Professional Documents
Culture Documents
Mustafa Durak
KOLAJ TARİHİNE GİRİŞ
Mustafa Durak
KOLAJ NEDİR?
Kolaj aslında yalnız resim değil, edebiyat, müzik, sinema, mimari, fotoğraf,
neredeyse tüm sanat alanlarında görülen bir uygulamadır. Kolaj, edebiyatla
ilişkilendirildiğinde metinlerarasılık kavramı kaynağında ele alınabilir. Ve
kolaj, yeri belirtilmemiş alıntı (citation)’dan başka bir şey değildir. Edebiyatta
alıntı, yalnızca ben ile başkası arasındaki ilişki iken, kolajda, öznenin yöneldiği
ilişki, ben ve başkası arasında olabilir, ama asıl ben ile şey arasındadır. Hatta
başkası da bu “şey” içindedir.
Kolaj kavramında dikkate alınabilecek iki nokta vardır. Birincisi sözcük
bakımından ‘yapıştırma’ anlamına gelmesidir, ikincisi de kolaj çalışmalarında
gerçekleştirilen eylem bakımından, ‘bitiştirme’, bir araya getirme oluşudur.
Kolajdaki yapıştırma diğer yapıştırmalardan süse dayalı olmayışıyla ve
kopmuşların bitiştiriciliğini içermemesiyle ayrılır. Süslemeye dayalı
yapıştırmalar içeren pek çok çalışma da bu bakışla kolajın dışında bırakılabilir.
Kolajdaki bir araya getirmeyi, bir bütünün parçalarını yerine takmak, yani
parçaların tasarlanan bütüne eklemlenmesi demek olan montajla
karşılaştırabiliriz. Kolajdaki bir araya getirmekle montajı ayıran nitelik
parçaların tam olarak bütüne kaynaşmamışlığıdır. Kolajda parçalar eğreti,
göreli bir bütün oluşturur. Montajda ise tam bir bütün. Kolajda parçaların geçici
bir bütünlüğü söz konusu iken montajda süreklilik söz konusudur. Kolajda
parçalar kopup geldikleri bütünü işaret etmeyi sürdürebilir. Eklenmeyle oluşan
sınırlar, parçaların farklı bir bütünden geldiklerini işaret eder. Kolaj, aslında
birleştirme edimi olsa da birleştirme kavramıyla birebir uyum içinde değildir.
Kolajda bitiştirme, kısmidir. Kolajı diğer bitiştirmelerden ayıran en önemli
özellik, bitiştirmenin rastgele ya da bilinçli alt parçanın işaret ettiğini değiştiren
yeni bir bütüne, yeni bir anlama yönelik kısmi bir bitiştirme olmasıdır.
Kolajdaki bitiştirme, parçaların yapıştırılmasıyla farklı düzlemlerden,
katmanlardan oluştuğu için diğer eklemelerden de ayrılır. Bu noktada
Arcimbaldo’nun çalışmaları geliyor aklıma. Ama kolaj, yapıştırma oluşuyla
kendisine en yakın örnek Arcimbaldo (1527-1593) çalışmalarından da ayrılır.
Bu sanatçının yapıtlarındaki şeylerde doğal olma ya da ayrı varlık olma terk
edilmiş değildir. Şeyler, kendi varlıklarını korumaya devam ederken bir araya
getirilmişlik içinde başka bir biçimi (genelde) bir yüz biçimini var eder.
Arcimbaldo yarattığı portrelerde kişilerin iç dünyalarının dış dünyada neye
benzediğini göstermeye çalışıyor gibidir.
Kolaj ile başka bir sanatsal resim arasında en belirgin özellik, bütünlüğü
oluşturan parçalar arasında görülür. Kolaj dışındaki görselliklerde parçaların
birbiriyle ilişkisi doğrudan iken, kolajda bu ilişki dolaylıdır. Birinde doğal (‘a
en yakın) iken, ikincisinde yapaylık (yapma kavramı) üzerine vurgu vardır. Ve
bu yapma, aslında diğerlerine göre bir yeniden yapmadır. Bu yeniden yapma,
her ne kadar genelde kesme- yapıştırma eylemleriyle açıklansa da tüm sanatsal
alanlar dikkate alındığında bir yıkma ve yeniden yapma işlemektedir. Kesme,
parçalama, yırtma, yıkma; bir kolaycılık olarak görülse de iş, amaçlılık
açısından bu aşamada bırakılamayacağı için; bir yeniden yapma, birleştirme ile
süreç tamamlanacağı için kolaj, öznenin kendini bulması, isyanı ve güveni
olarak değerlendirilebilir ruhsal olarak.
Kolajda dikkat edilmesi gereken başka bir edim de ayıklama, seçmedir. Kolaj
sanatçısı, şeyin bütünüyle ilgilenmez. Tasarımda kendine yararlı olacak
parçayla ilgilenir. Bu yüzden kolaj, basit aktarım değil, yeni bir bütüne yapılan
aşıdır. Bu yeni bütün içindeki aşı, yeni anlamsal filizlenmelere açılır. Bu aşı
işlemi, ayni zamanda eski bağlamındaki formu, şeyi silmeye yönelir. Ayni öge
farklı kolajlarda farklı bütünlüklere yürüyeceği için anlama katkısı da farklı
olacaktır.
Her kolaj, öznenin dışında önceden var olanla, bu önceden var olanların ve/ya
öznenin kültürel birikimine bağlı var ettiklerinin, zihnindeki izdüşümleri
arasında gidip gelmesidir. Bu gidip gelme, daha doğrusu dolaşım ağı, öznenin
seçme, yeniden biçimlendirme işlemlerinden geçerek üçlü uğrak içerir: özne,
şeyler dünyası, öznenin imgeler dünyası. Kolaj, diğer sanatlarda da olduğu gibi,
öznenin zihnindeki oluşumlar ve dönüşümlerin dışa yansıtılmasıdır, ifadesidir.
Kolaj; varlığı bütünselleştiren imge dünyasını, yetkinciliği sarsmıştır. Kolaj,
özgür kılınmış imgelem dünyasına, giderek düş dünyasına açılmadır. Yani
kolaj, sanatçının sınırsız özgürlüğünün ilanıdır. Kolaj; malzemeyle, dış
dünyanın bedeniyle ten tene geliştir. Kolaj, parçaları eklemekten çok tersine bir
yaklaşımla parçalanmışlıkları yapıştırma çabasıdır.
Kolajı genel işlem olarak kesme (parçalama), yapıştırma (birleştirme) diye ele
alırsak kolajın farklı alanlarda uygulanageldiğini görürüz. Bu kolaj tarihi
denemesinde, elden geldiğince farklı alanlara kısaca göz atmaya çalışılacaktır.
Kolajın, bugün resim alanında bir uygulama olarak genel kabul gördüğü biçimi
için bunlar ‘ön biçimler’ olarak ele alınabilir.
Kolaj’ın Ön Biçimleri:
Burada gelişmeci ve seçmeci bir yaklaşım içinde olmaksızın “ön biçim”
kavramından söz ettiğimin altını çizmeliyim. Resimde kolaj tekniği olarak
bilinen yapma biçiminin daha önceki kimi görünümlerinin, söz konusu teknik
için modelliği dikkate alınacaktır.
Minyatür
Wikipedi özgür ansiklopedi, Minyatürün tarihini İÖ 2.yy’daki Mısır papirüsleri
üzerinde görülen Minyatürlere bağlar. Aslında en azından Mısır uygarlığına,
Mısır resmine bağlanabilir. Eğer Minyatür yalnızca kullanıldığı yerle (kitap
içiyle) sınırlandırılmazsa. Minyatür tarihi ile ilgili kaynaklar minyatür
sözcüğünün, kurşun oksitin latincesi olan “minium”dan geldiğini ileri
sürmektedir. Bu olasılığı göz ardı etmeksizin minyatür sözcüğünün “küçücük”
anlamına gelişi de dikkate alınabilir. Hoş, minyatür sözcüğü Fransızca bir
sözcüktür aslında. Minyatürler elyazması, değerli kitapların içinde yer alan
resimlemelerdir. Yani kitap resimleridir. Bu tür resimlerdeki üç temel
özellikten biri, figürlerin ayrıntıya girmeyen, karikatür çizer gibi genel hatları
veren resimler olmasıdır; ikincisi, mekan duygusunun göreliliği; üçüncüsü de,
ögeler arası uyumun göreliliğidir. Özellikle bu son iki özellik kübizm
anlayışına ve kolajın babası sayılan kübistlerin gerek kolaj, gerek diğer
çalışmalarındaki anlayışa çok yakındır.
İkona resimleri
İkona terimi rusça. Ama kaynağı yunanca. Eiko, benzemek, benzetmek
anlamına geliyor. Eikonion da küçük resim demekmiş. Hem benzemek, hem de
benzetmek anlamına gelmesi, her iki açıyı nesne ve üreticisi açısını aynı
sözcükle aktarması demek. Böylece sözcük esneklik ediniyor. İkonanın çıkışıyla
ilgili söylentilerden birine göre, Yohanna'nın öğrencilerinden birinin evinde
çiçeklerle süslü bir Yohanna resmi olduğu ve önünde kandil yandığı
anlatılmaktadır. Hristiyan evlerinde de ikonalar var, bunlar ya "ikona
dolapları"nda ya da özel bir köşede duruyor. Bunların önünde de bir kandil, ya
da bir mum yakılıyor. İkonadaki parıltı yetmediğinde ya da parıltıyı daha bir
artırmak için, sanatçının aydınlatma çabasına ibadet edenin aydınlatma katılımı
bu ışıkla sağlanıyor. Ve hristiyan kişi daha etkin olarak eyleme, resme, dinsel
olaya duygusal bir bağla bağlanıyor.
İkonalarda önce İsa, sonra Meryem ve daha sonra Azizler'in resimleri yer alıyor.
ve çoğu incildeki olayları simgeliyor. İkonalarda önemli bir özellik İsa, Meryen
ve Azizlerin başlarını kutsallık işareti olarak bir halenin sarmalamasıdır. Bu
yuvarlak biçim yuvarlak başla birlikte içiçe iki daire biçimini sağlamaktadır. Bu
kutsallık işaretinin genellikle gümüş beyazına ya da altın sarısına boyanmış
olması, bunun güneşle bağlantılandırılmasını kaçınılmazlaştırmaktadır.
Dolayısıyla bu kişiler tanrısal ışığı arkalarına almış. Onunla aydınlatılmışlardır,
ressam tarafından. Daha sonra ikonaların önünde mum yakılması da izleyenin
onu nurlandırma, aydınlatma çabası olarak, bu olguyu değişik bir görünümle
sunmaktadır. Ortak bilinçte öne çıkarma, sıradanlıktan çıkarmadır aydınlatma.
izlediğim Meryem İsa ikonalarından birinde Meryem'in arkasındaki aylada
güneş ışınlarını andıran çizgiler yer almakta, tam bir cakra simgesi
oluşturmaktadır. İsa ile ilgili ayla, tam bir mandala örneğidir. Dairenin içinde
daireyi bölümleyen, haça benzer bir şekil yer alır. Bu şeklin uçlarında /, O ve N
ya da H harfleri/ yer alır. Bunlar İsa'nın evreninin efendisi olduğunu herşeyin
ona ait olduğunu simgeler. Ben burada bu simge bir yandan mandala, en yetkin
kişi kavramını hem de çarmıha gerilmiş, gerilecek İsa kavramını buluyorum.
Dolayısıyla hem en yetkin hem de en acılı olan, bir bakıma mutsuzluğa yazgılı
olan karşıt kavramları biraraya getirilmiş oluyor. yetkin olma, sıradan olmaya
katlanamayışın bedeli hatırlatılarak insanların sıradanlıklarına şükretmeleri
sağlanmış oluyor.
Dekoratif uygulamalar
İkona örneklerinde olduğu gibi İtalyan resminde yapıştırma tekniği
kullanılmıştır. Ancak bu, resme bazı nesnelerin dekoratif olarak eklenmesinden
ibarettir. Yani ikona örneklerinin bile gerisinde sayılabilir.
Ingres ve Kolaj
Adrien Goetz, 2006 tarihli “Ingres ve Kolajın Uygulanışı” adlı yazısında
makasla kesme ve yapıştırma olarak kolaj tekniğinin 19.yy’da kullanıldığını
ifade ediyor. Bu tekniği kullanan ressamlardan; David, Géricault ve Ingres’in
adlarını veriyor. Kendisi Ingres üzerine yoğunlaştığı için, ressamın desenleri
arasında pek çok kolaj uygulaması bulunduğunu belirtiyor. Ancak söz konusu
ettiği desenlerin bir alıştırma olarak anlaşılmaması gerektiğini belirtmek için de
bu çalışmalarda Ingres’in imzasının olduğunu söylüyor. Parçaları öbür parçaya
göre konumlandırmada kullandığını örnekleriyle veriyor. Ve onun kesme ve
yapıştırma çalışmalarından örnekler veriyor: “Ağabey Bertin’in portresi için
çalışma” (1832) Ingres Müzesi, Montauban; “Altın çağ için çalışma” (1842);
“Cherubini portresi için esin tanrıçası çalışması” (1842), “13.Louis’nin Dileği
için Meryem çalışması”. Bu son çalışmada ayaklar ve ellerin anatomik
çalışması yapılmış, ve kolajla ve resmetmeyle eller ayaklardan çıkıyor izlenimi
verilmiş. Burada şu dikkatimizi çekiyor: imza atılmış da olsa kesme ve
yapıştırmanın kullanıldığı çalışmalar ikincil, daha büyük bir esere yönelik
taslak çalışmalar. Yani bu uygulama işin mutfağında kalıyor bir anlamda.
Ancak Baudelaire’in şu sözlerine kulak verirsek konuyla ilgili mutfağın
şeffaflığı ve önemi noktasına gelebiliriz yine de:
“Sayın Ingres, büyük ressam, Rafael’in kurnaz hayranı. İşte yine dıostlarını ve
düşmanlarını, sadıklarını ve karşıtlarını şaşırtacak, ama acele etmeyen, çalışkan
bir dikkatle. Herkes bu üç farklı desenin şu ortak noktasını görecek: bunlar
mükemmel bir biçimde ve tam olarak doğayı yansıtıyor ve söylemek
istediklerini tam olarak söylüyor. Belki Daumier, Delacroix’dan daha iyi
çiziyor (..) ve eğer siz, çalışkan incelikleri bütünün uyumuna, ve parçanın
niteliğini kompozisyonun niteliğine yeğlerseniz; ayrıntı düşkünü Ingres belki
de ikisinden daha iyi çiziyordur. Ama biz yine üçünü de sevelim”.
Lauves Bahçesi
“Doğayı silindir, küre, koni gibi ele almalı. Perspektife yerleşmiş her şey,
örneğin bir nesnenin, bir düzlemin her yanı, merkezi bir noktaya yönelmeli.
Ufka paralel çizgiler enginliği verir, örneğin doğanın ya da dilerseniz ‘evrensel,
heryerde varolan güç (olarak) tanrı babanın’ gözlerinizin önüne serdiği
seyirliğin bir kesitini. Bu ufuktaki dikey çizgiler derinliği verir. Oysa biz
insanlar için doğa, yüzeyde olduğundan çok derinliktedir. Bu yüzden, kırmızı
ve sarılarla temsil edilen ışık titreşimlerimizde, havayı hissettirmek için yeterli
miktarda mavimsiliklerin olması gerekir”.
Kaynak:
Nilay Yılmaz; İkonalar 1 ve 2; Kültür Bakanlığı Yayınları; Ankara; 1993