanlar bulunması gereken
yerden, aşağıya düşmüşlerdir.
Bunların buradan kurtarılması gerekir diyerek bir ananın
yavrusuna olan merhameti gibi merhametle onları
kurtarmaya gayret sarfedeceğiz. Kendimizi hakir
görmemeye dikkat edelim. "Müslümanlarla olmaz. Bizimle
bu iş yürümez hocam. Bunu bir Ermeni yapsaydı daha iyi
yapardı. Yahudi yapsaydı daha iyi yapardı veya hristiyan
olsaydı bu işi daha iyi becerirdi" demiyeceğiz. Bu böyle
değil, bu güne kadar sizler ticarette yani müslüman insan,
Anadolu insanı ticarette, sanayide başarılı olamamış-sa bu
sizin başarısızlığınızdan değil.
Yıllarca adı Yusuf, Süleyman Cavid olana İthalat ihracat
izni verilmez Yasef olana verilir, Salamon'a, David'e
verilirdi. Abraham olana verilir, ibrahim olana verilmez.
Ama bazı insanımızı tanıyoruz, müslüman bu gün
Amerika'ya gidiyor "Yarın Tayvan'a gidiyorum, diyor iş
yapmaya başlıyor.Ve bakıyoruz ki Yahudi ile Ermeni var,
onlarla kıran kırana mücadelesini veriyor. Yeni yeni önünüz
açılıyor sizin önünüz açılıyor.
Daha önce açıktı Osmanlı döneminde Viyanadan Çine kadar
ticareti müslümanlar ellerinde tutuyorlardı. Son 150 sene
içerisinde yahudiler biraz ileriye atıldılar. Osmanlının ticaret
hayatım araştırmış olan üniversiteden biri şunları anlatıyor.
"Osmanlı "hassa" tacirleri ile bu işi yaparlardı ve hassa
tacirleride 20 sene ticari hayatta dürüstlüğüne,
müslümanlığına, islâmdaki ticaret hukuku bilgisine sahip,
insanlar arasından seçiliyor ve onlara o yetki veriliyor.
Çünkü gittiği yerde hem ticaret yapacak, hemde dinini
yayacak o .insan devleti adınada görev yapacak"
O dönemde Ermeni Hristiyan ve Yahudi ne yaparmış?
demircilik işlerini yaparlarmış, kömürcülük işlerini
yaparlarmiş mahalle arasında eskicilik yaparlarmış, inşaat
işlerini onlar yaparlarmış. Onun için İstanbul-da birçok
binanın yapıcıları Ermeni ustalarıdır, bu bizim için izzettir
zil-led değildir. O zaman bu işlerde onları uğraştırırlarmış.
Fiîimciler bizden iyi biliyor bu işi 1920 li yılların filmini
çevirenler mahalle arasında eskicilik yapan adamı genelde
yahudi bir adam yaparlar. Yani onlar yapıyordu bu işi ama
müslüman olanlar sermayeye sahip ticarete sahip insanlardı.
Fakat işi tersine çeviri verdiler.
Onlar o işleri yapmaya başladılar. Bu sefer mahalle arası
satıcılığını, limonculuğunu, hammallığını ve eskiciliğini
Anadoludan gelmiş insanlara verdiler. İşi tersine
döndürdüler. Ama yeniden tersine dönmeye başlıyor. Siz
biraz daha gayret edeceksiniz. Biraz daha çalışacağız. Yani
müminin yüce olduğunu yüce işlerde uğraşması gerektiğini
iyice gönlümüze iman gibi yerleştirmeniz gerekiyor. Allah
(c.c.) Ayeti kerimede bize bunu vermek istiyor. "Hocam
bela ve musibetler içerisindeyiz belimizi doğrultamıyoruz,
yok mağlup durumdayız dersek Rabbim: 711[191]
711[191]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/150-152.
712[192]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/152-153.
713[193]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/153.
(142) Yoksa siz Allah içinizden cihat yapanları belirtmeden
ve sabredenleri belirtmeden cennete girivereceğinizi mi
sandınız? Allah müminlerin arasındaki münafıkları ayırd
etmek için bazan mü-minlerede yenilgiyi tattırır.
Müslümanlar yenilince münafıklar güçlülerin yanına
geçerler. Böylece altının ateşde erimesiyle altın olmayan
maddelerden arıtıldığı gibi müslüman toplumda arıtılmış
olur.
Birde müslüman insanın kendi iç dünyasında arınma
temizlenme meydana gelir. Rasülün sözünü tutmayan
okçuların yerlerini terketmele-rinin nelere malolduğunu
görürler ve en basit gibi gördükleri sünnete dahi sarılırlar.
Günümüzde Bulgaristandaki nıüslümanları bize bağlayan
iki sünnettir. Biri çocukların sünnet olması. Diğeri
isimlerinin müslüman olması. O kadar baskıya karşı bu iki
sünnet onların müslüman kalmasını sağlamıştır.
"Kafirleri azaltması için" ifadesinin doğruluğuna tarih
şahiddir. Haçlı seferleri müslümarilar üzerine her
gelişlerinde birçok hristiyanın müslüman olmasına sebeb
olmuşlardır.
Afganistan'a giden Rus askerlerinden bir çoğu müslüman
olur. Son olarak Somali'ye giren Amerikan askerlerinden
müslüman olanları gördük televizyondan.
Irak'a karşı körfez harbine katılan Amerikalı subay bir
kadında benim yanımda şehadet kelimesini söyleyerek
müslüman oldu.
Ülkesinde iken islâm aleyhine kitaplar okuyarak filimler
seyrederek islâm hakkında yanlış bilgi edinenler
Müslümanlarla karşı karşıya gelince gerçeği anlıyorlar.
Öldürmek üzere olduğu kâfir şehadeti getirince kılınanın
havada kaldığını, öldürmediğini, müslümanın hedefinin
öldürmek veya sömürmek olmadığını görüyor.
Sizin aranızdan Allah yolunda cihad edenlerle sabredenleri
ortaya çıkarmadan cennete girivereceğinizimi
zannediyorsunuz diyor Allah (c.c.) insan bol günlerinde
rahat günlerinde hava atabilir, bir devleti vardır. Herkes o
devletin himayesi altında mutlu bir hayat yaşıyorlar.
Herkesin maaşı devlet başkanının maaşıyla denk. Asgari
ücret ona göre ayarlanmış. Kimse kimsenin gönlünü
kırmıyor herkes kendi işinde dürüstçe hareket ediyor. Yani
yeryüzünü cennet eylemişler. Dış düşmanlarda onlardan
endişe duyuyorlar. Topkapı sarayına gidip görürseniz orada
Çin devlet başkanının gönderdiği hediye Avusturya
devletinin gönderdiği hediyeler var. Aman ağam bize
değme, himayende gölgende bizde yaşayalım gidelim
diyorlar. Böyle bir dönemde cihat ayetleri okununca herkes
"böyle bir durum olacak olsa, harp olsa, şöyle asardıkta,
böyle keserdik felan derler.
Ama harpde kelle alışverişinin olduğu yeri görüverecek
olursa işte o zaman durum değişiyor. Hani Uhud için gelen
1000 kişiden 300 kişi geriye dönüp kaçmıştı. Mevlana
anlatıyor: Daha önce anlattım tahmin ediyorum. "Cenk
davulunun her vuruluşunda şehirde bir şeyh efendi,
"çocuklar yine küçük cihada çıkıyorlar" diye dalga geçerdi
onlarla. Yani Şeyh büyük cihat yapıyormuş. Beyefendi
kendiside o cenke gitmeyi küçük cihat olarak görüyor ve
hafife alıyordu. Birgün gidip onların küçük cihadını şöyle
gülümseyerek seyretmek isdedi ve komutana bildirdi.
Komutan: Aman efendim zati alinizin bulunması bizim için
moral olur, bizim için nimet olur dedi onuda ata bindirdiler.
Harp meydanına vardılar bir girdi-lerki öyle zannettiği gibi
küçük cihada benzemiyor bu iş. Kelle alıyorlar kelle
veriyorlar.
Şeyh efendi korkusundan yere, diz üstü kapandı
seyrediyordu ama bakmaya bile yüreği dayanmadı, neyse
müslümalar galip gelmişler. Komutan gelmiş şeyh efendi
yerde kapalı aslında komutan yine iyi niyetli "şeyhimiz
secdede dua ediyor bize" diyor. Aslında şeyh efendi
korkudan uzanıyor oraya Dediki efendim sizde gazi olmak
istersinizdir. Şu kâfirin birini sağ getirdim bir kılıç vurun,
bunuda siz öldürün diyor. Komutan kılıcı şeyhin eline verip;
"Çadırın arkasına götürüp orada vurun " diyor. Aradan biraz
zaman geçince, şeyhin çadırın arkasından dönmediğini gö-
rünce yanına gidiyorlar. Birde ne görsünler! Kâfirin eli bağlı
olduğu halde şeyh efendi altda, kâfir üstte boğuşuyorlar.
Şeyh efendiyi kurtarmışlar.
Ne oldu demişler. Valla derman kalmadı demiş." Bu bir
anlatımdır olmuş yada olmamış önemli değil. Şimdi bu
hafife alınmaz. Peygamber efendimizin; o hani biz şimdi
küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz dediği Bedir
harbinden sonradır. Madem bu hadise sığınmak istiyorsa
biri günümüzde buyursun evvela Bedir harbini yapsın.
Ondan sonrada büyük cihada dönsün. (Hadisi zayıf senedle
Beyhaki rivayet etmiştir.)
Peygamber efendimizin dediği gibi yapılması gerekiyor.
Yani onun için Allah (c.c.) sizin içinizden cihad edenlerle
sabredenleri ortaya çıkarmadan önce cennete
girivereceğinizimi zannediyorsunuz buyuruyor. Rahat olan
herkes oturduğu yerden hava atabilir. Bende yaparım, bende
ederim diyebilir ama, iş başa düşünce o zaman iş değişir. O
zaman yiğit insanlarla korkak insanlar kendilerini ortaya
koyuverirler. İyi zamanda korkak insanlar, yiğit olarak
görünebilirler. Onun için Allah (c.c.) bunları ortaya
çıkarmak üzere bazen bela ve musibetlerin müslümanlara
verildiğini ifade ediyor.
Hani günümüzde müslümanların böylesine mağdur olduğu
bir dönemde öne atılanlar kendilerinin yiğitliklerini ortaya
koymuş oluyorlar. İleride bunlar, başarılı olabilirlerse,
geriden gelenler, en ön saflara geçebilirler. Allah (c.c.) ayeti
kerimesinde, Mekke'den, Medine'ye Mekke'nin fethinden
önce cihad edip, hicret edenlerle, Mekke'nin fethinden sonra
cihad edip hicret edenler bir değildir diye bir ayeti kerime
var. (Hadid 10) Yani Mekke fethedilmeden önce
müslümanlar zayıftılar. Bu zayıf döneminde cihat edenlerle,
daha sonra Medinede devlet kurulduktan sonra hicret edip
cihad edenler denk olamamışlardır. Yani zor günlerde des-
tek olmak gerekiyor.714[194]
714[194]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/153-156.
karşılaşmak istediniz karşılaştınız ve neticeyide gördünüz.
Peygamber efendimiz bunu tefsir ederken kendisi diyorki
"Düşmanla karşılaşmayı istemeyin ama eğer karşılaşacak
olursanızda kaçmayın sebat edin diyor"715[195] Yani biz
islâmi hizmetimize hiç ara vermeden yarış yaparcasına
yürüyeceğiz. "Hocam ben bu davada yürürken karşıma bir
ayı adam çıksa haddini bir bildiriversem" demeyin.
Biz dövmek için gitmiyoruzki. Yani bağcı geliverse adamı
bir dövüversem öyle bir şey yok. Biz diyoruzki islâm bütün
insanların hayatına hakim olmalıdır. Bu hakim olma gayreti
içerisindeyken ben karşımada kimsenin çıkmasını istemem.
Ama çıkarsa o zaman geriye gitmek yok. Hızını kesmekte
yok. Yine devam. Adam engel oluyorsada çiğneyip geçecek
karşı tarafa. Yani geriye dönmek yok. Fakat düşmanı
temenni etmekte yok. Uhud harbinde müslümanlar mağlup
duruma düşünce zayıflama başlayınca kâfirlerden bir tanesi
bağırmış Muhammedi öldürdüm, Muhammedi öldürdüm,
Muhammedi öldürdüm deyince düşman tarafı biraz daha
cesaretlenip vuruyor bu seferde rnüslümanlarda bir gevşeme
başlıyor münafıklarda Medineye doğru koşmaya başlıyor
müslümanlar içerisinde münafık olanlarda var onlarda
Medine'ye doğru koşmaya başlıyorlar. Allah (c.c.) onu
hatırlatıyor bize onlarada bizede hatırlatıyor. 716[196]
717[197]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/158-159.
ölmesi kendi elinde değildir. Ama bazen adam 15 tane 20
tane hapı yutmuş ve ölmüş. Eceli o zamanmış onunda
ondan. Yani o adamın eceli o anmış. Ölümüne kendisi sebeb
olmuş. Öbürüsüde yolda giderken kalbi duruvermiş oda
ölmüş. Onun eceli o zamanmış. Yani eceli gelmemişte
berikisi daha uzun yaşayacakmışta, şu kadar hapı atmışta
ecelini öne almış böyle birşey söz konusu değil. Allah'ın
izni olmadan o belirli gün gelmeden kimse kendisini
öldüremez kimse ne zaman Öleceğini bilmediği için bu
bizim meçhulümüz. "Çok sıhhatli adam" diyorsunuz.
"Maşallah demir gibi adam" diyorsunuz, sonradan bir
duyuyorsunuzki adam ölmüş. "Dün beraberdik çay içmiştik,
sapa sağlamdı adam hatta filan adamın hastalığından söz
açılmıştı o yarma çıkmaz falanda demişti. Ama sağlam
adam gitti. Yarma çıkmaz denilen adamda onun cenazesini
gördü. Ayeti kerime de Nisa 78 nci ayette «Nerede olursanız
olun Ölüm size yetişir. En yüksek burçlarda kalelerde bile
olsanız» diyor. Ölümden kaçmaya gerek yok. Bunu
dememizede gerek yok. Çünkü bu güne kadar, bu kadar
tıbbi gelişmelerin olmasına rağmen ölümün önüne
geçilememiştir. Doktorlarında böyle bir iddiaları yok.
Ölümü önleyeceğiz diye iddiaları yok. Ama Türkiyede
batıyı bilmez doğuyu bilmez bazı imansız kesim "oda
olacak oda olacak" diyorlar. Dünya kurulahdan beri
olmamışta, şimdimi olacak? Sonra ilim adamı söylemiyor
bunu sen söylüyorsun. 718[198]
718[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/159-160.
yani Rabbine ibadette devam eden alimler onunla beraber
harp etmişlerdir. Allah yolunda kendilerine isabet eden bela
ve musibetler karşısında hiç zaafa düşmediler gevşemediler,
zayıflamadılar, alçalmadılarda. Allah sabredenleri sever.
Yani siz harp edeceksinizya sizden önce peygamberler harp
etti. O peygamberlerin yanında Allah'ın has kullan
Ribbiyyûn'da harp ettiler. Onlarında başına bela ve
musibetler geldi. Acaba bu bela ve musibetler sadece bize
mi? Başımızda peygamber olsaydı veya başımızda bir veli
insan olsaydı onun duası yüzü suyu hürmetine acaba
kılıçlarımız 70 -adım uzayıp kâfirleri pırasa gibi doğrayıp ve
silahlarımız onların
soyuzlarına veya apollolarına karşı daha güçlü hale
gelirmiydi diye düşünmeye gerek yok. Bu ayeti kerime
bunu ilan ediyor. Peygamber efendimizin komuta ettiği
Uhut harbinde müslümanlarda mağlup olmuşlar. Niçin?
içerisindeki çürük adamları ortaya çıkarmak için. Yani
münafıklık yapanlar ortaya çıksın, şehit olanlar belirsin,
mücahit olanlar ortaya çıksın. Yani Bedirde hepsi galip
gelince münafıklarda koşuşuverdiler. Bizde ganimetten
birşey koparalım diye. Ama mağlup olunca "zaten biz
akılsızlık yaptık delilik yaptık bunun peşine geldik" diye
bağırmaya başlayan münafıkları ortaya çıkarmış oluyor.
Yani peygamberlerin veya veli insanlarında bulunduğu
harplerdede müslümanlar mağlup olabilir. Öyle bir
mağlubiyet esnasında böyle bir musibet esna-s-.ıda
gevşemezler zayıflamazlar vede alçalmazlar. Allah
sabredenleri sever ve hemen akabinde onları başarıya
götürür. Saf bir cemaat, gerçekten Rabbi için hareket eden
bir cemaat olmuştur. Allahta onları zafere
719[199]
ulaştıracaktır.
719[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/160-161.
(147) Onların dedikleri ancak şu idi: "Ey Rabbimiz, bizim
günahlarımızı ve içimizdeki aşırılıklarımızı bağışla,
ayaklarımızı sabit kıl, kâfir topluluğa karşı bize yardım et.
Kıbrısa harbe gidip gelenler memlekette hava atarlar. Din
yolunda mücadele edenler bütün bela ve musibetlere göğüs
gerenler, hava atmak yerine diyorlarki: "Yarabbi senin dinin
yolunda, kusurlarımız oldu. Cihat ettik cihat ederken
kusurlarımız oldu. Bizi affed yarabbi günahlarımızı affet
yarabbi. Bu islâmı cihatta yaptığımız bir kısım işlerde
israfta bulunduk. Hani şu parayı burda değerlendirmemiz
gerekirken, bir yanlışlık yaptık hata ettik şuraya şu kadar
asker sevketmek gerekirken 100 sevkedeceğimize 200
şevkettik israfda bulunduk yaptığımız işlerdeki şü israftan
dolayı bizi affet yarabbi. Ayaklarımızı yerde sabit kıl. Yani
kaçma mehli verme yarabbi. Ve kâfirlere karşı bize yardım
et yarabbi" diye dua
ef*iler. Bizde cihad faaliyetinin hemen ardından
hatalarımızın afvını isteyelim. 720[200]
720[200]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/161-162.
tutulmak gibi olaylarla karşı karşıya gelince Yarabbi biz
kusur ediyoruz galiba, afvet yarabbi, ayaklarımızı kaydırma,
geriye adım atmayalım yarabbi, bize yardım et diyorlar.
Yani fiilen yapılması gerekeni yapmışlar. Ondan sonrada
dua etmişler ama bizimkisi daha evlenmeden, "Yarabbi kara
kaşlı kara gözlü bir oğlan isterim" diyor. Adam önce
evlenecek, evlenikten sonra bu duayı yapacak. Tarlaya
tohum atmadan buğday istenmez. Yarabbi şöyle buğday
isterim diye, önce tohum atacaksın, gerekeni yapacaksın,
süreceksin, sulayacaksın, gübresini vereceksin yağmurlama
ile sulayacaksın ondan sonra "yarabbi Afettan koru, rızkı
bol ver" diye dua edeceksin. Tohum atmadan meyve
istenmediği gibi fiili olarak cihad faaliyeti yapmadan
Rabbimden yardım istemek olmaz. Çünkü örneğini burada
vermişler.
723[203]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/164.
halka varmış. O iki halkada şu şakağına saplanmış.
Peygamber efendimizin kanları akıyor orada bunu görünce
öldürdüm öldürdüm diye bağıran bir adam bunu duyurunca
müslümanlar içerisinden bir kısmı buna inanmış.
Peygamber öldükten sonra bu iş bitti diye onlarda
Medine'ye doğru koşmaya başlamışlar. Rabbim bunu
anlatıyor. Siz orda dağıldınız. işler konusunda birbirinizle
çekişmeye başladınız ve isyan ettiniz sevdiğiniz şeyi size
gösterince beraber isyan ettiniz.
Yani sevdiğiniz orada ganimetti. Ganimeti görüverince bir
kısım sahabede ganimet üzerine koşmaya başladı
Peygamberimiz "burada durun" demesine rağmen orda
durmamışlar. Yani cepheyi terk etmişler içimiz-
den bir kısmı dünyalık peşine koşturdu. Bir kısmımızda
ahiret için koşturdu diyor.
Yani bir kısmıda "ölürsek peygamber efendimizin yanında
Öleceğiz" demişler. Etrafında pervane olmuşlar efendimiz
yara alınca, yapayalnız kalmalarına rağmen peygamber
efendimizi terk etmemişler. Okçular tepesinde, orada birkaç
tane sahabe efendimiz bize Ölsekte öldürülsekte burdan
ayrılmamamızı emretti ayrılmayız demişler. Bunlar ahireti
isteyen insanlar. Dünyayı isteyen insanlarda yerlerinden
dağılıverdiler.
Gerçekten samimi olarak tevbe edenleri afvettiğini Allah'ın
müminleri üzerinde lütuf sahibi olduğunu ifade ediyor. Yani
orda biraz gevşeyen, biraz peygamber efendimizin sözünü
tutmadığından ötürü mağlubiyete sebeb olan, insanlarda
afvedilmişlerdir. Allah'ın ve Resulullahın afvettiği ba
insanları biz günümüzde afvedeceğiz. Hani günümüzde de
çeşitli yerlerde bazı islâmi hizmetler yaparken çok iyi niyetli
olmasına rağmen hizmete zarar veren insanlar olabilir.
Niyeti gayet samimi ise, bu zararı iş bilmezliğinden dolayı
yapıyorsa o insanlar afvedil m elidir. Uhut'ta harbin kaybına
sebeb olan sahabelerin afvedildiğine dair, "Allah (c.c.) sizi
afvetti" diyor. Öyleyse iyi niyet olduğu nisbette yapılan
hataları, kendi aramızda afvedeceğiz ve yine onlarla beraber
hizmete devam edeceğiz.
Mekke'nin fethinde sahabelerin hepsi hazır bulundular. Yani
Uhutta, efendimizin emrini harfiyyen yerine getirmeyen,
okçular tepesini terke-den sahabelerde Mekke'nin fethinde
büyük hizmetler verdiler. Bir hatasından dolayı bir insanı
kendi haline terketmek akıl karı değildir. Rabbi-miz
yardımcımız olsun. 724[204]
726[206]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/167-170.
onları bağışladı şüphesiz Allah bağışlayandır. Halimdir.
O iki toplumun birbiriyle karşılaştığı günde geriye kaçanlar,
yani Uhud'da müslümanların ve kâfirlerin bir araya
geldiklerinde geriye kaçanlar, onların daha önce yaptıkları
bir kötülükten dolayı, şeytan onların ayaklarını kaydırdı
diyor. Yani şeytan durup dururken adamın ayağını
kaydırmaz manasınadır. Yani şeytanda sapa sağlam adamın
ayağım kaydırmaz bunu bilin. Mutlak surette kişinin biraz
kötülüğe meyli başlar, şeytan yardımcı olur ona. Rabbim
burada onu ifade ediyor.
Şeytan: Onların ayağını kaydırdı ama ne ile? yaptıkları bazı
şeylerle kaydırdı diyor. Yani şeytan sapa sağlam bir adama
hayatta zarar veremez. Çünkü Rabbim "şeytanın tuzağı,
hilesi, planı programı gayet zayıftır" diye haber
veriyor. 727[207] Ama insan oğlu kendi nefsi emmaresiyle ha-
reket etmeye başlar, kötülüğe doğru meyledecek olursa
şeytanda onun önünü kolaylaştırıverir. Ayağının altına
kaipuz kabuğu koyuverir. Veya muz kabuğu koyuverir.
Veya kadın koyuverir, veya para koyuverir. Çeşitli şeyler
koyuvermek suretiyle ayağını kaydırır.
"Allah onları afvetti" yani buna rağmen Allah onları afvetti.
"Allah afvedicidir, halimdir" kullarına yumuşak muamele
eder diyor. Şimdi bunlar öyie güzel ayatlerki Bir harpte
peygamberimizle bulunacaksınız, Peygamberimiz buradan
hiç ayrılmayacaksınız diyecek, ayrılacaksınız. Harpte
mağlup olmaya sebep olacaksınız buna rağmen Allah (c.c.)
afvedecek, Demekki Allah'ın afvımn rahmetinin,
gazabından fazla olduğunu burdan görüyoruz. Yani
günahlarımızın büyüklüğünden hayatta hiç ümitsizliğe
düşmiyeceğiz. Endişe edeceğizde, ümitsizliğe
düşmiyeceğiz. Böylesine bir büyük günah, biraz zor
bulunur. Yani Peygamber gözünüzün önünde O diyorki
727[207]
Nisa 76
"buradan ayrılmayın" sözü tutulmuyor, mağlup olmasına
sebej oluyorlar. Buna rağmen Allah (c.c.)'deıı O sahabeler
af dilemişler "Ya rabbi biz hata ettik" demişler Allah (c.c.)te
onları afvetmiştir. Çünkü Al lah gafurdur. Allah (c.c.)
halimdir diyor Rabbimiz. Bu tekrarlanmış oldı yukardada
geçti 152 nci ayeti kerimede burada 155 cı ayeti kerimede yi
ne tekrarlandı yani bu işin kesinlikle afvedildiğini teyid
ediyor Allal (c.c.) 728[208]
728[208]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/170-171.
yaralıyor hastaneye kaldırılıyor. Doktorların raporu bir
milim yukardan gitseymiş ölecekmiş. O ölmemiş. Fakat
aynı yerde, silahın sesinden hanımın biri ölmüş. Yani silah
taak deyince orada kadının biri oluvermiş. Kalp varmış
ölmüş diyorlar. Yani birinin eceli gelince kalp sebep
oluveriyor takıltıdan ödü patlıyor. Öbürüsününde bir milim
daha yukarı çıkmadığından dolayı yaşıyor. Demekki
öldürende Allah (c.c), dirilten de. 17 tane hapı yutmuş ama
bir mucize kabilinden hastanede kurtarılmış. Doktorlar
diyorki, bu bir mucizedir. Yoksa bu hapın üçtanesi yarım
saat içerisinde öldürmesi gerekirken 17 tanesini yutmuş 3
saat sonrada hastahaneye getirilmiş karnını yıkamışlar vede
kurtulmuş. Bunu çeşitli vesilelerle görüyoruz. Hani
doktorların veya fizikçilerin hesabına göre Boğaz
köprüsünden atlayan bir insan şu kadar mesafe var, insan
kilosu budur. Bukadar mesafede hani o yukardan düşen
insanın hacmine ve kilosuna göre hesabı yapılıyor. Ve adam
ölmesi gerekiyor. İki sene Önceydi birisi hem düşmüş
hemde yüze-!rek kenara çıkmış. Bir başkasıda ölmüş yani
eceli gelen ölmüş eceli gelmeyen orda tam ayağının üzerine
düşmüştür. Tam tepenin üzerine düş-j muştur veya tam o
esnada.suyun dalgalanması filan ama biz biliyoruzki
öldürende Allah (c.c.) tür, diriltende O dur. Burada şunu
inkar etmiyoruz yani bir zehir vardırki"dirhemini yiyen it
kudurur" derler hani bir dirhemi
bir insanı Öldürecek güçtedir. Öldüren Allah (c.c.) derken O
zehri yaratanda Allah (c.c.) tür. Yani sebebi yaratan Allah
(c.c) olunca, senaryoyu yazan O, sahneyi yaratan O, kainatı,
yerzünü yaratan O, sahnemizi güneşle ve ayla ışıklandın
veren O, rol onun ve oyun onun. Tabi burada insanın iradesi
söz konusu yalnız. Hayvanlar gibi değiliz insanlar iradele-
rinden sorumludurlar. Allah (c.c.) yapmakta olduklarınızı
görür diyor Rabbim. 729[209]
729[209]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/171-173.
etmeseydi demeyelim, o adam zaten o saatte ölecekti. Hiç
değilse iyi yolda öldü.Yani vah vahine yani şimdi niye vah
vah ediyorsun ki? Vah vah işte münafıkların dediğidir. Bu
münafıklara vah vah olsun için oldu diyor.Rabbim yoksa
mümin zaten ölecekti ki Halit bin Velid radiyallahu anh
katılmadığı harb yok, daha önce müşriklerin safında harp
etti. Uhut'ta Peygamber Efendimizi de mağlup duruma
düşüren o. O okçular tepesinde süvari birliği ile saldıran
Peygamber Efendimizi ve Eshabını arkadan vuranda o. Halit
bin Velid güçlü bir komutan sonra müslüman olmuş
Peygamber Efendimizin (a.s.v.) genel kurmay başkanlığını
yapmış, bütün harplere katılmış ve nihayet yatağında Ölmüş
Allah rahmet eylesin. "Ben yatağımda ölecek adammıyım,
develer gibi yatağımda ölecek adammıyım." Bana kılmamı
verin, kaldırın beni" demiş. İki kişi koltuğuna girmiş
kaldırmışlar ayak üstü, (cenazesi yıkanırken görülmüş,
vücudunda şöyle bir el kadar yarasız yer yoktu.) Ve kılmcını
havaya kaldırdı ve ayak üstü vefaat etti diyor. Ben yatağa
dönmem demiş ve ayak üstü ölmüş Halit bin Velid ayakta
eceli gelmiş sonra yere serilivermiş o zat şunun için
anlatılır, eğer yara almakla harbe girmekle ölünseydi Halit
bin Velid ölürdü. Ama yatağında ölmüştür onun için ölüm
korkusuyla gayreti diniyeniz sizi geri bırakmasın nasıl olsa
mukadder olan günde öleceksiniz bu kesin öyleyse yahu ben
gitmesemde şu çocuğumunda, torunumunda evlenmesi için
geriden gelecek oğlu varda, ondan bir de torunu olacakmış,
önada acaba evlilikte düğün parası ve bir ev yapmak için
mal biriktirsek mülk biriktirsek, bilmem ne yapsak
olmazmıydıki derler. Allah yolunda Ölmek kâfirlerin
milyarlarca altınından daha değerlidir.730[210]
730[210]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/173-174.
huzurunda toplanacaksınız.
Başka yerde toplanmayacaksımzki, şimdi iki ayet ardarda
bakın bi-
rincisinde yani (Şimdi biz Kur'an-ı Kerimde ayetlerin
sıralamasına, kelimenin önce gelmesi sonra gelmesini nazarı
itibara alarak manâ veririz.) 157 nci ayeti kerimede. Eğer
Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz diyor. Hemen 158
nci ayeti kerimesinde Eğer ölür veya öldürülürseniz. Bi-
rincisinde öldürülür veya ölürseniz ikincisinde ölür ve
öldürülürseniz mutlaka Allah'ın huzurunda toplanacaksınız
manâsı var. Bundan şunu anlıyoruz Allah yolunda yatağında
ölenin ecriyle, Allah yolunda harp meydanında ölenin
sevabı denktir. Şehit mutlaka değerlidir ama şehidin bu
dünyada iken muamelesi farklıdır. Biz mesela bazan
münafık insanada, kâfir insanada günümüzde şehid
deyiveriyorlar. Devrim şehidi, filan şehidi diyorlar.
Katiyyen kişinin niyeti o işi yaparken Allah rısazı değilse
şehid olmaz. Yaptığı işte hedefi gayesi Allah rızası değilse o
şehit olmaz. Ama Allah rızası doğrultusunda iki arkadaş
Allah için iş yapıyorlar. Birisi o yolda öldürülmüş, Öbürüde
yatağında Ölmüş. İkisininde Allah katında mükafatı aynıdır.
Bu iki ayeti kerimeden bunu anlıyoruz. 731[211]
731[211]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/174-175.
anlatılıyor.
Rabbimizin rahmetiyle peygamber efendimiz onlara
yumuşak davranmış.
Demekki kalbimizde taşıdığımız yumuşaklık ve katilıkda
Allah'dan-dır. Yalnız bu yumuşaklığı kendi insanımıza,
katılığıda kâfirlere karşı kullanacağız.
Tevbe suresinin 73 ve 123 ncü ayetlerinde Tahrim suresinin
9 ncu ayetinde, fetih suresinin 29 ncu ayetinde kâfirlere
karşı katı ve güçlü olmamızı emrereder. Ama müminlere
karşı ipek kadar yumuşak ve afvedici olmamız istenir.
Günümüzde afvedemediğimiz müslüman grupların
aleyhinde söylenenlerin hiçbiri Uhud harbinde yapılan
hatalar kadar büyük değildir. Buna rağmen Rabbimiz
peygamberine emrediyor "onları afvet ve onlar için bana af
talebinde bulun" diyor.
Allah'ın kontrolünde olan peygamber efendimizin istişareye
ihtiyacı yokken, istişare ettiği insanlar açık hata yapmışken
Rabbimiz "onlarla istişare yap" diyor ve bize örnek olması
emrediliyor.
Cum'a suresinin onbirinci ayetinde Medinede Efendimiz
Cuma günü hutbe okurken, ticaret kervanının sesini
duyanların mescidde efendimizi ayakta bırakıp dışarıya
çıktıklarını haber verir.
Medinenin ilk yıllarında islâm eğitiminin tamamlandığı bir
zamanda meydana gelen bu olaydan dolayı Allah rasülü
onları afvetmiştir.
Çatık kaşlı, asık suratlı, keskin dilli olmayacağız. Kendi
haklarımızı afvedeceğiz. Allahında müminleri afvetmesi
için istiğfar yapacağız. Kendimizi istişareden uzak
görmeden yapacağımız işleri çevremizde ehil insanlara
danışacağız.
İstişareden sonra karar verildimi, artık Allah'a tevekkül edip
yürüyeceğiz.
Tevekkül edenleri Allah sever. Tevekkül kişinin yapacağı iş
konusunda kendisine düşen görevleri gücü yettiği kadar
yerine getirdikten sonra Allah'a tevekkül etmektir. Yani
tarlaya tohumu atıp sulayıp ilaçladıktan sonra Allah'a havale
etmesidir.
Cihad için iç ve dış hazırlığını yaptıkdan sonra Allaha
güvenerek yü-rümeside tevekküldür. 732[212]
732[212]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/175-177.
1930 ve 40 lı yıllarda bunlara yapılmadık kalmadı. Hapse
atıldılar, işkenceye tabi tutuldular ama gönül ülkelerindeki
imanın baharına küfür rüzgarları yol bulamadı. Tek başına
peygamber efendimizle başlatılan Hz. Hatice validemizle
yürütülen bu islâm davası günümüzde canı ve malıyla
davaya sahip çıkanlarla yürüyecektir. Bu yolda ölseler
kanlarıyla şahidlik yapmış olurlar. Yaşasalar dilleriyle
şehadet getirerek şahidlik yapmış olurlar.
Allah yardım etmezse kimse yardım edemez.
Kıbrıs harbinde gördük. Amerika, Yunanistana
"arkandayım.Kıbrısa sahip ol" dedi. Amerikaya güvenerek
saldırıya geçti. Türkiyede saldırıya geçince Yunanlı geri
çekildi. Amerikaya "hani yardım edecektin niye gelmedin"
deyince
"Benim kaçtane bakanım günde kaç yere söz verir, öğleden
önce verilen sözlerden öğleden sonra dönülür. Başıyın
çaresine bak" anlamında cevap alır.
Yardım va'dinden dönmeyen Allandır. Öyle ise müminler
yalnız Allaha tevekkül etsinler. 733[213]
733[213]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/177-178.
Haksız yere kazandığımız arazi, altın çek ve senetler kıymet
gününde ateş olup boynumuza dolanacaktır. 734[214]
Ebu Davud, İmara 10 ve 55 nolu bablannda "yönetici olan
kişi evi yoksa ev edinsin, bekarsa evlensin, hizmetinde
çalışacakları alsın. Bunun dışında aldıkları ya hıyanettir
veya hırsızlıktır" hadisini rivayet etmiştir.
Günümüz yöneticilerinin "kulakları çınlasın" demeyelim
kulakları duysun, gönülleri iman etsin diyelim.
Kişi yaptığının karşılığını görecektir. 735[215]
738[218]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/179-180.
okçuların yerinden ayrılıp mağlubiyete sebeb olmaları gibi
iş yaparlar. 739[219]
739[219]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/180-181.
740[220]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/181.
741[221]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/181-182.
uyuverseydi, domuzu yiyip, içkiyi içiverseydi bu kadar
insan ölmezdi" diyorlar. Peki bu sözleri söyleyenler de
ölüyor. Şimdi ne olacak.
Münafık kaçarken kalbi durup ölüyor, mümin Allah için
çarpışırken kurşunla kalbi parçalanıyor. îkiside ölüyor.
Ancak mümin Cennet'e uçuyor, kâfir Cehenem'e
yuvarlanıyor. 742[222]
742[222]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/182.
743[223]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/182.
744[224]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/182.
annesinin katillerinin evinde çok lüks bir hayat yaşayan
hristiyanlaştırılan çocuk mu daha şanslı.
Şehid olan çocuk ölürken karınca ısırması kadar bir acı
duyar ve Cennet'e uçar. Ama hristiyan olarak lüks bir hayat
içinde yaşayan büyüyen çocuk işe ölünce ebedi Cehennem'e
yuvarlanır. 745[225]
747[227]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/184-185.
748[228]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/185.
(175) İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur (veya
dostlarının topladığını haber vermekle sizi korkutan ancak
şeytandır). Onlardan korkmayın benden korkun eğer mümin
iseniz.
Bugün kâfir güçlerin ekonomik, siyasi ve askeri güçlerini
hergün radyo, televizyon ve basın aracılığıyla yaymaya ve
insanlara korku salmaya çalışanlar şeytanın ordusuna girmiş
ve şeytanlaşmış insanlardır.
İran'da, Amerikan Büyük Elçiliği'ndeki casuslar bir sene
rehin tutuldular. Amerika hiçbir şey yapamadı.
Dört uçakla en eğitimli askerlerini kurtarma operasyonu için
gizlice gönderdi. Ama dört uçak birbirine çarparak yere
düştü ve sağ çıkan olmadı. Nerede bunların gücü?
Beyrut'ta müslümanların elindeki rehineleri on sene aradı,
yerlerini bulamadı, nerede o haberalma örgütünün gücü?
Daha geçenlerde Irak Haberalma Örgütü'nü çökertmek için
milyarlarca dolara malolan bomba patlattı. Bağdat
televizyonunun ses sanatçısının evine rastgeldi. Nerede
güdümlü mermileri?
Olimpiyat şampiyonalarında Amerikan kalesine bir gol girse
yüz ülkeden yüzbin insan sahada sevincinden ayağa fırlıyor.
Nerede siyasi gücü?
Romanın orduları Hz. İsa'nın havarilerini korkutamadı.
Bizans'ın orduları da Hz. Muhammed'in ashabını
korkutamadı.
Bizi de günümüz kâfirleri korkutamamalı. Korkumuzu
yalnız Allah'a tahsis edelim. Bütün orduları yaratan
Allah'dır. Ona güvenelim. 749[229]
749[229]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/185-186.
Kâfirlerin küfür yolunda birbirleriyle yarışması bizi de
üzüntüye düşürmesin. Küfürde kendi aralarında yarış
yapıyorlar. Rusya diyorki ben senden kâfirim. Oda diyor ki
hayır ben senden daha çok kâfirim. Daha
nasıl birbirleriyle yarışıyorlar? Biri "Allah hiç" diyor yani
yok diyor. Birisi de "Allah üç" diyor , böylece yarış yapmış
oluyorlar, aralarında ve müslümana da zarar vermektede
yarış yapıyorlar.
Böyle yapmaları seni sakın üzmesin. Onlar hiçbir şekilde
Allah (c.c.)'a zarar veremezler. Allah onlar için Ahiret'te bir
payın olmamasını murat eder. Yani ahirette cennetten,
cennetin nimetlerinden, mahşerin ferahlığından hiçbirşeyin
olmamasını murad ediyor. Onlar için büyük azap vardır.
Hz. Ademden kıyamete kadar gelecek bütün insanlarki Bir
hadisi kndside bütün insanlar bir muttaki insanın kalbi gibi
olsalar veya kâfir bi-r insanın kalbi gibi olsalar ve bir araya
gelseler Allaha hiçbir şekilde faydada veremezler, zararda
veremezler anlamında bir hadisi kutsi: Hz. Ademden
kıyamete kadar gelen bütün insanlar, maazallah kâfir
olsalar, Allah'ın dinine ve Allah'a zarar veremezler. Burada
ifade Allaha zarar veremezler. Bunun içinde Allah'ın dinine
zarar veremezler manâsı vardır. Çünkü birçok yerde "Allah
yolunda" bazı yerlerde de "Allah için" ifadeleri vardır. Allah
için olanda Allah'ın dini için kasdedilmiştir. Çünkü bir
başka ayeti kerime öyle tefsir etmiş. Buradada Allah'ın
dinine zarar veremezler. Zaten Allaha zarar veremezler.
Allah'ın dininede zarar veremezler.
Yani bütün dünya kâfirleri küfürlerinde yarış etseler.
Allahın dinine zarar veremezler. Buna gözlerimizle şahidiz.
Aradan 1400 sene geçmiş müslümana zarar vermişler ama
Allah'ın dinine zarar verememişler. Hamdolsun Kur'an-ı
Kerim peygamber efendimiz (a.s.v.)'a indirildiği gibi bize
kadar getirilmiş en büyük nimette zaten burası. Efendim,
Rabbim koruyacak onu, Rabbim kullarıyla korur onu.
Kulları içersinden seçdiği insanlarla korur ve günümüze
kadarda gelmiştir. Kafirler onu değiştirmek için, tahrif
etmek için, tebdil etmek için, içimizden insanlara manâlarını
tahrif ettirmek için bütün gayretlerini sarf etmelerine
rağmen netice alamamışlar, Allah'ın dinine bir zarar
verememişler. Bize zarar vermişler ama asıl (orjinal) olunca
insanların kurtulması mümkündür. Aslına zarar verilincede
insanların kurtulmasıda zor.
Tevratla, İncil tahrif ediliyor. Ondan sonra çok iyi niyyetli
insanlar gelmesine rağmen, asıl bozulunca ona tabi olanda
ister istemez bozuluyor. Aslımız sağlam bizim, Kur'an-ı
Kerimimiz olduğu gibi bize kadar gelmiş. Ona sarılırsak
yüceleceğiz ondan ayrılacak olursak veya elimizi koparacak
olursak, sarılmayacak olursak biz zarar göreceğiz. 750[230]
750[230]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/186-188.
(c.c). Hayvana benzetmek bile zordur. Allah (c.c.) diyor ki:
İmanı veripte küfrü satınalan kişiler Allah'a hiçbir şekilde
zarar veremezler. Zararı kime olur. Kendisine olur. Nasıl
olur? Adam Avrupa'dan 200 milyon liraya kazan
getiriyormuş. Cenazesini yaktırmak için. Bir kere 200 mil-
yon lira zarar ediyor. Kendisine zarar veriyor. Sonra bizim
hocaların da faydalan oluyor.
Hoca efendiler kürsülerden, bu imansızlar Cehennem'de
cayır cayır yanacak diyorlardı. Bunlarda biz ahirete
inanmayız, ateş yok yanmakta
yok diyorlardı. Milletin gözüne gösteriveriyorlar şimdi. Bak
hocaları iiikâr etmeyin bu dünyada başladı bunların yanması
diyerek kendileride millete gösteriveriyorlar. 751[231]
751[231]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/188-189.
"Onların günahlarını artırmaları için bu fırsatı onlara
veriyorum" diyor. Kişi azabını artırıyor. Yani bu işte devam
ettiği müddetçe kendi günahını ve kendi günahının
arkasında kendi azabını artırıyor. "Onlar için alçaltıcı azap
vardır."
Firavun 400 sene yaşamışta başı ağrımamış derler.
Kur'an'dan değil hadisten değil. Fakat Musa (A.S)'la
firavunun kıssaları anlatılırken hoca efendiler ağızlarından
birşeyler söyleyivennişler. Doğru diyemem çünkü, kur'an ve
sahih sünnetin bildirmediği şeyleri doğru demek doğru
değildir.
Fakat bir vakayı günümüzde olan olayları açıkladığı için
anlatıyorum, doğru olduğu için değil. Güya Musa (A.S)
demiş ki; Yarabbi bu gavur diyorsun, buna karşı beni
peygamber gönderiyorsun. Mücadelemiz de devam ediyor.
Bizim başımız ağrıyor bunun başı ağrımıyor demiş. Demiş-
ki, kulumun üzüntülü ve kederli anlarındaki duasını kabul
ederim, yanık sesiyle yapılan duaları kabul ederim,
üzüntüleri dua gibidir istiğfar gibidir. Onunda demiş
hastalanıpta inlemesi benim rahmetimi çeker, onun için
başına ağrı veriyorum demiş. Bunu Mahmut hoca anlattı,
hadismiş demiyeceksiniz. Hastalık anında şikayet durumuna
düşmeyeceğiz. Yarabbi senden geldi diyecek ve hastalığa
ikramda bulunacağız. İlaçlarla ikramda bulunacağız.
Çünkü dinimizde asıl olan sıhhattir. Bizim görevimiz sıhhati
korumaktır. Hastalık geldiğinde de "O Rabbimden geldi ne
güzel misafir" diyerek bir an önce gidebilmesi için
Rabbimin tabiata indirmiş olduğu ve Kur'an'ında indirmiş
olduğu ilaçları kullanmak suretiyle alel acele göndermek
bizim görevimizdir. Bunu yaparsa kişi hem tedavisinden
dolayı sevaba giriyor, hem sabrından dolayı sevaba giriyor
ve günahlarının da dökülmesine sebep oluyor.752[232]
752[232]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/189-190.
(179) Allah müminleri, sizin üzerinde bulunduğunuz halde
bırakacak değildir. Neticede pisi, temizden ayıracaktır.
Allah size gaybı bildirecek de değildir. Ancak Allah
peygamberlerinden dilediğini seçer (ve ona gaybı bildirir).
Allah'a ve Rasulüne iman ediniz. Eğer îman eder,
sakınırsanız size büyük mükafat vardır.
Şimdi bir müslüman toplum var. O müslüman toplumda
herkes camiye geliyor. Herkes namaz kılıyor, zekat veriyor.
İbadet yerinde ama bun-lann içerisinde münafıklar var.
Kâfirin güçlü olduğunu hissettiği an dö-nüverecekler bu
adamlar. Bunların ortaya çıkması gerekiyor. Bunların ortaya
çıkması için de arada bir böyle bela ve musibet gibi görülen
harpler ve darpler geliverir. Allah (c.c.) diyor ki, iyi ve
kötüyü ayırt etmeden müslümanları kendi hallerinde
bırakacak değiliz. Allah size gaybı bildirecek değildir.
Gaybı bildirecek hale de getirecek değildir. Yani gaybı bile-
meyeceksiniz manâsına gelir. Gaybı mutlak kılacakta
değildir. Yani şöyle bakıverdiğimizde insanlara şu münafık,
bu müslüman diyebilecek bir gözde vermeyecektir. Bu
bizim için bir nimettir. "Yahu hocam keşke bize bir özellik
verseydi ve o özelliğimizle biz yürürken gezerken,
otururken münafıkla mümini ayırtedebilseydik" derseniz?
Allah öyle bir şeyin olmayacağını bildiriyor. Fakat bildirdiği
insanlar olacak. Ancak Allah (c.c.) peygamberlerden
dilediğini seçer. Yani şöyle tefsir etmişler, gaybı ona Allah
bildirir. Peygamberler yine gaybı bilmezler. Bildirileni
bilirler. Hani İsa (A.S)'ın, Yusuf (A.S)'ın hayatı anlatılırken,
orada gayba ait verdikleri bilgiler var. Allah (c.c.)' o olayı
onlara bildirir, onlarda bilir. Bildirmezse, onlar "Bende sizin
gibi insanım" derler.
Hani Şeyhsadi Şirazi anlatır: Yakup (A.S)'a sormuşlar, yahu
şurada şehrin kenarındaki kuyunun yanında oğlunu
göremedin, bilemedin de Mısır'da kokusunu aldın. Aradan
yıllar geçince bu nasıl iştir.? Demişki; peygamberliğin
mucizesi şimşeğin çarpması gibidir. Rabbim çakıverdimi
görürüz, söyleriz. Çakmayınca bizde sizin gibi gaybın
karanlığı içerisindeyiz demiş. Peygamberlere bildirildiği
vardır ki, Peygamber Efendimiz (A.S.V) münafıkları teker
teker bilirdiler.
Siyer kitaplarında, hatta vefatına yakın Huzeyfe (R.A)
bildirmiş. Demişki, Huzeyfe: filan adam münafık, filan
adam münafıktır. Peki bildirmemesinin hikmeti nedir. Bir
kere adamların ortaya çıkmamaları nedeniyle kendilerinin
müslümanl ardan olduğunu göstermek için, devamlı
yaranma faaliyetindeler.
Bundan müslümanlar yararlanıyor. Peygamber Efendimiz'e
geliyorlar "Vallahi Allah şahit olsun ki sen Allah'ın
Resulüsün" diyorlar, devam eden âyeti kerime diyor ki:
"Habibim onlar, sana yalan söylüyorlar" diyor. Peygamber
Efendimiz bunları biliyor, bildiğini bildirmiyor, yani mü-
nafığın kim olduğunu biliyor da o münafığa sen münafıksın
demiyor. Hani bir harp için geri kalan münafıklar sonra özür
beyan etmek için geldiklerinde özürlerini kabul ediyor, ama
aslında onların münafık olduğunu biliyor. Böylelikle
zararlarından emin oluyor. Allah (c.c.) size Allah gaybı
bildirecek değildir. Yani münafıklar kimdir şu, şu, şudur
demiyor. Bu bizim için nimettir.
Herkese bakı verdiğinde şeklini tanıdığımız gibi, içini de
görebilmiş olsaydık dünya çekilmez olurdu. Yahu sofrada
oğlunun içinden geçeni görüvermiş olsan, hanımının içinden
geçeni görüvermiş olsan ve senin karşında duran canım
ciğerim diye bağrına bastığın arkadaşının içinden geçeni
görüversek biraraya gelemeyiz. Aynı sofrada yemek
yiyemeyiz. Aynı caddede yürüyemeyiz, herkes elleri tetikte,
bellerinde tabanca böyle birbirlerini öldürmeye yönelik bir
hareketin içerisine geçerler. Allah bunu ne güzel gizlemiş.
Settaruluyub olan Allah (c.c.) bunlarıda gizleyivermiş. Hani
içimizdeki yemeğimizin değişmiş halini öylesine gizlemişki
hiç koku vermiyor dışarıya. O yaratmış olduğu deriyle içteki
kanı ve pisliği örtüyor.
Halbuki açıkta olmuş olsa biraraya gelmemiz mümkün
değildi. Rab-bim öylesine bir kapak koymuşki boğazımıza,
kokusu da dışarıya çıkmıyor. Sırlarımızda öyledir. Eğer
tuvaletteki gibi çıkıverecek olursa biraraya gelemeyiz. Ama
Rabbimiz kâfirin, münafığın tarifini yapıveriyor. Yani
röntgenini çekmiş ve bize gösteriyor. Şu sözü söyleyenler,
şöyle hareket edenler, sizin düşmanınızdır diyor. Allah'a ve
resullerine iman ediniz. Eğer iman eder ve de Allah'tan
sakınacak olursanız sizin için büyük mükâfat vardır.753[233]
753[233]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/190-192.
gününde belini doğrultamıyacağı cehenneme doğru sırt üstü,
yüz üstü götüreceği mallarını azabını ve ateşini götürüp
gidiyor. Hani hocanın biri anlatıyor. Koyunun kulağına
birisi "sen ot yiyorsun besleniyorsun ama etini kasap
bekleyip duruyor, derini birisi ceket yapacak, yünündende
biri çorap örecek, sen kimin namına çalışıyorsun?" dese
birakıverir otlamayı.
Şimdi günümüzdede bazı insanlar yemiyor, giymiyor, hep
topluyor. Dünyanın en zengini ben olayım diye. Halbuki o
yaptığı topladığı şeyleri bu dünyada yiyemiyor. Rabbim
öyle bir şey veriyorki. Buzdolabında su içmek isteyene
buzdolabından su içmeyi yasaklıyor. Doktoru "Sakın ha
buzdolabından su içmeyeceksin diyor. Adam yiyecek, yağlı,
etli, butlu, şeyler üretiyor. Doktorlar sakmha "elini
sürmeyeceksin" diyor. Adama "dağıt" diyorsun dağıtamıyor.
Ye diyorsun doktor yedirmiyor. Bu dünyada iken yükünü
sırtına taşımış gidiyor adamlar. Rabbim bu dünyada iken
yüklemiş sırtlarına bunu. Yani bunu gören göz için, bu
dünyada azabı başlamış bu adamların. Ahiretteki azabı
dünya ile mukayese edilecek durumda değil tabiki. Yerin ve
göğün mirası Allah'a aittir. Yani bizim babamızdan mal
kalmıştır bizim gibidir, ama o bizim değildir. O da bizim ço-
cuğumuza kalacaktır derken, birgün herşey fani olup, Allah
baki kalınca, mirasın tamamıyla Allah'a ait olduğu, herkes
tarafından ayan beyan görülecektir. Günümüzde de
görülüyor.
İstanbulun tapusu bir zamanlar Bizans imparatoruna aitti.
Derken Fatih geldi "Ver bakayım tapuyu dedi aldı. Ondan
sonra onun çocuğuna kaldı, ondan sonra onun adamlarına
kaldı derken, size kaldı. Ama sizden sonrada başkalarına
kalacak. Her gelen bir avuç götürebilşeydi dünyadan, dünya
kalmazdı. Kimse birşey götüremeden tekrar geldiği yere,
yani topraktan gelmişti toprağa dönüyor. Toprakta ayda,
güneşte onundur. Öyleyse Allah'ın mülkünden alıyorsun,
zaten buradan alıyorsunuz, buraya veriyorsunuz. Mülk
Rabbimin yani kendinizin malından birşey verdiğiniz yok.
Cimri adam akşam olunca mum yakmadan yatarmış. Birgün
misafir gelmiş, akşam olup ev kararınca mumu yakmış.
Mumdan bir damla düşermiş adamın gözünden iki damla
düşermiş. İşte bunlar bu dünyada azab çekiyorlar.
Dünyada meyve vermeyen, çiçek açmayan, gölgesi olmayan
ağacı kesip ateşte yakarlar.
Vermeyen insanda, kendi ateşini kendisi toplar gider.
Cimriye "camnımı malımmı?" demişler önce canımı alın
demiş.
Cimriye "yiğit insanı tarif et" demişler O"yiğit kıtlık
yıllarında kadınların açlıkdan çocuk düşürdüğü, çocukların
feryadının arşa çıktığı bir zamanda yüreği titremeyen
insandır" diyerek kendisini tarif etmiş.
Allah cimrilikten bizi korusun cömertlerden eylesin. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır diyor. Allah (c.c.) 754[234]
754[234]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/192-194.
hesaba çekecek ve yakıcı azaba sokacak ve birde
peygamberlerini öldürmelerinden dolayı azaba sokacak.
Bugünki yahudiler "Biz öldürmedik ki, öldürmüşse bile
ecdadımız öldürmüşlerdir". Peki Tevrat'ınızda olan o
öldürme olayını siz tasvip ediyor musunuz? Tevrat'ınıza
iman ediyorsunuz. O öldürme olayını da tasvip ediyor
musunuz? Eeee haklıydı bizim ecdadımız. Haa haksız yere
öldürülen bir insan ve onu öldüren şahsı diğerleri tasvip
edecek olursa günahını paylaşıyorlar demektir. Maide
Sûresi'nin 32'nci ayetinde "Haksız yere bir kişi bir adam
öldürürse, bir nefse karşılık olmaksızın -yani kısas
olmaksızın- yeryüzünde de fesat çıkarmamış olsa buna
rağmen bu adam Öldürülürse o bütün insanları öldürmüş
gibidir." buyurur. Yani suçsuz yere bir adam Öldürdü mü o
adam bütün insanları öldürmüş gibidir.
Bu insanların tamamı devlete yetki vererek o insanın
cezalandırılmasında destek olmalıdırlar. Hepsine tecavüz
yapılmış sayılır bu. Hani ammenin hukuku var diyoruz ya,
amme hukuku taalluk etmiştir. Buna hu-kukullah diyoruz.
Peygamberin haksız yere öldürülmesi sebebiyle bugünkü
yahudilerde o öldürme olayını tasvip ettikleri için, onun
suçuna iştirak etmiş oluyorlar, ve azabı tadacaklardır. Biz
Hz. Adem'den günümüze kadar mümin olsun, kâfir olsun
haksız yere öldürülen hiçbir olayı gönülden tasvip
etmeyiz.755[235]
755[235]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/195-196.
Yoksa zulmedici değildir. Zulüm zaten haddi aşmaktır. Yani
onların suçundan fazla ceza vermek bir zulümdür. Eksik
verebilir çünkü affedicidir. Mümin günahından dolayı
Cehennem'de yanabilir. Rabbim affet-memiştir. Ama Allah
(c.c.) şirk hariç diğer bütün günahları avf edeceğini bildirir.
Yaptığı bir iyiliğin karşılığını 10 kat, 700 kat ve daha
fazlasıyla mükafatlandıracağını bildirir. Mümin için bu,
kâfir için ise yaptığının tam karşılığını verecektir. Ve ona
zulüm etmeyecektir. Fazladan ceza vermeyeceğini Allah
(c.c.) bu âyeti kerimesiyle haber veriyor.Tefsir derslerimize
İlk nazil olan Alak suresinden başladık.
O zaman gördük ki, ilk sûrelerde ilk âyetlerde Cehennem
üzerinde fazla duruluyor. Biz de her yazımızda her
konuşmamızda makalemizde, t hitabımızda, buna biraz
değinmemizde fayda vardır. "Cemaatı kaçırırız hocam"
diyorlar. Bizde Cehennem'i gündeme getirmeden Cenneti
gündeme getireceğiz, Cennet'in nimetleri Kur'an-ı Kerim'de
fazla anılıyor. Ama Cehennem'de ara ara veriliyor. Çünkü
bu insanların kursaklarına giren haramların geriye çıkması,
Cehennem korkusuyla olabilir. "Cennet'in nimetleri
veresiye, Ben peşine bakarım, veresiyeye bakmam" diyor.
Ama
Cehennem'in alevinin korkusu yüreğine giriverecek olursa
durum değişebiliyor. Onun için deneyin, hep haramla,
rüşvetle, imansızlıkla uğraşan insanlara, oğlum bunun
ahirette yanması vardır. Katran kazanlarının içerisinde, ateş
tabutlarının içerisine gireceksin, yanacaksın deyin. "Fazla
derine dalmayalım" diyor, adam. Yüreğine bir korku
giriveriyor. Onun için bazı inşalara bunların
756[236]
hatırlatılmasında fayda vardır.
756[236]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/196-197.
kadar hiçbir peygambere inanmamayı Allah bize emretti"
diyenlere deki: "Benden önce size apaçık delillerle ve sizin
söylediğiniz (kurbanca peygamberler geldi. Eğer doğru
söylüyorsanız niçin onları öldürdünüz?"
İmansızlar inkârlarına gerekçe arıyorlar. Maide Sûresi'nin
27'nci âyetinde anlatılan kurbanın kabul edilmesi olayında,
kurbanı ateşin yaktığı haber verilmekte.
Yahudiler aynı olayın tekrarlanmasını istiyorlar. Halbuki
kendi okudukları muharref Tevrat'ta istedikleri mucizeyi
gösteren peygamberleri öldürdüklerini yazar. 757[237] Kur'an-ı
Kerim yahudilerin o mucize gösteren peygamberleri
öldürdüklerini haber veriyor.
Tevrat'ta yazmayan şeyi varmış gibi söyleyen, kendi
peygamberleri hakkında yalan söyleyen, Allah'ın âyetlerini
yalanlayan Yahudiler'den doğru söz beklemek, veya sizi
doğrulamasını istemek hata olur.
"Hocam yahudi ile alışveriş yapıyorum. 20 senedir çeksiz,
senetsiz, açık hesap milyarlar dönüyor. Hiç sözünde
durmadığını görmedim" diyen bir hacı geçenlerde
hastahaneye kaldırılmış. Yirmibeş sene dürüst çalışan
yahudi kendisi dericileri, oğlu da sarrafları büyük miktarda
para toplayarak İsrail'e uçmuşlar. Hacıyı da hastahaneye
kaldırmışlar."
Rabbime ve peygamberime inanmayan insan bana inanmış
hiç önemi yok.
Sizi çok sevdiğini söyleyerek ticari, siyasi çıkar peşinde
olanlara dinimi seversen, kitabımı seversen veririm
deyiniz. 758[238]
767[247]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/202-203.
768[248]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/203.
769[249]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/203.
çeken, harpeden ve öldürülenlerin kötülüklerini mutlaka
örteceğim ve mutlaka onları, Allah katından bir mükafat
olmak üzere altından ırmaklar akan Cennet'lere koyacağım.
Mükfatın güzeli Allah katındadır."
Rabbinıiz dua edenin duasının kabul edileceğini, amellerin
zayi olmayacağını, bunları kabul ederken erkek-kadin
ayrımı yapmayacağını, bizim birbirimizden olduğumuzu
haber verir.
Allah katında erkek-kadın ayırımı yoktur. Herkes ameli,
itilası oranında Rab'bine yaklaşır. Tahrim Sûresi'nin on ve
onbirinci âyetlerde firavunun kâfir olduğunu hanımının
iman ettiğini, Nuh ve Lut'un peygamber olduğunu,
hanımlarının kâfire olduğunu haber verir.
Hicrette, cihadda, Allah yolunda eziyette, o yolda ölme ve
öldürmede Allah tarafından mükafatlandırılacağım ve
herkesin yaptığının karşılığını en güzel şekilde alacağını
haber verir. 770[250]
770[250]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/203-204.
771[251]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/204.
alma. 772[252]
774[254]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/205-206.
süslemeliyiz. Bu dünya yüzünde dikenli arazide yürüyen
insanın ayağına diken batmasın diye dikkat etmesi gibi
gözümüzün, gönlümüzün, dilimizin, elimizin, kulağımızın
haramlara bulaşmaması için dikkatli yürümeliyiz. Allah yar-
dımcımız olsun. Amin. 775[255]
775[255]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/206-207.
NİSA SURESİ
776[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/209.
demişler... Yani insanoğlu, bu caddeler- , de, evlerde,
dairelerde, kışlalarda yürürken; dili, eli, beli harama değme-
den yürümesine de takva denebilir. Allanın haramlarına
değmeden yürümektir.
«O Allah, o bir candan onun eşini yarattı» Yani, Hz.
Âdem'den Hz. Havva validemizi yarattığına dikkat çekiyor.
Doğrudan âyet-i kerimede açık ifadelerle bu yok. Yalnız,
açık ifade şu: sizi bir tek candan yaratan Rabbinizden ittikâ
ediniz, sakınınız. O bir tek candan onun eşini yarattı, diyor.
Tefsircilerimiz o bir tek candan kasıt, Hz. Âdem'dir, onun
eşinden kasıt da Hz. Havva vâlidemizdir. Peki bunu
tefsirciler kendileri mi uydurur? Hayır. Bunu da onlar
Peygamber Efendimiz (a.s.v)'ın hadis-i şeriflerinden alırlar.
Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselam, âyet-i keri-
me ışığında; Hz. Havva'nın, Hz. Âdem'in kaburga
kemiğinden yaratıldığını haber vermiştir. 777[2] Hemen bütün
hadis kitaplarının rivayet ettiği bu hadisi, Batılı ilim
adamları doğrulamadığından, bir kısım Batıya imanı İslam'a
imandan önde gelenler inkâra yöneldiler.
"Efendim İsrailiyattanmış. Tevrat'tan geçmiş" diyorlar.
Tevrat'ta geçen birçok şey var ki Kur'an'da da geçer.
"Efendim akıl kabul etmezmiş" Topraktan Hz. Âdem'in
yaratıldığına inanan bu akıl, bir canlının parçasından Hz.
Havva'nın yaratıldığına haydi haydi inanır. Meniden insan
yaratıldığım görüyoruz.
"Efendim, Allah başka şeyden yaratamaz mıydı?" Bu
sorunun sonu gelmez. Hz. Âdem'i ağaçtan yaratamaz mıydı
diye de sorulabilir ve sorular devam eder.
Yarın. Batılılar Rabbimizin bu âyetle («Ondan eşini
yarattı») işaret ettiği Efendimizin de açıkladığı bu olayı ilmi
metodlarla ispata başladıkları zaman, bu hadise ve âyete ilk
sarılacak olanlar da onlar olacak.
777[2]
Hadis için Buhari, Enbiya I, Müslim, Rada 62-65, Ahmet Müsned 518, 151, İbni Mace Taharat 75,
Ebu Davut Nikah 15 ve diğer kaynaklar.
Ayet-i kerimede, «İsa'nın yaratılışı; Âdem'in yaratılışı
gibidir.» 778[3] İsâ (a. s) nasıl babasız dünyaya gelir diye, o
günün Yahudileri iftira ederler, Hz. Meryem validemize...
Allah (c.c) diyor ki; "Peki, siz isa'ya böyle itiraz
ediyorsanız, ilk insan nasıl yaratıldı? Âdem nasıl yaratıldı?
Bunun yine anası var. Ben İsa'yı anası varken babasız
dünyaya getirdim. Yani, onu ben yarattım. Peki, Âdem'in
yaratılışına inanıyorsunuz, topraktan değil mi? Evet.
Öyleyse topraktan yaratılan bir insana inanıyorsunuz, anasız
babasız insana inanıyorsunuz da, buna niye inanmıyorsu-
nuz?" gibi bir ifadeyle, Allah (c.c.) «Adem'i, Allah
topraktan yarattı.» «Ona ol dedi. O da oluverdi.» diyor.
Günümüzde derslerimize devam eden sevdiğim bir ahbabım
der ki; "Hocam, bizim yakın bir dostumuz var. Herşeye
inanıyor da, Hz. Adem'in topraktan yaratıldığına inanmıyor,
bunu bir görüştürelim seninle." dedi. Görüştük, TRT'den
kemancılıktan emekli olmuş. İyi bir insan, gönlü hoş bir
insan ama, aklı buna takılmış kalmış. Buna âyet okumanın
anlamı yok. Yani anlamaz. Anlaması mümkün değil. Hani,
adam Allah'ı inkâr ediyormuş, karşısındaki de, "Yahu nasıl
inanmazsın, kul hüvallahu ehad" diyormuş. Öbürü de
diyormuş ki, "Yahu ben Özünü inkâr ediyorum, sen sözünü
bana delil getiriyorsun" diyormuş. "Şimdi buna âyet
okumayayım" dedim. Dedim ki; "Sen evine git, bir tane
domates al, yaz gününde şöyle elinde bir sık ve ondan sonra
koyuver oraya. Üç gün değme. Üç gün sonra var onun
yanına. Ne göreceksin! Yüzlerce sinekçik göreceksin
üzerinde. Bir sinekçiğin yaratilma-sıyla, bir insanın
yaratılması; zorluk bakımından bizce, insanlık alemince,
ilim alemince aynıdır. Yani, ilim âlemi bir tek sinekçiği
yaratabilse, insanı yaratabileceğine hükmedecek. Çünkü
orada bir cân var. bütün mesele o canın o tene
778[3]
Âl-i İmran, 59
verilmesindedir. Orada binlerce sinekçiğin domatesin üze-
rinde belirivermesini görüyorsun değil mi? görüyorsun. Peki
buna niye itiraz etmiyorsun? Yani domatesten böyle pırt
diye canlı çık'iverir mi diye niye söylemiyorsun? Çünkü
görüyorsun da ondan. Yumurtanın içinden civcivin
çıkıverdiğini hep görüp durduğumuzdan bize normal bir
olay gibi geliyor. Ama hiç görmemiş bir insan için çok
fevkalâde bir olaydır bu. Allah (c.c) da ilk zamanda Hz.
Âdem'i topraktan yaratmış. Nasıl ki, topraktan bembeyaz
gülü, nasıl ki topraktan mor menekşeyi, nasıl ki topraktan
kırmızı karanfili yaratıyor, Allah (c.c). Nasıl ki biz hepimiz,
babalarımızın, menisinin beş milyonda biri kadar olan,
küçücük bir suyun şekillenmiş haliyiz. Nasıl oluyor? Allah
(c.c)'ın tabiata koymuş olduğu kanunlar doğrultusunda
oluyor. Tabi televizyonun dili ile doğa yapıyor. Bizim
dilimizle Allah yapıyor bunu. Özellikle imansızlar Allah
yapıyor demeyi sanki yasaklamış gibidir.
Geçenlerde bir tanesi de yazı yazmış. Efendim, din dersi ile
diğer dersler arasında çelişki var. Din dersi, herşeyin
yaradılışının Allah olduğunu söylüyor, diğer kitaplar da
doğa olduğunu söylüyor. Onun için din dersi okullardan
kaldırılsın! Çocuklar çelişkiye düşürülmesin diyor. Bunu
profesör yazmış! Gazetenin birinde, kocaman Devlet
parasıyla profesör olmuş bu adam, bu memleketin ekmeğini
yemiş, suyunu içmiş; Avrupa'lara, Amerika'lara bu
memleketin parasıyla gitmiş ve geriye dönmüş. Avrupa
adına ajanlık yaparak, insanları imansızlaştırma yolunda
çalışıyor.
Tabiat diyelim; nedir tabiat? Üzerine bastığımız topraktır
tabiat. Nedir tabiat? Aldığımız havadır, güneştir. Onlar eğer
bir çiçeği yaratacak güce sahip olsalardı, bizi üzerlerinde
gezdirmezlerdi.
Allah (c.c) ondan, yani o candan eşini yarattı. «Ve o
ikisinden (yani o bir erkek ve bir kadından) birçok erkek ve
kadını (yeryüzüne) yaydı.» diyor Allah (c.c). Yani
yeryüzünde şu anda dünyanın neresinde bir insan varsa, beş
milyarın üzerindeki bu insanların hepsi bir anayla bir
babadan dünyaya geldiler.
«Allah'tan sakının», iki defa okuduk yukarıda, «Bir tek
nefisden sizi yaratan Rabbinizden sakının.» Burada ise
Allah (c.c)'dan sakının ki; O Allah, adıyla birbirinizden
istekte bulunursunuz.
"Yahu, Allah aşkına" diyorsunuz ya, işte o anlamdadır bu.
Veya hani, "Kardeşim benim borcum var! On milyon lira,
Allah aşkına ver" diyorsunuz. Hani kendi aranızda
isteklerde bulunurken Allah'ı aracı yapıyorsunuz ya; işte o
Allah'dan sakının. Daha kimi aracı yapıyorsunuz? Bir de
yakınlığımızı ileri sürerek istekte bulunuyorsunuz ya. İşte
ondan da sakınınız.
Allah'dan ve bir de aracı olarak kullandığınız akrabalık
ilişkilerinden de sakının. Yani bu akrabalık ilişkilerim
koparmaymız diyor Allah (c.c) Erhâm. Rahim kelimesini
biliriz. Ana rahmi deriz, rahim kelimesini kullanırız.
Rahîm kelimesini de biliriz. Çünkü
bismillahirrahmânirrahîm. Errahîm; Allah (c.c)'ın Esma-i
Hüsnâ'smdan bir tanesidir. Allah (c.c) hadis-i kutsisinde
buyuruyor ki; «Ben rahîmim». Rahm ile Rahîm aynı kökten
yani kelime olarak aynı kökten çıkmıştır. Allah (c.c)'m
rahmetine lâyık olmak isteyenler, sıla-i rahme riâyet
etsinler, gözetsinler. Yanı, yakın akrabalarını gözetsinler.
Öncelikle aynı rahimden geldiklerini gözetsinler.
Yani kardeşlerini, dayılarını, halalarını, teyzelerini,
amcalarını, akrabalarını, kardeşlerini. Oğlan kardeşlerini ve
kızkardeşlerinin haklarını gözetsinler. «Kim, akrabaları ile
ilişkilerini düzeltirse Allah'la olan ilişkilerini düzeltir.»
«Kim akrabaları ile alâkayı keserse, Allah da ondan alâkayı
keser.» diyor Peygamber Efendimiz (a.s.v) 779[4]
Kur'an-ı Kerîmi; bir çoğunuz okumaya başladı, Bir kısmınız
ise okumasını biliyor. Manâsı anlaşılmak için indirilmiş.
Anlaşılmak için değil yalnız. Anlaşılanı tatbik etmek için
indirilmiş kitaptır. Aile hayatımızı toplum hayatımızı, devlet
hayatımızı kendisine göre düzenlememiz için, Allah (c.c)
Kur'an-ı Kerîm'i indirmiş.
Bu surede, insanın yakınlarıyla olan ilişkisini, insanın eşiyle
olan ilişkisini, insanın rabbiyle olan münasebetlerini ve
insanın insanlarla olan münasebetlerini ve insanlar
içerisinde, hani sefih insanlar yani, malını haram yollarda
saçıp savuran insanlar olursa; hukuken onlara neler yapıl-
ması gerektiğini ve yetimlerin haklarını belirleyen bir
sûredir bu Nisa Sûresi.
«Allah sizin üzerinizde gözeticidir» buyuruyor. Yani,
yaptığınız her şeyi, söylediğiniz her kelimeyi, attığınız her
adımı ve baktığınız her yeri bilmektedir. Öyleyse, güzel
düşünelim. Güzel söyleyelim. Güzel görelim ve
güzelliklerin yayılması için gayret sarf edelim. Herşeyin
iyisine dikkat edelim.
Hani uzun yollara giderken radar var! diyoruz ya. Radarın
Arapça adı da Rakîb veya Rasîd'dir. Burada da Allah (c.c)'ın
isimlerinden biri de Rakîb'dir. Yani, murakabe altında tutan,
insanın bütün hareketlerini ve davranışlarını gözeten
mânâsına geliyor.
Nasıl ki, radara, yoldaki cihaza yakalanmayalım. Doksanı
geçersek ceza vermeyelim diye sürat sınırını aşmıyorsak,
Allah (c.c)'ın koymuş olduğu haramlar yasaklar vardır. O
yasaklan aşmadan ömür yolculuğunu bitirecek olursak,
yarın öbür dünyada, trafik memuru gibi karşımıza çıkacak
olan melekler tarafından hesaba çekilmeyiz. Haddi aşacak
olursak; onlardan dolayı, cezaya çarptırılacağımızı Allah
779[4]
Buhari, Edeb 13
(c.c) bize haber veriyor.780[5]
782[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/214-216.
da bol bunun, ben bunu zorla kendime alırım ve malıyla da
geçinir giderim", diyen insanlar var. Şimdi burada adalet
yapamayacaklar tabiiki. Çünkü malına göz dikerek bu işi
yapıyor. Eğer böyle bir durumda olursanız, onlarla değil,
hoşunuza giden diğer kadınlarla evlenin, yani malı hoşunuza
gitti diye onlarla değil. Hoşunuza giden diğer kadınlarla
evlenin. İki tane alın, üç tane alın veya dört tane alın. Eğer
adalet yapamamaktan korkarsanız o zaman bir tek kadınla
evleniniz. Veya sahip olduğunuz cariyelerle evleniniz diyor
Allah (c.c). Türkiye'de İslâm, İslâmî iktidar, şeriat denilince,
Batı'ya göre yetişti-
rilmiş aydınımızın ilk hatırına gelen şey dört evliliktir.
Anadolu'da vaizdim. Bir köye konuşmak için gittim,
kahvede konuşmamız gerekiyor. Cami cemaati az. Muhtar
ve köyün imamı ile kahveye gittik. Kahvede lüksler
(aydınlatıcı) var, elektrik yok. Tabii lüks lambasının
ışığında konuşuyoruz. Herkes oyunu bıraktı. Fakat masanın
birinde dört tane delikanlı bırakmadılar, devam ettiler. Ben
de müdahale etmedim. Etsem durdururum, ama müdahale
etmedik, oynasınlar dedik. Konuşurken, bir tanesi hem
oyunu oynuyor, hem de diyor ki; "Ne diyorsun yani; İslam
iktidar olsun da, bir adam dört kadınla mı evlensin? Dört
kadının dört tane, kayınvalidesi olur. Biz birinin dırdırım
çekemedik" diyor adam. O zaman dedim ki; "Kes şu
kumarı. Bırak onu." dedim. Bıraktı, "Dön bu tarafa", döndü.
Dedim ki, "Bir kere konuşmamız evlilik üzerine değil. Yani
konuyla ilgisi bile yok. Sen niye bunu söyledin? Peki!
benim de sana sorum var" dedim. "Muhtara soralım, köyün
nüfusu kaç?", "Yüzaltmış" dedi. "Küçük bir köy. 160
nüfuslu bir köy. Kaçı erkek, kaçı kadın?" dedim. "75'i erkek,
85'i kadın". Şimdi ona döndüm. "Bugünkü sisteme göre 75
erkeği 75 kadınla evlendirebilirsin. Geriye kaldı 10 kadın,
ne yapacaksın?" dedim. "Hiç düşünmedim" dedi adam.
Senin zaten görevin düşünmemek. Kumar oynamak
düşünmeyi önler. İçki içmek düşünmeyi önler. Onun için
geri kalmış ülkelerde bunlar çok fazla işleniyor. Üçüncü
dünya ülkeleri birinci sırada geliyormuş bu tür içki
tüketmede. Özellikle adamları içiriyorlar, düşünmesinler
diye. Ama sana bu aklı verenler düşünmüşler. Onlar pek boş
değiller. Yani sana bu fikri veren adam düşünmüş. Onlar da
iki kısma ayrılmış. Bir kısmı diyor ki; "Biz fuhşa karşıyız.
Sosyal bir devlet kuralım. Sosyal bir devlette 75 erkek 75
kadınla evlenir. Geriye kalan 10 kadına devlet eli ile evler
yaparız. Ona devlet eli ile geçinebileceği kadar bol miktarda
maaş bağlarız. Yani onu kimseye muhtaç etmeyiz" diyor.
Onların yanıldığı nokta şurası: İnsanın ihtiyacı yemek,
içmek değildir. Allah (c.c) fıtratımıza vermiştir. Erkek
kadına karşı meyyal, kadın da erkeğe karşı meyyaldir.
Yemek, giymek gibi, içmek gibi, uyumak gibi insanın da
derdini açacağı, bağrına başını yaslayacağı bir eşe ihtiyacı
vardır. Kadının da erkeğe ihtiyacı vardır. Bu 10 tane kadmm
bu ihtiyacını nasıl karşılayacaksınız. İşte bu noktada
bugünkü Batı âlemi ve (Türkiye de, medeni hukukunu
oradan almıştır.) Türkiye de dahil olmak üzere, çıkar yolu
her kazaya bir genelev yapmakta bulmuşlar. Bir zaman
parlamentoda; (Onbin nüfusu bulan bütün kasabalara dahi
genelev açalım" diyen parlamentoya bu milletin oylarıyla
seçilmiş bir insan teklifte bulunmuştur. Bu bir zarurettir
yalnız. Adama "cık cık" deyip ayıplamayın. Yani bu sistem
böyle devam ederse bu, bu sistemin zaruri neticesidir. Ma-
dem ki, bu insanlar tek evlilikte zorunlu hale getiriliyor.
Türkiye nüfusunda kadın erkekten fazladır. Dünya
nüfusunda da kadın erkekten fazladır. Harpler de erkekler
üzerine dönüp dolaşıyor. Yedi yıllık İran-Irak harbinde
bütün erkekler telef olmuştur. Ve kadınları kalmıştır. Ve
kadınların erkeğe ihtiyacı var. Böyle bir ortamda Batı çıkış
yolu olarak genelevi açılsın bunlara demiş. Genelevi
açılıyor, her tarafa genelevi açmış. Genelevler yeterli
olmayınca da sokak üzerlerinde kendini satışa arz eden
kadınları devlet eliyle teşvik ediyor
Hani Türkiye'de yüksek tahsilini bitirmiş bir bayan
anlatıyor. Müfettiş bir bayan, "Yolda bekliyorum diyor.
"Elimde çanta, teftişe gideceğim, bekliyorum. Taksi gelip
düt deyip duruyor yanımda. Bakıyor bana gidiyor. Ben bir
taksi bekliyorum onunla gideceğim. Yani beni oradan
alacak bir taksi var. Bir taksi, beş taksi, on taksi olmuş...
Birini durdurmuş! "Yahu yavrum, siz niye düdük çalarsınız"
demiş. "Abla, burada o yollular bekler de onun için çalarız"
demiş. "Yani, o yollular bekler, sen o yollulardan değilsen,
git ileride bir yerde bekle, burası pek tekin bir yer değil"
demiş.
Bu yetkililer tarafından teşvik edilmiyor belki, ama müsaade
edilmesi teşvik edilmesi anlammadır. Ve bunların teşhir
edilmesi, teşvik edilmesi anlam in adır. Ve bunları
müslüman insanın önünde tutulması teşvik edilmesi
anlammadır. Ve bunların yıldız kabul edilmesi ve insanlara
böylece lanse edilmesi o işi devlet eliyle teşvik ediyorlar
anlamını taşımaktadır. Tabiki sistemin gereğidir yalnız bu.
Yani buradaki insanlara, şahıslara düşman olmayacaksınız.
Efendim, hani hoca efendi şu başbakanı kast ediyor, bu
başbakanı kast ediyor.. Hiçbirini kast etmiyorum. Sistemin
gereği bu. Kim olursa olsun; sistem böyle devam edecekse o
sistemin zaruri neticesi bu olacaktır. Bu olmasın
istiyorsanız, geminin rotasını çevireceksiniz. Hani, rota eğer
Rusya'ya doğru, veya Washington'a doğru çevrilirse, bunlar
olacak demektir. Allah'ın kitabına doğru çevrilirse o zaman
ol-
mayacak demektir. Allah'ın kitabına doğru çevrildiğinde,
rotanın başında günahkâr bir insan olsa bile o gemiye
binilir. Hani, bir hadis-i şerif vardır; "Günahkâr bir insan
veya iyi bir insan olsa da, müslümanın ardında namaz
kılınır" buyurulur. 783[8]
Efendimiz buyurur: "Benden sonra bir çok kişi sizi
yönetecek, iyiler iyilikle, günahkârlar kötü yönetecek. Onlar
hakka uygun yönettiği müddetçe siz itaat ediniz." (Ibni
ceriri taberi) Rota, kitaba göre ayarlanmış da; adam onu
sürerken bazı günahlar işliyor. Kendi şahsını ilgilendiriyor,
toplumu değil. Ama öbür tarafta rotayı Washington'a veya
Rusya'ya göre ayarlamış, ehli-i tarîk bir arkadaşı da kaptan
yapmışlar. Bu ne olursa olsun gece kâim, gündüz sâim
olsun, hiç değeri yok bu adamın! Allah katında da insanlar
katında da bunun değeri yoktur. Yani, mesele insanlar
meselesi değil, mesele sistemler meselesidir.
İslam dinine giren İngiliz şarkıcı Yusuf İslam, Türkiye'ye
geldiğinde basın tarafından epeyce gündemde tutuldu.
Üniversitede öğretim görevlisi bir doçentimiz ona
tercümanlık yaptı. Gazetecilerden dil bilenleri, kendileri
röportaj yapıyor. Bilmeyenlere de aracı oluyor. Dinime
düşman gazetelerden bir tanesi geldi. Fakat Yusuf İslam
uyanık. Gazetenin ne niyette olduğunu biliyor. Mesela;
Muhabir geliyor diyor ki; "Ben filan gazetedenim" diyor.
Yusuf İslam biliyor, o gazetenin nasıl faaliyet yürüttüğünü.
Demiş ki, "Seninle bir şartla röportaj yaparım" gülerek dedi.
"Söylediklerimi aynen y ayini ayac aks an yaparım" dedi. O
da dedi ki; "Söz veriyorum. Aynen yayınlayacağım. Peki!"
Sordu. Birinci sorusu; "Girdiğiniz bu İslam dininde bir
erkeğin dört kadınla evlenmesine ne diyeceksiniz? Yani
bunun mantığını nasıl kabul edeceksiniz? Siz, bir Batılı
aydın şarkıcı, sanatkâr insan olarak bunu nasıl kabul
ettiniz?" O da diyor ki; "Ben müslüman olmadan önce
binlerce İngiliz kadınıyla yattım, kalktım. Siz o zaman gelip
de bunu niye yaptın? ayıp be adam! Bin tane kadınla yatılır
mı? diye niye sormadınız...? Şimdi Allah'a çok şükür
783[8]
Ebudavut, Salat 64
müslüman oldum ve bir tek kadınla evliyim. Yani böyle de
devam ettirme niyetindeyim. Ve tek kadınla evliliğime ve
Kur'an-ı Kerîm'de de; eğer adil davranama-yacaksanız tek
kadınla evlilik,o teşvik ediliyor âyet-i kerîmede. Fakat dörde
kadar evlilik zaruri haller olduğunda. Mesela adamın karısı
ellisine gelmiştir. Felç olmuştur. Kadınlık görevini
yapamamaktadır. Ne yapsın.
Bugünkü sisteme göre boşasın diyor. Boşasın da ne yapsın!
Anası ölmüş, babası ölmüş, gidecek yeri yok. Bakacak
kimsesi yok. Dinim diyor ki; "Ona yine aynı eski hanımın
gibi değer vereceksin. Sayacaksın, seveceksin. Eğer
zarureten ihtiyaç hissediyorsan; bir başka kadınla da
evlenirsin. İkisine de âdil bir şekilde davranacaksın" diye
cevap verir. Bir kilo et birine aldın mı, bir kilo eti öbürüne
de alacaksın. Yediyüz elli gram olmayacak! İkisininki de
dengeli olacak.
Gönülden sevgiye gelince; o ayrı. Ona siz sahip olamazsınız
diyor Allah (c.c). Yani gönülden sevgide adalet
yapamazsınız. Elinizde değil bu. Bundan dolayı da günaha
girmezsiniz. Bu çocuklarınız için de böyledir. İki tane
çocuğunuz, beş tane çocuğunuz vardır. Yedi tane çocuğunuz
vardır. Bunlardan birini veya ikisini, gönülden fazla
seversiniz. Bunda, gönlünüze hâkim olamazsınız. Sevgiye
hâkim olunmaz. Yani bir adam, kızını veya oğlunu
sevmişse, niye sevdin denmez. Bu ayrı bir iş. Orada hâkim
olunamayan iştir. Allah bunu böyle yarattığı için, Allah
orayı mazur görüyor zaten. Fakat bu sevginin dışta
görüntüsünde âdil davranmalısınız. Onun için bir oda
vermişsek, onun için de yine aynı derecede bir oda, onun
odasına birşey alınmışsa aynı değerde onun odasına da
birşey alınacak. Dış görüntüsünde adalet. Onun yatağında
bir gece yatılmışsa, onun yatağında da bir gece yatılacaktır.
Eğer bunlara riâyet edilecek maddi veya bedenî gücünüz
yoksa, o zaman tek kadınla evlenin diyor Allah (c.c).
Bugünkü sistem, genelevlerle ve birçok sokakları, hani
Batı'ya gidenler bilirler, belirli bir şehrin KÖln'ün veya
Amsterdam'ın veya Paris'in belirli sokakları vardır. O
sokaklarda ayaküstü kendini satan, hayvan pazarında
hayvanların satıldığı gibi kadınlar kendilerini satmak üzere
belirli yerlerde dururlar. Ve kendilerini satarlar. Sistemin
gereği budur. Dinim ise; her can Allah'ın yarattığı değerli
bir varlıktır düsturuna sahiptir,
«Adem oğullarını yüce ve şerefli kıldık» diyor. Şerefsiz bir
duruma düşmesine mânı oluyor. Böylece, razı değildir,
Allah (c.c). Böyle zor durumda kalındığı durumlarda
erkeklerin o kadınları da himayelerine alması gerektiğine
ruhsat vermiş bu âyet-i kerîmeyle Allah (c.c). Günümüzde,
hani geçenlerde kadın konusunda, bekâret konusunu
tartışmışlar, kendi aralarında. Efendim, müslüman kesimin
bekârete önem vermesi çağdaş
değilmiş. Onu böyle diyeceklerine; Allah'ın bekâret zarım
yaratması çağdaş değil, ilme aykırıdır, deseler daha iyi
olurdu. Yani kendi açılarından iyi olurdu. Madem ki, bu
vardır, kirpik vardır ve yerinde güzeldir. Kaş vardır ve
yerinde güzeldir, kazısınlar kaşlarını! Ne Önemi varki.
Kazısın kaşlarını öyle gezsin. Birini kazısın, biri kalsın da
yürüsün. Veya kiprik-lerini kırpsın da yürüsün! Allah (c.c)
neyi yaratmışsa bizim için güzeldir ve değerlidir. Bekâret
bizim için bir edep hâyâ göstergesidir. Ama tamamen de
değildir. Bir hastalıktan dolayı, bir ameliyattan dolayı
bekâret zarım kaybeden bir kızımızın; kaybetmeyen
kızımızdan zerre kadar farkı yoktur. Burada kaybedilen,
fuhuşla yırtılan bekâret zarı değil. Onun iffeti
kaybedilmiştir. İnsanlığı kaybedilmiştir. Ve onun için değer
vermiyoruz. Yoksa bekâreti; herhangi bir vesileyle,
hastalıktan veya ameliyattan dolayı kaybedilirse, kızımız
hiçbir şey kaybetmez. Peki, bunu niye bu sene gündeme
getiriyorlar?
Geçen sene gündeme getirmediler, evvelki senelerde yoktu
bu gündemde. Şöyle, kendi aralarında mutlu
olamıyorlarmış. Yani imansız bir kız; gönlünce yaşıyor,
kendisi gibi imansız bir oğlanla. Sonunda evlenmeye karar
verince; parası bol, zengin, bir de müslüman olan erkek arı-
yorlar. Yine Mercedes'i olsun, evi olsun. Fakat biraz da
dinine bağlı olsun. Açıklığına karışmasın. Ama dinine de
bağlı olsun diyor. Niye? Dinine bağlı olan avradı
boşamıyormuş. Bunu, Adalet Bakanlığı'nın danışmanı olan
Adalet Bakanlığı Müsteşarı televizyonda söyledi. Dünyada
en gerilerdeyiz boşanma konusunda. Televizyonda spiker
soruyor; "Bunu neye bağlıyorsunuz?" "Halkımızın
müslüman olmasına bağlıyoruz" diyor. Müslüman kesim en
az boşananlardandır. En çok boşananlarsa, dinine
inanmayan veya dinine fazla ilgi göstermeyen kesim. Daha
fazla boşanıyor. Bir artisti bazıları takip ederler. Yedi
kocasını sayarlar. Bir sene içerisinde bunlar olmuş bitmiştir.
Onun için her naneyi yedikten sonra mutaassıp değil ama,
dinini seven, milyarder bir koca anyorlardır. O da bekâret
arıyormuş. Babasından kalma bir namus anlayışı var, onu
arıyormuş. Vay efendim, biz iyi koca bulacaktık da
bekâretimizi kaybettik, onun için almıyorlar bizi. Bu çağdaş
değildir gibi geçen gün kadınlar kendi aralarında bağırıp
çağırmışlar. Biz, her halükârda dinine inanan insanlar-
la, yeniden dinine dönen insanların geçmişleriyle zerre
kadar ilgilenmiyoruz. Peygamber Efendimiz (a.s.v); «İslâm
geçmişi siler» buyuruyor. Mekke'de iken Peygamber
Efendimiz (a.s.v) aleyhinde şarkılar söyleyen pavyon kadını
Saarra isimli bir kadın, bir kıtlık senesinde Medine'ye geli-
yor. Efendimiz'in devlet kurduğu Medine'ye. Durumunu arz
ediyor. Efendimiz, Saarra'yı Mekke'den tanıyor, şarkıcı.
Şarkıları da Efendimiz aleyhinde yazılmış. Müstehcen
şiirleri şarkı halinde, erkekleri eğlendirmek üzere okuyor.
Yaşının biraz geçkin olması ve kıtlığın da yüzgöstermesi,
Bedir'de Mekkelilerin mağlûb olması nedeniyle şarkıcılara
pek önem verilmemiş. Kadın Efendimiz'e geliyor.
Efendimiz, yine yardım elini ona uzatmış. Deve vermiş ve
ona bir sene yiyebileceği kadar buğday vermiş. Mekke'ye
göndermiş. Ve ö kadın, Peygamber Efendimiz Mekke'ye
girdiği, feth ettiği yıldan itibaren müslüman olmuş. Ve Hz,
Ömer dönemine kadar müslümanca yaşamış bir kadın. Ve
bizim sahabî kadınlarımızdan-dır. Yani İslam geçmişi siler.
Bu tür kadınlara, geçmişlerini kendileri söylemesinler, biz
de geçmişleri hakkında tek kelime zaten bilmeyiz, ve onları
dile getirmeyiz. Hani bekâret zarı ile uğraşacaklarına, o zan
yaratan Allah (c.c)'ın ahkâmına boyun eğseler daha rahat
ederler. Ayete devam edersek.
«Bu, zulmetmemek için (kadınlara) en yakın yol budur.»
Yani kadınlara zulmetmemek için en yakın yol, bir tek
kadınla evlenmektir. Rab-bim, bir kadın almayı teşvik
ediyor. Dört kadına da izin veriyor. Türkiye'de, bu Batı'ya
göre yetiştirilmiş insanlarımız bunu bilmiyorlar. Dinin emri
gibi kabul ediyorlar. Tek kadın teşvik ediliyor. Dört kadına
da ruhsat, izin veriliyor, emredilmiyor. 784[9]
784[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/216-222.
Ama yine Efendimiz, «Kadınların en hayırlısı mihri kolay
olanıdır» buyuruyor. Ve kendi kızı Fatıma validemizin
mihri öyle ahım şahım birşey değildir.
Eğer kadınlar kendilerine vermiş olduğunuz mihri, size yine
tekrar hediye olarak iade ederlerse, onu da afiyetle
yiyebilirsiniz diyor Allah(c.c).
Yani iki gönül bir olduktan sonra samanlık saray olur derler
ya; iki gönül bir olduktan sonra kadının mihri helâl olur. O
zaman evde, paradan dolayı çekişme meydana gelmez. 785[10]
785[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/222-223.
vardır. Onun için, yönetimini devlet kendisi üstleniyor. Ve o
adam adına yönetiyor. Yalnız, hani dinimde komünistlikte
olduğu gibi mala el koymak yoktur. O şahıs adına devlet, o
malı yönetiyor. O adam derse ki; "Ben bu işleri yapmaktan
vazgeçtim. Aklımı başıma aldım, bu tür şeylere bir daha
girmeyeceğim." dediği ve bunu da ispat ettiği taktirde, yine
o malı kendisine iade ediliyor. Onun için Allah (c.c),
«Onların mallarını vermeyin» dememiş. Mallarınızı sefih
insanlara vermeyiniz ki; Allah sizi onlar üzerine yönetici
kılmıştır. Kayyım kılmıştır. Onların malını siz yönetin. Bu
arada onları da aç bırakmayın tabi. «O mallarından onları
rıziklandırınız» yani o adamın eski durumunu da na-zar-ı
itibara alarak. Yani malın sahibi olarak evini işçilerini,
kendi yediğini içtiğini de gözetleyerek, yani sosyal
durumunu da nazar-ı itibara alarak, onun geçimini temin
ediniz. «Onları (sosyal durumuna uygun bir şekilde)
giydiriniz» «Ve onlara güzel sözler söyleyiniz.» Yani kırıcı
da ol-mayınız, mallarım yönetirken diyor Allah (c.c). 786[11]
786[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/223-224.
Çalıştırıvermenin karşılığı olarak siz mutlaka takdir edileni
alıyorsunuz (ki âyet-i kerîme şimdi gelecek) ve derken,
çocuk buluğ çağma ermiş, ergenlik çağına gelmiş. Bu arada
deneyin. Nasıl deneyin? Dükkanın başında onu bırakıyor-
sunuz. Almasına, satmasına, çeklere, senetlere imza
atmasına bakıyorsunuz. Herşeyi düzenli götürüp gidiyor.
Yani, bana ihtiyaç kalmamıştır dediğiniz bir anda, malını
kendisine iade ediniz, yani veli ve vasilikten çekiliniz.
Onun malını saçıp savurarak yemeyiniz. Onun
büyümesinden korkarak, onun, çocuğun büyümesinden
korkarak saçıp savurarak mallarını yemeyiniz.
Yetimin varisi veya velisi olan kişi zenginse, iffetli
davransın, onun malından yemesin. Yani Allah rızası için
onun malım yönetiversin.
Eğer yetimin mâlına bakan kişi fakirse haddi aşmadan
ma'rufa uygun şekilde yiyebilir.
Yetimler ergenlik çağma gelip, kendi mallarını
yönetebileceği kanaati hasıl olunca mallarını teslim ediniz.
Mallan teslim ederken şahidler huzurunda yapınız.
Yaptığınız hukuka uygun olsun. Gönlünüz de rahat olsun.
Hile yapar, hukuka da uydurursanız bilinki, Allah (c.c)
hesaba çekmede yeterlidir.787[12]
787[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/224-225.
çok pay alacaklarını haber verir.Günümüzde hâlâ cahiliye
âdetlerine uygun hareket ederek kız çocuklarına mirastan
pay vermeyenler var.
"Hocam, biz kızları gönüllüyoruz. Tarladan dükkandan
vermiyoruz ama parayla gönüllüyoruz" diyenlere "siz
paylarını ellerine tapusuyla teslim edin. Sonra onlar
satarlarsa alın." diyorum. "Başkasına satarsa" diyenlere,
"İşte o zaman Şuf a hakkınızı kullanarak onların sattığı
paradan mahkeme kararıyla siz satın alırsınız. İslam
hukukunda 'zarar etmek de yok, zarar görmek de yok."
diyoruz. 788[13]
790[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/227.
791[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/227-228.
(11) «Allah, evlatlarınız hakkında erkeğe, iki kadın hissesi
kadarını tavsiye eder. Eğer kadınlar ikiden fazla iseler
terikenin üçte ikisi onlarındır. Eğer kadın tek başına ise
yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa anne ve
babasından herbirine terikenin altıda biri vardır. Şayet
ölenin çocuğu yoksa, anne ve babası ona varis olur. Annesi
için üçtebir vardır. (Bu hisseler) yaptığı vasiyyet ve borcu
yerine getirildikten sonradır. Babalarınız ve çocuklarınızdan
hangisi faydalı olmakta size daha yakındır bilemezsiniz.
Bunlar Allah tarafından belirlenmiş hisselerdir. Muhakkak
Allah doğruyu en iyi bilen ve emirleri en sağlam ve hikmetli
olandır.»
Dünyada dinime sataşmak, İslam'ın Batı'da yayılmasını
engellemek için yetiştirilen müsteşrikler ordusunun en fazla
istismar ettiği âyetlerden biride budur.
"Kadın erkek eşitliği istiyoruz" diyorlar. Güreşte, boksta,
koşuda," jimnastikde, sporun bütün dallarında erkeklerle
birlikte yarışacağız demiyorlar. Rekorlar belli, Hiçbir dalda
öne geçebilmiş değiller.
Biz ikisinin ayrı ayrı yaratık olduğunu yarış tır ılm aması
gerektiğine inanırız. Lale ile sünbül, gül ile karanfil
yarıştırılmaz.
Bunları ayrı ayrı yaratan R.abbimiz, özellik ve güzelliklerini
de ayrı yaratmış ve onların fıtratına uygun emirler, hak ve
görevler vermiştir.
Kadının mirastaki yeri olarak birtek şey biliyorlar o da
oğlan iki, kız bir alır hükmüdür.
Halbuki kadının anne olarak aldığı ayrıdır, ölenin hanımı
olarak aldığı ayrıdır. Kız kardeşi olarak aldığı ayrıdır. Kızı
olarak aldığı ayrıdır.
Kızı olarak da üç durum sözkonu sudur;
1. Eğer ölenin oğlu ve kızı varsa oğullar iki alır, kızlar
oğulların yarısını alır.
2. Eğer ölenin oğlu almazsa, kız da bir tane ise malın
yarısını alır.
3. Eğer ölenin oğlu olmazsa, kızlar da birden fazla iseler
malın üçte ikisini aralarında eşit şekilde bölüşürler.
İşte bu âyet-i kerîmede Rabbimizin koyduğu kanun budur.
Bunu yürürlükten kaldıranlar, inkâr edenler olduğu gibi,
hakim güçlere yaranmak için 1400 sene sonra İngiliz dilini
öğrenerek tefsir doçenti olanlar, İngiliz mantığıyla
yürürlükten kaldıranlarla inkâr edenlerin doğru yolda
olduğunu ispata çalıştılar.
İslam'ın bu hükmünü bugünkü yaşantıya bakarak
değerlendiriyorlar.
İslami bir yönetimde çarşıda dilenen insanı gören devlet
yetkilisi onu araştırır, gerçekten dilenme durumuna
düşmüşse devlet başkanının aldığı maaş kadar hazineden
aylık verir.
Her insanın sosyal ihtiyaçlarını devlet karşılamak
mecburiyetindedir. Fakirler, miskinler, yolcular, borçlular,
devlet tarafından korunmalıdır. Televizyonda gösterip
"Kocamızın eline bakmak istemiyoruz" dedirtiyorlar. Bu
program iş çevrelerinin çıkarınadır. Bu kapitalistler çalışan
kadına az ücret verirler kimse ses çıkartmaz. Bu kapitalistler
çalışan kadına cinsel tacizde bulunurlar. Bunu da
yayınlarlar. Yapılan anketlerde yüzde altmışının cinsel
tacize uğradığını, bu yüzde otuzun da patrona "evet" dedi-
ğini ahlaksız bir dergi yayınladı.
Kocasının elinden para almak istemeyenler, başkasının
elinden birçok tavizle para alma mecburiyetinde kalıyorlar.
Hepsi için söylemiyorum. Yüzde kırkı da namusuyla
çalışıyor. Benim karşı çıktığım şey, "Kocamızın elinden
para almak istemiyoruz" sözüdür. O el senin elindir. Senin
elin de onun elidir. Siz tek viicud oldunuz. "Sen" ve "Ben"
yok artık."Afiyet olsun yârim, sen yedikçe ben doydum",
mısrası bizim İslam kültürünün mahsulüdür. Bu rejim içinde
yetişenler de "Ben yiyeyim sen bak, otur" mantığını
geliştirdiler.
Dinimiz mirasta kadına yarım vermişse, evlilik hayatında
bu, yiyecek, içecek, giyecek ve sağlık masraflarını erkeğe
yüklemiş.
Farzedin ki, bir adam öldü, dört kızı bir oğlu kaldı. Ölen
adamın altı dükkanı var. Bunları İslam hukukuna göre
bölüşecekler. Oğlana iki dükkan, kızlara birer dükkan
verilir. Kızlar evlenirler. Bakımları kocaya ait ve dükkanı
kendine ait. Oğlan evlenir. İki dükkanı var ve aldığı
hanımının bakımı da oğlana ait.
Şimdi sorarım, hangisinin durumu daha iyidir?
Boşanan malı mülkü olmayan kadınlar bugünkü sistemde
olduğu gibi, herkesin malı olmaya terkedilmezler ve devlet
onların asgari geçim parasını verir ki, onun da sının devlet
başkanının maaşıdır.
Babanın mirastaki durumu üç haldedir;
1. Baba, ölenin oğlu veya oğlunun oğlu ile bulunursa altıda
bir alır.
2. Baba, ölenin kızı veya oğlunun kızı ... ile bulunursa
altıda biri aldıktan sonra varislerin hissesi de verildikten
sonra asabe olarak artanı alır.
3. Baba, Ölenin çocuğu veya çocuğunun çocuğu olmazsa
diğer varisler hisselerini aldıktan sonra asabe olarak artanı
alır.
Mesela bir adam ölüyor, geriye hanımı ve babası kalıyor.
Hanım malın dörtte birini alır. Geriye kalan dörtte üçü
ölenin babası alır. Annenin mirastaki durumu da üç
haldedir;
1. Eğer ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu veya kardeşi
varsa anne altıda bir alır.
2. Eğer ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu veya
kardeşlerinden biri bulunmazsa üçte bir alır.
3. Eğer ölenin çocuğu, oğlunun çocuğu veya kardeşlerinden
biri bu-, lunmaz da, ölenin eşi ve babasıyla bulunursa
Ölenin eşi hissesini aldıktan sonra kalanın üçte birini alır.
Mesela adam ölmüş, dört dönüm arazi bırakmış. Geriye
hanımı, annesi ve babası kalmış, hanımı dörtte bir hissesini
alır. Geriye üç dönüm kaldı. Bu üç dönümün üçte birini
anne alır. Geriye iki dönüm kalır. İki dönümü de asabe
olarak baba alır.
Baba, erkek olarak yine anneden fazla aldı. Ama annenin
bakımı babaya aittir.
Mal taksimine geçilmeden önce;
1. Ölenin evinde başkasına ait olan emanet veya ödünç
alınan eşyalar sahiplerine verilir,
2. Kabrine milyarlık masraflar yapılmadan, cimri de
olmadan teçhiz ve tekfini yapılır.
3. Borçları ödenir.
4. Vasiyyetleri malının üçte birini geçmiyorsa yerine
getirilir. Sonra taksimine geçilir.
İslam'ın miras hukukuna sataşanlar bugün uygulamakta
oldukları kanunlarla anne ve babalara zulmediyorlar.
Binbir zorluklar içinde oğlunu veya kızını okutuyor. Çocuğu
İstanbul'da evleniyor. Zengin oluyor. Anne ve babasını
yanına alıyor. Bir müddet sonra çocuk oluveriyor. Milyarlık
zengin oğlanın hanımı ve bir çocuğu olduğu için bugünkü
hukuka göre anne ile baba hiçbir şey alamıyor. Tarlasını
tapanını satan anneyle baba tekrar köye dönüyor ve komşu-
ların vereceği ekmeğe muhtaç ediliyor.
Rabbirniz ise "Babalarınız ve çocuklarınızdan hangisi size
fayda bakımından yakındır bilemezsiniz" buyurur.
Biz bu miras hukukunun hikmetine girmeden Allah'dan bir
farz olarak kabul edip iman etmişiz.
İslam'ın miras hukukunu insanlara duyuralım. Ben, bu
rejimin harbiyesinde okumuş, çok itibarlı makamlarda bu-
lunmuş değerli bir insana İslam'ın miras hukukunu anlattım.
Ardından bugün köşe dönücülerin ağızlarının suyunu
akıtacak kadar yüksek rakamlı bir parayı hak sahiplerine
dağıttığını gördüm. 792[17]
792[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/228-231.
veya oğlunun oğlu veya kızı yoksa anne bir kardeş de bir
tane ise mirastan altıda bir hisse alır. Bu kardeşin kız eya
oğlan olması birşey değiştirmez.
2. Birinci durumda açıklanan anne bir, kardeşler birden
fazla olursa, mirasın üçte birini alırlar. Bu durumda erkekle
kadın eşit olarak üçte bir paylaşırlar.
3. Ölenin oğlu, oğlunun oğlu ..., kızı, oğlunun kızı, babası
veya dedesi olursa mirastan birşey alamazlar. 793[18]
803[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/237-238.
yapmasını, hanımına iftira yaparak boşamamasmı ister. Ve
onlara verdiği mihir ve hediye tonlarca altın olsa bile geri
alınmasını yasaklar. 804[29]
806[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/240.
Ayeti kerimede zikredilenlerle evlenmek haram. Ancak
ayetin işareti yoluyla babaanne, anneanneler ve yukarıya
doğru ne kadar giderse haram olduğuna delalet eder.
Kızlar ve torunlar aşağıya doğru ne kadar giderse gitsin
haramdır. Yani bir kişi torununun torunuyla evlenemez.
Halalarınız ister babadan, ister dededen olsun evlenmek
haramdır. Teyzeleriniz ister anneden, isterse anneanneden
olsun evlenmek haramdır. Oğlan veya kız kardeşinizin
kızları, torunları ve onların torunları haramdır. Süt anneler
ve süt kız kardeşler haramdır. Buharinin Nikah 20, 21 de
rivayet ettiği "Doğumun haram kıldığını sütte haram kılar"
Hadisi ile Müslim Rada 1 de rivayet ettiği "Neseb yoluyla
haram olanlar süt yoluyla da haram olurlar" hadisine göre
süt baba, süt anne, süt hala, süt teyze gibi yukarda
sayılanlar, süt yoluylada haram olurlar. İstisnaları için fıkıh
kitaplarına bakınız.
Hanefi fakihlerinden Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ilk
iki sene içinde emerse süt kardeşi olur.İmam Ebu Hanife'ye
göre ilk otuz ay içinde emerse süt çocuğu olur ve haramlik
sabit olur. Hanefilere göre, bu emmenin az veya çok olması
farketmez.
"Emenin, emzirene nefsi haram. Emzirenin, emene nesli
haram" kaidesi bir çok şeyi anlatır, ama siz bu konularla
karşı karşıya geldiğinizde, İslam fıkhını iyi bilen birine
sormayı ihmal etmeyiniz.
İki kızkardeşi aynı anda nikah altında tutmak da haram. Bir
adamın hanımı ölse, hanımının kız kardeşiyle evlenebilir.
Boşadığı hanımın kız kardeşiyle evlenebilir. Ancak ikisiyle
birlikte evlenemez. Geçmişte böyle bir evlilik olmuşsa birini
boşayacak.
Gelinleriniz de haram kılınmıştır. Oğlunuz ölse veya
boşansa gelininizle evlenmeniz size ebediyen haramdır. O
sizin kızınız gibidir. 807[32]
809[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/243-245.
Kur'an-ı Kerim'in tamamını okuduğumuzda yemek yemenin
adabını, kapı çalmanın adabını komşuluk ilişkilerini,
uluslararası ilişkileri devlet yönetimine kadar herşeyi
açıkladığını görürüz.Havada kanat çırpan kuşa kadar herşey
hakkında bize bilgi verir.Geçmişten iyi ve kötü Örnekleri
haber vererek kötülükten uzaklaşıp iyiliğe yaklaşmayı
öğretir.Bu arada yaptığımız hatalar için de tevbe etmemizi
ister. Eğer tevbe edersek, tevbeleri kabul edeceğini
bildirir. 810[35]
812[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/246.
813[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/246-247.
814[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/247.
bir yere yerleştirırız.
Büyük günahlar, Kur'an ve sahih sünnetin bize haber
verdikleridir. Kur'an-ı Kerim'de bir kötülüğü anlattıkdan
sonra "kim onu yaparsa Cehenneme girer" "Allah'ın la'neti
ona olsun" "Biz onu Cehenneme atarız" gibi tehdid
ifadesiyle haber verilenler büyük günahdir.
Hadisi şeriflerde ise "el Kebairu seb'un" büyük günah
yedidir diye başlayıp onları sayan hadisler vardır. Buhari'nin
şehadet 10, istitabe 1 de Müslim, iman 143 de rivayet ettiği
hadislerde ve İbni Kesir'in bu ayetin tefsirinde rivayet ettiği
hadislerde, şunlar büyük günah olarak bize öğretilmiş ve
sakınılması istenmiştir.
1- Allah'a şirk koşmak. Tabiatta cereyan eden kanunları
tabiat kendiliğinden yapar demek tabiata tapınmak
demektir. "Bu su, bu çağlayan bu çiçek tabiatın bize
bağışıdır" diyen kişi yer tanrısına tapmıyor demektir. Tabiatı
ve tabiat kanunlarını yaratan Allah (c.c.) a inanması şarttır.
İnsanlara doğruyu ve yanlışı iyiyi ve kötüyü, helal ile
haramı öğreten Allah'ın teşrii kanunu olan Kur'an-ı kabul
etmeyip kendisi gibi bir insanın emir ve jyasaklarma öncelik
tanıyan kişi Allah'a ortak koşmuştur.
2- Anne babaya zulmetmek, gönlünü kırmak.
3- Haksız yere adam öldürmek.
4- Faiz yemek.
5- Yetim malı yemek.
6- Harpden kaçmak.
7- İffetli mümin erkek ve kadınlara zina iftirasında
bulunmak.
8- Yalan söylemek, Yalancı şahidlik yapmak.
9- Rızık endişesiyle çocuğunu öldürmek.
10- Komşu kadınıyla zina etmek.
11- İçki içmek.
12- Namazı terketmek.
13- Allah'dan ümit kesmek.
14- İslam toplumundan ayrılmak.
15- Hırsızlık yapmak.
16- Gıybet yapmak.
17- Hicretten sonra İslamın medeniliğinden bedeviliğe
dönmek.
Büyük günahları anlatan özel kitaplar vardır. O kitaplarda
yüzlercesi sayılmaktadır. Efendimizin hadislerinde en
önemlileri bildirilmektedir.
Bugün dünyanın her tarafında can alan, orman yakan evler
yıkan anarşinin temelinde Allah'a ortak koşmak vardır.
Devletim diye ortaya çıkan insanlar, kanunlar hazırlıyorlar,
asker ve polis gücüyle bütün insanları sekiz - on kişinin iyi,
dediğine "iyi" kötü dediğine "kötü" dedirtmeye zorluyorlar.
İnsanlar yaratilışdan hür doğdukları için bir başkasının
koyduğu kanunlara takılmak istemiyor. Her kanun koyucu
da kendi çıkarlarını ön plana alıyor, ve çıkar kavgaları
başlıyor.
Allah'a ortak koşmayanlar; bütün akılları Allah'ın
yarattığını, onun koyduğu kanunlara uymanın kimseyi
rencide etmediğini, yaratana itaat edilmesi gerektiğini,
yaratılmış karşısında eğilinmediğini söyler ve inanırlar.
Bu büyük günahlardan kaçınılsa, insanlar arasında zengin
fakir çatışması da ortadan kalkar.
Büyük Millet Meclisi yolsuzlukları araştırma komisyonu
başkanı "yolsuzluk yapan, köşe dönen, bankaları soyan yüz
kişinin çalıp çırptığı parayla Türkiye'nin bütün köylerine
yol, su elektrik ve hastahane yapılabilir" diyor.
Bunlar küçük hırsızlar. Bir de küçük devletlerin altın,
gümüş, fosfat, petrol, orman yeraltı ve yerüstü
zenginliklerini çalan Amerika ve onun suç ortağı İngiliz,
fransız ve diğer kafir ülkelerin fakir bıraktığı ülkeler.
Bu suçların başı şirk. Sonra diğerleri gelmektedir.
Biz büyük günahlardan vazgeçer, pişmanlık duyar, af
talebinde bulunursak, Allah küçük günahlarımızı
bağışlayacağını ve iyi yerlere yerleştireceğini bildirir.
Bu dünyada da iyi yere yerleştirir, dünya da devleti, ahirette
de Cenneti verir. 815[40]
815[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/247-250.
816[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/250-251.
(33) (Erkek ve kadından) her biri için ana, baba, akraba ve
yeminlerinizin bağladığı kişilerin miraslarından hisse tayin
ettik. Onlara hisselerini veriniz. Muhakkak Allah herşeye
şahiddir.
Erkek ve kadının varis olarak durumlarına göre mirasta
payları vardır. Bu surenin 11, 12, ve 13 ncü ayetlerinde bazı
varislerin paylarını açıklamıştık. Burada bir de anlaşmalı
varis olan mevla-ı muvalattan bahsediyor.
Cahiliye döneminde başka ülkeden gelen, varisi olmayan
veya nesebi belli olmayan bir insan diğerine "Sen benim
mevlamsın. Ölürsem malım sana kalsın. Suç işlersem
malicezalarımaortak olursun" diyor. O da kabul ediyordu.
İslam dini bunu da düzenledi. Bu müessesenin yalnız, garip
kimsesiz insanların lehine düzenleyerek kabul etti. Miras
konusunda aralarındaki sözleşmeyi hak sahipleri haklarını
aldıktan sonra yürürlüğe koydu.
Mesela: vela sahibi biri ölünce Eshabi feraiz asabeler,
mevle-ı-ataka, zevil erham haklarını aldıktan sonra kalan
maldan hissesini alır. 817[42]
817[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/251-252.
diye geçer. Kaim, Kayyum, kayyim, Kavvam kelimeleri
aynı kökden türemiştir.
Ayakta tutan, kıvamına getirip onu koruyan, yöneten
manalarına gelir. Vakfın mütevellisine "Kayyım" denir. Bu
kayyim vakfı kendi istediği gibi yönetmez. Vakıfın
şartlarına uygun hareket eder. Aile ocağının kıvamında
devam etmesi için Allah (c.c.) kadının ve erkeğin hak ve
görevlerini belirlemiş. Kimse diğerine gayri meşru bir emir
verme veya yasak koyma hakkına sahip değildir. Bu ailede
erkeğin görevi, Allah'ın belirlediği hak ve sorumlulukları
yürürlükte kılma sorumluluğunu ergenlik çağına gelmiş aklı
başındaki erkeğe vermiştir.
Peygamber Efendimiz, "Allah'a isyan olan işlerde kadın
kocasına itaat etmez" buyurmuş. 818[43]
Allah'ın emir ve yasaklarına ters düşen isteklerde
bulunamaz. İstekde bulunursa kadın itaat etmez.
Evin içinde erkeğin sözü veya kadının sözü olmaz. "Allah'ın
dediği olur. Allah'ın emir ve yasaklarının olmadığı günlük
işleri aralarında danışarak, konuşarak hallederler.
Bu yönetme hakkının doğuş sebebi olarak, çoğunlukla
erkeklerin kadınlara oranla daha güçlü ve dayanıklı
olmalarından ve evin geçiminin kocaya ait olmasından
kaynaklandığını haber verir.
Saliha kadınlar, Allah'a gönülden itaat eden, kocasının
yokluğunda malını ve namusunu koruyan kadınlardır.
"Ben saliha olmak istemiyorum" deyip geçimsizlik başlatan
kadınlara gül gibi yüz, bal gibi sözlerle nasihat etmeli.
Nasihat fayda vermediği zaman da yatakda üç günü
geçmemek kaydı ile ayrı durmalı. O da fayda vermiyorsa
yüzüne vurmadan, kemiğini kırmadan, vücudunda iz
yaptırmadan, doktorun cinnet hjalindeki hastasını kendine
getirmek için vurduğu gibi dövülür.
818[43]
Buhari Nikah 94
Ayette dövmeyi üçüncü sırada zikretmiş. İyi bir insan bu
üçüncüye fırsat vermemelidir. Peygamber Efendimiz aynı
anda dokuz hanımla yaşadı, ama hiçbirine tokak vurduğu
rivayet edilmemiştir.
Tokat kişinin çarelerinin bittiğini, güçsüzlüğünü gösterir.
Sekiz yaşındaki kızım Şifa'ya fena halde kızıp ilk defa tokat
vurmaya karar verdiğimde bu ayet beni engellemiştir.
Kabahat çocukda değil bende. Çare tükenmemeli, nasihatin
bin şekli varsa kullanılmalı dedim ve ondan sonrada hiç
vurmadım.
Ayette kadın geçimsizlik yaparsa diyor. Ya erkek
geçimsizlik yaparsa ne olacak? bu konuda ayet var mı?
Evet bu surenin 128 nci ayetinde "kadın, erkeğin
geçimsizlik yapmasından veya yüz çevirmesinden korkarsa,
aralarını bulmalarında günah yoktur. Sulhetmek hayırlıdır"
anlamında ayet nazil olmuştur. Yeri gelince
819[44]
açıklanacak.
Hakemlik
Cimrilik
822[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/255-256.
823[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/256-257.
Otuzaltıncı ayette herkese eli ve gönlü açık bir mümin
anlatıldı.' Bu ayette ise "ben Allah'dan daha iyi kanun
koyarım. Onunki bu çağa uymaz, benimki çağdaş kanundur"
diyerek kibirlenen ve bunu konferans, panel, açık
oturumlarda böbürlenerek anlatanlar, kendileri cimri
oldukları gibi başkalarına da cimriliği emrederler.
Eskiden cimriler peyniri şişenin dışından yalatırlarmış.
Şimdi eline şişeyi de vermezler. Televizyondan dünyanın
dört bucağındaki nimetleri gösterirler. Sonra da bu nimetlere
şu zorba devletin askerlerinin koruması altında filan despot
şirket sahibidir diye armasını gösterirler.
Maun suresinde hergün bu tür insanların siyasetini okur
dururuz: "Dini yalanlar, dine inanmaz, yetimi azarlar,
fakirin doyurulması için teşvik etmez. İhtiyaç sahibinin
ihtiyacını karşılamaz."
Bosna Hersek'de üçyüzbin insan Hristiyan dünyanın
kurşunlarıyla sefalet içinde ölürken, Hristiyan ülkelerde kişi
basma harcanan dolar, su elektrik, kağıt, süt ve etin istatistik
rakamları kabarık ilan edilir.
Cimriye sormuşlar "yiğit insan kimdir" demişler. "Açlıktan
çocuklarının feryadı Arşı titretirken yüreği titremeyen
insandır" diye cevap vermiş. Buna göre en yiğit insan
Hristiyan Amerika ve Avrupadadır.
İslam alemindeki halkın Bosna Hersek için yüreği yanıyor.
Para topluyor. Yerine ulaştıramıyor. Gitmek istiyor, yollar
kapalı. Yavrusunun yanışını çeresizlik içinde seyreden anne
gibi yüreği yanıyor.
Eh o kafirlerin de yanacağı günler gelecek.
Muhammed suresinin 38 nci ayeti kerimesinde "cimrilik
yapan kendisine cimrilik yapmış olur" buyurur.
İslamın i'lası için malından cömertlik yapmayanlar, malın
tamamını kafirlere kaptırınca anlıyorlar.
Üzerinde secde ettiği vatanın kafirler tarafından
çiğnenmemesi için canından cimrilik yapıp cepheye
gitmeyenlerin, evine kadar düşman gelip canlarını aldığında,
cimriliğin cezasını çeker.
İşçisine karşı cimrilik yapan iş yeri yanınca uyanır.
Cimrilik bir tür hastalıktır. Tedavisi gerekir. Buhari'nin
Humus 15 de rivayet ettiği bir hadisde Efendimiz
"cimrilikden daha kötü hangi hastalık vardır?" buyurur. 824[49]
826[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/259.
Müslim emarat 152, Tirmizi Zühd 48
827[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/259-260.
peygamber gönderildiğini haber verir. Peygamberlerin
asrında yaşamayan bizlere de o peygamberlerin varisleri
olan alimler şahidlik yapacaktır. Şeyhul Kurra
Abdurrahman Gürses hoca efendi, peygamber efendimize
indirilen Kur'an-ı Kerimi eksiksiz fazlasız bu çağın
insanlarına okutmaktadır. Değerli müfessirlerimiz ingilizce,
almanca, fransızca, rusça, Japonca arapça ve Türkçe bütün
dillerde tefsirini yaparak şahidlerden olmaya
çalışmaktadırlar.
"Avustralyamn en ücra bir köyünde İslamdan hiç haberi
olmayan kişinin durumu ne olacak?" diye soru sorarak
müslümanları sıkıştırmaya çalışan batı kafalı bir insan
cahilliğini ortaya koyar. Çünkü Kur'an-ı Kerim İsra suresi
onbeşinci ayetinde cevabı verilmiştir.
Avustralya veya Antartikadaki adamı bırak. Caminin
minaresinin karşısındaki evde oturupta İslamdan haberi
olmayan senin durumun ne olacak? O müezzin günde beş
defa çağırdığına şahitlik yapacaktır.
Ayrıca namaz kıldığınız yer, hayırlı işler yaptığınız
mekanlar, yaptığınız zikrullahı işiten eşya da size şahitlik
yapacaktır.
Nur suresinin yirmidördüncü ayetinin haber verdiğine göre
dillerimiz, ellerimiz ve ayaklarımızda yaptıklarımıza
şahidlik yapacaktır. 828[53]
828[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/260-261.
utandımki yeryanlsa yere girecektim" der.
Dünyada ve ahirette utancından yerlere girmek isteyen bir
adam durumuna düşmemek için kâfirlik ve isyan
hastalığından kurtulmamız lâzım.
Ağzınızdan çıkan her kelimeye dikkat ediniz. Hakkı ve
halkı rencide etmesin. "Sözler havada yok olup gidiyor. Elle
tutulur birşey değildir" demeyin. Allah katında ağzınızdan
çıkan her kelimenin hesabını vereceğiz.
En'am suresinin yirmiüçüncü ayeti, müşrikler, müşrik
olmadıklarım söyleyecekler diyor. Yani küfrünü gizlemeye
çalışacak ama herşeyi konuşturan Allah kişinin dilini, elini
ve ayaklarını konuşturarak suçunu itiraf edecek.829[54]
Teyemmüm
830[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/262-263.
dışardaki suyu görüyor fakat ulaşamıyorsa veya hasta suya
ulaşamıyorsa teyemmüm ederek namazını kılacaktır. 831[56]
831[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/263.
832[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/263-264.
Ebu Davud K. Nikah
yollarının yanlış olduğunu biliyorlar. Ancak hasedlerinden
İslam yolunda olanlarında kendileri gibi cehenneme çıkan
sapık yollara girmesi için "Birleşmiş milletler"i kurmuşlar
ve bu yola girmeyenleri de Nato askerleriyle öldürmeye
yönelmişlerdir.
"Ama hocam bunlar bize ekonomik ve askeri yardım
yapıyorlar. Başarılı öğrencilerimizi ülkelerinde eğitiyorlar.
Bunlar bizim düşmanımız değil, dostlarımizdır"
833[58]
diyenlere:
837[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/266-267
fazla kişi bir araya gelerek orktaklaşa iş yaparlar. Ortaklar
hisseleri oranında o şirkette söz sahibi olurlar.
Allah'a şirk koşmak ise, bu dünya, gökyüzü ve bütün
yaratılmışlar üzerinde Allah'dan başka yaratıcının varlığım
kabul etmek, Allah'a ortak koşmaktır.
Bugün Türkiye'de "Bu çocuklar ve çiçekler tabiatın bize
hediyesidir" diyenler bilinçsiz bir şekilde Allah'ın yarattığı
tabiatı ilahlaştırarak Allah'a ortak kabul ediyorlar. Eski
Yunanda iyilikler ilahı, kötülükler ilahı, aşk tanrıçası gibi
Allah'a ortaklar edinirlerdi.
Günümüzde bir kısım düşünürler insanın kendi kanına,
kalbine, gözüne kulağına hakim olamadığım, bir tek
hücresini yaratamadığını, beyninin sırlarını çözemediğini
görünce, "bunları ben yaratamadığıma göre tabiat hiç
yaratamaz" diyerek Allah'a iman etmeye mecbur kaldı.
Ancak bunların içinden bir kısmı "Allah yeri göğü yarattı,
çiçeklerle donattı, ama insanların idaresini insana bıraktı"
diyerek Allah'ın kanunlarını kaldırarak, kendisim,
yaratmadığı insanı yönetmeye kalktı ve başına terör belasını
satın aldı.
Dünyanın her tarafında devlet yönetimine baş kaldıranların
ortaklaşa söyledikleri birşey var: "Siz hangi üstünlüğünüzle
bizi yönetme hakkıriı elinizde tütüyorsunuz."
Sosyalist ülkelerdekiler sosyalizme başkaldırırlar, kapitalist
ülkelerdekiler kapitalizme başkaldırırlar. "Bu kuralların
doğruluğunu sizden başka kim söylüyor? yanlış diyenleri
cezalandırma hakkını ve cezasını yöntemini belirlemeyi size
kim veriyor? diyorlar ve silaha sarılıyorlar.
Bunlar da üçüncü bir yanlış grup olarak ortaya çıkıyorlar.
Bunlar da: "Bizim dediğimiz dedik çaldığımız düdük"
diyerek bir başka şirk ortamı oluşturmak istiyorlar.
Bir hukuk profesörü "Hocam Kur'an bindörtyüz sene önce
indi. O gün şartlarına uygundu. Günümüz şartlarına uygun
değil" dediğinde:
-"Tabiat kanunlarım Allah milyonlarca yıl önce koydu, o
günün şartlarına uygundu. Günümüzde bu çiçeğin açması,
bu kuşun uçması, bu güneşin doğması, ayın batması
yirmibirinci asra uygun değil diyor muyuz.
Fizik, kimya, biyoloji bilginleri tabiat kanunlarında bir
eksiklik veya fazlalık bulabiliyorlar mı?
-Hayır.
-"Öyle ise milyonlarca yıl önce koyduğu kanunlar çağımıza
uyuyorsa, bindörtyüz yıl önce indirdiği kanunlar da bize
uygundur" deyince, "bunun duyurulması lâzım hocam"
demişti.
Bugün televizyonda bakan veya genel müdürler konuşurken
"şunları bunları yapmamız lâzım ama anayasa, kanunlar ve
tüzükler müsait değil. Değiştirmemiz lâzım" diyorlar. İki
sene önceki hükümet bunları bağlamış. Bunlar değiştirilince
kendilerinden sonra gelecek olanı bağlamak üzere kanunlar
yapacaklar.
Bunlar art niyetlimi ki bunu yapıyorlar? Hayır. Bir çoğu iyi
niyetlerle yapıyorlar ama yarını yaratmadıkları için yarının
hangi sorunları getireceğini bilemiyorlar, Yanlışları Allah'ın
kanununa boyun eğmeyerek başkalarının koyduklarına
boyun eğmelerinde.
Şirk: "Allah kanun koyar ama, ben de koyarım" diyerek
Allah'a kendisini ortak koşmaktır.
Şirk: "Allah kanun koyar ama, filanın koyduğu kanunlar
Allah'ın koyduklarından daha güzeldir" diyerek o filanı
Allah'a ortak koşmaktır.
Böyle inanan insanlar, bu inançlarından dönmedikçe
yaptıkları bütün güzel işleri ona fayda vermeyecektir. Allah
şirki afvetmez. Onun dışında-
ki bütün büyük günahları Allah dilerse afveder. Burada
biraz durmalı.
Günümüz de yeni yeni bazı şeyleri duymaya başladım. Kırk
yıldır haram yemeyen biri "Bir defa günaha girsem ne
olur?" demiş beş kilo altın değerinde parayı birkaç kişiden
dolandırıp bir ev ve araba aldıktan sonra Kabeye tevbe
etmeye gitmiş.
Kur'an-ı Kerimde 838[63] "Ancak tevbe ettikten sonra durumu
düzeltenler" deniliyor. Bu ayete dayanarak alimlerimiz
"tevbe günahın cinsinden olur" demişler.
Yani zimmetine haksız yere mal geçiren, hırsızlık,
dolandırıcılık, soygun, gasp, rüşvet gibi yollarla haramdan
mal kazananların tevbesi o mal varsa aynısını, yoksa en
sonverdiği andaki değerini ödedikten sonra Allah'dan af
talebinde bulunmalıdır.
Kul hakkıyla Hakkın huzuruna varmamaya dikkat
edelim. 839[64]
842[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/270-271.
843[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/271.
844[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/271-272.
kâfirlerin hepsini müslümanîardan üstün görürler ve onlara
yardım ederler.
Amerika'da şeytana tapanlarla, Tibette fareye tapanları dahi
müslümanlara tercih ederler. Niçin?
Hak dinin İslam dini olduğunu bildiklerinden vede haset
ettiklerinden. Yani bu din bize gelmeliydi. Bizim
dışımızdakilere geldi diyerek düşmanlık yapıyorlar. 845[70]
845[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/272.
Bak bu surenin 54ncü ayeti ve Bakara 109
846[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/272-273.
(54) Yoksa Allah'ın fazlından insanlara verdiğine haset mi
ediyorlar? Biz ibrahim ailesine kitap ve hikmeti verdik, ve
onlara büyük bir mülk verdik.
Bu ehli kitap herşeyin en iyisine kendilerinin layık olduğuna
inandıklarından yeryüzündeki nimetlerin kendilerine ait
olduğunu iddia ettikleri gibi gökyüzü nimetinden olan
kitabın, peygamberliğin ve hikmetin de kendilerine ait
olduğunu iddia ediyorlar.
Kendilerinden başkasına peygamberlik gelince de hemen
hased ediyorlar.
Bugünkü yahudi ve hristiyanlar da 1400 sene önceki
atalarının yolunda devam edip hasetlerini sürdürüyorlar.
Filistinde kimsesiz bıraktıkları çocukların Allahu Ekber
demeleri karşısında küçüldüklerini, ezildiklerini hissediyor
ve hristiyan imparatoru Amerikadan müslüman çocukları öl-
dürmek için yardım istiyor.847[72]
(55) Onun için onlardan bir kısmı ona iman etti, bir kısımda
ondan yüz çevirtti. Tutuşmuş cehennem ona yeter.
Yahudi insandır. Hristiyan insandır. Allah'ın yarattığı yüreği
taşımaktadır. Aklını başına alanlar büyük ticaret yapıyor ve
yalnız yetmiş seksen senelik hayata aldanmayıp ölüm
sonrasına da yatırım yapıyorlar.
Hz. Musa'yı, Hz. İsa'yı gönderen Allah Hz. Muhammedi de
gönderdi. Tevrata, İncile, iman ettiğimiz gibi Kur'ana da
iman ettik diyorlar. Kur'an nazil olurken iman eden yahudi
ve hristiyan olduğu gibi günümüzde Amerika, İngiltere,
Almanya, Fransa gibi ülkelerde İslamın yayılışı kâfirleri
korkutmaktadır.848[73]
851[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/276.
Onun içindirki Allah (c.c.) doğruyu bulmak için Allah'a ve
Rasulüne ve bu ikisi doğrultusunda yöneten müslüman
devlet başkanına itaat etmemiz emredilmektedir. İhtilaf
olduğunda insanların akılları kadar ileriyi görebilen sınırlı
kanunlara sıkışıp kalmayıp doğrudan Allah'ın kanunlarına
müracaat edilirse sonucun daha güzel.olduğu haber
veriliyor. 852[77]
852[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/276-277.
853[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/277.
854[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/277-278.
(62) Nasıl? Elleriyle yaptıklarından dolayı başlarına bir
musibet geldiğinde, sonra "Biz ancak iyilik yapmak ve arayı
bulmak istemiştik" diye yemin ederler.
Ancak başlarına bir bela gelince de yaltaklanırlar, kâfirler
gibi açık ve mert düşman değiller. Cami ile kilise arasında
kalan iki yüzlüler, bir oraya bir buraya koşarak iki taraftan
da faydalanacağız derken, iki tarafı da kaybediyorlar. 855[80]
855[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/278.
856[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/278.
857[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/278-279.
verdiğin hüküme yüreklerinde sıkıntı duymadan teslim
olmadıkça iman etmiş olmazlar.
Allah'a ben de yemin ederimki bugün Allah'a kitaba iman
ettiğini söyleyerek müslümanları kandırıp makam ve mevki
elde edenler, o makama gelince, biz ancak batı kanunlarına
uyarız, Kur'an bindörtyüz sene önce inmiştir, zamanı
geçmiştir diyenler de kâfir olurlar.
Allah'a çok şükür biz bu tür insanlardan değiliz. Ancak
ayetin devamında aleyhimize hüküm çıktığında gönül
rahatlığıyla kabul etmemiz istenmektedir.
O şanlı ecdadımız bunu ifade etmek için "Şeriatın kestiği
parmak acımaz" demişler. 858[83]
858[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/279.
859[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/279-280.
860[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/280.
(68) Ve onları muhakkak dosdoğru yola çıkarırdık."
Allah'ın dini doğrultusunda can ve malını verenler,
karşılığında cennet satın aldıklarından ticarette kazançları
çok fazla olur. Ücretleri çok büyük olur ve Allah onlara
dosdoğru yolu verir.861[86]
861[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/280.
862[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/280.
863[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/280-281.
topyekün seferber olunuz.
Düşmanımız. İnsanların İslama giden yolunu
engelleyenlerdir. Allah'ın yarattığı canları Allah'a isyan
ettirerek cehennemdeki ateşe atanlardır.
Bir toplumu sapık eğitim yollarıyla topluca ateşe atan,
dinsizlerdir. Bunların zararsız hale getirilmeleri için ilmi
dirayete, medeni cesarete sahip insanlar yetiştirmek
görevimizdir.
Suyun yumuşaklığından çiçekler, çemenler, ağaçlar anlar.
Demiri yumuşatmak için, denizleri dökseniz yumuşamaz.
Demiri ateşle eritir, çekiçle döğerseniz istediğiniz şekli
verirsiniz. İşte bir kısım kâfirler de katı demirler gibidir.
Kur'an'ı ve insanları kâfirleştirerek cehenneme atmaya
kalkarsa, onu da engellemek için silaha sarılmir. 864[89]
870[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/284-285.
hep Ölümden kaçanların hikayesi vardır. Uzayda hava
geçirmez çelik zırhlar içinde her türlü ihtiyacı
karşılayabilecek uzay gemileri yapılsa bile ışığın, havanın
giremediği yere ölümün gireceğini haber veriyor Rabbimiz.
Harpden korkmayın. Ölüm yalnız harp meydanlarında
değildir.
Yatağında ölenlerin sayısı harp meydanında ölenlerden
daima fazladır. Hayır da şer de Allah'dandır. Bu bizim iman
esaslarım ızdandir.
Dini için cephede düşmanla savaşmakdan kaçan, ölümden
kurtulmuş değildir. Düşman, kaçanın evine kadar gelir,
kaçanın eline kazmayı verir, kabrini kazdırır, sonra öldürür.
Eceli gelenin çaresi kaçmak değildir.871[96]
(85) Kim güzel bir şefaatta bulunursa, aracı olan için de bir
hisse vardır. Kim de kötü bir şefaatta bulunursa, onun için
de bir hisse vardır. Allah herşeye Kadir ve Razik'dır.
İyiliğe öncülük yapan, hayıra yol gösteren kişi onu yapan
gibi sevabını alır. Seksendördüncü ayette kendisi harbeden
kişinin mü'minleri de teşvik etmesi istenmektedir.
Başkalarını teşvik edince de sevap alır.
Kötülüğe öncülük yapan kişi o kötülüğün her yapılışın da
onu yapmadığı halde günaha girer.
Günümüzde politika sahasında dinime düşman olanlara, oy
vererek destek verenler, o politikacının yaptığı icraatlardan
nasibini alır.878[103]
881[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/290-291.
üyesi olmaya davet eder. Noter de müslüman olduğunu ve
İslamı yaşadığını söyleyince, davet eden kişi, "kulübümüzde
din ayırımı yoktur. Dileyen dilediği yere tapınır" diye cevap
verir.
Dikkat edin. Kendi dinlerine güvenleri olmadığından,
şeytana tapanlar, fareye tapanlarla kendi dinlerini eşit
tutanlar, Müslümam da oraya davet ederek İslam dinini de
onların alçak seviyesizliklerine düşürerek eşit olmak
isterler. 882[107]
İyi bir koşucu önde giderken, çelme takıp ayağını kıran
tembel koşucuya madalya verilmez. Okuyarak cehaletten
kurtulup yükseleni, aşağıya doğru çeken şahıs alkışlanmaz.
İnsanları cehenneme atan sapık yöneticilerin karşısına
dikilip "bu insanların cennete giden yolunu kapatıyorsunuz"
dediklerinde, onları da kendileri gibi cehennem zebanisi
yaparak eşitlik sağlamaya çalışanları nerede bulursanız
öldürünüz. Onları yönetici dost edinmeyiniz. 883[108]
882[107]
Bak: Bakara 109
883[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/291-292.
884[109]
Bak: Hz. Peygamberin savaşları S.8 Prof M. Hamidullah. İstanbul 1962
bütün insanları öldürmüş gibi olacağını, Kur'an'dan 885[110]
okuyor ve iman ediyoruz.
Bu ayet kâfir olduğu halde müslümanlara karşı harp
açmayan, harp açanların yanında yer almayan, tarafsız
kalan, müslümanlarla andlaşma yapanlara dokunulmaması
gerektiğini bildirir. 886[111]
885[110]
Maide suresi 32nci ayetten
886[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/292-293.
887[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/293.
oruç tutması lazımdır. Allah, Alimdir, Hakimdir.
Mü'min bir insanın bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz,
vede öldüremez. Çünkü o mü'min onun din kardeşidir. Kişi
kardeşini öldürmediği gibi, din kardeşini de öldüremez.
Ancak hata ile olan müstesna. O elde olmayan bir şeydir.
Allah, hata ile yapılanları afveder. Ancak öldürme olayı kul
hakkına da girdiğinden ölenin varislerine kan bedeli
dediğimiz diyetini ödeyecek ve bir tane de mü'min köle
azad edecektir. Eğer mü'min bir köleyi bulamazsa ardarda
iki ay oruç tutar.
Eğer öldürüien mü'min, müslümanlara düşman bir toplumun
arasında yaşıyorsa, vatanı ayrı olduğundan diyet gerekmez,
ama mü'min bir, köle azad eder.
Eğer öldürülen andlaşma yaptığınız bir toplumdan ise, hem
diyeti verilir, hem de mü'min bir köle azad edilir.
Mücadele suresinin üçüncü ayetinde, zıhar yapan birinin bir
köle azad etmesi gerektiğini söyler. Burada ise kölenin
mü'min olması gerektiği özellikle vurgulanır.
İmamı Şafii mutlak, mukayyede hamledilir der ve zıhar
yapanın da mü'min köle azad etmesini bildirir. 888[113] İmam
Ebu Hanife ise, sebebler ayrı olunca, mukayyed, mutlakı
takyid etmez der ve hata ile mü'mini öldüren, mü'min bir
köle azad eder. Zıhar yapan ise köle azad eder. Yani köle
isterse kâfir veya mü'min olsun farketmez. Çünkü ayette
yalnız "bir köle" ifadesi kullanılmıştır. 889[114]
896[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/297-298.
(c.c.) da onu susuz bırakmıyor ve zemzemi fışkırtıyor.
Hz. Musa firavunun sarayındaki zuîme dayalı bolluğu
bırakıyor ama, Allah çölde onları bıldırcın eti ve kudret
helvasıyla ve bir taşdan fışkırttığı su ile besliyor,
Mekke'den hicret eden mü'minlere hiç tanımadıkları Habeş
Kralı, önce ülkesinin kapılarını açıyor, sonra gönül kapısını
açarak müslüman oluyor.897[122]
899[124]
Bak: Merakıl-felah ve Reddül muhtar, ibni Abidin 1/570
900[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/299-300.
901[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/300-301.
çekiyorlar. Onların Allah'dan ümid etmediğini siz ümid
ediyorsunuz. Allah herşeyi bilendir. Hakimdir.
Düşmanı takipde gevşeklik göstermeyin. Her an denetiminiz
altında olsun. Gözlerinizi üzerlerinden ayırmayın. Harp
esnasında acı duymanız, takip esnasında yorulmanız sizi
gevşekliğe sevketmesin. Acı karşılıklıdır. Yorgunluk da
öyle. İki güreşçinin güçleri, kuvvetleri, teknikleri denk olsa
uzun müddet güreşseler ikisi de yorulur ve gevşeklik
gösteren kaybeder. 902[127]
906[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/303.
907[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/303.
vermediler. 908[133]
908[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/303-304.
909[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/304.
910[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/304.
Allah Rasulünü yanıltıyordu.
Ama Allah'ın lutfu keremi ile ayetler indi. Yahudinin
suçsuzluğu ortaya çıktı.
Yahudi kâfirdir. Cezasını Allah ahirette verir. Ancak adalet
ise işlenmeyen suçdan hiçbir insanı cezalandırmaz. Allah o
kâfiri temize çıkarıyor. Günümüz müslümanları buna çok
dikkat etmelidirler.
Kadı Şureyh'in huzurunda Hz. Ali ile bir yahudinin davası
görülür. Tararların sözlerine göre yahudi haklı çıkar. Kadı
Şureyh, Hz. Ali'nin aleyhine hükmünü verince, yahudi
hayretler içinde kalır ve Kadı Şureyh'e "Hakim bey, ben
yalan söyledim. Gerçek Alinin dediği gibidir. Sen Ali'nin
hakimisin. Nasıl olsa Ali'yi haklı çıkarırsın diye düşündüm
ama, yanılmışım. Böyle bir adalete iman edilir" der ve
müslüman olur.
Atalarımız "yiğidi öldür ama hakkını yeme" derler.
Yahudiyi Kudüs'ten çıkar ama yahudiye borcun varsa
ödememezlik yapma. 911[136]
913[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/305-306.
güya bir eksiklik bulduğunu zannediyor. Olmaz böyle şey,
diyor. Peki neye göre olmaz?.. Bu tekniği veya metodu
bulan kişinin kurallarına uymadığı için olmaz.
Ama, mesela bu kitap yazma teknikleri ve metodları
konusunda da insanlar ittifak etmiş değiller. Düzeltme
doğruymuş. Bir başka ekole göre böyle olmalıdır, ihtilafı
günümüzde de devam edip gidiyor.
Allah, İnsanların koydukları kurallara tâbi değil, insanlar
Allah'ın koyduğu kurallara tâbi olmak için yaratılmışlardır.
Onun için Allah (c.c) Kur'an-ı Kerim'inde bazı âyetleri
tekrarlamıştır. Önemine binaen tekrarlamıştır. Meselâ, Nisa
Sûresi'ni 48. âyet-i kerimesinde Allah, "Mutlaka Allah, O'na
şirk koşulmasını affetmez.", "Kendisine şirk koşulmasını
affetmez.", "Bunun dışındaküeri ise dilediğini
affeder."buyurur. Yani şirk haricinde, dileğince bütün
günahları affedeceğini bu âyet-i kerimeyle Allah (c.c)
bildirmiş.
48. âyet-i kerimede bildirmiş. Ama bu âyet-i kerimede de
yine aynı âyeti burada da tekrarlamıştır. Dikkat edersek
âyet-i kerimelerin geldiği yerleri âyet-i kerimesinde ehl-i
kitaba iman telkin ediliyor. Kendilerinden önce Yahudilerin
düştükleri kötü sonuçlara düşmemeleri Allah (c.c) tara-
fından uyarılıyor. Arkasından da "Allah şirk hariç bütün
günahları affeder" diyor. Yani insanlar yaptıkları
kötülüklerden dolayı, Allah benim günahlarımı affetmez.
Affetmeyeceği boyutlara ulaşmıştır. Benim günahlarım öyle
afla, merhametle silinmez, gibi bir ümitsizliğin içerisine gir-
memesi için.
Burada da; "Kim Allah Rasulü'nün ve müminlerin dışında
başka bir yola uyarsa onu cehenneme gönderir" diyor ve
arkasından da «Allah dilerse, dilediğinden bütün günahları
affeder» diyor Allah (c.c).
Peki şirki niye affetmiyor. Şirk; Daha Önceki derslerimizde
de tekrarladık bu konuyu. Şirk kelimesi, şirket kelimesi,
müşterek kelimeleri aynı kökten türemiş. Şirket veya daha
fazla kişinin bir müessesede ortak olmasıdır. Şirk de; Allah
(c.c)'ın yarattığı bu kâinat üzerinde Allah'dan başkasının söz
sahibi olduğunu kabul etmek şirktir. Şirkin tarifi bu. Bu
kâinatta, bu âlemde, Allah'ın yarattığı bu yer ve gökte
Allah'dan başkasının söz sahibi olduğunu kabul etmek, ne
demektir? bunun yönetiminde 2 kişi var demektir. Birini
Allah yönetiyor, birini de bir başka ilâh yönetiyor demektir
ki; buna şirk diyoruz. Bunu Allah (c.c) kafiyyetle affetme-
yeceğini ifade ediyor.
Hem de kuvvetle, te'kidle söylüyor. (İnallahe) (İnne)
kelimesi genelde tekid için kullanılıyor, Kat'iyettle
affedilmez, diyor Allah (c.c). K'im Allah'a şirk koşarsa; yani
bu kâinattaki yönetiminde, Allah'ın dışında birinin de söz
sahibi olduğunu kabul ederse. «Çok kötü bir sapıklığın
içerisine düşmüştür.» diyor. «Çok uzak bir sapıklığın
içerisine düşmüş olur» diyor Allah (c.c).
Yani sapıklık deyince genelde bizde, «İşte sapığın biri
çocuğa tecavüz etti. Sapığın biri bir adam öldürdü. Sapığın
biri filan yerden bir malı çaldı, gasbetti» gibi. Sapık deyince
milletin aklına basının diliyle; çocuğa tecavüz eden, adamı
haksız yere öldüren veya adamın elinden zorla alıp kaçan
gibi, daha ziyade zorla tecavüz edene sapık diyorlar, basın
dilinde.
Doğru o bir sapıktır. Ama asıl sapıklık Allah'a giden yolu
bırakıp, başka yola gitmektir. Hâkimiyetin ve otoritenin
yalnız ve yalnız Allah'a ait olduğunu kabul etmeyip, Allah
yanında bir başkasına da hükmün ait olduğunu kabul
etmektir. Halbuki âyet-i kerime «Hüküm kayıtsız şartsız
Allah'a aittir. Yalnız ona ibadet yapmamızı emretmiştir
Allah (c.c) » diyor.914[139]
914[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/306-308.
(117) Müşrikler ancak Allah'dan başka, dişi tanrıçalara
taparlar ve ancak inatçı şeytana taparlar.
Yani dişi ilâh, Türkçe (tanrıça) diye ifade edilmiş.
"Tanrıçalara da ibadet ederler" diyor. Bir kısım ehli kitap;
"Allah melekleri kendisine kız edindi. Melekler Allah'ın
kızlarıdır" gibi iftirada bulunmuşlar, Kur'an-ı Kerim bunu
haber veriyor.
Buranın tefsirinde diyorlar ki, Mekke'deki müşriklerin
putları olan (Lât, Menat ve Uzza) daha ziyade dişi tanrıçalar
idiler. Ve onlar önünde
hükümlerini icra ediyorlar. Onlar önünde bayramlarını
merasimlerini yapıyorlar ve onların önündeki fal okîarıyla
hangi adam haklı, hangi adam haksız olduğu konusunda
kararlar veriyorlardı. Allah (c.c) da «Onlar dişi ilahlara dua
ederler, onlara yardım talebinde bulunurlar ve onun doğru
hüküm vermesini isterler.»
«Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış, hiç ibadeti olmayan
şeytana onlar dua ederler, ona çağırırlar» diyor Allah (c.c).
(Mürid) kelimesini de Türkçe'de çok kullanırız diyor,
Elmalılı merhum (Men mered) kelimesiyle. Arapça'dan
geçmiş olan, şeytanın sıfatı olan (mürid)i Türkçe'de de
(mered) olarak kullanmışız diyor.
Arapça'da (merad) hani (ot bitmeyen arazi) mânâsına
geliyor. Kendisinde tüy bitmemiş kadın, mânâsına
kullanmış Arap. Burada (şeytan-ün merid) ise, kendisinde
ibadetten-itaatten hiçbir şey bulunmamış. Yalnız isyan var,
iftira var, fasıklık var, her türlü pislik var. Ama ibadetten,
tâattan, iyilikte, güzellikten hiçbir şey üzerinde
bulunmayana (merid) diyorlar. (Merad adam) da Türkçe'de
belki o anlamdan geçmiştir, bilemiyorum.
"Onlar tanrıçalarına dua ederler ve şeytana dua ederler,
şeytan'dan yardım talebinde bulunurlar" diyor.
Yasin Sûresi'nin 5. sayfasında da Allah (c.c) «Ey beni
Âdem, ben sizden söz almadım mı, Şeytana tapmayınız
diye. O sizin için apaçık bir düşmandır. Ve ancak bana
ibadet ediniz diye söz almadım mı» diyor Allah (c.c)
Peki günümüzde şu soru gelir. Hocam, şeytana ibadet
yapmayız kî biz. Veya kâfirler bile şeytana ibadet yapmazlar
ki. Veya kâfirlerin bir kısmı şeytana inanmaz ki, denilebilir.
Hani bir kısım ateistler derler ki, "Ben Allah'ada inanmam,
şeytana da inanmam" der. Zaten onu sana veren şeytan.
- Oğlum şeytan diye birşey yok, diyen şeytan. Allah diye
birşey yok, diyen de şeytan. Yani sen şeytanın etkisi altında
kalmışsın zaten. Böylelikle bu sözüyle şeytanın yolundan
gittiğini göstermiş oluyor kişi.915[140]
915[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/308-309.
meşguldü.
- Ooo kuzum, ayağın cennete varsın inşaallah. Ooo!
Kâbelerde gezersin inşaallah. Öyle güzel laflar bilirdi. Ama
yaşı da 90'm üzerindeydi.
Bazı cadaloz veya dini-diyaneti bilmeyen kadınların ilaçları
değildir. Buradaki lanet, yapılan kötülüklerden dolayı
Rabbimin rahmetinden uzak kalmasıdır, şeytanın veya
şeytanın doğrultusundaki insanların.
"Şeytan Allah'ın rahmetinden uzak kalınca, lanetine
müstehak olunca dedi ki Rabbime; 916[141]
916[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/309-310.
toplumun tamamı helak olurdu.
Öyle ya, bugün 5 vakit namazımızı birçoğumuzun kıldığına
inanırım ama, kılmayanımız veya bazen kaçıranımız
olmuştur. Şeytan bir secdeden dolayı uzak tutulmuş.
Müminler de öyle olabilirdi. Asıl uzaklaştırılmasına sebep o
değildir, diyorlar.
Ya? (Hani hem kel hem fodul) diye bir tâbir vardır ya.
Secdeyi yapmadı ama, secde yapmamayı da savunmaya
kalktı bu sefer, işte rahmetten uzak kalması burdandır
diyorlar.
Hani insan suç işlese de, suç işlediği kişiye karşı da "Kabul
suç işledim" dese affedilir. Ama, "Bunu yaptım, yaparım da,
yine de devam ederim bu işe. Çünkü ben bu işte gayet
haklıyım. Ben bu adamı öldürme hakkına sahibim." diyecek
olursa; bu söz öldürmekten veya çalmaktan daha büyük bir
suçtur. Çünkü budaha sonra gelecek bütün cinayetlere kapı
açmaktır.
"Onun için; şeytan da bundan dolayı uzak tutulmuştur"
diyoı âlimlerimiz.
O da diyor ki, "Madem ki ben bu insanlar yüzünden Allah'ın
rahmetinden uzak tutuldum, ben de onlara tuzaklarımı
kuracağım. Onlardan belli bir kısmını kendi tarafıma
geçireceğim. Geçiremediklerimin amelinden alacağım,
çalacağım. Malından çalacağım. Aklını-fikrini çalacağım.
Yani onlardan birşey almaya kıyamete kadar devam
edeceğim."Allah (c.c) bize şeytanı tarif ediyor;
"Şeytanın tuzağı gayet zayıftır" diyor.
Ben bu âyet-i kerimeyi okurken, sanki ilk defa
okuyormuşum gibi irkildim. Amanyarabbi! Bu nasıl olur.
İnsanları azdıran insanları yoldan saptıran genelde şeytanın
vesvesesi. Peki burda.da "şeytanın hilesi gayet zayıftır"
diyorsun. Ama izahında demişler ki, başarısı şeytanın
güçlülüğünden değil, yaptığı hileler ve tuzakların
devamlilığındanmış. Devamlı Yılmak bilmiyor. Size
namazınızı kılmamanız için,,size iyilik yapmamanız için,
size dininizin ihyası için, bir cihad faaliyetine girmemeniz
için, 40 yerden 40 tane mantık oyunu getiriverir. Vervese
veriverir.
Siz herbirini aştığınızda o biraz pusar ama, yine yolunda
devam eder. Ömür boyu devam eder. Yolda, namazda,
evinizde, yatağınızda devamlı size vesvese veriverir.
Yarın ticarette şöyle yapıverirsen köşeyi dönersin. Böyle
yapıverirsen şu parayı elde edersin, gibi gayri meşru yollar
teklif ediverir. Siz dersiniz ki;
(Euzübillahimineşşeytanirracim). "Senin yoluna
uymayacağım" dersiniz. Biraz durur, ama arkasından, "Ya!
öyle ama, işte şu şu işleri de yapıverirsen sen de eller gibi
olursun" deyiverir. Yani devamlı bize hile ve tuzaklarını
kurmaya yönelik olduğundan başarısı oradan geliyor.
Peygamber Efendimiz (a.s.v) de ümmetine demiş ki;
"Amellerin en değerlisi az olup, devamlı olanıdır" diyor.
Hani sizde diyorsunuz ya! "Oğlum sebat lâzım, sebat"
diyorsunuz. Hani işte sebat lâzım, ibadette sebat lâzım,
dostlukta sebat lâzım, herşeyden sebat gerekiyor.
Devam ediyor şeytan, "Onlardan bir kısmını alacağım.
Onları sapıtacağım. Onlara bu dünyada erişilmez idealler
vereceğim. Onlara emredeceğim ve hayvanların kulaklarını
dildireceğim, kestireceğim ve onlara yine emredeceğim de,
mutlaka onlar Allah'ın yarattığım değiştirecekler" diyor
(şeytan). Allah (c.c) şeytanın tuzaklarını haber veriyor
aslında bize. Beş tane teker teker açıklamaya çalışalım.
"Sapıtacağım" Nasıl sapıtır? İnsan hayatta herşeyde iki
alternatifle karşı karşıya kalır. Evinize rızk getireceksiniz,
Ailenizi besleyeceksiniz.
Bu insanın midesine giren herhangi bir yiyecek madde,
helâl olsa da - haram olsa da vücudunuzu ayakta tutar,
insanın kamım doyurur veya. Siz, ekmeğinizi Allah'ın emri
üzerine, helâlinden kazanmak zorundasınız. Ama haram da
getirirseniz ekmek gelmem demez, çocuklar yemem demez.
Yenen de haram olduğundan dolayı bedene beslemem
demez. O zatında değil, ona insanın kazandırdığı sıfattadır,
kötülük. Meselâ elma ağacından bir tanesini satın aldınız,
kopardınız helâldir. Elma sahibi sırtını donuverdi vede siz
satın almadan kopardınız o haramdır. Aynı elle aynı dalda
iki elma alıyorsunuz. Birini paranızla alıyorsunuz o helâldir.
Birini de adam görmeden alıyorsunuz o da haramdır. İkisi
de besleyicidir bunların.
Şeytan, daima çalmayı, almayı, gaspetmeyi emreder.
Erkeğin kadına olan ihtiyacı, kadının da erkeğe olan ihtiyacı
vardır. Bunu meşru yoldan karşılamak da, gayrı meşru
yoldan karşılamak da vardır. Fakat şeytan hep gayri meşru
yolu cazibeli hale getirmiştir. Orada sapitacaktır.
İtikat; Allah'a, kitaplara, meleklere, ... iman en doğru
yoldur. Ama orada da o çeşitli şüpheler verme suretiyle,
itikatta da insanları saptırma tarafına gitmektedir. Çok
mantıklı cümleler buluveriyor onlara. Hani Allah'a,
kitaplara, ahirete, ... imanda, imansızların da mantığının
bayağı güçlü olduğunu, başka mantıkla da çabuk yıkılacak
kadar da zayıf olduğunu çeşitli misallerle anlatmaya
çalışmıştık.
Şeytan onlara diyor ki; (Cenabı Allah'a diyor ki) "Ben
onlara erişilmesi mümkün olmayan idealler vereceğim."
Meselâ, (ileride de gelecek) Yahudiler diyor ki, "Allah bizi
ahirette birkaç gün yakacaktır. Hatta tefsirlerde 7 günden
fazla bizi yakmayacak-tır" diyorlar onlar. Onların ideali o,
Allah bizi 7 günden fazla yakmayacaktır. Veya biz şöyle
soylu-böyle soylu milletiz. Dünyanın galibi biziz, biz
olacağız diyorlar. Bunu da şeytan onlara dedirtiyor.
Bu âyet-i kerimenin tefsirinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v)
(ki biraz sonra bu konuyu biraz daha açıcı bir âyet-i kerime
gelecek);
Ne sizin idealleriniz, hayalleriniz, kuruntularınız, ne de ehli
kitabın idealleri, hayalleri, kuruntuları gerçektir. Yani biz
yüceyiz, yükseğiz demekle olmaz. Ya ne ile olur? İşle olur,
yani o işin yapılmasıyla olur. Allah bizi seviyor demekle
olmaz. Allah'ın seveceği işi yapmakla olur, anlamına
geliyor.
Ama bunlar okumadan âlim, gezmeden seyyah, evlenmeden
çocuk sahibi olmak, tohum atmadan, buğday beklemek gibi
kuruntuların içine sokuverir. İnsanlar bazen; bu konuda
romanlar, hikâyeler yazmıştır. Efsanesi bile geliştirilmiştir.
Bir görünmez adam oluverseydim diye film bile
çevirilmiştir.
Müslüman olanı da olmayanı da aynı hayali kuruyor.
Müslüman olan; hocam işte bir görünmez adam olsaydım.
Bu imansızlığı körükleyen adamların yanına giriverseydim,
onlar toplantıda iken şöyle iki tıktık vuruverseydim filan.
Olmayacak şeylerin peşinde koşulmaz. Onun olacak yolu
Peygamber Efendimiz (a.s.v)'in yoludur. Gideceksin ve
adamın karşısına görünen şeklinle çıkacaksın, edebi
dairesinde durumu arzedeceksin. Karşılığında çeşitli belâ ve
musibetler gelebilir, rahmet de gelebilir. Bazen hani Musa
(a.s) gibi denizi geçme mecburiyetinde kalırsın. Bazen
İbrahim (a.s) gibi ateşe düşme mecburiyetinde kalırsın.
Bazen Yusuf (a.s) gibi hapishaneden devlet makamına
geçmek mecburiyetinde kalabilirsin.
Ama peygamberlerin metoduna uygun olarak yapılır.
Görünmez adam olmayla filan bu işler yapılmaz. Böyle bir
temenniyi ancak şeytan verir. Bunu verdirir, verdirir sonra
da görünmez adam olamayınca bu iş biter.
Bizim oralarda anlatırlardı. Bu işin yalanı ve pala vrası
şöyle; Efendim bahar mevsiminde ilk gördüğün yılanı
öldüreceksin. Öldürdün. Başını keseceksin, toprağa
gömeceksin, ağzına da bir tane kuru fasulye koyacaksın.
Fasulye bitecek, sulayacaksın ve o fasulye kuruyacak. Onun
fasulyelerini teker teker ağzına alacaksın. Aynaya da
bakacaksın. O fasulyelerden bir tanesi var içinde. Ağzına
koydun mu görünmez adam oluyorsun. Kaç tane fasulye var
100 tane. 100 tanesini teker teker ağzına koyacaksın,
deneyeceksin. Ondan sonra böyle geçip gideceksin.
Bu tarih boyunca; sadece bizim toplumumuzda değil.
Eskiden Yahudi, ve hıristiyan toplumunda da, olan
uydurma, kendi gücüne güvenmeyip, başka güçler
aramaktan kaynaklanan ümniyyelerdir.
"Ve ben onları (insanlara) mutlaka emredeceğim.
Hayvanların kulaklarını da yaracaklar" diyor.
Bunun efsanesi de şöyle. Cahiliye döneminde Mekkeli
müşriklerin yavrulayan develeri, (yavrusunu 5 veya 6 kesin
bilemeyeceğim) 5 veya 10 tane yavru yaparsa, mukaddes bir
deve kabul ediyorlar. Ondan sonra o deveye yük
yüklemiyorlar, kesmiyorlar, etini yemiyorlar, vadiye sürüve-
riyorlar. O dilediği yerde yer, içer, gezer böyle bir deva
olurmuş. Belki Hindistan'ın ineği de zamanında öyle bir
inekmiştir. Sonradan tapınılan inek oluvermiş.
Allah (c.c) böylesine 3-5 yavru yapmakla, 10 boduk
yapmakla hiçbir şeyin mukaddeslik kazanmayacağım,
herşeyin yaratılış gayesi doğrultusunda kullanılması
gerektiğini bildirirken, şeytan diyor ki, "Bu size 10 tane
yavru vermiş, bunda bir ilâhilik vasfı var. Öyleyse buna yük
yükleme-yin, binmeyin, sütünü sağmayın, bundan sonra
kendi halinde yaşasın" diyor. Bunda şeytanın ne çıkarı var?
Tapınma meylini Allah (c.c)'dan yaratıklara doğru
yönlendiriyor. Allah (c.c)'dan başka; yaratma, yönetme,
yaşatma ve insanlara kutsiyet verme hakkına sahip olan, hiç
bir kuruluş, şahıs, dernek, vakıf ve parti yoktur.
"Ve yine o insanlara emredeceğim ben" İşte burasıda,
günümüzde en çok gündemde olan, çevrecilerin de el attığı
bir konu vardır. Efendim yeşili koruyalım, tabiattaki
dengeyi muhafaza edelim. Gibi çalışmalar vardır. Tabiattaki
dengeyi bozma konusunda ilk faaliyet şeytandan geliyor.
İnsanların aklına da bunu ilk defa sokan şeytandır. Yani
denizin kirlenmesi, havanın tozlanması, bulanması, efendim
yukarıdaki ozon tabakasının delinmesi, tabiattaki birçok
zararlı varlıkların ve zararsızların ölmesi zararlıların
çoğalması şeytanın insanlara verdiği vesveseden
kaynaklanıyor.
Hocam nasıl olur bu...? Düşünün bu, bir yere, bir köyün
kenarına kurşun fabrikası kurulmuş. Köylünün hepsi
zehirlenmişler, çocuklar sakat doğmaya başlamış. Halbuki
bu fabrika köyün, yakınına değil de, köye daha uzak bir
dağın yamacına kurulabilirdi.
Ama şeytan diyor ki, oğlum oraya kurarsan şu kadar masraf
edersin, masraf artar, elektrik çekeceksin, yol yapacaksın
oraya kadar. Bu kadar
masrafa katlanma. Ver köyün muhtarına veya başkasına şu
kadar rüşvet, işini hallet diyor. Bu şeytanın vesvesesidir.
Halbuki bu tesis kurulurken beraber arıtma tesisleri de
kurulabilir. Batılı diyor ki; bu tesisler daha yeni gelişti.
Tabii batılı başlattı bu şeyleri, Anadolu'daki bir köyün
yakınına bu fabrikayı kurma fikrini de veren yine batılıdır.
Bu işin maliyetini düşürmenin yolu, elektriğe ve suya en
yakın yere kurmaktır. Arıtma tesisi kurmak için ek bir tesise
gerek yok. Bu işi hallet. Nasıl hallet? Elini biraz çalıştırıver
yetkililere diyor. Yetkililer de kendi parası hesabına,
insanlarına canına değer vermiyorlar. Neticede sakat ço-
cuklar, olmaya başlayınca, sızlanma dönemi başlıyor ama
yine tedbir alınmıyor.
Şeytan, ben onlara emredeceğim. Tabiatta Allah'ın yarattığı
şeyleri değiştirme konusunda diyor. Âlimlerimiz bunu böyle
izah etmişler. "Allah'ın yarattığını değiştirmek". Yani tabiat
kanunlarını değiştirmekle, gayesi doğrultusunda değil, onu
tam aksi istikamette kullanmak suretiyle yapılacağını
emredeceğim diyor.
İşte onu içine alıyor zaten. Yani bunun tefsirinde şöyle
açıklama yapmışlar. O gün için cinsiyet değişikliği yok.
Bunun tarihi yeni değil. İbnelik (homo seksüellik) ta Lût
(a.s)'ın kavminin başlattığı bir şeydir. Kur'an-ı Kerim bunu
haber veriyor. İlk defa Lût (a.s)'ın kavminde bu pislik zuhur
etmiş diyor. Kavmi deyince, ona iman etmeyen kavimler.
Bakara Sûresi'nde geçti, onun tefsirini yaptık. O inanmayan
toplum diyor ki, Yahu bu adamı çıkaralım, sürelim buradan.
Bu temiz bir adam, diyorlar. Yalnız o dönemin imansız,
aynı zamanda ibneleri (homo seksüelleri), çağımızın
ibnelerinden biraz daha insaflılar. Diyorlar ki, bu adam
temiz bir adam.
Lût (a.s); "Yahu yapmayın. Bakınız o kadar kızlarımız var.
Allah (cc) kızı erkek için, erkeği kız için yaratmış" deyince.
Lût (a.s)'ı anlıyorlar bunlar.
"Yahu bu dürüst bir adam. Toplumun içinde bu olmaması
gerekir, bunu sürgün edelim" diyorlar. Yani dürüstlüğünü
kabul ediyorlar. Sürecekler ama dürüstlüğünü kabul
ediyorlar. Temiz insanlar bunlar diyorlar.
Onların lideri bir ara o çok satan gazetelerden birinide bir
sayfa de-
meç verdi. Bunu yapmamak çok gericilik-yobazlıktır dedi.
Yaa! Hele hele yüksek tahsilini yapmış da, bunu
yapmamışsa bu çok ayıp birşey diyor. Yani bunlar, onlardan
da daha bir pisi gayri.
Allah (cc) "Onlar Allah'ın yarattığını değiştirecekler"
derken, bir böyle tefsir ediyorlar, bunu misal veriyorlar. Bir
de insanı kadın yapmayı yasaklar diyor.
Şeytan bunu emreder diyor. Meselâ Osmanlı'da savunulması
mümkün olmayan şeylerden bir tanesi. Osmanlı deyince
tamamında değil tabii. Yani bir Osman Bey, Orhan Bey, bir
Fatih döneminde yok bu. Daha sonraki dönemlerde "hadım
ağalığı" türetilmiş. Yani sarayın içiyle uğraşacak
hadımağalan (onların rızasıyla tabii). Adam demiş ki
sarayda yağlı ballı yaşayayım da bu erkeklik uzvum da
gitsin, demiş, hadımlığa razı olmuş. Ama dinine uygun bir iş
değildir. Dinim bunu yasaklamıştır. İnsanın hadım
yapılması, yani hayasının alınıp erkekliğinin yok edilmesi
dinen yasaklanmıştır, haramdır.
Tefsir kitaplarında; bunu yapan, yani erkeklerin ibnelik
yapmasını, bu âyetin tefsirinde. Bir de erkeklerin hadım
edilmesinin yasak olduğunu yazar. Şeytan bunları emreder
diyor. Çağımızda yazılan tefsirlerden birinde de (doğum
kontrolü) yapmayı da yazar. Burada birşey geliyor yalnız.
Eğer müslüman bir doktor, âdil, sahasında uzman bir doktor
derse ki; "Eğer hamile kalırsa ölüm tehlikesi ile
karşılaşırsın" derse, onun engelleme hakkı vardır. Nitekim
benim köyümden bir kadın Hollanda'da vefatı bundan
olmuştu. 5-6 tane doğum yaptı. Doktor "doğum yapma, sen"
demiş. Onlar ya dinlemediler, ya engelleyemediler
bilmiyorum. Hamile kal-wmış,ve bir gün vefat etmiş.
Bizim fakihlerimizde; eğer böyle bir gerekçe doktor
tarafından kendilerine bildirilmişse doğum kontrolü yaparlar
diyor.
Daha önce söyledim galiba. Bizim orada Hoca efendiye
Allah (c.c)'a ve Peygamber (s.a.v)'e inanmayan biri gelmiş
demiş ki; "Yahu hoca doğum kontrolüne ne diyorsun?",
"Kontrolü yapayım mı yapmayayım mı?" demiş. "Yap"
demiş hoca. "Ulan hoca aydın bir hoca olduğun belli olu-
yor" demiş. "Başkalarına soruyorum olmaz, diyorlar" demiş.
"Oğlum kim dedi sana bunu?", "Filan, filan dedi", "Yanlış
konuşuyorlar oğlum yap, sizin gibi imansızın nesli
ürememesi lâzım. Yılandan yılan yavrusu doğar" demiş.
"Sizin yumurtalarınızın kırılması lâzım. Ama bizim
olanların yere düşmemesi lâzım. Bize haramdır, ama siz
devam edin, nesliniz tükensin" demiş.
Öyledir yani, meselâ Almanya, Fransa nüfusu devamlı
azalıyor. Adamların endişeleri, yapmış oldukları hesap,
bilgisayarları ile yapmışlar. Tahmini hesapları 2020 yılında
Türkler otomatikman Reisicumhuru seçeceklermiş. Yani
Türkler'den seçecekler. Nüfus o kadar artıyor. Onlar doğum
yapmıyor "güzelliğim bozulmasın" diye.
Tarih boyunca da birçok devlet doğum kontrolü neticesinde
yok olmuştur. Bu konuda batıda yapılmış kitaplar vardır.
İsimler vardır. Filan devlet doğum kontrolü yaptı ve bunu
yapmayan filan devlet bunları teslim aldı diye isimleri ve
tarihleri dahi vardır.
"Allah'ın yarattığını mutlaka değiştireceklerdir" diyor. Bu
insan, hayvan, tabiat üzerinde, deniz, hava ve heryerde
tabiattaki Allah (c.c)'ın fıtratta yarattığını olumsuz yönde
değiştirmeyi emreden şeytandır.
Aslında günümüzde çevrecilik filan yeni birşey zannedilir.
Çevrecilik 1400 seneden beri müslümanlarda vardır. Nasıl
vardır? Müslümanlar bunun eğitiminden geçerler.
Çevrecilik eğitiminden geçerler. Her hacca giden adam o
toplum içinde güçlü olarak kabul edilir değil mi. Hem be-
deni gücü yerinde, ekonomik gücü yerinde ve itikadı ve
ameli yerinde, kültür seviyesi de yerinde olan insanlar hacca
giderler. İhramlı oldukları müddetçe bir canlının canını
alamazlar. Bir canlıyı öldüremezler yasaktır. Nedir bu?
Canlının canına değer vermeyi daha önce öğreten dinim, ih-
ramlı olduğu müddetçe tatbikatını da yaptırıyor.
Hani askerde masalarda eğitimi verirler. Sonra dışarıda
birde tatbikatını yaptırırlar ya, öyle bir tatbikat. O ihramlı
olduğu müddetçe birtek yaprağı koparmama eğitiminden de
geçer. Eğer bir yaprak koparırsa sadaka verecektir. Bir canlı
öldürürse onun büyüklüğüne küçüklüğüne göre sadaka
verecek veya kurban kesecektir. Mutlaka keffaretini
ödeyecektir. Yani ihramlı olduğu sürece canlı öldürmeme ve
koparmama eğitiminden geçen müslümanlar, 1400 sene
evvelinden bu hareketi başlatmışlar.
Şimdi bir kısmı iyi niyetlidir ama bir kısım insanlar da kötü
niyetlerle ele almışlar. Geçende bir ağaç kesilmiş, orada
oturma eylemi yapmışlar. Binlerce arabanın geçişini
engellemişler o gün akşama kadar. Fakat aynı
adamlar yılbaşında kesilen devrilen çamlara ses
çıkarmayacaklar. Böyle adamlar kendileri çam devirecekler.
Yani bunların yeşile saygılarının sahte olduğunu ocak
ayında göreceğiz. Yine yeşile saygıyı biz gösteriyoruz.
Rabbimin yarattığı, Rabbimi zikrediyor diyoruz.
Ayette geçtiği gibi, "Yerde ve gökte ne varsa Allah'ı teşbih
eder" inancımız var bizim. Yerdeki çayırın Allah'ı teşbih
ettiğine inanıyoruz. Sarkan bir dalın Allah'ı zikrettiğine
inanıyoruz. Zikreden bu dervişlerin arasında yürüyoruz biz.
Dağlar ve taşların Allah'ı zikrettiğine inanıyoruz.
Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni, diyen Yûnus
bunu anlayan insandır. Âyetin doğrultusunda söylüyor yani.
"Kim Allah'dan başka, şeytanı dost edinecek olursa, o
apaçık bir zarardadır" diyor Allah (c.c). Yani dost olarak
Allah yeter. Hani şair; "Allah yeter, geri kalanı ise hevestir"
demiş.
Peki Allah'ı sevince diğerlerini sevmez miyiz? Yaratılanı
severiz, Yaratan'dan ötürü. Allah'ı seven, Allah'ın kullarını
da sever. Allah'ın yarattıklarını sever. Allah'ı sevenleri
sever. 917[142]
917[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/310-319.
Şeytan, "şöyle olacaksın, böyle güzel kazanacaksın köşeyi
döneceksin. Böyle güzel kadına sahip olacaksın, araba
sahibi olacaksın, şu işi yapıver canım. Ondan sonra tevbe
edersin. Daha yaşın genç. 50'sinde tevbe edersin. Canım
yaşın daha genç. Baban rahmetli 90 sene yaşadıydı. 80'ine
gelince yaparsın." Şimdi bunu söyleyen çok adam var değil
mi?
Bazı ibadetleri söylediğinizde, işte hocam 40'ına, 50'sine
veya 6Ö'ına bir varalım da; hani namaz, hac, tevbe gibi
ibadetler için belirli bir yaşa gelelim de... diyorlar.
Ama birçok hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v)
gencin ibadetiyle, yaşlının ibadetinin denk olmadığını ifade
ediyor.918[143]
920[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/320-321.
Hocam şehrin planında da dini kurallar olur mu? Olur,
Köyünüzde babanızın evini gözünüzün önüne getirecek
olursanız. Bütün camlar kıbleye yöneliktir. Eski evlerin
camları kıbleye yöneliktir. Şu 25-30 senelik evleri
demiyorum. Eski evlere kapıdan girip cama doğru döndünüz
mü evinizde kıble orasıdır.
Ama İstanbul şehrine geldiniz. Bir kısmınızın kıblesi kapıya
doğru. Eve girecek olan varsa önünden geçeceğim diye
giremez. Bir kısmının kıblesi köşeye doğru. Bu arsa
tasarrufundan dolayı filanı değil. Oranın planını çizen
mühendisin iş bilmezliğinden kaynaklanıyor. Kıble şu taraf-
tır diye yolları ona göre çiziverdi mi bütün evlerin kıblesi,
kıbleye geliverir. Ama biraz ters çizdi mi yollarını bütün
evler ters gelir. Ecdadımız, bütün yolları camiye çıkarmış.
Fatih'te en az 30 tane yol vardır. Fatih Camii'ne çıkar. Bu bir
ameli salihtir. Ama günümüzde bütün yollar, büstün oraya
çıkar. Veya bankanın oraya çıkar. Namazınızı dikkatle
kılmak ameli salihtir. Planınızı güzel çizmek ameli salihtir.
Evin düzenini güzel yapmak ameli salihtir. Konuşmayı
düzeltmek, tabiatta dengeyi korumak, o da ameli salihtir.
"Bunları yapanları ebedi olarak, altından ırmaklar akan
cennete koyacağız" diyor Allah (c.c). Çünkü bunların bu
dünyadaki yeri güzel. Burada yüzü güzel olanlar ahirette de
güzel yerlere layıktır buyurmuş Rabbim. "Allah'ın vaadi,
gerçektir." "Allah'ın sözünden daha doğru sözlü kim vardır"
diyor Allah (c.c).
Yani şeytan da size birşey söylüyor ama, Allah'ın sözünden
daha doğru sözlü bir insan da yoktur. Cin de yoktur, şeytan
da yoktur.
Hani günümüzde bazı insanlar da, koyduğu bazı kurallarla
çok doğru sözler söylüyor gibiler.
O gün için insanlar: "Yahu fevkalâde güzel söylemiş bu
adam". Veya mesela kanunlar konusunda, bu adam da
hakikaten aklı başında bir hu-kukçuymuş, güzel ifade etmiş
ve"Efradını cami-ağyânnı manî kaide koymuş, denebilir.
Ama aradan birsene geçtikten sonra, onun birçok eksiklerini
birbaşka hukukçu ortaya çıkanverir. İki sene sonra bir
başkası çıkıve-rir, hatta bir seneye kalmıyor. Hani anayasa
hukukunu yazan Orhan Kaptıkaçtı; kabul edildikten bir
hafta sonra dedi ki; "Değiştirilmesi gereken yerler var" Yani
bu adam hâin mi değil mi?
Değil, adam yazdıktan bir hafta sonra baktı ki; yahu şu
virgül surda olmayacak, burada olacaktı. Virgülden ne olur?
Hani bildiğiniz bir cümle vardır. "Oku da adam ol, baban
gibi eşşek olma" veya "Oku da adam ol baban gibi, eşek
olma." Virgüle misal bu veriler çoğunlukta.
Bu hukukta da böyledir. Virgülü buraya atarsanız, filana
100 milyar lirayı kaptırabilirsiniz. Buraya atarsanız paşaya
kaptırırsınız. Buraya atarsanız paşanın yaverine
kaptırırsınız. Yani bir virgülle mana değişebilir.
Adam evine gelir bir düşünür. Olmadı, tüh, keşke değiştir
şeydik, der. Olmadı derken dürüstçe davranıyor. Peki
değiştir deyip, değiştirsek, kabul edilse, yine yetersiz kalır.
İnsandır devamlı tazelenmektedir. Onun için biz
"Sübhânallah"diyoruz. "Allah'ı eksik sıfatlardan tenzih
ederim." "Onu kemâl sıfatlarla muttasıf kılarım"
manasınadır.
Yani kemal sıfatlarla muttasıf olan Allah (c.c)'dır.
İnsanlarda bu yok. Kemal sıfatı yok insanlarda. En kemâl
sıfatına 35-40 yaşında geldi derken, o gün geriye düşüyor,
İhtiyarlama başlıyor. Beli kamburlaşıyor, gö-
zü fersizleşiyor. Öbür gün çocukluk hali gibi yiyemeyen,
içemeyen, altını tutamayan bir ihtiyar haline tekrar
dönüveriyor.
Öyleyse bunun düşünce yapıcı da aynen böyle ilerler ve
geriler. 921[146]
921[146]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/321-323.
(123) "iş sizin boş arzularınıza uygun değildir. Ehli kitabın
boş arzularına da uygun değildir. Kim kötülük yaparsa
onunla cezalanır. Allah'dan başka dost ve yardımcı
bulamazlar.
Vay efendim; Yahudiler diyorlarmiş ki, En büyük Musa
(a.s)'dir. Onun yolundan gidenler cennete gider. Öbürü
diyor; Müslümanlar diyor ki; En büyük Peygamber
Efendimiz fa.s.v), Hıristiyanlar diyor ki; en büyük İsa (a.s)
biz önce geldik, bizim kitabımız, peygamberimiz sizden ön-
ce. Müslümanlar da; Bizim peygamberimiz sonuncudur vs.
gürültü.
Allah (c.c) diyor ki; "Bunlarla olmaz bu iş" Ya? "Bunların
yolundan gitmekle olur." Yani kuru gürültüyle. "Biz âhir
zaman peygamberinin ümmetiyiz. En son kitabı okuyoruz.
Amel etmedikten sonra... Bal, bal, bal demekle ağzımız
tatlanmıyor. İllâki yemek lâzım. "Kim bir kötülük yaparsa,
ondan dolayı cezalandırılır."
Yeni yaptığınız öğünmeleriniz, kuruntularınız size fayda
vermez. Kötülüğü yaptınız mı cezalandırılırsınız."
"Allah'dan başka ona bir dost veya yardımcı bulamaz."
Bu âyeti kerime diğer ayetlerden çağrışım yapıyor. Meselâ
116. âyeti kerime "Şirk hariç, dilerse Allah bütün günahları
affeder" âyeti kerimesi; için "Benim için Kur'an'daki en
sevimli âyet budur" demiş Hz. Ali Efendimiz.
Bütün âyetler sevimlidir de. Bu genel af ilanı gibi birşeydir.
Fakat en şiddetlisi de demiş Hz. Aişe validemiz; Hz. Ebu
Bekir'de de aynı kanaat var. Bu âyettir demişler. "Kim bir
kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ondan dolayı
cezalandırılır ve o kişi katında Allah'tan başka bir yardımcı,
bir dost da bulamaz". Sahabe; Ya Rasulullah, kötülük
yapmayanımız yok bizim, demiş. Madem ki insanız, İnsan
olmamız hasebiyle mutlaka
elimizden, dilimizden, gözümüzden, gönlümüzden bir
kötülük çıkıyor, demiş.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de demiş ki; "Allah (c.c)
kulunu sevince, birçok günahının bu dünyada affedilmesi
için bazı şeyler verir ona" Meselâ bir ayağının ağrıması, bir
günahınızın keffareti olarak gidiverir. Tabii ona sabr
ederseniz.
"Allah'ım bana vereceğine, o kadar gâvur vardı, onlara
vermedin niye bana verdin..." gibi şikayette
bulunmayacağız.
"Ya Rabbi, bunu bana vermişsin, ben bunun tedavisiyle
uğraşayım. Bunun gıdası da, ilaçladır, bu bir misafirdir.
Bunun şöyle iyice ilaçla karnını bir doyurayım Ya Rabbi,
senin Peygamberin de doktora gitmiş tedavi olmuş, tedavi
olmamızı öğütlemiş. Onun gıdasını vereyim. Misafire
hürmette kusur etmeyeyim" diye dua etmemiz gerekiyor.
Hastalıklara da hürmette kusur etmeyin. Yani, onun da
gıdaları vardır. Doktorların verdiği ilaçlardır. Fakat bilin ki,
hem tedavi oluyorsunuz, hem de bir günahınızın affına
sebep oluyorsunuz. Ayağınıza batan diken, günahınızın
affına sebeptir. Hadis-i şeriftir bunlar. Fakat tutup da yalın
ayak dikenlerin üzerinde yürümek yok. 922[147]
922[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/323-324.
amelin değer kazanması için şart mümin olmaktır. Hani
filan adam Allah (c.c)'a, Peygamber (a.s.v.)'a inanmıyor
ama, bir milyon dolarını şöyle bir hayır müessesesine
vakfetmiş, edebilir. Yani böyle insanlar var görüyoruz. Peki
bu karşılığını görmeyecek mi orada? diyor. Rabbim
kimsenin hakkını yemez. Rabbim sorar? "Kimin için
yapmıştır kulum?" Senin için, diyemez. Yalan söyler.
Orada herkesin içi-dışına "iç-dış oluverecektir." Herkes
içinde gizlediklerini dışında görüverecektir. Gizlemek
mümkün değil yani. "Senin için yapmamıştım Ya Rabbi!"
"Kim için yapmıştır?" "Desinler, için yapmıştım" Kim
desinler? İnsanlar. İşte o insanlar burada. Mahşer yerinde
böyle duruyor, git onlardan al karşılığını. Onlar için
yaptıysan onlardan al buyrulacak. Ama Allah (c.c.) rızası
için bir adam bir fakirin çırasını yakmak için bir kibrit çakı-
vermişse, Allah onun yolunu cennete kadar aydınlatır. O
kibrit yüzünden.
Bir insan bir garibin ayağına batmış bir dikeni ayağından
Allah rızası için çıkarıverse, Bir doktor bir garibin
ayağından batan bir iğneyi çıka-rıverse, bunu da Allah rızası
için yaparsa; Allah ona diken için Cennet'te gül bitiri verir.
Ne yaparsanız yapın, Allah rızası için yapın. Yardım
ediyorsunuz, borç veriyorsunuz Allah rızası için. Borca mal
veriyorsunuz, Allah rızası için, "Hocam ticaret için
yapıyoruz". Yahu siz Allah rızası için yapın da, hem ticaret
yapın hem de sevap alın. 923[148]
923[148]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/324-325.
Gizleyen, iyilik yapan ve bu iyiliği yalnız Allah için
yapandan daha güzel olan kim vardır. "Hiçbir puta
tapınmamış, İbrahimin dinine tâbi olandan, daha güzel dini
olan kim vardır?" (Yani yoktur manâsına geliyor.) "Ve
Allah İbrahimi dost edinmiştir" diyor Allah (c.c.) Niye
İbrahimi dost edinmiştir? "İbrahim (a.s.) ateşe atıldığında,
Allah (c.c.) ateşe emir verip ateşin gülistana döndüğünü",
haber veren ayeti kerimenin tefsirinde İbn-i kesir ; (Senedi
hafif zayıf olmasına rağmen oraya rivayet edilmiş, haberle
ilgili olup itikadı zedelemediği için kabul edilmiş.) Hadisi
şerifte diyorki: "Ateşe atıldı, havada giderken Cebrail (a.s.)
geldi, dile benden ne dilersen dedi. Oda dediki "Ben Allah'a
tevekkül ettim, sana tevekkül etmedim, ve Allah (c.c.) de
onun ateşini gülistana çevirdi" diyor.
İşte dostluk burdan geliyor. Yani Allah (c.c.)'den başka
yardım edecek birini tanımamak, ondan başka kimseden
yardım istememek. Biz bunu yapıyoruz, derken; Yarabbi,
ancak senden yardım talebinde bulunuruz. Öyle Cebrail'den
veya günümüzde filan efendiden, Falan devletten, filan
kurtarıcıdan, carttan curttan değil. Yalnız ve yalnız senden
yardım talebinde bulunuruz, diye fatiha suresinde en güzel
şekilde Allah'a bağlılığımızı ifade ediyoruz.
Bunu dille yaptığımız gibi, ateş hattında da yapabilirsek.
İbrahim (a.s.) ateş hattında bunu yapmış, bizde onu
yapabilirsek, dostluğunu mutlak surette gösterir.
Birde, "oğlum filana git onlar yardım elini uzatsınlar. Ne
olur ne olmaz" diyenlerimiz var. Bu Allah ya görür ya
görmez demektir. Allah korusun.
Yani burada esbaba tevessül etmeyeceksiniz anlamına değil.
Esbaba tevessül edeceksiniz.
Yani yapılması gereken, kulun yapılması gerekeni
yapacaksmızda. O kul onu yaparken şunu bileceksiniz.
Rabbim yardımını gönderir ama filanın eliyle gönderir. Hani
herşey Allahtan diyormuş birisi, herşey Allahtan derken bir
gün imansızın biri gelmiş ardından bir tokat atmış . Buda
Allah'tan demiş. Vuran adam yani, Oda Allah'tan bana
kızma demiş. Bu sefer diğeri kızgın bir şekilde bakmış.
- Ee niye baktın? Madem Allahtan olduğunu biliyorsun.
- Biliyorumda, bu Allah'ın kullandığı pis el kimin eli diye
baktım demiş.
Herşey Allahtandır. Ama bir işini yaparken, yaptırırken,
kendi kanu-
nu gereği, birşeyi diğerine sebeb kılıyor. Ateş yakıcıdır ama
yakma özelliğini ona, O vermiştir. Onunla biz evimizi
ısıtıyoruz, yemeğimizi pişiri-yoruz. Ateşin zatından dolayı
değil, Allah'ın ona verdiği özellikden dolayı bu
oluyor. 924[149]
924[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/325-327.
Yarış yaparken karşındaki düşmanın gücüne bakıp ta
yarışından geri durma. Allah herşeyi kuşatmıştır,
bilmektedir. O gücüyle de, ilmiyle de herşeyi kuşatmıştır.
Tabii ayağını bastığın yer Rabbimi zikrediyor. Gördüğün
şey Rabbimi zikrediyor, öyleyse yalnız değilsin.
Kur'an-ı Kerimin üslubu bu, değişiveriyor konular. 925[150]
925[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/327.
hayırları bilir" diyor Allah (c.c.) 926[151]
926[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/327-328.
çevirmesinden korkarsa, sulh anlaşması yapmalarında bir
günah yoktur diyor. Sulh yapmalarıda daha hayırlıdır. Boş
anabilirler de. Ama sulh yapmaları daha hayırlıdır.
Şimdi, tefsirlerde der ki; Hatta örnekte Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)'ın hanımı Şevde (r.a.) misal olarak
verilmiş. Şevde (r.a.) ihtiyar bir kadındı. Peygamber
Efendimizle evlendiğinde. Bir müddet evli kaldı-
lar ve daha da ihtiyarladı. Yani kadın olarak kadınlık
görevini yerine getiremiyordu. Yani yatakta kadınlık
görevini yapamaz durumda idi. Şevde (r.a.) validemiz,
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a Demiş ki; "Ya Rasulal-lah!
bütün hanımlarının arasında adaleti gözetiyorsun. Yani
birgün benim yanımda, birgün öbürünün yanında
kalıyorsun. (Bu arada şu hatırlarına geliyor bazılarının.
Efendim, Peygamber Efendimizin 9 hanımı vardı. Birinci
hanıma 9 gün sonramı sıra gelecek? Bu zulüm olmaz mı.
Yani genç bir kadına 9 gün sonra sıra gelmesi ona zulüm
olmaz mı, diye soru geliyor. Birçok hadisi şerifte görüyoruz
ki peyhamber efendimiz (a.s.v.) bir gecede bütün kadınlarını
dolaştığı da vardır.) Ya Rasulallah, ben ihtiyar bir kadınım,
kadınlık görevini yapamıyorum. Benim gecemi en genç olan
Hz. Aişe'ye veriyorum" diyor. Beni boşama yeter ki, diyor.
Yani ben senin himayende, senin nikahın altında ve senin
evinde kalayım. Ama beni boşama diyor. Bu bizim
Örneğimiz.
Adam hammıyla mutlu günler yaşamışlar. 40'ına gelmişler.
Derken bir hastalık nedeni ile hanım kadınlık görevini
yapamaz olmuş. Doktora gitmişler. Bazi ameliyatlar
olmuşlar. Kadın, kadınlık görevini yapamaz olmuş. Ne
yapalım şimdi. Erkeğe ömür boyu kadın yüzü görmeden
yaşa arkadaş mı diyelim. Değil. Burada kadını muhayyer
kılıyoruz biz.
Erkeği de muhayyer kılıyoruz. Adam evlenmek isteyebilir.
Ama evlenme mecburiyetinde değil. Derse ki: Hayatım ben
buna razıyım, bundan sonra kadın görmesemde olur. Ben
senin kokunda yaşar giderim, derse. Dinim onu zorlamıyor.
Ama adam ben evlenmek istiyorum diyor. Hanım da diyor
ki; ben senin eşin olarak kalmak istiyorum. Ama ikinci bir
kadınla da evlenmeni arzu ediyorum, der ve bu konuda bir
anlaşmaya varırlarsa, onlara bir günah yoktur, anlaşmaları
daha hayırlıdır diyor Allah (c.c.)
Burada şu konu akla gelir. Hocam hastalık sadece kadınlara
mı? Yani erkek hastalanmaz mı?Erkek de hastalanır. O da
Erkeklik görevini yapamaz hale gelebilir. Fıkıh kitaplarımız
der ki; o zaman kadın da müslüman hakime müracaat eder.
Doktordan alınan rapor üzerine, müslüman bir hakim, koca
boşamam derse bile, hakim boşadı mı, kadın bir başkası ile
evlenme hakkına sahiptir. Bunun bizim fıkıh kitaplarımızda,
Kitâbüttalâk bölümünde kadının boşama haklarının olduğu
yerlerde açıklaması vardır.
Yani dinimde, hukukumda hiç kusur yoktur, eksiklik te
yoktur. Eksik görenler kendi gözlerinin kusurlarıyla
görüyorlar. Meselâ bazen nezle grip gibi bir hastalığa
uğrarız da suyun hiç tadı yok dersiniz. Suyun tadı var da
senin ağzının tadı yok, dersiniz. İşte bu iş buna benzer.
Yani İslam hukukunda eksiklik bulan adamın kendi
gözünde bir sakatlık var. Veya basiretinde gönlünde bir
sakatlık var. Rabbim bir konuya daha dikkatimizi çekiyor.
Bazı kitaplarda okusanız bulamazsınız bunu. Günümüz
insanoğlu bugüne kadar yazmış ama, bazı şeyleri 1400 sene
evvelinden efendimiz, insanın gönlüyle ilgili, sevmekle
ilgili, aşkla ilgili ifadeleri en son şekliyle bize bildirilmiş.
"Bütün gücünüzle hırslı davran-sanız bile kadınlar arasında
eşitlik sağlamayı başaramazsınız" diyor Rabbim. Gönülde
ama, gönülde bunu sağlayamazsınız diyor. Çünkü insanoğ-
lunun gönlü birini fazla sever. Bu anne ve babasıyla da
böyledir. Ya annenizi babanızdan ya da babanızı annenizden
fazla seversiniz. 2 tane çocuğunuz var. Arasında 1 yaş fark
var. Birini diğerinden fazla sevebilirsiniz. Günah değil bu,
günah olanı; dış görüntüde adaletsiz davranmanız-dır. Hani
biri kız biri erkek 2 çocuğunuz var. Birini bir dizinize, birini
bir dizinize oturtacaksınız. Onlara çaktırmayacaksınız ama
birini fazla sevebilirsiniz. Çünkü gönlünüze siz hakim
değilsiniz.
Hatta Peygamber efendimiz Ya Rabbi, işte benim elimden
gelen bu. Yani hanımlarına ve çocuklarına muamelelerini
birgün arzederken, benim elimden gelen gücümün yettiği bu
Ya Rabbi, diyor.
Gönlünüze hakim olamazsınız. Ama dış görüntünüze hakim
olursunuz. Ama içinizden annenize başörtü almak geçti. O
esnada babanıza da bir kazak veya bir çorap alın. Babanıza
bir çorap aldığınızda annenize de bir sakız alın. Yani dışta
dengeyi sağlayın. İçte onu sağlayamazsınız. 927[152]
(130) Eğer eşler ayrıhrlarsa, Allah geniş nimeti ile her birini
diğerine muhtaç kılmaz. Allah herşeyi kuşatandır,
Hakimdir.
Zengin kılar derken, illa ayrılanlar zengin olacak anlamında
927[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/328-331.
928[153]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/331-332.
değil, yani herkesin başının çaresine bakacak bir yolu,
Allah'ın onlara vermesidir.
Kadın erkekten erkek de kadından müstağni olur. Allah öyle
bir imkân verir. Nasıl verir? Canım onlar tanımadan evvel
20 sene ayrı ayrı yaşamadılar mı? Yani kadın erkeği
bulmadan önce 15,20 sene yaşamadı mı? Yaşadı. Öyleyse
ayrıldıktan sonra da birbirlerine muhtaç olmadan, bu
Allah'ın mülkünde yine onlar yaşamaya devam eder. Fakat
ayrılmama taraftarıdır ayet-i kerime.
"Allah hükmünde hikmet sahibidir, güçlüdür, herşeyi
kuşatmıştır ve zengindir." "Yerdeki ve göktekiler Allah'a
aittir."
Yani kadın da erkek de endişe etmesin. Bir araya gelirlerse
de ayrıhrlarsa da, yine itaatlarına devam. Allah yerdeki ve
göktekilerin sahibidir. O sahibi olunca, kişi de sahibine
teslim olursa, sahibi de onu ihmal etmez. 929[154]
931[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/333.
932[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/334.
görendir. 933[158]
933[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/334.
dükkanlarında, memuru dairesinde, kendi maişetiyle meşgul
olurken, herkes kendi işiyle meşgul olurken; gözünün bir
ucuylada adalete el uzamyormu, uzanmıyormu bunu
dikkatle gözetecektir,
Yani bir müslüman devletin bütün teb'ası, adaletin ayakta
durma-sıyla görevlidir.
Bunlar (mütteki) diye tabir ettiğimiz insanlar. Adaletin
ayakta durması için herkesin kendini görevli bilmesi, birde
kendisine verilen görevi yerine getirmesi.
"Bana verilen görevi yerine getirdim tamam" demekle
olmaz . Herkesin kendine verilen görevi yerine getirdikten
sonra, başkasının da görevini yerine getirmesini isteyecek,
tavsiyede bulunacak, nasihatta bulunacaktır.
Allah için şahitler olarak, şahitleri ananızın- babanızın hatırı
için ve komşu hatırı için. (Yahu şimdi olayı gördük, şahitlik
yapmazsak ayıp olur) gibi bu türden şahitlik yapmayacağız.
Yalnız ve yalnız Allah (c.c.) rızası için şahitlik yapılacak.
Bir başka ayet-i kerimede934[159] "Şahitliklerinizi Allah için
yapınız"diyor Allah (c.c.)
Yoksa filanın hatırı için yapmazsan ayıp olur, diye şahitlik
yapılmaz. Yalnız ve yalnız Allah'ın kullarından birtanesinin
bile, haklarının kaybolmaması için şahitlik yapacağız.
Peygamber efendimiz (a.s.v.) "Şahitlerin en hayırlısı
istenmeden şahitlik yapandır." diyor.
Hani bir olayı gözünüzle gördünüz, fakat davacı adam sizi
tanımıyor, adresinizi bilmiyor. Davalık olmuşlar ve sizin de
adresinizi veremiyor, (Evet benim olayı gören bir adam
vardı, ama bilemiyorum" diyor. Sizde bunu biliyorsunuz. O
insan sizi çağırmadan gidip, "Evet ben olayı gördüm veya
duydum, olay şöyle cereyan etmişti." diye şahitliği
yapacaksınız.
"Velevki bu şahitliğiniz zararınıza olsa bile, zatınızın
934[159]
Talak suresi Ayet 2
zararına olsa bile. "Anne ve babanızın aleyhine olsa bile"
Anne veya babanızın bir yabancı adamla, (hani Türkiyede
en sevimsiz adamlar yahudilerdir) yahudiyle
kavgalaşmıslar. Anne veya babanızın yahudiye vereceği var.
Babanız inkâr ediyor. Yahudiye diyor ki: "hadi ulan yahudi,
namussuz kâfir. Ben senden almadım böyle bir parayı veya
altını vs." diyor. Fakat babanız bu parayı biliyorsunuz ki
aldı.
Anne ve babanızın aleyhine bile olsa, şahitliği adaletle
yerine getireceksiniz. "Akrabalarınızın aleyhine bile olsa."
Sıralama da güzel. Evvela can'dan başlıyor. Kendi
aleyhinize olsa da , anne-babanızın aleyhine olsa da, daha
geride akrabalarınızın aleyhine de olsa, "şehadetle adaletten
ayrılmayın" diyor Allah (c.c.)
Devam ediyor yine. "O kişi isterse zengin olsun, isterse
fakir olsun, Yine adaletten ayrılmayın ." "Allah o fakire de,
zengine de sizden daha yakın, ona yardımda o daha layık.
Siz kime yardım etmeye kalkıyorsunuz)
"Hani Türkiyenin en zengin adamıyla, en fakir adamı, sizin
gözünüzün önünde kavga ettiler. Haksız olan fakir. Bu
durumda; "Ulan elime düştün hani, göstereceğim sana"
deyipte, fakirin tarafında yer alıp, zenginin aleyhinde
olmayacağız. Zengin düşmanlığıda yapmayacağız.
Onun haksızlığı varsa, ayrıca alın onu, ta midesinin içindeki
haramı çıkartın, ayn.
Ama bu olayda biri haklı biri haksız. Haklı olanın hakkı
teslim edilecektir ve adaletle şahitlik yapılacaktır, orada.
Veya zengin haksız, fakir haklı. Bu sefer de zenginin
parasının hatırına onun tarafını tutup, fakiri haksız çıkarma
tarafına gidilmeyecektir.
Efendim (Ben burada fakiri korudum hocam. Her ne kadar
fakir haksızdı ama, fakiri koruduk, hani zenginden birkaç
milyon alıverdik, mahkemeye gitmesin dedik ve alıverdik.)
O fakire cehenneme gitmesi için haram lokma alıverdiniz ve
kendiniz de cehenneme layık oldunuz.
Olmaz bu, haklıya hakkı verildikten sonra, daha önce
işlemiş olduğu haramları ayrıca ondan alınır. Yani haksiz
olduğu yerde müdahele ederseniz, o adamda sizin zatınıza
olan düşmanlık değil, dininize olan düşmanlık başlar. Veya
var olan düşmanlığı artar.
"Adaletsizlik yapmada veya adalet yapmada kendi
arzularınıza tabi olmayınız"
Yani, eğri ile doğruyu siz kendiniz belirlemeye
kalkmayınız." diyor Allah (c.c.)
"Eğer kıvırırsanız, olayı gördünüz, biliyorsunuz da ama,
oraya varınca hakim huzurunda dilinizi eğip, (avul yavul
yapıp) Türkçe karşılığı; kıvırırsanız, Veya şahitlik
yapmaktan yüz çevirirseniz, Yani (Ben görmedim bilmem)
derseniz."Mutlaka Allah sizin yapmakta olduğunuz herşey-
den haberdardır." diyor Allah (c.c.)
Birgün o mahkeme-i kübra'da mutlaka bu gizlediğiniz veya
kıvırdığınız olayları orada rabbimin huzurunda tekrar ikrar
ettikten sonra, cezasını da çekeceksiniz diyor Allah (c.c.)
Anlatabildim mi, bilmem. Yani insanların kesesi veya
kasası veya size olan yakınlığı, sizi adaletten hiçbir şekilde
ayırmamalıdir. Anneniz ve babanızın aleyhin Mte olsa,
kendi aleyhinize de olsa, akrabalarınızın aleyhinede olsa,
hakkı belirlemede siz kendi mantığınızı değil haklı olanın
hakkını vermekle görevlisiniz.
(Efendim biliyorum, bu adam haklı bu adam haksız ama,
haklı adam çok zengin. Haksız adam çok fakir. Ben ifademi
biraz değiştirsem, bu garibanı da zengin ederiz) İşte bu
kendi arzumuza tabi olmak demektir. Kendi hevamza tabi
olmaktır.
Allah zengine de, fakire de sizden daha layıktır. Ona ne
lâzım olduğunu o daha iyi bilir. Öyleyse siz kendinizi
hevamza tabi olarak, kendi hevanızı kendinize ilah
edinmeyin.
Hani Allah (c.c.) bir ayet-i kerime de "Kendi arzusunu
kendisine ilah edineni (Gördün mü? yani gördün)
Yani ben hiçbir şeye inanmam. Allah'a da inanmam,
peygambere inanmam diyen adam, dinsiz değildir. Kendine
has bir dini vardır. Kendi aklı veya kendinden önce
beğendiği bir imansız onun ilahıdır. Onun fikriyatı
doğrultusunda gider. Onun kitabini okur, ona göre mantığını
geliştirir. Onun da kendine göre batıl bir dini vardır.
Hani puta tapan, ineğe tapan, insanın nasıl ki tapındığı Önde
adamı vardır, bununda Önünde bir adam vardır. Hayır onları
da kabul etmiyorum derse, kendi istek ve arzularını,
herşeyin üstünde tuttuğundan; bu sefer ona tabi olmakta ve
kendisine ilah kabul etmektedir. Allah (c.c.) "Sakın hevaya
tabi olarak adaletten ayrılmayın" diyor.
Ve devam ediyor. 935[160]
935[160]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/334-338.
imana sahip olsun. Mahal-lenizdeki insanlar, komşularınız,
kâmil insanlar olsun. Sohbet ettiğiniz insanlar gelip
gittiğiniz insanlar, kız alıp verdiğiniz insanlar, kâmil
mü'minler olsun.
Böylece bir bakmışız ki;mahalleniz şehriniz topyekün
devletiniz mü'minlerden oluşuvermiştir, (Ey iman edenler
iman ediniz) derken; "İmanınızı kemâl noktasına, yani tam
olgunluğa erdiriniz" diyor Allah (c.c.)
Münafıklara bu ayet şunu demek istiyor. "Ey iman eder gibi
görünenler, gerçekten iman ediniz."Genelde bizim imanımız
"taklidi iman"dır Yani hepimizin imam taklidi'dir bizim,
Niye taklididir?Dünya'ya geldik. Biraz okuma yazma veya
kelimeleri anlamaya başladık. Annemiz- babamız bize dedi
ki; Allah vardır, birdir, şeriki-naziri yoktur. Hadi söyleyiver
bakayım. Kimin kulusun? Kimin ümmetisin? dediler. Bizde
öğrendik, iman ettik. Bu taklidi imandır. Yani annemizi, ba-
bamızı, mahallemizin hocasını taklid edersek, bizde iman
ettik. Bu ayetin manâsı şudur demişler. Böylece "Ey taklidi
yoldan iman edenler (Taklidi iman kötü değildir) Ama, Ey
taklidi olarak iman edenler, tahkiki olarak iman ediniz. Yani
sizde kendiniz araştırarak imanınızı takviye ediniz,
demektir.
Nasıl takviye edersiniz? Bu bilgilerinizi Kur'an ayetleriyle
teyid edersiniz, kuvvetlendirirsiniz. Bu bildiklerinizi,
tabiattaki Allah'ın ayetlerine bütün eşyaya bakmak suretiyle,
Rabbimin san1 atını orada görürsünüz ve, böylece aman Ya
Rabbi, ne güzel yaratmışsın, senden başkası bunu zaten
yapamaz, gibi taklidi imanımız, tahkika eriştirilir.
Yani Allah (c.c.) bize bunu demek ister. Yakın
dostlarımızdan bir tanesi Eski İslam Enstitüsünü ve de
Ankara Siyasalı bitirdikten sonra, İngiltereye doktora
yapmak için gitmişti. Doktorayı yaptı ve geldi. O anlattı
bana.
Londra'da camide oturuyoruz diyor. Caminin imamı var,
onunla beraber. Derken bir İngiliz girdi içeriye. İmama dedi
ki; "Ben müslüman olmak istiyorum." İmam onu misafir
etti. Ona izzet-ikram etti. Çay yaptı. Orada hazır olanlardan
ne varsa onlardan da ikram etti. Dinimizin güzelliklerini ona
bir daha arzetti. Yani Kelime-i şehadetle neyi söylediğini,
neyi kabul ettiğini biraz açıklayarak anlattı. Adam Kelime-i
şehadeti getirdi, ayrılacak.
Ayağa kalktı ve hocaya dedi ki; "Bu kapıdan kâfir olarak
girdim. Müslüman olarak çıkıyorum. Müslümanlar bir
kapıdan çıkarken nasıl davranırlar? diye imama sordu. (Yani
öyle yapacak o da.) İmam zekii tabi diyor. Derhal hatırına
geldi, demiş ki; camidesin, camiden çıkarken sol ayak
atılarak çıkılır. Sol ayağını at ve şu kelimeyi de söyle. Onu
ezberle-tiverdi diyor. (Bismillahirrahmanirrahim) diyerek
çık demiş.
Şimdi o camiden sol ayağını atarak ve besmele ile bize de
gülümseyerek çıktı. Sonra imamla bir daha görüştüm ben.
İmam demiş ki; Yahu ne güzel bir adama çattık böyle. O
akşam telefon etti bana "Ben yatıyorum müslümanlar nasıl
yatar?" demiş. O da demiş ki; Müslümanlar sağ tarafı
üzerine yatarlar, sırtüstü de yatarlar, sol tarafı üzerine de
yatarlar ama; yüz üstü yatmayı pek tercih etmezler.
Bunun birkaç duası da var ama sen yine
(Bismillahirrahmanirrahim) de. İlerde göstereceğim ama bu
gece (besmele) ile yat. İster sağ tarafına, ister sol tarafına,
ister sırtüstü yat, demiş.
Hoca demiş ki; "Gel Ali. (Arkadaşın adı Ali) ikimizde
birden bir şehadet getirelim, yeniden bir müslüman olalım"
demiş. Biz tuttuk, o imamla yeniden bir şehadet getirdik, ve
müslüman olduk yeniden. Yani bundan sonra yapacağımız
her işin; sünnette ve Kur'an da acaba nasıl yapılmış,
araştırarak yapalım diye karar verdik, diyor.
Yani yeniden müslüman olalım demenin anlamı budur.
Bundan sonra üniversiteye gittiğimizde hocaya karşı.
(Mesela orda mastır hocası var.) Mastır hocasına karşı
konuşurken hangi nezaket kurallarına riayet etmem
gerekiyor. Peygamber efendimize açıyorum, bakıyorum.
Peygamber efendimiz Ebu Cehil'e karşı nasıl davranmış.
Bunları okuyoruz ve ona göre hareket ediyoruz.
Efendimiz (a.s.v.) Mekke'de yürüyor. Mekke'deki kadınların
açıklığı bu günkünden açık. Şimdiki; (hani bir ara bir bakan
yüzü yanık bir bakan) altsız-üstsüzlük kanunu çıkarmıştı,
Kültür bakanı. Onun çıkardığı kanun 1400 sene evvel
yürürlükteydi Mekke devletinde. Hatta bunlar biraz
gerideler. Onlar yüksük dahi takınmazdı. Yani dünyada elde
edilen birşey takınmazdı. Belirli bir mevsimde yaparlardı
bunu. Yani Hac mevsiminde, o putlarının önünde bir
merasimleri var, birkaç gün devam ediyor. Orada; ayakkabı
yok, küpe yok, yüksük veya bilezik de yok. Yani dünyadan
elde edilen birşey yok. Böylece geziyorlardı.
Öyle bir ortamda Peygamber efendimiz (a.s.v.) gözünü nasıl
sakınıyordu? Kulağını nasıl sakınıyordu; bunlara dikkat
ediyoruz. Londra da gezerken biz de onlara riayet ediyoruz,
diyor o arkadaş.
Ayet-i Kerime buna uygun- Yani bunu açıklıyor bize "Ey
iman edenler. Allah'a, Rasulüne, Rasule indirdiği kitaba,
daha önce indirilen kitab-lara, iman ediniz" diyor.
"Kim Allah'ı , meleklerini, kitaplarını ve peygamberlerini,
ahireti inkâr ederse o çok uzak bir sapıklığın içerisindedir.
Çok derin bir sapıklığın içine düşmüştür diyor Allah (c.c).
Burada imanın tam beş şartını saymış, 6. şart olarak da
"Allah'a iman"ın içerisindedir. "Kadere iman" demişler.
Çünkü Allah'ın ilim sıfatı içinde oluyor bütün herşey. Onun
programı içerisinde olunca, kaderimiz zaten onun ölçüp
biçtiği şeydir.
Kader: ölçmek-biçmek, O'nun kânuna uygun bir şekilde
tatbik etmek, oluyor. O da Allah (c.c.)ün (ilim sıfatı) içinde,
tecelli ettiğinden, meydana geldiğinden, imanın 6 şartı
burada vardır. 5'ini zaten saymış. (Kader) de (Allah'a
iman)m içinde vardır. Kim bu imanın 6 şartını inkâr ederse,
"Çok derin bir sapıklığın içine düşmüştür." diyor. Allah
(c.c.)
Bir arkadaş Ankara'da, (yine İslam Enstitüsünden beraber
mezun olduğumuz) imamlık yapıyormuş, o anlatıyor.
"Hocam Üniversiteye yakın benim imamlık yaptığım cami.
(İsim de veriyor.) İşte filan Prof. Cuma'ya geliyor.. Fakat
"Ben Allah'a inanırım da, Peygambere inanmam " diyormuş.
Yahu ne diyeyim bu adama? diyor.
Dedim ki; "Sen niye namaz kılıyorsun? diye sorsana. Niye
namaz kılıyorsun? "Kur1 an-da Allah emretti de ondan."
Peki, niye sübhane rabbiyel azim- sübhane rabbiyel a'la-
Ettehiyyatü'yü niye okuyorsun. Bunlar Kur'an da değil. Hani
(semiallahülimen ha-mideh- Rabbena lekel hamd)
Bunlar Kur'an'da değiller. Bunları niye okursun sen?
Okurum. Bunlar peygamberin sözü. Peygamberin sözünü
okuyorsun, kendine inanmıyorsun. Olmaz böyle şey, Bu
saçmalık olurmu? diye anlatmasını istemiştim.
Allah (c.c.) bunların hepsine imanı şart koşuyor bize. Biz de
hergün yatsı namazımızın arkasından; "ve ileykel mesıyr"
Dönüş sanadır yarab-bi, demek suretiyle imanın 6 şartını
orada tekrar ediyoruz. 936[161]
936[161]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/339-343.
Dikkat edin. Münafığı 13 ayette tanıtıyor, kâfiri 2 ayette,
Mü'mini 5 ayet-i kerime ile tanıtıyor. Demek ki toplumun
bize en zararlı olanları münafıklar. Seni gördü mü
müslüman, kâfiri gördü mü kâfir.
Bu tür insanları (Allah bunları affetmeyecektir) diyor, kâfir
iman edince de iyi oluyor. Yani böyle inadına gâvur olanlar,
iman edince de çok iyi oluyorlar. Meselâ Hz. Ömer (r.a.)
Eline kılıcını alıp, bu peygamberi benden başkası öldüremez
deyip, yürüyen adam, Müslüman olduktan sonra ise, kılıcını
alıp, Kabe'nin önüne gelip; "Anasını evlatsız, hanımını
kocasız, evlâdını babasız bırakmak isteyenler çıksın karşıma
bakayım diye bilen bir insandır.
Yani günümüzde de; bu dinime fazlaca sataşan herifler var
ya, onlar bu tarafa gelecek olurlarsa, ne arslan adam olurlar
onlar.
Onun için onları böyle ziyaret ediverin. Gönüllerini alıverin.
Deyinki; "Yahu sen ne Ömer olursun ya" filan. Deyiverin
bakalım canım.Olmasa bile o söz onun içerisine bir nokta
gibi yerleşir. Bir çekirdek gibi yerleşir, zaman içerisinde,
belirli bir ortam bulunca o çekirdek de çiçek açıverir. Hatta
kelimeler, çekirdekler gibi de değildir.Çekirdekler ya açarlar
veya çürürler. Kelimeler öyle değil. Ya o gün açar veya bir
sene sonra açar veya bir kelime bir adamın yüreğinde 50 se-
ne durur, 50 sene sonra açar.
Onun için herkese olumlu sözler söylemeye devam edin.
"Senden ne müslüman olur ya." filan deyiverin. 937[162]
939[164]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/344-345.
da olmayabilir. Yani karşı taraf güçlüdür. Dille de müdahele
edemeyecek, elle de müdahele edemeyecek, o zaman
yapılacak şu, oradan çıkıp gidecektir.
Niye gidecektir, diyelim ki ben böyle bir yerdeyim. Benim
sevenlerimden olarak sizlerden biri de böyle bir mecliste
var. Ki böyle bir olay oldu. Bir düğün merasimi nedeniyle,
Hocam gelde bir konuşuver dediler. Gittim biraz 5-10
dakika geç kalmışız. Bir arkadaş konuşuyor. Hoca bir
arkadaşmış, o da ama öyle akü almaz şeyler anlattı ki,
hayretler içerisinde kalırsınız. Yani hadis uydurucuları bile
böyle bir şey düşünememişler, zaman içerisinde Peygamber
efendimiz hakkında.
Şimdi, seni sevenler orada. Hoca acaba bunu kabul
edecekmi, etme-yecekmi. Ondan sonra biz geleceğiz
kürsüye ya. Onu beklerler.
Peygamber efendimizin hadisleri 3 türdür diyoruz, değilmi?.
1- Kavli hadisleri. Söyledikleri.
2- Fiili hadisleri. Yaptıkları.
Peygamber efendimiz şunu şöyle yapmıştı diyoruz. Biz de
yapıyoruz.
3- Bir de onayladıkları takriri sünnet diyoruz.
Efendimizin huzurunda bir olay yapılıyor. Peygamber
efendimiz ona da ses çıkarmıyor, işte bu da sünnet oluyor.
Şimdi siz de bir yerdesiniz, müdahele etmiyorsunuz. Sizi
seven bir adam da der ki; "Ha doğru söylüyor bu adam
demek ki. Eğer doğru söylememiş olsalardı bu hoca müda-
hele ederdi. Müdahele etmediğine göre bu arkadaşlar doğru
söylüyorlar." imajı meydana gelir. Onun için mutlak surette
tepkiyi belirteceksiniz.
Ya dilinizle belli edeceksiniz, ya elinizle belli edeceksiniz
veya çıkıp gitmek suretiyle, Hocam öyle bir yer ki hani
hapishanedeyiz diyor adam. Hapishanede kovuşun
içindesiniz. Ama bir tane yok kovuşun içerisinde 10 tane
imansız var diyelim. Güçlüler de susturuyorlar da çıkıp
gitme imkânı da yok. İşte o zaman da kalben buğz
edeceksin.
Kalben buğz edeceksin. Başka yapacak bir şey yok gayri.
Buda imanın zaafına delâlet eder, demişler.
"Allah kâfirleri de münafıkları da, tamamını cehennemde bir
araya getirecektir." diyor. 940[165]
(141) Eğer Allah'dan size bir fetih olursa sizi gözetip duran
(Münafıklar) "Biz sizinle beraber değilmiydik" derler. Eğer
kâfirlerin bir payı olursa, (Münafıklar) "Size yardım edip
müminlerden korumadık mı?" derler. Allah kıyamet
gününde aranıza hükmedecektir. Allah, müminler aleyhine
kâfirler için asla herhangi bir yol vermeyecektir.
"O münafıklar; Sizi şöyle uzaktan gözetleyip dururlar."
Tabi günümüzde bir çok insan, münafıkça davranıyor.
Günümüzün kâfiride münafıkça davranıyor yalnız. Yani
açıkça hnstiyanım, yahudiyim, efendim budistim, diyen
insanlar da münafıkça bir tavrın içerisine girmişlerdir.
Şöylece müslümanları gözleyıp sahada, politikada başarılı
olursanız."Biz de sizinle beraber değilmiydik yani sizinle
beraberdik. Sizi destekliyorduk. Sizin tarafınızdaydık"
diyorlar. Amma "Eğer kâfirler tarafına bir pay olursa, Yine
derler ki gâvurlara; "Sizi galip getiren biz değirmiyiz.
"Mü'minlere karşı sizi koruyan biz değilmiydik." Onlar
hakkında size haberler veriyorduk, onların zayıf taraflarını
söylüyorduk. Sizin tarafınızda yer alıyorduk," diyorlar.
Onlar ne derse desin. "Allah kıyamet gününde sizin aranızı
açacaktır." Yani kâfiri, münafığı, mü'mini apaçık belli
olacak. Karışıklığa da gelmeyecekler.Kâfirlerde,
münafıklarda topluca cehenneme sürüp, mü'minleri cennete
koyacaktır.
Peki hocam öbür dünyada böyle olacak da, bu dünya'da
940[165]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/345-348.
müslümanlar hiç mi ayrılmayacak onlardan? "Allah
kâfirlere; mü'minler üzerinde hâkimiyet sağlamaya bir yol
bulamayacaklardır" diyor Allah (c.c.)
Zaman içerisinde bu ayet-i kerime ile, âlimlerimiz ve
tefsircilerimiz, epeyce meşgul olmuşlar. Bir kısmı demiş ki;
Elhamdülillah demişler. Çünkü Peygamber efendimiz
zamanında müslümanların kaybettiği yok, Uhud'un dışında.
Orda da toprak kaybı yok hiç. Harp sahasında bir yarı
mağlubiyet var. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz.
Ali (r.a.) zamanında ve ondan sonra emeviler zamanında hiç
kayıp yok. Devamlı İs-lamm yükselmesi var. Yayılması var.
O zaman tefsircilerimiz; "Allah'a çok şükür bu böyledir
kıyamete kadar da böylece gidecektir." diyorlar.
Ama ne zaman ki müslümanlar mağlup duruma düşünce, o
zamanın âlimleri yeniden bu ayet-i kerimelere bakmışlar.
İmam Ebu Hanife Hz'leri diyor ki; "Her ne kadar
günümüzde kâfirler, müslümanlara hiçbir zaman galip
gelemiyorlarsa da, bu kıyamete kadar böyle devam edecek,
anlamında değildir." Bu şu anlamdadır.
"Kâfirler, mü'minlerin gönüllerine hâkim olamayacaklardır,
manasınadır. Yani mü'minin gönlündeki imanı
alamayacaklardır, manasınadır.
Ülkesini istilâ edebilirler. Evini işgal edebilirler. Ama
yüreğindeki imam, onu alamazlar. Hani Akif merhumun
"Alınır kal'a mı göğsündeki iman" diyor. Yani, ayet-i
kerime göğsündeki imanın alınamayacağına işaret eder
demişler. Ki. günümüzde de doğru olanı, İmam Ebu
Hanifenin bu söyledikleridir.
Çünkü, hani halkı müslüman olan ülkelerde, bu güne kadar
bakıyorsunuz, Osmanlının parçalanmasıyla beraber, halâ o
gün ingilizlerin başa getirdiği adamların çocukları devam
ettiriyor yönetimleri. Babadan oğula böyle devam edip
geliyor. Niye, sizin dedeniz Osmanlıyı iyi parçaladıy-di,
onun mükâfatı olarak sizin krallığınızı devam ettireceğiz,
diyorlar ve 250 bin askeri de oraya yığıveriyorlar.
Demokrasi tarafkarı olan insanlar, krallığı savunuyorlar.
Babalarının hayrına savunmuyorlar tabii ki.
Mü'min insanlar üzerinde hâkimiyetlerini
kuramayacaklardır.
Fakat iman şartıyla. İman şartı var yalnız. Biz gerçekte
ashabın imam gibi bir imana sahib olsak, böyle birkaç tane
insan çıkarabilmiş olsak, ben şu anda yeminle inanıyorum
ki, başarı sağlanır. Bu anda dahi başarı sağlanabilir.
Yani malını ve canını; (oran yok %10'u %20'si yok) Malını
ve canını Allah'ın dini yoluna koyabilecek sahabi ayarında
birkaç tane insan çıksın, bu iş başarılır. 941[166]
941[166]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/348-350.
Tuvalet kâğıdı gibi bu adamlar bunu, lâzım olunca yine
kullanır, atarlar. Tekrar lâzım olunca yine kullanır, sonra
yine atarlar.Onların o kadar değeri vardır. Allah c.c onlanda
güzel anlatıyor bize.Müslüman görünüyorlar. Müslüman
görününce, namaz kılması gerekiyor önce insanın. "Namaz
için kauçuklarında, tembel tembel kalkarlar, ağırdan
aldırırlar" Namazlarında insanlara gösteriş yaparlar. Hani,
bir adamın yanında namaz kılacak olursak 5 defa
(sübhanerabbiyel azim) der.
Efendimiz onu tarif ederken, o tür namazı "Horozun dane
topladığı gibi secdeye varırlar kalkarlar. Horoz daneyi böyle
alıyor ya Secdeye de onlar öyle gelirler giderler diyor. Bu
münafık namazıdır diyor. Peygamber efendimiz Ta'dili
Erkana riayetle namaz kılacağız.
"Allah'ı çok az anarlar. İnsanları görünce anarlar, insanları
görmeyince Allah'ı zikretmezler." 942[167]
942[167]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/350-351.
içmiş içmiş ve bayılakalnıış oraya. Papaz tutmuş. Demiş ki;
Madem ki müslümandın niye şarap içtin? Madem
hırıstiyandın niye heykele sıçtın? demiş. Senin hakkın
ölümdür, demiş boynunu koparmış atıvermiş. Allah (c.c.)
"İkisinin arasında gelir-gider" diyor.
"Ne o taraftan ne de bü taraftandır." Ve münafığı tarif
ederken "İki sürü arasında kalmış bir koç gibidir" diyor.
Münafık ne o taraftan ne bu taraftan.
Bir Hadisi şerifte; "o taraftan gelenler de toslarlar ona, bu
taraftan gelenler de" bizden değilsin diye buyrulur.
Efendimiz onu anlatıyor. Bu taraftan gelenlerde toslarlar
orta yerdekine bu taraftan gelenlerde toslarlar orta yerdekine
diyor işte münafık da odur. Ve bize yöneliyor Rabbim 943[168]
943[168]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/351-352.
"Böyle yapmakla, Allah katında kendinize bir hüccet, bir
delil mi yapmak istersiniz" Yani böyle yaparsanız Allah
(c.c.) kıyamette cezalandırır. Cezalandırma gerekçesi olarak
da, (Sen kâfirlerle dost oldun, mü'minlere düşman oldun)
der. Böyle dememek, böyle bir duruma düşmemek için"
"Kâfirleri kendinize dost edinmeyiniz" diyor Allah (c.c.)
Günümüzde bir kısım insanlar; bazı imansızlarla dostluğu,
iftihar vesilesi yapıyorlar. Çok yanlış ediyorlar. Şunu
bilsinler ki, samimi bir müslümanı hiç bir kâfirde gönülden
sevmez. Çıkarı varsa ancak, dost görünür.
Maddi çıkar olabilir bu. Makam mevki olabilir bu. Yani bu
tür çıkarları varsa dost olur. Yoksa gerçekten küfrüne iman
etmiş bir insan da, sağlam bir müslümanı sevmez. Sever,
şöyle sever. Hani bu adam da kendi inancının adamı.
Orda takdir eder ayrı, fakat onunla dost olamaz. Bir araya
gelemezler zaten. Hani birisi kumar oynamak istese, birisi
ibadet yapmak istese, aynı yerde ikisi de bir anda zevk
alamazlar. Birbirinden zevk almazlar bunlar.
Biri gıybet yapacak biri zikir yapacak. Aynı anda karşı
karşıya gelecekler. Birisi, (Lâilahe illallah) birisi de, ulan
(filan şöyle şöyle yapmış, filan böyle yapmış) diyecek. Yani
birbirinden zevk alamazlar ki, bu insanlar birbirini sevsinler,
olmaz böyle şey. 944[169]
946[171]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/354-358.
(147) Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size azabı niye
yapsın? Allah şükrü kabul edendir, bilendir. 947[172]
947[172]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/358.
"Kim Allah'a ve ahirete iman ederse, içki sofrasında
oturmasın" diyor. Hani biraz önce anlatmaya çalıştığım; "bir
imansızın Allah'ın ayetleriyle alay ettiği bir yerde oturma-
yınız." Orda oturmayacaksınız. İçki sofrasında da
oturmayacaksınız.
Ya onu engelleyeceksiniz ve yahut da kalkıp gideceksiniz.
Böyle bir durum. Yani orada, kötülüğe şahit olmamaya da
dikkat edeceğiz tabiki.
Kötülüğü söylemeyin; yayılmasına yardımcı olur.
Günümüzde basın-yayın birçok hayırlı işler yaptığı gibi,
birçok kötü şeyleri de yayıveriyor. İyi şeyleri yayıyor, nasıl?
Diyelim ki (bir ara televizyonda verilmişti.) Gaziantepte
emekli bir memur, Gece bir lokantaya gitmiş. Kardeşim sen
12'den sonra artan yemekleri ne yaparsın? Dökerim demiş.
-Bana ver onları. Ne yapacaksın? -Fakirler var onlara
dağıtayım, demiş.
Onları ordan aldım diyor 2-3 fakiri doyurdum. Derken öbür
lokanta derken öbür lokanta......bir araba aldım. Gaziantepte
150-200 kadar aileyi diyor, yatsıdan sonra dökülecek olan
yemekleri alıp onları doyuruyorum diyor.
Bunun verilmesi, başka şehirlerimizde de bu işin
yapılmasına sebep olur. Siz birşey yapmak istiyorsunuz da,
yapamıyorsunuz. Derken haa! bende bunu yaparım
diyorsunuz. Bu tür haberler yayümaîıdır.
İyi haberler yayümaîıdır. Ama kötü haberler size kadar
gelmişse sizde kalmalıdır. Sizden ileriye götürmeyin.
Hayatta götürmeyin. Çünkü o sözden alıp ta yapacak
insanlar vardır.
Ancak Rabbim. "Zulme uğrayanın feryad etme hakkı
vardır"diyor. Bir adam zulme uğramışsa o feryad eder. Buna
misal olarak Peygamber efendimize biri gelmiş.
-Ya Rasullellah! benim filan yerde evim var. Yanıbaşındaki
komşum bana eziyet ediyor, demiş. Kaç defa söyledim halâ
eziyetine devam ediyor. Peygamber efendimizde demiş ki;
"Eşyam yolun ortasına indir, gelene geçene söyle. Bu adam
bana eziyet ediyor" de bakayım.
O da eşyasını indirmiş yolun ortasına. Yahu nedir bu hal?
bu adam bana eziyet ediyor. Bıktım bunun komşuluğundan
diye birkaç kişiye söyleyince: Allah aşkına koy şu eşyaları,
bir daha yapmayacağım demiş adam.
Yani zulme uğrayan kişinin feryad etme hakkının olduğunu
bu ayet-i kerimeyle ifade ederken, Peygamber efendimiz bu
hadisi şerifiyle "Cihadın en efdalı, zalim bir devlet
başkanının karşısına geçip, onun zulmüne karşı adil sözü
söylemektir." diyor.
-Senin yaptığın yanlıştır, bu doğrudur. Ve Akif merhum bir
de misal veriyor. Emeviler zamanında bir zalim sultan,
kendisi serveti sağman içerisinde yaşarken, milleti kıtlıktan
ölüyor. Ağaçlar kuruyor, ineklerin sütleri kurumuş, eti
kemiğine yapışmış. Kıtlık sefalet almış yürümüş. Bir kafile
ile beraber bir çocuk da gelmiş. Çocuk kafilenin önüne
geçmiş. Evvela kafilenin ileri gelenleri anladılar durumu.
Fakat adam hiç yardım etmiyor, Çocuk ileri atıldı ve dedi
ki;
-Bu kadar servet eğer senin kendi malınsa, bu mal sana
fazla. Kendi ihtiyacın olanını al gerisini dağıt bunlara demiş.
Eğer bu servet bu insanlarınsa, yani milletinse, işte millet
buraya gelmiştir, mallarını iade et. Eğer bu mallar
Allah'insa, bu insanlarda Allah'ın kullandır, bu malı bu
kullara dağıt" dedi diyor. Adam da insafa geldi ve dağıttı
diyor. Akif merhum.
İşte cihadın en güzeli zalim sultanın Önünde feryad
etmektir. Arkasında değil önünde takla atıp arkasından
küfretmek iş değildir. Yüzüne karşı söylemektir asıl olan.
Allah (c.c.) de bunu bize ifade ediyor. (Akif merhum bu
hadisi şerifi şöyle vermiş.)
-Bir adam dursa da bir zalim imamın yüzüne -Adli emretse,
bu zalimde onun hak sözüne -İnkıyad eyleyecek yerde,
tutup kıysa ona
-O mücahid yazılır taa şühedanın başına. -Hamzadan sonra
gelen en şanlı şehit odur. -Hak için can verenin payesi elbet
budur. 948[173]
948[173]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/359-362.
-Öbürü; Baba kanlı, kinli bir düşmanım vardı. Yıllarca beni
Öldürmek
için benim en zayıf tarafımı arayıp duruyordu. Ama birgün
dagbaşmda baktım ki, bir uçurumun kenarında uyumuş.
Şöyle ayağımla ıdversem düşecek ve ben de kurtulacaktım.
Ama itmedim onu. Elinden tuttum uyandırdım. Ve bir daha
böyle yerlerde yatma düşersin dedim.
Baba da dedi ki: Bu hediye sana aittir. Çünkü kini yutmak
kadar zor birşey yoktur. Gerçekten de O'dur. Ama Allah
(c.c.) "Kinlerini yutarlar" "İnsanları affederler" diye tarif
ediyor mü'mini. Bu Nisa suresinin şu ayetinde; kâfirlerin bir
başka mantığını söylüyor. 949[174]
(150) Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile
Peygamberleri arasmı ayıranlar, bir kısmına İnanır, bir
kısmına inanmayız diyenler, iman ile küfür arasında bir yol
tutunmak isteyenler: 950[175]
949[174]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/362-363.
950[175]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/363.
951[176]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/363.
kısmına inanmayız." Yani İsa'ya Musa'ya inanırız diyorlar.
Yahudiler İsa'ya inanmayız diyorlar. Hıristiyanlar; Musa'ya
İsa'ya inanırız da Muhammede inanmayız diyorlar. Bir
kısım insanlar da aradan bir yol tutarlar böyle. Hem mü'mini
hem de gâvuru memnun edecek bir yol ararlar.
"İşte gerçek gâvur bunlardır" diyor Allah (c.c.) Allah'ı inkâr
ederlerse kâfirdir. Peygamberleri inkâr ederse kâfirdir.
Peygamberlerden birini inkâr etse kâfir olur adam. Kur'an-ı
Kerimde ismi bildirilen peygamberler vardır. Bunlardan
birini inkâr etmek tümünü inkâr etmek gibidir.
Olurmu hocam? Olur. Şöyle olur hani suyu tahlil merkezleri
var. Hıf-zıssihha veya özel kuruluşlar gibi. Suyu tahlil
ediyorlar. Siz torosların eteğinden veya Bolu dağlarının
eteğinden çok tatlı bir sudan su aldınız. Çok temiz şişelerin
içine koydunuz. 25 tane şişeye koydunuz. 25 peygamber, 25
tane şişe. Diyoruz ya peygamberlerin hepsi Allah c.c'den
"Peygamberler arasında ayırım yapmayınız" Nerde ayırım
yapmayız? İçindeki söyledikleri ifadelerde. Ama şişe
değişik. İsa şişesi, Musa şişesi, Peygamber efendimiz
(a.s.v.) yani kalıp olarak değişiklikler var.
Fakat bunların getirdiği mesaj Allah kelamıdır. O kelam
sıfatında değişiklik yoktur. Şimdi siz 25 tane şişeyi hıfzıs
sinhaya veya bir özel kuruluşa götürüyorsunuz. Diyor ki şu
24 tanesi güzel de, şu varya hayatta ben bundan kötü su
görmedim diyor adam.
"Kardaşım, aynı yerden aldık, aynı şişeye koyduk. Yani ya
senin ilminde bir yanlışlık var. Ya aletinde bir bozukluk var.
Ya kafanda bir karışıklık var senin." Başka tarafa
götürüyoruz. Diyor ki 25'ide sağlam. Geriye götürüyor
şimdi, Hıfzıssıhhaya götürüyor diyelim. 25'ide sağlam aynı
su diyor. Yine o arkadaşa götürüyoruz. Diyor ki; Şu 24'ü
(inad ettiya gayri) sağlam da, şu bozuk. Bozuk dediği de,
daha Önce doğru dediği yalnız. O bir rakam biliyor. Hani
karga 2 rakam bilir 3cüyü bilmezmiş. 24' sağlam bir tanesi
bozuk diyor. Peki ama daha önce sen şu şişeye bozuk
diyordun, şimdi bu şişeye bozuk diyorsun. Sen rakamı
tutturuyorsun, suyu tutturamıyorsun, Niye? Suyun özelliğini
bilmiyorsun sende ondan.
Allah'ın kelamını özelliğini bilmiş olsan, İsa (a.s.)'ın
İnciliyle, Musa (a.s.)'ın Tevratıyla Kur'anı kerimin kelamı
arasında fark yoktur. Hepsi Allah kelamıdır bunların.
Peygamberler arasında ayırım yapmıyoruz biz. Ayıranlar:
gerçek kâfirlerde onlardır."Kâfirler için alçaltıcı azabı
hazırladık" diyor Allah (c.c.) "Allah'a ve peygamberlerin
hepsine iman edenler. O peygamberler arasında hiç bir
ayırım yapmayanlar. İşte onlara mükâfatlarını Allah
verecektir." "Allah affedicidir, Allah merhamet edicidir"
diyor Allah (c.c.) 952[177]
952[177]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/364-365.
Allah'ı görmeden sana iman etmeyiz dediler. Bu ayeti
kerimenin tefsiri daha önce geçti. Hani günümüzde
diyorumya.. Yenilik adına, (düşünce planında yalnız
teknolojik sahada değil) düşünce adına yeni bir söz söyleyen
adam çıksın, diyorum.
Söylediği güzel bir şeyse, geçmişte bir peygamberin
dilinden izah edildiğini Kur'andan bulacağım. İddia
ediyorum bunu. Efendim eğer söylediği yanlış bir şeyse;
geçmişte kâfirlerin, şeytanların veya firavunun veya
nemrudun ağzından söylenmiş olduğunu Kur'anda
bulacağız. Günümüzde; efendim ben labaratuarda
görmediğime inanmam, Allah'ıda laba-ratuarda
inceleyemediğimize göre yoktur, deyiveren geri zekalının
biri yeni birşey söylemiyor.
1400 sene evvelinden Rabbim diyor ki; "Sen buna üzülme,
Yahudiler Musa'ya dediler aynı sözü" "Biz Allah'ı
apaçık 953[178] gözlerimizle görmeyince iman etmeyiz
diyorlar"Yani sana kitap indirmeni istiyorlar. "Onlar daha
ağırını, daha büyüğünü Musa dan istediler de "Onların
zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarpıverdi" diyor Allah
(c.c.)"Apaçık Tevratm ayetleri kendilerine geldiği halde,
geldikten sonra da buzağıyı kendilerine ilah edindiler. Buna
rağmen tevbe ettilerde biz onları affettik" diyor Rabbim.
Yani bir adam çıkacak veya grup çıkacak, peygamberin
karşısına geçecek, o zaman Musa (a.s.)'a biz Allah'a
inanmayız diyorlar. Toplu halde inanmayız.
Niye? Bizim burda buzağıdan ilahımız var. Yahu hocam
bunlar olmuş mu acaba diye bazı adamların hatırına gelmiş
olabilir. Yani buzağıya bir adam tapar mı? Yahu
günümüzde de aynı şeye tapıyor insan. Biz Allah'ın
dediklerine inanmayız. Ama surda arkadaş var kendisi
yarına kadar ölse de şekli duruyor biz buna inanırız diyorlar.
953[178]
Bakara suresinin 33 ayetinde
"Biz Allah'a inanmayız ama buzağıya taparız" diyen
arasında bir fark var. Onun tapındığının hiç değilse eti yenir.
Ama buna rağmen Allah (c.c.) diyor ki; "Buna rağmen tevbe
ettilerde biz onları affettik" diyor. Yani Allah seni affetmez
diye kimseye söylemeyin. Ölmüş insansa söylenir. Bir adam
imansız gitmişse, (şunu deriz mesalâ. Firavunu Allah
affetmeyecektir.) deriz. Ama bir adam sağ olduğu
müddetçe, (Allah seni affetmez) sözünü hayatta sarf
etmeyeceğiz. "Ve biz Musa'ya apaçık hüccetler, deliller
verdik' diyor Allah (c.c.) 954[179]
958[183]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/368-369.
kafasını kestiği gibi. Hem İsa (a.s)'ın yanında mü'min
görünen, hem de yahudilere onları jurnalliyen adamın kafası
kesiliyor. "Bu konuda ihtilaf edenler, şüphe içindedirler."
Bu konuda onların bir ilmi yoktur. Ne hrıstiyanların bir ilmi
var. Ne de yahudilerin bir ilmi var.
"Ancak zanna tabi olmaları vardı" Yani yakinen bir bilgileri
yok. Zan üzeredirler. "Yakinen onu Öldüremedüer." Yani
bizim öldürdüğümüz kesin İsa'dır deyip ispat da edemediler.
Şimdi Yahudiler eğer İsa'yı öldürmüş olsalardı, o gün için o
kadar hrıstiyan var. Onlar da gözleri ile görmeleri gerekirdi.
Baktılarki asılan adam İsa (a.s.) değil. Bu sefer onların,
sonradan gelen bir kısım dönekleri; "İlahın oğluydu kendi
yanına aldı" dediler. İlahilik vasfı verdiler.Bir kısmı da
öldürdük dediler, orda yanüdılar. "İkisininki de doğru bilgi
değildir" diyor Allah (c.c.) 959[184]
959[184]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/369-370.
960[185]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/370.
şeyleri haram kıldık. 961[186]
961[186]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/370-371.
insanların mallarım yemek.
"Batıl yollardan insanların malını" deyince; İslam
hukukuna, (o gün içinde Tevrat'ın hukukuna) yani Allah
(c.c.)'ün hukukuna uygun olmadan yapılan alışverişlerden
elde edilen kârlar da yine batıl yollardan elde edilmiş mal
demektir.
Yani; İslama uygun olmayan akitler, alışverişlerden elde
edilenler yine de batıldır. Ondan elde edilen malı yemek de
bir müslümana haramdır.
Ayrıca burada, rüşvet yoluyla başkalarının malını yemek de
anlaşılmış oluyor. Hakkı olmayan şeyi ele geçirmek ve
haksız yere yemek, manâsı da çıkıyor. "Bunları
yaptıklarından dolayı" diyor Allah (c.c.) "Kendilerine helal
kılınan bazı şeyleri biz onlara haram kıldık" diyor.
Bunu tefsircilerimiz şöyle açıklamışlar. Tabii daha önce
geçen, ve daha sonra gelen ayetlerle işi ele alarak. Al-i
İmran suresinde Allah (c.c.) "Bütün yiyecekler İsrail
oğullarına helaldi" "Tevrat indirilmeden önce kendilerine
beni İsrail bu yiyecekleri haram kıldılar." "Dedi ki o ehli
kitaba, (yani yahudilere) "Getirin Tevrat'ı," "Onu okuyun."
"Eğer doğru söylüyorsanız, buyrun okuyun" diyor Kur'anı
Kerim.
"Yani sizin Tevratınızda da bunlar yazılı değildir. Siz
bunların haramlığım kendiliğinizden uyduruyorsunuz"
diyor.
Bu ayete dayanarak; Kur'an-ı Kur'an'la tefsir ediyoruz ya:
Birinci derecede Kur'an ayetlerini tefsirde yolumuz,
metodumuz, Kur'an ayetiyledir. Burada, hani bu Nisa
sûresinin 160. ayeti kerimesinde; "Zulümleri sebebiyle helal
kılınan birçok şeyi onlara haram kıldık" diyor Allah (c.c.)
Peki nasıl haram kılınmış bu. Aslında Rabbim onlara haram
kılmadığı halde, onlar kendiliklerinden onu haram kılmışlar.
Buna bir örnek.de vermiş. İbn-i Kesir tefsirinde diyor ki,
Yakup, (a.s.) peygamberdi. Zaten Beni İsrail Yakûb'un
çocukları manâsına gelir. İsrail Yakûp (a.s..)'ın adıdır. Peki
Yakûp nedir öyleyse; Yakûp; ağabeysiyle beraber,
annesinden kiz doğmuştur. Yakûb kelimesi, arâbın dilinde
önden geleni takip eden manasına gelir.
Beni İsrail Yakûb'un çocukları manâsına geliyor diye daha
önce söylemiştik. Yani ehli kitaba "Ey! Beni İsrail" derken
Yumuşak bir ifade kullanıyor Kur'anı Kerim. "Ey
peygamber çocukları, aklınızı başınıza alın manâsında"
söylüyor Allah (c.c.)
Yakûb (a.s.) diyor; son zamanlarında yani: vefatına yakın
ihtiyarlık dönemlerinde, bazı şeyleri yememeye başladı.
Yani perhiz yapmaya başladı ve ölünceye kadar da bazı
şeylerden uzak durdu" diyor sıhhati açısından tabii ki.
Haram olduğu için değil, sıhhati açısından bazı şeyleri
yemedi Yakûb (a.s.)
Onun has mü'minleri o öldükten sonra, Yakûb (a.s.)
öldükten sonra "Peygamberimiz bunu yemezdi" diyerek
yememeye başladılar ve onların çocukları da aynı yolu takip
etti. Birgün geldi; "Bu bizim dinimiz de haramdır" demeye
başladılar. Derken: Allah'ın (helal) kıldığı şeyi, bunlar
kendilerine (haram) kıldılar.
Daha önce bir ayetin tefsirinde Allah (c.c.) şöyle
buyurmuştu: "Allah'ın çıkardığı, bu helal nimetleri kim
haram kılıyor" buyurmuş. Yani bir şeyin helal veya haram
oluşunu onu yaratan belirler. Yaratmayan o eşya hakkında
söz sahibi değildir. Onun iyiliğini veya kötülüğünü
belirleme hakkı Allah (c.c.)'ündür. Öyle olunca bu ehli
kitap; kendilerine haram olmayan şeyleri de, haram
kılıverdiler.
Bunu Allah (c.c.) bize haber vermekle, günümüzde bizim de
helal olan şeyleri, haram kılmamamız gerektiğine dikkat
çekmiş oluyor tabii ki.
En'am suresinde de buna benzer bir ayet var. Yani En'anı
suresinin 146. ayet-i kerimesinde "Tırnaklı hayvanları
kendilerine haram kılmaları nedeniyle daha sonra da Allah
(c.c.) onlara bu yiyecekleri haram kıldığını ifade ediveriyor.
Yani kişiler onun haramliğını kendileri istemiş oluyorlar
Allah (c.c.) bunları bize haber veriyor ki, Allah'ın helal
kıldıklarını, katiyetle haram kılmamaliyiz.
Tabiinden Hasan-ı Basri hz. leri zamanında bir tane adam
tatlı ye-mezmiş. Helvayı yemezmiş. Niye yemiyorsun?
demişler. "Efendim, dünya nimetidir, dünya nimetlerine
fazla meyletmemek lâzım. Onun için bunu ben nefsime
yasakladım" demiş.
Yani tatlı olduğu için. Tadı tatmamak için, öyle mi? demiş.
"Evet efendim" demiş. Öyleyse bundan sonra sen su içme
demiş. Çünkü sudan daha tatlısı yokki demiş.
Allah'ın helal kıldığı şeyleri, vücudumuza zarar
vermedikleri, sıhhatimize zarar vermedikleri müddetçe,
oranlı bir şekilde, haddi aşmamak kaydiyle müsade
edilmiştir. Haram koyma hakkı yalnız ve yalnız Allah
(c.c.)'e aittir. Ya peygamberler? Peygamberlere de Allah o
yetkiyi verdiği için vardır. Yani peygamberler de hani ayeti
kerime de "Peygamberler onlara pis olanları haram kılar"
diyor. Yani Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a bu yetkiyi Allah
(c.c.) veriyor.
Peki ya mezhep imamlarımız?... Mezhep imamlarının helal
veya haram kılma yetkilerinin olmadığını kendileri
söylerler. Onların da fıkıh kitaplarını, yani kendi
ictihadlarını toplayan kitapları okursanız onlar derler '] ki;
"Helali veya haramı koyan Allah (c.c.)'dür" Ya bizim
yaptığımız; Onların koymuş olduğu, yani Allah'ın indirdiği
ayetler, Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesi'nden
okuyarak, ümmeti Muhammed'e özet halinde bir şeyler
arzetmek içindir" demişler. Yani şu ayetten şu manâ çıkıyor,
bu hadisten bu manâ çıkıyor, diyerek o doğrultu da birşeyler
söylemisler. Ayet ve hadislerde bulamadıkları ve kendi
dönemlerinde karşılarına gelen bir kısım olayları da ictihad
etmişler.
Orada "haram" derken mesalâ daha önce birşey Allah'ın
ayetiyle haram kılınmış, Efendimizin sünnetiyle haram
kılınmış. Peki neden dolayı haram kılınmış:
Mesela, ayet-i kerimede "İçkinin, şarabın haram kılındığı
bildiriliyor." Peki şarap niye haram kılındı; sarhoşluk
vermesi nedeniyle, haram kılınmıştır. "Öyleyse sarhoşluk
veren şey yeni de icad edilmiş olsa 1994 yılında da
haramdır" demişler. Çünkü haram kılınmasının illeti
sarhoşluk vermesidir. "Öyleyse sarhoşluk veren herşey
haramdır" demişler. Tabii bu doğrultuda Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)'ın hadisi şerifine de dayanmışlardır.
Yahudiler de zulümleri sebebiyle ve Allah'ın dininden,
Allah'ın yolundan insanları alıkoymaları sebebiyle. Yalnız
kendileri kâfir olmaları ile kalmıyorlar, başkalarının da
kendileri gibi olmasını istiyorlar. Hani daha önce
söylemiştik. Fahişe, fahişeliğin kötü olduğunu bilirmiş.
Ama bütün namuslu kadınların da fahişe olmasını istermiş.
Niye bütün namuslu kadınlar da fahişe olursa ona fahişe
denmeyecek. Ve kendisi rahat edecekmiş. Onun için kâfir
bir insan, kâfirliği ile kalsa zararı kendisinedir.
Ama öyle kalmıyor. Başka insanların iman üzerinde olması,
İslamca yaşaması insanlara batıyor. Mesela bazı insanlar var
ki; müslümanlarla hayatta karşılaşmazlar. Yediği yer
ayrıdır, eğlendiği yer ayrıdır, mahallesi ve apartmanı dahi
ayrıdır bu insanların. Oturdukları gezdikleri, tozdukları,
konuştukları, eğlendikleri, içtikleri, yazdıkları, çizdikleri
yerler tamamen müslüman toplumdan ayrıdır. Ama tutar iki
de bir müslümanların aleyhine (aman geliyorlar), diye
yazılar yazmaya kalkar. Niye; neyle farkına varıyor. Günde
5 defa ezan-ı Muhammedinin İstanbul semasında hani, hepsi
birden bir gulgule halinde vermeleri adamı endişeye
düşürüveri-yor. Ve bu adam yazma-çizme yoluyla da acaba;
bu adamların kendilerini engellemezsek de çocuklarını bu
dinden uzaklaştırabilimliyiz diye de 70 senedir uğraştılar.
Ama tam uğraşmazlar: (Allah onlara din nasip etsin) bize
fayda verdi. Onların yazılarına bakıp bakıp da, zulmünü
görüp görüp de dinine sarılanların adedi daha da
çoğahverdi.
Allah (c.c.) "Zulümleri sebebiyle ve dinden alıkoymaları
sebebiyle vede batıl yollardan insanların mallarını yemeleri
sebebiyle; onlara helal kılınan şeyler, iyi şeyler, onlara
haram kılındı" diyor.
Şimdi, öylesine 4 şeyki: Dört suç, yani Yahudinin işlemekte
olduğu 4 suç, ogün için 1400 sene öncesinden işlenen bu
suç, günümüzde de aynen işlenip durmaktadır.
Zulüm: son haddine varmıştır dünya genelinde. Ve insanlığı
dinden alıkoyma hareketleri eskisi gibi hapishane, işkence
yoluyla falan değil: makam verme, para verme, unvan
verme, bazı dünyevi imkânları önüne serme yoluyla
insanların yolu sapıtılıyor.
Baktılar ki; hani hapishane Yusuf (a.s.)'ı devlete götürüyor.
Baktılar ki ateş İbrahim (a.s.)'i devlete götürüyor. (Bunları
deneme yanılma yoluyla onlar da aklını başına aldı.)
Baktılar ki, sürgüne gönderiliyor Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) gibi; 8-10 sene sonra gelip orayı fethediyor. Öyle
olunca sürgün, hapishane, ateşe atma gibi yollardan
vazgeçip, bu sefer Önüne para verme, makam verme, kadın
verme, yoluyla insanları İslami çizgiden alıkoymaya gayret
ediyorlar.
Bu yol öbürlerinden biraz daha başarılı oluyor. Ama Allah'a
senalar olsun ki, bunlara da boyun eğmeyen binlerce yiğit
insan, bu İslam insanları arasında çıkmaktadırlar. "Biz
kâfirlere yakıcı azabı hazırladık" diyor Allah (c.c.) Peki
yahudilerin hepsi mi böyle? Değil. 962[187]
962[187]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/371-376.
(162) Ancak onlardan ilimde derinleşenlerle müminlere,
sana indirilene ve senden önce indirilene de iman edenler,
namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve Ahirete iman
edenlere işte onlara yakında büyük mükâfat vereceğiz.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Medine de insanlara dini
tebliğ ederken, hemen etrafında olan yahudilerin, Abdullah
bin Selâm gibi insanlar, müslüman olmuşlardır. Bakmışlar
ki, Tevratta zikredilen Peygamber gelmiş ve onun mesajına
şöyle bir kulak vermişler. Tevratta zikredilen konular en
doğru şekliyle tahrifsiz bir halde burada bildiriliyor. Ve
hemen iman edivermişler.
Bunların sevabı iki kat olmuş.
1- Geçmişte hak yol üzere olmaya çalışıyorlardı. Niyetleri
iyi idi.
2- Bir de hak peygamber gelince hiç ısrar etmediler,
düşmanlığa girmediler, ve peygamber Efendimize iman
ediverdiler.
Peki, bu ayeti kerime: Yalnız geçmiş olayı mı bize
hatırlatır? Değil.
Günümüzde de gerçekten Tevrata ve incile, gerçekten
inanmış samimi ilim adamları diğerlerinden biraz daha
yakındır İslama girmeye.
Ama günümüzde bir kısım papazlar veya hahamlar da vardır
ki; sanki bir gerilla örgütünün lideri gibi veya yeraltı
örgütünün veya mafya babası gibi faaliyet yürütüyorlar. Bu
insanların incile veya Tevrata olan inançları da ona göre
olduğundan İslama kulak vermeleri mümkün değildir.
Meselâ, biz yani îslami ilimler sahasında araştırma yapan
arkadaşlarımız, bir çoğunu bilirim ki; İncili okumuşlardır,
Tevratı da okumuşlardır. Ama şu İstanbul şehrinde bir
papaz veya bir haham Kur'an-ı Kerimi Allah rızası için
değil, acaba ne var diye okumamıştır.
Efendim ben gördüm bir papaz Kur'andan bazı ayetler
biliyor. Biliyor ama kendi araştırması ile değil. Onun eline
de yine diğer papazlar tarafından yazılmış, Kur'an-i
Kerim'de bizden şöyle bahsediliyor diye yazılmış makaleler
veya kitaplar vardır. Yani bizi, yani Kur'an-ı Kerimi anlatan
batıda yazılmış eserler vardır, oradan bilir.
Böyle olmaz. Mesela bizim içimizden ki olmuştur zaman
içersinde. Hâlâ yaşayan insanlar da vardır.
Tevratinjalmutunve yahudilerin aleyhinde yazılmış kitaplar
da vardır bu memlekette. Onun içerisinden 1-2-5 cümle
almak suretiyle hücum kitaplarıdır, bunlar. Halbuki
okuduğumuzda, o Tevrattan aldığı o bir cümle Kur'an'da da
vardır. O da onun farkında değil. Yani adı Türk ve
Müslüman olan bu insan bunun da farkında değildir.
Oraya sataşmakla Kur'an'da bir ayete de sataştığının farkına
varmaz bu adam. Şimdi böyle bir kitabı okumakla, İncil ve
Tevrat hakkında bilgi edinmemiş olursunuz.Yanlış
yönlendirmiş olursunuz. Peki hocam biz de okuyalım mı?
Şunu diyeyim. Baştan sona Kur'an-ı Kerimin hangi ayet
nerededir. Hangi sure nerededir diyebilecek kadar bir
bilgiye sahip olduktan sonra okuyun. Size söylüyorum. Ama
bunu bilmeden başka bir kitabı okumanın anlamı yok yani.
Bu kendi kitabımız, kendi imanımız bu. Öbürlerine de iman
ediyoruz. Ama bu kitap diyor ki: "Onlar tahrif edilmiştir."
Öyleyse doğrusunu bundan öğrendik mi, diğerlerini okursak
zarar vermez.Ama doğrusunun ne olduğunu öğrenmeden
başka kitap okuyacak olursak; onlar bize zarar verir. Evvela
doğruyu öğrenelim. Sonra da yanlışa da ihtiyacım var,
diyerek okursak veya bir karşılaştırma için okuyayım
derseniz, bir insanın karşılaştırmayı yapabilmesi için, ikisini
de bilmesi veya ikisinden birini çok iyi bilmesi lâzım.
Öyleyse bizim Kur'an-ı Kerimimizi baştan sona tam
manâsıyla Öğrendikten sonra, manâsıyla beraber: "Ha! Bu
konuda ayet, falan suredeydi" diyebilecek hale geldikten
sonra o kitapları da okumanın hiç bir zararı yok.
"Onlar arasında ilimde rusûh bulanlar, ve iman edenler onlar
sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler,
namazlarını kılarlar veya o namazlarını kılan meleklere de
iman ederler" manâsı da verilmiş ve "Zekatlarını verirler"
zekatlarını verirler derken "kendi bedenlerinin zekatlarını da
verirler, mallarının zekatlarını da verirler, Allah'a ve ahiret
gününe iman edenler vardır."
"İşte biz onlara yakında büyük mükâfat vereceğiz" diyor
Allah (c.c.)
Yani ehli kitapken müslüman olmuş insanların da
mükâfatının büyük olacağım haber veriyor. Öyle olunca
günümüzde çevremizde mesalâ işyerimiz veya dükkanımız
veya evimiz, bir kilisenin veya havranın yakınında ise ve
onun papazı veya hahamı ile tanışıyorsak, merhabalaşıyor-
sak, onlara biraz daha sıcak ilgi gösterecek, onlara kendi
kitabımız olan Kur'an-ı Kerimin tefsirini takdim ederek
faydalı olmaya çalışacağız.
Bak sizin hakkınızda; "İlim de derinleşmiş olanlar,
Kur'an'ada iman ederler, Tevrata da iman ederler, İncile de
iman ederler" diyor efendim. Siz de benim kanaatime göre
İncili ve Tevratı iyi bilen insansınız, yani bu ilim de bir
hayli derinleşmiş bir insansınız Allah (c.c.) böyle haber ve-
riyor.
"Ve iman ederseniz mükâfatınızın çok büyük olacağını
haber veriyor" diyecek olursanız insanoğlunun yüreğine bir
serinlik serpmiş olursunuz. Belki de bir çekirdek atmış
olursunuz ki: O da iman çiçeği halinde yeşeriverir. 963[188]
963[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/376-379.
Burda sayılan peygamberler; Nuh, İbrahim, İsmail, İshak ve
Yakup (a.s.) (vel esbadi) ve onun torunlarına (ve İsa ve
Eyyüb'e, ve Yûnûs'e, ve farûn'e, ve Süleyman) Bunların
hepsine bir vahy gönderdik. "Ve Davud'a da Zebur'u
verdik" diyor Allah (c.c.)
Ve devam eden yerde bir de Musa (a.s.)'ı zikrediyor. 12
peygamberin adı bu iki ayeti kerimede bildirilivermiş. Bu
kadar değil tabii kur'an-ı Kerim de 25 kadar peygamberin
ismi verilmiş. "3 tane peygamber midir, değil midir" diye
alimlerin şüphe ettiği, ihtilaf ettikleri (Üzeyir, lokman,
Zülkarneyn) onunla 28 tanedir. 28 tanesinin ismi verilmiş.
Bu ayet-i kerimeler de ise 12 tanesinin ismi verilmiş. 964[189]
966[191]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/380-383.
da Allah yeter." Yani günümüzde bütün dünya insanı,
dinimizi inkâr etse, Kur'an'ı kabul etmese, biz onlar adına
üzülürüz. Kitabımız adına üzülmeyiz, dikkat edin.
Kitabımızı inkâr edenlere kitabımız adına üzülmeyiz. Çünkü
bunun doğru olduğunun şahidi Allah'dır deriz. Bunun biz
ispatıyla uğraşmıyoruz. Biz şunun için uğraşıyoruz. Bu ayet
bu insanın gönlüne de girsin ve bu insanın canı cehennemde
yanmasın diye uğraşıyor, kabul etmeyene üzülüyoruz.
Aramızda fark bu. Hani günümüzde kendi hukuklarını
insanlara zorla kabul ettirmek isteyenler, ya bunu kabul
edin, ya bak ne kadar iyi yapılmış filan diye zorlamalar var.
Bizim bu konuda zorumuz yok. Bu konuda mahcubiyetimiz
yok. Bu konuda ezilmişliğimiz yok. Çünkü bu söz bizim
değil. Bu söz bizi yaratan Allah (c.c.)'ündür. Bunun şahidi
kendisidir. Bizim üzüntümüz bu söz bu insanların yüreğine
girmediğinden, iman etmediklerinden dolayı, bu insanların
canı yanacak. Bu can yanmamalıdır diye üzüntü duyuyoruz
o kadar. Benim için önemli de onun için diyorum. Yani
moral bakımından önemli bu, dünyada tek başına kalsa-nız,
bizler 5 milyar insan inanmıyor kitabınıza, şu tereddüdü
geçilmeyeceksiniz. "Acaba ben inanmıyorum ya, acaba ben
mi yamlıyorum ki," bu gönlümüzden hiç geçmeyecek.
Rabbim bu kitabın Allah kelamı olduğuna şahittir, ayeti
kerimesiyle o şahit. Öyle olunca onun şahitliği karşısında
onun yarattıklarının yalancı şahitliğinin hiç değeri
yoktur.967[192]
967[192]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/383-384.
968[193]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/384-385.
doğru yola da iletmez. 969[194]
971[196]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/386.
"Peygamberlerin hepsine iman edin." Yalnız Hz. İsa'ya
değil, bütün peygamberlere iman edin. "O ilah üçtür de de-
meyin" buyuruyor Allah (c.c.) "Bu batıl ve sapık
inançlarınıza son verin, sizin için hayırlı olur" diyor Allah
(c.c.)
"Mutlaka Allah bir ilahdır." "Onun için ondan bir çocuk
olmasını ondan tenzih ederiz." Yani Allah (c.c.)'ün çocuğu
yoktur. Olmamıştır. "Yerde ve gökte her ne varsa onundur."
Yani tüm kainattaki çocuklar, analar, babalar, kızlar,
gelinler, hepsini yaratan O. Dağları, taşlan, çiçekleri, kuşları
yaratan O. Ayrıca bir oğul edinmeye ihtiyacı yok ki.
"Güvenilecek dayanılacak, vekil olarak Allah yeter" diyor
Allah (c.c.)
Onlar, ehli kitap peygamberlerine imanda haddi aşmışlar.
Günümüzde de buna benzer olaylar olur. Peygamber
Efendimiz bu konuda bizi uyarmış "Hristiyanlar Meryem
oğlu İsa'yı haddi aşarak Öğdükleri gibi, siz de beni haddi
aşarak öğmeyin " diyor. "Allah'ın bana vermiş olduğu
makamı zikredin yeter" diyor. Yani o da nedir? (O Allah'ın
kulu ve rasu-lüdür.) ifadesi ile ifade edilmiş.
Yani peygamber Efendimizin bir rasullük rütbesi vardır.
Ama ondan önce kulluk rütbesi vardır. Yani bir anadan, bir
babadan dünyaya gelmiş, çocukken büyümüş, yürürken
düşmüş kalkmış, yemek yemiş, su içmiş bu dünyada ve yine
eceli gelmiş o da vefat etmiş. Kehf suresinin sonunda
özellikle uyarılıyoruz. "Deki insanlara!" "Ben de sizin gibi
bir insanım de onlara."
Peki, fark "Bana vahy geliyor" diyor Allah (c.c.) Yani
benim bir farklı tarafım, bana vahy gelmesindendir. Yoksa
bende sizin gibi insanım. Sakın ha beni ilahlık mertebesine,
ona yakınlık bir makama yükseltmeyin" diyor Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)
Hıristiyanlar, Hz. İsa A.S.'a aşırı muhabbetten bu duruma
düştüler yalnız. Yani, o saf tertemiz insanlardan bir kısmı
benim peygamberim, ya peygamberden daha ileri, benim
ilâhım demek suretiyle ileriye gidiverdi-ler.
Günümüzde insanları severken de, yaşayan insanları, yani
şu anda Mahmut hocayı seviyorsanız, Mahmut hocanın hata
edebileceğini düşüneceksiniz. Günaha girebileceğini de
hesap edeceksiniz. Yani bu adam da günaha girer. Peki
günaha girerse bu adam ne yaparım. Muhabbetten ek-
siklik olmasın yine, sevginizden eksiklik olmasın. Uyarın:
yani bu yaptığın iş yanlıştır deyin.
Ama hocam benim şıhim yanılmaz, İşte bu, hırıstiyanların
Hz. İsa'ya söylediklerinin bir benzeridir. Yanılmaz diye bir
şey yok. Peygamber yanılmış. Allah (c.c.) uyarmış bunları.
Ayeti kerimesinde Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın bir
davranışı Rabbimin hoşuna gitmeyince azarlanıyor.
Peygamber Efendimiz azarlanıyor orada. Onun için;
Peygamberler büyük günaha girmez.
Ama yanılırlar. Yanılmaları neticesinde Rabbim tarafından
düzeltilirler. Peygamberler hatasız gitmişler öbür dünyaya.
Yani önemi burası. Hatasız gitmişlerdir. Hataları bu
dünyada iken düzeltilmiş Rabbim tarafından. Hatta bazıları
derler ki; hata demiyelim de (zelle) diyelim derler. Bu biraz
daha yumuşak kelimedir.
Ama büyük günah işlemezler. Onlar korunmuşlardır. Hz
Adem'den, peygamber Efendimize kadar olan bütün
peygamberler büyük günah işlememişler. Fakat kayma ki,
(zellenin türkçe karşılığı kaymadır.) Bazen kayma olur. O
da Rabbim tarafından düzeltilir. Kur'an-ı Kerim'de Yunus
(a.s.)'ın bir kayması var. Efendimiz de Yunus gibi olma diye
uyarılıyor. Yani Yunus peygamberin bir hatası bildiriliyor.
Sen de onun gibi olma diye de Peygamber Efendimizi de
uyarmış oluyor.
Onun için günümüzde yaşayan, sevdiğimiz insanların, insan
olduğunu hesap edeceğiz. Hatalarını gördüğümüzde
onlardan ayrılmayacağız.
Mesela bazı arkadaşlar tanırım bir efendiyle beraber
çalışmışlar, çalışmışlar derken aleyhine geçivermiş. Şimdi
başka bir efendi ile beraber öbürünün aleyhinde veryansın
ediyor. Kendisine dedim ki, "Bak aradan 1,2 sene geçmez
onun da aleyhinde aynen konuşursun sen. Çünkü dil
alışkanlığı yapmışsın, bu işte.
insanları, hani Mevlana'nın güzel bir sözü var. "Dostsuz
kalmış dün-ya'da hatasız dost arayan." Hatasız dost, hatasız
şeyh, hatasız ilim adamı, hatasız insan bulmak mümkün
değildir. Dost isek biz; hatasını şeyhimiz de olsa söylemek
gerekir.
Aman hocam şeyhe söylenir mi o? Niye söylenmesin ki. Hz.
Ömer şeyh gibi değil ki. Hz. Ebubekir şeyh gibi değil ki.
Bütün şeyhler Hz. Ömer- Hz. Ebubekir- Hz. Osman ve Hz
Ali'nin ayağının tozu olamaz. O hutbede iken, "aşağıdan
birisi valla varmayayım yanına ha!" deyiveriyor yani.
Yaptığın yanlışı düzeltirim diyor. Kilincımla düzeltirim
seni" diyor. Ve hesap soruyor. Ve o hesap soracak bir
topluma sahip olduğundan dolayı da Hz. Ömer Rabbine
hamdediyor.
"Aman ya Rabbi! böyle bir toplumu bana lütfettiğinden
dolayı sana hamd ederim" diyor. Ve o toplumla Kudüs'ü
alıyor, ve o toplumla İran'ı alıyor. Yoksa böyle kuzu gibi,
koyun gibi, insanlarla olmaz bu iş.
Koyunu bilirsiniz. Belki bir kısmınız bilmez de, bir kısmınız
bilirsiniz. Koyunlar giderken yolda, önden biri gitti mi,
özellikle yaz gününde öbürleri onların ayaklarının arasına
kafayı sokarlar ve giderler. Öndeki yolu görüyor, öbürleri
hiç yol görmez. Mesela tren yolunda, bazı kazalarda, işte
tren bir sürüye çarptı, 50 tane koyunu öldürdü, haberini hep
duyarız.
Fakat tren, bir keçi sürüsüne çarptı da, 50 tane keçi öldü,
haberini duyamazsınız. Niye! Her keçi ayrı yürür. Kendi
gözünü kendi kullanır. Ama koyunların hepsi bir gözden
hareket ederler.
Dinim de böyle bir şey yok. Peygamber Efendimiz (a.s.v.)
Uhud'a çıkacak. Toplamış arkadaşlarını. Gelin bakalım
demiş. Ne diyorsunuz?. Efendimiz (a.s.v.) Bedir harbinde
toplamış arkadaşlarını. Gelin bakalım harp esnasında, harbe
girecekler ne diyorsunuz? Ensardan birisi kalktı şöyle dedi.
Muhacirinden biri kalktı böyle dedi.Peygamber Efendimiz
A.S.V bunların hepsini özetledi ve kararını verdi.
Yani her insanın bir gören gözü, bir de basiret denilen kalb
gözü vardır. Bu basiretler de köreltilmemelidir. Bu ehli
kitap İsa A.S.'a olan fazla muhabbetlerinden, kendi
basiretlerini köreltmişler. Ve böylelikle kâfir
oluvermişlerdir. Seveceğiz derken gâvur olmuşlar. Tehlikeli
bir şey seveceğiz derken gâvur olmak. Niyet iyi idi. Yani
sapıtma gayesi ile filan olmuş değil bu. Gayet iyi niyetlerle
başlamış ama, imansızlığa dönüşüver-
miş bu iş. Peygamber Efendimiz burda bizim dikkatimizi
çekiyor. Sakın bana böyle birşey yapmayın diyor. Biz ona
salatü-selam getiririz. Ve "eşhedü enne muhammeden
abdühü ve râsulühü" deriz. Yani abdühü'yü ilave ediyoruz.
Kul olmasını hatırlıyoruz ve râsulühü diyoruz.
Efendim ezanda yok abduhü kelimesi. Râsulühü de yeter
zaten. (Eşhedü enne muhammeden rasulüllah) Muhammed
Allah'ın elçisidir. Elçi, yani insandır ilah değildir.
Ve bu ehli kitabın; Allah'ın oğul edindiği sözüne karşı
günde birkaç defa (Lem yelid velem yuled) diye reddiye
gönderiyoruz. Yani siz varya, akşama kadar okuduğunuz
surelerde aslında hırıstiyan- müslüman mücadelesini
gündemde tutuyorsunuz, "Allah doğmamıştır da,
doğurmamıştır da." Kendisinden bir çocuk, oğul olmadığı
gibi kendisi de doğmamıştır. Diyoruz. "Onun dengi ve
benzeri de yoktur."972[197]
972[197]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/387-391.
(172) Mesih de Allah'a yakın melekler de Allah'a kul
olmakdan kaçınmazlar. Kim Allah'a kulluk yapmaktan
kaçınır ve kibirlenirse Allah onların hepsini huzurunda
toplayacaktır.
Yani melekler ki; günah işleme durumları yok. Allah o
meyli vermemiş, meleklere. Onlar hep ibadet halindeler.
Günümüzde bir kısım insanlar türemiş. Geçende bir tanesi
dükkana kadar geldi adam. Genç bir delikanlı, "Hocam işte
ben hakikat arayıcısıyım." Eee. "Orda aradım-burda aradım
şimdi biryer buldum" diyor. O bulduğu yer Kur'an-ı,
Tevrat'ı, incil'i hepsini kaldı rıvermişler, orta yerden
başlarında bir adamın mesajları ile idare edip gidiyorlar.
"Allah'a yaklaşmak içindir herşey yakın olduktan sonra ne
gerek var" diyor. Yani biz Allah'ı bulmuşuz, onunla yakın
olmuşuz. Daha ondan sonra ibadete ne gerek var. Şeyhinin
sözü tabii bu.
Rabbim o tür sözlerin söyleneceğini de biliyor. Biz ki
insanız günah işleme meylimiz devamlı vardır. Yani
mescitte alnımızı secdeye koyduğumuz halde bile günah
hatırınıza gelebilir. Meleğin hatırına bu gelmez. "O melâike
bile Allah'a ibadetten uzak durmaz" diyor Allah (c.c).
Halbuki; hani bunlar mantiken doğru gibi sözler. Yaklaşmak
içindir bütün ibadetler. Yaklaştıktan sonra niye efendim
onun yanında ibadet yapacaksın diyor. Hani, bir de şöyle
söylüyor. "Mecnun Leylâ'ya aşık. Leylâ, leylâ, leylâ diyor.
Peki Leylâ'nın yanına vardıktan sonra da yine Leylâ, Leylâ,
Leylâ mı dersin?" diyor.
Hayır söylemeyi bırakır. Mantiken fena değil. Peki ama
Leylâ, Leylâ diyerek Leylâ'nın yanına varan kişi Leylâ'nın
yanına varınca onu bırakı-verir mi? Bir insan arzu ettiği şeyi
elde etmek için yollarını arar. Elde ettikten sonrada ona
yakınlığını devam ettirecek, işler yapar. Onun içindir ki
Allah'a yakın melekler, Allah'a ibadetten uzak durmazlar.
Tabi yaklaşmasının ölçüsü ne. İbadetini son zirveye
vardırmak. Yoksa mekân olarak yaklaşma değil. Yani bir
mekân yaklaşması değil. Zaman yaklaşması değil.
İbadetinde, taatında öyle ileri gidiyor, ve o yine ibadetine
devam ediyor ve makam ve menzilini artırıyor.
Bunlar hayallerinde belirli bir yer hedefliyorlar. Oraya
vardıklarını zannediyorlar. Kendilerini kandırıyorlar. Tabi
soruyu soran delikanlı yanımdan ayrılırken "Onların
hesabını görürüm hocam" diyerekten çıktı gitti.
Kim Allah'a ibadetten kaçınırsa, kibirlenirse, Allah onların
hepsini kendi katında huzuruna toplayacaktır." Kibirle
nenlerin hepsi, böyle uzak duranların hepsi, onun huzurunda
toplanacaklar yine hesap gününde.
Mü'minler ise onun hesabını bildiklerinden bu dünyada
toplanmaya çalışıyorlar. Yani Allah'ın huzurunda herkes
toplanacak mahşer günü. Biz ise, azaba uğramayalım diye
bu dünyada toplanıyoruz o kadar.' Namaz da bir araya
gelişlerimiz, hacda bir araya gelişlerimiz, hayır işlerinde
birbirimize yardım edişlerimiz, bu dünyada bir araya
gelmek ve toplanmak suretiyle, öbür dünyada Allah'ın
huzurunda cezalandırılmak için toplanmayı önlemek için.
Hani Yunus Emre "Gelin bugün yanalım, yarın yanmamak
için" diyor. Yani yarın öbür dünyada yanmamak için bu
dünyada bazı nefsin istediği şeyleri vermeyelim. Bunlar
belki bize sıkıntı verir ama, öteki dünyada da kişiyi
sıkıntıdan kurtarıverir. 973[198]
973[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/391-393.
"İman edip ameli salih işleyenlere Allah (c.c.) onların
mükafatını, ücretini verir, ve kendi katından da artırır"
diyor. Yani adaletiyle muamele etmez Rabbim, rahmetiyle
muamete eder. Adaletiyle muamele: yaptığınıza karşılık
iyilik. Rahmetiyle muamele ise yaptığınızın karşılığını kat
kat vermek suretiyle, o yaptığınızın ücretini artırmaktır.
"Allah'a kul olmaktan yan çizen, kibirlen enlere gelince
Allah onlara acıklı bir azapla azap eder. Allah'dan başka
onlara bir yardımcı, bir dost da bulamazlar" diyor Allah
(c.c.)
Bu dünya da şefaatçi, aracı bulunabilir. Adam katil olur.
Yolunu bulur kurtulur, para verir kurtulur. Çeşitli vesilelerle
kurtulmaya çalışır Başarılı da olabilir. Ama, O Allah'a
kulluk yapmaktan kibirlenen kişiler, Allah katında hiçbir
şefaatçi, hiçbir yardımcı ve hiçbir dost da bulamaz.
Hani, bu kulluk yapmaya kibirlenenlerin Türkçe de bir
ifadeleri var. "Yiğidin alnı yere gelmez" ifadesiyle
kullanıyorlar bunu. Peki sana bu yiğitliği, bu endamı kim
verdi, Allah (c.c.) Kendin bir hücreyi yaratabilecek durumda
değilsin. O seni yaratan Rabbime bu vücut secdeye kapanır-
sa değer kazanır. Yoksa yiğitlikle ne ilgisi var ki. Bu itlik
gibi bir şey. Yiğitlikle ilgisi yok bunun. Sırtında et
taşıyorsun. Başka bir şey değil. 974[199]
974[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/393-394.
bürhân olarak ki; (bürhân-ı kati) Kâfirin bütün mantığının
kökünü kesecek şekilde de kitabını indirmiştir Allah (c.c.)
Bu Kur'an-ı Kerim'de, imansızların söyleyebilecekleri her
şeyin cevabı var. Yeri geldikçe söylüyorum. Kâfirlerin
söyleyebilecek yeni birşeylerinin olmadığını "Küfür
cephesinde yeni birşey yok" isimli eserimde
975[200]
açıkladım.
977[202]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/395-398.
MAİDE SURESİ
978[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/399.
kullanır. Bu surenin üçüncü ayetinde yırtıcı hayvanların
haramlığını bu "es-siba' " kelimesiyle ifade etmiştir.
Arapçayı bilmeyen, Kur'an okumasını öğrenmeyen kişiler,
meal okuyarak, okuduğu meali yazan muhteremi mezheb
imamı edinerek, "Kur'anda haramlığı yazılı olanlar dışında
herşey helâldir" diyorlar.
Bunlardan biri bana gelerek En'am suresinin 145 nci
ayetinin mealim okuyor. Kendisine "bundan sonra
çalışmana gerek yok. Tuvalete gitme. Pisliğini camdan bir
kaba çıkar sonra ye" dedim. Haram yiyemem demedi, "içim
almaz" dedi. Ben de ona "benim içim de domuzu almıyor
ama bir hıristiyanın içi alıyor ve severek yiyor. Sen de
pisliğe alışırsın" deyince durakaldi. 979[2]
979[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/399-400.
dikkat edilmiştir. Biz buna dikkat ettiğimiz gibi diğer ay ve
günlerde de haksızlık yapmakdan, haksız yere kan
dökmekten kaçınacağız.
Allah için kurbanlık yapılan hayvanlar dahi diğer
hayvanlardan farklıdırlar. Onlara da önem veriniz.
Avlanmak mübahdır. Ancak ihramlı iken canlı bir hayvan
öldürülmez, yeşil koparılmaz.
İslâm toplumunun ileri gelenlerinin hac esnasında topluca
eğitimden geçmesidir. Canlı öldürülmeyecek, yeşil kop
anim ayacak. Günümüz çevrecileri konuşarak öğretirler.
İslâm dini ise önce öğretir. Sonra tatbiki eğitimini yaptırır.
Sizi mescidi haramdan kovanlara birgün mescidi harama
gelirlerse bu sefer siz kovmayın. Hele iman ederek gelirlerse
onları kardeş olarak karşılayın.
Tevbe suresinin 28 nci ayetinde müşriklerin pis olduğu, bu
yıldan sonra mescidi harama yaklaşmaları yasaklandıktan
sonra kâfirler Mekke'ye alınmamışlar.
Günümüzde buna yalnız nüfus cüzdanı ve pasaport üzerinde
dikkat ediliyor. Adı müslüman adıysa, gerekli vizeleri de
almışsa, Mekke'ye gidip mescidi harama da girebilir. Bu
adam isterse Amerika'nın emirlerini Allah'ın emirlerine
tercih eden ve ona azad kabul etmez bir köle olan yetkili
bile olsa farketmez.
Allah'ımız "iyilikde yarışın, takvada yarışın" diyor. Uluslar
arası siyasette İslâmın sesini duyurmada, eğitimi
İslâmileştirmede, üniversiteyi işgalcilerden kurtarmada,
okulların hepsini Kur'an-'a uygun hale getirmede,
insanlarımız arasındaki sevgiyi geliştirmede, maddi
imkanlarımızı dağıtmada yarışalım.
Yoksa rüşveti ben senden fazla aldım, ben üç köşe döndüm,
dört köşe oldum gibi kötülükde yarışı yapmayalım.
Rabbimiz Nisa suresinin onuncu ayetinde yetim malı
yiyenler, karnına ateş doldurmuş olur diyor. Karnına ateş
doldurma konusunda yarış yapan insan göremezsiniz. Ama
haram yiyenler bunu yapıyorlar. 980[3]
980[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/400-402.
zararmı bilmeyen kalmadı. Bunlar şeytanın pisliğidir.
Pislikden uzak durun.
Bu din eksiği ve fazlalığı olmayan tam ve mütekamil bir
dindir. Allah böyle ifade ediyor. İnsanlık tarihi de buna
şehadet ediyor. İnsanlar İslâmın dışında mutluluk aramak
üzere bindörtyüz senedir her sene kanun yaparlar, kanun
bozarlar. Daha kanunu yaparken karşıdakiler tenkid ederler.
Kararnamelerle tamir etmeye çalışırlar. Ama her kanun, ve
kararname onları yapanları bağlar.
Kur'an-ı Kerim'in ise beğenilmeyen, çağımıza uymuyor
denilen bir ayeti yoktur.
Allah ancak İslâm dininden razıdır. Günümüzde Batılıya
yaranmak için ağzını dağıtanlar Kur'an'ı ve bu ayeti yeniden
okusun. Al-i İmran suresinin 19 ncu ayetini "Allah katında
din, İslâmdır" ayetini yeniden okusunlar.
Suya düşen yılana sarılır gibi, aç kalan yukarda yenmesi
haram kılınan şeylerden başka yiyeceği bulunmayan kişi
ihtiyacını giderecek kadar yiyebilir. 981[4]
981[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/42-404.
Fakihlerimiz ayet ve hadisler doğrultusunda, Kitabu-s-Sayd
başlığı altında maddeler halinde yazmışlar. 982[5]
(5) Bugün size, temiz ve güzel olan şeyler helâl kılındı. Ehli
kitabın yemeği de size helâldir. Sizin yemeğiniz de onlara
helâldir. İffetli mü'mine kadınlar ve sizden önce kendilerine
kitap verilenlerin, iffetli kadınları, mehirlerini verdiğiniz
zaman -zina yapmadan, gizli dost edinmeden- size helâl
kılındı. Kim imanı inkâr ederse ameli boşa gider. O ahirette
ziyan edenlerdendir.
Temiz ve güzel olanlar helâldirler. Üçüncü ayeti kerimede
haram kılınanlardan başka bir yemeği ehli kitapdan biri
hazırlasa yemeği yenir.
Hristiyan veya yahudi komşunuz yemeğe davet etse, domuz
değilse, koyun, sığır, tavuk gibi hayvanlar kesilerek
hazırlanmışsa onların yemeğinden yenebilir. Yahudi veya
hristiyan bir kadınla müslüman bir erkek evlenebilir. Ancak
müslüman bir kadın, müslüman olmayan bir erkekle
evlenemez.
Bu durum Allah'ın emridir. Aynı zamanda insana saygı
vardır bu emirde. Müslüman bir kız, yahudi bir erkekle
evlense ölünceye kadar inancına saldırı olacaktır. Çünkü
yahudiler Hz. Muhammed'e ve onun getirdiği Kur'an'a iman
etmezler.
Ama hristiyan veya yahudi bir kız müslüman bir ailede
hiçbir zaman rahatsız olmaz. Çünkü kocası ve ailesi Hz.
Musa'ya ve Tevrat'a, Hz. İsa'ya ve İncil'e iman ediyorlar. O
peygamberlerin adı anılsa salavat getiriyorlar.
Hz. Ömer zamanında müslümanlar hristiyan kadınlarına
rağbet edip müslüman kadınları bekâr kalınca Hz. Ömer
geçici olarak bu izni askıya almış.
Günümüzde bir kısım insanlarımızın daha da ileriye giderek
982[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/404-405.
gayri müslim kadınlara rağbet ederek eşlerini ihmal etmeye
başladıklarını duyuyoruz.
Bakara suresinin 221 nci ayetinde gördükki, kâfirin
kraliçesinden müslümanlardan her hangi biri daha hayırlıdır.
Bunu böyle bilelim. Zinadan, dost hayatından kaçınalım.
"Kör ile yatan, şaşı kalkar", kâfiri dost edinenin küfre
düşmesi daha çabuk olur. O zaman da amellerimiz boşa
gider. Allah korusun Amin. 983[6]
983[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/405-406.
bizim yanlışımızdır.
Cünüplükten temizlenmek için ağzımızı, burnumuzun içini
ve bütün vücudumuzu su ile yıkamak hanefilere göre
farzdır. Bir kişi hasta olur, suyu kullanamazsa veya suyu
kullanması hastalığını artırırsa abdest alacağında veya
cünüplükten temizleneceğinde teyemmüm eder. Yolculuk
anında eğer su bulamazsa teyemmüm eder.
Rabbimiz teyemmümü de tarif ediyor.
Elleri toprağa vurarak önce yüzümüze sürüyoruz. Sonra
ikinci defa toprağa veya toprak cinsinden bir şeye vurarak
sol elimizle sağ kolumuzu, sağ elimizle sol kolumuzu
meshederiz. Allah'ın dini kolaydır. Yaşanması da kolaydır.
"Toprakla temizlik olur mu?" diyenlere efendimizin
Buhari'de rivayet edilen "mü'min pis olmaz" sözüyle cevap
veririz. Biz Allah'ın huzuruna hazırlanıyoruz. Abdest, gusul
veya teyemmüm bizi ruhen hazırlayan faktörlerdir. 984[7]
988[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/410.
989[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/410.
990[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/411.
(12) Allah, beni israil'den söz almıştı. Onlardan oniki
kumandan seçtik. Allah, onlara "ben sizinle beraberim"
dedi. Eğer namazı kılar, zekatı verir, peygamberlerime iman
eder, onlara yardımcı olur, Allah için güzelce borç
verirseniz elbette sizin günahlarınızı örterim ve elbette sizi
altından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra
sizden kim inkâr ederse doğru yoldan sapmış olur.
Allah (c.c.) İsrail oğullarından aldığı sözleri, onlara verdiği
nimetleri Kur'an-ı kerimde birçok yerde tekrarlar. 991[14]
Burada İsrail oğullarının oniki komutanına ve onların
şahsında hepsine birden "ben sizinle beraberim" diyor.
Hz. Musa'dan emir alan ve Tevrat'a göre hareket eden on iki
komutana "Ben sizinle beraberim" diyor.
Günümüz komutanları da Kur'an'a göre hareket ederlerse
Allah onlarla beraber olur. Böylece bir atom bombasıyla
günahsız çocuklar, ihtiyarlar, kadınlar Japonya'da
öldürülmezler.
Filistin'de, Bosna'da, Keşmir'de, Afrika'da, Amerika'da her
sene milyonlarca insan imansız komutan ve yöneticilerin
dünyevi çıkarları uğruna öldürülmezler.
Rabbimiz cennete giden yolun, namazı kılmak, zekatı
vermek, peygambere iman edip onun getirdiği dine yardım
etmek, borçlulara yardım etmekden geçtiğini
992[15]
bildiriyor.
993[16]
Bak: Bûruc suresi
994[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/413.
Ahkamü-1-Evkaf, Hassaf, 2
tarihini yazanlar, Ayafya kilise olarak görev yaparken iki
defa yakıldıktan sonra bugünkü aliyle taşdan yeniden
yapılmış. Daha sonra yakılamanıış, ama içinde bir atışma
anında üçbin beşyüz başka mezhepden hristiyan boğazından
kelerek öldürülmüştür.
Bugünkü hristiyanlar birlikte hareket ediyorlar. Ancak
bunlar müslü-iana karşı birlik oluyorlar. Yoksa kendi
aralarında paramparçadırlar, aşr suresi 13 ncü ayette,
Rabbimiz "onları birlikte zannedersin, kalbleri
ıramparçadır" buyurur.
Bunların birliktelikleri leş başında toplanan köpeklerin
birlikte olman gibidir. 995[18]
997[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/415-416.
998[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/416-417.
(18) Yahudi ve hristiyanlar "biz Allah'ın oğulları ve
sevgilileriyiz" dediler. Deki: "öyle ise günahlarınızdan
dolayı Allah size niçin azap ediyor? Hayır, siz onun
yarattıklarından bir beşersiniz. O dilediğini afveder, dileğine
azap eder. Göklerin, yerin ve herikisi arasın-dakilerin
hükümranlığı Allah'a aittir. Ve dönüş onadır.
Bakara 80'de yahudilerin "Biz cehennemde sayılı günlerde
kalacağız" dediklerini, yine Bakara 111 de "cennete ancak
yahudi ve hristiyanlar girecektir" dediklerim, burada da "biz
Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz" dediklerini haber veriyor.
Dost dostun dediğini tutar. Sevgili sevdiğinin işaretini emir
kabul eder. Sevdiğinden çok basit bir mendil gelse onu
dürer, büker kalbinin üstüne kor.
Bunlar Allah'ın gönderdiği peygamberleri öldürdüler,
kitapları tahrif
ettiler. Allahda onları maymuna, domuza çevirerek azap etti.
Madem Allah'ın oğulları idiniz niçin size azap etti?
Allah (c.c.) bunları bildirerek bunların bencilliğini kendi
peygamberlerini öldürdüklerini, Allah'ın kitabını bile
değiştirdiklerini haber vererek bugünkü yahudi ve
hristiyanlara karşı bizi uyarıyor.. 999[22]
999[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/417-418.
yön vermek üzere kitabını indirmiştir,
"Biz bilmiyorduk, bize peygamber gelmedi" denmemesi için
Allah (c.c.) Peygamberlerini gönderir. Yirminci asırda ise O
son peygamber, Muhammed (s.a.v.)'in getirdiği kitap ve
sünneti aramızdadır. Kur'an ve sünneti bilen peygamber
varisleri de İslâm dinini bütün dünya dillerine terceme
ederek görevlerini yerine getiriyorlar. 1000[23]
1000[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/418.
1001[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/419.
1002[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/419.
yıllarca firavunun zulmü altında pısırık, korkak, ürkek bir
şekilde yetişmeleri sebebiyle Hz. Musa'ya itirazda
bulunurlar. Orada çok güçlü zorba bir millet vardır. Onlar
orada oldukça biz oraya girmeyiz. Eğer onlar, oradan çıkar-
larsa biz gireriz dediler. Hz. Musa'nın mucizelerini
gördükleri halde yine de korkularından kurtulamıyorlar.
Günümüzde iki bin sene sonra, Osmanlı hasta yatağında
yatarken bile Kudüs'e giremeyen bu yahudiler, daha sonra
İngiltere, Amerika ve Fransa'nın desteği ile Kudüs'ü işgal
ederler. 1003[26]
(28) Eğer sen, beni öldürmek için elini uzatırsan, ben seni
öldürmek için elimi uzatmayacağım. Ben alemlerin Rabbi
Allah'dan korkarım. 1009[32]
1007[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/421-422.
1008[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/422-423.
1009[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/423.
1010[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/423.
1011[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/423.
Kardeşinin cesedini ne yapacağım bilemeyince karga ona
kılavuzluk yapar. Kılavuzunun karga olduğunu görünce
pişmanlık duyar. 1012[35]
1014[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/425-426.
edilmezi erse cezalandırılırlar. Afvedilirlerse hiç birşey
lâzım gelmez.
Günümüz ithal hukukda ise şahıslar yok kabul edilirler.
Devlet afvet-mişse şahısların yapacak birşeyi yoktur. 1015[38]
1015[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/426-427.
1016[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/427.
1017[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/428.
"Kâfirlerin cehennemde ebedi yanmasına aklım yatmıyor"
diyen müslümanlarımızın gönlüne bir küpe olsun. 1018[41]
1018[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/428.
4- Çalınan şeyin değeri on dirhem (iki koyun karşılığı)
değerinden az olmayacak.
5- Açıktan değil gizlice çalınmış olacak.
6- Çalınan mal gizlenen korunan mallardan olacak.
7- Hırsızın çaldığı malda zerre kadar hissesi olmayacak.
Bu hukukçularımız devletin vikai tedbirleri aldığını herkese
iş veya aş'ın verildiğinin nazarı itibara alarak bu şartları
koymuşlar.
Yoksa Hz. Ömer (R.A.) vikai tedbirler alınmadan,
vatandaşların karnı doyurulmadan cezai müeyyidelere
gitmeyi yasaklamış ve açlık nedeni ile hırsızlık yapan birini
cezalandırmamış, açlık kıtlık yıllarında valilerine gönderdiği
tamimde hırsızlık suçlarından dolayı el kesilmemesini em-
retmiş 1019[42]
Peygamber (s.a.v.) Medine'ye varınca Mekke'den Medine'ye
göç eden muhacirlerle Medine yerlisi olan Ensar'ı birbirleri
ile kardeş yapmış, evlerini ve mallarını iki kardeş gibi
kullanmışlar.
Devletin ganimet gelirlerinin zenginler arasında dolaşıp
durmaması için yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlara
dağıtılmasını ister Rabbimiz. 1020[43]
Hz. Ömer asgari ücretin asgarisi olarak kendi maaşını ölçü
kabul etmiş. Ondan sonra sahabenin hizmet derecesine göre
devlet bütçesinden verilen maaşı arttırmıştır. Öleceğine
yakın "fırsatını bulursam Allah Ra-sulünün ve Ebu Bekir'in
yaptığı gibi ücretleri eşit yapacağım demiştir' 1021[44]
Bütün müslüman vatandaşların birbiriyle kardeş olduğu, en
az maaş alanın devlet başkanmınkine denk maaş aldığı bir
toplumda hırsızlık olmaz.
Devlet başkanı ile dağdaki çobanın midesinin aynı olduğu
kabul edilen bir sistemde hırsızlık olmaz.
1019[42]
.Bak. Beyhaki Sünen 8/278, Muvatta 2/748, Abdürrezzak Musannef 10/239
1020[43]
Haşr, 7
1021[44]
Tarihi Yakubi 2/153-154
Eğer olacak olursa, bu da hırsızın kendi ikrarı veya adil iki
erkek şahidin şehadeti ile sabit olursa, yukarda belirlenen 7
şartm yanında açlık zorunluluğu da yoksa, o zaman Kur'an-ı
Kerim'in Maide suresinin 37. ayetine göre hırsızlık yapan
erkekle hırsızlık yapan kadının yaptıklarına karşılık bir ceza
ve Allah'tan (başkalarına) ibret olması için ellerinin ke-
silmesini emreder. "Zaruri ihtiyaçları devlet tarafından
karşılanan akıllı, baliğ bir insan bunu yaparsa, bu, toplum
vücudundaki kanserli bir organ gibidir. Tedavisi mümkün
olmayınca kesilmesi gerekir" der İslâm dini.
Malı çalınan kişinin dava etmeme hakkı vardır. Malı çalınan
kişi dava ettikten sonra affetme hakkı yoktur. Bu
durumlarda hakimin affetme yetkisi de yoktur.
Ancak günümüz hukukuna "şüpheden sanık yararlanır" diye
geçen ve peygamberimizin diliyle "şüphelerle had cezalarım
kaldırınız." Hadisi şerifine uygun olarak şüpheleri sanığın
lehine olarak kullanır. 1022[45]
1022[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/429-431.
Bak, İslâm Hukuku Önemi, Özellikleri, Evrenselliği, Mahmut Toptaş s: 61/64 İstanbul 1991
1023[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/431.
Kendi kanlarında yaşayan canlıların sayısına, faydalı
mikroplarla zararlı mikropların savaşlarına hakim değiller.
İçimize ve dışımıza Allah hakimdir. Kanımızda kalbimizde,
saçlarımızda, tırnağımızda Allah'ın tabiat kanunları geçerli.
Öyle ise niçin hayatımıza onun ilahi kanunlarını
uygulamıyoruz? Allah (c.c), hayatında İslâmı uygulayanları
afveder, kâfirlere ise azab eder. 1024[47]
1024[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/432.
Bütün bunlara karşı üzülmeden, onların sözüne kulak
vermeden binanın tuğlaları gibi birbirimizi tutarakdan bu
İslâm binasını korumamız gerekir.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Yahudinin casusluk
teşkilatı kendisinin yıkılmasını hızlandırıyor.
Afrika'dan ve Rusya'dan İsrail'e nakledilen yahudilerin,
İsraildeki yahudilerin iğrenç hareketlerinden sonra
müslüman olmaları yetkilileri çılgına çeviriyor. 1025[48]
1027[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/435.
la hük-metmeyenîerin, kâfir olduğunu haber verir. 1028[51]
1028[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/435-436.
1029[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/436-437.
Bak Bakara 178-179
1030[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/437.
1031[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/437-438.
(48) Biz, sana kitabı hak ile kendinden önceki kitabı tasdik
etmek ve onu korumak üzere indirdik. Onlar arasında
Allah'ın indirdiği ile hükmet ve hakdan yüz çevirerek
onların heva (kanun) larına uyma. Sizden herkese bir şeriat
ve yol verdik. Eğer Allah dileseydi, elbette
sizi birtek ümmet yapardı. Ancak size verdikleriyle imtihan
etmek için (şeriat ve yol) verdi öyle ise hayırlara koşun.
Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, size çekiştiğiniz şeylerin
doğrusunu haber verecektir.Kur'an-ı Kerim de kendinden
öncekileri tasdik etmek, ahkamlarını korumak için
indirilmiştir. Kur'an'a uymamız ve ona karşı çıkarılan
kanunları reddetmemiz emrediliyor.
Bakara 145 de peygamber efendimize "Eğer bu ilim
geldikten sonra onların nevasına (kanunlarına) uyarsan o
zaman sen de zalimlerden olursun" diyor. Eksik terazinin
başına en dürüst adamı koysanız değişen bir-şey olmaz.
Haksızlık devam eder.
Şeriatlar arasında imani konularda fark yoktur. Ancak
hukuki konularda zamana, zemine ve insanların yapılarına
göre imtihan sorularında değişiklik olmuştur. 1032[55]
1034[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/440.
okurken onaylıyorlar mı? Cevap evetse bunlar da aynı ruhu
taşıyorlar demektir. Cevap hayirsa o zaman bunlar yahudi
veya hristiyan sayılmazlar. 1993 senesinde Yunanistan'ın
Atina şehrinden İstanbul'a gelerek, huzurumda şehadet
getirerek müslüman olan Ressam kadın "İncil'de gördüğüm
çelişkiler, papazlarda gördüğüm tutarsızlıklar, beni
hristiyanlıktan uzaklaştırdı" demişti.
Onlar birbirlerinin dostudurlar.
Buradaki "dost edinmeyiniz" den kasıt dükkan veya ev
komşunuz yahudiyle konuşmayın, çay içip, ikramda
bulunmayın anlamında değildir.
Peygamber efendimiz "Yahudilerin en hayırlısı
1035[58]
Muhaynkdir" buyurmuş.
Onları devlet başkanı, vali, hakim, komutan yapmayın
anlamındadır.
Kim onları bu makamlara getirirse onlardan sayılır. "Kişi
sevdiği ile beraberdir" buyurur Efendimiz. 1036[59]
1035[58]
Bak: Ahkam-ül-Evkaf, Hassaf 4
1036[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/440-441.
1037[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/441-442.
ağır basarsa o tarafa meylediyorlar.
Şu günlerde müslümanlarda da güçlenme görülünce yıllardır
Allah demeyi bile yasaklayanlar, meydanlarda Kur'an-ı
Kerim'i öpüp başlarına koyuyorlar.
Akşamlan ise başkalarına "inanmayın biz onları
aldatıyoruz" diyorlar. Bunlar kendilerini kandırıyorlar.
Rusya, Çekoslavakya'yi işgal ettiğinde, Rusya'ya yardım
eden onbeşbin Çekoslavak aydınına madalya vereceği
yerde, hepsim kurşuna dizmiş ve "Milletine hayrı olmayanın
bize hiç hayrı olmaz" demiş.
Münafıklık bir hastalıktır. İlacı imandır.1038[61]
1038[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/442.
Aleyhlerinde söylenen ve söyleneceklerden korkmadan
İslâmı açık bir dille açıklarlar.
İslâmın diğer insanlara da ulaşması için canlan ve mallarıyla
cihad ederler.
Batı ülkelerinde İslâmın hızla yayılması, yeni toplumların
bu İslâm kervanına katılacağının işaretidir. Biz dinimize
sahip olalım. 1039[62]
1039[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/443-444.
1040[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/444.
1041[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/444.
1042[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/445.
(58) Namaza çağırdığınızda onu oyun ve eğlenceye alırlar.
Bu, akılsız bir toplum olmalarındandır.
Dinimizi alaya alan, hicveden, karikatürize eden kim olursa
olsun, ister yahudi, ister hristiyan, isterse putperest ataist
veya ateist olsun, onları dost ve yönetici edinmeyeceğiz.
Ezanımıza karşı mücadeleyi tarih boyunca verdikleri gibi,
bu asırdada Türkçe okutarak, bazı yerlerde sesin kısılmasını
emrederek, gereksiz olduğunu söyleyerek hafife, alanları
başınızın üstüne çıkarmayın. 1043[66]
(60) Deki: "Allah katında yeri bundan daha kötü olanını size
haber vereyim mi? Allah'ın lanet ettiği ve üzerine gazap
ettiği, ve onlardan bir kısmını maymun, hınzır ve tağuta
(azgın kul'a) kul yaptı kişilerin yeri daha kötü, yolu daha
sapikdır.
Bugün müslümanların bir suçu var o da iman etmiş
olmalarıdır. Ondan dolayı Filistin'de, Keşmir'de, Sudan'da,
Bosna'da, doğuda ve batıda ıüslümanlar cezalandırılıyorlar.
İnsanların en kötü durumda olanı maymuna çevrilen
yahudiler, hınzıra çevrilenler ve kul'a kul olanlardır. 1045[68]
(65) Eğer ehli kitap iman edip sakınsaydı, elbette biz onların
günahlarını örter ve elbette nimetleri bol cennetlere
koyarız. 1050[73]
1047[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/446-447.
1048[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/447.
1049[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/447-448.
1050[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/448.
(66) Eğer onlar Tevrat'ı İncil'i ve kendilerine Rablerinden
geleni ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının
altından yerlerdi. Onların içinde orta yolu takip eden (Hz.
Muhammede ve ona indirilene iman eden) bir ümmet vardır.
Onlardan birçoğu ise ne kötü şeyler yapıyorlar.
Yahudiler yaptıkları kötülükler sebebiyle bir çok zorluklarla
karşılaşınca "Allah'ın eli bağlandı" diyerek suçu Allah'a
atıyorlar.
Allah, kendi hatalarım bildirmek üzere indirdiği ayetlerini
işittikleri zaman düşmanlıkları artıyor.
Rabbimiz onlara eğer Tevrat'a, İncil'e ve Kur'an'a göre amel
ederlerse yerden ve gökten gelecek nimetlerle
karşılaşacaklarını haber veriyor.
Yetmiş senedir batı ekonomisini öğrenip uygulamaya
çalışanlar, batıdan her geçen gün biraz daha geride
kalıyorlar.
İleride olan batı ise geride kalanlardan önce batıyor.
Sistemin gereği olarak uyuşturucu kullanımı ilk okula kadar
bulaşmış, AİDS hastalığı, parlamenterlerle, sanatçılardan
halka sirayet ediyor.
Hastalık bu sistemin en önünde olanlara bulaşıyor.
İçlerinde orta yolu takip etmek isteyen iyi niyetli
düşünürleri de var. Onlar bizim düşman evindeki
dostlarımızdır. Önce onları İslama kazanarak tedavi edip
onlarla diğerlerini kurtaracağız. 1051[74]
1051[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/448-448.
Rasullük risaletin getirdiğini açıkça duyurmakla olur.
Mü'min olmak da iman ettiği şeyleri yaşayıp diğer insanlara
açıklamakdan geçer.
Düşmanın çokluğundan korkma, Allah rasulünü korumuş,
onun ümmetini de korur, ölürse şehid olur korunur. Kalırsa
mücahid olur korunur.
Mü'mine kimse zarar veremez. Ancak iki iyilikten birini
yapar. 1052[75]
1054[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/450-451.
Bak: Bakara 62
1055[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/451.
1056[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/451-452.
1057[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/452.
söylediklerine bir son vermezlerse onlardan kâfir olanları
acıklı azap şüphesiz dokunur. 1058[81]
1058[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/452-453.
1059[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/453.
1060[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/453-454.
veremeyenlere mi kulluk yapıyorsunuz? Her şeyi işiten ve
herşeyi bilen o Allah'dır. 1061[84]
1061[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/454.
Rabbim; "Haksız yere dininizde haddi aşmayın" derken:
haklı yerde dininizde hizmet ederken, kurşunun namludan
çıkıp hedefine giderken gösterdiği sürati siz de gösteriniz
manası da vardır.
İmansız kesim haksız yolda namludan çıkmış kurşun gibi
gidiyor. Rabbim de "yapmayın bunu" diyor. "Dininizde
haksız yolda namludan çıkmış kurşun gibi, yaydan çıkmış
ok gibi gitmeyiniz"
Peki bunun karşıtı. Haklı yolda iseniz, İslam dini üzerinde
iken, tuttuğunuz yol da eğer o dinin emir ve yasakları
doğrultusunda ise: o zaman siz de namludan çıkmış kurşun
gibi, yaydan çıkmış ok gibi gidiniz, manâsı vardır. Bu ayeti
kerimenin zımnında.
"Sapıtmış, kendileri sapmış, başkalarını da saptırmış
insanların nevasına tabi olmayınız" diyor.
Hevayı tarif ederken; âlimlerimiz arapça olarak şöyle
"Kulluma elha-ke an Rabbike fehüve hevake" diye tarif
etmişler. "Seni Allah'dan alıkoyan herşey hevadır" diyorlar.
Burada da sapıtan ve başkalarını saptıran insanlar: Allah
(c.c.)'ün emirlerine itaattan insanları alıkoyup, kendilerine
itaata yönlendiriyorlar. Yani, bu kişiler, (feylezoflar)
Allah'ın emirlerine muhalif olarak kanun koyan kişiler.
Bunlar da kendi nevalarından koyuyorlar. Yani: benim
aklım bunu uygun görmüş diyor, onu yapıyor ve insanların
önüne sunuyor. Uymayanın başını vururum diyor. İşte bu
adam kendisi sapmış, başkasını da sapıtmış insandır. Allah
(c.c.)'de bu tür insanların hevasına sakın uymayınız, diyor.
Peki uyulursa ne olur?.. Bir tarafta Allah'ın ahkamı, öbür
tarafta Allah'ın ahkamına harp ilan etmiş insanların ahkamı.
Bir insan, Allah'ın ahkamını bırakır da, insanların koyduğu;
Allah'ın kanunlarına karşı koyduğu ahkama uyarsa ne
olur?.. 1062[85]
1062[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/454-456.
(78) İsrail oğullarından kâfir olanlar Davud ve Meryem oğlu
İsa'nın diliyle lanet olundular. İşte bu isyan etmeleri ve
haddi aşmaları sebebiyledir.
Ve tefsirlerde bunu, "Benî İsrail maymuna dönüştürüldü, İsa
(a.s.v.)'a o gün için isyan edenler de, hınzıra dönüştürüldü"
diye tefsir etmişler. Niçin? Allah'a ve Rasulüne isyan
etmeleri sebebiyle olmuştur.
"Allah kanun koymuş ama, bizim de kırallarımiz v'ar"
demeleri sebebiyle. Allah'ın emirlerini değil, kirallanmn
emirlerini tutmaları nedeniyle, bu cezaya çarptırılmışlar.
"Haddi aşanlar olmaları sebebiyle veya onlar böylelikle
haddi aştılar" diyor Allah (c.c.) 1063[86]
1063[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/456-457.
Ateş şöyle; "Yahu dikkatsizlik gösteren bu adam, ben bunun
evini yakayım. Şu dikkatli adamların evini yakmayayım"
demez. Ateş gelecek olursa hepsini birden yakar.
Allah (c.c.) de "O fitneden korunun ki, o fitneden dolayı bir
musibet gelecek olursa, yalnız o fitneyi çıkaranları yakmaz.
Ona gücü yettiği halde mani olmayanlara da azap isabet
eder."
Hani anlatırlar. Tabi ayet veya hadis olarak görmedim. Ama
bazı menakıb kitaplarında anlatılır. Lût (a.s.v.)'ın kavmi
arasında Lût (a.s.v.)'a iman etmiş, gecelerini ibadetle
geçiren çok salih insanlar vardı. Ama Lût (a.s.v.)'a yardım
etmekten kaçınıyorlardı. İman etmişler. Emredilenleri yerine
getiriyorlar. Yasaklara riayet ediyorlar. (Ferdi plânda
yalnız.) Bunu yapıyorlar. Fakat Lût (a.s.) diyorki; "Gelin şu
pislikle uğraşan adamlara, bizzat elimizle, dilimizle mani
olalım" dediğinde: Orada peygambere yardım etmiyorlardı,
Derken, Allah'ın azabı geldiğinde hepsi birden helak oldu
derler. Ama bu ayeti kerimeler daha açık bir şekilde bize bu
olayı aktarıveriyor. Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ında "Benî
İsrail'in isyana daldığını, alimlerin engellemek isteyip fakat
engelleyemediğini, sonra alimlerin o kötülük yapanlarla içli
dışlı olmaya başladıklarını ve onların haramlarından onların
da yemeye başladığını, sonra da hep beraber isyana
daldıklarını ve Allah'ın lanetini hak ettiklerini" haber
veriyor.
Hani bu şuna benzer. Günümüzde de değerli insanlarımız
var. Pis işlerle uğraşan birisine, yaptığı işin yanlışlığını
anlatmak için ya evine, ya dükkanına veya bürosuna
gidiyor. O da diyor ki; aman ne güzel söyledin. Allah razı
olsun. Biz bu pisliğin içine daldık. Bizi kurtaracak adam
lazımdı, iyi ki geldin diyor. Aman sen hergün buraya uğra.
Oğlum! Ali abine bir çay söyle, yemek söyle. Derken; baktı
ki; yemek tatlı, çay tatlı. Büro da güzel. Hergün gidiyor ve
itibar görüyor.
Zamanla sineğin tastaki bala dalışı gibi. Yavaş yavaş önce
ayaklan, sonra kanatlan girer. Kurtulacağım dese de
kurtulamaz gayri. O onun içerisinde boğulur gider, ya. İşte
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) buna işaret ediyor.
Evvela, kötülük yapanları engellemek isterler. Onların
yanına varırlar. Onların yediğinden yerler, içtiğinden içerler.
Birgün gelir, onlar da onun gibi oluverirler.
Günümüzde; Bizim elimize gelen tefsir kitapları, fıkıh
kitapları, genelde devlet yönetiminde görev almamış
alimlerin kitaplarıdır. Şu anda okunmakta olan en değerli
eserler yazan, mesela İmam Ebu Hanife Hz'leri, İmam Safi
Hz'leri, İmam Malik ve İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri.
Bunlar 4 mezhebin imamları, devlette görev almamış
insanlar. Zorlanmışlar. Hatta İmam-ı Azam Hz'leri
hapishanede dayak yiyerek şehid olmuş. Ondan sonra gelen
tefsir ve hadis kitapları da aynıdır.
Günümüzde görüyoruz ki, belirli makam veya mevkide
ücret alan kişiler, o insanların gayri meşru işlerine bazen
kılıf bulma ihtiyacı hissedip, fetvalar veriyorlar. Mesela bu
körfez meselesinde, Suud bir tarafta ulemayı topluyor. 400
tane ulemayı sıralıyor arka arkasına. Ben haklıyım diyor.
Saddam da topluyor. Onun 400'üne karşı 500 tane toplamış
o da. O da ulamış ulemayı ard ardına. Onlar da demişler ki;
Sen haklısın.
Her iki taraftan az çok bazı isimleri biliyoruz. Oraya gideni
de. Buraya gideni de. İslam aleminde. Genelde bir kısmı
ordan yararlanan, bir kısmı da burdan yararlanan,
ulemamizdır. Ama ulemamız bu karara muhalefet şerhi
koymuştur, çok sevdiğimiz insanlar. "Ben bu olaya şu ne-
denlerden dolayı bu fetvaya katılmıyorum" diye sevdiğimiz
saydığımız, eserlerini okuduğumuz bazı alimler, ben bu
fetvaya katılamıyorum diye iki tarafa da muhalefet şerhini
koyan değerli alim insanlar da bulunmuştur.
O zevata bakıyorum, oralardan maaş almayan insanlar. Yani
alın teriyle geçinen insanlardır onlar. Onun için Peygamber
Efendimiz bizim zayıf tarafımıza dikkat çekiyor. "Evvela iyi
niyetlerle gidersiniz, sonra onlarla beraber yemeye ve
içmeye başlarsınız. Sonra da onların yaptıkları kötülüklere
göz yumarsınız" diyor.
Ayeti Kerime'de de "Onlar yapılan bir kötülüğü
engellemezler" buyruluyor. 1064[87]
1064[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/457-459.
ateş olarak veya çiçek olarak Allah (c.c.) bizim karşımıza
dikiverecektir. Öyleyse ateşi ellerimizle yakıp, ağızlarımızla
üflememeye dikkat edelim. "Allah onlara gazap etmiştir.
Ebedi azap da onlar içindir" diyor Allah (c.c.)
Neden dolayı? Kendilerine kötülük yaptıklarından dolayı.
Kendilerine kötü şeyler takdim ettiklerinden dolayı. Kâfir
insanları kendilerine dost ve yönetici edindiklerinden
dolayı, yapılan kötülüklere mani olma gücü olduğu halde,
mani olmadıklarından dolayı ve peygamberlerine isyan
edip, haddi aşmalarından dolayı Allah (c.c.) onlara gazap
etmiştir. Onlar da ebedi ateştedirler, diyor Allah (c.c.)
Demek ki; Hani Allah'ın gazabını anlatırken bazı batılılar,
Rabbi ta-
nıtırken Allah (c.c.)ü tanıtırken gazap olarak tanıttırıyor
genelde. Hani (ilahların gazabı) gibi romanlar bile
yazıvermişlerdir.
Allah (c.c.) Kur'an-i Kerim'de sayacak olursak, gazapla ilgili
ayeti kerimeler çok azdır. Ama rahmetiyle ilgili, (Gafur)
sıfatı, (Rahman) sıfatı, (Rahim) esmai hüsnaları, (Halim)
esmai hüsnası Kur'an-i Kerim'de çokça zikredilmektedir.
Hadis-i kutside kendisini bize tanıtırken; "Gazabımı
rahmetim geçmiştir. Rahmetim gazabımı geçmiştir" diyor
Allah (c.c.)
Peki bu azaba ve bu gazaba müstehak olmaları
kendiliklerinden kaynaklanıyor. Yapmamış olsalar bunları,
Allah (c.c.)de onlara o azabı vermeyecek, onlara gazap
etmeyecektir. Hemen ayet-i kerimesinde devam
1065[88]
ediyor:
1065[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/459-461.
Demek ki insanın fasıklıktan kurtulabilmesi ve kâfirleri
;dost edinmekten uzaklaşabilmesinin yolu; Allah ve
rasulünü dost bilip, kılavuz olarak, rehber olarak Kur'an-ı
Kerimi almasıyla mümkündir.
Eğer Allah ve rasulünü dost edinmez, kendisine de yol
gösterici olarak Kur'an'ı rehber edinmezse mecburen
insanoğlu peşinden gidecek birini bulurmuş. Öyle ya,
Türkiye'de bunun numunesi görüldü. Allah'ın kitabı Kur'an-ı
Kerim kapatıldı. Topyekün insanlar değil millet olarak
kapatmadı ama, bazı etkili ve yetkili kişiler Kur'an-ı Kerimi
kapattılar. Ahkamını ortadan kaldırdılar. Bu sefer meydan
boş kalmıyor hemen. Derhal Allah'a iman yerine bir
başkasını ikame ediyorlar.
Allah'a imandan bırakılıyorsunuz ama buyurun buna iman
edeceksiniz. Allah'ın kelamı ortadan kaldırılıyor, bu sefer o
adamın veya o kuruluşların sözlerini: Buyurun buna göre
hareket edeceksiniz deniliyor. Allah (c.c): o kâfirleri dost
edinmemenin yolu Allah'a, onun rasulüne ve ona indirdiği
kitabına imandan geçiyor.
Yani bir insan şunu diyemez: "Ben Allah'a da inanmam,
Peygambere de inanmam, kitaba da inanmam. Ama kâfirleri
de kendime dost ve yönetici edinmem" diyemez bir adam.
Çünkü böyle bir insanın görülmüşü yok. Günümüzde de
böyle bir adam yok.
Mutlak surette: (Bakara suresinde geçmişti) ayet-i kerimede;
"Onlar Allah'ın kitabı Tevrati elleriyle şöyle arkalarına
atıverdiler" buyrulur. Peki atıverdiler de kitapsız mı kaldılar.
"Şeytanın okuduğuna tabii oluverdiler." Bu sefer adım adım
şeytanı takip ettiler ve şeytanın vahyine uydular,
vesvesesine uydular" diyor Allah (c.c).
Bu sefer bizim karşımızda 3 grup insanın olduğuna dikkat
çekiyor 82. ayet-i kerimede.
Müslümanın karşısına dikilen 3 grup insan vardır. Yani
yeryüzünde 2 grup insan vardır. Müslümanlar, müslüman
olmayanlar. Müslüman olmayanlar da kendi aralarında 3
gruba ayrılırlar. O, 3 grubu da Rabbim bu 82. ayet-i
kerimesinde şöyle haber veriyor: 1066[89]
1066[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/461-462.
Halbuki Türkiye'de saysan, "Ben gerçekten komünistim"
diyen toplam 50.000 kişiyi bulmaz. Yani inananı. Böyle
okuyup inanan bin kişiyi geçmez. Onların peşinden giden
gönül verenler de 50.000'i geçmez durumda insanlar.
Bir şehirde ki: Hocam işte bizi komünist yapan bu adam,
demişlerdi. Benim vaiz olarak gittiğim bir yerde.
Düzelenler; "Hocam bizi komünist yapan, üniversitedeki
profesörler değil, işte bu adam" dediler. Onun yanına da
gittiydik. Aynı benim gibi müslüman. Ama komünistliği de
benimsiyor ayrı. "Hocam katiyyen gavur olduğumu kabul
edemem ben, ama komünistiz biz" diyor. Müslüman da
ayrıca bu arada.
Yani Türkiye'nin garipliği bu. Fakat o tür garibanları bize
gösteriver-diler. Bu geliyor dediler ama asıl gelen başkası.
Asıl bizim işimizi bitiren başkasiymiş. Rabbim de bu ayet-i
kerime'de, (Şimdi ne yapacaklar, ne gösterecekler bize
bilmiyorum.) birinci derecede yahudiler, ikinci derecede
katı düşman müşriklerdir. Yani illaki Moskova'nın
konünistlerine, yahut Hindistan'ın Budistlerine gitmek yok.
Türkiye'de bir adam, " Allah'ın indirdiği kitap, kardaşım o
kitap 1400 sene evvel inmiş kitaba mı uyalım, yoksa şu
bizim ağabeyimizin sözüne mi uyalım. Ben buna uyarım"
diyorsa bu adam da müşriktir.
Peki bu 3'ünün içerisinde bize en yakını "Mü'minlere bunlar
içersinde sevgi bakımından, biz (Nasârayız) diyenlerdir."
Yani Hıristiyanlığında samimi olanlardır" diyor. Nasârayız
diyenler: hani Hz İsa (a.s.) sormuş. (Daha önce geçmişti
Bakara Suresinde tahmin ediyorum) "Allah'ın dini
konusunda bana kim yardım eder?" diye sormuş Hz. İsa
(a.s.), o kendisine gerçekten inanmış iman etmiş olan
insanlar dediler ki: "Allah'ın dinine yardım eden bizleriz"
demişler. Ondan dolayı onlara (Nasâra) denir. Yani Hz.
İsa'ya onun getirdiği İncil'e ve Allah'a (c.c.) gönülden iman
etmiş, mal ve canlarıyla, bütün varlıklarıyla, ona yardım
eden insanlara (Nasâra) deniyor.
Gerçekten biz (Nasâra)yız diyenler, günümüz de bize en
yakın olanlardır. Buradan şu yanılgıya düşmeyelim yalnız,
Hocam, Almanlar Hıristiyan, İngilizler Hıristiyan,
Fransızlar Hıristiyan, Belçikalılar, Hollandalılar Hıristiyan.
"Yani demek ki bize yakın olan bunlarmış" değil. (Biz
nasârayız) diyenleridir. Bize en yakın olan. Ben 1.5 sene
kaldım Fransa'da. İşçi olarak.
Benim gördüğüm birçok Fransız nüfus kütüğünde
Hıristiyandır. Hıristiyan bir aileden doğmuş ama, ateisttir.
Yani samimiyetle İncil'e inanan ve kiliseye giden ve Hz. İsa
(a.s.v.)'a inanan insan ben görmedim. Bir tane papaz
gördük. Papazla görüştük. O da bir alemdi tabii ki.
Çoğunluk demiyeyim. Yani oranlamasını bilmiyorum. Yani
şu kadarıdır diyemem. Fakat ateist çoktur. Çok ateist vardır.
Yani inanmıyor. Hıristiyanlığa da inanmıyor, İsa (a.s.v.)'a
da inanmıyor. Allah'a da inanmayan birçok insan var.
Peki yönetici kadroda var mı? Yönetici kadroda da vardır.
Yani İncil'e el basarak göreve başlayan insanlar arasında da
var. Peki ama niye basar o zaman? Eee gelenek görenek
öyle. Sonra da devlet hayatında, bir devletin .devlet
olabilmesi için bağlı olacağı bazı şeyler vardır. Hani, dil-
birliği, dinbiriiği sağlaması, insanların örf, adet ve
geleneklerine saygılı olması; yani toprak bütünlüğü, din
bütünlüğü, dil bütünlüğü gibi şeylere sahip olması gerekir.
Her ne kadar iç dünyasında bunları kabul etmese bile,
eğitimde-öğretimde, siyasal bilgiler fakültesinde onlara
bunlar öğretilir.
İnanmasan bile, eğer bir toplum kaplumbağaya tapıyorsa,
onların kaplumbağasına hürmet ve saygı gösterecen ve o
insanları öyle yönetecen, diye yetiştirirler adamları.
Rabbim, o hıristiyanları biraz açıyor bize. (Niye o insanlar
bize yakın. Onun gerekçesini anlatıveriyor Rabbim.)
"Onların arasında vardır." (Gıssis) Türkçeye keşiş diye
geçmiş. Keşişi kullanırız herhalde değil mi?
Kerem ile Aslı'nm sevdasında, Ash'nm babası bir keşiştir.
Onun için de Kerem onun arkasında dolanır durur. Yani
Hıristiyan ilim adamı. Keşiş. Türkçe Keşiş. Belki (Gıssis)
den geçmiş. Gıssis-Keşiş. Birbirlerine yakın kelimeler. Yani
telaffuzda yakın kelimeler. Türkçe Keşiş diye geçmiş
lugatçılarımız.
"Çünkü onların içinde İncil'i ve Tevrat'ı çok iyi bilen
Keşişler ve de bu dünya nimetlerinden kendisini sırf Allah
rızası için uzak tutan (Ruhban) lar vardır." "Ve onlar
kibirlenmezler de" diyor. Yani şimdi müslü-manlara en
yakın Hıristiyanlar ama; o Hıristiyanların özellikleri var.
Tevrat'ı ve İncil'i çok iyi bilen ve bu dünya nimetlerinden
istifade etmeyeceğim diye manastıra çekilen rahipler var ve
onlar kibirlenmezler, diyor. Ve yine devam ediyor
daha. 1067[90]
1067[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/462-465.
Bu Kur'an-ı Kerime, bizi de şahitlerden yaz." Yani, Allah'ın
var olduğu, bir olduğu Muhammedin onun rasulü olduğu,
Kur'an-i Kerimin Allah kitabı olduğuna şahitlik yapanlardan
kıl bizi ya Rabbi" diye dua edenler bize en yakın olanlardır.
Bazı arkadaşlarımız: Hani biz hep sarhoşu kötüleriz.
Sarhoşu ayıplarız. Efendim sarhoşun biri içki içermiş. Ee
niye içen bunu kardeşim. Kur'an-ı Kerim'de "Namaza
yaklaşma" diyor. "Ben de o emre uyuyorum, içiyorum"
demiş. Haa Niye namaz kılman? demiş adama. O da demiş
ki: (Namaza yaklaşmayın) diyor Allah demiş. Peki devamını
okusana demiş. Ben hafız değilim demiş. Devamında;
"Sarhoşken namaza yaklaşmayın " diyor Rabbim. O
sarhoşun mantığı olarak çok duyulmuş bir söz. Burada yine
bizim müslüman sarhoşlar da aynı takdiği kullanıyor.
Hoca!.. Avrupadaki hıristiyanlaıa (Gâvur) diyemezsin.
Onlar bizim yakın dostlarımızdir. Hele hele imansızlara
karşı. Ne buyuruyor Rabbim; "Onlar size sevgi bakımından
en yakın olanları Hıristiyanlardır" diyor Allah (c.c.) Maide
Suresinin 82. ayet-i kerimesinde.
Kardeşim ayeti tamamla. Ayeti devam et. Devamında ne
diyor."Onların içerisinde Tevrat'ı İncil'i gayet iyi bilen ve
kendini tamamen ibadete veren ve de kibirlenmeyen, ve de
Kur'an-ı Kerim ayetlerini dinlediğinde gözleri yaşla dolan,
iman eden" ve Rabbine: Ya Rabbi! bizi de İslâmın şahitleri
yap diyenlerdir size yakın olanlar" diyor Allah (c.c.)
Bu kısmını da oku dedin mi? "Valla hafız değilim, bana bu
kadarı pa-' pagan gibi ezberletildi" diyor o kadar. (Daha
devam ediyor onların sözü.) 1068[91]
1068[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/466-467.
Böyle diyen kişilere: Yani Allah'a iman eden, Kur'an'a iman
eden, Ya Rabbi! salih kullarınla beraber bizi cennetine koy
diyen, Kur'an'ı okuyunca ağlayan, ve Rabbine iman eden,
kibirlenmeyen ve Tevrat'ı incil'i gayet iyi bilen ve
müslüman olmadan önce ruhbanlığına devam eden bu
insanlara, müslüman olunca, 1069[92]
1071[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/468-469.
ayet-i kerimede de "Kimmiş Allah'ın helâl kıldıklarını
haram kılanlar" diyor. Yani azarlama ifadesi vardır. "Haddi
de aşmayınız." "Allah haddi aşanları sevmez" buyuruyor
Allah (c.c.) Haddi aşmak ne demektir. Yani smırı geçmek
demektir bu. Sınır da Rabbimin koyduğu (Helâl ve haram)
çizgisidir.
Haram çizgileri belli. Bunu aşmayacaksınız. Aşmak şöyle
dursun. Bir Hadisi Şerifde; "Haram çizgisinin yakınında da
olmayın" diyor, Peygamber Efendimiz. Hani diyor,
koyunlarınızı güderken; bir otlağa gidiyorsunuz, fakat bir
adamın onun yakınında da ekini var. Veya bir orman ki,
yasaklanmış bir yer. Oranın yakınına kadar sürünüzü
götürseniz onların girmesine engel olamazsınız. Çobanlar ne
yaparlar. Sınıra biraz uzak
tutarlar. Komşunun ekinine girmesin diye.
Yok efendim çizgi vardır. Ben çizgide tutarım koyunu,
çizgide koyunu tutamazsınız bu sefer. Keçiyi hiç tutamazsın
zaten. Onun için Rab-bim; "Zinaya yaklaşmayınız."
Kur'an'da zina yapmayınız diye ayet yok. Yaklaşmayın
diyor.
Velinin birine sormuşlar. Efendim demişler; Böyle yaşı tam,
güzelliği tam bir sevgiliyle aynı evde geceleme zorunda
kalsanız, o da size doğru meylet se, elinizi değmeden sabah
edebilirmisiniz? demişler Şeyh Sadi (gülistan)mda diyor
bunu.
O da demiş ki; Allah beni öyle bir duruma düşürmesin
demiş. Allah'ın veli kullarından birinin dediği bu.
Onun için: bazı insanlar bu tür günahlara daldığında,
ayıplamayın. Ya Rabbi! Onu da bizi de bir daha böyle bir
duruma düşürme, diye dua ediniz. Ayıplamak olmaz.
Haddi aşmak, smıra yaklaşmakla başlar. Biz sınıra
yaklaşmayalım. Karşı karşıya geldiğimizde; ben kendime
güvenirim, demeyin. İslam Enstitüsünde okurken hiç
konuşmayan bir arkadaş vardı. 4 seneyi bitirdi gitti, hiç
konuşmazdı böyle. Bir garip oğlandı.
Ona soruyorlar birgün. Yahu demişler. (O günlerde de
mecliste millet vekili alınıp satılıyordu.) Panayır gibi. 5
milyona satılmış. Gazetelerde 10 milyona satılmış diye
yazılıp, isimler veriliyordu. Nazif e soruyorlar, Yahu Nazif
10 milyona sen dinini satan mı? diyorlar. Yatılıydı onlar. O
demiş ki;
-Valla satmam diyemem. Çünkü 10 milyonla imanımı karşı
karşıya hiç görmedim ben demiş.
Sonra gördüğümde, ulen Nazif dedim. 4 sene durdun durdun
da, 4 sene sonra durnayı gözünden vurdun. Kimsenin
söyleyemeyeceği sözü ettin dedim. Öyle ya, bak bugün bile
tekrar ediyoruz. 4 sene konuşulanların hiçbir lafını
tekrarlamıyorum ben. Ama Nazif in birtek sözü tekrar
ediliyor.
"Söz de silah gibidir" demişler. Öyle kolay kolay atışı
yapılmaz. Tutulur tutulur tam zamanında atılır. 1072[95]
1074[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/472-479.
kelimesi üzerinde birçok güzel sözleri vardır. O güzel
sözleri günümüzde bizim, rahat hareket etmemize sebeptir,
onların ihtilafları. (Hamr): demişler; üzümün, hurmanın bu
tür yiyecek maddelerinin böyle, durduğu yerde kabarması
ve köpük atıp acıma haline dönüşmesi ve içildiği takdir de
sarhoşluk vermesi.
Türkçe karşılığı buna (şarap) denmiş. İyi bir karşılık
bulmuşlar. Bizim çok eski Türk âlimleri bu ayet-i kerime'ye
mana verirlerken ona şarap demişler. Üzümden, hurmadan,
buğdaydan ve tür şeylerden yapıldığı için. Şimdi rakı, alkol
veya diğer maddeler aynı usulde yapılmıyormuş. Alkol
karıştırılmak suretiyle uyuşturucu özelliği verilen içkiler
imal ediliyor. Aradaki fark şu, İkisini de içmek haram.
Efendimiz (a.s.v.) (Küllü müskirin haram) "Her sarhoşluk
veren haramdır" Ne kadarı? "Çoğu sarhoşluk veren şeylerin
azı da haramdır" diyor Efendimiz (a.s.v.) Mikrop, insana
mikrop zararlı ise; bir mikrop kuyusuna düşmekle birtek
mikrobun, gözünüzden, dişinizden veya yaranızdan içine
girmesi aynıdır, insanın bütün vücudunu hasta
düşürebiliyor. Aynı şekilde "Çoğu haram olanın azı da
haramdır" diyor Efendimiz (a.s.v.)
Fakat fark şu. Yani şarap demenin şu faydası var. Mesela
günümüzde: Efendim kolonyayı kullanabilirrniyiz,
kullanamazmıyız? Münakaşası var. İspirtoyu
kullanabilirrniyiz. Yani vücudumuzda bir yaraya sürebilir-
miyiz? Veya vücudumuza dökülse ne olur? Gibi sorular
sorulduğunda; değerli ilim adamlarımız son dönemde,
demişlerki;
"Bazı haramlar vardır ki: "haram liaynihi" yani bizzat o
şeyin kendisi haramdır." Bazı haramlar vardır ki: başka bir
sebepten dolayı haramdır. "Kendisi haram değildir de başka
bir sebepten dolayı haramdır" diyorlar. Şimdi Rabbim
burada "şarap necistir, pisliktir" diyor. Alimlerimiz demişler
ki: "Rabbim şarap (hamr) kelimesini kullanmakla: o zaman
arabın dilinde üzüm hurma gibi şeylerden olana (hamr)
diyorlardı. Bunun bizzat kendisi, içilmesi de haram, elinize
döküldüğü zaman yıkanmadan namaz kılınmaz. Kendisi de
haram, kullanılması da haram."
"Öyleyse alkol, o sarhoşluk verdiğinden dolayı içilmesi
haram, ama üzerinize sürecek oluşanız namaza mani
değildir. Kolonya namaza mani değil. Ispirtonamazamani
değil" diyen, son dönemde yetişen âlimlerimiz çoğunlukta.
Tabii bunlar da kendiliklerinden vermiyorlar. Birşeyin zatı
haramdır. Yok başka bir sebepten dolayı haramdır. Şarabın
kendisi haramdır. Sarhoşluk vermesinden dolayı haram.
Bizzat kendisinin de (rics) olmasından dolayı (Ayet-i
kerimeyle) pislik olmasından dolayı kullanımı da haramdır.
Ama rakı veya diğer şeyler sarhoşluk vermesi nedeni ile,
(alkol) mesela haramdır. Mesela ispirto içen de sarhoş
oluyormuş. İspirto içen kişi sarhoşluk vermesinden dolayı
günaha giriyor. Büyük günaha giriyor. Ama üstüne
dökülürse namaza mani değildir, demiş alimlerimiz.
Mesela altın, erkeğe takılması haramdır. Onun zatı haram
değildir. (Haram liaynihi) (Haram liğayrihi) dediğimiz şey.
Ayniyle haram değil altın. Ama erkeğin takması haram.
Zatında haramlık yok. Erkeğin takması söz konusu olunca,
yani ziynet kullanımı söz konusu olunca haram oluveriyor.
Peki. Altun haram. Yani erkeğin kullanması haram. Peki bir
kişi al-tun yüksüğü taksa, namaz kılsa namazı olur. Çünkü
zatı haram değil onun. Zatı pislik değil.
Altun yüzüğü takan, Peygamber Efendimizin hadisine
binaen haramı işliyor. Fakat namaza mani değil. Bazı
arkadaşlarımız şöyle biliyor bunu. Erkeğin yüzük takması
haram mı? Haram Peki bir adamın üzerine şarap döküise
namaz kılabilir mi? Kılamaz. O haram olduğundan dolayı
kılamaz. Altun da haram. Erkeğin takması haram. Öyleyse
altun yüzüğü takınca onunda namazı olmaz. Fetvasına
gidiyor. Okumadan âlim olan. Gezmeden seyyah olan
arkadaşlar.
Şimdi Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde birçok emir ve
yasakların niye verildiğinin hikmetini bizzat kendisi beyan
ediyor. Tamamını değil. Bir-iki hikmetini beyan ediveriyor.
Yani siz benim emrime uyun. Faydası şu. Siz benim
yasağıma uyun, faydası şu, diye faydalarından bir-iki
faydayı bildiriveriyor. Ama bazı emir ve yasaklar da var ki;
bize dünyadaki olan faydaları bildirilmiyor. O nedenle
birbiri ardına geliyor o ayetler. Bir faydası bildirilen yasak,
birde faydası bildirilmeyen yasak. İkisi de geliyor ardarda
bu sayfada.
İçkiden, kumardan, fal oklarından yani şans oyunlarından
hepsinin pis olduğunu, şeytanın işlerinden olduğunu ve
kaçınılması gerektiğini bildiriyor Allah (c.c.) ve bunlardan
bizi yasaklıyor.Niye? 1075[98]
1075[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/479-481.
olur. İşte böylece içki de kumar da mani olur bir. Allahı
zikretmeye mani olur iki. Aynı masaya oturmuş insanların
arasına düşmanlık atar. Olur mu hocam? Eee gazete
sayfalarında gördüğünüz bu değil mi canım.
Kumar masasında kaybeden insan çekti tabancasını
karşıdakini vurdu. Oyun ettin diye. Orada oyun ettin diye
vurdu. Veya oyunu oynadı kaybedince, parası çıkmayınca
adamı bıçakladılar. Gibi haberler.. İçki masasındaki olaylar
gibi adliyede çok olay var. İntiharlar da var ayrıca.
"Hala mı vazgeçmeyeceksiniz" diyor Allah (c.c.) Ve bunun
zararını biz günümüzde daha iyi görüyoruz. Devlet
kademelerinde üst kademeye doğru tırmanan çok değerli
arkadaşlarımız; "Hocam sofraya oturma mec-buriyetindesin.
Avrupa'dan Amerika'dan heyet gelmiş. İş görüşmeleri ya-
pılacak. Oturacaksın. Senden de bilgi ahr" diyor. Üst
düzeyde bir görevli. "Sen de orda efendim işte şu şu
hazırlıklarımız var, durumumuz budur" filan imza atacaksın.
Ama yemekte içmediğine dikkat ediyor adam. Soruyormuş,
niye içmedi o? diyormuş. İçenden korkmuyor, içmeyenden
korkuyor. İçenin başına çorap örmek kolay. İçmeyenin
başına çorap örüle-miyor. Adam ayık. Ne taraftan hangi
renkte çorap örüyor, onu anlıyor. Bu sefer oyuna
gelmemeye gayret ediyor. Gavur diyor ki: "Bu sefer imza
atmayalım. Gelecek sefer imza atalım. Ama ben gelinceye
kadar da o arkadaşı oradan kaydırıverin" diyiveriyor.
Yani müslümanlara böylesine zulüm? Yani içkinin kimlerin
lehine çalıştığını, şeytanın lehine çalıştığını gözümüzle
görüyoruz. Rabbim de zaten; "Şeytan bunu size vermiş, bu
şeytan içindir diyor.
Altmış kişilik otobüsü süren şoför sarhoş olursa otobüs ona
teslim edilmez. Yakalanırsa cezalandırılır ve yola devam
ettirilmez. Topyekün bir milleti devlet otobüsüne bindirip
götüren yöneticilere niçin içki yasağı koymadıklarını
açıklayamıyorlar. 1076[99]
1076[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/482-483.
Efendimiz borcunu öde demiş. Müslüman olan yahudiye
demiş ki: "O yahudiye olan borcunu öde." islam geçmişi
siler, günahları siler ama borç hariç, borcu iade et, de-
miş. 1077[100]
1077[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/483-484.
İhsan,Allah (c.c.) ıi görür gibi ibadet yapmaktır." İşinde,
aşında, yürüyüşünde, oturuşunda, kalkışında, dinine hizmet
edişinde, çocuklarına hizmet edişinde, nefsine hizmet
edişinde, nefes alış verişinde Allah seni görüyor hissi
içerisinde işlerini güzel eylemek.
Aslında hasen, güzel manasına geliyor. Yani işleri güzel
eylemek. Anne babaya ihsanı emreder diyor, ayeti kerime.
Yani iyiliği emrediyor.
Dostlara, insanlara ve hayvanlara da iyiliği emrediyor. İşte
(ihsan) makamı bu.
Allah (c.c.)'e karşı, onun koltuğu altında olduğunu bilerek,
Allah'ın yarattıklarına karşı güzel muamele etmeye ihsan,
makamı diyoruz. Buraya geçmek için de: evvela iman, sonra
ameli salih, bu iman ve ameli sa-lih kişide refleks hale
gelirse takva olur o.
Gözümüz karşıdan gelen pisliğe karşı bizden emir almadan,
harekete geçiyor ya. İnsanın da davranışları hep iyiye göre
ayarlanıyor. Takva makamına ondan sonra da ihsan
makamına geçiş oluyor.
Bu 94. ayeti kerime de; hikmeti bize bildirilmeyen bir
yasaktan bahsediliyor. Hani Kur'anda bazı yasaklar vardır
ki; hikmeti bildirilmemiş. Burada hikmeti bize bildirilmeyen
bir yasak var. 1078[101]
1078[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/484-486.
görmeden ona iman ediyor ve ondan sakınıyor, onları ortaya
çıkarmak için. O biliyor, Rabbim de. Bize gösteriyor. Amel
defterimize geçirtiyor bunu. Bunları ortaya koymak için.
Hudeybiye musalahası
yapıldığı sene o umre yapılamamıştı ama, Hudeybiye
denilen yerde; tef-sircilerin ifade ettiğine göre, tavşanlar,
ceylanlar diyor. Şimdi Ceylan meylan yok orda. Fakat eski
tefsir kitaplarımızda ceylanların, şöyle yakınlarına kadar
geldiğini, hatta develerinin eşyalarının arasında artıkla-
rından yediklerini (yani çok miktarda demek ki av hayvanı
var) Hemen ayeti kerime de "Elinizi uzatıverseniz
tutacaksınız" veya mızraklarınızı atsanız vurabileceksiniz."
Böylesine avlar gelmiş ama; Rabbim diyor ki: "Kara avı
yasaklanmıştır." Niye yasaklanmıştır? Niyesi yok. Rabbimin
emrine uyup uymadığınız ortaya çıksın diye.
Hatta hanefi mezhebine göre; vursanız etini de
yiyemezsiniz. Ya ben bunu vurayım da cezasını ödeyeyim.
Zaten cezası geliyor. Cezasını da bildiriyor Rabbim.
Vurursanız cezası nedir? 1079[102]
1079[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/486-487.
bunlardan) Niyetleri iyi yalnız arkadaşların. Tanıştığımız
bazı arkadaşlar var. Niyet iyi de bilgi yok. Biz Kur'andan
başkasını bilmeyiz, sünnete bile itibar etmeyiz, diyenler var.
Yani niyeti iyi olduğu için biraz sevgim vardır bunlara.
Düzelebilir bunlar. Ayette diyor ki "Allah'a itaat ediniz,
rasulüne itaat ediniz."
Allah'a itaat ediniz demek Kur'ana itaat ediniz demektir.
Rasulüne itaat ediniz demek sünnete uyunuz demektir.
Burada Fakihlere de işaret var Rabbim tarafından fakihlerin
sözüne de itibar edilmesine işaret vardır. Çünkü bir adam
birşey öldürmüş. Onun karşılığında neyi kurban edecek
veya neyi keffaret olarak ödeyecek. Onu fakihler beyan
ediyor. Onun için bakarsanız haccm ahkamına, orada hacda
keffaretler bölümüne bakarsanız: Mesela bizim Türkiye'de
yazılmış ilmihal kitaplarında, "İşte bir ceylan öldüren bir
koyun keser. Bir tavşan öldüren şu kadar sadaka verir,
gibicesine öldürdüğü hayvanın- karşıtı da fıkıh kitaplarında
bildirilmiş. Kim bunlar? Adalet sahibi kişilerdir, ki: onların
hükmünün de geçerli olacağını ifade ediyor.
Helal olan bir yiyeceği Rabbim haram kılmış. Tavşanı,
geyiği veya ceylanı avlamak helaldir. Ama demiş ki bu bir
imtihandır. Emre itaatsizlik veya itaathlığı ortaya çıkarmak
içindir.
Rabbim zaten biliyor. Neyi ne yapacağımızı. Fakat bizim
itiraz edip etmeme durumumuz var ya. Bazıları sorarlarmış
imamlara. Efendim Allah bizim ne yapıp yapmayacağımızı
biliyormuydu? Biliyordu. Peki öyleyse dünya'ya getirmeden
bizi; Yani dünya'ya gelmeden. "Bu dünyada cennetlik
olacaktı, bunu cennete göndereyim. Bu kötü amel yapacaktı.
Bunu cehenneme göndereyim" deseydi ya. Niçin getirdi bizi
bu dünyaya?
Öğretmen 8 sene sonra," çocuklar ben sizin hepinizin
durumunu biliyorum. İmtihana gerek yok. Şu şu
arkadaşlarınız geçecek. Bu bu arkadaşlarınız kalacak." dese.
Kalanlar kabul eder mi? Yok hocam biz bir gece çalışırız,
kitabın hepsini ezberleriz. Sen imtihanı yap derler.
İmtihanı yapıyor. Tabii öğretmenin dediği çıkıyor aslında.
Onların bir gecede halledemeyecekleri sorular var. Geçenler
geçiyor. Kalanlar-kaliyor. Kalanların itiraz hakkı yok
oluyor, yalnız. Hocam beni niye bıraktın?diyenlere
defterlerinigösteriveriyor. Traşını gözünün önüne
indiriveriyor. İşte soru-işte cevap diyor.
Allah (c.c.) bizi eğer yeryüzüne getirmeden ahirette böyle
yapmış olsaydı. Yok ya Rabbi, beni getirmiş olsaydın, nasıl
olur, böyle nimetlerini göreceğim, senin ayetlerini
göreceğim, peygamberlerini göreceğim de isyan mı ederim.
Deli miyim diye itiraz ederdi. O da getiriyor. Bu dünyada
amel defterini dolduruyor. Öbür dünyada itiraz edecek
olursa, bak işte defter. Deftere bile itiraz olacağını haber
veriyor.
Deftere itiraz edecek olursa. Hani deftere bir bakıyor, kap
kara. Ben bunu yapmadım. Bu başkasının defteri, dediğinde
de; "Ellerini konuşturur. Dillerini konuşturur" diyor Rabbim
ayeti kerimede.
Yani imtihan içinde yasaklanmış olanlar vardır. Buna şöyle
dikkat çekelim. Bundan birkaç sene önce modaydı. İstanbul
da 10-15 sene önce vaizlerimizin bir kısmı vaazlarında
Cenab-ı Allah domuzu niye haram kıldı bilirmisiniz? Niye
haram kılmış? İçinde tirişin maddeleri varmış. O maddeler
de şu şu hastalıklara sebep olurmuş. Onun için haram kıl-
mış.
Kur'an-ı Kerim de böyle birşey yok. Peygamber
Efendimizin hadisinde de böyle birşey yok. Yasak
kılınmıştır, bu kadar. Niyesi yok. Yasak kılındığı için
yemiyoruz. Eğer üriğinden hareket edecek olursan, batılı der
ki, bizim icat ettiğimiz ilaçlarımız var. O ilaçla kaynattıkmi
o tirişin maddeleri tamamen Ölür. "filet ortadan kalkınca,
haramiık da ortadan kal-
kar." Kaidesi vardır, hukukumuzda. O illet kalkmıştır. Öyle
ise helal olmuştur, derse ne diyeceğiz. Yok öyle birşey.
Haram kılınmıştır. İmtihan için haram kılınmıştır. Tutan
tutsun. Tutmayan tutmasın.
Peki bunun benzeri. Mesela Bakara suresinin 249. ayeti
kerimesinde geçmişti. Tâlût, beni İsrail devletlerinden
birinin komutanı. Peygamberin ismi verilmiyor Kur'an-ı
Kerim'de . Peygamber kelimesi ile ifade ediliyor.
Yerlerinden, yurtlarından sürülmüşler, haksızlığa
uğramışlar. Benîi İsraili derleyip toplama görevini
üstleniyor Tâlût.
O insanların itiraz edenlerini saf dışı bırakıyor. Ama
kendisine katılanlarla o günün zalim komutam Câlût'a karşı
harbetmek üzere bir ordu hazırlıyor. Bunlarla yola çıkıyor.
Bir yere geliyorlar. Diyor ki;
"Allah sizi bir nehirle imtihan edecektir. Kim o nehirden
içerse benden değildir." Halbuki su hayattır ve helaldir." O
sudan içen benden ayrılsın. Kim ondan içmezse o
bendendir" diyor. Derken su ile karşı karşıya geliveriyorlar.
Bu susuz adamlar.
-Demişler ki, Allah'ın helal kıldığını hangi peygamber
yasaklamış, kitabımız da varmı bu. Tevratta varmı bu suyun
içilmeyeceği? Bu niye kendi kendine yasaklıyor. Suya
hücum.
Ondan sonra kendi arkadaşlarına, "için" dedi. "Ancak
avucuyla içmek üzere diğerlerine müsaade etti ve onlarla
Câlût'a karşı harbi kazandı da."
İlerde devam ediyor. Dâvud (a.s.) da var orada, Tâlût'un
ordusunda. "Dâvud Câlût'u öldürüyor, Neticede
müslümanlar zaferi elde ediyorlar. Burada" suyu haram
kıldım deniyor, yasakladım" diyor. Onlar kendilerinde değil
. Yani en zor anda komutanın emrine itaat edenle etmeyen
ayırt ediliyor. Burada da Allah'dan korkanla-korkmayan
ayırt ediliyor. Bu ayet-i kerimelerde.
Ayet-i kerimede; "Elinizin değiverdiği avlar. Mızrağınızı
kurşununuzu atıverseniz vuracağınız avlar, size haram
kılındı."
Elimizde olmayan şeylerin haram kılınmasında imtihanı
başarırız
biz. Ama elimizin altında olanda biraz zor. Anlatırlar.
Dağda bir derviş varmış. Evliya diye biliniyor. Bir de
şehirde derviş varmış. O da evliya biliniyor. Kunduracılık
yaparmış. Dağdaki derviş, şehirdeki dervişin yanma gelmiş,
Dağdan ona hediye olarak kar getirmiş. Mendilinin içine
sarmış getirmiş. Şehirdeki dervişin dükkanına girmiş. O da
ısınmak için dükkanında ateş yakmış. Karı korun üzerine
asıvermiş. Kerametini gösteriyor kar erimiyor. Halbuki
ateşin üzerinde karın erimesi ve mendilinde yanması lazım.
Derken bir bayan kundura almak için girer içeriye.
Kunduracı çıkarır kundurayı. Bayan kendi halinde
kundurayı giyerken, şöyle hafif topuğunun üzerine
sıyrılıvermiş donu. Topuğu görünce, dağdan inen dervişin
gözü kayıvermiş.ve kar erimeye başlamış. Şehirli derviş:
."Durdur karını-söndürüyor korumu" demiş. Yani dağda
dervişlik yapmak kolay. Şehirde dervişlik yapmak zor.
Rabbim de burada.; "Ellerinizin uzanıverdiğinde elde
edeceği, kurşununuzu ativerdiğinizde vurabileceğiniz bol
miktarda av olsa bile, Allah sizi denemek için bunu haram
kılmıştır" diyor ve bundan vazgeçmemiz gerekiyor.
Mesela ben, istesem de köşeyi dönemem. Elimde imkan
yok. Ama bazı insanlarımız var ki, istese elinde imkan hazır
köşeyi dönecek. Ama dönmüyor. O adamın sevabı fazla
benden. İkimizde birşey yapmıyoruz ama o elinde imkan
olduğu halde haramdır diye yapmıyorsa sevabı fazla.
Hz. Ömer'e sormuşlar. Efendim burada iki insan var. İkiside
günaha girmiyor. Ama birisinin elinde imkan varken
girmiyor, birisinin elinde imkan olmadığı için günaha
girmiyor. Bunların ikiside aynımıdır? (İkiside günah
işlemiyor yani) Demiş ki, elinde imkan olduğu halde günaha
girmeyenin sevabı var. İmkanı olmadığı halde günaha
girmeyenin sevabı da yok günahıda yok.
Şeyh Sâdii Şirazi'de bunu şöyle misallendirrniş. "Tevbe
günaha gücü yettiği anlarda yapılabilir" demiş. Adam
hırsızmış 80 sene hırsızlık yapmış. Kalelere kement atamaz
hale gelince; Ya Rabbi! bundan sonra yapmayacağım
diyormuş.
Ömür boyu zina etmiş. Birgün yapamaz hale gelince Ya
Rabbi! bundan sonra yapmayacağım diyormuş. Zaten
yapaman ki. Yani elimizde imkan varken kendimizi bundan
alıkoyuyorsak değeri var bunun.
Onun için. Buharide geçen bir hadisi şerif vardır. Hani
kişiler en iyi amellerini sayıyorlar. Peygamber Efendimiz
haber vermiş. Geçmişte bir toplumdan, yaptığı amelin en
iyisini şöyle hayalinden geçiriyor. Mesela bir tanesi diyorki.
"Böyle böyle bütün imkânları hazır. Bir eve kapandık ve
çok arzu ettiğim bir kadın, imkânsızlıklar içinde
kıvranırken, para vereceğim, mal vereceğim va'diyle evime
aldım. Kimse de görmüyordu. Yıllardır da arzu ediyordum.
Aman Ya Rabbi tam zina edeceğimde senin yasağın
hatırıma geldi ve bu işten vazgeçtim." diyor. O amelinden
dolayı kişinin duası kabul edildiğinden, Efendimiz (a.s.v.)
haber veriyor. 1080[103]
1081[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/492-493.
feryadü figan edilirmiymiş? Slogan atılımııymış? Oraya
slogan atmak için gidilir. Kabeyi Muazzamaya slogan atmak
için gidilir. Hangi sloganın atılacağıda burdayken öğretilir.
(Lebbeyk Allahümme lebbeyk) diye, burada sloganı nasıl
atacağınız da öğretilir. "Ya RaBbi, senin davetine geldim
ben. Beni davet edenler var. Eskiden Rusya vardı. Şimdi
Amerika var. Onlar da davet ediyorlar ama, Ya Rabbi ben
senin davetine koştum geldim, "diye slogan atarlar.
"Senin ortağın yok. Ortaklık iddiasına kalkanlar var. Onları
reddederek geldim Ya Rabbi" diyerek slogan atmak için.
Hem de açıktan. Bağırarak. Hemde ayrı ayrı renklerden ayrı
ayrı dillerden olan insanların, bira-raya geldiklerinde
müştereken söylediği slogan budur. Orası kıyam yeridir.
Rabbim: bu 97. ayeti kerimesinde "bu beyti insanlar için
kıyam yeri kıldık" diyor. Aynı ifade ile. "O haram ayı ve
kurbanlıklara takılan gerdanlıkları da bunların alameti
kıldık" diyor.
Baş tarafta Maide Suresinin 1. ayetinde de buna değinmişti.
"İslamın şeairindendir" Yani, İslama has işaretlerindendir.
Diye bildirilmişti bunlar. Niye? "Allah'ın yerde ve gökte ne
varsa hepsini bildiğini, bilmemiz için. Allah herşeyi
bilmektedir" diyor Allah (c.c.) Ve devam ediyor.1082[105]
1084[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/495.
mı? Diye oylama yapılsa. Hangi taraf kazanır. Vurulmasın
kazanır.
Peki orada 300 tane hasta, 50 tane de görevli varsa, 50 tane
görevli vurulsun diyor. 300 hasta vurulmasın diyor.
Efendim memlekette demokrasi var. Bu hastalara bu ilaçlar
vurulmaz. Yok öyle bir şey diyor, Rab-bim. "Pis ile temiz
denk olmaz. Velevki pisliğin çokluğu hoşuna gitse bile."
Hani feministler diyor ki: Amerika da %80 kadınlar
kocasına varmadan önce bekâretini gideriyor. Bekâret zarını
gideriyor ondan sonra kocasına varıyor. %80. Şimdi oylama
yapılsa Amerika da: Bu serbest bırakılsın mı,
bırakılmasınmı diye. Serbest bırakılsın demişler.
Peki biz oraya gittik, yerleştik. Amerikan vatandaşı olduk.
Vatandaşlık kimliği aldık. Maazallah. "Valla kardaşım
çoğunluk bu tarafta. Ne yapalım. Hadi kızım sizde mi
diyelim. Olmaz böyle şey. Yani pislik pisliktir. Kim belirler
o pisliği. Allah ve rasulü belirler. 1085[108]
1087[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/497.
olursa kendilerine ahrlarmış. Erkek olurlarsa putlarına adak
adarlarmış. Peki ikiz olur da birisi erkek-birisi dişi olursa,
ikisinide putlarına adarlar, onlanda yemezlermiş. (Ham) da;
bir erkek devenin neslinden 10 tane deve meydana gelecek
olursa, o erkek deveyi salarlar, o dilediği yerde yer, dilediği
yerde içer. Kimse de ona müdahalede etmez. Hindistan
inekleri gibi. "Buna dokunmak haramdır" diyorlar mekke
müşrikleri.
Rabbim diyor ki, böyle birşey yok. Allah size bunları helal'
kılmıştır. 9 doğursa da, 5 veya 3 doğursa da, sizin
malımzdır. Binersiniz, yersiniz, kullanırsınız diyor.
Şimdi bu ayeti mealden okuyan bir arkadaş, " bununla
benim ne ilgim var?"der. Hakikaten ilk görünüşte öyle değil
mi, Yani günümüzde deve yok bir kere Türkiye de. Varda o
da güney illerimizde. Onu da tu-
ristik gayelerle besliyorlar. Bir de deve güreşleri için. Onlar
bile bunu yapmıyorlar. Böyle bir inançları yok onların da.
Peki bunun bize duyurulmasının anlamı nedir? Anlamı
şudur. Allah'ın helal kıldığı şeyi siz haram kılamazsınız.
Haram kıldığını helal kılamazsınız. Peki günümüzde biz
bunu birçok olayda yapıyoruz. Buna benzer olaylarda.
İslami bir devlette herkesin yurt dışına çıkma hakkı vardır.
Dünya'yı istediği gibi gezme hakkına sahiptir. Seyahat
özgürlüğü vardır. Ama bugünkü çağdaş dünya da ve bunun
arasında çağdaş Türkiye'de (Benim yeşil pasaportum var.
Ben aldım) Sizin yok birçoğunuzun. Ben o yeşil pasaportla
vizesiz Almanyaya, İngiltereye, Fransaya giderim. Mesela
uçağa vardım, biletimi alâım ve çıkıp gidiyorum. Burda
konsolosluklara varıp vize almıyorum. Ben damgalanmışım
şimdi burda, kanunlarda. Karşıdaki İngiliz veya Fransız
polisine pasaportumun rengi diyorki; yahu bu adam 15 sene
baş kaldırmadan, amirine itiraz etmeden itaat etmiş. 3.
dereceye inebilmiş. Bu yeşil pasaportu almış. Yani
dünyanın neresine giderse gitsin zararsız vatandaştır,
dokunulmasın. Zaten o zikredilen hayvanlar da
dokunulmazlık elde ediyorlar. Özelliklerinden dolayı.
Mesela, milletvekilleri dokunulmazlık elde ediyorlar.
Halbuki dinimde böyle birşey yok. Devlet başkanı, halifenin
dahi dokunulmazlığı yoktur. Suçu işledi mi kanun derhal
dokunur. Öyle bir şey yok. Yani hayvanlara dokunulmazlık
veriyormuş, Mekkeli müşrikler. Günümüzdeki kanunlar da
belirli şahıslar, (hani orda deve 5 tane 10 tane doğurursa
dokunulmazlık elde ediyor) günümüzde de bu adamlar şöyle
şöyle yaparsa dokunulmazlık elde ediyorlar.
65 yaşına geliyor adam. Diyorlar ki, sen 25 sene fiilen
çalışmışsın, yaşında 65'e gelmiş. Ayrılacan. Yahu arkadaş
ben bu işi yapacak güçteyim. Yani fazla bedeni kabiliyet
istemiyor. Ben bunu yaparım. Olmaaz. Senin kulağını
deleceğiz. Emekli sandığından veya sosyal sigortalardan
seni biz burdan dışarıya defedeceğiz.
Bu dinimin tasvip etmediği ve onun dışındakilerin
uydurdukları. Za-
ten "Allah'a yalan uyduran insanların icad ettiği şey,
bunların çoğu da ne yaptığını bilmeyen adamlardır, diyor
Allah (c.c.) Peki bu adamlara, yahu etmeyin
eylemeyin. 1088[111]
1092[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/500-504.
müdahale edip, biz mirastan payımızı isteriz derlerse, o
zaman onun vasiyeti malının 1/3 ine geçerlidir.
Şöyle diyelim. Bir adamın 90 milyon TL. parası var. 90
milyon liralık mülkü var. Tamamını vasiyet etmiş. Oğlu-kızı
veya varisleri de var ama, Adam ben varislerime mal
bırakmak istemiyorum. Malımın tamamını, filan vakfa, filan
kursa veya filan kuruluşa bağışladım diyor. Derken vefat
ediyor. Tabii devlet İsiâmi bir devlet. İslâm kanunları
cereyan ediyorsa, o zaman varisleri mahkemeye müracaat
ederler. Malın 2/3 ünü aralarında bölüşürler. Yani 90
milyonun 60 milyonunu bölüşürler. Eğer varisler razı
olmazsa. Ama varislerde; babamızdı. Allah razı olsun. Malı-
nı hayırlı bir yere vermişti, bizde kabul ediyoruz,dedilermi
babalarının vasiyeti doğrultusunda bu iş yürür.
"Eğer ölüm size sefer esnasında isabet ederse, o zaman sizin
dışınızda 2 kişiyi, şahid edin" "Sizin dışınızdan iki kişiyi"
alimlerimiz 2 türlü tefsir etmişlerdir.
1- O zaman şöyle demişler. Daha öncesinde. Yakın
akrabalar şahit olsun. (Ev ahalisi) ise akraba olmayanlardan
da şahit edebilirsiniz. Sefer esnasındasımz. Akrabanız da
yok, gurbettesiniz, vakitte gelmiş. Hastaha-neyeveya otelde
yatıyorsunuz veya misafirlikte bir evde kalıyorsunuz. Ölüm
de gelmiş çatmış. O anda vasiyyette bulunacaksınız. Kim
olacak. Orda akrabalarınızın dışında şahit olacaklar.
2- Veya alimlerimizin bir kısmı da şöyle almışlar.
Müslüman olmayanlardan da. "Sizin dışınızdan" kasıt
müslüman olmayanlar demektir.
Yani müslüman olmayan bir ülkedesiniz. Sefer
esnasındasımz. Orada gayrimüslimlerin de şehadetine itibar
edilir. Yani o gayri müslümanla-ra; "Benim filana şu kadar
borcum vardır. Filandan şu kadar alacağım vardır. Şu şu
mallarım yanandadır. Şu şu mallarım vardır. Bunlar şöyle
desin böyle desin" gibicesine vasiyetini yapar ve onları da
şahit tutar.
Bu ayeti kerimenin sebebi nüzulü olarak, şöyle denilir.
Sonra sahabe olmuş, müslüman olmuş, 3 kişi diyor ki: "Biz
Şam tararlarına sefer esna-sındayiz. Ben-i Seym'den birisi
sefer esnasında vefat etti" Vefat eden zat demiş ki. Bakın
ticaret kervanında şu mallarım var benim. Bu mallarımı
sayarsanız, dokümanını yaparsanız ve Medine'ye
döndüğünüzde bu malları çocuklarıma verirsiniz. Malların
dökümü budur, demiş.
Bunu rivayet eden diyor ki. "O günlerde müslüman değildik
biz. Malın içerisinde çok değerli bir gümüş kabı vardı,
diyor. Onu biz, kalanla ikimiz anlaştık. Onu satalım parasını
ikimiz bölüşelim dedik. Diğer mallarını varislerine iade
ettik. Fakat varisleri: (iki türlü rivayet var burada
1- O adam vasiyet etmiş, onlara ama, bir kağıda da
dokümanını yazmış, malın içerisine de koymuş. Ondan o
şahitlerin haberi yok. Onlar mallan iade etmişler. Diğerleri
malları açıp bakarken, bakmışlar ki o listenin içerisinde çok
değerli gümüş kabın da olduğunu görüyorlar, istiyorlar. Di-
yorlar kî, biz görmedik. Böyle birşey bize teslim edilmedi.
Bu olay üzerine Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a durum
bildiriliyor. Peygamber Efendimiz onlara (yemin) ettirmiş.
O konuyu belirlemek üzere "Namazdan sonra onları
tutarsınız." Allah'a onlar yemin eder" (Eğer şüphe
ederseniz) tabii. Şöyle demek üzere. "En yakın akrabanız
bile olsa, yeminimizi para karşılığında satmayacağız." (Yani
yalan şahitlik yapmayacağız) diye yemin ettiririsiniz."
Allah'ın şahitliğini gizlemeyeceğiz. Eğer gizlersek, o zaman
biz de günahkarlardan oluruz" diye "Yemin ettirirsiniz"
diyor Allah (c.c.)
Yemin de etmişler bunlar. Valla biz böyle bir kap görmedik,
demişler. Sonra o kabın satıldığı ve çarşıda bulunduğu tesbit
edilir. Varisler demişler ki; Ya Rasulallah! işte mal. Bu
babamızın malıydı. Bunu çarşıda filanda bulduk. Sorduk,
filanla filan geldi. Bize sattı, dedi. Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) bunun üzerine varislerine yemin teklif ediyor tabii
ki. 1093[116]
1095[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/508-509.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) onlara bazen soru soruyor. Şu
konu hakkında ne dersiniz? Birşey öğretmek istiyor. Hani
bu metod günümüzde eğitimde de kullanılıyor. Öğretmen
öğrencilerin karşısına geçiyor. Birşey anlatacak. Çok önemli
birşey. Çocukların hepsine birden, hepsinin dikkat kesilmesi
için; (şu konuda görüşünüz ne çocuklar?) diyor.
Derken bir öğrenci şöyle diyor, bir öğrenci böyle diyor.
Herkes dikkat kesiliyor. Derken öğretmen, en doğru olanını
söylüyor.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.) da "Bu konuda siz ne
diyorsunuz?" Veya "Şu konuyu biliyormusunuz?"
dediğinde; Ashap da "Allah ve Rasulü daha iyi bilir ya
Rasulallahî" derler ve kulaklarını Allah rasulüne verirler.
Allah Rasulü de onun ahkamını beyan edermiş. Bu, ashabın
Efendimizden öğrendiği dinleme ve öğrenme adabı.
Burada da Allah (c.c.) Peygamberlerine soruyor.
Peygamberleri de diyor ki; "Bu konuda bizim bilgimiz yok.
Bildiğimiz birşey var ama, senin bilgin yanında yok
mesabesindedir. Sen koydun o bilgiyi bilensin Ya Rabbi!"
diyorlar. 1096[119]
1096[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/509-510.
nimetimi hatırla. Senin annene olan nimetini de hatırla. Biz
seni Ruhül Kudüs le güçlendirmiştik. Kuvvetlendirmiştik.
Teyid etmiştik. Yani Cebrail le te-yid etmiştik. Sen
insanlara beşikte iken ve olgun çağında iken konuşmuştun."
(İsa (a.s.v.).'in beşikte iken konuşması daha önce tefsiri
geçmişti. Beşikte iken kendisinin peygamber olacağı ve
Allah (c.c.) tarafından kendisine kitap verileceğini insanlara
konuşmuştu da, o zaman etrafta birçok insaflı insanlar, İsa
(a.s.v.)'ın (Haşa) zina mahsulü olmadığını, Allah'ın bir
mucizesi, eseri meydana geldiğini inanmışlar ve kabul
etmişlerdi. Ama inkarcılar o günden bu güne kadar hala
inkârlarında devam edip gidiyorlar.)
Dikkatinizi çekerim. Yani Kur'an-ı Kerim'de Hıristiyanlarla,
Yahudiler hakkında çok bilgi verir Allah (c.c.) Çünkü,
bizim ençok karşı karşıya olduğumuz, muhatap olduğumuz
insanlar da yine Yahudilerle, Hiristi-yanlardır.
İsrail hep gündemdedir. Yahudiler gündemdedir de, bu güne
kadar Vatikan'ın papazı İsrail'i hiç gündemine getirmemiş.
Bu güne kadar. Dikkat edin hiç konuşmamış. Lehinde veya
aleyhinde konuşmamış. Gazetecinin biri demiş ki: "Yahu
nasıl olur. Bütün hıristiyan alemi İsraili des-
tekliyor. Siz hiç konuşmadınız bu güne kadar" O da demiş
ki: "Şaron bir tabirdir yahudilikte. oda barış manasına gelir.
İsrail üzerine düşen, o isme layık olmaktır" demiş ve bu
kadarla yetinmiş.
Yani içlerinde, Yahudilere karşı Hz. İsa'yı astılar diye
gerçek hıristiyanların kinleri dopdoludur. Asıl böyle
İslamiyet! iyi bilecek birkaç tane siyasi çıkıverecek olsa,
bunların aralarını çözmek çok kolay. İçlerinde kendileri
birbirlerine karşı, hani şöyle, leş etrafındaki köpeklerin
birliği vardır. Leş etrafındaki köpekler birlik halindeler. 10
tane köpek leş yiyor. Ulen adamlar ne kadarda birlik
halindeler diyorsun. Halbuki hepsinin midesi ayrı. Leş
bitince birbirine saldıracak durumdalar. Böyle bir haldeler
bu adamlar.
Allah (c.c.) İsa A.S'a "Sana olan nimetimi, annene olan
nimetimi hatırla. Seni Ruhûl Kudüs'le teyid etmiştik. Ve
çocukken insanlara konuşmuştun." Büyüyünce de
konuşmuştun." Büyüyünce de konuşuyor. İncili insanlara
anlatıyor.
"Hani ben sana kitabı yani İncil'i, hikmeti (ki hikmet bir,
anladığımız anlamdaki hikmet anlamına geliyor. Bir de
Efendimizin hadisi şerifine hikmet denilir.) Peygamberliği
vermiştik sana. Hikmeti öğretmiştik sana. Tevrat'ı
öğretmiştik vermiştik." (Tekrar hitabı tefsir mahiyetinde
İncil'i de zikrediyor.) "İncil'i de sana öğretmiştik."
Burada şuna dikkatimizi çekiyor tabii ki. Devam ediyor
zaten ayet-i kerime. "Hani sen çamurdan kuşa benzer birşey
yapıyordun. Benim iznimle yapıyordun. Senin o çamurdan
yaptığın kuşu üfürüyor, o da benim iznimle kuş oluyordu.
Doğuştan kör olanları iyi ediyordun. Alaca hastalığına
tutulmuş olanları iyi ediyordun. Benim iznimle. Ölüleri
çıkartıyordun, diriltiyordun. Benim iznimle" Dört defa (bi
izni) kelimesi geçiyor.
Yani hıristiyanlara şunuhatırlatiyor: "Evet İsa (a.s.) bunları
yapıyordu ama ilah değildir. Bir anneden dünyaya gelmiştir.
Onlarda yemek yerlerdi, onlarda çarşılarda yürürlerdi."
Çarşıda yürüyen yemek yiyen ilah olur mu?
-Kuşu canlandırıyordu ama benim iznimle. Hastaları ve
körleri iyi ediyordu ama benim iznimle. Alaca hastalığını
tedavi ediyordu ama benim iznimle. Ölüyü diriltiyordu ama
benim iznimle, diyor. Yani benim ona vermemle o mucize
gösteriyordu. O peygamberdi.
Buda Allah c.c'ün İsa A.S'a bir nimetidir. Onu hatırlatmış
oluyor.
"Sen o Benî İsraile apaçık delillerle geldiğinde, biz Benî
İsrail'den seni korumuştuk. Onların kötülüğünden seni
emniyette kılmıştık. Onu hatırla."
"O Benî İsrail'den gâvur olanlar dediler ki: Bu apaçık bir
sihirdir, dediler." Yani çamuru kuş haline dönüştürmek ,
Anadan doğma körleri, bizim doktorlarımız bunu tedavi
edemiyorda, bu mu açacak diyorlar. Bu yapıyorsa sihir
yapıyor diyorlar. Alaca hastalığını tedavi edemedi bizim
doktorlarımız. Bu mu tedavi ediyor. Ee diyor, o zaman sihir
yapıyor diyorlar.
Günümüzde de inançsız kesim, buna benzer laflar ediyorlar
ya. "Madem Allah vardır. Sultan Ahmed'i şöyle 500
yukarıya kaldırsın. Sonra geriye koysun görelim o zaman
inanalım." Be adam her gün Allah (c.c.) güneşi gökyüzüne
dikiveriyor. Ayı gökyüzüne dikiveriyor. Ona inanmıyorsun.
O da orda duruyor yani. Doğudan doğuyor, batıdan
batıveriyor. Böylesine evirip çeviriyor. Buna inanmadıktan
sonra daha ne getirsin Allah (c.c.)
Elini, gözünü gör. Bütün vücuduna bak. Bu topraktan beyaz
çiçeğin çıkışına bak. Sen bunlara inanmadıktan sonra yani
topraktan kuş mu olur? Hani bu vuruldu birtane imansız ya.
Bunlar vardır. Allah rızası için bu imansızlıkların kitaplarına
para vermeyelim. Hani bu yakında gittiğim yerlerde, bu
imansızın kitaplarından. Bir tane imansız dedi ki. Hocam fi-
lanın kitabını okudun mu? Ne güzel kitap diyor. Tam sizin
imansızlığınıza uygun bir kitap dedim. Size destek için
veriyor o kitabı. Fakat derken camide rastladım bir tane.
Hocam ya filanın kitabını okuyorum bu günlerde diyor.
Yani camide olan okuyor, bir de camide olmayan okuyor, o
imansızın kitabım.
Para vermeyin. Peki para vermeden okuma imkânınız olursa
yinede okumayın. Onu da söyleyeyim. Okumayın. Bu gibi
pislik deşelemek insana birşey kazandırmaz. Yani elinize bir
çöp alsanız da pislik karıştırsa-mz ne olur. Kokusu siner
üzerinize. Pisliğin kokusu dahi siner.
Peki onun söyledikleri, iftira ettikleri herşey Kur'anda var.
Mesela bunu da esas almış. Nasıl olur efendim çamurdan bir
kuş. Hani bu günkü ressamlar da çamurdan kuş yapıyorlar.
Bunu Kur'an haber verdiğine göre, İsa üfürmüş, kuş olmuş
uçmuş. Bunu kime yutturuyorsun diyor. (Kur'an-ı Kerim'de)
Peki amma ben geziyorum, sen de geziyorsun. Sen nerden
oldun, nasıl oldun? Doktora soracak olursak, babanın
bilmem pis yerinden inen bir meninin 5 milyonda birisisin.
Allah (c.c.) onları hergün imal ettiğini gösterip duruyor size.
Yani gayb olan birşey yok ki orta yerde.
Yumurtayı çocukluğumuz da biz şöyle yanlığına sıkarda
kıramazdık. Şimdi denemedim ama, çocukluğumuzda
kıramazdık. Bembeyaz kireçten bir kalenin içerisinden bir
canlının çıktığını anlatmış olsalardı o imansıza. Ama hiç
görmeden. Hiç hayatta yumurta görmeseydi. Tavuğu
getirselerdi o imansıza ve deselerdi bu tavuk var ya, Eeee!
Bu tavuk şu yumurtanın içinden çıkar. Deseydi aynı
imansızlığı yine yapardı. Aaa.. kime inandırıyon onu derdi.
İnsanoğlunun yaradılışı da zaten topraktan gelmiş. Biz bunu
temelde kabul ediyoruz. Rabbim" ol" deyince oluvermiş.
Öyleyse bir peygamberine de lütfü kereminden ol
deyivermekle; diyor zaten. Benim iznimle)
oluyor.Yoksa İsa (a.s.v.) kendiliğinden yaptığı birşey yok.
Rabbi-min izni içerisinde gerçekleşiveriyor bu.
Adamlar; hani mucize gösterse peygamberler, günümüzde
de bir veli çıksa keramet gösterse cevapları hazır. "Bu
apaçık bir sihirdir. Sihir yapıyor bu adam" der diyor
Rabbim. 1097[120]
1097[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/510-514.
edin." Yani Hz. İsa'ya da bana iman edin demiştim. O
havariler dediler ki. "Biz iman ettik. Ya Rabbi sen şahit ol ki
biz Müslümanlardanız."
Şimdi Hz İsa'ya inananlar müslümaudt diyoruz ya. Bu ayet-i
kerimelerden alıyoruz. Hz Musa'ya inananlar da
müslümandı. Hz Adem (a.s.v.)'a iman edenlerde
müslümandı. Yani Allah c.c'ün peygamberlerine iman
edenlerin hepsi müslüman idiler. Yani Allah'a teslim olmuş
insanlar idiler. Bunlar da, "Ya Rabbi sen şahit ol biz
müslümanlardanız. diyorlar.
Birbaşka yerde de. "Allah daha önce de sizi müslümanlar
olarak isimlendirmişti" diyor Allah (c.c.)1098[121]
1098[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/514-515.
görelim. Allah gökyüzünden bize bir sofra indirsin"
diyorlar. Dedi ki;" Eğer iman ediyorsanız Allah'dan sakının.
Bu tür sorulardan vazgeçin"
Muhterem cemaatım. Hani insan gördüğüne kanıksıyor
diyoruz. Hiç denizi görmemiş bir adama denilse ki, (Deniz
hakkında da bilgisi yok.) "Bir yerde şu vadi dolusu su var."
Olabilir. Sular aka aka orada toplanabilir. "Yalnız p suyun
içerisinde çeşitli canlılar yaşar. Onlar hiç hava almadan
yaşar" dense adama inandırmanız zor. Adama inat edersiniz.
-Yahu ben gittim gördüm. Balıklar var. Çeşitleri var ve
onlar hava almadan yaşar, dedin mi. Adam der ki; "Peki
senin kafanı suyun içine sokalım. Biraz yaşayabilirsen ben
de inanayım" der. "Yok Ölürüm ben." "Oğlum, işte
ordakiler de ölür. Öyle şey olmaz." O inad eder. Ama biz
görüp durduğumuzdan dolayı gayet tabiidir bu.
Aslında mucize istemeye gerek yok. Peygamber
Efendimiz'in ashabı Peygamber Efendimizden mucize
istememiş. Mucize isteyenler Ebu Cehil gibi herifler
mucizeyi görmelerine rağmen iman etmemişler. Gözümüzü
boyuyor bu bizim demişler.
Allah gökyüzünden sofrayı indiriyor ama sofranın sebepleri
iniyor. Gökyüzünden yağmurun inmesi bir nimet. Hatta
sular, hani fizikteki kanunlarla ilgilenen arkadaşlar diyorlar
ki: "İşte şu yükseklikten, şu kadar ağırlıkta, şu kadar
hacimde bir taş düşse, şu kadar meydanda şu etkiyi
meydana getirir. Bu kanun yağmur için geçerli değil"
diyorlar. Eğer o kanun geçerli olsaydı. O kadar yükseklikten
düşen yağmurun adamın beynini delivermesi gerekiyormuş.
Fakat şemsiye ile düşer gibi (adı rahmet) rahmet olarak
üzerimize düşüyor da acı vermiyor. Bu gibi değildir.
Bu da bir nimettir. Bizim üzerimize Rabbim tarafından
indirilen nimet. Bunun değerini şu günlerde anlamıyoruz
ama, evler içinden sular kesilip, gökyüzünden bir damla
yağmur düşmez her taraf kavrulmaya başlayınca o zaman
yağmur duası için ellerimizi kaldırırız tabii ki. 1099[122]
1101[124]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/517-518.
vermemizi de istiyor. Bunun hakkını vermek, elde edilenle
orantılı olmalıdır. Bu nimetlerden yararlandığımız oranda.
Allah (c.c.) halka ve hakka hizmetimiz gücümüz oranında
olmalıdır. Eğer yapmayacak olursak, hesabımızın da öbür
dünyada şiddetli olacağına dikkatimizi çekiyor Allah
(c.c.) 1102[125]
1102[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/518-519.
bugünkü hıristiyanlara mesaj veriyor. Yani Allah, böyle
birşeyi demediğini Allah (c.c.) biliyor da, İsa (a.s.v.)
dilinden söyletiyor. "Ben böyle birşey demedim." Deme
hakkına da sahip değilim zaten. Ben de bir kulum. "Ya
Rabbi sen benim içimde ne varsa bilirsin. Ama ben sende
olanları bilemem ki. Senin bildiğini ben bilemem. Ama sen
benim bildiğim ve içimde olan herşeyi bilirsin, Ya Rabbi!..
Sen muhakkak ki gaiplerin tamamını en iyi bilensin Ya
Rabbi!.."diyor İsa (a.s.) 1103[126]
1105[128]
Bak,Ebudavud,Vitir,hadis no 1435,Tirmizi Vitir,hadis no 456 Müsnedi Ahmed b. Hanbel 6/47,138
1106[129]
İbnü Macenin Kitabü Zühd'de 35. Bab 4297 Nolu
1107[130]
Buhari'nin Kiîabül Edep 18. Bab 5628 Nolu
1108[131]
Müslim'in Kitab-tevbe 4. Bab. 2754 notu hadisinde
1109[132]
Ebu Davudun K. Cenaiz 1. Bab 3089
çalışan kardeşlerim Allah adına ahkâm keserek "Olmaz öyle
şey" derken üahlığa1 özendiklerinin farkındalar mı acaba?
Kur'an-ı Kerim'de Rabbimiz kendini bizlere
"Erhamürrahimın" Merhamet edenlerin en merhametlisi
olarak tanıtıyor.1110[133]"Allah'ın Rahmetinden ümidinizi
kesmeyin. Muhakkak Allah bütün
günahları affeder" 1111[134]"Rabbinin rahmetinden ancak
sapıtanlar ümid keser. 1112[135] buyurur. Sapıklardan
olmayalım.
Üstü açılmış müslüman bir kadının üzerini örtüvermek
dururken o nazenin tenini cehenneme kakıvermek,
midesinden oltaya yakalanmış çırpınıp duran politikacıyı
oltadan kurturmak yerine tavada yanmasına göz yummak,
kendi nur çeşmeleri, kurumuş yazarlarımızın kanallarından
küfrün kiri akarken onun kirde boğulmasına acımamak,
İslamlığa yakışmaz.
Hırsız malımızdan birşey çalmışsa, ondan önce biz kendi iç
dünyamızdan bir şeyler çalmışız demektir.
Fahişe (Bu tabir kadın ve erkek için birlikte kullanılmıştır)
vücudundan birşey vermeden önce toplum özünden birşey
vermiştir ki, onları ko-ruyamamıştır.
Efendimiz (s.a.v.) kendi aleyhinde şarkılar söyleyerek
Mekke müşriklerini eğlendiren iki kadını da Mekke
fethinden sonra affetmiştir. Hatta Sarra isimli biri Medine'ye
geldiğinde Rasulüllahdan yardım istendiğinde uzanan eli
boş çevirmemiştir. 1113[136]
Serçe kuşuna acıyıp, yavrularını tutan sahabiye yerine iade
ettiren, fahişeye yardım eden, günahkar bir kadının bir
köpeği sulaması sebebiyle cennetlik olduğunu
1114[137]
müjdeleyen binlerce kuzuya acıdığı için kurd'a silah
1110[133]
A'raf 71151, Yusuf 12164-92, Enbiya 21/83.
1111[134]
Zümer 39-53
1112[135]
Hicr 15/56
1113[136]
İbni Hişam 21397
1114[137]
Müslim K. Selam 154.
çeken çoban gibi binlerce mazluma acıdığı için zalimlere
karşı yeri gelince kılıç çeken ve zulümlerini engelleyerek
zalime de mazluma da yardım eden Peygamber Efendimizin
bu merhametini benimseyenler gülistan eder dünyayı.
Balıkesirin Edremit kazasına vaiz olarak gittiğimde camide
parmakların sayısı kadar cemaatla karşılaştım. Bazı aklı
erenlerle görüşüp konuştuğumda "Hocam biz bu kadar
değildik. Bir vaiz vardı, kürsüye çıkınca sırtını cehenneme
dayar ağzından üzerimize ateş lavları, kaynamış katranlar
akardı. Temmuz sıcağından caminin serinliğine sığınanlar
içeride
kebap olur çıkardı. Onun için millet dağıldı, gelmeyiverdi"
diye cevap verdiler.
Denizin serinliğinden, dağın çam kokulu rüzgarından, serin
imbat rüzgarından, daha serin ve rahatlatıcı olan İslamin
havasını estirmek, açık yerleri kapatmak kolay olmadı.
"Rahmeti her şeyi kuşatan" Rabbimin Rahmetiyle dopdolu
olabilseydim Mekke ve Medine'de Efendimiz döneminde
herkesin İslama girdiği gibi ben de tam başarılı olabilirdim.
Başarım, merhametim ve sevgim oranında olmuştur.
İmansız cennete gidilmeyeceğini herkesin bilmesi gerekir.
Ancak amellerin de cenneti garantilemediğini herkesin
bilmesi gerekir.
Mümin imanının gereği olan amelini yerine getirecek, fakat
ben amelimin karşılığını mutlaka cennette alacağım
diyemez. Çünkü amellerimiz Sadi Şirazi'nin dediği gibi,
alınıp verilen nefeslerin karşılığı olamaz. Her nefeste iki
şükür yapmalıyız. Biri giren nefes için, biri de çıkan nefes
için. O halde amellerimize değil Rabbimizin rahmetine
güveneceğiz.
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde (2/323) rivayet ettiği bir
hadisi şe-rifde Ebu Hureyre, arkadaşı Yemamiye "Hiçbir
kimseye Allah seni affetmez, seni cennete koymaz deme"
dedi. Yemami de "Bu bizden birinin kızdığı zaman
arkadaşına söylediği kelimedir" deyince Ebu Hureyre "O
sözü söyleme. Ben Rasulüllahı işittim, şöyle diyordu: İsrail
oğullarından iki kişi vardı. Birisi ibadete düşkündü öbürü
nefsine zulmediyor, israf ediyordu. Bunlar dost idiler.
İbadete düşkün olan öbürünü devamlı günah işlerken görür
ve 'yapma1 derdi. Öbürü de 'Bırak beni, Rabbime yemin ol-
sun sen bana gözetici mi gönderildin?' derdi. Bu birkaç defa
tekrar edince ibadete düşkün olan 'Allah'a yemin olsun ki
Allah seni affetmez ve katiyyen cennetinde koymaz' dedi.
Bunların ikisi de ölünce Allah, günahkara 'Git ve benim
rahmetimle cennete gir' dedi. Diğerine ise "Sen misin her
şeyi bilen, sen misin benim yedimdekilere de gücü yeten?
Onu ateşe götürün' dedi. Efendimiz şöyle devam etti: 'Ebul
Kasım'ın nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki o
(ibadete düşkün bir kişi) bir kelime konuştu ve iki dünyasını
da helak etti.”buyurdu.1115[138]
1115[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/521-525.
Doğruluk anlayışı bu adamın.
-Veya, fuhuş yapıyorsa. Fuhuş yaptığım kişilerin listesini
vermem. Çok dürüstmüş. (Hani bazı bölgede pezevenk
derler, bazı bölgede deyyus derler) Pezevenklik yapan
makam ve mevkilere bu işi yapıverenler. Bu işi
yapmişımdır, yaptırmışımdır. Kimlere yaptırdığımı kimseye
söylemem. Çok dürüst adamım.
Yani doğruluğun ölçüsü, kişilerin kendi kafalarına göre
ayrılır. Onun için bizim doğruluk ölçümüz ve anlayışımız;
Kur'an-ı Kerim'de Lût suresinde Rabbim; "Dosdoğru ol"
Peki neye göre. "Emrolunduğun gibi dos-
doğru ol."
Doğruluğun Ölçüsü; Allah c.c'ün çizdiği bir çizgi var.
Doğruluk ölçüsü olarak (Sıratı müstagim) diye ayet-i
kerimelerle belirlenmiş; hadisi şeriflerle açıklanmış bir
doğruluk anlayışımız var. Bizimkisi bu çizginîn ortasında.
Helal ve Haram çizgisinin ortasında devam edip gitmektir.
Bizim yapacağımız iş.
Rabbim de; "Doğru kişilere doğrulukları kıyamet gününde
fayda verir." Doğruluk:
1-İtikatta doğruluk. Eğrilik olmayacak. Allah vardır, birdir,
şeriki ve naziri yoktur. Yani Hz. İsa peygamberdir, ilah
değildir.
İlahdır dedik mi eğrilik başlıyor. Bu eğrilik içerisinde
olanlar kıyamet gününde hesaba çekilecektir. Doğrulukları
itikatta, amelde, ticari hayatta, İslam hukukuna uygun
olacak. Siyasi hayatında İslam hukukuna uygun olacak.
Veraset hukukunda İslam hukukuna uygun olacak. Evlili-
ğinde boş anmasında her türlü insani muameleleri İslami
olursa o doğruluktur.
Yoksa bunun dışında, her ne kadar akıl bunu güzel gösterse
eğrilik demektir.
Daha önce söyledik. Zenci annesini yerken hep doğru yolda
olduğuna inanıyormuş. Dermiş ki; "Beni 9 ay karnında
taşıyan, sonra sırtında taşıyan, yemeyip yediren, giymeyip
giydiren anamı ben toprağa verecek kadar zalimmiyim? Onu
yerim de karnımda taşırım" dermiş. Onunki de doğruluk
anlayışı.
Ama eğer bunu insanların aklına bırakıverecek olursak, hani
şu anda Hindistan başkanı, annesi öldüğünde kendi elleriyle
kibriti çaktı, annesini cayır cayır yaktı atıverdi. İyilik olsun
diye yaptı bunu. Adamın aklına göre en iyi doğruluk da bu.
Demek ki akla havale etmiyor. Nakle havale ediyor. Akıl da
o nakil doğrultusunda önünü görecektir. Bu doğrunun
üzerinde olanlara ne vardır. "Onlar için cennetler vardır" 8
cennet kapısı diyoruz.
"Altından ırmaklar akan cennetler vardır. Onlar orada
ebediyyen kalıcıdırlar." Cennetin spnu gelmeyecektir.
Milyon-kentrilyon-mantrilyon rakamlar her neyse akıp
gidiyor.
Hocam bıkılmaz mı? Allah (c.c.) insana öyle bir hal verir
ki? Bazen bir adamla bir dakika konuşmaya tahammül
edemezsiniz. Ama onunla 5 dakika kalma mecburiyetinde
iseniz, bitmez o 5 dakika gayri. Uzar da uzar. Ama çok
sevdiğiniz dostlarla bir arada olacak olursanız. Aaaa! vakit
ne de çabuk geçivermiş. 2 saat oturuvermişiz. Diyosunuz.
Halbuki, hani ifade güzel. Göz açıp kapayıncaya kadar 2
saat geçmiş diyorsunuz.
Allah (c.c.) öylesine güzel yaratmış ki cennetini,
milyonlarca sene geçiyor. O zaman soruluverse ne kadar
yaşadın? Valla göz açıp kapayıncaya kadar geçivermiş bu
kadar sene, denecek kadar güzel. Öylesine güzel bir yer ve
orada ebedi olunacaktır.
"Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah c.c'den razı
olmuşlardır." "İşte büyük başarı, büyük kazanç budur" diyor
Allah (c.c.)
-Filan varya çok büyük kazançlar elde etti 2 sene içinde
diyoruz. Ne elde etti? Milyarder oldu, diyor. Ne demek
milyarder? Şu kadar kağıdın üstüste yığılmasıdır. Onun
yararlanabildikleri nedir? 5 milyarlıktan yararlanmıyor o.
Midesi ve yiyebileceği belli. Bir adamın 10 milyarı, 100 tril-
yonu olsa, mide sınırlıdır. Elbise de sınırlı. İnsan bedeni en
kaliteli kumaştan, 365 tane alır. Günde 1 tanesini giyebilir.
Mide de 1 okka alır. Ondan sonra dünyanın en tatlısı olsa,
kusar adam. Başka yapacağı yok.
Yani insanın zevk alması sınırlıdır. Fark nedir? Yığmak.
Kağıt yığmak vardır. Birgün onlardan da zevk almaz hale
geliverir. Kağıtta hiçbir işe yaramaz. Kendinden sonra
varislerine kalır.
Allah (c.c.) diyor ki; "Asıl başarı, büyük kazanç, Allah'ın
rızasını kazanmaktır" diyor. Çünkü sonu gelmeyen bir
hayat. Her an tazelenen nimet. Yenenler pislik olarak değil,
gül kokusu halinde çıkar. Yani tuvalete gitmek yok. Yiyor,
yiyebildiği kadar. Gül kokusu halinde çıkıyor. Olur mu
hocam? Günümüzde dünyamız da bunu gösteriyor. Gül
tuvalete gitmez. Toprağı aşağıdan yer, gül kokusu olarak
yukarıdan verir. Renk olarak verir. 1116[139]
1116[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/525-527.
1117[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/528.
EN'AM SURESİ
1120[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/8-9.
iyiliklerle meşgul olmalıyız. Haram rızıklar
kazanmamaliyiz, helal rıziklarla karnımızı, çocuklarımızı ve
çevremizi doyurmaya gayret etmeliyiz. 1121[4]
1129[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/13.
garanti altına almaktır. O da iyi bir imana sahip olmakla
mümkündür. Her halükarda ölüm var. Ölüm var olunca da
sonunda gelecek olan hayatı kazanmak için gayret etmek
gerekiyor. Sonra gelen hayatı kazanmak için gayret edenler
bu dünyada da hayırla yadedilecekler. Hani Peygamber
efendimiz (s.a.v.)'m ismi, anıldığında Salatü selam
getiriyoruz. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali için hepsine
"Radiyallahu anhüm" "Yani hepsinden Allah Razı olsun"
diyoruz. Yani onlar bu dünyada devlet kurmuşlar ve
insanları adaletle yönetmişler ama onlar da gitmişler.
Gitmişler ama geride çok güzel bir "ad" bırakarak bu
dünyadan göçmüşler. Bizim de geride rahmetle yad
edilmemiz için iyi bir isim bırakmamız Allah'ın ayetlerini
yalanlayanlara karşı mücadele vermemiz ve Rabbimin
huzuruna ak alınla pak yüzle çıkmaya gayret etmemiz
gerekiyor.1130[13]
1130[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/13-14.
getirmektedir. Yani yoktan bir şeyi yaratma insana mahsus
değildir. O (yaratma) yalnız Allah (c.c.)'e aittir. Yerde ve
göktekilerin tamamı Allah'a aittir.
Bir hadisi kudside Allah (c.c), "Rahmetim gazabımı geçti"
buyuruyor, 1131[14] Bu ayeti kerimenin tefsirinde de Allah
(c.c.) arşı yarattığında orada "Rahmetim gazabımı geçti"
diye yazdı deniliyor. Burada da buna işaret vardır. "Nefsine
rahmeti yazdı" diyor. Kainat O'nun rahmeti içerisindedir.
Onun için Allah'ı insanlara tanıtırken, çocuklarımıza
tanıtırken, etrafımıza tanıtırken, öncelikle gazabıyla
tanıtmayacağız. Bir günlük veya bir saatlik hayatımızı
düşünmüş olsak Allah'ın rahmetinin bizi tamamiyle
kuşattığım, görüveriyoruz. Dilimizin hareket etmesi,
gözümüzün görmesi O'nun rabmetindendir. Kalbimizin
çalışması, kanımızın akması O'nun rahmetindendir.
Yediklerimizin, tadı, kokusu, tazeliği O'nun rahmetindendir.
Aldığımız hava O'nun rahmetindendir. Sevgilerimiz,
muhabbetlerimizin hepsi O'nun rahmetindendir. O, bizler
faydalansın diye vermiştir. Öyle ise Rabbimin rahmeti
gazabından fazladır. Fakat gazabı da vardır. Dinime yan
bakan, dinime karşı mücadele veren insanlara karşı
Rabbimin gazabı vardır. Ama Rabbimin rahmeti tabi olarak
(bize olduğu gibi) önada vardır. Yani kendisini inkâr eden
adamın dilini alıvermiyor, gözünü kör etmiyor, önada
rahmeti o konularda devam ediyor. Ama gazabıyla onu
kıyamet günün de cehenneme koyacaktır.
Allah'ın (c.c.) rahmeti gazabım geçiyor. Biz de Allah'a iman
ettiğimize göre bizim de rahmetimiz gazabımızdan ileri
olmalıdır. İnsanlara karşı davranışlarımızda merhametle
muamele etmeliyiz. Çocuklarımıza ve eşlerimize karşı
davranışlarımızda merhametle muamele etmeliyiz.
"Merhamet" kelimesi Türkçede "acımak" şeklinde tercüme
1131[14]
îbni Mace Mukaddime 13
edildiği için, bazıları "merhametini istemiyorum" gibi bir
ifade kullanıyor. Bu doğru değildir. "Merhamet dilencisi
değilim" gibi sözlerin 25-30 yıllık mazisi vardır. Hani
"körlere merhamet etmeyiniz, yardım ediniz" diyorlar. Ne
demektir bu? Biz babamıza merhamet ederiz, annemize de
merhamet ederiz, eşimize de merhamet ederiz. Onlarda bize
merhamet eder. Yani bu onlara acımak manasına değildir.
Gerçi acımak da vardır. Ama sanki bu karşıdakini
küçümsemek şeklinde anlaşılıyor. Bu yanlıştır. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor. "Allah (c.c.) rahmeti yüz
parça etti, bir parçasını yeryüzüne indirdi. Bir kuşun
yavrusunu koruması "bir rahmet"in dağılmasmdandır.
Tavuğun yavrusunu korumak için aslana baş kaldırması o
"bir rahmet"in yer yüzüne dağılmasındandir. Allah (c.c.)
geri kalan 99 ile kıyamette mü'minlere rahmet
edecektir." 1132[15]
Yani bir tek rahmet yeryüzündeküerin birbirlerine karşı
merhametli olmalarına yetip artıyor. Öyle ise bu hadise ile
Rabbimizin rahmetinin genişliğine işaret ediyor. Bizde
merhametli olmaya devam edeceğiz. Çok kızmış olsak bile
merhametimiz, gazabımızdan fazla olmalıdır.
"Gelmesinde şüphe olmayan kıyamet gününde hepinizi
Allah (c.c.) bir araya getirecektir." Yani mü'min, kafir,
kadın, erkek, adil, zalim, hepsini bir araya getirecektir.1133[16]
1134[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/16.
yarattığına verirler ve kula kul olarak kendilerini alçaltırlar.
Allah (c.c.) Hz. Peygambere diyor ki; "De ki: ben ilk
müslüman olmakla emrolundum." Aynı sözü bir başka
ayette İbrahim (a.s.) söylemişti. O "ilk müslüman benim"
demişti. 1135[18] Bu ümmet içerisinde de ilk müslüman Hz.
Peygamber efeudimizdir. Çünkü kitap O'na gelmiş,
Peygamber olarak o görevlendirilmiş, O'nun tebliği
neticesinde Hz. Ali (r.a.), Hz. Hatice validemiz, Hz. Ebu
Bekir, Hz. Zeyd iman etmişler. Onların ardından günümüze
kadar iman nimeti devam etmiştir. 1136[19]
1135[18]
En'am 163
1136[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/16-17.
1137[20]
Bakara 24
korkarak Rabbine ibadet edecektir. "Efendim rızası için
ibadet ne olacak" derseniz zaten rızası budur. Rabbimin
rızası cehennemden korkmakta (çünkü cehennemi yaratan
o) cennetini istemektedir, (çünkü cenneti de yaratan o Zaten
rızasına kavuştunuzmu bu ikisi gerçekleşiyor. Bu ayette
Allah (c.c.) peygamberimize "Korkarım o cehennem
azabından" de diye buyuruyor. Allah'ın Halili dostu İbrahim
aleyhisselam "Beni naim cennetinin varislerinden kıl" diye
dua ediyor. 1138[21]
1138[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/17.
Şuam 85
1139[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/17-18.
1140[23]
Yunus 107
1141[24]
Buharı Ezan 155, Müslim Salat 194
gelseler zarar veremezler. Yani ben İslami tebliğimi
yaparken şunu şunu yaparsam, şöyle şöyle işler başıma gelir
diyerek düşünüp İslami tebliğden geri durulmam alıdır.
Veya ben bunu şöyle şöyle yaparsam, felan adamın gönlünü
alırsam şöyle netice alırım gibi batıl hesaplar da
yapılmamalıdır. Dinime göre doğru olan en güzel şekliyle
yapılmaya çalışılır. Onun arkasından Allah'ın murad ettiği
ne ise o olur. Zarar geliyorsa Rabbimdendir, kâr geliyorsa
da Rabbimdendir diyerek, serler geliyorsa imtihandır,
hayırlar geliyorsa Rabbimin lütfi kere-mindendir deyip yola
devam etmek gerekiyor. 1142[25]
1142[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/18.
1143[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/18.
1144[27]
Bak, Al-i İmran 18
büyük şahid Allah (c.c.)'dür. Ayet-i kerimenin lafzı ve
manası, Kur'an-ı Kerimin Allah tarafından olduğuna işaret
ediyor. Kur'an-ı Kerimin ayetleri okunduğunda, Mekkeli
müşrikler "Bunu Muhammed isimli arap anne-babadan
doğma birisi söyleyemez" diye itirafta bulunuyorlardı. O
sebebten Allah bunun (Kur'anın) kendi katından olduğuna
kendisi şahiddir. Diğer yönden yarattıklarıyla buna şahiddir.
Şöyle ki Hz. Ali "baktığım her şey de Allah'ın eserini
görüyorum" diyor. Allah'ın gücünü ve kudretini görüyorum
diyor, Kur'an-ı Kerim vahyolundu. Neden? "sizi onunla
sakındırayım" diye. Yani Kur'an ayetleri ile başınıza nelerin
geleceğini, bu dünyada iman etmez, amel etmezseniz
neticede bu canınızın yanacağını, bir ateş çukuruna doğru
yuvarlandığınızı size duyurmak, bildirmek üzere (bu
Kur'an) bana vahyolunuyor. Yalnızca sizi (ashabı) mı
sakındırmak için? hayır, bu Kur'an-m ulaştığı tüm insanları
sakındırmak için. Günümüzde bize kadar gelmiş, kıyamete
kadar devam edecek. Bu Kur'an ayetleri kime ulaşmışsa
onları dünyanın bela ve musibetlerinden ahiretin
cehenneminden sakındırmak üzere Kur'an-ı Kerim ayetleri
peygamber efendimiz (s.a.v.)'e vahyolunmuştur.
"Allah'tan başka ilahlar olduğuna şahidlik edermisiniz. De
ki ben şahidlik yapamam" diyor ayet-i kerime. Öyle ya; bir
kısım insanlar Allah'tan başka ilah vardır deseler, biz buna
katılmayız. Niye katılmayız?Bakıyoruz ki: dünya
kurulahdan beri güneş, aynı güneş, ay, aynı ay, her sene
Ağustos ayının birinde aynı yerden doğar aynı yerden batar.
Dünya kurulduğundan bu yana bu böyle devam ediyor. Bir
saniye ileriye veya geriye gitmez. Eğer ilah bir kaç tane
olmuş olsaydı, birisi mutlaka bunun ayarını bozardı.
Hz. Adem'den bu güne kadar gül ağacı gül verir. Eğer ilah
birkaç tane olmuş olsaydı, Gül ağacından birkerede Lâle
biterdi. Bu olmamaktadır. Her şey düzenli bir şekilde devam
edip gidiyorsa bu tabiatta, yeryüzünde ve gökyüzünde
yaratıcının, yaşatıcımn ve yöneticinin tek olduğuna işaret
eder. Ben sizin gibi başka ilahları kabul edemem
buyruluyor. 1145[28]
1145[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/19-20.
hayranda olur ama o gözünün rengini kendisi veremez.
Kendi gözünün rengini kendisi verebilse, hanımının ve
çocuğunun gözünüde kendi rengine boyamak ister. Para
verip lens takar ama oda o kadar olur. Allah'ın yarattığı gibi
olmaz. Bunları d üşü nü verseler aslında iman ediverecekler,
ama bunların asıl meslekleri fazla düşünmemekdir. 1146[29]
1146[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/20-21.
intihar eden insan en iyi insandır diyerek bir mantık ortaya
atıvermişler bu ataistler grubu.1147[30]
1153[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/22-24.
Ceza ve Medeni yasasında imansızlarla ilgili tek bir yasa
yoktur. Ama müslümanlarla ilgili birçok kanunlar vardır.
Halbuki memleketin de % 98'i müslürnan diyoruz. Bu ayeti
kerime de anlatıldığı gibi hareket ediyor bu adamlar.
"Onlar ancak kendilerini helak ederler." Ama helak
olduklarının da farkında değiller. Bu dünyada zarara
uğrayabilirler. Bu dünyada zarara uğramadan gidecek
olurlarsa, ahirette kesinlikle kendilerine zaten zarar
verecekler. 1154[37]
1154[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/24-25.
1155[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/25.
neticede imansız hayatlarına dönerler. 1156[39]
1158[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/26.
mallarını yiyenler karınlarına ateş yemiş olurlar" diyor
Allah (c.c).1159[42] Yani kıyametteki ateşlerini kendilerini bu
dünyada yetim malı yemek suretiyle götürüp gitmiş
oluyorlar. 1160[43]
1159[42]
Nisa 10
1160[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/27.
1161[44]
Nesai işretim Nisa I
satımı, üretimi, müslüman tacirler elinde gelişmiştir.
Dünya bir oyundur. Ama bu oyuncağı yaratan Allah
(c.c.)'dür. Öyleyse kötü değildir. Burada kötüleme
anlamında kullanılmamıştır. Bu oyuncağı iyi oynamanız
gerekiyor. Oyuncağında kendine özgü bir kuralı vardır. Bazı
kaliteli oyuncaklarla birlikte tarifesinin de verildiği gibi.
Dünyada bir oyuncaktır. Bu oyuncağı nasıl oynayacağımız
konusunda Allah (c.c.) de tarife göndermiştir. Kur'an-ı
Kerimin de bildirmiştir. Onun suyundan, havasından,
madenlerinden, ziraatından, insanlarından, hayvanlarından,
güneşinden, yıldızlarından nasıl faydalanacağımız, onlara
baktığımızda neler söyleyeceğimiz, onlara karşı nasıl
davranacağımız konusunu Allah (c.c.) ayeti kerimesiyle
bildirivermiştir. Bu ayette biz şu şekilde uyarılmaktayız.
Hani çocukların oyuna dalipta işini bırakıvermeleri varya,
işte bundan sakındırılıyoruz. Dünya bir oyuncaktır.
Oyuncağa dalarsanız ahireti unutuverirsiniz. Bu noktaya
dikkatimizi çekiveriyor. O'nun için Allah (c.c.) ayetin
sonunda "ahiret evi Allah'tan sakınanlar için daha hayırlıdır"
diyor. Müttakiler için ahiret yurdu daha hayırlıdır diyor
Allah (c.c).
Peki "daha hayırlıdır" demek ne ifade eder? Dünyanmda
kendine göre hayrı vardır. Mesela şu saaat bu saatten
kalitelidir diyoruz. Ne demek bu? Şu kalitelidir. Ama bu
şundan daha kalitelidir. Allah (c.c.) de "Allah'tan sakınanlar
için ahiret yurdu daha hayırlıdır" diyor. "Daha hayırlıdır"
demek, bu dünyanmda hayrını taleb etmemize işaret
etmektedir. Bu dünyayı ahirete bir "ekenek" haline
getirmemiz gerekiyor. "Dünya ahire-tin bahçesidir,
ekeneğidir." Ne ekersek onu biçeceğiz. Ayeti kerimede "İyi
kişiler iyi yerlere layıktırlar" diyor Allah (c.c.) Bu dünyada
iken evini, kendini, hanımını, çocuklarını, dostlarını iyi eden
kişi ahirette de iyi ve güzel şeylerle karşı karşıya gelecektir.
Yani bu dünyada ektiğini biçecektir kişi. "Halâ akıl etmez
misiniz, anlamaz mısınız?" diyor Allah (c.c).
Bu oyuncağı, bizden önce Hz. Adem (a.s.), Hz. Havva
validemizle oynadı. Kendileri gittiler ama dünya devam etti.
O günden bu güne kadar trilyonlarca insan bu oyuncakla
oynadı hepsinin ömrü bitti ama dünya devam ediyor. Bir
gün bununda sonu gelecektir. Çünkü "er-Rahman" suresinde
Rabbim "Her şey fanî Allah (c.c.) bakîdir" diyor. Öyle ise
geçici oyuncağa bağlanmayalım. Ama bu oyuncakla
oynamayalım anlamına da gelmez. Madem ki Allah (c.c.)
bunu oyuncak olarak yaratmıştır. Bu oyuncağı oynamanın
kuralını müslüman koysun. Müslüman bütün dünya insanına
desinki, "bu dünyadan şöyle yararlanılacaktır, bu dünya ile
böyle gönül eğlendirilecektir, bu dünyadın şöyle istifade
edilecektir ve şunlardan kaçınılacaktır." 1162[45]
1162[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/27-29.
kendisini övmesinden memnun. Peygamber efendimiz
(s.a.v.) kendisinin yalanlanıl-madiğim biliyor. Ebu Cehil
yüzüne karşı "sana yalan söylüyorsun demiyoruz, ama sana
da ve senin getirdiklerine de inanmıyoruz" diyor. Pey-
gamber efendimizde buna üzülüyor. Hatta Kehf suresinde
"bu söze yani Kur'an ayetlerine inanmamaları sebebiyle
neredeyse kendim helak edeceksin" diyor Allah (c.c). Biz de
bizim yalanlanmamızdan değil Allah'ın ayetlerinin
yalanlanmasından dolayı üzülmeliyiz. Adamlar bizim hakkı-
mızda kötü söyleseler bile dinim hakkında kötü
söylememeliler. Ama dinim hakkında kötü söyleyen, şahsım
hakkında iyi söyleyen adamı farkına varmadan sevme
durumuna geçiyoruz. Bu yanlıştır. Çünkü biz geçici, yok
olucu, toprağa dönücüyüz. Ama dinim kıyamete kadar
devam edecek. Şahsıma bir adam sövebilir ama dinime
sövmemelidir. Kitabıma sovmemelidir. 1163[46]
1163[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/29.
kıldı. Mesela Nuh (a.s.) kıssasını Hûd suresinde Allah (c.c.)
haber veriyor. Kavmi onunla alay ediyor, dalga geçiyor ama
neticede Nuh (a.s.) devleti devam ediyor, öbür taraf çoluk
çocuğuyla yok olup gidiyor.
Musa (a.s.) yerinden yurdundan ediliyor, çölde yaşama
mecburiyetinde kalıyor ama neticede firavun gibi o günün
dünyasının en güçlü kralı, ordusu, danışmanları, ilim
adamları, profesörleriyle beraber yok olup gidiyor.
ibrahim (a.s.) ateşe atılıyor ama ateşe atanların sonu geliyor,
İbrahim'in (a.s.) zürriyeti ve dini günümüze kadar devam
edip gelmiş kıyamete kadar da devam edecektir. Allah (c.c.)
yardımını onlara verdiğini bildiriyor. Ama ne zaman? Onlar
ezalara ve belalara sabrediyor, sabırları patlama noktasına
geliyor, (ondan sonra Allah onlara yardımını gönderiyor.)
Hatta bir ayeti kerimede Allah (c.c.) "Sizden öncekilerin
başına gelenler sizinde başınıza gelmeden cennete
girivereceğinizimi zannediyorsunuz. Onların başına öyle
bela ve musibetler geldiki sarsıldılar. O hale geldiler ki,
bağırmaya başladılar. Yarabbi yardımın ne zaman dediler
de, yardımımız onlara erişti" buyuruyor. 1164[47]
Allah (c.c.) de müslümanlara çeşitli dönemlerde yardımını
göndermiş ama iyi ile kötü, mü'min ile münafık ayırd edilsin
için bazen bu bela ve musibetH günleri uzatmıştır. Altının
posasını içindeki altını ayırd edebilmek, saf altın elde
edebilmek için ateşe atıyorlar, eritiyorlar, orada al-tm ayrı
bakır veya gümüş veyahutta kurşun ayn yere
ayrılıveriyorlar. Ateşte kaynamadan bunlar birbirinden
ayrılmıyorlar. Onun için halis, gerçek müslümanlar ile
münafıklarında ayrılması için bazen bela ve musibetler
onların ateşi oluyor, ki hakikisi ile sahtesi birbirinden
ayrılsın.
"Allah'ın kelimelerini değiştirmek yok." Değiştirici bir kişi,
1164[47]
Bakara 214
makam, mevki, kuruluşta yoktur. Allah'ın vaad ettiği surette
galib gelecektir. Bunuda engelleyecek hiçbir güç,, hiçbir
otorite yoktur. Bu konu ile ilgili geçmişten örnekler var.
"Mutlaka sana o peygamberlerin haberleri geldi." Bir tarafta
kocaman devlet karşısında iki tane peygamber. Musa (a.s.)
ile kardeşi Harun (a.s.). Ve onlara iman eden bir avuç
müslümarî. Bunlar o günün zalim devletlerinin yerine İslâm
devletini kuru veriyorlar.
Peygamber efendimize bu tür teselliler gelmesine rağmen,
yani bunlar seni yalanlamıyorlar, bunlar Allah'ın ayetlerini
yalanlıyorlar, bunlar seni düşman olarak değil, Allah'ı
düşman kabul ediyorlar buyuruyor Allah (c.c). Buna rağmen
peygamber efendimiz (s.a.v.) o.insanların da müslüman
olması için çok gayret sarfediyor. Çeşitli planlar kuruyor.
Rabbim onu haber veriyor.1165[48]
35- Eğer onların yüz çevirmesi sana büyük geldi ise, yerde
bir delik açmaya göğe bir merdiven kurmaya ve onlara bir
ayet getirmeye gücün yetiyorsa haydi yap. Eğer Allah
dilemiş olsaydı onların hepsini hidayet üzerinde toplardı. O
halde sakın cahillerden olma.
Peygamber efendimiz, bunlara bir ayet, bir mucize
getiriversem bunların hepsi müslüman oluverse diyor. Ben
bu ayeti kerimeyi okurken Sultanahmed camiisi'ni de
görüyorum. Yani İstanbul'un bütün imansızlarını toplasak
Sultanahmed meydanına. Gerçi dolduramazlar. Desek ki bu
camiyi şöyle istediğiniz kadar kaldıracağım. Mesela 500
metre yukarıya kaldıracağım, sonra dagerisin geriye
koyacağım. Peki kaldırırsam iman edermisiniz? Hepsi derler
ki iman ederiz. İstisnasız hepsi bunu söylerler.
Çünkü kaldıramayacağınız kanaatindedirler. Peygamber
1165[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/30-31.
efendimizde insanların iman etmesini sağlayacak bu türden
bir, mucize arıyor. Rabbim "onların imandan yüz
çevirmeleri sana ağır geliyorsa, eğer seninde gücün
yetiyorsa (Rabbimin yardımı olmadan) yerin tabanına doğru
tünel kaz, oradan bir mucize getir" diyor. (Ama) iman
ettiremezsin" eğer Allah diîe-seydi onların hepsini iman
üzere toplardı."
Adamlar (imansızlar) bizden şunu istiyorlar. Sultanahmet
Camiini 500 metre yukarıya kaldır, Allah'a da, kitaba da
iman edelim. Peygamber (s.a.v.) den bu tür mucizeler
istemişler, Peygamber efendimizde mucize göstermiş.
Kur'an-ı Kerimde Peygamberimizin el işareti ile Ay'ı ikiye
böldüğüne dair ayet vardır. 1166[49] Ayrıca hadis-i şerifler bize
bu haberi doğrudan vermekteler. Bir diğeri parmaklarından
suyun akması, Peygamber efendimizin mucizelerinden
biridir. Bazen eşyanın konuşması taşların konuşması, ağacın
konuşması Peygamber efendimizin mucizelerindendir. Bunu
gördüğü halde adam, bize sihir yapıyor demişler. Şimdi
Sultanahmet Camiinin 500 metre yukarı kalkması mı
önemli, havada durdurması mı önemli yoksa bu dünyanın
durması mı. Ki bu dünya Sultanahmet camiinden
milyonlarca büyük olmasına karşı Rabbim onu top gibi
havada durduruveriyor. Bunuda okuryazar olmaları
hasebiyle biliyorlar. Dünya havada muallakda, kendisine
has bir yörüngede hiç şaşmadan yürüyor diyorlar.
Gökyüzüne baktıklarında görmüş oldukları güneş, dünyanın
milyonlarca defa büyüğüdür. Rabbim onu yukarıya
kaldınvermiş. Günde 12 saatta biz ona bakıp duruyoruz.
Onun kaldırılışına inanmayan bu adam, Sultanahmet
camiiinin kaldırılışına mı inanacak. Bir bahane bulacaklar.
Bunu kim bulacak? profesörleri. Ona da mutlak surette bir
(çıkar) yol buluvereceklerdir. Efendim gözünüz o anda
1166[49]
Kamer 1
şöyle ohiverdiydi, böyle oluverdiydi, atmosferden bir ışık
geliverdiydi, gözünüz kaydiydı, gözünüzün önüne bir resim
gelivermişti siz onu (Sultanahmet-i) aslında kalkmadığı
halde lazer ışınlarıyla kalkmış gördünüz gibi bir yorum
getiri-verirler. Adamların işi bu. İmana giden yolu
kapatmak. Zaten rutbeside yalnız onun için verilmiştir.
Biz insanların Islama girmesi için bütün malımızı, canımızı
harcarız. Harcamamız gerekirde. Allah yolunda
mallarınızla, canlarınızla cihad edin demek, bu insanların
imana gelmeleri, İslama girmeleri için canlarını
cehennemden korumaları için bizim canımızı feda etmemiz,
malımızı feda etmemiz anlamına gelmektedir. Biz buna
hazırız ama bunu yaparken Rabbimin koyduğu kurallar
içerisinde, Peygamber efendimizin sünneti seniyesine uygun
olarak yaparsak görevimizi yerine getirmiş oluruz. Yoksa
kendimize göre bir tebliğ metodu geliştirerek başarıya
ulaşmamız (mümkün) değildir. O zaman getireceğinizde
İslam olmaz. Bir söz vardır. "Usûl ne ise vusul odur." Yani
bir şeyde metod ne ise o metodun gereği olan şey ortaya
çıkar. Uçağa binmişsiniz, pilotun elindeki rota Moskova'ya
doğru ise, sizin nimetiniz ne kadar iyi olursa olsun, hacca
gidiyorum diyerek ihramda giyinseniz Moskova'ya
gidersiniz. Burada sizin iyi niyetiniz Mekke'ye götürmez.
Onun için "Usûl ne ise, vusul odur" derler. Yani bir yol
nereye giderse orayavarırsımz. Niyetiniz deki yer her ne
kadar başka bir yer olsa bile. 1167[50]
1167[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/31-33.
onlar karşılık verirler ve müslüman olurlar diyor Allah (c.c).
"Bu leşlere gelince, bu yaşayan ölülere gelince, Allah onları
kıyamette diriltir." Yani sen ölüye söz işittiremezsin. Bir
kısım imansızlar varki ayakta geziyorlar, haram-helal
yiyorlar, bu insanların kalbleri ölmüş, kulakları hak söz
işitmez hale gelmiştir. Hatta, hak sözü duymak bile
istemiyorlar. Kadının biri televizyonda diyorki "Burada
Allah'ı konuşmuyoruz" Akşamki o programı seyrettiğime
çok sevindim. Halil İbrahim Peygamberin memleketinden
bir insan. Kültür seviyesi ortada. Üniversiteyi bitirmiş, dini
(bilgi) seviyesi de orta, gayreti diniyyesi yerinde bir insan.
Öbür ikisi ise Türkiye'de entel kabul edilen üst düzey
takımından. Yani ulaşılmaz yıldızlan. Bu ulaşılmaz yıldızlar
bir müslümanın karşısında ne hallere düştüklerini gördüler.
O yayını yapmaktan bin pişman oldular. Bir iki sene onun
acısını unutamazlar. Şahsi olarak değerli fakat kültür
seviyesi bakımından sıradan bir müslümanımız onların en
üst seviyedeki şahıslarıyla bir konuyu münakaşaya otursa %
100 galip geleceğine ben kesinkez inanıyorum. Çünkü çok
üst düzeyde gördüğüm o tip adamlardan bazılarının ne kendi
sahalarından bilgileri var, nede bizim (din) sahamızda
bilgileri var. Ezberletilmiş bir kaç tane kelimenin ötesinde
bildikleri yok. Okumayada tahammülleri yok. Okusalar
veyahutta yazsalar yalnız o birkaç kelimenin ötesinde
bildikleri yok, okumayada tahammülleri yok. Bu konuda
şunlar yazılacak, bunlar söylenecek diyerek arabacının atı
gibi görmek istedikleri şeyleri görüyorlar. Onlara diyorlar ki
şurayı göreceksiniz. Bunun dışına çıkmayacaksınız diyorlar.
Çıkıverdimi adamın işi bitiyor. Cesur olun, cesaretli olun.
Herhangi biriniz en gözde insanlarıyla bir evde, bir salonda,
bir arabada, bir otobüste, bir uçakta, bir işyerinde, bir
dairede karşılaştığınız da sakın ha bu adam yüksek tahsilini
yapmış, beni mağlup eder, mahcup eder mi endişesini
duymayın.
Hayatta mü'min olmayan insandan endişe etmeyin. Allah
(c.c.) "Sakın gevşemeyin, üzülmeyin de eğer iman
ediyorsanız yüce olan sizsiniz" diyor. 1168[51]
1168[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/33-34.
Al-i İmran 139
1169[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/34.
bu senede aynı izi takip ederek geliyormuş. Yani eski
yuvasını, eski vatanını yine arayıp buluyormuş. Bütün
bunlara bu hissi vereni gözlerimizle görüp durduğumuz
halde ne-
den iman etmezsiniz. Allah bütün bunları yaratmış. Başınızı
gökyüzüne kaldırdığınızda bunlar, yeryüzüne indirdiğinizde
binlerce hareket eden hayvanı göreceksiniz. Bütün bunların
rengini, sesini, rızkını, ecelini, doğum kanunlarını, ölüm
kanunlarını koyan Allah (c.c.)'a inanmadıktan sonra size ne
ayet getirilsin ki. Nasıl bir ayet getirilsin ki ona inanasınız.
"Sizin gibi ümmettirler" diyor Allah (c.c). Buna da biraz
değinmemiz gerekiyor. Yani bundan sonra bir kuşa taş
atarken onunda bir ümmet olduğunu hesab edelim.
Yeryüzünde zararsız bir canlıyı öldürürken, ayağımızı
basarken, bir karıncanın belini incitmemeye, ayağını
ezmemeye dikkat edelim. Mümkün mertebe onları da
öldürmemeye dikkat edelim. Tabi bize zarar vermediği
sürece. Acaba ezecekmiyim, ezmiyecekmiyim diyerek de
yolda giderken iğne kaybetmiş gibi yürümeyin. Acaba cağa-
loğlunda karınca varmı ki, ezermiyim ki diye düşünerek
değil, normal olarak yürür gidersiniz. Ezilirse de günaha
girmezsiniz. Ancak elinizde oynadığınız bir karıncayı sizede
zararı yoksa öldürmenin bir anlamı yoktur. Zararı varsa tabi
ki öldürebilirsiniz.
Onlarında bizim gibi bir ümmet olduğunu Allah (c.c) haber
veriyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.)'de "mahşer de bütün
canlılarda geleceklerdir" diyor. Ve orada boynuzlu koyun,
boynuzsuz koyuna eğer vurup acıtmışsa, boynuzsuz koyun,
boynuzlu koyundan hakkım aldıktan sonra Allah onlara
toprak olun diyecek hepsi birden toprak olacaklardır. 1170[53]
Cennetlik veya Cehennemlik olmaları söz konusu değildir.
Ama toprak olacaklardır. Onların toprak olduklarını kafirler
1170[53]
Müslim, Birr 60
görünce "ah, nolaydı keşke bende toprak olsaydım"
diyecektir ama ona faydası olmayacaktır.
"Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" diyor Allah
(c.c) Yani bizim insanlar arasındaki münasebetleri
düzenleme konusunda, insanın Rabbiyle olan
münasebetlerini düzenleme konusunda, insanın eşya ile olan
münasebetlerini düzenleme konusunda hiçbir eksiğimizin
olmadığını bu ayeti kerime haber veriyor. Bazılarının
"efendim Kur'an-ı Kerim 1400 yıl evvelinin insanına inmiş,
o gün ziraai toplum vardı, insanlar kabile hayatı
yaşıyorlardı, bir insan en uzak yere gitmek istese, kendi şeh-
rinden öbür şehre giderdi, ihtiyaçlar sınırlıydı, bu ihtiyaçlara
karşılık vermek üzere Kur'an indirilmişti. "Ama günümüzde
ise insanlar dünya insanı oldular. Telefonu eline alsa
dünyanın öbür tarafıyla görüşüyor, konuşuyor ve meseleler
bölgesel değil evrensel oldu. öyle olunca Kur'an bu ihtiyacı
karşılayamaz" diyenlere Rabbim "bu kitap'da biz hiçbir şeyi
eksik bırakmadık" buyuruyor.
1400 sene sonrasını yaratan O, bu günü yaratan O, bundan
sonra gelecek olan yılları yaratan ve yıllar içerisinde
yaşayacak insanları ve hayvanları yaratacak olan O, kitabı
da indiren O olduğuna göre bu Kitap
bundan sonra gelecek yıllarında şartlarına göre indirilmiştir.
Ki o inkarcıların sözlerine Rabbim 1400 sene önce cevap
vermiş, "Biz seni bütün insanlara peygamber olarak
gönderdik" diyor. Yani bir kabileye, bir ziraat toplumuna,
bir mekke devletine değil, bütün insanlara peygamber olarak
gönderdik diyor Allah (c.c). 1171[54]
Kur'an-ı Kerim de aradığımız her derdin özellikle sosyal ve
ferdi hastalıklarımızın dermanını bulabiliriz. Ferdi
hastalıklarımız derken bundan bünyesel tıbbi hastalıkları
kastedmiyoruz.
1171[54]
Sebe'28
Tıbbi rahatsızlıkların devasını, ilacını insanların
bulabileceğini Rabbim biliyor. Kur'an-ı Kerim de insanların
bulabileceği konularda ayet-i kerimeler yalnız işaret
edilerek geçmişler, tafsilata girilmemiştir. Çünkü insan aklı
bunları bulur. Rabbimin koyduğu bu kanunlar içerisinde
gerekeni yapar. Ancak insan aya gider, fiziki, kimyevi,
keşifler yapar, ama hukuki kanunları kendi aklına göre
koyacak olursa bu olmaz. Hukuki sahadaki gelişmesi
insanoğlunun, fiziki sahadaki gelişmesi gibi olmamıştır.
Teknolojide fevkalade gelişen insanoğlu hukuk sahasında
ilerleyememiş-tir. Günümüzde de durum aynıdır. 1990
yılının Amerikasi, Japon'u teknolojide fevkalade ileri
gitmesine rağmen hukuki sahada ne yapacağını şa-
şırmaktadırlar. Geçenler de yeniden bir kanun çıkardılar.
Kanuna göre "adama öylesine işkence edeceğiz ki, öylesine
hakarete maruz kalacak ki hayatta karşılaşabileceği bütün
şeyleri bu adama vereceğiz. Bu adam dayanır hale
geldiğinde dışarıya salıvereceğiz" diyor. Bakalım netice ne
ve-, recek. Böyle bir kanunu yeni çıkardılar. Mutlaka
olumsuz netice verecektir. Çünkü fıtrata uygun değildir,
İnsan şahsiyetinin silinmesi kadar hayatta kötü birşey
yoktur. Burada şahsiyetin silinmesi söz konusudur. Yani
öyle bir silik adam yetiştireceğiz ki, dışarı çıkınca sövene
ses etmeyecek, dövene ses etmeyecek, hanımım alana ses
etmeyecek, çocuğunu aîana ses etmeyecek. Tabii ki bu
uygulamayı suçlular üzerinde yapacağız diyorlar. Netice de
olumsuz yönlerini ileride görecekler. Deneme-yanılma
usulüyle daima kötüye doğru gidiyorlar. Günümüzde de
televizyonda kendi kanunlarını kendileri-efendim şu kanuna
karşıyız kaldırılması lazım, bu kanuna karşıyız kaldırılması
lazım,diyerek eleştiriyorlar. Bazen bu gibi koyulan kanuna
karşı gelenler arasında kendi koyduğu kanuna karşı gelenler
de var. Aslında normaldir. Çünkü insanoğlunun aklı ileriye
doğru tahminler yapar, kesin kanunlar koyamaz. 1172[55]
1174[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/37-38.
getiriverir. 1175[58]
1177[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/39.
diyerek beş kuruş para vermez. Onun hesabı yapılmıştır.
Böylesine-zayıf karakterli bir adam şimdilik para için gelir
zaman içerisinde aramızda kaybolur gider, hesabını da
yapmışlardır. Yani imansız kesimin elindeki paraya bakarak
imansızlık gözümüzde şeytan tarafından şirin gösterilmesin.
Bu hafta içerisinde Yeşilköy Hava Alanm'dan Kıbrıs'h bir
işadamı özel uçağa binerken oradaki görevliler içlerinden
"adamdaki saltanata bak be, vay anam vay, şöyle bir adam
oluverseydik" diye geçirmişler. Adamı bindirip
uğurluyorîar, derken İngiltere'de kodese giriyor, yani hapse
atıhveriyor.
Türkiye'nin en zengin adamı, her türlü nimet elinde, yani lab
dese su, lub dese bal. Her şey elinde. Bir eli yağda, bir eli
balda. Siyasilere gel dese geliyor, git dese gidiyor. Böyle bir
saltanat, derken hastahanenin önünde dolaşıyor. Bir çocuğu
olacak. Dünyanın en güzel çocuğu olacak. En güçlü çocuğu,
en sıhhatli çocuğu olacak. Neden? Çünkü gıda olarak her
türlü gıdasını aldı. Yiyecek, hava olarak en temizini aldı.
Hiç bir rüzgarın kirli hava getiremediği bir tepenin başında
çam ağaçlarının kokulan arasında yetişti. Yani dünyevi
şartlar olarak hazırlanan her türlü imkan vardı. Birden bire
gıdalar yetişmedi, doktorlar ek gıda verdiler. Ama sakat
doğdu. Onun için her rahatın,.ferahın içerisinde iken
arkasından onu üzecek bir halde geliverir. Yani hiçbir
zaman imansızın elindekine imrenmeyelim. Ama malı
almayalım anlamında değil, Mevlana'nın ifadesiyle bütün
mal müslümanın atı gibi olmalıdır veya bütün mal
müslümanın altında deniz suyu gibi olmalıdır. Yani denizler
dolusu altın kazanın ama gemi gibi üzerinde yüzmesini
bilin. Gemi bir gün "yahu bu deniz hep beni taşıyor, bir gün
olsun ben onu içimde taşıyayım" dese gemi kendisi batar.
Cebinizde, cüzdanınızda taşıyın fakat kalbinize sevgisini
yerleştirmeyin. Allah sevgisi, Allah'ı sevenlerin sevgisi ve
Allah'ın yarattıklarının sevgisi bize yeter. 1178[61]
1180[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/41-42.
toplumdan başkası helak edilir mi?
Allah'ın azabı ansızın geliverse veya açıktan geliverse ne
yapacaksınız söyleyiniz bakalım. Birşey yapılacağı yok.
Hani haber olarak "Amerika'da falanca eyalette hızı saatte
250 km'yi bulan rüzgar evleri altüst ediverdi, çatılarını yere
vuruverdi, arabaları yoldan dışarıya atıverdi" diye okuyoruz.
Buyurun Amerikan teknolojisiyle bu rüzgarı engelleyiverin.
Yok. "Allah'ın azabı ansızın geliverse veya açıktan
geliverse" diyor. Yani meterolojinin "12 saat sonra saatteki
hızı 300 km'yi bulan rüzgar gelecektir" diye haber vermesi
gibi açıktan gelse ne tür tedbir alırız. Belki evlerimiz
üzerimize gelmesin diye açık bir meydana çıkarız. Bu tür
tedbirler alırız ama o azabı def edecek durumda değiliz.
Ama bütün bu bela ve musibetler içerisinde Allah'ın zalim
kulları helak olur diyor Allah (c.c.)j' Peki bu bela ve
musibetler geldiğinde oradaki müslümanlar ölmez mi? Olur
onlar da ölürler ama helak olmazlar. "Helak olmak" demek
bu dünyada azab duymak ahirette cehenneme gitmek
demektir. Yoksa böyle bir deprem de veya su baskınında
veya rüzgarın esmesinde bir şehirdeki zalim insanlarda
helak olurlar ve bu zalim insanların yanında çok alim in-
sanlar da ölürler. Ama helak olmazlar. Zaten herkesin eceli
gelmiştir. Eceli gelen ölüyor. Eceli gelmeyen ölmüyor.
Erzincan depreminde 38 gün sonra adam evin içerisinden
çıkarılıyor ve o adam yaşıyor. Bir yere kısılmış kalmış
açlığa dayanmış. 38 gün sonra adam çıkarılmış. Adamın
eceli gelmemiş o ölmemiş. Ama yambaşındakinin eceli
geldiğinden dayanamayıp ölmüş. 1181[64]
1181[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/42-43.
Peygamberler dünyada devleti, ahirette cenneti müjdeliyor.
Bir de şunu derler peygamberler Bakın şu banttan giderseniz
bilinki bu bant (yol) fırına gider. Yani cehenneme gidip
yanacaksınız. Onun için bu banttan gitmeyin.
Şu yoldan giderseniz sonunda dünya devleti var ve onunda
ötesinde ahiret cenneti var diyerek cenneti müjdeleyen,
cehennemden sakındıran insanlar olarak gönderdik diyor
Allah (c.c.)
"Onlar için korku yoktur, onlar için üzülmekte yoktur" diyor
Rabbim. Bu dünyada korku yoktur. Ayrıca üzülmekte
yoktur. Öbür dünyada da korku yoktur. Üzüntü de yoktur.
Ama şart olarak iman edecek ve ima-nınında gereğini
yapacak. İman ettim deyivermekle kişinin kurtulamaya-
cağını Allah (c.c.) ayeti kerimesiyle haber veriyor. Bazen
biz burada ya-nılıyoruz. Bir kısım yayında özellik bizim
salak (sağcı) yayında "yahu filan profesör dediki: "Valla
Allah'ı inkâr etmek öyle kolayda değil" diyerek överek bunu
verir. Peki bu adam Allah'a iman ediyor mu? Anlaşılan o ki
ediyor. Peygamberimize gelince, adam inanmam diyor.
Kur'an'a da inanmam diyor ama Allah'ı inkâr biraz zor
diyor. Biz de bunu överek veriyoruz. Bizim gençliğimizde
gazeteler hediye olarak birşey dağıtıyorlardı. Amerikalı bir
ilim adamı "beni Allah'a götüren 8 şey" diye bir yazı yazdı.
O günün basınında bu çok yazıldı. Ayrıca broşür olarakta
yayınlandı." Filan balık filan yerde doğar, filan yerde ölür,
3000 km. mesafeyi nasıl geçer? Efendim eşek arısı kışın
yiyeceği çekirgeyi öldürmeden sokar uyuşturur, konserve
yapar kışın onu yer. Bütün bunları nasıl yapar. Bunları
yaptıran Allah'tır demiş. Bu Türkiye'de çok yayınlandı. Çok
tekrarlandı. Peki kardeşim bu adam müslüman olmuş mu?
Böyle demekle bu adam müslüman olmaz. Allah'ın
peygamberini, Allah'ın kitabını, tanımadıktan sonra, dinime
düşman olduktan sonra bu adama müslüman demek
mümkün değil. Televizyonda konu edilmişti. "İngiltere'de
tıp fakültesini bitirmiş, iş bulamamış. Avusturalyalı bir
adam Gazi Osman Pa-şa'nın doktorluğunu yapmış. Büyük
iltifatlara gark olmuş. Ve kendisine
hediyelerle birlikte Gazi Osman Paşa tarafından madalya
verilmiş. Sonra da Çanakkale harbinde bağrımıza kurşun
sıkmak için (Türkiye'ye) gelmiş. Hatıratına da yazmış.
"Orada madalya almam, burada kurşun sıkmama engel
değildir" demiş. Bir profesör bunu "büyük bir Türk dostu"
diyerek anlatıyor. Bu ne perhiz bu ne turşu. Bu adamları
Bakırköy'e götürsek geri çıkamazlar. Allah'tan ki
gitmiyorlar.1182[65]
1184[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/44-45.
yanında oturtuyorsun. Biz onunla aynı seviyede oturamayız.
Bunları kov. Habbâb b. Eret gibi, Ammar bin Yasir gibi,
Suheybi Rumî gibi bu baldırı çıplaklar senin yanında oturup
durmasınlar. Bunları kov bizde senin yanına gelelim. Belki
müslüman oluruz." Bu insanın aklına biraz yatar gibi
görünüyor. Bizim aklımıza tabii ki. Peygamberimizin aklına
değil. Bir kısım arkadaşlarımız günümüzde bu yanlış taktiği
uyguluyorlar. Çeşitli yerlerde kisvesinden müslüman olan
birine sahip çıkmıyorlar. Neden? Ben buna sahip çıkarsam
buradakilere kendimi çaktırırım diye . Bu yanlış bir taktiktir.
Adam senin müslüman olduğunu biliyor mu? Biliyor. Senin
müslüman olduğunu bildiği halde sen o müslümana sahip
çıkmiyorsan adam senin hakkında hükmünü verir. "Bu
karaktersiz, şahsiyetsiz bir adam. Kendi adamına sahip
çıkmayan bu adam bana mı sahip çıkacak der" ama seni
kullanır. O ayrı. Yine canım ciğerim diyerek seni kullanır
ama değer vermez.
Bir vilayet müftüsü anlatıyor. "Vali beyle iyiyiz. Bütün
işlerim iyi. Yazışmalarımda falan bana kolaylık sağlıyor;
Bana da hürmet gösteriyor. Bir gün bayram münasebetiyle
bayramını tebrik etmek için makamına gittiğimde eşiyle
beraberdi. Mal müdürü ve diğer erkan vardı. Sıradan to-
kalaştık. Ama o gün daraldım. Çünkü hanımıyla da
tokalaşmak mecburiyetinde kaldım. Fakat ondan sonra Vali
bana pek iyi gözle bakmadı. Yazışmalarımız gecikiyor,
işlerimiz yürümüyor. Birgün gittim derdimi anlattım. Valla
vali bey geldiğinizde çok iyiydik. Ama işler biraz karıştı.
Neden oldu bu. Vali demişki. Her vali vilayete giderken o
şehirde etkili yetkili adamlar hakkında bilgi alır. Ben de
senin bu şehirde iyi bir adam olduğunu, değerli bir insan
olduğunu öğrendim. Saygı duyarım. Benim dini yönüm
fazla yok ama saygı duyarım bu tür insana. Seninle
düşüncelerimiz apayrı bizim. Fakat o gün (bayram günü)
diğerleriyle beraber sende tokalaştın (hanımla). O zaman
gözümden düştün sen. Sen kendi davanın adamı değilsin"
dedi. 1185[68]
1185[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/45-46.
1186[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/47.
1187[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/47.
"selamün aleykürn" diyecek.
Sizde yolda giderken selam verin. Benim kerata bir
arkadaşım vardı. Yolda giderken Mahmud hoca selam
verecek diye öyle bakardı. Halbuki fıkıh kitaplarımızda
şöyle bir soru vardır. Nerede sünneti işleyen, farz işleyenden
daha çok sevap alır? Bu selamdadır. Selam vermek sünnet,
almak farzdır. Ama peygamber efendimiz "selamı evvel
veren efdaldır" diyor. Hem selamın sevabını hemde
efdaliyeti kazanmak için hemde karşınızdaki insanın
gönlünü almak için selama evvel davranın.
Allah rahmet etsin Konya'da Haciveyiszade varmış.
Konyalılar bilirler. Ona, ondan önce kimse selam
veremezmiş. Biriyle karşılaştığında hemen çabucak selamı
veriverirmiş. Bir gün Konyalının biri hocanın geldiğini
görünce köşeye gizlenmiş hoca gelince hocadan önce selamı
vermiş. Hoca "haydi kazandın" diye cevap vermiş. Bizde
fazla sevap kazanmak için selam verelim, verilmesini
beklemeyelim. 1188[71]
1188[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/47-48.
Daha önce geçen 52, 53, 54. ayeti kerimelerde Mekkeli
müşriklerin ileri gelenleri Peygamber efendimize (s.a.v.)
gelerek "bu fakir, kölelikten yeni kurtulmuş veya köle olan
insanlardan müslüman olanlar senin yanında olduğu
müddetçe senin yanma gelmeyeceğiz ve seni dinlemeyece-
ğiz" diyorlardı. "Bunları yanından kovarsan, yanına gelir ve
seni dinleriz" diyerek onların kovulmasını Peygamberimize
teklif ediyorlardı. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayetleri
indiriyor. "Müslümanları yanından kovma, gece gündüz
Allah'ı zikreden, Allah'a ibadet eden ve yalnız O'nun rızasını
arayan bu insanları yanından kovma ve onları "selamün
aleyküm" diyerek karşıla" diyor Allah (c.c).
Peygamberlerin sonuncusu Peygamber efendimizin yanında
oturma şerefini elde etmiş olan o insanları Allah (c.c.)
böylece övmüş oluyor. Sühey b er-Rumi'yi, Bilal-i
Habeşi'yi, Ammar b. Yasir'i ayet aynı zamanda övmüş
oluyor.
Kur'an-ı Kerimde "Zeyd (r.a.)"ın dışında adı zikredilen
başka sahabe yoktur. Fakat işaret edilen sahabe çoktur. Yani
bu ayet filan sahabeyi veya filanları kastediyor gibi
ifadelerle ayetlerin hangi sahabeyi kasteddiği tefsirlerde
bize bildirilmiştir. Burada bu fakir olan insanlar Allah'ın
rızasını arayarak ona ibadet etmeleri nedeniyle Rabbim
onları 52. ayette övmüştür. 1189[72]
1189[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/48-49.
yasaklandım" Yani siz Allah'tan başka, insanlara veya
ellerinizle yaptığınız bu putlara tapıyorsunuz ya, işte ben
onlara ibadet etmekten mani olundum, engellendim, ben
yasaklandım. Allah (c.c.) bana, onlara ibadet etmeyi
yasakladı. Yalnız ve yalnız kendisine ibadet etmemi
emretti" de.
Yine onlara deki "ben sizin uydurduklarınıza uymam." Yani
bu insanları yönetme konusunda, bu insanlara mutluluk
verme konusunda sizde bir şeyler uydurmuşsunuz. Siz
benim onlara uymamı istiyorsunuz. Ama ben sizin
uydurduklarınıza tabi olmam, uymam" de onlara. "Eğer
uyarsam o takdirde bende sapıtmış olurum." 1190[73]
1190[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/49.
cezalandırmakta Al-ah'a aittir. Sizi yaratan Ö'dur. Gözeten
O'dur. Öyleyse sizin amellerinizi ıesaba çekecek olan O'dur.
Onların kötüsüne ceza, iyisine, mükâfat vere-, :ek olan da
O'dur.
"O hakkı anlatır. Ve O hak ile batılı ayırd edenlerin en
hayırlısıdır." Yani insanlar hak ile batılı, haklı ile haksızı,
zalimle mazlumu ayırd etmek için bütün güçlerini
sarfetseler mutlak bir yerde hata edebilirler. Çünkü insanlar
hissi hareket ederler. Allah (c.c.) için hissi hareket etmek
yoktur. Ama insan hissi hareket eder. Onun için Peygamber
efendimiz (s.a.v.) huzuruna gelen davalı ile davacıya demiş
ki: "Allah'tan korkun! Biriniz daha güçlü mantık ve dil ile
haksızken haklı çıkabilir. Ve ben ona göre hüküm
verebilirim. Ama iyi bilsin ki haksız yere bir başka kardeşi-
nin malını elde eden cehennemden ateş elde eder." Onun
için insan -buna Peygamberler de dahil- ancak ellerindeki
delillerle hüküm verirler. Ama Allah (c.c.) insanların hem
dıştaki delillerini bilir, hem de içteki delillerini bilir.
Gönüllerinden geçeni bilir. Onun için hak ile batılı, zalimle
mazlumu, ayırd edenlerin en hayırlısı Allah (c.c.)'dır. 1191[74]
1191[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/49-50.
Yani bu ümmet suya gark olarak yok olmayacaktır.
"Yarabbi, kıtlıkla bu ümmeti helak etme dedim, onuda kabul
etti." "Yarabbi, bu ümmeti birbirine düşürmek suretiyle
helak etme dedim.
Onu kabul etmedi" buyuruyor. 1192[75] Ve bu en kolaydır.
Yani insanların birbirine düşmek suretiyle, birbirlerini
öldürmelerini önlemek kolaydır. Öbürleri zordur. Bazen
duyuyoruz. Hindistan'ın falan bölgesinde gökyüzünden
gelen bir hortum denizden aldığı suyu köyün üzerine olduğu
gibi indiriverdi. Ve köylüleri helak etti. Bu tür şeylere tedbir
almak, şiddetli esen rüzgara karşı tedbirler almak zordur.
Bir köyü veya şehri yok e div ere biliyor. Bunlara karşı
tedbir almak zordur. Ama mü'minler arasındaki fikri
ihtilaflarda kavgalara sebep olabilir, fakat neticede akıllı
insanların araya girmesiyle bu halledilebilir. Genelde Allah
(c.c.) insanların kendilerinin halledebilecekleri şeyleri
kendilerine bırakmıştır. Bu hukukta da, bu şekildedir. İslam
hukukunda da Kur'an-ı Kerim hukuki sahada maddeleri az
tutmuş. İnsanların kendiliklerinden bulamayacakları
(konuları) açıkça bildirmiş ama bulabileceklerini değerli
müslüman hakimlere havale etmiş onlara yetki vermiştir.
Zamanın gerekleri, örf ve adetin gereği doğrultusunda
hüküm vermelerini onlara havale etmiştir. Salahiyeti geniş
tutmuştur.
Aynı şekilde insanın toplum hayatındaki davranışlarını
düzeltmede de geniş salahiyetler vermiştir. Mesele burada
yağmur veya yangın veyahut-ta rüzgar gibi Allah tarafından
gelecek bela ve musibetlere karşı bir tedbirimiz olmaz ama
müslüman toplumun kendi aralarında ayrılıklar meydana
getirmek suretiyle kavgaya, kavganında harbe dönüşmesini
engellemek bizim elimizde. Kavgayı çıkarmakta elimizde,
kavgayı durdurmakta kendi elimizdedir. Onun için üçüncü
1192[75]
Ibni Mace, Fiten 91
kabul edilmedi diyor Peygamber efendimiz (s.a.v.). 1193[76]
1195[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/51-56.
yatıyoruz. Gözümüze veya kulağımıza pamuk tıkamıyoruz
ama yanımızda konuşulanı duymuyoruz. Gerçi gözlerimizin
perdelerini kapatıveriyoruz. Ağzımıza bir şey verseler tad
almıyoruz. Uykusu çok hassas olanları bundan hariç
tutuyoruz. Çünkü onlar hafif bir dokunuşta uyanırlar. Ama
onunda uyanamadığı, sesi duymadığı ve tad alamadığı
dönemler olur. Çok yorgun olduğu zamanda uyumuş olduğu
uykular gibi. Onun için Allah (c.c.) uykuyu küçük bir ölüm
gibi bizlere ifade etmiş. "O'dur sizi geceleyin öldüren." Yani
geceleri uykuya daldıran Allah (c.c.) 'dür. Uyku dahi
O'ndandır. Çünkü geceyi yaratan O'dur. Nebe suresinde
"uykuyu istirahatgah kıldık, geceyi elbise kıldık" diyor
Allah (c.c.) Yani geceler üzerimize bir elbise gibi kapanıyor
ve onun içerisinde uyuyoruz, istirahat ediyoruz. Onun için
uyumayı da bize veren Allah (c.c.)'dür.
Bazı şeyleri bizden alıveriyor ve biz istirahat ediyoruz.
Yatarak istirahat etmiyorsunuz. Mesela ağır bir
yorgunluktan sonra evinize gelseniz, dinlenmek isteseniz,
fakat uykunuzu kaçırıverseler ve siz sabaha kadar sağa sola
dönerek gözünüzü yummadan işe gitseniz dinlenemezsiniz.
Şayet dinlenme yatma ise yattınız. Yani elinizdeki
kolunuzdaki faaliyeti durdurdunuz. Yalnız dinlenmek o
değil. İnsanoğlunun zihninin ve ruhunun dinlenmesiyle asıl
dinlenme oluyor. Adamın birisinin "iki dakika kestiriverdim
kendime geldim" dediği gibi. Doğrudur da. İki dakikalık
bazen beş dakikalık kestiriverme, beş saat uyumadan sağa
sola dönmeden dinlenmeden daha çok rahatlık verir insana.
Onun için Allah (c.c) bu uykuyu ölüme benzetmiş vede o
uykuyu vereninde kendisi olduğunu hatırlatmış. En tatlı
şeylerimizden biri, "çarşıdan alınmaz sepete konulmaz,
ondan da tatlı birşey olmaz" diye tarif ederler ya işte öyle.
Kendimize ait hiçbir şeyimiz yok bizim. Şöyle birşey bulup
buda bizim desek ve Rabbimin müdahelesi olmadan bunu
da biz yaptık diyebilecek hiçbir şeyimiz yok.
"Gündüzleri ne kazandığınızı Allah bilir" diyor Allah (c.c).
Yani he-lalmi kazanıyorsunuz, haram mı kazanıyorsunuz,
iyi bir ilim mi kazanıyorsunuz, kötü bir ilim mi
kazanıyorsunuz, insanlardan bedduamı alıyorsunuz, iyi
dualarım alıyorsunuz bütün bunları Allah (c.c.) bilir.
"Sonra gündüzde sizi diriltir. Yani gecenin uykusundan
gecenin ölümünden sizi kaldırır. Niçin? "O ecel-i
müsemmamz olan yani sizin için takdir edilen ecelin yerine
getirilmesi için"O uyku ölümünden Allah sizi diriltir.
Gecede, gündüzde ne yaptığınızı biliyor. Öyle olunca o
bildiklerini yani yaptıklarınızı kıyamet gününde amel
defterlerinizle size haber verecek olan Allah (c.c.) dır diyor
Rabbim. Yani yaptıklarınız kayda geçiyor, kötü amellerden
sakının demek istiyor ayeti kerime.
"Canım biz öldükten sonra dirilmeyeceğiz?" diyenlere de bir
uyandır bu ayeti kerime, Hergün Allah (c.c.) sende ölümü,
dirilmeyi yaratıp duruyor. Akşamleyin uykuda öldürüyor,
sabahleyin diriltiyor, işte bu sabahle-
yin kalkmanda mahşerdeki kalkman (dirilmen) gibi
birşeydir. Hergün bunu imansızlar da görüp duruyor ve
bunu kendisi de yapmıyor. Rabbimin koyduğu kurallar
içerisinde yürüyor. 1196[79]
1196[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/56-58.
göre isyan etmek veya itaat etmek sizin hakkınız. İman etme
veya küfür etme hakkınız var demiş ve ondan dolayida
hesaba çekeceğini bildirmiş. Yoksa bedenimizin üzerindeki
Allah'ın hakimiyeti devam ediyor.
"Sizin üzerinize koruyucu melekler gönderir" diyor Allah
(c.c.) İnfitar suresinde "sizin üzerinizde koruyucu melekler
vardır", "Yazan melekler vardır." (Yani amellerinizi yazan)
diyor Allah (c.c). Bir de "Hafaza melekleri vardır ki sizi
koruyan meleklerdir onlar. Rad suresinde de (11. ayet)
"Onun önünden ve arkasından onu takip edenler vardır ve
onu bazı kaza ve belalardan korur" diyor Allah (c.c).
Bizim bazı reflekslerimiz vardır. Hani karşıdan biri çöp atsa
veya rüzgarla bir çöp gözümüze doğru gelse kirpiklerimiz
bizden emir almadan anında kapanıverir. Bizden emir alsa
zaten çöpe karşı tedbirde gecikir. Refleks denilen şey.
Refleks bir kanundur. Yani Allah (c.c.)'in bizim fıtratımıza
verdiği bir kanun. Gözümüzde ve vücudumuzun birçok
azasında kendine has reflekslerimiz vardır bizim. Peki bu
kanunsa bu kanunu koyan vardır. Yani gözün karşıdan gelen
bir şeye karşı anında kapanması bir kanuna tabiidir. Öyleyse
bu kanunu koyan vardır O da Allah (c.c)'dir. Bir kanun
varsa o kanunu yürürlükte kılan görevliler vardır. Onlara da
biz "Hafaza Melekleri" diyoruz. İnsanı korumakla görevli
"Hafaza Melekleredir diyoruz.
Peki ama bazende bela ve musibetler de geliveriyor. Mesela
gözümüze de çöp kaçiveriyor, bazı insanın gözünü kör
ediveriyor veya hastalandırıyor. Zaten ayeti kerimede
Allah'ın takdir etmediği bela ve musibetlere karşı korurlar
diyor. "Yahfezunehu min emrillah"dan kasıt odur demişler.
Tabi bazıları için buna inanmak zordur. Çünkü meleği
görmüyoruz. Bildiğimiz bir şey olmadığından dolayı da
(birşey söyleyemiyoruz) "Bizi koruyan melek, eşyanın
gelişmesini, yağmurun yağmasını, çiçeğin büyümesini
sağlayan melekler vardır" der tefsir kitaplarımız. Bir kısım
insanların buna inanması zor. Adam "meleğe inanırım da
bunlara inanma nasıl olacak" diyor. Yahu o kendine has bir
alem. Öyle olunca kendine has bir yaşantısı vardır. Bize
düşen görev, Allah (c.c.) sizi koruyan melek var demişse
ona inanmaktır.
"Onlar o öldürme işinde kusur yapmazlar." Onlardan maksat
melekler. Yani adamın ölümünü bir saniye sonraya
bırakmazlar veya bir saniye önce öldürmezler. O melekler
öldürme işinde ileriye veya geriye alma şeklinde bir kusur
yapmazlar diyor Allah (c.c.)
Burada "teveffethu rusulünâ" diyor Allah (c.c). "Rusul"
"Rasul" kelimesinin çoğuludur. Çoğulla ifade etmiş ölüm
meleklerini. Ölüm meleği dememiş de ölüm melekleri,
elçileri demiş. Bir başka ayeti kerimede de "Melâiketü'l-
Mevt" diye ifade edilmiş. Ölüm melekleri deniliyor. "Azra-
il" kelimesi Kur'an-ı Kerim de isim olarak geçmez.
Peygamber efendimizin hadislerinde de bugüne kadar
görülmemiş. Yani Peygamber efendimizin dilinden de
"Azrail" kelimesi gelmemiş. En eski kaynak Hz. Ali'nin
oğlu Hz. Hüseyin (r.a)'in dilinden "Azrail can aldı" diye bir
ifade çıkmış, bu kelime oradan alınmış. Bizim Kur'an ve
sünnetimiz "Ölüm Melekleri" der. Ölüm meleği demez.
Naziat suresinde de "O can alıcı melekler" şeklinde çoğul
ifade edilmiştir. Akaid kitaplarında Azrail kelimesi vardır.
Azrail ölüm meleklerinin başıdır diye geçer. Bunları böyle
bilmediğimizden dolayı imansızın biri müslümammızı
sıkıştırdığında ona "Azrail bir tane mi? evet bir tane. Peki
bir yerde bir milyon adamı elekti-rik teline bağlasalar sonra
da ceryan verseler bir anda bir milyon adam ölse, Azrail
bunların hepsine nasıl yetişecek diyor. Diğeride, madem
örneği elektirikten verdin bende cevabım elektirikten
vereyim. İstanbul'un milyonlarca elektrik ampulü var.
Bunların hepsi yanıyor mu? Evet. Şarteli kapatan bir adam
milyonlarca ampulün ceryanım kesebilir mi? Keser. İşte
melekte milyonlarca adamın canını böyle alır. Diyerek
cevap verir. Böyle saçma bir soruya böyle saçma bir
cevaptır bu cevap tarzı. Bu cevaba saçma derken, aynı cevap
sevdiğin hocaların kitaplarında da vardır. Fazla
düşünülmeden verilmiş bir cevap. Aynı zamanda mantığa da
uygun. Bizim kaynağımız Kur'an ve sünnettir. Ayrıca çok
değerli alimlerimizin akaid kitaplarıdır. Akaid kitaplarında
"Azrail" tarif edilirken "Azrail ölüm meleklerinin başıdır"
diyerek tarifi yapılmıştır. Öyle olunca onun emrinde görevli
meleklerin olduğunu anlıyoruz. Mikailin emrinde görevli
melekler vardır, tabiat olaylarıyla ilgilenir. İsrafilin emrinde
de görevli melekler vardır. 1197[80]
1201[84]
Bak: En'am 55
Bunlar hizmette birbirleriyle yarış ediyorlar. Çeşitli
kanallardan, çeşitli metodlarla herkes kendi doğrultusunda
aynı adrese doğru yürüyorlar. Biz herkesi kendimiz gibi
yapmak isteriz. Hatamız hurdadır. Halbuki hiçbirimiz tip
olarak benim gibi değildir. Güç olarakda benim gibi
değildir. Herkes benim gibi olmuş olsa dünya batar bu
yanlıştır. Rabbim madem akıllarımızı, bedenlerimizi ayrı
yaratmıştır. Öyleyse bu ayrı kabiliyetlerde ayrı hizmetler
geliştirecektir. Ama hepsinin adresi aynı olacaktır. Aynı
yere doğru yürüyorlarsa bu ayrılık sayılmaz. Nasıl ki biz
birbirimize farklı olmamıza rağmen ayrıyız diyormuyuz.
Yani sen ayrısın insan değilsin, ben ayrıyım insan değilim
demiyoruz. Madem ki insanız burda birlikteyiz. Ama
şekillerimiz ayrı. Bu gün için müslümanlarında grublara
ayrılmaları aynı şekildedir. Mesela askeriyede hava
kuvvetleri, kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri, zırhlısı,
piyadesi hep birlikte fakat ayrı yöntemlerle savaş yapıyorlar.
Hedef düşmanı yenmek ama yöntem farklı farklı. Kimisi
havadan, kimisi karadan.
Türkiye'deki ve dünyadaki, müslümanlar hizmette
ayrılmışlar. Birisi üniversiteye sahip çıkmış, diğeri Kur'an
kurslarına sahip çıkmış, birisi de camilere sahip çıkmış. Bir
başkası da "yok canım bunların hiçbirisiyle olmaz, bu iş
dergi çıkarmakla olur" demiş, ona sahip çıkmış. Bir diğeri
de bu iş siyasetle olur demiş. Hepsinin ki doğru. Hepsi
organizeli hareket etseler istedikleri adrese doğrudan
varıverecekler.
Böyle çalışmalarının birçok faydalarından birisi şu. Adam
bir bakıyor ki binlerce çalışan var. Bunların hepsini karşıma
alacak olursam bunlar beni döverler. Ne yapayım? Bunların
içinde en faal olanı döveyim. En faal olanı döverken
öbürüne de fırsat vermesi gerekir. Ki oda öbürüne imkânlar
veriyor. Bazen şöyle bir itirazlar karşılaşıyoruz. "Hocam
falanca grub devletten şöyle yardım alıyor böyle yardım
alıyor diyor. Zaten ona o fırsatı vermese berikini dövme
imkanı olmazdı. Yarın ileride onu dövecek, fırsatı sana
verecek. Yalnız biz hepimiz uyanık olmalıyız. Hepsiyle
hizmet olur. Ben dergi çıkartırken, gazete çıkarana engel
olmamalıyım. Yurt işi yaparken, bu iş dergi almama mani
değildir. Bu işleri yaparken, siyasetle uğraşana yardım
etmeye bu işler mani değildir. Yani insan bir iş yaparken
öbürüne de yardım etmeye o yaptığı iş mani olmuyor. Bütün
bunları beraber yürütüverdikmi istenen adrese varmamız
daha kolay olur. . 1202[85]
66- O' gerçek olduğu halde kavmin onu yalanladı "ben size
vekil değilim" de. Madem ki yalanlıyorsunuz Allah'ın
azabımda tadacak olan sizsiniz, yarın Rabbimin huzuruna
varıpta sizi koruyucu görevinede sahip değilim. 1203[86]
1202[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/61-63.
1203[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/63.
1204[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/63.
inkâr ediyorlar, tevil ediyorlar, dalga geçip alaya alıyorlar,
yanlış manalar vererek yönlendirme faaliyeti içerisine
giriyorlarsa onlardan yüz çevir diyor Allah (c.c).
Bu konuda daha önce bir ayeti kerime geçmişti. Orada biraz
daha şiddetli bir ifade var. "Eğer onların yanında kalır,
onların söylediklerini gönül rahatlığı ile dinleyecek
olursanız siz de onlar gibi imansız olursunuz.Bir yerde, bir
salonda, bir dairede her hangi bir makam veya mevki de
bulunuyorsunuz. Derken orada bazı etkili ve yetkili kişiler
Allah'ın ayet-leriyle "yahu Kur'an-ı Kerim de şöyle bir ayet
varmış ha ha" diyerek dalga geçiyorlarsa gücünüz yetiyorsa
engelleyiniz. Eğer gücünüz yetmiyorsa yapılacak iş hemen
oradan ayrılmaktır. Efendim öyle bir yerki ayrılmak
mümkin değil, o zaman gönülden buğz etmek gerekiyor.
Ayrılmak nasıl mümkün olmaz. Şöyle ki adamı hapse
atmışlar, hapiste de imansızla aynı hücrede kalma
mecburiyeti var. Kapılar kilitli gidecek yer yok. Hergünde
Allah'ın ayetleriyle dalga geçiyorlar. Orada yapılacak olan iş
gönülden bu işe katılmadığını bilerek, kızarak "Yarabbi
gücüm yetmiyor" diyerek razi olmadığını ifade ederse
mesuliyetten kurtuluyor.
"Eğer şeytan sana unutturacak olursa hatırladıktan sonra o
zalimlerle beraber oturma." Çünkü sende o zalimlerden
oluverirsin diyor Allah (c.c). 1205[88]
1207[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/64-65.
sonra "bu tarafa gel, bu tarafa gel" diye bağrışma, çölde
kaybolmuş insana şeytanların "bu tarafa gel" diye ba-
ğırmaları gibidir diyor Allah (c.c.).
Günümüzde basın yayın yoluyla imanımızın önüne geçmek
için bağıran adamlar aynen onlar gibidir. Şeytan gibi
bağıran adamlardır. Ama Rabbim bir şeye dikkat çekiyor.
"Onların sesi kimin kulağına gider? Şaşkının kulağına
gider" diyor. Ama gerçekten iman etmiş ve imanı yolunda
emin adımlarla yürüyen adama onun sözlerinin hiçbir etkisi
yoktur. Onlara kulak vermiyor. Rabbim burada "Hayran"
kelimesiyle "şaşkın adama" çağırıyorlar diyor. Bir tarafta
arkadaşları "İ'tina" "gel bize" diyorlar. Öbür tarafta
şeytanlarda "bu tarafa gel, bu tarafa gel" diye bağırıyorlar.
Allah böyle bir misalle anlatmış.
"Siz beni Allah'tan başka putlara çağırıyorsunuz, Allah'ın
hukuku varken başka hukuklara çağırıyorsunuz sizin bu
çağırmanız şaşkın adamı şeytanların çağırması gibidir. Ben
imandan sonra küfre mi döneyim" diyor Peygamber
efendimiz (s.a.v.). Tabi bunları peygamber efendimizin
dilinden bizim dememiz gerekiyor.
"Biz alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk." Yoksa
alemin içinde yaşayan bir adama teslim olmak için
emrolunmadık. Allah (c.c.) Peygamber efendimize (s.a.v.)
böyle demesini emrediyor. Tâbi ki bizede emrediyor. Bizde
"Alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk" diye-
ceğiz. 1208[91]
1208[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/65-66.
yapacaksınız. Öyleyse bu yolculuk esnasında O'nun
emirlerini yerine getirmek gerekiyor.1209[92]
73- Gökleri ve yeri hak ile yaratan O'dur. Ogün O' "ol" der
oluverir O'nun sözü gerçektir. Sûra üfürüldüğü gün mülk
yalnız onundur. Gizliyi de açığıda bilendir O' Hakimdir,
herşeyden haberdardır.
Dört melekten biride İsrafil (a.s.) dır. "İsrafil" Kur'an-ı
Kerim de isim olarak yoktur, ama peygamber efendimizin
hadisi şerifinde vardır. Burada "Sûra" üfüren manasında
kullanılmıştır. Biz ona "İsrafil" diyoruz.
Birinci üfürmede bütün insanların öleceği, ikinci üfürmede
topyekün insanların yok olacağı, üçüncü üfürmede de
insanların kabirlerinden mahşer yerine toplanacağını akaid
kitaplarımız bize haber vermektedirler.
"Sûr' nasıldır? Bilemiyoruz. Peygamber efendimiz bize tarif
etmeye çalışmış. Onun elinde bir boru vardır. Ve o borunun
bir boğumu, yerle gök kadar büyüklüğünü ifade eden
efendimizin sözleri vardır. Büyüklüğünü ifade ediyor.
Yoksa fotoğrafı çizilmiş, filan maddeden yapılmış gibi bir
ifadeyle tarif edilmiyor. Ama şuna inanıyoruzki "Sûra"
üfürülecektir. Bu ayet-i kerimeyle sabittir.
Ayrıca tefsircilerimiz, buradaki "Sûr" dan maksat "suret"
kelimesinden türemiş bir kelimedir ki insan vücududur,
insan suretidir demişlerdir. Ona göre "O günde bütün
cesedlere üfürülür" yani cesedlere can gelir manasını da
vermişlerdir.1210[93]
1211[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/67-69.
"İşte böylece biz İbrahim'e gösterdik" diyor Allah (c.c.)
Demekki şuanda bizim görmüş olmamız bize Rabbimizin
bir lutfudur. Müslüman olmamız, olayları İslamca tevil
etmemiz, İslam'a göre yorumlamamızda Rabbimin bize bir
lutfudur. Onun için hamdü sena etmek gerekmektedir.1212[95]
76- Gece olunca bir yıldız gördü "İşte Rabbim" dedi. Fakat
yıldız batınca "Ben batanları sevmem" dedi.
Gece karanlığı bastırınca İbrahim yıldızı gördü gökyüzünde!
"Cenne" gizlenmek manasına gelir. Mesela "Mecnûn" aklı
gizlenmiş kişi manasına gelir. Yani deli olur. "Cinn" aynı
kökten gelir. "Gizlenmiş şey" manasına gelir. Deliye de
"Mecnûn" denmesinin nedeni, kişinin aklının yok ol-
masından dolayıdır.
Burada da "gece karanlık basınca yani aydınlık
gizleniverince, İbrahim (a.s.) yıldızı gördü. Dedi ki "işte
benim rabbim." Çünkü etrafındaki Babilliler yıldıza tapan
insanlardı. (İbrahim'in a.s.) karşılaştığı insanlar, yıldıza
tapıyor. Yeryüzündeki putlar yıldızları temsil ediyorlar.
Oğlak burcu, yay burcu gibi heykelleri de o türden şeyler.
Veya tapındıkları Nemrud'un heykeli ama daha ziyade
yıldıza tapınma hakim. Onun için misalide gökyüzünden.
Çünkü yeryüzündekilere insanın gücü yetince ilahlığı biraz
düşüyor. Yani bir ağaca Rabbim dese, adam, başka bir in-
sanda o ağacın tepesine çıkıyor, böylece Rabbinin tepesine
çıkmış oluyor. İlah biraz hafife alınmış, dolayısıyla
küçülmüş oluyor. Ama yıldıza erişmek mümkün değil.
Onun için Nemrud da demişki işte bizim ilahımız,oradan
bizi aydınlatıyor. Ben isteyince oluyor, istemeyince
olmuyor.
"Ne zaman ki yıldız batınca İbrahim (a.s.) dedi ki "ben öyle
batanları sevmem" Madem ki ilahtır dursun orada. Onu bir
1212[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/69-70.
başkası hiç itemesin. Eğer biri itiyorsa onu arayalım
bulalım, Ey ahali bundan ilah mı olur? diyor. 1213[96]
1215[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/71-73.
benzersiniz. Akşama kadar ellerinizle kumdan kaleler
yaparsınız ama akşamleyin de evlerinize giderken güle
oynaya kalelerinizi kendi ellerinizle kendiniz yıkarsınız.
Kanunları yaparsınız ama ilk çiğneyenlerde sizler olursunuz.
Sizler hayatın yumuşaklığını taşa çevirmiş ve mantık akıl
çekiçleriyle onu kendi mantığınıza göre yontmaya çalışan
insanlarsınız. Ona bir şekil verdikten sonra da insanlar ona
bağlanmaya zorlayan insanlarsınız. "Sizler güneşe sırt
çevirmiş adamlar gibisiniz. Hiç ömründe güneş görmemiş,
sırtı güneşe gelmû adam ne bilir? Güneş deyince adamın
hatırına gölge kaynağı gelir. Çünki hep gölgesini görüyor.
Sizler de hep aklınızın gölgesi olan kanunları gör muşsunuz.
Sonrada gölgesini ölçüp biçen adam gibi kanunlarınıza
şerhle:
yazan adamlarsınız. Ne olur yönünüzü güneşe dönünde
gölge kaynağı değil ışık kaynağı olduğunu görün" diyor.
Ben bunu okuduktan sonra aklıma bu ayet-i kerime geldi.
Belki adamda bu ayet-i kerimeden hareket etti. Fakat
bilemiyoruz. Çünkü arapçayıda bilen bir adamdı.
Amerika'da yaşamış ve bir otel odasında aç ve biilaç Ölmüş.
"Ben yönümü yeri ve göğü yaratan Allah'a yönelttim. Ve
ben müşriklerden değilim" diyor İbrahim (a.s.) Yani sırtını
Rabbine verenlerden değil gönlünü verenlerdendir. Ayette
yüz kelimesi ifade edilmiş, yüz insanın bütün haleti
ruhiyyesini ortaya koyan en güzel azamızdır bizim. İnsanın
eli ve ayağıda birşeyler söyler ama en fazla söyleyende
yüzdür. Yüz içinde yüzdür. Onun için art niyetli insanlar
batıda maske takarlar, gözünden renk vermemek için.
Sahtekar bir adam çok güzel sözler söyleyebilir. Fakat
gözleri onu ele verir. Ama adam gözlerinin kendini ele
Vermemesi için simsiyah gözlük takabilir. Bu arada her
siyah gözlük takan adam sahtekardır anlamı çıkarılmasın
bundan. Batıda bu iş maskelerle yapılıyor. Çünkü göz
yakayı ele veren en güzel azalardan biridir. Yüzde aynı
şekildedir. Yüz bütün vücudumuzu temsil ediyor. Eski
edebiyatımızda kullandığımız zikrü'1-cüz-iradetü'lkül yani
bir şeyin en küçük parçasını zikredip tamamını kasdetmek
gibi. Yani İbrahim (a.s.) diyor ki: "bütün vücudumla
yöneldim." Ama bunu ifade ederkende yüzünü söylemiştir.
Rabbime yüzümü çevirdim diyor. Çünkü yeri ve göğü
yaratan Allah (c.c.) dür. Ve ben müşriklerden değilim. Yani
Allah kanun koyar, Allah'ın yarattıklarıda koyar diyenlerden
değilim. 1216[99]
1216[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/73-74.
anlatılacak bir olayı bir cümle ile ifade eder hale
getiriverirler. Onlarında dillerindeki, atasözleri, şiirleri,
şarkıları, menkıbeleri, efsaneleri keşke Türkçe'ye
kazandırılabilse.
Arabın dilinde de kelimeler bazen manayı ortaya koyacak
şekildedir. Bakara suresinde geçmişti. "Yeşşekkaku. ve
yahrucu minhulmâu" Yahudilerin kalpleri taşlardan daha
katıdır. Çünkü taşlar içerisinde öyleleri vardır ki yarılırlar da
içerisinden sular fışkırır. Ama bunlardan bir şey çıktığı yok.
Rabbim burada "yeşşekkaku" kelimesini kullanmış diyor El-
malılı Tefsirinde. Sanki kelimenin kendisinde bile taşın
ayrılıp suyun akı-verdiği sesi var "yeşşakkaku" lafzında.
Burada da "etühâccûnî" kelimesi kullanılmış. Münakaşa
zaten biraz uzun olur birazda çekişmeli olur. Bu
kelimeninde okunması biraz zor kelimelerden biridir. "Siz
benimle Allah hakkında münakaşa mı ediyorsunuz". "O
Allah (c.c.) beni hidayete erdirmiş doğru yolda kılmış,
peygamberlik vermiş. Siz de gelmişsiniz bana o Allah
hakkında münakaşa ediyorsunuz. Bu şu demektir. Biz
imansız kesimle münakaşa yaparız. Ama onların imansızlığı
içerisinde yaparız. Yoksa imanımız konusunda zerre kadar
şüpheye düşmeyiz. Düşmememizde gerekir. Münakaşayı
kendi imanımız konusunda açmayalım. Yoksa imanımızda
şüphe vardır demektir. Şüphen varsa vazgeç bu işten. Şüphe
ile iman olmaz. Şüphe girdimi orada iman gidiyor demektir.
Biz öncelikle şunu söylüyoruz. Kur'an-ı Kerimden daha
doğru söyleyecek yeryüzünde bir kitap yok. Dünyanın bütün
ilim adamları, feylozofları, komutanlarını toplayıp süngüyü
de kafasına dayayıp iknaya çalışsalar: kardeşim benim
aklım ermez, dinlemek istemiyorum. Allah vardır, birdir,
şeriki, naziri yoktur, en güzel kitap budur, bitti der
dinlemem. Hocam şey biraz kapalı değilmisin denirse şöyle
derim. "Ballar balını buldum kovanım yağma olsun" diyor
Yunus.
Ballar balını bulduktan sonra daha ben kovanı ne edeyim ki.
Bu adamların kovan gibi içi boş, dışı süslü kelimeleriyle
niye ilgileneyim ki. Mantığımı belki yenebilirler ama
gönlümü yenemezler. Onun için Allah (c.c.) İbrahim'in,
(a.s.) hayatını verirken "Yahu siz benimle Allah konusunda
ne mücadele ediyorsunuz, O ki beni hidayete eriştirmiş."
Yani beni hidayete eriştiren Allah hakkında benimle
mücadele mi ediyorsunuz. Yani filanın evinde ilk defa bal
yedim tatlıydı diyorum. Hepiniz birden hocam bal tatlı
birşey değil diyerek itiraz ediyorsunuz. Bütün dünya insanı
bir araya gelse bu acıdır dese kulağıma gitmez. Çünkü ben
denemişim ve bunuda yiyorum.
Allah (c.c.) da İbrahim'in dilinden haber veriyor. İbrahim
(a.s.) diyor ki "Yahu Rabbim beni hidayete eriştirmiş ve ben
doğru yolu görmüşüm. Cenneti görüyorum. Sırat-ı
Müstakimden bakıyorum ileride mutluluk var. Şimdi biraz
meşakkat var ama, şu tepeyi aşınca yemyeşil bir vadiye
geçilecek. Bu ateş çemberini görüyorum. Nemrud bir ateş
çemberi yapmış buraya atacağım diyor. Ama ibrahim (a.s.)
şöyle bir bakmış, orada sular fışkırıyor etrafta kuşlar uçuyor,
çiçekler açıyor, herşey güzel. Nem-rud'un gözünde ateş,
İbrahim (a.s.)'in gözünde bir cennet var. Şimdi Nemrud'un
bütün adamları: yahu etme eyleme bak çocukluk arkadaşı-
mızsın, senide severiz gel şuraya girme, burası yakar deseler
İbrahim (a.s.) 'in ikna edilmesi mümkün değil. Çünkü
İbrahim (a.s.) bakıyor orası cennet. Bizim de imanımız
böyle olmalıdır. Yani bu sırat-ı müstakimde giderken ben
dünyada devlete ulaşırım, önümde ateş olabilir, hapishane
olabilir. Zaten engelleri aşmadan zafer yok. Ticari hayatta
da öyledir. Bir çok sıkıntılara katlanıyorsunuz. Anadoludan
İstanbul'a geliyor burada mezbelelik evlerde oturuyorsunuz
daha sonra bazılarınız rahata kavuşabiliyor. Yani her türlü
hayatta bu var. Bir engeli aşmak gerekiyor. Peygamber
efendimizde zaten "cennetin etrafı hoşa gitmeyen şeylerle
çevrili" diyor. 1217[100] Onları aştınız mı cennete
kavuşuvereceksiniz.
Siz Allah'a karşı Nemrud'u ilah kabul ediyorsunuz. Nemrud
ne emrederse onu tutuyorsunuz. Allah'ın dediğini
tutmuyorsunuz ama Nemrud'un dediğini tutuyor ve onun
gücünü bana gösteriveriyorsunuz. İyi bilin ki ben sizin
Allah'a karşı o şirk koştuğunuzdan korkmuyorum. "Ancak
Rab-bimin dilediği şey müstesnadır." Yani korkusuz
değilim. Rabbimden korkarım.
Peygamber efendimize sormuşlar. "Ya Resulallah
"müslüman korkak olur mu?" demişler. Peygamberimiz
"evet olur" demiş. 1218[101] Yani müslüman korkusuz olmaz.
Mesela bazı insanyılandan korkar, bazı insan akrebden
korkar, bazı insan bir başka canlıdan korkar. Bu
mü'minliğine bir noksanlık mı? Değildir. Ama kâfir
yöneticiden korkmamamız konusunda ayet-i kerime nazil
olmuştur da yılandan, akrepten, köpek gibi bazı zararlı
varlıklardan korkmamamız konusunda ayet nazil ol-
mamıştır. Yani haşerattan korkmak bize dünyada fayda
sağlar. Çünkü ona karşı tedbirimizi alıyoruz. Ama zalim ve
kâfir yöneticiden korkmak ahiretimizi yok ediyor. İki
dünyayı da zillete düşürüyor. Bu dünyada zillet içerisinde
bir hayat yaşanıyor. Öbür dünyada ise cehenneme düşme
tehlikesi vardır. Onun için onlardan korkmamamız
gerektiğini İbrahim (a.s.) diliyle ifade ediyor Rabbim.
"Allah ilmiyle horşeyi kuşatmıştır" diyor Allah (c.c). Yani
siz nerede olursanız olun, ne konuşursanız ne yaparsanız
yapın Allah herşeyi kuşatmıştır diyor. Bu ayet-i kerimeyi
okurken ve okuduktan ve dinledikten sonra imansız bir
insanın emrine zorlandığımızda diyeceğiz ki biz İbrahim'in
neslindeniz. İbrahim'in dinindeniz. O İbrahim ki tek başına
babası da dahil devlet başkanı ve put yapımcısı babasına
1217[100]
Müslim, Cennet 1
1218[101]
Muvatta, Kelam 19
karşı restini çekmiş ve sizin taptıklarınızdan ben
korkmuyorum demiş neticede de Allah (c.c.) onu
korumuştur. Nasıl korumuştur? Ateşe yakma özelliğini
veren Allah (c.c.) Akrebe sokma özelliğini veren Allah
(c.c.) dür. Zehire öldürme özelliğini veren Allah (c.c.)dır. O
özelliği Allah (c.c.) alıverdiği zaman o da taş gibi olabilir.
Zaten ayet-i kerimede "Ateş İbrahim'e karşı ılık olu-
vermiştir." Ne sıcak ve nede soğuk ılık bir cennet bahçesi
gibi bir hal alıverdiği ifade edilmektedir. Rabbim ateşten o
özelliği alıvermesiyle bu hal meydana gelmiştir. "Hala
nasihat almazlar mı?" Yani akıllarım başlarına almazlar mı?
diyor Allah (c.c). 1219[102]
1219[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/74-77.
indirmedi." Yani siz buna tapın bu benim yarattığım bir
şeydir diye delilde yok. Kendiliğinizden Allah'a şirk
koştunuz. Siz korkmuyorsunuzda ben mi korkayım.
"Bu iki gruptan hangisi daha güven içerisinde olmaya
layıktır." Güzel ifadelerden bir tanesi, daha önce geçmişti
Yusuf suresinde. Yusuf (a.s.) "bir işçi için bir patrona mı
çalışmak iyidir yoksa birçok patrona çalışmak mı?" demişti.
İbrahim (a.s.) kim daha fazla güven içerisindedir diye soru-
yor. "Eğer aklınız eriyorsa buyurun söyleyin hangisi daha.
layıktır. Yani gökyüzünü yaratan, O kralı, sultanı, kanun
koyanı, Rabbime isyan edeni yaratan Allah (c.c), ben ondan
korkuyorum, siz ise Allah'ın yarattıklarından
korkuyorsunuz." Hangimiz daha güven içerisindeyiz diyor.
Tabii ki ibrahim (a.s.). Neticede de o olmuştur. Çünkü karşı
taraf helak olmuş, İbrahim (a.s.) da devletini kurmuştur.
Bizde İbrahimin milletindeniz. Millet kelimesi Kur'an-ı
Kerimde din olarak kullanılmıştır. İbrahim'in milleti derken
kastımız "din"dir. Yoksa millet olarak herkesin sahip olduğu
bir ırk vardır. İnsanın o ırka bağlı olmasıda ayıp değildir.
Filan ırktanım demek ayıp değildir.
Mesela: Müslüman olarak buraya gelen bir alman genci
vardı.- Bizde de misafir olmuştu. Arkadaşlar artık sen Türk
oldun diyorlardı. O da hayır ben Almanim diyordu. Fakat
ben müslüman oldum. Annem ve babam alman ama hala
gavur. Ben ise Almanım ama müslüman oldum. Alman,
Fransız, İtalyan, İngiliz, Arap Japon farketmez. Yeterki
müslüman olsun. O zaman bizim kardeşimizdir. irken ayrı
olmak ayıplanmayıda gerektirmez. Allah (c.c.) "tanışasmız
diye sizleri kabilelere ayırdı" diyor Hucura-at suresinde.
Yani ben arap ırkindanım diye tanıtıyor kendisini. Ben filan
yerdenim, ben de filan yerdenim. Ama hepsi müslüman. Siz
de aynı şekilde insanları kıyafetlerine göre ayırabilirsiniz.
Tanıdıklarınızı evin içinde çocuklarınızla konuşurken
filanlar derken mahallesinden ayırt ediyorsunuz. Yahu
bugün filan dostumuza gidelim. Nerdeki dostumuza? Sulta-
nahmetteki. Birçok dostunuz içerisinden birini ayird
edeceksiniz. Ne ile? Ya mahallesi ile, ya adıyla veya onun
kendine has bir özelliği ile ayirde-deceksiniz. Milletlerde
aynı şekildedir. Ya coğrafyasıyla, ya babasının veya
dedesinin adıyla. Bu ayıp değil. Ama imansız geçmişiyle
övünmek ayıptır ve günahtır. Vay be benim ecdadım
arasında şöyle bir gavur varmış diyerek övünmek ayıptır.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Kim kendisini dokuz tane
kâfir babaya nisbet ederse ve onunlada iftihar ederse ce-
henneme giderken onuncusuda o olur" diyor, kafirle iftihar
edilmez. 1220[103]
1222[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/78-80.
gelecek tüm müslümanlar da ona iman edecektir. Böyle bir
peygamberle beraber olma şerefine erişmişler. Rabbim olayı
gözümüzün önüne getiriyor. Ebu Cehil ile, Ebu Leheb'e bu
dünyada azab ediyor öldürüyor Allah'ü zülcelal. Bunlar o
dönem Mekkelilerin soylu insanları, yeraltı dünyasının
babaları. Ama beri tarafta köle olan bir insan efendiliğe
yükseltiliveriyor. Bu günümüzde de görülen olaylardandır.
"Senin Rabbin herşeye hükmeden, herşeyi bilen, hükmünde
hikmet sahibi olandır", diyor. Allah (c.c.) Hükmünde hikmet
sahibi olandır. Al-i İmran suresinin tefsirinde geçti. "Ya
rabbi mülkün sahibi sensin, mülkü istediğine verir,
istediğinin elinden alırsın, dilediğini aziz eder, dilediğini
zelil eder alçaltirsın."Gerçekten bunu günlük hayatımızda
kendi çevremizde görürüz. Bir adam ağa iken düşmüş, onun
yanında çalışan adam ağa elmuş. O ağası da onun, yanında
çalışmaya başlamış. Bu ferdi planda olduğu gibi devletler
hayatında da olur. 70 yaşındaki dedelerinize dünyanın en
büyük devleti hangisi diye sorsanız İngiltere der. Neden?
Onlar bizim yaşımızda iken İngiltere en büyük devlet idi.
Topraklarının üzerinde güneş batmazmış. Güneş batmayan
imparatorlukmuş. Japonya'da doğan güneş onun sömürgesi
üzerine doğuyor. Oradan Hindistan'dan, Afganistan'dan,
İran'dan, Filistin'den güneş dolanıyor. Güneş batmadan
buraları dolanıyor. Onun için güneş batmayan imparatorluğa
sahip denilmiş. Ama şimdi güneş doğmayan bir adanın
içinde sıkışmış kalmışlar. Ve Amerikadan talimat
bekliyorlar. Amerikanın her karar alışından 1 saat sonra
onlarda ayni kararı alıyorlar. Tokmak döğenin hık deyicisi
onlar. O hale geldiler. Bunlar bizim hayatımızda
gördüğümüz şeylerdir. Onun için Allah (c.c.) dilediğini
yükseltiyor, dilediğini de alçaltı-yor. Bizde dinimize sahip
çıkamaz hale gelince Allah (c.c.) bunun kadrini kıymetini
bilemiyorsunuz diye devleti elimizden alıvermiş.
İnsan anne babasının kadrini kıymetini öldükten sonra
anlıyor. Eyvaah filan zaman şöyle dediydim, keşke
demesiydim diyor. Ne zaman? Kaybolduktan sonra. Halbuki
şimdi sağ oluverse kabirden çıkıp beni çok istiyorsan işte
geldim dese bağrına basacak olsa, o gün, ertesi gün, üçüncü
gün bayram yapacak sonra alışacak ve eski haline dönecek.
Kaybedince değerini anlıyoruz her şeyin.
Devlette aynı şekilde. Kaybedince dinin değerini anladık.
Şimdi yarabbi bize bunu verecek olursan dört elle sımsıkı
sarılacağız. Katiyyen ihmal yapmayacağız. Kitap ve
sünnetinden ayrılmayacağız diye yürekten tövbe etmeye
başlar bu doğrultuda fiilen harekete geçecek olursak Allah
(c.c.) bunlar layık olur, bu işi yapar dedimi o izzeti bize
tekrar iade edecektir. İnşaallah. 1223[106]
84- Biz ona (oğlu) İshak ile (torunu) Yakub'u verdik hepsini
doğru yola ilettik. Daha önce Nuh'u da doğru yola ilettik.
Onun neslinden olan Dayud, Süleyman, Eyüp, Yusuf, Musa
ve Harun'u da doğru yola ilettik. İşte iyilik yapanları
böylece mükâfatlandırırız.
Biz O İbrahim'e hediye verdik. Neyi verdik? İshak ile
Yakub'u verdik. Hepsini hediye ettik. Daha önce Nuh'a da
hediye vermiştik. Burada sayıldığına göre hediyelerin en
güzeli salih evlat. Hediye olarak peygamberler veriyor
İbrahim ve Nuh (a.s.)'a "Onun zürriyetinden" derken "onun"
zamiri İbrahim'e veya Nuh (a.s.) gider. Nuh (a.s.) giderse
daha şümullüdür. Çünkü Nuh (a.s.) İbrahim (a.s.) dan da
önce. Bütün hepsini içine alır. "Onun zürriyetinden" derken
İbrahim (a.s.) kastedildi dersek buradan itibaren sayılan
peygamberler kastedilmiş olur.
Biz böylece ona hediye verdik. Zürriyetinden de, Davud'u,
Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf u, Musa'yı, Harun'u ona hediye
olarak verdik işte iyilikte bulunanları, Allah'ı görür gibi
1223[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/80-81.
ibadet edenleri, ondan korkup başkalarından korkmayanları
böylece mükâfatlandırırız diyor Allah (c.c). 1224[107]
1224[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/81-82.
1225[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/82.
1226[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/82.
birşey söz konusu değil. 1227[110]
1231[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/85-87.
Müslümanlar olarak bizde haddimizi biliyoruz. : "Ey bilinen
Rabbim biz seni sana layık şekilde bilemedik, Ey kendisine
ibadet edilen Allah (c.c.) biz sana layık ibadet
yapamadık."diyoruz. Biz Rabbimize, kendisini Kur'an-ı
Kerimde nasıl tanıtmışsa öyle iman etmeye çalışıyoruz.
İmansız kesim ise Allah'a imanı akıllarına göre şekillendin
veriyor. Yani onlar bununla Allah'a akıl veriyor ve ona yol
gösteriyorlar. "Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmemiştir"
diyorlar. Allah (c.c.) diyor ki: "Biz indirdik" yeryüzünde
kafirler diyorlar ki "hayır indirmedin "işte böylelikle Allah'ı
takdir edemediler, ona layik-ı veçhiyle kulluk edemediler"
diyor.
Peki "hiçbir kimseye hiçbir şey indirmedi mi" diyorsunuz
siz? Evet diyor onlar. Rabbim diyor ki Peygamber
efendimize (s.a.v.) "De onlara; peki Musa'nın getirdiği nur
olan ve insanlara hidayet rehberi olan Kitabı kim indirdi.
Musa'ya (a.s.) da bir kitap gelmişti. Ve o kitab bir nurdu. İn-
sanların önünü ve arkasını aydınlatıyor. İnsanların bu dünya
da ne yapacaklarını gösteriyor ve insanları hidayete, yani
İslama çekiyordu. Peki öyleyse O kitabı kim
indîrdi?Yahudiler müşriklere akıl veriyorlardı. Allah hiç
kimseye birşey indirmez diyorlardı. Madem öyle
diyorsunuz. Peki Musa'ya kim indirdi? Musa'ya Allah'ın
indirdiğine iman ediyorlar. Fakat burada çelişkiye
düşüyorlar. Allah (c.c.) da bu tezat onların gözünün önüne
getirivermesini istiyor peygamber efendimiz (s.a.v.)den.
Siz ki o kitabı sahifeler haline, kitab haline getirdiniz bir
kısmını açıkladınız ama, çoğunluğunu insanlardan
gizlediniz. O günlerde matbaanın , olmaması, matbaanın
ötesinde hat sanatınında gelişmiş olmaması bu konuda
önemli rol oynamıştır.
Matbaanın olmadığı dönemlerde İslam aleminde
hattatlarımızın çokluğu nedeniyle bir kitabı İstanbulda bir
evde bulabildiğimiz gibi aynı kitabı Konya'nın filan
dağındaki filan evde de bulmak mümkündür. Aynı kitabı
Hakkari, Mısır, İskenderiye, Bağdat, eski Endülüsteki bir
alimin elinde de bulmak mümkündür. Bakıyoruz Bağdatta
yazılmış bir kitaba bir sene sonra Endüiüsten cevap
veriliyor. Filan zat filan kitabında şöyle demiş ama yanılmış
veya isabet etmiş gibi cevaplar veriliyor. Bunlardan şu
anlaşılıyor: Peygamber efendimizin emir ve irşadları
doğrultusunda Kur'an ve hadisi şeriflerin bol miktarda
yazılıp etrafa yayılması, birde Kur'an-ı Kerimin hafızadan
hafızaya nakledilmesiyle yaygınlaştırılmış, gizlenemez hale
getirilmiştir. Daha eski dönemlerde ise bu iş yalnız ha-
hamların elinde kalmış Hahamlarda işlerine geleni insanlara
duyurmuşlar, işlerine gelmeyenleri gizlemişlerdir.
Günümüzde de durum aynı. "Ayet-i kerimeler için sebebi
nüzulü hass olsada manası amm dır" diye bir kaide vardır.
Yani ifade ettiği mana emir veya yasağı umumidir. Bizi
ilgilendiriyor. Burada ayette Yahudiler kendilerine indirilen
kitabı sahifeler haline getirdikten sonra bir kısmını insanlara
anlatıp, çoğunluğunu gizlemeleri kötüleniyor. Günümüzde
de Kur'an-ı Kerim ayetlerinin bir kısmınmın insanlardan
gizlenmesi söz konusudur. . Ama bunlar ayet-i kerime
olarak sahifelerimizde vardır. Kur'an-m başındaki
besmelenin "ba" sından sonundaki "Nas" süresinin "sin"ine
kadar Kur'amn tamamı hafızlarımızın hafızasında ve
matbaada basılmış mushaflarımızın içerisindedir. Ancak
manasını açıklama konusunda gizleme söz konusudur. Buda
sistemli bir şekilde yapılmıştır. Birinci derecede Arapça'nın
yasak-lanmasıyla yapılmıştır, Kur'an-ı Kerimi
okuyabilirsiniz ama manasını anlamaya yönelik bir
çalışmaya girecek olursanız gözünüzü çıkarırız denilmiş.
Böylelikle gizleme sağlanmıştır. Köşede, bucakta, dağda,
mağarada öğrenen çok değerli hocalarımızın yüreğine
öylesine korku salınmıştır ki söylemeleri mümkün olmaz
hale gelivermişlerdir. Ama bütün bunlara rağmen Allah'a
hamdolsun ki çok değerli insanlarımız, hocalarımız, alim-
lerimiz de başlan pahasınada olsa söylemekten geri
durmamışlar, bize kadar getirmişlerdir.
Sizin ve babalarınızın bilmedikleri size öğretilmiştir. Siz ki
Peygambere karşı bu kitabın inmesini inkar için bir sürü
mantık oyunu oynuyorsunuz. Allah bir beşere birşey
indirmez diyorsunuz ama Musa'ya (a.s.) kim indirdi bunu?
Ki siz ve babalarınızın o kitapla bilmediklerinizi öğrendiniz,
size öğretildi. Kendiliğinizden değil bunu size Allah (c.c.)
öğretmişti, de onlara.
Peygamber efendimize (s.a.v.) Rabbimiz "Allah'tır", "o
kitabı indiren, Allah'tır o kitabı nur yapan, Allah'tır o kitapla
insanları hidayete kavuşturan, Allah'tır o insanlara
bilmediklerini öğreten" de onlara" buyuruyor.
Bu eğitim-öğretim metodlarından biridir. İnsanlara birşey
öğretirken
nasıl öğretileceği konusunda birçok metodlaf geliştirilmiştir.
Bu da onlardan biridir. Öğretmenin öğrencilerin karşısına
geçip evvela öğrencilere bir soru sorar. Şu konuda ne
diyorsunuz? der. Talebeler bu konu ne idi diye birbirleriyle
fısıldaşmaya başlarlar. Öncelikle talebe nezdinde ilgi
uyandırılıyor. Herkeste bu bilgi hakkında bir merak
meydana geldikten sonra yine öğretmen tarafından o konu
açıklanıyor. Evvela malı arzedip insanları iştahlandirdıktan
sonra satma gibi bir iş. Allah (c.c.) da bu tür bir metodu bize
kendisi veriyor. Evvela imansız kesime soruyu sorduruyor
sonra onlardan cevap beklemeden "de ki onlara bütün
bunları yapan Allah (c.c.) dür" buyurarak cevap veriyor.
Bu ayet-i kerimenin burasından yani "Kul Allah'ü"
sözünden sunuda delil getirmişler. Bir kısım alimlerimizin
kitaplarında okudum. Efendim yalnız Allah, Allah,
Allah.....diyerek zikretmek doğru değildir. Sahabeden böyle
bir zikir bize gelmemiştir diyorlar . Ama Allah'ı sıfatıyla
beraber, Allahu hayyün, Allahü kayyümün, Allahu vahidün,
Allahu aliyyün gibi veya el alimü, hüve Allah gibi veya
Lailahe illallah gibi bir cümle halinde zikir gerekir diyenler
var. Onlara karşı cevap verenler burasını delil getirirler.
Burada müstakillen Allah ismi celali Rabbimiz tarafından
bize verilmiştir. De ki "Allah". Yani onu indiren ve
insanlara yol gösteren, insanlara hidayeti veren Allah
(c.c.)dür. Yani ilavesiz, sıfatsız, habersiz, doğrudan,
müstakilen "Allah" kelimesi burada bize öğretilmiştir. Onun
için kişi eline teşbihini alır, veya yolda giderken Allah,
Allah, Allah, .... diyede zikreder gider. Peki ama ne manası
var? Şu manası var. Gördüğü her şeyi görünce Allah der.
Manası: " bunu yaratan Allah demektir. Bunun sıfatı da
beraberindedir. Bunu yaratan da Allah, bunu yaratan da
Allah, bunu yaratanda Allah, bunu bu hale getiren Allah,
bunu güzelleştiren Allah, buna bu sakatlığı veren Allah,
bunu yürüten Allah, bunu oturtan Allah gibi manalara gelir.
"Sonra bırakıver onları o durumlarında oynayıp dursunlar"
diyor Allah (c.c.) Kendi oyuncakları içerisinde kendilerine
bırakıver diyor Allah (c.c). Bir başka ayette "Mutlaka dünya
bir oyun ve oyuncaktan ibarettir" diyor Allah (c.c.) Öyleyse
biz bu oyuncakla oynamayız demeniz mümkün değil.
Ayağınızı bastığınız yer dünyadır. Oynuyorsunuz. Çocuğun
topa ayak vurduğu gibi sizde dünya topunun üstünde
duruyorsunuz. Futbolcunun biri topu bir yere koyup onun
üzerinde tek ayak ve çift ayak üs tünde durmaya çalışsa
buda oyunlardan bir oyundur. Bizde bu dünyanın üzerinde
yürüyoruz. Bu dünyanın üzerinde yatıyoruz. Evinize varınca
yatağınızın üzerine yatıyorsunuz. Bu bir oyuncaktır. Aslında
oyuncakla oynuyorsunuz. Öyleyse oyuncakla oynamak
yasak değil. Fakat her oyunun kendine has bir kuralı
olduğuna göre, Allah (c.c.) da bu dünya oyuncağı ile
oynamanın kuralını Kur'an-ı kerimiyle, peygamber
efendimizin (s.a.v.) hadisi şerifi ile bize bildirmiştir.
Bu oyunu biz bu iki kaynağın koymuş olduğu kurallarla
oynayacağız. Yani bu dünya oyuncağını alacağız ve bununla
gönül eğlendireceğiz. Yerken ağzımızı tadlandıracağız,
koklarken burnumuzu, görürken gözümüzü, duyarken
kulağımızı bütün nimetlerden meşru bir şekilde yararlan-
dırmaya çalışacağız.
Rabbim "onlar dini inkar ederken de oyun oynuyorlar. Bırak
oyunlarının içerisinde dalsınlar gitsinler" diyor. 1232[115]
1232[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/87-91.
indirilenler Kur'an-ı Kerim tarafından doğrulanmış. Bu
doğrununda bizim tarafımızdan tasdik edilmeside
istenmiştir.
Daha niçin indirdik bu kitabı biz? Şehirlerin anası olan
bugünkü ifadeyle başkent olan Mekke'deki insanları
sakındırmak ve Mekke'nin etrafındaki şehirlerin ahalisini de
cehenneme giden yoldan, burası cehenneme götürür,
yanacaksınız diye sakındırmak üzerek bu mübarek kitabı in-
dirdik. Bu ayet-i kerimeden hareketle bir kısım imansızlar
özellikle batıdaki müsteşrıklar, bu ülkede de müsteşrıklara
kulak veren öyle bir insan türü var ki kendileri birşey
üretmezler. Doğru ve iyi yolda birşey üretmedikleri gibi
imansızlık dahi üretemezler. Çünkü para kazanmaktan, içki
içmekten ve başkası namına ulumaktan başka vakitleri
olmadığından adamların kendileri birşey üretmezler ama
üretilenleri tekrar ederler. Derler ki efendim bu ayet-i
kerime Kur'an-ı Kerimin Mekke insanına ve Mekkenin
çevresindeki insanlara indiğini söylüyor. Öyleyse
Muhammed Mekkelilerin ve Arapların peygamberidir, diğer
insanların peygamberi değildir. Ve bu ayet-i kerimeyi delil
olarak getirirler. Biz Kur'an-ı Kerimi, Kur'an-ı Kerimle
tefsir ederiz. Bakıyoruz ki Allah (c.c.) bir başka ayet-i
kerimede " Ey insanlar,ben Allah'ın Rasulüyüm ve sizin
hepinize peygamber olarak gönderildim" buyuruyor. 1233[116]
Bir başka ayet-i kerimede "Biz seni bütün insanî ara
peygamber olarak gönderdik" diyor Allah (c.c.). 1234[117]
Onların bu iddia ve iftiraları Kur'an-ı Kerim tarafından
yalanlandığı gibi, tadbiki ve fiili olarak da yalanlanmıştır.
Mesela burada Türk ırkından olup Türkçe konuşan insanlar
Muhammed (s.a.v.) iman ederler ve onun ismi anıldığı
vakitte, salatü selam getirirler.
Türk halkının efendimize inanması, İran halkının, İngiliz
1233[116]
A'raf 158
1234[117]
Sebe' 28
halkının, Alman halkının, Endonezyalıların, Çinlilerin
inanması, bu iddianın yanlış olduğunu sahte olduğunu
ortaya çıkarıveriyor. Daha efendimiz zamanında, bir taraftan
Habeşli Bilal, öbür taraftan Selman-ı Farisi Peygamber
efendimize (s.a.v.) iman edivermişlerdir.
"Ahirete iman edenler ona da iman ederler. Ve onlar
namazlarımda korurlar" diyor Allah (c.c).Ahirete iman eden
Kur'ana da iman eder. Ve onlar namazlarımda korurlar.
Günümüzde" Allah'a şirksiz, ahirete seksiz iman eden bir
yahudi veya hristiyanda cennete gidecektir" diye fetva
veren, gavurun ekmeğini yiyip kılıcını sallama
mecburiyetinde kalan insanlar var. Halbuki Rabbim burar da
"ahirete iman edenler ona da iman ederler yani bu kitaba da
iman ederler ve onlar namazlarımda korurlar" diyor Allah
(c.c). 1235[118]
1235[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/91-92.
Allah (c.c) diyor ki "Allah'a yalan uydurandan daha zalimi
kim vardır". Yani yoktur. Bu tür sorulara eski tabirle
"İstifhamı imkari" denilir. Olmadığını ortaya koymak için
söylenmiş bir soru şeklidir bu.
Kendisine hiçbir vahiy gelmediği halde banada vahiy
geliyor diyenden daha zalim kim vardır? Allah'ın
indirdiğinin benzerini bende indiririm diyenden daha zalim
kim vardır". Burada daha ziyade üzerinde durulan konu
Allah'ın (c.c.) Kur'anına nazire getirmeye çalışanlar, Allah
hüküm koyar ama bizde koyarız diyenler, hatta bizim
koyduğumuz Al-lah'ınkinden de iyi olur diyenlerden daha
zalimin olmadığıdır. Bize öğretilen türüyle dünyanın
neresinde bir zulüm yapılıyorsa bütün bunlar o adamlara o
yetkiyi veren kanunlar çerçevesinde yapılır.
İsrailli bir asker bir arap delikanlının kolunu taşla kırarken
televizyon bize bunu gösterdi. Bütün dünya
televizyonlarında da bu olay gösterilmiş. Bundaki amaç
bütün insanlar Yahudiye kin bağlasın diye midir, yoksa eğer
İsraillinin sözünü tutmayacak olursanız, İstanbul'a gelir
sizin çocukların kollarını da böyle kırar diyemidir belli
değil. Benim anlatmak istediğim orası değil. O bir
işkencedir zulümdür. Ancak o adama o yetkiyi veren, İsrail
kanunlarını koyan adamlar, müslüman bir delikanlıyı yatırıp
çiğneyerek öldürenlerden daha zalimdir. Çünkü oradaki
zalim tek başına bir askerdir. Eline bıçak alıp akşama kadar
adam öldürse ancak 100 veya 200 kişiyi Öldürür. Ondan
sonra yorulur kalır. Fakat kanun çıkaran parlamentodakiler
öyle bir kanun çıkarır ki; binlerce adamı adam öldürme
makinası olarak cepheye gönderirler. Müslümanların arasına
gönderirler. Onun için Rabbim zalim olarak fertleri ele
almıyor. Bir insanın sırtında sigara söndüren veya yakan
veya öldüren veya döven adamı esas almıyor. Fakat ona o
yetkiyi veren makamı esas alıyor. Ve onlardan daha zalim
birinin olmadığını ifade ediyor. "Allah'a yalan iftira edenler,
banada vahiy geliyor diyenler, Allah'ın söylediğinin
benzerini bende söylerim hatta ilerisini söylerim diyor
günümüzdekiler. Bunlardan daha zalim kim vardır. Eskiler
benzerini söylerim demişler. Günümüzdekiler daha ilerisini
söyleriz diyorlar. Hatta günümüzde ki imansız diyor ki;"
benim koyduğum kanunlar Allah'ın koyduğu kanunlardan
günümüz şartlarına daha uygundur" diyor. İşte bundan daha
zalimi yoktur. Çünkü bunun koyduğu kanundan bir adam
100 milyarı halkın elinden götürü verebiliyor. Adam 100
milyarı götürüp gidiyor, kimse hesap soramıyor.
Mahkemeler diyor ki; efendim bulursak elinden alacağız.
Adam harcamış. Orada burada rahat rahat yaşayıp gidiyor.
Peki bu adamın bunu yapmasına sebep beri taraftaki adamın
böyle bir kanunu çıkarıvermesidir. Asıl suçlu 100 milyarı
alıp götüren değil. Asıl suçlu ona bu zemini sağlayandır.
Adamların danışmanları genelde hukuk profesörleridir. Yani
bu dalavere çeviren adamların danışmanları genelde
kanunları yazan adamlardır. Onlar onlara danışmanlık
yapıyorlar. Efendim benim filan yerde koyduğum filan mad-
de varya oradan bir trilyon götürebilirsin. Nasıl? Şöyle
götürürsün, çünkü açık kapıyı ben bıraktım. Onun için esas
zalim zulmü yapan değil ona o imkanı hazırlayandır.
"Ah bir görmüş olsan o zalimleri ölüm halindeyken"
Ölümün sarhoşluğu gelmiş. Sekerat-ı mevt dediğimiz şey.
Türkçemize arapçası geçmiş. Ölümün sarhoşluğu diye
terceme edilebilir. Ama Türkçede pek bunu kullanmıyoruz.
Birde ölüm hali diyoruz. O halde iken bir görsen diyor rab-
bim. Melekler ellerini uzatmışlar, onlara azab ediyorlar. Ve
diyorlar ki, çıkarın canlarınızı haydin. Allah'a karşı haksız
olarak söylediklerinizin karşılığı olarak bugün azabın en
alçaltıcısıyla cezanızı çekin bakalım der melekler. Ve
onların canlarını vura vura bedenlerinden ayırırlar. Siz Al-
lah'ın ayetlerine karşı kibirleniyordunuz. Haydi bugün onun
karşılığı olarak azabını tadınız diyor o zalimlere. Yani
Allah'ın ayetlerine karşı kendi sözlerinizi ve kanunlarınızı
üstün görüyordunuz. Allah hakkında layık olmayan sözleri
söylüyordunuz. Bugün canınızı azabla alıyoruz der melekler
onlara ve döve döve alırlar. Bir başka ayette "dövmek", bir
diğerinde azab etmek diye ifade etmiş Allah (c.c). Eskiden
hocalarımız bu can alma işini Türkçeye terceme ederken,
dikenli bir çalıyla v.b. gibi şeyle bütün vücudundan, canının,
sıyrılıp çıkması gibi. Müminin ruhunun alınmasını da sade
yağın içerisinden kıl c<*kcı gibi ifade etmişler. Güzel birer
ifadedirler.
Burada şuna işaret var. "Ah sen bir görmüş olsaydın" diyor.
"Zalimlerin can verişini bir görseydin". Buradan ne
anlaşılıyor? Yani biz göremiyoruz. Gavurların nasıl
öldüğünü görmeyiz, ama filimlerde görürüz. Gülümseyerek
ölür adam. Ayet-i kerime de "ah bir görseydin demekle" gö-
remezsiniz demek var, mefhum-u muhalifiyle. Yani adam
dış görüntüsünde azab görmüyor gibidir. Fakat azabı aslında
görüyorda fakat biz göremiyoruz, olur mu bu Hocam?
diyorlar. Olur. Mesela rüyada yanıbaşı-nızda eşiniz veya
arkadaşınız uzanmış, yatıyor. Siz uyanıksınız. Hatta önada
bakıyor ve ne güzel uyuyor diyorsunuz. Derken o, hışımla
kanter içinde uyanıyor;"Yahu niye uyandırmadın beni"
diyor. Hayrola niye diyorsunuz: Yahu ormanda arslamn biri
peşime düşmüştü. O kovalar ben kaçarım, o kovalar ben
kaçarım. Derken tam kurtuldum deyip ağacın tepesine
çıktım. Oradan da bir kobra yılanı aşağıya doğru
inmiyormuymuş. Oradan atlayayım dedim. Aşağı taraf
ateşmiş. Neredeyse ölüyordum. Bağırdım duymadın mı?
Yok hayır duymadım. Hatta ben senin uyurken yüzüne de
bakıyordum diyor. Yani adam gözünüzün önünde gayet
rahatmış gibi fakat dünyanın yılanıyla, ateşiyle, akrebiyle
izah edemeyeceğimiz bir azaplada azaplandırılıyor. Fakat
dış görünüşde siz bunu hissetmiyorsunuz. Ki Rabbim "Ah
bir görmüş olsaydın" diyor Allah (c.c). Onun için bu
adamlar dünyada iken azabı tadmaya başlayacaklar. Kafirler
imansızlar ateşte yanacak demiştik ayet-i kerimelerle. İşte
ateistler kendi cesetlerini yaktırmak istiyorlar. 1236[119]
94- Sizi ilk defa yarattığımız gibi bize teker teker geldiniz.
Verdiğimiz nimetleri arkanızda bıraktınız. Aranızda Allah'a
ortak olduğunu iddia ettiklerinizi beraberinizde şefaatçi
olarak görmüyoruz. Aranızdaki bağ kopmuştur. İddia
ettiğiniz şeyler kaybolup gitmiştir.
Hocam cehennem de fena değilmiş hani diye bir mantık
vardır. Filan artist orada, filan şarkıcı orada, filan sazcı
orada olacakmış diye bektaşi vâri sözler söylenir.
Rabbim diyor ki; "dünyaya nasıl teker teker geldiniz orada
da huzurumuza teker teker geleceksiniz." O kadar güzel
ifadeler ki. Dünya ya gelirken kimin yanına geldiğinizi
bilmiyorsunuz. Tek başınıza geliyorsunuz.
Burada şu sözde söylenemez. Hatta peygamber efendimize,
Cehenne-
min zebanileri kaç tanedir diye sormuşlar, 19 diye cevap
vermiş. "Onun üzerinede 19 (zebani) var" dır diye ayet-i
kerime vardır. Sonradan peygamberliğini ilan eden
imansızın biri (19 melaike, zebani olayını) bundan hareketle
19 la ilgili kitap yazdı. Adamı Amerika'da evinde, boğarak
öldürdüler. Rabbim "cehennemde 19 zebani vardır" diyor. O
almış 19 rakamını oraya buraya uygulamış. Aynı kitap
Türkiyede de yayınlandı. Daha sonra yanılmışız diyerek bu
mantığı reddeden bir kitap daha yayınlandı.
Mekkeli müşrikler sormuşlar. Cehennemin melaikesi kaç
tane? 19 tane zebani vardır denilince, kardeşim, kardeşimin
çocukları, biz Ebu Cehil, Ebu Leheb ve bizim avenelerimiz
onların haklarından geliriz demişler. Bu günün Amerika'sı
ve Rusya'sı bugün bu silahlar elimizde olduğuna göre ve
1236[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/92-95.
akıldanelerimiz, profesörlerimiz de, generallerimiz de
beraber olduktan sonra 19 tane meleğin hakkından geliriz
diyebilirler. Allah (c.c.) dünyaya teker teker geldiğiniz gibi,
birbirinizi tanımadan, ayrı ayrı geldiğiniz gibi huzurumuza
da teker teker geleceksiniz, orada aranızda hiç ne-seb bağı
dahi olmadan geleceksiniz. "Onlar için (imansızlar) hesab
da yoktur. Bu benim anamdır bana yardım edecek, bu
kardeşimdir yardım edecek diye birşey olmayacak. Herkes
kendi başının çaresine bakacak.
Size vermiş olduklarımızı siz kendi arkanızda bırakıp
geldiniz. Onların sizinle beraber ortak olacağına yani
ahirette beraber olacağınızı zannettiğiniz şefaatçilerinizi de
biz sizinle beraber görmiyeceğiz. Yani bu dünyada iken
Allah'a ortak koştuklarınız yarın kıyamet gününde sizin be-
raberinizde olmayacak. Şefaatçi olarak kabul ettiğiniz onlar
şefaatçi olmayacaktır.
Aranızdaki bütün bağlar kopacaktır. Ve sizin iddia ettiğiniz
bütün batıl şeylerde yok olup gidecektir diyor Allah (c.c).
Bir başka ayet-i kerimede "orada uyulanlar kendilerine
uyanlardan uzak durup kaçtıklarında" diyor Rabbim. 1237[120]
Bir başka ayet-i kerimede uyanlar uyulanlar için:" Yarabbi
bu uyulanlar varya bunlar dünyada bizi sapılmışlardı bun-
ların azabını iki kat yap" diye dua edecekler diyor
Rabbim. 1238[121] Bir şahıs bu dünyada efendim ben filanın
yolundan da giderim diyecek olursa yarın o adam ona hiçbir
fayda vermeyecektir. Onu da o adam tanımayacaktır.
Yarabbi benimde yaratıldığımı gördükleri halde bana
uymuşlarsa benim ne günahım yar. O da öyle itiraz edecek.
Benim doğduğumu, öldüğümü gördükleri halde benim
söylediklerimi tutup senin emir ve yalaklarını çiğnemişlerse
benim bunda ne kabahatim var diye kendini kurtarma çabası
vardır. Ama Rabbim onlara iki kat azabını verecektir. Özel-
1237[120]
Bakara 166
1238[121]
Ahzab 67-8
likle önderler iki kat azabla azablandırılacak ama uyanlarda
uymanın cezasını mutlak surette çekeceklerdir. 1239[122]
1239[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/95-96.
olan çekirdek meydana geliveriyor.
"İşte Allah'dan nasılda döndürülüyorsunuz? Yani bütün bu
gördüklerinizi yapan, eviren çeviren Allah (c.c). Nasıl
oluyorda ondan döndürülüyorsunuz? diyor Allah (c.c.)
Dönüyorsunuz demiyor. Döndürülüyorsunuz diyor. Allah'a
yönelmeniz gerekirken, sırtınızı Rabbimize çeviriyor, başka
insanlara çevriliyorsunuz. Yani etkileniyorsunuz.
Etkilenmeyiniz. Allah hepinizi ayrı ayrı yarattı. Aklınızı
ayrı yarattı, bedeninizi ayrı yarattı. Öyleyse aklınızı ve
bedeninizi başkasının elinde oyuncak olarak kullan-
dırmayın. "Nasıl oluyorda döndürülüyorsunuz" diyor Allah
(c.c). Öbür adam da senin gibi bir insan olarak yaratıldığına
göre onun emir ve doğrultusunda Rabbime sırt
çeviriyorsunuz. Nasıl saptırılıyorsunuz diyor Rabbim.
Burada:
1- Bizim ihmalimizden, kendi aklımızı, kendi bedenimizi
kullanmayışımızdan dolayı biz ayıplanıyoruz.
2- Bu insanları yönlendirenlerinde suçluluğu vurgulanmış
oluyor. Asıl suçlu olanında yönlendirici kadronun
olduğunuda Rabbim işaret ediyor. 1240[123]
1240[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/96-98.
ayetinde de aynı kelime vardır.
Kur'an-ı Kerim genelde sabahın aydınlığına dikkat çeker.
Fakat bütün dünya edebiyatında ve resimlerinde hep gurup
söz konusudur. Yani güneşin batışı söz konusudur. Bir
fotoğraf veya resim sergisinde gurub mutlaka vardır.
Güneşin batışı vardır. Grubla ilgili nesir ve manzum eserler
vardır. Ama güneşin doğusuyla pek yoktur. Neden? Eskiden
vardı. Özellikle son zamanlarda bu sanatlarla ilgilenenler
İslam çizgisi dışında olanlardır. Onlarda gece yarısına kadar
içip, gece yarısından öğleye kadar uyudukları için hayatta
güneşin doğuşunu göremezler. "şuruk"u göremediklerinden
mecburen "gurub"u adamlar anlatacaklar. Halbuki "şuruk"
"gurub" dan daha güzeldir. Daha berraktır orada güneş.
Daha bir canlıdır. Çünkü "şuruk"ta çimler üzerinde çiğlerde
vardır. Bir başka manzara vardır ama ne yazık ki bir çok
sanatkar o anda sarhoşturlar.
Geceyi bir istirahatgah kıldı Allah (c.c). Güneşle ayıda
hesap kıldı. Yani hesap için alet kıldı. Gerçekten Hz.
Adem'den günümüze kadar insanoğlunun takvim görevini
güneşle ay yapmıştır. Evinizde takvimler var. Hergün bir
yaprağını yırtıyorsunuz. Bu size aittir. Bitişik komşunuz
sizin takviminizden istifade edemez. Ama Allah (c.c.) ay
takvimi ile hergün bir tane yırtıveriyor. Ayın biri olduğunda
hilal görünür ve biri olduğu anlaşılır. Eskiden bu çok iyi
bilinirdi. Biz şehirli olup takvim hayatımıza iyice girdikten
sonra buna pek önem vermeyiverdik. Rabbim aynen takvim
yaprağı yırtar gibi ay'ı yırtıyor yırtıyor büyüyor. Ve dolunay
haline geliyor. Sonra tekrar yırtmaya başlıyor ve en küçük
hale geliyor. Hz. Adem hesabını Ay'a göre yapardı.
Günümüzde hala bu devam eder. Peki ileride devam
etmeyecek mi? İleride de ona göre yapılacaktır. Rasathane
ve takvimi yapan merkezler yine takvimlerini ana takvime
göre yaparlar. Ana takvimde güneşle aydır. Güneş ve ay
takvim yönünden, gün ve ay hesaplamaları yönünden
değerini kaybetmiş değil. Rasathaneler yine takvim işini
onlara göre (güneş, ay) ayarlanacaklardır. İnsanların elinin
yazmasıyla şaşmalar meydana gelebilir. Ama Allah'ın (c.c.)
güneş ve ay'ında şaşma meydana gelmez. Bundan dolayı
bunlara göre ayarlama yapılır.
Bu herşeye gücü yeten, herşeyi en ince teferruatına kadar
bilen "Allah'ın" (c.c.) takdiridir. Elimizdeki takvimler bizim
hesaplarımızla yapılmış şeylerdir. Ama yanılmalar söz
konusudur. Güneş ve Ay takvimi ise herşeye gücü yeten ve
herşeyi en ince teferruatına kadar bilen, Allah'ın (c.c.)
takdiridir.
Hz. Adem, Hz. Havva ve onların çocukları takvimi ay ve
güneşe göre kullanmışlardır. Eskimeyen bir takvimdir
o..İnsanlar onu kıyamete kadar kullanmaya devam
edeceklerdir. Ama takvim başlangıcı olarak bir yeri esas
almak gerekiyor. Hz. Adem'le Hz. Havva validemiz
buluştukları günü esas almışlar. Yeryüzünde buluştukları
günü esas almışlar. Bir çocukları dünyaya geldi. Bu
çocukları kaç yaşında? Buluştuğumuzdan 2 yıl sonra
dünyaya geldi. Peki ne zaman evlendiler? Buluştuğumuzdan
20 sene sonra gibi. Buluştukları günü esas alarak hesapları
devam ettirmişlerdir. Sonra Nuh (a.s.)'m tufanı tekrar tarih
başlangıcı olarak kabul edilmiş. Tufan olmuş. Cudi dağına
yerleşmişler, hayat başlamış. Derken çocuk dünyaya gelmiş.
Kız çocuğu kaç yaşında? Tufan olduktan 1 sene sonra
dünyaya geldi. Tufanda bir sene önce şöyle olmuştu,
tufandan 20 sene sonra gibi.,Tufan olayım esas almışlar.
Sonra Musa1 (a.s.) in Mısır'dan çıkışı esas alınmış. Hatta
peygamber efendimiz Medine'ye gittiğinde Yahudilerin hala
o takvimi kullandıkları-, m ve aşure günü oruç tuttuklarım
görmüş. Neden bu orucu tutuyorsunuz? Demişler ki bu gün
Musa'nın Mısır'dan çıktığı ve kurtulduğu gündür.
Peygamber efendimiz demişki "Ben Musaya sizden daha
layığım." deyip aşure gününün bir öncesi veya bir sonrasıyla
oruç tutmaya başlamıştır. 1241[124]
Daha sonra İsa (a.s.)'m doğum günü tarih başlangıcı'olarak
alınmış. Günümüze kadar devam eden o. Ancak nasıl ki
İncil'de tahrifat yaptıkları gibi bu tarih konusunda da birçok
tahrif meydana gelmiş zaman içerisinde. Miladi 300-500
yıllarında toplanmışlar aralarında 50-60 senelik ihtilaflar
var. O ihtilafları kaldırmışlar. Tefsirlerimizde o ihtilaflardan
bahseder. Selman-ı Farisi diyor ki; Peygamber efendimiz
Hz. İsa'dan 560 sene
sonra dünyaya geldi. Bir başkası 540 sene sonra dünyaya
geldi diyor. Biri diyor ki 600 sene sonra dünyaya geldi.
Yani peygamber efendimiz döneminde hristiyanların kendi
aralarında Hz. İsa'nın doğumunda birlik sağlanmış- değil.
Şam'lılar 440 sene diyorlarsa, İran'daki hristiyanlar 460 di-
yor, öbürüsü 480 diyor. Hesapta bu tür farklılıklar var. Son
düzenlendiğinde bu ihtilafları ortadan kaldırmışlar hayali bir
şekilde şöyle olsun diyerek onun üzerine bina edip
getirmişler.
Müslümanlarda Peygamber efendimizin hicretini esas
almışlardır. Peygamber efendimizin sağlığında hicretinden
itibaren halk bunu kullanmaya başlamış. Bazısı derler ki Hz.
Ömer zamanında olmuştur. Evet Hz. Ömer zamanında
resmiyet kazanmış. Devletin başkanı Hz. Ömer diyor ki, bu
günden sonra yazışmalarınızda tarih yazacak, esas olarak
hicreti esas alacaksınız. Ama gayri resmi olarak bu Hz.
Peygamber efendimizin sağlığında kullanılmış.
Peygamberimizin baldızının oğlu Abdullah Medi-neye
hicret günü dünyaya gelmiş. Sonra sorulduğunda hicret
günü dünyaya geldi diyorlar. Ona göre hesap yapıyorlardı.
Ama resmen kullanılmıyordu. Ta ki Hz. Ömer döneminde
ülkeler fethedilmiş, bir tarafta Yemen, bir tarafta
Azerbaycan olunca yazışmalarda ihtilaflar meydana gelmiş.
1241[124]
Buhari K.es-Savm,Bab sıyamü yevmi Aşüra
Hz. Ömer bir tamim yayınlamış ve şu, şu işler şaban
ayından itibaren geçerlidir. Ebu Musa el-Eşari mektup
yazmış. Ya Ömer geçen senenin şabanımı, bu senenin
şabanı mı, gelecek senenin şabanı mı? Hangi senenin
şabanından itibaren geçerlidir emriniz. Bunun üzerine Hz.
Ömer bir komisyon topluyor. Bu komisyonun içerisinde,
Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman, Hz. Ali gibi ileri gelen
insanlar var. Hz. Ali'nin teklifi üzerine peygamber
efendimizin Mekke'den Medine'ye hicretini tarih başlangıcı
kabul edelim demişler. Rabiulevvel ayının 8'in de efendimiz
Mekke'den çıkmış. Bir pazartesi günü çıkmış. Fakat
Rabiulevvel ayım başlangıç olarak almamışlar. Seneyi
almışlar. Ay olarak Muharrem aymm 1 ni esas almışlar.
Çünkü eskiden beri Araplar yılbaşı olarak Muharrem ayını
kabulediyorlar. İnsanların o bilgisinede bir zarar gelmesin
diyerek bunu esas almışlar. İnsanların bildiği bir şey kolay
kolay atılmıyor. Peygamberimiz şöyle buyuruyor "İslam'da
cahiliye döneminin iyileri ilede amel edilir." Cahiliyye
dönemi bir metod geliştirmiş ise ve bu metodda İslama
muhalif değil ise o aynen alınır ve ona göre hareket edilir. O
zamanda 1 Muharremi yd başlangıcı olarak bütün araplar
kabul ediyorlar.
Türkiye'de takvim değişitirildi. Aradan 60 sene geçti hala bu
insanlar oğlu dünyaya geldiğinde ramazan koyar, şaban
koyar, recep koyar, muharrem koyar. Bütün bunlar eski
aylardandır, ama aralık, mart, nisan diye çocuğuna ad
koymaz. Yani millet bunu kendi bünyesine sindirmemiştir.
Mecbur olduğu için Öğrenmiştir. Ama sindirememiştir.
Öğrenmekle insanın iç dünyasına sindirmesi ayrı şeydir.
Mecburdur. Madem bu ülkede yaşayacaktır. Senet alacak,
senet verecektir, çek alacak, çek verecektir. Mecburdur onu
öğrenmeye. Bu zorunlu öğrenmedir. İman ederek öğrenme
değildir. Ama öbürüne iman etmiş, benim tarihim demiş ve
tarihinin aylarım çocuklarına isim olarak verivermiştir.
Birçok çocuklarımızın ismide Kadir'dir. Kadir gecesi
dünyaya gelenlere Kadir ismini koyuvermislerdir ama 23
Nisanda dünyaya gelene 23 Nisan ismini koymamışlardır.
29 Ekimde dünyaya gelene Cumhuriyet adını
koymamışlardır. Bu iş zorlada olmaz. Zorla güzellik
olmaz. 1242[125]
1242[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/98-101.
yıldızlar. Gerçekten bir bakıyorsunuz masmavi bir gecede
masmavi bir gökyüzüne papatya tarlası gibidir. Mavi bir
halıda papatyalar bitmiş gibi size gülüyor. Tabi İstanbul'da
göremezsiniz. Çünkü 365 günün gecesinde hava kirlidir.
Ama anadoluda görebilirsiniz. Evinize süs olsun diye para
vererek lambalar alıyorsunuz. Allah (c.c.) para vermeden,
elektrik parasıda ödettirmeden, dünya semasını
süsleyiveriyor. Orada da bir faydasından bahsediliyor. Daha
birçok faydası var. Onuda ilim adamları araştırsın dursun.
"Bilen toplumlar için işte ayetleri biz böyle açıkladık" diyor
Allah (c.c.). Bu bilenler için bilmeyenler kulaklarım tıkar,
gözlerini yumarlarsa ne yapalım. Allah (c.c.) biz bunu
bilenler için açıkladık diyor.1243[126]
98- Sizi bir tek candan yaratan Allah O'dur. Sizin için bir
yerleşme ve emaneten kalma yeri vardır. (Ana rahmi ve
dünya veya dünya ve kabir gibi) Anlayan bir kavim için
ayetleri biz açıkladık.
Allah'ın sıfatlarını anlatıyor bize. Onu nasıl inkar edersiniz
ki, O bir çekirdeği çatlatıp çiçekler, meyvalar, meydana
getirir, gecenin karanlığından aydınlığı çıkarır, size geceyi
istirahatgah kılar, ay ve güneşi size hesap için yaratmıştır,
yıldızlarla yol bulabilesiniz diye yıldızları yaratmıştır, sizi
birtek rîefisten yani Hz. Adem'den 5 milyara ulaştırandır.
Hz. Adem'den bu yana türde de kaybolma yok. İnsan nesli
ağzıyla, gözüyle, eliyle, kalbiyle, saçıyla, tırnağıyla aynen
babasının suretinde devam ediyor; "Al-i İmran'ın başında "O
Allah ki sizi rahimlerde dilediği gibi şekil verir" ayetini
anlatırken tefsir etmiştik. "Yusavvir" "Sara" kelimesinden
türetilmiştir. "Aslına dönmüş olarak" şekil veren
manasınadır. "Yusavvi-rukum" size şekil verir manasına
ama "sara" kelimesinden türediği için aslına dönmüş olarak
1243[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/101-102.
şekil verir manasınadır. Yani babanıza, ananıza, Hz. Adem'e
benzeyerek size şekil veren manasınadır. 1244[127]
1244[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/102.
da yere doğru sarkmış salkımlar vardır. "Dâniye" yaklaşmış
manasına gelir. Size doğru yaklaşmış salkımlar vardır.
Görenler bilir. Hurmalarda hurma olunca dallar aşağıya
doğru sarkar. Meyvalarda da aynı şey olur. Elma ağacında
elma çok olduğu zaman dallar insana doğru sarkar. Buyurun
buyurun manasına gelir. Her ne kadar ağırlık olduğu için
sarkıyor, bu bir kanundur denirse ki doğrudur ama aşağıya
doğru sarkmasıyla bize yaklaşmış oluyor. "Tal" arapçada
"dal demek. Allahu alem,.. Türkçemize de buradan
geçmiştir. Bizde dal diyoruz. Yani hurmayı yaratan O,
hurmada dal yaratan O, dalın üzerinden salkım yaratan O,
salkımıda insanlara doğru takdim edip yaklaştıran da O'dur.
Üzüm bahçelerini yaratan O, zeytin ve narı yaratan O,
birbirine benzer vede benzemez nimetleri yaratan O, şekil
bakımından, tad bakımından, ağaç bakımından, ot
bakımından birbirine benzeyenler ve benzemeyenler olarak
her çeşidi yaratan Allah (c.c.) dür. Bu konuda Ra'd suresin-
de de bir ayet-i kerime var. 4. ayet. "Yeryüzünde birbirine
yakın topraklar var, bahçeler var, üzüm bahçeleri, ziraat
bahçeleri, hurma bahçeleri, çatallı çatalsız. Aynı su ile
sulanır. Ama yemede tad bakımından bir kısmını diğerine
üstün kılarız diyor Allah (c.c.) Toprakları aynı, suları da
ayni ama elmada tatlı, Limonda ekşi çıkıyor diyor Allah
(c.c).
Bu imansızların işi çok zor. Her şeye bir izah bulmak için
adamlar dabalayıp duracaklar. Garibanların başka yolları
yok. Biz diyoruz ki aynı topraktan beslenen, aynı su ile
sulanan, aynı havayı alan bu nimetin birisini tatlı, birisini
ekşi çıkaran Allah (c.c.) dır. Bunu söylüyoruz ve rahat
ediyoruz. Öbürüsü yok bunu tabiat yapar diyor. Tabiat
dediğin nedir? Bu toprak, bu su, bu hava, bu güneştir diyor.
Yahu bu bunu yapacak güçte-midir? Evet diyor. Ben
değilim ama. Peki toprakını akıllı benmi akıllıyım? İnsan
akıllıdır; Yaratılmışların en akıllısı insandır diyor. Onu
kabul , ediyor.
Peki ben yapamıyorum da bu kara toprak nasıl yapıyor?
Yapar diyor. Eğer bunu yapsa bu insanları üzerine bastırmaz
ve başka tarafta gez deyiverir adama. Olur mu öyle şey.Geri
zekalı bu herifler canım. Geri zekalılıklarından kendilerini
dünyada yakacaklar.
Meyvayı verdiğinde ve olgunlaştığında onun meyvasına
bakınız. Mesela olgunlaşmış kırmızı güzel bir elma.
Öylesine kırmızı ki, bir kadının yüzüne sonradan sürdüğü
kırmızılıkla, 15-16'na gelmiş birazda mahcup bir tavır almış
bir kızın yüzünde beliren kırmızılığın farklı oluşu gibi. El-
manın kırmızısıyla, ressamın kırmızısı da hiçbir zaman aynı
değildir. Van gog'un güne bakan çiçeği resmi milyar liraya
satılmış. Adam bir bakmış ki tabiattaki kendisininkinden
binlerce defa güzel. Adam çıldmvermiş. Adam deli olarak
ölmüş. Kulaklarını filan kesmiş. Bu dünyadan deli gitmiş.
Resmi güzeldir, o ayrı. Ama resim bir dondurma sanatıdır.
Halbuki çiçek her an tazedir, her an hareket halindedir.
Öbürüsü ise o hareketin binlercesini bir anda dondurmadır.
Bunu sanatkar anlıyor. Vangog'a tapanları anlamıyor.
Vangog anlıyor bu işi. Fakat V.angog bu iş bizim ya-
pacağımız iş değil deyip kulağını Rabbimin kelamını
duymayınca işe yaramıyor diye, kesmiş zarfın içine
koymuş, sevgilisine göndermiş.
İman eden o toplumlar için işte bunda sizin için ayetler
vardır diyor Allah (c.c). Yani bu ağaçların aynı topraktan,
aynı sudan beslenmelerine rağmen ayrı ayrı çıkışları, ayrı
bir şeye dönüşüşleri, renklerinde kokularında, tazeliklerinde
ve tadlarında ayrı oluşlarıda sizin için ayettir. Yani Allah'ın
varlığına ve birliğine delildir.1245[128]
1245[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/102-104.
yaratmıştı bilisizce Allah'a oğullar ve kızlar uydurup iftira
ettiler.Onların yakıştırmalarından Allah yücedir.
O imansızlar cinni Allah'a ortak kıldılar. Bir kısmıda
şeytana taparlar. Dünyanın en medeni milleti diye tanıtılan
Amerika da şeytana tapanlar derneği kurulmuş. Türkiyede
de hazırlığı var. Yakında müracat ederlerse şaşırmayın.
Adam Allah'a iman edemeyince bir şey bulacak. Yasin
suresinde Allah (c.c.) "Ey insanoğlu; şeytana tapma diye
ben sana söylemedim mi?" diyor. Vallahi hocam şeytana
tapan birisini görüp sorsakşeytanı önüne alıp ona
tapıyoimusun desek hayır diyecektir. Doğru. Zaten tapınma
denilen şey onun verdiği vesveseye uymaktır. Tapınma
denilen şey şudur. Günümüzde biri çıkarda; Allah'ın kelamı
böyle diyor ama, benim ağam şöyle diyor, bu daha doğrudur
ve daha haklıdır diyorsa o adam o ağasına tapıyor demektir.
Tapınma budur.
"Allah onları yarattı." Cinleride Allah yarattı, onlanda Allah
yarattı. Ve Allah için onlar, bilgisizce Allah'a kız veya oğul
isnad ederek iftirada bulundular. Mesela Allah'ın oğlu var
dediler. Hristiyanlar hala bu iftiraya devam ediyorlar. Hz.
İsa Allah'ın oğludur diyorlar. Yahudiler hala "Üze-yir
Allah'ın oğludur" diye iftiraya devam ediyorlar. Biz Üzeyr
salih bir zattır diyoruz. Hatta peygamberdir diyen
insanlarımız var. Çocuklarımızın isimlerinden Üzeyr
olanlarda vardır. Onlar ise hala Üzeyr Allah'ın oğludur
diyor. Günümüz yahudileride buna devam ediyorlar. Allah'ı
bütün bunlardan tenzih ederim, Allah yücelerden yücedir.
Allah onların anlattığı şekillerden yücedir. Onların vasfettiği
şeylerden yücedir,
İmam-ı azam hazretleri çok değerli, çok zeki bir ilim adamı.
Müced-did, müetehid. Benim övmemle yücelecek bir insan
değil. Binlerce, milyonlarca insan onun peşinden gitmekle
zaten onu övmüşler. Diyor ki O; Yahudisi, hristiyanı,
putperesti aynı kalıbın adamlarıdır. Aynı tipte insanlardır
bunlar.
Hocam ayrılıklar var. Günümüzde Amerikayı seven bir
kısım müslüman kardeşlerimiz var, toz kondurmazlar. Ayet-
i kerimede onlar hakkında kafir kelimesi kullanılıyor. Hatta
"İnsanlar içerisinde müslümanlara en şiddetli düşman
yahudilerdir" diyor Allah (c.c). Yani putperestlerden de
şiddetli düşmandır onlar. Ancak Rabbim onlara bazı
muameleleri müsade etmiş, o ayrı. Ama kafir ve
müşriktirler. Allah'a oğul isnad ettimi bir adam, onun işi
bitti demektir. Kafir ve müşriktir O. Ama Allah müslü-
manlara onların kızını almaya, yemeğini yemeye müsade
etmiştir.
Imam-ı Azam hazretleri bunlar hepsi aynı şekilde kafirdir
diyor. Aralarındaki fark ise şudur. Birisi eline birşey almış
dünyanın en değerli incisi benim elimde diyor. Bakıyorum
elindeki üzüm tanesi. Diğeri eline birşey almış o da
dünyanın en değerli incisi benim elimde diyor. Fakat onun
elindeki de ayva. Öbürüsü de dünyanın en değerli incisidir
bu diyor, elinde topraktan yapılmış yuvarlak birşey var. Bu
adamlar bir yerde birle-
şiyorlar diyor İmam-ı Âzam hazretleri. O da inciyi
tanımama da birleşmek. Bunlar inciyi tanımamakta
birleşiyor. Yahudisi, hristiyanı, putperesti Allah'ı
tanımamakta birleşiyorlar.(el-Alim ve-1-müteallim) Nasıl?
Allah'ı tanıtırken Allah'ı tanımamakta birleşiyorlar. Nasıl
tanıtıyorlar? Allah'ın oğlu var diyorlar. Yahudiler Üzeyr
Allah'ın oğlu diyor, hristiyan-lar İsa Allah'ın oğlu diyor.
Öbür tarafta "buda"ya Allah'tır diyor. Üçü bir yerde
birleşiyorlar. O da Allah'ı tanımama. Hayallerine göre bir
Allah inançları var. Onun için Allah "Allah'a nasıl
inanılması gerekiyorsa öyle inanmalılar" diyor.
Türkiye'de bir kısım insanlar var. Benim müslüman
olmasına biraz sebep oluverdiğim biri var. Diyor ki; hocam
çevreden insanlar geliyor bana diyorlarki seni görmeye
gelmedik, seni müslüman eden adamı, Mah-mud hocayı
görmeye geldik. Eski kominist arkadaşlarım beni ziyarete
geliyorlar. Seni görmeye değil seni müslüman eden hocayı
görmeye geldik demişler. Bu kızmış. Ben müslüman
değilmiydim demiş. Bu adam koministlerin o şehirdeki
birinci derecedeki şahsı. Bu adam diyor ki "Ben müslüman
değilmiydim" Gerçekten bu adamın daha önceden
müslüman-lığmda şüphesi yoktu. Türkiye de bu tipten çok
adam vardır. Bir tarafta müslümanhk sağ cebinde durur.
Ona sözde ettirmez. Ama sosyal nedenlerden dolayı
fakirliğin kalkması için, herkesin eşit seviyeye gelmesi için
koministliğin gelmesi lazım diyen bir fikir geliştirdiler. Ama
bizde bunlara vurduk damgayı. Kominist olan
müslümanlıktan çıkar dedik doğru. Bu işi şuurlu olarak
yapanlar var. Bunların sayısı 500'ü geçmez. Yani komi-
nistliğin müslümanlıktan ayrı bir din olduğunu bilenler var.
Bunlar ise bilmez. Daha önce anlatmıştım. Bir adam
koministlik adına kahvehane taramaktan 8 sene yatmış
çıkmış. Sonra 8 sene daha aldı. Şimdi onun için yatıyor
içeride. Çıkınca kayınbiraderleri dayamışlar tabancayı
adamın kafasına, boşa kız kardeşimizi niye beklesin senin
yolunu demişler. Belediye nikahımız yok diyor. Oğlum var
10-12 yaşında . O da zoru görünce boşamış. Boşadıktan
sonra da biri demişki git Mahmut hocaya sor. Bana geldi.
Oğlum dedim koministlikten girdin ma'dem neden avrat
boşamayla uğraşıyorsun. Hocam ben rnüslümanım diyor.
Niye böyle yaptın? O ayrı. Verdiler cebime parayı, verdiler
elime tabancayı fakirdik bu işleri yaptık. Fakat biz
müslümanız. Bu türden insanlar var.
Farzetki biri "ben senin dininden değilim" dese, diyor
İmam-ı Azam hazretleri Adama yine soracaksın. Bundan
neyi kastediyorsun. Adam diyor ki bu Kur'an-ı"cebinde
taşıyacak olursan kurşun geçmez. Karşısındaki de " Vallahi
senin dininden değilim" diyor. Bu adam böyle söylüyorsa
bu müslamanlıktan çıkıyor anlamına değildir. Senin bir din
anlayışın var: Yanlış. Ben ondan değilim diyor adam.
Türkiye'de çok derbederlik var.
Bir camiye vardım. Bir hacı devamlı namaz kıldığı halde
camiye. Hocaya sordum. Niye gelmez camiye, O yok.
Vallahi hocam kolundan tuttum attım dışarı dedi. Hayrola
yahu dedim. Caminin önünde otururken diyor "oğlum ne
uğraşıp duruyorsun bu memlekete şeriat gelmez" demiş. O
da namazını kıldırtmadan tutmuş kolundan, kapıdan dışarıya
atmış. Senin hacılığında, namazında, orucunda, bu güne
kadar ne yaptıysan hepsi gitti, defol hadi demiş. Namazdan
sonra ben hacının evini gittim. Hacıyı dinledim. Diyor ki
"hocam bunlarla gelmez." Hacınm anlatmak istediği oymuş.
Ulan birşey yaptığınız yok sizinle mi gelecek diyormuş o.
Bunu inkar babında söylemiyor. Bunların hali diyor İmam-ı
Azam hazretleri şuna benzer. Bir adam insanların karşısına
geçse ben eşşeğim, ben eşşeğim dese siz o adama eşşeksin
dermişiniz demezsiniz. Onun için bu adamlar yanlış ifade
ediyorlarsa o ifadelerinden kastının ne olduğunu da sorun
diyor.1246[129]
1246[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/104-107.
görülecektir, Onlarda yani Emevilerde daha öncekilerden
etkilenmiştir. Diğer camiler üzerinde Ayasofyanın etkisi
vardır. Hristiyanlar tarafından yapılmıştır ama Mimar Sinan
üzerinde Ayasofyanın etkisi vardır.
Allah (c.c.) bu kainatı, bu çiçeği, bu böceği, bu insanı
yaratırken daha önce birşey yoktu. O kainatı modelsiz
olarak yarattı. Önemli olanda bu zaten.
"Onun nasıl çocuğu olur" Yahudiler Üzeyr onun oğludur,
Hristiyanlar Isa onun oğlu diyor. Onun nasıl çocuğu olur.
Onun için bir eş yokki onun çocuğu olsun. Herşeyi O
yarattı, O, herşeyi bilendir" diyor Allah (c.c).
Bizim işçi ile Alman şef aynı fabrikada çalışıyorlar, dini
konulara girmişler. İsa Allah'ın oğlu mu? Oğlu. Nereden
oldu. Meryem'den oldu. Yahu nasıl olur bu? Bizimki Allah
ne kadar büyük demiş. O çok büyük demiş. Bizimki bana
bir tarif et Allah ne kadar büyük, dünyadan büyük mü?
demiş. O dünyadan büyük demiş. Yıldızdanda mı? Evet.
Güneşten! Evet. Bütün yıldızlardan ve güneşten büyük
diyormuş şef. Bizim ki sormuş; deve mi büyük pire mi
büyük? Demiş ki; deve büyük. Peki deve ile pire birleşip
pire meydana gelmiş desem deyince bizim ki; O olmaz lan
gerizekalımısın sen demiş. Ulan demiş bütün kainattan
büyük olan Allah'a inanıyorsun. Meryem ne kadardı? senin
anan veya benim anam kadardı. Bu iş olur mu? deyince şef
kalakalmış. Allah (c.c.) biryerde onu diyor. "Onun nasıl
çocuğu olur? Ona layık bir eş yok ki." Yani Rabbime layık,
rabbim kadar büyük, rabbim kadar güçlü, bilgili bir eş
yokki, onun şeriki ve naziri yokki çocuk olsun diyor Allah
(ç.c). O herşeyi yarattı, O herşeyi bilmektedir diyor
Rabbimiz.1247[130]
1247[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/107-108.
yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır. O'na kulluk ediniz. O'
herşeyin üzerinde vekildir.
Bu ayet-i kerimede Allah yine kendisini tanıtıyor. 101.
ayette yeri ve göğü modelsiz bir şekilde yaratanın kendisi
olduğunu ve onun için bir çocuk, onun için bir arkadaş da
olmadığını, herşeyi onun yarattığını, herşeyi onun bildiğini
ifade ettikten sonra "İşte sizin rabbiniz bu" diyor. Yani sizin
rabbiniz herşeyi bilendir, herşeyi yaratandır, yarattığını
modelsiz yaratandır. Daha önce biri yaratmış da onun
benzerini yapmış gibide değildir. İnsan modelsizdir, çiçek
modelsizdir, böcek modelsizdir. Daha önce olmadığı halde
Allah (c.c.) onları yaratmıştır. Bu ifadenin anlamı şudur.
İnsanoğlu bu günkü uzay araçlarını, uçakları yapıyorlar.
Ama bunun temelinde ilk insanın tekeri yapması
yatmaktadır. İlk insan tekeri yapıyor. Tekerin üzerinde
eşyasını taşımaya başlıyor. Sonra sığırını, atını, öküzünü
onun önüne koşuyor. Derken bugünkü merhaleye geliniyor.
5000 yıl içerisinde bu hale geliyor. İnsanoğlunun tekeri
icadıyla bugünkü havada. uçuşu arasında binlerce yıl
geçiyor. Allah (c.c.)'ın gücünü ona göre mukayese ediniz.
İnsanoğlu bugün yaptıklarıyla bir yarasanın kabiliyetine
ulaşmış değil. Bir kartalın kabiliyetine ulaşmış değil. Bu
kadar ince, bu kadar güzel ve de canlı. Yakıtı kendisinden.
Kendisi topluyor, kendisi öğütüyor ve kendisi dışkı haline
getiriyor. Ayrıca hayvanların özellikleri ile ilgili batıda,
doğuda ve Türkiye'de terceme edilmiş, yazılmış özel ki-
taplar vardır. İlk defa yaratıyor ve öyle yaratıyor. Yani
yaratılışında tekamül yok eşyanın. Bazıları Allah'ın (c.c.)
gücüne fazlaca inanamadıkların-dan dolayidırki tekamül
nazariyesini geliştirmişler. İnsanın maymundan geldiği
hikayesini bize anlatıveriyorlar. Halbuki tabiatta
gördüğümüz herşey onların ortaya atmış oldukları iddianın
yanlışlığını ortaya koyuyor. Biz Allah'ın bize öğrettiğini
söylüyor ve diyoruz ki; "Rabbimiz herşeyi örneksiz,
modeJşiz yaratmıştır. Herşeyi yaratan O'dur ve O herşeyi
bilmektedir."
"İşte. size işaret ediyorum rabbiniz budur"' diyor Allah (c.c).
Ondan başka ilah yoktur. O herşeyin yaratıcısıdır. Öyleyse
ona ibadet ediniz, ona kulluk yapınız. Onun emirlerini tutup,
yasaklarından kaçınınız. Herşeyi yaratan O olunca ibadet ve
kullukta ona yakışır. Yoksa Allah'ın yarattığı herhangi
birşeye kulluk yakışmaz. Çünkü oda bizim gibi yaratıl-
mıştır.
"Herşeyin vekilide O'dur." Vekil bir başkasının işlerini
üzerine alan manasına geliyor. Bu işte filan benim vekilim
diyoruz. Allah (c.c.) bizim vekilimiz. Nasıl? Yaratanımız O,
bütün vücudumuzdaki sistemi, kalbimizi, kanımızı
yaratanımız O, yöneten de O, öyle olunca bu işlere biz ken-
dimiz müdahele edemediğimize göre, Allah (c.c.) yaptığına
göre O bizim vekilimizdir. Bizim vekilimiz olduğu gibi
herşeyin vekili de O'dur. Çiçeğin topraktan çamur yutması,
yukarıda koku vermesi onun koymuş olduğu kanunlar
içerisinde olmaktadır. Allah'ın (c.c.) verdiği gıdayı almakta
ve onu bir başka şekle çevirmektedir.1248[131]
1248[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/108-109.
"O gözleri idrak eder." Çünkü bütün gözleri O yaratmış.
Bütün gözleri gören O, bütün gözlerin mahiyetini bilen O.
Sırf göz konusunda ihtisas yapan, profesör olan
doktorlarımız var. Onlarla görüşseniz bile, onlar diyorlar ki;
göz hakkında daha ulaşamadığımız çok derin alanlar var.
Araştırmalar devam ediyor. Göz mütehassısı olan
doktorumuzun söylediği budur. Şu anda bilemiyoruz, ama
ileride yapacağız diyor. Yani bizimde bilgimiz gelişecek, bu
konuda çeşitli ilaçlar ve tedavi yollarıda geliştireceğiz diyor.
Allah gözleri bilir, görür ama gözler onu idrak edemez diyor
Allah (c.c). Bu ayet-i kerimeden yola çıkarak Hz. Aişe
validemiz Peygamber efendimiz (s.a.v.)'rn Allah'ı
gördüğünü yalanlıyor . Diyor ki; Peygamber bu dünyada
iken Allah'ı görmedi. Kim peygamber Allah'ı gördü derse,
peygambere indirileni yalanlamıştır. Yani Kur'an-ı
yalanlamış olur. Çünkü Kur'an-ı kerim de "gözler onu
göremez, idrak edemez, O gözleri idrak eder" buyuruluyor.
Bu Hz, Aişe validemizin görüşüdür.
Yine sahabeden Abdullah bin Abbas (r.a.) peygamber
efendimiz gözüyle değilde, gönlüyle gördü diyor. Miraç
gecesinde gönlüyle gördü diyor. Ama sahabeden bir tanesi
sormuş peygamber efendimize; Ya Resu-lallah miraç gecesi
Rabbini gördün mü? Efendimiz de "ben onu nasıl göreyim
O bir nurdur" demiş. 1249[132] Yani görmediğini ifade etmiş.
Fakat tasavvufla meşgul olan, tasavvuf tarafı ağır basan bir
kısım ilim adamlarımızda, bu idrak kelimesinden yola
çıkarak, "gözler onu idrak edemez" diyor. Ayet-i kerime
"göremez" demiyor. Onun için peygamber efendimiz (s.a.v.)
rabbini görmüştür. Ama künhüne vakıf olacak şekilde
görmemiştir. Bunu misal olarakta şöyle anlatmışlar. Mesela
gözünüzü gökyüzüne çevirdiğinizde ay'i görürsünüz. Ama
ay hakkında bilgimiz yok bizim. Yani ay hakkında bilgi
1249[132]
Müslim İman 291
verecek kadar görmüyoruz. Ay'ı görüyoruz da ay hakkında
bilgi verecek kadar görmüyoruz. İşte aynı şekilde
peygamber efendimiz miraç gecesinde Rabbini gördü. Ama
onun hakkında kuşatıcı bilgi verecek kadar görme değildir
bu. Gökyüzüne baktığınızda gökyüzünü görüyor musunuz?
Evet. Peki kaç tane yıldız var. Bilemiyorsun ki. Yıldızlar
nasıl birşey? Onuda bilemiyorsunuz. Ama gökyüzünü
gördüm diyorsun. Aynı şekilde Allah'ı (c.c.) da peygamber
efendimiz gördü. Ama onu bize tarif edecek şekilde
mahiyetini kavrayacak şekilde değil diyerek izah etmişler.
Ahirette görüleceği konusunda ehl-i sünnet ittifak ediyor.
Cennette müslümanlar, mü'minler, Hz. Adem'den kıyamete
kadar gelecek olan ve cenneti hak eden müslümanlar Allah'ı
görecektir diyorlar ve ayetten de, delil getirmişler. "O gün
mü'minlerin yüzleri ayın 14'ü gibi parlak olacaktır. Ve aynı
zamanda da rablerine bakıcı olacaklardır. Yani rablerini
göreceklerdir." diyor Allah (c.c). Bu ayetten hareket ederek
ehl-i sünnet, Allah'ın cennette görüleceği konusunda ittifak
etmişlerdir. Yalnız Mu'te-zili kardeşlerimiz ahirette
görülmeyecektir demişler. Bu konuda da kelam kitaplarında
epeyce münakaşalar vardır. Fakat biz ehl-i sünnetten olarak,
sahabenin çoğunluğu, tabiinin çoğunluğu, aynı konuyu
benimsediklerinden yani cennette görülecektir. Bu ayet-i
böyle yorumladıklarından dolayı biz öyle kabul ediyoruz.
Peki o zaman nasıl görülecektir? Bir kere orası bu aleme
benzemiyor. Gözlerimizin görüşüde benzemeyecek. Onun
için yiyecekler, içecekler, giyecekler, görecekler bu dünyada
hayale hatıra gelmeyecek şekilde daha güzel, gözlerimizde
gönüllerimizde de ona
göre bir değişiklik olacaktır. Gözlerin görüş alamda bu
dünyadaki gibi belirli frekanslar içerisinde
1250[133]
olmayacaktır.
1250[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/109-111.
104- Muhakkak size Rabbinizden basiretler geldi (gönül
gözü ve gönül gözünü açan Kur'an geldi.) Kim görürse
kendisi için görmüş olur. Kimde görmezse kendi
zararmadır. Ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim.
Basiretin çoğulu Besair. tefsirinde de Allah, size deliller
geldi diyerek açıklanmış. Gözlerinizi açacak ayetler,
hüccetler geldi. Öyleyse "kim görürse kendisi için görmüş
olur. Kim de gözünü yumarsa İslama karşı kendi zararına
olur. Ben sizin üzerinize bekçi değilim." Koruyucu değilim.
Çok güzel ayet-i kerimeler. Doktor hastasını çağırıyor.
Hasta gelip doktora diyor ki: Efendim iki gözümde
görmüyor, bende katarak varmış. Doktorda aynı teşhisi
koymuş ve ameliyat etmiş. Gözleri açılmış. Fakat adam iki-
üç yıldır gözleri kapalı olarak gezdiğinden dolayı aydınlığa
gözünü açmamakta direniyor. Doktoru aç kapaklarını diyor,
adam açmıyor. Aynen öyle birşey. Bu ayet-i kerimeyi
anlarken benim gözümün önüne bu olay geldi.
Allah size hangisi doğrudur, hangisi yanlıştır, hangisi
helaldir, hangisi haramdır, hangi yol cennete gider, hangi
yol cehenneme gider gibi yollar göstermiş. Yani önünüzü
açmış, basiretinizi açmış. Şimdi gözünü açan, gönlünü
İslam'a açan bu ayetler doğrultusunda giden kişi, bunu
kendisi için yapmış olur. Ve neticede kendisi kazanmış olur.
Kimde bu kadar deliller ayetler, ameliyatlar olmasına
rağmen gözlerini kapatacak olursa, o zaman zararı
kendisinedir. "Ben sizin üzerinize bekçi değilim."
Yani adamın gözlerini ameliyat etmişsiniz, adam gözlerini
kapatmakta diretiyor. Siz bu sefer koltuğuna gireceksiniz.
Ayet ben koltuk değneği değilim manasına geliyor. İşte
ayetler, işte yol, bu yol cennete gider, bu yol cehenneme
gider, Şu iyidir, şu kötüdür. Bunlar size verilmiştir. Bundan
sonrasıda irade etmek size aittir. Dileyen cennet yoluna,
dileyen cehennem yoluna gider. Ve ben tutupta sizin
elinizden yok buraya gideceksiniz diye zorlayıcı değilim
diyor Allah (c.c). 1251[134]
1253[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/112-113.
duyurmanın yollan öğretiliyor. Çeşitli ayet-i kerimelerde
tebliğin metodlarını Allah (c.c.) haber vermiş.
Hocalarımızın bize çokça duyurduğu "rabbinin yoluna
hikmetle çağır, güzel vaazlarla, güzel nasihatlarla çağır, en
güzel şekilde onlarla mücadele et" ayetidir. 1254[137] Diyelim
ki o gün için Bizans'a ve İran'a İslam'ı tebliğ için yola
çıktınız. Biz harb etmek niyetinde değiliz, zorla insanlara
İslamiyeti de kabul ettirmek istemiyoruz, zaten rabbim bunu
yasaklıyor ama, bizim tebliğimiz İran'daki insanlara ulaşma-
lıdır. Kudüs'teki, İstanbul'daki, Roma'daki insanlara
ulaşmalıdır. Bunu engellerseniz, engelinizi ortadan
kaldırırız. Yani İslam'ın harbi vardır. Bu konuda ayet-i
kerimeler vardır. Günümüzde batıya şirin görünmek için;
efendim İslam'da savunma harbi vardır, hücum harbi yoktur
diyor bazı insanlarımız. İkiside yoktur aslında. İslam'da
dinimin yayılması söz konusudur. Karşı taraftaki insan
harbetmesin, engel olmasın, bizde yolumuza devam edelim.
Şimdi bu batı kafa yapısına şartlanmış bazı insanlara
hoşgelmeyebilir. Diyoruz ki; mülk rabbimindir. Bunu kabul
ediyormusunuz? Evet der. İnançsızı dahi bunu kabul eder.
Yani kainatı Allah tarafından yaratıldığını kabul eder. Peki
inşamda yaratan O mu? Evet O. Bu insanlara Rabbim
peygamber göndermiş, Kur'an göndermiş ve bu insanların
neyi nasıl yapacağını öğretmiş. Diyor ki; benim kelamımı
insanlara ulaştırın. Biz ulaştıracağız. Mülk onun ise, bu
insanlarda onun ise, emri de O veriyorsa bizim görevimiz
ulaştırmaktır. Bu batılı kültüre göre yetişmiş adam diyor ki;
bu başka devletlerin içişlerine karışmak olur. Yahu başka
devlet nasıl olmuş. O adam gelmiş benim evimin yanıbaşına
taş dikmiş, burdan bu tarafı benim devletim diyor. Burası
benim idi. Olsun ben yeni taş diktim, buradan bu yanı benim
diyor. Peki ben geçecek olsam. O zaman içişlerime
1254[137]
en-Nahl 125
karışmak olur diyor. Yahu bu mülk benim . Bu mülk
rabbimin. Eğer devlet bazında ele alacak olursak meseleyi.
Bir zamanlar Osmanlının idi. Şimdi hep siz gelip işgal
ettiniz. Yok hayır benim çizdiğim yer benimdir. Benim
dediğim dedik çaldığım düdüktür diyor adam. Yani adamlar
belir-liyor sizin nerede duracağınızı nereye kadar
gideceğinizi. Yani bu durum o insanlara ilahlık vasfı
veriyor. Böylelikle kendilerini ilahlaştırıyorlar, Allah (c.c.)
yeryüzünü insanlar için yarattığını Bakara suresinde
"Yeryüzünde ne varsa sizin için yarattı "(Bakara 29)diyerek
haber veriyor. Mülk onundur. Diyor ki; burası bütün
insanlık içindir. Öyleyse sınır için iki tane taş konulur. Bir
tarafı gavurların sınırıdır, diğer tarafı da müslümanla-rındır.
Bu kadar olur. Gavurlar kendi aralarında böleceklermiş,
bölsünler. O ayrı bir durum. 1255[138]
1257[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/115-116.
iman edecekleri konusunda bütün güçleri ile emin ettiler.
Deki "Ayetler Allah katındandir. O ayetler geldiği zaman
iman etmeyeceklerini siz nasıl bileceksiniz.
Müşrikler bütün güçleriyle yemin edip diyorlar ki; eğer
onlara da bir ayet gelecek olursa, yani bir mucize gelecek
olursa ona iman edecekler. Hem Vallahi hem billahi şöyle
şöyle bir mucize gösterecek olursan biz sana iman edeceğiz
diyorlar Mekke'li müşrikler.
"Deki: ayetler ve mucizeler Allah katındadır." Yani ben
mucizeyi gösteremem size. Peygamberimiz (s.a.v.) istediği
zaman mucize gösterememiş. Hani istediği an ayet
getirememiş. Hatta peygamber efendimizin bir fetret dönemi
vardır. Vahiy geldikten bir müddet sonra vahiy kesilive-
riyor. Mekkeli müşrikler diyorlar ki; Muhammedin Rabbi
Muhammedi bırakıverdi.
Ayetlerin gelmesi rabbimdendir, mucizelerin
peygamberimize veril-meside Rabbimdendir. Rabbim
verdikten sonra peygamber efendimiz mucizeleri göstermiş
onlara. Ama iman etmeyen yine de iman etmemiş. Buna
rağmen yeminle diyorlar ki; biz yemin ederiz ki eğer bize
mucize gösterirsen biz iman edeceğiz.
"Deki; ayetler ve mucizeler Allah kalındadır.
"Müslümanların bağrı yanık. Kafirlerin müslüman olmaları
için çok arzulular. Çünkü o gün için iman etmeyenler bir
kısmının anası, bir kısmının babası, bir kısmının da kardeşi,
bir kısmınında dayısı, amcası. Yani müslüman olmuş bir
sahabi müslüman olmayan amcasının, müslüman olmayan
babasının müslüman olması için dünyada ondan daha çok
arzu ettiği bir şeyi yok. Onlar gönüllerinden diyorlar ki;
keşke peygamberimiz onların istedikleri mucizeleri
gösteriverse. Rabbim diyor ki; siz nereden bilirsiniz. Size
kim birşey his-settirdiki. Onlara mu'cizeler gelsede onlar
iman etmez diyor Allah (c.c.).
Yani siz bir mucize göstermesini arzu ediyorsunuz ama,
mucize gelsede iman etmeyecek olanlar iman etmezler.
Çünkü peygamber efendimizin (s.a.v.) getirdiği ayetlerin
bizzat kendisi mucize. Ayrıca peygamber efendimizin ayetin
işareti, hadisi şeriflerin doğrudan delaletiyle Ay'ı ikiye
yardığı haber veriliyor. Onu da gördükleri halde
peygamberimize sihir yapıyor demişler. Yine birçok ayet-i
kerimede "eğer onlara mucize olarak ölüler konuşturulmuş
olsaydı, onlar gökyüzüne çıkarılmış olsaydı, peygamber size
sihir yapıyor derlerdi" diyor. Bir başka yerde ifade ediliyor
bu. Eğer biz onları yeryüzünden alsak gökyüzüne doğru bir
mucize olarak çıkarsaydık, peygamber sihir yapıyor derler
yine de iman etmeyenler iman etmezdi diyor Allah (c.c).
Hani gökyüzünde güneşi gördüğü halde iman etmeyen
adama ne diyelim biz. O da bir mucizedir. Ay bir mucize,
yıldız bir mucize. Gökyüzünde bunları birbirine
değdirmeden devam ettiren Allah'ın (c.c.) her yarattığı ayrı
bir mucize. Eline baksa eli mucize, gözüne baksa gözü
mucize insanın. Bunlara iman etmedikten sonra ne mucizesi
getireceksin ki bu insanlara.
Efendim bunlara alışmışız. Alışmadığımız bir şey olsun.
Alışmadığınız bir şey getirdiğinizde itirazları hazır. Sihir
yapıyor. 1258[141]
1260[143]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/117-118.
olan bir şerre karşı hazırsınız. Yani boksörün veya
karatecinin tavır aldığı gibi evden çıkarken pis insanlara
karşı tavır almış olarak çıkıyorsunuz.
Yalnız bizim değil diğer peygamberlerinde cin ve insan
şeytanlarından düşmanları vardır. "Onların bir kısmı
diğerine sözleri süsleyerek söyler. Onu yaptığı işlerde
aldatmak üzere güzel sözler söyler. Şeytanlar birbirlerine,
İblis olan şeytan insanların kulağına, gönlüne vesvese verir.
İnsandan şeytanlarda birbirlerine bazı şeyleri telkin ederler.
Günümüzde gazetelerde okuyoruz. Adamlar "Yahu
müslümanlar filan yeri ele geçirmiş" diyorlar. Fethetmiş
demiyorlar. Aslında fetihtir bu. Bu birbirlerine haber
vermedir. Ne ile haber veriyor? Sanat adı altında haber
veriyor. "Zuhrufe'l-kavli" bu. Sanat adı altında sözü
süsleyerek söylüyor. Adam şiir yazıyor dinime sövüyor,
nesir yazıyor dinime sövüyor, roman yazıyor dinime
sövüyor, hikaye yazıyor dinime sövüyor. Yahu kardeşim
yapmayın bunu dediniz mi? Yahu sanat bu diyor. Sanata mı
karşısın diyor. Ve ekliyor bunlar sanat düşmanı diyor. Yahu
dikeni övmenin anlamı yok, gülü övünde sanat diyelim.
Yaratanı övünde sanat diyelim. Ayının armudu övdüğü gibi
armudu övmeyin. Armudu yaratanı övünde sizin dediğinize
sanat diyelim.
"Eğer Rabbin dilemiş olsaydı bunları yapamazlardı. Onları
ve onların iftira ettiklerini de bırak." Yani onlarıda bırak
birbirlerine vesveselerini versinler, yaptıkları iftirada seni
yolundan alıkoymasın.
Günümüzde müslümanlarımız buna biraz fazla takılıyorlar.
İmansızın biri dinime sataşan bir kelime söyleyiveriyor, bir
ay gazete ve dergilerimiz ona cevapla sayfalarını israf
ediyorlar. Buda bir israftır. Rabbim "onları ve onların iftira
ettiklerini bırak, sen söyleyeceğine bak" diyor. Peygamber
efendimizden (s.a.v.) Ebu Cehil benim hakkımda şöyle
demiş diye bir hadis yok. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde
35.000 hadis vardır
derler. Buhari'de tekrarsız 4.000 hadis vardır derler.
Müslimde de 4000 kadar hadis vardır. Bunlar ve diğer hadis
kitaplarının tamamında Ebu Cehil benim hakkımda böyle
demiş ona ben şöyle cevap veriyorum diye bir hadis yok.
Acaba Ebu Cehil hiç ağzını açmadı mı ki. Hergün iftira
üretiyorlar bunlar. Efendimiz (s.a.v.) eğer onlara cevap
verme yoluna bir girmiş olsaydı tebliğe zaman kalmazdı.
Binlerce kafir binlerce iftira üretiyor. Hepsine cevap verme
durumunda kalacaktı. Binlerce adamın size iftira ettiğini
düşünün ve sizde kendi mesajınızı sunun. Mesajınızı
sunarsanız binlerce insandan size kulak veren insanlar
çıkacaktır. Ama iftiraya cevap vermeye yönelecek olursanız,
mesajınızı söyleyecek zaman bulamazsınız. Allah (c.c.)-
"Onları da iftiralarını da bırak, sen yoluna devam et" diyor.
Bu konuda Bediuzzaman hazretlerinin bir sözü vardır.
Evimin yandığı haberi geldi diyor bize anlatmak için . Ben
çoluğumu çocuğumu kurtarmak için evime doğru
koşmuşum. Yolda giderken düşmanlarımdan biri karşıma
çıkmış bana küfrediyor. Dövebilecek gücüm var. Ne
yapayım şimdi? Adamla mı uğraşayım yoksa evime mi
koşayım. Evine koşacaksın. Çünkü çoluğunu çocuğunu
kurtaracaksın. Onun gibi bir devletin dini imanı elden
gidiyor ve siz bir kaç tane iftira yapan adamla uğraşıyorsu-
nuz. Biz tamamen bu dini yanlış anlayan bu insanlara en
güzel şekilde dinimizi tanıtmaya çalışacağız, anlatmaya
çalışacağız. 1261[144]
1261[144]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/118-120.
nebî için insanlardan ve cin şeytanlarından düşmanlar kıldık
ki onların bir kısmı diğerine aldatmak için güzel sözlerle
vesvese veriyor. Rabbin dilemiş olsaydı bunları
yapamazlardı" Niye yapıyorlar? Ahirete iman etmeyen kişi-
lerin gönülleride onlara meyletsin, onlardan hoşlanmasın
için. Ve kazandıklarını tamamıyla yani günahlarını
toplasınlar diye. Biz onlara bu mühleti verdik diyor Allah
(c.c). 1262[145]
1262[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/120.
kitabın Allah katından olduğunu ve gerçek olduğunu
bilirler. Sakın sen şüphe edenlerden olma diyor Allah (c.c.).
Daha önce tefsiri geçmişti. "Hayır, rabbine yemin olsun ki
onlar ihtilaf ettikleri konularda seni hakem tayin etmedikçe
iman etmiş olmazlar. 1263[146] İmammıza dikkat edelim.
Peygamber efendimizi hakem tayin etmedikçe iman etmiş
olmazlar. 60. ayettede "şu insanları görmedin mi. Onlar
rabbe iman ettiklerini iddia ederler. Allah'a iman ettiklerini
iddia ederler. Sana indirilene iman ettiklerini iddia ederler,
senden önceki indirilenlerede iman ettiklerini iddia ederler.
Yani Kur'ana iman ettik diye iddia ederler, Tevrat'a, İncil'e,
Zebur'a iman ettik diye iddia ederler ama, Allah'a isyan eden
kafirin önünde mahkeme olmayı isterler. Allah'ın emrine
göre değil, Allah'ın emrine muhalif olarak hükmeden
adamın önünde mahkeme olmak isterler. Halbuki o tağutu
inkar etmekle emro-lunmuşlardı. Yani onu kabul etmeyiz
diye bağırmaları için emrolunmuş-lardı" diyor Allah
(c.c). 1264[147]
1265[148]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/121-122.
Rabbimin iyi dediğine 5 milyar insan kötü dese taviz yok.
Biz böyle dediğimizde karşı taraf bize katısınız dememeli.
Biz katı olmuyoruz. Makalesinde biri yazmış. Eğer Tür-
kiye'de Kur'anı istermisiniz diye bir oylama yapılsa % 98
kazanır. Ama buna hiçbir vakit girmeyeceğiz diyor adam.
Buda çoğunluğun despotizmi olur diyor. Madem
çoğunluğun dediği olur diyorsunuz. Neden çoğunluğun
dediğine sen uymuyorsun ki, bunlar kendilerini kelek kesen
olarak kabul eden adamlar.
"Bunlar ancak zanna uyarlar" diyor rabbim. Zan: kişinin bir
şeyin doğrumu yanlış mı olduğu konusunda kanaat beyan
edemediği ama doğru olduğu kanaatin ağır olduğu şeydir.
Yüzde yüz doğru zan ise %50-60 oranında doğrudur. Zan
olması için yarıyı geçmesi lazım. Burada rabbim onlara
biraz pay veriyor. Yani kafirlerin hepside art niyetli değildir.
Dünyada kanun yapan adamların hepsi art niyetli yani bu
insanları ifsat edelim, şöyle şöyle yazalım da böyle bozalım
gibi değiller. Çok iyi niyetli adam. Ama adamın yetiştiği
kültüre, edindiği bilgiye göre bu koyduğu kanun bu
insanların işine yarar. Peki efendim ne kadar eminsiniz.
%50-60 diyor. Kesin demesi mümkün değil. Çünkü insan
hayatı devam ediyor. Her gün yeni olaylar yeni meseleler
çıkıyor ortaya. Bugün koyduğu kanun için yarın sabah
keşke böyle yazmasaydım diyor adam. Onun için "Ve onlar
ancak zanna tabii olurlar veya yalana tabii olurlar yalan
söylerler" diyor Allah (c.c). 1266[149]
1266[149]
.Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/122-123.
Allah'ın yolundan gidenleri de yine en iyi bilen Allah
(c.c). 1267[150]
1267[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/123.
duruverir, kafirin hayatına dönüverir. Velev ki adam alnını
seccadeden hiç kaldırmasın velev ki bir ömür boyu oruç
tutsun adam, velev ki adam her sene hacca gitsin, arada bir
kaç defa umre yapsın. Ama Allah'ın ayetlerinden birini
inkar edecek olursa, fabrikada bir dişlinin kırılmasıyla
topyekün fabrikanın durduğu gibi bu adamın müslümanlık
hayatı durur. 1268[151]
1268[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/123-124.
sapıttılar. Bilgisizce sapıttılar. Yani adam kendi mantığıyla
hareket ederek sapıttı. Allah'ın öldürdüğünü
yemiyorsunuzda kendi öldürdüğünüzü neden yiyorsunuz?
Bu bir mantık oyunudur. İşte insanlardan bir çoğu bilgisizce
kendi hevaları doğrultusunda sapıttılar diyor Allah (c.c.)
Günümüzdeki imansızları şöyle gözünüzün önünden bir
geçirin. Yani ben gavurum, ateistim diyen insanlar genelde
bilgisiz insanlar. Mantığını kullanıyor ama okumuyor adam.
Ama hocam okuyor. Okuyorda arabacının atı gibi okuyor.
Okunması gerekeni öğretmişler ona. Filan, filan, filan
imansızın kitaplarını, filanın romanlarını, filan, filan
hikayeciği okuyacaksın. Bunların hepsi imansız. Be adam
50-60 senedir bu memlekettesin. Bu insanların yetiştirdiği
hayvanın gönünü ayakkabı olarak giydin, kanın onlardan,
gönün onlardan, sırtındaki yününde onlardan. Bu adamların
elindeki kitabı-da bir okusana. Ona vakit bulamadı bu
arkadaşlar. Bunlar bilgiden kaçıyorlar. Rabbim de,
bilgisizce kendi görüşleriyle insanların bir çoğu sapıttı
diyor.
"Senin rabbin haddi aşanları en iyi bilendir" diyor Allah
(c.c). 1269[152]
1273[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/126-127.
122- Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisi ile yürümesi için nur
verdiğimiz kimse karanlıklar içinde çıkamayan kimse
gibimidir. işte böylece kafirlere yaptıkları süslenmiştir.
Ölü iken dirilttiğimiz yani cahil iken alim yaptığımız ve ona
yolda yürürken nur olsun diye kitap verdiğimiz insan mı,
yoksa karanlık içerisinden hiç çıkamayan insan mı daha
doğru yoldadır. Hangisi daha iyidir? Yani önünde kandili
olan, bir aydınlık yolda giden mi, yoksa karanlığın
içerisinde kalakalan mı? İkisi bir midir? diyor Allah (c.c).
Yani iman eden, Kur'ana göre hareket eden karanlık gecede
elinde kandil olan gibidir. Kafir ise karanlığın içerisinde
yapayalnız kalakalmış kişidir.
İşte kafirlere de yaptıklarını böylece süsledik diyor Allah
(c.c). Burada şu hatırımıza geliyor. Yahu hocam karanlıkta
kalmayı kim ister. Karanlıkta hep böyle durmayı istermi
insan. Rabbim diyor ki; kafire o küfrü süslü gelir, güzel
görünmeye başlar. Adam kendi karanlığımda aydınlık gibi
insanlara takdim etmeye kalkar ve bunda da başarılı
olduğunu zanneder. Yani o durumundan da memnun olur.
Bu şuna benzer. Yarasaya gel gözlerini açalım bak dünyada
güneş var, ay var demek gibi, halbuki o durumundan
memnun. Bu arkadaşlarda küfürlerinden memnunlar, pislik-
lerinden memnunlar. İmansızın birisi şöyle diyor:" Eğer
müslümarilar iktidara gelecek olursa ki buna fırsat
vermeyin- İslamiyet fitneyi sevmez. Sizinde geliriniz,
yaptığınız, tuttuğunuz herşey fitne olduğuna göre sizin
kökünüzü kazırlar." Böyle adamlar var memlekette. Yani
yaptıkları işin namıssızlık olduğunu biliyorlar. Fakat şunu
bilmiyorlar. Müslümanlar gelecek olursa onları yok
etmeyecek. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Mekke'yi
fethettiğinde hepsine birden ilan etmiş. Biraz öncesine kadar
yaptığınız bütün suçlardan affedildiniz demiş. Bundan sonra
kitaba uyacaksınız demiş ve başarılı olmuştur. Yani biz
ifsad etmek için gelmedik, ıslah etmek için geldik.Kafirlerin
küfürlerine son verdikleri anda afvolunacaklarını haber verir
Rabbimiz. 1274[157]
1274[157]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/127-128.
Bak Enfal süresi 38
1275[158]
Ra'd 11
işler yapması gerekiyor. Helakin da gelmesi için onların
basma en zalimlerini en kötü günah işleyenlerini yönetici
olarak kılıyor, ondan sonra onların başına bela ve musibetler
geliyor. Rabbim bir başka ayet-i kerimede "Her topluma
peygamber gönderdiğinde o şehrin ileri gelen ekabiran
takımı peygamberlerin getirdiğini inkar ettiklerini
söylüyorlar" diye buyurmaktadır.(Sebe'34) Yani
peygambere karşı duruyor o şehrin ileri gelenleri.
Burada "karye" kelimesi kullanılmış. "Karye" normal bir
metinde geçecek olursa "köy" olarak terceme edilir. Fakat
burada peygamberlerin gönderildiği yer kastedilince ve
Mekke-i Mükerremeye de Allah (c.c.) "Ümmü'l-kur'a" gibi
"karye" kelimesini kullandığından dolayı "şehir" diye
terceme edilmiş. Şehirden kasıt şehrin oturanlarıdır. Yani
bir millettir. Bir Millete bir peygamber gönderdiğinde o
milletin ileri gelen günahkar takımı ise, o peygamberin
getirdiklerini inkar ediyorlar. İnkarları sebebiyle halkın
kendilerini desteklemeleri içinde onlar planlar, tuzaklar ku-
ruyorlar ve halk da onları destekliyor, böylece o ileri gelen
ekabiran takımı kurmuş oldukları tuzaklarla aslında
peygambere tuzak kurduklarını zannediyorlar. Bir
müslümana tuzak kurduklarını zannediyorlar ama farkına
varmadan tuzakları kendilerine oluyor diyor Allah (c.c).
Bu ayet-i kerime günümüz devlet yöneticilerine yönelik bir
ayettir. Yani günahkar ekabiran takımı halkın onayı ile
oralara kadar gelirler. Böyle bir toplum, aynı günahları
yapmasalar bile yapacak kapasiteye gel-, mislerdir. Bir
günahkar, bir zalim, bir toplumun başına geçti. Bunu köy
muhtarı olarak ele alırsak. Köy muhtarı olarak o millet
tarafından seçiliveriyor. Bu sefer bu adam köyün elindeki
malları, yapmış olduğu sahte evraklarla, kendisinin elindeki
mührede dayanarak kendi zimmetine geçiriyor. Bazı büyük
günahları da işleme tarafına gidiyor. Aslında bu hile ve
tuzaklarla kendi zimmetine mal geçiriyor gibidir fakat Allah
(c.c.) diyor ki; yaptığı kötülük kendisinedir, ama yaptığının
farkına varamaz o. Nasıl olur? Eh dört sene sonra vatandaş
uyanır, onu tekrar muhtar seçmezler. Kötülüğün biri bu.
Veya garibanlardan bir tanesi alır tabancasını vurur. Yani
kendi kanına kendisi kasdetmiş oluyor. Kendi istikbalini
kendisi söndürmüş oluyor. Allah (c.c.) da ona dikkat
çekiyor. "O günahkar ekabiran takımı yaptıkları tuzaklara
ancak kendileri tutulurlar, ama bununda farkına varmazlar
onlar" diyor Allah (c.c). 1276[159]
1276[159]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/128-129.
yaratıldığını Allah biliyor ve ona veriyor bu peygamberliği.
Peygamberimiz bir hadisi şeriflerinde 1277[160] "Kabileler
içinde en değerli bir kabileden geldiğini, evler içerisinde en
hayırlı bir evde doğduğunu ve insanların da en hayırlısı
olduğunu ifade ediyor. Bu kendisini kendisinin meydana
getirmesinden değil. Allah'ın (c.c.) insanlar içerisinden onu
süzüp çıkarması ve onu peygamberlikle görevlendirmesi
nedeniyledir ki ta Hz. İbrahim hatta Hz. Adem'den beri
sürüp gelen silsile neticesinde peygamber efendimiz (s.a.v.)
saf, temiz peygamberliğe layık bir halde yaratılmış ve
kendisine de peygamberliğini vermiştir.
Bu ekabiran takımından mesela Mekke müşriklerinden Ebu
Cehil bize niye verilmiyor diyorlar. Size niye verilsin ki?
İşlemediğiniz büyük günah kalmamış. Peygamber
efendimize (s.a.v.) 40 yaşma kadar peygamberlik
verilmemiş ama Allah (c.c.) onu büyük günahlar işlemekten
de korumuş. Peygamber değilken. Bilmiyor neyin ne
olduğunu ama günaha
girmemiş peygamber efendimiz (s.a.v.). Puta tapınmamış.
Fıtraten putlardan nefret ettirilmiş. Mahiyetini bilmiyor işin
ama. Fakat bu puta tapmayı sevememiş ve merasimlerinede
hiç katılmamış. İnsanların söylediği yalandan nefret etmiş.
Emanete hıyanet etmemiş, zina etmemiş, içki içmemiş.
Fıtrat müsade etmemiş buna. Aslında Allah (c.c.) müsade
etmemiştir. Onun için Allah peygamberliğini kime
vereceğini daha iyi bilir.
Günah işleyenlere Allah katından bir zillet bir alçaklık
yakında isabet edecektir. Yapmış oldukları o planlar ve
tuzaklar sebebiyle şiddetli bir azab ve Allah katında bir
alçaklık o günah işleyen kişilere olacaktır. Burada günah
işleyenlerden kasıt daha ziyade kafir, yani toplumu yön-
lendiren ve günahta öncülük yapan ekabiran takımını
1277[160]
Tirmizi C. 4. S. 292
kastediyor Allah (c.c). O gün Ebu Cehil ve avanesi bu işi
yaparken günümüzde de zinayı, fuhşu, faizi, rüşveti,
inkarcılığı (başta inkarcılığı), inkarcılığın davet ettiği her
türlü kötülüklerde öncülük yapanları bu işi yapmaktadırlar.
Bunlar bu yaptıkları kötülüklerle başta kendilerine kötülük
yapıyorlar. Çünkü bu dünyada ceza çekmeseler bile ahirette
mutlak surette ebedi cehenneme atılacaklardır. Bir de bu
dünyada yönlendirdikleri bu insanlar tarafından da
cezalandırılabilirler bu adamlar. 1278[161]
1280[163]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/131-133.
ayetleri açıkladık. 1281[164]
1285[168]
A'raf 155
1286[169]
Enfal 25
1287[170]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/136.
130- "Ey cin ve insan topluluğu, size ayetlerimi anlatan,
karşılaşacağınız bugün hakkında uyaran, sizin aranızdan
peygamberler gelmedi mi?" Dediler ki: "Biz kendi
aleyhimize şahidiz." Onları dünya hayatı aldattı. Kafir
oldukları konusun da kendi aleyhlerine şahitlik yaptılar.
Diyorlar ki; biz kendimize şahidlik yaparız. Evet geldi
manasına geliyor. Evet biz bu işe şahidlik yaparız ki, bize
Allah'ın ayetlerini açıklayan ve bizi ahiretin azabından
sakındıran peygamberler geldi. Mülk suresinde de "size
nezir gelmedi mi? Yani cehennemin var olduğunu orada
yanacağınızı bildiren biri gelmedi mi? Derler ki, evet bize
uyarıcılar geldi ama biz yalanladık ve Allah hiç birşey
indirmemiştir dedik. Yani peygamberleri yalanladık biz
diyorlar. Yani suçlarını kabul ediyorlar.
Dünya hayatı onları kandırdı. Aslında yalanlamanın sebebi
dünya hayatıdır. Dünya metaldir. Ve onlar dünyada iken
kafir oldukları konusunda kendi aleyhlerine şahidlikte
bulundular diyor Allah (c.c). Bir başka ayet-i kerimede de
(Mesela Yasin suresi) "O günde ellerini ve ayaklarını
konuşturacağını ifade ediyor Rabbim?" Bazı insanlarda
yaptıkları kötülükleri inkar tarafına giderlermiş. O zaman da
Allah (c.c) ellerini konuşturuyor, ayaklarını konuşturuyor.
Yani bu bir sorgulamadır. Mesela bazı kişiler bu tür ayetleri
yanyana getirmişler Kur1 anda çelişki var demiş imansızlar.
Yani batıdan bir kısım müsteşrik çıkıyor Kur'an-ı Kerimden
bazı ayetleri bir araya getiriyor diyor ki, Kur'an'da çelişki
var. (Nasıl? Burada kafirler "evet biz gavurduk diye şahidlik
yapacaklar diyor" ama bir başka yerde de inkar edeceklerini
söylüyor. Ve o zamanda Allah onların ellerini ve ayaklarını
konuşturacağını söylüyor diyorlar.) Bizde diyoruz ki evet
çelişki var gibidir ama asıl çeliş ki senin sorgulamayı bilme-
menden kaynaklanıyor. Allah (c.c.) Hz. Adem'den son
insana kadar orada insanları sorgulayacak. Sorgulamada
insanlar denk değildir ki bu dünyada da. Bazısı ben bu
cinayeti işledim suçum neyse çekeceğim diyor. Oluyor
böyle davalar. Hatta adamı öldürüyor ve ondan sonra
savcıya gidiyor silahı ile beraber teslim oluyor. Savcı bey
böyle bir cinayet işledim gereğini yapın diyor. Yaptığımdan
pişmanım, veya pişman değilim diyor. Yani suçunu
doğrudan itiraf ediyor. Bir kısmıda Türkiye'nin en değerli
avukatlarını tutuyor ve temize çıkmaya çalışıyor ve inkar
ediyor. Aynı şekilde ahirette bir kısım insanlar yaptıkları
suçları itiraf ederken bir kısmıda inkar tarafına gidecektir.
İnsanlar farklı farklı olduğu gibi sorgulama karşısında
verecekleri cevaplarda farklı olacaktır. Onun için burada
bahsedilenler doğruluyorlar. Evet yarabbi peygamberler
geldi ama biz onları yalanladık ve dünyada iken kafir olduk
diyorlar.
Kafir olmalarının yegane sebebide burada ayetin işaret
ettiğine göre dünya hayatının onları aldatmasidır. Çok
önemli bir durum. Yani küfrün kaynağında, yalanın
kaynağında, iftiranın kaynağında, fuhşun kaynağında,
rüşvetin kaynağında, faizin kaynağında dünyanın insanı
aldatması yatmaktadır. Kafir inanmıyor. Niye? Özellikle
yöneticiler Allah'a inanacak olurlarsa saltanat elden gider.
Kendi dediği olmaz Allah'ın dediği olacaktır. Onun için
özellikle bütün peygamberlere karşı gelenler o toplumun
ekabir denilen kısmıdır. Çünkü Allah'ın hakimiyeti gelecek
olursa hakimiyetlerine son verilecek. Öyleyse saltanat elden
gitmesin diye peygamberlere karşı durmuşlar bu adamlar.
Ve bu adamlar bir kısım dünyevi zevklerinden fedakarlık
yapacaklar. Yani binlerce kadınla zina etmek yerine birtek
hanımıyla geçinmek mecburiyetinde kalacak, milyarlık
rüşvetlerden mahrum kalacaktır. Bu tür dünyalıklardan
mahrum kalmamak için adamlar imansızlık veya amelsizlik
yolunu tercih ediveriyor.
Biz şunu hesap edelim. Bir hadisi şerif bunu güzel tasvir
etmiş. "Çölde susuz ve ekmeksiz olarak nerdeyse ölmek
üzere olan bir kafileye güzel elbiseli, karnının doygun
olduğu belli, susuz olmadığıda anlaşılan bir adam geliyor ve
diyor ki; ne yaptınız niye yürümüyorsunuz? Diyorlar ki;
develerimizin otları bitti ve biz burada kaldık. Adam, siz ne
tarafa gideceksiniz diyor. Onlarda bu tarafa gideceğiz
diyorlar. Adam diyor ki; siz bu tarafa gitmeyin de şu tarafa
gidin. Bakın şurada bir tepe varya, o tepenin arkasında
bizim köyümüz var. Oraya gelin misafirimiz olun, sizin
karnınızı doyuralım, yüzünüzü güldürelim, develerinizi de
besleyelim de ondan sonra yolunuza devam edersiniz.
Onların başka alternatifi yok, kabul edecekler.
Yürüyebilecekleri dermanları da var. Küçük bir tepenin ar-
kasına kadar yürüyebilirler. Hakikaten varıyorlar, orada bir
köy var. Ve o köylüler onları güzel misafir etmişler,
sulamışlar, develerini de beslemişler. Adam demişki; bakın
bana inandınız, buraya geldiniz kamınız doydu yüzünüz
güldü. Ben size diyorum ki, şu karşı büyük dağ varya onun
arkasında ise bizim köyümüzün birkaç kat büyüğü bir şehir
vardır. Ve orada sizin alış-veriş yapacağınız, yaşayacağınız,
mesken tutacağınız çok değerli bir yer vardır. Buyurunuz
oraya götüreyim sizi dediğinde. O insanlar o köyde kalmayı
tercih edip orada kaldılar diyor. İşte insanların dünyaya
bağlı kalıp ahirette cenneti inkar etmeleride, peygamberlerin
sözüne1 uymamaları da buna benzer" diyor peygamber
efendimiz (s.a.v.).
bu dünyaaa nimetler var, su var, deniz var, kadın var,
yiyecek var, içecek var, giyecek var. Peygamberler diyor ki;
evet bunlar var ama bunları Allâh yarattı. Birde kabirden
sonra bir hayat var ve orada ebedi saadet var. Oraya da
buyurun dediğinde, yok biz peşin olanını alırız, veresiye ile
çalışmayız, aklımız ermez bu işe deyip inkar tarafına
gidiveriyor-lar. Gitmekle kendilerine zarar veriyorlar. 1288[171]
131- İşte böylece zulüm sebebi ile, halkı gafil bir şehri
Rabbin (Peygamber göndermeden) helak etmez.
Allah'ın (c.c.) peygamber göndermesinin sebebi, bir milleti,
bir şehir halkını zulmederek helak etmemek içindir. Onları
peygamberlerden gafil olduğu halde zulmederek helak
etmemesi içindir. Yani Allah zalim değildir. Eğer
peygamberler göndermeden bir şehri helak etmiş olsa, o
zaman derlerdi ki; Yarabbi biz seni nerden bilelim ki, senin
kitabın gelmedi ki, peygamberin yol göstermedi ki diyerek
bir mazeret bildirebilirlerdi. Rab-bim onlar gafil olup, gafil
iken yani peygamberlerden habersiz iken helak edipte,
zulümle helak etmek dilemedi. Yani peygamber gönderdi,
onların mazeretleride ortadan kalktı.
Tarih boyunca Hz. Adem'den peygamber efendimize
gelinceye kadar Allah (c.c.) her topluma peygamber
gönderdiğini "Her millete, her şehre Rabbin bir peygamber
gönderdi" ayetiyle işaret ediyor. " 1289[172] Allah her ümmete
peygamberi mutlaka göndermiştir. Şu mesajla göndermiştir
ki; Allah'a ibadet ediniz, tağuttan kaçınınız." "Biz peygam-
ber göndermediğimiz hiçbir topluma azab etmeyiz" diyor
Allah (c.c). Bu 131. ayet-i kerime de bu ayetlerin manasını
ifade etmiş oluyor.
Bazı imansız kesim diyor ki; niye bütün peygamberler
yalnız ortado-ğuda gelmiş? Yani Filistinde gelmiş, Eski
Mezopotamya'da gelmiş, Mekke, Medine, Şam ve Bağdat
dolaylarında gelmiş. Tarihin en eski devirlerinden beri
olduğu gibi günümüzde ve bundan sonra kıyamete kadar
yerleşim merkezi olarak dünyanın en değerli yeri Akdenizin
çevresidir. Kıyamete kadarda bu böyle devam eder. Çünkü
buralar dört mevsimin yaşandığı yerdir. Mesela Almanya'ya
1288[171]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/136-139.
1289[172]
Ra'd 7,Şuara 208
giden işçilerimize bakın. Buradan esmer giderler, oradan
beyaz beyaz gelirler. Güneş kolay kolay doğmaz oraya.
Onun için yerleşime çok fazla elverişli bir yer değil. Onun
içindir ki yaz tatilinde eline para geçen Almanya, ya
İspanya'ya, ya Yunanistan'a, yada Türkiye'ye geliyor. Veya
yine akdeniz sahillerindeki diğer yerlere geliyor. Ortadoğu
Hz. Adem'den günümüze kadar yerleşim merkezi olarak
gelmiştir. Tarihi eserlerden bu bellidir. Anadoludaki,
Iraktaki, Mezopotamya havzasındaki, Filistin'deki,
Kudüs'deki, Mısır'daki tarihi eserlerden de anlıyoruz ki
buralar en eski yerleşim merkezidir. Peygamberlerde
insanlara geldiğinden, insanlarda oralara yerleştiğinden
peygam-
berler oralara gönderilmiştir. Efendim Japonya'ya
peygamber gelmişmi-dir? Zaman içerisinde eğer insanlar
oraya yerleşmiş ise orayada peygamber gelmiştir. İsmi
nedir? Bilmiyoruz, Kur'an-ı Kerimde 25 kadar, üç ta-neside
ihtilaflı 28 kadarının ismi verilmiş. Diğerleri ise isim olarak
bildirilmemiş ama hepsine biz iman ederiz diye hergiin
"Amenerrasulü"yü,Bakara suresinin son iki ayetini okuruz,
"bütün peygamberlere iman ederiz ve peygamberler
arasında da ayırım yapmayız" deriz. 1290[173]
1290[173]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/139-140.
derekeleri vardır. "Derecenin" karşılığı "dereke" Derece
yukarıya doğru yükselen, dereke ise aşağıya doğru inen
manasına geliyor. Kafirlerinde derekeleri vardır. İsyanına
göre, küfrüne göre aşağıya doğru derekesi iner. Cehennemin
en alt tabakasında firavun ve onun yandaşları vardır, der
tefsir kitaplarımızdan bir kısmı. Onlar hem inkarcıdır, hem
amelsizdir, hemde inkarcıların öncüsüdür, tağutlarm
lideridir diye en alt tabakadadır. Ondan sonra yukarı
tabakalarına doğru onlarda dereceleniyorlar. Yukarıya doğru
dereceleniyorlar. Aşağıya doğru derekeleniyorlar. Ayet-i
kerimede "Münafıklar ateşin en alt derekesindedir" diyor
Allah (c.c).1291[174]
1294[177]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/141-142.
Allah'a ulaşmıyor. Allah için olan ise putlarına ulaşıyor ne
kötü hüküm veriyorlar.
Ziraattan ve hayvanlardan yaratılanlardan ve meydana
getirilenlerden bir kısmını Allah için kıldılar. Dediler ki;
kendi iddialarına ve iftiralarına göre "şu Allah içindir, suda
bizim Allah'a ortak koştuklarımız şirk koştuklarımız
içindir." Bu şöyle imiş. Mahsullerini kaldırdıklarında ko-
yunlarını, develerini ve sığırlarını çoğalttıklarında ikiye
bölerlermiş. Şunlar putlarımız içindir, şunlarda Allah içindir
derlermiş. Yani mallarını ikiye bölüyorlar. Putları için
olanlarda dikili taşlar için değil. Dikili taşlar sembol. O
dikili taşlan diken ve o insanları yöneten insanlara
veriyorlar. O günün devlet yöneticisi veya putların önünde
görev yapan kâhinleri, bu günün ifadesiyle hristiyanhktaki
papazları.
Papazlar zaman içerisinde milletin bütün malını
sömürmüşler kendi zimmetlerine geçirmişler. Onlarda aynı
şekilde. Bunlar putlarımız içindir, şunlarda Allah içindir
diyorlar. Yani Allah'a iman ediyorlar. Zaten Allah'a şirk
koşuyorlar diyebilmek için evvela Allah'ı kabul etmeleri
şart. Allah'ı kabul edecekler ki ona ortak koşacaklar.
Müşrik, Allah'ı inkar eden adam manasına değil. Allah'ın
varlığını kabul ediyorda ona şerik koşuyor. Bir başkasıda
Allah gibi hükmeder, bir başkasıda Allah gibi yasak koyar,
bir başkasıda Allah gibi bizi yönlendirir ve yönetir diyerek
kabul eden adama müşrik deniliyor. Burada da bu insanlar
bir tarafta Allah'ı kabul ediyorlar, öbür tarafta da bizi
yöneten Ebu Cehil ve avenesidir, Da-ru'n-Nedve'dir diyorlar
ve mallarının bir kısmını oraya bir kısımmı da Allah'a
adıyorlar.
Putları için ayırdıklarını Allah'a vermiyorlar. Ama Allah
için ayırdıklarını sonunda yine putlarına veriyorlar. Ne de
kötü hükmetiyorlar diyor Allah (c.c).
Bu ayet-i kerime bende şunu çağrıştırdı. Günümüzde de
müslüman-lar çok iyi niyetlerle İslama hizmet edelim,
davaya hizmet edelim derler. Mesela üç arkadaş bir şirket
kurmuş. Şirketin % 30'u birinin, % 30'u diğerinin, % 30'uda
üçüncü şahsın. Geriye kaldı % 10. Hocam bu % 10'uda
İslama hizmet için kullanacağız diyorlar. Bunu çok iyi
niyetlerle söylü-yarlar. Burdaki müşriklerin söylediği gibi
söylemiyorlar. Ama yapılan iş yanlıştır. Yani % 10 Allah'a
adayacağız, % 90 ise kendimize adayacağız. Bu yanlış bir
şeydir. Ayet-i kerimede Allah (c.c) "canlarıyla vede malla-
rıyla Allah yolunda cihad ederler derken" canın ve malın
cihada seferber edilmesinden bahsederken % 10 gibi bir
ayırım doğru olmasa gerekir. Bu mahmızını tamamı Allah
için gerektiği zaman verilecek şekilde gerektiği miktarda
vereceğiz. % şu kadar senin % şu kadar benim ama Allah
için gerektiğinde ne kadar gerekiyorsa vereceğiz, bunun
sınırı yok diye kurulmalıdır. Çoluğumuzu çocuğumuzuda
geçindireceğiz. Aynı zamanda %10'u nereye
harcayacaksanız, böyle bir miktar ayırmaksızın aynı yere ne
lazım ise vereceksiniz. Bu %5 olduğu gibi % 95 de olabilir.
Yani bütün varlığımız Allah'ın dinine hazır durumda
olmalıdır. 1295[178]
1295[178]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/142-143.
onlara taparlardı" diye öğretilirdi ve hâlâ aynı şekilde
öğretilmektedir. Buraya dikkat edin. İşte böylece
müşriklerden bir çoğuna, onların Allah'a ortak koştukları
evlatlarını öldürmeyi güzel gösterdi. Şimdi insanların el-
leriyle yaptıkları putlar böyle bir şey yapabilir mi? Yani
meydana dikilen bir taş insanlara çocuk öldürmeyi güzel
gösterebilir mi? Gösteremez. Ama Rabbim "güzel gösterdi"
diyor. Öyle olunca bu bir insandır. Yani Allah yerine bir
başkasını ilah kabul ediyorlar. Allah kabul etmezler aslında.
Çünkü o ölümlüdür bunu biliyorlar. Onun dediklerine uyup
Allah'ın dediklerini reddetmekte Allah'a ortak koşmuş
oluyor bu adamlar. İşte o adamlarda insanlar konuşmalarıyla
evlatlarını öldürmeyi güzel gösteriyor. Niçin? Onları helak
etmek için. Yani o toplumu helak etmek için bunu güzel
gösteriyor. Dahası, onların dinlerini karıştırmak için.
Eskiden beri çocuk öldürme faaliyeti devam ediyor. Ta en
eski tarih olarak firavun dönemini biliyoruz. Firavun
döneminde ayeti kerimeyle ifade edildiğine göre "Firavun
erkek çocuklarını öldürüyor kız çocuklarını sağ bırakıyordu"
diyor Rabbim. 1296[179] Böylelikle beni İsraiün erkeklerinin
öldürülmesiyle, onların kendisine baş kaldırması önlenmiş
oluyordu. Çünkü bu tür başkaldırılar daha ziyade
erkeklerden oluyor, bu erkeklerin öldürülmesi suretiylede
beni İsrailin başkaldırması engellenmiş oluyor.
Daha sonra Mekkeli müşrikler çocuk Öldürüyor ama daha
ziyade kız çocuklarını öldürüyorlar. Çünkü göçebe bir hayat
yaşıyorlar. Kendilerince bildikleri en iyi şey birbirlerine
hava atabilecekleri yiğitlikleri. Yiğit adamında kız çocuğu
mu olurmuş inancı var. Olursa kimseye göstermeden
kaybedebiliyor bir kısmı, tamamı değil. Bazı arkadaşlarımız
tarih kitaplarından bunu okuyorlar. Efendim Mekke
müşrikleri kız çocuklarını öldürürlerdi. Okuyan şahıs tutup
1296[179]
Bakara 49
bunu bir makale konusu yapıyor ve ondan sonra karşı
taraftan şöyle bir itiraz geliyor. Peki öldürürlerdi de nesilleri
nasıl türerdi bunların? Öldürenleri vardı. "Li kesirin mine'l-
müşriki-
ne" buyuruluyor ayette. "Bir kısmı" manasına gelir "min".
Yani müşriklerden bir kısmı yalnız. Tamamı öldürmüyordu.
Her doğan kız çocuğu öl-dürülseydi o zaman nesil biterdi.
Bütün bunlara rağmen kız çocuğunu öldürmeyen çok insan
da vardı. Hatta çoğunluk öldürmüyor. Ama bazıları
öldürüyorlardı. Öldürtenlerde o insanları yönetenler idi.
Günümüzde de aynı şekilde bu insanları, yönetenler
çocuklarını öldürmeye özendiriyorlar. Efendim öyle bir şey
yok denilirse. Bu Türkiye de kanun çıkmıştır, ana rahminde
iken doktorların cinayet işlemesine dair kanun çıkmıştır.
Evli veya bekar karnı biraz şişmeye başlayan hemen doktora
gidiyor, doktor onun kamından alıveriyor ve bundan da
sorumlu tutulmuyor. Aslında yaptıkları ilmede aykırı. Bir
taraftan bize çocuk ana rahmine düştüğü andan itibaren
canlıdır derler. Meninin o hareketliliği olmasa rahmi
bulamayacak Oraya kadar yürüyerek gitmiş rahme
yerleşmiş. Kendine has bir canlılık var. Onu öldürüyor.
Onun için ayet-i kerimede "kız çocuklarının niçin
öldürüldükleri konusunda (kıyamet gününde) kendilerine
soruluverdığinde" buyurulur.1297[180] Yavrum seni kim
öldürdü, niye öldürdü diye soruluyor çocuklara. Öldürenin
yüzüne bile bakılmıyor. O cezalandırılacak. Çocuğun gönlü
alınıyor. Sahabeden biri efendimize sormuş. "Ya rasulallah
biz müslüman olduk, bunu yapmıyoruz ama azil yapıyoruz"
demiş. Yani meniyi dışına akıtıyoruz. Peygamber
efendimizde "işte buda gizli bir öldürüş tuv" 1298[181]
deyivermiş. Hocanrben çeşitli yerlerden fetva aldım, sordum
filan böyle dedi demiydim. Bu konuda özellikle araştırma
1297[180]
Tekvir 8
1298[181]
Müslim K,Nikah 141,İbnü Mace K.Nikah 61
yapan Ebu'1-Ala el-Mevdudi (rahmetullahi aleyh) "Doğum
Kontrolü) diye bir kitabı var. Merak edenler onu alsınlar.
Orada konu ile ilgili bütün hadisleri ve fetvaları toplamış,
karşılaştırmış, hadislerin daha sahihini daha zayıfından ayırt
etmiş ve neticede hükmünün olumsuz olduğunu vermiştir.
Yani efendimiz de, sahabe de bu işe pek olumlu
bakmamışlar.
Peki bu yöneticiler bu çocukların niye öldürülmesini
istiyorlar? Farkına varmadan onları helak etmek için.
Fransızlar ve Almanlar kendi toplumlarını çocuklarının
doğumunu engellemek suretiyle helak etmişlerdir. Adamlar
feryad, figan halindeler. Türklerinde doğum kontrolü
yapmalarını istiyorlar. Eğer yapılmadığı takdirde 2020
yılında Almanya'da seçimleri Türkler kazanacak. Başbakanı
Türkler seçecek, cumhurbaşkanını Türkler seçecek. Bunun
hesabı yapılmış. Fransa'da da aynı durum var. Öyleyse
kendi toplumunu helak ediyor bu adamlar çocukların
öldürülmesi sebebiyle. Efendim ekonomik nedenlerle. Bu
mazerette netice vermemiş. Çocuğu olmayan kadın sevecek
bir şey aramış ve neticede köpeği bulmuş. Fransa'da
9.000.000 köpek besleniyormuş. Köpek çocuğun yerini
alıyor. Köpeğin masrafıda çocuğunkinden çok fazla.
Mamasından tra-şına kadar çocuğun masrafından daha fazla
geliyor. Türkiye'de de köpek besleyen kadınların çoğuna
baktığınızda, çoğunun çocuk doğumu yapmamış kadınlar
olduğunu göreceksiniz. Sevme bir ihtiyaçtır. Kadın kucağın-
da bir şeyi sevme ihtiyacı hissediyor çocukta yapmayınca bu
sefer küçük bir köpek alıyor. Büyük köpek olmayışı da
oradan kaynaklanıyor. Niye büyük köpek beslemiyor da
küçük köpek besliyor? Çocuğu kucağında taşımaya ihtiyacı
var kadının. O ihtiyacını köpekle giderme tarafına gidive-
riyor. Almanyada da 30.000.000 kayıtlı köpek varmış.
Bunların şeceresini gösteren nüfus cüzdanlarıda varmış.
Televizyona geçipte iki çocuktan fazla yapmayın, bak ben
yapmadım diyen adam Türkiyenin en zengin adamıdır. Yani
ekonomik nedenlerden dolayı olsaydı onun yapması
gerekirdi. 1000 tane çocuk meydana gelse bile onun malı
onları besler. Yani mesele, ekonomik değildir. Mesele si-
yasidir. Bugün doğum kontrolü daha ziyade siyasidir. Yani
bu üçüncü dünya insanları doğum kontrolü yapmazlarsa
zaman içerisinde batı onların işgaline uğrayacak ki, netice
ona doğru gidiyor.
Allah dilemiş olsaydı, onlar bunları yapamazlardı. Onları ve
onların iftira ettiklerini bırak diyor Allah fc.c).
Yönetici müşrikler onlara çocuğu öldürmeyi güzel
gösteriyorlar diyor. Erkek adamın erkek oğlu olur. Bu
İslami bir tabir değildir. Hatta Kur'an-ı Kerimde "onların
kızı oldu diye kendilerine haber verildiğinde,
müjdelendiğinde adamın sinirinden, öfkesinden yüzü
simsiyah kesilirdi"
diyor Allah (c.c.) 1299[182] Kız çocuğu ile erkek çocuğu
eşittirler. Bir kısım imansızlarda ben damadımı görmek
istemiyorum diyor. Konya'da bir adam (ben adamı
görmedim de yaşlan 70-75'in üzerinde iki tane kızını
gördüm) kızlarını hayatta evlendirmemiş. Buda cahiliyye
dönemi huyudur. Zaten İslami yaşantısı yokmuş. Adama
feylezof diyorlar. Müslümanlara söver dururmuş.
Bu işi nasıl güzel gösterirler? nasıl süslerler? Günümüzde
güzel gösteriyorlar. Bir mecliste karşılaştığım biri bana
"ekonomik nedenlerden dolayı çocuk yapmamak lazım"
diyor. Senin kaç tane? dedim. Yedi tane dedi. Durumun
nasıl? dedim. Çok iyi dedi. Adam yan sanayici imiş. Bir
adamı göstererek peki bu adamdan sen dahamı akıllısın?
Yok o daha akıllı. Bak bu 3 çocuk yapmış (Allah vermiş)
ama hala alın teri ile geçiniyor. Sen yedi tane yapmışsın
ama yarı sanayici durumundasın. Yani 7 tane yapmak seni
1299[182]
Nahl 58
fakir duruma düşürmemiş. Anadolunun bir vilayetinden
İstanbul'a iki delikanlı gelmiş, evlenmişler. Birinin beş
çocuğu olmuş fakirliği devam ediyor ama birinin hiç
olmamış. Acaba o zengin mi olmuş. Öyle birşeyde yok. Ben
kendi şahsi hayatımdan bilirim. Evlendiğimde yarının
ekmeği ne olacak diye düşünüp duruyordum. Allah bir
çocuk verdi, biraz rahatladık. Maddi yönden de rahatladık.
İki çocuk verdi biraz daha rahatladık. Bir daha verdi biraz
daha rahatladık, bir daha verdi biraz daha rahatladık. Bir
daha verdi biraz daha rahatladık. Ben bunu kendi hayatımda
yaşamışken başkasına niye inanayım. Rabbim
ayetinde"Kıpırdayan canlının rızkı Allaha aittir"
diyor.1300[183] Peki hocam bu köprü altındakilerin rızkı.
Başkaları onun elinden ahyor. Biz onu engelleyeceğiz. Yani
devlet olarak müslüman olarak yapacağımız, başkalarına;
sen bunun rızkını niye aldın diye soracağız. Rabbim ayet-i
kerimesinde "hasadı yaptığın .gün ona hakkını ver"
diyor. 1301[184] Bunların hakkım vermemişler. Bu adamların
hakkını gasbetmişler. Ondan dolayıda onlar köprü altına
gelivermiş. Köprü altına düşmeyi engellemek gerekiyor.
Yoksa doğumu engellemek değil. İnsan adedince ekmek
üretmeli. Adam yüz tane ekmek üretmiş., millete diyor ki;
yüz tane ekmek var 100 tane çocuk doğurun diyor. Bu
yanlış. İnsan adedince ekmek üretmeli, yani ekmek insana
tabii olmalı. İnsan ekmeğe tabii olmamalı. Çünkü
yaratılmışların en değerlisi insandır.1302[185]
1300[183]
Hud 6
1301[184]
En'am 141
1302[185]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/143-147.
Allah'a iftira ederek bir kısım hayvanları (keserken) üzerine
Allah'ın adını anmazlar. Yaptıkları iftiradan dolayı Allah
onları cezalandıracaktır.
Allah (c.c.) 136. ayet-i kerimesinde insanların; kendi
akıllarına göre kendi mantıklarına göre ürettikleri mallardan,
zirai mahsullerden ve hayvanlardan bir kısmını Allah için,
bir kısmını da putları için ayırdığını haber veriyor. Bu işi
allayıp pullayıp kendilerine göre hukuki ve mantıki
gerekçeler buluyolar, bir sisteme oturtuyorlar tabii ki. Yani
bizim şu anda ayet-i kerimeden anlayiverdiğimiz gibi değil.
Kur'an-ı Kerimin bize haber veriş şeklinde; "Onlar zirai
mahsullerden ve hayvanlardan ikiye ayırıyorlar, ürettik
lerini, şunlar Allah içindir, şunlarda putlarımız içindir."
"Allah'ın ortakları" için diye ayırıyorlar. Bunun gerekçeleri
de var kendilerine göre.
Günümüzde devletlerden, özellikle Allah'a iman
etmeyenlerden aym şekilde mallarını ilahları için ve bir
kısmını da Allah için ayırdıkları vardır.
Nasıl ilahları için ayırdılar? Allah'a inanmayan insanlar,
Allah'a inanç yerine geçecek şekilde bir insan türetme
mecburiyetinde kalırlar. Tabiat boyu, yani insanoğlunun
yaratılışından bu güne kadar, bir tarafta peygamberlerin
çizgisinden giden insanlar Allah'a iman etmişler ve mal-
larını Allah yolunda harcamışlar. Allah'a iman edemeyen
insanlar da; Allah (c.c.)'ün yerine geçebilecek (kendilerine
tabii ki) bir ilah türetme mecburiyetinde kalmışlar. Yani 20.
asırda böyle bir şey yok denmez. 20. asırda da insanlar
böyle bir ilah türetiyorlar ve mallarından ayırdıkları bir
kısmını, o'nun korunması ve o'nun kanunlarının geçerli
olması için o yolda harcıyorlar. Allah (c.c.) buna
dikkatimizi çekiyor. Ve diyor ki, bu 136. ayet-i kerimede.
"İşte bunlar, deveden, koyundan, sığırdan ve keçiden ve
zirai mahsullerden olmak üzere, ayrılmış olanlardır" Yani
bunlar kullanılmazlar. Bunlar ancak bu ilahlarımız için
harcanırlar. "Onu kimse yiyemez." "Ancak bizim
dilediklerimizi yer." "kendi iddia ve zanlarına göre. Bizim
bildiklerimizin dışında kimse bunu yiyemez. Bizim
putlarımızın hakkıdır" diyorlar
Peki putları için olanı: "Ha! onu da bizim dilediklerimize
veririz." diyorlar. Enteresan. Yani ürettikleri maldan bir pay
alıyorlar, şu Allah için, şu putlarımız için. Sonra Allah için
olanı da putları için harcıyorlar. Peki bu putları için
harcanacak olanı nereye veriyorlar. Onu da biz belirleriz
diyorlar. "Ancak bizim dilediklerimiz, ondan yiyebilirler."
Diyorlar ki: hani bugünkü sistemde, 20. asırda bazı
insanlara belirli yetkiler verip, şu kadar parayı ancak sen
harcayabilirsin. Bu harcadığından dolayı da kimse bir soru
sormayacakdır, gibi şeyler ayrılır. Ve onun diledikleri yer.
Allah (c.c.) devam ediyor. "Bir kısım hayvanların sırtına
binmeyi haram kılarlar."
"Ve bu koyun, keçi, sığır ve devenin üzerine besmele
çekmeyi haram kılarlar." Diyorlar ki; "Kesilirken buna
besmele çekilmez. Allah'ın kestiği mi daha helaldir, sizin
kestiğiniz mi daha helaldir. Onun için buna besmele
çekilmez.
"Allah için veya putlar için ayrılmıştır. Bunlara besmele
çekilmez. Şunların da üzerine binilmez, haramdır" diyorlar.
Bu cahiliye döneminin adetlerini Rabbim bize bildiriyor.
Özellikle develerinin bir kısmını, belirli bir zaman sonra,
ayınveriyorlar. Tabii o zamanın da, ne zaman olduğunu
tefsir kitapları bize bildiriyor,ayrı. Mesela "efendim 10 adet
doğum yapan bir deve, 10'unda da erkek doğur-muşsa şöyle
olur. On'unda da dişi doğurmuşsa böyle olur." Ondan sonra
buna kimse dokunamaz, bu Allah içindir, bu salını verilir,
gibi batıl inançlar var.
Bunun eti yenmez, sırtına binilmez gibi batıl inançlar var.
Bunları haram olarak belirtiyorlar. Allah (c.c.) buna
dikkatimizi çekiyor. Buna dikkatimizi çekerken, bizimle ne
ilgisi var? gibi soru hatıra gelebilir. Yani bizim günümüzde
deve yok. Koyun keçi var bizim insanımız Türk insanı için,
biz burada sırtına binilir veya binilmez münakaşası
yapmıyoruz. Eti yenir veya yenmez münakaşası
yapmıyoruz. Peki ayetin bizimle münasebeti ne oluyor? Bu
ayetin bize mesajı ne oluyor denildiğinde:
Allah (c.c.) hemen devam ediyor. "Onları yapmış oldukları
bu iftiralardan dolayı, Allah onları yakında
cezalandıracaktır" buyuruyor Allah (c.c). Yani şu helaldir,
şu haramdır yetkisinin Allah'a (c.c.) ait olduğunu,
insanlardan biri veya birkaçı, çıkıp bazı şeylerin helal, bazı
şeylerin haram olduğunu belirlemeye kalkacak olursa,
bunun Allah'a iftira olduğunu ve bunun mutlaka
cezalandırılacağını Allah (c.c.) haber veriyor. Yani kanun
koymanın doğrudan Allah'a (c.c.) ait olduğuna dikkat
çekiyor Rabbim. 1303[186]
1303[186]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/147-149.
öldüğünde veya kocası ve oğlu öldüğünde, onun kalan
maldan payı yoktur. Buna da dikkat çekmiş oluyor.
Develerde zaten yok. Onun karnında olan da, zaten sığırın
ve devenin karnından gelince bunların mirasdan payı
yoktur. Ancak; tamamen yoktur da demiyorlar. "Ancak ölü
olarak dünyaya gelirse, o zaman kadınların da ondan payı
vardır." Ölü olarak dünya ya geleni de yiyorlar. Orada
kadınlara da ölmesin diye bir pay ayırıyorlar.
"Allah onların bu, (Yani erkeklerin haklan şudur. Kadınların
hakları budur) gibi tanımlamalardan dolayı Allah (c.c.)
onları cezalandıracaktır. "O herşeye hükmedicidir ve herşeyi
en iyi bilendir" diyor Allah (c.c).
Geçende bir profesör konuşmuş bu kadın hakları ile ilgili,
bir sempozyumda. Bizim dışımızda yapılmış birşey tabii.
Yani bu açık oturumu veya sempozyumu yapanlar. İslam'a
biraz daha varalım diye yapılmış birşeydir. Orada
profesörün bir tanesi bir cesaretle "işte demiş Efendimiz
Muhammed geçmişe oranla kadınlara büyük bir hak
sağlamıştır" deyivermiş. Pek hoş karşılanmamış tabii. O
kadarcığı bile hoş karşılanmamış toplantıda.
Bu tür insanlarımız aslında ben ismen söylememe gerek
yok..Tanıyorum kendisini. Bir defa görüştüm. Gönlü
müslümanlarla beraber aslında. Çıkarı müslümanlarla
beraber olmadığı için. Yani müslümanlar ona bir çıkar
sağlamadıkları için, çıkarı hep o taraftan olduğu için, onların
yanında durur, onların yanında konuşur. Onların hoşuna
gidecek sözler bulur. Ama sözlerimle gavur olmayayım diye
dikkat eder. Bu tür garip insanlarımız vardır.
Yâni kendi memleketinde, kendi insanlarının arasında,
(Kendi memleketi deyince) Rabbimin mülkünü
kastediyorum. Ve çoğu müslüman insanlar arasında,
imansız azınlığın vermiş olduğu çıkarlar nedeniyle biraz
yamularak konuşuyor bu insanlar. 1304[187]
1304[187]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/149-150.
Diyor ki; hocam aslında dünyada açlık diye birşey söz
konusu değil. Şu anda bile elimizde imkanlar var. İleriki
yıllarda da zirai bir araziyede ihdiyacımız yok. Yani ekin
ekip göğe bakmaya da ihtiyaç yok gayri diyor. Şu ağaçları
koy önüme ben onları ekmeğe çeviriveririm. Ete de çeviri
veririm. Elimizde şu kadar mikrop var. Bu mikroplarla şöyle
yaparız, böyle yaparız, ve uzun izahlar yapıverdi.
Ben size şöyle demiştim. "Ekmek adedince insan
yetiştirmek yerine, insan adedince ekmek yetiştirmeye
çalışalım biz." Rabbim buyuruyor. "Yeryüzünde kıpırdayan
her canlının rızkını Allah verecektir" diyor. Nasıl verecek
onu biz bilemeyiz.
Öldürmediğimiz, önünü salıverdiğimiz nesilden biri çıkar.
Zaten batıdaki ilk buluşların temeline bakın. Zaruretlerden
kaynaklanmış. Adam birşeye sıkılınca onun arayışı içine
girmiş. O arayışın neticesinde bazı buluşlar elde edilmiş.
Eğer Edison'un babası da bugünkü Türkiye'deki ve
Avrupadaki insanların aklına uysaydı da doğum kontrolüne
riayet etmiş olsaydı ve Edison doğmamış olsaydı biz
elektiriktcn bu kadar yararlanamayacaktık belki de. Onun
için çocuğun önünü salıvereceksiniz ama ufkunu
daraltmayacaksınız. Bütün mesele orada.
Ufkunu daraltmadınız mı, adam elinize bir tane boru verir.
Havayı ekmek olarak yutturur mu yutturur. Ege üniversitesi
profesörlerinden bir tanesi diyor ki; şu kadar mısır
tarlalarında mısırı alındıktan sonra sapı kalıyor, şu anda
bizim onu çeşitli gıda maddelerine çevirecek gücümüz var,
diyor.Yani bu konuda Türkiye'de de, batıda da çeşitli
merhaleler katedilmiş durumda.Netice; bunları doğrudur
diye anlatmıyorum. Şunu anlatmak istiyorum ben. Allah
(c.c.) yarattığının rızkını beraberinde verecektir. Her çağın
rızkıda kendine göre değişik olabilir. Onun için rızik
endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyiniz diye, "İsra Sure"
sinde "Rızık endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin." "Onları
da sizi de nzıklandıran biziz" diyor Allah (c.c).
Yani siz, şu anda rızkınızı yiyorsunuz. Biliyormuydunuz ki;
mesela istanbul'da olacaksınız. Şu işi yapacaksınız. Bunları
yiyeceksiniz. Hatırınızdan hayalinizden geçmeyen şeylerle
karşı karşıya geliyorsunuz. Bazen zor elde ediyorsunuz.
Ama bazen de hiç hatırınıza gelmeyen kolaylıklar da
önünüze seriliveriyor. Nasıl yaratır? diyeceğiz ya. 1305[188]
1305[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/150-152.
renkte meyveler, zeytinler ve narlar yaratıveren
Rabbimizdir.
Bu topraktan bunları bitiriyorsa Rabbim, bundan sonrada
bunları daha çok bitirir. Bunlardan başkalarını da (sizin
gayretinizle) bitirir, ve yine de sizi doyurur. Onun için "Rızk
endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin" diyor Allah (c.c).
"Bu meyvelerin meyvesi olduğu zaman meyvelerinden
yiyin. Yalnız yemekle kalmayın, yalnız kendinizi
düşünmeyin." "Hasat gününde de hakkını verin." O
meyvenin hakkını verin.
Meyvenin hakkını vermek demek, o ürettiğiniz mallarda
onu üretmeye gücü yetmeyen fakir insanların hakkı vardır.
O fakirin hakkıdır. Ayet-i kerimede "O meyvanm hakkım
verin" diyor. Fakirin hakkını verin, dememiş. Buradaki
zamir (bazen zamirler) yukarıda zikredilen isme gider.
Diyorsunuz ki; Ahmet efendi geldi-gitti dedikten sonra, O
konuştu diyorsunuz. O'ndan kasıt Ahmet efendidir. Çünkü
adı yukarıda geçti.
Burada fakirin adı yukarı da geçmedi. Onun için zamir
meyveye gider demişler, "Meyvenin hakkını verin" diyor
Allah (c.c.) Meyvenin hakkı da bu işi kazanabilecek güçte
olmayan fakirin midesine düşmek. Onun gözüne, gönlüne,
kanına, canına gıda vermek ve onu güçlendirmektir. Yani
ürettiğiniz malda başkalarının da hakkı olduğunu da
hatırınızdan çıkartmayın.
Bir başka ayet-i kerimede de Rabbim; "Fakirin hakkı
olarak"(Zari-yat 19) ifade ediyor. Yani başkalarının da
bizim kazandıklarımız üzerinde hakları olduğunu ifade
ediyor. Yani zekatınızı verirken: sakın ha! "Bu benim
malımdı da ben veriyorum. Yani bu adamın bu işte hiç
hakkı yokken ben veriyorum, veya malınızın öşrünü
verirken, ben bu malı bu adama veriyorum bunun hakkı
yokken" demeyin. O adamın hakkı vardır.
Eğer vermiyorsanız o adamın hakkını gasbetmiş
oluyorsunuz. Zekatı ve öşrü vermemekten ayrıca hesaba
çekileceğimizi bilelim. "Sakın israi etmeyiniz" diyor Allah
(c.c). "O israf edenleri sevmez." buyuruyor.
Kur'an-ı Kerimde 17 yerde israfla ilgili ayet-i kerime vardır.
Bunlardan 4 tanesi yeme-içme-giyme ile ilgilidir. Yani
insanların tabiattan ürettiklerinin israf edilmemesi
konusundadır. Geri kalan 13 tanesi ise (insanın israf)
edilmemesi ile ilgilidir.
Bakara suresinde 29. ayetinde geçmişti. "Yeryüzünde her ne
varsa Allah sizin için yarattı" diyor. Elektrik-su insan için
yaratılmış. Ekmek insan için yaratılmış. Bütün yediğimiz-
içtiğimiz-giydiğimiz, kullandığımız şeyler insan için
yaratılmış. Bunları israf etmeyeceğiz. Doğru ama. ' Bütün
bu şeyler insan için yaratılmışsa herşeyden önce insan israf
edilmemelidir.
İnsanın da israfı; (Hani ekmeğin israfı nasıldır. Yenmesi
gerekirken çöplüğe adılması israftır.) İnsanın da Cennete
gitmesi gerekirken cehenneme gitmesi israftır. Onun için en
büyük israf budur. Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde (daha
çok insan) israfının yapılmaması ile ilgili ayet indirmiştir.
Bu dünyada iken Rabbimin insana vermiş olduğu nimetleri
değerlendirmemek bir israftır. Bir insanda fevkalade cevval
bir zeka varsa, öbüründe fevkalade bedeni bir kabiliyet
varsa. Öbüründe sanata, ticarete bir . kabiliyet varsa. Bunlar
değerlendirilmeden gidiyorsa, keşfedilmemiş madenler gibi
yokolup gidiyorlar.
Madenler yine ileride değerlendirilirler ama bu insanlar
ölünce, bu dünyada değerlendirilmeden gidiyorlar.
Maazallah birde imanı elinden alınmışsa o da Cehennem
çöplüğüne atılmış olduğundan dolayı israf edilmiş
oluyo.1306[189]
1306[189]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/152-154.
142- Hayvanlardan yük taşıyacak ve (yününden) döşek
yapılacakları yaratan O'dur. Allah'ın size rizık olarak
verdiklerinden yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın.
Şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.
Daha ... Allah neyi inşa eti, yarattı. " koyundan, keçiden,
sığırdan ve deveden de hayvanlar yarattı." Niçin. "Binek
olsun için, yük taşımak için ve de onların etinden
derilerinden, yünlerinden, faydalanmak için Allah size
hayvanları yarattı diyor" Allah (c.c).
Nahl Suresi"nin 66. ayet-i kerimesinde "Allah hayvanların
karnı içinden, kan ile pislik arasından, sizin için, içimi gayet
hoş olan süt çıkarmaktadır" diyor Allah (c.c).
Hani koyun-keçi-sığır ve devenin sütünü sağıyoruz ya;
geldiği yere bakıyoruz, bir tarafta kıpkırmızı kan var. Bir
tarafta gübresi var, hiç hoşa gitmeyen kokusu ile beraber.
Ama içimi ve kokusu da gayet güzel olan sütü Allah (c.c)
bir taraftan çıkarıveriyor. Hani şair;
Oluklar çift birinden nur akar, birinden kir... der ya! İşte bu
gibi. Bir tarafta kıpkırmızı kan, bir tarafta bembeyaz süt.
Yemyeşil çayırdan bembeyaz sütü çıkarıveriyor, öbür tarafta
da dışkısı ayrıca çıkıyor. Onun da tabii ki ayrıca faydası var.
Bir başka ayette yine Nahl Suresinin 86. ayetinde de
"Onların yününden, kılından, (bizim Türkçede bir yün var
birde kıl vardır) (Arabın dilinde ise devenin yünü için ayrı
bir kelime kullanmış, koyunun yünü için ayrı bir kelime
kullanmış ve keçinin kılı için ayrı kelime kullanmış.) Ayet-i
kerimesiyle bizim genelde kullandığımız yün ve kılı da
yatak-elbi-se ve çeşitli şeyler için kullanasınız diye Allah
(c.c.) bunları da yarattığını haber veriyor.
"Allah'ın size rızk olarak verdiğinden yiyiniz." "Şeytanın
adamlarına uymayınız." "O sizin için apaçık bir düşmandır"
diyor Allah (c.c).
Yani şeytanın adamlarına uymaktan kasıt şu. Şeytan
Allah'ın size helal kıldıklarını, çeşitli mantık oyunlarıyla
haram kılma tarafına gider. Size vesvese verir.
Allah'ın haram kıldıklarını da; canım bundan ne haram
olacak. İnsanlara ne zararı var. Bak Avrupalılar içki içiyor,
domuzu yiyor da birşey mi oluyor. Sen de yesen-içsen ne
olur? gibi vesveseler verir. Sakın ha şeytanın adımlarına
uyma diyor Allah (c.c). 1307[190]
1309[192]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/155-157.
sahada konuşuyorsun? denilir. Ama şunu verebilirim. Dini
sahada Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in tıpla ilgili sözlerini
ben naklederim de, doktorlarımız onu değerlendirirler. Ama
ben tıp sahasında bilgim yokken konuşmam nasıl ki, doğru
değildir. Bir başkasının da çıkıp, bu ayet-i kerimeyi alıp
Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde: haram kıldıkları belirlidir,
diyor. Ve meali de okuyor. "Yiyen bir insana yemesi haram
olarak bana vahyolunanda şunlardan başkasını bulamadım.
O da "Ölü" "Akıtılmış kan" "Domuz eti" "Çünkü bu bir
pisliktir." "Kendisiyle Allah'dan başkasına kesilerek günaha
girilen" Bu dördünün dışında Kur'anda haram kılınmış
başka birşey bulamıyorum de" diyor ayet-i kerime.
Şimdi bu böyle olunca diyor. Yeryüzünde bize haram
kılman 4 şey vardır, bunun dışında haram kılınan birşey
yoktur diyor.
Bir kere Kur'anın kelimesine bakmış olsa "Yemek" kelimesi
var. Yiyen bir insan için bunlar haram. Ama yine K.
Kerimde Maide suresinde "Hamr" yani şarap kelimesi var.
Birde şarap girdi. 4 tane idi burda birde şarap giriyor. Şarap
deyince sarhoşluk veren herşey olarak alacağız.
Bunu bazıları efendim bu şaraptır deyip rakıya fetva
çıkartıyor. Çünkü Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Her
sarhoşluk veren haramdır" diye onu açıklamıştır. 1310[193]
Kur'an-ı Kerimde Allah (c.c.) 1311[194] "Onlar peygambere
uyarlar. O peygamber ki, Onlara iyiliği emreder, ve kötülük-
ten alıkoyar. "O peygamber onlara temiz olanları helal kılar"
"Ve onlara pis olanları da haram kılar" o peygamber der.
Yani Peygamber efendimiz (s.a.v.)'a Rabbim yetki veriyor.
Şimdi yetkiyi o verince haram ve helal kılan yine Allah
(c.c.) dür. Yani şu kaide yanlış değildir. (Haram ve helal
kılma yetkisi yalnız Allah'a aittir) sözünü duyarsanız, itiraz
etmeyin.
1310[193]
Müslim K.Eşribe 73
1311[194]
Araf Suresi 157, ayetinde
Bazıları bunu demagoji'ye getiriyor. Haram ve helal koyma
hakkı Allah'a aittir diyorsun, Öyleyse peygamber? Rabbim
Araf suresininl57. ayetinde peygambere yetki verdiğini
söylüyor. Başkasına bu yetki verilmiş değildir. İmam Ebu
Hanife Hz. lerine de verilmiş değildir yetki. Diğer
müctehitlere de bu yetki verilmiş değildir. Peki onlar da bazı
görüşler belirtmişler. O nedir.
Haa! Onlar kıyas yapmışlar. Demişler ki, mesela Maide
Suresinde "Yırtıcı hayvanların parçalayıp öldürdüğü de
yenmez" diyor. Öyle olunca şuna işaret ediyor Rabbim: "Bu
yırtıcının kendisi de yenmez. "Yırtıcı hayvanlar yenmez"
diyor.
Peki filan hayvan yırtıcımı değil mi? tşte orada mezhepler
arasında farklılık meydana geliyor. Mesela diyelim ki bize
göre kedi eti haramdır. Hanefiye göre. Çünkü tırnaklıdır ve
fareyi dişi ile parçalayıp yiyen hayvandır. Ama mezhep
imamlarından Veysiye göre eti yenir diyor. Çünkü ehli
hayvandır yırtıcı hayvan sayılmaz vs. gibi kendisine göre
gerekçeleri var.
Yani mezhep imamları: Allah (c.c.)'ün ayet-i kerimelerdeki
ve peygamber efendimizin.(s.a.v.)'ın sünneti ve hadislerinde
verilen hükmün illetlerinden hareket ederek birşeyi
başkalarına kıyas yaparak bir hüküm getirmişlerdir. Yoksa
helal veya haram koyma hakkı doğrudan Allah'ındır. Allah
(c.c.) de Rasulüne yetki vermiş, Peygamber efendimiz
(s.a.v.) de bazı hayvanları hadisi şeriflerinde ismen
zikrederek şu hayvan helal, şu hayvan haramdır diye bize
bildirmiştir.
Bildirilmeyenler ise illetlerinden hareketle kıyas yapılarak
haramlığı veya mekruhluğu konusunda sahabiden veya
tabiinden veya daha sonra gelen müctehid imamlar,
hükümlerini bildirmişlerdir.
"Kim mecbur kalacak olursa" "Günaha girmeksizin haddi
aşmaksızm yer." Yani ayakta kalabilecek kadar mecbur
kalınca o haramdan yer.
Günümüzde bu nasıl olur. Hani Avrupa'da bazı işçilerimiz
hapse giriyorlar. Diyelim ki orada domuz etinden başka
birşey vermiyorlar. Bir-gün ikigün yemedi. Baktı ki
kuvvetinden düşüyor, o zaman ihtiyacını giderecek kadar o
haramdan yiyecektir. "Senin rabbin affedicidir vede mer-
hamet edicidir" buyrulur.
Fakihlerimizden bazıları diyorlar ki: günümüzde cereyan
eden olayların bazılarının fetvaları fıkıh kitaplarında yok.
Yok değil. Fıkıh kitaplarını okumadığımızdan biz bunu
konuşuruz. Alimlerimiz bundan 500-600 sene önce insan
mecbur kalınca yanında ölmüş bir arkadaşının etini de yer,
demişler. Ama canlıyı öldürmeye hakkı yoktur der. Çünkü
ikiside eşit şartlardadır.
Ben seni öldüreyimde ben seni yiyeyim, veya sen beni öldür
de beni ye, gibi gönülden rızada olsa bu iş olmaz derler.
Ama biri ölmüş. 1-2-5-10 gün beklemişler. Baktılarki
olmuyor, kurtulamıyorlar. Orada ölen birinin etini yeme
fetvasını vermişler alimlerimiz. Bu zaruriyete giriyor tabii
ki. 1312[195]
1312[195]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/157-159.
(a.s.) bir hastalığı esnasında, helal olan bazı şeyleri
yememeye; hani bir yerde perhiz yapmaya başlamış ve
öylece de vefat etmiş. Onun vefatından sonra onun
yolundan giden, güya dinine çok bağlı olan insanlar
peygamberin yemediğini bizde yemeyelim diye devam
ettirmişler. Birgün gelip haram hale dönüşüver-miştir.
Allah'ın helal kıldıklarını haram kılmak yok. "Allah'ın
insanlar için çıkardığı zinetleri, nimetleri kim haram
kılarmış? diyor Allah (c.c.)
Bizim canımız istemeyebilir. Ama canımız istemedi diye
birşeyi haram kılma tarafına gitmeyeceğiz, Hasan-i Basri,
duymuş ki bir adam tatlı (Palize) yemiyormuş. Demiş ki;
niye yemiyorsun? Efendim tatlı nimetleri nefsim fazla
çekiyor bende nefsime haram ettim. Nefsimi gemlemek için
yaptım demiş. O da demiş ki: öyleyse su içme sen bundan
sonra. Çünkü sudan daha tatlısı yok ya.
Onun için Allah'ın helal kıldıklarını, (efendim zühd-takva
nedeniyle) kendinize maazallah haram kılacak olursanız,
cennetin kokusu dahi alınamaz. Ama yememe ayrı şeydir.
Mesela, ben filan yiyeceklerden hoşlanmıyorum.
Hoşlanmıyorum demekle, haram demek ayrıdır. 1313[196]
1313[196]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/159-160.
hastalıkları, harpleri, darpları yaratan ve insanların hepsini
cehenneme sokmak için yaratan gibi bir tasvir verilmiş.
Allah (c.c.) böyle tanınıyor veya böyle tanıtılma tarafına
gidiliveriyor.
Halbuki Rabbim bu kadar anlatımdan sonra,
peygamberlerine diyor ki: "Eğer seni yalanlayacak olurlarsa,
de ki Rabbinizin mağfireti çok geniştir." "Ama suçlu
toplumları cezalandıracak olursa da kimse onu engel-
leyemez."
Yani bu yaptıklarınızdan dolayı cezalandırmak isterse bunu
engelleyemezsiniz. Ancak Rabbimin mağfireti geniştir.
Bunu da bilesiniz.
İbrahim (a.s.) "Kim bana uyarsa o bendendir." diyor. "Kim
de bana isyan ederse (dağa atarım-cehenneme gönderirim
demiyor) O Allah affedicidir, merhamet edicidir"
diyor. 1314[197]
İsa (a.s.) da buna benzer. Rabbime yöneliyor Ya Rabbi!
"Eğer bunlara azap edecek olursan onlar senin kulların,"
diyov.
Rabbimin rahmetini çekme olayı var. "Eğer sen onları
affedecek olursan, sen zaten affedicisin, merhamet edicisin"
diyor. Rabbimin rahmetini çekiyor kullan üzerine.
Yasin suresinin de 2. sayfasında; üç tane delikanlı bir şehre
İslamı anlatmak için gelmişler. Oradan bir insan bunların
mesajını kabul edip müslüman olmuş. Toplumun önüne
çıkmış. Yahu bu adamlarla niye uğraşırsınız. "Ey benim
milletim, bu adamlara uyun." "Bu adamlar sizden parada
istemiyor. Makam-mevki de istemiyor. Bu adamlara niye
uymazsınız," "Beni yaratan Rabbime yöneleceğim. Yine
ona döneceğim, niye ibadet yapmayayım" derken; adamı
linç etmişler. O linç edilirken de Rabbim ona cennetini
göstermiş. "Gir cennetime" O esnada adamın söylediğini
1314[197]
îbrahim36
naklediyor Rabbim. "Rabbimin beni affettiğini, bana
ikramda bulunduğunu, cennetine koyduğunu keşke şu beni
öldürenler biliverselerdi."
Böyle bir merhamet dünyanın hiçbir tarafında yok. Yani o
başı eğilmiş, linçe uğramış adam diyor ki; "Şu beni
öldürenler, ah benim müslüman olduğumdan dolayı cennete
girdiğimi bir biliverselerdi de onlar da
müslüman olsalardı" isteğinde bulunuyor.
Yani müslümanın rahmeti bu kadar geniş. Tabii
müslümanın rahmeti de, Rabbimin "Rahman ve Rahim"
sıfatından tecelli ediyor. Yalnız bunu yanlış anlayan bazı
insanlar var.
Merhametten maraz doğar, diye halk arasında bir söz var.
Çok yanlış bir sözdür bu. Merhametten maraz doğmaz.
Maraz, hastalık manasına gelir. Fakat merhameti yanlış
anlamayalım biz. Merhametten kasıt ihmalkarlık ise ilgisi
yok. Yani bir adamın yaptığı kötülüklerden dolayı uyarıl-
mamasını merhamet sanıyorsanız, bunun merhametle hiç
ilgisi yoktur.
Merhametten maraz doğmaz. Allah merhamet sahibidir.
Rahman ve Rahimdir. Rabbimin merhametinden de hiç
maraz doğmamıştır. İnsanların merhametinden de maraz
doğmaz.
Yani müslüman, bir karıncayı ezemeyecek kadar merhamet
sahibi ama insanların İslam'a giden yolunu engellemeye
çalışan adamın engelini ortadan kaldıracak kadar da
merhametlidir. O engeli kaldırmak da merhamettir.
Merhameti yanlış anlama var bizde.
Allah (c.c.) geçmiş toplumlardan bir kısmını rüzgarla, bir
kısmını bir sayha ile, bir kısmım yerin altını üstüne
getirmekle helak etmiş. Neyinden? Merhametinden... Çünkü
o insanlar, o peygambere itaat eden insanlara
engelliyorlardı. îman edenlere işkence ediyorlardı. Onların
neslinden gelecek olanları da imansız yetiştirmek için gayret
sarfediyorlardı. Rabbimin o yaptığı da merhamet eseridir.
Beri taraftaki müslümanlara rahmettir o.
Kurdun bir tanesi ağıla 1000 koyunun içerisine girmiş
parçalayıp duruyor. Çobanda gelmiş yakalamış dövüyor. Ay
yazık, kurda yazık oluyor dermiyiz. 1315[198]
1315[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/160-162.
vermiş. Allah bizden razı olmasaydı bunları bize verir-miydi
diyenler helak olmuştur. Rabbim "Azabımızı tatmışlardır"
diyor.
Peki niye veriyor? Haa!.. mühlet veriyor, diyor. "Rabbimin
adaletinde imhal vardır ihmal yoktur" diye tabir edilmiş,
eski eserlerde. Mühlet verir, ihmal etmez. Mühlet verir, belli
bir zamana kadar. Azabını artırm-caya kadar.
"Deki: Sizin katınızda bir bilgi mi var da onu çıkarıyorsunuz
bize? Yani bu haram koyma hakkını Allah size verdi de
bizim haberimiz mi yok? Siz onu çıkarın ortaya. Allah bu
yetkiyi mi verdi size. Sizin bu müşrikliğinizden Allah razı
mı. Siz ancak zanna uyarsınız ve siz ancak yalan şeyler
peşinde gidersiniz" diyor Allah (c.c).
Zanna uyarsınız diyor Rabbim. Zan; bizim akâid
kitaplarında ifade edildiğine göre, (Hani birşey hakkında
şüpheye düşmüşsünüz. Doğruluğu veya yanlışlığı
konusunda kesin kanaatiniz yok. Fakat doğruluk %50'yi
geçiyor. Yani zan'm yarıyı geçmesi gerekiyor. Yandan
aşağıya düşerse zaten o şüphe oluyor.
Rabbim diyor ki; "Siz zan üzeresiniz, zanna tabii
olursunuz." ama bu katiyet ifade etmiyor. Yani kanaatiniz
doğrultusunda bu işin doğruluğu hususunda zan
üzerindesiniz. Yani % 55-60 doğru. Bugünkü hukukun
mantığı da bu zaten.
Adamlar maddeler halinde birşeyler yazıyorlar, tam böyle
onaylanıyor, meclisten çıkıyor. Kanunu hazırlayanlar,
Eyvaah!...Şu cümleyi şöyle yazsaydık keşke. Niye diye
sorarsa basın mensupları; "Çünkü bu virgülü buraya
attığımızdan filan 100 milyarı götürebilir. Noktayı şuraya
koyduğumuzdan dolayı filan şu kadar götürebilir.
Peki yeniden yazmak üzere onlara iade etseler ve yeniden
yazsalar. Yine onaylandıktan sonra, Eyvaah!... yine olmadı.
Şu da ilave edilmeliydi veya şu çıkarılmalıydı. Normal bu.
Yani bize de size de yazdırsalar aynıdır. Çünkü yarının ne
getireceğini biz bilecek değiliz. Onun için bakan veya genel
müdür çıkıyor karşınıza; efendim şu işler de yapılacaktır,
ya-pılmasıda gereklidir ama, mevzuat müsait değil, diyor.
Değiştirilmesi lazımdır diyor,
Kardeşim bunu geçen sene siz kendiniz çıkardınız ya.. Veya
50 sene önce çıkaranlar da sizin kadar akıllıydı ya.. Onlar
geri zekalımıydı, yooo... Bunlarda akıllı insanlardı. Yani
burada kabahat bu insanın yaptığında değil. Kabahat insanın
Rabbine baş kaldınşindadır. Yoksa kim olursa olsun yaptığı,
yarın tenkide uğrayacaktır. Akıl akıldan üstündür
çünki. 1316[199]
1316[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/162-164.
bu gözde benimse orda iki tane bardak var demiş. O'da bir
çekiç alıyor, birine bir vuruyor, öteki de kırılıyor. Meğer
adamın gözü şaşıyırmış.
Yani ayet veya hadisde eksiklik veya yanlışlık bulanların
kendi çağı nın kültürü adamın aklına basmış, aklını
yamultmuş. Bu sefer doğruyı yanlış görmeye başlıyor.
Yanlışlık ordadır.
"Allah dilemiş olsaydı (doğru) hepinizi hidayete erdirirdi"
diyor Ama o zamanda imtihan ortadan kalkardı. İyi ve kötü
insanın ayırtedil mesi olmazdı.
Rabbim iradeyi vermiş. Bu iradeyle bir de kopye vermiş.
Yalnız bu günkü öğretmenler gibi değil. İmtihan
sahasındasımz. Saha bütün dünya Bu imtihanın konusu da;
yiyeceğiniz, içeceğiniz, giyeceğiniz, konuşaca ğımz,
duyacağınızla ilgilidir. Ama kopye olarak size bir
peygamberle ki tap gönderiyorum diyor. Şöyle
yapacaksınız. Orada Rahman ve Rahin olan Rabbim yardım
ediyor.
Yani sizin hepiniz kendi aklına göre hareket etsin demiyor.
Şunla helaldir, şunlar haramdır, şu yoldan gidilecektir, diye
yol da gösteriyoı Yani peygamberi ve onlarla gönderdiği
kitaplarıyla Rabbim kopye veri yor. 1317[200]
1317[200]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/164-165.
kendi akıllarınca gerekçeler de getirmiş olsal; bile, sakın haa
tek başına olsan bile; onlarla birlikte, evet şunlar helaldi
şunlar haramdır deme.
Yani tüm dünya insanı birgün bir araya gelse Domuzun eti,
sütü, k; m hususunda Türkiye ve Amerika laboratuarlarında
araştırıldı. İnsan vi cuduna zerre kadar zararlı bir madde
yoktur ve bu haram değildir desele sakın ha onların
dediklerine sen katılma" diyor Allah (c.c).
"Ahirete iman etmeyen o kişilerin, nevasına uyma. Onlar
Rablerin-den yüz çevirmişlerdir" diyor.
Rabbinden yüz çevirmiş, ahireti inkar etmiş ve Allah'ın
helal kıldıklarını haram kılma yetkisini kendinde görmüş
insanlara, sakın uyma diyor Allah (c.c).
Buna uyarsak ki onların gittiği yere gidilir. Maazallah o da
cehennemdir. Peygamberlere uyarsak dünyada devlet,
ahirette cennete varmak vardır.Allah peygamberlerin
yolundan devam ettirsin.1318[201]
1318[201]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/165-166.
başınıza alasınız diye Allah (c.c.) böylece size vasiyet eder,
emreder "^Devam ediyor 152. ayet-i kerimesiyle. 1319[202]
1319[202]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/166.
adaletten ayrılmayın) (Allah'a olan sözlerinizi yerine getirin)
diyor. Ve 9 emir bu ayet-i kerimede bildirilmiş oluyor.
Bu dokuz emrin birincisi Allah'a şirk koşmamaktır.
Yasaklarla-emir-ler içiçedir burada. Yani yapmayınız,
kılmayınız dediklerine yasak, yapınız, ediniz dediklerine de
emir diyoruz. Burada Rabbim yasaklarla emredilenleri içice
vermiş.
Evvela kendisine hiçbirşeyi ortak koşmamamız isteniyor.
Niye... Çünkü daha önce tefsiri seçmişti. 1320[203] Allah'a şirk
koşmadan onun huzuruna varan kişinin diğer günahlarını
Allah dilerse affedecektir. Şirk hariç bütün günahlar
affedilebilir. Yalnız affedilmeyen günah şirktir.
Kul hakkı filan. Bunlar gönüllenir. Yani öbür tarafta
Rabbim tarafın-
dan alacaklı kişi gönüllenir. Haksız olan kişi kıyamet
gününe mü'min olarak varmışsa, orada Rabbim alacaklıyı
gönüller. Yine de öbür kulunu affeder. Ama affı olmayan
tek günah şirktir. Hatta peygamber efendimiz (s.a.v.) Öyle
demiş. "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayın" "Paramparça
edilseniz, asılsanız, veya yakılsanız bile Allah'a şirk
koşmayın" di-yoi.(İbni Kesir bu hadisi İbni ebi Halemden
nakleder.)
Yani Allah'a iman etmenin karşılığında, ceza olarak size
bedeninizi paramparça edecek olsalar. Veya asacağız
milletin önünde, günlerce asılı olarak kalacaksın deseler,
İbrahim (a.s.)'a dendiği gibi şu ateşle yanacaksın deseler,
yine de Allah'a şirk koşmayın diyor peygamber
efendimiz(s.a.v.).
Hatta birgün Efendimiz (s.a.v.)'ın yanında oturuyorlar.
Efendimiz (s.a.v.)'a soru soruyorlar. Efendimiz ; "Allah'a
şirk koşmadan, huzuruna giden insanın Allah dilerse diğer
günahlarını affeder" der. Orada bulunan EbuZer Gıffari
1320[203]
Bak Nisa 48
(r.a.) demiş ki: "Zina etsede mi affeder?" demiş. "Evet zina
etse de affeder, dilerse" Tekrar sormuş. "Zina ve hırsızlık
etse de mi affeder?" "Evet zina ve hırsızlık etsede affeder?"
"Ebu Zer'in burnu sürtülsün, Allah dilerse yine de affeder"
demiş peygamber efendimiz (s.a.v.).(Müslim K.îman
154,Buhari K.cenaiz 1)
Öyle olunca bizim hayatta en fazla dikkat edeceğimiz:
birinci derecede sahip olacağımız şey imanımızdır. Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmamaya dikkat edeceğiz ki: tefsirimiz
boyunca biz buna dikkat ettik. Yani anlatmaya, üzerine
varmaya çalıştım. Yalnız ben varmaya çalışmadım. Allah
(c.c.) hemen hemen her suresinin her bölümünde "Allah'a
şirk koşmayınız" diyor. Yani en önemli sermayemiz
imanımız olması gerekiyor. Buna iyi sahip çıkmamız
gerekiyor.
Daha önce anlatmısızdır. Şirk ortak koşmaktan gelir. Şirket
kelimesi de aynı kökten gelir. İki insan beraber bir dükkan
açmışlarsa adi ortaklık kurmuşlardır. 5 kişi bir araya gelip
anonim şirketi kurmuşlar. Yani 5 veya daha fazla kişi bu
işte söz sahibi oldukları için şirket denilmiş.
Yerin göğün yani hep yaratılmışların yönetiminde Allah'dan
başkasına söz hakkı vermek, Allah'dan başka bir otoriteyi
kabul etmek şirk koşmaktır. Onun için imanımıza çok
dikkat edeceğiz. Allah'ın emrine muhalif kim ne emir
verirse versin kabul etmeyeceğiz. Rabbimin yasak koyduğu
konuda kim ne derse desin, yani aksi istikamette söz
söylemiş, kanun koymuş veya bilmem ne etmiş, Rabbime
muhalefet ettiğinden dolayı kabul etmeyeceğiz. Kabul
edersek bu insanın, kralın, şahın veya padişahın söylediği
haklıdır, daha doğrudur, insanların menfaatma daha uy-
gundur, derse bu adam şirk içerisine girmiş olur. O övdüğü
kişi onun putu olur ve Allah (c.c.)'e ortak koşmuş olur. Buna
dikkat edeceğiz.
Ondan sonra da anne ve babalarımıza da iyilik etmeye
çalışacağız. Birkaç yerde Rabbim, "Bana şükret, anne ve
babana da teşekkür et" diyor Allah (c.c.) 1321[204] îsra
suresinde de ayet 23 de "Allah ancak kendisine ibadet
etmemizi emreder. Başkasına ibadet etmemizi yasaklar.
Birde anne-babaya iyiliği emreder" Yani Allah (c.c.)'ün
haklarının arkasından anne-babanın haklan getirilmiş, ayet-i
kerimelerde. Onun için anne ve babalarımızın gönüllerini
almaya çok dikkat edeceğiz.
Nasıl? Yine ayet-i kerime beyan etmiş, "Öf bile demeyin"
Değil öyle emrine karşı gelmek, söylediklerini yapmamak,
üzmek, gönlünü kıracak şekilde "üff" bile demeyin. Bir kış
gününde aynanın karşısına geçip bir üf deyin bakayım.
Aynanın yüzünde buhar meydana gelir. Kendinizi gö-
remezsiniz. Yani anne ve babaların gönülleri aynadan daha
hassasdır.
Şair "gönül bir aynadır, toz istemez" demiş. Anne-babaların
gönlü, diğer insanların gönlü gibi de değildir. Çünkü onlar
Rabbimin dilemesi içerisinde onları meydana getirdiler.
Besleyip büyüttükleri için diğer insanlar gibi de olmaz
onların gönülleri daha hassas olur. Rabbim burada bir
sınırlama getirmiş yalnız. "Anne ve baban eğer sana karşı
mücadele veriyorsa" "Bana ortak koşman hususunda
mücadele veriyorlar ise." Yani: Anne-baba müslüman
değilse ve müslüman olmuş çocuğunun müslü-manlıktan
çıkması için mücadele veriyorlarsa, işte o zaman "Onlara
yalnız o konuda itaat etme."
Onlara itaat etmemeyi genelde anlamayacağız. O konuda
onlara itaat etme. Onlar müşrik de olsa gönlünü almaya
gayret edeceğiz. Hatta fıkıh kitaplarında şöyle ifade
etmişler.
Oğlum beni kiliseye götür derse götürmez. Baba-anne
hristiyan-yahudi vs. ise de oğlum beni puthaneme götür
1321[204]
Lokman 14
dese götürmekle mükellef değil. Ancak sürüne sürüne
gitmiş anne veya baba, kilisenin önünden haber göndermiş.
Çocuğum gelsin beni götürsün demişse oraya gidip sırtına
alıp getirecek.
Oraya günah işlemeye götürmek yok. Ama oradan getirmek
var. Ölçü bu. Üff demeyeceğiz. Puthanesine gitmişse geri
getirme işleminde de ona yardımcı olacağız. Allah'a şükür
ki, böyle birşey başımızda değil. En şiddetlisi ile
söylüyorum bunu. Anne ve babalarımız şirk hariç bize ne
teklif ederlerse etsinler, (isyan hariç, hani şu günahı işle
derse oda tutulmaz) Yani şu günahı işle, gel oğlum iç,
beraber içelim diyor baba.
Yeni nesilde görüyoruz biz bunu. Yeni nesil müslüman.
Sapasağlam yetişiyor hamdolsun. Babası ve annesi ile
anlaşamıyorlar. Aynı içki sofrasına, üniversitede okuyan bir
çocuk, üniversitede islamı tanıyınca, sofraya oturmamaya
başlayınca aralarında ikilik meydana gelivermiş. Burada
babasıyla içki sofrasına oturmamaya yine devam edecektir.
Ama bunlar beni içki sofrasına oturmaya zorluyorlar diye
alakayı da kesmeyecektir.
Ülkemizde doktorasını yapıp giden Koreli bir genç Cemil
ismini almış, müslüman olmuş. İyi bir müslüman. Ben
görüştüm ve kendisinden dinledim.
Babam diyor, putperest budist profesör. Arkeoloji
profesörüdür üniversitede. Bir akşam annemle-babama
müslüman olduğumu anlatmıştım. Bunu duyunca" bu evden
çık ve bir daha gelme" dedi, diyor. Çok sertti. Eve
katılmayacağımı bildiğim için doğru üniversitenin yurduna
yerleştim. Fakat 4 yıl boyunca her cumartesi bir mektup
yazdım babama. Kabul etmediği için görüşmedik ama 4
sene boyunca her cumartesi mektubumu yazdım, diyor. Hiç
cevap gelmediği halde düzenli olarak toplam 208 mektup
yazmış. O mektuplar benim diploma merasimine gelmeyi
sağladı, diyor. Dekan da ayrılığı duymuş onunda yardımı ile
diploma merasimine geldi. Şimdi iyiyiz. Gerçi müslüman
olmadılar üzülüyorum, fakat eski katılığı yumuşatabildik
diyor.
Onun için ileride müslüman olmasına da sebep olabilir.
Nasip nedir bilinmez. Bizim üzerimize düşen evlatlık
görevini yerine getirmektir.
Kur'an-ı Kerimde daha ziyade anne ve babalara itaati ve
iyiliği emreder de evlatlara iyiliği ve şefkati fazla emretmez
Rabbim. Öyle bir ayet yok. Niye.. Onu bizim fıtratımıza
koyuvermiş.
Hz. Adem ile Hz. Havva validemizin annesi ve babası
olmadığından insanlarda sevgi daha ziyade evladına doğru
gidiyor. Onun için evladınızı sevin-evladmız için şunu
yapın, bunu yapın demeye gerek yok. Zaten bütün insanlar
evlatları için çalışıyorlar.
Ama anne ve babaya olan sevginin emredilmesi gerekmiş
ki; Allah (c.c.) bunu bize emretmiş. "Fakirlik nedeniyle
çocuklarınızı öldürmeyiniz."
Burada ise; fakir bir hayat yaşıyorsunuz. Derken çocuk
dünyaya gelmiş. "Fakirlik nedeniyle çocuklarınızı
öldürmeyin."
Yani ikisininde kapısı kapatılmış oluyor. Birincisi; adam
zaten ben fakirim, kendimi zor geçindiriyorum, birde
çocuğu nasıl geçindireceğim diyerek çocuğu öldürmesin.
Birde adamın durumu iyi. Ya şimdi durumumuz iyi
geçiniyoruz ama, iki-üç çocuk olacak olursa bizim
durumumuz kötüleşebilir, diyerek engellemeyin. İki ayet bu
iki kapıyıda kapatmış oluyor. Niye "Sizi de onları da
rızıklandıran biziz" diyor Allah (c.c).
Bu türden bir ayet-i kerime geçen haftalarda geçti. Avukat
arkadaşla-
rımızdan biri dedi ki; Hocam bu Afrikada ki aç insanlara da
Allah nzık vermiyor mı ki., dedi.
Allah can taşıyan herşeye ve herkese rızık vereceğini "Hud"
suresi ayet 6 da bildirmiş. "Kıpırdayan her canlının rızkı
Allah'a aittir" diyor. Yalnız insan değil burada (Dabbe)
debbeden gelmiş bir kelime. (Debbe) de hareket eden,
debelenen her canlının rızkını mutlak surette verdiğini Allah
(c.c.) ayet-i kerimede ifade ediyor. Nasıl veriyor ama.
Bir kısım insan kendi eliyle koluyla hareket ederek
kazanıyor. Birini diğerine vesile kılıyor. Mesela bu
belgesellerde gösteriliyorlar. Denizin 10 bin metre
derinliğinde, bir küçük hayvancık. Parmak ucu kadar. Hatta
tırnak üstü kadar. Bu burada taşın üzerinde doğar ve ölür.
İsmini bilmediğimiz bir canlıya gösteriyor. Ve 10 bin metre
derinlikten başka yerde de yaşamaz.
Yerinde durur da, küçücük hayvancıklar ona doğru yürürler.
Güzel bir kokusu vardır. O kokuya aldanıp giderler, o da
ağzını açar yutuverir, diyor. Rızık öylece gidiveriyor.
Rabbim rıziklandırmak isteyince Amerika'daki veya
İngiltere'deki şarkıcının yüreğine birşeyler veriyor. Şarkıcı
çıkıyor New York'da, Londra'da ve başka başka yerlerde
şarkılar okuyor ve toplanan parayı fakir insanlara
gönderiyor.
Türkiye'deki insanlara bir gayret veriyor. Haydi Afrika'daki,
Afganistan'daki Bosna'daki insanlara yardım edelim
deniyor. Yardım toplanıyor ve gidiyor. Ona rızık gidiyor.
Yalnız burada insanların bir sorumluluğu var.
Yani O Afrika'daki insanlarada Rabbim katında bazı şeyler
sorulacak. Rabbim diyecek ki; "Ben seni rızıklandırdım .
Rızkını gönderdim. Ancak sen niye bu yola tevessül ettin.
Senin ayağının altına, altın-gümüş-fosfat-bakir madenlerini
koydum. Senin başının üstüne dünyanın en yeşil, en uzun
ağaçlarını koydum. Ama kendi ülkene sahip çıkamadın.
Avrupalı-Amerikalı kovboylar geldiler, ormanlarını kestiler.
Altındaki madenlerini de senin ellerine söktürdüler ve
çektiler gittiler. Sen niye yurduna sahip olamadın."
Hadisi şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Toprağı için
mücadele verirken ölen şehittir" diyor. 1322[205] Tabii burada
kastedilen müslümandır. Ülkeden topraktan kasıt da İslam'ın
hakim olduğu ülkedir.
-"İslam'ın hüküm sürdüğü bir ülkenin bir karış toprağına
kasıt olmaması için mücadele verirken. Veya kişinin
kendine ait arazisi var. O arazide 1 metre toprağı başkaları
gelip kapıyor. Orada o toprağı vermemek
için mücadele verirken ölürse şehittir der.
Onun için burada adamlar topraklarına, altınlarına yeraltı ve
üstü zenginliklerine sahip olmamanın cezasını bu dünyada
çekiveriyorlar. Onlar bizden biraz daha şiddetli şekilde
çekiyor. Yoksa ona benzer bir azabı bu ülkenin insanları
olarak biz de çekiyoruz.
Daha önce söylemiştim. Birgün Uludağın tepesine
çıkmıştık. Orada (velfrom) diye bir maden. Orada el kadar
da bir parça bana verdi oranın yetkilileri. Altın renginde
sapsarı pırıl pırıl parlayan bir maden.
Neye yarıyorda bilmiyoruz hocam ama gönderiyoruz.
Yalnız Amerika'nın işine yarıyormuş. Nükleer enerjide veya
başka işte kullanılıyormuş. Yalnız oranın işine yarıyor dedi.
Kaç para kazanıyorsunuz? İşte bilmem birkaç milyon dolar
kazam-yormuş. Be adam onu Mahmutpaşa'dan birkaç tane
esnafımızda verirdi. Dursun, ileride sana lazım olur. O
kadar parayı toplasak biz cemaatimizden toplayıveririz.
-Evlatlarınızı da rızk ve fakirlik endişenizden dolayı
öldürmeyiniz" diyor. "Onları da sizi de biz nzıklandınrız."
Fuhşun ki; "fuhş" çok anlamlı bir kelime. Fuhşu biz yalnız
zina için kullanırız. Arabın dilinde ise kötü olan herşeye
"fuhş" kelimesi kullanılır.
Yani kötü söz söyleyen, (Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Ya
Aişe ! kötü söz söyleme " derken kötü söz anlamında
"fahişe" kelimesini kullanmış.
1322[205]
Ahmet b. Hanbel Müsned 221,223
Yine Kur'an-ı Kerimde fakirliğe düşme endişesi ile
insanların cimrilik yapması "fuhş" olarak nitelendiriliyor.
Küfr zina kötü söz "fuhş" olarak nitelendiriliyor. Rabbim
de, "Fuhşun gizlisine de açığın ada yaklaşmayınız." İnsanlar
içerisinde alenen yapmayınız. Mesela bazı insanlar var ki:
insanlar içerisinde kötü söz söylemeyi alışkanlık haline
getirmiş.
Bazı tiyatrocular, dinime sataşmayı sanat diye yutturmuşlar.
Sanat yapıyoruz diyor adamlar.
"Açıktan ve gizliden olanına da yaklaşmayınız" Tek
başınıza evinizin bir köşesinde bir fuhşu yapma imkanına
sahip olsanız da işte orada da yapmayınız. "Yapmayınız"
değil. "Yaklaşmayınız."
Yani Kur'an-ı Kerimin güzel bir üslubu, Allah (c.c.)'ün bize
öğrettiği bir konuşma adabı bu. "Zina etmeyiniz" diye bir
ayet-i kerime yok Kur'an-ı Kerim de. "Zinaya
yaklaşmayınız" var. 1323[206]
Burada da "fuhşa yaklaşmayınız" Şirke, kötü söze- büyük
günahlara yaklaşmayınız diyor.
"Haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana da kıymayınız"
Daha önce tefsiri geçmişti. "Kim bir-insanı haksız yere
öldürürse, o bütün insanları öldürmüş gibidir" diyor.
Yani dinimizde adam öldürmenin sorumluluğunun ağırlığını
ifade ediyor. Günümüzde yaşayan Profesörlerden birisi
birisi ceza hukukuyla ilgili bir kitap yazmış. Orada insafla
bir kelime kullanmış. Diyor ki:
-Dünya da gelmiş geçmiş ceza yasasıyla ilgili hiçbir
hukukçu böyle bir söz söylememiş, diyor. Böylesine güçlü
bir ifade söyleyememişlerdir. Yani, "Kim haksız yere bir
insanı öldürürse, o bütün insanları öldürmüş gibidir" ayet-i
kerimesi için söylemiş.Ayetin devamında:
"Kim de bir insanın dirilmesine sebep olursa yaşamasına
1323[206]
îsra 32
sebep olursa, o bütün insanların yaşamasına sebep olmuş
gibidir" diyor Rabbim. 1324[207]
Peki (haksız yere öldürmeyiniz diyor) haklı yere öldürmek
ne oluyor o zaman... Onu ayet-i kerimelerden ve peygamber
efendimizin hadisi şeriflerinden aldığımız ve anladığımız
kadarıyla:
Haksız yere adam öldüren kısas sebebiyle öldürülür. Eğer
öldürülenin varisleri affetmezse. Bir adam bir adamı haksız
yere öldürmüş. İslam hukukuna göre gereken bütün şartlar
yerinde. Adam öldürmüş diye de hemen kısas cezası
verilmez. Hukukumazda onun da şartlan var. O şartların
hepsi yerine gelmiş. Bu adam bunu aklı başındayken, çocuk
ve deli değil, taammüden öldürmüş. Haksız yere öldürmüş.
Kısas gerekiyor ancak öldürülenin varislerinden herhangi
birinin affetmesi o adamın öldürülmesini engeller. Yani
dinimde affetme yetkisi zarar gören tarafa verilmiştir.
Bugünkü hukukta ise devlet ben affederim diyor. Yahu
arkadaş suç bana karşı işlendi, sana ne.. Yoo ben affederim
diyor. Evinin karşısına 2 sene sonra tekrar çıkartırım sende
onu öldür diyor.
Böyle demiyor kanun da, bu anlama geliyor yalnız. Onun
için her affın arkasından gazetelerde bir yazı okursunuz.
Hapishaneden çıktı ve hasımları tarafından öldürüldü.
Kocaman bir kanlı resim.
Haksız yere adam öldüren eğer affedilmezse öldürülür. Evli
iken zina eden öldürülür. Bu hadisi şerifle sabiuir. 1325[208]
Müslümana karşı öldürmek üzere gelen, harbeden. Yani
İslamın engellenmesi için müslümana karşı harb açmış
üzerine doğru geliyor. O da öldürülür.
Müslüman bir ülkededir. Müslüman olan bir devlet
başkanına karşı haksız yere başkaldırmış. Haklı yere değil.
O da öldürülür. Yine Peygarnber efendimizin hadisi
1324[207]
Maide 32
1325[208]
Müslim K. diyat 6
şerifiyle sabittir ki; İslam dininden dönen kişiye tevbe teklif
edilir. Neden dolayı döndüğü sorulur. O konuda ikna edici
alimler onun yanma gönderilir. Buna rağmen ısrar ediyorsa,
bu adam da öldürülür. Bu beş maddeden dolayı adam
öldürülebilir. Bunun dışında "Haksız yere adam
öldürülmez" diyor Allah (c.c). Haklı olan yerler de bu 5
maddedir.
"Aklınızı başınıza alasınız diye Allah böylece emreder"
diyor Allah(c.c.)
"Yetimin malına da yaklaşmayınız." Bu konuda (Nisa
Suresinde) geçmişti. Baş taraflarında. (6. ayetinde) Yetimin
malının nasıl korunacağını söylemiştir.
Babası ölmüş. Malı kalmış az veya çok. Çok olabilir, az
olabilir. Yönetim işi de kolay veya zor olabilir. Eğer hemen
yakınlarından vasisi varsa onlar üzerlerine alırlar. Eğer
yakınları yoksa İslami bir devlette mahkeme bir vasii tayin
eder.
Peygamber efendimiz "Velisi olmayanın velisi benim"
der. 1326[209] Yani İslamda da velisi-vasisi olmayanın velisi-
vasisi devlettir. Devlet orada, şehrin tanınmış, hakyemez,
güleryüz gösteren, iyi bakacağına inanılan kişiyi ona vasi
tayin eder. Onun malların yönetimini üzerine alıyor.
Rabbim onu açıkladıktan sonra, yine Nisa Suresinin 10.
ayet-i kerimesinde: "Yetimlerin mallarını haksız yere
zulümle yiyenler, karınlarına ateş doldururlar" diyor Allah
(c.c).
Bu ayet-i kerimesinde de "Yetimin malına kötü bir şekilde
yaklaşmayın, iyilikle yaklaşın." İyilikle yaklaşın ne
demektir.
Ayrı yönetmek zor olabilir. Kendi malınıza katın. Hisseler
belli olsun ve kendi malınız gibi o malı da koruyun.
Çocuğun malının artmasını sağlayın kendi malınız gibi.
1326[209]
Ahmet b. Hanbel Müsned 41133
Neticede çocuk, "Ergenlik çağına gelinceye kadar devam
ettirin. Ergenlik çağına gelince, şahitler huzurunda (Nisa
suresinin 6 ayetinde) malını kendisine iade edin" diyor
Allah (c.c).
"Ölçü ve tartıda adaletli davranın" diyor. Metre ile ölçenler
veya terazinin başında olanlar veya ölçekle alıp verenler
buna dikkat edecekler. Asıl önemli olan da sözlerinin
ölçüsüne dikkat edecekler.
Yani ölçü ve tartılarınıza dikkat ediniz, adaletli davranınız
derken sözlerinizi de gramla dirhemle ölçerek söyleyin. Asıl
en hassas terazi bu olmalıdır. Efendim lafın terazisi yok
demeyin. Lafın terazisi kendi gön-lünüzdür.
O söz size söylense ne yaparsınız. Bunu böyle düşüneceğiz.
Yani sözün terazisini anlamak için. Anadoluda bir söz
vardır. (Dirhemini yiyen it kudurur) derler. Yani sözün bir
dirhemini yese bir kurt kudururmuş. Yani sözün ağırlığını
ifade için. Bu tür sözlerden uzak duracağız bir ker-re.
Bu sözün ağırlığını ölçebilmemizin yolu, o sözü o adam
bize söylese ne yaparız? Öldürürüm... Ha!.. Öyleyse o adam
da seni öldürebilir. Öyleyse bundan vazgeç. Bu işten sen
hoşlanmayacaksan o da hoşlanmayacak demektir.
Sözleri de ölçüye ve tartıya vurarak konuşacağız.
Tartılarımıza, ölçülerimize ve metrelerimize de dikkat
edeceğimiz gibi.
Bazı hacılarımız hac'dan geldikten sonra dükkana çocuğunu
bırakıyor, gelmiyor. Kendisi gitmiyor. Hayrola hacım
diyorsun. Hocam işte herşeyden el-eteği çektik. Yani bu işi
oğlum idare ettirsin diyorsun Öylemi? Öyleyse daha önce
senin yaptığın o üç kağıtçılığı bundan böyle oğlum yapsın
demektir bu. Böyle olmaz. Tam esnaflık yapacağı bir zaman
adamın. Hacca gidip geldikten sonra asıl terazinin başına
onu bırakacaksın. Metrenin -paranın başına onu
bırakacaksın aslında..
Çünkü o güne kadar belki, mesela 5-10 gram kalın kağıt
kullanarak ete kilo bastırıyordu, çeşitli işler yapıyordu.
Hacca gidip gelince korktu ya, işte tam terazinin başına
geçeceği zaman. Adam çekiliyor, oğlunu sürüyor
Cehenneme doğru. Bu yanlış. "Konuştuğunuz zaman
adaletle konuşun. "Velev ki en yakınınız da olsa" Bu yine
Nisa Suresinin 135. ayetinde şöyle geçmişti. "Ey iman
edenler! adaletle kaim olun. Adaleti yerine getirin. Adaleti
yerine getiren hakimler olun. Allah için. Velev ki bu
adaletiniz kendi aleyhinize olsa bile."
Yani söylediğiniz söz aleyhinize olacak, söyleyin. Veya
anne babanızın aleyhine bile olsa. Anne-babanızla
komşunuz ihtilaf etmişler. Sizi de çağırdılar. Biliyorsunuz ki
bu işte anne ve babanız haksız. O zaman; o (haksızsın)
sözünü söylemekten kaçınmayacaksın.
"Akrabalarınız olsa da" "O ister zengin, ister fakir olsun"
Hani bu ayetin tefsirinde demiştik.
Türkiye'nin en zengin adamı ile en fakir adamı, bir konuda
ihtilaf etmişler. Dinlediniz ki: fakir olan adam haksız.
Maddi bir mesele var. Siz orada arkadaş sen haksızsın
diyeceksin.
Adamın zenginliğine bakıp ta: Yahu bu adam parasını
sayamaz. Bu garibandan 100 bin lirayı ne isteyip duruyor.
Gerçi haklı da. (Hani adam mal almış borcunu ödememek
için bahaneler uyduruyor. Sizi de hakem tayin ettiler. Siz o
zaman "sen haklısın zengin efendi" diyeceksiniz.
"Haksız olan sensin fakir efendi, bu borcunu ödeyeceksin."
Ödeyecek gücüm yok derse. O zaman dönüp buna mühlet
tanı diyeceksiniz. Çünkü o faizle ilgili ayet-i kerimeyi
anlatırken rabbim: Eğer fakir iseler, onlara mühlet verin"
diyor Allah (c.c.). 1327[210]
Yani önce adama hakkı teslim edilecek. Sonra o zenginden
bağışlanması da istenebilir. "Bak haksızlığını kabul etti.
1327[210]
Bakara 281
Ama sende bağişlayiver" temennisinde de bulunulabilir ama
bir lira da olsa adalet yerini bulmalıdır. Paranın miktarı
önemli değil adelet yerini bulmalıdır.
Hz. Ömer (r.a.) zamanında Medine'deki Mescidi Nebevi
genişletilmek isteniyor. Hz. Ömer demiş ki: bakın buraya
sığmıyoruz genişletelim. Herkes razı.
Fakat evler mescidin duvarına dayalı (evler öyleydi zaten,
Peygamber efendimizin hanımlarının kaldığı evler mescide
dayalı. Hatta kapının biri mescide açılıyor.) istimlak
başlatılıyor.
Peygamber efendimizin amcasının oğlu Abdullah ibni
Abbas'm da evi mescide dayalı. Diğer istimlak işini hep
halletmiş. Abdullah'ı çağırmış. Abdullah'a demiş ki: biz
camiyi genişletmek istiyoruz. Hayırlı olsun demiş o da.
-Senin orayı da katmak istiyoruz.
-Ben vermek istemiyorum efendim demiş.
-Bak ne kadar istersen verelim,
-Malım satılık değil benim, demiş.
-Mescidin dışında daha güzel bir ev yapalım seni oraya
taşıyalım.
-Ben caminin yakınında olmak istiyorum. Eski şekliyle
istiyorum.
-Demiş ki: istimlak ederim.
-Eğer dinim, devlet başkanı olarak bu yetkiyi veriyorsa,
buyur et.
Hz. Ömer sahabinin ileri gelenlerini, İslam hukukunu iyi
bilen danışma meclisini toplar. Konuyu görüşürler. Bu
hususta Peygamber efendimizden duyduğunuz birşey var
mı? der.
Sahabiden biri der ki: "Kim bir karışlık yeri haksız yere
zimmetine geçirirse, o kıyamet gününde 7 kat yerin altında
onu yük olarak taşıyarak gelir" dedi efendimiz der. O zaman
Abdullah'ı çağırıp demiş ki:
-Tamam biz mescidi genişleteceğiz. Senin evin yerinde
kalacak.
-Peki öyleyse ben de bağışlıyorum demiş. 1328[211]
Yani adalet yerini bulsun. Yani devlet başkanı istediği gibi
halkın malına-canına-parasına kendi malıymış gibi
hükmetmesin, diye bunu yapmıştır. Hz. Abdullah ibni
Abbas.
O güne kadar neleri bağışladı İslam için. Şehitlik nasip
olmamış ama canını vermiş. O malı haydi haydi verirdi ama
Hz. Ömer'e, diğer sahabelere ve bize de bir kaideyi
böylelikle öğretmiş oldu.
"Allah'a olan ahdinizi yerine getiriniz." Yani ben sizin
rabbiniz değil-miyim dediğinde; hepimiz evet Ya Rabbi sen
bizim rabbimizsin dedik. O Rabbe kulluğumuzu devam
ettirelim, "Ya Rabbi rasulünü işittik, Kur'an-ı işittik ve ona
itaat.ettik dedik. (Amenerrasulü'de hergün okuyoruz bunu.)
Bu bir sözdür. Öyleyse itaatınıza devam ediniz. "Böylece
Rabbiniz nasihat alasınız diye emreder" diyor Allah (c.c).
Birgün kum üzerinde Peygamber efendimiz arkadaşlarıyla
oturuyormuş. Kumun üzerine birşey çizmiş. Sonra o
çizginin sağ tarafına iki çizgi çizmiş. Sonra soluna iki çizgi
çizmiş. 5 tane çizgi çizilmiş oldu. Orta çizginin üstüne
parmağını basmış ve demiş ki: 1329[212]
1336[219]
Yunus 90
nasıl -ne zaman yaptığını mekanı ile beraber gözünün önüne
getiri verecekler.
"Yapmış olduklarınızı bir kayda geçiriyoruz" diyor Allah
(c.c.). 1337[220] Bir başka ayette de buyruluyor ki: "Her şahsın
yanında melek vardır ki: "Konuşulan her sözü kaydedecek
bir meleğin olduğunu" Allah (c.c.) haber veriyor.
"Deki onlara" "Bekleyin" "Bizde bekliyoruz" "Birgün
gelecek ki kim haklı siz de onu göreceksiniz" diyor. 1338[221]
160- Kim bir iyilik yaparsa onun için on katı vardır. Kim
1339[222]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/181-182.
kötülük yaparsa ancak misliyle cezalandırılır. Onlar zulm
olunmazlar.
Günah işleyenin cezası günahı karşüiğındadır. Yani suç ve
ceza denkliği vardır dinimizde. Ama iyilik yapanın karşılığı
en azından 10'dur. 700 katına ve daha fazlasına gideceği
konusunda ayet-i kerime vardır. Ama bir iyilik yaptınız. En
az 10 verilecektir. Ama 700 katı veya daha fazlasına da
ayetten işaret vardır.1340[223]
Bu konuda Ahmed b.Hanbel müsnedinde4/345 bir hadis
rivayet etmiş. Peygamber efendimiz (s.a.v.) "İnsanlar 4
kısımdır diyor.
1- Dünya ve ahirette de mutlu olanlar. Yani dünyada
çoluğu-çocuğu ile mutlu bir hayat yaşamış. Dine hizmet
etmiş. Ahirete gitmiş oradada cennete gitmiş.
2- Dünya ve ahirette de mutsuz. Bu da kafir.
3- Dünyada mutlu, ahirette mutsuz. Bu da her türlü
imkanları elinde olan zengin kafir.
4- Dünyada mutsuz ahirette mutlu.
Yani insanlar 4 kısımdır diyor peygamber efendimiz (s.a.v.).
Zulüm: Arabın dilinde haddi aşmak manasınadır. Kafir
zalimdir. Çünkü Allah'a itaat yerine insana itaat ediyor.
Allah'ı en büyük kabul etmesi gerekirken; Başka insanları
veya devletleri veya tabiatı en büyük kabul ediyor.
Böylelikle haddi aşıyor. Her sahada zulm yazılır.
Burada da zulm, bir insana ceza verilecek. İslam hukukunda
Rabbi-min belirlediğinin üstünde ceza vermek zulümdür.
Altında ceza vermek yine zulümdür. Kur'an-ı Kerim'in
belirlediği suçlar vardır.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) onların ölçüsünü koymuş.
Kızım Fatı-ma yapsa aynı cezayı verirdim, demiş. Yani
peygamber efendimizin yetkisinde hafifletmek yok.
Kur'an-ı Kerimde Rabbimin belirlediği suçların cezası
1340[223]
Bakara 261
vardır. Onu hafifletmek peygamber efendimizin
salahiyetinde değil. Onun yetkisi olmazsa, hiçbir hakimin
yetkisi içerisine girmez böyle şeyler.
Ama Kur'an-ın ve Sünnetin belirlemediği, hakimin yetkisine
bıraktığı (ki biz buna tazir cezalan diyoruz) Orada hakim
karşısındaki insanın hangi cezadan anlayacağını hesap
ederek, onun makamına, kültürüne,' şahsiyetine göre
cezasını hafifletir, artırır veya bir başka ceza verme cihetine
gidebilir. Suçu engelleyici ceza verecektir. Yoksa hadi
bakalım sen oraya gideceksin, şu kadar yatacaksın değil.
Veya 2 seneden 5 seneye kadar, (oğlum benim karşımda
biraz saygılı dur, 6 sene veririm haa..) Mesela kararlarda
okursanız. "İyi hali görüldügünden naşi" 2 seneye veya
teciline karar verilmiştir" diyor. Hakime karşı saygısız
davransaydı, bağırıp çağırsaydı 6 seneyi verecekti. 1341[224]
1341[224]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/182-184.
(a.s.)'ı Yahudiler de Hritiyanlarda sever. Dünyanın her
tarafında İbrahim (a.s.)'ı tanırlar.
Müşrikler de, bir zamanlar Kâbeyi inşa edenin de İbrahim
isimli bir peygamber olduğunu biliyorlardı. Onun için
birçok insan adı da İbrahim di.
Onun için "Rabbim İbrahim'in dini olan dosdoğru dine beni
yöneltti ve oda müşrik değildi." Tabi peygamberliğimize
olan emir bize de emirdir. Günümüzde, yahu benim yola
gel, benim yola gel. Bak bizim iki tane ağamız bize dünyada
neyi nasıl yapacağımız hususunda yol tayin ediyorlar. Oraya
uyalım diyenlere biz diyeceğizki. 1342[225]
1344[227]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/184-185.
şahsiliğini anlatan ayet-i kerime bu. "Kimse kimsenin
suçunu yüklenmez ve bu yüzden cezalandırılmaz" diyor
Rabbim bu 164. ayet-i kerimesinde.
"Dönüşünüz sonra yine Rabbinizedir." "İhtilaf ettiğiniz
konuları Allah (c.c.) size haber verecektir. "Yeryüzüne
halifelerivarisleri yapan odur." "Size verdikleri konusunda
sizi imtihan etmek için, birbiriniz üzerine derece farklılığı
veren de odur."
Yani insanlar arasında farklılığı meydana getiren,
peygamberler arasında da derece farklılığı var. Onu da veren
Allah (c.c.) 'dır. İmtihan için.
"Rabbinin azabı çok şiddetlidir." "O Allah (c.c.) affedicidir
ve de merhamet edicidir" diyor. 1345[228]
1345[228]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/185-186.
Başka ayet-i kerime de; "Başkasında olan farklılığı siz
istemeyin."Herkesin kendine has bir üstün tarafı var. O
madeni geliştirmeye çalışın.Burada da farklı yarattığını
haber veriyor. Yeryüzünde Allah'ın ayetlerini icra edilmesi
için görevlendirildiriyor. Rabbimiz görevini ifa edenlerden
eylesin. 1346[229]
A'RAF SURESİ
11- Yemin olsunki sizi biz yarattık. Sonra size şekil verdik.
Sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Hemen secde
ettiler. Ancak iblis secde etmedi. O secde edenlerden
olmadı.
Bakara suresinin otuzdördüncü ayetinde açıkladığımız gibi
Adem'e yapılan secde Allah'a yapılmıştır. Çünkü emri veren
O'dur. Bugün biz günde beş defa Mekke-i Mükerremedeki
Ka'beyi Muazzamaya dönüyoruz. Bu dönüşümüz Allah'ın
emrini yerine getirmek içindir.
Canımız, tenimiz, kanımız, gözümüz, kulağımız Allah'ın
kanunlarına göre hareket ederken ve bu kanunlara uyduğu
oranda görev ini yerine getirirken biz niçin iblis gibi isyan
edelim? 1358[12]
1365[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/194-195.
1366[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/195-196.
Bak:Bakara 35, 1/125
1367[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/196.
1368[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/196.
Adem (a.s.) ile Havva validemizin avret yerleri açılıveriyor
ve hemen yapraklarla örtmeye çalışıyorlar.
Demekki daha önce örtülü idiler.
Günümüzde altsız ve üstsüz çıplak dolaşanlara bakıyoruz
çoğunluğu domuz eti yiyip şarap, rakı, şampanya, viski gibi
sarhoşluk veren içkileri içenlerdir. Uluslararası köşeyi
dönenler, haram-helal tanımayanlardır.
İkisinin birlikte ağaçtan tattıklarını haber vererek birlikte
hareket ettiklerini, kabahati birinin üzerine yüklememek
gerektiğine işaret etmiş ve asıl düşmanın şeytan olduğunu
açıklamış. Bazılarının "Adem cennette o meyveden
yemeseydi şimdi cennette olacaktık" sözü Kur'an-ın ha-
berine göre yanlıştır.
Çünkü Adem (a.s.) yaratılmadan önce yeryüzünde yapacağı
hilafet görevi belirlenmiş ve daha sonra Adem
yaratılmıştır. 1369[23]
1369[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/196-197.
Bak: Bakara 30
1370[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/197.
yeryüzünde sizin için yerleşecek yer ve geçinmek
vardır." 1371[25]
1371[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/197.
1372[26]
Bakara 28 de
1373[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/197-198.
çatlayanlar ise çıplak gezmekten rahatsız olmazlar. Tevbe
kişinin çatlayan ar damarını yeniden dikmektir. Yasak
meyveyi yeyince üzerlerinin açılı-verdiğini ve ağaç
yapraklanyla örtünmeye başladıklarını 19-20 nci ayetlerde
haber vermiştir.
Ar daman çatlamayanlar tekrar örtünürler. Ancak asıl örtü
takva örtüşüdür. Allah'ın gözetimi altında olduğunu
hisseden, bilen inanan bir insanın eli, ayağı, gözü, kulağı
günahdan uzaklaşır, işte bu takva elbise-sidir.
Ancak son zamanlarda, İslamı üzerinden atamamış, batının
küfrünü tutamamış bir kısım insanımız batılı gibi yaşayıp,
İslamı da dilinden düşürmeyip, bu ayeti alarak "asıl olan
takvadır, gönlün temiz olsun" diyerek açılmaya fetva
çıkarmaya çalıştılar.
Rabbimiz ayetinde, önce elbisenin indirildiğini haber
veriyor. Sonra takva elbisesinden bahsediyor. Biz içimizi
Hak için, dışımızı halk için temiz ve güzel tutacağız. 1374[28]
1374[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/198-199.
1375[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/199.
28- Bir kötülük yaptıklarında "biz atalarımızı bunun
üzerinde bulduk, Allah'da bize onu emretti" dediler. Deki:
"Allah asla kötülüğü emretmez. Bilmediğiniz şeyleri Allah'a
mı söylüyorsunuz?"
Günümüzde belirli yerlerde, altsiz ve üstsüz, anadan üryan
dolaşanlar bununla çağdaşlıklarını vurgulamak isterler.
"Küfür cehpesinde yeni birşey yok" kitabımızda
açıkladığımız gibi, bu çağın kafirleri çıplaklıkta, Mekke
müşrik devletinin insanlarının yaptığını tekrarlıyorlar.
Mekkeli müşrikler "biz elbiselerimizle günahlar işledik.
Onlarla tavaf yapamayız diyerek çırıl çıplak Ka'beyi tavaf
ediyorlar ve bu yaptıklarımda Allah'a havale ediyorlardı.
Günümüzde birçok insan "Allah dilemeseydi ben adam
öldürmezdim, hırsızlık yapmazdım. O diledi ben yaptım"
diyorlar. Bunların sözü-., de yine Mekkeli müşriklerin
"Allah dileseydi biz müşrik olmazdık" 1376[30] sözüne benzer.
Allah hiçbir kötülüğün yapılmasına emir vermez. Ancak o
kötülüğün yapılmasına izin verir. 1377[31]
1382[36]
K. Kerim Şuara 261151
1383[37]
K. Kerim Bakara 2/10
1384[38]
K. Kerim Bakara 2111-12
aynı olan koministler ekmek israfını kendilerine slogan
yaptılar. Ekmeği üreten ve ona sahip olan insandır. O halde
asıl israf edilmemesi gereken şey insandır.
İnsanların düşünme ve fikir beyan etme haklarını ellerinden
alan ve "Ben size kendi görüşümü gösteriyorum ve sizi
doğru yoldan başkasına götürmem" 1385[39] diyen ve kendi
emirlerine uymayanları öldürmeye teşebbüs eden ve bir
kısmını öldüren firavunu, israfcı olarak niteler Kur'an-ı
kerim. 1386[40]
Peygamberi inkar edenlerin, 1387[41] Kur'ana inanmayanların
müsrif olduğunu 1388[42] haber verir Rabbimiz. Kılavuzu takip
etmeyen, cehalet ve küfür bataklığına çakılıp boğulan insan
kendisini israf etmiştir.
Rabbimiz "Kadınlarınız sizin için tarladır" buyurmuş.
Tohumunu tarlaya atmayan, erkeklerle ilişki kuran ve Hz.
Lut (a.s.)'a inanmayan topluluk hakkında da israfcı
kelimesini kullanmaktadır Rabbimiz. 1389[43] Bugün aynı
melaneti işleyenler bunu medeniyet adına yapıyorlar.
İlaçlarla, tarlaya atılan tonumu çürütenler, tohumu naylon
torbalara dolduranlarda aynı israfı yapmaktadırlar.
Edison'un babasıda bu israfı yapsaydı, bu kitabı ancak mum
ışığında okuyabilirdik.
Yüz seneden beri "Efendim tırnak kesmenin adabından
devlet yönetmenin adabına kadar her sahada doktora tezleri
hazırlanmadan hedefe varılmaz" teranesini tekrarlayıp
duranlar, yirmi bir yaşında İstanbul'u fethetmesi,
Ayasofya'yı açması gereken gençlerimizi Ayasofya'nm mi-
marı, ve mimarisi ve hattatları üzerine doktora tezleriyle
meşgul eden zihniyet, insan israfı yapıyor demektir.
Eğer Akşemseddin'de Fatih'e aynı sözleri söylese idi,
1385[39]
K. Kerim Mümin 40129
1386[40]
K. Kerim Mümin 40/28
1387[41]
K. Kerim Mü'min 40134 Yasin 36/19
1388[42]
K. Kerim Zuhruf 4315
1389[43]
K. Kerim Zariyat 51/34
İstanbul bugüne kadar fethedilmezdi.
Mısır'ı fetheden Amr b. As, İstanbul'u fetheden Fatih Sultan
Muhammed Ezher Üniversitesinin veya İstanbul'da yapılan
doktora tezlerini okumaya başlasalar yüz senelik ömürleri
okumaya yetmez. Ömür biter okuma bitmez.
Bu da bedenlerin ve beyinlerin israfıdır. "Allah israf
edenleri sevmez.
Bunlar yapılsın mı? sorusunu soranlar var. Evet yapıl in ama
eline kalem ve kitap verilen Ebu Hureyre ile müslüman olur
olma? ehne ki linç verilen Halid b. Velid, müslüman olunca
hemen elçi olarak gönde rilen Amr b. as gibi
değerlendirilsin insanlarımız.
Harbiye'ye gitmesi gerekeni müzisyen olmaya, resim
kabiliyeti olanı, puan kırbacıyla doktor olmaya, şairi
baytarlığa zorlamak, o insanımızı israf etmek
demektir. 1390[44]
1390[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/201-204.
yahudilere hizmet etmesi gerektiğine inanırlar.
Müslümanlıkda böyle mi? denmesin. İslamiyet bir ırkın dini
değildir. Yahudilikten dönen Abdullan b. Selam, İranlı
Selman, Suheybi Rumi, Habeşli Bilal (r. an Mim) «ribi ayrı
ırkdan insanlar İslama girerek şereflenmişler.
Yeri göğü yaratan, çiçeklerle, nimetlerle donatan diyorki;
"bu nimetler, bana ve benim gönderdiğime iman
edenleredir" diyor. Kafirler, Allah'ın mülkünde Allah'a karşı
gelerek haksız yollardan mal kazananlardır. Ahiret nimetleri
ise yalnız mü'minleredir. 1391[45]
1391[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/204.
idare edemeyiz" diyenler kendilerine göre bir ilah tarifi
yapıp ona iman ediyorlar.
"Biz bindörtyüz sene önce var olan buğdayı bu çağda
yiyemeyiz, . bindörtyüz sene önceki koyunun etini yemek
çağdaşlığımıza yakışmaz" demiyorlar. 1392[46]
34- Her ümmetin bir eceli vardır. Onların eceli gelince bir
saat gecikmez, öne de geçmez.
Bakara suresinin 213 ncü ayetinde "ümmet" Kur’anı
Kerimde hangi manalara geldiğini açıklamıştık Burada aynı
inanç ete fmda toplanan insanlar kasdedilmiştir. Bugünkü
ifade ile her milletin bir eceli vardır.
Osmanlı devletinin kuruluşu, büyümesi ve üç kıtaya dal
budak salması, çınar ağacına benzetilerek anlatılmıştı.
Her çınarın bir ömrü olduğu gibi her devletinde bir ömrü
vardır. İnsanın görevi ömrünü iyi değerlendirmektir.
Devletlerin ve milletlerin görevide her anını iyi
değerlendirip, Rabbinin huzurunda mahcup olmanı akdır.
İnsanın ölümüne sebep çeşitli hastalıklar olduğu gibi
toplumların ölmesinede başta inkar hastalığı ve onun
ürettiği fuhuş, israf, anarşi, kirlilik ve diğer hastalıklar sebep
olmaktadır. 1393[47]
1400[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/209.
1401[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/209-210.
1402[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/210.
ağaçları, güller ve bir havuzu olması için ömrünü veriyor.
Gençliği gidiyor. Gölgeden, meyveden, yağdan, baldan zevk
alamaz yaşa gelince bunlara sahip oluyor ama dünyaya
doyamadan ölüyor.
Bir gülü dünyanın tamamından daha değerli olan, cennette
altından ırmaklar akan köşklere insan sahip olmak istemez
mi?
Cennetin Kur'an-ı Kerimde tarif edilen özellik ve
güzelliklerini 1/110 ncu sahifede Bakara suresinin 25 nci
ayetinin tefsirinden okuyunuz. Öleceksiniz. Cenneti
kazanacak işler yapınız. 1403[57]
46- İki taraf arasında perde vardır. Sûrlar üzerinde her iki
tarafida simalarından tanıyan adamlar vardır. Henüz cennete
girmeyen ve girmeyi uman bu adamlar cennet yaranına
"Selamün aleyküm" derler. 1406[60]
1403[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/210.
1404[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/210-211.
1405[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/211.
1406[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/211.
47- Gözleri ateş ehline doğru çevrildiğinde "Rabbimiz, bizi
zalim kavimle beraber kılma" derler.
Hadid suresinin onüçüncü ayetinde cennetle cehennem
arasında sûr olduğunu haber verir.-Bu sureyede "A'raf"
denmiştir. Sevabı günahından ağır gelenler cennete, kafirler
ve günahı sevabından ağır gelenler cehenneme girecekler.
Mü'minler günahının cezasını çektikten sonra cennete
geçeceklerdir.
A'rafta, kalanlar ise gün ahiyi a sevabı denk olanlar,
günahlarının cezasını orada çekecekler. Bir tarafta
cehennemin dehşetli sahnelerini seyrediyor, öbür tarafda
cennetin güzelliklerini seyrediyor. Sûr üzerindeki mü'min
cehennem ateşinde yanmaz, ama Buharının1407[61] rivayet
ettiğine göre efendimiz, "o adamın cehennem kokusundan
zehirleneceğini, alevinden rahatsız olacağım" haber veriyor.
Allah korusun cehennem alevi yakacak, dumanı zehir-
leyecek, öbür tarafa baktığınızda cennet ırmakları arasında
koyu gölgelerde, ipekli koltuklara dayanmış insanlar ve
nimetler göreceksiniz. Buda azaptır.
Camın arkasındaki sevdiğine kavuşamayan insanın acısı
gibi danada şiddetli. İşte bu azabida tatmamak için
sevabımızı artıralım. 1408[62]
1407[61]
k. ezan babı fazlı-s-sücud da.
1408[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/211-212.
1409[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/212.
üzülmeyeceksinizde" buyurur.
Askeri güçleri, ekonomik güçleri, siyasi güçlerinin
kendilerine fayda vermediğini gördüler. En'am suresi 94 ncü
ayette herkesin ahi-rete teker teker geleceğini haber verir.
Beraberinde ancak yaptıkları olacaktır.
Mali gücü olmayan mü'minleri, alaya alan kafirler "Allah
bunlarımı cennete koyacak? Bizim gibi hatırlı, zengin güçlü
kuvvetli insanlar varken, bunları cennetine koymaz diyenler,
o mü'minlerin cennete girişini görecekler. 1410[64]
52- iman eden bir topluma rahmet ve hidayet olsun için, biz
onlara kitap getirdik ve onu bir ilimle açıkladık. 1413[67]
1414[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/213-214.
insanlar, insan dışkısını yiyenlerden daha adice bir iş
yapmış olurlar.
İnsan dışkısı yiyenler zararı bu dünyada olur. İnsan aklının
salgısını Allah'ın kelamından üstün tutanlar iki dünyada da
zarar görürler. İstiva konusunda imamı Malikin dediğini
derim. "İstiva ma'lum, keyfiyeti meçhuldür" Bu konuda soru
sormakta bid'attır.
Sınırlı olan akıl sınırsız olan Allah'ı düşünemez. Düşünse
bile kendi sınırları içinde düşünür. Büyüklerden biri
"Gönlüne ne gelmişse Allah onun dışındadır."1415[69]
1419[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/216-217.
1420[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/217.
1421[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/217-218.
61- "Ey kavmim, hiçbir sapıklık yok. Ben ancak alemlerin
Rabbinden bir elçiyim." 1422[76]
1422[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/218.
1423[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/218.
1424[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/218.
1425[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/218-219.
Geniş bilgi için bak Nuh suresi ve Hûd 25/49.
65- Ad kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdik: "Ey
kavmim, Allah'a kulluk yapın. Sizin için ondan başka ilah
yoktur, sakınmazmısıniz?" dedi. 1426[80]
70- Dediler ki: "Sen bize bir tek Allah'a kulluk yapmamız
ve babalarımızın taptıklarını bırakmamız için mi geldin?
Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi va'dettiği azabı
getir" 1431[85]
1426[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/219.
1427[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/219.
1428[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/219.
1429[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/219.
1430[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/220.
1431[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/220.
birlikte bekleyenlerdenim" dedi. 1432[86]
1432[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/220.
1433[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/220-221.
1434[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/221.
bozguculuk yapmayın. 1435[89]
1435[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/221-222.
1436[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222.
1437[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222.
1438[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222.
1439[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222.
Allah'a karşı gelip kendini üstün görenler dünyevi
çıkarlarının zedeleneceğini görünce Salih (a.s.)'ı yok etmek
için geceleri gizlice planlar hazırlamışlar Allah'ın mucizesi
olan deveyi kesmişler. Ama Allah'ın azabından
kurtulamamışlar.
Bu kıssaları okuduğumuzda bizler dünyanın şu anda en
güçlü devletlerinin küfür hareketlerine karşı dururken
bizlerin başarılı olacağını müjdelemektedir.
Şu anda müslümanların aleyhinde plan, program hazırlayan,
tuzaklar kuranların, tuzaklarına kendilerinin yakalanacağını
öğreniyoruz ve yolumuzda durmadan yürüyoruz. Salih'in
devesi için bak. 1440[94]
1440[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/222-223.
Kamer 27, Şems 13.
1441[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/223.
Rabbimiz, Lut (a.s.)'m kıssasını bize nakletmekle
çağımizdaki kafirler ve o kafirliğin ürettiği eşcinsellik,
lezbiyenlik, travestilik gibi hastalıklarla mücadele edip
tedavi etmemiz gerektiğine işaret eder.
Tabiidirki hasta olupda, hastalığından haberdar olmayanlar,
alkol komasına girdiği halde yine alkol isteyenler gibidirler.
Kendilerini tedavi edene düşman olurlar. 1442[96]
1442[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/223-224.
1443[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/224.
1444[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/224.
Yıllarca Lut (a.s.)'a eş olan hanımı kafirlerin yanında yer
alıyor ve onlarla birlikte helak oluyor. Bu nasıl bir gözki
aydınlıkta kör oluyor ve karanlığı tercih ediyor. 1445[99]
1447[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/225-226.
1448[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/226.
1449[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/226-227.
Şuayb (a.s.)'a karşı söyleyecek birşeyleri olmayan
müstekbirler, onu zorla dinsizliklerine döndürmeye
çalışıyorlar. Başaramadıkları takdirde sürgün edeceklerini
söylüyorlar.
İman edenler yılmadan yürüyecekler. Sürgün etselerde
üzülmezler. Onlar ışık gibidirler. Nereye giderlerse orayı
aydınlatırlar. Her il Allah'ın ili, her kul Allah'ın kuludur.
"Bu yolki hak yoludur. Dönme bilmeyiz yürürüz" derken
"İnşaallah" demeyide unutmamalı. Bizim iman üzerinde
durmamız Allah'ın bize bir lütfudur. Bunu unutmayalım.
Şuayb (a.s.)'ın diliyle Rabbimiz bize bir hatırlatma
yapıyor.1450[104]
1450[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/227.
1451[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/227.
1452[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/228.
92- Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki o yurtta hiç
tayaaıanmaiiuşım gibi oldular. Zarar görenler, Şuayb'ı
yalanlayanlar oldu.
Makamlar, mevkiler, mallar, evlatlar, unvanlar gitti.
Müslümanlara zarar vermek isteyenler zarara uğradı.
Yükseklerde uçanlar alçaldı. Hafife aldıkları, alay ettikleri,
korkutmak istedikleri yüceldi, yükseldi. 1453[107]
1459[113]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/230.
1460[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/230-231.
1461[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/231.
yerlerinde yellerin estiğini, ancak "Saffat" suresinde
açıklandığı gibi bütün peygamberlere selam gönderildiğini
görüyoruz.
Kafirlerin yolundan gidenler yaptıkları kötülük sebebiyle
kalbîerini küf bağladı ve sonunda kalb iyilik ve güzelliklere
kapanıyor.
"Efendim Paris, Londra, Waşington'da oturan kafirler
güzelliğe ve güzel sanatlara bizden daha fazla önem
veriyorlar" denebilir.
Bosna'da, Filistin'de, Çeçenistan'da, canlı canlı insanları
evlerinde yakan bu insanlar, buralardan çalıp götürdükleri
madenlerle galerilerini süslerken güzelliklerini sergilemek
değil, katil ve hırsız olduklarını sergiliyorlar. 1462[116]
1462[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/231-232.
1463[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/232.
bak. 1464[118]
1464[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/232.
1465[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/232.
1466[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/232-233.
1467[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/233.
1468[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/233.
Hz. Musa'nın asası, firavunun sihrini yok ettiği gibi, bizim
iman ettiğimiz Kur'anda çağdaş kafirlerin karanlık
felsefelerini yok eder. 1469[123]
1475[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/234-235.
1476[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235.
1477[131]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235.
1478[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235.
1479[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235.
1480[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/235-236.
1481[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/236.
Çağımızda sihirbazlar insanları eğlendiren insanlardırlar.
Firavun zamanındakiler ise yönetimi ayakta tutan zinde
güçler idiler. Onun için Firavun hepsini toplayarak Musa
(a.s.)'a karşı çıkardı. Ama kendisi zarar etti.
Günümüzde müslüman öldürmek üzere Afganistan'a gelen
Rus askerlerinden müslüman olanları gördük. Somali'ye
müslüman öldürmek için gelen ve müslüman olan
Amerikalı askerleri gördük. Yetmiş yıl imansızlık yolunda
kitaplar yayınlayanların Kur'an-ı okuyunca müslüman
olduklarını ve eski yayınlanan kitaplarını ortadan
kaldırdığını gördük. 1482[136]
123- Firavun: "Ben size izin vermeden iman ettiniz öyle mi?
Şüphesiz bu halkı şehirden çıkarmak için şehirde
planladığınız bir tuzaktır. Yakında anlarsınız" dedi. 1483[137]
1482[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/236.
1483[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/236.
1484[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/237.
müslümanlarm birtek .suçu var, oda Allah'ın ayetlerine iman
etmek ve o ayetlerle zalimlerin zulmüne son vermek,
çıkarlarını zedelemektir.
Ancak müslümanlar bir kerre imanın tadını tattıkdan sonra
ölümün ve işkencenin acısını hissetmezler. En fazla karınca
ısırması kadar hissederler. 1485[139]
1495[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/242.
1496[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/242.
1497[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/242-243.
başka size ilah mı arayayım?" dedi.
Başta Musa gibi bir peygamber; "kitap alarak Tevrat'ı veren,
Firavun1 a karşı galip getiren, denizi yol eden, çölde
bıldırcınla besleyen Allah'ı bırakıp da ölümlüler arasında
birinemi kulluk yapayım?"
diyor.1498[152]
1500[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/244.
1501[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/245.
1502[156]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/245.
levhalara yazdık. "Onu kuvvetle al. Kavmine en güzelini
tutmalarım emret. Fasıkların yurdunu size yakında
göstereceğim.
Musa (a.s.) Tevrat'la, İsa (a.s.) İncirle insanlar arasında
seçkin olmuşlardır. Bir adıda Mustafa olan efendimizde
Kur'anla seçkinler zümresinin sonuncusu olmuştur.
Günümüzde Kur'ana sarılanlarda bu toplumun seçkin
insanları olurlar. Dünyada devamlılık sağlayanlar Allah'a
kulluk yapanlardır. Günümüzde hiçbir insan Firavun adını
çocuğuna isim olarak vermez; Kimse çocuğuna Ebu cehil
demez. Ama yeryüzünde milyonlarca Adem, İbrahim,
Musa, İsa, Muhammed isimleri vardır. Buda bize günümüz
kafirlerinin gidici, mü'minlerin kalıcı olduğunu gösterir. O
fasık-ların yurtlarında Allah'ın kitabıyla amel edildiği
günleri göreceğiz insaallah. 1503[157]
1505[159]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/246-247.
1506[160]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/247.
olduğunu anladık ve sırat-ı müstakiyme geri döndük. 1507[161]
1515[169]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/250-251.
Uzay araştırma merkezlen, deniz bilimleriyle uğraşanlar,
zoologlar, jeologlar v.s. bütün ilimle merkezlerinden
yükselen çağdaş ilmi buluşlar, Allah'ın (c.c.) milyonlarca
sene önce yarattığını anlamaya
çalışmaktalar.
Yirmi gramlık bülbülün, minnacık göğsünden fışkıran
musiki nağmeleri üzerine araştırmalar devam etmekte. Allah
(c.c.) ise o bülbülü milyonlarca sene önce yaratmıştı.
İşte biz böyle bir Allah'a teslim olmuşuz. Onun gökte ve
yerdeki tabiat kanunlarındaki düzeni ve her çağa
uygunluğunu gördükten sonra, Kur'an ahkamına uymaya
karar vermişiz. 1516[170]
1520[174]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/253-254.
1521[175]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/254.
1522[176]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/254.
gruba ayrılmış.
1- Zalimler
2- Mücahidler
3- Nemelazımcılar.
Mücahidler zalimleri zulümden vazgeçirmek için yiğitçe
mücadele verirlerken, nemelazımcı müslümanlar; "Bırakın
şu kafirleri. Allah onları helak edecek, bunlarla uğraşmaya
değmez" diyorlar.
Allah (c.c.) zalimlerin cezalandırıldığını, mücahidlerin
kurtarıldığım haber veriyor ama nemelazımcılar hakkında
hiç bilgi vermiyor. Bahsedilmeye bile değmez insanlar
olduklarına işaret ediyor.
Enfal suresinin yirmibeşince ayetinde "öyle bir fitneden
sakınınki o yalnız zalimlere isabet etmez" buyurur. Demekki
zalimlere ses çıkarmayanlarda aynı zalimler gibi
cezalandırılıyorlar.
Biz Rabbimiz katında sorumlu duruma düşmemek için
görevimizi yerine getireceğiz ve insanları uyarmaya devam
edeceğiz. 1523[177]
1531[185]
Divan 2/144.
1532[186]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/257-259.
1533[187]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/259.
175- Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin
haberini oku. O kişi bu ayetlerden ayrıldıda, şeytan ona
uydu ve azgınlardan oldu.
Allah (c.c.) ayetlerini apaçık indirdiği halde, bir kısım
insanlar onu öğrenmesine rağmen, bilgisi onu iman üzerinde
tutamıyor ve imandan sıyrılıp çıkıyor. îman ilimsiz olmaz
ama ilimde insanı iman üzere tutmaz.
Her imanlı insan ilimli insandır. Her ilimli insan imanlı
değildir. Onun için Rabbimize dua ederek kalbimizde imanı
sabit tutması için yalvaracağız.
Ayetleri bildiği halde kafir olanın adını Rabbimiz bize
bildirmemiş. Önemli değil. Biz "İdrisleri" bilelim, sevelim.
"İblisleri" bilmesek de ölür. Önemli olan ayetleri okuyarak
kafir olup şeytamda kendine uyduranlar gibi
1534[188]
olmamak.
1534[188]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/259.
"açım" der! Aç kalınca da aynı şeyi söyler. Dünyanın en
zenginleri bir araya geliyorlar, dernek kuruyorlar ve oradan
sömürülecek, semirilecek yerler arıyorlar.
İnsan fıtratında var olan imanını Kur'anla ortaya
çıkarmazda, aksine inkarla üstünü kapatırsa insanlıktan
çıkar köpekleşir.
Yükselmek isteyen yüce olan Allah'ın ayetlerine sarılsın.
Alçalmak isteyen şeytanın yolu olan kominizm, kapitalizm,
ateizm, ataizm gibi yollara düşsün.1535[189]
1535[189]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/259-260.
1536[190]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/260.
1537[191]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/260-261.
Allah'ın verdiği kalble Allah'ı tanımazsa, Allah'ın verdiği
gözle nimetleri, güzellikleri görüpde yaratanını
görmezlikten gelirse, Allah'ın yarattığı kuş seslerini, şelâle
sesleri dinleyen kulaklarını Allah'ın kelamına kaparsa işte
bunlar hayvanlardan daha sapık olurlar. Hayvanlar
görevlerini yerine getirirler. Bunlar ise görevlerini bırakıp
yasaklandıkları şeyleri yapıyorlar.
Burada ayet yanlış anlaşılmasın. Cehennem için yaratılanlar
belirli şahıslar değildir. Bu ayette sayılan suçlan
işleyenlerdir.
Kafirleri hayvandan daha aşağıda görünüz. Bazı arkadaşlar
makam mevki sahibi kafirlerin yanma İslamı tebliğ için
gittiklerinde sıkıldıklarını, içlerinde bir daralma meydana
geldiğini söylüyorlar.
Ben onlara "tavuğunuzun yanma varırken sikılırmısınız?
Bunlar hayvandan aşağıdırlar" diyorum. Yalnız bunlar
insanlık derecesinden hayvanlık derekesinin altına inmişler.
Kuyuya düşen koyununuzu kurtarmak için gösterdiğiniz
gayretin bin katını bu tür insanları küfür bataklığından
kurtarmaya sarfediniz. 1538[192]
1538[192]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/261.
isimlerini bize bildirirse, biz de o isimlerle çağırır ve dua
ederiz. 1539[193]
1539[193]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/261-262.
1540[194]
Fetih 28.
1541[195]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/262.
1542[196]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/262.
1543[197]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/262-263.
184-Arkadaşlarında hiçbir delilik olmadığını düşünmediler
mi? O ancak apaçık bir uyarıcıdır.
Peygamber efendimizi onların arkadaşı olarak ifade ediyor.
Öyleya kırk sene arkadaşlık yaptılar. Onu tanıyorlar.
Sıhhatli, dengeli, akıllı, kahraman, güvenilir bir arkadaş
olduğunu biliyorlar.
Peygamberliğini ilan edince "deli" demeleri anlamsız.
Düşünüverseler deli olmadığını anlayacaklar. Nelere
çağırdığını düşünseler peygamber olduğunu kabul
edecekler. 1544[198]
1544[198]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/263.
1545[199]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/263.
1546[200]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/263-264.
kimse açıklayamaz. O (kıyametin gizli olması) göklerede
yerede (insanlara, meleklere cinlere) ağır geidi. O size
ansızın gelir. Sanki sen biliyor-muşsun gibi sana sorarlar.
Deki: Onun ilmi Ancak Allah katındadır. Ancak insanların
birçoğu bunu bilmezler.
Kıyametin vaktini Rabbimiz Rasulüne bildirmediğine göre
günümüzde rüyasında görenlere, ilham geldi, filan sene
kopacak diyenlere aldan-mayalırn.
Biraz sonra kopacakmış gibi hazırlıklı olalım. Cihada
çıkacak müca-hid gibi, gerdeğe girecek damat gibi hazırlıklı
ve dikkatli olalım. Eksik zinetimiz olmasın, üzerimizde
kusur bulunmasın. 1547[201]
1549[203]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/265.
1550[204]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/265-266.
191- Kendileri yaratılan ve hiçbir şey yaratamayan şeyleri
mi ortak koşuyorlar?1551[205]
1555[209]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/267.
1556[210]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/267.
1557[211]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268.
1558[212]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268.
1559[213]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268.
200- Şeytan sana bir vesvese verirse Allah'a sığın. Şüphesiz
o işi-ticidir, bilicidir. 1560[214]
1560[214]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268.
1561[215]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/268-269.
1562[216]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/269.
merhametten mahrumlar. 1563[217]
1563[217]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/269.
1564[218]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/269-270.
1565[219]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/270.
1566[220]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/270.
ENFAL SURESİ
1567[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/271.
bu savaşda ganimet elde ediyorlar. O güne kadar ganimetle
ilgili ayet nazil olmadığından, sahabe kendi aralarında
ictihadda bulunuyorlar. Bir kısmı ganimetin ileri safta
çarpışanlara ait olduğunu, bir kısmı peygamberimizi
korumak için çevresinde harbedenlere ait olduğunu, bir
kısımda topladığının kendisine ait olduğunu ileri sürüyordu.
Bunun üzerine bu birinci ayet her konuda olduğu gibi bu
konudada hüküm vermenin Allah'a ve Resulüne ait
olduğunu bildiriyor ve bu surenin kırkbirinci ayetinde de
taksimin nasıl yapılacağım öğretiyor.
Dünya nimetlerim paylaşmak aranızın bozulmasına sebep
olmasın. Altın, gümüş ve paranın her çeşidi topraktan çıkar
ve kabir kapısının bu tarafında kalır. Dostluklarınız İslamm
çizdiği doğrultuda olursa cennette devam eder.
Farzedinki çıkar çatışması meydana geldi. Hemen dostlar
araya girerek, Allah ve Rasulünün hükmünü bildirecek ve
aralarını düzeltecek. 1568[2]
1568[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/271-272.
helalla beslenmiş bir ten'le zikir yapamadığı için kalbi
ürperendir mü'min.
İmanlarının artması konusunda "îmanları kuvvetlenir" diye
açıklayıp imanın artıp eksilmeyeceğini söyleyen değerli
imamlarımız ile "her ayet inişinde iman edilecekler
artar"diyen imamlarımızla, "iman artar ve eksilir" diyen
imamlarımızın ihtilaflarında, çok az ifade farklılığının
dışında hilaf yoktur.
Tevekkül: Tarlaya tohum atmadan mahsûl için Allah'a
tevekkül edilmez. Evlenmeden çocuğun doğup büyümesi
Allah'a havale edilmez. Allah (c.c.) Rasulüne bile "bir işe
azmettikten sonra Allah'a tevekkül et" diyor. 1569[3]
Bir iş yapmayı tasarladığında o işin uzmanlarına soracaksın.
Gerekli işlemleri yapacaksın sonra Allah'a havale edeceksin.
Yani: Ziraat mühendislerinin tavsiyelerine uygun tohumu
alacaksın. Uygun zamanda ekeceksin. Sulama ve
ilaçlamasına dikkat ettikten sonra Allah'a tevekkül
edeceksin.
Ziraatta hiç ilgilenmeyen, nasırlı ellerin ürettiğini sömürerek
geçinen bir kısım imansız gavurlar: "sulama sistemini
kurduktan sonra rtiçin Allah'a tevekkül edecekmişim"
deyiverir. Yandaşları tarafmdanda alkış alabilir.
Ancak hiçbir çiftçi buna katılmaz. Önce müslüman çiftçi
tevekkülün sevap kazandıracağını bilir ve tevekkül eder.
Sonra Allah dilemezse bir damla yağmur yağdırmaz. Yeraltı
suları çekilir. Sulama aletleri işe yaramaz hale gelir ve
mahsul kurur. Veya yağmuru fazla verir mahsûl çürür, veya
dolu vurur.
Tevekkül eden mü'minle tevekküle inanmayan kafir aynı
işlemleri yapsalar, sonunda ikisininkide kurusa, çürüse veya
dolu vursa, mü'min tevekkül sevabını aldığı için kazançlıdır.
Ve de stres hastalığından uzak olur. Her ikiside iyi mahsûl
1569[3]
Al-i İmran 159
alsalar, mü'min fazladan olarak tevekkül sevabı alırki o
dünyalara değer. Mehmet Akif Merhum: Safahatında, fatih
kürsüsünde şöyle der:
Şeriatın ikidir en muazzam erkanı; Kiminki öyle müezzeb
değildir imanı; . Ayırmaz onları, bir addedip tevessül eder,
Açıkça söyleyelim: Azm eder, tevekkül eder. 1570[4]
1570[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/272-273.
1571[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/273.
1572[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/273-274.
1573[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/274.
6- Hak, ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme
sürük-leniyorlarmış gibi hak konusunda seninle mücadele
ediyorlar.
Mekkeli müşrikler, müslümanlara güçlü bir darbe vurmak
için, önce ekonomik güç elde etmek amacıyla Ebu Süfyan
başkanlığında bir heyeti ticaret için Suriye'ye gönderirler.
Haber Medine'ye ulaşında Efendimiz kervanın önünü
kesmek için hazırlıklar yaparken daha Medine'den çıkmadan
Mekke'lilerin askeri bir harekata kalktığı haberi gelir.
Bunun üzerine Efendimiz, kervan tarafına değilde, askerler
tarafına yürüme emri verir. O güne kadar hiç harp etmeyen
ashapdan bir kısmı, bunun göz göre göre ölüme gitmek
olduğunu öne sürer. Halbuki hak olan Rasulün söylediği
idi. 1574[8]
1578[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/276.
sabaha kadar bu tedirginlik sürerse sabahleyin bitkin bir
halde harp edemezler.
Ama Allah (c.c.) onlara uyku veriyor. Ne büyük nimet!...
Sabahlara kadar yatakda kıvrandığınızı düşünün, uyku sizin
için büyük nimet oluverir. Bedirde sabah namazına kadar
uyuyan sahabe dinç olarak kalkıyor. Yağmur yağmış,
kapları dolu. Abdest ve gusül abdestine yetiyor. Yağmurla
kum sertleşmiş. Ayaklar kaymıyor. Kalbler şeytanın
binlerce vesvesesine kapalı, Allah'a bağlanmış. 1579[13]
1587[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/279-281.
18- İşte böyle. Allah şüphesiz kafirlerin tuzaklarını
zayıflatır.
Bütün dünya kafirleri bir olsalar, binlerce, milyonlarca plan,
program, tuzak hazırlasalar bütün bu tuzaklarını Allah'ın
mülkü üzerinde, Allah'ın verdiği akıl ve ellerle kuracaklar.
Allah'da mü'minlerle beraber olunca zafer mü'minlerin
olur. 1588[22]
1588[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/281.
1589[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/281.
1590[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/281-282.
21- İşitmedikleri halde "işittik" diyenler gibi olmayınız.
Günümüz kafirleri Kur'anı bir defa okumadıkları halde
televizyondan ahkam keserken "Kur'anı okudum, Yuhanna
bölümünde şöyle diyor" dedikten sonra batılı bir kafirin
sözünü naklediveriyor.
Beyninde kimin kusmuğu varsa ağzından onu saçıveriyor.
Okumadığı halde, dinlemediği halde "okudum"
deyiveriyor.Ah! bir dinleselerde insanlığa geri
1591[25]
dönseler.
1591[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/282.
Bunlar, yıllardır bu küfür sisteminin yanlış üretim yaptığını
gördükleri halde, akıllan vanpda hakka dönemiyorlar. 1592[26]
1592[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/282-283.
1593[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/283.
1594[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/283.
25- Öyle bir fitneden sakmınki (gelince) sizden yalnız
zalimler isabet etmez. İyi bilinki Allah azabı çetin olandır.
İmam Buharı Sahih'inin- "Kutabü-ş-şirketin" altıncı babında
Nu'man b. Beşir (r.a.) den rivayet ettiği bir hadisde,
peygamber efendimiz şöyle buyurmuş: "Allah'ın koyduğu
sınırları koruyan, günahdan sakınanla, sınırı aşıp, günaha
girenlerin durumu, Kur'a ile gemide yer bulan topluluğun
durumuna benzer. Bir kısmının Kur'ası geminin üstüne bir
kısmının Kur'ası geminin altına düştü.
Geminin altında olanlar, susadıkları vakit yukarı çıkıp
(nehrin tatlı suyundan) içiyorlardı. Sonunda "niçin yukarı
çıkıp yukardakilere eziyet verelim? buradan bir delik açalım
ve yukardakilere eziyet etmeyelim" dediler.
"Eğer, alttakiler kendi hallerine bırakılırsa hepsi helak olur.
Eğer engel olurlarsa hepsi kurtulur."
Efendimiz ne güze ifade etmiş değil mi? "Bana ne", "Beni
sokmayan yılan bin yaşasın" "Her koyun kendi bacağından
asılır" sözlerine değer vermeyin. Siz ayete iman
ediyorsunuz. Ayette de, zalimler yüzünde bir belâ gelirse
yalnız zalimlere gelmeyeceğini, zalim olmayanlarında helak
olacağını haber veriyor.
Şoförün sarhoş olmasının zararı yolcularada olacağından,
sarhoşken otobüs sürdürmüyorlar. Halbuki sürse zararı
altmış kişiye dokunur.
Ama milyonlarca insanı devlet arabasına yükleyip götüren
yöneticiler ise, milyonlara zarar verirler. Eğer yolcular
müdahele etmezlerse "yapan kendine yapar" derlerse devlet
arabası ahlaken, iktisaden, siyaseten çökerse altında millet
kalır.
Ateizm, kominizin, faşizm gibi kafirlikten kaynaklanan bu
pislik yollar, hastalıklar gibidir. Eğer engel olunmazsa
herkese bulaşır. Filan devlette "kolera" hastalığı varmış bizi
ilgilendirmez. Batı medeniyeti "Aids" diye isimlendirilen bir
hastalık üretmiş bizi alakadar etmez diyemiyoruz.
Kolera, aids gibi bulaşıcı hastalıkların bol olduğu yerlerden
gelenler gümrükde kontrolden geçiriliyor. İşte fitnede
yeryüzünde hastalıkların tamamından daha tehlikeli, daha
öldürücü ve yakıcıdır.
"Fitne" arabın dilinde altım ateşte eritip has altın ile karışık
maddeyi birbirinden ayırmaya denir. Buradan hareketle
insanı cehennem ateşine sokmaya sebep olan imansızlığa,
imansızlık propagandasına, insanları dinden alıkoymaya,
cennete perde olan dünya malı ve evladına da fitne
denmiştir. Bakara 217 de fitne, "İslama giden yolu kapatma"
olarak açıklanmıştır.
insanları ateşe atarak yakmak isteyen kurum ve kuruluşlara
Karşı du-tün gücümüzle mücadele edeceğiz.
Ahmed b. Hanbel'in Müsned 4/192 de Adiy b. Umeyra'dan
rivayet ettiği bir hadiste peygamber efendimiz "Allah bir
grubun yaptıklarından dolayı toplumun hepsine azab etmez.
Ancak o grubu yaptıklarını gördüklerinde engellemeye
güçleri yetiyorken engellemiyorlarsa Allah o gruba-da, o
toplumada azab eder" buyurur.
A'raf 164 ncü ayette Allah (c.c.) mü'minleri iki gruba
ayırmış. Birinci grup kafirlere nasihat eden, onları
kötülükten, kafirlikten vazgeçirmeye çalışanlar.
İkinci grub ise kafilerle ilgilenmeyen, "nasıl olsa Allah
onları yakacak. Biz karışmayız" diyenler. Allah birinci
grubu kurtardığını, kafirleri cezalandırdığını haber veriyor.
O ikinci grubu hiç zikretmiyor. Alimlerimiz bu ikinci
grubunda azap görenler arasında olduğunu
1595[29]
söylüyorlar.
1595[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/283-285.
sizi rızıklandirdı. Taki şükredesi-niz.
Mekke müşriklerinin arasından, her an kapilıvermeye hazır
bir avuç müslüman, zayıf görülüyordu. Evrensel İslamı
bütün dünyaya taşıyacaklarına kafirlerden kimse
inanmıyordu. Ama Allah (c.c.) onlara yardım etti.
Medine'de devlet kurdurdu. Maddi ve manevi rızıklarla
onları besledi.Günümüz kafirlerinin askeri ve ekonomik
gücü bizi korkutmamah. Allah'a güvenmeli ve
yürümeliyiz. 1596[30]
1596[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/285.
1597[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/285-286.
1598[32]
Buharı K. Meğazi.
hükmü ne olabilir?" Ebu Lübabe eliyle boğazını işaret etti,
sonra yanlış yaptığını anlayarak hemen geri döndü.
Mescidin direğine kendisini bağladı ve peygamber
efendimizin çözüp afvetmesini bekledi. Sonra Tevbe
suresinin 102 nci ayeti nazil oldu. Tevbenin kabul edildiği
bildirildi. 1599[33] Müslümanların sırlarını düşmana
söylemekde hıyanettir. Günümüzde bir kısım insanlarımız
basın yayın yoluyla müslümanlarm hakkında söylenmemesi
gerekenleri kafirlere açıklayıveriyorlar. Bu bir ihanettir.
İbni Kesirin tefsirinde haber verdiğine göre Ebu Lübabenin
Beni Ku-rcyzada malı olduğundan dolayı böyle yapmış.
Hatip ibni Ebi Beltea da Mekke fethinin hazırlıklarını bir
mektupla bildirmek istemişti ama efendimiz durumu
öğrendi ve mektubu yoldan döndürdü.
Günümüzde bir kısım insanlarımızda şirketleri, sermayeleri,
üniformaları, unvanları elden gitmesin diye kafirlerle
beraber hareket ederek ihanet ediyorlar. İyi büsinlerki bu
mallar ve çocuklar birer imtihandırlar.1600[34]
1603[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/287.
kapının önünü tuttular. Efendimiz aralarından geçip gittide
onlar göremediler.
İşte günümüzde de bir kısım kafirler hayallerinde
geliştirdikleri müs-lümanlara karşı savaş verirlerken, o
sevgili peygamberimizin ümmetinden birçok insan, o kafirin
imkanlarından yararlanarak gelişirde haberi olmaz. Siz
Allah'dan sakının. Bu kafirlerden korkmayın. 1604[38]
32- Hani "Ey Allah, eğer bu senin katından bir hak ise,
haydi üzerimize gökyüzünden taş yağdır veya bize acıklı bir
azap getir" demişlerdi.
Günümüzde "Allah varsa beni çarpsın" diyenler veya
"Haydi Allah'ın seni kurtarsın" diyenler İşte bu kafirlerin
yolundan yürüyenlerdir.
Bunlar Arslamn kafasına komrpda arslana meydan okuyan
kara sinekler bibidirler. Allah'ın mülkünde onun verdiği
ayakla gezerler, onun verdiği°gözle görürler ve onun verdiği
1604[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/287-288.
1605[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/288.
dille onu inkar ederler. 1606[40]
1606[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/288-289.
1607[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/289.
1608[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/289.
Günümüzde inkarın her çeşidini yaşayan gruplarında, kendi
sapık anlayışlarına göre dinleri ve merasimleri var. 1609[43]
1613[47]
Buharı Ezan 160, Et'ıme 49
etkilendiklerini doktorlar haber vermekte. Yahudi, hristiyan
ve putperest toplumlarda, fuhuş yoluyla Aids hastalığı,
sanatçıları, siyasileri, hatta okul çocuklarım dahi tehdit
etmektedir.
İşte bütün bunları önlemek için cihad. Bazı müslüman
aydınlarımız, batıyı İslamdan daha fazla bildiklerinden,
batıdaki İslamın kötü imajını güzel göstermek için, İslam
dışı sözlerle İslamı tanıtmaya çalıştılar ve bu çalışmalarını
"İslamda savunma harbi vardır" diye özetlediler. Bu açık-
lanması gereken doğru bir sözdür. Ancak doğruluğu şöyle
açıklayabiliriz: müslüman öldürmek için değil, yaşatmak
için vardır. Peygamber efendimiz yirmiüç senelik
peygamberlik hayatında, iki milyon dörtyüz bin (2.400.000)
kilometrekare toprak fethetmiş. Bütün harplerde harp
meydanında iki tarafdan ölenlerin sayısı ikiyüz
kırkdır. 1614[48]
Müslüman; dünyadaki bütün insanların, kendilerini yaratan
Rabbi tanımaları, vücutlarım, kalblerini ve kanlarım idare
eden Allah'ın koyduğu kurallara göre hayatlarını yaşayarak,
bu dünyada fuhuştan, yalandan, hır-sızlıkdan, kumardan,
sarhoşlukdan uzak kalıp ahirette yanmamaları için İslamı
bütün insanlara ulaştırmak mecburiyetindedir.
İşte; bu tebliğ için faaliyete geçtiğinde, karşı taraf
engellemeye kalkarsa kendisini savunur. Yoksa bazılarının
zannettiği gibi İslam devleti kendi içinde İslami eğitimini
yapar, komşu kafir devlette kendi halkına ateşe nasıl
atılacaklarının yolunu öğretir, gerçekleri değil sapıklıkları
öğretir, en cazibeli erkek ve kadınları ön plana çıkararak
insanları inkara ve ahlaksızlığa özendirir. İşte müslüman
ülke buna müdahele eder. Yoksa ancak, kafir devlet
saldırırsa savunma harbi yapar saçmalığını reddeder İslam.
Müslüman bir devlet, komşu devletinde, diğer devletlerin de
1614[48]
Bak: Hz. Muhammed Hamidullah, Hz. Muhammed'in savaşları
halkına, İslamı ulaştırmak için tebliğ yollarının hepsini
uygular. Buna kimse mani olamaz. Olmaya kalkarsa
misliyle karşılık verilir. 1615[49]
1615[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/291-293.
1616[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/293.
1617[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/293-294.
yerine getirmek için (sizi buluşturdu). Şüphesiz Allah
herşeyi işitendir, herşeyi bilendir. 1618[52]
1628[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/298.
1629[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/298.
1630[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/299.
"Alma mazlumun ahım, çıkar aheste, aheste."
Firavun ve daha önce geçen kafir yöneticiler, Allah'ın
ayetlerini inkar ettiler, kendi kanunlarıyla insanlara
zulmettiler ve Allah'da onlara azabını gönderiverdi, 1631[65]
1635[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/300.
1636[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/300-301.
1637[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/301.
61- Eğer barışa meylederlerse sende meylet ve Allah'a
güven. Şüphesiz Allah işitendir bilendir.
Barış manasına gelen "es-selm" kelimesi dinimiz olan
İslamın köküdür. Biz barışı sağlamak için varız. Kafirler ise
Kur'anın ifadesi ile ihtilaf çıkaranlardır.
Biz yaratılan her insanın Allah'a teslim olmasını ve canını
cehennemden kurtarmasını istiyoruz. İnsanları cehenneme
sevkeden sapıklar çetesiyle mücadele ederiz. Eğer karşılık
verirlerse harp eder yine engelleriz. Eğer barış isterlerse
hemen meylederiz. 1638[72]
1643[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/303-304.
1644[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/304.
1645[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/304.
Rabbimiz Muhammed suresi ayet 4 'de düşmanla karşı
karşıya gelindiğinde boyunlarına vurmamızı emreder.
Ağırlığınızı hissettirdikten sonra esir edilmelerini emreder.
Önce esir alalımda, fidye karşılığı salıverelim, diye
düşünülmeyecek. Önce kafirlerin gücü kırılacak, sonra esir
edilecek. Allah'ın Muhammed süresindeki yazdığı fidye
gerçekleşmiş oldu.Kafirlerle mücadele ederken, hedef
kafirin gücünü çökertmek olsun. Dünyevi çıkarlar olmasın.
Allah ahiret yurdunu kazanmamızı istiyor. 1646[80]
1646[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/304-305.
1647[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/305.
1648[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/305.
canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıranlar
ve onlara yardım edenler birbirlerinin dostlarıdırlar. İman
edipte hicret etmeyenler, hicret edinceye kadar sizin onlara
hiçbir şekilde velayetiniz yoktur. Eğer din konusunda sizden
yardım isterlerse, sizin yardım etmeniz gerekir. Ancak
aranızda andlaşma olan bir kavim aleyhinde değil. Allah
yaptıklarınızı görür,
İslam devleti sınırlan içinde yaşayan müslümanlann velayeti
devlete aittir. İslam devleti dışındaki müslümanlann velayeti
İslam devletine ait değildir. Ancak onlarla İslam kardeşliği
vardır. Onlara yardım eder. Ancak bu yardım o devletle
yapılan sözleşmelere ters düşmez.
Özetlersek İslam devletinde yaşayanlar İslam devletinin
dışında yaşayanlardan sorumlu değildir. Ancak İslam
devleti kapılarını bütün müslümanlara açmış ve bütün
müslümanların hicret etmesini istemişse o zaman hicret
etmeyenlerden sorumlu değildir.
Günümüzde ise hicret edilecek veya hicret etmelerini
isteyecek bir İslam devleti olmadığından dünyanın her
tarafındaki müslümanlar birbirlerinin dostudurlar ve güçleri
oranında birbirlerine yardım etmekle görevlidirler. Bizler
Türkiye'deki mazlumlara da, Keşmirdekileride,
Filitsin'dekilerede, Bosna'dakilerede, Amerika'dakilere de,
Kafkaslardakilerede, Filipinler'dekilerede gücümüz oranında
malımızla, canımızla, duamızla yardım edeceğiz. 1649[83]
1649[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/305-306.
göstergesi, doğruluk ayar merkezi müslümanlar olmazsa
büyük bozgunlar ve bozulmalar meydana gelir.
Şu anda dünya üzerinde müslümanlannetkinlig azalıvaince
en güçlü ve gelişmiş kabul edilen toplumlaida fuhuş ve
uyuşturucunun getirdiği bela ve hastalıklar dünya insanım
tehdid ediyor. Harp meydanlarında ölenden fazla, medenivet
hastalığından ölüyor insanlar. 1650[84]
1650[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/306-307.
1651[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/307.
1652[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/307.
TEVBE SÜRESİ
1653[1]
Bak Siretü İbni Hişam 4/157,Deailnnübüvve Beyhöki 5/293
1654[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/309-310.
1-Kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere Allah ve
Rasu-lünden bir ültimatomdur. 1655[3]
1657[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/311-312.
bozanlar anlaşmayı tamamlamak için gelsinler. Anlaşması
olmayanlar anlaşma yapmaya gelsinler, iman etmek
isteyenler, iman etsinler. Bu dört aylık zaman içerisinde bir
fırsat tanınıyor onlara. Ne yapacakları konusunda karar
vermeleri için bir zamandır bu. Adam anlaşmaya
yanaşmayabilir. Müslümanda olmam diyebilir. Hasmane
münasebetini devam ettireceğim deme hakkı da var. Kafirin
o zaman da çekip gitme hakkı var. Çünkü o dört ayın
bitiminde onlar cezalandırılacak. Kimler? Anlaşmaya
yaklaşmayanlar, sulh anlaşması yapmayanlar, müslüman ol-
mayanlar. Nedeni ise devletin içerisinde dinime düşman
adam barındırılmaz, islam devletinde gayri müslimler yaşar.
Mesela Yahudiler ve Hris-tiyanlar 600 senelik Osmanlı
tarihi içerisinde bu İstanbul şehrinde ve Osmanlının hakim
olduğu yerlerde yaşamışlar. Ancak bir anlaşma karşılıklı bir
zimmet anlaşması var. Yani zimmilik hakları vardır onların.
Onlar kendi görevlerini yerine getirecekler. Devlette onlara
karşı olan sorumluluğunu yerine getiriyor bu bir karşılıklı
anlaşmadır. 1658[6]
1658[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/312-313.
dergide yayınladı. "Efendim Kur'an-ı Kerim merhamet
peygamberinin, efendim rahmet dolu kitabıy-mış filan
diyorlar sakın inanmayın. Kur'an-ı Kerimde (burayı da verdi
Tevbe suresinin 5.ayeti kerimesinde) kafirleri nerede
bulursanız Öldürün diyor" Yukarıyı okumuyor. Yukarda
anlaşma yapanlar müstesna anlaşma yapanların anlaşma
müddetine kadar onlara fırsat tanıyın. Yeni an-
laşmalar için haklar tanıyın deniliyor. Oraları görmüyor
adam.
Halbuki ayet-i kerime bütün yollar kapanmış adam İslami
bir devlette yaşıyor. Müslüman ol olmuyor. Zorlayamayız.
Yani müslüman olmuyor zorlayamayiz. İsteriz cam
gönülden arzu ederiz. Müslüman olmasını ama müslüman
olmuyor adam o zamanda bağrına silahı dayayıp "müslüman
ol" diyemeyiz. Çünkü daha önce geçti dinde zorlama
yoktur. 1659[7] "Ben senin vatandaşın olarak kalacağım. Ve
üzerime düşen sorumlulukları yerine getireceğim" dese ta-
mam. Aksi durumda işte o zaman Allah (c.c.) bunlar dine
karşı harp etmiş demektir. Ve bu adamları nerde bulursanız
öldürün diyor.
Peki adamı tam kaldırdınız tabancanın tetiğini çekeceğin
anda keli-me-i şehadeti getiriveriyor adam. Rabbim,
namazını dosdoğru kılarsa zekatını da verirse o zaman onun
yolunu serbest bırakın diyor. Yani müslüman olmuştur. O
kardeşimiz olmuştur. Hani çocukluğumda duymuştum,
köyümüze gelen hoca efendi anlatmıştı. Hz. Ali (r.a.)
kaldırdı kılıcı adamı tam vuracak, adam Lailahe illallah
dedi. Hz. Ali'de bıraktı kesmeyi. Olay doğru hocamız doğru
söylemişte, benim o zaman çocuk aklım şöyle demişti. O
zaman harp olmazki. Lailahe illallah dese kurtulacak. Bu
sefer arkadan vuracak. Yani müslümanın aldanmaması
gerekir bunun bir çıkış yolu olmaması lazım demiştim kendi
1659[7]
Bakara 156
kendime. Ama islam öyle değil işte. Müslümanlar derhal
onu kendi saflarına alıyorlar, duruma göre ya harp
ettiriyorlar karşı tarafa veya geride elinde silahı olmadan
hizmet gördürülüyor. Yani düşman safında kalmasına
müsaade edilmiyor. Zaten Lailahe illallah Muhammedün
rasullüllah diyen adam beri tarafa gelecektir. Eğer iyi güven
sağlanmışsa harp ettirilir ihtiyaç vardır. Yoksa geri tarafta
hizmet veriliyor. Rabbimde zaten bunu teyid ediyor. Eğer
tevbe ederlerse yeterli değil, namazı da dosdoğru kılarlarsa
o da yeterli değil. Zekatlarımda verirlerse diyor Allah (c.c).
O zaman onları serbest bırakıverin. Allah affedicidir
merhamet edicidir.
Hani o zaman Allah affetse bile ben af edemem diyen
olabilir. Yahu Allah'ın merhametinin yanında senin
merhametin ne olur ki be birader. Peygamber efendimiz
rivayet ettiği bir hadisi şerifte "Allah merhameti, rahmeti
yüz parçaya ayırdı. Birisini yeryüzündeki yaratılmışlara
verdi diyor. Geri kalan doksan dokuzu ile kıyamette
mü'minlere merhamet edecektir" buyuruyor. (Buhhari
K.Edeb 19Müslim K.Tevbe 17) Yani yeryüzündeki bütün
insanların ve canlıların merhameti o yüz parçadan bir
parçaya ancak denk düşüyor. Onun için Allah'ın (c.c.)
Gafurur Ra-hiym olduğunu hiç unutmayacağız. Ama buda
tenbelliğe sevk etmiyecek bizi. 1660[8]
1660[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/313-314.
olayım, Veya yakınında olayım affet beni" derse onun
komşuluk hakkını ver onu affet. Allah kelamını işitebilsin o
da. Yani bir insan müslümanlara yakın olmayı istiyorsa ona
o yakınlık hakkını verin ki müslümanın yanında yakınında
olursa bir insan ne işitecektir? Allah'ın kelamını işitecektir.
Doğruluk işitecektir o adama bu fırsatı verin sonra onu
güvenli olduğuna inandığı yere kadar ulaştır. İşte bu onların
bilmez bir kavim olmalarındandır diyor Allah (c.c). Yani işi
bilmemelerinden kaynaklanmaktadır. Gerçeği hakikati
bilmemelerindendir.
Günümüzde dükkan komşularınız olabilir. Hani ermeni
olabilir, mm olabilir, yahudi olabilir. Ev komşularınız
olanlar var dükkan komşularınız olanlar var. Bu ayetin
ruhuna uygun olarak adamlar bir gün kıyamette, "Ya rabbi
ben bununla otuz sene komşuluk yaptım da bana Allah'ın
kelamından tek söz söylemedi" derse, biraz hesaba
çekilirsiniz onu söyleyeyim. Yani İslami gerçekleri seninle
konuşmam. Benimle havadan sudan konuşurdun. Benim
gönlümü kırmamak için yapardın diyebilir, gönlünü
kırmamışsın ama bütün vücudunu kırmışsın. Cehenneme
gönderilmesine engel olanlardan biri olabilirsin. Belkide
senin tebliğin ona ulaşıp fayda verebilir, vermemiş olsa bile
biz sorumluluktan kurtulmuş oluruz. Onun için
komşularımızla gayri müşlim bile ilgilenelim.Hepimiz
günahkarız hani günahı açıktan yapanlar vardır, birde
gizliden yapanlar var. Milletin gözündekiler genelde açıktan
yapanlardır. Hani şairin biri öyle demiş Farsça şiirinde.
"Eğer her haram şey şarap gibi insanı sarhoş etmiş olsaydı
insanlar caddelerde sallanarak giderdi." Herkes sarhoş
olurdu, onun için çevremizdeki insanlar mümkün mertebe
bizim bildiğimizden faydalanmalıdırlar ve ağzımızdan da
Allah kelamı çıkmalıdır genelde, yani akşama kadar bin
kelime konuşmuşsaniz bu bin kelimenin içerisinden 501'i
İslama yönelik olmalıdır hiç değilse diyorum yani. 501
derken hiç değilse yani yüzde elli biri olsun hiç değilse
diyorum. 1661[9]
1663[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/316-317.
müslüman olmuş, adam oğlunu öldürmek için geliyor. Bedir
harbinde olduğu gibi.
Çünkü gençler daha çabuk müslüman olmuşlar. Mekke de
babaları biraz diretmişler. Hz. Ebubekir müslüman oluyor,
babası müslüman olmuyor daha sonra olmuş ayrı. Hz. Ömer
müslüman oluyor, babası müslüman olmuyor yani gençler
daha çok müslüman olmuşlar, babalan müslüman olmamış
ve bunlar amcaya, dayıya, teyzeye karşı Bedir harbinde
karşı karşıya gelmişler ve akrabalık bağlarımda gözetmiyor
bu kafirler.
Gelirler senin yanma dil dökerler dilleriyle seni hoşnut
ederler ama kalpleri söylediklerinden uzaktır. Yani
kalplerinde tuttukları, dilleriyle söylediklerinin aynı
değildir. Onların çoğu fasıktır diyor Allah (c.c.) ve Onları
yine tanıtıyor. Peki niye gavur oluyor bu adamlar. Çünkü
pey;amberin mesajına kulak vermiyorlar. Allah'a,
peygambere iman etmiyorlar.1664[12]
1664[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/317-318.
1665[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318.
10- Onlar mü'min hakkında yakınhğıda andlaşmayıda gözet-
mezler. İşte asıl saldırgan onlardır.
Bu haddi aşanlar akrabalık bağı, gözetmiyenler anlaşmalara
riayet etmiyenler, karşılığında Allah'ın ayetlerini satanlar
dilleriyle insanları hoşnut edipte gönülleriyle düşmanlık
besleyenler onlardır.1666[14]
1666[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318.
kardeşimiz kan kardeşimizden ilerde din kardeşimiz
oluverir. Bazılarına günümüzde düşmanlık yapmaları başka
sebeplerden oluyor. Hani bu güne kadar koministim
diyenler kapitalistin parasına düşmanlık yapıyor Sende niye
olsun, bende olsun diyor. Peki alsakta bu arkadaşa versek
bunu fakir bıraksak bu sefer o da bankaya koyuyor o
kominist oluyor buda kapitalist oluyor anarşi böyle devam
ediyor. Eğer düşmanlık hasmane münasebetler dünyevi
çıkarlar nedeniyle olacak olursa bunun önünü alması
mümkün değil aman insanları kötülüğe sevk eden bir
hastalık var adamda, hani doktor hastasının hastalığına
düşmandır. O hastalığı nasıl olurda bundan uzaklaşürayım
diye uğraşır. Müslümanda imansızın yüreğindeki imansızlık
hastalığına düşmandır. Eğer onu ahverecek olursa o adam
derhal onun din kardeşi oluverecekür. 1667[15]
1669[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/320-321.
iman eden toplumların gönüllerini ferahlatsın. 1670[18]
1670[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/321.
bütün kuzular sevinir. Çobanda sevinir kuzular kurtuldu
diye onun için kafirin öldürülmesine şu yönden sevinilir. Bu
adam diğer müslümanların öldürülmesine fırsat
bulamayacak diye sevinilir. Yoksa keşke iman ederek
gitseydi diye gönlümüz arzu eder. Bunun içinde Allah (c.c.)
müslümanların kalplerindeki kini giderdi. Allah dilediğinin
tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir. Allah'tır
hükmeden ve hükmünde hikmet sahibi olan. 1671[19]
1675[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/323-324.
Siz hacıları sulamayı Mescidi haramı tamir etmeyi, Allah'a
ve ahire-te imanla beraber mi kabul ediyorsunuz? Allah
yolunda cihad edenle aynı mı kabul ediyorsunuz? Hani
Mekkeli müşrikler bugüne kadar Kabe'yi biz temizledik
gelen hacılara suyu biz verdik diyorlar. Yani bizim yap-
tıklarımız boşa mı gidecek diyorlar. Bu ayet-i kerime aynı
zamanda şuna da değiniyor: İnsanların çıkarı için şu kadar
hizmet etmiş bir adam,1 ölürken mal varlığını hastahaneye
veya köprü yapımına veya bir sosyal tesise vakf etmiş.
Bunun karşılığını görmeyecek mi? Rabbim bu mal varlığını
nereye bıraktı kim için bıraktı, Allah için mi? Yani
karşılığını ücretini Allah'tan alırım diye mi bıraktın?diye
sorar. Fakat inanmıyordun ki diyor. Öyle ise benden niye
istiyorsun mükafatını kim için yapmışsan ondan
isteyeceksin. İşte insanlar, mahşer yerinde, bunlardan al,
kim kime verecekse orda hiç bir kimse kendisinden bir
şeyin karşı tarafa geçmesini istemeyecektir. Onun için
mescidlere hizmet, topluma hizmet, Allah'a ve ahiret
gününe imandan geçiyor. Bu iman olursa yaptığınız her şey
iyi hanenize, sevap hanenize işleyecektir, Rabbimiz
yardımcımız olsun.
Kendilerinin kafir olduklarına şahit oldukları halde Allah'ın
mescitlerini kafirlerin müşriklerin imar etmesi yakışmaz.
Yani bu iş müşriklere düşmez. Mescidleri imar etmek
müşriklere düşmez. Çünkü onlar kendilerinin kafir
olduğunu söylüyor. Süddi (r.a.)ye "Efendim bunların müşrik
olduğuna dair nasıl şahidlik yapar" diye sormuşlar o da
diyorki" Peki siz bir yahudiye "sen necisin" dediğinizde
"yamıdiyim" demez mi? Evet ya-hudiyim der. Peki
hristiyana sorsanız "sen necisin" deseniz o da "hristi-yanım"
der. İşte bu adam kendisinin müşrik olduğuna; kafir
olduğuna şahitlik yapıyor diye açıklama getirmiş. Yani ayet-
i kerimede Rabbimiz kendilerinin kafir olduğuna yine
kendileri şahit olduğu halde Allah'ın mescitlerini imar
etmek müşriklere yaraşmaz buyuruyor. Ve onların amelleri
boşa gitmiştir) "Ve onlar ateşte ebedidirler" diyor Rabbim.
Peki mescidleri kim imar eder? Onu da 18. ayet-i
kerimesiyle" "Mescidleri imar eden Allah'a iman edenler,
meleklere iman edenler.
Ahireti iman edenler, ve namaz kılanlar, zekatını verenler ve
Allah'tan başka kimseden korkmayanlar. Yalnız Allah'tan
korkanlar mescidleri imar ederler.
İmardan kasıt tabii ki, bir yapmaktır, bir de mescidleri
şenlendirmektir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) mescidlerin
amirleri mescidleri imar edenler, şenlendirenler Allah'ın has
kulu mü s lüm ani ardır diyor.Kesir, Abd h. Humeyd in
müsnedinden naklediyor) Peygamber efendimiz: "Sürünün
kurdu olduğu gibi Şeytan da insanın kurdudur.Kurt sürüden
ayrılanı kapar.Ayrılmakdan sakının. Camiye ve cemaata
huymm. 1676[24]
1677[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/325-327.
emir ve yasaklarını yerine getirme imkânı kalmamış ama
duymuş ki filan yerde Allah'ın bütün emir ve yasaklarını
icra etmek mümkündür.Oradan diğerine hicret etmek
Müslü-manın üzerine görevdir. Ama bu Kaldığı yerde görev
gereği kalıyorsa o başka. Yani ben burada kalmakla daha
faydalı olacağım çevreme de faydalı olacağım diyerek
kalıyorsa o ayrı ama bütün imkanları elinden alınmışsa o
zaman hicret eder. Hicret edenler malları ve de nefisleriyle
Allah yolunda cihad edenlere, Allah katında derecelerin en
büyüğü vardır. Yani bu yapılan işler Allah katında
derecelerin en büyüğüdür. Daha bundan büyük derece
yoktur anlamında bir ayet-i kerimedir bu.
İşte kazananlar onlardır diyor Allah (c.c), başarılı olanlar
onlardır diyor Allah (c.c.) deyince bu faiz alıp verenlerle
ilgili değildir. Kazanan, başaran anlamındadır. İşte faizciler
onlardır. Yani başarılı olanlar kazananlardır. Ama
günümüzde başarılı olanlar yine faizciler yani faizci, çokça
yiyen adamları ne başarılı adamlar iş biliyor, iş bitiriyor,
köşeyi çabuk dönüyor ve kazanıyor. Köşeyi çabuk
döndüğünden dolayı mesela biz çocukluğumuzda dönerdik
oyun oynardık. Dönerdik dönerdik ve başımız dönerdi bu
sefer bütün evler dönmeye başlardı. Adamlarında başı çok
döndüğünden etrafındakileri de dönek görmeye başlıyorlar.
Yahu dönek olan sensin etrafındaki insanlar değil.
Rabbim kazananlar onlardır diyor. Başarılı olanlar onlardır
diyor. Bir başka ayet-i kerimede "Kim Cehennemden
uzaklaştırılır Cennete ko-yulursa kazanan odur" diyor Allah
(c.c.). 1678[26] Biz buna başarılı adam diyoruz, işte bizim de
elli senelik, altmış senelik hayatımızda süratli bir yükselme
yapipta, cehenneme düşmektense hem bu dünyayı güzel
hem de ahire ti güzel eylemek gerekiyor. Rabbim, o Allah
yolunda malları ve de canlarıyla cihad edenlerin hakkında
1678[26]
Al'i îmran 185
derece bakımından en üstün ve en büyük hatta "üstün"
kelimesinden ziyade "En büyük" ifadesi kullanmış. "Allah
katında derecelerin en büyüğü". Rabbim onlara rahmetini ve
rızasını müjdeliyor, yani onlardan hoşnut olacağını
müjdeliyor. İçinde nimetleri olan daimi nimetleri olan
Cennetini müjdeliyor Allah (c.c). Ayet-i kerimelere bakacak
olursak, ayet-i kerimeler de Rabbim Cenneti istememizi
istiyor, eğer Kur'anla konuşacaksak Rabbim "Yakıtı insan
ve taşlardan olan Cehennemin ateşinden sakının"
diyor.1679[27] Veya "Ya Rabbi bize dünypja güzellik ver,
ahirette güzellik ver, bizi cehennemin azabından koibbi"
diye nasıl dua edeceğimizi öğretiyor. 1680[28]
1679[27]
Bakara 24
1680[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/327-328.
1681[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/328.
duyduğu şeylerde her an değişiklik vardır ve her an bir
başka farklılık ve güzellik vardır. Allah (c.c.) çeşitli ayet-i
kerimelerde bunu bize haber veriveriyor. 1682[30]
1684[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/330-331.
çokluğunuzla böbürlendiğiniz halde çokluğunuz size hiçbir
fayda vermediğinde, ve yeryüzü geniş olduğu halde size dar
geldiğinde ve arkanızı dönüp kaçtığınızda size yardım etti.
Ayet-i kerimede Allah (c.c.) "birçok yerde Allah size
yardım etmiş zaferi vermişti" buyuruyor. Huneyn gününe
gelince orada siz çokluğunuzdan dolayı, öğünmeye
başlamıştınız, yani çokluğunuz hoşunuza gitmişti, ama
çokluğunuz size fayda vermedi. Huneyn günü, Huneyn
savaşı diye geçer. Bu peygamber efendimizin gazveleri
arasında Mekke'nin fethinden sonra o sene Mekke civarında
tüm müşriklerden bir grupla, ki onlardan güçlü, harp
etmesini bilen bir toplum, yer olarak Taifle Mekke arasında
bir vadide yerleşmişler onlarla harp ediliyor. Müslümanların
sayısı 12 binin üzerinde ve ilk defa böylesine çok bir
orduyla harbe katılıyor müslümanlar diyorlar ki yahu biz
Bedir de 330 kişiyle galip geldik. Burada 12 bin kişiyle
bunları teperiz biz demişler. Ama gitmişler mağlup
olmuşlar. Rabbim "sizin çokluğunuz, sizin hoşunuza gitti
ama size çokluğunuz fayda vermedi. Rabbimdir size yardım
eden". Rabbim bunu vurgulamak istiyor aslında. 1685[33]
1685[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/331.
çokluğunuzla öğünmeyin. Rabbimdir size yardım eden,
bunu vermek istiyor.Günümüzde bir avuç bosnalı müsîüman
bütün hristiyan aleminin desteklediği sırp orduları
karşısında şanlı bir direniş göstermektedir. Çeçenler
kendilerinden yüz kat fazla olan Ruslara karşı imanlarını
koruyorlar. 1686[34]
1686[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/331-332.
efendimiz Hz. Ali'yi çağırıyor. Bu sureyle git ve orada
bütün insanlara bunu ilan et bu emredilen ve yasaklanan
şeyleri açıkla diyor. Hz. Ali (r.a.) da bütün insanlara,
müslüman olan ve olmayanlara bu sureyi özet halinde
insanlara duyurayor. Bu duyurulanlardan bir taneside
şu: 1687[35]
1687[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/332.
Rabbimde bu hususta nedenleri istemiyor ki o elbiseleri pis
demiyor, adamların içi pis, ruhu pis diyor. Hangi yetkili
batıdan gelipte üçüncü dünya ülkelerini ziyaret etmişse,
mutlaka orada bir fitne, fesat var, bir çatışma başlıyor, orada
bir kargaşa başlıyor ve ihtilal ve inkılaplar oluyor o ülkede
binlerce insanın kanı ve gözyaşı birbirine karışıyor, yani
Maltada toplandılar, Afganistanı işgal etti, sonra İngiltere'de
toplandılar Saddamı İran'a vurdurdular, ondan sonra petrol
meselesini çıkardılar daha dünyanın çeşitli yerlerinde neler
oluyor da bize hani konumuz olmadığından ilgimiz
olmadığından dolayı duyurulmuyor. Afrikanın ortasıda
zaten dünyaya kapalı, Allah'a açık.Hergün beş altı tane
Filistinli öldürülüyor kılımız kıpırdamıyor da, çocuğun
birinin kolu yaralanmış İsrail'de, veya kuş ölmüş
televizyonda ayağa kalkıyor. "Mescid-i Harama yaklaş-
masınlar şu seneden sonra Mescid-i Harama yak
laşmasmlar." Peki bu Mescid-i Harama yaklaşmayacak
olurlarsa ne olur? Ekonomik yönden Mekke halkına bir
zarar gelebilir endişesi vardı. Çünkü Mekke halkının
toprağına bir tohum atsanız birşey bitmez çünkü kupkuru.
Ayet-i kerimede İbrahim (a.s.) Ya Rabbi ben zürriyetimi
hanımımı çoluğumu, çocuğumu ziraata hiç te elverişli
olmayan yerde iskan ediyorum. Yani Mekke'nin ziraata
elverişli olmadığını ibrahim (a.s.)'m diliyle ayet-i kerime
bize bildirmiş. Onların geçimi Yemen'den Şam'a kadar ve
Hindistan'a kadar olan tacirlerin uğrak yeri olması, Hac
mevsiminde gelen insanların karşılıklı alış verişlerinden
elde ettikleri gelirler. Peki Yahudi Hristiyan ve puta
tapanlar.hareme sokulmayacak olurlarsa Mekke insanın da
bu sefer maddi sıkıntıya düşme korkusu var.
Rabbim ona da cevap veriyor. "Eğer fakirlikten korkacak
olursanız, dilerse Rabbim yakında kendi lütfuyla zengin
eder." İşte çok yakın zamanda Mekke insanı Yahudi ve
Hrisuyanların gelmemesi neticesinde daha fazla zengin
olmuşlardır. Azerbeycandan ta Fas'a kadar müslüman-lar
hakim olmuşlar ve Mekke, Medine mutlu bir hayat yaşamış.
Derken Osmanlıların yani Türklerin müslüman olması ve
Harem-i Şerife verilen önem üzerine buradan gönderilen
Surre alaylanyla gönderilen paralarla oranın insanlarının bir
sene yiyeceği, içeceği, giyeceği ve hac masrafları tamamıyla
ecdadımız tarafından karşılanıyor.
Hacca gittiğimde, Riyad üniversitesinde öğrencilerin kaldığı
yurtta iki gece kaldım. Talebeden biri "yıllarca bizi
sömürmüşsünüz" diyor. Oğlum dedim Suud petrolü bulali
ne kadar oldu. Yakın. Yani Osmanlıdan ayrıldıktan sonra
İngilizlerin emriyle, Osmanlıdan ayrıldıktan sonra petrol
buralarda bulundu ve işlemeye başlandı değil mi? Evet.
Yani biz petrolünüzü sömürmedik sizi sömürmedik.
Petrolünüzü Amerika ile İngiltere sömürüyör şu anda evet.
Peki daha önce biz ne götürmüşüz, kummu götürmüşüz?
yani Süleymaniyeyi yapmak için çölden kum mu götür-
müşüz? Ne vardı ki..? Çocuk dura kaldı hakikaten ne
vardıki? Hiç düşünme fırsatı vermiyor ki İngiliz yönetimi
veya Amerikan yönetimi or-daki insanlara. Sömürmüşler
sizi diyor o kadar.
Gerçekten bir kafire karşı tavır alınmak zarureti varsa
tavrınızı alın. Maddi sıkıntıyı düşünmeyin. Allah (c.c.) onun
daha fazlasını vereceğini vaad ediyor. Ama bunu Allah
rızası için yapacaksınız, yaparken şüphe içerisinde
olursanız, verirmi vermez mi acaba derseniz o zaman
vermeyebilir. Kesinlikle seksiz şüphesiz böyle
inanacaksınız. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir ve Allah
hükmünde hikmet sahibidir. 1688[36]
1688[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/332-334.
saymayanlarla, hak dini ile dinlenmeyenlerle, küçülerek
elleriyle cizye verinceye kadar harbediniz.
Efendim batıya sevimli görünmek için gayret gösteren çok
değerli hocalarımız vardır. Dinimizde savunma harbi vardır,
diye kitaplar yazılmıştır bu ülkede, yani "gelirse vururum
savunurum gelmeyecek olursan sen orada ben burda
yaşayalım, birbirimize karışmayalım" düsturları bizim
dinimizde vardır, diyenler var. Niçin bunu diyor. Yıllarca
batı demiş "yahu siz barbarsınız siz saldırgan bir
toplumsunuz ta Viyana'ya kadar gelmişsiniz ne işiniz var ta
buralara kadar" demişler. Bu sefer bunu sile-bilmek için bir
kısım hocaların eline bir kalem vermişler, yazın buraya bir
şey, biz yayınlarız demişler ve yayınlamışlar. "Dinimiz
kendi toprakları dışındaki topraklardaki insanlarla ilgisi
yoktur. Onlara gitmez gelmez iç işlerine karışmaz".
Dinimiz bütün dünya devletlerinin iç işlerine karışır. Niye
karışır, şimdi insana biraz ters gibi gelir. Dünya
Rabbimindir. Bunda şek şüphe varmı? yok. Yeryüzünde
gökyüzünde yaradılan her şey Rabbimindir, O yaratmıştır
çünkü. Kur'an-ı, İncil'i, Tevrat'ı, indiren Rabbimdir. En son
Kur'an-ı indirdiğini, diğerlerini nesh ettiğini ifade eden de
odur. Bu dinin dünyada yayılmasını emredende O'dur. Öyle
ise bir müslümanın üzerine düşen görev, ayağını
koyabileceği bir vatan edindikten sonra, hemen yakınındaki
vatan üzerindeki kalan insanların da, bu İslam nimetinden
faydalanması için oraya gitmesidir. Harp yapmak
istemiyoruz ama diyoruz ki, benim insanlarım gelecek senin
ülkende İslam'ı yayacaktır ve buna müdahele etmiyeceksin.
Ederim derse. Haa o zaman devlet başkanına dilini keserim.
Yıllardır bu milleti Cehenneme gönderme şebeke kurmuş-
sunuz, devlet kurmamışsınız ki. cehenneme insan gönderme
şebekesi kurmuşsunuz. Bu imansız haüvjo oirn ha irisin
sapık bir inancın hiç bir insana yayılmasına taraftar değilim.
Aids.verem, veba(veya kolera gibi hastalıkları taşıyanlar
nasıl toplumun selameti için karantinaya alımyorl arsa,
küçücük çocukları öldürüp yakan sapıklar cezalandırılıyorsa
körpecik beyinleri eğitim yoluyla önce kafirleştirip sonra
cehennem ateşine atanlarda cezalandırılmalıdır.
Ayet-i kerime (29. ayet-i kerime) "Allah'a ve ahirete iman
etmeyenlerle harp edin. Allah'ın ve Rasulünün haram kabul
ettiklerini haram kabul etmeyenlerle harp edin. Kitap
verilenlerden yani Yahudi ve Hristi-yanlardan hak dini
kabul etmeyenlerle harp edin. Ne zamana kadar? Ya
müslüman olurlar ki biz müslüman olmaya zorlayanlayız
çünkü gönül işidir, o zaman da zillet içerisinde, elleriyle
cizyelerini ödeyinceye kadar, vergilerini İslam devletine
ödeyinceye kadar harp edin" diyor Allah (c.c).
İslam dini ancak savunma harbine izin veriyor diyenler. Ya
bu ayet-i kerimeyi Kur'an dan çıkaracaklar veya bu ayete
iman edecekler. Bir tek ayete iman etmemek mazallah
adamı dinden eder. Onun için dikkat edelim hatta "cizyeyi
ödeyinceye kadar" cümle bitmemiş "zillet içerisinde
ödeyinceye kadar" diyor. Bu ayete uygun olarak Hz. Ömer
feth ettiği yerlerde, ehli kitaptan olan yahudi ve
hristiyanlarla, bir de ateşe tapan mecusilerle, puta tapanlarla
yapılan anlaşmalarda vatandaşlık anlaşması yapılıyor.
Canınız korunacaktır, malınız korunacaktır, vergi olarak
cizye ve haraç, ödeyeceksiniz yani adam başına cizye,
mahsulünün orantısında ödeyeceksiniz, atın güzeline
binmeyeceksiniz. Bunu günümüzün diliyle kullancak
olursak Mercedes'e binmeyeceksiniz İstanbul sokaklarında
.Hocam 20. asırda bu olur mu? Yahudi, müslümana
Mercedes'e binme fırsatını vermemiş, kanunen yasak yok.
Ama bütün ekonomik imkanlar adamların elinde,
müslümanlar yeni yeni mücadele veriyorlar, gayret ediyorlar
da bazı imkanlara sahip oluyorlar, ithalat, ihracat servisine
bundan 20 sene, 25 sene önce müracat edenlerden Yasef
müracat ederse alıyor, Yusuf müracaat ederse alamıyor.
Abraham müracaat ediyor alıyor, İbrahim alamıyor böyle
bir hal. Giydiğiniz elbise müslümanlarin elbiselerinden
güzelolamıyacak yani müslümanlar imrenmeyecek. 1689[37]
Bu ayet-i kerimenin tefsirinde İbn-i kesir'de uzun bir
anlaşma var. Şimdi bu zimmi vatandaş muamelesiyle ilgili
de çağımızda da batıya yaranma kitapları da yazılmıştır.
Kur'an, Hadis ve Sahabenin tatbikatına değinilmeden son
dönemlerde Osmanlının yıkılma dönemlerinden bazılarım
örnek vererek bak işte falan Yahudi şöyle itibarlıydı, filan
hristiyan böyle itibarlıydı. Dinimiz hatta ehli kitabı,
müslümandan üstün görürdü demeye getiriyorlar. Şu sinema
yapımcıları var ya bizden biraz daha uyanık gibi geliyor.
1900 lü yılların filimlerini çevirecek olurlarsa mahalle
aralarında eski eşya alıp satanları genelde Yahudi tipli
adamlardan yapıyorlar ve Yahudi şivesiyle konuşturuyorlar
sinemacılar. Tamircilik işini onlara yaptırıyorlar. Film icabı
bir tamirci varsa o ya ermeni-dir, ya rumdur, ya bilmem ne,
gerçekten öyleymiş yüz sene evvel yüz sene önce inşaat
işleri genelde ermenilerin ellerinde onun için ermeninin biri
İstanbul'un binalarını kimler yaptı konusunda bir kitap
yazmış. Temizlik işçileri için yine o tipten insanlar bu işi
yapıyor. Bu kuyumculuk gibi, tamircilik gibi, ayakkabı
tamirciliği gibi işleri daha ziyade Yahudiler yapıyor. Ticaret
ile cihadı müslümanlar yapıyor. Parayla, kılınç müslümanın
elinde tutuluyor.
Şu anda yahudi ve hristiyanlarm elindeyse (devir değiştikten
sonra) bu imkan onların eline geçti, devir değişti. Şimdi
müslüman mahalle arasında lağımcı, filan vilayetin filan
kazasından gelenler. Limoncu filan vilayetin filan
mahallesinden gelen, Anadolu insanı bunlar ve Mahmut pa-
şanın hammalları da filan vilayetin filan kazasından
gelenler. Anadolu insanı, adı Ali Velidir, Osmandır,
1689[37]
Sünen-ü Beyheki 91335,202
Kerimdir. Kanun değişmiş, durumda değişmiş. Yani
düzelmek istiyorsa şahsen fert olarak kendimizi düzeltmekle
beraber durumuda değiştirmek gerekiyor, şahsi durumunuzu
değiştiremezsiniz katiyetle, yani ben bu işten kurtulayım
deseniz kendiniz kurtulsanız bile aileniz kardeşiniz, veya
köylünüz aynı zilletin içerisinde devam eder. Rabbim
devam ediyor : 1690[38]
1692[40]
Tirmizi,Ebvabü tefsiri! Kur'an Hadis No:3094
onların Allah hakkında "Söylediklerini kabul etmem red
ederim. Yani noksanlık yoktur onda. Herşey en yüksek
noktasındadır, kemal noktasındadır diyoruz. 1693[41]
1693[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/338-339.
Adem oğlu uyurdu. Şeytan olmamış olsaydı hayatta
mücadele diye birşey olmazdı. Kırlangıç kuşu-na demişler
ki niye böyle uçarken zik zaklı uçuyorsun. "Ben belanın' bir
altından bir üstünden uçarım" demiş. Yani eğer atmaca
korkusu olmamış olsaydı. Kırlangıç hantal bir kuş olurdu.
Uçamazdı fazla uçma kabiliyeti gelişmezdi. Onun içindir ki
onun böyle cevval uçması atmaca korkusundandır. Onun
için biz de kafir korkusundan değil, dinimizi kaybetme
korkusundan dinimize her geçen gün biraz daha sarılıyoruz.
Her nefes alışımızda, her adımımızı atarken sağ adımla
çıkmamızın sebebi adet değil, o her an dini hatırlamak
adetidir. Sağ adımla evden çıkacaksınız dininize
bağlılığınızı ortaya koyuyorsunuz.
Bismillahirrahmanirrahim diyorsunuz. Dininizle olan bağı
kesmiyorsunuz, unutmuyorsunuz hiç.Selamün aleyküm
diyorsunuz. Allah'ın selam ismiyle hitap ediyorsunuz. Yine
Allah'ı hatırlıyor ve hatırlatıyorsunuz. Yani bütün faali-
yetlerinizde din içerisinde olduğunuza gayret
1694[42]
gösteriyorsunuz.
1698[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/341-342.
kafir topluma hidayet vermez.
Kendilerine göre ayı evirip çeviriyorlar. Olur mu bu
demeyin. Bu zamanla batılılarda da olmuş. Namazımızı
güneşe göre, orucumuzu ve haccı ifa etmede ay takvimine
göre yapıyoruz. İki takvimi de kullanıyoruz. Dinimiz
evrensel bir din. Bütün insanlar bu tadı tadsın isteniyor.
Onun için dolanır durur.
İnsan akla hayale gelmeyen pislikler yaparken "Bir insan
bunu nasıl yapıyor?" deniyor. Şeytan ona yardım ediyor.
Kedi aç kaldı mı yavrusunu yer. Yerken gözünü kapatır. Bir
filozof şöyle izah ediyor. Güvercine saldırıyorum diye
yavrusuna saldırıyor ve yiyinceye kadarda gözünü aç-
miyor.Böylece o gövercin yemiş olu yor. Kafirlerde
küfürlerinden kayr naklanan uyuşturucu kullanımını,
ibneliği, lezbiyenliği soygunu, köşe dönmeyi, ihaneti,
çağdaşlık ,işbilme, işbitirme olarak isimlendirerek gövercin
eti niyetiyle kendi canlarını cehennemde yakmaya
çalışıyorlar. 1699[47]
1699[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/342.
1700[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/342-343.
1701[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/343.
40- Eğer siz ona yardım etmezseniz, Allah ona yardım
etmişti. Hani ikinin ikincisi iken kafirler onu çıkarmıştı. O
ikisi mağarada iken arkadaşına "Üzülme Allah bizimle
beraberdir" demişti. Allah'da ona sekineyi (güveni) indirdi
ve sizin görmediğiniz ordularla onu kuvvetlendirdi.
Kafirlerin (küfür) kelimesini alçaktı. Allah'ın kelimesi işte o
çok yücedir. Allah Azizdir, Hakimdir.
Mekkeli müşrikler biraraya geliyorlar, ne edelim diyorlar.
Sürgün edelim. Daha güçlenir diyorlar. Hapsedelim. Bütün
akrabaları her gün bizimle harbederler. Öldürelim diyorlar.
Ev kuşatılıyor. Efendimiz Hz. Ebu Bekir'le (r.a.) beraber
Mekke'den çıkarlar. Peygamber efendimizin (s.a.v.)
yatağına Hz. Ali yatıyor. Allah (c.c.) iki kişiyken onlara
yardım ediyor. Efendimizle Hz. Ebu Bekir Sevr'de
mağaraya gizleniyor. Orümcek ağ örüveriyor mağara
ağzma. 1702[50] Bize günümüzde neyi nasıl yapacağımızı da
Öğretiyor bu ayetler. Herkes nerede bulunuyorsa İslam'ı saf
şekliyle anlatmak ve yaşamakla görevlidir. Allah (c.c.)
yardım edecektir. Efendimize ve Hz. Ebu Bekir'e (r.a.)
yardım ettiği gibi. 1703[51]
1702[50]
Bak: Beyheki. Delailünnübüv e 2/482, İbni Sa'd, Tabakat 5/229
1703[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/343-344.
Onun için kaçmak çıkar yol değil. 1704[52]
1708[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.
1709[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.
1710[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345-346.
filmini bize arz ediyor. Rabbim"Daha öncede fitneyi arı-
yorlardı. Fitne araştırıyordu bunlar senin için çeşitli işler
entrikalar çeviriyorlardı. Sonunda hak geldi Allah'ın işide
ortaya çıktı. Onların hoşuna gitmedi. Onların hoşuna
gitmediği halde Allah'ın emri geldi. Allah'ın işi ortaya çıktı,
hakikat apaçık ortaya çıkıverdi1 'diyor. Yani onların
münafıklığı ortaya çıktı. Onlar sizin Tebük'e gidip Roma'lı
askerler tarafından mağlup olacağınızı ümit ediyorlardı, ama
onların dediği olmadı. Hak batıla galip geldi orada sizin
mağlup olmadığınız sağ salim memleketinize evlerinize
döndüğünüz ortaya çıktı. Ve birde onların münafıklığı
ortaya çıktı. Tabi onlar bundan hoşlanmadılar. Kendi
münafıklıklarının ayet-i kerimelerle anlatılmasından da
hoşlanmadılar. Sizin galip gelmenizden de
1711[59]
hoşlanmadılar.
1711[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/346.
mahviyyet gerekir mahviyyet" bu tasavvufta bir terimdir.
Yani kişinin kendisini yok gibi hissettirmesi; Varlığım
insanlara hissettirmeden İslamı yaşayacak fakat bu
yaşadığını insanlara hissettirmeyecek yani İslamı yaşadığım
insanlara hissettirmeyecek niye işin içine riya girmesin diye.
Onun içindir ki müslümanların faaliyet gösterdiği çeşitli
derneklerde vakıflarda, kuruluşlarda, kurumlarda yer
almıyorum efendim gösteriş gibi oluyor. Oraya gitmek
gelmek meydanlarda AUahu Ekber diye bağırmak çeşitli
işler yapmak riyaya girebilir onun için o tür yerlerde ben gö-
rünmemeye dikkat ediyorum. Uzleti tercih ediyorum
diyorlar. Onlar öyle diyorlar. Ama peygamber efendimiz
"İslam'ın ruhbanlığı cihadladır" diyor.1712[60] Yani her
şeyden el etek çekmek mi istiyorsun mütevazi olmak
riyadan kaçınmak mı istiyorsun buyur cihad et diyor. Bir
adam kendisini cihada vermişse maldan, candan vazgeçmiş
demektir.
Şimdi ortada Ya Rasulüllah fitneye düşmemek, büyük
günah işlememek için ben bu Tebuk seferine katılmak
istemiyorum bana izin ver diyor. Tabii ki Peygamber
efendimizde izin vermiş onlara. Ama Rabbim efendimizi de
uyarıyor. Asıl fitnelemekle onlar fitnenin içerisine düşü-
yorlar. Yani büyük günahı fitnelemekle elde ediyorlar diyor
Rabbim. 1713[61]
50- Eğer sana bir iyilik isabet ederse, onlar bozulurlar. Eğer
sana bir musibet isabet ederse "biz (savaşa katılmamakla)
daha önceden tedbirimizi aldık" derler ve sevinerek döner
giderler.
Eğer sana bir iyilik isabet ederse, müslümanlar devlet
olarak, fert olarak rahata kavuşurlar, zaferi elde ederler,
ekonomik yönden güçlü olurlar, devletlerini kurarlar ve halk
1712[60]
Ahmet b. Hanbel Müsned 3/82,266
1713[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/346-347.
olarak rahat bir hayat yaşarlarsa münafıkları kötü duruma
düşürürler. Yani münafıklar kendi iç dünyalarında yıkılırlar
üzülürler adamlar kahrolurlar, ama eğer sana bir görev
isabet edecek olursa; Biz tedbirimizi daha önce almıştık
derler ve sevinirler ve evlerine sevinerek dönerler. Yani eğer
sen Tebuk'e gittiğinde orada Romalılarla yaptığın harpte
mağlup olsaydın o zaman diyeceklerdi. Biz tedbirimizi aldık
canım arap askerleri Romalı askerlere galip mi gelecek ke-
sinlik le olmaz biz bunu biliyorduk. Onun için gitmedik, oh
gitmemekle ne iyi etmişiz deyip sevineceklerdi diyor Allah
(c.c.) Peki ne diyelim bunlara? 1714[62]
57- Eğer sığınacak bir yer veya mağaralar veya girecek bir
delik bulsalardı hemen oraya koşarak yüz çevirirlerdi.
Yani islam devletinin içerisinde yaşayan müslüman görünen
ama gerçekten müslüman olmayan bu adamlar, düşünün ki
daha peygamber efendimizin yanında, bizim yanımızda filan
değil, bizim halimize bakıp nefret edebilirler. Ama kainatın
efendisinin yönetteği bir devlette adamların gönülleri
imansızlık hastalığı ile dopdolu olduğundan peygamberin
devletinde değil yaşamak, bir sığınak bulsalar, bir mağara
bulsalar, bir delik bulsalar oraya girmeyi, o devlette
yaşamaya tercih ediyorlar. Bu biraz bizim aleyhimize gibi
hocam, halbuki İslam devletinde herkes canı gönülden orada
yaşamak ister öyle değil mi? hayatta gülün üzerine sineğin
konduğu hiç görülmemiş. Olmaz yani katiyyen olmaz. Onun
için
Mevlana, sineğe karşı tedbir olarak gül suyu ile evi temiz
tutmaktır der. Evi gül suyuyla tertemiz yaptınız mı zaten
orada yaşamaz çekip gider başka yerlere, pis yerler bulurlar
oralara yerleşirler. Bu adamların içi pislik dolu olduğundan
peygamber efendimiz (s.a.v.)'m yüzünü görmek is-
temiyorlar, sesini dinlemek istemiyorlar, devletinde
yaşamak istemiyorlar.
Şeyh Sadi Gülistan'ında anlatıyor. Bir bülbülle kargayı aynı
kafese koymuşlar. Bülbülün dili tutulmuş,
konuşamayıvermiş, ötemey i vermiş. Ama karga da diyor iki
ellerini birbirine oğuşturmuş sinirle Rabbine yönelmiş
ellerini kaldırmış "Ya Rabbi hayatta ne türlü bir kötülük
yaptım ki böylesine çirkin, böylesine kötü sesli, böylesine
kendini beğenmiş, biriyle aynı kafeste kalma cezasına
çarptırıldım?" demiş kargada bunu söylemiş. Şimdi kuşların
1720[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352.
en güzeli ve en güzel seslisi bülbülün yanında rahat etmesi
gerekiyor ama kendi renginin karalığı bülbülün yanma ge-
lince daha kuvvetli oluyor ve rahatsız oluyor. Kendi sesinin
çirkinliği bülbülün sesinin yanında ortaya çıkıyor. Onun için
çok çirkin sesli bir adam çok güzel sesli bir hafızdan pek
hoşlanmaz. Ama güzel sesli bir hafız, güzel sesli başka bir
hafızı seviyor. Ve beraber hareket edip beraber oturuyorlar.
Şimdi burada da karga aynı şekilde bülbülden rahatsız,
sinekte gülden rahatsız, münafıklarda peygamber
efendimizin temizliğinden, dürüstlüğünden rahatsız. Lut
(a.s.)'ın münafık kavmi, yani kadınları bırakıp erkeklerle
ilişki kurmayı tercih eden kafirler diyorlar ki "Çıkarın
bunları bu şehirden sürgün edin. Bunlar temiz kalmaya
çalışan adamlar bunlar." 1721[69] Temiz kalmaya çalışan
adamları sürün bu şehirden diyorlar. Yani adamlar temizden
hoşlanmıyorlar. Temiz kalan peygamber ve ona iman
edenlerden hoşlanmıyorlar. Aynı şekilde bu adamlarda
efendimizin devletinde müslüman olarak rahat yaşamayı
istemiyor. Çünkü gönlü pislikle dopdolu bu
insanların.Günümüzde bir kısım mü si uman im iz kafire
yaranmak için alçalıyor ve onun seviyesine
iniyor.Peygamberimizin devletinden çıkmak isteyen bu
kafirlere bizim yaranmamız 'mümkin değil. 1722[70]
1721[69]
A'raf 82
1722[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352-353.
1723[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/353.
deselerdi (daha hayırlı olurdu).
Çekişme aslında burada kaş, göz hareketiyle meram anlatma
hareketi, peygamberle alay eden, kaş göz hareketleriyle onu
hafife almaya çalışanlar cehennemliktir diyor ayet-i kerime.
Yani kaş göz hareketleriyle veya sözle vede şakayla karışık
sataşmadır. Onun için sadakalar konusunda efendimiz
(s.a.v.)'la çekişiyorlar. Efendimiz sadaka mallarından
dağıtım yaparken* kendisine verilmeyen münafığın biri
efendimizin adil olmadığını söylemiş. Ali ah (c.c.)
sadakaların kimlere verileceğini hemen bir alt ayette haber
vermiştir. Eğer ve o sadakadan kendilerine verilecek olursa
peygamberden hoşlanıyorlar. Eğer verilmeyecek olursa bu
seferde kızıyorlar, gazaplanıyorlar adamlar. Eğer Allah'ın ve
Rasulünün verdiğine razı olsalardı. Keşke razı olsalardı.
Allah bize yeter deselerdi. Allah ve Rasulü kendi tarafından
kendi lütfundan bize yakında verecek, biz ancak Allah'a
yöneliriz. Allah'ı isteriz onun rızasını isteriz deselerdi onlar
için daha hayırlı olurdu. 1724[72]
1724[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/354.
Fakir hiç değilse bir günlük yiyeceği olan, miskin ise hiç
olmayan. Hani Sultan Ahmet meydanında gezip dolaşan,
akşam yemeği konusunda garantisi olmayan adamlara
miskin derler. Zekat müessesesinde çalışan memurlar. Hani
İslami bir devlette zekat müessesesi vardır. Diyelim ki bir
bakanlığın bünyesinde veya zekat bakanlığı vardır. Sadaka
bakanlığı vardır. Onlar toplama işlerini dağıtma işleri
oradan görülmektedir.
Aslında zekat İslamda devlete verilir. Doğrudan İslam
devletine veriliyor. İslam devleti dağıtıyor. Peygamber
(s.a.v.) zamanında, Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.)
zamanlarında bu böyle işlemiş. Hz. Osman (r.a.) zamanında
şöyle bir şey denmiş. Bazı malları ki onlara bizim me-
murumuzun ulaşması mümkün değil. Kur'an dilinde ve fıkıh
kitaplarında mesela, emvali zahire, emvali batine der. Yani
kişinin bilebileceği mallar var. Devletin bilebileceği mallar
var. Devletin bilebileceği malların zekatı yine devletindir.
Devamlı İslam tarihinde bu böyledir. Ancak şahsın
bilebileceği malların zekatını ise şahsın kendisinin
vermesine müsade edilir. Ama asıl olan dinde zekatın
devlete verilmesidir. Zekatı devlet alır, onu bir fonda toplar
ve o fondan fakirlere, o devlette ne kadar fakir varsa bunlara
ihtiyacını giderecek kadar para verir. Peki o ihtiyacın oranı
nedir. Yaşı 65'e ulaşanlar şu anda ne alır? Bilen var mı? 65
yaş maaşı alanlar 30 bin lira.Bunu alan zenginse niye
veriyoruz. Fakirse niye 30 binlira veriyoruz. Dinim ayarla
masını şuna bağlamış. Yani bir fakirin havayici asliyesi
karşılanmalıdır. Havayici asliye arapça ifadesi, Türkçesi bir
oturacağı ev, kiraya değil mülkiyet olarak, bineceği bir
araba, Tür-kiyede en küçüğünden bir araba diyelim, kışlık
ve
yazlık elbisesi ve devlet başkanının yiyebileceği kadar
yiyecekten alabileceği bir pay. Ama devlet başkamnınki çok
fazla her fakire aynı verile-mezki. Ya onunki aşağı
indirilecek yada fakirinki yukarı çıkarılacak. Yani orta yolu
bulacak. Çünkü ikisinin midesi aynıdır. Dinimize göre
devlet başkanının midesi ile çobanın midesi, fakirin midesi
aynıdır, beden ölçüleri de üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Tabii burada başkan için bu yalnız, diğer uzmanlık sahası
için maaşın sınırı yüksektir. Yani devlet başkanının ki azdır
İslamda. Devlet baş-kanınınkini asgari ücret belirler oranım,
ama bir hakimin, bir imamın, bir mühendisin, bir ordu
komutanının, sahasında uzman olan kişinin maaşı özel
konuşmaya tabiidir. Ama o konuşma devlet başkanın ınki s
inden aşağı olmayacaktır. Bunu bir gazeteci arkadaşa
anlattımda hocam devlet başkanlığına kimse heves etmez
diyor. Zaten heves yeri değil orası hizmet yeri. Oraya
sevabım çok olsun diye gidecek adam. Yani oraya rağbet
eden adam sevabım çok olsun diye gidecek. Çünkü yaptığı
her işin sevabı, normal insanların yaptığı işin sevabı gibi
değil kat kat oluyor onunkisi. Üçüncü sırada memurlar
gelirler. Sonrada kalbi İslama kazandınlmak istenenler.
Onlarada zekat müessesesinden para verilir. Yani İslam
devleti diyelim ki Rusya'da veya Japonya'da veya
Amerika'da İslama girecek veya girmeyecek ama tereddütte,
böyle bir adama bazı hediyeler verilip, gönlü İslama
kazandırılır. Fakat Hz. Ömer yok size demiş niye, çünkü
İslamın sizin gibi adamların gücüne konuşmasına ihtiyacı
kalmamıştır, vermiyoruz bundan sonra ve vermemişlerdir.
Bizim Hanefi alimleri diyor ki Müellefeyi Kulub'a zekattan
para verilmez. Niye çünkü onu Hz. Ömer kaldırmıştır ve
bunu sahabede kabul etmiştir. Onda icma hasıl olmuştur
derler. Fakat bir kısım alimlerimiz der ki. Hz. Ömer doğru
kaldırmışta gerekçe olarak şunu söylemiş "İslamın size
ihtiyacı kalmamıştır" onun için vermiyoruz. Ha ne demektir
bu. İslamın yine bu tür adamlara ihtiyacı olacağı dönem
gelirse hüküm bakidir. Yine müellefeyi Kulub'a verilir.
Fakirler, miskinlerden sonra bu zekatı dağıtma ve toplamada
görevli olan memurlarda maaşlarını o müesseseden alırlar.
Kalbi İslama ısındırılmak istenenlerle, köle azadında
kullanılır para. Yani dinde hep köleliğe sataşanlar bilsinler
ki dinin zekat fonundan para çıkar, kölelerini satın alır azad
eder. Bununla ilgili ayet-i kerime indirilmiştir. Yani bu
adamların koymuş olduğu sistemde köleye olan zulmü,
köleye olan hakir bakmayı ortadan kaldıran dinimizdir. Hani
daha önce tefsiri geçtiya. Hz. Bilal (r.a.) peygamber
efendimizin yanında oturunca Mekkeli müşrikler "senin
yanma gelmek istiyoruz ama köle ile aynı seviyede
oturamayız" diyorlar. Halbuki Hz. Ebu Bekir, Hz. Bilal
Habeşi'yi köle olarak satın almış ve azad etmiş, hürriyetine
kavuşmuş, o da peygamberimizin sevgilisi olmuş. Hergün
yanında duruyor, ezan-ı Muhammedisini okuyor ve ona
böyle yüzüne bakmaktan sevap alıyor, Bilal Habeşi.
Efendimizin yanında oturuyor o köleler.
Zekat, borçlulara veriliyor. İslamda kişilere garanti vermiş.
Bir müs-lüman senet vermiş, iflas etmiş ise, karşılığı
çıkmamışsa devlet onun karşılığında garantördür. Borçluya
vermek suretiyle karşı tarafa ödemesini sağlıyor, müessese
olarak. Burada Rabbim sadaka borçlulara verilir. Allah
yolunda olanlara verilir. Yani îslamın izzeti için, İslamın
devlet olması için gayret sarf eden insanlara verilir. Bu ordu
halinde, asker halinde olur. Bu talebe müesseseleri olur. Bu
onlara gerekli malzemelerin alımında onlara gerekli
kolaylığın sağlanması yani dininin devlet olması için gayret
gösteren her türlü şahıs, kurum, kuruluş neyse buralarda
kullanılır zekat. Yolda kalmış insanlara verilir. Hani
dükkanınıza geliyor bir adam diyor ki efendim ben
Erzurum'dan gelmiştim, Konya'dan gelmiştim paramı
çaldırttım veya param bitti, bana memleketime gidecek
kadar para gerekiyor. Siz ona çıkarıp veriyorsunuz ve
zekatınıza sayıyorsunuz. Bu adam isterse Konya'nın en
zengin adamı olsun hiç önemli değil, yolda kalmış bir
adama zekattan paranızı verirsiniz. O adam zenginde olsa
zekatınız geçerlidir. Tabi bunu İslam'da devlet yapıyor,
yalnız hani burada biz zekatı hep ferdi olarak verdiğimiz
için hemen hayalimizde bu canlanmıyor. Devlet verdiğinden
dolayı devletin zekat fonundan yolda kalmış insanları
memleketine götürecek kadar parayı verme zorunluğu var-
dır. Allah'tan bir farz olarak Allah herşeyi bilendir, Allah
hükmedendir. Hükmünde hikmet sahibi olandır diyor. 1725[73]
62- Sizi hoşnut etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer iman
edi yorlarsa Allah'ı ve Rasulünü hoşnut etmeleri daha
doğrudur.
Peygamber efendimizi üzerken, nasıl üzdüklerini Rabbim
haber ver yor. Şöyle derler "Yahu herkesi dinliyor bu"
diyorlar. Onların en hak: gördüğü adam, bir kere rengi zenci
olan Bilal-i Habeşidir. , Mekkelileri kendisi bize yakın
şimalidir. Yani arapların rengi bizimle beraberdir. E;
merimsidir. Bilal-i Habeşi, Habeşli zenci bir adam. Hakir
görülüyor, kıble olması yönüyle, birde siyah olmasıyla da
hakir görülüyor. Peygambt efendimiz onu biliyor. Bilal-i
Habeşi yi biliyor. Arkasında namaz kılaı ordusuna gelen,
cadde de karşısına dikilen biri laf etmek istediğine
"efendimiz dinliyorum." Hatta dinleyiş şeklini tarif ediyor,
şemail kitaj lan, şunu omuz arasındaki göğsünü o konuşan
adama döndürürdü diyo Yani adama değer verir. Kim olursa
olsun karşıdaki konuşan bir ada: oldu mu, o adama şu
1725[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/354-357.
1726[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/357.
göğsünü tamamen döndürürdü diyor. Ona da değ' vermiş
oluyor. Yani biz bunu hayatımızda tatbik etmemiz
gerekiyor, y ni konuşan ister imanlı ister imansız önemli
değil, konuşuyorsa adan
değer vereceğiz, böyle kendisine doğru döneceğiz. Yanlış
konuşuyor, o zaman yanlışını düzeltici konuşma yapacağız,
ama ona doğru yönelinecek. Efendimiz için "Bu herkesi
dinliyor" diyorlar. Onun dinlemesi sizin için hayırlıdır. O
hepinizi dinler. 1727[75]
1729[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/358-359.
cami ile kilise arasında kalan, çıkarı için bir o tarafa, bir bu
tarafa koşan, birgün iki tarafdanda kovulan tiplerdir.
Müslümanların karşısında Kur1 an öpen batılılar karşısında
viski içip gerdan kıranlar iki taraftada itibarı olmayan,
hizmet ettiği sürece kullanılan insan tipleridir.1730[78]
1730[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359.
1731[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359.
1732[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359-360.
1733[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/360.
68- Allah, munafık erkeklere, münafık kadınlara ve kafirlere
orada ebedi kalmak üzere cehennemi va'detti. Cehennem
onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir ve onlar için
devamlı azap vardır
Bu Tevbe suresinde genellikle kafirlerden ziyade
münafıkların durumu bize bildirilmektedir. Efendimiz'in
(s.a.v.) bol günlerinde, rahat günlerinde gelip bizlerde
müslümanız diyen, onunla beraber namaz kılan,
Efendimiz'in (s.a.v.) dar günlerinde yanından ayrılıveren, bu
insanlar hakkında Rabbim bilgi verirken, bize aynı zamanda
bizim günümüzdeki yaşadığımız ortamdaki münafıkların
karakterinide bize bildirmiş oluyor. "Münafık erkeklerle
münafık kadınlar birbirlerindendir. Yani biribirleri-nin
yandaşlarıdırlar. Onlar kötülüğü emr ederler, insanları
iyilikten alı-koyarlar, ellerini sıkı tutarlar."
Yani cimrilik yaparlar. Münafığın dört vasfı sayılmış oluyor
böylece. Her gün namazımızda okuduğumuz "Maun"
suresinde de efendimiz (s.a.v.) mü'min görünen münafıklık
yapan insanların yetimi azarladığını, fakirin kamını
doyurmadığım, namaz kılarsa riyakarlık yaptığını, riya için
gösteriş için namaz kıldığını ve komşuluk münasebetlerinde
de aralarında birbirlerine bir malzeme için muhtaç
olduklarında, yardımlaşma yapmadıklarını ifade ediyordu
Allah (c.c.)
Burada da bu dört vasıflarını bize bildiriyor. Bunların
yaptıkları bu kötülüklerin cezası olarakta Rabbim, "Onlar
Allah'ı unuttular da Allah'ta onları unutmuş muamelesi
yaptı." Hani bir insan birini unutursa ne yapar, ona karşı
iyilikleri, ona karşı ziyaretleride tamamen ortadan kalkar ya.
Allah (c.c.) için unutma söz konusu değil. Ama unutulmuş
bir insana nasıl ki insanlar iyi muamele yapmazlar kötü
muamele de yapmazlar ama her türlü nimetler onlardan
kesilmiş olur Allah (c.c.) de bu münafıklara unutulmuş
muamelesi yapacaktır. Kıyamet gününde cennet ve onun
nimetlerinden hiçbir şeyden yararlanmayacaklardır.
"Münafıklar fasıkların ta kendisidir" diyor Allah (c.c.) ve
beş ayet-i kerime ile mü'minleri tarif ediyor. Bakara
suresinin ilk beş ayetiyle ondan sonra gelen iki ayet-i
kerimeyle kafirleri tanıtıyor. Ondan sonra gelen onüç ayet-i
kerimeyle münafıkları tanıtıyor. Bundan da şunu anlıyoruz
ki biz müslümanlar için en tehlikeli olanlar kafirlerden
ziyade münafık olanlardır. Onun için Rabbim münafıkların
vasıflarını birkaç surede birçok ayet-i kerimeyle tanıtıyor
bize. İyi anlasınlar, bilsinler ve bu insanların namaz
kıldıklarına aldanmasınlar, Allah peygamber dediklerine
inanmasınlar. Münafıklıkları nedeniyle bunları yaparlar
bunlar. Nerden anlayacağız..? İşte buradaki münafık
münafığı tutar, kötülüğü emr ederler. Yani yapmış olduğu
kanunlarda mutlaka insanlara zaraı verir. Onlar Rabbimin
yapmayın dediklerini yaparlar ve Allah'ın yapınız
dediklerini ise engellerler, mani olurlar vede cimrilik
yaparlar. Münafık erkeklere de, münafık kadınlara da ve
topyekün kafirlere, Allat ebedi olarak cehennemi vaad
ediyor. Ebedi olarak cehennemde kalacaklardır. Kur'an-ı
Kerim de münafık erkekler, münafık kadınlar, ve de kafirler
diye sıralamaya da dikkat çeker alimlerimiz. Mesela burada
Evvela münafıkları söylüyor, sonra kafirleri söylüyor. Yani
tehlikesinin önemine de dikkat çekmiş oluyor.
Birinci derecede müslümanlar için tehlikeli olan münafıklar,
ikine derecede tehlikeli olanlar kafirler olduğuna da bu
sıralama işaret etmi: oluyor. Onlar Cehennemde ebedidirler,
o cehennem onlara yeter diyo Rabbim. Allah onlara lanet
etmiştir. Yani rahmetinden uzaklaştirnııştır Daimi azab
onlaradır diyor Allah (c.c.) Bunlar sizden öncekiler gibidir
ler. Yani münafıklar yalnız peygamber efendimiz (s.a.v.)
dönemindi
yaşamış değildirler. Daha öncede münafıklar olmuş. Hani
Nuh (a.s.) döneminde de Nuh (a.s.)'a iman edenlerde var,
iman etmeyen kafirler var. İkisinin arasında gelip gidenler
var. Hani Rabbim ayet-i kerimesinde onlar hakkında
münafıklar kafirlerle müslümanlar arasında gelirler giderler.
Ne o taraftandırlar ne de bu taraftandırlar. İkisinden de
faydalanacaklarını sanıyorlar. Ama bazen ikisi tarafındanda
cezalandırılıyorlar. 1734[82]
1734[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/360-362.
dükkan aldınız, sonu gelmez, bir de deniz kenarında ev
alma, yazlık alma ihtiyacı hissedilir. Ondan sonra çocuğa bir
ev yazlık, bir araba gibi bütün bunlara dalınıp gidilirde, bu
dünya dan herşeyi elde edeyim denilir de, ahiretle ilgili
olarakta hiçbir şeye elimiz varmaz. İmanınız da var ayrıca,
yalnız yahu bunu da elde edelim dediğimiz için, ama hele şu
işleride bitireyim hele
bu işleride bitireyim diye devam eder gideriz. Mazaallah.
Rabbimde ona dikkat çekiyor onların daldığı gibi sizde
dalarsınız diyor. İşte onların amelleri dünyada da boşa gitti,
ahirette de boşa gitti. İşte zarara uğrayanlar onlardır diyor
Allah (c.c).1735[83]
1735[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/362-363.
azabı gelmişti, onların haberi bunlara gelmedi mi? Daha
evvelki tehlikeler ve büyük günah işleyen ve Lut (a.s.)'a
iman etmeyen, o ahlaksız işleri yapan insanların haberleri,
bu münafiklara,gelmedi mi? buyuruyor Allah (c.c.)
Hani Mevlana diyor ki bunlar neye anlatılır. Daha önce
anlatmıştım. Bu kavimlerin başlarına Allah (c.c.) bu
dünyada iken bela vermiştir. Bir kısmını şiddetli bir rüzgarla
yok etmiş, bir kısmını toprağın altım üstüne getirmek
suretiyle helak edivermiş, bir kısmını şiddetli bir gürültüyle
helak etmiş yok etmiş. Daha sonra gelenler onların düştüğü
o tehlikeli duruma, bu dünyada ki bela ve musibete,
ahiretteki belaya düşmesinler diye, Allah (c.c.) bunları bize
ibret olarak bildiriyor. Hanielektirik direklerinin üzerinde
kuru bir insan kafasının resmi vardır ve bir de çarpı vardır
üzerinde. Yani bu direğe çıkma ölürsün, daha önce birisi
çıktı ve
Öldü anlamındadır. Allah (c.c.) geçmiş toplumlardan helak
olanların durumunu bildirirken, Allah'a isyan ettiler ve bu
cezayı bunlar hak ettiler. Sizde aynı suçu işlemeyin diye
Allah (c.c.) bizi uyarıyor.
İşte Mevlana bunu bize daha iyi anlatabilmek için Arslan,
Kurt ve Tilki ava gitmişler diyor. Arslan tabii ki ormanların
sultam Şahıdır. Av neticesinde bir yaban öküzü, bir geyik,
bir de tavşan vurmuşlar. Arslan Kurd'a taksimi sen yap
bakalım demiş. Kurt demiş ki: Efendim şu yaban öküzü zat-
ı alinizin olsun, şu geyik benim olsun, şu tavşanda tilki
kardeşin olsun demiş. Arslan pençeyi bir atmış ve Kurd'u
öldürmüş, derisini başından çıkarmış. Bu sefer Tilki'ye
yöneldi, taksimi sen yap bakalım demiş. Tilki de; Efendim
şu geyiği sabah kahvaltısı yapsanız, şu yaban öküzünü de
öğle yemeği yapsanız, tavşanı da yatacağınızda çerez olarak
yeseniz demiş. Arslan yahu sen bu taksimi nerden öğrendin
demiş. Efendim Kürd'ün başına gelenler bana ders oldu
demiş. Mevlana diyor ki, Allah (c.c.) bütün dünyada ve
gökyüzünde var olan her şeyi yaratan odur. Öyle olunca
onun mülkünde Allah'ın dediği olur. Eğer biri çıkarda Allah
(c.c.)'ın taksimine isyan ederse başına gelecek bellidir.
Taksimlerden biri de nedir? İnsanlar içerisinde istediğini
peygamber seçmesidir. Allah (c.c), "Allah dilediğini halk
eder ve dilediğini seçer" diyor. 1736[84] kendisi hakkında
peygamber (a.s.), "peygamber olarak seçmişse biri kalkıpta
itiraz edecek olursa niye onu seçtin de bu Mekke'nin ileri
gelenlerinden veya şu iki büyük şehirden daha eşraftan olan
insanlara vermedin" diye itiraza kalkarsa Allah (c.c.) bu
dünyada da ahirette de amellerinin boşa gidivereceğini bize
haber veriyor.
Onlara da peygamberleri delilleriyle geldiler, mucizelerle
geldiler. Allah onları cezalandırmakla zulm etmedi. Onlar
kendilerine zulm ettiler, diyor Rabbim. Yani imansızlığı
tercih etmekle kendilerine zulm etmiş oldular. Öyle olunca
insanlar Cehennemde yanacak dediğimizde bizi Allah (c.c.)
yakmıyor. Bu ayet-i kerimeden anladığımız kadarıyla in-
sanlar kendi ateşlerini kendileri hazırlıyorlar ve kendi
kendilerine zulm etmiş oluyorlar. Şimdi bize mü'mini
tanıtıyor tekrar. 1737[85]
1738[86]
Müslim, İman 78, Tirmizi ,Fiten U.
1739[87]
Ankebut 45
1740[88]
Hud 87
Dünyanın hiçbir yerinde kanun maddeleri ibadet malzemesi
olarak kullanılmaz. Yalnız bu müslümanlarda-dır. Kur1 an,
hem kanundur, hem de ibadetini onunla yapar. Günde beş
defa da tekrar eder. Ama hocam biz okuduklarımızın
manasını bilmiyoruz ki ne yapalım. Tabi bizi cehaletin
içerisine atıvermişler de ondan yoksa herkes okuduğunun
manasını bilmeli ve namazını kılarken de mana düşünülerek
namaz kılınmalıdır.
"Ve zekatlarını verirler." Yukarıda münafıkları anlatırken
onlar ellerini kapatırlar. Cimrilik yaparlar diyor.
Müslümanlar ise zekatlarını verirler. Yani cömert
davranırlar. Allah'a ve Rasulüne itaat ederler diyor Allah
(c.c). Münafıklar ise onlar Allah'a itaatten çıkarlar isyan
ederler. Mü'minler ise Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte
onlara Allah (c.c.) merhamet edecektir. Allah herşeye gücü
yeten ve Allah hikmet sahibi olandır. Münafıklara
Cehennemi vaad etmişti Rabbim mü'minlere de 1741[89]
1741[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/364-366.
yaşıyoruz, ama inşaallah Allah ahirette, "cennette kesintisiz,
devamlı akan, kokusuz" başka bir ayet-i kerimede "kokusuz
yani kötü kokusu yok rengi bozuk değil ve içenlere gayet
tatlı olan ırmaklar olduğunu haber veriyor. Mü'minlerin elde
edebileceği en büyük saadet Allah'ın (c.c.) rızasını
kazanmaktır. İşte büyük başarıda budur diyor Rabbim. Hani
insanlar arasında deriz ya "filan adam çok başarılı adam be."
Neymiş başarıldığı? Köşeyi dönmüş. Rabbim de yalnız
başarıdan değil büyük başarıdan bahsediyor bize, büyük
başarı Rab-bimin rızasını kazanmak ve devamlı olan
cennetteki köşkü ve bahçesini ve oralarda akan ırmakları
elde etmektir. Bu dünyada adam bazı köşk ve bahçeleri elde
edinceye kadar ömrünün en değerli vaktini geçirmiş, yani
ihtiyarlayınca elde etmiş. 80,90 yaşma gelmiş nefes darlığı
var merdiveni inip çıkamıyor ve birçok yiyecek maddelerini
yiyemiyor. Evinin rüzgarıda dokunuyor, yani tadı kaçmış.
Onun için Allah (c.c.) cenneti çok güzel tarif eder. Bir çok
ayet-i kerimede cennetin tarifi vardır, ve "insanoğlununda
tam zevk alacağı yaşta" olacağını hadisi şeriflerden çıkarmış
alimlerimiz. Yani 30 veya 33 yaşlarında olacaktır
derler. 1742[90]
1743[91]
Ali Imran 159
cihad et." Münafıklara karşı cihad daha önce yapılmıyordu.
Çünkü Medine devleti daha biraz güçsüzdü. Onun için
münafıkları karşısına almak istemiyordu peygamber
efendimiz. Yani birçok kafir, münafıkları müslüman olarak
biliyordu. Şimdi onlara karşı, peygamber efendimiz bir
mücadele vermiş olsa, şöyle denecek;" Muhammed kendi
adamlarıyla harp ediyor." Bu endişeden dolayı Tebük
seferine kadar münafıklara karşı peygamber efendimiz
yumuşak davranmış, yalan söylediklerinde, inanmamış
aslında da inanmış görü-nüvermiş.
Derken Mekke müslüman olmuş, Medine müslüman olmuş,
etraf kabileler müslüman olmuş, Hayber fethedilmiş. Tebük
seferine çıkılmış ve orada Romalılarla karşı karşıya
gelinmiş vede galip gelinmiş. Daha endişe edilecek birşey
kalmadı. Bu sefer münafıklara ya müslümanlığı-
nıza devam edin, müslüman olun, gerçekten müslüman olun
veya terk edin burayı denmiştir. Hani Tevbe süresinin
başında onlara dön ay mühlet diyorlardı. Dört aylık zaman
içersinde ya müslüman olursunuz veya çeker gidersiniz,
veya anlaşmalarınızı tazelersiniz. Çünkü bu ülkeye müşrik
giremez diyor ayet-i kerimede. 1744[92]
1744[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/367-369.
billa-hide demedik diyorlar. Ayet-i kerimede ne demedikleri
söylenmiyor. Yani münafıklar peygamber efendimizin
aleyhinde bir söz söylemişler. Peygamber'e (s.a.v.) durum
bildirilmiş. Efendimiz çağırmış bunları bu sefer yemin
ediyorlar. "Vallahi demedik, billahi demedik" diyorlar. Sa-
kın şüphe etmeyin, bunların yeminlerine inanmayın.
Müslüman göründükten sonra tekrar gavur oldular,
erişemediklerini elde etmeye gayret ettiler.
Tefsircilerimiz onların ne söylediğini bize nakl ediyorlar.
Ama mademki dedim ben kendi kendime Allah (c.c.)
bildirmiyor, bende söyle-meyeyim. Yani prensibime uygun
değil benim. Çünkü Rabbim de söylememiş zaten.
Rabbimde münafıklar şöyle dediler peygamberinize de-
miyor. Yalnız söylemedikleri konusunda yemin ettiklerini
haber veriyor bize. Öyle ise bende tefsirlerin yazdığını
söylemeyeyim diyorum. Niye?
Bir kitap yazılmış arap aleminde bu kitap bundan üç dört
sene önce Türkçeye terceme edilmiş. Kim terceme etti -belli
ddğil, kim bastı o da belli değil, ama bol miktarda parasız
dağıtıldı bu kitap. Küçük bir kitapçık. Bir gün sevdiğim bir
arkadaşımın dükkanında bu kitabı gördüm. Yahu bu kitabı
kim bıraktı? sabahleyin biri geldi bütün kitapçı dükkan-
larma birer paket bıraktı gitti diyor. Kitabı ben biliyorum,
kitap şiiliğin aleyhinde yazılmış. Fakat öyle şeyler var ki
Hz. Ömer (r.a.) hakkında bugüne kadar hiçbir kitapta yani
sünni veya şii kitabında görmediğim iftiralar var. Dedim ki
bunu götür git evinde yak, veya yok et. Yahu hocam Hz.
Ömer'e, Hz. Ebubekir'e böyle deniyorsa bu adamları
tanıtalım. Bakın şimdi burada Hz. Ömer (r.a.) aleyhinde bir
söz var, ağza alınacak gibi değil, bunu bir yazar yazmış olsa
bile, bunu yayan adam günaha girer.
Onlar Allah ve Rasulünün mü'minlere olan lutfu
kereminden dolayı müslümanlara karşı intikam almaya
kalkarlar. Yahu müslümanların sahip olduğu nimetleri
çekemeyiverdiler adamlar. Çünkü peygamber efendimiz
Medine'ye gelmeden önce Ev s kabilesi, Hazrec kabilesi
filan, sadece bir kabileden ibarettiler. Ama peygamber
efendimize sahip çıktılar. Kanını kanımız gibi koruyacağız,
canını canımız gibi koruyacağız, namusunu namusumuz
gibi koruyacağız, dininide yayacağız dediler, ve Efendimiz
Medine'ye hicret etti devletini kurdu. Derken o devlet
dünyanın en bol nimetlerine sahip oldu. O insanlarda o
nimetlerden yararlanınca münafıklar bu sefer parmaklarını
ısırmaya başladılar. Allah ve Rasulünün onlara lutfundan
dolayı onlarda müslümanlardan intikam almaya kalktılar.
Rabbim eğer yaptıklarına tevbe etmiş olsaydılar onlar için
daha hayırlı olurdu. Ama eğer onlar dinden yüz çevirirlerse
sırt döner giderlerse Allah onlara dünyada ve ahirette acıklı
bir azab ile azab eder. Yeryüzünde onlara bir dostta
bulunmaz, yardım edende olmaz di-.yor münafığa,
münafığa birgün gelir yeryüzünde dostta kalmaz. Günü-
müzde de münafıklar ne doğunun işine yarıyor, ne batının
işine yarıyor, ne gavurun işine yarıyor, ne de müslümamn
işine yarıyor. Ve böyle ka-lıveriyor insan.
Yani mü'mince davranmayı düşman bile takdir eder. Yani
bu adam benim düşmanım ama Vallahi inancında sağlam
der. Ama ne olduğu belirsizi kafir de dost kabul etmez.
Müslümanda onu dost kabul etmez. Rabbimde bize
onu.haber vermiş oluyor. 1745[93]
80- Onlar için ister istiğfar et, ister istiğfar etme. Onlar için
yetmiş kerre istiğfar etsen Allah onları afvetmeyecektîr. Bu,
Allah'ı ve Rasulünü inkar etmeleri sebebiyledir. Allah, fasik
kavme hidayet vermez.
Münafıkların başı Abdullah b. Übey. (Fakat onun oğlu
Abdullah çok sağlam bir müslümandır). Bir harp esnasında,
peygamber efendimize hakaret etmiş, "Sen necisin? demiş,
daha dün geldin sen bizim yurdumuza" demiş. Hatta arabın
diliyle, bizim Türkçe de başka bir şekilde söylenir. Besle
köpeği seni ısırsın demiş. Kendi söylüyor bunu. Türkçe de
ise, "Besle kargayı oysun gözünü" diye ifade edilir. Bu
peygamber efendimize bildirilir. Efendimiz üzülmüş tabii.
Hz. Ömer: "Ya Rasulüllah müsade ette boynunu surda
1751[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372-373.
indirivereyim" demiş. Efendimiz müsa-de etmemiş. Fakat
oğlu Abdullah Medine'ye gelir. Medine'nin giriş kapısında
durur. Herkes geçmiş, kendi babasına demiş ki;
"geçemezsin. Allah'ın Rasulünden özür dilemedikçe o izin
vermedikçe seni bu Medine'ye sokmam" demiş babasına
.Sonra Peygamber efendimizden izin is-tiyorda ondan sonra
içeriye almıyor ve demiş ki "Ya Rasulüllah eğer babam
öldürülecekse müsade edin ben öldüreyim." Niye? "eğer
başkası öldürürse ne de olsa babamdır. O müslüman
kardeşime içimden belki kin beslerim. Bir kafir yüzünden
müslüman kardeşime kin beslerim belki "demiş. Sonra
Abdullah b. Übey ölmüş, kendi eceli ile Ölmüş tabi ki,
peygamber efendimize bildirmişler. Efendimiz onun cenaze
namazım kıldırmış, sırf oğlunun gönlünü almak için,
Abdullah'ın o yiğitliğine karşı, onun gönlünü almak için,
kendi gömleğini çıkarmış o münafıkların başı ölüye de
giydirilmiş. Ve namazını da kıldırmış defnetmiş. Ama
Rabbim o münafıklar için "Allah'tan af talebinde bulımsan
da bulunmasanda, 70 kere af talebinde bulunsanda Allah
onları katiyyen af etmez" diyor peygamber efendimize. Niye
af etmeyecektir? Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulünü inkar
etmişlerdir. Allah fasık toplumlara hidayet vermez diyor
Allah (c.c.).
Münafikun suresinin 6. ayet-i kelimesiyle Rabbim şöyle
demiş "onlar için istiğfar etsende etmesende denktir. Hiç
birşey yoktur. Allah hiçbir şekilde onları affetmeyecektir."
Mağfiret etmeyecektir. Bu ama 70 defadan fazla istiğfar
edeceğim diyerek peygamber efendimiz gidiyor ve o
münafığın cenaze namazını kıldırıyor. Münafıkların başı
Abdullah b. Selül'ün cenaze namazını kıldırıyor. Kendi
gömleğini ona kefen olarak veriyor. Namazı kıldırdıktan
sonra ise biraz sonra gelecek olan 84. ayet-i kerime nazil
oluyor.
"Onlardan ölen biri üzerine katiyyen ve ebediyyen namaz
kıldırma. Namaz kılma ve onlar için dua etme. Onların kabri
üzerine gelip durma" diyor Allah (cc.) Bu ayet-i kerime
nazil olduktan sonra peygamber efendimiz münafıklar ve de
kafirler üzerine cenaze namazı kılınmayacağım ve de
onların kabirleri üzerine durulmayacağını halkına ilan etmiş
oluyor. Müslümanlara ilan etmiş oluyor. Bazı hacca
gidenleriniz orda görürler, tam hacdan dönecekleri sıralarda
hacılarda, beyaz beyaz pamuklu dokumalar olduğunu
görürler. Yapılan şu. Mekke'den beyaz keten kumaş
alıyorlar, zemzem suyuyla yıkıyorlar. Onu getirecekler
burada kendileri için, babaları için, oğulları için kefen
yapacaklar. Yani zemzem suyuyla yıkanmış bezden kefen
yapacaklar. Değil zemzem suyuyla yıkanmış kefen,
peygamber efendimiz (s.a.v.)'ın sırtından çıkmış gömleği
giymek, kafire fayda vermez, münafığa fayda vermez.
Kişinin kendine fayda verecek olan, kişinin kendi imanıdır.
Eğer kişinin gönlünde iman olmazsa onun sırtına ne
geçirirseniz geçirin, Kabe toprağına sarsanız bile, efendimiz
(s.a.v.)'ın kabrine gömseniz, o adamın cehennem azabından
kurtulması mümkün değil, tıpkı münafıkların başı Abdullah
b. Ubeyd b. Selül'ün olduğu gibi. Peki niye dua edilmez
onlara. Allah ve Rasulüne küfr etmelerinden dolayı. Yani
küfrü Türkçedeki sövme anlamında değil inkarlarından
dolayı. Allah ve Rasulünü inkar etmelerinden dolayı, onlar
için yapılan istiğfar kabul edilmez. 1752[100]
1752[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/373-374.
esnasında ona muhalefet ederek geride kalanlar, o
kalışlarından dolayı sevinmeye başladılar. Yani peygamber
efendimiz ordusuyla Tebük'e gidecek. Tahmin ederim 400
km. aşılacak ve Tebük'te o günün Roma'lı yani Bizanslı
askerleriyle müslümanlar ilk defa karşı karşıya gelecekler.
Tebük seferi böyle olmuştur. Medine'deki münafıkların başı
ve diğer kafirler, yahudiler: "Muhammed kim, bu arap
insanı kim, dünyayı feth etmiş Bizanslı askerleri kim. Bu
adamlar kendi kendilerine ölüme gidiyorlar" diyorlar. Ve
efendimiz arkadaşlarıyla beraber Tebük'e doğru çıktıktan
sonra da kendi kendilerine çok seviniyorlar. Oh..!
katılmadık hiç olmazsa yoldaki kumun ateşinden, güneşin
ateşinden, hararetinden, yolun meşakkatinden kurtulduk, bir
de oradaki ölümden kurtulduk" diyorlar, seviniyorlar.
Malları ve canlarıyla Allah yolunda savaşmaktan hoşlanmı-
yorlar. Diğerlerine de diyorlar ki: Yahu şu sıcak günlerde
seferberlik yapmayın. Cihada çıkmayın diyorlar. Yani bu
günler harp edilecek gün mü? Yani yaz günü her taraf sıcak
eğer yapılacaksa beklesin serin günlerde yapılsın anlamında
bu sıcak günlerde seferberlik ilan etmeyin oraya gitmeyin
diyorlar. Allah (c.c.) diyor ki "söyle onlara cehnnemin ateşi,
hararet bakımından, bu yazın ateşinden daha şiddetlidir
buyuruyor.
Bunu açıklama babından peygamber efendimiz (s.a.v.)
buyuruyor ki; "Yeryüzünün ateşi cehennem ateşinin 70
cüzünden bir cüzdür. (Bölümünden bir bölümdür) ve bu da
deniz suyundan iki defa geçirildikten sonra yeryüzüne
indirilmiştir." 1753[101] yani cehennemin ateşi alınacak yer-
yüzünün denizlerinin içerisinden geçirilecek ve yeryüzüne
inecek ve bu haliyle ormanları yakan evleri şehirleri yok
eden ateş deniz suyundan geçirildikten sonra bu hale
geldiğini ifade ederken cehennemin ateşinin şiddetini beyan
1753[101]
Tirmizi, Cehennem 7, Muvatta,Cehennem 1,Müsnedi Ahmeî,2/313,467
ediyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.) o ateşe karşı bu ateşi
tercih ediyor. Yani bu dünyada ki ateşe girinki o ateşe
girmeyesi-niz anlamındadır bu ayet. Hani Yunus Emre'de
şöyle ifade etmiş:"Gelin bugün yanalım-Yann yanmamak
için"Yani cehennemin ateşinde yanmamak için bu dünyada
İslam'ın tanıtılması, İslam'ın insanlara tavsiye edilmesi
İslam'ın adaleti içerisinde, insanların yaşatılması için
harekete geçelim.Ateşe doğru koşanları kurtarmak için
kendimizi tehlikeye atalım. Bu hareketin neticesinde yan-
mak olabilir. Bu dünyada İbrahim (a.s.) gibi ateşe atılmak
olabilir. Yusuf (a.s.) gibi hapse atılmak olabilir. Musa (a.s.)
ve Peygamber efendimiz (s.a.v.) gibi yerinden yurdundan
edilme sürgüne gönderilme olabilir. Bütün bunlar insana
ateş gibi yakıcı azab verir ama, bu azab cehennemin
karşısında gayet hafif kalır diyor Allah (c.c).
Ah keşke bir anlayabilseler diyor. Yani cehennem ateşinin
daha şiddetli olduğunu bir anlayabilselerdi diyor. Bu çok
zor birşey yalnız. Yani hem kolay hem zor. Hani bu dünya
da ateşin şiddetini, hararetini ancak elimizi değdirince
anlıyoruz. Yavrumuz, çocuğumuz veya torunumuz veya
kardeşimiz sobaya veya elektriğin yanmakta olan teline eli
deği-verse onun elinden önce bizim yüreğimiz yanar.
Halbuki aynı çocuk eğer İslami çizgide büyütülemez, kafir
olarak yaşar, bu dünyadanda kafir olarak gidecek olursa,
şiddetini tasvirde dillerin aciz kaldığı cehennem ateşinde
yanar. Peki bu dünyada yavrusunun eline ateşin değme-
sinden endişe eden baba, acaba cehennemde yanmasına
tahammül edebilir mi? edemez aslında. Peki niye o zaman
eğitimine fazla ağırlık vermez, İslami çizgide yürümesi için
gayret göstermez. O ahiret hakkında ki inancımızın
zayiflığmdandir. Zayıf bir şekilde olduğundan dolayıdır ki
çocuklarımızın ahiret için hazırlığına fazla dikkat etmeyiz
ama, bu dünyada sıkıntı çekmesin diye daha fazla gayret
ederiz. 1754[102]
1754[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/374-376.
oturuyorlarken gelmişler almışlar götürmüşler gitmişler
dövmüşler veya hapsetmişler. Öbürü diyor ki: Yahu hocam
tam o gün bende çağrılmıştım. Allah'a çok şükür ki ben
gitmemişim diyor ve ondan sonrada Allah yolunda cihad
etmeyi malıyla, canıyla ci-had etmeyi hoş karşılamıyor. İşte
bu adamda münafıkların o sayılan vasıflarım kendisinde
toplamış oluyor. Yani Allah (c.c.) bundan 1400 sene evvel
Medine'de geçen bir olayı nakletmek için Tevbe suresini
indirmemiş, o olayı naklediyor. O olayda münafıkların
sıfatlarını veriyor. Günümüzdeki münafığın sıfatına denk
düşüyor. Bunun filmini vermiş oluyor aslında bize. Öbür
tarafta çok değerli sahabenin sıfatlarını veriyor. Günümüzde
onun yolundan giden sahabenin fotoğrafını vermiş
oluyor. 1755[103]
1755[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/376-377.
oldunuz. Burada kalmaya razı oldunuz, Öyle ise yerinde
oturan kadınlarla ve yerinde oturan bu kötürüm insanlarla
beraber sizde oturun kaim." Yani sıhhatli in-
sansınız ama, yerinde oturup kalaniarla beraber sizde kalın
diyor Allah (c.c). Yani burada tevbeleri kabul edilmedi,
anlamında değil, adamlar münafıklıklarına devam ediyorlar.
Münafık olarak katılmak istiyorlar. Peygamber efendimiz
orada kabul etmiyor, kalın yerinizde diyor. 1756[104]
1758[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/378-380.
bu dünyada mal ve evladından dolayı azap görmesinin
çeşitli yorumu var. Mesela çok ünlü kafirlerden birinin oğlu
müslüman olmuş. Birinin kardeşi müslüman olmuş. Bedir
harbinde müslüman babayla kafir oğlu, müslüman oğulla
kafir baba karşı karşıya gelmişler. Bu onun için bir azaptır.
Ben yetiştireceğim Muhammed'e hizmet edecek, diye adam
bu dünyada yüreği yanıyor ve yine bir yakınının kılıcıyla o
Bedir harbinde eeberip gidiyor. Dünvada azap görüyor
adam veya dünyada iken peygamber efendimiz (a.s.)
devletini kurunca, o imansızları mağlupta edince, hani
çevredeki yahudilerin mallarına el koyup sahabe arasında
ganimet olarak dağıtınca o mallar bu dünyada da onlar için
azap oluveriyor. Bazen şöyle deriz efendim kafir dünyada
azap görmese ahirette görür. Kafirler hem bu dünyada azap
görsün, hem de ahirette azabı görsün. 1759[107]
1761[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/381-382.
karşı çarpışanlar için yazdığı bir hutbesinde diyor ki: Eğer
harp meydanında, cehpede yiğitçe çarpışarak ölmekten
korkar ve geriye kaçarsanız düşmanlarınız o cephede
kalmaz evlerinize kadar gelir ve sizi alır ellerinizle kabrinizi
kazdırır, sonra canlı canlı toprağa gömer diyor. Can ve
malıyla cihad etmeyen bir adam neticede böyle bir hayatı
yaşamayada razı oluyor demektir. 1762[110]
1764[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/383.
hasta olmasaydım bende gitseydim diye insanlara nasihat
edenlerin gidememelerinden dolayı onlara bir günah yoktur
diyor Allah (c.c.). Hani şöyle misal vermiş. İki tane adam
var, ikisi de hasta ve İslam için cihada da katılamamışlar.
Biri diyor ki: "yahu hastalığımda amma isabet etti ha, hasta
olmasaydım cihada gitmem gerekirdi, o zamanda ölürdüm.
Hasta olduğumdan dolayı gitmedim bende günaha girmemiş
oldum. Oh ammada iyi oldu." Bu adam hem geride
kalmıştır, hem hastalanmıştır, hemde bu niyetinden dolayı
cehennemde azabını çekecektir. Öbürüsüde diyor ki: "Aman
ya Rabbi keşke hasta olmasaydım, bende katılsaydım bu
cihada diyor. Bu adam hem gitmiyor, hemde gitmediğinden
dolayı üzüntü duyduğu için sevabım da ayrıca alıyor. Çünkü
peygamber (s.a.v.) sefer esnasında arkadaşlarına demişki:
"geçtiğiniz her vadiden, attığınız her adımdan aldığınız
sevabı, Medine de kalan ve özrü olan kardeşlerinizde
alıyorlar" demiş. 1765[113] Yani cihada gidenler, her
yürüdükleri vadide, her attıkları adımda sevap alıyorlar.
Medine de gerçekte mazereti olupta katılamayan insanlarda
onların aldığı sevabı alıyorlar ama, Medine de kalanların
gönlü onlarla beraber olması kaydıyla, evet daha kimlere
günah yok. 1766[114]
1775[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/389-391.
mazlığı olsun ki.?" gibi sözler söylüyorlar.
Eğer Kur'an-ı Kerimde ashabın af edildiği konusunda
ayetler olmamış olsaydı, peygamber efendimizin (a.s.)
ashap hakkında çok değerli hadis-i şerifleri olmamış
olsaydı. Bu tür söylenen sözlerin mantıken doğruluğunu
kabul ederdik. Fakat Allah (c.c.) Ensardan ve muhacirlerden
(Muhacir: Mekke'den Medine'ye peygamber efendimiz (a.s.)
talimatı doğrultusunda malını mülkünü evlad ve iyalini
dostlarını yakınlarını bırakarak sırf gayreti diniyyesinden
dolayı Medine'ye hicret eden insanlardır. Ensarda:
Medine'nin yerlileri olup Allah ve Rasulüne iman etmeleri
neticesinde Mekke'den, Medine'ye hicret eden kardeşlerine
iki göz evi varsa birini, iki dönüm tarlası varsa veya iki
dönümlük hurma bahçesi varsa veya iki hurma ağacı varsa
birini kardeşine verebilen insanlara diyoruz. Yani gelenlere
yardım edenler anlamında oluyor.) O muhacirlerle,
Ensardan ilk önce Allah yolunda yarış yapan, müsabaka
yapan ve öncelik hakkını elde eden insanlar, ve onları iyilik
yolunda takip edenler. Yani muhacir ve Ensar'ı takip
edenler, onların izinden gidenler, ama iyilik yolunda onların
izinde gidenler. Hani taklid dinen yasaklanmıştır. Kötüdür.
Ama iyiliği taklid iyidir güzeldir. Hani bir insanda Islami
hizmet gördünüz çok güzel oluyor o hizmet Kur'an ve sün-
net doğrultusunda yapılan bir hizmet gördünüz aynısını siz
kendiniz yapmak istiyorsunuz. Bu bir takliddir. Daha önce
yapılan bir insanın yaptığını yapmanız bir takliddir.
İşte Allah (c.c.) de "ashabı, yani muhacir ve ensarı ihsan
yolunda takip edenler onların yolundan gidenler varya Allah
onlardan razı olmuştur diyor ve onlarda Allah (c.c.) den razı
olmuşlardır.Ve Allah onlar için cennetini altından ırmaklar
akan cennetini hazırlamıştır ve onlar orada ebediyyen
kalıcıdırlar" diyor Allah (c.c.) Ve işte büyük basan büyük
kazançta budur diyor. Bu ayet-i kerimeler bir kaç defa
geçiyor. Her defasında da cenneti elde eden ahirette Allah'ın
rızasını kazanan kullar için söylenmiş bir ifadedir bu
demekki, bu adam başarılı bu adam köşeyi döndü, bu adam
kazandı dediğimizde biz cenneti ve Allah'ın rızasını
kazanmış olan insana bunu dememiz gerekiyor. Yoksa bu
dünyada yapılan hani köşe dönme ile elde edilen başarılar
insana geçici bir mutluluk verebilir, ve de geçici bir rahatlık
kazandırabilir. Ama onunda bir zaman elden çıkıverdiğini
düşünmek veya elden çıkmasa bile insanın kendisi bu
dünyadan çıkacaktır ve o elde ettiklerinden de uzaklaşacak-
tır.
Zaten Tevbe suresinin devamında gelecek sahabe için 117.
ayet-i kerimesinde "o zor saatlerde, zor anlarda Allah
rasulüne tabii olan Muhacir ve Ensar'ın tevbelerini Allah
(c.c.) kabul etmiştir" buyuruyor. Fetih suresinde de Allah
(c.c.) "o hudeybiye müsalahasmda peygamber efendimiz
(s.a.v.) 'in eline ellerini koyarak Ya Rasulüllah kanımın son
damlasına kadar seninle beraber Allah yolunda cihad
edeceğiz diye söz veren ve biat eden 1500 kadar ashaptan
razı olduğunu" ifade eder Böylece ashaba dil
uzatmayacağız. Ashap efendimiz (s.a.v.)'i mü'min olarak
gören kişi olarak tarif edilir. Yani bir adam kafir olarak
görmüş diyelim, efendimiz vefat ettikten sonrada müslüman
olmuş buna sahabe demiyorlar. Sahabeden saymıyorlar.
Bunun efendimizi mü'min olarak görmesi şarttır. Ayrıca
çocuk olarak görmüşse onları saymışlar.
Sahabe hayatını anlatan çok değerli eserlerde yazılmış hani
"el-isa-betü fi Temyizis Sahabe" İbn. Haceril Askalani,
"Üsdül Gâbe." Yani islam vadisinin arslanlan manasında
"Üsdül Gâbe" isimli bir eser yazılmış. İbni Sa'd tarafından
da "Tabakat"da birçok sahabenin hayatı verilmiştir. Biz
peygember efendimizin arkadaşlarından yirmibeş bine yakı-
nının nerde doğduğunu, nerde öldüğünü nasıl hizmetlerde
bulunduğunu, ne zaman müslüman olduğunu, hangi
hadisleri rivayet ettiğini biliyoruz. Gözünüzün önüne şunu
getirin 1400 sene evvelinde bir olay olmuş, efendimiz
peygamber olarak görevlendirilmiş ve ona yardım eden in-
sanlardan 25 bin tanesinin nerde doğup Öldüğünü, hangi
hadisleri peygamber efendimizden duyduğunu kaç yaşında
vefat ettiğini hangi senede müslüman olduğunu, hangi
harplere katıldığını biliyoruz.
Günümüzde şöyle elli sene, altmış sene evvel ölen
adamların en yakın silah arkadaşlarını araştırmaya
koyuluyorlar da büyük çoğunluğunu çıkaramıyorlar. Yani
günümüzdede herşey yazılıyor, bilgisayarlar devreye girdi,
kağıt kalem bol miktarda var, yazanlar çizenler var. Fakat
ashabın ve ondan sonra gelen tabiinin göstermiş olduğu bu
dikkat tarih boyunca dünyanın hiçbir medeniyetinde
gösterilmemiş. Yani diyelim Amerikanın vurulan devlet
başkanı Kennedy'nin en yakın arkadaşlarıyla ilgili kitap
yazılsa, görüştüğü tanıştığı 25 bin, hatta daha fazla yakını,
çevresi, amiri, memuru, bilmem neyi vardır bunları
hayatlarıyla birlikte çıkartamazlar. Yani sahabe ve ondan
sonra gelen tabiinin, yani imam-ı Ebu Hanife çağında
yaşayan insanların yaptığı hizmet varya, dünya tarihinde
eşine rastlanmayan bir hizmettir. Sahabenin hiç birine dil
uzatmayacağız. Günümüzde (Türkiyede de vardır) mesela
Hz. Muaviye (r.a.)'a dil uzatmaktan zevk alan insanlar
vardır. Peki uzatınca ne olacak yahu hak geri gelmiyorki.
Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin geriye gelmiş olsa, yani biz
onların aleyhine konuşmakla onlar geriye gelmiş olsa
amenna, gelen bir şey yok. Alimlerimiz bu konuda hani
Kerbela konusunda Hz. Ali ile Hz. Muaviye (r.a.) arasında
geçen bu olay hakkında çok güzel ifedeler buyurmuşlar,
"Onlar kılıçlarını kana buladılar biz dillerimizi kana
bıılamayalım" diyorlar, ehli sünnet bir orta yol tutmuş. Ehli
sünnet olmasının özelliği burdadır, güzelliği hurdadır. Hz.
Ali'yi fazla severler yalnız onu söyleyeyim. Ehli sünnet Hz.
Ali'yi (r.a.), Hz. Muaviye (r.a.)'den fazla severler ve burada
da hata etmezler. Çünkü Hz. Ali, ilk müslümanlardandır.
Hz. Ali, efendimiz (s.a.v.)'ın yeğenidir. Hz. Ali, peygamber
(s.a.v.) damadıdır. Fatıma validemizin kocası, ciğerparemiz
Hz. Hasanla, Hz. Hüseyinin babasıdır. Efendimizin (s.a.v.)
yanma çocukken girmesi daha küfrün pisliği ile
pislenmeden efendimize teslim olması İslamın bize saf
şekilde gelmesinde büyük etkisi olmuştur. Kur'an-m
anlaşılmasında, bize nakl edilmesinde, hadislerin nakl
edilmesinde, İslamın saf haliyle bize ulaşmasında büyük
etkisi olmuş. Hz. Ali'yi fazla sevmemiz Hz. Muaviye (r.a.)
'a sövmeyi gerektirmiyor.
Bizim Ehli sünnet insanımız orta yolu şöyle bulmuşlar.
Anadoluda birçok insanımızın adı Hasan Ali'dir. Bir
çoğunun adıda Ömer Ali'dir. Orta yoldur bu aslında, yani
hem Ömer'i severiz, hem de Ali'yi severiz demektir bu.
Hepsine olan muhabbetimizi beyan etmek için isimlerimize
bile onları nakş etmişlerdir.
Bu Tevbe suresinin 100. ayet-i kerimesi yine Tevbe
suresinin 117. ayet-i kerimesi ve Fetih suresinin 19 ve 20.
ayet-i kerimeleri ashabın "Allah tarafından af edildiğini ve
onlardan Allah'ın razı olduğunu, onlarında Allah (c.c.) den
razı olduğunu" ifade eden ayet-i kerimelerdir. Ashap
arasında mutlaka farklılık vardır. Hani bu konuda hadisi
şeriflerde vardır. Mesela bir ifadede ashabın derece
bakımından en aşağı olanı demişlerdir. Derece bakımından
ashabın en alt derecede olanı daha sonra gelenlerin en üst
derece olanından üstündür diye ifade vardır. Yani evli-
yaullahtan birine Öyle demişler, "Efendim zatı alinizi biz
sahabeden biri gibi görüyoruz" demişler. Demiş ki
"Evliyanın en büyüğü sahabenin en küçüğünün atının
ayağından çıkan toza denk olamaz" demiş. Peki ne
özellikleri var denirse. Yahu dünya bir tarafta peygamber
(s.a.v.)'a düşman ve efendimiz tek başına, yani siz beş
milyar insana karşı bir peygamber gönderildiğini düşünün,
1400 sene öncesindesiniz ve O, peygamberim diyor. "Allah
beni peygamber olarak gönderdi" diyor ve insanların bütün
yanlışlarına karşı el kaldırıyor ve diyor ki "ben onu de-
ğiştireceğim" ve siz beş milyar insanın yanında değilde,
peygamber efendimizin (a.s.) yanında yer alıyorsunuz bu
demektir ki, beş milyar insandan gelebilecek bütün zararı
göğüsleyeceğim. Malıma, canıma, namusuma gelebilecek
olan bütün bela ve musibeti ben Allah için göğüsIüyorum
diyorsunuz. Ve sahabe bunu yapmış, zaten onun için ayet-i
kerimede inmiş yani, "onlar o zor an varya, o zor anda Allah
rasulüne tabii oldular, onun içinde Allah (c.c.) onları afetti"
diyor. Eğer bizde onların yolunda yürürsek onların komşusu
oluruz.1776[124]
1776[124]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/391-394.
diyor Allah (c.c.) Hani "yalancının mumu yatsıya kadar
yanar" diyorlar. Bakara suresinin ilk birinci sahifesinde
geçtiği gibi münafık kendisi gibi şeytan adamlarla bir araya
geldiklerinde ise biz onlarla dalga geçiyoruz. Biz sizlerle
beraberiz diyorlar. Ama sonra üçüncü sahifede devam eden,
ayet-i kerimelerinde ve ondan sonra devam eden ayet-i
kerimelerde, onların münafıklıktan elde ettiği dünyevi çıkar,
geceleyin yıldırım ışığında insan ne kadar yararlanıyorsa
işte bunların çıkarları bu dünyada bu kadar olduğunu
açıklıyor. Yani geçici bir ışıklanma, geçici bir faydalan-
madır. Birgün o da kesiliverir. Çünkü Allah (c.c.)
münafıkların kimler olduğunu peygamber (s,a.v.)'a
bildirmiştir. 1777[125]
1777[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/394-395.
beraberdi ama şöyle, şöyle sebeplerden dolayı (bahçeye
kuyu kazacak-tım tam yarıya kadar inmiştim, onun için
gidemedim. Hurmayı ağacından indirecektim, onun için
gidemedim) diyorlar. Peygamberimizde onların
mazeretlerini kabul eder gibi görünmüş. Fakat afva
uğramamışlardır. Çünkü gitmeme sebepleri münafıklıktan
kaynaklanıyordu. Umulur-ki Allah onların tevbelerini kabul
eder, af eder. "Allah merhamet edicidir." "Allah günahların
üzerini örtücüdür" diyor Allah (c.c). Yani iyilikle kötülüğü
birbirine karıştıran bu tertemiz sahabeden oraya gitme-
yenler, Tebük seferine katılmayanlar, ama efendimize "Ya
Rasulüllah hiç bir mazeret ileri süremeyiz, bizi nefsimiz
alıkoydu bu işte biz Allah'tan affımızı talep ederiz, bizim
için de dua et" diyen sahabenin de af edileceğine
işarettir. 1778[126]
1780[128]
insan süresi ayet 9
Seninde duanı işitir. Onlar bilmiyorlar mı ki A] lah
kullarının tevbelerini kabul eder.. 1781[129]
1781[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/396-397.
beyandır. Yani katılmıyorum diye fikrini beyan etmiştir.
Ama karşı taraftaki değerli insanlar tabiin büyükleridir. O
zamanda İmam-ı Ebu Hanife Hz. leri düşmanın gücü ne
olursa olsun mü'minin yanında yerini almıştır. Malının
yarısını ki, çok zengin olduğu, söylenir. Fakat rakam
verilmiyor, malının yarısını yardım olarak gönderdi
diyorlar.
Yani yeryüzünün neresinde olursa olsun Allah için, Rasul
için, yani İslam dini için kıyama kalkmış bir insan,
gerçekten güven verici bir samimiyeti yüreğinde olduğunu
hissettiğimiz an, sayısı bir tek bile olsa ona yardım eli
uzatılacaktır. Geri kalınmayacaktır, hesap yapılmayacak vay
efendim bu bir tek kişidir. O zaman peygamberimize kimse
yardım etmemesi lazımdı, birtek kişidir diye. Onun
ümmetinden bir tek kişi kıyama kalkmışsa, o bir tek kişinin
samimiyeti ele alınacaktır. Ve ona ondan sonra yardım eli
uzatılacaktır. Geri kalınmayacaktır.
Ve birde kafirlerin ve münafıkların yaptıkları çok iyi
gözetlenecektir. Bu ayet-i kerime bize onunda işaretini
veriyor. 105. ayet-i kerimedeki onlara hani "ne yaparsanız
yapın ama, Allah sizin yaptığınız amelleri görüyor"
buyuruyor. Yani kafirini de, münafığını da böyle denetim
altında gözetim altında tutacaksınız. Hareketlerinden
haberdar olacağız. Yani Anadolu ifadesiyle şu İstanbul
şehrinde oturan müslümanlar, bu İstanbul şehrinde yerin
altındaki yılanların hareketinden haberdar olmalıdır.1782[130]
1784[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/398-400.
durma. İlkgünde temeli takva üzerine kurulan (Küba)
mescid içinde (namaza) durman elbette daha layıktır. Orada
öyle erkekler vardır ki onlar temizlenmeyi severler.
AHah'da temizlenenleri sever.
Çünkü Küba mescidi namaz kılmak için yapılmış bir
mescid. Takva üzerine kurulmuş tur. Mescidi dırar ise fesat
üzerine kurulmuştur. Öyle olunca takva üzerine kurulan
mescidde namaz kılmak öbüründen daha hayırlıdır. O takva
üzerine kurulan Küba mescidinde öyle yiğit insanlar var ki
onlar temizlenmeyi severler, bedenende, ruhende kirden,
pislikten, imansızlıktan ve şirkten, beladan, yalandan
gıybetten, iftiradan temizlenmeyi severler. Öbürleri ise
pislikten zevk alırlar. "Allah çok temizlenenleri sever"
buyuruyor Allah (c.c).
Küba mescidi tuğlalardan yapılıvermiş efendimiz
Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde Küba denilen vadiye
geliyor orada bir müddet konaklıyor ve orada Küba
mescidini yapıyor. Hacca gidenler bilir. Medine de ben
şahsen yürüdüm, 45 dakikada vardım. Gerçi şimdiki hali
çok güzel, yeni bir bina oturtularak yapılmıştır. Hattını da
güzel hat yazılarıyla tanıdığımız şehrimiz İstanbul'un çok
saygı değer hattatlarından, Hasan Çelebi yazmış. Allah
hayırlı bereketli uzun ömür versin. Mesaj olarak, tuğladan
veya çamurdanda olsa takva üzere kurulan mescidde namaz
kılmak, böyle som mermerden, som altından yapılmış,
zararlı, nifak üzerine kurulmuş, mesciddeki namazdan daha
hayırlıdır. Tercihimizi ona göre yapacağız. Şimdi burada şu
hatıra gelebilir. Hocam, günahkar bir kadın mescid yaptırdı
burada namaz kılınır mı kılınmaz mı? Veya avrupadan
kiliseler birliği, Türkiye de cami yapmak üzere, müslüman
kardeşlerimizden birine para verip, "git cami yap"dese.
Bunlarda namaz kılınırını? kılınır. Yönetim onların elinde
değil, yani yönetim müslü-manlarm elinde olmalıdır.
Burada karşı durulan mescidin zatı değil, karşı durulan
yönetimdir. Orada münafıklar faaliyet yürütüyorlar. Ve
onlar söz sahibidir. Beri tarafta ise müslümanlar
hakimdirler. Müslümanlar söz sahibidirler. Yani müslüman
alıp müslüman yapar, müslüman kendisi yönetirse ve başka
özel bir şartta bağlanmazsa namaz kılınır.
Hocam bu kafirler Cami yapmak için mü'mine yardım eder
mi? Eder niye etmesin? kafir mü'mine yardım eder. Tıpkı
deniz kenarında balıkçının oltaya yem atıp balığı beslediği
gibi. Balıklar hep birden se-vinirlermiş ulan bu kenarda
oturan adam ne iyi adam be. Tabii ki sonlarını
görememezlikten dolayı.
Kendisine olta atan adam için, bize hep yem atar, diye
sevinirlermiş balıklar. Çok iyi adam, çok cömert adam,
avucundan yediriyor bana, diye kuzuda kasabı pek
severmiş. "Kasab et derdinde, koyun can derdinde" derler.
Kasap onun etini sever aslında. Adamda balığın etini sever
oltaya yakalanıncaya kadar. O onun farkına varmaz. Onun
için kafirin elinden, yakalanacak şekilde birşey almamaya,
alacaksak bile güçlü olarak almaya dikkat edelim. Yani
kafirin elindeki haramdır diye birşey yok, güçlü oldumu
müslüman güçlü iken alır. Harp esnasında alınıyor ve
alınanlarla mescidde yapılıyor ve nıüslümanlarda rahatlıkla
yiyorlar, onu kullanıyorlar ve onların mülkü oluyor. Yani
bir mal kafirin elinde olduğundan dolayı pislik kazanmaz,
necasettik olmaz onda, zatı necis değil onun, o malın alış
şekli onu necis yapar. Çalmak onu pis yapar, gasp etmek
onu pis yapar. Hukukuna uygun bir şekilde almakla pis ol-
maz. 1785[133]
1785[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/401-402.
Allah zalim kavine hidayet vermez. 1786[134]
1786[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/402.
Özellikle siyasette olur bunlar. Partinin ayağı sallanmaya
başladımı, "hani bir ge-midelindimi önce fareler kaçarmış
ya" öylece kaçmaya başlarlar. Hafif güçlenmeye başladımı
da hemen oraya doluşmaya başlarlar. İktidara kim gelecek
olursa onlardan da yararlanalım diye adamlar devamlı gün-
düz başka tarafta, gece başka tarafta görülüyorlar. 1787[135]
1787[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/402-403.
kadar yiyebilirsiniz, dünyanın bütün tatlı yiyecekleri
elinizde olsa mide sınırlı, fakat devamlı yenebilecek ve sonu
gelmeyecek bir hayatı almanın yolu mal ve canı Allah
yolunda vermektir. Peki bu verilen bizim sermayemiz mi?
Yok o da değil, buna şöyle misal vererek anlatılır. Baba
oğluna sermaye veriyor, ondan sonrada baba oğluna diyor
ki; bak şu malı verdim ki, şundan bana şu kadar ver demiş.
Zaten senin malıyın aslı ananm ve babanındır. Bu olay
babanın oğluna iyiliğidir aslında. Allah (c.c.) daha
merhametlidir. Çünkü babalardaki merhameti yaratan O dur.
Yani merhamet yüz parçaya ayrıldı, diyor peygamber
efendimiz, bir parçası yeryüzüne indirildi. Babanın annenin
yavrusuna olan merhameti, kedinin yavrusuna olan
merhameti, tavuğun civcivini korumak için arslana karşı
kanat çırpması o merhametin dağıtılmış şeklidir. Ama Allah
(c.c.) yüzde doksan dokuzuyla Ahirette mü'minlere
merhametle muamele edecektir.
Rabbimin merhameti daha fazla Rabbim can vermiş evvela,
sonra mal vermiş, sonrada demiş ki bunları bana ver ben
sana cennet vereyim. Onun için Allah (c.c.) ile alışveriş
yapmaya gayret edelim. Peki nasıl olacak bu dilde
söylemesi kolay. Rabbim devam ediyor. "Allah yolunda
harp ederler, kafirleri öldürürler, öldürülürler."
Günümüzde bir kısım arkadaşlar bu cihad faaliyetini hafife
almışlar peygamber efendimizin bir hadisini kendilerine
delil olarak almışlar. Efendimiz Bedir harbinden dönerken
ashabına demiş ki. "Küçük cihaddan büyük cihada
dönüyoruz" demiş. Şimdi bu hadisi bir kısmı inkar
ediveriyor. Bunlara tepki olsun diye, yani bu asker
kaçaklarına tepki olsun diye bu hadis doğru değil diyorlar.
Hadis Hatibi bağdadi tarafından "Tarihi Bağdat" isimli
eserinin onüçüncü cildinde 7345 sıra no da hayatı anlatılan
Vasıl b. Hamzanın rivayeti olarak kaydedilmiştir.Ehli bilirki
zayıf hadisler uydurma hadisler gibi değildir. Ancak bu
hadisi kendi isteği doğrultusunda yorumlayanlannki
yanlıştır. Efendim bizim ci-hadla ilişkimiz yok niye biz
büyük cihadla meşgulüz. Elimizde teşbihimiz var,
namazımız var, dükkanda işimiz var, işimizi yaparız,
paramızı kazanırız. Akşamleyin evimize geliriz namazımızı
kılarız, zikrimizi de yaparız. Büyük cihad bu, biz bunu
yapıyoruz diyorlar. Bunlara şöyle denir: hadis ne zaman
söylenmiş düşünsenize, efendimiz bizzat küçük cihadı
yapmış, sende bir yap canım, şu imansızın zararını biryoket.
Islah olanlar ıslah olsun, ıslah olmayanlarda defolsun gitsin,
ondan sonra geç büyük cihada. Yok o imansızlara bütün
yönetimi devrediyor. Ondan sonrada kapıları kapatıyor "ben
büyük cihadla meşgulüm" diyor.
Allah cennet karşılığında onların mallarını ve canlarını alır.
Şimdi Allah bu vaadini kesinlikle yerine getirir. Öyle ise bu
alışverişinizden dolayı birbirinizi müjdeleyin buyuruyor
Allah (c.c). İşte büyük başarı büyük kazanç budur diyor.
Biraz önce geçmişti böyle bir ayet-i kerime yine geldi. Yani
büyük kazanç, köşeyi dönme bu işte. Mal verip can verip
karşılığında cenneti elde etmektir. 1788[136]
1788[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/403-405.
gayesiyle, seyehat edenler rükû edenler, secde edenler,
iyiliği emr edenler, kötülükten alıkoyanlar, Allah'ın
hadlerini koruyanlar, Allah'ın haddi hudud dediğimiz
hududu Türkçede kullanırız biz "sizin köyle bizim köy
hudud" deriz. Yani sınırı anlamında. Allah'ın (c.c.) bir
hududu vardır.
Helal sınırı ile haram sınırını belirleyen sınırı vardır. Yap
dediği yapma dediği şeyler vardır. Biz yap dediklerini
yerine getireceğiz. Yapma dediklerinden kaçınacağız. Bunu
yaptıkmı Allah'ın haddini korumuş oluyoruz. Yani İslam
hukukunu korumak bizim görevimiz. Mü'minin sıfatlarından
bir tanesi İslam hukukunu korumaktır. Korumak derken
böyle Kur'an-ı Kerimi iyi bir kap içersine koyup, evin en
yüksek yerine asmak değil, tatbikata koymak gerek. Allah'ın
hududunu korumak, onun tatbikata geçmesini sağlamaktır.
Böylesi mü'minlere cenneti müjdele diyor Allah (c.c).
Başkalarının yolundan veya filanın izinden gitmek olmaz.
Onların plan ve programlarına uymak değil Ancak senin
çizdiğin yolda yürürüz. Sana itaat ve ibadet ederiz. Kim
bunlar? Hamdedenler. Ayetin manasında "İslam için oruç
tutanlar, seyahat edenler" diyor. İslam için seyahate teşvik
ediyor. "Deki onlara; "yeryüzünü şöyle bir dolaşın, Allah'ın
dinini yalanlayanların sonu ne oldu? bir görün. Bir
zamanların en güçlü devleti "Roma'nın" yerinde yeller
esiyor, Fatih gelmiş, bu pisliği temizleyivermiş. Yani
gezmenin manası ibret için olmalı. Burada Tevbe edenler ,
Tevbe etmek Rabbe yönelmek manasınadır. Yani "Tevbe ya
Rabbi, Tevbe ya Rabbi, Tevbe ya Rabbi" değil kelimenin
kökü kişinin Rabbine dönmesi manasınadır. Tevbe
kelimesinin yapısı itibariyle Türkçe karşılığı "dönüş
yapmak" bu dönüşü dillede ifade etmek yani "dönüşüm sana
ya Rabbi, sana dönüyorum Ya Rabbi." Yani arada bir işim,
aşım, eşim, seni bana unutturuyor. Hani işinizle
meşgulsünüz unutuyorsunuz derken "Tevbe Ya Rabbi"
diyorsunuz, bu bir dönüştür. Namaza geliş, işten Rabbe
dönüştür. Bu bir tevbedir aslında.
Derken işte alışveriş yaptınız geç kaldığınız anda
"Estağfirullah" ve "Sübhanallah" veya "Elhamdülillah"
demeniz Rabbe dönüştür. Yani insana Allah (c.c.) unutma
nimetini vermiş, unutmada bir nimettir. Unutma eğer
olmamış olsaydı hayat bir zindan olurdu. Öyle ya annenizin
ölüsü hiç hatırınızdan çıkmıyor. Babanızın, kardeşinizin,
amcanızın, dayınızın trafik kazası veya sizi bazı çok üzen
olaylar var, o gözünüzün önünde hiç gitmeden dursa işte o
zaman hayat bir cehenneme dönüşüverir. Onları
unutuyorsunuzda rahat ediyorsunuz, onun için unutmakta
Rabbi-min nimetlerinden bir nimettir demişler. Eğer hiç
unutma olmamış olsaydık, devamlı Allah'ı hatırlamış
olsaydık, Allah zaten o özelliği bize vermiş olduğundan
dolayı bizim hatırlamamızın önemi olmaz. Çünkü Allah
(c.c.) hep kendisini hatırlama özelliği vermiş bize, o
zamanda o özellik bizden değil. Rabbimden bize verilmiş ve
onunda değeri olmazdı, ama işi sevip işe, aşı sevip aşa, eşi
sevip eşe doğru yönelinip, o esnada "bu işimi, bu aşımı, bu
eşimi veren Allah (c.c.) dır" diye onu hatırlamak ona
dönmektir. Onun için bu en büyük tevbedir demişler.
Tabiiki tarihimizde bizim seyahat edenler çok önemlidir.
Birçok se-yahetnameler yazılmış. Mesela en meşhuru
Türkiye'de Evliya Çelebi Seyahatnamesi, şu anda efendim
ülkelerdeki vilayetlerdeki bölgelerdeki ilmi faaliyetler
nasıldır diye biri bir araştırma yapacak olsa "Evliya Çele-
binin Seyahatnamesini" okuyacaktır. Oralarda yönetim tarzı
nasıldı diye bir doktora tezi verseler, orada ekonomik durum
nasıldır diye bir araştırma yapacak olsa, Evliya Çelebinin
seyahatnamesini okuyacaktır. Oralarda insanlar arası
münasebetler nasıldır. Köprüler, hanlar, hamamlar, saraylar
yani sosyal tesisler nasıldır diye bir araştırma yapacak
olsanız yine Evliya Çelebi seyahatnamesi okunacaktır.
Tarihimizde Arapça olarak yazılmış seyahatnameler vardır.
İbn Ba-tuta seyahatnamesi gibi. Bunlar gitmişler görmüşler
gördükleri yerlerde devlet başkanlarının, komutanların,
alimlerin, halkın her yönünü görebildikleri kadarıyla
yazmaya çalışmışlar ve bize de aktarmışlar. Örnek olsun
diye kötülerin hayatım yazmışlar, onları yapmayasınız diye,
yani kötülüğü misallendirmişler şu adam, şu kötülüğü yaptı,
şöyle bir netice aldı, gibi kötülüğü önlemek için misal
olarak anlatılmıştır. Kültür tarihimizde en büyük seyahati
yapanlar hadiscilerdir. İmam-ı Buhari (r.a.) Buhara
kentinden çıkmış Mısır'ı, Suriye'yi, Irak'ı, Mekke ve
Medine'yi ve orada yaşayan hadis alimlerini gezer ve
onlardan onların Sahabeden, Tabiinden rivayet ettiği
hadisleri onlardan alırlar. O seyahatin neticesinde Kur'an-ı
Kerimden sonra efendimizin hadislerinin bize nakl eden en
değerli kitap olan Buhari, Müslim, Tirmizi, Nese-i, Ebu
Davud, İbn Mace, İmam-ı Malik'in Muvatta-i, Ahmen ibn
Hanbel'in Müsnedi, diğer mücemler ve müsnedler toplanmış
ve bize kadar nakl edilmiştir. Buda seyahatlerin neticesinde
elde edilmiş hadis kitaplarıdır.
Tefsir kitaplarında da öyle, Endülüste dünyaya gelen bir zat,
ta Mısır'a kadar ilim için geliyor ve orada epeyce bir ilim
öğrendikten sonra, Endülüs'e dönüyor. Mısır'dan Endülüs'e
kadar gidiyor. Mısır'dan Azerbaycan'a gidiyor. Yani böyle
bir ilim alışverişi ancak seyahatlerle müm-kin olmuştur.
Allah (c.c.) da mü'minlerin sıfatlarından bir taneside seyahat
edenler diyor. Dinimizin çok uzak ülkelere yayılmasında
birinci rolü tüccarlarınız üstlenmişlerdir. Hani Malezya'ya
biz ordular göndermedik, Filipinlere ordular göndermedik,
ama oralara kadar İslamı götürenler müslüman tüccarlar
olmuştur. Onlarda bu seyahatin neticesinde hem ticareti
halletmişler, hemde İslam'ın oralara kadar ulaşmasını temiş
etmişler.
Bunu günümüzde daha da iyi anlamaya başlıyoruz. Şu anda
Kazakistan'a, Azerbaycan'a, Türkmenistan'a, Tacikistan'a,
ve Moskova'ya, ve Kiev'e, Ukrayna'ya, çeşitli yerlere din şu
anda da tüccarlar eliyle gitmeye başladı. Yani oralara mal
satmaya giden insanlar oralarda görüştükleri
insanlarla hemen bir araya geliveriyorlar, müslüman
olduklarını söyleyi-veriyorlar. O tarafta dayım
müslümanmiş, dedem müslümanmış, veya bizde
müslümanmış iz gibi sözlerle başlıyor ve biraz daha samimi
hava oluşuncada çeşitli İsîami hizmetlere sebep oluyor o
görüşmeler. Gidişimizde gördük. Almanya'da İslamiyetin
gelişmesi hızlı ama, Hollandamn küçük olması nedeniyle
tahmin ederim ki neticeyi daha çabuk alacaklar işçilerimiz.
Yani Hollandamn müslümanlaşmasını bizde görürüz gibi
geliyor. Çünkü birçok kiliselerini satın almışlar, camiye
çevirmişler. Hollandamn nüfusunun az olması hanımlarının
doğum yapmaması, türk işçilerininde doğuma biraz hız
vermeleri neticesinde bir gün gelir oranın nüfus yoğunluğu
müslümanlar tarafında fazlalaşınca o zaman yönetimi ele
alırlar, hatta belediyelerde encümen azalığına seçilen çok
müslümanlarımız var. Belediye encümen azasıdır. Büyük
bir vilayette sakalıyla, şalvarıyla müslümanları temsil eden
encümen üyeleri vardır. Zamanla çoğunluk ellerine geçince
yönetimide ellerine alacaklardır.
Polis teşkilatına hızla giriyor. Müslümanlar hemde şuurlu
olarak giriyorlar, burayı elde edelim parası bol diyorlar.
Fabrikada işçi olarak çalış-maktansa polis olarak orada
çalışalım diyerek oraya giriyorlar. Ve işin hesabını yaparak
giriyor çoğunluk. Hani yahudiler dinine çok bağlı deriz ama
Hollanda'nın başkentin de birtek sinagogları var, yani
havraları var. Onuda işçilerimiz bastırmışlar parayı satın
almışlar. Haham biraz satmam demiş ama parayı gözünün
önünde birkaç defa gösterince beraber, zaten cemaat yoktu
demiş satmış bizimkilere. Bizimkilerde çok güzel cami
yapmışlar kıblesi de tam düz böyle eğri büğrü değil. Onlar
Kudüs'e döndüklerinden hiç yön değiştirme yapmadan
kıblesi de çok düzgün düşmüş ve Mekke-i Mükerremeye
doğru Kabeye doğru yöneliyorlar ve namazlarını öylece
kılıyorlar.
Bu arada oralara gelen mesela Bulgaristandan gelenler
olmuş onlarla görüştük. Bulgaristandan İslami cemaatların
lideri durumunda arkadaşlar, öğretim görevliliği yapmış,
gazetecilik yapmış olanlar. Dedilerki "vallahi birçok din
görevlimiz düne kadar Bulgar polisiyle çalışırdı. Bulgar
polisinin hizmetindeydi hocalarımız, düne kadar, Jivkof un
yıkılışına^ kadar polis olanlar imamlığa seçilirdi. Veyahutta
imamlığa seçilenleri polis yaparlardı. Yani polisle
irtibatlıydı. Gizli polisle irtibatlıydı ama mayası
müslümanya diyor o zamanki hizmetinde de ikili oynamış.
Yani Bulgar polisinin nasıl çalıştığını çok iyi bildiklerinden
şu anda da dinine çok iyi hizmet ediyorlar diyor. İslama çok
iyi hizmet ediyorlar. Yani fevkalade gelişmeler var.
İnşaallah çok iyi alışveriş, çok iyi gelişmeler olacak bu
gelişmelere sebep yine başlangıçta ekonomik, yani
işçilerimizin oraya gidişleri fakirlik nedeniyle çalışmak için
gittiler. Karınlarını doyurduktan sonra gönüllerini
doyurmaya başladılar. Bu seferde camii yapıp dernek
kurmaya başladılar, çeşitli dernekler kurmuşlar ayrı ayrı
arkadaşlar, ayrı ayrı gruplardan cami açmışlar. Birbirlerine
düşman gibi görünselerde Islamı vaşamada ve tanıtmada
yarış halinde olmaları nedeniyle o ayrılık bile Almanya'da,
Hollanda'da Fransa'da, faydaya dönüşüvenyor. Rekabet et-
meleri daha kaliteli din hizmeti sunmaya sebeb oluyor. Kim
daha kaliteli hizmeti sunarsa onun safında insanlar
birikecek, onların maddi desteklen oraya akacak, onun için
Türk çocuklarına sen daha fazla hizmet edeceksin, ben daha
fazla hizmet edeceğim, cemaati böyle kazanacağım dıyede
bir yarışa girmişlerdir. 1789[137]
1791[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/409-410.
1792[140]
İsra 15
1793[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/410-411.
116- Şüphesiz göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. O
diriltir, O öldürür. Sizin için ondan başka dost ve yardımcı
yoktur.
Şimdi "mülk Allah'ın" diyoruz biz çokta kullanırız. Hatta
bazı evlerde "Ya Malik -el- mülk" yazar. Bazı seramiklerin
üzerinde "mülkün sahibi Allah'tır" yazar. Bazılarında latin
harfleriyle Türkçe olarak "Mülk Allah'ındır" diye
yazdırmışlar kapının üzerine birazda biz oturalım desen
olmaz diyor adam. Yahu sen Allah'ın kuluysan bizde
Allah'ın kuluyuz. Birazda biz oturalım diyecek olsan o
zaman tapusunu göstermeye kalkar tabii ki. Mülk
Allah'ındır diyoruz biz. Öyle ise mülk üzerinde söz sahibi o
olmalıdır. Bir taraftan Mülk Allah'ındır diyoruz. Yani
toprağı yaratan O, gökyüzünü yaratan O, güneşi yaratan O,
bizi yaratan O ama bu mülk üzerinde söz Allah'ın değil.
Birkaç tane arkadaşın, birkaç tane hukukçunun koymuş
olduğu kurallarla biz yönetilmek istiyoruz. Allah'a isyanın
başlangıcı buradan başlıyor zaten, Mülk Allah'ın deme
mecburiyeti var zaten, çünkü kendisi yaratmıyorya, öyle
olunca başkası yaratıyor, O başkasına, müslümanlar Allah
(c.c.) diyor. Öyle ise mülk Allah'ın ama, bu mülk üzerinde
bizim sözümüz geçer, diyen adamlar zorbadırlar. Asıl zorba,
despot insanlar, hakka tecavüz eden zalim insanlar. Onun
için, "Allah'ın indirdiği ile hükm etmeyenler zalimlerin ta
kendisidir" diyor. Maide suresinin tefsirinde
1794[142]
geçmişti. Zalimdir onlar, niye? sınırı aşmıştırlar.
Allah'ın koyduklarıyla değil adil olmak yerine kendi
koyduklarıyla insanlara zulm etmektedirler. 1795[143]
1796[144]
Buhari, Enbiya 48
İşte Rabbimiz izin verdiği hatasını af etti peygamber
efendimizin ve muhacirin, ensarın ve geride kalan samimi
müslümanların. On tane kadar, hele hele üç tanesi, özellikle
üç kelimesiyle ifade edilmiş. Onlarıda Allah (c.c.) af
etmiştir. Çünkü Allah merhametlidir, Allah
1797[145]
şefkatlidir.
1797[145]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/412-413.
Tarihçilerimiz efendimiz bunların söylediklerin inanmış gibi
kabul etti. Yani inanmış göründü. Üç tanesi gelmişler
"vallahi ya Rasulüllah hiç ileri sürecek mazeretimiz yok.
Bizimki tembellikten olmuştur. Ne lazımsa cezasını çekelim
ya Rasulüllah dedi. Peygamber efendimiz dediki "bunlarla
konuşmayın" hatta selam bile alıp vermediler. Bu elli gün
devam etti diyor. Hatta 40. gün olduğunda peygamber
efendimiz hanımla-
rina haber göndermiş, "Kocalarınızla beraber aynı döşekte
yatmayın" buyurdu. "Allah Rasulünden ikinci bir emir
gelinceye kadar hanımımı babasının evine gönderdim"
diyor.
"Fakat dünya bize dar geliyor. Hatta ayet-i kerimede dünya
bu kadar geniş olmasına rağmen yeryüzü dar geliyordu"
diyor. Hani Türkçede bir atasözü vardır. "Çarık ayağı
sıkmişsa yolun geniş olmasının ayağa faydası yok" derler.
Hani ayakkabınız ayağınızı sıkmış her taraftan yara yapmış.
Bakıyorsunuz yol gidişil, gelişli çok geniş ve bu yolda
yürüyorsunuz. Yolun genişliği ayağınıza hiç faydası yok,
yeryüzü geniş ama insanlar, insanlarla mutlu olurlar. En
yakın hanımınız, dine olan bağlılığından dolayı, size karşı
tepki gösteriyor, çocukluğunuzdan beri arkadaşınız olanlar,
size selam verip, almıyorlar ve yeryüzü dar geliyor.
İslamın cezalandırma sistemlerinden bir taneside budur.
Yani toplumun tepki göstermesi ve kişinin emire bağlılığı
burda belli olur. Peygamber efendimize bağlılık burda
ortaya çıkmıştır. Bütün sahabe o en can ciğer olan
arkadaşlarına selam alıp vermemişlerdir. 50 gün devam
etmişKa'b şöyle devam etti: "Dama çıktım birşey
bekliyorum, hergün zaten birşey bekliyorum. Derken 50.
gün biri koşarak geldi müjde ey Ka'b, müjde ey Ka'b dedi ve
bu ayet-i kerimeyi okudu."
20. asırda, Kur'an ve sünnet doğrultusunda yürüyen muhacir
ve ensarın yolundan gidecek olursak, elbette "Allah
onlardan razı olmuştur, onlarda Allah'tan razı olmuşlardır"
diyor Allah (c.c). Yani Sahabenin iyi yolda olduğunu Allah
onaylıyor. Bu 117. ayet-i kerimede de Allah muhaciri ve
ensarı afvetti diyor. Fetih suresinde, Allah Hudeybiye de
biat anında ağacın altında Allah Rasulüne biat edenlerden
Allah razı olmuştur. Onlarda orada 1500 kişiler. Bu kadar
kişiden Allah razı olmuştur diye ayet nazil oluyor. Ayrıca
Haşr suresinin 8 ve 9. ayet-i kerimelerinde muhacir ve
ensarı Rabbim öğüyor. Ama günümüzde bir kısım
bilgisizler sahabeye saldırmaktalar. O zaman Kur'an'a da
muhalefet ediyorlar. Rabbimin kelamınada muhalefet etmiş
oluyorlar..1798[146]
1798[146]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/413-414.
üç dört tane adam gitmiş, ikisi üçü İslama iyi sarılmış biri
sarılmamış sorun onun bulunduğu şehirde İslami faaliyetler
daha başlatılmadığından Cami kurulmamış, hoca gelmemiş
oraya ve onlar kendini içkiye vermişler ve Alman gibi
yaşamaya başlamışlar.
Yani sadık insanlarla bir arada olamamışlar, ama en berduş
adam müslümanların bol bulunduğu yerde yaşıyor ise o
çizgisini düzeltmiş. Epey keratalık yapmış, eroin pisliğine
kadar bulaşmış ama sonra müslümanların bulunduğu şehre
gelince şimdi caminin hizmetkarı olmuş, niye? Çevresindeki
insanlar gelip giderlerken, çay içerlerken, yarın filan yere
gideceğiz derken işin içine yavaşça girivermiş oluyor.
Dikkat edin çoluğunuzu, çocuğunuzu, hanımınızı en iyi
koruma yolu çevrenizi iyi insanlarla kurmaktan geçiyor.
Hani bazı arkadaşlar hocam vallahi hanımı kapatamıyorum.
Kapanmayida istiyor. Fakat ayıp olurmuş diyor. Yani ben
yirmibeş yaşına kadar açık gezmişim ben nasıl yapayım
diyormuş. Yani kabul ediyorda nasıl yapayım diyormuş.
Şimdi arkadaş soruyor ne yapsın ne yapayım hocam? diyor.
Dedim ki hanımı baş örtülü olanlarla dost olacaksın, hiç
başını ört deme, fakat akşamları mü'min dostlarınıza gidip
gelme birkaç kez devam ettimi göz ona alışır. Baş örtüsüne
alışır, sonra o hanımlardan birinden teklif gelir. Aaa ne ka-
dar güzel oldu..! derken giyer. Peki niye o giymemekte
diretiyor. Çünkü o arkadaşlarıyla beraber yaşamış, büyümüş
onlara karşı ayıp olacak. Peki örtünürse berikilere karşı ayıp
olmayacak, daha güzel olacak yani çevrenin önemini kendi
hayatınızdan biliyorsunuz. Çocuklarınızdan biliyoruz. Hangi
çocuklarla berbaber olurlarsa huyundan kapıyorlar.
Allah'tan korkma ile kuldan utanma, bir araya geldimi
günah engellenmiş olur. Ama bazı günahları, Allah korkusu
fazla kuvvetli olmaması nedeniyle bizi engellemeyebilir.
İkisi bir araya geldimi alıkoyabilir bizi kötülüklerden onun
için sadıklarla beraber olacağız.
Şimdi bu ayet-i kerimeyi bazı arkadaşlarımız günümüzde
sadıktan kasıt tarikattır deyiveriyorlar. Çok doğru olan,
istikameti olan Kur'an ve .Sünnete göre hareket eden şeyh
efendilerde sadıklardandırlar. Ama sadıklar yalnız şeyh
efendiler değildir. Anlatabildim mi bilmem. Yani sadıklar
yalnız şeyh efendiler değildir. Ama Kur'an ve Sünnet çizgisi
üzerinde yürüyen şeyh efendilerde sadıklardandır. Kur'an ve
Sünnet çizgisinde ise o insanla beraber olmak sadıklarla
beraber olmaktır.
Ama günümüzde birazda istismar edilerek kullanılıyor bu
ayet-i kerime, Kur'an da Yusuf (a.s.) için, o kadına yüz
vermediğinden dolayı dünyanın en güzel kadını, kapalı bir
oda arkasında "gel benimle gönlünün istediğini yerine getir"
dediğinde "Allah'tan korkarım" diyen Yusuf (a.s.)'t överken,
Rabbim: "O sadıklardandır diyor. Yani sadık insanın
özelliklerinden biride harama uçkur çözmemek olduğunuda
öğrenmiş oluyoruz. Bu insanlarla beraber olacağız
biz. 1799[147]
1799[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/414-416.
etmiş olmazsınız" buyuruyor. 1800[148] Çok önemli, imanın
ölçüsünü bildiren hadislerden biri. Allah Rasulünü
kendimizden, anne ve babamızdan daha fazla sevmeliyiz
niye anne ve baba sevgisini bize öğreten O'dur. Mesela biz
anne ve babamıza saygı gösteriyoruz ama bir Alman
bizim kadar göstermiyor. Niye? o da bizim gibi bir insan, o
da bir anne ve babadan meydana gelmiş çünkü onun tahrif
edilmiş dini, böyle bir şeyi ona emr etmediğinden ancak
senede bir gün anneler ve babalar gününde bir hediye
götürmek suretiyle hatırlama kültürü vermiş.
Günümüzde Allah Rasulü yok, yani onun mübarek vücudu
yok aramızda, bu ayet bizi nasıl ilgilendiriyor? "Hocam,
Allah rasulü sağ olsay-dida hani canım canımız gibi
korusaydık" diyenler,bilsinlerki getirdiği kitap koyduğu
sünnet elimizde. Onu korumak onun canını korumak gibidir
diyoruz. Bugün bizde canımızdan daha aziz bileceğiz.
Allah'ın kitabı ile Ra sülünün sünnetini böylece
koruyacağız. Fakat sarhoş bizim zayıf tarafımızı iyi görmüş
karşısındakinin kitabına sövüyor. Çünkü kitabına söversem
bu bana vurmaz diyor. Avradına söversem ağzımı parçalar
bu benim diyor.
Mü'minlerin bu Tebük seferine gidişlerinde uğradıkları
susuzluk, yorgunluk, açlık ve bu yolda attıkları adım,
bastıkları her toprak kafirlerin kinini artırıyor. O yolda
edinmiş oldukları düşmanlıklar bunların ameli salihlerini
artırıyor. Bunun için Allah (c.c.)bunları bize emr etmiştir.
Yani Tebük seferini, cihadı bize emretmiştir. Bu yolda
müslümanlanın susuzluğa, açlığa katlanmaları, zorluğa
tahammül etmeleri ve nice vadiler aşmaları onların lehine
sevap yazılıyor. Kafirlerinde kinini arttırıyor nerdeyse
patlayacaklar.
Günümüzde de öyle değil mi.? Materyalist kafaya göre
1800[148]
Buhari, îman 8 Müslim, İman 69
yetişmiş adamlar şöyle diyorlardı. İnsanlar paraya mala
meyyaldırlar. Bütün kavgalar bütün harpler para için
olmuştur. Sermaye için olmuştur. İnsanlar aslında din falan
kabul etmezler. Paranın peşinden giderler. Diye felsefe
ürettiler ama baktılarki en fakir semtlerde camiler şehadet
getiren parmak gibi yukarıya doğru yükseli yükseliveriyor.
Caminin masrafına bir bakıyor birkaç milyar gitmesi lazım.
Bu fakir halktan nasıl çıkar, bu adamlar nasıl verir diyerek,
kendi karnı şişiyor bu sefer, eğer yazar takımından biri ise
karnındaki bütün kusmuğunu köşe başındaki bir yazısında
dile getiriveriyor adam. 1801[149]
1801[149]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/416-417.
devesinin üzerinde bazende yaya olarak yürümüştür. O
yazın sıcağında gökyüzünün ateşi ile yeryüzünün ateşinin
arasında kavrulurcasına yürümüşler Niye? Allah'ın
mükafatına nail olabilmek için, Allah'ın dininin dünyaya
hakim olması için yürümüşlerdir.
Bizde yürüyeceğiz. Geriye kalanlardan olmayacağız. Zaten
bu Tevbe suresinin nüzul sebebi de bu, din mutlaka hakim
olacak, ama öncüler diye geçti ayet-i kerime önde gidenlerin
sevabı büyük olacak, geride kalanlar ise bu ayet-i
kerimelerle bir kısmı münafık bir kısmı da hatalı müslüman
olarak bize gösteriliveriyor. Günümüzde de İslam mutlak
surette gelecektir. Bugünlerde hizmet verenler öncülerdir.
Geride kalanlar yahu ekonomimizi bir düzeltelim, köşeyi bir
dönelim, parasız İslama davet olmuyor, hele bir
paralanalımda öyle İslama hizmet edelim. Çoluğu çocuğu
evlendirelim. Ondan sonra diyenler Tebük seferinde geride
kalanlar gibi geride kalan insanlardır. 1802[150]
1802[150]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/417-418.
fethinden sonra insanlar gruplar halinde İslama giriyorlar.
Bir anda arap yarımadası İslama teslim olmuş. Ee din
öğrenmek istiyorlar. Halbuki daha önceki müslümanlar,
düşünerek taşınarak müslüman oluyorlar, adam gelip birden
girmiyordu. Araştırıyor, okuyor, okuyup araştırdıktan sonra
Allah Rasulünü dinledikten sonra kendi kendine diyorki;
"bak müslüman olacaksın ama bunun riskide var, Ölmek
var, işkenceye tabi tutulmak var, malından çoluğundan
çocuğundan, hanımından, evinden, yurdundan olmakta var".
Bütün bunların muhasebesini yaptıktan sonra gelip müslü-
man oluyor.
Bunların İslamı sağlam iyi. Fakat Mekke feth edilince filan
kabile top yekun Allah Rasulüne gelmişler demişlerki "biz
müslüman olduk." Fazla bir bilgileri yok, bilgi edinmek
istiyorlar. Mekke ve Medine'ye akın edecekler, bu sefer ayet
nazil oluyor. "Hepiniz top yekûn ilim için Medine'ye
gelmenize de gerek yok. Her toplumdan bir grup olmalı
değil mi? Geriye kavminin yanma döndüğünde onları
Allah'ın azabından sakındırmak için ve dini öğrenmek için
belirli bir grubun olması gerekmez mi..?" diyor Rabbim.
Yani şunu demek ister. Bütün köylerin üniversiteye gelmesi
gerekmez. Ama köyün imam ihtiyacından, doktor,
mühendis, ziraatçısına kadar ihtiyacı olanları merkezde
okutup sonra geriye getirmesi gerekir diyor. Yani bütün
insanlar doktor olsun olmaz bu, bütün in~ sanlar ziraat
miihendisiolsunbu da olmaz. Yani ihtiyacı karşılayacak ka-
dar herkes bir şey olsun. Rabbim onu ifade ediyor. Herkesin
Medineye toplu halde gelmesi olmaz. Çünkü orada işleri
kalır. Ve onların içerisinden bir grup gönderilecek, orada
efendimizin huzurunda dini İslamı öğrenecekler, sonra
kendi kavmi yanına dönecek, onlara neyin yapılıp, neyin
yapılmayacağını, itikadın, amelin nasıl olacağını onlara
Öğretecekler. "O vakit onlar böylelikle korunmuş ve
sakınmış olur" diyor Allah (c.c). 1803[151]
1803[151]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/418-419.
Fakat bakıyorsun günümüzde bazı insanlarımız mü'mine
karşı katı, gavura karşı gayet yumuşak görünüyor. Yanlış bir
politika bu, hani burda şiddetli görünüyor derken kaş
çatarak yürümek filan değil, yani gavuru görünce kaş
çatacağız anlamında değil, ayet-i kerimenin ruhu şöyle "bu
kültür bakımından benden güçlü, bileğiyle de benden güçlü,
bu adam şahsiyetiyle de benden güçlü bu adamla savaşılmaz
demelidir karşı taraf. İyi bilinki Allah müttekilerle
beraberdir. 1804[152]
126- Görmüyorlarmı onlar, her sene bir veya iki kere fitneye
tutuluyorlar. Sonra tevbe etmiyorlar ve nasihat almıyorlar.
Onlar görmezlerini onlar senede bir veya iki defa imtihana
tabii tutulurlar. Sonra onlar tevbede etmezler, onlar nasihatte
almazlar. Allah'ı zikirde etmezler. İki veya daha fazla
imtihana tabii tutulurlarken adamlar, yani münafıklar şöyle
müslümanız böyle müslümamz diye hava atıyor-Iardıya,
Allah'ın rasulüde "Buyurun Tebük seferine deyince" aa
Tebük seferinde bir can pazarlığı var. Kılıçlar var, hani
Mekke'de, Medine'de gelip inanmadığı halde namaz kılmak,
o kolay ama, can vermek o zordur. İşte imtihana tabi
tutulmaları, böylelikle münafıklıkları, müslüman-lardan
ayırt edilmeleri budur.
Hani sahte altın parayla, hakiki altını ölçmek için sahte para
1806[154]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/421.
diyor-muşki, "ben senden değerliyim. "Altında diyormuş ki,
"iddia etmeye gerek yok gel beraber ikimiz ateşe girelim"
diyormuş, ateşe girince belli olur. Altın bir tarafa bakır bir
tarafa ayrılınca sahte altının sahteliği ortaya çıkıverir. Som
altinsa olduğu gibi giriyor, olduğu gibi çıkıyor. Hakiki
müslümanda böyle, zor günlerde böyle açlık, susuzluk,
yorgunlukla imtihan edildiğinde hemen yürüyor. Münafık
orada kalıveriyor. Onun için Allah (c.c.) "bunlar imtihan
edilirler" diyor. Günümüzde de insanların samimi olanla
samimi olmayanı buralarda imtihan edebiliriz. Mücahidliği
evde çay sohbetlerinde kimse elden bırakmaz. Gerçekten
parasıyla ve canıyla hizmet edenler ise belli oluyor. 1807[155]
1807[155]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/421-422.
"ya Rasulüllah bak biz buradayız" dedikten sonra pır
gidiyorlar. Onu haber veriyor Rabbim. Peki bunları niye
haber veriyor.
Günümüzde de kendisinin müslümanlığını onaylatmak için
bir kısım insanlar, normal zamanda dinime düşmanca
hareket ederlerken seçimler yaklaşınca Cuma namazlarını
hiç küçük camide kılmazlar. Şöyle yüz kişilik, elli kişilik,
ikiyüz kişilik camiler var İstanbul şehrinde hiç orada
kılmazlar. Ya en büyük camide kılarlar. Niye? beş bin kişi
görsün, on bin kişi görsün İstanbula gelirlerse Ya
Süleymaniyede ya Sultan Ahmette kılarlar. Ankara'da
Kocatepe Camiinde kılarlar. Yada evine yakın veya
partisine yakın camide kılıp işine devam ediyor. İşte
Rabbimiz yalnız Mekke döneminin münafıklarını, Medine
döneminin münafıklarını anlatmak için ayet indirmiyor. Her
dönemin münafığının genel karakteri böyledir. Böylece
anlayışsız toplum olmaları nedeniyle Allah'ta onların
kalplerini çeviriyor. Ha Allah kafirin kalbini kendisi
çevirmiyor. Kafir kendi kalbini kendisi çevirecek işler
yapıyor. 1808[156]
1810[158]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/423-424.
YUNUS SURESİ
1812[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/425-426.
etmişler. Ayrıca başarılı olamadıkları takdirde de "bu adam
bir delidir" deyivermişler. Veya "bu adam sihirbazdır"
demek suretiyle peygamberlerin etkisini hafifletme tarafına
gidi vermişlerdir.
Günümüzdeki kafirlerde onlardan pek geri değiller. Ama şu
anda dünyanın en soylu milleti olduğunu kabul eden vede
iddia eden ve bunu kabul ettirmek için bütün baskı
unsunlarını kullanan devletler, kendi ırklarının dışında bir
ırktan yüce, soylu, kahraman, ilim adamı, sanatkar insanın
çıkmayacağına inandıklarından dolayıdır ki onlarda
diyorlar: "bütün dünyayı etkileyen bu insan araptan mı
gelmesi lazımdı? Bizden gelmesi gerekirdi. Batı ırkından
gelmesi gerekirdi" diye adamların iddiaları var.
Türkiyede de bir kısım imansızlarında buna benzer sözleri
var. Peygamber niye Türklerden gelmedi? Peki peygamber
Türklerden gelseydi ne yapacaktın, iman mı edecektin sen?
Allah (c.c.) bir ayet-i kerimesinde kimden, kimi
göndereceğini seçmekte hür olduğunu ifade ediyor. "Allah
dilediğini seçer" diyor. Allah (c.c.) insanların aralarında be-
yazla siyah renkle bilmem neyle de ayırım yapmaya gitme
haklarının olmadığını, çünkü hepsinin Adem'den,
Adem'inde topraktan yaratıldığını peygamber efendimiz
(s.a.v.) haber veriyor. Öyle ise insanların birbirine karşı
üstünlük sağlayabilmeleri Allah'ın hukukuna saygılı
olmakla mümkündür. 1813[3]
1813[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/426-427.
Mekkeli müşrikler saltanatlarının ellerinden gideceğinden
korkuyorlar. Yani Muhammed güçlenecek, kuvvetlenecek
bu ayetleri uygulama sahasına koyacak, o zaman biz
otoriteden uzaklaşacağız, devlet makamından uzaklaşacağız.
Bizim çıkarlarımız yok olacak. Zalimler olarak mazlumları
sömüremeyeceğiz, gasp edemeyeceğiz, çıkarlarımız zedele-
necek diye karşı duruyorlar.
Ve şöyle bir mantık geliştirmişler ki, günümüzde Türkiye'de
de bu bazı felsefe kitaplarında okutulur. Eskiden beri gelmiş
bir mantık. Yani inkarcılarda kendi inkarlarını bir zemine
oturtuyorlar. Ve diyorlarki; "Evet Allah var. Allah'ı kabul
ediyoruz. Allah yeri ve göğü yaratmıştır. Ama ondan sonra
bütün işleri evirip çevirmeyi bize bırakmıştır" diyorlar. Eski
Yunandan devam edip gelen inkarcıların felsefesi bu. "Allah
yeri ve göğü yaratır. Ama insanların yönetim işini ise
insanlara bırakır" demişler. Aynısı Mekkeli müşriklerde de
var.
Ama Allah (c.c.) onlara cevap olarak ta "Allah altı günde
yeri ve gökleri yaratmıştır ve işleride O idare etmektedir."
Nasılki kanımızın akışını o sağlıyor. Gözümüzün bakışım,
saçımızın uzamasını, tırnağımızın uzamasını O sağlıyor ki
vücudumuzda kaç hücrenin olduğunu, şu anda ilim adamları
toplansalarda sayabildikleri yok. Bütün bunların nasıl evirip
çevrildiği konusunda belirli kanunlar tespit ediyorlar, ama
binde birine ulaşıldığı yok.
Bütün bunları çeviren Allah (c.c.) diyor ki, madem ki
bunları çok düzenli devam ettiriyorum, ben sizin birbirinizle
olan münasebetleriniz konusunda da kanunlarımı indirdim.
Onlara ibadet edecek ve onları yürürlükte kılacaksınız diyor.
Mehmet akif merhum Rabbimizin yarattıkları karşısında
insanlığın keşfettiklerinin cılızlığını ne güzel anlatıyor:
Ulum'i şahikadan fışkıran süîun'i ziya Dayandı göklere lakin
yetişmiyor hala,
Bülend nüsha'i icadın ilk sahifesine. Bu ilk sahife müebbed
zalam içinde yine!
Birisinde zorunlu olarak Allah (c.c.) kanunları geçerli
tabiatta. Ama insanlara hür iradesini vermiş, demiş ki:
Kendi aranızdaki münasebetlerinizde, benim şu indirdiğim
hukuku uygulayacaksınız. Uygulamama hakkınız yok, ama
böyle bir serbestliğiniz var. Uyguladığınız takdirde bu
dünyada devlete ve izzete, ahirette de cennete kavuşursunuz
diye de müjde vermiştir.
O Allah yeri ve göğü yaratandır. "Altı günde" derken, bizim
bildiğimiz günlerdenmidir? Kur'an-ı Kerimde çeşitli
yerlerde Allah katında birgün, "sizin bildiğiniz bin güne
bedeldir". Bir başka yerde de "birgün elli bin güne
bedeldir," diye çeşitli yerlerde ayet-i kerimeler gelmiş. 1814[4]
Onun için alimlerimiz şöyle diyorlar: Gün dediğimiz şey,
bizim bildiğimiz güneşin doğumu, batımı ve ayla bilinen
gündür. Yani ay ve güneşe göre hesabım yaptığımız
yirmidört saate bir gün diyoruz biz. Peki ama yer ve gök
yaratılmadan önce gün olmadığına göre, burada bahsedilen
gün bizim bildiğimiz günlerden değildir demişler.
Yasin suresinin son ayet-i kerimelerinde "Allah birşeyin
olmasını istediğinde ol der. O da oluverir" der. Yani altı
kademede yaratılmasının da bir çok hikmetleri vardır. Biz
onları şu anda bilmekten adz durumdayız. Belki ilerde bazı
açıklamalar getirilebilir,
"Allah katında Allah'ın izni olmadan şefaat edecek kimsede
yoktur," Ayet-i kerimede Allah'ın izni olmadan şefaat
edecek kimse yoktur diyor. Peygamberler şefaat ederler ama
onlara şefaat iznini Allah (c.c.) verecektir. Allah (c.c.) şefaat
izni vermeden hiç kimsenin diğerine şefaat etme hakkı
yoktur.
Şu günümüzde de kullandığımız "aracı" tabiride bu
kelimenin karşılığıdır. Hani bazı yerlerde işlerin iyi gitmesi
1814[4]
Mearic 4- Ankebut l4
için bir adam aracılık yapıverir. Aracı Rabbim katında
yoktur. Bu dünyada iken bütün pislikleri işler, ama parası,
ama dayısı vasıtasıyla adam bu dünyada cezalandırılmadan
gidebilir. Rabbim o tip zalimlere söylüyor şimdi "Allah'ın
izni olmadan Allah katında kimsenin şefaatçisi olmayacak,
kimsenin aracısı olmayacak. Bu dünyada paranızla,
dayınızla birçok kabaharlarınızı, zulümlerinizi,
günahlarınızı, işkencelerinizi kapatabilirsiniz ama, Allah
katında bunların kapatılması mümkün olmayacaktır.
Ancak izin verdiği kişiler şefaat edecektir. Peygamber
efendimizde buyurmuştur. "Benim şefaatim ümmetimin
büyük günah sahibi olanlarınadır." 1815[5] Yani ümmetimedir
diyor. O Raşule ümmet olanlara peygamber şefaat edecektir.
O Rasule ümmet olmayanlara ise şefaat etmeyecektir.
Hergün ayet-el kürside de okuyorsunuz. 1816[6] "Onun izni ol-
madan kim şefaat edecekmiş?" diyor. Yani Rabbimin izni
olmadan kimse şefaat edemez. Peygamberlerin şefaat etme
hakkı vardır. Rabbim verecektir o izni. Salih insanları, ameli
iyi olan insanları, Rabbe yakın insanların şefaat
edebileceğine dâir hadisi şerifler vardır, Ancak şahıs olarak,
"şu adam şefaat edecektir" dememiz mümkün değil. Yani
benim şeyhim bana şefaat edecektir. Onu demeyin. Çünkü
Şeyhimizinde imansız gitme ihtimali olabilir. Onun için
hiçbir insan hakkında peygamberler hariç, peygamber
(s.a.v.) efendimizin bildirdiği insanlar hariç şahıs olarak Ali
efendi, Veli efendi, Osman efendi bilmem ne efendi bana
şefaat eder demeyin.
Şöyle diyelim: "Ya Rabbi şefaat izni verdiğin insanların
şefaatinden bizleri mahrum etme." diye dua edersek,
inşaallah onların şefaatine nail oluruz. Onların şefaatine nail
olabilmek için tabiiki onlarla tanışmak gerekir.
Ömrünü Kur'an-ı Kerim okutmakla geçiren çok değerli bir
1815[5]
Tirmizi,Sıfatül kıyame, bab 12
1816[6]
Bakara 255
hafızımızın yanma Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yatarken
gittim. Tamşmazdık, kendisini Kur'an-ı Kerime olan
hizmetinden dolayı severdim. Yanma vardım, çok zor
konuşuyordu. Dedim ki: "Efendim sizin gönlünüzü hoş et-
mek için gelmedim. Siz beni tanımazsınız. Ancak Mevlana
Cami diyor ki: (Baharistan" isimli kitabında) "Ahirette
kişinin günahı ile sevabı denk olursa melekler birbirlerine
sorarlarmış -Allah (c.c.) talimatıyla tabii ki-sorun bakalım
yeryüzünde filan zatı tanırmıydı o. Yani yeryüzündeyken
onun çağında yaşayan, çok değerli hizmetleri olan insanı
tanırmıydı o. Eğer tanırsa o adama sorarlar, yani o iyi
hizmetleri olan zata sorarlarmış. "Sen bunu tanıyormusun?"
derlermiş. O da "tanıyorum" derse, bu günahlarınızı es
geçermiş ve hadi cennete doğru git dermiş." Dedimki bak:
"Benim günahım çok, öbür dünyada o aralıklarda dolaşırken
sana soracak olurlarsa "bu adamı tanıyormuydun" derlerse
tanımamazhktan gelme haa...." dedim. Çok hoşuna gitti,
gülümsedi. Allah rahmet etsin birkaç gün sonrada vefat etti.
Çok güzel hizmetleri vardı. Onun için çağımızda" dinimize
hizmet eden insanlarla beraber olmaya gayret edelim.
"İşte "sizin Rabbiniz." İşte sizi yaratan, işte sizi büyüten bu
Allah (c.c.) dür. Öyle ise "Yalnız ona kulluk yapın." Yahu
sizi yaratan, sizi büyüten Allah (c.c.) dururken niye onun
dışında onun yarattıklarına ibadet edersiniz.
İbadeti daha önce tefsir derslerime devam edenler bilirler.
"İbadet" yalnız namaz kılmak, oruç tutmak manasına
gelmiyor. Namaz ve orucumuz ibadettir, haccımız ibadettir
Ancak altıbin küsur ayetten bir kaçıdır
bunlar. Onun dışında ibadet Allanın (c.c.) emrettiklerim
yerine getirmek yasaklarından kaçınmak. Yani hukuk
olarak, kanun olarak doğrudan doğruya Allahm (c.c.)
kitabını kabul etmektir.
Rabbimde diyor ki: İşte bu Allah'tır sizin Rabbiniz. Yani
sizi besleyip büyüten O. Öyle ise "Ona itaat ediniz" onun
yasaklarından kaçınınız. Onun dışında başka adamların
emirlerini tutup yasaklarından kaçınma tarafına gidipte,
Rabbinize isyan etmeyiniz. "Nasihat almazmısınız?" Öğüt
almazmısmız? diyor Allah (c.c). 1817[7]
1817[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/427-431.
O yine imansızlıktan imana açık bir kapı bırakıyor. Ama
beri tarafta tesadüfen oldu. Oysa tesadüfen bu güne kadar
birşey oldu mu? Bugüne kadar gördün mü? Yani şöyle bir
mermerin üzerinde durup dururken gülün biri çıkıvermiş.
Böyle bir şey olmuş mu? Derken maymundan bir insan
gelivermiş. Böyle bir tesadüf olmuşmu? Yok, olmamış.
Öyle ise bütün bunlar bir düzen içerisinde devam ediyorsa,
bunları böyle ince eleyip sık dokuyan böyle bir yaradan
vardır. Gel bunu kabul edelim, deyince "benim böyle derin
düşünmeye zamanım yok, fazla düşünmeye gerek yok"
deyip, adam geçinip gidiyor. Hayvanlar gibi demiyoruz,
çünkü hayvanlar; biraz daha kendi yaratılış gayeleri
doğrultusunda hizmetlerini yapıyorlar.1818[8]
1818[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/431-432.
yazmışlar. Allah güneşi ziya ve kameri de nur yaptı, ve
onlara Ay ile güneşe menziller (yani ayın yörüngesinde
uğradığı yerler) takdir etti. Bununla senenin aylarını ve
günlerini hesap edersiniz ve hesabınızı tam tutabilesiniz
diye.
Muhterem okuyucu çok basit gelir ama bizim bütün
yaptığımız işler bir hesaba dayanır. Yani adam meyve mi,
elma mı yetiştirecek, sebze mi yetiştirecek, hesabı bilmek
mecburiyetindedir. Eylül ayında tohum atacağız. Yahutta
Ekim ayında tohum atacağız. Filan ayda süreceğiz, filan ay-
da hasılatı kaldıracağız. Ama bütün bu yiyecek, içecek,
giyecek gibi her-şeyimiz hesaba dayalı ve teknolojideki
hesap bizim anamızın, babamızın hesabından daha hassas
saniyelerle değil saliselerle yapıyorlar işi. Koşucuların ve
sporcuların bütün yaptıkları iş saliselerle yürütülüyor.Yani
bütün kainatta bizim çıkarımıza olan her şey hesab üzerine
dayalıdır.
Allah (c.c); Aya ve güneşe menziller takdir ettiğini
buyuruyor. Bununda hikmeti bizim aylan günleri hesap
yapabilmemiz, hesabımızı doğru tutabilmemiz içindir.
Şimdi biz vakitlerimizi ayarlayabilmemiz için saate
bakıyoruz. Bu saatlerimizde aya veya güneşe ayarlıdır.
Bizim saatlerimiz bozuluyor. Ama Allah'ın (c.c.) akrep gibi
duran güneşi, yelkovan gibi dönen ayı hiç bozulmadan
devam ediyor. Öyle olunca Allah (c.c.) bizim için nimet
olarak bir ayın ve güneşin ışığı ve ısısı özellikle güneşin
ısısı ve ışığı, ayın ışığı yalnız bunlarla kalmamış faydaları
yeryüzünde bütün ekonomimizin, sanayiimizin,
siyasetimizin bütün varlığımızın evlenmemizin,
boşanmamızın, ölmemizin, kalmamızın hesabını ay ve gü-
neş , akreple yelkovanı üzerine oturtuyoruz. Öyle ise
nimetlerin en büyüğündendir.
"Hesapsız adam" diyoruz. Yani hesabını kitabını bilmemek
o adam için ayıptır değil mi? Öyle ise bütün hesapların
temelinde de dakikalar, saatler, günler, aylar vardır.
Teknolojinin temelinde de o vardır, siyasetin temelinde de o
vardır.
Ayrıca bunların menzilleride insanların üzerinde etkilidir.
Ayın yeni halinde iken doğan eski halinde iken doğan
insanlar üzerinde etki meydana getiriyor. Köyde kalanlar
bilirler. Ayın eskisinde ağaç kesmezler. Evine ağaç
lazımdır. Hicri ayların 15'inden sonra kesmezler. Çünkü
ağaç kurtlanır derler. İnsanlarda da ekzaması olanlar iyi
bilirler. Onlarında ayın durumuna göre azdığı veya
yavaşladığı dönemleri olduğunu doktorlarımız
söyleyiveriyorîar. Denizlerdeki med ve cezir gibi
vücudumuzda da etkisi vardır.
Bütün bu etkiyi yaratan sebepleri de ısısını da, ışığını da
yaratan Allah (c.c). Hani ziyada hem ışık vardır, hem ısı
vardır. Nurda ise ışık vardır ısı yoktur derler. Güneşi ziya
yapmış, ayı da nur yapmış Allah (c.c).
Yeryüzünün ısıtılması için Allah (c.c.) güneşin yakıtının
tedarikini dünya insanına bırakıverseydi ne olurdu halimiz?
Bütün dünyayı atıversiniz güneşe sobanın içine atılan bir
yaprak gazeli kadar dayanır. Öyle ise Allah'a hamd etmek,
ona itaat etmek, onun dışında bütün hüküm koyan insanları
yıkmaktan başka çıkar yolumuz yoktur.
Allah, bütün bunları hak üzere yaratmıştır. Gerçek olarak
yaratmıştır
ve hiçbir şeyi boş olarak yaratmamıştır. Al-i İmran
suresinde tefsiri geçmişti. "Ya Rabbi sen boş birşey
yaratmadın" 1819[9] Burada da bunları bir hak üzere
yaratmıştır, boş yaratmamıştır. Allah bu ayetlerini bilenler
için açıklar diyor. İlim sahipleri için Allah ayetlerini açıklar
diyor. Allah'ın hem Kur'an ayetlerini anlamak için, hemde
tabii ayetlerini anlamak için ilme ihtiyaç var.
1819[9]
Ali İmran 191
Kitap okumaya başlıyorsunuz, Allah (c.c.)'ın kelamını
okumaya başlıyorsunuz. Öyle ise onu ciddiye almalıdır.
İmam-ı Malik (r.a.) peygamber efendimizin hadislerini
okuturken tertemiz elbiselerini giyinir, güzel kokularını
sürünür, andan sonra talebelerinin yanına çıkar, hadis-i şerif
dersini öyle başlatırdı. Onun içindir ki 1200 seneden beri
binlerce insan ona rahmetle dua okumaktadır. Okuduğu ve
okuttuğu hadise önem verdiğinden dolayı. Bizde Allah'ın
kelamına önem verirsek oda manasını bize açacaktır.
Evimize getirdiğimiz geline siz önem verirseniz, yüzünü,
duvağını açarsanız size gülümseyecektir. Ama duvağını
açmayacak olarsamz o da size gülümsemeyecektir. İşte
Allah'ın kelamını açar ona önem verirsek, o da manasını
bize açacaktır. 1820[10]
1822[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/434-435.
baharda yeniden İsrafilin Sur'u gibi bir bahar rüzganyla
yeniden başak veriyorlar ve dünyaya yeniden geliveriyorlar.
Bunlarda bize gösteriyor ki Allah (c.c.) insanları da İsrafilin
Sur'uyla birgün mahşerde diriltecektir.
Ahirete inanmayan insanlar mevsimlik böcekler gibidir.
Ağustos ayında dünyaya gelen böceklere "yahu bekleyin
ilerde kış vardır, onun ilerisinde de bahar vardır" denilse
hayatında hiç bahar ve kışı görmeyen bu sinekler bunu inkar
tarafına gidebilecekleri gibi, ahireti görmeyen bu insanlarda
ahireti inkar tarafına gideceklerdir. Allah (c.c.) mü'minlere
haber veriyor:1823[13]
1829[19]
Ebu Davud,Edeb 142
1830[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/436-438.
1831[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/438.
yere baş vurduktan sonra ümidi kesilince, karanlık geceleri
yaratan Allah (c.c.)'den başka dönecek kimseciğinin
olmadığını görünce ona yöneliyor. Allah, Allah, Allah diye
bağırıyor. Ama neticede birde bakıyorsunuz ki Allah onun
belasını, musibetini ve acısını alıvermiş.
"Onun belasını ve musibetini onun zararını giderdiğimizde
sanki ona birşey dokunmamış gibi bize olan ibadetinden,
duasından vazgeçiverir. Yani Allahı (c.c.) yine unutur,
günlük hayatına döner ve orada kendi hayatında kendince
hayalını düzenlemeye devam ettirir. Bunu yaparkende
kendine göre bir felsefe geliştirir tabii şeytanın yardımıyla,
o yapmış oldukları işlerde, müsriflere yaptıkları işler güzel
gösterildi" diyor Allah
(c.c). Yani her insan yaptığı işi kendisine göre bir felsefesini
yapar. Yani kendisini tatmin edecek bir mantık temellerini
bu konuda bulur. O temeller zayıf mı veya kuvvetli mi onun
için önemli değil. Kendisini ikna edecek bir vesveseyi bir
felsefeyi o icat eder, şeytan yardım eder. Allah (c.c.) de o
istedikten sonra bu kanunları halk eder. Ama Allah (c.c.)
geçmişten ibretli sahneler veriyor bize ve diyor ki. 1832[22]
1834[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/439.
getireceğini bilemediklerinden dolayı-dırki, bir çok bela ve
musibetlerle de karşı karşıya kah veriyorlar.
Mekkeli müşrikler ayet-i kerimelerin gelmesiyle
kendilerinin çıkarları zedeleniverince, o güne kadar
yapmakta oldukları pisliğin de meşru olduğu konusunda,
peygamber (s.a.v.)'dan ayetler istiyorlar. Ama peygamber
efendimize emir "Bunları ben kendiliğimden
söylemiyorumki, ben bana vahy olunana uyarım" de diyor.
Peygamber (s.a.v.).
Günümüzde de bize "Kur'an-ı kerim ayetlerinin yanında
Kur'an-ı Kerim ayetlerinden başka yine bizim sevdiğimiz
saydığımız insanların sözlerine de uyalım" diyenlere karşı
biz aynen peygamber (s.a.v.)'ın söylediği sözleri söyleriz.
Burda peygamberimiz "bana vahy olunana uyarım" diyor.
Bizde Biz peygamberimize vahy olana uyarız.- Yoksa
insanlara şeytanların vermiş olduğu vesveseye uymayız diye
yirminci asırda bu insanlara peygamber (s.a.v.)'ın cevabını
vereceğiz. Yine peygamber efendimiz cevap veriyor: 1835[25]
1835[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/439-440.
Türkçe'yi bilmese ve Türkiye'ye gelse, Türkiye'de Hukuk
Fakültesine 15 günlüğüne misafir olsa Türkiye'de okutulan
bütün hukuk kitaplarını ezberleyip gidipte bunu
memleketinde anlatabilir mi insanlara? Mümkün değil.
Peygamber (s.a.v.) 12 yaşlarında Suriye'ye amcasıyla bir
kervanla beraber geliyor. Rahip Bahire peygamber
efendimizi görüyor. Peygamber efendimiz hakkında Ebu
Taliple görüşüyor. Yani rahip, Ebu Talip'le görüşüyor. 1836[26]
Yoksa peygamber efendimizi görüyor ama onunla
konuşmuyor. Yani o kısa zaman içersinde bütün bir kitabın
bilgisini bir çocuğa nasıl aktarır. Madem o bilgi varmış
rahibin kendisinde neden söylemezmiş.
Onun için peygamber (s.a.v.)'a Mekkeli müşrikler de bu
kendiliğinden de uyduruyor diyorlar. Günümüzde bir kısım
imansızlarda aynı şeyi söylüyorlar. Peygamber
kendiliğinden o günlerde çok güzel şeyler söylemiş ama,
modası geçmiş gibi, imansızca söz söyleme tarafına
gidiveri-yorlar. Deki onlara:"ben sizin aranızda yıllarca
yaşadım" siz benim 40 yaşma kadar ki yaşantımı
biliyorsunuz. Yani kırk yaşına kadar sizinle aynı kültürün
etkisi altındaydım. Yani Mekke'de neler duyuluyorsa, söyle-
niyorsa, anlatılıyorsa bende onları duymakta ve onları
ezberlemekteydim. Yani benimle sizin aranızda bu 40 yıllık
yaşantımda bir fark yok, ancak fark surda, Allah (c.c.) ilerde
onu seçecek ya daha peygamberliğinden önce de korumuş.
Yalan söylememiş hayatında, iftira etmemiş, zina yap-
mamış, hayatta içki içmemiş, puta tapınmamış, ayrı bir
hayat yaşıyor insanlardan. Yine de hatırlatıyor. Mekke'li
insanlara "40 yıl sizin aranızda kaldım ben. Şimdi size sizin
duymadığınız sözleri söylüyorsam, daha önce bunları
ezberlemediğimi biliyorsunuz."
Yani ben ezberlemiş olsaydım sizde ezberlerdiniz. Aynı
1836[26]
Beyhaki, Delail 2/25
şehirde yaşıyoruz. Aynı insanları görüyoruz. Aynı insanlarla
tanışıyoruz. Öyle ise ben bunları kendiliğimden
söylemiyorum. Bunu bana Allah (c.c.) vahy ediyor. Bende o
vahyi size hatırlatıyorum. "Hala mı akıllanmayacaksınız?
Hala mı anlamıyorsunuz, akıl etmiyorsunuz?" diyor Allah
(c.c).
Bizde günümüzdeki insanlara aynısını söylüyoruz, ve
diyoruz ki: Peygamber efendimizin yaşadığı çağ bundan
1400 sene önceki çağdır. O çağdaki dünyanın çeşitli
yerlerinde yaşamış ilim adamları vardır. Rahipler, hahamlar
vardır, çeşitli kültürlü insanlar vardır. O insanlardan günü-
müze kadar kitabı gelebilmiş insanlarda vardır. Yani 1400
sene evvelinden Fransa'da, İngiltere'de, Almanya'da,
Rusya'da ve Çin'de, Hindistan'da, günümüze kadar gelen
kitaplar vardır. Buyurun o kitaplarda Kur'anın bir benzeri
varmıdır?
Yani eğer peygamber kendiliğinden uydurmuş olsaydı,
diğer insanlarla bir benzerlik meydana gelecekti. Mesela
Türkiye'de bir yazarın sosyal konularda yazmış olduğu bir
yazıyı alın, aynı konuda da İngiltere'de bir yazı yazılmıştır.
Bu adam ondan kopyamı etti. Hayır kopya da etmedi.
Çünkü aynı çağda yaşadıklarından, aynı sorunlarla karşı
karşıya geldiklerinden, bu sorunlara insanlar çıkış yollarını
bulurken birbirlerine benzerlik arzederler. Onun gibi
dünyanın çeşitli yerlerinde 1400 sene evvel yazılan kitaplar
da birbirlerine benzerlik arz ederlerken, Allah'ın kelamında
böyle bir benzerliğin olmadığını görüyoruz. Buda bize Allah
Rasulünün bize getirmiş olduğu kitabın, Allah (c.c.)
tarafından nazil olduğunu bildirmiş oluyor. Allah (c.c.)
devam ediyor: 1837[27]
1837[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/440-442.
daha zalim kimdir? Şüphesiz suçlular kurtuluşa eremezler,
Gazetelerin manşetlerinde hergüft işkence konusu da
işleniveriyor. Allah (c.c.) diyor ki: "Allah'a iftira atandan,
yalan iftira atandan daha zalim kim vardır. Onun ayetlerini
yalanlayandan daha zalim kim vardır" diyor. Bir başka ayet-
i kerimede "şirkin bizzat kendisi en büyük zulümdür"
diyor.1838[28]
Yani insanlar insana işkence ediyorlarsa iyi bilin ki
temelinde Allah'ın ayetlerini yalanlama vardır. Allah'a iftira
atma vardır. Şirk koşma vardır. O olmamış olsaydı insanlar
insana zulmedemezlerdi. Yaratılmışı yaratandan ötürü
severlerdi. Allah'ın yarattığı bir insan, bir can, bir kuş, bir
taş, bir çiçek veya bir böcek diye görmeye başlar. Bu sefer
insanlar Allah'ın yarattıklarına karşı merhametli
davranmaya başlarlardı. "Suçlular felah bulmaz" diyor Allah
(c.c.) Yani Allah'a karşı iftira edenler ve Allah'ın ayetlerini
yalanlayanlar onlar iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler
diyor.1839[29]
1846[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/445-446.
yapmışlar. Tedavi edemeyip, acıyıda dindirememişler. Bu
sefer putuna yalvarmış, putuda yardım edememiş. Bu sefer
karanlık gecelerde karanlık geceyi getiren, gündüzü getiren
kim ise ona yöneliyor "Allaaah" diyor. Ama ne zaman
belası ve musibeti kalkıyor, tekrar isyanına dönüveriyor bu
imansızlar.
Allah (c.c) diyor ki:"Siz Allah'a hile mi yapıyorsunuz?
Allah'ın oyunu sizin oyununuzdan daha süratlidir. (Bizim
elçilerimiz (yani meleklerimiz) bütün yapmakta
olduklarınızı yazmaktadır) diyor. Yani ağzınızdan çıkan her
kelime ve mesaj, elinizde meydana gelen her hareket,
dilinizle söylenenler, ayaklarınızla yaptıklarınız, gönülden
geçirdikleriniz, herşeyiniz kayda geçiyor.
Nasıl ki video filmlere almıyor, bir insanın hayatıda
melekler tarafından kaydediliyor. Hocam 60 senelik bir
adamın hayatı hep kaydedilse cami dolusu kasetle dolması
lazım. Öyle değil Allah'ın meleklerinin kendine has yazım
şekli vardır. Nasıl ki bilgisayarların içinde küçücük diskete
kocaman kitaplar koymak mümkün.
Günümüzde teknoloji bunu göstermiştir. Allah'ın
melekleride kaydederler, nasıl kaydederler? Bilemem.
Ancak incir çekirdeğinin içine incir ağacının dallarını,
yapraklarını, meyvelerini nasıl Allah sıkıştırmışsa, yazmışsa
işte meleklerde insanların yaptıkları herşeyi öylece
kaydederler.
Öbür dünyada kötü bir defterle, kötü bir amelle karşılaşmak
istemiyorsak bu dünyada güzel söz söyleyelim. Ellerimizi
dövmek yerine, sevmede kullanalım. Ayaklarımız hep
dinimize hizmet eden işlerde yürüsün. Gönlümüzde dinimin
devlet olması için birşeyler düşünsün. Ayaklar ve ellerde o
doğrultuda hareket etsin.1847[37]
1847[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/446-447.
22- Sizi karada ve denizde yürüten O'dur. Hatta siz gemide
olduğunuzda ve onlar (gemiler) içindekileri hoş bir rüzgarla
alıp götürdüğü ve içindekilerin mutlu olduğu bir anda
gemiye bir kasırga gelipde dalgalar her tarafdan onlara
geldiğinde ve onlar çepeçevre kuşat ıldiklarını
sandıklarında, dini yalnız ona halis kılarak Allah'a dua
ederler ve "Eğer bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden
olacağız" (derler.)
Hocam gemiyi, arabayı, uçağı biz icad ettik dersek, Allah
(c.c); aklımızı kendisinin verdiğini, bütün bu uçağı, gemiyi,
arabayı, v.s. daha önce Allah'ın (c.c.) yarattıklarına bakarak
elde ettiğimizi biliyoruz.
Hani suyun üzerinde bazı şeylerin yüzmekte olduğunu
görünce, insanoğlu Nuh (a.s.)'la beraber gemiyi de icad
edivermiştir. Allah (c.c.) herşeyde bize öncülük yapıveriyor.
Akıl veriyor ve bununla tabiattaki kanunları keşfetmemiz
için de yollar göster i veriyor.
Yani insanoğlunun bir kısmının bolluk zamanında Allah'ı
unuttuğunu, ama darlık zamanında Allah'a sarıldığını işaret
ediyor Allah (c.c). Bir kısım insanlar böylesine
daraldıklarında, karanlık bir gecede her taraftan kasırgaların
estiği, dalgaların gemiyi boğmaya başladığı bir anda, insa-
noğlunun tedbir olarak almış olduğu her şeyi kullandıktan
sonra, çıkar yol bulamayıp çaresiz kalınca, Allah'a (c.c.)
ihlasla dua ettiklerini haber veriyor ve insanlar orada şöyle
bağırırlarmış. "Eğer bizi buradan bir kurtaracak olursan biz
bundan sonra sana şükredenlerden olacağız. Ya Rabbi" diye
de dua ederler.
Hani sıkışınca "Ya Rabbi bir kurtulacak olsam kurban
keseceğim, oruç tutacağım, şu kadar fakiri doyuracağım"
gibi vaadlerde bulunur insanoğlu. Ama asıl faydalı olanı bol
zamanlarda düa etmektir. 1848[38]
1848[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/447-448.
23- Onları kurtardığımız zaman birde bakarsın yeryüzünde
haksız yere taşkınlık yaparlar. Ey insanlar, taşkınlığınız
kendi aleylıûıi-zedir. (Taşkınlığınız) alçak bir hayatın
menfaati gibidir. Sonra dönüşünüz bizedir. Bizde size
yaptıklarınızı haber vereceğiz.
Adam hurma ağacının tam tepesine çıkmış inemeyivermiş,
gözü kararmış neredeyse düşecek oradan bağırıyormuş:.
"Ya Rabbi Cemel kurban, cemel kurban" dermiş. Yani
burdan sağ salim inecek olursam deveyi kurban edeceğim
dermiş. Fakat aşağı sağ salim inince "Cemel mafiş" demiş
kaçmış. Yani deve yok, vermem, kesmem derler. Anadoluda
bazı yörelerde "Cemel mafiş" diye kullanılır bu. Aynen bu
tür insanların karakterini Allah (c.c.) de haber veriyor.
Yani insanlar arasında bir kısmı var ki, Allah'ı ancak zor
günlerde hatırlarlar. Belalı günlerde, sıkıntıya düştüklerinde
hatırlarlar. Ama sıkıntıları gidiverecek olsa yine azgınlığa
dönüş yaparlar. Allah (c.c.) de buyuruyor ki: "Ey insanlar
sizin azgınlığınız kendi nefsinize zarar verir. Taş-kmlağımz
size zarar verir. Allah'a zarar vermez ki.
Hani bolluk zamanında, saltanatı elde ettiğinde, büyük
nimetlere, paraya sahip olduğunda, üne, makama sahip
olduğunda azgınlık yapacak olursa kişi yine kendisine zarar
veriyor. Çünkü insanoğlunun hayatı sınırlı 60, 70,80 sene
yaşıyor, sonunda gidiyor. Sonu gelmeyen bir hayata
başlıyor. Bütün bir Ömür boyu makamını, mevkiini,
parasını, pulunu, saltanatını elinde tutsada o hal içersinde
ölse bile o makamın, paranın, pulun insana kazandırdığı
rahatlık sınırlıdır.
Hani şu anda biz, yaşımız 30 da, 40 da, olanlar "yahu keşke
80 seneyi rahat yaşasakda ondan sonra ne olacaksa olsun"
diyebiliriz. Ama seksenlik bir ihtiyara sorun bakalım, bir
ömrü rahat geçirmişse bile, acaba o seksen senesinden
memnunmudur? Seksen senesi bitmiştir onun için, hiç bir
değeri yoktur. Ondan sonra gelecek olan saatler, aylar ve
günler onun için önemlidir. Yani yaşanan hayat yaşanmamış
gibidir.
Onun içindir ki geçici olan hayatında refah içersinde, ferah
içersinde olmasını, nimet içersinde olmasını arzu edelim,
temenni edelimde, dua edelim. Ama bu hayatımızında
cennette devam edecek şekilde olmasını Allah (c.c.)'dan
temenni etmemiz gerekiyor.
Yani Allah (c.c.) bu ayetleri bize örnek olarak verirken,
dünya hayatına meyletmeyin diye vermiyor. Dünya hayatı
sizi Allah'a ibadetten, Allah'a kulluktan alıkoymasın. Yoksa
bu dünyada azgınlığınız kendi zararı-nizadır. Allah'a hiç bir
şekilde zarar veremezsiniz diyor.
Bunlar dünya hayatının metaidır. "Meta'ın" arabın dilinde
bir manası da: (Kur'an-ı Kerim nazil olduktan sonra bizim
ashabı takip eden Tabiin dönemi çok bereketli bir
dönemmiş. Sahabeden almış oldukları ayet-i kerimeleri ve
hadisi şerifleri doğru bir şekilde anlamak için, hemen arabın
dilinin lügatini yazmaya başlamışlar. Kelimelerinde ne
manaya geldiğini bilebilmek için çöllere düşmüşler. Hani
Kisai gibi zatlar, çeşitli lugatçılanmız çöllere düşmüşler.
Çöldeki arabın dilinde bu Kur'anda geçen kelime ne manaya
gelir diye araştırmışlardır. Bunlardan bir tanesi bir çadırın
kenarında otururken lügat hazırlıyor adam. Halk hangi
kelimeyi ne manada kullandığını öğrenmek istiyor.) Mesela
burada diyelim ki: (Meta1) kelimesi ne manaya gelir.
Gerçi Xürkçemizde kullanırız biz bunu (Meta1) meta'mı
şöyle yaptım. "Emtia" olarak hukukta da terim olarak geçer.
"Emtia-eşyalar", meta-eş-ya manasında arabın dilinde.
Kur'anda bunun ne manaya geldiğini bilebilmek için Kur1
an nazil olduğunda arap onu ne anlama kullanıyordu, onu
bilmek lazım. Onu bilmek için de dili bozulmamış arapların
bu kelimeyi nasıl kullandığını bilmek lazım, onun için
lugatçılar çöllere gitmişler. Hatta Kisai (H. 119 -189) çölde
arapların yanında kaldı. Orada lügatim yazıp ondan sonra
talebelerine de yazdırmış oldu. Bir gün annesi çocuğa
bağırmış. Meta' nerde? demiş. Çocukta demiş ki: "Köpek
geldi ve meta'ı aldı ve dağa doğru gitti, yükseldi"
deyivermiş. Meta' dediğine baktım ben gördüm. "Meta"
dedikleri: "bulaşık kabini yıkadıkları bez" diyor. Bulaşık
bezine Meta1 diyorlar diyor.
Bu dünyada elde ettiğimiz nimetlerin tamamı güzel ve leziz
yemekleri yerken yemekleri yıkayan o bulaşık bezine
bakmak istemezsiniz. Yemeklere bakmak istersiniz çok
güzel şekilde dizilmiş, sofraya getirilmiş, karnınız açsa
ağzınız sulanarak yiyorsunuz, gözünüzde ondan zevk alıyor,
dilinizde ondan zevk alıyor ama onu yıkayan bezden zevk
almıyorsunuz.
Aynen cennet nimetlerinin yanında bu dünyada
kazandığınız en iyi nimet bulaşık bezi gibi bir şeydir. Bu
manayada bu ayet-i kerimede işaret vardır. Yani ahiretteki
nimetlerin nasıl olduğunu izahı bize düştü. Hani birşeyi
insana öğretmek, tarif etmek için bilmediği birşeyi bildiği
şeyle tarif ederler.
Ama cennette hiçbir şeyi görmedik bilmiyoruz. Bize
cennetteki nimetler, bu dünyada bildiğimiz nimetlerle tarif
ediliyor ama onlar değildir hiçbir vakit. Oradaki apayrı bir
şeydir. Bu dünyada elde ettiğimiz nimetler onun yanında
bulaşık çaputu gibi şeydir. Halbuki bu para ve parayla elde
ettiğimiz şeyler gözümüze çok iyi gözüküyor. Güzeldir de
ama bir başka güzelin yanına koyduğumuz da bunlar çirkin
kalıveriyor.
Bu ayetteki "dünya" kelimesi "hayat" kelimesinin
sıfatıdır.Onun için "alçak hayat "manasına gelir. "Dünya
hayatı" diyede mana verilir.1849[39]
1849[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/448-450.
24- Bu alçak hayat gökten indirdiğimiz bir suya benzer ki
onunla insanlar ve hayvanların yediği birbirine karışmıştır.
Hatta yeryüzü süslenip püslendiğinde, onlar ona kadir
olduklarını zannettiğinde, gecede veya gündüzde emrimiz
ona gelirde, biz onu biçilmiş hale ge-tiririzde dün hiç
yokmuş gibi olur. Düşünen kavim için ayetlerimizi biz işte
böyle açıklarız.
Dağlara, baharla beraber sanki yemyeşil bir halı serilmiş
gibi olur. O halının üzerinde papatyalar ise insana
gülüveriyor. Onların arasında hayvanların ve insanların
yiyeceği sebzeler, meyveler ve otlar çıkıveriyor. "O yeryüzü
kafirlerinden bir kısımda bu işleri kendilerinin yaptığını
zannederler."
Hani memleketimizde genelde çiftçilerimiz inanmıştır. Şu
memlekette ben ataistim diyen, Allah'a inanmam diyen
insanlar, genelde çiftçilik yapmayan insanlardır. Yani bir
çiçeğin veya buğdayın başağının nasıl ekilip, nasıl bittiğini,
nasıl sulandığını, nasıl emek verildiğini bilmeyen
insanlardır.
Dünya genelinde de toprakla uğraşanlar daha ziyade dinine
bağlı insanlardır. Çünkü bir yaratıcının gücünü daima
görmektedirler. Ama bir kısım imansızlar bu yeryüzündeki
olanların kendileri tarafından yapıldığını zannederler.
Hani şöyle bir şeyde geliştirmişlerdir. Çiftçilikle ilgisi
olmayan bir adam "ne ekin ekerim, nede göğe bakarım"
diyor. Veyahut "efendim ben yağmurlama sistemiyle
gökyüzünden yağmuru indiririm. Sondajla yeryüzüne sular
çıkarırım yinede Rabbe yalvarmam" deyiveriyor. Bunu
çiftçilik yapan demez. O bilir ki Allah dilerse yağmuru bol
verir çürütür, hiç vermez kurutur. Toprağın derinliklerindeki
suyuda çekiyor.
Hani Tebarake suresinin en son ayet-inde "Toprağınızın
derinliklerindeki suyu çekiverse Allah (c.c.) size bu parlak,
berrak suyu kim getirir." diyor. Allah (c.c.) den başka
getirecek kimsede yok. Bu insanlar bu işleri kendileri
yaptığım zannediyor. Yani toprağa tohumu attım, sulama
sistemimi kurdum, gübresinide yaptım. Bu bana aittir kimse
zarar veremez. Ben mahsulümü kaldıracağım der.
Ama, "Gecede veya gündüzde emrimiz yerine geliverirde,
onu biciveririzde dün hiçbirşey yokmuş gibi oluverir" diyor
ayet. Hani bazen dolu geliverir. Dolu yağdı yerle bir
ediverdi deriz. Bazen bir tarafa olur, bir tarafa olmaz,
sınırdan çizer. "Herşey yemyeşilken emrimiz gecede ve
gündüzde geliverirde sanki orada hiçbir şey yokmuş gibi
oluverir,"
"İşte düşünen toplumlar için ayetlerimizi böylece açıklarız
diyor Allah (c.c). Genelde sayıları az insanlarımız Allah'a
imandan ziyade Avrupa'ya iman ederler. Batıya iman eder.
Hele hele Amerika'ya seksiz şüphesiz iman ederler. Aaa bu
Amerika'da olsa idi çoktan halledilirdi. Ameri-kada bu
böyle meydana gelmezdi önceden tedbirlerini alırlardı.
Herşeyin ölçüsü Amerika'ya göredir.
Ama Allah Amerika'nmda güçsüzlüğünü gösteriverdi.
Efendim saatte 200 km'yi bulan bir rüzgar Kaliforniya'da şu
kadar çatıyı aldı, şu kadar evide yıkrverdi. Şimdi Türkiye'de
olsaydı bu, o binde bir olan kişiler. Ooo Amerikada olsaydı
rüzgarın önüne set çekerlerdi adamlar derler. Amerikada bir
fırtına oluyor, memleketin her tarafını kar felce uğratıyor,
kasıpkavuruyor, hayat felce uğruyor. Yani o binde birlik
insanların ilah diye tapındığr insanlar o herşeye kadirdir.
Oher yerde hazır ve nazırdır. O her şeye rızık verir diye
oraya iman etmeye başladılar ama onlarda televizyonda
arabaların kala kaldığını evlerinin yıkılıverdiğini, devletin
çaresiz kaldığını, yardım elini uz atamadığını, uçaklarını
oraya gönderemediklerini televizyon haberlerinden
görüveriyoruz.
Allah (e.c.) onu ifade ediyor. "Ve yeryüzünün sakinleri
zannederki ona güçlerinin yettiğini zanneder " ama hiçte
güçlerinin yetmediğini bir-gün görüverirler. Bir dolu geliyor
tamamen hasadı biçip atıveriyor. İnsanoğlu bakıp
üzülmekten başka hiçbir şey yapamıyor. Öyle ise teknik ne
kadar ileri giderse gitsin sığınılacak yegane yaratıcı Allah
(c.c.) dır. 1850[40]
1850[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/450-452.
cennet evine Allah (c.c.) davet ediyor.(Ibni Ceriri Taberi)
Davetine aracı olarak peygamberlerini göndermiş.
Peygamber (s.a.v.) geliyor diyor ki: "Ey insanlar Allah sizi
cennet yurduna davet ediyor." Orada hastalık, ihtiyarlık,
ölüm, üzülmek, dert, keder, fakirlik, zillet, hiçbir şey yok.
Oraya sizi davet ediyor. O davete icabet eden, İslama giren,
islamca yaşayan insanlardan Allah (c.c.) razı oluyor.
Girmeyenlerden ise razı olmuyor.Günümüzde
Cumhurbaşkanının davetine katılmayı ayrıcalık kabul
edenler var. Cumhurbaşkanlarını,kıralları,şahları,padişahlan
yaratan Allanın daveti var,bu davete icabet ediniz. 1851[41]
1851[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/452-453.
söylüyor. Annemize, babamıza, çocuklarımıza,
komşularımıza, arkadaşlarımıza, meslektaşlarımıza, kısaca
Allah (c.c.)'ın yarattıklarına iyi davranıyorsak karşılığında
güzellik vardır diyor.
Rahman suresinde "İyiliğin karşılığı iyiliktir" Fazlasida var.
Bu ayet-i kerimenin tefsirinde Cennette mü'minler Allah
(c.c.)'m cemalini de, mekandan münezzeh olarak, cihetten
uzak olarak Allah (c.c.)'m cemalini göreceklerdir diye tefsir
etmiştir. "O gün yüzlerine bir ar, bir kara bulut, bir
perdelenme veya bir zillette isabet etmez. Yüzleri kararmaz
öbür dünya da. Yani bedenleri dik, alınları ak olarak Allah
(c.c.)'ın huzuruna varırlar" diyor.
Buradaki aklıktan kasıt şu bizim bildiğimiz beyaz renk
değil, eğer beyaz renk olmuş olsaydı, zencinin durumu ne
olacaktı. Müslüman zenci kardeşlerimiz var. Hani Bilal-i
Habeşi (r.a.) efendimizdir ama simsiyah insandır.
O Allah (c.c.)'m huzuruna bembeyaz yüzle varacak derken;
şu bizim beyazlık değil, insanın suçsuz hali vardır ya,
suçsuz haliyle insanların yanına çıkar ya, işte ona alnı ak
insan diyoruz. Mazaallah insanın aile hayatı lekeli olmuş
olsa caddelerde alnı ak, bedeni dik olarak yürüyemez.
Velevki adam yaratılışda bembeyaz insan olsa bile ona alnı
ak denmez. 1852[42]
1852[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/453-454.
dünyadaki cezası bu. Dünyada yaptığının tam karşılığı
vardır, fazla olmayacaktır. Afvetmek daha hayırlıdır.
"Ve onların yüzlerini zillet bürür. Allah'ın huzurunda onları
koruyacak ve savunacak biri de yoktur. 1853[43]
1855[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/455.
1856[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/455-456.
1857[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/456.
31- Deki: "Sizi gökden ve yerden kim rızıklandınyor?
Yahud o kulaklar ye gözlerin sahibi kimdir? Ölüden diriyi,
diriden ölüyü kim çıkarır? İş(ler)i kim düzenliyor?" Allah"
diyyecekler. Deki: "O halde (Allah'dan) sakınmazmısmız?"
Bir zamanlar batılı bir profesör; "beni Allah'a inandıran
sekiz şey" diye sekiz tane tabiattan olayları nakletmişti. O
sekiz olayı bizim Türkiye'deki bir kısım yazarlarımız,
çizerlerimiz makalelerinde konu ettiler. HatÇa broşür
olarakta dağıtıldı. Acaba bu profesör o sekiz şeyden dolayı
Allah'a iman ettiği için gerçekten iman etmiş sayılıyor mu?
Mümkün değil. Çünkü Allah (c.c.) Mekkeli müşriklerin,
Allah'a iman ettiklerini, yani gökte ve yerde rızkın Allah
tarafından verildiğini, insanlara kulağı ve gözü Allah'ın
verdiğini, Ölüden diriyi, diriden Ölüyü çıkartanın Allah
olduğunu bu kainatta bütün evrilen çevrilen işlerin Allah
tarafından yaratıldığını kabul ediyorlar.
Onların kabul etmedikleri Allahın kulları üzerindeki
hakimiyetidir. "Allah yeri göğü yaratmıştır. Yönetimi ise
bize bırakmıştır. Biz kendi aramızda bir araya geliriz, kendi
çıkarlarımız doğrultusunda kendi kanunlarımızı da koyarız"
diyorlar ve böylelikle müşrik oluyorlar adamlar.
Yani yeri göğü yaratanı, çiçekleri donatanın o olduğunu
biliyorsu-nuzda hala kendi aklınıza tabii olurken "Allah'tan
sakınmazsınız" diyor onlara ve devam ediyor: 1858[48]
1858[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/456-457.
"Gerçeğin dışında sapıklıktan başka birşey yoktur. Nasıl
oluyorda döndürülüyorsunuz" Yani gerçek Rabbiniz olan
Allah (c.c.)'den nasıl olu yorda döndürülüyorsunuz diyor
ayet-i kerimesinde. "Nasıl oluyorda dö nüyorsunuz"
demiyorda, "Nasıl oluyorda döndürülüyorsunuz" diyor.
Burada biz insanların zayıflığına dikkat çekilmiş oluyor.
Bizlerir birde yönetimin gücüne dikkat çekiliyor. Yani
insanlar sapıyorsa, saptın lıyor demektir. Saptıranda
yönetimi elinde tutan güçlerdir. Allah (c.c.) b: rinci sırada
sizi döndürenlere karşı mücadele verin. Yani sizin yolunuz
kesen ve sizin yolunuzu başka istikametlere yönelten
insanlar var. Si; döndüren insanlar var diyor. Ve bizi burada
uyarıyor. Birinci derecec kabahat tabii ki bizimdir ama,
ikinci derecede ise bizi döndürenlerindi İkimizinde suçlu
olduğunu, ikimizinde bu suçtan kurtulmamız gerektiği:
Allah (c.c.) bu ayet-i kerimesiyle ifade ediyor.1859[49]
1861[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/458.
çalışmaktadır.
Bugün için görüyoruz. Dünyada fikir üreten, küfür üreten
bir çok insan beş sene sonra küfrünün ve fikrinin sapık
olduğunu, batıl olduğunu kendiside anlıyor, başkalarıda
anlamaya çalışıyor. "Ne oluyorda siz böyle
hükmediyorsunuz" Nasıl hükmediyorsunuz? Yani
insanoğluna yarınının ne getireceğini bilemezken nasıl tabi
oluyorsunuz? Herşeyi yaratan yarını, geçmişi, bugünü
yaratan, bütün insanları yaratan Allah'a (c.c.) niçin tabi
olmuyorsunuz? 1862[52]
1862[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/458-459.
içerisine mahkum etmiş olursunuz,
Allah (c.c.) onların görüşlerinin, mancuum, ifade
etmediğini zanna tabii olduklarını haber veriyor. Gerçekte
ise hakikat karşısında zannın hiç bir değeri yoktur. Allah
(c.c) herşeyimizi bildiğine göre onun bize vermiş olduğu
emir ve yasaklara uyarsak, Hakkı bulmuş olur, adaletle
ihsan arasında yaşar dünyamızida cennet eyler, ahireti-
mizide cennet eylemiş oluruz. 1863[53]
1865[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/460-462.
Benim kabıma sığmadığına göre bu deniz su değil, göl gibi
birşey" diyor bu adamlar böyle söylemekle kendi akıllarını
ilahlaştırıyorlar.
Onun için Allah (c.c.) "Kendi arzusunu kendi düşüncesini,
kendi mantığını, kendini ilah kabul edeni gördün mü?" Yani
gördün diyor.1866[56]
İşte inkarcıların mantığı bu. Bu tür adamlar en büyük
despotturlar. En büyük zalim bunlardır. Çünkü bütün
insanların aklını kendi akıllarının altında görüyorlar.
"Benim dediğimdir en doğru olan, benim düşündü-ğümdür
en doğru olan, benim söylediğimdir en doğru olan, dediğim
dedik, çaldığım düdük" diyen herifler, Allah'ın ayetini inkar
edenlerdir. Onlardır despot olanlar.
Bunlar yalnız kendilerimi yapıyorlar değil. "Onlardan
öncekilerde yine aynı sebeplerden dolayı yalanlamışlardı"
Allah'ın ayetlerini. Yani Hz. İsa (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz.
İbrahim (a.s.) zamanında o zamanın Nem-rudları ve
Firavunları aynı mantıkla hareket ediyorlardı. Diyor ki:
Musa (a.s.)'ııı karşisma dikilen kafir: "Ey ahali Musa'nın
dediğine bakmayacaksınız, onun dediğini tutmayacaksınız
vede duymayacaksınız, Ben kendi görüşümle neyi, nasıl
yapacağımı size gösteririm. Yani benim aklıma, benim
mantığıma uyacaksınız. Doğru yola da ancak ben götürürüm
sizi diyor.
Yani benim mantığıma uyarsanız, benim aklıma uyarsanız,
benim görüşüme uyarsanız, doğru yola gidersiniz, yoksa
Allah'ın gönderdiği Tevrat'a uyarsanız, doğru yolu
bulamazsınız diyor. Bu da aynı mantık. Allah (c.c.) de: "İşte
daha öncekilerde aynı şekilde yalanİamışlardı. Yani
kavrayamadıkları ye hatırlayamadıkları bilgileri inkar
tarafına gidiverdiler" buyuruyor.
Muhterem okuyucu! Bazı dökümlerin kalıplan var.
1866[56]
Casiye 23
Yanmayan demirden bir kalıbın içerisine erimiş altını
döktüler mi, nasıl desen istiyorsa öylece çıkıyor. Kalıp
sağlam olunca o kendine geleni kendi şekline göre
şekillendiriyor.
Ama naylondan bir kalıp olursa, demiri veya altını erittikten
sonra dökecek olursanız, onu parçalar. Şimdi naylon derki:
"yahu ne biçim şey. Bu kalıba dökülecek madde değil" diye
inkar tarafına giderse, mantıklı olur mu? İşte Allah'ın
ayetleride bu insanların beynine geldiğinde, aklı küçük
olupta alamazsa inkar tarafına gidişleri aynı şekilde olur.
Naylon marka bir akıl, naylon marka bir düşünce, naylon
marka bir beyin, bu beyin ile Allah'ın ayetlerini
kavrayamadı mı, adam inkar tarafına gidiveriyor.Yani
kavrayamadıkları şeyi "kavrayamadık" demedîlerde.
Yalanlama tarafına gittiler. Kavrayamadık derse adamın
küçüklüğü anlaşılacak. Küçüklüğünün anlaşılmasını
istemiyor, inkar tarafına gidiyor. Böyle olunca "İyi bak
zalimlerin sonu nasıl olacaktır." 1867[57]
40- Onların bir kısmı iman ediyor, bir kısmı iman etmiyor.
Rabbin bozguncuları en iyi bilendir. 1868[58]
1871[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/465.
çocuklar, çocuklarla daha iyi anlaşıveriyorlar. Babalarla
konuşmuyorlar, ama çocuklarla konuşuyorlar. Fıtratta
getirdikleri temizlik, birbirlerini çekiyor ve de
oynaşıveriyorlar.
Bozulma akıl baliğ olduğu, ergenlik çağma erdiği andan
itibaren yaptığı her hareketin pisliğinden gönlüne bir damla
veya bir nokta geliyor. İnsanoğlununda gönlü pırıl pırıl
berrak iken, baliğ olunca ikinci günah, üçüncü günah,
beşinci günah, onuncu günah, yüzüncü günah derken ada-
mın kalbi kapanıveriyor.
Bakara suresinin başlarında, "Kalblerini mühürledi,
gözlerini perdeledi" diyor.1872[62] Ama perdelerin
dokumasını insan kendi yapıyor. Perdeleri kendi
amellerimizle, kendimiz dokuyoruz. Ve bir günde
geriliveriyor gözlerimizin önüne, hakkı görmüyoruz. Onun
için Allah (c.c): "Allah kimseye, hiçbirşey ile zulm etmez,
ancak insanlar kendilerine zulmederler"diyor. 1873[63]
1874[64]
Naziat 46,Ahkaf 35
kıldığı arkadaşıdır, veya bu meyhanede içki içtiği ar-
kadaşıdır veya şu beraber rüşvet işini hallettikleri
arkadaşıdır. Veya şu faiz işini hallettikleri arkadaşıdır, veya
şu insanlara zulmettikleri arkadaşıdır veya şu insanlara
zulmetmek için beraber kanun çıkardığı arkadaşıdır.
Yani bütün bunları orada tanıyacaklar. Ama bu tanışma
bizim cami önünde tanışma, evlerde tanışmamız gibi değil
ha. Beni bu hale düşüren sensin, beni cehenneme sevk eden
sensin, sen olmamış olsaydın ben buralarda olmamış
olacaktım diye çekişecekler. Yani birbirlerinden kaçar gibi
tanışacaklar ki Allah (c.c.) bunu ifade ederken: "O günde
kişi kardeşinden kaçacak" diyor. "Anasından ve babasından
kaçacaktır. Hayat arkadaşından ve çocuklarından
kaçacaktır" diyor. 1875[65] Yani insanın çocuğundan,
hanımından, annesinden, babasından kaçması mümkün mü?
Allah (c.c.) o günde onlar birbirlerinden kaçacaklardır.
Tanıyacaklar
ama beni bu yola düşüren babam ve anamdı. Benim bu
cehenneme girmeme sebep olan arkadaşımdı veya oğlumdu
veya komşumdu, onunla karşı karşıya geldiğimde bari bu
dünyada bana bunun belası dokunmasın diye birbirlerinden
kaçacaklardır.
Öyle ise kaçmayacak dostlar edinelim. Annelerimize,
babalarımıza, çocuklarımıza, hanımlarımıza,
arkadaşlarımıza, dostlarımıza ve komşularımıza sahip
olalım. İslami çizginin dışına çıkmamaları için gayret sarfe-
delim. O zamanda tanışacağız. Yasin suresinin beşinci
sahifesinde: "Onlar ve onun eşleri, yani kan koca, çocuklar,
yakınları, analar babaları bir araya gelecekler ve gölgeler
altında ve kanepeler üstünde, altlarından ırmaklar akar,
üstlerinden meyveler sarkar, öyle bir hayatı onların dostla-
rıyla beraber yaşayacaklarını" Allah (c.c.) bize
1875[65]
Abese 34,35,36
müjdeleyiveriyor buna erişebilmek için aynı güzel hayatı
birlikte yaşamak lazım. "Ahireti inkar edenler zarar
etmişlerdir ve onlar doğru yolu bulamazlar, hidayete ere-
mezler" diyor Allah (c.c) .
Muhterem okuyucu! Kur'an-ı Kerimde ağırlık olarak birinci
derecede Allah'a imandan, ikinci derecede ahirete imandan,
bahseder. Bir çok ayet-i kerime, ahiret imanını bize
hatırlatıp durmaktadır. Çünkü insanların bu dünya hayatında
en büyük mucizesi: bir işi yapmaya veya bir kötülükten
alıkoyan iç dünyasındaki müeyyidesi ahirete olan imandır.
Yeryüzündeki bütün sistemlerde polisin veya diğer güvenlik
güçlerinindegücünün yetmediği, sistemi elinde tutan
zorbalar mevcuttur. İşte bu zorbaların yegane korktukları,
Ahiret gününün gerçekleşmesi endişesine içlerinde hep taşı-
yorlar.
Onun içindir ki siz bir kısım insanlara, yahu ahiret var, soru
var, sual var, mahşer var, cehennem var, sırat var,
dediğimizde: "yahu şunlardan bahsetme geçelim başka
konuya" derler. Niye?
Hani haram bir lokma tam boğazından geçerken "yahu
ahiret vardır" derseniz o tatlı lokma ona zehir gibi gelir.
Yani ağzının tadını bozduğunuz için öyle konulara girmek
istemiyorlar adamlar. Yani hayatlarım tatlı bir şekilde
yaşarken tutupda cehennemden bahsetmek!... hani şöyle
ifade edelim bunu; Adamı bir bantın üzerine koymuşlar bant
adamı uçurumun ucuna doğru götürüyor. Veya ateşe fırına
doğru götürüyor. Hani ekmek fırını var ekmekler koyuluyor,
fırının içersinde dolanıp çıkıyor pişip çıkıyorlar. Fırının
içerisine adam bantın üzerine koyulmuş . Fırına doğru gi-
diyor; görüyor bu arada da bantın üzerindeki adam kendi
aleminde yani içki içiyor veya her türlü kötülüğü yapmaya
çalışıyor, yapabilir mi ateşi görüyorsa yapamaz.
Onun için Allah (c.c.) ayet-i kerimesiyle bize hep
cehennemi, Sırat-ı, hesabı ve oranın dehşetini haber veriyor
ki, haram yemeyin, yetimin malına el uzatmayın, komşunun
namusuyla oynamayın, faizi midenize
indirmeyin, rüşvetle işlerinizi halletmeyin, Rabbimin
kitabına karşı kitap icad etmeyin. Yoksa karşınızda
cehennem var diyor Allah (c.c).
Ama bu geçici dünyanın zevkini tadalım diyen insanlar,
cehennemden bahsedilen meclislere pek gelmeyi arzu
etmiyorlar, çünkü ağzımızın tadı kaçıyor diyor adamlar.
Allah (c.c.) de diyor ki onlarda orada kaybedecektir. Yalnız
orada dağil. Hani Kur'an-ı Kerimin ayetleri bize hep ka-
firlerin akibetinin yalnız cehennemde olduğunu söylemiyor
bu dünyada da oluyor. Onlara vaad ettiğimiz azabın bir
kısmını sana bu dünyada göstereceğiz.
Yani daha ilk nazil olan ayet-i kerimelerde Allah (c.c.)
"Onlar ne derlerse desinler, onların sözlerine sabret,
yolundan yürümeye davet et, neticeyi sende göreceksin,
onlarda görecekler" diyor. Daha Mekke'de peygamber
efendimiz (s.a.v.) bir kaç tane arkadaşıyla beraber İslamm
tebliğine uğraşırlarken hiç bir insanında bunların başarılı
olacağına inanmadığı bir dönemde Allah (c.c.)
peygamberine moral veriyor ve diyor ki; "Sende göreceksin
onlarda görecek" 1876[66]
1877[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/469-471.
insanlar peygambersiz kalmamış. Nerde bir topluluk varsa o
topluma peygamber göndermiştir o çağda. Ama hani
diyelim ki Hz. İsa (a.s.) Kudüs'ün oralarda Nasıra'da
doğmuş, orada peygamberliğini yaymış üç tane havari ona
iman etmiş, üç tane yiğidide ta Antakya'ya kadar gelmiş
oradada islami anlatmışlardı. Yani peygamberi bir yere
gönderiyorda onun elçileri etrafa gidiyor.
Yani her topluma peygamberin gönderildiği konusunda
Allah (c.c.)"Her ümmete bir peygamber gönderilmiştir"
diyor.
Şimdi bir adam cehenneme gönderiliyorsa yaptığı amelin
karşılığı olarak gönderiliyor. Ceza fazla olarak verilmiyor.
Yani suç ile ceza arasında denklik vardır. Ama iyilikle
mükafatı arasında denklik yoktur. Allah (c.c.) iyiliğe karşı
on kat, yedi yüz kat sevap verilebileceğini, daha fazlasını
vereceğini ifade eden ayet-i kerimeler vardır.
Allah (c.c.) kimseye zulm edilmeyeceğini, yaptıklarının
karşılığını göreceklerini ifade ediyor. Tabii bunuda
peygamber gönderdikten sonra, hakikat kulağına eriştikten
sonra bu ayet-i kerimeden ve birde İsra süresindeki ayet-i
kerimesinden 1878[68] alimlerimizin çıkardığı manaya göre
peygamber gönderilmemiş, hiç bir peygamber sesi
duymadan bir insan bu dünyada yaşar ve ölecek olursa o
zaman Ebu Musa Eş'ari de veİmam Maturidi de "o kişinin
cennete gideceklerini" söylüyorlar. Arada bir nüans farkı var
ama ikiside neticede cennete gönderiyorlar.
Ama bir peygamberin gönderildiğinden haberdarlar, bugün
dünyada peygamberden habersiz kişi yok. Japonya'daki de
İslam'ın var olduğunu bir peygamberi, kitabı olduğundan
haberi var ve Kur'an-ı kerim Japonca'ya terceme edilmiştir.
İngilizceye tercüme edilmiştir. Bütün dünya dillerine
tercüme edilmiştir.
1878[68]
Isra 15
Türkiye'de de hatta bu konuda bir kitap yayınlandı. Kur'an-ı
kerimin bugüne kadar dünya dillerinde hangi dillere terceme
edildiğini, kimler tarafından terceme edildiğini, hangi tarihte
terceme edildiğini, kaç sayfa halinde olduğunu bildiren bir
merkez tarafından böyle bir kitap yayınlandı ki 120 tane
dilin üzerinde Kur'an-ı Kerim diğer dillere terceme edili-
vermiş. Yani haberdar değildir demek biraz zor.
Ancak onlar böyle bir mazeretle gelirken, bizede bir
meselede yükleniyorlar yalnız. Mesela Türkiye'de Türkçe
konuşan bu insanlar arasında, yüz senelik zaman içerisinde
küfründe kendine göre bir mantığı gelişmiştir. Tabii bu
mantık yalnız kendi ürettiği değil, batıdan da ithal edilmiş.
İmansızlığın veya yeni tabiriyle ateistliğin eski tabirle
gavurluğunda kendine göre bir mantığı var. O insanların o
geri zekalı veya kendini beğenmiş insanların mantığını
mağlup edecek şekilde de bunlar kaleme alınmış yazılmış.
Düşünün ki Türkiye'de bir garip çocuk, babası ve annesi
biraz islanıdan uzak yaşamış, öyle bir ailenin çocuğu olarak
dünyaya gelmiş. İlkokulda öğretmeni seçilirken gavur bir
öğretmeni tercih etmişler, özellikle aranmış, bulunmuş. Orta
okulunda, lisesinde öyle.Yani bu memlekette dinin kökünü
kazımak için açılmış özel okullarda okutulmuş. Ve üniver-
siteyi ona göre bitirmiş bir adam. Bu adam bize acıyor,
Allah rızası için değilde şeytan için bize acıy iv eriyorlar.
"Hala Allah'a inanıyorlar yazık, hala peygambere
inanıyorlar yazık" diye.
Biz onlara pek fazla acıyamıyoruz galiba, bizde onlara
acımamız gerekiyor. Onlara imansızlığın getirmiş olduğu,
gavurluğunun mantığını yıkıp yok edecek Allah'ın (c.c.)
vahyini duyurmakla görevliyiz. Efendim duyurmaya ne
gerek var ? ezanı duymuyorlar mı?derseniz, Ezan-ı
Muhammediyi dinlese ne yazar anlamadıktan sonra. Anlasa
ne yazar iman etmedikten sonra. Onun için bizim üzerimize
düşen görevler vardır.
Bu tür insanlara Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerimi
tanıtmamız gerekiyor. Yoksa onunla beraber mahşer yerinde
hesaba çekerler.. Belki onunkinden hafif olur ama,
imansızla mü'min denk olmayacaktır. Fakat bu insanlara
niye sahip çıkmadınız, Allah'ın kelamını niye bu insanlardan
gizlediniz. Bakara suresinde (Allah'ın ayetleri indikten sonra
onları gizleyenler Allah'ın lanetine ve lanet edebilenlerin
lanetine layık olurlar) diyor Allah (c.c). 1879[69] Yani bu
insanlara gizlemekte, söylememekte bir gizlemektir. Gidip
duyurmamak bir gizlemektir. 1880[70]
1879[69]
Bakara 159
1880[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/471-473.
1881[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/473.
biz, ecelin uzamayacağına, ecelin kısalmayacağına iman
ediyor, iddia ediyoruz. Ancak hatıra şu gelebilir. Doktor
arkadaşlarımız diyebilirler ki: "Hocam bazı araştırmalarla
görülmüştür ki, filan ülkede, hani yaşama ortalaması, ölüm
ortalaması altmış, yetmiş yaş dolaylarında iken, yemesinde,
içmesinde, aldığı havasında bazı önlemlerle bu seksen,
doksana çıkar gibi oluyor. Veya bazı arkadaşlarımız şöyle
diyebilir. Efendim kafkaslarda yaşayan bir aile, yaş
ortalaması, seksen, veya doksan, yüz, iken oradan buralara
göç etmişler gelmişler. Şimdi sekseni bulan ölüyor.
Altmışını, yetmişini bulan ölüyor. Yani yüze varmıyorlar.
Halbuki bunların dedeleri Kafkaslarda kalırken yüzü, yüz
yirmiyi buluyordu, buraya gelince ömürleri kısaldı denirse,
aslında hiç kısalmadı Allah (c.c.) bunların buraya geleceğini
biliyordu. Bunun eceli buydu. Onun orada yaşayacağını
biliyordu. Onunda eceli oydu. Doğru soğuk ülkelerde ölüm
yaşı biraz yüksek, sıcak ülkelere doğru bu biraz düşüyor.
Ekvatorda 55, 60 arasındaymış bu ecel yani sıcak ülkelerde
ecel biraz daha kısa oluyor.
Diyelim ki, buradan top yekûn bir aile çektiler gittiler,
kafkaslarm eteğinde bir köye yerleştiler. Onların
çocuklarının çocuklarının ömrü yüze çıkabilir. Yüz ona
çıkabilir. Bu ecelin uzaması değil Allah (c.c.) takdirinde bu
adamın babası dedesi burdan göçüp gidecek, oraya
yerleşecek onlar orda dünyaya gelecek ve onların çocukları
yüz on sene olarak belirlenmiş uzalma veya kısalma yine
söz konusu değil.
Yani havanın suyun yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz
şeylerin bedenimiz üzerinde etkisini görüp duruyoruz. Yahu
hocam görmedik olurmu öyle şey demeyin hepimizin
üzerinde kısa kollu gömlekli gezişimiz güneşin etkisinden
dolayıdır. Yani çevrenin bedenimizin üzerinde etkisini kışın
ve yazın görüyoruz. Bunların bedenin çabuk eskimesinde de
etkisi var. Bu eskimeyi önlerseniz bir müddet uzar. Ama
uzamamış oluyor. O Allah (c.c.) zaten bu adam tedbirini
alacak, şu kadar yaşayacak diye tayin etmiştir. Hani Hz.
Nuh (a.s.) 950 sene yaşadığını haber veriyor. 1882[72]
Peki 200 sene bir adamın yaşadığım görürsek bu uzatıldı
mı? uzatılmadı mı? Allah (c.c.) onun hayatını 250 sene
olarak veriveriyor. O insan için gerekli ilaçlar, hava, su
herşeyi ona göre ayarlandı da o öyle oldu. Yani uzama ve
kısalma yok.
Yalnız bu mantıkla hareket ederek katil gibi düşünmeyelim.
Katil de hakime sormuş. Hakim bey sen kadere inanırmısın?
İnanırım. Peki bu adamın eceli bir dakika ileri gitmeyecek,
bir dakika da geri kalmayacak,
ona da inamyormusun? İnanıyorum. Eee benim günahım ne,
bu adam zaten ölecekti. Bir katil mantığı bu. Eee bu adam
belki ölecekti. Ama Allah (c.c.) sana "haksız yere adam
öldürmeyin emrim vermiş sen yasağı çiğnemenin cezasını
çekiyorsun. 1883[73]
1882[72]
Ankebut 14
1883[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/473-475.
1884[74]
Müsned- i Ahmed 3175
hakkında Allah bize bilgi veriyor. İman etmemizi istiyor,
imanımız oranında öbür dünyada iyi veya kötü hayat
yaşayacağımızı haber veriyor.
Onun için bu ayette "Rabbim (sor onlara)" Yani o gün için
Mekkeli ve Medineli insanlara, bugün içinse İstanbullu ve
dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlara bu hitap vardır. O
gün için efendimiz söylüyordu. Bugün için o, efendimiz
(s.a.v.)'ın yolunda olanlaradır bu emir. Efendimize denmiş
ama bu emir onun şahsında aynı zamanda bizedir de.
Bize diyor şimdi; (deki) "Peki söyleyin bakalım görüşünüz
ne? ne diyorsunuz. Allah'ın azabı gecede veya gündüzde
geliverse ne dersiniz, ne yaparsınız, nasıl tedbir alırsınız?".
(Mücrimler ne kadar da acele ediyorlar, niçin acele
ediyorlar.) Hani yukarda geçmişti. 48. ayet-i kerimede (Hani
ne zaman o cehennemden vaad ediyordunuz, kıyameti
bahsediyordunuz. Oradaki hesabı kitabı söylüyordunuz)
Peki (ne zaman?) diyorlar. Allah (c.c.) da diyor ki: söyle
onlara "Niçin azaba acele ediyorlar, bir gecede veya
gündüzde gelecek olsa ne yapacaklar, söylesinler bakalım
görüşlerini bildirsinler" diyor Allah (c.c).
Muhterem okuyucu! Efendimiz (s.a.v.)'ın hicretinden
günümüze kadar 1400 küsur sene geçmiş fakat kıyamet
kopmamış. Bir kısım imansız kesim (hani kıyamet yakındı"
diyor. Hani insanların ölçü birimleri kendi aralarında
vermiş oldukları rakamlara göre oranlanır.
Ölüm yaş ortalaması 50 olan, 60 olan ülkeler var. Yani
orada insanlar 50 sinde, 60, 65 de ölüyor. Kırk yaşında bir
adam ölse "Genç yaşında öldü" demezler. Zaten elli, ellibeşi
normal olmuş.
Ama kafkaslarda 120 sene yaşayan insanlar varmış. 100
sene yaşayan insanlar varmış, ortalaması 90, 100 seneymiş.
Böyle bir ülkede 40 yaşında ölen bir adama ise genç yaşta
öldü, gencecik oluverdi derler. Çünkü ihtiyarları
90,100,120'ye varıyor. Böyle bir yerde 40 yaş gencecik bir
yaştır. Allah (c.c.) yeryüzünü yaratalı ne kadar olduğunu
rakamlar olarak bilmemiz mümkün değildir. Yani Kur'an-ı
Kerim bunu bize bildirmemiş. Tevratta ve İncilde bu
konuda bilgi verilmemiş. İlim adamlanda kesin rakam
vermiyor. Filan yerde bulunan fosil 100 milyon sene olduğu
tahmin edilmektedir gibi rakamlar veriliyor. Ama kesin bilgi
yok. 100 milyon, bir milyar senelik bir zamana karşılık.
1400 senelik zamansa çok yakın bir zamandır. Onun için
kıyametin yakınlığından bahsedilir. Belki bizim üzerimize
kıyamet kopmayabilir. Ama şahsen hepimizin kıyameti
kopacaktır. Ne zaman kopacaktır? Onu Allah (c.c.) burada
ki ifadesi ile kullanalım.
"Gecede veya gündüzde gelecek olursa ne yaparsınız". Hani
geçen Cuma gördüğünüz bir insanı bu Cuma
göremiyorsunuz. Veya ikindi üzere beraberdik, çayda içtik
ama adam ölmüş, kalp sektesinden ölmüş diyoruz. Gecede
veya gündüzde eceli geliveriyor. Bizde yarın yaparız, ihti-
yarlayınca yaparım, veya emekli olunca dinime olan
görevlerimi yaparım diye ilerki bir güne atacak olursak, o
zamanın geleceğini kimse bize garanti etmez. Kafirler
ahiretin gelmesini istiyorlar. Tabii inkar babında
söylüyorlar. "Hani o vaad ne zaman, doğru söylüyorsanız
hadi gelsin ya", yani Allah'ın azabından korkmadıklarını,
inanmadıklarını ifade etmek için bunları söylüyor. Rabbim
de: "Mücrimler (suçlular) niçin acele ediyorlar" buyuruyor.
Muhterem okuyucu! Adama bir sene hapis cezası veriliyor,
ve filan zaman da yatacaksın denildiğinde adam o günün
gelmesi onun için çok uzun oluyor. Hani iki ay sonra hapse
girecekse, iki aylık bir zaman göz açıp kapayıncaya kadar
geçiyor, çünkü gelmesini istemiyor. Niye? çünkü ondan
korkuyor. Çünkü katiyyetle biliyor ki o ceza bir gün gelecek
buna imanı sağlam, ahirete imanının sağlam olmaması
nedeniyle kişi suç işliyor. Eğer kişi adının Ali, Veli
olduğunu bildiği kadar ahiret hakkında da inancı olmuş olsa
suç işlemesi zorlaşır.
Mesela bir insanı yürüyen bir bantın üzerine yatırsanız ve
ilerde de bir fırının içersine götürülüyor. Yanmada en
sevdiği bir kadın, en sevdiği içkiler koyulmuş olsa, ama
bantın ilerisi bir fırına götürülüyor, adamda görüyor, her an
oraya yaklaştığını anlıyor ve imanda ediyor. Kurtuluşu da
yok, etrafını kapatmışlar, çıkması mümkün değil ne o
kadına el uzatabilir, nede o içkiden içebilir. Ne o faizi
yiyebilir, nede Rabbime karşı gelebilir o esnada.
Onun için kıyamet sahnelerini Allah (c.c.) arada bir bizim
gözümüzün önüne getiriyor. Namazı anlatıyor ardından
kıyamet sahnelerini getiriyor. Evliliği anlatıyor, ardından
kıyamet sahnelerini getiriyor. Ticareti anlatıveriyor, ardında
kıyamet sahnelerini getiriyor. Dostlarla, anne babayla
münasebetlerini anlatıyor yine ardından kıyamet sahnelerini
getiriyor.
Sizinde bu hayat bandınızda cehenneme doğru yol alırken
sizin oraya düşmenizi engelleyecek olan ananıza, babanıza
yaptığınız hizmet, dininize yaptığınız hizmet, dostlarınıza
İslami çizgide yaptığınız hizmet sizi kurtarır diye Allah
(c.c.)'de bize yol gösteriyor.
Onun içindir ki ahirete iman üzerinde Allah (c.c.) Kur'an-ı
Keriminde çok duruyor. Hepimizin imanı var, biz şüphe
etmiyoruz, fakat böyle gözle görülecek, elle tutulacak
şekilde değil. Ahiret vardır diyoruz da ateşe düşmekte olan,
uçuruma düşmekte olan bir adamın bir endişesi gibi bir
endişemiz yok, olanlarımız mutlak surette var ama bende
dahil olmak üzere tanıdığım birçok dostum da bu endişemiz
az, yoksa imanımız var. İmanımızda şüphe etmiyoruz biz,
fakat bu kuvvetli bir şekilde bizi her hareketimizde
yönlendirecek şekilde değil. 1885[75]
1885[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/475-477.
51- (kiyamet) kopdukdan sonramı ona iman edeceksiniz?
"Şimdimi (iman ettiniz) siz onu acele ediyordunuz,
(denecek)
Bu sürenin 90 ve 91 nci ayetlerinde Firavun ve ordularının
deniz de boğulurken iman ettiklerini ancak o anda imanın
kabul edilmedğini haber verir. 1886[76]
1888[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/478-480.
devletine yük olmaz diye demeçler verilmiştir.
Yani normalinde rüşvet alınız, bundan dolayı sorguya
çekilmeyeceksiniz deniliyor. Bu dünyada da bu geçerli,
nerde geçerli? Islamm hakim olmadığı yerde geçerli.
Rabbim bu dünyada her şeyi yaratmış, tabiatta kendi
kanunları geçerli. Yani kanımızın ceryanında, kalbimizin
atışında, saçımızın beyazlaşmasında, ihtiyarlamamızda
Rabbimin tabiat kanunu geçerli, burada söz hakkı kimseye
verilmiyor.
Ancak bizim toplumsal faaliyetlerimiz ve, ferdi
faaliyetlerimizde, imtihan gayesiyle, Rabbim bize irade
etme hürriyetini vermiş. İrademizi vermiş. İyi yola
gidebilirsin, kötü yola da gidebilirsin demiş. İnsanlar bu
iradesinden sorumlu tutulacaklar. Onun içindir ki bu
yeryüzünde islamın hakim olmadığı yerde rüşvet, zulüm
işkence olur.
Hocam bizim ülkede olurda, Amerika'da olmaz, demeyin.
İşte televizyonda seyrediyorsunuz. Rüşvetsiz filim
çevirdikleri yok, zalimlikte zirvedeler. ama ağabeyimizi
bize iyi gösterdiklerinden dolayı gözümüze pek zalim
görünmüyor. Adam Panamaya giriyor, onbaşı iken general
yaptığı adamı düşürüyor, arkasına vura vura Amerika'ya
götürüyor. İyi yaptı diyorlar. Bizde iyi yaptı diyoruz.
Türkiye'de iyi yaptı diyor. Fiilen işgal etti. Savunanları ise
"orayı ıslah etmek için gitti". Ağabeyim diyor.
Allah (c.c.) diyor ki: "O nefsine zulm eden insanlar bütün
sahip oldukları şeyi verip o cehennemin azabından
kurtulmak isterler, ama hiç faydası olmadı. Çünkü ayet-i
kerimede de ifade edildiği gibi orada hiçbir mal, mülk,
evlad şefaatçi geçersizdir. Kafirlerin şefaatçisi çok olsa bile
geçersizdir. Ancak mü'minlerin Rabbimin izin verdikleri
kanalıyla şefaat edecek insanları olacaktır.
"Ve pişmanlıklarımda gizleme tarafına gideceklerdir".
Ateşli azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizleme tarafına
gidecekler. "Ve onlara adaletle hükmolundu ve onlar zulme
uğramayacaklardır", diyor Allah (c.c). Yani Allah (c.c.)
bana bu ateşi niye verdi, demek yok, yaptığımda, amel
defterinle eline veriverecek.
Hani İsra suresinde Allah (c.c): "herkesin ellerine amel
defterlerini takdim edeceğini (oku kitabını) denileceğini"
haber veriyor. Adam şöyle bir bakarmış deftere; "Ya Rabbi
yanlışlık var, bu benim değil başkasını bana vermişler"
diyebilecek. O zaman Allah (c.c.)" Yasin suresinde ifade
ettiği gibi "o zaman elleriyle ayaklarını konuşturacağını"
ifade ediyor. Ellerini konuşturuyor diyor ki: "Ben şöyle
şöyle yaptım" diyor. Ayaklar da "ben filan yere gittim"
diyor. Hocam nasıl konuşturur Allah (c.c.) diyor. Canım
insanoğlu plağın üzerine bir tane iğne koyuverince, içinde
ilahimidir, türkümüdür. Ne varsa koyuverdiği gibi Allah
(c.c.) parmak izleri üzerine kendine has iğnesini
koyuverdimiydi o kendine has, hangi suçu işlediğinizi,
kimlere karşı suç işlediğini, kimlere zulm ettiğini, kimlere
rüşvet verdiğini, kimlerden rüşvet oldığını, Allah'ın dininin
kitabının yok edilmesi için kimlerle böyle tokalaştığım bu el
söyleyiverecek.
Onun için ellerinizin aleyhinize şahidlik yapmaması için,
elinizi koruyun. Hani adam bir kötülük yapsa biride şahid
olarak görse adam çeker tabancayı ulan bana şahitlik
yaparsan şöyle şöyle yaparım. Aleyhine şahitlik
yapmayacaksın diyor. Sizde elinize deyin, suçu yapmadan
önce yapın. Yani bu ellerle kimseyi dövmemeye, mü'mini
dövmemeye, mü'mini sevmeye, bu eli Rabbimin dinini
korumaya kullanın, yoksa müslümanlara karşı kullanmayın.
Verici olsun, dağıtıcı olsun bu eliniz. Sevici olsun bu eliniz
ve gözlerde kulaklarda Allah (c.c.) iradesi doğrultusunda
hareket etsin.1889[79]
1889[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/480-481.
55- İyi bilin ki göklerde ve yerde olanlar Allah'a aittir. Yine
iyi bilin ki, Allah'ın va'di hakdir. Ancak insanların çoğu
bilmezler.
Şimdi ahiretin varlığını bize gösterirken dünyanın varlığını
gözümüzün önüne getiriveriyor. İyi bilin ki gökte ve yerde
olanlar Allah'a aittir. Yaradanı o. Siz neyi inkar
ediyorsunuz? Hani daha önce anlattığımı tahmin ediyorum.
Bu bizim yakında hatta cemaatımızdan birisi, bir başkası
için "hocambir adamın Allaha, peygambere, imanı var,
ahirete imanı var ama Hz. Adem'in topraktan yaratıldığına
imanı yok. (Olur mu öyle şey canım, mantar çıkar gibi
yeryüzünden adam çıkıverir mi?) diyormuş. Onunla biz
görüştük. Dedim ki "niye inanmıyorsun" yahu hocam bu
canlı bu topraktan çıkmaz diyorsun. Öylemi.
Bir yaz günüydü, peki evine git bir tane domates al onu ez
ve bıraki-ver. Üç gün sonra veya bir gün sonra sıcak
günlerde tekrar yanına vardığında, domatesin sıcaktan
çürüdüğünü üzerinde yüz ikiyüz iane sinekciğin olduğunu
görürsün. Nerden meydana geliyor, o çürümüş domatesten
meydana geliyor.
Efendim havada bir mikropla orda birleşti o, doğru, amenna
zaten Allah (c.c.)'ın toprağıyla Allah (c.c.) kendi tarafından
verdiği ruh birleşti insanda da. Domatesten yüz, ikiyüz ve
daha çok sineği yaratan Allandır. Etinizi bir yere
koyuverseniz içinden kurtçuk çıkıyor, yaz gününde her
tarafını kurt kaplar. Bir canlıdır o. Allah (c.c.)'da insanı
böyle bu topraktan çıkarıverir.
Allah (c.c.) ahiretin doğruluğunu, gerçekliğini söylemeden
önce yer ve gök Allah'a aittir diyor. Güz mevsiminde
toprağa çekirdekler düşüyor. İnsanın toprağa düşüşü gibi,
üzerine kardan kefenler buruyor. İnsanında kefene bürünüp
yattığı gibi, sonra bahar mevsimi geliyor, toprağın bağrına
cemre düşüyor ve toprağın bağrındakiler bu sefer yeniden
yeşerip çi-çekleniveriyor. Neye göre, Düşüşüne göre
çiçekleniveriyor yalnız. Elma ise elma olarak, karanfil ise
karanfil olarak, lale ise lale olarak çıkıyor.
Sizde öyle olacaksınız. Ameliniz neyle kefenlenmişse
onunla beraber çıkacaksınız. Yani amellerinizle beraber ya
kapkara veya bembeyaz. Bembeyaz çiçekler gibi
çıkaracaksınız veya sizin için söylemiyeyim, amelsiz
imansızlar için söyliyeyim kapkara kömür gibi cehenneme
odun olarak çıkacaklar. Allah o hale düşürmesin. O hale
düşmemek için de, bu dünyada tedbirini alan, Rabbine itaat
eden kullarından eylesin. Nasıl ki ahiretin olacağını bu
dünyada misal olarak Allah (c.c.) vermiş. Yani eşyanın
toprağa düşüşünü, ordan dirilişi ahiretteki dirilişimizin bir
misalidir bize, onları Rabbim öğretiyor.1890[80]
1890[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/481-482.
O'dur, öldürecek olan da O'dur. İnsanlar ancak öldürmeye
sebep olurlar. Yoksa, canı alan Allah (c.c.)'dür. Çünkü canı
veren Allah (c.c.) dür. Ona döndürüleceğiz. Onun dışında
bir yere gidecek olanda yok.
Adam ben ataistim diyor. Yani gavurun yeni Türkçesi. Ben
gavurum diyor. Nereye gideceksin? adı Ali, Veli olduğu için
müslüman kabristanına defnedecekler. Aslında müslüman
devlet olsa, bu tür adamlar, ben gavurum diye gazetede ilan
ettimi, o adamı müslüman kabristanına defn etmez. Nereye
defneder. Hristiyanlarınkine? Onlarda bizde de yer yok der-
ler. Yahudilerinkine defn edelim? Onlarda olmaz alamayız
derler. Ne yapacağız, bir yerde bir çukur bulacağız. Oraya
insanlara zarar vermesin, ölüsü kokmasın, etrafa mikrop
saçmasın diye oraya defn edilir.
Madem ki inanmıyorsun Rabbime, madem ki
müslümanlarm inancına saygı göstermemişsin,
müslümanlarm mahallesinde oturma, onların kazandığı
ekmekten yeme. Bu imansızın ayağındaki yün, bu
müslüman insanın koyunundan ve sığırından geliyor.
Damarmdaki kan bu müslüman insan m ürettiği yiyecek
maddelerinden geliyor. Bu insanlara saygı duymayan bu
adamın, aslında çekip gitmesi lazım. Veya kendilerine bir
köy, kendilerine göre geçim vasıtaları kurması ve ona göre
yaşamaları gerekirken, yününü, kanını müslümandan alıyor.
Müslümanın inancına doğrudan söğüveriyor, bu şahsiyetsiz,
karaktersiz, saygısız insanlar. 1891[81]
1891[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/483.
muhatabıdır. Ey insanlar size Rabbinizden bir vaaz geldi.
"Mev'iza" geldi ki, Kur'an-ı Kerimdir. Yani insanlara vaaz
edilecek ayetler, nasihat edilecek ayetler bu Kur'an-ı Kerim-
le geldi. Göniüdekilere şifa olan bu Allah'ın kitabı size
geldi. Yol gösterici bu kitap, mü'minlere rahmet olan bu
kitap size Rabbiniz tarafından geldi diyor.
Allah (c.c.) Yine İsra suresinde "Kur'an-ın mü'minlere şifa
ve Rahmet olarak indirildiğini," bize haber veriyor.(7sra 81)
Neye şifa Kur'an-ı Kerim? Bir kere toplumsal
hastalıklarımıza şifadır. Gönüllerimizi sıkan, bir kısmımızı
delirten, bir kısmımız delirdiği halde delirdiğinin farkına
varamıyor. Aslında birçok kimsemizin hayatı öylesine
anormalleşmiş ki, herkes aynı anormalliğin içersine
girdiğinden adamların ne deliliği belli olmuyor.
Bu yazar, çizer takımı yaman adamlar, televizyonda bir
güldürü hazırlamışlar; Adam doktor, sıradan hastalan var,
bunların içinden en acil olanını arıyor. Birine soruyor,
"Senin neyin var?" "Efendim bacağım kırıldı!!" "senin ki
acil değil" diyor. "Efendim kulağım patladı!!" seninki acil
değil diyor. Bir tanesi "efendim bende şöyle şöyle hastalık
var!!" aa sen acilsin gel bakalım diyor. Virüslük hastalığı
varmış herifte, "oğlum yolda giderken bir on milyon bulsan
ne yaparsın?" diyor. "Efendin en yakın karakola teslim eder,
ordan da ilan ettiririm" diyor. Tamam bunlar alametleri bu
hastalığın diyor. "Oğlum şeyle bir krediyi, rüşveti eline ge-
çirecek olsan ne yaparsın?" diyor. Deikü: "almam efendim"
diyor. "Oğlum sen hastasın, acil hastasın tedavi olman
gerekir" diyor. Tedavi ediyor. Tabi güldürü içersinde tedavi
ediyor. Bu hastaya televizyon kanalıyla, eğitim veya diğer
tedavi yoluyla birşeyler verdikten sonra, soruyor. (Tabii
kıyafetide değişmiş.) "Oğlum yolda giderken on milyon
bulsan ne yaparsın?"!!! "kimseye çaktırmadan cebime
atarım abi" diyor. Çeşitli sorular aynı şekilde
cevaplandırıyor. "Peki tedavi oldun, hadi git tedavi param
öde" diyor. O da "ödeyecek göz var mı bende" diyor.
Şimdi bu adam delirdi aslında da fakat toplum topyekün
aynı kanatta olduğundan o akıllı, dürüst adam, deli duruma
düştü. Onun için delilerin bazı farkına varamayışımız, bizde
de aynı şeylerin oluşundan kaynaklanıveriyor. Böyle tavırlar
normal oluyor.
Bu tip ferdi ve toplumsal hastalıkların tedavisi için Allah
(c.c.) Kur'an-ı Kerimini indirdiğim bunun rahmet olduğunu,
bu hastalıktan kurtuluşun yolunu gösteren hidayet kitabı
olduğunuda Allah (c.c.) bizzat kendisi gösteriyor.
Ekonomik hastalığımızdan kurtulmak, zilletten kurtulmak,
filan adam "şöyle şöyle yapın, böyle böyle yapın diye
telefon etti" gibi, emil almak zilletinden kurtulmak için,
Kur'an-ı Kerime sarılmak gerekir. İktisadi konularda
ekonomik özgürlüğü sağlayabilmek için Kur'an-ı Kerime
sarılmak gerekir. Başkasının kitabına sarıldınızmi o kitabı
yazanın emrin tutmak mecburiyetindesiniz. Kitaba
sarılıyorsak Rabbimin emrini tutmal bizi zillete düşürmez.
Aciz olduğu için izzete götürür. Ama başkasmır emirlerini
tutacak olursak, zilletin içersinde devamını sağlar.
Kur'an-ı Kerim bedeni hastalıkların da şifasıdır.
Doktorlarımıza teda vi ettirirken (Ya Rabbi şifa ver) diyerek
duamızı esirgemeyiz. Am; Kur'an-ı Kerimin indiriliş gayesi
daha ziyade insanın insanla olan ilişkisi ni, insanın Rabbi ile
olan ilişkisini düzenlemek için indirilmiştir. Sosya
hastalıklarda, ferdi hastalıklarda kalktı demektir. Çünkü
birçok hastalık ya tabiatta olan münasebetimizde, hava
kirliliğimizde veya çeşitli vesile lerle olan ilişkimizde
vardır. Veya insanlarla çeşitli vesilelerle olan ilişki lerde
mesela senedimizde, çekimizde, v.s. çeşitli
münasebetlerimizd vardır. Birde Rabbimizle olan
ilişkilerimizden memnun değiliz. Yaptiğ: mız işten sonra
pişman oluyor, vicdan azabı çekiyoruz. O da bir hastalı! tır
ayrıca.
Yani bütün bunlardan temizlencbümenin en kısa yolu; Allah
(c.c.)' kitabım açmak, okumak, okuduğu doğrultuda amel
etmek ve onun hak miyetini sağlama yolunda bütün
enerjisini harcamak. Böylece insanoğlu sağ olur günler
görürse, bu dünyada rahat etmiş olur. Göremezse ahiret
rahat edeceğiz. 1892[82]
1892[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/483-485.
bile elde edemezler. Gelemezler, gelseler bile rahat
edemezler, dinleseler huzur bulamazlar. Bu tür insanlardan
olmadığımızdan dolayı, ayrıca sevinmemiz gerekiyor.
Bu Kur'an-ı Kerimin hayata tatbiki ki, onu görmedik,
yaşayanları kitaplardan okuyoruz. Yani İslaman hakim
olduğu dönemde toplumun ekonomik sahada birbirlerine
karşı nasıl yardım ettiklerini bazı kitaplarımızda şöyle
misaller var. Tabiinin büyüklerinden birisi için şöyle
anlatılır. Ona bir bayram günü gelmiş, yaklaşmış çoluğuna,
çocuğuna bir şey alacak durumda da değil. Maddi sıkıntısı
vardır. Bayramlık veya bayramda alınması gereken şeyleri
almamış, derken hanımda "çocuklarımız üzülecek, biz
üzüleceğiz, işte şöyle olacak, böyle olacak" demiş. Bunun
üzerine arkadaşına bir mektup yazmış. Öbür mahalledeki
arkadaşına çocuğunu göndermiş. O da ona bir kese para
göndermiş, bir kese o zatın evine parayı getiriyor. Ama bir
öteki arkadaşı çocuğu göndermiş biraz borç para istiyor.
Mevcut keseyi olduğu gibi çocuğa veriyor. Yani kendi
ihtiyacı olduğu halde öbürüne veriverdi. O ilk parayı
gönderen adam üçüncü arkadaşına oğlunu gönderiyor ve
"git oğlum biraz para iste amcandan" diyor. O da ona
gönderince para ilk sahibine geri dönmüş, o zaman anladı
diyor. O üçü bir araya geldiler o kesenin içindekini
bölüştüler diyor. Böylece bayramı mutlu olarak geçirdiler
derler.
Yani böyle bir anlayışa sahip bir toplum meydana
getirivermiş olsak herkesin namusu emniyette, herkesin
ticari, siyasi, ev hayatı emniyetli oluverir. İşte Kur'an
nimetine kavuştuğunuzdan dolayı seviniverdiniz. Şu anda
seviniyoruz, Kur'an-ı okuyoruz veya okuyanı dinliyoruz.
Ama manasını anlamaz ve yaşamaz isek bu şuna benzer
"Bize diyorlar ağzınızda balı çiğneyeceksin ama sakın
yutmayacaksın, yutarsan kanma, canına , tenine faydası
olur. Ağzından zevk alacaksın ama içine yutmayacaksın"
gibi bir ifade ile bunu veriyorlar. Veya fındığın kabuğunu
kırmadan yutmaya benzer bu iş. Yani son 50-60 senelik
zaman içersinde Allah'ın kelamını anlayabileceğimiz
arapçanın öğrenilmesinin yasaklanmasının yegane sebebi
Kur'an-ı anlamasınlar diyedir. Eğer onu anlamış ve birde
uygulama sahasına koymuş olsaydık, bu dünyamızda
ahiretimizde cennet oluverirdi. Allah (c.c.)'de işte bundan
dolayı yani böyle bir nimete dahi sahip olduğunuzdan dolayı
sevininiz. "Bu onların topladıklarından daha hayırlıdır"
diyor.
Hocam ben çalıştım çabaladım veya babamdan,
kayınpederimden miras olarak kaldı. Şu kadar hanım,
hamamım, ticari müessesem var diyor. Allah (c.c.)'da diyor
ki: "Bu İslam nimeti Kur'an onlara bütün topladıklarından
daha hayırlıdır" diyor. Onların topladıklarının tamamından
hayırlıdır diyor. Günlük hayatımızda bunların hayırlı
olduğunu görüveri-yoruz. Adam tam kayınpederin malına
gözdikmiş, böyle kaşının ortasına bakıyor. Ne zaman ölecek
diye, tam kayınpeder ölmüş birde bakmış ki kayınpederin
sağlığında kayınları malı üzerine geçirmiş, elleri boş kah-
vermiş garibanın veya tam malı eline geçirirmiş malı
hacizliymiş, karşı taraftan borç gelmiş veya gerçekten de
mal tam eline geçiyor ama öbür tarafta bir başka engel
önüne çikıveriyor.
Şu İstanbul şehrinde üzüntüsüz bir insan bulmak mümkün
değildir. Herkesin kendine göre bir üzüntüsü var. "Ama
hocam şu adam dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi". Bir
dediği iki edilmiyor. Ama onuda şöyle alıverseniz karşınıza
alıp "senin ne derdin var? deseniz". Evimde yatalak kızımı
her görüşümde yüreğim ağzıma geliyor. Keşke bu
sıhhatinde olsaydı da bütün varlığım alınsaydı"
deyiverebiliyor. Onun için insanoğlunun bu dünyanın
tamamı kendine verilse hatta hadiste peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuş. "Bir vadi i dolusu altını olsa, ikinci vadiyi
ister" buyuruyor. 1893[83] Yani Marmara denizi dolusu bir
altını olsa, Ege denizi dolusu bir altında karşıda dursa
orasıda benim olsa" diyor. Yani doyum sağlanmıyor. Bu
dünyada doyum sağlanmıyor.
Öyle ise mademki ölümlüyüz. Bu dünyada gücümüz
oranında bir mala sahip olmanın yegane gayesi şu olmalıdır.
"Bu malla ben Rabbimin dinine daha fazla hizmet ederim".
Mevcutla hizmet edip daha fazlasını kazanıp onunla hizmet
etmeye yönelik hareket edecek olursa bu insan yine
Kur'anm ve sünnetin doğrultusunda hizmet etmiş olur.
Hz. Ömer zamanında İran feth edilmiş. Bir imparatorluğa o
gün için son verilmiş. Oradan ganimet mallan Medine'ye
geldiğinde Hz. Ömer'in yanındaki sahabe şu ayet-i kerimeyi
okuyormuş. "Allah'ın fazlı, rahmeti ve keremi bu bize
ondandır, bundan dolayıda seviniriz". Ayetini böyle
anlamış, sahabe seviniyor. Yani mal geldi diye seviniyor.
Hz. Ömer demiş ki: "Ayet senin anladığın gibi değil,"
maldan dolayı sevinin diye değil, İslam nimeti, Kur'an
nimeti size verildiğinden dolayı sevinin. Çünkü ayetin
devamında, "bu islam nimeti Kur'an-ı Kerim onların
topladıklarından daha hayırlıdır"diyor.
Yani dünyanın tamamı terazinin bir kefesine konsa, Allah'ın
bir kelamı da terazinin öbür kefesine konsa, Allah'ın kelamı
ağır gelir. Çünkü Allah baki dünya fanidir, insanda fanidir.
Öyle ise fani olan şey ne kadar fazla olursa olsun. Allah'ın
kelamına denk olması mümkün değildir. 1894[84]
1897[87]
Müslim İman,Ebu Davud K.Kader
küçüğüde, zerreden büyüğüde bu kitapda vardır diyor Allah
(c.c). Peki hocam ama peygamber (s.a.v.) 1400 sene evvel
uçağın yani tayyarenin nasıl yapılacağını niye
söyleyivermedi, acaba Kur'andan okusaydida
söyleyiverseydi?
Muhterem okuyucu! Teknoloji insanların kültürü ve sahip
olduğu imkanlarıyla beraber gelişir. Benzin olmazsa;
kavuçuğu, plastiği bulamazsın. Yani hepsi birbirini
tamamlayarak gelir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) uçaktan
bahsetseydi; bunlar olacak, demirden yapılacak, sizi ve
develerinizide içine koyacaksınız, onlarla havada uçup
gideceksiniz demiş olsaydı. O zaman efendimiz (s.a.v.)
hakkında şüpheler daha fazla artacaktı.
Hani insanlar birşeye hazır değilken o konuda birşeyin
söylenmeside doğru değil, onun için. Mesela günümüzün
teknolojisi bize bazı şeyleri şimdilik söylemiyor veya
söyleyemiyor. Ama 50 sene sonrasının insanları
çocuklarımızın veya torunlarımızın sahip olduğu imkanlarla
çok daha gelişme gösterebilir.
Nasıl ki deve ile hacca gitmeye, yaa gidilirmiydi? diyoruz
ya.. Şimdi 3 saatte gidiyoruz. Ne kadar kolaylık değil mi?
Ama yıllar sonra torunla-rımızbunabile nasıl bu meşakkate
dayanmışlar diye şaşıracaklardır.
Kur'an-ı Kerimde Hz. Süleyman (a.s.) ile ilgili bir olay var.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Süleyman (a.s.) ile ilgili bu
olayı anlatıyor; Nemi suresinde ki, arada üçbin km.lik
mesafeden bir kadının koltuğu ile beraber bir gözaçık
kapayıncaya kadar getirildiğini haber veriyor. Kur'an bunu
haber veriyor. Bir göz açıp kapayıncaya kadar,Yemen'den,
Filistin'e Hz. Süleyman'ın huzuruna kadının oturmakta
olduğu koltuğunun getirildiğinden haber veriyor Rabbim.
Bu Süleyman (a.s.)'m mucizesini onun yanındaki zatın
kerameti olarak bildiriliyor. Türkiye'de yaşayan imansız-
lardan biri bu konuyu ele almış, efendim Kur'an-i Kerimde
müslümanlar böyle garib şeylere inanıyorlar diye.Muhterem
okuyucu! Akif in tabiriyle: .
"Şarka bakmaz, garbı bilmez, Görgüden yok vayesi, Bir
kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi."
Yani doğunun ilminide bilmez, batı ilminide bilmez.
Görgüden hiç nasibi yok, ama sahib olduğu şey bir utanmaz,
kızarmaz yüz diyor. Bütün sermayesi utanmayan ve
kızırmayan bir yüzü olan insanlar bunlar. Doğu-yuda
bilmiyorlar, batıyıda bilmiyorlar ve bunları
konuşuveriyorlar. Birgün bu gerçekleşecek olursa o zaman
onunda ömrü yetmeyecek tabii. Onun yolundan giden başka
bir imansız tabii başka yönden Kur'an-ı Kerime girmeye
çalışacak.
Ama efendimiz (s.a.v.)'a nazil olan ayetler devamlı
insanların ufkunu açmış. Hani Yusuf suresinde Yakub
(a.s.)'ın oğlu Yusuf un kokusunu (520 km.lik mesafeden
şimdiki hesaba göre) aldığını açıklıkla Kur'an-ı Kerim ifade
ediveriyor. Anında alıverdi diyor Kur'an-ı Kerim. Eğer
saatte 100 km. hızla esen bir rüzgarla gelmiş olsa 5 saatte
gelmesi lazım. Kur'an-ı Kerim kokuyu alıverdi diyor. Yani
bir ışık hızında veya ceryan hızında bu kokunun
almıverdiğini ifade ediyor.
Bu peygamberin bir mucizesidir. Mucizeye erişilemez ama
aynısı birgün yapılacak olursa mucizeninde değeri düşmez.
Çünkü peygamberler bu işi vasıtasız yaparlar, ama birgün
gelirde televizyonunuza bastığınızda, televizyonunuzda
gördüğünüz bahçenin çiçeklerinin renklerini gördüğünüzde
kokusunuda görecek olursanız şaşmayın.
Peki bunu yaparlarsa Peygamberin mucizesinin değeri düşer
mi? Düşmez, peygamberler vasıtasız yapıyor. Bugün
insanımız mademki ufku açılmıştır. Yakup (a.s.) oğlunun
kokusunu almıştır. Batı bunu bilir. Yani teknik sahada
araştırma yapanlar müslümanlann kitabında Yakup
peygamberin Yusuf'un kokusunu 520 km. lik mesafeden
aldığını yazıyor. Bu bir ilim adamının o doğrultuda
çalışmasına sebep olur. Peygamberine inanmıyor ama
binlerce milyonlarca insanın peygamberinin kitabında böyle
birşey varsa hele bir araştıralım. Bu yolda, bu doğrultuda
çalışalım
deyiveriyor.
Neticede birgün bu alamazsa,, bunun yolundan giden bir
başkası o da alamazsa onun yolundan giden bir başkası
birgün alır. Ama bu imansızın cltennemde yazdığ. kahr
yanma. Yanı dinime sataşan bu insanın yaptıg. kalır yanına,
başka birşey degü. 1898[88]
1898[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/490-493.
değil diyorlar.
Muhterem okuyucu! Bunların evliyalıkla hiç uzaktan
yakından ilgisi yoktur. Allah'ın veli kulları bu toplumun
elbisesi bakımından en temiz giyinenidir. En temizi yani en
kaliteli kumaş demiyorum. En temiz giyineni . Allah'ın veli
kuludur, (mü'minlerden tabi) yani Kur'ana ve sünnete sımsı-
kı sarılmış ve elbiseside pırıl pırıl adam. Yoksa pis gezmez.
O pejmürdeler delidirler, veya meczubdurlar, onlara bakmak
bizim görevimizdir ve onlar bize emanettirler.
Onlar bizim işaret taşlanmızdırlar. Aklımızın değerini her an
bize hatırlatan insanlardır. Onun için para verin yani size
hatırlattığı için, Akıl nimetini size hatırlatıverdiğinden
dolayı. O insanlara yardım etmek, hamama götürüp banyo
yaptın vermek, elbisesini yıkayıvermek, onlara iyilikte
bulunmak ev temin etmek bizim görevlerimiz arasında. Ona
hizmet eden adam Kur'ana ve sünnete sarılarak onlara
yardım eden adamlar veli olur. Ama pis dolaşan insanlar
onlar veli olmazlar meczubdur.
Meczub olan insanda yaptığından dolayı sorumlu değildir.
Hani deli yaptığından sorumlu değildir, oda aynı. Yani
Allah'ın velileri, Allah'ın yeryüzünde kitabı kerimine
sımsıkı sarılan sünnetini yiğitçe koruyan adamlardır. Fakat
insanımızın anlayışı yanlış. Efendim işte harb esnasında
toprakta yatan veliler Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi
gibi zatlar kalkarlarmış kabirlerinden harp meydanına
giderlermiş. Kore'de askerlerimiz görmüş onlardan bir
ikisini diyor. Mevlana'yı görmüş, Yunus Em-re'yi görmüş,
Hacı Bektaşi Veli'yi görmüş veya sizin köydeki veliyi gör-
müş, tam böyle sıkış mışlar, Çin askerleri sarmış.
Bizimkilere Allah'ın velisi gelmiş, yardım etmiş. Bir
arkadaş "Yahu biz Amerika'nın namına harb ettik. Bunlar
Amerika'ya yardım ediyorlarda, Afganistan'da niye gö-
rünmezler" diyor. Filistin'deki çocuklara niye yardım
edivermezler. Bu bizim insanımızın kendi uydurduğudur.
Veliler sağ iken Allah'ın kitabına, Rasulünün sünnetine bir
söz söylenirse, müdahale olursa, kılıç çekilirse, Kur'an ve
sünnet yok edilmeye çalışılırsa ki yok edilmiş, yerine
getirmek için meydan yerine yürüyen, o doğrultuda hareket
eden insana Allah'ın veli kulları diyoruz. Yoksa miskin,
miskin dolaşanlara Allah'ın veli kulu demeyeceğiz. 1899[89]
1901[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/494-496.
gitmiş, o taraf-daDımat diye ünlü bir doktor varmış. Ona
misafir olmuş. Doktor sormuş, "Mekke'de neler olup
bitiyor" demiş. Demiş ki: "Muhammed'i (s.a.v.) tanırsın".
"Tammazmıyım, tanıyorum. Çok yiğit bir insan güvenilen
bir insan". Tabii ki peygamber olmadan önceki halini
tanıyor. Sözüne güvenilen, yiğit, temkinli bir adam.
Demiş ki: "Delirdi, çok seviyorduk ama cinlilere karıştı
abuk subuk laflar ediyor" Hemen doktor Dımat devesine
bindi ve Mekke'nin yolunu tuttu. Niye çok sevdiği
güvendiği bu yiğit adam hastalanmış tedavi edeyim diye
geldi. İlaçlarını aldı geldi. Peygamber efendimiz (a.s.v.)'la
görüştü.
Ama doktor Dınat kendisi tedavi oldu. Kafir olarak kapıdan
içeri girdi, müslüman olarak geriye döndü gitti. Ve kendi
kabilesininde müslü-man olmasına sebep oldu. Şimdi bu
adamın ve bu kabilenin müslüman olmasına sebep olan o
kafir. Yani peygamber efendimizi deli diye ilan eden kafir o
kabilenin müslüman olmasına da ayrıca sebep oluveriyor.
Onun için Allah (c.c) "Onların sözleri seni üzmesin, sakın
üzmesin" diyor." Aslında bize söylenen sözler bizim
onurumuzu kırıcı gibidir. Görevimizi engelleyici gibidir
ama Allah (c.c.) buyuruyor. "Bazı hoşunuza gitmeyen şeyler
vardır ki sizin için hayırlıdır. Bazen hoşunuza giden şey-
lerde vardır ki o da sizin için serdir diyor."
Mesela bu, İstanbulda ve bazı büyük şehirlerde dinimi yok
etmek üzere kurulmuş dernekler vardır. Sırf gayeleri, İslam
dininin dünya çapıtıdaki harekelini durdurmak üzere
kurulmuş kökü dışarda dernekler. Türkiye'de de
kurulmasına müsaade edilmiştir.
İşte bu demeklerden biri, o şehrin saygıdeğer müftüsünüde
davet ediyorlar. "Efendim birde bize konuşurmusun"
diyorlar. Peki niye sizin derneğinizde konuşayım ki? Ben
zaten konuşuyorum demesi gerekir. Ben camüde
konuşuyorum buyurun gelin. Bu insanlarla beraber yanyana
durun, omuz omuza verin orda dinleyin.
Şimdi o hoca efendinin oraya gitmek istiyor ve kendisini
şöyle kandırıyor. "Bu imansızlarada dini anlatacağım"
diyor. Ama öbür tarafta diyor ki: "bu hoca efendi buraya
gelmekle bu şehirde etkisini yitirecek" diyor. Onların hesabı
bizim hesabımızdan güçlü geliyor.
Onun için Mescidi Dırar'ı yapan adamlar, mescid yapmışlar
dinimi yok etmek için dernek kurar gibi. O zamankiler biraz
daha akıllı imiş. Mescid kurmuşlar peygamber efendimizi
davet etmişler. Ama peygamber efendimiz katılmamış
mescidlerine, "hele ben bir sefere hazırlanayım, sefer
dönüşü görüşelim" demiş. Sefer dönüşünde de iki üç
sahabeye; "gidin o mescidi yıkıp gelin" demiş, ve Allah
(c.c.) "oranın zararlı mescid" olduğunu Kur'an-ı Kerimi ile
haber vermiştir. "Onların söylediklerine üzülme. İzzet, güç,
kuvvet, galibiyet Allah'a aittir". Tamamı Allah'a aittir.
Yani sen Allah'a güveniyorsun. O sana yürü diyor, sen yolu
üzerinde yürürken yolun sağından ve solundan sana laf
atıyorlar. Şimdi çağımızda bir alim (Allah rahmet eylesin)
Bediuzzaman Said Nursi öyle derdi. "Duydum ki evim
yanıyor. Ben evime nasıl koşarsam çoluğumu çocuğumu
kurtarmak için; bu vatan üzerinde, milletin dini, imanı
yanıyor ona koşuyorum. Ben bu koşmam esnasında
yolumun sağından ve solundan bana laf atanlar var. Hiç
kulağıma gitmez" diyor.
Bu ayet-i kerimeyi açıklar durumdadır. "Onların sözü seni
üzmesin, yoluna devam." Gücün otoritenin tamamı Allah'a
aittir. Yücelik Allah'a aittir. Senin aleyhinde konuşulanları
işitiyor, ve ne söyleyeceklerini dahi Allah biliyor, sana yürü
diyen O, öyle ise yolda küfreden adama sataşmanın anlamı
yoktur.
Islami hizmetleri yaparken, gerek müslüman kesiminden
gerekse gavurlar, bugünlerde müslümanı müslümana
vurdurmaya çalışıyorlar. Müs-lümanın aleyhinde, müslüman
konuşuyor. Yolda yürüyorsunuz İslami hizmetinizde nerede
hizmet ederseniz edin bir yerde hizmet edin. Mutlak surette
gidiyorsunuz hizmet ederken yolun kenarından bir imansız
veya kandırılmış bir müslüman kardeşiniz size sövüyor.
Baktınız ki gücünüz yetiyor, dövmeye kalkmayın. Eğer
dövmeye kalırsanız, geç kalırsınız eviniz yanar, koşun ve
çocuklarınızı kurtarın. Aynı şekilde o adamlarla vakit
kaybetmeyin yürüyün bu memlekette din, iman Kur'ari yok
edilme faaliyetleri var. Onları kurtarmak için yolumuza
devam edeceğiz. Aleyhinizde söylenen sözlere laf
yetiştirmeye çalışmayacağız. Peygamber (s.a.v.) aleyhinde
hergün dedikodu ediyorlar. Hergün yeni planlar
uyduruyorlar, peygamberimiz onların söylediklerine cevapla
vakit geçirmiş olsaydı, tebliğe sıra bulamazdı. İslami
tanıtmaya fırsat bulamazdı. Çünkü onların sayısı daha fazla,
peygamber efendimiz tek başına, sonra iki kişi, sonra üç
kişi, söz yetişmez imansızlara. Efendimiz sadece kendi
mesajım yayıyor.
Onun için imansızların gazete yoluyla, basın yoluyla, surda
burda. Eğer cevap vermekle vakit geçirseydik, her hafta
cevap vermem gerekirdi ve Kur'an-ı da tanıyamazdık.
Kur'an bize ne diyor? Onu öğrenemezdik. Yolda doğruca
yürüyeceğiz, etrafımızdaki sataşmalara cevap bile verme-
yeceğiz. Kendi mesajımızı sunacağız. Eğer devamlı kendi
mesajınızı sunarsanız karşı taraf sizin çizginizde yürüme
ihtiyacı hissedecektir. 1902[92]
66- İyi bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Allah'a aittir. AI-
lah'dan başkasına tapanlar o Allah'a ortak koştuklarına
uymuyorlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar ancak
yalan söylerler.
İnsanlardan korkma, insanların senin hakkındaki
1902[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/496-499.
dedikodularından da korkma, cinlilerden de korkma,
cinlilerin dedikodusundan da korkma. Çünkü yerdekilerinde
sahibi Allah, göktekilerin de sahibi Allah, yeri göğü yaratan
Allah, O Allah sana yürü diyor. Öyle ise insanlardan endişe
etme, onlardan korkma.
Hocam korkma diyorsun ama adam almış hançerini, almış
silahlarını, atom bombasını, efendim uçaklarım getirmiş
haremi şerife dayamış. Şu anda elin oğlu Kuveyt'i işgal etti
diye ayıplanıyor öbürüsü haremi şerifi işgal ediyor, Haremi
şerifi, kıble olarak döndüğümüz yeri işgal ediyor. Buna ne
yapalım hocam.
Muhterem okuyucu! Tarih çok şey göstermiştir. Dünyanın
en güçlü ordularından Roma ordusu, Hz. İsa (a.s.)'a inanmış
birkaç müslüman havarinin elinde müslüman olmuştur. Bu
biliniyor, tarih biliyor. Yani en gaddar roma ordusu bir kaç
tane Hz. İsa (a.s.)'a inanmış havarinin elinde müslüman
olmuştur. Ondan sonrada hristiyanlığa hizmet etmiştir. Adil
dönemleride olmuştur. Zalim iken adil oluvermişlerdir.
Dünyanın en güçlü ordusu, Cengizin ordusu İslam alemini
baştan başa yıkmış ama bir nesil sonra İslam aleminde
Cengizin torunlarından müslüman olmayan kalmamış.
Batının endişesi bu. Afganistan'a girdi, ordusunun bir kısmı
müslüman oldu döndü. Başına bela oldu şimdi. Rusya
Afganistan'a girdi, yıkıldı.
Şimdi Amerika onsekiz veya ondokuz eyalete parçalanacak.
Hepsi istiklalini ilan edecek, ondan sonra göreceksiniz.
Olmaz demeyin. İhtiyarlarımız bilir. Bundan 50 sene evvel
İngiltere güneş batmayan imparatorluğa sahipti. Ama şimdi
güneş doğmayan bir adanın içine sığındı, idare edecek bir
erkekde bulamadılar, bir kadının eline kaldı. Hiç şahsiyetleri
kalmadı adamların. Gel diyor Amerika, geliyor. Git diyor
gidiyor, köle gibi çalıştırıyorlar şimdi.
Ama bir zamanların imparatoru dünyaya hükmeden bir
osmanlı var birde o var. Osmanlı yıkılıyor o güçleniyor
böyle bir durumdan dedelerimiz onun yıkılacağına
inanmazlardı. Şimdi dedelerimiz ve babalarımız onun
yıkıldığını gördüler, aynı şekilde bizim de gözlerimiz gördü.
Önce Rusya yıkılıyor dense kimse inanmazdı ama yıkıldı.
Yıkılması tarihten de siliniyor anlamına değil bir başka
imansızlığa dönüşüyor ayrı.
Onun için bunlarında belki eceli geldi, silahı tutan adamın
yüreği vardır. Her silahı tutan bir bilek, her bileği
yönlendiren bir yürek vardır. Yürekde Allah (c.c.)'ın
elindedir diyor efendimiz (s.a.v.)
"Kalbleri evirip çeviren Allah'ım (c.c.) bizim kalblerimizi
iman üzerine sabit kıl diyor ptygamberimiz. 1903[93] Kalb
Rabbim tarafından evirilip çevriliyor. Silahı elinde tutan
adamın müslüman olması tarih boyunca çok görülmüş,
çevirmiş müslümana karşı silahı ama, yüreği müslümanda
birşey görüyor. Bu sefer kendisine ateş et diyen adama karşı
çeviriyor ve ona doğru ateş ediverdiği tarih boyunca çok gö-
rülmüş olaylardandır. Bu netice mutlak surette bizim
gözlerimiz tarafından da mutlak surette görülecektir.
Allah'dan başkasına tabii olanlar; onlar o Allah'a ortak
koştuklarına tabii olmuyorlar aslında. Yani Allah'dan başka
ilah edinenler aslında onlara tabi olmuyorlar. Onlar ancak
zanna tabii oluyorlar. Yani görüşleri katiyyet ifade etmiyor.
Kanunları kati şekilde adalet olma durumunda değildir.
Koymuş oldukları kanunlar, koyanların zannıdır. Yani biz
bu kanunla bu insanlara şu mutluluğu belki sağlarız diyor.
Kanun koyuyor. Sonrada eyvah hata etmişiz diyor. Bu
kanunun değişmesi lazım diyor.
Türkiye'de de anayasa oylanıyor. Bir hafta sonra anayasa
komisyonu başkanı, efendim bazı değiştirilmesi gereken
maddeleri var diyor. Bu anormal birşey değil, normal
birşeydir. İnsanoğlu düşüncesinde her an yenilik kazanıyor.
1903[93]
Müsned-i Ahmed 4/182
Dün iyi dediğine bugün kötü diyebiliyor. Normaldir. Çünkü
iyiliğide kötülüğüde biz belirlemeye kalkarsak her an
duyduğumuz, yediğimiz, içtiğimiz bizi etkiliyor. Bu
etkilenme neticesinde gelecek hafta iyi dediğimize kötü,
kötü dediğimize iyi diyebiliriz.
Onun için Allah (c.c.) iyiyi ve kötüyü suçu ve cezayı
belirleme hakkını kendisine tutmuş ve ona tabii olanlar
hakka tabii olurlar. "Ona tabii olmayanlarda zanna tabii
olurlar" diyor. Katiyyet ifade etmeyen ama her an
değişebilme ihtimali olan zanna tabi olurlar diyor ve
insanların tarihinde ceza yasasını takip edecek olursak bu
görülür.
Bir zamanlar hırsızlık yapanın derisini yüzmüşler, içine
saman basmışlar, şehrin meydanına ceza olarak asmışlar.
Bir gün gelmiş en iyi hırsızlık yapan, en yiğit insan
oluvermiş. Bir gün gelmiş üç sene hapis verelim demişler.
Bir gün gelmiş başımıza başkan yapalım demişler. Hepimi-
zin evlerini çalan bu adam başka devletlerin malımda iyi
çalar demişler. Yani ceza yasasında daima değişiklik olmuş
bir karar kıhnamamış. Allah'da "onlar zanna tabii olurlar ve
onlar ancak yalan söylerler" diyor. 1904[94]
1904[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/499-501.
elektriklendi ve insanlar geceleride çalışıyorlar, gündüzleri
de uyuyorlar. Ve de dinleniyorlar.
Muhterem okuyucu! Çalışmayan bilmez. Üç vardiye
çalışmayan bir adam bu söze kanabilir. Yani istirahat yalnız
gecede olmaz hocam. Ayet-i kerime geceyi istirahat
edesiniz, dinlenesiniz diye yarattık diyor. Sabaha kadar
çalışıyor adam, gündüz akşama kadar dinleniyor diyor yani
ayet yanlış söylüyor gibi ifadeyi çıkartıyorlar buradan.
Uç vardiye şahsen ben çalıştım. Üç vardiye çalışırken daha
iyi anlar insan. Gündüz uykusu ne kadar karanlık odada
yatarsanız yatın, ne kadar serin ve sessiz olursa olsun
gündüz uykusu gecenin uykusunu tutmaz. Bu bizim
hayatımızla onaylanmış şekilde biliyoruz yani. Çalışanlar
bilir. Birde ilim adamları da söylüyor. Güneşin yeryüzüne
bırakmış olduğu etki ne kadar karanlık oda olursa olsun,
uykunuz gece uykusu gibi değildir. Geceleyin güneşin
gitmesiyle yeryüzünün havasında bir değişiklik meydana
getiriveriyor. O bizi dinlendiriyor. Gündüz ise ö havayı
bulmanız, yani o istirahat ettirici havayı bulmanız mümkün
değildir.
Kulağı duyan kavimler için, yani hakka karşı, yoksa kulağı
duyan derken sağır olmayanlar kastedilmiyor. Yani fiilen
kulağı sağırlık veya açıklık değil. Hakka karşı kulağı açık
kişiler için, ayetler vardır, deliller vardır. Bu ayetler kulağı
açık insanlara delildir. Onlara kılavuzluk yapar. Yoksa
kulağını kapatan insanlara Allah'ın (c.c.) ayetleride fayda
vermez.
Bizim oralarda ineğin yavrusu anasını sahibinden izinsiz
emmesin diye burnunun üzerine dikenli şey takarlar.
"Burunsalık" takarlarmiş. Annesini emmeye gittiğinde o
dikenler annesine batarmış, o da tekmeleyive-rir süt
vermezmiş. Burunsalıklı danaya ana süt vermediği gibi
niyeti kötü insanlara da Kur'an manasını açıvermez.
Güzelliklerini açıvermez. Kişi evvela gönlünü, kulağını ve
aklını Kur'ana açacaktır. İyi niyetle önüne oturacaktır.
Allah'da ayetlerini ona açacaktır. 1905[95]
1905[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/501-502.
harb ilan etmeyen size zulmetmeyen sizi ülkenizden
çıkarmayan kafirlere dostça alışverişler yapmaktan,
komşuluk yapmaktan, Allah sizi alıkoymaz. Bu konuda size
yasak getirmez" diyor Allah (c.c).
Tarih boyunca kafirler kendi aralarında birlik sağlamak için
uğraşmışlar, birliği sağlayabilmek için birinin ortaya çıkıp
güçlü olması veya güçlendirilmesi gerekiyor. Güçlendirilen
bu adam insanlara hükmetsin kafirleri kendi etrafında
toplasın müslümanlara karşı mücadelesini versin. Tarih
boyunca çeşitli sebeplere baş vurmuş insanların
güçlendirilmesi konusunda ve ençok başvurulanlardan bir
tanesi padişah, kral veya şah ne ise yönetimin başı, bunlara
Allah'ın oğlu inancı verilmiştir. Mesela Japonya'da Kral
güneşin oğlu olarak kabul edilmektedir.
Buraya gelen Japon bir mühendise çok satan gazetelerden
birisi sormuş. Efendim hala yeni seçilen kralınızın güneşin
oğlu olduğuna inanır mısınız. Yani bu kadar teknolojiye
sahipsiniz bu kadar aklı başında adamsınız, "hala onun
güneşin oğlu olduğuna inanırmismız?" dediğinde
"inanıyorum" demiştir. Halkımla birlik sağlayabilmek için
mademki halkım buna inanıyor. Bende inanıyorum diyor.
Aslında ne demek istiyor. Gerçekte inanmıyorum, ama
birliği koruyabilmek için halkımın inandıklarına benimde
inanmak mecburiyetim var.
Onun için tarih boyunca gerçekte inanmasa bile inanmış
gibi görünerek, böylesine güçlendirilmiş birini çıkarma
ihtiyacını hissetmişler ve içlerinden birine demişler ki "bu
Allah'ın oğludur". Sonrada bazı toplumlarda güneşin
oğludur gibi inanılmış. Günümüze kadarda böyle gelmiştir.
Zaman içinde bazı değişikliklere uğramıştır. Bunlar,
seçilmiş toplumlarda, kalburüstü adamlar, yahutta
kendilerini elit zümre diye kabul etlikleri insanlar ortaya
çıkmış, onlar halkın isteklerinede bakmadan, kendilerinde
bambaşka güçler görmek suretiyle, halkı yönetme tarafına
gidivermişler.
Bu kafirler; Allah'ın (c.c.) insanlar üzerinde tatbik edilmek
üzere gönderdiği kitabı atıp, o insanların koyduğunu icra
makamına getirmeye gayret sarfetmişler. Günümüz
batısında bu sözler söyleniyor. Şu anda bir
çok davetlerde bu söz söyleniyor. Yani bu reisi
cumhurumuz veya devlet başkanımız veya başbakanımız,
"Allah'ın oğludur, güneşin oğludur," gibi ifadeler
kullanılmıyor ama, "bunlar kanun koruyucularımızdırlar, bu
kanun koyucularımızın dokunulmazlığı vardır" diyorlar. Biz
dokunulmazlığın yalnız ve yalnız Allah'a ait olduğunu
biliyoruz. Ayet-i kerimede "Allah yaptığından sorumlu
değildir. İnsanlar yaptıklarından sorumludurlar" diyor Allah
(c.c.)
Yani yaptığından sorumlu olmayan yalnız ve yalnız
Allah'dır İslam akaidine göre ama, İslam akaidine göre
kendini şekillendirmeyen toplumlarda, mecburen yönetimin
düzenli devam edebilmesi için bir kişi veya kişiler
çıkartmaları gerekiyor. Onlar dokunulmazlığı olsun, yani
biraz böyle ilahlaştırılma tarafına meylediliyor. Çünkü
yönetim böylelikle daha iyi yürüyor. 1906[96]
1908[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/504-505.
Muhterem okuyucu! İmansızın biride geçen haftadan
evvelki hafta aynı ayet-i kerimeyi ele almış, nasıl olurmuş
efendim. Bilim bugün kabul etmiyor insanın 950 sene
yaşayacağını diyor, hangi bilim onun okuduğu kitap yani
onun okuduğu bir imansız kitap, 950 sene insanın
yaşayacağını kabul etmiyor. Öbür tarafta başka bir tıp
kitabını okuyorsunuz insanlar 150 sene 200 sene insanların
yaşaması için gayret sarfediyorlar diyor. Olabilir mi? Daha
önce bir vaazımızda da anlattık. Olabilir. O uzatma değildir.
Allah (c.c.) o tür insanların ömrünü o tür şartlara bağlı
olarak öylece uzun eylemiştir,.diye uzunca bunu
açıklamıştık. Yine Yunus suresinin tefsirinde. Akif Merhum
bunlar için:
"Şarka bakmaz, garbı bilmez, görgüden yok vayesi Bir
kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi." Yani doğu
ilimlerimde bilmez, batı ilimlerimde bilmez. İslami
ilimlerinide bilmez. Ancak bütün bunların sermayesi
utanmayan kizarmayan bir yüzdür diyor. Başka birşeyleri de
yoktur bu arkadaşların.
Nuh (a.s.) kavmi arasında 950 sene kalıyor ve onlara
peygamberliğini Allah'ın varlığını ve birliğini ahiretin
olduğunu bu dünyada neyi nasıl yapacaklarını Allah'ın
bildireceğini, insanların böyle birşeyi yapamayacağını.
Allah'ın koyduğu kurallar karşısında ayrıca kural koyarlarsa
zararı kendilerine olur. Hem bu dünya da zararı kendilerine
olur, hemde ahirette kendilerine olur, diye onlara hep
hatırlatıyor. Ama iman edenlerin adedi bir gemiyi
doldurabilecek kadar oluyor.
Bir gemilik müslüman ve onlar birgün ona bütün haşmetiyle
geldiklerinde planlar programlar tuzaklar hazırladıklarında
Nuh (a.s.) da diyor ki: "elinizden geleni geriye koymayın"
diyor. "Allah'a tevekkül ettim diyor." Şimdi bizde bu
kelimeyi çok kullanıyoruz ve güzeldir, kullanmaya devam
ediniz.
İşinizi düzenleyin, planlayın, her türlü ihtimalleri
değerlendirin, ayet-i kerimede bir işe evvela irade edeceksin
içinden sonra onun şartlarını hazırladınız mı azim bu oluyor.
Ondan sonra Allah'a tevekkül edip yürüyeceğiz.
Hani bir ticarethane açacaksınız, bütün şartlarını, planınızı,
paranızı, alacağınız yerleri, vereceğiniz yerler hepsini hesap
ediyorsunuz. Üç aşağı beş yukarı uygun düşüyor. O zaman
tereddüte gerek yok. Azimden sonra Allah'a tevekkül ediniz
ve yürüyünüz diyor.
Allah (c.c.) burada da peygamber efendimize, Mekke
müşriğine haber ver, Nuh'un haberini ver onlara Nuh'a
inanmayan insanların akibetini haber ver, Nuh'a inanan
müslümanların az olmalarına rağmen galibiyetini haber ver
diyor. İşte o azıcık müslümanlarda teknolojide öncülük yap-
mıştır. Nuh (a.s.)'ın nezaretinde, Nuh (a.s.) 'da Rabbin
nezaretinde her-şeyde öncülük yapıyordu. İnsanlara "Allah'a
tevekkül ettim" diyor ve Allah (c.c.)'ün emri doğrultusunda
gemi yapmayada girişiyor. Fakat gemiyi yapmadan, eline
silah almadan, ben Allah'a tevekkül ettim, buyurun gelin,
öldürebilirseniz öldürün deseydi olmazdı. Yani müslümanm
tevekkülü "ben Allah'a tevekkül ettim ecelim gelmişse
ölürüm, ecelim gelmemişse ölmem. "Ey kafir topluluğu
gelin beni öldürebilirseniz öldürün hadi bakayım. Ölürsem
şehidim, kalırsam gaziyim" şeklinde olmaz. Böyle bir
insana, Fahrettin Razi derki; "intihar etmiş muamelesi görür
o insan" diyor. Onun için tevekkül, esbabım hazırladıktan
sonra Allah (c.c.)'a tevekkül edilmesi gerekmekledir.
Şimdi bunu niye okuyoruz? Peygamber efendimiz Mekke
müşriklerine Nuh'un haberini veriyor. Ne olmuş neticede
Nuh (a.s.) galib, çok olan kavmi mağlub durumdadır. Öyle
ise bende size galip geleceğim. O kavmine meydan
okumuştu bende size meydan okuyorum, ifadesi var aslında.
Ey ahali gelin ne yapacağınız varsa görün sizden
korkmuyorum, elinizden geleni geriye koymayın değilde,
benim kardeşim Nuh öyle demişti ve neticede başarmıştı,
bende onun yolundayım yani peygamberler yolu aynı
yoldur. Benimde varacağım netice onun varacağı neticedir
diyor.
Aynı şeyi bizde diyoruz. Peygamber efendimiz (a.s.) Mekke
müşriklerine ne söylüyorsa, bugün bizde aynı şeyi
söylememiz gerekmektedir. Yani ey kafirler bütün
planlarınızı, programlarınızı, tuzaklarınızı, filolarınızı,
toplayın, bütün yandaşlarınızıda toplayın elinizden geleni
geriye koymayın demeliyiz.
Ama sağlam bir itikada ve o itikadı insanlara güzel bir
şekilde anlatacak dile ve bunuda koruyacak gerekli silaha
sahip olmamız gerekmektedir. Nuh (a.s.)'ı örnek olarak
verirken, o günün teknolojisi içersinde fevkalade ve en
büyük icadını da Nuh (a.s.) yapmıştır. 1909[99]
72- "Eğer yüz çevirirseniz, ben sizden her hangi bir ücret
istemedim ki. Benim ücretim Allah üzerinedir. Ben
müslümanlardan olmakla emrolundum."
Fakat bütün peygamberlerin halkına söyledikleri birşey var
birinci planda Allah'tan başka ilah olmadığını duyurmuşlar.
Adem (a.s.), Nuh (a.s.), İbrahim (a.s.), Musa (a.s.), İsa (a.s.)
peygamber efendimiz ve bütün peygamberler kavimlerine
kendi topluluklarına Allah'tan başka ilah edinmeyin yani
Allah'tan başka yaratan birini kabul etmeyin. Yaşatan birini
kabul etmeyin, yönetende kabul etmeyin. Yani sizin
yaratıcınız kim ise yöneticinizde odur. Sizin kurallarınızı o
koyar onun dışında kural koyucu kabul ederseniz onları
kendinize ilah edinmiş olursunuz. Onun aklı senin aklından
ileri mi? Olabilir. Ama senin milletin içinde öyle akıllı
vardır ki. 'Ondan daha akıllıdır. Öyle ise akıllarınızı bir kaç
tane adamın aklına kurban etmeyin dedikten sonra.
1909[99]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/505-507.
İkinci ve en önemli bir olaya dikkat çekmekte
peygamberlerin hepsi. "Bundan dolayı sizden ücret
istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir." Yani Allah'tan
alırım ücretini, Kur'an-ı Kerimde bir surede birkaç tane
peygamberin hayatı arka arkaya verilir. İşte bu ayetlerde
Nuh (a.s.) "bundan dolayı ben ücret istemiyorum benim
ücretim Allah'a aittir". Salih (a.s.) "bundan dolayı ben ücret
istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir" gibi bütün
peygamberlerin söylediği budur. Son peygamber efendimiz
(s.a.v.)'ın söylediğide budur.
Muhterem okuyucu! Öyle ise bizim günümüzde, yani 20.
asırda müs-lümanlara vede müslüman olmayanlara etkin
olamayışımızın sebebleri-nin birincisi: doğruları Kur'an-i
Kerimden Rabbimin ifade ettiği şekilde aktaranııyoruz.
İkinciside yaptığımız bu aktarmalar ve vazifeler karşılığında
insanlardan ücret istemek veya istenmese bile şöyle hediye
kabilinden verilenlere sevinmek. Bu bizi yok ediyor.
Şu anda dünya genelinde, yalnız Türkiye için
söylemiyorum. Müslümanların hizmetlerini yürütürken
işlerin ağır yürümesi öncülerimizin biraz ücrete karşı,
paraya karşı boynu eğik olmalarından kaynaklanmaktadır.
Onun için buna dikkatinizi çokça çekiyorum. Kur'an-ı
Kerimde peygamberler bizim örneklerimiz. O
peygamberlerin bizde en önemli olarak insanlara
duyurduklarından birincisi Allah'a itaat ve ibadet, ikincisi
aman ha, sakın ha beni yanlış anlamayın ben bu
yaptığımdan dolayı ücret istemiyorum demeleridir. "Yasin
suresinin 2. sayfasında da bir şehiri, müslüman yapmak
üzere gelen üç tane yiğit hakkında, orada müslüman insan
konuşuyor: onlara, "bu adamlara uyun sizden ücret
istemiyorlar, maaş istemiyorlar, uzun yolları kat ederek
buraya kadar gelmişler zahmete katlanmışlar, hapse
atmışsınız, onları bu adamlar sizden dünyalık birşey is-
temiyorlar ki niye siz bu adamları dinlemiyorsunuz? diyor".
Ve ora halkı, o zatı öldürüyorlar, tefsirciler "Habibi Neccar"
derler. Ayet-i kerimede ismi zikredilmez. Kur'an-ı Kerim de
birçok zatın ismini dahi vermez. Kehf suresinde Musa (a.s.)
ile yolculuk yapan bir zattan bahseder. Ama Salih bir adam,
iyibir insan der. Tefsire ilerimiz Hızır der. Anasının adı
nedir. Nerede doğmuş, nerede ölmüş hiç önemli değil
yaptığı iş önemli insanların.
O insanların diğer topluma vermiş oldukları hizmet önemli.
Onun için doğduğu tarih ile anasının adı, babasının adı
önemli değil. Peygamberlerin hiç birinin tabiiki bazıları
istisna çoğunluğun %99, %98'in peygamberlerin anasının,
babasının adıda Kur'an-ı Kerimde bildirilmez doğum
tarihide bildirilmez, pek önemli değildir. Asi olan getirdiği
mesajdır, islam tarihinde fazla böyle olaylara önem
verilmemiş. Verilen o peygamberin getirdiği mesajın bizzat
fert hayatına, toplum hayatına yansıtılması ve onunla
toplumun ısıtılması birinci plana alınmıştır. 1910[100]
1910[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/507-508.
içki içmeyen, zina etmeyen, faiz almayan adam tanırım.
Müslümanlarla bugüne kadar konuşmamaya yemin etmiş
gibi, hayatını öyle çizmiş adam, fakat kötülükleri de
yapmıyor, "efendim benim kendi insani bazı kavramlarım
var. Kendime göre bir anlayışım vardır. Ve bu iyilik
anlayışımı yaşarım ve ömrümüde böyle geçiririm" diyor. Ne
olur bunun hali?
Burnu pisliğe alışan sinek gibi tuvaletin en güzel kokulu yer
olduğunu isbat için vızıldar.
İnsanın kendi ürettiği çıkış yolları insanı koruyamaz, eğer
insanın kendi ürettiği çıkış yolları korumuş olsaydı bugüne
kadar insanlar kanun değiştirip durmazdı. Hergün
değiştiriyor, değiştirme ihtiyacı hissediyor ve bakan çıkıyor.
Efendim şunları şunları yapacaktık ama mevzuat müsait
değil. Kanunun değişmesi lazım, efendim bu kanunu
değiştirildikten sonra teklif sunacağız. Değiştirildikten sonra
bu iş böyle olacak dört sene veya bir sene sonra yeni bir
bakan geliyor, onun yerine değişiyor adam. Efendim kanun
müsait değil, geçen sene kanun çıkaran arkadaşlar bazı
yönleri eksik kalmış, bunu biz düzelteceğiz. Haksız laf mı
ediyor. Hayır hakh bir söz ediyor. Geçen sene bunu
koyanlar yeni senenin ne getireceğini bilemiyorlar.
Yeni senenin ne getireceğini, yeni seneyi yaratan bilir. On
sene sonranın ne getireceğini, onsene sonrasını yaratan bilir.
Yüz sene sonrasının ne getireceğini, yüz sene sonrasını
yaratan bilir. Onun için en iyi bilen Alim olan Allah (c.c.)
dır. Böyle bir toplumda kendimizi Kur'an ve sünnet
gemisini bindirecek olursak kurtuluşumuz mümkün
olacaktır.
Muhterem okuyucu! Bugüne kadar elli, altmış, yetmiş
senedir batıya, batı gemisine bindik. Yazını aldık ağam,
elbiseni giydik ağam dedik. Yediğini yedik, içtiğini içtik.
Hani içki alemleri yaptık, ama hala sen kapının önüne bizi
bağlamıyorsun diye de bas bas bağırıyoruz. 1911[101]
1911[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/508-509.
1912[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/510.
75- Sonra onların ardından Musa ve Harun'u, Firavun'a ve
ileri gelenlerine ayetlerimizle gönderdik, onlar kibirlendiler
ve suçlu bîr kavim oldular.
Muhterem okuyucu! Allah (c.c.) efendimizi (s.a.v.)
peygamber olarak görevlendirdiğinde, nasıl bir durumla
karşılaşacağını kendisine bildiriyor. Yani daha önceden
hazırlıklı olmasını sağlıyor. Daha Yunus suresinin ikinci
ayet-i kerimesinde kafirlerin kendisini hafife alacaklarını
sihirbaz diyeceklerini ve insanların gözünden düşürmek için
ne lazımsa yapacaklarını haber vermişti, Kendi aralarında
bir insanın kendilerine peygamber olarak gönderilmesine
sataşacaklarını, "mademki peygamber gelecek, niye
zenginlerimizden gelmiyor da fakirlerimizden geliyor" gibi,
hayretler içinde kalacaklarım peygamber efendimize
(s.a.v.)'e haber veriyor.
Ve bu doğru yolunda yürürken karşısına çıkan engellerden
yılmaması gerektiğini, çünkü tarih boyunca böyle olduğunu,
Nuh (a.s.)'ında karşısına en yakın oğlunun çıktığım,
hanımının karşı geldiğini, veyahut çevresinde ki insanların
950 senelik bir zaman içinde iman etmediklerini haber
veriyor.
Arkasından bu ayet-i kerimelerde Allah (c.c.) ondan sonra
Musa (a.s.) ve kardeşi Harun (a.s.)'ın firavun'a ve firavun
çevresine peygamber olarak gönderdik diyor Allah (c.c).
Yani peygamber efendimize örnekleri çoğaltıyor. Yani bu
yolda, bela ve musibetlere duçar olan yalnız sen değilsin,
senden önceki peygamberlerde, bu tür bela ve musibetlerle
karşı karşıya geldiler, ama neticede zafer peygamberlerin
oldu.
Bak Musa ile Harun da firavun ve firavunun çevresindeki
insanlara peygamber olarak gönderilmişler, birde onlar
kibirlenmişlerdi, zaten günahkar idiler. Yine peygamberin
mesajına kulak vermemekle isyana devam ettiklerini Allah
(c.c.) haber veriyor. 1913[103]
1913[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/510-511.
etmesi, onun için en büyük bir övünç kaynağıdır.
Musa (a.s.), sihirbaz olsa firavunun önünde sihirini icra
etmekten şeref duyar. Halbuki o sihrini icra etmek değil
görevini icra ediyor. Görevini icra edincede karşılığında
bahşiş almak yok, para almak yok, boynunun gitmesi,
vurulması da söz konusu, ama peygamber efendimiz (s.a.v.)
hadisi şerifinde bildirdiği gibi "şehidlerin en faziletlisi, en
hayırlısı bir zalim sultanın önünde hakkı haykırıp ve orada
başı vurulan insandır" diyor. Yani zalimlerin suratına
yaptıkları işi, zulümü söylemek ve orada şehid olmak. İşte
peygamberlerde bunu bildiriyor. Firavunun karşısına
geçiyor, yaptığının ilahlık olduğunu ve günahların en
büyüğü olduğunu, ve bununla cehenneme gideceğini onu
uyardığını aklını başına alması gerektiğini, onun kendi
suratına karşı bu hakikati söylüyor. Öyle ise Musa (a.s.) bir
sihirbaz değil, Allah (c.c.)'ün kelamını insanlara duyuran bir
peygamberdir, ve o kelamı duyan yüreklerde de bir yeşerme
meydana geliyor, bu yeşermeler sinirin neticesinde değil
tebliğin neticesinde meydana geliyor.1914[104]
1914[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/511-512.
yaparlar televizyonda da seyrederiz veya bazı çadırların
içinde geliyorlar gösteri yapıyorlar. Orada bir anlığına
insanları hayretten hayrete düşürüyorlar ve orada da bitiyor
onların saltanatı, yani gösterisi 15 dakika devam ediyorsa,
saltanatı 15 dakika devam ediyor demektir. 15 dakika sonra
saltanatı bitiyor onun gösterimi bitti, saltanatıda bitti. Musa
(a.s.) diyor ki: "Bu sihirmidir. Sihir devamlılık arz etmez.
Benimkisi ise devamlılık arz ediyor. Ve ben başarıya doğru
gidiyorum. Öyle ise bu sihir değildir. Sihirbazlar başarıya
ulaşamazlar diyor Allah (c.c). 1915[105]
1915[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/512-513.
ondan iman sız kesimin mantığı şu eğer bizim gittiğimiz yol
yanlış olmuş ol saydı ba balarımızda aynı yoldan gitmezdi
dedelerimizde aynı yoldan gitmezdi Dedelerimiz,
babalarımız aynı yoldan gitmişlerse ve bu yol üzerine
dünyada saltanat kurmuşlarsa zulüm üzerine de olsa,
babalarımız ve dedelerimiz yaptığına göre bizde aynı yoldan
gideriz. Ya Musa senin babanda, deden de bu yolun
üzerinde idi. Yani sen bizi babamızın dedemizin yolundan
alıkoymak mı istiyorsun bunun arkasında, yeryüzünde
saltanatın size ait olmasını mı istiyorsun? Yani Musa (a.s.)
ile Harun (a.s.) firavunun saltanatına son veripde kendiniz
mi saltanatı elde etmek istiyorsunuz, Kral mı olmak
istiyorsunuz diyorlar.
Biz sizin ikinize iman etmiyoruz edicide değiliz diyorlar,
iman etmeyeceklerini böylece bildirmiş oluyorlar. Şimdi
Allah (c.c.) bunu bildirmekle, yani bu ayet-i kerimeyi
indirmekle peygamber efendimiz (s.a.v.)'a küfrün
mantığımda vermiş oluyor.
Bu ayet-i kerime de bize küfrün mantığını veriyor. Yani şu
andaki dünyada küfrün sembolü olan, yöneten insanların
mantığı aynı şekilde. Birleşmiş Milletler bu çizgi üzerinde,
Avrupa topluluğu bu çizgi üzerinde gidiyor. Bunlar bu çizgi
üzerinde giderken dünyada mutluluğu sağladıklarına göre
yol yanlış bir yol değil.
Bundan önce ingiliz imparatorluğuda aynı yol üzerinde
yürüyordu. Halkını mutlu ediyordu. Öyle ise bu yol yanlış
bir yol'değil, diye savunanlar aynı mantığı devam ettiren
insanlardır. Günümüzde de hani gazete köşelerinin her
hangi birinde, (bazı gazetelerde tabii ki) her hangi bir yazarı
alıverdiğinizde İslami kesime müslümanlara saldırırken
efendim batıda ne gördünüz, batı bu yolda ilerledi, uçağa,
gemilere, uzayda uydulara, evlerindeki konfor, yollarındaki
parlaklık, güzellik, düzenlilik, estetik bütün buna mı?
karşısınız diyorlar.
Muhterem okuyucu! Buna karşı değiliz. Buna müslümanlar
hiçbir şekilde karşı değil, bunun öncülüğünü müslümanlar
yapmışlar zaten, yani bizim halkımız bizim insanımız, her
ne kadar bunlardan uzak tutulmazsa da batılı biliyor. Yani
müslümanların ilericiliğe, sanata, estetiğe karşı olmadığını
buna öncülük yaptığını batıdaki ilim adamları da biliyor.
Her hangi bir ilim dalını alıverseniz, bu sahanın öncüleri
kimlerdirt denildiğinde, islam aleminden bir kaç tane ilim
adamı karşınıza isim olarak çıkıverecektir.
!
Müslümanların karşı oldukları şu; yeryüzünde, hani o gün
içinde Mısır'da firavunun sağladığı bir rahatlık var, halk
üzerinde özellikle kıptile-re. Kıptilerin binekleri en iyi binek
evleri en güzel ey, en serin ev ogünün şartları içinde
değerlendirecek olursanız çok ileri bir seviyede yaşıyor
kiptiler, firavunun ırkından olan insanlar onun ırkından
olmayan beni İs-railden olan ve peygamber soyundan gelen
insanlarada o günün en rezil hayatı yaşatılıyor. Kasıtlı
olarak ticaret ellerinden alınmış, ziraat ellerinden alınmış.
Ancak ziraat ve sanayide o günün sanaayisinde işçi olarak
çalışma, işçinin ücretimde yine kiptiler belirleyecek,
böylesine çalışarak, acıdıklarından değil, Ölürlerse işimizi
yapacak adam olmaz, demek suretiyle askeri bir ücret tesbiti
ile adamları çalıştırıyorlar. Ölmeyecek kadar
çalıştırıveriyorlar. O gününü insanının mantığı aynı
günümüzde devam ediyor. Adam diyor ki: "Senide bu
konfordan faydalandırırım ancak benim gibi yaşayacaksın,
benim gibi düşüneceksin."
Muhterem okuyucu! Şu Türkiye'de bu kadar ahlâki
bozulmamız bir kısım insanlarda olmasına rağmen,
Türkiye'de bir anket yapılsa denilsin ki: "Bak batıda evler
şöyle döşeli, su tesisatı, elektrik tesisatı ve elektriğin
getirdiği yemeye, içmeye, giymeye bulaşığa efendim yemek
yapmaya, çamaşıra, yani ev temizliğine ait fevkalade
gelişmeler var. Bunlarla evini donatacağız, kuş tüyü yatakta
ve kuş sütü ile besleneceksin böyle imkanlar sağlayacağız,
ama akşam yatağından hanımın canı istediğinde bir baş-
kasının yatağına gitme ahlakını da getireceğiz bunuda
beraberinde kabul edermisin?" denildiğinde ben şöyle
tahmin ediyorum, %95 kabul edilmez.
Yani dinine ve dininin ona kazandırmış olduğu namus
anlayışına ters düşen şeyi kabul etmez. Peki bunu kabul
etmezsen, eşinle beraber samanlıkta yatıp kalkacaksın
dediğinde derki, "iki gönül bir olunca, samanlık seyran olur"
efendim der. Bu tarafı tercih ediverir.
Yani firavunda kendi halkına, kendi imansızlarına, imkan
sağlıyor Müslümanların elindeki imkanları alıyordu.
Günümüzde de aynı şey var Zaten Musa (a.s.) ile firavunun
kıssasının Kuran-ı Kerimde çokça tekrarlanması 20. asırda
bizimkileri uyarmaya yöneliktir. 1916[106]
1916[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/513-515.
1917[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/515.
1918[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/515.
başka ıirşey değil. Allah bu sihiri boşa çıkaracaktır. Allah
bozguncu insanların işlerini düzeltmez. Sizin işiniz
bozgunculuktur. Ve bu bozgunculuk işinizde
1919[109]
düzeltmeyecektir."
1919[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/516.
Yani bu insanlarla firavunun sihirbazları arasında fark
yoktur yani. Eskiden padişahların meddahları olurmuş, o işi
yapıyorlar.
Bunlar tarihte hiç eksik olmamıştır. Firavun döneminde
sihirbaz diye isimleniyorlardı. Şimdi ki dönemde başka bir
isimle aynı şekilde yürüyorlar. Öyle ise yapılacak iş nedir.
Allah (c.c.)'ün ayet-i kerimesinde ifade ettiği gibi buyurun.
Sizde bütün sihir kabiliyetlerinizi ortaya koyun, karşı
karşıya gelelim, halkın önünde, halkın huzurunda tartışalım,
siz kendi imansızlığınızı bizde imanımızı icra edelim,
deseniz o fırsatı vermiyorlar. Firavun döneminde
veriliyordu. Dikkât edin ayet-i kerimeye firavun döneminde
veriliyor.
Ama dünya genelinde müslümanlara böyle bir fırsatı, basın
ve yayın yolu ile hele hele televizyon yoluyla bu fırsatı
katiyyen vermiyorlar. Efendim dini konuda Kur'an-ı
Kerimin ayetleriyle sizinle bir söyleşi yapacağız, din
programında altınada yazıyor, bunu gösterdikten sonra bil-
mem ne mühendisliğinden profesör olmuş filan zat, ayet-i
kerimeler üzerine dini sohbet yapıveriyor. Madencilik
sahasında profesör olmuş bir arkadaş dini sahada sohbet
yapıveriyor sizlere, veyahutta islami sahada yapmış ama.
namaz kılmaz, abdest almaz bir herif, size-dini sahada soh-
bet yapıveriyor. Adamlar özellikle seçilip getiriliyor.
Muhterem mü'minler yani sihirbazlarımızla, hakiki
müslümanlar karşı karşıya gelmesinler. O zaman sihirimiz
ortaya çıkar diyerek, karşı karşıya gelmemenin bütün
yollarım deniyorlar yalnız. Burada bunu söylerken şu
hatırınıza gelmesin. Yani mevcut olanlar yapmıyor
demiyorum. Mevcududa öyle, yirmi sene önceside öyle,
oluz sene önceside, elli sene öncesidc, yani mevcut tenkit
ediyor anlamında anlamayın, 50 senedir yaşayanınız, 60
senedir yaşayanınız, 70 senedir yaşayanınız var. O günden
bugüne radyoda verilenleri, televizyon çıktıktan sonrada
televizyonda verilenleri biliyoruz. Dini yayınlan ise 15
dakikadan, 20 dakikaya çıkardığımıza seviniyoruz. 1920[110]
1920[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/516-517.
Peki öyle ise bende sana gelen suyu kesiyorum, yiyecek
maddelerimde kısıyorum. Çocuklar ölecek. Ölsün sen benim
köpeğime hoşt dedin. Sen benim köpeğime hoş dedin. Orda
yüztane öğrencinin, talebenin ölmesine güzyuman bu zalim
mi, daha zalim. Yoksa orada çocukları rehin alan, köpeğe
hoşt diyen adam mı daha zalim? İkisinde de zulüm var fakat
zulümde dereceyi bulmak için söylüyorum. 10 milyon, 20
milyon insanın aç ölmesine göz yuman bu insanlar mı
zalim? Yoksa bunları ben rehin tutuyorum diyen kişi mi
daha zalim?
Musa (a.s.)'a aynısı yapılmıştır. Ama başarılı
olamamışlardır. Firavun o gün için ona ambargoyu
uygulamış, erkek çocuklarım öldürüp, sizin neslinizi devam
ettirmeyeceğiz demişler. Ama neticede Musa (a.s.) galip ve
o zalim firavun mağlup oldu.
Tarih boyunca nice namussuz, imansız kesim Mekke'yi
Mükerre-me'yi işgal etmiş ve orayı tahrip etmek için
yönelmiş her defasında da kendileri mahvolmuşlardır. Allah
(c.c.) bu olaylardan bir tanesini "Fiil" suresinde
anlatıveriyor. Bugünün tankları yerine eskiden filleri
kullanır-larmış, bir binayı yıkıverecek, bir duyan
çekiverecek ve ilerisine gidiverecek ve altındaki adama oku
atacak kendisi iyi korunduğundan dolayı ok veya kılmç
kendisine yetişmeyecek ve düşman ordularının içinde
düşmanı tarumar edecek en güzel silah o gün için tank
mesabesinde filler kullanılıyordu.
O günün teknolojisi içinde Kabe'yi tahrip için gelenlerin
Rabbim tarafından helak edildiğini Allah (c.c.) bu ayet-i
kerimesi ile bize haber veriyor. Kıyamete kadar da Kabe-i
Muazzamanın korunacağını bu sure ile de garantilemiş
oluyor Allah (c.c.)- Körfez savaşında, güya krallığa karşı
olan, Demokrat Amerika, Suud'a çıkarma yapıyor.!!
Bahane, kralı korumak. Fakat esas amaç.
1-İslam aleminde gelişmekte olan İslamcı hareketi
durdurmak, yöneticilerini güçlendirmek, bak arkanızdayız
bunların hepsine vurun, çökertin demek.
2- Petrollere sahip olmak ve bu arada hristiyanm
müslümana galibiyetini Harem-i Şerifin bağrında haç
takabileceklerini insanlara gösterebilmek.
Muhterem okuyucu! Allah (c.c.) bizim dünya hayatında
mutlu bir hayat yaşamamız ve evlerimizi, caddelerimizi,
sokaklarımızı, şehirlerimizi ve vatan edindiğimiz bütün bir
yurdu cennet haline dönüştürmemiz için tarih boyunca
peygamberler ve peygamberi eriyle beraber de kitaplar in-
dirmiştir. Allah (c.c.) neyi, nerede, ne zaman, nasıl
yapacağımızı Kur'an-ı Keriminde bize bildirir. Emirler verir,
yasaklar koyar. Emirleri ve yasakları bizim yararımızadır.
Bu emir ve yasakların yerine getirilmesine kalkıştığımızda
karşımıza çıkacak güçlerinde olacağını haber verir. Önceder
uyarır Rabbirn. Siz bu dünyanın ıslahı için harekete
geçerseniz, karş güçlerde ifsat etmek için faaliyet
göstereceklerdir.
Bakınız Musa (a.s.) o günün toplumunu Allah'ın istediği
şekilde yö netmek üzere faaliyete başlayınca, çıkarları
zedelenen firavun karşısın; dikildi. Askeri, siyasi, ekonomik
tüm gücünü topladı ve Musa (a.s.)'ıı karşısına dikti.
Komutanlarına ve ilim adamlarına diyor ki: "Bütün plan
larınızı bir araya getirin, sonra karşımda saf bağlayın, yani
askeri ve ilin gücünüz ne ise planlarınız ne ise getirin ve bir
arada toplanın. Yüce olaı kazanacaktır. Bugün yani Musa ile
son kozumuzu paylaşacağız bugün di yor. Musa (a.s.)'da
onun ilim adamlarını mağlup ettikten sonra kavmin şöyle
diyor.1921[111]
1921[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/517-519.
Bu ayet-i kerimeden anlıyoruz ki Hz. Musa'ya inananlarada
müsli man diyoruz biz. Hz. İsa'ya inananlarada müslüman
diyoruz. Yani A lah'ın peygamberleri vasıtası ile gönderilen
peygamber ve o peygamberi kitabına iman eden bütün
müslü'manlar aynı derecede bizim kardeşimi; dir. Ve de
isimleri müslümandırlar. Yani Allah'a teslim olmuş insan m;
nasına gelen müslümandırlar.
Bu ayet-i kerimede de Musa (a.s.) kavmine diyor ki eğer
müslümansanız, Allah'a inanıyorsanız Allah'a güvenin,
Allah'a dayanın. Yani karşınızda firavunun ordularını ilim
adamlarını ve bütün işkence aletlerini görünce, ondan tarafa
meyletmeyin, yalpalamayın. Onu da ordularımda askerlerini
de, silahlarını da yaratan Allah (c.c.)'dır diyor. 1922[112]
1922[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/519-520.
Yani çocuk istemek için evvela evlenilir. Buğday istemek
içinde tarla sürülür, tohum atılır, yağmurlama sistemi
kurulur, ilaçlaması yapılır, gübrelemesi yapılır. Ondan sonra
Ya Rabbi sana havale ediyorum, sana güveniyorum denilir.
İmansızların biri şöyle diyebilir. "Ben toprağı sürdükten
sonra, suladıktan sonra, gübre yaptıktan sonra, ilaçlamasını
yaptıktan sonra Allah'a niye tevekkül edeyim. Niye Allah'a
güveneyim" der. imansızların bu kısmı bunlar genelde
çiftçilik yapmayanlardır. Bitkiyi İstanbulda saksı da gören
insanlardır. Çünkü çiftçi bir adam bunu diyemez. Her türlü
sistemini kurduğu halde Allah istemedikçe olmaz. Yağmuru
bol verir çürütür. Yağmuru hiç vermez kurutur. Sulama
sistemide yetmeyebilir. 100 metre 150 metre tabandan su
çekiliverebilir. Veya bir dolu ile beraber haşat ediverir.
Yerle bir ediverir. Onun için biz üzerimize düşeni yaptıktan
sonra Ya Rabbi sana tevekkül ediyoruz diyoruz.
Burada Allah (c.c.) tevekkülü, düşman karşısında istiyor.
Musa (a.s.) bakmış yanma, iman eden insan bir avuç. Karşı
taraf o günün en güçlü zalim diktatörü firavun ve orduları,
karşısına ordu bulamaz olduğundan dolayı harb edemez hale
gelmişler. Yani böylesine güçlü bir devlet ve orduları var.
Bugünün imkanları içinde Silahlanda var beraberlerinde bu
inanmış insanlar endişe duyuyorlar, korkuyorlar, sığınacak
yer arıyorlar. Musa (a.s.)'da diyor ki: "Eğer Allah'a iman
ediyorsanız Allah'a tevekkül ediniz. Onlarda imanlarını
ikrar ediyorlar. Hepsi birden Allah'a tevekkül ettik diyorlar.
Ama bir dua yapıyorlar, bu duayı bizde yapalım.
Böyle bir dua Mümtehine suresinde de var. Manası şu: "Ya
Rabbi zalim toplumlara karşı veya zalim toplumlar için bizi
bir imtihan vesilesi kılma ya Rabbi" diyor. Ordaki
mü'minler Musa (a.s.) ve ona iman edenler, Allah'a tevekkül
ettikten sonra diyorlar ki: "Ya Rabbi bizi zalim kavimlere
karşı bir imtihan malzemesi yapma" diyorlar. Bunun iki
türlü manası var.
Ya Rabbi müslümanız diye ortaya çıktık. Bizde bugün için
müslüma-nız diyoruz ve doğruyuz ve halka diyoruz, şu anda
biz ey dünyalılar. Bakın koministlik bugüne kadar insanların
derdine deva olur diye yıllardır uğraşıyorsunuz,
üniversitelerde kürsüler açtınız, profesörler bunun işlenmesi
için çeşitli devletlerin üniversitelerinde anlatmaya
koyuldular. Bunun doğruluğunu isbat etmek için
yüzbinlerce ordu, yüzbinlerce insanın beynini ezdi.
İnanmayanların beynini ezdi ama neticede boş olduğu orta-
ya çıktı.
Öbür taraf da onun karşısındaki kapitalizm o doğrultuda
gidiyor. Yani adamlar şikayetçilerde çıkış yolu
bulamadıkları için devam ediyorlar, ayrı düşünceleri. Yani
kendi içindeki düşünürleri bununda çıkış yolu olmadığını,
insanlara mutluluk vermediğini, maddi rahatlık ama
mutluluk vermiyor diyor. Paranın üzerine yatıpta
uyuyamazsın, eviniz dolu altınınızda olsa, yatsanız o size
uyku vermez. Yiyeceğiniz giyeceğiniz kullanacağınız şeyler
sınırlı, insanın midesi sınırlı, giyeceği elbise sınırlı ve
içeceği de sınırlıdır. İnsanın bunlarıda elde ettikten sonra,
kadın ihtiyaç hisset-mişse o da sınırlı. İnsanın bir gücü var o
da sınırlı. O da bitince ne olacak Yani her türlü ihtiyacını
karşıladınız, adam doydu fazla verirseniz adam kusar. Bu
sefer bu adamın tekrar huzur bulması için başka şeyler
arayacaktır. İşte o başka şeyleri diyoruz. Biz verebiliriz,
Yani bu insanların mutluluğunu temin edecek şeyi Allah
Kur'an-ı Keriminde bildirmiştir. Buyurun diyoruz
müslümanlar olarak. Burada sunuda diyoruz gayri. Ya
Rabbi bizi zalimler karşısında imtihan vesilesi kılma,
imtihan aleti kılma diyoruz.
Şimdi gözler müslümanlara çevrili. Bütün dünyanın gözü
müslüman-lara çevrildi. Bugüne kadar düşünürleri
çevrilmişti, şimdi siyasileri de gözlerini müslümanlar
üzerine çevirdiler. Türk askeri Kore'ye gitmiş ger: dönmüş.
Hani gidişi haklı değildi belki ama gitmiş, geriye gelmişler
Şimdi Kore'nin içinde bir tane camii ve orada müslümanlar
var Niye' Buradan giden Ali çavuş oradaki insanlardan bir
kaçma müslümanlığı an latıvermiş. Geldikten sonra o
adamlar kendi kendilerine çalışmışlar gayret etmişler bir
müslüman cemaat meydana getirmişler. Yani bir yere biri
girerse oranın kültüründen etkilenmemek mümkün değil
tabiiki.
İslam alemine haçlı seferleri ile girmişler, ama birçok
insanın müslüman olmasına sebep olmuşlar. Ve geriye
İslam hakkında bilgi götürüp gitmişlerdir. Şimdi gözler
müslümanların üzerinde hani şöyle biri gelse deseki bize:
"ben hristiyanım veya ateistim" dese adam bana İstanbul
şehrinde bir müslüman gösterin ben o adamı uzaktan takip
edeceğim, yemesi nasıldır, yürümesi nasıldır, konuşması
nasıldır, işi nasıl, dükkan ça-lıştırıyorsa, dükkana gelip
gidenlere muamelesi nasıl, satışı nasıl, çek ve senetlerine
sadakati nasıldır. Bütün bunları yani dini ile ilgili gayreti na-
sıldır. Bunları uzaktan gözleyeceğim dese kimi gösterirsiniz.
Anlatabildim mi bilmem?
Ayet-i kerime bunu anlatıyor aslında, ister Avrupa'dan biri,
ister Türkiye'den biri, dediki size: "Ben İslama
inanmıyorum. Fakat merakda ediyorum, araştırma gereği
duydum. Kitaplardaki güzel, herşey kitaplarda güzeldir.
Ama birde bunu tatbik eden adamı görmek istiyorum. Yani
İstanbul şehrinde bir müslüman göstereceksin, ben o adamı
uzaktan takip edeceğim, o adamın bütün faaliyetlerini
gözleyeceğim. Beğenirsem müslüman olacağım,
beğenmezsem müslüman olmayacağım dese bu İstanbul
şehrinde kimi gösterirsiniz. İşiniz biraz zor. Allah'a dua
ederken bizde bunu yapmamız gerekiyor.
Bunun için Rabbimize Musa (a.s.)'a iman eden toplum diyor
ki; "Ya Rabbi bizi zalimlere karşı imtihan vesilesi kılma."
Yani Ya Rabbi yaşantımızda eğiklik eziklik, bozukluk
olmasın, o adamlar bize bakıp dinden nefret etmesinler.
Yani imanımız ve amelimiz biribiri ile uyumlu olsun ki
dışardan bakan bir adam bizim yüzümüzden, gavurluğunda
devam etmesin manası vardır bu ayet-i kerimede. İkinci bir
manası vardır. Ya Rabbi biz bir avuç insan olarak dünyanın
en güçlü devletine ve devlet başkanına, hak namına baş
kaldırmış durumdayız. Eğer biz ezilecek olursak iki şey
ortaya çıkacaktır.
İki türlü insan vardır. Zaten bir kafirler grubu, kafirler grubu
diyecekler ki; eğer bu adamlar hak yolda olsalardı bize galip
gelmeleri gerekirdi bu bir avuç insanı mağlup ettiğimize
göre Allah destekliyor demektir. Ve bunları Allah
desteklemediğine göre bunlar doğru yolda demek değildir.
Onun için biz küfrümüze devam edelim diyorlar, bir kısım
müslümanlar-da var burada. Müslümanlar diyorlarki ya ne
karışıyorsunuz elin etlisine sütlüsüne gerçi bu adamlar zalim
imansız ama bu adamlarla da başa çıkılmaz ki. Kendin izi
ateşe atıyorsunuz.
Ayet-i kerimede de kendini bile bile tehlikeye, elinle
kendini tehlikeye atma diyor. Günümüzde kullanılan bir
kelimedir bu. Ayet-i kerimeyi
yanlış yönlendirerek ifade ediyorlar. Hani yiğiteesine küfre
karşı saldıran delikanlılarımıza diyorlar ki: "Yahu kendini
tehlikeye atıyorsun, kardeşim dünyayı sen mi
düzelteceksin?" diyor.
Muhterem okuyucu! Belki tersine dönen dünyayı, tersine
dönmesini durduramayız, ama kendimize olan güvenimizi.
Şahsiyetimizi yok etmeyiz, bu yolda yürüyecek olursak ama
küfür bütün hızıyla yürürken ben bunun önüne duramam
deyip, onun yanı başında yürümeye devam eden pisliğin
içinde boğulur gider. Bu dünyada pislik olur. Öbür dünyada
da pislerle beraber cehenneme doğru akar gideriz. Karşı
duracak olursak, eğer vade dolmuşsa, bu hareket
olgunlaşmışsa, bir müslümanın karşı duruş hareketi o
toplumun düzelmesine de sebep oluverir.
Hani Mısır'da bir hareket başlamıştı. Hasan el Benna, ile
Seyyid Kutup hareketi başlatmıştı. Bu insanların birisi bir
meydanda konuşurken bir kurşunla Amerikalı ajanlar
tarafından öldürüldü bir tanesi de idam edildi. Şehit oldular
ama eserleri bütün dünya dillerine tercüme edildi. Bütün
dünyada onların sesi ve nefesi insanları etkiliyor.
Hani İngiltere'de doktorasını yapmış, siyasal ve ilahiyat
mezunu bir arkadaşımız. (Doktora tezi de şu. İngilizler niye
müslüman olur? nasıl müslüman olur.) Dört sene kalmış,
doktorasını yapmış gelmiş. Şöyle an-latttı: "müslüman olan
insanlarla görüştüm; bu zatların, (Hasan el Benna, Seyyid
Kutup) eserlerini görmüşler, okumuşlar ve müslüman
olmuşlar.
Yani bir insan ölüyor, şehid oluyor. Ama bin tane insanında
dirilmesine sebeb oluyor. Onun için ölüm de yok olmak
demek değildir. Zillet içinde yaşamaktansa izzet içinde
ölmeyi tercih etmiş, ecdadımız bizi bu günlere getirmişler.
Bugünler deyince bugünkü halimizden memnun değiliz.
Çünkü zillet içinde yaşamak, onun bunun emriyle hareket
etmek, insanın izzetini zedelemiş durumdadır.
"Ya Rabbi, bizi zalimler karşısında zalimlere karşı, fitne
vesilesi, imtihan vesilesi kılma". Yani dostlarımız "demedik
mi sana" demesinler. "Demedim mi" sana demesinler. Yahu
dilini fazla uzatıyordun, vallahi seviyorduk ama. (söyleniyor
bu bazı hocalarımıza". "Hocam biraz azdiy-dı, hoca biraz
ileri gittiydi." Ne ileri gitmesi, geri kalıyordu da o çırpınıp
duruyordu. Geri kalmanın çırpınmasını yapıyordu. Ama
müslümanımız ayıplıyor, gavurdan önce müslümanımız:
"Hocam gittiği yol sağlam değildi." Niye sağlam değildi?
"İnançsıza karşı açıktan harp ilan etmişti." Ne yapsın yani?
senin gibi takla mı atsın, yağcılık mı yapsın.!!" 1923[113]
1923[113]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/520-523.
86- Katır kavimden bizi rahmetinle kurtar" dediler.
Muhterem okuyucu! Ayet-i kerime bütün bunlar: içine
alıyor. Ya Rabbi zalimlere karşı fitne vesilesi, imtihan
vesilesi kılma diyoruz ve devam ediyor dua. "Ya Rabbi kafir
toplumlardan bizi rahmetinle kurtar." İki ifade kullanılmış,
birinde kafir kavim var, diğerinde zalim kavim var. İçine
hem kafirler girer, hem de müslüman olduğu halde
müslümana veya müslümanın faaliyetlerine zarar veren.
Türkçeye de yerleştirdiler bunu. Aşırı dinciler ne demek?
Yani aşın dinci Türkiye de müslümanlan iki gruba ayırdı.
Televizyonu da, basımda "aşın dinci grub" diyorlar. Yahu
ne yapmış aşın dinci gurup? O da beş vakit namaz kılar,
buda beş vakit namaz kılar. Yani karşıtı ne olur, aşırı dinci
grubun karşıtı ne olur. Aşırı dinsiz grub olur.
Yani bununla bizimi kast ediyor. Müslüman kelimesi
yetiyor bize, aşırısı yok, gerisi yok. Yani ayet~i kerimede
müslüman kelimesinden daha güzel bir ifade olmadığını
Allah (c.c.) bize "Ben müslümanım demekten daha güzel bir
söz yoktur" diye ifade ediyor. Aşırı müslümanlığı kabul
etmiyoruz. Hiç birine, ilavede istemiyoruz. Ayet-i kerimede
"müslümanım" demek yetiyor bize buyuruyor. Müslümanım
demek ise Kur'an-ı Kerimin bütün ahkamını fiilen
hayatımızda yaşadığımız gibi etrafımızdaki insanların da bu
mutluluktan yararlanması için gayret göstermemiz
oluyor. 1924[114]
1924[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/523-524.
getirin, bütün pencereler kıbleye bakar. Köyünüzdeki evlere
bakın, pencereleriniz kıbleye bakar. Yani tesadüf değildir.
Bu ayet-i kerimenin, bir devletin milletinin evlerine, müh-
rünü vurmasıdır bu. Evlerin pencereleri kıbleye bakar, ve
babanızın evine, dedenizin evine gittiğinizde evleriniz de
kıble düz olur, pencereye karşı olur.
Ama şimdi İstanbul'da elli seneden beri yapılmış olan
evlerde ya giriş kapısına doğru namaz kılarsınız, yada
köşeye doğru namaz kılarsınız, veya sormak mecburiyetinde
kalırsınız. Bu evin kıblesi kardeşim ne tarafa? dersiniz.
Çarpık kıbleler vardır. Bu zaruret gereği değil, İstanbul'un
imarı ile ilgilenen insan, ruhsat veren insanlar eğer bu ayet-i
kerime doğrultusunda hareket ediverse, şu parseli kıbleye
doğru yapıverseler. Ama parseli köşelemesine yaparsa
bütün evlerin kıblesi köşeye gelir. Yani topraktan tasarruf
yapma diye birşey yok. Şöyle yol verme ile böyle yol verme
arasında değişiyor bu, evlerin pencerelerinin kıbleye
gelmesi. Aynı zamanda ay-dmlığada gelecektir. Tabii ki
hem kıbleye gelecek, hemde güneşe gelecek. Ama güneşe
ve kıbleye karşı sırt çevirdiğinizden dolayıdır ki evlerinizin
kıblesi dahi çarpıktır.
"Hat" yani güzel sanatlar, mimari her ne kadar elle
yapılıyorsada insanın iç dünyasının dışa yansımasıdır.
İnsanın içi iman ile dopdolu olursa, Kuranla dopdolu olursa
bir şehri yeniden kuracağında, şehrin merkezini Camii
yapar.
Dağlarda yapılan çeşmelerin yönüde kıbleye doğru
yapılırdı. Hz. Ömer Küfe şehrini ilk defa kurmuş.
Komutanına demiş ki: "Küfe denilen yerde şehir kur. Orası
askerin ve ilmin karargahı olsun demiş. Ve şehrin
merkezindeki küçük tepeciğin üzerine de mescid yap ve
oradan komutanına bir oku eline al, bir doğu tarafına at, bir
batı tarafına at, bir güneyine, birde kuzeyine at. Okların
düştüğü yere kadar olan yeri açık saha bırak ve ondan sonra
yakınına üniversiteyi, askeriye karargahını ve de kendi
komutanlık binanı inşaa et" ve ondan sonra caddeler ona
göre yapılıyor. Bütün yollar camiiye çıkar hale
getiriliyor.Bütün yollar camiiye çıkar. Şimdi bütün yollar
bankaya çıkar.
Muhterem okuyucu! Kur'an-ı Kerim evinizin planına kadar
ilgilenir. Kapı çalmasını öğretir, devleti yönetmesini öğretir.
Uluslararası andlaşmaların veya harplerin nasıl biteceğini ve
nasıl başlayacağını öğretir. Yani hadisin ifade ettiğiyle bir
sahabe öyle diyor. "Peygamberimiz bize her-şeyi öğretti.
Hatta tuvalette oturmamızı dahi öğretti" 1925[115] Tuvalette
nasıl taharet yapacağımızı peygamberimiz bize öğretti. Hani
girişi, sol ayağınızla gireceksiniz, sağ ayağınızla
çıkacaksınız. Efendimiz "taharetinizi bolca su ile
yapacaksınız" buyurdu. Orada oturmayida Öğretti, devlet
başkanlığında oturmayı da öğretti.
Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde bizim toplum hayatımızda
muhtaç olacağımız her konunun izahını yapmıştır. İşle ilgili,
kültürle ilgili herşey onunla ilgili. Hani evinizde abdest
alacaksınız, biraz ihtiyarlarınız abdest alacağı lavaboya
ayağını kaldıramıyor. Niye acaba, içinizde mühendis
kardeşlerimiz var yani, bunun yukarıda olması ile aşağıda
olması. Aşağıda olunca ruhsat mı verilmez yok. Niye lavabo
yüksekte, insanın göğsü hizasındadır. Amerikalının ayak
yıkama derdi yok. Red Kit 50 senedir yaşıyor, hala
ayakkabısını çıkarmadı. Ayak yıkama derdi yok adamın.
Bizim günde beş defa ayak yıkama derdimiz var. Derdimiz
değil ibadetimiz var. Beş defa ayağını yıkayacak bu adamın
ayağını göğsü hizasını kaldırması ihtiyarlar için zor. Biraz
aşağıya yapıverse mühendisler ne olur yani.
Yani bu iş kültürle ilgilidir. Allah (c.c.) onu dahi veriyor.
"Evlerinizi kıbleye yönelik yapın ve namazlarınızı dosdoğru
1925[115]
Ebu Davud Taharet 4
kılınız. Mü'minleri müjdele, namazını kılan, evlerini kıble
yapan mü'minleri müjdele" diyor Allah (c.c.). Düşman
karşısında yani firavun karşısında Musa (a.s.)'m duruşunu
anlatırken Rabbim "namazınızı kılınız" diyor.
Yani firavun bütün ordusuyla Musa'nın (a.s.) karşısına
gelmiş, Musa (a.s.) kendi kavmine teselli veriyor. "İman
ediyorsanız Allah'a güvenin". Korkmayın bu heriften diyor
ve emrediyor. Namazlarınızı kılın, harb es-nasındayız,
namazlarımızı yarın kılsak olmaz mı? Namazınızı kılın,
daha önce geçen ayet-i kerimede "Allah'tan sabırla ve
namazla yardım talebinde bulunun" dıyor. 1926[116]
Muhterem okuyucu! Müslüman alemi tehlikeli günler
yaşıyor. Böyle bir günde bizim birliğimizi sağlayacak
yegane yerler mesciddir, yegane ibadette namazdır. Buna
sımsıkı sarılalım, elimizden birşey gelmezse, dilimizden
gelir. Dinimin düşmanlarını ya iman etmesi için, yada iman
etmedikleri takdirde de helak olmaları için Rabbimize dua
etmemiz gerekiyor. Çünkü Rabbim Musa (a.s.) burada dua
yapıyor. 1927[117]
1926[116]
Bakara 45
1927[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/524-526.
1928[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/526.
kabul ettik. Yani Musa (a.s.) dus ederken Harun (a.s.) amin
demiş ve kabul edilmiş, onun içindir ki iman efendi dua
ederken biz amin diyoruz ya. Bazı arkadaşlarımız bunun
delil var mı? Kur'an-ı Kerimi okursan görürsün.
Kur'an-ı Kerimin Yunus suresi 89. ayet-i kerimesi, Yunus
suresi 88 ve 89 ayet-i kerimesinde Musa (a.s.)'ın dua ettiğini
Harun (a.s.)'ın amiı dediğini ve Rabbimin de kabul
buyurduğunu işaret veriyor Allah (c.c.) Böylelikle Fatiha
suresinde de imam diyor: "Ya Rabbi bizi şu sapık hris
uyanlarla, gazaba uğramış yahudilerin arkasından bizi
götürme, onları: yolunu istemiyoruz.
Yani Avrupa birliğine karşı slogandır bu. Buradan giden
yetkililer onlar zaten diyormuş. "Oğlum, sizdenim diyorsun,
benim gibi yiyorsur içiyorsun, giyiyorsun ama senin
halkının Cuma günü %75'i camiye gel yor, imam "Ya Rabbi
şu imansız hristiyanlarla, şu sapık yahudilerin ark; sından
biz gitmeyiz" diye bağırıyorlar. Git onların dilinden bu
kelime al, ondan sonra gel diye gönderiveriyorlar. Biraz
sizde fazla okuyuveriı Rabbimiz yardımcımız olsun.
Musa (a.s.) ile firavun karşı karşıya geldiklerini Musa (a.s.)
kavmin: biraz korku duyduğunu, fakat Musa (a.s.) kendi
kavmine Allah'a ime ediyorsanız Allah'a güvenin, Allah sizi
koruyacaktır dediğini ve neticec Musa (a.s.) Rabbine
yönelip, Rabbine de dua ettiğini ve kardeşi Harun'ı duaya
amin dediğini, Allah (c.c.)'ında onların dualarım kabul
ettiğini b: diriyor ve devam ediyor. 1929[119]
1929[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/526-527.
şehrin sına yani o devletin sınırları dışına çıkmayı ve orada
Allah'a ibadet etn yi isterler. Halbuki Mısır'da sarayda,
Musa (a.s.) bir eli yağda, bir eli b
da yaşıyordu. Sarayın içinde yetişmişti. Çocukluğundan
itibaren firavunun gözdeleri arasında idi, ama Allah (c.c.)
kendisine peygamberlik verince, hani her türlü yağ ve bal
içinde onun kulu olarak yaşamaktansa, kainatın yaratıcısı
Allah (c.c.)'m kulu olarak yaşamayı tercih edince, bütün
dünyevi imkanlardan mahrum oluyor, ama hürriyetin tadı,
balın tadından daha tatlıdır.
Muhterem okuyucu! Onun için Musa (a.s.) kendisine inanan
insanlarla beraber, hür bir şekilde Allah'ın ahkamını,
Tevrat'ı tatbik edebilmek için o devletin sınırlan dışına
çıkıyorlar. Yollan bir denize uğruyor. Bugünkü ifadeyle
Kızıl deniz deniliyor. Kızıl denizi geçiyorlar. Bir başka
ayet-i kerimede ifade edildiğine göre Musa (a.s.) denize
asasını vuruyor ve yol oluveriyor, yani su katilaşiveriyor,
yani su üzerinden atlarıyla yaya olarak karşı tarafa
geçiyorlar. Bu Rabbimin bir mucizesidir, bunlar ger-
çekleşiyor.
Bir kısım insanların günümüzde batıya yaranmak için akli
izahlar getiriyorlar: "Efendim o anda med ve cezir olayı
meydana gelmişti. Denizden su çekilmişti ve o kara haliyle
geçmişlerdi" gibi batıya yaranmak için bu tür izahlara
giderler. Biz hergün mucizeyi görmüyormuyuz, Allah bir
mucize olarak suyu donduruveriyor bu Rabbimin bir
mucizesidir. Ama çokça gördüğümüzden, önemli bir olay
olmaktan çıkıyor.
Burada şunu demek istemiyorum. Yani Kızıldenizin üzerine
de buz tuttu demiyorum. Allah (c.c.) Musa'nın (a.s.)
geçebileceği şekilde katılaş-tırdı, onlarda geçtiler. Bu
Allah'ın gücü ile hesap edilecek olursa zor bir iş değil.
Bunlara inanmamız için Allah (c.c.) birçok olayları
önümüze se-riveriyor. Suyun donma olayını gösteriveriyor
Allah (c.c). Bizim içimizdeki inkarcıların inkar ettikleri
olayı, bir başka şekliyle günümüzde yaşamakta olduğunu
gösteriveriyor, ama görecek göz gerekiyor. 1930[120]
1930[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/527-528.
1931[121]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/528-529.
92- Bugün senin (denizde boğulan) bedenini senden
sonrakilere ibret olsun için (denizden) kurtaracağız.
Şüphesiz insanlardan bir çoğu ayetlerimizden gafildir.
Milletlerin veya kavim halinde yaşayanların, yani kabile
halinde yaşayanların insanların genelde karakterinde şöyle
birşey vardır. Büyük insanları kahramanlaştırmak,
kahraman insanları ölümsüzleştirme meyli vardır. Hani bir
adam çok büyük kahramanlıklar yapmıştır. Yiğitlikler
göstermiştir derken ölmüştür ama halk onun hakkında
efsaneler uydurur. O öldü ama "filan adam filan dağda
görmüş, filan yerde filan adama yardım edivermiş
kaybolmuş" gibi kahramanlıklarını yaşatmak isterler.
Allah (c.c.) diyor ki: "seni senden sonrakilere öldüğünün bir
alameti olsun için bedenini sudan çıkardık ve koruduk
diyor. Bu ayet-i kerimenin tefsirinde çağdaş tefsire
ilerimizden bir kısmı şöyle demiş: "Oradan onlar çıkarıldı"
Bir kere çıkarıldığı konusunda geçmiş tefsircilerimizde,
çağdaş tefsire ilerimizde birleşiyor. Denizden çıkarıldığı ve
o insanın yani firavunun boğulup öldüğünü hem firavunun
taraftarları, hem de Musa (a.s.)'m taraftarları gördüler. Yani
"firavun ölmüştür" dediler.
Eğer öldüğü görülmemiş olsa idi, cenazesi insanlar
tarafından görülmemiş olsa idi, ayrıca hani firavun kendini
ilahlaştırmış "Ben sizin Rab-binizim" demiş. Ona tapanlar
bizim ilahımız kayboldu, yine o çeşitli yer-
Serde görünür ve bizi korur derlerdi. Müslümanlardan da
firavunun zulmünden korkanlar var. "Biz bu adamın
ölüsünü görmedik, birgün yine selir başımıza bela olur"
korkusu vardı. Allah (c.c.) ikisine de ayet olması için onu
denizin kenarına bir dalga ile atıveriyor, herkesde onu görü-
yor.
Çağdaş tefsircilerimiz diyor ki: "sonra onun taraftarları onu
aldılar mumyaladılar ve şu anda da Mısır piramitlerinin
herhangi birinde cesedi durmaktadır. Hatta isim vermiş filan
batılı araştırmacı onun cesedi üzerinde araştırmada tuz e ma
relerin ide yani, deniz tuzunun varlığını göstermiştir,
görmüştür diyor. Son bir iki sene içinde Türkiye de yapılan
bir yayında da Kızıl denizin kenarında yapılan bir kazıda bir
cesede rastlanmış ve o cesedin firavunun cesedi olduğu
tesbit edilmiş, gibi bir yayında yapıldı.
Biz ona veya buna inanma mecburiyetimiz yok. Ama şuna
inanma mecburiyetimiz var. Rabbim "biz senin bedenini
senden sonrakilere bir delil olsun için koruyacağız"
buyuruyor. Yani öldüğü herkese gösterilmiştir.
Güçlü ordulara sahip olan o günün dünya üzerinde tek
devleti olan firavuna karşı Musa (a.s.) Allah'ın ayetleriyle
yürüyor, kendince tedbirlerini alıyor. Düşmanın gücüne,
kuvvetine, ekonomisine, siyasetine aldırmadan, Allah'ın
yürü dediği yolda yürüyor ve neticede Musa (a.s.) galip ge-
liyor. Müslümanlar bundan bir ibret alıyorlar ve kafirin
gücünden endişe etmiyorlar. Ama gafil olan insanlar, hala
güce: saltanata, siyasete, otoriteye veya ekonomiye
tapınmaya devam ediyor. 1932[122]
93- And olsun ki biz İsrail oğullarını çok doğru bir yere
yerleştirdik ve onlara en temiz rızıklar verdik. İlim
kendilerine gelinceye kadar ihtilaf etmediler. Şüphesiz senin
Rabbın kıyamet gününde, ihtilaf ettikleri şeylerde aralarında
hükmedecektir.
1- Tevratm bütün ahkamı gelinceye kadar beraberdiler ama
Tevratın ahkamını yorumlamada biribirlennden ayrıldılar.
Bu ayet-i kerime yok bunu kasdediyordu, yok şunu
kasdediyordu diyerek biribirlerinden ayrıldılar. Bu olur mu?
Olur, Hani biraz önce okudum. Firavunun ayet-i kerimesine
dayanarak akaidde epeyce isim yapmış, Celaleddin Devvani
isimli bir zat, "firavun müslüman olarak ölmüştür" diyerek
1932[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/529-530.
bir kitap yazmıştır.
Ve bizim çok sevdiğimiz Hanefi fakihlerinden Aliyyül Kari
diye ismi bizce de meşhur bir alimde, çeşitli deliller ileri
sürerek "firavunun iman etmediğini" yazmış ve bu ayet-i
kerimeleri delil olarak kullanıyor, ikiside aynı ayet-i delil
olarak kullanıyor. Yani bir ayetten bir insan bu tarafa doğru
giden bir mana çıkarabiliyor, diğer bir insanda başka tarafa
giden bir mana çıkarabiliyor. Peki o zaman orta yolu
bulmak nedir?
Yani bu ayet-i kerimeden peygamber efendimiz (a.s.) ne
anlamış onu bilemeyiz. Yoksa Türkiycdc de adamın birisi.
Peygamberin (s.a.v.) bize getirmiş olduğu kitabın,
peygamberin kendi sözü olduğunu iddia etti. bu-nuda isbat
için Kur'an ayetlerini kullanan, bu adam bu memlekette
yaşadı ve geberdi gitti. Böyle anlamak murad ettikten sonra,
hani gülden gül yağı, gülden gül rcçcii yaparsınız. Gülü
ceketinize takarsınız. Bunların hepsi güzel şeylerdir.
Gülden zehirde yapabilirsiniz. Gülden zehir yapmak
yasaktır. Zehir yapılabilir, onunlada insan zehirlenebilir.
Ama onu yapmak yasaktır. Onun dışında gül yağıda, gül
suyuda, efendim gül demetide yapmak serbesttir. Yani iyiye
kötüye kullanmakta mümkündür.
Neşter ile insanı tedavi etmekte vardır. İnsanı kesmekte
vardır. "Aynı şekilde Allah'ın ayetlerini de kötü istikamette
kullanma durumuna giren insanlar ihtilafa giriyorlar".
Peki biz bunun doğrusunu anlayabilmek için bu ayet-i
kerimeden efendimiz ne anlamış? Bu ayet-i kerimeden
efendimizi gören sahabe ne anlamış. Buna dikkat etmemiz
lazım. Bizimde onların yolundan yürümemiz gerekmekte.
2- Mana olarak "ilim gelince" derken, Kur'an gelinceye
kadar yahu-diler peygamber efendimizin (s.a.v.) geleceği
konusunda birlik halinde idiler. Hristiyanlar İncil'de
okuyorlarki onları kurtaracak bir insan, bir peygamber
gelecektir. Buna inanıyorlardı. Ama peygamber {s.a.v.)
gelince, "olmaz sana inanmayız". Niye? "bir kere yahudi
ırkından değilsin demek suretiyle yine ihtilafa girdiler,
çünkü bir kısmı iman etti.
Hani yahudilerin hahamlarından Abdullah b. Selam
peygamber efendimiz (s.a.v.)'a geliyor, bazı sorular soruyor,
ve de iman ediyor. Diyor ki: "Yarasülullah benim
kavmimden insanlar gelecek, ben perdenin arkasına
gizleneyim, sen onlara sor. Abdullan b. Selam nasıl bir
adamdır de" Onlar gelmiş, peygamberimiz onlara demiş ki:
"Hahamınız Abdullah b. Selam nasıldır? "o bizim en iyi
insanımızır en derin adamımızdır, en iyi ibadetine düşkün
adamımızdır. Tcvrati en iyi bilen odur." Peki onun bana
iman ettiğini söylesem ne dersiniz? "inanmayız" derler.
"Diyelimki kendisini buraya getirdim ve o iman etti, ne
yaparsınız" "bizde iman ederiz" demişler. Abdullah b.
Selam Hahamımız iman ederse bizde iman ederiz. O arada
Abdullah b. Selam perdenin arkasından çıkıyor o da diyor
ki; kelimei şehadet getiriyor ve iman ediyor. Bu'sefer, "sen
delirmişsin deyip yine de iman etmeden gidiyorlar" yani
ihtilafa böylece girmiş oluyorlar.
Allah onların ihtilaf ettiği konuların en doğrusunu kıyamette
ayırt edecektir. Haklı ile haksızı kıyamette ayırt edecektir.
Bazı olaylar varki, adam kendi aklı ile bu ayet-i
yorumlamaya devam ediyorsa, geçmişten hiçbir sahabenin
ve peygamberin sözünü ben kabul etmiyorum diyorsa, buna
yapılacak hiçbirşey yok.
Bu adama doğruyu Allah (c.c.) ahirette gösterecektir ve
cehenemde yerini göstermek suretiyle, o da hakkı hakikati
öğrenecek ama, o da faydası olmayan bir yerde
öğrenecek. 1933[123]
1933[123]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/530-532.
isen, senden önce kitap okuyanlara sor. Yemin olsun ki hak
sana Rabbin-den geldi. Sakın şüphe edenlerden olma. 1934[124]
97- Onlara bütün deliller gelmiş olsa bile onlar acıklı azabı
görünceye kadar (iman etmezler).1937[127]
1938[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/533.
yoklur. Ama tebliğe devam vardır. Efendimize diyor ki:
"Sana tebliğ vardır, bizede onları hesaba çekmek
vardır." 1939[129] Yani sen duyuracaksın, hesaba çekecek olan
biziz diyor.
"Sen dilediğine iman veremezsin, Allah dilediğine iman
verir." 1940[130] Sen veremezsin, senin görevin duyurmaktır.
İslamın bütün güzelliklerini, özelliklerini insanlara
anlatmaktır diyor.1941[131]
1949[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/536.
Müsned-i Ahmed 1/293
1950[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/536-537.
1951[141]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/537.
HUD SURESİ
1952[1]
Ahmet h. Hanbel, Müsned 3175
tavsiyeler, yasaklar veya emirler vermektedir.1953[2]
1953[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/9-10.
matematik kitabı coğrafya kitabı aldım, kimya kitabı aldım
gibi, ikinci tanıtıcı bir ifade bulunsun orada. Fakat kitap
denildi mi Kur'an hatıra gelmeli. Bugüne kadar yazılan tef-
sirlerde ve bizim İslâm alimlerinin nezdinde "kitab böyle
yazar" dediler mi Kur'an akla gelir. "Hadiste kitab" dedin
mi, Buharı hatıra gelir. Hanefi fıkhında kitap denildi mi
"Kuduri" diye Hicri 4. asırda yaşamış bir zatın yazmış
olduğu bir kitap hatıra gelir. Fıkıh dalında da o hatıra gelir.
Ama hadis de, fıkıh da kaynağını Kur'an'dan alır, öyle ise
kitap Kur'ân-ı Kerîm'dir.
Öyle kitap ki O, âyetleri gayet sağlam kılındı, Rabbim
tarafından. Yani lafız ve manayı hakkı ile ifade edebiliyor.
Bunu biz kendi aramızda konuşurken şöyle deriz.
"İçimdekini sana aktaramıyorum, kelimelerim yetersiz"
deriz. Akif merhum şöyle ifade ediyor:
"Benim de ruhu harabımda duyduğum hicran Duyulmadı
hala mızrabı lisanımdan."
Yani benim iç dünyam da duyduğum heyecanı şu dil
mızrabımla size anlatamadım diyor. Ama Allah kelamı öyle
değil. Allah (c.c.) bize anlatmak istediğini lafızlarıyla
anlatır, lafız da O'na aittir. Çünkü lafız-larıyla çok güzel,
lafızda ve manada denklik vardır. Bu yönüyle muhkemdir,
sağlamdır. İçine başkası tarafından söz katılmamıştır. O yö-
nüyle sağlam. Biz bu (ihkâm, tahkim) kelimesini
Türkçemizde kullanırız. İstihkâm. Mesela; askeriyede bir
birlik aynı kökten türemiş kelimedir. "İstihkâm taburu,
istihkâm bölüğü" gibi. Yine o sağlamlaştırmadan, işi
sağlama almadan gelen bir köktür o.
Allah (c.c.) âyetlerinin dizilişi, indirilişi, manayı ifade edişi
ve içine başka kelimeleri almayışı. Yani Peygamberin
sözünün dahi bu Kur'anın içinde birtek kelimesi, bir harfi
dahi yoktur,girmemiştir. Böyle birşey Kur'anın içine girerse
dışına atacak durumdadır. O derece de muhkemdir. Sonra
herşeyi sağlam yapan, yarattığında hikmetler olan,
herşeyden haberdar olan Allah (c.c.) tarafından
açıklanmıştır.
Kur'ân-ı Kerim bölümlere ayrılmıştır. Yani Bakara sûresi,
Al-i Im-ran sûresi, Nisa sûresi, Mâide sûresi,.... diye
bölümlere ayrılmıştır. Fasıllara ayrılmıştır. Bir de bunların
manası bir başka ayet-i kerimeyle açılmıştır. Onun için
başta dedik, Kur'ân-ı Kerîm'i tefsir ederken yine birinci
derecede Kur'ân-ı Kerîm'e müracaat edeceğiz. Yani Kur'an-ı
Kur'an'la tefsir etmeye çalışacağız. Sonra Efendimiz
(s.a.v.)'m hadisi şeriflerinden yardım alacağız, daha sonra
gönül vermiş ulemâ-i âmilin, sulahâ-i sâlihin dediğimiz
insanların görüşlerine müracaat edeceğiz dedik.
Allah'ın (c.c); kendi kelamını kendisinin açıkladığını, bu
ayet-i kerimede haber veriyor. Peki ama bunları niye
açıklayıveriyor? Yani helali ve haramı açıklayan geçmişden
bize öğütler veren bu kitabı niye açıklar, niye indirir?
Allah'dan başkasına ibadet, kulluk etmeyesiniz diye yapıyor
bunu. Kur'ân-ı Kerîm'in indiriliş gayesi de böylelikle bu
ayeti kerimede bildirilivermiş oluyor. "Allah'tan başkasına
kulluk yapmaya-sınız diye." Kulluğu daha önce anlattık.
Anlatırken evliliğimiz de, boşanmamız da, ticaretimiz de,
ziraatımız da, alışverişlerimiz de, her türlü
münasebetlerimizde; ölümümüz de, doğumumuz da, hukukî
olan bütün meselelerinizde Allah (c'.g.) hükmünü kabul
etmek ve O'nun emrettiğini tutup yasaklarından kaçınmak
ve Peygamberleri rehber bilip o yolda yürümek, Allah'a
kulluk yapmak demektir.
İşte Allah'dan başkasına itaat ve ibadet etmeyesiniz diye
Kur'ân-ı Kerîm'i Allah (c.c.) indirmiştir. Hani bazıları çıktı
bu memlekette Kur'ân-ı Kerîm'de kaç tane "vav" var.
Kur'ân-ı Kerîmde kaç tane "Kaf" var, Kur'ân-ı Kerîmde kaç
tane "Lam" var. Bu da bir hocalık oldu. Benim çok değerli
bir hocamın yanma biri gitmiş. "Duhâ sûresinde kaç tane
"Vav" var ?"demiş. Çok değerli tefsir, hadis ve fıkhı çok iyi
bilen hocam. Duhâ sûresinde kaç tane "Vav" olduğunu
bilmez, bende bilmem. Zahir hocası işte bilmez....! Duna
sûresinde kaç tane "Vav" olduğunu bilmez. Etrafın d
akilerde Konya'nın o değerli alimine "Vay be adamı hoca
bilirdik, meğersem cahilmiş" demişler. Şimdi bazı çevreler
tarafından bu yaygınlaştırılıyor. Hatta Amerika'da sahte bir
Peygamber tarafından da yaygınlaştırılıyor. Harfler üzerinde
durmak ve bütün milleti bununla meşgul etmek. Kur'ân-ı
Kerîm'de 70 bin defa "Cim" harfi var dese, sen de hayır o
kadar yok diye sayacaksın. Günlerce sayarken hanımınız,
çocuğunuz, kardeşinizden, döndünüz, unuttunuz. Ve adamın
dediği tutmadı, bir daha say. Delilere eskiden akıllandı mı,
uslandı mı diye pösteki saydırııiarmış, bize de böyle bir
saydırma verdi-ler.Fakat Kur'ân-ı Kerîm bu değildir.
Kur'ân-ı Kerîm'; ne emrediliyorsa tutmak , ne
yasaklanıyorsa vazgeçmek üzere indirilmiştir. Allah (c.c.)
bunu bildiriyor bize.
Allah'tan başkasına ibadet deyince bir hatıramı anlatayım:
Bir cuma günüydü Yunanlı, Atina'da oturan bir ressam
hanım Müslüman olmak istemiş, tesadüfen de bizi bulmuş.
Bir caminin önüne geldim, ikindi namazından sonra idi. Ve
onbeş yirmi kadar erkek aralarında bir bayan, telaşlılar.
Derken oradan hoca arkadaş beni gördü. Hoca geldi dedi.
Kendisi de iyi bir hoca, değerli bir hoca. "Hocam bu
Müslüman olmak istiyormuş" "Ama müftülük kapalı." dedi.
Yahu müftülükle ne alakası var bu işin? Yani müftülüğe
gitse daha iyi mutlaka ama kapalı zaten. Pazartesiyi bekle
demişler. Öyle şey mi olur demiş o da. "Hocam caminin
anahtarı var mı" dedim. Açtık, içeriye girdik.
Dedim ki; "Şu kelimeleri söylerken Müslüman olacaksın
sen" . Beraber söyleyeceğiz ama bunu sana söylemeden
önce (tabii İngilizce bilen bir arkadaş aracılık yapıyor. O da
güzel biliyormuş İngilizceyi. İngi-lizceyi biliyor da o da
"şehâdeti" bilmez..!!! "Neydi hocam" deyip bana döner.
Oğlum dedim "Evvela seni Müslüman edelim de ondan
sonra bunu Müslüman edelim" dedim) bu kelime ile neyi
söylediğini evvela bir anla. Demek ki daha önce İslâm'la
ilgili kitaplar okumuş. "Ben bugüne kadar çeşitli kitaplardan
okudum, sonra tabiata baktım, dağlara, denizlere, yıldızlara,
çiçeklere, böceklere baktım." dedi
Şimdi bütün bunları gördükten sonra, Bu "Şahadet"
kelimesiyle sen "Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah
yoktur. Yani Allah'tan başka Yaratan yoktur. Allah'tan
başka Yaşatan yoktur. Allah'tan başka Yöneten yoktur. Bu
üçünü sayıyoruz. Yani dedim Özal da, Busch da, Gor-baçov
da bizim gibi insandırlar. Bizim üzerimizde hükmetme hak
ve selahiyetleri yoktur. Yalnız ve yalnız ona da, bana da
Allah (c.c.)'m hükmetmesi gerekir diyeceksin." Bu sefer kız
başladı ağlamaya, o ağlayınca bizim cemaati bir ağlama
tuttu. Öyle bir durum. Ondan sonraki kelimelere biraz daha
ağırlık verdik. Zira Hristiyanlıkta Hz. İsa (a.s.)'a haddinden
fazla olmuş ve muhabbet, tapınmaya dönüşmüş. "Abdühû"
kelimesi üzerinde de durduk. Allah (c.c.) Kur'ân-ı Kerîm'de
bunun üzerinde çok durur.1954[3]
1954[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/10-13.
Diye özetlemiş. Özetlemiş ama ben bunu daha önce size
söyledim. Fakat bu seyahatim esnasında keratanın biri bunu
da saptırmış. Hocam diyor bana. Fetva alacak benden. "Dört
kitabın manası lâilâhe illallah değil mi" diyor. "Evet"
diyorum. "Öyle ise Kur'an okumaya ne gerek var? Al eline
teşbihi, Lâilâhe illallah deyiver."
Yani çok dikkat edeceksiniz konuşmalarınıza, ben de dikkat
edeceğim. Siz de konuşmalarınıza çok dikkat edeceksiniz.
Tevile imkân bırakmayın. Yani bir başka yanlış anlamaya
imkân vermeyecek şekilde konuşun. Kur'an öyledir. Hz.
Peygamber'in hadisleri de öyledir.
Efendimiz bir hadisi şeriflerinde "Musa'nın yanında Harun
nasılsa Benim yanımda da Hz. Ali öyledir." buyuruyor.
Hadis bu kadarla kalsa idi, çok yanlış mâna çıkardı. Çünkü
Harun (a.s.)da Peygamber.
(Musa'nın yanında Harun (a.s.) nasılsa benim yanımda da
Hz, Ali öyleIdir diyor. Bundan Ali de Peygamber manâsı
çıkar, fakat Peygamber (Efendimiz "ancak benden sonra
Peygamberlik yoktur." buyuruyor.1955[4] Yani Musa, Harun'u
ne kadar severse, ben de Hz. Ali'yi o kadar severim
anlamında söylemiş, benden sonra Peygamberlik yok
kaydını getirmiş, yanlış anlamayı önleme babında söylenmiş
bunlar.
Onun için biz de konuşmalarımıza dikkat edeceğiz. Bir de
Nahl 36. ayette, "Biz her ümmete, her topluluğa bir
Peygamber gönderdik. Niçin gönderdik? Allah'a ibadet
etsinler ve Allah'tan başka kendisini Rab yerine koyanlardan
kaçınınız diye Peygamberlik gönderdik diyor Allah (c.c).
Yani bugün Allah'tan başka kendi koyduğu kuralları bize
zorla kabullendirmeye çalışanlardan ve yürürlüğe koymaya
*zorl ay anlardan uzak durmamız için Peygamberin
gönderildiğini söylüyor Rabbim.
1955[4]
Ahmet b, Hanbel Müsned 3/338
"Ben sizin için Allah tarafından bir nezirim, uyarıcıyım ve
beşirim, müjdeciyim." buyuruyor Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)-Yani Allah (c.c.) Peygamber Efendimize böyle
demesini istiyor. Ben size Allah katından bir uyarıcıyım ve
müjdeciyim.
Uyarıcı, bazı meallerde korkutucudur o da doğrudur aslında
ama, Arap bugün için şöyle kullanıyor. Bu alarm zili içinde
"İnzar" kelimesini kullanıyor. Yani bir olayın bir tehlikenin
habercisi anlamında aynı kelimeyi kullanıyor. Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) de kendisini "Ben çıplak uyarıcıyım"
manasında Arab'ın dilinden konuşuyor. 1956[5] Tabii
çıplağın'üryan tercüme edilmesi iyi değil. Arab'ın dilinde bu
bir deyimdir. Deyimlerin tercümesi biraz zordur.
Arab'ın dilinde bu şudur. Olayın vahametini, şiddetini,
korkunçluğunu, anlatabilmek için bir adam yatağından
fırlayıp sokakta bağırıyor. Elbisede giyecek zamanı
kalmamış. İşte buna "Komşular uyanın, mahallede yangın
var" diyecek adam. Gerçekten yangı........ varsa elbise
giymesine zaman yok çıplak, veya Mekke'ye bir saldırı
olacak beş km. ileriden biri görmüş, onu haber vermek
üzere gelen adam atın üzerinde elbisesini çıkararak gelirmiş.
Çıplak olarak görülünce Mekke halkı da hemen faaliyete
geçermiş. Yani bu çıplak gelen bize çok büyük bir tehlikeyi
haber veriyor diye. Peygamber Efendimiz de kendisini o
adama benzetiyor. Diyor ki: "Ben çıplak uyarıcıyım" diyor.
Neden uyarıyor, eninde sonunda birgün öleceksiniz, kabir o
Cehenneme giden bir kapı olabilir. Cennete giden bir
bahçede olabilir. Sizi öyle bir ateşe düşmekten
sakındırıyorum. Kur'an'da Efendimizin bu oluşu,
Cehennemden sakındırışı ve de yani Cennetle, dünyada
devlet, ahirette Cennetle müj-deleyiverişi de Kur'ân-ı
Kerîm'de çok tekrarlanmıştır. 1957[6]
1956[5]
Buharı K.Rikak 36
1957[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/13-14.
3- Rabbinize istiğfar edesiniz, sonra tevbe edesiniz ki sizi
belirlenmiş zamana kadar güzel bir şekilde faydalandırsın ve
her fazilet sahibine lütfundan versin. Eğer yüz çevirirseniz
büyük günün azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.
Rabbinize istiğfar etmek için, yaptıklarımızdan dolayı
Rabbimize yönelip "Ya Rabbi af talebinde bulunuyoruz, biz
bundan vazgeçtik, istemeyiz. Bundan sonra bunu
yapmayacağız, geçmişte yaptığımızdan dolayı pişmanız,
affını istiyoruz" diye tevbe edeceğiz. Sonra Ona tevbe
ediniz ki belirli bir zamana kadar sizi en güzel şekilde
ni'metlendirsin. Yani istiğfar, tevbe bize bu dünyada da
ni'metler bahşediveriyor Allah (c.c.) böyle haber veriyor.
Günümüzde bu ayet-i kerimeyi duyunca insanın aklına şu
gelebilir. Yani Rabbin diyor ki Allah'a istiğfar edin. Allah'a
ibadet edeceksiniz, Peygamberin olduğunu kabul
edeceksiniz. Cehennem'in den sakınacak, Cennetini arzul
ayacaksın iz ve yaptığınız kötülüklerden dolayı da Allah'a
istiğfar edeceksiniz, tevbe edeceksiniz. Eğer bunları
yaparsanız dünya hayatınız da güzel olacak diyor Rabbim.
Ama bazı şeytan mantığı ile hareket eden adamlar diyorlar
ki: "Vallahi hoca, İslânıî kurallara uyacak olursam elimdeki
gider benim, zaten biz bunu gayrî meşru yollardan elde
ettik. Bu rahata oradan kavuştuk, Müslüman kardeşlerimden
tanıdığım var. Beş vakit camiden çıkmıyor, üçaylar orucu
tutuyor. Ama maddi durumu da hiç düzelmiyor" diyor.
Söylediği bayağı mantıklıdır. Mantıklı gibidir, dış
görünüşte. Allah (c.c.) size dünyada güzel ni'metler
vereceğini vadediyor, ama Allah dininin hâkimiyetini de
şart koşuyor.
Yani bir kara parçası üzerinde Allah dininin hakim
olduğunu görürsek orada insanların mutlu olduğunu da
görürüz. Yoksa bir tarafta kâfir bir sistem hakim olacak,
onun içinde Müslümanlar ferdi olarak rahat edecekler,
mümkün değildir. Bu mümkün değildir. Zaten burada da
hep çoğul siğası ile söylüyor Rabbim. Rabbinize tevbe
ediniz.
Önce istiğfar ediniz. Sonra tevbe ediniz ki Allah sizi güzel
ni'metlerle ni'metlendirsin diyor. Dünya da, belirli bir
zamana kadar, ölünceye kadar ni'metler versin diyor. Ama
bunu çoğul halinde, yani bir millet olarak biz bunu
yapacağız. Ya Rabbi günahlarımıza istiğfar ediyoruz.
seksen senelik, yüz senelik bir küfrü deneme dönemimiz
vardır. Bundan biz netice alamadık, Ya Rabbi, biz bundan
dönüş yapıyoruz gayri. Neye dönüş? İslâm'a dönüş bu tabiri
kullanacağız. Geriye dönüş tabiri kullanmayacağız. Ne
demek geriye dönüş, Öyle birşey yok. Kur'ân-ı Kerîm'de de
Hadis-i Şerifte de öyle birşey yok. İslama dönüş var. Hani
Mehmet Akif merhum da:
"Kapılmak istemezlerse seylabı eyyama Rücu etsinler artık
şadın İslâm'a." der.
Yani tekrar İslâm'a dönüş yaparsak bize Allah (c.c.) yine
güzel ni'-metler vereceğini vaad ediyor ki zamanla vermiş.
Sahabe daha Mekke ve Medine'nin dışına çıkamazken,
tüccarları müstesna, orada bir çöl hayatı yaşarken bir de
bakmışsınız ki binlerce yıldan beri çölü aşamayan insanlar
Kudüs'ü fethetmişler, dünyanın en büyük imparatorluğu ki
iki imparatorluk var. Bizans, bir de İran imparatorluğu,
ikisine de son vermişler. İran'ın bütün sarayları ellerine
geçmiş, Azerbaycan'a kadar gitmişler ve orada Türklerin
Müslüman olmasına sebep olmuşlar. Türkler de, Müslüman
olduktan sonra "Kur'ân-ı Kerîm'i siz bugüne kadar taşıdınız,
bundan sonra da biz taşıyalım" demişler. Ta Viyana ka-
pılarına kadar varmışlar. Ona sarıldıkları müddetçe Allah
(c.c.) bu dünyada da güzel ni'metleri onlara bahşetmiş
vermiş. Ne zaman ki sırt çevirmişiz, Allah (c.c.) da bizim
elimizden bu nimetleri almış.
Ve Allah (c.c.) her iş yapana mükâfatını verir ama, yüz
çevirirlerse işte o büyük günün azabından sizin üzerinize
gelecek, büyük günün azabından ben korkarım diyor
Peygamber Efendimiz. Yani Peygamber Efendimiz'in
merhameti de vurgulanmış oluyor burada. Cehenneme gi-
decek olan başkası, kendisi değil ama Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)'e öyle bir merhamet vermiş ki, zaten Kur'ân-ı
Kerîm'de de "Seni alemlere rahmet olarak gönderdik" diyor.
İnsanların Cehenneme gidişinde en büyük acıyı duyan da
yine Peygamberlerdir. Ben diyor, o büyük azandan, sizin
hakkınızda ben korkuyorum, diyor Peygamber (s.a.v.) 1958[7]
1960[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/17-18.
derinlikte tırnak büyüklüğü kadar bir canlı, taşın üzerinde
doğar orada ölür. Onun rızkını da Allah onun ayağına böyle
akıtır. Onda güzel bir koku vardır. Onun rızkı ona doğru
gelir, o da onu kapı verir. Böylece geçinir gider ve buna
benzer böyle çok canlı olduğunu görüyoruz.
Rabbim hepsinin rızkını ayağına götürüyor. Mehmet Akif
merhum, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken, Safahatında
bunu hocanın biri vaaz etmiş. "Herkesin rızkını Allah verir
demiş" diyor. Çalışmaktan bıkmışın biri de "Yahu Allah
madem verir, çalışmaya ne gerek var" demiş. Dağda bir
mağaraya gidip orada ömrünü çalışmadan geçirecekmiş. Gi-
derken bakmış ki yolda topal bir tilki açlıktan inliyor, ona
bakarken bir de bakmış karşıdan bir arslan kükreyerek
iniyor. Arslanın korkusundan bu adam ağacın tepesine
çıkmış, olayı oradan seyrediyor. Arslanın ağzında bir ceylan
varmış, yakalamış onu yamaçta yemesi zor olduğundan
sürüyerek getirmiş. Tilkinin yanına kadar gelmiş, düzlükte
yemeğe başlamış. Yemiş yemiş karnı doyduktan sonra
çekmiş gitmiş. Derken tilki de sürünerek bir adım
ilerisindeki ceylanın yanma varmış ve artığı da o yemiş.
Derviş demiş ki "Hocanın dediği doğru Allah tilkinin bile
rızkını ayağına getirdi" demiş. Çekilmiş mağaraya birgün
beklemiş, gelen giden yok. İkinci gün beklemiş, yine yok.
Üçüncü gün ağzı açlıktan köpürmeye başladı ve kendi
şuurunu kaybetmeye başladı diyor. Dördüncü gün böyle
açlıktan ne yaptığım, ne ettiğini bildiği yok. Hani insan
iyice hastalanırsa veya rahatsızlanırsa dengeyi kaybederse
sesler duymaya başlar. Böyle bir halde iken ses geldi. "Bre
arslan gibi eli kolu tutan adam! Niye arslan gibi davranıp
mal mülk kazanmıyorsun.?, topallar senin artığından yesin.
Sen kendin topal tilki gibi olmaya özenme Kalk sende
arslan gibi kazan da, kazanmayanlar senin artığından yesin"
diye bir ses kulağına geldi. Oradan çıktı çalışmaya başladı
diyor.
Yani insan çalışacaktır ve çalıştığının neticesinde rızkım
yiyecektir. O ayrı. Arap şairi güzel bir şiir söylemiş bu
konuda, diyor ki: "Ekmek gölge gibidir. Gölgenizin
peşinden ne kadar koşarsanız koşun ulaşamazsınız." Yani
güneş arkanızdan vursa önünüzde gölgeniz olsa, ayaklarımı
başıma vuracağım diye koşsanız ulaşamazsınız. Dönüverin
de gölge arkanızdan gelsin diyor. Yani gölgenin peşinden
koşmayın, tam ters istikamete yürüyün de gölge arkanızdan
gelsin diyor.
Ben de bu anlamda "Köleliğin alfabesi, hürriyetin elifbası"
isimli kitapçığımda buna benzer bir söz yani,
okuyuşunuzda, üniversitede, diğer okullarda, okurken,
ticaret yaparken, ne yaparsanız yapın, ekmek için yapmayın.
Hizmet için yapacağım deyin, hizmet için okuyacağım
deyin. Ama ekmek onun arkasından gelir ayrı.
İki çocuk düşünün, üniversiteye kaydolurken birisi diyor ki,
mühendis olacağım veya doktor olacağım veya ilahiyat
fakültesini bitireceğim hoca olacağım, işte bin ekmek elde
edebilecek maaş alacağım, bir milyon maaş alacağım veya
ikibin ekmek alabilecek maaş alacağım. Çocukları
okutmaya başladığımızda birinci sınıftan itibaren, "Aman
oğlum oku, oku da adam ol." Yani devlet çiftliğine yerleş.
"Ne olacak babt orada,?" "Ayda ikibin ekmek var oğlum"
diyor. Bu iki veya bin ekmeğe kaç yıl koşacak 15 yıl. İlk
okul, orta okul, lise ve üniversite onbeş yıl koşacak. Birinci
sene geçti maşaallah 14 sene, ikinci seneyi geçti 13 sene
kaldı. İşte 12 senen, 11 senen, 10 senen kaldı.....Derken
üniversiteyi bitiriyor. Koşucular 10 bin metreyi koştuktan
sonra ödül alıp kupa aldıkları gibi bu da 15 yılı koştuktan
sonra bin ekmeğe kavuşuyor.
Nasıl olsa buna kavuşacak adam, buna başlatılırken "Oğlum
bak hoca olacaksın ama bu İstanbul şehrini alıp Allah'ın
kitabım hâkim kılacaksın ona göre kendini yetiştir." Yani
her yönüyle bu insanları etkileyebilecek bir hoca ol. Kur'an-
ı iyi öğren, sünnet'i iyi öğren, diplomayı eline al. Ekmek
arkandan gelsin gölge gibi. Ama ekmeği hedefleyecek
olursanız, adam ekmeği alınca da durakalıyor, Fakat hizmeti
hedefleyecek olursanız hem hizmet eder, hem de ekmek
gölge gibi arkasından geliverir.
Hûd sûresinin 6. âyet-i kerimesini hiç unutmayacağız.
Herkesin rızkını Allah verir. Yalnız şart koşmuş,
"kıpırdayan her canlının" biz kıpır-dayıvereceğiz,zaten
çalışmalarımız kıpırdamakdır bizim. Rabbim En'am
sûresinin 38. âyet-i kerimesinde de "Yeryüzünde kıpırdayan
canlı yoktur ki, gökyüzünde iki kanadıyla uçan hiç bir kuş
yoktur ki, onlar da sizin gibi bir ümmettirler "buyuruyor.
Ümmet kelimesini kullanmış, yani bir toplulukturlar onlar.
Yine En'am sûresi 59. âyet-i kerimesinde "Toprağın
derinliklerindeki taneyi de Allah (c.c.) bilir. Ağaçtan düşen
bir yaprağı da Allah (c.c.) bilir."
Yani ağaçtan düşen yaprağı bilen, toprağın derinliklerindeki
taneyi bilen ve onu çiçeğe dönüştüren Allah'a (c.c.)
güvenmemiz yetiyor, bizim o yolda çalışmamız
yetiyor. 1961[10]
1961[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/18-20.
"Hocam, bildiği halde niye imtihan ediyor?" diyor. Yani
bizi alsaydı yaratmadan gönderseydi, ben yaratmadan da
senin Cehenneme gideceğini biliyorum, hadi Cehenneme,
ben senin Cennete gideceğini biliyorum hadi Cennete dese
idi olmaz mıydı bunları biliyor muydu? Biliyordu, öyle ise
getirmeye ne gerek var? diyorlar.
Okulda bir sene okuttuğun talebelere haziran ayının başında
desenki: "Yavrularım hepinizin sene içindeki durumunuzu
biliyorum. Şu yirmi kişiden on kişi sınıfı geçecek, derslerine
iyi çalıştılar. Diğer arkadaşlarınız ise kalacaklar, yani seneye
imtihana da gerek yok. Zaten imtihanı yapsam da
kalacaksınız, yapmasam da kalacaksınız" dersen, o on talebe
imtihanı ister mi istemez mi? Yani, tamam hocam biz bili-
yoruz durumumuzu. Kalalım derler mi demezler mi?
Tabiki demezler "Hocam imtihanı yap, başaran geçsin,
imtihanı başaramayan kalsın" derler, demek ki imtihanı
isterler. Peki imtihan oldular, gerçekten de kaybettiler. İşte
kaybedince itiraz hakkı gider, o zaman vay hocam ben
onluk yazdıydım da sen bana 3.5 vermişsin, o zaman
kağıdını çıkarır şu sorunun cevabı budur, bu sorunun
cevabını böyle yazmışsın der. Buna rağmen öğretmenler
bilirler itiraz olur. Hocam ben 9 tuk yazdım, sen 3
vermişsin, bana gıcık gidiyorsun, ondan yapıyorsun bunu
derler öğrenciler.
İnsanoğlu da ahirette, Kıyamette amel defterini görünce
şöyle bir bakacakmış: "Ya Rabbi bu yanlış, bu başkasının
defteri. Bu benim değil" diyecekmiş. Ama Allah (c.c.) "O
zaman ellerini konuştururuz" diyor. "Ayaklarını
konuştururuz." Yani o işleri yaptığına dair ayaklarını ve
ellerini konuştururuz diyor. 1962[11]
Bir de bu âyet-i kerime de bizim dikkatimizi çeken
"Hanginiz çok amel işleyecek, onu denemek için" demiyor.
1962[11]
Yasin 65
Rabbim "Hangimizin ameli daha güzel onu denemek için"
diyor. Demek ki biz amelimizin çokluğundan ziyade güzel
olmasına dikkat edeceğiz.
Bazı arkadaşları görüyoruz, biz bir rekatı kılmcaya kadar 4
rekatı kılıp oturuyor. Ne yapar, nasıl yapar, nasıl okur
mümkün değil. Yani akıl ermiyor bu işe. Bu arkadaş sabaha
kadar yüz rekat kılacağına öbür taraf da bir arkadaş 4 rekat
kılsın yeter. Yani bu hareketle yüz rekat kılacağına bir adam
4 rekatlı namazı kılsın, nafile namaz kılsın, yüz rekata değil
bin rekata bedeldir bu.
Bu durum her hareketimizde böyledir. Elbise dikiyorsunuz,
atölyenizde eğru büğrü gidiyor dikişleriniz. Ama 100 tane
çıkarıyorsunuz. 100 tane yapacağına 10 tane yap. Çünkü
adam defolu diye geri gönderir bu sefer bütün mallan.
Yani çok yapacağına güzel yap veya güzeli çok yap. Güzeli
çok yapmak yasak değil, ama güzel olması şarttır. Amellerin
güzel olması bu ticaretinizden, ziraatinizden, siyasetinizden,
ibadetinize kadar her yönüyle yapacağımız işin güzel olması
istenmektedir.
Kıyametten bahsedecek olursan, oradaki insanların
diriltileceğim, hesaplar görüleceğini, herkesin yaptığının iyi
veya kötü karşılığını mutlaka bulacağını bahsedecek olursan
o zaman da o kafirler; bu sihir yapıyor, bunun yaptığı apaçık
bir sihirdir derler diyor.
Günümüzde bu sihir kelimesini pek kullanmıyorlar da
günümüzün kâfirleri, ahirete iman etmeyenler, Türkiye'deki
kâfirler bu âyette bahsedilenlerden farklıdır. Niye anasında,
babasında ve çevresinde, farkına varmadan bir ahiret inancı
var. O zorla inkâra kalkıyor. Var olan bir-şeyi atmaya
çalışıyor. Eğer Cennetin güzelliklerinden, Cehennemin
dehşetinden bahsedecek olursan, ahirete inanmasa bile,
"yahu bu işi bırakalım fazla derine dalmayalım" derler.
Şöyle aleve düşü verecekmiş gibi bir hal alıyor. Yahu fazla
derine dalmayalım, bırakalım bu konuyu, geçelim başka bir
şeye deyiveriyor insan. 1963[12]
1967[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/23-24.
bela ve musibetlere metanetle göğüs gerenler, ya o göğüs
gererken neyi nasıl yapacağını bilip ona göre hareket
edenler, yoklukta yerinmez, varlıkta sevinmezler. Allah
katında mağfiret, af onlaradır. Ve büyük mükâfatta onlar
içindir diyor Allah (c.c).
Yunanlı Müslüman olan ressam kıza dedim ki: "Bak biz
Muhammed'e iman ederiz. Ama nasıl?" "biz şahidlik
yaparız ki Muhammed (s.a.v.) Allah'ın elçisidir. Yani
Kur'anm bize ulaştırılmasında elçilik görevi yapmıştır. Ve
aynı zamanda bu insandır. Yani bir ana babadan dünyaya
gelmiş, çocukluk dönemi olmuş, büyümüş, evlenmiş, çoluğu
çocuğu olmuş, yavrularını bağrına basıp öpmüş, sevmiş,
çarşılarda dolaşmış, yemek yemiş ve insanları dine davet
etmiş, Kur'an-ı bize ulaştırmış ve birgün 63 yaşında vefat
etmiş. Muhammed'i (s.a.v.) böyle kabul edeceksin" deyince
biraz aklına yatmadı bu. Olur mu? dedi. Peygamber dediğin
böyle Allah'ın gücü ile güçlenmesi lazım. "O Hristi-
yanlıktan gelen bir inanç dedim. Biz böyle inanırız,
böylesine bir insan olmamış olsaydı, bize örnek olamazdı."
dedim.
"Bakınız İsa (a.s.)'yı size yanlış tanıttılar. Sen beğenmeyip
dininden çıkıyorsun. Niye? İsa (a.s.)'nın hayatını
yaşayabilecek gücün yok çünkü. İnsan üstü birşey olarak
tanıtıldı size. Sen de "yaşayamam olmaz bu, yaşayamam
mantığa ters düşüyor" diyorsun. Ama benim Peygamberim
mantığıma da ters düşmüyor, benim gibi evlenmiş, çocuğu
olmuş. Çocuğunun adı, benim çocuğumun adma benzer.
Kızımın adını Onun kızının adına benzettim ben, oğlumu
Onun oğlunun adına benzetmeye çalıştım. Yani herşeyimle
Ona benzemeye çalıştım ve bana zor gelen bir tarafı da yok.
Yani öyle bir seviye tutturmuşki Allah (c.c.) Rasulüne bizim
gibi insanların yaşayabileceği bir hayatı yaşatmış Ona ki
örnek olsun diye" deyince bu da hoşuna gitti tabiiki.
Efendimiz de bizim gibi bir insandı onun için burada âyet-i
kerime de "Ben de sizin gibi bir insanım diye bunlara duyur
"diyor. Bize, ilah-laştırmayın ama bana vahiy geliyor diyor.
Yani Peygamber Efendimiz'e vahiy geliyor, bizden farklı
tarafı bu, birçok farklı tarafı var ama insan olduğunu
unutmuyoruz. İnsan olduğu için Peygamber Efendimizin de
gönlü bazı olaylarda sıkışıyormuş. Yani gönül darlığı
oluyor. Nasıl, niye? Mekke müşrikleri sana inanmayız,
senin söylediklerin sihirdir diyorlar, bizi kandırıyorsun
diyorlar. Ahiret mi varmış canım diyorlar. Bütün bunları
öylesine tekrarlıyorlarki Peygamber Efendimiz'e bir âyei
nazil olduğunda gidip yine aynı adamlara anlatacağında
sıkıntı duyarmış. Ya Rabbi yine bunlar inkâr edecekler
diyor. Ama Rabbim uyarıyor.1968[17]
1968[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/24-25.
Mantığına uydursun bu adam. Siz niye Allah'ın ayetini onun
mantığına uydurmaya çalışıyorsunuz? Bu şuna benzer,
adamın naylondan bir kabı var, siz buna altından bir hilal
dökeceksiniz. Yahu bunun kabı almaz, yanar buna ben
dökmeyeyim öyle ise altım atıvereyim, öyle değil. Altını
atmayacağız, hilali biz yine yapacağız, onun kalıbını
sağlamlaştıracağız. Yani bu kalıb buna dökülmez diyerek,
elimizdeki altını atmak yerine, onun kalıbını sağlamlaştır-
mak en iyi yoldur.
Bu âyetler bu adamların mantığına uymuyor diye
söylemekten kaçınmak yok. Öylesine çok söyleyin ki
onların mantığı ayete göre ayarlansın. Adamların mantığı
bugün düne kadar komünistliğe ayarlanmıştı. Şimdi yavaş
yavaş dönüyorlar. Birden dönmesi zor, arkadaşlar tele-
vizyona çıkmış: "Vallahi efendim göçen komünistlik
değilde komünistliğin kötü uygulaması" diyor. Ne yapsın
arkadaşı da mazur görün. Çünkü 25 sene üniversitede
okuttu. Televizyonda konuşurken binlerce siyasal mezunu
onun önünde komünstliği öğrendiler. Televizyondan da
seyrediyorlar, hepsi sövmez mi televizyondan "ulan oğlum
sen bize öğrettiydin bunu" diyecekler diye, efendim göçen
komünstlik değil, göçen kötü uygulaması diyerek kurtarma
tarafına gidiyor arkadaşlar.
Şimdi bu arkadaşların beyni ki, Bulgaristan'daki
Müslümanların şu anda lideri durumunda bir zat buraya
geldi görüştük, ismini söylemeyeyim. O diyor ki: "Biz
Müslümanız, ama mantığımız komünist mantığı ile gelişti,
herşeyi ona göre değerlendiriyoruz. Türkler olarak
Müslümanız, fakat ayetin birçoğunu inkâr edecek
durumdayız, mantığımız ona göre geliştirildi.
Benim" Allaha İman ve Altı Esası" kitabımın tercemesini
yapmaya başlamış. "Bu güzel diyor. Bunda adamın aklında
belirebilecek sorunun cevabı var, ama ilmihal kitabında bu
yok. İlmihal kitapları da güzeldir. Müslüman için güzeldir.
Müslüman olmuş bir adama abdestin farzı dörttür. Şuraları
şuraları yıkayacaksın, ayağı mesh edeceksin veya topuğa
kadar yıkayacaksın. Ama bizim insanımıza abdestin faydası
anlatılmalıdır "diyor.
"Çünkü biz faydacılık dininden geliyoruz. Herşeyi ekmek
hesabıyla yapmışız bugüne kadar. Bundan ne çıkar sağlarız
diye yapmışız biz bu hesabı. Yani mantık olarak komünist
mantığı hala daha var. %99 bu ama inanç olarakda %99
Müslümanız orada %100', Müslümanız" diyor. Onun için bu
insanların mantığını düzeltmemiz gerek, yoksa Allah'ın
ayetini onların mantığına uydurmak iş değildir.
Sen her halükârda Allah'ın âyetlerini onlara duyur. Onlar ne
diyorlar? Madem ki Peygamber yanında hazineler olsaydı
veya melekler olsaydı diyor. Rabbim diyor ki: "Sen
uyarıcısın, sen görevini yap." 1969[18]
1969[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/26-27.
var. Özellikle ilim adamlarından düş-
man yetiştirmiştir Batı. Müsteşrik dediğimiz, şarkiyatçı
diye, müsteşrik diye bilinen veya oryantalist diye bilinen
adamlar sırf bunun için yetiştirilir.
Yani İslâm Dini'ne neresinden girelim, Onu yok edelim diye
devlet bütçesinden para ayrılarak bu adamlar yetiştirilir. Ve
bu adamlar çok güzel Arapça'yı da öğrenmişlerdir. Arap
aleminde Arap olmadığı anlaşılmamış, bütün Arap alemini,
Suriye'yi, Mısır'ı, Kahire'yi, Ezher de ders vermiş, Suud'a
gitmiş, Suud'un o günkü krallarını Osmanlı'ya karşı
ayaklandırırken bu adamın Avrupalı olduğu bilinememiştir.
O kadar güzel Arapça biliyor, ama Kur'an'ın bir benzeri bir
sûreyi söyleyememişlerdir. Hatta bu konuda komisyonlar
kurulmuştur, ama başarılama-mıştır. Çünkü insan
unutkandır, zayıfdır. Geleceğin ne getireceğini bilmeyen bir
insan, kendisi bir kitap yazsa bile üçyüzüncü sayfaya geldi-
ğinde birinci, onuncu sayfada neyi nasıl yazdığını, bakarsa
bilebilir, bakmazsa unutabiliyor. Onun için hatalarla dolu
yaptıklarımız. Allah (c.c.)'ın âyetleri ise baştan sona kadar
birbirine uyumludur. 1970[19]
1970[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/27-28.
Müslüman olun diyor Allah (cc). 1971[20]
1973[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/29.
Türkçe karşılığı parti, bu partilerden hangi kimse Allah'ın
Kitabı'nı inkâr ederse, onun varacağı randevu yeri
Cehennemdir.
Sakın bu Kur'an hakkında şüpheye düşme. O Rabbin
katından bir gerçektir, bir haktır ve hukuku belirlemek için
inmiştir. Ancak insanların birçoğu buna iman etmezler.
İman etmezler de ne yaparlar, kendiliklerinden birşeyler
uydururlar. Rabbim de diyor ki: 1974[23]
1974[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/30.
1975[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/30-31.
1976[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/31.
Allah'dan başka dostlarda yoktur. Onlar için azap kat kat
yapılır. (Çünkü) onlar (dünyada iken hakkı) işitmeye güçleri
yetmedi ve onlar (hakkı) görmezlerde.
İşte onlar; o gavurlar varya o zalimler, Allah'ın dininden
alıkoymak için bütün askeri, ekonomik güçlerini
kullananlar, eğitim malzemelerin: kullananlar; yeryüzünde
Allah'ı aciz bırakamazlar. Yani Allah'ın kullarım bu işten
engelleyemezler. Ne yaparlarsa yapsınlar bu işten engel-
leyemezler ve bunun da şahidi biziz.
Yüz elli seneden beri bu memlekette özellikle de yetmiş
seksen seneden beri tamamen Müslümanlığı kaldırmak için
her türlü plan uygulanmasına rağmen Cağaloğlu'nun
göbeğinde üç yüz tane adam Kur'an'ı anlayacağız diye
hergün dairenin veya işyerinin yorgunluğundan sonra 7'den
8 30'a kadar burada bekliyor. Bunu gören imansızlar da
nasıl oldu da biz bu insanları engelleyemedik diye kendi
kendilerine hergün başlarım döğüp duruyorlar.
Rabbim de: "Onlar yeryüzünde sizi aciz bırakamazlar, taciz
edemezler. Allah'tan başka onlarında dostları yoktur. Yani
yöneticileri, yaratıcıları yok. Onların azabı ancak katlanır. O
dinden alıkoyma faaliyetinde bulunanların ancak azabı
katlanır. Müslümanları vazgeçirecek durumda değiller.
Ancak azâb katlanıyor, günahlarım çoğaltıyorlar. Onların
hakkı işitmeye de güçleri yetmez ve hakkı da göremezler"
diyor.1977[26]
1977[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/31-32.
yaptıkları iftiralar da yok olup gitmiştir. Yani boşa gitmiştir
diyor.1978[27]
1978[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/32.
1979[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/32.
1980[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/33.
Bunlar hiç birbirlerine denk olurlar mı, teşbih bakımından
birbirlerine benzerler mi, denk mi, değiller. Hâlâ mı
akıllanmaz, aklınızı başınıza almazsınız? diyor. Başka bir
âyet-i kerimede Rabbim "Görenle görmeyen bir değildir.
Işıkla karanlık bir değildir. Yakıcı sıcakla gölge de bir
değildir." buyurur. 1981[30]
Aynen nasıl ki karanlık da aydınlık aynı değildir. Mü'minle
kâfir de aynı değildir.Teşbih çok güzel, kafir karanlık
içindedir. Karanlıkta ne kadar bağırırsa bağırsın zararı
birinci derecede kendinedir. Kendi karanlığını artırır. Kendi
küfrünü artırır. Kendi günahını artırır. Müslümam zarar
vermez mi? Zarar da verir, ama Müslümam da, yolundan
alıkoymaz diyor Allah (c.c.) bu âyet-i kerimeleriyle.
Allah (c.c.) âyet-i kerimesiyle haber vermiş ve bunları
Peygambe Efendimiz'e kadar bildirdikten sonra bize de,
Efendimiz tebliğ ettikteri sonra, Allah (c.c.) bu olayların
yani dinden döndürme olaylarının dine giden yolu
engelleme olaylarının yanlız bu ümmete has olmadığını, ta-
rih boyunca çeşitli toplumlara gönderilen Peygamberlerin de
aynı olaylarla karşı karşıya geldiğini bir örnekle Allah (c.c.)
bize haber veriyor.
Ve de şöyle buyuruyor. 1982[31]
1983[32]
Sebe / 28
1984[33]
Enbiya / 107
1985[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/34-35.
Peki hocam devletin içe ve dışa karşı yapacağı masraflar, bu
devle hepimizin devleti derseniz. İslâmi bir devlette top
yekûn millet öyles: ne eğitilir ki malı Allah yolundadır.
Mallarınızla, canlarınızla cihad ed niz, mücadele veriniz
ayetinde canı da hazırdır, malı da her an o bağ olduğu,
inandığı devleti için hazırdır.
Nuh (a.s.) diyor ki: Bak bu adamların peşinden gitmeyin,
.yolunuz ateşe çıkar. Allah'tan başkasına itaat etmeyin,
yolunuz Cehenneme çıkar ve devam ediyor. O acıklı günün
azabından sizin adınıza ben korkuyorum diyor.
Muhterem okuyucu! Peygamberlere iman ettik diyoruz.
İmanımızda şüphemiz yok, ancak Peygamber'e iman ettim
demek bu kelimeyi söylemek demek değildir. Annemi
severim, babamı severim diyorsunuz, diyorsunuz ama
ziyaretine gidiyorsunuz. Eğer size muhtaç durumda ise
yiyeceğini, giyeceğini, kullanacağını, yatacağı, kalkacağı
yeri siz ayarlıyorsunuz, bunları ayarladıktan sonra da günde
bir defa olmazsada hafta da bir defa ziyaretine gidiyor, hayır
duasını alıyorsunuz. Bu annemi babamı seviyorum demenin
bir göstergesidir.
Ama bir adam annesine babasına hiç yardım etmese ve
ziyaretine gitmese tamamen alakayı kesse de "Ben annemi
babamı pek severim" dese kendi kendine yalan söylemiş
olur. Peygamberlere iman ettim demek Peygamberlerin
söylediğini söyleyip yaptığını yapmakla olur. Peki biz Nuh'a
(a.s.) iman ettik diyoruz. Adem (a.s.), İdris (a.s.), Nuh (a.s.)
diye sayıyoruz Peygamberleri. Nuh (a.s.)'a da iman ettik
diyoruz. Öyle ise o Peygamberlerin yaptığını, o
Peygamberin söylediğini söylemeliyiz ve bunu Allah'tan
başkasına itaat etmeyin ey insanlar günümüzde söyleyeceğiz
ve size gelecek olan azâbdan korkarım demeliyiz, çok güzel
bir ifade. Peygamberlerin hepsi o gün kendi döneminde
yaşayan kâfirin kendini sevmesinden daha fazla o kâfirin
canım seviyor Peygamber.
Yani şöyle diyelim isim vererek, Ebu Cehil kendi canını
sevmiyor kâfir, kendi canını da korumuyor da Peygamber
Efendimiz öylesine rahmet yüklü bir Peygamber ki Ebu
Cehil'in yerinin Cehenneme gittiğini görüyor ve Onun
önüne geçiyor, etme eyleme bu canı Cehennemde yakma
diye kıvranan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), biz o
Peygamber'in ümmetiyiz, biz o Peygamberlere iman etmiş
insanlarız şu anda Türkiye genelinde ve dünya genelindeki
bütün imansızlara aynen Nuh'un (a.s.) dediğini diyoruz. O
acıklı günün azabından, Cehennemin ateşinden sizin adınıza
korkuyoruz. Sizin canınızın yanmasını istemiyoruz,
kıyamıyoruz size diye insanlara duyurmamız lazım, buna
çok ihtiyacımız var. Türkiyede Müslüman belirli bir kesim,
onların sayısı fazla kabarık değil ayrı. Hani %99 bir tarafa
bırakalım %1 lik bile yoklar. Binde bir kişi belki olurlar
bunlar.
Bunlara Müslüman öylesine takıldı ki Müslümanlar eğer
gelecek olurlarsa bizi kesecekler, doğrayacaklar, yok
edecekler diyor. Üniversitede doçent olan arkadaşım anlattı.
200 kadar doçent doktor imza atmışlar. Efendim Türkiye
Müslümanları gelişiyor, buna bir dur demeli diye . Basında
yayınlanmıştı. 200 kadar profesör diyorlar isimlerini de
veremiyorlar yalnız. Bizim kürsüden de bir doçent arkadaş o
toplantıda bulunmuş demişki: Niye böyle sen de imza attın?
Yahu gelecek olurlarsa keserler bunlar bizi diyormuş.
Arkadaş da "Kesilecek ismi yapıyorsun yoksa, yani bir
kötülük yapıyorsun da bu gelirse beni keser, o kanaatte
misin kendinden şüphen mi var ? "dedim diyor.
Bizim Peygamberlerimizin öğrettiği kelimeleri bunlara
duyurmak gerekiyor. Peygamberimizin kendi döneminde
Ebu Cehü'e söylediği sözleri duyurmamız gerekiyor ve
Peygamber (s.a.v.)'in Mekke'yi terkettiğinde Medine
devletini kurmuş, kendisini sürgün ettikleri Mekke'yi de feth
etmişdi S sene sonra Kaâbe'de insanlara şöyle konuşma
yaptı. "Benim size ne yapmamı bekliyorsunuz?" Karşısında
imansızlar dizilmişler, Peygamber soruyor ne yapmamı
bekliyorsunuz? diye sorduğunda karşısındakiler, "Sen kerim
oğlu kerimsin," yani dedeni tanırız, babanı tanırız ve Senin
ecdadının tamamını tanırız, soylu, yiğit cömert insanlardı,
Senden de onu bekleriz demişlerdi. Halbuki bu insanlar
daha Önce Peygamber (s.a.v.) böyle demiyorlardı, şimdi
boyun eğiyorlar, ama beklediklerini de Peygamberimizden
buluyorlar, Peygamber (s.a.v.) onların hepsine şöyle hitap
ediyor. "Hepiniz evlerinize dağdınız ve hepiniz hürsünüz"
buyuruyor.
Günümüzde dinime düşman olan bu insanların ıslah
olmalarını istiyoruz. Bunlara İslâm'ın rahmetini Peygamber
(s.a.v.)'m alemlere rahmet olarak gönderildiğini anlatmamız
gerekiyor. Gökyüzünden yağar yağmurun hem güle, hem de
dikene, hem bülbüle, hem de akrebe rahmet olduğu gibi
Müslüman neslin de hem imanlı, hem de imansız keşi me
rahmet olacağını, zalimi zulmünden vazgeçirerek rahmet
olacağın Mazlumun da zulmüne son vereceğinden dolayı
rahmet olduğunu du yurmamız gerekiyor. 1986[35]
1986[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/35-37.
belirli kesitleri verilmiştir. Baştan sona şöyle başladı, şöyle
bitti diye bir sûrede anlatılmaz bir olay. Bakara sûresinde
gördük, Musa (a.s.)'ın Firavunla olan mücadelesinin belirli
bölümleri anlatıldı, diğer sûrelerde diğer bölümleri veya
aynısı anlatılacak. Niye, konuya uygun Peygamber (a.s.)'a
bir mesaj veriliyor ve insanlara birşeyi anlatması, o
anlattığını yapması, yaparken karşılaşabileceği olayları
bildiriyor, bunun bir benzerini de Musa (a.s.) hayatında
olduğunu şöyle başardığım veya Nuh (a.s.)'ın hayatında
olduğunu böyle başardığını bildirmek üzere tarihten de bize
olayları bildiriyor.
Bir ilim adamımızın da dediği gibi tarih insanın hafızası
gibidir. Eşimizi, işimizi, çocuklarımızı, .vb. şeyleri
hatırlamamız hafızamızla mümkün olur, Hepimiz 30 yıllık,
40 yıllık 60 yıllık hayatımızın bazı bölümlerini hatırlıyoruz,
hatırlamamız işlerimizin devamını sağlar. Bugün öğleye
kadar yapmış olduğunuz işlerinizi hatırlamazsanız iş biter,
hayat biter. Ondan sonra kime mal verdiniz, kimden mal
gelecek, kimden para gelecek, çocuğunuzu unutmuş olsanız,
karşınıza gelse bir canlı varlık gibi görüyorsunuz,
çocuğunuz olduğunu hatırlamıyorsunuz. İnsanın nasıl ki
yaşaması zorlaşıyor başkasının bakımına muhtaç oluyorsa,
insanların da devletlerin de hayatında, tarihini unutması,
bilmemesi hafızasını yitirmiş insanın durumuna benzer
demişler.
Hafızasını yitiren insan bir başkasının vesayetinde
yaşantısını devam ettirdiği gibi hastahanede doktor
nezaretinde kalması gerektiği gibi tarihini inkâr eden
insanlar da başka devletlerin nezaretinde yaşamak
mecburiyetinde kalırmış.
Onun içindir ki yıllardan beri kurtulamayışımızm, belimizi
doğrulta-mayişımızm yegane sebeblerinden biri, tamamı
değil sebeblerinden bir tanesi de biz tarihimizi inkâr ettik, şu
tarihten öncesini kabul etmiyoruz, tanımıyoruz diye
zamanla yetkililerin ağzından bütün dünya devletlerine
bildirilmiş. Şimdi onun acısı çok acı bir şekilde çekiliyor.
Allah (c.c.)'de Peygambere bir olayı anlatıyor örneğini ta
Nuh (a.s.)'dan getiriyor. Nuh (a.s.) kavmine diyorki: "Ben
sizin için ateşe girmenizden korkuyorum. Canınızın
yanmasını istemiyorum, Cehennem'de yanmanızı
istemiyorum, gelin bu yoldan vaz geçin."
Allah'tan başkasına tapınmayın yani Allah'tan başka kural
koyan, kanun koyan yoktur. O'na itaat edin, O'na ibadet
edin. Kendi aranızdan ilah türetip de ona tapınma tarafına
gitmeyin diyor. Nuh (a.s.) kavminin ileri gelenleri dediler
ki: "Sen bizim gibi bir adamsın, sana tâbi olanlar bizim ayak
takımımız, bu adamlar fazla ileri görüşlü değiller, basit sığ
görüşlü insanlar, yani toplumun fakir kesimi, okumamış
kesimi sana tâbi oluyor diyor. Toplumun ileri gelenleri
senin bize bir üstün tarafın da yok, senin bize üstün tarafın
yok. Sana uyanlar da ayak takımı, biz sana nasıl uyalım?
Biz sizi yalanlayanlardan zannediyoruz, öyle biliyoruz
diyorlar.
Muhterem okuyucu! Tarih boyunca Peygamberlerin verdiği
mücadele, şu insanlar arasında eşitliği sağlamaktır.: "Allah
katında herkes eşittir." Onun içindir ki Peygamber
Efendimiz'e (s.a.v.) indirilen ilk âyetlerden biri de "Yaratan
Rabbinin adıyla oku" dedikten sonra "O Allah insanı
Alak'dan yarattı" yani meninin ana rahmine tutulmuş şekline
"Alak" deniyor. Ondan yarattı. Bununla şu mesajı veriyor.
Allah (c.c.) insanlara. Hepimiz, işçiniz, iş vereniniz, o gün
için köle var. Köle simsiyah Bilal-i Habeşi ile servet sahibi
ve ?.ynı zamanda Mekke devletinin yöneticilerinden olan
Ebu Cehil'in kaynağı aynı yer, ana rahmine düşmüş bir
meniden meydana gelmiştir.
Öyle ise birbirinize hava atmaya, birbirinize üstünlük
taslamaya gerek yok diyor. İlk nazil olan âyet-i kerime Nuh
(a.s.)'un da kavmi öyle diyor, senin yanındakiler ayak takımı
insanlar, biz onlarla bir araya - gelemeyiz. 1987[36]
1987[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/37-39.
1988[37]
Bakara / 256
1989[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/39-40.
edenleri (fakirler) kovamam. Şüphesiz onlar Rab-lerine
kavuşacaklar. Ancak ben sizi cahillik eden bir kavim olarak
görüyorum."
Ey kavmim, ey milletim benim bu Peygamberliğimin
karşısında sizden mal da istemiyorum. Benim ücretim Allah
katındadır. Ben ücretimi Allah (c.c.)'tan alırım. Bunun
karşılığında malda istemiyorum sizden. Bu söz bütün
Peygamberlerin söylediği sözdür. Birçok yerde Allah (c.c.)
Peygamberlerin hayatını bize verirken İbrahim (a.s.) diyor
ki: "Bunun karşılığında ücret istemiyorum" Musa (a.s.)
diyor ki: "Bunun karşılığında ücret istemiyorum. Salih (a.s.)
aynı şekilde söylüyor.
Kur'ân-ı Kerîm'de çokça vurgulanmış, her Peygamberin
hayatında bu söz özellikle vurgulanıyor. Öyle ise
günümüzde de Müslümanların üzerine düşen bir görev var.
İslâm'ı tebliğ neticesinde o tebliğini paraya tebdil etmesin,
maddi çıkara tebdil etmesin, herkes geçimini kendi
bileğinin, kendi alnının teri ile kazanmaya çalışsın vede
İslâmî, hizmetini geçim vasıtası olarak yapmamaya çalışsın.
Bütün Peygamberlere iman ediyor, onların yolundan
gidiyoruz. Öyle ise bu insanlara tebliğin karşılığında
insanlardan para alınmamalıdır. Şahsi olarak para alınma-
malıdır.
Ben o iman edenleri yanımdan kovamam, şehrin ileri
gelenleri di-yorlarki Nuh (a.s.)'a: "Bak biz senin yanına
gelmek istiyoruz, ama şu ayak takımı insanlar sana iman
etmişler, onlarla biz aynı yerde otura-mayız. Onları
yanından kovarsan biz de senin yanına geliriz, sana da iman
edebiliriz." Ümitte veriyorlar ama Nuh (a.s.) diyor ki ben
onları yanımdan kovamam.
Onlar Rablerine kavuşacaklar, iman etmişler. Rabbim'in
yolundan giden bir insanı ben nasıl yanımdan kovabilirim?
Ben sizi cahil bir kavim olarak görüyorum, sözleriniz
cehaletinizin söylettiği sözlerdir diyor Nuh (a.s.).
Bize tarih kitaplarında okuturlar. Hindistan'ı tanıtırlarken,
Hind dinlerinde insanlar üç gruba ayrılırlar.
1- Brahmanlar, (kimse brahman olamaz)
2- Ordu takımı
3- çiftçilikle meşgul olanlar. (Bunlar böyle doğarlar, böyle
ölürler. Yani çiftçi takımından bir adam yönetime geçemez
yönetimdeki bir adam da brahman olamaz) diye tarih
kitaplarında okutmuşlardı. İnsanın olduğu yerde bu vardır,
İnsanlar arasındaki ayırım insanların olduğu yerde vardır.
Bunu ortadan kaldırabilecek yegane şe; bütün insanların bir
Allah tarafından yaratıldığını ve bu yaratılışta her kesin eşit
olduğunu kabul eden bir dine girmekle mümkündür.
20. asır oldu, Peygamber Efendimiz geleliden bu yana 1400
sent geçti ama dünyanın en medeni milleti Amerika'da
beyaz insan, siyal insan kavgası hâlâ devam ediyor. İsrail
de, (ki İsrail Yahudi olan zen çileri kendi ülkesine çekti)
zencileri Telaviv'deki Havraya almıyor. Irkı nız ayrı diyor,
"Biz beni İsrailiz, siz Beni İsrailden değilsiniz" diyor
Yahudi dinine girmişsiniz kabul de, beni İsrailden
olmadığınız için si: Telaviv'deki şu havraya
girmeyeceksiniz. Sizin için ayrı havra yapaca ğız dediler ve
yaptılar. Ve onlar yürüyüş yapmıştı. Televizyonda gös
termişti, niye ayırım yapıyorsunuz diye.
Bizde ise bindörtyüz seneden beri müezzinlerimiz iç ezanı
okuma dan önce "Pirimiz,efendimiz,üstadırnız Bilal-i
Habeşi'nin ruhuna" diye rek, fatiha okuyorlar. Eti kemiğine
yapışmış Habeşli bir zenci ve ayr zamanda köle olan Bilal-i
Habeş Müslüman olunca Hz. Ebu Beki (r.a.) satın almış
kâfirin elinden, "hürsün bundan sonra" demiş ve H; Ebu
Bekir'le yanyana oturmuşlar, beraber cenge gitmişler berabe
mescidde namaz kılmışlar, beraber kitap okumuşlar, berabe
Peygamber (s.a.v.)'in biri sağ tarafına, biri sol tarafına
oturmuş. Güni müzde bir işçi adam filan adamın yanına
varsın da koltuğuna otursur mümkün değil. Benim dinim
Bilal-i Habeşiyi bütün İslâm'a efendi kabı etmiştir.
Burada da "Ben kovamam, Allah'a inanmış insanlar sizden
yücedir. Onun için ben bu gariban takımını, ben bu ayak
takımı diyebildiğiniz bu insanları yanımdan kovamam"
diyor.
Dünyanın her tarafında insan ayırımı vardır. Türkiye'de de
vardır. Bazı insanların toplandıkları yere bir başkasının
girmesi yasak belirli yerler, eğlence yerleri vardır, Efendim
çalıştığı yeri vardır, yattığı yeri vardır. Mahallesine
giremezsin, çalıştığı yere giremezsin, eğlendiği yere de
giremezsiniz. Her yerde vardır bu. İslâm'ın hâkim olmadığı
her yerde vardır bu durum. Kıyamete kadar da olacaktır.
Yani bundan bin sene sonra insanlar şöyle medenî oldular,
böyle medenî oldular, mümkün değil. İnsanın yaşı, insanın
senesi ne kadar ileriye giderse gitsin bencilliği doğuştan
geliyor, beraberinde hasetliği -de, fesatlığı da geliyor. Ama
bunlar eğitimle düzeltilebiliyor. Hangi eğitimle? İnsanların
icad ettiği bir eğitimle değil. O bencillik meydana getirir.
Allah'ın (c.c.) koyduğu bir eğitim vardır ki, o eğitim
öğrenmekle olmaz, iman etmekle olur. O eğitimde iman ile
oluyor. Meselâ hepimiz okuduk okullarda, bu eğitime
inanarak okumadık, iman ederek okumadık. Okumamız
gerektiğini kabul ettik ve okuduk. İslâmda eğitim öyle değil.
Okuduğun şeye iman da şart. İman ediyorsun, gönlünde
bunu inkâr edersen gavur oluvereceksin inancı vardır. Böyle
bir eğitimden geçiyor ve o insan Allah katında en değerli
kimse, Allah'ın emirlerine ve yasaklarına en fazla riayet
edendir. 1990[39]
1990[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/40-42.
1991[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/42.
31- Ben size: "Allah'ın hazineleri yanmadadır" demiyorum.
Ben gaybı bilmem. "Ben Melek'im" demiyorum. "Göz-
lerinizin hor gördüğü kişilere Allah hiçbir hayır vermez"
demiyorum. Onların nefislerinde olanı en iyi Allah bilir.
(Eğer onları kovarsam) o takdirde ben zalimlerden olurum."
Düşünmez misiniz bana kim yardım eder? Allah'ın
hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Şimdi
Peygamberler insanlara şöyle birşey de vaadetmiyorlar. "Ey
ahali benim yanıma gelirseniz zengin olacaksınız, şu kadar
mal kazanacaksınız" demiyor Peygamberler. Eğer böyle bir-
şey olmuş olsaydı, yani Peygambere iman eden adam ev
dolusu altına sahip olacak diye Allah bir kaide koysaydı,
zengin takımının hepsi en önde giderdi. Böyle birşey yok.
Peygamberler bize söylüyor bunu, bütün Peygamberlerin
müştereken söylediklerinden biri de bu. "Ey kavmim, size.
Allah'ın hazineleri yanımdadır" demiyorum. Yani gelirseniz
size para dağıtacağım, mal dağıtacağım, mülk dağıtacağım
demiyorum. "Ben gaybı da bilmiyorum." Yani hanginiz
iyidir, hanginiz kötüdür, sonu iyi olacak, sonu kötü olacak
bunu da bilmiyorum. "Ben meleğim de demiyorum." "Hani
sen de bizim gibi bir insansın" diyorlar. O da diyor ki:
"Doğru, ben melek değilim" diyor. "Hani sizin gözleriniz
hakir bir şekilde bakmıştı o adamlara, o ayak takımı
dediğiniz ama bana iman edenler var ya Allah katında
onların makamı iyi değildir de diyemem,"
"Allah onlara hayır vermez de diyemem. Allah onların
nefislerinde taşıdıklarını bilir. Eğer bu sözleri söylersem
yani bu ayak takımının Müslüman olmalarından fayda
gelmez dersem o zaman ben zalimlerden olurum" diyor Nuh
(a.s.). Yani bu ayak takımı dediği insanlar Rab-bine inanmış
insanlardır ve yücedirler, sizden değerlidirler. İman etme-
diğiniz takdirde, ama iman edecek olursanız siz de onlar
gibi Müslüman kardeş olursunuz. 1992[41]
32- Dediler ki: "Ey Nuh, sen bizimle mücadele ettin, mü-
cadelemizi de çoğalttın. Eğer sen doğrulardan isen haydi
bize vadettiğin azabı getir."
Devletin ileri gelenleri dedilerki: "Bizimle çok uğraştın, bizi
Allah'ın azabı ile korkutuyorsun ya hadi varsa getir bize,
Allah'tan azâb varsa bize getir" diyorlar. Doğru söylüyorsan
hadi getir diyorlar. Bu sözler günümüzde de söyleniyor.
Daha önce de geçmişti. Cemaatimden biri sormuştu, "Bizim
dairede biri var Allah'a inanmıyor, ateistim diyor. Ben de
böyle deme çarpılırsın dedim, o da varsa çarpsın dedi.
Hocam ne yapayım" diyor. Dedim ki bu eskiden beri
söylenir, aynı söz.
Burda da diyorlar ki; Allah'ın azabı çarpsın bizi diyorlar.
Yani bu söz yeni değil, küfür takımı da, ateist takımı da,
kâfir takımı da şeytandan bu yana ve de Adem (a.s.) den bu
yana, onların da bir mantığı gelişmiştir. Bu konuda kitaplar
vardır. İmansızlık mantığım geliştirmişler o konuda kitaplar
da yazılmıştır.
Bunlara Mevlana hazretleri diyorki: "Pirim sen sineğe
benzersin" Sinek aslanın başına konmuş, hani nerede, aslan
göremiyorum, eğer pençesi varsa, güçlü dişleri varsa
karşıma çıksın diyormuş. Mevlana diyor ki: "Sen sinekliğine
bakmadan aslana meydan okuyorsun, arslan-dan korkmak
bile bir yiğitliktir. Aslandan ceylanlar korkar, çünkü cey-
lanlar arslanın gücünü bilir. Sen ondan da mahrumsun yani
arslanın bilgisinden de mahrumsun. Korkmamak cesaret
değildir."
Hani iki yaşındaki çocuğunuz eline annesinin milini alıyor,
elektrik prizine sokmaya çalışıyor. Siz hemen koşuyorsunuz
ve çocuğu oradan çekiyorsunuz. Şimdi çocuğunuz elektrik
1992[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/42-43.
prizine mili soktuğunda cesur mu ?, değil. Cehaletinden
yapar bunu, bilmediğinden yapar. Peki siz elektriğe o mili
sokmadığınızdan dolayı korkak mısınız, hayır. Tedbirlisiniz
siz, yani birinin cesareti cesurluğundan, yiğitliğinden değil,
bilgisizliğinden kaynaklanır. Onun için geçmiş ecdadımız
"cahil cesur olur" diyor.
Allah'tan korkmak için bilgi gerekiyor. "Allah'tan bilgisi
olan alimler korkar." 1993[42] O'nun sıfatlarını bilenler, O'nun
gücünü, ilmini bilenler O'ndan çekinirler, O'na karşı
gelmekten haya ederler. Bu adam söylüyorsa, sineğin
aslandan korkmayışı gibi bir cesaretle, cehaletini göstermiş
oluyor. Ve Nuh (a.s.) devam ediyor. 1994[43]
33- Dedi ki: "Onu size ancak Allah dilerse getirir. Siz engel
olamazsınız." 1995[44]
1993[42]
Fatır / 28
1994[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/43-44.
1995[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/44.
dünyada Nuh'u (a.s.) tanımayan yoktur. Nuh (a.s.)'ın
gemisini duymayan yoktur. Allah (c.c.) bu olayın en
doğrusunu Kur'an'da vermiştir. Gemiye binerken besmele
çekilmesi emrediliyor ve Nuh (a.s.) bunu söyleyip gemiye
atlıyor. Gemiye bindiğinde de "Bizi kurtaran Allah'a hamd
olsun" diyor.
Yani dilimizdeki kelimeler yeni değil, Nuh (a.s.)'dan bugüne
kadar Peygamberlerin söylediği sözdür. Biz de bunları
söylemeye devam edelim. 1996[45]
1998[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/46.
1999[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/46.
2000[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/47.
39- Artık kendisini rüsvay edecek azabın kime geleceğini,
daimi azabın kimin başına ineceğini yakında
2001[50]
bileceksiniz.
2003[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/48.
2004[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/48.
2005[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/49.
Her ırkdan insanların tufan olayını bilmesi evrensel
olduğuna işaret etmez. Bu bilgi bütün insanların Hz. Nuh
ailesi ve ona iman edenlerden türediğini gösterir. 2006[55]
2008[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/50.
2009[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/50-51.
2010[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/51.
Ayet bizlere müjdeyi veriyor. Kâfirin sayısı, ekonomisi,
siyaseti, silahı ne kadar güçlü olursa olsun sonuç
müttakilerindir.
Hûd sûresinin 50. âyet-i kerimesi, bu sûreye bu ismi
verdiren bölümdür. Bu bölümde Hûd (a.s.)'dan bahsedildiği
için "Hûd" sûresi ismi verilmiştir. Ayrıca Hûd (a.s.)la ilgili
olarak "El Araf " sûresinde, "Eş Şuara" sûresinde, "El Ahkaf
" sûresinde ve diğer sûrelerde de bahsedilmektedir. Nuh
(a.s.)'dan sonra Hûd (a.s.)'m kıssasına geçiyor. Allah (c.c.)
bu kıssaları o günün Mekkeli müşriklerine anlatışının sebebi
ile bugünün müşriklerine anlatışının sebebi aynıdır.
Müşriklerin karakterleri değişmiyor. Kabilden beri devam
eden veya şeytanla başlayan, Kabil ile devam eden Ad,
Semud kavmiyle süre gelen ve günümüze kadar gelen
müşriklerin mantığı, karakteri, konuşma tarzları, dilleri
hepsi birbirine benzerlik arz ediyor.
Onun için Allah (c.c.) o günün Mekke müşriğine, bugünün
müşriği-ne hitaben birşeyler anlatırken Nuh (a.s.), Lût (a.s.),
Salih (a.s.)'ı bize anlatıveriyor. Müşrikleri anlatırken o
müşriklere hitap ediyor. Bu Peygamberleri anlatırken bize
hitap ediyor. Çünkü biz bu Peygamberlere iman etmiş
insanız. Ve onların yolundan gitmeyi arzulayan insa-
nız. 2011[60]
2013[62]
Ahkaf 121
2014[63]
Şuara 1128-135
2015[64]
Şuara / 160-180
inhisar etmiyoruz. Allah'ın bütün emrettiklerini yerine
getiren, yasaklarından kaçman kişiye, ibadet eden, çok
ibadet eden diyoruz. Yapılan işe de ibadet diyoruz.
Allah'a ibadet edin dedikten sonra sizin için Allah'tan başka
ilah yoktur. Yani bir emrine boyun eğilecek, yasaklarından
kaçınacak başka biri yoktur diyor. Biz de bu "Lâilâheillallah
Muhammedenrasûlüllah" kclime-i tayyibesinde, Allah'tan
başka ibadete layık olan birinin olmadığım, ancak ve ancak
Yaratanın, Yaşatanın ve Yönetenin O olduğunu itiraf
ediyoruz. Ezan-ı Muhammedi ile de ilan ediyoruz. Her
Peygamberin birinci derecede söylediği bu "Ey kavmim
Allah'a ibadet ediniz" İkincisi çok önemli Nuh (a.s.)'da da
geçmişti. 2016[65]
2016[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/52-53.
bildiriyor. Onlara "Allah'a ibadet edin" dedikten sonra o
zihinlerindeki şüpheyi gideriyor.
Sakın ha hatırınıza sizden para isteyeceğimi, bir ücret, bir
karşılık, beklediğimi sakın hatırınıza getirmeyin, hatırınıza
gelmişse onu silin". Ben de aslında bir ücret istemiyorum
aslında ücretsiz iş yok ama benim ücretimi ben Allah
(c.c.)'den alacağım, siz benim bu İslâmî tebliğimi ücretimi
verecek durumda değilsiniz. Ancak beni Yaratan bunu verir.
Ben de ondan isteyeceğim diyor. Hâlâ siz akıllanmadınız
mı? Yani yaptığım bu işi Allah rızası için hiç hatırınızdan
hayalinizden geçiremez misiniz, başka birşey düşünemez
misiniz. Paradan başka birşey düşünemez misiniz.? Hani
özellikle fakir semtinde İstanbul, Ankara şehrinde,
Ankara'ya eskiden "Mabedsiz şehir" derlerdi eskiden yazar-
lar. Fakat şimdi öyle değil. Hani şehirlere köylerden büyük
bir akın başladı diye şikâyetler varya. Ankara'ya gittiğinizde
görürsünüz. Yeni kurulan bütün mahallelerde minareler
yükselivermiş. İmansızın mantığı buna yetmiyor. Diyor ki:
"Bu nasıl olur yahu" Hadi zengin semtler de olsa neyse,
fakat bu fakir semtlerde minarelerin yükselmesi. Yani ada-
mın havsalası almıyor bunu.
Çünkü adam herşeyi, Mevlana'nın taâbiriyle- öküzün karpuz
kabuğuna bakışı gibi değerlendirdiğinden, " bu olmaması
lazım" diyor, ama işte vaka yani oluyor. Minare yükselmiş
ve tahsisat yok, devlet engellemek için gerekeni yapıyor.
Sağolsun uyanık, Anadoludan gelen Müslümanlarımız
belediyenin arsası üzerine yapıyor, ondan sonra ba-
ğınveriyor, camiyi yıkıyorlar filan diye onlar da oy hatırına
susuyorlar. Oy hatırına yoksa yıkacaklar temelinden
sökecekler, ama oy hatırına seslerini çıkarmıyorlar. 2017[66]
2017[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/53-54.
tevbe edin ki gökyüzünden size bol yağmur göndersin. Kuv-
vetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin."
Yaptıklarınızdan dolayı Allah'a istiğfarda bulunun. Yani
bugüne kadar yaptığınız imansızlık Peygamber'e karşı
yaptığınız saygısızlık varya Allah (c.c.) affedicidir, afdan
ümidinizi kesmeyin. Allah'a istiğfar edin ve yaptıklarınıza
tövbe edin, istiğfarla tövbeyi ard arda getirmiştir. Birbirinin
aynı anlamındadır ama ikisi yanyana gelecek olursa;
1- Geçmişte yaptığınıza pişmanlık duyun
2- Bir daha yapmamaya karar verin. Bir de yaptıklarınızdan
dolayı Allahdan (c.c.) af talebinde bulunun.
Yani bir kötülüğü bırakıyorsunuz bir daha yapmamaya karar
veriyorsunuz, yeterli değil "Ya Rabbi, o bilmeden yaptığım
hataen yaptıklarım varya onları da af et" diye istiğfarda
bulunun diyor.
Şimdiki Yemen'in oralara Hûd (a.s.) Peygamber olarak
görevlendirildiği dönemlerde birkaç sene yağmur
düşmemiş, kıtlık almış yürümüş insanlar tedirginler ve
onlara diyor ki Hûd (a.s.) "Siz Allah'a tövbe edin, O'na
yönelin. Şu kendi aranızdan çıkmış insanların kanunları ile
bu memleketi yönetmeye kalkmayın. Allah'a ortak
koşmayın, yaptığınız kötülüklerden dolayı istiğfarda
bulunun da Allah size bolca yağmurlarını göndersin ve
kuvvetinize kuvvet katsın" yani güçlü bir millet idiler onlar.
Eğer İslama girecek olursanız kuvvetimize kuvvet katarız
sakın suçlu olarak İslamdan yüz çevirmeyin diyor Hud (a.s.)
Ad kavmine.
Buradan şunu anlıyoruz biz, kıtlık esnasında Allah'a (c.c.)
açılan eller yapılan dualar Allah katında kabul görme
ihtimali büyük. "Peygamber efendimiz (s.a.v.) bizzat kendisi
yağmur duasında bulunmuştur ve yağmur duası için çıktığı
yerde iki rekat namaz kılmıştır."
Yani bu âyet-i kerime'yle sabittir yağmur duası, bir de
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) fiili tatbikatıyla vardır.
Birgün Efendimiz Medine'de Mescid-i Nebevi'de hutbe
okurken dışardan, çölden gelen bir insan "Ya Rasulüllah
otlar kurudu, koyunlar yavrularını beslemez oldu, insanlar
helak oluyor, hayvanlar ölüyor ne olur Rabbim'e dua
etseniz" dedi, Sahâbi diyorki (anlatan Ravi); "Peygamber
Efendimiz de. ellerini açtı ve şu duayı okudu diyor. (Duayı
orada rivayet ediyor hadis kitaplarımız) ve dışarıya
çıkmadan yağmur yağmaya başladı. Cuma günü biz namazı
kılıp dışarıya çıktığımızda yağmur yağıyordu diyor. İçeri
girdiğimizde hiçbirşey yoktu, dışarıya çıktığımızda yağmur
yağmaya başlamıştı. Bir hafta devam etti yağmur derken
ikinci cuma da yine birisi geldi "Ya Rasulüllah çok fazla
oldu" dedi, diyor. Peygamber Efendimiz yine dua etti. "Ya
Rabbi yağmuru zarar vermeyeceği yerlere yağdır, üzerimize
zarar verecek şekilde yağdırma" diye yine dua etti ve yağ-
mur durdu "diyor. 2018[67]
Şimdi İstanbul şehrinde de geçtiğimiz yıllarda eller
açılmaya başlayınca bir kısım imansızlar alay ettiler. "Açın
bakayım, Allah yağdıracak mı.? dediler. Ama yağdı.
Bizim Atikali'nin değerli imamı Ahmet Hoca diyor ki:
"Hocam, imansız diyorsun. "Gerçekten imansız doğrusu
Arapça ifadesi ile imansız ancak elifi biraz çekmek lazım."
"limansız" demek lazım, doğrusu o da, hoca diyorki;
"imansız deyip geçiyorsun" diyor. Yani kısa kesiyorum,
zaten adamların imanı kısa da onun içindir diyorum ben de.
Bu imanı kıt adamlar veya imanı olmayan adamlar hem
imana karşılar, dine karşılar, hem de bunlar ilme karşılar.
Bir kerre şunu bilmeleri lazım; tarih boyunca yapılan
yağmur duaları genelde yağmurun yağmasına sebep olmuş.
Haa öyleyse araştırmaları lazım, Batılı dostlarına, ahilerine
bunları rapor edecekler: Valla biz de sizin gibi inanmıyoruz,
ama ne zaman dua edilse yağmur yağıyor. Öyleyse bunu
2018[67]
Ebu Davud, İstiska hah; 3, İbni Mace, İkame; 154
ilmi yoldan araştırmanızı rica ediyoruz, istirham ediyoruz
diye yazsalar daha iyi olur. Daha ilme saygı göstermiş
olurlar bu adamlar.
Bir vakıadır, yağıyor ve bunu bizzat kendi gözlerimizle
şurada görüyoruz. Ne zamanki, hani ilim, yağmurla ilgili
araştırma yapanlar ne diyorlar ve biz de görüyoruz. Yağmur
genelde ormanın bol olduğu yere yağıyor, ormanın az
olduğu yerde, yeşilliğin az olduğu yerlere yağmur
yağmıyor. Niye? Onu çekiyor, ormandaki ağaçlar ve
çiçekler bulutları çekiyorlar, onlar boyunlarını büküyorlar,
yapraklarım böyle salıveriyorlar "yağdır mevlam su" diye
dua ediyorlar. Bu sefer de Rabbim bulutlarım o tarafa doğru
sevk ediveriyor. Yani onlar da dua ediyorlar, bir vakıadır
oluyor. Orada isteyen var, ihtiyaç hissedenler var ve
isteklerini Rabbim'e bildiriyorlar. Mutlaka Rabbim'in
koyduğu kanun var o cereyan ediyor.
Öyle ise biz de kanuna uygun hareket edelim biz de
isteyicilerden olahm. Kuşlarla, çiçeklerle, böceklerle Allah
(c.c.)'den isteyenlerden olalım. Bu 52. âyet-i kerime'yle
sabit ki istiğfar, Allah'a yönelme ve Allah (c.c.)'e dua-etme
yağmurun yağmasına sebeptir. 2019[68]
53- Dediler ki: "Ey Hûd, sen bize bir mucize getirmedin.
Biz senin sözün üzerine ilahlarımızı terketmeyiz ve biz sana
iman etmeyiz."
Biz senin bu sözün üzerine bu ilahlarımızı terk etmeyiz.
Bunlardan vazgeçmeyiz, ve sana da iman etmeyiz diyorlar.
Delil istiyorlar. Hani günümüzdeki insanların bir kısım
imansızların delil istediği gibi. Efendimizden (s.a.v.) de
istemişlerdi. Bir âyet-i kerimede geçmişti. "Onunla beraber
bir melek olmalı değilmiydi, veya Onun yanında bir hazine
olmalı değilmiydi" diyorlar. 2020[69] Aynı şekilde Hûd'un kav-
2019[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/54-56.
2020[69]
Hud 112
mi aynı şeyi istiyor. Salih'in kavmi de aynı şeyi istiyorlar.
Yani apaçık bilmedikleri, tanımadıkları bir mucize olsun, o
mucize ile onlar imana gelsinler. Bunu istiyorlar. Ama Allah
(c.c.) öyle mucizeler verse de onlar iman edici değiller
diyor. Çünkü daha Önce Musa (a.s.)'ın mucizesini gözleriyle
görenlerden bir kısmı iman etti, ama firavun ve onun çıkar
çevresi iman etmemekte yine direndiler. İsa (a.s.)'ın
mucizesini görenler, birçok imansız, imansızlığında devam
etti gitti.
Asıl mucize aslında ( hani evliyalardan keramet
aramayalım, ancak keramet haktır kabul edelim.) yine
evliyalardan birisi söylemiş. Yahu bizim orada filan evliya
uçuyor demişler. O büyük evliya demiş ki: "Yahu o sinek
olmaya özenmiş. Ama efendim o denizin üzerinde yürüyor.
Ee öyle ise o saman çöpü olmaya özenmiş" demiş. Saman
çöpü de denizin üstünde yüzüyor.
Demiş ki: "Evliyalık adam gibi yürümektir" Adam gibi
yürümek. Şu İstanbul şehrinde bir adam elini, dilini, gözünü
ve gönlünü haramla kirletmeden kimsenin şahsiyetiyle,
namusuyla, vakarıyla oynamadan yürüyebilmişse bu adam
20. asrın evliyasıdır. Peygamberler de kendi çağlarında
kimsenin namusuyla, şahsiyetiyle, vakarıyla oynamıyorlar,
ve helal yollardan nziklarını temin ediyorlar. İnsanın insana
kul olmasını önlemek için mücadelelerini veriyorlar. İşte bu
onların en büyük mu-cizesidir aslında. Yani insanca
yaşamak en büyük fazilettir. İnsanlar da diyorlar ki; 2021[70]
2021[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/56-57.
içeri alınan bazı arkadaşlarımızdan dengeyi biraz kaçıranlar
olmuş. Mesela bedenen sakat-lanmıştır. Beynini
zedelemişler. Hapishanedeyken beyni zedelenmiş tanıdığım
insanlar vardır. Bunlara yapılan bir sinirsel harp neticesinde.
Yani baskı yaparak, çeşitli yol deneyerek bazılarını
Bakırköy'e alıp orada tedavi altında birşeyler verilmek
suretiyle, bazılarına da kaba kuvvetle bir şeyler yapılıyor,
dengesi kaçırılıyor. Ve ondan sonrada diyorlar ki: "Ya
gördün mü bizimkilerin yolundan, izinden gitmedin işte seni
çarptı" Kim çarptı, onun avaneleri çarptı diyorlar. Aynı
şekilde "bizim ilahlarımızdan bir kısmı sana kötü şekilde
çarpmış deriz. Başka birşey demeyiz" diyorlar.
Yani bu kadar imkanları, bu kadar kadını, bu kadar parayı,
bu kadar gayri meşru işleri terkediyorsun. Oğlum bu delilik,
sen delirmişsin diyorlar. Genelde de Peygamberlere
diyorlar. "Sen delisin" diyorlar. Öyle ya hani Peygamber
(s.a.v.)'e " Sen devlet başkanı olmak mı istiyorsun? buyur.
Mekke'nin başına getirelim, efendim zengin güzel kadınlarla
mı evlenmek istiyorsun? buyur Mekke'nin en güzel
kadınlarından sana bulalım. Zenginlik istiyorsan? en
zenginimiz yapalım. Ama Peygamberlikten vazgeç."
diyorlar. Yok bunların hiçbirini kabul etmezsen, En güzel
kadını kabul etmezse, zengin olmayı, kabul etmezse, devlet
başkanlığını, kabul etmezse ne olur bu adam? Bu adam
delidir diyorlar.
Ama kimin deli, kimin akıllı olduğu zaman içersinde ortaya
çıkıyor. Hani âyet-i kerimede tefsiri geçiyor. "Yakında
neticeyi siz de göreceksiniz, biz de göreceğiz" diyor. 2022[71]
Onlara cevap olarak Rabbim bildiriyor ve gerçekten de bir
gün geliyor. Mekke, Efendimiz (s.a.v.) tarafından feth
ediliyor. Ebu Cehil Bedir'de geberdiğinden göremedi ama
oğlu İkrime gördü. Oğlu güçlü bir komutandı. Müslüman
2022[71]
Kalem / 5
olmamak için şehri terk etti, fakat yoldan dönerek
Müslüman oldu. Müslüman olunca çok büyük hizmetler
verdi. Onun için bu imansız kesimin çocukları, İkrime gibi,
hizmet edecek ümidiyle gayret etmemiz gerekiyor. Yani
bunların tamamını bir kalemde silmeyip ümitvar olmamız
gerekir.
Hûd (a.s.)'da diyor ki onlara: "Ben Allah'ı şahit kılarım, sizi
de şahit kılarım ki sizin bu taptıklarınızdan Allah'a ortak
koştuklarınızdan ben uzağım" diyor. Bunu hemen hemen
bütün Peygamberler ifade ediyorlar. Hani İbrahim (a.s.)'m
örnek olduğunu bize bir âyet-i kerime haber verir. "İbrahim
ve Ona iman edenler sizin için örnektir" diyor Allah (c.c).
O Peygamberler müşriklere diyorlar ki: Biz sizden de sizin
taptıklarınızdan da uzağız, beriyiz" diyorlar. 2023[72] Şimdi
İbrâhm'i örnek kabul edenler ki biziz. Biz de çağımızın
putlarına vede putperestlerine şunu söyleyeceğiz;
"Taptıklarınızdan ve sizden beri-ğiz" yani uzağız. Burada da
Lût (a.s.) öyle diyor. "Allah'a ortak koştuklarınızdan ben
beriyim." Ben böyle şeyi bir göz açıp kapayıncaya kadar
dahi kabul edecek değilim. Allah'tan başka şirk
koştuğunuzdan ben beriğim." Öyle ise hani bizim
ilahlarımız sizi çarptı diyorlardı.? 2024[73]
2025[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/59.
tutmayalım. Birini derebey yapıp öbürlerini onun kulu ve
kölesi yapmayalım.
Allah (c.c.)'ın emir ve yasaklan dünya ve ahiretimiz için en
doğru yoldur. Hani Hindistan devlet başkanı 800 milyon
kişiyi yönetiyor. Deli bir adam değir bu, ama bu kadar
insanı yöneten bu kişi annesi ölünce toprağa gömmüyor,
elleriyle yakıyor. Bu yaptığı eğrimi? Onun aklına göre çok
doğru. Öbür tarafta yamyam da anasını yiyor. Niye? Anamı
ben toprağa verecek kadar zalim değilim. Ben onu kanım da
taşıyacağım diyor. Yamyama göre mantıklı bir ifade, diğeri
de anam beni besleyip büyütmüş, devlet başkanlığına kadar
da getirmiş. Herşeyin pisini, kirini ateş temizler, anamında
kirini, günahlarını ateşle temizlerim. Sonra Ganj nehrinde
yıkarım onu diyor. Böylece yakıyor.
Londra Belediye Başkanı da şehri ısıtmak için ölüleri yakıp
ısıtalım diyor. Kendine göre mantıklı, ekonomik yönden
büyük katkısı olur diyor. Bütün bunları insana havale
edecek olursak bir başkası da başka türlü düşünür.
Rabbimiz bunları insanın mantığına havale etmemiş,
bunların yolunu göstermiş. Toprağa defnini göstererek en
doğru yolu Rabbimiz belirler bize. En doğru kanunu Allah
koyar. Yoksa insanlar belirleyecek olsa her on senede bir
düzeltmek için birinin çıkması gerekir.2026[75]
2026[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/59-60.
görevimi yerine getirdim.
Allah (c.c.) 57. ayeti'nde, benim üzerime düşen görev Onun
size ulaştırmayı istedikleri şeyi size ulaştırmaktır. O
görevimi yerine getirdim. Eğer siz imansızlığınız da devam
ederseniz Allah (c.c.) sizin dışınızda, sizin yerinize başka bir
toplumu getirir. Sizin imansızlığınızın da Allah'a hiçbir
zararı olmaz. Hepsi imansız, ateist olsalar da Allah'a zarar
veremezler. Hepsi imanlı olsalar da Allah'a fayda
veremezler. Çünkü kişinin imam kendi lehine, imansızlığı
da kendi aleyhinedir. "Hidayette olanın hidayeti kendi
lehine, dalalette olanın sapıklığı da yine kendi aleyhinedir"
diyor.2027[76]
2027[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/60-61.
2028[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/61.
2029[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/61.
diyor. En büyük azap aslında uzaklıktır. Peki Allah bize
uzak mı? Hayır. Allah bize bizden daha yakın. Hani bir
âyet-i kerimede "Kişinin şah damarından daha yakın
olduğunu" Allah (c.c.) bize haber veriyor. 2030[79] "Sensin
bize bizden yakın. Görülmezsin hicab nedir?"
Yunus da böyle ifade ediyor.Yani bize bizden yakınsın ama
arada bir perde var, biz seni göremiyoruz, diyor.
Allah (c.c.) mü'mine de, kâfire de aynı derecede yakın, ama
uzaklığını ifade ediyor. Sevmemek Allah'a uzaklıktır. Bazı
eşler aynı ev ve yatakta yatmalarına rağmen sevgi
eksikliğinden birbirlerine uzaktırlar ve onlar için bu en
büyük azaptır. Bazen de sevgi bağının çok kuvvetli
olmasından eşlerin biri burda, biri İngiltere'de olsa dahi
birbirlerini devamlı mektupla, telefonla v.s. iletişim
vasıtalarıyla arayarak birbirlerini mutlu ederler. Hatta
düşünceleri birbirleri için olduğundan rüyaları da çok kere
aynıdır, tşte bunlar yakındırlar.
Ama bu adam "Allah'tan uzak", Allah (c.c.)'ın rahmetinden
uzak, derken Allah (c.c.) sevgisinden uzak bunlar. Bak
burada diyor ya Hûd (a.s.) kavmine "Eğer iman etmezseniz,
Allah (c.c.) sizi helak eder, yerinize başka bir, iman eden
toplum getirir." Aynı şey bizde de var. Ayeti Kerimede
"Kim dininden dönerse Allah o toplumun yerine başka bir
toplum getirir." 2031[80] Yani iman ettirir. O toplum Allah'ı,
sever, Allah'ta o toplumu sever. Sever kelimesiyle ifade
ediyor ya, peki bunları severse ne demektir? Bunların
mefhumu, muhalifi, o iman edenlerden sevgisini kaldırır.
İmansızlara en büyük azap aslında Allah'ın sevgisini
kaybetmeleridir. Arkasından Cehennem azabı gelecek ama
birinci derecede en büyük acı ve elem Allah'ın sevgisini
kaybetmektir.
Ahkâf sûresinin 21. âyeti'nde, onların "Ahkâf" denilen yere
2030[79]
Kafi 16
2031[80]
Maide / 54
yerleştiklerini, Ad kavminin o gün dünyaca meşhur "İrem"
diye bir şehir kurduklarını Fecr sûresinin 6 ve 7. âyetleri'nde
fesatlık, azgınlık yaptıklarını fakat İrem şehrini
kurduklarını, bazı tefsirler bu şehrin teferruatına
da girer, O gün için dünyanın en ünlü İrem bağları,
bahçeleri diye ünlü bir şehrî kurabilmişler. Yüksek tepelere
sığınacak köşkler yaptıklarını Şuarâ sûresinin 128. ve 135.
âyetleri'nde haber veriyor.
Biz bu dünyayı istiyoruz. Rahatlık ise Ahirettedir. Cennet
hayatı istiyoruz ama Ahirette ki Cennete hazırlık olması için
bu dünyanın da Cennet olmasını istiyoruz. Bütün
Peygamberler de bunu öğretiyor insanlara. Hûd (a.s.)dan
sonra Allah (c.c.) Salih Peygamberin hayatına geçiveriyor.
Hûd (a.s.)'ın kavmi, Nuh (a.s.)'m oğlu helak oluveriyor. Nuh
(a.s.); "Ya Rabbi, Oğlum! diyor" Allah'ta; "Ey Nuh, oğlun
senin ailenden sayılmaz artık" Madem ki iman etmemiş,
senin ailenden sayılmaz.
Bunu Mevlânâ şöyle ifade etmiş. Diyor ki: "Dişiniz sizin en
değerli organlarmızdandır. Sizin için çok hizmet verir onlar.
Allı, kanlı, canlı olmanıza yardım ederler. Ama birgün gelir
dişiniz çürür ağrı yapmaya başlar. Duramayacak hale
gelirseniz, o kendinizden olan diş fayda vermeyecek hale
gelince çeker atarsınız. O sizden sayılmaz artık" diyor.
Çünkü içine kurt düşmüş onun. Sizin bir organınıza kurt
düşünce o artık sizin olmaktan çıkmıştır. Onu çekip atın
diyor. Gerçekten de çekip atıyoruz. Dişçiye gidip; yahu
bunu ben kırk elli sene taşıdım kıyamam diyemiyoruz. O
bize kıymaya başlayıp, sabahlara kadar inlemeler baş-
layınca, bu durumda biz ona kıyacağız.
İşte Nuh (a.s.)'ın oğlu, Lût (a.s.)'m hanımı, İbrahim (a.s.)'ın
babası böylesine içine imansızlık kurdu girenlerdendir.
Bunlar şunu anlatır bize. Mesela: Oğlunun çok iyi olması
babaya fayda vermez. Babanın çok salih bir insan olması,
imansız oğluna fayda vermez. Rabbim bunları anlatarak;
"Bak, Peygamber olan babanın oğluna faydası yok. Öyle ise
size de "ben müezzin oğlu, müftü çocuğuyum" demenin
faydası yok." Babaları evliya olabilir ama oğlu kâfir olabilir.
Tıpkı Nuh (a.s.)'dan kâfir bir oğul meydana gelebildiği
gibi. 2032[81]
2032[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/62-63.
Burada da Salih Peygamber diyor ki: "Allah (c.c.) sizi
topraktan bu hale getirendir."
Yani Allah'a ibadete, Ondan başkasının kanunlarına
uymamaya davet ediyorum. Peki, davet ettiğinin sıfatını
öğretiyor şimdi. O Allah ki sizi topraktan inşaa etti. Yani
topraktan böylesine canlı, kanlı gören duyan, seven birini
yaratan Allah (c.c.)'ın kanunu mu güzel olur? Yoksa kendisi
yaratılan ve hiç bir şeyi yaratmaya gücü yetmeyen bir ada-
mın kanunu mu daha güzel olur.? Bunun mukayesesini siz
yapın.
Allah (c.c.) sizi bu topraktan yarattı ve üzerine de sizi
yerleştirdi. Burada imar yapıyor evler kuruyorsunuz. Yine
burada yaşıyorsunuz siz. Onun koyduğu kanunlar öylesine
güzel ve düzenli ki, öyle ise Onun emir ve yasaklan da aynı
derecede düzenli ve güzel. Ona ibadet ve kulluk ediniz.
Ondan af talebinde bulununuz. Sonra Ona sığınınız ve tevbe
ediniz.
"Benim Rabbim gayet yakındır ve dualara da cevap
verendir." diyor. Yani icabet edendir. Şimdi genelde Allah
(c.c.)'dan uzak yöneticiler, halkından uzak olurlar. Ta o
zamanda öyleydi. Yani Salih Peygamber dönemindeki kâfir
yöneticiler halktan uzak olurlardı. O günden bugüne kadar
ki yöneticiler aynı şekilde halkından uzak olmuşlardır.
Adam bir kurşun menzili genelde halktan uzak duruyor.
Polisler araya girerler, bir kurşun mesafesi kadar boşluk
bırakırlar yöneticilerle. Dünyanın her tarafında
Amerika'sından, Afrika'sına, Japonya'sından,
Rusya'sına kadar. Her tarafta halktan uzak tutulurlar. Onlara
karşı cevaptır bu. Benim Rabbim gayet yakındır ve benim
Rabbim isteklere cevap verendir, diyor. Siz bu yönetici
kadrodan istekte bulunuyorsunuz. Cevap aldığınız yok,
isteğinizi ulaştırabildiğiniz yok. Adamlar sizin aranızdan
çıkmış ama size uzak ve cevap verecek durumda değil. Bazı
şeylere cevap vermek istese gücü yetmez. Öyle ise Allah'a
ibadet edin, Ona istiğfarda bulunun tevbe edin ve Ona
sığının diyor. Salih Peygamber (a.s.).
Bir gazetenin birinde bir itiraz yazılmıştı. Şöyle: "İslâm'i bir
toplumda da devlet başkanı halkın içersinde yaşar ama işte
Ömer vurularak öldürüldü, Osman vurularak öldürüldü, Ali
vurularak öldürüldü" diyor. Peki bunların vurularak
öldürüldüğünü söylüyor da, Ömer'le, Osman zamanında kaç
tane vatandaş öldürüldü onu söylemiyor, yok. Bunların
zamanında vatandaştan öldürülen yok. Adalet öyle tesis
edilmiş ki öldürülen insan yok. öyle ise bunlar ne demek
istiyorlar.
Bunlar için "Halkın canı ile yöneticinin canı ayrı şeylerdir".
Kendi canı ile insanların canı ayrı şeylerdir. Yani bir tane
ateist öleceğine yüz bin tane Müslüman ölsün önemli değil.
Bugün İngiliz'in, İsrail'in yaptığı o. Bir tane askeri öldürüldü
mü en azından yüz ikiyüz tane çadırda yaşayan gariban
insanları gidip öldürüveriyorlar. Buna Amerika'sı, Avrupa'sı
aferin diyorlar. Birkaç tanesi kınayalım diyor. Amerika'sı
yahu fazla kınadık, kızardı kaldı adamlar, kınamayalım
diyor. Peki ağam kınamayalım biz "kınayı" geri aldık diyor.
Bunlar insanlar arasında ayrım yapıyorlar, biz ayırım
yapmıyoruz. Hz. Ömer'le, Bilal-i Habeşi'nin kanun
karşısında farkı yoktur. Biz öyle birşey isteriz ki devlet
başkanı ile çöpçüsünün arasında can farkı olmasın. Birkaç
tane çöpçü öldürüleceğine bir devlet başkanı öldürülsün.
Çünkü can olarak aynıdırlar, canın büyüğü küçüğü
yoktur.2033[82]
62- Dediler ki: "Ey Salih, sen bizim aramızda bundan önce
ümit beslenen biri idin. Sen bizim atalarımızın taptığına
bizim tapmamızı yasakliyormusun? Biz seni bizi kendisine
çağırdığın şeyden şüphe içindeyiz, kuşkulanıyoruz."
2033[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/63-65.
Sâlih(as)'ın halkı; "Yahu sen bizim aramızda bu
Peygamberlik iddiasından önce ümit veren bir adamdın"
Akıllı, basiretli, sağlam iradeli bir adamdın. Yani biz
senden, yarın öbür gün başımıza geçer bizi yönetir, diğer
kabilelere karşı bir üstünlük sağlar diye senin gücüne
kuvvetine, aklına biz hayrandık ve biz sana böyle bir niyet
için bakıp duruyorduk diyorlar.
Ama sen babalarımızın ibadet ettiği şeylerden bizi men
etmek istiyorsun. Yani biz atamızın izinden gideriz, sen bizi
atamızın izinden alıkoymak mı istiyorsun? diyorlar. Halbuki
biz seni başımıza yönetici olup atalarımızın izinden daha
fazla yürütecekken şimdi sen çıktın bizi atamızın izinden
alıkoyuyorsun diyorlar. Ve senin bizi davet ettiğin şey varya
biz o konuda şüphe içersindeyiz. Yani sen "İslâm, Kitap,
Allah'ın emir ve yasaklan" diyorsunya biz şüphe
içersindeyiz. Senin peşinden gelmeyiz, biz babalarımızın
gittiği yol üzere yolumuza devam ederiz diyorlar.
O gün öyle demişler, bugünün insanı da bundan başka
birşey demiyor. Babası oğluna; "oğlum sen ilk okulda iken
bayağı aklı başında bir çocuktun. Okulda hep birincilikle
geçiyordun, bu üniversitede neyin nesi bu İslamcılık?"
diyor. Hani burada da Salih(as)'a diyorlar: "Daha önce
senden birşeyler bekliyorduk, ümit ediyorduk, ümitlerimizi
kırdın oğlum sen bizim" diyorlar ya. Aynı şekilde baba
oğluna veya kızına diyor.2034[83]
2034[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/65-66.
Allah bana kendi katından bir rahmet vermişse ne
diyorsunuz? Eğer ben Allah'a isyan edersem kim bana
yardım eder.?" (Ki O Peygamber olarak görevlendirilmiş.)
Ben de sizin İsteğinizi tutsam, sizin yolunuzdan yürüsem, ne
diyorsunuz. Bana yardım edebilirmisiniz. Yani olaya bir de
böyle bakın diyor.
Hani bu şuna benzer. Hz. Ali için söylenir: Adamın biri
"Ben ahire-te falan inanmam" demiş. Hz. Ali o kadar
uğraşmışsa da ikna olmamış. Sonunda Hz. Ali demişki:
"Farzet ki ahiret yok" Yani senin mantığın içersinde
düşünelim bunu benim şüphem yok da, "Sen farz et ahiret
yok. Ben se bu dünyada "ibadet yapıyorum. Ben de
öleceğim, sen de. Ne zararım var benim?", Ee yok demiş
zararın." Zararı işte "üç bardak şa/ap içmedin, eşinden başka
gül koklamadın", bu zararı var yani. Peki demiş: "Ya ahiret
varsa", o zaman "Ben yandım" demiş.
Burada Hz. Ali'nin ki şüphe duymak değil, karşısındakinin
şüphesinden hareket etmektir. Dediler ya biraz önce, "Senin
bizi kendisine davet ettiğin İslâm varya? O konuda biz
şüphe içersindeyiz diyor. O da diyor ki: Hadi siz şüphe
içerisindesiniz. Ya bu gelenler doğru ise? ki ben şüphe
etmiyorum sizin açınızdan söylüyorum, ve ben sizin sözü-
nüze uyarak Allah'a isyan edersem bana o zaman kim
yardım edebilir. Ve bana zarardan başka bir ziyadelikte de
bulunamazsınız. Yani siz bana fayda veremediğiniz gibi
ancak zararımı arttırırsınız diyor Salih Peygamber kavmine.
Günümüzdeki insanlara da vereceğimiz cevap aynısıdır.
"Efendim İslâm'ın doğruluğu konusunda şüphemiz var?"
diyorlar. Bizim o imansızların batıl oldukları konusunda
şüphemiz yok. Kesinlikle sapıktırlar. Hani bazı imansızlar,
hocam bu biraz katı değil mi? diyor. Yani bak biz her fikre
saygılıyız. Sizin açınızdan sizin sözünüz doğru. Kendi
yaptıklarınızdan, geçen sene söylediklerinizi bugün
yalanlayabiliyorsunuz.
Bugün biraz mantıklı olarak "Yahu adam belki haklı"
diyebiliyorsunuz. Doğru kendi mantığınız içersinde siz
haklısınız. Çünkü akıl akıldan üstün, bunu kabul ediyorum.
Ama ben kendi aklıma göre hareket etmiyorum ki. "Aklımı
yaradan Rabbim Allah, vardır, birdir, şeriki benzeri yoktur.
Onun doğru dediği doğrudur. Onun yanlış dediği yanlıştır."
Ben buna iman ettikten sonra dünyanın bütün ilim adamları
profesörleri bir araya gelecekler. Allah (c.c.)'ın bir tek
yasağı için "yok canım öyle şey olmaz bunun ilmi yönden
şu faydaları vardır" deseler bile katiyyen inanmam.
Ama bugün bu yasaklan beğenmeyenler var. Mesela faizin
faydaları konusunda üniversite profesörlerinin hepsini
konuşturun, size bireı cilt kitap yazıverir adamlar. Ama
yönetim Müslümanların eline geçerse, Bu sefer aynı
adamlar size onar cilt faizin zararları ile ilgili kitap
yazıverirler. Yine Salih (a.s.) diyor ki: 2035[84]
64- "Ey kavmim, işte size bir mucize olarak Allah'ın dişi
devesi. Onu bırakın Allah'ın yeryüzünde yesin. Sakın ona
kötülükle dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azap yakalar."
"Bu sizin için bir ayettir, bir mucizedir. Bu Allah'ın devesi
sizin için bir mucizedir. Bırakın onu kendi haline o bu
Allah'ın mülkünde istediği gibi yayılsın, onu kötülükle
dokunmayın, yoksa çok yakın bir zamanda size kötülük
dokunuverir, azap alıverir" diyor.
Şimdi Salih (a.s.)'ın devesiyle ilgili çok şey anlatılır.
Tefsirlerimizde ama Rabbim burada "Yalnız bu Allah'ın
devesidir, sizin için bir ayettir" demiş, kimse o yöne
yönelmemiş. Tefsirlerimizde çok uzun bazen efsaneye varan
hikayeleştirilmiş uzun şeyler anlatılıyor. Genelde metodum
şu, Kur'an ve Sünnetin bildirmediklerine,yalnız
tefsircilerimizin anlattıkları masallara pek riayet etmemek
2035[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/66-67.
prensibimdir. Ama Kur'an ve de Efendimiz'in sahih hadisi
bir olay hakkında bilgi vermişse, isterse mantığıma ters
düşsün ben kabul ederim. Derim ki mantığım yanlış al-
gılıyor olayı, mantığım yanılıyor. Yoksa sahih hadis, sahih
haber yanılmaz.
"Bu Allah'ın bir ayetidir, onu kendi haline bırakın ona
kötülükle dokunmayın" diyor. Bunu şöyle alalım. O tefsir
kitaplarında uzunca hikâyeleşmiş şeklini ortadan
kaldıracağız. "Salih Peygamberin devesi var, bize de mucize
olarak Rabbim bunu verdi. Buna kötü niyetlerle doku-
nursanız başınıza bela gelir." diyor. Buna benzer Allah (c.c);
"buna yaklaşmayın" diyor. Adem (a.s.) ve Havva
validemize de "Şu ağaca yaklaşmayın, bu ağaca
yaklaşırsanız zalimlerden olursunuz" diyor. Peki o ağaç
haram bir meyve mi idi? Yok. Rabbim ona yaklaşmayı iste-
mediğinden yasak vardı.
Şimdi bazı kitaplarımızda yasakla haram aynı şey derler.
Yasak ayrı şey, haram ayrı şey ama genelde haramlar
yasaklanmıştır. "Ama her yasak haram değildir. Ama her
haram yasaktır." Ayrıca orada Hz. Adem ile Hz. Havva
validemizin yediği meyve haram bir meyve değil, hatta
tefsir kitaplarının ifade eltilerine göre o buğdaydır, elmadır,
incirdir derler. Ama hep bahsettikleri yememiz helal olan
ni'metlerdir.
Ama Rabbim yasak koymuştur. O ayrı, ama onlar onu
yeyince zalim oldular, yeryüzüne indirildiler. Yemeselerdi
Cennette kalacaklar mı idi? yine ineceklerdi, doğru.
Yemeselerdi yine ineceklerdi, doğru, niye?
Bakara sûresinde tefsirini yaptık. Meleklere dediki Rabbim:
"Yeryüzünde bir halife yaratacağım" diyor.2036[85] Yani Hz.
Adem'in yaratılışı yeryüzüne halife olmak üzeredir. Ama
yememiş olsaydı Cennette eğitimini biraz daha fazla
2036[85]
Bakara / 30
tamamlayacaktı diye tefsir edilmiş.
Yani eğitimde biraz eksik olarak indirildi. Ama yine de
Rabbine yönelerek dua etti, istiğfarda bulundu, dualarının
kabul edildiğini, Âyet-i kelimesiyle Allah (c.c.) af
edildiklerini haber veriyor.2037[86] Burada da Salih
Peygamber'in devesine kötü niyetle değerlerse azaba uğ-
rayacaklarını bildiriyor. Yani bu şuna benziyor: "Oğlum bak
şu pim'e değme patlar, siz zaten imansızlığınızla belayı hak
ettiniz de pim'inize kendiniz basabilirsiniz." Bu deveye
değerseniz başınıza bela gelir diyor. 2038[87]
2037[86]
Bakara / 37
2038[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/68-69.
2039[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/69.
iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Şüphesiz
senin Rabbin kuvvetlidir, Azizdir.
67- Zalimleri korkunç bir sayha yakalayiverdi de onlar
yurtlarında çöküp kaldılar. 2040[89]
2042[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/70-71.
anlıyoruz: Selamlaşmak çok eskilere dayanıyor. Sadece Hz.
Peygamber Efendimiz'e mahsus bir durum (sünnet) değil.
Ayette "Selamla selamlandığınız zaman, ona daha güzel
şekilde veya aynı ile selamla karşılık veriniz"
buyuruyor. 2043[92] Bu ayetten anlaşıldığı gibi Hz. İbrahim
(a.s.) zamanında da selamlaşma var. Melekler Hz. İbrahim
(a.s.)'a selam verince O da onlara selam veriyor. Bu ayetten
hareketle sünnete uygun selam "Selamün aleykümdür' Sa-
dece selam demekte yeterlidir, ama sünnete uygun değildir.
İbrahim (a.s.) denilince hemen akla Halil İbrahim sofrası
gelir. Hz. İbıâhime (a.s.) Melekler gelince hemen fazla
durmadan pişmiş bir danayı getirir, ve misafirperverliğini
ortaya koyar. Yani Peygamberler bizim her halükârda
örneğimiz. Her ne kadar günümüz şartları bu misa-
firperverliği ortadan kaldırmaya çalışsa da misafirperverliği
bırakmamak gerekir. Zira biz Peygamberlerin yolcusuyuz.
Türkiye'de son zamanlarda misafirperverliğin ölmesi biz
Müslümanlardan kaynaklanıyor. Zira bir hafta önceden
hazırlık misafir geldikten sonra da bir hafta temizliği bir
misafir için 10-15 gün zahmet çekiliyor. Bu böyle olmaz.
Misafire hazırlık değil, evde bulunan ikram edilir. Zaten
misafirin hafifi ağın yoktur. Ağır, hafif diye ayırdı mı? Me-
sele bitmiş demektir. Herkesi Allah'ın kulu olarak görmek
gerekir.
Bir de Hz. Peygamber' " iki kişinin yemeği üç kişiye, üç
kişinin yemeği de dört kişiye yeter " buyurmaktadır. 2044[93]
72- Hanımı dedi ki: "Vay bana, ben ihtiyar bir kadınım, şu
eşimde bir ihtiyardır, ben nasıl doğum yaparım? Bu ger-
çekten şaşılacak bir şeydir.
İbrahim (a.s.)'m hanımı, insan şeklinde gelen meleklere
"Hayret ben mi doğum yapacağım? Ben ihtiyar bir kadınım.
Kocam da ihtiyor." diyor. Rivayete göre Sara validemiz 90
yaşında, Hz. İbrahim 100 yaşında. Bizim bu ihtiyar
halimizle mi çocuğumuz olacak. Çok acaib bir iş, bü garib
bir olay. 2047[96]
2046[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/72.
2047[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/72.
2048[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/73.
bir insan gibi görüp ikramda bulunduğunu meleklerin
İbrahim (a.s.)'ı çocukla müjdelediğini ve Lût (a.s.) kavmini
helak etmek üzere görevlendirildiklerini söylerler. İbrahim
(a.s.) yumuşak huylu, yanık yürekli Allah'a gönülden bağlı
bir insandı. İçindeki yanık yürekliliği nedeniyle Allah'a
yönelir ve Rabbin-'den bu Lût kavmine fırsat tanımasını
ister, bu kadar pisliği işleyen bu imansızların helak
edilmemesini Rabbim'den niyaz eder.
Bu konuda bu âyet-i kerime'de İbrahim (a.s.)'dan korku
gidip kendisine de müjde verildikten sonra Lût kavmi
hakkında mücadeleye başladı diyor. Mücadeleden maksat
bir kısım tefsirciler meleklerle mücadele ettiğini, tabiiki
meleklerle yapılan mücadele Allah'la yapılan mücadele
demektir. Çünkü melekler kendiliklerinden bir iş yapmazlar.
Onun içindir ki Allah (c.c.)'dan emrinin tehir edilmesini
istiyor İbrahim (a.s.). Yani bu adamlar bu pisliği işliyorlar
ama, Ya Rabbi! ne olur bunlara bir tevbe fırsatı ver, yeniden
bir hak daha tanıyalım der. Allah (c.c.) kazanın geldiğini
yani Allah'ın emrinin onlar hakkında tahakkuk ettiğini,
bunların helak olacağını bu konuda niyazda ve temennide
bulunmaması gerektiğini İbrahim (a.s.)'a bildirdikten sonra
İbrahim (a.s.)'ı bize övüyor. 2049[98]
2049[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/73-74.
ihtiyarı var, genci var, kadını var, çoluğu çocuğu var, hepsi
var. Çocuklar kadınlar hepsi birbirine karışmışlar.
Peygamber Efendimiz Ashabıyla beraber o olaya bakıyor.
Kadının biri çocuğunu arıyormuş. O çocuğa bakıyor, bu
çocuğa bakıyor derken kendi çocuğunu buluyor, bağrına
basıyor. Sonra ona göğsünü verip emzirmeye başlıyor.
Peygamber Efendimiz diyor ki: "Şu kadını gördünüz,
çocuğunu bulan ve bağrına basan kadını gördünüz. Bu kadın
bu çocuğu ateşe atabilir mi? Atamaz Yârasûlellah. İşte Allah
(c.c.) de mü'min kullarına karşı bu kadından daha
merhametlidir." 2050[99]
Şimdi o kadının yavrusuna olan bir merhameti vardır. Onu
arayıp buluyor, bizim de insanlara karşı merhametimiz
böyle olmalıdır en azından. Yani bu insanlar ateşe
düşüyormuş da kurtarıyormuşuz gibi olmalıyız.
ibrahim (a.s.) gibi yanık yürekli olmalıyız. Yüreği yanık
olmayan insanın başkasına fayda vermesi mümkün değildir.
Yani insanlara İslâmî mesajımızı götürürken İslâmı
ulaştırırken şu gözle bakabilirsek, "Bu adam Cehenneme
doğru kendisini atıyor, bile bile atıyor. Ve ben bu insana
mani olmak için geldim. Elinden ve gönlünden tutayım, bu
adamın ateşe düşmesini engelleyeyim" diye geldim, diyerek,
gidecek olursanız insana, Allah ta nasip etmişse faydalı
olunur. 2051[100]
78- Daha önce kötü işler yapan kavmi koşarak Lût'a gel-
diler. (Lût) dedi ki: "Ey kavmim, İşte kızlarım (kavmimin
kızları) bunlar sizin için daha temizdir. Allah'dan korkun,
misafirlerimin içinde beni rüsvay etmeyin. Aranızda aklı
başında bir adam yok mu?"
O kavmi, (yani Lût (a.s.)'m kavmi) Ona koşarak geldiler. O
gençlerin Lût (a.s.)'m evine girdiğini görünce onlar koşarak
geldiler. Onlar bundan önce de o pisliği yapıyorlardı, yani
ibneliği icad eden Lût (a.s.)'ın kavmidir. Lût (a.s.)'a
inanmayan bu inkarcılar ilk defa bunu icad etmişlerdi ve Lût
2052[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/74-75.
2053[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/75.
(a.s.)'dan misafirleri vermesini istiyorlar. Yoksa evinin
kapısını kırıp atacaklarını söylüyorlar.
Lût (a.s.) onlara diyor ki: "Ey benim kavmim, ey milletim!
İşte kadınlarımız, kızlarımız var. Yani kızlarım var derken
bir Peygamber kendi kavmindeki bütün kızları kendi kızı
gibi kabul ediyor, öyle nitelendiriyor. İşte kızlarım var,
Allah kızları sizin için yarattı. Siz ihtiyacınızı kızlardan
giderin, bu sizin için daha temizdir. Bunlar sizin için daha
temizdir. Niye pislikle uğraşıyorsunuz ki Allah'tan korkun
ve misafirlerin önünde beni mahcup etmeyin, beni rüsvay
etmeyin diyor. Yahu sizin aranızda şöyle aklı başında bir
adam yok mu? Yani bu işi engelleyecek iyi yola götürecek
hiç aranızda akıllı bir adam yok mu?" diyor Lût (a.s.)
onlara. Diyorlar ki o ibneler: 2054[103]
80- Lût dedi ki: "Eğer size karşı bir gücüm veya sağlam bir
sığınağım olsaydı..."
Keşke bunları defedecek bir gücüm olsaydı veya sağlam
sığınacak bir yerim olsaydı, Yani ya ben kendim doğrudan
bunları engelleyebilecek güce sahip olsaydım veya
sığınacak bir yerim olsaydı, misafirlerimle beraber
kendisine sığınacağım sağlam bir yerim olsaydı diyor Lût
2054[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/75-76.
2055[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/46.
(a.s.).
Şimdi günümüzde her türlü akımın daha önce işlendiğini
tefsirimizin bir çok yerinde söyledik. Çağımızda enson
çağdaş 21. asrın insanıdır diye bize takdim edilen küfür
akımlarının tamamının geçmişten örneği vardır. Bunlar bu
çağa yeni birşey getirmiyorlar, Fikir planında getirmiyorlar.
Teknolojide getiriyor, tekerlekten bugünkü teknolojiye
geçilmiştir. Ama fikir planında yeni birşey getirmiyorlar.
İmansızlığın her çeşidini getirsinler, söylesinler diyorum
bana. Kur'ân-ı Kerîm'de daha önce bunun ya Kabil
tarafından, ya Nemrut tarafından, veya Firavun tarafından,
ya şeytan tarafından veya bir başka imansız tarafından
söylendiğini, yerini göstereceğim diye iddia ediyoruz. Bu
konuda da 20. asır çağdaş insanı olabilmenin yollarından
biri de, (devletin çağdaş olabilmesi için) ibnesinin sayısının
şu kadara ulaşması gerekiyormuş. Ama çağdaşlıkla alakası
yok ta Lût (a.s.) kavmi de bunu yapmış ve bunun
neticesinde biraz sonra göreceğiz helak olmuşlar. 2056[105]
2056[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/76-77.
melekleri isteyen, genç delikanlıları isteyen o toplumun
gözlerini o esnada kör ettiğini" ifade ediyor.2057[106] Sonra
devam ediyor Lût (a.s.)'a "Gecenin bir yarısında aileni bu
şehirden çıkar. Hiç biri şehirden çıktıktan sonra geriye
dönüp bakmasın, hanımın müstesna, hanımın helak olanlar
arasında olacaktır. Çünkü Lût (a.s.)'ın hanımı da Lût (a.s.)'a
inanmayanlar arasındadır.
Şimdi bu sûrede şunu gördük. Lût (a.s.)'ın hanımı Lût
(a.s.)'a inanmıyor. Nuh (a.s.)'ın oğlu Nuh (a.s.)'a inanmıyor,
İbrahim (a.s.)'ın babası oğlu İbrahim'e Peygamber olarak
inanmıyor ve bunlar imansız ölüyorlar. İbrahim (a.s.)'ın
babası, Nuh (a.s.)'ın oğiU; LQt (a.s.)'ın hanımı imansız
ölüyorlar. Bunlar bize şunu gösteriyorki kanbağı insanı
ahiret-te kurtarmaz. Ancak dinbağı kurtarır, o da İslâm dini
ile olursa. Hrıstiyanlıkla, Yahudilikle olursa olmaz.
Yahudilikle olmaz deyince Musa (a.s.) zamanındaki
Yahudilik insanı kurtarır. İsa (a.s.) zamanındaki Hrıstiyanlık
insanı kurtarır. Ama bugünkü saptırılmış şekliyle kurtarmaz.
Bugün insanları kurtaracak olan tek şey vardır, o da bütün
Peygamberlerin getirdiği, son Peygamber'in bize öğrettiği
İslâm dini ile bağlantımız varsa o bizi kurtarır. Yoksa
Peygamber çocuğu olmak veya Peygamber hanımı olmak
veya Peygamber babası olmak veya Peygamber
Efendimiz'in amcası olmak insanı kurtarmaz. Ebu Leheb
kurtulamamıştır. O da gavur olarak gitmiş ve Cehenneme
odun olmuştur. Leheb sûresi'ni hergün okuyorsunuz.
Âyet-i kerime'nin tefsirinde konu edildiğine göre onlar
gecenin yarısında çıkıyorlar, Lût (a.s.)'m kendisine iman
eden kızları vardır. Kızları iman etmiştir ve bir de sayısını
bilemiyoruz, birkaç iman eden insanları alıyor, şehirden
dışarı çıkıyor ve ondan sonra olan oluyor.
Hanımına o kavme isabet edenin aynısı isabet edecek,
2057[106]
Kamer / 37
hanımı da helak olanlar arasında olacaktır. Onların azabının
zamanı sabah vaktidir. "Sabah yakın değilmi?" diyor Allah
(c.c). 2058[107]
2058[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/77-78.
2059[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/78.
2060[109]
A'raf / 82
o zamanın ibnelerinin farkı bu. Lût (a.s.)'a iman edenlerin
temiz kaldıklarının şuurundalar. Ama bugün gazetenin
birine demeç vermiş ibnelerin başı, diyor ki: "Bu işle
ilgilenmeyen insanlar aslında anormaldir." Yani kendi
anormalhiğini diğerlerine nisbet ediveri-yor adam. Onun
için bugünkülerden onlar biraz daha insaflı. Bugünküler
biraz daha tedaviye muhtaç olanlardır. Bizim yapmamız
gereken bunları tedavi etmektir.
İslâmî bir devlet gelecek olsa bunları öldürür mü?
Öldürmez, İslâm hukuku, geçmişe şâmil değildir der.
Kur'an'da bu husus "İllâ mâ gad selef" diye okuduğumuz
âyetlerin hepsi, bu hüküm geçmişi şâmil değildir
manasınadır. Bir hüküm bildirilir "İllâ mâ gad selef" der,
geçen geçmiştir. Çünkü şu andaki şu memleketteki şu kadar
vesikalının olması, şu kadar hırsızın olması, şu kadar
ibnenin olması, bugünkü sistemin uygulanışının neticesinde
meydana gelmiştir. Yani bunlar kurbandır. Kurbanlar
cezalandırılmaz tedavi edilir. Ama bunları bu yola sevk
edenler eğer tevbe etmezlerse cezalandırılırlar.
Peygamber Efendimiz (a.s.) Mekke'yi feth ettiğinde bütün
suçluları affetmiştir. Ancak şu onüç kişi Kabe'nin Örtüsüne
sarılsalar yine de öldürün demiş. Mekke'ye saldırırken emir
vermiş bu onüç kişiyi nerede bulursanız öldürün demiş.
Efendim Kabe'nin içinde adam öldürülmez ya, Kabe'nin
örtüsüne sarılsa bile yine öldüreceksiniz demiş. Ama onlar
gizlenmeyi başarmışlar, göze görünmemişler, zaman içinde
Müslüman olmuşlar. Peygamber Efendimiz'e gelip "Ya
Rasurüllah ben filan adamım, Müslüman oldum" demişler.
Peygamberimiz de af etmiş. Çünkü tevbe edenlere, şehâdet
getirenler kılıç kalkmaz. İki tanesi öldürülmüş o onüç
kişiden. Onun için kurbanlar cezalandırılmaz. İnsanların bu
yola bilinçli bir şekilde sevk eden insanlar eğer tevbe
etmezlerse, suçlarını itiraf etmezlerse onlar cezalarını
çekebilirler.
Daha uzun başka bir sûrede Lût (a.s.) kavmi tekrar yine
anlatılıyor, niye anlatılıyor. Önemli olduğundan dolayı.
Çünkü Lût (a.s.) döneminde bu pislik türemiş. Bu mikrop
ondan sonra gelecek olan imansızlar tarafından da
yürürlükte kılınacağını Allah (c.c.) bildiğinden ara ara bunu
bize tekrarlamak suretiyle bunlardan korunmamız ve nasıl
davranmamız gerektiğini Rabbim öğretecektir bize. Onun
için fazla üzerinde durulan bir konudur. "Allah'tan
başkasına ibadet etmeyin. Yalnız Allah'a ibadet, itaat edin"
konusudur. Çünkü insanların karşısında en muhatap
oldukları konudur.
Birileri çıkıyor, Allah'ın kanunlarına değil benim
kanunlarıma uyacaksınız diyor. Rabbim de özellikle bunun
üzerinde çok durur her sûrede durur. Derken insanların
yemesi içmesi vardır, yediği vardır. Haram lokma üzerinde
çok durur ve insanın cinsel ilişkiye ihtiyacı vardır. O konu
üzerinde durur. Nisa sûresi'nde geçti. Nasıl evleneceğimiz,
kiminle evleneceğimiz, kiminle evlenmeyeceğimiz, o
konuları belirledi. Ve böyle bir sapma olacak olursa
bunların da nasıl düzeltileceği konusunda Allah (c.c.)
işaretler veriyor ve düzelmeyenlerin de bu dünyada da
cezaya uğradıklarını yalnız ahirete kalmadıklarını bu
dünyada uğradıklarını ifade ediyor.
Günümüzde de bu dünyada cezaya uğradıklarını geçen
seneki, evvelki seneki gazetelerde gördük. Bu dünyada
halen tedavisi tesbit edilemeyen, bulunamayan hastalığın bu
yolla ürediğini doktorlar söylediler. Tedbir almak için yollar
aradılar ve Batıda bu milleti hayran bıraktıkları, yani
batıdan birçok insana hayran bırakmışlardı. Televizyonda
görürsünüz, filan artist öldü diyor. Bu benim anam değil,
babam değil, bir ilim adamı değil, sanatkar değil. Neymiş?
AİDS'den ölmüş, bir Amerikalı artistmiş. Yani bu milleti
onlara hayran bıraktırdılar, bugüne kadar ve hepsi de sırayla
gidiyorlar. Geçende onların berberi de AİDS'den gitmiş,
gazetelerin yazdığına göre.
Onlar cezasını bu dünyada iken çekiyorlar, ama bu bizi
sevindirmez. Onlardan fazla yine de bizi üzer. Çünkü onlar
kurban. Bunlar Mındıkoğlu veya zındıkoğlu denen biri bu
işin aracılığını yapıvermiştir. Ve bunları kurban etmiştir.
Tabiiki devletin özel gayretiyle olmuştur. Niye özel gayret
gösteriyor devlet? Şu kadar ehliyetli adam olacak, şu kadar
su harcamamız olacak, şu kadar elektrik harcamamız olacak.
Avrupaya girebilmemiz için şu kadar kağıt harcaması, yani
fert başına şu kadar kağıt, fert başına şu kadar su, elektrik.
Nüfusa şu kadar oranda ehliyet olacak. Nüfus başına şu
kadar da ibnesi olacak deyince bunu artırmak için gereken
gayreti gösteri veriyorlar.2061[110]
2061[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/78-80.
Allah'tan başka sizin için hiçbir yaratıcı, yaşatıcı ve yönetici
yoktur. Niye Allah'tan başkasını yönetici seçiyorsunuz ki
başınıza Allah'ın emir ve yasaklan dururken bu bütün
Peygamberlerin müştereken söylediği ifadedir.
Daha önce Lût (a.s.) aynısını söylüyor, İbrahim (a.s.)
aynısını söylüyor, Nuh (a.s.) aynısını söylüyor. Ama sonra
devam eden bölümde her toplumun özel hastalığına dikkat
çekiliyor yalnız. Hani Lût (a.s.)'m kavminde, kavmine "Ey
kavmim Allah'a kulluk ediniz" dedikten sonra siz kadınlar
dururken niye erkeklere gidiyorsunuz diyor. Burada da Şu-
ayb (a.s.) Medyen halkına diyor ki: "Sakın ha ölçü ve
tartılarınızda noksanlaştırma yapmayınız." Çünkü Medyen
halkı o gün için Mısır, Yemen, Mekke ve Şam arasında
ticaret kervanlarının kesiştiği bir yerde bulunuyor. Yani
ticaretle geçimini temin eden bir millet Medyen halkı. Elleri
hep terazide ve Peygamber bunların en büyük hastalığının
da terazide eksik tartmayla olduğunu gördüğünden evvela
Allah'ın kanununa riayet edin diyor. Sonra da diyor ki:
"Sakın ha ölçü ve tartılarınızı eksik yapmayınız."
Hastalıkları bu onların.
Ben sizi hayır üzerine görüyorum ve sizin üzerinize herşeyi
kuşatan bir azabın gelmesinden korkuyorum diyor. Sizin
adınıza gelecek olan azâbdan ben korkuyorum. Daha önceki
Peygamberlerin de söylediği gibi size gelecek olan azâbdan
ben korkuyorum. Şöyle bir durum, adam arka arkaya
gidiyor. Siz bakıyorsunuz ki adam gitmiş, gitmiş bir
uçurumun kenarına gelmiş, atılmak üzere, arka arkaya
giderken adam korkmaz. Çünkü uçurumu görmüyor. Veya
kör adam giderken tam uçurumun kenarına gelmiş bir adım
daha atsa uçacak, adamın hiç korkusu yok. Çünkü uçurumu
görmüyor, ama siz korkarsamız. Velevki kör düşmanınız
bile olsa korkarsınız. Yani oraya düşmemesi için gayret gös-
terirsiniz.
İşte Peygamberler de, Peygamberlerin ümmetleri de azaba
düşmesinden korkarlar. Düşen insan korkmasa bile bunlar
korkarlar. Hani bir adam deseki size: ben Allah'ın azabından
korkmuyorum, atsın beni Cehennemine dese, bizim
yüreğimiz hoplamalı. Yahu düşüyorsun, diye korkmamız
lazım. Sen kör gibisin veya arka arkaya yürüyen adam gibi-
sin veya elektriğin çarpıcı olduğunu bilmeyen çocuğun
elektrikten tutması gibi tutuyorsun bu olayı, ama ben
korkuyorum. Anne korkuyor çocuğunun elektriğe
değmesinden. Aynı şekilde bizde korkuyoruz. 2062[111]
2062[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/81-82.
onların değerinin daha altında vermeyin manası var bu
tüccarlara. 2063[112]
2063[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/82-83.
layık, başka birşey değil.
"Ben sizin üzerinize gözetleyici değilim", ben görevimi
yerine getiririm. Bu emir ve yasakları Rabbimden bana nasıl
bildirilmişse size ulaştırırım, sonra da sizi sorguya çekecek
değilim. Ben niye yapmadınız, niye yerine getirmediniz
diye zorlayacak değilim. Ben görevimi yerine getiriyorum.
Allahdan sakınmak sizin için daha hayırlıdır. 2064[113]
2064[113]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/83.
açımdan farkı yok. Gel fareye tapanla, sen, üyemiz ol."
Tabiki bu arada onunla yan yana gelmekle senin şahsiyetin
zedeleniyor. Peki girdiniz, namaz kılmanıza müsaade
ederler, ama oradaki toplantıda kılmanıza müsaade
etmezler, o meclisde namaz kılmanıza müsaade etmezler.
Merkezde kılmanıza müsade etmezler. Evde kıl, camide kıl,
bizim buraya geldiğinde kılamazsın, yer yok çünkü.
Şuayb (a.s.)'m namazına da, devamlı her Peygamber gibi
diyorlar ki: "Yahu senin namazın mı bu atalarımızın
yolundan gitmemizi engelliyor" diyorlar, veya malımızda
istediğimiz gibi tasarruf etmeyi engelleyen namazın mı
senin? Liberal ekonomi, serbest ekonomi denen şey, yeni
şey değil. Medyen halkı bunu daha önce yapmış . Aynı ifade
dilediğimiz gibi malımızı tasarruf ederiz, dilediğimiz
yönden parayı kazanırız. Köşe döneriz, avrat satarız,
kendimizi satarız, teraziye alt yaparız, üst yaparız, kim
nereden kazanırsa kazansın, kazandığını nereden kazandın
diye sormayız. Sen soruyorsun, bunu namazın mı emrediyor
diyorlar.
Serbest ekonomiyi daha önce Medyen halkı uygulamış.
Oğlum parayı kazan da nereden, nasıl kazanırsan kazan
demişler. Eskiden dilencilerde icazet alırlarmış. Şimdi
elbiseyi eski giyen tersine giyen çıkıyor dileniyor, yoksa
icazet almadan dilendirtmiyor. Aynı zamanda Mafya babası
olan dilencilerin babası dilendirtmiyor. Dilencilerin birisi bu
mafya babasına yıllarca hizmet etmiş, ondan icazet almak
için. Yıllar sonra birgün baba bu çömezi hamama götürmüş,
hamamda iyice keselenmiş. Sonra da dönüp; "Bir dileğin
var mı ?"demiş. Çömez de; "Ne olur bana da icazet verseniz
demiş. Ondan sonra ben de dilensem kendi adıma." O da
"pek sevdim seni, çıkınca vereceğim" demiş. "Tamam
dilenebilirsin gayri. Yalnız sana nasihatim var demiş. Kim
olursa olsun isteyeceksin. Yani bu paşaymış, bu ağayrnış,
bu reisi cumhur-muş, fakirmiş yok, isteyeceksin. Nerede
olursa olsun isteyeceksin, ne verirse versin alacaksın tamam
mı?" O da "Tamam efendim" demiş, elini açmış "Allah
rızası için demiş", dilenciler başına. Mafya babası şaşırmış
"Ulan bana da mı "demiş. "Efendim dedin ya kim olursa ol-
sun." Oğlum hamamda mı? "Efendim nerede olursa olsun."
"Ulan burada tastan başka birşey yok" demiş. "Efendim ne
olursa olsun" demiş.
Şimdi bugünün ekonomistleri de diyorlar ki, nerede olursa
olsun vuracaksın, çalıp çırpacaksın. Bakanlık koltuğunda,
ister otobüste yanın-dakini çarpacaksın, nerede olursa olsun,
kim olursa olsun. Baban varsa soyacaksın. Kim olursa
olsun, soyduğun, ne olursa olsun. "Alınmayacak
satılmayacak birşey yok"diyorlar. ve aynısını Şuayb (a.s.)'a
iman etmeyenler söylüyor. "Senin bu dinin, namazın mı,
malımızda istediğimiz gibi alma, satma, verme, kazanmayı
bize engelliyor" diyorlar. Sen önceden halim selim,
yumuşak huylu bir adamdın, ne oldu sana? Bizim köşe
dönmemize mani oluyorsun diyorlar.
Daha önce demiştik ya, bugün üretilen her türlü fikrin
geçmişte yaşanmışım Kur'an'da buluyoruz. Onun için
"hocam ben, tarih ile ilgili kitap okumak istiyorum" diyen
adam "Kur'an okusun. Hocam ben bu kış biraz kurgu
bilimle ilgili kitap okumak istiyorum derse Kur'an okusun.
Hocam ben felsefi akımları öğrenmek istiyorum derse
Kur'an okusun." Çünkü bu tür adamların ne söylediğini
Rabbim Kur'an'da haber vermiş.
Bu konuda kitap okumak istiyorum derseniz yine de Kur'an
okuyun derim. Çünkü yeni birşey yok. Düşünce planında
yeni birşey yok. Söylenen yeni birşey de yok. Müslüman
kesimin de söylediği yeni birşey yok. Söylediğimiz Hz.
Adem'den beri bütün Peygamberler vasıtasıyla söylene
gelmiş şeylerdir. Diyorki:2065[114]
2065[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/84-85.
88- (Şuayb) dedi ki: "Ey kavmim! Eğer ben Rabbîmden bir
beyyine üzerinde isem ve o bana kendisinden güzel bir rızik
vermişse, ne dersiniz? Size yasakladığım şeyleri (kendim
yaparak) size muhalefet etmek istemem. Gücümün yettiği
kadar düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah iledir. Ona
güvendim ve yalnız ona yönelirim."
"Ey benim milletim, siz ne diyorsunuz? Ben Rabbimden bir
beyyine üzerine isem, bir beyyine ki kendinden gönderdiği
bir mesajla gönderiyor ve beni güzel bir rızikla
rızıklandırıyor." Yani hem Peygamberliği bir nzık olarak
kabul ediyoruz, hem de helâl azıklarla rızıklandırıyor.
Rabbim bu ni'metleri bana verdiği halde ben sizin sözünüze
uyup ta peşinizden mi gideyim? Harama mı dalayım? diyor.
Günümüzde de insanların bu imansız kesimin imanlı kesime
söylediği bundan başka birşey değil. İmanlı kesimin de
vereceği cevap aynen Şuayb (a.s.)'m dediği gibi olmalıdır.
"Ne yapalım yani, Kur'an böyle derken İslâm böyle
emrederken ben, sizin bu serbest ekonomi dediğiniz, liberal
ekonomi dediğiniz şeyi mi kabul edeyim?" Buyurun işte
örnek. Geçtiğimiz seneler içinde avrat ticareti yapan avrat,
İstanbul'da vergi rekortmeni olmuş ve kadının biri geçen
gazetede yurt dışında işte bilmem ne dergisine kapak
olmaya kabul edilmişte, yani fahişelikte eşi benzeri yokmuş.
Altında yazıyor gazete, "bunun bir benzeri görülmedi,
fahişelikte bugüne kadar. Ve yurt dışında Türkiye'yi temsil
edeceğimden dolayı çok mutluyum" diyor. Fahişeliği ki
söylemekten edep ederim.
Bize diyorlar ki: "Siz uyun, demokrasi var, demokrasinin
gereği olarak bak bunlar çoğunlukta siz uyun." Bakın 60
milyon küsur insan maazallah öyle olsa tek biz kalsak, değil
öyle, beş milyar insan öyle olsa, birtek biz kalsak; "Rabbim
böyle emretti" deyip burda kalmakla mükellefiz.
Yeni bir kitap yazılmış hoşuma gitti. Okumadım da adamın
kitabının ismini gördüm, "İlimde demokrasi olmaz" diyor.
Kitabın adı böyle,
çok hoşuma gitti. Müslüman bir adam yazdı. Ahmet Yüksel
Özemre diye değerli bir profesörümüz. İçeriği ne olursa
olsun isim çok güzel. İlimde demokrasi olmaz, dinde
demokrasi olmaz, imanda demokrasi olmaz. Yani Allah
birdir. Biz diyoruz ki iki milyar Hıristiyan Allah 3 dese,
oylama yapsak iki milyarı diyor ki 3, bende diyorum ki 1.
İmanda demokrasi olmaz. Yok efendim çoğunluk 2 milyar
insan 3 diyormuş. Rusya'da şu kadar milyon insan da hiç
yok diyormuş, . Hiç benim aklıma girmez. "Allah vardır,
birdir, şeriîki ve nazırı yoktur." Bizim diyeceğimiz budur.
"İmanda demokrasi olmaz", "hukukda demokrasi olmaz."
"Allah (c.c.)'ın emir ve yasağı doğrudur. Beş milyar insan
eğridir dese kabul etmem, çünkü beni Yaratan diyor ki bu
doğrudur.
İmanda demokrasi olmaz, ahiret vardır, gidip görmedik ama
Rabbim demiştir ki vardır. Bu kadar milyon veya milyar
insan yoktur deseler, "Vay efendim oylama yaptık, kardeşim
sen de gel buraya uy dese olmaz." Pislik üzerinde insanlar
birleşecek olurlarsa âyet-i kerimede diyor, onlara tâbi olma.
"Çoğunluk sapıklıkta devam ediyorlarsa, onlara uyma. Seni
yolundan sapıtırlar " diyor Allah (c.c). 2066[115]
Hani yasakladığım şeyler varya, onları yasakladığımda size
ben muhalefet etmem. Yani yasakladıklarıma ben kendim
de uyarım. Türk-çede bir tabir vardır; "Ele verir talkını,
kendi yutar salkımı." Bu yasaktır diye fetvayı verir, ama o
yasağı kendisi çiğner. Peygamber diyor ki: Şuayb (a.s.)
yasakladıklarıma ben de riayet ediyorum, yasakladıklarıma
kendim muhalefet etmiyorum. Yani emir ve yasakları ben
size söylüyorum. Ama önce fiilen kendi hayatımda tatbik
ediyorum. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) içinde Rabbim
2066[115]
Bak. Maide I 100, En'am I 116
"Sizin için Allahm Rasülünde güzel örnek vardır." 2067[116]
diyor. Yani bu emri Peygamberimiz nasıl yerine getirmiş,
fiilen kendi hayatında tatbik etmiş. Ona bakacağız, bu
yasaklardan nasıl korunmuş, Peygamber Efendimiz'e
bakacağız ve ona göre hareket edeceğiz. Yani ben
Peygamberim bu emir ve yasakların üstündeyim dememiş.
Peygamberler bizzat yaşayarak örnek oluvermişler. Ama
Peygamberliğin dışındaki sistemlerde ise adamlar kendi-
lerini bir üst tabaka olarak görüyorlar.
Meselâ Türkiye'de de vardır, dünyada da vardır bu adamlar.
Dokunulmazlığı var, siz bir adama bir tokat vurursunuz,
savcı el koyma hakkına sahip. Ama bir milletvekili gelip
size bir tokat vurursa savcı müdahale edemez. İçeri atamaz,
adamın herşeyin üstünde olma hakkı vardır. Kimden alıyor
bu hakkı? Kendileri icad ediyorlar, kendi kendilerine böyle
bir hakkı tanıyorlar.
Bizim Peygamberimiz diyor ki: "Ben de bu kanunlara
bağlıyım, yasakladıklarıma muhalefet etmem,
emrettiklerimi yerine getiririm. Gücüm yettiği kadarıyla
düzeltmeye çalışıyorum, düzeltmeyi istiyorum.
Gücümün yettiği kadar. Başarım Allah'tandır." Yani ben bu
işi başarır-sam benden değil, başarım Allah (c.c.)
tarafındandır. Çünkü birçok Peygamber gelmiş. Peygamber
(s.a.v.) Buhari'de rivayet edilen bir hadisi şerifinde bize
bildiriyor k;i öyle Peygamberler gelmişki, dünyada birtek
ümmeti olmamış. Yani Peygamber olarak gönderilmiş, bir
topluma anlatmış, görevini yerine getirmiş, eceli gelince
vefat etmiş. Rabbi-min huzuruna gitmiş, birtek ümmeti yok.
Böyle Peygamberler olmuş. Peygamberimiz bunu haber
veriyor.
Bu Peygamberlerle biz, Şuayb Peygamber arasında, bizim
Peygamberimiz arasında fark gözetmeyiz. Hergün yatsı
2067[116]
Ahzab / 21
namazında diyoruz. "Biz Peygamberler arasında ayırım
yapmayız." Bunlar aynı kaynaktan gelen sular gibidirler.
Yani değişirler, kaplar değişir ama kaynak aynı, kaynağın
suyu aynı. Kaplar değişik. Kaynak Rabbimden geliyor.
Gönderen O, ama hani sürahiler değişik olur. Değişik
sürahilerde sular ayrı şekil alırlar, ama su olmaları
bakımından aynı kaynağın suyudurlar.
Demek ki bütün peygamberler mesaj olarak "Allah'ın
mesajını" ulaştırdılar, ama çağları değişik ve çağlarda hitab
ettikleri insanların davranışları değişik. Farklılık buradan
kaynaklanıyor. Biz o Peygamberleri de başarılı olmuş
biliyoruz. Yani burada da Şuayb (a.s.); "Başarılı olursam,
başarım Rabbim'dendir. Başarısız olursam yine
Rabbim'dendir. Değişen birşey yok. Ben Ona güvendim ve
ben Ona yöneldim" diyor.2068[117]
2068[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/86-88.
(a.s.) veLut (as)'ın kavimleri kabul etmedi, onlar da.helak
oldular. Onların başına gelenler sizin de başınıza gelmesin
diyor Şuayb (a.s.).
Lût.kavmi ki size pek uzak değil. Yani hem yurt olarak uzak
değil. Yurtlarını biliyorsunuz, görüyorsunuz. Hem de zaman
olarak uzak değil. Aralarında bu insanların dilden dile
anlatılan hikayesini biliyorlar. Lût (a.s.)'ın kavmi böyle bir
pisliği yapmış, Peygambere iman etmemişler, neticede yerin
altı üstüne gelmiş ve ateş halinde yanmışlar, yok olmuşlar
gitmişler diye biliniyor. Halk bunu biliyor. Medyen halkı
bunu biliyor. Bir de Lût gölünün yanma kenarına gidip
görüyorlar da.
Halen günümüzdeki araştırmacılar oradaki atılan taşların
farklı bir taş olduğunu tesbit ediyorlarmış arkeoloji
araştırmaları yapanlar. Lût gölünde de balık yaşamaz derler.
Kendine has bir özelliği olan bir su, Lût gölündeki su.
Peygamber Efendimiz de bazen oralardan geçerken "burası
neresi?" diye sorarmış."Geçmiş toplumların helak oldukları
filan yer" derlermiş. Konaklayacak olsa bile
konaklamazmış. Efendimiz; "Burada daha önce bir kavim
helak olmuş, uzak duralım"der çeker gider, başka yerde
konaklarmış Lût kavminin helak olduğu yerde hala ot
bitmez derler ve gölünde balık yaşamaz, balık değil hiçbir
canlı yaşamaz diyorlar. O günden bu güne kadar ibreti alem
olsun diye Rabbim onları karşımıza dikivermiş.
İnsanlık tarihi içinde. Ad kavmi, Semûd kavmi, Salih
kavmi, Firavun, Nemrut bunların helaki anlatılıyor. Bu
kadar mıydı? Hayır, tarih boyu Gavurun milyarlarcası
geçmiş. Ya bunlar neyin nesi,? bunlar bugünkü ifadeyle
söylüyorum;
Şimdi elektrik direklerinde bir ölmüş adam kellesi var. Ne
demektir bu, "buraya yaklaşırsan ölürsün." Yani daha önce
biri yaklaştı? Bu hale geldi, sende yaklaşma demektir. İşte
Nemrud'un, Firavun'un, Ad kavminin, Semûd kavminin bize
Kur'ân-ı Kerîm'de böylece iskeletlerini gösteriyor Rabbim.
Bunlar helak oldular, siz helak olmayın diyor.
Mevlânâ bir hikâye anlatıveriyor. Diyor ki: "Arslan, Kurt ve
Çakal ava çıkmışlar. Ormanda bir yaban öküzü, bir geyik ve
bir de tavşan yakalamışlar, öldürmüşler şöyle koymuşlar.
Arslan, Kurda demişki: "Sen taksim et bakayım" Üç tane
avcı var, üç tane av var. Kurt demiş ki: "Efendim şu yaban
öküzü zatı alinize olsun, şu geyik bana verilsin, şu tavşanı
da tilki kardeşe verelim" Yani herkesin boyuna uygun,
gücüne uygun taksim etmiş, ama Arslan pençeyi bir attı,
Kurdun derisini başından çıkardı alıverdi, öldürdü diyor.
Yani sultanın olduğu yerde senin ne haddine taksimi
yapmak. Tilkiye dönmüş taksimi sen yap bakayım
demiş. Tilki de "Efendim demiş, şu geyiği zatı aliniz sabah
kahvaltısı yapsa, şu yaban öküzünü öğle üzeri, öğle yemeği
yeseniz, yatarken de şu tavşanı çerez olarak yeyip yatsanız,
ben böyle uygun-gördüm" demiş. Arslan "Ulan bu aklı
nereden öğrendin" deyince Tilki "Efendim Kurdun başına
gelenler beni akıllandırdı" demiş.
Şimdi Allah'a (c.c.) karşı ilahlık taslayan, " Allah'ın
kanununa tabi olmam, benim kanunuma uyacaksınız." diyen
Firavun'un, Nemrut'un, Âd kavminin, Semûd kavminin
altını üstüne getirmiş Rabbim, sonra da bize demiş ki: "bak
bunlar bundan dolayı helak oldular, siz o hale düşmeyin"
diye bildiriyor. Yoksa hoşça sohbet yapın diye,
çocuklarınıza hikâye anlatın diye vermiyor bu
haberleri. 2069[118]
2069[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/88-90.
dolayı Allah'tan af talebinde bulununuz ve o yap
tıklarınızdan şu anda vazgeçiniz, ileride de yapmamaya
karar veriniz.
Benim Rabbim gayet merhametlidir. Ve benim Rabbim
sevendir. Seven Allah (c.c.)'ün Esmâ-ül Hüsnası'ndan bir
tanesi de "Vedüd". Çok. güzel hattatlarımız Hattat Hamid
gibi, Hattat Hüseyin Kutlu gibi değerli hattatlarımız
yazmışlar. "Ya Vedüd" diye de yazmışlar "Ey yarattıklarını
seven Allah" dır. Burada da Şuayb (a.s.) benim Rabbim öyle
bir Rabdir ki; kullarını, tevbe edenleri sever ve onlara
merhamet eder. Tevbe edin, istiğfar edin diyor. Bir başka
âyet-i kerimede de "Na-suh tevbesi yapın"2070[119] der.
"Nasuh" Arabın dilinde "yamamak" manasına geliyor. Yani
günah işlemekle, tertemiz olan ar damarınızı çatlatmış
oldunuz, tevbe ile onu dikin, tekrar sağlamlaşürın manasına
geliyor.
Mevlânâ nasuh tevbesini de ayrıca bir hikâye ile
anlatıvermiş. Na-süh'u orada bir isim olarak almış. Nasuh
diye bir adam varmış. Kadınların avret yerlerine bakmak
pek hoşuna gidermiş. Birgün düşünmüş, taşınmış demişki,
en iyisi onun bunun camını gözetlemektense hamama tellak
olarak, kadınlar hamamına girsem der. Traşını tam olarak
yapmış. Kadın kıyafetine girmiş, çarşafa bürünmüş,
hamama gitmiş. Hamamcıya fakirim, garibanım kalacak
yerim yok. Burada ben pek güzelde dellaklık yaparım.
Sesini de inceltmiş, onlar da inanmışlar. Oradaki kadın
almış bunu dellak olarak. Birkaç gün dellaklık yapmış, ka-
dınları ovuvermiş, kirlerini temizleyivemiş.
Derken çok hatırlı bir kadının yüzüğü kaybolur. Hamamda
her taraf aranır, bulunamaz. Derlerki hamamdan kimse
çıkmayacak. Çalışanlar ve patron dahil herkes sıraya
girecek, herkes yoklanacak. Peştemalla-nn altına kadar
2070[119]
Tahrim / 8
bakılacak kadınlar tarafından. Derken Nasuh'ta sıraya
girmiş. Bütün kadınların her tarafı yoklanıyor. Peştemalların
altına bakılıyor. Nasuh 7. sırada. Birinci kadın yoklanmış,
yok. İkinci kadın yoklanmış, yok. Nasuh korkuyor. Tabiiki
erkek olduğu bilinirse başının vurulmasından korkuyor.
Şimdi onun haleti ruhiyesini düşünün. İşte tevbe böyle
olacak. Yani tevbe ederken Rabbimden başka birşey
düşünmeden tevbeye bütün vücudunuz katılabiliyorsa o
tevbedir. Şimdi bazıları namaz kıldıktan sonra dua ediyor.
Ağız dil ayrı şey söylüyor, göz ayrı şey görüyor, kulak
başka şeyler dinliyor. Tevbe böyle olmaz. Tevbeye
tırnağınızdan saçınıza kadar bütün hücreler katılmalıdır.
Nasuh orada ecel teri döküyor. "Ya Rabbi kadına mı, bir
daha bakmam, tevbe" diyormuş. Allah'tan ki 6. kadında
yüzük bulunmuş, Nasuh aranmamış. Nasuh o gün oradan
çıkmış, birdaha kadın yüzüne bakmamış. Bu tevbedir artık.
Na-suh'un tevbesi budur diyor. Biz de tevbelerimizi böyle
yapmalıyız. 2071[120]
2071[120]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/90-91.
Doğru anlaşılmaz, çünkü bizim terimlerimize yabancı
kalmış adam. Herşeyi İngilizce konuşmaya can atmış bu
adamlar. Türkçe kelimeleri kullanmaktan utanır hale gelmiş.
T.R.T de muhabir olan, hem talebem, hem arkadaşım,
İstanbula ziyaretime geldiğinde anlatmıştı; "Gelirken,
otobüste Bolu dağlarının oradayız, yanımdakine işte çam,
ardıç filan ne güzel boyu var diyorum O adam demişki;
"hala köylü gibi düşünüyorsun, T.R.T. de muhabir
olmuşsun, ama bu Ardıc'ın bir İngilizcesi yok-mu? onu
kullansan" demiş." Ardıc'ın İngilizcesini kullanırsan aydın
olacaksın. Ardıç kelimesini kullanırsan hala köylülükten
vazgeçmiş olmayacaksın. Bana bunu söyledi adam diyor.
Böylesine sömürgecilerin köpekliğini izzet kabul etmiş
insanlar vardır. Şerefsiz insanlar bunlar ve bu insanlar bu
kelimelerle haşır neşir ola ola birgün bu adamlara "İman,
İslâm" kelimelerini kullandınız mı, neden bahsediyor acaba?
der. Gerçekten anlamaz hale geliyor insanlarımız.
Müslümana kulak vermemiş, anasını, babasını da dinleme-
miş bu adamlar Aynı şeyleri söylemiş oluyorlar.
İşte Şuayb Peygamberin kavmi de "Senin söylediklerinin bir
çoğunu anlamıyoruz. Biz seni aramızda zayıf görüyoruz.
Tek başına adamsın çiğneyiveririz. Eğer senin şu sülalen
olmamış olsaydı seni taşla öldürürdük, Sülalen varki
onlardan da bir kısmı bizim tarafımızda." diyorlar. Aynı şeyi
Peygamber Efendimize de söylüyorlar. Peygamber
Efendimiz'i öldürelim diyorlar. Toplanmışlar bir araya,
Kur'ân-ı Kerîm'de "Kâfirler bir araya geldiler, tuzak
kuruyorlar, planlar hazırlıyorlar seni haps etmek için,
sürgüne gönderelim veya öldürelim diye plan ku-
ruyorlar" 2072[121] Biri demiş öldürelim kurtulalım bu
adamdan. Ama demişler Haşim oğullan var bunların içinde
inananı var, inanmayanı var. İnanını, inanmayanı
2072[121]
Enfal 130
sülalemizden biri öldü diye karşı cephe alacaklar, sonu
gelmez harpler başlar, öldürmeyelim demişler.
Senin bu şekilde sülalen olmasaydı seni biz taşlayarak
öldürürdük diyorlar. Zaten yapacakları hiç başka birşey yok.
O günün imansızının da, bugünün imansızının da öldürmek,
işkenceye başvurmaktan . Çünkü mantiken aklen
verebileceği bir cevabı yoktur adamın. Cevap bitince silaha
sarılıyor. O dönemin gavuru da yapmış, bu dönemin gavuru
da aynı şeyi yapmaya devam ediyor.
Amerika'da bugüne kadar Müslüman liderlerden
öldürülenlerin sayısı çok kabarıktır. Bize duyurulanlar ve de
duyurulmayanlar vardır. Efendim her'türlü fikre açığız
diyorlar ama yalan söylüyorlar. Malcolm X ki; bir
zamanların mafya babası, Müslüman olur. Amerika'da
Malik el Şahbaz ismini alır ve adamı 16 kurşunla bir
konuşma esnasında şehit ederler ve katili hâlâ daha meçhul.
C.I.A. kendisi öldürdü derler. Onun yerini doldurmak üzere
Mısır'dan bir doktor gider İslâmi bilimler sahasında,
çoluğuyla, çocuğuyla beraber evi kundaklanır ve öldürülür.
Islâmı gerçek veçhesiyle tanıtan olacak olursa yaşatmazlar.
Ama Müslümanhkda bir festival hale getirilecek olursa
Türkiye'de Kültür Bakanlığı, kültür deyince ne anlar?
Folklor, lazlar titreyiverecek, efendim güney doğudaki
insanlarımız da halay çekecek. Kültürümüz bu seviyeye
indirilmiş.
Sen bizim aramızda değerli değilsin. Senin bir gücün de yok
bizim yanımızda diyorlar. Cevap olarak: 2073[122]
92- (Şuayb) dedi kî: "Ey kavmim, benim çevrem size Al-
lah'dan dahamı üstün ki O'nu (Allah'ı) arkanıza attınız?
Allah yaptıklarınızı kuşatıcıdır."
Ey benim milletim! Yahu size karşı benim sülalem Allah'tan
2073[122]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/91-93.
daha mı güçlü. Yani siz Allah'tan kurmuyorsunuz, benim
sülalemden korkuyorsunuz. Biz Şuayb'ı öldürürsek, sülalesi
bize gelir onlarla harb çıkar diyorsunuz. Yani sülalem
nedeniyle bana dokunmuyorsunuz. Bırakın bunu Allah daha
güçlüdür. Allah ki beni yaratmış, sizi yaratmış ve beni de,
sizi de sülalemi de öldürecek olan O. Niye Allah'tan
korkmuyorsunuz da sülalemden korkuyorsunuz? Siz
kavmimi önünüze alıyorsunuz, planlarınızı kurarken Allah'ı
arkanıza atıyorsunuz. Yani hesaba katmıyorsunuz. Siz bana
karşı plan, tuzak kurarken Allah'ı hesaba katmıyor, benim
kavmimi hesaba katıyorsunuz, diyor Şuayb (a.s.). Bize de
burada uyarı var. Günümüzde insanoğlu, insan olması ha-
sebiyle Rabbimin tabiata koyduğu kanunlar muvacehesinde
çalışacaktır, tedbir alacaktır. Ancak her türlü İslâmi
faaliyetinde Rabbinin kendisine yardım edeceğini, ayrıca bir
iman olarak yanında taşıyacaktır. Ama günümüzde
insanımızın bir kısmı şu hesabı yapıyor: "Hocam
imansızların elinde şu kadar asker var, şu kadar silah var, şu
kadar para var, şu kadar köpek var. Bunları üzerimize
salarlarsa biz ne yaparız?"
Akif in ifadesiyle
"Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz"
"Bu yol ki hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz."
Cehennem dediniz mi atom bombalarının hepsini
toplasanız, Cehennemden bir kıvılcım olması mümkün
değil. "Cehennemin bir damlası yere düşse, kokusundan ve
ateşinden yeryüzü durulmaz hale gelirdi "diyor Peygamber
(s.a.v.). Akif diyor ki: "Cehennem olsa, değil atom bombası,
şüyu, buyu Cehennem olsa göğsümüzde söndürürüz" bu yol
ki hakk yoldur, dönme bilmeyiz yürürüz. Ben yürürüm.
Karşımdaki ne olursa olsun yürürüm, öldürürler şehit
olurum. Yukarda geçmişti, "Kâfirler bizden iki şeyden
başka birşey istemezler ikisi de bizim için güzeldir." 2074[123]
O da ya gazilik, ya şehitlik diyor. Yukarda tefsiri geçti
bunun. Ama onlar ölürse Cehenneme, öldürülürlerse de
Cehenneme giderler, başka yolları yoktur.
Benim Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır. Yani
herşeyiniz Onun ilmi içerisinde cereyan ediyor. Rabbim
ilmiyle kudrediyle sizi kuşatmış onun dışında
kalmıyorsunuz ki, ben Rabbime güveniyorum. Siz asker
topluyorsunuz, ekonomik ve askeri gücünüzü
güçlendiriyorsunuz bana karşı, ama askeri gücünüz de,
ekonomik gücünüzde bütün planlarınız da, programlarınız
da Rabbimin kudreti içersinde, ilmi içersinde oluyor ve
Rabbim de bunun için bana yürü diyor öyle ise ben niye
yürümeyeyim? Planınız O'nun elinde, askerleriniz O'nun
elinde, Rabbimin elinde, O'nun gücü kuvveti içinde cereyan
ediyor bu olaylar. Öyle ise bana yürü diyen Rabbime ben
güvenirim, yürürüm. 2075[124]
2076[125]
Kalem / 5
2077[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/94-95.
2078[127]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/95.
Ki ona sayha denir. Hani bağırma be adam, ödümü patlattın
derler. Yüksek frekanslı ses insanları öldürebilir. Tabii onun
yanında diğer azâb da var. Lût (a.s.)'ın kavmi yerin altı
üstüne gelmesi ve gökyüzünden pişmiş taşların yağmasıyla
helak edilmiştir. Firavun denizde boğulmak suretiyle helak
edilmiş, yok edilmiş.
Günümüzde bu kadar imansızlar, imansızlıklarını yaparlar
da böyle birşey olmaz diye hatıra geliyor. Yani Allah (c.c.)
niye Rusya'ya bunu yapmaz? Niye Amerika'ya böyle etmez,
niye İngilizlere böyle yapmaz. Her dönemin Peygamberinin
itikadda söyledikleri aynıdır da mesajda amelde
değişiklikler vardır. Mucizelerinde değişiklikler vardır.
Çünkü insanlar ilerledikçe bazı değişime uğrayarak
geliyorlar ve Peygamberler de o çağın insanının anlayışına
hitab ederek gönderili-yorlar. Her Peygamberin kavminin
azabı da çeşitli olmuş. Suda boğulan, ateşte yanan, yerin altı
üstüne gelen veya bir ses ve gürültü ile helak edilenler diye
ayrı ayrı olmuşlar.
Günümüz insanının belası da o günün insanlarına
benzemiyor. Bu da bir başka oluyor. Bundan 50 sene evvel
hiç yıkılmayacaklarmış gibi gÖrünen,ingiltere ve Rusya gibi
devletlerin bugün parçalandıklarını görüyoruz. Bu onlar için
bir azapdır. Çünkü mazlumları ahi kalmıştır.
Mazlumun duası reddedilmez. Peygamber (a.s.); "mazlumun
ahım almayın" 2079[128] demiş, geçmişten ibret almaya dikkat
edeceğiz. İtaat ve ibadete devam edeceğiz. 2080[129]
2079[128]
Buharı K. cihad 1180
2080[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/95-96.
2081[130]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/96.
98- (Firavun) Kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve
onları ateşe götürecektir. Vardıkları yer ne kötüdür.
Allah (c.c.) yukarıda Nuh (a.s.)'m, Şuayb (a.s.)'ın, Lût
(a.s)'ın, ibrahim (a.s.)'ın hayatından bazı bölümleri anlattı
bize derken Musa (a.s.)'ın hayatından da bir bölüme
dikkatimizi çekerek Musa'yı da âyetlerimizle Peygamber
olarak gönderdik. Ve apaçık bir sultan ile. Sultan kelimesi
mucize olarak terceme edilmiş. Sultan kelimesi sulta
dediğimiz otorite olarak da terceme edilmiş, ve Tevrat
olarak da tercüme edilmiş. Ayeti açıklar mahiyette Tevrat
veya mucizeler. Ki asasının göstermiş olduğu mucizeler
veya Musa (a.s.)'a sonunda sağlamış olduğu devlet otoritesi,
apaçık bir otoriteyi Musa'ya verdiğini de Allah bu âyet-i ile
ifade ediyor.
Musa'yı kime gönderdi? Firavun'a ve Onun çevresindeki
yönetici kadroya yönetici olarak gönderdi de insanlara halka
göndermedi mi? Genelde yönetici kadroya isim olarak
kullanılmış, öncelikle onlara duyurulduktan sonra zaten
halka duyuruluyor demektir. Hani Peygamber(s.a.v.) Bizans
devlet başkanı Heraklius'a mektup yazmıştır. Bu mektup
Heraklius'a yazılmıştirda halka yazılmamıştır anlamını ifade
etmez. Efendimiz, onun zatına mektup yazmakla bütün
halkına mektup yazmış sayılır. Yoksa bütün insanlara
mektup yazmak mümkün olmazdı onun için devlet
başkanına yazdığı, Heraklius'a yazdığı mektup bütün halka
yazılmış demektir.
Allah (c.c.) burada Musa (a.s.)'ı Firavuna ve Onun
çevresindeki yönetici kadroya Peygamber olarak
gönderdiğini, ama Firavun çevresindeki insanlar Firavun'un
emrine uydular. Halbuki Firavun'un emri onlar için doğru
yolu göstermiyordu. Doğru değildi, doğru yolu da gös-
termiyordu. Yani Peygamberin karşısında kendisini ilah
olarak insanlara takdim eden bir Firavun var. İnsanlara o da
birşeyler veriyor. Hani daha önce tefsiri geçmişti. Firavun;
"Ben size ancak doğru yolu gösteririm, benim gösterdiğimi
göreceksiniz. Ben sizi doğru yola götürürüm" diyor. 2082[131]
Doğru yola götürme iddiası ile Musa (a.s.) da geliyor ama
peygamber olarak gönderiliyor. Allah (c.c.) de diyor ki: O
çevresindeki insanlar Firavunun çevresindeki insanlar
Firavunun emrine uydular. Musa (a.s.)'m getirdiği mesaja
karşı geldiler. Bu dünyada Firavun küfrün öncülüğünü
yapıyor. Bu dünyada küfrün öncülüğünü yapanlar, kıyamet
gününde de milletinin önünde olacaktır. Firavun, başı o
çekecektir. Ve onları cehenneme götürecek." Evrede"
kelimesi "Verade"den türetilmiş ve suya gitme manasına
gelir. Suyun kaynağına varmak manasına geliyor. Allah
(c.c.) de bunları ateşin kaynağına götürdüğünü Firavunun
kendi etrafında kendisine inanan, kendisinin emirlerine itaat
eden kişileri su kaynağına götürmek yerine, ateşin
kaynağına götürdüğünü ve bu götürmede de Firavunun
öncülük yaptığını ifade ediyor. "O su yolu diye gidilip te
ateşle karşılaşılan yer ne kötü bir yerdir." 2083[132]
2084[133]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/97-98.
Peki bunlar neler işlemişler de Allah (c.c.) onların başına bu
zulmü indirmiş.? Bazıları "bunu niye verdi?" derler. Filan
vadide deprem olmuştur. Veya yanardağ patlamıştır, veya
başka bir olay olmuştur. Orada azab görenlere zulm edilmiş.
Allah tarafından zulmedilmiş gibi bir ima uyandırılır, basın
yayın yoluyla. Veya Lut (a.s.)'ın kavmi niye öyle olmuş,
Salih (a.s.)'ın kavmi niye böyle olmuş gibi. Hatta Allah
(c.c.)'ı zalim gibi tanıtmaya çalışırlar ki Kur'an-ı Kerimde
Rahim, Rahman sıfatı çok geçmektedir. Ona bakmazlar.
Rabbimin insanlara vermiş olduğu nimetlere, göz nimetine,
el nimetine, dil nimetine bakmazlar, bütün bunları göz
önüne getirmezler de bazı olayları gündeme getirerek, Allah
(c.c.)'ı haşa zalim olarak tanıtırlar.2085[134]
2085[134]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/98-99.
yönlü olur.
1- Yaptığını çekiyor deriz. Ama herkes için bunu
söylemeyelim.
2- Rabbim imtihan ediyor deriz. Bir Müslüman için
söyleyeceğimiz budur. Bir insan bela ile mübtela olur, çok
çeker bu dünyada. Deriz ki: Rabbim imtihan ediyor. Bu
dünyada iken günahlarının affedilmesini istiyor. Rabbim
onun için belalar veriyor. Çünkü belalar insanın günahının
af olmasına sebep olur. Eğer sabr ederse, tabi ki mü'min için
söylüyoruz, "sabredecek olurlarsa" belalar, günahların affına
sebeb oluverir. Hani değerli bir halıya vurulan değneğe
benzetirler. Halının tozunun silkilmesi için değnek
vurulduğu gibi.
Allah (c.c.)'de kulunun ahirette azab çekmesini istemiyor,
cehennemde yanmasını istemiyor. Fakat günah da işlenmiş,
bu dünyada bazı belalar vermek suretiyle, o da sabrettiği
takdirde bu dünyada iken affediliyor, öbür dünyada ceza ile
karşı karşıya gelmiyor. Birinci planda biz müslüman için
bunu düşüneceğiz, ama bazen Rabbim kişinin yaptıklarına
karşılık olarak da belalar verir. Özellikle kafirler için; onlara
kendi yaptıkları sebebiyle o zulümlerin verildiği, söylenir.
Yani Rabbim zulmetmiyor yine.
Onlar kendilerine zulmettiler. Peygambere karşı gelmekle
adaletten ayrılmakla, Allah'a karşı kendini ilah ilan etmekle
kendilerine zulm ettiler diyor Allah (c.c). "Kendi düşen
ağlamaz" diyoruz ya, adam kendi kendini uçuruma atıyor.
Bize düşen görev insanları uyarmak, uyarmanın ötesinde
tutmak. Efendimiz (s.a.v.)'in bir hadisinde sizlerin
kemerlerinden tutuyorum, cehenneme düşmeyesiniz diye.
Yani İslama girmelerini istiyor zorla, zorla derken zor
kullanarak değil. Böylece gayret gösteriyor. Ama onlar
gidiyorlar.
Birgün efendimiz arkadaşlarıyla otururken birden demiş ki:
"Yetmiş seneden beri yuvarlanan bir kütük cehenneme
düştü." Sahabenin hiçbirşeyden haberi yok, hayret ettik
diyor. Sonrada öğrendik ki imansızlardan biri ölmüş, öldü
haberi gelmiş. Halbuki Hz. peygamber onun müslüman
olması için kaç defa evine varmış, islamı anlatmış ona.
Şimdi cehenneme düşünce kabahat peygamberimizde değil,
sahabede de değil. Onlar ellerinden geleni yaptılar. Allah
(c.c.)'de de değil. Rabbimde Kur'an indirdi. Peygamber
gönderdi, yanmamaları için. Ama biz yanacağız diye ısrar
ettiler. "Onlar kendilerine zulmettiler" diyor Rabbim.
Rabbinin cezalandırması böyledir. O şehir halkı ve şehir
zulmettiği halde o şehir halkını cezalandırması böyledir.
Onun cezalandırması çok şiddetli ve acıklıdır. Şimdi burada
hangisini kast ediyor? Hepsini. Çünkü yukarda dedi. İşte o
şehirlerin, başkentlerin haberlerini sana verdik. Yani Nuh'un
(a.s.) haberini, Lut'un (a.s.) haberini, İbrahim'in (a.s.) ha-
berini ve onların kavimlerinin helak oluşlarını sana haber
verdik. Yani birisi deniz suyu içinde boğulup gidiyor. Birisi
ateşte yanarak ölüyor, yok ediliyor. Bütün o imansız grub,
birisi bir sesle yok ediliyor. Tamamıyla şiddetli bir sesle
rüzgarla yok ediliyorlar. Bunların hepsi Allah katındandır.
Allah'ın cezalandırması ve Allah'ın cezalandirmasınında çok
şiddetli olduğunu haber veriyor. 2086[135]
2086[135]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/99-100.
Bir de bu surenin sonuna doğru 120, ayet-i kerime de haber
veriyor. Burada "ahiret azabından korkanlar için bu olaylar
birer ibrettir" diyor Rabbim. 120. ayette "senin gönlünü
sabit kılmak için, yani kararsızlığı gidermek, şüpheleri yok
etmek için geçmişdeki bu hikayeyi, kıssaları . sana
anlatıyoruz. Ve bir vaaz olsun, bu bir hatırlatma olsun diye."
buyurmaktadır.
Ahiret azabından korkma konusunda, bize bu nasıl deli1 ve
ibret olabilir.? Hani bir yolda yürüyorsunuz, özellikle dağcı
olur bu. Ormanlıkta yürürken, çalılıksa, dikenlikse ayağınızı
basacağınız yere dikkat edersiniz. Ayağıma bir diken
batmasın veya diken ayağımı yırtmasın diye dikkatli
yürürsünüz. Mesela deseler ki size: "Ormanda yürürken
dikkat et, gittiğiniz yerlerde, ayılar için. kurtlar için tuzak
kurulmuştur"..! o zaman daha çok dikkatli olursunuz..
Dikkatli basarsınız, böyle Önde giden adam bir çukurun
içine düşüvermiş olsa bir tuzak kurulmuştur demektir.
Peki çukur kazılmış hafif yapraklarla örtülmüş olsa, adam
da düştü. Gözünüzle gördünüz, sizde gelip oraya
düşermisiniz.? Elbette hayır. Çünkü onun düşüşünü
gördünüz. Aynı şekilde Allah (c.c.) de daha önce geçmiş
peygamberlerin ümmetlerinin düşüş şekillerini bize haber
veriyor. Düşüş şekilleri peygambere karşı gelmek, aşırı
derecede ticari sahada ahlaksızlığa düşmek. Mesela Şuayb
(a.s.)'ın kavmi ticarette hiçbir kural tanımıyor; tek şey
kazanmak. Lut (a.s.)'ın kavmi günümüzde de çağdaşlık diye
sunulan pisliğin içine düşmüşler ve Allah (cc.) onları
cezalandırdığını bize haber veriyor, bize de diyor ki, sizde
öyle bir duruma düşmeyin diyor.
O gün öyle bir gündür ki bütün insanlar o günde
toplanmışlardır. Kıyamet için toplanmışlardır. Ahirette azap
için toplanmışlardır. Hesap için toplanmışlardır. Ve o gün
herşeyin görüleceği birgündür. Hesaplar görülecek, melekler
görülecek insanlar birbirini görecek, herşey ortaya
dokülüverecek. Öyle bir günde bütün insanlar bir araya
gelecekler, karşılıklı haklar alınacak, verilecek ve
hesaplarını kendi defterlerinde görecekler. İşte o günün
azabından korkanlar için bu dünyada Allah'ın bize haber
verdiği olaylar birer ibretdirler.2087[136]
2087[136]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/100-101.
vermezler ama haddini bilmeyen insanlar veriyorlar
rakam. 2088[137]
2088[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/102.
Şaki'dir. Allah'a karşı gelmiş, isyan etmiş, mutsuzlar
grubudur. Bir kısmı da mutlular grubudur.
Yani mesut olmak Allah'a itaatten geçer, mutsuz olmak da
Allah'a isyandan geçer. Bu ayet-i kerimenin ifadesinden
bunu anlıyoruz. Ahireti gözümüzün önüne getiriyor
Rabbim. Ahirette insanlar iki gruba ayrılıyorlar. Mutlular
vede mutsuzlar. Mutlular; Allah'a ibadet edenler, itaat etmiş,
onun yolundan yürümüşler, cehenneme değil cennete gitme
beratım almışlar. Mutsuzlar da; cehenneme sevk edilen
insanlardır. 2089[138]
2091[140]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/104-105.
(Günahkar müminler günahlarının cezasını Rabbimiz dilerse
çekeceklerdir) (Bu cennette ebedi kalış) kesintisiz bir ihsan
olarak (verilmiştir).
Şimdi yukarda 106. ayette; isyanı, mutsuzluğu şahsın
kendisine bağlıyor, kendi iradesiyle isyana gitmiş o mutsuz
olanlar. Allah'a isyan kelimesini kullanıyor. Mü'minlerden
bahsederken de ...mesut kılınanlar. Mesut olanlar değil,
"Mutlu edilenler" diyor. Yani bizi bu hale getiren, mutlu
kılan, iman üzerinde devamımızı sağlayan Allah (c.c.)dür,
buna hamd etmemiz gerekiyor.
"Sana bir iyilik isabet ettiğinde o Allah'tandır. Kötülük
isabet ettiğinde ise kendi tedbirsizliğinden, kendi
nefsindendir." Yani ikisinde de biz irademizi kullanıyoruz.
İyiliğe meylederseniz Rabbim yardım ediyor. Kötülüğe
meyi edersenez Rabbim yardım etmiyor. Kendi imkanla-
rınızla kötülüğü yapıyorsunuz. Burada da cennete doğru
sevk edilen, mesut kılman kişiler mesut kılınanlar, mutlu
edilenler diyor. Biz imanı tercih ediyoruz. Allah (c.c.) de
iman ve amel üzerinde oluşumuzda yardım ediyor. Bizim
sarf ettiğimiz enerjinin çok üzerinde Rabbim bize veriyor.
Onlar nerede, onlarda cennettedirler.
Onlarda cennette ebedidirler. "Yer ve gök devam ettiği
müddetçe, Rabbinin diledikleri müstesna." Yani Allah (c.c.)
cennetteki bize olan lütuflarmın ardı arkası gelmiyor. Bizim
elimizdeki imkanların ise ardı arkası gelir. Çünkü sayılıdır.
Dünyadaki nimetlerden ne istenir.?, ev, araba, yiyecek
maddesi şu şu maddeler vardır. Çok imkanı olan adamlar,
bu İstanbul şehrinde para sıkıntısı diye birşey duymayanlar,
hatta parasının hesabını kendisi yapamadığından 10, 20, 30,
tane muhasebecisini, para müdürlerini bu işe tahsis eden
adamların elde edemedikleri maddi nimet yok ama
onlarında peşinden koştukları çok şey var. Tulü, emel
dediğimiz şeyler varya, onlarında istekleri sona ermez ayrı.
Ama onlar maddi olmaktan ziyade biraz daha soyut
kavramların peşinde koşarlar.
Allah (c.c.) cennet nimetlerinin sonu gelmez, kesintiye
uğramaz. Allah'ın nimetleri onlara çeşitli hediyeler veriyor.
Peygamber efendimiz; "Gözlerin görmediği, gönüllerin
hayal edemediği" nimetlerin olduğunu haber verir. 2092[141]
Bu dünyada gördüklerimizden farklı çok şeyler var. İyilik
güzellik olarak neyi hayal edebilir bir adam. Bir ev hayal
etti bahçesiyle beraber. Onun içinde hanım hayal etti, bütün
güzelliğiyle beraber. Güzellik anlayışı nedir, gördüklerinden
hareketle bir güzellik çiziyor insanoğlu . Kendine hanım
seçecek, hayalinde bir hanım çiziyor. Nereden hareket
ediyor, duyduklarından, gördüklerinden, bildiklerinden.
Filanın kaşları onda olsa, filanın gözleri onda olsa, filanın
kirpikleri onda olsa. Böyle bir güzellik çiziyor. Ama
bildiklerinden hareketle güzellik çiziyor. Oturacağı evi,
bahçesini de yine bildiklerinden hareketle birşeyler istiyor.
Ama Allah (c.c.) ve efendimiz hadisi şeriflerinde bize
bildirmişlerdir ki, gözlerin görmediği, gönüllerin hayal
edemediği güzelliklerin olduğunu haber veriyor. Öyle
olunca oraya doğru biraz fazla hazırlık yapmamız gerekiyor.
Yani bu dünyadaki evlerimiz, arabalarımız, iş yerlerimiz,
dükkanlarımız, dairelerimiz için sarf ettiğimiz gayretin
fazlasını
oraya harcamamız lazım. Çünkü sonu gelen bir dünyadan,
sonu gelmeyen bir dünyaya doğru gidiyoruz.
Milyarlarca seneye karşılık 70 sene. Binde bir değil, 1
milyonda bir değil, 1 trilyonda bir değildir. Öyle olunca bir
insan aldığı nefesi Allah için almalı, verirkende Allah için
vermelidir. Yediği her lokmayı Allah için yemelidir.
Giydiği her elbiseyi Allah için giymelidir. "Allah için gi-
yiyorum, bu ''elbise ile Allah için hizmet edeceğim" diyerek
bu niyeti taşımalı. Ve attığı her adımda Allah'ın dinini
2092[141]
Buhari.Bediül Halk 8
hakim kılacağı bu adımlarla bu yolda yürümelidir.
Dükkanınada gitse, işyerinede gitse, bağına bahçesinede
gitse, nereye giderse gitsin hep bu niyetle hareket etmeli ki,
ahirette Allah'ın vaad ettiği makamına kavuşma ihtimali
artsın. 2093[142]
2093[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/105-107.
anlattık, geriye getirdik imamla barıştırdık bunları.
Yani bu kanaatta olursa insan, hiç faydası yoktur. Ne var
yani güllük gülistanlık, halamı İslam istiyorsunuz diyorsa
bir adam, sabaha kadarda teneccüt namazı kılsa, akşama
kadar oruç tutsa, 365 gün oruç tutmuş olsa, "Allah'ın
kanunlarından bir tek maddeye karşı olarak başka bir
adamın kanunu beğeniyorum, bu daha güzel" diyecek olursa
dinden, imandan çıkar. O onun ilahı olur, buna dikkat
edelim. "Hiç şüphe etmeyin, burada sakın ha şüphe etmeyin
Allah'tan başkasına uyan adamlar aynen babalarının gittiği
yoldan gidiyorlar" diyor Allah.
Mesela diyelim ki adam şarabı içiyor ama "Allah affetsin"
diyor. Bu adam günahkardır. Yarın öbür dünyada cezasını
çeker, cennete gider mümin olarak ölürse. Ama öbür tarafta;
"Yok canım öyle şeymi olurmuş. Allah öyle demiş ama
günün şartlarını bilmeden söylemiş." derse dinden çıkar.
Seni yaratan, o günü yaratan O'dur. Günün şartlarını yaratan
O'dur. Niye bilmesin. İşte burada bunu inkarla Allah'ı
cehaletle sıfatlandırmak vardır. Yalnız isyan değil, işin içine
giren Allah'ın Âlim sıfatını, yani gelmiş ve gelecek her şeyi
bilmesini inkar vardır. Biz onların paylarını eksiksiz
vereceğiz diyor Allah (c.c). Yani bu imansızların nasibini,
payını eksiksiz vereceğiz. Bu yaptıklarının karşılığını ce-
hennemdeki azabından hiç eksiltme yapmadan karşılık
verilecektir. 2094[143]
2094[143]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/107-108.
Musa (a.s.) ve o tevratta ihtilaf edildi. Musa (a.s.)'m
sağlığında, Musa (a.s.)'m gösterdiği doğrultuda ona iman
edenler, hem iman ettiler, hem de amel ettiler. Ama zamanla
Musa (a.s.)'m vefatından sonra kendini ilim adamı olarak
takdim eden insanlar, kendi aralarında ayetleri yorumlamada
ve insanlara takdim etmede ayrılığa düştüler.
Allah'a hamdü senalar olsun ki dinimiz o kadar güzel
korunmuş ki. Rabbim korumuş tabi, (yukarda tefsiri
geçmişti). İçine girerseniz hayretler içinde kalırsınız İslam
alimlerinin gayretini 1400 sene evvelini düşünün
imkansızlıklarını düşünün. Yazma çizme konusunda neler
yaptıklarını düşünün araştırın ki batılı araştırmıştır bunu.
Avrupadaki insanların ağaç koğuklarında yaşadığı bir
dönemde 1400 sene evvelinde bizim İslam alimlerimiz;
"Kur'an arab diliyle nazil oldu. İleride Kur1 anın manasını
başkaları gelibde kötü bir şekilde yo-rumlamasmlar diye
kelimelerin manalarının neler olduğunu, şimdiden nazil
olduğu gündeki manasını belirleyelim" demişler, lügati
yazmışlar.
Batının tarihinde lügatçilik çok yenidir. Bizim tarihimizde
1300 seneliktir lügat. Kur'anı bize getiren kıraati seba
imamlarından imamı Kisai lügat yazmış. Ondan evvel Halil
b. Ahmed yazmışdır ki, Irak onu basıyordu. Ben sekiz
cildini gördüm, devam ediyordu. İlk lügat kitabını tabiin
yazmaya başlamış. Niye yazmaya başlamışlar? İleride biri
çıkar kelimelere yanlış ve kötü bir mana verir milleti
yönlendirir.
Kur'an nazil olduğu günde "Rayb" kelimesi şüphe manasına
gelirdi. Çünkü "cahiliye dönemi şairlerinden filan bunu
şiirinde şöyle kullanmıştır" diyerek lügat kitaplarını
hazırlamışlar, ve ihtilafı önlemişlerdir. İtikad da hiç
ihtilafımız yok bizim kimseyle.
İslam alimleri arasında mesela İmamı Şafii, imam Malik,
İmam Ahmet bin Hanbel gibi zatların ihtilafları var.
İhtilaflar açık. Kur'an ayetlerinde değil, Kur'an-ı Kerimin
lafızlarında ifade ettiğinde ihtilaf yok. İşaret ettiklerinde
peygamber (s.a.v.)'ın uygulamasında ihtilaflar var, oda
ihtilaf değil aslında ihtilafda bizim anladığımız anlamda
çelişki değil. İhtilafı bazıları çelişki gibi anlıyorlar. Bizim
ihtilafımızı; Peygamber (s.a.v.) diyelim ki namaz kılarken
"Allahu Ekber demiş, elini salmış" namazı öyle kılmış.
İmam Malik (r.a.) hadis rivayet ettiği sahabeler ve o
silsiledekiler bunu Hz. peygamberden görmüşler, namaz
kılarken ellerini salardı. Sahabeden biri kılmış mı böyle
kılmış. İmam Ebu Hanife (r.a.) Kufe'de yaşamış. Oraya
gelen sahabilerden ibni Mesud'da; "Ben peygamber
efendimizi namaz kılarken gördüm. Allahu Ekber dedikten
sonra ellerini bağlardı." İbni Abbas elini bağlarken gördü.
Diğer sahabe de elini salarken gördü, Yani Peygamber
efendimiz namazda ellerini hem salarak kılmış, hem de
bağlayarak kılmış.
Ama öğle namazının farzının rekat olması konusunda hiçbir
mezhep arasında ihtilaf yoktur. Bizim ana meselelerimizde
hiç ihtilafımız yok, "onlar ise ihtilafa düştüler" diyor. O
konuda ihtilafa düşürüldüler ve bir kısmı, "bu ayet Tevrat'ta
yoktur" diyerek çıkardı, bir kısmı da, "kralın hoşuna gitsin"
diye içine ayetler ilave etti. Ve günümüzde ellerindeki
Tevratta böyle.
Aslında bu bir suç ama, "eğer Rabbinin daha önceki geçmiş
bir kelimesi olmamış olsaydı aralarında hüküm verilirdi."
Yani dünyada Firavunun cezası gibi veya Nuh 'a
inanmayanların cezası gibi bir ceza verilirdi. Ama bunların
cezası ahirete bırakıldı diyor Allah (c.c). Veya bunların
cezalan konusunda bir hüküm verildi ki, o zaman gelmeden
ceza verilmez. Yani kıyamette cezalarını çekeceklerdir. Ve
onlar bu Kur'an konusunda şüphe içerisindedirler diyor
Allah (c.c). 2095[144]
2097[146]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/110-112.
Zalim kim? Haddi aşan adam, "zulüm, haddi aşmaktır" diye
tarif ediliyor. Zalim de, "haddi aşan adam." Yani adamın
haddi olmalı, "kişi haddini bilmeli" derler ya. Haddimizi
bilmek, gücümüz ne kadara yeter, aklımız ne kadara yeter,
gözümüz ne kadar görür. Paramız ne kadar yeret, bunları
bilmek insanın haddini bilmesidir.
Bunu bilmezde adam ben insanlara koyduğum kurallarla
hükmederim dedimi, ilahlık, yani kendi sınırını aştı. İlahlık
iddiasında bulundu. Rabbim diyor ki: "Sakın bunlara boyun
eğmeyin, bunlara meyilde etmeyin." Yani gönülden bu
adamları destekleme tarafınada gitmeyin. Allah'ın
kanunlarına karşı başka kanunlar koyan kişiler zalimdir. Ve
o zalimlere meyleden insanlarda onlarla beraber
haşrolunurlar. Hem boyun eğmeyeceğiz, nemde gönülden
meyletmeyeceğiz bu adamlara. Meyledersek ne olur, ateş
bizi tutuverir diyor, sizi ateş tutuverir. Ve Allah'tan başka
dostlar olmaz, sizin için Allah'tan başka dostlarınız olmaz.
Sizi kurtaracak kimse olmaz, size yardım da olunmaz diyor
Allah (c.c);2098[147]
2098[147]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/112.
İyilikler kötülükleri götürür. Yani bir kötülük yaptınız ama
ardındanda bir iyilik yaptınız, iyilik kötülüğü götürür,
günahı götürür. Mesela insanın gönlünü kırıyorsunuz,
sonrada gönlünü almaya çalışıyorsunuz, alınıyorda bazen,
çoğunluklada alınıyor. Özür dilerim dediğinizde bir anda af
ediyor adam. Aynen istiğfarda Allah (c.c.)'den özür
dilemektir. Zaten "ya Rabbi bir hata işledim af et!l Derken
bu iyiliktir ve kötülüğü silip götürüyor.
Kötülüğü kötülükle defetmeyiniz. Kötülüğü iyilikle
defediniz. Ayet-i kerimede "iyilikle kötülük denk değildir,
buyruluyor. O kötülüğü en iyi şekilde def et"diyor
Rabbim. 2099[148] O kendinle arasında düşmanlık olan adam
varya, bakmışsın birgün sıcacık dost oluvermişsin diyor
Rabbim.
Yani bir adamla düşmansınız sakın ha yaptığı kötülüğe karşı
sizde kötülük yapmayın. Onun kötülüğünü iyilikle def edin.
Birgün gelir o sizin sıcacık dostunuz olur. Yaptığınız
kötülük aranıza girer bu sefer. Yarın yüzüne bakacağına,
akşamdan kötü söyleme derler. Bir hadisin anlatımıdır,
Türkçede efendimizin hadisinin Türkçeleşmiş şeklidir bu.
"Akşamdan yüzüne bakacağına gündüz kötü söyleme."
"Hani komşuyuz, şurada yüz yüze bakacağız" derler
anadoluda. Yüz yüze bakacağınız insanlara kötü söz
söylemeyin, yürekten çıkmaz. O kötülük yapmışsa iyilikle
def edin. Kendiniz kötülük yapmışsanız yine kendiniz
iyilikle def edin o işi. Bu nasihat alanlara bir nasihattir.
Nasihat kendisine fayda verenlere nasihattir. 2100[149]
2103[152]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/115.
yaratmasamda gavur olacaktınız." dese gavurun birine, O da
ahirette der ki "Olur mu Ya Rabbi..! senin gücünü,
kuvvetini, iradeni bildikten sonra, benim seni inkar etmem
mümkün değil. Ahirette inkarı böyle olacak insanın.
Onun için bu fırsatı vermemek için Rabbim bu dünyayı
yaratıyor. Yaptıklarını da meleklere kaydettiriyor ve öbür
dünyada da gösteriyor. 2104[153]
YUSUF SÛRESİ
2111[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/120-121.
Şeytan, insanların düşmanıdır. Nuh'a karşı oğlu Ken'anı
çıkarmıştır. İbrahim'e karşı babasını, Lût'a karşı hanımını,
Yusuf a karşı kardeşlerini, Efendimiz'e karşı da amcasını
çıkarmıştır. Allah'ın salâtı ve selâmı o Peygamberlerin
üzerine olsun.2112[4]
Rüya
2114[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/122-124.
2115[7]
Al-i İmran 110
2116[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/124.
için ibretler vardır.
"İnsana dayanma ölür, ağaca dayanma kurur" demişler.
Yusuf gibi bir ay yüzlüye kardeşlerinin yaptığını
öğrendikten sonra insan, Allah'dan başkasına tevekkül
etmemeyi öğrenir. Bu kadar kötülükten sonra Yusuf un
kardeşlerini afvetmesi bize çok şeyler öğretir. 2117[9]
2119[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/125-126.
karar verdiler. Ama babalarından Yusuf için izin alırken,
"Onu bizimle gönder (kırlarda) yesin, oynasın" diyerek
kandırmaya çalıştılar.
Kasap koyuna yemi eti için verir. Düşman Mescid yapıverse
içinde namaz kılma, o Mescid-i Dırar'dır. Önüne yem atılsa
bilki içinde olta vardır. Tuzak vardır.
Yakup (a.s.) "Onu kurdun yemesinden korkarım" dedi ve
oğullarının aklına yeni bir hile getirdi. Onun için düşmanın
hatırına gelmeyen hileyi hatırlatmayın.
Günümüzde yazar-çizer takımıyla siyasiler "Vay bu
Yahudiler şunu da yapar, bunu da yapabilir" derlerken hem
onların hatırına gelmeyeni getirirler. Hem de kendilerinin en
zayıf taraflarını söylemiş olurlar.
Bu konuda Alusi merhum "Ruhul Meani" isimli tefsirinde
Ebu-ş-Şeyhin tahriç ettiği îbni Ömer hadisini nakleder.
Efendimiz şöyle bu-yurmuş;"İnsanlara (yanlış) telkinde
bulunmayın, yoksa onlar yalan söylerler. Yâkub'un oğulları
kurdun insanları yiyeceğini bilmiyorlardı, Yakub telkin
edince; "Onu kurt yedi " diye yalan söylediler. 2120[12]
2122[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/127-128.
yazmıyor, tefsir-
lerde yazıyor. "Ne merhametli kurtmuş, o oğlum Yusuf'u
yemiş de gömleğini yırtmamış." demiş. Halbuki dişi ile
parçalaması lazım, gömlek parçalanmamış, ama içindeki
Yusuf (a.s.) yenmiş. İnsana haset girince çok şeyler yaptırır.
Kardeşini feda ettirir, ama üzerindeki elbiseye
kıydıramazlar, elbiseyi almışlar gelmişler, daha sonra
elbiseyi giymişler. Yani haset denen şeyin insana
yaptıramadığı şey yoktur. Onun için dinimiz haset
karşısında tavır almıştır.
Hergün okuyorsunuz Felak sûresinde, hased eden insan
haset ettiği zaman o hased insanın şerrinden Allah'a
sığınırım. Nedir o şer. Hatırınıza, hayalinize gelmedik
şeyleri yapabilir haset adam. Öyle ise sığınacak şey nedir.
Sizin karşı tedbir almanız değil, "Ya Rabbi sana sığınırım"
demeli. Çünkü sizin aklınız belirli tuzaklara erer. Ama bin-
lerce adamın haset damarı ise yüzbinlerce şer üretir. Öyle
ise sığınılacak yer Allah (c.c). Onun için Felâk ve Nâs
sûresini Peygamber Efendimiz yatmadan önce yatağının
üzerinde okurmuş. Kâfirûn, İhlâs, Felâk ve Nâs sûresini
eline üfler ve de elinin ulaşabildiği yerlerine sürer
yatarmış. 2123[15]
2123[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/128-129.
adam isyan etmiş Peygamberlere. Bilek gücüne dayalı işler
yapıyorlar adamlar. Kırda, bayırda, çölde bir adamı
tuttularmı, bu köleymiş, köle değilmiş düşünmüyorlar.
Kırbaçlayıp satıyorlar. Adam bağırıyor ben köle değilim
diye ama zorla satılıp çalıştırılıyor. Böyle zalimce bir
sistem.
Günümüzde de aynı şekilde mevcut. Türkiye
televizyonlarında da gösterilen "Kökler" dizisinde, siyah
insanların Afrika'dan nasıl getirildiklerini ve Amerika'da
nasıl çalıştırıldıklarını anlatıveriyor ki bu hala devam
ediyor. Ama zulüm zinciri değişmiş, daha değişik metod ve
tekniklerle başka bürokratik zincirlerle aynı eylem devam
ediyor.
Boyunlarına zincir takmıyorlar da bürokratik zincirler,
engeller takıyorlar.
Onu eşyaların arasına gizliyo'lar ama Allah onların
yapmakta olduklarını biliyor. Onlar Yusuf (a.s.) köle bulduk
diye alıyorlar, eşyalarının arasına gizliyorlar ve satmaya
götürüyorlar. Rabbim de diyor ki: "Allah onların yapmakta
olduklarını da biliyor."
Yani bu günümüzde herhangi bir müslüman, evinden
alınıyor 15 gün bir yerlerde alakonuyor, nerede olduğu
bilinemiyor. Annesi, hanımı, babası, akrabaları dostları
bilemiyor ama Allah biliyor. Bunu bilin, burada bir hikâye
vermek değil amaç. Allah onların yapmakta olduklarını
bilir. Bazıları; "Ama hocam biliyor, bilmesine de orada
yardım gelmiyor" diyor. Yardım olayını biz nasıl
algılıyoruz.? Yani gökten biri gelecek "bu adama nasıl bu
işleri yaparsınız.?"diye hesap soracak sonrada kuş tüyü
yatak, kuş sütü ile orada besleyecek, böyle olmaz o zaman
Cennet'te beslemezler adamı veya Rabbimin koyduğu
kanunlar vardır. Dünyada sen onu işlememiş olursun.
Yusuf (a.s.)'ı atıyorlar, satıyorlar, kuyuya atıyorlar ama
yardım ulaşmamış gibi dış görünüşte ama yardım ulaşmış.
Nasıl mı.? İlerde devlete gidiyor yol. Bizim insan olarak
mantığımız, kâfirlerin de mantığı, Yusuf'a (a,s.) işkence
yapılıyor sanki. Yusuf (a.s.)'m durumu kötüye gidiyor.
Fakat Rabbim diyor ki: "Rabbin kimin ne olduğunu, neler
yaptığını biliyor. Sen dosdoğru bildiğin İslâmi yolda yürü,
bu yol nezarete uğrarsa da yürü, Musa (a.s.)gibi denize
uğrarsa da yürü, bu yol İbrahim (a.s.) gibi ateşe uğrarsa da
yürü, Yusuf (a.s.) gibi hapishaneye uğrarsa da yürü. Geri
dönme. Rabbin durumunu biliyor. Onun gözetimi altındasın.
Başına gelenlerin vardır bir hikmeti. 2124[16]
2126[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/131-133.
Yaşı kemale erişince biz Ona Peygamberliği ve de ilmi
verdik. Hikmet diye tercüme edilmiş birçok yerde.
Peygamberlik olarak tefsir edilmiş. Onun için burada olduğu
gibi; Ona ilmi ve de hikmeti verdik diye de tercümelerde
kaydedilmiş. "Kemal" yaşı da tefsirlerde (olgunluk yaşı da)
30 olarak belirlenmiş, âyet-i kerime yaşı bildirmiyor. Ayet-i
kerime de "gücü kuvveti kemale erişince Ona hikmeti ve de
ilmi verdik. İyilikte bulunanları işte böyle
mükafatlandırırız" diyor Allah (cc).
Peki "Muhsin" oluşu nerden geliyor. Muhsini gayet iyi
biliyoruz. Allah'ı görüyormuş gibi ibadet yapmaktır. Her ne
kadar biz Allah'ı görmüyorsak da Allah bizi görüyor,
inancıyla hareket etmeye "ihsan" diyoruz. Bunu yapan
kişiyede muhsin diyoruz. Yusuf (a.s.)'ın nasıl muhsin
olduğunu yani Allah'ı görür gibi ibadet yapıp Allah'tan
sakındığını gösteren bir olayı naklediveriyor.
Yusuf (a.s.) azizin evinde, yani devlet başkanının
yardımcısının evinde dünya güzeli bir insan. Yusuf (a.s.)'ın
güzelliği dillere destan. 2127[19]
2127[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/133.
kapıları kapatıyor ve Yusuf (a.s.)'a haydi gel diyor. Yani
benimle beraber yatağa yatalım der.
Yusuf (a.s.)'da Allah'a sığınırım. O benim Rabbimdir, O
benim makamımı güzel eylemiştir. Benim Rabbim, benim
makamımı güzel eyledi. Ben Allah'a sığınırım der. Zalim
insanlar iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler diyor. Zalim
haddi aşan kişi demek diye daha önce tefsirini yapmıştık.
Zalimin tarifi; haddi aşmaktır. Hani haddi aşmak ne demek-
tir? Bir başka insana hakarette bulunmak, haddi aşmaktır.
Böyle bir-şeyi yapma hakkımız yok. Hani sınırı aşmak
diyoruz. Mesela tarlada iki komşunun tarlası vardır. Sınır
var, had dediğimiz o sınırı aşmak bir zulümdür, orada
toprakta zulümdür. Haksız yere tokat vurma o da bir
zulümdür. Çünkü vurmamaktır bizim aslî görevimiz, ama
vurmakda haddi aşmaktır. Allah (c.c.)'ün kanunları varken
kanun koymak zulümdür. Çünkü o haddi aşmaktır.
Yani Rabbimizin sınırını aşmaktır. Burada o kadın o
2128[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/134.
ihlasa erdirilmiş kullarımızdandır.
Ve zalimler iflah olmazlar, kurtuluşa ermezler diyor. O
kadın, tabii tefsir kitaplarında Zeliha veya Züleyha diye
bildiriyorlar, ama Kur'ân-ı Kerim isim bildirmiyor. O kadın
diyor. Niye bildirmiyor. Çünkü böylesine bir Peygamber
adayını zinaya teşvik edecek ve kocasına ihanet edecek bir
kadının adı anılmaya değmez de ondan. Kur1 ân-1 Kerimde
ismi böylece verilmemiştir. Hikmetlerinden biridir tabii ki.
O kadın Yusuf (a.s.)'a meyletti. Bu ar abın dilinde zamirler
Önemlidir. Türkçe'de de zamir vardır ama Türkçe'de
zamirler erkek ve kadın için ayrı değildir. Mesela "O"
dediğimizde kadın için mi, erkek için mi olduğunu bilmeyiz,
Türkçede o geldi. Kim geldi. Erkek mi geldi, kadın mı geldi
ayıramıyoruz. Ayırmak için o kadın geldi veya o erkek geldi
dememiz gerekiyor. Ama Arapça'da o diyebilmek için erkek
için ayrı bir ifade var, ayrı zamir var. Kadın için ayrı zamir
vardır.
Şimdi tefsirciler burda ikiye ayrılmışlar bir kısmı diyor ki^
Yusuf da ona meyletti kelimesini tefsir ederken Ebus Suud
gibi o çizgide olan müfessiıierimiz diyorlar ki: Buradaki
meyilden kasıt, yani Yusuf (a.s.)'m ona meyli nefsinin tabii
olarak arzu duymasıdır." Tıpkı oruçlu bir insanın sıcak bir
günde ciğerlerinin yanması neticesinde soğuk suya olan
meyli gibidir. Soğuk bir suyu gördünüz, şırıl şırıl akıyor,
oruçlusunuz. Ağustos ayında öğle üzeri, ikindi üzeri,
ikindiye doğru ciğeriniz yanıyor. Ve böyle bir sürahinin
içinde de su görüyorsunuz. İster istemez gönlünüz o suya
meylediyor.
İşte Yusuf (a.s.)'m o kadına meyli de böyle bir meyildir.
Ama nasıl ki orucu bozmuyoruz Yusuf (a.s.) da kendisini
bozmamıştır. Nasıl ki biz suya meyletmemizden dolayı
günaha girmiyoruz. Yusuf (a.s.) da günaha girmemiştir diye
tefsir etmişler.
Bir kısmı bunu da kabul etmiyor. Arab'ın gramer kaidesine
onlarınki de. uygun düşüyor âyet-i kerimenin lafzından İki
tarafmki de anlaşılabilir. Mesela eğer Rabbinin bir âyetini,
delilini görmemiş olsaydı O da meyi edecekti manasın da.
Yani meyletmedi. Bir kısım alimlerimiz Yusuf (a.s.) o
kadına cinsel ilişkide bulunmak için meyletmedi; Niye?
Rabbimin âyetini gördü, "Rabbimin âyetini gördü" derken
gayri epeyce
laf edilmiş tefsirlerde. Yusuf (a.s.) Peygamber çocuğudur.
Peygamber eğitiminden geçmiş bir insandır, ve İbrahim
(a.s.)'a nazil olan sahifeleri bilmektedir. Çünkü İbrahim
(a.s.)'a sahifeler nazil oldu diyoruz ya Kur'ân-i Kerim de de
geçer. İbrahim'e indirilen sahifeler, ve Musa'ya indirilen
Tevrat'tan bahsediliyor. İbrahim'e indirilen sahifeleri biliyor.
Zaten zina; ilk Peygamber'den son Peygamber'e kadar
yasaklanmış bir şeydir, derken o âyetleri hatırına getiriverdi.
Ve derken o da meyi etmekten vazgeçti. Yani meyletmedi.
Bu âyetleri gözünün önüne geti-rivermekle o kadına
meyletmediğini söylüyor bir kısım müfessirlerimiz. Bu
mana anlaşılabilir, ama Ebus Suud çizgisinde olan ,
müfessirlerimiz ise onlar da diyorlar ki: "Yusuf (a.s.) da
insandır, ve o kadına karşı nefsani istekte bulunmuştur."
Tıpkı oruçlunun sıcak günde suya istekte bulunduğu gibi
ama kendini frenlemesini bilmiş. Rabbimin âyetleri gö-
zünün önüne gelmiş ve kendisini bu kötülükten
alıkoymuştur diyorlar. Gönlü istedi ama gönül gözü zinanın
kötülüğünü gördü.
"Onu kötülükten ve fuhuştan, yani zinadan alıkoymak için
böyle yaptık. Çünkü o bizim muhlis kullarımızdandır."
buyruyor. "Muhlisine" dememiş de, "Muhlesine" demiş
Rabbim. Yani İhlas kişinin kendisinden değil Rabbimin
kişiye vermesindendir demişler. Bizim; " Rabbim bize ihlas
ver" dememiz gerekiyor. Yani halis kullarından eyle.
Muhlis kullarından eyle, muhlesinden eyle, ihlası sen ver
dememiz gerekiyor. Çünkü Burada Yusuf (a.s.)'dan
bahsederken "Bizim halis, ihlas verdiğimiz
kullarımızdandır" diyor Allah (cx.)
Peygamberlerin insan olduğunu hiç unutmayacağız. Biz
kelimeyi şehâdetimizde (abdühü)'yü hiç unutmayız. O
Muhammed (s.a.v.) Allah'ın kulu olduğuna şahitlik yaparım
ve Onun elçisi olduğuna şahitlik yaparım diyoruz.
Efendimiz (s.a.v.) Allah'ın hem kuludur, hem de Rasulü'dür
diyoruz ya, insan olduğunu unutmuyoruz. Kur'ân-ı Kerim'in
birçok yerinde bu vurgulanır. Peki insanlara ben de sizin
gibi bir insanım ama, Peygamberler Allah tarafından
korunmuş insanlardır. Ve büyük günah işlemezler.
İşlemezler derken Rabbim onları korur. Rabbimin koruması
altına girmiş insanlardır onlar. Şimdi Yusuf (as.) bir istekte
bulunmuş, yiğitlik istekte bulunmamak değildir. Yiğitlik is-
tekte bulunulduğu halde günaha girmemekedir. Basra'dan
biri mektup yazmış. Hz. Ömer (r.a.) devlet başkanı, Basra
valisi mektup yazmış. "Efendim, bizim burada iki tür insan
var, ikisi de günaha girmiyor. Birisi gücü yettiği halde
günaha girmiyor. Birisi de gücü yetmediğinden dolayı
günaha girmiyor. Bunların Allah katındaki sevab durumu
aynı mıdır?
İki insan var, ikisi de zina etmiyor. Birisinin gücü yetiyor,
hem para gücü, hem de bedeni güç. Hem de imkanlar elinde
, yapmaya her an için müsait bir ortamdadır, ama yapmıyor.
Kendini frenliyor. Öbürünün de
böyle bir imkanı; ne para olarak, ne de bedenî kabiliyet
olarak imkanı yok. Yani ortam da buna müsait değil o da
yapmıyor. İkisinin durumu aynı mıdır. Demiş ki; yapmaya
imkanı olduğu halde yapmayan sevaba giriyor. Öbürünün ne
sevabı ne de günahı var. İkisi de yapmıyor imkanı yok,
zaten yapmıyor. Öyle olunca onun ne günahı var, ne de se-
vabı var. Ama öbürünün sevabı vardır diyor. Bunu
destekleyen haduk vardır. Buharide, mağarada kalan üç
insanın bir hikâyesi vardır, Önlerini taş kapamışdır. Ya
Rabbi! demiş. İşte şöyle şöyle bir kadına bütün imkanlar
hazırdı, kadın da kendini bana teslim etmişti. Ama se nin
korkundan dolayı ayaklarının arasından çekildim. Senin
korkurt (azametin) hatırıma geldi, çekildim geriye. Onun,
katında bir değer) varsa bu kapı açılsın Ya Rabbi demiş.
Kapı açıldı diyor. Şimdi yani imkan varken yapmamanın
sevabı vardır.
Yani yiğitlik istek duymamakta değil. Mademki insanız
istek duymak fıtratımızda vardır. Ama bu isteği gemlemek,
frenlemek ve bu isteği meşru yolda gidermek bizim
yiğitliğimizdendir. Buna örnek olarak Müslimde bir hadis
rivayet edilmiş 2129[21] Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'le
beraber oturuyorduk diyor. Sahâbe'den bir tanesi
yanımızdan, bir kadın geçti gitti. Efendimiz yanımızdan ay-
rıldı gitti. Bir müddet sonra tekrar yanımıza geldi,
saçlarından su damlıyordu diyor. Yani banyo yapmıştı.
Peygamberimiz Zeyneb validemizin evine gitti ve onunla
birleşmiş, banyosunu da yapmış geri gelmiş. Demişki bir
istekde bulunduğunuzda isteğinizi meşru yoldan halledin.
Yani evinize gidin, onun bunun peşinden koşturmayın.
Şimdi burada Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunun şerhinde
Örnek olsun diye yapar, yoksa Peygamber Efendimiz o
geçen kadına istek duyduğundan dolayı değil. Orada istek
duyanları hissetti Efendimiz. Bakışlarından belli olur. Hz.
Peygamber'de bizzat örnek olsun diye evine kadar gitti ve
evinden banyosunu yapmış olarak geldi ve dedi ki; "bundan
sonra isteklerinizi böyle gideriniz."
Son günlerde dinimize sataşmalar bu yönde de yapılmakta.
Efendim müslüman kesim özellikle "İslamcı kesim cinsel
isteklerini baskı altında tutuyorlar" diyor. Biz baskı altında
tutmuyoruz. Biz kendi helalimizle bu isteklerimizi
gideriyoruz. Dikkat edilsin şu İstanbul şehrinde istatistik
2129[21]
Müslim, Nikah bab 12, hadis 9
yapılsın genelde ilk erken evlendirme olayları İslamcı
kesimdedir.
Yani baliğ olunca oğlunu, baliğa olunca kız çocuğunu
derhal evlendirmeye meylediyor. Yani İslamcı kesimden de
yine 25-30'una kadar evlenemeyen, evlendirmeyen,
imkansızlıkları olan insanlarımız var ayn. Ama mukayese
yaparsak, yani İslâm'dan uzak kesimle, İslâmi yaşayan
kesimin yüzdesine vuracak olursak bizde daha fazladır
erken evlendirme. Ve biz gemlemiyoruz, onlar gemliyorlar.
Yani cinsel istek-
lerini baskı altında tutan onlardır, biz değiliz. Biz helal
yoldan en iyi şekilde gidermeye gayret ederiz. Çünkü
Rabbim mademki yaratmış, ve bundan zevk alınması için
yaratmış, utanılması için değil. Rabbim, kadınlarda huzur
bulaşınız diye eşlerinizi yarattık diyor. Kendilerinde sükûna
ensesiniz, huzur bulaşınız diye sizden eşlerinizi yarattı diyor
Allah (c.c). Onun, için cinsel baskıda bulunanlar bizim
kesim değil karşı kesimdir.
Aman hocam şimdi birinin belki hatırına gelebilir. Vallahi
onlar gönüllerince yaşıyorlar.Biz
yaşayamıyorsak.....Geçenlerde gazetelerde
bir konu vardı. İzmir'de bir açık oturum düzenlenmiş,
üniversite tarafından yapılmış ve genelev kadınlarıyla da
yapılmış, açık oturuma onlar da katılmışlar. Ve onlarla bir
istatistik yapılmış kadınlara sormuşlar. Çeşitli sorulardan bir
tanesi, "Kızınızın da aynı yolda yürümesini is-termisiniz?"
Yani sizin gibi genelev kadını olmasını istemlisiniz. "Eğer
böyle olacağını bilirsem kendi ellerimle öldürürüm" diyor
kadın. Yüzde 99'u bunu söylüyormuş. Bir de orada sorulan
sorulardan bir tanesine verilen cevap;. Yani "siz erkeğe
doyuyorsunuz. Erkeğe doymayan kadın varsa o da biziz"
demişler Onun için yasak aşk yaşayanların tatmin olmaları,
huzura ermeleri, sükûn bulmaları mümkün değildir. Huzur
ve sükûn Nikâh'dadır. Yani eşlerin birbirlerini severek
birbirlerini sayarak birbirlerine hani mahremlerini
gizleyerek, kendi aralarında birbirlerine açıp dışa karşı
gizleyerek, ihtiyaçlarını giderecek en rahat, en doğru, en
güzel yol, nikâh yoludur. Yoksa hadisi şerifde ifade edildiği
gibi sifah yolu değildir. Nikâh yoludur. 2130[22]
2132[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/139.
2133[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/139. Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/
isabetli şekli, bize fayda verecek, bizi sakındıracak ve
nasihat olacak hikâyeyi, olmuş bir olayı Allah (c.c.) bize
haber veriyor. Allah (c.c.) kadınların tuzağından hepimizi
korusun. Burada kadınların tuzağı deyince bu olayda
kadınların tuzağı yoksa bugüne kadar okuduğumuz bölümde
müslümanlara karşı tuzaklar daha ziyade erkekler tarafından
kurulmuştur. Daha ziyade de itikadımızı zedeleyen itikada
imana giden yolu engelleyen tuzaklar kurulmuştur. O tuzak
tabii ki bundan daha şiddetlidir.
Çünkü bu kadının tuzağı insanı büyük günaha sokar. Ama
imansızların tuzağı Allah korusun, tutulanı Cehennem'e
ebediyyen atar, imansız yapar. O da bir tuzaktır. 2134[26]
2134[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/139-140.
Allah (c.c.) "settarul uyub", yani ayıbları örtendir. Bir ismi
de "Settar" dır Rabbim,
bizim de aynı sıfatı almamızı ister. Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) şöyle buyurur. "Kim müslüman kardeşinin ayıbını
örterse Allah 'da ahirette onun günahlarını örter" diyor.
Onun için hiçbir vakit günahınızı veya arkadaşlarınızın
günahını teşhir etmeyin. Fakat bu olay duyulmuş. 2135[27]
2135[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/140-141.
Bizim bir hoca efendi vaazda diyor ki: "Ulan hanımlarınızı
bana gös-termiyorsunuz, hanımlarınıza da beni
göstermiyorsunuz, evinize vardığımızda ayrı odalarda
oturtuyorsunuz. Ama Bu sütçü ile tüpçü geldimi
hanımlarınız sabahleyin gece kıyafetiyle çıkıyor onun
karşısına" diyor. O sizin ananızın oğlumu, o da benden uzak
bir adam. Sütçü ile tüpçü neyin nesi yani? 2136[28]
2138[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/142-143.
diyor. Yani Yusuf (a.s.) burada Rabbine şükrünü belirtiyor.
Ben bu derece yükselmişsem kadını değil de hapishaneyi
tercih edebilmişsem, kadın bütün şuhluğuyla gözümün
önünde ona el sürmemeyi başarmışsam bu senin
yardımmladır. Ya Rabbi eğer sen beni engellememiş
olsaydın ben bunu yapardım. Ya Rabbi ve bsn cahillerden
olurdum diyor.
Müstesna bir kadın geçip gitmektedir. Ve insan onu görür,
ilk görüş günah değildir. Ama ikinci bakış Peygamber
Efendimiz Hz. Ali'ye: "Ya Ali ikinci bakış, bakıştır." Bir
defa bakmak günah değildir. Bakmak deyince gidiyorsunuz,
karşıdan biri geliyor görüyorsunuz bu günah değil, ikinci bir
defa ulan ne malmış ya diye bakmak günahtır, veya onu
böyle köşeden dönünceye kadar zarar gelmesin diye göz
hapsinde tutmak günahdır.
Şimdi bir kısım insanımız bundan kendisini koruyabiliyor.
Bu korumasından dolayı Rabbine hamdetmesi gerekiyor.
Çünkü o Rabbimin ona verdiği bir haslettir. Yani on tane
insan bakıyor da biri bakmıyor sa, o birine Rabbimin lütfü
keremi vardır. Şuna dikkat çekmek isterim. Diyelim ki: "İki
kişiden biri bakıyor, birisi de bakmıyor ama riyakarca;
"Yahu bakarsam, bakıyor derler." diye bakmıyor. Allah
korkusu ile değil. Bakmamamız Allah korkusundan dolayı
olmalıdır.
Kişi;, bu "civarda tanınıyorum, bakacak olursam bu
cemaatten biri de görecek olursa, diye düşünecek olursa ve
ondan dolayı bakmıyorsa belki günaha girmez, ama
riyakarlığının günahını çeker de sevaba girmez. Sevabı
olmaz. Yani bizi bakmaktan, harama bakmaktan engelleyen
Allah'ın korkusu olması gerekiyor. Riyakarca insanların
korkusu değil, yani asıl yürekten bakmamayı, gönülden
bakmamayı temin etmeye gayret etmeliyiz.
Bu da Rabbimin yardımı ile olur, bizim de gayretimizle
olur. Eğer bunu başarabilmişsek Allah'a hamd etmemiz
gerekiyor. Yusuf (a.s.)'ın yaptığı gibi onların hilelerini
benden geri çevirmeseydin, yani beni engellememiş
olsaydın. Ya Rabbi ben onlara meyi ederdim. Ve o zaman
ben cahillerden olurdum. Sana hamd olsun, sen beni onlara
karşı korudun öyle ise ben de senin yolunda hapishaneye
gitmeyi onlarla yatmaya tercih ederim. Ve hapishane bana
daha sevimlidir diyor Yusuf (a.s.). Allah güzel insanlar
vermiş Osmanlı'ya. Güzel hizmetler de etmişler. İçerisinde
bazı yanlışlar yapanlar da olmuş ama genelde iyi insanlar
gelmişler. Bizim Türkiye'de araştırma yapanlarımız
insafsızca özellikle bu 72. sene, yani İslâm'ın kaldırılışının
72. yılını kutluyoruz. Bugün insanlar, bu 72 için tarih
yazanlar Osmanlının harem hayatına da el uzattılar, dil
uzattılar. Halbuki üniversite tarafından terceme edilmiş bir
kitap var. Üniversitede profesörün biri, Amerikalı birinin
kitabını terceme etmiş. Adam 1900 yıllarında Türkiye'ye
gelmiş, Osmanlı üzerine doktora yapmış, Diyor ki:
"Osmanlı da harem hayatı cariyelerin yetiştirilmesi
zevklerini tatmin için değildi. Padişaha şeyhul İslâm'a ve
veziri azama ve çeşitli insanlara kültürlü eş yetiştirmek için
açılmış bir okuldu diyor. Haremde bunlar dini eğitim
görürlerdi, İslâmi eğitim görürlerdi. Estetik, sanat, şiir,
edebiyat bütün bunların eğitimini görürlerdi ki, yedi iklimi
cihanı yönetecek olan insanın eşi de bu tür kültürlerden
mahrum kalmasın diye özel eğitimden geçerdi "diyor.
"Bir de genelde eşlerini cariyelerden seçmeleri, kardeşi,
dayısı, amcası, halası, teyzesinin oğlu olup da devlet
yönetiminde torpile, köşe dönmeye fırsat vermemek için
tercih edilirdi" diyor. Yani bir veziri azamın hanımı var ama
onun anası, babası, dayısı, halası, yok bilmiyor. Kime torpil
yapsın bu kadın. Sırf kocasının hizmetinde olmak,her sa-
hada kocasına yardımcı olmak, çünkü kültür seviyesi epeyce
yüksek bir kadın. İtikadı, ameli herşeyi fevkalâde bir kadın.
Birde bu insanlar öylesine güzel kadınlarla
evlendirirlermişki ileride kadınla vatanı satma tarafına
gitmesinler. Ve vatan da satmamışlar hiç, öylesine dünyaya
meyletmeme eğitimi verilmişki hani tenekelerle altun
verilmesine rağmen en son Abdulhamit ki en tenkid ettikleri
Abdulhamit bir karış toprağı veremem bin teneke altın
getirseniz bir karış toprak veremem ben. Çünkü orası kanla
alınmış, altınla satılmaz demiş.
Yani hepimiz yönetici olmaya talib olmalıyız. İslâm'ın
yöneticisi olmaya talib olmalıyız. Yusuf (a.s.)'ın
eğitiminden geçişini görüyoruz. Kadınla aldatma tarafına
giderler. Biraz sivrilirseniz bunun zaafı neresidir, kadındır.
Kadınla aldatmaya çalışırlar. Bunun zaafı nedir para, pa-
rayla aldatmaya çalışırlar. Para verirler. Hani Peygamber
Efendimiz'e teklif ettikleri gibi; "gel seni Mekke'nin en
zengini yapalım" diyorlar.
Tarih boyunca Yahudilerin oyunu hiç değişmemiştir. Para,
kadın. İnsanları aldatmak ve satın almak için bu ikisi
kullanılmıştır.
Yani Yusuf sûresini okumamızın sebebi, tarihi bir masalı
öğrenmek değil, bir Peygamber hayatını öğrenmek. O
Peygamberi kendimize örnek kabul edip yolumuza bir kadın
tuzağı çıkarsa ona meyletmemek. Yusuf (a.s.)'ın dediği gibi,
"ya Rabbi ben bu kadınla beraber olmaktansa hapishanede
yatmayı tercih ederim" deme durumuna yükselen insanlar
yönetimi elde edebilirler. 2139[31]
2139[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/143-146.
2140[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/146.
36- Yusufla beraber iki delikanlı daha hapse girdi. Onlardan
biri: "Ben rüyamda kendimi şarap sıkarken gördüm" dedi.
Bir diğeri de: "Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek
taşırken gördüm. Kuşlar ondan yiyordu. Bize bunun
yorumunu haber ver. Biz seni iyilik edenlerden görüyoruz"
dedi.
Onunla beraber iki genç delikanlı daha hapse girdi. Hani
Türkiye'de bir kısım kardeşlerimiz özellikle Risalei Nur'u
okuyan, Bediuzzaman Hz'lerinin çizdiği yolda İslâm'a
hizmet eden kardeşlerimiz hapishaneyi "Medreseyi
Yusufiyye" diye isimlendirdiler. Yani "Yusuf (a.s.)'ın med-
resesi" diye isimlendirdiler. Bu konuda çok cesurca hareket
ettiler. Özellikle 50'li yıllarda, 6O'lı yıllarda çok cesurca
hareket ettiler. Yani o
günün mahkemelerinde söylemiş oldukları sözler, yapmış
oldukları savunmalar tarihde eşi az görünen savunmalardır.
Yazılmadı, çizilmedi ama tarihin isimsiz kahramanlarıdır
onlar. Yazılanlardan daha ziyade yazılmayanları çok
önemlidir. Hani bazıları da iki günlüğüne hapishaneye girer
ondan sonra 200 sayfa hatırat yayınlar. Onlardan ziyade
yazmayanların ki daha ziyade yiğitçedir. Bazen
duyduğumuz, gördüğümüz veya bir hâkimden dinlediğimiz
veya bir savcıdan dinlediğimiz bazı olaylar vardır. Bunlar
köylü Mehmet ağam gibidirler. İsimsiz kahraman olarak
yaşarlar. İsimlerini belli etmezler. Kepenek altında yatan
koç yiğitlerdir bunlar.
"Medreseyi Yusufiyye" demeleri pek hoşuma gider . Salisen
benim kendi prensibim de odur. Bulunduğunuz yeri hep
güzelleştirin. Şahsi hayatımız da evin birinden çıktık mı,
öbürüne hep "Allah sevmiş dilemiş de bu evi nasib etmiş"
diyoruz. Amma da güzelmiş evimiz diyor öbür evi
kötülüyoruz. Halbuki o evi daha önce çok övmüştünüz
onlara. Bunun faydası vardır, rahat ediyorsunuz. "Evimizin
önünden, veya arkasından yol geçer diyorsunuz, ya da
arkada bir ağaç gözüküyor" diyorsunuz. İstabul'da bir
yeşillik görmek bile bir ni'mettir. Yani bir güzel tarafını
bulun rahat edersiniz. Bazıları sinir üstüne sinir yapıyorlar,
Böyle evlerde oturulur mu, şöyle edilir mi, böyle edilir mı
diye.. Hani evin tabanında oturacak olursanız, en altta, yazın
serin, kışın sıcak olur. En üstte oturacak olursanız o
manzarası güzel olur dersiniz. Mutlak surette güzel bir
tarafını bulursunuz.
Hapishaneye mi attılar, O Yusuf (a.s.)'m medresesine girdik,
çıka-rıverdiler, Yusuf (a.s) gibi serbest bırakıldık, bu
sevinecek taraf. Üzülmek istiyorsanız. "Ben buraya girecek
adammıydım. Başkasını koyamazlar mıydı" diye bağır çağır
faydası yok, hiç faydası yok. Sinir sisteminizi tahrip
etmekten başka birşeye yaramaz. İçerideki insanlara faydalı
olamazsınız. Kendi vücudunuza zarar verirsiniz, dışarıya
çıkınca da faydalı olamazsınız.
"İki delikanlı girdi. Onlardan biri dedi ki: "Ben rüyamda
şarap sıkarken gördüm. Üzümü sıkıp şarap yapıyordum.
Ben bunu görüyorum." Yusuf (a.s.)'a anlatıyor. Öbürüde
diyor ki: "Ben başımın üstünde ekmek götürüyorum.
Başımın üzerine koymuşum tablayı, ekmek var, ekmek
götürüyorum. Ama kuşlar o tepemin üzerindeki ekmeği
yiyorlardı. Rüyamda bunu gördüm." diyor." Sen bizim
rüyamızın tevilini bize bildir. Biz seni iyi insanlardan
görüyoruz. Sen iyi bir adama benziyorsun, sen bizim
rüyamızı bir tâbir et bakalım diyorlar.
Buraya girmeden öncede yukarıda da bir arkadaş dedi.
"Vallahi ben rüyalar görüyorum, nasıl yapayım, rüya
kitabına mı bakayım filan diyor. Rüya kitaplarına bakmayı
tavsiye etmem, hayatta hiç rüya kitabı almayın. Rüya tâbiri
doğrudur, kabul. Çünkü âyet-i kerime ile sabit.
Peygamber Efendimizin tâbir ettiği rüyalar vardır.
Peygamberlerin tâbiri kesin bilgidir. Ama onun dışındakiler
kesinlik ifade etmezler. Yani bizim tâbir edeceğimiz rüyalar
kesinlik ifade etmezler.
Peki rüya tâbir namesi olan kitaplar, onlar da kesinlik ifade
etmezler. Onu yazan zat, hani Nablusi denen zat, başında
mukaddimesinde yazmış. Bu tâbirler kesinlik ifade etmez
diyor. Çünkü rüyayı görene göre değişir. Rüyayı gördüğü
mevsime göre değişir, rüyayı gördüğü vakte göre değişir.
Mesela seher vaktinde mi görmüş, akşam yatınca mı
görmüş, tâbir ona göre değişir.
Bu konuda da bir hikâye anlatılır. Adam rüyasında ateş
görmüş. Alev yükseliyormuş. O şehirde tanıdığı sâlih bir
adama gitmiş. Efendim rüyamda ben bir ateş gördüm demiş.
Nerede gördün? Filan yerde. Bulabilirmisin? Kendi
dağımızın filan kayanın bitişiğinde bir yerde. Bir balta bir
kürek almışlar gitmişler. Kazmışlar bir küp altın çıkmış. O
sa-lih zatla bölüşmüşler bunu, aradan altı ay geçmiş aynı
adam rüyasında bir başka yerde aynı alevi görmüş.
Sabahleyin uyanınca o adama gidip anlatıp da niye onunla
bölüşeyim demiş. Baltayı küreği alır gider. Oraya kazar
kazar, derken bir çuval çıkar, çuvalın içinde bir adam ölüsü.
Tam o çuvalla uğraşırken arkadan da polis iz sürüyormuş,
kan izi. İzi sürmüş gelmiş adamı orada yakalamış. Halbuki
daha önceden binleri adamı öldürmüşler, oraya getirmişler
gömmüşler, kaçmışlar. Adamı suç üstü yakalamış oluyorlar
şimdi. Götürmüşler adamı dövmüşler dövmüşler, adam ben
suçsuzum, rüyamda ateş gördüm de öyle gittim demiş.
Polisler sen onu bizim külahımıza anlat demişler. Neyse
Allah'tan o gün asıl katiller yakalanmış, adam serbest
bırakılmış.
Doğru o salih zatın yanma gitmiş ve durumu anlatmış, O da
"Ben rüyamda böyle bir ateş gördüm deseydin, ben sana
şunu derdim. Sakın ha o dağın yakınına dahi bugün gitme.
Demiş ki ne fark eder, aynı ateşi gördüm. Bak yavrum daha
önceki rüyayı bir kış gününde gördün. Kış gününde görülen
sıcak ateş hayra alâmettir, ama sen bu rüyayı ağustos ayında
gördün, ağustos ayında ateş pek hayra alâmet değildir
demiş.
Yani rüya görülen mevsimine, görüldüğü ana, gören adamın
açlığına veya tokluğuna, namazı kılıp yatması ile namazı
kılmadan yatmasına bağlıdır. Tâbirini yapacak olan sorar,
namazı kıldında mı yattın, kılmadan mı yattın? Karnın fazla
tokmuydu? Ne zaman yattın? Bunların sorusunu sorar da
ona göre tâbir eder. Yinede kesinlik ifade etmez.
Peygamberlerin dışında rüya kesinlik ifade etmez. Onun için
rüyaları uyandığınızda Rabbim hayra tebdil et, Rabbim
hayırlı eyle deyip bitirin. Peygamberimiz "elhayru lena ve-ş-
şerru li e'daina" dermiş. Hayırlar bize, serler kötülükler
düşmanlarımıza diye dua edermiş. Bizde aynısını
söyleyeceğiz. Ve illâki anlatmak istiyorsanız, Muhsin
gördüğünüz bir insana anlatın. Yani o mahallenizde
semtinizde en salih, en temiz insan varsa ona anlatın. Onun
dışındakilere de fazla anlatmayın. 2141[33]
2141[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/146-149.
Veya evliyalar gaybı bilir mi? Bilmez deriz. Ama Rabbim'in
bildirdiğini bilirler. O zaman yine gaybı biliyor olmazlar.
Çünkü bilen Rabbim, Ona bildiren Rabbim'dir. İtikadımız
zedelenmiyor yine, gaybı Allah bilir diyoruz, orada
zedelenmiyor. Fakat -bazı arkadaşlarımız aşırı
muhabbetinden; Konya'da bir arkadaş bana diyor ki,
mühendis bir arkadaş. "Hocam şeyhim 24 saatimi kontrol
altında tutuyor diyor. Gece sağıma dönsem bilir, soluma
dönsem bilir." Dedim ki bir şehâdet getirsen. Olmaz böyle
birşey. Onu yalnız Allah bilir. Yani bir insanın 24 saatini
yalnız ve yalnız Allah (c.c.) bilir. Onun dışında kimse
bilemez. Ama şöyle birşey olur mu? Çok salih bir zata sizin
durumunuzu Rabbim bildirmiş, gönlüne birşey doğmuştur.
O olur onu kabul ediyoruz. Hani bazen tam filanı anarken
filan geliverdi, hayatınızda olan şeylerdir. Bu tür şeyler olur
ama 24 saatinizin her anını bilen Allah (c.c). Başka bilen
yoktur.
"Bu ikisi Rabbim'in bana öğrettiğidir. Ben bir toplumun
dinini terkettim ki o toplum Allah'a iman etmiyor. Ve onlar
ahireti de inkâr ediyorlar." Allah'a ve ahirete inanmayan bir
toplumun dinini terkettim diyor. Kim onlar Mısır devletinin
yönetim sistemini terk etti. Onların dinsizlik dinini bıraktı.
Çünkü onlar Allah'a ve ahirete inanmıyorlardı diyor Yusuf
(a.s.). Ya peki ne yaptım? 2142[34]
2142[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/149.
dedi, başka konuya girdi. Bize burada konuşmanın adabını
da öğretiyor.
Adamın biri geldi size her hangi birşey soruyor. Adama
bakıyorsunuz ki bu adamın bir yanlış tarafı var. Yani
imansızlık tarafı var veya müslümandır da o müslümanm
yapmakta olduğu bir hata vardır. Siz de onu biliyorsunuz
adamla karşı karşıya gelmişsiniz, birşey soruyor o sizi
dinleyecektir. Öyle ise münasib bir dille "bunun cevabını
vereceğim, İstediğini yerine getireceğim. Otur bakayım
şuraya/'diyerek. Durumu anlatıyor Yusuf (a.s.) gibi. "Ben
Allah'a ve ahirete inanmayan insanların dinini terk ettim,
terkettim ama dinsiz de kalmadım. İbrahim, onun oğlu
İshâk, onun oğlu Yâkub ki babamdır onların dinine tabi
oldum ki o İslâm dinidir. Allah'a herhangi birşeyi şirk
koşmak bize yakışmaz" diyor.
Yani bizi yaratan Allah'a ortak koşmak bize yakışmaz diyor.
Şimdi kendisiyle beraber içine alıyor onları, bak sizde
insansınız, bende insanım beraberiz. Yani size ve bana
yakışmaz veya burada o Peygamberlere de gider ama o
ikisine de gider. Bize Allah'a ortak koşmak yakışmaz.
Bu Allah'ın bir lütfü keremidir ve insanlara olan lütfü
keremidir. Yani Peygamberler göndermesi ve İslâm'ı
indirmesi Allah'ın bize ve insanlara olan bir lütfü keremidir.
Ancak insanların birçoğu Allah'a şükretmezler, bu nimetten
dolayı diyor. Ve o insanların mantığına göre bir konuşma
yapıyor. 2143[35]
2143[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/150.
hapishane arkadaşlığı var. Aynen ifade ile Ey hapishane
arkadaşlarım diyor, Yusuf (a.s.). Yani ileride devlet başkanı
olacak ve de Peygamber olacak bir zatın hapishanedeki o iki
garip adama hitabı, ey hapishane arkadaşlarım diyor. Çeşit
çeşit Rab edinmek mi daha hayırlı.......kelimesini efendisi
olarak alacak olursak bir kaç tane efendiye hizmet etmek mi
daha hayırlı yoksa bir tek olan, herşeyi gücü altına alan
Allah (c.c.)'a ibadet etmek mi daha hayırlı, ona hizmet
etmek mi daha hayırlı? diye onlara soruyor. Bu adamların
ikisi de kölelik yapıyor. Padişahın kölesi. Birisi padişahın
şarapçısı, diğeri de aşçısı imiş. Bir suçtan dolayı içeri
atılmışlar, ikisi beraber. Şimdi bir adama itaat etmek mi
daha hayırlı, yoksa çeşitli adamlara hizmet etmek mi.
Elbette birine öyle ise bu adamlara niye itaat ediyorsunuz.
Siz herşeyi gücü altında tutan bizi yaratan ve bir tek olan
Allah (c.c.)'e ibadet etmek daha hayırlıdır diyor. Peki
Allah'tan başka ibadet yaptığınız kişilere gelince Allah'tan
başka şu ibadet ettikleriniz var ya sizin o ibadet ettikleriniz
ancak sizin ve sizden öncekilerin ve babalarınızın isim
verdiği ilahlardır bunlar. Yani siz bunlara tapmıyorsunuz ya
bunların tapınılmaya layık olduğu konusunda Allah bir âyet
indirmiş değil. Siz ve sizin babalarınız bir araya gelmişsiniz,
biz bu atamızın yolundan gideriz diyorsunuz.
Yani bunun ilahlığma izini siz veriyorsunuz. Bu ilah değil,
bunu ilahlaştıran sizsiniz diyor. Yoksa o da sizin gibi
anadan babadan doğmuş bir adam. Binlerce adam siz bir
oluyorsunuz onu tutuyor bir de ilahlık rütbesi veriyorsunuz
ve ona tapınıyorsunuz.
Ve adamlar dinliyorlar, hakikaten bu da bir anadan ve
babadan doğmuş bir adamMısır'da. binlerce köle o adamın
ayakta durması için çalışıyor. Babalan da aynı yolda
çalışmışlardı. Şimdi adam, kanun koyucu devlet başkanını
gözünün önüne getiriyor, Onun gibi ekmek yiyor, onun gibi
yürüyor, onun gibi birgün geliyor hastalanıyor da. Pekala ne
hakJa kanun koyuyor.? İşte ona dikkat çekiyor Yusuf
(a.s.) 2144[36]
2144[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/150-151.
bilmezler, onları da hesap ederek meselenizi anlatacaksınız.
Misallerinizi onların anladığı ve bildiği şeylerden
anlatacaksınız. Hatırıma geldi, diyelim ki melekler
insanların amellerini yazar diyoruz. Kur'ân-ı Kerim'de sabit.
İnsanların iyi şeylerini de, kötü amellerini de kaydeder.
Günümüzün inkarcısı, inanmayanları diyor ki, Hocam o
yaza yaza bunların defteri bir camiyi almaz diyor. Nerede
taşırlar, omuzumuzda taşıyorlarsa ağırlık duymamız lazım.
Bu nasıl olur diyor adam. İstanbul'da oturana diyoruz ki
bakın bilgisajarlar var. Bilgisayarların disketleri var, bir
kasetin yarısının, yarısı kadar ince, onun içerisine kocaman
bir kütüphanenin kitabını kayd etmek mümkün mü?
mümkündür, insanoğlu bunu bir kütüphaneyi bir disketin
içerisine kaydedebilecek, yazım şekline getirmişse, insanları
Yaratan Allah meleklerine, kendine has bir yazım şekli ile
yazar bunu dedin mi o adam ikna olur. Ama siz bunu gider
Torosların büyük tepesindeki köyde "bir disketin içerisine
şu kadar bilgi alıyorlar" derseniz olmaz. Ya o zaman bir
incir çekirdeğinin içine, incirin bütün dallarını, yapraklarını,
kaç incir vereceğini, o çekirdeğin içine yazmış mı yazmış.
Köylü onu anlar. Çekirdeği ektin mi incir çıkar ve o büyür.
Onun bütün büyüklüğü 50 sene içinde kaç yaprak vereceği,
kaç tane meyve vereceği de yazar. Rabbim onun içine onu
sıkıştırmış sa meleklerde haydi haydi onu sıkıştırır dedin mi
onun aklına o yatar.
Yani insanların kültür seviyesini nazarı itibara alarak
anlatmaya dikkat edeceğiz. Burada da yukarıda geçmişti.
Şuayb (a.s.)'ın konuştuğu kişiler o günün uluslararası ticaret
yapan tüccarı. Onlara ayrı konuşuyor Şuayb (a.s.)- Burada
da kültür seviyesi gayet düşük iki tane köleye hitab ediyor
hapishanede. İnsanları hafife almakta yok, seviyelerine göre
hareket etmek var. Hafife almıyor, ulan bu köleden ne olur
demeyin. İki köleden ne olur? Mesela şöyle yapabilirdi, ben
Peygamber çocuğuyum, iyi eğitim görmüş bir insanım, ben
bunlarla mı konuşacağım deyip kenara çekilebilirdi ama o
zaman olmazdı. Peygamber çocuğuna yakışmazdı, O onlarla
sarmaş dolaş olmuş, hapishane arkadaşlarım demiş ve
onlara demiş ki; "çeşitli adamlara çalışmak mı daha iyi, bir
adama çalışmak mı daha iyi.?" Bir adama çalışmak iyi. Öyle
ise çeşitli Krallara bunlara itaat etmektense bir tek Allah'a
itaat etmek, ibadet etmek daha hayırlıdır değil mi
deyivermiş onlara. 2145[37]
43- (Birgün) Kral dedi ki: "Ben (rüyamda) yedi semiz ineği,
yedi zayıf ineğin yediğini, yedi yeşil başakla, diğerlerini
kuru gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüya tâbir ediyorsanız,
benim bu rüyamı yorumlayın."
Melik derki, yani kral der ki: "Ben yedi tane güçlü, yani
yağlı, etli butlu yedi tane sığır rüyamda gördüm. O güçlü
kuvvetli, etli butlu yedi sığırı, yedi tane zayıf sığır öküz
yerken gördüm rüyamda." Aslında gö-
rünüşde güçlü olan, zayıfı yemesi gerekiyor ya rüya bu.
Rüyada yedi tane zayıf öküz, yedi tane güçlü kuvvetli öküzü
yiyip bitiriyor. Daha ne görmüş. "Yedi tane yeşil başak, bir
de yedi tane kuru başak gördüm" diyor. Yukarıya atfediyor
bazı tefsircilerimiz. "Yedi tane kuru başağın, yedi tane yeşil
başağı yediğini gördüm" diyor. "Ey benim çevremde olan
insanlar, (yani ilim adamları, rüya tâbircileri, ordu
komutanları, genelde padişahın çevresindeki yakınları için
söylenen kullanılan bir ifade) Ey çevremdekiler! Eğer rüya
tâbiri edebiliyorsanız, yapabiliyor-sanız, buyurun şu benim
rüyam konusunda bana bir cevap verin" diyor kral. Demek
ki rüya tâbirciliği yalnız Yusuf (a.s.) ile başlamamış, daha
Öncesinden de varmış. Yusuf (a.s.) rüyayı çok güzel tâbir
edebiliyor, ama rüya tâbiri insanlık tarihi kadar eskidir. Hz.
Adem'e kadar varır. Çünkü Hz. Adem'de bir insandı, insan
rüya görür. Bazı rüyalar günlük olaylarda karşımıza
çıkıveriyor. Gece rüyasını görüyoruz, sabahleyin aynısı
ayan beyan ortaya çıkıveriyor. Hayatımızda da oluyor
bunlar. Gerçi rüyayı görüp sabahleyin kalktığımızda tâbirini
bilemiyoruz ama sonra olayla karşılaşınca ben bunu
gördüydüm deyiveriyorsunuz. Bu kendi hayatımızda olduğu
2147[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/153-155.
gibi Adem (a.s.) da da olmuştur. Ve Adem (a.s.) da aynı
zamanda Peygamber olması nedeniyle tâbiri de güzel
yapmıştır. Rüya görmek ve rüya tâbir etmek insanlık tarihi
kadar eskidir. Buradan da anlıyoruz. Yusuf (a.s.) dan önce
rüya tâbirciliğinin olduğunu görüyoruz. Çünkü kral Yusuf
(a.s.)'ı tanımadan çevresindekilere diyor ki rüyamı eğer tâbir
edebilirseniz buyurun tâbir edin diyor. 2148[40]
47- (Yusuf) dedi ki: "Siz adetiniz üzere yedi yıl ekersiniz.
Ekini biçtiğiniz zaman yiyeceğiniz az bir miktarın
dışındakiIeri başağında bırakın."
Yusuf (a.s.); Ard arda yedi yıl bol miktarda zirai mahsul
elde edeceksiniz. Hasat zamanında topladığınız bu
mahsulleri olduğu gibi başağında bırakın. Tabii ki buğdayı
ve arpayı, ziraî mahsûlleri koruma me-todları o gün için
gelişmediğinden en iyi koruma yolu başağında bırakmak.
Hepimiz Anadoludan geldiğimiz için buğdayın başağını
biliyoruz. Başağında kalırsa çürüme önlenir. Kuruduktan
sonra hasat zamanında almıyor, başağıyla koyuluyor; depo
ediliyor. Öyle olunca iki buğday birbirine değmemiş aradan
2150[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/157.
2151[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/157.
hava geçmiş olacaktır, ve korunacaktır. Şimdi ise depolarda
dışardan rutubetin gelmesini, alttan üstten rutubetin
girmesini engelliyorlar. Ofislerin dışında da, ofisler dolunca
çelikten veya alüminyumdan yapılan depolar dolunca
Anadoluda, Konya'da bakıyoruz toprağa atıyorlar, toprağın
üzerine döküyorlar. Ama onunda en üst kısmına yine
buğdayın başağından elde ettikleri samanı döküyorlar.
Samanı döktükten sonra buğdayı Örtüyorlar. Yani yine bir
samanla koruma, başağıyla koruma tarafına gidiliyor
günümüzde de.
Onu başağıyla beraber bırakınız ama yediğiniz kadarını tabii
ki başağından çıkarırsınız. O sene yiyebileceğiniz kadarını
yersiniz, başağından çıkarırsınız, yiyemeyeceğiniz kadar da
olacak, bol miktarda olacak. O bol miktarda mahsulü ise
başağında bırakırsınız diyor. 2152[44]
2154[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/158-159.
Git ona bir bir hatırlat diyor. 2155[47]
2159[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/161-162.
bilirim."
O da dedi ki: "Yani bana danışmanlık teklif etme. Beni
bütün yeryüzünün hazineleri üzerine söz sahibi kıl. ben bu
işi yapabilecek, koruyabilecek güce, idare edebilecek
bilgiye sahibim" diyor Yusuf (a.s.). Yani sen devlet
başkanlığından çekil ben yöneteyim bu ülkeyi diyor, yoksa
anlaşmaya girmek olmaz.
Bazıları bunu ortak yönetim şeklinde anlıyor, özellikle
Hindistan'daki bir kısım hint alimleri; Hindistan'da ortak
yönetim örnek gösterirler yönetim hinduların elinde. Yani
Gandi ve Onun soyundan olanlar devleti yönetirler ama
biriki bakanlıklarda müslümanlara verirler. Çünkü 100-150
milyonluk müslüman var orada. Şimdi 200 milyon oldu
diyorlar. Onun için bazı bakanlıkları veriyorlar. Şimdi
yönetimde bu bakanlıkları alan müslümanların hocaları da
bu âyeti delil getirerek "Efendim kafirlerle uyumlu bir
devlet kurulabilir. Bir kısım bakanlığı onlar, bir kısım
bakanlığı bizimkiler alabilirler. Böylece laik bir devlet
kurulabilir, yönetilebilir. Buyurun Yusuf (a.s.) maliye
bakanlığına tayin edilmişti" diyorlar.
İşte oranın etkisiyle Türkiyede de aynı sözler var ama Allah
rahmet eylesin Elmalılı Merhum, fevkalade cevap vermiştir.
Yusuf (a.s.) maliye bakanlığına değil, yeryüzünün hazineleri
yönetmeyi istedi derken; bir devletin hazinesinde buğdayı
da var, madeni de var, kömürü var, insanı var. Yani bir
devletin sahip olduğu herşey o devletin hazinesi sayılır.
Yoksa sadece hazine bakanlığı değil. "Hazain" diyor,
"Hazine" demiyor. "Hazine" tekildir, "Hazain" çoğuldur. Bir
ülkenin, bir devletin sahip olduğu güçdür. Sahip olduğu güç
nedir. Birinci derecede insan gücüdür, ikinci derecede mali
güç gelir. Ziraî mahsuller, toprak mahsulleri, madenler ve
diğer birimleri. Eğitimden askeriyesine kadar ülkenin sahip
olduğu herşeye "Hazain" denir. Bu konuda Mevdudi de
güzel açıklama yapmış. Tefhimul Kur'ân'ında, o da devlet
başkanlığını istedi diyor. Beni devlet başkanlığına getir,
dedi, diyor ve delil olarak da bazı âyet-i kerimeleri veriyor.
Mesela 72. âyette diyorlar ki: "Başkanımızın
bardağını, su tasım kaybettik" Yusuf (a.s.)'ı kasdederek,
Yusuf (a.s.)'a Melik tâbirini kullanıyor.
Eğer maliye bakanı olmuş olsaydı devlet başkanı tâbiri
kullanılmazdı. 72. âyet-i kerimeyi delil getiriyor. Yusuf
(a.s.) Maliye Bakanı değildi. Yusuf (a.s.) devlet başkanıydı
diyor 100. âyette. Annesi, babası, kardeşleri yanına gelince
onları, annesiyle babasını devlet başkanlığı koltuğunun
yanına, birini bir tarafına, diğerini bir tarafa aldı. Devlet
başkanlığının yanına aldı. Annesi ile babasını yanına
oturttu. Kardeşleri de karşısına geldiler ve Onun için saygı
ile huzurunda eğildiler diyor 100 âyette. Bunlar da
gösteriyor ki Yusuf (a.s.) devlet başkanlığına talib olmuştur.
Maliye Bakanlığına talib olmamıştır. Zaten hemen
arkasından devam eden 56. âyette arkadaşların böyle
anlamasını engelliyor. 2160[52]
2160[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/162-163.
hüküm çıkarmışlar. Devlet yönetimine talip olunmaz aslında
kaide budur. Yani bir makam bir mevki, bir devlet görevi
açıldığında oraya talip olunmaz, istekde bulunulmaz,
başkaları talib olur. Senin durumunu, ilmini, gücünü her
türlü kabiliyetini bilenler sana talib olmalıdır. Gel kardeşim
bu makama sen layıksın denilmelidir. Yoksa "talib
olunmamalıdır" kaidesi İslâm hukukunda geçerlidir. Devlet
başkanlığına talib olunmaz. Mesela Hz. Ebu Bekir
Peygamberimiz'den sonra devlet başkanlığına talip olmadı.
Toplandılar, Hz. Ebu Bekir de içimizden birini seçelim
diyor. Teklifler var, filanı seçelim, filanı seçelim diye. Hz.
Ömer (r.a.); yahu senden iyisini biz nereden bulalım derken
orada bulunanların hepsi birden demişlerki doğru
söylüyorsun. Hz. Ebu Bekir'den iyisini bulamayız ki
demişler ve Onu seçmişler. Hz. Ebu Bekir buna talip değil,
ama diğerleri Onun en iyi bu işi yönetebileceğini biliyorlar.
Ama demişler bu âyet-i kerimeyi delil getirerek kişinin
kabiliyeti hakkında diğerlerinin bilgisi yoksa o zaman
kendisini arz eder der ki, efendi burada Yusuf (a.s.) ben bu
işi koruyabilecek güçteyim, bu işi idare edebilecek bilgiye
sahibim. Beni devlet başkanlığına getirin diyor. Bu işi ben
yapabilirim. Yapabildiğini gösterdi zaten.
Yani bolluk yıllarında depolama sistemini ilk defa getiriyor
ve o kıtlık yıllarında o depodan harcamayı getiriyor. Milleti
sıkıntıya düşürmediğini ortaya koydu. Yani kişiler sizin
kabiliyetinizi bilmiyorlarsa abartmadan kendi kabiliyetinizi,
bilginizi arz edersiniz. Dersiniz ki: "Efendim ben şöyle
şöyle bilgiye sahibim, şu şu okullarda okudum. Şuralarda
deneyimim vardır. Benden daha kabiliyetli arkadaş varsa
onun olmasını isterim, ama yoksa benim durumum budur"
demek hakkına sahiptir. Müracaatında bunu yapar.
Ama bir arkadaşım diyor ki, "Bir yere genel müdür
alınacak, onu da yetki olarak bana verdiler diyor. Dediler ki
sen seç. 15 kadar müracaat var. Tabii ki bunu da duymuşlar,
görev alınmaz verilir ilkesini de duymuş 15'i de. Sırayla
hepsine nasılsınız diyorum? Hepsi de efendim benden daha
layık arkadaşlar var. 15'i de aynısını söyledi." Hepsini
birden toplamış, hepiniz de yalan söylüyorsunuz. 15'inizde
torpil yapmak için adam gönderdiniz. Eğer adam
göndermeseydiniz ve bunu söyleseydiniz size inanırdım.
Ayrıca torpil gönderip, sonra da karşıma geçip, efendim
benden daha layığı varsa onu tayin et diyorsunuz. Bana şunu
söyleyin, nerede okudunuz, ne yaptınız, nerelerden
tecrübelisiniz, bunları söyleyin de sizin aranızdan birini
seçelim dedik, diyor arkadaş. Yani samimi olarak
durumunuzu arz edersiniz. Değerlendirmeyi samimi
insanlara bırakırsınız.
Tabii bu İslâmi bir sistemdedir. Yoksa adamlar şimdi adama
iş arıyorlar. İşe adam aramıyorlar. Yahu bizim adamlar
seçim zamanında çok çalıştı. Bu arkadaşlara iş vermezseniz
dört sene sonra çalışmaz bunlar. Bunlara bir iş bulalım,
müdürlük icad edelim, bakanlık icad edelim, bu arkadaşlara
iş bulalım. Yapar mı yapmaz mı önemli değil. Öyle bir
yerde kendinizi tanıtın, ben bu işe talibim, ben bu işi
yaparım deyin. Çünkü daha kalitesiz insanlar oraya
ahnacaksa, sizden kalitesiz ise dikkat edin, sizden kaliteli ise
ve de sizin gibi müslümansa orada bu benden iyidir deyin.
ki demişler ve Onu seçmişler. Hz. Ebu Bekir buna talip
değil, ama diğerleri Onun en iyi bu işi yönetebileceğini
biliyorlar. Ama demişler bu âyet-i kerimeyi delil getirerek
kişinin kabiliyeti hakkında diğerlerinin bilgisi yoksa o
zaman kendisini arz eder der ki, efendi burada Yusuf (a.s.)
ben bu işi koruyabilecek güçteyim, bu işi idare edebilecek
bilgiye sahibim. Beni devlet başkanlığına getirin diyor. Bu
işi ben yapabilirim. Yapabildiğini gösterdi zaten.
Yani bolluk yıllarında depolama sistemini ilk defa getiriyor
ve o kıtlık yıllarında o depodan harcamayı getiriyor. Milleti
sıkıntıya düşürmediğini ortaya koydu. Yani kişiler sizin
kabiliyetinizi biliniyorlarsa abartmadan kendi kabiliyetinizi,
bilginizi arz edersiniz. Dersiniz ki: "Efendim ben şöyle
şöyle bilgiye sahibim, şu şu okullarda okudum. Şuralarda
deneyimim vardır. Benden daha kabiliyetli arkadaş varsa
onun olmasını isterim, ama yoksa benim durumum budur"
demek hakkına sahiptir. Müracaatında bunu yapar.
Ama bir arkadaşım diyor ki, "Bir yere genel müdür
alınacak, onu da yetki olarak bana verdiler diyor. Dediler ki
sen seç. 15 kadar müracaat var. Tabii ki bunu da duymuşlar,
görev alınmaz verilir ilkesini de duymuş 15'i de. Sırayla
hepsine nasılsınız diyorum? Hepsi de efendim benden daha
layık arkadaşlar var. 15'i de aynısını söyledi." Hepsini
birden toplamış, hepiniz de yalan söylüyorsunuz. 15'inizde
torpil yapmak için adam gönderdiniz. Eğer adam
göndermeseydiniz ve bunu söyleseydiniz size inanırdım.
Ayrıca torpil gönderip, sonra da karşıma geçip, efendim
benden daha layığı varsa onu tayin et diyorsunuz. Bana şunu
söyleyin, nerede okudunuz, ne yaptınız, nerelerden
tecrübelisiniz, bunları söyleyin de sizin aranızdan birini
seçelim dedik, diyor arkadaş. Yani samimi olarak
durumunuzu arz edersiniz. Değerlendirmeyi samimi
insanlara bırakırsınız.
Tabii bu İslâmi bit" sistemdedir. Yoksa adamlar şimdi
adama iş arıyorlar. İşe adam aramıyorlar. Yahu bizim
adamlar seçim zamanında çok çalıştı. Bu arkadaşlara iş
vermezseniz dört sene sonra çalışmaz bunlar. Bunlara bir iş
bulalım, müdürlük icad edelim, bakanlık icad edelim, bu
arkadaşlara iş bulalım. Yapar mı yapmaz mı önemli değil.
Öyle bir yerde kendinizi tanıtın, ben bu işe talibim, ben bu
işi yaparım deyin. Çünkü daha kalitesiz insanlar oraya
alınacaksa, sizden kalitesiz ise dikkat edin, sizden kaliteli
ise ve de sizin gibi müslümansa orada bu benden iyidir
deyin. 2161[53]
2161[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/163-164.
onlar da zengin olurlar, ama çalışırlarken elde ederlerken
İslâmi kurallar içinde haksızlık yapmayacaklar Müslüman
hâkim olacak, onun hâkimiyeti altında çalışacaklardır. 2162[54]
2162[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/164-165.
2163[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/165-166.
2164[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/166.
60- "Eğer Onu (baba bir kardeşinizi) bana getirmezseniz
size ölçek (le verilecek bir şey) yok ve bana da
yaklaşmayın" dedi.
Eğer Onu bana getirmezseniz o zaman size buradan yiyecek
maddesi yok ve bana da yakın durmayın, gelmeyin.
Yaklaşmayacaksınız, yani bugünkü ifade ile giriş izni vizesi
verilmez. Kardeşinizi de getireceksiniz. 2165[57]
2169[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/167-168.
bir yiyecek maddesi elde etme yoludur. Yani, kardeşimizi
bizimle gönder diyorlar. 2170[62]
2172[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/169-171.
68- Babalarının emrettiği şekilde (ayrı ayrı kapılardan
Mısır'a) girdiler. Bu (tedbir) Allah'ın (takdirinden) hiçbir
şeye faydası olmadı. Ancak Yâkub'un içindeki bir (teselli
için tedbir) ihtiyacını yerine getirmişti. Şüphesiz O, kendi-
sine öğrettiğimiz için ilim sahibi idi. Fakat insanların bir
çoğu bunu bilmezler.
Babalarının emrettiği yerden girdiler. Burdada yukarıyı izah
kabilinden onlar babalarının tarif ettiği yerden girdiler. Yani
ayrı ayrı kapılardan girdiler. Bu ayrı ayrı kapılardan giriş
alınan bu tedbir Allah'ın onlar hakkında tayin ettiği kaderi
değiştirmez, ancak babalarının onlara vermiş olduğu emri
yerine getirmiş olurlar. Yani tedbiri almış olurlar.
Babalarının sözünü tutmuş olurlar. Allah'ın kaderi ne ise o
olacaktır. O Yâkub bizim kendisine öğrettiğimiz ilimden
dolayı ilim sahibidir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Yani Yakup (a.s.) şöyle şöyle tedbir alın, ayrı kapılardan
girin, ancak bu tedbirinizde Allah'tan gelecek olanları
değiştirmez diyor. Bunu kim diyor? Yâkub (a.s.) diyor, o
nereden bilir? Rabbim ona öğrettiğinden dolayı bilir, ona
dikkatimizi çekiyor. Ama birçok insan ise bunu bilmez.
Şöyle şöyle olmasaydı o orada ölmezdi. Bunu insanlar
söyler, yani bilmeyen insanlar söyler. Yakup (as) tedbirin
taktiri bozmayacağını söyler ama kendi iç dünyasını tatmin
etmek içinde tedbir alınmasını oğullarına söyler.
Esna-ı Metalib Fi ehadisi Muhtelifetü-1 Meratib isimli
eserde, Deylemi'den naklen Metruk bir hadis rivayet edilmiş
"İza Eradellahü İnfaze Kazaihi" diye başlayan bu hadisi bir
türk şairi
"Hakimi Hükmü Ezel İnfaz İçin takdirini
Selbeder Erbabı Aklın Fikrini İdrakini" diye tercüme
edivermiş.
Bütün ihtimalleri; düşünürsünüz, en basit ihtimali
düşünemezsiniz, oradan gelir bu sefer beklemediğiniz şey.
Yani biz tedbiri almaya devam edeceğiz, fakat bu tedbirin
takdiri bozmayacağını iyi bileceğiz. 2173[65]
2177[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/173-174.
yönetiyor ama kanunların birçoğu eski. Tamamıyla eski
sistem devam ederken Yusuf (a.s.) geliyor. Yusuf (a.s.)'da
tedrici olarak İslâm'ı yürürlükte kılacak onun için. Bir,
babası Yâkub'un dinine göre, yani İslâm dini yasasına göre
alıkoyması söz konusu, Bir de devlet başkanı olan daha
önceki devlet başkanı olan kralın kanunlarına göre
alıkoyması söz konusu.
Ama bir Peygamberin kendi şahsi meselesinde kralın
kanunlarını uygulaması bir Peygambere yaraşmaz. Bu sûre
bizim için çok şeyler veriyorki, önemlidir. "Melik'in dini"
diyor, kanunu yerine de . Yukarıda geçmişti devlet başkanı
ve kanun koyucu da "O itaat eden adamların Rabbidir." yani
Kanun koyucu alt taraftaki insanların Rabbidir. Ona iman
eden, onu tatbik edenler onu Rab edinmiş insanlardır diyor.
Burada da o kanunları kabul edenlerin, kanunlar dinidir. Bir
adam böyle Kur'ân-ı ve Onun hükümlerini arkasına
atıverirse, yeni tuttuğu kanunlar onun dini oluyor, dininden
çıkıyor. İslâm dininden, yeni bir dine giriyor. O da dinsizlik
dini oluyor. Melikin kralın kanunlarına göre kardeşini
tutması Yusuf (a.s.)'a yakışmazdı. Çünkü şahsi meselesi idi,
ama diğer meselelerde kralın kanunlarını uyguluyor oda
Rabbimin işaretiyle, Rabbimin dilemesi müstesna.
Rabbimin müsaade ettikleri var çünkü. Yeni kanunlar gelip
insanlara duyuruluncaya kadar otorite boşluklar kabul
etmeyeceğinden onlar yürürlüktedir. 2178[70]
2178[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/174-175.
yapmışsa daha önce bunun kardeşi de böyle birşey yapmıştı
diyorlar. Halbuki Yusuf (a.s.) böyle birşey yapmamıştı. Ona
iftira atıyorlar, Yusuf (a.s.) kendisini onlara karşı gizledi ve
ortaya çıkmadı. Dedi ki: "Öyle bir kötü durumdasınız ki,
Allah sizin bu anlattıklarınızı biliyor." Yani benim hırsızlık
yapmadığımı biliyor ama sizin bu yaptıklarınızı biliyor ve
kendisinide ortaya koymadı. 2179[71]
78- "Ey Aziz! Onun ihtiyar bir babası var, Onun yerine
bizden birimizi alıkoy. Biz seni iyilik edenlerden olarak gö-
rüyoruz" dediler. 2180[72]
2179[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/175.
2180[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/175-176.
2181[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/176.
80- Ondan (Yusuf'dan) umudu kesince fısıldaşmak üzere bir
kenara çekildiler. En büyükleri: "Babanızın sizden Allah
adına sağlam söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında
yaptığınız hatayı bilmiyormusunuz? Babam bana izin
verinceye kadar veya Allah hakkımda hükmedinceye kadar
ben bu yerden ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en
hayırlısıdır." 2182[74]
2188[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/179.
yapıyorum ve sizin bilmediğinizi biliyorum diyor. 2189[81]
2189[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/179-180.
bellerini doğrultması mümkün değil. Yeniden
müslümanların devlet olması mümkün değil. İslâm'ın
yeniden insanlara tatbiki.kolay değil, olmaz gibi
ümitsizliklere düşmeyi Mehmet Akif gebermek olarak
değerlendiriyor.
"Dünyada inanmazdım, hani görsem de gözümle " İmanı
olan kimse gebermez bu ölümle Ey dibdiri meyyit, iki el bir
baş içindir. Davran sana ellerde senin, başda senindir."
Ne ile yapayım diyenlere cevap veriyor. İki el bir baş
içindir, bir başın varsa Rabbim iki tane de el vermiş. Bir baş
içindir, davransana, eller de senin, baş da senindir. Baş
senin el de senin öyle ise bir başını Allah yolunda
kullanacak iki tane de el vermiş Allah (c.c). Ümitsizliğe
düşme, çünkü ümitsizliğe düşenler ancak kâfirlerdir diyor
Allah (c.c.)
Dikkat edin Yusuf (a.s.)'ın kıssası anlatılıyor, ama bizim de
hayatımızda olayları iyi araştırmamız gerekiyor. Kimler,
neler, ne yapıyorlar, nerede yapıyorlar, nasıl yapıyorlar,
niçin yapıyorlar? Bunlar araştırılacak ve İslâm'ın iktidar
olmasından da hiç ümitsizliğe düşülmeyecek. 2190[82]
2190[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/180-181.
buğday kadar yoktur.
Hani Şirazi anlatır: Çölde insanlar susuzluktan oluyorlarmış,
ama kervanın çuvallarında da yakut, mercan, inci
yüklüymüş ve susuzluktan o kafile helak olmuş. Son ölen
adam kumun üzerine eliyle yazmış.
"Keşke bir bardak su verilseydi de bütün yüklerimizi ona
verseydik." Yani çölde bir çuval dolusu altın bir bardak su
karşılığında verilir mi? verilir. Burada da kıtlık yılları
var,her tarafta buğday yok, yiyecek maddesi yok ve
paralarıyla geliyorlar ama buğday karşısında değeri yok.
Çünkü yenmiyor. Sana değersiz mallarımızla geldik. Sen
bize yiyecek maddeleri ver. Ve sen bize iyilikde bulun. Yani
tasadduk et. Yani aslında senin verdiğin, para karşılığında
verdiğin bile bize bir sadaka gibidir. Veya sen bize fazla
fazla, paramızın karşılığının daha fazlasını da ver. "Sadaka
verenleri Allah mükâfatlandırır" diyorlar devlet başka-
nına. 2191[83]
2193[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/182.
halinde İslâm'a girerler. Sen onları gördüğünde Rabbine
hamd et, Rabbini teşbih et" âyet-i kerimesine uygun olarak
fetih namazı vardır ve Peygamber Efendimiz de Mekke'yi
feth ettiğinde1 bu dört rekatlı namazı kılmıştır derler. Bu
bizim tarihimizde böyle. Saad b. Ebi Vakkas'da îran'ı
fethettiğinde İran sarayına girer ve o ipekli halılar üzerinde
Rabbine şükreder, iki rekatlı fetih namazı kılar. Allah'ın
yardımına karşı" şükür böyle olur. Peki imansız kesim ne
yapar, onlar da buna benzer bir iş yaparlar. Her hangi bir
başarılarının neticesinde onlar da ilahlarının huzuruna
giderler şöyle şöyle yaptık, böyle böyle yaptık dediğin
doğrultuda hareket ediyoruz. Ve onun için huzuruna geldik
diye kendi varlıklarını ve yaptıklarını ona arz ederler. Aynı
şekildedir, insanlık tarihinde imanla küfrün, mü'minle
kâfirin yaptığı birbirine benzer aslında. Kâfir de evlenir,
mü'min de evlenir. İkisinin de yaptığı aynı şey. Mü'min de
aynı işi yapıyor ama Rabbimin koyduğu kurallar içinde
yapıyor. Öbürü Rabbimin kurallarının dışında yaptığından
dolayı günaha giriyor. Müslüman da yiyor, kâfir de yiyor.
Mü'minin ki sevap oluyor, öbürü-nünki günah oluyor, O da
aynı şekilde. Bütün hareketlerimiz aslında bir ihtiyacın
neticesinde yapılmaktadır. Biz Rabbimizin huzurunda secde
ediyoruz. Onlar da başkalarının huzurunda secde ediyorlar.
Hz. Peygamber 4 rekatlı namazını kıldıktan sonra Mekke'ye
geliyor, Kabe-i Muazzama'nın kapısında halka varmış
oradan elini tutuyor ve insanlara; " Benden ne beklersiniz,
ne yapmamı bekliyorsunuz?" demiş. Onlar da demişler ki:
"Sen Kerim oğlu Kerimsin. Baban soylu, cömert iyi insandı,
sen de öylesin, deden de öyle idi senin. Senden iyilik-den
başka birşey beklemeyiz" diyorlar. Tabii ki bu yağcılık, ama
Hz. Peygamber hissi hareket edecek değil. Çünkü
Peygamberdir Rabbimin denetimindedir. Ve o diyor ki:
"Hepiniz evlerinize gidiniz. Hepiniz hürsünüz, ben kardeşim
Yusuf un dediğini derim, diyor ve 92. ayeti okuyor. 2194[86]
2194[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/182-184.
"Allah sizi af eder. O merhamet edenlerin en
merhametlisidir" Yani bir Peygamber adayını kuyuya
atmaktan dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Allah'ın af
etmeyeceği günah yoktur. Şirk hariç. Af etmeyeceği günah
yoktur. Öyle ise Allah af eder. Çünkü o merhametlilerin en
merhametlisidir. Demekki biz de merhametliyiz. Allah'ın
yarattıklarında da merhamet var. Onun içinde Müslim'de
Peygamber (s.a.v.)'in bir hadisi rivayet ediliyor. Allah (c.c.)
merhametini 100 parçaya ayırdı, bir parçasını yeryüzündeki
canlılara verdi. 99'u ahirette, mü'minlere kendisi merhamet
edecek. Yani rahmetin ve merhametin büyüklüğüne bakın ki
yeryüzündeki canlıların, yani kedinin yavrusunu korumak
için köpeğe meydan okuması vardır. Tavuk kendi yavrusunu
korumak için aslana meydan okuyor. Başka zaman korkar.
Ve insanoğlunun merhameti, diğerlerine karşı gösterdiği
merhamet, Rabbimin dağıttığı o bir merhametten herkesin
hissesine düşendir. Rabbimin merhametinin ahirette nasıl
olacağını ona göre mukayese etmemiz gerekiyor.
Bunlar bize şunu veriyor. Rabbim af ediyorsa biz niye af
etmeyelim. Yani Peygamberi öldürmeye teşebbüs etmiş
adamların af edileceğini Allah (c.c.) haber veriyor. Ama biz
diyoruz ki bazı isimler Türkiye'de ve dünyada yaşayanlar,
gündeme geldiğinde, "Hocam onu Allah af et-sede ben af
etmem" diyor. Bu söz büyük günahdır. Af edecekse bana ne,
sana ne. Cennet onun, af etmek onun, kul onun. Yani o
adam ne oluyor. Onun için biz, Allah (c.c.) insanlara bakış
açımızı nasıl belirtiyorsa nasıl bakmamız gerekiyorsa onu
öğrenelim. Ve ona göre hareket edelim.
Yine gazeteci arkadaşın dediği, "500 bin vesikalı kadın ne
olacak" diyor. "Af edilecek" diyorum. Herkese birer ev,
mümkün mertebe verilecek, bir sığınacak yer verilecek ve
geçimi tedarik edilecek devlet tarafından. Ve onlara
namusuyla, iffetiyle beraber yaşayabilecekleri kocalar temin
edilecektir. Yani onların evlenmesi teşvik edilecek ve de
onlarla izzetli, ve iffetli bir hayat yaşayacaklar. Peki bugüne
kadar yaptıklarından dolayı? Yaptıklarından dolayı hesaba
çekilmeyecekler. Çünkü bu rejimin pisliğidir bunların
yaptığı. İslâm'ın döneminde yapmıyorlar ki bunlar. Çünkü
İslâm onlara cezalandırmadan önce önlemini alıyor. O
önlemler alınmamış, bunlar itilmiş ve şimdi bunları fayda
vermediği kişileri cezalandırma hakkını kendinde görmüyor
dinim. 2195[87]
2195[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/184-185.
birini üzerine koyarlar veya giydirirler, veya koklatırlar.
Belki bu âyettten hareketle bunu yapıyorlardı ama bu
böyledir, kesindir demiyorum. Âyetteki doğrudur da, bizim
köyün âdeti tıbbîdir diyemem. Onun için doktorlarımızın bu
konu üzerinde de biraz düşünmeleri gerekir. Yani bu hür
iradeli doktorlarımızın, yoksa batıya bağımlı
doktorlarımızın değil. Hani televizyonda bir ara
seyretmiştik. Kanser ilacıyla ilgili olarak; "Avrupalılar
kabul ederse kabul ederim" diyor. Profesör, sıradan bir
doktor değil. Avrupalılar kabul ederse kabul ederim diyor.
Böyle bir adamı kabul etmekte doğru değil. Doktor değil ki
profesör olmuşsun, belirli bir seviyeye gelmişsin. Sen de bir
mantığını kullan.
Biraz sonra gelecek âyet-i kerime İslâm'a gelişte bile
basiretle gelin. Gözü, körü körüne gelmeyin diyor. Yani hür
fikirli, hür iradeli, ilmi dirayeti, medeni cesareti yerinde
olan doktorların, arkadaşlarımızın bu hastalıkların
tedavisinde her hastalığın değil, özlenen özleyen bir insanın,
hani sevgilisini özlemiş, hanımını özlemiş, çocuğunu
özlemiş, babasını özlemiş, kardeşini özlemiş bir insan ondan
dolayı hastalanmış. Soğuktan hastalanmışın üzerine değil,
onun üzerine ne kadar ne getirirseniz getirin farketmez.
Tabii hastalığın sebebi ayrılık, hüzün. Bu hüzün sebebiyle
hastalığın tedavisi olur mu? Olabilir. Mecnun için söylerler.
Köpek görmüş, köpeğin elini ayağını kaldırır kaldırır
öpermiş. Hayrola niye öpüyorsun demişler. Leyla'nın
memleketinden geldi bu köpek. Olaki Leyla'nın ayak bastığı
yerlere bunun ayağı da değmiştir diye öpüyorum demiş.
Faydası olur mu? Ben olur desem belki siz anlayamazsınız
veya ben anlayamam. Ama aşık olan anlar. 2196[88]
2196[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/185-186.
"Şüphesiz ben Yusuf'un kokusunu buluyorum" dedi.
Kafile Mısır'dan ayrılınca, yani Yusuf (a.s.)'ın yanında
kardeşleri Yusuf u tanıyorlar. Birkaç gün sohbet ediyorlar,
gömleğini veriyor kardeşlerine, babamın yanına gidin
gömleği gözüne bırakın. O görecektir. Tekrar ve tekrar siz
bana annem babam ve bütün ailenizle geliniz diyor.
Derken kafile merasimle uğurlanıyor, şehirden ayrılınca
Yâkub (a.s.) diyor ki: "Kenan ilinde sen abuk sabuk
konuşuyorsun demezseniz ben size birşey söyleyeyim: Ben
Yusuf un kokusunu alıyorum diyor. Aradaki mesafe benim
hesab edebildiğim kadar 520 km. mesafeden Yâkub (a.s.)
oğlu Yusufun kokusunu alıyor. Malum bugün televizyon
renkleri naklediyor, sesi de naklediyor, kendi görüntüsünü
naklediyor. Ama henüz kokuyu nakledemiyor. Ama
nakledeceğine inanırım, birgün gelip bunu da nakledeceğine
inanırım. Çünkü Allah (c.c.) burada kokunun bir yerden bir
yere nakledildiğini haber veriyor. Bu Yâkub (a.s.)'ında
Rabbimin bir mucizesidir.
Peki televizyonda kokuyu da naklederlerse Yâkub (a.s.)'ın
mucizesi, değerini kaybeder mi? Etmez. Çünkü Yâkub (a.s.)
vasıtasız kokuyu alıyordu. Bunlar bir elektronik akımla, bir
vasıta ile bu işi sağlayacaklar. Peygamber'in yaptığı bir iş,
tabii vasıtasız yapıldığından dolayı, hiçbir vakit mucizeler
geçilmeyecektir. Onu söyleyeyim. Yani tabiat kanunlarının
dışına çıkılarak yapılan iştir. Tabii o da Rabbim'in on lara
vermiş olduğu bir lütufdur o. Ama insanların yaptığı ise
tabiat ka nunları kullanılarak keşf edilerek yapılıyor ve
hiçbir vakit mucize geçi lemiyor. Ama bu âyet-i kerime
bizim veya Batılı ilim adamlarının uf kunu açar. Hani
diyorum ya Kur'ân-ı Kerim okuyun, her halükârda ne
okumak istiyorsanız, hangi dalda kitap okumak istiyorsanız
Kur'ân-Kerim okuyun. Bir kurgu bilim kitabı okumak
isteyen adam yine dt Kur'ân okusun. Çünkü Kur'ân-ı
Kerimde kurgu bilimcilerin hayal ede mediklerinin hakikat
olduğunu yazıyor Rabbim bize. 2197[89]
2201[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/188-189.
Yusuf (a.s.) Mısır'a devlet başkanı olduktan sonra kıtlık
yılları c atlatılınca Mısır'da tamamen emniyet temin edilmiş.
Kişi malını soka| koyuverse alıcısı yok, calicisi yok. Yani
öyle bir ortam meydana gelm bu şehre emniyet içinde girin.
Bu şehir emniyet altındadır, malınız en niyet altındadır,
namusunuz emniyet altındadır, güven içindedir diye Yusuf
(a.s.).
Bugün bakıyoruz teknoloji çağı ve insanlar birbirlerini daha
iyi tan yorlar, daha iyi anlaşıyorlar. Hani konuşa konuşa
tanışırmış insanlar; öyle konuşma ki, televizyon vasıtası ile
Amerikalıyla, Japonlu'yu Çiniyle konuşuyoruz anlaşıyoruz.
Daha bir emniyette olmamız gen kirken, Amerika ki
memlekette orada okuyan arkadaşlar belirli saattt sonra
Amerikalıların sokağa çıkamadıklarını, çıkarlarsa bile
canların emniyet altında olmadığını ifade ediyorlar. Hele
hele bazı sokakl daha belalı sokaktır diyorlar.
Ama binlerce yıl önce bir Peygamberin devlet başkanı
olduğu yer< herşey can, mal,ırz, namus emniyet altında
olduğunu âyeti-i kerimedt
görüyoruz. Bunu ne ile sağlıyor? Polis teşkilatıylamı? Değil.
Her fert kendi dinini korumakla görevli. Devletini
korumakla görevli hissettiği an emniyet sağlanıyor. Onun
için takvayı tarif etmiştik. Takva, yani muttaki insan vardır,
mü'min insan vardır. Mü'min insan; inanmıştır ve
emredilenleri yapmaktadır. Muttaki insan ise; kendisinin
farz olarak yapılması gerekenleri yaptığı gibi.
Misali şöyle verelim. Bir müslüman devlette, filan dairede
küçücük bir memur saat 8'de.n, 5'e kadar, 5'de bitince, tam
5'i doldurunca evine ayrılabilir. Günaha girmez. Bu mü'min
insanın yapacağı şeydir. Muttaki insanın yapacağı ise daha
burada yapılacak işlerim var. Yarın insanlar sıra
beklememeli, kuyruğa girmemeli diye işlerini devam
ettiriyorsa daireden çıktıktan sonra yolda giderken dinimin
hoşlanmadığı bir işi yapılırken görürse ona müdahale ederse
bu adam muttaki insandır. Her insan biribirinin
kontrolündedir.
Böyle bir ortamı meydana getirdik mi orada emniyet vardır.
Peygamber Efendimiz diyor ya; "çok geçmez bir insan
Aden'den, Hadramut'a kadar gider de, koyununu kurdun
kapmasının dışında hiçbirşeyden korkmaz." 2202[94] Dağdaki
kurta da birşey yapılamaz ya. Kurt belki koyunu kapar,
onun endişesi olur, ama onun dışında canına, malına , insan
tarafından saldın olacağı endişesi ona gelmez diyor. İslâm'ın
sağladığı emniyet. 2203[95]
2204[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/190-192.
bolluk olacaksa ne demektir. 7 senelik bolluk zamanında
depolarda malları depo edip ilk defa toprak mahsulleri
ofisini kuran Yusuf (a.s.)dır. Ve onları 7 sene biriktirdikten
sonra kıtlık yıllarında harcamayı teklif eden ve bunu
başardıktan sonrada devlet başkanlığını bana teslim et, bu
işi yapacak otoriteye ve bilgiye sahibim diyen Yusuf
(a.s.)'dır Olayların yorumunu da Rabbimden en güzel şek-
liyle öğrenmiş.
Yeri ve göğü modelsiz olarak yapan. Önce biri yapmışta,
sen ona benzeterek değil, modelsiz yaratan Ö'dur. İnsanlar
sanatkardırlar, yazardılar, çizerdirler, heykeltraştır,
ressamdırlar. Fabrikayı kuran, motoru yapan adamı,
kendinden önce birinin yaptığını, Allah'ın yarattığını
kendine model seçiyor. Yani gemiyi yapan Nuh (a.s.) için
söylenir.
Hayvanın kaburgasını nazarı itibare alarak yaptığı söylenir.
Uçağı yapanlar da havada uçan kuşları kendilerine örnek
kabul ettiler. Bu kuş nasıl uçuyor, kanatla uçuyor. Hala
bütün uçakların hemen hemen bir çoğu tip olarak kuşa
benziyor, kanatlan var, gövdesi var, önü arkası ayakları var.
Yani insanların yaptığı herşey Allah (c.c.)'m yaptığından
mülhemdir. Ondan alınmadır. Allah (c.c.) yarattığının
modeli yoktur.
"Ya Rabbi dünyada da dostum ve yöneticimsin, ahirette de
dostum ve yöneticim sensin ya Rabbim. Son arzum nedir?
Ya Rabbi beni müslüman olarak öldür. Yani dünyada bir
devlet başkanlığı var. Mısır sultanlığı var, anne baba
yanında, herşey hazır ama benim senden isteğim, Müslüman
olarak Öldür, sâlihler arasına kat" diyor.
Bizim de isteyeceğimiz budur. Müslüman olarak ölmek ve
bu dünyada da ahirette de sâlih insanlarla beraber olmak,
öbür dünyada sâlih insanlarla beraber olmak, öbür dünyada
sâlih insanlarla beraber olmanın yolu bu dünyada sâlih
insanlarla beraber olmaktan, komşularımızı, dostlarımızı,
alışveriş yaptığımız insanları, beraber yürüdüğümüz in-
sanları seçerken dinine bağlılık oranına dikkat edelim. 2205[97]
2205[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/192-193.
ama Mısır'a gitmedi. Oradan Yusuf (a.s.)'ı soruyorlar.
Ve Allah (c.c.) bu Yusuf sûresi'ni inzal ediyor ve
Peygamber Efendimiz'e Yusuf sûresi'ni baştan sona onlara
okuyuveriyor. Şimdi Peygamberimiz şöyle bir ümide
düşüyor. Ben bunların istediklerini getirdim, bunların hepsi
iman etmesi gerekir diyor, ama Rabbim diyor ki: 2206[98]
âyeti vardır.
2208[100]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/194.
2209[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/194-195.
"Beni Allah yarattı, hep aynı şekilde yaratılıyorum." Yani
Hz. Adem'den bu güne kadar da şekil değiştirmediğine göre
Allah birdir, iki olsaydı zaten değişiklik olurdu. Kalın
yapardı, ince yapardı filan. Ama bütün bunları gördüğü
halde yüz çeviriyor bu insanlar.
2- Bir de Teşrii âyetler vardır ki Kur'ân'daki âyetlerdir.
Okuduğumuz, amel ettiğimiz, hayatımıza tatbik etmek için
çalıştığımız bu âyetlere de teşrii âyetler diyoruz. Öyle ise
biz insanlara İslâm'ı anlatırken bir Teşrii âyetler olan Kur'ân
âyetlerini bilerek anlatacağız bir de Tekvini âyetleri olan yer
ve gökteki âyetlerinden deliller getirerek anlatmaya
çalışacağız.
106- Onların çoğu Allah'a ortak koşmadan iman etmez-
ler.2210[102]
2210[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/195.
Onlara Allah'ın azabının gelmesinden eminler mi? Bak
burada Yusufu öldürmeye teşebbüs eden ve biz güçlüyüz
diyenler, biz güçlü kuvvetliyiz diyenler zayıf gördükleri
kardeşlerinin karşısında saygı ile eğildiler. Bu da onlar için
bir azâbdır. Gerçi bunlar iman ettikleri için kurtardılar. Veya
ölümlerinin gelmesinden eminler mi, Kıyametin
2211[103]
gelmesinden, kopmasından eminler mi?
2211[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/196.
ama delillerinden anlayan adamın imanı gibi olacak diyor.
Yalnız bilgisi, bir hoca varki tüm imanın temellerini
Kur'ân'dan ve hadisden biliyor. Öyle iman ediyor, onun da
çocuğu okumamış, Kur'ân ve hadisi babasının iman ettiği
şeyleri aynen biliyor. Yani onun bildiği gibi biliyor. Âyetleri
bilmese bile iman edilecek şeyleri biliyor. Öyle bir iman
caizdir diyor. Yani o da bir basiret ile yürüme demek
oluyor. Ben Allah'a çağırırım; daha kimi? Bana tâbi
olanlarıda, yani biziz. Bana tabi olanlar da basiretle Allah'a
çağırırlar. Basiretle çağıracağız, hem kendimiz basiretli
olacağız, hem de insanları gel katıl katıl kalabalığın içine
bir. Müslüman bir adamı İslâm'a çağırırken git bakayım
şunların içerisine, öyle değil. Bunlar müslüman topluluktur
şunları şunları yapmak istiyorlar. Sen de katıl yani
yapacağın işi adama söyleyelim ne yaptığını bilsin. Allah'ı
bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim ve ben müşriklerden
değilim diyor, dememizi istiyor Allah (c.c). 2212[104]
2212[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/196-197.
izahım tefsirlerimiz yaparken, 1- insanlara gönderilecek
insanların çoğunluğu şehirde olur. 2- Hangi devlette olursa
olsun hangi millette olursa olsun kültür şehirde olur. Kültür
alışverişi şehirlerde olur. Peygamber de yepyeni bir kültür
insanlara sunacak onun yayılmasını isteyecek. Öyleyse
Peygamberler şehirlerden gönderilmiştir. Peygamber
Efendimiz'in bir hadisi şerifini bize nakl ediyorlar.
"Medeniyetten uzakta yaşayan, kabirde yaşayan gibidir"
buyurmuş. Sevban (R.A.)'ın rivayet ettiği bu hadisi, Buharı
"Edebüî müfredinde," Beyhaki "sünen-inde" rivayet
etmiş. 2213[105]
Yani kültürün varmadığı yerlerde yaşamak, kabirde
yaşamak gibidir diyor. Onun için çocuklarımızı efendim
köyden kurtardık Allah'a çok şükür. Ne yaptın buraya
getirince, bir fabrikaya işçi olarak verdik veya bir daireye
memur olarak verdik bunun için getirmeyin. Şehre getirin
ama burada İslâm kültürünü alacak ve insanlara yol
gösterecek diye getirin. Bu niyetlerle getirecek olursanız
hem dünyalık da alır, hemde sevaba girerler.
Onlar yeryüzünde dolaşmazlar mı? Yeryüzünde daha
öncekilerinin akibetinin ne olduğunu, nasıl olduğunu
görmezler mi? "İttika eden" Allah'tan sakınan kişiler için
ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ mı anlamayacaklar diyor
Allah (c.c). Yani Yusuf (a.s.)'ın makamı güzel, babasıyla,
kardeşleriyle, çocuklarıyla efendim dünya saltanatı ve de
malıyla mülküyle fevkalâde bir imkan Rabbim diyor ki;
"Ahiret yurdu muttaki insanlar için daha hayırlıdır." Çünkü
güz mevsimi geliyor yem yeşil ağaçlar çıplaniveriyor, güller
soluveriyor, herşey oluveriyor. Var olan şey yok oluveriyor.
Ve insanın hevesi içinde kalıyor ama Cennette istenen
herşey var ve de solmak, yorulmak ve korkmak endişe
etmek yok. 2214[106]
2213[105]
Bakınız, Keşfül Hafa 21 355
2214[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/197-198.
110- Peygamberler ne zaman (kâfirlerin imanından)
ümidlerini kesmiş ve yalan çıkacaklarını (Allah'ın yardımı-
nın gelmeyeceğini) zannettiklerinde onlara yardımımız geldi
ve dilediklerimiz kurtarıldı. Suçlu toplumlardan azabımız
geri çevrilmez.
Bu Bakara sûresi'nde geçmişti. Sizden öncekilerin başına
gelenler sizin başınıza gelmeden Cennete girivereceğinizi
mi zannediyorsunuz.? 2215[107] Onları belalar musibetler
öylesine sarmıştı ki hatta Peygamber ve beraberindekiler,
"Ya Rabbi yardım nerede" Yani yardımdan ümit keser bir
hale geldilerdi diyor. Orada ona bir işarettir. Yani insana
Rabbimin yardımı geliyor da ne zaman geliyor, böyle sabrın
son damlasına kadar gelmiş. Diyelim ki 1 tane değil 10 bin
tane kıldan yapılan bir ip vardır da bütün kıllar kopmuş,
kopmuş bir tek kıla kalmış. Ama asılıyorda; aşağıdan o da
kopuverse aşağıdan ateşe düşecek diyelim. Alt tarafınız ateş,
ipinizin bütün lifleri kopmuş, kopmuş bir tane kalmış.
Allah'ın yardımının geleceğine inanıyordunuz!.., "Senden de
gelmeyecek Ya Rabbi "dediniz mi? günaha girdiniz. O
halde iken bile "Rabbim beni korur mu? korur." İp kopar
havada yine korur. Ateşi söndürür. İbrahim (a.s.)'ın ateşini
güllük gülistanlığa çevirdiği gibi çevirir yine korur, veya
yakar ama ateşi bana hissettirmez yanabilirim de çünkü
yananda olmuş, ama ben acı duymam. Yanmaktan niye
korkalım ki acı duyup yanmaktan korkarız. Yani Rabbinin
yardımı gelir, azâbıda gelir. Azabını da geri çevirecek
yoktur.2216[108]
RAD SURESİ
2219[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/201-203.
Sonra Arş üzerine istiva etti. Güneşi ve ay'ı emrinde kıldı.
Hepsi belirli bir zamana kadar akar gider. İşleri düzenler,
ayetleri açıklarki Rabbine kavuşacağınıza kesin inanasimz.
"O Allah (cc) gökyüzünü direksiz yükseltti. Sizde onun
direksiz olduğunu görüyorsunuz." Gökyüzündeki
milyonlarca yıldız Ay ve Güneşin ne sağında ne solunda
veya arka ve önünde direk yok her biri direksiz olarak uzay
boşluğunda hareket etmektedir.
Aya çıkanlarda dünyayı parlak bir ışık olarak görmektedir.
Dünyanında direği yok. Bilim adamlarının araştırmalarına
göre güneşin kendine has bir yörüngesi, ayın, dünyanın ve
diğer gezegenlerin kendine has bir yörüngesi olduğu, o
yörüngesinde deveran edip durduğu, biri diğerinin
yörüngesine geçmeden, tecavüz etmeden cazibe kanunu ile
dengenin sağlandığını belirtmektedirler.
"Sonra Allah (cc) arşa istiva etti" yani arşı da hakimiyeti
altına aldı. Keyfiyeti bizce bilinmiyen bir şekil ile Allah arşı
istiva etmiştir. Buradan bütün kainatı yönetmektedir.
Burada Allah'a bir zaman ve mekan izafeti söz konusu
yoktur. Ehli sünnete göre Allah zamandan ve mekandan
münezzehdir, uzaktır.
"Allah ayı ve güneşide kendi emrine amade kıldı." Boyun
eğdirdi. Yani onun emri doğrultusunda hareket eder kıldı.
Kanunu belirlidir. Hz. Adem (as) dan bugüne kadar
yörüngesinde hiç şaşmadan gelmiş kıyamete kadarda
bundan sonra devam edecektir. Ayetin devamında "Hepsi
belirli zamana kadar hareket eder. O belirli zaman
kıyamettir. O zamana kadar yörüngelerinde hareket ederler."
Tekvir suresinde belirtildiği gibi de "Birgün gelip güneş
dürülüverdiğinde ve yıldızlar dökülü verdiğinde... diye
devam eden ayetlerde kıyametin dehşeti anlatıveriyor.
Astronomi alimleri bugün yıldızın.biri yörüngesinden çıkıp
diğerine vursa, o öbürüne, oda diğerine, diğeride bir
başkasına, böylece zincirleme bir trafik kazası gibi kainat
bir anda kendi kendine mahvı perişan olur. Kıyamet kopar
diyorlar. Bu surede (Tekvir suresinde) de yıldızların
(birbirine girip) dökülüvereceğini ifade ediyor.
O Allah (cc) "bütün işleri o yönetir. Zerreden kürreye kadar
hepsinin yaşantısını, büyümesini, ölmesini, rüzgârın esmesi,
güneşin doğması..." hepsini evirip çeviren o Allah'dır.
Ayetleri açıklayanda odur. Açıklamasının gayesi, Allah'a
kavuşacağınıza yakınen iman edesiniz diye. Tabiattaki
ayetleri gösteriyor, yıldızları, ayı, güneşi gösteriyor.
"Herşeyin bir sonu gelecek, bende gideceğim öyle ise
mutlaka Allaha kavuşacağız" inancını vermek için Allah
(cc) ayetlerini açıklıyor.
Bu ayetlerle tabiattan deliller getirerek Allah'ın varlığına ve
birliğine inanmamızı istiyor. Yalnız bu değil, yani Allah'ın
varlığını, birliğini kabul etmek, ona inanmak yeterli
değildir. Mesela arı peteğinde lafzayı celalin çıkması gibi
olaylar kişiye imani noktada birer delil ve ona Allah'ın
varlığını, birliğini anlatan işarettir ama. Hz. Peygamber za-
manındaki Mekke müşrikleride Allah'a inanıyor, varlığını,
birliğini kabul ediyorlar. Bir surede belirtildiği gibi "Yeri ve
göğü kim yarattı.? diye soracak olursa, Allah
diyecekler." 2220[3] Ebu Cehil bile bunu kabul ediyordu ama,
o "Allah kainatı yarattı, işi bitti. Yönetimi bize bıraktı. Yani
dünyadaki hayatın kanunlarını, sistemini, ekonomisini biz
düzenler, biz istediğimiz gibi yaşarız" diyordu.
Bütün işleri evirip çevirme hakkı yalnız Allah'a aittir. Yanı
nasıl evlenilip evlilikte nelere dikkat edileceği, ekonominin
nasıl kurulacağı, günlük hayatın gerek ibadet, gerek beşeri
ilişkilerin nasıl düzenleneceği.- bütün bunları belirleme
hakkı Allah'a aittir.
°Buna böyle iman edilmedimi, iman tam ve kâmil olmaz.
Eskiden bazı filozoflar "Allah teferruatı bilmez, tabiatı
2220[3]
Lokman 25
yaratmıştır. Gerisi bize kalmıştır" diyorlardı bu
yanlıştır. 2221[4]
2221[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/203-205.
İşte Allah'ın ısıtma ve ışık verme enerjisi Güneş, o kadar
büyük ki, yakıtı o kadar çok ki Dünyayı bütün herşeyiyle
güneşin içine atsak, bilim adamları "sanki yanan sobanın
içine bir defter yaprağını atma gibi olur" diyorlar.
İşte bunlarda düşünen kavim ve toplumlar için deliller
vardır. Düşünmeyenler için yoktur. Hani bazan kendi
aramızda bu adam güneşi görüyor, etrafımızdaki tabiat
olaylarını görüyor Allah'ın verdiği meyve ve sebzeleri yiyor
onları bir insanın meydana getirmesinin mümkün
olmadığını biliyor, ama hâlâ Allah'a inanmıyor diyoruz. İşte
bu ayetin mefhumu muhalifin de Allah, "bu ayetlerimizde
düşünmeyenler için ibretler yoktur" buyuruyor. Mevlana'mn
ifadesiyle de "öküzün gözünde karpuz kabuğu nasıl ise
tabiatta gördüğü faydalandığı şeyler de o kadardır. 2222[5]
2222[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/205-206.
alamettir.
Bir önceki ayette "düşünenler için" diyordu, bu ayetin
sonunda da "aklını çalıştıranlar için" diyor. Kişi aklını, mal
toplama yolunda, mal kazanma yolunda çalıştırıyor da; o
malı yaratanı düşünmüyorsa, bu yukarıda sayılanlar ona hiç
bir fayda vermez. 2223[6]
2223[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/206.
değil çünkü, bir adam denize düşse, onu da balina yutsa, oda
balinada et olsa, onuda balıkçılar tutup parçalara ayırıp,
fabrikada özel ambalajlarla çeşitli ülkelere satsalar, bunuda
o ülkelerdeki 20 bin kadar adam yese, bu çeşitli ülkelerdeki
adamların kimisi yangında Ölse, kimisi trafik kazasında
kimiside denizde boğulup ölse, o balinanın yediği adam
nasıl diriltilecek?" diyor. İşte aynı sözü 2224[7] kâfirlerde
söylüyor "biz toprak olduktan sonra mı Allah bizi
diriltecek?" O banka soyguncusunun dediği de aynı, fakat
işi bir parçaya değilde 20 bin parçaya bölüyor, ama
ikisindeki hareket noktası, ikisininde mantığı aynı.
O banka soyguncusuna dedimki "sen Kur'an okurmusun?"
hayır dedi, baban okurmu? babam okur dedi. "Babanın
yanına gittiğinde ya-
sin suresinin son sayfasını aç ona okuttur." Orada 88-89.
ayetlerde Hz. Peygamber zamanında imansız biri çürümüş
bir kemik getirir de eliyle de onu ufalayarak "bu çürümüş
kemikten mi yaratılacağız?" der.
Allahu Tealada cevaben: "Hiç yok iken yoktan var eden, o
kemiği yaratan, çürüdükten sonra toplayacak olan da odur."
Bende o şahsa "sen bana dağılışı anlattın, denize atıp
balinaya yutturdun sonra onu duman ettin havaya uçurdun.
Bende sana senin toplanışını anlatayım dedim. Yaşını
sordum 35 olduğunu söyledi 35 yıl Önce sen bu dünyada
yoktun. Dünyaya geldin, baban bakkaldan, pazardan;
Adana'dan gelen domates ve karpuzu, Erzurum'dan gelen
peyniri, Trakya'dan gelen yağı, Rize'den gelen çayı,
Konya'dan gelen bulgum aldı, sende yiyip yiyip bu hale
geldin. İşte Allah (cc) seni böyle toplamış yani ilk topladığı
gibi tekrar toplar."
"İnsan oğlu bile televizyon aracılığıyla Havaya resim
veriyor öbür taraftan İstanbul'dan, Artvin'den, Muğla'dan,
2224[7]
Rad suresi 5. ayette
Hakkari'ye kadar her tarafta yayılan bu resimleri
toplayabiliyor da Allah niye bunu yapamasın?" deyince
"Pekala inandım hocam" demişti.
"İşte onlar rabbi inkar eden kafirlerdir." Ayette Rabbi inkar
edenler deniliyorda Allah'ı inkar edenler denilmiyor.
Adamlar Allah'ı inkar etmiyorlar, "Allah vardır, yeri, göğü
yaratan odur ama Rab değildir. Yani bizim sahibimiz bizim
terbiye edicimiz kanun koyucumuz değildir" diyorlar.
İnkarcılıkları buradan kaynaklanıyor.
"İşte onların boynunda zincirler vardır." Bu iki türlü tefsir
edilir. Yasin suresinde de vardır. "Onların boyunlarına
zincirler taktık."
Küfrünü açıkça ilan eden kâfirlerin günlük hayatta
boyunlarında herhangi bir zincir filan yoktur. Ama onlar
öyle manevi zincirle zincirlenirler ki rahmana secde
edemezler.
Hak meclislerine gelemezler zira o zincir ile gemlenir. Tıpkı
merkep, katır veya at gibi hayvanlar boynundaki yular veya
zincirle sırtındaki semer veya eğerine kısaca bağlandımı
boyunlarını uzatıp yerdeki çayırları yiyemezler sağa sola
gezinir boynu ve ağzı havada kalır. İşte Allah (cc) ayette
kâfirleri buna benzetiliyor.
Ayetin ikinci bir tefsiri de cehennemde ateşten verilecek
olan zincirdir. İşte onlar cehennem ashabından
cehennemliklerdendir. Orada onlar ebedi kalıcıdırlar. 2225[8]
2225[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/207-208.
önceki kavimlerin başına gelen azabdan söz etmekte mesela
Nuh (as)'ın kavminin suda boğulması, Lut (as)'ın kavminin
başına taş yağması ve yerin altı üstüne gelmesi gibi olaylar.
Mekkelilerde işte böyle ceza ve azablarm bizede gelsin
diyorlar.
Onlar iyilikten önce kötülüğün gelmesini acele ediyorlar
"Haydi Allah varsa gökyüzünden bize taş yağdırsın bir azab
getirsin diyorlar. Kâfirlerin bu şekildeki istekleri
günümüzde de aynı daha önceki peygamberler dönemindede
aynıdır. Eğer Allah varsa bize azabını getirsin işte bazı
kardeşlerimiz böyle diyen insanlara ne cevap vereceğiz
diyorlar Kur'an bunlara cevabını vermiştir. Herşey Kur'an'da
mevcuttur. Fatır suresinin son ayetinde "Allah yaptıkları
yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı hiç bir canlı
yaratık kalmazdı...."
Yine aynı "Ancak Allah'tan alim kullar korkar" ayetleriyle
bu işin sınırını çiziyor bilmeyen bir insan Allah'tan korkmaz
Allah'ı bilen insan Allah'tan korkar böyle isyan etmez.
Mevlana'da bu konuda şunu söylüyor. "Hayvanlar
toplanmışlar demişlerki aslandan bıktık artık aslanla
anlaşma yapalım günlük hakkı istihkakı ne ise onu söylesin,
o konuda anlaşalım. Ona göre bizde bu işi sıraya koyalım,
sırası gelen gitsin aslana yem olsun, sırası gelmeyenlerde
ormanda rahat yaşasınlar. Hepsi aslanın yanına gitmekten
korkmuş. Bu durumu bildirmek için sinek görevlendirilmiş.
Sinek uçmuş uçmuş derken bir yere konmuş oradan
bağırıyormuş "Nerede o aslan, çıksın benim karşıma
gelsinde pençeyi bende görsün, dişleri bende görsün"
diyormuş. Aslında o andada sinek aslanın başına konmuş
orada konuşuyormuş" Mevlana diyor ki; bil "Ey sinek
aslandan korkmak için ceylan olmak lâzım senin gibi
sinekler aslan hakkında bilgisi yokki korksun, korkmaman
cesaretinden değil bilgisizliğindendir." diyor.
Çocuğun elindeki tel çubuğu elektrik prizine sokması onun
cesaretinden değil, çocuğun bilgisizliğinden dolayıdır.
Kişinin Allah'tan korkması içinde Allah hakkında bilgisi
olması gerekir.
Daha önceki toplumlarda da bu tür ibret alınacak cezalar
geçmişti. Doğrusu rabbin Öyle rahman ve rahim ki
insanların bu tür zulümlerine rağmen, rabbimiz mağfiret
sahibidir.
Bir adam ne kadar zalim olursa olsun zulmünden döner
İslama girer vede tevbe ederse af edilmiyecek bir suç yer
yüzünde yoktur. Yer yüzünde işleten suçlardan Allah
katında af edilmeyen tek suç; Allah'a şirktir. Kelimeyi
Şahadet veya Kelimeyi Tevhid getirdi mi ,o da Affedilir.
Eğer iman etmez kelimeyi şahadet veya kelimeyi tevhid
getirmezse Rabbinin azabı çok şiddetlidir. Bu cezaları insan
yaşamayınca bilmez bu dünyada göstermesin Ahirettede hiç
yaşatmasın bu azablan bize. Hz. Ali (RA) buyuruyorki "Kişi
kendini günah işlerken cehennemin kenarında imişde
düşüverecekmiş gibi hayal etse, hayal edebilse o günahı
işlemez." 2226[9]
2226[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/209-210.
değildir. Günümüzdeki bazı insanlarda bunu diyor, para olsa
filan kişiyi satın alır, onu dine kazanırız diyorlar. İslamın o
kimsenin satın alınmasına ihtiyaç yoktur iman etmesine
ihtiyacı vardır.
Günümüzde bazı kişilerde Müslümanların çok zengin
olması gerektiğini savunuyorlar. Bizde bu zengin olma
fikrine katılıyoruz, fakat aramızda bir fark var. O da
müslümanların hizmet için zengin olmasıdır. Hizmet için
değilse zenginliğin, ne İslama nede topluma faydası olur.
Benimle aynı ortamda büyüyen zamanında çocukluk
arkadaşım olan bazı kişiler Önceden gariban devlet memuru
idi, şimdi milyarlık adam oldu. Böyle imkâna kavuşmadan
önce bu arkadaşım namazım kılar, şeriat faliyetlerinde
bulunur, toplantılara katılır milyarı aştıktan sonra namazını
yine kılarda, böyle şeriat işleriyle artık alâkası yok. Para,
lazım olduğu zaman, çalışmak suretiyle Allah'ın inayet ve
yardımıyla temin edilir.
Allah Hz. Peygambere diyorki (sana altınlar vermemişsem
hazineler vermemişsem melek göndermemişsem sen
sıkıntıya düşme) senin görevin uyarıcılık yapmaktır. Her
toplumada bir hidayet rehberi gönderilmiştir.
Bazıları, bilhassa Türkiye'deki bir kısım inançsızlar niye
Peygamberler ortadoğuda Hicaz bölgesinde gelir, diğer
bölgelerde, ülkelerde yaşayanlar insan değil mi? İddiasında
bulunurlar. Onlara soruyoruz nereden biliyorsunuz
Amerika'da yaşayan insanlara peygamberin
gönderilmediğini? Bu ayette Allah (cc) "hsr topluma bir
hidayet rehberi gönderilmiştir" diyor.
Birde şu görüş vardır. Bugün yeryüzündeki batıl din
dediğimiz, ilkel din dediğimiz dinler, birer hak dinin
gelmesinden sonra ortaya çıkmış dinlerdir. 2227[10]
2227[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/210-211.
8- Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi
eksiltip neyi artıracağını bilir. Herşey O'nıın (Allah'ın)
yanında bir ölçü iledir.
9- Gizli olamda açıkda olanıda bilir. Büyükdür,
Yücedir. 2228[11]
2228[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/211.
hadisinde Hz. Peygamber ihsanı tarif ediyor. "Allah'ı görür
gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen Allah'ı görmesende O
seni görür" buyuruyor.
Yani bunu şu örnekte daha iyi izah edebiliriz. Arabanızla
uzun yolda gidiyorsunuz, trafiğin koymuş olduğu
kurallardan en yüksek hız sınırı 90 km. yaklaştımı veya onu
biraz geçtinizmi hemen arabanızı yavaşlatıyorsunuz. Ama o
anda sizi uyaran ne bir kişi nede bir ses var fakat siz
biliyorsunuz ki Trafik bölge amirliği belirli yerlere koyduğu
radarlarla sizi gözetleyip, kuralı çiğnediğinizde ileride
sizden yasal cezasını alıyor. Ama siz radarın nerede
olduğunu görmüyorsunuz radar sizi görüyor.
İşte Allah'ında böyle kuralları kanunları sınırları var.
Ticarette şu kanunlara uyacaksınız, evlilikte bu kanuna,
devlete karşı görevlerinizde şu hususlara diye sınırları
vardır. O sınırı aştınızmı, Trafiğin radarı mesabesinde olan
ve ahirette de sizin önünüze yazılı olarak gelecek ve size
oku denilecek. 2229[12]
2229[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/212-213.
ediyoruz." "Daha öncede polis vardı" dedim. "Polisle,
savcıyla işimizi hallediyorduk, ama melek yemezmiş,
içmezmiş, rüşvet kabul etmez, erkeklik ve dişiliği yok,
erkek olsa kadın, kadın olsa erkek verirdik. Uyumazmış
uykusunda bu işi yapsak, işimiz zor bundan sonra
vazgeçeceğim" demişti.
Amellerimizi yazan "kiramen katibin" melekleri biri iyi
amelleri, di-ğeride kötü amelleri günlük yazarlar. Bazı
imansızlar nasıl yazıyorlar benim o kadar günahım varki
bunları yazmakla camiler dolusu defter eder diyor. Ama
insan bilgisayar denen bir aletin disketine bir kütühhane
dolusu kitabı doldurup onu disketin içine sığdırabiliyorsa,
keyfiyeti bizce bilinmeyen bir yazım da basittir, onu da
Allah(cc) meleklerine bu görevi yaptırır. Bunda şaşılacak
bir tarafı yoktur.)
Hafızamızda ortalama elli senedir gördüklerimiz,
duyduklarımız, yaptıklarımız yazılı ama beynimizde pek yer
işgal etmiyor. İşte bu Rabbimizin ilmi ve kudretinin eseridir.
Bir de bu ayette ifade edilen Hafaza melekleri vardırki: Bu
melekler de insanları çeşitli kaza ve belalara karşı insanları
korur ama başımıza gelecek takdir edilmiş, kaza ve belalar
hariç. însanları korurlar. Rüzgarlı bir havada karşımızdan
toz geliyor doktorların ifadesine göre, göz bu toz karşısında
beyinden emir alıp, göz kapak ve kirpiklerini ka-patıncaya
kadar hayli bir zaman geçer ve toz gözün içine girer
diyorlar. Onlar buna refleks dedikleri bir olayın neticesi
derler. Bu doğrudur. Buda Allah'ın koymuş olduğu bir
kanundur. Allah'ın bu kanıınlarınında bir uygulayıcısı vardır
oda meleklerdir.
"Zinnun-u Mısrı" diye bir zaat için şöyle bir olay anlatılır.
Özellikle tasavvuf erbabı daha çok anlatır bu zatı
muhteremi, evliyadan biri olarak kabul edilir. "Birgün Nil
kenarında geziyordum. Derken süratle giden bir akreb
gözüme ilişti, bende onu izlemeye başladım, bende onun
peşinden gittim, suyun kenarına geldi, suyun kenarında
kurbağa var, kurbağanın sırtına çıktı, kurbağada kendini
Nil'in sularına bıraktı ve ikisi birden karşıya doğru yüzmeye
başladılar, bende bir sandal kiralayıp onların peşinden
gittim. Karşıya geçtiler, akrep yoluna devam etti bende
peşinden derken bir ağacın dibine vardı. Ağacın dibindede
bir adam uyuyor, ona doğru da bir zehirli yılan saldırmak
üzere, akrep yılanın yanına varıp, ona zehrini akıtmaya
başladı, derken yılanda zehrini akrebe batırdı. İkisi birbirini
zehirleyip öldürdü, ama adamın bu olaydan haberi yoktu.
İşte bu Allah'ın hafaza melekleri vasıtası ile gerçekleştirdiği
bir olaydır. Adam zehirlenip ölmekten, bir akrebin gelip
yılanı öldürmesi ile kurtuldu." Günlük hayatımızdada buna
benzerleri vardır.
Buhari'de bir hadisde "Allahu Teala her bir insan için
koruyucu melekler kılmıştır. Bunlardan gündüz koruyanlar
ayrı, gece koruyanlar ayrı gece koruyanlarla gündüz
koruyanlar devir teslim işlemlerini sabah namazı ile ikindi
namazında yaparlar" buyrulmaktadır. Hadis bu kadar fakat
Anayolumuzda sabah ve ikindi namazlarından sonra teşbih
çekerken, cemaat safları bozmamaya gayret ediyor.
Sosyal olayları izah eden önemli bir ayettir. "Bir toplum
kendisini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez." Bir
takım müslüman kardeşlerimiz ellerini kaldırıp Allah'a
yalvarıyorlar; "yarabbi işsizlikten, Ticaretteki
istikrarsızlıktan evimizdeki, mahallemizdeki huzursuz-
luktan, şikayetçiyiz, Yarabbi; bize akıllı veya eli değnekli
gönder, şu hayatı, düzeni, sistemi düzeltiversin" diye dua
ederler. Ama Allah Teala; "Siz kendinizi değiştirmedikçe bu
değişmez" buyuruyor.
Bir devletki; başbakanı ile çöpçüsü arasında herhangi bir
ayrım olmasa kanunlar karşısında birinin diğerine üstünlüğü
yoksa, fertlerinin hepsi de insani muamele görüyor hepsi
Kur'an'a göre amel ediyorlarsa. Ve yeraltı dünyası diye
birşey yok, mafya olayı yok, milletvekillerinin
dokunulmazlığı yok, (ki, islamda kişilere dokunulmazlık
hakkı tanınmaz, dokunulmazlığı olan Allah'dır. Allah
yaptığından sorumlu tutulamaz, diğerlerinin hesaba
çekilebilme durumu vardır.) 2230[13] yani çok huzurlu bir
toplum olsa, kötülüğe meyi etmedikçe -Allah'da onların
durumunu değiştirmez.
Aynı şekilde yukarıda saydıklarımızın tam aksi şartları
taşıyan bir toplum veya devlette kendi hallerini
değiştirmedikçe, iyiliğe meylet-medikçe, Allah'ta onların
durumunu kötülükten iyiliğe değiştirmez.
Bakara suresinde tefsiri geçmişti. Allah Teala İbrahim (as)
"Ben seni insanlara önder kılacağım" buyuruyor. İbrahim
(as) da bu teklifini kabul ediyor da, "Yarabbi bu yöneticilik
neslimdede devam etsin" diyor. Allah (cc) de "Benim bu
yöneticilik makamım zalimlere ulaşmaz" zalimler buraya
gelemezler buyurur. 2231[14]
Buradan zalimler devlet başkanı olamaz anlamı çıkmasın.
Rabbimin tasvib ettiği yönetici olamazlar. Yoksa zalimlerde
devlet başkanı olurlar. Fakat tarih boyu "adil bir topluluğun
başına zalim bir yönetici gelmemiştir."
Toplum zulme meyletmiş derken bir zalimde onların
ortasından sivrilip onların başına geçmiş. Bu şuna benzer;
bir çınar ağacı ki yaprakları sararmaya en tepedeki bir
yapraktan başlar, şimdi aşağıdaki yapraklar "biz yemyeşil
iken sen oradan nasıl sararıyorsun bu ayıp değilmi" diyebilir
mi? Aslında o ağacın bütün her tarafının onayını almadan, o
üstteki yaprak sararamazmış. Yani ağacın bütün bünyesinde
sararmaya meyi başlarmış. Ondan sonra da ilk defa sararan
da köke en uzak yerde olan, en tepedeki yapraktan
başlarmış.
Bu misalde olduğu gibi "Allah'ta toplum kendini
2230[13]
Enbiya 123
2231[14]
Bakara 24
değiştirmedikçe Allah o toplumun halini değiştirmez."
Toplumu Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda eğitmek
yoluyla değiştirmemiz lâzım, ABD'nin emirleri istekleri
doğrultusunda değil. Eğer ABD'nin emirleri doğrultusunda
hareket edersek Afyon'da Haşhaş üretimi yapmıyacağız.
Zira "Afyon" (Haşhaşın sakızı) Amerikan gençlerine zarar
veriyormuş. Afyon'Iu gençlere zarar vermiyor da
Amerikalılara mı zarar veriyor? Ey ABD sende gençlerini
"Afyonkarahisar'lı gençler gibi "imanlı" yetiştir kurtul bu
uyuşturucu belasından.!..
Allah bu insanların yaptıkları bu kötülükler neticesinde
onlara bir ceza bir zarar vermek istedimi, onuda kimse
engelleyemez. Allah'tan başka onları koruyacak onları
yönetecek hiç bir kimse yoktur. 2232[15]
2232[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/213-215.
Allah'ı teşbih eder" buyrulur.
İlim adamlarına göre; çiçek sevildiğini, konuşulduğunu
biliyor. Çiçekler, cinayetlerin aydınlatılmasında
kullanılıyor. Bir evde cinayet olduğunda o evdeki çiçeğin
belirli aletlerin altına koymuşlar zanlıları geçirmişler tam
katil geçerken çiçek belirli dalgalar yayması suretiyle
zanlıyı bulmuşlar. Biz şuna inanıyoruz yaratılmış herşeyin
kendine has bir dili vardır, "yaratılan herşey Allah'ı teşbih
ederde siz onların dilinden anlamazsınız." buyrulur.2233[16]
"Gök gürlemeside Allah'ı teşbih eder." şunu söylemek
istiyor. Allah (cc), gök gürlemesi böyle Allah'ı teşbih
ederse, o kadar nimet içinde bulunan kâfirler siz niye iman
etmiyorsunuz?" Kâfirin suçunu az göstermek istiyenler
vardır. Aslında kafirin suçundan daha ağır bir suç yoktur.
Zira Bulut Allah'ı teşbih ederken, şimşek Allahı teşbih eder-
ken, onun teşbih etmemesi ben ateistim demesi onun
çiçeğede, böce-ğede, insana da onun yaratıcısı Allaha da
saygısızdır.
Ra'd suresi 1-13 ayetler arasında Allah (cc); kitabın
(Kur'an'ın) kendi katından indirildiğini; gökleri direksiz
olarak durdurduğunu, güneşi, ayı, yörüngesinde
döndürdüğünü; aynı toprak aynı sulardan renkleri, tatları,
kokuları, farklı olan meyveler çiçek ve sebzelerin meydana
getirildiğini; ve kafirlerin biz öldükten sonra mı? dirileceğiz
sözünün çok garib ve saçma, şaşılacak bir ifade olduğunu;
tabiata baktıklarında her mevsim ölüp dirilen çekirdek ve
çiçeklerin meydana geldiğini; Ana rahimlerinde ne kadar
büyüyüp ne kadar küçüldüğümüzü; Ve kaderimizin ne
olacağını dahi bilen olduğunu; Tabiat olaylarını evirip çe-
virdiğini, tabiatta plan herşeyin Allahı teşbih ettiğini, o
gökgürültüsünün dahi Allah'ın hamdi ile onu teşbih ettiğini
ifade eden ayetlerden sonra 14. ayette. 2234[17]
2233[16]
İsra 44
2234[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/216-217.
14- Gerçek da'vet (dua) Ona yapılır. Ondan başkasına dûa
(da'vet) ettikleri onlara hiçbir şeyle cevap veremezler.
Onların durumu, ağzına ulaşması için iki elini suya açan
gibidir. O su ona ulaşmaz. Kafirlerin duası (da'vetide ancak
sapıklıktır) boşa gitmiştir.
"Gerçek davet Allah'a aittir," Duyurulmakta veya gerçekten
dua Allah'adır. Yani herhangi birşey istiyeceğinizde yalnız
ve yalnız Allah'tan isteyin sadece ona dua edin; başkasına
dua etmeyin.
Burada iki mâna vardır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi dua
yalnız-ve yalnız Allah'a (cc) yapılır. Filan tekkeye veya
türbeye gidip oradaki zat'a bana bir oğul ver, işimi düzelt,
bozulan ticaretimi düzelt, hastalıktan beni kurtar gibi dua
yapılmaz. Bunlar batıl olan, insanı imani açıdan tehlikeye
sokan bir davranıştır. Dua sadece Allah'adır. Saydığımız
şeyleri Allah'tan istemelidir insan.
İkinci bir mânasıda, insanları emirlerine ve yasaklarına
uyma daveti yalnız Allah'a aittir. Başkasının benim
kanunlarıma, benim emir ve yasaklarıma uyun deme yetki
ve selahiyeti yoktur. Ama böyle insanlar varmıdır? Allah
(cc) den başkasına dua edenlerin durumu bir benzetme ile
anlatılıyor. Bir dağın tepesinden bir ırmağa veya bir göle
elini uzatıp, su isteyen bir adamın eline nasıl su gelmezse,
Allah'ın yarattıklarından birşey isteyenlerin, ona dua
edenlerin elinede birşey geçmesi,
su isteyenin su istemesi boşa bir dilenme olduğu gibi,
onların duası boşunadır. Bu Allah'tan başkasına dua
edenlerin durumu.2235[18]
2235[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/217-218.
ederler).
"Yerde ve gökte var olan herşeyin isteyerek veya
istemiyerek Allah'a secde ettiğini haber veriyor." Hatta
yaradılmışlann gölgelerinin dahi sabah ve akşam Allah'a
secde ettiklerini haber veriyor. Yani Ağaç kendi secde ettiği
gibi ağacın gölgeside ona secde eder, zira gölgede bir
varlıktır o varlıkta kendi üzerine düşen görevini yerine
getiriyor.
Bu 15. ayet Hanefi fıkhına göre secde ayetidir. Arapça
metni okunduğunda secde yapılması gerekir. Bu ayetten
başka Kur'an'da 13 yerde daha secde ayeti vardır, onlarda da
aynı şekilde secde yapılır. Bu secdelerin yapılış gayesi ve
maksadı başka bir ifade ile secde yapması gerektiren durum
şudur. Bu ayette Allah (cc): "Yerde ve göktekilerin hepsi
Allah'a secde eder." buyuruyor. "Yarabbi biz de o
yerdekilerde-niz, bizde secde ediyoruz" diyoruz. Diğer bir
ayette "O kafirler secde etmekten kaçınırlar" buyuruluyor. O
ayet okunduğunda bizde diyoruz ki "onlar kaçınırsa, biz
secde ederiz" Yarabbi diyerek secde ediyoruz.
Alimlerimiz bu secde-i tilavet hakkında ne güzel bir şiir
yazmış
Bilin ondört yerde gelir secde Kur'an'da tamam
Yedisi farz üçü vacib dördü sünnet vesselam
Farzdır, Araf da Ra'd, Nahl Esra ve meryem Haccu Saad
Hem üçü Furkan Elif, lam, Mim, Hamım, ve vacihat
Nemi ve en-Necm, İnsikak, İkra sünnettir bunları
Müşkilin hal oldu bu üç beyitle ey şehriyar.
15. ayette Allah (cc) istiyerek veya istemiyerek secde
ederler buyuruyor. İnsanın dışındaki yaratılmışlar isteyerek
secde ederler insanlar içerisinde müminlerde istiyerek,
gönülden secde ederler. İnsan dışındaki varlıklar gönülden
secde ederler ve bunların secdeleri kendi hal ve lisanlarıyla
olur.
Mü'min insan her şeyin secde ettiğine inandığı için eşyayı
koparmaz, kiri etmez, ihtiyacı kadarını alır ve israf
etmez. 2236[19]
2236[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/218-219.
aşağıya eğerek tasdiklerdi, yani isyan etmeyip onun
dediklerini yapmak suretiyle, baş işaretiyle onu kral seçmiş,
onu kabul etmiş oluyordu.
İşte şimdiki demokrasi ile eski demokrasi arasındaki fark
budur. Eskiden kılıcım çekiyor başınız ile işaret edin
deniliyordu, şimdi de herkes kâğıt ile bunu belirtsin yoksa
şu kadar para cezası var deniliyor. Hiçbir kimsenin diğerini,
kendi aklına göre yönetme hakkı yoktur "Hakimiyet
Allah'ındır. Ancak ve ancak Allah'a itaat etmeyi emretti
başkalarına değil "Görenle görmeyen bir olur mu?" Hiç
karanlıkla aydınlık bir olur mu?" Aydınlık geldimi
etrafımızı ve etrafımızdaki eşyaları insanları rahatlıkla
görüyoruz. Ama aydınlık gittimi, zifiri karanlıkta kalıyoruz.
Aynı şekilde insanların üzerinde Allah'ın kanunlarının
uygulaması gündüzün ışığının gelmesi gibi, insanların
kanunlarının uygulanması ise zifiri karanlığın ortalığı
kaplaması gibidir.
"Yoksa onlar, Allah'a ortaklarını koşuyorlar." "Şirk"
kelimesi, şirket kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Şirket
aynı müesseseye birkaç kişinin belirli oranlarda ortak
olması, söz sahibi olmasıdır. Allah (cc) "şirk haricinde
bütün günahları af edeceğini ama şirki asla af et-
miyeceğini" bildiriyor. 2237[20]
Şimdi dünyada şu kadar insanın canı yanıyor. Anneler
ağlıyor, çocuklar mahzun işer bu müşriklerin (şirk
koşanların) düzene hakim olmalarından kaynaklanıyor. Peki
bu müşriklerin şirke gönül bağlamalarının sebebi ne
olabilir? Bunu ayeti kerime şöyle açıklıyor. Acaba bunlarda
birşey yarattılarda yarabbi bilemedik senmi, büyüksün
yoksa şu bizim yarattıklarımız mı? Biz şaştık kaldık mı
diyorlar, halbuki böyle birşeyde yok.
"Deki herşeyin yaratıcısı Allah (cc) O Tekdir ve herşeye
2237[20]
Nisa 48
gücü yeten Allah (cc)'dır. 2238[21]
2238[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/219-220.
farkda odur. Yani Allah'ın yarattığında bir tabiilik in-
sanınkinde ise bir sun'ilik vardır. 2239[22]
2245[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/223-224.
korkarlar ve Ahirette de kötü hesapla karşılaşmaktan da
korkarlar. Ahirette hesabın iyi olmasının yolu bu dünyada
günahları yüklenmeden Kur'an ve sünnete göre hareket
etmekten geçer. 2246[29]
2246[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/224.
2247[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/224-226.
2248[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/226.
bu kaldığınız yer ne güzel bir yerdir." 2249[32]
2251[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/227.
2252[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/227-228.
28- Onlarki iman ederler ve kalbleri Allah'ın zikri ile tatmin
olur. İyi bilinki kalbler ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur.
Gözünüzü açın, dikkat edin Allah'ın zikri ile kalpler huzura
kavuşur. Başka yolu yoktur. Kalblerin mutmain olması,
huzura kavuşması için. Onun için subhanallah,
"Hasbunallahu venimel vekil" gibi zikirleri bolbol söylemek
lazım.
Bu zikirler yanan yüreğin üzerine dökülen bir soğuk su
gibidir. Onun galeyanını durdurur. Ruh ve sinir hastalıkları
mütehassıslarının birçoğu hastalarına namaz kılmayı, ibadet
yapmayı, boş zamanlarında da Allah'ı zikretmeyi tavsiye
ediyor. Başka bir doktorda hastasına siyan siyan kelimesini
günde 500 tane söylemesini emretmiş. Bende dedimki "bu
kelimenin herhangi bir anlamı varmı?" hayır dedi. Niye bu
kelimeyi tavsiye ediyorsun dedim. Dediki önemli olan
hastayı meşgul etmek . Bende "Allah demesini söyleseniz"
dediğimde, "bize onu öğretmediler bunu öğrettiler"
dedi. 2253[36]
2253[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/228.
gelmiştir. Dikkate şayandır. İman gönülde olandır, amelde
gönülde olanın fiiliyata dökülmesidir. Fiiliyata dökülmeyen
iman sahibine pek faydalı olmaz. Kişinin evine oturup
"yarabbi bana para ver" demesi nasıl olmuyorsa kalbdeki
imanda amele dönüşmedikçe faydası az olur. 2254[37]
2256[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/230-232.
2257[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/232.
33- Her nefsin kazandığını gözetenemi (ortak koşuyorlar)?
Onlar Allah'a ortak koştular. Deki: "O ilahlarınıza isim verin
yoksa Allah'ın yeryüzünde bilmediği bir şeyimi ona haber
veriyorsunuz? Yoksa konuşmuş olmak için mi? Hayır,
kafirlere hileleri güzel gösterildide yoldan ahkonuldular.
Allah'ın sapıttığını doğru yola getirecek yoktur.
"Her şahsın, her nefsin ne kazandığı üzerinde kontrol altında
tutan mı? ilahhğa layıktır. Yoksa kendine malik olamayan
adam mı daha layıktır?"
Bizi yaratan, eşyayı yaratan, kainatı yaratan ve bfunları
yöneten odur. Allah (cc)'mı ilahlığa ibadete layıktır. Yoksa
kendisine bile hakim olmayan, ölümüne ve dünyaya
gelmesine katkısı olmayan, başı ağrısa durduramayan, karnı
ağrısa dindiremeyen mi? ilah olmaya daha layıktır.? Onlar
Allah'a ortaklar edindiler. Herşeyin hakimi halikı Allah (cc)
olduğunu hesab edemediler ve kendileri gibi olanları
ortaklar edindiler. "Deki ilahlarınızı bize tarif ediniz." Şayet
onlar bize aynı şeyi soracak olurlarsa bizim vereceğimiz
cevap Ayetel kursi ile olmalı yani "O Allah ki ondan başka
ilah olmayan ilahdır. O, haydır, diridir. Kendi nefsi ile kaim
olandır. Onu ne bir uyku nede bir uyuklama tutmaz..." veya
İhlas suresi ile "Deki O Allah birdir. Allah Sameddir..." Bu
ayet ve surede Allah'ın birçok zati ve subuti sıfatları
sayılmaktadır. Bunlardan "vahdaniyet" Allah'ın zatında sıfat
ve fiillerinde bir olması, "kıdem" başlangıcının olmaması
ezeli olması, "beka" sonunun olma-maması ebedi olması.
Yarattıklarına benzemez.
Bu ayete (33. ayet) dayanarakta biz diyoruz ki imansızlara,
şirk koşanlara; "Buyurun siz de ilahınızı, bize anlatın." İşte
"filanca adam" derlerse biz de "O bizim gibi bir anadan ve
bir babadan dünyaya gelen bir kişidir. O da birgün gelir ölür
ölümlü olan bir insanda ibadet edilmeye, tapılmaya layık bir
kişi değildir." "Siz Allah'tan başka ilah olduğunu
söylüyorsunuz yoksa Allah'a (böyle birinin varlığından
bilgisi yoktuda onumu?) haber mi veriyorsunuz." Şirk: Yer
ve gökteki Allah'ın hakimiyetine bir başkasını ortak
etmektir.
İşte bu alemde Allah'ın varlığına, birliğine işaret eden,
delalet eden alametlere, şahitlere rağmen; bu şirk koşanların
varlığı bu uzay çağı dedikleri asırda bile insanların taşlara
tapınması, onların huzurunda eğilmesi, birilerinin gidip o
taşlara hemen şikayet etmelerinin sebebi ne? derseniz, ayet
gayet güzel bir şekilde açıklıyor. "O kâfirlere o tuzakları
güzel gösterildi, zinetlendi, allandı pullandı, yaptıkları en
güzel bir iş gibi gösterildi ve böylecede Allah yolundan
ahkondular. Şirk ve imansızlık insana zehirli hap gibi
yutturulmaz, mantıkî yollarla kişiye güzelleşlirilir. Sevimli
hale getirilir. Mesela ahirete inanmayan bir kişinin "ahiret
ahire t diyorlar ben inanmıyorum gidip gelenmi var?" şek-
linde mantıki yorum yapması gibi. 2258[41]
34- Onlar için dünya hayatında azap vardır. Ahiret azabı ise
elbette daha zordur. Onları Allahdan koruyacak biri de
yoktur.
"Onlar için dünyada azab vardır." Yani dünya hayatındada o
kâfirler için azab vardır. Bu ayete göre "ahiret müslümanın,
dünya da kafirindir." Sözü yersiz uydurmadır. Zira ayetlere
ters düşdüğü gibi hadis-lerdede böyle bir şey yoktur.
Dünyada, ahiretde müminindir. Zira mümin bu dünyada
Allah'ın hakimiyetini sağlamak için görevlendirilmiştir.
Bakara suresinde Hz. Adem (as)'dan bahsederken onu
"yeryüzünde Allah'ın hükmünü icra edecek halife" olarak
belirtmektedir. Biz müslü-manların görevide babamız Hz.
Adem (as)'ın görevine devam "Allah'ın hükmünü hakim
kılmak" için çalışmak. Bizim bu hareketimiz kafirlerin bu
dünyada başlarına bela olacaktır. Ve de bu onlar için bir
2258[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/232-233.
azabdır.
Ahiretin azabı ise daha şiddetlidir. Dünya azabına benzemez
ve ahirette onları hiç koruyacak biri yoktur. Bu dünyadaki
kâfir toplulukları yine kâfir topluluklar müslümanlara karşı
korur yardımcı olur ama ahirette böyle bir yardım mümkün
değildir. 2259[42]
2261[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/234-235.
sana bir veli veya koruyucu yoktur.
Bu ayetle şunu öğreniyoruz; Kur'an-ı Kerim bizim "hukuk"
kita-bımızdır. Bundan sonra böyle bileceğiz.
"Ey lıabibim, bu Kur'an'm bilgisi geldikten sonra sen onların
heva ve heveslerine uyacak olursan onların kanunlarına
uyacak olursan Allah katında senin için ne bir dost vardır,
nede seni koruyan biri vardır."
Bu ifadeler Allah rasulünün şahsında biz müminleredir. Hz.
Peygamberden müşrik ve kâfirlerin istek ve arzularına
boyun eğme diye bir olay meydana gelmemiştir. Allah
kanun olarak Kur'an'ı indirmesine rağmen inanmayanların
heva ve heveslerine uyarsanız Allah sizin dostunuz olmaz
ve sizi korumaz Allah'da korumadımı kimse ko-
ruyamaz. 2262[45]
2262[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/235-236.
Furkan suresi 7. ayette bunlara işaret edilmekte "yanında bir
melek olmalı değilmiydi" bu peygamberdir diye onu tasdik
etmeli veya yanında hazineler olmalı değilmiydi diye itiraz
etmişler.
Günümüzün imansizlanda Hz; Peygamber için çok
evliliğinden dolayı kadın düşkünü idi diye iftiralar atıp hatta
bu konuda kitaplar bile yazmışlardı. Eğer Hz. Peygamber
kadın düşkünü olsaydı ilk evliliğini 25 yaşında iken kırk
yaşındaki dul bir kadın ile yapmazdı. Ve de Hz Hatice
validemizde 50 yaşına kadar yaşamış olup o esnada ikinci
bir kadınla evlenmiştir. Hz. Hatice validemizin vefatından
sonraki evlilikleri birer siyasi vede dini tebliğ içindi.
Hz. İsa ve Hz. Yahya (as) dışındaki bütün peygamberler
evlenmişlerdir ve peygamberler Allah'ın izni olmadan bir
mucize ve bir ayet getirmeleri mümkün değildir. Her
ecelinde zamanında bir sonu vardır, bir son yazılmıştır. Yani
zamanla kayıtlı olan her şeyin sonu vardır. "Allah (cc)'hın
zamanla kayıtlı olmadığı için onun başlangıç ve sonu
yoktur." 2263[46]
2263[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/236-237.
hareket ederek "Kur'an Allah'ın kelamı olduğu gibi Tevrat
ve İncil'de Allah'ın kelamıdır. Allah niçin Kur'an'ı
koruyorda Tevrat ve İncil'i niçin korumasın" diyorlar. Biz
de cevap olarak bu 39. ayeti sunuyoruz. Allah dilediğini
imha eder, dilediği ahkamıda sabit kılar diyoruz.
2. Allah dilediği dağlan sabit kılar dilediğini de yok eder
şeklinde açıklanmıştır. Bir başka alimde nice dağlar, ova
nice ovalarda dağ haline gelmiştir. Rabbim böyle
değişimlere uğratır.
3. Diğer bir alimde Allah dilediği .devletlerden bir kısmını
imha eder bir kısmını da sabit kılar. Yıkılmaz, bileği
bükülmez denilen roma imparatorluğu zamanla yok
edilmiştir. Rusya'da aynı şekilde bölünmüştür.
4. Diğer bir tefsirciye görede Allah dilediği insanı melekleri
vasıtasıyla imha eder. Dilediğinide bu dünyada belirli bir
vaktine kadar sabit kılar. 2264[47]
2264[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/237-238.
insanlara mesajını ulaştır.
Bu ayet bize gayet güzel bir ışık tutmaktadır. Bazı
müslüman kardeşlerimiz soruyor Acaba islam devleti
kurulacakmı? diye "Biz islam devletinin kurulup
kurulmamasından değil, biz islamı tebliğ ve yeryüzünde
fitne kalmayıncaya kadar da cihadla emr olunduk" islam
devletinin kurulup kurulmaması Allah'ın takdirindedir. Kişi
malı, aklı, diploması ve canı ile Allah yolunda çalışmakla
mesuldür. Bu gayret içinde ölürse neticesi inşallah
cennetliktir. 2265[48]
2270[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/241-242.
2- Öyle bir Allah ki göklerde ve yerdekilerin hepsi onundur.
Çetin azapdan dolayı vay kafirlerin haline!
Kur'an bizi öyle bir ilaha davet ediyorki; yerde ve gökte her
ne varsa Onundur. Yani yerde ve gökte her ne varsa onları
Sırat-ı Müstakim'a götürmek için indirilmiştir. İnsanlar bu
Kur'an'a uydukları zaman Allah'a ulaşırlar. Fakat falanca,
filânca adamın peşinden giden-lerse onun gibi ölümlü bir
yolun neticesinde, onun gittiği yere gider. Avcının kar da iz
peşine düşüp avına ulaştığı gibi.
Şiddetli azabdan dolayı kafirlerin vay haline veya diğer bir
anlamı şiddetli azab olarak kafirlere "Veyil deresi"
vardır.2271[3]
2271[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/242-243.
"Çölde açlık ve susuzluktan baygınlık geçirmekte olan bir
kafileye bir adam gelir ve onlara derki; "Bakın buraya kadar
gelmişsiniz, biraz daha gayret ederseniz şu tepenin
arkasında köy var, orada su var, yiyecek var ve diğer
ihtiyacınız olan herşey var" Oraya kadar gelirler. Hakikaten
adamın dediği gibi orada hertürlü yiyecek, içecek ve diğer
ihtiyaçları olan herşeyi bulurlar. Ve O adam onlara burada
durmayın, şu dağın arkasında bir köy daha var, orasının
arazisi daha münbit ve orası daha güzeldir. O kafilenin
içinden bir kısmı bu adam çölde bize geldi söylediği çıktı,
bize yalan söylemedi. Burada da yalan söylemez deyip
arkasından giderler. Bir kısmı da, hazır biz bu nimeti
bulmuşuz oradaki ya var, ya da yoktur oraya gitmeyiz
derler." 2272[4]
İşte bu çöldeki adam, Peygamberdir. Onun arkasından
gidenler Ona inananlar, hazır nimetlerin içinde kalacağız
diyenler de bu dünyaya sıkı sıkıya sarılan inançsız
kafirlerdir.
Bu kafirler de, nasıl ki; hırsız adamın, bütün insanların
hırsız olmasını istediği veya ahlaksız kadının, bütün
kadınların ahlaksız olmasını istediği gibi davranıyorlar. Zira
herkes hırsız veya bütün kadınlar da ahlaksız olunca onlara
kimse hırsız veya ahlaksız demiyeceği gibi kâfirler de;
"Mü'minleri Allah yolundan alıkoyarlar ve O Allah yolunun
da eğri büğrü olmasını isterler."
Bu şekilde açıkça engelledikleri gibi, bazen de; "Bu yol
ortaçağ zihniyetinin yoludur. Fundamantalistlerin yoludur,
gericilerin yoludur" şeklinde İslamı tam bilmeyenlere de,
Onu kötü birşeymiş gibi göstermek suretiyle engelliyorlar.
Engellemelerin sebebi de Hak ve adaletten ayrılmayan
insanların çoğalıp yönetimi elde etmeleri, çıkar çevrelerinin
işine gelmiyeceğinden m et al anam ayacaklarından
2272[4]
Müsned-i Ahmet 1/267
dolayıdır.
Suçlu insan daima kendini güçsüz hisseder. Kafir de
Rabbine karşı kendini suçlu hissettiği için; "bir mü'min 10
kafire bedeldir." 2273[5] Onların üstesinden gelir. Fakat bugün
rnüslümanlar işi o kadar pısırıklığa vermiş ki; kafirler hem
suçlu hem de güçlü durumda. İşte onlar çok uzak bir
sapıklığın içindedir.2274[6]
2273[5]
Enfal 67
2274[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/243244.
2275[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/244-245.
5- Biz Musa'yı kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve
Allah'ın günlerini hatırlat diye peygamber olarak
ayetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda sabreden ve çok
şükreden herkes için ayetler vardır.
Andolsun ki biz Musa'yı da; ayetlerimizle ve Tevrat ile,
kavmini küfür karanlığından nura çıkarması için gönderdik.
Yukarıda birinci ayette Kur'an'ı açıklamıştı, aynı emirlerin
Tevrat'ta da olduğunu açıklıyor. Yani Tevrat ile Kur'an'ın
gönderiliş gayesinin aynı olduğunu ve bu ayetin emrinin her
iki kutsal kitapda da bulunduğunu belirtiyor. Onun için fıkıh
kitaplarımızda tahrif edilmiş bile olsalar diğer kutsal
kitaplara da abdessiz dokunulamayacağı hususunda fetva
vardır.2276[8] Evet tahrif edilmişlerdir ama, içinde yine tahrif
edilmeyen, bozulmayan ayetlerin bulunabileceğinden
dolayıdır. Mevdûdî tefsirinde, bu konuda uyum sağlayan
yerler ile, uyum sağlamayan yerler hakkında hayli örnekler
vermiştir. "O insanlara da, Allah'ın geçmişteki günlerini
hatırlat diye Tevratı gönderdik." Allah'ın günlerinden kasıt;
İbrahim (a.s.)'e, Nuh (a.s.)'a inanmayan insanların akıbeti,
yani başlarından geçen olaylardır.
Kur'an moral dolu bir kitaptır. Hakikaten inananlar Kur'an'ı
dikkatli okusalar moral kazanacaklardır. Zira İbrahim (a.s.)
Nuh (a.s.), Salih (a.s.), Hud (a.s.), Musa (a.s.), gibi
Peygamberlerin mücadeleleri ve bunun neticesinde
ulaştıkları zaferlerden bahsediyor. Biz müminlere de; sizler
de bunlara uyacak olursanız siz de o ümmetler gibi zafere
ulaşırsınız" diye moral veriyor bize. En güzel kıssalar
Kur'an'dadır. İşte bu kıssaları dikkatli okuyanlar için ibretler
vardır.2277[9]
2276[8]
Fetevayı Hindiyye kenarında,Fetevayı Kadıhan 1/163
2277[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/245.
hatırlayın. O sizi firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar size
azabın en kötüsünü tattırıyorlar, oğullarınızı kesiyorlar,
kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda Rabbinizden size
büyük bir imtihan vardır." demişti.
Hani bir zamanlar Musa (a.s.) kavmine demişti ki: (tabii ki
Mısır'dan çıktıktan, Firavun'un zulmünden kurtulduktan
sonra) "Allah'ın size olan nimetini hatırlayın, O nimetler ki;
Allah sizi Firavun ve Onun hanedanının zulmünden
kurtardı, onlar işkencelerin en kötüsü ile işkence
ediyorlardı. Nesliniz çoğalmasın diye erkek çocukları bo-
ğazlıyorlardı. Kadınlarınızı da kızlarınızı da sağ
bırakıyorlardı. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir
imtihan vardır." Bakara suresinde de geçtiği gibi Firavun
İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürür Musa (a.s.)'da
dünyaya gelince Allah'ın (cc) annesine vahyetmesi ile bir
sandık içine koyup Nil nehrine ulaşır oradan Firavun'un
adamları alır ve böylece Musa (a.s.) O'nun sarayında büyür.
Bazı müfessirler, Firavun'un adamları yani müneccimler;
"işte İsrailoğullarından bir erkek çocuk çıkacak senin
saltanatına son verecek şeklinde yorum yaparlar. Ama bu
diğer çoğu müfessirler tarafından kabul edilmeyen bir
görüştür. Firavun; İsrailoğullarının çoğalmaması gerektiğini
ve bir de daha önceden onların soyundan peygamberlerin
geldiğini biliyor. Yakub (a.s.)'ın neslinden bir peygamberin
daha geleceğini bildiği için bunu yapmıştı. Bugün ise,
çocukların boğazlanmasına gerek kalmadan, doğum
kontrolü ile bu boğazlama işi kendiliğinden
2278[10]
yapılmaktadır.
2278[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/246.
Rabbiniz size ilan eder ve derki: "Eğer siz şükrederseniz
mutlaka ben de sizin nimetinizi artırırım." Bu nimetten kasıt
başta İslam nimeti, ibadet nimeti ve de dünya devleti de bir
nimettir. Ayet şunlara, şunlara diye bir kayıt koymayıp
serbest bırakmış ve de umumilik ar-zetmektedir. Sıhhate
şükredenin sıhhati artar. Servete şükrederseniz servetiniz
artar. İbadet nimetine şükredenin ibadeti artar. Yani öğleyi
kılana, ikindi namazını kılma kolaylığı sağlanır. Nafile oruç
tutana farz orucu tutma, kolaylığı sağlanır. İslami devlet
kuruldu ise onun da gücünü artırır.
"Eğer nankörlük yaparsanız, o zaman benim azabım gayet
şiddetli ve de çetindir." buyruluyor. 2279[11]
2283[15]
Yusuf 97
peygamber ve salih bir insandır. 2284[16]
2286[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/250-251.
zorbaların emelleri boşa gider. O inatçı zorbaları
arkalarından Cehennem kuşatır ve onlara Cehennemde
yanmış insanların akan irinini su yerine içmek vardır.
Bunlar; Cehennem azabının şiddetinin ne denli büyük
olduğunu ifade etmek için, dünyada bilinen şeyler ile izaha
çalışmaktır. 2287[19]
2289[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/252-253.
2290[22]
Al-i Imran Suresi' 191.
2291[23]
Maide 154
külleri gibi şiddetli bir rüzgarda nasıl yok olup gidiyorsa
kafirlerin de amellerinin yok olup gideceğini" belirtmişti.
İşte yeri ve göğü yaratan Allah herşeye kadirdir. Allah
dilerse; onların amellerini değil, kendilerini bile yok eder ve
onların yerine yeni bir kavim getirir. 2292[24]
2298[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/257.
hız vermektir. Kelimeyi tevhid Hz. Adem (a.s.)'den bugüne
kadar hep tek olarak ve de değişmeden gelmiştir. Bize kadar
ulaşmasında emeği geçenlerde bir öncekilerini tasdik edici
olarak gelmiştir. Ama kelimeyi küfür ise; günümüze kadar
hep birbirini tekzib ederek gelmiş ve de bu felsefecilerin
yazmış olduğu eserlerin, söylemiş olduğu sözlerin hesabını
tutmak mümkün değildir. 2299[31]
2299[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/257-258.
2300[32]
Ra'd 127
2301[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/258.
İsîamı bırakıp küfrü tercih edenleri görmedin mi? ve
kendilerine tabi olan insanları helak yurduna, Cehenneme
götüren adamları görmedin mi.? Bugün bu insanları biz de
görüyoruz. İnsanlar arasından bazı zalim ve cebbar insanlar
diğerlerini de etkisi altına alarak, Allah'a değil bana ibadet
edin, bana uyun diyor. Üstelik Allah'ın mülkünde, onun
vermiş olduğu nimetlerle fırsatlarla bunu yapıyor ve de
topladığı insanları cehenneme sürüklüyor.
Bu ayetler nazil olduğunda hitab Hz. Peygambere idi.
Bugün ise bu ayeti okuyup ona muhatap olan herkesedir.
Bize; "görmediniz mi.?" yani bu olayı ben size haber
veriyorum. 'Onu siz görmüş gibi bilin, kesin ve de doğru bir
bilgidir.' demektedir. 2302[34]
2302[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/259.
2303[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/259.
2304[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/259.
31- İman eden kullarıma söyle: "Kendisinde alışverişin ve
dostluğun olmadığı (ahiret) günü gelmeden önce namazı
kılsınlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve
açık olarak infak etsinler."
İman eden kullarıma deki; namazlarını dosdoğru kılsınlar.
Kendilerine vermiş olduğumuz rızıktan Allah için gizli ve
açık olarak infakta bulunsunlar. Bu konu ile ilgili bir
açıklamayı da Bakara Suresi 3. ayetinde yapmıştık. Ayette
kazandıklarınızdan demiyor, "bizim size verdiğimiz
rızıklardan" şeklinde ifade edilmekte, insan nedir ki, kimin
mülkünde ne kazanacak.? O Allah'ın mülkünde onun verdiği
akıl, güç ve kuvvetle birşeyler yapar. Bir de gizli ve açık
olarak verilmesi istenmekte, açıkta verilmesinin hikmet ve
sebebi başkalarına örnek ve de onlara teşvik olsun diye,
gizli verilmesi ise riya olmaması için. Biz genelde gizli
vermeye çalışırız ama açıktanda verip diğer insanları da
hayra teşvik etmeli.
Bugün müslümanların "Karz-ı hasen" yani Allah rızası için
borç para verme müessesesi, bankalar yüzünden ortadan
kalkmış durumdadır, Bu banka öyle bir pislik ki tam köşe
başına oturup gelenin gidenin parasını alıp, yine diğer bir
.müslüman esnaf veya tüccara, iş adamına veriyor. Böylece
müslümanların sırtmdanda geçinip gitmekte. Bu Karz-
hasen müessesesinin tekrar canlandırılıp hayata geçirilmesi
gerekir.
Müslümanlar zekatlarını , kendisinde ne alış verişin, ne de
dostluğun olmadığı ^gün gelmeden Önce vermelidirler. O
günün ne zaman geleceği belirlî\değildir, her an gelebilir.
Sabah gelebilir, akşam gelebilir gece gelebilir. Her an ibadet
üzere bulunmalıyız. Öbür dünyada alış veriş yok, oradaki
insanlara rüşvet verilmez, dostluk ta yoktur. Herkes kendi
nefsini düşünüp kendi başının çaresine bakacak. 2305[37]
2305[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/260.
32- Allah; gökleri ve yeri yaratan, gökyüzünden su indiren,
o su ile size rizık olması için meyveler çıkaran, Allah'ın
emriyle denizde akıp gitmesi için gemiyi emrinize veren,
ırmakları emrinize verendir.
O Allah ki; yeri ve göğü yaratan Odur. Gökyüzünden de
yağmuru indiren Odur. O yağmur sebebiyle yer yüzünden
meyveler çıkaran Odur. Onun izni ile gemiyi denizde
yüzmesi için emrinizde kılan O'dur. Sizin emrinizde hizmet
etmesi için nehirleri emrinize veren odur. Nehirleri gemileri
emrimize veren ve de Gökyüzününden yağmuru indirdikten
sonra yeryüzünden meyveleri çıkarıp insanın emrine veren
Allah (c.c.)'dır.
İşte insanoğlu bunları alıp kullandıktan, faydalandıktan
sonra teşekkür edeceği yerde isyan ediveriyor. İşte bu isyan
eden insan bütün yaratılmışlara saygısızlık yapıyor
demektir. İşte çevre kirliliği olayının temeli imansız kafir
insanların çoğalmasıdır. İnançlı insan temizliğine de dikkat
eder imanın gereği olarak ta diğer yaratıklara zararlı olacak
iş ve fabrika ile uğraşmaz. 2306[38]
2306[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/260-261.
2307[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/261.
34- Ondan istediğiniz herşeyin bir kısmını size verdi. Eğer
Allah'ın nimetini saymak isteseniz sayamazsınız. İnsan çok
zulmeden, çok inkar edendir.
Allah'tan istediğiniz herşeyi Allah (c.c.) size vermiştir. Yani
sizin ihtiyacınız olan herşey dünyada ve sizin vücudunuzda
mevcuttur. Bize o kadar yerli yerinde organ ve uzuvlar
vermiş ki; birinin yerinin başka yerde olması veya birinin
eksik olmasını düşünmekle bunların ne kadar
isabetli olduğu daha iyi ortaya çıkar. Mesala iç
organlarımızın da kollar, bacaklar ve burnumuz gibi dışarıda
olduğunu düşünsek... dehşete düşeriz.
Allah'ın size olan nimetlerini saymaya kalkarsanız onu
sayamazsınız, gücünüz yetmez. İnsanlık ne kadar ilerleme
kaydederse etsin, teknolojisini ne kadar geliştirirse
geliştirsin, bir göz nimetini bile saymaya kalkamaz. İşte
buna rağmen bir kısım insan gayet zulümkâr ve de
nankördür. Bu kadar nimeti gördüğü, bunları yaratması
değil kendisi sayamadığı halde, üstelik faydalandığı halde
Allah'a şükretmez Onun nimetlerine karşı nankördür. 2308[40]
2308[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/261-262.
olmaz.
Bugünün aydını ABD hayranı ama, amerika'yı gidip
görenler; "gece şu saatten sonra sokağa çıkmak mümkün
değil" diyorlar, zira adamlarda ahiret inancı yok, ahirete
inanmayan insan da bu dünyada yiyip içtiği, yaşadığı kâr
düşüncesinden hareket edeceğinden, mutlu olabilmesi için
ençok neyin yapılması gerekiyorsa onu yapıyor. Paraya mı
ihtiyacı var.? gidip adamın midesini deşip paralarını alıyor,
canı kadın mı istiyor.? rastgele birinin namusuna tecavüz
ederek bu ihtiyacını gideriyor.
Namusuna tecavüz harammış, başkasının parasını gasb
etmek gü-nahdır, inancı olmadığı gibi ahiret inancı da
olmadığından-, nasıl olsa bunları bana ahirette kimse
sormaz düşüncesiyle hareket etmektedir. 2309[41]
2309[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/262.
2310[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/263.
Buharı tevhid 136, Müslim iman 1326, Tirmizi kıyamet 110, Darimi mukaddime 18
37- "Rabbimiz, ben neslimden bir kısmını korunmuş eviyin
(Ka'be'nin) yanında ekin bitmeyen bir vadiye yerleştirdim.
Rabbimiz, namazı kılsınlar diye (oraya yerleştirdim). Sende
insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyleder kıl.
Onları meyvelerle rizıklaridır, umulurki şükrederler.
'Yarabbi Namazlarım dosdoğru kılmaları için şu hareminin
yanma, Kabeyi muazzamanın yanında, toprağında ziraat
bitmeyen yere çocuklarımdan yerleştirdim diyor.'
Tarihçilerin ifadesine göre İbrahim (a.s.) Babil'de Nemrut'un
karşısında idi. Babası Nemrut'un put bakanı idi.
Peygamberlik verilince Mekke'de ziraata bile elverişli suyu
olmayan bir yere geliyor ve çocuklarının Nemrut'a ibadet
etmesini engellemek, onların cehennemlik olmasını
önlemek için Onları Mekke'ye yerleştiriyor.
Bugün Müslümanlarda; maaşımız iyi de olsa, geçimimiz iyi
de olsa, dinimizi daha iyi yaşayabilecek yerlere hicret
etmemiz veya o mekanı terketmemiz gerekir. Zira bizim
yolumuz İbrahim (a.s.)'in yoludur. Biz onun milletinden,
Muhammed ümmetindeniz.
İnsanların bir kısmının gönlünü de onlara meylettir. Onlara
meyvelerden rızık olarak ver. İşte bu duanın bereketidir ki
hâlâ daha orada ot bitmeyen o yerde binlerce Müslüman
bulunmakta, binlercesi de orayı ziyaret edip memleketlerine
dönmektedir. 20. yüzyılda bile daha modern şehirler varken
oralara değil, insanlar bu kutsal topraklara yönelmekte orayı
ziyaret etmekte. Dini yönden denilecek olsa; Vatikan da bir
din merkezidir. Ama Dünyanın dört bir yanında yetişen her
türlü sebze ve meyve bu kutsal topraklarda, hemde hemen
hemen ilk defa orada bulunur. Aradığınız herşeyi orada
bulabilirsiniz. Avrupa modern olarak geçinir ama
Hollanda'ya ve diğer bazı Avrupa devletlerine karpuz,
patlıcan, vs. Türkler sayesinde gitmiştir. Ondan önce
adamlar patetes ve de domuz etinden başka birşey
bilmiyorlardı. 2311[43]
2311[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/263-264.
2312[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264.
2313[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264.
Konya'da bir öğretmeni okuldan kovan köy halkım anlat-
makta. (Köy halkından evinde misafir olduğu kişi;
"oğlumun cahil kalmasına ben razıyım ama o şekilde dinsiz,
imansız yetişmesine razı değilim" der.). 2314[46]
2316[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/266.
2317[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/266.
2318[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/266-267.
yaptığımız size apaçık belli olmuştur. Ve size birçok
misaller de vermiştik. Bütün bunlara rağmen hak yola
gelmemişseniz şimdi belli bir süreye kadar ertelemekle mi
doğru yolu bulacaksınız? Halâ mı akıllanmadınız? 2319[51]
2322[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268.
2323[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268.
2324[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268.
kötü şey götüren, ahirette kötü azablar giyecek salih ameller
götüren de iyi şeyler yiyip ve de giyecekler.
Şüphesiz ki; Allah Hesabı çabuk görendir. "Hz. Ademden
bu güne kadar, şu kadar milyar veya tirilyon insan gelip
geçti bunların hesabı ne zaman görülüp de bana sıra
gelecek.?" demeyin. Allah (c.c), hesabı çabuk
görendir. 2325[57]
2325[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268-269.
2326[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/269.
HICR SURESİ
2329[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/272-273.
edeceğiz, Çünkü kimin iman edip kimin iman etmiyeceğini
biz bilemeyiz. Peygamber efendimizde bilemez. Herkesin
iman edebileceği ümidi ile tebliğ yoluna devam edeceğiz.
İman etmezsede o da hayvanlar gibi bu dünyada yesin
ölsünki, ölüsü hayvanlar gibi olmayacak, cehennem azabını
görünce "keşke bende müslüman olsaydım" diyecek. 2330[4]
2330[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/273.
güz mevsimi geldimi artık çok hafif şiddetdeki bir rüzgarda
bile çınarın altı yapraklarla doluverir. İşte bu güz mevsimi
hava, güneş rüzgar gibi etkenlerle onun yapraklarının
dökülmesi zamanı helak olması zamanıdır. İşte milletlerde
böyledir. Onların helakında da bütün şartların oluşması ge-
rekir.
Yine bu ayetin; bir anlamda diğer bir tefsiri bakara
suresinde geçmişti. Orada İbrahim (as)'a Allahu Teala
"insanlara seni önder kılacağım" diyor. İbrahim (as)'da "bu
imamlık yöneticilik zürriyetimdede devam etsin" diyor.
Allahu Teala'da "bu yöneticilik makamına zalimler
ulaşamaz" buyuruyor. 2331[5]
Ama günümüzde; "zalimler yönetici oluyor" derseniz. Adil
bir toplumun başına zalimler yönetici olamaz. Hal böyle
olunca bazı şeylerden şikayet ediyorsak kabahat yalnız o
adamlarda değil, kusur top yekun o toplumu meydana
getiren insanlardadır da.
Yönetim de bulunup da beğenmediğimiz insanlar, bizdeki
haleti ruhiyenin şekillenmiş halidir. Bizlerin iç dünyası
milyonlarca insanın iç dünyası yönetimde bulunan insanda
şekillenip ortaya çıkıyor. Bundan dolayıda kusur tamamen
sadece o yöneticide değil aynı zamanda kusur biz
insanlardadır.
İşte Allah (cc) buna işaret ediyor. Bir ülkenin yada milletin
helak olması demek, o ülkenin topraklarını altını üstüne
getirmesi demek değildir. Gerçi tarih boyunca bazı
toplumların altını üstüne getirmiş ama, "helak" aynı
zamanda toplumdaki yönetimlerinde değişmesidir. Mekke
halkımda helak etmiş, onların zulüm saltanatına son vermek
suretiyle. Yoksa topraklarını altını üstüne getirme şeklinde
değil. 2332[6]
2331[5]
Bakara 1124
2332[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/273-275.
5- Hiçbir millet ecelini geçemez, ondan geride kalamaz.
(Milletlerde eceli gelince ölürler)
Bir toplumun bir milletin eceli ne Öne geçer nede bir saat
geriye kalır. Zamanı geldimi birden göçüverir. Mesela ben
diyorumki; Amerika'nın göçüşünü ömrü olan bu nesil
görecektir. İki sene sonra, 10 sene sonra veya 20 sene sonra
olurmu, olur.
Bu durumu birkaç yıl önce Rusya için söylediğimizde bize
gülüp geçerlerdi. Ama durum meydanda. Batıya el açar
duruma geldiğini bütün insanlık gördü. 2333[7]
2333[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/275.
Kur'an okumaktır. İslam alimleri birkişi "tevhid kelimesi"
ile zikir yapsa mı? daha çok sevap alır, yoksa Kur'an-ı
Kerim okusa mı? daha çok sevap alır münakaşasını
yapmışlar. Netice olarak Kur'an okursa daha çok sevap alır
görüşüne varmışlar.
Efendimiz (s.a.v.); "Namazda Kur'an okumak, namaz
dışında Kur'an okumaktan efdaldir, Namaz dışında Kur'an
okumak ise teşbih ve tekbir getirmekten efdaldir."
buyuruyor. 2334[8]
2- Allahı hatırlattığı için Kur'an'a zikir denmiştir.
Zamanımızda bir kısım müslümanlara özellikle küfür
rejimleri tarafından "deli" damgası vurulmaya çalışılmıştır.
İslami gayreti olan insanlara, bilhassa onların bu gayretlerini
sıfıra indirmek, onları etkisiz hale getirmek için deli
damgası vurulmakta. Bazı müslüman doktorlarda bunun
gibi kişileri 3-5 yıllık hapislerden kurtarmak için böyle ra-
porlar düzenliyorlar.
Aslında böyle iyi niyetli insanlarda, müslümanlar aleyhinde
çalışanlara farkında olmadan yardım etmiş olmaktadır. Zira
gayretli bir mümini safdışı yapıp onu toplum nazarında
sıfıra indirmiş olmaktadır.
Birçok ayette Allahu (teala); Hz. Peygamberin deli
olmadığının üzerinde ısrarla durmaktadır. Eğer devlet
başkanlığını, Mekke'nin en zengini olmayı, en güzel kadınla
evlenmeyi reddediyorsa onunda bir , hedefi vardır.
Zira ileride Mekke'nin yönetimi Hz. Peygambere verilmiştir.
Bu Mekke halkının vermesiyle değil, Allah'ın lutfu ve kendi
gayreti ile olmuştur. Eğer onların vermesi ile olsaydı, Onlar
birgün o makamları geri alabilirdi. Bir kişiyi bir makama
getiren onu o makamdan da alabilme güç ve selahiyetine de
sahipdir demektir. Bunun için Hz. Peygamber buna razı
olmamaktadır. 2335[9]
2334[8]
Tefsir-u ibni badis s;31, Beyhaki şuab-ül iman 2/413 babün Fi Tazim-il Kur'andan naklen
2335[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/275-276.
7- "Eğer doğru söyleyenlerden idiysen bize melekleri
getirmeli değilmiydin?"
"Mademki peygambersin ve de söylediklerinde doğrusun
bize melek gelmeli değil mi?" Yani sana gelen melek bizede
gelmeli değilmi veya o sana gelen meleği bizde görsek ve
"bu ayetleri, buna ben getiriyorum" dese.
Başka bir ayette de Allahu Teala "onlara melek gelsede yine
iman etmezler" buyuruyor. Zira melek gelse insan suretinde
gelecek o zamanda ona bu melek değil insan
diyecekler. 2336[10]
Melek, asli şekli ile gelse, Melekler nurdan yaratıldığı için
bu imansızların gözlen onları görecek kapasitede değil, her
iki cihette de yine inkâr yönüne gidecekler. 2337[11]
2336[10]
Enam 19
2337[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/276-277.
2338[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/277.
uğramadan gelmesi olayına itiraz etmektedirler. Zira onların
mantığı bunu kavrayamamaktadır.
1400 sene önce söylenen bir filozofun, bir tabibin, bir
düşünürün sözü bize kadar gelmiştir; ama mutlaka bir
ilaveye bir eksikliğe maruz kalmak suretiyle değişime
uğramıştır. Siz bu Kur'an'ı nasıl korudunuz diye hayret
etmektedirler.
Bizde diyoruz ki; bakın Kur'an dilden geldi Cebrail (as)
Peygambere okudu, Hz. Peygamber de sahabesine okudu ve
sahabesi onu ezberledi. Sahabe de kendinden sonraki nesle,
o nesil (tabîn nesli) de kendisinden sonraki nesle okudu ve
böylece bu; nesilden nesile devam etti ve günümüze kadar
geldi.
Bugün benim elimde Abdurrahman Gürses hocamızın
icazetnamesinin sureti var. Diğer bir anlamda bu diploma
ama diplomadan farklı; ' diplomalarda sadece hangi
üniversiteyi kaçıncı derece ile bitirdiği yazılmaktadır. Fakat
O üniversitede bu bilgileri kimler verdi yazılı değildir. Ama
Abdurrahman hocamızın okuduğu hocası yazılı, onun
hocasının hocası da bu şekilde silsile yoluyla Hz.
Peygamber (as) ve Cebrail'e (as) kadar devam etmektedir.
İşte bu metodla biz, bu insanların nerede yaşadığını nerede
vefat ettiklerini nasıl bir yaşantı içinde olduklarını
bilmekteyiz. Bu icazet sadece Abdurrahman Gürses hocaya
ait değil. Endonazya da, İspanya'da, Cezayir'de, Mısır'da
yaşayan bir Kur'an Kariinin de böyle bir icazeti var. Bu
sistem batılının aklına yatmıyor.
Batılı diyorki ben sana bir söz söylesem o yanındakine oda
yanın-dakine söylese bu sonunda aynen ortaya çıkmaz
değişir diyorlar. Herşeyden önce müslümanlar Kur'an-ı
Allah kelamı olarak kabul etmişler, sahabeden 400 tanesi
işini gücünü bırakmış, Ashabı suffede Kur'an-ı devamlı
okumak ve onu öğrenmekle meşgul olmuş. Sahabe bütün
gücünü Kur'an'a vermiş ondan sonraki nesillerde de yine
Kur'an alimleri bu işe ömürlerini vermişler. Günümüzde bir
Abdurrahman Gürses, bir Gönenli Mehmet Efendi hocalar
ömürlerini Kur'an öğretmekle geçirmiş. Günlük
konuştukları kelimelerin % 60-70'i Kur'anla ilgilidir. Ya
Kur'an öğretir ya da Kur'an dinler... İşte böyle bir hal,
Kur'an bu gibi insanların gayretiyle günümüze kadar bu
şekilde gelmiş.
Rabbim "biz koruyucuyuz" diyor ama, kimlerle korur,
yarattığı kullarla korur. Korumak demek belirli yerde onu
muhafaza altına almak demek değildir. Bu ümmetin içinden
buna önem verecek insanların çıkması onların Kur'an-ı
öğrenip başkalarına öğretmesidir.
Kafirler bütün güçleriyle "Kur'an-ı Kerimi okutmayacağım,
okutanın boynunu vururum, hapishanelerde çürütürüm diye
tam 30 sene direnmiş. Ama o dönemde yine Kur'an-ı Kerimi
dağların tepelerinde okutabilecek insanları Allah devamlı
var etmiştir. İşte Allah'ın koruma şekli budur.
Bu koruma şekli sadece Türkiye'ye mahsus değil Rabbim
Sudan'da da, Mısır'da da, Moskof Rusya'sında da ki 1917
bugüne kadar devamlı Kur'anın aleyhine hareket etmesine
rağmen, oralarda Kur'an-ı Öğrenen ve öğreten, Arapçayı
azda olsa öğrenen ve öğreten insanlar var olmuştur.
Bugünde vardır. Kıyamete kadarda var olacaktır.
Bu ayete Ehli kitap tarafından şöyle bir itiraz var. Aslında
itiraz etmiyorlar. Diyorlarki Kur'an size göre Allah kelamı
mı? Evet Allah kelamı Tevrat ve İncil'de size göre Allah
kelamı değil mi? Evet onlarda Allah kelamıdır. Madem
öylede İncil ile Tevrat'ın tahrif edildiğine inanıyorsunuz
Allah onları niye korumamış? Biz korunduğuna inanıyoruz
diyorlar. İncilde Tevratta Tahrif edilmemiştir görüşündeler.
Bizde diyoruz ki madem bunu iddia ediyorsunuz Kur'an-ı da
kabul edin. Bu noktada Kur'an-ı kabul etmiyorlar.
Allahu Teala bu ayette Kur'an-ı koruyacağını vaad ediyor.
Yine Allahu Teala Maide suresi 44. ayetinde; Yahudi
hahamları ile Hıristiyan papazları Tevrat ve İncili korumak
için gayret ettiler çalıştılar tabi ki samimi olanları.
Allahu Teala o gün onlara havale ettiği için, onlardan bir
kısmı iyi niyetle bir kısırında kasıtlı olarak kelimelerin
yerlerini değiştirdiler, ilaveler yaptılar. Hakkın yanına
batılıda karıştırdılar. Ve böylelikle korunmadı. Rabbim
kendi kelamını zaten kendi korudu kendisi koruyor.
Korunmayan şey sayfalar üzerinde korunmamış tır.
Bizde müslümanlar olarak Kur'an-ı kollayacağız. Korumak
onu bağrımıza bir kitap olarak basmak değil içindeki ahkam
ile amel etmek, icra edilmesi demektir.2339[13]
2341[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/279-280.
adamı bir kaleye haps etseler birgünde o kalenin bir duvarı
açılsa da dışarı çıksa ne denir buna dışarıdan bir adam bunu
açıverdi denir. Bir tavuk yumurtası ki insan bazan dikliğine
kırmakta güçlük çekiyor o boynunu tutamayan civciv o
yumurtanın içinden çıkıyor onu dışarıdan çatlatan bir güç
varki oda Allah'dır.
İmam Safi de dut yaprağını koyun yiyor et oluyor, ipek
böceği yiyor ipek oluyor; bir başkası yiyor süt oluyor, bir
başkası yedimi gübre oluyor. İşte bütün bunları evirip
çeviren yalnız Allah'tır. Bunlar bakacak gözler,
anlıyabilecek akıllar için birer mucizedir. Biz bunların
mucize olduğuna inanırız. 2342[16]
2342[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/280-281.
eksiklik görürmüsün ancak gözün sana yorgun olarak geri
döner buyurmaktadır.
Hakikaten gökyüzü kusursuz, eksiksiz bir şekilde yaratılmış.
Eksiklik ve kusur göremiyoruz; bize süslü geliyor. Tarih
boyunca bu böyle olmuş seyretmeye doyum
2343[17]
olmamıştır.
2345[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/282-283.
birin de birisi makale yazmış. O makalede "şu kadar insan
var, şu kadar toprak var, bu toprakların hepsi ekilse bire yüz
verim alınsa, yani yapılan ziraatlar çok verimli olsa Nüfusu
10 sene içinde şu kadar hıza ulaşırsa yeryüzü bu insanları
besleyemez o zaman insanlar açlıktan birbirlerini yerler"
görüşünü savunuyor.
Fakat 19. ayette Allahu Teala: "Herşeyi ölçülü şekilde
bitirdik." Yani bu insanların ihtiyacı bugün şu kadarsa o
kadarı veriliyor. Bundan 50 yıl sonra dünyanın nüfusu 50
milyar olursa o insanların ihtiyacı olan rızkı Allah verir.
Zira O Rezzak dır; biz insanlara düşen görev; yeryüzünde ki
zulmü kaldırmaktır.
Daha önceden tefsin geçti. Davud (as) zamanında bir
adamın 99 koyunu, bir adamında 1 koyunu varmış. 99
koyunu olan 1 koyunu olan adama şu bir koyunuda bana
ver, senin 1 koyunu barındırman zor olur ona çoban tutsan
olmaz, otlatman ise tekbaşına müşkilat çıkartır diyerek
tartışırlar ve Davud (as)'m hakemliğine muracat ederler.
Davud (as)'a bir koyunu olan "Bu 99 koyunu olan, beni akli
yönden ikna etmek
istiyor. Haklı gibi de görünmek istiyor ben bunu kabul
etmiyorum" der. Davud (as) da "herkes hakkım gözetsin"
diyor. "1 koyunun sahibi bir koyuna 99 koyunun sahibide 99
koyuna sahip olsun" diyor. 2346[20]
Günümüzün ekonomik anlayışıda aynı, "verin şu küçük
tasarruflarınızı holdingler, şirketler, büyük patronlar
marketler açsınlar büyük kuruluşlar kursunlar." Necib Fazıl
bunu güzel ifade ediyor; "Allah'ın on pulunu bekleye dursun
on kul, Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul" İşte bu
ekonomik zulümdür. Bunun kaldırılması adaletin getirilmesi
bize düşen görevdir.2347[21]
2346[20]
Sad 22-24
2347[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/283-284.
21- Herşeyin hazineleri bizim katımızdadır. Biz onları ancak
belli bir ölçü içinde indiririz.
Herşeyin hazinesi bizim yanımızdadır. Ayın, güneşin,
suyun, havanın hazinesi bizim katımızdadır. Biz bunu belirli
oranda indiririz. Nereye Ne kadar yağmur ihtiyaçsa, oraya o
kadar yağmuru indirir. 2348[22]
2350[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/285.
getirseydin orada salih kulun olurdum." dedirtmemek
için. 2351[25]
2351[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/285-286.
2352[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/286.
2353[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/286.
değişken balçıkdan bir beşer yaratacağım."
Bu ayetlerin tefsiri için Bakara suresi 30-37. ayetlerinin
tefsirine bakınız. 2354[28]
2366[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/291.
etmek mecburiyetinde kalırız.
İşte Allahü Tealada Kur'an-ı Kerim'inde bu şekilde yapmış
önemli gördüğü olay ve emirleri çok çok tekrar etmiştir.
Nedim'de şiirinde Nedim: Ey Nedim Ey Nedim Ey Nedim,
diye çok tekrarlamış kendiside bu tekrardan rahatsız olunca.
"Hoştur tekellümün dile Ey Nedim, Gulu-i şişede kul
kulmusun nesin" diyerek kendi sesini şişenin suyunu
boşaltırken çıkarmış olduğu sese benzetmiş. İşte rahman
suresinde de, yukarıda zikrettiğimiz ayetle önce nimetleri
sayıyor daha sonrada, "onları nasıl yalanlarsınız." fermanını
veriyor. Bu nimetleri nasıl yalanlarsınız her sayılan nimetin
arkasından bir tembih olarak zikredilmiştir.
Melekler Hz. İbrahim (as)'ın yanına insan suretinde gelirler
ve ona "selam" derler. İbrahim (as) da biz sizden
korkuyoruz der. Meleklerde: Korkma biz seni çok bilgili bir
çocukla müjdeliyoruz yani senin çok bilgili değerli bir
çocuğun dünyaya gelecek diyorlar. İbrahim (as)'da: Şu
benim ihtiyarlık halimde mi siz bana çocuk
müjdeliyorsunuz. Ben ihtiyar bir adamım. Hûd suresinde de
İbrahim (as)'ın hanımı diyorki; "Bu nasıl olur? ben ihtiyar
ve de kısır bir kadınım. Kocamda ihtiyar" dediğin de,
melekler; "Sen Allah'ın emrine teaccüb mü (hayret mi)
edersin.?" diyorlar. Bu surede de 2367[41]
2373[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264-265.
2374[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/295.
2375[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/295.
istenildiği gibi yönetmek mümkün olacaktır. O zaman
insanlar sürü haline gelir ve birbirlerine olan bağlantıları ki
biz buna din bağlantısı diyoruz, o ortadan kalkar. Bu
bağlantı kalktımı artık kişiler arasında menfaat birliği-
meydana gelir. O da düzenli devam etmez. Bu bir leş
etrafında toplanan köpeklerin birliği gibi hepsininde amacı o
leşten bir pay almaktır. Bu olmadığı zaman oradaki birlik
çabuk dağılır,
Yine aynı bir bağda günümüzde futbol maçlarında
görülmekte. Aynı takım için aynı sallarda bir veya iki
saatliğine biraraya gelirler, maç bittikten sonra bu bağlılıkta
dağılır.
Kısacası ne ticari bağlılık, ne siyasi bağlılık, din bağlığı
kadar kuvvetli değildir. İnsanlar arasındaki menfaat bağının
en az olduğu yer dindir. Çünkü Allah tarafından gönderilen
bir iple bağlanıldığı için kuvvetli bir bağdır. Dünyada
devlet, ahirette de cennet çıkarı söz konusudur. Orası da
bölüşmekle bitmeyen bir nimettir.
Daha önce de belirtildiği gibi kitap okumak isteyenlere,
önce Kur1 an-ı Kerim'i okumalarını tavsiye ederiz.
Kur'an-ı Kerim'de geçen, Süleyman (as)'ın Belkis'in tahtını
getirmesi, Yakub (as)'ın oğlunun kokusunu duyması, birer
hakiki olay olarak kurgu konusunu teşgil etmektedir.
Yine fikir planında yeni birşey yoktur. Bugün fikir olarak
ortaya atılan herşeyin Kur'anda bir benzeri bir örneği
mevcuttur. Mesela Musa (as) zamanında kavmi; Allah'ı
açıkça göstermedikçe biz sana inanmayız" diyorlar.
Bugünün inşamda; "Tabanı tuvarda deneyemediğim şeye
inanmam" diyor her ikiside fikir alanında aynıdır. İfade tarzı
değişiktir. 2376[50]
2376[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/295-296.
Onlardanda intikam aldık. İkiside (Lût kavminin ve Eyke
halkının harabeleri) apaçık yol üzerindedir.
"Eyke" bir şehrin adıdır. Şuayb (as)'ın peygamber olarak
gönderildiği şehirlerden birisi, oranın halkıda Şuayb (as)'a
iman etmiyorlar. Hud suresinde de geçmişti. Orada Şuayb
(as) onlara "gelin Allah'ın emirlerine uyun yasaklarından
sakının, hukuk olarak Allah'ın hukukuna bağlanın, alış
verişlerinizde terazilerinizi adaletle tutun. Haksızlık
yapmayın, sözlerinizi tutun, akidlerinizi yerine getirin" dedi.
Çünkü Şuayb (as) kavmi o gün için uluslararası ticareti
elinde tutan bir toplumdu. Her Peygamber gönderildiği
toplumun hastalığım tedavi ediyor Şuayb (as)ın kavmide
ticaretle meşgul oldukları için o konuda fazla emir ve
yasaklar var.
İşte bu konuda, Şuayb (as)ın kavmide, "senin namazın mı
bizim malımızda istediğimiz gibi tasarruf etmemizi
engelliyor" diyorlar. "Biz malımızda istediğimiz gibi
tasarrufta bulunuruz, sen bunu engelliyorsun."
Günümüzde de aynı şeyler söyleniyor kişi malında dilediği
gibi tasarrufta bulunmalı" derler. İslam hukuku mülkiyete
saygı duyar, ancak mülk birinci planda Allah'ındır. İkinci
planda da kullarındır. Ona kullanma hakkını vermiştir.
Dilediği gibi tasarrufta bulunamaz ancak çizilen belirli
kanunlar ve kurallar dahilinde kullanır.
Bunun meşru olması gerekir. Meşru olmayan yerlerde
kullanmaya başladı mı (Nisa suresinin beşinci ayetinin
tefsiri geçmişti) islam sefih olan kimsenin malına el koyar
bu islami devlettedir. Onun adına bir kayyum malını
yönetir, çoğalmasını sağlar, zira o kişinin malını çar çur
etmesi topluma zarar verir milli ekonomi dediğimiz
ekonomiye zarar verir.
İşte bugünkü bazı ekonomistlerimiz de Şuayb (as)'ın
kavminin dediğini aynen tekrar ediyorlar: "Biz serbestlik
taraftarıyız."
Allahu Tealada "biz onlardan intikamımızı aldık, onlar
helak oldular da onlardan sonra gelenlere bir örnek oldular,
örnekte öncü oldular" buyurur. 2377[51]
2379[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/298-299.
Ne demektir bu. Yasin suresinin 2. sayfasını açarsak orada,
İsa (as)'a iman etmiş 3 mümin insan, Romaya islamı
anlatmaya gelir ve o, üç insan Roma'nın müslüman
olmasına sebeb olur. Tabiki başlarından birçok olaylar
geçer, hapishaneye atılırlar eziyetler çekerler. Sonunda
Roma'nın Hıristiyanlık dinini kabul etmesini -ki daha sonra
papazlar tarafından tahrif edilecek orası ayrı sağlamışlar. Bu
olay şunu ifade eder, tarih boyunca kalem hep silaha karşı
gelmiştir. O üç insan Roma'nın zulmünü adalete çevirmiştir.
İşte "Ey habibim o insanlar silahlara sahip iseler sen de
Kur'an'a ve Fatiha suresine sahipsin sanada biz bu ikisini
verdik" diyor. İşte bu işimizi gücümüzü bırakalım Kur'an'a
sarılalım anlamında değil, zaten Kur'an'a sanlsanız işinizi
gücünüzü bırakmazsınız. Ticaretinizi Kur'an'a göre yapar,
insanları İslama davet için çalışır, çalışan müslümanlar
olursunuz. Zira Kur'an bunları emrediyor.
Ders verdiğim talebe arkadaşlarıma diyorum ki, içinizden üç
kişiyi seçsinler, validen başlamak suretiyle, etkin olan
yöneticileri ziyaret etsinler, talebelerin durumunu
anlatsınlar, talebelerin İslama dönüş hareketinden
bahsetsinler, onlarında bu çalışmalara katılmasını sağlasın-
lar. Gitsinler yeraltı dünyasının babalarıyla görüşsünler.
"Bana bak efendi, bu kadar servet edinmişsin, senin
durumun Hz. Ömer'e benzer, zira o da; hem Mekke
hükümetinde parlementer hemde yeraltı dünyasının babası
idi. Onun müslüman olması ile çok şey değişmiştir. Bir
kurşunla gitmek yerine, eğer müslüman olursan tarihe
yazılırsın" şeklinde islamın tebliğ edilmesi gerekir.
Belki bunu kabul etmeyebilir. Kabul etmezse etmesin;
sözler çekirdekler gibidir. Çekirdek toprakta nasıl
yeşeriyorsa sözlerde aynı şekilde yeşerir çiçek verir meyveli
ağaca dönüşür. Belki çekirdek toprakta çürürde söz
çürümez.
İşte Kur'an-i Kerim'i okumanın anlamı budur. Tarihte
Cengiz'in orduları Moğolistan'dan kalkıp İran ve
Türkiye'nin yarısını işgal ediyor, taş üstünde taş bırakmıyor.
Fakat 50 yıla kalmadan müslüman olmadık adam kalmıyor.
Torunu Timur da islam dinine büyük hizmetler yapmıştır.
Gerçi Ankara'da Yıldırım Beyazıt'* dövdüğü için biz pek
sevmeyiz ama ilme aşık bir adam, büyük eserler yazdırmış,
ulemayı Herat'a toplamış ilim adamlarınında her isteğini
vermiş diyelimki adama eserlerinin nakli için 300 devemi
lazım hemen vermiş.
İşte orada bir araya gelen alimler kendi aralarında hayli ilim
alışverişi yapmışlar. İşte ölüden diriyi, diriden de ölüyü
çıkarır mealindeki ayetin tecellisidir bu. Müminden kafir
kafirden de mümini çıkarır. 2380[54]
2380[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/299-300.
derdik. Nasıl bildin? 2 delilinden biri "aklî," biri "nakli."
Aklîsi nedir dedilermi "iki olsaydı kavga ederlerdi" diye
öğretmişlerdir. İşte bu çocuk aklına iyi yerleşir onun
benliğine iyi siner.
Allahu Teala Hz. Peygambere, "sakın inanmayanların maddi
güçlerine bakıpta acaba deme, siyasi güçlerine bakıpda
acaba deme, onlara heveste etme, etrafındaki az olan
inananlara bakıpta üzülme" diyor. Zira Hz. Peygamberin
yanında kapkara kupkuru Hz. Bilal Habeşi, kabilesi yok
maddi gücü yok "sen onların üzerine kanatlarını ger."
Nitekim Hz. Peygamber onlara rahmet kanatlarımda germiş.
İşte Hz. Peygamberin insanlara bakış açısına uygun bir
toplum meydana getirilsin inanınki dünyayı fetheder. Bugün
bazı kardeşlerimiz, bu toplum ile olmaz der, hemen suçu
cemaate atar. Fakat biz hocalar kendimizde kabahat
bulmuyoruz, bu cemaati yönlendirecek hocaların olması
gerekir. Eğer biz bunları yönetecek durumda olmuş olsak
peygamber efendimizin o insanları yönettiği gibi o insanlara
kanatlarını gerdiği gibi kanatlarımızı gersek o insanlara
vurmayın, bize vurun di-yebilsek o zaman kurtuluş olur. Bu
zulümden felaha erişiriz. 2381[55]
2383[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/301-302.
ifade et, fısıltı ile müslümanlık olmaz. İslamın emirlerini
herkesin yanında, her durumda kimseden korkmadan,
çekinmeden açıklamak gerekir. "Aman şunları
söylemeyelim aramızda Ajan olabilir." demiyelim. Olursa
olsun, ister Mossat ister CİA ajanı olsun, önemli olan
açıklamaktır. Belki o da islamı öğrenmek için can atıyor,
onda da can var, o da bir ananın kuzusu.
Hz. Peygamber "şuna ayıb olur bu alay eder" demeden,
Allah'ın varlığını ve birliğini oradaki insanlara hiç kimseden
çekinmeden açıkladı. Bugün bizde bunu camilerin
minarelerinden günde 5 defa ilan ediyoruz.
"Müşriklerden de vazgeç" cümlesi meallerde "yüz çevir"
olarak verilmiş, yüzçevir, onlara iltifat etme, islamı
götürme, islamı onlara tebliğ etme anlamında değil. Onların
işkence ve iftiralarını hesaba koyma, onlara karşı içinden
kin tutma. Onlara selam verilmez, günaydın merhaba
denebilir, islamı münasebetler dahilinde hareket edilir. Her
fırsatıda değerlendirip onlara islam tebliğ edilir. 2384[58]
2384[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/302-303.
orada hayli dini tedrisat yapar. Denizli çevresinde onun
yetiştirdiği birçok ilkokul mezunu imam vardır. İşte o
imamların yetişmesi için o hoca efendinin oraya girmesi
gerekir. 2385[59]
2385[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/303.
2386[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/303-304.
2387[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/304.
dermiş. 2388[62]
2388[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/304.
2389[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/304-305.
NAHL SURESİ
2390[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/307.
ilah edinmek mecburiyetinde kalıyorlar ve ona tapınıyorlar.
Allah (cc) di-yorki: Allah onların tapınmakta olduklarından,
onların şirk koştuklarından yücedir, buyuruyor. Çünkü
onların taptıklarını da yaratan Allah (cc) dür. 2391[2]
2391[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/307-308.
münasip görmüyorlar. Kur'ân-ı Kerîm; melekler vasıtasıyla,
Peygamber Efendimiz (A.S.V.)'a Allah(cc) tarafından
indirilmiştir. Kime indiriliyor? Allah'ın dilediği kişiye, öyle
sizin belirlediğiniz insana değil. Şu adamın fazla malı var,
şu adamın fazla siyasi itibarı var, buna indireyim, öyle
birşey yok. Allah dilediğine indiriyor.
Hani geçmişte gördük, Musa (A.S.) ki annesi korkusundan
evinden uzaklaştırma mecburiyetinde kalmış. Suyun
içerisinde bir sandalın içine koyuvermiş ve o da gitmiş.
Firavun'un evinde beslenip büyütülmüş bir insan. Kimi
kimsesi yok, yalnız Firavun'un himayesi altında büyümüş
bir insan. Onların mantığına göre hareket etmiş olsak yine
peygamberlik Firavuna verilmesi gerekir. Otorite elinde,
siyaset elinde, para elinde, ordulara sahip öyle bir insana
verilmiyorda, ordusu olmayan, silahı parası olmayan bir
insana veriliyor peygamberlik. Rabbim buna dikkatimizi
çekiyor.
En yüce makam peygamberliktir. O Peygamberliği yücelten
Allah'ın Ona verdiği kitap Kur'ân-ı Kerîm'dir. Öyleyse biz
iki dünyada da en yüce insan olmak istiyorsak Kur'ân-ı
Kerîm'i daha fazla öğrenmemiz gerekmektedir. Hz. Ömer
(R.A.) öyle demiş; "Ya mâ'şeral gurrâ" "Ey Kur'ân
okuyanlar! başlarınızı dik tutunuz, yolunuz size aydınlandı.
Yolunuz apaçık, Kur'ânla yolunuzu belirliyorsunuz.
Kafalarınızı, başlarınızı dik tutun ve insanlara muhtaç
olmayın, yük olmayın" diyor.
Yani Kur'ânla, din ticareti yapma tarafına gitmeyin.
Geçiminizi başka yollardan temin edin diyor Hz. Ömer.
(R.A.) (Nevevi,Et-Tibyan fi adab-ı Hamelet-il-Kur'an, El
bab-ül hamiş, fiadab-ı Hamîl-il- Kur'an)
Peygamberler, peygamber olarak görevlendiriliyor da, ne
söylüyor insanlara.? Ey ahali! Dikkat edin! Sakın
başkalarının yolundan gitmeyin. Ancak ve ancak bizi
yaratan Allah (cc)'a inanın ve O'nun sözüne güvenin ve
O'nun emrettiği ve yasakladığı şeylere dikkat edin ve riayet
edin ve yalnız Ondan sakının.
Yani "Fettegûn" ki çokça izah etmeye çalışmıştık, "ittigâ"
dedik. Hz. Ömer "ittaga" nedir? diye sormuş, Sahâbe'den
biri cevap vermiş; "ittiga", dikenli bir yolda yalın ayak
yürümektir. Dikenli bir yolda yalın ayak yürümeyi, köyde
yaşıyanlar iyi bilirler. Biz dikeni olmayan yere ayağımızı
basmaya çalışırdık, ayağımızı acıtmasın diye. Böylece gözü-
müz çok fazla dikkat kesilirdi.Normal gördüğümüzün
üzerinde görürdük. Dikkatimizi tamamiyle oraya
topluyoruz, ayağımıza diken batmasın diye.
İşte onun gibi bu dünya hayatında da gözün harama
değmesin, elin haramı tutmasın, kulağından kötü söz
girmesin, dilimden kötü söz çıkmasın diye dikkat etmeye
"ittigâ" derler. Yani insanın Kur'ân'a göre amel etmesine
"ittigâ" diyoruz. "Lâ ilahe illâ ene" imandır. "Fettegûni"de"
ameldir. Yani Allah (cc) bize; Önce iman etmeyi, sonra da
amel etmeyi emrediyor böylelikle. Günümüzde Allah'a
inanamayanlar her hangi bir insana inanıyorlar. Onun emir
ve yasaklarını tutuyorlar, O'nun izinden yürüyorlar. Halbuki
o insanda doğmuş, büyümüş ve ölmüş, o da Allah'ın
yarattığı birisi. 2392[3]
2392[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/308-310.
"Ey Rabbimiz! Sen boş bir şey yaratmadın." 2393[4]
Hani bize göre en boş gibi görüneni 'domuz'dur. Ama
domuz'a dahi boş yaratıldı, demek günahtır. Onun etini,
derisini, kemiğini kullanmak haramdır bize. Yoksa o da
Rabbimin yarattığı yaratıklardan biridir. Tabiata faydası ne
kadardır? çiçekler ve böcekler üzerindeki faydası nedir?
tabiattaki dengeyi korurken nelere dikkat ediyor? hangi
görevleri yerine getiriyor? Onlar mutlaka ansiklopedilerde
yazılmıştır.
"Teâlâ amma yüşrikun" ikinci defa geldi. Yukarıda da
birinci âyet-i kerîmede de "ve teâlâ amma yuşrikûn" Allah
(cc) onların şirk koştuklarından yücedir. Yani onlar, Allah'ı
kabul ediyorlar, zaten şirk koşabilmek için Allah'ı kabul
etmek gerekir. Önce Allah'ı kabul ediyorlar, yeri ve göğü
yaratan olarak Allah'ı kabul ediyorlar ama diyorlar ki; Allah
yeri göğü yaratmış, çiçeklerle donatmış, işi bitmiş. Bizim
işlerimize karışmasın, bizim yaratıklar arasından şu
ağabeyimiz,, şu atamız var, bunun dediğini tutarız biz.
Allah'ın dediğini tutmayız diyorlar.
Şimdi bu ikincisi, Allah'a şirk, ortak oluyor. Bunları ortak
yapıyorlar. Bu yeryüzünde çiçekleri açtıran, rüzgarları
estiren Allah (cc) ise, insanları da yöneten bizim
ağabeyimiz, atamız, dayımız, amcamız veya filan
büyüğümüzdür, diyorlar, şirk koşuyorlar. Rabbim ondan
yücedir, niye? Onu yaratan O'dur da ondan. Yalnız insanın
bu ilahlığa.-kâlkîrıası, kendisini ilah gibi görmesi gayet abes
birşey veya insanın bir başkasını kendisine ilah kabul etmesi
de çok günah birşey. Çünkü 2394[5]
2395[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/311-312.
Allah (cc). Buna dikkatimizi çekiyor.
Yani sevgilerimizi yaratan Allah, nefretimizi yaratan Allah
(cc)'dür.
Öyleyse bize düşen görev, sevgimizi yöneltme. Sevgi var
herkeste, nefrette var herkeste. Öyleyse sevgiyi biz,
Mevla'ya yönelteceğiz, başkalarının paraya yönelttiği gibi
yapmayacağız. Nefretimizi de biz kâfire yönelteceğiz.
Müslümana karşı değil. Nefretimizi dinimize düşman olana
karşı yönelteceğiz. Yoksa her insanda nefret vardır. İmansız
da ne yapıyor? Müslümana karşı yöneltiyor nefretini. Onda
da var nefret, bizde de var nefret. Öyleyse biz imansıza karşı
yönelteceğiz, o da dinine karşı yöneltiyor zaten. Bu
hayvanların bize faydası; bir yeme içme, bir derilerinden
vede diğer azalarından faydalanma, bir de manzara-i
umumiyelerinden faydalanmadır. 2396[7]
2396[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/312-313.
kullanılacağını verdi ona ve oda bütün ihtiyaçlarını bu
tabiattan karşıladı, diyor." "Mutlaka senin Rabbin çok
merhametlidir, çok rahimdir. Çok şefkatlidir." Yarattıklarına
dikkatimizi çekiyor. 2397[8]
2397[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/314.
senin göğüslerin annemin göğüsleri gibi der se, bir köle
azad etmesi gerekir, diye bir âyet-i kerîme var." Demiş,
"hadi bakalım biri bu günahı işlemiş olsa, nerde bulacak
köleyi.?" diyormuş. Kur'ân-ı Kerîm bunu indirmiş ama
günümüzde köle yok. Bir gün gelip de köleliğin kalkacağını
Kur'ân-ı Kerîm bilememiş diyor.
Hoca efendi demiş ki: "Efendim, sizi yönlendiriyorlar, daha
önce dedim, sizi yönlendiriyorlar dedim. Size bilgi verenler
eksik bilgi veriyorlar. O âyetin hemen alt satırında, eğer
köle bulamazsa altmış fakiri doyurur" diyor, âyet-i kerîme.
Şimdi altmış fakir bulamazmıyız? biz Türkiye'de demiş.
Beş milyon işsiz var, haydi birgün, yani bundan 20 sene
sonra 30 sene sonra, Türkiye'de ve dünya genelinde, zekat
verecek fitre verecek, fidye verecek adam kalmadı diyelim.
Dünya öyle bir seviyeye gelse, Ayet-i kerîmenin hükmü
kalkar mı? Kalkmaz. Üçüncü satırında, "o zaman 60 gün
oruç tutar" demiş. Âyet-i kerîmede 60 gün oruç tutar
buyuruyor. Bu güneş var olduğu müddetçe de Allah'ın günü
bulunur, deyince, ne içersin demiş. Soğuk bir su getirsinler
demiş.
Herkesin mayasında birşey var da, başkaları adamı
sapıtıyorlar. İnsanı başkası saptırıyor. Şimdi Allah (cc) atı,
katın, merkebi binesiniz ve size süs olsun için yarattığını
haber verdikten sonra "Allah sizin bilmediğiniz daha nice
vasıtalar yaratır," diyor. Yani ayet orda kalmamış Hocam ne
olurdu?
Mesela saysaydı size otomobil de verir Allah (cc), trende
verir, tayyare de verir demiş olsaydı. O zaman ayet-i kerime
bu kadar kalmaması lazım gelirdi ve kıyamete kadar
yapılacak vasıtaları sayması gerekirdi. Ozaman kitabın
hacmi bir şehre sığmaz ve yalnız isimler kitabı olurdu,
özetlemiş Rabbim. Bilmediklerinizi de yaratır. Peki bunları
saysaydı, bundan elli sene sonrasının adamı olan tefsircisi
derdi ki: Ooo hocam tren, uçak, gemi veya otomobil artık
deve gibi kaldı bu der. Yani "Allah sizin bilmediğiniz
binekleri yaratır." Ne zaman? Bin sene sonrasının bineğinin
nasıl olacağını hayal bile edemeyiz. Yüz sene sonrasının
hayal edemeyiz. Hatta teknoloji o kadar ileri gidiyor ki, beş
sene sonrasını hayal edecek durumda değiliz.
Onun için Allah (cc) her çağın kendi bineğinin
yaratılacağını haber veriyor. Ama hocam Allah yaratmıyor
ki,insanlar yapıyor, denilirse; İnsanlar yapıyor veya insanlar
yaratıyor diyebilmemiz için, İnsanın şöyle düz bir masası
olacak, hiç tabiattan birşey almadan yaparsa ben ona yarattı
derim. Yok filan toprağın altındaki demiri çıkartırsa, filan
yerden çelik alırsa, filan yerden petrolü kazar getirir se, filan
yerden bilmem ne kimyasal maddesini getirirde bunları bir
araya monte eder se, buna yaratma denmez. Buna keşif
denilir. İcat; bir yerde var olanı bulmaktır.
İnsanoğlunun yaptığı icattır veya keşiftir. Yoksa yoktan
yaratmak değildir. Yaradan, onlar yarattı diyorlarsa bile,
aklı veren Allah'dır (cc). İnsanoğlu kendi aklını kendi
yaratacak olsa neler yapacak. Mesela dünyanın güzellik
kraliçesi en zengin fizik bilginine gitmiş, demiş ki; -Fizik
bilgini de çok çirkinmiş gariban- "gel seninle evlenelim,
doğan çocuğumuz benim gibi güzel senin gibi akıllı olsun."
Bilgin de; ya tersi olursa? Yani benim gibi çirkin, senin gibi
gerizekalı olursa? Gerizekalı olmazsan bu teklifi bana
yapmazsın zaten, demiş. 2398[9]
2398[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/314-316.
değildir. Çok iyi niyetle çalışan insanlar vardır dünyada.
Yani İngilizden de vardır, Amerikalısından da vardır,
Japonundan da vardır, İtalyanmdan da vardır. Türkünden,
Arabından, Aceminden de vardır.
Gerçekten iyi niyetlerle insanlara doğru yolu göstereyim
diye gayret gösteren insanlar vardır. Art niyetli değiller,
bütün malını mülkünü, servetini, şahmı şöhretini bu yola
koymuş adamlar vardır. Ancak, adamın aklı sınırlı, yarını
görecek durumda değildir. Kendince en doğru olanı
insanlara takdim etmektedir. İşte bundan giderseniz netice
daha güzel olur, diyor adam. Halbuki yarın bir başka durum
meydana geliyor. Adamın söyledikleri geçersiz hale
geliveriyor. Onun için doğru yolu insanın göstermesi
mümkün değil, doğru yol Allah'a aittir. Veya doğru yolu
göstermek Allah'a mahsustur.
Ama bir kısım yollarda vardır ki, o yoldan başka yola
meyletmektedir. Hani bir Allah'a giden yol vardır, birde bu
yoldan sapan yollar vardır. Bunu Peygamber Efendimiz
(A.S.) şöyle tarif etmiş; kumun üzerine bir çizgi çizdi, sonra
sağ tarafına iki çizgi çizdi, sonra sol tarafına iki çizgi çizdi,
sonra orta çizginin üzerine parmağını bastı ve dedi ki; "işte
benim dosdoğru yolum, bu yola uyunuz.""Şu yollara; yani
sağdaki iki yola soldaki iki yolu göstererek, şu yollara
uymayınız, yoksa yolunuz sapar. Sizi saptırır, sizi
paramparça eder," diyor 2399[10] ve 2400[11] Efendimiz bu ayeti
kerimeyi okumuş ve elini orta çizgiye basmış. Yani bütün
davranışlarımızda orta yolu takip etmek esastır.
Allah iki yol veriyor; Cehenneme giden yol, bir de Cennete
giden yol cehenneme giden yola gitmeyin diye uyarıcılar
gönderiyor, Cennete gidin diye insanlara müjdeleyici
gönderiyor, peygamberler gönderiyor yoksa Rabbim dilemiş
olsaydı hepimizi müslüman ederdi Yani bunları yaratmasına
2399[10]
İbni Mace Mukaddime 1l
2400[11]
En'am 153
ne gerek vardı.
Rabbim dileseydi hepimizi Müslüman ederdi. Ama o
zamanda imtihan denen şey ortadan kalkardı. Başarılıyla
baskısız ortadan kalkar. Başarılı insan mükâfatlandırılmamış
olurdu. Onun için Allah (cc) iki yoluda vermiş ama insana
iradesini de vermiş. İstediğin yola gidebilirsin fakat benim
istediğim yola uy, Cennete git. Bak, sana önde kılavuzlar da
gönderiyorum. Sana öncülük yapacak Peygamberi
gönderiyorum demiş. 2401[12]
2401[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/316-317.
Oraya yağdıramıyorlar. Yani şartlar oluşmadan o atılan
bombanın faydası yok. Yani yağmur gelecek bulutlarla
beraber gökyüzünde, size in sem mi inmesem mi,? diye
tereddüt ederken, in arkadaş diye bombayı o zaman
atıyorsun. Yoksa, o şartlar oluşmadan, o bombayı atmanın
da faydası yok. 2402[13]
2402[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/317-318.
tanır. Ama bizim köylü, kara Ahmed'in bıçağı gibi keskin
diyecek olursanız kimse anlamaz. Kara Ahmed kim? Onun
bıçağı nasıl? Onu bilmez. Ama İbrahim (A.S.)'ı ve onun
bıçağını bütün
dünya insanı tanır. Yani evrensel kelimeler seçiyor Rabbim,
Öyleyse biz de kullandığımız üslubumuzda evrensel
kelimeleri seçmeye dikkat etmemiz gerekiyor. 2403[14]
2403[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/318-319.
canıyla değerli olan varlığını da Allah'ına adamalıdır. Çünkü
malını yaratan Allah'dir, canını da yaratan Allah'dır. Onları
Allah'ın rızası yolunda kullanabilmelidir.
Aklı başında olan toplumlar için bunlarda ibretler vardır,
diyor. Yukarda; düşünen toplumlar için, burada da aklı
başında toplumlar için, ibretler vardır diyor Allah (cc).
Yarattıklarını anlatmaya devam ediyor: 2404[15]
2404[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/319.
ağacından Allah (cc) kavı bitirdiği gibi elmayı bitirebilirdi.
Sudan insanı yaradan, meni'den insanı yaradan Rabbim; o
ağacın kuru bağrından da elmayı bitirirdi ama öyle
yapmamış; evvela dallar yaş, yas dalların üzerinde
bembeyaz çiçekler, göz zevkini alsın, göz tadım alsın, onun
yanı başında yemyeşil yapraklar, ondan sonra koruğa
dönüşen elma, sonrada tatlanan elma, ama elma da renksiz
değil; beyaz elma. sarı elma, kırmızı elma, yeşil elma.
Böylece göz zevkini alacak. Yiyorsunuz, gaye yalnız karın
doyurma olmuş olsaydı, Rabbim koku vermeden, tatta
vermeden, hap gibi yapıverirdi, atardınız karnınıza do-yardi.
Tat alsın diliniz, burnunuz kokusunu alsın, gözünüzde
zevkini alsın diyor Rabbim. Yani "rengarenk" ifadesini
kullanıyor Allah (cc). 2405[16]
2405[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/319-320.
retmemiz gerektiğini ifade ediyor. 2406[17]
2408[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/321-322.
17- Yaratan, yaratmayan gibi midir? Siz düşünmüyormu-
sunuz?
Yani siz niye Allah'a ortak koşup duruyorsunuz? Yahu,
yaratan, yaratmayan gibi midir? diyor Rabbim. Bir tarafta
yaradan, ki buraya İcadar yarattıklarını anlattı. Gökyüzünü
yarattı, yeryüzünü yarattı. Yeryüzüne sular indiren,
meyveler sebzeler yetiştiren, hayvanlar yetiştiren, sizin
nakliye vasıtalarınızı yapan, yeryüzünde çeşitli renk de
zînette eşyaları yaratan, zeytinden, hurmadan, üzümden ve
binlerce meyveyi ve sebzeyi yaratan Allah (cc), sizin
kendisine itaatinizi istiyor. Tutuyor insanlardan bir kısmı
yaratılmışa itaat ediyor. Hiç yaratanla yaratılan bir olurmu?
Yaratamıyan la yaratan bir olur mu?
Hâlâ mı nasihat almayacaksınız diyor. Peki Allah bunları
saydı, nimetlerini bize saydı , bu kadar mı? Rabbim: 2409[20]
2409[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/322-323.
merhamet edicidir, diyor Rabbim.
"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmez ise onlar kâfirlerin tâ
kendileridir," diyor âyet-i kerîme. 2410[21]
Bir başka ayette de; "Kim Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmezse, zalimlerin tâ kendisidir." Birinde de,
"fasıkların tâ kendisidir"diyor. Üç âyet ardarda geliyor.
Alimler, üçünü yorumlarken demişler ki: "Gerçekten insan,
Allah'ın kanunlarını beğenmiyerek, yeterli değil diyerek
tatbik etmez se; o kâfirdir." Beğeniyor.., iman da ediyor da,
"vallahi şartlar müsait değil, yani ben bunu yapıverecek
olursam boynuma vuruverirler, elimden bu otoriteyi
ahverirler, daha güzel hizmet etmem gerekir benim" filan
gibi nefsinin uydurduğu bazı vesveselerin peşinden gidecek
olursa, bu adam günahkârdır, zâlimdir, fâsıkdır diye izah
yapılmış.
Yani iman ediyor ki, bu Kur'ân en büyüktür, bunun ahkâmı
uygulanırsa daha iyidir. Buna inanıyor da, uygulama
tarafına gidemiyor. Buna mü'min deniliyor fakat zalim veya
fasık kelimesi de kullanılıyor.2411[22]
2412[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/324.
da ona gider. Artık düşünü-verin günahını çokluğunu. 2413[24]
2415[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/326-327.
25- Kıyamet gününde kendi günahları tam olarak, bilgisizce
saptırdıkları kişilerin günahlarından da yüklenmek için
(böyle derler). Dikkat et ne kötü şey yükleniyorlar.
Allah, onların gizlediklerini de, açıkladıklarını da bilir.
Niçin bunlar, bilginin ne faydası olacaktır? Yarın kıyamet
gününde, yüklendikleri bütün günahları çeksinler diye.
Yalnız kendi günahları değil, onların sapıttığı insanların,
bilgisizce sapıttığı insanların da günahlarını taşısınlar diye,
diyor.
Uyanık olun diyor şimdi bize de; "dikkat edin, uyanık olun,
onların o taşıdıkları günahlar ne kötü şeydir, Onların başına
ne kötü belalar getirecek, ne kötü azaplar verecek "diyor
Allah (cc).daha Rabbim bu konuya dikkatimizi çekiyor. Ve
ahirette olacak olan şeyi olmuş gibi gösteriveriyor.
Bakara suresi 166ncı Ayet-i kerîmesinde; "O gün uyulan
kişiler, uyan kişilerden kaçıverecekler."diyor. Yani küfrün
önderleri, kendisine uyan adamlardan kaçıverecekler. Yani
benim günahım bana yeter, bir de sizin yüzünüzden bana
günah gelmesin, nolur defolun gidin benim yanımdan diye
kaçıverecekmiş. Onlar da:
"Ya Rabbi! Biz, bizim efendilerimize ve ileri gelen
büyüklerimize uyduk, itaat ettik, bizim yolumuzu bunlar
sapıttı. Yolumuzu sapıtan bunlar " 2416[27] "Ya Rabbi bunların
azabını iki kat et. Bir kendinden dolayı, bir de beni
sapıttığından dolayı." diyecekler. Yani kaç adam ona
uymuşsa, o uyan adamların günahı kadar da o adama günah
ilave ediliyor.
İkisi de Cehenneme gidecek hocam, ne farkeder? Yani
günahının fazla olması ne farkeder? derseniz, Onun Azabı
şiddetli olur. İki tane kâfirdir, ama, hani bazen şöyle sorulur:
"Hocam bir kâfir var, Allah'a, peygamber'e inanmıyor ama,
insanlığı çok iyi bunların durumu aynımı? iyiliğin faydasını
2416[27]
Ahzab 67
görecek o. Cehennemde azabı, diğerinden daha hafif bir
yerde azap görecektir. Ama yaptığı çoğaldıkça onun azabı
da daha fazla şiddetlenecektir, mutlak surette.
Allah o tür insanlarla beraber olmaktan ve onlarla aynı yere
varmaktan ve onların ardından gitmekten bizi korusun.
Peygamberinin yolunda yürütsün ve onların vardığı yere
vardırsın. (Âmîn)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatü vesselama o günün
imansızları, hatırlarına gelebilen her türlü işkenceyi
yapmaya yönelmişlerdir. Ona iman eden, arkadaşlarına da
ellerinden geleni geriye bırakmamışlardır.
İnsanlık tarihi işkence konusunda çok tecrübelidir. Tâ
Kabil'le başlamış, Yahudilerin Hristiyanlara ve daha sonra
Musa (A.S.)'dan sonra gelen peygamberlere isyanıyla
devam etmiş; yakma, yok etme, asma, denize atıp boğma,
ateşte yakma gibi çeşitli işkence aletlerini' geliştirmişler,
bugüne kadar getirmişler.
Şu anda dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar işkence
görüyorlarsa, bu tarih içerisinde insanların geliştirdiği
işkencenin yirminci asırdaki görüntüsünden başka birşey
değil. Peygamber Efendimiz (A.S.)'a da aynı şeyleri
yapıyorlar. Rabbim, Efendimize ve bize diyor ki. 2417[28]
2417[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/327-328.
azabını veriyor. Yani insanın tahmin edebileceği azap; evi
göçebilir, zelzele olabilir, yangın çıkabilir gibi şeyler vardır.
Bir de hiç hesap etmediği yerden gelenler vardır.
Mekkeli müşrikler hiç hesap etmiyorlardı. Bir gün gelip,
Peygamber Efendimiz (A.S.) güçlenir, arkadaşlarıyla
beraber bir devlet kurar ve onlarla gelip Mekke'yi fetheder,
hatırlarından ve de hayallerinden geçmiyordu. Çok şey
hesap ediyorlardı ama, hesap etmedikleri yerden, onlara
Allah'ın azabı geliverdi. Peygamber Efendimiz'e ihanet
eden, sözleşmeyi bozan Beni Nadr Yahudileri kalelerine,
evlerine, silahlarına ve adamlarına güvendiler. Allah
onların hiç hesap
etmedikleri yerden geldi. Onların yüreklerine korku saldı.
Bunun üzerine Yahudiler kendi evlerini kendi elleriyle
yıktılar.2418[29] Dünyadaki azaptır bu, iman etmeyenlerine
tabiiki. Ahiretteki azabı daha bir başka olacaktır. Onu da
beyan ediyor zaten, hemen yirmi yedinci âyet-i
kerîme'de. 2419[30]
2420[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/329-330.
Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.
O, nefislerine zulmeden kişiler zulmettikleri durumda,
zulmettikleri halde iken melekler onların canını alıverir.
Zalimler zulmederlerken melekler onların canını alıverir.
Zalimler başkalarına zulmederlerken, aslında kendilerine
zulmediyorlar. Başkalarına işkence yapanlar aslında
kendilerine işkence yapıyorlar demektir. Başkalarının
ekmek kapılarını daraltırken aslında kendisinin ahiretteki,
Cennetteki ni'met kapısını daraltıyor demektir. Başkasının
elinden bir şeyi kaparken, ahiretteki ni'metini kaptırıyor
demektir. Hem de bir misliyle demiyelim bir milyon katıyla
da demeyelim, çünkü sonu gelmez hayatın, bu dünya ha-
yatıyla oranlamasında rakamlar yetersiz kalır.
Onun için Rabbim, "başkalarına zulmeden" ifadesi yerine,
"kendilerine zulmedenlerin canlarını melekler alırlar."
buyuruyor. Bu sefer ne yapar onlar? Meleklere teslim
olurlar, kaçmaları mümkün değil, der. Ve teslim olurken de,
hani polis kovalıyor adamı kovalıyor, polis yetişemediği
zamanlarda iyi kaçıyor adam. Üç saat beş saat kovalamaca
oynuyorlar, tam yetişti, "vallahi birşey yapmadım," diyor.
Hay oğlum yapmadıysan beş saattir niye kaçtın? Kâfirler de:
"Kötü birşey yapmadık biz" diyorlar.
Melek gelip: Yeter senin bu zulmün gayrı, deyip de canını
alırken, vallahi ben birşey yapmadım, diyormuş.
Evet, Allah sizin ne yaptığınızı bilmektedir. Yani sen ne
kadar inkâr edersen et, senin yetmiş senelik hayatında nasıl
koştuğunu nasıl kaçtığım, kime ne kötülükler yaptığını,
kime ne iyilikler yaptığını bilmektedir Allah (cc). İnkâr
etme veya ikrar etme işi değiştirmiyor buyuruyor. 2421[32]
2421[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/331.
Cehennem sahneleri Kur'ân-ı Kerîm'de çokça veriliyor da,
insan görmeyince fazla ürpermiyor. Hani daha çok filmlerde
görülür; Bir adamı bağlarlar bir bankın üzerine, derken bir
fırına atacaklar, firma doğru gidiyor, fırınında ateşini (filmin
kameramanı kabiliyetine göre) bütün dehşetiyle
gösterebiliyorsa, milyonlarca metre uzakta olan seyirciyi
bile ürpertiyor oradaki ateş, yani televizyondaki ateş
ürpertiyor insanı. Yakacağı filan yok. Düğmenizi
basıverseniz söndürebilirsiniz. ama ürpertiyor.
Allah'ın (cc) Cehennemde hazırladığı ateş ile bu dünya
ateşinin mukayesesi hiç olmaz. Hocalarımız, anlatımda
kolaylık olsun diye şöyle derler; Cehennemden bir alev
yetmiş defa suda yıkandıktan sonra çıkarılmış, derler. Bu
ifade benim hoşuma gider. Böyle birşey yok da aslında, yani
şiddetini anlatabilmenin yolu bu. Hocalarımızdan biri iyi
bulmuş bunu. Yetmiş defa suda yıkandıktan sonra
yeryüzüne çıkarılmış, bu evleri yakan, bir şehri tarumar
eden veyahut da şu kadar ormanı yakıp yıkan ateş te öyle bir
ateşin yetmiş defa suyla yıkanıp ta çıkmış halidir, derler.
Onun için "böyle bir ateş, ne kötü bir yerdir" diyor Allah
(cc), sakındırıyor. Orayı gözünüzün önüne getirdikten sonra,
kötülük yapmanız biraz zorlaşır. Hani geçmişte veli olarak,
evliya olarak tanınan bir zat varmış da, yine dürüst ermişliğe
yakın bir derecede bir kadın varmış, demiş ki; ben onu
baştan çıkarırım. Kötülük yapmak için gitmemiş ama iddia
etmiş kocasıyla. Kocası demiş ki: "Yahu o veli adamdır."
karısıda demiş ki: "Ben onu yoldan çıkarırım. Müsâde et
sen." O adamda müsâde etmiş.
Gitmiş, çeşitli nameler yapmış, O zat anlamış tabii, demiş
ki; "bak, bir insan bir ateş çukurunun kenarında olsa ve
oraya düşmekte olsa ve tam o düşme esnasında senin gibi
bir güzelle yatma imkanı olsa, acaba bu işi yapabilir mi?
demiş. Yapamaz demiş kadın. İşte ben kendimi öyle
hissediyorum. Yani Cehennemi görür gibiyim. Onun için
haram işlemekten kendimi sakındırıyorum ben." Yani beni
engelleyen bu bilgim, bu imamındır demiş. Sonra kadın
demiş ki: Allah razı olsun, biz de seni böyle biliyorduk.
Aslında olmak isteseydi ben yapmazdım bu işi, demiş
ayrılmış diye bir kitapçık ta yazar.
Ayet veya hadis değildir yalnız. Ayet veya hadis değil, bir
olay diye nakledenler. Yani bir insan ateşi görür gibi
Cehenneme iman ederse, o ateşte yanmaz. Çünkü
yapacağını ona göre ayarlar. 2422[33]
2424[35]
İbni Mace K. Zühd bab 11 Hadis 4153
ecdadımız sağlamaya çalışmış, gayret etmiş ve İslâm'ın
müttakî insanlarla yönetildiği dönemlerde sağlanmıştır. Ne
zaman ki müttakî olanlar orta yerden, güzel atlara binip
çekip gitmişler, o zaman bozulma başlamıştır. 2425[36]
2425[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/333-335.
2426[37]
Tirmizi Cennet 11
2427[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/335-336.
görürmüş. Tam ölüm esnasında mü'min Cennet'teki yerini,
kâfir de Cehennem'deki yerini görürmüş.
Âyet-i Kerîme de olduğu gibi, Kâfirlerin canlarını melekler
çok zorlukla, azap ederek alırlar. Bunu hocalarımız, eski
hocalarımız (çok yaman adamlarmış), çalı dediğimiz ağaçlar
vardır, her tarafı dikendir. "vennâziâti"yi; Bütün
vücudundan canını alırken, "bütün hücrelerinden dikenli bir
çalıyı çeker gibi alır," diye anlatmışlar. "Vennâşitâti'yide,"
"sade yağdan kıl çeker gibi" diye tarif etmişler. Bu âyetin
ifadesi değil ama, hocalarımız bu kolaylığı anlatacaklar;
neyle anlatacaklar? İnsanların bildikleriyle anlatacaklar.
Peki hocam ama diyor bir kısım insanlar, gavurun ölüsünü
biz görmedik ama, filmlerde gülerek ölüyorlar diyor. Yani
bunlar Cehennem'i görüyorlar mı acaba? Cehennemi görse
güler mi? diyorlar. Tabii ki film icabı gülerek ölürler.
Hakikatte nasıl öldüklerini, kaç yorgan gevdiklerini biz
görmüyoruz, bilmiyoruz. Ama şu vardır, evvela bir
uyuşturucu verseler bir insana ve uyuşturucu var iken,
uyuşturucu etkisini devam ettirirken ölecek olur sa, dış
görüntüde biz onun azap duyduğunu bilemeyiz. Acı
duyduğunu bilemeyiz. Adam ölür, büyük azap da duymak-
tadır ama, azap duyduğunu vücudundan, gözünden,
herhangi bir yerinden anlayamayız. Bu şuna benzer;
yatağında yatmakta olan adam, bakarsınız adam böyle rahat
rahat uyuyorve rüya görüyor, derken adam uyanıyor, diyor
ki sana: Yahu niye uyandırmadın beni? Hayrola! Yahu
arkama bir tane ayı düştü, o beni kovaladı ben kaçtım, o
kovaladı ben kaçtım derken bir ateş yığınına vardım,
geçilecek gibi değil, ya yanacağım, ya arkadan gelecek o
beni parçalayacak, derken uyandım. Veya yılan her tarafımı
sardı, beni boğmak üzereydi gibi.
Adamın tipine bakıyorsunuz, hiç yılan görmüş gibi değil.
Hiç ayı kovalamış gibi değil ama azap çekiyor. Yani bu tür
azap çekmeler olabilir. 2428[39]
2428[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/336-337.
azap oluyor.
Peygamber Efendimiz'e inanmayan Mekke insanının
elinden kendi yurdu çıkıyor, onlara bir azaptır ama; Kendi
yurtlarının ellerinden çıkmasına sebep Mekke'nin kendi
insanıdır. O peygamberi peygamber olarak kabul etselerdi,
ona iman etselerdi, o zaman kendi yurtlarında mü'min
olarak yaşayıp gideceklerdi. Yani kendilerine kendileri
zulmediyorlar. 2429[40]
2435[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/343-344.
çekleştirecektir. 2436[47]
2438[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/346-347.
yardım istemem ben, Rabbim'dir beni bu yola iten. Beni
koruyacak olan da Odur der. Rabbim de Onun ateşini
gülistana çeviriverir.
Mesela ev yapacağız mühendise ihtiyacımız var, işçiye ve
ustaya ihtiyacımız var, hepsini kullanacağız. Ama kesin
zaferi Allah (cc)'dan bekleyeceğiz. "Senden başkasından
yardım talep etmem, bunların hepsi sebeptirler. Sebepleri
yaratan Sensin ya Rabbi" deyip Ona yöneleceğiz.
Tabii sabrı daha önce anlatmıştık. Yalnız imansız caddeyi
işgal ediyor, devlet dairesini işgal ediyor, hani her şey elden
gidiyor, din elden gitmiş, devlet elden gitmiş, sen; "Allah
sabredenlerle beraberdir, sabır ver ya Rabbi" diyorsun. Bu
sabır değil gayri, bununki kabir gibi birşey. Sabır; Bakara
sûresinde geçmişti, Talût-ûn orduları iman etmiş o azıcık
ordu kılıçları çekmişler, harp düzeni almışlar, hertürlü
tedbire baş vurmuşlar, düşmanın çokluğuna da aldırış
etmiyorlar, tam harp başlayacak; "Ya Rabbi! Yüreklerimize
sabır ver" diye dua ediyor!ar. 2439[50] Sabır oradaki sabırdır.
Ateş hattındaki sabırdır, yoksa evlerde kapıları kilitleyip,
pencereleri Örttükten sonra, çarşıyı imansıza teslim ettikten
sonra, sabretmek, o sabır değildir. Çünkü, biraz sonra
imansız kapıyı da çalacak veya kıracaktır. 2440[51]
2441[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/349-351.
iman etmeye fırsat bulamazsan ne olacak.? Veyahutta hani
emniyet içerisinde, çoluğunla çocuğunla akşam yattınız, bir
depremle uyanamayabilirsin. Veyahutta ansızın hiç hesab
etmezken sabahleyin bir uyandın ki radyo ve televizyondan
bu günden itibaren, şu saatten itibaren Müslümanlar
yönetime elkoymuşlardır, diye uyamverirsen ne olur, ne
olur, burda hani hiç hissedemiyecekleri bilemeyecekleri,
tahmin dahi yapamıyacaklan bir yerden azabın onlara
gelivermesinden eminmi oluyorlar diyor Allah (cc). 2442[53]
2457[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358.
düştükleri bir hataya dikkatinizi çekerim. Diyorlar ki: "Hz.
Peygamberin Peygamberliği gelmeden önce, cahiliyye
devrinde imansızlar kızlarını diri diri toprağa
gömüyorlardı." Burada öyle bir ifade var ki, sanki bütün
insanlar böyle yapıyor gibi. Peki böyle yapıyorlardı da
onların nesli nasıl devam edip çoğaldılar. Bu kötülüğü hepsi
yapmıyordu. Ayette de; bütün müşriklerin bunu yaptığını
ifade etmiyor, "içlerinden böyle yapanlar vardı" diyor. 2458[69]
2458[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358-359.
hakkında bilgisi olmadığındandır.
Allah'ın böyle kafir kullarını küfürlerinden dolayı hemen
cezalandırmaması bir ilahi imtihan gereğidir. Eğer O, "varsa
beni çarpsın" diyen adamı anında cezalandirsa, anında azab
etse artık insanlar Allah'a korkularından dolayı iman ederler.
Kötülüğün kötü olduğunu bildiklerinden dolayı kötülük
yapmaktan sakınma yerine, kötülük yaptıklarında anında
cezalandırılmalarından korktukları için yapmazlar. 2459[70]
2459[70]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/359-360.
Meselenin açıklaması böyledir. Ama şunu iddia etseler "biz
levhi mahfuzda bunun yaşını 80 gördük, fakat biz tabanca
ile onun kalbine kurşunları sıktık adam 50 yaşında gitti"
deseler, böylece ecelin değiştiğini isbat edebilseler, oysa
levhi mahfuzdaki takdir edilen ecelin ne kadar olduğunu
öğrenmek mümkün değildir.
İşte "Kötü misal, sıfat ahirete inanmayanlarındır." ve
"Zulmedenleri Allah cezalandıracak olsaydı....." Şeklindeki
ayetlerden sonra Ecel ile ilgili ayetin zikredilmesinin sebebi
hikmeti. Ecel nedeniyle insanlardan korkulmam ası
gerektiğini ifade içindir. Şöyle yaparsam bu zalimler beni
öldürür, işte bu insanın öyle yapması mümkün değil. İmani
noktada bir
zayıflık söz konusu. Çünkü ecelin Allah'ın elinde olduğunu
ve Rabbim tarafından takdir edildiğine kesinlikle iman
etmiş olması gerekir.
Medine döneminde, Uhud Savaşı için münafıklar;
"gitmeselerdi ölmiyeceklerdi" 2460[71] derler. Peki
münafıkların savaşa gitmedikleri halde yatağında ölenleri
olmadı mı onlar niye öldü? Ama netice harbe giden Allarr
için ölüyor, diğeride yatağında kendi nefsi için ölüyor.
Abdulhamit döneminde "Ertuğrul" isimli bir gemi
Japonya'ya gönderilmiş. İçinde de her düzeyden ilim
adamları, askeriyeden yüksek rütbede elemanlar, sanatkarlar
varmış. Yeni evlenmiş Yüzbaşının biri de bu gemide
gitmesi gerekirken, bir torpil bulup geri kalır. Gemi gittikten
günler sonra, yüzbaşı da bir sandal keyfi için İstanbul
boğazına dolaşmaya çıkar. Bindiği sandalın içerisinde su
içerken, su genzine gider bir damla su da ölür. Defn ederler.
Aradan bir kaç gün sonra haber gelir; Japonya'ya giden filan
gemi (ki onunda içinde bulunması gereken), filan yerde
dalgaya tutuldu. Şu kadar kişi öldü. Araştırılır. Yüzbaşının
2460[71]
Al-i İmran 156
öldüğü gün ve saat ile aynı gün olduğu rivayet edilir. 2461[72]
2461[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/360-361.
2462[73]
Bakara 180
2463[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/361-362.
gönderdik. Şeytan onların yaptıklarını süsledi. Şu günde de
şeytan onların dostudur velisi ve yöneticisidir. Onlar için
yakıcı azab vardır.
Bazen şöyle bir hayrete düşeriz; bu adamlar bu yaptıklarının
kötü olduğunu bilmiyorlar mı?. Allahu Teala bu ayette;
"şeytan onlara amellerini güzelleştiriverdi" buyuruyor.
Şeytan kafirlerin amellerini gü-zelleştirdiği gibi, müminlere
de güzelleştiriveriyor.
Hicri 7. Asırda "Abdurrahman ibnul Cevzi "diye bir alim,
"Telbisu-iblis" diye bir eser yazmış. Eserinde, şeytanın
tefsircilere hangi yollardan musallat olduğunu, fıkıhcılara
hangi yönlerinden yaklaştığını, ta-savvufcuları nasıl
aldattığını yazıyor. Hadisciye işte filan yerde hadis varmış
onu al, filan kaynaktan hadis al, gibi onu, o işlerle meşgul
edip ibadet ve taatini engeller diyor.
Türkiye'nin yetiştirdiği bir Profösör; Hadis ve kaynakları
konusunda dünyaca ün yaptı, ama bunları araştırmaktan
namaz kılmaya zamanı olmamış. Mevlana güzel anlatır;
"Bir fakir, kırk yılda kırk altını zor toplar. Derken bir vaiz
efendiden; "sadaka olarak verirseniz şöyle sevaptır "
sözlerini dinler, Adam vermeye niyetlenirken şeytan
devreye girer. "Bunlar için kırk yıl çalıştın, verme" der.
Adam da; "sen beni mi engellemek istiyorsun?" der ve her
birini birer gün arayla fakirlere dağıtmaya başlar. Şeytan
mani olamayınca, bu sefer de; "hepsini bir fakire versene"
der. Adam; "hani bana verme diyordun.?" Şeytan da; "Böyle
vermekle sen beni hergün öldürüyorsun, bunların hepsini
birgünde ver de bir defa öleyim" der."
Yani şeytanın insana geliş yollarına aklımızın hayalimizin
erişmesi mümkün değildir. O, insanın sağından, solundan,
önünden, arkasından, her tarafından çeşitli kılık ve şekilde,
insana musallat olur, vesvest verir. 2464[75]
2464[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/362-363.
64- Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman yol
gösteren ve iman eden kavme rahmet olması için bu ki tabı
sana indirdik.
"Şu kitabı sana indirdik" daha Önceki ayetlerde; "insanlar
arasınd hükmedesin diye, kanun yapasın diye indirdik"
idi. 2465[76] Burad da "insanların ihtilaf ettikleri konuda
açıklık getiresin diye indirdik. Hangi konu olursa olsun dini
konu olsun, dünyevi konu olsun, hukuk konu olsun. İşte bu
konulardaki ihtilafı açıklayasın diye Kur'an-ı Kerir indirildi.
Bir de insanlara yol göstermesi için ve insanlara rahmet
olması içi indirildi. Peki insanlara nasıl rahmet olur.? İslama
göre yaşarlarsa ce henneme gitmeyecekler. İşte böylelikle
Kur'an onlara kendine uyup et henneme gitmelerini
engellediği için rahamet olacaktır. Onların ebec cehennem
ateşinde yanmasını engelleyecek. Düşünün ki; siz ateş
atılmak üzere olan bir adamın, atılmasını nasıl engellemeye
çalışırs; nız, Kur'an da kendine tabi olan mü'minleri ebedi
yanmaktan alıkoyacak.
Bir de Kur'anın insanlar arasındaki ihtilafı giderdiğini
unutmamam: gerekir. Bugün çoğu kişinin evinde hatta
imansızın evinde bile Kur'e var. Bazı cahil kişilerde cami
imamlarını evlerine götürüp senede b defa imamlara
okutturuyorlarmış bu yanlıştır. O Kur'an'ın sahifeleşm
şeklidir ona biz "mushaf" diyoruz. Asıl Kur'an; Fatiha'dan-
Nas sun sine kadar olan kısımdır. Onun yani Kur'an'ın her
zaman evlerimize okunması gerekir. Kağıt üzerine yazılmış,
sahife haline gelmiş olma değil. 2466[77]
66- Davarlarda (Deve, sığır, koyun, keçi de) sizin için ibret
vardır. Onların karınlarından, dışkı ile kan arasından içenler
için, gayet kolay süt içiriyoruz.
67- Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden içki
ve güzel rızık elde edersiniz. İşte bunda aklını kullanan
kavim için ayet vardır. Allah'ın yarattığı deve koyun sığır...
gibi hayvanlarda sizin için ibretler vardır. Sizi onun
karnındaki gübre ile kanın arasından gelen süt ile suluyoruz.
Öyle süt ki; içenler için katıksız, içimi gayet hoş. Bir tarafta
pislik bir tarafta kırmızı kan diğer taraftanda bembeyaz süt
var içimide gayet güzel. Buz dolabına yemek koyuyorsun
buz gibi olmasına rağmen kokuları birbirine karışıyor. Ama
sımsicak vücutta bunların kokulan hiç birbirine karışmıyor.
Renkleri farklı kan kırmızı, süt bembeyaz, gübre daha
değişik yani birbirine zıt olan şeyler hepsi bir arada.
67. ayetde, hurmanın ve üzümün meyvelerinden; sarhoşluk
veren içkiler edininebildiğiniz gib; çok güzel rızık da
edinebilirsiniz diyor. Bu ayet Mekke döneminde daha içki
haram kılınmadan nazil olmuş bir
ayettir. Ama dikkat çekiliyor içki yasağı olmamasına
2467[78]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/363-364.
rağmen. Burada içki kelimesi için "güzel" kelimesi
kullanılmamış, ama üzüm olarak pekmez olarak yemeğe şıra
olarak içmeye güzel kelimesi kullanılıyor. Ayet
yasaklamıyor ama hoş olmadığına dikkat çekiyor. Hz.
Peygamber asla içki içmemiş fıtratı bunu hiç sevmemiş.
Önce "içkinin zararı, faydasından kat kat fazladır," 2468[79]
ayeti nazil oldu ondan sonra "içkili iken namaza
yaklaşmayın. En sonunda da "içki, kumar, fal okları...
şeytanın amelindendir, Onlardan sakının." 2469[80] ayeti
gelmiştir. "Aklı başında olan toplumlar için bunlarda ibretler
vardır" diyor Allah (cc). 2470[81]
2472[83]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/365-366.
oluveriyor.
İnsan Rabbimin ilmi gücü karşısında benlik iddiasında
bulunabilecek güçte değildir. En bilgin'en cahil, en akıllının,
ahmak duruma düşüverdiğini biz hayatımızda görüyoruz.
Öyle ise yaratan, öldüren, akıl ve ilmi veren O. Bunları da
dilediği kişiden dilediği zaman ve miktarda alan O'dur,
İnsan bunu kabul etmesi gerekir.
Allah herşeyi bilendir ve herşeye de gücü yetendir. 2473[84]
2473[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/367.
tabiattaki bütün eşyayı ortak kullanmaları gerekirken bir
kısım insanlar kendi zimmetine geçirdi. Çalışanların,
kölelerin mallarım onlara vermedi, kendileri biriktirdiler
diye mana verdiler.
Halbuki ayetin böyle bir mana ve anlama ihtimali
olmadığuırAllahu Teala şurada belirtiyor; "Allah bir
kısmınızı diğerine rızıkta üstün kıldı." Üstün kılan Allah'tır.
Nasıl ki üstün kılınan zengin malmda fakirin ortak olmasını
istemezse, Allah'da mülkünde başka bir ortak olmasını
istemez. Yani siz ey kafir zenginler; kendi kazandığınızda
nasıl ortaklarınızın olmasını istemiyorsanız. O halde O'nun
mülkünde O'na nasıl ortaklar edinirsiniz.?
Allah'ın yarattığı bir kulu ilah edinip, niye onun kanunlarını
Allah'ın kanunlarına karşı savunur ve böylelikle de ona şirk
koşarsınız.?
Böyle yapmakla Allah'ın nimetinimi inkar edersiniz.
Nimetleri yaratan O, O'nun nimetini yiyor başkasına ibadet
ediyorsunuz. Bu şuna benzer Anne babasının evinde yiyip
içip onun evinde yatıp babasının imkanlarından faydalanıp,
Ona hizmet edip hürmet ve saygı göstermesi gerekirken,
babasının sevmediği hoşlanmadığı veya düşmanı ile işbirliği
yapması, gibidir. 2474[85]
2474[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/367-368.
öyle bir ilaha ibadet ederler oysa O onlara ne yeryüzünden
nede gökyüzünden rızık verebilir. İkisinide yapamayana
tapınırlar. (O ilahlarının gücü hiçbirşeyede yetmez.)
Hani ilah diye seçilen insanlar; Allah'ın kitabına,
kanunlarına karşı, siz bizi yönetin, siz Allah'ın yerine bize
kanun ve kurallar koyun dediğiniz insanlarda, Allah'ın
azıklarından yiyorlar. Öyie ise Allah'ın rızkından yiyen
insanlara; "seni ilah yapalım, sen Allah'ın kitabı yerine yeni
bir kitab yaz da ona göre hareket edelim" demek Allah'ın
nimetlerine nankörlük yapmaktır. Bunu yaptığınız zaman
Allah'a eş koşmuş olursunuz. 2475[86]
2475[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/369.
2476[87]
Şura 11
2477[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/369.
bağlı köle mi daha hayırlı...? Yoksa mal mülk kazanmış onu
da Allah yolunda gece-gündüz, açık ve gizli bir şekilde
sadaka veren adam mı daha hayırlıdır.? Elbette kazanan
daha hayırlıdır.
Bu iki kişi birbirine denk midir? Bunlar denk değildir. Denk
olmadığını, değil akıllı insanların bilmesi, SultanAhmet
meydanındaki deliler dahi bilir. Kimden para çıkar kimden
para çıkmaz bilirler ve onlara en iyi olan para verendir.
Allah (cc) de buyuruyorki; Allah size herşeyi veriyor her
türlü nimetlerini veriyor böylesine her türlü nimetini veren
mi daha hayırlı? Yoksa sizin gibi olan size hiçbirşey
veremiyen mi daha hayırlıdır? Bu hususta şunu söyleyecek
olursanız. Bazı imansız insanlar varki "onlar bize birşeyler
veriyor biz ona (kulluk) hizmet yaparsak karşılığını veri-
yor." derler O size kendi katından birşey vermiyorki
verdiklerini kendi yaratmıyorki Allah'ın yarattığı nimetleri
surdan alıp size veriyor. Allah (cc) verendir, yaratandır. Ona
hiç birşey denk olmaz. Allah'a hamd olsun imansızların
mantığı sona ermiştir. Ama onların çoğu bunu bilmezler.
Gerçeği, hakikati bilmez ve ondan başkasına kulluk etmeye
devam ederler. 2478[89]
2478[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/370.
şekilde yapan insan denk midir? Denk değildir.
Allah (cc) insanlara sıratı müstakimi veren, adaletle emr
edendir. İnsanoğlu ise dilsiz ve iş yapamayan adam gibidir.
Bu ikisi nasıl denk olur. Birbirine nasıl eşit olur. Öyle ise
Allah ile, Allah'ın yarattığı insanı kendinize ilah edinmek
suretiyle eşit tutmayın. 2479[90]
2481[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/372-373.
konuda çalışmal yapmıştır. Allah'ın "Teşrii" ve de "Tekvini"
kanunları olmak üzere i kanunu vardır. Teşrî kanunu;
Kur'an-i Kerim'dir. Tekvini Kanunu'd Tabiat kanunlarıdır.
Teşrii kanunu tefsir etmek görevimizdir. İkisi Allah'ın
kitabıdır. İkisini de okumak ve insanlara açıklamak
görevimdir. Tekvini kanunlarımda ortaya çıkarmak-
keşfetmek yine bizim görevimizdir.2482[93]
2482[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/373-374.
Bu ayetlerin tefsirinde alimlerimiz şu hususu izah
etmişlerdir ki; çoğu zamanda bize sorulan bir husustur.
Diyelim ki; Afrikanın ortasında bir kadın doğum yapsa
çocuğunu taşıyamaz bir duruma gelirde onu ormanın içine
bırakıverse Aslanın biri de gelip emzirse yani aslan sütü ile
büyüyüp hayvanlarla beraber yaşasa ve hiç insan görmeden
de ölse gitse bu kişinin durumu ne olur.? Maturidi
mezhebine göre; "Etrafına bakınıp bu güneşi düzenli bir
şekilde hergün aynı yerden çıkarıp, tekrar onun ters
istikametinde yok eden, mevsimleri peşpeşine sırasını
değiştirmeden devam ettiren biri vardır" diye aklını
kullanırsa cennete girer diyor. Eşari de; "o kimse direk
cennete girer" diyor. Allah (cc); "Peygamber
2483[94]
göndermediğimiz insanlara azab etmeyiz" diyor ayeti
kerimesinde. Bu alimlerde bu ayetlere dayanarak böyle bir
sözü söylüyorlar.
Günümüzde biz şahidîik görevimizi tam yapamıyoruz.
Eskiden ecdadımız bu işi iyi yapıyorlardı hatta müslüman
olmayan memleketlere gidip oradaki insanlara islamı
ulaştırıyorlardı. Ama bugün müslüman memleketinizde
islamdan haberi olmayan insanlar var.
Şöyle düşünün. Anne baba kafir, çocuğunu yetiştirecek
öğretmeni de Özellikle kafir olanım seçiyor. Baş örtülü
müslüman bir bayan veya müslüman bir erkekten de, yaban
eşeğinin aslandan kaçtığı gibi kaçı-
yor. İşte böyle şartlarda büyüyen bir çocuk Afrikada
hayvanlar arasında yaşayan çocuktan daha kötü durumdadır.
Zira Afrikada yaşayanın önüne. "Allah yoktur" diyen
çıkmaz. Ama bu saydığımız şartlarda büyüyen çocuğa heran
ve saat içinde devamlı küfür ve isyan telkin edilmektedir. Şu
okullara gitme gerici olur, yobaz olursun gibi telkinler.
Umreye gitmiştim, yanımdaki arkadaşlardan birisi ne hurma
2483[94]
Isra 115
ne de zemzem aldı, sadece Japon veya İtalyan malları aldı
dikkatimi çekti sordum "niçin böyle yapıyorsun?" Dedi ki;
hanımım beni Londraya gitti biliyor ve beni oradan gelecek
diye bekliyor. Şimdi zemzem veya hurma alırsam hanımım
üzülür. Duyulursa çocuğumu da kolejden almam gerekir
diyor. Adam etrafındaki insanların kendisini gericilik
damgası ile damgalamalarından korkuyor, hemde Kabe'de
ve diğer yerlerde ihlasla dua eden biri. Malesef bir kısım
müslümanların hali böyle çocukları da din adına birşey
bilmezler.
Ayette ifade edilen "Peygamber" kelimesi yerine bizde
kendimizi koyarak; bu imansızların okullarına,
meyhanelerine, gazinolarına, şirketlerine gidip islamı
anlatmamız gerekmekledir ki, Allah indindeki
2484[95]
sorumluluğumuzu yerine getirmiş olalım.
2484[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/375-377.
daha önce yaşamış insanları temsil eder, insanlar onları ilah
edinir. Yoksa taşa tapınacak kadar geri zekalı değil bu
insanlar. Mekke müşriği de taşlara tapınmamış o yonttukları
taşlar hayatta birini temsil eder kanunlarına uydukları birini
sembolize edermiş. 2485[96]
2485[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/377-378.
2486[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378.
2487[98]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378.
rahmet olmak ve müslümanlan müjdelemek için indirdik.
Bu ayet 84. ayetin bir benzeri gibidir. Her ümmete, her
millete, kendilerinden bir şahid gönderdik. "Seni de
kıyamete kadar gelecek bu topluma şahid (peygamber)
gönderdik" Hz. Peygamber kıyamete kadar gelecek olan
insanların şahidi olarak gönderilmiş ve her topluma kendi
cinsinden, yani meleklerden, cinlilerden değil; insan
cinsinden peygamber göndermiştir, "ve sana herşeyi
açıklamak üzere kitabı indirdik." Yani Kur'an'da başka bir
ayetin ifadesiyle "yaş kuru ne varsa Kur'an'da vardır." 2488[99]
Yani geçmişin ve geleceğin bütün bilgilerini Kur'an'da
bulabiliriz. Ama arayacak göz gerekir.
Hz. Peygamberin Yemene vali olarak gönderdiği Muaz b.
Cebel hadisi vardır. "Hz. Peygamber Muaz'a sorar "ey Muaz
gittiğin yerde insanlara ne ile hükmedeceksin" O'da
"Allah'ın kitabıyla" cevabını verir. "Ya Allah'ın kitabında
bulamazsan" "Hz. Peygamberin sünneti ile hükmederim"
"Ya onda da bulamazsan" "o zaman kendi rey'imle ictihad
ederim" diyor. 2489[100]
Bazıları İşte bu yukarıda zikrettiğimiz ayetle bu hadisin
birbirine ters düşdüğünü iddia ediyorlar. Aslında herhangi
bir terslik yok Hz. Peygamber ya Allah'ın kitabında "yoksa"
dememiş ya Allah'ın kitabında "bulamazsan" yani var da sen
bulamazsan demiş. İşte bu inceliği fark edemedikleri için,
ikisinin bir biriyle çeliştiğini iddia edip, ayeti değil de
hadisin uydurma olduğuna hükmederek meseleyi çözümle-
meye çalışıyorlar, fakat yaptıkları yanlıştır.
Diyelim ki; odanın içine toplu iğneyi düşürsek onu arayıp
bulamayınca; toplu iğne yok demek mi doğrudur? yoksa
toplu iğneyi bulamadık mı? demek doğrudur. Uranyum
madeni keşfedilmeden önce yokmuydu? Allah'ın bu alemi
yarattığı günden itibaren vardı, ama bir zaman geldi bir alim
2488[99]
Enam 159
2489[100]
Eu Davud K. Ahdiye hah 11. Ayrıca Şifa tefsiri 3/55, Enam 59
onu keşfetti işte Kur'andaki hakikatler böyledir.
Tabiki o uranyumu binlerce göz belki onu gördü ama onu
keşfeden göz daha değişik bir gözle gördü. Bazı
hakikatlerinde ortaya çıkması için zaman önemlidir. İşte o
hakikatler zamanın getirdiği olaylarla açıklanıveriyor.
"Hakikatleri açıklamak, müminlere müjdelemek, müminleri
doğru yola götürmek, onlara rahmet olmak üzere Kur'an'ı
indirdiğini" beyan ediyor. Allah (cc). 2490[101]
2490[101]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378-379.
oynamaktan yasakladı." Bütün bunları Allah yasaklıyor. Bir
de böyle haram olmayıp iyi de olmayan hoşa gitmeyen
şeyler vardır. Onları da yasaklıyor alimler. Onlara mekruh
demişler, müslümanın fuhuştan sakındığı gibi, hoş olmayan
münkerat-tan, haddi aşmaktan, zulmetmekten uzak durması
sakınması gerekir.2491[102]
2491[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/380.
2492[103]
A'raf 1172
2493[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/380-381.
kadın varmış, bu kadın yünleri ip haline getirir daha sonrada
tekrar yün haline getirirmiş ve ömrü öyle geçermiş. .
Sizinde bu dünyadaki yaşantınız', söz verip bozmanız
akşama kadar örüp de sabaha kadar çözüp eski haline
getiren kadına benzemesin "siz yeminleri kendi aranızda
hileye sebep kılıyorsunuz hilelerinizi yeminle
kuvvetlendiriyorsunuz." Böyle yapmayın ümmetin en güçlü
ümmet olması için yeminlerinizi hile vesilesi yapmayın
yeminle yalana tevessül etmeyin. Allah (cc) bunlarla sizi
imtihan ediyor. Kimin haklı kimin haksız olduğu yerleri
Allah kıyamet günü ortaya çıkaracaktır. 2494[105]
93- Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Ancak
o dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir ve siz
yaptıklarınızdan muhakkak sorguya çekileceksiniz.
Allah dilese idi sizi tek ümmet yapardı. Ümmetinizi
kabilenizi partinizi çoğaltmak içinde yalana ve yemine baş
vurmayın. Allah (cc) dilese idi Hz. Adem (as)'dan
günümüze kadar bütün insanları müslüman yapardı. Fakat
Allah dilediğini dalalette, dilediğini hidayette kılar siz
elbette yaptıklarınızdan sorulacaksınız.
Ayet yarım kalsaydı şu sonuç çıkardı Allah dilediğini
hidayete dile-diğinide dalalette bırakır, o zaman gavurun ne
günahı var Allah onu kafir bizide müslüman yapmış
sonucunu çıkardı ama ayetteki ifade devam ediyor.
"Siz yaptıklarınızdan sorulacaksınız" kişi kötülüğe
meyletmiş Rabbim de kötülüğün yollarını açmış, sapıtma
budur, dalalet budur. Kişi hidayete meyletmişse Rabbim de
ona o yollan açmıştır, işte hidayete erdirme olayı da budur.
Kul'un da cüzi iradesini kullanma durumu söz-konusudur.
Kul cüzi iradesi ile kesb eder Allah'da onu fiiliyata
geçirir. 2495[106]
2494[105]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/381.
2495[106]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/381-382.
94- Yeminlerinizi (fesada) bir giriş edinmeyin, yoksa sa-
pasağlam bastıkdan sonra ayak kayıverir, Allah yolundan
saptığınız için azabı tadarsınız. Sizin için büyük azap vardır.
Bu ayet, daha önce geçen 91. 92. ayetleriyle bağlantılı bir
ayettir. 91. ayette "Allah'a olan sözlerinizi ahidlerinizi
yerine getiriniz. Yeminlerinizi bozmayınız" Duyurulmakta
idi. Yeminini bozan kimselerin bozuş sebebi olarakta devlet
veya fert olarak toplumunu artırmak veya karşı tarafın
gücünü fazla görmesinden dolayıdır. Her iki haldede
yemininizden dönmeyiniz. Vermiş olduğunuz sözü yerine
getiriniz. Sözünüzüde yeminle tekid etmişseniz yeminleri-
nize sahip çıkınız. Anlaşmalarınıza sahip çıkınız idi.
Eğer yeminlerinize sahip çıkmazsanız, akşama kadar yün
eğirip, sabaha kadar onu tekrar geri söken kadının
durumuna benzersiniz, buyurulmakta idi. İşte bu 94. ayette
de bu konuya devam ediliyor.
"Yeminlerinizi aranızda hile vesilesi yapmayın" yani yemin
ederek adamı inandırıyorsunuz ama niyetiniz başka, böyle
yapmayın Eğer böyle yaparsanız, İslama ısınmış insanın,
ayağının kaymasına sebep olursunuz, veya insanları dinden
döndürmenin cezasını çekersiniz.
Bunun açıklaması şudur. Günlük hayatta çeşitli işlerle
meşgul oluyoruz. Mesela ticaretle uğraşan müslüman bir
kişiyi düşünün karşısındaki kişilere ticaretini artırmak için
yalan söylüyor, onları aldatıyor ve birde bu yalanını yeminle
kuvvetlendiriyor. Şimdi burada yalan söylediği için bir ceza,
yemin etmenin cezası, birde onun dinden dönmesine sebeb
olduğunuz için onun cezası vardır.
İşte çevresinde müslüman, güvenilir insan olarak bilinen
bazı kardeşlerimiz, "söz" verir, sözünde durmazlar. "Çek"
verirler zamanında çekinin karşılığı çıkmaz, karşısındaki
adamında biraz İslama meyli varsa sizin bu davranışınızdan
dolayı islamdan uzaklaşıyor. Bunu yapmakla da insanları
dinden alıkoymanın cezasını çekmiş olursunuz. Ve sizin için
büyük bir azab vardır, buyuruyor Allah (cc).
Bu ayet beni gerçekten etkiledi. Eğer bu tefsir dersleri
olmasaydı ben bu ayeti hatim yaparken, bir dini kitab gibi
okur, belki bu kadar anlamazdım. Hakikaten çok önemli bir
ayet, zira bugün günümüzde insanların İslama girmelerini
engelleyenlerin başında biz geliyoruz. Sözlerimiz,
davranışlarımız, hareketlerimiz, tavır ve işlerimiz insanların
İslama girmesini engelliyor.
Merhum M. Akif Almanya'ya gider oradaki gözlemlerini
"Berlin hatıraları" diye şiir şeklinde yazar. Batıyı anlatırken:
Onların işleri bizim dinimiz; dinleri de, bizim işimiz gibi
der. Biz günümüzde önce;
1- kendimizle (nefsimizle) mücadele edeceğiz.
2- İmansız kesimle mücadele edeceğiz onlara islamı
anlatacağız. İslamı götüreceğiz.
3- Müslümanım dediği halde yalanla dolanla köşe dönme ile
uğraşan insanlarla da uğraşacağız.
30-35 yaşlarında fabrikatör birisini anlattılar. Hergün beş
vakit namazını kılar ama fuhuşunda her çeşidini yapar
diyorlar. Daha önce tefsiri geçtiği gibi; "Namaz kişiyi
fuhuştan ve münkerattan alıkoyar." 2496[107] Eğer
alıkoymuyorsa o, artık bir eklem alışması dediğimiz bir
olaydır ki: Çocukluğundan itibaren ibadet kastıyla değilde
adet kasdıyla yapılan bir hareket olmaktan ileri gitmez.
Böyle insanlarada islamı anlatmalıyız. Zira bu, şahsi suç
olmakla beraber, kendi nefsine kötülük etmekte ve bir başka
insana da kötü örnek olmaktasın. Yani "hem namazını kılıp
hemde bu kötülükleri ya-pabilirmiş" kanaat ve imajını
uyandırmış oluyorsun. 2497[108]
2498[109]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/384.
sonda bulmaz.
İnsanların yaptığı küçük veya büyük hizmetleri vardır.
Küçük olsun büyük olsun Allah bu hizmetlerin de
mükafatını, en güzeline göre değerlendireceğini yani en
büyüğüne veya en küçüğüne göre demiyor. Düşününki iki
adam biri çok miktarda yardımda bulunuyor bulunurken de
hakaret vari sözler sarf ediyor, öbürü de onun belki 10 da
biri veya yüzdebiri nisbetinde daha az yardımda bulunuyor
ama güler yüzle tatlı dille veriyor. Hangisi daha muteberdir.
Tabiki az olsa bile, güler yüzle olan daha muteberdir. İşte
Allah katında da bu böyledir. İşin büyüklüğü veya
küçüklüğü önemli, değil en güzel olup olmaması önemlidir.
Mülk suresinde; "hanginiz amel bakımından daha güzel
olduğunu ortaya çıkarmak için" diyor. "Hanginiz daha çok
amel" demiyor. Mesela 100 rekat ne okuduğu, nasıl kılındığı
belirli olmayan namaz yerine, 4 rekat tadili erkan üzerine
kılman namaz daha hayırlıdır veya içi bozuk bin yumurta
yerine, sağlam bir yumurtanın daha iyi olması gibidir. 2499[110]
2499[110]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/384-385.
doğru oluyor. Buda o evde oturanlara devamlı bir eziyet ve
zahmettir. İşte İstanbul'un yeni kurulan mahalle ve
semtlerini çizen mühendis biraz müslüman olur da buna
dikkat ederse, bu da bir salih amel olmuş olur.
İşleri düzgün yapmak, teraziyi tam ölçmek ameli salihdir.
"İman'ın" dışa taşmış (çiçekleşmiş) şeklidir ameli salih.
"Bunu kim yaparsa, yapsın ister erkek ister kadın olsun
mümin olması şartıyla bu dünyada da güzel hayat yaşatırız"
diyor.
Bu konuda da birçok ayetler var. Bazıları; "dünya mümin'in
değil, mümin olmayan, inançsız insanların" diye
düşünmektedir. İnsanların
çoğu bunu böyle bilir. Ama ayet açık ve seçik "kim iman
eder, iyi amel işlerse, ona iyi bir hayat yaşatırız" buyuruyor.
Eğer müslümanlar dünyada zillet içinde iseler, bu da
imanlarının amele dönüşmemesinden kaynaklanan bir
durumdur.
"Ve yaptıklarını en güzeli ile mükafatlandıracağız"
buyuruyor, Allah (cc). Ayette geçen "iyi hayat yaşatırızdan"
maksat mutlu bir hayat yaşatırız. Yoksa fakiri zengin,
zengini de daha zengin yapar dünyalık her türlü imkanları
sağlarız anlamında değildir. İslamin en parlak dönemi olan
Hz. Peygamberin'de içinde bulunduğu "Asrı saadet dönemi"
fakirlerinde, zenginlerin de bulunduğu her iki gurubun
saadet içinde yaşadığı bir dönemdir. :
Yine biri mümin biride inanmıyan 4 nüfuslu aynı maddi
imkanlara sahip iki aile düşünün bunların 24 saatini gözlem
altında inceleyin gerçek mümin olan insanın evinde saadet
ve mutluluk öbüründe ise sitres ve sıkıntı olacaktır.
O zengin ve mümin olmayan insanların hiçbir sorunu yoktur
zannetmeyin. Maddi açıdan belki problemleri yoktur ama,
onların iç dünyası kendi kendisini kurdun yiyip bitirdiği gibi
yer kemirir bitirir. İşte filanca şu tabloyu aldı da ben niye
onu alamadım, falanca şuna sahib oldu da ben niye sahip
olamadım. İzmir'de bir doktor arkadaşım böyle birinin
kendisine muracat ettiğini ve köpeğinin mama
yiyemediğinden dolayı üzüldüğünü söylemiştir.
Yine basından okudum. Osmanlı paşası diye resimlen
satılan paşalar genelde Ermeni paşalarıdır. Müslüman
olanlar günahdır düşüncesiyle resim çektirmemişler. Şu
anda genelde Osmanlı paşaları diye satılanlar Ermeni
paşalarıdır. Tabi sosyete bunun pek farkında değil.
Anadolu'dan gelip kısa yoldan köşeyi dönen, boğazdan da
köşk satın alan bu insanlar: "kendisinin İstanbullu
olduğunu" iddia ederler. İstanbullu olduğunu iddiasının
güçlenmesi için, bir de dede lazım. İşte böyle bir resim
parayla alıp "benim dedem" diye anlatırlar. İşte zengin olup
imansız olan insanların hali de böyle.. 2500[111]
2500[111]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/385-386.
Biz bunu yine her halükarda dille okuyacağız, ama ayette
bizden istenen sığınmaktır. Bu da Kur'an okumaya
başlarken gönlümüzden, Yarabbi kitabını okuyorum,
okumaya başlıyorum diye onu anlama, öğrenme niyetiyle
temiz bir kalb ve huşu içinde anlamına dikkat ederek
okumamız gerekmektedir. Aksi takdirde kafir de okuyor,
ama ben birşey anlamadım hocam diyor. Diğer taraftan
Kur'an'ı okumaya başlamadan Önce abdest alıp en güzel
elbiselerimizi güzel kokuları sürünerek okumaya başlamalı,
yukarıda işaret ettiğimiz gibi kalbimizden de şeytani duygu
ve düşünceleri atmamız gerekmektedir.
İmam Malik (Muvatta, isimli bir hadis kitabı vardır.) hadis
okutacağı zaman talebelerinin huzuruna çıkmadan önce, her
zaman gusul ab-desti alır, okutacağı odayı güzel kokularla
süsler, en güzel elbiselerini giyer öyle hadis dersi okutmaya
başlardı. Peygamberin sözleri için gösterilen hürmet böyle
işte, Allah'ın sözleri olan "Kur'an'i" okuyacağımız zamanda
abdestimizi alıp, edebimizi takınıp, kıyafetimize de dikkat
edip, şeytanın şerrinden de şeytandan da Allah'a sığınarak
okumalıyız.
Seyyit Kutub (rah) güzel bir benzetme ile Kur'an'i geline
benzetiyor. Kur'an, yüzündeki gelinliği severek canı
gönülden isteyerek okuyan insanlara açar ve onlara
gülümser. 2501[112]
2501[112]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/386-387.
resinde faiz ile ilgili ayette vardır. 2502[113]
Gözle görülmeyen verem mikrobu, nasıl ağız veya kan
yoluyla ij sana girip onu mahvediyorsa, insanın bunu gözle
görmesi de mümki olmayacak kadar küçük olan bu mikrop
vucud içinde şartlan oluştukte sonra, insanı şeytan çarpmışa
döndüriiyorsa; işte şartları oluşmuş veya başka bir sebeble
"faiz yiyip cezayı hak eden insanlar içind Allah teala
şeytana müsade edip onları çarpacağını" beyan ediyoı
Şeytanın da bu çarpması kendine has bir olaydır. Ama
"Allah'a ima; edip ona tevekkül edenlerin üzerinde şeytanın
hiçbir sultası olmayaca ğım" beyan ediyor ayet. 2503[114]
101- Biz bir ayetin yerine bir ayet getirdiğimiz zaman ki;
Allah neyi indirdiğini iyi bilir- "Sen uyduruyorsun" dediler.
Hayır onların bir çoğu bilmez.
Bu ayetlerin yer değişiminden dolayı Peygamber Efendimiz
(as)'a müşrikler, "sen uyduruyorsun" derler. Halbuki Allah
neyi indirdiğini daha iyi bilendü.
2502[113]
Bakara 1275
2503[114]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/387-388.
2504[115]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/388.
Bu ayetin tefsirinde iki husus vardır. Birincisi diyelim ki:
Musa (as)'ın kıssasının belirli bir bölümü Ali imranda da
diğer bir bölümü Bakara suresinde veyahutta aynı olay
değişik kelime ve ifadelerle ayrı ayrı yerlerde anlatılıyor.
Mesela Musa (as)'ın Medyen'den Mısır'a dönerken soğuk ve
karanlık bir gecede hanımı doğum yapar ve ateşe ihtiyaçları
olur ve Musa (as) ailesine "siz burada durun bir ateş gördüm
oradan size bir parça ateş getiririm" derken Taha suresi 10.
ayette "Bigabesin" kelimesi kullanılmış aynı olay Kasas
suresinde "Cezvetin" kelimesi ile ifade edilmiştir. İşte
Mekkeli müşrikler bunu "sen kendin uyduruyorsun eğer
bunu Allah söylemiş olsaydı aynı kelimelerle bütün Musa
(as)'ın kıssasını birden anlatırdı" diyorlar.
İkinci olarakda, Kur'an ayetleri bir önce gelen ayetlerin
hükmünü aynı konuda gelen diğer ayetler tarafından ya
tamamen veya kısmen kaldırılmaktadır. Mesela içki ayeti
önce dikkat çekme, daha sonra dikkat çekmede açık açık
ifade, ondan sonra içkili iken namaza yaklaşmama en son
olarakta tamamen haram etme gibi. İşte buna benzer
ayetlerde de olduğu gibi "sen niye çelişkili konuşuyorsun.
Sen bu ayetleri kendin uyduruyorsun" diye itirazlar etmişler.
Allah (cc)'da bu ayette "halbuki Allah indirdiğini gayet daha
iyi bilir, ama onların birçoğu bunu bilmezler." Tevrat ve
İncilin hükmünün kaldırılıp yerine Kur'an-ı Kerim'in
getirilmesinin, yine Kur'an ayetlerinde de bazı ayetlerin
kaldırılıp yerine diğer ayetlerin getirilmesinin Allah katında
birçok hikmetleri vardır. Bunlar bizim içinde birer
rahmettir. İnsanlar bunu bilmezler.
Günümüzdeki imansızların bir de Kur'an'a şu yönden
itirazları var. Kur'an'ın sistematik olmadığını iddia
ediyorlar. Yani namazla ilgili ayetlerin arka arkaya olması
gerekiyormuş veya Musa (as) kıssası Yusuf suresinde
olduğu gibi değişik surelerde değil bir surede verilmeliymiş,
ceza ile ilgili ayetler bir arada verilseydi gibi...
Aslında bu pekte yabana atılacak cinsten olmayan ve de
mantıklı gibi görünen bir durumdur. Fakat onlar bizim kitap
anlayışımızı şartlandırdılar, diyelim ki üniversite de bir
doktora tezi yazacaksınız, mukaddime şurada olacak, fihris
şurada, dipnotlar bu şekilde, konular şu şekilde gibi, bir sürü
kural, ama Kur'an 1400 yıldan beri bütün insanlığa ışık tutan
bir kitap olduğu için, bir yerde namazdan bahsederken, he-
men arkasından kadınlara nasıl davranılacağım yazıyor.
Diğer biryerde müminlere mükafattan bahsederken, genelde
hemen arkasından kafirler içinde hazırlanan cezalardan
bahsediyor. İşte bunlar bu şekilde olduğu zaman bir
bütünlük arz eder ve bir fayda ortaya koyar. Diyelim ki;
salata çok leziz bir yemek çeşitidir ama, bu salatanın
malzemelerini sistematik olarak sıraya koysak, yani önce
kıvırcıkları yesek, arkasından domates, soğan, tuz,
vs.....gibi. Bunun mu tadı. lezzeti fazladır..? yoksa hepsi
kıyılmış, rengarenk karışmış, üzerine limonu, tuzu, yağı
ilave edilmiş, hem göze hemde damağa verdiği lezzet başka
olan mı?... İşte Kur'an'da bu şekilde sistematik değil gayri
sistematiktir. Tat ve lezzeti de o zaman ortaya çıkıyor.
Sistematiği Rabbimizin sistemidir.
Biz bu sistematikleşmenin diğer kitaplarda ilmi eserlerde
olmasına karşı çıkmıyoruz, fakat bunu Kur'an'a uygulamaya
kalkışmasınlar. 2505[116]
2505[116]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/388-390.
üzerine kalmalarını sağlamak için.
Neyi nasıl ve neden yapacaklarını öğretmek için ve
müslümanlara müjde vermek için indirilen bir kitabtır.
Bir de dünyada devleti ahiretde de cenneti müjdelemek
içindir. 2506[117]
2506[117]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/390.
Bahira Hz. Peygamberle görüştüğünde Hz. Peygamber 12
yaşlarında bir çocuk, onda peygamber alametleri var Ebu
Talib'c; "Bunu geri götür, yalıudiler görürlerse bu çocuğa
zarar verirler" demiştir.
Günümüzde ki bu kafirler de, Efendimizin bu görüşmede
Roma hukukunu aldığı ve Mekke'ye gelincede bunu
yaymaya başladığı iddiasındalar. Bu mantığa ve akla
uymayan bir husustur. Hukuk fakültesinde bir adam 4
senede zor öğreniyor, hemde öğreneninde öğretileninde di-
linin Türkçe olmasına rağmen zor öğreniyor.
Peygamberliğine inanmadıkları bir insan Bahira ile şöyle
dört veya beş saat içinde bütün Roma hukukunu bir çırpıda
öğreniverecek. Bugünün tekniği bilgisayar veya bilgileri
kayd edici aleti yok, ayrıca dilleri lisanları farklı, yani
bunların hepsi iftiradır.
Bu ayetin tefsirinde müfessirler diyor ki; "Cebr ErRumi"
Bizansdan gelmiş ve Mekke'de birinin yanında çalışan bir
köleymiş O Tevrat ve İncili iyi biliyormuş Mekkeli
müşrikler "Hz. Peygamber Onu dinliyor, dinliyor Kur'an'ı
ondan öğreniyor daha sonrada bize söylüyor." diyorlarmiş.
Allah (cc) de bu ayette Kur'an, hiç arapçayı sonradan
öğrenmiş bir yabancının lisanına diline benziyor mu? Kur'an
fasih bir aıapçadır.. 2507[118]
2507[118]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/390-391.
tarafından ortaya konamıyacağını iman edenler bilir.
Birazda insaflı olanlar bilir.
Seyyit Kutub bir hatıratını şöyle anlatıyor: "Bir gün gemi ile
ABD ye yolculuk yaparken, gemide haylide araplar var, bir
cuma vaktiydi. (Seyyit Kutub'un Prof. olduğunu da
öğrenince) ona bir hutbe okuda cuma namazı kılalım
demişler ve geminin güvertesine çıkıp başlamışlar namaz
kılmaya, Seyyit Kutup farzdan önce arapça hutbe okur.
Gemideki insanlarda bunları çepe çevre kuşatıp seyrederler.
Hutbe bittikten sonra bir bayan yaklaşır, kendisini
tanıttıktan sonra Ona "Hutbeyi hangi dilde okudun" der oda
"Arapça okuduğunu" belirtir, kadın "ben dil konusunda
uzman bir kişiyim, hayır siz üç ayrı dilde okudunuz. Siz
konuştuklarınızı tekrar edebilirmisiniz" diyor. Ayetleri
okuduğum zaman "bu ayrı bir dil," onları açıklamaya
çalıştığımda "şimdi başka bir dilden konuşuyorsunuz"
Hadislerden konuştuğum, hadis okuduğum zaman "bu da
ayrı bir dil" diyor. Yani Ayetler ayrı, Hadisler ayrı, Seyyid
Kutup kendi lisanı ifadeleri ile konuşlumu ayrı oluyor.
İnsaflı ve de bu sahada uzman birisi Kur'anı diğer
lisanlardan şive ve lehçelerden apaçık fark edebiliyor.
Günümüz Türkiyesinde ki konuşanlar, bunu fark etmeyen
ne olduğu (Akif in dediği gibi) belirli olmayanlardır.
"Şarka bakmaz, Garbı bilmez, görgüden yok payesi Bir
utanmaz yüz, yaşarmaz göz büsbütün sermayesi" 2508[119]
2508[119]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/391-392.
iman ettikten sonra Allah'ı inkar için zorlanırsa, zorlanırda
inkar ederse, kalbi de iman ile dopdolu olursa, yani insanın
zorlama ile güç gösterisi ile inkar etmesi isteniyor. Oda
bakıyor işin sonunda can tehlikesi var, o zaman küfür sözü
söyleme ruhsatı verilmiştir.
Bu ayetin nüzul sebebi de Ammar b. Yasir ve ailesidir.
Yasir'in Anne ve babasına akla hayale gelmiyen işkenceler
yaparak öldürürler ve islamda ilk şehid olan bir anne ile bir
babadır. Ammar'm gözleri önünde yapıyorlar bunu, bu sefer
sıra Ammara.gelince oda "sizin dediğiniz gibi olsun der" ve
kafirler onu öldürmezler. Bu olayı görenler Hz. Peygambere
gelip "Ammar kafir oldu" derler Hz. Peygamberde "Ben
Amman bilirim o tepeden tırnağa imanla doludur. İman
onun etine ve kanına işlemiştir" buyurur ve Ammar
ağlayarak Hz. Peygambere gelir Hz. Peygamber Ammar'a
"o halde iken kalbin nasıldı" diye sorar "kalbim imanla dop
doluydu ya Resulallah" dediğinde "seni yine zorlarlarsa yine
sen de onların söylediğini söyleyiver" buyurur. 2509[120] Bu
ayet bir ruhsattır. Dil ile inkar etmenin caiz olabileceğine bir
delildir.
Bu hayati tehlike olduğu zaman böyledir. Bir de azimet
vardır ki, Ammar'm annesi ile babasının yaptığı da odur. Bu
yolda ölünür, daha doğrusu küfürü icab ettirecek sözleri
söylememektir. Ruhsatı tercih eden de günaha girmez.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi can tehlikesi olması lazım.
Kimde göğsünü kalbini küfre açacak olursa Allah'ın gazabı
onun üzerinedir. Ve onlar için büyük bir azab vardır.
Zorlama yok iken göğüslerini beyinlerini kalblerini küfre
açan insanlar bunu niye yaparlar? İşte diğer ayet bunu gayet
açık bir şekilde ortaya koyuyor. 2510[121]
2513[124]
İbni Mace K. Zühd, hah 29,Hadis 4244
2514[125]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/394.
çok muhtacız. 2515[126]
2515[126]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/395.
2516[127]
Abese 34,35,36
2517[128]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/395-396.
gösterir."
Allah'da bu duruma şöyle bir misal veriyor. "O şehir
herşeyden emniyette, açlık korkusu yok ve durumları iyi.
Kendilerine güvenleri var, her taraftan nzıklarıda bol bol
geliyor, Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler de
yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah onlara açlık ve
korku elbisesini giydiriverdi. Hz. Peygamber Medine
devletini kurar, bu sefer korku Mekkelileri sarar ve derken
açlıkta baş gösterir. Ve Peygamber Efendimiz (as) develerle
yiyecek maddesi gönderir. Ebu Süfyan'da bu yardım ile
"Hz. Muhammed gençlerimizin gönlünü çalıyor" diyor.
İşte o Mekkeliler yaptıkları şeyler sebebiyle bolluktan o
darlığın içine diişiiverdiler. Her ne kadar bu, Mekke'yi
anlatsada tefsir usulünde bir kaide vardır. "Sebebi nüzulün
has olması mananın umumi olmasına engel teşkil etmez."
Bu ayet günümüzde de uygulanır. Zenginlik içinde, Allah'ın
nimetlerini inkar ederek yüzen insanlar birgün tersine
dönüverir.
Devlet olarak ABD bütün dünyanın nimetlerini yiyor. Canı
fındık is-tedimi "oğlum Türkiye, şu kadar fındık arkasından
da şu kadar şeftali, pamuk vs. gönder, hemde bizimkinden
daha düşük fiyatla diyor. Canı da istemedimi, tamam sana
kota uyguladım....." diyorlar. Fakat bu çok geçmez birgün
gelir bu tersine dönüverir. Yaptıkları sebebiyle hani Rusya
gibi... 2518[129]
2518[129]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/396-397.
bir devamı olarak insanlara duyurmamız gerekmektedir.
İçlerinden iman edenler olabilir. Tabiki kafirler isyan
edecekler müslümanı cezalandırmaya kalkacaklar. Bu se-
ferde bu Allah (cc)'ın gayretine dokunur, kendi velisine eza
edene Allah da eza ve cefa eder, yani azabını ona
verir. 2519[130]
2521[132]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/398.
helal ve haram kanunları koymuş bizde bu kanunların aksini
koyarız bizimkide ondan güzeldir diyenler kurtuluşa
eremezler felah bulamazlar." 2522[133]
2526[137]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.
2527[138]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.
2528[139]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.
Zaman değişiyorda düşüncesi değişmiyor. Rabbim de bu
ümmete "cuma" demiş ve de "cuma suresi" indirmiş. 1300
sene sonra biri gelmiş "cumayı kaldırdım," Pazara
döndürdüm" diyor. Ondan sonrada belimiz doğrulmuyor.
Tarihde Yahudiler yaptı, maymunluktan kurtulamadı. O
günden bu güne kadar Rabbim onlara "maymun olun"
demiş. Bizde bunu yapmışız taklidcilikten hâlâ
kurtulamadık, sebeplerinden bir taneside budur. Buna
rağmen boşmu duracağız? Hayır Rabbim; 2529[140]
2531[142]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/402.
2532[143]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/402.
ISRA SURESİ
2533[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/403.
Musa (a.s.).
Yedinci kat semada İbrahim (a.s.)'la karşılaşır, selamlaşır ve
merhabalaşır.
Oradan Sidre-i Müntehaya götürülür. Orada zahiri ve batini
ırmaklar görür. Oradan Beyti Ma'mura geçer ve daima
ibadet eden melekleri görür. Elli vakit namaz farz edilir. Hz.
Musa ile istişare sonunda Rabbinin huzuruna yükselir ve
isteği üzerine Deş vakit namaza iner. En-Necm suresinde de
değinilen bu İsra ve Miraç olayı konusunda yirmiyedi
sahabenin rivayeti olduğunu Celalettin Suyuti "Kıtaf-ül-
Ezhar-il-Mütenasira fi-1-Ahbar-il Mütevatira" isimli
eserinde İsra ve Miraç hadisinin Mütevatir hadislerden
olduğunu haber verir.
isra ve Miraç olayını rivayet eden hadis kitapları: 2534[2]
Doldurulmuş bir akü arabayı hareket ettiriyor. Aküye
doldurulan enerjiyi biz görmüyoruz, ama yaptığı iş
nedeniyle inanıyoruz.
Binlerce ton suyun buhar olup gökyüzüne yükseldiği ,
ülkelerden ülkelere rüzgar atıyla geçtiğini ve takdir edilen
yere yağdığını görüyoruz. İçine gaz doldurulan balonun
havada uçtuğunu, içi hava dolu varilin deniz üzerinde
yüzdüğünü biliyoruz. Kalbi iman ve hikmetle dolu Allah
Rasulü Rabbinin istemesi üzerine yaptığı bu İsra ve Miraç'm
gerçekten meydana geldiğine yürekden inanıyoruz.
O Allah (c.c.) bize bizden daha yakın iken kulunu ve
Rasulünü taltif etmek için İsra ve Miracı gerçekleştirmiştir.
Ayette "Abdihi" kelimesiyle efendimizin bu İsra ve Miracı
ruhu ve cesediyle yaptığına işaret eder.
"Ruhuyla çıkmıştır" diyenler olmuş ama ayetin işaret ettiği
mana ruh ve bedenle gittiğidir ve ulemamızın çoğunluğu bu
görüşdedir. Ayette ifade edildiği gibi Rabbinin ayetlerini
2534[2]
Buharı K. Bed-ül-Halk Buharı K. Tefsir, Müslim K. iman ve Enbiya. Tirmizi K. Tefsir, Hadis 3130,
3462: Ncsai K. Salât, Müsnedi Ahmed 1/245, 259, 309, 342, 354, 374, 375, 2/282, 528, 3/120,148, 231,
239, 248, 377. Beyhaki Delail 2/106, İbni Sa'd 1/143.
görecektir. Bu görüşe gönül gözü ile başındaki gözde
katılırsa ikram tam olur. Rüyada tatlı yiyenle, uyanıkken
yiyen aynı tadı almaz ve rüyadakinin karnı doymaz.
Günümüzde batıya olan imanı Kur'anın önüne geçen bir
kısım müsteşrik tipi bilginlerimiz "rüyada olmuştur" diyerek
batının ayıplamasına karşı kendini savunma tarafına gider
ama İstanbul'da bir Özel lisede öğretmenlik yapan İtalyan
papaza öğrenciler sorarlar: "Muhammed göğe çıkmış, sen
inanılmışın?" denildiğinde, "Bizim gibi insanlar aya çıkıyor.
Allah'ın rasulü daha ötelere niçin çıkmasın?" diye cevap
verir. Bizimkiler papazada yaranamazlar. Hayatında hiç kuş
görmemiş bir adama kuşu tarif etseniz ve havada uçar
deseniz, bizim bu Miracı inkar edenler gibi direnecektir.
Mülk suresinde "O kuşları havada tutan Rahmandır" diyor.
Ten topraktan geldiğinden yer çekimine tabiidir. Can
Allah'dan geldiğinden O'nun çekimine tabiidir. Tenin
etkisinden kurtulan can, buharlaşan su gibi, Rabbin koyduğu
mucize veya keramet kanunları içinde yüzer durur. 2535[3]
11- İnsan hayra dua eder gibi şerre de dua etmekte. İnsan
pek aceleci oldu.
A'raf 70-77, Hud 32. ayetlerde de haber verildiği gibi
kafirler peygamberle alay ederek; "Eğer doğru söylüyorsan
haydi o vadettiğin azabı getir" diyerek acele azab
istiyorlardı.
Mekkeli kafirlerde efendimizden istiyorlardı. Serde acele
etmek doğru değil. Hayır mı, şer mi olduğu açık olmayan
konularda teenni ile yavaş hareket etmede hayır vardır.
Ancak Hz. Musa'nın dediği gibi Rabbin rızasını istemede
2541[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/409.
2542[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/409.
acele etmeli. 2543[11] Yarın çok geç olabilir. 2544[12]
Fetret Ehli
21- Bak nasıl onların bir kısmını bir kısmından üstün kıldık.
Elbette ahiret dereceler yönünden daha büyük ve üstünlük
2553[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/413-414.
2554[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/414-415.
bakımından da daha büyüktür. Bu dünyada insanlar
arasındaki üstünlük iki yönde görülür:
1-Maddi olarak fabrika, köşk, araba, uçak, tarla, bağ, bahçe,
altın gibi şeylerde üstünlük. Bu maddi sahada müminle,
kafir yarış ederse Rabbimin takdiri oranında birbirlerini
geçebilirler.
2- Manevi sahada üstünlük. İşte burada mümin daima
kafirin önündedir. Mümin insan izzeti, şerefi, namusu ile
yaşar. Oğul, kız, torunlarıyla İslami bir hayat yaşarken
pisliğin her çeşidinden korunmuş olur.
Almanya, Fransa, İngiltere, Amerika gibi ülkelerde maddi
imkanların doruğuna çıkmış insanın kendisinin
uyuşturucuya tutulduğu, oğlunun eşcinsel, kızının lezbiyen
ve aidsli olduğu, en ünlü sanatçı ve siyasetçilerinin aids
hastalığından öldüğü, Nato gibi en üst seviyedeki bir askeri
kuruluşun başına gelenin hirsızlıkdan hüküm giydiği
görülmekte. Ahiretteki üstünlükde yalnız iman ve amel
etkili olacaktır. 2555[23]
22- Allah ile beraber bir diğer ilah edinme, sonra kınanmış
ve kendi başına bırakılmış olarak oturakalırsın.
23- Rabbin kendinden başkasına ibadet etmemenizi ve anne
babaya iyiliği emretti. Eğer onlardan biri veye her ikisi
senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa onlara "öff" deme,
onları azarlama, onlara güzel söz söyle.
24- Her ikisinede rahmetten tevazu kanadını indir, (kucak
aç) ve "EyRabbîm, bunlar beni küçükken nasıl terbiye etti-
lerse sen de bunlara merhamet et" de.
Allah (c.c.) kendisine ibadet yapma ile anne babaya iyiliği
ard arda emretmiştir. Bakara 84 de Allah'a ibadet, anne
babaya ihsan emrediliyor. Nisa 36'da Allah'a ibadet
emrediliyor, şirk yasaklanıyor, anne babaya iyilik
2555[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/415.
emrediliyor.
En'am 151 de Allah'a ortak koşmak yasaklanıyor ve Anne
babaya iyilik emrediliyor. 2556[24] Allah'a ve anne babaya
teşekkür emrediliyor.
Onlara "Öff" demek yasaklanıyor. Kaş çatmak, çalım
satmak yasak. Onlar size çocukken şefkat ve merhamet
kanatlarını gerdikleri gibi şimdi bizlerde onlara şefkat ve
merhemet kanatlarım germemiz gerekir.
Ayet ibaresiyle "öf" demeyi yasaklarken delaletiyle
dövmeyi, azarlamayı yasaklıyor.
Anne-babaya iyilik yapılması konusunda birçok ayet
inmesine karşı çocuklarınıza iyilik yapın diye doğrudan ayet
yoktur. Ayetleri indiren Allah çocuk sevgisini anne-babanin
gönlüne bırakmıştır.
Hz. Adem'in anne-babası yoktur ama eşi ve çocukları vardır.
İnsanda eş ve çocuk sevgisi daha fazla gelişmiştir.
Edebiyatta İstiare-i temsiliye dediğimiz bir sanatla çocuğun
anne ve babasına şefkat kanatlarını germesi kuşun
yavrularını soğuktan, sıcaktan, düşmandan korumak için
kanatlan altına almasına benzetilmiş.
Anne babaya hizmet edilirken kuş tüyü kadar yumuşak
olmaya dikkat edildiği gibi, hizmet etmenizin ağırlığını
hissettirmemeye, kuş tüyü gibi hafif olmaya da dikkat
edelim.
Alın terini toprakla yoğurup buğdaya dönüştüren, alın
teriyle çeliğe su verip, karşılığını yiyecek giyecek ve
içeceğe dönüştüren babalarımız.
Ciğerinin kanını bembeyaz süte dönüştürüp bir şelale gibi
yavrusunun ağzına akıtan analarımız, Allah ve O'nun
rasulünden sonra sevilmeye en layık insanlardır.
Bir çiçeğin kendi dalını sevmesi gibidir bu sevgi. Bir dalın
çiçeğini beslemesi koruması gibidir bu şefkat.
2556[24]
Lokman suresi ayet 14 de
Baba, gül ağacının kendi bünyesinde gülü gizlice taşıması
gibi yıllarca taşıyor yavrusunu.
Sonra anne en değerli incileri boynunda taşırken yavrusunu
daha mahrem ve kalbinin en yakın yerinde severek taşıyor.
Gül renkli kanını yavrusunun damarlarına akıtıyor. Allah'ın
can verdiği yavrusuna dokuz ay kan veriyor.
Günümüzde bir kısım kan simsarları ölmek üzere olan
hastanın gözü önünde kan üzerine pazarlık yaparlarken, bir
kısım zalim diktatörler damarlarındaki kanı kara toprağa
akıtarak üretimi artırırlarken ana, karşılıksız olarak, severek
yavrusuna kan veriyor.
Yavrusu doğunca yemiyor yediriyor. Baba ise kuşlar gibi
kazancını akşam eve getirmek ve yavrularının sevincini
paylaşmak için çırpınıyor. Çocukken ayaklan ayaklarımız,
elleri ellerimiz, gözleri gözlerimiz, dişleri dişlerimiz oluyor.
Anne ve babanın dört ayağı, dört eli, dört gözü ve altmış
dört dişi bizim için çalışıyor. Onların bizim için yanan
yüreği üşüdüğümüz zaman sıcacık oluyor, yandığımız
zaman ise serinlik veriyor. Yananı serinleten, donanı ısıtan
böyle bir ateş başka hiçbiryer de icad edilmemiştir.
Kış gününde aynaya üfleseniz kendinizi aynada
göremezsiniz. Rabbimiz de; "Anne ve babanıza üff bile
demeyiniz" buyurur. 2557[25]
Denizlerin söndüremediği anne ve baba yüreğinin ateşini üff
demekle söndürenler kendisinin cehennemdeki ateşinin
alevlenmesi için üfürmüş olurlar. Müşrik anne ve babaya
bile ihsanda bulunmayı tavsiye (emir) eden Rabbim; 2558[26]
insanların gönül kapılarının İhsanla açılabileceğine işaret
etmiştir.
"Ve bil valideyni ihsanen" ile "gül gibi yüz" emrediliyor.
"Ve kul lehüma kavlen kerimen" ile de "bal gibi söz"
2557[25]
İsra 17-23
2558[26]
Ankebut 29-8
emrediliyor. 2559[27]
2559[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/415-417.
2560[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/418.
2561[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/418.
çevirirsen onlara yumuşak söz söyle.
Gül gibi yüz, bal gibi sözle, seven ve okşayan elle vermek
kadar insanı mutlu kılan başka birşey çok azdır. Bazen
verecek bir şeyiniz olmayabilir. O zaman bal gibi sözle
sadaka verilmelidir. 2562[30]
2564[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/419-420.
30,31,32, ve 33. sahifelerinde şunları yazmıştım: 2565[33]
Ekmek Kavgası
2565[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/420-421.
kömür olduğununda bilinmesini, bunların en ekonomik
şekilde işlenmesini (bizde isteriz. Bizim karşı olduğumuz
nokta) bunların işlenmesi (anında) yeterli miktarda
olmadıklarına bakarak kıtlık endişesiyle insanların ve
hayvanların öldürülmesine kalkışılmasıdır.
Ekmek sayısınca insan yetiştirmek değil, insan sayısında
ekmek üretimine taraftarız. "Ekmeği üretecek arazi sınırlı
olduğu içinde insanı da sınırlı bir şekilde üretmek isteyen ve
bu gaye ile doğumları önlemek için ya önüne torba takan
veya gelecek olanları dünyaya çıkmadan önce haplarla
kurşunlayanlar; cahiliyye döneminde kız çocuklarını diri
diri toprağa gömenlerden farklı olmaz ve onların da yolunda
olmuş olurlar, yine yeni birşey getirmiş olmuyorlar çünkü.
Efendimiz (s.a.v.)'e: "Ya Rasulüllah! Şimdi biz kız
çocuklarımızı Öldürmüyoruz. Ancak az yapıyoruz"
denildiğinde Efendimiz, "İşte o da gizli öldürmedir"
buyurmuştur.
Rabbimiz Kur'an-ı Kerimde; "fakirlik korkusuyla
çocuklarınızı öldürmeyin, onları da, sizi de biz
rızıklandırırız. Onları öldürmek büyük günahdır" buyurur.
Onları çocukları doğmadan boğmak yerine, doğan
çocukların bedenlerine ve akıllarına hareket versinler.
Rabbimiz; "Yeryüzünde kıpırdayıp hareket eden her
canlının rızkı Allah'a aittir" (Hud suresi 16) buyurmuştur.
Devletlere ve topluma düşen yeryüzünün tabii kaynaklarının
hesabını yapmadan, onları işlemeye koyulmadan önce
insanları ve onların maddi manevi, bedeni, akli ve ruhi
enerjilerini yaratılışlarına uygun bir şekilde harekete
geçirmektir.
Harekete geçen her beyin kendi çağının gıdasını, çağına
uygun şekilde çözecektir. Eğer Edison'un babası da çağında
doğum kontrolüne riayet etseydi, Edison doğmazdı, elektrik
bulunmazdı veya gecikirdi.
Peki sen bu sorunu nasıl çözersin? diyenler çıkabilir. Ben;
çağımın ve gelecek çağların sorunlarını çözecek, gözü ve
gönlü açık, bedenen, ruhen gelişmiş nesiller yetiştirmekle
sorumluyum. diyorum.
Bir zamanlar yeryüzündeki ağaçların hesabını yakıt olarak
onların tüketiminin hesabını yapanlar, "çok yakında
dünyada tek ağaç kalmayacak" demişlerdi. Ancak gören bir
göz, kömürü buldu. Derken bu kahinler kömür rezervlerinin
hesabını yaparken de petrol keşfedildi.
Petrolünde rezervlerinin hesabı yapıldı ve tükeneceği tarih
de belirlenip, insanları soğuk haberlerle üşütecekleri sırada,
güneş enerjisi haberi gönülleri ısıttı. Bundan ikiyüz sene
öncesinin insanına "endişe etme, yarın su gibi bir madde
ısıya dönüştürülür" denilse aklınızdan şüphe ederdi.
Ayrıca dünyanın kaç ton olduğunu ilim adamları haber
veriyor. Onların hesabına göre bugüne kadar topraktan
çıkan yiyecek, giyecek ve diğer kullanılan maddelerin bütün
senelerdeki ton rakamları top-lansa, dünyadan fazla gelir.
Öyle ise bunların nereden gelip nasıl şekil değiştirip, nereye
döndüğünü ve onu tekrar nasıl kullanabileceğimiz hesap
edelim.
"Ekmek sayısına göre adam değil, adam sayısına göre
ekmek üretelim." 2566[34]
2566[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/421-423.
türlü yol kapatılır. Geniş bilgi için Nur suresi 2. ayete
bakınız. 2567[35]
2567[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/423.
öldürmeyelim diyenler insanlar arasında ayırım yapanlardır,
o binlerce cana acı-mayanlardır. Ve bundan sonrada
kıyılacak canları insan yerine koymayanlardır. Bir kurt için
bin koyun feda olsun diyen insan kurtlardır. 2568[36]
2570[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/425-426.
Gönlümün aktığına
Kulağımın çaktığına
Estağfirullah tövbe" demiş.
Gözümüz haramın peşine düşmesin. Kulağımız yalana,
gıybete, iftiraya iltifat etmesin. Gönlümüz kayalar gibi
katılaşmasın Rabbin rahmet ayetleriyle yumşatılsın.
Gönlümüz batıl şeylere yaklaşarak küf tutmasın, zikrullah
ile Kur'anla cilalansın.
Gönlümüzde hazan yaprakları dökülmesin. Kur'an
gönlümüzün baharı olsun. Kur'an-ı Kerimde "Ülaike"
kelimesi ikiyüzdört defa geçmektedir. Hepsinde insanları
işaret etmektedir. Yalnız bu ayeti kerimede kulak, göz ve
gönüle işaret etmek için "Ülaike" kullanılmak suretiyle
bunlarında akıllıca kullanılmasına işaret edilmiştir. Her
organın ayrı ayrı hesaba çekileceği bildirilmektedir. 2571[39]
2571[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/426.
akılsızlığını ilan etmiş olur.
İdris'ler de öldü İblisler de. Harun'lar da öldü, Karun'lar da.
Ölümlü insanın altmış yetmiş senelik ömründe açan başarı
çiçekleriyle büyük-lenmemelidir. Açan her çiçek soluyor
doğan her çocuk ölüyor.
Kibirli insanı Allah'da sevmez, kul da sevmez. 2572[40]
2578[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/430-431.
Ölümlü insan bile dünyanın bir ucundan verdiği ses, renk ve
görüntüyü öbür ucundan alıcı aletle topluyor. Allah'ın
yarattığı doğumlu ve ölümlü insan bunu yaparsa Allah niçin
yapamasın? dediğimde "Yapar hocam" demişti.
Kafirin mantığında, inkarında ve söylediklerinde her asırda
hiçbir değişiklik yok. Ben bu konuyu "Küfür cephesinde
yeni bir şey yok" isimli eserimde örnekleriyle
açıkladım. 2579[47]
54- Rabbiniz sîzi daha iyi bilir. Dilerse size rahmet eder,
dilerse size azap eder. Biz seni onlar üzerine vekil gönder-
medik.
55- Göklerde ve yerde olanları Rabbin daha iyi bilir.
Peygamberlerin bazısını, bazısına üstün kıldık. Davud'a
Zebur'u verdik.
Cennet Allah'ın tekelindedir. İnsanların tekelinde deildir.
Amelimize güvenmeyeceğiz, Allah'a güveneceğiz. Allah'ın
rızasını kazanmak için amellerimizi güzelleştireceğiz.
Allah (c.c.) peygamberler arasında da birbirine üstün
olanların varlığını haber verdikten sonra Davud (a.s.)'a
Zebur'u verdiğini haber ver-mekle bir insanın sahip olduğu
en değerli şeyin Allah kelamı olduğuna dikkatimizi çekiyor.
Davud (a.s.)'a devlet verdik demiyorda Zebur'u verdik
diyor. Kitap devlet kurar ama devlet kitap yazamaz. 2584[52]
2591[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/436.
2592[60]
Bakınız: A'raf 12
2593[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/436-437.
vaadler yap. Şeytan onlara ancak aldanmayı va'deder.
Şeytan ve insandan olan şeytanlar atlarıyla, arabalarıyla,
uçaklarıyla, gemileriyle, uydularıyla her türlü askeri ve
ekonomik güçleriyle müslümanlar üzerine gelmek ve onlara
yular takarak çenelerinden çekmek isterler.
Mallarını Allah'a baş kaldıran putların zulüm kanunlarını
korumak için harcatarak mallarına ortak olurlar. Çocuklarını
dinsiz, ateist, gavur yetiştirerek çocuklarına ortak
olurlar.Ancak. 2594[62]
2596[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/438-440.
Ahzap suresinin 67.(ayetinde kafir önderlerin peşinden
gidenlerin kıyamet gününde "Rabbimiz, biz beylerimize ve
büyüklerimize itaat ettik, onlarda bizi sapıttılar, Rabbimiz
onların azabını iki kat eyle" diyeceklerini haber verir.
Uyanlar böyle sızlanırlarken, uyulanlar bakın ne
söyleyecekler: "Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu.
Ben sizi çağırdım sizde geldiniz. Beni kınamayın, kendinizi
kınayın." 2597[65] Mazeretler fayda vermeyecek. Çünkü her
tenin canı ayrı yaratılmıştır. Herkes kendisine verilenlerden
sorumludur. Her zalim önderin iki eli iki ayağı vardır. İki
elle milyonlarca insana zulmedemez. Ancak milyonlarca
insanın mayası bozulur, zulmetmeye meylederse Önderleri
onların iç dünyasının şekillenmiş haline dönüşür. Rabbimiz
buyurur: "Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o
toplumu değiştirmez." 2598[66]
2599[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/440-441.
Bülbül susmuş kalmış. Kargada ellerini ovuşturmuş, la
havle çekmiş ve "hey Allah'ım ne günah işledim de böyle
uğursuz, çirkin bir cüceyle aynı yerde kalma cezasına
çarptırıldım" demiş.
Son günlerde bizim kesimde gâvura yaranma, şirin
görünme, sırıtma operasyonları başladı. Kur'an-ı Kerim
müşriklerin neces=pislik olduklarını haber verirken 2600[68]
kafirler hayvanlardan da aşağıdır derken 2601[69] İslamcı
aydınlarımız gâvura yaranmak için "filan beyin kitabında,
falan beyefendinin dergisinde, feşmekanın panelde dediği
gibi" diye başlayan sözleriyle Ateist=gâvurcukların mikrop
kutusu kitaplarını, gencecik delikanlılarımızın tertemiz
yüreklerine yerleştirdiler.
Hiç birimiz Peygamber Efendimizden daha adil, daha
merhametli, daha şefkatli olamayız. Çünkü onun ahlakı
Kur'ana göreydi. Büyük bir ahlak üzerine idi.
Onun Medine devletinde yaşamakta olan münafık
kafirlerden haber verirken "Eğer bir sığmak, mağara veya
girecek bir yer bulsalar oraya çabucak giderler"
buyuruyor. 2602[70]
Yani rahmet Peygamberinin yönetiminden sıkıldıklarını
haber veriyor Rabbimiz.
Mü'min ışık gibidir. Kafir karanlık gibidir. Işık yanarsa
küfür ya nura dönüşür veya çeker gider. Veya kuytu bir
yerde gizlenir, nurunu söndüreceği zamanı kollar.
-Peki bu imansız kafirlerle ilişkilerimizi kesersek onları kim
kurtaracak?
-Hayır! İlişki kesilmesin. Onlara, doktorun hastasına baktığı
gibi bakınız. Aids, verem, veba, kanser hastalığı insanın bu
dünyasında geçici bir zaman için zarar verir.
İmansızlık hastalığı, insanın sonu gelmez senelerde
2600[68]
Tevbe 28
2601[69]
A'raf 179
2602[70]
Tevbe 57
cehennemde yanmasına sebeb olur.
Ateşe doğru koşan bir çocuk veya deli görseniz malınızı,
mülkünüzü, ibadetinizi, namazınızı bırakır onu kurtarmaya
koştuğunuz gibi, malınızı, mülkünüzü harcayın onların
imansızlıkdan kurtulması için gayret gösterin.
Namazlarınızın ardından dua edin. Saygın bir kişi olduğunu
söylerseniz imansızlığından memnun olmasını sağlarsınız.
Doktor hastasına "sen beyninden rahatsızsın. Hastahanede
yatacaksın ve seni tedavi edeceğiz" diyor. Hastada
hastalığını kabul eder, hastahanede .yatar, ilaçlan kullanırsa
fayda verir.
Bizimkiler, imansızı kendilerinden yukarıda görüyor.
Değerli yazar, düşünür, sayın gibi ifadelerle gayet sıhhatli
olduğunu söylüyor. Sonrada o sıhhatli adama faydalı
olacağını zannediyor ve kendisine hastalık bulaştırıyor.
Allah korusun bu hastalıklıda ölürse Kur'an'ın ifadesiyle
"Keşke filanı dost edinmeseydim" der. (Furkan 28) Gelin
eyvah demeden Allah diyelim. 2603[71]
2603[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/441-443.
Olgun fikirlerin önüne duracak ordu icad edilmediği gibi,
kemale ermiş bir dini engelleyecek bir güç yeryüzünde
yoktur.Namık Kemal:
"Merkezi hake atsalarda bizi, Küre-i arzı patlatır çıkarız."
diyor.
Firavunların, Nemrudların, Neronların ateşi, işkencesi,
Peygamberlerin ve onların yolunda yürüyenlerin yolunu
kesememiş, kesmeye çalışanların ülkeleri ellerinden gitmiş.
Çünkü bu yolun yolcuları Mehmet Akif gibi:
"Cehennem olsa gelen göğsümüzle söndürürüz, Bu yol ki
Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz,diyorlar ve zalimlerin
zulmünü Allah'ın bütün illeri ve kullarından gidermeye
çalışıyorlar. 2604[72]
2604[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/443-444.
engelleyendir."
Secde suresinin 16-17. ayetlerinde geceleri yataklarından
ayrılıp cehennemden korkup, cenneti ümid ederek namaz
kılanların gözlerinin aydın olacağı ve Rabbin onlara neler
vereceğini kimsenin bilmediğini haber verir.
Sabah Kur'anı Efendimiz (s.a.v.) sabah namazının farzında
Kur'andan uzun sureler okurdu. O sünnete uymak için
imamlarımız birinci rekatta en az bir sayfa ikinci rekatta
yarım sayfa okurlar.
Efendimiz: "Namazda Kur'an okumak, namaz dışında
Kur'an okumakdan efdaldir. Namaz dışında Kur'an okumak,
teşbih çekmek ve tekbir getirmekden efdaldir"
buyurur. 2605[73]
80- Deki: "Rabbim benî doğru bir girişle girdir ve doğru bir
çıkışla çıkar. Bana katından yardım edici bir delil ve kuvvet
ver.
81- Deki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok
olup gidecektir.
Bu surenin 76-77. ayetlerinde Efendimize yapılan
baskılardan ve bu baskıların sona erip baskı yapanların
baskına uğrayacaklarından haber veriyordu.
Rabbimiz, müşriklerin saltanatını sona erdirmek için
Efendimizi eğitiyor. Onun dua etmesini istiyor. Ve Dua ile;
girilecek, gidilecek bir yer, bir sığınak vermesini istemeyi
öğretiyor.
Böylece fetihler için dua yapılırken maddi, fiziki şartlarada
riayet edilmesi öğretiliyor.
Zalimlerin zulmüne, kafirlerin küfrüne son vermek için
Habeşistan'a veya Medine'ye hicret edilebileceğine ve
oralarda güç topladıktan sonra tekrar gelip batılın yok
edilmesi gerektiğine dikkatimiz çekiliyor.
2605[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/444-445.
Beyhaki Suab-ül-iman 21413, Babün fi Ta'zim-il-Kur'an. Bak: Tefsiri ihni Badis s: 31
Güneş gelince karanlık yok olur.
Işığın hızı saniyede 300 bin kilometre ise karanlığın hızıda
aynıdır.
Birileri evinizin ışığını söndürüverirse sabaha kadar
sövseniz ışığınız yanmaz. Ancak hemen kalkar, kibriti veya
çakmağı çakarsanız veya düğmeye basarsanız ışığınız gelir.
Siz Hakk'a sarılarak gelmeye bakın. Siz yağmur gibi gelin,
çoraklık kendiliğinden gider. Siz bahar gibi yeşerin,
kuraklık gider. Hak ile gelince, batıl gider. Efendimiz
Mekke'yi fethettiğinde Ka'be'deki putları devirirken "Hak
geldi batıl yok oldu" ayetini okuyordu. Ama gelmişti. 2606[74]
2611[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/449-451.
90- Dediler ki: "Yerden bir pınar akıtmadan sana iman
etmiyeceğiz."
91- "Yahut hurmalardan ve üzümden bir bahçen olmalı ve
aralarından sular akıtmalısın."
92- "Veyahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü parça parça
üzerimize düşüresin veya Allah'ı ve melekleri karşımıza
getiresin."
93- "Veyahut senin altından bir evin olsun, veya gökyüzüne
çıkmalısın. Okuyabileceğimiz bir kitabı bize indirmedikçe,
gökyüzüne çıkmanada iman etmeyeceğiz." Deki:
"Sübhanellah. (Rabbimi tenzih ederim) Ben ancak
Peygamber olan bir insanım."
İnsan bazen sevdiğini ilahlaştırır, yerdiğini ifritleştirir.
Mekke'liler Efendimizin Peygamberlik iddiasını duyunca,
Allah'dan ayetler getirdiğini öğrenince "haydi bahçelerin
olsun, içinden sular aksın, veya gök parçalanıp üzerimize
düşsün" derler.
Az ve öz bir cevap: "Ben elçi olarak gönderilen bir
insanım." Yani ilah değilim. Hiçbir şeyi yaratmaya gücüm
yetmez. îsra gibi, Mi'rac gibi, Ay'ın yarılması gibi
mu'cizeler de Rabbimin emri ve izniyle olmuştur. Bu
surenin 59. ayetinin tefsirine bakınız. 2612[80]
2612[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/451-452.
İnsanın peygamber olacağını akıllarına sığdıramıyorlar.
Bunda alışkanlıkların etkisi büyüktür. Hadis
profesörlerimizden biri diyor ki: "Doğup büyüdüğüm
mahallede oturuyorum. Namaz kılmak için camiye
gittiğimde imam gelmemişse, babamın yaşıtı olan mahalle
sakinleri bana "Ali Osman çık ezanı oku bakayım" derler.
Ben onların gözünde hala otuz sene öncesinin Ali
Osman'ıyım" der.
Yunanlı, Atina'da oturan ressam bir kadına şehadet
kelimesini anlatırken "Allah'dan başka ilah, (yaratan,
yaşatan ve yöneten) yoktur"u açıkladım. Kadın ağladı ve
tekrar etti. Peygamber Efendimizin
Peygamberliğini kabul etti ama Abdühü O, Allah'ın kuludur,
sözüne itiraz etti. Bu da Hristiyan kültürünün etkisidir.
Ben ona: "Kur'an'ın nasıl yaşanacağını biri bana göstermeli,
oda benim gibi insan olmalı. Yemeli, içmeli, evlenmeli,
çocuğunu sevmeli, kızmalı, sevmeli, komşu olmalı ki bütün
yaşantımızın örneği olmalı" deyince şehadetin ikinci
bölümünüde tekrarlayarak müslüman oldu.
Müşrikler: "Bize örnek ve önder olarak Rasul meleklerden
olsaydı" diyorlar. Eğer yeryüzünde melekler yaşasaydı elçi
olarak melek gelirdi. En'am suresi 9. ayette melek
gönderseydik yine size görünmek için insan suretine
girecekti. O zaman müşrikler yine itiraz edeceklerdi. "Biz
bir insanamı uyacağız" diyeceklerdi.
Meleklerin tarifinde: "Yemezler, içmezler, erkeklik ve
dişilikleri yoktur. Emredileni yaparlar, Allah'a asla isyan
etmeyen nurdan yaratıklardır" denilir.
Yemeyen ve içmeyen biri bir yasağı duyurduğunda kendisi
buna örnek olamazdı. İnsanlar "senin nefsin yok ki bu
yasakladığının tadını bilmiyorsun da ondan" derlerdi. 2613[81]
2613[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/452-453.
97- Allah kime hidayet ederse, işte doğru yolu bulan odur.
Kimi de sapıtırsa, sen onlar için Allah'ın dışında yardımcı
dostlar bulamazsın. Onları kıyamet gününde yüzüstü, kör,
dilsiz ve sağır olarak hasrederiz. Varacakları yer
cehennemdir. Cehennemin alevi yavaşladıkça alevini ar-
tırırız.
98- Bu, onların ayetlerimizi inkar etmelerinin ve "biz kemik
ve ufalıp toprak olduktan sonra yeniden yaratılıp
diriltilecekmîyiz" demelerinin cezasıdır.
99- Görmüyorlarmı ki gökleri ve yeri yaratan Allah onların
benzerini yaratmayada Kadirdir. Onlar içinde şüphesiz bir
ecel tayin etti. Zalimler inkarda ısrar ettiler.
Ayetleri yalanlayanlar, toz toprak olduktan sonra yeniden
dirilmeyi inkar edenler, göz ve kulaklarını Allah'ın
ayetlerine karşı kapatanlar, gönül kapılarını Hakk'm Nur'una
açmayanlar, kalblerini günahlarla küf-lendirenler Allah'ın
hidayetinden mahrum kalırlar ve kendi elleri ve dilleriyle
kendilerini cehenneme atarlar.
Herkes kendisine baksın. Boyuna ve kilosuna dikkat etsin.
Bir zamanlar ana rahmine düşen bir damladan bu hale geldi.
Bu gelişmede dünyanın her tarafından hava, güneş, yiyecek,
içecek maddeleri geldi ve sende toplandı. Bu dünyada seni
böylece toplayan Allah, ahirette yeniden toplar. 2614[82]
2614[82]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/53-454.
veremeyen, binlerce ekmeğe sahip olunca hiç veremez" der.
Cömertlik zenginlikle olmaz. Bir ekmeğini paylaşan insan,
zengin olunca yine paylaşır. Birtek ekmeği paylaşamayan
Rabbin hazinelerine sahip olsalar yinede cimrilik yaparlar.
Allah (c.c.) bu güneşin yönetimini bir insanın veya devletin
eline verseydi, yakıtı tükenir diye ışığını kısardı. İstediğini
yandırır, istediğini dondururdu.
Muhammed suresinin 38. ayetinde "cimrilik yapan, kendine
cimrilik yapar" buyurur. Yemez, yedirmez, ahirette de
yararlanamaz. 2615[83]
107- Deki: "Siz ona ister iman edin, ister iman etmeyin.
Şüphesiz daha önce kendilerine ilim verilenler üzerine
okunduğu zaman çenelerinin üzerine kapanarak secde
ederler."
108- Ve derler: "Rabbimizi teşbih ederiz. Şüphesiz
Rabbimizin va'di yerine getirilmiştir."
109- Ağlayarak çeneleri üzerine kapanırlar, ve (Kur'an)
onların huşuunu artırır.
İster inanın, ister inanmayın. İlim sahibi olanlar bu kitabı
anlarlar ve secdeye kapanırlar. Siz okuyan, anlayan ve
düşünenlerden olun. Eninde sonunda bu kitabı kabul
edeceksiniz. Bizlerde günümüzde bu Kur'anı en güzel
tefsirleriyle papazlara, hahamlara, yöneticilere, ilim
adamlarına tanıtalım. Gerçekden ilim sahibi olanlar, din
adamlığında samimi olanlar Kur'anı kabul ederler 2625[93]
110- Deki: "İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye
çağırın. Hangisi ile çağırırsanız bu güzel isimler onundur."
Namazda (okumayı) pek bağırma, fazlada gizleme. Bu ikisi
arasında bir yol izle.
Peygamber Efendimizin dualarına baktığımızda; Allah'dan
af istiyorsa "Afüvv" ismiyle dua ediyor. Rahmet istiyorsa
"Ya Rahman" diyerek istiyor.
Allah'ın Esma-ül Hüsna'sından olmak kaydıyla hangisiyle
dua ederseniz dua edin. Yalnız Esmaül Hüsna'nın
manalarını da bilelim. Düşmana karşı dua ederken Ya
Kahhar diye dua edelim. Afvımızı isterken Ya Gaffar, Ya
2624[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/456-457.
2625[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/457.
Al-i îmran 113, Maide 83. ayetler bakınız.
Settar diye dua edelim.
Namazda gizli ve açıkdan okunacak yerler, gizli okumanın
alt sınırı, açık okumanın üst sınırı fıkıh kitaplarında
belirtilmiş. Gizli okuduğunuzu kendi kulağınız duysun.
Yanınızdakini rahatsız edecek şekilde olmasın.
Açıkdan okurken size uyanın duyacağı kadar olsun. Size
uyan yoksa arkanızdaki birinci rekatta olanın duyabileceği
kadar olsun. Bitişik komşuya duyurmak için Kur'an
okunmaz. 2626[94]
111- "Çocuk edinmeyen, mülkünde (otoritesinde) ortağı
olmayan, acizlikden dolayı yardımcısı olmayan Allah'a
hamdolsun" de ve O'nu tekbir ile büyükle.
Ahmed b. Hanbel'in 2627[95] Muaz b. Enes'den rivayetine göre
Efendimiz bu ayete "Ayet-ül -ızz" dermiş.
Abdürrezzak Musannef'inde rivayet ettiğine göre
Peygamber Efendimiz Beni Haşimden konuşmaya başlayan
her çocuğa bu ayeti yedi kere okumak suretiyle öğretirmiş.
Aziz olan Allah'a bağlanarak izzetimizi kazanmak için
bende bugün çocuklarıma bu ayeti ezberleteceğim.
Ayetin başı ateistlere, "çocuk edinmedi" cümlesi yahudi ve
hristiyanlara, "acizlikden dolayı veli edinmedi" cümlesi
Allah'ın veli kullarını ilahi astıranlara bir cevap bir uyarı ve
da'vettir.
"Onu tekbir ile büyükle" cümleside çağdaş kafirlerin "en
büyük filandır" sloganlarına karşı doğruyu haykırmamız
istenmektedir.
Teşbihle başlayan sure hamd ile devam edip tekbir ile sona
erdi. "Allahü ekber. Lailahe illallahü vallahü ekber. Allahü
ekber ve lillahil hamd" diyor ve El hamdü lillah diyerek
Kehf suresine başlıyoruz. Allah bizi göz açıp kapayıncaya
kadar kendimize bırakmasın. 2628[96]
2626[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/458.
2627[95]
Müsned 31439
2628[96]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/458-459.
KEHF SURESİ
2633[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/9-10.
bizlere de gösterdiler.
Rabbimiz kısır bir kadının doğum yapmasının ötesinden
örnek veriyor: "Sen hiçbir şey değilken ben seni yarattım"
diyor.
Herkes kendini düşünsün. Küçücük bir su parçasından,
nutfeden bu hale nasıl getirildiğini düşünsün. Sizler de kısır
kadınları görünce çalımsatmayın.
Zekeriyya aleyhisselam doğumun olacağına dair bir işaret
isteyince; "üç gece ve gündüz konuşmaması" bunun işareti
olduğu söylenir.
Ağzımızdaki et parçasının konuşması Rabbimizin izniyledir.
Tat (dilsiz) insanların ağzında da clil var ama konuşamıyor.
Konuşmakta olan dil'in üç günlüğüne konuşamamasi bize
şunu gösteriyor: Dilimize, kalbimize, kanımıza hakim olan
biz değiliz, bizi yaratandır. 2634[6]
2635[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/11-12.
Bak: ayet 33
2636[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/13.
müjdeleyince: 2637[9]
2639[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/15-16.
Efendimizin yanma gelip olayı sorunca, Efendimiz:
"Onların kendilerini peygamberler ve salih insanlarla
isimlendirdiklerini haber verseydin ya" diye cevap
verir. 2640[12]
Günümüzde bile Yahudilere İsrailoğullan deniyor. Lakabı
İsrail olan Yakup aleyhi sse lam la bunların arasından
binlerce yıl geçti.
Meryem validemiz kendisinden hesap soranlara cevap
vermedi ve çocuğa işaret etti.
Babasız çocuğun doğmayacağını söyleyen bu insanlar yeni
doğan çocuğun konuşmayacağını biliyorlardı, ama çocuk
İsa konuştu. 2641[13]
2644[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/19-21.
tapmaktan vazgeçmesini istiyor. Günümüzde her baba,
anne, çocuk aynısını yapmalı, yakınlarını puta tapmaktan
alıkoymalıdir.
Rahman'a isyan eden ve şeytana uyan insanın varacağı yer
cehennemdir. Senin için korkuyorum dediğinde: 2645[17]
2649[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/25.
kitap indirdi. On sahife Adem (a.s)'a, Elli sahife Şit (a.s.)'a,
Otuz sahife İdris (a.s.)'a, On sahife İbrahim (a.s.)'a, Tevrat,
İncil, Zebur ve Furkan." dedi. 2650[22]
"Mevarid-üz-Zam'an ila Zevaidi ibni Hibban'in" 94 nolu
hadisi olarak rivayet edilen bu hadis için ibni Hibban; sahih
olduğunu ravilerinin sika olduğunu söyler.
Elimizdeki Tevrat'ta; 2651[23] 'Hanok' olarak bahsedilen ve
Adem'in oğlu Şifin beşinci nesilden torunu olduğu
kaydedilir. Bu konuda Kur'an ve sahih sünnette bilgi
verilmediği için, îdris aleyhisselamla ilgili hurafaya
inanmayacağız. 2652[24]
2654[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/27-28.
Ankehut 45
2655[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/28-29.
kilanz.
Cennette kulağınıza gelen her ses gönlünüze huzur verecek,
güven sağlayacak. Orada gönül tellerimizi rahatsız edecek
kötü, katı, çirkef söz işitilmeyecek.
Tabii ki öyle bir cennete layık olmak için, bu dünyada
dilimizi kötü, küfür, şirk, inkar sözlerinden arındıracağız.
Kulaklarımızı da hak söze ve Hakkın sözüne
alıştıracağız. 2656[28]
2658[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/30-31.
2659[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/31.
2660[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/31-32.
Bu iki ayet her kafirin cehenneme gireceğini, müttakilerin
ise kurtarılacağını ifade ettiği gibi, her insanın cehenneme
uğrayacağını, ancak müttakilerin kurtarılacağını ifade eder.
"Her insan cehenneme uğrayacaktır" diye mana verenler;
günahları affedilmeyen mü'minlerin, cehennemde cezalarını
çekinceye kadar kalacaklarını, daha sonra cennete
gideceklerini, günahları afvedilenler ise; cehennem
üzerinden sırat köprüsünden geçerken uğramış olacaklarını,
ama bu geçiş esnasında hiçbir elem ve ızdırap
hissetmeyeceklerini söylüyorlar.
Zaten Rabbimiz de; zalimlerin kalıp, müttakilerin
kurtarılacağını haber veriyor. Bir çok ayeti kerime de; Allah
dostlarına korku ve hüzün olmadığını açıklıyor.
Efendimiz, Rıdvan ağacı altında, kendisine biat edenlerin
hepsinin inşaallah cehenneme girmeyeceğini haber
verdiğinde, Hafsa validemiz, 71 nci ayeti okur. Efendimiz
de cevap olarak 72 nci ayeti okur. 2661[33]
2661[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/32-33.
Müslim fezaili Sahabe Hadis Nu: 2496
2662[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/33.
kimin mekanca daha kötü ve orduca daha zayıf olduğunu
bilecekler."
Amerika'nın kullarını, Allah'ın kullarından üstün görenlere
bu ayetleri okuyoruz. Tarihde diğerlerinden daha güçlü,
zalim, kafir ve zengin devletlerin şimdi yerlerinde yeller
estiğini hepimiz görüyor ve biliyoruz.
Sizin de sonunuz gelecek. Bu dünyada mağlubiyet azabını,
kıyamet günü cehennem azabını tadacaksınız.
Bu sözleri söyleyen Mekke müşrikleri; aradan çok zaman
geçmeden Mekke'nin fethedildiğini gördü. Malları
hakkındaki hüküm ise, fakir gördükleri Allah'ın kulu ve
Rasulü olan Hz. Muhammed'in kararına kaldı. 2663[35]
2665[37]
Bak: Buharı K. Büyü' Hadis no: 2091, Buharı K. İcara Hadis no: 2275, Buharı K. Tefsir Hadis no:
4732, Müslim K. Sıfatül münafıkın Hadis no 2795, Tirmizi Tefsir Hadis 3162
2666[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/35-36.
Allah'a ortak koşarlar diye şaşarız.
Allah (c.c.) bu ayetinde putculuğun sebebini söyleyiveriyor.
Bunlar Güçlü olmak, putundan güç almak için yapıyorlar.
Sanki bu ayet 1400 sene önce inmemiş de, bugün inmiş gibi.
Bugünün kafirlerinin röntgen filmini bize sunuyor ki,
bunların hastalığını öğrendikten sonra tedavisine geçelim.
Tedavisi için ilaç, "Münafıkun" suresinin sekizinci ayetinde:
"İzzet, Allah'a, Rasulüne ve mü'minlere
aittir." buyruluyor.
Yani güç kazanmak istiyorsanız, erişilmez bir kul olmak
istiyorsanız, mağlubiyeti tatmamak istiyorsanız, Aziz olan
Allah'a iman edecek ve onun kurallarına uyacaksınız.
Mü'min mağlup olmaz. Öldürülürse şehid olur kazanır, veya
galip gelir yine kazanır.
"Ankebut" suresinin 25 nci ayetinde; kafirlerin put adamlar
etrafında birleşmelerinin sebebini açıklarken, aralarında
sevgiye sebep olması için yaptıklarını bildirir.
Halbuki bu surenin 96 ncı ayetinde; sevgiyi Allah'ın
yarattığını ve aralarındaki sevgiyi de onun vereceğini
bildirir. 2667[39]
2670[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/39.
2671[43]
Saffat 149-154
2672[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/39-41.
yaratan da Allah'dır.
Eğer mü'min insanlar tarafından sevilmek istiyorsak herkesi
bulup gönlünü almaya gücümüz de yetmez. Paramız da
yetmez. Zamanımız da yetmez. Ama bütün gönülleri yaratan
Allah'a kendimizi sevdirmemiz gerekiyor, O severse
sevdirir.
Efendimiz bir hadisi şerifinde; "Allah kulunu severse,
Cebraile sevdirir. Cebrail'de gök ehline ve yerdekilere
sevdirir" buyurur. 2673[45]
Bir ismi de "Vedud" olan Allah (c.c.) seven, sevgiyi ve
sevgilileri yaratan ve sevilecekleri belirtendir. Rum
suresinin 21 nci ayetinde; "Eşler arasındaki sevgiyi
yaratanın da Allah(cc) olduğunu" haber veriyor.
Düşmanları birgün sıcacık dosta dönüştürenin de Allah
olduğunu,
Mümtehine suresinin 7 nci ayetinde haber verir.
Enfal suresinin 63 ncü ayetinde yeryüzünün tamamını
versen kalblerini kazanamayacağın kişilerin, kalbini telif
edenin Allah olduğunu bildirir.
İslami siyaset yapanlar bilsinler ki; halkın sevgisini
kazanmak, Hakkın sevgisini kazanmaktan geçer. 2674[46]
2676[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/42-43.
TAHA SURESİ
2677[1]
Tirmizi K. menakıp hadis: 3681
İbni Hişam'ın (1/343 de) haber verdiğine göre; Habeşistana
hicreti esnasında sahabenin biri "Hattab'ın eşşeği müslüman
olur da, Hattab'ın oğlu Ömer müslüman olmaz" demişti.
Günümüzde bizler'de hiçbir kimse için " O, müslüman
olmaz" demeyelim. Hz. Ömerin hayatı için bak: 2678[2]
1-Tâ-hâ
Sürelerin başında gelen bu türden harfler, kafirlere meydan
okumaktır. "Bakara" süresinin başında açıkladığımız gibi;
"Kur'an Muhammedin sözüdür" diyen kafirlere Bakara
süresin (in 23 ve 24 ncü ayetlerin) de meydan okunduğu
gibi bu tür harflerle başlaması "Buyurun, bu harfler sizin
harfleriniz. Bu kelimeler'de sizin kelimeleriniz. Bu dil sizin
diliniz. Siz ve bütün dünyadaki ilim adamlarınız, dilci-
leriniz, bilgi sayarlarınız, Nobel edebiyat ödülü alanlarınız
bir araya geliniz ve Kur'anın bir benzerini yazınız"
manasında bir meydan okumadır. 2679[3]
2680[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/47-48.
2681[5]
Fussılet 11
2682[6]
Hud 44
2683[7]
Mü'minün 27,Zührif 13
2684[8]
Kasas 14
2685[9]
Enam 50 Fatır 19Mümin 58
2686[10]
Tevbe 129, Nemi 26. Bazan
2687[11]
Buruc 15, İsra 42, Tekvir 20
olması söz konusu değildir.
Tasavvuf ehline göre; "Arş=: İnsanı kamilin kalbidir."
Aliyyül Kari'nin (Şerhu Ayni! Um ve zeyni! hilm 21134 de)
naklettiğine göre; hadisi kudsi de Rabbimiz "Göklere ve
yere,sığmam, mü'min kulumun kalbine sığarım" buyurur.
Bu anlamda bir hadisi Abdullah b. Ahmed'in "Ez Ziibd"
isimli eserinde rivayet edildiğini haber verir. Bir şairirniz'de
şöyle der:
"Anla er-Rahman al- Arş isteva mefhumunu İstivayi feyzi
hakka arşı a'zamdır gönül sür çıkar hatırdan ağyarı tecelli
ede Hak Padişah konmaz saraya hane m'mur olmadan"
Bu Kur'an göklerin, yerin, yer altındakilerin sahibi
,yaratıcısı ve yöneticisi tarafından indirilmiştir. Yerde ve
gökyüzünde nasıl düzensizlik yoksa her şey yerli yerinde
ise, her şey 'Ona muhtaçsa, bu insan kendi kalbini, kalıbını,
kanını kendisi idare etmiyor ve Allahın idaresine muhtaçsa
işte bu insan ferdi ve sosyal hayatında'da Allah'ın
yönetimine muhtaçdır. 2688[12]
2690[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/50-52.
Rabbim Musa (a.s.)'ın hilminden ve cebrinden bazı örnekler
sunuyor bize: "Hani Musa (a.s.)'ın (başından geçen
olayların) haberi sana geldi mi (yani geldi)?"
Bu ayetten sonra Rabbim Musa (a.s.)'ın hayat hikayesine
giriyor. Musa (a.s.) ailesi ile birlikte karanlık bir gecede yol
alırken, hem yollarını kaybediyorlar ve hem de üşüyorlar.
Derken Musa (a.s.) uzaktan bir ateş görüyor ve hanımına
diyoriti; "Siz burada durun ben bu ateşin yanma gideyim, ya
oradan bir ateş parçası, yani köz alır gelir burada ateş
yakarım veya bize yol gösterecek birini burada bulurum"
diyor.
Orada Musa (a.s.) ilk defa Rabbimle konuşuyor ve
Rabbimin kelamını işitiyor. Yani "Tur" dağında Rabbimden
gelen bir kelamı işitiyor ve böylece Peygamberlikle de
görevlendirilmiş oluyor.
Musa (a.s.)'a ilk seslenilen şunlar oluyor; "Ya Musa! Senin
Rabbin benim ben. Sen Mukaddes bir vadidesin.
Ayağındaki nalın (ayakkabı)leri çıkar."
Son Peygamber Hz. Muhammede (s.a.v.) nazil olan ilk ayet-
i kerime de; "İkra Bismi Rabbikellezi Halak" diye
başlamıştı. Baştan beri dersimizi takip edenler bilirler ki
şunu demiştik. Bu din Önce okumakla büyüyecek,
yayılacak. Çünkü Rabbimin ilk emri Okudur. Ondan sonra
herkesi bir tarağın dişi gibi eşil görmekle.
Yani insanlar arasında ayırım yok, ayırım Allah'ın koyduğu
hukuka kim fazla saygı gösterirse o Allah katında üstün
olacaktır. İşte ayırım ancak böyledir. Yoksa "Allah sizin
suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalblerinize ve
amellerinize bakar." 2691[15]
Üçüncüsü de, dinimiz yazmakla yayılır. Onun için Rabbim
indirdiği ilk ayeti kerimelerde Kaleme de dikkat çekmiştir.
Musa (a.s.)'a ise "Senin Rabbin benim" buyuruyor. Çünkü
2691[15]
Müslim K. Bin 33
Mısır'da bir adam var ve "Sizin en yüce Rabbiniz benim"
diyor. Dikkat ederseniz genellikle kullanılan kelime "Rab"
kelimesidir. "Allah" kelimesi kullanılmıyor. Firavun; "Ben
Allah'ım" demiyor, "Ben Rabbim" diyor.
Rabb demek, terbiye eden demektir. İnsanlar nasıl terbiye
olunur?, konulan kurallarla. Öyleyse Firavun ben Rabbim
demekle sizin kurallarınızı kanunlarınızı koyan benim
diyordu.
Buna karşı söylenecek olan tabii ki; "Benim Rabbim
Allah'tır" sözüdür. Çünkü beni, canımı yaratan O, beni
terbiye eden O'dur. Öyleyse beni yönetme hakkına sahip
olan da ancak O'dur .
İşıe burada da bir put şehrine girecek olan Musa (a.s.)
hazırlanıyor. Üzerinde olduğu yerin mukaddes bir yer
olduğu bundan dolayı ayakkabılarının çıkartılması
emrediliyor. Hani hacılarımız da Kabe-i Muazzama'ya
girerken ayakkabılarını çıkarırlar, yalın ayak, başı kabak
oraya girerler. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) öyle yapmıştır ve
orada ayakkabı çıkartmak bir saygı gösterisidir. 2692[16]
2692[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/52-54.
alanında, diğeri de fizik alanında verilen iki konferansı aynı
anda dinleyebilirsiniz. Çünkü iki kulağınız var ama İkisini
birden anlayamazsınız. 2693[17]
2695[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/55-57.
Biz diyoruz ki; "İnanmazsan inanma, iman işi gönül işidir,
biz inanıyoruz", Ama adam diyor ki; "Yok olmaz, sende
inanma." Çünkü onlar korkuyorlar ve ürperiyoıiar. Ya
hocaların dediği gibi, Kur'an m dediği doğruysa diye. 2696[20]
2700[24]
Taha 44
genişletilmesini istiyor. Yani korkumu kaldır . ve Firavuna
anlatacak şeylerim konusunda benim işimi kolaylaştır.
Bu emirler aynı zamanda bize verilen emirlerdir.
Dolayısıyla biz bunlara sahip olduğumuz gibi işimizin
kolaylaşması için İslâm bakımından da güçlü olmalıyız,
yani kültürlü olacağız.
"Dilimdeki düğümü çöz Ya Rabbi." Bizde müminlere veya
kafirlere hitap ederken böyle yardım talebinde bulunacağız.
"Benim ailemden olan yani kardeşim olan Harun'u da bana
yardımcı ver. Onunla benim ardımı kuvvetlendir Ya Rabbi.
Ya Rabbi benim bu işlerime onu da ortak kıl. Onu da
risaletle görevlendir.
Ki seni bol bol teşbih edelim, zikredelim. Sen bizi
görüyorsun Ya Rabbi" deyince;
Rabbim de diyor ki "İsteğin yerine gelmiştir (kardeşin senin
yardımcın olmuştur) Musa" Ve sonra Musa (a.s.)'ın
doğumuna geçiyor Rabbim. Burada Musa ile konuşuluyor
ama bizede birçok ibretler veriliyor tabii ki.2701[25]
2701[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/60-62.
Firavun o zamana kadar ve belki de bugüne kadar gelmiş
geçmiş en büyük filozoflardan biridir ve Rabbim onun
söylediği bir çok felsefi sözü bizlere bildirmiştir. Öyle ki;
Firavun tüm felsefe pisliklerine sahipti.
Mesela; diyoruz ki bugün Batıda bir felsefi ekol çıkmış ve
şöyle şöyle yeni şeyler söylüyor, iddia ediyormuş. İddia
ediyorum onun söylediklerinin Kur'anda tek tek ayet
meallerini veririm. O filozofun söyle-dikledni ya Nemrut
söylemiştir, ya şeytan söylemiştir, ya Firavun söylemiştir.
Veya eğer o feylesof çok güzel birşey söylemişse, geçmiş
peygamberlerden birinin söylediğini söylemiştir. Yani
kaynağı mutlak olarak Kur'anda vardır. Hatta atasözü haline
gelmiş bir söz vardır. "Bu güneşin altında söylenmedik söz
kalmamıştır." Ama söylemenin üslubu değişecektir.
Rabbim Musa (a.s.)'ı Firavuna gönderirken bile en güzel
kelimeleri söylemesini emrediyor. Yoksa zorlama yok.
Zorlama ile olmaz. Zorla kendimizi bir başkasına
sevdiremeyiz, imanda böyle, küfür de böyle. Onun için
Rabbim en yumuşak kelimeler ile dini Firavuna anlatmayı
emrediyor.
Çünkü ifade, yani anlatma çok Önemlidir. Anlatacağımız
şey aynı şey olabilir, ama biz ifademiz ile anlatacağımız
şeyi ya sevdiririz, yada nefret ettiririz, Onun için en
yumuşak kelimeleri kullanmak gerekir. Bunun için Rabbim
onlara yumuşak dille söylemelerini emrediyor. Bunun
üzerine de onlar Rabbim bizim dilimizdeki bağı çöz derler.
Günümüzde birçok Müslümanın ve özellikle de benim
muhtaç olduğum olay budur. Yani dilimizdeki bağın
çözülmesi için gayret sarfetmiyoruz. Evet bu dili Rabbim
çözer, ama bizden de gayret görmesi gerekir Rabbimin.
Bunun için de konuşacağız, konuşurken de daha önce
bizden daha güzel konuşanları taklid edeceğiz. Onlar kimler,
onlar Peygamberlerdir. Çünkü en güzel konuşanlar, en özlü
konuşanlar Peygamberlerdir.
Onlardan konuşmanın üslubunu ve de özünü aldıktan sonra
da muhtaç olanlara vereceğiz. Bazı arkadaşlar asıl olan
sözdür, kalıp değildir derler. Halbuki her ikisi de önemlidir.
Şu anda mesaj götürmeye çalıştığımız 20. y.y. insanı neyi
nasıl anlıyorsa o kalıpla gitmek gerekir. Öz de, şekilde
Kur'anın çizdiği şekilde olmalıdır.
Ve Musa (a.s.)'ın dünyaya gelme hadisesinden önceki
olaylara giriliyor. Konu şöyle: Firavun Ben-i İsrail'in fazlaca
ürediğini görüyor, bunların birgün kendisinin devletini
yıkacağım düşünüyor. Bunu uzmanları söylüyor.
Çünkü o zaman dünyanın en güçlü iki devletinden biri
onlar. Bir Kiptiler var, İki Yahudiler var. Fakat hükümranlık
Kıptilerin emrinde.
Yahudiler yani Beni İsrail ise onların elinde köle gibi
çalışıyor. Zor işlerin yapılması, temizlik işleri, piramit
yapma işleri Beni İsrailin elinden geçiyor, Kiptiler de işin
kaymağını yiyor. Çünkü yönetim onların elindedir. Bunlar
kazanıyor, onlar yiyorlar.
Türkiye'de Anadolu insanının kazanıp da İstanbul'da üç beş
Yahudinin yemesi gibi. Ama Yahudilerin sayı olarak
çoğalmaları Kıpti uzmanları telaşlandırıyor ve diyorlar ki;
"Efendim bunların dünyaya gelen çocuklarını keselim,
öldürelim." diyorlar bir müddet böyle devam ediyor, ancak
bakıyorlarki onların ölmesi, öldürülmesiyle tarlalar, bah-
çeler ve diğer işlerde çalışacak insanlar yani işçiler
kalmıyor.
Bu sefer de diyorlar ki, bir sene öldürelim, bir sene
öldürmeyelim veya oğlanları öldürelim, kızları
öldürmeyelim. Çünkü kadınlar genelde devlete, yani
yönetime sahip olamazlar, savaşamazlar.
Ve Musa (a.s.) gizlice dünyaya getiriliyor. Dünyaya gelmiş
ama bütün kadınlar gözetim altında. Bütün kadınlar
meydanda toplanıyor ve ebeler vasıtasıyla kadınların yakın
bir zamanda doğum yapıp yapmadıkları da kontrol ediliyor.
Allah (c.c.) buyuruyor ki "Biz onun annesine vahyettik onu
bir sepetin (sandukanın) içine koyup Nil nehrinin içine at."
Annesi de attı ve O'nun Firavun ve ailesi tarafından beslenip
büyütüldüğü bize haber veriliyor.
Ayrıca Allah(cc) bize bu sepeıi ve Musa'yı kız kardeşinin de
takip ettiğini ve snrayda Musa'nın hiçbir memeden
emmediğini görünce bu kız; "ben bir kadın biliyorum, o çok
iyidir ondan emer" diyor. Derken Musa (a.s.) gene annesine
kavuşuyor.
Ve Rabbim "Tarafımdan sana bir sevgi bıraktım." Yani seni
sevimli bir çocuk yaptım. Firavun görüyor; "Aaaa" diyor,
hanımı görüyor hayran kalıyor. Çünkü Rabbim ona bir sevgi
bırakmıştır.
Yani Rabbim severse sevdirir. Onun için Rabbimin rızasını
kazandığımızda herkesinde rızasını kazanabiliriz, Rabbim
dilerse Musa'yı Firavunun evinde besler büyütür. Onun için;
günümüzde "Bu şartlar içinde İyi bir adam çıkmaz,
Müslümanların elinden tutacak seviyede adam yoktur"
demek yanlıştır. Çünkü görüyoruz ve iman ediyoruz ki, en
kalı adamların yanında bile en iyi adamlar
yetişebilmektedir.
Zaten Allah'ın bize Musa (a.s.Vın kıssasını bildirmesinin
amacı da budur. Yoksa tarihi hikayeleri öğrensinler,
geçmişten bir masal öğrensinler diye değil, bunun için
anlatılmamıştır bize. 2702[26]
2702[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/63-66.
veya azgınlığını artırmasından korkarız" dediler.
46- (Allah) Dediki:" Korkmayın, şüphesiz ben sizinle
beraberim, işitir ve görürüm."
Biraz ünce anlattığımız gibi Rr-bbinı yumuşak
davranılmasını ve yumuşak kelimeler kullanılmasını
emrediyor. "Olur ki ondan nasihat alır ve Rabbinden
korkar/' buyuruyor.
"Ya Rabbi bize karşı azgınlık yapmasından, taşkınlık
yapmasından korkuyoruz." Bunu diyen Musa ve kardeşi
Harun (a.s.). Burada bize şunu dedirtiyor. "Bu kafirlerden
korkuyormuyuz acaba? Acaba imanım mı sağlam değil?
Halbuki bakın, peygamberler de korkuyorlar. Demekki
insan olması hasebiyle korkmamız mümkündür." şeklinde
düşünürken, Bize düşen hemen bu korkuyu Rabbime
yöneltmek ve ondan başkasından korkmamaktır.
"Dediki; "Korkmayın, ben sizinle beraberim sizi işitiyor ve
sizi görüyorum." Mevlana bu ayetin tefsirinde diyurki
"Padişahlar ava çıkarlardı, kuş avlamak için de avcı kuşlar,
doğanlar beslerlerdi ve doğanları onların üstlerine
gönderirlerdi ve ellerini yaralamasın diye de doğan kuşunu
tutmak için deriden eldivenler giyerlerdi. Birgün o doğan
kuşunu uçurdu av yapsın diye. O doğan kuşu bir padişah
tarafından gönderildiği içindir ki hiçbir kuştan korkmaz ve
gördüğü kuşları yakalar, yakaladığı gibi kendisi de yemez,
doğru padişaha gönderir."
Peygamberler de Allah'ın yarattığı ve gönderdiği
şahinlerdir, doğanlardır. Onlar da hiçbir insandan
korkmazlar ve yakaladıkları insanları Rabbimin rahmetine
doğru fırlatırlar, götürürler.
Günümüzde bazı insanlar bazı yerlere yaranmak için bazı
ayetleri tefsir ederken "Efendim bu ayet Yahudilerle ilgili,
bu ayet Hristiyanlada ilgili onun için bugünün insanına
tatbik edemeyiz" diyorlar. Bu mantıkla hareket edersek,
"Kur'andaki 1000 kadar ayet Yahudilerle, 1000 kadar ayet
Hristiy ani arla ilgili. Geriye kalan ayetler de Mekke
müşrikleri ve iman eden ashabla ilgili, biz 1400 sene sonra
geldik, bizimle ilgisi yok demek" gerekir.
Tefsir usulünde bir kaide vardır. "Kur'anla neshedilmediği
sürece peygamberlere indirilenler aynen bizlere indirilmiş
gibidir." Onun için Rabbim burada Musa ve Harun (a.s.)'a
hitaben "Korkmayın" diyor. Rabbim bunu bize anlatmakla
siz onlara inanıyorsanız, Rabbimin yardımı sizinle
beraberdir korkmayın diyor. Bir başka ayette de "Siz
Allah'ın dinine yardım edin ki Allah da size yardım etsin."
"Eğer Allah size yardım edecek olursa size galip gelecek
yoktur." buyuruluyor. 2703[27]
2703[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/66-68.
diyorsunuz.
"Bize vahyolundu ki asıl azap, Allah'ın dinini yalanlayan ve
Allah'ın dinine sırt çevirenleredir" yani kim zulmederse ona;
"sen insanlara azap ediyorsun, ama asıl azap bu
yaptıklarından dolayı Cehennemde sana yapılacaktır."
diyeceğiz 2704[28]
2704[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/68-69.
hatta seni de yaratan O'dur, öyleyse doğruyu gösteren de
O'dur. 2705[29]
2705[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/69-70.
sorumluyuz.
Musa (a.s.) devamla diyorki: 2706[30]
2706[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/70-71.
Şimdi işleyeceğimiz 55 ayette Allah (c.c.) hepimizin
esasının toprak olduğunu, topraktan olduğumuzu, sonradan
gene hepimizin toprak olacağını ve Ahirette toplanacağımızı
haber veriyor. 2707[31]
2709[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/73-74.
62- Onlar (sihirbazlar) işlerini aralarında tartıştılar ve
fısıltılarını gizlediler.
63- Dediler ki: "Bu iki sihirbaz sizi sihirleriyle yurdunuzdan
çıkarmak ve en güzel yolunuzu gidermek (yok etmek)
istiyorlar."
64- "Bütün hilelerinizi toplayın sonra sıra halinde gelin.
Bugün üstün gelen kazanacaktır."
65- (Sihirbazlar) dediler ki: "Ey Musa! Ya sen at veya ilk
atan biz olalım."
66- (Musa): "Hayır siz atın dedi. (Onlar attılar) Birde ne
görsün, onların ipleri ve sopaları sihirleri sebebiyle koşarmış
hayalini veriyor."
67- Musa içinde bir korku hissetti.
68- Biz "korkma, şüphesiz yüce olan sensin" dedik.
69- " Sağ elindekini bırak, onların yaptıklarını yutacaktır.
Çünki onların yaptığı sihirbazın bir oyunudur. Sihirbaz her
nereye gelse felal bulmaz."
70- Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. "Harun
ve Musa'nın Rabbine iman ettik" dediler.
71- (Firavun) Dedi ki: "Ben size' izin vermeden önce mi
iman ettiniz? O, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Elbette
ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hurma
dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve
devamlı imiş bileceksiniz."
72- (Sihirbazlar) Dediler ki: "Biz, seni, bize gelen açık
delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Yapacağını yap,
sen ancak bu dünya hayatında hükmedebilirsin."
73- "Biz Rabbimize iman ettik ki, bizim hatalarımızı ve bizi
yapmaya zorladığın sihirden dolayı bizi affetsin.
74- Kim Rabbine suçlu olarak gelirse, şüphesiz onun için
Cehennem vardır. Orada ölmez de dirilme/ de.
75- Kim O'na (Rabbine) salih ameller yapmış bir mü'inin
olarak gelirse, işte onlar için en yüksek dereceler vardır.
76- Adn Cennetleri ki, altından ırmaklar akar. Orada ebedi
olarak kalırlar, İşte arınanların mükafatı budur.
"(Eğer sen bunu sihirle yapacaksan) Biz de sana sihirle
karşılık veririz. Bizimle senin aranda bir randevu var. Bir
yerde seninle buluşalım ve sen de, biz de sözümüzden
caymayalım ve orada sen de maharetini göster, biz de
gösterelim. Musa (a.s.) da; "Sizinle olan randevu, bayram
günü ve öğleye yakın bir zamanda olsun" dedi. Firavun
oradan ayrıldı ve planını programını yaptı ve geldi. Musa
(a.s.) firavun ve etrafındakilere; "yazık sizlere, Allah'a
iftirada bulunmayın sizi azabıyla yok ediverir. Allah'a iftira
edenler yok olup, zarara uğrarlar." diyerek son bir defa daha
uyanda bulunuyor. Ama firavun'un etrafındaki danışmanları
durumlarım tartışıyorlar ve ne yapacaklarını da gizli tuttular.
Dediler ki: "Bu ikisi (Musa ve Harun a.s.) sizi ülkenizden
çıkarmak ve sizi örnek yolunuzdan alıkoymak istiyorlar."
"Öyleyse bütün planlarımzı, programlarınızı, tuzaklarınızı
hazırlayın. Sonra saf halinde gelin. Yüce olan bugün
kazanacaktır."
"(İlim adamları, sihirbazlar) dediler ki: "Ey Musa! ya sen at
asanı veya önce biz atalım." Musa (a.s.)'da; "önce siz atın"
dedi ve Birde baktıki, onların ipleriyle, ellerindeki
değnekleri sihir sebebiyle koşan bir yılan halinde
görülüverdi. Bunu görünce Musa (a.s.) kendi iç dünyasında
bir korku hissetti. (Bu insanlar küfürde sebat ederlerse diye.)
Allah(cc) de; "Korkma, Yüce olan ve üstün gelecek olan
sensin. Elindeki asa'ni bırak, onların yaptıklarını yiyiverir.
Onların yaptığı sihirbazın hilesinden başka birşey değildir.
Sihirbazlar da ne yaparlarsa yapsınlar felah bulamazlar."
buyurdu. (Musa (a.s.)'ın asa'sı onların sihirlerini
yutuverince) Sihirbazların tamamı secdeye kapandılar ve
"biz Musa'nın da Harun'un da Rabbine iman ettik" dediler.
Firavun etrafındakilere dediki: "Ben size izin vermeden mi
ona iman ediverdiniz.? O Musa ki sizin gibilerin (yani
sihirbazların) en büyüğüdür. (Halk meydanda toplanmış
onları seyrettiği için firavun; "Musa da onların başıydı"
demek zaruretini hissetmiştir.) Gizlice kendi aralarında
anlaşma yaptılar ve güya mağlup oldular ve Musa'nın
yolunu tuttular. Bu bir düzendir, hiledir, sayın
vatandaşlarım, milletim sakın bunlara inanmayın." (Ve
arkasından da tehdit ediyor) "Ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama keseceğim. Hurma direklerine sizi asacağım.
Hangimizin şiddeti, azabı daha çokmuş göreceksiniz."
diyor.
O iman etmiş olan sihirbazlar da; "Seni, Allah'ın bize
indirdiği ayetlere ve de Allah'a tercih etmeyiz. (Bugüne
kadar sana iman ediyorduk, senin kanunlarını
uyguluyorduk, ama bugün gerçek Rabbe iman ettik ve onun
kanunu olan Tevrat'a iman ettik, senin kanunlarını, Tevrat'a,
seni de, herşeyin yaratıcısı olan Allah'a tercih etmeyeceğiz.)
Elinden ne geliyorsa yap, senin gücün ancak bu dünyada
geçer. Biz Rabbimize iman ettik. Hatalarımızı ve senin
zorlaman suretiyle yaptığımız sihirleri ancak Allah affeder,
hayırlı ve baki olan ancak Allah (c.c.) tır" dediler.
Rabbîne suçlu olarak gelen için Cehennem vardır. Orada
ölmez de, yaşamaz da.
Kim de iman ederek gelirse ve salih ameller işlerse, yüce
dereceler, makamlar Onlaradır. Altından ırmaklar akan
Cennetlerde ebedi kalacaklardır. Bu temizlenen kişinin
mükafatıdır.
Buradan bize çıkan dersler nelerdir? firavun ve onun ilim
adamlarını gördük. Aslında tüm zalimler, zulümlerini tek
başına icra etmezler. Onların binlerce eli, ayağı, başı vardır.
Onun için zalimlerin yanındaki-lerden bahseden ayetler
vardır.
Zalimler, zalimliğine yardım eden insanlara yardım edip,
imkanlar veriri er. Saltanatını,,.koltuğunu sağlam tutması
için bunları yapması gerekir.
Firavun da aynı şekilde çevresindeki insanlara; eğer
Musa'ya iman ederseniz bizi yurdumuzdan alikoyar,
evimizden, barkımızdan uzaklaştırır. Ayrıca bugüne kadar
uygulanan ve atalarımızın yaptığı kanunlar elimizden
alınacak, Musa'nın Tevrat'ı uygulanacak, diyordu.
Günümüzde de aman ha Müslümanlara fırsat vermeyin,
verirseniz içki fabrikaları durur, Kumarhaneler ve
meyhaneler kapatılır, kadınlar orada burada satılmazlar ve
onlar kadınlara asli hüviyetini verirler, kadıntara şahsiyet
kazandırırlar. Şahsiyet kazandmrlarsa da bizde istediğimiz
kadını almaktan, kullanmaktan mahrum kalırız diyorlar ve
bunuda kadın haklan adına yapıyorlar. Onların kitaplarında
kadınların adı yoktur. Bizim kitabımızda ise vardır ve hatta
onlara has olmak üzere "suretim Nisa" vardır.
İşte bugünkü firavunlar bunları söylerken, aman
Müslümanlar gelmesin,, gelirse fuhuş yapamayız, içki
içemeyiz, haksızlık yapamayız, rüşvet yiyemeyiz diyorlar,
korkuyorlar, korkutuyorlar. Ve insanlar da hep birden
alarma geçiveriyoriar. Firavun'un tüm imkanlarından yarar-
lanan onca ilim adamı, sihirbaz, Musa (a.s.)'ın mucizesini
görünce ne yapıyorlar, iman ediyorlar.
İşte burada Rabbim bize ümid ve müjde veriyor: Bütün
nimetlerden de yararlansa zalimlerin yanındaki insanlardan
tamamen ümidinizi kesmeyiniz. Hani her insanın kendine
has bir kara sevdası vardır, bu para olur, kadın olur, makam
olur, şan şöhret olur. Burada iman eden insanlar aslında,
firavun'un Musa (a.s.) ile yaptığı mücadelede kendilerine en
güvendiği kişiler, yani katmerli kafirlerdir Ama onlarda
iman edebiliyorlar, bunu görüyoruz.
Biz de ümidimizi kesmeyeceğiz. Ama onların yanında,
onların ke-lamıyla Allah'ın kelamını yanyana getirip,
Allah'ın kelamını anlatın, ye-terki onlara Allah'ın mucizesi
olan Kur'an-ı duyurma imkanını yakalayın. Mesela bir insan
yanlış yolda birşeyden zevk alıyorsa, ondan vazgeçirmek
için aynı zevki, biz doğru yolda tattırmalıyız. 2710[34]
2710[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/74-81.
olursunuz" buyuruyor Allah (c.c).
Tefsirlerimizin bazılarında bu denizin Kızüdeniz olduğu
rivayet edilmiştir. Ayrıca bazı rivayetlerde denizin varıldığı,
bazı rivayetlerde de deniz donmuş gibi katı hale geldi de
öyle geçildi deniliyor. Kur'anın bize verdiği bilgi bu kadar.
Yakın zamanlarda Tevrattan faydalanılarak tefsirlere
gidilmiştir ki, bunlarda da birçok yanlışlık mevcuttur.2711[35]
2711[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/81-83.
rakmıyor tabii.
Onların yeni geldikleri yerde su yok, yağmur yağmıyor, ateş
gibi birde güneş var. Ve Musa (a.s.) Rabbine yönelerek su
istiyor. Rabbim de; "Asa'ni taşa vur" diyor ve 12 yerden
birden su fışkırıyor ve yiyecek olarak da bıldırcın kuşu ve
kudret helvası indiriliyor. Onun için yola çıkan insanları
Rabbim doyuracağını vâadediyor. Hem de Mısır'da iken
Firavun'un artıklarıyla ve soğanla beslenen insanlar, birgün
Rabbimin nizamını sağlamak, O'nun rızasını kazanmak için
ellerindeki herşeyi bırakıp, her imkanı tepip yola çıkarlarsa;
Allah(cc) onlara daha güzel nimetleri vereceğini vâadediyor
ve de veriyor.
Burada bize de bir atıf vardır. Bizler de Allah'ın kitabının
gönüllere yerleşmesi ve yaşanması için topyekün insanların
O'na dönmesi için bazı nimetleri boşverecek olursak, Allah
(c.c.) bizlere daha üstün nimetler sunacaktır. Burada bu
anlam var. 2712[36]
2712[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/83-84.
ve ibadette acele etmek olarak kullanmak gerekir. Onun için
hayırda acele edilir, yani acelecilik burada geçerli ve
iyidir. 2713[37]
2713[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/84-85.
ilahınız budur" demişti. Musa (a.s.); o insanlara, bu
yaptıklarının hata olduğunu anlatınca kavmi; "Ne yapalım,
kendimize sahip değildik. Yanımızda bizim ağırlıklarımız ,
yani zinetlerimiz vardı, aynı şeyler Samiri'de de vardı. Bizde
Samiri de ağırlıklarımızı attık ve Samiri bu ağırlıklardan
bunu yaptı." dediler.
Bazı tefsircilerimiz Tevrat'tan yararlanarak demişlerdir ki;
bu zinet-lerin sebebi şudur. Hani Yahudiler geceleyin yola
çıkacaklardı ya O gece komşularına giderek; "yahu senin şu
zinetini versen de bu gecelik bizim kıza taksak" demişlerdi
ve tüm mahalleyi dolandırmışlardı. Bir çok tefsirci de bunun
mümkün olmayacağını çünkü bu insanların mü’min
olduğunu ve Hz. Musa (a.s.)'a iman etmiş olduklarından
dolayı bunu yapmadıklarını söyler. 2714[38]
89- Onlar gör mü yor lar mı ki, (buzağı) onlara bir tek söz
söylemez ve onlara zarar ve fayda veremez.
90- Harun, önceden onlara: "Ey kavmim, şüphesiz siz
bununla (buzağıyla) imtihan oldunuz. Muhakkak Rabbiniz
Rahmandır (Merhamet eder.) Öyle ise bana uyun ve emrime
itaat edin.
91- Onlar: "Musa bize dönünceye kadar ona (buzağıya)
ibadete devam edeceğiz" dediler.
92- (Musa): "Ey Harun, onların saptığını gördüğünde, seni
engel leyen ne idi?" dedi.
93- "Niçin bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?"
94- (Harun) Dedi ki: "Ey anamın oğlu, sakalımdan ve
başımdan tutma. Ben, senin "İsrailoğullan arasında ayrılık
çıkardın, sözümü gözetmedin" demenden korktum.
Bakıyoruz ki, Musa (a.s.) onların yanından bir anlık
ayrılınca hemen sapıttılar. "Otorite boşluk kabul etmez"
diye bir söz vardır. Bunun en güzel örneği de Peygamber
2714[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/85-87.
Efendimiz vefat ettiğinde, daha cenazesi kaldırılmadan Hz.
Ebu Bekir (r.a.)'ın devlet başkanlığına getirilmesidir.
Başkanın nezaretinde de Efendimizin cenazesi defnediliyor.
Bundan başka bir çok seferlerde, Efendimiz kısa bir müddet
için de Medine'den dışarıya çıkacak olsa yerine mutlaka bir
vekil tayin edip Öyle çıkardı.
Musa (a.s.) toplumun bozulduğunu görünce, kardeşi
Harun'un yakasından tutup, hesaba çekmesi bize bir
nasihattir. Toplumun bozulmasından birinci derecede
sorumlu yöneticilerdir.
Neyazık ki Müslümanlar 100 seneden beri başsız başsız
dolaşmaktadırlar. Bunun içinde bu boş boş dolaşan insanlar
ilahsız kalmasın, kanunsuz kalmasınlar diye heykeller
dikmişler, kanunlar yapmışlardır. 2715[39]
2715[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/87-88.
de, yani yazısına başlarken de diyorki; "bunu ilk defa ben
söylediğim için şimşekleri üzerime çekeceğimi biliyorum."
Halbuki Elmalıh Merhum bunu, Cezayir'in işgali sırasında
Fransızların yaptığını ve bir broşür olarak dağıttıklarını kay-
dediyor, yani bu adamın söyledikleri ilk defa kendisi
tarafından söylenmemektedir. 2716[40]
2718[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/89-90.
Firavun'un yaptıkları Efendimize değişik bir şekilde
uygulanınca Allah (c.c.) 'da Musa (a.s.) kıssasını örnek
vererek o mücadeleden Efendimize dersler ve örnekler
göstermiştir.
Musa (a.s.) ile Firavun, İbrahim (a.s.) ile Nemrud ve
Mekke'li müşrikler ile Peygamberimizin mücadelesi, bizim
bugün kafirlerle, İslam düşmanlarıyla yapacağımız
mücadelenin benzer tarafları vardır. Bizde desteği onlardan
alacağız, onlar nasıl davranmışsa öylece davranacağız.
İnsanlara İslamı anlatırken yeri göğü ve bizleri yaratanın
Allah olduğunu söyleriz. Biz böyle söyleyince karşımızdaki
insanlar da kendi mantık oyunlarınca bizleri yenmek için
derlerki: "Mademki beni yaratan Allah'tır hadi beni
öldürsün, Mademki bu dağı yaratan Allah'tır hadi bu dağın
yerini değiştirsin."
Peygamber efendimiz göklerin yarılacağı, güneşin
dürüleceğini.söylediği zaman da, Mekke'li müşrikler:
"Mademki Allah bunları yapabiliyor, o zaman ona söyle de
şu dağları Mekke'nin etrafından biraz uzak-laştırsın ve bize
ovalar yaratsın, bize sulak araziler versin" diyorlardı. Dikkat
ederseniz günümüzdeki insanların isteklerine
2719[43]
benziyor.
2719[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/90-92.
ot bitmeyen bir arazi haline getirir. Orada hiçbir eğrilik ve
tümsekde göremezsin."
Bugüne kadar inen surelerin tefsirini yaparken gördük ki ilk
inen surelerin hemen hepsinde ağırlık, ahiret ve kıyametle
ilgilidir. Bu biraz sıkıcı gibi geliyor. Ama biraz
düşündüğünüz zaman görüyorsunuz ki, Allah (c.c.) insanları
en hassas yerlerinden yakalıyor: "Bir gün gelecek
ayaklarınızın altındaki evleriniz yok olacak, yıldızlar
dökülecek, denizler kaynayıverecek. Yani insanların en
sevdiği, bağlandığı şeylerin ellerinden gideceğine işaret
ediyor Allah (c.c).
Bu Allah (c.c.)'ın metodudur. Biz de bu metodu
uygulamalıyız. Mesela: "Babası ölen bir adamın yanma
gittiğimiz de baban öldü, deden öldü, öncekileriniz hep
öldü, bir daha gelmemek üzere, senin de kendi halinin öyle
olmasını istermisin? Eğer onlar iyi iseler Cennettedirler,
kötü iseler Cehennemdedirler. İyilerin yoluna uymak,
kötülerin yolundan dönmek gerekir" diyeceğiz. Bu birçok
insanı etkileyecektir. 2720[44]
2720[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/92-93.
"O günde şefaat fayda vermez." Bu dünyada bir çok
işlerimizi aracılarla hallediveriyoruz ama Ahirette aracılar
fayda vermeyecektir. Çünkü zaten aracılar olmayacaktır.
Ancak "Rahman'ın izin verdiği (kişilerin şefaati) başka."
Bunlar peygamberlerden bir kısmı, bir hadisi şeriften
nakledildiğine göre de en fazla şefaat etme hakkına sahip
olan Peygamber de, Peygamber Efendimizin kendisi
olacaktır. 2721[45]
Kur'an-ı Kerimden şefaate delil isteyenler için bu ayet-i
kerime yeterlidir. 2722[46] Peygamberler dışında şefaat edecek-
ler için Allah'ın veli kullan deriz de filan şahıs diyemeyiz.
Çünkü sahabeden bazı istisnalar hariç kimin Cennete
gideceğini kesin olarak bilemeyiz. Bunlardan sonra bazı
hadislerde haber verilen şehid kullar, iyi amel sahibi
insanların da şefaatleri haktır. Ama bunlar için kesinlikle
şefaat edeceklerdir demek çok zordur.
Ayet-i kerimeyi şöyle anlamak da mümkündür: "O gün
şefaat fayda vermez, o kişiye şefaat fayda verir ki: Rahman
o günahkar kulunun (saflığında) söylediği sözlere razı oldu.
(ve bu amelinden dolayı Allah ona şefaat edilmesi için izin
verdi)." Her ikisi de aynı anlama geliyor ama şefaat edecek
kişinin de, edilecek kişinin de mutlaka mü'min olması
gerekiyor. Yoksa kafire şefaat yoktur.
Nitekim birçok yerde görürüz: Levha halinde asılmıştır
hadisi şerif: "Şefaatim ümmetimden büyük günah
sahiplerinedir."2723[47] Küçük günah sahipleri ne olacak?
Allah bilir Rabbim onlara hadi siz şöyle Cennete doğru
geçin diyecektir. Buradaki ikinci anlama göre Allah (c.c.)
şefaatine izin verdiği kullarının bazı özelliklerinin olması
gerekir, nedir onlar? "Söylediği söze razı olmuştur."
Alimlere göre bu razı olunan söz Kelime-i Tevhid'dir. Yani
2721[45]
Buhari K. Tefsir, Suretû-İsra
2722[46]
Taha Suresi, Ayet 109
2723[47]
Ebu Davud, sünnet 21, İhni Mace Zühd 37 Tirmizi Kıyamet 11
Kelime-i Tevhid'i söylemesinden dolayı Allah (c.c.) ona
şefaat etmek için peygamberine veya salih kullarına izin ve-
recektir. Bununla ilgili birde mütevatir hadis vardır: "Kîm
Lâ İlahe İllallah derse Cennete girer." (Otuz dört tane
sahabenin rivayet ettiği bu hadisin Ama bu "Lâ İlahe
İllallah'a" şahidlik etmek böyle bilmeden ve boş bir kelime
gibi söylemek değildir. Çünkü şehadet ne demektir, İslam
hukukunda da, bugünkü hukukta da; bildiğini, gördüğünü
söylemesi, ifade etmesidir. 2724[48]
2724[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/93-95.
(c.c.) Esma'sını Kur'an-ı Kerim'de çeşitli yerlerde veya
hadislerde bize bildirmiştir. Biz onlara bakarak Allah'ın
sıfatlarını biraz kavramış oluyoruz, sıfatlarından ayrı olarak
zatını kavramak ise mümkün değildir.2725[49]
2727[51]
Ali-İmran 91
müslüman etmeleri bunun şahididir. 2728[52]
2730[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/98-100.
önemsemezseniz o şeyi daha çabuk unutursunuz.
Burada insanın niye bazı konularda unutkan olduğuda
anlaşılıyor. Namazı unutuvermişiz diyoruz. Ama hiç
alacağımızla borcumuzu unutmuyoruz. Namaz kılarken kaç
defa esnediğimiz oluyor, ama para sayarken hiç
esnememişizdir. Niye? İşte bir şeyde esniyorsak demek, ki o
şeye önem ve değer vermiyoruz demektir. 2731[55]
2731[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/100.
Ama "Şeytan ona vesvese verdi." Bugüne kadar bu olaylar
bize anlatılırken öncelikle şeytanın Havva anamızı
kandırdığını söylemektedirler. Bu Yahudi uydurmasıdır ve
kadınları küçük göstermek için uydurulmuştur. Rabbim ise
burada vesveseden bahsederken Arapça olarak "İleyhi"
diyor, "îleyha" deseydi müennes olurdu ve kadın için
kullanılmış olurdu, ama görüyoruzki Adem (a.s.) için
kullanılmıştır." (Şeytan Adem'e) dedi ki: "Ey Adem! sana
ebedi olarak yaşayacak meyveyi veren ağacı göstereyim mi?
Hem buradan yersen ölmeyeceksin, eskimeyeceksin,
yıpranmayacaksın. (O meyve de Rabbinin sana yasakladığı
meyvedir.)" Bunun üzerine ikisi birden o meyveden yediler
ve avret mahalleri açıldı." Demek ki bir insan İçin en büyük
eksiklik ve en büyük isyanın başlangıcı, birincisi haram
lokmayı yedirmek ve ondan sonrada avret mahallinin ortaya
çıkmasıdır. Bundan sonra bu insan her türlü isyanı, arsızlığı
yapabilir.
Uzun zamandan beri bizim gavurların söyledikleri şu; Kur1
anı kapatalım, kadınları açalım. Bindokuzyüzlü yıllarda hep
bu işlenmiştir. Yani öyle bir şeydirki; "Kur'anı
kapatıyorsunuz, kadın açılıyor, kadını kapatıyorsunuz,
Kur'an açılıyor'." Yani ikisi bir birine muvazi hale
getirilmiştir. Bu sadece kadın için geçerli değildir. En
ahlaklı bir adamı anadan doğma soyup 500 metre yürütün
şehrin en kalabalık yerinde, ondan sonraki yaptıkları, hayatı
mutlaka değişir, bazı şeyleri yapmaktan utanmaz artık, hani
"Ar damarı çatlamış" deriz, öyle bir şey.
"Hemen Cennetin yapraklarından üstlerine kapatmaya
başladılar. Adem Rabbine (bu konuda) isyan etmişti. Sonra
Rabbin onu peygamber olarak seçti ve onun tevbesini kabul
etti ve o da Rabbinin hidayeti doğrultusunda yürüdü." Başka
bir ayette Rabbim; "Adem'e tevbeyi öğrettiğini ve Adem'in
tevbe ettiğini" beyan ediyor.
Demek ki, yaptığımız hatalardan tevbe edersek, Rabbim bu
tevbe-lerimizi inşaallah kabul edecektir. Adem babamız
örnek verilmek suretiyle bize ümit veriliyor. 2732[56]
2736[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/105-106.
2737[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/106.
2738[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/106-107.
hayırlıdır." 2739[63]
134- Biz onları bundan (Kuran inmeden) önce bir azap ile
helak etseydik: "Bize bir elçi göndersende biz alçalmadan
ve rezil olmadan ayetlerine uysaydık" derler.
135 Deki: "Herkes (sonucu) bekliyor. Siz de bekleyin. Kim
dosdoğru yoldadır, kim hidayet üzeredir, yakında
bileceksiniz.
Allah(cc) kafirlere mazeret ileri sürmemeleri için
peygamberlerini göndermiş. Kıyamete kadar gelecekler için
de son peygamber Muhammed (sav) ile son kitap Kur'an'ı
göndermiştir.Müminler Allah'ın yolunda, kafirler şeytanın
yolunda yürüsünler bakalım kim kârlı kim zararlı, yakında
herkes görecek ve bilecek. 2742[66]
2739[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/107.
2740[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/107-108.
2741[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/108.
2742[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/108-109.
ENBİYA SURESİ
2743[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/111.
Adem (a.s.) döneminde Ölmüş bir insanın hesaba çekilme
zamanı haydi haydi yaklaşmıştır.
Bu yukarıda söylediklerimiz ümmet bazındadır. Birde bu
hesabın yaklaşmasını fert açısından ele alacak olursak, insan
kabirde ilk defa Münker ve Nekir melekleri tarafından
Rabbin kimdir? Dinin hangisidir? Peygamberin kimdir?
Kitabın nedir? şeklinde bir hesaba çekilecektir ki, her
insanda an be an bu hesablanna yaklaşmaktadır.
Bu açıdan ayetin meali veya anlamı "insan gaflette iken ve
haktan yüz çevirmiş olduğu halde hesabı yaklaştı."
şeklindedir. Allah(cc) bizi bundan muhafaza etsin.
Gerçekten insan bunun şuurunda olsa, her anın hakkını
vermeye çalışır.2744[2]
2744[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/111-112.
davranışlar sergileyebilir.
Tıpkı sineğin gülden kaçıp, pisliğe gittiği gibi, böyle
insanlarda müs-îümandan, Allah'ın ayetlerini açıklayan
insanlardan uzaklaşırlar. Ama müslümanın parası varsa,
maddi imkanları varsa, ağzından çıkan sözlerinden nefret
eder, ama o hacı babayı, o müslümanı artık şirin görmeye
başlar. Allah'a inanmayan birinin, müslümanı sevmesi,
ağzından çıkan o hoş sözlerden hoşlanması mümkün
değildir.
Daha önce de izah edildiği gibi2745[3] "O inançsızlar
efendimiz (a.s.)'ın yanında bulunmaktansa deliklere ve
mağaralara girmeyi tercih ederlerdi" şeklinde belirtiliyor.
Eğer iş yerinizdeki, mahallenizdeki, semtinizdeki
Allah(cc)'a inanmayan insanlar sizi seviyor, aranızda
herhangi bir anlaşamama durumu olmuyorsa, siz o insanlara
Allah'ın ayetlerini anlatmada, ulaştırmada pasif kalıp onun
gibi düşünen bir insan durumuna girmişsiniz demektir.
Zira o inançsızlara bütün İslamın adaletini şefkat ve
merhametini ne kadar gösterirseniz gösterin İslam inanç ve
hakimiyetinin, kendi inanç ve hakimiyetine üstünlük
taslamasına tahammül edemez.
Gerçekten böyle bir durumda İslâm sergilense, böyle
insanlar müs-lümandan rahatsız olur ve nefretini ortaya
koyar, gücü yetmeyince de İslamla alay ederler. 2746[4]
2747[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/114.
edevatın ne olduğunu Allah(cc) bilir.
Ayet-i kerime burada bize bir edebi daha öğretiyor o da;
kötü şeylerin yayılmamasıdır. Mekke müşrikleri vede
Medine'deki kafir ve münafıklar, Hz. Peygamber hakkında o
kadar kötü şeyler uyduruyorlar, onu kötüleyen şiirler
söylüyorlardı ki; o günün şiiri, bugünün basın yayın or-
ganları gibiydi. Hemen bir dörtlük oluşturuldumu, bu dilden
dile insanlar arasında yayılıp gidiyordu.
İşte Kur'an bu kötülüklerin hepsini açıklamıyor, sadece
yeteri kadarını açıklıyor. Zira kötülüğü açıklayıp tasvir
etmek saf olan zihinleri, saf olan kalbleri bulandmp, onlara
şüphe hastalığını koymaktır. İşte bu günün batılısı da bunu
yapıyor.
Cerrahpaşa Tıp fakültesi'nde okuyan üniversiteli gençlere
"İmanın altı esası" ile ilgili bir konuşma yaptım.
Konuşmanın sonunda gençlerden hayli sorular geldi.
Soruların bir kısmı gençlerin kendi problemlerinden neşet
ederken, bir kısmı da inançsız kimseler tarafından sorulmuş
sorulardı. Bu konuşma ve soruların cevabını daha sonra bir
kitap haline getirdim. Fakat soruları içine almadım. Eğer
sorulan da kitabın içine alsa idim, imanı saf kimseye o
soruları okutma ile belki kalbinde şüpheler uyandırma
imkanını vermiş olabilirdik.
(Türkçe baskısı birçok kez yapılan,"Allaha îman ve Altı
Esası" isimli bu eserimiz, ruscaya da tercüme edilerek üç
kez basılmıştır.)
İşte ben de, bir bâ'tılı tasvir etmemek için o sorulan kitaba
almadım. Çünkü hayatın ve olayların olumlu yönlerini
söyleyip, olumsuz yönlerini söylemeyeceğiz. Ayette de
Rabbimiz; "Onlar kendi aralarında gizlice fısıldaşırken"
diyor ama neleri fısıldadıklarını bize haber vermemiştir.
Haber verse bile o fısıldaşmalarının bize bir faydası yoktur.
Günümüz imansızı da yine kendi aralarında müslümanlar
aleyhinde, kendi klüp ve localarında fısıldaşirlar. Menfaat
çevreleri bazı mercilerden müslümanlardan dolayı işini
yürütemeyince o müslümanı takibe alıp para teklif ederler,
kadın teklif ederler. Müslüman bunları da reddedince
başlarlar, bu Müslümanlar nereden çıktı, yetiştiği yerleri
araştırıp buraların kapatılması gerektiği şeklinde fiskoslar
üretirler, hatta böyle Müslüman insanların devletin
bünyesine alınmaması için raporlar hazırlarlar.
Biz diyoruzki: "Rabbimiz yeryüzünde ve gökyüzünde
konuşmaları da bilir." Bize düşen onun emir ve yasakları
doğrultusunda hareket etmektir.2748[6]
2748[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/115-116.
2749[7]
Bakara 23
2750[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/116-117.
6- Onlardan önce helak ettiğimiz hiçbir memleket halkı
iman etmemişti. Şimdi onlar mı iman edecekler..?
Onların bu isteklerine Allah (c.c.) cevap veriyor. "Bunlardan
önce helak ettiğimiz hiçbir şehir halkı iman etmemişti.
Şimdi bunlar mı iman edecekler? Tabii ki helak edilenler
iman etmediler. Onlar içinde inananları vardı. Gerek Musa
(a.s.)'a, gerek Hz. Peygambere inananları oldu. Musa
(a.s.)'ın asasını gördüler, elinin bembeyaz olduğunu
gördüler, buna rağmen iman etmediler. Salih (a.s.)'ın
devesini gördüler, İbrahim (a.s.)'m ateşde yanmadığını
gördüler iman etmediler. Buna benzer örnekler
peygamberlerin Tevhid mücadelesinde çoktur.
İman etmede inad eden adama ne kadar mucize
gösterirseniz gösteriniz iman etmesi mümkün değildir. Biz
inananlara düşen vazife Allah'ın ayetlerini insanlara
duyurmaktır. Tabiiki bununda bir usulü metodu yeri ve
zamanı vardır. Bu üç hususa iyi dikkat etmek, bunları yerli
yerinde kullanmak gerekir.
Bu Ayette bir de, Hz. Peygambere teselli var. Çünkü bu
kafirler, o kadar mucizeyi gördüler iman etmediler. Zaten
önceden de onların dedeleri iman etmemişti. Eğer iman
edecek olsalardı, zaten sana bakıp iman etmeleri gerekirdi.
Kırk yaşma kadar aralarında büyümüş, o güne kadar hiçbir
yalan söz duyulmamış, şakadan bile olsa hiçbir şeye hile
etmemiş. İşte bu olağan üstü vasıflara sahib bir kişinin böyle
şeyleri söylemesi dikkatlerini çekmeliydi. 2751[9]
2751[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/117-118.
niteliği arzetmektedir. Biz senden öncede kendilerine
vahyettiğimiz peygamberi erkek olarak gönderdik. Bu ayeti
delil ittihaz ederek ulema Hz. Adem'den Hz. Peygambere
kadar olan Peygamberlerin hepsinin erkek olduğu hükmüne
varmıştır.
Bazı İslâm alimleri de; kadınların da Peygamber
olabileceğini öne sürmüşler, delil olarak da; "İsa (a.s.)'m
annesi Meryem validemiz 2752[10] ve Musa (a.s.)'ın
annesi 2753[11] gibi kadınların kendilerine vahiy geldiği
Kur'an'da belirtilmektedir." diyorlar. Halbuki
Allah(cc) Nahl suresinde; Arı'ya da vahyedüdiğini
belirtiyor. 2754[12] Bu durumda Ari'nin da Peygamber olması
gerekir.
Kadınlardan değerli alime ve zahide bir
hanima;"Kadmlardan hiç peygamber çıkmadı" diyen bir
adama, "Kadınlardan firavun da nemrut da çıkmadı" diye
cevap vermiş.
Biz gönderdiğimiz O erkek Peygamberlere vahy ederiz.
Öyle ise; hangi konuda olursa olsun fark etmez- eğer
bilmiyorsanız kitap ehline sorunuz. Gerçi ayette; "Tevrat'ı
okuyanlara, İncil'i okuyanlara" anlamındadır, ama "nüzul
sebebinin özel olması, ayetin umumi manasını tahsis etmez"
kaidesi gereği ayeti başka türlü anlamamıza mani değildir.
Kumaş dikimini alımını bilmiyorsanız, kumaşdan anlayan, o
iş de ehilleşmiş kişiye sorunuz.
Ayette geçen zikir ehlinden maksat, eline teşbih alıp Allah,
Allah diye zikir çeken kişi değildir. Zikir ehlinden kasıt
kitapları bilen Kur'an'ı, Tevrat ve İncil'i bilen kişi demektir.
Günümüzde ise sadece Kur'an'ı bilen kişidir. Teşbihle zikir
çekerken Kur'an-ı da iyi bilen zakir-ler de bu sınıfa dahildir.
Nahl suresinin 44. ayetinde zikirden kasdedilenin Kur'an
2752[10]
Ali İmran 42-48
2753[11]
Kasas 7
2754[12]
Nahl 68
olduğu açıkça belirtilmiştir. Zikir ehlinden kasdedilen de;
Kur'an'ı manasıyla bilen ve yaşayan kişilerdir. Malesef
günümüzde Kur1 an ehline değil roman ehline itibar vardır.
Romanları ve roman yazarlarını bilenler, artistleri ve
filmlerini bilenler kültürlü adam kabul ediliyor. 2755[13]
2755[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/118-119.
istediği veya kendisi yapmayıp başkalarından da aynısını
istediği şeylerin yapılabilecek, yaşanabilecek, yapılması
veya yapılmaması zor olmayan şeylerden olması
gerekmektedir. Peygamberler insan olmasaydı, sorular o
zaman daha çok olacak vede İslam ve İslamdan önceki
dinler daha çok sorgulanacaktı. 2756[14]
10- Yemin olsun ki biz, size bir kitap indirdik ki, sizin
zikriniz (şerefiniz) onun içindedir. Akıl etmiyormusunuz.?
Biz size kitap indirdik. Sizin adınız şan ve şerefiniz ondadır.
2756[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/119120.
2757[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/120-121.
A'raf suresi ayet 31
Yani sizinle ilgili muhtaç olduğunuz nasihat, öğüt, şan-ü
şeref bunda.
Öyle bir kitap indirdik ki, onda siz varsınız. Nasıl
evleneceğiniz, nasıl ticaret yapacağınız, nasıl vekalet
vereceğiniz, insanlarla tabiat ve diğer mahrukat ile nasıl bir
ilişkide bulunacağınız, vb. vardır. Hala aklınızı başınıza
almayacakmısınız?
Kur'an Kıyamete kadar gelecek insanlığın hepsine hitap
etmektedir. Bazıları; İslam; 1400 sene öncesi Mekke
toplumuna inmiştir, şeklinde bir fikir ortaya almaktalar ama
bu 10. ayette ne Mekke'den bahsediliyor, ne de 1400 sene
önceden.
Ama 1400 sene önceki insanlar okudular, onlara hitap etti.
Yani; "Biz size bir kitap indirdik, onun için de sizin zikriniz
şan-ü şerefi geçti" şeklinde.
Bugün biz okuyoruz, aynı ayet bize de; "Size bir kitap
indirdik, orada sizin muhtaç olduğunuz şan-ü şerefiniz
geçmekte" hitabım yapıyor. Bizden sonraki insanlara da
aynı hitabı yapacağından dolayı Kur'an böylelikle canlılığını
kıyamete kadar koruyacaktır.
Bize düşen görev, İslamın bu emirlerini içine alan Kur'an-ı
iyi öğrenmemizdir. Eğer iyi öğrenmezsek; 2758[16]
2758[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/121-122.
toplum da Allah'ı sever." buyrulmakladır. Bu ayete göre
Kıyamete kadar yeryüzünden Allah'a iman eden toplum hiç
eksik olmayacaktır.
Fakat arada bir müslümanlar üzerine geri kalmışlık zilleti
vurulacaktır. Zira şımarmanın neticesinde nimet elden gider,
bunun neticesinde de müslümanlar çetin bir imtihandan
geçirilir ki, imanında samimi olanla olmayan ayırt edilir.
Bu konuda samimi olanla samimi olmayanı Rabbimiz bilir.
Ama bu imtihanı bizim de bilmemiz için yapar.
Bizim bilmemiz önemlidir çünkü; zor günlerde en sadık
dostlar ortaya çıkar. İyi günlerde ise iyi dostların ortaya
çıkması çok zordur. Zira sahte dostlar etrafını çevreler
kişinin.
Şu anda zor günleri yaşayan müslümanların hakikileri ile
sahteleri çabuk ayırt edilir. Yiğit insan; kafirin karşısında da
yiğitçe mücadele edip, kaypaklık, iki yüzlülük yapmayan
kişidir. Hangi şartlarda olursa olsun asliyyetini bozmaz.
Ama münafık insanlar; müslümanın yanında müslüman gibi
görünür, kafirin yanına vardımı da onu hoşnut etmeye
çalışır. Hangi taraf galip gelirse o taraftan işi kurtarma
yönüne gider. İşte bunlar Peygamberin ifadesiyle; iki koyun
arasında kalmış koç gibidirler. Veya halkın diliyle camii ile
kilise arasında kalmış beynamaz gibidir. 2759[17]
2759[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/122-123.
gücünüz yettiği kadarıyla gecenin karanlığında ateş yakınız
buyurmuş ve çok ateş yakılmış. Bu ateş yakmaktaki amaç
müşriklerin yüreklerine korku salmak ve sabahleyin hücum
esnasında onların kılıçlarını çekerek karşı koymamalarını
sağlamaktır.
Yani onlar üzerinde psikolojik bir çökertme taktiği
uygulamakiır. Nitekim buda gerçekleşmiş, Hz. Peygamber
Mekke'yi kana bulamadan teslim almıştır.
İşte o esnada, o güne kadar devleti, güç ve otoriteyi elinde
tutan bu insanların kendi elleriyle Mekke'den kovdukları
sürüp çıkardıkları bir peygamber tarafından , İslamın gücü
karşısında mağlup olmaları ve bu mağlubiyetin vermiş
olduğu halet-i ruhiyeyi görmek gerekirdi. Buda onlar için
bir azabdır.
İşte Rabbimiz onlara; "Niye kaçıyorsunuz?, daha önce
nimetlerini yediğiniz evlerinize dönünüz, zira bunlardan
dolayı Kıyamet gününde hesaba çekileceksiniz"
2760[18]
buyuruyor.
2760[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/123-124.
imkanları yaratanın ve herşeyin Allah'ın olduğunu, insanın
da O'na döneceğine inanır, bu imansızların gücünden değil
de, Allah'tan korkar ve bu insanlara kendi düşünceleri
yerine Allah'ın emir ve yasaklarını anlatırsa, öldür semde
amacıma ulaşırım, öldürülür s emde amacıma ulaşırım. Zira
benden sonraki insanlar devam ederler.
Büruc suresinde anlatılır; Bir delikanlı, toplumun önünde
imanı sebebiyle ok atılarak şehit edilir. Ama onu seyreden
binlerce insan; "Bu çocuğun Rabbine iman ettik" deyip
topluca imana girerler. İşte "Bir ölür, bin diriliriz" sözüde
belki buradan kaynaklanmıştır. 2761[19]
Maışeri vicdanın ne zaman ayaklanacağı bilinmez. Avrupa
teknolojide ne kadar ileri giderse gitsin, ama toplumun
harekete geçirilme kanununu hesap edemiyor. Amerika'hlar
Vietnam'a o kadar insanların canına kıyıp eza ve zulüm
ediyor. Toplum ayaklanmıyor, bir subayın canlı bir insanı
yerde kurşunlayıp öldürmesi bütün bir milletin ayaklan-
masına sebep oluyor.
Körfez olayı ise biraz daha farklı. Zira oradaki yönetim
yıllarca ko-ministlik adına mücadele etti. Bu işi İslâm adına
devam ettirmedi ve davalarında da (tabiiki İslam adına)
samimi değillerdi.
Ama bir Afganistan halkı mücadeleye 1979'da başladı
Rusya'nın yıkılmasına, onun parçalanmasına sebep oldu.
Afganistan'dan gelen mücahitlere soruyorlar. "Savaş niçin
bu kadar uzun sürdü?" O da "savaşın uzun sürmesi bizim
meıııaaııiinza. Zira Türk devletleri Rusya'nın Afganistan'la
savaştığını bilmiyorlar. Şimdi biz buralara açıldık, buradaki
insanlara bu savaşı duyuracağız." diyorlar. Ve nitekim
savaşın uzun sürmesi Afganistanm yararına, savaşı
kazanmasına, Rusya'nında dağılmasına, yenmiş ekin haline
gelmesine sebep olmuştur.2762[20]
2761[19]
Bakınız;îbni Kesir tefsiri
2762[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/124-126.
16- Biz göğü, yeri ve ikisi arasmdakileri eğlence için
yaratmadık.
Yani Allah(cc) kendisine bir oyun olsun diye yaratmadı.
Yoksa dünya bizim için bir oyuncak, tatlı bir oyuncaktır.
Mü'min bunun hela-liyle oynayacaktır. Allah-u Teâla bu
dünyayı bir hikmete binaen yaratmıştır. 2763[21]
18- Tam aksine biz hakkı batıl üzerine atarız da, batılın
beynini parçalar. Birde bakmışsın ki, batıl yok olmuş.
(Allah'a) yakıştırmalarınızdan dolayı, veyl size.
Yani biz bu kainatı hak üzerine yarattık, zaman gelir hak
batılın başına, beynine çarpar ve batıl yok olur gider. Allah'a
yakışmayan şeyleri ona izafe ediyorsunuz, eksik ifadeler
kullanıyorsunuz bundan dolayı. İmansızlardan bir kısmı;
"Allah vardır (onun varlığını kabul ediyor) ancak kainatı
yaratmıştır, ondan sonrasını kendi haline bırakmıştır.
İnsanların işleriyle ilgilenmez. İnsan kendi işlerini kendi
düzenleyebilecek şekildedir," diyorlar.
Bir kısım insanlar da; Allah'ın varlığını kabul etmez ve
kainat kendi kendini tamamlamaktadır, bir tesadüfün eseri
böyle olmuştur görüşündeler.
İşte bunların her ikiside Allah'a bir iftiradır. Allah(cc)
hakkında,bilmedikleri sözleri söylemektedirler.
İşte Rabbim bu sözlerinizden dolayı; size yazıklar olsun
2763[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/126.
2764[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/146.
veya Cehennem sizin olsun, buyuruyor. Biz Mü'minlere de;
"Mademki hak üzerindeyiz, hak batılın beynini parçalar, hak
gelince batıl gider," demek kalıyor.
"Hak geldi batıl zail oldu" ayetinin tefsin İsra suresinde
geçmişti. Tıpkı ışık gelince karanlığın gittiği gibi. Peki ışık
gelmese de, biz bir teşbih virdi gibi; "ışık gelince karanlık
gider" veya "Hak geldi batıl zail oldu'yu" devamlı söylesek,
günlerce yıllarca söylesek, söylemekle hak, ışık gelir mi?
gelmez. Batıl-karanlık gitmez.
Fiili olarak ışığın gelmesi gerekir. Işık zayıfda olsa, mum
ışığıda olsa aydınlatır. Azlığımızdan şikayet etmemeli.
Karanlığın büyüklüğüne karşı ışık az yer kaplar ama onun
gücünün çok olması gerekir.
İşte müslüman olarak, ticaretten siyasete, eğitimden
ziraatına, teknolojisine varıncaya kadar her sahada
müslüman bulunmalı, oraları feth etmelidir. Bir sahayı boş
bıraktınızmı küfür orada odaklaşır, diğer sahaları
aydınlatma faaliyeti boşa gider. 2765[23]
2765[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/126-127.
Onun huzurunda bulunanlar, onun katında bulunanlar ki,
müfessirlerin bir kısmı, melekler olarak, bir kısmı da
Allah'ın salih kullandır görüşünde tefsir etmişler.
İşte o salih kullan ve melekler O'na ibadette hiç
kibirlenmezler ve hiç de geri durmazlar, devamlı Allah'a
(c.c.) ibadet ederler. Bir zata sormuşlar; "Ayette ara
vermeden ibadet ederler- ifade ediliyor bu nasıl olur?" o da;
"Her varlığın, verilen görevini yerine getirmesi bir ibadettir"
cevabını verir.
İbadet denilince verilen görevden ayrı birşey değildir.
İnsanın Allah'ın emirleri ve yasaklarına uyduğu zaman, bu
doğrultuda hareket etmesi, sabah evinden Allah'ın emirlerini
yerine getirmek, çoluğunun çocuğunun rızkını kazanıp
görevini yapmak üzere çıkması bir ibadettir.
Sabah evinden görevi için çıkması sevap, akşama evine
dönüp ailesine, çocuklarına karşı diğer görevlerini yerine
getirmek için dönmesi sevaptır. 2766[24]
2768[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/129-130.
Bu ayet Allah'ın (c.c.) dokunulmazlığını bildiren bir ayettir.
Zaten hiçbir şekilde hiçbir insan, Allah'a zarar veremez.
İnsan haddi aşıp tenkid edebilir, bu geçersizdir ve insanın
günah kazanmasına sebep olur. Küfre girmesine vesile olur.
Onun için gönlümüze ve dilimize dikkat etmek gerekiyor.
Biz inanıyoruz ki ilk günden Kıyametin sonuna kadar hava
hep aynıdır, hiçbir değişiklik yoktur. Havanırkşoğuk olması,
suyun donması o kadar nimettir ki milyonlarca mikrobun
ölümü ve çevrenin temizlenmesi demektir. İşte bizim
açımızdan kötü gibi görülen bu olay ve buna benzer diğer
hadiselerde birçok hikmetler vardır. Onun için O bu
hikmetlerinden dolayı sorguya çekilmez, asıl hesaba
çekilecek biz insanlarız.
İnsanoğlu tarih boyunca hep böyle olmuştur. Batıl dinler
veya hak dinin tahrif edilmiş şekli olarak ortaya çıkan dinler
hep hak dinden yararlanmış faydalanmıştır.
Mesela Hak dinde Rabbin dokunulmazlığı var, hiç bir kimse
ondan hesap soramaz Öyle ise; ilah olarak kabul edilen zat,
kişi, nesne, canlı her ne ise onunda dokunulmazlığının
olması gerekir. Tıpkı Hindistan'daki ineğe tapanların,
ineklere dokunmayıp, yolun ortasına dahi yatıp trafiği
aksatan ineğin rahatsız edilmemesi gibi. İslamda böyle
birşey yoktur. İnsanlar tarağın dişleri gibi hukuk ve
kanunlar önünde eşittir.
Günümüzde İslama dayalı olmayan devletlerin
yöneticilerinin dokunulmazlığı vardır. Bu kanunla teminat
altına alınır. Çünkü kanunları onlar koyduğundan
kendilerinin hesaba çekilmemesi kendi mantıkları içinde
doğrudur.
Yani devleti yönetebilmek için bir üst tabakanın kanunların
üstünde bir elit tabakanın var olması gerekir. İşte İslama
göre bu Allah (c.c.)'dür. Peygamber bile değildir. Hz.
Peygamber ve diğer Peygamberler hem bu dünyada hemde
ahirette sorumlu kişilerdir, yaptıklarının hesabını vermeye
hazırdırlar. Yalnız sorumlu olmayan Allah (c.c.)'dür.
İslamm dışındaki sistemlerde belirli kişilerin
dokunulmazlığını kabul etme mecburiyeti vardır. Çünkü o
kanunların yürürlükte kalması için buna ihtiyaç vardır.
Beşeri sistemde bazı insanların ilahlaşabilmesi için bu
dokunulmazlık gereklidir. 2769[27]
2773[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/134.
isyan etmeleri, sözünün önüne geçmeleri mümkün değildir.
Peygamberlerin de, salih insanların da şefaat etme hakkı
vardır. Bu konu ile ilgili Kur'an'da ayetler ve Hz.
Peygamberinde hadisleri mevcuttur. Peygamberlerin ve
Salih insanların şefaat edebilmesi için önce Allah'ın izni
olması gerekir. Yoksa; "Ya Rabbi ben bunu çok sevdim,
bunu af et" şeklinde değildir, o dilerse ancak şefaat ve af
dileme geçerlidir.
İkinci olarak şefaat edilecek kişinin müslüman olması
gerekir. Müslüman olmayan insana Peygamberlerin ve diğer
salih kulların şefaat etme hakkı yoktur.2774[32]
2774[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/135.
Bakınız, Şifa tefsiri ;3/ 429
2775[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/135-136.
ifadesiyle birliğini isbat ederken, bu ayette de; "kafirler,
bakmazlar mı veya görür gibi bilmezlerini ki yer ve gök
deniziyle, dağıyla, yıldızıyla, gezegeniyle bir birine bitişikti.
Bir tane idi, biz onları birbirinden ayırdık." buyruluyor.
Bu ayeti bazı bilginlerimiz, alimlerimiz, batının buluşları
doğrultusunda izah etmeye çalışmışlar; "Uzay bir gaz bulutu
şeklinde idi, dünya ve diğer gezegenler bu gaz bulutundan
koptu, zamanla dağlar, denizler oluştu ve Canlılar türedi"
şeklindeki batının açıklamasına karşı; "Efendim Kur'an'da
bu teoriyi isbat eden ayetler var" deyip bu ayeti delil
gösteriyorlar.
Tabii ki batının bu konuda ciddi çalışmaları var. Ama onlar
bu buluşlarının kesin olduğunu söylemiyorlar; "Bizim
yaptığımız çalışma budur" diyor. Bizim ulemadan bir kısmı
da hemen Kur'an ayetlerini bir mühür gibi o buluşun altına
(basıveriyor) kullanıveriyor. İşte bu davranış yanlıştır.
Kur'an; yer ile gök bitişikti, sonra biz bunları birbirinden
ayırdık, şeklinde ifade ediyor. Yer ile gök birdi, "buhar, gaz
bulutu halindeydi" biz ayırdık denilmiyor.
Bu ayeti Hz. Ömer (r.a.) şöyle anlamış; "Yer ile gök yaratık
halindeydi. Yani gökte ve yerde hiçbirşey yoktu. Ne bir
yeşillik, nede bir canlı. Gökyüzünde de yağmur yoktu.
Sonra biz bunları ayırdık, gökyüzünden yağmuru,
yeryüzünden de çiçekleri çıkardık" anlamında anlamışlar.
Bizim dikkat edip gözden kaçırmamamız gereken bir husus,
ayetler; bilim adamlarının ilmi buluşlarını isbat için değil,
Allah'ın varlığını ve birliğini akli delillerle isbat için
gönderilmiştir. "Yeryüzünde otlar, çiçekler yoktu. Onları
bitiren biziz, sizi dünyaya getiren biziz, gökyüzünde de
yağmurlar yok iken Onu yeryüzüne indirip ölü toprağı
dirilten biziz. Bunları biz yaptığımıza göre Ahirctte de
diriltecek olan biziz'-den" kasıt bu anlamdadır.
"Biz herşeyi sudan diri kıldık." Çoğu tarihi çeşmelere
hattatlar tarafından yazılan bir ayettir bu.
Alimler herşeyin aslının su olduğu görüşündeler. "Bütün
eşyanın aslı su. Yeryiizününde, gökyüzününde aslı sudur.
Allah (c.c.) önce suyu yarattı, sonra suyu belirli bir değişime
uğrattı. Derken yıldızlar, güneş, dünya oluştu" diye mana
verenler var.
İkinci olarak herşeyin yaşamasını suya bağlı olduğunu
anlamış alimlerimiz. İnsanın vücudunun dörtte üçü su,
yeryüzününde dörtte üçü su. Bütün canlı ve nebatat su ile
büyüyor. En katı olarak bilinen taşın, kayanın içinde de
kimyagerler suyun olduğunu, ateşin içinde suyun olduğunu
söylüyorlar. Yasin suresi son sayfada, "yeşil ağaçtan ateşi
çıkaran Allah" şeklinde geçmekte ki yeşil ağaç bir sudur, ve
bu sudan ateşi çıkarıyor Allah (c.c).
Su, insan hayatı içinde büyük önem arz eden bir maddedir.
Susuz bir hayat mümkün değil. Gıdasız bir hayat belirli bir
süre devam eder ama susuz bir hayat, canlılık çok zor vede
kısa olur. Öyle bir madde ki başkasını temizleyip kendisi
kirleniyor. Daha sonra toprak fi üt re s in den geçirilip,
güneşin ışınlarıyla gök ve denizlerde, ondan sonra havada
dolaşan bulutlarda, daha sonrada tekrar yere indiriliyor.
Son günlerde "atık suların" kullanılıp kullanılmamasının
fıkhi yönü tartışılıyor. Eğer yağmur suyunun antıldığı kadar
arıtılıp temizlenebili-yorsa kullanılır. Zira bizim
kullandığımız atık sular, buhar haline gelirken pislikleri
toprakta kalıyor, daha sonra güneş ışınlarıyla dezenfekte
edilip havalandırıldıktan sonra da yeryüzüne lemiz olarak
gönderiliyor. İşte bu olayları gördükleri halde "Hala mı
iman etmeyecekler?" Yani Allah'a boyun eğmeyen, O'ndan
başka ilahlara iman edenlerden daha geri zekalı, aklı kıt
insan yoktur. Zira Kur'an "Hala mı iman etmiyorlar, hala mı
düşünmüyorlar?" ifadeleri onların zekâlarının, akıllarının ne
denli kıt olduğunun bir delilidir.2776[34]
2776[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/136-138.
31- Onları sarsmasın diye yeryüzünde dağlar yarattık. Yol
bulabilsinler diye orada geniş yollar yarattık.
İnsanları sarsmasın diye yeryüzünde dağlar diktik.
Dünyanın dönüşü esnasında insanların sarsılıp
etkilenmemesi için dağlar dikilmiştir. Yeryüzünde dağlar bir
denge unsurudur.
"Ve o dağların üzerinden de gedikler açtık ki" biz buna
"geçit" diyoruz. Öyleki, yeryüzünde sıra dağlar bir baştan
bir başa uzanıp giderken insanların bu dağlan geçip diğer
belde ve bölgelere ulaşımı için Allah bazı geçit ve gedikler
bırakmış ki, insanlar rahatça geçebilsin. Bunlar ülkemizdeki
Zigana geçidi, Sertavul geçidi, Külek boğazı gibi geçitlerdir.
İşte böylece insanlar yollarını bulabilsinler, yani uzun
seyahatlerde, ticaretlerinde, varacakları yerlere kolay
varabilsinler diye. Bu anlama geldiği gibi, dağlara onlar
üzerinde kurduğumuz geçit ve yollara baksınlar, derken
Dağların nasıl yükseltildiğine baksınlar da hidayete Sırat-ı
Müstakıyme ersinler anlamına da gelir. 2777[35]
2777[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/138-139.
bakarlar. Güneşin ısısından, ayın ışığından faydalanırlar da
bunun kaynağı nedir, nereden geliyor diye düşünmezler.
Yine bu gökyüzü cisimleri "med ve cezirlere" faydası
oluyor. Bu "med ve cezir" olayları da insanoğlunun binlerce
işine yarıyor. İşte bu inançsızlar, bunlara ibret nazarıyla
bakmazlar. Bir sanat galerisini gezip oradaki sanatları görüp
sanatçıya teşekkür ettikleri gibi, Kainatın sanat galerisini
görürler, gezerler de, o kainatın sanatçısına şükret-
mezler. 2778[36]
33- Geceyle gündüzü, güneşle ayı yaratan O'dur. Her biri bir
yörüngede yüzmektedir.
Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratan Allah (cc)dür, Her biri
bir yörüngede yüzüp durmaktadırlar.
Yani güneşin kendine has bir yörüngesi, ayın kendine has
bir yörüngesi, diğer gezegen ve yıldızların bir yörüngesi
vardır. Aynı şekilde gündüz ile gecenin bir yörüngesi vardır.
Onlarda yılın hangi gününde kaç dakika uzayıp kısalması
gerekiyorsa, o gün, o ay ve zaman geldi mi; o tayin edilen
rotada gidiyor. İzinsiz ne bir an uzama, nede kısalma yoktur.
"Küllün" kelimesiyle de bütün yıldızların kendi
yörüngelerinde dönüp durduğunu bize haber veriyor.
İnsanoğluda kendi yörüngesinde dönüp durması gerekir. Bu
yörünge Allah'ın çizmiş olduğu sınırı aşmamakdır. Hz
Peygamber; "Mü'min kazığa bağlı at gibidir."
buyurmuştur.2779[37] Yani mü'min; şeriate bağlı bir insandır.
O şeriatın dışına çıkmamalı. Çıkarsa da geriye
dönmeli. 2780[38]
2778[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/139-140.
2779[37]
Müsnedi Ahmed 3/38-55, Emsal-ül Hadis,Ramehürmizi 84
2780[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/140.
Hz. Peygamberin başarısını gören inançsızlar Peygamber
için "bir Ölsede kurtulsak" derler. Ama Allah (c.c.) "Senden
önce de hiçbir insana ebedilik vermedik." Ebedi olarak
devamlı yaşayan olmamıştır. O kafirler ebedi mi kalacaklar.
Sen de öleceksin, senin öldüğün gibi Onlarda ölecekler.
Başka bir ayette de; "Muhammed'de ancak bir Rasuldür.
Ondan Öncede nice Peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o,
ölür veya öldürülürse dinden geriye dönüp
2781[39]
gidecekmisiniz.?" buyruluyor.
Hz. Peygamberin vefatında bazı münafıklar sevinmişlerdi,
ama sevinçleri kursaklarında kaldı. Zira O'nun mirası dört
büyük halife ve ondan sonraki alimlerin, mücahitlerin,
müslümanların yardım ve gayretleriyle günümüze kadar
gelmiştir. Bundan sonra da devam edecektir. Biz
Efendimizin bedenini kaybettik ama onun dini bugüne kadar
gelmiştir. 2782[40]
2783[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/141-142.
belirtisidir. Öyle ise bu adamlara bağlanmayın, onları
tanımayın" deyince, inkarcılarda; "bizim atalarımız,
büyüklerimiz hakkında bu mu konuşuyor?" şeklinde cevap
veriyorlar ve "Sen kim? Darünnedvenin parlamenterleri
kim?" diye de Hz. Peygamberi hafife alıyorlar.
Günümüzde de mtislumanlar alaya alınıyorsa ki alınmaması
mümkün değil. Müslüman sevinmeli, zira Peygamberinin
'yolunda olduğunun bir kanıtıdır.
Gerçi Peygambere lâyıkıyla ümmet olduğumuzu iddia
edemeyiz. Ama müslümanları alaya almak hafife almak için
yazılan çizilen herşey bizim onun ümmeti olduğumuza bir
işarettir.
Gazetesinde, "İsâlmın ayak sesleri geliyor" dikkatli olun
diyenler, şimdi alaya almaktan vazgeçmişler, biraz korkuya
yönelmişler korkuyorlar. Köşe yazarlarından biride;
"müslümanlar % 98 çoğunlukla iktidara gelseler, yönetim
yine onlara verilmemeli. Zira buna demokrasi değil,
çoğunluğun despotluğu denir" diyor.2784[42]
2784[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/142-143.
ölümüne sebep olabileceği gibi belki de kendi ölümüne
sebep olur.
Yani korku olmayınca tedbir olmaz. İşte bu korkunun
neticesi olarak tedbire baş vuruyoruz. Asi olan bunu
yönlendirmektir. Yani Allah'ın sevgisini kaybetmekten
korkmamız gerekir.
İşte acelecilikte aynıdır. O da insanın fıtratına verilmiştir.
İyi yönlendirilirse korkuda olduğu gibi iyi olur. Namazı
vaktinde kılmak için acele etmek, ecel gelmeden önce
tevbede acele etmek, hayırlı işlerde acele etmek, şer olan
işlerde de.yavaş olmak iyidir. Taha suresi 84. ayetinde,
Musa Aleyhisselamın Rabbinin rızasını elde etmek için
acele ettiği bildirilmiştir. Size ayetlerimi göstereceğim,
benden acele istemeyin, acele etmeyiniz buyuruyor Allah
(cc). 2785[43]
2787[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/145.
2788[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/145-146.
42- Deki: "Gece ve gündüz Rahman'dan sizi kim
koruyabilir?" Hayır, onlar Rablerinin zikrinden yüz
çeviriyorlar.
Deki Allah'a karşı gecede veya gündüzde sizi kim
koruyabilir. Geceyi yaratan Allah, gündüzü yaratan O, gece
veya gündüzde size, başınıza bir bela geliverecek olursa kim
sizi korur. Fakat onlar Rablerin zikrinden yüz çeviriyorlar.
O Kur'an'dan yüz çevirene Allah(cc) bu dünyada iken
azabını tattıracak olursa onu engelleyecek hiçbir güç
yoktur. 2789[47]
2789[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/146.
bu küçük devletlere fayda versin.
Onların Allah katında da bir değeri yoktur. Canına faydası
olmayanın, cananına da faydası olmaz. Fakat onların bu
dünyada iyi imkanlara sahip olmalarına gelince: 2790[48]
2792[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/148-149.
hardal tanesi kadarda olsa o adalet terazisine konulacaktır.
Ayette; "hardal tanesi" ifadesi geçiyor. Bu küçüklükten
kinaye içindir. Yani Arabın dilinde küçük denilince ilk akla
gelen küçük hardal tanesi olduğu için. İncir çekirdeği vede
haşhaş taneleri de onun kadar küçüktür.
Başka bir ayette de; "Zerre" olarak ifade etmiş, "kim zerre
miktarı hayır işlerse onu görür, kimde zerre miktarı şer
işlerse onu görür" buyruluyor. (Zilzal suresi) Zerreden
maksat maddenin en küçük parçasıdır. Biz buna bugün
"atom" diyoruz.
Herkes amelinin karşılığını mutlaka görecektir. Bu iyilik
olsun, kötülük olsun farketmez. Diyelim ki çok iyilik yapan
bir kafirin durumu, amelleri tartılırken; imansızlığı terazinin
bir tarafına, iyi amelleri de bir tarafa konulur. Yaptığı şey
zayii edilmez. Fakat imansızlık ameli bütün kainattaki
varlıklara saygısızlık olduğundan, alemlerin Rabbini tanı-
mama olduğundan dolayı küfrü ağır basar. 2793[51]
2793[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/149-150.
korkarlar, ona görmeden iman ederler."
Allah'a(cc) hamd olsun bizde O'nu görmeden, O'na inandık,
hemde görür gibi. Çünkü etrafımızdaki herşey O'nun
varlığına işaret etmekte. İnsan teknolojisini ne kadar
geliştirirse geliştirsin, geliştirdikçe kendi aczini ortaya
koymaktadır. Zira bu kadar teknolojik ilerlemeye rağmen
bir ağaç yaprağını yapamamaktadır. Sadece suni olarak,
naylondan çiçek ve yapraklar yapabilmektedir.2794[52]
2798[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/154.
2799[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/154-155.
2800[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/155.
56- (İbrahim) dedi ki: "Hayır, sizin Rabbiniz, göklerin ve
yerin Rabbidir ki onları (ilahlarınızı) O yarattı. Ben de buna
şahitlik edenlerdenim."
Sizin Rabbinizde yerin ve göğün Rabbidir. O Rab ki; bu
tapındığınız İlahları da yaratmıştır. Ve ben de buna şahidim.
Yani bunların ilah olmadığına ben şahidim. Bunları Allah'ın
yarattığına da şahidim.
Nasıl ki bir hakim önünde bir olayın nasıl olduğuna, o
kişiye ait olup olmadığına veya o kişinin o fiili
gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin söylenmesine,
"şahidlik" diyorsak, halkın huzurunda da Allah'tan başka
ilahların olmadığına, yeri göğü ve bu ikisinde bulunan
herşeyi o yarattığına ikrar etmeye şahidlik diyoruz.
Her ne kadar İbrahim (a.s.) bunlar yaratılırken yok ise de;
"Ey bizim Rabbimiz, senin inzal ettiklerine inandık ve
Rasullerine tabii olduk, bizi şahid olanlardan yaz" diyoruz.
İşte her inanan buna şahiddir. Her inanan gibi İbrahim
(a.s.)'da bende bunlara bu şekilde şahidim diyor. Onun için
kelimei şehadette "Ben şahitlik yaparım" lafzı kullanılmıştır.
"Ben şahidlik yaparım ki Allah'tan başka ilah yoktur"
derken şahitliği neye dayanarak yapıyoruz. Etrafımızda
gördüğümüz eşyaya, ağaçlara, insanlara ve diğer olaylara
bakarak şahidlik yapıyoruz.
Daneyi yeşertip, büyütüp tekrar dane haline getiren O.
Hiçbir canlının bunu yapması mümkün değil. İşte İbrahim
(a.s.)'da böyle bir şahitlik yapıyor. 2801[59]
2801[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/156.
İbrahim (a.s.); Allah'a yemin ederim ki siz ayrılıp gittikten
sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım diyor. Sonrada
onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı,
belki ona müracaat ederler diye.
İbrahim (a.s.) puthaneye gider orada hepsini parçalayıp
büyüğünü parçalamayıp bırakmasındaki gaye de, insanların
ona müracaat etmesi, ona sorması, veya bu "İleyhi"deki
zamirin İbrahim (a.s.)'a raci olduğunu söylerler. O zaman,
"İbrahim'e gelsinler, sorsunlar" diye anlamı çıkar.
Söz yaptırım gücüyle orantılı olur. Yani kişi sözünü fiile
dönüştürmezse bir ömür boyu konuşsa bile faydası olmaz.
İbrahim (a.s.); onların heykellerin önünde eğilmemelerini
istedi. Onlara tapınmamalarını istedi. "Elinizle yonttuğunuz
taşlara, ağaçlara ilah diye tapıyorsunuz, sizde, sizden önceki
babalarınızda sapıklık içindeydi bundan vazgeçin" dedi.
Kavmi de; sen bunu ciddi söylemiyorsun, bize şaka
yapıyorsun şeklinde karşılıyorlar.
İşle günümüz din alimleri olarak bizlerde bugün hep bunu
yapıyoruz. Fiiliyyattan uzak İslami hep anlatıyoruz. Buda
söz planında kalıyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi fiiliyata
geçmeyen sözünde bir faydası olmuyor, yaptırım gücü
olmayınca da gücünü yitiriyor.
İşte İbrahim (a.s.) bu durumdan kurtulmak için sözünü
fiiliyata döküyor. Ve onları da paramparça ediyor,
büyüğüne dokunmuyor. 2802[60]
2802[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/157-158.
62- Dediler ki: "İbrahim, bunu ilahlarımıza senmi yaptın?"
63- (İbrahim): "Hayır, şu büyükleri yapmış, eğer
konuşuyorlarsa onlara (kınlan ilahlara) sorun" dedi.
64- Kendilerine döndüler ve "şüphesiz siz zalimlersiniz"
dediler.
Ey İbrahim!! ilahlarımıza bunu sen mi yaptın? dediler.
İbrahim (a.s.) da; "Belki bunların en büyüğü olan varya o
yapmıştır. Eğer konuşuyorlarsa ona sorun" dedi. Eğer
konuşuyorsa küçük putlara sorun diyor. Kendi nefislerine iç
dünyalarına döndüler. Kendi kendilerine, siz zalim insanlar
kendinizsiniz dediler.
Yani bunlar konuşmaz, bunlar birşey yapamazki, buna
rağmen buna ibadet ediyorsanız, gerçek zalim bunları kıran
değil, bunları yapıp, onlara ibadet edendir. 2803[61]
2803[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/158-159.
taşdır, ağaçtır, tunçtur, çamurdan yapılmıştır. Bunların fayda
ve zarar vermeyeceğini biliyorsunuz diyor.
Peki bütün bunları bilirler de, niçin bu yola baş vururlar?
Çünkü böyle toplumlarda bir gurup insan bir araya gelip,
"devlet" adı altında bir çete kurarlar. İşte bu devletin
yürüyebilmesi, bütün çıkarların kendilerinde toplanabilmesi
vede toplumu bir arada tutabilmenin yolu; o toplumun
müştereken kabul edeceği, vazgeçilmez vede
değiştirilemezliğine inandırıldıkları belirli şeyler olmalıdır
ki, toplumda birlik sağlansın, ve devlet çetesinin emelleri
gerçekleşsin.
Onun için bütün bunlar bu çıkar çevreleri tarafından
uydurulur.
Ama İslâmın öyle müesseseleri var ki; gerçekten bizi
yaratana yönelten ve birliğimizi sağlayan müesseselerdir.
Mesela camiler, hac ibadeti, ve bu ibadetin yapıldığı yerler
müslümanları topladığı gibi insanlar arasındaki birlik ve
beraberliğide sağlamakta.
Ramazanın bir sahurunda bütün insanlar gece
kalkabilmekte, bir iftar vakti herkes sofrasının başına
oturmuş akşam ezanını beklemekte. Devlet başka bir zaman
bunu yapmayı denese yapamaz. Yani "şu ayın, şu gününde -
tabii ki ramazan dışında- akşam yemeğini saat 7'de yemeye
başlayacaksınız." Buna uymayanın başını uçuracağız dese
bunu sağlayamaz, buna uyan % 10-15'dir. Ama din insanları
bir arada topluyor, bu batılda olsa, hakda olsa hele hele hak
dinin tesiri daha çok oluyor.
İşte putlara tapan insanları, Allah'tan başka ilahlar edinmeye
sevk eden sebeplerden biride bu çıkar çevrelerinin ortaya
birinin heykelini dikip, onun etrafında sıkı sıkı
kenetlenmeleri ve hatta onun için koruma kanun ve
prensipleri edinmeleri bundandır.
İşte bu hususlar İbrahim (a.s.)'ın kıssasında gayet güzel bir
şekilde anlatılmaktadır. Tabii ki bu çıkar çevreleri de
oyunlarını bozanlara karşı boş durmayacaklardır. 2804[62]
2809[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/165.
2810[68]
Ali İmran 38-39
2811[69]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/165-166.
vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi.
Biz onları önderler kıldık. Yani Peygamberler
gönderildikleri toplumların önderleridir, öncüleridir.
"Eimme" kelimesi "İmam" kelimesinin çoğuludur. İmamlık
denince akla, camilerde ibadet yaptıran din görevlisi gelir.
Bir de "İmameti Kübra" da denir ki bu Devlet başkanlığının
ismidir.
Burada aynı zamanda Rabbimiz bize dua etmeyi öğretiyor;
"Muttaki insanlara önder kıl Ya Rabbi" diye 2812[70] Bizim de
böyle dua etmemizi istiyor.
"Bizim emrimizle doğru yolu bulurlar, insanları doğru yola
götürürler. Ve onlara iyi işler yapmayı vahyettik (emrettik)."
derken; Namaz kılmayı, zekat vermeyi onlara emrettik.
Onlar bize ibadet ederler. Yalnız ve yalnız Allah'a kulluk
yaparlar, ondan başkasına kulluk yapmazlar anlamındadır.
Namazlarını kılıp zekatlarını verirler ve hayırlı işler
yaparlar. Yani yapılacak her işin hayırlı olmasına özen
göstermeli, hayırlı olmayan, şer olan kötü işlerden uzak
durmalı. 2813[71]
2814[72]
Bakınız Hud 78
çaresini bulacaktır. 2815[73]
2819[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/168-170.
kadar büyüyecek ve böylelikle artık bir yıl sonra veya altı ay
sonra karşılıklı koyun sahibi koyunlarını emanet olarak
verdiği tarla sahibinden alacak. Tarla sahibi de koyunları
teslim edip tarlasını alacak, kaldığı yerden ziraatına devam
edecektir.
Tefsirlerde bu şekilde anlatılıyor. Ama bu hadis değildir.
Hz. Peygamber nakl etmemiştir. Ayetten bize verilen şey.
"Davud (a.s.) bir hüküm veriyor ve bu hükmünde isabet
etmeyip Süleyman (a.s.) hükmünü bildirmesi ile Süleyman
(a.s.) hükmünde isabet ediyor. Allah (c.c.)'de buna tanıklık
ediyor. Fakat nasıl hükmedip, Allah'ın (c.c.) nasıl öğrettiği
verilmiyor.
Verilmemesinin hikmet ve sebebine gelince; zamanın
değişmesi ile fıkhı hükümlerde, örf ve zaman şartlarına göre
değişebilir. Belki Öğretse idi, yani verilen hükmü de bize
bildirse idi zamanın değişmesi ile hüküm değişeceğinden
bizi ilgilendirecek birşey olmayacaktı.
Bir diğer hususda Davud (a.s.) da; Peygamber, Süleyman
(a.s.)da Peygamber. Ayette Davud (a.s.)'ın hükümde isabet
etmeyip Süleyman (a.s.)'m Allah'ın öğretmesi ile hükümde
isabet ettiği belirtiliyor. Yani Peygamberlerde bir insandır.
Onlar ancak kendilerine öğretileni ve öğretildikleri kadarını
insanlara açıklarlar, bildirirler ve hükmederler.
Bize burada verilen ders; Allah'dan başkalarının hükmüne
uymayın, çünkü insan yamlabildiği gibi yanlış da
hükmedebilir.
Davud (a.s.) Peygamber iken bile yanılabiliyor. Fakat Allah
(c.c.) bu yanılmadan dolayı da Davud (a.s.)'ı kötülemiyor.
Hz. Peygamber bir hadisinde; "Hakim, içtihadına dayanarak
bir davada hüküm verir, isabet ederse iki sevap alır.
Yanılacak olursa bir sevap alır" buyurmaktadır.2820[78] Bu
içtihadını İslami esaslara göre ve bütün taraf şahidleri
2820[78]
Buharı İ'tisam 21, Müslüm Akliye 15, Tirmizi Ahkam 3
dinledikten sonra hata yapmamak için hüküm verirken,
sanki Cehenneme gidiyormuş titizliği ile hükmetmesi
gerekir.
Davud (a.s.) da burada bütün gayretini gösterdiğinden
dolayı bir sevabını almıştır. Süleyman (a.s.) ise Allah'ın
öğretmesi ile meseleyi hükme bağladı. Ama nasıl
bağladığım Allah (c.c.) ayetinde bahsetmiyor.
"Biz hepsine hikmeti verdik, otoriteyi verdik, ilmi verdik"
dedikten sonra "Teşbih eden, dağlan ve kuşları da Davud'a
boyun eğdirdik, itaatkâr kıldık" buyuruyor. Davud (a.s.)
Zebur'u okurken dağlar ve kuşlar onu dinler, Davud (a.s.)'la
birlikte teşbih ederlermiş.
Ebu Musa Eşari (r.a.) Kur'an okurken, Hz. Peygamber onu
dinler sonra yanma varıp; "sana Davud'un sesinden bir ses
verildi" demiştir. Bu hadisinde ifade ettiği gibi Hz. Davud
(a.s.)'ın sesi çok güzelmiş. Zebur'u okurken kuşlarda onu
dinlermiş. Yunus'un;
Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni, seherlerde
kuşlar ile çağırayım mevlam seni. şiiri de bu ayetten
esinlenerek söylenmiş bir manzumedir.
Bestekârlarımızdan Alaaddin Yavaşça bir televizyon
programında; "Ben Kilis'liyim, dedem hafızdı. Bahçemizde
Kur'an okumaya başladığında etraftan bülbüllerin gelip
dinlediğini bizzat görmüşümdür. Fakat dedemin ölümünden
uzun bir müddet sonra memleketime gittiğimde baktım ki
ağaçlar kurumuş, evimiz çökmüştü kuşlar da gelmez ol-
muştu." diyor.
"Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok" isimli şarkısını
bunun üzerine yazdığını ifade ediyor. tşte bu 79. ayete
günümüzde canlı bir örnektir.
Bazıları şarkıların dinlenip, dinlenemeyeceğini sorarlar.
Böyle soru soranlara ilahinin dinlenip, dinlenemeyeceğini
sormak gerekir.
Merhum Saadettin Kaynak, biıgün sabah namazından sonra
yatar ve rüyasında Hz. Peygamberi görür ve alır eline
kalemi;
"Muhabbet bağına girdim bu gece" diye bir şiir yazar.
Tabiiki bu ilahi olarak söylendiği gibi şarkı olarakda
söyleniyor.
Bu olayı birisine anlattığımda, O da; "Hocam ben o şarkıyı
dinlerken ne kadınlar düşünürdüm" diyor. Onun için
kabahat şarkının kendisinde değil, dinleyenle
2821[79]
söyleyendedir.
2823[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/174-175.
bu ayet-i kerimede ifade edildiği gibi bunun dışında da diğer
hizmetleri de gördüklerini bildirir Allah (c.c).
Bundan şunu anlıyoruz, tabiatta hiçbir şey boşuna
yaratılmamıştır. Al-i İmran suresinde geçmişti. "Ey
Rabbimiz sen boş birşey yaratmadın" diyorduk.2824[82]
Şeytan da yaratılmış, Rabbime isyan etmiş. Rabbime karşı
kendini büyük görmüş ve, rahmetten uzaklaştırılmış. İşte
mü'min Allah'a sımsıkı sarılacak olursa, O'nun emri
doğrultusunda hareket edecek olursa, yaratılmışların tamamı
Allah'ın izniyle onun emrinde de çalışırlar.
Şeytanlar, Süleyman (a.s.)'a hizmet etmişlerdir. Biz de
Süleyman (a.s.)'ın yolundan yürüyecek olursak
günümüzdeki şeytana uymuş insanları da bizim emrimizde
rahatlıkla çalıştırabiliriz.
Yani bunların varlığından korkmamak, kuşkulanmamak
gerekiyor. Bizim onların varlığından korkmamız yerine,
kendi zayıflığımızdan korkmamız gerekiyor. Ve bizim
kendimizi Süleyman (a.s.)'a benzetmeye ve O'nun yolundan
gitmeye gayret etmemiz gerekiyor.
Eğer bunu yaparsak; burada Rabbimiz; "Biz o
Peygamberlerin hepsini koruyucuyuz" diyor Allah (c.c).
Şeytanlara karşı koruyor, insanlara karşı, düşmanlara karşı
da Peygamberlerini koruyor. Kuşkusuz Peygamberlerinin
yolundan yürüyenleri de korur. 2825[83]
2828[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/176-178.
sahillerdendirler.
"İsmail, İdris ve Zü'1-kifl bunların hepsi sabredenlerdendir."
Allah bunlara da Peygamberlik vermiştir. İsmail (a.s.)
İbrahim (a.s.)'m oğlu, İdris (a.s.) bir Peygamberdir,
Efendimizin haber verdiğine göre kendisine 30 sahife
inmiştir, tefsirlerin anlattığına göre de Şit (a.s.)'m oğludur
İdris (a.s.).
Zü'1-kifl hakkında ise kesin bir bilgi verilmemiştir tefsir
kitaplarında. Kifin manası kefil olan demektir. Güya
anlatıldığına göre Peygamberlerden el-Yesa' (a.s.) "benim
yerime kim bu insanları yönetir? Kim gecelerini ibadetle,
gündüzlerini oruçla geçirir ve her türlü belaya da sabrederse
o benim yerime geçer" dediğinde, bu Zü'1-kifl denen zat;
"ben yaparım bunu" demiş ve onun kefili olarak yerine
geçtiğinden dolayı, yani o öldükten sonra o ümmetin
kefaleti onun üzerine verildiğinden dolayı Zü'1-kifl denildi
diyorlar. İbni Kesirin buna benzer rivayetleri
Peygamberimiz'in haberi değildir, Tabiin'in sözleridir.
Kur'anı Kerim'de iki yerde adı geçen Zülkif (sav), bu ayette
iki Peygamberin arkasından zikredilmiştir. Yine Sad suresi
48. ayette de iki Peygamberin ardından zikredilmiştir.
Peygamberlerin ismini sayarken bunu da Allah (c.c.)
Peygamberler arasında saydığından dolayı alimlerimiz
demişler ki; "Zü'1-kifl de peygamberdir." Çünkü burada
sayılanlar Peygamberlerdir. Zü'1-kifl de Peygamberdir ve
aynı zamanda sabredenlerdendir diyorlar.
Allah (c.c). Ayet-i kerime de Peygamberlerin övüldüğü
taraf, sabredenlerden olmaları. Demek ki bizden sabır
isteniyor. Neye sabır? Emredilenleri yerine getirmeye sabır.
Emredilenler nedir? Namazdır, oruçtur, hacdır, zekattır,
insanlıktır, İslamı hakkıyla yaşamaktır.
Bunları yerine getirmektir sabır, yasaklananlardan
uzaklaşmaya sabır. Öyle ya nefsimiz istiyor, Rabbimiz
yasaklıyor. Biz de nefsin isteklerine uymamakla sabır
gösteriyoruz.
Allah yolunda cihad ederken sabır. Bela ve musibetler
geldiğinde bunlar birer imtihandır diyerek sabretmek,
şikayet etmemek gerekiyor, Peygamberler de bunu
yapmışlar. Peki sabredince:
"Ve onların hepsini biz rahmetimize koyduk," yani
Cennetimize koyduk, "onlar salihlerdendir" diyor Allah
(c.c).
Yani Rabbimin emrine uygun iş yapanlar ve
bozulmuşlukları düzelten insanlar salihlerdir.2829[87]
2829[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/178-179.
"Ve o zannetti ki sanki oradan çıkınca biz onu
daraltmayacağız," o kavmin içinde kalmak bir daralma
meydana getiriyor. Çünkü dinlemiyorlar, hakaret ediyorlar,
iftira ediyorlar. Her türlü isyanı ve inkarı yapıyorlar.
Böylece Yunus (a.s.) tek başına kalıyor ve orada daralıyor.
"Oradan çıkınca, rahatlayacağını zannederek çıktı" diyor
Rabbim.
"Sen o imansızların arasından uzaklaşıp da rahat edeceğini
mi zannediyorsun?" gör bakalım diyor.
Yunus(as) bir gemi ile, başka bir tarafa giderken denize
atılıyor veya düşüyor.
Denize atılması veya atlaması tefsirlerin ifadesine göre
şöyledir; Kayıkta az kişiîermiş, Fakat dalgalar da fazla,
denizin suyu da neredeyse sandalın içine girmeye çalışıyor,
kaptan demiş ki; "Bir kişi fazla burada, bir kişi inecek..!
Eğer inmezse hepimiz boğulacağız." (Denizin ortasında
inmek demek, denize düşmek demektir.)
Hani bizdeki asansörlerde de olur ya, dört kişilik asansöre,
beşinci veya altıncı adam bindimi, asansör inlemeye başlar.
Ve bazen de içinde kalmalar olur. O anda yapılması gereken
şey, fazla kişinin asansörden inmesidir.
Kayıkda da aynen böyle batma tehlikesi geçirmişler, bir
tanesi inerse iş düzelecek. Kur'a sonucu Yunus (a.s.)'a çıkar
ve Yunus (a.s.) kendisi atlar. Atlayınca da balık onu yutar.
İşte imansız insanların arasında kalmak bir karanlıktır
doğru, ama Rabbimden izin almadan onların arasından
çıkılmaz, bunu da bilmek gerekir. Rabbimizde; "Madem ki
çıktın buyur denizde balığın karnındaki başka bir karanlığa."
diyor.
Üç karanlık üst üste, gecenin karanlığı, denizin karanlığa ve
bir de balığın içinin karanlığı, üç tane karanlık iç içe oluyor.
(Peygamberler de hata ederler, Peygamberlerden meydana
gelen hataya "zelle" denir,)
Peygamberlerin günahsızlığı şöyledir; Peygamberler hatasız
olarak bu dünyadan gitmişlerdir, hatayı yapar, ancak
Rabbim tarafından düzeltilir. Mesela Yunus (a.s.)'m yaptığı
bu hata dünyada iken düzeltilmiştir. Yani bu senin yaptığın
doğru değildir diye Yunus (a.s.). uyarılmıştır.
Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in kör bir insana karşı olan bir
davranışı, yine Rabbim tarafından Abese suresi ile
uyarılarak düzeltilmiştir.
Yani "Peygamberler hatasız ölmüşlerdir" deriz biz.
Günahsız ve hatasız ölmüşlerdir.
Burada da Yunus (a.s.) ki ; ilk nazil olan surelerden Kalem
suresinde Allah (c.c.) tarafından; "Bu insanların belasına,
her türlü iftirasına, her türlü engellemelerine Sabret.!, balık
sahibi gibi (yani Yunus (a.s.) gibi olma" diye Peygamber
efendimiz uyarılıyor.
Ve Yunus (as) o balığın karnında iken Rabbine dönüyor ve
diyor ki: "Senden başka ilah yoktur, Senden başka yaratan,
yaşatan, yöneten yoktur, ben seni teşbih ederim, Seni bütün
eksik sıfatlardan tenzih ederim. Ben zalimlerden oldum Ya
Rabbi..!" Yani senin bu iznini almadan o şehirden çıkmakla
"ben zulmedenlerden oldum, beni affet ya Rabbi" diye
Yunus (a.s.) Rabbine dua ediyor ve Rabbimiz de
diyorki; 2830[88]
2830[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/180-182.
hakim olduğu yerde karanlıklar içindeler demektir. Allah'a
isyanın olduğu yerde karanlık var demektir.
Buradan kurtulabilmenin yolu topyekün fertlerin veya
milletlerin; "La ilahe illa ente sûbhaneke inni küntü minez
zalimiyn" demeleri gerekir.
Kabahati kendimizde arayacağız, başkalarında kabahat
aramaya gitmeyeceğiz. Günümüzde biraz buna ağırlık
vermemiz lazım, hep gavuru dışarıda ararız biz, kabahati
dışarıda ararız. Vay efendim Amerika şöyle ediyor, İngiltere
böyle yapıyor, Almanya böyle böyle planlar kuruyor.
Efendim İsrail şöyle şöyle ediyor vs.
Onlar kendi görevlerini yapacak, yani akrep sokuyor diye
bas bas bağırmanın da anlamı yok. Bizim görevimiz akrebe
sokulmamak, ateşte yakılmamaktır. Ona karşı tedbirimizi
almaktır.
Karanlığın içersindeki Yunus (a.s.) bize kabahatin
kendimizde olduğunu öğretiveriyor. "Ya Rabbi ben
zulmedenlerden olduğum için bu benim başıma geldi Ya
Rabbi. Senden başka ilah olmadığını ikrar ediyorum Ya
Rabbi, zaten iman ediyordum, tekrar ikrar ediyorum, Seni
eksik sıfatlardan tenzih ediyorum, seni teşbih ediyorum Ya
Rabbi" diyor ve kurtarıyor,
Yalnız O'nu kurtardığını haber vermiyor Rabbim; "İşte biz
mü'minleri böylece kurtarırız" diyor. Biz de Allah'a iman
etmiş insanlarız, bizim de kurtulmamızın yolu; Allah'tan
başka ilah olmadığına, imanımız var ama bunu ikrar
etmeliyiz, bu karanlığın içerisinde, küfrün karanlığı
içersinde bütün insanlara duyurmalıyız. Rabbimi teşbih
etmeliyiz vede yaptığımız işlerin yanlışlığından dolayı
bunların başımıza geldiğini kabul etmeliyiz. Suç ve kabahati
kimse kabul etmez, kimse suça sahip çıkmaz derler, biz
suçumuzu kabul ederek Rabbimden af dilemeliyiz. 2831[89]
2831[89]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/182-183.
89- Zekeriyya'ya da (lütfettik). Hani o Rabbine: "Rabbim,
beni yalnız bırakma (bana çocuk ver). Varislerin en hayırlısı
sensin" diye dua etmişti.
Kendisi epeyce yaşlanıyor, hanımının da çocuğu olmuyor.
Meryem suresinde ifade edildiği gibi Zekeriyya (a.s.)'m
ilanımı kısırmış hatta bunun tefsiri Al-i İmran suresi 38.
ayet-i kerimede geçmişti; "Ya Rabbi bana tertemiz bir nesil
ver, çocuk ver ya Rabbi" diye Zekeriyya (a.s.)dua ediyor ve
Rabbim de ona Yahya (a.s.)'ı müjdeliyor.
Melekler geliyorlar, Zekeriyya (a.s.) mihrabda iken, Ona bir
oğlunun olacağını müjdeliyorlar ve müjdelerken de,
musaddik olduğunu, yani bu İslamı doğrulayan, tasdik eden
biri olduğunu, efendi olduğunu, günahlara karşı korunmuş
birisi olduğunu ve salihlerden bir Peygamber olduğunu
haber veriyorlar. Meryem suresinde de 2.,3. ve 4. ayet-i
kerimelerinde tefsiri geçmişti hatta 8. ayet-i kerimede diyor
ki: (Çocuk istiyor ama melekler müjdelemeye gelince de);
"Ya Rabbi benim çocuğum nasıl olur, ben yaşlıyım,
hanımım ise kısır" ifadesini kullanıyor ve melekler ona;
"Allah (c.c.) için bunun kolay olduğunu" bildiriyorlar ve
derken Yahya (a.s.) da dünyaya geliyor.
Demek ki Rabbimizden çocuk isteyeceğiz ama isterken "Ya
Rabbi çok güzel bir nesil ver." Yani temiz, günahlarla
kirlenmeyecek bir nesil ver ya Rabbi, bedenen sıhhatli,
ruhen İslama aşina ve İslamı yaşayan, dürüst, tertemiz
kalabilmesini bilen Yahya (a.s.)'da olduğu gibi günahlara
karşı korunmuş bir evlat ver bize Ya Rabbi" diyeceğiz.
Burada Allah (c.c), duamızın böyle olması gerektiğini de
bize Öğretmiş oluyor. 2832[90]
2832[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/183-184.
bağışladık. Eşini de onun için (doğuma) elverişli kıldık.
Gerçekten onlar hayırlara koşarlar, ümit ve korku içinde
bize dua ederler ve bize karşı saygılı idiler.
"Biz onun duasını da kabul ettik ve ona Yahya'yı hibe ettik"
(Hibe kelimesini kullanmış Rabbim burada.) Demek ki
bizim çocuklarımız bize Rabbimin birer hibesi, türkçe
karşılığı; "Bağış".
Öyle ise bize birşey bağışlandığında nasıl ki seviniyoruz ve
onu koruyoruz, çocuklarımızı da Allah (c.c.)'ün bağışı
olarak kabul edeceğiz ve O'nun bize verdiği gibi O'na iade
etmeye çalışacağız.
Allah (c.c.) bize günahsız olarak veriyor çocukları, biz de
günahsız olarak iade etmek için gayret göstereceğiz.
Tam başarılı olmamız mümkün değil ama, hiç değilse
küfürle ve büyük günahlarla kirlenmemesine dikkat edersek
başarılı olabiliriz.
Alah (cc); "Ve eşini de ona uygun kıldık." buyuruyor. Yani
doğum yapacak hale getirdik, yani kısırlığını giderdik diyor.
Bu bir mucizedir, Zekeriyya (a.s.)'m hanımı kısır ve
tefsircilerin ifade ettiğine göre 99 yaşındaydı, hem kısır,
hem de 99 yaşındaki bir hanımdan çocuğun meydana
gelmesi mucizedir.
Ama Rabbim bizim bir şeye de dikkatimiz çekmiş oluyor, o
da kısır olan hanımların tedavisidir. Günümüzde de
doktorların müdahalesiyle, tedavisiyle bazen çocuklar
dünyaya geliyor, bazılarında başarılı oluna-mıyor ama
bazılarında başarılı olunuyor.
Peki mucizenin değeri düşer mi? Düşmez. Mucize, vasıtasız
olarak, tabiat üstü oluyor. İnsanların yaptığı ise Rabbimin
yine tabiata koyduğu kanunlarından yararlanarak oluyor.
"O Peygamberlerin hepsi iyiliklerde yarışırlardı ve bize
"havf" ile "reca" arasında dua ederlerdi" Yani yaptıklarından
dolayı Allah Cennetini verecekmiş, diye ibadet yapıyorlar,
dua ediyorlar ve yapamadıklarından hesaba çekileceklerinin
korkusuyla İslama sarılıyorlar.
Bir tarafta sanki ateşe ayaklan dtişüverecekmiş gibi
isyandan ve günahlardan korkuyorlar, öbür tarafta da
Cennete girivereceklermiş gibi dua ediyorlar. Bunu "Rağab"
ve "Rahab" tabirleriyle ifade ediyor Allah (c.c). Halkımızın
dilinde ise tasavvuf erbabının ağzıyla "Havf ve Reca"
şekliyle geçmiştir. Yani "ümit ile korku" arasında Allah'a
dua ediyorlardı.
Hz. Ömer (r.a.) "Cennete bir tek kişi gidecek deseler o ben
olurum ümidi içerisinde olurum, ama bu ümmetten
Cehenneme bir kişi gidecek denilse o benimdir diye
korkarım" diyor.
İşte bu "Havf "ile "Reca" arasında olmaktır. Ve o
Peygamberlerin tamamı Allah'dan korkan insanlardır diyor
Allah (c.c).
Bunların ard arda verilmesinin hikmetlerine değinmiş
tefsircilerimiz. Bazıları filan dedeye gider, çocuğu
olmayanlar dededen çocuk isterler. Tabii dede ölmüş, bir
dağın başında iki tane taş çevirmişler, oraya giderler, "Ey
dede bana da çocuk ver" derler. Dedelerden çocuk istenmez.
Rabbimin bize bunu vermesinin sebebi şu; Zekeriyya (a.s.)
bir Peygamberdir. Yani binlerce evliya bir araya gelse bir
Peygamber olamaz. Evliya'nın tamamı bir araya gelse bir
Peygamber derecesine yükselmeleri mümkün değil.
Peygamberin çocuğu olmazsa ve Peygamber bu kadar
istemesine rağmen çocuğu dünyaya gelmezse, yani
Peygamber çocuk meydana getirecek güce sahip değilse,
düşünüverin siz diğerlerini.
Yani hiçbir mezara veya hiçbir dedeye gidip te "Ey dede
bana çocuk ver" yahut "Ey dede bana şöyle şöyle bir şey
ver" demeyeceğiz. Hastalıklarımızın tedavisi konusunda
Rabbimden şifa aranacaktır, vasıtalar kimlerdir?
Doktorlardır. Rabbimin tabiattaki şifalarını, ilaçlarını bulan
ve bize uygulayan onlardır.
Ama özellikle bedeni hastalıklarda yine filan dedeye
gidenler vardır, oralara gidip te tedavi olmayı
beklemeyeceğiz ama bu, Eyyûb (a.s.)'m kıssasını anlatan
Sâd suresinde, Allah fc.c.) Eyyûb (a.s.)'a diyor ki; "Ayağını
yere vur." Ayağını yere vurunca yerden su çıkıyor ve o su
ile hastalığının tedavi olduğunu haber veriyor Rabbim.
Bununla bize şunu işaret etmiş oluyor Allah (c.c):
"Hastalıkların giderilmesi için Rabbimin tabiata koyduğu
ilaçlardan istifade etmemiz gerektiği."
Tefsircilerimiz o ayet-i kerimeye dayanarak Eyyûb (a.s.)'ın
hastalığının daha ziyade cilt hastalığı olduğuna
hükmetmişler ve günümüzde de bir kısım hastalıkların,
özellikle cilt hastalıkları için kaplıcalar olduğunu biliyoruz
ve oralardan da tedavi olanlar var.
Hatta doktorların da tavsiye ettiği bazı kaplıcalar var. Yani
tedavi için Rabbimin koyduğu kurallara riayet edeceğiz.
Peygamber efendimiz de; "Devası olmayan hastalık yoktur.
Allah devasını yaratmadığı bir hastalığı indirmemiştir."
buyurmuştur.
Günümüzde "Aids" hastalığı varya, mutlak surette bunun da
ilacı tabiatta var. Ama nerededir? O ilim adamlarımızın ve
doktorlarımızın hassas bir gözle arayıp bulacağı birşeydir.
Bu mutlaka bulunacaktır, çünkü hastalık varsa ilacı da
vardır. Ölüm ve ihtiyarlama hariç. Hadis-i şerifte; "ölüm ve
ihtiyarlamaya çare yok" deniyor. 2833[91]
2833[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/184-187.
bütün alemlere bir ayet kıldık" diyor Rabbim.
Şimdi burada bizim Kur'an-ı Kerim'imiz de "ruhumuzdan o
Meryem'e üfürdük" kelimesine bazı hristiyanlar takılıyorlar.
"Bak sizin Kur'an'da da İsa (a.s.)'ın Allah'ın ruhu olduğu
kabul ediliyor" "Yani O'ndan bir parçadır" diyorlar.
Biz de diyoruz ki; O'ndan bir parça değildir. Ama
"Ruhumuzdan" diyor.
Bütün ruhlar Allah'a aittir. Bülbülün ruhu da Allah'a aittir,
öyleyse O'nun; "bizim ruhumuz ve ruhlarımız" deme hakkı
vardır. Ruhlarda dahil olmak üzere Tabiatın tamamı
O'nundur. Öyleyse "mülkümüz," veya "mülküm,"
kelimesini O kullanır. Bu O'nun bir parçası anlamında değil,
O'nun yarattığı birşey olduğu anlamındadır.
Ondan yani o ruhtan Meryem validemize üfürdüğünü,
Cebrail (a.s.) vasıtasıyla üfürdüğünü ve İsa (a.s.)'ın dünyaya
geldiğini, İsa (a.s.)'ın da, Meryem validemizin de, bütün
alemlere bir ayet olduğunu haber veriyor Allah (c.c).
Nasıl ayet? Dikkat ediyoruz, Zekeriyya (a.s.) kendisi ihtiyar,
hanımı kısır olmasına rağmen çocuk meydana geliyor, daha
önce Bakara suresinde geçmişti ve başka birçok surede de
geçmişti. İlk insanın topraktan yaratıldığını haber veriyor
Allah (c.c).
Annesiz ve babasız, topraktan Hz. Adem'i yaratıyor, bu
Allah'ın bir ayetidir. Hz. Adem babasız ama anne gibi
olacak. Yani Havva validemiz, Adem (a.s.)'dan dünyaya
gelmiş. Bir insandan meydana geliyor ama annesi yok.
İsa (a.s.), Annesi var, babası yok dünyaya gelmiş. Yahya
(a.s.). annesi kısır babası ihtiyar dünyaya gelmiş. Bütün
bunlar Allah'ın birer mucizesidirler, gördüğümüz herşeye de
aslında mucize diyoruz. Bunlar tabiat kanunlarının dışında
olduğundan dolayı mucize diyoruz. Yoksa gördüğümüz
herşey bir mucizedir de her-gün meydana gelen bu olaylara
gözümüz alışmıştır.
Rabbim burada gözümüzün alışmadığı bir olayı haber
verdiğinden, bizim için bir ayet, bir ibret olduğunu haber
veriyor.
Biz burada bu ayet-i kerimeyle Meryem validemizin iffetli
bir hanım olduğunu ve hiçbir erkekle temas etmediğini
kabul ediyoruz, bu bizim imanımızdır. Buna iman farzdır.
Ama bugün Yahudilerle, Hristiyanlar birlikte gibi
görünürler, değiller aslında. Tarih boyunca Yahudileri yerle
bir eden ve sayılarını bugünkü halde tutanlar hep
hristiyanlar olmuştur. Yahudiler bugüne kadar
Müslümanlardan darbe yememiştir. Yani müslümanlara sıra
gelmemiştir. Hep Hristiyanlar tarafından topluca katliama
uğratılmışlardır. M.Ö. de, M.S. da hep toplu katliama
uğratıldıklarından dolayı en az nüfusa sahiptirler.
Onun için; "siyaset bilmeyen tek millet bunlardır" diyorum
ben. Dünyada siyaset bilmeyen tek millet var, o da
Yahudilerdir. Ve bu Yahudiler İsa (a.s.)'ı öldürmeye
teşebbüs etmiş insanlardrr.
Hıristiyan aleminin hatırından çıkması mümkün değildir.
Yani mevcut İncil'e bile inananlar, İsa 'a.s.)'a yanlış yoldan
da olsa inananların Yahudilerle biraraya gelmeleri mümkün
değildir.
Peki şu anda niçin bir araya geliyorlar? Müslümana karşı
biraraya geliyorlar, bir de Hristiyanlar, bizimle karşı karşıya
gelmektense Yahudilerle Müslümanlar karşı karşıya gelsin
istiyorlar.
Yani İsrail'de bunlara devlet kurduracak, Müslümanlar da
onları oradan çıkarmaya çalışacak. Böylece Yahudi
Müslümanı öldürdüğünden Hristiyan rahatlıyor, Müslüman
Yahudiyi öldürdüğünde yine Hristiyanlar rahatlıyor. Yani
biz dış görüntüde Yahudi ile Hristiyanları birlik halinde
zannederiz ama değil.
Rabbim: "Onları sen birlik halinde zannedersin ama kalpleri
paramparçadır onların" buyuruyor. Yani kalpten ayrıdırlar
bunlar, ama dış görüntüde birlikte görünürler.
Biz Meryem validemizi tertemiz kabul etmişiz, onlar ise
iftira etmişlerdir. Yani Yahudiler İsa (a.s.)'ın babasız
olmadığını, zina mahsulü olduğunu söylemişlerdir. Onun
içindir ki, bu hatıra Hristiyanların içinden çıkmaz, kıyamete
kadar da çıkacak değildir. Mutlak surette eninde sonunda ya
bizimle hesaplaşacak Yahudiler veya onlarla he-
saplaşacaklar. Başka yolu yok bunun.
İki Almanya'nın birleştiği gün İsrail'de yas günü ilan
edilmiştir. Her sene o günde ağlayacaklar, ağlama duvarları
var onların. Onun önüne gelecekler ve her sene o gün
ağlayacaklar adamlar.
Bu surenin hemen sonunda gelecek. "Peygamberimizi
alemlere rahmet olarak göndermiştir Allah (c.c.)." Bu
rahmeti yahudiler iyi bilirler. "Yahudilerin İspanya'dan
Osmanlı İmparatorluğuna getirilişinin 500. yıldönümü
kutlandı. Çünkü 1492 yılında mart ayında Yahudiler
Osmanlı Devletine gemilerle taşınmaya başlanmış. Çünkü
Orada bütün Müslümanlar ve Yahudiler toplu katliama tabii
tutulmuş. Portekiz Yahudileri almamış, Almanya'ya
gidenler Öldürülmüş, Fransa'ya gidenler ölmüş ve
öldürülmüş. Ancak gemilerle Türkiye'ye getirilenlerin ne-
silleri devam etmiş ve onlar da Osmanlı'ya şükranlarını
ifade etmek için Mart-Nisan-Mayis aylarında hem
Türkiye'de, hemde Türkiye dışında kutlamalar yapıyorlar.
Getirmeselerdi ne olurdu? Getirmeselerdi bir insanlık
borcunu, Müslümanlık borcunu yerine getirmemiş olurlardı.
Müslüman nerede olursa olsun katliama karşıdır. Peki
hocam, ama başımıza bela oldular. Öyle düşünmeyelim.
Bazı Osmanlı'ya düşman olan arkadaşlarımız bunu
söylüyorlar, bu doğru değil.
Doktorlar insan vücudunda bazı zararlı mikroplar da var
diyorlar ve zararlı mikroplar olmamış olsa diğer faydalı
mikroplar uyuşurmuş, çalışmazlarmış ve hastalanırmışiz.
Zararlı mikroplara karşı hep atakta olurmuş, diğer faydalı
mikroplar ve insan zinde kalırmış.
Rabbimizin vücudumuza zararlı mikropları vermesi bile
rahmetmiş bize, onun için toplumun bünyesinde bu tür
adamlar olmamış olsa toplum gevşeyecek, yani ileri gitme
olmayacak, zararlı mikroplara karşı hep böyle tetikte
durmak var.
Bunu dediğimde yine yazar çizer takımından bir arkadaş.
"Yahudileri getirmiş ama Müslümanları getirmemiş" diyor.
"1492'de Müslümanlar getirilmemiş" diyor. Ertuğrul
Düzdağ tarafından -Barbaros Hayreddin Paşa'nın hatıratı
yayımlanmış. Orada Barboros paşa; "100 bin kadar
kardeşimizi gemilerle Fas, Tunus, Cezayir'e yerleştirdim"
diyor.
Buraya getirilmemişler. Çünkü serhad boyunda adam lazım.
Fas, Tunus, Cezayir'de Müslümanların şimdiki kıyamı o
insanların nesilleri ile olmaktadır. Osmanlı müslümanları da
getirseydi daha o zamandan teslim etmiş olurduk Fas, Tunus
ve Cezayir'i. İşte bu da ince bir siyasettir. 2834[92]
2839[97]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/193-195.
Muhammed'in açığını buldum" demiş. Koşmuşlar; "ne
buldun?" demişler. Demiş ki: "Ayette siz ve sizin
tapındıklarınız Cehennemin yakıtıdır" diyor. Peki buyrun
Hristiyanlar Hz. İsa'ya tapınırlar, Yahudiler de Üzeyr'e
tapınırlar. Öyleyse siz sizin tapındığınız İsa'da Cehennemin
odunudur. Öbür tarafta İsa'nın Cehennemin odunu değil,
Cennetlik olduğunu söylüyor. Bu nasıl olacak?" demiş,
müşrikler hemen Peygamberimize gelmişler.
Peygamber efendimiz de; "hemen devam eden ayet-i
kerimede: "Kendileri hakkında bizim tarafımızdan Cennet
Va'di geçen, yani onlara iyilikler verilen Cennete girecektir
diye bahsettiğimiz o Peygamberler, o insanlar, onlar
Cehennemden uzaklaştırılmışlardır" diyor Allah (c.c.)
buyurmuşlar.
Doğru, İsa (a.s.)'a bunlar tapınıyorlar ama İsa (a.s.)'m
Cennetlik olduğunu Allah (c.c.) kendisi haber veriyor ve İsa
(a.s.) da onların tapınmasından memnun değil. Siz ve sizin
taptıklarınız Cehennemdedir dediğinde ayet-i kerimede;
burada Cehennemlik olan tapılanlar, tapanların tapınmasını
isteyenlerdir. 2840[98]
2844[102]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/197.
2845[103]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/198.
2846[104]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/198.
hepsine rahmettir.
Rahmet yağarken gül ile diken, bülbül ile akrep arasında
ayrım yapmadığı gibi, Rahmet Peygamberi de insanlar
arasında ayırım yapmadan, onlar cehennemde yanmasın
diye gece gündüz çalışmış.
Günümüz müslümanları da rahmet ümmeti olmalı, kafirlere
acımalı ve cehenneme doğru giden yolun önüne geçip
engellemeli. Nasılki kendini yakmak için üzerine benzin
döken insanı görünce, hemen harekete geçip onu
engellemeye çalışırız. İşte kafirlerde, kendini cehenneme
atmak için koşan insanlar gibidirler. Mü'minler bunların
önüne geçmeli, yalvarmalı ve yanmaları engellenmeli.
Güneş gibi, pislikleri kurutan, gül gibi güzellikleri saçan, su
gibi yanmış topraklara can katan rahmet ümmeti
olmalıyız. 2847[105]
108- Deki: "İlahınız ancak bir tek Halıdır diye ancak bana
vahyolu-nuyor. Siz müslüman olacakmisıniz?"
109- Eğer yüz çevirirlerse hemen söyle: "Ben size (ayırım
yapmadan) eşit olarak bildirdim. Size va'dolunan (kıyamet)
yakın mı, uzak mı? bende bilmiyorum.
İlamı tebliğ ederken, zengin - fakir, genç - ihtiyar, amir -
memur, kadın - erkek ayırımı yapmadan,tebliğ yapıldığı
gibi, ayetler insanlara sunulurken de, eğip bükmeden
sunulmalı ve adamına göre kelimeler tahrif edilmemeli.
Kıyametin ne zaman olacağını efendimiz bilmediğine göre
Allah'tan başka kimse bilemez. 2848[106]
2849[107]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/200.
2850[108]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/201.
HACC SURESİ
2851[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/203.
2852[2]
Müslim, Mesacid 3
2853[3]
Enbiya 107
gelmektedir. Takva, îman'ın en üst mertebesidir. Kişinin,
Kur'ân'ın bir hukuk kitabı olduğuna, bütün hukuk
kurallarının Kur'ân'dan alınması gerektiğine inanması ve
devletine karşı olan görevlerini de yerine getirmesi onun iyi
bir Müslüman olduğunun alâmetidir.
Muttaki Müslüman ise; bunun da ötesinde, Müslüman
devletine karşı, görevlerini yerine getirmesinin ötesinde,
devletinin ayakta durması için de gece gündüz çalışan, onun
bekası için gayret göster.
Bilinki; o Kıyâmet'in zelzelesi çok büyük, çok dehşetli
birşeydır. Yani üzerinde durduğunuz, yaşadığınız, yeşillik
ve diğer ni'metlerinden yararlandığınız, bahçeler kurup evler
yaptığınız, sularından içtiğiniz dünya, birgün gelir sarhoşun
sallandığı gibi sallanır, her taraf titrer, yer yerinden oynar,
yıldızlar dökülür, güneş dürülür ve ayağınızın altındaki en
değerli evleriniz bahçeleriniz kaydırılıverir. Bunların birgün
sonu gelir. Sonu gelenlerden korkmayın, sonu gelmeyen
Allah (cc)'den korkunuz. 2854[4]
2854[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/203-204.
anında ayrılığa dönüşür ve anne yavrusunu terk edip kendi
derdine düşer. O Kıyamet gününün acısı, annenin çocuğuna
duyduğu acıdan daha üstündür.
"O Kıyâmet'in dehşetinden hamile kadın çocuğunu düşürür.
İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş
değildir." Günümüzde de bazı kadınlar çok şiddetli bir
korku Veya acıdan dolayı hamileliği sona eriyor. Bu
Kıyâmet'in şiddeti o kadarki, aynı şekilde o günde de gebe
olan kadınlar hamlini bırakır. Kafirlerde ellerindeki im-
kanların gitmesi, evinin, bahçesinin, işyerinin, ticaretinin
mahvolması, tarumar olması, ve hak ve hakikatin ortaya
çıkıp hüsranda olduğunu anlamasının acısı ile kendisi sarhoş
halde olacak ama, o hakikaten sarhoş değildir.
Fakat Mü'minler böyle olmayacaktır. Allah (cc) Mü'minlere
bir çiçek kokusu verirki, o çiçek kokusu ile beraber bir
mutluluk içinde bayılıp ölecekler, böylelikle de Kıyâmet'in
dehşetini görmeyecekler.
İşte bunlar birer dehşetli sahnelerdir. "Fakat, Allah'ın azabı
daha şiddetlidir." Yani, dağların insanın üzerine göçmesi,
denizlerin ateş alması ki; Tekvîr Sûresi'nde; "Denizler
yangına verildiğinde" diye ifade ediliyor. İşte bunlar acıklı
sahnelerdir ama ahiret azabının yanında cılız kalır. 2855[5]
2855[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/205-206.
olduklarından dolayı böyle yaparlar. "Merid" şeytanın
sıfatıdır. İsyan eden, karşı koyan, hiç bir hayır bulunmayan
anlamındadır. Şeytan da işe, Rabbine karşı isyan ile
başlamıştır. 2856[6]
2860[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/212.
Tirmizi Kıyamet hah 28, hadis 2462
2861[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/212-213.
olması görüldü. Yine günümüzdeki büyük kâfirler için de
aynı şekilde rezil olma zillete düşme görülmektedir.
"Ve Kıyamet gününde en yakıcı azabı ona tattıracağız."
Yıllarca Afganistan'da Mü'minlere zulm eden Gorbaçov'un
bugün oturacak yeri yok. Allah(cc), bu dünyada iken
insanları Allah'ın yolundan alıkoyanları rezil ve rüsvay
ediyor. Ahirette de büyük bir azâb ile azâblandıracak. 2862[12]
2864[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/214-216.
2865[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/216.
2866[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/216.
"Ameli sâlih"; iki yüzlülük değil, tek yüzlü olmaktır. İslâm'a
yan çizmek değil, Ona gönül vermektir. Onun emir ve
yasaklarını hayata geçirmektir. İşte, Allah(cc) dilediğini
yapar. Mü'minlerin mükâfatlan-dırümasi kâfir ve
münafıkların cezalandırılmasını irade etti mi bunları yapar,
yaparken de O'nu hiçbir güç ve kudret aciz bırakamaz. 2867[17]
2867[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/216-217.
Ki Allah Nebi'sine yardım etmiş, Mekke'de tek bir kişi
olarak İslâm'ı yaymaya başlamış, 23 yıl gibi kısa bir
zamanda Arap yarımadası İslâm'ın hâkimiyetine girmiş.
"Yensurahû" kelimesindeki zamir: Hz. Peygamber'e işaret
etmiş bile olsa, O bugün artık Peygamberin şahsında O'nuıı
yolunda giden, O'nun sünnetine sarılan Müslüman'dır.
Müslümanlar Hz. Peygamber'in sünnetine uydukları
müddetçe Allah'ın yardım ve nusreti de Mü'minlere
gelecektir. Bazı Müslümanlar; "İslâm için çalışıyoruz da bu
yolda bir arpa boyu mesafe kat edemiyoruz" diyorlar. O
zaman metodlannın Allah Rasülü'nün me-tod ve sistemine
uygun olup olmadığına bakmaları gerekir.
O'nun devlet adamlarına gönderdiği mektuplardaki
ifadelerden tutun da, insanlara İslâm'ı anlatmadaki metod ve
tekniklerini savaşlarda ve barış zamanlarında izlediği
sistemi iyi incelemek gerekecektir. Yoksa İslâmi olmayan
yol ve metodlarJa İslâm için başarıya ulaşmak mümkün
değildir. 2868[18]
16- İşte biz onu açık ayetler olarak indirdik. Şüphesiz Allah
dilediğini hidayete erdirir.
17- İman edenler, Yahudiler, Sabiiler, Nesara, Mecusiler ve
(Allah'a) ortak koşanlar, şüphesiz Allah kıyamet günü
onların arasını ayıracak. Şüphesiz Allah herşeye şahiddir.
Bu âyetin benzeri iki âyetin tefsin daha önceden geçti. Biri
Bakara Sûresinin 62. âyetinde diğeri de Maide suresinin 69.
âyetinde.. Hatta bu konu ile ilgili olarak başlı başına bir
kitap bile yazıldı.
Bir kısım insanlar; Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ayrımı
yoktur iyi kalbli herkes Cennete gidecektir" şeklinde fikir de
beyan ettiler.
Fransızlar Cezayir'i işgal edince oradaki Müslümanlar
2868[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/217-218.
yıllarca Fransıza boyun eğmedi. Ülkeleri işgal edildi ama
"Allah kâfirlere, Mü'rninlerin yüreğine, kalbine gidecek
yolu vermeyecektir." Ayetinde ifade edildiği gibi- kalblerini
işgal edemediler.
Mü'minler, imanlarından dolayı kâfirlere asla boyun
eğmeyince, müsteşriklerine "Analiz Kur'ân" diye bir broşür
hazırlatıp o broşüre, bu âyetlerin manasını tahrip ederek,
Tefsirini yönlendirerek: Bakın kutsal kitabınız Kur'ân'da
Bakara Sûresi'nde, Allah (cc); "iman edenler, Yahudiler,
Hıristiyanlar, yıldıza tapanlar için büyük mükâfaatlar vardır.
Rableri katında.... "buyruluyor şeklinde yorumlayarak,
kendilerinin de, "İyi insanlar olduklarını, kanıtlamaya
çalışarak; biz de sizinle Cennete gideceğiz, Cennette sizinle
beraber olacağız diyorlar. 2869[19] Öyle ise bu dünyada da iyi
geçinelim. Yöneticiniz Ahmet Muhtar yerine Mitterant
olmuş ne fark eder" şeklinde onları aldatma ve oyalama
yönüne gitmişlerdir. İşte ülkemizdeki insanlardan biri de
"mal bulmuş Mağribli" gibi bunu Türkiye'de aynen
yayımladı.
Halbuki Bakara Sûresi'nde, Allah (cc); Yahudi, Hıristiyan
ve Mecûsüeri saydıktan sonra; "iman edenler, Allah'a ve
ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler" şeklinde iman ve
sâlih ameli belirlemiştir. Yahudi, Hıristiyan ve Mecûsiler,
Kur'ân'm tarif ettiği şekilde iman ve sâlih amelini yapsın o
zaman Cennete gider. Ama Kur'ân'm tarif ettiği şekilde
iman ve sâlih amel yapmazsa: Hacc sûresinin bu 17. âye-
tinde Allah; "iman edenlerle Yahudi, Hıristiyan, yıldıza
tapan, ateşe tapan mecûsilerin ve Allah'a şirk koşup ata, ite,
puta tapanların arasını ayıracaktır." Mü'minler bir tarafa,
hristiyanlar bir tarafa, yahudiler bir tarafa, şeklinde ayrılıp
ona göre muamele olunacaktır.
Allah(cc) herşeye şahiddir. Yani bu dünyada insanları
2869[19]
Analiz 'Kur'an, için bakınız; "Hak Dini Kur'an Dil " tefsiri Maide 69
kandırabilirler. Kuvvetli deliller ortaya koyup, haklı
oldukları kanaatini oluşturabilirler. Fakat Allah herşeye
şahiddir ve ayrımı da O yapacaktır.
Bu dünyada Müslüman gibi giyinip, Onun gibi traş olup
sakalını uzatan, hatta dükkanına "besmeleyi şerif" asanlar,
biz Müslümanları kandırabilirler. Ama ahirette Allah'ı
asla..... 2870[20]
2870[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/219-220.
Âyette: Güneş, Ay, Yıldız, Dağ, Ağaç ve Hayvanlar gibi
mahlûkâtın da sayılması, insana heran birer hatırlatma için
konmuş işaret taşlan gibidir. Gündüz insan güneşe bakacak,
dağlara, taşlara etrafındaki hayvanlara bakacak Rabbine
secde edecek. Gece de Aya, yıldızlara bakacak, onların her
an Allah'a secde ettiklerini hatırlayıp Rabbine olan secdesini
yapmayı hatırlayacaktır.
Allah'ın alçalttığını yüceltecek yoktur. Allah(cc) kimi
alçaltmış ise, ona kimse izzet-i ikramda bulunup
yüceltemez. Allah dilediğini yapar. 2871[21]
2871[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/221-222.
onlar için demirden kamçılarla vurulur. Onlar o acıya
dayanamayarak oradan ne zaman çıkmak isterlerse tekrar
ateşin içine geriye iade edilir. Onlara yakıcı azabı tadın
denilir. Dünyada bunu inkâr ediyordunuz. 2872[22]
2874[24]
Fussilet 33
2875[25]
Bakınız; Zümer 23,18
2876[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/224-225.
Haram'a, Hacc ve diğer ibadetler için yönelenleri
alıkoyanlar olmak üzere iki husus üzerinde durulmaktadır.
Daha önceleri yurdumuzda Hacc mevsiminin yaklaşhğı
zamanlarda bir hastalık ortaya çıkardı. Öyle bir akıllı
hastalıktı ki başka zamanlar bu salgın çıkmaz, Hacc
mevsimi yaklaştı mı ortaya çıkardı.
İşin enterasan tarafı; Türk Televizyonu'nda başka yerde
çekilmiş, hastalıkla alakası olmayan filimler, Arabistan
Televizyonlarına da sakın Türk hacılarını almayın diye
hastanelerde kuyrukta bekleyen insanlara haber olarak
yayınlatırlardı. Şu anda bile Hacca vizeyle ve uçakla gitme
zorunluluğu vardır. İşte bu durum âyette ifade edilen
Mescid-i Haram'dan alıkoymadır, engellemedir.
İnançsız insanlar önce Müslüman'ı Allah yolundan, Onun
rızasını kazanmayı amaçlayan iman yolundan alıkoymaya
çalışır. Müslümanlar'ın inanmaması, ibadetlerini yapmaması
için gerekli olan her türlü yola başvurur.
Bu birinci derecede Allah'ın yolundan alıkoymada,
Türkiye'de Türkistan'da, Bulgaristan'da, Yunanistan'da ve
daha diğer İslâm beldelerinde, Müslümanları İslâm'dan
uzaklaştırmak için başarılı olamamışlardır.
Bunda başarılı olamayınca, âyette ikinci derecede ifade
edilen Mescid-i Haram'dan alakoyma işlemi başlar.
Yukarıda ifade ettiğimiz örnekte de olduğu gibi kolera, vize
vermeme; kota koyma gibi mazeretlerle Müslümanlar'ın
yıllık kongresi, yıllık biraraya gelip kaynaşması olan Hacc
ibadetinden alıkoyma yönüne gitmişler.
Ayette Kabe'den, engellenmesinden bahsediliyor da Mescid-
i Haram'a konulan engel namaza konulmuyor. Kur'ân'da
namazı engellerler âyeti yoktur. Fakat, Mescid-i Haram'a
gitmeyi engellerler diye birçok âyet mevcuttur.
Mescid-i Haram; farkına varsak ta varmasak ta Oraya
ziyarete giden insanlara birçok şeyler verir. Olayları tahlil
etme, meseleleri kavramada Müslüman üzerinde olumlu
şeyler bırakır. Hacc' dönüşünde de etrafındaki insanlara;
"Filan ülkeden gelen hacılar şöyle iyiler, yardım severler,
filan yerdekiler.de hakikaten yardıma muhtaç, Müslüman
kardeşlerimiz, zulüm altındalarmış, Müslümanlar güçlü
olmalı, onlara maddî ve manevî destek vermemiz gerekir"
şeklinde birşeyler anlatırlar. Belki de o Müslüman da devlet
olma fikri yoktur ama, ona bu havayı Mescid-i Haram'ı
ziyaret hissettirir. Onun için Kabe'nin büyük bir önemi
vardır. Âyetimiz de bu konu üzerinde durmaktadır.
"O Mescid-i Haram'da kalanlarla dışarıdan gelenler eşittir."
Bu âyetten hareketle müçtehidlerimiz hayli fıkhı meseleler
üzerinde durmuş, Haremin toprağı satılır mı, satılamaz mı?
kiraya verilir mi, verilemez mi,? gibi münakaşalar yapmış,
deliller de ortaya serd etmişler.
Bir kısım müçtehid; "harem sınırları içindeki bölge bütün
dünya Müslümanlarmındır." demişler. Hanefi fıkhına göre
de Harem sınırları içinde kalan kısmın toprağı satılamaz,
kişi üzerine ev yapma hakkına sahiptir. Sattığı takdirde
toprağı değil, evini satma hakkına sahiptir, kiraya
verdiğinde de toprağı değil, evini kiraya vermiştir. Onu
kiraya verebilir.
Bu hususların geçerli olabilmesi, bütün İslâm ülkelerinin
aynı şuur ve hedefde birleşip "Birleşmiş İslâm milletlerini"
oluşturmalanyla mümkündür. Konsey oluşturulur. Konseyde
her İslâm ülkesi nüfusu oranında temsil edilip, konsey bir
fon oluşturup o fondan da gelen hacılar için evler yapılır,
Müslümanlar'ın oralarda belirli zamanlarda kalabilmesi için
yerler tahsis edilir. Bu iyi bir organize ile mümkündür,
înşaallah bunları görmek nasip olur.
Günümüzde insanları Mescid-i Haram'dan alıkoymanın
yollarından birisi de vize olayıdır ki tarihde böyle bir olayın
bir benzeri yoktur. Orası Ümmet-i Muhammedin en büyük
mescididir. Fıkıh kitaplarımızda şöyle bir fetva vardır. Bir
kişi camiden halı çalsa ona tazir cezası uygulanır da had
cezası uygulanmaz. Zira her Müslüman'ın yeryüzündeki her
mescidde hakkı vardır. Endonezya'dan Amerika'ya
varıncaya kadar bütün mescidler Müslümanlar'ın ortak
malıdır. Hatta Müslümanlar gerekirse mescidde yatabilirler.
Bir de Mescid-i Haram'dan alıkoymanın diğer bir nedeni de
ekonomik ve siyasî olabiliyor. Bir zamanlar Türkiye'de de
kırk yaşın altındaki Müslümanlar'a Hacc vizesi
verilmiyordu. Orada olay çıkarırlar şeriat ilanı yaparlar
diye... Yine İranlıları da olaylar çıkarıyor bahanesi ile bir iki
yıl Mescid-i Haram'dan alıkoydular.
Kim Harem'de sapmayı, yani İslâmî çizgiden dışarı çıkmayı
murad ederse; İşte Ona zulm ile acıklı azabı taddınrız,
buyrulur. (ilhad: Allah'tan başkasına geldiği gibi dini
kötülemek Mü'min olduğu halde yasaklanmış olan şeyleri
yapmak anlamındadır. Kabire de (Lahid) ismi verilir, zira
cenazenin konacağı tarafı içe doğru biraz saptırılır.)
Hz. Ömer (r.a.) Mekke'de kalırken Mescid-i Haram'da
namazını kılar evini de Harem'in dışından tutar, orada iskân
edermiş. Sebebini sorduklarında; Hz. Ömer (RA): Harem
mıntıkasının içinde işlenen günah, dışarıda işlenen
günahdan fazladır. Buna delil olarak da, "Kabe'nin içinde
kılman namaz Kabe'nin dışında kılınan namazdan bin kat
fazladır" hadisini göstermiştir.
Harem mıntıkasında işlenen günah, Harem'in dışında
işlenen günahdan bin kat fazladır. Delil olarak yukarıda
zikrettiğimiz hadis ile Hacc sûresi 25. âyettir. Onun için
Harem, İslâm'ın uluslararası bir eğitim yeridir. Orası günah
işlememek için yapılan çalışmanın fiili olarak gösterildiği
yerdir. Orada kimsenin gönlü kırılmaz, eziyet edilmez ve de
âyette de geçtiği gibi; gönlünden dahi kötülük düşünmemesi
gerekir. 2877[27]
2877[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/225-228.
26- Hani beytin (Ka'benin) yerini İbrahim'e hazırlamıştık
(ve şöyle demiştik): "Bana hiçbir şeyi ortak koşma ve evimi
tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû ve secde edenler için
temizle."
Tevhid inancı gönülledir, bu gönülde olan şeyin görünüre
çıkması gerekir. Hürriyet de aynı şekilde gönüldedir, ama
bu hürriyetin varlığının alâmeti olarak da bayrak dikilir.
Bayrak dikilip millet köle gibi olsa veya millet hür olup
bayrak dikilmese, bu da bir anlam ifade etmez.
Allah'a şirk koşulmayacak ama bu soyut halde kalmayıp
somutlaşmak, pratik hayata da dökülmelidir. Onun için
Allah Hz. İbrahim (as)'a; Mekke'ye gidip bir ev inşâ edip,
orada Allah'dan başkasına ibadet etmeyip, sadece Allah'a
ibadet edip, gönüllerdeki birlik gibi bedenlerde de birlik
sağlanmalıdır, diye emretmiştir. Kabe, oraya gelen
ziyaretçiler ve ibadet edenler için, temiz tutulması
gerekiyor. Bu Hz. İbrahim'le beraber, Hz. Peygambere de
şâmildir.
Bizim dinimizin temeli peygamberlerle atılmıştır. Allah-u
Teâlâ, Peygamber ve devlet adamı Hz. İbrahim (as)'a
Kabe'nin temiz tutulmasını emrediyor "Kavmin efendisi;
onlara hizmet edendir." prensibi bizim dinimizin temelini
oluşturur. Onun için günde 5 vakit kendisine yöneldiğimiz
Kabe'nin yapılmasında zulüm yoktur. Bir insanın canı ve
kanı haksız yere heder edilmemiştir. Bir Mısır'daki
pramitlerin yapımı, bir Kremlin'in Sarayı'nm inşası binlerce
kölenin kanma mal olmuştur. Onun için bizim tarihimizde,
alnımızı ak edecek ibrert dolu hadiseler çoktur. 2878[28]
27- İnsanlar içinde haccı i'lan et, uzun yollardan gelen yaya
ve yorgun deve (Çevik binek) üzerinde sana gelsinler.
Alimlerimiz güzel adamlarmış. Ayetleri halka Müslüman
2878[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/228-229.
kitleye, öyle yerleştirmişler ki: Birisine Hacc'a gittin mi,?
diye sorulduğunda, eğer gitmemişse "biz daha çağrılmadık,"
veya gitmişse de; "çağrılmışız biz de ona icabet ediverdik"
şeklinde cevap verir.
Âyette Allah(cc), İbrahim (as)'e şöyle emrediyor: "İnsanlar
arasında Hacc'ı ilân et ki, onlar da uzak yollardan, zayıf
develer sırtında gelsinler."
Müfessirler âyetin tefsirinde; "Hz. İbrahim (as) Ebu Kubeys
dağına çıktı ve oradan insanları Hacc'a çağırdı. Analarının
rahimlerinde, babalarının sulbünde olanlar O'na, "lebbeyk"
diye cevap verdiklerini" anlatıyorlar.2879[29]
Bugün genetik mühendisliği hayli gelişti. Bu sayede
insanların ka-rekterlerinden nasıl olacağı üzerinde
duruyorlar. Belki birkaç yıl sonra genetik mühendisliği öyle
gelişecek ki kişinin genine bakıp bu da "lebbeyk"
diyenlerdir, diye bir tesbit raporu verilebilir mi?... günün
birinde belki olabilir.
Ayette; "uzak yollardan zayıf develerle, çevik binekle
gelsinler" buyurulmakta, Tabiiki uzak yollardan gelince
hayli yorgun ve zayıf olarak geliyorlar. Bugün otobüs ve de
uçaklarla gidiliyor, iyi bakımlı arabalar bile oraya varıncaya
kadar bir hayli yoruluyorlar. İmkanlar ne kadar iyi olursa
olsun neticede bir güçlük meşakkat söz konusudur. Haccın
farzıyyetini, Hz. Muhammed (sav)'in insanlara duyurması
emri olarakda anlaşılabilir.2880[30]
2885[35]
Maide 3
2886[36]
Tevbe 28
ticarette haksız kazan yalandır." 2887[37]
2891[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/236-237.
sıkıntılara sabr ederler. Bunlara sabrettiği gibi bir iyilik veya
bol miktarda Allah'ın nimetlerine kavuştuğu zaman da
sabreder, haddi aşıp azgınlık yapmaz.
Yoksa sabr etmek; eve çekilip kapıları kapatıp, dış dünya ile
bütün irtibatı kesip, sabır teşbihi çekmek değildir; küfür
dışarda kol gezerken.
Böyle bir sabır ne Peygamberin ne de Sahâbe'nin hayatında
mevcut değildir.
Zaten âyet te böyle bir şeyi reddediyor. Ayette; "Onlara
birşey isabet ederse...." şeklinde ifade edilmiş, bir şey isabet
edecek, savaşta yara alacak, dinini yaşamak için küfrü
engelleyecek, dinine namusuna dil uzatıp o da bu yolda
çalışıp gayret gösterip yapılması gerekeni yaptıktan sonra,
sabr edecektir. İşte bunlar birer isabettir.
Namazlarını kılarlar, kendilerine verdiğimiz azıklardan da
dağıtırlar. Âyette, kendi azıklarını demiyor. "Bizim onlara
verdiğimiz azıklardan dağıtırlar. Ne güzel bir ifade. Allah'ın
vermiş olduğu mülkün zekatım sadakasını vermeyen adam,
kendisine karşılıksız olarak 100 milyon verilip bundan
sadece 2,5 milyonu fakirlere verilmesi istenince vermekten
kaçman, çekinen gibidir.
Allahu Teâlâ, insana milyarlarca değerle ölçülebilen
servetler veriyor. İnsanoğlundan da bunun kırkta birini
fakirlere vermesini istiyor. İşte Allah bu âyette Mü'minleri
övüyor, o Mü'minlerin bu rızkın, verilen servetin hakkını
yerine getirdiklerini ifade ediyor. 2892[42]
2892[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/237-238.
hayvanları size musahhar kıldık ki şükredersiniz.
Deveyi de sizin için Allah'ın alâmetlerinden kıldık. Onda da
Allah'ın alâmetleri vardır. Gâşiye Sûresi'nde de "Deveye
bakmazlar mı, nasıl yaratıldı?, Semaya bakmazlar mı nasıl
yukarı kaldırılmış?... şeklinde, bizim dikkatimiz
etrafımızdaki varlıklara çekilmektedir. Bunların hepsini
dikkatli bir nazar ile nazar eylediğimizde kişiyi Allah'a
götüren bir vasıta, bir yol olduğunu göreceğiz.
Allah(cc) deveyi de, (ki bu âyette kast edilen kurbanlık
develerdir.) şeâirinden kabul etmiştir. İslâm'ın alâmeti
farikalarından biri de; kurbanlık için ayrılan develerdir.
Sizin için onda hayır vardır. Kurban kesmekle kurban
ibadeti yerine getirilir. İbadetin sonunda sevab alma, etini de
insanlara dağıtmak suretiyle insanlara faydalı olma
sözkonusudur.
"O ayakta iken Allah'ın ismini anınız." Bu âyette devenin
kesiminin ayakta olduğuna işaret vardır. Deve ayakta
kesilir. Sığır ve koyun cinsi ise yatırılarak kesilir. Devenin
bir ayağını bağladıklarında ayakta iken boynunun en
dibinden bir yere hançeri saplayıp kesiliyor, kendine has bir
kesme usulü.
Âyet Allah'ın isminin anılarak ayakta kesildiğine işaret
ettikten sonra "O yanı üzeri yatıp öldüğünde, siz kendiniz
yeyiniz ve etrafınız daki ihtiyaç sahibi insanlara da ihtiyaç
sahibi olmayanlara da yediriniz. Yani fakir olana da zengin
olana da yedirilir.
İşte böylece biz bu kurbanlıkları sizin emrinize amade
kıldık, olaki şükredersiniz. Bütün bu mahlûkat insan için
yaratılmıştır. İnsanın faydalanması için yaratılmıştır.
Bunlardan faydalanıp yiyip içip Rabbine şükredesin diye.
Birisinin bize bir faydası dokunsa dönüp, dönüp ona
teşekkür eder hürmet gösteririz.
Halbuki O, yukarıda bahsi geçtiği gibi kendi yanından
birşey vermiyor. Allah'ın ona vermiş olduğu nimeti şuradan
alıp size veriyor.
Mesela bir kumaş hibe eden kişiyi düşünün; kumaş hibe
eden kişinin, hibe ettiği kumaş kendisinin icat ettiği birşey
değildir. Onun ana maddesi olan pamuğu bitiren yoktan var
eden onu yetiştirip bitiren Rabbimdir. O sadece onun
tohumunu toprağa atıyor daha sonra da belirli işlemlerden
geçirdikten sonrada kumaş haline getirip size hediye ediyor.
Yani Allah'ın vermiş olduğu ni'meti bir başka kişinin
tasarrufuna veriyor, diğer hususlar da bunun gibidir.
İnsan bütün bu nimetlerin Yaratıcısına değil de onların
zahiri geçici olan mucidlerine, hibe edenlerine şükrediyor.
Yoksa Allah'ın ete ihtiyacı yoktur. 37. âyette de bunu ifade
ediyor.
Buradan anlaşılan bir başka husus da; Kur'ân-ı Kerim insana
kapı çalma adabından devlet yönetimine, kurbanın nasıl
kesileceği ve bu kurbana nasıl işlemler yapılacağından,
kişinin toplumuna karşı olan görevlerine varıncaya kadar
bütün herşeyin edeb ve adabını bize öğretiyor. 2893[43]
2893[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/238-240.
yaşayalım da "namaz" ni'metinden istifade edelim" demiş.
Böyle kişilerde namaz sevgisi o kadar yerleşmiş ki, onu
ifade etmek mümkün değil. Allah'ın bütün emir ve
yasaklarını severek yapmak gerekir, zorla değil. İş zorla
oldu mu randımanlı bir şekilde yürümez.
Günümüzde insanların kanunlara uyma konusundaki tavrını
suç işleme oranlarından anlayabiliriz. Severek uyanlar
olduğu gibi, çoğunluğu da zorla uyum gösteriyor. Bu da
toplumda huzursuzluk meydana
getiriyor. İnsanlar kanunlara emir ve yasaklarla ilgili
kuralları inanarak yapmalıdır.
Zaten İslâm'i devletin istediği de budur. Önce iman, daha
sonra bunları hayata geçirmek esasdır. Şimdiki düzende ise
kanunlara iman olmadığı gibi, kanunlar da kendisine
inanılmasını emr etmez. Sadece uyulmadığı, yerine
getirilmediği zaman, maddî bir ceza uyguluyor ve işi
zorbalığa vuruyor. Ama İslâm'da öyle zorbalık değil, iman
vardır. İmanın da ötesinde severek, gönülden bağlanarak
emir ve yasakları yerine getirmek vardır. İşte Allah'a da
ulaşan bu kalblerdeki takvadır.
"İşte böylece, Allah bunları sizin emrinize verdi" Allah'ı,
vermiş olduğu ni'metler sebebiyle büyükleyesiniz. "Allâhû
Ekber" diyesiniz diye. İşte kurban keserken "Bismillâhi
Allâhû Ekber denilmesinin dayanağı bu 37. âyeti kerimedir.
Yârabbi, en büyük Sensin. Bu maddî şeyler önemli değil,
Senin büyüklüğünün önünde bunlar bir hiç kalır.
"İyilikte, güzellikte bulunanları müjdele" Muhsin; iyilik
yapan anlamına geldiği gibi güzel şeyler yapan anlamına da
gelir. 2894[44]
2894[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/240-241.
İmansızlar, (Hz. Peygamber (sav)'e) "Bu adam bunlarla mı,
bu gücüyle mi İslâm'ı yüceltecek,? Dünyaya Peygamber
olarak görevlendirildiğini söylüyor. Yarın biz bunu ve
adamlarını ezer geçeriz" diyorlar.
Kâfir imansızlığı doğrultusunda o kadar çalışıyor ki, bugün
basın yayın araçlarında apaçık bir şekilde görmek
mümkündür. Kâfirin çalışması ile Mü'minin (inançları
doğrultusundaki) çalışmalarını oranlarsak, Mü'minin
çalışmas:, kâfirin küfrü doğrultusundaki çalışmasının binde
birine tekabül eder.
Allah, ni'metlerini imanımızın ölçüsünde verseydi,
Müslümanlar olarak şu seviyemizin altında olmamız
gerekirdi. Ancak Allah (cc) bizi, bizim azıcık
gayretlerimizin karşılığını çok fazlasıyla veriyor.
Şu anda dünya siyasileri, askerleri ve basın mensupları
nezdinde toplumun en saygı değer insanları, islamı yaşayan
nıüslümanlardır, Adı Müslüman olanlar değil. İşte bu,
Allah'ın mü'min insanları korumasıdır. 2895[45]
2895[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/242.
kadirdir.
Müşrikler, savaşa izin veren bu âyeti duyarlar ve yine bu
olaya gülerler. Buhari'nin rivayet ettiği bir hadis de; Hz.
Peygamber Medine'ye varınca nüfus sayımı yaptırmıştır.
Fakat nüfus sayımından sonra kaç kişi olduğunu bildiren bir
rivayet yoktur. Bedir harbinde, haydin harbe denildiğinde
herkes harbe iştirak eder. Çocuklar alınmaz, bazı küçük
Sahabeler de "parmaklarımızın ucuna basarak büyük
görünmeye çalıştık" rivayetleri vardır ki, Bedir savaşma 313
kişilik bir gurupla katılınmıştı.
İşte böyle az bir guruba savaş izni verilse ne olur, verilmese
ne olur, şeklindeki, müşriklerin alaycı tavırlarına cevap
niteliğinde; "Allah onlara yardım etmeye elbette kadirdir"
buyuruluyor. Böylece Mü'minlere bir moral müşriklere de
bir cevap olmuş oluyor âyet..
Bakara sûresi 190. âyette de "Sizinle harb edenlerle Allah
yolunda harbedin ama haddi aşmayın..." yani misli iîe
mukabele ediniz. Misli ile mukabele etmek vardır. Bazı
kardeşlerimiz batıya şirin görünmek için, (bilhassa
üniversite çevresindekiler) "İslâm'da savunma harbi vardır.
Müslüman'ın yayılmacılık politikası yoktur. Kendilerinin
üzerine gelenlere savunma yaparlar" demektedirler.
Eğer Öyle olsaydı Hz. Ömer (RA) Kudüs'e niye gitti?
Mısır'ı niye fethetti? Türkmenistan, Azarbeycan yöreleri
niye fethedildi.....? Veyahutta Hz. Peygamber İstanbul'u
niye hedef gösterdi!..?
Yine, Bakara 191. âyette de "Onları nerede bulursanız
öldürünüz." Bazı inançsızlar, İslâm'ı kötülemek için bu âyeti
basın yayın yoluyla insanlara duyurmaya çalışıyorlar ve
"Müslümanlar'ın eline fırsat geçerse, sizi nerede bulurlarsa
kesecekler" diyorlar. Çok satan bir gazetenin üst düzey
yetkilileriyle görüştüm de; "nasıl görüyorsunuz İslâm'ı?"
dediğimde. "İslâm hâkim olduğunda kesileceğimizden
korkuyoruz" diyorlar.
Tabiiki bu kişilerin özgeçmişini araştırıp, işin temeline vakıf
olduğumuzda altında İslâm olduğunu müşahede ediyoruz.
Fakat yetişme tarzları ve imansız görünmelerinin
neticesinde elde ettikleri dünyevî imkanlar yüreğin en
derinliğinde olan imam kapatıyor.
Kendisine, "bak, sen yaman bir adamsın, serçeyi bülbül diye
satan adamsın, gazeteyi bu güce getirecek insansın, şu
İslâm'ında insanlara reklamım propogandasını yapsak,"
dedim. Çok samimi olarak söylediği şey şu; "Benim yetişme
tarzım budur. Ama dinin tanıtımı konusunda bilmiyorum.
Batıda da örneği yok. Biz Batı dünyasını, gazetelerini
günlük trajlarını takib ediyoruz. Ama dinin böyle bir örneği
batıda yok" diye ifade etti.
191. âyetteki ifadeler, bu tür insanlara, bu şekilde aktarılmış
ama âyet; size fiilen harp açmış kişileri kasd ediyor, onlar
yakalandıkları yerde öldürülür. Yani Müslüman'a fiilen harp
açmış inançsızları öldürmemek; "bin tane kuzuyu bir kurda
teslim etmek, veya bin tane koyunu bir kurda feda etmek"
gibi bir durumdur. Allah (cc), dürüst insanların korunması
için kötü insanlara karşı sert tedbirler almıştır.
Atalarımız bize, "su gibi aziz ol" demiş. Su yumuşaktır,
ağacı yumuşatır, ağacın tepesine kadar çıkar. Orada çiçeğe
dönüşür güzel ve faydalı olur. Ama demirin üzerine ne
kadar su dökülürse dökülsün, onu yumuşatmak yerine
sertleştirir. Onu yumuşatmak, için şekil vermek için ateşe
konulursa ve örs'ün üzerinde balyoz veya çekiç ile
dövülünce bir faydası olur. Bir takım imansızların
dövülmesinin hikmeti de budur. Yani savaşın mantığı,
anlamı budur.
Batı'ya yaranmak isteyen bazı zat-ı muhteremler; Kur'ân-ı
Kerîm'deki yumuşaklık ve merhametle ilgili âyetleri
gündeme getirirler de, harple ilgili âyetleri hiç yazmazlar.
Kur'ân'da bir âyet varki, zimmî-lerin durumunu bildirir.
"Onlarla harb ediniz, tâki zillet içinde vergilerini getirip
ödeyinceye kadar." buyrulmuştur. Bu âyetin hayata
uygulanışı, İslamın hakim olduğu geçmiş dönemlerde
yapılmıştır. Hz. Ömer, Hz. Osman zamanında, gayri
Müslimlerin giydikleri ve kullandıkları eşyalar hiç bir
zaman Müslümanlar'inkinden üstün olmamıştır.
Günümüzde "ehli zimme" hakkında araştırma yapanlar,
bahsi geçen buna benzer âyetleri dahi Avrupa'nın hoşuna
gitmez diye zikredemiyorlar. Müslüman ülkesinde,
Yahudinin bindiğine Müslüman binemiyor, onun giydiğini
Müslüman giyemiyor, onun kullandığı ortamı Müslüman
kullanamıyor. Tabii bu kanunla sağlanmış değil ama
pratikdeki uygulama böyle.
Yine Bakara suresi 193, âyetinde de; "Tamamen din
Allah'ın dini oluncaya kadar fitne, zulüm, imansızlık
yeryüzünden kalkıncaya kadar..." buyrulmaktadır.
"Kalkıncaya" dan maksat, imansız adam kalmayacak
anlamında değil, onun hâkimiyeti ortadan kalkıncaya
kadardır.
Bu hususu insanlara biz anlatamadık. "Yeryüzünde fitne
kalmayın-caya kadar" buyuruyor Allah (cc). Yeryüzündeki
birtakım insanlar, Afrika'daki insanların kanını, canını
emmiş, ayağının altındaki madenlerini almış, başının
üstündeki ormanlarım traş etmiş, fakirlik ve zaruret içinde
bırakmıştır.
İşte bir gurup Müslüman çıkıp bunlara haddini bildirmeli.
Ayetin emrettiği; "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar"
dediği husus.
Üç kişi bir araya gelseler bir çete kurup küçük çocukları
yakalayıp yaksalar dünya ayağa kalkıyor. Amerikada da
olduğu gibi yakın bir zamanda Belçikada ondan fazla
çocuğu öldüren yüksek tahsilli önemli bir görevi de olan biri
yakalandı. Bunlara karşı yine dünya ayağa kalktı. Bunlar
yaktıkları insana belki beş dakika acı verirler.
Ama devlet halinde kurumlaşmış imansız çeteler eğitim
yoluyla çocukları dinden uzaklaştırarak milyarlarcasmj
cehenneme atıyorlar.İşte cihad, bu devlet çetesinin yakma
işine son vermektir.
Herkes toprağına, hanımına ailesine sahip çıkacak, hayata
din hâkim olacak, din hâkim olduğu zaman da huzur ve
güven olacaktır. 2896[46]
2896[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/242-245.
ya-hudilerin havraları, hıristiyanlarm kiliseleri ve içinde
Allah'ın çokça anıldığı mescidler yıkılır. Demekki mescidler
toplumun birliğini, dirliğini sağlayan hürriyetini sembolize
eden, bozulmayı önleyen yerlerdir.
Buradan şu anlaşılıyor; Devlet yönetimiyle ibadethaneler
arasında sıkı bir alaka ve bağlantı vardır. Yönetimi inançsız
insanlar elde ettiği zaman -ki tarihde bunun örnekleri vardır-
gerek hristiyanlık, gerek ya-hudilik, gerekse İslâm
beldelerinde bu dinlerin yaşadığı ve yaşamakta olduğu
zaman ve mekanlarda fitne, fesat çıkıp Allah'ın bolca
zikredil-diği mescidler yıkılmıştır.
Onun için Müslüman, inanan insanlar, yönetimi ele
geçirmelidir. Yâni Müslüman Musa (as) gibi olmalı. Musa
(as) denildi mi Asâ, Asâ denildi mi de Musa (as) akla gelir.
O Peygamber, Firavun karşısında çok hoş, yumuşak söz
söyler, elinde Asâ'sı olduğu halde. Asâ bir kılıcı, bir gücü ve
bir kuvveti temsil ediyordu. Firavun'un karşısına asâ'sı ile
çıktığı zaman; "Bak kılıcımla seni tehdit etmiyorum. Sana
zor kullanmıyorum, yumuşak bir dille İslâm'ı tebliğ
ediyorum. Fakat beni bu tebliğimden alakoyup engellersen,
benim üzerime gelirsen seni bununla mahvederim" mesajını
veriyordu. Nitekim Kızıl denizde de gereken ders, O Asâ ile
verilmiştir.
İşte Müslüman Musa (as) gibi olmayıp, idareyi ele
geçirmezse müşrikler-kâfirler dünyanın neresinde olursa
olsun bu ibadethaneleri yıkarlar. Kullanılacak, yıkılacak çok
yerler olduğu halde ille de bu mescid ve benzerlerini
yıkarlar. Bunu yapmalarından maksat, yönetimi ellerine
geçirdiğinin bir alâmeti, hâkimiyetlerinin bir sembolü olarak
kullanmalarıdır. Allah (cc) buna dikkatimizi çekiyor.
Bir de bize moral veriyor, teselli ediyor. Dünyanın
günümüze kadar ulaşan en eski yapıları olarak, Mekke'deki
"Kabe'yi Muazzama", Yine Mısır'daki "Karnak Mabedi"
bilinir.
Kabe Hz. Âdem (as) tarafından temelleri atılmış, Hz.
İbrahim (as) tarafından da bu temeller üzerine tekrar inşa
edildiğine dair âyet vardır.
Bu husus şunu gösterir. Zaman içinde inananlarla
inanmayanlar arasındaki hak-batıl mücadelesi devam eder
ama galib gelen, inanan-Müslümanlar olmuştur.
Gerçi şu anda biz Müslümanlar biraz mağlubiyet içindeyiz,
ama tarihimize baktığımızda, 1400 yıllık İslâm tarihi hep
zaferlerle doludur. Son 150 sene içinde Müslümanlar
tökezleyip zillete düşmüştür. Bu hemen hemen bütün
milletlerde vardır. Nasılki tökezlemeyen atın mevcudiyeti
mümkün değilse ve de tökezleyen at daha sonra tökezlediği
gibi kalkabiliyorsa, inşallah yakın bir gelecekte
Müslümanlar da bu zilletten kurtulacaktır.
"Allah'ın dinine yardım edenlere Allah mutlaka yardım
eder." Âyette iki tane te'kid edatı kullanılmış. Türkçemizde
bunu "mutlaka" kelimesi ile ifade ediyoruz. Buna göre mana
"Mutlaka ve mutlaka, Allah'ın dinine yardım edene Allah da
yardım eder." Şüphesiz Allah (cc) güçlüdür. Gâlibtir. Ancak
yardımı, güçlü ve azîz olan yapar, bu vasıfları olmayan
birisinin yardımı da sınırlı olur. Allah'ın dinine yardım
edenlere yardım edeceğini vaad ettikten sonra, kendisinin de
güçlü ve gâlib olduğunu ifade ediyor bu da, dikkati calibdir.
Günümüzde basın-yayın yoluyla hep süper devletlerin
teknolojik üstünlükleri Müslümanların gözlen önüne
seriliyor. Onlara gözdağı verircesine, hergün yeni yeni
ürettikleri ölüm makinaları olan silahlar gösteriliyor.
Ama biz inanıyoruz ki Hz. Peygamber de her sabah
kalktığında, yatağında ilk söylediği; "lâilâhe illaîlâhu
vahdehû lâ şerike leh, lehül-mülkü velehül hamdü ve hüve
alâ külli şeyin kadir." bu söz olmuştur. Biz Müslümanlar da
bu sözü söylemeliyiz. Böylece biz kendimizi mo-ralmen
yüceltip güçlü ve kuvvetli bir hale geliyoruz. Zira bütün
silahlar da, Allah'ın yarattığı şeydir. Allah'ın yarattığı
şeylerden değil kendinden, Onun gazabından korkmak
gerekecektir.
Allah'ın, inananlara yardım örnekleri tarihde sayılamıyacak
kadar çoktur. Roma'nın güçlü kuvvetli askerlerine karşı Hz.
İsa (as)'ın üçbeş neferi, Roma'nın hıristiyan olmasına sebep
olmuştur.
Cengiz'in ordularına karşı Müslümanların sabır ve metaneti,
onların Müslüman olmasına sebep olmuş ve tarihde
Cengiz'in torunları İslâm'a hayli hizmetler yapmıştır. 2897[47]
2897[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/246-249.
kılması, diğer taraftan zekatta ve Hacc ibadetinde çıkan
birçok sorunun temelinde Müslümanların devlet olmaması
gerçeği yatmaktadır.
Eğer devlet İslâmî olursa; askeriyedeki Müslüman komutan
gönül rahatlığıyla namazını kılacak. Fabrikada, büroda,
dairede çalışan memur, işçi namaz vakitlerine göre çalışma
saatleri ayarlanacağından rahatlık içinde, işini aksatmadan
kılacak.
Aynı husus diğer ibadet ve itaatler için de geçerli olacaktır.
Müslüman zekatını verecek; müftülere dirayetli gördüğü
alimlere soruyor: "Acaba devlete vergi olarak verdiklerimiz
zekat yerine geçer mi?" veya ödediğimiz vergilerden de
zekat vereceğiz mi diye. Tabi ki bunlar Müslümanlar
arasında çözülmesi gereken, İslâmî devletin olmayışından
kaynaklanan hususlardır.
Biraz da bu hocalardan kaynaklanmakta. Devletle bitecek
bazı problemleri dahi ferde yüklemekte. Mübarek
gecelerden birinde bir arkadaşı vaaz ederken dinledim:
Cemaatine, içkiyi içersiniz sonrada benim karşıma
gelirsiniz, faizi alırsınız yersiniz yine camiye gelirsiniz,
değil mi? şeklinde hep cemaati suçluyor. Onlara çıkış yolu
göstermiyordu. Zira küçük esnaf bile olsa, faize bulaşmadan
mümkün değil, hatta şehri bırakıp dağa çıksa bir sürü koyun
edinip yünlerini kendisine giyecek yapsa sütünü de gıda
yerine yese, bu adam o koyunlarının kışın yiyeceği yem'i
için bankadan kredi almak zorunda, sistem öyle ku-rulmuşki
bunu atıp İslâmî Sistem'i kurmadan başka çaresi yok. Hz.
Osman (ra); "Hz. Allah Kur'ân'la yapmadığını, sultanla
yapar" demiştir. Yani yönetimle yapar. Kur'ân'ı evin
köşesine assanız Kıyamete kadar durur. Kendiliğinden bir
şey yapmaz. Ama sultan onu uygular, yani yönetimde icraat
vardır.
Onun için yönetime sahip çıkılmasını vurgulayan âyetlerden
biridir 41. âyet. 2898[48]
2898[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/249-250.
kurmuşlardır. İşte bunları misal olarak veriyor ve bize
diyorki, toplumdaki fahişelerin sayısı ne olursa olsun, köşe
dönenlerin sayısı kaç olursa olsun, soyguncu katillerin
sayıları ne kadar çok olursa olsun, yeterki İslâm'ı temsil
eden insanlar bu peygamberlerin yolundan yürüsün, onların
taktiğini kullansın. 2899[49]
2899[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/250-252.
2900[50]
Bakara Sûresi ayet 251
2901[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/252.
akibetine bakınız..." buyurur. Tarihimizde ünlü
seyahatnameleri olanlar vardırki en meşhurları Evliya
Çelebi, İbni Batuta'dir. Son dönem seyyahlarımızın ünlüsü
de M. Akif merhumun değerli arkadaşı Abdurreşid İbrahim
Efendi'dir. Gezdiği yerlerin kilometrelerini dahi vermiştir.
Kendisi Kazan Türklerindendir. Seyahatmdaki amaç; İslâm
alemini uyandırmaktır.
Bir de ilim seyahatleri vardır ki, Buharı, Müslim gibi hadis
yazan zatların ilmi seyahati gibi. Bir de ticarî seyahatler ki
İslâm'ın dünyanın herbir tarafına yayılmasına vesile olan
Müslüman tacirlerdir. Allah-u Teâlâ bunlara açıklık
getirmeden, yani ilim için, ticaret için olduğunu belirtmeden
"yeryüzünde dolaşmamızı" istiyor.
Yani hangi vesileyle dolaşılırsa, dolaşılsın fark etmez,
dolaşırken de ibretle çevreye, etrafımıza bakmamızı istiyor.
"Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek
kulakları olurdu" buyuruyor. Ama gerçek şu ki, gözler kör
olmaz, sinelerdeki kalbler kör olur." Hakikati görmeyen
kalbdir.
Bakara Sûresi'nde; (Ayet 18) "Onlar sağırdırlar, kördürler
dilsizdirler" buyruluyor. Bunlar "Ateistim" diyen
imansızlardır. Bu insanların da bizim gibi gözü kulağı ve
dili de vardır. Güzel yazılar yazar, etrafındaki sesleri işitir
ve eşyaları görür.
Fakat âyette geçen körlük ise "Gözdeki değildir, göğüsdeki
kalbdir." Kalb deyince de, daima sol tarafımızda olan sesini
(atışlarını) duyduğumuz çam kozalağı gibi olan et parçası
değildir. O, gözle görülmeyen şeffaf bir şeydir. İnsanın iyiyi
görmesi, güzeli kavraması bu kalb ile olur.
Gözün görmesine "nazar" (bakma), kalbin görmesine de
"basiret" denir. Hakk'ı görmeyenlere; "basireti kapanmış"
deyimi kullanılır. Gerçek körler bütün kafirlerdir. İki gözü
de âmâ olan kişinin enkötü hali kaldırımdan düşer ama,
sonra yeniden kalkar. Gönül gözü kör olan kafirler ise
cehenneme düşer ve asla çıkamaz.
Bir adama iki gözünden birisi kapatılacak denilse her
halükârda hiç birine razı olmaz ama mutlaka birisi
kapatılacak ısrarında bulunulduğu zaman, akıllı olan insanın
başdaki gözünün kapatılmasına razı olup basiret gözü
dediğimiz kalb gözüne razı olmaması gerekir. Çünkü baş-
daki gözün kapatılması dünya ni'metlerini görmemizi
engeller, dünyada fani olduğu için geçicidir.
Gönül gözünün kapatılması ise; bu dünyada karamsar bir
hayat yaşamamıza, ahirette ise sonu gelmez bir derecede
Cehennemde yanmamıza sebeb olur. Ebu Cehil'in başındaki
gören iki gözü ona fayda vermedi. Buna karşılık, "Âmâ"
olan Abdullah bin Ümmî Mektum'un basiret gözünün açık
olması onun iman etmesine sebep oldu. O bu haliyle
müezzinlik yapma şerefini elde ediyor, hatta müslümanlar
harbe gittiklerinde Medine'deki yönetimi ona bırakıp
gidiyorlardı.
Birgün hukuk fakültesinde okuyan gençlerle islam hukuku
ile ilgili dersler yapıyordum, derken aynı yere akşam saaat
yedide, elinde bir beyaz değnekli "Âmâ" biri geldi, birkaç
dakika sonra bir tane daha, derken bir tane daha, tam dört
âmâ kişi geldi.
Sohbet bitiminde sorduk; "hayrola nereden nereye?" "Biz
burada Kur'ân öğreniyorduk günümüzü şaşırmışız, birgün
sonra gelecektik" dediler.
Azmin elinden hiç birşey kurtulmaz. Bu kişiler birçok İslâm
devleti başkanlarına mektup yazıp oralardan, kendilerinin
okuyabileceği bir Kur'ân istemişler. Derken Yeşilköy
havaalanı gümrüğüne Pakistan'dan bir Kur'ân gelir. Tabiiki
üzerinde Mushaf yazılı, kabartma usulü olduğu için,
devletin sırlarım ifşa edecek casusluk malzemesi
zannederler ve Diyanet İşleri Başkanlığından o konuda
rapor isterler. Neticede hallolur.
Yani o gümrüktekilerin görmeyen baş gözü ve içindeki
basiretinden kaynaklanan azmi, öbür tarafta da bazı
çevrelerce saygı duyulan zahiri gözü daima, öküzün karpuz
kabuğunu gördüğü gibi menfaatini gören, basireti kapalı,
Allah'ın alâmetlerini göremeyen insanlar...!!! 2902[52]
2902[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/252-255.
düşüncesinde olmak ve o şekilde hareket etmek yanlış bir
davranıştır. 2903[53]
2903[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/255-256.
Teâlâ da tarih direklerine Firavun'u takıvermiştir. 2904[54]
49- Deki: "Ey İnsanlar, ben sizin için ancak apaçık bir
uyarıcıyım."
Bazıları "Nezir" kelimesini korkutucu olarak ta tercüme
etmişlerdir. "Uyarıcı" kelimesi daha uygundur. Alarm zili
gibi herhangi bir durumda tehlikede, uyarması dikkat
çekmesi için uyarıcı diyoruz.
İşte peygamberler de Cehennem azabının uyarıcısıdır.
Küfürün hâkim olduğu yerde binlerce milyonlarca insanın
ahiret hayatı mahvolduğu gibi, bu dünyası da heder ediliyor.
Küfür içinde yaşayan insanların dünyaları o kadar heder
ediliyorki o kadar berbatki, basın yayın yoluyla biz
Müslümanlara ulaşanı bunun yüzde biridir. Diğer % 99'u
bize ulaşmıyor.
Yani kâfirlerin hayatında da çekilmez yönleri, sıkıntı yapan
bir çok merhaleler var. Onun için Allah (cc) bizden; "Ey
Rabbimiz; dünyada da ahirette de iyilik ver, bizi Cehennem
ateşinden koru" şeklinde kendisine dua etmemizi istiyor.
Burada geçen "ateş" genelde Cehennem ateşi olarak
anlaşılıyor, doğrudur, ama bu dünyadaki ateş anlamına da
gelir, ateş insanın yüreğini bedenini yakar.
Bugün birçok insanın yüreği yanmış, endişeler içinde
kıvranıp durmaktadır. Onun için peygamberler bu konuda
da (yani dünyanın azabından) uyarıcıdırlar. Hz. Peygamber
Mekke insanına; "bakın bu insanlar sizi sömürüyor,"
şeklinde uyarmıştır.
Yine Hz. Peygamber, mektuplarını devlet başkanlarına
göndermiştir. Gerçi çoğu Müslüman olmadı. Bir Bizans
İmparatoru, bir İran Kisrası, Müslüman olmadı ama
oralardaki insanlar yeni bir dinin ortaya konduğunu, son
Peygamber'in geldiğini duydular ve Mekke'den gelen
2904[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/256-257.
insanlara haber sormaya başladılar. Binlerce Romalı köle,
binlerce Bizanslı çiftçi esaretten zulümden kurtulmak için
Peygamber'i beklemiştir.
Kısacası bu din, insanları bu dünyada da kurtarıyor. Biz hep
ahiret vaadi yapmayalım. Günümüzdeki inananlara da,
imansızına da, köşe dönücüsüne de, faizcisine de, fuhuş
ticaretini yapana da; "Bakın!, bu bıktığınız hayata yeni bir
hayat kazandıracak olan İslâm'dır." demeliyiz. 2905[55]
2905[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/257-258.
İkincisi de bu dünyada iman edip sâlih amel işleyenlere,
ahirette Cennet vardır, anlamına da gelir. 2906[56]
2906[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/258-259.
2907[57]
Nisa 76, Enfal 36
2908[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/259-260.
Peygamber kendisi açıklıyor.
Bir de İbni Kesîr gibi, Taberî gibi bazı müfessirler; âyeti
alıp o âyetle alakalı hadisleri bulup ard arda veriyorlar.
Bunun doğru yönleri olduğu gibi hata ihtimali de vardır.
Zira âyetlerle hadisler arasındaki alakayı-ilgiyi kuran
müfessirdir.
Bu söylediklerimizi daha iyi netleştirirsek.., birgün Hz.
Peygamber Kum üzerine bir çizgi çizer, daha sonra bu
çizginin sağına da soluna da çizgiler çizer ve âyeti okur, ve
sonra: "işte benim dosdoğru yolum budur, buna uyunuz, şu
diğer yollara uymayınız..." buyurur. (İbni Mace
Mukaddime) işte bu hadis, âyetin bizzat Hz. Peygamber
tarafından yapılan bir tefsiridir.
Bir de Hz. Peygamber'in herhangi bir sebeble bir yerde
söylediği hadisi, o konu ile ilgili âyetle ilgisi var diye o
âyetin açıklamasına iliştirmek iyidir, ama bu hadis bu âyeti
açıklar, bu âyetinde anlamı mutlak budur demek yanlış olur.
Bunu, şunun için izah ettik. Gerek bazı tarih kitaplarımız,
gerekse tefsirlerimizin bazılarımda şöyle anlatılır. Güya Hz.
Peygamber Mekkeyi Mükereme'deyken Necm Sûresi nazil
olur. Kabe'nin etrafına gelir, orada Necm Sûresi'ni okur
müşrikler de dinlerler, Sûrenin sonunda secde âyeti
olduğundan dolayı Hz. Peygamber secdeye kapanınca
müşriklerde secdeye kapanır, Sahabe de hayret eder.
İşte şeytan âyetleri isimli kitabı yazan Salman Rüşdü de bu
uydurma olay üzerine kitabını yazmıştır. İşte o esnada Hz.
Peygamber sûreyi okurken şeytan, kendisi de birşeyler
fısıldamış Hz. Peygamber'in ağzından, Mekke'li müşrikler
de Muhammed (sav) bizim putlarımızı da kabul etti. Biz de
öyle ise secdeye kapanalım demişler. Bu rivayet tefsir
kitaplarımızda var, sağlam olan güvenilir olan müfessirler
bu olayı reddeder böyle bir şeyi ve o hadis'in senedinde
sakatlık var diyerek kabul etmezler. İslâm kaynaklarına
"Garanik olayı" diye geçen bu olayı kabul edenler, Hacc
Sûresi'nin bu 52. âyetini delil olarak getirirler.
Senden önce biz, hiç bir Peygamber veya Nebi'yi
göndermedik ki, onlar birşey arzu ettiklerinde şeytan onların
arzusuna kendi vesvesesini katar. Allah o şeytanın kattığını
giderir ve âyetlerini sağlamlaştırır.
Yukarıda geçen olayda, Hz. Peygamber'in ağzından "lât ve
menât" gibi, müşriklerin putlarını övücü sözler çıksa bile
Allah(cc) onu düzeltir. Bu konuda ulemâ birleşiyor ama biz
temelde böyle bir olayı reddediyoruz. Çünkü ilgili hadis
sağlam rivayetlerle gelmemiştir ...
Biz, senden önce gönderdiğimiz her Peygamber ve Nebi'ye,
birşey okumak istediklerinde veya birşeyi arzu ettiklerinde
şeytan, onların okuduğu mesajına veya arzusu içine vesvese
atar.
Yani Peygamber kendisine nazil olan âyeti Sahâbesi'ne
okuyor, orada iman edenlerin yanısıra buna inanmayan
münafıklar da var. İşte şeytan, imansızların kalbine vesvese
atar, âyet hakkında şüphe uyandırır veya Hz. Peygamber
cihada hazırlanmalarım arzu ediyor. Şeytan da; verirsen
hepsini fakir olursun, gidersen ölürsün, şeklinde vesvese
veriyor. Hatta şeytan, Efendimizin istek ve arzuları içine
vesvese katmak ister ama asla muvaffak olamaz.
Çünkü Rabbim o vesveseyi ortadan kaldırır ve âyetleri
Mü'minlerin yüreğinde sağlamlaştırır. Allah(cc) herşeyi
bilendir. Hükmedendir. 2909[59]
2909[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/260-262.
Şüphesiz Allah iman edenleri doğru yola iletir.
Kalbleri katılaşmış ve kalblerinde hastalık olan insanları
imtihan için Allah(cc), onların kalblerine, şeytana vesvese
verme fırsatını verir.
Mü'minle kâfiri ortaya çıkarmak için Allah(cc) şeytana
vesvese verme imkanını vermiştir. "Herşeyin yaratıcısı
Allah'dır" âyetinde ifade edildiği gibi, onun vesvesesini de
Rabbim yaratır.
O Mü'minler, Allah'tan gelen hakka iman ederler. Kalbleri
de Allah'tan korkar. Allah(cc) iman edenleri dosdoğru yola
hidâyet eder. İslam yolunda olmamızın ilk müsebbibi Allah
(cc)'dır. Bu Rabbimızin Mü'minlere olan bir lütf-û
keremidir. Aynı göze ve uzuvlara sahip bir imansız bunu
başaramıyor. 2910[60]
2912[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/263-264.
Allah'ı ve O'nun kitaplarını, peygamberlerini inkâr edenler,
görme-mezlikten gelenler..! Küfür; "Kefere"
kelimesindendir; kafir ise birşeyi Örttü, gizledi
anlamındadır. Çiftçiye kâfir denir, tohumu toprakla örttü-
ğünden dolayı. Kâfire de; Allah'ın varlığını, birliğini ve
Onun âyetlerinin alâmetlerini örttüğünden gizlediğinden
dolayı kâfirdir.
"Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar." Bu yalanlayanlar;
Tevrat'a inanmayanlar, İncil'e inanmayanlar, Zebur'a
inanmayanlar, Kur'ân âyetlerine inanmayanlar, bir de
Allah'ın tabiattaki âyetleri olan O'nun varlığına işaret eden,
eşyayı ve nesneleri inkâr edenlerdir. Âyet hepsine şamildir.
Bunlar İlahî kitapların emir ve yasakları hakkında;
"Peygamberler böyle bir şeyi getirmiştir veya bu
söylediklerini kendileri uyduruyor" şeklinde yalanlarlarken,
tabiatı da; "Bunları Allah yaratmadı" şeklinde
inkâr ederler.
İşte bunlar için, -alçaltıcı bir azabın içine atılacaklarını-
Allah (cc) haber veriyor. Bu alçaltıcı azâb Cehennemde
olduğu gibi, bu dünyada da bu azâb verilebiliyor. Mekke'li
müşrikler, kendi mülk ve saltanatlarını sürerlerken,
Mekke'nin fethi ile beraber izzetten zillete düşüvermişlerdir.
Günümüzde de Müslümanlara, zamanın evvelinde eza ve
cefa edenler, artık biraz daha temkinli, biraz daha dikkatli
davranmak zorunda kalmışlardır. Yine bu inançsızlar için,
İslâm'ın günden güne güçlenip gündemin devamlı
konuşulan konusu haline gelmesi bir zillet bir azâbdır,
onlara... 2913[63]
2913[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/264-265.
Bu rızıklandırmanın ahirette yapılacağını açıkça belirtmiyor
âyet. Aynı şekilde kâfirlerin de azabı tadacağını açıkça
belirtmiyor.
Her ikisi yani mükâfat ve ceza ahirette garanti. Salih amel
işleyen, imanı ile giden, Allah yolunda ölen veya
öldürülenlerin, Allah katında iyi rızıklara kavuşacağını
Allah (cc) haber veriyor. Allah yolunda ölen ve öldürülenler
bu dünyadan ayrıldıkları için zaten Cennettedir. Fakat hicret
edenler ise onlar, hem bu dünyada hem ahirette güzel
azıklarla rızıklandınl acaklar.
Mesela Sahabe, hicretten daha önce köle olarak yaşarken,
bir çoğu imanla şereflenip hicret ettikten sonra kölelikten
kurtulup kainatın Efendisi'nin yanında oturma şerefine nail
oluyorlar. Medine'de de birçok dünya nimetlerine
kavuşmuşlar. Evleri, aileleri İslâm'a hizmet eden, ilme,
fıkha, tefsire, hadise hizmet eden güzel evlatlara nail ol-
muşlardır.
Sahâbe'den birisi anlatıyor; iki cenaze geçiyormuş, biri
Allah(cc) yolunda öldürülmüş şehid, diğeri de Allah(cc)
yolunda ölmüş. Cematin çoğu şehit olanın peşinden
gidiyormuş. Bu Sahabe de Allah yolunda ölenin peşinden
gider. Hikmeti sorulunca; "Ben ikisini de tanırım, ikisi de
yiğit delikanlı insanlardı. Birisi Allah yolunda öldürüldü,
birisi de Allah yolunda idi, ikisi de netice olarak aynı yolun
yolcusu, aynı hizmet için çalışıyordu. Biri öldürüldü diğeri
de öldü" diyor. Ayette de ifade edildiği gibi her ikisinin
mükâfatı aynıdır.
Cephede savaşanla cephe gerisinde, o savaşanlara hizmet
edenler aynıdır. Belki dünya muamelesi olarak şehîd
muamelesi yapılmaz, fakat ahirette Allah katında her ikisi
de aynı muameleyi, işlemi göreceklerdir inşaallah. Yeterki
niyetler halis ve muhlis olarak O'nun dinine hizmet olsun:
Aksi takdirde durum vahimdir.
Allah(cc), rızıklandıranların en hayırhsıdır. Ehli sünnet
itikadına göre; en iyi bir şekilde rızkı Allah(cc) verir.
Allah'ın rızık verici olduğuna inanmayanlar da rızık verici
olarak Allah'tan başka şeyleri kabul ediyorlar.
İşte bu Allah'tan başka rızık verici olarak kabul ettiği
güçlerin;
emirlerini yapmazsa, askerlerini kabul etmezse, bize
ekonomik ambargo uygularlar, ülke olarak, millet olarak aç
kalırız endişesini taşıyor. Böyle bir düşünce ve inanç İslâm'a
ters düşen bir durumdur. Ve de Allah'tan başkasını "Razık"
olarak kabul etmektir. Biz Müslümanlar şunu iyi bilmeli ve
ona göre hayatımızı tanzim etmeliyiz. "İslâm'ın yayılması
için, dîni yaşayabilmek için; çalışır, gayret gösterir, cihat
ederiz, gerekirse hicret eder, bu yolda ölür veya öldürülür,
daha sonra da Allah'ın ni'metlerinin en güzeline kavuşuruz.
Bu dünyada da ahirette de nzıklarm en güzelini verenin
Allah olduğuna inanırız." 2914[64]
2916[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/267-269.
zannettiniz ?" 2917[67] ayetinden de anladığımız gibi, bazı
merhalelerden de geçmek gerekiyor.
Sahabeye öylesine zorluk gelip çattı, öyle sarsıldılar ki;
Peygamber ve Onun yanındakiler şöyle dediler: "Allah'ın
yardımı nerede" Allah(cc) de, "Allah'ın yardımı yakındır"
buyurmuştur.
Bu, inancında samimi olanla olmayanı ayırmak için yapılan
bir olaydır. İnancında sağlam olan her zaman sebat ve
sadâkatim gösterir. Sağlam olmayan da böyle zor bir durum
ve zaman geldi mi, sabr edemeyip Allah korusun küfre
düşüverir.
İnancı sağlam olup Allah'dan ümidini kesmeyenler, tarih
boyunca mükâfatım görmüştür. Hz. Musa (as) yerinden,
yurdundan çıkarılıyor. Ona iman edenlerle beraber çöllerde
yaşıyor ama daha sonra bir devlete kavuşuyorlar. İbrahim
(as) aynı şekilde çeşitli eziyet ve sıkıntılardan sonra
Kıyamete kadar devam edecek insanların önderi imamı kılı-
nıyor. Onun için Allah(cc) hangi kuluna ne zaman yardım
edeceğini bilir. Eğer biz tayin edecek olursak bu bizim
zararımıza da olabilir. 2918[68]
2923[73]
Bakara 255
2924[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/274-275.
2925[75]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/275.
Bakınız Bakara 256
67- Her ümmet için ibadet yeri - yolu kıldık. Onlar ona göre
ibadet etsinler. Bu işlerde seninle çekişmesinler. Rabbine
çağır. Muhakkak sen dosdoğru bir yol üzerindesin.
Her ümmet için ibadet yeri ve tarzı kıldık. Yani belirli bir
makam da, belirli bir ibadetin yapılmasına "menasik"
denmiştir. Biz evlerimizde olduğu gibi, cami veya
mescid'lerde de ibadet yaparız. Üzerine hacc farz olanlar
için de, hac ibadeti Kabe ve Mescid-i Haram'da yapılır.
Zilhicce'nin 9. günü de Arafat dağında bugünkü Türkçe
karşılığı "Saygı duruşu" olan "Vakfe" ibadeti
gerçekleştirilir.
İnanan insanların ibadet yerleri ve şekilleri böyle olduğu
gibi, inanmayan insanların da aynı şekilde kendilerine has
bazı ibadet şekilleri vardır. Onlar da bazı mekanlara, bazı
taşdan şekillendirilmiş insanların huzuruna gidip orada
ibadetlerini gerçekleştirirler. Huzuruna geldik-emrine
amadeyiz, sen rahat uyu, biz senin izinde yürümeye devam
ediyoruz, şeklinde ibadetlerini yapmışlardır.
Âyette bahsedilen ibadet şekli Mü'minler içindir. Allah-û
Teâlâ İbrâhîm (as), Musa (as), Nuh (as), İsa .(as) gibi
Peygamberlere ibadetler yapmalarını emretmiştir.
"Onlar seninle dini konularda münakaşa yaparlar, bu
takdirde sen onları Rabbine davet et, onlarla münakaşa
etme. Sen, dosdoğru olan müstakim olan bir hidayet yolu
üzerindesin." 2926[76]
2926[76]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/275-276.
edemedim-iman etmediniz. Mücadelenize devam ettiniz. Bu
dünyada belki cezanızı da çekmeyebilirsiniz ama ahirette
Allah (cc) hükmünü verecektir. Ve ahirette haksız
olduğunuzu da göreceksiniz. Zira imansız bu dünyada
kendinin haklı olduğunu savunur. Şeytan ona inançsızlığını
mantikî temellere oturtması için yollar gösterir. 2927[77]
2927[77]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/276-277.
2928[78]
Tirmizi, Tefsir 68
2929[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/277.
artık hiç yardımcı yoktur. Tarîhen sabittir. İran Şahı'na,
Amerika olsun, diğer Batılı devletler olsun her türlü yardımı
yapıp her türlü silahı veriyorlardı. O da o yardımlarla
Müslümanlar'a zülüm ediyordu. Fakat otorite elinden gi-
dince çoğu ülke ve başta ABD olmak üzere adamı ülkelerine
almadılar. 2930[80]
2936[86]
Bakınız; Nisa 148, Tevbe 29
2937[87]
Fussilet 33
2938[88]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/282-283.
MÜ'MİNUN SURESİ
2942[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/287.
2943[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/287.
2944[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/288.
Kadının bedeni kocasına, kocasının bedeni de hanımına
serbesttir. Haram değildir. Bakıp birbirinden
faydalanabilirler. Bu faydalanmadan her ikisi de dinen
ayıplanmış, kınanmış da değillerdir.
Ayetin sonunda, dinen "ayıplanmış da değillerdir,"
ifadesinin hikmetini biraz düşündüm de şöyle bir sonuca
vardım; İnsanın fıtratı evlilik ve eşlerin karşılıklı birbirinden
faydalanmasını gerektiriyor. Fakat bir kısım Hristiyan
rahipler Hz. İsa (a.s.)'a aşırı bağlılıklarından dolayı, dini çok
iyi yaşayacağız diye evlenmekten kendilerini
alıkoymuşlardır.
Çok iyi niyetlerle dinde bidat türeterek nikahtan uzak durup,
kadının erkekten, erkeğin de kadın nimetinden uzak
kalmasına sebep olmuşlardır. Aslında bu çok büyük
fedakarlıktır. Ama övülecek birşey değildir. Yaptıkları hem
fıtrata, nemde dine uygun olmayan bir davranıştır.Bu
insanlar evlenenleri de hoş karşilamamışlardır.
İşte ayet bunlara cevap olacak şekilde. Evli eşlerin
birbirlerine mahrem, gizli, bakılması haram olan yerleri
yoktur. Ve bunlar birbirlerinden faydalanabilirler. "Bundan
dolayı da kınanmış değillerdir" buyu-rulmaktadır.
Hz. Aişe (r.a.) rivayet edilen bir hadiste; "Ne Hz.
Peygamber benim edep yerimi gördü, ne de ben onun edeb
yerini gördüm" buyurmakta 2945[7] Edeben kadın kocasının,
kocada kadının edeb yerine bakmayabilir. Fakat bu haram
değildir. Bu ayet buna delildir. 2946[8]
2947[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/289.
çektikten sonra Cennete gider. Fakat kafirce, zehirli fikirleri,
beyninde taşıyarak ölen birisi ise Cennete gidemez.
Emanete hıyanetten bir defa birinci derecede yargılanır.
Emanet yukarıda belirttiğimiz gibi, dini emanetler vardır.
Kur'an, Akıl, emaneti gibi. Birde dostların kendi aralarında
eşya emaneti, bir sır emaneti, para emaneti, mal emaneti
gibi, bunlarada riayet etmelidir.
Diyelim ki, bir kimse malını başka birine emanet etmişse
veya bir sırrını emanet edip, ama bunu başkasına söyleme
demişse, emanet edilen onu -velevki en güvendiği insanlara
bile olsa, ister hacı, ister hoca olsa bile kimseye
söylememesi gerekir. Söylediği zaman emanete ihanetlik
etmiş olur.
"Onlar sözlerine de riayet ederler" buyrulmakta. Mü'min
sözüne de riayet eder. Ruhlar aleminde Rabbine vermiş
olduğu sözüne riayet ettiği gibi, bu dünyada da insanlar
arasında vermiş olduğu va'dlerini de yerine getirirler.
"O Mü'minler namazlarım korurlar." Yani korurlar derken
namazlarını vaktin de kılarlar ve namazın şart ve
rükûnlarına riayet ederler. Nasıl ki, evi koruma ve muhafaza
etme deyince onun temelinden, direklerinden, çatısına
varıncaya kadar koruma anlaşılıyorsa, namazı koruma da
aynı şekilde. Onun şartları ve rükûnları ile rükû, secde, taha-
ret, setrü-1 avret gibi hususları yerine getirmektir.
Bazıları öyle rükû ve secde yapıyor ki bu rükû ve secdelerde
değil, üç defa bir defa bile "Sübhane Rabbiyel aziym veya
Subhane Rabbiyel a'la" demek mümkün değil. Buda tadili
erkana aykırı bir durumdur.
Özetle Allah (c.c.) bu ayete kadar Müminlerin vasıflarını
sıralamıştır;
1- Rabbine inanmıştır.
2- Namazında haşyet içinde olup, acaba "kıldığım namaz
hoşuna gitmezse" diye böyle bir endişeyi taşır.
3- Boş söz ve işlerden uzak dururlar, malayaniyi bırakırlar.
4- Zekatlarını verirler, zekat verecek hale gelmek için
çalışırlar.
5- Namuslarını korurlar. Harama meyi etmezler.
6- Emanetlerini ve sözlerini korurlar, onlara riayet ederler.
7- Namazlarını vakitlerinde, rükûnlarına riayet ederek
kılarlar. Surenin başında da belirttiğimiz gibi "Kim bunları
yaparsa Cennete
gider" buyrulmuştur.
Hz. Aişe validemize; "Allah Rasulünün ahlakı nasıldı?" diye
sorulduğunda "Onun ahlakı Kur'an'dı" dedi ve
"Kad'eflahadan" başladı "Yuhafizun'a" kadar okudu.2948[10]
2948[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/289-292.
Tefsirun Nesai 2/96, Hakim Müstedrek-2/392
2949[11]
Ahzap 27
birbirlerinin faaliyetlerini engellememeli. Aksine birbirini
destekleyici sözler söyleyip faaliyetlerini de buna göre
ayarlamalı.
Allah rahmet etsin, Said Havva'ya İstanbul'dan birkaç genç
bazı hususlarda sorular sorup mektuplar gönderirler. Tabii
ki sorulan cevaplandırdıktan sonra; "zannedersem bu sorular
sıcak bir sobanın başında, çay içilirken yazılmış ama bu
soruların konusu hareket halindeki ordunun başına
gelebilecek mevzulardır. Siz o harekete girin, girdikten
sonra Allah hareket anında onun nasıl yapılacağını size
ilham eder" der.
O varis olacak Mü'minler zekatlarını da verirler ve verecek
hale gelmeye çalışırlar. Namuslarını korurlar. Günümüzde
iyi kardeşlerimizin yolu bazen para, bazen de kadınla
kesilebiliyor. Her insanın gönlünde yatan bir putu vardır.
Kimisininki paradır, kimisininki kadın, kimisininki de
makamdır. Kişi bunları gördüğü zaman, -eğer imanı
kuvvetli değilse-imani noktada bir yan çizme olabilir,
O varis olacak Mü'minler emanete hıyanet etmezler. Devlet,
akıl, din, Kur'an birer emanettir. Bütün bunları korurlar,
riayet ederler. Korumak deyince elde tutmak değildir. Onun
asaletini değiştirmeden dışarıdan gelebilecek tehlikelere
karşı koruma vede devamını sağlamaktır. Devamını
sağlamakta bir emaneti, bir nesilden diğer bir nesile ve
kuşağa aktarmaktır.
Onlar namazlarını da muhafaza ederler. Namaz hususu iki
defa tekrarlanmıştır. Önemine binaen Allah'a imandan sonra
üzerinde en fazla durulması gereken ibadet namazdır. Cihad
içinde bile olunsa namaz terkedilmez. Namaz ençok teselli
bulduğumuz vede Müslümanların ençok bir araya geldiği
bir ibadettir.
Eskiden cuma namazları için "musallalar" vardı. 15-20 bin
Müslüman insan orada bir araya gelir, topluca cuma
namazlarını eda ederlerdi. Ama bir arkadaşınım
makalesinde okudum, bugün çoğunun yerine çeşitli
uygunsuz şeyler yapılmış.
Böyle vasıflara sahip insanları bir araya getirebilirsek işte
bunlar yeryüzüne varis olur, yeryüzüne varis olanlarda,
Cennet'e varis olurlar. Orada hayat bitmez, "onlar orada
ebedidirler." 2950[12]
2950[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/292-293.
Bunun yanı sıra Türk «olmayan, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer
gibi bütün sahabeleri de sever, on-larlada övünürüz.
Bizi birbirimize sevdiren, birinci derecede dinimizdir.
Ondan sonra yakın akraba gelir. Onu sevmek ve kollayıp
gözetmekle görevliyiz.
Türkiyemiz de Müslümanlık mı önce gelir, Türklük mü?
diye bazı Müslümanlar arasında hayli tartışmalar olmakta.
Bu tartışmalara girmenin bir anlamı yoktur. Benim
nazarımda Müslüman olmayan Türk'ün hiçbir değer ve
kıymeti yoktur. Müslüman olmuş bir Türk'ün de iki değeri
vardır. Birisi, birinci derecede Müslüman olduğundan
dolayı, ikincisi de yakın akraba olduğundan dolayıdır.
Onun için Allah (c.c), ilk ayette Mü'min olanların kurtuluşa
erdiğini belirtip, onların vasıflarını da saydıktan sonra bu
ayetle de; "birbirinize üstünlük taslamanıza gerek yok.
Bütün insanlar çamurdan yaratıldınız, sülaleniz yani çekip
çıkarıldığınız şey topraktır." buyuruyor. 2951[13]
2953[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/295-297.
2954[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/297.
2955[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/297.
ve bilgisinden uzak kalamaz. Mü'mini de bilir, kafirin ne iş
yaptığını da bilir. 2956[18]
2956[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/297-298.
en güzel örneğidir, bir damla sudan büyür, 80-90
kilogramlık bir vücut haline gelir. Öldümü de bir avuç
toprak oluverir.
Ziraat fakültesi ders kitabından okumuştum, bir yerde 3
tonluk toprağa çınar ağacı ekiyorlar ve ona verilen günlük
su miktarı da belli. 10 yıl büyütülüp kesildiğinde 3 ton
geliyor. Toprağı tarttıklarında 3 tondan, 57 gram eksilme
olmuş. Sonra ağaç kesilip, rendelenip bir yerde çürümeye
bırakılır. Çürümenin sonunda da 57 gram olduğu tesbit
edilmiştir. 2957[19]
2957[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/298-299.
2958[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/299300.
Tirmizi Et'ime 43, İbni Mace Et'ımes 34
Yeşil ot veya yem, onu yiyen hayvanın midesinde pislik
oluyor da sonrada bağırsaklarında kana dönüştükten sonra
süt haline dönüştürülüyor.
Dünyanın dolarını, markını, kısaca tüm paraları bir araya
getirilse de böyle bir fabrika kurmak istense mümkün
değildir. Yani fabrika kurulup, fabrikaya bir taraftan otu
yemi verip, Öbür taraftan et ve süt, yün çıkacak.!! Mümkün
değil.
Bu kadar ince sanatları gördükten sonra hala iman etmeyen
Ateist ve Allahsızlara ne demek gerekir. İşte bu kadar
ibretler galerisinde gezib bunlardan ibret almayan insanlar
dünyanın en değersiz, karaktersizleridir.
"Sizin için onlarda çok menfaat vardır" diyor ayet ve bu
menfaatleri saymıyor. "Ve ondan da yersiniz" demekle de
etine dikkatimizi çekiyor. Çok menfaatlerden bazıları
mesela: boynuzundan bıçak sapı yaparız, derisinden elbise,
ayakkabı, yine yününden elbise yapılır. Bağırsaklarından
sucuk muhafazası, kemiklerinden un yapıp kimya
sanayiinde kullanılmaktadır ve buna benzer daha nice
menfaatler vardır. 2959[21]
2963[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/302-303.
hükmetmek için dini istismar ediyor" diyorlar.
Kendilerinin hakim olmak istediklerini söylemiyorlar, zira
kendileri hakim durumda. Halkı kendi istekleri
doğrultusunda istedikleri gibi yönetip kendileri dini istismar
ediyor. Müslümanlar buna karşı çıkınca da bunlar size
hakim olacaklar sizi yönetecekler, Onun için de din sömü-
rüsü yapıyor, dini istismar ediyor diyorlar.
Onu yani Nuh (a.s.)'ı belirli bir zamana kadar gözetim
altında tutun. Etraftaki insanlara inandırıcı gelmesi için,
"Belirli bir zamana kadar bekleyin, biraz daha şefkatle
yaklaşın." deyip Bu delidir dercesine bir ifade içindeler.
Yoksa bu delirmiş, tımarhaneye atın veya Öldürün de
demiyorlar. Belki deliliği geçer deyip onu hafife alıyorlar.
Çağdaş kafirlerde, İslami hizmette ileri gidenlere aynı
yöntemi uygulayıp aciliyetten hastaneye kaldirtıp, birde
sahte deli raporu düzenlediler mi, bunu da basın yayın
yoluyla halka duyuruyorlar. Ve de halkın gözünde onu
delirmiş birisi olarak gösteriyorlar. Deli olmasa bu kadar
güçlü ordu ve ekonomilere karşı neyine güvenerek
başkaldınyor. Olsa olsa bu ancak delilikten başka birşey
değildir, diyorlar. Tabii ki öyle ithamlar karşısında
Nuh 2964[26]
2966[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/304-305.
konuda bildiğim kadarıyla, "Şark bilginleri etkisi altında
kalan batılı alimler" diye veya bu isme yakın bir isimle
yazılmış bir eser, hangi batılının, hangi doğu bilgininden
etkilendiğinin kaynak ve delilleriyle vermektedir.
Kısaca şunu hiç unutmamak gerekir ki, insanların ihtiyacı
olan çoğu sanat ve icadların öncüleri Peygamberlerdir.
"Bizim emrimiz gelip tandır kaynaymca", yani kafirlerin
helak olması için suyun kaynaması, gökyüzünden
yağmurların yağması geldiğinde vede ocak kaynayıverince.
"Tennur" kelimesi "ocak" anlamına gelir, buna şömine de
denilmekte. Hz. Ali (r.a.); Tennur'un yeryüzü olduğu
görüşünde. İşte helak zamanı gelince Allah (c.c.) Nuh
(a.s.)'a; "Yeryüzünde yaşayan her cinsten iki tane, yani her
cins hayvandan bir erkek, ve de dişisini, bir de içlerinden
daha Önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların
dışında aileni de gemiye al. Zulmetmiş olanlar hakkında
bana dua etme! Onlar boğulacaklardır." buyuruyor.
Ayet Nuh (a.s.)'ın başından geçenleri anlatırken, diğer
taraftan bize de; zalimlere dua etmememiz gerektiğini
bildiriyor. Burada kastedilen zalim, Müslüman olup günah
işlemek suretiyle nefsine zulmeden değil, iman etmeme
sebebiyle nefsine zulüm eden insandır. Ayette "Şirk büyük
bir zulümdür" buyruluyor. 2967[29]
Hud suresinde de geçtiği gibi Nuh (a.s.) kendisine iman
etmeyen oğlu içinde dua eder. Allah (c.c.) ise; "O, sana
mademki iman etmedi, o, senin ailenden değildir" buyurur.
Ve onun için dua etmemesini ister. 2968[30]
2969[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/307-308.
Nuh suresinde de ifade edildiği gibi, Nuh (a.s.)'ın gemisi,
Türkiye'mizin Mardin ili sınırları içinde bulunan, Cudi
dağına indiği belirtiliyor. Ayette "Cudi" dağı deniliyor ama
bu kastedilen Cudi yukarıda sözünü ettiğimiz il sınırları
içinde bulunan Cudi'midir, değilmidir? bu kesin değildir.
Bunun araştırılması gerekir.
Bazıları da bu Cudi dağının Nahcivan bölgesinde olduğunu
hatta, bu Nahcivan isminin "Nuhcivan'dan" türetildiğini,
zamanla Nuhcjvan'ın, Nahcivan'a döndüğünü söylüyorlar.
Ayette Nuh (a.s.), "beni bereketli yere indir" diye dua
ediyor. Bu bereketten maksat, birde İsra suresinin ilk
ayetinde de geçmekte. Orada "Etrafını mübarek kıldığımız,
bereketli kıldığımız" denilmekte ki; kastedilen Mescid-i
Aksa'dır. Bereket denilince aklımıza hemen toprağı verimli,
meyveleri, sebzeleri, suları bol olan yer aklımıza gelir.
Buradaki bereketten kasıt -Allah(cc) daha iyi bilir- İslamın
daha iyi yaşanması, daha iyi tanıtılmasıdır.
Meseleyi iki yönlü düşünmek gerekir. Yani Kudüs hem
maddi yönden; ekmeği, sebzesi, suyu bol. Hem de manevi
yönden; İslamın en iyi yaşanabildiği yer. Yani Mescid-i
Aksa, bereketli olarak nitelendirilmekte ama yeryüzünde
oradan daha münbit yerler vardır. Ama çoğu Peygamberler
ve birçok din Kudüs ve çevresinde ortaya çıkıp insanlara
tebliğ edilmiştir.
Asıl bereket iki dünyanın da cennet olmasıdır.2970[32]
2970[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/308-309.
etrafımızda var olan herşey bir imtihan vesilesidir.
"Şunları yiyip içip, şunlardan da uzak duracaksınız, şunlara
inanıp, şunlara inanmayacaksınız. Şunlara itaat edip, şunlara
itaat etmeyeceksiniz." Şeklinde hergün imtihanla karşı
karşiyayız. Bu imtihan sorularında istenilenler yapılıp,
yerine getirilir. İstenilmeyenlerden de uzak durulur. Bütün
bunlar yerine getirilmişse, imtihanı başarmışız
2971[33]
demektir.
2971[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/309.
ül Esnam diye bir eseri mevcuttur, (ilahiyat fakültesi
tarafından Türkçe ve Arapçasıyla neşredildi.) Eserde
putçuluğun ne zaman, nasıl ve ne şekilde başladığı hakkında
geniş bilgiler verilmektedir.
Dinin birşey ilave edilmeye, eklenmeye ihtiyacı yoktur. İyi
niyetle de olsa dinde olmayan, dinle alakası bulunmayan
şeylerden uzak durmak gerekir. Allah (c.c.) dinini en güzel
bir şekilde tamamlamıştır. Tam bir şekilde de Rasulüne
Kur'an'ı İndirmiştir. Ve Kur'an'ı Kerim'imiz de kıyamete
kadar bütün ihtiyaçlarımızı karşılayacak durumdadır.
Nuh (a.s.)'dan sonra gelen kavimlere de onların aralarından,
kendilerine; "Allah'a kulluk edin; çünkü sizin O'ndan başka
bir ilahınız yoktur, hala Allah'tan korkmazmısınız?" diyen
bir Peygamber gönderdi. Kur'an'ın özü budur. Yani Allah'ın
varlığını, birliğini tanıma ve ibadeti sadece ve sadece ona
yapmaktır. 2972[34]
2972[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/309-311.
elinde tutanlardır. Bu gurupların kaybedecekleri birşey
olduğundan dolayı, Peygamber iktidarı elde ederse, Bunun
neticesinde gayri meşru yollardan servet kazananlar bu sefer
bu servetleri kazanamayacaklar.
Onun için de tarih boyunca yönetim kadrosuyla, sermaye
kadrosu birlikte hareket edip, Peygamberlere karşı
durmuşlardır. Bunların da ortak özellikleri Peygamberi ve
ahire ti inkar etmektir. Peygamberi de insanların gözünden
düşürmek için; "Buda sizin gibi bir adam, sizin yediğinizden
yiyor, içtiğinizden içiyor." derler. 2973[35]
50- Biz İsa'yı ve annesini bir ayet kıldık. Onları akar suyu
olan, yerleşmeye uygun yüksek bir yere yerleştirdik.
Yani İsa (a.s.) ile Onun annesi bizim için bir ibrettir.
Meryem validemiz kocasız İsa (a.s.)'ı dünyaya getirmiştir.
Bakara suresinde; "Onun misali de Adem (a.s.) misali
gibidir." buyruluyor. Adem (a.s.) annesiz, babasız topraktan
yaratıldığı gibi İsa (a.s.)'da babasız olarak
2982[44]
yaratılmıştır.
O birşeyi istediğinde ona "ol der, o da oluverir." "İsa ile
annesi Meryem'i yüksek bir yere, sebze ve meyvesi bol,
sulak bir yere yerleştirdik" buyuruyor ve ayet bunların
2979[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/317-318.
2980[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/318.
2981[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/319.
2982[44]
Ali imran 59
yerleştirildiği yere dikkatimizi çekiyor.2983[45]
2983[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/319.
beslenmiş bir vücud ile ibadet etmesi gerekir. Haram ile
beslenen bedenle yapılan ibadetler kişiye manevi bir haz ve
gıda vermez. Salih amel yapmanın yolu, helal ve temiz
yiyeceklerden geçer. 2984[46]
2984[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/319-321.
2985[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/321.
2986[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/321-322.
56- Onların iyiliklerine mi koşuyoruz (zannediyorlar?)
Hayır. (Bu mal ve evlat onlar için imtihandır.) Ancak onlar
farketmezler.
Sebe suresi 35. ayetinde; "Biz mal ve evlat bakımından
(ordular bakımından) biz daha fazlayız, onun için ahirette
biz azaba uğramayız." Allah bizi sevmeseydi bu mallan,
evlatları bize vermezdi. Bize verdiğine göre bize layık
görmüş diyorlar.
Allah (c.c); "Onlara, mal ve evlat vermişsek bunları
kendileri için hayır mı zannediyorlar.? Onlar işin vahametini
bilmiyorlar. " buyuruyor.
Bazıları, inançsız devletlerin ekonomide ileri gidip, bazı
İslam ülkelerinin de geri kalmasını ileri sürerek, işin içinden
bir takım şeyler aramaya çalışıyorlar. Sanki geri
kalmalarının sebebi İslam dini imiş gibi göstermeye
çalışıyprlar. Fakat durum böyle değil. Günümüzde İslam
ülkeleri kadar, hatta daha fazla Hristiyan olan ülkeler geri
kalmış durumdadır, hatta bazı İslam ülkelerinden de geri
durumdadırlar.
Aksine insanlar İslama sarıldıkça ilerlemiş İslamdan
uzaklaştırıldıkça da o nisbette gerilemiştir. 2987[49]
2989[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/23-324.
2990[52]
Nesai, Zekat 49 Babu-Cühd-ül-mukıl
2991[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/324.
Hayırda da birbirleriyle güçleri oranında yarış ederler. 2992[54]
İmansız kesim ise cehalet ve kalpleri sapıklık içinde; onların
yaptığı amellerden başka nice amelleri var ki ona devam
edip duruyorlar. Yani bir günahdan diğerine devam edip
duruyorlar. 2993[55]
2996[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/326.
geldiler. Kur'an'm Allah kelamı olduğunu anladılar ama
anlamamazlıktan geldiler.
Yoksa onlara bu gelen' ayetler, babalarına gelen birşey
değilmi? Yani onlar; "Biz babalarımızın yolundan gideriz,
babalarımıza tabiiyiz" diyorlardı. Allah (c.c.); "Onların
atalarına hiç Peygamber gelmedi mi? Atalarına hiç kitap
gönderilmedimi ki?" buyuruyor.
Mekke müşrikleri Hz. İbrahim (a.s.)'ın soyundan olduğunu
iddia ediyorlardı ki; Allah (c.c.) Hz. İbrahim'i Peygamber
olarak göndermiştir vede kitap vermiştir.
Yoksa onlar kendilerine elçi olarak gönderilen Peygamberi
tanımıyorlarda onun için mi inkar ediyorlar? Hz. Peygamber
40 yıl aralarında yaşadı. Buna rağmen sanki Peygamber(as)
-aralarında yaşamadan-başka biryerden çıkıp gelip de; "Ben
size gönderilmiş bir Peygamberim" diyor.
Oysa onların kültüründen kültür edinmiş, onlar gibi koyun
gütmüş. Bir ana ve babadan dünyaya gelmiş. Onlar gibi
ticaretle meşgul olmuş bir insan vede Allah(cc) tarafından
Peygamberlikle görevlendirilmiş. Onun için Hz.
Peygamberi iyi tanıyorlardı. Peygamber olmadan önce
"Emin-Güvenilir" lakabını takmışlardı.
İşte böyle bir insan 40 yaşından sonra Peygamber olduğunu
iddia edince; "yalan söylüyorsun" diyemediler. Yalan
söylemeyen, emin bir insan; ilahi vahyi insanlara tebliğ
edince; "bunu kendisi söylüyor" deselerdi, tutmayacaktı.
Zira o güne kadar hiçbir yalanı, ihaneti söz konusu olmamış.
"Muhammed'den duyduğunuz kelimeler şeytanın ona
verdikleridir. Bizim de bilmediğimiz, bilemediğimiz
güzellikte"dediler.. Öyle ise bunda bir "delilik var" diyelim
diye işi kurtarma tarafına gittiler. Bu görüş müsteşriklerin
yardımıyla Hz. Peygamberde "Sara hastalığı" olduğu
şeklinde yansıtılmıştı.
Batılı biri çıkıp da Kur'an'ı iyice inceleyip: "Ey modern
dünyanın insanı, madem siz; bunu 1400 yıl önce saralı biri
söylüyor, diyorsunuz ama bugün siz bunun hiçbirini de
söyleyemiyorsunuz ?" deyiverse halleri nice olacaktır.
Müslüman olan Fransız musikişinaslarından biri Kur'an-ı
baştan sona dinler ve Muhammed Hamidullah Bey'e:
"Kur'an-ı baştan sona dinledim, ama şuranın musikisi
kulağıma hoş gelmedi" der. M. Hamidullah'da oranın diğer
kıraat imamlarına göre başka bir şekilde okunduğunu da
söyleyince adam şimdi oldu der. İşte batıda da müs-
teşriklerinkinden farklı olarak Kur'an-ı inceleyen bilim
adamları da mevcuttur.2997[59] Bilakis O, Allah'ın
Peygamberi onlara hak ile geldi. Hakkı getirdi, onlardan
birçoğu da haktan yüz çevirmişlerdir. 2998[60]
2999[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/329-330.
verecektir. Rabbim katından verilen mükafaat daha
hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Hz. Adem
(a.s.)'dan Hz. Peygambere kadar bütün Peygamberlerin
müştereken söylediği üzerinde durduğu önemli hususlardan
biri; "Allah'tan başka ilahın olmadığı, ibadetin ancak ve
ancak Allah'a yapılacağı vede Allah'ın emirlerinin insanlara
tebliği karşısında onlardan ücret istememeleridir."
Bütün Peygamberler ümmetlerine Allah'tan korkup
sakınmalarını söylemiştir.
Tabiiki insanlar, toplumun karşısına çıkan kişilerin etrafında
toplanıp; acaba bu ne diyecek veya neyin reklamını
yapacak, diye merak ederler. Birşey satmayıp dinin
reklamını yaptığında da, bunun bundaki kârı nedir?
Menfaati nedir? diye aklına biraz düşünce gelebilir.
İşte Peygamberler müştereken; "Biz sizden hiçbir menfaat
beklemiyoruz. Bizim mükafaatımız Allah'a aittir"
demişlerdir. Bu ayetlerde de Allah (cc.) Hz. Peygambere
hitaben; "Acaba sen onlardan ücret mi istiyorsun da, onun
için mi yüz çeviriyorlar?... Ücrette istemiyorsun."
buyurmaktadır.
İslam'a kendini adamış insanların en çok üzerinde duracağı
vede dikkat edeceği konu budur. 3000[62]
3002[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/332.
ayetinde bize bunu anlatmaya çalışıyor. Kafirlerin halide
bundan farksızdır diyor. 3003[65]
3003[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/332-333.
3004[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/333.
3005[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/333-334.
artar bile. Bu incelikleri toprağın, güneşin ve diğer tabiat
olaylarının yapması mümkün değildir.
Onun için Allah (c.c.) verilen bu nimetlerle, kendisine
şükretmemizi istiyor, ayet de buna dikkatimizi çekiyor.
Gözün şükrü; iyi şeyleri görüp, müslümanları vede bütün
dünya müslümanlannı basın yayın yolu ile gözetlemek.
Kulağın şükrü, iyi sözleri duyup, kötü şeylerden uzak
tutmak. Allah'ın kelamını dinletmek veya dinimizle ile ilgili
konuşmaları almaktır.
Kalbin şükrüde iyi şeyler düşünüp, kötü düşünce ve
tefekkürden uzak durmaktır. Allah insana öyle bir kalb
nimeti vermiş ki, kalb deyince sol meme altında bulunan et
parçasını kast etmiyoruz. Onunlada alakasi olan şeffaf,
insanın düşünme ve diğer fonksiyonlarını yapma kabiliyeti
veren, insanında bugün sırrını çözemediği bir şeydir. O
kadar kabiliyeti vardırki bir ömürlük bilgileri saklar ve de
anında çağırır. Diğer organlara çalışma düzeni verir. 3006[68]
3010[72]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/336.
3011[73]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/337.
3012[74]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/37-338.
koyan, onları terbiye eden kimdir? diye sor o inançsızlara.
Dürbün ve teleskoplarla hakkında hayli bilgiler edindiğiniz,
dünyadan kaç misli büyük olduğunu tesbit ettiğiniz, adedini
sayamadığınız, bu semadaki yıldız ve gezegenlerin sahibi
kimdir? Diyeceklerdir ki; "Allah(cc)" Öyle ise Allah'dan
sakınmazmısınız, korkmazmısınız?" de. 3013[75]
3017[79]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/340.
3018[80]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/341.
3019[81]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/341-342.
sığınırım."
98- "Yanımda bulunmalarından da Rabbim sana sığınırım."
Yani benim yanımda bulunan şeytanlaşmış insanların
şerrinden sığınırım de. Bir önceki ayette de şeytanların
şerrinden Allah'a sığınılması ifade ediliyor. 3020[82]
3022[84]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/343-344.
3023[85]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/344.
3024[86]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/344-345.
3025[87]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/345.
106- Dediler: "Rabbimiz bedbahtlığımız bize galip geldi ve
biz sapık bir kavim olduk."
107- "Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar (küfre)
dönersek artık biz zalimleriz."
Her insanın iyilik yapma gücü var olduğu gibi kötülük
yapma gücüde vardır. Fıtratındaki o gücü iyiye veya kötüye
kullanma kişinin edindiği kültürle olur. Kur'ana iman
edenler saadetlerini kuvvetlendirirler. İman etmeyenlerde
şekavetlerini artırırlar. Hiçbir kimse "ne yapayım talihim
böyle imiş" diyemez. Biz iradelerimizden sorumluyuz.3026[88]
3028[90]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/347.
3029[91]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/347-348.
3030[92]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/348.
116- Gerçek yönetici olan Allah yücedir. Ondan başka ilah
yoktur. O, kerim olan arşın Rabbîdir.
Herşeyi yaratan, yaşatan ve yöneten Allah'dır. Sonsuz
otorite O'na aittir. O'nun mülkünde O'nun verdiği el ve
ayakla dolaşıyoruz. Öyle ise O'nun koyduğu Kur'ani
kurallarınada uyalım. 3031[93]
3031[93]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/348.
3032[94]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/349.
3033[95]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/349.
NUR SURESİ
3038[5]
Bak. Tefhimül Kur'an Nur suresi tefsiri
Bir erkek zorla bir kadına tecavüz etse kadın suçsuzdur.
Bunun akside olabilir. Kadın zorla bir erkeğe tecavüz etse
bu takdirde erkek suçsuzdur. Kendi cinsiyle ilişkide
bulunanlar bu ayette belirlenen suç ve cezanın dışında kalır.
Yani had cezası uygulanmaz, ama ta'zir cezası
uygulanır.Ta'zir: Hakkında belirli bir ceza olmayan
suçlardan takdir ve tatbik ettiği cezadır.
Kur'an ve sünnette cezası belirlenmeyen, fakat kötü olduğu,
suç olduğu, günah olduğu bildirilen suçları işleyenleri
hakim bu suçlardan vazgeçirmek için suçlunun haleti
ruhiyesini de gözeterek takdir ettiği cezadır.3039[6]
Had cezasını ağır görenler yukardaki şartları göz önüne
getirsinler. Bugüne kadar dört erkek şahidin, tarif edildiği
şekilde zina suçunu gördüğü olmamıştır. Efendimiz
donminde zina suçundan cezalandırılanlar kendi itiraflarıyla
cezalandırılmışlardır.
"Feclidü" kelimesinden hukukçularımız zina suçu işleyen ve
itiraf eden veya dört şahidle isbat edilen kişiye vurulan
değnek derinin altındaki eti ezmeyecek şekilde vurulacağını
ifade etmişler. Kafasına, yüzüne ve avret mahalline
vurulmayacak. Vuran kişi kolunu kaldırınca koltuk altı
görünmeyecek. Yani gerinerek hızlı vurmayacak. Aynı yere
üstüste vurmayacak.
İslamın büyük günah saydığı zina suçunu işleyenlere verdiği
cezanın tatbikini ağır bulan ve tenkid edenler 21 nci yüzyıla
girerken en medeni kabul ettikleri Amerikada polislerin
trafik suçu işleyen bir zenciyi döverek öldürdüğünü bütün
dünya televizyonlardan izledi. Sınırdan vizesiz girmeye
çalışan Meksikalı bir kadını Amerikan polisi nasıl copla
doğduğunu dünya televizyondan izledi. Karakollarda iğdiş
edilen, sakat bırakılan, öldürülen insanların sayısı milyonları
aştı.
3039[6]
İbni Kudame, el-Muğni 8/325
Recm'le ilgili Kur'an-ı Kerimde hiçbir ayet yoktur. Ancak
sünnette vardır. Hadis kaynaklarındaki yerleri:
Buharı Kitabül Hudud, Kaviler: Cabir ile ibni Abbas
Müslim Kitabül Hudud, Raviler: İbni Abbas, Büreyde, Ebu
Said
Ebu Davud Kitabül Hudud, Raviler: Ebu Hureyre, Nuay b.
Hezzal
Tirmizi Hadis no: 1428, Ravi: Ebu Hureyre
Nesai Kitabül Cenah, Ravi: Cabir b. Abdullah
Müsnedi Ahmed 11245, 313,328 Abdullah b. Abbas
Müsnedi Ahmed 21286, 287, 450 Ebu Hureyre
Müsnedi Ahmed 3/323 Cabir b. Abdullah
Sûre: 24 NUR SÛRESİ 355
Müsnedi Ahmed 51216, 217 Nuaym b. Hezzal
Müsnedi Ahmed 5/347,348 Büreyde b. Hasıyb
Musannefi İbni Ebi Şeyhe 10/18
İbni Mace Kitabül Hudud hadis no: 2554 Ebu Hureyre
Müstedreki Hakim 4/363 Ebu Hureyre
Dar imi 2/176 Cabir b. Semura
İbni Carud 883 '
"Allah'a ve ahirete iman ediyorsanız" ifadesiyle emirleri
yerine getirmenin sevap olduğu gibi cezaların afvı mümkün
değilse cezalandırılmanın da imanın gereği olduğunu ifade
eder.
Allah'ın koyduğu cezaları çok bularak Allah'dan daha
merhametli olma sevdasına kapılarak dinden çıkmayalım.
Veya daha az bularak dinden çıkmayalım.
Ferd olarak ceza çekene acıyabiliriz. Yürekden yanabiliriz.
Fakat bu hakimin hükmünü etkilememeli ve hukukun
gereğini yerine getirmelidir. Ayette cezanın tatbiki
esnasında bir taifenin hazır bulunması istenmektedir.
Günümüzde hapishanelerde yapılan işkenceler sinema
filimlerine konu oldu. Karakollarda kırılan kollar siyasilere
"şeffaf devlet" terimini getirdi. Dinimiz, yöneticilerin ceza
vermesini bile sivil toplumun önünde yapmasını
emretmektedir. Bu toplum en az dört kişi olmalıdn\ Gösteri
haline de dönüştürülmemeli. Teşhirin toplumda suç işleme
meylini azalttığı bütün otoritelerce bilinen bir
durumdur. 3040[7]
3- Zina eden bir erkek, zina eden bir kadın veya puta tapan
bir kadından başkasını nikah etmez. Zina eden bir kadında
zina eden bir erkek veya puta tapan bir erkekden başkasını
nikah etmez. İşte bu mü'-minlere haranı kılındı.
Zina suçunun kötülüğünü açıklıyor. Bakara suresinin 221.
ayetinde müşrik erkek ve müşrike kadınla mü'minlerin
evlenmesini yasaklamıştı. Bu ayet zina eden birinin ancak
müşrik veya zinakar birine layık olduğunu ifade ediyor.
Ancak zina eden erkek veya kadın tevbe eder yaptıklarına
son verirlerse geçmişlerine- bakılmaz ve nikahları sahih
olur.3041[8]
3042[9]
et-Ümm 61214
kadın veya erkek yine bu vasıflara sahip bir erkek veya
kadına, zina ettiği iftirasını açık kelimelerle söyler. Bu
söylediğini dört şahitle isbat edemezse, bu iftirayı yapan,
seksen değnek vurulmak suretiyle cezalandırılır.
Ayette "iffetli kadınlara" kelimesini kullanmış ama hüküm
hem kadınlar, hemde erkekler içindir. Yani bir erkeğe zina
iftirasında bulunan insan erkek veya kadın olsa yinede
cezalandırılır.
İslam hukukunda tazminat davaları fıkıh kitaplarımızın ilgili
bölümlerinde açıklanmıştır. Mala ve bedene yapılan
zararların bedeli, diyeti veya kısası maddi cezalardır.
Şahsiyete yapılan suçların cezalan ise parayla
ölçülemeyeceğinden para cezası yerine suçluya had cezası
vermiştir. 3043[10]
Nikah hadis 1970 Siretü İbni Hişam 31254, Tarihu-t-Taberi 21610 619
zarıdır. O şişede şarap bile olsa, o adam da sarhoş olsa siz,
yinede böyle düşündüğünüzden dolayı sevap alırsınız. 3047[14]
3047[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/362-363.
3048[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/363.
3049[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/363-364.
Ama ailelerin arasının açılması, milletlerin savaşa girmesi
yetkililerin ağızlarından çıkan o basit birkaç kelimedendir.
Şair: "Söz ola kestire başı Söz ola kese savaşı" demiş. 3050[17]
3058[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/371-372.
30- Mü'minlere söyle gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve
namuslarını korusunlar. Bu onlar için daha temizdir.
Şüphesiz Allah onların yaptıklarından haberdardır.
31- Mü'min kadınlara da söyle gözlerini (haramdan)
sakınsınlar, namuslarını korusunlar ve zinetlerini
açmasınlar. Ancak görünenler hariç. Başörtülerini
yakalarının üzerine koysunlar. Zinetlerini eşleri, babaları,
eşlerinin babaları, oğulları, eşlerinin oğulları, erkek kardeş-
leri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları,
kendi kadınları, elinin altında (köle ve cariye)kiler,
kadınlara meyli olmayan (aileye) tabi erkekler, kadınların
avret yerlerini bilmeyen çocuklar dışında kimseye
açmasınlar. Zinetlerinden gizlediklerinin bilinmesi için
ayaklarını vurmasınlar. Ey iman edenler, topluca Allah'a
tevbe ediniz ki felaha eresiniz.
Göz görür, gönül sever veya sevmez. Kararı gönül verir ama
gönülün dışa açılan penceresi gözdür. Temiz bir toplumun
bozulmaması için gözlerimize dikkat etmeliyiz.
Peygamber efendimiz Hz. Ali'ye "Ya Ali devamlı bakma.
İlk bakış günah değil. İkinci bakış sana ait değildir." (Yani
bakmak günahdır) buyurur. 3059[26]
Erkeklerde bakılması haram olan yerler göbekle diz arasıdır.
Kadınlarda ise bakılması haram olan yerler el, yüz ve
ayakların dışında kalan heryerdir. Eller bileklere kadar, yüz
iki kulak ve alındaki saç biten yerden çeneye kadar olan
yerlerdir. Ayak ise topuğa kadardır.
Saçı, boynu, kollan gibi zinet yerlerini babasına,
kayınbabasına, oğlunâ, kocasının oğluna, oğlan
kardeşlerine, kardeşinin oğullarına, kadın.
lara, kölelerine, kadınlara ilgi duymayan ihtiyarlara,
delilere, küçük çocuklara göstermesi günah değildir.
3059[26]
Ebu Davud, Nikah Hadis 2149
Nisa suresinin 23. ayetinde hala ve teyzelerle bir erkeğin
evlenmesinin haram olduğunu öğrenmiştik. O ayete göre bir
kadın dayısı ve amcasıyla da evlenemez. Öyle olunca dayısı
ve amcası yanında kollarını, başını açmasında bir sakınca
yoktur.
Kendisini tanıdığı, edebine, terbiyesine güvendiği kadınların
yanında açmasına izin verilmiştir. Kadınlar kendi aralarında
toplanıp dini sohbetler yaparlarken başlarının, kollarının
açılmasına dikkat etmezlerse onlar için bir günah yoktur.
Ayrıca ahlaksız kadınlara karşı mahrem yerlerinin
açılmamasına dikkat edecektir. Ayetteki: "Nisaihinne" deki
"Hinne" zamirinin önemi günümüzde "lezbiyen" denilen
sevici kadınların çoğaltılmaya çalışıl-masıyla daha iyi
anlıyoruz.
"Humur" kelimesi "hımar" kelimesinin çoğuludur, örtme
manasına gelir. Kur'an-ı kerim şarab kelimesini de "Hamr"
kelimesiyle ifade etmiştir. Hamr(Şarap) aklı örttüğünden
"hamr" denmiştir.
Peygamber efendimiz yemek ve su kaplarımızın ağzını
örtmemizi emrederken "Hammiru-1-aniyete" buyurmuş.
(Buharı K. Bed'ül halk). Kapların içine zararlı şeylerin,
mikropların girmemesi için kapaklarının örtülmesi gibi
namus ve iffetimize mikropdan daha zehirli göz değme-
mesi için zinet yerlerinin örtülmesi gerekir.
"Hımar" kelimesinin Türkçe tam karşılığı "Başörtüsü"dür.
Başdaki gözümüzü haramdan, gönül gözümüzü de
Masivallah'dan (Allah'ın dışındakilerden) sakınalım.
Tesettüre riayet ederken:
1- El, yüz ve ayağın dışındaKi yerler kapanacak. Erkeklerde
göbekle diz arası kapanacak.
2- Elbise dar olup vücud hatlarını belli etmeyecek. Bu,
ikinci kural erkekler için de geçerli.
3- Şeffaf olup içini göstermeyecek. Bu kural da erkekler için
geçerli.
4- Erkek veya kadının elbisesi kafir bir grubun kafirliğini
belli etmek için giydiği özel kıyafet olmayacak.
Bu dört kurala dikkat ettikden sonra Ay'da ekilen, Mars'da
dokunan, Uranüs'de biçilen, Neptün'de dikilen elbiseyi
giymek caizdir.
Kadınlar yürüyüşlerine de dikkat edecekler. Eskiden
topuklarına halhal takarlarmış. Yürürken ayaklarını yere
vurup hamallarını şıngır-datarak erkeklerin yüreklerini
hoplatırlarmış.
Günümüzde halhal pek kullanılmıyor ama Paris'de,
Amsterdam'da, İstanbul Beyoğlun'da malum kadınlar hala
yürüyüşleriyle ilgililerine mesaj gönderiyorlar.
Tabii ki bu tür yasaklar yalnız kadınlara mahsus değil.
Erkekler içinde erkeklikden kadınlığa sapmayı yasaklayan
hadisler vardır. Buhari'nin "Kitab-ü Libas'ında" kadınlaşan
erkekler ile, erkekleşen kadınlara lanet edilmiştir.
Erkeklerin, yüzlerine kadınlar gibi allık sürülmesi
yasaklanmış. Kadınların zarafetine layık olan ipek ve altını
da erkeklerin giyip takınması yasaklanmıştır.
Erkeklerin avret mahalli, dizleri ile göbek arasıdır. Ancak
bu üst tarafını ve dizden aşağısını açacak anlamında
değildir. Sevgili Peygamberimiz üzerinden elbisesini hiç
eksik etmemiştir. Göbekten yukarısını örtmekte sünnettir.
İhtiyaç zamanında gobekden yukarısı açılırsa bakılması
haram değildir.
Tabii ki bakişdan bakışa fark vardır. Göz penceremizden
gönül dünyamıza giren pislikleri, mikroplan pişmanlık
ateşiyle yakıp, tevbe suyuyla yıkarsak kurtuluşa erebiliriz.
Tesettür için Ahzap suresi 59.ayetine bakınız. 3060[27]
3060[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/372-376.
lütfundan zengin eder. Allah genişlik verendir, herşeyi
bilendir.
İnsanın namusunu koruyan en sağlam kalesi imanıdır.
Ancak o kaleye saldıran düşmanlar çok fazladır. Kişi
İmanını ve iffetini, amelle koruması gerekir. Nur suresinde
başından beri toplumun en önemli değerlerinden olan
namusun korunmasına yönelik ayetleri açıklamaya çalışı-
yoruz.
Bu korunma yöntemlerinden biri de bekarların
evlendirilmesidir. Evlilik kesin çözümmüdür? Hayır. Önce
kişide Allah inancı olacak. Harama çözülen uçkurun ahirette
cezasına inanacak. Bu inanç içindeki bir kadın veya erkek
bu tabii ihtiyacını Allah'ın koyduğu kurallar içinde
karşılaması için bekarlar evlendirilecek.
Bazıları evliliği zorlaştırırlar. Konya'da Mevlana'nm mürşidi
Şems camide vazederken delikanlının biri "va'zediyorsun
ama benim derdime çare olmuyorsun. Ben fakir bir
bekarım" der. Şems, camideki kadınlar bölümüne "Bu
delikanlıyla evlenmek isteyen var mı?" diye sorar.
Kadınlardan biri evleneceğini söyler. O fakir delikanlı da
kadını bildiği için beğenir ve o anda cemaatin huzurunda
nikah kıyılır ve Şems va1-zına kaldığı yerden devam eder.
Olur mu? demeyin. Buharının K. Nikah bölümünde Sehl b.
Sa'd'ın rivayet ettiği hadisi okuyun. Evlenmek arzusuyla
Efendimizin yanına gelen bir kadına hemen orada fakir bir
erkek talip olur. Mihir olarak vereceği hiçbirşey yoktur.
Kadında bu evliliği kabul edince Efendimiz' bunları
evlendirivermiştir.
"Evlenene Allah yardım eder" atasözümüz aslında
Efendimizin sözünden bir bölümdür. Ebu Hureyre'nin
rivayet ettiği hadisde 3061[28] Efendimiz; "Allah yolundaki
mücahide, borcunu Ödemek isteyen mükatibe ve iffetini
3061[28]
Tirmizi fezailül cihad bab 20 hadis 1655, İbni Mace'nin K. ıtk hadis 2518, Nesainin K. Nikah babü
meunetillahı linnakıhı bölümünde
korumak için evlenene yardım etmek Allah üzerine bir
hakdır" buyurur.
Hiç birimizin kızı Peygamber efendimizin kızı Hz.
Fatıma'dan daha değerli değildir. Öyle düğünler
duyuyorumki, yalnız nişan gecesinin masrafıyla 10 tane
düğün yapılır. Kına gecesi ve düğün merasimlerinin
yapıldığı salonlar..! Avrupa'dan getirtilen milyarlık
gelinliklere yapılan bir düğün..! Böyle yüz tane düğünle,
ikiyüz tane bekarın evlenmesini sağlayabiliriz.
Fakirleri evlendirmenin etkili ve yetkili kişilere bir görev
olduğunu bu ayet bize işaret etmektedir. Ayetteki, "Salihin"
kelimesi kapsamlı bir ifadedir. "Evliliğe uygun" manasına
gelen bu kelime hem ahlaken, hemde fiziki olarak
uygunluğu içine alır. 3062[29]
3064[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/378-380.
Kandil sanki inci yıldız gibidir, doğulu ve batılı olmayan
mübarek zeytin ağacından yakılır. Neredeyse ateş değmeden
de ışık verir. Nur üzerine nurdur. Allah dilediğini Nur'una
hidayet eder. Allah insanlara misaller verir. Allah herşeyi
bilir.
Köşe dönenlerin "iş bilen" diye öğüldüğü, adam
öldürenlerin yiğit adam diye anıldığı, kız çocuğunu
öldürenin namuslu diye bilindiği, zalimlerin adil olarak
tanıtıldığı, fuhşun en fazla gelir getiren sektör olarak lanse
edildiği, iffetli kadınları ve erkekleri kendi alçak
seviyelerine indirmek için iftira edildiği toplumların
temizlenmesi için Allah (c.c), Nur gibi Muhammed (s.a.v.)'e
nur olan ayetlerini indirir.
Güneş gelince karanlıklar yok olduğu gibi Allah'ın nur diye
isimlendirdiği Kur'anın aydınlattığı toplumlarda cahili
karanlıklar yok olur gider.
Bir emniyet müdürü bulunduğu şehrin deniz kenarında
kuytu bir yerinde esrarkeşlerin toplanıp uyuşturucu
almalarını engellemek için devamlı baskınlar yapar,
yakaladıklarını da mahkeme cezalandırırmış.
Ama aynı yerde yine esrarkeşler birleşirlermiş. Cezayla
önüne ge--çemediği bu olayın önüne aydınlıkla geçebilmiş.
Belediye ile anlaşarak, o kuytu yerin her tarafını elektrikle
aydınlatınca esrarkeşler oraya bir daha gelmemişler. Ama
oradan başka kuytu yerlere gitmişler.
İslamin getirdiği aydınlık, insanın kalbine iman gibi
yerleşirse o gittiği her kuytu yeri pırıl pırıl yapar. Gökleri ve
yeri aydınlatan Allah'dır. O aydınlığı görecek göz nurunu
yaratanda Allah'dır. Göznuru ile kainatın güzelliklerini
görürüz. İki dünyamızı aydınlatacak olanda Kur'an'dır.
Önada gönül gözümüzü açarsak görürüz.
Baştaki iki gözünü kapatana dünyanın aydınlık olmasının
hiçbir faydası olmadığı gibi gönül gözünü Kur'ana kapatana
da Kur'an ışığını vermez.
Kur'ana gönüllerini kapatanlar hayatlarını kendi koydukları
kurallara göre kurmaya çalışırlar ve körün değneğiyle yol
yürüdüğü gibi ömrü deneme yanılma yoluyla hep yanlışlarla
doğrulan karışık bulur.
Allah(cc) nurunu, doğulu ve batılı olmayan, zeytin yağının
lambada yakıldığı zamanki nuruna benzetiyor. Ve ayetin
sonunda "Allah insanlara misaller verir" diyerek
bilmediğimiz şeyleri bildiğimiz şeylere benzeterek
anlatıyor.
Kur' an'da verilen kelimeler evrenseldir. Zeytin ve
zeytinyağı bugün dünyanın her tarafında bilinmektedir.
Ayrıca zeytin ağacı, Peygamberler ocağı olan, orta doğunun
tarihinde Peygamberle özdeşleşmiş ve Rabbimiz "Tin"
Suresinde Peygamberler yurduna yemin ederken "İncire,
Zeytine, Turu Sinaya ve şu emin beldeye yemin olsun"
demiştir.
Hem doğunun güneşini, hemde batının güneşini alan düz
yerdeki ve tepelerdeki zeytinin yağı daha parlak "ve is'siz
olurmuş.
Bizim Nurumuz olan Kur'an-ı Kerim ne doğudandır, ne
batıdandır. Doğunun ve batının Rabbi olan Allah'dandır.
Son günlerde dünya müs-lümanlarının hep birlikte
söyledikleri:
La şarkıyye, La garbiyye, İslamiyye, Islamiyye"
sloganı ile yürümeye ve bugüne kadar batıdan aldıkları
küfür ve il-had, dinsizlik bataklığından kurtulmak için
Kur'an'm ışığına sarılmaya başladılar. 3065[32]
3065[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/381-383.
girince o gönül yücelir. İman eden gönüller birleşip bir aile
olunca, o ailenin oturduğu ev yücelir. Yunus suresinin 87.
ayetinde; evlerimizi kıble (mescid) yapıp namazlarımızı
kılmamız istenmektedir.
Ailelerin birleşerek farz namazlarım kıldıkları ve birçok
işlerini yoluna koydukları mescidlerde Allah'ın nuru olan
Kur'an hayata geçirilirse mescitler yükselir.
O mescitlerde mü'minler sabah-akşam Allah'ı teşbih ederler
ve Allah'ı zikrederler.3066[33]
3066[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/383.
giderler. Helal malları dahi onları Allah'dan uzaklaştıramaz.
Cuma namazını kıldıktan sonra rızık aramak için dağılma
tavsiye edildiğine göre çalışmak emredilmek-tedir. Ancak
çalışmak mü'mini ibadetinden alıkoyamaz.
Yemesi, içmesi, evlenmesi bunları sağlamak için yaptığı
çalışmalarında hep Allah'ın rızasını gözetir. Allah'ın
koyduğu kurallara göre kazanan sevap kazanır. Allah'ın ve
Rasulünün koyduğu kurallara göre yiyen, içen, uyuyan,
evlenen bir mü'min; aynı zamanda sevap kazanır ve
mevîasına doğru yaklaşır. Kafirlere gelince: 3067[34]
3067[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/384-385.
Kur'an'a uymakla mümkündür. 3068[35]
3068[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/385-386.
zaman hürriyet istemediler.
Hürriyeti isteyen, insanın insana hükmetmesine karşı
çıkanlar ise müslüman oldular. 3069[36]
3075[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/391-392.
Bak. Nisa suresi 60-65
3076[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/392.
52- Kim Allah'a ve Rasulüne itaat eder, Allah'dan korkar ve
ondan sakınırsa, işte onlar kazananların ta kendisidir.
Nisa suresinin altmışıncı ayetinde, bu Nur suresinin 48.
ayetinde de ifade edildiği gibi kafirler Allah'ın kitabına göre
değil de Tağutların, Allah'a baş kaldıranların koyduğu,
kanunlara göre muhakeme olmak istediklerini bildirmişti.
Bu ayette ise mü'minlerin tağutlara değil, tağutları da
yaratan Allah (c.c.)'ın indirdiği Kur'anı dinleyip emirlerine
uyduklarını ifade ederken, kişinin "iman ettim" demesinin
yeterli olmadığını, itaatında gerekli olduğunu gösteriyor.
Allah'a iman edip de Tağut'tan adalet istemek şirkin en
koyusu, en katmerlisidir. Kazananlar ve kurtuluşa erenler
ise Allah'a ve Rasulüne itaat edenler, O'nun rızasını
kaybederim korkusuyla dikkatli olan ve her yerde ve
herşeyde Allah'ın ilmini, kudretini ve sanatını görerek ür-
perenlerdir. 3077[44]
3077[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/392-393.
uymuyorlar. Fakat beş on senede İslam'ın emir veya
yasaklarından birine uyacaklarını söylemekle müslümanları
kandırmaya çalışıyorlar.
Ayet bize, işi kökden halletmemizi emreder. Topyekün
İslam'ın bütün emirlerine uymalarını isteyeceğiz. Yoksa beş,
on senede bir hükmün icra edilmesine razı olursak İslam'ın
insanlara mutluluk sağlaması için binlerce yıl beklememiz
gerekir. Ya hep, ya hiç. 3078[45]
3080[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/395-396.
ve toplumun hukuk devleti olmasını sağlayan Peygambere
onun şahsında Kur'ana itaattan geçtiğini öğreniyoruz. 3081[48]
3081[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/396-397.
3082[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/397.
3083[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/397-398.
59- Çocuklarınız ergenlik çağına geldiklerinde daha
öncekilerin (çocukların) izin istediği gibi izin istesinler. İşte
Allah size ayetlerini böylece açıklar. Allah Alimdir,
Hakimdir.
Ergenlik yaşı fıkıh kitaplarımızda kesin olarak
belirtilmemiştir. Bu konuda efendimizden açık bir ifade
yoktur. Bölgeler ve iklimlerin insan gelişiminde etkisi
olduğunu biliyoruz. Onun için sabit bir yaş belirlen-mez.
İslamın hakim olduğu bölgelerde bilirkişilerin tesbiti geçerli
olur.
Sıcak bölgelerde küçük yaşlarda ergenliğe ulaşan çocuklar,
soğuk bölgelerde biraz daha geç ergenliğe ulaşabiliyor.
Onun için Kur'an-ı Kerim yaşı belirtmek yerine "ergenlik
çağı" kelimesini kullanmıştır.3084[51]
3086[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/400-401.
öğretiyor. 3087[54]
63- Peygamberin çağırmasını aranızda birbirinizi
çağırmanız gibi yapmayın. Allah içinizden birbirine
gizlenerek sıvışıp gidenleri bilir. Onun emrine muhalefet
edenler kendilerine bir fitnenin veya acıklı bir azabın isabet
etmesinden sakınsınlar.
Peygamber efendimize hitap ederken birbirimize hitap eder
gibi konuşmayacağız. "Hucurat" suresinde Allah Rasulüne
nasıl konuşulacağı öğretilmiştir.
Birde Peygamber efendimiz bizi bir iş için çağırdığında bu
çağrıyı diğer insanların çağrısı gibi değil daha değerli olarak
önem vereceğiz.
Onun halifesi olan yönetici de bir Müslümanı huzuruna
çağırdığında, hemen gelecek ve saygıda kusur etmeyecek.
Önemli toplantılara gelmeyen, gelipte göründükten sonra
sıvışıp gidenler kınanmakta ve elim azapla uyarılmaktadır.
Günümüzde Müslümanların Önemli işlerinde davet
edildiğimiz yere gidecek ve orada birileri beni görmesin
diye gizlenme tarafına veya sıvışıp gitme tarafına
gitmeyeceğiz. Yoksa topluluğumuz dağılır. Zalimlere teker
teker yem oluruz. İşte bu bir fitnedir. 3088[55]
3087[54]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/401-402.
3088[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/402-403.
3089[56]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/403.
FURKAN SURESİ
3090[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/405.
3091[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/405-406.
3- Ondan başka hiçbirşey yaratmayan, kendileri yaratılan,
kendilerine fayda ve zarar veremeyen, ölüme, yaşama ve
dirilmeye gücü yetmeyenleri ilahlar edindiler.
Bu ilahlar genelde insanlardandır. Çünkü putları yapanlar da
insanlardır. Hicri 300 yıllarında yazılmış olan ve Ankara
İlahiyat Fakültesi tarafından Arapça ve Türkçe olarak
basılan bir kitap var; "Putların (putçuluğun) Tarihçesi",
Tarih boyunca ilk pulculuğun çıkışı Nuh (a.s.)'ın zamanıdır
ki, insanlar velilerin, iyi insanların anısına taş dikmişler ve
onları ilah edinen insanlar da çıkar sağlamış oldular.
Demek ki ilah aslında putlar değil o putları yapıp onun
üzerinde çıkar sağlayan insanlardır. Allah (c.c.) da "Allah'ın
dışında ilahlar edindiler. Halbuki o ilahlar hiçbir şey
yaratamazlar, kendileri yaratılmışlardır. Onlar kendilerine
bile zarar veya fayda veremezler. Onlar öldürmeye veya
diriltmeye kadir değillerdir" diyor.
Biz, Allah'a hamdolsun diyoruz, putçuluk yok. Çünkü
heykellerin karşısında putlara ibadet maksadıyla
eğilmiyoruz, ibadet etmiyoruz diye şükür ediyoruz. Mekke'li
insanlar da televizyonda gösterildiği gibi bir putun karşısına
geçip de secde etmiyordu. Ama o putların etrafında insanları
toplayıp kendi yanlarından çıkardıkları kanunları yürürlüğe
koyarak çıkarlarını sağlıyorlardı.
Böylelikle asıl putlar insanların kendisi oluyordu. Çünkü
diğer insanlar da onların söylediklerini, kanunlarını Allah'ın
söylediklerine (kanunlarına tercih ediyorlardı.) Doğasıyla
insanlar onları put edinmişlerdi.
Öyleyse bir adam Allah'ın yasağını değil de, bir başkasının
yasağını kabul eder veya Allah'ın helalini değil de,
insanların putların helallerini kabul ederse; onları put
edinmişler demektir. Halbuki yarının ne getireceğini
bilemeyen ve bilse de müdahale edemeyen ve öldüremeyen,
diriltemeyen, nzık veremeyen insanlara, putlara tapmak
kabul edilemez. O putun sözleri de Allah'ın sözüne karşı
tercih edilemez. 3092[3]
3092[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/406-407.
Müslümanm kanını emmek için yöneldiler. Nasıl ki
sivrisineği ve pireyi öldürmek bize nasıl helalse bu insanları
öldürmekde aynı öyle helaldir."
Bunu şunun için anlatıyorum, her konuda müsteşriklerin
yaptığı şu: Meselâ Unesco'nun başına zenci ve Müslüman
olan bir Afrikalı seçiliyor. Bilindiği gibi A.B.D. ve İngiltere
Unesco'da olduğu halde bu Müslümanm seçilmemesi için
büyük çaba sarfediyorlar ama ikinci seçimde de aynı
Müslüman seçimi kazanınca diyorlar ki "biz maddi des-
teğimiziçekiyoruz." Niye? Çünkü UNESCO kanalıyla kendi
kültürlerini dünyaya sunacak, satacaklardı ama bu
Müslüman onların bu düşüncesini engellediği için böyle
karar almışlardır.
Mevlana'yı da öyle bir hale getiriyorlar ki, adeta Mevlana
hiçbir dine inanmayan, gavur bir adam olarak çıkıyor
karşımıza. Ama o da diyor ki: "Ben Kur'an'm
hizmetkârıyım. Muhammed'in yolunun tozuyum. Kim
benim mesnevimde bu ikisinin dışında söz duyarsa ben
ondan şikayetçiyim." 3093[4]
3093[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/407-408.
İslam kendi gücünü gösteriyor, gösterince insanlar İslama
yöneliyor, Böyle oluncada "Efendim İslâm Hukuku Roma
Hukuku'ndan alınmıştır. Muhammed Rahib Bahira ile
görüşmüş ve ondan duyduklarım anlatmıştır. Onunla
görüştükten sonra İslâmı anlatmaya başlamıştır"
demektedirler. Doğru! Peygamberimiz Rahib Bahira ile
çocukken, yani 15 yaşlarında iken görüşmüştür. Ama sadece
yemek esnasında birlikte olmuşlardır. Şimdi düşünün bir
insan sırf yemek esnasında 6000 küsur ayet-i kerimeyi nasıl
öğrenebilir, nasıl ezberleyebilir? Üstelikde Efendimiz
okuma yazma bilmemekte idi, yani ürnmi idi. Ve sözde 25
sene sonra, yani görüşmeden 25 yıl sonra bunu hiç
unutmamış ve unutmadığı bu Kur'an ayetlerini tebliğ
etmeye başlamış. Bunu akıl ve mantık kabul edemez,
mümkün değildir. 3094[5]
3094[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/408-409.
olduğundan bize örnek olamazdı. Müşrikler genelde
maddeci, materyalist olduklarından "Peygamberin yanında
tonlarca altını olsaydı, bahçeleri olsaydı" diyorlar. Ama
görüyoruzki yanında altını ve bahçeleri olmayan ama yüce
Allah'ın yüce kelimeleri bulunan Peygamber karşısında
altına ve devlet otoritesine sahip kafirlere galip geliyor.
Paranın gücüyle yüce mesajlara ulaşmıyor ama, ilah
mesajlarla iki dünyayı cennet ediyor. 3095[6]
3095[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/409-410.
atılıyorlar. Cehennem homurdanarak onları bekliyor.
Daracık yerde yanarken ölüp kurtulmak isterler ama orada
ölüm yok. Cehennemden kurtuluş bu dünyada mümkündür.
İmansızlara Kur'an'm anlattığı kadarıyla Cehennem
anlatılmalıdır. Çünkü su ağaçlarda çiçeğe dönüşür ama
demiri yumuşatamaz. Demiri yumuşatmak için ateş
gerekir. 3096[7]
3096[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/410-412.
3097[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/412.
faydası yok. Bu dünyada pişmanlık duyalım. 3098[9]
3100[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/414-415.
bas bas bağırarak söyleselerde, evlerinde yalnız başına ve
karanlıkta kaldıklarında, bir ürperme hissettiklerinde, acaba
kabirde halimiz ne olacak diye akıllarından
geçirmektedirler.
Ya bu Müslümanların dediği doğruysa.!! diye düşünecek.
İşte bu insanların bu tip endişeleri taşımaları nedeniyledir
ki, televizyona kadar getirip "Ahiret yoktur" diye
konuşturup; Ahiretin olmadığı ve ölen insanların başkasının
kalıbına girerek, tekrar dünyaya geldiğini ispatlamaya
çalışıyorlar.
Allah (c.c.) kâfirlerin Cehennem'deki yerlerinden
bahsettikten sonra da Müslümanların Cennet'teki
yerlerinden hallerinden bahsediyor, oranın yaşanacak en
güzel yer olduğunu belirtiyor.
Dünyadaki birçok insanın sapıtmasına sebep mutlaka bir
başkasıdır. Yani bir insan sapıtıyorsa onu bir başkası
ayartıyor demektir. Allah (c.c.) da Ayet-i Kerimelerde
bundan bahsediyor. Kâfir insanlar Cehennem'deki yerlerini
görünce; "O gün zalim kimseler ellerini ısırarak şöyle der:
Keşke ben Peygamberin yoluna gitseydim (çünkü onlar
Cennete gidecektir) Ne yazık bana! Keşke şu adamı
kendime dost edinseydim."
Allah (c.c.) böylece bu dünyada iken; dostlarınızı iyi seçin
diye aynı zamanda bizi uyarıyor. Öbür dünyada beraber
olmak istediklerinizle bu dünyada da beraber olun. Çünkü
"kişi sevdiğiyle beraberdir." 3101[12]
3101[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/415-417.
Kur'an'dan göç ettiler." Bu ayet kâfirler için söylenmiştir
ama bizim halimizin de bundan pek farkı yoktur. Çünkü
bizlerde uzun bir zamandan beri ahkâm olarak, ahlâk olarak
Kur'an'dan göç etmiş durumdayız.
Biz Kitab'ı arkamıza atmışızdır. Peki Kitab'ı arkamıza atınca
kitapsız olmuş oluyormuyuz? Hayır, Çünkü ayet-i kerime'de
"Şeytan'm uydurduğuna tabi oldular" 3102[13] buyuruluyor.
Yani Kur'an-ı dürüp, kaldırıveren insan, insanlara bir kitap
vermek zorundadır ki; işte buda şeytanın uydurduğudur.
Hocam evimizde Kur'an var deniliyor. Evimizde varda hep
duvarda asılı duruyor. Kur'an'a saygı önemlidir ve göbekten
aşağı düşürmemek sadece Türklere mahsus bir saygı ve
gelenektir.
Meselâ Araplar, Kur'an'ı okurlar, okurlar ve yorulunca
başlarının altına koyar uyurlar. Sorduğunuz zaman derki;
"Başımın altına koyacak Allah'ın kitabından daha sağlam ve
rahat birşey yok ki!" Baktığınız zaman doğru söylüyordur
ve kendine göre bir saygı anlayışı vardır.
Hatta Türkler Öyle bir saygı gösterirler ki işlenmiş
çantaların içine koyup ve kimsenin ulaşamayacağı bir yere
asarlar. Şimdi, bu mu saygı?, yoksa hergün okumak mı?
Tabii ki hergün okumak.
Ama hürmet bununla kalmıyor, yani yalnız okumakla
kalmayacağız, ayrıca Kur'an'ı anlamaya çalışacağız ve onu
hayatımıza uygulamak için çalışacağız. Nasıl ki "bal"
demekle ağız tatlanmıyor, illada bal yemek gerekiyorsa, işte
Kur'an'ı okumak da böyledir.
Yani anlamını bilmeden ve tatbik etmeden okuyacak
olursak asıl gayeye ulaşamayız sadece "bal" demiş oluruz.
Halbuki manasını da anlayarak, Kur'an'a yeniden dönüş
yapmak zorundayız. 3103[14]
3102[13]
Bakara 102
3103[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/417-418.
32- Kafirler dedilerki: Kur'an ona birden, topluca indirilmeli
değilnıiydi" Senin kalbine yerleştirmemiz için (böyle parça
parça indirdik. Ve onu tertil üzere (ağır ağır) okuduk.
Kâfirlerin bir itirazını da Allah (c.c.) şöyle belirtiyor.
"Kur'an topluca inmeli değil miydi? (Yani 6000 küsur ayet
birden bire indirilseydi olmaz mıydı?) Allah (c.c.) buna
cevaben buyuruyor ki; Biz yenin kalbinde onu sabit kalmak
için ayrı ayrı zamanlarda (23 senede) indirdik, (manasım
anlatarak, harflerini öğreterek)"
Topyekün indirilseydi tabii ki insanların hazmetmesi de zor
olurdu. Günümüzde de insanlara İslâm'ı götürürken Allah'ın
indirdiği usulü izleyelim, birden bire götürmeyelim. İşte
bizde buna uygun olarak, Kur'an'ı Kerim'in nüzul sebebine
ve sırasına göre ve en önce Allah'a ve Ahirete iman ve
Cennet Cehennem'in hak olduğunu anlatıyoruz.
Allah (c.c.) bunun peşinden, Peygamberleri öldürenlerin,
yalanlayanların, yurdlarından kovanların, kötü akıbetlerini
ve bunların neler olduğunu Nuh, Semud, Ad kavmini
örneklendirerek bizlere anlatıyor ve örnek veriyor. Zalimler
zulümleriyle abad olamamışlardır ancak berbad olmuşlardır.
Günümüzdeki kâfirlerde size güçlü görünseler bile bir gün
gelırki, siz Müslümanlar onlara galip gelirsiniz müjdesini
veriyor Allah (c.c). 3104[15]
3104[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/418-419.
Onların Cehenneme yüzüstü atılacaklarını haber verir. Onlar
cehenneme atılmadan önce bu dünyada iken engelleyelim.
İman etmelerini isteyelim. 3105[16]
3109[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/422.
Mesnevi Tahir-ül-Mevlevi tercemesi, Beyit No: 3311-3313 ve 4113-15 ve3857
3110[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/423.
İnsanlar bütün dünyalığı verseler, kadın, kız, para ve
aklınıza gelmeyen daha nice dünyalıklar var ama, Allah
(c.c.) uyku özelliğinizi aldığı zaman, iki üç gece
dayanırsınız ondan sonra tüm ağzınızın tadı kaçıyor.
Ağzınızın tadı kaçtıktan sonra da ne yerseniz yeyin, acı
gelir. 3111[22]
3111[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/423-424.
sadece Türkiye'de böyle değildir tüm Dünyada böyledir.
Ama Allah (c.c.) dünyayı iki kısma ayırmıştır adeta. Şöyle
ki Dünyanın yarısında bu sene zeytin ürün vermişse diğer
yarısında vermez, gelecek sene diğer yarısında verdiğinde
ise o takdirde de bir yarısında yetişir zeytin.
Yani Allah (c.c.) bunu evirip çevirerek, aynı zamanda bize
bir ders veriyor. Allah (c.c.) yağmurları yağdırma
konusunda da böyle eşitçe davranmıştır. Ama bazı yerlerde
yağmurlar hiç durmaz, bazı yerlerde de çok kuraklık olur.
Bütün bunlar aralarında mübadele olsun içindir.
Yani dinim bize şunu öğretiyor. Sizler belirli sınırlar içinde
kalamazsınız. Sizler tüm dünya insanlarına hitap
edeceksiniz. Tüm eserleriniz dünyanın her insanına hitap
edebilmeli, dünyanın neresindeki insan okursa okusun sizin
mesajınızı anlaması gerekiyor. 3112[23]
3116[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/426-427.
3117[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/427.
3118[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/427.
edinmesini dileyen kimseler olmanızdan başka bir ücret
istemiyorum.
Bütün Peygamberlerin tekrarladığı "Sizden ücret
istemiyorum" cümlesidir. Çok önemlidir.
Günümüzde İslamı tebliğ edenlerin en çok dikkat etmesi
gereken şey insanların eline değil, gönlüne bakmasıdır. Biz
insana talibiz. O insanın doğru yola Rabbin yoluna
gitmesini istemeliyiz. 3119[30]
58- Ölmeyen diriye tevekkül et. Onun hamdi ile teşbih et.
Kullarının günahlarına O'nun haberdar olması yeter.
59- O ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakiler! altı günde
yarattı. Sonra arş üzerine istiva etti. (O) Rahmandır. Bunu
bir bilene sor.
60- "Rahmana secde edin" denildiğinde, "Rahman nedir?
Senin bize emrettiğine mi secde edelim?" dediler ve
nefretleri arttı.
Yapayalnız kalsak bile korkmayız. Allah'a tevekkül ederiz
ve yürürüz. Daima O'na hamdeder, ve O'nu tenzih ederiz.
Gökleri ve yeri O yarattı. O Rahmandır. O Rahman'a sarılan
rahmetten uzak kalmaz.
Biz beş vakit namazımızda Rahman'a secde ederiz:
Kafirlere; "Sizde Rahman'a secde edin" denilse, "Rahman'ı
tanımadıklarını" söylerler. Tanıdıkları insanların suretine
secde ederek nefretlerini artırırlar. Onlar secde etmeselerde
biz bu ayeti okuyunca hemen kalkar ve "Tilavet secdesi"
yaparız. 3120[31]
3121[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/429.
ve secdeye devam edin. Cehennemden uzak kalmak için
Rabbe dua edin.
İsraf edip elinizi boynunuza bağlayıp oturmayın. Cimrilik
de yapmayın. Çünkü cimrilik yapan kendine cimrilik
yapmış olur. 3122[33]
3124[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/431-432.
önder olalım. Tarihde hiçbir zaman zalimlerin başına adil
bir önder gelmemiş. Adil bir toplumda zalim bir önder
gelmemiş. 3125[36]
Emir ve yasaklara dikkat eden muttaki toplum, ahirette
Önderleriyle birlikte toplanırlar ve ebedi kalmak üzere
Cennete koyulurlar. Bu kula kul olmayıp Rahman'a kul
olmanın mükafatıdır.
Zaten Rabbimize kulluğumuzun dışında bizim değerli olan
neyimiz varki? Altına, gümüşe, yakuta, inciye, mercana, ve
dünya nimetlerine sahip olanlar bilsinlerki; bu nimetleri
yaratan Allah'dır. Bunlara sahip olmak Allah katında değer
kazandırmaz.
Ancak bu dünyada her hareketimizi Rabbin istediği
doğrultuda yaparsak Rabbimiz katında kulluğumuzun ve
dualarımızın bir değeri olur.
Rabbim senden başkasına kul edip yalvartma. Amin. 3126[37]
3125[36]
Bak Furkan 18, ve Bakara 124
3126[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/432-434.
ŞUARA SURESİ
1- Ta-Sin-Mim.
Bu sureye besmeleden sonra üç harfle başlanıyor: "Ta, sin,
mim" Kur'an'da bazı surelerde görüldüğü gibi, bu sureye de
bu harflerle başlanıyor. Allah (c.c.) şunu demek
istemektedir. Bu Kur'an'ı Kerim Arap dili ile indirilmiştir ve
şu harflerden meydana gelmektedir. Bu Kur'an Peygamberin
uydurduğu birşey diyorsanız, buyurun Arapçayı da bili-
yorsunuz, buyrun bir Kur'an da veya bunun bir benzerini de
siz yapınız. Bunlar müfessirlerin fikirleridir ki bizde onlar
gibi Allah-ü Alem diyoruz ve tefsirimize geçiyoruz. 3128[2]
3127[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/435.
3128[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/435-436.
bozulmuşlardır da ondan.
Ama Allah'ın seçtiği bir adam 40 yaşına geldiği zaman,
onlara İslâmı tebliğ ederken Dünya'da İran ve Bizans
İmparatorluğu var, ki onlar o zamanın en güçlü devletleri.
Birde Mekke devleti vardı. Özellikle çıkar çevreleri
Efendimiz (s.a.v.)'in karşısına dikiliyorlar ve onun sesini
daha doğmadan boğmak istiyorlar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'de tebliğinin bütün insanlara
ulaşması için gecesini gündüzüne katıyor. "Müddesir" ve
"Müzemmil" surelerinde anlatıldığı gibi; Peygamber
Efendimiz gece yarıları kalkıp plan kuruyor ve geceden
kurduğu planları gündüzden uyguluyordu. 3129[3]
3129[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/436.
bundan sonra da İran ve Bizans İmparatorluklarına ordular
göndermeye başladı.
Allah (c.c.) devam ediyor. Hani bazen bizim bile
düşündüğümüz şeyler oluyor. Mesela diyoruzki; yahu
mademki Allah (c.c.) vardır bu kafirlerin gözlerini kör
ediverse bak o zaman nasıl imana gelirler. Allah (c.c.) da
buyuruyorki: 3130[4]
3130[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/437.
3131[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/437-438.
3132[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/438-439.
8- Şüphesiz bunlarda (Allah'ın birliğine) delil vardır. Bir
çoğu iman edici değildir.
9- Şüphesiz Rabbin Azizdir, Rahimdir.
Rahmet, merhamet aslında güçlü insanda daha değerlidir.
Peygamber Efendimiz buyururki "Gerçek pehlivan, bir
insana kızmışken ve ona da gücü yeterken, onu affedendir."
Yani güçlü iken affetmek asıl fazilet. 3133[7]
3133[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/439.
Müslüman olmasını istiyor. Çünkü onların Müslüman
olmasıyla birlikte aynı zamanda onların zulmü mazlumların
üzerinden kalkacaktır.
Şimdi bizde bugün insanlara İslam'ı götürürken ilk olarak
hedefimiz insanlık olacaktır. Çünkü bu din bütün insanlara
indirilmiştir.
Rabbim o zamanın en büyük ve en güçlü kralı olan
Firavun'a Musa (a.s.)'ı gönderiyor, fakat Musa (a.s.) "Ya
Rabbi beni yalanlamalarından korkarım. Ya Rabbi benim
gönlüm daralır, dilim dönmez, kar&eşimi de Peygamber
olarak görevlendir Ya Rabbi." diyor.
Peki niçin Musa (a.s.)'ın dili tutulur, gönlü daralır? Çünkü
"onlara karşı benim yaptığım bir hata vardır, o suçtan dolayı
beni Öldürmelerinden korkarım. " diyor (O suç da bir başka
ayeti kerimede belirtildiğine göre) Musa (a.s.) daha
Peygamber değilken, Yahudilerden bir delikanlı ile
Kıptilerden biri kavga ederken Musa (a.s.) Yahudiye yardım
etmek için varıyor ve bir yumrukla Kıptiyi öldürüyor.
Bunun üzerine ağır bir ceza ile cezalandırılacağını bilen
Musa (a.s.) şehirden kaçıyor ve 10 seneye yakın Mısır'ın
dışında kalıyor." 3134[8]
Allah (c.c.)burada şuna dikkat çekiyor: "Eğer içimizde bir
suçluluk psikolojisi olacak olursa, dilimiz tutulur, göğsümüz
daralır. Allah (c.c.) bir ayetinde de; "İman ediyorsanız en
üstün sizsiniz." buyuruyor.
Demekki bundan sonra şu İstanbul şehrinde yürürken şunu
hissedeceksiniz: Bu mülk Allah'ındır. Bende Mü'minim,
öyleyse buranın yerlisi ve sahibiyim. İman etmeyenler ise
ya işgalcidirler veya Müslümanın himayesine girmiş
zimmidir. İşgalci ile yerlinin haleti ruhiyesi ise ayrı ayrıdır.
Çünkü haklı olan daima iç dünyasında güçlüdür. Sizde
yüksek makamdaki bir adamın yanına bile varırken eğer o
3134[8]
Bak Kasas 15
adam iman etmiyorsa, o adamı orada işgalci olarak gören.
İşgalciyi çıkartmak zorundasınız. Bu mülk Allah'ın, siz de
onun temsilcisisiniz. Bunu unutmayın ve tatbik etmeye
çalışalım, 3135[9]
3135[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/439-441.
3136[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/441-442.
anlatmalıyız, hidayet Rabbimden. 3137[11]
3137[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/442.
(ve bir adamı öldürdün). (Musa) Dediki: Ben daha o zaman
Peygamber değildim, yolumu bulamamıştım (öyle bir
zamanda yapmıştım bu işi) Sizden korktuğumdan dolayı da
buradan kaçtım. Ve Rabbim bana hükmünü (Tevrat'ı) verdi
ve beni Peygamberlerden kıldı. Senin benim başıma
kaktığın nimete gelince karşılığında Beni İsrail'i köle
yapmanız kaydı şartıyla yaptığınız tüm bu iyilikleri" Yani
binlerce insanı kendinize köle yaptınız ama farkına
varmadan o kölelerden bir tanesini de sarayınızda besleyip
büyüttünüz. Yani Rabbim burada şuna dikkat çekiyor: Evet
bir insan kendini düşünür, bu fıtridir ama bunu yanında
insanın halkını da düşünmesi gerekiyor. Yani evet bana
büyük nimetler, büyük imkanlar verdin ama kavmimi
köleleştirdin. 3138[12]
3138[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/442-444.
söylenmişti. Firavun da Ebu Cehil de biliyorduk! bu
peygamberler deli değillerdi. Ama onlar sunuda
biliyorlardıki insanlar genelde delilerin sözlerine kulak
vermezler. Günümüzde de bu böyledir. İslami hizmeti
olanları önce hapse atıyorlar sonrada deli hapishanesine
gönderiyorlar, ondan sonra da adam bas bas bağırsa da
kimse dinlemiyor. 3139[13]
3139[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/444-446.
43- Musa onlar: "Ne atacaksanız atın" dedi.
44- İplerini ve değneklerini attılar ve "Firavunun izzetine
yemin ol-sunki muhakkak biz galip geleceğiz" dediler.
45- Musa'da asasını attı. Birde baktıki onların
uydurduklarını yutmaya başladı.
46- Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar.
47- "Âlemlerin Rabbine iman ettik" dediler.
48- "Musa ve Harun'un Rabbine"
49- Firavun: "Ben size izin vermeden önce mi ona iman
ettiniz? Şüphesiz o size sihir öğreten büyüğünüzdür. (Ne
yapacağımı) yakında öğreneceksiniz. Elbette ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hepinizi
astıracağım" dedi.
50- (İman eden sihirbazlar) dedilerki: "Zararı yok. Biz
Rabbimize döneceğiz"
51- "İlk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin bizim
hatalarımızı afvedeceğini umarız.
Tarih boyunca icraatına güvenemiyenlerin, imanına
güvenemiyenle-rin başvurdukları tek çıkar yol budur:
İbrahim (a.s.)'ı ateşe atmak, diğer Peygamberlerin başını
kesmek, hapse atma. Yani ateş, ölüm veya hapis. Ama bunu
İslam ve Müslümanlar yapmaz. îslami bir devlette bir insan
Müslüman olmadı diye hapse atılmaz. Günümüzde ise
bunun tam tersi vardır. Yani Firavun ve Nemrud mantığı.
"Musa (a.s.) sordu! Ben sana apaçık birşeyle gelmiş
olsaydım gene (hapsemi atacaktın)? Firavun dediki: Eğer
doğru söylüyorsan apaçık birşey getirsene. Musa (a.s.) bu
sözler üzerine asasını atıverdi: Koskocaman bir yılan olu-
verdi. Sonra elini de çıkardı, eli pırıl pırıl parlıyor. Firavun
(baktı ki Musa çok büyük mucizeler gösteriyor)
etrafındakilere dedi ki: Bu gerçekten çok bilinçli bir
sihirbaz. Sihriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor." Bütün
şehirlere haber gönderiliyor, şehirlerin en iyi bilim adamları
bir yerde toplansınlar deniliyor, sonra halk toplanıyor. Bu
Firavun ve etrafındakiler toplanan sihirbazlara diyorlarki
"(Siz Musa ile yapacağınız mücadeleden galip çıkar da
benim şerefimi kurtarırsanız) Sizi ben en yakınlarım
yapacağım. Musa onlara (sordu) sizmi önce atacaksınız
(hünerlerinizi) yoksa benmi? Onlar ipler ve değneklerini
Firavunun izzeti ve saltanatı adına diyerek attılar." Hani biz
bir iş yaparken Bismillahirrahmanirrahiym diyoruz ya
onlarda Firavunun izzeti adına diyorlar. Bugünde filan filan
adamın veya rejimin ayakta kalması adına diyorlar.
"Ardından Musa da asasını atınca onların uydurduklarını
yutuverdi. Birden sihirbazlar secdeye kapandılar. (Hepsi
birden) dediler ki: Alemlerin Rabbine iman ederiz. Musa'nın
ve Harun'un Rabbine iman ederiz." Firavun aslında
kendisine iman eden insanların önünde Musa (a.s.)'ı mağlup
etmeyi düşünüyordu ama Rabbim onların tüm hilelerini ters
yüz eti, altüst etti. Ayette "Kötü tuzak sahibini yakalar"
buyuruyor Rabbim. 3140[14] Ve Firavun'un en fazla güvendiği
kişiler olan sihirbazlar iman ediyorlar.
"Firavun dediki: Benden izinsiz iman mı ettiniz? Beni siz
oyuna getirdiniz, siz sihirbazdınız buda demek ki sizin
başınız (baş sihirbazı-mz)mış! Ama yakında (başınıza neler
gelecek) göreceksiniz: Sağ elinizi ve sol ayağınızı
çarprazlama kesip, direklere asacağım sizi. Dedilerki: zararı
yok, biz Rabbime doğru zaten döneceğiz, gideceğiz."
Mevlana diyorki "Firavunun bilginleri Allah'ın kelamından
yudumla-ymca öylesine hakkın sarhoşu oldular ki,
damgacına aşık oldular". 3141[15] Biz zaten Rabbimize
gidiciyiz diyen bir insanın, böyle bir anlayışa sahip bir
insanı dünyada durduracak bir kuvvet yoktur." (Sihirbazlar
devamla dedilerki) biz bu peygambere ilk defa iman etme
şerefine erdik ya, biz Rabbimizden hatalarımızın affını
3140[14]
Fatır 43
3141[15]
Mesnevi, Tahir-ül-Mevlevi Tercemesi beyin No: 14512
isteriz. 3142[16]
3142[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/446-452.
onlar bizi kızdırıyorlar, bizim hepimiz hazır birer kıta olarak
onların üstüne hücum etmeye hazırız ve bir nöbet halinde
beklemekteyiz." Bugünde efendim yurdumuzda ve dünya
genelinde bu işe sarılanlar bir avuç insanlar diye bağırıp
çağırıyorlar ve diyorlarki bizi de kızdırıyorlar, biz onlara
karşı hazır kıt'a beklemekteyiz. Gene tekrar ediyoruz ki
güneşin altında söylenmedik söz kalmamıştır.
"Biz onları kaynaklarından ve bahçelerinden çıkarttık (Beni
İsrail böylece Musa (a.s.)'a iman etmekle bazı şeylerden
böylece mahrum kalmış oldu) Hazineleri değerli makarr ve
mevkileri vardı, onları da bıraktılar. Sonra da biz onları bu
hazinelere ve güzelliklere mirasçı bıraktık." Dünyadaki bir
mevki veya hazine hırs'ndan dolayı İslam'i çalışmalarınızı
engellemeyiniz, çünkü, Rezzak-ı Alem Allah (c.c.)tır.
Harbiye mezunu bir arkadaşım anlatmıştı; Harbiyede harp
tarihi ile ilgili dersler anlatılır, düşman gücü ve düşmanın
nasıl alt edileceğine dair dersler verilirmiş. Birde bunun
dışında, elinizdeki gücü kullandıktan sonra tesadüflerin de
size bezi şeyler bahşedeceğine dair dersler verilir ve dünya
harp tarihinden de buna dair örnekler verilirmiş.
Allah (c.c.) da bu konuda bize ders verir: Musa (a.s.) ve
arkadaşlarının yani kendisine iman eden Yahudilerin çok az
olduğunu ama neticede galip olduklarını anlatır.3143[17]
3143[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/452-455.
75- (İbrahim) dediki: "Neye taptığınızı gördünüzmü?"
76- "Siz ve geçmiş babalarınız (neye taptığınızı
gör4ünüzmü?)"
77- Onlar (putlar) benim düşmanı m d ir. Ancak alemlerin
Rabbi (dostumdur).
78- Beni yaratan ve yol gösteren O'dur.
79- Beni yediren ve içiren O'dur.
"Onlara İbrahim'in kıssasını anlat" diyor. Niye İbrahim? Biz
Hz. Adem'den Peygamberimize kadar tüm gelmiş geçmiş
peygamberlere iman ediyor ve aralarında ayırım
yapmıyoruz. Ama Kur'an'ı Kerim'de kendisine uymamız
istenilen Peygamber İbrahim (a.s.)'dır. Niçin? Bu çeşitli
olaylara ve kıssalara dayanır. Kur'an-ı Kerim'de "İbrahim
Yahudi değildi, Hristiyan da değildi, hiçbir puta tapınmamış
yalnız Allah'a teslim olmuş bir Müslümandır" (Al-i İmran
67) İbrahim (a.s.) hakkında geleneklerimizde de çok şeyler
anlatılır. "Halil İbrahim sofrası" gibi. Bakara suresinde
Rabbim "Dediler ki Yahudi veya Hristiyan olun kur-
tulun." 3144[18] Bugün batı da aynı şeyi söylemiyor mu? Bize
di-yorki siz batıya kaydolmak istiyorsanız, A.T.'a girmek
istiyorsanız, İslam'dan ayrılmanız gerekmektedir. Biz ne
diyelim onlara, "Deki: Gelin hiçbir puta tapmamış
İbrahim'de birleşelim" 3145[19] Niye İbrahim? Çünkü İbrahim'i
Yahudilerde tanır, Hristiyanlar da tanırlar. Onun içinde
Allah (c.c.) o insanlara İbrahim'i anlatmayı istiyor: "Hani
İbrahim (a.s.) babasına ve kavmine siz neye ve kimlere
boyun eğer itaat eder, ibadet yaparsınız? demişti de. Onlar
da biz putlara taparız ve onların etrafında biz itaata, ibadete
devam ederiz demişlerdi." Yani o müşrikler yonttukları taş
ve ağaçların canlı olmadıklarını ve onların bir put
olduklarını biliyorlardı. Yani bunların put olduğu biliniyor
ama bu insanları bir arada ve bir amaç için toplamak için
3144[18]
Bakara 135
3145[19]
Bakara 135
birşeye ihtiyaç varki, onun içinde sizler putları icad
etmişsiniz. Bunun için İbrahim (a.s.) soruyor "Siz çağırsanız
bunlar icabet ederlermi, size fayda veya zarar verebilirlerini
bunlar? (deyince) dediler ki: Ne yapalım babalarımızı böyle
yaparken bulduk, (dolayısıyla bizde aynı yola devam
ediyoruz)" Bugün de deniliyorki "vallahi hocam ne yapalım
yani böyle kurulmuş bu düzen, böyle gider. Babalarımız
ağabeylerimiz böyle yaşadı bizde böyle yaşayacağız".
"İbrahim (a.s.) dediki: Siz nereye itaat ettiğinizi görüyormu-
sunuz? Bu sizin tapmakta olduğunuz benim düşmanımdır
(bende ona düşmanım) Ancak bana dost olan Alemlerin
Rabbi olan Allah'tır." Burada Rabb-ül Alemin denilirken şu
kastediliyor, Allah (c.c.) o putlarında yaratıcısıdır, ona
tapman o insanların da yaratıcısıdır, İbrahim (a.s.)'m da
yaratıcısıdır. Bizde İbrahim (a.s.)'m dininden olduğumuzdan
onun söylediklerinin aynısını söylüyoruz: Bu insanların
tapınmakta olduğu kişiler, gruplar, kuruluşlar bizim
düşmanımızd ir, dinimizin düşmanidir, bizde onların
düşmanıyız. Ancak Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) bizim
dostumuzdur. O öyle bir dostturki: "Beni yaratan ve bana
hidayeti veren Ü (ben öyle birine ibadet ve itaat ediyorum,
siz ise kendilerine ve size hiçbir faydası olmayan putlara
itaat ve ibadet ediyorsunuz) Beni doyuran ve sulayan da
O'dur." Yaratılışımıza dikkaı çekiliyor, yaratılışımızdan
sonra yönetilişimize dikkat çekiliyor. Yaratıpda başıboş
bırakmamıştır Rabbim. Sonra rızık veren ve beni sulayan da
O'dur. İnsanoğlu yaratıldıktan sonra başıboş bırakılsaydık
bugüne kadar gelebilmesi mümkün değildi. Onun için
Peygamber efendimiz "Ya Rabbi beni bir göz açıp
kapayıncaya kadar kendi halime bırakma!" diye dua ediyor.
Bu hem imani konuda kendi haline bırakmama, hemde
bedeninin yönetimi kendi haline bırakılmam asıdır. 3146[20]
3146[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/456-459.
80- Hastalandığım zaman şifa veren O'dur.
"Hastalandığımda şifa veren O" Aslında ayet-i kerimelerin
normal seyrine baktığımızda İbrahim (a.s.) bana hastalığı
veren de O'dur, şifayı veren de demesi gerekirdi ama
dememiştir. Bunu dememesi şöyle yorumlanmaktadır.
Tabiatta asıl olan sıhhattir. Dünyaya gelen insanların hemen
hepsi sıhhatli olarak dünyaya gelirler sonradan çevrenin et-
kisi ile hastalanırlar. Sonradan gelen bu arızi olaylarda
bizlerin de davranışlarımızın etkisi vardır. Ama hastalığı
veren yine Allah (c.c.)'dır. Onun için İbrahim (a.s)
hastalandığımda şifayı veren O'dur" Hadisi şerif gereği
"Allah (c.c.) her hastalığın şifasını yaratmıştır." (Buhari K.
Tıb)Yani hangi hastalık olursa olsun, o hastalığın şifasıda
bu yeryüzündeki petrolünde, çiçeğinde, taşında, dağında
mutlaka bulunmaktadır. Bizlere düşen aramak vede
bulmaktır. Bugün sizler Müslüman olarak tüm insanların
gönül doktorlarısınız hepiniz, bu toplumdaki pisliklerin
tedavisi için en çıkar yol, günaha giren insanların acısını
yüreğinizde hissetmenizdir. Eğer bunu hissederseniz tüm
tedbirlerin nereden alınacağını ve nasıl alınacağını bilirsiniz.
Yeter ki bu hastalık yüreklerinizde hissediliversin. Allah
(c.c.) o zaman devayı Mü'minin gönlüne ilettirecektir. Yani
yanmak gerekiyor. 3147[21]
3147[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/459-460.
Hastalandığınızda size putlar şifa veremediği gibi putlar sizi
öldüremeyeceği gibi diriltemezde. Burada İbrahim (a.s.)'m
meydan okumasını görüyoruz. Yani elinizdeki askeri
gücünüze, çok gelişmiş olun işkence metodlarınıza
güvenipde beni susturacağınızı zannetmeyin, beni öldürecek
olan yalnız ve yalnız Allah (c.c.) tır, sonra tekrar diriltecek
ve affedeceğini umduğumda gene O'dur.
Sonra İbrahim (a.s.) Rabbine yöneliyor ve dua ediyor: 3148[22]
3148[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/460.
İbrahim (a.s.) herşeyiyle bizim örneğimiz olduğundan
yolunu izlemeye devam ediyoruz, edeceğiz. O sebeple bizde
adımızın iyi ve hayırla anılmasını sağlamaya gayret
etmeliyiz. Bu nasıl olur? Adımızın anılması önemli değil.
Dünya üzerindeki İslami hareketin fevkalade başarılı
olabilmesi için yapacağımız her hareket ve çaba bizim
adımızın hayırla anılmasını sağlayacaktır. Çünkü bizden
sonra gelenler, bu hareketin içinde yer almış insanlardan
Allah razı olsun diyeceklerdir ki bizim için bu yeterlidir ve
illa da ismimizin anılmasına hiç gerek de yoktur. Hani
kafirlerin ismi de pek verilmemiş bir kaç isimden bahsedil-
miştir ama biz kafirleri hala lanetle anıyoruz, ki bu lanet
tüm kafirler içindir. Ve İbrahim (a.s.) duasına devam
ediyor: 3149[23]
3151[25]
Müslim K. Birr 33
3152[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/463.
3153[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/463-465.
Cehennemi boyladıklarını itiraf edecekler ama faydasız.
Şefaatçılarıda olmayacak, arkadaşlıklar fayda vermeyecek.
Salih ve Lut ile Şuayb Peygamberi Örnek veriyor ve onların
söyledikleri birkaç kelimeye dikkat çekiyor: Bu gölümde
verilen ayetler hemen her peygamberin hayatından örnekler
verilirken tekrar ettiriliyor. Peki bu ayetlerde ne
deniliyor? 3154[28]
3154[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/464-466.
120- Sonra geride kalanları suda boğduk.
121- Şüphesiz bunda ibretvardırama birçoğu iman etmez.
122- Şüphesiz Rabbin, Azizdir, Rahimdir.
"Hani Nuh (a.s.) kendi kardeşlerinden olan (ırktan olan)
kişiler tarafından yalancılıkla itham edildi. Nuh (a.s.) dedi
ki: Ben size gönderilen bir elçiyim, güvenilir (emin bir)
elçiyim. Allah'tan sakının emrettiklerini yerine getirin,
yasaklarından sakının, Allah adına getirdiğim ahkamı size
bildiriyorum ve sizler ona uymuyorsunuz, O'na uyun." Bir
insan çıksa İstanbul şehrine veya bulunduğumuz bir köye
gelse ve yüksek bir yere çıkarak birşeyler söylese, yani
bunları anlatsa siz dersiniz bu adam ya oy topluyor, ya deli,
yada sihirbazdır. Tarih boyunca bu tip şeyler karşısında
insanların aklına hep dünyevi menfaatler gelmiştir. O
sebeple gelmiş geçmiş peygamberlerin geldiklerinden
itibaren tebliğlerinin peşinden insanlara söyledikleri bir söz
vardır: "Ben elçiyim, ben eminim, Allah'a itaat ve ibadet
edin (Allah'In bana bildirdiği ve) benimde size söylediğim
şeyleri tutun ve bunun karşılığı olarak sizden hiçbirşey
beklemiyorum, ben ecrimi Allah'tan bekliyorum. "Günümüz
de bizde buna ağırlık vereceğiz. Bizler Rasul değiliz, ama
Rasulün Rasulüyüz. Yani Peygamber Efendimizin elçisiyiz
hepimiz. Daha sonra güvenli insan olmalıyız. İnançsız bir
insan bile bir malını, bir çekini, senedini bir eşyasını bize
kolaylıkla emanet edebilmelidir. Yani tüm insanlar bilmeliki
mü'minden zarar gelmez. Ama şunu da bilmeliki dinime
zarar verirse ona zarar veririz. Sonra Allah'ın emrine davet
ve onun karşılığında birşey istememek. Bunlar tüm
peygamberlerin hayatında vardır. Lut Peygamberin
hayatında aynı ayetler tekrarlanıyor. Nuh ve Salih
Peygamberlerin hayatında aynı ayetler var. Şuayb (a.s.)'ın
ayetlerinde de aynı şeyler var. Ama arada ufak tefek
farklılıklar da var tabii. Bu kavimlerinin peygamberlerine
itirazlarına cevaplarıdır. Ama bunlardan en önemlisi ise
akide, yani iman bakımından Allah'a itaat, insani açıdan en
önemlisi de bunun karşılığında ücret istememektir, buna çok
dikkat etmemiz gerekiyor. Burada ücreti insanlardan
istemiyoruz, yoksa Allah'tan ücretimizi istiyor ve bekliyoruz
tabii ki.. Çünkü zaten bizim yaptığımızın karşılığını
vermeye insanların gücü yetmez ki, buna ancak Alemlerin
Rabbinin gücü yeter.
Kavimlerinin peygamberlere itirazları çok değişik. Diyorlar
ki Nuh (a.s.)'a "Toplumun hep böyle aşağılık tabakası sana
iman ediyorlar, bizde sana iman edip de onlarla beraber mi
olalım, onlar gibi mi olalım?" Aynı şey Peygamber
Efendimiz'e de söylenmiştir. Ama beğenmedikleri,
küçümsedikleri o insanlar Mekke'yi fethedince o gururlanan
insanlar da ister istemez İslama girmişlerdir. Bu itiraz
üzerine Nuh (a.s.) da diyorki: "Ben mü'min insanları sizin
hatırınız için yanımdan kovamamki (kavmi de) diyorki:
Öyleyse bizde seni taşlarız!" Neticede biliyorsunuz Nuh
(a.s.) ve mü'minler kurtuluyor, iman etmeyen kavmi ise
helak olup gidiyor.3155[29]
3155[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/466-470.
sakının."
133- "Size davarlar ve oğullar (verdi)."
134- "Bahçeler ve pınarlar (verdi)."
135- "Şüphesiz ben sizin için o büyük günün azabından
korkuyorum."
136- Dedilerki: "Sen bize öğüt versende, vermesende bizim
için aynıdır."
137- "Bunlar öncekilerin (atalarımızın) ahlakıdır."
138- "Biz azab edilecek değiliz."
139- Onlar onu (Hud'u) yalanladılar, bizde onları helak
ettik. Şüphesiz bunda ibret vardır, ama birçoğu iman etmez.
140- Şüphesiz Rabbin Azizdir, Rahimdir,
Bundan sonra Hud (a.s.)'ın kavmi örnek olarak veriliyor
bizlere: Hud (a.s.) da aynı şeyleri söylüyor kavmine karşı.
Kavmi de kayalardan evler yontmuşlar ve güçlü bir devlet
kurmuşlar, dünyada yıkılmazlıkla-nna inanmışlardır ama
Allah'ın gazabı karşısında tutunamamış yıkılmışlardır, bunu
da bize Allah (c.c.) haber veriyor. Sanaayileri, orduları,
ekonomik güçleri, yıkılmalarını engelleyemedi.
Kendilerine nasihat yapılıyor, kulak vermiyorlardı. Helak
oldular, yok olup gittiler. Konunun son ayetinde 140 ncı
ayetinde Allah'ın Aziz ve Rahim olduğu vurgulanıyor.
Herşeye gücü yeten, ama merhamet eden deniyor. Helakin
sonunda Rahmet nasıl olur. Bataklığın kurutulması milletin
sineklerden korunması gibi. 3156[30]
3156[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/471-474.
ücretim alemlerin Rabbine aittir."
146- "Burada (yurtlarınızda) güven içinde bırakıhrmısınız?"
147- "Bahçeler ve pınarlar içinde."
148- "Ekinler ve dalları sarkmış hurmalar arasında."
149- "Dağlardan ustaca yonttuğumuz evlerde
(bırakılacağınızın!! sandınız?)"
150- "Öyleyse Allah'dan sakının ve bana itaat edin."
151- "Müsriflerin emrine itaat etmeyin."
152- "Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar,
düzeltmezler."
153- (Kafirler) Dedilerki: "Sen büyülenmişsin."
154- "Sende bizim gibi bir insansın. Eğer doğru
söyleyenlerden isen bir mucize getir."
155- (Salih) dediki: "İşte bu bir devedir. Su içme (hakkı)
onundur. Belirli bir günde sizindir."
156- "Ona kötülükle dokunmayın. Yoksa büyük günün
azabı sizi
yakalayıverir."
157- Derken onu boğazladılar ve hemen pişman oldular.
158- Azap onları alıverdi. Şüphesiz bunda ibret vardır, ama
birçoğu iman etmez.
159- Şüphesiz senin Rabbin Azizdir, Rahimdir.
Yeryüzünde bozgunculuk yapanlara karşı mücadele veren
Salih Peygamber kafirlerin ekonomik ve askeri güçlerinden
korkmadan onları zulümden adalete, inkardan imana,
ifsaddan İslaha davet etmiş. "Deveye dokunmayın" demiş.
Yasak olan herşeyi çiğnemeyi adet haline getiren bu
kanunlu kanunsuzlar helak edilmiş ve oda diğer salih in-
sanlara rahmet olmuş. 3157[31]
3157[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/474-477.
"Sakınmazmısınız?"
162- "Ben size gönderilen güvenilen bir elçiyim"
163- " Allah'dan sakının ve bana itaat edin."
164- "Bunun için sizden hiçbir ücret istemem. Benim
ücretim alemlerin Rabbine aittir."
165- "Alemlerden (insanlardan) erkeklerimi gidersiniz?"
166- "Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakırsınız.
Hayır, siz haddi aşmış bir kavimsiniz."
167- Dedilerki: "Ey Lut, eğer (Peygamberliğine) son
vermezsen muhakkak sürülenlerden olacaksın."
168- (Lut): "Ben sizin bu yaptığınıza kızanlardanım" dedi.
169- "Rabbim beni ve ehlimi bunların yaptıklarından
kurtar."
170- Biz onu ve ehlini topluca kurtardık.
171- Ancak geride kalanlar arasındaki bir kocakarı
müstesna.
172- Sonra diğerlerini helak ettik.
173- Üzerlerine (azap) yağmuru yağdırdık. Uyarıldığı halde
(uyanmayan ların azap) yağmuru ne kötü.
174- Şüphesiz bunda ibret vardır, ama birçoğu iman etmez.
175- Şüphesiz Rabbin Azizdir, Rahimdir.
Günümüzde sapık ilişkiler kuranların televizyonlarda çokça
görünmelerine bakıpda ümitsizliğe düşmeyin. Hz. Lut'a
(a.s.) karşı çıkma cesareti gösteren, onu şehirden çıkarmak
isteyen cinsi sapıklar bugünkülerden beş beter idiler.
Sonunda Lut (a.s.) kaldı, onlar yok edildiler. Buda
Rabbimizin rahmetidir.3158[32]
3158[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/477-479.
180- "Bunun için sizden ücret istemem. Benim ücretim
alemlerin Rabbine aittir.
181- "Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın."
182 "Doğru teraziyle tartın."
183- "İnsanların hiçbirşeyinden eksiltmeyin ve yeryüzünde
bozgunculuk yapmaya çalışmayın."
184- "Sizi ve önceki nesilleri yaratandan sakının."
185- Dedilerki: "Sen büyülenmişsin."
186- "Sende bizim gibi bir insansın ve biz seni
yalancılardan zannediyoruz."
187- "Eğer doğru söylüyorsan üzerimize gökyüzünden parça
parça azap yağdır."
188- (Şuayb) dedi: "Rabbim yaptıklarınızı çok iyi
bilmektedir."
189- Onlar (Eyke halkı) O'nu yalanladilarda gölgeli günün
azabı onları yakalayıverdi. Şüphesiz o büyük bir günün
azabı idi.
190- Şüphesiz bunda ibret vardır, ama birçoğu iman etmez.
191- Şüphesiz Rabbin, Azizdir, Rahimdir.
Şirketler, Holdingler, Karteller kurarak dünya ticaretini
elinde tutan imansızlardan çekinme, sen Şuayb (a.s.)'a iman
ediyorsun. Şuayb (a.s.) o tüccar kavme Allah'dan
sakınmalarını, bütün kurallarına itaat etmelerini, sonrada
ticareti İslami kurallara göre yapmalarına emreder.
Haksız yere insanların mallarını yememelerini emreder ve
sonunda yine Şuayb (a.s.) galip gelir. 3159[33]
3159[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/480-482.
kitaplarında vardır.
197- İsrail oğulları alimlerinin onu (Kur'anm vahiy
olduğunu) bilmeleri onlar için bir delil olmadı mı?
198- Eğer biz onu (Kur'anı) arap olmayan birine
indirseydik,
199- Ve oda Kur'anı onlara okusaydı (anlamadıkları için)
ona iman etmezlerdi.
200- Böylece (anlaşılır bir dille indirmekle) biz suçluların
kalblerine onu (Kur'anı) sokduk.
201- Onlar acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler.
Kitabımız Kur'an alemlerin Rabbindendir. İnsan eseri
değildir. Alemleri yaratan, alemin ihtiyacım daha iyi bilir.
Onun için bu Kur'an kıyamete kadar gelecek insanların
siyasi, hukuki, ticari, sosyal bütün ihtiyaçlarına ışık tutmaya
devam edecektir. Tabi ki gönlünü Kur'ana açanlara ışık
tutar. Gözünü kapatana güneşin ışığının faydası olmaz.
Güvenilen Cebrail tarafından getirilmişştir. Sıradan biri
değil. Meleklerin en büyüğü getirmiştir. Allah Rasulü Arap
olması nedeniyle Arapça inmiştir. Çünkü Allah her kavme
Peygamberi gönderirken ilk gönderildiği kavmin diliyle
göndermiştir.
Eğer yabancı bir dille gönderilmiş olsaydı hiçbirşey
anlaşılmayacaktı. Kur'an anlaşılmak için indirilmiştir. Onun
için bütün yaşayan dillere tefsiriyle birlikte terceme
edilmelidir.
Bu Kur'andaki iman ve ahlak esaslarının tamamı geçmiş
kitaplarda da aynı idi. Tevrat, Zebur, İncil ve diğer
sahifelerle Kur'an arasında hiçbir çelişki yoktur.
Günümüzdeki Tevrat, Zebur ve İncil'lerdeki çelişki onların
tahrif edildiklerinin delilidir.
İnsanların Kur'an'a yönelmesini engelleyen şey suçluluk
psikolojisi-dir. Suç onların kalbine küf bağlıyor ve dışa
açılan kapısı açılmaz hale geliyor ve ışıkdan rahatsız olan
yarasa kuşu gibi Kur'an'ın ışığını söndürmek için çırpmıyor.
Onlar Kur'an'a birgün inanırlar ama iş işten geçmiş olur.
Ahirette azabı görünce Kur'an'ın haber verdiğinin gerçek
olduğunu öğrenirler. 3160[34]
3160[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/482-484.
3161[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/485.
3162[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/486.
uzaklaştırılmışlardır.
Hala günümüzde şeytanın gör dediğini gören, ve ondan
haberler aldığını söyleyen insanlar var. Bu batıl inanç
Efendimiz zamanındaki müşriklerde de vardı. Ve onlar
Kur'an'ın şeytan tarafından Peygamberimize verildiğini
söylüyorlardı. İşte bu fikri Rabbimiz reddediyor. Çünkü
şeytanlar bundan uzaklaştırılmışlardır. 3163[37]
3163[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/486-487.
söyledi. Ama Mü'minlerin kardeş olduğunu Allah söylüyor.
Onun için en yakın akraba olsa bile iman etmemişse yaptığı
kötü davranışlardan uzak duracağız. Pisliğinin üzerimize
sıçramamasına dikkat edeceğiz.
Ama iman etmiş ayrı ırk ve dilden olan insana ise şefkat ve
merhamet kanatlarımızı gereceğiz. İşte dinimizin
evrenselliği burada. Bütün bunları yaparken gücümüzü
Allah'dan alacağız ve O'na güveneceğiz. Çünkü o bizi her an
işitmekte ve bilmektedir. 3164[38]
3164[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/487-488.
3165[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/489.
Mişkat-ül-Mesabih hadis No: 4594
ise Kur'an'm şair sözü olmadığını haber verir Ve şiirin Allah
Rasulüne yakışmayacağını bildirir. 3166[40]
Çünkü bir kısım şairler vardırki onların peşinden sapıklar
gider. Pislik etrafındaki sinekler gibidirler.
Şair Razi şöyle diyor:
"Sermayei şairan tükenmez,
Dünya tükenir yalan tükenmez."
Yapmadıklarını söyleyen her vadide şiir yazan cesuru
korkak, korkağı kahraman, ahlaklı insanları ahlaksız,
iffetsizleri yıldız yapan bu insanların şiirlerini ezberlemek
kalbine irin doldurmaktan daha tehlikeli olduğunu haber
verir Peygamberimiz.3167[41] Peki bütün şairler böylemidir?
Rabbimiz cevabını veriyor. Hayır. İman edip, salih amel
işleyen, Allah'ı çokça zikreden, dilini kılınç gibi kullanıp
zalimlere karşı duran şairler öğülmüştür.
İslama göre akord edilmiş gönül tellerine Allah'ı zikreden
dil mıdrabını vurarak, insani sözlerin en güzelini terennüm
eden şairlerimiz için Peygamberlerimizin teşviki vardır.
Bindörtyüz yıldır korunan, şu anda İstanbul'u şereflendiren
Hırkai Şerif, Efendimiz tarafından Ka'b b. Züheyr'i
şereflendirmek için verilen 3168[42]
Buharının Kitab-üt-Teheccüd'de, Ebu Hureyre'den rivayet
ettiği bir hadisde Efendimiz, Abdullah b. Ravaha'nın bir
şiirini dinledikten sonra "Kardeşiniz boş ve kötü söz
söylemez" buyurmuştur. Bu sahabei güzin Bedir'den
Mute'ye kadar bütün harplerde önce dil kılınanı, sonra
eldeki kılına kullanarak hizmet etmiş ve Mute'de şehitlik
makamına yükselmiştir.
Kafirlere şiirle cevap veren Hassan b. Sabiti Peygamber
Efendimiz teşvik etmiş ve "Rasulüllahı korumak için o
kafirlere cevap ver" demiş ve Hassan'ın daha güzel şiir
3166[40]
Yasin 69
3167[41]
Buhari K. Edep 92, Müslim K. Şiir 7
3168[42]
Hırkadır,ibni Hişam 4/139, Beyhaki Delail 5/208
söylemesi için "Allah'ım onu Ruh'ul-Kudüs (Cebraü)le
kuvvetlendir" diye dua etmiştir. 3169[43]
Araplar sevgilinin zülfünün bir teline şa'r derler. İnceliği,
zarafeti, güzelliği, asaleti, aşkı temsil eder ve insan şuurunu
harekete geçirir.
Sözün şelale gibi akanına, seher yeli gibi serinletenine,
volkan gibi yakanına şiir derler.
Her iki kelimede şın, ayn, ra harflerinden meydana
gelmektedir. Şair kılı kırka yaran sonra bu kırk parçadan bir
beyt ören kişidir.
Peygamberimizin şairi Hassan:
"Dilim kusursuz kılınç gibidir,
Denizim bulanmaz kovulanla."
Dilimiz zalimlere kılıç gibi olmalı, zalimleri devirmeli, ama
mazlumlara merhem gelmeli. Efendimizin bir hadisini
çağımızın Hassan'ı Mehmet Akif Ersoy merhum şöyle ifade
ediyor.
"Bir adam dursada bir zalim imamın yüzüne
Adli emretse, bu zalimde onun hak sözüne
İnkiyad eyleyecek yerde tutup kıysa ona
O mücahid yazılır taa şühedanın başına
Hamzadan sonra gelen en şanlı şehid odur
Hak için can verenin elbet payesi budur."
Böylece şairler suresi de imanlı bir şairin şiiriyle sona
erdi. 3170[44]
3169[43]
Buharı K. Salat 68, Müslim K. Fezailüs-Sahabe 151
3170[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/489-492.
NEML SURESİ
3171[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/493-494.
3172[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/494.
2- Mü'minlere yol gösteren ve müjde verendir.
Allah (c.c.) bu kitap insanlara yol gösterir ve müjdecidir
demiyor da mü'minlere yol gösterir ve müjde verir diyor.
Buradan şunu anlıyoruz; bir zamanlar Osmanlı'nın adil bir
şekilde yönetildiği ve yükseldiği dönemlerde, Batılı yayın
organları, o zamanın seyahatnamelerinde ve politikayı
yönlendirenlerin de şu söz geçmekteydi; "Nasıl olurda
Osmanlı'nın hakim olduğu yerlerde hırsızlık olmazdı?" Ama
tabii bu Kur'anın hakim olduğu dönemler içindir, yoksa son
dönemler için değil.
Derken İngiliz yetkililerini gönderirler, ne için? araştırsınlar
niye hırsızlık olmuyor diye. Bakarlarki hırsızlığın cezası
ağırdır. Bir müddet, ingilizler de bu kanunu kabul eder ve
uygularlar. Buna göre hırsızın eli kesilecektir. Buna göre
ilan yapılır.
Derken bir hırsızın eli Londra meydanında kesilecektir.
Ama Hükmün infaz edildiği, zaman da ve meydanda
savcının cebindeki paranın da yine çalındığı rivayet edilir,
bazı kitaplara da geçmiştir bu. Demekki bu kitap ve ayetleri,
mü'minlere yol gösterir. Şimdi bize deselerki; "Buyrun
kitabı ve hükümlerini Rusya ve Amerika'da tatbik edin." Biz
kabul etmeyiz! Çünkü Kur'an-ı Kerim iman etmiş bir
toplumda uygulanırsa faydalı olur.
Yani bunu uygulayanlar veya kendisine uygulananlar bu
kitaba gönülden inanmalıdırlar. İslam hukukunda Önce
hukuka saygı değil, hukuka iman gerekir. Çünkü o, hukukun
varlık sebebini bilhassa iman etmemiz gerekir ve o kanunu
koyanın varlığını ve yanılmazlığını kabul edip, kıyamete
kadar baki olacağını bilmeniz gerekir.
Bu özellikleri taşımayan bir toplumda Kur'an ahkamını
uygulamaya kalkarsanız daha kötü olabilir. Çünkü Önce
insanın gönlünün kendine zabıta olması gerekir ki buda
ancak imanla olabilir.
Peki iman etmek yeterli mi? Hayır. Yeterli değildir. Allah
(c.c.) devam ediyor: 3173[3]
3177[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/497-498.
zaman vardır.
Yine Musa (a.s.)'a dönüyoruz. Rabbim diyorki: 3178[8]
3180[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/500-501.
3181[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/501-502.
3182[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/502.
19- (Süleyman) onun sözüne güldü ve dedi: "Rabbim, bana
anne ve babama verdiğin nimete şükretmeye ve razı
olacağın salih ameli yapmayı bana ilham et. Rahmetinle
beni salih kullarının arasına kat."
Karınca ile konuşmayı duyduk, biraz sonra Rabbim
"Hüdhüd" ile (bir çeşit kuş ), bu kuş ile yapılan konuşmayı
da haber veriyor, dolayısıyla, kuş dilini bildiğini haber
veriyor.
İnsanların bile zor anlaştığı bir dünyada Allah (c.c.) diyorki:
"Süleyman kuşların dilini biliyordu." Bu ayetler 1400
senedir okunmaktadır ve hemen hemen dünyanın hemen her
diline terceme edilmiştir. Zaman içinde bu ayetlerle inançsız
kesim alay etmiş, hafife almıştır; bu aslına Kelile ve Dimne
hikayelerinde geçtiği gibi, Fabl türü hikayelerdir
demişlerdir.
Batıya yaranmak isteyen Batı hayranı tefsircilerimiz de aynı
anlayışı paylaşmış ve Allah (c.c.) böyle bir olay olmadığı
halde bunu olmuş gibi göstermiş demişlerdir. Halbuki Allah
(c.c.) açıkça karıncaların kendi aralarında konuştuklarını
bildiriyor bizlere. 3183[13]
3183[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/502-503.
ansiklopedisine bakınız. 3184[14]
3184[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/503-504.
3185[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/504-505.
3186[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/505.
türlü tedbiri alırız , ama genede o işimiz bozulur, bizde deriz
ki; "Tüh şunun yerine şunu yapsaydım böyle olmazdı."
Hayır öyle değil, çünkü onun öyle olması gerekiyormuş, bu
bir kader işidir. Onun için biz tedbirle görevliyiz ama
Allah'ın takdiri gelecektir. 3187[17]
3189[19]
Ali imran 75
3190[20]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/508-509.
3191[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/509.
yazışmalarda ve görüşmelerde yaltaklanmak yoktur. Çünkü
yüce olan kendisidir. Niye? Çünkü Allah (c.c.)'a
inanmıştır. 3192[22]
3194[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/511-512.
hakikat olara'k vermektedir.
Allah (c.c.) bize Süleyman (a.s.) ile Belkıs arasındaki
mücadeleyi anlattıktan sonra yeni bir konuya geçiyor. 3195[25]
3195[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/512-513.
3196[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/513-514.
3197[27]
Fatır 28
3198[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/514.
47- (Semud kavmi) dedilerki: "Sen ve beraberindekiler bize
uğursuzluk getirdi." (Salih): "Sizin uğursuzluğunuz
Allah'dandır. Hayır siz imtihan olunan bir kavimsiniz" dedi.
Daha önce aynı putun etrafında dönüp dolaşan insanlara,
birgün geliyor bir peygamber diyorki; "Bu puta itaat
edilmez, Allah'a itaat edin" ve insanlar ikiye ayrılıyorlar.
Tabii bunların bir kısmı kardeştirler bir kısmı baba
oğuldurlar, birisi karı birisi koca idi. Aralarında evlerinde
sokaklarda sürtüşme meydana geliyor. Onların
uğursuzluktan kastettikleri budur. Salih (a.s.)'da diyorki:
"Sizin bu uğursuzluğunuz Allah karındandır (beni gönderen
Allah'tır)." Aynı şey, uğursuzluk getirme işi, Yasin
Suresinde de geçmişti. Salih (a.s.) devam ediyor. "Siz
imtihana tabi tutulmuş bir
kavimsiniz."
Bunlar Salih (a.s.) ile kavmi arasında geçen konuşmalardır.
Peki bizi niye ilgilendiriyor? Aynı şeyler bizim
toplumumuzda da oluyor. Günümüzde de oğullar bir tarafta,
babalar diğer taraftadırlar, yani birisi hidayette, birisi
dalalettedir. İnşaallah birgün hak yolda birleşirler. 3199[29]
3201[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/516-517.
söyleyemiyor. Üstelik onları cinsel baskı altında tutan kendi
rejimleridir.
İslam ise insanları cinsel baskı altında tutmaz. Şöyleki:
İslam tarihi boyunca erkek-kadın evlenme yaşı baliğ
olmasıyla başlar. Yani bir erkek veya kız buluğa erdimi
isterse evlenebilirler.
Günümüzde ise ekonomik şartlar vardırda, şöyledir de,
böyledirde diyerek evlenme yaşı olarak bir kere askerden
gelme şartı ileri sürülmektedir. Buda 25-26 yaşını
bulmaktadır. 15-16 yaşında baliğ olmuş bir çocuk tam 10
sene baskı yani cinsel baskı altında tutulmaktadır bu re-
jimlerde. Ve bu yaşlarda insanın en deli olduğu, en fazla
cinsel ilişkide bulunmak istediği zamanlardır, ama baskı
altındadır, bunu gerçekleştirme imkanı yoktur. İslam o
kişinin rahatlıkla evlenmesi ve evlendikten sonra rahat
yaşaması için her imkanı sağlamıştır.
Bugün ise gördüğünüz gibi böyle değildir. Ne diyorlar,
efendim işte, bugünde bu çocuğun cinsel ihtiyacını
kapatacak, tatmin edecek yollar vardır. Nedir o yollar?
Gayri meşru yollar tabii. Bunların istedikleri bu pisliktir.
Lut (a.s.) kavmine nasihatlerde bulununca onların, cevabı şu
oldu:3202[32]
3202[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/519-519.
3203[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/519.
57- Bunun üzerine hanımı dışında Lut'u ve ailesini
kurtardık. Onu (hanımını) geride kalanlardan olmasını
takdir ettik.
58- Onların üzerine (azap) yağmuru yağdırdık. Uyarılanların
(azap) yağmuru ne kötü oldu.
Peygamberlerin hayatı bizim karşılaşacağımız her olaya
örnektir aslında, mesala; Burada Peygamberin hanımı var,
fakat ona inanmıyor. Veya koca kötü olabilir ama kadın
İslami yaşantı içinde olabilir. Firavunun hanımı gibi. .
Yani sizde hanımınızdan, babanızdan, oğlunuzdan şikayetçi
olursanız bilinki bunlar Peygamberlerinde başına gelmiştir.
Allah (c.c.) Lut kavminin üzerine bir yağmur yağdırdığını
ve bu yağmur nedeniyle o toplumun helak olduğunu
söylüyor. Sonra Peygamberimize yöneliyor: 3204[34]
3206[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/520523.
69- Deki: "Yeryüzünde yürüyün ve suçluların sonu nasıl
olurmu; görün."
70- Onların (yalanlaması) üzerine üzülme. Onların
kurdukları tuzaklardan dolayı daralma.
Allah (c.c.) bize taktik vermektedir. Sakın kurulan
tuzaklardan dolayı rahatsız olmayın, paniğe, kapılmayın
diye.. Bizim üzerimize düşen Allah'ın bize verdiği imkanları
sonuna kadar değerlendirmek ve sonucu Allah'tan
beklemektir, gönül sıkıntısına kapılmak yoktur.3207[37]
3209[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/526-527.
bizden konuşma özelliğini alsa, nasıl konuşacağız? 3210[40]
3212[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/530-531.
3213[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/531-532.
KASAS SURESİ
1- Ta-Sin-Mim.
Surelerin başlarındaki harfler hakkında Bakara suresinin
birinci ayetinde açıklama yapmıştık.
Harflerle başlama, kafirlere bir meydan okumadır. "Kur'an,
arapça kelimelerden meydana geliyor, kelimeleri
biliyorsunuz. Buyurun aynı harf ve kelimelerden Kur'an'ın
benzeri bir sure getirin" anlamındadır.
Bindörtyüz senedir, kafir arap edebiyatçıları,
yapamadıklarını itiraf etmişler. Bundan sonrada
3215[2]
yapamazlar.
3214[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/7.
3215[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/8.
2- Bunlar açık -açıklayan- kitabın ayetleridir.
Kur'an'ın ayetleri hem açıktır, hem de açıklayıcıdır. Ancak
her ilim dalını o dalın uzmanından öğrendiğimiz gibi,
Kur'anı' Kerim'i de anlamak için onu meydana getiren
kelimeler, harfler ve bu kelime ve harflerin dizilişinin
kurallarını öğreten sarf ve nahv bilgilerine sahip olmamız
gerekir.
Çamurdan fincan yapmanın "püf" noktasını öğrenmeyen bir
usta, fincanların kulpunu tutturamamış. Sonra hakiki ustaya
gitmiş ve "püf" noktasını öğrenmiş.
Kur'an'ı en güzel anlayan kişi, Kur'anı' bize getiren
Peygamberimiz, efendimiz (s.a.v.)dir. Onun anlatımına
dikkat ettikten sonra günümüze kadar gelen salih
alimlerimizin beyinlerinden de yararlanacağız.
"Ben hiçbir alimi tanımıyorum. Mealden okur, ona göre
hareket ederim" diyenler ne söylediklerinin farkında
değiller. Çünkü okuduğu meali yazanda bir ilim adamıdır ve
ona bağımlıdır. (Bu konuda bu tefsirin birinci cildinin baş
tarafında geniş bilgi verildi.) 3216[3]
3220[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/10.
Doktorası için Amerika'ya gönderilen çok zeki
çocuklarımızın, İmanını biraz daha çalalım, yobazlıktan
kurtaralım, bağnazlığını da atsın, diye bekleyenlerin arzulan
boşa çıkıyor. O gençlerin, Amerika'nın içinde taşıdığı şeytan
yuvasını gördükten sonra, ülkesine şeriatçi bir doktor olarak
dönmesi, Rabbimin bir lütfudur.
Firavun'un sarayında beslenelim ama beslendiğimiz yere
yaslanıp kalıp da, orada Ölmeyelim. 3221[8]
3221[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/11-12.
İşte Rabbim kuluna yardımı, yine kuruyla yapar. 3222[9]
3222[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/12-13.
3223[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/13-14.
3224[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/14.
Firavun'un sarayında saray kültürü alırken, öbür tarafda
kendi ailesinden; Yusuf (a.s.)'dan beri devam eden,
Peygamber mesajlarını da öğreniyordu.
Suçlu babanız bile olsa ona arka çıkmaymiz. Dostlarınızın
suçunu paylaşmayın ama cezasını paylaşın. Bu surenin 86.
ayetinde Efendimizin şahsında biz de uyanlıyoruz. 3225[12]
3227[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/16-19.
gelir, asa denince de hatırımıza Musa gelir. 3228[15]
3234[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/27-28.
hidayet olmaksızın, hevasına uyandan daha sapık kim
vardır." Yani asıl sapık, heva ve hevesine uyanlardır. Çünkü
öbür sapıklar ise itikadı açıdan sapık olduklarından
topyekün etkiledikleri insanlara zarar vermektedirler, o
sapık dedikleri insanlara da o sapıklığı aşılayan veya onlara
o zemini hazırlayanlar da zaten Allah'ın sapık dediği
insanlardır. Rabbim Kur'an-ı Kerim'de sö-venlere değil
sövdürenlere yöneliyor ve bizleri de onlara doğru yönelti-
yor. "Allah zalim toplumlara hidayet vermez." Kişi sapıklığı
isteyince sapıklığı, hidayet isteyince de hidayet veriyor
Rabbim. Zalimlere hidayet olmayacağına göre bunlar
hidayete gelemezler mi? Gelirler tabii, ama önce zulmü
bırakırlar.3235[22]
3235[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/28-29.
milletimizin içine gerçek İslam imzası atılmıştır. İşte bu
ayet buna işaret ediyor, nasilki biz müslümanlardan İslamı
babadan görme ve sağlam şekilde sürdürenler varsa,
hristiyanlar da inançlarına hiçbir şirk karıştırmadan
yaşayanlar vardırki onlara işaret vardır burada.
Kötülüğü iyilikle gidermemiz gerekiyor. Anadolu'da da
"kanı kanla yumazlar, su ile yurlar" birde "taş atana ekmek
at" derler. Şairlerimizden biriside diyorki; "iyiliğe iyilik her
kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kân." 3236[23]
3250[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/39-40.
Allah bozguncuları sevmez."
Gece karanlığında kandille evimizi, malımızı aradığımız
gibi, bu dünya hayatında elimiz, gözümüz kulağımız,
eşimiz, çocuğumuz, malımız ve makamımızla da ahiret
yurdunu arayacağız.
Dünyadaki nasibimizi unutmayacağız. Bülbülün kafesde
oluşu gibi, can kuşumuzda ten kafesindedir. Tenimiz
yeryüzü toprağından yaratıldığı için yeme, içme, giyme,
binme, yerleşim yeri gibi.ihtiyaçlarını tenimize vereceğiz.
Allah'ın kitabını okuyup emir ve yasaklarına göre hareket
ederek canımızın gıdasını vereceğiz. "Dünya ahiretin
tarlası" olduğuna göre bu tarladan payımızı almadan
gitmeyeceğiz
Hepimizin bildiği bir hadis vardır. "Hiç ölmeyecekmiş gibi
dünyaya çalış. Yarın ölecekmiş gibi ahir ete çalış."
Beyhaki Süneni kübra 3/19
Abdullah b. Mübarek Zühd 2/218
İbn Hacer Muhtasar üd-Deylemi İ/1/27
İbn Kuteybe Ğaribül Hadis 1/46/2
Kurtubi 7/314
Metalibül Aliye 3/172
Suyuti Camiussağır, Aslihu dünyakün Maddesi
Nasıruddin elbani "Silsilet-ül ehadis- iz Zaife vel Mevzua
isimli eserinin 8 nolu hadisi ile, 874 nolu hadisinde uzun
araştırmalardan sonra kendince zayıf olduğuna hükmediyor.
Ahmed Ziyaeddin gümüşhanevi ise Levamiul ukul 1/488 de
çok güzel bir açıklama getiriyor ve; "Sonsuza kadar
yaşayacağına inanan insanın dünyaya hırsı olmaz. Bu gün
elde etmezsem yarın elde ederim, nasıl olsa ölüm yok
der."diyor.
Yani "hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış" sözü bizden
hırsı gidermek içindir diyor. Mü'minler, göklerin ve yerin
Allah'a ait olduğuna inanırlar. Göklerde ve yerde Allah'ın
tabiat kanunları geçerli olduğu gibi insanların hayatında da
Allah'ın kanunu geçerli olsun isterler.
Bir buğday tanesinin haksız yere birilerinin midesine girip
de, ahi-rette onun için ateş olmasını istemezler. Allah için
kazanırlar. Allah için harcarlar. Mü'minun suresinin 4.cü
ayetinde de ifade edildiği gibi; zekat vermek için çalışırlar.
Ayetin devamında; "Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sende
ihsanda bulun" diyor. İhsanda bulunmak için Allah'ın
ihsanından kazanmak lazım. İhsanda bulunulmazsa fesad
çıkar. Günümüzde çok yiyen kapitalistlerin geğirtisi ile,
yiyecek bulamayan koministlerin karın gürültüsü, dünyayı
kan ve gözyaşıyla suluyor.
Allah bozguncuları sevmez. Kim o bozguncu? 3251[38]
3251[38]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/41-42.
Günümüzde nice zenginler bilirizki, yanında çalıştırdığı
uzman kişinin aklının ve bilgisinin, kırkda birine sahip
değil.
Bu bozguncular: "Allah, bizde bir iyilik gördüki, bu malı
bize verdi" diyorlar. Yani kişilerin değerini parasıyla
ölçüyorlar.
Rabbimiz onların bu düşüncelerini cevaplıyor; "Geçmişde
sizden daha zengin ve güçlü olanları helak ettim. Eğer onlar
hayırlı insanlar olsalardı, helak olmazlardı. Onların günahı
öylesine çokki, teker teker günahları sorulmaz."
Karun, zenginliğin bütün ihtişamıyla insanların arasına
çıktığında, dünya hayatını birinci gaye olarak görenler, ona
imrenerek; "keşke Karun'a verilenin benzeri bize de verilse"
derler.
Bizler Karun'lara imrenmeyeceğiz, Harunlara özeneceğiz.
Ali Imran suresinin 146-147nci ayetlerinde, O
peygamberleri ve Rabbanileri anlattıkdan sonra, 148nci
ayette; "Nihayet Allah onlara dünya nimetini ve ahiret
sevabının güzelini verdi" ifadesiyle dünyanın güzelliklerini
de, ahiretin güzelliklerini de Allah'ın koyduğu kurallar
içinde istemeliyiz.
Günümüzde bir kısım müslümanlanmız, dünya saltanatının
kafirlerin elinde olduğunu görünce, kafirlerin kazandığı
yolları da meşru sayarak; zengin olduktan sonra İslama
hizmet etmeye yöneldiler. Fakat haram mal onları kuşattıkca
dostlarıyla arası açıldı. Birbirlerini göremez oldular.
Harun'un yolundan gidenler, Karun'un saltanatına da sahip
oldular. Fakat Karunlar helak olup gitti. Sabırla yürüyenler
Allah'ın iki dünya nimetine kavuşurlar.
Karun'un kendisinin ve sarayının yerle bir olması, geride
kalanlara bir ders olmuştur.
Tarihte binlece firavun ve Karun gelip geçmektedir, ancak
yalnız bu ikisi aleme ibret olsun diye tarihin direklerine
asılmıştır. 3252[39]
3252[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/43-45.
3253[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/45.
3254[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/46.
Kur'an'la yürümüşüz. Kur'an'i bıraktıkdan sonra, kaçarak
küçücük yere sığınmış ve sığıntı olarak yaşamaktayız.
Biz Kur'an'la, cennette va'dedilen yerimize yürürüz.
Sevgili peygamberimizin peygamberlik beklentisi yokken,
Rabbimiz onu seçmiş. Bu surenin 68.nci ayetinde ifade
edildiği gibi; yaratmak ve seçmek Allah'a aittir. "Niye
fakirden seçti, niye arapdan seçti" deme hakkına sahip
değiliz.
Rabbimizin bir rahmeti olan bu Kur'an bize geldikten sonra
ona önem vermezsek, ilgisiz kalırsak, onunla amel etmezsek
kafirlere arka çıkmış oluruz. Onlara yardım etmiş olursun.
Hiçbir olay, hiçbir kurum, kuruluş, kural, para, makam veya
şan şöhret bizi Allah'ın ayetlerinden alıkoymasın. İnsanları
Allah'a çağıralım. Eğer Allah'dan başkasına çağırırsak,
Allah korusun müşriklerden oluruz.
Bizler ekini ekeriz, sularız, sonra kökünden keser, daneyle
samanı birbirinden ayırır, daneyi anbara, samanı samanlığa
koyarız. Daneyi samanlığa koymayız.
Yaratan, yaşatan ve yöneten Allah (c.c)de bizleri yaratıyor,
yaşatıyor sonra amellerimize göre cennet veya cehenneme
gönderiyor. Dönüşümüz ona.
Gönlümüzde zerre kadar şirkden, inkardan iz kalmasın.
Rabbimiz bizlere yardım etsin. Amin... 3255[42]
3255[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/46-47.
ANKEBUT SURESİ
3256[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/49.
3257[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/49.
Şifa Tefsiri cilt 1/79
sadece "kelimeyi şehadet" getirmekle, müslüman olduğunu
zannedenler vardı diyorlar.
Yine bu ayet, günümüzdeki müslümanların fotoğrafını
çekip, karşımıza çıkarmış gibidir. İnsanlar imtihana tabi
tutulmadan, denenmeden, bırakılı verileceklerini mi
zannediyorlar?
Ülkemizde %99'u müslüman olan bu insanlar; siyasi ve
ticari çıkarları için dininden vazgeçebiliyor veya müslüman
olmadığı halde, bu çıkarları için müslüman görünme gayreti
içinde oluyorlar. .
Yahudi asıllı adam, Tahtakale'de, Kap alıç arşı'da dükkanına
Besmele'yi asıyor... bu bir ticari şehadettir. Siyasi yönden de
dinime düşmanlık yapmış olup, Kur'ari Kurslarının, İmam-
Hatip okullarının kapanması, geri kalması için uğraşmış
insanlar vardır. Fakat bunlar halkın karşısında müslüman
biriyimiş gibi şehadet getirirler, işte bunlarınki de siyasi bir
müslümanlık, siyasi bir şehadettir.
İşte ayeti kerime de; "iman ettik, demek yeterli değildir",
sözüyle Allah (c.c.) bunu vurguluyor. İmanın gereği olan
amelin yapılması gerekir. Bu amel de icraya konunca, bu
sefer kişinin karşısına düşmanlar çıkar.
İslam öncesi, iman edenlerin topluca ateşe atıldığı, "Buruç
suresinde"
açıklanmaktadır ki; yahudiler insanları ateşe atıp, daha sonra
da bunu zevkle seyrederler.
Fransa'da birinci dünya savaşı sırasında yahudilerin
yakıldığı yerleri gezmiştim; insanın boyuna, vücuduna göre
kazanlar, sobalar yapıldığını gördüm. Orada bir defter
açmışlar, gelenler birşey yazıyorlar, ben de bu surenin
ayetlerini ve de "Kötü tuzak sahibini yakalar" ayetini
yazdıktan sonra; "kendilerinin geliştirdiği işkence tuzağına,
kendileri düşmüşler" demiştim.
Dinimiz, insanın bu dünyada yakılarak cezalandırılmasına
karşıdır. Allah'a hamd olsun, ecdadımızın tarihinde böyle
yüzkarası bir lekesi yoktur. 3258[3]
3258[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/49-51.
bilemeyiz. Bize düşen görevi yapmamız gerekir.
Böylece Allah (cc), "iman ettim" derken, dinine sadık
olanlarla, yalan söyleyenleri bilir, ortaya çıkarır. Herkes
iman ettik der ama Allah (c.c.) öyle imtihan eder ki; o
imtihanda kaybediverir.
Hani Anadolu'da bir ata sözü vardır; "Kişinin sağlamlığı;
sarı altınla, kadını görünce belli olur." Yani kişinin önüne
öyle fırsat geçerki, şöyle elinin ucu ile dokunuverse, bir
imza atıverse hayal dahi edemediği rakamlar onun olacak ve
de kimse görmeyip hesab da sormayacak, veya öyle bir
kadınla başbaşa kalıyor, istese çeşitli fırsatlar eline geçmiş
gibi. İşte böyle bir durumda gerçekten "yiğit" delikanlı onlar
ki; Yusuf suresinde de Yusuf (a.s.) "feta" kelimesi ile
zikrediliyor, Yusuf misali; "Ben Allah'tan korkarım" deyip
imanını ortaya koyar. Ama yiğit olmayanlar da, bu gibi
imtihanları kaybediverir.
Bu ayetin mealini bazıları şu şekilde de veriyorlar; Allah'a
iman ettik derken, doğru söyleyenlerle yalan söyleyenleri
bilmek için.! Bu da doğrudur, ama izah edilmezse yanlış
anlaşılabilir. Sanki Allah mü'min ile kafiri bilmiyormuydu
da onları imtihan ediyordu, gibi bir durum sözko-nusu
olabilir.
Yaratan Allah'tır. O, herşeyi bilir. Ancak islâm hukukunda
bir hareket fiiliyata dönüşmeden önce, "siz ilerde şu
fiili(suçu) yapacaksınız" diye cezalandırma yoktur. Allah-u
teala fiile dönüşmemiş şeylerden dolayı da kişiyi hesaba
çekmez. Onun için bir iyilik olacak ki, ona mükafat versin,
Bir kötülük olsun ki, ona ceza verilsin. Bunlar biz kullar
içindir. Yoksa Allah(cc) bizi yaratmadan önce de kimin ne
yapacağını, kimin ne yapmayacağını biliyordu. 3259[4]
3259[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/51-53.
sanıyorlar? Ne kötü hükmediyorlar.
Kötülük yapanlar da bizi geçeceklerini mi zannediyorlar.?
Yani bizim onları görmeyeceğimizi, hesaba
çekmeyeceğimizi veya çekemeyeceğimizi mi?, bizi
atlatacaklarını mı zannediyorlar? Böyle zannediyorlarsa,
çok kötü hüküm veriyorlar.! 3260[5]
3262[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/54-55.
ekle" diye dua ederler ki, işte bu ayetin bir fiili uygulaması
ve de bu ayetin bir ifadesidir. 3263[8]
3263[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/55-56.
isteklerini yerine getirmemelidir. Bu konuyu alimlerimiz,
"hiristiyan ve yahudi anne ve babası olan müslüman genç,
onları kilise ve havra'ya götürmek zorunda değildir. Fakat
kilise veya havra'ya kendileri gitse de, geri getirilmeleri için
haber gönderirlerse, çocuk onları oradan geri getirmek
mecburiyetinde-dir" şeklinde Özetlemişlerdir.
Hz. Peygamber (sav); "Yaratıcıya isyan olan yerde
yaratılana itaat yoktur." buyurmuşlar. Bu hadis herkese
şamildir, yani anne babaya da, yakın akrabaya da,
yöneticilere de, kan ve kocaya da şamildir. Allah'a isyan
olan veya Allah'a isyanın emredildiği yerde, karı kocasına,
koca karısına, çocuk anne babasına ve yöneticilere itaat
etmez.
Günümüzde, erkek kadına mı, kadın erkeğe mi itaat etsin?
diye soruyorlar. Biri diğerine itaat etme yerine, Alîah'a(cc)
itaat edip, Allah'ın belirtmiş olduğu kanunlar çerçevesinde
karşılıklı görevlerini yerine getireceklerdir. Erkekler
kadınlar üzerinde "kavvam"dır derken ayette erkeğin
görevleri "kavvam" kelimesi ile ifade ediliyor. 3264[9]
Yani kendi koymuş olduğu kurallara göre değil.!, Allah'ın
koymuş olduğu kurallara göre, evirip çeviren demektir, Her
söylediği şey de kanun değildir. Her ikisi de müstakil
varlıktır. Allah(cc) ve Rasulüne itaat etmekle mükelleftir.
Karşılıklı sevgileri de, bu kanunlar çerçevesinde ola-
caktır. 3265[10]
3270[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/59-61.
Hadid 10
3271[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/61.
3272[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/61-62.
13- Elbette münafıklar kendi ağırlıklarını, kendi
ağırlıklarının yanında daha nice (saptırdıklarının)
ağırlıklarını taşıyacaklar. Şüphesiz kıyamet günü iftira
ettiklerinden sorguya çekilecekler.
Şüpesiz ki onlar, kendi günahlarını ve sapıttırdıkları
insanların, bu sapıklıktan dolayı kazanmış oldukları
günahları birlikte yüklenirler. 12. ayette bahsedilen; işte şu
günahı işleyen..! senin günahını yüklenirim, şeklinde günah
işleyenin günahı kadar bir günah daha yüklenir. Öbürünün
günahından ise hiç birşey eksilmez.
Ve iftira ettikleri şeylerden de kıyamet gününde hesaba
çekilecekler, sorumlu olacaklardır. 3273[18]
3273[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/62.
eminim budur ancak. Dünyada inanmam, hani görsem de
gözümle, İmam olan kimse gebermez bu ölümle. Ey dibdiri
meyyit, iki el bir baş içindir Davransana eller de senin, baş
da senindir.
Mısralarıyla Mehmet Akif merhum bunu ne güzel dile
getiriyor. Nasıl yapayım, nereden yapayım? gibi mazeretler
uydurmanın anlamı yoktur.
Allah(cc) insanlara; içinde akıl dolu baş vermiş, aklın
ürettiği şeyleri fiiliyata dökebilecek eller vermiş. Onun için
kişi ümitsizliğe düşmemeli. Ve neticede o kadar gayretin,
çabanın sonunda Allah (c.c), Nuh (a.s.)'ıtı kavmini tufan ile
helak ediverdi. Peki Nuh (a.s.) ve O'na inananlar ne
oldu? 3274[19]
3274[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/62-63.
akıbetine uğramaktır.
Zaten "Ankebût" ismi; baştarafta da bahsedildiği gibi;
örümceğin evinin zayıf olup tehlikelere dayanamadığı gibi,
kafirlerin de islam karşısında dayanamayacağını ifade
ediyor. 3275[20]
3277[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/65-66.
betmeyip, çürümeyen mü'minİerin de tekrar yeşerip
canlanması o şekilde Allah'a kolaydır. 3278[23]
3282[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/68-69.
çağımızın örnekleridir.
Allah(cc) İbrahim'i (a. s) ateşten korudu. Enbiya Suresi 69.
ayetinde açıklaması geçtiği üzere; Nemrut ve etrafındakiler,
İbrahim'i (a.s.) ateşe atarlar. Allah (c.c.)'de ateşe; "İbrahim'e
soğuk ve selametlik ol" emrini verir. Ateşi güllük ve
gülistanlık bir hale getirir.
İman edenler için, işte bunlarda ibretler, alametler vardır.
İbret, iman edenler içindir. İman etmeyene ibret ve alamet
bir sihir ve büyüden ibarettir. Biz iman edenlere göre; ateşi
yaratan ve ona yakma Özelliğini veren Allah(cc)'dır. "Yak"
dediği zaman yakar. "Yakma" dediği zaman yakmaz, bunu
böyle kabul ederiz.
Ateşin yakmaması bize Allah'ın büyüklüğünün vede
herşeyin onun emri altında olduğunun işaretidir.
İnançsıza göre bu olay görme ve hissetme duyularının
yanılmasıdır. Ateş yakar, yakmamazlık yapmaz, mutlaka
bunun bir bilimsel açıklaması vardır diyerek geçiştirir. 3283[28]
3283[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/69-71.
insanlar bu heykellere tapınılmadığını, o heykellerin, bir
ilah olamayacağını belirttiği halde, belirli gün ve olaylar so-
nunda gidip onun huzurunda saygı duruşunda bulunmakta,
onun etrafında kenetlenerek, onun aleyhinde laf
söyletmiyorlar. Bunu kendi menfaatlerini korumak, bir
sevgi birliği meydana getirmek için yapıyorlar. Rusya'da
Lenin, bolşevik ihtilalini yaptığında, bütün dinleri ortadan
kaldırır ama halkı bir yerde toplayabilecek, onları etrafında
kenetlendire-bilecek birşeye ihtiyaç olduğunu bildiği için;
her tarafa kendi heykelini dikiyor. İşte bu puta, heykele
ibadet veya tapınma bu şekilde ortaya çıkıyor. Lenin de
biliyorduki; kendi heykeli o insanlara bir fayda, menfaat
temin etmeyecek, onlara yemek ve rızık dağıtmayacak. O
kendi çıkarının o şekilde korunup, devam edeceğini
biliyordu.
Bu dünyada menfaat ve çıkar çetelerinin düzeni bu şekilde
devam ederken, ahirette ise ayeti kerimenin ifadesiyle;
kıyamet gününde birbirinize karşı nankörlük yapıp,
birbirinizi inkar ve lanetleyeceksiniz. Ahzab suresinde de
geçtiği gibi; "Yarabbi dünyada öncülerimize büyüklerimize
itaat ettik, onlar bizim yolumuzu sapıttırdılar. Ey rabbimiz
onlara azabını iki kat et ve onlara lanet et" diyecekler ve
karşılıklı lanetleşecekler. Onların varacağı yer cehennemdir,
onlara da yardım edecek yoktur. 3284[29]
3284[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/71-72.
yere (Harran'dan- Filistin'e) hicret edeceğim" dedi.
Bu hicretteki amaçAllah'ın(cc) emirlerini yerine getirmek ve
bu doğrultuda hareket eden bir toplum meydana
getirebilmek içindi.
Bazıları; "doğduğun yere değil, doyduğun yere bak"
şeklinde bir tekerleme söylüyorlar, bu yanlış bir ifadedir.
Doğrusu ise; "Doğduğun yere değil, dinin en güzel
yaşandığı yere bak" şeklinde olmalıdır.
Zira kişi ekmek peşinde değil, ekmek onun peşinden
gelmelidir. Tersi olursa kişi dünya için çalışmış olur. Ahireti
Öne alırsak, dünya mutlaka arkadan gelecektir. Dünyayı
öne, ahireti arkaya attık mı, bu da kişiyi helak eder.
Mü'minun suresinin ilk ayetlerinde; onlar zekatlarını
verirler, ayetinin diğer bir anlamı da; "onlar zekat vermek
için çalışırlar" buyrulur.
Yani ahiret için çalıştıkmı, aynı zamanda bu dünya nimetleri
için de çalışmış oluyoruz. Kur'an'a uygun yaşamak, ahiret
için çalışmak, hiçbir zaman kişinin dünyasını ihmal
etmesine fırsat vermemiştir, arkasından dünyayı da
yuvarlayıvermiştir. 3285[30]
3286[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/73-74.
olmuştur.
O günün kafirleri ile günümüz inançsızları arasında hiçbir
fark yok. Aynı şeyleri inkar ediyorlar, inkar ettikleri şeylerin
mazeretleri de aynı. Bugünküler de; Allah varsa azabı ile
bizi çarpsın, bizi helak etsin şeklinde sözler sarf ediyorlar.
Kur'an-i Kerimin çeşitli sure ve ayetlerinde, geçmiş
Peygamberlerin ümmetlerinin yapmış olduğu kötü fiilleri ve
ahlaksızlıklarını, bizlere lazım olacak şekliyle anlatmasının
hikmetlerinden biri de; bizleri teselli etmek ve günümüzdeki
imansızların yapmış olduğu ahlaksızlık karşısında,
moralimizin bozulmaması içindir.
Nitekim bazı imanlı kardeşlerimiz, günümüzdeki
ahlaksızlıklar karşısında; "bu dünya düzelmez gayri"
şeklinde bir kanaate sahipler. Tabiki bu, ülkemizdekilerin
yapmrş oldukları ahlaksızlığa bakarak verilen bir - karar.
Bat id ak ilerin i görseler, küçük dillerini yutarlar. Merhum
Necib Fazıl Kısakürek; Paris ve diğer bazı Avrupa
şehirlerini gezer oradaki ahlaksızlığı bizzat kendi gözleriyle
görür ve; -Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama. Çatla
Sadom-Gomore, patla Bizans ve Roma. mısralarını yazar.
İşte bu Sodom-Gomore Lut (a.s.)'ın kavminin yaşadığı
şehirlerin adıdır. N.F. Kısakürek; Sodam-Gomore'nin
yaptığını bugünküler fersah fersah ileri geçtiler diyor.
Şairlerin dili, ifadesi, çevik ve keskin olur ama ben, merhum
Necip Fazıl'ın bu görüşüne katılmıyorum. Ayetin anlattığı
bu Lut kavminin yaptığı ahlaksızlığı bu günkülerin geçmesi
mümkün değildir. Onlar bu ahlaksızlıkta o kadar ileri
gidiyor ki,... ifadesi mümkün değil. Ayetler gayet beliğ bir
şekilde bunu izah edivermişler. Lut Aleyhisselamm evin-
deki misafirlere zorla tecavüze yeltenmişler vede helak
olmuşlardır.
Günümüzün Lutileri, Lut (a.s.) zamanmdakilerine göre biraz
daha edebli. Hiç olmazsa şehrin belirli mahallesinde
toplanıp, ahlaksızlıklarım da ticaretlerini de, kendi
aralarında gizli olarak yapıyorlar. Lut (a.s.)'ın Kavmi ise bu
işi aleni olarak, açıktan açığa yapıyor. Ayette; "Siz bu
edepsizliği; insanları toplayıp, belirli biryerde, gurub
halinde yapıyorsunuz" şeklinde ifade ediyor.
Ayette geçen "Nadi" kelimesi; meclis, parlemento anlamına
da gelir. Darun Nedve de geçen "Nedve" kelimesi de bunun
bir isbatıdır. Lut (a.s.)'m kavminin ileri gelenleri, toplumu
yönetenleri ve parlementerleri, bir araya gelip karar aldıkları
yerde, bu işi yapıyorlar.
Günümüzün İngiltere parlementosu bu Lutilik ahlaksızlığı
ile ilgili bir karar alıyorsa, onu teşvik edici olarak bunu çok
görmemek gerekir. İşte Allah (c.c), "bunların silahlarına,
gücüne ve de ahlaksızlığına bakıp da, moralinizi bozmayın."
diyor. Böyle bir ortamda Allah (c.c.) Lut (a.s.)'a iman
etmeyenleri helak edip, O'na devletini kurdurmuştur ve de
O'na inananları kurtarmıştır 3287[32]
3287[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/74-76.
etmiş oluyor. Nuh suresi 26-27. ayetlerinde; "Yarabbi
imansızlardan yeryüzünde hiçbir kimseyi bırakma, çünkü
sen onları bırakırsan, kullarını sapıtırlar ve münkir, facir
doğururlar" şeklinde dua etmiştir.
Biz bugünde Efendimiz gibi, hidayetlerine ve ıslahlarına
dua edelim. 3288[33]
3290[35]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/78-80.
gökyüzünden azabı indireceğiz. 3291[36]
3291[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/80.
ülkeleridir. Fakat dikkat edelim..! buralara da kan yoluyla
bu mikrobu sokmaya çalışıyorlar. 3292[37]
3294[39]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/82-83.
Şimdi sıralamada ilk olarak, ekonomide küfrün elebaşı olan
Karun zikrediliyor ki; bu zulme dayalı olan devletlerde, en
büyük gücün ekonomi olduğunun bir işaretidir. İkinci güç
yönetimi, söz geçirmeyi yani devleti elinde tutanlarındır.
Ondan sonra da Haman'ı zikretti, ilimde ileri gitmiş küfrün
elebaşısı ilim adamlarıdır.
Son 15-20 seneye baktığımız zaman, genelde ülkemizde
yöneticiler büyük patronların yanında çalışmış kişilerdir.
Veyahutta devletin aldığı kararlarında ekonomik güce sahip
insanların sözü geçmektedir.
Ama Osmanlı devletinde bu yönetim olayı değişikti. Her
nekadar bazıları Osmanlı'nın aleyhine fikirlerde söyleseler
de, bu Osmanlı'yı araştırmamalarından kaynaklanmaktadır.
600 yıllık bir devlette 600 tane yanlış olsa azdır. Yemen'den
Viyana'ya kadar yaptıkları eserlerin fotoğraflarını kitap
yapsalar, kitaplar dolusu bir kütüphane olur. Ama iki
inançsızın yazmış olduğu kitaplara dayanarak söylenilenler
ve bir sürü inançsıza lanet edilmesi gerekirken, Osmanlı'ya
lanetler yağdırmak büyük bir haksızlıktır.
Osmanlı, yönetime gelecek olan bir adamı, hiçbir ekonomik
gücün önünde eğdirmeden eğitimden geçirmiştir. Padişahın
ne para sıkıntısı ne kadın sıkıntısı, hiç bir şeyi yoktu.
Haremlikte yetiştirilirken İslam şeriatından, musikisinden
edebiyatına diğer ilimlerine varıncaya kadar her şey
öğretilmiş ve kültürlü biri ile de evlendiriyorlardı.
En iyi yönetim; kimsenin etkisinde kalmadan, kimseye
minnet borcu olmayan yönetimdir. Ama Kur'an'ın örnek
verdiği, Karun gibi insanların denetiminde ve Firavun gibi
adamların yönetiminde yetişen insanların yönettiği devlet
ise, Pavlos'un köpeği gibi şartlanıp; Karun'ları ve
Firavun'ları gördükçe ceketini düğmeleyip hazır ol
vaziyetine geçer.
Üçüncü sırada da Haman var. O da ilim adamlarını temsil
ettiği için, ilim adamlarının da devlet yönetiminde ve
insanlar üzerindeki etkisi 3. derecededir.
Musa (as) onlara delillerle, mucizelerle gelince kibirlendiler.
Karun, Musa (as)'a karşı mal ve servet çokluğu ile
kibirlendi. O'na; "Ne kadar servetin var? eğer akıllı olsan
benim gibi biraz servet edinirdin" diyor.
Günümüz insanları da aynı mantıkla hareket etmektedirler.
Şöyle alim, böyle bilgili dendiğinde, "ne kadar serveti var?"
diye araştırıyorlar. Firavun'un karşısına çıkınca, Firavun da
Musa (as)'a karşı; "Kaç-tane arkanda adamın var? Benim ise
ordularım var" şeklinde kibirlerip, büyük-lendi.
Günümüz demokrasilerinin aldatmacası da bundan
kaynaklanıyor. "Bak benim arkamda şu kadar adamım var,
şu kadar kişi bana oy vermiş" mantığı devam etmektedir,
demokrasi aldatmacası ile devam eden bu mantık, Musa (as)
zamanında da yukarıda izah edildiği vecihle devam
ediyordu. Hâman ise, Musa (as)'ın bilgisizliği ile eğlendi.
Zira Hâman "Kıpti" tarihini biliyordu. Kendisini herşeyi
bilen olarak kabul ettirmişti.
İşte bunlar, Rabbini geçecek değillerdir. Allah'ın azabından
kurtulacak, her yönden de Rabbinden üstün olacak
değillerdir. Onları yaratan ve öldürecek olan da O'dur. 3295[40]
3295[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/83-86.
da şiddetli bir ses ile helak ettik, bir kısmını da -altlarından
yerin kayıvermesi ile-malını ve mülkünü yok ediverdik."
Bununla kastedilen Karun'dur. Üzerlerine taş yağdırılan ve
şiddetli sesle helak edilen Ad ve Semud kavmidir.
Onlardan bir kısmını da suda boğdu. Suda boğulan kavim de
Nuh (as)'ın kavmidir ki; O'nun peygamberliğini kabul
etmemişlerdi.
Günümüzün inançsızlarının Hz. Peygamber için, "Bir
dahidir" deyip de Peygamberliğini kabul etmedikleri gibi
kavmi de; Nuh (as)'ı kabul edip O'nun Peygamberliğini
kabul etmemişlerdir.
İşte Allah(cc)'ün bu kavimlerin başına taş yağdırması, ses
ile helak etmesi, suda boğması gibi azabları insanalara
zulüm olması için değil, bilakis bu insanların kendilerinin
zalim olmasından dolayıdır. Allah(cc) onlara zulüm edici
değildir. Fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdir.
Peygamberler şu, şu haramları işlemeyin diyor; Elektrik
tehlikesini bilen bir adamın elektrik tellerine yaklaşan
kişiye; "bu tellere yaklaşma, elektrik çarpar" diye
uyarıldıktan sonra. Bu uyarıyı dikkate almayan adamın,
ölmesinin sebebi kendisinin elektrik tellerine yaklaşması
olduğu gibi. Zulme uğrayan insanlarda uyarıcı insanların
uyarılarına uyması gerekir, aksi halde zulme uğramalarının
sebebi kendileridir.3296[41]
3296[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/86-87.
örümceği görünce de kafirleri hatırlamak gerekir. Zira bu
ayet açıkça bunu ifade ediyor. Makamı, mevkii ne olursa
olsun Allah'ın ayetini inkar ediyor, O'nun varlığını ve
birliğini kabul etmeyen örümcek gibidir.
Örümcek kendine bir ev edinir. Ama evler içinde en zayıfı,
örümceğin evidir. Küfür, sistemini oturtmak için önce
kendisine bir yönetici seçer, sonra bu yönetimin yerleşmesi
için çeşitli gizli servisler ve dünyanın çeşitli yerlerine üsler,
ateşeler, konsolosluklar kurup ağlarını geliştirilen İşte bu,
küfrün Örümcek ağına benzeyen ağıdır.
Müslüman da bunları çok güçlü, yıkılmaz, parçalanmaz
sistemler, kuruluşlar olarak zanneder. Bunlarla başa
çıkmanın, onlara galip gelmenin çok zor olduğu kanaatine
varır. Nitekim günümüz müslümam da hemen hemen buna
inanma eğiliminde. Halbuki güçlü gibi görünen bu sistemler
örümceğin ağı gibidir. Sineğin örümcek ağma takıldığı gibi,
bazan müslümanlarda takılabiliyor. Ama Mehmet Akif
Ersoy'un arkadaşı Ferit Kam bu ayetle ilgili olarak,
"Tutulur sinekler, lakin yırtar geçer kuşlar Örümcek ağına
benzer bugünkü kanunlar." diyor.
Bu ayetten alınan ilhamla yazılmış, söylenmiş bir şiir. İşte
bugünkü dünya kanunlarına, sinekler gibi güçsüz olanlar
tutulur. Ama kuş gibi güçlü olanlar kanunları da deler geçer.
Günümüzün kanunları da güçlü olana, kuvvetli olanlara
işlememektedir. Mesela bizde parlementerlerin
dokunulmazlığı vardır. Biz müslümanlar kuşlar gibi güçlü
olmamız gerekir. Güçlü olmak için de, Peygamberlerin
yolundan gitmek, onları kendimize -her yönüyle- yaşayan
canlı örnekler edinmemiz gerekir. 3297[42]
3297[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/87-88.
Allah yarattığı herşeyi bilir. Onun için o ilahlardan
korkmayın, onları da yaratan Allah'a ibadet edin ki; O her
şeye gücü yetendir. Yarattığı her şeyde hikmet sahibi
olandır. 3298[43]
3300[45]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/90-92.
46 - Ehl-i Kitapla en güzeliyle mücadele et. Ancak onlardan
zulmedenler hariç. Şöyle söyleyin: "Bize indirilene de size
indirilene de iman ettik. Bizim ilahımız da sizin ilahınız da
birdir. Biz O'na teslim olmuşuz."
Mekke döneminde ehli kitap hemen hemen hiç yoktu. Hz
peygamber ilk müslümanlardan bir guruba Habeşistana
hicret için izin verince; Habeşistan halkının hıristiyan
olduğunu ve hıristiyanlığa göre yönetildiğini bildiği için,
onlara bu ayeti okuyor. "Ehli kitapla mücadele ederken, en
güzeliyle mücadele edin, ancak onlardan zalimleri hariç".
Ayet ehli kitabtan olup, zalim olanlara da dikkat çekiyor.
Türkiyede bazı kardeşlerimiz ehli kitabla ilgili bütün
ayetleri alırken ayetin, -bektaşilerin "içkili iken namaza
yaklaşmayın" ayetinden "namaza yaklaşmayın" bölümünü
aldıkları gibi- sadece bir bölümünü almaktalar.
Bunun için de Önceleri koministlere karşı, bizim ABD
kapitalizmini tutmamız gerekiyormuş? gibi makaleler
yazıldı. Allah (c.c) Maide suresinde ehli kitabın pişirdiği
yemekleri yiyebileceğimizi bildirmiştir.
Ayetde islâmı anlatırken; nezaket kuralları içinde davranıp,
haddi aşmamamız gerektiğini, zalimlerine karşı da misli
misline mukabelede bulunmamızın gereği vurgulanıyor.
Ehli kitapla mücadele ederken, en güzeliyle mücadele
edeceğiz. Hristiyan olan Habeş kralının sorduğu her soruya,
Kur'an'dan ayetler okuyarak cevap veren Cafer b. Ebu Talip
en güzeliyle cevap vermiştir.
Ehli kitaba şöyle deyiniz; Biz, hem bize hem de size
indirilene (tevrat ve incil'e) iman ettik. Bizim ilahımızla
sizin ilahınız birdir. Yani siz de, biz de aynı ilaha iman
ediyoruz. Biz O ilaha (Allah'a) teslim olmuşuz.
Bakara suresi 135. ayetinde yahudiler; "yahudi olun
kurtulun, hıristi-yanlarda; hıristiyan olarr kurtulun" diyorlar.
Bu ayet 1400 yıl Önce ümmeti Muhammed'e nazil olmuş bir
ayet.
Aynı şeyi bugünün ehli kitabı; "AT'a (avrupa topluluğu)
girmeniz için bir şart vardır o da; dininizden vazgeçip
hıristiyan olmanızdır."diyorlar. Türkiye'den 30 sene sonra
müracaat edenleri alıyorlar, Türkiye'yi müs-lüman olduğu
için almıyorlar. Biz de onlara cevap olarak ayetin ifadesiyle;
"Buyurun İbrahim'in dinine" demek suretiyle onlarla olan
ortak yönümüze dikkat çekeceğiz, zira onlarda ibrahim
(a.s.)'ı severler.
Bu 46. ayette de; biz size indirilene de bize indirilene de
inandık buy-ruluyor. Yani biz Hz. İsa'ya da inanıyoruz. Hz.
İsa'ya indirilmiş olan İncil'e de iman ediyoruz. Hz. Musa'ya
da ve O'na indirilen Tevrata da inanıyoruz. Sizin ile bizim
tek olan ilahımız, Allah'a (c.c.) teslim olduk, demek
suretiyle onlarla aramızda olan iyi, olumlu yönlere dikkat
çekiyor ve olumsuz yönleri ortaya getirmeden
davranmamızı öğütlemektedir.
Hakikaten bazı hıristiyanlar ülkemize gelip, camilerimizi
gezip gördüklerinde etkilenip müslümanlar arasına ibadet
etmeye dalıveriyorlar. "Müslüman oldunuz mu?"
denildiğinde; "hayır..!, belki sizin dininizde haktır
düşüncesiyle ibadet ediyoruz" diyorlar.
Biz haklı olduğumuzu onlara kanıtlayabiliriz. Zira biz hem
onların kitap ve peygamberine inanıyor ve hem de kendi
kitabımıza ve Peygamberimize inanıyoruz. Böylelikle her
iki yönden kendimizi garantiye alıyoruz. Yanılma
ihtimalimiz yok; ama onlar ise bizim kitap ve pey-
gamberimize inanmadıkları için, bize göre daha aşağı
durumdalar.
Kur'an'da hıristiyan ve yahudiler fazlaca zikrediliyor. Çünkü
Dünyanın yarıdan çoğu yahudi ve hıristiyan, tarihde de
savaşlar çoğunlukla yahudi ve hıristiyan ile müslümanlar
arasında cereyan etmiştir. Kıyamete kadar da böyle devam
edecektir. Onun için ehli kitabı iyi tanımak gerekir. 3301[46]
3301[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/92-94.
Talip temsilci olarak Necaşi'nin huzuruna çıkar.
Günümüzde olduğu gibi protokola uymadan, yani kralın
Önünde eğilmeden, dininden taviz vermeden meseleyi
anlatır ve Necaşi'nin müslüman olmasına sebep olur. Onun
için insanlara islamı anlatırken şahsiyetli bir şekilde taviz
vermeden ve de bütün herkesin müslüman olacağı ümidiyle,
islamı anlatmak gerekir. Can boğazdan çıkmadan hiç
kimseden ümit kesmemek gerekir. 3302[47]
3302[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/94-95.
Yinede imansız, iman kalb işi olduğu için bu tür şeylere
inanmakta güçlük çekmekte. Bundan 1400 yıl önce Ümmi
olan, okuma yazma bilmeyen bu insan, bugünkü kurgu
filimlerinin yeni yeni ortaya koymaya çalıştığı, eşyanın
biryerden biryere nakli veya insan suretinin anında bir-
yerden başka biryere uçması gibi olayları Hz. Süleyman
(a.s.)'ın yanındaki bir alimin yardımıyla "Saba Melikesi
Belkıs'ın" tahtını kendinden önce nakledivermesinden
bahsetmesi ve bunu hayalinden düşünmesi..., Yusuf (a.s.)'ın
kokusunu 500 km'lik yoldan Yakup (a.s.)'ın duyması ve bu
okuma yazma bilmeyen kişinin bunu 1400 yıl önce haber
vermesi.!!
İşte sayılamıyacak kadar bu Örnekler, Kur'an'ın Hz.
Peygambere Allah (c.c.) tarafından bildirildiğinin bir
delilidir.3303[48]
3305[50]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/97.
kulluk yapmaktır. 3306[51]
3308[53]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/99-100.
ve imkanlarımızı kullanmalıyız. 3309[54]
3313[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/103.
3314[59]
Nisa 78
defaya mahsus olarak ölümü tadacaktır. 3315[60]
3315[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/104.
3316[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/104-105.
3317[62]
Talak 2
da gözaltı hapsinde kaldı. Göz hapsinde kaldığı yöremizde
müslümanlar ona evini tutarlar ve birhayli yardımcı olurlar.
Arkadaşın 9 ay boyunca gezmediği köy kalmaz. Her gittiği
yerde sütle, tavukla, hindilerle beslenir. Göz hapsi sona
erdikten sonra, eski işine ve memleketine geri döner. Daha
önceden is-lami hizmetlerine kızan hanımı bu sefer; "şu
dokuz ay çok güzel geçti, tekrar böyle bir suç daha işlesen"
demiş.
İşte bunlar hesapta olmayıp ansızın gelen şeylerdir. Gerçi
insan tedbirini alacak, bütün sebeplere sarılacak, ondan
sonra Allah'a tevekkül edecek. İşte tevekkülün neticesinde
de Allah(cc) onu ummadığı yerden, ummadığı şekilde
rızıklandırır.
Kişi ana rahminde göbeğinden beslenirken, dünyaya
geldimi; anne göğsündeki iki süt çeşmesinden beslenir. O da
kuruyup bittimi; tatlı, tuzlu, ekşi ve acı olmak üzere dört
gurupta toplanan gıdalar ile bu dünyada beslenir. Ömrü
bitince de cennetin 8 kapısından nzıklandırılır ki, bu hep
katlanarak giden bir rızık yoludur. 3318[63]
3318[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/105-106.
yönetimini bilmez. Onu biz biliriz" demektir. Ve bu da;
Allah'ı kabul ettikleri halde Allah'ın(cc) sonsuz kudretini ve
ilmi ezelisini kabul etmemektir. O halde "nasıl da dön-
dürülüyorsunuz." Demek ki, insanları islam'dan küfre bir
döndürenler, bir de döndürülenler var. Döndürenlerin azabı
iki kat, döndürülenlerinki de onlannkinin yansı kadar
olacaktır. 3319[64]
3319[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/106-107.
3320[65]
Bakz. Hud 48, Lokman 24
3321[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/107.
64- Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir.
Şüphesiz gerçek hayat ahiret yurdundakidir. Keşke
bilselerdi.
Bu dünya hayatı bir oyun ve oyuncaktır. Tiyatro sahnesi
gibidir. Nasıl ki, tiyatro sahnesinde oynanan oyunda; iyi
kalbli, kötü kalbli, alim ve sıradan insanları canlandıran
insanlar var, bunlar rolleri icabı -kendisi kötü kalbli bile
olsa- nasıl iyi kalbliliği canlandmyorsa, bu dünya
sahnesinde de aynı.
Her insan bir rol alıyor ve rolünü kendisi Allah'ın vermiş
olduğu akıl ile seçiyor. İnsanın kendi seçmesinden dolayıdır
ki; rolünü iyilikten seçip, oynayana mükafat, kötülükten
seçip oynayana da ceza vardır. Yani insana, Rahmani olanla
şeytani olanı seçmek düşüyor.
Firavun, Nemrut, Ebu Cehil gibi insanlar, zalimlik rolünü
almışlar, mü'minler de iyi kalblilik rolünü almışlar. Başka
bir ifade ile mü'minler; Allah'a kulluk rolünü oynamış
insanlardır. Kafir ve zalim kişilerde; bu rollerini hakkıyla
tam oynayamayan kişilerdir. Sahne bittimi, rollerde bitiyor.
Ondan sonra diğer insanların ve ümmetlerin rolleri başlıyor.
Keşke, bilmiş olsalardı asıl yaşantı yeri ahiret yurdudur ve
ahiret yur dunda hayat devamlıdır. 3322[67]
3322[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/107-109.
Denizden karaya kurtardık mı, bir bakmışsın ki; Allah'a şirk
koşarlar. Dünyanın nimetlerinden faydalanmak üzere
Allah'a(cc) şirk koşar, onun nimetlerini inkar ederler.
Müslümanlardan da kötülük yapıp, içki içen var ama rahat
içemiyor. Rahatça bu haramı yapabilmesi için imansızlığı
tercih etmesi gerekiyor. O zamanda kendisi gibi adamlarla
bir araya geliyor. Müslümamn yanma da geldimi kendinde
günahın vermiş olduğu bir aşağılık ve eziklik hissediyor.
Bir komşum vardı, akşamları içerek gelirdi. Merdivende
karşılaştığımız zaman, benim rahatsız olmamam ve de
imanın vermiş olduğu edeb ve saygıdan dolayı merdivenin
öbür tarafından çıkar. Birgün evine misafir olduk, hoşbeşten
sonra; "ver elini, tevbe edeceğiz" dedim, tevbe ettik.
Hanımına da "bu günden itibaren sabah namazına kaldır"
dedim. Elhamdülillah o gün bu gün bu haliyle devam
ediyor.
"Birkaç gün sonra tanıdığı bir arkadaşı önüme geçti;
"Hocam benim hanım sana duacı" dedi, niye? dedim. "Bir
kaç gün önce içki içmemek için, beraber tevbe ettiğiniz
kişinin, akşamcı arkadaşı ben idim. Ertesi sabah bana geldi,
"ben, bundan sonra sana arkadaşlık etmiyorum," dedi. Ben
de, zaten beni alıştıran sendin, sen bırakırsan ben de bunu
bırakıyorum dedim" diyordu.
Yani Müslüman bu işleri yaparken de bir sıkıntı duyuyor.
Bu dünya nimetlerinin haramından, helalinden
faydalanabilmesi için müşrikliği seçiyorlar ama onlar
yakında neticeyi bilecekler, buyruluyor.3323[68]
3323[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/109-110.
haram kıldık. Mekke'nin dışındaki o günkü devletlerde
savaşlar vardı.
Dara'nm harbinde 100 binin üzerinde insan kılıçtan
geçirilmişti.
İşte böyle bir dönemde, sadece Mekke'de emniyet var.
Sadece Yemen valisi Ebrehe Kabe'yi yıkmak için gelir.
Allah(cc)'da peygamberin doğumundan 52 gün önce
Kabe'yi Ebabil kuşları ile koruyor.
"Bunlar, batıla iman edip, Allah'ın nimetlerini mi inkar
ediyor?"; Allah'ın vermiş olduğu nimetleri inkar edip, Ebu
Cehil'in koymuş olduğu kanunlara inanıyorsunuz, onları
uyguluyorsunuz.
Aynı şey bugün bizde de geçerli. Allah'ın nimetlerinden
faydalanıyoruz, onun yarattığı, onun öldürdüğü bir kulun
veya kurumun sözleri ve fikirleri doğrultusunda hareket
ediyoruz. 3324[69]
3326[71]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/111-112.
RUM SURESİ
2- Rumlar yenildiler.
3- Bu yenilgiden sonra onlar, en yakın bir yerde galip
geleceklerdir.
4- Birkaç sene içinde, önünde sonunda emir Allah'a aittir. O
gün mü'minler sevinecekler.
5- Allah'ın yardimına(sevindiler). O dilediğine yardım eder.
O Aziz'dir, Rahim'dir.
Rumlar mağlup oldular. Arapların bulunduğu bölgeye en
yakın yerde mağlup oldular. Tefsirlerde Suriye, Ürdün ve
3327[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/113.
3328[2]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/113-114.
Antakya'da Rumların İran'a karşı mağlup olduklarını ifade
ettikten sonra. Çok yakın bir zamanda, "Bida'sinin" yani
"Üç'den dokuz'a kadar" şeklinde kullanılan bir ifadedir.
Türkçemizdeki küsur kelimesinin ifade ettiği şeye yakın bir
ifade. 20 küsur dediğimizde 20'den 30'a kadar olan sayılar
anlaşılır. İşte ayette de 3'den 9'a kadar olan sayıları "Bida"
kelimesi ile ifade ediyor.
İşin önünde de, sonunda da hüküm emir Allah'a aittir.
Bundan önce olduğu gibi kıyamete kadar da işleri evirip
çevirmek, galip ve mağlub etmek, yönetmek Allah'a aittir. O
gün mü'minler sevinirler. Yani Rum'ların İran'lılara galip
gelmesine mü'minler sevinirler. Allah'ın yardımıyla
mü'minler sevinirler. Allah dilediğine yardım eder. O
herşeye gücü yetendir. O merhamet sahibidir.
Olayın tarihçesi şöyledir. Miladi 610'da Hz. Peygambere
peygamberlik verilir ve Hz. Hatice validemizle başlayan
inananların sayısı 5 yılda hayli artar. 5 yıl içinde
Mekke'lilerin zulmü de artmaya başlayınca, Habeşistan'a
hicret etmek üzere, 80 kadar müslüman hareket eder.
İşte bu esnada bu sure nazil olur. Elmalı merhum gibi
müfessirler, batılı tarihçi Gibbon'un tarihinden
naklettiklerine göre; 615 yılında Rum'ların devlet başkanı
Fakos denilen adam, Murisyus denilen komutanı tahdından
indirir. Bu ihtilal esnasında durumu fırsat bilen İran devlet
başkanı Husrev Perviz saldırır. Suriye, Ürdün, Antakya'yı
alır Mısır'a kadar dayanır.
hatta Kur'anın bahsettiği mağlubiyet budur. Bu haber
Mekke'ye gelince Mekke'li müşrikler, bu İran'ın galibiyetine
Rumların da mağlubiyetine bayram ederler. Kendileri puta,
İranlılarda ateşe taptıkları için, İranlıları kendilerine..dost
kabul ederler. Müslümanlar da Hristiyan Rumları,
kendilerine yakın addederler.
Müşrikler, "hani Allah kendine inananlara yardım ederdi?
Ateşe tapanlar Allah'a inananlara galip geldi. Biz puta
tapanlar da size galip geliriz" diye övünürler.
"Rum'ların galip geleceğini" haber veren bu ayet nazil
olunca, imansız Ubey b. Halef ile Hz. Ebubekir bahse
girerler. Beş sene içinde başarı sağlanırsa, Übey on deve
verecek, sağlanamazsa Hz. Ebubekir on deve verecek.
Efendimiz Hz. Ebu Bekir'e; "seneyi dokuza, deveyi yüze
çıkar" der ve öyle de yapılır. Dokuz sene sonra 624'de
Bizans kralı Heraklius, İran Kisrası Hüsrev Perviz'i mağlup
eder. Bu bahis kumar yasağı gelmeden önce yapılmıştı. Hz.
Ebu Bekir yüz deveyi kazanır ve fakirlere dağıtır. 3329[3] İşte
bu sure bunun üzerine nazil olur. Rumlar mağlup oldu ama
3 ile 9 sene arasında. Nitekim 624'de Herakliyus devlet
başkanlığına gelir ve İran'a karşı harbi başlatır. İran'a kadar
giderek onların ateşe tapınma yerini de tahrip eder. Nitekim
Rumlar'da İrana galip gelmiştir. Böylece Kur'an, 615
yılından 9 yıl sonra 624'de meydana gelecek olayı haber
vermesi ile, Hz. peygamberin de bi;- mucizesini ortaya
çıkarmıştır.
Hz. peygamber 622 yılında hicret eder, bir yıl sonra Hicretin
ikinci yılında, Bedir savaşı olur. işte o günde mü'minler
Allah'ın yardımı ile sevinirler. Ayetin ifade ettiği
mü'minlerin sevinmesi, Bedir savaşını kazanmaları ve birde
Bizans kralı Heraklius'un İran'ın kisrası Hüsrev Pervizi
yenmesi ile Allah'ın vaadinin ortaya çıkmasıdır.
Bazı tarihçiler; Bizans'ın (Rumlar'ın) İran'ı yendikleri gün
ile, mü'minlerin Mekke müşriklerini yendikleri günün aynı
olduğunu, her iki tarafın da Allah'ın yardımıyla aynı günde
zafere ulaştığını ifade ediyorlar.
Onun için buradan bize çıkacak bazı dersler vardır.
1- Kim olursa olsun, müslüman daima haklının yanında yer
almalıdır.
2- Ehli kitabın, her zaman, puta tapan ve mecusi gibi kutsal
3329[3]
Bakz, Ahmet Müsnet 11276,304 - Taberani Kebir; 12129 hadis 12377 - Hakim müstedrek;2l410. -
Beyheki; Delail 21330. -Tirmizi; Tefsir hah, suretür-Rum Hadis,3193
kitabı olmayan diğer dinlerin mensuplarına karşı da tercih
edeceğiz.
Fakat bugünkü ehli kitap dediğimiz devletlerin yöneticileri
de, ilah tanımaz, ateist insanlardır. Bunu da göz ardı
etmemek gerekir.
3- Müslüman, dünyadan ve diğer dünya devletlerinden uzak
kalamaz. Boğazdan geçen bir gemi nasıl boğazdaki
sandalları etkilerse, Rusya'daki bir santralin Radyoaktif
sızıntısı Türkiye'deki olayları etkiliyor ise, müslümanda
elbette dünyadaki siyasi askeri ve ekonomik gelişmelerden
etkilenecektir.
Geleceğe dönük plan ve programların günü birlik değil,
belirli gelişmeler hesap edilip uzun vadede düşünmesi, buna
göre kararlar alması gerekir. Kur'an buna işaret ediyor.
Hz. peygamber Mekke'de daha devletini kurmamış ama
uzağında olan savaş ile ve bu savaşın sonucu ile ilgili
ayetler nazil oluveriyor. Ve tavrını ona göre ayarlayıp
mesajını veriyor.
Rusya devletinin çöküşü ile orda baskı ve zulüm içinde
yaşayan müslümani ara, nasıl yardım edeceğimiz konusunda
biz hazırlıksız yakalandık. Daha önceden böyle bir çalışma
yapılmamıştı.
Hz. Peygamber, ayeti müslümanlara duyuruyor, sevinmeleri
için. Kafirlere de duyuruyor ki üzülsün, yürekleri hoplasın
diye. Aynı şekilde Fatih Sultan Mehmet'de İstanbul'u feth
edince, İran'a övücü ifadelerle fetihname mektubu yazar.
İran'da bir hafta bayram ilân edilir. Fatih ve diğer
müslümanlar hakkında dualar edilir. Bu mektubun, fetih
namenin bir benzeri de korkutucu ifadelerle Roma'ya,
Fransa'ya gönderilir. Onlara da kaleniz durumunda olan
yerler feth edilmiştir. Hazır olun veya kendiniz boyun
eğerek, gelin teslim olun, denilmek istenmiştir.
Daha önce Maide suresinde 82. ayette ehli kitapla ilgili
ayetler geçmişti. Allah (c.c.) iman edenlere düşmanlık
yönünden en şiddetli olanı yahudiler ve puta tapanlardır
dedikten sonra insanlar içinde de mü'min-lere sevgi
bakımından en yakın olanları da Hristiyanlardır. Fakat ih-
lasla, gerçekten İncil'e gönül verip Hz. İsa (a.s.)'ı seven
insanlar.
Onlar kibirlenmezler, onlar peygambere indirilen ayetleri
işittikleri zaman, sen onların gözlerinden yaşların aktığını
görürsün, müslümana yakın olan bu vasıflara sahip
hristiyanlardır.
Hz. peygamber Heraklius'a da İran Kisra'sma da mektup
yazar. İran Kisra'sı okumadan yırtıp atar vede elçimizi
öldürtür.
Fakat Rum devlet başkam saygıyla alıp, gözyaşı ile okur.
Mektup vardığında Ebu Süfyan'da -daha müslüman
olmadan- onun ülkesine, ticaret için gider ve o da
Heraklius'un huzuruna çıkarılır. Ebu Siifyan ön tarafa,
diğerleri de Ebu Süfyan'ın arkasına konur. Bir takım sorular
sorar. Ebu siifyan da bunlara doğru cevap verir. Oraya
komutanlarını ve diğer devlet erkanım çağırır, onlara;
"Beklenen peygamber budur, gelin isterseniz iman edelim"
der. Oradakiler kapıya doğru yürüyüverirler.
Bunun üzerine; "Sizi kandırdım, dininize olan bağlılığı
denemek için bunu söyledim" der. Genelde tarihçiler,
Heraklius'un iman etmediğini söylerler, ama onun gizliden
iman ettiğini söyleyenler de vardır. (Buharı "keyfe kane
bedul vahiy" hadis no;6, ayrıca hadisin şerhi için Fethul
Bari'ye bakınız.)
Diğer bir husus da, galibiyetler kişilerin haklı olduğunu
ortaya koymaz. İran Kisra'sı galib gelince hristiyanlara;
bakın haklı olduğum için sizi yendim der. Eğer siz haklı
olsaydınız, siz galib gelirdiniz der.
Yine İslam aleminin bugünkü hali, onun tekrar eski haline
dönmeyeceği anlamına gelmemelidir. Nasılki,
"tökezlemeyen atın bulunması mümkün değilse,"
sistemlerin de insanların hatasından tökezlemesi
mümkündür. Onun için Allah'ın yardımı geldimi, İslam
alemi de birgün gelecek, eski saadetine kavucaktir. 3330[4]
3330[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/114-118.
3331[5]
Muhammed 7, Ali İmran 160
3332[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/118-119.
Maddeyi enerjiye çeviriyoruz ama onun da gerisinde bir
gücü görüyoruz. Yani bunu evirip çeviren biri var" diyor.
Hiç birşey başı boş değil. İşte bunu görebilmek, zahirin
gerisini görmek, gerçek yiğitliktir. Ve biz bu yiğitliğe
mü'minlik diyoruz. 3333[7]
3333[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/119.
Vede kafir hayat olarak, sadece bu dünya hayatını kabul
eder, ahireti kabul etmez. Onun için gönlünü kapattığından
dolayı ona; "kafir" -örten, kapatan anlamında-
denilmiştir. 3334[8]
3334[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/119-120.
fazla imar yapıyorlardı.
Fakat peygamberlerimiz onlara da ayetlerle, mucizelerle
geldiler. İman etmemelerinin neticesinde de helak olup
gittiler. İşte bu helak olmaları, onlar için bir zulüm değildir.
Allah(cc) onlara zulüm yapacak değildir. Onlar kendilerine,
kendi nefislerine zulüm etmişlerdir.
Yani çok güçlü bir devlet, ziraata önem vermiş, sanayisine
Önem vermiş, güçlü binalar kurmuş. Fakat peygamberlerine
iman etmemenin neticesinde helak olmuşlardır.
Günümüzde dünyanın yedi harikası diye bilinen harikaları
incelediğimizde hakikaten bu günün imkan ve teknolojisi ile
bunları yapmak pek mümkün değildir. Mısır'daki bir
Ehram'in en üstündeki taşı kaldırmaya, Mısır'ın
teknolojisinin gücü yetmemekte. İşte bunları yapanlar, bu
imarları meydana getirenler de, bu dünyadan çekip gittiler.
Yani sanayiinize, sermayenize, ordularınıza ki, ayet bunlara
işaret ediyor. "Eşeddü minhüm kuvveten" derken, ordu
bakımından güçlü, yeri kazmaları, altını üstüne getirmeleri
derken, ziraata ekonomiye bir işarettir. Yeryüzünün
imarında da sizden fazla güçlüler derken mimari teknoloji
bakımından ileri olduklarına işaret etmekle üçüne
dikkatimizi çekmekte.
İşte bu üçünde güçlü olanlar bile helak oldular. Bize de şu
mesajı veriyor. Karşınızdaki inançsızlar kuvvet bakımından,
sanayii bakımından vede ekonomi bakımından güçlü olsalar
bile, siz gerçekten peygambere iman etmiş iseniz, onun
yolunda devam ediyorsanız bunlardan korkmayın.
Nasıl ki, tarihde bu zalimler helak olmuşsa, peygamberler
de devletlerini kurmuşlarsa, aynı şekilde bizim de neticeye
varacağımızın işaretidir bu.3335[9]
3335[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/120-122.
alay etmeleri sebebiyle kötülük yapanların sonu çok kötü
oldu.
Sonra bu kötülüklerin en kötüsünü işleyen, Allah'ın ayetini
de yalanlamaları sebebiyle akıbetleri kötü olmuştur. Ve
onlar Allah'ın ayetleriyle de alay etmişlerdi. İşte Allah'ın
ayetlerini yalanlamaları ve bu ayetlerle alay etmeleri
sebebiyle cezaların en kötüsü ile karşı karşıya gelmişlerdi.
Bu dünyada cezalandırıldıkları gibi bir de ahirette
ceza1andirilacaklardır. 3336[10]
3339[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/125.
3340[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/125.
3341[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/125-126.
Yani akşam da, sabah da, gece de, gündüz de ve öğleyin de
Allah'ı teşbih edin. Yani namaz kılın anlamındadır.
Çünkü teşbih yapmak için belirli bir zamana ihtiyaç yoktur,
Yürürken, otururken, seyahat ederken yolda da yapılır.
Zamana bağlı değildir. Fakat namaz belirli vakitlere bağlı
kalınarak yapılan bir tesbihdir. Allah'a hamd etmektir. Rükû
ve secdelerde "Sübhane Rabbiyel azim-ve-Sübhane
Rabbiyel A'la" birer tesbihdir. İşte bu ayet beş vakit namaza
bir işarettir. 3342[16]
3344[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/127-128.
3345[19]
Nesai İşretünnisa, Ahmed Müsned 31128-199,285
3346[20]
Tirmizi Taharet 83, Ebu Davut taharet 94
denilmemiştir, "indeha" olsaydı o zaman; "onların
tenlerinde huzur bulursunuz" anlamı çıkardı diyor Fahrettin-
i Razi. Huzur kadının sadece teni, vücudu değil aynı
zamanda onun ruhudur, herşeyidir. Eğer sadece bedeninde
insan huzur bulsaydı eşi Öldükten sonra da onun cesedinden
ür-permezdi. Ama ruh bedenden ayrılınca o sevdiği eşinden
insan korkar duruma geliveriyor.
Eşlerimiz yalnız çocuk üretmek için yaratılrnamıştır,öyle
olsa idi hayvanlar gibi senede bir defa cinsel ilişki ile çocuk
oluşurdu. Rabbim insanı hayvanlar gibi yaratmamıştır. Gaye
yalnız cinsel ilişki değildir. Öyle olsa, eşler cinsel ilişkiden
sonra ayrılmaları gerekirdi. Halbuki eşler, yirmi dört saat
birlikte olmaktan, aynı şeyleri paylaşmaktan, "afiyet olsun
yarim, sen yedikçe ben doydum" demekten zevk alırlar.
Birde ayette "Mevedde" kelimesi önce gelmiş, Kişi kendi
eşine karşı sevgi ile bakacak, başka kadınlara
merhametle bakacaktır.
Onların da islamı yaşamaları, Allah'a kul olmaları için
gerekli ortamı hazırlaması gerekir. İşte düşünen toplumlar
için bu ayetlerde, bu işaretlerde güzel ibretler vardır. 3347[21]
3347[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/128-130.
şekli de farklıdır. İşte bu farklılık ona işarettir. Menekşeye
niçin morsun?, karanfile niçin kırmızısın? denmediği gibi,
insanlar dilleri ve renklerinin ayrılığı nedeniyle ayıp-
lanmazlar. İşte alimler için bunda da ibretler, deliller vardır.
Alimler için deniliyor. Zira bu kadar apaçık delilleri görüp
de Allah'ın varlığına, birliğine inanmayıp onu kabul
etmeyen insana alim dememek gerekir. Alim demek bilen
demektir. Demek ki bunlar bunu da bilemeyecek kadar
bilgisiz cahil insanlar. Onlar yukarıdaki 7. ayette de geçtiği
gibi işin hep dış görünüşünü bilirler, ama perde arkasını
bilmezler. 3348[22]
3348[22]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/130-131.
gelmiş ayetlerdir. Bu ayetlerin hepsi de yani tekvini
ayetlerde, teşrii ayetlerde Allah'ın varlığına, birliğine işaret
ederler.
Zaten ayet demek birşeyin varlığına işaret eden demektir.
24. ayetten önceki ayetlerde de; insanın topraktan
yaratılması ve nefsinden ona, kendisinin de sükûn bulacağı
eşlerin yaratılması, yerin göğün yaratılıp insanların
dillerinin ve renklerinin farklılığı, insanoğlunun geceleyin
uyuyup, gündüzünde onun fazlından nimetler taleb etmesini
de düşünelim.
Ve de işte bilen kavimler için ayetler olduğunu, bunların
hepsinin O'nun varlığına ve birliğine işaret etmektedir. 3349[23]
3349[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/131-132.
alamet ve işarettir.
Bütün bunlarda aklı başında olan kavimler ve toplumlar için
ibretler, alametler, mucizeler vardır. Eğer aklı başında
değilse, bütün bunlardan faydalanırlar, yine de ondan
başkasına tapınmaya devam ederler. 3350[24]
3352[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/134.
Ahiretin varlığını ispat konusunda da diyoruzki; yeri ve
göğü ilk defa yoktan var eden Allah'dır. Bunda hiçbir
şüpheniz yoksa, elinde hiçbir malzemesi, ana maddesi
olmadan birşeyler ortaya koyan, herhalde bu yaratılmış
olanları da ahiret için tekrar iade etmesi yani ikinci defa ya-
ratması Allah'a daha kolaydır.
Fakat ilk yaratılışı inkar eden kişiye de diyoruz ki, bak
etrafında binlerce, milyonlarca eşya var, dağlar, taşlar,
insanlar ve ismini bilmediğimiz trilyonlarca canlı. İşte
bunları yoktan var eden biri var.
Eğer bunlarada tesadüfen olmuştur dersen önada cevabımız
şudur. Bu kadar sistemli bir şekilde bir ölçü içinde hareket
eden bu varlıkların tesadüfi olması mümkün değildir. Eğer
tesadüfi diye ısrar edecek olursan bizde şunu söyleriz.
Acaba tesadüfi olan varlıkların da tesadüfi kanunları gelişi
güzel hareket edip kendi başlarına buyruk olmaları ge-
rekmez mi?
En yüce sıfatlar Allah'a aittir. En yüce örnek O'dur. Ondan
daha Alim, O'ndan daha güçlü hiçbir şey yoktur. Herşeye
gücü yetendir. Yarattığında da hikmet sahibidir. 3353[27]
3353[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/134-135.
şekilde bölüşülmüşünüz. Günümüzde Hz. peygamber
zamanındaki gibi kölelik yok, ama işçilik var. Düşünün ki
fabrikatörler kazandıkları servetlerini, mahiyetinde çalışan
işçilerle bölüşürler mi? Mümkün değildir. O rızık Da
Allah'ın vermiş olduğudur. Yine kendi malı değildir. Böyle
Allah'ın lütfü ile kazandığınız azıklarda kendinize bir ortak
kabul etmezken, Onun mülkünde, Ona nasıl ortaklar kabul
edersiniz. 3354[28]
Ayrıca kendiniz gibi hür olan, köle veya işçi olmayan
kişilerin sizin mallarınızı, servetlerinizi almasından da
korkarsınız. Öyle ise ben kainatı yarattım, insanları
yarattım, bunlar arasından ben birine ilahlık vasfı
verirmiyim. Elbette vermem bunu hiçbir kişi veya
peygambere vermedim. İşte ayetlerimizi aklı başında olan
kavimlere, toplumlara böyle açıkladık. Aklı başında
olmayan ibret almaz.
Her zaman tekrar ettiğimiz bir hususa deyinmeden
geçemeyeceğim. Ayette aklı başında olan kavme deniliyor.
Mekke dönemindeki müşriklerde o karşılarına geçip ibadet
ettikleri putların birer taş olduğunu biliyordu. Bugün her ne
kadar insanlar taşlara, tunçlara tapınmıyor dese-nizde
aslında o cahiliye döneminde putun karşısına geçen insan
da, o taşın ona bir fayda vermeyeceğini biliyordu. O orada
tapınırken taşa değil o taşın ifadesi olan kişiye ibadet ediyor,
ona tapınıyordu.
1917'de Rusya'da ihtilal olunca Rusya bütün dinleri
kaldırdığını ilan etmişti, ama o da biliyordu ki, dini
kaldırınca, onun yerine insanları bir araya getirecek,
etrafında toplanmasını sağlayacak birşeyin olması
gerekiyordu. Nitekim de Lenin'in heykelini dikiverdiler.
İslamdan uzaklaşan her toplumun, etrafında toplanacağı
birini, icat etmesi gerekir ki, bu da yapılmıştır.3355[29]
3354[28]
Bak; Nahl 71
3355[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/136-137.
29- Hayır, zulmedenler bilgisiz olarak nevalarına uydular.
Allah'ın saptırdığına kim hidayet verebilir. Onlar için
yardımcıda yoktur.
O zalimler, bilgisizce kendi istek ve arzularına uydular.
Buna "heva" dediğimiz gibi, kişinin kendi düşüncesi de
denir.
Şeytan kişiye bu düşüncesini güzel gösterir, ona süsler. Bu
seferde düşüncesini, Allah'ın emrinden üstün görmeye
başlar. Başkalarımnda kendi düşüncesinden yararlanmasını,
onların da o düşüncesine göre hareket etmesini ister. İşte
bunu yaparkende bilgisizce yaparlar.
Bazıları da; "benim her fikre saygım var" sloganı ile hareket
etmekte , Önce sarıldığı bir fikrin, düşüncenin yanlış
yönlerini gördümü bu sefer başka fikir sistemine
geçivermekte, ve onun tellallığını yapmakta.
İnsan aklı kamil değil, nakıstır. Hergün değişmekte ve yeni
düşünceler ortaya koymaktadır.
"Allah'ın sapıttığını kim hidayette kılabilir. Onlar için hiçbir
yardmcı da yoktur. "Allah(cc), kimseyi zorla sapıttırmaz,
zorla onu kafir yapmaz. Hatta yeni doğan insanoğlunu,
İslam fıtratı üzerine yani İslama meyledecek şekilde
yaratmıştır. Fakat onların yaptıkları kötülüklerin sonunda,
Allah onlar için bu dalaleti, hikmeti gereği yaratmaktadır.
Hidayeti de, dalaleti de yaratan Allah olduğu için; "Allah
kimi dalalette kılarsa" diye dalaleti de kendine izafe
etmekte.
İşte böyle kişiler için kıyamet gününde vede bu dünyada
yardımcı yoktur. Ölürken, ölümün önüne kimse
geçemez." 3356[30]
3356[30]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/137-138.
dine doğrult Allah'ın fıtratınaki insanları onun üzerine
yarattı. Allah'ın yarattığını değiştirmek yok. İşte doğru din
budur. Ancak insanların birçoğu bilmezler.
Yüzünü hanif olan dine çevir. Ayette geçen "Hanifen"
kelimesi gramer kaidelerine göre "hal'dir. Fiil de, emir fiil
olunca, failin hali olur. Buna göre; "İslam'a meyleder
olduğun halde" anlamındadır. Bazıları da, "vecheke" den
hal'dir. Yüzünü dine meyleder şekilde dine çevir, veya-hutta
"Din"den hal'dir. "Hanif olan dine yüzünü çevir"
anlamındadır.
Yüz insanın tamamını temsil eder. Yüz kelimesinde
vücudun tamamı anlaşılır.Yüzden hal olunca, bütün
vücudunla hanif olan dine yönel.
Allah(cc) insanları hangi fıtrat üzerine yaratmış ise o fıtrata
çevirir. Bu ayetin açıklamasında alimlerimiz; Hazreti
Peygamberden; "Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine
doğar. Sonra anne ve babası onu ya yahudi yapar, veya
mecusi yapar, veya da hristiyan yapar." hadisini nakle-
derler. 3357[31] Hz. peygamber bu hadisinde, "müslüman
yaparlar" demiyor. Çünkü çocuk İslam fıtratı üzerine
doğmuştur. Onun bir daha müslüman olmasına gerek yok-
tur.
İnsanlıkla ve onun psikolojik yapısı ile ilgili araştırma
yapacak kişilere bu ve benzeri ayetler birer kaynaktır.
Hani anlatırlar, J. J. Russo; "Bırakın benim çocuğumu, ne
kilise müdahale etsin, ne de Sorbon üniversitesi profesörleri,
onu kendi haline bırakın. Çocuğum dağda kendi haline
kalsa, Sorbon üniversitesi vede kilisenin bozmasından daha
az bir bozulma ile, ilk yaratılıştaki hal üzerine kalır"
demiştir.
Anne ile babanında çocuk yetiştirmede esas alacağı
ayetlerden biridir. Anne ve baba çocuğuna birşeyler
3357[31]
Buharı cenah 80-92, Tirmizi Kader 5, Müslim Kader 25
vermekten daha ziyade, kötü şeylerin çocuğa sirayet
etmesini önlemektir. İyi şeyler çocuğun fıtratında vardır.
Ama kötü şeyleri çocuk sonradan, dış alemden öğrenir.
İlk defa vazoyu kıran çocuk, hiç yalan söylemeden suçunu
kabul ederek, "ben kırdım" der. Fakat orada bulunanların
"ben kırmadım de" gibi telkinleri onu yalana alıştırmaya
başlar ve böylece ilk kötülük çocuğa girmiş olur. İşte anne
babaya düşen, ailede, çevrede vede okulda kötü şeyleri
öğrenmesini, bunları alışkanlık haline getirmesini engelle-
mektir.
Bir savaş esnasında Öldürülen birkaç kafir çocuğunu
duyunca, bunu Öldürenlere fena bir şekilde gadaba gelir.
"Ben size çocukları öldürmeyin demedim mi?" Sahabeden
biri Ya Rasûlallah onlar kafir çocuklarıydı deyince, "sizin
en değerlilerinizde kâfir çocuğu değilmiydi" buyurur.
Buluğ çağından önce Ölenler, kâfir çocuğu da olsa,
Müslüman çocuğu da olsa, İslam fıtratı üzerine Ölmüştür.
Ve bunlar Cennete gideceklerdir.
"Müslümanların dünyadaki nüfusu şu kadardır" şeklinde
zaman zaman rakamlar tesbit edilmekte. Aslında bu ayet ve
hadislere göre hareket ederek,.bütün dünya çocuklarını da
müslüman olarak kaydetmek, onları da mlislümanlar
sayısına dahil etmek gerekir.
Diğer dinlere mensup insanların çocuklarına, onların anne
ve babalarının dini telkin ettikleri kadar, bize de hak ve
zaman ayırsalar ina-nmki o çocukların yarıdan çoğu, kendi
istek ve iradeleriyle İslamı seçeceklerdir. Yani zaten
müslümandı, yine islam üzerine devam edeceklerdir.
Allah'ın yaratılışında değişme yoktur, veya Allah'ın
yarattıklarını değiştirmeyin anlamı da vardır. Bu çocukları
İslam fıtratı üzerine yaratmış bunu değiştirmeyin.
Dünya edebiyatlarında pek meşhur olan üç kardeş hadisesi
vardır. Baba servetini üç kardeş arasında paylaştırdıktan
sonra, en değerli yüzüğünü kim doğru olursa ona vereceğim
der ve içlerinden en doğruda en küçük kardeş çıkar. Sebep
olarakta, en küçük olarak daha az bozulması gösterilir.
Ayet genel olduğu için, "insanı bozmayın, tabiatı bozmayın"
anlamlan da çıkar. İşte bu en değerli, en devamlı, en sağlam,
insanları da en iyi yönetmeye layık olan dindir. "Kayyım"
kelimesi, hem "kıymetli" kelimesinden türetilmiş, hemde
"Kâme" fiilinden türetilmiştir. Yani yöneten, ikame eden
anlamındadır. Kıyamete kadarda devam edecek olan bir
dindir. 1400 küsur yıldır hiç bozulmadan geldiği gibi,
bundan sonrada devam edeceğinin işaretidir.
Fakat insanlardan birçoğu da bunu bilmezler.
Bilmediklerinden dolayı da üzülmeyin. Yani üzülmeyin şu
anlamdadır. Onlar hakkında keşke İslamı kavrasalardı diye
üzüleceğiz, fakat "acaba bizim dinimizde bir şeylermi varda
onlar inanmıyorlar?" diye üzülmeyeceğiz. 1400 yıl. hiç
bozulmadan gelmiş, "İslam yok oluyor" dedikleri bir za-
manda daha güçlü bir şekilde yeniden
3358[32]
kuvvetlenmiştir.
3358[32]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/138-141.
kapansın, anlamı da çıkar. Bir zata sormuşlar; "namaz
kılmayan gavur olurmu" demişler. O da "gavurlar namaz
kılmaz" demiştir. Zaten namaz kılmayan, gavur olur demek
bizim fıkhımıza aykırıdır. 3359[33]
3359[33]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/141.
3360[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/141-142.
33- İnsanlara bir zarar dokunduğunda Rablerine yönelerek
dua ederler. Sonra tarafından onlara bir rahmet tattırdığında
birde bakmışsinki onlardan bir gurup Rablerine ortak
koşarlar.
34- Onlara verdiklerimize nankörlük yapmak için (ortak
koşarlar) Haydi faydalanın yakında (gerçeği) bileceksiniz.
İnsana bir zarar geldiğinde hemen Rabbine yönelir. Diyelim
bir hastalığa yakalandı, doktorlara gitti bir çare bulamadı.
İşte o zaman yönelir. İmansız bile ümidini kestimi Allah'a
yönelirmiş.
Fakat Allah(cc), onları o zarardan kurtarıp rahmeti ona
taddırıverdimi, bu sefer onlardan bir kısmı yine Allah'ın
nimetlerine karşılık Allah'a ortak koşar.
Mesela insanoğlu tabii bir afete duçar olduğu zaman Allah'a
öyle yalvarır ki, o zararın etkisi gidip eski haline geldimi,
sıkıntı ortadan kalktımı, bu sefer verdiğimiz nimetleri inkar
için eski müşrikliğine geri döner.
Allah(c.c) de; faydalanın bakalım çok yakın bir zamanda
bunun ne demek olduğunu bileceksiniz. Sefanızı sürün,
nankörlüğün neticesini göreceksiniz diyor. 3361[35]
3363[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/144.
3364[38]
Hud suresi 6. ayet
3365[39]
Tirmizi Zühd 32, İbni Macc Zühd 14, Ahmeâ Müsned 1130-52
3366[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/144-145.
38- Akrabaya hakkını ver. Yoksula ve yolda kalmışa da,
Allah'ın rızasını isteyenlere bu daha hayırlıdır. İşte onlar
kurtuluşa erenlerdir.
Yakınlara, (yani akrabayı taallûkat dediğimiz anne baba, eş
dost, hala, teyze, amca, kardeşler ve yeğenler) bu Allah'ın
verdiklerinden veriniz. Onların hakkım veriniz. Bunların
hakkı birinci derecede zekattır. Akrabanın yanında
miskinlere, (fakirlere) ve yolda kalmışlara verin. Bu bir
iyiliğin de ötesinde onların hakkıdır.
Gönenli Mehmet Efendi, Sultanahmet'te imam iken bir gün
camiinin önünde sarı, garib garib düşünen bir adam
görürler. Dilinden de anlamadığı için tercüman aracılığı ile
anlaşırlar. Meğer bir İtalyan'mış. Parası bitip yolda kalmış.
Onu o gün akşam Sirkeciden yolcu ediverir. Beş-altı yıl
sonra o adam bir tomar para ile gelir, hocaya; "bunu yolda
kalanlara harcayıver" diye bırakıp gider.
Yani yolda kalmışlara, fakirlere ve yakın akrabalara hakkını
vermek, Allah'ın rızasını aramak için en iyi yoldur. İşte
bunu yapanlar kurtuluşa ermişlerdir. Artık bugün parayı
tabiiki, sistemin gereği olarak put haline getirdiler.
Müslümanlar olarak bu konuya daha bir ağırlık vermek
gerekir. Onu gönlümüzde yatan bir put olmaktan çıkarıp,
ihtiyaçların görüldüğü, gerektiğinde de başkasına verilebilen
bir araç olarak görmek gerekir. 3367[41]
3367[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/145-146.
Bu ayette de; faizin "Allah katında artmayacağı" ifade
ediliyor. Adam şunu iddia etse, "ben şu kadar paramı faize
yatırdım, bir yıl sonra %50 arttı, çoğaldı, hani artmaz
diyordunuz" dese, doğru. Evet ama ayette Allah (c.c), Allah
katında artmaz, sevabı artmaz. Paralarınız rakam olarak
artabilir. Ama değer kaybını hesaba katmazlar. Sosyal
yaraların getiriceği belaları hesap etmekler.
Ayetin devamında ise Allah (c.c), onun rızasını arayarak
vermiş olduğunuz zekatlar ise işte onlar, sevaplarını ve
mallarım kat kat artırırlar. 3368[42]
40- Allah'dır sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi
öldürecek olan, sonra sizi diriltecek olan. Allah'a ortak
koştuklarınızdan bunları yapacak biri varmıdır? Allah
onların ortak koştuklarından
yücedir, münezzehdir.
"Sizi yaratan O'dur" Öyle ise rızık endişesi çekmeyin.
Parayı put yapmayın, ana rahminden dünyaya geldiğimizde
üzerimizde hiçbirşey yoktu. Elbise giydirdiler, sonra
annenin göğsünde iki hazır süt çeşmesi. Doğum yapıncaya
kadar bir damla süt yok, doğum bitiyor, süt başlıyor. Başka
zaman dünya doktorları bir araya gelse bunu gerçek-
leştiremezler.
Sizi öldürecek ve tekrar diriltecek olan O'dur. O'ndan
başkasını O'na ortak koşmayın. Kur'an'da ençok tekrar
edilen husus Allah'ın varlığı ve birliği ile hiçbir şeyin ona eş
ve ortak koşulmamasıdır.
Müslümanında buna dikkat etmesi gerekir. Şirk ile gidenin
durumu vahimdir. Ama iman ile giden günahları da olan bir
mü'mini Allah dilerse affeder, dilerse de günahlarının
cezasını çeker.
Diyelim ki bir adam; faizin haram olmadığını söyleyip,
3368[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/146.
"Allah Kur'an'da böyle buyurmuş ama, günümüz şartlarını
Allah bilmiyordu" demesi kişiyi küfre götürür, küfür de
cehenneme götürür.
Fakat günün şartlarından dolayı faizi vermek zorundayım,
başka çıkar yolum yok. Allah'da kitabında yasaklamış,
haram kılmış, bile bile günah işliyorum, inşallah Allah
affeder şeklinde düşünür ve bunu böyle yaparsa günaha
girer, ama imanı gitmez.
Ayette; 3369[43] "Allah, şirk hariç dilerse bütün günahları
afveder" buyrulmakta. Onun için imanımıza sahip çıkıp,
salih ameller işlemeli, bu hususdâ gereken gayret ve
hassasiyeti göstermeliyiz. 3370[44]
3373[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/150.
fabrikanın bacası insana zarar vermeyecek şelkide filitreli
yapılır.
Fakat bu kanunlara uymayan ise önce etrafı bozar, her tarafı
hasta eder, ondan sonrada tedavi hekimliğinin hastalığı
tedavi ettiği gibi, onların tedavisi için onumu yapsak, nasıl
önlem alsak gibi çare aramaya başlar.
Düşünmezki, ey gafil!, önce insanların gönüllerine imanı
yerleştir. 3374[48]
3374[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/151-152.
"Sordum san çiçeğe" ilahisinde bunu dile getirmekte.
İşte bu rüzgarı göndermesinin sebebi "Rahmetinden birşey
taddırmak için, gemilerin denizde akıp gitmesi için,
Rabbimizin lütfü kereminden aramamız için yani ticaret
yapmamız için" Allah rüzgarlar göndermiştir.
İşte bu rüzgarı ve diğer nimetleri ve rahmeti bize
taddırmasmın sebebi, ola ki şükrederiz. Onun için denizi,
onun üzerinde cereyan eden gemileri ve o gemileri
sürükleyen rüzgarları vermiştir.
Nasıl ki, insan birisinden gördüğü küçük bir iyilik, yardım
ve güleryüz için dönüp dönüp teşekkür ediyorsa, işte bir
damla suyu yaratmaya bile gücü yetmeyen insanın elbette
Rabbine şükretmesi gerekir. 3375[49]
3375[49]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/152-153.
yapılması kafirlerden birinci intikamın, Peygamberler ve
ona inanan insanlar salih kullar vasıtasıyla almasıdır. Allah
(c.c.) diğer bir intikamını da, ahi-rette kafirleri rahmetinden
kovarak ve onları cehennemine koyarak alacaktır. 3376[50]
3378[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/155.
da öldüğü zaman) ölüleri bu şekilde diriltir. O herşeye
kadirdir. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran O'dur.
Nasıl ki, onu bir meniden, menininde bir sperminden, 55-90
kg.lık bir insan haline getirdi ise, Ölü topraktan insanı
diriltmeside aynı şekilde olacaktır. 3379[53]
3383[57]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/158.
yetendir.
Allah (c.c), varlığına vede birliğine işaret eden delilleri,
tabiattaki ayetlerden daha fazla insanın yaratılışı, iç dünyası
vede onun diğer özelliklerinde ortaya koyuyor. Bunun
sebebide insan, dışındaki delilleri duyar, görür, akıl eder
ama onları hissedemez. Fakat kendi nefsi ile kendi
vücudunun yaratılışı ve diğer özellikleri duymanın, akıl
etmenin, işitmenin ötesinde iç dünyasında bütün ruhuyla
hisseder.
İnsanın yaşantısı söylediklerini yalanlar, yani inanmayan
insanlar iç dünyasında bir çatışma içindedir. İnsan zayıf
iken yaratılıyor, istesede istemesede güçlenip
kuvvetlendiriliyor ve sonunda bu gücü ve kuvveti istesede
istemesede elinden alınıveriyor. İşte bunu her inanan ve
inanmayan insan dış alemdeki delillerden, misallerden daha
fazla hissetmekte. 3384[58]
3384[58]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/159.
olacaklar.
İşte böylece onlar döndürülüyorlar. Ayette, "dönüyorlar"
demiyor da, "döndürülüyorlar" ifadesini kullanmış, insanlar
İmansızlığı, imansızlığı yöneten insanların gösterdiği
istikamete göre seçerek, onların etkilemesi ile o yöne
gidiyorlar. Onun için Kur'an'da da; günahı işleyenden daha
ziyade, onu insanların işlemesine sebep olanlar hakkında
daha fazla ayetler bulunmaktadır.
Mesela Kur'an'da zinanın cezasını bildiren ayetlerin
yanında, "zina etmeyin" diye ayet yoktur. Ancak "zinaya
yaklaşmayın" ayeti vardır. 3385[59] Yöneticilere, büyüklere
yönelikte, "kızlarınızı fuhuşa zorlamayın." emri
3386[60]
vardır. Bu nasıl oluyor? denirse, kültür yönüyle in-
sanların beyinlerini yıkayarak içini boşaltıp, sonrada
ekonomik yönden zor durumda bırakarak zinaya zorlama
vardır.
İşte zina edenlerde, insanları zinaya sürükleyenlerde aynı
günahı alır. Meydana gelen günahdan eşit şekilde paylarını
alırlar. Mehmet Akif merhumun söylediği gibi; Dicle
kenarında bir kurt kapsa koyunu, Adli ilahide Ömer'den
sorar onu. Onun için yöneticinin (devlet başkanının) Hz.
Ömer (r.a.) inancında ve düşüncesinde olması gerekir.
Halkının huzuru, güvenliği için her ortamı hazırlamalı ve
insanların Allah'a olan ibadet ve itaatlerini yapma
kolaylığını sağlayıp toplumu, "menfaati celb, mefsedeti def"
kaidesi gereği ahlaksızlığa, çöküntüye götüren hususları
ortadan kaldırması gerekir. 3387[61]
3385[59]
İsra 32
3386[60]
Nur 33
3387[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/160-161.
dediler.
Kendilerine ilim ve iman verilenler, "imansızların kabirde
çok az yattıklarını sanmalarına karşılık ki, insan hayatında
bu gerçekleşebilir. Mesela insan herhangi bir rahatsızlıktan
dolayı ağrı çeker, bu bir iki ay devam edince artık bir
bağışıklık kazanır. Fakat öyle bir zaman gelirki, o bir iki ayı
unutturabilecek şiddette başka bir ağrı geldimi; "yahu ben
önceden hiç ağrı çekmemişim, keşke eski ağrılı günlerim
gibi olsam" der.
İşte kâfirlerin bu şekildeki zanlarına karşılık, mü'minlerede;
"Allah'ın takdirinde kıyamet gününe kadar orada kaldınız,
işte siz şimdi kıyamettesiniz, ancak siz bunu bilmiyordunuz"
derler.
Daha öncede geçtiği, gibi işte o kıyamette mahşerde
olduklarının farkına vardılarmı, bu seferde mazeretler,
özürler öne sürecekler. "Ne olur bizi dünyaya geri gönderde,
orada sana ibadet edelim" diyecekler. 3388[62]
3388[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/161-162.
Enam 27-28
3389[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/162.
58- Andolsun insanlar için şu Kur'an'da her türlü örnek
verdik. Eğer sen onlara bir ayet getirsen, kafirler; "Siz ancak
batıl şeylerle uğraşanlarsınız "derler.
Biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali getirdik.
İnsanlar bu Kur'an'da sineğin yaratılmasını, örümceğin
evini, arıları, dağları, denizleri hatta ve hatta insanın kendi
yaratılışını ve diğer inceliklerini bulabilirsin.
"Sen onlara mucizeler getirsen, ayetler getirsen o kâfirler;
"siz batıl bir yoldasınız derler." İşte iman etmeyene ne kadar
akli ve nakli delilleri getirirsen getir. Mucizeleri gözünün
içine bile soksan, yine söyleyeceği şey, eğer kalbi
mühürlenmişse "siz sihirbazlık yapıyorsunuz" veya "siz
yobazlık yapıyorsunuz" diyecektir. Ama bu sözler
müslümanları korkutmayıp onların güçlenmesini,
azimlerinin artmasını sağlamaktan başka birşey
3390[64]
yapmamaktadır.
3390[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/162-163.
3391[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/163.
60- Sabret, şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Yakini bilgisi
olmayanlar, sakın seni hafifliğe sevk etmesinler.
Onların; "siz batıl yoldasınız, boşuna uğraşmayın" gibi
sözlerine ve "sizi Allah'ın yolundan alıkoyma çalışmalarına"
sabret.
Günümüzde bazı müslümanlar bile, artık İslam'ın sonu
geldi. A.B.D. herşeyi ile bizi hegamonyası altına aldı.
Bundan sonra çalışmaya gerek yok diyorlar. Ama, bizim
peygamberimiz Mekke'ye tek kişi olarak gönderildi. 13 yıl
sonra Medine'de devletini kurdu, ondan 10 yıl sonra da
ikibuçuk milyon metre kareye ulaşan bir sahada İslamı
yaydı. Onun yolundan giden Osmanlı dedemiz, Viyana
kapılarına dayandı.
Biz de bütün bu yapılanlara karşı çalışıp, yorulup, sonunda
da sabrı elden bırakmayacağız. Allah'ın vaadi haktır. Bunu
hafife alıp iyice iman etmeyenler seni gevşekliğe
sürüklemesin. 3392[66]
3392[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/163-164.
LOKMAN SURESİ
3397[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/168-169.
5- İşte bunlar Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve
işte bunlardır kurtuluşa erenler.
İşte onlar rablerinden bir hidayet üzeredirler ve onlar
kurtuluşa ermiş kişilerdir. Hem bu dünyada kurtuluşa
ererler, hemde ahirette kurtuluşa ererler.
Bu dünyada kurtuluşa ermeleri, toplumun fertlerinin hiç bir
çıkar gözetmeksizin bir araya gelmeleridir.
M. Akif merhum,
"-Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez
-Toplu vurdukça yürekler top asla sindiremez." Der
Ahiretteki kurtuluşları da Allah'ın rızasını ve onun cennetini
kazanmalarıdır. 3398[6]
3398[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/169-170.
gitmesinler" der. 3399[7]
Kısaca, "Kur'an'm okunup, onunla amel edilmesine engel
olan her-şey ayette bahsedilen, boş söz"dür. Tarih boyunca
Kur'an'la, hadisle, fıkıh ve diğer ilimlerle ilgili hayli kitaplar
yazılmış. Alimler, bunlar arasında Kur'an'a yönelmeyi
engelleyenlerin olabileceği endişesini taşımışlar.
Günümüzde ise bu, islami bir televizyon ile, islarm olmayan
telev.z-yonU terem etmek gibidir, islam, bir gazete ile,
islami olmayan, ahlak-i resimler basan bir gazetey. tercih
etme sekimde, kendini ortaya koymakür. işte bu, kişinin
imammn derecesini, zayıflık ve kuvvethhğt-nin bir
göstergesidir. 3400[8]
3399[7]
Semerkandi Bahr-iil ulum 3119
3400[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/170-171.
3401[9]
Tefsiru İbni Mesud 2/479, Hakim Müstedrek 2/411
der. Kuşeyri ve Zehebi gibi alimler de Gazali'nin bu
görüşündedirler.
Tabiki bu şarkı kişiyi; Kur'an-dan ibadetten alı
koymamalıdır. Allah'ın ayetlerinden insanı alıkoyan herşey
"Lehv'dir"
İşte Allah'ın ayetlerini alaya alan kişilere ayetlerimiz
okunduğu zaman, kibirlenerek geriye döner. Sanki
işitmemiş gibi, duymamazlıktan gelerek, sanki kulağında
sağırlık varmış gibi.
Günümüzde de öyle insanlar vardır ki, konuşurken ayetten
bahsedilince, kibirlenerek hemencecik yüzünü çeviriverir.
Yüz hatları değişir, sararır solar, ne diyeceğini bilemez ses
tonunu değiştirerek, içine düştüğü durumu kurtarmaya
çalışır ve büyüklük taslar.
İşte böyle insanlara; "acıklı, elem veren azabı müjdele" Bir
önceki ayette; "alçaltıcı azabdan" bahsedilirken bu ayette de
"acıklı, elem veren azabdan" söz edilmekte.
Kişinin makamı, mevki ne ise, bu azabı hak etmiş ise
bundan kurtuluş olmayacaktır. Hemde bu azab,
sevdiklerinin peşinden giden kişilerin gözü önünde
verilecek bir azabdır. Kur'an ayetleri okunduğunda ondan
yüz çeviren kişi, tıpkı doktora gidip doktorun tavsiyelerine
uymayan, verdiği yemek ve ilaçları zamanında almayan kişi
gibidir. Doktor nasıl ki bu hastasını o İsrarlarına rağmen
tedaviye devam ediyorsa, bizde bu insanların manevi
tedavisi için canla başla, bıkmadan usanmadan, Allah için
çalışmalıyız. 3402[10]
3402[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/171-172.
İman etmeyenler alçaltıcı ve elem veren azabın içine
giderken, "iman edip salih amel işleyenler" için de "Naim
cennetleri" vardır.' Hertürlü nimetin bolca bulunduğu bir
cennettir. Orada ebedi kalırlar.
Biz bu dünyada bir bahçe veya bir ev kurmaya kalktıkmı,
bunu kuruncaya kadarda kendimizden bir çok şey
kaybederiz. Artık ağzımızın tadı kaçmaya başlar. Cennet
böyle değildir. Nimetler her an tazelenir.
Allah'ın vaadi haktır. Vaâd edilen bu şeyler elbet birgün
gerçekleşecektir. O, herşeye gücü yeten, hükmeden, hüküm
koyan, hükmünde de hikmet sahibi olandır. 3403[11]
3403[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/172-173.
Kutuplarda beyaz ayılar, Afrika'da maymunlar, güney
kutbunda ise foklar, bulundukları coğrafi iklime uygun
olarak yayılmışlardır. Bazı canlılarda vardır, dünyanın bütün
iklim şartlarında yaşayabilecek kabiliyettedirler ki,
insanoğlu bunun başında gelir.
Gökyüzünden suyu indirdik ve o yeryüzünde her nimetten
çift çift, güzel bir şekilde bitirdik. Yani yağmurların
yağması ve bu sayede her-türlü nimetin bitmesi de,
Allah(cc)'ün bir lutfudur.3404[12]
3406[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/174-175.
"Şirk" ile "şirket" kelimeleri aynı kökten gelmektedir.
Şirket: ticari bir müessesede, birden fazla kişilerin -hisseleri
oranında- söz sahibi olmasıdır. Şirk ise: bu alemde Allah'tan
başka hak ve yetkilere sahip ilahlar edinmektir. Yani
"Yarabbi evet, sen varsın, birsin, bu kainatı ve bu alemi
yarattın ama biz senin kanunlarına değil, şu adamın,
kanunlarına uyacağız" dedimi, işte bu şirktir. Onun
kanunlarına uydumu da artık ondan sonra meydana gelecek
bütün pislikler, o ortak koşma neti-cesi olarak meydana
gelir. 3407[15]
3407[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/175-176.
Yani hamileliğin başlaması ile annede bir zorluk güçsüzlük
başlar, hamileliğin ilerlemesi ile günden güne artan bir
zahmet, doğumdan sonra yine çocuğun bakımı, gece
uykularında rahatsız olması, 2-3 yaşına kadar kucakta
gezmesi, büyüyüp yürümesi, hep bir zorluk ve meşakkat
içindedir.
Ayet, annenin çocuğu üzerindeki hakkının, babaya nazaran
daha çok olduğuna işaret etmektedir. Hernekadar İsra
süresinde; "Rabbin kendisinden başka hiç bir ilaha ibadet
etmemeyi emretti, anne babayada iyiliği emretti" ayeti ile
ikisini de zikretse de, bu surede annenin çocuk üzerindeki
çektiği çileye dikkatmizi çekmekte.
Çocuğun annenin sütünden ayrılması iki sene içindedir. Bu
ayete dayanarak imam-ı Safi ve imam-ı Ebu Yusuf, imam
Muhammed; "süt kardeşliğinin, çocuğun ilk iki senesine
kadar olan. süt emme döneminde oluşacağını, süt emme
dönemi geçtikten sonraki dönemde emilen sütten dolayı süt
kardeşliği olmaz" demişlerdir. İmam Ebu Hanife ise
ihtiyaten; "Onun hamli(ana karnında taşınması) ve sütten
kesilmesi 30 aydır " ayetine dayanarak, 30 aya çıkarmıştır.
Buna göre iki değil 2,5 seneye kadar emerse süt kardeşi
olmuş oluyor.
Ayete dönersek; "Bana, Anne ve babana şükret." buyuruyor.
İsra suresi yirmi üçüncü ayetinde Anne ve babaya iyilik
yapmayı emrederken, bu ayetle de "Anne babaya teşekkür
etmemizi" emrediyor. Anne babayı her iki ayetle, Allah'a
ibadet'in arkasından getiriyor. Bu ayetlere dayanarak ulema;
"Rabbin rızası, anne ve babanın rızasını almaktan geçer,"
demişlerdir. Fakat anne baba inançsız olursa, o zaman .!!?
tabiki durum değişiyor.3408[16]
3408[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/176-177.
için, anne ve baban seni zorlarsa, sakın onlara itaat etme.!
Bu dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenin yoluna uy.
Sonra dönüşünüz banadır. Yaptıklarınızı size haber veririm.
Eğer anne ile bahanız, müşrik olmanız için çalışırlar, hatta
zorlarlarsa. Senin, herşey olabileceğini ancak, sadece
mü'min olmanı istemezlerse.! Onlara itaat etme.
Fakat bu dünyada onlara yine de iyilikle arkadaş ol, sahip
çık. Sadece imansızlığı emreden sözlerine ve emirlerine
uyma. İnsani ilişkilerde onlara hürmet et, her türlü maddi ve
manevi yardımda bulun.
Bu konuya açıklık getirecek bir hâtıramı anlatayım;
"Müslüman olup daha sonra Cemil ismini alan Kore'li bir
din kardeşimizle tanıştım. Bizim İstanbul üniversitesinde
doktarasını tamamlamıştı. Bana şunları anlatmıştı; "Birgün
Anne ve babama müslüman olduğumu açıkladım. Babam,
budist dinine mensub bir profesör olduğu için, beni evden
kovdu. Ben de okulun pansiyonuna taşındım ve babama her
hafta tam 4 yıl düzenli birşekilde mektup yazdım. Daha
sonra üniversiteden mezuniyetimizde, Dekanımız -babamla
benim aramdaki bu durumu bildiği için- aramıza girip bizi
barıştırdı."demişti."
Tabiki bu konuda müslüman olup Cemil ismini alan bu
kişinin babasını hiç bırakmamasının büyük bir payı var.
Onun için iyilikten hiçbir kişiye zarar gelmez.
Bazen, "işte filanca kişiye iyilik yaptımda ondan kötülük
veya zarar gördüm" deniliyor. Bu, o kişinin tedbiri
bırakmasından ileri gelen bir şeydir. Diyelimki, birisine
borç para vermiş, sonrada ondan dolayı zarar eden kişi,
Kur'an'ın; "Bir borçla borçlandığınız zaman, onu bir yazıcı
katibin (noterin) huzurunda kayda alın" ayetine göre hareket
etmediğinden, tedbirini almadığından dolayı zarara uğramış
olur.
Bana yönelen, bana tevbe eden, teslim olan kişinin yoluna
uy. O da Hz. peygamberin yoludur. Allah'ın yoludur.
Yapılan herşey yazılmakta kayda alınmakta ve bunlar
birgün gelecek bize haber verilecek. Öyle ise kişi yaptığı,
söylediği duyduğu her-şeyden sorumludur. Bunların güzel
olmasına dikkat etmelidir. 3409[17]
3409[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/178-179.
Amellerden zayi olacak hiçbirşey yoktur. Ayetle, amellerin
en küçüğünün bile Önemsenmesine işaret etmekte, "ya o
namazı kılsan ne olur kılmasan ne olur? O kadar parayı
versen ne olur vermesen ne olur" dememeli. Nasılki, insan
vücuduna bulaşan grip hastalığının çoğalması ile koskoca
vücudu mahvı perişan ettiği gibi o kadar küçüklükte anti
mikrop verilerek bu sefer de iyi edilebiliyor.
Aynı şekilde Allah indinde iyi bir amel kat be kat
çoğalırken, kötü bir amelde çoğalabilir. Oda kişiyi
mahveder. 3410[18]
3412[20]
İbni Hisam 2/67
yukarıdan bakarcasma, kibir, gurur ifade eden sesle değil,
orta bir ses tonuyla konuş. Ayet böyle insanların seslerini
"seslerin içinde en çirkin olan eşeğin sesidir" buyurarak,
bundan sakınmamız emrediliyor. 3413[21]
3413[21]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/181-182.
önemsenmez ama, insan bu nimetini kaybettiği zaman
farkına varabiliyor.
Ayrıca "İslam dini" de başlı başına bize bir nimettir.
"Ol maniler ki derya içreler, deryayı bilmezler."
Misali insan bu İslam nimeti içinde bile bazen onun kadrini
kıymetini farkedemiyor. Allah'ın nimetleri sayılsa kişinin
buna gücü yetmez.
Bazıları nimet deyince aklına ekmek geliyor. Günümüzde
fakir insanları da galeyana getirmek için, "Allah sana ne
verdi ki?" gibi hayli fakirlik edebiyatı yapıldı bu
memlekette. Ama ne hikmetse bunda da başarılı olamadılar.
İşte bu da Allah'ın diğer bir nimetidir. Hem de insana
giyecek, yiyecek gibi şeylerin az verilmesi, "o kişiye az
nimet verildi" anlamına gelmez. İnsanın bir gözü, bir iç
organı onun için bir nimettir. Sağlık başlıbaşına bir nimettir.
Hz. Peygamber (sav) hadisinde; "İnsan iki şeyde
aldanmıştır, Sıhhat ve Boş vakit." buyuruyor. 3414[22]
İnsanlardan öyleleri de vardırki Allah hakkında bilgisizce,
cahilane bir şekilde münakaşa ederler. Bunlar; Allah'ın
varlığı yokluğu, O'nun sıfatları ve O'nun hakimiyeti gibi
konulardır. Allah yeri göğü yaratmıştır, fakat insanın
yönetimini insana bırakmıştır gibi.
İşte onların Allah hakkında ne bir delilleri, ne yol
göstericileri, ne de onları aydınlatan, onlara ışık tutan bir
kitapları vardır. Allah'a hamd olsun, biz Allah hakkında
konuşuyoruz, onun varlığını, birliğini, sıfatlarını anlatıyoruz
ve ispata çalışıyoruz. Bizim elimizde kitabımız da, delille-
rimiz de, rehberlerimiz de var.
Kur'an, Allah'ı (c.c.) bize nasıl anlatıyorsa, biz öyle
anlıyoruz. Aklımız, o ilahi gücü, o yüce varlığı kavrayacak
güçte değil. Hz. Peygamber bir hadisinde; "Ya rahbi sen
kendini nasıl övüyorsan, sen öylesin" buyuruyor. 3415[23] Yani
3414[22]
Buharı Rikak , TirmiziZühd I
3415[23]
Müstüm salat 222
sen kendini nasıl tanıtıyorsan, ben öyle tanımaya
çalışıyorum diyor.
Kur'an'da, Allah (c.c) "alimdir", "herşeyi işitendir", "herşeyi
görendir", "her şeye gücü yetendir", gibi üstün sıfatlarla,
Rabbimiz bize kendini tanıtıyor.
İşte bizde, bu bize verilen bilgilerle, onu tanıyor, biliyor,
ona öyle iman ediyoruz. Kur'an'a göre değilde akıllarına
göre hareket edenlerde ikiye ayrıldılar; Allah vardır diyenler
vede Allah yoktur diyenler.
Allah vardır diyenler de ikiye ayrıldılar; Allah yeri göğü
yaratıp, yönetimi bize bırakmış diyenler, Bir diğeri de
Allah'ın sıfatlarında ihtilafa düşmüş olanlar vardır ki,
bunlarda Allah'ın yanında yer tanrısı, gök tanrısı gibi ilahlar
edinmişlerdir. Yani filozof dediğimiz kişilerin ortaya
koymuş olduğu fikirler doğrultusunda hareket
3416[24]
etmişlerdir.
3416[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/182-185.
sonra dünyaya gelip, batı kanunlarıyla yönetilmeye alışmış,
islami olmayan kanunların etkisinde kalmışlardır. Örf ve
adetleri islami prensiplerin Önüne geçmiş, islam'a taban
tabana zıt bir şeyleri bile, "çevrem bana neder?" endişesiyle
yapmışlardır. Yani "İslam'ın herhangi bir emrini yerine
getirirsem, çevrem beni ayıplar" demektedir.
Bu, inançsız insanların, "biz atalarımızın yolundan gideriz"
mantığının etkisi altında kalmanın neticesidir diyoruz.
Şayet, şeytan onları yakıcı azaba davet ediyorsa, o zamanda
mı? babalarının yolunda gidecekler.
Zaten şeytan ve şaytanlaşmış insanlar, onları cehennem
azabına doğru götürmektedir.3417[25]
3417[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/185-186.
çalışmaktır.
"Hasen" arabın dilinde güzel anlamındadır. Buna görede
"muhsin"; herşeyi güzel yapan, annesine babasına ailesine
olan görevlerini en güzel ekilde yerine getiren, Her an Allah
(c.c.) görüyormuş düşüncesiyle hareket edip Allah'a karşı
ibadet ve fillerini de en güzel şekilde yerine getiren kişidir.
Kişi Muhsin olarak Allah'a yüzünü teslim ederse, yani
kendini tesli-mederse "sapa sağlam kulpa yapışmış olur"
Ali-imran suresinde; "Hepiniz birden Allah'ın ipine
sanlınız" buyruluyor,(Ayet 103) Bu ipten maksat, Allah'ın
kelamı Kur'an'dır. Ayette geçen "cemian" kelimesi; siz
anlamına gelen "küm" zamiri: Topluca, hepiniz sarılınız,
anlamına geldiği gibi "Cemian" kelimesi: "hablullah"
kelimesinin hali olarak kabul edersek, bu sefer mana;
"Hepiniz Allah'ın bütün emirlerine sarılınız anlamına gelir."
İşte böyle topluca Allah'ın ipine veya Allah'ın emirlerinin
tamamına sarılsak, sağlam bir kulpa, kopması olmayan bir
ipe sarılmış, tutunmuş oluruz.
Bugün insanlar bir yere tutunuyor, tutunmak için de çeşitli
dernekler, vakıflar, hatta sistemler geliştiriyorlar. Bakkalın
bakkallar derneğine, sanayicinin sanayiciler derneğine kayıd
olması gibi, o sahada ayakta kalabilmek, sorunlarını
çözebilmek için, sosyalizim, kominizim, kapitalizim ve
bütün izim'ler, sistemler geliştiriyorlar.
Bir bakıyorsun senelerce peşinden gittikleri bir sistem,
birgün olup toplumu uçurumun kenerına getirip, iflas
ettiriveriyor. Allah'ın insana koymuş olduğu hayat sistemi
ise, en sağlam iptir. Bütün herkes buna sarılmalıdır, 3418[26]
Mesela en karanlık bir gecede, bir komando taburu, nehir
üzerine kurulan bir sağlam ipten tutunarak, nasıl karşı tarafa
geçip hedefe varabiliyorsa, aynı şekilde küfür
karanlıklarında insanlar Kur'an'a sarılsa hidayete, nura,
3418[26]
Bakınız Bakara 256
Rahman'a ulaşır.
Kur'an birde; "Allah'ın ipine sarılın" buyuruyor da, ipe
sarılanın eline sarılın demiyor. Herkesin ayrı ayrı ipe
sarılmasını istiyor. Filan hoca, filan şeyh Allah'ın ipine
sarılmış, bende onun eline sarılayım demek yanlıştır, O hoca
ile şeyhin görevi; insanları kendilerine sarilttırmak değil,
Kur'an'a, Allah'ın ipine nasıl sarılacaklarını öğretmek,
onların hangi hususta, hangi emrine uyup, hangisinden
kaçınacaklarını öğretmektir. Bütün işlerin sonu Allah'a
aittir. Ona dönecektir, sonucu tayin eden odur. Bütün iyi
işlerde, kötü işlerde, iyi insanlarda, kötü insanlarda Allah'ın
huzuruna dönecektir.
Ayetin diğer bir anlamı da; "işlerin sonucunu bu dünyada
tayin eden" dir. Bazan bu dünyada müslüman zayıf, kafir
kuvvetli gibi görünüyor. Zahiri görünüşe göre, Müslümanın
galip gelmesi mümkün değil gibi görünür. Mekke'lilerde;
"şu adam mı bize galip gelecek?" demişlerdi ama işin
sonucu öyle olmadı. Allah(cc) peygamberini zafere ulaş-
tırdı. 3419[27]
3423[31]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/189-190.
galiba bahsedilen inci budur" dermiş. Bir başkası ayvayı
eline alır, ona inci dermiş. Bir başkası da toprak parçasını
alır; işte inci dermiş. Bunların üçüde inci hakkında bir şeyler
duymuşlar, ama inciyi bilmiyorlar.
Bunun gibi imansızlar da; "Allah yeri göğü yarattı" diye
duymuşlar, bilmişler ama Allah'ı tanımadıklarından dolayı,
herbiri kendi kendine bir ilah tarifine gitmişlerdir. Biz
insanlara sadece Allah'ın varlığını ve birliğini değil, aynı
zamanda O'nun sıfatlarını da anlatmamız gerekiyor. Bir
grub müsltiman kardeşimiz, Sadece Allah'ın varlığını ve
birliğini is-bat için çalışmakta, sadece "Allah vardır"
dedirtmek için uğraşıyor, bu
yeterli değil.
Günümüzde bazı imansızlarda; Allah'ı inkar etmiyor, onun
varlığını kabul ediyor, Ama Kur'an, haşa ve kella
geçerliliğini yitirmiş bir kitaptır diyor. İslam aleyhinde
makaleler yazıyor.
Deki Allah'a hamd olsun. Biz, Allah(cc) yeri göğü yaratır,
çiçekleri donatır diye inanıyoruz. Buna da hamd edeceğiz,
Allah, bize kendisini tanıttığı şekliyle iman ettiğimiz için,
biz "Allah'a hamd olsun" diyoruz. 3424[32]
3432[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/194-195.
insanlara gönderdik" 3433[41] ayetlerini de görmemezlikten
gelmektir. Öyle bir günden korkun ki, o günde baba
oğlunun yerine cezayı
yüklenemez, oğlu da babasının yerine yüklenemez. Ne baba
oğlunun cezasını çeker, nede oğul babanın cezasını çeker.
Herkes kendi günahı ile başbaşa kalır.
Allah (c.c) Bunları örnek olarak veriyor. Bu dünyada insan
evladı için herşeye katlanır. Fakat ahirette Kıyametin
dehşeti o kadar fazla olacak ki, evladı için canından
vazgeçen insan, orada artık vazgeçemeyecek veya anne ve
babaya evlatları için canlarından vazgeçme fırsatı
verilmeyecektir.
Hiçkimse diğer bir insanın günahını yüklenmez, herkes
kendi günahının veya sevabının karşılığım yaptığı ölçüde, -
ne fazla nede eksik-alacaktır.
Allah'ın vaadi haktır. Mü'minlere cennet va'dedildiği için,
onlar cennete. Kafirlere de cehennem va'd edildiği için,
onlarda cehenneme gideceklerdir. Ahiret hayatı va'd ediliyor
buda gerçektir, bunda da hiçbir kimsenin şüphesi olmasın.
Dünya hayatı da sakın ha sizi aldatmasın. Dünyada çok
nimetlere sahip olanlar; "Allah bize bu nimetleri iyi
olduğumuz için verdi, biz doğru yolda olmasaydık
vermezdi" dememeli. Fakir olanlar da; "bizi neden hesaba
çekecek, malımız yok, mülkümüz yok, verseydi de hesaba
çekseydi" dememeli. Dünya hayatına, onun süslü, çekici
cazibesine kapılmamalıyız.
Evliyadan birinin dünya da bir giyecek elbisesi, bir de
elindeki bastonundan başka hiç bir şeyi yokmuş. Başka bir
evliyanın da hertürlü dünya nimetleri, yatları, katları
altınları vs. varmış. Dünyaya meyi etmeyen evliya, birgün;
"şu evliyanın yanma gideyimde, bunu Allah için uyarayım,
benim üzerime vazifedir" diyerek yola çıkar. Ve diğer
3433[41]
Sebe 28
zengin olan evliyanın evine varır.
Kapıda hizmetçiler karşılayıp içeri alırlar. Biraz
dinlendikten sonra, bastonunu hizmetçilerden birine vererek
evliyanın huzuruna girer, gi-rerkende bastonu aklına gelir;
"yahu bu hizmetçi bastona birşey yapar mı?" diye de
gönlünden geçirir.
Nihayet diğer evliyanın yanına varır ve sorar; "niçin bu
kadar dünya nimetlerine daldınız?" der. Diğer evliyada
cevap verir; "bu nimetler, senin bastonun kadar da olsa,
benim gönlümde hiçbir iz bırakmadı" der.
Mal varlığı çok olan insanlardan; "Allah beni çok seviyor da
veriyor" diyen aldanır. Mal varlığı hiç yok ama ibadeti çok
ve iyi olanlardan; "Allah benden iyi kulmu bulacak?" diyen
de aldanır. Kişi mevcut enerjisi vede gücü oranında, Allah'ın
çizdiği prensipler dahilinde ibadet etmeli.
"Aldatanlar, sizi Allah'la aldatmasınlar/' derken,
Günümüzde bazı insanlar, bazı insanları Allah ile
aldatmakta, Allah hakkında yanlış bilgi vermekte, Allah'a
imanı yanlış yönlendirerek aldatmaktadırlar.
Kendilerine göre İslam'ın tarifini vererek anlatırlar. Kişiyi
imanından vaz geçiremiyorsa, ona yanlış inançlar ve yanlış
bilgiler vererek, İslam yolundan ayırmaya çalışırlar.
Mesela Kur'an'ın indiriliş gayesi; İnsanları dalaletten
hidayete çıkarmak, zulmetten nura çıkarmak, insanların
aralarındaki ihtilafı gidermek, Allah'ın gösterdiği doğrultuda
hareket etmelerini sağlamaktır.
Biri de çıkar; "Kur'an'ı gece gündüz okuyacaksınız"
anlamını, manasını düşünmeyin onu okuyun derse!, işte bu
Allah ile aldatmadır. Yani Allah'ı vesile kılarak
aldatmaktır. 3434[42]
3434[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/196-198.
Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı o bilir. Hiçbir nefis,
yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir nefis nerede öleceğini
bilmez. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir, herşeyden
haberdardır.
Derslerime başladığımdan bu yana, Kur'an ayetlerini
çağımızın tekniği ve teknolojisine uygun tefsir etmeye fazla
yanaşmadım. Halbuki, bir zamanlar bu konu hayli ilgi ve
alaka topladı. Mesela gökyüzündeki ozon tabakasının
delinmesi teorisi gibi. Müslümanlardan da, bu konu ile ilgili
Kur'an'dan ayetler ve deliller getirmeye çalışanlar çıktı.
"1400 yıl Önce İslam bunu haber vermişti" deyiveriyorlar.-
Aynı şekilde bu ayeti delil gösterip; "Yağmurun ne zaman
yağacağını Allah'tan başkası bilmez. Rahimlerde olanın
erkek mi, dişi mi? olacağını Allah'tan başkası bilemez"
dediler. Halbuki, ayette geçen; "Rahimlerde olanı Allah
bilir. Yağmuru Allah indirir" şeklindedir. Yani "yağmurun
ne zaman yağacağı," "erkek mi, dişi mi?olacağı" lafızları
ayette yoktur.
Hz. Peygambere biri gelir. "Kıyamet ne zaman kopacak?,
memleketi kıtlık sardı yağmur ne zaman yağacak?, ben
hanımımla yattım benim çocuğum nasıl olacak?, bugün
kazandığımı biliyorum yarın ne kazanacağım?, nerede ve ne
zaman öleceğim?" diye sorular sorar. Hz. Peygamberde;
"ilmin anahtarları beştir, onları Allah'tan başkası bilmez"
deyip bu ayeti okur.Bakınız; 3435[43] Şimdi, "bilemez"
kelimesini biz hadise dayanarak söylüyoruz. Hadis sahihtir
fakat şunu da iddia etmiyoruz. Allah'ın bildiği insanların
bilemediği yalnız bu beş şeydir demiyoruz. "Gaybı O bilir,
şu anda bize gaib olan, göremediğimiz, duyamadığımız
şeyleri Allah bilir."
Birde, alametleri belirmiş yağmurun yağmasını tahmin
etmek gayet normal bir olaydır da, bir yıl sonra yağacak
3435[43]
Buharı Tefsiri Sureti En'am veTefsir-i Lokman, Ahmed Müsnet 2/122-2/24,52,58, Buharı İstiska
29
yağmurların zamanını ve yerini tahmin elbette insan
oğlunun gücünün üstündedir. Ayrıca hava tahminleri de
kesinlik ifade etmez, zaman oluyor ki, hava raporlarının tam
tersi bir durum ortaya çıkabiliyor.
Ana rahmindeki çocuğun erkek mi?, kız mı? olduğu
biliniyor. Bu bilgi ayete ters değil, Ayette; "Rahimlerdekini
Allah bilir" buyuruyor. Bizim bildiğimiz herşeyi Allah bilir
ama,Allah'ın bildiği herşeyi biz bilmeyiz. 3436[44] Bu ayetin
tefsirinde anlatılır; Süleyman (a.s)'ın yanındaki bir adama
Azrail (a.s) biraz dikkatli bakar. Süleyman (a.s) o yanındaki
adama; "bu azraildir" deyince Adam; Süleyman (a.s)'a "ne
olur rüzgara emret te beni Hindistana götürsün" der ve rügar
adamı götürür (Süleyman (a.s) emrine rüzgar verilmiştir,).
Sonra Süleyman (a.s) Azraile, "niye adama dikkatli baktın"
diye sorduğunda, Azrail; "ben o adamın canını Hindistan'da
almakla emr olundum, adam ise burada, hayret ettim!"
der. 3437[45]
İşte kişi ne zaman, nerede öleceğini bilemez. Ölüm
geldiğinde Allah'ın razı olduğu bir hal üzerine bulunmak ve
onun dininin yücelmesi için gayret gösteriyor olmamız en
güzelidir. Buda hükmü şehiddir. Rabbim cümlemize bunu
nasib etsin. Allah herşeyi bilendir, herşeyden
3438[46]
haberdardır.
3436[44]
Bu konudu geniş bilgi için bakınız; Şifa Tefsiri 3/52, En'am 59
3437[45]
Semerkandi Bahml-ulum 3126
3438[46]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/198-200.
SECDE SURESİ
1- Elif-Lam-Mim.
Bu sure de Mekke döneminin ortalarında nazil olmuş. Allah
bu sureye üç harfle başlamış; Elif, Lam, Mim, Kur'an-ı
Kerim'de 19 surede harfle başlıyor. Bazı surelerde, bu
harflerden biri ile başlamışsa hemen ardından gelen birinci
veya ikinci veya üçüncü ayeti kerimeleri Kur'an-ı Kerim'den
bahsetmektedir. Mesela Bakara suresinin ilk ayeti buna bir
örnektir. Değerli tefsircilerimiz bunu şöyle yorumlamışlar.
Manasını Allah bilir. Ancak Allah (c.c.) böyle başlamak
suretiyle o günün Mekke müşriklerine olduğu gibi, kıyamete
kadar gelecek olan bütün imansızlara da bir meydan
okumada bulunmuştur. Mesela; "Eğer kulumuz
Muhammed'e indirmiş olduğumuz bu ayetler konusunda
şüphe içerisinde iseniz, buyurun bir surede siz
getiriniz"diyor.
Bu Kur'an, Arabın dili ile inmiştir. Yusuf suresinde Allah
(c.c); "Biz Onu anlayasmız diye Arapça indirdik"
buyuruyor. 3440[2] Yani Hz. Ebu Bekir'in, Ebu Cehil'in
konuşmakta olduğu dil, onların bilmekte olduğu kelimelerle
indirilmiştir. Elif, Lam, Mim, Nun, Sad, Kaf, gibi harflerden
meydana gelmektedir. Yani Kur'an-ı Kerim'in lafzının ana
maddesi olan harfler ve kelimeler müşrikler tarafından da
bilinmektedir.
3439[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/201.
3440[2]
Yusuf 3
Şu andaki imansızlar tarafından da bilinmektedir. Buyurun
Kur'an'm bir benzerini de siz getirin diye meydana
okuyarak, Allah (c.c.) bu tür surelere harfle başlamıştır
deniliyor. Bizde aynısını söyleyelim.
"Şu anda dünyanın her tarafındaki, Arap dilini çok iyi bilen,
Arap Edebiyatından nobel ödülü de alan insanlar var. Bu
insanlar bir araya gelsinler, dünyanın geliştirmiş olduğu
bilgisayardan da yararlansınlar. Arab'ın cahiliye
döneminden, günümüze kadar kullanılan bütün kelimeleri
bilgisayara yüklesinler. Sibeveyh, Kisai, Zemahşeri'ye kadar
bütün Arap dil bilimcilerinin kurallarını da bilgisayara
alsınlar ve dünyanın bütün bilim adamlarını da Meclisde
toplasınlar, bir heyet kursunlar, gök biliminden yer bilimine,
deniz biliminden, hayvan bilimine kadar bütün bilim
dallarındaki en üst seviyedeki insanları da toplasınlar ve
Allah (c.c.)'m indirdiği bir sureye benzer bir sure yazsınlar."
desek de yazamazlar. Bu güne kadar çeşitli denemeler
olmuş ama başaramamışlar.
Peki bu tür bir harekete kalkışan sapık insanlar diğer
insanlar tarafından nasıl değer kazanırlar? diyecek olursanız,
cevabı şudur. Hikaye olarak anlatılır. Fravun'a arkadaşı
sormuş; "Yahu Fravun! çocukluğumuz beraber geçti,
beraber oyun oynadık, sokaklarda beraber gezdik, beraber
acıktık, beraber doyduk, sende benim gibi bir insansın.
Kendi rablığım nasıl ilan ettin? ve buna nasıl inandın?"
Fravun cevaben; "ben inanmadım ama, inananlar olduğu
için ben de devam ettirdim. Yani bir defa rablığımı ilan
ettim, baktım ki inanan ve secdeye kapanan o kadar insan
var ki, bende devam ettirdim" demiş.
İşte imansızların imansızlıklarının, tutarsızlıklarının tutarlı
hale gelmesi, kabiliyeti zayıf, zayıf iradeli, kendine güveni
olmayan, şahsiyetsiz insanların teslimiyeti, bazı insanların
kendilerini ilahlaştırmasına sebeb oluveriyor.
İşte bir kısım surelerin bu tür harflerle başlamasının
hikmetlerinden bir tanesinin veya mesajlarından bir
tanesinin bu olduğunu müfessirlerimiz nakleder. Yani bütün
insanlığa bir duyuru. Kur'an bu harflerden meydana
gelmektedir, Bu güne kadar insanlar tarafından
yazılamaması bundan sonrada yazlamayacağının
3441[3]
işaretidir.
3443[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/204-205.
arasmdakiIeri de yaratan Allah (c.c.)'dür. O'nun
yaratmasının ve yönetiminin dışında kalmış bir şey yok.
Arşın üzerinde, gökyüzünden yeryüzüne kadar bütün işleri
idare eden Allah (c.c.)dır. Allah için büyük veya küçük iş
yoktur. O'nun için zor iş yoktur. "Ol" deyivermesiyle
oluverir.
Yaprağın kımıldamasından denizin derinliklerindeki parmak
ucu kadar küçük hayvanların; hareketi, rızkı ve yaşamasına
kadar her şey Allah (c.c.)'ın gözetimindedir. Sevdiğimiz ve
beslediğimiz vücudumuz da kaç tirilyon hücre olduğunu biz
bilmeyiz fakat Allah (c.c) bilmektedir. İnsanoğlu
vücudumuzdaki hücreleri tespit edecek kadar rakam bu-
labilmiş değildir. Allah vücudumuz daki hücrelerin sayısını
bilir, onların ihtiyacı olan rızkını onlara gönderir ki, biz
ayakta duruyoruz.
İşte gökleri ve yeri yaratan Allah (c.c.) insanların sosyal,
siyasal, hukuki bütün ihtiyaçlarını karşılamak üzere de
Kitabını (Kur'an'ı) indirmiştir.
Bizler tabiatı görüyoruz. Tabiattan imansız da yararlanıyor,
kafir de yararlanıyor, mü'minler de yararlanıyor, puta
tapanlar da yorumunda zorluk çekmesine rağmen bu
tabiattan yararlanıyorlar. Rabbim de bizim gözümüzle
gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuz, elimizle tuttuğumuz
ve faydalandığımız şeylere dikkatimizi çekiyor. Bak!
Bunları yaratan Allah, bunları yöneten Allah, sizide
yönetmek üzere Kur'an'mı indirmiştir, ona uymanız
gerekir!!
Allah'ın bize göre çok uzun zamanda olması gereken
işlerinin kendi katında bir günde olduğunu, "Allah'ın bir
günde yaptığı işler, sizin sayımınıza göre, bin seneye denk
zaman içinde olur" buyuruyor.
Bunun böyle olduğunu bu gün bizde görüyoruz. İnsanoğlu
gökyüzü, yeryüzü denizaltı ve hayvanlar alemi ile ilgili
bilgilerde fevkalade mesafeler almış ve almaya da devam
etmektedir.
Fakat şunu siz hiç düşündünüzmü? İnsanlar bir konuyu
araştırıyor, sonunda bildiklerimizin yanında
bilmediklerimizin çok olduğu ortaya çıkıyor. Mesela son
günlerdeki kopyalanan bir koyun üzerinde konuşuluyor.
Koyun hakkında bilinenler, bilinmeyenlerin yanında çok
azdır. Bu herşey hakkında böyledir. Ama insanlık
öğrenmeye devam ediyor.
İnsan, koyun, arı, kelebek, çiçek, böcek, deniz, vb. gibi
yaratılmışlar, yaratilalı binlerce sene oldu deniliyor. Yani
araştırmacılar; "milyonlarca yıl önce yaşamış bir hayvanın
fosili bulunmuştur" diyorlar. Milyonlarca yıl önce Allah'ın
mükemmel bir şekilde yarattığını, insanoğlu şimdi
yaratmıyor, ancak bilmeye çalışıyor!!
Rabbimin altı günde yarattığını insanlık 6 milyon senede
değil, 6 milyar senede anlamaya çalışıyor. Yeni bir şey
yapmıyor. Parmağınızın ucu kadar bir ipek böceğinini
ipeğini cinliler İstanbul büyüklüğündeki bir fabrikada
üretiyor. Ama ipek böceğinin ürettiğine denk değil. Çin
ipeğinin metresi mesela 300 bin liradan satılırsa ipek
böceğininki 3 milyondan satılıyor. İpek böceğinin ürettiği
insanoğlunun ürettiğinin 10 katıyla satılıyor. Hiç bir zaman
birbirine denk olmuyor.
Rabbimin her yarattığının binlerce hikmetini, ilim bize
anlatmaya devam edecektir. 3444[6]
3444[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/206-208.
3445[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/208.
7- Yarattığı herşeyi güzel yapan ve insanı yaratmaya
çamurdan başlayandır.
8- Sonra Onun soyunu, bayağı bir sudan yarattı.
9- Sonra onu düzeltti ve ona ruhundan üfürdü. Size kulaklar,
gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz
Herkesin yemeğe ihtiyacı olduğu gibi, "iman" etmeye de
ihtiyacı vardır. Yemek yemenizi nasıl ki, başkasının başına
kakmıyorsunuz, iman etmenizi de başa kakmayın. Yemek
içmek nasıl ki vücudunuzun bir ihtiyacıdır, iman da
kalbinizin ve ruhunuzun bir ihtiyacıdır. Bundan dolayı
Allah'a hamdü sena etmeniz gerekir. "Bana bu hidayeti
verdiğinden dolayı, Allah'a hamdü senalar olsun" dememiz
gerekir.
Allah (c.c.) herşeyi engüzel şekilde yaratmıştır. Ama bu en
güzellerin içerisinde, insanı daha güzel bir kıvamda
yaratmıştır. Yaratılışımız çamurdandır. Sonra erkekle
kadının bir araya gelmesiyle insanın menisinden
yaratıldığımıza dikkat çekiyor. Yaratılışımızın başlangıcı
toprak, devamı ise sudur.
Aynanın karşısına geçip bedeniniz güzelleşmesi için
çalışıyorsunuz. Sonra çalışmaya gidiyorsunuz? Neden?;
Kendi bedeninizi, eşinizi, çocuğunuzu beslemek, büyütmek,
kimseye muhtaç etmemek, sıhhat ve afiyet içerisinde
yaşatmak, helalinden kazanmak için.
İşte bu tenimize Rabbim dikkat çekiyor. Bu tenin topraktan
geldiğini söylüyor. Topraktan yaratılan bu insana beden
veriyor, kalp veriyor, göz veriyor, gönül veriyor, O'na
ruhundan üfürüyor.
Kur'an-ı Kerim'de "kalp" diye isimlendirilen şey bizim
bildiğimiz et parçası değildir. Manevi anlamda İnanan,
seven, kızan bir özelliğimiz varya işte kalp odur. İşte Allah
(c.c.) bunu bize lütfetmiştir. Bunu çamurdan yaratılmış bir
varlığa lütfetmiştir.
Bazı insanlar, Darvin nazariyesine inanıpta, "biz çamurdan
gelmedik maymundan geldik" diyebilirler. Siz bunlara da
acıyın, merhamet edin. Bunlar çocuk akıllı insanlardır. Olur
mu hocam? Bunu profesörler söylüyor. Olsi'n Profesör
olupta bunayan insan yok mu? bu memlekette? Bunlar
bunamış insanlardır. Onun için bunlara merhamet etmek
lazımdır.
İmansız insanlar, topraktan insanın çıktığına inanmazlar.
Onlara şöyle seylememiz gerekir. Topraktan çiçeğin, ağacın
çıktığını görüyorsun değil mi? Paristeki parfüm fabrikasının
ürettiği koku sayısı bellidir ve sınırlıdır. Ama tabiattan çıkan
her koku sayısı sınırsızdır. Tabiatta biten her çiçeğin kokusu
ve rengi birbirinden farklıdır. İnsanlık hala örnek ve önder
olarak tabiatı kendisine rehber edinmektedir.
Öyleyse Allah (c.c.) bu kara topraktan laleyi sümbülü,
karanfili, bülbülü çıkardığı gibi insanı da çıkarmıştır.
"Topraktan geldiğime inanmam" diyen bir adam kendisinin
nereden geldiğim bilmektedir. Doktorların ifadesiyle bir
meninin beş milyonda birinden küçük bir yaratıktan
meydana gelmiştir. İşte o küçücük yaratığa göz veriyor,
kulak veriyor, bir de gönül veriyor. Bu insanlığın
yapabileceği bir şey değildir. Bu güne kadar yapmak için
uğraşmış ama yapamamıştır. 3446[8]
3446[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/208-210.
kesimde de görülüyor. Hocayım diye ortaya çıkan
arkadaşlarımızdan bazıları, kabir azabının olmayacağı
konusunda mantık yürütüyorlar.
Yani denizde boğulup ölen adamı Allah kabirde nasıl azab
edecek? diyorlar. Hindistan'da yakılan ve küçücük bir
şişenin içerisinde kül olarak toplanan insana Allah nasıl
kabir azabı verecek? diyorlarmış. Hindistana gitmelerine
gerek yok bizim bu geri zekalılarımızın. Edirnekapı
mezarlığına gitsinler mezarları kazıversinler, bakalım ne
görecekler? Hepsi toprak olmuş, binlerce yıl içerisinde
kemikler de toprak olmuş. Onlar ne olacak? Onlara sanki
Allah azab edemiyecek mi?, Allah onları toplayamaz mı?
"Benzemez hesabı hesabımıza" demiş Yunus Emre. Bunlar
şöyle birşey zannediyorlar. Geri zekalının biri, annesi
ölünce, cesedin yanına uzun şeritli teyblerden birini koymuş
"Bakalım melekler anneme ne soracak, annem ne cevap
verecek?" diye. 9 saat sonra gitmiş teybi çıkarmış, 9 saat
dinlemiş hiçbir sorgu sual yok. sonra hocaya; "bak teyb
burada baştan sona bomboş." demiş.
Hoca oğlum evlimisin" demiş adam "evet" demiş. Hoca;
"yatakta hanımınla yatıyorsun, hanımın senden önce uyudu,
sen uyanıksın, uykun gelmedi. Hanımın bir süre sonra
dehşet içinde uyanıyor ve sana da "niye uyandırmadın" diye
kızıyor. "Hayrola ne olduki?" dediğinde, "arkama bir yılan
düştü beni kovaladı, derken karşıma bir arslan çıktı ve ben
bunaldım. Bağırdım ve sen duymadın." dese, Peki sen
duydunmu?, onun rüyasında geçen bağırmaları ve kaçışları?
tabiki duymadın, ama o azabı çekti değilmi?." tıpkı böyle
bir azap demiş.
Azab, ruhen değil bedenen de çekiliyor. Bedenen azab
çektiğini nereden anlıyoruz? Vücudunun terlemesinden.
Kan, ter içinde kalıyor o çektiği sıkıntıdan dolayı. Ruhu
azab çekiyor gibi ama bedenden ter geliyor. İşte aynı
yatakta yatan karı ile kocadan biri cennette dolaşıyor, biri
cehennemde, biri keyif çatıyor, öbürüsü yılanların,
akreblerin arasında, ateş çukurlarında korkunç rüyalar
görüyor. İkisi de aynı yorganın altındalar.
Kabir azabını reddetmeye yönelen geri zekalılarımız,
"efendim.Hz. Adem'den bugüne kadar aynı kabre,
müsiümünda koyuldu, kafirde koyuldu. Bunlara nasıl azab
edilecek?" diyorlar. Azabı sanki kendisi yapacak., Allah
(c.c.) dilerse -aynı yorganın altında birisi azab gören, birisi
mutluluk gören insanlar gibi- kabirde de hem mutluluğu,
hem saadeti, hem de azabı aynı anda yaşatır. 3447[9]
3447[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/210-211.
Kabir azabı için bakınız; Kur'an'ı Kerim Mü'min suresi 46, Buharı Cenaiz 87, Müslim Cennet 67, Ahmed
Müsned 51271, Tirmizi fezail-ül Cihad25, Nesai Sehv 64
3448[10]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/211-212.
12- Rablerinin huzurunda başlarım öne eğerek; "Rabbimiz,
gördük ve işittik. Bizi (dünyaya) geri döndür de salih amel
işleyelim. Biz kesin olarak inandık" diyen suçluları bir
görsen.
Kafirlerin bu dünyada, peygamber sözü dinlememeleri ve
Allah'ın (c.c.) göndermiş olduğu kitaplara iman etmemeleri
neticesinde, bu dünya hayatında helali ve haramı
tanımamaları, haramlarla ömürlerini geçirme ve dünyayı
kan gölüne ve gözyaşına çevirmeleri vede insanların
birbirlerini yemesine vesile olduklarından dolayı, ahirette
mutlaka cezalarını çekeceklerini, Rabbim Kur'an-ı
Kerim'indeki ayetlerinde haber vermiş. Bir de diğer
Peygamberlerle gönderilen sahifelerde de haber vermişti.
Buna rağmen o suçlular, Ahirette, Rabbimin huzuruna
vardıklarında, yaptıklarını karşılarında gördüklerinde;
suçlarının altında önce kafaları ezilecek, yani utançlarından
kafalarını önlerine eğecekler.
Sevgili Peygamberimize ve O'nun şahsında bize diyor ki;
suçlu insanları, başlarını eğmiş olarak rabbin huzurunda bir
görsen. Bir görsen onları. İnsan suçlu olunca, sevdiği bir
büyüğünün Önünde onun yüzüne bakamayıp, başını yere
eğmesi vardır ya, işte bu dünyada iken peygamber sesine
kulak vermeyen insanlar, bütün suçlarının ağırlığı altında,
utanç içerisinde, başlarını rabbin huzurunda yere
eğeceklerini ifade ediyor Allah (c.c).
Orada Rabbimize yalvaracaklar "Ya Rabbi! Biz gördük. Biz
bu dünyada azabı gördük, dünya da iken inanmadığımızı bu
ahiret dünyasında gördük. Dünyada iken kulak
vermediğimiz Peygamber sözlerini bu dünyada işittik. Ne
olur ya Rabbi!" diyecekler. Fakat ata sözünde olduğu gibi;
"son pişmanlık fayda vermeyecektir."
Aklımız başımızda iken, elimiz ayağımız tutarken, bu
bedenimizi doyurmak, beslemek, ve tertemiz yerlerde
gezdirmek için, bu dünyada bir çok meşakkatlere, bir çok
çilelere katlanıyoruz. Ama ne kadar besleyebiliriz ki? 60-
70- 80- sene, o kadar. Sonu gelmez senelerde yaşanacak bir
diyara doğru çekip gidiyoruz. Bunu kimse inkar edemez.
Oraya doğru gidişi herkes kabul etmektedir.
Kabirden sonraki alem ile ilgili konularda inananlar ve
inanmayanlar var tabiki. Ama inkarcılar kabir ötesi
hayatında olduğunu gördüklerinde ve kötü amelleriyle karşı
karşıya geldiklerinde, "yarabbi! ne olur bizi geriye döndürde
iyi ameller işleyelim" diye rabbime yalvaracaklar. Fakat
fayda vermeyecektir diyor Allah (c.c). 3449[11]
3449[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/212-213.
olacak" diyorlar. Böyle diyen insanlara, hemen bir kibrit
yakın ve parmağını kibritin üstüne tutmasını isteyin.
Parmağını tutabilirmi? Kibrit alevi nedir Jci? Görüntüde
hiçbir şey değildir ama o kibritin alevine dahi
dayanamıyoruz biz. Parmağınızın ucu ateşte yanarken, diğer
taraftan herhangi bir şeyden zevk almanız mümkün değildir.
Öyleyse bu dünyada iken aklımızı başımıza alalım,
cehennemi görür gibi, cenneti görür gibi hareket edelim,
Rabbin rızasına muhalif iş yapmamaya çok dikkat edelim.
Rabbimiz diyor ki, dileseydik herkese hidayet verirdik. Yani
dile-seydim kafir insan yaratmazdım diyor. Yani dileseydi
insanlara küfretme meylini vermezdi. Ama hidayete veya
dalalete meyletme iradesini veriyor ve neticede hidayete tabi
olanların cennete, dalaletin yolundan gidenlerinde
cehenneme gideceğini ayetleriyle bildiriyor. İnsana hür
iradeyi vermiş ama o hür iradeyi iyi yolda kullanmaları için
Allah(c.c) Peygamberler göndermiş, son peygamber olarak
da Efendimizi (A.S.V.) ve Onun getirdiği Kur'an-ı Kerimle
insanlara kopya vermiş.
Yani bu dünya sahnesinde binlerce nimet verilmiş ki,
bunların her biri imtihan sorusudur, bu imtihan
sorularımızda başarılı olabilmemiz için Allah (c.c.) bize
kopye veren bir kitap ve kopyeleri de okuyuveren hir
nevffamber ve onların varislerini de göndermiştir. 3450[12]
3450[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/213-215.
Allah'ı teşbih ederken, yani "sÜbhanallah, sÜbhanallah...",
"elhamdülillah, elhamdülillah..." derken hiçbir zaman
Allah'a karşı kibirlenmediğinizi de ortaya koymuş
oluyorsunuz. "Secde"ederken, hiçbir insan önünde
eğilmeyen, yukarılarda gezen başınızı Allah'ın huzurunda
secdeye kapatıyorsunuz. Secde ki, ayak hiz.amzdadır,
topraktan yaratılmış olan halılar, kilimler üzerine alnınızı
koyuyorsunuz. Yani topraktan geldik toprağa gideceğiz.
Ya Rabbiü, bu baş yücelerden yüce ola/ı Allah (c.c.)'a itaat
ve ibadet ettiği oranda yücelir. Onun için "subhane rabbiyel
Ala" "yüceler yücesi Allah (c.c.) teşbih ederim" diyoruz ve
oradan canımızı tenimizi yüceltiyoruz. Rabbimize ibadet ve
itaatle ruhumuzu ve bedenimizi yüceltiyoruz. Mehmet Akif
Merhum ne güzel ifade etmiş; "-O rükû olmasa, dünyada
eğilmez başlar."
Çanakkale'de Allah'ın huzurunda eğilen askerlerimiz,
düşmanın huzurunda eğilmemişler, cesetleri dağları
doldurmuş ama yurdumuza düşmanları doldurmamışlardır.
Günümüzde gazetelere bakınız, yazarlarımız, çizerlerimiz
birbirlerinin aleyhlerinde verip veriştiriyorlar. Biri diğerine
CIA ajanı diyor, diğeri de ona Mossad ajanı diyor. İkiside
Türk bunların. Fakat bütün bunların müşterek tarafları, yani
birlikte oldukları taraf; İslam'a yan bakışlarıdır. Rabbim
huzurunda bir defa olsun eğilmemeleridir.
Alnım secdeye koyan insanlardan; dinine, imanına, vatanına
ihanet eden insan çıkmamıştır. Rabbine secde eden, rabbine
rüku eden, rabbin huzurunda boyun eğen insan, düşmanın
önünde boyun eğmez.3451[13]
3451[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/215-216.
ederler.)
Rablerinden korkarak ve ümitle dua edenler, gecenin bir
zamanında yanlarım yataklarından uzak tutarlar.
Buhari'nin bildirdiğine göre, Hz. Aişe validemiz;
"Peygamberimizin ayakları şişinceye kadar geceleri ibadet
ettiğini" haber veriyor.
Hatta Hz. Aişe validemiz diyor ki; "Ya Rasülallah,
Allah(cc) senin gelmiş ve geçmiş günahlarını affetti, hala mı
dua ediyor sun?" Efendimizde diyor ki; "şükreden bir kul
olmayayım mı?" Yani affı arttıkça şükrü artıyor.
Doğrusu da o değil mi? İnsanın sevdiği birisine karşı sevgisi
arttıkça, saygısı da artıyor. Ona karşı hata etmemek için
hassasiyeti artıyor. İşte Efendimiz (a.s.v.), Rabbine
yaklaştıkça ibadetleri daha fazla
artı veriyor.
Biz de Rabbimize olan bağlılığımızı devam ettirdikçe
ibadetlerimizi daha da artırmalıyız. Hatta bu ayetin
tefsirinde, Ebul -Leys es-Semerkandi şöyle diyor; Akşamla
yatsı arasında da yatsı namazını geçiririz diye uyumazlar.
Rabbin vermiş olduğu rızıktan da infak ederler. Mü'minlerin
vasıflarını sayarken şunları sıralıyoruz; Allah'ın ayetlerine
iman ederler, Allah'a secde ederler, Allah'ı teşbih ederler,
Allah'a hamd ederler. Allah'a karşı büyüklenmezler.
Büyüklenemezler ne demek? Kim büyükleniyor Allah'a
karşı? Bir çok imansız var ki, Allah'ın büyüklüğünü kabul
ediyor. Ama bu Müstekbirler diyorlarki, "Evet yeri göğü
Allah yarattı ama, Allah'ın bundan 1400 sene Önce koymuş
olduğu hükümlerden, emir veya yasaklardan biz daha iyisini
koyarız"
İşte bu kibirlenmedir, büyüklenmedir. "Allah'ın indirdiğini
Kur'an'dan bizim yazdıklarımız daha iyidir ve daha
değerlidir" demek müstekbirler arasına girmek demektir,
İnkarcılar arasına girmek demektir.
Yeri göğü Yaratan Allah'ı bir tarafta kabul edeceksin. O'nun
yarattığı mahlukatta bir tek kusur bulamıyacaksın, ondan
sonrada diyeceksin ki, Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim'den
benim ağabeyim, benim amcam, benim sam amcam daha iyi
kanun koyar, ben ona iaat ederim!!!" İşte buna çağdaş
putperestlik denilir.
Mü'min ise Allah'a karşı kibirlenmez. Allah'a dua eder,
yatacağı zamanlar vardır, çalışacağı zamanlan vardır, ibadet
edeceği zamanlan vardır ve Allah'ın kendisine vermiş
olduğu nimetlerden de infakta bulunur Yani dağıtır. Nedir o
nimetler?
Akıl nimeti; Akıl nimetininde dağıtılması gerekir. İnsanlara
yol göstermelidir. İlim nimeti; İlim nimetini dağıtacaksınız,
okutacaksınız. Mal nimeti; O maldan da zekatlarınızı ve
sadakalarınızı vereceksiniz.
Makam ve Mevki nimeti', Belirli bir makama gelmişseniz o
alanların da hakkını vereceksiniz. 3452[14]
3452[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/216-218.
yaptıklarımızın karşılığı olarak Allah (c.c.), öyle mutlu anlar
yaratır ki, amellerimizin neye vesile olacağını önceden
kestiremeyiz.
Şimdi şu soru soruluyor? İslam gelince ne olacak? İslam'ı
yaşarsak ne olacağını bayramlarda görüyoruz. Mesela
Kurban bayramından önce sorsalardı. İslam'ı yaşarsak ne
olurdu? deselerdi tarif etmemiz biraz zor olurdu. Yaşayınca
görüldü. Ancak bu yaşama, ferdi olarak değil, toplum olarak
yaşama olacak. Zaten İslam'ın bir topluma mutlu anlar
yaşatabilmesi için de, toplu olarak yaşanması gerekiyor.
Cumhurbaşkanından dağdaki çobana kadar herkes
bayramını yaşıyor. Önce hep beraber namaz kılıp, gücü
yetenler Kurban kesiyor. Bütün sokaklar tektemiz oluyor.
Üç günlüğüne vacip olan İslam'ın bir emri,
Cumhurbaşkanından dağdaki çobana kadar yaşanır hale
gelince, Genelkurmay başkanından erine kadar herkes
tarafından yaşanır hale gelince ne oluyor? Bütün sokaklar,
Kışlalar, karakollar, üniversiteler birkere tertemiz oluyor,
bayram temizliği oluyor.
Elbiseler rengarenk oluyor, ağızlarda şeker var, ağızlar tatlı,
ağızdaki kelimeler tatlı ve güllü, midelerimizde et,
zengininden fakirine kadar herkesin evine et giriveriyor.
Birde akraba arasındaki ziyaretleşmeler. Üç günlüğüne bir
vacip toplum tarafından yapılınca toplumsal bir değişim
meydana geliveriyor.
Önceden bunu kestirmek mümkün değil. Ama yaşanınca
oluyor. Eğer topyekün bir millet tekrar namazından,
zikrinden, fikrinden, mali, ticari, siyasi, her sahada Kur'an'ın
emrettiklerini yaşar hale gelince, dillerini yalandan,
gönüllerini iftiradan gıybetten, hasetten, şirkten te-
mizleyecek olurlarsa kulaklarını kötü sözlerden uzak tutup,
iyi sözlere kulak verecek olurlarsaki ayet-i kerimede; "Onlar
her sözü duyarlar, en güzeline uyarlar" buyuruluyor. 3453[15]
Gözlerin göreceği bütün manzaraları güzelleştirecek
olursak, hem gönül hanemizi hem de dış dünyamızı
güzelleştirecek olursak, bu dünyamızda cennet olur.
Bu dünyada cennet gibi bir hayat yaşayan, İslam'a göre
hayatını geçiren, İslam'ın o ılık ikliminde ailesiyle mutlu
hayatını yaşayan insanlar, cennette yaşayacak hale geldikten
sonra, Allah (c.c.) eceliyle beraber o insanları cennete
uçuruverir. 3454[16]
3453[15]
Zümer 18
3454[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/218-219.
3455[17]
Fethul Bari 31220, K. Cenaiz, Damkutni veFevaidi Ehi Yaladan naklen
olmadığı gibi, zehirle panzehirin denk olmadığı gibi, acı ile
tatlının denk olmadığı gibi, mü'minle kafirde birbirine denk
değildir. 3456[18]
3462[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/224-225.
Türkiye'de çıkan gazeteler İslam'ın sesinin gür sedasını
bütün gönüllerde tatlı bir yankı meydana getirdiğini
yazıyorlar. Bu da dinimizin, hak bir din olduğunu
gösteriyor. 3463[25]
3463[25]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/225-226.
3464[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/226-227.
3465[27]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/227.
29- Deki; fetih (kıyamet) günü geldiğinde, kafirlere imanları
fayda vermez. Onlara zamanda tanınmaz.
De ki; o kıyamet geldiğinde, kıyamet alemetleri de
çıktığında kafirlere imanları fayda vermez. Yani mahşeri
gördüklerinde, kıyamet koparken iman etmeleri onlara fayda
vermez ve onlar hiç gözetilmez diyor Allah (c.c.) 3466[28]
3466[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/227.
3467[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/227-228.
AHZAB SURESİ
3468[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/229-231.
ediniz" diyor. Bu ticaret akdi de olsa, nikah akdi de olsa,
devletlerin birbiriyle yapmış olduğu sözleşme de olsa,
bunlara riayet edilmesi gerekir. Ama haram üzerine akid
olmaz. Yani arkadaşına; "söz veriyorum akşama geleceğim,
meyhanede içeceğiz " diye yapılan bu sözleşme haram üze-
rine yapıldığından sözleşme sayılmaz. Ama oraya kadar
gider de arkadaşını da oradan vazgeçilirse, bu sebeble
sözüne sadık kalabilir. Veya ikimiz beraber olalım, filan
adamı öldürelim diye de sözleşme yapılmaz. Haram üzerine
sözleşme yapılmaz. Meşru bir zeminde yapılan sözleşmelere
dikkat et, o konuda cayan taraf olmaktan sakın ve Kafirlere
ve Münafıklara itaat etme diyor. Allah (c.c.) Mü'min
karşısında Hizbu'ş-şeytan olanları da ikiye ayırıyor Allah
(c.c); Birisi kafirler, diğeri münafıklar. Kur'an-ı Kerim'in
"Kafir" diye isimlendirdiklerinin içerisine putperestler de,
Yahudiler de, Hıristiyanlar da girer. "Hocam Hristiyanlara
kafir diyebilirmiyiz" diye soranlara, bunu Rabbim diyor ben
demiyorum. "Allah, Meryemoğlu Mesihtir diyenler kafir
oldular" diyor. Allah (c.c.) 3469[2]
Yani bizim dememizin hiçbir değeri yok. Desek de,
demekes de, bir değeri yok. "Hocam çağdaş dünyada
yaşıyoruz, Hıristiyan dünyası ile ilişkilerimiz sürecek,
bunlara karşı kafir kelimesini kullanmasak olmaz mı?"
Geri zekalı olmanın anlamı yok. Adamlar geri zekalı
değiller. Adamlar senin neye inandığını biliyorlar. Sen
Kur'an- Kerim'e inanıyorsun, Kur'an-ı Kerim de de
Rabbim'in onlar için "Kafir" kelimesini kullandığını onlar
çok iyi biliyorlar. Bu konuda ingilrzce, Fransızca, Almanca
ve diğer dillerde binlerce kitap yazmışlar. Kur'an-ı Kerim'de
Hristiyanlara, Yahudilere kafir denildiği, onların ilim
adamları tarafından bilinmektedir.
Şimdi siz gideceksiniz Sorbon Üniversitesinde konferans
3469[2]
Maide 72,73,17
vereceksiniz ve diyeceksiniz ki, "biz hristiyanlara kafir
deyemiyoruz." Dinleyenlerden birisi size ayetin numarasını
söyleyiverecek. "Peki bu Kur'an'a iman ediyormusun?"
"Evet" ama "Kur'an böyle diyor" dediğinde ne diyeceğiz?
Hızbû'ş-Şeytan diye bilinen bu İslam'ın dışında kalan
insanlar iki gruba ayrılıyorlar. Karfirler ve Münafıklar.
Münafıklar da kafir ama, "Ben kafirim" deme cesaretini
göstermeyen şahsiyetsiz insanlar. Şahsiyetini ne kafirin
yanında, ne de müslümanın yanında gösteremeyecek kadar
korkak insanlar. Çıkarları için alçaklığın her çeşidine razı
olmuş insanlar.
Cami ile Kilise arasında kalmış, ikisinden birisine
girememiş insanlar. Menfaat kilisede dağıtıldığında oraya
koşan, camide dağıtıldığını gördüğünde hemen geri camiye
dönen, ikisi arasında koşması nedeniyle de ikisindende
yararlanamıyan insanlardır bu münafıklar. Bunlar inançsız
olupta, imanlı görünmeye çalışan insanlardır.
Buradaki münafık, sevgili peygamberimizin; "üç şey vardır
ki, bunlar kimde bulunursa onda münafıklık alameti vardır.
Konuştuğunda yalan söyler, emanete hıyanet eder, vadinde
durmaz" (Müslim İman 108, Buhari İman 24) dediği
münafık değil. Yalan söyliyen bir insan münafık değildir.
Münafıklık alametlerinden bir alamet onda bulunmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in burada kasdettiği münafık; gerçekte iman
etmediği halde, iman etmiş gibi davranan kişidir. Onlara da
itaat etme diyor. Dikkat ediniz!. "Kafirlere ve münafıklara
itaat etme" diyor Allah (c.c). Efendimizin şahsında bu emir
bütün ümmetedir, bütün mü'min-lere, bütün
müslümanlaradır. Kafire itaat edilmez, münafığa da itaat
edilmez. "Ben de müslümanım" deyip de İslam'ın dışında
emir ve yasakları dayatan insanlarada itaat edilmez.
Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeye hükmeden,
hükmünde hikmet sahibi olandır.
Peki, kafirlere itaat edilmezse ne yapılır? Rabbim diyor
ki; 3470[3]
3472[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/235-237.
aydınlık bir arada bulunabilir mi? Bunu yapabilir misiniz?
Bu mümkün değildir.
Bir gönülde iki ilah olmaz. Şair Agah Semerkantlı; "Bir
dilde iki suz'i muhabbet olmaz Bir fanus içre iki şem' etmez
ca" diyor.
Bu tip insanlar, "kurt dumanlı havayı sever" ata sözündeki
gibi bir ortam istiyorlar ve kendileri yapmadıkları halde
Mehmet Akif in istiklal Marşında ifade ettiği gibi; "ele alıp
sıktığında şüheda fışkıracak". Bir toprağın üzerine bir
imansız çıkıyor ve müslümana diyor ki; "sana ibadet hakkını
da verdim, konuşma hakkını da verdim" Sen kimsin ki, bu
haklan bana veriyorsun?
Senin bu yaptığın ev sahibinin evine gelip, köşeye oturup,
ev sahibini hizmet ettirip sonra da, "bak sana ayakta durma
hakkını veriyorum veya kapının önünde yağmurdan
korunman için müsade ediyorum" demek gibidir bu.
Allah (c.c.) burada cahiliye toplumunda geçerli olan bir
hukuk kuralını da yürürlükten kaldırıyor. Bu sureden Önce
nazil olan Mücadele Suresinde bu konu kesin bir karara
bağlanmış, burada bir hatırlatma yapılıyor.
Efendimizden önceki dönemde Mekke ve Medine'deki
insanlar eşlerine, "sen bana annem gibisin" veya "senin
sırtın annemin sırtına benziyor" gibi bir ifade de bulundu
mu, o kadın o andan itibaren boş oluyordu. Bu toplumsal
yarayı Allah (c.c.) düzeltiyor. Zaten Kur'an-ı Kerim ayetleri
geçmişi tamamen silmek üzere inmez. Niye? Çünkü insanlık
peygamberle başlamıştır. Dünyanın neresine giderseniz-
gidin, en bedevi bir toplumla karşılaşsanız dahi, onların
yaşam tarzlarında islam'a uygun kaide ve kurallar
bulursunuz. Nereden kaynaklanıyor bu?
İnsanlar Hz. Adem'den, Hz. Havva'dan, Hz. Nuh'dan
türemişlerdir. İnsanlar Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın
eğitiminden geçmişlerdir. Onun içindir ki, MÖ. bilmem
kaçıncı binde insanlar çok güzel sözler söylemişler. Bunlar
vahye dayanan sözlerdir. O insanlara vahiy gelmiş değil.
Daha önceki peygamberlerin vahyinden etkilenerek
kitaplarına geçirmişlerdir.
İnsanların sosyal hayatlarındaki güzel kurallar ise yine o
peygamberlerin eğitiminden onlara yansımış, olanlardır. O
kırılmış güzel kâsenin güzel parçalarıdır. Geçmişin
güzelliklerini devam ettirmek, bozuk olanlarını ortadan
kaldırmak ve yeni hükümler koymak üzere Allah (c.c.)
Kur'an-ı Kerim'i indirmiştir.
Bu ayetle, Allah (c.c.) o cahili toplumda bir yara olan, o
kötü hükmü yürürlükten kaldırıyor.
"Sizin zıhar yaptığınız kadınlarınız anneleriniz değildirler."
Yani, "sen benim annem gibisin" demekle o kadın annen
olmaz. Anneleriniz sizi doğuranlardır. Bundan dolayı
keffaret vermesi gerektiğini Mücadele Suresinde bize
bildirmişti.
Oğulluklarınız da sizin çocuklarınız değildir. Mekke ve
Medine döneminde şöyle bir uygulama vardı. Bir insan
kendine evlatlık aidimi, o onun varisi olurdu. O onunla
nikah açısından da oğlu veya kızı gibi olurdu. İslam bu
hükmü de kaldırıyor.
Bir insan birini evlatlık olarak almışsa ileride o evlatlığı ile
kendi kardeşi, yani evlatlık alan adamın kardeşi
evlenebilirler. Çünkü o bir başka insanın çocuğudur. O kızla
evlatlık alan adamın çocuğu evlenebilir. Rabbim bu hükmü
getiriyor. Neseb yoluyla ve sıhriyet yoluyla meydana gelen
haramlık bu evlatlık edinme ile meydana gelmez. Ayet bunu
ifade ediyor.
Yahu insan evlatlığı ile evlenir mi? Niye Kur1 an bunu konu
ediniyor diye birisi söyleyebilir. Evlatlığı ile evlenmesin.
Evlenme mecburiyeti yok. Ama evlatlık olarak aldığı bir kız
ileride kendi oğlu ile evlenmek isterse dinim diyor ki, engel
yoktur. Evlatlık olarak aldığı bir oğul evlatlık alan adamın
kızı ile evlenmek isterlerse bir engel yoktur.
Rabbim kısaca diyorki, evlatlıklarınız sizin çocuklarınız
değildir. Örnek olarak da bizzat peygamber efendimizi
vermiş. Peygamber efendimizin evlatlık olarak aldığı Zeyd
(R.A.) vardır. İnsanlar Zeyd'den bahsederlerken Zeyd b.
Muhammed diyorlar. (Muhammed'in oğlu Zeyd.) Halbuki
Zeyd, Mekke'li zorbalar tarafından kaçırılmış, çok uzak
diyarlardan Mekke'ye getirilmiş, köle diye satılmış bir
çocuktur.
Zeyd'in esas babası çocuğunun Mekke'de olduğunu duyar
Mekke'ye gelir, çocuğu ile görüşür, çocuğunu götürmek
istediğini bildirir. Sevgili Peygamberimiz Zeyd'e der ki;
"baban bu, dilersen burada kılırsın, dilersen babanla beraber
gidersin" Zeyd (R.A) babasının da rızasını alarak
Peygamber efendimizin yanında kalmayı tercih etmiştir.
Ama ayet-i Kerime nazil olmuştur. "Muhammed
hiçbirinizin babası değildir. O Allah'ın rasülü ve
Peygamberlerin sonuncusudur." Evlatlıklarımızın babası
değiliz, bunu bilelim.
Ayet-i Kerime bunu söylerken evlat edinmeyi
yasaklamıyor. Dinimin yasakladığı nedir? O çocuğu alıp
kendinize mirasçı yapmakla mirasçılarınızı mahrum
bırakmanız yasaklanmıştır. Ama bir yetimi alır besleyip
büyütür, eğitimini verip bol sermaye verip iş yaptırır,
evlendirirsiniz, Dinim buna engel olmuyor.
Bu sizin ağızlarınızla söylediğiniz bir sözdür. Yani oğlum
demekle oğul olunmaz. Kişi hanımına, annem demekle
annesi olmaz.
"Allah doğruyu, hakkı söyler. İnsanları en doğru yola
götürür." Yani doğruyu söyleyen de Allah (c.c)'dır İnsanlar
da doğruyu söylerler. Ama insanların düşünceleri;
vucuddaki göz gibi, kulak gibi sınırlıdır. O görüşleri
içerisinde doğru söyledikleri de vardır yanlış söyledikleri
de. Biz ihtimallerle hareket etmiyoruz. Her işimizde işi
sağlama almaya gayret ediyoruz. Bütün işlerimizde işi
sağlama almaya gayret ediyoruz da sonu gelmez senelerde
kabir ötesi hayata gideceğiz. 60 senelik hayatımızda
işlerimizin sağlam olmasına dikkat ediyoruz da, sonu
gelmez senelerde yaşacağımız hayat için niçin işimizi
sağlama almıyoruz. En doğru söz hangisi ise ona uyalım. En
doğru, en güzel söz de, Allah'ın sözüdür. En güzel sözü
Allah indirmiştir. 3473[6]
3473[6]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/237-241.
olarak göreceğiz.
Günümüzde kimsesiz çocuklara sahip .çıkan, evine alan
aileler, onları kendi nüfûslarına geçirmeden bakıp
büyütsünler, evlendirsinler, mahremiyete dikkat ederek bir
din kardeşi ve dostu olarak görsünler, güçleri yeterse iş
kuruversinler. Ama onları nüfûsuna kaydederek, gerçek
mirasçılarını mirasdan mahrum etmesinler.
Günümüzde bir kısım feminist kadınlarımız "biz
kocalarımızın soyadını almak istemiyoruz. Kendi soy
adımızla kalmak istiyoruz." derken, İslami bir istekte
bulunmuş oluyorlar. İbn Hacer el-Askalani, el-İsabe fi
Temyizi's-Sahabe isimli eserinde, üçbin kadar kadm
sahabenin hayatını anlatırken, hepsini ailesine nispet ederek
anlatır. Yani aile isimleriyle anılırlar. Kısacası aslında bütün
insanların fıtratı İslâm'ı istiyor. 3474[7]
3474[7]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/241-242.
bizi besleyip büyütebilirler. Ülkeleri sömürürler ama
büyütüp süsledikleri çocuklarını cehenneme
hazırladıklarının farkında olmazlar. Ama peygamberimiz,
bizim iki dünyamızın da güzel olmasını ister. O bizi, bizim
canımızdan daha fazla sever.
Biz iman eden herkesi din kardeşimiz olarak severiz. Ensar
ve Muhacirin, "kardeşlik müessesesi" dünya tarihinde eşine
rastlanmayan bir kardeşliktir. Birbirlerine varis olacak
şekilde kardeş olan bu mü'minlerin durumu bu ayetle
yeniden düzenleniyor ve miras için kan bağı ve evlilik
bağının olması gerektiği, bunun dışında kalan dostluklarda
ancak hediye ve vasiyetin devam ettiği belirtilmiştir.
Yani siz, din kardeşinize dilediğiniz oranda hediye
verebilirsiniz. Malınızın üçde birini vasiyet edebilirsiniz
ama, kan ve evlilik bağı olmayanları malınıza varis
yapamazsınız. 3475[8]
3475[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/242-243.
Bütün peygamberlerden bu söz alınmıştır. Hak'dan gelen
mesajları olduğu gibi, halka duyuracaklarına dair söz
alınmıştır. Al-i imran 81. ayetinde; "her peygambere,
kendinden sonra gelecek peygamberin geleceğini haber
vererek, Ona yardım etme sözü alınmıştır." Hz. İsa,
"kendinden sonra Ahmed isimli bir müjdecinin geleceğini"
haber vermiştir. 3476[9]
Yuhanna İncili'nin 14. bölümünün 16, 27, 28, 29ncu sözleri
de bu ayeti desteklemektedir. Al-i İmran 81 de, "çağdaş
sahte peygamber ve sahte ümmetlerin iddialarına cevap"
vardır.
Allah'a verilen söze, ne kadar sadık kalındığının hesabı, bir
gün muhakkak sorulacaktır. Doğruluktan dem vurmak
yeterli değildir. Doğru olmak, doğru yaşamak ve doğruluk
üzere ölmek gerekir. 3477[10]
3482[15]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/248.
Çinli'lerin Japonların, Avrupalının, Amerikalının, hülasa
yerlisinin, yabancısının kim olursa olsun, Allah'ın kitabı'na
ve peygamber (s.a.v.)'ın sünnet-i seniyyesine karşı harb ilan
etmiş insanların başarılı olamıya-caklarının" bir işaretini
vermiş oluyor.
Onun için Ahzab suresi'ni çokça okuyacağız. Hele hele bu
günlerde biraz daha çok okuyacağız. "Fiil suresini" de
fazlaca okuyacağız. Fil suresinde de o günün güçlü
imparatorluklarından biri olan Habeş ima-patorluğunun,
Yemen Valisi ve Komutanı olan Ebrehe'nin Kabe'yi yıkmak
için geldiğinde, kendisinin yıkılıp gittiğini okuyoruz.
Bunları tarihi olayları tekrarlamak için okumuyoruz. Allah
(c.c.) bize bunları tekrarlamakla, bize bunları bildirmekle
"Kıyamete kadar da yardımının mü'minler üzerinde
olacağını" ifade etmiş oluyor.
Bu 18. ayet bize; mü'minler içerisindeki münafıkların
davranışlarını segiliyor. "Allah sizin aranızdan geride kalan
ve insanları geride bırakmaya çalışanları bilir." Mü'minlere,
"bizim yanımıza gelin, bizim yanımıza gelin" diyenleri de
bilir
Mü'minlerin peygamberimizin yanında oluşundan rahatsız
olan insanlar bağırıyorlar: "Bizim yanımıza gelin bizim
yanımıza gelin" "Düşmana karşı gitmeyin, Medine'de kalın,
canlarınızı kurtarın diye bağırıyorlar.
Aynı şeyler günümüzde de tekrarlanmaktadır. Birileri
kalkıyor komi-nizme gelin, birileri kalkıyor kapitalizme
gelin diyorlar. Türkiye'de gazeteleri takip ettiğimizde
görüyoruzki siyasiler için bile, filan Alman yanlısı, filan
Amerikan yanlısı. Yahu bu adamlar bu ülkenin insanının
yanında değiller mi? ki, bu ifadeler kullanılıyor. Peki yanlısı
olmak ne demek? Çevrenizdeki ve kendisine tabi olan
insanları da oraya doğru davet etmek demektir.
Biz insanlarımızı Allah'a davet edeceğiz. İnsanları Allah'a
davet etmek kadar güzel bir şey yoktur. Çünkü insan insanın
peşinden gitmez. İnsan insanı sever, insan insanın gönlünü
kırmaz, insan insanın hatırını yapmakla görevlidir, ama
hiçbir insanın aklı diğer insanın aklını hapishane gibi
kullanamaz veya onun aklını kendi aklı içerisinde mahpus
edemez. 3483[16]
3483[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/249-250.
İşte onlar iman etmemiş insanlardır. İman etmiş gibi
görünüyorlar ama iman etmemiş insanlardır. İman etmeyen
insanların amellerinin de boşa gideceğini ifade ediyor Allah
(c.c).
Mü'minlere yaranmak için namaz kılıyor, oruç tutuyor
görünüyorlardı münafıklar. Bunların onlara faydası olacak
mıdır? olmayacaktır. İman etmeyince hiçbirinin faydası
olmayacağını Allah (c.c.) burada bu ayette ifade etmiştir.
Onların amellerini boşa gidermekte gayet kolaydır. 3484[17]
3484[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/251-252.
mü'minlere yardım eden çok az da olsa, olur mu? olur.
Neden dolayı olur? Bir çok sebebten dolayı olabilir? şahsi
çıkarının, ekonomik gücünün, siyasi gücünün korunması
için mü'minlerin yanında olabilir. 3485[18]
3485[18]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/252-253.
karanfiller, güller, çıkar.
İşte o zaman biz de rahmet damlalarının eserini görürüz.
Ayet-i Kerimeler rabbim tarafından nazil oluyor ama bunlar
lafızdır, kelimedir. Bu kelimelerden bir hayat kumaşı
dokunmalıdır ki, kıyamete kadar gelen insanlara bu örnek
olsun.
İşte sevgili Peygamberimizin hayatı Kur'an'a göre
şekilleniyor. Bunu da Rabbim ifade ediyor. "Şüphesiz sen
çok büyük bir ahlak üzeresin" Ahlak nereden belli olur?"
(Kalem 4) "Şu insan çok ahlaklı" dediğinizde neyi
kastediyorsunuz? Jestleri, mimikleri, sevinmesi, üzülmesi
v.b., kısaca sözleri ve davranışları kurallara uygun olursa,
dışta da biz onu görürsek biz ona ahlaklı diyebiliriz.
Sevgili Peygamberimizin sözleri, davranışları ve
onaylamaları O'nun ahlakım ortaya koyar ki, bu üç yönde
görünen ahlakı da, Rabbimiz tarafından onaylanmış bir
Peygamberdir.
İşte o peygamberin hayat kumaşı Kur'an ayetlerine göre
dokunmuş, sözden fiile geçirilmiş ve bize de rabbim
tarafından "İşte örneğiniz" deniliyor.
Aile hayatınızdan, komşuluk ilişkilerinizden, mahkemedeki
davranışınızdan, mesciddeki hareketinizden, sokaktaki
gezişinizden, işleri yönetişinizden, top yekûn insanlığa
bakışınıza, gösterdiğiniz nezaket kurallarına kadar, bütün
bunlarda önderimiz ve örneğimizin, sevgili peygamberimiz
Hz. Muhammed olduğunu Allah (c.c.) bize emrediyor.
Kur'an'ı referans kabul edenler, Kur'an'ın bütün ayetlerine
iman etsinler. Kur'an'm bir kısmına inanır, bir kısmına
inanmayız diyen kafirlerden kendilerini ayırt etsinler. Eğer
Allah'ı ve ahiret gününü umuyorlarsa, Ahirette Allah'ın
rızasını kazanmak ve cenneti elde etmek için gayret
gösteriyorlar ve Allah'ı da çok zikrediyorlarsa, bilsinlerki
Allah'ın zikri olan Kur'an-i Kerim; "Allah'ın Rasülü'ne
uymayı" bize emretmektedir. (Bu konuda "Sünnet
savunması ve Hadis usûlü" isimli eserime hakiniz.) 3486[19]
3486[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/253-254.
3487[20]
Bakara 214
3488[21]
Muhammed 6
3489[22]
Buharı Cihad 12
3490[23]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/255.
24- Çünkü Allah doğrulan, doğrulukları sebebiyle
mükafatlandıracak, münafıklara dilerse azap edecek veya
onların tevbelerini kabul edecek. Şüphesiz Allah
bağışlayandır, merhamet edendir.
"Hazır ol cenge, eğer istiyorsan sulhu salah" demiş
atalarımız. Yani eğer gerçekten yeryüzünde barış istiyorsan,
cenge hazır duracaksın. Çünkü pislikler güneşin ışığından
uzak kalacak olurlarsa çoğalırlar. Ama güneş mikroplan
kırıcı etkisini gösterecek olursa, onlar gizlenirler.
Mü'min; yeryüzünde barışı isteyen insandır. "İslam"
kelimesi de, "Silm" kökünden türemiştir ve yeryüzüne barışı
yaymak üzere topyekün insanların, insana ibadeti değil,
Allah'a ibadet ve itaatini sağlayarak, şahsiyetini onlara
kazandırarak, birilerinin himayesinde, onların artığıyla -
kuyruk sallamak suretiyle- geçinmekten insanı kurtarmak,
insanları kendine kul ve köle yapan ve onları belirli
paralarla çalıştıran, onları bazen silah tetikçisi, bazen kalem
tetikçisi olarak kullanan insanlara karşı, verilen mücadelenin
adıdır İslam. Mü'minler de işte öyle er kişilerdir.
Rabbim, yeryüzündeki şer güçlere, fitne ve fesadın
yayılmasını isteyenlere karşı; "biz bu dünyada kötülüklere
karşı mücadele etmek üzere çıkarılmış vasat bir ümmetiz,
adil bir ümmetiz, orta bir ümmetiz. İyilikleri emrederiz,
kötülüklerden insanları ahkoyanz. Bu yolda malımızı ve
canımızı vermeye de hazırız" diyerek bekleyen insanlar
vardır diyor.
Bunlar hiç bir zamanda bu düşüncelerini, imanlarını ve
amellerini hiçbir şekilde değiştirmezler.
Allah (c.c.) bunları niye bize haber veriyor? Çünkü
Allah(c.c) sadıkları, doğrulukları nedeniyle
mükafatlandırmak istiyor.
Bu mücadelenin neticesinde, sadıklara cenneti, fasıklara ve
kafirlere de cehennemi va'd etmiştir. Allah (c.c.) Tevbe
edenlerin tevbesini kabul etmek için bunları bize
anlatmaktadır. Çünkü Allah azab etmek istemez.
Rabbim bir Hadis-i Kudsi de; "Rahmetim Gazabımı geçti"
diyor.3491[24] Rahmeti kainatı kuşatmıştır. Ayet-i kerimelerde
ifade edilen budur. 3492[25] Allah gafurdur, Rahimdir. Yani
Allah (c.c) günahları örtüyor.
Eğer yaptığımız günahlar alnımızda görünüverseydi,
halimiz nice olurdu bizim?
Bu dünyadan hiç günahını söylemeden gidenler var. Rabbim
onları açığa çıkarmıyor. Eğer tevbe edecek olursa, mahşer
yerinde de çıkarmayacaktır. Orada da gizleyecektir.
Günahınız ne kadar büyük olursa olsun, yeterki rabbimize
tevbe edelim. Yeryüzündeki bütün insanların günahını bir
araya getirseniz, Allah onları affetse, rabbimin rahmetinden
eksilen bir şey yoktur.
Denize batan bir iğneyi çıkardığımızda iğne denizden ne
kadar almışsa, günahlarımız affedildiğinde de rabbimin
rahmetinden ancak o kadar eksiltebilir. Yani eksiltmez
manası vardır. Öyleyse günahlarımızın büyüklüğü bizi
ümitsizliğe sevketmesin. 3493[26]
3491[24]
Buhari Tevhit 55, Müslim Tevbâ 15
3492[25]
A'raf 56
3493[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/255-257.
Yoksa insanlara şirin görünmek için, onların gavurluklarına
hoşgörü gösterilmez, insana hoşgörü gösterilir.
Mesela hastaya hoşgörülü davranıhr ama hastanın
hastalığına hoşgörülü davranılmaz. O hastalık ilaçla tedavi
edilmelidir. Hastaya iyi muamele edilir ama kanserine saygı
duyulmaz. Kanser yok edilmelidir.
Kafirin, şahsına insan olarak saygı duyulur. Ama içindeki
kinine, içindeki imansızlığına aids'ten daha tehlikeli olan
küfürüne, gavurluğuna, ataistliğine ve ateistliğine saygı
duyulmaz.
Bulaşıcı hastalık insana bir süre zarar verebilir veya sonuçda
ölebilir, O kadar. İmansızlık ise sonu gelmez senelerde
yanmasına sebeb olur. Hiç birimiz sevgili
peygamberimizden daha sevimli olamayız. Bunu bilelim.
"Kinlerinden parmaklarını ısırdılar" diyor Allah (c.c.)3494[27]
Rabbim onları "estirdiği bir rüzgarla döndürdü." Savaş
konusunda mü'minlere Allah yetti. Yani mü'minler harbe
girmeden, Allah (c.c.) kafirlerin hakkından geldi, "o zaman
olmuş ama günümüzde acaba olur mu?" diyenler olabilir.
Gönül gözümüzü basiretimizi biraz açacak olursak,
günümüzde de olduğunu görürüz. Samimi, yürekten inanmış
bir kaç insanın varlığı Rabbimin rahmetinin gelmesine
sebeb olur.
Dünyada iki süpergüçten biri sayılan Rusya, Afgan
dağlarında yürekten inanmış, bir kaçtane ak donlu ihtiyarın,
çakar almaz tüfekleriyle dağıldı.
Bir avuç yiğit Çeçen mücahidi karşısında, kızıl ordu inim
inim inledi. Şeyh Şamil'in torunu Şamil kızıl ordu ile alay
etti. Hemde bütün dünya televizyonlarının ve gazetelerinin
gözü önünde alay etti. Bütün çevresi tanklarla kuşatıldı ama
bütün dünya müslümanları dua etti; "Ya rabbi gökyüzünden
meleklerini gönder de onları zafere ulaştır." dediler. Rabbim
3494[27]
Ali imran 1/9
diyor ki; "kişiye hesap etmediği yerden rızık verir "(Ta/a* 3)
Bizim hesaplarımıza göre iş bitmişti ama, Rabbim bir
yerden düşmana açık verdiriyor.
Öyleyse biz kul olarak, elimizdeki mevcut imkanlarımızla
İslam'ın Öğretilmesi ve yayılması için uğraşacağız. Bunu
şahsi çıkarlarımız için de yapmayacağız. Bunu top yekûn
insanlığın saadeti ve selameti ve Rabbin rızasını kazanmak
ve cenneti elde etmek için yapacağız.
Bizim insan severliğimiz budur. Yeryüzünde en insancıl
insanlar müslümanlardır. Çünkü onlar hiçbir insanın
yanmaması için insanların imana gelmesini istemektedirler.
Kafire yaran ilam ayacağını, Tevbe sûresi 57. ayetinde
açıklamıştık. 3495[28]
3495[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/257-259.
veriyorlar.
Allah (cc) Yahudilerin kalplerine bir korku salıyor.
Mü'minlerde onların yurdlarını savaşmadan ele geçirirler.
Bu da Rabbimin bir yardımıdır.
Bu gün dünya siyasetini yönlendirmeye çalışan imansızların
da yüreğine bu korku girmiştir. İngiltere de bir araştırmacı,
İngiliz parlementosuna "müslümanlar geliyor" diye bir rapor
vermiştir.
"Allah size, şu anda ayak dahi basmadığınız yerleri de va'd
etti." ifadesi de bir müjdedir. Sevgili Peygamberimiz
Hendek harbinde bunun işaretlerini vermiştir. "Yemen'in
Şam'ın, doğunun ve batının size açıldığını görüyorum"
diyor.
Efendimiz;"Yeryüzü hana dürüldü." diyor. Yani yer
yüzünün doğusunu ve batısını gördüğünü, orada islam
ordularının var olduğunu, peygamberimize gösterildiği,
belirtiliyor hadis-i şeriflerde. Buradaki ifade genel bir
ifadedir. "Şu anda ayak basmadığınız yerlere de, Allah sizi
varis kılacak" diyor ashaba, ashabın şahsında bize de
söylemiş oluyor.
Yani topyekün dünya üzerinde İsam'ın hüküm sürdüğü
günlerin geleceği rabbim tarafından bildiriliyor. Ne zaman?,
onu biz bilemeyiz. 3496[29]
3496[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/259-261.
durmaktadır.
Nasıl ciğerlerimizden hücrelerimize kadar hepsinin havaya
ihtiyacı vardır, suya ihtayacı vardır, yiyecek ve giyecek
maddelerine ihtiyacı vardır aynen ruhumuzun da,
kanımızmda, canımızında, kalbimizinde, kahbımızmda
Kur'an'a ihtiyacı vardır. Bazen gıdasızlıktan hastalanan
hastanın gıdalı maddeleri görünce; yüzünü çevirmesi, içinin
kaynaması, nefret etmesi gibi bazı insanlarımız Kur1 an
gıdasından öylesine mahrum kalmış, öylesine unutmuş ki,
Kur'an'a karşı yüz çevirmekte, onu görünce tiksinti duyar
hale gelivermektedir. Bu tür insanlara, biz şefkatle,
merhametle, hassas bir doktorun hastasına yaklaşması gibi
yaklaşmalıyız.
Bu ve bundan sonraki ayet-i kerimelerde sevgili
peygamberimizin özel hayatını bize anlatmaktadır. Bu sûre
Medine'de nazil olmuştur. Medine'ye varan sevgili
peygamberimiz orada devletini kurduktan sonra, çevredeki
dost ve düşmanlarla münasebetlerini, İslam Hukuku
çerçevesinde düzenliyor.
Daha sonra bir rahatlama meydana gelmiştir. Mekke'deki
sıkıntılar gitmiş, Medine'de mü'minler rahat bir nefes
almışlardır. İşte böyle bir dönemde sevgili peygamberimizin
hanımları ki, onlar bizim anneleri-mizdir. Diğer insanlar
gibi -biraz da peygamber eşi olmayı hesaba katarak- evin
içerisinde yedikleri, içtikleri, giydikleri kullandıkları malze-
melerin değişmesini ve ortama uygun bir şekilde olmasını
arzu etmişler. Peygamber efendimize(s.a.v.)'de bunu
bildirmişlerdir.
Bu olay üzerine bu ayetler nazil oluyor. Bu her ne kadar
Sevgili peygamberimizin özel hayatı ise de, onun özel
hayatı hakkındaki bilgiler, bizleri de ilgilendiren emirler,
tavsiyeler, yasaklar, nasihatlar yerine geçer.
Özellikle efendimizin hayatına aittir, mü'minlerin hayatı ile
ilgili değildir derse, o tür ayetler, emir ve yasaklar
efendimizin hayatı ile ilgilidir.
Öyle bir ifade yoksa, efendimizin hayatı ile ilgili bilgiler,
bizim de ne yapmamız gerektiği konusunda, bize tavsiyeler
veya emirlerdir.
Efendimiz (S.A.V) bu duruma biraz üzülüyor. Yani
eşlerinin kendisinden daha fazla lüks bir hayat istemelerine
üzülmüş. Şunun için üzülüyor. Peygamber Efendimiz;
yepyeni bir toplum meydana getiriyordu. Daha önce
Mekke'deyken Mekke parlementosunun üyesi olan yeraltı
dünyasının babası olan insanlar da İslam'a girmişlerdi. Onlar
o babalığın ve parlementerliğin getirmiş olduğu dünyevi
imkanları terkeden insanlar. Mekke'de zengin iken,
Medine'de bir anda fakir oluveren insanlar var,
Sevgili peygamberimizin etrafında yıllarca köle olarak
alınıp satılan insanlar var, onlar hürriyetlerine
kavuşturulmuş. Peygamberimizle beraber aynı koltuklara
oturabilen, aynı sofrada yemek yiyebilen toplumun en saygı
değer insanları arasına gelmiş Bilal'ı Habeşi, Ammar b.
Yasir, Süheyb-i Rumi gibi insanlar yar. Sevgili
peygamberimiz eline bir şey geçtiğinde, o can dostlarıyla
paylaşıyor.
Topluma hergün grublar halinde katılanlar var, müslüman
olanlar var. Bunların içerisinde durumu iyi olanlar var,
durumu iyi olmayanlar var. Peygamber efendimiz kendi
evinin geçimini kendi temin ediyor. Kendi ihtiyacını
karşılamakla birlikte birtaraftanda dağıtıyor. O insanların
hem dünyevi, hem uhrevi ihtiyaçları ile doğrudan
ilgileniyor. Yani hem mideleri ile ilgileniyor, hem de
gönülleriyle ilgileniyor.
Öyleyse biz de 2000 lere, doğru giderken bu dünya insanına
ikisini de temin etmek için yürümemiz gerekiyor.
Sevgili Peygamberimize, eşlerinden; "kazanılanların evde
harcanması ve dışarıya yapılan yardımların biraz
durdurulması" ile ilgili teklif gelir. Bu konuda Buharı de bir
hadis-i şerif vardır. Hz. Aişe rivayet ediyor. "Bir zamanlar
benim bir elbisem vardı. Düğün yapan kızlar gelinlik olarak
o elbiseyi giyerlerdi. Medine'ye gelip belirli bir zaman
geçtikten sonra refah seviyesi epeyce yükseldi. Benim
elbisemi isteyen yok. Herkes gelinlik elbiseler kadar güzel
elbiseler giymeye başladı" buyuruyor.
İşte bu refah seviyesinin yükselişinde Hz. Aişe, Hz. Hafsa,
Hz. Şevde validelerimiz peygamberimizden(s.a.v.);
kendilerinin de evlerinin, eşyalarının değişimi konusunda
istekte bulunuyorlar. Sevgili peygamberimiz buna üzülüyor.
Fakat üzüntüsünü çevreye duyurmuyor. Fakat Hz. Ebubekir,
Hz. Ömer bunu hissediyorlar ve sevgili peygamberimize
durumu öğrenmek üzere geliyorlar. Karşılıklı konuşuyorlar.
Hz. Ömer, peygamber efendimizi o üzüntülü gününde
epeyce güldürdüğünü nakleder hadis-i şerifler. Bazı şeyler
söyleyerek peygamber efendimizi neşelendiriyor. Bu olay
üzerine ayet-i kerime nazil oluyor.
"Ey Peygamber! Hanımlarına söyle; eğer siz dünya hayatını
istiyorsanız, bu dünyanın süsünü istiyorsanız, geliniz size
bazı dünyevi imkanlar vereyim ve sizinle iyilikle ayrılayım.
Sizi serbest bırakayım."
buyruluyor.
İfadelere dikkat edelim, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.),
eşlerine bir teklifte bulunuyor. Günümüzde bazı ailelerin
başında da aynı olay mevcuttur. Hoca olmamız itibariyle
ailevi durumlarını anlatanlar var.
"Hocam boşayayırn mı?" diyorlar. "Hayır" diyorum
katiyyetle boşanmiyacaksmız. "Ne yapalım?" Bunu tatlıya
bağlıyacaksınız.
Sevgili peygamberimiz; isteklerinin olmayacağını ifade
ediyor. O bir yöneticidir. O'nun giydiği, yediği herkesin
gözünün önünde cereyan etmektedir. O, binlerce insanın
gönüllerine imanı yerleştirmiş olan bir insan olarak, onların
midelerine de asgari olan bazı şeyleri yerleştirmekle
görevlidir. Onların hem kalpleriyle hem de kalıplarıyla
ilgilenmektedir.
Onun için O'nun kendi yaşantısı insanların imreneceği bir
yaşantı olmamalıdır. Mesela Bilal-i Habeşi evindeki yiyecek
ve giyeceğe bakıyor, bir de Peygamber efendimizin evine
bakıyor, bir fark yok. Böyle olunca kendi durumundan
memnun oluyor.
Peygamberimiz köleleri hürriyetlerine kavuşturmuş ve
onların durumunu kendisinden biraz daha iyi yapmış.
Eşlerinden de böyle bir fedakarlık istiyor. Hanımlarına "Biz
bu insanların öncüleriyiz" diyor. Ayet-i Kerime onu ifade
ediyor zaten. "Sizin yaptığınız iyiliğin karşılığı iki kat
sevaptır. Sizin yaptığınız kötülüğünün karşılığı da iki kattır"
Neden? Bütün gözler peygamber efendimizde ve O'nun
ailesinde de ondan. Kötü maksatla değil, iyi niyetlerle
bakıyorlar.
Örnek alınacak bir aile! peygamber efendimizin ailesi. Bu
sebebie hanımlarının meşru ve hukuki olan bu istekleri, bazı
mahzurlarından dolayı yerine getirilmiyor. Rabbim de
yerine getirilmemesi konusunda peygamberimizi uyarıyor.
Onlar kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların
örnekleri. Bu isteklerinden dolayı peygamberimiz onları
azarlıyor mu? Hayır! Dövüyor mu? Hayır, Efendimizin
nikahı altında dokuz tane hanımı olduğunu biliyoruz. Dokuz
hanımından bir tanesine, bir tek tokat vurduğu hiç bir hadis
kitabında nakledilmemiştir.
Buhari'nin naklettiğine göre; "Peygamberimiz eşlerinden
Hz. Aişe validemizin evinde kalırken diğer eşi bir tatlı
getiriyor. Diğer eşi bir tatlı göndermiş. Tatlıyı getiren insan,
tatlıyı Hz. Aişe validemize takdim edince; Hz. Aişe
validemiz elinin tersiyle bir tokat vuruyor ve tabak yere
düşüyor, kınlıyor. Sevgili Peygamberimiz kalkıyor tabağı
birbirine yapıştırıyor, tamir ediyor. Hz. Aişe validemize de
bir şey demiyor. 3497[30] Dünyada hiçbir şey eşinizin gönül
telini kırmaya değmez. Bunu böyle bilelim. Hanım efendiler
içinde aynı şey geçerlidir. Dünya da hiçbir şey eşlerinizin
gönül telini kırmaya değmez.
İlla ki, ısrarlıysanız, ayet-i kerimenin anlamı bu. Yani
dünyevi hayatı yaşamak istiyorsanız o zaman bir tercihte
bulunacaksınız. Rabbim Peygamberimize; "Ben size
dünyevi imkanlar vereceğim, de onlara" diyor "Ama
iyilikle ayrılacağız"!!!, İfadeye dikkat ediniz.
Ben sizi güzellikle boşayacağım. İsterseniz ayrılabilirsiniz.
Ama nasıl ayrılabiliriz. Çok iyilikler yaparak ayrılacağız.
Sahabeden de ayrılanlar olmuştur. Yani bizim altın nesil,
örnek nesil diye değerlendirdiğimiz, kabul ettiğimiz, gül
devri dediğimiz o devrede de sahabeden de eşlerinden
ayrılanlar olmuştur. İzdivaç olmuştur ama imtizaç olmamış
olabilir. Evlenilir ama insanların mizaçlarının ayrılığı
bunların hayatlarını 50 sene zindana çevirmeyi gerektirmez.
Ayrılınabilir, ayrılmalarda olmuş. İman, İslam kardeşliği
devam etmiş. Ayrılan eşler ayrıldıktan sonra, kadın
evleneceğinde boşayan kocası maddi yardımda bulunmuş.
Hatta birbirlerine dünürcü olarak gitmişler.3498[31]
3499[32]
Tirmizi tefsiri suret-i sad hadis no;3233
3500[33]
İsra 71
3501[34]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/265-266.
Sizin yaptığınız kötü bir hareket, ağzınızdan çıkan kötü bir
söz ve bir davranışınız; diğer insanlarınki gibi değildir.
Sizin azabınız iki kat olur. Niye iki katı olur? Siz Piygamber
terbiyesinden geçmiş insanlarsınız, O'nun eğitimi ile
eğitildiniz, siz insanların örnek alacağı bir aile hayatı
sergiliyorsunuz. Bir kendi yaptığınızdan dolayı günaha
girersiniz, bir de öbürüne örnek olduğunuzdan dolayı
günaha giriverirsiniz.
Sevgili Peygamberimiz Bizans Kralı Heraklıyus'a yazdığı
mektubunda da öyle diyor du; "Müslüman ol, kurtul. Allah
senin mükafatını iki kat verir" (Buharı Bedulvah 6) Yani
Bizans'lı herhangi bir insan müs-lüman olmakla, dünya ve
ahiretini kazanır, büyük sevablâr alır. Ama yönetici
durumundakiler müslüman olacak olursa, iki sevab alır
diyor hadis-i şerifinde. Aynı zamanda yönetici kadro günah
işlerse, cezanın
iki katını alır.
Günümüzde biz, bu ayetten nasıl Örnek alacağız? İnsanların
önünde yönetici durumunda olan insanlar, Yani
Kaymakamlar, valiler, Başbakanlar, Reisi Cumhurlar,
Üniversite Rektörleri, Dekanları v.b. Onların eşleri ve
çocukları milletin gözünün önündedirler. Onların iyi halleri
iyi olarak, kötü halleri kötü olarak, aşağıya yansır. İnsanlar
ayna gibi onlarda olanları yansıtmaya başlarlar. İyi
elbiselerle aynanın karşısına çıkarsanız, kendinizi iyi
görürsünüz. Kötü elbiselerle çıkarsanız kötü elbiselerinizi
görürsünüz. Gülümserseniz gülümser görünürsünüz, kaş
çatarak çıkarsanız kaşı çatık çıkarsınız.
Sevgili Peygamberimiz de; "Mü'min, müminin aynasıdır"
buyurmuş. 3502[35] Onun İçin İnsanların, bütün söz ve
davranışlarını kontrol etmeleri gerekir.
Kontrol ederken de kriterleri, ölçüleri Kur'an olacaktır. Zira
3502[35]
Ebu Davut Edep had. no;49l8 Tirmizi Bir 1930
Allah-u Teala Hud suresinde, "Festekim Kema Ümirte"
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" buyuruyor.
Günümüzde ahlaksızlığın herçeşidini yapan bir erkek veya
kadın, televizyonda kendisinin çok haklı olduğunu ifade
ediyor, Çağın gerisinde kaldıklarını ifade ediyor. Doğruyu
ve doğruluğu kendisinde topluyor. Sizde onun karşısına
çıkıp bir doğru ileri sürerseniz hanginizin ki doğrudur?,
doğruluğu ölçen nedir?
Bizim ölçümüz, bizi yaratan Allah'ın emir ve yasaklarıdır.
O'nun doğru dedikleri kesin doğrulardır. O'nun yanlış,
haram ve yasak dedikleri de kesin yanlışlardır.
Öncü durumunda olan insanlarımız, onların eşleri ve
çocukları çok dikkatli olacaklardır. 3503[36]
3503[36]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/266-268.
3504[37]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/268-269.
32- Ey Peygamber kadınları, siz kadınlardan herhangi biri
gibi değilsiziniz. Eğer sakınırsanız sözü yumşak (eda'lı) bir
şekilde söylemeyin. Yoksa kalbinde hastalık olan tama1
ederler. Güzel söz söyleyin.
Ey Peygamber Hanımları! Siz diğer kadınlardan herhangi
biri gibi değilsiniz. Dikkatli olmanız gerekiyor. Çünkü siz
Peygamberimizin hayatının yarısını, yani gece hayatını da
görerek yaşayan insanlarsınız. (Mesela Hz. Aişe validemiz
ikibinin üzerinde hadis rivayet etmiştir.)
Eğer Allah'tan sakınıyorsanız, konuşmalarınıza dikkat
ediniz. Konuşurken kırıtarak konuşmayınız.
Burada şu akla gelmesin. Onlar böyle konuşuyorlarmış da,
bu sebeble uyanlıyorlar, anlamında değil. Onlar dikkat
ediyorlar. Ama rabbim yine de uyarıyor.
"Kalblerinde hastalık olan insanlara, ümit verici konuşmalar
yapmayınız." İfadeler ne kadar güzel.
Ümit veren konuşma, ne demek? Kelimelerde bir ümit
verici bir şey yok. Kelimelerin ifade edilişinde vardır.
Gazete de okumuştum İngilterede bir şirket sekreterini
görevden uzaklaştırmış. Kadın da mahkemeye vermiş,
tekrar görevine dönmek istiyor.
Mahkeme, bilir kişiye havale ediyor. Şirketten çıkartan
insanlar diyorlar ki; "ses tonu telefonun ucundaki
müşterilerimizi gıcıklıyor." Bilir kişi görevden alman
hanımı telefondan dinliyor ve gerçekten uzaklaştırılmasına
karar veriyor. Konuşulan kelimelerde bir sakınca yok ama
kelimelerin ifade edilişinde bir sakınca var. Rabbim buna
dikkatimizi çekiyor.
Güzel sözler söyleyiniz. Maruf sözler söyleyiniz Maruf iki
türlü anlaşılır.
1-Toplumun müştereken kabul ettiği tavırlar ve sözler
söyleyiniz.
2- Allah'ın tasvib ettiği; söylenmesini isteği ve söylenmesini
istemediği şeylere dikkat ederek konuşmaktır. 3505[38]
3507[40]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/270-271.
efendimizin hayatıdır.
Bütün bunların nakledilmesi gerektiğinden rabbim bunu
emrediyor. O annelerimiz de gerekeni yapmışlar. Allah o
annelerimizle bizi, cennetinde buluştursun inşallah. Allah
herşeye nüfuz edendir, Allah herşeyden haberdardır.3508[41]
3508[41]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/271-272.
Namuslarım korumada bir ürpertinin içerisinde olacaklar.
İşte bu mümin kadın ve erkeğe de Allah(cc); bildikleri veya
bilmedikleri mükafaatlar hazırladığını müjdeliyor. 3509[42]
3509[42]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/272-273.
Peygamberimiz babasını hürriyetine kavuşturmuştu.
Kölenin çocuğu sevgili Peygamberimizin genel kurmay
başkanı oldu.
Amerika'da zenci insanlar, hâlâ belirli yerlere getirtilmezler.
Beyaz saraydan içeri giremezler hala.
Zeyd. (r.a.) Peygamberimizin halasının kızı Zeyneb
validemizle evlendi. Geçim olmadı. Huzursuz bir hayat
sürdüler. İkisi de Peygamberimize gelip şikayette
bulunuyorlar. Peygamberimiz buna çok hayret etmiş ve "Ey
kalpleri evirip çeviren Allah'ım" demiş Yani Zeyd zenci
kadınla çok mutlu idi ama Peygamberimizin halasının kızı
Zeyneb validemizle mutsuz oldu. Birbirlerini sevemediler
ve ayrıldılar. Ayrıldıktan sonra da Peygamberimiz (s.a.v.)
Zeyneb validemizle evlendi.
Medine'de bir dedikodu aldı yürüdü. Evlatlığının hanımiyla
evlendi diye. Bunun üzerine nazil olan, ayet kıyamete kadar
gelecek insanlara da bir hükmü bildirmiş oluyor Peygamber
sizden herhangi birinizin babası değildir. Yani evlatlıkların,
o ailenin evladı olmadığını, yabancı bir insan olduğunu ama
beslenip büyütülebileceğini, fakat mirasta ve nikahta
yakınlık meydana getirmiyeceğini, ifade ediyor.
O güne kadar ki Mekke'de ve Medine'de hüküm süren örfe
göre evlatlık, o ailenin evladı olur,, onunla ve onun
çocukları ile evlenilemezdi. Rabbim bu hükmü de böylelikle
kaldırmış oldu. Yani Sevgili peygamberimizin hayatının her
yönü bize ve kıyamete kadar gelecek olan insanlara örnek
olma önemini taşımaktadır.
Hayatımızı O'nun hayatına uyduralım Altıbin küsur
ayetlerle hayat kumaşımızı dokurken, renk ve desenlerini
peygamberimizin hayatına göre ayarlarsak yarın mahşerde
O'nunla beraber haşrolanlarla, O'nun sancağı altında cennete
yürüyenler arasına gireriz. 3510[43]
3510[43]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/273-276.
40- Muhamnıed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası
değildir. Ancak Allah'ın Rasülü, Peygamberlerin
sonuncusudur. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir.
BıTayette Allah (c.c.) sevgili Peygamberimizin; bizlerden
herhangi birinin babası olmadığını, ancak Allah'ın Rasülü
olduğunu ve peygamberlerin sonuncusu olduğunu
bildirmektedir.
O bir Rasül'dür. Bunu vurgulamanın anlamı şudur. Eğer
Efendimiz (s.a.v.) o Zeyd'in boşadığı Zeyneb'le evleniyorsa,
bu da Allah'ın kontrolünde oluyor demektir.
Bu ayet-i kerime kıyamete kadar gelecek sahte
peygamberlerin Önünü kesiyor. Aynı zamanda Peygamber
mührüdür. Mühür nereye vurulur? Bir yazının, bir
dilekçenin, bir raporun en son kelimesinden sonra vurulur.
Sevgili Peygamberimiz de Hz. Adem'den kendi zamanına
kadar gelen bütün peygamberlerin son mührüdür, ve
sonuncusudur
Tarih boyunca bir çok insan; "Ben peygamberim" diye
ortaya çıkmıştır. Bundan sonrada çıkmaya devam edecektir.
Bundan dolayı üzülmeyiniz. O şahsa üzülünüz. Yaptığı
yanlışı düzeltmeye çalışınız.
Bütün bu sahte peygamberlerin ortaya çıkışı mü'minlerin
inancının doğruluğunu da ortaya koymaktadır. Hangi şey
revaçta ise o şeyin sahtesi de piyasaya çok sürülür. Bu
günlerde dünyanının her tarafında dolar geçmektedir. Onun
için kalpazanlar doların sahtesini basmaktadırlar. Bu
günlerde de dünyanın her tarafında geçerli olan İslam
Dinî'dir. Yükselen İslan dinidir. Her yerde yükselen
islam'dır.
Bahar mevsimi gelince, ağaçların gövdesinden dalların
ucuna doğru sular yükselir ve dalların en yüksek yerlerinde
bembeyaz, kırmızı, ve rengarenk çiçekler, insanlara görünür
ya, işte aynen öyle.
İslam da Türkiye'sinde, Japonya'sında, Amerika'sında,
Afrikasında, İngiltere'sinde, Avrupa'sında, Rusya'sında
kısaca her tarafta, insanların yüreklerinden ellerinin uçlarına
doğru, alınlarından ayaklarına, ayaklarından alınlarına doğru
yükselmekte ve amel çiçekleri de açmaya devam
etmektedir.
Bütün kavgalar bunun neticesidir. Yani bu gün gazeteleri
okuyupta, televizyonları izleyipte, radyoları dinleyipte
moralinizi bozmayın. Moralinizi yüksek tutun. Bu batılı
ajanlar, Türkiye içinde kargaşa meydana getirmek
isteyenler, müslümanları yok edeceğini zannedenler
yanılıyorlar. Bunların ataları bunları başaramadı. 8 defa
haçlı seferleri düzenlediler başaramadılar. Ataları
başaramadı da bunlar mı başaracakmış?
Bu konuda gönlünüze kederden , üzüntüden bir nokta dahi
düşürmeyin. İşinizi yapmaya devam edin. Güzel
hizmetlerinizi devam ettirin. Bu topraklar üzerinde, Allah'ın
emrettiği şekilde yaşamaya devam ediniz.
Siz Ay gibi doğunuz, karanlığın çokluğundan hiç endişe
etmeyiniz. Siz güneş gibi doğunuz. Binlerce çiçek sizden
ışık almaya, renk almaya hazır vaziyettedir. Zirvelerde
olanlar dahi, sizden ışıklarını ve renklerini alacaklardır.
Derelerin derinliklerinde olanlar dahi sizden İslam'ın
rengini, Kur'an'm ifadesiyle "sıbgatullah"ı yani Kur'an'ın
rengini almaya devam edeceklerdir.
Kavgayı bırakınız. Kavga içerisinde olmayın. Çünkü kavga
edecek zamanımız yok. Bu toplumun, bu insanların hem
dünyevi, hem de uh-revi ihtiyaçlarını Kur'an'ın belirlediği
doğrultuda karşılamaya yönelive-riniz.
Allah her şeyi en güzel şekliyle bilmektedir.
Biz bir sahnede oyun oynuyoruz. Bütün dünya insanı bir
oyunun içerisindedir. Allah (c.c); "Bu dünya hayatı bir oyun
ve oyuncaktır" buyuruyor, Koskocaman dünya sahnesi
üzerinde rollerimizi almışız. Allah'ımıza hamdü senalar
olsun ki, mü'min rolünü aldık. Kafirler de kendi iradeleri ile
küfrü tercih ettiler. Bir oyundur devam ediyor. Rabbim de
bizim amellerimizi hep kayda geçiyor. Kameranın kayda
geçtiği gibi melekler, Rabbimin emri üzerine bütün
amellerimizi kayda geçiriyorlar.
Öyleyse biz iyi görüntüler verelim, iyi pozlar verelim, iyi
davranışlar şergiliydim. Ağzımızdan çıkan kelimeler
kimseyi rahatsız etmesin. En doğruyu en güzel şekilde ifade
edelim.
Allah (c.c.) sevgili Peygamberimize; "sana kıssaların en
güzelini, en güzel şekilde anlatacağız" diyor. Rabbimin
ifadesindeki güzelliğe bakınız.
Biz en güzel olan îslam'i ki, bu Rabbimin kelamı olduğu
için en güzeldir en güzel şekilde insanlara duyuracağız.
Yani hayatımızda yaşayacağız. Şırıl şırıl akan kelimelerle,
pırıl pırıl parlayan bir yaşantı sergi-liyeceğiz. İnsanlar şu
anda mü'minlerin davranışlarını ve sözlerini takib ediyorlar
Niçin? Çünkü yeryüzünde bütün devletler de yükselen değer
İslamdır. 3511[44]
3511[44]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/276-278.
güçler müslüman-lara karşı yönelmişler, Nato'yu İslam'a
karşı yöneltiyor!armış, eskiden kırmızı renkler karşı tatbikat
yaparken, şimdi yeşil renge karşı tatbikat yapıyorlarmış.
İslam'a karşı hazırlıklar içerisindelermiş.
Almanya'ya konferansa gittiğimde , o günkü gazetelerde,
Alman askerlerinin müslümanlara karşı psikolojik yönden
hazırlanması için bir konferans verildiğini haber olarak
okumuştum. Bu tür haberleri okuduğumuzda veya
duyduğumuzda biz yine Allah'ı hatırlayacağız.
Düşmanların gücü ne olursa olsun, Rabbim bize; "Allah'ın
izniyle nice az topluluklar çok topluluklara galip gelmiştir"
diyor.3512[45]
Geçmişten misaller veriyor. Musa (a.s.) kendini "rabb"
kabul eden Firavun'a karşı galib gelmişti. İbrahim (a.s.)
Nemrud'a karşı galib gelmiştir. Sevgili peygamberimiz o
günün Bizansı, İran'ı ve Mekke müşrik devletine karşı galib
gelmiştir.
Rabbimizi çokça zikredeceğiz. Düşman ne kadar çok olursa
olsun, Allah (c.c.)'ın daha büyük olduğunu hatırlayacağız.
Daha büyük olanın Allah olduğunu bileceğiz.
"Allah dostları bu dünyada da, ahirette de korkmazlar. Onlar
üzülmezler de" diyor Allah (c.c.) 3513[46] Başkalarının
yaptıklarına üzülmeyelim. Biz kendi görevimizi
yapamadığımıza üzülelim. O Allah (c.c) size rahmet eder.
Melekler size istiğfar eder. Allah size rahmet ediyor. Niçin
rahmet ediyor? sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için.
Allah merhametiyle sizi küfrün karanlıklarından imanın
aydınlığına çıkarır.
Meleklerin mü'minler için istiğfar ettiğine dair ayetler
Kur'an-ı Kerim'de birkaç yerde geçmektedirler.(Mümin 7)
Bu bizim için şu anlamda bir delildir. Bir mü'minin, diğer
insanlar için de istiğfarı mümkin-dir. Yakub (A.S)'a
3512[45]
Bakara 249
3513[46]
Yunus 62
geliyorlar ve "Ey babamız! Ne olur bizim için istiğfar et"
diyorlar. Yakub (a.s.) da "ben sizin için istiğfar edeceğim"
diyor ve İstiğfar ediyor.
Biz mü'min kardeşlerimiz için istiğfar edelim. İmanını
yitirmiş insanlarımız için de Allah'tan hidayet dileyelim.
Kimsenin helakine dua etmeyelim. Bed-duaya dilimizi
alıştırmiyahm.
Allah'ın Rasülü Ebu Cehil ölünceye kadar onun mü'min
olması için dua etmişti. İşte merhamet, mehabbet, sevgi
budur. Günümüzde "sevgi" kelimesini yalama yaptılar.
Kafir Cehenneme doğru koşuyor. "Hayranım sana" diyor.
Ateşe doğru koşan adam alkışlanmaz,
Allah mü'minlere karşı çok merhametlidir. Ahirette azıcık
amellerini jçok kabul edecektir. Bir'e 700'e kadar hatta daha
fazlasını da verecekler. 3514[47]
3514[47]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/279-280.
cennette müminlerine "selam" diyor.
Meleklerde mü'minlere; "selam sizin üzerinize olsun.
Buyurun! Ebediyyen kalmak üzere cennete giriniz"
diyeceklerdir.
Öyle veya böyle ahirete doğru gidiyoruz. Bu dünya
sahnesinde rolünü alan mü'minler, kafirler ve münafıklar;
öyle veya böyle onlarda kabre doğru gidiyorlar. Son perdeyi
kapatmak üzere herkes, her an bir nefes boyu eceline doğru
yaklaşıyor.
Zenginler köşklerinde, fakirler viranelerinde otururken
perdelerinin inmesini bekliyorlar.. Kimse perdelerinin
inmesine engel olamıyor. Öyleyse biz tedbirimizi alalım. Bu
dünyadaki rolümüz güzel olsun.
Rolleri Rabbim; mü'min olarak, kafir olarak, münafık olarak
dağıtmış. İrademizi de bize bırakmış. Diyor ki; mü'minlerin
oynayacağı roller şunlardır. Herkesin seçme hakkı vardır.
Buyurun seçin. Ben sizin bu tarafta (Mü'minler safında)
olmanızı istiyorum diyor. Allah (c.c.) Kafirler safında da
olabilirsiniz ama gazabımı çekersiniz. O tarafta olmayınız
diye de bizi uyarıyor. Hatta bu rol dağıtımında
peygamberler gönderiyor, peygamberler de bütün insanların
mü'min rolünü oynamaları için bizzat davet ediyor, dellallık
yapıyor.
Büyük yerle ticaret yapalım, büyük tacir olalım.
Büyük yerle ticaret yapmak. Yani En büyük Allah (c.c.)
olduğu için, O'nunla ticaret yapalım. Rabbim diyor ki;
"Allah mü'minlerin canlarını ve mallarını alır, karşılığında
cennet verir" Bir alışveriş yapılır. "Mallarını alır
karşılığında cennet verir" Yani siz canınız ve malınızı
İslam'ın yoluna şöyle bir hazırladınız mı? Allah (c.c.) bu
dünyada malı çok verebilir ama ahirette kesin cenneti verir.
Biz bu yola hazır olalım. Yunus Emre;
-Canım feda olsun senin yoluna,
-Adı güzel kendi güzel Muhammed, diyor.
Ashabın söylediği de zaten bu idi. "Anam babam sana feda
olsun Ya Rasülallah" 3515[48]
3515[48]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/281-282.
1-Bir defa Peygamber efendimiz bütün insanlara şahittir.
2-Bir de ahirette şahittir.
Yarabbi ben görevimi yerine getirdim. Ben senin mesajım
duyurdum. Veda Hutbesinde Hz. Peygamber (s.a.v.); "Ben
size tebliğimi yaptım mı?" diyor. Bütün sahabe; "Yaptın Ya
Rasülallah" diye cevap veriyorlar. Bu soru ve cevap üç defa
tekrarlanıyor. Bunun sonunda peygamberimiz "Şahid ol Ya
rabb, Şahid ol ya rabb" diyor. Bizim de aynı şeyi, her
şeyimizle söylememiz gerekiyor.
Sevgili peygamberimiz, "Mübeşşir"'dir, yani müjdeleyen
insandır. "Nezir'"dir, yani uyaran insandır.
Mübeşşir'dir derken; bu dünyada amellerinizin neye
dönüşeceği müjdesini veriyor. Amellerimizin, bize ahirette
cenneti kazandıracağı müjdesini de bu dünyada bildiriyor.
İslam'ı yaşarsanız bu dünyanız güzel olur, ahiretiniz de
güzel olur diye müjdeliyor.
Günümüzde islam'a pek gönül vermemiş ama, dünya
insanın saadeti ve mutluluğu için, dünyanın her tarafında
söylenen sözlere kulak veren, iyi niyetli insanlar var.
Onlar diyorlar ki; sizde bir teklif getiriniz, mantıklı teklif
getiriniz. Nasıl olacak bu? diyorlar. Onlar şuna alışıklar.
Mesela Gümrükle ilgili 80 bin sayfalık kanun var. Sizin
müslüman olarak İslami usullerle yazılmış 80 bin sayfalık
gümrük mevzuatınız var mı? Ekonomi ile ilgili doyurucu 5
bin sayfalık bir kitabımız var mı?
Buna cevabımız hemen "Evef'tir. 1400 sene içerisinde
yazılmış fıkıh kitaplarımız var. Hem de sizin hatırınıza ve
hayalinize gelmedik konularla ilgili asgari bir ciltlik
kitaplarımız var bizim. Bunların günümüz diline
nakledilmesi gerekir.
Bir de sevgili Peygamberimiz sahabesine; "şu ayet nazil
olmuştur, buna inanın" demiş, onlarda inanmışlar ve hemen
yerine getirip, amele dönüştürmüşler. Neticesini de rabbim
göstermiştir. Bütün bunlar islam medeniyetinin
meyveleridir.
İşte mübeşşir olan sevgili peygamberimiz, bu dini
yaşarsanız, her-şeyiniz güzel olur diyor.
Bu güzelliklerin yansımasını çeşmelerde, medreselerde,
köprülerde ve diğer İslami eserlerde görüyoruz. Bunlar
dünya ile ilgili güzelliklerdir.
"Hocam bu tür sanat eserlerini batı insanı da yapmıştır,
diyenlere; buyurun, Süleymaniye ile Noturdam'ı mukayese
ediverin. Dom kilisesinin zerafetiyle, sultan Ahmet
camisinin zerafetini karşı karşıya geti-riverin. Veya
Dikilitaş ile Sultan Ahmet yanyana. Buyurun mukayese
ediverin. Yani Allah kelamına gönül vermiş güzel insanların
bu dünyayı nasıl güzelleştirdiklerini görünüz. Roma'nın o
zalim insanlarının yaptıkları ile Sultan Ahmet karşı
karşıyadır.
Onun için nerede güzellik var ise, orada İslam
medeniyetinin meyvelerinin olduğunu görüyorsunuz. Ayrıca
sevgili peygamberimiz; dünyadaki rolümüz bittikten sonra,
cennette ebedi kalmayı müjdeliyor. O peygamber o kadar
merhametle dolu ki, cehenneme girmememiz için bizi
uyarıyor, feryad ediyor. Gecelen evinde rahat yatamıyor.
Çarşılarda, fuarlarda, panayırlarda dolaşıyor, hatta ev ev
geziyor.
Siz de İnsanları İslama davet ederken, kendi mantık
kurallarınız içerisinde, kendi doğrularınızı sunmayınız.
Allah'ın izniyle Allah'a davet edeceksiniz. Yani iyiliğin ve
kötülüğün ölçüsünü rabbim belirler.
O "Nur" olan peygamberimizin (s.a.v.) her hareteki, her
sözü, her davranışı bizim kıyamete kadar gelecek hayatımızı
aydınlatan bir ışıktır. O'nun ışığında yürüyelim, Allah'ın ve
O'nun meleklerinin cennetteki selamı ile karşı karşıya kalıp,
bu dünyada dost yüzü gördüğümüz gibi, dostlarla,
peygamberimizin komşusu olarak O'nun yanında, yakınında
-Allah (c.c.) cemâlini seyreden insanlardan- olmaya
çalışalım. Dünyamızı güzel eyleyelim, ahiretimizi de güzel
eyleyelim. 3516[49]
3518[51]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/286-287.
Bu ayet yalnız Peygamber efendimize has olan ahkamı
bildirir. Sevgili peygamberimiz mihrini verdiği kadınlarla
evlenebilir, evliliğini devam ettirir.
2- Kendisiyle Mekke'den Medine'ye hicret eden akraba
kızlarıyla
evlenebilir.
3- Mihirsiz kendi kendini Efendimize bağışlamak isteyen
kadınlarla evlenebilir.
4- Eşleriyle birlikte olmada sırayı takip etme zorunluğu yok.
5- Yanından uzaklaştırdığı eşlerinden, dilediğini geriye
getirme hakkı vardır.
Efendimize tanınan bu özel hakların, sevgili eşlerinin
lehine, çıkarlarına olduğunu ifade ediyor Rabbimiz.
"Eşlerin üzülmesin, hoşnud olsunlar ve gözleri aydın olsun
için, sana da bir sıkıntı olmasın için" buyurmuş
Kıyamete kadar gelecek insanların sorununu yüreğinde
hissetmiş "Ümmetim, ümmetim" diye çırpınmış olan
peygamber efendimizin is-lamı gelecek nesillere
ulaştırmada kendisine yardım edecek eşleri seçmede,
yanında bulundurmada, dilediğinin yanına gitmede serbest
olması gerekir.
Bir insan ömrünün uzun bir bölümü ailesinin yanında geçer.
O zaman zarfında geçen hadiseleri ve hadisleri nakleden
sevgili eşleridir.
Ayetin böyle nazil olması eşlerini de sevindirmiş. Efendimiz
de;
"Ayette tanınan hakların tamamım kullanmamış.
Mihirsiz kadın almamış,
Sıraya dikkat etmiş,
Sefere çıkarken yanında götüreceği hanımını kurra çekerek
belirlemiş"
Hz. Aişe validemiz "günler geçerdi evimizde su ile
hurmadan başka birşeyimiz olmazdı" der.
Ashabının karnının doymasıyla sevinen efendimizin evinde
böylesine bir fakirlik hüküm sürerken, birçok kadın gelip
hiçbirşey istemeden Efendimize eş olmayı teklif etmişler.
Bu ayetler nazil olduğunda efendimizin dokuz eşi vardı. 52.
ayetle bu sınır korunmuş. Bu dokuz hanım: Ebu Bekir'in
kızı Aişe, Ömer'in kızı Hafsa, Ebu Süfyan'm kızı Ümmü
Habibe, Ümeyye'nin kızı Ümmü Seleme, Zema'a'nın kızı
Şevde, Cahş'ın kızı Zeyneb, Huyey'in kızı Safiyye, Harisin
kızı Cüveyriye Haris el Hilali'nin kızı
3519[52]
Meymune'dir(ra)
3519[52]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/287-289.
evine gelenlerin çokluğu ve zamansızlığı işlerini engelliyor,
fakat edebinden de birşey söyleyemiyordu.
Derken bu ayet, efendimizin yanına girmeyi izine ve davete
bağladı. Camide beşvakit görüyorlardı.
Evine izin isteyerek veya da'vetle gelenler, efendimizin
eşleri olan mü'minlerin annelerinden birşey
isteyeceklerinde, perde arkasından isteyecekler.
Bu davranışların iki tarafın kalbinin temizliği için daha iyi
olduğu belirtilmiştir.
Peygamber efendimizin eşleriyle evlenmek yasaklanmıştır.
Efendimiz vefat ettikten sonra geride kalan eşleri mü'minler
tarafından anne olarak bilinmiştir.
Bu durum yalnız peygamber efendimizin hanımlarına Özel
bir durumdur.
Hiçbir hocanın veya şeyhin hanımını peygamber
hanımlarına kıyaslamayın. Hoca veya şeyhler Ölürler veya
boşamrlarsa, geride kalan hanımları, diğer mü'min
erkeklerden diledikleriyle evlenebilirler.3520[53]
3522[55]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/292-296.
57- Şüphesiz Allah'ı ve Rasülünü incitenlere Allah dünyada
ve ahirette la'net etti ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırladı.
58- Yapmadıkları bir şeyle mü'min erkek ve mü'min
kadınları incitenler muhakkak bir iftira ve apaçık bir günahı
yüklenmiş olurlar.
Allah'a ve Rasülü'ne eziyet edenler!! Allah'a kim ve nasıl
eziyet edebilir? Hiç bir insanın gücünün Allah'a ulaşması
mümkün değil. İnsanın Allah'a eliyle eziyet vermesi
mümkün değil. Allah(c.c) kendisine eziyet edenleri kendisi
açıklamış.
Buhari'nin naklettiği bir sahih hadiste Peygamberimiz;
"Allah en sabırlıdır" buyuruyor. "Kendisine çocuk isnadında
bulunurlar da, Allah yine de sabreder." 3523[56] Yani onları
helak etmez. Ama insanların Allah'a çocuk isnad etmesi,
"Hz. İsa Allah'ın oğludur" demesi Allah'a (c.c.) bir eziyettir.
"Ben bunları ibadet etsinler diye yarattım. Bir çocuğun
mahiyetini öğrensinler diye akıl verdim.
Öğrenemeyeceklerini öğretmek üzere kitaplar gönderdim"
Buna rağmen insanlar tepiyorlar o akıllarını pislikle
karıştırıyorlar, Allah'a oğul izafesinde bulunuyorlar, bir
kısmı Allah'ın verdiği eli, dili, beyni kullandığı halde Allah'ı
inkara yöneliyorlar. Bu Allah'a eziyettir."
Bizim anladığımız anlamda Allah'a eziyet etmemiz mümkün
değil. Allah kulunun cennete gitmesini, iyi işler yapmasını
arzu eder. Kulunun inkarı ve isyanı Allah'a bir eziyettir.
Rasülü'ne eziyet, Rasülün getirdiğini kabul etmemek, O'nun
sünnetini reddetmek, O'na iftira atmak, O'nun yoluna çıkıp;
"sen insanları kurtarmak istiyorsun, biz ise cehenneme
atmak istiyoruz" diyen zorbaların yaptığı, Allah Rasülü'ne
bir eziyettir.
İmansız Ölen her insan, efendimizin (s.a.v.) yüreğini
3523[56]
Buharı Tevhid 3, Hadis no;6929
parçalamıştır. "Cehenneme yuvarlandı" demiştir. O Allah'ın
Peygamberine eziyet edenler, dünyada ve ahirette Allah'ın
lanetini hak etmişlerdir. Onlar için çok alçaltıcı bir azab
hazırlanmıştır.
Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara yapmadıkları şeyi
söylemek suretiyle ve iftira ederek eziyet edenler de, büyük
bir iftirayı sırtlarında taşımaktadırlar.
Burada mü'minler olarak değerimizi anlıyalım. Allah (c.c.)
kendisine eziyeti, Rasülüne eziyeti, mü'min erkeklere
eziyeti, mü'min kadınlara eziyeti ard arda sayıveriyor. Bir
hadiste sevgili Peygamberimiz; "Bana itaat eden Allah'a
itaat etmiş olur, bana isyan eden Allah'a isyan etmiş olur"
diyor.3524[57]
Mü'minlere eziyet eden, Rasülüllah'a eziyet eder, Allah
Rasülü'ne eziyet eden Allah'a eziyet etmiş olur.
Mü'minlere eziyet; imanlarından dolayı onlara baskı
yapmaktır, i m ani arıyla alay etmektir, kitaplarına hakaret
etmektir.
Allah'ın veli kullarına eziyet edenler, bu dünyada felah
bulmazlar. Allah'ın veli kulları derken, havada uçan, karada
kaçanları kasredmiyo-rum. Allah'ın kitabına, Rasülü'nün
sünnetine sımsıkı sarılanlar ve gücü oranında emir ve
yasaklarını yerine getirenleri vede bundan hiç taviz
vermeyenleri kastediyorum. 3525[58]
3526[59]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/298-299.
kurtulmaktan geçmektedir. İki yüzlülük yapmayacaklar,
kalbi hasta insanlar olmaktan kurtulacaklar ve yalan haber
yaymak suretiyle toplumda huzursuzluk çıkarmayacaklar.
Ayet bize; 1400 sene öncesinin Medine hayatını mı haber
veriyor?, yoksa yaşamakta olduğumuz şu son yılların
durumunu, medya ile mafya terörünü mü haber veriyor? ne
dersiniz? 3527[60]
3527[60]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/299.
3528[61]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/300.
3529[62]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/300.
hazırlıklı olalım. 3530[63]
3530[63]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/300.
3531[64]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/301.
3532[65]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/301-302.
Bu konu için bakımz;Sebe 32, Mü'min 47, İbrahim 21-22, Kaf'28, Sad 62, Bakara 166-167, Meryem 72,
Ankebut25. Saffat 27-32
69- Ey iman edenler siz Musa'yı incitenler gibi olmayınız.
Allah, Musa'yı onların dediklerinden beraat ettirdi. Musa,
Allah katında değerli biri idi.
70- Ey iman edenler, Allah'dan sakının ve doğru söz
söyleyin.
71- Ki Amellerinizi size uygun kılsın ve günahlarınızı
bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasülü'ne itaat ederse muhakkak
büyük bir başarı sağlamıştır.
Ey İman Edenler! Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın.
Allah'tan sakının ve sağlam ve güzel söz söyleyin. İnsanları
kötülüklerden engelleyen, iyilikleri emreden güzel sözler
söyleyiniz. Allah sizin amellerinizi düzeltsin. Günahlarınızı
affetsin. Kim Allah'a ve Rasülü'ne itaat edecek olursa o
büyük bir başarıyı kazanmış olur. Dünyada en başarılı adam
kim? denildiğinde bundan sonra şunu hatırlayın: En Başarılı
adam; Allah'a ve Rasülü'ne itaat eden adamdır. 3533[66]
3533[66]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/302-303.
irademizle bize bırakıyorsan biz senin emanetini taşıyacak
kapasite de değiliz. Sana karşı gelmekten sakınırız. Biz
kendimize hakim olamayacağımız inancındayız, irademizi
kötüye kullanıp sana karşı gelebiliriz." demişler.
İnsan oğlu kendisine irade verildiğinde, sonunun ne
getireceğini fazla da hesab etmediğinden dolayı,
mükafatına, cennetine Özenerek bu sorumluluğu kendi
üzerine almıştır. Zaten Rabbim insanı o kıvamda ya-
ratmıştır.
Bizde, bize yüklenen emanete hıyanet etmeyelim.
"Ellerimiz" emanettir, dövmek için değil, sevmek için
yaratılmıştır. "Gözlerimiz" emanettir. Bu gözün zevkini
helal ile giderin, harama bakmayın. Namaz, oruç, gusul,
Kur'an emanettir Akıl emanettir, Kelime-i tevhid emanettir.
İnsan Ödülün cennet olduğunu öğrenince hemen emaneti
kabul etmiş, ama yükün ağırlığım bilmemesi ve emanete
riayet etmeyince, azabı hak ederek, kendisine zulmetmesi
nedeniyle de "Zalum ve Cehul" olmuştur 3534[67]
3534[67]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/303-304.
3535[68]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/304.
SEBE SURESİ
3536[1]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/305-306.
hikmetle hükmedendir, ve herşeyden haberdardır.
Bu sureye Allah (c.c.) hamd ile başlıyor Kur'an'ı Kerimde
beş sure hamd ile başlar Göklerde ve yerde her ne var ise,
kendisine ait olan Allah'a hamd olsun "Hamd" övmek diye
terceme edilmiştir. Ancak bu "Övmek" kelimesi, "hamd"
kelimesinin tam karşılığı değildir. Hamd; yapılanların ta-
mamı kime aitse ona yapılır. Mesela bir sanat eseri ortaya
koyuyoruz. Ama bunu yaparken, el bizim değil akıl bizim
değil, hava bizim değil, Bütün bunlar Allah'ındır. Eğer akıl
bizim elimizde olsaydı bütün çocuklarımızın çok akıllı
olmasını sağlardık.
İnsan olarak en çok sevdiğimiz Peygamber efendimize bile
hamd etmiyoruz. O'na salat-u selam getiriyoruz. Çünkü
sevgili peygamberimizin bize getirdiği Kur'an'ı Kerim
kendisine ait değildir. O Allah'a aittir
Göklerde ve yerde her ne var ise, O'na aittir Başka ayetlerde
de, "göklerde ve yerde herne var ise Allah'ı teşbih eder."
Duyurulmaktadır. Dünyada hamd Allah'a aittir. Ahirette de
hamd Allah'a aittir. "Onların en son duaları Alemlerin rabbi
olan Allah'a hamd olsun" sözüdür. 3537[2] Cennette de
Mü'minler "elhamdülillah" diyecekler, Allah bize cenneti
vad etmiştir, işte o' cennete kavuştuk, onun için Allah'a
hamd olsun diyecekler. Ahirette cennete kavuşmanın
hamdini yerine getirebilmek için bu dünyada Allah'a çok
çok hamd etmek lazımdır. O herşeye hükmeden, hükmünde
hikmet sahibi olan, herşeyden haberdar olandır. Yıldıza o
hükmediyor, çünkü onu yaratan odur. Peki, insanoğlu ne
yapıyor? Mehmet Akif merhum çok güzel ifade etmiş.
"Ulum'ı şahikadan fışkıran sutuni ziya
Dayandı göklere lakin yetişmiyor hâlâ
Bülend nüshai icadın ilk sahif erine
Bu ilk sahife müebbed zalam içinde yine" 3538[3]
3537[2]
Yunus 10
3538[3]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/306-307.
2- Yeryüzüne gireni ve ondan çıkanı, gökyüzünden ineni ve
gökyüzüne çıkanı bilir. O Rahimdir, Gafurdur.
Yeryüzüne giren nedir?, Kaç damla yağmur indiğini bilir
rabbim. Yeryüzünden gökyüzüne savrulan toz zerrelerinin
sayısını bilmektedir, rabbim. Gökyüzüne yükselen buharı, o
buharlardan ne kadar yağmur olacağını, o yağmur
danelerinin hangi çiçeğin üzerine düşeceğini, o çiçeğe ne tür
renk vereceğini kokusunun ne olacağını Allah (c.c.) bilir.
Yerin derinliklerine giren danelerin ne kadarının çatlayıp
yeryüzüne çıkacağını, ne kadarının çürüyüp yok olacağını
ne kadarının kuşlar tarafından yenileceğini o bilir. O
kullarına karşı çok merhametlidir. O kullarının günahlarını
bağışlayandır. Herşeyi bilen, herşeyi gören Allah'ın, ilmi
kadar da rahmeti vardır. 3539[4]
3539[4]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/307-308.
çıkar sağlayanlar var. Bunlar dünyanın her tarafında olduğu
gibi Türkiye'de de var Bunlar, dünyayı dolaşıp, insanların
din kaydından soyutlanmasına dair konferanslar veriyorlar.
Onlar bunu, her türlü ahlaksızlığın ve kötülüğün
kanunlaşması için yapıyorlar.
Bunu yapabilmek içinde ahireti inkardan başlıyorlar.
"Dünyanın sonu gelmez, insanlar öldükten sonra dirilmez"
diyorlar.
"Onlara de; Gaybı bilen rabbime yemin olsun ki, elbette o
kıyamet size gelecektir" "ki" tekidle bu bildiriliyor.
Göklerde ve yerde hiçbir zerre O'ndan uzak kalamaz,
O'ndan gizli kalamaz.
Her şey apaçık bir kitapta kayıtlıdır. Bazıları bunun "levh-u
mahfuz" olduğunu söylüyorlar.
Kıyamet, niçin mutlaka gelecek?. İman edenlerin, amel-i
Salih işleyenlerin mükafatlandırılması, ayetlerimize karşı
duran ve bu yolda gayret gösterenlerinde cezalandırılması
için. Onlar için pis ve acıklı bir azab vardır, diyor Allah
(c.c). İnsanoğlunun hukukuna göre, insan ettiğini
bulmalıdır. Bu bir tabiat kanunudur, rabbim koymuştur.
Sevgili peygamberimiz, "Dünya ahiretin tarlasıdır"
buyurmuştur. Bu dünyada kötülük ekerseniz, ahirette cehen-
nem ateşini biçiyorsunuz. Dünyada iyilikler ekerseniz,
ahirette cennette nimetler biçersiniz.
Allah'ın ayetleriyle mücadele eden, bu yolda koşturan
insanlar var. Yazık acımak lazım.
Dünyanın en büyük zalimi olan Firavun, yok olup gitmiştir.
Eğitimi elinde tutan Haman, yok olup gitmiştir.
Ekonomiyi elinde tutan Karun, yok olup gitmiştir. Ama
peygamberlerin o rahmani mesajları devam edmektedir.
Kur'an devam edecektir. Kimse onu durduramaz,
susturamaz, susturmaya çalışanların kendisi susar.3540[5]
3540[5]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/308-310.
6- Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin
hak olduğunu, Aziz ve Hamid olanın yoluna ilettiğini
görürler. Kendilerine ilim verilenler sana indirilenin gerçek
hak olduğunu görürler. Bu hakkında insanları Aziz ve
Hamid olan Allah'ın yoluna götürdüğünü bilirler.
"İlim sahipleri" açıklarken Tefsircilerimiz, "Ehl-i Kitap'ın"
kastedildiğini söylerler. Gerçekten Tevrat'ı ve incil'i bilenler
bu Kur'an-ı Kerimin hak bir kitap olduğunu, Cenab-ı
Hak'tan geldiğini ve herşeye gücü yeten Allah'a (c.c.)
insanları götürdüğünü bilirler.
İlim sahiplerinden; şu anda ilimle, bilimle uğraşanlarda
anlaşılabilir Öyleyse inkarcılara "ilim sahibi" demek
mümkün değildir. Bu ayetten hareketle, inkarcılığında
direnen insanlara "İlim sahibi" demek ilme hakarettir. 3541[6]
3543[8]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/311.
Allah'ın kendisine indirdiği "Zebur'u" çok güzel bir ses ve
makamla okuyor. Sevgili peygamberimiz de Kur'an'ın güzel
okunmasını teşvik etmek için, "Davut (a.s.)'ın Zebur'u
okuduğu gibi okuyunuz" buyurmaktadır.
Allah (c.c.) dağlara hitaben; "ey dağlar! Davud'la beraber
sizde onun çağrısına, onun zikrine katılınız, Kuşlar! siz
de katılınız" buyuruyor.
Dağlan, taşları Yunus gibi dinleyeceğiz. Yunus bu ayetten
hareketle;
"-Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni. -Seherlerde
kuşlar ile çağırayım mevlam seni." diye söyleyivermiştir.
Çok satan bir gazetenin reklam işlerine bakan bir arkadaşla
görüştüğüm de demiştim ki; "çok Önemli bir iş
yapıyorsunuz, serçeyi bülbül diye satıyorsunuz. Biz ise
Allah'ın kelamını insanlara tanıtmakta sıkıntı çekiyoruz.
Başarılı olamıyoruz. Bu konuda bana yardım etseniz" "Fikir
olarak neler söyleyebilirsiniz? dedim."
Dediki, "hocam bizim yaptığımız, Batıda reklam
dünyasındaki gelişmeleri almak ve Türkiye'de uygulamaktır.
Bizim de kendimizin geliştirdiği fazla önemli bir şey yok.
Bizim örneğimiz batıda çoktur. Ancak sizin Örneğiniz
Batıda şu anda yoktur. Çünkü Batıda dini çalışma yapan
papazlar çok başarısızdırlar. Onun için örnek alınamaz. Ama
yinede bir araştırılması gerekir." demişti.
Yani sözlü yayınların insan üzerinde daha etkili olabilmesi
için neler yapılmalıdır? Özel mesajların güzel mesajların
insanlara yalnızca duyurulması değil, etki etmesi, insanların
hayatım değiştirecek sekile gelmesi için neler yapılması
konusunda özel çalışma, Özel gayret gerekiyor.
Sözlü yayınların etkisini araştırdığımızda görüyoruzki;
Sevgili peygamberimizin tüm mesajları sözlüdür. Kur'an
bize sözlü olarak gelmiştir. Hadisler sözlü olarak gelmiştir.
Arafat dağındaki veda hutbesi çağlar boyu dilden dile
nakledilerek gelmiştir. Hz. İsa'nın dağdaki vaazı hâlâ
kulaklarda çınlamaktadır. Davud (a.s)'ın o avazesi hala
dünya insanının gönüllerinde bir titreşim meydana
getirmektedir.
Megafonu, telsizi, telefonu olmayan, küçük bir yerde az bir
insana konuşulan bu mesajlar, çağlan delerek bütün
insanlara nasıl ulaşabiliyor? Burada birinci derecede
söyleyenlerin samimiyeti, söylediği sözlerin, kelimelerin
güzelliği, mananın güzelliği ve en başta Allah kelamı
olmasından kaynaklanmaktadır.
Öyleyse bizlerde avazemizi aleme salarken, söylediğimiz
sözler kendimize ait olmasın. Biz insanların üzerine Allah
kelamını salalım Anlayacakları dil ile salalım. Çünkü bize
ait sözlerin yarın tenkidi mümkündür. İnsanlara en güzel söz
olan Allah'ın kelamını ulaştıralım.
"Biz ona demiri yumuşattık" ayetini tefsir eden
müfissirlerden bir kısmı, gerçekten demiri elinde istediği
şekilde evirip çevirebiliyordu şeklinde anlatmışlardır. Bir
kısmı ise, Davud (a.s) demiri ateşte eritmeyi, istediği kalıba
dökmeyi başarmıştı. Allah (c.c) O'na o bilgiyi ve gücü verdi,
diye tefsir etmiştir. Bu ikinci görüşde, bunun bir mucize ol-
madığı ama Allah (c.c.)'ın ona, o bilgiyi verdiği anlatılmış
oluyor.
Hemen peşinden gelen ayette, "geniş zırh yapman için
demiri sana yumuşattık" buyuruluyor. Fakat "yumuşattık"
kelimesi, genelde müfessirlerimiz tarafından, "gerçekten
demiri elinde bir mum gibi istediği şekle sokabildiği",
şeklinde anlaşılmıştır. Çoğunluk bu görüştedir.
"Onun örgüsünü de çok ince hesaplı yap" diyor. Demekki,
tel tel örülmüş bir zırh yaptığı anlaşılıyor.
Dikkatimizi çeken şudur, Davud (a.s.)'a Rabbim zırh
yapmasını emrediyor. Elinde demiri mum gibi yapıp istediği
şekle dönüştürüp zırh yapmasını istiyor. Ayetin işaret ettiği
mana Allah'u alem şu olur. Rabbim; zırh yap, diyor da kılıç
yap demiyor. Zırh; hem savunmayı hem de hücumu
gerektiren bir alettir. Kılıç öldürür ama zırh öldürmez.
Allah (c.c.) ise bize, Davud (a.s.)'m hayatından verdiği bir
örnekle öldürücü silah yerine, koruyucu silah yapmaya
işaret etmiş oluyor.
Hedefimiz öldürmek değildir. Öldürmeye azmetmiş
insanların o hareketlerini vaz geçirmek ve insanları onların
peşinden de korumaktır bizim görevimiz.
Muhammed Hamidullah hoca efendi; "Peygamberimizin
hayatı boyunca, Türkiye'nin iki katından fazla neredeyse 3
katına yakın bir toprak fethettiğini, ama bu fetihler
esnasında harb meydanında iki taraftan ölen insan sayısının
240 olduğunu" ifade ediyor. Dünya tarihinde görülmüş
değil!!.
Hedef insanların öldürülmesi değil. Hedef bütün insanların
dirilme-sidir. Bunun içinde rabbim, "salın ameller yapınız"
buyuruyor. Salih amel, yani Kur'an'ın özüne uygun,
insanların menfaatine uygun işler yapınız. "Biz sizin
yaptıklarınızı görüyoruz" diyor Allah (c.c). 3544[9]
3544[9]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/311-315.
Rüzgarın bu gücünü rabbim Süleyman (a.s.)'a lütfetmiştir.
Bunlar peygamberlerin mucizeleridir.
"Bakır kaynağım O'nun için akıttık" diyor. Çeşitli işlerde
kullanılmak üzere bakır eriğinden istifade edilmiş,
Zülkarneyn'in şeddinde de bu bakırın eritilmiş halinin
kullanıldığını, Kehf suresinde rabbim bize haber vermişti.
Burada da müfessirlerimiz iki görüş ileri sürmüşler.
1- Bir kısmı diyor ki, bakır eritip onu sanayide kullanmıştır.
Rabbim bu bilgiyi Süleyman(a.s)'a vermiştir.
2- Bir kısmı da, ayetin lafzından hareketle; toprağın
derinliklerinden su kaynağı akar gibi erimiş bakırın
akıtıldığım, bu ayetten anlamak mümkündür demişlerdir.
Kur'an-ı Kerim'de bir çok mucizeler anlatılmaktadır. Bu da
Süleyman(a.s-) için bir mucizedir.
Süleyman (a.s.)'ın emrinde rabbimin izni ile cinlerin de
çalıştığını ifade ediyor. Cinlerin yaptığı işleri de anlatıyor;
Kaleler, sığmaklar, eşyanın suretlerini yapmışlardır. Çiçek
resmi, dağ manzarası yapmışlardır.
Timsal; Allah'ın yarattığı şeyin bir benzerini çamurdan,
taştan, mermerden oyarak yapma sanatıdır. Bazıları
"heykel" diye terceme etmişlerdir ama heykel canlı şeyler
için kullanılır. Kur'an'ın ifade ettiği "timsal " kelimesi ise;
hem canlıların hemde cansızların, yani yaratılmışların
benzerini yapmada kullanılır.
Büyük havuzların yapıldığını, yerinde sabit duran ve
Süleyman (a.s.)'m ordusunun yiyeceklerinin pişirildiği
büyük kazanlar yapıldığını ifade ediyor ayet-i kerime.
Cinlerin bu işlerde kullanıldığı belirtiliyor. Bir başka ayet-i
kerimede, denizde dalgıçlık yaptırıldığı belirtiliyor. 3545[10]
cinlerin, şeytanların Hz. Süleyman'ın emrinde çalıştığını bu
ayetler bize açıkça bildirmektedir. Sad suresinin 35. ayetine
dayanarak alimlerimiz, cinlerin insan emrinde
3545[10]
Enbiya 42, Sad 37
kullanılamayacağını açıklamışlardır.
Cinlerin biz insanlar üzerinde etkisi varmı? Etkisinin
olmadığını 21. ayet-i kerime belirtiyor. "O cinlerin, iblis'in
onlar üzerinde bir sultası yoktur. "Ama ahirete
inanmayanları etkilemektedir." ama İman edenler üzerinde
sultası yoktur, iman etmiyenler ise dilediği gibi
yönlendirebiliyor. Çünkü o imansızlar genlerini şeytanlara
teslim etmişlerdir.
Ey Davud ailesi! şükrediniz. Şükrü yerine getiriniz "Allah
size peygamberlik nimetini vermiştir. Bir de dünya nimetini
vermiştir. Bu nimetlere şükür gerekiyor. Kullardan çok azı
şükreder" diyor rabbim. Biz, o şükreden az kullardan
olmaya gayret edelim. 3546[11]
3546[11]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/315-317.
Rabbim kıyamete kadar gelecek olan mü'minleri de
uyarıyor; "Cinler gaybı bilmez." Hiçbir cinci'ye, medyum'a,
falcı'ya, ytldıznameye bakanlara gitmeyin inanmayın.!. Bu
uygulama bizim tarihimizde de görülmüştür. Bazı devlet
başkanları çok önemli bir olayda, bir yerin kuşatılmasında,
baş komutan vefat edecek olursa, vefat haberi askere
duyurulmuyor. Çünkü askere duyurulmuş olsa netice
alınmaz. 3547[12]
3547[12]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/317-318.
güzel bir ülke, ve bağışlayan bir rab." Ne güzel değilmi?
Biz de bunu çok okuyalım ecdadımız bunu okumuş. Bazı
hattatlarımız güzel bir şekilde yazmışlar. Güzel bir ülke,
affeden bir Rab, İnsana lazım olan işte budur. Güzel olan
ülke, güzel olan Allah'ın güzel olan kelamı Kur'an-ı
Kerim'ine göre hareket eden bir toplumdan meydana
gelecektir. Şu anda dünyanın hangi ülkesi böylesine
güzeldir?
Biz önce yaşamakta olduğumuz yerden itibaren bütün
dünyayı güzelleştirmekle görevliyiz. Tayyib; hem temiz
hem de güzel manasına gelmektedir. Rabbim bize diyor ki;
size lazım olan güzel bir ülke ile, affeden bir rab" Bizim
rabbimiz affedicidir. Öyle bir rabbe gönül vereceğiz, öyle
bir rabbin indirdiği Kur'an'a göre yaşayarak ülkeyi de
güzelleştireceğiz
Günümüzde herkes şikayetçi Asker, polis, üniversite
görevlisi, esnaf, kadınlar, erkekler şikayetçi. Herkes bir
şeylerden şikayet ediyor. Her grub kendi haklarını almak
için caddelerde yürüyor. Kimden? kimden olduğuda belli
değil.
Çünkü 50- 60 senedir kendilerinden hak istenenlerde
yürüyüş yapıyorlar, hak isteyenler de, bu curcuna devam
ediyor. Belde-i Tayyibe özelliğini yitirmiş. Üzerind" an
kokulan var bu toprağın. Laleler güller açması gerekirken,
lale ve güller içerisinde kıtalarına karakollarına gitmeleri
gerekirken, tam aksine kan izleri üzerinde gitmede ve her an
bir silah sesinin yüreğini hoplatmasından korkar duruma
düşürülüvermiş.
Ecdadımız Yemen'den, Viyana'ya kadar gitmiş. Ancak harp
meydanlarında ölen insanların sayısı 70 senede kendi ülke
insanımızın birbirini öldürdüğü sayıya ulaşmamıştır.
Üniversiteyi bitirmiş çok zeki çocuklarımız dışarıya gider
olmuştur. Ama ülke belde-i tayyibe iken ve Kur'an ile
yönetilirken, Almanya'nın en ünlü ressamı geçimini temin
etmek ve sanatını göstermek İçin İstanbul'a geliyor.
Viyana'nın en ünlü mimarı veya heykeltıraşı İstanbul'a
geliyor. Yani dünyanın sanatkarları ilim adamları belde-i
tayyibe olan İstanbul'a geliyor. Onun için bu sureyi okurken
bu ayet-i kerimeye geldiğimizde şunu anlıyalım. Bir ülkenin
belde-i tayyibe olması için insanların hayatım Kur'an'a göre
düzenlemeleri gerekir. 3548[13]
3548[13]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/318-320.
yıkılması ve suların boşalmasıyla o güzelim yerler yok
olmuş ve yerlerine dikenli sidr ağaçlan ve ekşi meyvalar
veren ağaçlar türemiş. Yani çöl iklimi
hakim olmuştur.
İçimizin güzelliği, dışınızın güzelliği ile ilgilidir. İçiniz
güzel olursa dışınızda güzel olur. Bunu köylerde
görürsünüz. Bahçesi en güzel olan insan çevresiylede en iyi
geçinen insandır. Ayrıca namazını da en iyi şekilde
kılar.3549[14]
3549[14]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/320-321.
3550[15]
Kehf 29
3551[16]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/321.
kendilerine batmış. Diyorlarki; "Ya rabbi! Beldelerimiz
arasını aç" Yani şehirlerin yakın olmasımnda bir sıkıntısı
başlıyor. İnsanlar arasında Ağaçlıktan, yeşillikten rahatsız
olan, hep çölleşmesini isteyen insanlar var.
Bize çöl ver, diyen insanlar olurmu? hocam "derseniz olur.
Ülkenin çölleşmesinden çıkar sağlayan insanlar 20001i
yıllarda yokmu?
Türkiye'nin çeşitli yerlerinde orman yakanların hedefi
nedir? Bu insanlar Kur'andan uzaklaştırılmış insanlardır.
İslamı yaşadığımız dönemlerde, mesela Osmanlı devleti
zamanında; bir liramız, on tane amerikan dolarına, 20 tane
Alman markına denk iken, İslam'dan uzaklaşınca, kendi
paramızdan kaçıp, amerikan parasıyla yatar kalkar hale
geldik. Bunlar çölleşmenin işaretleridir. Allah (c.c.) o
insanlar için diyor ki; "biz onları masal yaptık. Onları efsane
haline getirdik. Gerçektende onlar daha sonra gelen
devirlerde ve şu an bile masal olarak anlatılıyorlar.
Sabreden ve çok şükredenler için bunlarda ibretler vardır,
diyor Allah (c.c). 3552[17]
3552[17]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/322-323.
3553[18]
Nisa 119
3554[19]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/323.
21- İblis'in onlar üzerinde hiçbir otoritesi yoktu, Ancak
ahirete iman edenle, ahiret hakkında şüphe içinde olanı
ayird etmek için (İblise fırsat verdik). Rabbin herşeyi
koruyandır.
Kur'an- Kerim bize mü'min ve kafir insanın, şeytanla olan
ilişkisini anlatıveriyor. İslam'a gönül verince oluşan belde-i
tayyibe'yi tarif ediyor, İslam'dan uzaklaşınca çölleşen bir
ülkeden haber veriyor.
Rabbim bunları bize anlatırken, günümüzdeki bir hastalığa
da dikkat çekiyor.!!! Cincilik hastalığı. Bu konu ile ilgili
bilgiler daha önce geçmiştir. Ahirete iman edenler şeytanın
peşinden gitmezler. Ahirete iman etmeyenler şeytanın
peşinden giderki,3555[20]
3559[24]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/325-327.
3560[25]
Kehf 29
3561[26]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/327.
Sonra aramızda hak ile hükmedecektir. Hak ile batılı
birbirinden açacaktır.
Bu dünyada bazıları hakkı batıla karıştırmışlar. Onun için
rabbim yahudilere emrederken veya bir yasak koyarken,
"hak ile batılı birbirine karıştırmayınız" diye bir yasak
koymuş. 3562[27]
Zehiri billur kâse içinde verip balıda suç ortağı yapmak gibi.
İnkarcının yaptığıda; imanla inkarı birbirine
3563[28]
karıştırmaktır.
3562[27]
Bakara 42
3563[28]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/327-328.
3564[29]
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/328.
yararlanıyorlar. Mesela, "En yakın akrabalarını uyar, İslam'ı
onlara anlat" 3565[30] ayet-i kerimesini delil getirirler. "Mekke
halkını ve Mekke'nin çevresindekileri" 3566[31] ayet-i
kerime'sinede dayanarak bu sözü söylerler. Halbuki bizim o
yanık sesli müezzinlerimiz bir ayet-i kerimeyi bütün bir
millete mal ettiler. "Ve ma erselnake illa rahmeten lil
alemin" "Biz seni bütün alemlere peygamber olarak
gönderdik" Hocam alem-i anlayamadık diyenlere; "Biz seni
ancak bütün insanlara peygamber olarak gönderdik."
demektir.
Allah (c.c.) peygamberimizi müjdelemek üzere
göndermiştir. Neyi müjdeleyecek? Hem dünya saadetinin
imanla olacağını, hem de ebedi saadet yeri olan cennetin
İslam'la kazanılacağını müjdelemek için.
Uyaracak, neyi uyaracak? Küfrün, inançsızlığın bu dünyayı
da fesada bırakacağını, dünyada bozgunculuk meydana
getireceğini ahirette cehennemi uyarmak üzere
gönderilmiştir. Ancak ne yazık ki, insanların bir çoğu bu
gerçeği bilmiyor. 3567[32]
3565[30]
Şuara 214
3566[31]
En'am 92
3567[32]