Professional Documents
Culture Documents
PARTİSİ
PROGRAM
2008
İÇİNDEKİLER
Türk vatanı; Türk ulusunun köklü ve zengin tarihi ve bu tarih ile beslenen kültür
varlıklarıyla donanmış, siyasi sınırlarla çevrilmiş, bugün üzerinde varolduğumuz
kutsal yurttur.
Bir millete yapılabilecek en büyük kötülük olan gençliğin yakıcı ateşinin bir an
için bile söndürülmesine izin vermeden okumaya hevesli, düşünmeyi seven,
olayların akışını takip edip müdahale edebilecek bir nesil yetiştirmek üzere Türk
gençliğinin önündeki çağdaş uygarlığa uzanan tüm yolları açacak ve engelleri
kaldıracaktır.
Yepyeni, akıllı, adil ve sağlam bir devlet yönetimi oluşturarak mevcut çürümüş
düzeni tümüyle tasfiye edecektir.
Yirmi beş yıla ulaşan bölücü PKK hareketi sayısız beceriksizliklerden ötürü
ortadan kaldırılamamıştır. Anayasa’da değişiklikler yapılarak ırk, dil, din ve
mezhep temelinde bölücülük yapmak insan hakları ve özgürlükler kapsamına
alınmıştır. Bölücü ve kanlı PKK terör örgütünün siyasal ve legal bir duruma
getirilmesi çalışmaları son hızla devam etmektedir. Terörle Mücadele Yasası dış
güçlerin baskısı ile sulandırılmış, terör teşvik edilmiş, terörle mücadele eden
güvenlik güçlerinin azim ve kararlılığı yıpratılmıştır.
Türk Devriminin, Türk Devrim ilkeleri ile kurulan Atatürk’ün kurduğu Türkiye
Cumhuriyetinin ana özelliği ve ulus devletin vazgeçilmezleri ve temel harcı olan
egemenlik ve bağımsızlık büyük bir tehdit ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Devlet yönetiminde; hükümet içinde hükümet görüntüsü hakimdir. Ülke’de
birkaç tane hükümet bulunuyormuş algısı yaratılmıştır. Devlete ait yetkilerin bir
2000’li yıllar boyunca farklı iktidarlar tarafından tek bir politika olarak
sürdürülen küresel sermayenin dayattığı neo-liberal program ekonomik alanın
dışında siyasal alanda da büyük bir demokrasi açığına neden olmuştur. Banka ve
finans kuruluşlarının yarısından çoğu yabancıların eline geçmiştir. Finans
piyasasını elinde tutan yabancılar ülkemizin siyasetini de belirleme durumuna
gelmişlerdir. Petrol tekelleri ve uluslararası finans şebekesi ‘doğunun’ petro-
dolarlarıyla ‘batının’ finans merkezlerini bir araya getirebilmek için bölgemizde
sınırları yeniden çizmeye çalışmaktadır. Bu yeni paylaşım savaşımının ideolojisi
ise ‘Ilımlı İslam’ ya da ‘Büyük Orta Doğu Projesi’ gibi adlarla isimlendirilmiştir.
A. Ekonomik Durum
Özelleştirme ve sürekli dış borçlanmayı bilinçli bir şekilde temel hedef olarak
seçen bu ekonomik yaklaşım sonucunda; Türkiye, dış ticaretinde olağanüstü
açıklar yaşayan ve üretim olanaklarının da doğrudan doğruya yurtdışından
spekülatif sıcak para girişlerine bağımlı hale getirildiği bir ülke durumuna
sürüklenmiştir. Türkiye ulusal geliri, dış kaynak girişi olduğunda büyüyen, aksi
halde küçülen; sermaye çıkışı durumunda da siyasal iktidarları uluslararası
finans sermayesinin kapris ve talimatlarına boyun eğer bir ülke haline
getirilmiştir.
Toplam kamu borcu ile özel kesimin dış borcu toplamından oluşan “ülke toplam
borç stoku”; 2002 yılındaki 220,5 milyar dolarlık düzeyinden, 2007 yılı sonu
itibariyle, yüzde 116,6 oranında (257,1 milyar dolar) artarak, 477,6 milyar
dolara tırmanmıştır. Siyasal iktidar tarafından böyle bir borç batağına sokulan
Türkiye’nin dış borcu 2007 yılının Mart ayı sonunda 212 milyar 569 milyon
Diğer yandan Türkiye, faiz bataklığına saplanmıştır, 2004 yılındaki reel faizler
bugün aradan geçen dört yıl sonra hala aynı düzeydedir. Şu anda devletin
borçlanma faizi yüzde 22, reel faiz ise yüzde 10’nun üzerindedir. Bu durum neo-
liberal politikaların bizi nereye getirdiğini açıkça ortaya koymaktadır. İç
borçlanmanın sürdürülmesi artık imkansız görünmektedir. İç borçlanma zaten
bozuk olan gelir dağılımını daha da bozmuş, tasarruflar azalmış, ekonomik
büyüme durmuştur. 2004 sonrasında doların emtia karşısındaki değer kaybı
yüzde 300-400’ler civarındadır. Ekonomik büyümeye yönelik olarak açıklanan
rakamlar tümüyle büyük bir yalan ve aldatmacadır.
Hane halkının borçları 2002 yılında 6,5 milyar YTL iken 2008 yılının yedinci
ayı itibarıyla 135 milyar YTL’ ye yükselmiştir. Bu borcun 31 milyar YTL’si
kredi kartlarına, 80 milyar YTL’si ise tüketici kredilerine karşılık gelmektedir.
150 bin vatandaş yaklaşık 2 milyar YTL tutarında kredi kartı borçlarından
kaynaklanan icra işlemi ile karşı karşıya kalmıştır. Aynı dönemde banka
bilançoları ile bireysel krediler arasında da anlamlı bir benzerlik vardır. 2002
yılında banka bilançoları toplamı 108 milyar dolar iken 2008 yılının altıncı
Bugün bankacılık sektörünün yüzde 50’si yabancı sermayeye ait iken bu oran
sigortacılık sektöründe yüzde 70’lerin üzerindedir. Ayrıca bankaların halka açık
kısmının yüzde 80’den fazlası yabancı sermayenin elindedir. Sermaye
piyasasında ise yabancı sermaye oranı yüzde 70’lerin üzerinde olup para
piyasasında bu miktar yüzde 80’ler seviyesindedir.
Ekonomik anlamda çok sıkıntılı bir dönemin içine girilmiştir. Siyasal iktidar her
şeyi normal göstermeye halkımızı hayali rakamlarla, bir gecede yükselen
GSMH’larla kandırmayı ve avutmayı tercih etmektedir. Cari açıktan, iç borç
stoğundan ve reel sektör borçlarından hiç bahsetmemektedir. Maalesef
yaşadığımız bu sahtelik ve içinde bulunduğumuz oyun mutlu sonla bitmeyecek
gibi gözükmektedir. Ülke ekonomisinin gidişatından kaygı duyan iktisatçılar ve
ekonomik çevreler sürekli olarak “kriz fırtınası geliyor, hazır olun” diye
haykırarak uyarılar yapmaktadır.
B. Ekonomi Politikamız
2)Türkiye Cumhuriyeti Devletinin imkânları ile hiçbir kişi, kurum veya kuruluşa
menfaat ve/veya imtiyaz sağlanmayacaktır; verilmiş imtiyazlar behemehal geri
alınacak, “lisans ticaretine” son verilecektir.
Vadesi gelen devlet iç borç senetleri, uzun vadeli, enflasyonu taban alan
getirilere tabi senetlerle değiştirilecek ve faiz gelirleri etkili bir biçimde
vergilendirilecektir. İç ve dış borçlar yeniden yapılandırıldıktan sonra IMF
programına gerek kalmayacağından ekonomide tam bağımsızlık için bu
programa son verilecektir. AB ile imzalanan Gümrük Birliği, Dünya Ticaret
Örgütü ile yapılan ve diğer uluslararası ticaret anlaşmaları tekrar gözden
geçirilerek ülke ekonomisine zarar veren hükümlere karşı zorunlu tüm önlemler
alınacaktır.
İlgili tüm tarafların (Devlet ve Özel Sektör) katılımıyla milli bir iktisat politikası
oluşturularak derhal uygulamaya konulacaktır. Vergi tabanı yaygınlaştırılarak,
vergi gelirleri artırılacaktır. Sermaye gelirlerinin vergi gelirleri içindeki payını
yükseltecek önlemler alınacaktır. Kısa vadeli yabancı sermaye giriş ve çıkışları
denetim altına alınarak üretim ekonomisine yönlendirilmesi sağlanacaktır. Her
türlü sermaye hareketinden doğan kazanç vergilendirilecektir. Vergi adaletini
gözeten ve herkesten mali gücüne, servetine ve gelirine göre vergi alınması
ilkesine uygun bir vergi reformu gerçekleştirilecektir.
Hak ve Eşitlik Partisi iktidarında içeriden desteklenen küresel saldırı kararlı bir
şekilde durdurulacak, ülke ve ulus küreselleşmenin tüm olumsuz etkilerinden
korunarak halkımız esenliğe kavuşturulacaktır.
C. ÖZELLEŞTİRME
Eğer zarar eden değil de kar eden bir kuruluş özelleştirilmek isteniyorsa; daha
ileri bir üretim sistemine geçmek söz konusu değilse; ekonomik güç halka değil
de iç ya da dış bazı odakların eline geçecekse; özelleştirmede “toplumun ortak
yararı” bulunduğundan elbetteki söz edilemez.
Enerji ihtiyacımızdaki dışa bağımlılık, yeni bir planlama ile enerji sektörüne çok
ciddi boyutlarda hızla yatırım yapılmasını sağlayacak şekilde azaltılacaktır.
Milli sermayenin yeni enerji politikalarıyla enerji sektörüne yönlendirilmesi
özendirilecektir. Dünyada son bir yıl içinde hızla yükselen petrol fiyatları başta
olmak üzere diğer fosil yakıtların alternatifi olan bor gibi enerji hammaddesi
olabilecek yeni yakıt kaynaklarının geliştirilmesine önem verilecektir.
HEPAR İktidarında;
Bir zamanlar yük taşımacılığında önemli bir paya sahip olan Türkiye Devlet
Demir Yolları (TCDD) işletmesinin, bugün içinde bulunduğu durum ortadadır.
Yönetim kadroları yetersiz, bilgisiz ve deneyimsiz kişilerle doldurulduğundan
yetişmiş personel sayısı her geçen gün azalmakta, insan kaynaklarını ve
taşımacılığın kalitesini geliştirmeye yönelik etkili hiçbir çalışma
yapılmamaktadır.
Döviz kazanımı ile istihdam konusuna katkı yapacak sektörlerin başında turizm
gelmektedir. Ülkemizin turizm potansiyeli bu sektörden çok daha fazla gelir elde
etmemize imkân verecek kapasitededir. Ayrıca turizm, Türkiye açısından çok
önemli olan tanıtım bakımından da etkili bir araçtır.
Madencilik emek yoğun bir sektör olduğu için ülke sanayisinde ve işsizlik
sorununa çözüm getirebilecek önemli bir alandır. Türkiye'nin ekonomik ve
siyasi yapısal sorunları nedeniyle tamamen çıkmaza girdiği bu dönemde,
madencilik sektörünün de çok ciddi yapısal sorunları bulunmaktadır. Sürekli
değişen istikrarsız bir yapı içerisinde bulunan Türk madencilik sektörünün
sorunlarına çözüm üretebilmesi bugüne kadar mümkün olmamıştır.
A. Eğitim
Siyasal iktidar diğer tüm alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da özelleştirmeyi
ilke edinmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden yatırıma ayrılan pay üçte iki
oranında azalmıştır. Hükümet iktidara geldiği 2002 yılında Milli Eğitim
Bakanlığı bütçesinin yüzde 17,18'i yatırımlara ayrılırken, 5 yıllık iktidar
sürecinde bu pay sürekli azalmış ve 2007 yılında 2002'deki rakamın yarısının da
altına düşmüştür. 2008 yılında MEB bütçesinden yatırımlara ayrılan pay sadece
yüzde 5,66 olarak tahmin edilmektedir. Sadece son altı yılın rakamlarına
bakıldığında, hükümet eğitim yatırımlarını durdurmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı,
öğretmen açıkları sorununu ise sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik istihdamı ile
aşmaya çalışarak yapısal sorunlara geçici çözümler üretmeyi tercih etmektedir.
Bu tür istihdam politikaları sonucu, ücretli ve sözleşmeli öğretmenler, pek çok
sosyal ve ekonomik haktan yoksun kalmaktadır. Bu durum, eğitimin zaten düşük
olan niteliğinin daha da düşmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca on binlerce lisans
ve ön lisans mezunu işsiz ve emekli maaşıyla geçinemeyen binlerce emekli
öğretmen okullarda ücretli olarak istihdam edilmektedir.
Öğrenci sayısı her yıl artarken okul, derslik ve öğretmen sayısı bu artışın
oldukça gerisinde kalmaktadır. 2007–2008 eğitim öğretim yılına bakılacak
Dershanelere giden öğrenci sayısı son 2002–2007 yılları arasında sürekli artış
göstermiş ve 1.071.827'ye yükselmiştir. 2002 yılında özel dershane sayısı 2.122
iken, 2007 yılı sonu itibariyle bu rakam 3.986'ya ulaşmıştır. Aynı dönemde
öğretmen sayısı 19.881'den 47.621'e yükselmiştir. Dolayısıyla son 5 yılda eğitim
sistemi nitelik olarak daha da gerilemiştir. Eğitimin niteliği düştükçe özel ders
ve dershane sistemi büyümüştür. Bu durumun doğal sonucu olarak, eğitim
sistemi ve veliler dershanelere çalışmaya başlamış, ekonomik gücü olan veliler
astronomik rakamlarla çocuklarını dershaneye gönderirken, ekonomik gücü
olmayan velilerin çocukları sistemin dışına itilmiştir. Tüm sorunların kökeninde
Türkiye’de eğitimin iflas etmiş olması yatmaktadır.
Mevcut düz liseler 10 yıllık bir süreçte Anadolu liselerine dönüştürülecek ve düz
lise açılmayacaktır. Mesleki ve teknik okullardan mezun olan öğrenciler Meslek
Yüksek Okullarına, diğer liselerden mezun olan öğrenciler üniversitelere
yönlendirilecektir. Yurtdışındaki Türk çocuklarının kültürel kimliklerini
korumaları ve geliştirmeleri için sağlanan eğitim imkanları artırılacaktır.
2) Türkçe Öğretimi
B. Sağlık
Çok sayıda karmaşık işlemleri ve işlevleri olan birer işletme haline gelen
günümüz hastanelerinin profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmesi
sağlanacaktır. Başhekim hastanenin sadece sağlık işlemlerinden sorumlu
tutulacaktır.
Sağlıkta Kaynak Savurganlığına son verilecektir. Hasta ile hekim arasındaki
para ilişkisi kesinlikle sonlandırılacaktır. Bunun için derhal yürürlüğe sokulacak
olan “Tam Gün Çalışma” düzeniyle alt yapı ve insan gücü olanaklarından etkin
ve verimli bir şekilde yararlanılması sağlanacaktır. Hekimlerin çalışma
sürelerinin tamamını sadece çalıştıkları sağlık kuruluşlarına tahsis etmeleriyle
verimlilik arttırılacak ve bir ölçüde sağlık kuruluşlarımızdaki hasta yığılmaları
önlenecektir.
Gerçek ihtiyaç sahibi olan vatandaşlar, sigorta primleri düzenli bir şekilde devlet
tarafından ödenmek suretiyle Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınacaktır.
C. Sosyal Güvenlik
Ç. Yoksulluk ve İşsizlik
Türkiye nüfusunun yüzde 74,1’i yoksulluk sınırının, yüzde 15,4’ü ise açlık
sınırının altında yaşamaktadır. Yani, 52 milyon 278 bin 252 kişi yoksulluk
sınırının altında, 10 milyon 871 bin 672 kişi ise açlık sınırının altındadır.
Toplumsal bir felakete dönen işsizlikle mücadele için ulusal bir seferberlik ilan
edilecek, yeni iş olanakları yaratılacak, kendi işini kuranlar devlet tarafından
desteklenecektir.
D. Kadın Hakları
Kadına yönelik aile içi şiddet hala büyük bir yaradır. Bu tür şiddet uygulamaları
çoğu kez caydırıcı cezalardan uzak ve hatta kimi kez adeta özendiricidir.
Kadınlarımızın ekonomik bağımsızlıktan yoksun olmaları şiddet uygulamasında
en önemli faktörlerden birisidir. Oysaki Milli Kurtuluş Savaşındaki zaferimiz bu
ülkenin kadın ve erkeklerinin müşterek eseridir.
E. Gençlik ve Spor
F. Kültür ve Sanat
Konut ve her türlü bina üretiminde depreme dayanıklılığı esas olan teknoloji ve
standart malzeme kullanımı sağlanacaktır. Güvenli, kaliteli ve ekonomik konut
üretimine, önem verilecektir. Zemin etüdü aşamasından iskan ruhsatı aşamasına
kadar etkin bir denetimin yapılması sağlanacaktır.
Adil bir yargılama için bağımsız bir adli tıp zorunlu olduğundan kurum
öncelikle Adalet Bakanlığına bağlı olmaktan çıkartılacaktır. Kurum özerk hale
getirilerek bir üniversiteye bağlanacak, sağlık alanındaki faaliyeti ise kurumun
ilgi sahasından çıkarılarak genel sağlık sistemi içerisine alınacaktır.
Görevleri hukuki bir sorunu olan kişi ve kuruma hukuki yardımda bulunmak
olan ve sayıları 60 bine yaklaşan avukatlarımızın, meslek örgütü, mesleki
bağımsızlık ve ekonomik sorunlar gibi yıllardır çözülemeyen sorunlarını ortadan
kaldırmak için tüm yasal önlemler alınacaktır. Avukat odaklı baro kuruluşlarının
oluşması desteklenecek ve avukatlık haklarının iyileştirilmesi sağlanacaktır.
Stajyer avukatların avukatlık sınavı, adliye stajı, avukat yanı staj, sosyal
güvenlik ve kredi sorunu kesin ve kalıcı bir şekilde bir çözüme kavuşturulacaktır.
Kamu kesimi avukatlarının mali, özlük ve diğer tüm hak ve yükümlülükleri ayrı
bir yasa ile düzenlenecektir.
Son dönemlerde; Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye’nin laik yapısı, ulusal birliği
ve vatanın bölünmez bütünlüğü ile sorunu olanların hedef tahtası haline
getirilmiştir. Türkiye’yi zayıf düşürmek, kargaşaya sürüklemek, tarihte kalmış
anlaşmazlıkları körüklemek, laik rejimini değiştirmek, parçalamak isteyenlerin
ilk hedefi Türk Ordusu olmuştur. Bu amaca hizmet etmek isteyenler ellerine
geçen her fırsatta iktidarın milli politikalara ters düşen iç ve teslimiyetçi dış
politikası nedeniyle yeniden yükselişe geçen terör yüzünden her gün şehit
cenazeleri kaldırılırken, halkımızın en çok güven duyduğu kurumların her
zaman en başında yer alan ve 24 yıldan bu yana etnik bölücü silahlı kalkışma ile
kanıyla canıyla mücadele eden Türk Ordusu’nu her gün yayınlarla, söylemlerle
yıpratmaya çalışmaktadırlar.
B. Terörle Mücadele
Terör, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda; baskı, cebir, şiddet, korkutma,
yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, anayasada belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni
değiştirmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk
Devletinin ve Cumhuriyeti’nin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini
C. Polis Örgütü
Ülkemizde her türlü zor şart içerisinde özveri ile görev yapan polis örgütünün
ast-üst ilişkileri, özlük hakları ve çalışma koşulları ile polis-vatandaş ilişkisi gibi
konularda sorunları mevcuttur.
Üst düzey polis memurlarının terfi ve atamasında objektif kriterleri dikkate alan
yeni bir terfi ve atama sistemi getirilecektir. Polis örgütü her türlü siyasi
baskıdan arındırılarak; sağlıklı bir yönetim ve çalışma sistemi oluşturulacaktır.
Jandarma ve Polis güçlerinin iç güvenlik konusunda gerekli ve uyumlu
koordinasyonu sağlanarak güçlü bir iç güvenlik organizasyonu meydana
getirilecektir. Tam bir branşlaşma ile uzmanlaşma sağlanacaktır. Çalışma
saatleri keyfilikten çıkartılarak, yeniden belirlenecektir. Fazladan çalışılan her
saat görev için ayrıca mesai ödenecektir. Disiplin mevzuatı adalet ve insan
hakları ölçüsünde yeniden düzenlenecektir. Liyakat tanımı yeniden belirlenerek
Ağır bir borç yükü altına sokulan Türkiye hem askeri ve hem de ekonomik
açıdan dolaylı dolaysız Batı’ya tam bağımlı bir hale getirilmiştir. Bölgemizde ve
sınırlarımızın hemen altında yapay bir Kürt Devleti ve PKK projesini
yürütmekte olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Büyük Ortadoğu
Projesi yoluyla bölgeyi yeniden yapılandırma inadı ve petrol bağımlılığına
paralel politikaları Türkiye’yi yakın bir gelecekte çıkmazlara sokacak ve
milletimize ağır bir bedel ödettirecektir. Bu oyunun en az 25–30 yıl süreceği
ortadadır. Bir diğer siyasi bağımlılık da Avrupa Birliği (AB) üzerinden
dayatılmaktadır. Batı’nın üçüncü sınıf diplomatları bile Türkiye’nin iç işleriyle
ayrıntılı olarak ilgilenmekte ve talimatlar verebilmektedir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) üzerinde oynanan Batı entrikaları hız
kaybetmeden, koşullara bağlı olarak yürütülmektedir. Kıbrıs’ta Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti cumhurbaşkanı ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi başkanı,
Rum-Yunan ikilisinin elli yıllık amaçları doğrultusunda bir anlaşmaya
varmışlardır. Böyle bir anlaşmanın Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından nasıl
vahim gelişmelere yol açabileceğine dair Türk kamuoyundan güçlü bir ses
çıkmamıştır. İki tarafın görüşmelerinden çıkan önemli sonuç tarafların, “tek
egemenlik, tek vatandaşlık” ilkesi üzerinde anlaştıkları ve çözümü bu ilke
üzerinde inşa edecekleridir. Bu ilke anlaşması, Türk tarafı açısından yeni bir
politikanın devreye sokulması anlamına gelmektedir. İki egemenlik, iki halk, iki
devlet ve iki demokrasiden vazgeçilerek “tek egemenlik, tek vatandaşlık”
üzerine bina edilecek bir Kıbrıs’ta, Türklerin azınlık durumuna düşmesi kabul
edilmiş gözükmektedir. Bu ilkeye göre kurulacak yapıda Türklerin, Kıbrıs
yönetimine eklemlenmesinin amaçlandığı açıktır. Türk tarafı bu politikayla
Kıbrıs konusunda artık çok tehlikeli bir yola girmiş durumdadır. Bu yolda
devam edilmesi halinde KKTC’yi bekleyen akıbet, egemenlik statüsünün
ortadan kaldırılması ve Kıbrıs Rum Devleti içinde azınlık haklarından
yararlanan bir topluma dönüşmek olacaktır. Kıbrıs’ta başlatılan bu yeni ve çok
tehlikeli sürecin ortaya çıkan somut hedefi, anayasal düzenlemelerle Rumların
işgali altındaki yıkılmış “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin meşruluğunu Türkiye’ye kabul
ettirmek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne Kıbrıs Türk tarafının “rızasıyla”
son vermektir.
Kan dökülerek ve can verilerek kurulan ve bağımsız bir Türk devleti olan KKTC
bağımlı bir devlet haline getirilmek istenmektedir. Bu durum dünya tarihinde sık
rastlanılan bir durum değildir. Hak ve Eşitlik Partisi iktidar olduğunda Girit’in
nasıl kaybedildiğini hiç unutmadan ve halkımıza unutturmadan KKTC’nin
bağımsızlığı konusunda tavizsiz Türk milli politikasını yeniden yürürlüğe
sokacaktır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin arkasındaki güç olan Yunanistan ile Türkiye
arasında, son yıllarda ekonomik ve ticari ilişkilerde gelişme gözlenmekle birlikte
başta Ege sorunları olmak üzere temel siyasi anlaşmazlıkların çözümü
konusunda şu ana kadar somut hiç bir ilerleme sağlanamamıştır. Yunanistan,
Ege’de karasuları ve hava sahası ihlallerini sürdürmekte kararlı bir tutum
sergilemektedir. Yunanistan ile anlaşmazlıklarımızın ve Kıbrıs sorununun birer
“Türkiye-AB sorunu” haline dönüştürülmüş olması, bu konuda Yunanistan
yönetimini oldukça rahatlatmıştır. Yunanistan’ın hedefinin kısa ve orta vadede
sorunun diyalog yoluyla çözümü değil, Türkiye’nin “Ege’de Yunan
karasularında 6 milin üzerine herhangi bir genişlemeyi casus belli-savaş nedeni
olarak kabul eden” tutumunun Avrupa Birliği üzerinden yöneltilen baskılarla
değiştirilmesini sağlamak olduğu açıkça belli olmuştur.
Avrupa Birliği artık Türkiye için bir dış ve iç güvenlik tehdidi haline gelmiştir.
Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi üye olarak alması, nüfusa oranlı yönetim gücü
vermeye göre yapılandırılmış olan Avrupa Birliği yönetim mekanizmalarında
Türkiye’nin söz sahibi olması anlamına gelmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri,
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ni yönetme hakkını kabul etmeyeceklerdir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye alınması, milyarlarca Euro tutarında
karşılıksız yardımın yapılmasını gerektirmektedir. Türkiye Avrupa Birliği’ne
üyelik uğruna ciddi adımlar atmış olmasına karşın, Avrupa Birliği’nden bu
adımlara denk bir karşılık görememiştir. Dolayısıyla temel amacın ekonomik
kazanım olduğu bir ortamda Avrupa Birliği Türkiye’ye bu hibeyi yapmayacaktır.
Kaldı ki Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı Gümrük Birliği Anlaşması’ndan
kaynaklanan yükümlülüklerini bile yerine getirmemiştir. Gümrük Birliği, bir
ülkenin üye olarak kabul edilmesinden sonra, Avrupa Birliği’ne vermek zorunda
olduğu bir ödündür. Pazarlarını rekabet edemeyeceği ülkelerin şirketlerine
açmak demektir. Avrupa Birliği bu ödünü Türkiye’den zaten almıştır. Ödülü
önceden alan Avrupa Birliği’nin ödün vermesine gerek kalmamıştır. Dolayısıyla
Türkiye’yi içine almasını gerektirecek durum ortadan kalkmıştır. Kendi içinde
işsizlik sorunu yaşanırken 27 üyeli Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin milyonlarca
eğitimsiz ve işsiz nüfusuna, serbest dolaşım hakkı vermesi olanaklı değildir.
Avrupa Birliği’nin, tarih boyunca mücadele ettiği, savaştığı ve geçen yüzyılın
ilk çeyreğinde topraklarını işgal ettiği, 35–40 seneden beri oralarda yaşayan,
ülkelerine büyük ekonomik katkılar sağlamış ve bir kısmı vatandaşları olmuş
insanlarını bile günümüzde insafsızca yaktığı Türk Milletini toplumsal ve
kültürel olarak içine alarak hazmetmesi mümkün değildir. Avrupa Birliği’nin
Türkiye’yi içine alması Avrupa ülkelerinin toplumları tarafından kabul
edilmemiş ve edilmeyecektir. Avrupa Birliği, Türkiye’yi kabul edecek olsaydı,
zaten Kıbrıs, on iki mil, kıta sahanlığı gibi koşulları ileri sürmezdi. Çünkü
Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olduktan sonra, bu toprakların hepsi zaten
Avrupa Birliği’nin sınırları içinde kalacak ve sorunlar kendiliğinden
çözümlenecekti. İçinde Kıbrıs ve Yunanistan’ın da bulunduğu onlarca ülkenin,
binlerce maddelik tarama sürecini Türkiye ile müzakere edip, bir de referandum
şartı ekleyerek Avrupa Birliği’ne kabul etmesi mümkün değildir. Türkiye’yi
içine alarak her yerin ateşe verildiği bir coğrafyada yer alan Suriye, İran ve Irak
Kimi kaynaklarda 1,2 milyon, kimi kaynaklarda 655 bin sivilin canına mal olan,
4,5 milyon insanı mülteci durumuna bırakan ABD’nin Irak’ı işgalinin temelinde
ABD’nin petrol çıkarları yatmaktadır. Irak macerasının 2–4 trilyon dolar
ABD’ye maliyetle sonuçlanacağı tahmin edilmektedir. ABD’nin asker kaybı ise
şu ana kadar dört bin beş yüz civarında olmuştur. Ayrıca işgal korkunç bir
sefaleti de beraberinde getirmiştir. Kızılhaç'a göre milyonlarca insan temiz su ve
sağlık imkanlarından yoksun kalmıştır. Bağdat yönetimine göre işsizlik oranı
yüzde 25 ile 40 arasında seyretmektedir. 200 yıldır emperyalizm tarafından
sömürgeleştirilmek istenen Ortadoğu’nun mazlum milletleri, fiili emperyalist
saldırıların dışında bir de emperyalizmin Ortadoğu ülkelerini etnik parçalara
ayırma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış bulunmaktadırlar.
Bugün gelinen noktada, Kuzey Irak’ta fiilen bir kukla Kürt devleti kurulmuş
durumdadır. Türkiye’de ise iktidarın teslimiyetçi politikaları sonucu
bölücülüğün önünde neredeyse hiçbir engel kalmamış ve bölücü akımlar ülke’de
meşruiyet ve hareket alanı kazanmış bulunmaktadır. PKK da terör saldırılarına
yeniden başlamıştır. Bu gelişmelerin tümünün ardında emperyalist destek
bulunmaktadır. Kuzey Irak’ta fiili kukla Kürt devleti 1991 Körfez Savaşı’ndan
sonra ABD’nin Irak Ordusu’nun 36. paralelin kuzeyine geçmesini
engellemesiyle oluşturulmaya başlanmıştır. Bugün de Irak’ı işgal eden ABD,
Kuzey Irak’taki fiil durumun destekçisi olmaya devam etmektedir. Türkiye’deki
bölücülük de emperyalizmin desteğiyle ayakta durabilmektedir. Avrupa Birliği
ve ABD’nin baskısıyla bebek katili, terörist başı hakkındaki hüküm yerine
getirilememiştir. Türk güvenlik güçlerini şehit eden PKK’lı teröristlere af
çıkartılmıştır. Musul ve Kerkük konusundaki tarihsel gerçekler göz ardı edilerek
lrak’ın kuzeyinde yeni bir yapay devlet daha oluşturulurken, bu yapay devletin
Türkiye’nin güvenliği ve milli bütünlüğü üzerindeki olumsuz etkisi artık
Türkiye’nin bir beka sorunu haline gelmiştir.
Türkiye, kan dökerek ve can vererek kazanıp koruduğu bir karış vatan toprağını
elden çıkarmama kararlığındadır. Komşu ülkelerle Türkiye arasında tarihsel bir
boyutu olan sorunlara karşı Türkiye hiçbir koşulda tarihten ve anlaşmalardan
kaynaklanan haklarından en ufak bir ödün vermeyecektir. Ulusal çıkarlarını,
birlik ve bütünlüğünü tehdit eden bölgedeki hiçbir yeni yapılanmaya kesinlikle
ve bedeli ne olursa olsun müsaade edilmeyecektir. Tarihten kaynaklanan
sorunlardan dolayı ulusal onurumuzu rencide eden ve ulusal çıkarlarımıza zarar
verme olasılığı bulunan suçlamalara, Türkiye’yi köşeye sıkıştırma çabalarına ve
denizde, karada ve havada yapılabilecek her türlü oldu bittilere karşı askeri
yaklaşım da dahil olmak üzere her türlü siyasi ve iktisadi önlem derhal alınacak
ve gereken en sert cevap; en küçük bir tereddüt gösterilmeden anında
verilecektir.
Bağımsız ve özgür bir devlette tüm vatandaşlar devletin başına gelen her şeyden
bireysel olarak tek tek sorumludurlar. Bir ulus ve devlet kötü yönetimler
yüzünden zayıf düşmüşse, bu sonucun meydana gelmesinde demokrasiyi her
dört veya beş yılda bir sadece oy kullanmak sanan toplum da sorumludur.
İnsanoğlunun yeryüzü serüveninde, tarih boyunca, kötü giden işlerin ceremesini
sonunda halk öder.
İkinci bir milli uyanış şarttır. Bunun için halkın fakirlikten ve cahillikten
kurtarılması kaçınılmazdır.
Hak ve Eşitlik Partisi tam bağımsızlık ilkelerinin ışığı altında aydınlanan yeni
bir siyasal anlayışla milli savunma, milli iktisat, milli eğitim ve diğer
alanlardaki milli politikalarını oluşturarak bunları sağlayacak ve halkımızla
birlikte mutlaka başarıya ulaşacaktır.
Alın teri ve emek her şeydir, önüne hiç bir şey geçemeyecektir.
Toprak köleliği ve işsizlik sefaleti gibi yüz kızartıcı sorunlar yok edilecektir.
Hak ve Eşitlik Partisi her türlü dil, ırk, renk, cinsiyet, din, mezhep, bölge, felsefi
düşünce gibi nedenlerle ayrım yapılmasını, imtiyaz ve itibar yaratılmasını
önleyecektir.
Kuzey Irak’ta sözde Kürt Devleti konuşuldukça adil ve doğru olmayan bir
şekilde çözümlenmiş olan ‘’Musul’’ ana mesele olarak, 1925 yılı Milletler
Cemiyetinin entrikaları ortaya konularak gündeme getirilecektir. Türkiye’nin
onaylamadığı ve onaylayamayacağı hiçbir oluşumun ya da Türkiye’nin dışında
kalacağı bir uzlaşının ve çözümün yaşayamayacağı kesindir.
Milletin ekonomik ihtiyaçları ve refahı ile sağlık, eğitim, eşitlik, hürriyet, adalet
yoluyla saadeti temin edilecektir.
Millet hayatını devam ettirmek, bunun için milleti meydana getiren dil, töre, din,
tarih, edebiyat gibi kültür unsurları aslı bozulmadan muhafaza edilerek
geliştirilecek ve millî kimlik, milli şuur ve milli birlik kuvvetlendirilecektir.
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yaktığı bağımsızlık ateşi hiçbir zaman
sönmeyecektir.
Her zaman halkın yanında, her işte halkın desteği ile çalışacağız.
İçeride ve dışarıda, her zaman ve her yerde; hak ve eşitlik esas olacaktır.